Professional Documents
Culture Documents
Mehmet Kaplan Lise 1-1
Mehmet Kaplan Lise 1-1
Mehmet Kaplan Lise 1-1
e d e b iy a t
Hehmet Kaplan
Ö N S Ö Z ...................................................................................... IX
1. B Ö L Ü M
Edebiyata Giriş -s
1) Edebiyat hakkında b ilg ile r ................................................ ı
2) Y azı çeşitleri ve edebiyat nevileri . ............................... 5
3) T ürk edebiyatının d e v ir le r i........................................... 19
4) Edebî bir eser nasıl okunur veya incelenir? . . . . 25
2. B Ö L Ü M / V'n
H ikâye tarzında yazılmış eserler:
il İslâmî D evir:
Geyikli Baba (Âşık P a ş a ) .................................................... 48
Fatih ile Akşemseddin (Yazm a bir e s e r d e n ) ................. 50
H am za’nın A tı (H am zanâm e^den)....................................... 52
Dede K orkut K itab ı’ndan bir h i k â y e .............................. 55
Köroğlu Destanı ..................................................................... 73
Bir T ürk masalı: Pâdişâhın R ü y â s ı .............................. .... 88
Kerem ile Aslı . ..................................................................... 90
Leylâ ile M ecnun (Fuzûlî) .................................................... 94
3. B Ö L Ü M
Türk Şiiri :
I. îslâm iyet’ten önceki devir T ürk Ş iir i: 137
Bir Bahar T a s v i r i ................................................................ .... 138
Alper Tonga^ya A ğ ı t ................................................................ 143
A v ile E ğ l e n c e .........................................................................144
K ış-Yaz Tartışması .................................................................146
U ygur şiirinden ö r n e k le r ........................................................ 147
II. Îslâmî devir Türk Ş iir i:
K utadgu Bilig (Yusuf H a s h â c i p ) .......................................153
Yunus E m r e ......................................................................... . 157
Anadolu Halk ŞiirinMen örnekler : .................................. 160
Köroğlu, K u l Mehmed, Âşık Haşan, K ayıkçı K ul
Mustafa, K aracaoğlan.' Dadalc^ğlu. Bayburtlu Zih^i • •
• Divan Şiiri’nden örnekler ; . ... . . ' . ..............................
Süleyman Ç e l e b i .....................................................................171
Fuzûli ................................................................................. 174
B a k î ..............................................................................................177
N ef’ î .......................................................................................... 181
N e d îm ..........................................................................................182
III. A vrupai Devir T ürk Şiiri :
Namık K e m a l .........................................................................184
Abdülhak Hâmid T a r h a n ................................................... 185
M ehmet  kif E r s o y ................................................................ 186
Y ahya K e m a l............................................................................. 193
Ahmed Hâşim ......................................................................... i 94
Faruk Nâfiz Ç a m l ı b e l ............................................................196
Necip Fâzıl K ıs a k ü r e k ............................................................198
A. Hamdi T a n p m a r ................................................................ 199
Cahit Sıtkı T a r a n c ı ................................................................ 213
O rhan Veli K a n ı k ................................................................ 216
İÇ İN D E K İL E R V
4. B Ö L Ü M
T ürk Tiyatrosu
I. Türklerde seyir ve temaşa g elen eği:
Meddahlık, Karagöz, Orta O y u n u ....................................... 219
5. B Ö L Ü M
Deneme ve Fikir Y a z ıla r ı:
Bilindiği gibi, her milletin kendine has özel ihtiyaçları, kendi gelenekleri,
gelecek için kendine mahsus bekleyiş tarzları vardır. Ancak kendi başına belli bir
zaman içinde istediği eğitim tarzına karar verebilir. K endi başına kendi eğitim
önceliklerine yer verebilir. Nitekim, Atatürk daha 1922 de ne türlü eğitimin hedef
alındığım şöyle dile getirmiştir:
“ Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hudûdu ne
olursa olsun, en evvel ve herşeyden evvel T ürkiye’nin istikbâline, kendi benliğine
ve an’anat-ı milliyesine düşman olan bütün anâsırla mücadele etmek lüzûmu
öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyet-i cihana göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği
anâsır-ı rûhiye ile mücehhez olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden mürekkep
cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur” .
îşte bu ders kitabı ve bu serideki diğer ders kitapları, İlmî muhtevası nispetinde
bugünkü T ürkiye’den daha küçük bir Türkiye’ye rıza göstermeyen bir anlayış ve
anlatış bütünlüğü içinde. M illî Eğitim Tem el Kanununun genel amaçları parale
linde eğitimimizi “ millî” hüviyetine kavuşturmak ve muhtevasını da kendi ger
çeklerimizin ifâdesine imkân ve zemin hazırlayacak duruma getirmek maksadıyle
tertiplenmiş bulunmaktadır.
Bu kitap, hususiyle, edebiyat dersini okuyacak öğrencilerimizi, Türk edebi
yatının m uhteva, estetik değer, dil ve üslûp bakımından en mükemmel eserleriyle
karşı karşıya getirmek suretiyle, T ürk ruhunu ve T ü rk düşünce sisteminin devirden
devire, nesilden nesile değişen ve değişmeyen motiflerini tespite; T ürk edebiyatının
ana devreleri içinde, edebî nevilerin gelişme safhalarını, metinlere dayalı olarak
incelemeye; edebiyat tarihi de ihmal edilmemekle beraber, metin tahliline ve
muhtevaya ağırlık vermeye ve I. sınıfta daha ziyâde metnin ruhuna nüfuz etmeye,
aynı nev’in farklı şair ve yazarlarda farklı hayat ve edebiyat anlayışına paralel
olarak ortaya çıkan değişik örneklerini mukayeseye yöneltmeyi hedef ^utmaktadır.
Bu maksatların gerçekleştirilmesinde emek harcayan kitabın yazarı İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mehmet K aplan’a
teşekkürü borç bilirim .
Şüphesiz, m illî eğitim sistemimizi, m illî kültürümüzün özelliklerine göre dü
zenlemekten sorumlu olan Talim ve Terbiye K urulu da, uygulamadan gelecek
teklifler istikametinde bu öğretim malzemesinin ve diğerlerinin daha başarılı ör
neklerini görmenin sevincini paylaşmaktadır.
26 Ağustos 1976
R ıza Kardaş
T alim ve Terbiye Kurulu
Başkanı
ÖNSÖZ
EDEBİYATA GİRÎŞ
Edebiyat söz ile yapılan bir sanattır, insanlar daha yazı icat
edilmeden önce, başlarından geçen maceraları, rüyaları, his, heye
can ve hayâlleri başkalarına söz ile anlatmışlar, şiirler ve türküler
söylemişlerdir. Bunlardan güzel olanlar nesilden nesile aktarılmış,
bugüne kadar gelmiştir. Bugün Anadolu’da hâlâ sözlü olarak ma
sallar, hikâyeler, fıkralar anlatılır. H alk arasında binlerce yıldan
beri yaşayan bu edebiyata “ sözlü edebiyat” derler.
Sözlü edebiyat yazıya geçtikten sonra, “ yazılı edebiyat gele
neği” meydana gelmiştir. Fakat sözlü edebî eserlerden pek azı yazıya
geçmiş, çoğu zamanla kaybolmuştur. Y azılı eserler, daha iyi muha
faza olunmuştur. Biz, yazılı eserler sayesinde yüzlerce, hattâ bin
lerce yıl önce yaşamış insanların hayatları, duygu ve düşünceleri
hakkında, bugün yaşıyorlarmış gibi bilgi ediniyoruz.
Fakat yazılı edebiyat, sözlü edebiyat gibi, doğrudan doğruya
dinleyiciye hitap etmediği için, halktan uzaklaşmış, sun’ î bir hal
almıştır. Okuyucuyu doğrudan doğruya karşısında görmeyen ede
biyatçı, anlaşılma endişesini duymadığı için, istediği kelimeleri kul
lanabilir ve onlarla oynayabilir. Bundan dolayı yazılı eserler, sözlü
eserlere nazaran daha fazla işlenilmiştir, Okur-yazarlar ayrıca hüner
göstermek maksadıyle de, eserlerinde herkes tarafından anlaşılmayan
kelimeleri kullanmakta kendilerini serbest hissederler.
K âğıt üzerinde çalışma, durmaya, düşünmeye, düzeltmeye ve
değiştirmeye elverişli olduğu için, yazılı edebî eserler, daha karmaşık
ve mükemmeldirler. Sözlü olarak anlatılan bir halk hikâyesi ile bir
romanı karşılaştırınca, bu farkı, açıkça görürüz.
Bizim sözlü edebiyatımız gibi yazılı edebiyatımız da çok zen
gindir.
2 E D E B İY A T L İS E I
Yazılı eserleri;
I. ŞÎtR NEV’t
Bugün ilimler pek çok konuda bize kesin bilgiler veriyor, İlim
ler bu başarılarım kullandıkları usuller ve âletlere borçludur. Bil
hassa aritmetik ve geometri, hâdiseler hakkında kesin bilgiler sağ
lamada büyük rol oynuyor. Bugün ilim adamları, gözle görünmez
atom, molekül, mikrop ve kanın terkibini vücûda getiren çeşitli
unsurlarla, güneşin ve yıldızların bulundukları yerleri ve onların
ağırlıklarını kesinlikle ölçebiliyorlar. Yüzlerce ilim adamının gün
lerce çalışarak bulamadıkları hesap işlerini, bilgisayarlar kısa bir
zamanda bildiriyor. İlmin bu başarıları, gerçekten hayret vericidir.
Fakat insan hayatında ilmin henüz çözemediği hâdiseler de
vardır. İnsanların duygu ve düşüncelerini, sevinç ve kederlerini,
saadet ve bedbahtlıklarını ilim yoluyle ölçmek imkânsızdır. Bunlar
her insanın-günlük hayatında yaşadığı şeylerdir. H ayat hikâyelerini
okuyunca, en büyük ilim adamlarının da bizim gibi, varlığın sırları,
hayat, ölüm, aşk, saacfet, dostluk gibi konularda kesin sonuçlar elde
edemediklerini görüyoruz. Sosyal konularda da, insanlar durmadan
çekişiyorlar. İnanç ayrılıkları yüzünden, insanlar birbirlerini öl
dürüyorlar. M illetler birbirleriyle savaş ediyorlar.
Bütün bunlar gösteriyor ki, ilmin çözemediği daha pek çok
şey vardır. İşte böyle ilmin kesin bilgiler vermediği konularda yazı
lan yazılara “ deneme” adı verilir. Dünya edebiyatında “ deneme”
nev’inin en büyük temsilcisi X V I ncı asırda yaşamış olan Fransız
yazarı M ontaigne’dir.
Deneme nev’i, deneme kelimesinden de anlaşılacağı üzere,
bilgi edinmek maksadıyle bilinmeyen bir şeyi araştırmak veya yok
lamaktır.
Bilinen şeyleri yeniden ele alan, onları taze bir bakışla gözden
geçiren yazılara da “ deneme” adı verilebilir. İnsanların duygu ve
düşünceleri çok defa katılaşır. Bazıları, bir kere inandıkları şeyden
şüphe etmezler. Boşluğa düşecekmiş gibi korkarlar. Fakat insanın
hakikati bulması için şüphe etmesi lâzımdır.
Tevfik Fikre tj
Şüphe bir nûra doğru koşmaktır.
der. Günlük hayatta, aldanmamak için biz her şeyi yeniden gözden
geçiririz. Bu güzel bir şeydir. Tenkit yanlış fikirleri ayıklar. Aynı
14 E D E B İY A T L tS E I
Atlı akmcı bir kavim olan Türkler, tarih boyunca çeşitli ülke
leri almışlar, buralarda devlet kurmuşlardır. Yaşayışlarına, bulun
dukları ülke ve çağa göre yeni şekiller vermişlerdir.
Türklerin binlerce yıldan beri var olmalarımn sebebi, millî
şahsiyetlerini meydana getiren temel unsurları muhafaza ederek,
değişik, çağ ve çevrelere uyabilme kabiliyetleridir.
T ürk edebiyatı^ Türklerin yaşadıkları medeniyet tarzlarına,
ülke ve çevrelere göre değişmiştir.
T ürk edebiyatı tarihi ile uğraşanlar Türk edebiyatını:
I) İslâmiyet’ten önce,
II) İslâm iyet’i kabul ettikten sonra,
III) Batı medeniyeti tesiri altında,
olmak üzere başlıca üç büyük devre ayırırlar.
B iR iN C İ B Ö L Ü M E A Î T S O R U L A R
E D E B İY A T H A K K IN D A B İL G İL E R
a) Edebiyat nasıl bir sanattır? Sözlü edebiyat ile yazılı edebiyat arasındaki
farklar nelerdir?
b) Dil ile vücûda gelen her eser, edebiyat sahasına girer nii?
c) Edebiyatın konusu nedir? Bir eseri edebî yapan konu mudur, yoksa onu
anlatış ve işleyiş tarzı mıdır?
ç) Edebiyatın faydası nedir?
d) Edebiyat ile millet arasında ne gibi bir münasebet vardır? Milletleirin
edebiyatları birbirlerine benzer mi?
32 E D E B İY A T L İS E I
Y A Z I Ç E Ş İT L E R İ V E E D E B İY A T N E V İL E R İ
T Ü R K E D E B İY A T IN D E V İR L E R İ
I. ÎSLÂMÎYETTEN ÖNCEKİ D E V İR :
II
Sonra O ğuz K ağan büyük bir toy (ziyafet) verdi. H alka emir
(verdi ki . . .) (Oğuz K ağan halkı) çağırınca, ahali birbirine danıştı
ve geldi. O ğuz K ağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. T ürlü yemek
ler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler ve içtiler. Toydan
sonra O ğuz K ağan beylere ve halka buyruk verdi ve
H İK Â Y E T A R Z IN D A Y A Z IL M IŞ E S E R L E R 35
dedi. Ondan sonra Oğuz K ağan dört yana emirler yolladı; tebliğler
yazdı ve elçilere verip gönderdi. Bu tebliğlerde şöyle yazılmıştı:
“ Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin ka
ğanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim. K im benim emirlerime
baş eğerse, hediyelerini kabul ederek, onu dost edinirim. K im baş
eğmezse, gazaba gelirim; düşman sayarak, ona karşı asker çıkarır
ve derhal baskın yapıp onu astırır ve yok ettiririm'’\
Yine o zamanlarda, sağ yanda Altun K ağan adında bir kağan
vardı. Bu Altun Kağan, Oğuz K ağan ’a elçi gönderdi. Pek çok altın,
gümüş takdim etti ve yakut taşlar alıp, pek çok cevahir yollayarak,
bunları O ğuz K ağan ’a saygı ile sundu. O na itaat etti, iyi hediyelerle
dostluk temin etti ve onunla dost oldu.
