Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 9

EKONOMİ POLİTİKASI VE TÜRKİYE

1923 – 1930 YILLARI (LİBERAL İKTİSAT POLİTİKASI – ÖZEL SEKTÖRÜ DESTEKLEYEN POLİTİKA)
Cumhuriyetin ilk yıllarında 1923-1930 yılları arasında liberal ve piyasaya dayalı bir ekonomik model izlenmiştir.
Bu dönemin iktisat politikaları liberal eğilimliydi.
Klasik politika uygulamadaki amaç, özel sektörün itici güç olduğu makro ekonomik yapı oluşturmaktı.
Özel sektörün sermaye oluşum sürecinde karşılaştığı güçlükler ve 1930’ların ekonomik bunalımı sonucunda,
devletçi politikalar uygulanmaya başlamıştır.
1929 yılından itibaren; dış borç ödemelerine başlaması Türk Lirasının değer yitirmesine neden olmuştur.
1930 – 1939 (Korumacı – Devletçi Sanayileşme)
1929 yılındaki Büyük Buhranla; Merkez ülkeler ithalatı azaltma yoluna gittiler. Bu nedenle; Türkiye’nin de ihraç
ettiği ürünlerin fiyatları azaldı ve ithalât kapasitesi daraldı.
Uluslararası sermaye hareketlerinin azalması da borçlanmayı zorlaştırdı
Türkiye krizin etkilerini azaltmak için; ithalâtı kontrol etmeye ve ithal ikameci sanayileşmeye yöneldi.
İTHAL İKAMECİ SANAYİLİŞME; içe dönük sanayileşme; yurt dışından ithal edilmek durumunda olan malların yurt
içinde üretilmesini sağlayarak dışarıya bağımlılıktan kurtulmayı sağlar.
Bu yöntemde sanayileşmeyi sağlamak yerli üretici desteklenir, onlarca kat pahalı olsa dahi yerli malı kullanılır.
Bu yolla bir çok milli üçkağıtçımız sanayici olmuştur. En güzel örneği için bakınız: koç
1929-31 yıllarında dış ticaret kontrolü uygulandı.
Bunun yanı sıra, 1929 yılında dünya ekonomik konjonktüründe yaşanan krizin etkisi ile TL’nin değer yitirme süreci
hızlanmıştır.
Bütün bu gelişmeler TL’nin uluslararası değerini koruyacak bir Merkez Bankası’nın kurulması gereksinimi duyulmuş
ve 26 Şubat 1930’da Türk Parasını Koruma Kanunu çıkarılmış,
3 Ekim 1931 yılında da Merkez Bankası kurulmuştur.
1939 yılına kadar tüm parasal gelişmeler Merkez Bankası nın Hazine’yi finanse etmesi biçiminde gerçekleşmiştir.
1930 da Merkez Bankası kuruldu ve kambiyo işlemlerini kontrol altına aldı.
KAMBİYO; para yerine geçen ve ödeme yapılabilen her türlü çek, senet, bono ve Tüm yabancı para gibi araçların
tümüne kambiyo denir.
1930’lu yıllarda Osmanlı döneminden kalan bazı yabancı yatırımlar ulusallaştırıldı.
1933’te Beş Yıllık Sanayi Plânı uygulamaya başlandı. Plân çerçevesinde kurulan sanayiler sayesinde ülke üç
beyazda (dokuma, un ve şekerde) dışa bağımlılıktan kurtuldu.
Türkiye ekonomisi 1939-1945 döneminde, savaş yıllarının yarattığı koşullardan büyük ölçüde etkilenmiştir.
Savaşa girilmemesine rağmen hükümetin ağır savunma masraflarına giriştiği, ithalat olanaklarının daraldığı, özel
Ancak sanayileşme ithalâtın kontrolü sayesinde, 1938 hariç, dış ticaret fazlası ile yürütüldü. 1930-39 yıllarında millî
gelirin ortalama yıllık artış oranı yüzde 6 oldu,
Ancak 1933-39 arasında ortalama yüzde 9 a yükseldi. Bu yüksek artış oranı, 1923-29 dönemine kıyasla tarımsal
üretim artışının yavaşlamasına rağmen gerçekleşti.
1939 Konjektürü (YILI)
Genişletic para politikası; Emisyon miktarını artırmıştır. Yani; Para arzını (Basımını) artıran genişletici politikadır.
1940-1945 : İkinci Dünya Harbi Yılları
-2. Dünya savışına katılmamamıza rağmen; Erkeklerin silâh altına alınması üretimi azalttı.
-Buğday üretiminde yüzde 50ye yakın azalma oldu.
-Sanayileşme programını askıya almak gerekti.
