Professional Documents
Culture Documents
Yüzyılda Marksizm - Genel Bir Giriş
Yüzyılda Marksizm - Genel Bir Giriş
Yüzyılda Marksizm - Genel Bir Giriş
W a l k e r
20. YÜZYILDA
MARKSİZM
----------------------------------------------------------------------- --------------------------------------------
versus
2
to
O
K
c
N
00 5
I— H « >
N
t
versus
M arksizm i O kum ak
20. Yüzyılda M arksizm G enel Bir Giriş
Editörler: Daryl Glaser —David M. Walker
Sungur Savran’ın Önsözüyle
Özgün Künye:
Twentieth-Century Marxism - A Global Introduction
© Routledge, 2007
Yayına Hazırlayan:
Sungur Savran
Çeviri:
Burak Gürel, O nur Koyunlu, Sungur Savran
Kapak Tasanmı
İlknur Kavlak
Sayfa Düzeni
İlknur Kavlak
Baskı
Ayhan Matbaası
0212 445 32 38
ISBN: 978-605-5691-31-8
www.versuskitap.com
versuskitap @versuskitap.com
20. Yüzyılda
Marksizm
Genel Bir Giriş
Editörler:
Daryl Glaser - David M. Walker
Çeviri:
Burak Gürel, O nur Koyunlu, S u n gu r Savran
içindekiler
Önsöz
20. Yüzyıl M arksizm inin M irası
Sungur Savran
Giriş
David Walker
I.BÖLÜM
1- Lenin ve M arksizm
S ınıf M ü cad elesi, P o litik a n ın Teorisi
ve T e o rin in P o litik a sı
Alan Shandro
3- Sağ M arksizm
Jule s Townshend
III.BÖLÜM
Sosyalizmin güncel sorunlarım dert edinenler için elinizdeki kitap bir ha
zine. Her bir yazısı, sayfası ya da satırı bizi doğru bilgilerle donattığı ve ay
dınlattığı için değil. Bir makaleler derlemesinin, hele çok geniş bir yelpaze
ye yayılmış ve her biri uzmanlık isteyen konular hakkında yazılmış yazıla
rı bir araya getiren derlemelerin bütün yazılarının ne aynı doğrultuda ol
maları beklenebilir, ne de aynı kavrayış düzeyinde. Bu kitapta yer alan ma
kaleler arasında da son derecede önemli ve derin hakikatlere değinenler de
var, konusunun temel bilgilerini sağlarken okuyucuyu daha derin bilgi ar
zusuyla başbaşa bırakan da, okuyucusunu ciddi biçimde yanıltan da. Ama
bütün eşitsizliğine rağmen, bu kitap Marksizmi ve sosyalizmi ciddiye alan,
bunların bugün içinde bulunduğu durum u kavramaya çalışan, buradan ile
ri doğru nasıl yürünebileceği sorusunu dert edinen insanlar için bir hazine.
Çünkü kimini daha iyi tamsak da, kimini çok az bildiğimiz konuları (Afrika
Marksizmi hakkında bugüne kadar ne bilirdiniz ki?) en temel verileriyle su
nuyor bu kitap. Bize, 20. yüzyıl Marksizminin bugüne, 21. yüzyılın yeni ku
şaklarına bıraktığı mirası anlamanın ilk kilometre taşlarını sağlıyor. Bu ba
kımdan elinizdeki kitabın Türkçe’de bir benzeri olmadığını söylemek müm
kündür.
Peki, neden bu kadar önemli 20. yüzyıl Marksizminin yeni kuşaklara bı
raktığı mirasın ne olduğunu öğrenmek? Bu kitabın önemini tartışmaya bu
radan başlayabiliriz. Ancak bu soruya doğru cevap verebilirsek, 20. Yüzyıl
M arksizm i ’nin genç kuşaklara, hatta 20. yüzyılın önemli bir bölümünü yaşa
mış kuşaklardan insanlara getirebileceği yararı kavrayabiliriz. Öyleyse önce
bu soruyu cevaplamaya çalışalım.
Marksizm açısından bakıldığında, 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında be
lirgin bir rol bölüşümü mevcuttur. 19. yüzyıl Marksizmin bir teori, bir si
yasi program, bir siyasi hareket olarak temellerinin atıldığı yüzyıldır. Bu
temel atma işinde sembolik yıllar belki de 1848, 1867 ve 1889’dur. 1848
Marksizmin ya da komünizmin ilk uluslararası programının ilan edildi
ği yıldır. Marx ve Engels’in Komünistler Ligası için kaleme aldığı ve o yıl
yayınlanan ünlü Komünist Manifesto, ana hatlarıyla hâlâ bütün dünya ça
pında Marksizmin en temel metinlerinden biri olarak kabul edilir. 1867,
Marksizmin toplum un bilimsel bir teorisi olma iddiasının en gelişkin ürü
nünün günyüzüne çıktığı yıldır: Marx’in o yıl yayınlanan Das Kapital adlı
eseri, bir yandan modern çağın bütün toplumsal koşullarını tanımlayan ka
pitalist üretim tarzının temel ilişkilerini analiz eder ve bu üretim tarzını in
sanlığın tarihsel gelişme öyküsünün içerisine yerleştirirken, bir yandan da
kapitalizmin nasıl tarihsel olarak geçici olduğunu ve gelişmesi içinde bir sı
nıfsız toplum niteliğiyle komünizmi hazırladığını bilimsel argümanlarla or
taya koymuştur.
Önce program, ardından en gelişkin haliyle teori, sonra parti. 1864’te
kurulan, Marx’in da yöneticilerinden olduğu, (Birinci Enternasyonal ola
rak anılan) Uluslararası İşçi Birliği, henüz Marksist bir örgüt değildi.
İçinde anarşizmden düpedüz sendikacılığa kadar bir dizi akımı barındırı
yordu. 1876’da çöküşü de büyük ölçüde bu akımlar arasındaki iç çekişme
nin ürünü olmuştu. Ama 1889’da, Marx’in ölümünden (1883) sonra kuru
lan İkinci Enternasyonal, kısa süre içinde kendini Marksist olarak ilan ede
cektir. Böylece, 19. yüzyılın sonuna yaklaşılırken Marksizmin temelleri bü
tün alanlarda atılmış olmaktadır. Modern komünizmin ikinci kurucu atası,
Marx’in yakın çalışma arkadaşı Friedrich Engels 1995’te hayata gözlerini ka
pattığında Marksizm artık sadece düşünce planında değil, maddi bir varlık
olarak da uluslararası planda bir güçtü. Elbette Marksizmin bir düşünce akı
mı olarak da, uluslararası bir siyasi örgütlenme olarak da sayısız sorunu var
dı. Ama temel atılmış ve tutmuştu. Bu temellerdedir ki, 20. yüzyılda sosya
lizm ya da komünizm maddi bir gerçeklik olarak dünyanın çok büyük bir
bölümüne yayılacaktır.
20. yüzyıl Marksizminin önemi ise, bu teorik, programatik ve örgütsel
temellerin üzerinde Marksizmin pratik hayata uygulanması ve sınanma
sından ileri gelir. 20. yüzyıl, Marksizmin programını gerçekleştirmek üze
re kurulan partilerin, Marksist partilerin birer aktörü olduğu devrimlerin,
bu devrimler arasında zafere ulaşanların kurduğu sosyo-ekonomik düzenle
rin ve politik rejimlerin ve gerek bunların, gerek kapitalizmin gelişmesi ve
dünyaya yayılması sonucunda ortaya çıkan tablonun anlaşılmasına yönelik
Marksist teorik çabaların sınandığı yüzyıl olmuştur. 20. yüzyıl, Marksist si
yasi hareket içinde dünya çapında çeşitli akımların ortaya çıktığı yüzyıldır:
sosyal demokrasi, resmi komünizm, Trotskizm, Maoizm, Castroizm ya da
Guevaracılık değişik biçimlerde Marksizmin teori ve programından esinlen
miş akımlar olarak 20. yüzyıl tarihinde yerlerini almışlardır. 20. yüzyıl bun
ların sınandığı yüzyıldır.
20. yüzyıl aynı zamanda sosyalist devrimlerin yüzyılıdır. Evet, tarihin ilk
sosyalist devrim girişimi 1871 Paris Komünü olarak görülmüştür hep. Ama
sosyalist devrimler esas olarak 20. yüzyılın bir olgusudur. Kimi başarılı ol
muş ve kapitalizmden farklı bir toplumsal düzenin kurulması ile sonuçlan
mıştır: Rusya’da Ekim Devrimi (1917), Balkanlar’da Yugoslav ve Arnavutluk
devrimleri (1944-1945), Vietnam Devrimi (1945), Çin Devrimi (1949), Kore
Devrimi (1950), Küba Devrimi (1959), belki Nikaragua Devrimi (1979) vb.
vb. Kimi ise büyük işçi ve köylü kitlelerini harekete geçirmekle ve kapitalist
toplumu iliklerine kadar sarsmakla birlikte zafere ulaşamamıştır: doğrudan
sosyalist karakteri baskın olmayan sömürge devrimlerini vb. bir kenara bıra
kacak olursak, Alman Devrimi (1918-23), İspanya Devrimi (1931-39), tarih
yazımına henüz “devrim” olarak geçmemiş olsa da İkinci Dünya Savaşı so
nunda Yunanistan, İtalya ve Fransa’da yaşanan siyasi altüst oluşlar, Bolivya
Devrimi (1953), Portekiz Devrimi (1974) ilk akla gelen örneklerdir. Tarihsel
gelişmede devrimlerin belirleyici bir yeri olduğunu öğretisinin merkezine
yerleştirmiş olan Marksizmin bu devrimler karşısında ve içinde verdiği sı
nav, Marksizmin dünyayı anlamakta ve değiştirmekte ne kadar yeterli oldu
ğunun sınandığı ikinci alan olarak düşünülmelidir.
Sosyalist devrimlerin ürünü olarak ortaya çıkan, kendine “sosyalist”, “ko
m ünist” veya “halk demokrasisi” adını takan politik rejimler ve onların in-
şaşına giriştiği sosyoekonomik yapılar 20. yüzyıla bütünüyle damgasını vur
muştur. İlk muzaffer proleter devrimi olan Ekim Devrimi’nden doğan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), 20. yüzyılın tamamına damgasını
vurmuş bir tarihsel devdir. Geçtiğimiz yüzyılın tarihini ve dolayısıyla günü
müzün dünyasını yalnızca kapitalizmin ekonomik, politik, kültürel vb. alan
larda yaşadığı değişimler temelinde anlamaya çalışmak solda son derecede
yaygındır, denebilirse evrensel olarak kabul gören bir yaklaşımdır ve bütü
nüyle yanlıştır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, kapitalizmin ilga edilme
si (ortadan kaldırılması) sonucunda doğan toplum ve devletlerin dünya eko
nomisi ve politikası içindeki yerinin ve bunların kapitalist toplumlar üze
rindeki etkilerinin anlaşılmasından bağımsız olarak, ne 20. yüzyıl tarihin
den ne dünyanın bugünkü durum undan hiçbir şey anlaşılamaz. Öyleyse, bu
toplumların ve devletlerin yapısı, dinamikleri, karakteri, zaman içindeki ev
rimi ve büyük çoğunluğunun 20. yüzyıl sonunda çöküşünün derinlemesi
ne kavranması dünya tarihsel bir öneme sahiptir. Birazdan göreceğimiz gibi,
Marksizmin kendisinin sınanmasının en zorlu alanı da budur.
Nihayet, Marksist teorinin kendisi 20. yüzyıl boyunca gerek kapitalizmin
çehresinde yaşanan değişiklikler, gerekse sosyalist devrimler ve bu devrim-
lerin ürünü olan devletler karşısında büyük bir sınavdan geçmiştir. 20. yüz
yıl bu bakımdan da Marksist teori açısından bir sınav önemi olmuştur.
Bugün, 21. yüzyılın başında geriye dönüp baktığımızda, Marksizmin, ger
çek dünyaya uygulanmasının laboratuvarı olmuş olan 20. yüzyıl sınavından
nasıl çıktığı sorulsa, siyasi ve ideolojik eğilimi ne olursa olsun, teori, ideo
loji, politika işlerine ilgi duyan insanların ezici çoğunluğunun Marksizmin
bu sınavdan geçemediğini söyleyeceği aşikârdır. Dikkat edilsin, siyasi ve
ideolojik eğilimi ne olursa olsun diyoruz, yani 20. yüzyılın bir aşamasında
Marksizme bütünüyle angaje olmuş, bütünüyle inanmış insanların da bü
yük çoğunluğundan söz ediyoruz. Bunu biz söylemiyoruz, o insanların pra
tik evrimi söylüyor. “Sosyalist” diye bilinen ülkelerin vatandaşlarının ço
ğunluğu “kom ünizm ” diye bildiği şeyden nefret ediyor (ama bir yandan da
ironik biçimde artık yıkılmış olan bu düzenin işçi ve emekçiler açısından ne
kadar önemli kazanımlar içerdiğini, kapitalizmin dünyasını tanıdıkça daha
fazla fark eder oluyor). Kapitalist dünyada, ister gelişmiş emperyalist ül
kelerde, ister Türkiye gibi emperyalizmin hakimiyetindeki ülkelerde, eski
den Marksizme bağlı olan, sosyalist veya komünist olarak bilinen partiler
de faal olan insanların büyük çoğunluğu, partileriyle birlikte Marksizmden
uzaklaşıyor. Sosyal demokrasiye, sivil toplumculuğa, yeşil harekete, anarşiz
me, yeni toplumsal hareketlere, kimlik politikasına angaje oluyor. Bütün 20.
yüzyıl boyunca (iktisat gibi bazı disiplinler dışında) en ileri kapitalist ülke
lerde dahi aydınlar dünyasında belirli bir hegemonik ağırlık kazanmış olan
Marksizm, teori, felsefe, sanat ve bilim dünyasında yerini postmodernizme,
post-Marksizme, sol liberalizme ve benzeri akımlara terk etmiş durumda.
Dünyanın büyük bölümü Marksizme sırtını çevirmiş bulunuyor. Bu gerçek
likle yüzleşmeksizin, geleceğin sosyalizmi kurulamaz.
Marksizmin dünya çapındaki bu büyük prestij yitiminin ardında ne yat
tığını, belki bugün düşünce dünyasına gelen en genç kuşaklar hariç her
kes az çok biliyor. 20. yüzyıl boyunca yaşadıkları çalkantılı, iniş çıkışlı ve
Marksizm açısından çok tartışmalı gelişmeden sonra, kendilerine “sosyalist”
diyen rejimler yüzyılın sonunda büyük bir çöküntüye uğradılar. 1989’da
Doğu Avrupa’da “Sovyet Bloku” olarak bilinen alanda yer alan bütün ül
kelerdeki (Polonya, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Romanya,
Bulgaristan) rejimler, kelimenin en has anlamıyla çöktü. Bunu 1991’de bü
tün dünyada sosyalizmin ilk ve en önemli kalesi olarak görülen Sovyetler
Birliği’nin hem çöküşü, hem de dağılması izledi. Eskiden federal bir sistem
altında Rusya, Ukrayna, Belarus’tan Kafkaslardaki Azerbaycan, Ermenistan,
Gürcüstan’a, Baltıklardaki Letonya, Litvanya ve Estonya’dan Orta Asya’daki
Türki cumhuriyetlere kadar devasa bir alanı kapsayan Sovyetler Birliği, bu
gün Bağımsız Devletler Topluluğu diye bilinen gevşek bir ağ içerisinde ilişki
içinde olan sayısız bağımsız devlete bölündü. SSCB’nin dağılışını Arnavutluk
rejiminin çökmesi ve Yugoslavya’nın bütün 1990’lı yıllara, hatta günümüze
kadar uzanan, kanlı bölünmesi ve çöküşü izledi. 20. yüzyıl sona ererken
Avrupa’da kendine “sosyalist” etiketini takan tek bir ülke kalmamıştı!
Dünyanın başka yerlerinde durum biraz farklıydı: Çin hâlâ bir “halk cum
huriyeti” idi. Vietnam hâlâ bir “sosyalist cumhuriyet” idi. Küba hâlâ sosya
lizm ile övünüyordu vb. Ama bir-iki istisna ile buralarda da çürüme içten içe
yaşanıyordu. Çin, ta 1979’da başlayan bir süreç sonunda “dünyanın atölye
si” olarak anılan, ucuz işgücü temelli bir ihracat ekonomisi haline gelmişti.
Vietnam aynı yolun yokuşuydu. Dünya çapında sosyalistlere genellikle en
fazla moral veren Küba’da bile, son günlerde bir bomba gibi patlayan, özel
sektörün (başlangıçta küçük burjuva biçimler altında) gelişmesinin önünün
açılacağı ve kamuda çalışan işçilerin yüzde 10’unun işine son verileceği ha
berleri ile çözülmenin önünün açılmaya başladığı anlaşılıyor.
İlginç bir durum ile karşı karşıyayız. 19. yüzyıl Marksizmin hem teorik
hem de pratik bakımdan temellerinin atılması sürecinin tamamlandığı yüzyıl
oldu dedik. Teorik kuruluş Marx’ın hayat süresi içinde (1818-1883) gerçek
büyük atılımım yapmıştı. Pratik kuruluş için ise ikinci Enternasyonal’in ku
rulduğu 1889 yılını dönüm noktası olarak almıştık. 20. yüzyılı Marksizmin
bu temeller üzerinde yükseldiği, uygulamaya konulduğu ve sınandığı yüz
yıl olarak niteledik. 20. yüzyıl uygulaması (savaşın patlak verdiği yıl olan
1914’te sosyalist/Marksist harekette yaşanan bölünmeye sonra dönmek üze
re) tarihin bugüne kadar gördüğü en önemli işçi devrimi olan 1917 Ekim
Devrimi ile başladı, dünya tarihsel bir anlamı olan Çin Devrimi (1949) ile
yeni doruklara tırmandı ve artık “sosyalist” denen rejimlerin iflasının simge
si haline gelmiş olan Berlin Duvarı’nın çöktüğü 1989 yılında sona erdi. Yani
İkinci Entemasyonal’in kurulduğu 1889’dan 20. yüzyıl sosyalist inşa dene
yiminin çöktüğü 1989 yılına kadar yüz yıllık bir tarih var elimizde.
21. yüzyılın sosyalist/komünist/Marksist hareketinin ayağa kalkışı, bu
yüz yıllık tarihin anlaşılmasına bağlıdır. Bu yüz yıllık tarih gerçek bir sos
yalizm laboratuvarı haline getirilemezse yeniden sağlıklı bir sosyalist hare
ket kurmak m üm kün değildir. Bugün sosyalistlerin ve yukarıda kısaca özet
lenen deneyim dolayısıyla Marksizmden kopmuş eski sosyalistlerin ezici ço
ğunluğu, sadece Türkiye’de değil bütün dünyada, bu yüz yıl boyunca yaşa
nan süreci bütünüyle unutmaya ve unutturmaya çalışmaktadır. Sanki bizi
çürümüş bir cesetle bir odaya kapatmışlar ve çoğumuz başımızı korku için
de başka tarafa çeviriyoruz. Oysa çürümenin kokusu arşı âlâyı sarmıştır!
Şanlı Sovyetler Birliği halkının bütün Avrupa ve Ortadoğu’nun fuhuş sektö
rünü beslediğini herkes görüyor! İnsanlığın beşte birini sefaletten kurtaran
Çin Devrimi’nin ürünü olan devletin dünyanın en büyük ucuz işçi cenneti
ni yarattığını cümle alem biliyor!
Mesele sosyalizmin prestijinin bugün dünya çapında yerlerde sürünü
yor olmasından da ibaret değildir. Geçmişi bu kadar önemli başarısızlıklar
la dolu olan bir sosyalist hareket, bunlarla hesaplaşmadığı, başarılarının ve
başarısızlıklarının bir bilançosunu çıkarmadığı, bütün bunların ardında ya
tan dinamikleri hiçbir şeyi özürlemeye girişmeden, soğukkanlı bir biçimde
analiz etmediği takdirde, 20. yüzyılda yaşanmış felâketin 21. yüzyılda da ya
şanmasına rıza gösteriyor demektir. Bu tekerrürü önlemek için ne yapılması
gerektiğini keşfetmek, bugün Marksist/sosyalist hareketin en temel sorum
luluklarından biridir. Üstelik bu sadece teorik bir keşif sorunu değildir; aynı
zamanda işçi sınıfının ve onunla birlikte insanlığın ezici çoğunluğunun ger
çek bir kurtuluş yolunda yürüyebilmesi için devrimci Marksist programın
da güncellenmesi, yaşanan soyalist inşa deneyimi ve onun iflası ışığında zen
ginleştirilmesi demektir.
Kısacası, gerçekliğe gözümüzü kırpmadan bakma cesaretini göstereme
dikçe, geleceği kurabileceğimizi düşünmemeliyiz.
Öyleyse, 20. yüzyıl Marksizmini anlatmaya ve anlamaya çalışan herhan
gi bir çabanın ilk görevi, Marksizmin bayrağı altında girişilen devrimlerin ve
sosyalist inşa deneyimlerinin neden çöktüğünü araştırmaktır.
istisnai koşulların ürünü olanlar hariç bütün derlemeler için geçerli olan
kural 20. Yüzyıl Marksizmi için de geçerli. Kitabın farklı bölümlerini yazan
yazarların Marksizmden anladıkları da, Marksizmin bugün içinden geçtiği
darboğazı kavrayışları da, bu darboğazı aşmak için önerdikleri yollar da çok
farklı. Bir uçta mükemmele yakın Lenin bölüm ünün yazarı Alan Shandro yer
alıyorsa öteki uçta darboğazdan çıkmak için Marksizmin devrimci karakte
rinden vazgeçmeyi savunan yazarlar yer alıyor. Bunlar arasında bazıları, ör
neğin “Sağ Marksizm” diye adlandırdığı Kautsky, Bernstein ve Menşevikleri
inceleyen bölümün yazarı Jules Townshend, özgül akım veya konuları in
celedikleri için “bu da onun fikri” deyip geçebiliriz. Ama işin talihsiz yanı
Marksizmin prestijini yeniden kazanmak ve geçmişte yol açtığı felaketle
re yol açmamak için gelecekte neler yapması gerektiğine ilişkin yalnızca iki
makale olması (kitabın 10. ve 11. bölümleri) ve her iki makalenin yazarının
da (sırasıyla Howard Chodos ve Daryl Glaser) Marksizmin kabul görmesi
için burjuva dünyasının sınırları içinde kalması, özel olarak da burjuva de
mokrasisinin kurallarından ayrılmaması gerektiğini savunmaları. Tekil ya
zarların yaklaşımları, bizim için elbette çok önemli değil. Herkes kendi eğili
mini belirlemekte elbette serbesttir. Ama elinizdeki kitap eğer Marksizm için
çıkış yolunu burjuva demokrasisinde gören iki yazının bıraktığı izlenimle
sona eriyorsa, bunun üzerinde biraz daha durmak gerekir.
Bu kitabın, aynen 20. yüzyıl Marksizmi üzerine bugün dünyanın herhan
gi bir ülkesinde yazılacak kitapların çok büyük bir ihtimalle yapacağı gibi,
Marksizmi burjuva demokrasisi yoluyla ıslah etme çabasına girişmesinin ar
dında, her türlü ayrıntıyı bir kenara bırakacak olursak, iki büyük neden var.
Teker teker ele alalım bunları.
Nedenlerden biri kitabın bir başka sessizliği ile ilgili. Bu kitapta ele alın
mamış olması son derecede ciddi sonuçlara yol açan önemli tarihsel dö
nüm noktaları, İspanya Devrimi’nin yenilgisi ya da Endonezya Komünist
Partisi’nin başından geçen büyük felaket gibi, Stalinizmin iflasını simge
leyen olaylardan ibaret değil. Bu kitapta Alman Devrimi de ele alınmıyor.
Modern tarihin en büyükleri arasında yer aldığı halde, genellikle unutturul
muş olan bir devrim bu. 1918 yılının Ekim ayında, Rus Devrimi’nden sade
ce bir yıl sonra Almanya işçi sınıfı ayağa kalkıyor, bütün ülke Rus Sovyet
lerinin muadili olan “rat’Tarla (konseylerle) tanışıyordu. Bu devrimi başa
rısızlığa mahkûm eden, devrimin karşısında bir barikat gibi yükselen, yeni
kurulmuş Alman Komünist Partisi’nin önderleri Rosa Luxemburg ve Kari
Liebknecht’i sağcılara öldürten, iktidarı burjuvaziye iade eden Alman sos
yal demokrasisi idi.
Latin Amerika bölümü Şili’de 1970 yılında kurulan Halk Birliği’ni esas
büyük tarihsel anlamından bambaşka bağlamlarda iki defa zikrediyor. Hepsi
o. Halk Birliği döneminde Şili’de devrimci bir durum doğacak, şehrin “cor
dones industriales” olarak anılan işçi bölgelerinde ikili iktidar nüveleri or
taya çıkacak, işçiler fabrikalara, köylüler ise topraklara el koyacaktı. Ama
(Stalinist Şili Komünist Partisi’nin de suç ortaklığıyla) Halk Birliği’nin en
güçlü partisi Sosyalist Parti, kendi içindeki muhalefete de rağmen, reformist
politikasında ısrar edince, 1973’te General Pinochet önderliğindeki askeri
darbe, 30 bin kişiyi katledecek ve Şili soluna altından hâlâ kalkamamış ol
duğu bir darbe vuracaktı. Alman Devrimi sosyal demokrasinin devrime ve
sosyalizme ihanetini simgeliyorsa, Şili Halk Birliği deneyimi de burjuva de
mokrasisini kullanarak sosyalizme yürümek isteyenlerin hayallerini param
parça ediyordu.
Latin Amerika bölüm ünün tuhaf bir biçimde hiç üzerinde durmadığı bir
başka olay da Brezilya İşçi Partisi’nin (PT) otuz yıl içinde geçirdiği evrim
dir. 1979 yılında büyük işçi eylemlerinin ürünü olarak kurulan, başta işçi sı
nıfı olmak üzere Brezilya’nın bütün ezilenlerini bir araya getiren ve bir çey
rek yüzyıl boyunca sosyalizm şiarı ile Brezilya’nın burjuva güçleriyle müca
dele eden PT, Brezilya için bütün toplumsal mücadelelerin aktığı kanal oldu,
uluslararası sol için de büyük bir um ut kaynağı. Ne var ki, Brezilya solu
nun da, uluslararası solun da görmek istemediği bir şey vardı. Ünlü Lula ön
derliğindeki parti önderliği adım adım reformist bir politika benimsiyordu.
Uyarılara kulak asmayanlar, Lula 2002’de seçildikten sonra yıllardır sosya
lizm diyen başkanın ABD emperyalizmiyle, Brezilya’nın sanayi ve tarım bur
juvazisiyle ve neoliberal kadrolarla sürtüşmesiz bir işbirliğine giriştiğini şaş
kınlıkla göreceklerdi. Burjuva demokrasisine sadakat, bu kez de büyük kit
lelere yapılan vaatlere ihanet anlamına geliyordu.
Bu üç tarihsel olay aslında birer simgedir. Simgeledikleri şey ise şudur:
Marksizmin devlet ve devrim konusundaki tezleri doğrudur, başta sosyal de
mokrasi olmak üzere, burjuva demokrasisinin sınırları içinde kalmakta ıs
rar eden bütün sol hareketler sonunda kapitalizme teslim olurlar. Marksist
zeminde hareket etmeyen bir sosyalizm olamaz. Tersinden söyleyecek olur
sak, Marksizmi terk eden ya da burjuva düzeniyle uzlaştırmaya çalışan (bu
ikisi aynı anlama gelir) bir “sosyalist” hareket kapitalizme teslim olmak zo
rundadır.
Bir de milliyetçiliğe. Yukarıda Stalinizmin enternasyonalist Marksizme
milliyetçiliği getirmiş olduğunu belirtmiştik. Aslında bu yanlış. Stalinizmden
önce sosyal demokrasi aynı işi yapmıştı. Milyonlarca oy alan, yüz binlerce
üyesi olan partileri de bağrında toplamış olan ikinci Enternasyonal, Birinci
Dünya Savaşı patlak verdiğinde dağılacaktır. Her ülkenin sosyal demokrasi
si kendi burjuvazisini desteklediği için işçiler Avrupa çapında birbirlerinin
boğazına sarılacaktır.
20. yüzyıl bize sadece Stalinizmin Marksizmi tanınmaz hale getirdiğini
öğretmedi yani. Aynı zamanda, reformist stratejinin kapitalizme teslimiyet
ideolojisi olduğunu öğretti. 20. Yüzyıl M arksizmi bu hakikati ortaya koya
madığı için, kitabın bazı yazarları kolayca Marksistleri burjuva demokrasi
sinin empoze ettiği sınırlara boyun eğmeye çağırabiliyorlar. Örneğin, Daryl
Glaser’ın sosyalistlerin kapitalizme geri dönüşün m üm kün olduğunu kabul
etmesi gerektiği yolundaki ısrarı, insanın aklına şunu getiriyor. Şayet üre
tim araçları üzerinde büyük ölçekli özel mülkiyetin ilga edilmiş olduğu bir
toplumda (yani bir sosyalizme geçiş toplumunda) özel mülkiyete ve ücret
li emeğin sömürülmesine geri dönüşü savunmak meşru olmalı ise, insanın
bu mantığa göre, köle ticaretinin de, angaryanın da, feodal ağalığın da geri
dönüşünü savunmasının serbest olmasını savunması gerekir. Oysa Glaser’ın
kendisi ve fikir arkadaşları, hiç kuşku yok ki, köleliği ilga eden ve yasakla
yan ulusal ve uluslararası bütün yasaların yürürlükte kalmasını savunacak
lardır. Yazar özel mülkiyetin serbest olmasının, yani insanın insanı sömür
mesinin serbest olmasının neden savunulabilir olması gerektiğini açıklama
dığı için, ulaşılacak bir tek nokta var: kendisi de bunu meşru görüyor olma
lı!
Bir kez reformizmin bütün 20. yüzyıl boyunca kapitalizmin ve dolayısıyla
emperyalizmin ayakta kalmasını sağladığı, yani kapitalizme payanda oldu
ğu ortaya çıkınca, Chodos (10. bölüm) ve Glaser’ın (11. bölüm) 20. yüzyılın
Marksist rejimlerinin insanlığa karşı işlediği suçlar olarak ele aldıkları ko
nulardaki sorumluluğuna ilişkin olarak söyledikleri de sorunlu oluyor. Bir
kez her iki yazann da aynı kaynağa (Stéphane Courtois tarafından derlenen
Komünizmin Kara Kitabı’na) referans yapıyor olması epeyce düşündürücü.
Bu kaynağa aşina olanlar bilirler ki hem yazarları hem de kaynağın kendi
si ciddi ölçüde anti-komünist, dolayısıyla anti-Marksist bir tavır içindedir.
Ama bunun da ötesinde, Chodos’un bir dipnotunda bu kaynağa dayana
rak kendi ifadesiyle “tarihsel komünist rejimler”in kurbanlarını 100 milyon
olarak vermesi çok ciddi sorunlar taşıyor. İşin bir boyutu, bu rejimlerin ku
ruluşunda yaşanan devrimler ve savaşlarda yiten canlar neden (“tarihsel” ya
da başka türden) komünizmin hanesine yazılıyor? Otuz yıl süren Vietnam
Savaşı’nda ölen milyonların katili Vietnam “komünizmi” mi idi yoksa önce
Fransız sonra da Amerikan emperyalizmi mi?
Bunun ötesinde, Stalinist rejimlerin önlenebilir bazı katliamlara veya kit
lesel ölçekte hak ihlallerine yol açmış olduğu elbette doğrudur. Yani, bürok
rasinin günahlarının genel olarak komünizme fatura edilmesine karşı çık
makla birlikte, 20. yüzyılın sosyalist inşa deneyimlerinin insan hayatına kar
şı gaddar bir kayıtsızlık içine girdiği durumlar olduğunu kabul etmeli ve
bunları eleştirel biçimde ele almalı, geçmişle hesaplaşmalıyız. Ama her iki
yazarın da bunu burjuva demokrasisine sığınmak için bir gerekçe olarak
kullanması derhal başka bir soruyu davet ediyor: Burjuva düzeni, ve onun
temelinde yatan kapitalist üretim tarzı, hem tek tek ülkeler içinde hem de
dünya çapında 20. yüzyıl boyunca milyonlarca, on milyonlarca insanın kat
line yol açmadı mı?
Kapitalizmin eknomik alanda yarattığı tahribatı, yol açtığı yoksulluktan,
açlıktan, tedavi edilebilir hastalıklardan vb. ölen milyonları hesaplamayı bir
kenara bırakalım. Doğrudan doğruya kapitalizmin savaşlar, karşı devrimler
ve benzeri temeli dar anlamda siyasi olan nedenlerden katlettiği milyonla
ra dönelim. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’na kapitalizm ve onun ürünü
olan emperyalizm ve faşizmin yol açtığını yadsıyan var mıdır? Bu savaşların
ilkinde 20, İkincisinde ise 60 milyon insan hayatını kaybetti. Bunlara bütün
sömürgecilik savaşlarında (örneğin Cezayir Savaşı’nda 1 milyon, Vietnam
Savaşı’nda 1,5 milyon vb.) öldürülen insanları eklersek Komünizmin Kara
Kitabı’nın o ürkütücü 100 milyon rakamına sırf bunlarla ulaşıyoruz 20. yüz
yıl içinde. (Son İrak Savaşı’nda en az 1 milyon insanın hayatını yitirmiş ol
ması, kapitalist emperyalizmin bu eğiliminin 21. yüzyılda da devam etti
ğinin yalın bir kanıtıdır.) Bu rakama, kapitalist ülkelerde düzenlenen kar
şı devrimlerde, darbelerde, iç savaşlarda kapitalizmin korunması amacıyla
katledilen milyonları (örneğin Endonezya’daki 1 milyonu) katmak gerekir.
Burjuva düzeni içinde iyileştirmelerle yetinen reformizm ya da sosyalizmi
burjuva demokrasisinin sınırlarına hapsederek kapitalizmin bekasına katkı
da bulunan bütün anlayışlar, kapitalizmin bu cinayetlerinde sorum luluk ta
şıyorlar demektir.
M arksizm in Y üzyılı
O n D ok u zu n cu Y üzyılda M arksizm
M arksizm in Ö lü m ü mü?
* Ronaldo M unck söz kon u su alıntının yazarının Friedrich Engels olduğunu belirtiyor. Dola
yısıyla, David W alker alıntının M arx’a ait o lduğunu yazarak hata yapıyor (ç.n.).
Munck ayrıca Küba’yı, Nikaragua’daki Sandinistleri, Şili’deki Renovadorlan
ile Meksika’daki Zapatistalar’ı da tartışıyor. Latin Amerika Marksizminin ge
lişmiş ülkelerde bir dizi ikon aracılığıyla tüketildiğini -C he Guevara’nın bir
poster figürü olmaktan pek az öteye gittiğini düşünün- ileri süren Munck,
bölge Marksizminin entelektüel katkısının gözden kaçırıldığım iddia edi
yor. Örneğin radikal demokrasi teorisi, ‘ulusal-popüler’ ve bağımlılık ku
ramları Latin Amerika Marksist geleneğinin içinde geliştirilmiştir. Munck
geleceğe bakarken Sovyet komünizminin çöküşü sayesinde serbest kalan
Marksizmin yaratıcı biçimde gelişme imkânlarını görüyor ama Marksizmin
Latin Amerika’da bir eylem kılavuzu olarak değeri hakkında kuşkucu olma
yı sürdürüyor.
Üçüncü Kısım’ın yazarları Marksist düşüncenin yakın dönemdeki sorun
ve tartışmaları ile ilgileniyorlar. Howard Chodos bir teori olarak Marksizm
ile Marksizm esinli pratik arasındaki ilişkiyi tartışıyor. Daryl Glaser da ben
zer temalara yönelerek, Marksizmin teori ve pratiği, özellikle de epistemo
loji ve demokratik prosedür üzerinde düşünüyor. Yahya Madra ve Fikret
Adaman Marksist kapitalizm analizi üzerine yaptıkları değerlendirmede ik
tisada daha fazla vurgu yapıyorlar. Daniel Little ise, önemli bir alan olan
Marksizm ve metod üzerinde duruyor ve Marksizmin metodolojik bakım
dan ne derece ayırıcı ve yararlı yönleri olduğu sorusuna cevap arıyor.
Marksist sosyalizm vizyonunu pratiğe dökme çabalarını inceleyen
Chodos, tarihsel komünizmin yirminci yüzyılı hasarsız atlatmakta başarı
sız olduğunu kaydediyor. Tarihsel komünizm ya Sovyetler Birliği’nde oldu
ğu gibi tamamen çökmüş ya da Çin’de olduğu gibi muazzam biçimde deği
şerek neredeyse tanınmaz hale gelmiş durumda. Yazar, kom ünist rejimle
rin iktisadi başarısızlıklarını ve yaygın insan hakları ihlallerini de kaydedi
yor. Chodos teori ve pratik arasındaki ilişkinin basit bir ilişki olmadığını ka
bul etmekle birlikte tarihi sicilinin ‘Marksist projenin kendisinin geçerliliği
ni sorgulanır hale getirdiği haklı olarak söylenebilir’ olduğunu iddia ediyor.