Sol yanında U rum adında bir kağan vardı. Bu kağanın askeri
ve şehirleri pek çoktu. Bu Urum K ağan, O ğuz K ağan ’ın emrini din
lemezdi. Onun arkasından gitmezdi. Ben onun sözünü tutmam
diyerek emrine bakmadı. Oğuz K ağan gazaba gelerek onun üze
rine yürümek istedi; bayrağını açarak, askeriyle ona karşı yürüdü.
K ırk gün sonra Buz D ağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadı
rını kurdurdu ve sessizce uyudu. T an ağarınca Oğuz K ağan ’ın ça
dırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli
büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt O ğuz K ağan’a hitap etti ve:
“ Ey O ğuz, sen Urum' üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben
senin önünde yürümek istiyorum"*^ dedi.
O ndan sonra Oğuz K ağan çadırını dürdürdü ve gitti. Gördü
ki, askerin önünde gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt yü
rümektedir ve kurdun ardı sıra ordu gelmektedir.
36 E D E B İY A T L İS E I
Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt birkaç gün sonra
durdu. Oğuz K ağan da askeri ile durdu; Burada İtil M üren adında
bir deniz vardı. Bu İtil M üren’in kenarında bir kara dağın önünde
savaş başladı. Okla, kargı ile ve kılıçla vuruştular. Askerlerin ara
sında vuruşma çok oldu, halkın gönüllerinde kaygı çok oldu. Bo
ğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki İtil M üren’in suyu zencefre
gibi baştan başa kıpkırmızı oldu. Oğuz K ağan yendi ve U rum K a
ğan kaçtı, Oğuz K ağan, Urum K ağan ’m hanlığını ve halkını aldı.
Onun ordugâhına pek çok cansız ve pek çok canlı ganimet düştü.
III
1 U lu T ürk.
H İ K Â Y E T A R Z IN D A Y A Z IL M IŞ E S E R L E R 37
çevre arasında sıkı bir münasebet vardır. Böyle bir çevrede yaşayan insan cesur
ve kuvvetli olmak zorundadır.
3) Oğuz gergedanı avlarken zekâsını da kullanıyor mu? H angi âletleri kul
lanıyor? Âletlerine bakış tarzı nasıldır?
— Oğuz vahşi gergedanı önce belli bir yere dadandırıyor. Bunun için de
geyik ve ayıyı yem olarak kullanıyor. Gergedanı belli bir yere dadandırdıktan sonra
kalkanının arkasına saklanarak kargısını vuruyor. O ğuz, başarılarında kullandığı
âletlerin önemini biliyor ye bunu açıkça belirtiyor.
4) Bu tasvir tarzına göre Oğuz, hangi devirde yaşamış olabilir?
— Türklerin avcılık ve hayvancılıkla uğraştıkları çok eski çağlarda yaşa
mıştır.
5) O ğuz’un çevresiyle olan münasebeti nasıldır? Çevresinden ayrı mıdır,
yoksa onunla beraber midir?
— Oğuz çevresiyle beraber yaşayan bir insandır. İkinci parçada onun çev
resi tarafından, vermiş olduğu bir ziyafette kağan seçildiğini görüyoruz.
6) O ğuz’un söylemiş olduğu “ savaş türküsü” nde m ısraların sonundaki
kelimeler ses bakımından birbirine benziyor. Buna “ kafiye” denilir. A yn ı tip kafi
yenin arka arkaya sıralanması şiire kuvvetli bir âhenk veriyor. Bu şiiriyle Oğuz,
mensup olduğu topluluğu dünya fethine çağırıyor.
Daha deniz daha müren (nehir)
Güneş bayrak gök kurıkan (çadır)
mısraları, O ğuz’un cihangirlik ülküsünü çarpıcı bir şekilde belirtir.
(Uran) savaş bağrışı demektir. Eski Türk kültüründe bozkurt önemli bir yer
tutar. Türkler kendilerinin bozkurttan türediklerine inanıyorlardı. Savaşlarda
O ğuz’a boz tüylü, boz yeleli bir erkek kurdun yol göstermesi de eski Türklerin inanç
ları ile ilgilidir.
Demir kargı olsun orman
mısraında orman kelimesi hakîkî mânâda m ı, mecâzî mânâda m ı kullanılmıştır?
M ecâzî mânâda kullanılmışsa, ona daha açık bir karşılık bulunuz.
Güneş bayrak gök kurıkan (çadır)
mısraını açıklayınız. Güneşin bayrak, göğün çadır olması nasıl bir duyguyu ifâde
eder? Burada darlık m ı, genişlik mi, içe dönüklük mü, dışa dönüklük mü söz ko
nusudur?
Şiirde ifâde edilen duyguyu bir kelime ile ifâde ediniz?
7) O ğuz dünyanın dört yanına yollandığı tebliğlerde ne diyor? Dostluktan
da bahsediyor mu? O ğuz’un esas gayesi savaş mıdır, barış mıdır? O ğuz bu savaş
larda maddî gaye de güdüyor mu? Bugünün büyük devletleri ile O ğu z’un dav
ranışı arasında bir fark var mıdır?
— O ğuz maksadını açık olarak ortaya koyar. Bugünün devletleri ise mak
satlarını gizlerler. “ Cihana hâkim olma ihtirası” yalnız Türklere mahsus değildir.
Tarihte kuvvetli olan bütün devletler aynı maksadı gütmüşlerdir. Bundan dolayı
H Î K Â Y E T A R Z IN D A Y A Z IL M IŞ E S E R L E R 41
AÇIKLAM A
G E Y İ K L İ BA BA
SORULAR:
,0
O'
S/'
x!
. i
o
C
F A T ÎH ÎL E A K Ş E M S E D D ÎN
SORU LAR ;
AÇIKLAM A
D İR S E H A N O Ğ L U B O Ğ A Ç H A N D E S T A N IN I ^
B E Y A N E D E R H A N IM H E Y }
l4 r '\ < T < . N v ^
Bir gün K am Gan oğlu H an Bayındır yerinden kalkmıştı. Şâm î
otağını yer yüzüne diktirmişti. A laca gölgeliği yökyüzüne yüksel
mişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. H anlar hanı H an Bayındır
yılda bir kerre ziyafet verip O ğuz beylerini misafir ederdi.
Gene ziyafet tertip edip attan aygır, deveden erkek deve, ko
yundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere
kara otağ kur durmuştu. K im in ki oğlu kızı yok, kara otağa kon
durun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne
getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, demişti. O ğlu olanı ak
otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olm ayana Allah
T aâla beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bilsin, demiş idi.
Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmağa başladı.
M eğer Dirse H an derlerdi bir beyin oğlu kızı yok idi. Söylemiş,
görelim hanım ne söylemiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır ku^u öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
sabahın ilk aydınlığında Dirse Han kalkarak yerinden doğrulup,
kırk yiğidini beraberine alıp Bayındır Hancın sohbetine geliyordu.
Bayındır Hanın yiğitleri Dirse Hanı karşıladılar. Getirip kara
otağa kondurdular. K ara keçe, altına döşediler. K ara koyun yahni
sinden önüne getirdiler. Bayındır Handan buyruk böyledir hanım,
dediler. Dirse Han der: Bayındır Han benim ne eksikliğimi gördü,
kılıcımdan mı gördü, soframdan mı gördü, benden aşağı kimseleri
ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki kara otağa
kondurdu, dedi. Dediler: Hanım, bu^ün Bayındır H andan buyruk
şöyledir ki oğlu kızı olmayana Tanrı T aâla beddua etmiştir, biz de
beddua ederiz demiştir, dediler. Dirse H an yerinden kalktı, der:
K alkarak yiğitlerim yerinizden doğrulun, bu garâip bana ya ben-
dendir, ya hatundandır dedi.
fo >
Deyiş
Der:
^eri gel başımın bahtı evimin tahtı ^
^vden çıkıp yürüyünce servi boylu^i^''^'-'^'^ '00
İTopuğunda sarmaşınca kara saçlırri
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım'
Çift badem sığmayan dar a ğ ızl^
Kavunum yemişim düvleğim^
Görüyor musun neler oldu
K alkarak Han Bayındır yerinden doğrulmuş, bir yere ak otağ,
bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş, oğulluyu ak otağa,
kızlıyı kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, 'kara
keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse
yesin, yemezse kalksın gitsin, onun ki oğlu kızı olmaya Tanrı T aâla
ona beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, demiş. Ben varınca gele
rek karşıladılar, kara otağa kondurdular, kara keçe altıma döşediler,
kara koyun yahnisinden önüme getirdiler, oğlu kızı olmayana Tanrı
T aâla beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bil, dediler. Sen
den midir, benden midir, Tanrı T aâla bize bir topaç gibi oğul ver
mez nedendir, dedi, söyledi:
Der:
Han kızı yerimden kalkayım mı
Takan ile boğazından tutayım mı
Kaba ökçemin altına atayım mı %
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı ^ /\
ö z gövdenden başını keseyim mi
Can tatlılığını sana bildireyim mi
Alca kanını yeryüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
dedi.
Dirse Hancın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş. Der: H ey
Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme, yerinden
58 EDEBİYAT LÎSE I
kalk, alaca çadırını yer yüzüne diktir, attan aygır, deveden erkek
deve, koyundan koç kes, îç Oğuzun Dış Oğuzun beylerini başına
topla, aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan
kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver,
dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile, T an rı bize bir
topaç gibi çocuk verir, dedi.
Dirse Han dişi ehlinin sözü ile büyük bir ziyâfet verdi, dilek
diledi. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi,
îç Oğuz, Dış O ğuz beylerini başına topladı. A ç görse doyurdu.
Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et
yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir
ağzı dualının hayır duası ile, Allah T aâla bir çocuk verdi. Hatunu
hâmile oldu. Bir nice müddetten sonra, bir oğlan doğurdu. O ğlan
cığını dadılara verdi, baktırdı.
A t ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her kemikli gelişir, kabur-
galı büyür. O ğlan on beş yaşına girdi. Oğlanın babası Bayındır
Hanın ordusuna karıştı.
M eğer hanım, Bayındır Hanın bir boğası var idi, bir de erkek
devesi var idi. O boğa sert taşa boynuz vursa un gibi Öğütürdü. Bir
yazın bir güzün boğa ile erkek deveyi savaştırırlardı. Bayındır Han
kudretli O ğuz beyleri ile temaşa ederdi, seyreder eğlenirdi.
Meğer sultanım, gene yazın boğayı saraydan çıkardılar. Ü ç
kişi sağ yanından, üç kişi sol yanından demir zincir ile boğayı tut
muşlardı. Gelip meydanın ortasında koyuverdiler. M eğer sultanım,
Dirse Hanın oğlancığı üç de kabile çocuğu meydanda aşık oynu
yorlardı. Boğayı koyuverdiler, oğlancıklara kaç dediler.
O üç oğlan kaçtı. Dirse Hanın oğlancığı kaçmadı, ak meydanın
ortasında baktı durdu. Boğa da oğlana sürdü g e ld ^ ^ ile d i ki oğlanı
helak kılsın. O ğlan yumruğu ile boğanın alnına kıyasıya tutup vurdu.
Boğa geri geri gitti. Boğa oğlana sürdü tekrar geldi. O ğlan yine
boğamn alnına yumruğu ile sert vurdu. Oğlan bu sefer boğanın
alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın başına çıkardı. Boğa ile
oğlan bir hamle çekiştiler. îk i kürek kemiğinin üstüne boğanın kö
pük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener. O ğlan fikreyledi,
der: Bir dama direk vururlar, o dama destek olur, ben bunun alnına
niye destek oluyorum duruyorum^ dedi. O ğlan boğanın alnından
yumruğunu giderdi, yolundan savuldu. Boğa ayak üstünde dura-
HİKÂYE TARZINDA YAZILMIŞ ESERLER 59,
Der:
Hey Dirse Han beylik ver hu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Tük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana
Giyer olsun hünerlidir "
Bayındır Hanın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir, bir boğa
öldürmüş senin oğlun, adı Boğaç olsun, adını ben verdim yaşını
A llah versin, dedi. Dirse Han oğluna beylik verdi, taht verdi.
O ğlan tahta çıktı, babasının kırk yiğidini anmaz oldu. O kırk
yiğit haset eylediler, birbirine söylediler : Gelin oğlam babasına
çekiştirelim, olur ki öldürür, gene bizim izzetimiz, hürmetimiz
onun babasının yanında hoş olur, ziyâde olur, dediler.
V ard ı bu kırk yiğidin yirmisi bir yana, yirmisi de bir yana oldu.
Önce yirmisi vardı, Dirse Hana şu haberi getirdi, der: Görüyor
musun Dirse H an neler oldu, murada maksuda ermesin, senin oğlun
kötü çıktı, hayırsız çıktı, kırk yiğidini yanma aldı, kudretli Oğuzcun
üstüne yürüyüş etti, nerede güzel ortaya çıktı ise, çekip aldı, ak sa
kallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak bürçekli kadının sütünü çekti, akan
duru sulardan haber geçer, çapraz yatan A la Dağdan haber aşar,
hanlar hanı Baymdır^’a haber varır, Dirse Hancın oğlu böyle görül-
6o EDEBİYAT LÎSE I
memiş şey yapmış derler, gezdiğinden öldüğün daha iyi olur, Bayın
dır Han seni çağırır, sana müthiş gazap eyler, böyle oğul senin nene
gerek, böyle oğul olmaktan olmamak daha iyidir, öldürsene, dediler.
Dirse Han varın getirin, öldüreyim, dedi.
Böyle diyince hanım, p nâmertlerin yirmisi daha çıka geldi ve
bir dedikodu onlar da getirdiler. Der: K alkarak Dirse Han senin
oğlun yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı, sen var
iken av avladı kuş kuşladı, anasının yanına alıp geldi, al şarabın
keskininden aldı içti, anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi,
senin oğlun kötü çıktı, hayırsız çıktı, çapraz yatan A la DağMan haber
geçer, hanlar hanı Bayındırca haber varır, Dirse Hancın oğlu böyle
görülmemiş şey yapmış derler, seni çağırtırlar, Bayındır Hancın ka
tında sana gazap olur, böyle oğul nene gerek, öldürsene, dediler.
Dirse Han der: V arın getirin öldüreyim, böyle oğul bana gerekmez,
dedi. Dirse Hancın hizmetkârları der: Biz senin oğlunu nasıl geti
relim, senin oğlun bizim sözümüzü dinlemez, bizim sözümüzle
gelmez, kalkıp yerinden doğrul, yiğitlerini okşa beraberine al, oğ
luna uğra, yanına alıp ava çık, Ikuş uçurup av avlayıp oğlunu okla-
yıp öldürmeğe bak, eğer böyle öldürmezsen bir türlü daha öldüre-
mezsin, belli bil, dediler.
Deyiş
Serin serin tan yelleri estiğünde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
A klı karalı seçilen çağda
Kudretli Oğuzun gelininin kızının bezendiği çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
dedi, feryat figan eyledi ağladı. Böyle deyince, Dirse Han hatununa
cevap vermedi, o kırk nâmert karşı geldi, der: O ğlun sağdır esendir,
avdadır, bugün yarın nerde ise gelir, korkma kaygılanma, bey sar
hoştur cevap veremez, dediler.