-Hükümet, kısılan arzın talebe dağıtılması ile meşgul olmaya mecbur oldu.
1940’ta çıkarılan Millî Korunma Kanunu’na dayanarak hükümet, çalışma süresini uzatmak, özel işletmelere geçici
olarak el koymak,
ithalâtta ve iç ticarette fiyatlara azamî sınırlar ve ihracatta fiyatlara asgarî sınırlar koymak ve temel ihtiyaç
mallarını vesikayla dağıtmak gibi tedbirler uyguladı.
1940-41’de uygulanan fiyat denetimleri 1942’de gevşetilince 1942 ve 1943'te fiyatlar genel düzeyi yüzde 90 ve
yüzde 75 yükseldi.
Devlet 1942'de fiyat artışlarının sağladığı olağanüstü ticarî kazançları hedefleyen Varlık Vergisi denilen bir kerelik
bir servet vergisi saldı. 1944-46 yıllarında da Toprak Mahsulleri Vergisi ile tarımsal gelirleri vergilendirdi.
1940-45 yıllarında hem sınaî üretimin hem de tarımsal üretimin gerilemesi sonucu millî hâsıla, yüzde 6 azaldı.
1946-1953: Liberal Politikalarla Eklemlenme
1945 te 2.Dünya Savaşı sona erdiğinde dünya büyük ölçüde kapitalist dünya sistemi ile, bu dünya sisteminden
kopmuş olan sosyalist ülkeler bloku arasındaki mücadele belirledi.
Bu yıllarda Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) kuruldu,
Merkez ülkeleri Keynesci tam istihdam politikaları uygulamaya ve sosyal refah devletini kurmaya başladı.
Sistemin çevresinde ise bağımsızlığına yeni kavuşan fakir ülkeler hızla kalkınmak için plânlı sanayileşme çabası
başlattı.
1946-53 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti iktidarları, diğer çevre ülkelerinden farklı bir
yönelime girerek, 1930'lardan beri uygulanan devletçi plânlı sanayileşme siyasetinden uzaklaştı.
1946’da hazırlanan yeni bir Beş Yıllık Sanayi Plânı uygulamaya konmadı.
1946 da Türkiye, 100 milyon dolara yakın dış ticaret fazlası vermiş idi. Döviz rezervi 250 milyon dolar olup 1946
ithalâtının iki katından fazla idi.
Buna rağmen Türkiye, 1946’da doların kurunu 1.28 liradan 2.80 liraya çıkaran bir devalüasyon gerçekleşti.
1946 Yılında Yapılan Devalüasyonun nedeni ;
-Bunun üzerine; 7 Eylül 1946 tarihinde Türkiye Ekonomisinin İlk devalüasyonu yapılmıştır.
-Bu tarihte ; TL‘nin ABD Doları karşısındaki değeri 1.30 TL’ den %53.6 düşürülerek 2.80 TL yapılmıştır.
AMAÇ; üzerinde miktar ve fiyat sınırlamaları kaldırılarak olan ithalat arıtışını sınırlı tutmak ve dışarıya satılmak
istenen ürünlerin dolar cinsinden fiyatını düşürerek ihracatını artırmaktır.
Çünkü; savaş yıllarında yaşanan enflasyon; Geleneksel ihracat ürünlerinin fiyatını dünya fiyatlarının üzerine
çıkarmıştır.
-Kısaca, bu dönemde genel olarak para arzı, hızlı bir biçimde genişleyerek ekonominin tümüne yayılan bir
parasallaşma süreci başlamıştır.
-Sabit kur uygulaması dolayısıyla bu dönemde para politikasından çok mali politikalar etkin olmuştur.
-1923-1950 yıllan arasında sıkı para politikası ve denk bütçe ilkeleri uygulanmıştır.
Devalüasyon; bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir.
Bu yolla ithal malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur. Dış dengeyi sağlamak için
başvurulacak yollardan biri de ulusal paranın dış değerinin düşürülmesidir.
Devalüasyonun amacı; ithalatı pahalandırıp, ihracatı ucuzlatmak ve böylece döviz girişini, çıkışına göre
hızlandırmaktır. Dış ödemelerinde açık veren, yani ihracatı ithalatından az olan ülke, ulusal paranın dış değerini
indirerek ihracatını artırıp ithalatını azaltabilir. Sonuç olarak da dış denge sağlanır ve açık kapanır.

