Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 1013

talo

Svevo
ZENO’NUN B L NC
(Roman)


Türkçesi:
Gül I ık



SUNU


talo Svevo’nun Avrupa yazınındaki
yerini belirtmek için adının Proust ve Joyce
ile birlikte anıldı ını söylemeliyiz.
Gerçekten de, anıların yitik zamanının
pe isıra gidi i, yitik zamanı yeniden
yaratma çabası —kendi deyi iyle “Aralık
ayında Mayıs güllerini isteyi i”—, kendine
özgü bir zaman ve uzamın boyutları içinde
benli inin ve bilincinin derinlerine ini i bu
yazarları anımsatır; ama yakından
bakıldı ında, benzerlikleri kadar ayrılıkları
da bulundu u ortaya çıkar. Benzerliklerin
temeli, Proust ve Joyce gibi Svevo’nun da
içinde yeti ti i geçen yüzyıl sonlarındaki ve
yüzyılımızın ba larındaki kültür ortamında
aranmalıdır.
O dönemde bir kültür ta rası
olmaktan çıkı , Avrupa’ya açılı çabaları
talyan aydınlarının önemli bir sorunu
olmu tur. Bugün de talya’nın kuzeydo u
ucunda, uzun bir süre ülkenin siyasal
sınırları dı ında kalan Trieste’de do up
büyüyen Svevo, talyan ele tirmenlerince
konuları ve sorunları ile talyan yazınını
Avrupa boyutuna ula tıran iki büyük
yazardan biri olarak de erlendirilir. Öteki,
herhalde yakla ılması daha kolay bir
yazar oldu undan ülkemizde oldukça
tanınan Pirandello’dur.
talyan aydınlarının ortak
sorunlarının ve güncel konularının
uza ında kalı ı Svevo’nun özgün ki ili ine
katkıda bulunmu , bu arada onun bir
“yalnız ses” olmasına, ülkesinde
ba langıçta suskunlukla kar ılanırken, dı
ülkelerde daha çabuk ve co kuyla
benimsenmesine yol açmı tır. Geçen yüzyıl
sonlarında yazmaya ve yayımlamaya
ba layan Svevo talyan yazınındaki yerini
ancak Birinci Dünya Sava ından sonra,
ba yapıtı sayılan Zeno’nun Bilinci
yayımlanıp yurt dı ında be enildikten
sonra almı tır. Bunda, Fa izmi hazırlayan
ve tırmandıran yıllarda resmi yazının
tümüyle dı ında kalan, hatta onu yadsıyan
tutumunun etkisi de büyüktür. 1920’lerde
Svevo yeni bir soluk arayan genç
ku akların kar ısına etkileyici söz sanatını
küçümseyen, kuru, hatta çetrefil biçemi,
ülke yazınını uzun süredir yönlendiren
D’Annunzio’nun tantanalı, görkemli “üstün
insan”ına kar ıt, sıradan insanın ruh
yapısını irdeleyi i ile de i ik bir ufuk, bir
seçenek olarak çıkmı tır. Böylece Pirandello
gibi, o da ülkesinde oldukça geç
“ke fedilmi tir”.
Svevo’nun ilk iki romanı XIX. yüzyıl
Fransız yazınının Do alcı, talyan yazınının
Gerçekçi anlatım geleneklerinin izlerini
ta ır. Ama ki ilerinin bilinçlerini zorlaydı,
çevre ile olan ili kilerini inceleyi i, gerçe i
gö üslemekten kaçan kahramanlarını
aldanmaları ve avuntuları ile sonuna dek
izleyi i Zeno’nun Bilinci’nin habercisidir.
Ama bu romanı yazmak için çeyrek yüzyıl
bekleyecektir.
Ba ından beri Svevo’nun dikkati
olaylara de il, ki ilere yöneliktir; dı a de il,
içe dönüktür; öyle ki, olay, her biri bir
öncekini yadsıyan de i ik yönlerden
ardarda ele alınarak da ılır gider, elde
yalnız ruhsal veriler kalır. Üç romanının
ba ki ileri aynı hamurdandır, ya ama
u ra ında yaya kalmı ki ilerdir: yazar bir
ömür boyu hep aynı insan tipini —kendi
kendisinde tanıdı ı ki ili i— kovalamı ,
Zeno’nun Bilinci’nde onu kö eye kıstırmı tır
desek yanlı olmaz. Bu uzun irdeleyi
ba yapıtının son sözünde endüstri
devrimini yapmı kapitalist toplumun kısa
yargılanmasıyla noktalanır.
Svevo’nun yazar ki ili inin
olgunla masında nice klâsik ve ça da
yazar kadar, Avrupa kültür tarihinin bir
dönemine damgasını basan büyük
ruhbilimci Sigmund Freud’un payı vardır.
Onun dü ler üzerindeki çalı malarının
do rudan etkisi önümüzdeki sayfalarda
açık seçik görülecektir.
Yazarın, ça ının Avrupa kültürü ile
en verimli kar ıla ması ise 1904-1915
yıllarını Trieste’de geçiren Joyce ile
arkada lı ı olmu tur.

Svevo’nun talyan yazınındaki özel
konumunda ki isel kökenleri ile, do up
büyüdü ü kentinin etkisi de büyüktür.
Asıl adı Ettore Schmitz’dir. talo
1
Svevo adını yazarlı a ba ladı ında
damarlarındaki Alman ve talyan kanlarını
uzla tırmak ister gibi, bir tür kültür
bire iminin simgesi olarak almı tır),
1861’de Trieste’de do mu tur. Baba tarafı
Ren bölgesinden göçmen olarak gelmi
Yahudilerdendi, büyükannesi ailedeki ilk
talyan olmu tu. Avusturya ile talya
arasında çeki me konusu olan bu bölgede
Svevo her zaman kendini kesinlikle
ikincisinden yana duymu tur.
Trieste o zamanlar talyan kültür
özelliklerini korumakla birlikte, 1870’lerde
tamamlanan talyan birli inin dı ında,
Avusturya mparatorlu u’nun sınırları
içinde kalmı , Slav, Orta-Avrupa ve Latin
dü ünce biçimlerinin, kültür etkilerinin
kayna tı ı çok canlı bir kenttir.
Bu de i ik etmenlere bir de yazarın
ilk gençli indeki e itimi eklenmi tir.
Svevo’nun babası piyasada tutunmu bir
tüccardı, çocuklarını rahatça okutabilecek
olanaklardan yoksun de ildi, o ullarının
kendi u ra ını devralmalarını diliyordu, bu
amaçla Ettore’yi erkek karde lerinden ikisi
ile birlikte Würzburg yakınlarındaki bir
ticaret okuluna gönderdi, birer i adamı
olmalarına gereken ilk e itimi orada
edineceklerdi.
Almanya’da geçen yıllar yazarımıza
yepyeni bir kültür ufku açtı. Almancayı
birkaç ayda ö rendi, ilkin Alman
klâsiklerine, ardından Shakespeare’den
Turgenyev’e kadar çe itli büyük yazarlara
merak sardı, hocalarının da
özendirmeleriyle arkada ları arasında bir
kültür kulübü kurdu. Yatılı okuldaki uzun
ve yo un çalı ma dönemleri zaman zaman
Trieste güne inde, deniz kıyısında kısa,
ne eli tatillerle kesiliyordu.
Svevo, Trieste’ye döndü ünde
onyedi ya ındadır, artık yazar ve sanatçı
olarak gelece ini çizmi gibidir. En çok
tiyatro ile ilgilenir. Gelgelelim ailesinin
ekonomik durumu eskisi kadar parlak
de ildir, babasının dile ine uyup ticaret
ö renimini sürdürmekten ba ka yol
bulamaz. Bir yandan da küçük oyunlar
yazmaya ba lar. Çok geçmeden babasının
firması iflâs eder, Ettore ö renimini
tamamlayamadan kendine bir i aramak
zorunda kalır: 1880’de bir bankaya memur
olarak girer ve dü ledi inden çok ayrı bir
ya antıya onsekiz yıl süreyle boyun e er.
Bir yandan da okuyup yazmayı
sürdürür. Sıra talyan klâsiklerindedir,
onları Schopenhauer dü üncesi,
Stendhal’dan Balzac’a kadar büyük
Fransız yazarları ve Zola izler. Bu arada
bir Trieste gazetesine sanat ele tirileri de
yazmaktadır. Trieste zaten her türlü
sanatsal etkinli e elveri li, çok hareketli bir
ortamdır. Svevo ayrım yapmadan çe itli
sanat dallarına merak sarar, ressamların,
müzisyenlerin gittikleri sanat çevrelerine
girip çıkar (küçükken keman da çalmı tır),
dostlar edinir. Bu deneyimleri
romanlarında yansıyacaktır. Özellikle
özya amından nice ayrıntıyı aktardı ı
Zeno’nun Bilinci’nde çevrenin, ki ilerin,
olayların resim ya da müzik terimleriyle
betimlendi i sık görülür. Yine aynı yapıtta
yansıyan karde i Elio’nun nefritten ölümü
(1886) Svevo’yu derinden sarsar, ya amın
önüne yı dı ı engeller kar ısında çaresiz,
a kındır, yazgısının elinde umdu undan
çok ba ka yönlere sürüklenmektedir,
erkenden ya lanmı , anlamsız duyar
kendini. Ölüm ve hastalık dü üncesi
zihninde bir saplantıya dönü ecektir
bundan böyle. Ancak, ki isel acısını ve
sorunlarını sanata dönü türmeyi ba arır,
ilk romanı Una Vita (Bir Ya am) (18921
ça ının Orta-Avrupa’sının kentsoylu
çevrelerini olanca gerçekli iyle yansıtır.
Birinci Dünya Sava ı ile sonuçlanacak olan
bunalım Trieste’nin duyarlı ortamında
özellikle belirgindir. Svevo bu yapıtıyla
Do alcılı ı özümsemi ve a mı tır, yirminci
yüzyıl ba larının ortamını, ça ımız
insanının bunalımını sezdirmektedir.
Zamanının böyle çok ilerisinde gidi i
yapıtın algılanma ansını azaltır; hiçbir
yankı uyandıramaması belki de
bundandır.
1896’da Svevo ya antısına renk ve
anlam katan, ömür boyu sürecek mutlu bir
evlilik yapar, karamsarlı ı biraz hafifler. ki
yıl sonra ikinci romanı Senilita’yı
( htiyarlık) tamamlayı ı bunun bir kanıtıdır.
Çalı tı ı gazetede dizi olarak yayımlanan
yapıtta ruhbilimsel boyut daha da
derinle mi , biçemde ustalık kazanılmı tır,
ama okurların ve ele tirmenlerin
suskunlu u devam etmektedir. Ba arısızlık
Svevo’nun cesaretini kırar, solu unu keser;
en çok umut ba ladı ı ileti im yolu
kapanmı tır artık, «yazın denen o gülünç ve
zararlı eyle» vakit öldürmekten
vazgeçmeyi kurar. E inin ailesinin boya
fabrikasına adar kendini, çok geçmeden
etkin, ba arılı bir i adamı olur çıkar. Bu
arada ço u ngiltere’ye olmak üzere
yurtdı ına yolculuklar yapar.
Yine de asıl tutkusundan gerçekten
el çekmi de ildir. Tıpkı isteyip de sigarayı
bırakmayı ba aramadı ı gibi, yazmayı da
gizliden gizliye sürdürür. Ancak iyice içine
kapanmı , bir günlük tutmaya ba layarak
ruhbilimin mikroskobunu kendi benli ine
yöneltmi tir. Yazmak kendi karma ık
varlı ını anlamanın bir yoludur, zaten
“elinde kalem olmadıkça dü ünemez”
Svevo. Yazdıklarını yayımlamaya ise hiç mi
hiç niyetli de ildir, ya da yenilgisine
dayanabilmek için böyle avutur kendini.
Joyce ile tanı ması bir dönüm
noktası olur, onun özendirmesi sonunda
yazınla barı ır. Bu kez yeni bir görü açısını
benimsemi tir: psikanalizinkini. Freud’un
çalı maları ile yakından ilgilenir, bu arada
Dü lerin Yorumu’nu (1900) talyancaya
çevirir.
Sava ın patlaması endüstri
etkinliklerine zorunlu bir kısıtlama getirerek
Svevo’nun kendini yazma adayabilmesine
olanak yaratır. talyan ordusunun
Trieste’ye girmesinden dört ay sonra
tamamladı ı Zeno’nun Bilinci çeyrek
yüzyıllık bir aradan sonra, 1923’de
yayımlanır. Bireyin, yalnızlı ının ve toplum
içindeki iflâsının psikolojik incelenmesidir
bu roman.
Svevo’nun çabası bu kez bo a
gitmez, gerçi ülkesindeki ele tirmenler ilkin
hiç ilgilenmezler ama, Paris’te bulunan
Joyce romanı çok be enir ve Fransız
ele tirmenlere tanıtır. “Le navire d’argent”
dergisi bir sayısını Svevo’ya adar, bu
arada romanlarından bazı bölümlerin
çevirilerini de sunar. Olay talya’da hemen
etkisini gösterir. Ba ta E. Montale ve E.
Vittorini olmak üzere resmi yazının dı ında
kalan genç yazarlar Svevo’nun çevresini
büyük bir ilgi ve hayranlıkla sararlar. O da
niyetlenip de sürdürmedi i tüm
çalı malarını birden ele alır: Corto Viaggia
Sentimentale’yi (Kısa Duygusal Yolculuk),
en güzel birkaç öyküsünü yayımlar, tiyatro
yapıtları üzerine çalı ır, Zeno’nun Bilinci’nin
devamı olarak dördüncü romanı Le
Memorie del Vegliardo’ya ( htiyarın Anıları)
ba lar.
Ama 1928 Eylül’ünde bir trafik
kazasında yaralanır. Bir ömür boyu ölümü
dü ündükten, ölümü dü ledikten sonra,
“Ölmek bir ey de ilmi ” der ölürken.

Svevo’nun ba yapıtı sayılan, tüm
deneyimlerini özetleyen, ula abildi i tüm
gerçe i dile getiren Zeno’nun Bilinci yarıda
kalan bir ruhbilimsel çözümlemenin
öyküsüdür: hastanın —romanın ba ki isi
Zeno— psikanaliz seanslarına inancını
yitirip yüzüstü bıraktı ı doktor öç almak
için onun kendi eliyle not etti i özya am
öyküsünü kamuoyuna sunar.
yile ti ini varsayan Zeno’ya
sorarsanız ruhbilimsel çözümleme sözcü ü
bile yerinde de ildir, bir ba ka ad
gereklidir, örne in “ruhbilimsel serüven”
demek daha yara ır:
“Bir ormana dalmı gibi duyarsınız
kendinizi,” diye anlatır psikanalizi,
“Kar ınıza bir dost mu çıkacak, bir haydut
mu, belli de il. in güzeli, serüven sona
erdi inde de bilmiyorsunuz bunu.”
Anlatılan ya am öyküsü oldukça
yalındır: adam güzel diye —bir de â ık olup
evlenmeyi kafasına koydu undan— bir
kızı sever, ama “bir hedefe ni an alıp da
onu de il, yanındaki hedefi tutturan atıcılar
gibi” onun kızkarde ini almak zorunda
kalır. Daha sonraki geli imler bu olayın
suya fırlatılan bir ta ın yarattı ı halkalara
benzeyen uzak çalkantıları olarak
özetlenebilir. Gerisini talih tamamlar. Buna,
rastlantılar ne olursa olsun, insano lunun
ölümcüllü ü de i meyen yazgısı da
diyebiliriz.
Öykü fazlasıyla ki iye özel, dolaylı,
fazlasıyla ayrıntılı ba lar, yava yava
Zeno’nun ki ili inin, ruh yapısının geli mesi,
olaylarla etkile imi izlenir. Anlatım yer yer
beklenmedik genellemelerle özel ko ulların
sonucu olan öznel düzlemden,
insano lunun varolu ko ullarını içeren
evrensel düzleme kaydırılır.
Bu ko ullar sa lıklı mıdır, de il
midir? Sorun budur.
Ya am düpedüz bir hastalık mıdır
ya da hastalık sanılan ey ya amın kendisi
midir?
Nedir Zeno’nun çözümsüz hastalı ı?
“Ya ama illeti” mi?
Zeno geçmi ine e ilir, ömrü boyunca
illetinden kurtulmaya çabalarken
ba vurdu u birbirinden zavallıca binbir
çareyi incecik, zehir gibi bir alayla sıralar.
Ve sonunda iyile ir... mi acaba?
Doktoru iyile ti i kanısındadır,
kendisi de öyle. Ne var ki, aynı durum
kar ısında hasta ile doktorun parmak
bastıkları nedenler de, gösterdikleri çareler
de ayrıdır.
Aslında durum da “aynı” denebilir
mi?
Zenoyu, belki, kimi sıkılarak, kimi
öfkelenerek izlerken kendinizi meydana
sürüklenmi bulursunuz. Tüm kaçamak
yollarını kapatan, sıvı maya fırsat
bırakmayan, hiçbir yalanı, saptırmayı
yutmayan “gerçe i ve yalnız gerçe i”
arayan —ve sonunda bulamayan—
acımasız ve alaycı, bir göz izler sizi de.
Kendi kendisiyle amansız bir oyuna
oturur Zeno: belle ini hırpalayarak anıları
soru turur, sorguya çeker. Belle in her
bilinçli yanıtına bilinçaltı gülümser, masaya
bir kâ ıt daha açar, imge ya da olay yeni
bir kanıtla zenginle ir, karma ıkla ır,
çapra ıkla ır, içinden çıkılmaz olur.
Sonunda bilinçlenir Zeno. Gelgelelim
kimin, neyin bilincidir bu? Kendi derdine
kapanmı bir hastanın mı, gelece i, bizim
ya adı ımız bugünü çarpıcı bir berraklıkla
gören yazarın mı?
Nereden bakar o göz, nereden
kaynaklanır o bilinç, ruhbilimsel
çözümlemeden mi, yoksa onun
yadsınmasından mı?
in güzeli, öykü sona erdi inde de
bilemezsiniz bunu.
GÜL I IK

I
ÖNSÖZ
Ben bu öyküde kimi zaman pek de
ho a gitmeyecek sözlerle anılan
doktorum. Psikanalizden anlayanlar
hastanın bana besledi i hıncın nasıl
açıklanaca ını bilirler.
Psikanalizden söz etmeyece im,
çünkü burada yeterince söz konusu
oluyor zaten. Hastamı ya am öyküsünü
yazmaya zorladı ımdan ötürü özür
dilemeliyim; psikanaliz ara tırmacıları
böyle bir yenili e burun kıvıracaklardır.
Ama hastam ihtiyardı, böyle
anımsayacak olursa geçmi i yeniden can
bulur, ya am öyküsü ruhsal çözümleme
yolunda iyi bir adım olur, diye dü ündüm.
Bugün hâlâ dü üncemin do ru oldu unu
sanıyorum, çünkü umdu umdan da
ba arılı sonuçlar verdi, e er hastam tam
can alıcı noktasında tedaviyi bırakıp,
anılarını uzun uzadıya, sabırla
çözümleyerek gerçekle tirdi im
çalı manın meyvasını elimden almasaydı
daha da parlak olurdu bu sonuçlar.
Anılarını, öcümü almak için
yayımlıyorum, umarım buna pek
öfkelenir. Ancak unu da bilsin ki, bu
yayımdan elde edece im yüklü kazancı
kendisiyle payla maya hazırım, tek
ko ulum tedavime dönmesi. Kendi
kendisini tanımaya ne de meraklı
gözüküyordu! Burada üstüste yı dı ı
onca gerçekle onca yalanı yorumlayınca
ne sürprizlerle kar ıla aca ını ke ke
bilse!..