Sovyetler Birliği’ne odaklanan Chodos, tarihsel komünizmin rolünü açıklı
yor ve tarihsel bir bilanço çıkarıyor. Planlı veya plansız biçimde yol açılan
kitlesel ölümler, ekonomik israf ve verimsizlik ile çevre tahribatı Chodos’u
‘Sovyet deneyiminin devasa bir başarısızlık’ olduğu sonucuna götürüyor.
Chodos, tarihsel komünizmin doğası ve Marksist teori ile olan ilişkisi
hakkındaki incelemesini daha da derinleştirerek tarihsel komünist rejimle
re ilişkin kendi karakterizasyonunu geliştiriyor. Partinin rolünün ve iktisadi
ve toplumsal alanların kaynaşmasının kom ünist rejimlerin toplumsal biri
kim yapısının ortaya çıkışında kilit faktörler olduğunu ileri sürüyor. Tarihsel
komünizmin pratiği ile Marksist teori arasındaki bağlantı -k i Chodos’a göre
böyle bir bağlantı m evcuttur- Marksist kuramın spesifik unsurlarının bile
şiminde yatıyor. Chodos’a göre, Marksist teleoloji, Marksizmin bilimsel ni
teliğine olan inanç, dünyaya ve tarihsel mücadeleye ilişkin ikiliklere daya
nan bakış açısı biraraya gelmiş, devasa boyuttaki iktisadi ve siyasi gücün yö
netici elitin elinde toplanmasıyla birleşerek tarihsel komünizmin felâket si
ciline yol açmıştır.
Bununla birlikte, Chodos’a göre tarihsel komünizmin kaderi kaçınılmaz
değildir, kusurları bir dizi adımın atılmasıyla önlenebilir. İlk olarak, Marksist
rejimler onun ‘yeniden feodalleşme’ olarak adlandırdığı, iktisadi alan ile si
yasi alanın kaynaştırılmasına izin vermemelidir. İkincisi, gerçek siyasi reka
beti (yani çok sayıda partiyi ve ifade özgürlüğünü) barındıran sahici bir de
mokrasi mevcut olmalıdır. Üçüncüsü, sosyalist proje ilke olarak demokra
tik yöntemler aracılığıyla geriye döndürülebilir olmalıdır; sosyalizmin meş
ruiyeti serbestçe tercih edilebilir olmasına dayanmalı, halkın istediği takdir
de onu reddetmesine izin verilmelidir. Dördüncüsü, insan hakları ve özgür
lükleri ihlâl edilemez olmalıdır. Beşincisi, kapitalizmin temel dinamikleri
değiştirilmelidir ama kapitalist olan her şeyin değiştirilmesi gerekmez. Son
olarak, -k i Marksist bir perspektiften en tartışma yaratacak gibi görüneni de
herhalde b udur- sosyalizm artık işçi sınıfının iktidarı olarak tanımlanmama-
lıdır. Chodos’un vardığı sonuca göre, ‘Marksizmden esinlenen sosyalizmin
eğer bir geleceği olacaksa sınıfsız topluma geçişin işçi sınıfı iktidarı ara aşa
ması olmaksızın başlatılabileceği bir yol bulunmalıdır.’
Glaser kendi bölümünde ‘uygun bir Marksist teori, metodoloji, analiz ve
programın içeriğinden ziyade Marksizmin metateorik arka plam’na odak
lanıyor. Marksist devletlerin zayıf iktisadi performansını, demokrasi açığı
nı ve korkunç insan hakları sicilini, kısacası teori ile pratik arasındaki bağ
lantıyı vurgulayan bir ideolojinin taraftarlarının mutlaka ilgilenmesi gere
ken genel tarihini ortaya koyuyor. Marksizmin kendisinin sahip olduğunu
ilân ettiği bilimsel yaklaşım ve epistemolojinin Marksist devletlerin totali
terliğinin kökeni olduğu iddiasını reddederken Marksist teoriyi pratiğe ter
cüme eden Marksistler için iki kural öneriyor: birincisi, bilgi geçici nitelikte
bir şey olarak görülmek zorundadır; İkincisi, bağlayıcı kararlar rızaya daya
lı olmalıdır. Marksist pratiğin yirminci yüzyıldaki hatalarına tekrar düşme
mesi ve Marksizmin gelecek için zararlı değil yararlı bir şey olmasını güven
ce altına alabilmesi için Marksistlerin bilginin geçiciliği ile demokratik pro
sedürleri izlemenin zorunluluğu ilkelerine bağlı kalmaları gerekmektedir.
Bilginin geçici karakterini kabul eden Marksistlerin ‘insanları özgür olmaya
zorlama’ yetkisi diye bir şeyin olmadığını kabul etmeleri gerekir, zira daha
sonra insanların yapmaya zorlandığı şeylerin yanlış olduğu da ortaya çıka
bilir. Marksistler prosedürel demokrasiyi benimseyerek meşruiyet kazanabi
lir ve bilginin geçici olduğu kuralını ifade edebilir. Bunun ardından, Glaser
Marksizmin -yorum cu, politikacı ve Kanun koyucu- olmak üzere üç rolüne
odaklanıyor ve bu rollerin Marksistlerin prosedürel demokrat olma zorunlu
luğunu gösterdiğine işaret ediyor. Glaser’a göre, Marksistler demokrasi dos
tu davranış kurallarını izlemek zorundadır ve bunu yaparak ‘demokrasi in
şasına ve toplumsal bakımdan arzu edilir olan diğer projelere katkıda bulu
nabilirler.’ Prosedürcülük ilkesi ile birleşen sosyalist radikalizm yirmi birin
ci yüzyılın Marksizmine işaret ediyor.
Marksist iktisadı ve kapitalizm eleştirisini konu edindikleri yazılarında
Madra ve Adaman siyasal iktisadın tek ve homojen bir eleştirisinin bulun
madığını vurguluyor ve Marksist teorilerin çoğul nitelikte olduğunda ısrar
ediyorlar. Temel Marksist yaklaşım ve projeler arasından her biri farklı çı
karımlara sahip iki tanesi olan sermaye birikimi teorileri ve sınıfsal sömü
rü teorilerine odaklanıyorlar. Madra ve Adaman ‘İlk proje kendisini kapita
lizmi krizle malûl bir servet birikimi süreci olarak tahlil etmeye hasreder
ken, İkincisi, farklı sınıf yapılarının (kapitalist, feodal, köleci, bağımsız veya
komünal) ve bunların eklemlenmesinin kurumsal açıdan spesifik tahlilleri
olarak tanımlanabilir’ diye yazıyorlar. Bu iki yaklaşımı tartışmanın yanı sıra
Marksist iktisadın temel kavramlarını tanıtıyorlar ve sömürgecilik ve emper
yalizmi Marksist iktisadın bakış açısıyla tartışıyorlar. ‘Ekonomiyi teorileştir-
me şekillerimizin toplumsal dönüşüm için politik stratejiler belirleme şekil
lerimizi etkilediği’ iddiasında bulunan Madra ve Adaman, farklı kapitalizm
teorilerinin farklı siyasi çıkarımları olduğunu vurguluyorlar. Birikimci teo
riler mücadelenin kilit mekânları olarak devlete ve şirketlere işaret ederken,
sınıfsal sömürü teorileri ‘günümüz toplumsal formasyonları bünyesindeki
sömürü ve tahakküm biçimlerinin çokluğu’na dikkat çeker ve ‘kapitalizmin
nihai çöküşünü beklemek yerine, bugünden komünal (hatta belki de bağım
sız) sınıf yapılarını ve demokratik yönetişim formlarını tahayyül ederek ‘ka
pitalizmin nihai çöküşünü beklemek yerine, bugünden komünal (hatta bel
ki de bağımsız) sınıf yapıları ve demokratik yönetim biçimleri tahayyül edip
uygulamanın’ imkânlarına işaret ederler. Önerdikleri önemli yaklaşımlardan
birisi ekonominin -ister dünya ekonomisi isterse belirli bir bölge veya ülke
nin ekonomisi olsun- kapitalizm çağında bile tamamen kapitalist olmadığı
dır. Kapitalist olmayan ekonomi Üçüncü Dünya’nın belirli bölgelerinde ya
şamaktadır, ayrıca enformel sektörde, hanelerin ve kamu mallarının komü-
nal emek aracılığıyla üretildiği bazı yerel topluluklarının içinde de mevcut
tur. Madra ve Adaman’a göre, Marksist iktisadın en bariz özellikleri onun
zenginliği, gerçek yaşamla yakın ilişkisi ve daha fazla gelişebilme yeteneği
ne sahip olmasıdır. Özellikle sınıfsal sömürü yaklaşımı yapıcı siyasi eylem
için alan açmıştır ve daha ortodoks Marksist birikimci yaklaşımların iç gö
rüleri ile harmanlandığı takdirde yirmi birinci yüzyıl için bir Marksist ikti
sat sunmaktadır.
Kitabın son bölümünde Little, Marx’in ve Althusser, Poulantzas, Gramsci,
eleştirel teorisyenler ve materyalist tarihçilerin ve sonunda da analitik
Marksizm okulu gibi sonraki dönemin Marksistlerinin sosyal bilim metodo
lojisine yaptıkları katkıları ele alıyor. Marx’in yirminci yüzyıl sosyal bilimi
üzerindeki etkisini özetleyen Little, Marx’in katkısını oluşturan temaların ve
içeriğe ilişkin metodolojik araştırma ilkelerinin yararlı bir listesini sunuyor.
Bu liste sınıfa, üretime, teknolojiye, mülkiyete, yabancılaşmaya ve söm ürü
ye vurgu yapmayı ve odaklanmayı içeriyor. Sonuç olarak, Little Marx’m katı
bir metodolojik ilkeler bütünü önermek yerine bizi materyalizmi esnek bi
çimde uygulamaya, maddi kurumlara, sınıfa, iktidara, sömürüye ve hakimi
yete bakmaya, toplumsal formasyonların ‘çelişkiler’inin farkında olmaya ve
derinde yatan nedenleri ve yapıları araştırmaya yönelten gevşek bir reçete
ler seti sunduğunu savunuyor. Kısacası, Marx ‘yığınla hipotez, içgörü ve be
lirgin güçlü yorumların ilham verdiği gevşek bir araştırma programı’ sunar.
Little’a göre, bu ‘tarz’ bir araştırma (araştırma metodu değil) eklektik ve ço
ğuldur ve hâlâ verebileceği çok şey vardır.
Bu kitaba katkıda bulunanlar kitap boyunca yirminci yüzyılın Marksist
düşünürlerinin ve düşünce okullarının sicilini ortaya koyuyorlar ve Marksist
düşüncenin farklı yönlerinin eleştirisini veya savunusunu yapıyorlar. Femia
ve Munck gibilere göre eleştirilmesi ve reddedilmesi gereken çok şey varken,
örneğin Shandro ve Townshend Marksizme veya en azından Marksizmin
bazı yönlerine ilişkin çok daha sempatik bir tablo çiziyorlar. Bu eleştirel ta
rama Marksizmin günümüzdeki geçerliliğinin daha doğrudan ele alındı
ğı son dönem Marksist teorisinin tartışılmasına doğru ilerliyor. Chodos,
Glaser, Madra ve Adaman ve Little’ın hepsi de Marksizme yirmi birinci yüz
yılda bir rol biçiyorlar. Onun tarihini, başarısızlıklarını ve boşluklarını akıl
da tutarak gelişimi için yönler ve Marksist teorinin hâlâ yararlı olabileceği
yollar öneriyorlar. Marksizmin yüzyılının yerini post-Marksizmin yüzyılına
bıraktığı pek de söylenemez.
Dipnotlar
1- K om ünizm e verilen seçm en desteğine birkaç örnek verm ek gerekirse, D oğu Almanya
K om ünist Partisi’nin devam ı olan D em okratik Sosyalizm Partisi 2005 genel seçim lerin
de Alm anya genelinde oyların yüzde 9 ’a yakın b ir bölüm ünü, D oğu Alm anya bölgesinde
ki oyların ise yüzde 25’ini aldı. Çek C um huriyeti’nde 2002’de yapılan parlam ento seçim le
rinde Bohemya ve Moravya K om ünist Partisi toplam oyların yüzde 18,5’ini aldı. Rusya’da
Rusya Federasyonu K om ünist Partisi 2003’te yapılan D um a seçim lerinde oyların yüz
de 12,6’sım aldı. M oldova’da 2005 seçim lerinde M oldova C um huriyeti K om ünistlerinin
Partisi oyların yüzde 46’sını aldı. G üvenilir b ir kam uoyu araştırm a kuru lu şu olan Yuri
Levada A nalitik M erkezi’nin 2004 yılında iki bin Rus’la yaptığı ankete göre görüşülen ki
şilerin yüzde 67’si “Sovyetler Birliği’nin yıkılm asından ü z ü n tü duyuyor." Diğer bir anke
te göre Rusların yüzde 71’i önceki kom ünist rejim i ‘tam am en’ veya ‘kısm en’ onaylıyor ve
yüzde 41’i ‘K om ünist düzene geri dönm eliyiz’ ifadesine ‘kısm en’ veya ‘tam am en’ katılıyor
(Rose, 2005).
Referanslar
Brzezinski, Z. (1989) The Grand Failure: The Birth and Death o f Communism in the Twentieth
Century. Londra: M acdonald.
Fukuyam a, H (1992) The End o f History and the Last Man. Londra: Penguin.
Gam ble, A., D. M arsh ve T. Tant (derl.) (1999) Marxism and Social Science. Londra: Macmillan.
Rose, Richard (derl.) (2005) New Russia Barometer XIV: Evidence o f Dissatisfaction. Studies in
Public Policy No. 402. Glasgow: U niversity of Strathclyde.
I. B Ö L Ü M
I
L en in ve M arksizm
Alan Shandro
Berlin 1989: Doğu ile Batı’yı ayıran duvar yıkılmaktadır; “reel sosyalizm”in
payandaları şaşırtıcı bir hızla ardı ardına çökecektir. Doğu Avrupa ve eski
Sovyetler Birliği coğrafyasında Marx ve Lenin heykelleri devrilmekteyken,
Batılı karikatüristler tek bir görüntünün çeşitli versiyonlarını yaratmada bir-
birleriyle yarışmaktadırlar: orak ve çekiçlerle silahlanmış işçi ve köylü gü
ruhları, şaşkın ve afallamış iki kom ünist düşünürün peşinden öfkeyle koş
maktadır.
Böyle bir intikama yol açacak ne günah işlemişlerdi? Bazılarına göre
Bolşevik devrimi ve onun yarattığı toplumsal düzen, canice bir iktidar tut
kusunun zehirli meyvesi olarak görülmelidir. Ancak karikatürlerin anlat
mak istediği hikâye muhtemelen daha tesirli ve kesinlikle daha ilginç. Bütün
kanıtlar tersini gösterdiği halde, teorilerinin doğruluğuna olan temelsiz bir
güvenin kurbanı durum una düşen komünistler, gafil avlanırlar. Bu o kadar
kibirli bir güvendi ki, bu insanlar bütün toplumları bir teorinin vaad ettikle
ri temelinde yeniden kurmayı istemekle kalmayacak, tasarılarını kitlesel şid
det yoluyla, tam da vaadin kendisi adına öne sürüldüğü halkın özlemlerini
ve tecrübesini çiğneyerek hayata geçireceklerdi. Bu yüzden işçilerin ve köy
lülerin öfkesi bir yandan bu vaade ihanet edilmesine, bir yandan da aynı za
manda, bu ihanet vesilesiyle, bu vaadin arkasında yatan teorik kibre yönel
mişti. Marx’m ve özellikle de Lenin’in suçu, aydın kibrinden kaynaklanan
ilk günahı işlemeleriydi.
Bu hikâyeye benzer bir yaklaşım, Marx ve Lenin üzerine akademik yazın
da da (bunun açık bir örneği, günümüzde, Lenin’de bir “mutlak bilgi”, bir
“felsefi kesinlik” iddiasının varolduğunun (bkz. örn. Harding: 1996: 219-
242) ileri sürülmesidir) yaygın olarak görülür. Bu, bir ölçüde ikna edici bir
hikâyedir; halk katmanlarının deneyiminden kaynaklanan alçakgönüllülük
ve hoşgörü erdemlerine başvurabilir. Entelektüel gücü ise şüphelidir; bura
da Marksist ve Leninist fikirler yalnızca ima, hatta kinaye yoluyla eleştiril
mektedir. Bu fikirlerin sorunu, halkın özlemlerini ve tecrübesini ihmal eden
bir kibirle hayata geçirilmiş olmalarıdır; işçilerin ve köylülerin öfkesinden
fikirlerin yanlış olduğu sonucunu çıkarabiliriz. O zaman fikirlerin kendi
sini irdelemeye gerek yoktur; kurbanlarının deneyiminden, bunların haki
kat değerini zaten biliyoruz. Ve kendi günlük deneyimimizin çelişkileri bizi
bu deneyimin sınırlarını sınamaya kışkırttığında, onun ötesinde ne yattığı
nı zaten bilmekteyizdir ve bu kışkırtmaya ihtiyatlı bir tavırla karşı koyabi
liriz. Kurbanların deneyimine duyulan empati ve kendi deneyimimizin bil
dik sınırlarının ötesinde yatana duyulan korkunun, duvarın yıkılmasından
bu yana çeşitli kereler emperyalist fetih savaşları adına seferber edilmiş ol
masına da aldırmayıverelim.
Yine de Marksistlerin ve hasımlarının sınıf mücadelesinin gidişatını anla
mak ve uygun stratejileri ve kurum lan tartışmak için kullandığı çerçeve, işçi
sınıfı ve halk hareketleri içindeki tartışmaları ve bölünmeleri şekillendirme
ye ve böylece siyasal mücadelenin hâlihazırdaki bağlamında yer almaya de
vam ediyor. Bu, bilinçli ya da bilinçsiz olabiliyor; Lenin’in durum unda oldu
ğu gibi, politik tartışmanın mantığım etkili bir biçimde baskı altına alacak
şekilde yalnızca ileri derecede soyutlaştırılmış, hatta karikatürleştirilmiş bi
çimlerin yer almasına izin verildiği hallerde, dikkatli ve eleştirel bir yeniden
gözden geçirme özellikle gerekiyor. Üstelik, sırf klasik Marksizm geleneğin
deki politik aktörler kendilerini sınıf mücadelesinin belirli anlarında teorik
ve politik olarak yerleştirirken zorluklarla ve belirsizliklerle karşılaşmak zo
runda kaldıkları için, onların örneğinden günümüzde yaşanan anlara uygu
lanabilecek analitik araçların elde edilmesi ümit edilebilir; Lenin’in somut
durumların somut olarak tahlil edilmesi konusundaki neredeyse inatçı ısra
rının onu bu bakımdan örnek kıldığını ileri süreceğim. Sembolün ardındaki
düşüncenin esasını eleştirel bir biçimde yeniden gözden geçirmek için bun
dan daha müsait bir an olamaz.
S ın ıf B ilin c i P olitik ası
E m peryalizm in M an tığ ı
* Elde m evcut m alzem e neyse onunla yetinilerek birşeyler yapılm ası, (ç.n.).
delelerle sosyalist devrim arasındaki ilişkinin yeniden düşünülmesi anlamı
na gelir. Emperyalizm burjuva ulusal kurtuluş hareketlerinin ve küçük bur
juva demokratik bir muhalefetin yükselmesine yol açtığı içindir ki, proletar
yanın devrimci öncüsü, emperyalizme karşı mücadelede bir taraftan hetero
jen, hatta proleter olmayan halk katmanlarının politik önderliğini elde et
meye çalışırken, diğer taraftan da küçük burjuva demokrasisinin (daha ke
sin bir ifadeyle küçük burjuvaziyle işçi aristokrasisi ittifakının) sahip oldu
ğu hegemonyaya karşı politik ve ideolojik bir mücadele yürütmelidir. Artık
sosyalist devrimin ortaya çıkışının sınıf konum larının basitleşmesi yoluyla
varlığını hissettirmesi değil, daha ziyade proletaryanın sosyalizm mücadele
siyle çeşitli devrimci-demokrat hareketlerin birleşmesi biçimini alması bek
lenmelidir. Emperyalizm böylece, nihayet, hegemonya mücadelesinin kar
maşık, eşitsiz ve çelişik mantığıyla politik olarak uğraşmaksızm sosyalist
devrimin gerçekleşmeyeceği anlamında kapitalizmin en yüksek aşamasıdır.
Bu çizgileriyle kavrandığında, Lenin’in emperyalizm teorisinin, en azın
dan genel çerçevesi içerisinde modası geçmiş olduğunu düşünm ek için ne
den yoktur. Esasen, sermayenin eşitsiz, hatta giderek daha da eşitsiz geliş
mesini vurgulamaya hizmet edebilir: ezen ve ezilen ülkeler ve uluslar arasın
daki bölünmenin özü değil biçimi değişmiştir; birikimin iki kutuplu man
tığına karşı direniş, emperyalist müdahalenin savaş makinelerini dizginle
rinden boşaltmadan sermayenin hegemonyasını uygulamanın m üm kün ol
madığı dünyanın azgelişmiş bütün uzak köşelerinde, yaygın, yoğun ve bazı
durumlarda dramatik, ama aynı zamanda “rengârenk ve ahenksiz, karma
karışık ve görünüşte parçalı” (Lenin, 1964 [1916b] olmayı sürdürm ekte
dir. Doğu’da neredeyse Kartaca’ya eş toplumsal barış şartları dayatılırken,
Batı’nm emperyalist merkezlerinde yeni muhalefet biçimlerinin ve cephele
rinin ortaya çıkması olasılığına karşı eski ve bazı yeni baskı ve gericilik yön
temleri harekete geçirilir. Emperyalist güçler arasında savaş eğiliminin “reel
sosyalizm”in gücünden daha kalıcı bir şey tarafından yarım yüzyıldan uzun
bir süredir kontrol altında tutulduğundan oldukça emin olanlar, ABD’nin
politikalarının giderek daha savaşçı tek yanlılığının ve bunun yalnızca eski
düşmanlarda değil, sözde dostlarda ve müttefiklerde de yol açtığı huzursuz
luğun barındırdığı olasılıkları derinlemesine düşünseler iyi ederler. Lenin’in
teorisi elbette ki şu anki konjonktürün somut bir tahlili değildir (bu, yalnız
ca bugünün konusu olabilir), ama mantığı böyle bir tahlile uygun düşünsel
araçları sunmaktadır.
Aynı mantık, Lenin’in siyaset teorisi alanındaki en ünlü eseri Devlet ve
Devrim’de de (1964 [1917a]) işbaşındadır. Çoğunlukla ana konusu ideal bir
toplumsal örgütlenme türünü savunmakmış gibi tartışılmış olan bu metnin
argümanının bu yüzden devrim öncesi ve sonrası kurumsal modeller arasın
da, devlet ile geleceğin devletsiz komünist toplumu arasında bir karşılaştır
maya odaklanmış olduğu varsayılmıştır. Oysa Lenin’in amacı, devlet aygı
tının parçalanması ile birlikte devletin sönümlenmesinin, bir bütünsel sü
reç olarak devrimin içinde kaynaşan unsurlar olarak sonuçlarını çıkarmaktı.
Bunu, devlet iktidarı (yalnızca mücadelenin kısıtladığı bir hakimiyet ilişki
si, dolayısıyla da bir sınıfın diğerleri üzerindeki diktatörlüğü) ile devlet ay
gıtı (bu ilişkinin düzenlenmesini sağlayan kurumsal düzenlemeler) arasında
ayrım yaparak ve sınıf mücadelesinin gidişatı bağlamında bu terimlerin ha
reketi üzerine düşünerek yapıyordu.
Lenin, sınıflı toplumlarda devlet aygıtını, mülk sahiplerinin, yaşamak için
onların hizmetinde çalışması gerekenler üzerindeki toplumsal hakimiyetinin
kurumsal bir yoğunlaşması, toplumsal iktidarın toplum un büyük bölümü
ne yabancılaşmış olduğu, dolayısıyla onun kontrolü dışında olan dönüşmüş
bir biçimi olarak kavrıyordu. Buna karşılık sovyetlere ve Paris Komünü’ne,
proleter karakteri tam da halkın heterojen birliğine açık olmasında aranma
sı gereken, proleteryanm hakim sınıf olarak örgütlenme biçimleri niteliğiy
le değinir. Açıklık (Marx’in terimi “yayılan”dır (1970 [ 1871 ] :72), Lenin’in
terimi ise “esnek” (1964 [1917a]: 436)) olanak yaratan bir koşuldur: kitle
lerin pratik kaygılarına politik ifade kazandırılabildiği ve politik kaygıları
nın pratik terimlerle tartışılabildiği bir alanın ortaya çıkması, kendi başına
devlet iktidarının ele geçirilmesini sağlamadığı gibi “hazır devlet aygıtını”
(Marx, 1970 [1871]: 64) da yok etmez. Yaptığı şey, politik katılımın ve tam
da bu konular üzerine tartışma da dahil olmak üzere politik tartışmanın dra
matik bir biçimde gelişmesine izin vermektir. Ancak, kitleler politik müca
deleye ve politik tartışmaya atıldığında, küçük burjuva demokrasisinin etki
sinin de eksik olmayacağını ileri sürer Lenin. Bu, ifadesini, hem devlet ikti
darının devrimci tarzda ele geçirilmesinden duyulan korkuda, hem de par
lamenter lafazanlıkla gizlenen bürokratik yer kapma savaşının halk iktida
rının kuram larını erozyona uğratmasında bulur. Bu yüzden kitlelerin katılı
mı, hem sosyalist devrim süreci açısından vazgeçilmez bir faktördür, hem de
politik mücadelenin nesnesi.
O halde proletaryanın Marksist önderliği de vazgeçilmezdir. 1905’te oldu
ğu gibi 1917’de de, ancak devlet iktidarının ele geçirilmesi yoluyla sovyet-
lerin vaadi yerine getirilebilir, halkın proleter önderliği konsolide edilebilir
di. İşçilerin sınıf mücadeleleri 1905’te olduğu gibi 1917’de de, ancak küçük
burjuva ideolojisinin kendiliğinden etkisine karşı Marksist bir öncünün m ü
cadele içindeki aracılığıyla etkin bir şekilde doğrudan devlet iktidarına yö-
neltilebilirdi. 1905’te olduğu gibi 1917’de de, sovyetlerin tam olarak serpil
mesi halk kitleleriyle devlet aygıtı arasındaki engeli, dolayısıyla da toplum
ve devlet arasındaki ayrımı aşındırırdı: “Esas mesele” diyor Lenin, bilgi, eği
tim veya teknik değil, “ezilenlere ve emekçi halka kendi güçlerine güven
duymalarını telkin etmek”, devleti yönetmeleri, üretimi denetlemeleri ve da
ğıtımı kendileri yürütmeleri konusunda sorumluluklarını zihinlerine soka
rak, kaçınılmaz hatalar ortaya çıksa da, bunu yapma kapasitesine sahip ol
dukları duygusunu onlara aşılamaktır (1964 [1917b]: 114-115).
Halkın özgüveni, politikaya atılma cesareti, devrimci bir tarzda kendi
kendini keşfetmenin romantizmi içerisinde belirivermez; hegemonya uğru
na politik mücadelenin mantığı aracılığıyla adım adım oluşturulmalıdır. O
yüzden bu, yalnızca kitleleri politik olarak eğitmek için değil, aynı zaman
da onları cesaretlendirmek, “hazır devlet aygıtının” ortadan kaldırılmasında,
karşı-devrimle mücadelede ve mülk sahibi sınıflara, “toplum un basit, temel
kurallarına uymanın” dışında gidecek başka bir yer ve yapacak başka hiçbir
şey bırakmaksızın, onların aktif ve pasif direnişini ezmek için verilecek gün
lük mücadelede kitlelere yol göstermek için de proletaryanın öncüsünün
müdahalesini gerektirir (Lenin, 1964 [1917a]: 479). O halde proletarya dik
tatörlüğü ve devletin sönümlenmesi iki farklı aşama değil, yekpare bir süreç
olan devrimci dönüşüm ün iki boyutudur.
Bu yüzden devrim bir ihlal anı olarak değil karşı devrimle mücadelenin
şartlarına göre yapılanan bir süreç olarak, “kendisini ulus olarak oluşturan”
(Marx ve Engels, 1973 [1848]: 84) proletaryanın sınıf mücadelesi ve hege
monya mücadelesi süreci olarak, işçi sınıfı içinde ve etrafında bir toplum un
kurulması olarak; devrimci iradenin dayatılması olarak değil, proletaryanın
ve halkın iradesinin şekillenmesi olarak anlaşılmalıdır. Bu kavrayış uyarın
ca, şiddet tehdidi ve terör riski, panik ve tereddüt, yanlış hesap ve suç işlen
mesi tehlikesi olmadan devrim olamaz. Bu tehlikeler açık bir biçimde, kuv
vetlerin konumlanışını ölçebilecek ve kitlelerin mücadelelerini odaklaştıra-
cak şekilde hareket edebilecek örgütlü bir öncünün bilinçli müdahalesinin
zorunlu olduğunun altını çizer.
Ancak devrim ve karşı-devrimin mantığındaki esas tehlike, şiddet ve zo
run, açlık ve korkunun, hırs ve güvensizliğin proleter-halk toplum unun yeni
oluşmakta olan köklerini baltalamasıdır. Bu tür toplumsal bağlar, öncü ile
kitleler arasındaki bağlantının hayatiyeti ve dolayısıyla hataların tespiti ve
düzeltilmesi, suçların cezalandırılması ve masum olanın korunması için zo
runlu bir koşuldur. Kuşatma altındaki Sovyet sosyalizmi gerçekliğinde, bu
koşul daima baskı altındaydı ve sonunda çöktü. Devrimci sürecin imparator
luğun, savaşın yıkımına uğramış ve kıtlık çeken uzak köşelerine hapsolma-
sı, eski mülk sahibi sınıflara gidecek pek çok yer bıraktı. Böylece bir yandan
karşı-devrim hayallerini beslerken, bir yandan da devrimin kuşatılmış öncü
sünü burjuva uzmanlarının yardımına ve politik teröre bağımlılığın az ya da
çok kısır döngüsüne iterek halkın sürecin özgürleştirici dinamiğine olan gü
venini yıprattı. Bolşevik önderliğin bilgi konusundaki iddiaları, kitlelerin te
pesine dikilmiş ve dışarıdan eleştiriye giderek daha çok dirençli hale gelen,
bu yüzden de iflah olmaz, mutlak gibi görünen, sözde panoptik karakterde
iktidar aygıtına, paramparça hale gelmiş proleter toplumuna ve halka göre
çok daha fazla yatırım yapar hale geldi.
Sovyetler Birliği’nde ve onun örneğini izlemeye çalışan pek çok ülke
de (Küba gibi bazı örneklerin durumu belki de henüz belirsizdir) devrim
le karşı-devrim arasındaki mücadelenin mantığı devrimci sürecin askeri ve
bürokratik olarak deforme olmasına ve sonunda demokratik ve sosyalist ka-
zanımlarının tersine çevrilmesine yol açtı. Bu tür bir sonuç Leninizmin, üst
lendiği devrimci göreve, yalnızca iktidarın fethine değil aynı zamanda kapi
talist toplumsal üretim ilişkilerinin özgürleştirici bir biçimde dönüştürülme
sine uygulanmasına uygun olup olmadığı sorusunu dayatıyor. Lenin’i eleşti
renler Sovyet deneyinin başarısızlığını tam da onun mantığına bağlarken, sa
vunucuları, yapılan girişimin iddialılığına ve güçlüğüne, ayrıca Bolşeviklerin
bu benzeri görülmemiş işe giriştikleri özel olarak bunaltıcı şartlara (yalıtıl
ma ve müdahale, kıtlık ve savaş, ekonomik gerilik ve cehalet) dikkat çeker
ler. Belki de eleştiricilerle savunucular arasında yalnızca açıkça tanımlanmış
sorunlarda değil, neyin sorun olduğunun tanımında da görüş ayrılığı olma
sından dolayı mesele içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Yerimizin sınırlılığı so
runların sistematik olarak ele alınmasını engellese de Lenin’in eleştiri öz
gürlüğüne nasıl yaklaştığına bakılarak mesele bir miktar aydınlatılabilir. Bir
kez Lenin’in fikirleri dikkatle incelenirse, yeterli bir yanıtın, eleştiricilerin
Leninizmin mutlak bilgiye sahip olma iddiasına ilişkin suçlamasına bağlı ola
rak verilecek cevaptan daha nüanslı bir biçim alması gerektiği görülecektir.
56 20. Y üzyılda M arksizm
Dipnotlar
1- Lenin kadar açık sözlü olm am akla birlikte burjuva teorisyeni Jo h n Locke da, m ülkiyetin
diktatö rlü ğ ü n ü sağlam a alm ak için, am aca uygun bir ayrıcalığa, “halkın iyiliği için, h u k u
k u n reçetesi olm adan ve bazen ona karşı, takdir yetkisi ile hareket edecek [bir] ik tid ar”a
(1980 [1690], 160. paragraf) ve özel m ülkiyeti ihlal edenleri esaretle tehdide (bkz. 1980
[1690], 18 ve 23. Paragraflar] başvurm aksızın h u k u k u n ü stü n lü ğ ü n ü n pratikte nasıl işle
diğini açıklayam am ıştı. Bu anlam da Locke L enin’in çağdaşıdır— ve de bizim çağdaşımız.
Referanslar
lan D. Thatcher
G iriş
B irin ci D ün ya Savaşı
Sonuç
Dipnotlar
1- Burada, Jam es D. W hite’in L uxem burg’u n B ernstein karşıtı broşürüne yönelttiği, Reform
y a da Devrim’in bir yeniden basım ı üzerine yaptığı değerlendirm ede yer alan eleştirisine
yer verm ek ilginç olacaktır: “Kullanılan m uhakem e yöntem i, M arx’in yazılarında bir n i
hai hakikatin yattığım ve b unlarla aykırılığa düşm enin m utlak olarak hatalı olduğunu farz
eder. Ayrıca, M arksizm den herhangi bir biçim de ayrılan fikrin geçerli bir a lternatif olam a
yacağı, işçi sınıfına yabancı bir ideoloji anlam ına geldiği varsayım ı m evcuttur. Bu anlam
da Rosa Luxem burg, sosyalist d üşünce içinde g örülm üş en m uhafazakâr ve baskıcı b ir dizi
düşünce akım ına kaynak olm uştur.’
2- Trotskiy’in 1905 ve Rus Devrim i üzerine çalışm asının daha detaylı bir sergilem esi için
bakınız T hatcher (1991). L uxem burg'un görüşlerinin özeti çeşitli kaynaklardan derlen
di. Bunlardan bazıları: D rabkin (1991): 92-98 içinde “Revolyutsiya [1905 g.] v Rossii”;
“E pokhal’nye sobytiya”, age.: 99-106; “V zareve revolyutsii” age.: 106-109; “Russkaya re-
volyutsiya”, age.: 133-137; “Rech o russkoi revolyutsii”, age.: 137-140; Looker (1972):
117-120 içinde “The Revolution in Russia”.
3- L uxem burg, Trotskiy’in sürekli devrim anlayışına açıkça karşı olduğu halde, daha sonra-
lari, Proletarskaya revolyutsiya adlı dergiye 1931’de yazdığı m ektubunda Stalin, “Trotskiy
tarafından benim senerek L eninizm e karşı bir silaha dön ü ştü rü len , ütopist, yarı-M enşevik
sürekli devrim şem asını keşfedenin” Parvus’la birlikte kesinlikle Luxem burg o lduğunu id
dia etm iştir (Stalin, 1955: 93).
4- Alm an sosyal dem okrasisinde kitle grevi etrafında kopan tartışm anın özlü ve berrak bir
anlatım ı için bkz. H arding, 1996: 67-70.
5- Trotskiy’in 1914 ile 1917 arasındaki çalışm a ve faaliyetlerinin en iyi anlatım ı için bkz.
T hatcher (2000a). Trotskiy’in bu dönem deki görüşlerinin b u yazıda verilen özeti bu kita
ba dayanm aktadır.
6- Trotskiy, güneydoğu Avrupa için de ulus-ötesi bir devlet yapısının, Balkan Federatif
C um huriyeti’nin oluşturulm asını savunm uş, b u n u n bölgenin etnik gerilim lerine çözüm
olacağını um m uştur.
7- Bolşevik iktidarının ilk yıllarında Sovyet seçim ler tarihinin b ir anlatım ı için bkz. örneğin
T hatcher (1995). Söz konusu b ö lüm ün diğer kısım ları ayrıca K urucu Meclis’in kaderini
ve Bolşevik partisi içi seçim leri kapsam aktadır.
8- Ö rneğin bkz. W hite (1999).
9- D önem in atm osferi en iyi Alec Nove tarafından özetlenm iştir: “U ykusuz kalm ış deri ceket
li kom iserler serbest piyasayı ikam e etm ek için gece gündüz çalışarak nafile uğraşlar ver
m ektedir” (Nove, 1992: 68).