- -Türkiye'de 1946, 1958 ve 1970 yıllarında istikrar programları çerçevesinde büyük devalüasyon yapılmıştır.
- -1977-1980 arası belirli aralıklarla yapılan devalüasyonlar o tarihten bu yana günlük ayarlamalara dönüşmüştür.
- -Ülkemizde en büyük devalüasyon, % 221.4 oranıyla 4 Ağustos 1958'de gerçekleşmiştir.
1946-53 yıllarında savaş yıllarının yol açtığı İktisadî gerilemenin telâfi edilmesiyle sınaî ve tarımsal üretim hızla arttı.
1950 Konektür;
Bu dönemde; Keynesyen bir politika benimsenmiştir.
Bu nedenle de; Maliyet Politikasına ağırlık verilmiştir.
Bu politikadaki amaç; Arz miktarını artırmak ; Arz ile Talep arasında dengeyi sağlamaktır.
1954-1961: Dış Ticarette Kontrole Dönüş
-1950-1960’lı yıllar arasında, dünya ekonomilerinde kalkınma sorunları ve para politikası arasındaki ilişkiler
Keynesgil bir yaklaşım çerçevesinde ele alınmaya başlanmıştır.
-Bu dönemde Türkiye ekonomisinde de Keynesgil politikalar ön plana çıkmıştır.
-Para arzının sürekli olarak arttırılarak faiz oranlarının düşük bir düzeyde.
Liberal dış ticaret rejiminin etkisiyle dış ticaret açığı 1946'dan itibaren arttı.
1951 de 88 milyon dolardan 1952'de 193 milyon dolara yükseldi.
-IMF bu açığı karşılamaya yardım etme şartı olarak; devalüasyona, ekonomiyi daraltıcı tedbirlere ve dış ticareti
serbestleştirmeye devam etmesi hususunda hükümete baskı yaptı.
-Ancak hükümet 1953 ve 1954’te Millî Korunma Kanununu tekrar yürürlüğe koydu, fiyat ve piyasa kontrollerini
canlandırdı, ithal ikameci yatırımları artırdı, köylünün ürünlerini destekledi.
Hükümetin ithalâtı kontrol altına alması sayesinde tüketim mallarının ithalâttaki payı (1947-53’teki yüzde 23’ten)
yüzde H in altına düştü. Dış ticaret açığı da azaldı. Yatırımların millî hâsılaya oranı ortalama yüzde 14’e yükseldi. Bu
yıllarda ithalât zorlukları, özel sektörü dokuma sanayii gibi alanlarda yatırım yapmaya teşvik etti.
Millî hâsıla yılda ortalama yüzde 4.4 arttı. Tarımın makineleşmesi, ulaştırmada karayollarının öne geçmesi ve tedricî
sanayileşme sonucu Türkiye ekonomisinde üretim daha büyük ölçüde ithal girdilerine bağımlı hâle ve millî hâsıla
artış oranı da dış kaynaklara bağlı duruma geldi. yaygınlaştı ve eki-
1958 Ekonomik istikrar Kararları
1950 sonrası Keynesyen ekonomi politikaları uygulanmaya devam ederken 1954 de ülkedeki olumlu iç ve dış
konjonktür yavaş yavaş kaybolmaya başladı
Toplam talebi artırıcı politikalar, bu kez üretimi değil fiyatları hızla artırmaya başlamıştır
1954 sonrası toplam talepteki artışlar, sermaye kıtlığı ve hava koşullarının iyi gitmemesi sonucunda tarım
üretiminde büyük azalışın olması; arz yetersizliği yaratmış ve ekonomi hızla enflasyonist sürece girmiştir.
-Fiyat artışlarının 1955 yılında hızla artmasıi üzerine hükümet istikrar tedbirleri almıştır.
- Bu tedbirler ile sıkı para politikası uygulanması getirilmek istenmiş ancak, başarılı olunamamış.