Der*
Kara süzme gözlerini uyku hürümü^ aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrının verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
ö z gövdende canın var ise oğul haber hana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Akar senin suların Kazılik Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılik Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazıhk Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş kesilsin
Ne bileyim oğul arslandan • mı oldu
Toksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
dedi. Böyle diyince oğlanın kulağına ses geldi. Başını kaldırdı, an
sızın gözünü açtı anasının yüzüne baktı. Söylemiş, görelim hamm
ne söylemiş:
Der:
Beri gel ak sütünü emdiğim kadınım ana
A k bürçekli izzetli canım ana
Akanlardan sularına beddua etme
K azıhk Dağlanın günahı yoktur
Bitenlerden otlarına beddua etme
K azıhk Dağlanın suçu yoktur
Koşan geyiklerine beddua etme
K azıhk Dağv’nın günahı yoktur
Arslan ile kaplana beddua etme
Kazıhk Dağlanın suçu yoktur
Beddua ^edersen babama et
Bu suç bu günah babamdandır
dedi. Oğlan yine der: A na ağlama, bana bu yaradan ölüm yoktur
korkma, boz atlı H ızır bana geldi, üç kerre yaramı sıvazladı, bu
64 EDEBİYAT LÎSE I
yaradan sana ölüm yoktur, dağ çiçeği, ananın sütü sana merhemdir
dedi. Böyle diyince kırk ince kız yayıldılar, dağ çiçeği topladılar.
Oğlanın anası memesini bir sıktı sütü gelmedi, iki sıktı sütü gelmedi,
üçüncüsünde kendisini zorladı, iyice doldu, sıktı süt ile kan karışık
geldi. D ağ çiçeği ile sütü oğlanın yarasına sürdüler. Oğlam ata bin
dirdiler, alarak yurduna gittiler. O ğlam hekimlere emanet edip
Dirse HanMan sakladılar.
A t ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Hanım, oğlanın kırk günde
yarası iyileşti, sapa sağlam oldu. O ğlan ata biner kılıç kuşanır oldu,
av avlar kuş kuşlar oldu. Dirse Han-’m haberi yok, oğlancığını öldü
biliyor.
O kırk nâmertler bunu duydular, ne eyleyelim diye konuştular.
Dirse H an eğer oğlancığını görürse, bırakmaz bizi hep öldürür de
diler. Gelin Dirse Hanı tutalım, ak ellerini ardına bağlayalım, kıl
sicim ak boynuna takalım, alıp kâfir ellerine yönelelim diyerek,
Dirse H anı tuttular. A k ellerini ardına bağladılar, kıl sicim boy
nuna taktılar, ak etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler. Dirse Han
yayan, bunlar atlı yürüdüler, alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler.
Dirse H an esir oldu gider. Dirse Hancın esir olduğundan O ğuz bey
lerinin haberi yok.
M eğer sultanım, Dirse Hancın hatunu bunu duymuş. O ğlan
cığına karşı varıp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
D er:
Görüyor musun ay oğul neler oldu
Sarp kayalar oynamadı yer. oyuldu
yurtta düşman yok iken senin babanın üstüne düşman geldi, o kırk
nâmertler babanın arkadaşları babanı tuttular, ak ellerini ardına
bağladılar, kıl sicim ak boyuna taktılar, kendileri atlı babanı yayan
yürüttüler, alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler, hanım oğul kalkarak
yerinden doğrul, kırk yiğidini beraberine al, babanı o kırk nâmertten
kurtar, yürü oğul, baban sana kıydı ise sen babana kıyma, dedi.
O ğlan anasının sözünü kırmadı. Boğaç Bey yerinden kalktı,
kara çelik öz kılıcını beline kuşandı, ak kirişli sert yayını eline aldı,
altın mızrağını koluna aldı, büyük cins atını tutturdu sıçrayıp bindi,
kırk yiğidini beraberine aldı, babasının ardınca koşturup gitti.
HİKÂYE TARZINDA YAZILMIŞ ESERLER 65
Der:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Altın başlı otağlar gider ise benim gider
Senin de içinde odan var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
A k yüzlü elâ gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan ah vereyim dön geri
A k sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle hana
Savaşmadan vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
Hikâyenin özeti:
1. K öroğlu’nun babası Ürüşan Baba, Bolu Beylerinin yanında
at bakıcısıdır. Bolu Beyleri bir gün Ürüşan Baba’ya “ Anadolu’ya
git, bize eşi bulunmayan iki at getir” derler.
Ürüşan Baba, epey bir gurbet dolandıktan sonra Erzurum’un
Tercün kazasına gelir. O rada harman yerinde iki atın otladığım
görür.
Ürüşan Baba attan anlar. Bu iki tay bakımsız olmakla beraber,
eşi bulunmaz hayvanlardır, sahipleri de onların kıymetini bilmez.
2. Ürüşan Baba taylan alır, Bolu’ya gelir. Bolu Beyleri, görü
nüşü hiç de güzel olmayan tayları beğenmezler ve Ürüşan Baba
74 EDEBİYAT LİSE I
tarlayı çiğnetmesini söyler. Köroğlu doru ata biner, doru at iki ne
feste kendini tarlanın öbür tarafına atar. O ğlan sabahtan akşama
kadar çalışırsa da doru ata tarlayı çiğnetemez. Çam ur doru atın
ancak topuğunun üstüne çıkar. Akşam Ürüşan Baba gelir, atı yoklar,
topuğundaki çamuru farkeder. “ Eyvah oğlum der, ocağın batmış,
dorunun bir kanadı kırılmış” .
Köroğlu ahırı kontrol edince, bacadan mercimek kadar bir
delikten ışık sızdığım görür. Işık doru atın bir kanadını kırmış. Delik
tıkanır. Sıra kır ata gelir. Oğlan kır atı imkânı yok çamurlu tarlaya
sokamaz. K ır at tarlaya gelince bir başından öbür başına uçar. T ır
naklan zerre kadar çamurlanmaz.
K Ö RO Ğ LU ’NUN ZUHURU
I
gatlar var, köyümüz var, gider orada kalırım, çok sağ olun” . M ak
sadı kaça. O lur ki birisi gelir de caydırır, atlar elinden gitmesin.
Bu iki tayı birbirine bağlayarak yularından tuttu, kır ile doru çeke
çeke doğru Bolu Beylerine.
Bolu Beylerine haber verdiler ki “ Gönderdiğiniz Ürüşan Baba
iki tane tay getiriyor, hele gelin getirdiği taylara bakın, dünya yığılsa
güler üstünüze” . Bu taylar ne tımar görmüş, ne arpa yemiş, ne de
bakım var, yeşilin umuduna otlayan h ayvan . . . Bolu Beyleri Ürü-
şan’ın seyrine çıktılar; dizgin elinde bu iki tayın arkasında gördüler.
“ Ey Ürüşan Baba!” hani at?” dediler. “ îşte dedi, efendim, işte,
iki tane at getirdim. Dünyayı dolansanız, acaba bu iki tane hayvanın
dengi bulunur mu? Arasanız bulamazsınız, bu atlar kanatsız bir
kuştur”
Ürüşan Baba’nm cevabı Bolu Beylerine hiç tahsil vermedi.
Neden? Görükeni bu değil mi? “ Ey Ürüşan Baba, şu kadar sene
lerden beri bizim pulumuzu aldın, iyiliğimizi gördün, şimdi karmn
doydu, adam oldun, bizi zevkleniyorsun. Getirdiğin atlar bu m u?” .
Ürüşan Baba durdu, baktı ki atların sahibi gibi Bolu Beyleri de tanı
mıyor. “ Ey, dedi, efendim siz bu atların ne olduğunu bilmediniz ve
bilmiyorsunuz. Bana dört sene mehil verin, dört sene, çok demiyo
rum, ben bu hayvanları dört sene besleyeyim, benim dediğim ol
mazsa, boynum kıldan incedir, ister beni idam edin, ister cellât
edin, ister azad edin. Ben sizin ekmeğinizi yemişim, senelerden beri
iyiliğinizi görmüşüm, şimdiye kadar size sahte bir iş görmedim ve
görmem, bu iki tayın kıymeti yoktur, efendim dünyayı dolansan
yoktur kıym eti” .
Bolu Beyleri imrahorun bu sözüne hiç inanmadılar: “ Ey im-
rahor, yeter ileri gittin, bu tayların görükeni bu değil mi, bunu şenlik
görse, nas görse, üstümüze bütün millet güler. Bolu Beylerinin kasa
larında para yokmuş da ata güçleri yetmiyormuş da, iki taylak al
mışlar, yanları yöreleri mayıslı, gübreli derler” . Bolu Beyleri hiddet
lenerek, emir verdiler, Ürüşan Baba’nın kollarım bağladılar, diz
üstü oturttular, senelerden beri maiyetlerinde sadıkane olduğundan
camna kıym adılar ama milcilere emir verdiler, gözlerine mil attır
dılar. “ E y imrahor başı nasıl olsa o iki beygiri almışsın, götür kendin
besle, kendin bin, bize lüzûmu yok. Gözlerini çıkarttığımıza kar
şılık, çoluk çocuğun ve senin ölene kadar yiyeceğini giyeceğini temin
edeceğiz; al atları götür” dediler.
HİKÂYE TARZINDA YAZILMIŞ ESERLER 79
II
Ürüşan Babanın on iki yaşında bir oğul evlâdı var idi, ismi Ali
idi. Babasının bu halini görür görmez, kapıdan dışarı çıktı, sarıldı
babasının boynuna, ağlaya ağlaya: “ Ey baba bu ne halin?” dedi.
“ Evlâdım ağlama, bir adam göreceğini görür, yazan kâtip yazmış
ezelden. Doğru olduğuma, sadıkane çalıştığıma ahir akıbetim inşallah
iyi gelir oğlum. Hayvanları çek tavlaya!” dedi. O ğlu ağlaya ağlaya
K ır ile Doru çekti babasının tavlasına. Dedi: “ Oğlum tavlanın pen
cerelerini bütün kapat. Bu iki hayvanı zindan içinde besleyeceksin,
nasıl besleyeceksin, ben sana tarif edeceğim. “ Baş üstüne baba!”
Bacada ve duvarda ışık veren pencereleri A li kapattı, iki hayvan
zindan içinde kaldı. Ürüşan Baba oğlunu aldı yamna, başladı izahat
vermeye. D edi: “ Oğlum , iki göz verdim, ama sana iki tay kazan
dırdım. Dünyayı dolansan, bu atların dengi yoktur. Bolu Beyleri
sonunda pişman olacak, ama iş işten geçecek ve geçti, zaten vermem
daha bu atları. îk i gözümü verdim oğlum. Bu iki hayvanı benim
8o EDEBİYAT LİSE I
tarifim ile zindan içinde besle!” . “ Peki baba baş üstüne besleyeyim,
nasıl besleyeyim?” dedi. “ O ğlum en evvel şu hayvanlarm arpasını
verdiğin zaman arkana dönüp geri bakmayacaksın. Bu küheylam
Cenâb-ı Allah rüzgârdan halketmiştir, yem verdiğin zamanda bu
hayvan kanat açar, açtığı kanadı göremezsin, sahibim bana yem
verdi diye şahlanır, geri dönüp baktığın gibi kanadı kırılır, küçülür.
Bu sebepten yavrum birinci teklifatım budur ki yem verdiğin zamanda
bu iki hayvana arkanı dönüp bakma bu bir; İkincisi sabahleyin
erkenden bu hayvanların tımarını yapacaksın baştan ayağa kadar;
üçüncüsü ikindi geçtikten sonra yemini verip suyunu içirdikten sonra
ikinci tımarım yaparsın. Yirm i dört saatta oğlum bu hayvanlan
iki kere tımar yaparsın, yalnız arpalarını verdiğin zaman arkana
dönüp bakma, bu sözümü unutma. Üçüncüsü oğlum, bacadır delik
olur, gün içeri düşer, tavlanın bacasını sıva, bir yandan zerre kadar
ışık içeri vurmasın” .
A li babasının bu tarifi üzerine bu iki hayvanı yirm i dört saatte
iki defa tımar ederek, yemini, arpasını, suyunu vererek başladı bu
atlara hizmet etmeğe.
A ra yerden geçti bir sene, oğlan bir sene tavlada emek verdi,
babasının tarif ettiği gibi. Kendisi de on üç yaşına girdi. Bir gün
giderken baktı ki sokağın birinden bir garip köpek şaşmış, düşmüş.
O civarın köpekleri o garip köpeği sürmek için başına her taraftan
yığıldılar. O ğlan da bir tarafta seyrediyor. Garip köpek hangisine
geri döndü ise, bir göğüs, birini bir yanda yuğurdu, öbürünün üs
tüne koştu, o civarın köpeklerini eren peren etti, darmadağın, attı
kuyruğunu yukarı başladı sallana sallana gitti.
III.
IV
Her vakit zaten oğlana bu ahi söylerdi. Lâkin oğlan babasına
bir şey demezdi, ama kendi kendisine “ Bolu Beyleri nere, ben nere!
Benim asla gücüm Bolu Beylerine yeter mi?” derdi. Nihayet bir
müddet kır ile her tarafı dolanmaya başladı. Oğlan her taraftan
dostundan çok düşman kendisine peydahlamıştı. Devletin, milletin
emrinden çıkan, gözden düşen adamın her vakit kılıç boynundadır
derler. Eğer canının korkusundan, eğer halk içinde zapta gelmedi
ğinden. K ırı binip doru yedeğe alıp doğru Kem ah diyarlarında
Erzincan’a yakın şimdi Köroğlu kulesi denen yere vardı. K ule o gün
den bugüne kadar durur. K ırat’tan başka asla o kuleye bir at çıka
mazdı o zamanın devri. K ülünk ile kendiş atlarına ve kendisine ığsa-
nacak kadar kule yaptı. Başladı Köroğlu o kulede yaşamağa. Gece
eğleşir, gündüz kıratı biner, her tarafı dolanır, vurur, kırat, akşam
olduğu zaman oraya gelirdi. Geceleri kulenin içerisinde atlar ile be
raber kalırdı. Gündüz oldu mu K ırat’ı biner, Dor orda bağlı, K ırat’m
üzerinde başlar her tarafı, dağları, taşları dolanmaya. îşi döktü
haramiliğe, günüz vurur, kırardı, yolcuların önünü alır, kıymetli
parasını soyar, elinden aldıktan sonra kendisini salıverir. O zaman
Sultan M urat emir verdi: “ Her kim Körünoğlu’nu, kellesini yahut
86 EDEBİYAT LİSE I
SORULAR:
5) M a s a l nerelerde geçiyor?
6) B u ra d a bir aşağıdan yukarı çıkış, b ir saadete ulaşm a fik ri var m ıdır?
7) B ö y le bir saadete u laşm a kim lerin için den geçebilir?
