Professional Documents
Culture Documents
Anka'nın Yükseleşi Ve Düşüşü (Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme) - Oral Sander PDF
Anka'nın Yükseleşi Ve Düşüşü (Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme) - Oral Sander PDF
ÜNİVERSİTESİ
SİYASAL BİLGİLER
FAKÜLTESİ YAYINLARI:
563
ANKA’NIN YÜKSELİŞİ
VE DÜŞÜŞÜ
Düzenleme: Khiron
ÖNSÖZ
Osmanlı devletinin dünya tarihinde gelmiş
geçmiş en büyük imparatorluklardan biri
olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.
Böyle bir devletin tarihi bugünü kadar genellikle
“iç tarih” açısından yazılmış, dünya devletler
sistemi içindeki yeni pek az ele alınmıştır. Bu
tutumun sonucu olarak, dünya ve özellikle
Avrupa güç dengelerindeki yeri, siyasi tarihin
ana konusu olan temel gelişmeler ya da
değişikliklerdeki payı ortaya konamamıştır.
Ancak, bu büyük imparatorluğu, dünya tarihinin
genel akışının, güç dengelerinin içine
yerleştirmek, bir bakıma “tarihsel bağlam”
içinde değerlendirmek ve özellikle Avrupa
diplomasi tarihi içindeki önemli payını elden
geldiğinde ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu
nitelikteki çalışmalar, aynı zamanda,
imparatorluğun bazı bakımlardan “mirasçısı”
olan ve çok küçük ölçüde de olsa temelde
Osmanlı coğrafyası üzerinde kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nin izlediği politikaların daha
anlamlı bir perspektif içinde değerlendirilmesine
de yardımcı olacaktır.
Birinci Bölüm
BEŞ DENİZ YAYLASINDA
DOĞUŞ
I. BEŞ DENİZ YAYLASI
Göçebe Türklerin Müslüman dünya ile
temasa geçtikleri yerlere “Ortadoğu” bölgesi
denmesi hem bizim ve hem de bölgenin öteki
devletleri açısından birtakım sorunlar ortaya
çıkarmaktadır. “Ortadoğu” terimi çok yakın
zamanlarda (2. Dünya Savaşı’nın içinde)
özellikle askerî nitelikte kullanılmağa
başlanmıştır. Bu terim bölgenin ulusal
sınırlarının, özellikle Avrupalılar tarafından
belirlenmesinde yararlı Sayılabilirlerse de, tarihî
bakımdan önem taşıyan kültürel ve coğrafî
bölüntülere ters düşmekte, çeşitli karışıklıklara
yol açarak, bölge devletlerinin kimilerinde yine
Batılı bir kavramla “kimlik bunalımı”
yaratmaktadır. Üstelik, bölgeye “Doğu” adının
yakıştırılması da belirli bir Avrupa önyargısını
göstermektedir (Anderson, 1982:6). Bölgeye, 2.
Dünya Savaşı’ndan önce “Yakındoğu” adı
verilmekteydi ve çıkış noktasını da 16. yüzyılın
coğrafî keşiflerinden almaktaydı. Son derece
mantıklı olarak, yeni keşfedilen ve Avrupa’dan
uzakta olan beldelere “Uzakdoğu”, burası ile
Avrupa arasında kalan bölgeye de “Yakındoğu”
denmekteydi. “Ortadoğu”dan daha anlaşılır ve
nasıl ortaya çıktığı belli bir terim olan
Yakındoğu, zamanla Osmanlı devletinin
yönetimi altında bulunan tüm Avrupa ve Asya
topraklarına verilen ad oldu. “Yakındoğu
Sorunu” başlıklı yüzlerce kitabın, daha birinci
sayfası açılmadan, Osmanlı devleti ile ilgili
yapıtlar olduğu kolayca anlaşılabilirdi.
“Ortadoğu” terimine ise, ilk defa 1944 yılında
Mısır’da kurulan “İngiliz Ortadoğu
Komutanlığı” askerî birliğinde rastlıyoruz.