Hükümet ekonomideki bunalımı aşmak için uluslararası mali kuruluşların yardımını istemek zorunda kalmıştır.
IMFnin güdü-1958 istikrar tedbirlerinin uygulanması ile dış ekonomik ilişkilerdeki tıkanıklık giderilmiştir. 420 milyon
dolar tutarında dış borç ertelenmiş, 359 milyon dolar kredi sağlanmıştır. Dış kredinin açılması ve ihracatın artması
sonucu ithalat da yükselmiştir. Devalüasyondan sonra dış ticaret hacmi yeniden genişlemiş ve buna paralel olarak
dış ticaret açıkları da artmıştır. Bunun yanı sıra gerek yüksek oranlı devalüasyon, gerekse devletin kontrolündeki
fiyatların yeni ayarlamalarla yükseltilmesi sonucu fiyat artışları sürmüştür.

1958 istikrar tedbirleri sonucu, ödemeler bilançosu açıklarını azaltmak ve enflasyonla mücadelede başarısız
kalınmıştır. Çünkü bu önlemler, 1958 ve 1959 yıllarında kısmen uygulanmış, 1960 yılında ise konulan kredi tavanları
yükseltilerek fiilen kaldırılmıştır. Sonuç olarak 4 Ağustos 1958 tedbirleri, bir yandan kamu harcama-
lan ile ilgili önlemlerin yeterince uygulanamadığı diğer yandan da para arzını daraltıcı önlemlerin sonucunun
gecikmeli alınması sonucu fiyat artışlarının sürmesine neden olmuştur. 1950-1960 döneminde ekonomik
kalkınmada ösçel kesimin payı artırılmak istense de bu başarılanınmış, buna karşılık kamu kesiminin ekonomideki
ağırlığı artmıştır. Bu dönemde devlet alt yapı yatırımlarına ağırlık vermiştir. Bu faaliyetler ekonominin kıt kaynaklan
üzerindeki baskıyı artırmıştır. Devlet ekonomiden kamu kesimine aktarmak için etkili bir maliye politikası
uystılayama-ymca harcamaların büyük bir kısmı Merkez Bankası kaynaklanma fınan-se edilmiştir (Şahin: 1998,101).
Genişlemeci para ve maliye politika-
1961-1979: Plânlı İthal İkameci Sanayileşme
2. Dünya Savaşından sonra birçok ülkenin uyguladığı ithal ikameci sanayileşme stratejisine Türkiye 1961’de
başladı.
1963’ten itibaren uygulamaya konulan beş yıllık kalkınma plânları, kamu yatırımlarını düzenlemekte, özel
yatırımları da (yurtta dış rekabetten koruma gibi) çeşitli teşviklerle plân doğrultusunda yönlendirmekteydi.
Devlet düşük düzeylerde belirlediği banka faizleriyle yatırım oranını yükseltmeyi hedefliyordu.
Bu politikalar sonucunda (radyo, buzdolabı, elektrikli süpürge, otomobil gibi) dayanıklı tüketim malları sanayileri
genişledi.