Kerem , Isfahan şahının oğlu. Aslı ise onun veziri olan Ermeni
keşişinin kızıdır. Isfahan şahı ile veziri, çocukları olmadığı için,
eğer A llah kendilerine bir oğlan ile bir kız verirse, onları lıeşik kert
mece birbirlerine nişanlayacaklarına ve evlendireceklerine söz ve
rirler. Bundan sonra Kerem ile Aslı doğarlar. Fakat keşiş kızını Ke-
rem’e vermek istemez. Ailesini alarak İsfahan’dan uzaklaşır. Kerem
de yanında sadık arkadaşı Sofu ile onların arkasından köy köy, şehir
şehir dolaşır. Hikâyenin esasını bu sevgili peşinde koşma, aşk için
her türlü sıkıntıya katlanma teşkil eder.
Â Ş IK K E R E M
deyüp kesti. Babası ayıttı: “ Oğlum ben seni keşişin kızına nişanla-
dımdı. Lâkin bir mikdar müddet aldı. Şimdi vaadesi tamam oldu”
deyüp başladı düğün tedârikin görmeye. Şimdi keşiş dahi şahdan
mühlet alup evine geldi. Karısına ayıttı: “ Ben sana demedim mi
idi, bu kız büyürse başımıza felâketler getürür? işte şah benden kızı
oğluna istedi. Geçen gün Ahmet Bey buraya geldikde kızı görmüş.
Babasına söylemiş. Şimdi benden kızı şah istedi. Ben de beş ay müh
let aldım. K ızı nişanladım. Şimdi çare nedir?” dedi. Karısı ayıttı:
“ Sen elem çekme. Ben kızı alup kaçarım” deyüp kavi ü karar eyle
diler. Günlerden bir gün gecenin birinde yükte h afif bahada ağır ne
varsa alup ve birer ata binüp gittiler. Çün sabah oldu, Zengi’nin
halkı bakıp gördüler ki bu gece keşiş kaçmış. Bunlar birbirine haber
verüp: “ Be canım, keşiş Zengi’nin içinde mergub bir adam idi. El
bette kaçtığının bir aslı vardır. Bu memleket yere mi geçecek, yoksa
ateşe mi yanacak? Elbette bir şey vardır.” deyüp bunlar da birer
ikişer kaçmağa başladı. Biz gelelim şaha. Bunlar İsfahan’da günü
tamam edüp Isfahan halkı gelin almağa Zengi’ye gittiler. Kerem
bunlara dedi ki “ Ben ilerüleyim, sizler yavaş yavaş geliniz,” deyüp
atım sürdü. Bir de yolda giderken gördü ki birkaç ihtiyarlar acele
giderler. K erem bunları görüp ayıttı: “ Ne tarafa gidersiniz?” Bun
lar ayıttılar: “ Efendim bir keşiş var idi. Her şeyi bilürdü. Bu gece
kaçmış. Biz acaba bugün (şehir) yere mi geçecek yoksa ateşe mi
92 EDEBİYAT LÎSE I
yanacak, Zira bu keşiş bizi bırakup gitmezdi deyü şimdi biz de amn
arkasından gideriz. Bize bir ziyan gelmesün” dediler. Kerem bu ha
beri işidüp ağlamağa başladı. “ Eyvah sevdiğimi elimden uçurdum.
Keşişin gözü çıksun” deyüp aldı sazı eline. Bakalım ihtiyarlara ne
söyledi. Aldı Kerem :
SO R U
Mecnun’un bu gazale acıma duygusu ile aç pars hikâyesi arasında bir ben
zerlik var mıdır? İkisi arasındaki benzerlik ve farkları belirtiniz ve bunun sebep
lerini araştırınız.
m. AVRUPÂÎ DEVİR
FERH U N D E K A LFA
SO RU LAR,
DİYET
Koca Ali, yine cevap vermedi. Dizdarlar onun namuslu bir adam
olduğunu biliyorlardı. Hırpalamadılar. Yalnız:
— Haydi yerine git, dolaşma...
Dediler. Geldiği yollardan hızlı hızlı dönen Koca Ali, rûhunda
demin dinlediği âhengi tekrarlıyordu. Bülbüller keskin keskin ötüyor,
uzaktan mandıraların köpekleri havlıyorlardı. Sokakta hiç kimseye
rasgelmedi. Dükkânının önüne gelince durdu. Bacasının üstündeki
leylek uyumamış, kefenli bir hayâl gibi ayakta duruyordu. Kapısı
aralıktı. Çıkarken sıkı sıkıya kapandığını hatırladı:
— Tuhaf, rüzgâr açmış olacak!
Dedi. Dükkânında örsü ile çekicinden başka kıymetli şeysi yoktu.
Bunlar da çalınmağa değmezdi. Kimsenin işine yaramazdı ki, hırsız
aşırmak zahmetine girsin. . .
ıo6 EDEBİYAT LİSE I
kesemez misin?” diye ısrar ettiler. “ Kula kul olmak” , fâni dünyâda
“ birisine minnettar kalmak” azapların en ağırı idi.
O, daha pek gençken, vezir amcasının lûtfunu bile çekememiş,
minnettar kalmamak için aile ocağından kaçmış, gurbet ellerine
atılmıştı. Şimdi kör talihi, onu, bak kime köle edecekti?’
Sipâhîler: “ Hacinın yaşı yetmişi aşmış. .. Zâten daha ne kadar
yaşar ki. .. O ölünce yine sen hür kalır, bize kılıç yaparsın. Haydi,
düşünme usta, düşünme” diyorlardı.
*
Koca Ali, sesini çıkaramıyor, bir hafta içinde belki beş senelik
hizmetini durup dinlenmeden gördüğü hâlde, kendini yine “ tembel,
miskin” diye tahkir etmeğe sıkılmayan bu kötü insanı ezici bir bakışla
HÎKÂYE TARZINDA YAZILM IŞ ESERLER 111
süzüyordu. Yine .kalbi yırtılır gibi oluyor, göğsüne sıcak bir şeyler
yayılıyor, çeneleri kitleniyor, şakakları zonkluyordu. Bu anda bu
titreme durdu. Koca Ali gözlerini açtı. Bir hafta buna nasıl tahammül
etmişti? Şaşırdı. Hacı kasap, çubuğu yanına bıraktı. Hizmetçisinin
bu ağır bakışından kurtuluvermiş gibi dırlandı:
— Kolunun diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba, dedi,
ben olmasam şimdi çolak kalacaktın. . .
Koca Ali, yine cevap vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı.
Sonra birden sarardı. Hızla döndü. Bilediği satırların en büyüğünü
kaptı. Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu. Kaldır
dığı ağır satırı öyle bir indirdi k i . .. O anda kopan kolunu tuttu.
Gördüğü şeyin dehşetinden gözleri dışarı fırlayan Hacı kasabın önüne:
— Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi!
Diye hızla fırlattı. Sonra evsâbının kolsuz kalan yenini sıkı bir
düğüm yaptı. Dükkândan çıktı.
Onun, vaktiyle geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de şehirde kimse
öğrenemedi.
SO RU LAR
H İM M ET ÇO CU K
H İM M ET ÇO CUK
SO R U LAR
— Bırak canım, dedi, Şükrü’nün ipi ile kuyuya inilir mi? Kim
bilir nereye takılmış kalmıştır. Ben mahalleye gidiyorum, hadi, dön
gidelim.
Nuri Efendi boynunu büktü:
— Olur, dönelim, dedi.
— Hadi, hadi, yürü!
Döndüler. Halil, kömür alamağa gelip de pazarlığı yapamadığını
anlatmağa başlamış ve daha on beş adım atmamışlardı ki arkadan
Halil’i çağırdılar. Bu çağırıştan bozulan pazarlığın düzeleceğini
anlayan Halil döndü. Nuri Efendi’ye:
— Sen, dedi gidedur! Ben yetişirim.
Nuri Efendi yürüdü. Geldiği yolu tutturup gene tek başına
mahallenin kahvesinin kapısı önüne kadar geldi.
îki kişi, ortada alçak hasır iskemlelere karşılıklı oturmuş, tavla
oynuyorlardı. O da gitti, üçüncü boş iskemleye oturdu. Dirseklerini
dizlerine dayadı, şemsiyesinin sapını ağzına aldı, tavla seyretmeğe
başladı.
Oyunculardan biri bir oyun kaybetti. Gene o adam ikinci oyunu
da kaybedip bir parti yenilmiş olunca kızdı. Yenilmesini Hafız’ın
uğursuzluğuna verdi. “ Geldi, zarımı kırdı” diye düşündü ise de açık
ça söylemek istemedi.
Oyuncular yeniden başladılar. Biraz önce yenilen adam bir
oyun daha kaybedince sabrı tükendi.
— Hafız, dedi, valla geldin, zarımı kırdın. Biraz git, ötede dur.
Hafız Nuri Efendi, buna kızar gibi oldu: “ Benim sana ne ziyâ-
nım var” diyecekti, demedi. Kalktı ,kahve kapısına gitti, durdu.
“ Eve dönsem” diye düşündü. Artık ikindi vakti. Akşam oluyor.
Köşeden geçerken bakkaldan ekmeğini aldı. Eve gitti. Annesi kapının
ipini çekti. Mangalda pişen yemeğin kokusu bütün evi bürümüştü.
Odasına çıktı, gecelik entarisini, şamhırkasmı giydi, pencerenin
önüne oturdu. Akşam satıcıları geçiyor. Mahalleye akşam rengi
çöküyordu. Sokağın köşesinden bir çocuk:
— Hayriii, gel; annem seni çağırıyor! diye kardeşine sesleniyor.
Bir kız çocuk, elinde bir deste maydanoz, takunyalarını tıkırda
tarak geçiyor. Komşu Gaffar’ın oğlu, iki boş küfeyi bostan kapısından
sokmağa çalışıyor. îki hanım, belli ki uzakça bir yere gitmiş ve geç
HİKÂYE TARZINDA YAZILM IŞ ESERLER 129
AÇIKLAMA " r
TÜRK ü l k e s i
— Tevrat ile, încil ile, Zebur ile. K u r’an ile geldin ise merhaba,
dedi.
Aynı kitabın bile insanları birbirine düşman ettiğini bilmiyorlar
mıydı? Bir kitapsızın insanlık duygularıyle âşıkı ve âşıkların meclisini
sambalara, rampa, raspalara, rumbalara değişmeyeceğini bilmi
yorlar mıydı? Yeni dünyaların, yeni zevklerin, yeni hususî olmayan
eğlencelerin düşmansızlıklardan doğacağını bilenler penceresiz ku
lübenin içinde incecik bir tek telden yeni dünyalar, yeni zevkler,
yeni duygular pazarım top kumaşlar gibi açmışlardı. Dinle duyduk
larını bir dinsizin dinlediğini ve duyduğunu da sezmiş gibi, sereserpe,
bile bilmeye, atatuta, tek telden konuşan âşık bir aralık kızmış gibi
yaptı.
— Kitapsıza merhaba, dedi.
içim sevinçle doldu. Yakm kahveciye içerde kaç kişi oldukla
rını sordum. Otuz beş kişi, dedi. Ya, dedim, ayrılıyordum. Orta
boylu, tıknaz, topal yapı sahibi arkamdan seslendi:
— Ne yapacaktın sayılarını? dedi.
— Hiç, sordum, dedim.
— Söyle, söyle hele.
— Birer gazoz ısmarlayacaktım d a. . .
— Sana tuzluya oturur, dedi.
Kahveci döndü, emretti.
— Götür onlara otuz beş gazoz, dedi.
— Var ol Mehmet Bey, dedim. Yapında âşık parmağı var,
zeval görmez, dedim.
— Geçen akşam ben de dinledim, dedi. Güzel okuyor, güzel
çalıyor oğlan, çobanmış, okumak yazmak bilmezmiş..
— Biz biliyor muyuz Mehmet Bey, dedim.
— Bilir geçiniyoruz a, dedi.
Rakısını kadehine doldurdu. Erzurumlu Ermeni kahveci opar-
lörü açtı. Pis tango:
Kıskanç değilim fakat
Başkalarına bakma
Beni çıldırtacaksın
diye haykırmağa başladı.
134 EDEBİYAT LİSE I
AÇIKLAMALAR VE SORULAR
Sait Faik Abasıyanık (1906- 1954) Cumhuriyet devrinin
büyük hikâyecilerinden biridir. 1936 yıhndan sonra yayınla
nan küçük hikâyeler, geniş bir okuyucu zümresi tarafından
sevilmiş, bunlardan bazıları yabancı dillere de çevrilmiştir.
Sait Faik hayatımn büyük bir kısmını İstanbul’da, köşk
lerinin bulunduğu Burgaz adasmda geçirmişti. Hikâyelerinde
bu çevreden aldığı intibaları ve insanları tasvir eder.
Kendini halka yakın hisseden Sait Faik, hikâyelerinde
umumiyetle halk tabakasına mensup insanlardan, bahkçılar-
dan, kahvecilerden, işçilerden, köylülerden bahseder. Çocuk
lara ve tabiata karşı da büyük sevgisi vardır.
HİKÂYE TARZINDA YAZILM IŞ ESERLER 135
Sait Faik içi hasret, sevgi ve şiirle dolu, duyu organları dış
âleme açık bir yazardır. Hikâyelerindeki dünyayı, dış âlem
den aldığı intibalar ve bunların içinde uyandırdığı duygular
ve hayâller kurar.
Sait Faik hikâyelerini Sem avi (1938), Sarnıç (1939), Şah
merdan (1940), Lüzumsuz Adam (1948), Mahalle Kahvesi (1950),
Havada Bulut (1951}, Son Kuşlar (1952), Alemdağında Var Bir
Yılan (1954) adlı kitaplarında toplamıştır. Sait Faik’in Şimdi
Sevişme Vakti (1953) adlı bir şiir kitabı da vardır.
Sait Faik, “ Türk Ülkesi” adh hikâyesinde, İstanbul’da
bir adada yaşayan Rumlarla, gece bir kulübede toplanan ve
eğlenen Türk işçilerini tasvir eder. Rumlarla Türklerin eğleniş
tarzlarım, zevklerini ve hayat karşısında aldıkları tavrı mu
kayese eden yazar, Türk işçilerinin sade, basit fakat sevgi,
müsamaha dolu türkülerini, o türkülerde varlığını hissettiği
Türk dünyasını sever.
Sait Faik birçok hikâyelerinde olduğu gibi, bu hikâyesine
de şahsî duygularım karıştırır. Hikâyeyi incelerken, Rumlarla
Türklerin eğlence, yaşayış, hayata ve insana bakış tarzları
arasındaki farka dikkat ediniz. Milletler, birbirlerinden sadece
dilleri ile değil, zevkleri, yaşayış tarzları, insan ve dünya
görüşleriyle de ayrılırlar. Aşağıdaki sorulara cevap verirken
bu farkları daha iyi kavrayacaksınız.
ı) Hikâyede bahsedilen Rumlar nerede eğleniyorlar?
Bu yerleri belirten kelimeleri yazınız.