Doktor S.

II
G R
Çocuklu umu görmek, ha? Elli yılı
a kın bir zaman var aramızda, feri
sönmü gözlerimle yine de seçebilirdim,
ama hâlâ yansıttı ı ı ık çe it çe it
engellerle perdeleniyor, gerçek ulu da lar
bunlar: ya amımın tüm yılları ve bir kaç
saati.
Doktor dedi ki ille de o denli
uzaklara bakmakta ısrar
etmemeliymi im. Geçmi im için yakın
olaylar da de erliymi , özellikle de bir
önceki gecenin hayalleri, dü leri. Ama
biraz çeki düzen de gerekli yine. Tâ
ba ından ba layabilmek için, bugünlerde
uzun süre Trieste’den ayrılan doktoruma
Allahaısmarladık der demez, yalnızca
onun i ini kolayla tırmak amacı ile, bir
psikanaliz kitabı satın alıp okudum.
Anlaması güç de il, ama pek sıkıcı.
Yeme imi yedikten sonra öyle
rahatça bir koltu a yerle tim, elimde
kalemimle bir kâ ıt parçası var. Alnım
kırı ıksız, çünkü zihnimden her türlü
çabayı sildim. Dü üncem benden
kopukmu gibi gözüküyor gözüme.
Görüyorum i te. Yükseliyor, alçalıyor...
onun i i de bu zaten. Kendisinin dü ünce
oldu unu, görevinin dile gelmek oldu unu
anımsatayım diye kaleme sarılıyorum. Ve
i te alnım kırı kırı oluyor, çünkü
sözcüklerin her biri bir alay harften
olu mu ve buyurgan bugünüm yeniden
canlanıp geçmi i gölgeliyor.
Dün kendimi alabildi ine
koyvermeyi denedim. Deneyim deliksiz bir
uyku ile noktalandı, elde etti im tek
sonuç adamakıllı dinlenmek, bir de o
uyku sırasında önemli bir eyler
gördü üm duygusuydu, garip bir duygu.
Ama unutulmu , sonsuza dek yitirilmi ti.
Elimdeki kalem sayesinde uyanık
kalıyorum bugün. Geçmi imle hiçbir
ba ıntıları olamayacak garip hayaller
görüyorum, görür gibi oluyorum: bir
lokomotif sonu gelmez vagonlarını
ardından sürükleyerek oflaya puflaya bir
yoku u tırmanıyor; kimbilir nereden
gelmi , nereye gidiyor ve imdi neden
buradan geçiyor!
Uyku ile uyanıklık arasında aklıma
geliyor: benim kitaba bakılırsa bu
yöntemle insan ilk çocuklu unu, hatta
kundaktaki dönemini bile
anımsayabilirmi . Gözümün önüne
hemen bir kundak bebe i geliyor, ama
neden ben olayım ki? Hiç de bana
benzemiyor, sanırım birkaç hafta önce
baldızımın do urdu u bebek bu, elleri
miniminnacık da gözleri koskocaman diye
handiyse bir mucizeymi gibi bize
gösterdilerdi. Zavallı çocuk! Nerede kaldı
çocuklu umu anımsamak! imdi kendi
çocuklu unu ya ayan seni bile
uyaramıyorum, onu ilerde anımsamanın
zekân ve sa lı ın açısından ne denli
önemli oldu unu bile anlatamıyorum.
Ya amını, hatta ya amının seni
i rendiren nice bölümlerini belle ine
kazımanın yerinde bir i olaca ını ne
zaman anlayabileceksin acaba? Sen bu
arada dünyadan habersiz, zevk pe inde
minimini bedenini ara tırmaktasın ve o
güzelim ke iflerin seni acıya, hastalı a
iletecek, bunu hiç istemeyen kimseler
bile yine aynı yola sürecekler seni. Elden
ne gelir? Be i ini esirgemenin yolu yok ki!
Esrarlı bir karı ım olu mada senin
ba rında, minicik bebek! Her geçen an
bir kimyasal ayıraç katıyor içine. Binbir
hastalık olasılı ı ile kar ı kar ıyasın, tüm
anların temiz olamaz çünkü. Hem sonra
—minicik yavru!— tanıdı ım ki ilerin
kanındansın sen. imdi akıp giden
dakikalar temiz bile olsalar, seni
hazırlamı olan nice yüzyıllar arı de ildi
ku kusuz.
te uykudan önce ü ü en
görüntülerin çok uza ındayım artık.
Yarın yeniden deneyece im.

III
S GARA T RYAK L
Derdimi açtı ım doktor çalı maya
sigara tiryakili imin bir tarihsel
çözümlemesini yaparak ba lamamı
ö ütledi:
— Oturun, yazın! Bakın kendi
kendinizi nasıl oldu unuz gibi
göreceksiniz sonunda.
Sanırım, sigara tiryakili imi o
koltukta dü görmeye gitmeksizin,
burada masamda anlatabilirim. Nasıl
ba layaca ımı bilemedi imden, hepsi de
u elimdekine benzeyen sigaralardan
yardım diliyorum.
Bugün ilk i olarak unuttu um bir
eyi ke fediyorum. çti im ilk sigaralar
piyasadan çekilmi . 1870’lerde
Avusturya’da üzeri iki ba lı kartal
damgalı karton kutularda satılan
sigaralar vardı. te: o kutulardan birinin
çevresine hemen bir kaç ki i
topla ıveriyor, adlarını anımsamama
yeterli bazı özelliklerini de seçiyorum,
ama beklenmedik kar ıla madan ötürü
beni duygulandırmaya yetmiyor bunlar.
Daha fazlasını elde etmeye çalı ıyor,
koltu a gidiyorum: insanlar solukla ıyor,
yerlerini benimle alay eden soytarılar
alıyor. Cesaretim kırılıyor, yeniden
masaya dönüyorum.
Görüntülerden biri, biraz çatlak
seslisi Giuseppe’ydi, ben ya larda bir
çocuk, öteki benden bir ya küçük erkek
karde imdi, yıllar önce öldü. Galiba
babası Giuseppe’ye avuç dolusu para
veriyor, o da bize o sigaraları arma an
ediyordu. Ama karde ime benden çok
sigara verdi ine eminim. Bu yüzden
kendime ba ka sigaralar da bulmak
zorunda kalmı tım. Giderek i i hırsızlı a
vardırdım. Yazın, babam yele ini yemek
odasında bir sandalyenin üzerine
bırakırdı, cebinde de her zaman bozuk
paralar bulunurdu: o de erli kutuyu
almam için gereken on parayı oradan
sa lıyor, hırsızlı ımın sakıncalı ürününü
uzun süre tutmamak için kutudaki on
sigarayı pe pe e içiyordum.
Bütün bunlar bilincimde el altında
hazır bekliyordu. Kafamda ancak imdi
canlanı ları önemli olabileceklerini daha
önce bilmedi imdendir. te kötü
alı kanlı ımın kökenini saptadım, belki de
iyile mi imdir bile, kimbilir? Denemek için
son bir sigara daha yakayım, belki de
hemen i renir, fırlatıp atarım.
Sonra, bir gün babamın beni
elimde yelekle yakaladı ını anımsıyorum.
Ben ise imdi olsa hiç elimden
gelemeyecek, u anda bile beni i rendiren
bir yüzsüzlükle (kimbilir, belki de bu
i renmem iyile meme çok yardımcı olur),
merak ettim de dü melerini sayıyordum,
dedim. Babam matematik ve terzilik
hevesime gülüp geçti, parmaklarımın
yele in cebinde oldu unu da hiç
farketmedi. Aslında artık yerinde yeller
esen masumiyetime yönelen o gülü ün
beni ondan sonra çalmaktan alıkoymaya
yetti ini söyleyebilirim, kendi onuruma.
Yani, aslında yine çaldım, ama bilmeden.
Babam yarıya kadar içilmi Virjinya
purolarını evde uraya buraya,
masaların, dolapların üzerine ili tirip
bırakırdı. htiyar hizmetçimiz Catina’nın
onları kaldırıp attı ını da sanıyorum.
Gidip i te o puroları gizlice içiyordum.
Beni ne denli rahatsız edeceklerini de
bildi imden, daha elimi atarken mide
bulantısından tüylerim diken diken
oluyordu. Sonra tâ alnım so uk terlerle
kaplanana dek, midem bulanana dek
içiyordum onları. Çocuklu umda
enerjiden yoksun oldu um söylenemez
do rusu.
Babamın beni bu alı kanlıktan da
nasıl iyile tirdi ini çok iyi anımsıyorum.
Bir yaz günüydü, bir okul gezintisinden
eve yorgun ve terden sırılsıklam
dönmü tüm. Annem soyunmama yardım
etmi , sonra beni bir bornoza sarıp
uyuyayım diye sedire yatırmı tı, kendisi
de aynı yere ili ip diki dikmeye koyuldu.
Uyumak üzereydim, ama gözlerim hâlâ
güne le doluydu, bir türlü kendimden
geçemiyordum. O ça da büyük bir
yorgunluktan sonraki dinlenmenin
tatlılı ı ba lı ba ına bir görüntüymü gibi
belle imde capcanlı duruyor, artık
yokolmu o sevgili beden hâlâ
yanımdaymı çasına açık seçik.
Biz çocukların oynadı ımız, imdi
bu yer kıtlı ında iki bölmeye ayrılmı
olan, serin, kocaman odayı anımsıyorum.
Karde im sahnede görünmüyor, bu
garibime gidiyor, dü ünüyorum da,
aslında o geziye onun da katılmı olması,
daha sonra da benimle birlikte
dinlenmesi gerekirdi. Yoksa o kocaman
sedirin öteki ucunda da o mu uyumu tu?
O yere bakıyorum, ama bo gibi geliyor.
Yalnız kendimi görüyorum, dinlenmenin
tatlılı ı, annem, sonra sözcüklerinin
yankılandı ını duydu um babam. çeri
girmi ve beni hemen görmemi ti, çünkü
yüksek sesle:
— Maria! diye ça ırdı.
Annemin dudaklarından hafif bir
ses döküldü, eliyle beni gösterdi, uykuya
daldım sanıyordu, oysa tüm bilincimle
uykunun üzerinde yüzüyordum ben.
Babamın beni rahatsız etmemeye
zorlanması öylesine ho uma gidiyordu ki,
hiç kımıldamadım.
Alçak sesle yakındı babam:
— Deli mi oluyorum ne! Yarım saat
önce u dolabın üstüne bir yarım puro
bıraktı ıma emin gibiyim, ama imdi
bulamıyorum. Her zamankinden de
kötüyüm, kafam darmada ınık.
Annem de alçak sesle yanıtladı,
ama beni uyandırmak korkusu ile
ne esini güç tuttu u belliydi:
— Ama yemekten sonra o odaya
kimse girmedi ki.
— te ben de bunu bildi im için
deli olasım geliyor ya, diye mırıldandı
babam.
Dönüp çıktı odadan.
Gözlerimi aralayıp anneme baktım.
ine dönmü tü, ama hâlâ gülümsüyordu.
Babamın korkularına böyle
gülümsüyordu ku kusuz onun delirmek
üzere oldu unu dü ünmüyordu. O
gülümseme belle imde öylesine yer etmi
ki, günün birinde karımın dudaklarında
görünce hemen tanıyıverdim.
Kötü alı kanlı ımı parasızlık
kösteklemedi, yasaklamalar büsbütün
azdırdı.
Akla gelebilecek her deli e gizlenip
uzun uzadıya sigara içti imi
anımsıyorum. Ardından tüm bedenimi
saran bir i renme duygusu izledi inden
ötürü, karanlık bir mahzende yarım saat
kadar kaldı ımı da anımsıyorum;
yanımda ba ka iki çocuk daha vardı, ama
belle imde giysilerinin çocuksu
oldu undan ba ka bir ey bulamıyorum:
kendi ba larına ayakta duran iki minik
pantolon, içlerindeki bedeni zaman silip
götürmü . Bir yı ın sigaramız vardı, kısa
sürede kim daha ço unu kül edecek,
görmek istiyorduk. Yarı ı ben kazandım
ve bu garip eylemin verdi i rahatsızlı ı
kahramanca gizledim. Sonra güne e,
havaya çıktık. Sersemlemi tim, yere
dü memek için gözlerimi kapamak
zorunda kaldım. Kendimi toparladım,
zaferimle böbürlendim. ki küçük
adamdan biri o zaman öyle dedi:
— Ben yarı ı kaybetti ime
aldırmıyorum ki, ancak gerekti i kadar
sigara içerim ben.
Sa lıklı sözleri anımsıyorum da, o
anda bana dönük olması gereken ve
sa lı ı ku ku götürmeyen o küçük yüzü
anımsamıyorum.
Oysa o zamanlar sigarayı, nikotin
tadını, beni dü ürdü ü durumu seviyor
muydum, nefret mi ediyordum,
bilmiyorum. Hepsinden nefret etti imi
ö renince daha da beter oldu.
Ö rendi imde yirmi ya larındaydım. O
zamanlar bir kaç hafta iddetli bir bo az
a rısı çektim, ate im de yükselmi ti.
Doktor yataktan çıkmamamı ve kesinlikle
sigara içmememi ö ütledi. O kesinlikle
sözcü ünü anımsıyorum. Yüre imde bir
yara açıldı, ate in rengine boyandı:
koskoca bir bo luktu ve bu bo lu un
çevresinde hemen olu an a ır basınca
dayanacak hiçbir ey yoktu.
Doktor çıkıp gitti inde babam
(annem yıllar önce ölmü tü), a zında
koskoca bir puro ile bir süre yanımda
kalıp bana arkada lık etti. Giderken alev
alev yanan alnımı usulca ok adı:
— Sigara yok, karı mam ha! dedi.
Korkunç bir tedirginli e kapıldım.
«Madem bana dokunuyormu , bir daha
hiç sigara içmeyece im,» diye dü ündüm,
«Ama son bir sigara içmek istiyorum.» Bir
sigara tellendirdim, belki de ate imin
büsbütün yükselmesine, her solukta
bademciklerimin sanki bir kor parçası
de mi gibi yanmalarına inat,
tedirginli imin yokolup gitti ini duydum.
Sigarayı bir ada ı yerine getirirmi çesine
özenle sonuna kadar bitirdim. Yine
korkunç acılar içinde, hastalı ım
boyunca birçok sigara daha içtim.
Babam a zında purosu ile gidip gelip:
— Aferin, diyordu, birkaç gün
daha sigarasız dur, sapsa lam olacaksın!
Bu cümleyi duymak, onun çabuk,
çabucak çekip gitmesini, sigarama
sarılma olana ı vermesini dilememe
yetiyordu. Daha çabuk uzakla sın diye
uyur gibi yaptı ım da oluyordu.
O hastalık ikinci illetime
tutulmama neden oldu: birinci illetimden
kurtulma çabasına yani. Giderek
günlerim sigaralarla ve sigarayı bırakma
kararları ile doldu; hemen söyleyeyim de
içimde kalmasın bari, zaman zaman
bugün bile öyle. Yirmi ya ımdayken
tutuldu um son sigara debelenmesi hâlâ
durdu sayılmaz. Kararım o denli güçlü
de il artık, zayıflı ım da ihtiyar ruhumda
daha büyük bir ho görü ile kar ılanıyor.
nsan ihtiyarladı mı, ya ama da, getirdi i
her eye de gülümseyip geçiyor. Hatta
diyebilirim ki, bir süredir bol bol sigara
içiyorum ve... bu son olsun diye
niyetlenmiyorum.
Bir sözlü ün kapa ına süslü püslü
bir yazı ile u kaydı dü mü üm:
«Bugün , 2 ubat 1886, Hukuk
ö reniminden Kimya ö renimine
geçiyorum. Son sigara!».
Çok önemli bir son sigaraydı. Ona
e lik eden tüm umutlar aklımda. Ya amın
çok uza ındaymı gibi gelen Kilise
Hukukuna içerlemi tim, bir deney
tüpüne sıkı mı da olsa, ya amın tâ
kendisi olan bilime ko uyordum. O son
sigaranın tam anlamı etkinlik (hatta el
i çili i), sade, sa lıklı, huzurlu dü ünceler
dile iydi.
nanmadı ım zincirleme karbon
bile imlerinden yakayı kurtarmak için
Hukuka geri döndüm. Ne çare!
Yanılmı tım, yanılgımı bir son sigara ile
noktalayı ımın tarihini de bir kitabın
kapa ına kaydetmi im. Bu da önemliydi,
karbon zincirlerini sonunda kırmı ,
benim, senin, onun hakkının sonu
gelmez karma ıklı ına en iyi niyetlerimle
dönüyordum. Eli i yetene inden de pek
nasibimi alamadı ımdan, kimyaya yatkın
olmadı ım ortaya çıkmı tı. Bir yandan
baca gibi sigara tüttürürken, nasıl
yetenekli olsundu ellerim?
imdi burada kendi kendimi
çözümlüyorum ya, bir ku ku dü üyor
içime: yoksa ben sigaraya kendi
yeteneksizli imin ayıbını yükleyebilmek
için mi öylesine tutkundum? Acaba
sigara alı kanlı ımdan vazgeçsem o
umdu um güçlü, üstün adam olur
muydum? Belki beni tiryakili ime
zincirleyen de o ku ku olmu tur, çünkü
insanın kendisini gizli kalmı bir büyük
adam sanması rahat bir ya am biçimidir.
Ben bu savı gençli imdeki zayıflı ımı
açıklayabilmek için ileri sürüyorum,
gelgelelim buna kesinlikle inandı ımı
söyleyemem. imdi ihtiyarladım,
kimsenin benden bir ey bekledi i yok,
ama yine de sigara ile sigarayı bırakma
kararı arasında mekik dokuyorum... O
kararların bugün ne anlamı var ki?
Acaba Goldoni’nin anlattı ı o sa lık
meraklısı ihtiyar gibi, ömrümü illetli
geçirdikten sonra sa lıklı ölmek mi
istedi im?
Bir kez ö rencili imde evden
ta ınmı tım da, odamın duvarlarını
tarihlerle doldurmu um diye parasını
cepten verip duvar kâ ıdını de i tirmek
zorunda kalmı tım. Belki o odadan
ayrılı ımın nedeni de giderek kararlarımın
gömütüne dönü mesindendi, orada
kaldıkça artık ba ka bir karar
veremezmi im gibi geliyordu.
Galiba sigara son olunca tadı da
bir ho oluyor. Öteki sigaraların da
kendilerine göre bir tadları var ama,
öylesine lezzetli de iller. Son sigaranın
tadı insanın kendi kendisini yendi i
duygusundan, yakın bir gelecekte güçlü
ve sa lıklı olaca ı umudundan
kaynaklanır. Öteki sigaraların da
kendilerine göre bir önemleri vardır,
çünkü onları yakarken özgürlü ümüzü
ilân ederiz, güçlü, sa lıklı gelecek yine
ufuktadır, birazcık ileriye itilmi tir, o
kadar.
Odamın duvarlarındaki tarihler
çok de i ik renklerde, kimi ya lıboya ile
yazılmı tı. En safça bir inanı la yinelenen
karar, bir öncekini gölgede bırakan bir
renkten güç almı tı. Kimi tarihleri
sayıların uyu masından ötürü
ye lemi tim. Geçen yüzyıldan bir tarih
kalmı aklımda, kötü alı kanlı ımı
kapatmak istedi im tabutu sonsuza dek
mühürler sanmı tım: «1899 yılının
dokuzuncu ayının dokuzuncu günü». Ne
anlamlı, de il mi? Yeni ba layan yüzyıl da
ba ka uyumlar yapan yeni tarihler
getirmi ti: «1901’in birinci ayının birinci
günü». Bana öyle geliyor ki, o tarih
yinelenecek olsa bugün bile yeni bir
ya ama ba lamak elimden gelirdi.