Yeni sanayiler ithal edilen parçaların montajı ile başladı, yerli üretilen parçaların oranı zamanla artırıldı. Ancak en
kritik parçalarda ve üretim teknolojisinde dışa bağımlılık sürdü.
Kurulan sanayiler Türkiye’de dayanıklı tüketim malı kullanımını yaygınlaştırdı.
İç tüketime dönük sanayileşmenin sürmesi halk kitlelerinin alım gücünün artmasına bağlı olduğundan, bu dönemde
grevli toplu sözleşme düzeni, KIT’lerde yüksek ücret politikası, tarımsal fiyat destekleme politikası, sosyal güvenlik
sistemini geliştirme siyaseti sanayileşme stratejisinin tamamlayıcı unsurları idi.
Kamu kesiminde; petrokimya ve inşaat malzemeleri gibi temel ara mallarında ithalâtı ikame eden sanayiler
kuruldu.
Ancak; Türkiye, yatırım mallarının ithal ikamesinde yol alamadı, ithal ikamesini yatırım mallarına ve teknolojik
içerikli girdilere kadar götürecek ve ekonominin sınaî ara mallarında ithalâta bağımlılığını azaltacak siyası irade
oluşmadı.
Yatırım mallarında ve teknolojik içerikli bazı temel girdilerde dışa bağımlılık sürdüğü için, ithal ikameci sanayileşme
Türkiye’nin ithalât ihtiyaçlarını azaltarak dış ödemeler dengesini rahatlatmadı.
Yatırım Malı; Yeni bir imalatta bulunmak veya yeniden imal edilmek üzere imalatçılara satılan malzeme, teçhizat ve
makinalardır.
1973’te Petrol ihraç Eden Ülkeler Teşkilatının (OPEC’in) petrol fiyatlarına yaptığı büyük zamla uluslararası İktisadî
bir daralma başladı.
1977’ye kadar Türkiye diğer çevre ülkeleri gibi, sanayileşme politikasını borçlanarak sürdürdü.
1977’de Türkiye'nin dış kredi bulma imkânı kalmadı. Hükümet, IMF'nin yurt içi talebi daraltacak ve ihracatı
artıracak telkinlerine direndi, ithalât tıkanmasının etkilerini fiyat kontrolleri ile önlemeye çalıştı, devalüasyonlar
yaptı.
Planlı ithal ikameci sanayileşmenin amaçları nelerdi? Sizce Türkiye hu amaçlara ulaşabildi?
Dış ödemeler bunalımının sonucu enflâsyon oranı yükseldi.
1970’lerin sonlarında kapitalist blok ile sosyalist blok arasında rekabet kalmamıştı.
Türkiye 1980'den itibaren askerî rejim altında ithal ikameci sanayileşme stratejisine son verdi.
Çevre ülkeleri içeresinde dış borç bunalımına girerek Dünya Bankasının Yapısal Uyum Programını uygulayan ilk
ülkelerden biri Türkiye oldu.
Kapitalist dünya sisteminin merkez ülkelerinde yeni liberal iktidarlar tam istihdam ve sosyal devlet politikalarını
terk etmeye başladı.