II. GÖÇEBELİK-YERLEŞİKLİK
İLİŞKİSİ
Modern devlet ve çağdaş uygarlık temelde
birbirine zıt gibi görünen iki düşüncenin
bileşimi, iki ayrı toplum türünün etkileşimi ile
oluşmuş sayılabilir (Wells, 1959: 127-31;
McNeill, 1963: 102-10, 361-411). Biri, yerleşik
uygarlıkların temsil ettiği inanç ve itaat
toplumudur. Bu tür toplumlarda güçlü bir inanç
sistemi hakimdir ve hiyerarşik olarak örgütlenen
merkezî otorite üstündür. Tüm uygarlık
ürünlerine rağmen, aradan belirli bir süre
geçtikten sonra durağanlaşır. İkincisi, göçebe
uygarlıkların temsil ettiği irade toplumudur. Bu
tip toplumlarda kendi kendine yeterlilik ve
bireysel çaba geçerli karakter özelliğidir. Sürekli
yer değiştiren ve her yönden saldırıya açık
toplumda, toplum son derece örgütlü ve dikkatli,
birey ise kendine yeterli ve disiplinli olmak
zorundadır. Göçebe toplumun kendisini göreceli
olarak güvende hissedeceği bir kalesi, koruyucu
bir akarsuyu ya da denizi yoktur. Ayrıca, böyle
toplumlarda önderler halkını zorlayan zorbalar
değil, izlenecek şefler olma durumundadır.
Genellikle seçimle işbaşına gelirler ama
kendisine bağlılık tamdır; ani bir saldırı
durumunda önderin vereceği kararı tartışacak
zaman yoktur. Kısaca, göçebeler yerleşik
insanlardan daha iradeli ve sağlam kişiler olmak
durumundadırlar. Yerleşik toplumlarda ise
kralların doğuştan gelen ve seçimle ilgisi
olmayan tanrısallıkları vardır ve doğal bir hak
olarak yönetirler.
1.Anadolu’da Üstünlük
3.Türkler ve Bizans
İkinci Bölüm
GENCİN AVRUPA’DA
DİRİKLİĞİ
I.AVRUPA’DA DEVLET
Osmanlı devleti bulunduğu coğrafî bölgede
son derece dirik bir siyasal birlik olarak doğdu.
Onda, ne Bizans’ın miadını doldurmuş
çürümüşlüğü, ne de daha doğudaki Müslüman
kabile ve devletlerin durağanlığı vardı. Dünya
görüşünde pragmatik, yönetim bilgileri göçebe
geçmişlerine dayandığından son derece derin ve
etkili, savaş strateji ve taktikleri konularında
yetenekli yöneticilere; sağlam bir birlik bilinci
olan sağlıklı bir halka sahiptiler. Devlet
kurucusu olarak Osman’ın en büyük ve kalıcı
başarısı, bir uç beyi olarak çevresine dayanışma
içinde bir halk toplamış olmasıydı. Oğlu
Orhan’ın görevi ise, babasının başladığı işi
bitirmek, yani Osman’ın çevresine toplamış
olduğu halkı, uzun süre yaşayacak bir devlet
gücüne eriştirmekti. 1329 yılında İznik, 1337’de
de İzmit OsmanlIların eline geçince, Orhan’ın
hükümdarlığının sonunda devletin nüfusu yarım
milyona vardı.
2
Moğolların Batı Asya’ya barbarca ve ani
girmelerinin aksine, Türklerin Avrupa’ya
girmeleri birdenbire ortaya çıkmayıp, tedricî bir
sızma ve yerleşme biçiminde oldu. Belki de,
OsmanlIların Yakındoğu’da uzun süreli ve
sağlam bir devlet kurmalarının önemli bir nedeni
budur. Bu sızmayı kolaylaştıran başka iki öğenin
bulunduğu da doğrudur. Bunlar, bölgenin
egemeni durumunda bulunan Bizans
İmparatorluğu’nun zayıflığı ve Papa’nın
Hıristiyan dünyadaki otoritesinin sarsılmasıdır.