2) Bu yerlere gidenler zengin mi, yoksa fakir midirler?
3) Yazar, Türk işçilerine nerede rastlıyor? Burası nasıl
bir yerdir?
4) Türk işçilerinin toplandıkları yer ile sosyal tabakaları
arasında bir münasebet var mıdır?
5) Rumlar nasıl eğleniyorlar? Musikîleri ve oyunlş^ na
sıldır? Rumların musikî, oyun ve eğlenceleri ile ilgili kelime
leri yazınız. Bunlar Türkler arasına da yayılmış mıdır? Bu
yayılma neyi gösteriyor?
6) Yazar, Rumların musikî, oyun ve eğlence tarzı kar
şısında duyduğu hisleri nasıl anlatıyor?
136 EDEBİYAT LÎSE I
TÜRK ŞÎİRÎ
B ÎR BAHAR T A S V İR Î
(Aslı)
6 Ay kopup eıvlenüp
Ak bulıt örlenüp
B ir bir üze üklünüp
Sdçup suwı engreşür
TÜRK ŞİÎRİ 139
II
A LP E R TO NGA’Y A A Ğ IT
AÇIKLAMALAR VE SORULAR :
Kaşgârlı Mahmud kitabında Alp Er Tonga’nın ölümü
üzerine söylenen Ağıt şiirijıi dağınık olarak veriyor. Bunlar
kafiyelerine göre bir araya getirilince bir bütün teşkil ediyor,
ama, dörtlüklerin sıralanması kesin değildir.
Eski Türkler, birisi ölünce “ y^ğ” verilen bir tören
yaparlardı. Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı
Tarihi adlı kitabında bu töreni şöyle tasvir ediyor:
Bir kimse ölünce cesedi çadırının içinde yere yatırılır.
Bütün akrabası birer koyun veya at veya sığır kurban ederler.
Bunlar çadırın dışında yerlere serilir. Sonra hepsi atlar üze
rinde feryadlar kopararak çadırın etrafını yedi defa dönerler
ve kapıya gelince yüzlerini bıçakla yaralarlar, kan göz yaş
larına karışır. Cesedi gömmek için uğurlu bir zaman seçilmesi
âdetti. Bir kimse ilkbaharda veya yazın ölmüşse yapraklar dö-
külünceye kadar, sonbaharda veya kışın ölmüşse yapraklar
yeşerinceye kadar beklenir. Önce ölünün atı yakılır ve külü
ölüye ait diğer eşya ile birlikte olarak cenaze ile birlikte gömü
lür. Asıl ölü gömme günü tekrar kurbanlar kesilir, mezarın et
rafında atlarla dönülür ve mezarın üstüne ölenin hayatta iken
öldürdüğü düşman sayısınca taşlar veya heykeller dikilir kî
bunlara “ balbal” denilir.
ı) Alp Er Tonga’ya ait şiirde yuğ törenine ait ne gibi un
surlar vardır? Burada da atlardan bahsediliyor mu?
2) Geride kalanlar acıma duygusunu nasıl ifade ediyorlar?
3) Şiirde ölüm dolayısıyle “ zaman” dan da bahsediliyor.
Ölüm ile zaman arasında nasıl bir münasebet vardır?
4) Ağıtı söyleyen “ zaman” hakkında neler diyor?
III
A V ÎL E EĞLEN CE
SO R U LAR :
SO R U LA R :
U Y G U R ŞİİRİN D EN Ö R N E K L E R
Tan Tanrı için şair “ güzel kokulu, misk kokulu, parıltılı, ışıltılı”
sıfatlarını kullanıyor.
M E T ÎN BU GÜNKÜ D İL E Ç E V R İL M İŞ
Ö YLE Y E R L E R D E •
Ö YLE Y E R L E R D E
A Ç IK LA M A LA R :
Yukarda metni ve tercümesi verilen şiir Budist
Uygurlara aittir. Şiirin aslına dikkat ederseniz âhengin, mısra
sonu kafiyeleriyle değil, mısra başında gelen kelimelerin ilk
sesleri ile temin edilmeğe çalışıldığını görürsünüz. Birinci
parçada mısralarm ilk kelimeleri (a), ikinci parçada (i), üçüncü
parçada (s), dördüncü parçada (k) ile başlıyor. Her parça
anı teg orun-larta (îşte öyle yerlerde)
mısraı ile sona eriyor.
Buda’ya göre insanlar dış âlemin gürûltü-patırtı, yalan ve
' ihtiraslarından çekinerek sâkin bir hayat yaşar ve kendi
içlerine dalarlarsa, hakikate ve saadete ulaşırlar. Bunun için
Budistler, tabiatın içinde, tenhâ ve kuytu köşelerde düşünmeyi
severler. Bu şiirde işte böyle bir arzu dile gelmiştir.
Şiirde geçen “ aranyadana” veya “ aranyadan” kelimesi,
bir köşeye çekilerek yaşama, tekke, dergâh mânâlarına gelir.
Böyle yerler için “ sâkin ve tenhâ” sıfatı kullanılıyor. Buraları,
insan kalabalığı ile dolu şehirlerde değil, birbirine bağlı duran
kat kat dağlarda bulunur.
Buralarda akar sular, ardıç ve söğüt ağaçları, sevinç içinde
uçuşan kuşlar vardır. Şiirde en çok özlenilen şey “ huzur” ,
“ sükûn” , “ sessizlik” ve “ tenhâhk” tır.
Budizm’e göre insanları dış âleme bağlayan arzular,
istekler ve ihtiraslardır. Onlar bizi bin bir şey ardında koşturur,
yorar ve tedirgin eder. Bundan dolayı huzura kavuşmak
için onlardan kurtulmak lâzımdır. Şiirde, hareketsizlik övülüyor
KUTADGU BİLİG
1 . Kara yer ile mavi göğü, güneş ile’ ayı gece ile gündüzü,
zaman ile zamaneyi ve mahlûkları o yarattı.
2. îstedi ve bütün varlıkları yarattı; bir kere “ ol” dedi, bütün
dedikleri oldu.
3. Bütün bu yaratılmış olanlar ona muhtaçtır, muhtaç olmayan
yalnız Tanrı’dır, onun eşi yoktur.
4. Ey kuvvetli, kadir, ebedî ve müstağni olan Tanrı, senden
başkasına bu ad yakışmaz.
154 EDEBİYAT LİSE I
SO R U LA R :
II
BAHAR
A Ç IK LA M A LA R V E SO R U LA R ;
III
İNSANOĞLU, B İLG İ V E D İL
2. Ona hem gönül verdi; hem de onun dilini açtı; ona güzel
biçim, güzel tavır ve hareket ihsan etti.
3. Bilgisiz insan hep hastalıkh olur; hastahk tedavi edilmezse,
insan çabuk ölür.
4. Anlayışın insana faydası çok olur, insan bilgi bilirse yücelir.
5. Bütün işini, gücünü anlayış yolu yap; eline geçen bu zamanı
israftan bilgi ile koru.
6. İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur;
insanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.
7. Sözüne dikkat et, başın gitmesin; dilini tut, dişin kırılmasın.
8. Çok sözden fayda görmedim; amma söylemek de faydasız
değildir.
9. insan iki şey ile kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır: Biri iyi
iş ve diğeri iyi söz.
10. İnsan ebedi değildir; ebedî olan onun adıdır; iyi kimselerin
adı bunun için ebedî kalmıştır.
SO R U LAR :
I
/
I On sekiz bin âlem halkı cümlesi bir içinde
A Kimse yok birden ayrı söyleyen dil içinde
Cümle bir anı birler cümle ana giderler
Cümle dil anı söyler her bir menzil içinde
Cümle göz anı gözler kimse yok nişan virür
Gören kim görinen kim kalduk müşkil içinde
Kimseden ayru görme her biriyle bile gör
Cümle âlem doludur bahr ile berr içinde
A Ç IK LA M A LA R V E SO R U LA R :
II
Bir kez gönül yıkdun ise bu kılduğun namaz degül
Yetmiş iki millet dahi elün yüzün yumaz degül
Yol odur ki doğru vara göz oldur ki Hakkh göre
E r oldur ki alçak dura yüceden bakan göz degül
TÜRK ŞÎÎRt 159
SO R U ;
III
l Aceb şu yirde varm-ola şöyle garip bencileyin
^ Bağrı başlu gözi yaşlu şöyle garip bencileyin
A Gezerem Rum ile Şam’ı Yukarı illeri kamu
\\Çok istediim bulımadum şöyle garip bancileyin
S Kimseler garip olmasun hasret odına yanmasun
G Hocam kimseler kalmasun şöyle garib bencileyin
^"^öyler dilüm ağlar gözüm gariblere göynür özüm
^M eg er ki gökde yıldızım şöyle garib bancileyin
J Niçe bu derd ile yanam ecel ire bir gün ölem
10 Meğer ki sinimde bulam şöyle garib bencileyin
İ^Bir garib ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar
l^Soğuk su ile yuyalar şöyle garib bencileyin
i m ey Emre’m Tunus bîçâre bulunmaz derdüne çare
İL\Var imdi gez şardan şara şöyle garib bencileyin
SO R U LAR ;
ı) Yunus Em re’nin bu şiirinde kuvvetli bir dil âhengi vardır. Şair bu âhengi
nasıl sağlıyor? Ses ve yapıları birbirine benzer kelinaelere dikkat ederek bunu be
lirtiniz.
2) Garib kelimesinin Türkçede kaç mânâsı vardır? Bu şiirde hangi mânâda
kullanılmıştır? Bu şiirden Yunus Em re’nin hayatı hakkında bazı neticeler çıkara
bilir misiniz?
ANADOLU HALK ŞİİRİNDEN ÖRNEKLER
SO R U LAR :
ı) H alk şiiri Dîvan şiirine nazaran konu ve şekil bakımından daha bütün
dür. Bu şiirde bütünlüğü sağlayan unsur nedir?
2) Köroğlu’nun dağlara sığınmasının sosyal bir sebebi var mıdır? Bu sosyal
sebep hangi mısrada ifâde olunuyor?
3) Köroğlu sadece yiğit değil, aynı zamanda âşıktır. Hangi mısralarda bu
aşk duygusu dile geliyor?
SO R U LA R :
SO R U LA R :
I, b
 ŞIK HAŞAN
/ TÜ R K Ü
A Ç IK L A M A L A R V E SO R U LA R :
DESTAN
SO R U LAR :
âemm evimi^
Eğlen şü dv^a^a
Vîrân ettin hahçem ile ba^rnjr^ ^ '\ ^ î,
>
Tomurcuk güllerim jıLdiye diye l
) \
-İnsanoğlu kurtulmuyor kazâdan.
Taralılar nasıl durur sıjzıdan
Akça ceylan kurtulmuş da tazıdan.
Kaldırmış başını;ç ö l^ iye diye^ ^
Seher zamanında uğradım sana
Görünce gül yüzlüm kaldım ben tana
Gafilken bir dolu sundun sen bana
İçirdin aûuyu baL diye diye^K
Karac-Oğlan der ki neyleyip netmek
Bir fikrim var şu sılayı terketmek
Tıkıl git diyorsun kolay mı gitmek ^ -
Sen getirdin beni gel diye diye A~ \
AÇIKLAMALAR VE SORULAR;
ı) Koşma tarzında yazılmış olan bu şiirde mısraların hece
sayısı 11 dir. Bunlar bazen 6 + 5 , bazen 4 + 4 + 3 olmak üzere
iki veya üç parçaya bölünüyor. Mısraın içten bölündüğü
yerlere “ durak” denilir.
2) Dörtlüklerin son mısralarında “ diye diye” kelimeleri
aynen tekrarlanıyor. Kafiyeden sonra burada olduğu gibi
i aynen tekrarlanan kelimelere “ redif” adı verilir. Yukarıki
şiirde rediften önce gelen kafiyeleri söyleyiniz. Bunlarda hangi
sesler birbirine benziyor?
3) 2-, 3. ve 4. parçaların ilk üç mısraları ayrıca kendi içle
rinde kafiyelidir. Bu kafiyeleri de belirtiniz.
4) Halk şairleri halk arasından çıktıkları ve halka hitap
ettikleri için halkın bildiği kelimeleri kullanırlar. Bunlar
ı68 EDEBİYAT LİSE I
^
• 1 1C rv .
s <- A. -
i ‘ ' .V . . . . <■ ' V. >V o^
.1 Vo, VvVıV,,.-
,V .
V .\ ,
DADALOĞLU (1785? -jŞ68?).
SO R U LAR :
r , Jf U
X - s /i ) (\
^ 7 r o l - - ■■ —
İ âİM -
^ <" ^ A ^ L d M-fc4
1 •■ j y « - ( « s i I fs k U r I : , (2 _ -
^4rvr>v
BAYBURTLU ZÎHNÎ (1795? -1859)
SO RU LAR:
ME VLİD
^r' ^
BAŞLANGIÇ
1 . Allah adın zikr idelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kula
2. Allah adın her kim ol evvel ana
Her i^i âsân ide Allah ana
3. Allah adın her nefesde di müdâm
Allah adiyle olur her i{ temam
4 B ir kez Allah dise aşk ile lisan
Dökülür cümle güneh misl-i hazân
172 EDEBİYAT LİSE I
II
H AZRET-Î M UH AM M ED ’ÎN DOĞUŞU
ı
Hazret-i Muhammed doğmadan önce, olağan-üstü hâdiseler
olur. Annesi bu hadiseleri şöyle anlatır:
SORULAR VE AÇIKLAMALAR;
M U SAM M AT GAZEL
AÇIKLAMALAR VE SORULAR:
ı) Bu şiirde, okurken kendisini kuvvetle hissettiren bir
“ ahenk” vardır. Şair bu ahengi nasıl temin ediyor?
— Vezin ve kafiye ile. Şiirde her mısrada aynı vezin kulla
nılıyor. Bunu şu5( şekilde gösterebiliriz: M EFÂÎLÜN. Bu he-
jcelerden birincisi kısa, diğer üçü uzundur. Aynı ölçüde mısra-
larm altalta sıralanması kuvvetli bir âhenk vücuda getiriyor.
Bu mısralar ikişer ikişer yanyana da sıralanabilir. Divan
edebiyatında böyle yanyana dört mefâîlün parçalarından
meydana gelen şiirlere “ müsemmat” derler. “ Müsemmat” , ^
inci, boncuk dizisi mânâsına ^elir.
Bu şiirde kafiyeler dc dikkati çekicidir. Birinci parçada
I ve 3 üncü mısralar serbest, 2 ve 4 üncü mısralar kendi
aralarında kafiyelidir. Diğer dörtlüklerin ilk üç mısraının
TÜRK ŞÎÎRt 175
o
(\ v\ o.