1980-1989: LİBERAL POLİTİKALARLA DÜNYA SİSTEMİNE EKLEMLENME

1980 sonrası iktisat politikalarım ve etkilerini açıklayabilmek

Türkiye, 1980 yılında 24 Ocak Kararları ile ‘yapısal uyum’, ‘dışa açılma’ ve ‘ihracata dayalı büyüme’ kavramlarıyla nitelenen yeni
bir liberal politika dönemine girdi. Yeni liberal siyasetin ilk tedbirleri sık devalüasyonlarla esnek bir kur politikası izlemek, iç talebi
daraltmak, teşvik ve sübvansiyonlarla ihracatı desteklemek, fiyat kontrollerini ve temel mallara yapılan sübvansiyonları kaldırmak
oldu. Bu tedbirler ihracatı artırıp dış ödemeleri dengelemek amacını gütmekte idi. Teşvikler, ihracatı çok kazançlı hâle
getirdiğinden 1980’de mal ihracatı 2.9 milyar dolardan 1985’te 8.0 milyar dolara ulaştı. 1970'lerde yüzde 5'in altında seyreden
ihracat/GSMH oranının 1983-1989 ortalaması yüzde 14 oldu. 1982’de sanayi ürünlerinin ihracattaki payı yarıyı geçti.

Öte yandan, dışa açılmanın mantığı gereği, ithalât da 1984’ten itibaren kademe kademe serbestleştirildi (ithalatına izin verilen
mal listelerinden, ithalatı yasak olan ve ithalatı müsaadeye tabi olan mal listelerine dayanan bir uygulamaya geçildi; zamanla bu
liste kısıtlamaları daha da azaltıldı ve gümrük vergi oranlan düşürüldü). Bu uygulamalarla ekonomiyi dünya sistemindeki iş
bölümüne mevcut mukayeseli üstünlükleriyle (ucuz ve vasıfsız işgücü donanımıyla) eklemleyen ve yabancı malların rekabetine
mevcut durumda dayanamayan iş kollarının tasfiyesini veya bu nitelikte iş kollarının hiç kurulmamasını fiilen kabul eden bir
siyaset benimsenmiş oldu. (Daha sonra Türkiye hükümetleri 1994’te Dünya Ticaret Antlaşmasına katılarak ve 1995’te Avrupa
Birliği ile Gümrük Birliği Anlaşması yaparak ülke ithalâtını kontrol imkânlarından daha da feragat etti; gümrük birliği anlaşmasıyla
Türkiye ayrıca AB dışı ülkelere karşı gümrük politikasını, karar organlarında yer almadığı AB'nin belirlemesine teslim etmiş oldu.)

Serbestleştirme, mal ithalâtının hızlı artışına yol açtı. 1980'de 7.9 milyardan 1985'te 11.3 milyar dolara yükseldi. Ithalât/GSMH
oranı da yüzde 10'un altında seyrederken 1983-1989 ortalaması yüzde 20 oldu, ithalâtta tüketim mallarının payı yüzde 5'in
altında seyrederken 1985’ten itibaren yüzde 10ün üzerine çıktı.

1980’lerde fınansal sisteme yönelik politikalar da değiştirildi. 1981’de banka faiz hadleri üzerindeki sınırlamalar kaldırılınca
mevduat ve kredi faiz hadleri yükseldi. Devlet, bankaların kredi tahsisini serbestleştirdi, kredileri kalkınmada öncelikli yatırımlara
tahsis etme siyaseti terk edildi. 1984’te döviz alım ve satımının serbestleştirilmesi, yabancı paraların tasarruf aracı olarak Türk
parasını ikame etmesine yol açtı. Uygulanan fınans ve ticaret politikaları 1980'lerin ilk yarısında sabit sermaye yatırımlarının millî
hâsıladaki payını azalttı. Bu politikalar özel sektör yatırımlarının ağırlığını, dış ticaret rekabetine açık olan imalât sanayii ve tarım
gibi sektörlerden, dış ticarete konu olmayan (konut gibi) sektörlere kaydırdı.