10- Luxem burg’un, Ekim Devrimi’ne ilişkin olum lu değerlendirm eleri en iyi, The Russian
Revolution and Leninism or Marxism? (1961: 25-40) adlı eserinde özetlenm ektedir.
11- Alm anya ile ayrı bir barış kon u su etrafında kopan tartışm a hayli ateşliydi ve b u tartışm a
n ın sol k om ünistler için taşıdığı önem çoğunlukla gözden kaçırıldı. Brest-Litovsk anlaş
m asının Rusya’da sol kom ünistler açısından önem ini resm etm eyi am açlayan b ir çalışma
için bkz. örneğin Kowalski (1991: 60-82). M arksizm e düşm anca yaklaşan bir tarihçinin
bile, ayrı bir barıştan yana tavır alarak L enin’in geleneksel, “realist" varsayım larla hare
ket ettiği noktasında sol kom ünistlerle görüş birliği içinde o lduğunu görm ek şaşırtıcıdır.
Pipes’e göre bu, Sovyet dış politikasının tanım layıcı özelliği olarak varlığını sürdürecek
ti (1990: 604-605).
12- Trotskiy’in, insanın K om ünist Partisi’ne ters düştüğünde haklı olam ayacağı yönündeki
daha başka ifadeleri için bkz. örneğin 1963: 158; 1939: 41.
13- E lbette Rus Devrim i’nde dem okrasinin kaderi k o nusunda kaygılarını belirten tek sol k o
m ü n ist L uxem burg değildi. Kollantai’den Şlyapnikov’a, sol kom ünistlerce işaret edilen
m eselelerin özet bir anlatım ı için bkz. örneğin W hite (1994).
14- Trotskiy’in Rus Devrimi’nin Tarihi adlı eserinin eleştirel bir okum ası için bkz. örneğin
T hatcher (1999).
15- Bkz. örneğin Tucker (1990). Stalin’in Alm anya karşısındaki dış politikasını ele alan Bölüm
10’da Tucker, konuya Trotskiy’in bazı yorum larını reddederek girse de (223-225), esasın
da Stalin’in H itler’in iktidara gelişine yardım ettiği k onusunda Trotskiy ile görüş birliği
içerisindedir (228-232).
16- Critique o k u lu n u n en öne çıkan üyesi Hillel T icktin’dir. Bir dizi m akale ve kitabında, SSCB
ve Batı kapitalizm ini büyük oranda Trotskiy’den esinlenerek, sol k om ünist b ir perspek
tiften analiz etm iştir. M arksist düşünceye katkılarından dolayı yakın zam anda kendisine
G lasgow Ü niversitesi’nde Profesörlük verilm iştir. 1973’te yayınlanm aya başlayan C ritique
dergisi sol kom ünistler, örneğin Victor Serge üzerine özel sayılar çıkarm ış ve hareketin ta
rihinden kilit önem de m etinleri tercüm e etm iştir.
17- Burada Alec N ove’un, bolluk varsayım ına dayanarak, özgür üreticilerden oluşan dem okra
tik bir toplum tarafından kolaylıkla ve etkili b ir şekilde yönetilebilecek, piyasasız b ir eko
nom inin olabilirliği konu su n d ak i idealistçe ve ü to p ist varsayım ları dolayısıyla sol k om ü
nistlere yönelttiği eleştiriye katılm ak m üm kündür. N ove’u n eleştirisinin olum lu b ir değer
lendirm esi için bkz. örneğin T hatcer (2000b).
18- Ancak b u n u n nasıl giderek daha zor hale geldiği A nderson’da (2000) açıkça gösterilm ek
tedir.
19- Luxem burg’u n yaşamı ve düşüncesine dair çok olum lu değerlendirm eler için bkz. örneğin
Abraham (1989); Basso (1975); G eras (1976). Daha geniş b ir bağlam içerisinde de olsa
Luxem burg üzerine daha yakın b ir dönem de yapılan olum lu değerlendirm e F ernbach’tan
(1999) gelmiştir. Rosa Luxem burg biyografileri üzerine kapsam lı ve ilginç bir kitap değer
lendirm esi için bkz. örneğin E dm ondson (1989). Kolakowski, Luxem burg’u n dem okra
si k onusundaki vurgusuna karşı L enin’in öncü parti örgütlenm esinden yana çıkm ak ba
kım ından dikkati çeker. Lenin’in en azından tutarlı olduğunu iddia eder. Sonuç olarak
Luxem burg, bilim sel M arksizm e inanm ıştı. Yalnızca tek bir doğ ru n u n bu lu n d u ğ u n a ina
nan birisinin, b u doğ ru n u n ne olduğunu bildirm ek için Leninist partiye ihtiyacı vardır
(bkz. Kolakowski, 1978: 95-96). Kolakowski hariç tutulursa, Luxem burg hakkında ge
nellikle olum lu düşü n ü lü r; son dönem de Trotskiy’in biyografisini yazanlar onu Stalinist
uranlığın yaratılm asına yardım etm ekle itham ederler. Bu çalışm aların bir değerlendirm e
si için bkz. T hatcher (1994).
20- Ö rneğin, en azından sol kom ünist hareket ü zerine ciddi bir çalışm ayı üstlenecek kadar o n
lara sem pati duyan bir tarihçinin ulaştığı sonuç şudur: “Sol K om ünistlerin ideolojik ön
cülleri, iktidarın işçiler arasında yaygın biçim de paylaşıldığı özgürleşm iş bir toplum a de
ğil, m erkezi, b ü rokratik bir sistem e yol açardı” (Kowalski, 1991: 188).
Referanslar
Jules Townshend
B ern stein
M en şevik ler
Belirgin bir önderleri olmasa da, Menşeviklerin başını Yuliy Martov, Pavel
Akselrod ve Fedor Dan çekiyordu; daha sonra Georgiy Plehanov da onla
rı daha mesafeli bir biçimde desteklemiştir. İsimleri, RSDİP’te 1903-1904’te
parti örgütlenmesi konusundaki bölünmede “azınlık” tarafını oluşturmala
rından geliyordu (Townshend, 1996: bölüm 5 ve 6, tamamı). Parti örgüt
lenmesi meselesi çok geçmeden yatıştı; tarihsel önemi yalnızca Lenin’in bu
dönemdeki “Jakobenizmi”nin Stalin’in tek parti iktidarının habercisi olarak
görülegelmesinden kaynaklanıyor. Yine de bu tartışma Menşeviklerin devri
me daha az öncücü yaklaştıklarına ve sosyalizme erişmede işçi sınıfının ken
di eyleminin önemini vurgulayarak, demokrasi ve sosyalizmin ilişkilendiril-
mesine daha sıkı bir biçimde bağlı olduklarına işaret ediyor. Demokrasi/sos
yalizm bağının önemi kendisini, Bolşeviklerle aralarında 1905’ten sonraki
stratejik farklarda da gösterdi. Onların sosyalizme geçiş modeli Lenin’inkine
göre, Rus Devrimi’nin 1917’deki seyri sırasında çok berrak hale geldiği üze
re, daha açık bir biçimde “Avrupah” ve Kautsky’ci idi. Menşevikler sosya
lizmin Rusya’nın gündemine, ancak kapitalizm iyice geliştikten, işçi sını
fı toplum un çoğunluğunu oluşturduktan sonra gireceğini varsayıyorlardı.
Demokrasi bir kez yerleştikten sonra, işçi sınıfının tercihinin sosyalizmden
yana olduğu dile getirilebilirdi; oysa Rusya’nın nüfusunun çoğunluğunu
köylüler oluşturduğu sürece demokrasinin mantığı sosyalizme götürmezdi.
Ancak Menşevikler ve Bolşevikler arasında hangi stratejik ve örgütsel
farklar var olmuş olursa olsun, 1917’den önce, Trotskiy dışında bütün Rus
Marksistleri, Rusya’nın ekonomik yapısını göz önünde tutarak önlerinde
ki devrimin burjuva karakterde olacağına inanmışlardı; dolayısıyla da “aşa
malı” bir stratejiye (önce liberal demokratik kapitalizm, ardından sosya
lizm) bağlıydılar. Gerçekte onları ayıran şey, çeşitli toplumsal sınıfların si
yasi çıkarlarına ve kapasitelerine ilişkin tahminlerine bağlı olarak, ne tür
bir burjuva devriminin arzu edilir ve m üm kün olduğuydu. 1917’den önce
Lenin ve Bolşeviklerin radikalizmi, burjuvazinin önderlik ettiği ve örgüt
lediği bir devrim ihtimalinin düşük olduğuna inanmalarından kaynakla
nıyordu: Burjuvazi, bunun için fazla örgütsüz ve kahramanlıktan uzaktı;
1789’daki Fransız atalarından ziyade 1848’in Alman burjuvazisine benzi
yordu. Bu yüzden Lenin ve Bolşevikler, kapitalizmin (tarım boyutuyla da
birlikte) gelişmesini hızlandırmak ve böylece işçileri ve köylüleri devrimi
gerçekleştirmeleri için güçlü bir siyasi konuma yerleştirmek suretiyle ge
lecekteki bir proleter devrimini kolaylaştıracak demokratik bir cum huri
yet çerçevesinde işçilerin ve köylülerin ittifakından yanaydı. Şaşırtıcı olma
yan bir biçimde, gerekirse işçi sınıfının ve tarım emekçilerinin demokratik
bir cumhuriyette etkili bir rol oynamasını sağlayabilecek silahlı bir ayak
lanma da dahil olmak üzere devrimci aktöre ve liderliğe büyük bir değer
atfediyorlardı. Menşeviklere karşıt olarak, Avrupa’daki köylülüğün aksine
Rus köylülüğünü tutucu değil radikal bir kuvvet olarak görüyorlardı. 1905
devrimi sırasında hem Bolşevikler hem de Menşevikler maksimalist, sos
yalist bir konuma doğru yön değiştirseler de, devrimin yenilgisinden son
ra, Menşevikler Plehanov’un “proletaryanın hegemonyası” fikrini terk ede
rek daha “Avrupah” ve “nesnel” bir sosyalizme geçiş modelini benimsediler.
Artık burjuvazinin kendi devrimini yapacağını tasavvur ediyor ve Kautsky
gibi, proletaryanın hegemonik bir sınıf haline gelecek ölçüde olgunlaşması
nın zaman alacağını düşünüyorlardı.
Menşeviklerin “Avrupalı” ve daha “nesnelci” konumları 1917 devrimle-
ri sırasında daha açık hale geldi. Onlara göre Çar’ı deviren Şubat devrimi
bekledikleri burjuva devrimini oluşturuyordu. Kurucu Meclis’in burjuva-
demokratik bir devletin inşasını olanaklı kılacağını umuyorlardı. Ancak sa
vaş henüz sürerken, İtilaf Devletleri yenilgiye uğratılana veya müzakere so
nucu “demokratik barış” sağlanana dek, çeşitli toplumsal sorunların üste
sinden gelinemezdi. Rusya’yı tek taraflı olarak savaştan çekmek burjuvazi
yi mutlaka gericiliğin kollarına iterdi. Onlara göre, devrimin seyri içinde
pıtrak gibi ortaya çıkan işçi, köylü, asker ve denizci Sovyetlerinin, Geçici
Hükümet’in demokratik bir devrime bağlılıktan caymamasını sağlama
türü sınırlı bir rolü olabilirdi; bu görüş Lenin Nisan 1917’de Petrograd’da
Finlandiya Istasyonu’na ayak basana değin, Bolşevikler tarafından da savu
nuluyordu.
Olaylar bu stratejinin sınırlılıklarını gözler önüne serdi. Savaş yalnızca
cephedeki askerler ve ölenlerin yakınları arasında değil, yarattığı ekonomik
tahribat dolayısıyla halkın büyük çoğunluğu arasında da büyük tepki toplu
yordu. Toprağa susamış köylüler, taleplerinin gecikerek yerine getirilmesi
ni hoş görecek bir ruh durum unda değildi; Lenin’in “Ekmek, Barış, Toprak”
sloganı açık bir biçimde çok daha fazla rağbet görüyordu. Lenin, Marksizme
sadık kalarak devrimci stratejisini koşullara bağlı hale getiriyordu. 1917’de
iki aşamalı devrime benzeyen her şeyi reddederek yüz seksen derecelik bir
dönüş yapması, Rusya’nın katalizör rolü oynayacağı bir dünya devrimi çağ
rısı yükseltmesine yol açacaktı. Menşevikler kendilerini ülke içine yönelik
bir analizle sınırlandırırlarken Lenin dünya ölçeğinde bir bakıştan hareket
ediyordu. Onun için savaş kapitalizmin en önemli kriziydi. Rusya’da sosya
list özlemlere cevap verecek yeni bir devrim, maddi ve toplumsal koşulları
mevcut olmasa dahi, küresel çapta bir sosyalist devrime esin kaynağı olabi
lirdi. Bu olanaklıydı çünkü Şubat devriminin ardından proletarya ve yoksul
köylüler giderek daha fazla radikalleşiyorlardı. Bu nedenle Lenin bu iki sını
fı temsil eden Sovyetlere devlet iktidarını alma çağrısı yapıyordu. Bu radikal
leşme sürecini zayıflatabilecek olan Kurucu Meclis’e tahammülü yoktu; bu
meclisi Ocak 1918’de lağvetti. Özetle Menşevikler, soyut devrimci şablonla
rına neredeyse hiç uymayan olayların kıyısında kaldılar. Rusya’yı pençesine
alan iktisadi, toplumsal ve siyasi krize verecek yanıtları yoktu ve Martov’a
göre Ekim Devrimi’nin ardından “zeki bir fazlalık” haline geldiler (Broido,
1987: 25).
Kautsky ve Menşevikler nasıl tanımlanırlarsa tanımlansınlar, fikriyatları
nın Marksizmin çerçevesi içinde kaldığı teslim edilmelidir. Son dönemdeki
yorumların gösterdiği üzere Kautsky bariz bir biçimde yanlış yorumlanmış
tır (Townshend, 1989: 659-664). Eğer “dönek” idiyse, hayatı boyunca böy
le olmuştu. Uzun kariyeri boyunca sosyalizme parlamenter yolla varılması
nı ve devrimlerin “keyfi” seçişle yapılamayacağı fikrini savunurken dikka
te değer bir tutarlılık sergilemişti. Kautsky, Manifesto’n u n ilkelerini özgün
Alman koşullarına ve genel olarak moderniteye uygularken bu yapıtın anali
zini güncelleştirme fikrine öteki Marksistler kadar sıkı bir biçimde bağlıydı.
İyi bir Marksist olarak özgüllükle ilgili kaygısı Rusya’da sosyalizm olasılığın
dan şüphe duymasını tetikliyordu. Bu devrim Batı’da başka devrimleri ateşle-
meyecekti. Bunun ve Rusya’nın iktisadi geriliğinin bir sonucu olarak, bir tür
bürokratik devlet kapitalizminin doğmakta olduğunu öngörüyordu. Bunu
açık biçimde tartışmış olmasa da, “Doğu” ve “Batı” alanlarının farklılığından,
kendisi de “sürekli devrim” senaryosunu reddetmiş olan Gramsci kadar ha
berdardı. Kautsky ayrıca, Manifesto’n u n merkezinde yatan demokrasi/sosya
lizm çiftine de güçlü biçimde bağlıydı. Burada işçi sınıfının nasıl hakim sınıf
haline geleceği, modern siyasi koşullarda kendisini nasıl özgürleştireceği an
lamında yalnızca zamana yayılması bakımından değil, aynı zamanda, araçlar
ve amaçlar arasında da bir tutarlılık görüyoruz.
Bütün bunlar Kautsky’nin elle tutulur zaaflarını inkâr etmek anlamına
gelmiyor. Bu yalnızca “insanlığın kurtuluşu” olmadan “siyasi kurtuluş”u
olanaklı görmesine neden olan devletçi eğilimlerinde görülmüyor (Thomas,
1994: 171). Ayrıca Marx’ın çalışmalarında işbölümünün, ister işbirliği aracı
lığıyla insan üretkenliğinin pozitif kaynağı olarak, ister bireysel yabancılaş
ma yaratan bir faktör olarak görülsün, sorunlu bir biçimde ele alındığının da
farkına varmamıştır. Üstelik Kautsky’nin Marksizmi, proletaryanın nüfusun
çoğunluğunu oluşturarak seçim sandığı aracılığıyla düzenli bir biçimde sos
yalizmi getirmeyi otomatik olarak isteyeceği türünden teleolojik düşünüşe
ciddi biçimde yaslanan, doktriner bir Marksizmdi. Birinci Dünya Savaşı sıra
sında ve sonrasında ortaya çıktığı üzere, yoğun toplumsal ve siyasi çatışma
ların yaşandığı durumlara uygulanamayacak türden bir iyi gün formülü üret
mişti. Eserlerinde büyük bir tutarlılık olabilir, ama “kirli eller” sorunundan
kaçınması onun Marksizmini marjinalleştiriyordu. Şiddet sorununu ele al
mayı ve parlamentarizmin sınırlılıklarını teslim etmeyi reddetmesi sosyaliz
me geçiş perspektifi bakımından onu etkisiz kılıyordu. Yine de, son tahlilde,
yirminci yüzyılda şiddete dayalı stratejilerin de işe yaramadığı ortaya çıktı;
elleri “kirli” olanların bu kirin amacının ne olduğunu unuttuğu bir durumda
ellerini kirletmeye hazır olmamak yine de bir erdem içeriyor. “Kirli” pratik
çi ile “temiz” eleştirmen birbirine ihtiyaç duyuyor olabilir.
Benzer şekilde Menşevikler de, Lenin’in esnekliğine ve somutluğuna karşıt
bir biçimde şematik Marksistler olarak görülebilirler. Somut olarak bakıldı
ğında, Menşevikler 1917’nin devrimci gidişatı içinde kaybeden taraftır; sınıf
ları soyut kategorileri cisimleştiren şeyler olarak görmekle ve Rusya’yı daha
geniş, uluslararası bir tablo içerisine yerleştirememekle suçlanabilirler. Ne
var ki, siyasi bakımdan yerinde bir yaklaşım içinde olup olmamak ancak pra
tikte sınanabilir; Menşeviklerin anlayışının kötümserliği uzun vadede doğ
ru çıkmıştır. Geriye dönüp bakıldığında sosyalist bir dünya devrimi bakımın
dan 1920’lerin başında devrimci bir gidişat söz konusu değildi. Trotskiy’in
1917’de belirttiği gibi: “Rusya dünyada tek başına kalacaksa, Martov’un akıl
yürütmesi [yani Rusya’nın devrim için olgunlaşmadığı] doğruydu” (Getzler,
1967: 220). Üstelik Menşevikler tarih sahnesinde yalnızca kısa bir süre için
yer almış olsalar da kendi programlarına göre başarılı olmuşlardı. Şubat’tan
sonra yeni bir devrimin olanaklı ya da istenir olmadığı kamsındaydılar; katıl
madıkları bir yarışmada kaybettiklerine hükmedilemez. Devrimci senaryoyu
kaybetmekle suçlanacaklarsa, onlar da Bolşeviklerin demokratik senaryoyu
hızla kaybettiklerini iddia etseler yeridir.
Buradan çıkarılacak ders sağın mı, solun mu daha “iyi” Marksist oldu
ğu değildir. Ders, belirli bir stratejiyi fetişleştirmenin tehlikelerine işaret et
mektir. Marksist düşünürlerin en “radikalleri”nin pozisyon değiştirmeleri
nin pek çok örneği vardır. Lenin yaşamının sonuna doğru, Batı proletarya
sının Sovyetler Birliği’nin yardımına gelmesini beklemektense Rusya’da ko
operatifçiliği savunmuştu. Trotskiy, Menşevik formülünden ziyade Lenin’in
1905’teki formülüne yaslanarak da olsa, 1920’lerin ortalarında Çin devri
mi için aşamalar teorisini uygun görecekti (Lowy, 1981: 82-83). Gramsci
ise, Batı Avrupa ile Rusya’da politik ortamlar arasındaki ünlü ayrımını ya
pacak ve bundan dolayı “pozisyon savaşı”nı savunacaktı (Gramsci, 1971:
238-239).
Bernstein’a gelince, o, Marksizme gerçek katkısını, sert sorular sorarak,
onun bazı içkin zaaflarına işaret ederek, özeleştirel bir ruhu teşvik ederek ve
modernitenin karmaşıklığının hakkını vererek, Marksizmle ilk eleştirel diya
logu başlatan kişi olması dolayısıyla yaptı. Tarihin teleolojik bir okumasın
dan kaynaklanan yanılsamaların balonunun patlatılmasına katkıda bulun
du ve Batı Avrupa işçi sınıfının siyasi iddiadan yoksun oluşu ile daha tutar
lı bir siyasi formül üretti. Metodolojisinden ve uyumlu, demokratik bir kapi
talizmin olanaklılığı konusundaki (kendi teleolojisinin bir ürünü olan) ya
nılsamalarından dolayı eleştirilebilirse de, olgusal sorunları normatif sorun
lardan ayırma ve böylece Marksizmin tarih “felsefesi” ile “teorisi” arasında
düzgün bir ayrım yapmak yolunda ilk adımı atmış oldu (Cohen, 1978: 27).
Böylece yalnızca “tarihsel misyonlar” üzerinden konuşmak yerine, tarihin
yönünden ve ihtimallerinden daha rahatça bahsedebilmekteyiz. Marksizmin
teleolojik boyutunun bu tür bir yapı sökümü, “tarih”in garantileriyle des
teklenen öncücülüğü terk etmek suretiyle Marksizmin demokratik kimliği
ni kaçınılmaz olarak güçlendirir. Ayrıca, Bernstein’ın doğrultusunda “ahlaki
savunu”ya daha büyük bir yer açılmış olur (Cohen, 1988: 9). Marx’ın, ahla
ki argümanın özel somut çıkarlar için bir örtü görevi görebileceği yönünde
ki büyük içgörüsüne karşın, etik söylemin önemini vurgulamanın avantajı,
ortodoks Marksizm’de sıklıkla inkâr edilen araç/amaç bağlantısını daha açık
bir biçimde yeniden ön plana getirmesi ve ezilenlerin ve sömürülenlerin öz
lemlerini ortak bir insanlık fikriyle bağlantılandırarak toplumsal ve iktisadi
karmaşıklığın arttığı bir dünyada kimliğe göre sınıflandırılmış siyasi öznele
ri birbirine bağlamaya yardım etmesidir.
Yirminci yüzyıldaki başarısızlığına rağmen, “sağ kanadın” Marksist gele
neğe katkılarını unutmamak için başka nedenler de vardır. Marksizmin iç-
görülerinden birisi -M arksizm de dahil olmak üzere- fikirlerin maddi ve
toplumsal koşulların ürünü olduğudur. “Sağ kanat” Marksizm Avrupa’nın
bir ürünüydü ve başka iklimlerde pek tutmadı. Rusya’daki temsilci
si Menşeviklerin 1917’de yalnızca geçici bir şana ulaşması bunu kanıtladı.
Bolşeviklerin 1917’deki başarısı tarihte ve Marksizmin anlamında köklü bir
değişmeye yol açtı. Hegemonik bir güç olarak Marksizm artık, Batılı işçi sını
fından ziyade Batı emperyalizminin boyunduruğu altındaki halklar nezdin-
de yankı bulan “Marksizm-Leninizm” olmuştu. Anti-emperyalist mücadele
lerden ve beraberinde ortaya çıkan bağımsız, devlet eliyle iktisadi kalkınma
ihtiyacından beslenen bir siyasi ideolojiye dönüştü.
Bu yeni tür Marksizm, güçlü parlamenter geleneklere yaslanan, medeni
ve siyasi hakların kök salmış olduğu, ileri derecede gelişmiş işçi hareket
lerine ve karmaşık ekonomilere sahip Batı Avrupa’da aynı rağbeti görmedi.
Yirminci yüzyıl Marksizminin dokunaklı ironilerinden birisi, Komünistlerin
daha sonra 1950’lerden itibaren Batı’da parlamenter bir strateji geliştirme
yönünde ortaya koydukları, 1970’lerin Avro-komünizmiyle zirveye ulaşan
çabaların arkasında Kautsky’nin hayaletinin yatıyor oluşudur. Komünistler,
Lenin’in Devlet ve Devrim ’de ana hatlarını ortaya koyduğu, gerçekte Sovyet
pratiğinin çok uzağında kaldığı komün devlet modelinin, Batı işçi sınıfından
destek görmeyeceği kanısındaydılar. Gerçekten de, “sol” Avro-komünizmin
önde gelen teorisyeni Poulantzas’m son çalışması ile parlamento ve yurttaş
komitelerini birleştiren bir devlet biçimini tercih eden 1918’deki Kautsky
arasında pek çok paralellik var (Poulantzas, 1978: 262). Bir başka deyişle,
“ortayolcu” tekerlek, Kautsky’nin öncü çabaları görmezden gelinerek, son
radan yeniden icat edilmiş oldu. Belki de Kautsky, Perry Anderson (1976) ta
rafından tanımlandığı ve standart olarak ele alındığı tarzda felsefi, pratiksiz
bir biçim altında değil de, politik bir “Batı Marksizmi”nin adı zikredilmeyen
gerçek kurucusu olarak görülebilirdi.
Doğu Avrupa’da 1989’da birbiri ardına patlak veren olaylarla Marksizm-
Leninizmin iç çelişkileri çarpıcı bir biçimde açığa çıktı: Demokratik teme
lini reddeden bir sosyalizm kalıcı olamazdı. Bu nedenle “sağ kanadın” kay
bedenleri belki de kaybeden değillerdi. Zaman onlardan yana olabilir; yal
nızca demokrasi ve sosyalizmi yeniden birbirine bağlama ihtiyacı dolayısıy
la da değil. Bu insanlar, modernitenin, özellikle de her geçen gün artan işbö-
lümünden kaynaklanan karmaşıklığı tarafından yaratılan sorunlarına uygun
bir sosyalist strateji oluşturmaya da çalıştılar. Belki de siyasi, iktisadi ve top
lumsal koşulların, ileri derecede gelişmiş küreselleşmiş bir kapitalizm dola
yısıyla artan homojenliği, “sağ” Marksizmin mesajının birçok kulağa daha
sempatik gelmesi anlamına gelecektir.
Öyleyse Marksist “sağ kanadın” radikal eşitlikçi itki ve anlayışların eğitil
mesini dert edinen herkese söyleyecek bir şeyleri vardır. Özellikle Kautsky
ve Menşevikler tarafından yeniden vurgulanan, demokrasi ile sosyalizm ara
sında çözülmez bir bağ kurma yoluyla işçi sınıfının kendi kendini özgürleş
tirmesine gerçek bir bağlılıktır. İkincisi, bu Marksistler, bir gerçekçiliği, mo
dernitenin sosyalist proje üzerinde yaratacağı etkiyi anlama çabasını ve sos
yalizmin inşasının herhangi bir tekil sosyalistin öm rünün yetmeyeceği bir
zamana yayılacağının teslim edilmesini gündeme getirdiler. Şayet yirmi bi
rinci yüzyılda Marksizmden bir özgürleşme ideolojisi olarak herhangi bir
şey muhafaza edilecekse, Marksizmin bu “sağ kanat” da dahil olacak şekilde
kendi siyasi geleneğinin tam bir muhasebesine girişmesi gereklidir. Manc’ın,
kendisinin “Marksist” olmadığı yönündeki ünlü beyanının hatırlanması, bu
tür bir geri kazanma çabasını kolaylaştıracaktır.
Referanslar
Mark Sandle
G iriş
Kendisini komünist bir toplum un inşasına adamış ilk sosyalist devlet olarak
SSCB, tıpkı Doğu Avrupa gibi, Marksizmin tarihine ilişkin bir dizi sıra dışı
ve ilgi çekici perspektif sunmaktadır. Sovyet devleti, Sovyet-tipi Marksizmin
gelişmesi, üretimi, genişlemesi ve yayılmasına, devasa ölçekte zaman,
kaynak, enerji ve sözcük tahsis etti. Ayrı olarak tanımlanabilir bir Sovyet
Marksist doktrini var mıdır? Bu büyük çaplı çabanın Marksist düşüncenin
genel gelişimine katkısı olmuş mudur, olmuşsa ne olmuştur? Siyasi kavram
larla ifade edersek, Sovyet devletinin kendisini Marksizm-Leninizm doğrul
tusunda hareket eden ya da daha doğrusu onunla silahlanmış bir yapı ola
rak tanımlaması, SSCB’nin sorunlu tarihiyle birlikte ele alındığında, halk
arasında Marksizmin iktidara geldiğinde yaratacağı etkilere dair algılamala
rı önemli ölçüde şekillendirmiştir. Sovyet Marksizmini, SBKP’nin (Sovyetler
Birliği Komünist Partisi) baskıcı hâkimiyetini makûl kılmak için tasarlan
mış kısır, dogmatik, monolitik, eleştiriye kapalı bir doktrin bütünü olarak
görmek ne derece doğrudur? Nihayet, Sovyet örneği, Sovyet Marksizminin
1924’te yaşadığı dönüşümde görüleceği gibi, devrimci bir doktrinden hâkim
ideolojiye geçişin ilginç bir örneğini sunar. Bu değişimin Sovyet Marksizmi
üzerindeki etkisi ne olmuştur?
Bu veçheler, -hâkim ideoloji olarak Marksizmin doğası, Marksizmin
Sovyet devletinin (ve 1945’ten itibaren Sovyet blokunun) “resmi” ideoloji
si olarak gelişmesi ve Sovyet tipi Marksizmin Sovyet blokunun dışına yap
tığı etki- Sovyet deneyiminin anlaşılmasına, yirminci yüzyılda Marksist dü
şünce konusunda yapılacak her türlü değerlendirme için hayati bir önem
kazandırmaktadır. Bu bölüm, “resmi” Marksizmin Sovyet blokundaki gelişi
mini, yerleşmesini, krizini ve nihai çöküşünü araştıracak ve bir fikirler bü
tünü olarak Sovyet Marksizminin güçlü ve zayıf taraflarını değerlendirecek.
Bunlara geçmeden önce, Sovyet Marksizmini anlamak için gerekli paradig
maları kısaca özetlemek gerekiyor.
B ir R e sm i İdeoloji
D o ğ u B loku n da S o v y e t M a r k s iz m i:
R e v iz y o n iz m , P ra g B a h a rı v e Y u goslav P r a x is ’i
Dipnotlar
1. Stalin’in b u bölüm e “k atkısının” tam olarak hangi düzeyde olduğu ko n u su n d a farklı gö
rü şler vardır. Stalin’in kendi yazı ü slu b u n u n dam gasını taşıdığına şüphe yok. Stalin, çok
b üyük b ir ihtim alle Yaroslavskiy tarafından sunulan bir ilk taslağın üzerinde çalışm ış ve
değişiklikler yapmıştır.
2. Bu, rejim in entelektüel yaşam ı denetim i altında tuttu ğ u halde fikirleri ciddiye alm ayı na
sıl sü rd ü rd ü ğ ü n ü n ilginç bir örneğidir. İdeoloji ve pratik arasındaki bir tutarsızlığın geti
rebileceği sonuçlar, SBKP’nin m eşruiyetinin altını oym ası bakım ından görm ezden geline
m eyecek kadar tehlikeli sayılıyordu.
3. Stalin’in m üdahalesi aslında, SSCB’de dil üzerine çalışm aları M arr’m tuhaf ideallerinin kıs
kacından kurtarm ada yararlı bir am aca hizm et etti. Ancak, Stalin’in Sovyet genetik bili
m ine görülm em iş ölçüde zarar veren Lisenko’ya destek olm ası dolayısıyla aynı şey gene
tik bilim i için söylenem ez.
4. Stalin’in ko n u m u n d a çözüm e kavuşm am ış b ir dizi sorun m evcuttur. Özel olarak sosya
list sistem in, “n esnel” iktisadi yasalara tâbi olduğu halde nasıl olup da insan ihtiyaçlarının
karşılanm asını garanti altm a aldığı belirsizdir.
5. Ayrıntılar b ir dizi m etinde bulunabilir. Ö rneğin bkz. Lewin (1975)
6. Bu konuyu daha derinlem esine irdelem ek isteyenler, bir dizi önem li m etin ve düşünüre
başvurabilir. Ö rneğin bkz. Bahro (1978); Rakovvski (1978); Vajda (1981).
Referanslar
Rick Simon
1960’ların sonları ile 1970’li yıllara damgasını vuran, İkinci Dünya Savaşı
sonrası dönemin kesin inançlarının sorgulanmasına yol açan derin bir siya
si ve ekonomik istikrarsızlıktı. Bu bağlamda, kom ünist hareket de gelenek,
strateji ve hedeflerini yeniden gözden geçirerek çözülmeye başladı. Yaygın
olarak ‘Avrokomünizm’ diye bilinen fenomen bu süreçte ortaya çıktı.
‘Avrokomünizm’ terimini ilk kez Haziran 1975’te yayımlanan bir makale
sinde kullanan Yugoslav gazeteci Frane Barbieri’nin terimin isim babası ol
duğu kabul edilir. Avrokomünizm Batı Avrupa’nın en büyük üç komünist
partisi olan İtalyan Komünist Partisi (PCI), Fransız Komünist Partisi (PCF)
ve İspanya Komünist Partisi’nin (PCE) çevresinde gelişmekle birlikte, İsveç,
Belçika ve Britanya partileri gibi küçük partileri de etkiledi. Komünist par
tilerin kendisi ‘Avrokomünist’ etiketini kabul etmekte isteksizdi. Haziran
1976’da düzenlenen Komünist ve işçi Partileri Dünya Konferansı’nda konu
şan PCE lideri Santiago Carrillo, ‘bu çok talihsiz bir terim...Avrokomünizm
diye bir şey yoktur’ demişti (aktaran Preston: 1981: 36). Carrillo’nun
Avrokomünizmin varlığını inkâr etmesi bu terimin ne kadar sorunlu oldu
ğunu gösterir.
Avrokomünizm denen şeyin varlığını kabul ediyorsak, bunun nedeni, bir
dizi komünist partisinin strateji ve ideoloji bakımından can alıcı yönlere iliş
kin birbirine benzeyen şu siyasi pozisyonları kabul ettiğinin saptanmasıdır:
birincisi, Sovyetler Birliği ve Sovyet sosyalizmine ilişkin eleştirel bir yakla
şım; İkincisi, her ulusun sosyalizme yürüyüşünde kendine has bir yola sa
hip olduğu vurgusu; üçüncüsü, sosyalist toplum un demokratik olmak ve in
san haklarını korumak zorunda olduğunun kabulü; dördüncüsü, ilerici si
yasi değişimleri gerçekleştirmenin ve sosyalizme ulaşmanın liberal demok
ratik devletin kurum lan aracılığıyla gerçekleştirilmesinin m üm kün ve ge
rekli olduğuna olan inanç.
Pozisyonları bir bütün olarak ele alınırsa, Avrokomünizm Sovyet-tarzı
sosyalizme ve Batı Avrupa sosyal demokrasisine alternatif bir ‘üçüncü yol’
ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak, en büyük başarısızlığı, strateji, ittifaklar
ve ulusal özgüllüklere yaptığı vurgu nedeniyle kalıcı bir teorik yapı geliştire
memiş olmasıdır. Farklı yörüngelere sahip gök cisimlerinin bir tutulma esna
sında geçici olarak aynı hizaya gelmesine benzer biçimde, Avrokomünizmin
olduğu kadarıyla iç tutarlılığı, ulusal partilerin evrimlerinin geçici olarak
çakışmasından kaynaklanıyordu. Carrillo Avrokomünizme teorik bir te
mel sunmaya çalışan az sayıdaki etkili kom ünistten biri olmasına rağmen,
onun ve diğer kom ünist partilerinin liderlerinin Avrokomünizmin varlığını
kabul etmekteki isteksizliklerinin nedeni ortak model anlayışının bir yana
bırakıldığı, ulusal koşulların ve özgüllüklerin vurgulandığı bir dönemde
bu terimin ortak bir modelin ortaya çıkışını varsayıyor olmasıydı. Dahası,
Avrokomünizm şu nedenlerden ötürü de uygun bir ifade değildi. Birincisi,
Avrupa dışındaki komünist partilerinde de -özellikle de Japon partisin
d e - benzer değişimler yaşanıyordu. Lange’nin doğru biçimde gözlemledi
ği gibi, ‘Avrokomünizm Avrupa’nın kendisinden ziyade gelişmiş endüstriyel
demokrasi ile ilişkili’ idi (Lange, 1981: 3). İkincisi, Batı Avrupa partileri ta
rafından benimsenirken Doğu Avrupa’nın en özerk partileri olan Yugoslav
ve Romen partileri tarafından dahi reddedilmişti. Üçüncüsü, terim, dünya
komünizminin evriminin geçici bir evresi olmaktan ziyade homojen ve ta
mamlanmış bir ürün izlenimini veriyordu.