Takvimde tarih kıtlı ı yok ya, biraz
dü gücü ile her gün bir karara
uydurulabilir. u tarih aklımda kalmı ,
çünkü kar ı durulmaz bir buyruk gibi
geliyor: «Üçüncü gün, altıncı ay, yıl 1912,
s a a t 24», Sanki her sayı bir öncekinin
masaya sürdü ü peyi iki katma yükseltir
gibi.
1913 yılı bir an duraksatmı tı beni.
Yıla e dü ecek bir onüçüncü ay yoktu.
Ne var ki bir son sigaraya önem
kazandırmak için tarihinin pek fazla
uyum gerektirdi i sanılmasın. En
sevdi im kitaplarıma ya da defterlerime
dü tü üm tarihlerden birço u
biçimsizlikleri ile dikkati çekiyorlar.
Örne in u: üçüncü gün, ikinci ay, yıl
1905, saat altı! nsan dü ündü ünde bir
temposu oldu unu farkediyor, çünkü
sayılar tek tek ele alınırsa, her biri
öncekini yadsır gibi. Nice olaylar, hatta
Papa IX. Pius’un ölümünden o lumun
do u una dek tüm olaylar o her zamanki
kesin kararlarla kutlanmaya lâyık
görünmü tü gözüme. Ailede herkes ne eli
ya da üzüntülü yıldönümlerini nasıl
belle imde böylesine tutabildi ime a ar,
üstelik çok iyi biri oldu uma
inanmı lardır!
Görünü ün garipli ini hafifletmek
için son sigara hastalı ıma bir dü ünsel
içerik kazandırmaya çalı tım. «Bir daha
asla» diye hava basması pek güzeldir.
Ama insan sözünü tuttu mu ne kalır o
güzellikten? Ancak kararınızı yinelemeniz
gerekti inde o havaya bürünebilirsiniz.
Hem sonra zaman, benim için, o hiç dur
durak bilmeyen, dü ünülmesi olanaksız
ey de il ki. Bana, yalnız bana gerisingeri
dönüyor zaman.


Hastalık bir kanıdır, ben de o kanı
ile do mu um. O zamanlar bir doktora
açılmı olmasam yirmi ya ımdaki illetimi
pek anımsamazdım. Ne tuhaf, söylenmi
sözleri, dile getirilmemi duygulardan
daha iyi anımsıyor insan.
O doktora sinirsel hastalıkları
elektrikle iyile tirdi ini söyledikleri için
gitmi tim. Sigarayı bırakmak için gereken
gücü elektrikten sa larım diye
dü ünmü tüm.
Doktorun koskoca bir göbe i vardı,
astımlı soluması hemen ilk seansta
çalı tırdı ı elektrikti makinenin tıkırtısına
e lik ediyordu; do rusu beni
dü kırıklı ına u rattı, çünkü beni
muayene ederken, kanıma sızmı olan
zehri bulup çıkaraca ını beklemi tim.
Oysa bedenimi sapasa lam buldu,
sindirimimim ve uykularımın iyi
olmadı ından yakındı ımda, midemde
asit yetersizli i oldu unu, peristaltik
hareketin (bu lâfı o kadar çok yineledi ki
bir daha unutmadım) pek hızlı olmadı ını
ileri sürdü. Çaredir diye kalktı bir de asit
verdi, mahvetti midemi, o gün bu gündür
asit fazlalı ından yakınıyorum.
Kanımdaki nikotini kendi çabaları
ile saptamayı asla ba aramayaca ını
anlayınca yardımcı olmak istedim, belki
de rahatsızlıklarımın sigaradan ileri
geldi inden ku kulandı ımı söyledim.
Koskocaman omuzlarını zahmetle
kaldırdı:
— Peristaltik hareket... asit...
nikotinin bununla bir ili kisi yoktur.
Elektrik uygulamalarının sayısı
yetmi i buldu, günün birinde canıma
yetmeseydi tedavi bugüne dek sürüp
giderdi. O seanslara bir mucize
bekledi imden çok, doktoru bana sigarayı
yasaklamaya kandırırım umuduyla
gidiyordum. E er o zaman kararlarım
böylesi bir yasakla desteklenseydi
kimbilir nasıl giderdi i ler.
Hastalı ımı doktora i te u sözlerle
anlatmı tım: «Derslerime çalı amaz
oldum, kırk yılın ba ı erkenden yatmaya
gitsem bile ilk çan seslerini duyuncaya
kadar uyku tutmuyor. Hukukla Kimya
arasında mekik dokumam da bu yüzden,
çünkü bu bilim dallarının ikisi de belli bir
saatte i e ba lamayı gerektiriyor,
gelgelelim saat kaçta yataktan
kalkabilece imi hiç bilemiyorum»».
— Elektrik her türlü uykusuzlu u
iyi eder, diye kestirip attı Lokman Hekim,
gözleri hastadan de il, kadrandan yana
bakıyordu hep.
Sonunda benim karınca kararınca
bilmeden uyguladı ım psikanalizi
anlayabilirmi gibi kendisine açıldım.
Kadınların kar ısında nasıl çaresiz
kaldı ımı anlattım. Bir tanesi yetmiyordu
bana, birço u bile yetmiyordu. Hepsini
istiyordum! Soka a çıktım mı kendimi
kaybediyordum: yanımdan geçen tüm
kadınlar benim oluyordu. Kendimi
hayvansı duyma gereksinimi içinde
tepeden a a ı terbiyesizce süzüyordum
onları. Dü üncemle soyuyordum, yalnız
çizmelerini çıkarmıyordum, sonra
kollarımın arasına alıyordum, ancak
hepsini iyiden iyiye tanıdı ıma
inandı ımda salıveriyordum.
çtenli im de, solu um da bo a
gitmi ti! Doktor soluk solu aydı:
— Umarım elektrik uygulamaları
sizin bu illetinizi iyi etmez. Tanrı korusun!
Bu tür bir sonuç verece i aklıma gelse
bir daha bir Rumkhorff’a el sürmem.
Kendisine pek ne eli gelen gerçek
bir olay da anlattı. Bu benim hastalı ıma
tutulmu biri, ünlü bir hekime gitmi ,
kendisini iyile tirsin diye yalvarmı ,
doktor tedavide çok ba arılı olmu , ama
ülkeden göç etmek zorunda kalmı , yoksa
hastası canına okuyacakmı .
— Böyle heyecanlanmam iyi ey
de il, diye haykırıyordum. Damarlarımı
tutu turan zehrin marifeti hepsi!
Doktor üzüntüyle mırıldanıyordu:
— Bu dünyada kimse yazgısından
memnun de ildir.
Ben de onu inandırmak için
kendisinin yapmaya yana madı ı eyi
yaptım, hastalı ımı tüm belirtilerini bir
araya getirerek inceledim: — Dalgınlı ım!
O da çalı mama bir engel. Graz’da ilk
devlet sınavına çalı ıyordum, son sınava
kadar bana gerekli olan tüm metinleri
özenle not etmi tim. Sonunda, sınava
birkaç gün kala tâ yıllar sonra gerekli
olacak eyleri çalı tı ımı farkettim. Bu
yüzden sınavı ertelemek zorunda kaldım.
Aslında o kadarını da pek çalı mı
sayılmam ya, nedeni de benimle yüzsüzce
cilvele mekten öte bir hayrını görmedi im
bir kom u kızıydı. O pencereye çıktı mı
kitap gözümün önünden siliniyordu.
Böyle bir derde çatana ahmak denmez de
ne denir?
Penceredeki kızın ufacık, akça
pakça yüzünü hiç unutmadım, bu beyzi
yüz, renkleri bakıra çalan havalı
buklelerle çevriliydi. O beyazlı ı, o
kızılımtrak sarılı ı yastı ımın üstüne
bastırdı ımı dü ünerek bakardım kıza.
Lokman Hekim mırıldandı:
— Cilvele menin gerisinde hep iyi
eyler vardır. Benim ya ıma bir gelin de
bakın, cilvele mek gelir mi içinizden.
Bugün kesinlikle biliyorum ki
doktor bey cilvele menin c’sini
bilmiyormu . Ya ım elliyedi, ama hiç
ku kum yok, sigarayı bırakmazsam ya da
psikanalizle iyile mezsem, ölüm
dö e imden son bakı ımda gözlerimden
hastabakıcımı arzuladı ım okunacaktır,
tabii e er hastabakıcım karım de ilse ya
da karım hastabakıcımın güzel olmasına
izin vermi se.
Günah çıkarır gibi yürekten
konu tum: kadınlar bütünüyle ho uma
gitmiyorlardı aslında... parça parça
ho uma gidiyorlardı! Güzel ayakkabılar
içinde oldu mu hepsinin ayacıklarını,
birço unun ister incecik, ister öyle güçlü
kuvvetli olsun, boynunu seviyordum,
gö üslerini de, e er ufacıksa. Kadın
anatomisinin çe itli parçalarını sayıp
döküyordum ki, doktorum sözümü kesti:
— Bu kadar parça ile kadın
tamamlandı zaten.
O zaman önemli bir söz ettim:
— Sa lıklı a k diye bir kadını huyu
suyu ile, zekâsı ile, oldu u gibi
kucaklayana denir.
O güne dek böylesi bir a k
tatmamı tım elbette, tattı ımda o da beni
iyile tirmedi, ama benim için önemli olan,
bir bilge ki inin sa lıklı gördü ü yerde
hastalı ı bulup çıkarmı olmam, dahası,
benim koydu um tanının sonradan do ru
çıkmı olmasıdır.
Doktorlu u olmayan bir arkada ,
beni de, hastalı ımı da daha iyi anladı.
Bundan önemli bir yarar sa ladım
denemez, ama ya amımda bugün bile
yankılanan yeni bir nota oldu.
Arkada ım bo zamanlarını
yazınsal incelemeler ve çalı malarla
süsleyen zengin bir bey evlâdıydı.
Yazdı ından çok daha iyi konu urdu, bu
yüzden dünya onun ne nitelikli bir yazın
adamı oldu unu ö renemedi. i man, iri
kıyımdı, tanı tı ımızda canla ba la bir
zayıflama rejimine giri mi ti. Birkaç
günde çok önemli sonuçlar elde etmi ti, o
kadar ki, sokakta herkes böylesi
hastalıklı birinin yanında kendi sa lı ını
daha iyi ayrımsamak umudu ile ona
yakla ıyordu. stedi ini gerçekle tiriyor
diye çok imrendim kendisine, tedavisi
sürdü ü kadar yanından ayrılmadım.
Her gün küçülen göbe ini yoklamama
izin veriyordu, ben de, hasetim dilime
vurdu undan, kesin kararını sarsmaya
çabalıyordum.
— yi de, tedaviniz bitti inde bütün
bu deri yı ınını ne yapacaksınız?
Sıskası çıkmı suratını
gülünçle tiren büyük bir sükûnetle u
yanıtı verdi:
— ki gün sonra masaj tedavisine
giriyorum.
Tedavisi tüm ayrıntıları ile önceden
belirlenmi ti, tarihlerden hiç birini
aksatmayaca ı kesindi.
Bütün bunlar içimde büyük bir
güven uyandırdı, oturup hastalı ımı
anlattım ona. Nasıl anlattı ımı da
anımsıyorum. Sayısını bilmedi im kadar
sigara içmekten vazgeçmektense, günde
üç ö ün yeme imden vazgeçmenin daha
kolay oldu unu söyledim, üstelik o
sigaraların her biri her an o zahmetli
kararı vermemi gerektiriyordu. nsan
aklını böyle bir karara taktı mıydı ba ka
eye zamanı kalmıyordu, çünkü birkaç i i
birden aynı anda yapabilmek Jül
Sezar’dan ba kasının harcı de ildi. Gerçi
mallarımı yöneten Olivi sa kaldıkça bir
baltaya sap olmamı bekleyen yoktu ama,
nasıl olur da benim gibi biri bu dünyada
dü görmenin ya da hiç yetene i olmadan
keman çalmanın dı ında bir eyler
yapmayı beceremezdi?
Zayıflamı iri kıyım adam hemen
yanıtlamadı. Bir yöntem adamıydı, ilkin
uzun uzadıya dü ündü. Sonra bu
alandaki büyük üstünlü ünden
kaynaklanan bilgelik havası içinde
açıkladı: benim gerçek illetim sigara
içmem de ildi, bırakmaya niyetlenmemdi.
O kötü alı kanlı ımdan hiçbir karar
vermeksizin yakayı kurtarmaya
bakmalıydım. Ona kalırsa, içimde, yıllar
geçtikçe iki ki ilik birden geli mi ti, birisi
buyruk veriyor, öteki de onun verdi i
buyruklara ba e iyordu, ama gözetim
biraz hafifledi mi, köle özgürlük hevesine
kapılıyor, efendisinin istemine
ba kaldırıyordu. Bu yüzden ona sınırsız
özgürlük tanımalı, bu arada kötü
alı kanlı ımla sanki yepyeni, o zamana
dek görmedi im, bir eymi gibi
yüzle meliydim. Sava malıydım onunla,
hiç u ra mamalıydım, bana lâyık
olmayan bir ahbaptan yüz çevirir gibi
sırtımı dönmeliydim ona. Ne basit, de il
mi?
Gerçekten basit göründü bana.
Büyük bir çaba harcayıp içimden her
türlü niyeti söküp atmayı ba arınca bir
kaç saat sigarasız durmayı ba ardı ım da
gerçek, ama a zım tertemiz kalınca, yeni
do mu bir bebe in duydu u türden
masum bir tad aldım, canım bir sigara
tellendirmek istedi, içince de pi man
oldum, bu yüzden hemen o vazgeçip
unuttu um sigarayı bırakma kararımı
yineledim. Daha uzun bir yoldu gerçi,
ama aynı kapıya çıkıyordu.
Olivi olacak o alçak günün birinde
bir fikir verdi: kararımı güçlendirmek için
bahse girmek.
Bana öyle geliyor ki Olivi’nin dı
görünümü hep imdiki gibi olmu tur. Hep
böyle gördüm onu, biraz beli bükülmü ,
ama sapsa lam, gözüme de hep ihtiyar
gözükmü tür. Bugün ya ı sekseni
bulmu ken nasıl ihtiyar gözüküyorsa
öyle. Benim yerime çalı tı, hâlâ da
çalı ıyor, ama sevmiyorum onu, sanki
kendi yaptı ı i i benim yapmamı
engellemi gibi geliyor.
Ve bahse girdik! lk sigarayı içen
parayı ödeyecekti, sonra ikimiz de
özgürlü ümüze kavu acaktık. Böylece,
babamın mirasını har vurup harman
savurmayayım diye ba ıma dikilen
vekilharcım, özgürce harcadı ım
annemin mirasını kısıtlamaya çalı ıyordu!
Bahisten son derece zararlı çıktım.
Eskiden ara sıra efendilik ediyordum ya,
imdi tümüyle köle olmu tum, üstelik o
hiç sevmedi im Olivi’nin kölesi! Hemen
yaktım sigaramı. Sonra gizli gizli
tiryakili imi sürdürerek onu dolandırmayı
dü ündüm. O zaman da bahse girmenin
anlamı kalmıyordu. Bunun üzerine ko up
bahsinkine uygun bir tarih buldum, son
bir sigara içmek için, böylelikle o tarihi
sanki Olivi kendisi saptamı gibi gelecekti
bana. Ama ba kaldırım sürüp gidiyordu,
sigara içe içe tıknefes oluyordum.
Yüre imi o yükten kurtarabilmek için
Olivi’ye gidip suçumu açıkladım.
htiyar parayı gülümseyerek
cebine indirdi, hemen kocaman bir puro
çıkarıp büyük bir hazla tüttürmeye
koyuldu. Bahse uymamı oldu u ku kusu
hiç geçmedi içimden. Anla ılıyor ki
ba kaları benden ayrı yaratılı talar.
O lum üç ya ına bastı ında
karımın aklına parlak bir fikir geldi. Kötü
alı kanlı ımdan kurtulabilmem için bir
süre bir sa lıkevine kapanmamı önerdi.
Hemen, evet dedim, her eyden önce
o lum beni yargılayacak ya a vardı ında
dengeli, sakin bir baba ile kar ıla sın
istiyordum, sonra daha ivedi bir neden
de vardı: Olivi’nin sa lı ı bozulmu tu,
beni yüzüstü bırakmakla tehdit ediyordu,
birden bire onun yerine geçmek
durumunda kalabilirdim ve bedenimde
onca nikotin varken önemli i lere
giri emeyece imi dü ünüyordum.
lkin sa lıkevlerinin klâsik ülkesi
sviçre’ye gitmeyi dü ündük, sonra doktor
Muli diye birinin Trieste’de bir tesis açmı
oldu unu ö rendik. Karımı gidip onunla
konu makla görevlendirdim, doktor bana
kapalı bir daire ayırmayı, orada
ba kalarının da yardımı ile bir
hastabakıcının gözetiminde tutulmamı
önermi . Karım bunları anlatırken zaman
zaman gülümsüyor, zaman zaman
kahkahalar atıyordu. Beni bir yere
kapatmak dü üncesi onu pek
e lendiriyordu, ben de onunla birlikte
yürekten gülüyordum. yile me
çabalarıma katıldı ı bu ilk kezdi. O
zamana dek hastalı ımı hiç ciddiye
almamı tı, sigara içmenin yalnızca biraz
garip, ama pek sıkıcı sayılmayacak bir
ya ama biçimi oldu unu söylerdi. Sanırım
benimle evlendikten sonra eski
özgürlü ümün ardından hayıflandı ımı
hiç duymaması onun için ho bir sürpriz
olmu tu; nasıl duysundu ki, ben ba ka
eylerin ardından hayıflanmakla
me guldüm.
Olivi’nin ertesi aydan sonra artık
kesinlikle yanımda kalamayaca ını
söyledi i gün sa lıkevine gittik. Evde bir
kaç parça çama ır hazırlayıp bir valize
doldurduk, hemen o ak am doktor
Muli’nin kapısını çaldık.
Bizi kendisi kar ıladı. Doktor Muli
o zamanlar yakı ıklı bir delikanlıydı. Yaz
ortasındaydık, o ufak tefek, sinirli kara
gözlerinin büsbütün cin gibi parladı ı,
ufacık, güne ten yanmı yüzüyle,
yakasından pabuçlarına de in bembeyaz
giysilerinin içinde zarifli in tâ kendisiydi.
Hayran kaldım ona, ama hiç ku kum
yok, o da bana hayran kalmı tı.
Hayranlı ının nedenini
anladı ımdan, biraz utanarak dedim ki:
— Galiba siz, ne tedavi gere ine,
ne de benim bu i e ciddiyetle sarıldı ıma
inanmıyorsunuz.
Hafif olmakla birlikte beni yine de
yaralayan bir gülümseme ile:
— Neden? diye yanıtladı doktor.
Belki de sigara tiryakili i gerçekten biz
doktorların sandı ımızdan daha
zararlıdır. Yalnız anlamadı ım ey,
sigarayı tümüyle bırakmak yerine neden
içti iniz sigaraların sayısını azaltmayı
dü ünmedi iniz. Sigaranın bir zararı
yoktur, zararlı olan sigaraya a ırı
dü künlüktür.
Aslında sigarayı toptan bırakmak
isteye isteye, içti im sigaraların sayısını
azaltmak olasılı ını hiç dü ünmemi tim.
Ama imdi bu ö üt olsa olsa kararımı
zayıflatmaya yarardı artık. Kesin
konu tum:
— Madem bir kere karar verdim,
bırakın da bu tedaviyi deneyeyim.