BU GÜNKÜ D ÎLE Ç E V R ÎL M iŞ Ş E K L Î:
/
178 ' EDEBİYAT LİSE I
AÇIKLAMALAR VE SORULAR:
Bu şiirde Fuzulî’nin şiirindekinden farklı vezin par
çaları kullanılmıştır. Bu parçaları şöyle gösterebiliriz:
M ef’ûlü § Fâilâtü § Mefâîlü § Fâilün
Bu parçaların hepsi de değişiktir. Bunlara uyan kelime
lerin âhenkleri de farklıdır.
Bu şekilde yazılan şiirlere “ gazel” adı verilir. Bu
gazelde kullanılan kafiye dizisini (aae vc bae) harflerini kulla
narak gösteriniz.
3, Bu gazelde de Farsça terkipler kullanılmıştır. On
ları yazarak Türkçe karşılıklarını veriniz.
y—>
v4) Ferman kelimesi ne mânâya gelir? “ Ferman-ı aşk”
terkibinde bu kelime aşk kelimesine tesir ediyor, onda bir
mânâ değişikliği yapıyor mu? Aşk fermanı sözü ile şair aşkı
neye benzetiyor? Burada padişahın emirlerine karşı bir meydan
okuma hissi gizli midir? Şair kimin emirlerine uyuyor? Pa
dişahın mı, sevgilisinin mi? Bunlardan hangisini üstün bu
luyor?
5. “ Kaza” kelimesi kader ve hüküm verme mânâsına ge
lir. İslâmiyet’e göre Tanrı, dünyada olacak şeyleri önceden
tayin etmiş, hükme bağlamıştır.
Müslüman daima Allah’ın emirlerine uyar, buna rağmen
başına bir felâket gelirse, Allah’ın emri bu imiş diye boyun
eğer. Böyle davranış insanları soğukkanlı ve güçlü yapar,
^,6. Şairin Allah karşısında aldığı tavırla kul karşısında
aldığı tavır birbirinden farklıdır, ikinci beyti bu bakımdan
inceleyiniz ve bu farkı belirtiniz. Şairi alçak kimseler karşı
sında başı dik kılan nedir? Korkak insanlar şereflerini koruya
bilirler mi?
(7. “ Müttekâ-yi zerkeş-i câh” terkibinde üç kelime bir
birine bağlanmıştır. Böyle terkiplere “ zincirleme terkip”
denilir. Böyle terkipleri anlamak için önce ilk iki terkibi çö
zünüz. “ Müttekâ-yı zerkeş” altın kakmalı asâ veya koltuk
değneği mânâsına gelir, “ câh” mevkî, yer demektir. Bununla
kasdolunan yüksek mevkî sahipleridir. Böyleleri Allah’a değil,
TÜ R K ŞİÎRÎ 179
AÇIKLAMA;
AÇIKLAMA:
AÇIKLAMA:
Ey gönül, seni tanımayan, sana düşman olanlann derdini
çekme- bu boşu boşuna üzülmek demektir.
Düşmanın sitemini (zulüm, eziyet veya haksızlığını)
anlamamak, ona en iyi karşılığı vermektir.
Bazı insanlar ilgi çekmek, bizi rahatsız etmek için kötü
hareketlerde bulunurlar. Bunlar karşısında yapılacak şey,
onları yok farzetmektir. Bu onlar için en büyük cezadır.
AÇIKLAMALAR VE SORULAR:
ı) Halk edebiyatında olduğu gibi Dîvan edebiyatında da
bazı şiirler beste ile okunurdu. Bunlara şarkı denilirdi. Şarkı
lar “ murabba” adı verilen dörtlüklerden meydana gelirdi.
Âhenkli olması için bunların dördüncü mısraları tekrarlanırdı.
TÜRK ŞÎİRÎ 183
N A M IK K E M A L (1840-1888)
SO R U LA R ;
/ ' ■ f:
/ '
MEHMED ÂKİF ERSOY (1873 - 1936)
İSTİKLAL MARŞI
rağının al, rengi, şairde bir alev intibaı uyandırmıştır. Bu alev “ sön
mez” . Zira onun çıktığı kaynak her Türk ailesinin evinde yanan
ocaktır. Yurdun üstünde tüten en son ocak kaldıkça, bu bayrağın
alevi bu şafaklarda dalgalanacaktır. Âkif, bu benzetme ile “ bayrak”
ile “ millet” arasındaki bağlantıyı sanatkârane bir şekilde ifâde et
miştir.
Türk bayrağında dikkati çelen ikinci sembol yıldızdır. İkinci
beyitte şair, bu yıldız ile gökteki yıldızı birleştirir. Gökteki yıldıza
kimsenin eli dokunamayacağı gibi, “ Türk milletinin yıldızı” olan
al bayrağın yıldızına da kimse el süremez. Yıldız kelimesi, aynı za
manda kader, talih mânâlarına da gelir. Akif’in bu hayallerle belirt
mek istediği Türk milletinin ölmezliği fikridir. O, ordu ve millete
“ Korkma!” derken böyle bir inanca dayanır.
İkinci dörtlükte Türk bayrağının üçüncü sembolü olan “ hilâl”
den hareket edilmiştir.^'Hilâl kelimesi eski Türk edebiyatında sev
giliye benzetilir. Türk bayrağındaki ay (sevgili), tehlikeler içinde
bulunduğu ve kendisini sevenlerden fesdâkarlık beklediği için, kaş
larını çatmıştır.; Eski Türk edebiyatında sevgilinin kaşı umumiyetle
aya benzetilir. Şair burada, vatanın timsali olan sevgiliye (hilâle)
gülmesi için yalvarır. Bu millet onun uğruna on binlerce şehit ver
miştir. Yoksa o dökülen kanlarım helâl etmez.
Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâV’
A K IN C I
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi gendik;
Bin atlı, o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ‘ ^îlerle /”
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan, kafilelerle. ,.
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan,
Şimşek gibi, Türk atlarının geçtiği yoldan,
B ir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla,
Terden yedi kat arşa kanatlandık, o hızla . . .
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de.
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde.
Bin atlı, akınlardaa çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
SO R U LA R :
AĞAÇ,
r
Gün bitti. Ağaçta neş^e söndü.
Yaprak ateş oldu, kuş da yâkut\
Yaprakla kuşun parıltısından
Havzun suyu erguvana döndü.
SO R U LAR :
ı) “ Ağaçta neş’e söndü” sözünden ne anlıyorsunuz? Ağaç neş’e duyar m ı?
Bu kelimenin yerine başka bir kelime koyabilir misiniz?
2) Bu şiiri resim şeklinde tasvire çalışsanız, tabloda neleri gösterirdiniz?
Su ya hangi rengi verirdiniz? Neden?
3) Yaprak niçin ateş, kuş niçih yakuta dönüyor? Şaire bu fikri veren nedir?
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (1898 - 1973)
KÖROĞLU
SO R U LAR :
Güzel bir şiir, bize, bir musikî parçası gibi daha ilk okuyuşta
sesiyle, âhengiyle tesit eder. Bizde bu tesiri uyandıran, onun vezni,
kafiyesi, cümle yapısı, kelimelerinin bir uyum içinde olmasıdır. Aynı
şiiri nesre çevirirsek, düzen bozulduğu için, ayni zevki vermez.
Fakat güzel bir şiirde, musikîde olmayan mühim bir şey vardır.
Düşünce! Şiir, sadcce musikî gibi ses ve âhenkten ibâre't değildir.
Onun içinde, aynı zamanda bir düşünce vardır.
Düşünce nedir? Çeşitli varlıklar arasında kurulan münasebet.
Bunu âlimler ve filozoflar da yapar. Şairler düşüncelerini âlimler
gibi kuru formüller halinde değil, hayaller ve sembollerle ifâde eder
ler. Buna göre, güzel bir şiirde başlıca üç unsur vardır: a) Ses ve
ahenk, b) hayal ve sembol, c) düşünce.
Güzel şiirlerde, düşünceler çok defa insan ruhu gibi gizlidir.
Onları anlamak için biraz kafa yormak gerekir. Bu zevkli bir iştir.
Çiçekleri, yıldızları kuşları incelerken, nasıl tabiatın gizli kanunlarını
bulursak, şiiri incelerken de, insan ruhunu buluruz.
a) Ses ve âkenk: Şiir her şeyden önce ses ve âhenge dayandığı
için, ilkin Bursoüda ^^aman şiirini bu bakımdan inceleyelim. Bursa^da
^aman şiiri, Türk halk şairlerinin çok sevdikleri 6 + 5 vezniyle yazıl-
TÜ R K ŞİtRÎ Î20I
musikî ile yanşam az. Şiiri musikîden ayıran taraf, gözönünde hayal
ler uyandırması, bir his ve fikir teklin etmesidir.
Bursa^da ^aman şiiri adı üstünde “ Bursa” ile ilgilidir. Bursa,
seyrine doyum olmayan güzel bir Türk şehridir. İstanbul gibi Bur
sa da, tabiat güzelliği ile mimarî güzelliği birleştirir. Tanpınar,
şiirinde Bursa’yı hem tabiat, hem de tarihî ve mimarî güzellikleri
ile ortaya koyuyor. Dış âlemde görülen varlıklar şiire ya olduğu gibi
veya gizli mânâlarla yüklü olarak giriyorlar.
Kelimeler varlıkların aynı değildirler. Bundan dolayı “ olduğu
gibi” sözünü, tıpkı tabiatta göründüğü gibi mânâsına almayınız.
Kelimeler varlıkların kendilerini değil^ kafamızda canlanan
hayallerini verirler.
Edebiyatta “ hayâl” diye, dış âlemdeki varlıkların kelimeler
vasıtasıyle zihnimizde uyanan görüntülerine denilir.
mısraı ile şair, Bursa’mn eski şanlı günlerini telmih eder. Bursa’nın
Türk tarihinde yeri çok büyüktür. O , Osmanlı devletinin ilk baş
kentidir. îlk Osmanlı hükümdarları orada gömülüdürler.
Tanpınar, Beş şehir adlı güzel deneme kitabında Bursa’nın ta
rihini de anlatır. Bu şiiri okurken, Beş Şehir'^dt Bursa’yı anlatan dene
meyi de okursanız, Bursa'da Zurnan şiirini daha iyi anlarsınız.
Türkler, başka şehirlerde olduğu gibi Bursa’da da güzel mimarî
eserleri vücûda getirmişlerdir. Şiirde “ mimarîlerin en İlâhîsi” diye
yüceltilen “ Yeşil T ürbe” dünyada benzeri olmayârn bir şaheserdir.
Şair, Bursa ovasına bakarken, onu görüyor ve onu “ mimârîlerin en
İlâhîsi” kelimeleriyle tavsif ediyor.
Bursa"da^ Zaman şiirine baştan sona kadar sevgi ve hayranlık duy
gusu hakimdir. Kullanılan her kelimede biz şairin Bursa’ya sevgi,
hayranlık ve iftihar duyguları ile baktığını hissederiz.
1258 yılında doğan Osman Bey veya Osman Gazi, 1314 yılında,
Bursa’yı fethetmek için kale kapısına kadar gelmişse de alamamıştır.
Bunun üzerine etrafındakilere “ bu hisar cenkle alınmaz, buna sabır
gerektir” demiştir. Pek çok savaş yapan, fakat Bursa’yı alamayan
Osman Bey, yaşlanınca işleri oğlu Orhan Bey’e bırakmış, ona şu
vasiyette bulunmuştur: “ Oğul ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şol
gümüşlü kubbenin altına koyl'\ Orhan Bey, daha babası hayatta
2o8 EDEBtYAT LİSE I
SORU LAR;
BU SABAH H A V A B E R R A K
A Ç IK L A M A L A R V E SO R U L A R ;
II
U ÇTU UÇTU
III
su SESÎ
Nasıl kızayım
Uykumu kaçırdığına^
Değirmene akan su!
Sesin öyle güzel ki^
Duymak isterdim
Öldükten sonra bile.
IV
Y A N L IŞ B İL M E S İN L E R BENÎ
İS T A N B U L ’U D İN L İY O R U M
SORULAR:
) £ ■ ^
t If- ' ^ CZ l- 'r f u;
) -jll . ^ O
2 - '' I ; .
2 i IcvNP^aU
v2.Lv» • '
j f '* ' i.vf .•,
i^f-) ü ? o j ^ < ^ « /4 /wJK <J 4-Cc ^ L. Ü^‘ O.' L
j ^ C.e> 0‘ ^‘
~C »S’i « «o /\V^A'fiv ıQ-«-^ ö ' J ^
Ol*?t w <a^«a,
^ C O £ v/^
^e.8^D?)Uj G^s^v'^cE.ev _
MĞûıg-T m b 3 ^çl7 N eûe^.öfS.'^
TÜRK TİYATROSU
II) O R T A O Y U N U :
SORULAR:
ŞAİR EVLENMESİ
M ahalleli - H ay hay!
Müştak Bey - Alam am , efendim. Bunda bir yanlışlık var. Zira
bana nikâh ettiğiniz kız bu değildir. Bunun küçüğüdür. Ben onu
isterim.
T Ü R K TİYATROSU 225
Yedinci Fıkra
Müştak Bey - Ziba D udu - H abbe K adın - Ebüllâklâka - Batak
Ese - A tak Köse - Hikmet Efendi.
A tak Köse (Arkasında küfe ve bir elinde kürek ve bir elinde
süpürge ile) - istemeyiz.
Hikmet Efendi (Dahi A tak Köse’nin arkasından yetişerek) - Ne
istemiyorsunuz ?
A tak Köse - Ben ne bileyin! M ahalleli istemeyiz diyor, ben de
böyle diyorun. Elbette onların böyle demesinde hakkı vardır.
Hikmet E fe n d i- A y , mahsıllelinin neden hakkı var?
A tak Köse - Hakkı olduğunu pek yavuz bilürün. Am a bak,
doğrusu, neden olduğunu bilmen.
226 EDEBİYAT LİSE I
M ahalleli - Nedir o?
Ebüllaklaka - Kani, nikâhını kıydığım hanım büyük kızdır diye
deminden ikrar etmiştim y a. . .
M ahalleli - Ö yle ya!
Ebüllâklâka - Fakat büyük kız demekten muradım, yaşta büyük
değildir, boyda büyük demek mânâsınadır. Zira büyük kız, kırk
yaşını geçmiş olduğu halde damat beyin dengi olamaz. İşte benim
bildiğim bu kadardır. Her, bir zam anda ve her bir mekânda böyle,
doğrucasına şehadet ederim.
Batak Ese - Sîz buncaleyin dil ile ikrar ettikten geri biz de kabl
(kalb) ile tasdik ederiz.
M ahalleli - H ay hay!
Ebüllâklâka (Habbe Kadına) - Yenge kadın, boyda büyük
yani yaşta küçük olan asıl gelin'hanım ı var getir. Kendi elimle damat
beye teslim edeyim, bir daha yanlışlık olmasın. (Hikmet Efendi’ye)
Daha başka bir yanlış olmuş şeyler varsa söyleyin, onları dahi hasbîce
düzelteyim. Zira bu makûle hayırlı hizmette bulunmağı kendime bir
büyük iftihar bilirim.
