İbrahim Altınsay-Sinemanın Orta Yeri İstanbuldu

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 3

T - T ;

T 'T -S & P â g fi
T - v
T : ,v

MA N H A T T A N , P A R İ S , R O MA . . . VE İ S T A N B U L

Sinemanın Orta Yeri


İstanbul’du

İ br ahi m Al t ı nsay

SIFIR NOKTASI
Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin minaresinden Gala­ Evet, konumuza dönelim. Galata Köp-
rüsü’nü perdede gördüğümüzde anlatıcı
ta Köprüsü... Türk sinemasının İstanbul’a bakışı ile il­ İstanbul’un neresindedir ve neresindendir?
gili hatırladığım ilk görüntü böyle... En azından şimdi Anlatıcı Galata Köprüsü’nün Eminönü
ayağında duruyor. Yani anlatıcı kentin
hafızamı zorladığımda bu görüntü aklıma geliyor. Neden tam ortasında. O içeriden biri. Yani İstan­
bullu. Doğma büyüme.
Karaköy tarafından değil de Eminönü tarafından çekilmiş, belli
Filmler de kentin tam ortasından bir
değil. Belki o tarafta cami minaresi gibi yükselti yok, panoramik gö­ görüntüyle başlayabiliyor. Kentin bütünü­
rüntüye olanak verecek. nü dışarıdan gören panoramik görüntüle­
Sonra siyahbeyaz sinemanın birçok filminin bu kareyle açıldığını göreceğim. re gerek yok. Öyküler kentin içinden baş­
Arabalar hafifçe kıvrılarak köprüye girecek ve biraz hızlanacak. Kalabalık daha çok köp­ latılıyor.
rünün deniz tarafındaki kaldırımdan aka­ Pekiyi, anlatıcı neden Beyoğlu yakası­
cak. Sonra kamera sağa doğru kayacak ve na bakıyor. Eminönü tarafında dik bir
mış, kentlerin ait olduğu ülkelerin sine­
bir iki şehir hatları vapuru köprüden ayrı­ yükselti olduğu için mi sadece?
ması olmuş.
lacak... Klakson sesleri, bir uzun vapur Spekülasyonlara girelim. Sinemacı Be­
Bazı kentlerin sinemalarının olduğuna
düdüğü, martılar... Mesaj basit: Ey seyirci yoğlu yakasına, kentin Batıya dönük koz­
inanıyorum. Hani filmde hiçbir şey belir­
bu film yeryüzünde İstanbul’da geçmekte­ mopolit yanma, kıtanın çevresinde kalmış,
tilmese ve o kenti görmemiş olsanız bile
dir. biraz demode Küçük Avrupa’ya bakıyor;
filmin o kentte geçtiğini anlarsınız, hisse­
çünkü kültür olarak ona özeniyor, ondan
Geçmektedir de anlatıcı bu kentin ne­ derseniz ya, işte o kentin sinemasıdır bu. besleniyor. Sinema ve sinemacı, sonraları
resindedir? Daha da genişletirsem soruyu, Manhattan’ın sineması var bence. Paris’in politik-ideolojik arayışlar sonucu “Ulusal
bu filmi çeken nerelidir? de, Roma’nın da. Sinema” falan diyecek olsa bile kalben ve
Cevabı vermeden önce belirtmeliyim. Ama bu yazıyı yazdığım Helsinki’nin, kökleri itibarıyla İstanbul’un Beyoğlu ya­
Şimdi bu yazıyı İstanbul’dan çok uzaklar­ Londra’nın sinemaları yok. kasının kozmopolit kültürünün ürünü...
da yazıyorum. Denizin otelimin önüne İstanbul Sineması da var ama şimdi ne Şimdi bol bol nostaljisi yapılan o kültürün
kadar girip göllendiği soğuk bir Kuzey yazık ki bu yazıyı yazarken elimde ne bir parçası. Bugün eski Beyoğlu ile eski
başkentinde, Helsinki’de başladım. Kentin film kasetlerim var ne de kaynak kitapla­ Türk filmi nostaljilerinin kolkola gitmesi
en kalabalık caddesinden gelen gürültüle­ rım. Sadece izlenimlerim ve hatırladıkla­ bir raslantı olmamalı.
rin odamı doldurduğu, Avrupa’nın en ba­ rım var. Onlara dayanıp gelişi güzel aklı­ 1960’lara kadar sinema Türk sineması
tısında, en eski başkentlerinden birinde ma gelenleri yazıyorum. Hoşlanmadığım, falan değil, basbayağı İstanbul Sineması...
Londra’da bitiriyorum... Bu iki kentin de, halde İstanbul ve sinema üzerine spekü­ İstanbul’un da Batı’ya eksenli kozmopolit
görebildiğim kadarıyla “sineması” olma­ lasyonlar yapıyorum. Bağışlayın. kültürünün içinde bir sinema. Arada bir >•