Bizans da içlerinde olmak üzere, 14. yüzyılda
Balkanlar’daki Hıristiyan devletler dinsel ve
dolayısıyla siyasal bakımdan dağınık bir
manzara gösteriyorlardı. Batı’ya karşı Doğu,
Katolik’e karşı Ortodoks ve Lâtin’e karşı Grek
sürekli bir mücadele içindeydi. Bu durum, 1204
tarihindeki Dördüncü Haçlı seferi ile daha da
kötüleşmişti. Türklerin ilerlemesine karşı
seferber olan Haçlılar, Müslümanlardan çok
Bizans ile savaşmışlar ve bir ara İstanbul’u bile
ellerine geçirmişlerdi. Böylece, bu tarihten
başlayarak 1453 yılına kadar Doğu Roma
İmparatorluğu tam bir “hortlak” gibi (Kinross,
1977: 35) yaşamını sürdürecektir.
3
Orhan’ın 1359 yılında ölümü ile Osmanlı
tahtına Murat geçti. Osmanlı devletinin
kurucularından İkincisi olan Orhan, siyasal ve
askerî amaçlarını, savaşçı yeteneklerinden çok,
bir diplomatın becerikliliği ile gerçekleştirmiştir.
Babasının çevresine topladığı halkı bir devlet
çerçevesi içinde örgütleyen Orhan, yukarda da
belirtildiği gibi, Avrupa’ya salt güç yoluyla, yani
askerî gücünü doğrudan kullanarak değil, bu
gücü bir pazarlık öğesi haline getirerek, dolaylı
bir biçimde ve dönemin koşulları ile
karşılaştırıldığında, modem bir ordu ile
geçmiştir.
1.Fetih ve Bütünleştirme
3.Yeniden Güçlenme
III.AVRUPA’DA ÜSTÜNLÜK
I. İstanbul’un Alınması
2
Sadrazam İbrahim Paşa’nm da etkisiyle 1535
yılında “büyük dost” Fransa ile bir antlaşma
yapıldı (Kinross, 1972: 204). Bu antlaşmaya
göre, Fransız tüccarları Osmanlı topraklarında
Türklerin verdiği kadar vergi ödeyerek ticaret
yapabilecekler ve Türkler de Fransa’da aynı
haklardan yararlanacaklardı. İkinci olarak,
Fransa Osmanlı topraklarında konsüler yargı
organları kuruyordu ve Osmanlı makamları
bunların verdikleri kararlan uygulayacaklardı.
Üçüncü olarak, Osmanlı topraklarındaki tüm
Fransız yurttaşlarına tam dinsel özgürlük
tanınıyordu ve daha da önemlisi kutsal yerleri
koruma ve bakma hakkı veriliyordu. Bu, doğal
olarak, Doğu Akdeniz bölgesindeki tüm
Katolikler üzerinde Fransız koruyuculuğu
anlamına geliyordu. Dördüncü olarak,
Akdeniz’deki Hıristiyan gemileri, korunma
güvencesi olarak, Fransız bayrağı çekeceklerdi.
8. Akdeniz “Gazileri”
1
Avrupa’da genişleme sınırlarının en uç
noktasına varan Sultan Süleyman, yalnızca
“İspanya Kralı” sayıp aşağıladığı Şarlken’le
kozlarını henüz paylaşmamış olmakla birlikte,
dikkatini doğuya, İran’a çevirdi ve buraya üç
uzun sefer yaptı. Habsburg’larla mücadelesini
ise karada değil, Akdeniz’de sürdürecektir.