Batak Ese (Müştak Bey’e) - Beyefendi, deminden size dediğim
ilâflarm hepiciği şaga içindi. Atak Köse (Hikmet Efendi’ye) - Efendim,
tövbe olsun, bir daha mahallelinin süpürüntüsünden başka bir işine
karışırsam adam değilim.
A Ç IK L A M A L A R :
SO RU LAR :
V A T A N Y A H U T S ÎL lS T R E
İK İN C İ F A S IL
B İR İN C İ M E C L İS
UM UM H UZZAR
Z E K ÎY E - Efendim.
S IT K I B E Y (Bir garip nazarla yüzüne bakarak) - Sen kimsin?
Z E K ÎY E (Telâşile) Âdem.
S IT K I B E Y - A d m nedir?
III. Meclis
Evvelkiler - îslâm Bey.
SORULAR:
ı) Alınan parça, birinci meclis, ikinci meclis, üçüncü meclis diye üç küçük
kısma ayrılmıştır. Meclisten meclise şahıslarda bir değişiklik oluyor mu? Değişen
şahıslar meclise yeni bir fikir veya hava getiriyorlar mı? H çr mecliste üzerinde
durulan konu nedir? Piyeste sürekli değişiklik gerektir, derler. Bu görüş doğru
mudur?
2) Okuduğunuz kısımda adı bildirilmeyen “ gönüllü” 1er de konuşuyorlar.
Gönüllü ne demektir? Savaşa zorla giden mi, yoksa gönüllü olarak giden mi daha
iyi savaşır? Gönüllüleri savaşa sürükleyen nedir?
3) K avga türküsünü bugünkü dile çeviriniz. Namık Kem al bu türküde
neden Türk demiyor da Osmanlı diyor. Böyle demesinin o devir ile ilgisi var mıdır?
4) Türküde hangi duygaı ifâde ediliyor? Hangi mısra bu duyguyu en iyi
ifâde ediyor?
236 EDEBİYAT LtSE I
A K I N
Perde III
Meclis 3
İstemi, Suna, Ulcay, Yıldız, Bumin, Bayan, Demir
B U M İN - Ben Bumin, Doğu B e y i.. . Altaylarm sa h ib i.. .
Yasam budur: Canımdan korkmamak babam gibi.
B A Y A N - Ben Bayan, Batı B e y i... Bekçisiyim U ral’ı n . . .
Yasam budur; eğmemek toprağa doğru alın.
D E M İR - Ben, Demir, Gün Başbuğu. .. Tanırsın ker^di oğlun
Yasam senin yasandır, yolum da senin y o lu n ..
İS T E M İ H A N - Beyliğimiz yurda da, size de kutlu olsun.
Bastığımız çorak yer, güller, çimenle dolsun. .
Ey bana yavrum kadar öz olan yiğitlerim,
Sizlere Gök T a n n ’dan iyilikler dilerim.
Gördünüz, yapılacak işler çok ülkemizde
Bunları yapmak için eksik olan ne sizde?
Gücünüz karşısında fazla söz söylenemez,
Yalnız bu güç toprağın ısrarını yenemez.
O gene asırlarca suya hasret kalırsa,
İç denizler boşalır, ufuklar daralırsa.
O valar yeşermezse ne olur? Sormayınız,
Pas tutar omzunuzda altın olsa yayınız.
Gördünüz, elimizde yiğitlik kaldı derken,
T Ü R K TİYATROSU 239
SORULAR:
YAPRAK DÖKÜM Ü
B ÎR ÎN C İ P E R D E
TABLO I
SA H N E I
A L Î R IZ A , S Ü R E Y Y A , Y E D İ M E M U R
sonra M U Z A F F E R
İH T İY A R . — Zorla mı götürürsün?
M U Z A F F E R . — Y a lm z .. . .
A L Î R IZ A . — Hayır, h u su sî.. .
A L Î R IZ A . — Ö y le ..
A L Î R IZ A . — Nasıl o ld u ? ..
şey değildir. Her gün, her yerde, birçok emsali görülen bir vak’adır.
Anladığıma göre, ne yapacağımı sormakla bana bu kızla evlenmeyi
teklif ediyorsunuz, olacak şey mi A li R ıza Bey?. Bu Lem an’ın benden
evvel kaç kişiyle düşüp kalktığını biliyor musunuz?
SORULAR:
YOL
I
II
(H ızlı ayak sesleri.)
III
(Kaldırımlarda telâmla yaklaşan ayak sesleri.)
YOL
AÇIKLAMALAR VE SORULAR:
T O N Y U K U K ’D A N D Ü Ş Ü N C E L E R
SORULAR:
K A Ş G A R L I M A H M U D ’U N T Ü R K Ç E L Ü G A T İN D E N
SE Ç M E A T A S Ö Z L E R İ
I
SURET V E M ÂNÂ
Her suret bir mânâsız olmaz ve her mânâ bir suretsiz bulunmaz.
Suret ki mânâsız ola âle benzer, mânâ ki suretsiz ola, hayâle benzer.
AÇIKLAMA:
Gözle görülen, belli şekilleri olan şeylere “ suret” denilir,
mânâ, onların içinde gizli olan fikirdir. Sinan Paşa’ya göre,
görülen her şeyin bir mânâsı vardır. Mânâsı olmayan bir
şekil veya görüntü bir “ âl” (hile) den ibarettir. Her “ suret” in
nasıl bir “ mânâ” sı varsa, her “ mânâ” nm da bir “ suret” i
olması gerekir. însan, düşündüğüne gözle görülen bir şekil,
bir “ suret” verdiği zaman, gerçeğe ulaşır. “ Suret” verilmeyen
mânâ “ hayâl” e benzer.
Mânâsı olmayan bir cümle yazarak, mânâsız bir “ suret” in
aldatıcı bir oyun olduğunu göstermeğe çalışınız.
B A K IŞ T A R Z I
Sûfî olan behişt ü hûri n’eyler, anda bir göz var ki, her baktığını
behişt eyler.
AÇIKLAMA:
Sûfî, A llah’ın birliğine ve varlıkta göründüğüne inanan
kimsedir. Halk behişt (cennet) ve huri (cennet kızı, sevgili)yi
öbür dünyada sanır.
Sûfiye göre cennet ve huri bu dünyada da vardır. Zira ona
göre görülen her güzel varlık T an rı’nın eseridir.
3
Fikirden yig (iyi) hem-dem (dost) olmaz ve akıldan özge mahrem
olmaz.
DENEME VE FİKİR YAZILARI 269
SORU:
Bu fikri açıklayınız. Mahrem en iç, en yakın dost mânâsına gelir. İnsan baş
kasına söylese bile, bazı hakikatleri kendi içinden bilebilir. Bize akıl verecek
kişileri her yerde bulabilir miyiz? D ağda veya çölde tek başına çaresiz kalan bir
insanın, kendi aklı ile kurtulabileceğini bir hikâye ile anlatmaya çalışınız.
4
îlim ziyâde oldukça hayret artar ve hayret ziyâde oldukça
dehşet artar.
Bu cümleden ne anlıyorsunuz?
5
Güzellik gönül almaktır, sûret düzmek değil.
270 EDEBİYAT LİSE I
T A N R I H E R Ş E Y İ B İL İR
(O) her nesneyi bilür. Gönüllerde olanları ve yerde olanları,
gizlüleri ve âşikâreleri bilür. Ağaçların yaprakları sağışını ve cemi’
buğday ve arpa ve sair danelerin ve kutlarun sağışını bilür. Asla
bilmedüğü nesne yoktur. Cüziyâtı ve külliyâtı bilür. Geçmişleri ve
gelecekleri bilür. Ademin gönlüne geleni ve dili ile söylediğini ve içi
ve taşını cümle bilür. Hâzırları ve gâibleri bilür. Gâibleri ancak ol
bilür. Hiç bir kimse gaybı bilmez, meğer Allahu Teâlâ bildüre.
Unutmakdan ve gafletten ve sehvden beridir. V e bilmesi ezelîdir,
kadîmdir. Sonradan olma değildir. Sem’i semî’dir. Her âvâzı işitir,
gizlü âvâz olsun katı âvâz olsun. Bir kişinin kulağına fısıldasan, ol
işitmese Allahu Tealâ işitir. Basarı basîrdir. Her şeyi görür, karanu
gecelerde kara karıncanın kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve
ayağı tuşunu işitir. Lâkin işittiği bizcileyin kulağıla değil ve gördüği
göz ile değil. Gözden ve kulaktan berîdir. Diledüğin işler. Dilemediğin
vücûda gelmez. Hiç nesne ana lâzım ü vâcib değildir. Bir kimse ana
gücile bir nesne ettirmeğe kadir değildir. Her nesne ki âlemde vardır,
anın dilemesiyle olmuştur, eğer hayır ve eğer şer. Müminlerin imânın
ve mutîlerin tâatin dilemiştir. Dilememiş ise mümin ve mutî olmazdı.
K âfirin küfrünü ve fâsıkın fışkını dilemiştir. Eğer dilemese hiç bir
kimse fâsık ve kâfir olmazdı. Bir sinecik kanadın kımıldatamaz Allahu
T calâ dilemeyince. Her nesne kim işleriz, anın irâdetiyle işleriz.
Dilemediği nesne vücûda gelmez, zira alâmet-i aczdir. Dilese, cümleyi
mümin ve mutî ederdi ve ger dilese cümleyi kâfir ederdi. Eğer sual
edersen: “ Y a niçin cümlenin mümin olmasın dilemedi, bazısın kâfir
olmasın diledi?” Cevap oldur ki, ana dilediği ve işlediği nesneden
DENEME VE FİKÎR YAZILARI 271
ÎN SA N V E İN S A N IN Ü S T Ü N L Ü Ğ Ü
a) İnsan:
b) İnsanın üstünlüğü :
İnsanın üstünlüğüne gelince, insan, ruh ve beden bakımından
bütün hayvanlara üstündür. Ruh bakımından üstünlüğü, düşünme
melekesi iledir ki, bununla insanda akıl, bilgi, hikmet ve tedbir görü
lür. Hayvanlarda ise, duyup tahayyül etse de, onlarda düşünce ol
madığı gibi, bilinen vasıtasıyle bilinmeyeni çıkarmak gücü de yoktur.
DENEME VE FÎKİR YAZILARI 273
c) însanm im tiy â z ı:
d) İnsanlık :
Bu, insana mahsus olan zâtî faziletlerin bütünüdür. însan, bunu
elde ettiği nisbette ona hakkeder. İnsanların içinde bir kimse yükselip
tâ göklere ulaşsa, insanlık derecesinde bu yüksekliğinden dolayı,
büyük bir melek tasavvur edecek olursak, işte tam budur. Bunun
hakkında Allahü T eâlâ “ Bu, olsa olsa bir melektir” buyurmuştur.
Yine bir insan da alçalıp alçalıp da hayvanların sırasına inse, iki ayak
üzerine duran, konuşan bir köpek veya eşek tasavvur edecek olursak,
o da işte budur; insanlıktan soyunup çıkması bakımından. Sonra
bu ikisinin ortalarında olan bir başka tip insan vardır ki o, insanlık
derecelerinden çoğuna sahip bir mevkide bulunur; insanlık kelimesinin
taşıdığı mânâ, ahlâk ile güzel hareketlerden ibarettir. Bunun kötü
taraflarına gelince, insan bunda hayvanlarla ve şeytanlarla müşterek
tir. Bukrat’a insanlık nedir? diye sormuşlar, “ Yüksek mevkide iken
tevâzu göstermek; fakir olduğu halde cömertlik etmek ve başa kak
madan iyilikte bulunmaktır” diye cevap vermiş.
AÇIKLAMALAR VE SORULAR :
ı) K âtip Çelebi (1609-1658) X V I L asır T ürkiye’sinde
yetişmiş büyük ilim ve fikir adamlarmdandır. Babası ile be
raber savaşlara katıldı, çok yer gördü ve çok kitap okudu.
H ayatının son yıllarını İstanbul’daki evinde kitap yazm ak ve
ders vermekle geçirdi. Kâtip Çelebi çok geniş bilgili idi.
Eserleriyle Avrupa ilim âleminde de saygı uyandırmıştır. K âtip
Çelebi tarih, coğrafya, din, matematik ve sosyal konularda
değerli eserler yazmıştır. Orhan Şâik Gökyay, K âtip Çelebi’nin
hayat ve eserlerini, Kâtip Çelebimden Seçmeler adlı kitabında geniş
olarak tanıtmıştır.
“ İnsan ve insanın üstünlüğü” başlıklı yazı bu kitaptan alınmıştır,.
DENEME VE FİKİR YAZILARI 275
Ç A L IŞ M A K V E Z A M A N
SORULAR:
ÎN SA N
[Namık K em al’in] getirdiği en mühim fikirlerden biri insanoğ
lunun yaratıcı gücüdür. Nüfus adlı bir yazısında o şöyle diyor]:
însan, şu yer toparlağı denilen hareketli vücûdun rûhudur,
denilebilir. Zîra yeryüzünde her ne kadar hareket görülüyorsa, hep
onun sayesinde meydana geliyor. Tabiatın üstünde ne eser göze
çarpıyorsa onun gayreti ile o lu y o r.. . Yeryüzünü bu kadar göz alıcı
eserlerle o süslüyor. Büyük tabiatı, küçük irâdesine boyun eğdirerek,
bunca olgun güzellikleri o ortaya çıkarıyor, a) Gündüzleri, zulüm
ateşinden, b) geceleri^ karanlık dumamndan kurtarmaya o çahşıyor.
c) Denizi, kara gibi her taraftan gezilir, ç) havayı, deniz gibi içinde
yüzülür bir hale o getiriyor. Tabiatla pençeleşerek bu kadar kıymetli
madeni paslı sinesinden o koparıp meydana döküyor, d) Hastahk-
larla güreşerek bunca hastalık, musibet ve belâyı o insandan uzak
laştırıyor. V ahşî hayvanlar onunla dost oluyor, e) Kuşlar onun emir
lerine uyuyor, f) O isterse ağaçların meyvaları bir başka şekle, bir
başka hale giriyor, g) O isterse taş özelliğini değiştiriyor. Hâsılı iki
ayak üzerinde, iki arşın boyunda öyle garip bir mahlûk ki, koca
âlemde Ezel’in hükmünü yerine getiriyor. Bu koca küreyi top gibi
avucunun içinde oynatıyor.
SORU LAR;
VATAN
I
SORU LAR ;
O KU M A - YAZM A
SO RU LAR :
I
F E R T V E C E M İY E T
Sosyoloji ilmine göre fertler dünyaya gelirken (lâ-içtimaî) olarak
gelirler. Y an i İçtimaî vicdanlardan hiç birini beraberlerinde getir
mezler. M eselâ lisanî, dinî, ahlâkî, bediî, siyasî, hukukî, İktisadî
vicdanlardan hiç birini beraber getirmezler. Bunların hepsini sonra
ları terbiye tarîkiyle cemiyetten alırlar.
282 EDEBİYAT LİSE I
AÇIKLAMALAR:
ı) Sosyoloji cemiyetteki hadiseleri açıklayan bir ilimdir.