3I
insan bu kentten kaçamıyor...”
“Küçük Hanımefendi” bile
ilk Akdeniz gezilerine bu liman­
dan başlayacak; ama büyük bir
özlemle ve Ayhan Işık’la yine
bu limana dönecek. Sonra deniz
limanının yerini Yeşilköy havali­
manı alacak...
Kamera uçağa doğru ilerle­
yen yolcuları görecek ve sonra
yukarıya doğru çevnnerek hava­
alanı binasının tepesindeki Ye­
şilköy yazısını çerçeveleyecek.
Kesmeyle uçağın merdiveninden
el sallayan Belgin Doruk’a ya da
Filiz Akın’a, ya da pek ender
Türkân Şoray’a geçeceğiz.
1960’ların ortalarına kadar Si-
yahbeyaz Sinema’nın İstanbul Si­
neması olduğunu gösteren başka
bir tespit: Filmlerin hiçbiri kente
gelişle başlamıyor. Filmler İstan­
bul’da başlıyor, aralarında dışarı
çıkılsa bile sonunda İstanbul’a
dönülüyor ve hikaye orada çözü-
Türkan Şoray sinemaya başladığı ilk yıllarda, Yeni Cami ve vapurların tipik fonuyla... Agâh Özgüç Arşivi me doğru yol alıyor. Neden?
Çünkü hikâyeler İstanbullu, kah­
yapılan Kurtuluş Savaşı filmleri İstanbul’a türkü söylendiği İstanbul filmleri bunlar. ramanlar İstanbullu. Bu açıdan
kızgın olan Cumhuriyet Ankara’sına bir Bir tür köylü kostüme operet. Konu Fran­ Halit Refiğ’in “Gurbet Kuşları” incelemeye
“selam” sadece... Köy filmleri de baştan sız kasabasında değil de Trakya köyünde değer bir film ve tekil örnek. Kahramanlar
aşağı İstanbul filmi. Sarıyer’in ötesinde Bi- geçiyor. Tek fark bu. filmin başında Haydarpaşa ganndan kente
lezikçi Çiftliği’nde çekilmiş, köylü aksanı- geliyorlar ama tiplemelerinde ve öyküde
nın şehir tiyatrosu ağzıyla taklit edildiği, İSTANBUL SİNEMASI bir köylülük, taşralılık, Anadoluluk yok.
klasik Türk müziği makam ve sazlarıyla İstanbul’a bu içeriden Batılı gözle ba­ Film ilerledikçe görüyoruz ki hem kahra­
kış, 1960’ların siyahbeyaz si­ manlar hem de öykü Refiğ’in fazlaca esin­
nem asında film estetiğini lendiği “Rocco ve Kardeşleri” (Visconti,
kent estetiğiyle İstanbul me­ “Düşman Kardeşler”) kadar kentli ve Avru­
kânlarında bütünleşiyor. palI...
“Sevmek Zamanı”nın Bü-
yükada’sı... Kış, yağmur, dal­ SEMTLER
galar, alaturka-alafranga bir Hikâyeler sosyalleşip, sınıfsallaşıp ça­
yalnızlık... Ada “tsola” demek tallaştığında da İstanbul yetiyor sinemacı­
başka dillerde. Yalıtlanmışlık, ya. Bu kez semtler ve semtler arası çeliş­
yalnız kalmışlık, adalaşftı- kiler öne çıkıyor.
nOmışlık, izolasyon yani... Türkân Şoray pek ender yurtdışına çı­
Halit Refiğ’in “Şehra- kıyor, çünkü semtlerin kızı o; Fatih’in, Ko-
zat”ı... Resimlerine baktığım­ camustafapaşa’nın kızı... Hayatın bir tül
da bu filmde İstanbul olmalı gibi aktığı mutlu Boğaz köşklerinin, Be­
diyorum ama filmi göremedi­ bek’inin masum Belgin Doruk’unun karşı­
ğim için nerede ve nasıl ol­ sında, ahşap evli, temiz ve alçakgönüllü
duğunu hâlâ bilemiyorum. küçük burjuva semtlerinin masum Türkân
Ve nhtım... Varoluşçu et­ Şoray’ı o... Sonra kente yeni gelenlerin
kileri biraz Doğulu, biraz iç­ sultanı olacak ama kentte harcayacak bi­
rek, biraz gözüsulu sürdüren raz daha zamanı var.
siyahbeyaz sinemanın suçlu­ Siyahbeyaz İstanbul Sineması’nın ben­
larının ve suçsuzlarının kaçış ce en iyi melodramı “Vesikalı Yarim”de