Üçüncü Bölüm
YETİŞKİNİN AVRUPA’DA
DURGUNLUĞU
I. GENEL OLARAK
DURAKLAMANIN NEDENLERİ
1
II.DURAKLAMANIN BELİRTİLERİ
II.Selim, babasının aksine devlet işlerine ilgi
göstermemiş, “savaş çadırı ve kılıcı” yerine
Topkapı sarayının rahatını ve zevklerini
yeğlemiştir. Dolayısıyla, savaşkan Gazi
geleneklerine bağlı, ordunun başında doğu ve
batıya sürekli Gaza seferleri düzenleyen, devlet
işlerine ilgi gösteren ve onu tek başına
düzenleme yeteneğine sahip sultanlar dönemi,
ilerki tarihlerde bir iki istisnası dışında, kapanmış
oluyordu. Bu saray güçsüzlüğünün ilk belirtisi,
Yeniçeri ocağının “bahşiş ayaklanması”dır. II.
Selim, saltanatının başında “üstün iradesini”
kullanmaktan çekinip ayaklananların isteklerini
yerine getirerek, otoritesini zayıflatmış ve bu
durum da askerin disiplin dışına çıkmasına yol
açmıştır (Uzunçarşılı, 1973: 5). Bundan sonra
Yeniçerilerin “serkeşliği”, 1826 yılında ocak
ortadan kaldırılana kadar sürecek ve hemen
hemen her Osmanlı sultanının tahta çıkışına
rastlayan günlerin bilinen kalıp davranışı haline
gelecektir.
III.DURAKLAMANIN BAŞLAMASI
II.Selim’in ölümünden sonra Sokullu, III.
Murat’ın tahta geçirilişini sağladıysa da, bu
seçim kendisi için hayırlı olmadı. Sultan Murat
bizzat devlet işleriyle meşgul olmamakla birlikte
babası gibi hükümet işlerini tümüyle Sadrazama
bırakmamış, haremin de etkisi altında gereksiz
ve zararlı müdahaleleriyle hükümet işlerinin ve
devlet düzeninin bozulmasına yol açmıştır
(Uzunçarşılı, 1973: 44). Dolayısıyla, Sokullu
daha bir süre görevinde kalmışsa da, II. Selim’in
kendisine tanıdığı tam otoriteye sahip olamamış
ve haremin kendi aleyhine nifakları ile uğraşmak
durumunda kalmıştır.
IV.SAVUNMA DAVASI VE
KARLOFÇA
2
Şimdi, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünün
üzerinden tam yüz yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu
dönem içerde karışıklık ve dertler dönemidir.
Dışarda ise artık “fetihler dönemi” bir daha geri
gelmemek üzere kapanmış ve Osmanlı devleti
“yetişkinliğin durgunluğu” içine girmiştir.
Ancak, Avrupa devletlerine önemli toprak
parçaları yitirilmiş de değildir. Daha önce
belirtildiği gibi, bunun nedeni hem siyasal hem
de dini olarak Avrupa’da reform-karşıtı
hareketlerin başlaması ve 30 Yıl Savaşları
sonucunda Avrupa devletleri arasında beliren
anlaşmazlıklardır. Tam aksine, Avrupa’da
Türklerin ittifakını sağlama çabaları vardır.
Ancak, kabul etmek gerekir ki, Osmanlı devleti
yüzyıl öncesindeki gibi bu yardımı verebilecek
durumda da değildir. Artık, Osmanlı
imparatorluğu ile Avrupa devletleri arasında
yeni bir ilişki biçimi doğmak üzeredir ve bunun
da en güzel belirtisi Zitvatorok barışıdır
(Kinross, 1972: 319-20; Uzunçarşılı, 1973: 94-
99).
2.Son Hamle
2
Karlofça, gerçekte, bir dizi antlaşmaya
verilen addır ve bir yanda Osmanlı devleti ile öte
yanda Avusturya, Polonya, Venedik ve Rusya
ile 4 ayrı antlaşma imzalanmıştır.