Politika değişikliklerinin teorik bir gerekçeden yoksun oluşu bazı yorum
cuların genel kuşkuculuğu ile birleşince komünist partilerin samimiyeti sor
gulanmaya başladı: bu, samimi bir yön değişikliği miydi yoksa komünist
partilerin yıkıcı niyetlerini reformizm ve demokratik kurumlara saygı reto
riğinin ardına gizlemek için yaptıkları yeni bir girişim miydi? Komünizmin
yirminci yüzyılın son çeyreğindeki evrimi, bilhassa Doğu Avrupa’daki ve
bizzat Sovyetler Birliği’ndeki rejimlerin yıkılması kom ünist partilerinin bir
yandan SSCB ile, diğer yandan kapitalist devlet ile olan ilişkilerinin gelişimi
nin bir evresi olarak Avrokomünizmin tarihsel önemini daha iyi değerlen
dirmeyi m üm kün kılıyor.
Avrokomünizmin bir doğum tarihi varsa eğer, herhalde PCI lideri Enrico
Berlinguer ile PCE lideri Santiago Carrillo’nun İtalya’nın Livorno kentin
de imzaladıkları ilkeler bildirgesinin tarihi olan 11 Temmuz 1975’tir (Levi,
1979: 13). Bununla birlikte, her doğum gibi Avrokomünizmin ortaya çıkışı
da tek bir olaya atfedilemez, uzun bir olgunlaşma döneminin varış noktası
nı ifade eder. Avrokomünizmi soldan sert biçimde eleştiren Ernest Mandel,
Avrokomünizmin ilmekleri ‘“tek ülkede sosyalizm” teorisinin benimsendi
ği andan itibaren dünya komünizminin geleceğine dokunm uştur’ (Mandel,
1978: 16) diyerek Avrokomünizmin başlangıcını Stalinizmin ilk günahına
kadar götürür. Fakat bu tür bir genelleme tüm kom ünist partileri Stalinizm
virüsünü kapmışken neden yalnızca bazılarının Avrokomünist komplikas
yonlardan muzdarip olduğunu açıklayamaz. Bu sorunun cevabı spesifik ulu
sal deneyimlerin Sovyetler Birliği ve Stalinist ideolojinin temel kabulleri ile
olan ilişkileri ve etkileşim biçimlerinde aranmalıdır.
Komünist Enternasyonal’de (Komintern) cisimleşen dünya komünist ha
reketi 1917 Rus Devrimi’ni izleyen devrimci dalganın doruk noktasında ku
ruldu. Tüm kom ünist partileri, güçlü biçimde merkezileşmiş bir örgüt hali
ne gelen Komintern’e üye olabilmek için örgütün koyduğu 21 koşula uymak
zorundaydı. Bolşeviklerin ortaya koyduğu örneği en kısa sürede izleme zo
runluluğu, her bir partinin içinden geldiği ulusun spesifik koşullarının tartı
şılmasına pek fırsat vermiyordu. Ancak, Komintern’in kuruluşunun üzerin
den geçen beş yıl içinde devrimci dalga geri çekildi, Sovyetler Birliği yalıtıl
dı ve Lenin öldü. Tüm bu koşullar, ideolojik belkemiği -klasik Marksist ge
leneğin aksine- tek bir devletin (hem de göreli olarak geri bir devletin) sı
nırları içerisinde sosyalist toplum un kurulabileceğini iddia eden ‘tek ülkede
sosyalizm’ teorisini benimsemek olan Stalinizmin yükselişi için gerekli ze
mini sağladı. Aynı anda Komintern dünya devriminin bir aracı olmaktan çı
karak, tüm kom ünist partilerin faaliyetlerini Sovyetler Birliği’nin devlet çı
karlarının savunusuna indirgeyen bir örgüte dönüştürüldü.
Böylelikle, Stalin’in öldüğü Mart 1953’e kadar geçen dönemde her bir
kom ünist partisinin stratejisini, iç tutarlılığım ve varlık nedenini onun
Sovyetler Birliği ile olan ilişkileri belirledi. Sovyet devletinin çıkarlarının ön
celiğinin yanı sıra, tek parti devletine ve her türden muhalefetin acımasız
ca bastırılmasına dayanan Sovyet modeli ‘sosyalizm’ tek makbul seçenekti.
Komünist partileri bu sınırları aşmadıkları müddetçe somut strateji ve tak
tikler bir ülkeden diğerine, bir dönemden ötekine ciddi farklılıklar göstere
bilirdi. Batı Avrupa komünist partileri 1930’larm başındaki sosyal demok
rasiye yönelik aşırı sekter tutum dan bunun 180 derece tersi olan, kendisi
ne anti-faşist diyen her türlü örgütle ittifakı öngören Halk Cephesi’ne ka
dar uzanan, çok çeşitli taktik dönüşler yaşadı. İkinci Dünya Savaşı sırasın
da kom ünist partiler öteki anti-faşist gruplarla birlikte Nazi işgaline direniş
te öncü rol oynadılar ama savaşın ardından Avrupa’nın Batı ve Sovyet etki
alanları şeklinde ikiye ayrılması nedeniyle Batı Avrupa kom ünist partileri
bu dengeyi bozacak türden radikal stratejiler benimsememeye teşvik edildi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem Sovyet etkisinin dramatik biçimde ar
tışına tanık oldu. Bu durum bir devlet olarak Sovyetler Birliği’nin güvenli
ğini artırdı ama paradoksal biçimde küresel komünizmin bölünmesinin to
humlarım da attı. Bir yandan SSCB’nin Doğu ve Orta Avrupa’ya doğru ge
nişlemesi, bir yandan da Yugoslav ve Çin devrimleri, Sovyetler’in güvenliği
ni artırdı. İlkinde, bütünüyle Sovyet liderliği tarafından denetlenen ve her
türlü muhalefetin acımasızca ezildiği bir sürecin sonunda ‘tek ülkede sos
yalizm’ ‘tek blokta sosyalizm’e doğru genişledi. Buna karşılık, göreli olarak
özerk devrimler olan Yugoslavya ve Çin devrimleri ise kom ünist hareke
tin içindeki merkezkaç eğilimlerin güçlenmesini sağladı. Stalin’in Roosevelt
ve Churchill ile yaptığı pazarlıkları kolaylaştırmak için 1943’te Komünist
Enternasyonal’i tek taraflı bir kararla kapatması Sovyetler’in kom ünist ha
reketi Moskova’nın güdüm ünde tutma çabalarını zorlaştırıyordu (Claudin,
1975: 18). Sovyet önderliğinin farklı ülkelerin kom ünist partileri üzerinde
özellikle finansal bakımdan hâlâ belirli bir kontrole sahip olması nedeniy
le o dönemde açıkça anlaşılamasa da, Komintern’in lağvedilmesinin ulusal
partileri teorik olarak ‘tamamen bağımsız ve birbirleriyle ilişkisiz’ kılması
Avrokomünizmin gelecekteki ortaya çıkışında önemli bir etkendi (Claudin,
1975: 15).
Her halükârda Sovyet çıkarlarının zikzakları birbirlerinden önemli ölçü
de farklı ulusal strateji ve önderliklere sahip partiler üretmişti. PCI 1920 ve
1930’larda faşistlerin baskısı altında ezilmişti, savaş sırasında küçük bir par
tiydi, ama direnişte oynadığı rol ve savaş sonrası dönemdeki faaliyeti nede
niyle büyük bir hızla büyüyerek 1951 yılı itibariyle 2 milyon 600 bin üye
ye sahip bir parti haline geldi. Partinin lideri Palmiro Togliatti, 1944 gibi er
ken bir tarihte yaptığı ve ‘Salerno yönelişi’ olarak bilinen açıklamasında ik
tidarın devrim yoluyla ele geçirilmesini reddederek Sosyal Demokratlarla,
Hıristiyan Demokratlarla ve hatta faşizmin yenilgisinin ertesinde İtalya’da
‘ilerici demokrasi’yi tercih eden Monarşistlerle işbirliği yapma vizyonunu
ortaya koydu. Bu stratejinin sonucunda, PCI 1945 sonrasından hüküm etin
dışına çıkarıldığı Soğuk Savaş’m başlangıcına kadar geçen dönemde Italyan
devletinin yeniden kurulmasında önemli bir rol oynadı. Son derece radikal
görünen bu strateji bile o dönemde Sovyetler’in Batı Avrupa’daki çıkarlarına
uygundu ve Kremlin tarafından onaylanmıştı. Yine de, PCI hiçbir zaman ta
mamen ‘Stalinistleşmedi’, muazzam üye sayısı ve oy desteği partiyi yerel ba
sınçlara duyarlı kılmaya devam etti.
PCF için aynı şeyi söylemek m üm kün değil. Direnişte oynadığı büyük
role rağmen parti, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Sovyet çizgisini kölece izleyen
bir liderliğe sahipti. Maurice Thorez etrafında şekillenen kendi ‘kişi kültü’ne
sahipti. Sovyetler’i taklit etmekte o kadar ileri gidiyordu ki, 1950’lerin ba
şında parti kadroları içinde büyük tasfiyeler gerçekleştirdi (Mclnnes, 1979:
53). Jean Ellenstein, Thorez’in 1946 gibi erken bir tarihte farklı ulusların
sosyalizme birbirinden farklı yollardan ulaşabileceği fikrini ifade ederek
Stalinizmi reddetmeye başladığını ileri sürüyor (Ellenstein, 1976: 205). Bu
sava ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. İtalya örneğinde de görüldüğü gibi, bu
tür bir çizginin Moskova’nm ki ile çatışması zorunlu değildi ve Sovyet mode
li hâlâ sosyalist ideali temsil ediyordu. PCF’in Moskova ile olan yakın ilişkisi
göz önüne alındığında, partinin Avrokomünist pozisyonlara sağlam biçim
de sahip çıkmamış ve nihayetinde bu pozisyonları terk etmiş olması sürpriz
değildir. Lange’ye göre PCF
Referanslar
Becketl, E (1995) Enem y W ithin: The Rise and Fall o f the British Communist Party. Londra: Jo h n
Murray.
Boggs, C. (1980) ‘The Dem ocratic Road: New D epartures and O ld Problem s’, C. Boggs ve D.
Plotke (derl.), The Politics o f Eurocommunism: Socialism in Transition. M ontreal: Black Rose
Books içinde.
Carrillo, S. (1977) ‘Eurocommunism’ and the State. Londra: Lawrence & W ishart.
C laudin, E (1975) The Communist Movement: From Comintern to Cominform. H arm ondsw orth:
Penguin.
E lleinstein, J. (1976) The Stalin Phenomenon. Londra: Lawrence & W ishart.
Lange, P. (1981) ‘D ilem m as of Change: E urocom m unism and N ational Parties in Postw ar
Perspective’, P. Lange ve M. Vannicelli (derl.), T he C om m unist Parties of Italy, France and
Spain: Postw ar C hange and Continuity. A Casebook. Londra: George Allen & U nw in içinde.
Lange, P. ve M. Vannicelli (derl.) (1981) The C om m unist Parties of Italy, France and Spain:
Postw ar C hange and Continuity. A Casebook. Londra: George Allen & Unwin.
Levi, A. (1979) ‘E urocom m unism : M yth or Reality?’, P.E della Torre, E. M ortim er ve J. Story
(derl.), E urocom m unism : M yth or Reality? H arm ondsw orth: Penguin içinde.
M andel, E. (1978) From Stalinism to E urocom m unism : The Bitter F ruits o f ‘Socialism in O ne
C ountry’. Londra: New Left Books.
M clnnes, N. (1979) ‘From C om intern to Polycentrism : The First Fifty Years of W est E uropean
C om m unism ’, P.F della Torre, E. M ortim er ve J. Story (derl.), E urocom m unism : M yth or
Reality? H arm ondsw orth: Penguin içinde.
Preston, P. (1981) ‘The PCE’s Long Road to D em ocracy’, R. K indersley (derl.), In Search of
E urocom m unism . Londra: M acm illan içinde.
Russo, G. (1979) ‘II Com prom esso Storico: The Italian C om m unist Party from 1968 to
1978’, P.F della Torre, E. M ortim er ve J. Story (derl.), E urocom m unism : M yth or Reality?
H arm ondsw orth: Penguin içinde.
Schapiro, L. (1983) ‘Soviet A ttitudes to N ational C om m unism in W estern E urope’, H. M achin
(derl.), N ational C om m unism in W estern Europe: A T hird Way for Socialism? Londra:
M ethuen içinde.
T hom pson, W. (1998) The C om m unist M ovem ent Since 1945. Oxford: Blackwell.
VI
B a tı M ark sizm i
Joseph Fem ia
‘Batı Marksizmi’ biraz kafa karıştırıcı bir kavram çünkü hiçbir zaman uygula
yıcılarının coğrafi kökenini veya bulundukları mekânı ifade etmek için kul
lanılmadı. SSCB ve Çin Marksizmlerine karşıt olarak Batı’nın koşullarına uy
gun bir Marksizm anlamına gelmek zorunda da değildi. Tüm Marksistlerin
kendilerinin doktrine ilişkin yorumlarını evrensel ölçekte geçerli saydığını
söylemeye bile gerek yok. Öyleyse, -aşağı yukarı 1920’den 1970’e kadar ya
şayan bir düşünce tarzı olarak- Batı Marksizmini diğer Marksizmlerden ayı
ran özellikler neydi? Batı Marksizmi, herşeyden önce Marx’ın ölümünden
sonra onun arkadaşı ve yoldaşı Friedrich Engels tarafından, Kari Kautsky
ve Georgi Plehanov’un katkılarıyla geliştirilen, Marksizmin ‘diyalektik ma
teryalizm’ veya kısaca ‘diamat’ olarak bilinen ortodoks biçiminin reddiydi.
Kısaca ifade etmek gerekirse, ‘diamat’ doğacı determinizmin bir türüydü, ya
pısal olarak diyalektik olan değişmez iktisadi yasaların tarihin motoru oldu
ğunu ve bilincin fiziksel ve toplumsal gerçekliğin yansımasından başka bir
şey olmadığını varsayıyordu. Toplum doğa bilimlerinin diliyle, mekanik ne
denselliğe-dayalı olarak tanımlanıyordu. Bu anlayışa göre, insanların niyet
lerinin ve amaçlarının açıklayıcı rolünü dikkate almaya gerek yoktu çünkü
bunlar da maddi nedenlere dayalı olarak açıklanacak şeylerdi. Böylelikle, bir
tarihsel aşamadan diğerine doğru -kom ünizm e varılmasıyla doruk noktası
na ulaşacak olan- ilerleme, doğal bir gereklilik meselesi olarak görülüyor
du. Kapitalizmin kendi iç çelişkileri nedeniyle çöküşe doğru sürüklenmesi
proleteryanın içinde bulunduğu ezilmişlik koşullarına karşı yekpare biçim
de ayaklanmasına neden olacaktı (yalnızca proletarya saflarında öyle bir eği
lim yaratmak değil).
Birinci Dünya Savaşı sona ererken bu varsayımlar dizisini savunmaya de
vam etmek artık giderek zorlaşmaya başlamıştı. Savaşan ülkelerin proletar
yasının sergilediği yurtseverlik proleter ‘dayanışma’s ının bir ölçüde ‘doğal’
bir şey olduğu ya da yurtseverliğin özünde ‘burjuva’ nitelik taşıdığı anlayışı
nı yerle bir etti. Marksizmin görkemli başarısı olan 1917 Rus Devrimi dahi,
komünizmin -çürüyen bir yarı-feodal aristokrasinin iktidar yapısının çökü
şünden değil- gelişkin bir kapitalist toplum un iç çelişkilerinden doğacağı
nı varsayan Marksist tarihsel ilerleme fikrine meydan okuyordu. En büyük
‘Batı Marksistleri’nden biri olan Antonio Gramsci (1891-1937), komünistle
rin 1917’de iktidara gelişini ‘K apitale karşı devrim’ olarak niteleyecek ölçü
de ileri gitti. Bunu söylerken insan iradesinin Marx’ın başyapıtında savundu
ğu türden bir tarihsel determinizme galebe çaldığım ifade ediyordu.
Bununla birlikte, ne Gramsci ne de başka herhangi bir ‘Batı’ Marksisti,
kendisinin Marx’m doktrinini radikal biçimde dönüştürm ekte olduğunu ka
bul edecekti; tam tersine, ‘gerçek’ Marksizmi determinizmin ve indirgeme
ci materyalizmin çarpıklıklarından kurtarma iddiasındaydılar. Marx’m biz
zat kendisinin mevcudiyetini iddia ettikleri bu çarpıklıklardan sorumlu ola
bileceğini ise çok nadiren dile getirdiler. Ama aslında Marksizmin hem orto-
doks hem de Batılı denen biçimleri Marx’ın ikircikli mirası içinde kendileri
ne destek bulabiliyordu.
Marx’ın düşüncesinde muhtemelen birbiriyle çelişkili iki ana motif sap
tamak mümkündür. İlki kapitalizmi, insan yaratıcılığım yok etmesinden
ve bireyler arasındaki ‘organik’ bağları ve bağlılıkları çözmesinden ötürü
mahkûm eden romantik ve ahlâk! motiftir. Bu itirazlar Marx’ın meşhur ve
çok boyutlu ‘yabancılaşma’ kavramında tipik ifadesini bulur. Tüm karmaşık
lığına karşın bu kavram tek ve basit bir fikre indirgenebilir: insanlar, yaşa
mın her alanında, doğalarının özünde yatan kendi faaliyetlerinin kontrolü
nü kendi ellerinde tutmaktan, kendi yarattıkları ‘dış’ güçler olan kindar tan
rılar, acımasız iktisadi ‘yasalar’, baskıcı ve sahtekâr devletler lehine feragat
etmişlerdir. Kolektivitenin kendi ürettiği ürünlerin esiri olması da insanların
birbirlerinden yalıtılmasına yol açar. Kendi kendisini yaratıcı özünden yalı
tan ‘İnsan’, insan olmanın anlamına dair tüm kavrayışını yitirir. Toplumsal
ilişkiler bütünüyle araçsal ilişkilere veya sözleşme ilişkilerine dönüşürken
manevi değerler ortadan kaybolur.
Marx yabancılaşma kavramını Alman idealist filozof Hegel’den (1770-
1831) devralmıştı. Hegel’e göre, tarih kolektif insan Ruhu (Tini) veya
Zihninin (Almanca’da Geist olarak adlandırılır), kendisiyle ve dünyayla uz
laşma arayarak derlemesiydi. Hegel bu çarpıcı iddiayı iki temel önermeye
dayandırıyordu. Birincisi her şeyin -Tanrılar, sayılar, insanlar, fareler, taş-
lar- ruha veya zihne benzer bir doğaya sahip olan tek bir gerçeğin farklı veç
heleri olduğu noktasındaki idealist ısrardı. İkinci önermeye göre, Geist ken
di benliğini tanıma amacını taşıyan bir faaliyet veya süreçti. Geist (ve böyle
likle insanlık) amacını, yani kendi benliğini tanımayı, ancak kendisinin ger
çekliğin bütünü olduğunu kavradığında gerçekleştirmiş olur. ‘Gökte ve yer
deki her şeyde kendisini görmek’, kendisinin ‘dışında başka hiçbir şey’ olma
dığını anlamak zorundaydı (Hegel, 1969: 2). Gerçeklik nesnel ve düşman
ca niteliğini kaybettikçe yabancılaşma da sona erecekti. Nesne, yani ‘öteki’
hangi kılıkta ortaya çıkarsa çıksın akılcı öznelliğin içine çekilir, onunla bir
leşir. Tarihin gizli gerçeği düşünce ile varlığın birliğidir - ve bu gerçek her
bir tarihsel aşamada yeni ufuklar açan olumsuzluk diyalektiği ile ortaya çı
kar. Soyut düzeyde kavranan ‘insan’ dünyayı kendi gerçekliği olarak sindirip
onayladığında son aşamaya ulaşılır.
Marx’a göre, Hegel doğru soruları sormuş ama yanlış yanıtlar vermiştir.
İnsan varlığının merkezinin onun kafasının içinde olduğunu yanlış biçim
de varsayarak tarihi bir düşünce sürecine indirgemiştir. Marx bunun yerine
‘dünyevi gerçekliğe’ yoğunlaşmıştır. Onun değerlendirmesine göre, insan,
düşünce süreçleri maddi ihtiyaçları tarafından yönetilen pratik bir varlıktır:
eğer yaşamının boş ve anlamsız olduğunu hissediyorsa bu ıstırabının nede
ni onun varoluşsal durum una ilişkin muhtemel bir yanlış kavrayışında de
ğil nesnel gerçekliğin içinde aranmalıdır. Yabancılaşmanın aşılması -tarihin
amacı, insan varlığının tamamen dönüşümü, insanın kendi doğal ‘özü’nü
geri kazanması anlamına gelen- komünizm ile mümkündür. Komünizm
üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ve ondan kaynaklanan -din, suç,
eşitsizlik, sınıf çatışması ve devlet baskısı gibi- diğer sorunları ortadan kal
dırır. Komünal mülkiyet sistemi altında yaşayan insanlar artık ne diğer yurt
taşlara ne de iktidarın anonim kaynaklarına yabancılaştıklarını hissetmezler.
Dünyayı, hakkında -Hegel’in önerdiği gibi- ‘doğru’ biçimde düşünerek de
ğil, içeriğini kendi damgamızı taşıyacak, değer ölçülerimizi yansıtacak hale
getirererek ‘insanileştiririz’. Kapitalist düzenin basit birer nesne muamelesi
yaptığı ezilmiş insanlar böyle bir dünyada yaratıcı potansiyellerini sonuna
kadar gerçekleştirmeye teşvik edilirler.
Yukarıda özetlenen fikirler Marx’in erken dönem yazılarında, özellik
le de 1930’lara değin basılmayan 1844 Paris El Yazmalan’nda geliştiril
miştir. Ancak, Marx çok geçmeden yapıtının ikinci motifi olan ‘bilimsel
determinizm’i geliştirdi. Marx, toplumsal yaşamın doğal yasalara benzer bi
çimde işleyen ‘yasalar’ından sıkça söz etmiştir. Amacı toplumsal yasaların
tıpkı deprem veya kasırga gibi karşı konulmaz biçimde kendilerini dayat
tığını ifade etmektir. Nesnel bilimsel düşüncenin görevi, bu yasaları -tıp
kı bir doğa bilimci gibi- duygusallıktan uzak, önyargısız biçimde incele
mektir. Marx’in iyi bilinen sözleriyle ifade etmek gerekirse, ‘Marksizm hiç
bir biçimde ahlâk telkin etmez.’* Marx’in kendisini giderek daha fazla ‘ka
çınılmaz sonuçlara doğru ilerleyen, engellenemez zorunluluk ile işleyen’
sosyal ve tarihsel süreçlerin bilimsel analizcisi olarak tanımlamasıyla bir
likte yabancılaşma, özgürlük, kendini gerçekleştirme gibi normatif kavram
lar gözden uzaklaştı. Marx erken dönem fikirlerini uzun uzadıya reddetme
miştir. Bu fikirlerin sonraki dönemde yazdığı eserlerinde üstü kapalı biçim
de mevcut olduğunu iddia etmek de mümkündür. Buna rağmen, gençliğin
deki Hegelci ve hüm anist hassasiyetlerin, insanları ‘iktisadi kategorilerin şa-
hıslaşmış hali’, tarihsel evrimi ‘doğa tarihinin bir süreci’ olarak gören bir de
terminizm ile barışık biçimde yan yana durması epey zordur (Marx’tan akta
ran Feuer, 1959: 135-7). ‘Düşünme süreci’ni temel maddi gerçekliği basitçe
yansıtma faaliyeti olarak anlayan, ‘Bana göre...ideal denen şey insan aklının
yansıttığı, düşünce biçimlerine tercüme ettiği maddi dünyadan başka bir şey
değildir’ diyen geç dönemin Marx’i insan iradesinin oynadığı rolü açıkça kü-
çümsemiştir (Marx’tan aktaran Feuer, 1959: 145).
Marx’in zengin ve -hüm anizm ile bilimcilik, iradecilik ile determinizm
arasında salınması bakım ından- çelişkiler barındıran teorik yapıtı yorumcu
larına epey geniş bir hareket alanı vermiştir. Batı Marksizminin öncülerinin
tamamı Hegel’i, Hegelci düşünceyi özümsemiş, Marx’in hümanist antropo
lojisinin nefret ettikleri ‘diamat’a radikal muhalefetini restore etme telaşın
daki yeni-idealistlerden oluşuyordu. Örneğin György Lukâcs (1885-1971)
bir asır önce Almanya’da hakim olan romantik idealizme çok şey borçluy
du; Gramsci ise İtalya’nın önde gelen liberal ve yeni-Hegelci filozofların
dan Benedetto Croce’nin terminolojisini ve gündemini benimsemişti. Batı
Marksizminin diğer bir ayırt edici özelliği ‘burjuva’ düşüncesinden neredey
*M arx’ın kendisinin ‘M arksizm ’den söz etm esi m ü m k ü n olm adığı için yazar M arx’tan yaptığı
bu alıntıda ‘M arksizm ’ kelim esini tırnak işaretinin içine alm akta h atalıdır (ç.n.).
se hiç seçici olmayan biçimde fikir ‘ödünç alma’sıdır. Bir başka örneğe döne
cek olursak, Freud’un psikanalizinin kavram ve ilkeleri 1930’lardan itibaren
Frankfurt Okulu’nun kolektif çalışmasına nüfuz etmiştir. Herbert Marcuse’un
(1898-1979) temel yapıtı olan Eros ve Uygarlık (1955) ‘bastırma’, ‘yücelt
me’, ‘gerçeklik ilkesi’, ‘performans ilkesi’, ‘Eros’ (aşk) ve ‘Thanatos’ (ölüm)
gibi Freudyen kavramlar etrafında inşa edilmiştir. Fransa’nın en seçkin varo
luşçu filozofuyken Marksist olan Jean-Paul Sartre (1905-80), Heidegger’dan
devraldığı ‘sahicilik’ ve ‘endişe’ gibi kavramların Marksizmi katı dogmatizm
den kurtarabileceğini vurguluyordu.
Buraya kadar söylenenlerden -insan öznelliğine yapılan yarı-idealist vur
gu anlam ında- hümanizmin Batı Marksizminin belirleyici niteliklerinden
biri olduğunu çıkarmak mümkündür. Ancak, Louis Althusser (1918-90)
çok dikkat çekici bir istisnadır. Onun 1960’lı yıllarda geliştirdiği teorik sis
tem hümanizme ve Hegelci olan herşeye düşmandı; yeni moda olan yapı
salcılığı Marksizmin -insan tercihinin ve tarihsel sürekliliğin bilinçli olarak
dışlandığı- bilimsel bir araştırma yöntemi sunabileceğini göstermek ama
cıyla kullanıyordu. Dilbilimin bir yöntemi olarak ortaya çıkan yapısalcılık,
Marx’m ‘toplum un iktisadi formasyonunun evrimi’ (Marx’tan aktaran Feuer,
1959: 137) olarak nitelendirdiği şeye kayıtsızdı ama Althusser bu rahatsız
edici ayrıntının, yaptığı yeni Marksizm yorumuna engel olmasına izin ver
meyecekti. Bu anlamda sert biçimde eleştirdiği hümanistlere benziyordu.
Batı Marksizminin tüm önemli düşünürleri Marx’m felsefesini meşrulaş
tırmak, açıklamak veya tamamlamak amacıyla Marksist olmayan filozoflara
başvurmuştur. Bu görünüşte hayli garip bir fenomendi. Marksizm, ‘bir yan
dan böyle...öte yandan şöyle’ türünden ifadelerle ilişkilendirilebilecek bir
doktrin değil. Savunucuları -n e tür başka erdemleri olursa olsun- hiçbir za
man karşıt fikirlere toleranslı ve açık yaklaşımlarıyla tanınmadılar. Marksist
düşünce —kendisi bir berraklık modeli olmamakla birlikte- ‘ona yaklaşanla
ra kesin bir meydan okumayla “ya benden yanasın ya bana karşısın” der gi
bidir’ (Bobbio, 1988: 169). Buna rağmen, tarih Marksizmi kendisinin görü
nürde karşıtı olan felsefeler ile ‘tuhaf mecburi evlilikler’e zorlayan yenileme
girişimleriyle doludur (Bobbio, 1988: 169).
Batı Marksistlerinin kararlı, sebatkâr, sadık olma anlamında ‘iyi’
Marksistler olmadığını teslim ederek bu bilmeceyi çözebiliriz. Bazı yorum
cular, akla yakın bir tutumla, bunların (en azından bazılarının) Marksist
kabul edilip edilemeyeceğini sorgulamıştır. Belirsiz ifadeler kullanmalarının
nedeni belki de içinde bulundukları tarihsel koşullara bakarak açıklanabi
lir. Perry Anderson’a göre, ‘Batı Marksizminin gizli ayırıcı özelliği’ onun ‘bir
yenilginin ürünü’ olmasıdır (Anderson, 1976: 42). ‘Yenilgi’ kelimesi bu bağ
lamda biçimsiz ve yanıltıcı olsa da, Anderson’m ifade ettiği esas nokta geçer-
lidir: Batı Marksizminin çeşitli biçimlerinin tamamı teori ile pratik arasın
daki bariz uçurum un ürettiği bir özgüven krizini yansıtır. 1918 yılı itibariy
le Marksist kategorilerin yaşanan olaylar tarafından sorgulanır hale geldiğini
yukarıda görmüştük. Daha fecisi sonraki dönemde yaşanacaktı. Anderson’m
ifadesiyle, ‘sosyalist devrimin Rusya’nın dışına yayılmakta başarısız olma
sı -k i bu durum devrimin Rusya’nın içinde yozlaşmasının hem nedeni hem
de sonucudur- tüm bir teorik geleneğin ortak arka planını oluşturm uştur’
(Anderson, 1976: 42). Savaşın ertesinde Almanya, İtalya ve Macaristan’da
gerçekleşen ayaklanmalar bastırıldı veya etkisizleştirildi. Rusya ‘işçi sınıfının
cenneti’ haline gelmedi, kaosun ve baskının içine yuvarlandı. Faşizmin za
feri -M arksizm tarafından açıklanabilir olsa d a - tam da devrim için koşulla
rın olgunlaştığı düşünülen ülkelerde yaşandığı için felâket bir moral bozuk
luğuna neden oldu. Gramsci ünlü Defterler ’ini 1930’ların başlarında hapis
hanede yazarken etrafı bir zamanların dinamik devrimcileri olan karamsar
koğuş arkadaşları ile çevriliydi. Aynı dönemde -yüzeysel olarak bakıldığın
da Marksizmi doğrulayan, gerçekte ise işçilerin en kötü koşullarda bile dev
rim yapmasının düşük bir olasılık olduğunu gösteren bir felâket niteliğiy
le- Büyük Depresyon yaşanmaktaydı. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönem
Marksistler için daha da can sıkıcıydı. Stalin’in inkâr edilmesi gün geçtik
çe zorlaşan olağanüstü gaddarlığı, Batı ülkelerinde fanatik anti-komünizmi
saygı duyulur hale getirdi. Dahası, 1950’li ve 1960’lı yıllarda yaşanan ve ‘tü
ketim toplum u’nu ortaya çıkaran büyük iktisadi genişleme, işçileri Marx’ın
deyişiyle ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığı’na ikna etme
yi hayli zorlaştırdı.
Daha kalın kafalı yoldaşlar bu yenilgi ve gerilemeleri diyalektiğin doğal
cilveleri olarak yorumlamayı tercih ederken, Lukâcs veya Gramsci kalib
resindeki entelektüeller geleneksel Marksist şemada bir şeylerin tamamen
yanlış olduğunu anladılar. Yaptıkları teşhis bir paradoksa işaret ediyordu.
Ortodoks Marksistler ‘burjuva’ muarızları ile benzer biçimde bireyi Homo
Economicus ’a indirgiyor, insanları hiçbir kültürel referans noktası bulunm a
yan, basit birer üretim ve tüketim birimi olarak görüyorlardı. İnsan dene
yiminin geniş alanlarını temelde yatan iktisadi gerçekliğin yanında ikincil
önemde görerek umursamıyorlardı. Mekanik ve faydacı bir toplumsal etkile
şim yaklaşımı ile malûl olan ortodoks Marksistler ne tarihsel süreci kavraya
biliyor ne de insanlığın kurtuluşunun ikna edici bir tanımını yapabiliyorlar
dı. Batı Marksistleri böyle söylüyordu. Genelde siyasi eylemci değil de pro
fesyonel akademisyenler olmaları iktisadı ihmal ederek kültürel v&ıpsikolo-
jik ihtiyaçların üzerine yoğunlaşma eğilimlerini teşvik ediyordu. Bu durum,
tek tek Marksist bireylerin teori ve pratik birliğinin cisimleşmiş hali olduğu
klasik gelenekten kopuşu temsil ediyordu. İşçi sınıfının pratik taleplerinden
yalıtılmış durumda olan Batı Marksistleri, böylece zihinlerini, özgürce do
laşabilmesi amacıyla serbest bırakabiliyorlardı. Tutuklandığı sırada İtalyan
Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri olan Gramsci bile Marksizme esas teo
rik katkısını, gördüğü işlev bakımından ‘fildişi kule’nin eşdeğeri olan hapis
hane hücresinde yapmıştı.
Tarihsel bağlamı bu şekilde açıkladıktan sonra Batı Marksistlerinin temel
fikirlerini incelemeye başlayabilirim. M ümkün olduğunca yalın bir yorum
yapabilmek için farklı düşünce ‘ekolleri’nin ve en seçkin, temsili gücü olan
şahsiyetlerin üzerine yoğunlaşacağım. Yapacağım tartışma m üm kün olduğu
ölçüde kronolojik bir sıralamayı takip edecek.
H e g elci M arksizm
Y apılsalcı M arksizm
Sonuç
A dorno, T.W. (1973) (çeviren: E.B. A shton) Negative Dialectics. Londra: Routledge.
A dorno, T.W. ve M. H orkheim er (1973) (çeviren: J. C um m ing) Dialectic o f Enlightenment.
Londra: Allen Lane.
Althusser, L. (1970) (çeviren: B. Brewster) For Marx. New York: Vintage Books.
A nderson, P. (1976) Considerations on Western Marxism. Londra: New Left Books.
Bellamy, R. ve D. Schecter (1993) Gramsci and the Italian State. M anchester: M anchester
U niversity Press.
Bobbio, N. (1988) (çeviren: R. Griffin and edited by R. Bellamy) Which Socialism? Oxford:
Polity Press.
Callinicos, A. (1976) Althusser’s Marxism. Londra: Pluto Press.
C onnerton, P. (1980) The Tragedy o f Enlightenment: An Essay on the Frankfurt School. Cambridge:
C am bridge U niversity Press.
Fem ia, J.V. (1981) Gramsci’s Political Thought. K arton ciltsiz basım yılı 1987. Oxford: Oxford
U niversity Press.
Feuer, L. (ed.) (1959) Marx and Engels: Basic Writings on Politics and Philosophy. New
York: Doubleday.
Finocchiaro, M. (1988) Gramsci and the History o f Dialectical Thought. Cambridge: Cam bridge
U niversity Press.
Gram sci, A. (1971) (derleyen ve çeviren: Q. Hoare ve G. Nowell Sm ith) Selections
from the Prison Notebooks. Londra: Lawrence and W ishart.
Hegel, G.W.E (1969) (çeviren: W. W allace ve A.V. Miller) The Philosophy o f Mind.
Oxford: O xford U niversity Press.
Held, D. (1980) Introduction to Critical Theory. Londra: H utchinson.
Jacoby, R. (1981) Dialectic o f Defeat: Contours o f Western Marxism. Cambridge: Cam bridge
U niversity Press.
K olakowski, L. (1978) (çeviren: P.S. Falla) Main Currents o f Marxism, volum e 111:
The Breakdown. Oxford: C larendon Press.
Korsch, K. (1970) (çeviren: E Halliday) Marxism and Philosophy. Londra: New Left.
Lukács, G. (1971) (çeviren: R. Livingstone) History and Class Consciousness. Londra:
The M erlin Press.
McBride, W.L. (1991) Sartre's Political Theory. Indianapolis, IN: Indiana U niversity
Press.
M acIntyre, A. (1970) Marcuse. Londra: Fontana/C ollins.
M arcuse, H. (1955) Eros and Civilisation. Boston, MA: Beacon Press.
M arcuse, H. (1972) One Dimensional Man. Londra: Abacus.
M erquior, J.G . (1986) Western Marxism. Londra: Paladin.
New Left Review (derleyen) (1977) Western Marxism: a Critical Reader. Londra: New Left/Verso.
A lthusser üzerine - biri N. G eras’a öteki A. G lucksm ann’a ait olan - yazılar özellikle o k u n
maya değer.
Parkinson, G.H.R. (1977) Georg Lukdcs. Londra: Routledge & Kegan Paul.
Poulantzas, N. (1973) Political Power and Social Classes. Londra: New Left Books.
Sartre, J.P. (1963) (çeviren: H. Barnes) The Problem o f Method. Londra: M ethuen.
Sartre, J.P. (1976) (çeviren: A. Sheridan Sm ith) Critique o f Dialectical Reason. Londra:
New Left Books.
W am ock, M. (1965) The Philosophy o f Sartre. Londra: H utchinson.