— Denemek mi? Bir üstünlük
havası ile güldü doktor. Bir kez ba ladınız
mı tedavinin ba arılı olması zorunlu u
var. Siz zavallı Giovanna’ya kaba kuvvet
kullanmadıkça buradan dı arı
çıkamazsınız. Sizi serbest bırakmak için o
kadar çok belge düzenlemek gerekir ki bu
arada siz de tiryakili inizi unutursunuz.
Bana ayırdıkları dairedeydik, ikinci
kata çıktıktan sonra zemin kata dönerek
gelmi tik buraya.
— Görüyor musunuz? u demir
kapı, zemin katta çıkı kapısının
bulundu u öteki yan ile ili kiyi kesiyor.
Anahtarı Giovanna’da bile yoktur. Dı arı
çıkabilmek için, o da ikinci kata ula mak
zorundadır, o katta bizim için açılan
kapının anahtarı yalnız onda bulunur.
Zaten ikinci katta da her zaman gözetim
vardır. Çocuklar ve lohusalar için
yapılmı bir sa lıkevi olarak fena
sayılmaz, de il mi?
Bunun üzerine gülece i tuttu,
belki de beni çocukların arasına
kapatmak dü üncesi gülünç gelmi ti.
Giovanna’yı ça ırıp bana tanıttı.
Ya ı pek belli olmayan, kırk ile altmı
arasında de i ebilecek, ufak tefek bir
kadınca ız. Ba tanba a kırla mı
saçlarının altında ufacık gözleri pırıl pırıl
parlıyordu. Doktor dedi ki:
— te gerekirse dövü ece iniz bey
bu.
Kadın beni tepeden tırna a süzdü,
kıpkırmızı kesildi, tiz bir sesle haykırdı:
— Ben görevimi yapaca ım elbette,
ama bununla bo u amam do rusu. Siz
beni tehdit edecek olursanız erkek
hastabakıcıyı ça ırırım, güçlü kuvvetlidir,
hakkınızdan gelir, hemen gelmezse de
bırakırım nereye isterseniz gidin, canımı
tehlikeye atamam artık!
Sonradan ö rendi ime göre doktor
kendisine bu görevi verirken yüklü bir
ödül sözü vermi ti, bunun tek yararı
kadını korkutmak olmu tu. Sözleri öfkemi
ba ıma sıçrattı.
Kendi iste imle pek güzel bir
kapana kısılmı tım do rusu.
— Can tehlikesi de ne demek
oluyor! diye haykırdım. Kimmi canınızı
tehlikeye sokacak olan? Doktora
yöneldim:
— Lütfen bu kadını uyarın da
canımı sıkmasın! Yanımda birkaç kitap
getirdim, kafamı dinlemek istiyorum.
Doktor Giovanna’ya bir eyler
tembihledi. O da özür dileyeyim derken
bana saldırısını sürdürdü:
— Kızlarım var benim, iki küçük
kızım, ya amak zorundayım, ne yapayım?
— Ben sizi öldürmeyi kendime
yakı tırmam bile, diye yanıtladım,
sesimin tonu zavallıcı ın içine su
serpmekten çok uzaktı.
Doktor üst kata çıkıp bilmem neyi
almasını söyleyerek onu uzakla tırdı, beni
yumu atmak için de yerine ba ka birini
koymayı önerdi:
— Kötü bir kadın de ildir aslında,
diye ekledi, daha saygılı davranmasını
tembihlerim, bir daha canınızı sıkmaz.
Beni gözetlemekle görevlendirilen
ki iye hiç önem vermedi imi kanıtlamak
istedi imden doktora kabul etti imi,
di imi sıkaca ımı söyledim. Sakinle mem
gerekiyordu, cebimden sondan bir önceki
sigaramı çıkarıp kıtlıktan çıkmı gibi
içtim. Doktora yanımda yalnızca iki
sigara getirdi imi, tam geceyarısı sigarayı
bırakmaya niyetlendi imi söyledim.
Karım doktorla birlikte yanımdan
ayrıldı.
— Mademki bu kararı verdin,
güçlü ol bari, dedi gülümseyerek.
O kadar sevdi im gülümsemesi
alaylıymı gibi geldi ve tam o anda içimde
yeni bir duygu filizlendi. Bu duygu, onca
ciddiyetle giri ti im denemenin
kaçınılmaz bir iflâsla sonuçlanmasına
neden olacaktı. Hemen fenala tım, ama
neden acı çekti imi ancak beni yalnız
bıraktıklarında anladım. Genç doktorun
kar ısında çılgınca, zehir gibi bir
kıskançlı a kapılmı tım! Yakı ıklıydı,
özgürdü o! Doktorlar arasında bir ilâh
diyorlardı onun için. Karım neden
tutulmasındı ona? Giderken karımı
izliyordu, o zarif ayakkabıları içindeki
ayaklarına bakmı tı. Evlendim evleneli
kıskançlık duygusunu ilk kez
tadıyordum. Ne üzücü eymi ! Bu a a ılık
tutsaklık durumuma iyi uymu tu
do rusu! Kendimle sava tım! Karımın
gülümsemesi her zamankinden farksızdı,
beni evden uzakla tırdı ından ötürü alay
ediyor de ildi. Gerçi sigara tiryakili ime
hiç önem vermedi i halde beni buraya
tıktıran oydu, ama mutlaka ho uma
gitsin diye yapmı olmalıydı bunu. Hem
sonra karıma tutulmak pek o kadar
kolay de ildir ki, unutmu muydum
yoksa bunu? Doktor onun ayaklarına
baktıysa ku kusuz sevgilisine ne biçim
potin alması gerekti ini ö renmek için
yapmı tı. Ama hemen son sigaramı içtim;
geceyarısı olmamı tı daha, saat
yirmiüçtü, son bir sigara için hiç de
elveri li olmayan bir saat.
Bir kitap açtım. Anlamadan
okuyordum, gözümün önünde hayaller
uçu uyordu. Gözlerimi dikti im sayfa
doktor Muli’yi olanca yakı ıklılı ı ve
zarafeti ile sergileyen bir foto rafı ile
kaplanıyordu. Dayanamadım!
Giovanna’yı ça ırdım. Çene çalarsam
sakinle irdim belki.
Kadın geldi, hemen ku kuyla baktı
bana. Tiz sesiyle ba ırdı:
— Sakın bana görevimi ihmal
ettirebilece inizi sanmayın.
Bense o an onu sakinle tirebilmek
için yalan söyledim, bu aklımdan bile
geçmez, dedim, yalnızca okumaktan
bıkmı tım da kendisiyle iki çift lâf ederim
diyordum. Alıp kar ıma oturttum. O
ihtiyar kadın görünümü, bütün zayıf
hayvanlarınkine benzeyen oynak, genç
gözleri, aslında i rendiriyordu beni.
Böylesi bir ahbaplı a eyvallah demek
zorunda kaldı ım için acıyordum kendi
kendime! Gerçekte, özgürken bile
kendime en uyan insanları
seçememi imdir, çünkü genellikle,
karımın yaptı ı gibi, onlar beni seçer.
Giovanna’dan beni biraz
oyalamasını rica ettim, dikkatime de en
hiç bir eyi olmadı ını söyleyince, bana
ailesinden söz etmesini istedim, bu
dünyada herkesin hiç de ilse bir ailesi
vardır nasıl olsa, diye ekledim.
Peki, dedi, kızlarını Yoksullar
Yurduna bırakmak zorunda kaldı ını
anlatmaya koyuldu.
Öyküsünü hevesle dinlemeye
ba lamı tım, çünkü o sekiz aylık
hamilelikten böyle yakayı sıyırmı olması
beni güldürüyordu. Ama kadında çataçat
çeki me huyu vardı, ilkin bu kadarcık
maa la ba ka bir ey yapamayaca ını,
doktorun da birkaç gün önce bütün
aileye Yoksullar Yurdu baktı ından
günde iki kuronun yeterli oldu unu
söyledi inde haksızlık etti ini
kanıtlamaya kalkı ınca dinleyemez
oldum. Bas bas ba ırıyordu:
— Ya ba ka eyler? Karınlarını
doyurup üstlerine bir ey giydirince her
eyleri tamam olmuyor ki! Ondan sonra
kızlarına sa lamak zorunda oldu u bir
sürü ey saymaya ba ladı, imdi aklımda
kalmamı , çünkü kulaklarımı kadının tiz
sesinden koruyabilmek için dü üncemi
ba ka eylere yöneltiyordum. Ama yine de
kulaklarım hırpalanmı tı, bir kar ılık
haketmi im gibi geldi:
— Bir sigara bulamaz mıydınız, bir
tanecik? On kuron veririm, ama yarın,
çünkü yanımda tek kuru yok.
Önerim Giovanna’yı deh ete
dü ürdü. Çı lık çı lı a ba ırmaya
koyuldu; derhal erkek hastabakıcıyı
ça ırmak istiyordu, yerinden kalkıp
odadan çıkacak oldu.
Sussun diye fikrimden hemen
caydım, öyle rastlantı sonucu, bir ey
söylemi , kendime bir hava vermi olmak
için sordum;
— Peki, peki, bu hapishanede
içecek bir eyler bulunmaz mı bari?
Giovanna derhal cevabı yapı tırdı,
beni a ırtan kusursuz bir konu ma tonu
ile, ba ırıp ça ırmadan:
— Bulunmaz olur mu! dedi. Doktor
gitmeden önce bana bu konyak i esini
verdi. te i e hâlâ kapalı. Bakın, kimse
el sürmedi.
Öyle bir durumdaydım ki, sarho
olmaktan ba ka çıkar yol yoktu. Karıma
olan güvenim beni ne hale koymu tu!
O anda sigara dü künlü üm
bunca zahmete de mez diye geçti
aklımdan. Yarım saatten fazladır sigara
içmiyordum, hiç de aklıma gelmiyordu,
kafamı karımla doktor Muli’ye takmı tım
çünkü. Yani tümüyle iyile mi tim, ama
maskara olup çıkmı tım!
i eyi açtım, altın rengi içkiden bir
kadeh doldurdum kendime. Giovanna
beni a zı açık seyrediyordu, ama ona
ikram etmekte biraz duraksadım.
— Bu i eyi bo alttı ımda ba ka
içki alabilecek miyim? Yine en tatlı
konu ma tonu ile güvence verdi
Giovanna:
— stedi iniz kadar! Sizin
isteklerinizi yerine getirmek için kilere
bakan hanım gerekirse geceyarısı
yata ından kalkacak!
Ömrümde nekeslik etti im
olmamı tır, Giovanna’nın kadehi de
hemen a zına kadar doldu. Daha
te ekkürü tamamlamadan kadehi
devirdi, cin gibi gözlerini hemen i eye
dikti. Yani onu sarho etme dü üncesini
aklıma kendi getirdi. Ama pek kolay oldu
da diyemem!
Birkaç kadeh yuvarladıktan sonra
su katılmamı Trieste lehçesiyle bana
söylediklerini tam olarak yineleyemem,
ama e er aklım kuruntularımda olmasa,
yanında durup pekâlâ da zevkle
dinleyebilirdim sanıyorum.
lk i olarak bir sır verdi bana,
çalı manın böylesini severmi i te. Bu
dünyada herkesin günde iki saat öyle
rahat bir koltu a gömülüp, kar ısına iyi
cins, insana dokunmayan bir i e içki
dikerek oturma hakkı olmalıymı .
Ben de gevezelik etmeyi denedim.
Kocası hayatta iken i ini öyle mi
ayarlıyormu , diye sordum.
Kadın gülmeye koyuldu. Kocası
hayattayken onu öptü ünden çok
dövmü mü , o adam için öylesine saçını
süpürge etmi ki, imdiki çalı ması onun
yanında, ben o sa lıkevinde tedaviye
ba lamadan önceki durumunda bile
dinlenme sayılabilirmi .
Sonra Giovanna’yı dü ünceler aldı,
ölülerin, canlıların ne yaptıklarını
gördüklerine inanıyor muyum diye sordu.
Kısaca evet diye yanıtladım. Bir de ölüler
öteki tarafa vardıklarında, kendileri daha
ya ıyorken bu tarafta ne olup bitmi se
sonradan hepsini ö renirler miymi , onu
da bilmek istiyordu.
Bir an için bu soru beni gerçekten
kendi kaygılarımdan uzakla tırdı. Üstelik
gitgide tatlıla an bir sesle sorulmu tu,
çünkü Giovanna ölüler ne söyledi ini
duymasınlar diye sesini iyice alçaltmı tı.
— Demek kocanızı aldattanız,
dedim.
Kadın ba ırmayayım diye yalvardı,
sonra da onu aldattı ını itiraf etti, ama
yalnızca evliliklerinin ilk aylarında
aldatmamı . Sonra köte e alı mı ,
erke ini sevmi mi .
Konu manın tadı kaçmasın diye
sordum:
— Yani ya amını öteki adama
borçlu olan kızlarınızın büyü ü, öyle mi?
Yine alçak sesle, bazı benzerlikleri
gördükçe bunu kendisinin de
dü ündü ünü kabul etti. Kocasını
aldattı ına pek üzülüyordu. Bunu
söylerken bir yandan da gülüyordu,
çünkü acı verdiklerinde bile gülünen
eylerdir bunlar. Ama yalnızca adam
öldü ünden beri üzgünmü , çünkü daha
önce o bilmedi ine göre, olayın önemi
olamazmı .
Karde çe bir yakınlık duygusuna
kapılarak acısını hafifletmeye çalı tım,
ölülerin her eyi bildiklerine inandı ımı,
ama bazı eylerin onlara vız geldi ini
söyledim.
— Yalnız ya ayanlara derttir
bunlar! diye haykırdım yumru umu
masanın üzerine indirerek.
Elim fena halde acıdı, insana yeni
dü ünceler esinlemede bedensel acısının
üzerine yoktur. Ben burada oturmu
acaba karım tutukluluk durumumdan
yararlanıp beni aldatıyor mu diye
kahırlanırken, doktorun belki de
sa lıkevinde bulunabilece i aklıma gelir
gibi oldu. Doktora bir ey söylemem
gerekti ini ileri sürerek Giovanna’ya
yalvardım, gidip bir baksın diye,
kar ılı ında i enin tümünü vâdettim. O
kadar çok içmekten ho lanmadı ını
söyleyerek olmaz dedi, ama istedi imi de
hemen yerine getirdi, tahta
merdivenlerden sallana sallana ikinci
kata tırmanarak hücremizden çıktı ını
duydum. Sonra yeniden indi, inerken
aya ı kaydı, paldır küldür, ba ıra ça ıra
dü tü.
— Hay Allah cezanı versin! diye
mırıldandım co ku ile. Bir kafasını kırsa
benim durumum çok basitle ecekti.
Oysa gülümseyerek döndü
yanıma, çünkü acıların pek can
yakmadı ı bir a amaya varmı tı. Erkek
hastabakıcı ile konu tu unu anlattı,
adam yatmaya gitmi mi , ama benim
babalarım tutacak olursa yata ında hazır
bekleyecekmi . Elini kaldırdı, i aret
parma ını uzatarak o sözlere bir
gülümseme ile yumu ayan bir tehdit
ekledi. Sonra daha kuru bir sesle
doktorun karımla çıkıp gitti inden beri
dönmedi ini söyledi. Tam da o zamandan
beri! Hatta hastabakıcı birkaç saat döner
diye beklemi mi , çünkü muayene olacak
bir hastası varmı . imdi artık bundan
sonra döner mi, bilmezmi .
Suratını kırı kırı eden
gülümsemesinin kalıpla mı bir gülü mü,
yoksa yepyeni, doktorun, hastası olan
benim de il, karımın yanında olmasından
ileri gelen bir gülü mü oldu unu
ara tırarak baktım yüzüne. Öyle bir
öfkeye kapıldım ki, beynim döndü. unu
itiraf etmeliyim, her zamanki gibi içimde
iki ayrı ki i sava maktaydılar, bir tanesi,
daha aklı ba ında olanı, diyordu ki:
«Ahmak! Karının seni aldattı ı da
nereden aklına geliyor? Eline fırsat
geçmesi için seni bir deli e kapatması
gerekmezdi ki». Ku kusuz canı sigara
içmek isteyen öteki de bana ahmak
diyordu ama öyle haykırıyordu: «Kocanın
yoklu u ne büyük bir rahatlık sa lar,
unuttun mu? imdi o parası senin
cebinden çıkan doktorun yanında!».
Giovanna kafayı çekiyordu hâlâ: —
kinci katın kapısını kapatmayı unuttum,
dedi. Ama imdi gidip o iki katı çıkmayı
canım istemiyor. Zaten yukarısı hiç bo
kalmaz, kaçmaya kalkı ırsanız pek güzel
olur do rusu.
— Ya! dedim, artık zavallıcı ı
kandırmak için birazcık ikiyüzlülük
yeterliydi. Sonra ben de bir yudum
konyak yuvarladım, elimin altında onca
içki varken, sigaranın umurumda bile
olmadı ını açıkladım. Hemen inandı
sözüme, ben de tuttum, aslında sigarayı
bırakmamı isteyenin kendim olmadı ımı
anlattım. Karımdı bunu isteyen. Bir eyi
açıklamamda yarar vardı, öyle bir on
tane sigara içtim miydi bomba gibi
oluyordum. Elimin eri ebilece i her kadın
o zaman tehlikede sayılırdı.
Giovanna sandalyesinde
gev eyerek kahkahalarla gülmeye
ha ladı:
— u gereken on sigarayı içmenizi
engelleyen de karınız mı yani?
— Tâ kendisi! Ba kalarını bilmem
ama, hiç de ilse benim içmemi
engelliyordu.
Damarlarında onca konyak
dola ırken hiç de aptal sayılmazdı
Giovanna. Öyle bir gülme nöbetine
tutuldu ki, az kalsın sandalyesinden
a a ı yuvarlanacaktı, ama soluklandıkça,
kırık dökük sözcüklerle, illetimden
esinlenerek ahane bir tablo çizdi: — On
sigara... yarım saat... çalar saati kurduk
mu... sonra...
Ben düzelttim:
— On sigara içebilmem için a a ı
yukarı bir saat ister. Sonra tam etkisini
göstersin diye de bir saat daha, ya bir on
dakika eksik, ya bir on dakika fazla...
Giovanna birdenbire ciddile ti, pek
de zahmet çekmeden iskemlesinden
kalktı. Yatmaya gitti ini söyledi, ba ına
bir a rı girmi de. i eyi de yanına
almasını söyledim, ben o içkiden
bıkmı tım artık. kiyüzlülükle bana ertesi
gün iyi kalite bir arap bulmasını
tembihledim.
Ama arabı fazla dü ündü ü
yoktu. i eyi koltu unun altına kıstırmı
çıkıp gitmeden önce bana öyle kötü kötü
baktı ki ürktüm baya ı.
Kapıyı açık bırakmı tı, birkaç
saniye sonra odanın orta yerine bir paket
dü tü, ko up aldım: içinde tam onbir
sigara vardı. Zavallı Giovanna emin
olabilmek için ölçüyü bol tutmu tu.
Geli igüzel sigaralardı, Macar sigaraları.
Ama ilk yaktı ım nefis geldi. Yüre im
ferahlayıverdi. lkin, çocukları kapamak
için çok iyi bir yer olsa bile, bana uygun
dü meyen o sa lıkevine bir oyun
oynadı ımdan dolayı kendi kendimle
övündü ümü dü ündüm. Sonra karıma
da bir oyun oynamı oldu umu farkettim,
bana etti inin tam kar ılı ını vermi im
gibi geliyordu. Öyle olmasa neden
kıskançlı ım imdi pekâlâ dayanılır bir
meraka dönü mü tü? O mide bulandırıcı
sigaraları içerek sakin sakin oturdum
yerimde.