Türkiye 1980 sonrasında müzmin enflâsyona alıştı. Fiyat istikrar hedefi hükümet programlarından eksik olmadı ise de enflâsyon
yüksek seviyelerde sürdü. Tüketici fiyat artış hadleri 1983-88 yıllarında ortalama yüzde 46 oldu. Yüksek enflâsyon işverenlere ve
iktidarlara ücret ve maaş zamlarını enflâsyon oranının altında yaparak çalışanların reel ücret ve maaşlarını düşürme imkânı
sağladı.

1980’lerin ikinci yarısında, yatırımla desteklenmeyen ihracat artışı yavaşladı ve bazı yıllar durakladı. Emekçiler 1980’lerin ilk
yarısında askerî rejim şartlarında gerileyen reel ücretlerini 1980’lerin ikinci yansında artırmayı başardı. Bunun ve petrol
fiyatlarının ucuzlamasının etkisiyle reel GSYİH artış oranı yükseldi. Kamu kesimi açığı büyüdü. Enflâsyon haddi yükseldi: tüketici
fiyatlarının yıllık ortalama artış oranı 1989-93’te yüzde 68 oldu. 1989 yılında hükümet yapısal uyum ve dışa açılma stratejisinde
önemli bir adım daha attı: yurt dışına ve yurt dışından ülkeye sermaye transferlerini serbestleştirdi. Bu son kararın önemli etkileri
sebebiyle, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrasını dönemlendirmede 1989 yılı yeni bir dönemeç sayılmaktadır.

Kamuoyunda 24 Ocak (1980) kararları olarak bilinen ekonomik kararlar ile özünde Türkiye ekonomisinde nasıl bir dönüşüm
öngörülmekteydi? Sizce bu kararlar başarılı mıydı? Sonuçları ile değerlendiriniz.

1989’da ve o tarihten sonra başlayan veya yoğunlaşan uygulama ve gelişmeler (faiz hadlerinin sermaye hareketlerini kontrol
etme ihtiyacına tâbi olması, dış borç birikmesi, devletin yüksek faizli iç borçlanması ve iç borç birikmesi, özelleştirme politikası,
tekerrür eden ödemeler bunalımları ve ekonominin IMF denetimine teslim edilmesi) hâlen Türkiye’de sürdürülmekte olan
politikalar ve sürmekte olan sorunlardır. Bunlar izleyen ünitelerde incelenecektir.

Sizce Türkiye'nin 1989 yılından itibaren uyguladığı serbestleştirme politikaları ile Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler arasında
bir bağ kurulabilir mi?

Dünyadaki akım gibi Keynesyen ekonomi politikaları Türkiye’de de yerini bulmuştur. İthal ikamesine dayalı ekonomi
politikası, sabit kur politikası ve döviz denetimi politikanın unsurlarını oluşturmuştur. 1980’lere kadar egemen olan bu
politikalarla hem sermaye birikiminin oluşumunda devlet kuruluşlarını hem de ekonomi politikasının belirlenmesinde
devletin rolü üzerine vurgu yapılmıştır. Kısaca müdahaleci kapitalizm model olarak seçilmiştir.

1980’ler Türkiye’de ekonomi politikalarının değiştiği yıllar olmuştur. Dünya ekonomisi 1970’li yıllardan beri içinde
bulunduğu elektronik ve bilgi işlem teknolojisindeki değişme ve gelişmelerle bir başka ifade ile küreselleşme
politikalarıyla tek bir Pazar etkileşimine doğru gitmiştir. Türkiye ekonomisi ise ancak 24 Ocak 1980 Kararları ile
başlayarak gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeye çalıştığı bir dizi dönüşüm aracılığıyla bu etkileşime katılmaya ça-
lişmıştır. Öte taraftan aslında 1923’ten bu yana Türkiye ekonomisinin amacı sürdürülebilir kalkınma ve rekabet
edebilir bir ülke olmaktır. Atatürk’ün söylemiyle “muasır medeniyet seviyesinde olmak” temel hedefi olmuştur. Bu
hedef 1980’lerle birlikte şekil-