VII
A frik a M a rk sizm i’n in M o m e n ti
D aryl Glaser
Afrika’nın Marksist düşünceye özel bir katkısı olmuş mudur? İlginç biçim
de, Afrika’nın Marksist önderlerinin çoğu bu soruya kesin olarak olumsuz
yanıt vermiştir. Bağımsızlık sonrası ilk yıllarda ortaya çıkan, ‘Afrika sosya
lizmi’ olarak adlandırılan erken dalganın dinmesinden sonra, esas olarak
1970’lerde iktidara gelen yeni Marksist-Leninist önderler kuşağı ısrarla ken
dilerinin ortodoks olduğunu ileri sürüyorlardı. Afrika sosyalistleri Afrika’nın
özel koşullarına uygun bir sosyalizme geçiş yolu aramışken, bu sonraki ku
şak özel bir Afrika Sosyalizmi veya Marksizmi olamayacağını, başka yer
lerde olduğuna benzer biçimde Afrika’nın özel koşullarına da uydurulma
sı gereken tek bir evrensel Leninist Marksizm olduğunu ısrarla savunuyor
du. Yeni kuşağın üyeleri, Marx ve Engels’in ütopik sosyalistler karşısında iz
lediği tutuma benzer biçimde, kendi yaklaşımlarının bilimselliğinin, Afrika
sosyalistlerinin eklektizmi, romantizmi ve naifliğine karşıtlığını vurguluyor-
lardı.1 Yine de, Afrika’da Marksizmin öyküsü orijinal katkılardan tamamen
yoksun değildir. Öncelikle, gelişkin kapitalizm koşullarında devrimle ilgi
lenen bir doktrinin taşıyıcısı olan Marksistler, Marksizmin Avrupa’nın sö
mürgesi olan bölgelerde neden geçerli olduğunu açıklayabilmek için teo
rik bir keşif yapmak zorundaydılar. Sahra-altı Afrikası ekonomik olarak ge
lişmiş olmaktan uzaktı; hatta, Güney Afrika haricindeki ülkelerin (örneğin
İmparatorluk Rusyası’nda görüldüğü türden) ‘eşitsiz ve bileşik’ gelişim yasa
sının etkisi altında olduğu da söylenemezdi. İkincisi, sonraki kuşağa mensup
daha ortodoks Marksistlerin iddialarının aksine, Afrika sosyalizmi anlatısını
“Afro-Marksistler”den kesin biçimde ayırmak imkânsızdır: en önde gelen iki
Afrikalı sosyalist önder olan Sekou Toure ve Kwame Nkrumah Marksizmi
kendi teorik şecerelerinin bir parçası olarak görmekteydi ve Nkrumah ik
tidardan düştükten sonra açıkça Marksist olacaktı.2 Dolayısıyla Afrika sos
yalizminin Afrika Marksizmine -orijinallik katarak- katkıda bulunduğunu
söyleyebiliriz. Son olarak, kendileri ne kadar konformizm iddia etseler de,
bazı ortodoks Marksist-Leninistler de Marksizme özel pratik ve teorik kat
kılarda bulundular.
‘A frika S o syalizm i’
* Orijinal metinde yazar “rejim” demiştir, ama bütün bağlam burada Marksist
“çevre” ve “hareketler”den söz ettiğini göstermektedir, (ç.n.)
dı. Çin -ve M aoculuk- önceleri bu ülkelere rakip olmakla birlikte bir süre
sonra bu rekabette geriye düştü.17 Doğu Bloku’ndan gelen askeri yardımla
rın bu yardımı yapan ülkelere (özellikle de hayatta kalma mücadelesi niteli
ğinde savaşlar vermekte olan MPLA ile Derg adıyla bilinen, Etiyopya’da ik
tidarda olan Geçici Askeri Yönetim Konseyi gibi bu ülkelerden yardım alan
hareketler söz konusu olduğunda) ciddi bir kontrol olanağı sunduğu açık
tı. Sovyetler’in -örneğin Etiyopya ve Somali’deki askeri hükümetleri öncü
partiler kurmaya teşvik ederek, Afrikalı kadrolara SSCB’de siyasi ve teknik
eğitim vererek, Afrika’daki üniversitelere ve ideolojik eğitim yapan okulla
ra diyalektik materyalizmi hatmetmiş öğretmenler göndererek- Leninist or-
todoksiyi desteklediği de ortadadır.18 Bununla birlikte, Afrika’daki Markist
hareketlerin Marksist politikaları yalnızca Sovyet silahları almak veya Küba
birliklerini çekebilmek için benimsediklerini düşünmek hatalı olur. Onların
Marksizmi, genellikle ya Doğu Bloku’yla ilişki kurmalarının öncesine daya
nıyordu ya da bu bloktan bağımsız olarak gelişmişti. Marksist hükümetlerle
Sovyetler Birliği arasında zaman zaman gerginlikler yaşanmıştır (MPLA ön
derliğinin 1977’deki darbe girişiminin ardında Sovyet parmağı olduğu kuş
kusuna kapıldığı dönemde yaşanan gerginlik buna bir örnektir) (Ottoway ve
Ottoway, 1986: 5-10, 34; Keller, 1988: 237, 268-270; Ciment, 1997: 163-4).
Mozambik, Gine Bissau ve Benin’in Marksist hükümetleri Sovyetler’e olan
bağımlılıklarını azaltmak için Batı ile olan iletişim kanallarını açık tutarken,
Angola gibi ülkeler ise -Afrika sosyalisti Gine’nin daha önce yaptığı gibi-19
madencilik endüstrisini geliştirmek için Batılı kapitalistleri davet etmiştir.
Saul ve diğerlerinin iddialarının aksine (Saul, 1985: 28,138, 145-6; Ottoway
ve Ottoway, 1986: 80-1; Saul, 1993a: 73), Afrika’daki Marksist rejimlerin
otoriteryen eğilimlerini anlamlı bir ölçüde Doğu Bloku’nun etkisi ile açık
lamak da m üm kün değildir: bu eğilim, büyük ölçüde Afrika Leninizminin
yerli malı ürünüdür.
Bununla birlikte, Afrikalıların Marksizmi benimsemesine Sovyetler Birliği
neden olmasa da, SSCB’nin ekonomik güçsüzlüğü ve Afrika sahnesinden
1980’lerin ortalarından itibaren çekilmesi Afrikalı hükümetleri yüzlerini
Batı’ya dönmeye zorlamıştır. Bu ülkelerin izlediği iktisadi liberalleşme po
litikaları, bir bakıma Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’ndan
aldıkları desteğin bedelidir. Afrikalıların Marksist olmalarının nedeni Doğu
Bloku değildir ama Doğu Bloku’nun onların Marksist olabilmelerini (en
azından bazı örneklerde) m üm kün kıldığı da bir gerçektir.
A skeri D arbe m i H alk Savaşı mı?
G erilem e ve Ç öküş
Dipnotlar
1- N krum ah, 1973: 77, 7 9 ,8 2 ; A dam olekun, 1976: 35; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 1, 25-30;
Keller, 1987: 3, 7 -8 , 11; Clapham , 1988: 66; Radu ve Som erville, 1989: 173, 187; Hall ve
Young, 1997: 61.
2- N krum ah, 1963: 129; 1964a: 79, 8 9 -9 0 , 103; 1973: 83; Cox, 1966: 83; Rivière, 1977:
86 -7 ; Munslow, 1986: 27; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 18—24; Keller, 1987: 1.
3- N elkin, 1964: 63 -7 2 ; Padm ore, 1964: 227, 230; C ohen, 1986: 42 -3 .
4- F riedland ve Rosberg, 1964: 4 -9 ; Nyerere, 1964: 2 3 9 -4 3 , 246; N krum ah, 1963: 107;
1964a: 78 -9 , 106; 1964b: 263; Senghor, 1964: 264-6; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 13-17.
5- N krum ah, 1963: 110, 119; 1964b: 260-2; Senghor, 1964: 264; O ttow ay ve Ottoway, 1986:
59-65.
6- Nyerere, 1964: 242; Dia, 1964: 249; N krum ah, 1963: 124, 130; 1964b: 263.
7- N krum ah, 1964a: 7 8 -9 , 95, 98, 106; Nyerere, 1964: 246-7; Dia, 1964: 248; O ttow ay ve
Ottoway, 1986: 16-17.
8- O ttoway, 1978; Halliday ve M olyneux, 1981: 273-83; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 32-3;
Somerville, 1986: 194-5; Turok, 1986: 65.
9- M arcum , 1969: 17-18, 3 7 -4 1 , 69 -7 0 ; De A ndrade, 1979: xx-xxvi; O ttow ay ve Ottoway,
1986: 3 1 -2 , 5 3 -4 ; Som erville, 1986: 23 -4 , 187; Keller, 1987: 1; 1988: 176-7; Radu ve
Somerville, 1989: 160; lyob, 1995: 99; C im ent, 1997: 11, 163, 175-6; Drew, 2000: 20-40.
10- M arcum , 1969: 3 7 -4 1 ; De A ndrade, 1979: xxiii; M arcum , 1987: 69; O ttow ay ve Ottoway,
1986: 69; Lewis, 1987; Clapham , 1988: 65; Keller, 1988: 176-7; Baxter veSomerville,
1989: 247; Radu ve Som erville, 1989: 160; Allen, 1989: 62; Cim ent, 1997: 11, 123, 128;
Hall ve Young, 1997: 83 -4 ; Kaure, 1999: 29.
11- De A ndrade, 1979: xxiii-xxiv; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 101; Cim ent, 1997: 38; Hall ve
Young, 1997: 6 4 -6 , 73-4; Drew, 2000: 24.
12- O ttow ay ve Ottoway, 1986: 134-7, 201; Som erville, 1986: 48 -5 3 ; Covell, 1987: 124-7;
C lapham , 1988: 66 -8 ; Allen, 1989: 3 3 -3 , 47; Radu ve Somerville, 1989: 172; Ayele, 1990:
19-21; Young, 1997: 106-12.
13- Somerville, 1986: 102; M arcum , 1987: 75; Cim ent, 1997: 126-7, 140-1, 143; Hall ve
Young, 1997: 83.
14- Davidson, 1981: 73 -4 ; Samatar, 1988: 107-8; Allen, 1989: 65 -6 ; Saul, 1993a: 61, 64-5;
W aterhouse, 1996: 56-7; Hall ve Young, 1997: 83 -7 ; C im ent, 1997: 63, 66, 1 6 0 -1 ,1 6 8 -9 ,
172; Kaure, 1999: 24 -5 , 30-1.
15- Keller, 1988: 239; Radu ve Somerville, 1989: 170-1; lyob, 1995: 132; Young, 1997: 87,
98, 100-117, 171.
16- M arcum , 1987: 75; H anlon, 1990: 208; Hall ve Young, 1997: 199; Hodges, 2001:47.
17- De A ndrade, 1979: xxix; Munslow, 1986: 8-9 ; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 34; Keller,
1988: 195; Radu ve Som erville, 1989: 172; Cim ent, 1997: 42; Hall ve Young, 1997: 62-3;
Young, 1997: 33, 77, 80, 84.
18- Saul, 1985: 28, 138, 145-6; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 6-1 0 , 34, 8 0 -1 , 154-5; Somerville,
1986: 26; Clapham , 1988: 6 7 -8 , 84; Keller, 1988: 266-7; Samatar, 1988: 111; Saul, 1993a:
73; Cim ent, 1997: 11, 128, 162; Hall ve Young, 1997: 62-3.
19- A dam olekun, 1976: 13; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 5 2 -9 , 118-19; M arcum , 1987: 78;
Allen, 1989: 116, 129; H anlon, 1990: 23 4 -6 , 178-9; Davidson, 1992: 305; Cim ent, 1997:
168; Kaure, 1999: 37-8.
20- Covell, 1987: 4 -5 , 158, 162; Clapham , 1988: 81; Keller, 1988: 191; H arbeson, 1990.
21- Allen, 1989: 3 1 -2 , 62; Baxter ve Som erville, 1989: 248; Radu ve Somerville, 1989: 173;
Ayele, 1990: 15.
22- Halliday ve M olyneux, 1981: 11-50; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 128; Covell, 1987: 1-2,
161; Keller, 1988: 173; Allen, 1989: 31-2; Radu ve Somerville, 1989: 164-5; Ayele, 1990:
15.
23- Covell, 1987: 9 7 -1 0 0 , 158; Clapham , 1988: 66; Keller, 1988: 197-8; Allen, 1989: 50-1;
Baxter ve Som erville, 1989: 249; Library of Congress C ountry Studies,2005.
24- Covell, 1987: 115-19; C lapham , 1988: 96; Samatar, 1988: 110-13, 152-3; Allen, 1989:
7 0 -1 , 121; Radu ve Somerville, 1989: 174-8, 200.
25- O ttow ay ve Ottoway, 1986: 151-2; Covell, 1987: 100; Keller, 1988: 219-23; Samatar,
1988: 8 7 -9 , 98, 100-104; Allen, 1989: 37; Baxter ve Somerville, 1989: 250; Radu ve
Som erville, 1989: 189-90, 229.
26- Chaliand, 1980: 51; H outart, 1980: 9 9-107; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 71—2; Dhada,
1993: 136-7.
27- M achel, 1980: 199; Davidson, 1981: 97 -9 ; 1992: 296-308; Saul, 1985: 9 -1 0 ; Munslow,
1986: 8-11.
28- Cabral, 1969: 7 1 -2 , 83-93; 1973: 59 -6 4 , 67 -9 ; 1979: 4 4 -6 , 5 7 -6 0 , 85, 9 4 -7 , 143-53;
D avidson, 1979: xi; C ohen, 1986: 50.
29- O ttow ay ve Ottoway, 1986: 77 -8 ; Som erville, 1986: 54, 8 2 -3 , 98; Clapham , 1988: 66;
Keller, 1988: 197-8; Radu ve Somerville, 1989: 190; lyob, 1995: 127-9; Young, 1997:
8 0 -4 , 99-100.
30- Saul, 1993a: 75 -6 ; W aterhouse, 1996: 19, 31, 4 2 -3 ; C im ent, 1997: 182-3; Hall ve Young,
1997: 227-9; Hodges, 2001: 5, 34, 39 -4 0 , 115-22, 169-71.
31- Somerville, 1986: 108; Keller, 1988: 214-15, 263; Ottoway, 1990: 3; Hall ve Young, 1997:
8 0 -2 ; Hodges, 2001: 46.
32- Keller, 1988: 225-7; Giorgis, 1990: 64 -6 ; Kebbede, 1992: 6, 7 9 -8 4 ,9 0 ; W aterhouse, 1996:
3 0 -1 ; C im ent, 1997: 63; Young, 1997: 29, 145, 169-70.
33- Somerville, 1986: 102; M arcum , 1987: 75; Keller, 1988: 239; Hall ve Young, 1997: 212.
34- H outart, 1980: 106; Saul, 1985: 80 -1 ; O ttow ay ve Ottoway, 1986: 56, 71 -2 , 82, 104;
Somerville, 1986: 115-22; Covell, 1987: 54, 57, 6 1 -2 , 9 4 -5 , 111-13; Keller, 1988: 196,
2 32-5; Allen, 1989: 3 5 -7 , 54; Baxter ve Somerville, 1989: 249, 255; Radu ve Somerville,
1989: 165; lyob, 1995: 130; W aterhouse, 1996: 61; Young, 1997: 104.
35- O ttow ay ve Ottoway, 1986: 6 0 -1 , 75, 8 1 -2 , 86 -9 2 , 108-9, 113-20, 149-51, 227-8;
Somerville, 1986: 115-22; Keller, 1988: 232-4; Allen, 1989: 3 8 -9 , 53; Radu ve Somerville,
1989: 165-8; Cim ent, 1997: 66 -7 ; Hall ve Young, 1997: 74-6.
36- Saul, 1985: 9 2 -3 ; Keller, 1988: 239; Allen, 1989: 42; H anlon, 1990: 204; W aterhouse,
1996: 23.
37- Saul, 1985: 8 1 -2 , 96 -7 ; Som erville, 1986: 115-22; Keller, 1988: 218-19; Samatar, 1988:
112-13; Allen, 1989: 54, 68 -9 ; Radu ve Som erville, 1989: 166
38- M arcum , 1987: 72 -3 ; Allen, 1989: 71-3, 122; W aterhouse, 1996: 9, 61; C im ent, 1997:
127.
39- O ttow ay ve Ottoway, 1986: 83; Clapham , 1988: 9 4 -5 ; Allen, 1989: 4 6 -7 ; Dhada, 1993:
136-8; Cim ent, 1997: 177; Hall ve Young, 1997: 7 1 -2 , 77-8.
40- Somerville, 1986: 92; Covell, 1987: 101; Clapham , 1988: 79-81; Keller, 1988: 240;
Samatar, 1988: 110-13, 152-3; Allen, 1989: 51 -2 ; Giorgis, 1990: 5 5-67; Hall ve Young,
1997: 7 0 -3 , 77; Hodges, 2001: 48-51.
41- W aterhouse, 1996: 11, 34, 4 2 -3 , 54, 61; Cim ent, 1997: 169; Hall ve Young, 1997: 196-9,
22 5 -6 ; Young, 1997: 201-13; Hodges, 2001: 7 7 -8 2 , 103-8.
Saul, 1993a: 75-7; W aterhouse, 1996: 19, 3 1 ,4 2 -3 ; C im ent, 1997: 130-1, 169-70, 182-3; Hall
ve Young, 1997: 201, 2 27-9; Hodges, 2001: 3 6 -7 , 40 -1 .
Referanslar
A dam olekun, L. (1976) Sekou Toure’s Guinea: An E xperim ent in N ation Building. Londra:
M ethuen.
Allen, C. (1989) ‘Benin’, C. Allen, M.S. Radu, K. Som erville ve J. Baxter, Benin, The Congo,
B urkina Faso: E conom ics, Politics and Society. Londra: Pinter Publishers içinde.
Ayele, N. (1990) ‘The E thiopian Revolution: Political Aspects of the T ransition from PMAC to
PDRE’, M. O ttow ay (derl.), The Political E conom y of Ethiopia. New York: Praeger içinde.
Baxter, J. ve K. Som erville (1989) ‘B urkina Faso’, C. Allen, M.S. Radu, K. Somerville ve J. Baxter,
Benin, The C ongo, Burkina Faso: Econom ics, Politics and Society. Londra: Pinter Publishers
içinde.
Bozzoli, B. ve P. Delius (1990) ‘Radical H istory and South African Society’, Radical History
Review, 46 (7): 13-45.
B unting, B. (1975) Moses Kotane: South African Revolutionary. Londra: Inkululeko
Publications.
Cabral, A. (1969) R evolution in Guinea: Selected Texts by Am ilcar Cabral. Redhill, Surrey:
Love and M alcolm son.
Cabral, A. (1973) R eturn to the Source: Selected Speeches by Am ilcar Cabral. New York:_
M onthly Review Press.
Cabral, A. (1979) U nity and Struggle: Speeches and W ritings. New York: M onthly Review Press.
C haliand, G. (1980) ‘T he Guerilla Struggle’, B. Davidson, L. Cliffe ve B.H. Selassie (eds), Behind
the W ar in Eritrea. N ottingham : Spokesm an içinde.
Cim ent, J. (1997) Angola and M ozam bique: Postcolonial W ars in S outhern Africa. New York:
Facts on File.
Clapham , C. (1988) Transform ation and C ontinuity in Revolutionary Ethiopia. Cambridge:
Cam bridge U niversity Press.
C ohen, R. (1986) ‘M arxism in Africa: The G rounding of a Tradition’, B. M unslow (derl.),
Africa: Problem s in the T ransition to Socialism. Londra: Zed Books içinde.
Covell, M. (1987) Madagascar: Politics, Econom ics and Society. Londra: Frances Pinter.
Cox, 1. (1966) Socialist Ideas in Africa. Londra: Lawrence ve W ishart.
Davidson, B. (1979) ‘Introduction’, A. Cabral, U nity and Struggle: Speeches and W ritings. New
York: M onthly Review Press içinde.
Davidson, B. (1981) [1969] No Fist is Big E nough to Hide the Sky: The L iberation of G uinea
and Cape Verde. Londra: Zed Press.
Davidson, B. (1992) The Black M an’s Burden: Africa and the C urse of the N ation-State. Londra:
Jam es Currey.
De A ndrade, M. (1979) ‘Biographical N otes’, A. Cabral, U nity and Struggle: Speeches and
W ritings. New York: M onthly Review Press içinde.
Dhada, M. (1993) W arriors at W ork: How G uinea W as Really Set Free. Niwot, CO: U niversity
Press of C olorado.
Dia, M. (1964) ‘African Socialism ’, W.H. Friedland ve C.G. Rosberg (eds), African Socialism.
Stanford, CA: Stanford U niversity Press içinde.
Drew, A. (2000) D iscordant Com rades: Identities and Loyalties on the South African Left.
Aldershot: Ashgate.
Ellis, S. ve T. Sechaba (1992) C om rades against Apartheid: The ANC and the South African
C om m unist Party in Exile. Londra: Jam es Currey.
F anon, F (1967) The W retched of the Earth. H arm ondsw orth: Penguin.
Friedland, W.H. ve C.G. Rosberg (1964) ‘The A natom y of African Socialism’, W.H. Friedland
ve C.G. Rosberg (eds), African Socialism. Stanford, CA: Stanford University Press içinde.
Giorgis, D.W. (1990) ‘The Pow er of D ecision-m aking in Post-R evolutionary E thiopia’, M.
O ttow ay (derl.). The Political E conom y of E thiopia. New York: Praeger içinde.
Glaser, D. (1998) ‘C hanging D iscourses of D em ocracy and Socialism in South Africa’, D.
H ow arth ve A.J. N orval (eds), South Africa in Transition. Basingstoke: M acmillan içinde.
Glaser, D. (1999) ‘M arxism and D em ocracy’, A. G am ble, D. M arsh ve T. Tant (eds), M arxism
and Social Science. Basingstoke: M acm illan içinde.
Glaser, D. (2001) Politics and Society in South Africa. Londra: Sage. Hall, M. ve T. Young (1997)
C onfronting Leviathan: M ozam bique since Independence. Londra: H urst and Company.
Halliday, E ve M. M olyneux (1981) T he E thiopian Revolution. Londra: New Left Books.
H anlon, J. (1990) [1984] M ozambique: The Revolution u n d e r Fire. Londra: Zed Books.
Harbeson, J.W. (1990) ‘State and Social Transform ation in M odern E thiopia’, M. Ottoway
(derl.), The Political E conom y of E thiopia. New York: Praeger içinde.
Hodges, T. (2001) Angola: From Afro-Stalinism to Petro-D iam ond Capitalism . Oxford: The
F ridtjof N ansen Institute and the International African Institute, (Jam es Currey.
H outart, E ile birlikte) (1980) ‘The Social Revoluion in E ritrea’, B. Davidson, L. Cliffe ve B.H
içinde. Selassie (eds), Behind the W ar in Eritrea. N ottingham : Spokesm an.
H um baraci, A. (1966) Algeria: A Revolution that Failed: A Political H istory since 1954. Londra:
Pall Mall Press.
Iyob, R. (1995) The E ritrean Struggle for Independence: D om ination, Resistance,
N ationalism ,1941-1993. Cambridge: Cam bridge U niversity Press.
Kaure, A.T. (1999) Angola: From Socialism to Liberal Reforms. Harare: Sapes Books.African
M arxism ’s m om ent 139.
K ebbede, G. (1992) The State and D evelopm ent in E thiopia. A tlantic H ighlands, NJ: H um anities
Press.
Keller, E.J. (1987) ‘Afro-M arxist Regimes’, E.J. Keller ve D. R othchild (eds), Afro- M arxist
Regimes: Ideology and Public Policy. Boulder, CO: Lynne Rienner Publishers içinde.
Keller, E.J. (1988) R evolutionary Ethiopia: From Em pire to People’s Republic. Bloom ington,
IN: Indiana U niversity Press.
Lackner, H. (1985) PD.R. Yemen: O utpost of Socialist D evelopm ent in Arabia. Londra: Ithaca
Press.
Lefort, R. (1983) Ethiopia: A H eretical Revolution? Londra: Zed Press.
Lewis, G. (1987) Between the W ire and the Wall: A H istory of South African ‘C oloured’ Politics.
Cape Town: David Philip.
Library of Congress (2005) Somalia, C ountry Studies, w w w .country-studies.com /som alia/.
Liebm an, M. (1975) L eninism un d er Lenin. Londra: M erlin Press.
M achel, S. (1980) ‘His Struggle was the People’s Struggle’, B. Turok (derl.), Revolutionary
T hought in the Tw entieth Century. Londra: Zed Press içinde.
McHenry, D.E. (1994) Lim ited Choices: The Political Struggle for Socialism in Tanzania.
Boulder, CO: Lynne R ienner Publishers.
M arcum , J. (1969) The Angolan Revolution, cilt 1: The A natonom y of an E xplosion (1 9 5 0 -
1962). C am bridge, MA: MIT Press.
M arcum , J. (1987) ‘The People’s Republic of Angola: A Radical Vison F rustrated’, E.J. Keller ve
D. R othchild (eds), Afro-M arxist Regimes: Ideology and Public Policy. Boulder, CO: Lynne
R ienner Publishers.
Marx, K. (1881) First Draft of L etter to Vera Zasulich, w w w .m arxists.org/archive/m arx/w orks/.
Munslow, B. (1986) ‘Introduction’, B. M unslow (derl.), Africa: Problem s in the T ransition to
Socialism. Londra: Zed Books içinde.
N elkin, D. (1964) ‘Socialist Sources of Pan-African Ideology’, W.H. F riedland ve C.G. Rosberg
(eds), African Socialism. Stanford, CA: Stanford U niversity Press içinde.
N krum ah, K. (1963) Africa M ust U nite. Londra: Panaf.
N krum ah, K. (1964a) Consciencism : Philosophy an Ideology for D ecolonization. Londra:
Panaf.
N krum ah, K. (1964b) ‘Some Aspects of Socialism in Africa’, W.H. Friedland ve C.G. Rosberg
(eds), African Socialism. Stanford, CA: Stanford U niversity Press içinde.
N krum ah, K. (1973) T he Struggle C ontinues. Londra: Panaf.
Nyerere, J. K. 1964, ‘Ujamaa: The Basis of African Socialism’, W.H. F riedland ve C.G. Rosberg
(eds), African Socialism. Stanford, CA: Stanford U niversity Press içinde.
Ottoway, M. (1978) ‘Soviet M arxism and African Socialism’, Journal of S outhern African
Studies, 16 (3): 4 77-85.
Ottoway, M. (1990) ‘Introduction: The Crisis of the E thiopian State and E conom y’, M.
O ttow ay (derl.), The Political E conom y of Ethiopia. New York: Praeger içinde.
Ottoway, M. ve D. O ttow ay (1986) A frocom m unism , ikinci basım. New York: Africana.
Padm ore, G. (1964) ‘A G uide to Pan-African Socialism’, W.H. F riedland ve C.G. Rosberg (eds),
African Socialism. Stanford, CA: Stanford U niversity Press içinde.
Pool, D. (1979) Eritrea - Africa’s Longest War. Anti-Slavery H um an Rights Series, Report No. 3.
Radu, M.S. ve K. Somerville (1989) ‘T he C ongo’, C. Allen, M.S. Radu, K. Somerville Glaserve
J. Baxter, Benin, The Congo, B urkina Faso: Econom ics, Politics and Society. Londra: Pinter
Publishers.
Riviere, C. (1977) Guinea: The M obilization of a People. Ithaca, NY: C ornell U niversity Press.
Samatar, A.I. (1988) Socialist Somalia: Rhetoric and Reality. Londra: Zed Books.
Saul, J. (derl.) (1985) A Difficult Road: The Transition to Socialism in M ozam bique. New York:
M onthly Review Press.
Saul, J. (1990) Socialist Ideology and the Struggle for S outhern Africa. Trenton, NJ: Africa
W orld Press.
Saul, J. (1993a) ‘The Frelim o State: From Revolution to R ecolonization’ in J. Saul (derl.),
Recolonization and Resistance in S outhern Africa in the 1990s. Trenton, NJ: Africa W orld
Press.
Saul, J. (1993b) ‘Introduction’ i n j . Saul (derl.), R ecolonization and Resistance in S outhern
Africa in the 1990s. T renton, NJ: Africa W orld Press.
Senghor, L. (1964) ‘African-Style Socialism ’ in W.H. F riedland ve C.G. Rosberg (eds), African
Socialism. Stanford, CA: Stanford U niversity Press.
Som erville, K. (1986) Angola: Politics, E conom ics and Society. Boulder, CO: Lynne R ienner
Publishers.
Turok, B. (1986) ‘The Left in Africa Today’ in B. M unslow (derl.), Africa: Problem s in the
Transition to Socialism. Londra: Zed Books.
W aterhouse, R. (1996) M ozam bique: Rising from the Ashes. Oxford: Oxfam.
W oodw ard, P. (1992) Nasser. Londra: Longman.
Young, J. (1997) Peasant R evolution in Ethiopia: T he Tigray People’s L iberation Front.
Cam bridge: C am bridge U niversity Press.
VIII
M ark sizm i A sya’n ın K oşu lların a U ygulam ak
M ao Z ed on g, H o Şi M in h ve
M ark sizm in ‘E v ren selliğ i’
Nick Knight
Karl Marx (1818-83) pek çok bakımdan tipik bir Avrupa entelektüeliy
di. Yaşadığı dönemin Avrupası’nm tarihsel koşullarının yanı sıra, Avrupa’nın
kökleri antik Yunanlılara kadar uzanan entelektüel ve felsefi geleneği tarafın
dan da derinden etkilenmişti. Bazı geçici kararsızlıklarına rağmen (Avineri,
1968: 151-52) Marx, Georg Hegel, Adam Smith ve David Ricardo gibi ken
disinden önce yaşamış olan Avrupalı düşünerlere yönelttiği eleştirilerin ve
yaptığı güncel kapitalizm analizinin evrensel geçerliliğe sahip bir tarih ve
toplumsal değişim teorisini ortaya çıkardığına inanıyordu (Marx, 1971: 20-
22). Başka bir deyişle, onun teorisi yalnızca Avrupa toplumlarının değil, spe
sifik tarihsel özellikleri ne olursa olsun tüm toplum lann tarihsel gelişim ya
salarını ortaya çıkarmıştı.
Marx’m teorisi hangi bakımdan evrensel -ve dolayısıyla Çin, Vietnam ve
Endonezya gibi birbirlerinden oldukça farklı yerlerin devrimcileri için ge
çerli- bir teori olarak görülebilir? Sorunun yanıtı onun tarihsel yöntemin
de ve kapitalizm eleştirisinde yatmaktadır. Marx’m tarihsel yöntemi olan
‘materyalist tarih anlayışı’ üretimin toplumları biçimlendirmedeki birincil
önemini vurgular. Marx’a göre üretim yalnızca üretim teknolojisini (çalış
ma araçlarını) değil, sınıflar arasındaki ilişki ve mücadeleleri de içerir. Bu
materyalist perspektif dünyanın geri kalanına Avrupa ile eşit ölçüde uygula
nabilir. Benzer biçimde, kapitalizmin küresel ölçekteki hakimiyeti göz önü
ne alındığında, Marx’m kapitalizm eleştirisinin dünya ölçeğindeki geçerlili
ği anlaşılır. Onun sosyalist gelecek kavrayışı, kapitalist sanayileşmenin yay
gın gelişiminin yol açtığı, -kapitalist ile işçi arasındaki- işçi sınıfının sömü-
rülmesinden kaynaklanan sınıf çatışmalarının yoğunlaşmasının kapitaliz
min er geç yıkılmasına neden olacağı kabulüne dayanır. Marx’ın bir ekono
mik sistem olarak kapitalizmin uluslararası potansiyelinin ve evrensel bir fe
nomen olan -kapitalizm koşullarında ise en aşırı biçimiyle ortaya çıkan- sı
nıf mücadelesinin analizi üzerine yükselen tarih teorisi böylelikle inandırıcı
bir devrim teorisi de sunar.
Asya’nın devrimcileri tam da bu fikirlerinden -endüstrileşm e, sınıf m ü
cadelesi, sosyalizm- ötürü Marksizme yakınlık duymuştur. Ancak, Marx’ın
teorisinin yirminci yüzyılın başında hâlâ büyük ölçüde feodal olan, mo
dern sanayinin çok az gelişmiş olduğu Asya’da geçerli olacak biçimde ge
liştirilmesi zorunluydu. Bu dönemde Asya’nın büyük bölümü ya doğru
dan Avrupa’nın sömürge yönetimi altındaydı (Vietnam, Kamboçya, Laos,
Endonezya, Filipinler, Malezya, Hindistan, Burma) ya da sömürgeci güçle
rin müdahalelerinin sıkıntısını yaşıyordu (Çin ve Tayland). 1917’deki Rus
Devrimi’nin Marksist önderi Lenin, tam da Marksizmin ihtiyaç duyduğu bu
teorik gelişimi sağlayarak onu Asya’nın devrimcileri için geçerli hale getire
cekti. Lenin, geliştirdiği emperyalizm teorisinde sömürgecilik karşıtı dev-
rimlerin dünya devrimi çerçevesinde önemli bir rol oynayacağını göstermiş
ti. Lenin, kapitalizmin Avrupa’da ulaştığı yeni aşamada genişlemeye devam
edebilmek için yeni ucuz işgücü ve hammadde kaynaklarına, yeni yatırım ve
pazar alanlarına erişmeye ihtiyaç duyduğuna inanıyordu. Bu yeni alanlar an
cak Avrupalı ulusların sömürgeler elde etmesiyle açılabilirdi. On dokuzun
cu yüzyılın ikinci yarısında sömürgeler elde etmek için yaşanan büyük m ü
cadele bu kapitalist genişleme sürecinin bir parçasıydı. Lenin, Avrupa işçi sı
nıfının -M arx’ın öngörüsünün aksine- devrim için ayağa kalkmıyor oluşu
nun gerisinde Avrupa emperyalizminin genişlemesinin ve ekonomik başarı
sının yattığına inanıyordu. Avrupa kapitalizmi, sömürgelerinden elde ettiği
kârları sayesinde kendi işçi sınıfının yaşam standardını geliştirip onu ‘satın
alma’yı ve böylece onun sosyalist devrim potansiyelini etkisizleştirmeyi ba
şarmıştı (Lenin, 1969; Knight, 1985).
Lenin’e göre, emperyalizm uluslararası bir ekonomik sistem olduğu için,
sömürgelerden Avrupa’ya akan kârları azaltarak veya tamamen ortadan kal
dırarak bu sistemi zayıflatan ve böylelikle Avrupa’daki devrim olasılığını ar
tıran sömürgelerdeki her türden devrimci ayaklanmalar uluslararası anti-
emperyalist mücadelenin bir parçasıydı. Sömürgelerdeki Marksist-Leninist
devrimcilerin görevi ulusal devrimleri sosyalist bir yöne doğru evriltmek ve
m üm kün olan her yerde bu devrimlerin önderliğini ele geçirmekti (Lenin,
1967; Carrere d’Encausse ve Schram, 1969: 149-86; Pantsov, 2000).
Ho Şi Minh ve Mao Zedong gibi devrimcileri cezbeden, Lenin’in yazıla
rındaki bu güçlü anti-emperyalist vurgu oldu; zira Lenin’in fikirleri yalnız
ca sosyal devrimi değil, ulusal devrimi de gerekçelendiriyordu. Milliyetçilik
ile sosyal devrimin bu bileşimi, Marksizmi -M arx’in on dokuzuncu yüzyı
lın ortalarında incelediği Avrupa’nın koşullarından oldukça farklı koşulla
ra sahip olan- sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin koşullarında geçerli hale
getiriyordu. Sömürgecilik karşıtı mücadeleleri yerel ve yalıtılmış milliyetçi
mücadeleler olmaktan çıkararak, onları -Lenin’in analizi tem elinde- dün
ya devriminin parçası olarak düşünmeyi m üm kün kılıyordu. Emperyalizme
karşı verilen uluslararası mücadelenin bir parçası olma hissi sömürgelerde
ki birçok radikal milliyetçi lideri ideolojik bakımdan tatmin ediyor ve onla
rın Marksizmle olan aidiyet ilişkilerini geliştiriyordu (Lenin, 1969; Knight,
1985).
Marx ve Lenin’in Asya’nın devrimcilerini etkileyen fikirleri demek ki
Avrupa kapitalizmi ile Avrupa emperyalizminin uluslararası sisteminin ana
liz ve eleştirisine dayanıyordu. İronik biçimde, Marx’in ‘Asya tipi üretim
tarzı’na ve onun dünya tarihinin gelişimindeki yerine ilişkin kapsamlı ya
zıları Asyalı Marksistlerce büyük ölçüde görmezden gelindi (Marx, 1964).
Bunun iki nedeni var. İlk olarak, Marx’in analizi ‘Asyatik’ toplumları sanki
durağan ve değişime yönelik iç mekanizmalardan yoksun olarak tasvir eder
gibi görünüyordu. Bu yaklaşım, bir dış gücün, örneğin Avrupa emperyaliz
minin, ‘Asyatik’ toplumları bu tarihsel durağanlıklarından çıkarıp dünya ta
rihinin normal seyrinin içine sokmasının gerekli olabileceği sonucunu bera
berinde getiriyordu. Bu yaklaşıma göre emperyalizmin Asya toplumlarında
olumlu bir rol oynadığını söylemek m ümkündü. Emperyalist güçlerin bas
kıcı ve sömürücü davranışlarına öfke duyan Asyalı devrimcilerin bu yakla
şımı benimsemesi m üm kün değildi. İkincisi, Sovyetler Birliği’nde 1920’le-
rin sonlarında iktidara yükselmesinin ertesinde Stalin, ortodoks Marksizmin
tarihsel şemasında ‘Asya tipi üretim tarzı’na yer olmadığına karar vermişti.