Aradan bir yarım saat geçtikten
sonra Giovanna’nın da verdi inin
kar ılı ını bekledi ini, o sa lıkevinden
tüymem gerekti ini anımsadım.
Ayakkabılarımı çıkarıp koridora çıktım.
Giovanna’nın odasının kapısı aralıktı,
hırıltılı ve düzenli solu unu duyunca
uyudu unu dü ündüm. Ayaklarımın
ucuna basa basa ikinci kata kadar
çıktım, o kapının — hani doktor Muli’nin
pek böbürlendi i kapı— ardında
ayakkabılarımı giydim. Bir merdiven
sahanlı ına çıktım, kimseyi
ku kulandırmamak için a ır a ır
basamakları inmeye ba ladım.
Birinci katın sahanlı ına varmı tım
ki, hastabakıcı kılı ında, ama özenle
giyinmi bir hanımkız arkamdan gelip
nazikçe sordu:
— Birini mi aramı tınız?
irin kızdı, on sigaramı onun
yanında bitirsem hiç de fena olmazdı.
Biraz saldırganlıkla gülümsedim:
— Doktor Muli yok mu? Gözlerini
falta ı gibi açtı:
— Bu saatte hiçbir zaman burada
bulunmaz.
— Bu saatte kendisini nerede
bulabilirim, söyler misiniz? Evde bir
hastam var da onun için arıyordum.
Doktorun adresini verdi nezaketle,
ben de aklımda tutmak istedi ime onu
inandırmak için bir kaç kez yineledim.
Do rusu çekip gitmeye hevesli de ildim,
ama kız sıkılıp arkasını döndü.
Tutukevinden handiyse dı arı atıyorlardı
beni.
A a ıda bir kadın ko up kapıyı açtı.
Cebimde metelik yoktu.
— Bah i i bir dahaki sefere
veririm, diye mırıldandım.
Gelecekte neler olaca ını kimseler
bilemez. Benim ya amımda kimi olaylar
yinelenir: kimbilir, belki bir daha
u rardım oraya.
Berrak, sıcaktı gece. Özgürlük
meltemini daha iyi duyabilmek için
apkamı çıkardım. Sanki az önce
fethetmi im gibi hayranlıkla seyrettim
yıldızları. Ertesi gün, sa lıkevinden
uzakta, sigarayı da bırakacaktım. Bu
arada henüz kapanmamı bir
tütüncüden iyi kalite sigaralar aldım,
çünkü tiryakilik kariyerimi zavallı
Giovanna’nın sigaraları ile sona erdirmek
olanaksız eydi. Sigaraları getiren garson
beni tanıdı ı için veresiye verdi.
Villâma vardı ımda çılgınca bir
öfkeyle zile asıldım. lkin hizmetçi
pencereye çıktı, pek kısa sayılmayacak
bir süre sonra, karım. Kendisini
beklerken kusursuz bir so ukkanlılıkla
«Galiba doktor Muli içerde» diye
dü ünüyordum. Ama karım beni
tanıyınca bombo soka ı öylesine içten
bir kahkaha ile çınlattı ki, içimdeki tüm
ku kular süprüldü, gitti.
Evde biraz soru turma yaptım.
Karıma serüvenlerimi ertesi günü
anlataca ımı söyledim, zaten o da tahmin
etti ini sanıyordu:
— yi de, neden yatmıyorsun? diye
sordu. Bir özür bulmu olmak için:
— Yoklu umdan yararlanıp u
gardrobun yerini de i tirmi sin galiba,
dedim.
urası bir gerçek ki ben hep evde
e yamın yerlerinin de i ti ini sanırım,
karımın e yanın yerlerini çok sık
de i tirdi i de bir ba ka gerçektir, ama
ben o sırada her yanı ara tırmakla
me guldüm, acaba doktor Muli’nin ufak
tefek, zarif bedeni bir yerlere gizlenmi
midir diye.
Karımdan hemen güzel bir haber
aldım. Sa lıkevinden dönerken Olivi’nin
o luna rastlamı , delikanlı yeni
buldukları bir doktorun verdi i ilacı alır
almaz ihtiyarın hayli iyile mi oldu unu
söylemi ti.
Uyumak üzereyken sa lıkevinden
ayrıldı ıma iyi ettim diye dü ünüyordum,
yava yava iyile mek için diledi im kadar
zaman vardı önümde. Biti ik odada yatan
o lum da beni yargılamaya ya da taklit
etmeye hazırlanmıyordu ku kusuz. Telâ a
hiç, ama hiç gerek yoktu.

IV
BABAMIN ÖLÜMÜ
Doktor çekip gitti, ben de do rusu
babamın ya am öyküsünü anlatmam
gerekir mi, bilmiyorum. Babamı çok
ayrıntılı olarak anlatsam, iyile ebilmek
için ilkin onu çözümlemem gerekir,
sonuçta iyile mekten vazgeçerdim.
Cesaretimi topluyorum, çünkü biliyorum
ki, e er babamın psikanalitik tedaviye
gereksinimi olsa, hastalı ı benimkinden
farklı olurdu. Neyse, zaman
kaybetmemek için, kendi anılarımı
tazelemeye yetecek kadarını anlataca ım.
«15.IV.1890 saat 4,5. Babamın
ölümü. US.». Bilmeyen için ekliyorum, o
sondaki harflerin anlamı United States
de il, Ultima Sigaretta, yani Son Sigara.
Ostwald’ın bir pozitif felsefe kitabının
kapa ında rastladı ım bir not bu, umutla
dolu birkaç saat geçirmi tim bu kitaba
bakarak, hiçbir zaman da bir ey
anlamamı tım. Belki kimse inanmayacak
ama, görünü üne inat, o not benim
ya amımın en önemli olayını belirtiyor.
Annem öldü ünde onbe imde bile
yoktum. Onu yüceltmek için iirler
yazmı tım, bu da gözya ı ile e de erli
de ildi, acımın arasında hep o andan
ba layarak, benim için ciddi bir çalı ma
ya amının ba laması gerekti i duygusu
vardı yüre imde. Acı bile daha yo un bir
ya antının habercisiydi. Sonra bugüne
dek canlı kalan bir din duygusu bu
büyük felâketi hafifletti, yumu attı.
Benden uzak da olsa, annem varlı ını
sürdürüyordu, hatta beni bekleyen
ba arılarla övünebilecekti. Amma da
rahat ey! O günlerdeki halimi çok iyi
anımsıyorum. Annemin ölümünden, o
olayın bende uyandırdı ı sa lıklı
heyecandan ötürü ya amımda her ey
iyiye gitmeli diye inanıyordum.
Oysa babamın ölümü tam bir
felâket oldu. Cennet diye bir ey
kalmamı tı, üstelik otuzuma varmı ,
tükenmi bir adamdım. Ben de!
Ya amımın en önemli, en belirleyici
bölümünün çaresiz geride kalmı
oldu unu farkettim ilk kez. Ama acım bu
sözcüklerin akla getirebilece i gibi
yalnızca bencilli in ürünü de ildi. Tam
tersine! Hem onun için, hem kendim için
gözya ı döküyordum, kendime a layı ım
da yalnızca o öldü ündendi. O zamana
de in sigaradan sigaraya, Fakülteden
Fakülteye geçmi tim, kendi yeteneklerime
sarsılmaz bir inancım vardı. Ama sanırım
babam ölmemi olsaydı, ya antımı onca
tatlıla tıran o inanç bugüne dek sürer
giderdi. O öldükten sonra artık
kararlarımı ba layaca ım bir yarın
kalmıyordu.
Dü ündü ümde, kendimden ve
gelece imden umut kesmek için babamın
ölümünü beklemi olmam bana öylesine
garip geliyor ki, a ıp duruyorum. Hepsi
yakın zamanlarda olup bitmi eyler
bunlar, korkunç acımı ve talihsizli imin
tüm ayrıntılarını anımsamak için hiç de
ruhsal çözümleme uzmanı efendilerin
istedikleri gibi dü görmem gerekmiyor.
Her eyi anımsıyorum, gelgelelim hiçbir
ey anlamıyorum. Babam ölünceye de in
onun için ya amadım. Kendisine
yakla mak için hiçbir zahmete
katlanmadım, hatta onu kırmadan,
elimden geldikçe yüzyüze gelmekten
kaçındım. Üniversitedeyken, herkes onu
benim taktı ım adla, parababası ihtiyar
Silva olarak tanırdı. Beni ona ba layan
hastalı ı oldu; ve bu hastalık ölüm
demekti, çünkü çok kısa sürdü, doktor
da hemen umudu kesti. Trieste’de
oldu um zamanlar en uzun görü memiz
günde iki saati geçmezdi. Hiçbir zaman,
a ladı ım zamanlardaki gibi, öylesine
uzun uzadıya birlikte olmamı tık. Ke ke
ona daha iyi baksaydım da, ardından bu
kadar a lamasaydım! O kadar da
hastalanmazdım. Birlikte olmamızı
güçle tiren bir ey de kafa yapısı
bakımından hiçbir ortak yanımız
bulunmayı ıydı. Birbirimize baktı ımızda
her ikimiz de kendi kendimizle
böbürlenerek gülümserdik, bir baba
olarak gelece imden pek
kaygılandı ından, onun gülümsemesi
hayli buruktu; bense pek
ho görülüydüm, artık onun zayıflıklarının
etkisiz kaldı ına inanıyordum, zaten bir
bölümünü de ya ına veriyordum. Benim
gücüme ilk güvensizli i —bana kalırsa—
daha pek erkenden o göstermi ti. Ama
ku kulandı ım bir ey daha var: bilimsel
bir kanıttan yoksun bile olsa, bana olan
güvensizli inin bir nedeni onun
bedeninden kaynaklanmı olmamdı, bu
da —kesin bir bilimsel inançla— benim
ona olan güvensizli imi arttırmaya
yarıyordu.
Gerçi becerikli bir tüccar olarak
tanınırdı ama, i lerini yıllardır Olivi’nin
yönetti ini biliyordum. Ticaret
yeteneksizli i açısından bir benzerli imiz
vardı, ama ba ka benzerli imiz yoktu;
diyebilirim ki, ben kuvvet simgesiydim, o
zayıflık simgesi. Bu defterlerde
belirttiklerim bile içimde her zaman iyiye
do ru co kun bir atılım bulundu unu
kanıtlar —belki en büyük talihsizli im de
budur ya—. Bütün o dengeli ve kuvvetli
olma dü lerim ba ka türlü açıklanamaz.
Babam bunların hiçbirini bilmezdi. O
kendi yaratılı ından pek memnundu,
iyile mek için hiçbir zahmete
katlanmamı oldu una inanmak
zorundayım. Sabahtan ak ama kadar
sigara içerdi, annemin ölümünden sonra,
uyumadı ı zamanlar, gece de. Bir hayli
de içerdi; efendi efendi, ak amları,
yemekte demlenirdi, ba ını yastı a koyar
koymaz uykuya dalaca ına emin olana
kadar. Ona bakılırsa sigara da, alkol de
iyi birer ilaçtı.
Kadın meselelerine gelince,
akrabalardan ö rendi ime göre, annemin
bazı haklı kıskançlıkları olmu . Hatta,
anlattıklarına bakılırsa, o halim selim
kadınca ız zaman zaman kocasını
dizginleyebilmek için iddetli çıkı lar
yapmı . Babam e ini sever, sayardı,
kendini onun ellerine bırakmı tı, ama
anladı ım kadarıyla ona hiçbir ihanetini
açık etmemi ti, bu yüzden kadınca ız
yanıldı ına inanarak bu dünyadan göçüp
gitmi ti. Ama benim hayırsever, iyi
yürekli akrabalarım, onun, kocasını,
kendi terzisiyle suçüstü yakalamasına
ramak kaldı ını anlatıyorlar. Babam
kendisini savunmak için dalgınlı ından
ne yaptı ını bilmedi ini söyleyerek özür
dilemi , o kadar da ayak diremi ki
sonunda inandırmı karısını. Olayın tek
sonucu annemin o terziye bir daha
gitmemesi olmu tu, babam da gitmemi ti.
Sanırım onun yerinde ben olsam terziden
ayrılamazdım, durdu um yerde kök
saldı ıma bakılırsa.
Babam huzurunu tam bir aile
babasına yara ır biçimde savunmasını
bilirdi. Bu huzur hem evinde, hem kendi
içindeydi. Okudu u yalnız tatsız tuzsuz,
ahlâkçı kitaplardı. kiyüzlülükten falan
de il, içtenlikle inandı ından: sanırım o
ahlâkçı vaazların gerçek yanını tâ
yüre inde duyar, erdeme içtenlikle ba lı
kalmak vicdanını rahatlatırdı. imdi
ihtiyarladıkça aile babası tipine
yakla ıyorum ya, ba kalarına ahlâksızlık
dersi vermenin ahlâksızlıktan daha
büyük ceza haketti ini duyuyorum ben
de. nsan sevdi inden ya da nefretinden
ötürü birini öldürebilir; ama öldürmeye
özendirme yalnız kötülüktendir.
Aramızda ortak yanlar o denli azdı
ki, dünyada kendisini en çok tedirgin
eden kimselerden birinin ben oldu umu
itiraf etmi ti bana. Sa lıklı olmak iste im
beni insan bedenini incelemeye
yöneltmi ti. O ise o korkunç makinenin
dü üncesini bile kafasından silmeyi
ba armı tı. Ona sorsanız yüre imiz
çarpmıyordu, organizmamızın nasıl
ya adı ını açıklamak için süpapları,
damarları, maddesel alı veri i
anımsatmaya gerek yoktu. Devinime de
gerek yoktu, çünkü deneyimler her
devinen eyin bir gün gelip durdu unu
söylerdi. Ona sorarsanız yeryüzü de
kıpırtısızdı, ayaklarının üstüne sa lamca
çakılmı tı. Bunu asla açı a vurmadı
elbette, ama bu tür bir inanı a uygun
dü meyen eyler söylendi inde acı
çekiyordu. Yeryüzünde taban kar ısından
söz etti im bir gün i renerek susturdu
beni. O ba a a ı duran insanları
dü ününce midesi dönüyormu .
Onun bende be enmedi i iki ey
daha vardı: dalgınlı ım ve en ciddi eylere
gülme e ilimim. Dalgınlık bakımından
benden farklıydı, bir defteri vardı,
anımsamak istedi i her eyi not eder,
günde birkaç kez açıp bakardı.
Hastalı ını böylece yendi ine inanıyor, acı
çekmekten kurtuluyordu. Öyle bir defter
tutmam için üsteledi ama, ben birkaç
tane son sigaradan ba ka not dü medim.
Ciddi eyleri küçümsememe
gelince, onun bu dünyadaki pek çok eyi
ciddiye almak gibi bir kusuru oldu unu
sanırdım. te bir örne i: Hukuk
ö renimimden Kimyaya geçtikten sonra,
ondan izin alıp Huku a döndü ümde
yumu aklıkla: — Eh, deli oldu un
kesinlik kazandı, artık, demi ti.
Ben hiç alınmadım, izni
verdi inden ötürü öylesine minnet
duydum ki, onu güldürerek
ödüllendirmek istedim. Gidip doktor
Canestrini’ye muayene olarak
durumumu belgelemeye kalkı tım. Hiç de
kolay olmadı, çünkü uzun, ayrıntılı
incelemelerden geçirildim. Belgemi elime
alınca büyük bir zafer kazanmı gibi
babama götürdüm, ama gülmeyi
beceremedi. Üzgün bir sesle, gözleri
ya lar içinde: — Eyvahlar olsun! Me er
gerçekten deliymi sin! diye ba ırdı.
O zahmetli, zararsız güldürümün
ödülü bu oldu i te. Babam beni asla
ba ı lamadı, hiç gülmedi buna. aka
olsun diye doktora muayene olmak ha!
mzalı-damgalı bir belgeyi aka olsun diye
düzenletmek ha! Ancak bir delinin
yapaca ı i lerdi bunlar!
Kısacası, onun yanında ben
kuvvet simgesiydim, hatta bazen
dü ünüyorum da, beni yücelten o zayıflık
yokolunca benden bir eyler eksildi gibi
gelmi ti.
Olivi olacak o alçak kendisini bir
vasiyetname düzenlemeye kandırdı ında
babamın zayıflı ının nasıl kanıtlandı ını
anımsıyorum. Olivi’nin o vasiyetnamede
çıkarı vardı, i lerimin ba ına kendi
geçecekti, ihtiyarı öylesine acı bir i e
kandırıncaya kadar hayli u ra mı
diyorlar. Sonunda babam kararını verdi
ama, o geni , sakin yüzüne de bir
gölgedir dü tü. Sanki o i lemle ölümle bir
ili ki kurmu gibi, sürekli ölümü
dü ünüyordu.
Bir ak am öyle bir soru yöneltti
bana: — nsan öldü ünde her eyin
bitti ine mi inanırsın sen?
Ölümün gizine her gün kafa
yorarım, ama benden istedi i bilgileri
sunacak düzeye gelmemi tim henüz.
Ho una gitsin diye gelece imiz üstüne
enlikli bir inanç uydurdum.
— Zevk duygusu bitmez
sanıyorum, çünkü acıya gerek yoktur
artık. nsan bedeninin çürüyüp da ılması
cinselli e benzer bir zevk verebilir.
Yeniden olu turulması pek zahmetli
oldu una göre, mutluluk ve dinlenme
duygusu ile birlikte gelece ine ku kum
yok. Bedenin da ılıp gitmesi ya amın
ödülü olmalı!
Baltayı ta a vurmu tum. Ak am
yeme ini yemi , hâlâ sofradaydık. Babam
hiç yanıt vermeksizin iskemlesinden
kalktı, barda ını ba ına dikti:
— Felsefe yürütmenin zamanı
de ilmi anla ılan, dedi, hele seninle!
Ve çıkıp gitti. Üzülerek ardından
se irttim, karamsar dü üncelerinden
ayırmak için yanında kalmayı dü ündüm.
Beni yanından uzakla tırdı: ölümü ve
ölümün verdi i büyük zevki
anımsatıyormu um.
Bana haber vermedikçe
vasiyetnamesini aklından
çıkaramayacaktı. Beni her gördü ünde
anımsıyordu onu. Bir ak am patlak verdi:
— Sana bir ey söylemem gerek:
vasiyetnamemi hazırladım.
Ben onu karabasanından
kurtarmak amacı ile haberin uyandırdı ı
a kınlı ı hemen yendim:
— Bak ben böyle bir zahmete asla
girmeyece im, dedim, benden önce
mirasçılarımın topu birden ölür in allah
diye umuyorum!
Benim gülmemden hemen tedirgin
oldu, yine cezalandırma iste ine kapıldı.
Böylece beni Olivi’nin vesayetine
bırakarak oynadı ı oyununu anlatması
kolayla mı tı.
unu söylemem gerek: iyi bir
çocuk oldu umu kanıtladım, ona acı
çektiren o dü ünceyi kafasından silip
atmak için hiçbir itirazda bulunmadım.
Son iste i ne olursa olsun boyun
e ece imi bildirdim.
— Belki de, diye ekledim, sana son
iste ini de i tirtecek davranı larda
bulunmayı ba arırım.
Bu ho una gitti, çünkü daha uzun,
upuzun yıllar ya ayaca ını dü ündü ümü
görüyordu. Yine de benden yemin etmemi
bile istedi: kendi vasiyetini de i tirmezse,
ben Olivi’nin yetkilerini kısıtlamaya
kalkı mayacaktım. Baktım ki onur sözü
vermem yeterli olmuyor, yemin ettim. O
anda öylesine uysal davrandım ki,
ölmeden önce kendisini yeterince
sevmedi imden dolayı hayıflanarak kendi
kendimi yedi im zamanlar hep o sahneyi
aklıma getiririm. çten konu mam
gerekirse, isteklerine boyun e memin
kolay oldu unu söylemem gerek, çünkü o
zamanlar çalı mamaya zorlanmak
dü üncesi bana hayli tatlı gelmi ti.