Cemiyet aileden başlayarak bizi çeviren bütün insanları içine
alır.
2) Hâdiseler hakkında içimizde bulunan bilgi, duygu
ve değer hükümlerine vicdan adı verilir. Her insanın içinde
lisan (dil), din, ahlâk, bedî (güzellik), siyâset, hukuk, iktisat
hakkmda bazı fikirler ve inançlar vardır. Z iyâ Gökalp’a göre
fert bunların hepsini çevresinden alır.
3) Çocuk doğduğu zaman cemiyete ait hiç bir şeyi bilmez.
Gökalp onun Lu durumuna (lâ-içtimaî) diyor. L â arapça^sız^^
(yok) mânâsına gelir.
SORULAR:
ı) Yeni doğan bir çocuk, dağ başında bırakılsa, acaba kendi kendine yaşa
yabilir mi? Buna göre aile ve cemiyete neler borçlu olduğumuzu açıklaymız.
2) Bir insan yabancı bir ülkeye gidince ne gibi güçlükler çeker? Bunun se
bebi nedir?
SORU LAR;
3
A İL E V E M ÎL L E T
Aile, cemiyetlerin en küçüğü, fakat en canlısıdır. Aile cemiyeti
millî cemiyetin temelidir.
Aile ne kadar kuvvetli olursa, millet de o kadar kudretli olur.
Aileyi kadın yapar. O halde millet de kadının bir eseri demektir.
Aile yükselmeyince, millet de geri kalıyor. O halde terakkinin başı
kadın terbiyesidir. Kızların iyi yetiştirilmesidir.
DENEME VE FÎKİR YAZILARI 283
SORU:
4
ÎŞ V E D Ü Ş Ü N C E
însanın ruh makinesi Öyle yapılmıştır ki, ancak ciddî bir iş yap
tığı zaman uyamk bulunur. îşsiz adam lar teemmül edemezler (dü
şünemezler), yalnız hülyaya dalarlar. Bu hulyâ uyanık iken görülen
bir rüyâ gibidir. Rüyanın teemmülden (düşünceden) farkı şudur ki,
teemmül, yapılacak bir işi hazırlamak için düşünmektir.
SO RU :
ı) Bir masa veya saat yapmak için nelere dikkat etmemiz gerektiğini yazılı
olarak anlatınız ve iş yapmanın insan düşüncesini geliştirmedeki rolünü belirtiniz!
îş yapm ayan insan kafasını ve kabiliyetlerini geliştirebilir mi?
5
M ÎL L Î M E F K Ü R E
Türklüğün kelimelerde, atasözlerinde, masallarda, destanlarda
izleri kalmış bir m illî mefkûresi vardır ki, bunu bu dağınık yıkıntı
arasından bulup çıkarmak ve bunda saklı olan tarih felsefesini mey
dana çıkarmak en büyük vazifemizdir.
SORU:
7
RUH VE V Ü C U T
SO RU :
8
D Ü N Y A Y A N A S IL B A K M A L I?
SORULAR:
T Ü R K D ÎL Î İÇ ÎN
AÇIKLAMALAR VE SORULAR:
T Ü R K İS T A N B U L
nun m uzaaf bir kıymeti vardır. Eski Bizans harâbesi üstüne kurulan
T ürk İstanbul, selefinden bambaşka bir hüviyetteydi ve yalnız ken
dini kuran milletin milliyetinin bir ifâdesi gibiydi.
Türkler İstanbul’u 1453 de, Bizans’tan bir vîrâne halinde te-
vârüs ettiler. O vakit İstanbul’un ne kadar harap, yoksul ve perişan
olduğunu, Bizans’ın meftûnu olduğunda şüphe olmayan tarihçi
Charles Diehl, uzun boylu yazdığı gibi, bu bahsi, bundan yirmi sene
evvel İstanbul’da vermiş olduğu bir konferansta da iyi tasvir etmişti.
Evet, on beşinci asır Türkleri, İstanbul’u bir virane olarak tevarüs
ettiler, derhal îmar etmeğe koyuldular; bir asır sonra, o zamanki
A vrupa’nın hem en büyük, hem en ihtişamlı, hem en güzel şehri
haline getirdiler. Bu hükümde zerre kadar mübalâğa yoktur.
SORU LAR;
5) Şehir ile o şehirde yaşayan halk arasında nasıl bir münasebet vardır?
Halk şehir hayatına nasıl tesir eder, örnek vererek açıklayınız.
M İL L İY E T Ç İ E D E B İY A T
SORULAR:
ı) M illet denilen sosyal varlık hangi temellere dayanır? D il, tarih ve toprağın
millet hayatındaki yeri nedir?
2) Bir milleti teşkil eden çeşitli sınıflar birbirinden ayrılabilir mi? K öylü,
işçi, subay, hâkim, öğretmen, memur ve idareciyi birbirinden ayrı düşünebilir
misiniz?
3) Bu sınıflardan sadece birini tutan ve ötekileri kötüleyen bir edebiyat, milli
yetçiliğe uygun olur m u?
4) Dâüssıla (sıla hastalığı) ne demektir? Biz yabancılar arasında mı, mil
letimiz arasında m ı mesut oluruz?
5) “ Türk inkılâbı” deyince neyi anlıyoruz? Atatürk bir “ sımf” için mi yoksa
“ bütün millet” için nai savaşmıştır?
6) “Asrî millet” (çağdaş millet) sözünden ne anlıyorsunuz? Bazı milletler
neden yabancı milletlerin esâreti altında yaşıyorlar?
ATATÜRK’ÜN BÜYÜK NUTKU’NDAN CÜMLELER
I
Y A İS T İK L Â L , Y A Ö L Ü M
SO RU LAR :
ı) Yukanki parçada, insanlık ve millet için yüksek değer ifâde eden kavram
lar ile kelimeleri belirtiniz!
2) H angi durumlar bir millet için haysiyet kırıcıdır?
3) Atatürk’e göre Türk milletinin başlıca özellikleri nelerdir?
4) K utsal değerler için ölümü göze almayan, korkak ve âciz insanlara saygı
duyar m ıyız?
5) T ü rk milleti, bugünkü hürriyet ve istiklâlini nasıl kazanmıştır?
DENEME VE FİKİR YAZILARI 291
A T A T Ü R K ’Ü N T Ü R K G E N Ç L İĞ İN E H ÎT Â B E S Î
A Ç IK L A M A L A R V E SO R U LA R :
A T A T Ü R K ’T E N D Ü Ş Ü N C E L E R
3
Neşeli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir. Y a hastadır,
yahut o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu vardır.
4
Her gün, sabah, akşam, gece ne zaman sırasına getirebilirseniz;
bir çeyrek yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz kendi içinize
çekilin, o gün yaptığınız işi gözönünden ve düşüncelerinizin tartı
sından bir defa geçirin, ne ettiğinizi ne işlediğinizi her gün bir defa
kendi kendinize yoklayın. Şuurunuzdan alacağınız cevapların ne
kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz.
8
Ben ı ğ ı g senesi mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde
maddî hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız büyük T ürk milletinin asâletinden
doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve m ânevi bir kuvvet
vardı. îşte ben bu m illî kuvvete, bu T ürk milletine güvenerek işe
başladım.
SORU ;
b a s îr : görüp anlayan
b a ş ta n â h ir : baştan sona
b e d ii: güzellik, güzel
b e h iş t: cennet
b e ld e: şehir, diyar
beld e-i ta y y ib e : güzel şehir
b e n cile y in : benim gibi
b e r î: kurtulmuş
b e r k : yaprak
b e r k in m e k : pekiştirmek
b e r r : kara, toprak
b î-d â d : zulüm, işkence
b ilâ k is : aksine
b ile : beraber
b î'lü z u m : lüzumsuz
b îm â r : hasta
b i'v e fa : vefasız
b u ğ u r : bu defa, bundan sonra, şimdi
b u y a n : baht
b ü r çe k : ahndan ve şakaktan sarkan saç, kâkül, saç lülesi
câ n -ı d e r d m e n d : deryli can
câ n ib : taraf, yön
ce fâ -y ı çe rh -i g a d d a r : acımasız feleğin cefası
ce lâ l: büyüklük, ululuk
celep : sığır, koyun getirerek kasaplara satan tüccar
c e m e y le m e k : toplamak
c e m i: bütün, hepsi
ce n g : savaş
c e n u p : güney
ce re y a n : akım
cerih a: yara
ce rra h : operatör
ce v â h ir : cevherler
cü d â: ayrı, ayrı düşmüş, ayrılmış
c ü m le : herkes
c ü m le si: hepsi
c ü z ’iy â t: ehemmiyetsiz, değersiz şeyler, teferruat
ç a ğ ır m a k : seslenmek
ç a la b : Tanrı
ç a y d ır m a k : caydırmak
çek ek : çekelim
ç e n tilm e k : çentik açılmak
çe rçi: malını at, eşekle satan seyyar satıcı
çerh-i s it e m -p e r v e r :
SÖZLÜK 297
hâk: toprak
hakir: itibarsız, değersiz
hakkaniyet: adalet
hâli: boş, terkedilmiş
halketmek: yaratmak
hem-âhenk: ahenkli, uygun, denk
hâne : ev
hâr; diken
harâbi: haraplık, viranlık
hanim a: yapıların üzerine atılan ağaç
hasbi: karşılıksız, parasız, bedava
has kem işte: ’
hâşâ sümme hâşâ: Allah göstermesin, kat’iyen, asla
hayıf: acı, intikam
helâk: mahvolma, ölme
heman-dem: o anda, çabucak, hemen
hemîşe: daima, her vakit, her zaman
h e r g : sürme, kazma
hergiz: asla, kat’iyen, hiç bir vakit, hiç bir suretle
heyyenmeyid: ölü veya diri
hırâmân: salma salına, naz ve eda ile yürüyen
hicap: utanma
hicret: göç
hidâyet: hak yoluna, doğru yola kılavuzlama
hilkat-i âdem: insanın yaratılışı
himar: eşek
hin: an, vakit, zaman
hûr-ı in: cennet kızı, hûrî
hurûf: harfler
huzu’ : alçak gönüllülük
huzzâr: huzurda, meydanda olanlar
hükm-i divân: huzur
ıskartaya çıkarılmak: çürüğe çıkarılmak
ıslah: ıslak
ısmarlamak: emanet etmek, tevdi etmek; seslenip tembih etmek; tavsiye etmek
ihlâl: halel getirme, bozma
ihvân: sadık, samimi dostlar; bir tarikat arkadaşları
ikbal: baht, talih
ikrar: saklanmayıp söyleme
iktifa: yeter bulma, yetinme
imâret: yoksullara yiyecek dağıtılmak üzere kurulmuş hayır evi
imrahor: at bakıcısı
imtizaç: kaynaşma, uygunluk
inkılâp etmek: değişmek, bir halden başka bir hale dönmek
inkıyâd: boyun eğme, kendini teslim etme
300 EDEBİYAT LİSE I
m â d e r : anne
m a g r i b : batı
M â -i T e s n im : Tesnim ırmağının suyu
m a iy e t: bir büyük memurun emri altında bulunma, beraberlik, arkadaşlık
m a k u le : çeşit
m a m û r e : insan bulunan bayındır yer, şehir
m a n a : bana
m a n tin : kalın ipek kumaş
m â r : yılan
m â r u f: meşhur
m a ş r ık : doğu
m a y ıs : hayvan tersi
M e h d i: onikinci imam. Şiî inancına göre yaşamakta ve kıyâmeti beklemektedir,
m e h il: müddet
m e le k e : iktidar, yetenek
m e lil: kederli
m e lû l: usanmış, bezmiş; mahzun
m e n z il: mesafe; yollardaki konak yeri
m e r c i; başvurulacak yer
m e r g u b : beğenilen, herkesçe sevilip aranan; istenilen, sevilen (kimse)
m e s â lih : maslahatlar, işler
m e s c id e v a r m a k : secdeye varmak
m e s e r r e t: sevinç
m e s k e n : oturulan yer
m e ş e k k a t: zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluk
m e ş v e r e t e tm e k : danışmak
m e v â li: mevleviyyet piyesine ulaşmış olan sarıklı âlimler
m e y : içki, şarap
m e z â lim : zulüm
m e z b û r : adı geçen
m e z u n : izinli, izin almış
m ıtk a l: kıvam
m ir a la y : albay
m i s k : A sya’nın yüksek dağlarında yaşayan bir cins ceylâmn erkeğinin karm derisi
altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde
m is l-i h a za n : hazan misali
m u a s ır : çağdaş
m u â v e n e t: yardım, yardım etme
m û c id : icad eden
m u h a r e b e : savaş
m u h â ta r a : tehlike
m u h k e m le m e k : sağlamlaştırmak
m u h ta s a r : kısaltılmış, kısa
m u k îm : ikamet eden, oturan
m u k te z â : iktiza edmiş, lâzım gelmiş, icab
302 EDEBİYAT LİSE I
n a z ır : bakan
n e vâ h i: nahiyeler, bucaklar
n ih â n : gizli, saklı
N ir v a n a : Budizm’e göre dünya ve nefse ait özelliklerden sıyrılıp uluhuyitte kay
bolma
od: ateş
o g ü n sü gü n : o gün
o l: o
ö lü n cü b ir gü n : öleceğin güne kadar
ö vle : öğle
p a s tr a : bir deste iskambille oynanan bir oyun
p â y ita h t: başkent
p a y k u r m a : bir hamle, bir sıçrayış, bir sefer
p ele se n k : (diline) dolamak
p e s : imdi, o halde
pin h a n : gizli
p r e za n ta b l: .takdim edilebilir, takdime şayan
ptıl: para
r a h m : acıma
r â s im e : âdet, eskiden kalma âdet; merasim, tören
r a y : rey, fikir, hüküm
re b iü le v v e l: arabî ayların üçüncüsü
r ız k : azık, yiyecek şey; Allah’ın herkese bağışladığı nimet
ru h -ı m ü c e r r e t; mücerret, soyut ruh
ru h sâ r : yanak
R u m : Anadolu
rû şen : parlak; belli, meydanda
rü s v â : rezil, itibarsız, haysiyetsiz
s a ğ ış : miktar, adet, sayı
sa h a b e t: sahip çıkma, koruma, arka olma, yardım etme
s a h m : sakın
s a h ib 'i h a y r a t: h ayır sahibi
sâ k in : oturan (bir yerde)
sa k o : çuval gibi bol ceket ^
salh ân e: hayvan kesilen yer
sa n m a n : sanmayın
s a ’y ; gayret, emek, çalışma
s a y d : av
s a y y â d : avcı
s e h v : yanlış, hata
se k b a n : Yeniçeri O ca ğın a bağlı bir sınıf asker; Osmanlı saraylarında av köpek
lerine bakan kimse
se le f: bir yerde, bir işte başka birinden önce bulunmuş olan kimse
s e m : işitme, işitiş; kulak
304 EDEBİYAT LİSE I