Avrupa’nın tarihsel gelişiminin dünya tarihinin seyrini ve geleceğini temsil
ettiğini ileri sürüyordu (Sawer, 1977; Dunn, 1982). Sovyetler Birliği’nin ka
bul ve desteğinden yoksun kalmaktan çekinen Asya’nın Marksist siyasi par
tileri bu kararı izleyen dönemde Marx’in Asya üzerine yazdıklarını reddet
me veya görmezden gelme yolunu tuttular. Dahası, Asyalı Marksistler dünya
tarihinin olağan seyrinin bir parçası olmaya, sanayileşme ve modernleşme
yi deneyimlemeye ve onlardan faydalanmaya, sosyalist ve komünist bir gele
ceğe katılmaya özlem duyuyorlardı. Böylelikle Asya toplumlarım Avrupa ta
rihinin kalıplarından büyük ölçüde farklı bir mantığa sahip, benzersiz top
lumlar olarak görmenin cazibesinden gönüllü olarak vazgeçtiler. Sonuç ola
rak, Marx’ın Avrupa tarihinin analizine dayanarak formüle ettiği tarih ve
toplumsal değişim yasalarının Asya için de geçerli olduğunu kabul ederek
kendi toplumlarım anlayabilmek için bu yasalardan yararlanmanın yarattığı
teorik ve pratik sorunlarla başa çıkmaya çalıştılar.
Bu projenin en başarılı uygulayıcılarından biri, Çin Devrimi’nin 1949’daki
zaferine önderlik etmenin yanı sıra Çin’de sosyalizmi inşa etmek gibi ol
dukça güç bir çabaya da girişen (anlaşıldığı kadarıyla bu alanda daha az
başarılı olmuştur) Mao Zedong’du. Onun Marksizm yorumu ve devrimci
stratejisi, Asyalı Marksist devrimciler tarafından Nepal, Vietnam, Filipinler,
Kamboçya, Hindistan ve Endonezya’da farklı dönemlerde yaygın biçimde
kullanıldı (Dirlik ve diğerleri, 1997). Mao’nun Marksizmi -ya da sıkça anıl
dığı biçimiyle, Mao Zedong Düşüncesi-, Marksizmi emperyalist baskı al
tında bulunan, büyük ölçüde feodal bir ülkenin somut koşullarına (ki bu
koşullar yirminci yüzyılda Asya genelinde yaygındı) uyarlaması nedeniyle
Marksizmin Asya’daki çok önemli bir damarını oluşturur.
H o Şi M in h ve V ietnam D evrim i:
Y urtseverlik ve Proletarya E nternasyonalizm i
Dipnotlar
1- Bir akadem isyene göre (Schw artz, 1951: 76-7), ‘Mao köylerde bulduğu unsurlardan ta
m am ıyla yararlanabilm ek için tüm teorik kaygıları bir yana bırakarak sanayi proletaryası
na sırtını dönm eye kararlı o lduğunu gösterm iştir.’ Bir başkası ise (M eisner, 1982: 99, 138,
225) Mao’n u n ‘kent proletaryasının devrim ci kapasitesine güvenm edigi’ni ve köylülüğün
gerçek devrim ci sınıf’ olduğuna inandığını ileri sürm üştür.
Referanslar
Avineri, Shlom o (1968) The Social and Political Thought o f Karl Marx. Cambridge: Cam bridge
U niversity Press.
Carrèrre d ’Encausse, H élène ve Stuart R. Schram (1969) Marxism and Asia: An Introduction with
Readings. Londra: Allen Lane The Penguin Press.
Dirlik, Arif, Healy, Paul ve Knight, N ick (derl.) (1997) Critical Perspectives on Mao Zedong's
Thought. A tlantic H ighlands, NJ: H um anities Press.
D unn, Stephen P. (1982) The Fall and Rise o f the Asiatic Mode o f Production. Londra: Routledge
& Kegan Paul.
Fall, Bernard B. (ed.) (1967) Ho Chi Minh - On Revolution: Selected Writings, 1920-66. New
York: Frederick A. Praeger.
Ho Chi M inh (1979) Patriotism and Proletarian Internationalism. Hanoi: Foreign Languages
Publishing House.
Knight, N ick (1985) ‘Leninism , Stalinism and the C om intern’, Colin M ackerras ve Nick
K night (eds), Marxism in Asia. L ondra ve Sydney: Croom Helm.
Knight, N ick (1990) (derl.) Mao Zedong on Dialectical Materialism: Writings on Philosophy,
1937. A rm onk, NY: M.E. Sharpe içinde.
Knight, N ick (1991) ‘Politics and Vision: Historical Time and the Future in Mao Z edong’s
T hought, 1936-1945’, Journal o f Oriental Studies, 29 (2): 139-71.
Knight, N ick (1997) ‘The Laws of Dialectical M aterialism in Mao Z edong’s Thought:
The Q uestion of “O rthodoxy” ’, Arif Dirlik, Paul Healy ve Nick K night (derl.), Critical
Perspectives on Mao Zedong’s Thought. A tlantic H ighlands, NJ: H um anities Press.
Knight, N ick (1 9 9 7 -9 8 ) ‘Mao Z edong and W orking Class Leadership o f the C hinese Revolution,
1927-1930’, China Information, 12 (3): 28-45.
Lacouture, Jean (1967) Ho Chi Minh. H arm ondsw orth: Penguin Books.
Lenin, V.l. (1967) Lenin on the National and Colonial Questions: Three Articles. Pekin: Foreign
Languages Press.
Lenin, V.l. (1969) Imperialism, The Highest Stage o f Capitalism: A Popular Outline. Pekin:
Foreign Languages Press.
McAlister, Jo h n T. J r (1969) Vietnam: The Origins of Revolution. New York: Alfred A. Knopf.
Mao T se-tung (1965) Selected Works o f Mao Tse-tung, cilt II. Pekin: Foreign Languages Press.
Mao T se-tung (1975) Selected Works o f Mao Tse-tung, cilt I. Pekin: Foreign Languages Press.
Applying M arxism to Asian conditions 153
Mao Z edong (1977) Selected Works o f Mao Tse-tung, cilt V Pekin: Foreign Languages Press.
Marx, Karl (1964) (derleyen ve Giriş b ö lü m ü n ü yazan: E.J. Hobsbaw m ) Pre-Capitalist Economic
Formations. Londra: Lawrence and W ishart.
Marx, Karl (1971) A Contribution to the Critique of Political Economy. Londra: Lawrence and
W ishart.
Marx, Karl (1973) (derleyen ve Giriş b ö lü m ü n ü yazan: David Fernbach) The Revolutions of
1848: Political Writings, cilt 1. H arm ondsw orth: Penguin Books.
Meisner, M aurice (1982) Marxism, Maoism and Utopianism. M adison, WI: U niversity of
W isconsin Press.
Pantsov, A lexander (2000) The Bolsheviks and the Chinese Revolution, 1919-1927. Richm ond:
C urzon Press.
Sawer, M arian (1977) Marxism and the Asiatic Mode o f Production. The Hague: M artinus Nijhoff.
Schram, Stuart R. (1969) The Political Thought of Mao Tse-tung. H arm ondsw orth: Penguin
Books.
Schram, Stuart R. (ed.) (1994) Mao’s Road to Power: Revolutionary Writings, 1912-1949, cilt
II: National Revolution and Social Revolution, December 1920-June 1927. A rm onk, NY: M.E.
Sharpe.
Schwartz, Benjam in 1. (1951) Chinese Communism and the Rise o f Mao. New York: H arper and
Row.
Snow, Edgar (1972) Red Star over China. H arm ondsw orth: Penguin Books.
Wolf, Eric R. (1971) Peasant Wars o f the Twentieth Century. Londra: Faber and Faber.
IX
L atin A m erik a’da M arksizm
L atin A m erik a M arksizm i?
Ronaldo Munck
Latin Amerika Marksizmleri her daim ‘eşikte’ durdular: Bir ölçüde Avrupalı
ama denebilir ki ayırt edici biçimde Amerikalı oldular. Bu nedenle, ‘melez
lik’ kavramının Latin Amerika’da öteden beri güçlü bir yankı bulması tesa
düf değildir. Hâlbuki Marksizmin Latin Amerika ile ilk deneyimi tatmin edi
ci olmaktan çok uzaktı: yazının ilerideki bölümlerinde göreceğimiz gibi Kari
Marx’in kıtayla buluşması görülmemiş ölçüde talihsizdi. Yine de Marksizm
kıtada kök salmayı başardı ve Antonio Gramsci’nin Latin Amerika’daki m u
adilini -Perulu düşünür ve aktivist José Carlos Mariátegui (1894-1930)-
üretti. Öncelikle bu erken döneme ait gelişmeleri gözden geçireceğiz ve ar
dından Stalin’in önderliğindeki resmi Marksizmden Fidel Castro’ya uzanan
tarihi ana hatlarıyla ele alacağız. Bunu izleyen bölüm Marksizmin günü
müzde özellikle Şili gibi ülkelerde yaşadığı yenilenmeyi ( renovación) ve bir
diğer gerçekten ‘yeni’ akım olan Meksika’daki Zapatistaları konu ediniyor.
Ardından Marksizmin bağımlılık kuramı ile ulusal-popüler kavramsallaştır-
malarına yaptığı entelektüel katkı ele alınacak. Son bölümde -tü m farklı bi
çimleri altında- Marksizmin yeni yüzyılın Latin Amerikası’ndaki geleceğini
ele alacağız. Kıtaya özgü bir ‘Latin Amerika Marksizmi’nin varolup olmadı
ğı sorusu bu yazının ilgi alanına girmekle birlikte bu soruya kesin bir yanıt
vermektense ucunu açık bırakacağız.
Birinci Enternasyonal’in Arjantin’deki liderlerinden Raymond Wilmart
1873 yılında Karl Marx’a yerli halkın ‘ata binmek dışında hiçbir şeyi becere
mediğini,’ bu nedenle Avrupa’dan kıtaya doğru yeni bir göç dalgası olmak
sızın burada herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceğini belirtmişti (aktaran
Falcön, 1980: 37). Marx’m Arjantin’deki haber kaynağı Latin Amerika’da
bağımsızlık-sonrası dönemde yaşanan karmaşık toplumsal ve siyasi müca
deleleri anlama becerisinden bütünüyle yoksundu. Bu kavrayışsızlığın ge
risinde Wilmart’in -kendisi gibi on binlerce göçmenin de paylaştığı- Yeni
Dünya’da kapitalizmin gelişimine duyduğu içgüdüsel güven yatıyordu.
Marx’in geç dönem yazılarında İrlanda ve Rusya bağlamında evrimcilikten
ve Avrupa-merkezcilikten kopuşunun bir benzerini Latin Amerika bağla
mında gerçekleştirememesi bir talihsizliktir. Bu talihsizlik nedeniyle Marx
ve Engels bölgedeki Marksistler için bir bakıma utandırıcı olan yorumlar
yaptılar. Engels’in 1847’de yaptığı, ‘Meksika’nın fethine coşkuyla tanık ol
duk... Meksika’nın gelecekte ABD’nin vesayeti altında bulunması kendisinin
kalkınma bakımından çıkarlarına uygundur’ (Marx ve Engels, 1976: 527)
şeklindeki baştan savma yorumun kim ardında durabilir? Engels (Marx’in
da onun gibi düşündüğünü farz edebiliriz) ‘tembel Meksikalılar’a karşı ‘gör
kemli Kaliforniya’nın yanında yer alıyordu (Marx ve Engels, 1977: 365).
Marx’m Latin Amerika ile ilgili açıkça evrimci sözlerinden daha önem
lisi onun Yeni Amerikan Ansiklopedisinde yayımlanmak üzere 1858’de ka
leme aldığı Güney Amerika bağımsızlık mücadelesinin kahramanı Simön
Bolivar’a ilişkin maddedir (Marx ve Engels, 1982). Marx bu metinde
Bolivar’ın ulusal bağımsızlık hareketinde oynadığı role değil onun otoriterli
ğine odaklanır. Bolivar’ın debdebe ve törenlere, gösterişli bildirgelere ve -ki-
şiliği etrafında yeni yeni oluşmakta olan- kişi kültüne olan düşkünlüğü,
Marx’in Libertador ’u (Kurtarıcı) Fransa’nın Üçüncü Napolyon’unun Latin
Amerika’daki ikincil bir iz düşümü olarak kategorize etmesine neden olu
yordu. Bolivar’ın tarihsel rolüne, yerli halkların durum una, farklı toplumsal
sınıfların ulusal bağımsızlık mücadelelerindeki konum una ve benzeri ko
nulara ilişkin hiçbir ‘Marksist’ analize yer verilmemiş olması metnin en dik
kat çekici özelliğidir. Marx burada Hegel’in Amerika’yı Avrupa’da olan biteni
yansıtan veya silik bir gölgesi gibi tekrarlayan boş bir toprak parçası olarak
gören yaklaşımını izler gibidir. Marx’m Avrupa’daki ulus devlet oluşumuna
ilişkin kavrayışı Amerika’ya ilişkin vizyonunu en iyimser ifadeyle bulandır
mıştır; siyaseti kavrayışı ise Latin Amerika’nın kendine has modernleşme ro
tasına empati duymak bir yana bunu anlamasına bile izin vermemiştir.
Marx’in Hindistan’a ilişkin şu söyledikleri Latin Amerika’ya yaklaşımı
na da yol göstermiştir: ‘Hindistan’ın -e n azından bilinen- hiçbir tarihi yok,
onun tarihi dediğimiz şey Hindistan’a birbiri ardına müdahale edenlerin ta
rihi’ (aktaran Avineri, 1969: 32). Bu -dibine kadar Avrupa-merkezci ve sö
m ürgeci- önyargı Marx’in Latin Amerika’ya yaklaşımını belirledi. Marx’in
kıtayı örneğin basitçe Ispanyol devrimine fren veya Bonapartist yayılmacılı
ğın arka bahçesi olarak görmesine neden oldu. Marx, Bolivar’ın ilerici pan-
Amerikan projesine ve Güney Amerika’nın Balkanlaşmasını engelleme dü
şüncesine -k i bu onun Engels ile birlikte Avrupa özelinde elbette sempa
ti duyduğu bir yönelim di- de gözlerini kapatacaktı. José Aricö’ya göre, tıp
kı Hegel gibi Marx için de ‘Amerika yalnızca Avrupa’da yaşıyordu,’ daha net
bir ifadeyle, ‘Latin Amerika yalnızca kendi dışıyla olan ilişkisi, Avrupa’da
olan biteni yansıtması bağlamında ele alınıyordu zira kendi içerisi anlaşıl
mazdı ve bundan dolayı da aslında yaşamıyordu, yoktu’ (Aricö, 1982: 100).
Marx’in Latin Amerika’nın kendine has ulus devlet oluşum unu görememesi
bir yana, kıtadaki gelişmelerin iktisadi, siyasi ve ırksal özgüllüklerini onun
kategorileriyle anlamak da mümkün görünmüyordu. Tarihsel materyaliz
min Latin Amerikalı devrimciler için yararlı bir analiz aracı ve eylem kılavu
zu olduğu kanıtlanmadan önce Marksizmin ‘millileşme’ sürecinden geçme
si gerekliydi. Marksizmin Avrupa-merkezciliği 1970’lere değin tartışma ko
nusu olmaya devam etti.
Marx’in düşüncesi Latin Amerika’da göçmen ya da Avrupa’da eğitim almış
bir sosyalist düşünür ve eylemciler kuşağı tarafından devralındı. Arjantinli
Jüan B. Justo (1865-1928) bu kuşağın belki de sembolüydü. Justo, Marx’i
‘Latin Amerikalılaştırma’ya, Marx’in düşüncesini -M arx’in kendisinin çok
az anlayabildiği- bu topraklara uyarlamaya çalışan entelektüellerin en önde
geleniydi. 1895 yılında Justo hem Marx’in Kapital'inin ilk İspanyolca çe
virisini tamamladı hem de Arjantin Sosyalist Partisi’nin kuruluşunda yer
aldı. Esin kaynağının Marx olduğunu söylese de, Justo’nun evrimini belir
leyen akıl hocaları ‘revizyonist’ sosyalist Eduard Bernstein, Fransız sosya
list düşünürü Jean Jaurès ve erken dönem evrimci sosyologlarından Herbert
Spencer’dı. Onun ‘Latin Amerika’ Marksizmi tamamıyla evrimci düşünce
nin damgasını taşıyordu. Marx’i esasta evrimci bir düşünür olarak okum uş
tu, ki bu yayılmacı ulus inşası döneminde yaşayan bir Latin Amerikalı için
akla yatkın bir okumaydı. Marx’in genel tarih anlayışını, kendi okuyuşuna
uygun biçimde benimsemiş ama yaşadığı dönemde gelişmekte olan emper
yalizm teorisine pek de sempati duymamıştır. Sosyalist Parti’nin, Amerika
Birleşik Devletleri’nin kıtayı egemenliği altına alma ve hatta yutma tehlike
sini veciz bir biçimde ortaya koyan Manuel Ugarte gibi öteki üyelerine kar
şı çıkan Justo, yabancı sermayenin kalkınma için gerekli olduğuna, kıtanın
evrim sürecini hızlandıracağına ve üretim araçlarının nihai toplumsallaştı
rılmasının (gerçi bu hedefe ne zaman ulaşılacağı belli değildi) temelini ata
cağına inanıyordu.
Yüzyıl dönüm ünden itibaren Latin Amerika’daki Marksizm Avrupa’da ya
şanan hareketleri, bölünmeleri ve dönüşümleri -zam an zaman melez biçim
lerle de olsa-yansıtacaktı. Justo ve kıta çapında onunla benzer görüşleri pay
laşan düşünürlerin önderliğindeki sosyal demokrasi parlamenter bir rutine
oturdu ve zaman zaman ciddi başarılara imza attı. Oluşturdukları söylem ve
pratik, üstelik 1970’lerde ciddi bir canlanma sürecinden geçerek, bugüne
kadar ayakta kaldı. Onların pozitivist sosyalizm anlayışı göçmen işçilerin ve
sanayicilerin özlemleri ile uyum halindeydi. Tarımsal oligarşiyi temel siya
si ve sosyal hakları tanımaya zorlayarak Yeni Dünya’nın ‘uygarlaştırılmasına
katkıda bulundular. 1917’deki Rus Devrimi’nin etkisi kıtaya dalga dalga ya
yılarak bu evrimci eğilime ciddi bir darbe vurdu. Rus Devrimi’nin apokalip
tik tonu ve mesiyanik mesajı ciddi bir etki yarattı. Latin Amerika Leninist
düşüncenin ve Komünist Enternasyonal’in ardarda gelen değişimlerinin ön
saflarında yer almamakla birlikte, örgütsel adanmışlığa, devrimci coşkuya,
kalitesinden kimsenin kuşku duyamayacağı aktivistlere dayanan Bolşevizm
için verimli bir alandı. Komintern, Marksizmin Latin Amerika’daki öykü
sünü -e n azından 1959’daki Küba Devrimi’ne değin- belirler hale geldi.
Komintern’e bağlı düşünürlerin arasında hiçbiri -fazla abartmaksızın kıta
nın Gramsci’si diyebileceğimiz-José Carlos Mariâtegui ile boy ölçüşemezdi.
Renovadores ve Z apatistalar
Şili’de Halk Birliği hüküm etinin General Pinochet tarafından 1973’te dev
rilmesi geniş kapsamlı siyasi sonuçlara yol açan bir diğer olaydır. Az sayı
da Trotskist bu olayı ‘silahlı yol’un ‘tek yol’ olduğunun bir kanıtı olarak de
ğerlendirirken, çoğu Marksist için Şili olayı demokrasi ve sosyalizmin yeni
den düşünüleceği yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Günümüzde Şili solu
na hakim olan ve solun Pinochet sonrası siyasetine yön veren yenilenmeci-
ler ( renovadores) bu süreçte ortaya çıktılar. Bunlar, Latin Amerika’daki kla
sik Marksist paradigmanın teleolojik boyutunu eleştiriyor ve daha demok
ratik, daha süreçsel yeni bir vizyon ortaya koyuyorlardı. Devrimci faaliyetin
yörüngesini devlet iktidarına cepheden saldırmaktan sivil toplumu yeniden
inşa etmeye, yeni bir demokratik hegemonya kurmaya doğru kaydırma ça-
basındaydılar. H ukukun üstünlüğünü burjuvazinin kurnazca bir hilesi ola
rak değil, insanlığın mutlak anlamda yararına bir şey olarak görüyorlardı.
Çoğu Marksistin yaptığı ‘formel’ demokrasi-‘reel’ demokrasi ayrımı Pinochet
diktatörlüğü altında hiçbir anlam ifade etmiyordu. Her şeyden önemlisi, ön
ceki döneme hakim olan, bir tarafın kazanımmı ötekinin kaybı olarak gören,
‘ya hep ya hiç’ tarzı siyasetin anlayışını (Patria o Muerte-‘Ya Vatan ya Ölüm’
sloganı bunun bir örneğidir) reddeden yenilenmeciler, bir zamanlar tabu
olarak görülen sınıf uzlaşmasını gündeme getiriyor, diktatörlüğü aşmak için
bir dizi ‘burjuva’ partisi ile istikrarlı bir demokratik pakt kurmanın gerekti
ğini savunuyorlardı.
Yenilenmeciler basit bir taktik geri çekilmeyi veya ideolojik imajlarında
gerçekleştirilecek bir kozmetik yeniliği savunmuyorlardı. Yenilenmenin ne
ticesinde Marksist düşüncede bir dönüm noktasına ulaşıldı ve bunun etkisi
yalnızca Güney Konisi* ile sınırlı kalmadı, Orta Amerika ve ötesine de ya
yıldı. Latin Amerikalı Marksistler geleneksel olarak siyasi çoğulculuğa ve ta
viz/uzlaşma kavramlarına şüpheyle yaklaşırlar. Özünde kutuplaşmaya daya
nan bir siyaset anlayışına sahiptirler, siyaseti sınıflar arasındaki savaşın deva
mı olarak görürler. Bu mesiyanik siyaset anlayışına karşı 19801 erde siyase
ti ‘kutsallığından sıyırma’ çağrısı yapıldı. Demokrasiye yeniden değer biçildi
ve devrimci kafa yapısının demilitarizasyonu ile birlikte siyaset öncelik ka
zandı. Devrim Latin Amerika’daki Marksist siyasetin yegâne birleştirici ek
seni olmaktan çıktı, demokrasi ve sivil toplum ön plana çıktı. Şilili siyaset bi
limci Manuel Antonio Garretön bu yeni perspektifi şöyle açıklıyor: ‘Sosyalist
model diye birşey yoktur, yalnızca sosyalist bir süreç vardır...Sosyalizm hiç
bir zaman değişmemek üzere bir kereliğine inşa edilecek bir toplum modeli
değildir...Sosyalizm toplumu dönüştürmek, her türden yabancılaşmayı, bas
kı ve sömürüyü ortadan kaldırmak için bir ilkedir...Toplumsal kurtuluş ve
halkın güçlenmesi fikirlerine dayanır’ (Garretön, 1989: 26).
Latin Amerika Marksizminin yenilenişini Antonio Gramsci’nin fikirleri
nin 1960’ların sonlarından itibaren bölgede ciddi biçimde etkili oluşundan
bağımsız olarak anlamak m üm kün değildir. Latin Amerika ne Batı ne de
Doğu değildi ama Gramsci’nin 1920’lerin İtalya’sına ilişkin incelikli anali
zi bölgede ciddi yankı buldu. Yeni Küba Marksizmi ‘ya sosyalizm ya faşizm’i
m utlak alternatifler olarak görürken, Gramsci’nin etkisi hegemonya kavra
mı ile tanışmayı ve çok farklı, daha açık, demokratik bir sosyalist siyase
tin m üm kün olduğunu anlamayı sağlıyordu. Gramsci’nin açık Marksizmi
Latin Amerika gerçeğinin hegemonya, sivil toplum ve ‘dönüşüm cülük’ gibi
kavramların etrafında dinamik biçimde analiz edilmesini teşvik ediyordu.
E n telek tü el Katkılar
O lasılık lar
AAguilar, L. (deri.) (1968) Marxism in Latin America. New York: Alfred Knopf.
Alvarez, S., E. D agnino ve A. E scobar (derl.) (1998) Cultures o f Politics: Politics o f C ultures- Re-
visioning Latin American Social Movements. Boulder, CO: W estview Press.
A nderson, P. (2004) The Role o f Ideas in the Construction of Alternatives. Los Angeles: UCLA
(m im ograf).
Aricó, J. (1980) in tro d u c c ió n ’, J. Aricó (derl.), Mariátegui y los Orígenes del Marxismo
Latinamericano. M exico City: Siglo XXI içinde.
Aricó, J. (1982) Marx y América Latina. M exico City: Alianza Editorial.
Aricó, J. (1988) La cola del diablo. Itinerario de Cramsci en América Latina. Buenos Aires:
Puntosur.
Avineri, S. (derl.) (1969) Karl M arx on Colonialism and Modernization. New York: A nchor
Books.
Borón, A. (2005) Empire and Imperialism: A Critical Reading o f Michael Hardt and Antonio Negri.
Londra: Zed Books.
C astaneda, J. (1993) La Utopia desarmada. Intrigas, dilemas y promesa de la izquierda en America
Latina. Buenos Aires: Ariel.
Castells, M. (1997) The Information Age, cilt 11: The Power of Identity. Oxford: Blackwell.
Debray, R. (1970) Revolution in the Revolution. Londra: Penguin Books.
Falcon, R. (1980) La Primera Internacional y Orígenes del Movimiento Obrero en Argentina
(1857-1879). Paris: CEUSAL.
García Canclini, N. (1995) Hybrid Cultures: Strategies fo r Entering and Leaving Modernity.
M inneapolis, MN: M innesota U niversity Press
G arretón, M.A. (1989) ‘The Ideas of Socialist R enovation in C hile’, Rethinking M arxism, 2 (Yaz):
8-3 9 .
G ott, R (2005) Hugo Chavez: The Bolivarian Revolution in Venezuela. Londra: Verso
Gram sci, A. (1977) ‘The R evolution against Capital’, A. G ram sci, Selections from Political
Writings (1919-1920). Londra: Law rence and W ishart içinde.
H ardt, M. ve A. Negri (2000) Empire. C am bridge, MA: Harvard U niversity Press
H am ecker, M. (1975) Los Conceptos Elementales del Materialismo Historico. M exico City: Siglo
XXI.
H am ecker, M. (1986) La Revolución Social: Lenin y America Latina. M exico City: Siglo XXI.
Harris, R. (1992) Marxism, Socialism and Democracy in Latin America. Boulder, CO: W estview
Press.
Harvey, N. (1998) The Chiapas Rebellion: The Struggle fo r Land and Democracy. D urham , NC:
D uke U niversity Press.
Holloway, J. (2005) Change the World without Taking Power: The Meaning o f Revolution Today.
Londra: Pluto.
Jam eson, F (1998) ‘N otes on G lobalization as a Philosophical Issue’, F Jam eson ve M. Miyoshi
(derl.), The Cultures o f Globalization. D urham , NC: D uke U niversity Press içinde.
Kay, C. (1989) Latin American Theories of Development and Underdevelopment. Londra:
Routledge.
Koestler, A., I. Silone ve A. Gide (2001 [1949]) The Cod that Failed. N ew York: C olum bia
U niversity Press.
K ohan, N (2002) Ton i Negri y Ios desafios de Imperio. M adrid: C am pos de Ideas.
Laclau, E. (1990) New Reflections on the Revolution o f our Time. Londra: Verso.
Laclau, E. ve C. Mouffe (1985) Hegemony and Socialist Strategy. Londra: Verso.
Lowy, M. (1973) The Marxism o f Che Guevara: Philosophy, Economics and Revolutionary Warfare.
New York: M onthly Review Press.
M cCaughan, E. (1997) Reinventing Revolution: The Renovation o f Left Discourse in Cuba and
Mexico. Boulder, CO: W estview Press.
M ariâtegui, J.C. (1969a) Ideologiay Politico. Lima: Amauta.
M ariâtegui, J.C. (1969b) Defensa del Marxismo. Lima: Amauta.
M ariâtegui, J.C. (1973) Intem acionalism oy nacionalismo in Historia de la Crisis Mundial. Lima:
Am auta.
Marx, K. ve E Engels (1976) Collected Works, cilt 7. Londra: Lawrence and W ishart.
Marx, K. ve E Engels (1977) Collected Works, cilt 8. Londra: Lawrence and W ishart.
Marx, K. ve F Engels (1982) Collected Works, cilt 9. Londra: Lawrence and W ishart.
M unck, R. (1999) ‘D ependency and Im perialism in Latin America: New H orizons’, R. Chilcote
(derl.), The Political Economy o f Imperialism: Critical Appraisals. New York: Kluwer
Academic Press içinde.
M unck, R. (2000) ‘C ulture, Politics and Postm odernism in Latin Am erica’, A. Jones ve R.
M unck (derl.), Cultural Politics in Latin America. Londra: M acmillan.
N orval, A. (1996) Deconstructing Apartheid Discourse. Londra: Verso.
OLAS (1967) ‘G eneral D eclaration’, International Socialist Review, 28, 6 (K asim -A rahk).
Petras, J. (1999) The Left Strikes Back: Class Conflict in LatinAm erica in the Age o f Neoliberalism.
Boulder, CO: W estview Press.
Petras, J. ve H. Veltmeyer (2005) Social Movements and State Power: Argentina, Brazil, Bolivia,
Ecuador. Londra: Pluto Press.
Portantiero, J.C . (1983) Los usos de Gramsci. Buenos Aires: Folios Editor.
W aterm an, P. (1998) Globalization, Social Movements and the New Internationalisms. L ondra ve
W ashington: Mansell.
III. BÖLÜM
m
Howard Chodos
Bu bölümde incelenen konu, bir teori bütünü olarak Marksizm ile, yirmin
ci yüzyıl boyunca, onun görüşlerini kullanarak kapitalizmin yerine sosyaliz
mi geçirme yönünde gösterilen çabalar arasındaki ilişkidir. Yirminci yüzyıl
da Marksizmden ilham alan sosyalizmin tarihsel sicilini oluşturan çeşitli de
neyimlerin detaylı bir incelemesini tek bir bölüm ün sınırları içerisinde yap
mak elbette ki olanaksız olurdu. Ancak üç genel tarihsel olgu, aşağıda anla
tılacaklara yol gösteriyor.
Birincisi, tarihsel komünizmin yaratılmasına yol açan vizyonun, yirmin
ci yüzyıldan sapasağlam çıkmamış olması. Marksizm adına inşa edilen başlı
ca devletler, ya eski Sovyetler Birliği ve müttefikleri Halk Demokrasileri ör
neğinde olduğu gibi çöktüler, ya da Çin örneğinde olduğu gibi bir dizi eko
nomik reform sonucunda tanınmayacak hale gelene kadar bütünsel bir dö
nüşüm geçirdiler. Tabii ki bu kaidenin Küba ve Kuzey Kore gibi istisnaları
da var ancak bu tür istisnalara yaslanarak genel sonuçlara varmak uygun ol
maz. İkincisi, Marksist vizyonu uyguladığını iddia eden devletlerde, bir yar
gıya varmaya yetecek çeşitlilikte koşullar altında, yirminci yüzyılın sosyalist
projesinin özünde bir sakatlık olduğu savını ileri sürmeye temel olabilecek,
düpedüz caniyane davranışlar denmeyecekse bile, ciddi insan hakları ihlal
lerinin yaşanmış olması. Ve nihayet, tarihsel kom ünist1rejimlerin, kendileri
nin son tahlilde yargılanmalarına temel oluşturacak kriter olarak belirledik-
leri standarda asla ulaşamamış, yani, ne ekonomik büyümeyi sürdürme ka
pasiteleri, ne de yurttaşlarının somut ihtiyaçlarını karşılama bakımından ka
pitalist liberal demokrasileri geçememiş olmaları.
Sosyalist projenin geleceğiyle ilgilenen birisi için, Marksizm ve sosyalizm
arasındaki ilişki ile ilgili tartışmanın önemini de karmaşıklığını da abartmak
zor olurdu. Siyaset ve iktisat teorisinin yanı sıra sosyolojik ve tarihsel ana
liz bakımından da çeşitli soruları ortaya atan pek çok zorlu ve çözülmemiş
mesele kesişmekte ve çakışmakta. Yine de bu deneyimin birleşik etkisinin
Marksist projenin kendisinin geçerliliğini sorgulanır hale getirdiği haklı ola
rak söylenebilir. Marksist geleneğin telaffuz ettiği amaç ve ideallere yakınlık
duyanlar dahi, Marksizmden ilham alan yirminci yüzyıl sosyalizminin mi
rasının bıraktığı ağır yükün farkında olmalı. Dolayısıyla bu bölüme yol gös
teren sorun, tarihsel verilerin, Marksist yaklaşımın kapitalizm ve sosyalizm
konusundaki ayırdedici katkılarını oluşturan merkezi teorik önermeleri ne
ölçüde sorgulanır hale getirdiğidir.
Yirminci yüzyılda Marksizmden ilham almış olan sosyalist projeler teo
ri ve pratiğin kesiştiği noktada yer alırlar. Marx ve Engels’in tasarladığı sı
nıfsız toplumu hayata geçirme girişimi kuşkusuz, gelmiş geçmiş bütün teo
rik güdümlü toplumsal mühendislik projelerinin en önemlilerinden birisi
dir. Görünüşte yüce bir amaç söz konusuydu. Marksizm, kapitalizmin yerini
alarak, toplum un emeğinin ürünlerini daha adaletli bir biçimde dağıtmanın
yanı sıra, halkın aslında ihtiyaç duyduğu ürün ve hizmetlerden kapitalizmin
hiçbir zaman üretemeyeceği kadar üretilmesini sağlayacak bir sistemin ola
bilirliğini tasavvur etmişti. Her türlü ezme ve sömürü biçimi tarihin çöplü
ğüne yollanacak, adalet, özgürlük, eşitlik hüküm sürecekti.
Marksist sentezin çekici özelliklerinden birisi, bütün bir paket halinde
gelmesiydi. On dokuzuncu yüzyıl kapitalizmini tanımlayan, zenginliğin ve
iktidarın dağılımındaki devasa eşitsizlik üzerine yaptığı inandırıcı analiz, bir
üretim tarzı olarak kapitalizmin gelişmesini, toplumsal sistemlerin tarihsel
dönemler biçiminde birbirini izlediği bir geçit resmi çerçevesine yerleştiri
yordu. Bu sayede Marksizm, kapitalizm kavrayışına yaslanarak arkasından
gelecek olan sistemin ana çizgilerini tanımlamakla kalmayıp, kapitalizmin
içinde, bu sistemin has ürünleri oldukları halde, Marx ve Engels’in meş
hur imgesiyle aynı zamanda mezar kazıcıları olan insani özneyi teşhis etme
sine dayanan bir çıkış yolu önerme fırsatı buluyordu. Fakat tam da klasik
Marksist sentezin bu bütünselliğidir ki, tarihsel komünizmin yetersizlikleri
nin ertesinde bu sentezi bir bütün olarak sorgulanmaya açık hale getirmiştir.
Bir teori bütünü olarak Marksizm ile onun gösterdiği yolda hareket et
tiklerini ve ondan esinlendiklerini söyleyenlerin sonraki pratiği arasında
ki ilişkiyi tartışma yolundaki her girişim elbette ki, bir değil birden çok
Marksizmin var olmasının getirdiği zorlukla karşı karşıya kalır. Ben bura
da Marx’in gerçekte ne demek istediği ile ilgili kesin argümanlar ileri sür
meye ya da sosyalizmle ilgili olarak Marksist doktrinin gerçek unsurlarını
tanımlamaya çalışmayacağım. Aksine, Marx’in yazdıkları ile ilgili pek çok
akla yatkın yorum bulunduğunu kabul ediyorum.2 Bu Marksizmler sade
ce yorumcuların çeşitliliğinden değil, Marx’m kendi eserlerinin sınırlılıkla
rından da kaynaklanıyor. Bu bölümle de çok yakından ilgisi bulunan devlet
ve sosyalizm teorileri başta olmak üzere, Marx’ta geliştirilmeden bırakılmış
pek çok unsur var (bkz. Van den Berg, 1988; Barrow, 2000; O’Hagan, 1981).
Ancak bizim buradaki hedeflerimiz bakımından, yirminci yüzyılda sosyaliz
mi inşa etme yolundaki çabalarda tipik olarak görülen belirli pratik türleri
ile Marksist külliyatın gözle görülebilir tarzda parçası olan kilit önermeler
arasındaki ilişkiye bakmak yeterlidir.