Ölümünden bir yıl kadar önce, bu
kez onun sa lı ını korumak amacıyla
hayli etkin bir giri imde bulunmayı
ba ardım. Kendini iyi duymadı ını
açıklamı tı bana, ben de onu doktora
gitmeye zorladım, hatta ben kendim alıp
götürdüm. Doktor birtakım ilaçlar yazdı,
birkaç hafta sonra yeniden görünmemizi
söyledi. Ama babam istemedi,
doktorlardan mezarcılar kadar nefret
etti ini açıkladı, verilen ilacı da almadı,
çünkü o da doktorları ve mezarcıları
aklına getirirmi . ki saat kadar sigarasız
durdu, bir kerecik de ak am yeme ini
arapsız geçi tirdi. Tedaviden vazgeçince
kendini çok iyi duydu, ben de onu daha
keyifli görünce, artık kafa yormaz oldum.
Sonra kimi zaman hüzünlü
gördüm babamı. Ama ihtiyardı, yalnızdı,
asıl keyifli görsem a ırırdım.


Mart sonlarında bir ak am eve her
zamankinden geç döndüm. Kötü bir ey
yapmı de ildim; Hıristiyanlı ın kökenleri
üstüne birtakım dü üncelerini bana
açmak isteyen bir ukalâ arkada ıma
rastlamı tım. O kökenleri dü ünmem ilk
kez isteniyordu benden, yine de
arkada ımın ho una gitsin diye o uzun
dersi dinledim. Ya mur çiseliyordu, hava
so uktu. Her ey, hatta arkada ımın
sözünü etti i Yunanlılarla Museviler bile
sevimsiz ve karanlıktı, ama tam iki saat o
i kenceye katlandım. Her zamanki
zayıflı ım! Bahse girerim, bugün bile o
kadar dirençsizim ki, biri kalkıp ciddi
ciddi u ra sa beni bir süre astronomi
çalı malarına yöneltebilir.
Villamızı çevreleyen bahçeye
girdim. Kısa bir araba yolundan
geçiliyordu.
Hizmetçimiz Maria beni pencerede
bekliyordu, yakla tı ımı duyunca
karanlıkta seslendi:
— Siz misiniz, bay Zeno?
O imdi soyu tükenmi
hizmetçilerdendi Maria. Onbe yıldır
yanımızdaydı. Her ay maa ının bir
bölümünü ihtiyarlık yılları için götürüp
bankaya yatırırdı, ama o paralar hiç i ine
yaramadı, çünkü ben evlendikten az
sonra bizim evde, i inin ba ında öldü.
Kadın bana babamın birkaç saat
önce eve döndü ünü, ama ak am
yeme ine beni beklemek istedi ini anlattı.
Beklemeyip yeme ini yesin diye
üsteledi inde, kadını kabaca kovmu tu.
Sonra tedirgin, kaygılı beni sormu tu
birkaç kez. Maria’nın anlatı ından
babamın kendisini iyi duymadı ını
dü ündü ünü anladım. Adamca ızın
konu urken güçlük çekti ini, kesik kesik
soluk aldı ını söylüyordu. unu
belirtmem gerekir ki, hep onunla yalnız
kala kala babamın hasta oldu unu
kafasına takmı tı. Yapayalnız evimizde
pek gözlemleyecek bir eyi yoktu zavallı
kadınca ızın, üstelik —annemle geçirdi i
deneyimden sonra— herkesin kendinden
önce ölmesini bekliyordu.
Biraz meraklanarak yemek
odasına ko tum ama pek
kaygılanmamı tım. Babam uzandı ı
divandan hemen kalktı, büyük bir
sevinçle kar ıladı beni, do rusu pek
duygulandı ımı söyleyemem, çünkü daha
çok siteme benziyordu. Ama hemen
sakinle meme yetti, çünkü sevinci sa lıklı
oldu unun belirtisi gibi geldi. Maria’nın
sözetti i o kekelemeden ve tıknefeslikten
bir iz görmedim. Ne var ki bana sitemde
bulunacak yerde inatçılık etti inden
ötürü özür diledi.
— Ne yaparsın? Dedi
yumu aklıkla, dünyada ikimiz kuru
ba ımıza kaldık, yatmadan seni bir
göreyim diyordum.
Ke ke içten davransaydım,
hastalı ın pençesine dü eli öylesine
yumu akba lı, öylesine sevecen olmu
babacı ımı bir kollarımın arasına
alsaydım. Oysa so ukkanlı bir tanıya
giri tim: ihtiyar Silva ne kadar da
yumu amı tı böyle? Hasta mıydı yoksa?
Ku kuyla baktım, sitem etmekten daha
parlak dü ünce gelmedi aklıma:
— yi de, yeme ini yemek için
neden bu saate kadar bekledin?
Yeme ini yer, sonra yine beklerdin beni!
Bir delikanlı gibi güldü:
— ki ki i olunca yemek daha iyi
yeniyor.
Bu ne e, i tah belirtisi de olabilirdi:
ferahladım, yeme e ba ladım. Aya ında
pantuflaları, titrek adımlarla sofraya
yakla tı, her zamanki yerine oturdu.
Sonra durup nasıl yedi ime baktı; kendisi
güç belâ iki ka ık aldıktan sonra
yemekten vazgeçti, midesini bulandıran
taba ı itti. Ama ihtiyar yüzünde
gülümsemesi de i memi ti. Yalnızca,
sanki dün olmu gibi aklımda, bir-iki kez
gözlerinin içine baktım, bakı ını benden
kaçırdı. Bunun bir ikiyüzlülük belirtisi
oldu u söylenir, oysa imdi hastalık
belirtisi oldu unu biliyorum. Hasta
hayvan, hastalı ının, zayıflı ının belli
olaca ı o yarıkları gözden gizler.
Beni bekleyip durdu u saatleri
neyle geçirdi ini anlatmamı bekliyordu.
Çok merak ediyor diye bir an yeme imi
bıraktım, kuru kuru, o saate kadar
Hıristiyanlı ın kökenlerini tartı maya
durdu umu söyledim.
Ku kulu, kararsız, yüzüme baktı:
— imdi sen de mi dine merak
sardın?
E er onunla birlikte bu konuya
kafa yormayı kabul etseydim büyük bir
teselli verece im apaçık ortadaydı. Oysa
ben, babam ya adıkça kendimi dövü ken
duymu umdur (sonra bu duygu yokoldu
gitti), Üniversite yakınlarındaki
kahvelerde her gün i itilen basmakalıp
cümlelerden biri ile yanıtladım:
— Din benim için incelenmesi
gereken herhangi bir olgudur, o kadar.
— Olgu, ha? dedi, kafası
karmakarı ık olmu tu. Hazır bir yanıt
aradı, vermek için a zını açtı. Sonra
duraksadı, tam o sırada Maria’nın getirip
sundu u, kendisinin el sürmedi i ikinci
yeme e baktı. Sonra a zını daha iyi
tıkamak için dudaklarının arasında bir
puro izmariti sıkı tırıp yaktı ve hemen
sönmeye bıraktı. Salim kafa ile
dü ünebilmek için böylece bir mola
vermi oldu, bir an kararlı gözlerle baktı
bana:
— Dinle de alay etmiyorsundur,
in allah!
Ben o her zamanki i siz güçsüz
ö renci havamla, a zımda lokma,
yanıtladım:
— Ne alay etmesi canım!
nceliyorum dedim ya!
Babam sustu, bir taba ın
kenarına bıraktı ı puro izmaritine baktı
uzun uzun. Bunu bana neden söyledi ini
imdi anlıyorum. Bulanmaya ba lamı o
zihinden ne geçmi se biliyorum, o zaman
hiçbir eycikler anlamayı ıma da
a ıyorum. Sanırım o zamanlar nice
eyleri anlamamızı sa layan sevgi eksikti
ruhumda. Daha sonraları o denli kolay
oldu ki! Benim inançsızlı ımla
yüzle mekten kaçmıyordu: o anda
giri emeyece i kadar çetin bir sava
olurdu bu; ama bir hastanın elinden
gelece i kadarı ile, yumu aklıkla, yandan
saldırmak gerekti ini dü ünüyordu. Hiç
unutmuyorum, konu urken solu u
kesiliyordu, sözleri bulmakta güçlük
çekiyordu. Bir çarpı maya hazırlanmak
büyük çaba ister. Ama a zının payını
vermeden yatmaya razı olaca ını
sanmıyordum, tartı maya hazırlandım,
gelgelelim tartı madık.
Hep o sönmü puro izmaritine
bakarak:
— Ben, dedi, deneyimindin ve
ya am bilgimin ne denli büyük oldu unu
duyuyorum. Onca yılı bo una ya amaz
insan. Birçok ey biliyorum ben, ne yazık
ki içimden geldi i gibi, tümünü
ö retemiyorum sana. Ama ne çok
isterdim bunu! Hayatın tâ içini
okuyorum, do ruyu, gerçe i de
görüyorum, do ru ve gerçek olmayanı da.
Tartı acak bir ey yoktu. Pek
inanmaksızın, yeme imi sürdürerek:
— Evet babacı ım! diye
mırıldandım.
Kırılsın istemiyordum.
— Ne yazık, çok geciktin. Daha
önce bu denli yorgun de ildim, birçok
eyler söyleyebilirdim sana.
Yine geciktim diye keyfimi
kaçırmak istiyor sandım, o tartı mayı
ertesi güne bırakmayı önerdim.
— Tartı ma de il bu, dedi dü lere
dalar gibi, bamba ka bir ey. Hiç tartı ma
götürmeyen bir ey, söyler söylemez sen
de ö reneceksin. Gel gör ki söylemesi
güç.
Birden ku kulandım:
— Ne o, fenalı ın mı var?
— Rahatsızım diyemem, ama çok
yorgunum, hemen gidip yatayım.
Zili çaldı, aynı zamanda Maria’ya
seslendi. Hizmetçi geldi inde odasında
her ey hazır mı diye sordu. Sonra
pantuflalarını sürüyerek hemen yola
düzüldü. Yanıma geldi inde her ak am
yaptı ım gibi öpeyim diye ba ını e ip
yana ını uzattı.
Böyle sarsak hareket etti ini
görünce yeniden rahatsızlandı ı ku kusu
sardı içimi, sordum. kimiz de birkaç kez
aynı sözcükleri yineledik, bir kez daha
hasta olmadı ını, yorgun oldu unu
söyledi. Sonra ekledi:
— imdi sana yarın neler
söyleyece imi dü ünece im. Göreceksin,
nasıl inandıraca ım seni.
Duygulanmı tım, «Seni seve seve
dinleyece im, babacı ım» diye belirttim.
Beni deneyimine boyun e meye
böylesine hazır görünce yanımdan
ayrılmakta duraksadı: bu kadar elveri li
bir andan yararlanmalıydı! Eliyle alnını
sıvazladı, yana ını öpeyim diye uzatmak
için dayandı ı iskemleye oturdu. Hafif
hafif soluyordu.
— Garip! dedi. Hiçbir ey
söylemiyorum sana, hiçbir ey.
Sanki kendi içinde bulup
yakalayamadı ı eyleri dı arda ararmı
gibi çevresine bakındı.
— Hâlbuki bildi im ne çok ey var,
her eyi biliyorum desem yeri.
Deneyimimin büyüklü ünün etkisi olmalı
bu.
Ama derdini anlatamadı ına pek
üzgün de ildi, çünkü kendi gücüne,
kendi büyüklü üne gülümsedi.
Bilmem neden ko up doktoru
ça ırmadım. Tam tersine, acı ve
pi manlıkla itiraf etmem gereken bir ey
var: babamın bu sözlerinin daha önceleri
birkaç kez rastladı ım bir kendini
be enmi likten kaynaklandı ını
dü ündüm. Ama zayıflı ı öylesine apaçık
ortadaydı ki, gözümden kaçmadı, yalnız
bundan ötürü tartı maya girmedim.
Güçsüz mü güçsüz oldu u anda kendini
pek güçlü sanıp aldanarak mutlu
oldu unu görmek ho uma gidiyordu.
Gerçi ondan hiçbir ey ö renemeyece ime
inanmı tım ama, kendisini bilgini sandı ı
bilimi bana emanet etme iste i
göstererek beni sevdi i açıkladı diye
koltuklarım kabarmı tı. Onu avutmak,
içini rahatlatmak için, aradı ı sözcükleri
derhal bulmak için kendini zorlamaması
gerekti ini anlattım, çünkü böyle
durumlarda en yüce bilginler çok
karma ık gelen eyleri kafalarının bir
kö esine yerle tirirlerdi, kendi kendilerine
yalınla sınlar diye.
— Benim aradı ım ey hiç
karma ık de il ki, diye yanıtladı. Tam
tersine, bir sözcük bulmalıyım, bir
tanecik, bulaca ım da. Ama bu gece
de il, çünkü içinde en ufak bir dü ünce
bile bulunmayan, deliksiz bir uyku
çekece im.
Yine de sandalyeden kalkmadı.
Duraksayarak, bir an yüzüme dikkatle
bakarak dedi ki:
— Sana ne dü ündü ümü
söyleyemiyorsam, korkarım bunun tek
nedeni senin her eye gülüp geçinendir.
Sözlerinden alınmamamı rica
edermi gibi gülümsedi bana,
sandalyeden kalktı, ikinci kez yana ını
uzattı. Tartı maktan, bu dünyada
insanın pekâlâ gülüp geçebilece i, gülüp
geçmesini gerektiren birçok eyler
oldu unu kendisini inandırmaktan
vazgeçtim, sımsıkı sarılarak onu
rahatlatmak istedim. Belki de fazla
sıkmı tım, çünkü kollarımdan
sıyrıldı ında eskisinden beter soluk
solu aydı, ama sevgimi anladı ına
ku kum yok, çünkü beni eliyle dostça
selâmladı.
— Haydi gidip yatalım! dedi
sevinçle, ardında Maria ile çıkıp gitti.
Yalnız kalınca (garip ey!) babamın
sa lık durumunu dü ünmedim,
duygulanmı tım ve —bunu kesinlikle
söyleyebilirim— tüm evlât saygımla
böylesine yüksek amaçlara yönelen bir
kafanın neden daha iyi bir e itim
görmemi oldu una hayıflandım. imdi
babamın o zamanki ya ına yakla mı ken
yazıyorum ya, kesinlikle bildi im bir ey
var: insan çok yüce bir zekâ sahibi
oldu u duygusunu besleyebilir ve bu zekâ
da o duygudan ba ka hiçbir belirti
göstermeyebilir. te: insan öyle güçlü bir
soluk verir, tüm do ayı oldu u gibi, bize
sunuldu u de i mez biçimi ile benimser
ve hayran olur ona: tüm Yaratılı ın
diledi i o zekâ kendini göstermi tir i te.
Babam için kesin olan uydu: ya amının
son bilinçli anında zekâ duygusu
beklenmedik bir dinsel esinlenmeden
kaynaklanmı tı, ben kendisine
Hıristiyanlı ın kökenleri ile u ra tı ımı
anlattı ımdan bana açmı tı bunu. Ama
imdi biliyorum ki o duygu beyin
ödeminin ilk belirtisiymi .
Maria sofrayı toplamaya geldi,
babamın hemen uyuyakaldı ını söyledi.
Ben de iyice ferahlayarak yatmaya
gittim. Dı arda rüzgâr esip savuruyor,
uluyup duruyordu. Sıcacık yata ımda bir
ninni gibi geliyordu, ninni gitgide
uzakla tı, uyuyakaldım.
Ne kadar uyudum, bilmiyorum.
Maria gelip uyandırdı. Galiba birkaç kez
odama gelip bana seslenmi , sonra
hemen dı arı ko mu tu. Derin uykumun
içinde ilkin bir tedirginlik duydum,
ardından hayal meyal ihtiyar kadının
odada çırpınıp durdu unu gördüm ve
sonunda anladım. Uyandırmak istiyordu
beni, ama uyandı ımda odadan çıkmı tı
bile. Rüzgâr hâlâ ninni söylüyordu,
do rusunu isterseniz babamın odasına
uykumdan koparılmı olmanın acısı ile
gittim. Maria’nın babamı hep tehlikede
sandı ını anımsıyordum. Bu kez de hasta
de ilse elimden çekece i vardı!
Babamın odası pek büyük de ildi,
tıklım tıklım e ya doluydu. Annem
öldü ünde, unutmasına yararı olur diye
odasını de i tirmi , tüm e yasını daha
küçük olan yeni odasına getirmi ti
pe isıra. Alçacık komodinin üzerine
konulmu gaz lambası odayı pek
aydınlatmıyordu, her yan gölgeler
içindeydi. Maria sırtüstü uzanmı ,
gövdesinin bir kısmı yataktan kaymı
olan babamı tutuyordu. Babamın yüzü
terle kaplıydı, yakındaki ı ıktan kıpkırmızı
kesilmi ti. Ba ı Maria’nın sadık gö süne
devrilmi ti. Acıdan kükrüyordu, a zı
öylesine ta kesilmi ti ki, salyası
çenesinden a a ı akıyordu. Hareketsiz,
kar ı duvara bakıyordu, girdi imde
benden yana dönmedi.
Maria, anlattı ına göre, iniltisini
duymu , tam yataktan dü ece i sırada
yeti ip tutmu tu. lkin —yemin ediyordu
— babam daha çok debeleniyormu ,
imdi biraz sakinle mi gibiymi , ama
yalnız bırakmak tehlikeli olurmu . Belki
de beni ça ırdı ından ötürü özür dilemek
istiyordu, oysa ben uyandırmakla iyi
etti ini anlamı tım bile. Benimle
konu urken a lıyordu, ama ben o zaman
onunla birlikte a lamadım, hatta
susmasını, bir de sızlanarak o anın
deh etini büsbütün arttırmamasını
söyledim. Henüz her eyi kavramamı tım.
Zavallı kadınca ız hıçkırıklarını
zaptedebilmek için elinden geleni yaptı.
Babamın kula ına yakla ıp
seslendim:
— Baba neden inliyorsun?
Rahatsız mısın?
Duydu sanırım, çünkü iniltisi
zayıfladı, gözünü sanki beni görmeye
çalı ırmı gibi kar ı duvardan ayırdı: ama
bana çeviremedi. Birkaç kez aynı soruyu
kula ına ba ırdım, sonuç hep aynı oldu.
Erkekçe davranı ım hemen yokoldu. O
anda babam benden çok ölüme yakındı,
çünkü çı lı ım ula mıyordu ona. Deh ete
kapıldım, her eyden önce, bir gece önce
söyledi im eyler aklıma geldi. Bir kaç
saat sonra o ikimizden hangimizin haklı
oldu unu görmek üzere yola çıkmı tı. Ne
garip! Acıma bir de yakınma ekleniyordu.
Ba ımı babamın yastı ına gömdüm, az
önce Maria’nın yaptı ı gibi umutsuzlukla,
hıçkıra hıçkıra a ladım, bir de terslemeye
kalkmı tım onu!
imdi o beni sakinle tirmeye
çalı ıyordu, ama garip bir biçimde yaptı
bunu. Sakin olmamı söylüyordu ama
hâlâ gözleri fazlasıyla inleyen babamdan
bir ölüden söz eder gibi söz ediyordu.
— Zavallıcık! diyordu. Böyle ölüp
gidiyor i te. Bu güzel, gür saçlarla.
Ok uyordu onu. Babamın ba ı gür,
kıvırcık, bembeyaz saçlarla taçlanmı tı,
benimse daha otuzumda saçlarım hayli
seyrelmi ti bile.