3.Prut ve Pasarofça
VII.TANZİMATA KADAR
DİPLOMASİ VE ÖRGÜTÜ
1
II.FRANSIZ DEVRİMİNİN
ETKİLERİ
3.Devrimin Etkisi
1
III.Selim 6 Nisan 1789 tarihinde Osmanlı
tahtına çıktığı zaman, devlet gerçekten büyük
tehlikelerle karşı karşıya buluyordu. Her şeyden
önce, yüzyıl kadar önce imzalanan Karlofça
barışlarıyla Eflâk ve Buğdan beylikleri dışında
kalan Tuna'nın kuzeyindeki bütün topraklar
elden çıkmıştı. Artık, giderek güçlenmekte olan
Avrupa devletlerine karşı Osmanlı devletinin
Tuna’nın güneyini savunma olanakları
zayıflamıştı. İkinci olarak, 1774 tarihli Küçük
Kaynarca barışıyla Kırım’ı ele geçiren Rusya,
Karadeniz’e tam anlamı ile çıkmış ve elde kalan
son Balkan beyliklerini de tehdit edecek bir
duruma gelmişti. Üçüncü olarak, 1789 yılına
gelindiğinde, Ruslar, Akerman, Bender ve
Hotsin gibi büyük Dinyester kalelerini işgal
etmişler ve Besarabya ile Buğdan’a askerlerini
sokmuşlardı. OsmanlInın büyük kuzey
komşusu, Avrupa’nın bir zamanlar görkemli,
ama şimdi kabuğuna çekilmiş bulunan
Anka’sının kanadını kırmağa hazırlanıyordu.
Üstelik, bir başka güçlü devlet de pençesini
öteki kanada, yani Balkanların batısına atmağa
başlamıştı. Avusturya, Sırbistan ve Bosna’yı
tehdit eder duruma gelmiş ve Belgrad elden
çıkmıştı. Artık, devletin, İstanbul dahil Balkan
topraklarını koruyacak gücü kalmamış gibi
görünüyordu.
IV.DİPLOMASİNİN CANLILIĞI:
MEHMET ALİ VE SONRASI
V.MÂLİYENİN ZORLAMALARI:
KIRIM VE SONRASI
1.Borç-Yükümlülük-Reform Zinciri
3
Kırım savaşı ve sonunda imzalanan antlaşma
birçok bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur.
Beşinci Bölüm
YAŞLININ AVRUPA’DA
ÖLÜMÜ
I.GENEL DURUM
1
II.MALÎYE VE ORDUNUN
TÜKENİŞİ: AYASTEFANOS VE
SONRASI
2
Kafkaslar ve Tuna’da olmak üzere iki
cephede süren savaş, Osmanlı ordularının
yenilgisi ile sonuçlanmış ve iki devlet arasında
Osmanlı devleti için çok ağır hükümler taşıyan,
ancak uygulanamayacak olan Ayastefanos Barış
Antlaşması imzalanmıştır (Karal, 1983: 64-6).
Antlaşma, Osmanlı devletine bağlı olarak, özerk
ve sınırları çok geniş bir Bulgar prensliği
kurmaktaydı. Bu devletin sınırlan kuzeyde Tuna
akarsuyu, doğuda Karadeniz, güneyde Ege
denizi ve batıda da Arnavutluk’a
dayanmaktaydı. Daha sonra “Ayastefanos
sınırları” daraltılacak ve bu tarihten başlayarak
bugüne kadar sürmek üzere, Bulgar hükümetleri
“Ayastefanos Bulgaristanı”nı kurmayı en önemli
dış politika amacı sayacaklardır. İkinci olarak,
Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını
kazandılar. Ayrıca, büyük bir Bulgaristan
kurarak Peşte antlaşmasını çiğneyen Rusya,
antlaşmaya Bosna Hersek'te ortak Rus —
Avusturya denetiminde reform yapılması
hükmünü koydurtarak, Peşte anlaşmasına ikinci
kez aykırı hareket etmişti. Bunların yanında,
Rusya Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan, Batum,
Eleşkirt ve Beyazıt bölgelerini de topraklarına
katıyordu.