;_______________________ ?______________________
! Zaaflarına rağmen, toplamda tarihsel sosyalizm
; kapitalizmden üstündü
'=EEEEEEEEEEEEEEEr.
| Başta sosyalist olan bu devletler habis bir !
| bürokrasi tarafından yozlaşmış işçi !
i devletlerine dönüştürüldü I
..
: : ■
I Sosyalizmi inşa girişimleri zulüm ve !
i söm ürünün devam etmesine yol açan yeni bir i
i sınıf yapısı yaratmakla kaldı i
L ....................................... ı ......................................... J
Şekil 10.1 T arihsel k o m ü n iz m in d o ğ asın a ilişk in M ark sist p o zisy o n lar
de kapitalist rakiplerine karşı pratikte niteliksel olarak üstün olduğunu dü
şünürler.4
Ortodoks Marksizm içinde neredeyse sadece Trotskist gelenek tarafın
dan (Trotskiy’in kendisinden başlayarak) dillendirilen ikinci genel pozisyon
(dördüncü kutu), sosyalist rejimlerin hakiki halk devrimleri tarafından ya
ratıldıklarını, ama daha sonra siyasi denetimin güçlü bir bürokrasinin eline
geçtiğini ileri sürer. Bu bürokratik tabaka bir kez siyasi üstünlük kazandık
tan sonra, (üretim araçlarının kamulaştırılmasına yaslanan) kurumsal çerçe
veyi kendi dar çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanmıştır; bunun sonucu,
ekonomik altyapının temel olarak sosyalist olmayı sürdürdüğü ancak siya
si üstyapının işçi sınıfının denetiminden çıktığı bir tür melez devlet olmuş
tur. Bu devletlere “yozlaşmış işçi devletleri” adı verilmiştir. Bu görüşün sa
vunucuları, bu devletler uluslararası kapitalizme karşı çıktıkları ölçüde bu
rejimleri savunmakla birlikte, bu toplumların iktidarı bürokrasinin elinden
söküp alarak gerçek sosyalizmi yeniden tesis etmek için yeni bir politik dev
rimin yapılabilmesi bakımından olgunlaşmış olduğunu ısrarla belirtiyorlar
dı (Bellis, 1979).5
Yelpaze boyunca ilerlediğimizde, üçüncü pozisyondan itibaren (beşinci
kutu) argüman, tarihsel kom ünist devletlerin hiçbir anlamda sosyalist ola
rak görülemeyeceği biçimini alır. Devleti denetimi altında tutan hâkim elitin
halkı siyasi karar alma konusunda herhangi bir etkiden mahrum bırakma
nın yanı sıra, ekonomiyi esas olarak kendi özel çıkarlarına hizmet edecek şe
kilde yönettiği ve özünde işçi sınıfını aynen kapitalist rejimlerin yaptığı gibi
sömürmeye devam ettiği ileri sürülmektedir. Bu görüşün bir dizi çeşitleme
si mevcuttur (Cliff, 1974; Bettelheim, 1976; Resnick ve Wolff, 2002), fakat
savunucuları geleneksel Marksizm tarafından dillendirilen ideallere aykırı
olarak, sıradan emekçi halkın tarihsel kom ünist rejimleri ne yönettiğini ne
de yarattığı zenginlikten faydalandığını iddia etme eğilimindedirler. Bu gö
rüşe göre, iktidarı ele geçiren hâkim elit, halkın çoğunluğunu sömürmeye
ve ezmeye devam etmiştir; bu nedenle bu rejimler kapitalizmin çeşitlemeleri
olarak düşünülmelidir. Bu pozisyonun savunucuları Sovyet rejiminin kapi
talizmden kopuşu gerçekleştirmeyi herhangi bir noktada gerçekten başarıp
başarmadığı konusunda zorunlu olarak görüş birliği içinde olmadıkları gibi,
gerçek bir sosyalist inşanın başlatılmış olduğu bir dönemin var olduğuna
inananların tamamı da kapitalist restorasyonu tarihte aynı noktaya yerleşti
riyor değildirler. Bu pozisyonun “Maoist” versiyonu,6 bu “sosyal emperya
list” (ismen sosyalist, gerçekte emperyalist) rejimlerin dünya barışına önde
gelen kapitalist ülkelerden, örneğin ABD’den daha büyük bir tehdit oluştur
duğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir.
Bir sonraki pozisyon ise (altıncı ve yedinci kutular), tarihsel kom ünist re
jim lerin Marksist gelenek tarafından tasarlanan sosyalizme hemen hemen
hiç benzemediğinde hemfikir olsa da, bunları kapitalizmin çeşitlemeleri ola
rak tanımlamanın isabetli olacağına inanmamaktadır. Aksine, bu görüşün
savunucuları tarihsel komünizmin, kapitalizmin devrilmesinin bir sonucu
olarak ortaya çıkan yeni türden bir rejim olduğunu, zenginliğin üretimin
de ve artığın m ülk edinilmesinde yeni yöntemlerin damgasını taşıdığını ile
ri sürmektedirler. Genellikle bu yeni toplumsal düzenin ayırıcı özellikleri
nin tek bir iktidar partisi tarafından sürdürülen ileri derecede merkezileş
miş siyasi denetim, üretim araçlarının geniş ölçekte kamulaştırılmış olması
ve kaynakların tahsisi ve malların dağıtımında piyasalardan ziyade merkezi
planlamaya dayanmaları (Sweezy, 1980)7 olduğu ifade edilmektedir.
Nihayet bir de, tarihsel kom ünist rejimleri ütopyacı toplum mühendisliği
yolundaki herhangi bir girişimin zorunlu ve mantıksal totaliter sonucu ola
rak görenler vardır (Pipes, 2001). Totaliter kavramı farklı şekillerde kullanıl
sa da, bu argümanın genel itici gücü, tarihsel kom ünist devlet aygıtının te
pesinde bulunanların hayatın toplumsal, siyasi ve ekonomik bütün yönleri
üzerinde tam bir denetimi sürdürdükleri ve bunu son derece otoriter ve sık
lıkla da caniyane bir tarzda yaptıklarıdır. H ukukun egemenliğine ve halkın
refahına saygı gösterilmemiş, bunun öngörülebilir sonucu da halka korkunç
acılar çektirmek olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin doğasına ilişkin tartışmalara, çok büyük oranda, sol
da sosyalizmin değişik versiyonlarının savunucuları arasında yaşanan, siya
si iç çatışma ve sekterlik damgasını vurdu. Gerçekten de şurası açıktır ki, ki
şinin tam da “kapitalizm” ve “sosyalizm” terimlerinden ne anladığı, kendi
sini hangi pozisyona daha yakın hissettiğini belirlemede merkezi bir rol oy
nar; tersinden bakıldığında, kişinin Sovyetler Birliği’nin tarihini nasıl oku
duğu, gelecekteki sosyalizmin nasıl olacağına dair görüşünü koşullandırır.
Ne yazık ki rakip kapitalizm ve sosyalizm tanımlamalarını tam olarak orta
ya koymak bu bölümün konusunun epey dışında olan bir başka konudur.
Burada m üm kün olan, bazı geçici sonuçlar çıkarabilmemiz için, Sovyet de
neyiminin bilançosunun epeyce üstünkörü bir değerlendirmesini yapmaya
çalışmak olabilir. İki kilit soru vardır. Birincisi, Sovyet deneyimi son tahlil
de, başarılı mıydı, başarısız mı? Ve İkincisi, Sovyetler Birliği tarafından tem
sil edilen toplumsal örgütlenme modelinde, tarihsel olarak ortaya çıkan so-
S a v u n u c u la rın ın id d ia s ın a g ö re SSCB: E le ş tirm e n le r in in id d ia s ın a g ö re SSCB:
M arksizm ve Sosyalizm
Şimdi Marksizmin işçi iktidarı olarak sosyalizm kavrayışı ile tarihsel ko
münizmin gerçek pratiği arasındaki bağıntıyı aydınlatmaya çalışmamız gere
kiyor. insanın bu ilişkinin doğasına ilişkin anlayışı, açıktır ki, büyük ölçüde
Marksizmden ilham alan sosyalizmin tarihsel siciline dair yaptığı değerlen
dirmeye bağlıdır. Bu konuda olumsuz bir yargıya varmak, yirminci yüzyıl
da tarihsel komünizmi tanımlamaya yarayan Marksist teorinin toptan red
dini otomatik olarak getirmez. Aslına bakarsanız, Marksist geleneğe bağlı
lığını ilan eden faillerin gerçekleştirdiği olaylar için dahi sorumluluğu, kıs
men ya da tamamen Marksizmin üzerinden alan yöntemlerin sayısı az değil
dir. Kendi açıklamamı getirmeye çalışmadan önce bunlardan bazılarına göz
atmaya değer. Şekil 10.2, SSCB’nin doğasına ilişkin daha önce ele aldıkları
mıza benzer bir argümanlar dizisine şematik bir bakış sunuyor. İki argüman
dizisi arasında bekleneceği üzere büyük ölçüde örtüşme olsa da, bu ikinci
küme için de yapılacak birkaç yorum var.
Bana öyle görünüyor ki, tarihsel veriler, bu dizideki İkinciden dördün
cüye kadar olanları (“yanlış yorum ”, “ihanet” ve “modelsizlik” hipotezle
ri) ciddi bir biçimde şüpheli hale getiriyor. Buradaki tartışmamızın selame
ti açısından, sosyalist inşanın formülünün Marksizmin kurucu ataları tara
fından hiçbir zaman dillendirilmediği kabul edilse dahi, “modelsizlik” hipo
tezindeki sorun yine de şudur: şayet insanları kapitalizmin yerine sosyaliz
mi getirmek için yeni bir denemeye girişmeye ikna etme yönünde herhangi
bir um ut taşıyacaksanız, Marksizmden ilham alan sosyalizmin gerçek dene-
.T.
I Marksist teori kapitalizmin devrilmesi ve j
I sosyalizmin inşası için isabetli, uygulanabilir i
i bir rehber sunmuş olmaktadır. :
...
i Orijinal, doğru Marksist vizyon yanlış :
i yorumlandı, bu nedenle teorinin kendisi asla i
i gerçekten uygulanmadı. i
;
; yüzünden suçlanamaz. ;
.. :
I;;;:;:;:;;;;;;;;:;;;;:;;;;;;;:;!:::::::;:;:::::;:::::::::;;::::'
; Marksizm kötücül bir ideolojidir, onu uygula- ;
| ma girişimleri kaçınılmaz bir biçimde totalitariz- •
| me yol açar. i
‘ "i '
Şekil 10.2 M ark sizm ve tarih se l k o m ü n iz m ilişk isin e d a ir açık lam alar
yimini yine de açıklamak zorundasınız. Eğer “model” yokluğu başarısızlığa
yol açtıysa, aynı modelsizlikle gelecekte başarılı olmanın mümkün olduğun
da ısrar etmek pek az şevk yaratacaktır.
“Yanlış yorum ” ve “ihanet” hipotezleri de benzer bir kusurla malûldür. Bu
açıklamalar, örtülü olarak, yirminci yüzyıl boyunca yaşanan geri düşmeler
den kaçınmak için “doğru” bir Marksizmin “yeniden keşfedilmesi” gerekti
ğini varsayarlar. Böyle olduğu kabul edilse dahi, yine de yanıtlanmaya m uh
taç olan soru, teorinin nasıl olup da bu denli sürekli bir biçimde yanlış yo
rumlandığı ve/veya ihanete uğrayabildiğidir. Sadece, bu “yanlış yorumlayan
lar” ve “ihanet edenler”in uğraşları sırasında kullandığı metinlere geri dö
nerek, sosyalist inşa projesine katılmış yüz milyonlarca insanın her şeyi ta
mamen nasıl yanlış anladığını açıklayabileceğini iddia etmek, “modelsizlik”
hipotezinin savunucularının inandığı, sosyalizm uğruna mücadele edilirken
bu toplumun yeni bir versiyonunun belirivereceği fikri kadar ikna edici ol
maktan uzaktır.
O halde, teori olarak Marksizm ile pratik olarak tarihsel komünizm ara
sındaki ilişkinin anlaşılmasına nasıl yaklaşılmalıdır? Birincisi, Marksizmin
tam da kapitalizmin yerini alacak toplumun doğasına ilişkin anlayış tarzı
nın, insanlık tarihinin ilerleyişine dair teleolojik bir görüşün damgasını taşı
dığını kabul etmek önemlidir. Nasıl formüle edilirse edilsin, “sosyalizm eşit
tir işçi sınıfı iktidarı” fikri, kendi içinde, kapitalizm altında oluştuğu haliyle
işçi sınıfının, hem kapitalizmi yenilgiye uğratmaya, hem de yeni bir toplum
sal örgütlenme biçimini, sosyalizmi vücuda getirmeye bir şekilde yazgılı ol
duğu görüşünü barındırır. Marx’ın kendisinde görülen daha da açık bir bi
çimde teleolojik ifadeler görmezden gelinmeye çalışılabilir 10, ancak gerçek
şudur ki, bu teleoloji, gelenek tarafından savunulan en temel sosyalizm yak
laşımına içkin durumdadır.
Ne var ki, Kutsal Üçlü kendi başına Engizisyona ne kadar yol açarsa, bu
tür bir teleolojinin de kendi başına Stalinizm uçurum unu yaratmakta an
cak o kadar etkili olacağını kabul etmek de aynı derecede önemlidir. Pek
çok insan -m uhtem elen insanlığın büyük bölüm ü- insanlık tarihinin belir
li bir yönde ilerlediğine inanırken, pek çoğu da, aynı zamanda, bu temel ol
gunun nasıl yaşamamız gerektiğini belirlemek açısından en azından en ge
nel sonuçlarını keşfetmemizin m üm kün olduğunu kabul eder. Bu konuda,
geçen yüzyıl içinde sosyalizmin kaçınılmazlığının, insanlığın toplumsal ge
lişme şemasında içerilmiş olduğuna ikna olmuş olanların durum u da fark
lı değildir. Üstelik, bu türden bir genel teleolojik görüş arzu edilen sonuç
ları sağlayacak herhangi bir yaklaşımı haklı göstermenin temeli haline ge
lebilir; bunun için de tam tamına hangi araçların gerekli olduğunu da orta
ya koyması illa gerekmez. İnsan yeryüzünde Cennetin Krallığı’na giden yol
olarak Ekümenliği de savunulabilir, Engizisyon’u da. Yani, belirli tür amaç
ların arzu edilir ve hatta belki de kaçınılmaz olduğuna dair ortak bir inancı
paylaşan insanlar, farklı araçları savunabilir. Bu anlamda, kapitalizmin tek
nolojik gelişmesinin sosyalizmi seçimler yoluyla hayata geçirecek bir işçi sı
nıfı çoğunluğu yaratacağını savunmuş olanların da teleolojik bir tarih görü
şüne sahip olduğu söylenebilir; ancak, bunların tarihsel komünizmin ayır-
dedici özelliği olan türden bir tek parti iktidarını sahiplenmeleri epeyce dü
şük bir ihtimaldir.
O nedenle bizi, işçi sınıfının insanlığı söm ürünün ve zulmün kötülükle
rinden kurtarmaya yazgılı olduğu inancından yirminci yüzyıl tarihsel kom ü
nizminin gerçeklerine götürmek için daha fazlası gereklidir. Marksist dokt
rinin bilimsel karakter taşıdığı inancı başka bir temel taşı vazifesi görmüş
tür. Her bilimde olduğu gibi Marksizmin de yandaşlarına nesnel bilgi elde
etme imkânı verdiği ileri sürülüyordu. Bilimi kullanmayı bilenler, (tıpkı
doğa bilimlerinin fiziki evreni yöneten yasaları anlamayı öğrettiği gibi) top
lumsal evrimin yasalarını anlayabilir ve bu bilgiyi pratik amaçlar için kulla
nır hale gelebilirlerdi. Bakın, Stalinist dönemin klasik metni Sovyetler Birliği
Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi bunu nasıl koyuyor:
1- Bu m etin boyunca, klasik M arksizm in (geniş b ir biçim de tanım lanm ış) teorik önerm ele
rini pratiğe geçirm ek için yaratılm ış devletlere ilişkin genel b ir referans olarak iki kavra
mı birbirinin yerine geçebilecek biçim de kullanacağım . Bunlar, “M arksizm den ilham alan
sosyalizm ” ile “tarihsel kom ünizm ”dir.
2- Bu kitabın içeriğinin kendisinin de bu olguya tanıklık ettiği ayrıca söylenebilir.
3- M arx ile Engels arasındaki ahengin derecesi so ru n u burada doğrudan konuyla ilgili değil
dir. B unun nedeni yirm inci yüzyıl M arksistlerinin b üyük b ö lü m ü n ü n ve özellikle tarihsel
kom ünizm in bilfiil inşasından sorum lu olanların onların her ikisini birlikte sosyalizm te
orisinin sorum lusu görm eleridir.
4- Ö rneğin Kanada ve ABD’de K om ünist P artilerinden arta kalanların konum u hâlâ budur.
5- Trotskiy sonrası bu pozisyonun en önde gelen savunucusu m üteveffa E rnest M andel’dir.
6- Stalin’in 1953’teki ölü m ü n d en ve H ruşçov’u n başını çektiği haleflerinin kendisini kına
m asından sonraki süreçte, 1949’da Mao Z edung yönetim inde iktidarı elde etm iş olan Çin
K om ünist Partisi önderliği Sovyet rejim ini önce “revizyonist” sayıp ardından bir dizi sert
polem ikle Sovyetler Birliği’nde kapitalizm in restore edildiğini ilan ederek b u rejim in d o
ğası k onusunda giderek artan bir biçim de eleştirel bir tavır takındı. Sosyalizm in doğasına
d air b u derin anlaşm azlıklara rağm en, kendisini Sovyet m uadilinden ayrıştırm a yolunda
harcadığı çabayı ortodoks M arksizm in sosyalizm ve kom ünizm e bakışına sadakat tem eli
ne yaslamaya çalışm ası dolayısıyla Ç in rejim ini tarihsel kom ünizm şem siyesi altına dahil
etm ek m antıksal olarak tutarlıdır.
7- Bu argüm anın, ikinci Dünya Savaşı sonrası dönem de Trotskist hareket içindeki tartışm a
lara kadar giden, ayrıca Paul Sweezy’n in “Is There a Ruling Class in the USSR” (Swwezy,
1980) başlıklı m akalesi gibi daha yakın dönem e ait varyantları da bulu n an , SSCB’nin bir
“b ü rokratik kolektivizm ” şekli olduğu iddiasının dillendirildiği versiyonları vardır.
8- Komünizm in Kara Kitabı, tarihsel k om ünist rejim lerin tam am ında öldürülenlerin toplam
sayısını 100 m ilyona yakm olarak verir (C ourtois, 1997: 14).
9- Bu nedenle Ç in’deki m evcut rejim in büyük ölçüde farklı bir üretim tarzına kuluçkalık ya
pıyor olm ası m uhtem eldir. K apitalizm in, tam boy faşist ve askeri d ik tatörlükler de dahil
olm ak üzere o toriter rejim lerle b ir arada bulunm ası, politik ve ekonom ik alanların pek
çok farklı şekilde bir arada bulunabildiği o lg usunun bir başka örneği olarak da d ü şü n ü
lebilir.
10- B unun bir öm eği. Komünist Manifesto’da, önceki dönem lere atıf yapan açılış b ölüm ü
n ü n sonundaki pasajdır: “D em ek ki, M odem Sanayinin gelişm esi, burjuvazinin üzerin
de ürü n lerin i ürettiği ve m ülk edindiği tem eli ayağının altından çekm ektedir. Dolayısıyla,
burjuvazinin ürettiği, h e r şeyden önce, kendi m ezar kazıcılarıdır. O n u n yıkılm ası da pro
letaryanın zaferi de aynı oranda kaçınılm azdır.”
11- Tarihsel kom ünist devleti tanım larken “yeniden feodalleştirilm iş” terim ini kullanm anın
abartm a o lduğunu düşünenler, Kuzey Kore’de iktidarın Kim II Sung’dan oğlu Kim Jong
Il’e geçişini akıllarına getirebilirler. Babadan oğula geçiş kuralı k om ünist devletlerde stan
dart olm am akla birlikte Kuzey Kore örneği “sosyalist” feodal b ir devleti, klasik feodal dev
letin bir karakteristiği olan babadan oğula geçiş k uralından ayıran kısa mesafeyi gösterm e
ye hizm et eder. Rus çarlarıyla Stalinist rejim arasında sıklıkla k u ru lan paralellik de akla
yakınlığını bu yapısal benzerliğe dayandırır.
12- M oishe Postone M arx’in değer teorisini yeniden yorum larken benzer bir sonuç çıkarır.
Time Labor and Social Domination’da (1993: 324) “M arx’in sergilem esi ....k ap italist sınıfla
işçi sınıfı arasındaki ilişkinin kapitalizm ve sosyalizm arasındaki ilişkiyle paralel olduğu,
sosyalizm e m uhtem el geçişin (işçi sınıfı olarak kendisini olum lam ası anlam ında) proletar
yanın sınıf m ücadelesindeki zaferinden etkilendiği ve sosyalizm in proletaryanın gerçek-
lenm esini içerdiği anlayışına zım nen karşı çıkm aktadır.” Ancak Postone’u n M arx okum a
sının b u yönüne, Historical Materialism, c. 12, sayı 3’te (2004) yayınlanan çalışm ası ü zeri
ne yapılan bir sem pozyum un katılım cılarının bir bölüm ü karşı çıkm ıştı.
Referanslar
Daryl Glaser
Pek çok nedenden dolayı, Marksistlerin bir durup projelerinin arzu edi-
lirliği üzerine düşünmeleri gerekir. Bunun bir nedeni sosyalist olduğu var
sayılan ekonomilerin Doğu’da ve Güney’de kitlelere yüksek seviyede mad
di koşullar sağlamakta başarısız olmasıdır. Diğer (ve burada bizim açımız
dan daha öncelikli) neden ise Marksist (‘Marksist’?) hareketlerin ve rejimle
rin demokrasi ve insan hakları alanındaki sicilidir. Bu sicil (en kötü haliyle)
Sovyetler Birliği, Çin ve Kamboçya gibi ülkelerde görülen köleliği, soykırı
mı ve nüfusun zorla yeniden iskânını içerir. Aynı zamanda, kişilerin hakla
rında suçlama olmaksızın tutuklanmasını, işkenceyi, kurmaca mahkemele
ri, gözetimi, sansürü, muhaliflerin akıl hastanelerine kapatılmasını, demok
ratik yönetimden eser bulunmamasını sıradan şeyler olarak içerir.1 Önemli
sayıda Marksist, bu sicilin, özünde demokratik ve insancıl bir doktrin ol
duğunu düşündükleri Marksizm ile herhangi bir ilişkisi olduğunu yadsı-
mıştır. Bu fikri savunanlar, kendini Marksist olarak tanımlayan, teorik ba
kımdan gelişkin pek çok Marksistin neden geniş çaplı baskı uygulamaları
nın failleri arasında yer aldığını açıklamak zorundadır. Bunun yanı sıra, ya
Marksizmin ‘burjuva’ hak ve özgürlüklerini önemsiz gören tavrını benimse
meli ya da yaygın kanının aksine, Marksizmin bu hakların şampiyonluğunu
yaptığını savunmalıdırlar. Her iki pozisyon da bana savunulabilir veya ikna
edici görünmüyor.
Buna karşılık, Marksizmin eleştirmenlerinin çoğunluğu, iş insan hakları
ve demokrasiyi kuramlaştırmaya geldiğinde Marksist teorinin tarihsel olarak
ya ihmalkâr ya da hatalı olduğunu daha ikna edici biçimde ileri sürerler ve
bu iddialarını desteklemek için Marksizmin amoralizmine, nesnelciliğine,
bilimciliğine, teleolojik determinizmine, ütopyacılığma ve sınıf indirgemeci-
liğine işaret ederler.2 Bunların pek çoğu, aynı zamanda Marksist teori ile to
taliter pratik arasındaki bağlantıyı gerekli ve sarsılmaz görmeye de meyilli
dir. Bu sonuncu görüşün hatalı olduğunu ileri süreceğim. ‘Reel sosyalizm’in
daha önce sözü edilen ekonomik başarısızlığı etik bakımdan belki daha az
rahatsız edici olsa da, bu sorunu aşabilmenin bir yolunu bulmak daha da
zordur. Ne kadar şanslıyız ki, Marksist teorinin anti-demokratik pratik ile
bağlantısı sorununa çözüm bulmak daha kolaydır. Ancak, bunu başarabil
mek Marksist epistemoloji ile siyasetin bazı veçhelerini yeniden düşünme
yi gerektirir. Yazının geri kalan kısmının görevi bunları yeniden düşünmek
tir. Neyse ki, bunu yapmak için Marksist teorinin tüm veçhelerini yeniden
düzenlemek gerekmez. Aslında, Marksist teorinin bazı eleştirmenler tarafın
dan anti-demokratik olmakla suçlanan bazı veçheleri bana göre gerçekte de
mokrasiyle uyumludur.
Post-Marksist ve anti-Marksist eleştirinin bir türüne göre, Marksizmin to
taliterlik ile bağlantısı onun bilimsel epistemolojinin (ister pozitivist ister
realist görülsün, fark etmez) bir varyantına ve meta anlatı yapmaya yönel
mesinde (yani diğer düşünce sistemlerini görelileştiren kapsamlı toplum ve
tarih kuramları üretmesinde) yatar.3 Sosyal bilimlerin gerçeğin anlaşılma
sında bir yaklaşım olarak değeri ne olursa olsun, etkilerinin politik bakım
dan özünde anti-demokratik olmadığını savunuyorum. Belirli bir açıdan ba
kıldığında sosyal bilimler gerçekte demokrasi dostudur ve belki de (bundan
daha az eminim) demokrasi için gereklidir. Bilimsel epistemoloji, görece
lik ile karşılaştırıldığında bizi birbirimizi ciddiye almaya (yani başkalarının
hikâye anlatmaktan ziyade gerçeği aradığını var saymaya) davet ettiği, ilke
ve ikna temelinde (yani basitçe ‘herşeyin m übah’ olmadığı) bir duruş sergile
me hakkını verdiği ölçüde demokrasi dostudur. Demokrasiye epistemik bir
değer biçen teorilerin de önünü açar: bu bilimsel epistemolojinin (uzun va
dede) aykırı dışsal gerçekleri anlamamıza (ve onlara hâkim olmamıza) yar
dımcı olduğunu var sayar. Görecelik bireycilerden oluşan toplumlara belki
uygun olabilir ama ortak dilin etkili kolektif eylem yapmak veya bağlayıcı
kurallar koymak için gerekli olduğu toplumlara daha az uygun görünüyor.
Aynı şekilde, görecelik kendi kendine yeten, dışa kapalı veya dünya nimet
lerinden elini eteğini çekmiş topluluklara belki uygun olabilir ama insanla
rın ciddi sorunları çözmek ve kolektif hedefler doğrultusunda ilerlemek için
(kendi aralarında ve öteki topluluklarla) biraraya gelmelerinin zorunlu ol
duğu toplumlara daha az uygun görünmektedir.
Diğer ‘aşırı’ uçta, naif pozitivizmin ve realizmin belirli biçimleri kuşku
yok ki demokrasi düşmanıdır. Bunların (demokrasi bakımından) temel so
runu, yalnızca bilimle uğraşan elitin gerçeğe ulaşabileceği görüşünü destek
lemeleri (ki bu teknokratik ve devrimci öncücülüğü meşrulaştırır) ve belirli
teorilerin (ve dolayısıyla teorisyenlerin) dış dünyayı doğru ‘bilme’ kapasite
sine kuşku duymadan güvenmeleridir (böylelikle ‘doğru’ inançların güç kul
lanılarak inançsızlara empoze edilmesini ve tehlikeli toplum mühendisliğini
meşrulaştırırlar). Halbuki bir yandan bilimsel, değer yargılarından bağımsız,
ampirik olarak doğrulanabilen kesinlikler anlayışından kaçınıp diğer yan
dan iyi teori ve araştırma aracılığıyla daha iyi bilebileceğimiz bir dışsal ger
çekliğin var olduğunu savunan, -aralarında yanlışlanmaya dayalı pozitiviz
min ve eleştirel realizmin de bulunduğu- ortayolcu epistemolojiler de mev
cuttur.4 Bu epistemolojiler, bilimsel otoriterliği ve sorumsuz sosyal deney
leri meşrulaştırmaktan kaçınmaya yetecek kadar gerçekten kuşku duyar, in
san hedef ve önceliklerinin bilimsel olarak düzenlenebileceğini düşünm ek
ten kaçınmaya yetecek kadar değer yargılarının oynadığı role dikkat kesilir
ler. Bir aktörün epistemolojisi ile siyaseti arasında sabit bir ilişki bulunm a
makla birlikte, kolektif, katılımcı, akılcı tartışma tarafından yönetilen, araç-
sal bakımdan etkili olan bir demokrasi fikriyle en rahat uyuşan, bu ortayol
cu teorilerdir.
Marksizm her şey olabilir ama görececi olmadığı kesindir.5 Marksizmin
demokratik bakımdan tehlikeli olabileceği şeyler ise (ister tüme varıma yas
lansın, ister tümden gelime) naifçe pozitivist olmak yahut metafizik realist
denebilecek bir pozisyon benimsemektir. Hem naif pozitivistler hem de me
tafizik realistler nesnel, değerlerden bağımsız gerçeklerin, tartışmasız üstün
lüğe sahip bilimsel kural ve sistemlerin ve (bilimsel eğitim almaları nede
niyle) ayrıcalıklı bilgi taşıyıcılarının varlığına inanırlar. Naif pozitivistler bi
limin gözlem yoluyla gerçeğe doğrudan ulaşabileceğine inanırken, metafizik
realistlere göre doğrudan bilebileceğimiz şeyler yalnızca kavramlardır ve on
ların mantıksal tutarlılığa sahip olup olmadığıdır. Bu pozisyonlar Marksizm
içinde kabaca ortodoks ve Althusserci pozisyonlara denk düşerler. Her iki
pozisyon da Marksizme nesnel, değer yargılarından bağımsız bilim statü
sü vermiş, (yazının sonraki bölümlerinde ileri süreceğim gibi) Marksistlerin
(gerektiğinde) sıradan insanların öznel, ideoloji tarafından kuşatılan arzula
rını hiçe sayan toplumsal öncüler olmasını teşvik etmiştir. O halde, demok
ratik Marksizm en rahat ortayolcu epistemolojiler ile uyum sağlar zira hem
(demokrasi dostu olduğu açık olan) görececilik Marksist değildir hem de
naif pozitivizm ile metafizik realizm (Marksist olabilmelerine rağmen) de
mokratik düşünce ve eylem için oldukça riskli başlangıç noktalarıdır.
İki Kural
U ç Şapka
T eori Stokları
Sonuç
Dipnotlar
1- Bu insan h a k la n ihlâlleri sicilini küçüm sem e eğilim deki herkes C ourtois ve diğerlerinin
kitabını (1999) okum alıdır.
2- Bu unsurları içeren çok sayıda eleştirinin bir kısm ı için bkz. Kolakowski (1977); H unt
(1980); C ohen (1982); Buchanan (1986); G ordon (1986); L ukes (1986); Pierson (1989);
Fem ia (1993). Ayrıca, M arksizm in a nti-ütopik eleştirilerinin kısa bir taram ası için bkz.
Geoghegan (1987: 73-86).
3- Lyotard (1984); Laclau and Mouffe (1985); Kellner (1989).
4- Bu pozisyonların ve onların M arksizm ile olan ilişkilerinin yakın dönem de yapılan bir
taram ası için bkz. W alker (2001). Görececilik ve nesnelciliğin aşırılıklarından kaçınarak
M arksist epistem olojiye/ontolojiye göreli olarak yakın sayılabilecek, son dönem de yapıl
m ış en seçkin katkı Roy Bhaskar’dan gelm iştir. Ö rneğin bkz. Bhaskar (1986).
5- M arx’i bir proto-post-m odem ist olarak yeniden canlandırm aya çalışan hayal gücü yük
sek çabalar için bkz. D errida (1994) ve Carver (1998). Bu egzersizler bana tu h af ve h at
ta anlam sız geliyor. D errida’n ın M arksizm in ‘ru h u ’ lehine ‘m ateryalist d o k trin ’den feragat
etm esine Marx acaba ne derdi? Ya Carver’ın kendisini kapitalizm in Foucault’cu bir ‘h a
k ikat rejim i’ veya W ittengsteinci ‘yaşam form u’ olu ştu rd u ğ u n u dü şü n en ‘figüratif’ bir ya
zar ve felsefi idealist olarak okum asına (1998: 20, 27, 59)? Postm odernistlere karşı ciddi
M arksist itirazlar için bkz. Callinicos (1980); Eagleton (1996); Post (1996).
6- M arksizm in bireyin kendi kaderini belirlem esini olum lam asının yararlı b ir savunusu için
bkz. Forbes (1990). Bu çerçevede daha erken tarihli bir çalışm a için bkz. Tucker (1980).
7- M arksist kökenli yazarlardan gelen diğer prosedürel dem okrasi savunulan için bkz.
H eller (1998); H aberm as (1996: 287-28, 4 6 3 -90).
8- C ohen (1982); C ohen ve How ard (1979); C utler ve diğerleri (1977); Laclau ve Mouffe
(1985) ; G orz (1982); H aberm as (1986; 1990); Offe (1972; 1984; 1985a,b).
9- M arksist devlet teorilerinin taram ası için bkz. Jessop (1982); Taylor (1995); Hay (1999).
10- Keane (1988: 3 1 -68).
11- Sitton’a göre (1996: 15), ‘toplum sal çatışm anın norm atif boyutlarının yeniden vurgulan
m ası yakın dönem M arksist teorisinin tanım layıcı niteliklerinden birisidir’. Ayrıca bkz.
Elster (1985: 529 -3 1 ); W right ve diğerleri (1992: 100); C ohen (1995: 1-18); Haberm as
(1996); G eras (1988).
Referanslar
Kari Marx’ın iktisadı ile Marksist iktisat, siyasal iktisadın bir eleştirisi ola
rak, homojen, monolitik ve tamamlanmış bir söylem olarak kavramsallaştı-
rılmamalıdır. Aksine, bu zengin ve yaşamsal önemdeki gelenek birden fazla
sesi ve teori çeşitliliğini barındırır. Açık ki bu kısa makalede, Marksist ikti
sadın farklı geleneklerinin zenginlik ve karmaşıklığının hakkını vermek fii
len olanaksızdır.2 Bu çeşitliliği anlama çabası içerisinde bu bölümde, iki ayrı
Marksist proje arasında ayrım yapılacaktır: sermaye birikim sürecini ağırlık
merkezi olarak alanlar ve sınıf sömürüsünü başlangıç noktası kabul edenler.3
İlk proje kendisini kapitalizmi krizle malûl bir servet birikimi süreci olarak
tahlil etmeye hasrederken, İkincisi, farklı sınıf yapılarının (kapitalist, feo
dal, köleci, bağımsız veya komünal) ve bunların eklemlenmesinin kurumsal
açıdan spesifik tahlilleri olarak tanımlanabilir. Bu ayrım bu bölümün yapısı
nı da belirliyor. İlk kısımda, anlaşılır bir literatür taraması yapabilmek için
Marksist iktisadın temel kavramlarını özetleyeceğiz. İkinci kısım kapitalizm
hakkındaki birikim teorilerini araştırırken dördüncü kısım çağdaş toplumsal
formasyonlarda artığa el koymanın kapitalist ve kapitalist olmayan biçimleri
üzerine belirli tahlilleri tartışacak. Marksist sömürgecilik ve emperyalizm te
orileri ile ilgili olan üçüncü bölüm ise bu haliyle bir parantez işlevi görecek.
Son mülahazalar, kapitalist olmayan gelecekleri tasavvur etme ve hayata ge
çirme yolunda farklı kapitalizm teorilerinin bazı sonuçları üzerinde duracak.
D e ğ e r K a te g o rile ri
Ü retim d e K r iz
B i r i k i m v e K u r u m l a r : K a p i t a l i z m i n D ö n e m l e ş t i r il m e s i
Marx’a göre sömürgecilik, ucuz ham madde temin etmek için politik-
militarist yöntemler kullanma olarak tarif edilebilir.21 Bu yöntemler sömür
geci uluslarda üretim maliyetlerini düşürür ve diğerleri karşısında rekabet
avantajı sağlar.22 Daha ucuz tüketim mallarına erişim de, sömürgeci uluslar
da emek gücünün değerini, işçilerin tüketim araçlarına erişimini tehlikeye
sokmaksızın düşürme etkisine sahiptir.
Sömürgeler aynı zamanda, merkezde üretilen kapitalist metalar için bir
pazar işlevi görür ve böylece orantısızlık krizini düzenlemeye yardımcı olur.