lenmeve başlamıştır. 1980lerin ilk yansından başlayarak ithal ikameci sanayileşme politikası yerine, ihracata dayak
sanayileşme mo-deli temel aknmış, faiz oranlan serbest bırakılmış, esnek döviz kuru sistemine geçiltnişdr. 1990'larda
da sermaye harekeden ser-best bırakılarak finansal liberalizm sağlanmıştır.
• Kambiyo mevzu atının sadeleştirilmesi ve bireylerin döviz bulundurmalarının serbest bırakılması (7 Temmuz
1984),
Ekonomi Politikası ve Türkiye

akışını sağlayacak, bilgi boşluğunu minimum düzeye düşürecek, bilgi arz ve bilgi talebinin en iyi şartlarda
karşılanmasını sağlayan piyasa yapısını öngörmüştür. 1980’deki değişim ve dönüşüm politikasının amacı,
kalkınan ve dünyada rekabet edebilen Türkiye yaratmaktır. Ancak politika olarak belirlenen yeni boyutlara
rağmen Türkiye ekonomisi bilgi çağına eklemlenememiş, ön süreci olan politikalar açısından geçer not
alamamıştır. Ekonomide “yeni boyutların” başarılı olamamasında; ekonomide istikrarın olmaması, mali
dengenin kurulamamsı ve durgunluk içinde enflasyon yaşanması etkili olmuştur. Yeni boyudar, büyüme hızının
%1,5, enflasyonun %65-70 düzeylerinde olduğu bir ekonomide yapılmıştır. “Böyle bir ekonomide finansal
liberalisçasyonun, kısa vadeli sermaye hareketlerini uyararak ciddi istikrarsızlık tohumlan atacağı kesindir”
(Kazgan, 1999: 36). Yeldan, Kazgan’ın bu görüşünü destekleyerek ekonominin krize sürüklenmesinin
nedenlerini aynı yönde açıklamaktadır. 1989 sonrasında uluslar arası sermave harekederi üzerindeki

kontrollerin kaldırılması ile tamamlanan finansal serbesdeştirme süreci ulusal ekonominin ithalat hacmini
genişleterek, yurt içinde “yeni popülizm” dalgasının finansmanına da olanak sağlamıştır. Ancak yurt içi mal ve
finans piyasalarında gerekli istikrar koşullarının yerine getirilmeden atılan bu erken adımın maliyeti çok ağır
olmuş, dış şoklara karşı geliştirilebilecek para ve döviz politikala-nndan yoksun bırakılan ulusal ekonomi,
giderek şiddetlenen finan-sal-reel krizlere sürüklenmiştir (Yeldan, 2003: 55). 1980’li yıllar genel görünümü ile
istikrarsız, kırılgan, belirsizlik ve riskin yüksek olduğu, güvenin olmadığı bir yapı içerisindedir. Elbette böyle bir
ortamda karar birimlerinin amaç fonksiyonunu gerçekleştirebilmeleri beklenmemelidir. Üstelik bu yapıya bir de
giderek artan popülizm eklenirse, amaç fonksiyonunun çıkar maksimizasyonuna dönüştüğü gerçeği
yadsınamaz. Bu da “yeni boyutların” gerçekleştirildiği ama bunun kurumsal değişimi sağlayacak düzenlemelerle
desteklenmediği gerçeğini ortaya koymaktadır. Dünya ekonomileri “bilgi çağı” içerisinde yenilik, değişim,
öğrenme, bilgi ve rekabet etkileşimleri içindeyken Türkiye Ekonomisinin istikrarsız bir ortamda yapı taşlarını
oluşturmaya çalıştığının göstergesidir. Hatta Türkiye ekonomisi 1980 dönüşümüyle birlikte geleneksel ekono-

You might also like