2.Birinci Meşrutiyet
Osmanlı-Avusturya ve Osmanlı-Rus
ilişkilerinin son derece karmaşık bir hale geldiği
ve Almanya’nın da, Avusturya ile ittifakı
dolayısıyla fazla ses çıkaramadığı bu durumda,
Osmanlı devleti, bir protesto ile yetinmek
zorunda kaldı (Bayur, 1964: 158-64). Bu
davranışa karşı en sert tepki, Bosna-Hersek’i
kendi doğal yayılma alanı olarak gören ve Rus
desteğine güvenen Sırbistan’dan geldi. İlhakı,
Balkanlar’daki ulusçuluk hareketlerine ağır bir
darbe olarak değerlendiren Sırbistan, destek için
Rusya’ya başvurduğunda herhangi bir sonuç
alamadı. Slav ulusçuluğunun büyük destekçisi
Rusya, 1905’te Japonya’ya yenilgisinin
ezikliğini üzerinden atamamış, müttefiki Fransa
ise Balkanlar da çıkacak bir çatışmada Rusya’ya
şimdilik yardım edemeyeceğini açıkça
belirtmişti.
5.İkinci Meşruiyet
4.Cepheler
3
Çanakkale cephesinde, İngiliz-Fransız ortak
donanması, 19 Şubat 1915’te Çanakkale Boğazı
müstahkem mevkilerini bombalamağa başladı.
Çanakkale saldırısının mimarları, Amirallik
Birinci Lordu Winston Churchill ile Savaş
Bakanı Herbert Kitchener idi. Bombalamanın
ertesinde İngiliz piyade birlikleri Çanakkale’de
kıyıya çıkarıldı. Bu harekâttan bir ay sonra, 18
Martta, İngiliz ve Fransız zırhlıları Boğazlar’dan
geçme harekâtına başladılar. Bunların bir kısmı
mayınlara çarptığından, bir kısmı da topçu ateşi
sonucu ya battı ya da yara aldı. Sonunda,
Boğazlar’dan yalnız deniz kuvvetleri ile
geçilmesinin mümkün olmadığına karar verildi
ve donanmanın komutanı Amiral de Roebeck
geri çekildi.
4
Etkilerini günümüze kadar sürdürecek olan
bir başka gelişme, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord
Arthur James Balfour’un 2 Kasım 1917
tarihinde, uluslararası Siyonist hareketin
önderlerinden Lord Rothschild’a gönderdiği
mektuptur. Bu mektupta, Filistin’de Yahudilere
bir “ulusal yurt” kurulması çabasının İngiliz
hükümeti tarafından destekleneceği
belirtilmekteydi. Ancak, yine mektuba göre,
Yahudiler için kurulacak böyle bir “yurt”,
bölgenin Yahudi olmayan kesiminin haklarını
ihlâl etmeyecekti. Mektup, neresinden bakılırsa
bakılsın, yanlışlıklar ve belirsizliklerle doluydu.
Bir kere, “ulusal yurt”tan ne anlaşılacağı belli
değildi. Daha da önemlisi, 1917 tarihinde
Filistin’de hemen hemen hiç Yahudi yokken,
mektup Filistinlileri sanki bir “azınlık”
durumuna düşürmekteydi. Filistin’de büyük bir
Yahudi nüfusu varmış gibi, bölgenin “Yahudi
olmayan kesimi”nin haklarının ihlâl
edilmeyeceğinden söz edilmekteydi.
Dolayısıyla, mektup Filistinli Arapların haklarını
koruyan bir belge havasını verirken, bölge
halkına en büyük haksızlıklardan birini
yapıyordu.
SONUÇ
1
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
Sina Akşin (1971), ‘İktisat ve Terakki
Üzerine”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
C. 26, No. 1 (1971), SS. 153-182.
---------
(1973),TürkiyeDevletininDışSiyasası(Ankara:
Türk Tarih Kurumu Basımevi) .
209
210