Nihayet, finans-kapitalin bakış açısından, sömürgeler sömürgeci ulusun fi
nansörlerinin, yalnızca sömürgelerin yerli sanayi kapitalistlerine değil, aynı
zamanda öbür kapitalist olmayan sınıf süreçlerinin (örn. köleci, feodal ve
bağımsız) öznelerine de rekabet korkusu duymadan kredi verebildiği nüfuz
alanları olarak işlev görebilirler. Ancak, yukarıda tanımlanan süreçlerin hiç
birisi, doğrudan Marksist anlamda sömürgecinin sömürgeyi “sömürmesini”
içermez. Yine de, bu süreçlerin tamamı “merkezdeki” kapitalist artık değer
elde etme formunun varlığı için gerekli koşulları yaratır (Ruccio vd., 1990).
Buna karşılık emperyalizm, sermaye devrelerinin sömürge topraklarına
çok daha yoğun bir eklemlenişini içerir. Emperyalizmin ayırt edici özellikle
rinden birisi emperyal merkezlerden sömürgelere doğrudan yatırım akışıdır.
Doğrudan yatırım aracılığıyla ve hammaddelere ve daha ucuz emek-gücüne
doğrudan erişimin güvenceye alınmasıyla emperyalist ulusların sanayi ka
pitalistleri sömürgelerin işçilerini “sömürmeye” başlamışlardır. Bu, az evvel
tarif ettiğimiz, kapitalizmin sömürgeci tarzda uluslararasılaşmasından farklı
formda bir uluslararasılaşmadır. Üstelik, bu doğrudan yatırımın iki başka ta
mamlayıcı etkisi daha vardır. Birincisi, yerli halkların proleterleşmesi tüccar
sermayesine artık değerin gerçekleşmesi için yeni pazarlar yaratır. İkincisi,
kapitalizmin kuram larının sömürgelere girmesi, emperyal ulusların finan
sörleri tarafından kârlı bir biçimde finanse edilecek olan altyapıların (demir
yolları, okullar, barajlar, elektrik sistemleri, vs.) inşasını gerektirir.
Fakat, Marksist emperyalizm kavramının, dünyanın tek bir küresel kapi
talist toplumsal formasyona dönüşmekte olduğunu söylediği biçiminde bir
yorum hatalı olur. Daha ziyade, kapitalist ve kapitalist olmayan sınıf sü
reçleri arasında daima bir karşılaşmayı barındıran çelişik bir süreç söz ko
nusudur. Ernesto Laclau (1977) bu karşılaşmanın şartlarını Andre Gunder
Frank’ın Latin Amerika tahliline yöneltilmiş keskin bir eleştiride aydınlat
mıştır. Gunder Frank (1972) ve diğerlerine göre Latin Amerika toplumsal
formasyonları, dünya pazarıyla bütünleşmeleri dolayısıyla zaten kapitalist
ti. Laclau bu tür tezlere, tartışmaya dolaşım ve üretim alanları arasındaki
Marksist ayrımı sokarak karşı çıkacaktı. Laclau’ya göre, kapitalist üretim
ilişkilerini sadece meta mübadelesinin varlığından çıkarsamak hatalı olur.
Onun açısından, Latin Amerika toplumsal formasyonlarını feodal ve kapi
talist üretim ilişkilerinin eklemlenmesi olarak ifade etmek daha doğrudur.
Aslnda, kapitalist biçimler, kapitalist olmayan biçimlerle bir arada bulun
makla kalmaz, onları besleyebilir de (Ruccio vd., 1990).
Emperyalizmin emperyal ulusların işçi sınıflarının politik bilinci üzerin
de etkisi de Marksist teorisyenlerin sürekli üzerinde durdukları bir mesele
oldu (Lenin, 1973 [1917]: 118-131; Dobb, 1945 [1940]: 259-269). Özel ola
rak da, emperyalist politikaların gerçek ücretlerde yukarı yönlü bir eğilime
rağmen sömürü oranını artırmak için gerekli şartları yaratabileceği ileri sü
rülüyordu.23 Reformizm ve oportünizmi besleyen politik bir kültür olan sen-
dikalizmle sınırlı bilinç bu yüzden kısmen, sömürgelerden emperyalist mer
keze artık akışından besleniyordu.
Emperyalizmin günümüz kapitalizminin tahlili bakımından geçerli bir
kavram olmaya devam edip etmediği tartışmaya açıktır. Michael Hardt ve
Antonio Negri (2000) son dönemde, ulusötesi şirketlerin faaliyetlerinin çer
çevesini çizen, onları düzenleyen, koruyan, destekleyen ve onlara yol gös
teren uluslararası kuruluşlardan (Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu,
Dünya Ticaret Örgütü, vs.) oluşan yeni bir ağı tanımlamak için İmparatorluk
nosyonunu ortaya attılar. Son dönemdeki gelişmeleri açıklamada bu tür ça
baların değeri ne olursa olsun (24), günüm üz dünya ekonomisinde, farklı
politik ve kültürel biçimler altında da olsa, sömürgecilik ve emperyalizmi ta-
mmlayan bütün ekonomik süreçlerin bugün de mevcut olduğu da ileri sü
rülebilir (Ruccio, 2003).
Dipnotlar
1. Yazarlar, Howie C hodos, Kenel Erçel, Stephen Healy, Philip M. Kozel ve Ceren Ö zselçuk’a
teşekkürü bir borç bilirler. H er zam anki uyan burada da geçerli. Bu m akalenin daha uzun
bir versiyonu talep edilm esi halinde isteyene yollanacaktır.
2. Kaçınılmaz b ir biçim de bu, M arksist iktisadın, yazarların özgül ve bu yüzden kaçınılaz
olarak kısm i M arksizm kavrayışından etkilenen ve onunla şekillenen, özgül bir tem si
li olacaktır.
3. Bruce N orton (2001: 24) bu ayrım ı yalın terim lerle ortaya atan ilk kişiydi: “Benim tezim,
her iki proje Kapital ve A rtık Değer Teorileri’nde ne tü r iyi ilişkiler sürdürm eyi başarm ış
olursa olsun, ikisi arasındaki barışın Marx’in ö lüm ünden sonra bozulduğudur. Biri, yani
kapitalizm in kaderini belirleyen iç çelişkilerini ayırt etm e çabası, Batılı M arksist iktisa
dın projesi haline gelm iş ve daha genel olarak radikal iktisada yol gösterm eye başlam ış
tır. Diğeri, yani sınıf sö m ü rü sü n ü n tarihsel olarak değişen boyutlarını kavram a -v e d ö
n üştürm e olanaklarını tasavvur e tm e - çabası daha az büyüm e şansı b ulm uştur.” Doğrusu,
N o rto n ’un M arksist birikim teorileri üzerine kapsam lı çalışm ası (1988; 1992; 2001), bu
m akaleyi birden fazla şekilde etkilem iştir.
4. Bu anlam da M arksist em ek değer teorisi (EDT), b ir m etanın değerinin onun içinde “ci-
sim leşen” em ek zam an m iktarına eşit olduğu diğer em ek değer teorilerinden (Sm ith ve
Ricardo’nu n ) farklıdır.
5. D önüşüm Sorunu (DS) denen şey üzerine ve EDT’nin bilim sel geçerliliği üzerine çok
şey yazıldı. DS, m etaların değerlerinin üretim fiyatlarına d ö n ü şü m ü ile ilgilidir. EDT’yi
Ricardocu/Sraffacı bakış açısından eleştirenler, K apitalin Ü çüncü C ildi’nde M arx’in üre
tim araçlarının değerlerini değer biçim lerine (üretim fiyatlanna) dönüştürm eyi başaram a
dığını iddia ederler. Daha tem elde, değer kategorilerinin gereksiz olduğunu ve EDT’in ye
rine Sraffacı bir doğrusal üretim fiyatları m odelinin geçirilm esi gerektiğini ileri sürerler.
EDT’nin Ricardocu/Sraffacı bir eleştirisi için bkz. Steedm an (1977); EDT’nin felsefi b o
yutları için bkz. E lson’a (1979) çeşitli katkılar; EDT’nin son dönem e ait M arksist bir sa
vu n u su için bkz. Moseley (1993); DS’ye “yeni” olarak adlandırılan çözüm için bkz. Foley
(1982); DS’nin özcü karşıtı b ir çözüm ü için bkz. W olff vd. (1982).
6. Bundan, birikim g ü d ü sü n ü n kapitalizm in belkem iği olduğu so n u cu n u çıkarm ak m üm
k ü n d ü r (M arx, 1976 [1867]: 742): “Biriktir, biriktir! M usa da bu, peygam berler de!”
Ancak bu, k â rla n n yanlış biçim de kendisinin alt küm elerinden birisine, yani birikim m ak
sadıyla ayrılan kaynaklara eşitlenm esini içerecekti (bkz. bir sonraki bölüm , “Sınıf süreç
leri ve kapitalist şirket”).
7. Aşağıdaki değerlendirm e Kapital’in İkinci C ildi’ne dayanm aktadır (Marx, 1978 [1884]).
8. “Sınai” terim i bir ölçüde yanıltıcı olabilir. “Sınai” serm ayeyle M arx, (tarım ve hizm et sek
törüne karşı) sınai sektöre değil, artık em eğin harcanm asına atıf yapıyor. Bu haliyle kav
ram b ir ekonom inin b ü tü n sektörlerine uygulanabilir.
9. Marx şöyle yazar (1976 [1867]: 709): “A rtık değer üreten, yani doğrudan doğruya işçi
lerden ödenm em iş em ek çekip alan ve onu m etalarda cisim leştiren kapitalist, kuşkusuz
bu artık değeri ilk m ülk edinen olm akla birlikte, hiçbir biçim de o n u n son sahibi değildir.
O nu, b ir b ü tü n olarak ele alınan toplum sal üretim içerisinde başka işlevleri yerine getiren
kapitalistlerle, toprağın sahibiyle, daha başka insanlarla paylaşm ak zorundadır. Bu yüzden
artık değer çeşitli kısım lara ayrılır. Parçaları çeşitli kategorilere ayrılan kişilere gider ve
kâr, faiz, ticaret kazançları, toprak rantı, vs. gibi karşılıklı olarak bağım sız biçim ler alır.”
10. Yine Marx şöyle yazar (1976 118671: 710; vurgu sonradan): “Kapitalist üreticiyi, artık de
ğerin tam am ının sahibi, ya da belki daha iyisi, yağm adan onunla birlikte pay alacak olan
herkesin tem silcisi olarak ele alıyoruz. Bu yüzden işe, birikim i soyut bir bakış açısından,
yani doğrudan üretim sürecinin yalnızca bir veçhesi olarak ele alarak başlayacağız.”
11. Klasik M arksist toplum sal form asyon m odelinde, b ir üretim tarzının iki bileşeni üretim
ilişkileri ve üretici güçlerdir. İlişkiler sınıflara atıfta bu lu n u rk en , güçler teknolojiye, eko
lojiye ve nüfusa atıfta bulunur. Kültür, ideoloji, huk u k i ve politik sistem gibi üst yapı ele
m anlarını belirleyen üretim tarzı, toplum sal form asyonun ekonom ik tem elidir. 1970’lerde
toplum sal form asyona ilişkin bu tem el-üst yapı m odeli, ekonom ik determ inizm i dolayı
sıyla kapsam lı bir eleştiriye uğradı (H indess ve H irst, 1975). Daha sonra 1980’lerde hiye
rarşik altyapı-üstyapı m odelinin yerine ekonom ik, politik, doğal ve kültürel süreçlerden
oluşan yatay bir m odel geçirildi (Resnick ve Wolff, 1987). Üst belirlenm eye dayalı bu m o
delde nedensel bakım dan tek bir süreç öne çıkarılm az ve ayrım salt tahlil amaçlıdır. Ancak
ekonom ik süreçler de, sınıfsal ve sınıfsal olm ayan ekonom ik süreçlere ayrılır. İkinci kate
gori, başka şeylerin yanı sıra, bölüşüm ve tüketim süreçlerini de içerir.
12. Söm ürü oranı (e = s/v) aynı kalm adığı veya artm adığı sürece.
13. Aslında, bu m odeller M arx’in kapitalizm in dinam iklerine bakışını betim lem eyi am açlam ı
yordu. Daha ziyade m ütevazı b ir biçim de ve üretim alanından soyutlayarak, kapitalist bi
rikim sürecindeki dengenin olanaklılıgım ve kırılganlığını gösterm eyi am açlıyordu.
14. A nw ar Shaikh’e göre (1978: 237-238), kapitalist, em ek sürecinde değişiklik yapm aya ve
“verili üretim m etodları çerçevesinde m esai saatlerinin uzatılm ası veya em ek yoğunluğu
n u n artırılm ası” önünde toplum sal sınırlarla karşılaştığında, diklenen işçileri m akineler
le ikam e etm eye zorlanır.
15. E konom inin değer cinsinden kâr oranı (r) şu şekilde tanım lanabilir: r = s/(c + v) = (s/v)/
Ic/v) + 1] = e/(k + 1). Serm ayenin organik bileşim inin (k) artm ası, firm anın değişken ser
maye yerine giderek daha fazla değişm ez serm ayeye yaslanm ası anlam ına gelir.
16. Bu tartışm a hakkında kapsam lı bir taram a için bkz. C ullenberg (1994).
17. Daha kesin bir biçim de ifade etm ek gerekirse, Marx, en az beş karşı-eğilim telaffuz etm iş
tir. Bu karşı-eğilim ler şunlardır: (1) sö m ü rü oranının artm ası; (2) ücretlerin değerlerinin
altına düşm esi; (3) üretim araçlarının ucuzlam ası; (4) artık n üfusun artm ası; (5) dış tica
ret (bkz. Marx, 1981 [1894]: 339-348).
18. A nalitik veya rasyonel seçim ci M arksistler olarak da bilinen bu sosyal teorisyenler gru
bunda, daha b aşkalannın yanı sıra şu isim ler yer alır: Jo h n Roemer, Jo n Elster, Adam
Przew orski, Samuel Bowles ve Philip van Parijs. M etodolojik bireyciliğe sıkı b ir biçim de
bağlı olan analitik M arksistler, M arksizm i m ikrotem ellerle donatm aya çalışırken, M arksist
iktisadın m etodolojik önerm elerini terk ederek neoklasik iktisadın analitik cephaneliği
ni benim sediler. B ununla birlikte, üretim araçlarının eşitsiz dağılım ına, em ek sürecinde
ki güç ilişkilerine, sınıf bilincinin oluşm asında kolektif eylem sorunlarına ve işgücü pi
yasalarında ırk ve cinsiyet tem elli ayrım cılığa dair, M arksizm den esinlenen sorunlar or
taya atm ayı sürdürdüler. Bir m akale derlem esi için bkz. Roem er (1986); eleştirel taram a
lar için bkz. Amariglio vd. (1989) ve Carver ve T hom as’ın editörlüğünü yaptığı kitapta
(1995) yer alan çeşitli katkılar.
19. Marx bu görüşü nispeten açık bir biçim de izah etm iştir: “Ne kadar daha üretken olursa ol
sun veya artık değer oranını ne kadar yükseltirse yükseltsin, kâr oranını düşürdüğü tak
dirde yeni bir üretim m etodunu hiçbir kapitalist gönüllü olarak uygulam az. Fakat bu tür
den her yeni üretim m etodu, m etaları ucuzlatır.” Bu yüzden der Marx: “ [Kapitalisti b u n
ların üretim m aliyetleriyle, daha yüksek üretim m aliyetleriyle üretilen diğer m etalarm pi
yasa fiyatları arasındaki farkı cebe indirir. Bu m ü m k ü n d ü r çü n k ü , bu ikinci türden me-
taların üretilm esi için toplum sal olarak gerekli ortalam a em ek zam anı, yeni üretim m eto
duyla gereken em ek zam anından daha fazladır. Üretim prosedürü toplum sal ortalam anın
ilerisindedir. Fakat rekabet yeni prosedürü genelleştirir ve onu genel yasaya tâbi kılar. Bu
yüzden kâr oranında bir d ü şü ş çıkar ortaya -b e lk i başlangıçta bu üretim kesim inde, daha
sonra ise diğerleriyle eşitlenecek şek ild e- bu, kapitalistin iradesinden tam am en bağım sız
bir d ü şü ştü r” (M arx, 1981 [1894]: 373-374). Bu, aynı zam anda M arx’in, üretim fiyatlarıy
la (dolaşım alanı) bir m etanın değeri (üretim alanı) arasındaki sistem atik sapm aya daya
nan süper kârlar (veya ek kârlar) teorisinin bir özetidir.
20. DT’nin tem el m etinleri arasında Aglietta (1979) ve Lipietz (1987 a,b) vardır. BTYY yakla
şım ının tem el m etinleri için bkz. G ordon vd. (1982) ve Bowles vd. (1990). Karşılaştırm alı
eleştirel bir incelem e için bkz. Kotz (1990).
21. Söm ürgecilik ve em peryalizm arasında standart bir ayrım m evcut değildir: bizim sergile
m em iz B uharin’in (1973 [1915]), Lenin’in (1973 [19171) ve D obb’un (1945 [1940]) yaz
dıklarına dayanm aktadır.
22. Söm ürgecilik de em peryalizm de söm ürgeci ve em peryalist uluslar arasındaki çekişme
bağlam ında kavram sallaştırılm alıdır. E m peryalistler arası çekişm e, L enin’in ileri süreceği
üzere, dünya ekonom isini ve o n u n dünyanın çivisini çıkaran yıkıcı etkilerini anlam ada ki
lit önem dedir. 1914-18 ve 1939-45 savaşları, (Lenin ve Dobb da dahil) pek çok M arksiste
göre em peryalizm in tarihi ile bağlantısı içinde düşünülm eli ve tahlil edilm elidir.
23. Verili bir toplum sal form asyonda, em ek-gûcünün değeri (v) iki değişkene bağlıdır.
Birincisi, işçinin yeniden üretim i için toplum sal olarak gerekli sayılan farklı kullanım de
ğerlerinin bir nicelik vek tö rü d ü r (q). İkincisi ise bu tüketim m allarının değerleridir (w).
Dolayısıyla, v = q*w. Bu tüketim m allarının değerleri (em peryalist politikalar dolayısıyla)
em ek-gücünün değerinden daha hızlı düşerse, ortalam a işçinin, em ek-gücü değeri düşer
ken bile daha fazla kullanım değeri tüketm esi olanaklı hale gelecektir. Başka bir deyişle,
söm ürü oranı arttıkça “gerçek ü c ret” ya da işçinin yaşam standardı da artar. Daha detaylı
bir incelem e için bkz. W olff ve Resnick (1987: 168, 237-238).
24. Bkz. Dossier on Em pire (2001)’e çeşitli katkılar.
Referanslar
G iriş
Bu yazı yirminci yüzyılda Marksist yöntem ile ilgilidir. Daha ileriye gitme
den önce şu soruyu sormamız şart: ne tür bir yöntemden bahsediyoruz?
Marksist düşüncenin sanat tarihi, edebiyat, kültür incelemeleri, felsefe, tarih
yazımı ve sosyal bilimler gibi pek çok alanda araştırma çerçevelerine ilham
verdiği bir gerçek. Bu etkiler -yabancılaşma teorisi, mistifikasyon kavramı,
emek değer teorisi, sınıf çatışması ve sömürü teorileri, üretici güçler ve üre
tim ilişkileri teorisi, üretim tarzı teorisi gibi- Marksist düşüncenin içinde
ki pek çok farklı mecazlardan geçerek ilerlemiştir. Böylelikle Marksist yön
tem meselesi çok karmaşıklaşmıştır: Marksist yöntemlerin kullanıldığı pek
çok alan vardır ve Marx’ın düşüncesinin bu farklı yaklaşımları doğuran çok
sayıda damarı vardır.
Ben sosyal bilimler yöntemine odaklanacağım (tarih araştırmalarının bü
yük bölümünü de buna dahil ediyorum). Bu tercih çalışmamıza iki paramet
re getiriyor. Marksist yöntemlerin geçen yüzyılda sosyal dünyayı anlayışımı
zın şekillenmesine yardımcı olduğu yollar ile ilgileneceğiz. Bu etkileri (ede
biyat, felsefe yahut etik alanındaki incelemelerde değil) ampirik araştırma
lar alanında ele alacağız.
Marx’ın modern sosyal bilimlerin kurucularından biri olduğu kesindir.
Yaşamı boyunca yaptığı araştırmalarda ve yazdığı yazılarda modern ekono
mik hayatın bilimsel analizine ulaşmaya çalışmıştır. Yaşamının büyük bö
lümü boyunca bir sistem olarak kapitalizmin bilimsel analizi ile uğraşma
nın önemim vurgulamıştır. Olguların dürüstçe ampirik olarak incelenme
sine yönelik disiplinli tavrına tutarlı biçimde bağlı kalmıştır. Marx’in ken
di hedeflerinin çerçevesini oluşturan, şüphesiz, kapitalist üretim tarzının bi
limsel analizini yapma özlemidir. Günümüzde Marx’in (özellikle de sosyal
tarih, sosyoloji ve siyasal iktisat alanlarındaki) çok sayıda katkısının sosyal
bilim araştırma ve teorilerini güçlü biçimde etkilediği kesindir. Ben burada
yirminci yüzyılda Marksist sosyal bilim yaklaşımlarının içinden geçerek ge
liştiği bazı önemli alanları inceleyeceğim. Marksist sosyal bilimin toplumsal
araştırmaların yapılmasına olan kalıcı katkıları üzerine bir perspektif sun
maya çalışacağım.
Marx’in düşüncesinin yirminci yüzyıl sosyal bilimleri içindeki etkisi her
yerde hazır ve nazırdır: sosyal tarih ve emekçilerin tarihi (Jones, 1971); ka
pitalizmin içindeki kurumlar (Giddens, 1973); devrim ve sınıfın siyasi ta
rihi (Soboul, 1989); işçi sınıfının yaşanmış deneyimi (Sennett ve Cobb,
1972); sosyal kategoriler ve sahici sosyal fenomenler olarak yabancılaş
ma ve mistifikasyon (imalat sanayii ve yarattığı kültür) (Szymanski, 1978;
Meszâros, 1972); siyasal iktisat (Mandel, 1969, 1975), eğitim sosyoloji
si (Bowles ve Gintis, 1976); kapitalist toplumlarda devlet (Miliband, 1969,
1982; Poulantzas, 1973). Marx’m yazıları toplumsal süreçleri ve sosyal tari
hi analiz etme, kavramsallaştırma ve açıklama tarzımıza muazzam bir katkı
da bulunmuştur.
Bununla birlikte, Marksist sosyal bilim metodolojisi nedir sorusunun tek
bir cevabı yoktur. Bunun yerine, yirminci yüzyılda Marksist toplumsal araş
tırma, birçoğu diğerleriyle tutarlı olmayan çok sayıda ses ve içgörünün bir
korosunu temsil eder. Yirminci yüzyılda Marksist sosyal bilim merkezi bir
paradigmaya, belirli metodolojik ve teorik kabullere sahip, tutarlı bir araştır
macı topluluğunu temsil etmekten ziyade kendi içinde ciddi bir çeşitliliğe ve
vurgu farklılığına sahip olmuştur. Çalışmaları Marksist sosyal bilim genel ka
tegorisinin içinde yer alan düşünürler yelpazesini düşünün: E.P. Thompson,
Louis Althusser, Jürgen Habermas, Gerald Cohen, Robert Brenner, Nicos
Poulantzas, Ralph Miliband, Nikolay Bukharin, György Lukács ve Michel
Foucault. Bu yazarların tamamı Marksist sosyal bilime katkıda bulunm uştur
ama bu katkılar hiçbir şekilde sosyal bilimler için tek, tutarlı ve belirli bir
odağa sahip bir metodoloji oluşturmamıştır. Herkes tarafından kabul edil
miş, bir paradigma oluşturan bir bulgular dizisi mevcut değildir. Bunun ye
rine, farklı geleneklerden gelen, gelecekte yapılması olası çalışmalara içgö-
rü momentleri ve mekânlar sunan, içeriğe ilişkin ve metodolojik çalışmala
rın sayısız sıradışı örneği vardır. Bu nedenle, “Marksist teori” alanında uz
manlaşmak isteyen bir lisansüstü öğrencisi, tutarlı ve düzenli bir araştırma
disiplinine yönelen bir moleküler biyoloji öğrencisinden ziyade bir edebiyat
öğrencisinin büyük eserlerle açık uçlu karşılaşmalardan oluşan çalışma ala
nına benzediğini fark edecektir.
A lth u sse r
E le ş tir e l Teori
M a te r y a lis t Tarih
Bu yaklaşıma göre, Marx sosyal bilim araştırmaları için ayırt edici bir yön
tem sunmaz. Bunun yerine, kapitalizmin fenomenlerini betimlemek ve açık
lamak için eklektik ve ampirik olarak yönlendirilmiş bir çaba sunar. Marx
bir hipotezler, önseziler ve ontolojik bağlılıklar ailesine dayalı bir “araştırma
tarzı” sunar. Bu araştırma aracılığıyla, özellikle kapitalizmin kurumsal ana
tomisi ve dinamikleri ile toplumsal davranış hakkında bir dizi betimleyici
ve teorik içgörü biçiminde sosyal bilimlere içerik temelli bir katkı yapmıştır.
Diyalektik düşünce Marx’in sosyal bilimler yönteminin bir parçası değildir,
olsa olsa “çelişkiler bulmak” için bir hipotez kaynağıdır. Son olarak, akılcı
düşünce teorisi ile neoklasik ekonominin araçları Marksist düşünceye son
derecede uygundur.
Bu yaklaşıma göre, Marx’in araştırmalarının oluşturduğu bütün, bir
ilmihâli temsil etmez; deri kutuda saklanan bir “organon”* oluşturmaz.
Lakatos’un kastettiği anlamda bir araştırma programına benzer: geniş hipo
tezlerden, araştırılacak verimli alan önerilerinden, paradigma açıklamaların
dan, teorilerden, yorumlardan ve (emek değer teorisi gibi) bazı formel teo
ri kırıntılarından oluşan bir bütün. Bu program dahilinde çalışmak, verim
li araştırmaların pek çok örneğinin (Thompson, Bloch, Morishima) dikkat
li şekilde incelenmesinden çıkan “üstü kapalı bilgi”yi edinmek ve daha son
ra çalışma bütününden -am a, aynı zamanda Marksist olmayan çalışmaların,
Sabel’in Work and Politics (İş ve Politika) başlıklı kitabı gibi en iyilerinden de
(Sabel, 1982)- yararlanarak kendi alanında araştırma yapmaktır.
“Yöntem” araştırmaya yön veren bir kural koyucu doktrinler bütününü
ima eder. Marx’in bu tür bir doktrin gövdesi sunmadığı açıktır. İlle bir şey
ler sunacaksa -M ili (1950) veya Whewell’den (Whewell ve Butts, 1968) aşi
na olduğum uz- şu çizgilerde, hayli sıradan bir reçete sunardı:
1. Teoriler ve hipotezler formüle edin;
2. Var olan ampirik ve tarihsel verileri dikkatle inceleyin;
3. Verilerin arasında size hipotezler düşündürebilecek “kalıplar”ı ayırt
edin;
4. Hipotezleri ampirik ve olgusal araştırma yoluyla değerlendirin.
Peki, genç bir sosyal bilimci veya tarihçinin mesleki hazırlığı konusunda
neler düşünmeliyiz? Bu, genç bir biyolog veya fizikçinin hazırlığına benzer
Sonuç
1- Bu soruların pek çoğu The Scientific M arx (Little, 1986) kitabında ayrıntılı olarak araştı
rılm ıştır.
2- Toplum teorisi alanındaki bir başka A lthusserci çabanın güçlü ve etkili eleştirileri için bkz.
E.P. T hom pson’u n H indess ve H irst’i (1975) eleştirdiği The Poverty o f Theory (T hom pson,
1995).
3- Bkz. Cari Boggs’u n G ram sci’nin düşüncesinin gelişim ini ele alışı (Boggs, 1976).
4- M ateryalist tarihin başka iyi örnekleri C arr (1984), Finley (1973), D obb (1963) ve
Brenner’ı (1976, 1982; A ston ve Philpin, 1985) içerir.
Referanslar
Akerlof, George (1970) “The M arket for ‘Lem ons’: Quality, U ncertainty and the M arket
M echanism ,” Quarterly Journal o f Economics, 84: 488-500.
Althusser, Louis (1969) For Marx. New York: P antheon Books.
Althusser, Louis and E tienne Balibar (1970) Reading Capital. Londra: New Left Books.
A nderson, Perry (1974) Lineages o f the Absolutist State. Londra: New Left Books.
Arrow, K enneth Joseph (1963) Social Choice and Individual Values, ikinci basım. New York:
Wiley.
A ston, T.H. ve C.H.E. P hilpin (1985) The Brenner Debate: Agrarian Class Structure and Economic
Development in Pre-industrial Europe. Cambridge: C am bridge U niversity Press.
Bloch, M arc Leopold Benjam in (1966) French Rural History: An Essay on its Basic Characteristics.
Berkeley, CA: U niversity of California Press.
Boggs, Carl (1976) Cramsci's Marxism. Londra: Pluto Press.
Bowles, Sam uel ve H erbert G intis (1976) Schooling in Capitalist America: Educational
Reform and the Contradictions o f Economic Life. New York: Basic Books.
Brenner, Robert (1976) “A grarian Class S tructure and E conom ic D evelopm ent in Pre-Industrial
E urope,” Past and Present, 70: 30-75.
Brenner, Robert (1982) “The Agrarian Roots of E uropean Capitalism ,” Past and Present, 9 7 :1 6 -
113.
B rinton, Mary C. ve Victor Nee (1998) New Institutionalism in Sociology. New York: Russell
Sage F oundation.
Callinicos, Nicos (1976) Althusser’s Marxism. Londra: Pluto Press.
Carr, Edw ard Hallett (1984) The Comintern and the Spanish Civil War. New York: P antheon
Books.
Dobb, M aurice (1963) Studies in the Development o f Capitalism. New York: International
Publishers.
Elster, Jo n (1982) “M arxism , Functionalism , and Gam e Theory,” Theory and Society, 11: 4 5 3 -
82.
Elster, Jo n (1985) M aking Sense o f Marx. Cambridge: Cam bridge U niversity Press.
Elster, Jon (1986) “Three Challenges to Class”,J. Roem er (ed.), Analytical Marxism. Cambridge:
Cam bridge U niversity Press içinde.
Engels, Friedrich (1958) The Condition of the Working Class in England. Oxford: B. Blackwell.
Finley, M.I. (1973) The Ancient Economy. Berkeley, CA: U niversity of California Press.
G iddens, A nthony (1973) The Class Structure of the Advanced Societies. Londra: H utchinson.
Gram sci, A ntonio (1957) The M odem Prince, and Other Writings. Londra: Lawrence and
W ishart.
H indess, Barry and Paul Q. H irst (1975) Pre-capitalist Modes o f Production. Londra: Routledge
& Kegan Paul.
Jones, G areth Stedm an (1971) Outcast London: A Study in the Relationship between Classes in
Victorian Society. Oxford: C larendon Press.
K night, Jack (1992) Institutions and Social Conflict: The Political Economy o f Institutions and
Decisions. Cambridge: C am bridge U niversity Press.
K uhn, T hom as S. (1970) The Structure o f Scientific Revolutions, genişletilm iş, ikinci basım.
Chicago: U niversity of Chicago Press.
Lakatos, Im re (1974) “M ethodology of Scientific Research Program m es”, I. Lakatos ve A.
Musgrave (ed.), Criticism and the Growth o f Knowledge. Cam bridge: Cam bridge U niversity
Press içinde.
Lakatos, Im re ve Alan M usgrave (ed.) (1974) Criticism and the Growth o f Knowledge, D üzeltilm iş
yeniden basım. Cambridge: C am bridge U niversity Press.
Little, Daniel (1986) The Scientific Marx. M inneapolis, MN: U niversity of M innesota Press.
Little, Daniel (1987) “D ialectics and Science in M arx’s Capital," Philosophy o f the Social Sciences,
17: 197-220.
Little, Daniel (1993) “O n the Scope and Lim its of G eneralizations in the Social Sciences,”
Synthese, 97: 183-207.
Little, Daniel (1998) Microfoundations, Method and Causation: On the Philosophy o f the Social
Sciences. New Brunsw ick, NJ: T ransaction Publishers.
M andel, E rnest (1969) Marxist Economic Theory, revised edition. New York: M [onthly]
R[eview] Press.
M andel, Ernest (1975) Late Capitalism, gözden geçirilm iş basım . Londra: New Left Books.
Marx, Karl (1964) The Eighteenth Brumaire o f Louis Bonaparte. Açıklayıcı notlarla birlikte. New
York: International Publishers.
M arx, Karl (1973) Crundrisse. Londra: Vintage.
Marx, Karl (1977) Capital, volum e 1. New York: Vintage.
Marx, Karl ve F riedrich Engels (1970 [1845-49]) The German ideology, üçüncü basım.
Moskova: Progress Publishers.
Marx, Karl and F riedrich Engels (1975) Karl M arx and Frederick Engels: Selected Correspondence,
gözden geçirilm iş, üçüncü basım. M oskova: Foreign Languages Publishing House.
Mészáros, István (1972) Marx’s Theory o f Alienation. New York: H arper & Row.
M iliband, Ralph (1969) The State in Capitalist Society. New York: Basic.
M iliband, Ralph (1982) Capitalist Democracy in Britain. Oxford: Oxford U niversity Press.
Mill, Jo h n Stuart (1950) Philosophy o f Scientific Method. New York: Hafner.
O ilm an, Berteli (1971) Alienation: M arx’s Conception o f Man in Capitalist Society. Cambridge:
C am bridge U niversity Press.
O ilm an, Berteli (1993) Dialectical Investigations. New York: Routledge.
O lson, M ancur (1965) The Logic of Collective Action: Public Goods and the Theory o f Groups.
C am bridge, MA: H arvard U niversity Press.
Poulantzas, Nicos (1973) Political Power and Social Class. Londra: New Left Books.
Poulantzas, Nicos Ar (1974) Fascism and Dictatorship: The Third International and the Problem
o f Fascism. Londra: NLB.
Poulantzas, Nicos Ar (1975) Classes in Contemporary Capitalism. Londra: NLB.
Powell, W alter W. and P aulJ. DiMaggio (eds) (1991) The New Institutionalism in Organizational
Analysis. Chicago: Chicago U niversity Press.
Przew orski, Adam (1985a) Capitalism and Social Democracy. Cambridge: C am bridge U niversity
Press.
Przew orski, A dam (1985b) “M arxism and Rational C hoice.’ Politics & Society, 14 (4): 379-409.
Przew orski, Adam (1986) “M aterial Interests, Class Com prom ise, and Socialism ”, J.
Roemer (ed.), Analytical Marxism. Cam bridge: Cam bridge University Press içinde.
Ringer, Fritz (1997) M ax Weber’s Methodology: The Unification o f the Cultural and Social Sciences.
Cam bridge, MA: H arvard U niversity Press.
Roemer, Jo h n (1981) Analytical Foundations of Marxism. New York: Cam bridge U niversity
Press.
Roemer, Jo h n (1982a) A General Theory o f Exploitation and Class. C am bridge, MA: Harvard
U niversity Press.
Roemer, Jo h n (1982b) “M ethodological Individualism and Deductive M arxism ,” Theory and
Society, 11: 513-20.
Roemer, Jo h n (1986a) “ ‘Rational C hoice’ Marxism: Some Issues of M ethod and Substance”, J.
Roem er (ed.), Analytical M arxism. Cambridge: C am bridge U niversity Press içinde.
Roemer, Jo h n (ed.) (1986b) Analytical Marxism. Cam bridge: Cam bridge U niversity Press.
Ruben, D.-H. (1979) “M arxism and Dialectics”, J. M epham ve D.-H. Ruben (ed.), Issues in
Marxist Philosophy, cilt 1. Atlantic H ighlands, NJ: H um anities Press.
Sabel, C harles E (1982) Work and Politics: The Division o f Labor in Industry. Cambridge:
C am bridge U niversity Press.
Schaff, Adam (1970) Marxism and the Human Individual. New York: McGraw-Hill.
Sennett, Richard ve Jo n ath an Cobb (1972) The Hidden Injuries of Class. New York: Knopf.
Soboul, A lbert (1989) The French Revolution, 1787-1799: From the Storming of the Bastille to
Napoleon. Londra: U nw in Hyman.
Szym anski, Albert (1978) The Capitalist State and the Politics o f Class. Cam bridge, MA:
W inthrop.
T hom pson, E.P (1966) The M aking o f the English Working Class. New York: Vintage Books.
T hom pson, E.P. (1995) The Poverty o f Theory, or An Orrery o f Errors, yeni basım . Londra: M erlin
Press.
W hewell, W illiam ve Robert E. Butts (1968) William Whew ell’s Theory o f Scientific Method.
Pittsburgh, PA: U niversity of P ittsburgh Press.
D
dn(¿scâ ¿
in
ic
iç iz e r Târdi'âen I
¿ tO . ^ı
ldö ndma
negire
rke
n
Par
isKo m a n a'nang örke
ml ib i
rçizg^i r
oma
nı.
..
HA LK IN ÇIĞLIĞI
YASASIN
komün;
D a r y l G l a s e r - D a v id M . W a lk e r
20. YÜZYILDA
MARKSİZM
Sosyalizmin güncel sorunlarını dert
edinenler için elinizdeki kitap bir hazine.
ISBN 9786055691325