mekânı... Lütfi Akad’ın “Yal­ Beyoğlu’na düşmüş bir kız Türkân Şoray.
nızlar Rıhtımı”nda boş bir Nereden geldiği tam belli değil ama mut­
mekân. Bir tek Çolpan Ilhan laka Istanbul’lu olmalı. Bu filmde, izzet
ile Sadri Alışık var; gitmek Günay’ın delikanlı küçük esnaf dünyası
kopmak istiyorlar, ama yapa­ da Beyoğlu’nun pek uzağında değil, he­
mıyorlar. Metin Erksan’ın men Kasımpaşa’da. Başını kaldırdığında
“Suçlular Aramızda”sında da Beyoğlu’nun ışıklarını görüyorsun...
limana kaçışın olanaksız ol­ “Batı Yakasının Hikayesi”ni “Yasak
duğunu gösteren bir mekân. Sokaklar” olarak zengin-yoksul gençlerin
Her iki biçimde de, yani küs­ İstanbul’una uyarlamak istediğinde Feyzi
“Sinema ve sinemacı, Beyoğlu kozmopolit kültürünün Tuna’ya Nişantaşı ile Beşiktaş-Fulya’nın
kün ve masum da olsan, suç­
ürünü...” Selahattin Giz sokakları yetiyor. Nişantaşı şımarık zengin
lu da olsan, “Ne olursa olsun
çocukların, Fulya delikanlı yok­
sul çocukların yeri...
“Otobüs Yolcularında zen-
gin-yoksul aşkı daha modern
bir kent dilimi ile zıtlaştırılarak
anlatılm ak istendiğinde Le­
vent’in yeni binalarında son du­
rak yapan bir belediye otobüsü­
nü seçmek yetiyor...
Sınıf çatışmaları bile “Karan­
lıkta Uyananlar”da bir kent ül­
kedeymişiz gibi Kağıthane fab­
rikalarında yeşerip mücadeleye
dönüşebiliyor.
Ve “Son Kuşlar”... Üsküdar
ile Kabataş arasındaki arabalı
vapur seferlerinin yarım saatçik-
lerine sığmış o inanılmaz saf ve
masum aşk öyküsü, gençlik he­
yecanları... Bir suyun iki yaka­
sında, daha doğrusu iki kıta
arasında iki küçük insanın he­
yecanla çarpan kalpleri...
Sonra o “Son Kuşlar”ı da ge­
çiyor İstanbul Sineması’nın... Si­
nema İstanbul’un ortasından çe­
kiliyor. “Denize İnen Sokak­
lardan çekiliyor, “Ah Güzel İs­
Agah Özgüç Arşivi
tanbul'dan çekiliyor. Benim İs­ “Son Kuşlar”da Göksel Arsoy, Selma Güneri.
tanbul sinemam da, benim si-
yahbeyaz sinemam da burada bitiyor. genç kızlık sırlarının, heyecanlarının ya­ yitirir. Yoksul ama dürüst genç erkek, da­
şandığı, yazın tül perdelerin hafif rüzgar­ ha seyrek de genç kız bu evlerin üst kat­
SONRASI da salındığı kendine ait odalar... Aşağıya larındaki odalara kiracı olarak gelir genel­
Sonra ne oluyor? Sonrasından böyle salona inildiğinde toplumsal statünün ve likle. Yukandaki ağbi veya abla bu merdi­
bir yazıda uzun uzun söz etmeye gerek ahlakın gerektiği maske takınılır hep... vene bağrılarak yemeğe çağrılır; ekmek
yok. Belki bir başka yazıda. Etraflı© bir Sonra üst odalarda yeni evlilerin acıları, ve sorunlar bu evlerde daha rahat paylaşı­
incelemede belki... heyecanları yaşanır. lır çünkü. Ve pek ender sevgili yukarı çı­
Sonra sinema, kente Haydarpaşa garın­ Demek ki büyük aileden birim aileye karıldığında merdiven çatırdamasın diye
dan, ardından Anadolu Garajı’ndan, ardın­ geçememişiz o zaman, ikisi arasında ge­ parmak uçlarında yukarı çıkılır. Ama bu
dan Boğaz Köprüsü’nden giriyor. Bir yol­ çerken “kart Horoz" gibi kent-köşk kome­ sevgilinin yukarı çıkışı, yatağı değil odayı
cunun yabancı bir kente gelişi gibi... İstan­ dileri yaşanır. Ajda Pekkan yukarıdaki paylaşmak içindir sadece. Masumiyetin