Bu dünyada doktorlar da vardır,
hatta kimi kez insanları kurtardıkları bile
varsayılır, hiç aklıma gelmedi bu. Acıdan
allak bullak olan o yüzde ölümü görmü ,
umudu kesmi tim bile. Doktor sözünü ilk
eden Maria oldu, sonra gidip köylüyü
kaldırdı, kente gönderecekti.
Bana sonsuzluk gibi uzun gelen bir
on dakikalık sürede yalnız ba ıma
babama destek oldum. Acılar içinde
çırpman o bedene dokunan ellerime
yüre imi saran tüm sıcaklı ı aktarmaya
çabaladım. Sözlerimi duyamıyordu.
Kendisini onca sevdi imi nasıl
anlatabilecektim imdi?
Köylü geldi inde odama gidip bir
pusula yazdım, doktor hemen olayın ne
oldu unu bilsin de gelirken yanında ilaç
getirsin diye, birkaç sözü bir araya
toparlamam hayli güç oldu. Babamın
yakın ve kaçınılmaz eceli gözümün
önünden gitmiyordu, kendi kendime
sorup duruyordum:
«Ne yapaca ım artık ben bu
dünyada?»
Birkaç uzun bekleyi saati sürdü.
O saatlerin anısı öylece kalmı
belle imde. lk saatten sonra babamı
tutmaya gerek kalmadı, kendinden
geçmi , öylece yatıyordu yata ında.
Çabuk çabuk soluk alıp veriyordu, ben
neredeyse ne yaptı ımı bilmeden,
öykünüyordum ona. Solu umu o
tempoda sürdüremiyor, mola veriyor,
kendimle birlikte hastayı da dinlenmeye
zorlayaca ımı umuyordum. Ama o hiç
yorulmaksızın ko uyordu. Bir ka ık çay
içirmeye çalı tık bo yere. Bizim bir
giri imimizden kendini savunması
gerekti inde bilinçsizli i azalıyordu.
Di lerini sımsıkı kenetliyordu. O
ba edilmez inatçılı ı baygın yatarken bile
duyuluyordu. afaktan çok önce solu un
temposu de i ti, belli aralıklara bölündü:
sa lıklı birinin solu unu andıran birkaç
a ır solu un ardından birkaç telâ lı
soluk, sonra benimle Maria’ya ecelin
habercisi gibi gelen uzun, korkunç bir
duraklama. Ama sonra aynı aralıklar,
hemen aynı tempo ile yeniden ba lıyordu,
.bu renksizli i içinde sonsuz hüzünlü bir
müzik aralıklarıydı. Kimi zaman düzensiz,
ama hep hırıltılı olan o soluk odanın bir
parçası olup çıkmı tı. O saatten sonra
oraya sindi kaldı, uzun, upuzun bir süre!
Kendimi bir divanın üzerine atıp
birkaç saat geçirdim, Maria yata ın
yanına oturmu tu. Gözlerimi en çok
yakan ya ları o divanda döktüm. Gözya ı
insanın kendi suçunu gölgeler, rahat
rahat talihi suçlamaya olanak verir.
A lıyordum, çünkü kendimi bildim bileli
ya amımın nedeni olan babamı
yitirmekteydim. Kendisine iyi bir arkada
olamamı tım, ama önemi yoktu bunun.
Daha iyi olayım diye harcadı ım çabalar
onu memnun etmek için de il miydi?
Ula ayım diye çırpındı ım ba arı benden
her zaman ku kulanmı olan babamın
kar ısında böbürlenmek içindi, ama onu
avutmaya da yarayacaktı. Ve imdi artık
beni bekleyemiyordu. iflâh olmaz
zayıflı ıma inanmı olarak bu dünyadan
göçüp gidiyordu. Gözya larını zehir gibi
acıydı.
Bu acılı anıları kâ ıda dökerken,
daha do rusu kazırken, geçmi imi
görmek için yaptı ım ilk denemede içimde
bir saplantıya dönü en o imge, bir dizi
vagonu yoku yukarı pe isıra sürükleyen
o lokomotif, bana ilk kez o divana
uzanmı , babamın solu unu dinlerken
gözükmü tü. Çok a ır yükler sürükleyen
lokomotifler böyle giderler: düzenli çuf-
çuflar çıkarır, sonra hızlanır, sonra
duraklarlar, tehdit dolu bir duraklamadır
bu, çünkü kulak veren kimse makinenin
ardındaki yükle birlikte vadiye
yuvarlandı ını görece ini sanıp korkar.
Gerçekten de belle imi ilk zorlayı ım beni
o geceye, ömrümün o en önemli anlarına
do ru götürmü tü.
Daha gün do madan doktor
Coprosich villaya geldi, yanında ufak bir
sandık ilaçla bir de erkek hastabakıcı
vardı. Yaya gelmek zorunda kalmı tı,
çünkü iddetli fırtına yüzünden araba
bulamamı tı.
Doktoru a layarak kar ıladım, o da
büyük bir yumu aklık gösterdi, cesaret
verdi, umutlandırdı. Yine de unu hemen
belirtmeliyim ki, o kar ıla mamızdan
sonra, yeryüzünde pek az ki i içimde
doktor Coprosich kadar iddetli bir
antipati uyandırmı tır. Kendisi bugün
hâlâ ya ıyor, çok çökmü ve tüm kentin
saygısı ile çevrili. Böyle cılızla mı , titrek,
kentin sokaklarında yapacak bir ey,
biraz hava arayarak dola tı ını gördükçe
bugün bile içimde o hınç kabarıyor
yeniden.
Doktor o zamanlar kırkını biraz
geçmi ti. Adli tıpla çok u ra mı tı ve çok
iyi bir talyan olmakla birlikte,
imparatorluk makamlarınca en önemli
2
bilirki ilikler ona verilirdi . Zayıf, sinirli
bir adamdı, dazlaklı ı anlamsız yüzünü
ortaya çıkarıyor, alnını çok yüksekmi
gibi gösteriyordu. Kendisine önem
verdiren bir ba ka zayıflı ı da vardı:
gözlü ünü çıkardı ında (dü ünmek
istedi inde hep çıkarırdı gözlü ünü)
gözleri görmez oluyor, kar ısındakinin
yanına ya da ba ının üstüne bakıyordu,
sanki bir heykelin renksiz, tehditti ya da
belki alaycı gözleriymi gibi tuhaf bir
görünüm alıyordu. Sevimsizle iveriyordu
o zaman o gözler. Bir tek sözcük bile
söylemesi gerekse, gözlü ünü yeniden
burnunun üzerine yerle tiriyor ve gözleri
i te yeniden sözünü etti i eyleri özenle
inceleyen herhangi bir kentsoylunun
gözleri olup çıkıyordu.
Doktor sahanlıkta oturup bir an
dinlendi. lk belirtiden kendi geli ine
kadar olup bitenleri tam olarak
anlatmamı istedi. Gözlü ünü çıkardı ve o
garip gözlerini ardımdaki duvara dikti.
Her eyi tam olarak anlatmaya
çalı tım, ama öyle durumdaydım ki, kolay
olmuyordu bu. Doktor Coprosich’in
aslında tıp bilgisinden yoksun kimselerin
tıp terimleri kullanarak o konuda bir
eyler bitirmi gibi davranmalarına
içerledi ini anımsıyordum. Bana, bunun
bir «serebral respirasyon» gibi
gözüktü ünü söyleyince yeniden
gözlü ünü taktı, sanki öyle demek ister
gibiydi; «Tanımlamalarda acele
etmeyelim. Ne oldu unu ilerde görece iz».
Babamın garip davranı ından, beni ille de
görmek kaygısından, gidip yatmakta
acele edi inden de söz etmi tim. Söyledi i
garip sözleri doktora hiç aktarmadım;
belki de kafasında evirip çevirdi i, ama
dile getirmeyi ba aramadı ı bir eyi
söylemek zorunda kalmaktan
korkuyordum. Doktor gözlü ü öyle
burnunun üstünde, zaferle haykırdı:
— Kafasında evirip çevirdi inin ne
oldu unu biliyorum!
Onu ben de biliyordum ama,
doktor Coprosich’i öfkelendirmeyeyim
diye söylemedim: ödemdi bu.
Hastanın yata ına gittik.
Kıpırdamadan yatan o zavallı vücudu
bana upuzun gelen bir süre
hastabakıcının yardımı ile evirip çevirdi.
Dinledi, muayene etti. Hastanın
kendisine yardıma olmasını sa lamaya
çalı tı, ama bo una. Bir an geldi:
— Yeter! dedi. Gözlü ü elinde,
dö emeyi seyrederek yanıma yakla tı,
içini çekerek:
— Metin olun! dedi. Durumu çok
a ır.
Odama gittik, yüzünü de yıkadı.
Gözlüksüz kalmı tı, kurulanmak için
ba ını kaldırdı ında, ıslak kafası
beceriksiz bir elden çıkmı bir feti in garip
ba ca ızma benziyordu. Birkaç ay önce
bizi görmü oldu unu anımsadı, neden
bir daha gözükmedik diye a tı. Bir ba ka
doktor bulup kendisini bıraktı ımızı
sanmı tı: o zaman babamın tedaviye
gereksinimi oldu unu açıkça belirtmi ti
ya. Böyle gözlü ünü çıkarmı , insanı
azarlarken korkunçtu. Sesini
yükseltmi ti, açıklama istiyordu. Gözleri
her yanda ara tırıyordu bu açıklamayı.
Do ru söze ne denir, azarlanmayı
haketmi tim. Burada unu belirtmem
gerek, doktor Coprosich’e olan nefretimin
o sözlerden kaynaklanmadı ına eminim.
Babamın doktorlara ve ilaçlara olan
dü manlı ını anlatarak kendimi mazur
gösterdim; konu urken bir yandan
a lıyordum, doktor da cömertçe bir
iyilikle beni yatı tırmaya çalı tı, kendisine
daha önce ba vurmu bile olsak elinden
ancak imdi tanık oldu umuz felâketi
biraz ertelemek gelece ini, ama onu
engelleyemeyece ini söyledi.
Ancak hastalıktan önceki belirtileri
biraz daha enine boyuna ara tırınca,
bana çatmak için yeni nedenler geçti
eline. u son aylarda babam sa lı ından,
uykusundan, i tihasından yakındı mı,
bilmek istiyordu. Belirgin hiçbir ey
söyleyemedim; her gün birlikte
oturdu umuz o masada babam az mı
yerdi, çok mu, bunu bile bilmiyordum.
Suçumun açık seçik ortada olu u bana
deh et verdi, ama doktor sorularında
üstelemedi. Maria’dan, kadının onu hep
ölüm dö e inde sandı ını, bu yüzden
benim onu alaya aldı ımı ö rendi.
Yukarılara bakarak kulaklarını
temizliyordu:
— ki saate kadar, biraz olsun
kendine gelmesi olasılı ı var, dedi.
— Yani bir umut var mı? diye
ba ırdım.
— En ufak bir umut bile yok! diye
kuru bir yanıt verdi. Ama bu durumda
sülükler mutlaka etki yapar. Ku kusuz
bir az kendine gelecektir, belki çıldırabilir
de.
Omuzlarını kaldırdı, havluyu
yerine koydu. O omuz kaldırı ı kendi
çabalarını küçümseme anlamına
geliyordu, bana konu ma cesareti verdi.
Babamın öldü ünü kavraması için o
bulanıklı ından sıyrılması dü üncesi
içime deh et salmı tı, ama doktor öyle
omuzlarını kaldırmasaydı bunu
açıklayacak cesareti kendimde
bulamazdım.
— Doktor! diye yalvardım. Onu
kendine getirmek kötülük etmek gibi
gelmiyor mu size?
Hüngür hüngür a lamaya
ba ladım. Sinirlerim öylesine sarsılmı tı
ki, a lama iste im hiç dinmiyordu,
kendimi dirençsizce bırakıveriyordum,
doktor gözya larımı görsün de,
yaptıklarını yargılamaya yeltendi imden
ötürü beni ba ı lasın diye.
— Haydi, sakin olun, dedi. Hasta
hiçbir zaman durumunu kavrayacak
kadar berrak bir bilinç kazanamayacak
ki. Doktor de il o. Öldü ünü siz
söylemezseniz o ne bilsin. Daha kötüsü
de gelebilir ba ımıza: çıldırabilir yani.
Ama deli gömle ini yanımda getirdim,
hastabakıcı da burada kalacak.
Büsbütün korkuya kapıldım,
sülükleri yapı tırmasın diye yalvardım. O
zaman hiç istifini bozmadan
hastabakıcının sülükleri çoktan
yapı tırmı oldu unu açıkladı, babamın
odasından ayrılmadan kendisi gereken
buyru u vermi ti. O zaman öfkelendim.
Kurtulması için en ufak bir umut bile
yokken, yalnızca umutsuzlu a salmak ya
da —o tıknefes haliyle!— bir de deli
gömle ine sokmak tehlikesi ile bir hastayı
kendine getirmekten daha kötü bir i
olabilir miydi? Tüm iddetimle, ama
sözlerimin yanısıra ho görü dilenen o
gözya larını seller gibi akıtarak, hiçbir
umudu kalmayan birini rahatça ölmeye
bırakmamak i itilmedik bir i kencedir,
dedim.
O adamdan nefret ediyorum,
çünkü o anda bana kızdı. Kendisini hiç
ba ı lamayı ımın nedeni i te bu. O denli
öfkelendi ki, gözlü ünü takmayı unuttu,
yine de tam ba ımın bulundu u noktayı
ke fetti, o korkunç gözlerini oraya dikti.
Bana dedi ki, hâlâ varolan o cılız umut
ı ı ını da söndürmek istiyormu um gibi
geliyormu kendisine. Tamı tamına böyle
söyledi, katı katı.
Çatı ma yakındı. A layıp ba ırarak
daha birkaç dakika önce hasta için hiçbir
umut olamayaca ını söyledi ini
hatırlattım. Evim de, içindekiler de
deneme tahtası de ildi, deney yapacak
ba ka yerler de vardı bu dünyada!
Büyük bir sertlikle ve kendisine
neredeyse bir tehdit havası veren bir
sükûnetle yanıtladı:
— Ben size hastanın bilincinin o
andaki durumunu açıkladım. Ama yarım
saat sonra ya da yarına kadar ne
olaca ını kim bilebilir? Babanızı hayatta
alıkoymakla tüm olasılıklara kapıyı açık
tuttum.
Gözlü ünü taktı, titiz memur
görünümü ile, doktorun giri iminin bir
ailenin ekonomik yazgısını nasıl
etkileyebilece i konusunda sonu gelmez
açıklamalara koyuldu. Hastanın yarım
saat fazla soluk alması bir mirasın
yönünü de i tirebilirmi .
Artık bir de böyle bir anda bu tür
lâflar dinledi im için kendime acıyarak
a lıyordum. Tükenmi tim, tartı mayı
kestim. Zaten sülükler de yapı tırılmı tı!
Doktor hastanın ba ucundayken
büyük bir güçtür, ben de doktor
Coprosich’e her türlü saygıyı gösterdim.
Bir konsültasyon önermeyi im de o
saygıdan kaynaklanmı olmalı, oysa yıllar
yılı hayıflandım buna. imdi o pi manlık
da bütün öteki duygularımla birlikte
mezarı boyladı, bir yabancının ba ından
geçmi eylermi gibi burada
so ukkanlılıkla anlatıyorum tümünü. O
günlerden yüre imde kala kala hâlâ
ya amakta ayak direyen o doktora
besledi im hınç kaldı.
Sonra bir kez daha babamın
yata ına gittik. Sa yanına yatmı , uyur
bulduk. Sülüklerin açtı ı yarayı
kapatmak için aka ına bir havlu
koymu lardı. Doktor hemen bilincinin
artıp artmadı ını görmek istedi ve
kula ına haykırdı. Hastada hiçbir tepki
görülmedi.
— Böylesi daha iyi! dedim büyük
bir cesaretle, ama hâlâ a lıyordum.
— Beklenilen etki mutlaka
görülecektir! diye yanıtladı doktor.
Solu unun de i ti ini görmüyor
musunuz?
Gerçekten de, o zahmetli, telâ lı
solumasında içime korku salan aralıklar
kalmamı tı.
Hastabakıcı bir ey söyledi, doktor
onayladı. Hastaya deli gömle ini
giydirmeyi denemek gerekirmi . O garip
aracı valizden çıkardılar, babamı kaldırıp
zorla yata a oturttular. O zaman hasta
gözlerini açtı: gözleri bulanıktı, ı ı a
açılmamı tı daha. O gözler hemen bakıp
da her eyi görecekler diye korkarak
hıçkırdım. Oysa hastanın ba ı yeniden
yastı a dü tü, gözler kimi ta
bebeklerinkiler gibi kapanıverdi.
Doktor zaferini açıkladı:
— Durumu tümüyle de i mi , diye
mırıldandı.
Evet: tümüyle de i mi ti durumu!
Bana sorarsanız a ır bir tehditten ba ka
bir ey yoktu ortada. Babamı co kuyla
alnından öptüm, içimden öyle
diliyordum:
— Uyu, uyu! Sonsuz uykuna
varıncaya dek uyanma! Böylelikle
babama ölümü dilemi oldum, ama
doktor bunu sezemedi, çünkü
yumu aklıkla:
— Kendine geldi ini görmek sizi de
sevindiriyor imdi! dedi.
Doktor gitti inde gün do mu tu.
Bulanık, kararsız bir gündo umu. Rüzgâr
hâlâ esip savuruyordu ama, iddeti
kesilmi gibi geldi bana, yine de donmu
kan yerden kaldırıyordu.
Doktoru bahçeye kadar götürdüm.
Hınç besledi imi anlamasın diye
fazlasıyla nazik davranıyordum.
Yüzümden yalnız saygı ve hürmet
okunuyordu. Ancak onun villanın çıkı ma
ileten patikada uzakla tı ını görünce
suratım i renerek buru tu, bu da beni
zahmetten kurtardı, ferahladım. Karların
ortasında ufak tefek, kapkaraydı, rüzgâr
iddetle esti inde bir sarsılıyor, daha iyi
uyanabilmek için duraklıyordu. O
i renme ifadesi yetmedi bana, kendimi o
kadar uzun süre sıktıktan sonra daha
iddetli ba ka hareketler yapma gere ini
duyuyordum. Birkaç dakika yolda,
so ukta, ba ım açık, kar yı ınlarını
öfkeyle çi neyerek dola tım. Ama onca
çocuksu öfke doktora mıydı, kendime mi,
bilmiyorum. Her eyden önce kendimeydi,
babamın ölmesini istemi tim ve bunu dile
getirecek kadar yürekli çıkmamı tım. En
temiz evlât sevgisinin esinledi i o dile i
içime tepi im, karabasan gibi üzerime
çöken gerçek bir suça dönü türüyordu
iste imi.
Hasta hâlâ uyuyordu. Yalnızca
anlamadı ım iki sözcük söyledi, ama en
sakin konu ma tonu ile, çok tuhaftı,
çünkü öylesine uzak olan o soluması
kesilmi ti. Bilince mi yakla ıyordu acaba,
yoksa umutsuzlu a mı?
Maria hastabakıcı ile birlikte
yata ın yanında oturuyordu. Adam
bende güven uyandırdı, yalnız a ırı bir
titizli i vardı, o ho uma gitmedi. Hastaya
Maria’nın çok iyi bir ilaç sandı ı bir
ka ıcık çorba içirme önerisine kar ı çıktı.
Doktor çorba sözü etmemi ti,
böylesine önemli bir karar vermek için
onun dönü ünü beklemek istiyordu.
Durumun gerektirdi inden daha
buyurgan bir tonla konu tu. Zavallı
Maria üstelemedi, ben de. Ama yine
i renerek yüzümü buru turdum.