bul’un Beyoğlu’sunun bekâr odalarına, odasında Sevda Ferdağ’la fısıldaşıp planlar kendi kusursuz mantığı işler yine.
barlarına, pavyonlarına, kerhanelerine ge­ kurarken, Kart kent horozu Vahi Öz onla­ İstanbul Sineması’nın iç mekânları da
liyor sinema, gecekondulara giriyor. Artık rın çevresinde dolanıp durur. iki katlı evlerdir işte; ister yepyeni bir villa
İstanbul film öykülerini acılaştırıyor, kah­ Köşkler terk edildiğinde, modernist olsun ister yıkılmak üzere olan bir ahşap
ramanlarını öğütüyor. İstanbul artık kötü­ villaların üst katları yine gençkız odalarına ev... Burjuvazi yükseldikçe iç mekân ve
lüğün merkezi... Yaşanılan değil, tutunma­ ayrılır. Bu odalarla salonu birleştiren kö­ merdiven önem kazanır. Küçük burjuvazi
ya çalışılan bir kent... Kent film öykülerine şedeki merdiven bu kez görkemli bir dra­ ise daha dışarıcıdır; merdiven kadar üst
ve kahramanlarına, kısacası sinemaya ya­ matik öğe olarak ortaya çıkar. Ne Ayzenş- kat pencereleriyle de analatılır öykü...
bancı, sinema kente yabancı. Ne İstanbul tayn’m ne de De Palma’nın merdivenleri­ Sonra villa diye yapılan şekilsiz sıra
filmlerle ne de filmler İstanbul’la barışık... ne benzer bu merdivenler... Bizim merdi­ evler ve yamuk yumuk apartman daireleri
“Bu şehir bizi harcadı oğul”... Lütfi Akad venler genç kızların hayata indiği merdi­ ortaya çıkınca İstanbul Sineması iyice iç
üçlemesinin “Düğün ve “Diyet”i bu yeni venlerdir. Mutluluk merdivenleridir, ıstı­ mekânlardan da çekilir. Üstüne üstlük,
İstanbul’a bir değinip geçiyor. İstanbul “A rap merdivenleridir onlar. Kızlar isteme­ film dekorunu yaşantı kurmak değil de
Ay” gibi filmlerde bir anlığına parlayıp sö­ dikleri insanla evlendirileceklerini öğren­ eskicilerden toplanmış eşyalarla ev deko­
nüyor. O kadar... diklerinde ağlayarak bu merdivenden yu­ re etmek zanneden “sanat yönetmenleri”
İstanbul sinemanın orta yerine yeni­ karı kaçarlar. Boyun eğip inerler. Onlar ortalığı kaplayınca iç mekân kavramının
den gelir mi? Bilemiyorum. Gelirse bam­ bu merdivenlerden düşüp sakat kalırlar. kendisi de sinemanın dışına atılır...
başka biçimlerde gelecek tabii ki. Ama Sevdiklerini ummadıkları bir anda aşağıda Şu kentte yaşayan 10 milyon insanın
ben nasıl olursa olsun, gelsin istiyorum. gördüklerinde ise bu merdivenlerden uça­ her birinin kendine göre bir yaşantıya sa­
rak aşağı inerler... Ve filmlerin mutlu son­ hip olduğuna inandığımızda o yaşantıla­
tÇ MEKÂNLAR../ la bitmesi için genç kızlarımızın bu kez rın iç mekânları da sinemaya geri döner
İstanbul iç mekânı olarak hatırladığım sevdikleri erkekle merdivenlerden inip ni­ bçlki... ■
ilk görüntü, lambasının yanıp yanmaması, kâh masasına ya da Avrupa’ya halayına
zamanın aşk edebiyatına çok önemli bir gitmeleri gerekir. Dipnot
gösterge olarak girmiş olan “Yeşil Köşk”... Mekân, yoksul ama onurlu küçük bur­ * Bu konuyu yazının içine koyacak yer bulamadım
Ve ardından öteki köşkler... Ama özellikle juvaların iki katlı ahşap evlerine değişti­ ama sevgili Feride “aman olsun” dediği için
de üst kattaki genç kız odaları... Buraları ğinde merdiven dramatik önemini biraz ekliyorum.

75
I
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği

You might also like