Beni yatmaya zorladılar, çünkü
geceyi hastabakıcı ile birlikte hastanın
ba ında bekleyerek geçirecektim, yanında
iki ki i yeterdi; birimiz divanda
dinlenebilirdik. Yattım ve hemen
uyuyakaldım, hiçbir dü izinin kesintiye
u ratmadı ı —buna eminim— katıksız,
ho bir bilinç yiti iydi bu.
Geçen gece ise, dünün büyük
bölümünü bu anılarımı toparlamakla
geçirdikten sonra beni muazzam bir
sıçrayı la zamanı a arak o günlere
döndüren çok canlı bir dü gördüm. Yine
doktorla sülükleri ve deli gömle ini
tartı tı ımız o odadaymı ız, ama imdi
karımla benim yatak odamız oldu u için
odanın görünümü tümüyle de i ik. Ben
doktora babamı tedavi etmenin ve
iyile tirmenin yolunu ö retiyormu um, o
ise ( imdiki gibi çökmü bir ihtiyar de il,
eskiden oldu u gibi güçlü, sinirli) öfkeler
içinde, gözlü ü elinde, gözlerini yolunu
a ırmı , onca zahmete girmeye de mez
diye haykırıyormu . Tam öyle diyormu :
«Sülükler onu hayat ve acıya geri
döndürecekler, sülükleri yapı tırmayalım
daha iyi!». Ben ise bir tıp kitabına
yumru umu indirerek «Sülükler!
Sülükleri isterim!» diye bas bas
ba ırıyormu um, «Deli gömle ini de!».
Dü üm gürültülü patırtılı olmu
olmalı ki karım beni uyandırarak yarıda
kesti. Uzak gölgeler! Sanırım onları
seçmek için bir optik yardım gerekiyor,
bu da her eyin altını üstüne getiriyor.
Sakin uykum o günün son anısı.
Onu her saati birbirine benzeyen birkaç
upuzun gün izledi. Hava iyile mi ti;
babamın durumu da iyiye gidiyor
diyorlardı. Odada serbestçe dola ıyordu,
yatak ile koltuk arasında hava arayarak
ko turmaya ba lamı tı. Kapalı
pencerelerden güne te parlayan göz
kama tırıcı karlarla örtülü bahçeye
dakikalarca bakıyordu. O odaya her
giri imde Coprosich’in bekledi i o bilinci
tartı mak, bulandırmak için hazırdım.
Babam her gün daha çok duyar, anlar
gibiydi ama, o bilinçten henüz çok
uzaklardaydı.
Ne yazık, babam ölüm
dö e indeyken içimde büyük bir hınç
besledi imi açıklamam gerekiyor, garip
bir biçimde acımla kördü üm olup, onu
sahtele tirdi bu. Hıncım her eyden önce
Coprosich’e yönelikti, bunu kendisinden
gizleyeyim diye çabaladıkça da büsbütün
artıyordu. Kendi kendime de
içerliyordum: doktorla tartı mayı yeniden
açarak bilim denen eye be paralık de er
vermedi imi, babamın acı çekmesindense
ölmesini diledi imi söyleyemiyordum.
Hastaya da hınçlandım sonunda.
Tedirgin bir hastanın yanında günlerce,
haftalarca kalmayı denemi ,
hastabakıcılı a yatkın olmadı ından
ba kalarının yapıp ettiklerine eli kolu
ba lı seyirci kalmı biri varsa halimi
anlayacaktır. Hem sonra ruhumu
açıklı a kavu turmak, babam ve kendim
için duydu um acıyı düzene sokmak,
belki de tadına varmak için bol bol
dinlenmeye gerek duyuyordum. Oysa
bana bir ilacını içirmek, bir odadan
çıkmasını engellemek için sava mak
dü üyordu. Sava her zaman hınç
do urur.
Bir ak am Carlo, yani hastabakıcı
beni ça ırdı, babamın durumunda yeni
bir ilerleme oldu unu göstermek
istiyordu. htiyar kendi hastalı ını
farkedip beni sorumlu tutacak diye
yüre im çarparak ko tum.
Babam odanın ortalık yerindeydi,
ayakta dikiliyordu, sırtında yalnız
çama ırları vardı, ba ında da kırmızı
ipekliden gecelik takkesi. Yine soluk
solu aydı ama, ama arasıra bazı aklı
ba ında sözler de ediyordu. çeri
girdi imde Carlo’ya:
— Aç! dedi.
Pencereyi açmasını istiyordu.
Carlo hava çok so uk oldu u için
açamayaca ını söyledi. Babam da
istedi ini bir süre unuttu. Gitti,
pencerenin yanında bir koltu a oturdu,
ferahlamak isteyerek uzandı. Beni
görünce gülümsedi:
— Uyudun mu? diye sordu.
Yanıtımın ona ula tı ını
sanmıyorum. Beni ona korkutan bilinç
de ildi bu. nsan ölürken ölümü
dü ünmekten ba ka yapacak nice eyi
oluyor. Tüm bedeni soluk alma
çabasındaydı. Durup beni dinleyecek
yerde Carlo’ya ba ırdı:
— Açsana!
Rahatı huzuru yoktu. Koltuktan
kalkıp ayaklanıyordu. Sonra büyük bir
zahmetle ve hastabakıcının yardımı ile
yata a yatıyor, ilkin sol yanına uzanıyor,
sonra sa ma dönüyor, o durumda da
ancak birkaç dakika dayanabiliyordu.
Yeniden ayaklanmak için hastabakıcıdan
yardım istiyor, sonra koltu a dönüp kimi
zaman daha uzun süre oturuyordu.
O gün yataktan koltu a geçerken
aynanın önünde durdu, kendine baktı,
öyle mırıldandı:
— Meksikalıya dönmü üm yahu!
Sanırım hiç de ilse yataktan
koltu a ko u manın o deh et verici
tekdüzeli inden sıyrılmak için o gün
sigara içmeyi denedi. A zına bir nefes
çekebildi, hemen soluk solu a üfledi.
— Demek a ır hastayım? diye
sordu bunalarak. Bilinci hiçbir zaman
daha o denli yerinde olmadı. Az sonra da
bir anlık bir hezeyana kapıldı. Yataktan
kalktı, geceyi Viyana’da bir otelde
geçirmi de ertesi sabah uyanmı sandı
kendini. Viyana’yı dü leyi i yanıp
kavrulan a zında serinlik aradı ında
olmalıydı, o kentin canım buzlu sularını
anımsamı tı herhalde. Yakındaki
çe mede kendisini bekleyen nefis
sulardan söz etti hemen.
Zaten tedirgin, yumu akba lı bir
hastaydı. Ben kendisinden korkuyordum,
durumu bir kavrarsa sertle ece inden
ürküyordum, bu yüzden uysallı ı
bitkinli imi hafifletmeye yetmiyordu, ama
o kendisine yapılan her öneriye ba
e iyordu, çünkü hepsi kendisini çekti i
azaptan kurtarır diye umuyordu.
Hastabakıcı gidip bir bardak süt getirmek
istedi, o da gerçekten sevinerek kabul
etti. Sonra aynı hevesle o sütü içmeye
davrandı, bir yudumcuk aldıktan sonra
hemen sütü elinden alsınlar istedi, iste i
derhal yerine getirilmeyince barda ı yere
attı.
Doktor hastanın durumundan hiç
de dü kırıklı ına u ramı görünmüyordu.
Bir yandan, günden güne iyile me
bekliyor, bir yandan felâketi kapının
arkasında görüyordu. Bir gün araba ile
geldi, acele gitmesi gerekiyormu . Bana
hastayı elden geldi ince uzun süre yatar
durumda tutmamızı söyledi, yatay
pozisyon kan dola ımına en
elveri lisiymi . Bunu babama da
tembihledi, o da dinledi, hatta çok akıllı
bir hava ile peki diyerek söz verdi, ama
odanın orta yerinde ayakta kaldı ve
hemen dalgınlı ına, ya da benim
deyimimle kendi acısını dü ünmeye
döndü.
Ertesi gece son kez olarak, onca
korktu um bilincin yeniden uyanaca ı
deh etine kapıldım. Pencerenin yanındaki
koltu a oturmu , camdan berrak geceye,
yıldızlarla dolu gökyüzüne bakıyordu.
Yine öyle tıknefesti, ama acı
çekmiyormu gibiydi, çünkü yukarıları
seyre dalmı tı. Belki de solumasından
ötürü, sanki ba ı ile onaylar gibiydi.
« te her zaman kaçındı ı
sorunlarla yüzle iyor imdi» diye
dü ündüm korku içinde. Gö ün tam
olarak hangi noktasına baktı ını
ke fetmeye çalı tım. Gövdesi dimdik
do rulmu , pek yükseklerdeki bir delikten
bir eyler görmeye çabalayan biri gibiydi.
Sanki Ülker yıldızına bakıyormu gibi
geldi bana. Belki de tüm ya amında
böylesine uzun süre o kadar uza a
baktı ı olmamı tı. Yine gövdesi dimdik,
bana döndü birdenbire:
— Bak! Bak! dedi, azarlar gibi.
Sonra hemen yine gökyüzüne dikti
gözlerini, ardından bir kez daha bana
döndü:
— Gördün mü? Gördün mü?
Yine yıldızlara dönmeye çabaladı,
ama yapamadı: bitkinlikle koltu un
arkalı ına yı ıldı, bana ne göstermek,
istedi ini sordu umda anlamadı, ne
gördü ünü ve benim de görmemi
istedi ini anımsamadı. Bana aktarmak
için onca zaman aradı ı sözü sonsuza
dek elden kaçırmı tı.
Gece uzun sürdü, ama benim ve
hastabakıcı için pek yorucu olmadı ını
itiraf etmem gerekir. Hasta ne dilerse
yapsın diye kendi haline bırakıyorduk, o
da ölümü bekledi inden habersiz, garip
kılı ıyla odada dola ıyordu. Bir kez buz
gibi so uk koridora çıkmaya çabaladı.
Ona engel oldum, hemen ba e di. Bir
ba ka kez ise, doktorun tembihini
duymu olan hastabakıcı yata ından
kalkmasını engellemeye çalı tı, ama o
zaman babam ba kaldırdı. O
a kınlı ından sıyrıldı, a layıp söverek
kalktı, ben de diledi ince hareket etmesi
özgürlü ünün sa lanması için araya
girdim. Hemen sakinle ti, sessiz
ya antısına, ferahlama yolundaki bo
çabasına döndü.
Doktor geri döndü ünde güzel
güzel muayene oldu, hatta kendisinden
istenildi i gibi daha derin soluk almaya
bile çabaladı. Sonra bana döndü:
— Ne diyor?
Bir an beni bıraktı, ama sonra
yine döndü:
— Ne zaman çıkabilece im?
Bu kadar uysallıktan cesaret
bulan doktor, beni, ona elinden geldi ince
uzun süre yatakta kalmaya çalı masını
söylemeye te vik etti. Babam yalnızca çok
alı tı ı seslere, benim sesime, Maria’nın
ve bakıcının seslerine kulak veriyordu.
Ben, kendisine bu söylenenlerin bir etkisi
olaca ına inanmıyordum, ama kendi
sesime bir tehdit tonu vererek babama
aktardım.
— Olur, olur, diye söz verdi ve
anında kalkıp koltu a gitti.
Az sonra yata ıma girmi tim, ama
gözümü uyku tutmadı. Gelece e bakıyor,
iyile me çabalarımı kim ve ne için
sürdürece imi bulmaya çalı ıyordum. Bol
bol a ladım, ama huzura eremeden
odasında fır dönen o zavallıcıktan çok
kendimeydi gözya larını.
Ben kalktı ımda Maria yatmaya
gitti, hastabakıcı ile birlikte babamın
yanında kaldım. Çökmü tüm,
yorgundum; babam her zamankinden
daha tedirgindi.
Asla unutmayaca ım, gölgesini
uzaklara, çok uzaklara kadar ula tıran,
tüm cesaretimi, tüm ne emi kıran deh et
verici sahne o zaman gerçekle ti. Acısını
unutmam için yılların geçip tüm
duygularımı köreltmesi gerekti.
Hastabakıcı diyordu ki:
— Onu yatakta tutabilsek ne iyi
olurdu. Doktor çok önem veriyor bunal
O ana de in sedire uzanmı
kalmı tım. Kalktım, o anda her
zamankinden de tıknefes olan hastanın
yattı ı yata a gittim. Kararımı vermi tim:
babamı en az yarım saat doktorun
istedi i gibi dinlenmeye zorlayacaktım.
Görevim bu de il miydi?
Babam benim baskımdan sıyrılıp
ayaklanmak için yata ın kıyısına hamle
etti. Elimle omuzuna kuvvetle bastırarak
engelledim, yüksek, buyurgan bir sesle
kımıldamamasını söyledim. Kısacık bir an
deh ete kapılarak ba e di. Sonra bir
çı lık kopardı:
— Ölüyorum!
Ve do ruldu. Ben ise o çı lıktan
ürktüm, elimi gev ettim. Bu yüzden
yata ın kenarına, tam kar ıma
oturabildi. Sanırım o zaman —yalnızca
bir an bile olsun— hareketleri
engellendi inden öfkesi artmı tı,
oturdu u yerde, önünde dikilerek ı ı ı
kesti im gibi, ku kusuz onca gereksinim
duydu u havayı da kesiyorum gibi gelmi
olmalı. Son bir çaba ile aya a kalkabildi,
sanki a ırlı ının gücünden ba ka güç
veremeyece ini bitirmi gibi elini
yukarıya, iyice yukarıya kaldırdı,
yana ıma indirdi. Yata ın üzerine,
oradan da yere yuvarlandı. Ölmü tü!
Öldü ünü bilmiyordum, ama son
anında bana vermek istedi i cezanın
acısı yüre ime çöktü. Carlo’nun yardımı
ile onu yerden kaldırdım, yeniden
yata ına yerle tirdim. Tıpkı
cezalandırılmı bir çocuk gibi a layarak
kula ına ba ırdım:
— Suç benim de il ki! O Allahın
belâsı doktor seni zorla yatırayım
istiyordu!
Yalandı. Sonra yine tıpkı bir çocuk
gibi, bir daha yapmayaca ıma söz
verdim:
— Ne istersen yap, hiç
karı mayaca ım, söz.
— Ölmü , dedi hastabakıcı.
Beni o odadan yaka paça
çıkarmaları gerekti. Babam ölmü tü ve
kendisine suçsuz oldu umu
kanıtlayamamı tım!
Yalnız kalınca toparlanmaya
çabaladım. öyle mantık yürütüyordum:
hiç kendinde olmayan babamın beni
cezalandırmayı kararla tırıp, kolunu tam
yana ıma indirecek biçimde
yönetebilmesi olanaksızdı.
Bu mantı ın do rulu undan nasıl
emin olabilirdim? Coprosich’e sormayı
dü ündüm. Doktor olarak, ölüm halinde
bir insanın karar ve hareket yetilerinin
ne oldu u konusunda bana biraz olsun
bilgi verebilirdi. Soluk almasını
kolayla tırmak için çabalarken yaptı ı bir
hareketin kurbanı olmu da olabilirdim!
Ama doktor Coprosich ile konu madım.
Babamın benimle nasıl vedala tı ını gidip
ona açıklamak olanaksızdı. Babamı
yeterince sevmemekle suçlamı ta ya beni!
Ak am bakıcı Carlo’nun mutfakta
olayı Maria’ya anlattı ını duyunca
beynimden vurulmu a döndüm: —Babası
elini kaldırdı, yaptı ı son hareket evlâdını
dövmek oldu. Durumu biliyordu, tabii
Coprosich de ö renecekti.
Ölünün odasına gitti imde baktım
giydirmi ler. O güzelim beyaz saçlarını da
taramı olmalıydı hastabakıcı. Ölüm
bedenini katıla tırmı tı bile, kibirli,
tehditli yatıyordu. Kocaman, güçlü,
biçimli elleri morarmı tı, ama öylesine
do allıkla uzanmı lardı ki hâlâ yakalayıp
cezalandırmaya hazır gibi duruyorlardı.
Onu bir daha görmek istemedim, elimden
gelmedi.
Daha sonra, cenaze töreninde,
babamı çocuklu umdan beri her zaman
gördü üm gibi iyi yürekti ve zayıf olarak
anımsamayı ba ardım, ölmek üzereyken
suratıma yedi im amarı isteyerek
indirmemi oldu una inandım. Uslandım,
uslandım, babamın anısı yanımdan
ayrılmaz oldu, gittikçe tatlıla tı. Harika
bir dü gibiydi: artık su sızmıyordu
aramızdan, ben zayıf olmu tum, o güçlü.
Çocuklu umun dinine geri
döndüm ve uzun süre bırakmadım.
Babamın beni i itti ini dü lüyordum, suç
benim de il, doktorun, diyordum. Yalanın
önemi yoktu, çünkü o artık her eyi
anlıyordu, ben de öyle. Ve uzun bir süre
babamla konu malarım bir yasak a k gibi
tatlı ve gizli sürüp gitti, çünkü ben
ba kalarının yanında her türlü dinsel
törenle yine alay ediyordum, oysa gerçek
olan her gün, co kun dualar ederek
birisine babamın ruhunu âd etsin diye
yalvardı ımdı, bunu itiraf etmek
istiyorum. Üstelik yüksek sesle, kimi kez
—kırk yılın ba ı— insan böyle bir ferahlık
duymadan edemiyor.

V
EVL L M N ÖYKÜSÜ
Burjuva aileden gelme bir
delikanlının kafasında ya am kavramı
kariyer kavramına ba lıdır, ilk gençlikte
de kariyer dendi mi akla I. Napolyon’unki
gelir, insan, imparator olmayı dü ler
demek istemiyorum, çok, ama çok daha
alçaklarda kalarak da Napolyon’a
benzeme olana ı yok de ildir. En yo un
ya am en ilkel sestir, denizin dalgalarının
sesi, dalga olu tu u andan ölüp gidene
de in her an de i ir! Bu yüzden ben de
Napolyon gibi, dalgalar gibi olmayı,
sonunda onlar gibi yokolmayı
umuyordum.
Ya antım ise hiç mi hiç de i meyen
bir tek nota çıkarıyordu, oldukça yüksek,
hatta kimilerini imrendiren, ama
korkunç sıkıcı bir nota. Dostlarım bana
olan saygılarını ömrüm boyunca
de i tirmeksizin korudular, ben, kendim
de, aklımın erdi i ça dan bu yana kendi
hakkımdaki yargılarımı pek de i tirdi imi
sanmıyorum.
Bu yüzden evlenmek dü üncesi
belki de o biricik notayı yaymaktan ve
i itmekten bezdi imden ötürü gelmi ti
aklıma. Henüz o deneyimden geçmemi
olanlar evlili i oldu undan daha önemli
sanır. Seçti imiz hayat arkada ı
soyumuzu iyile tirerek ya da
kötüle tirerek çocuklarımızda
sürdürecektir, ama asıl niyeti bu olan ve
bizi amacına do rudan do ruya
yöneltemeyen Tabiat Ana —çünkü o
sırada çocuk falan dü ündü ümüz
yoktur— e imizin bizi yenileyece i
masalını yutturur bize, ki bu da hiç bir
kitabın yazmadı ı bir garip aldanmadır.
Gerçekten de iki ki i, hiç de
de i meksizin, yanyana ya ayıp giderler,
tek yenilik bizden onca farklı olan birine
duydu umuz antipati ya da bizden üstün
olan birine imrenmemizdir.
in güzeli evlilik serüvenim
gelecekteki kayınpederimi tanımamla,
gelinlik kızları oldu unu hiç bilmeden
kendisine hayran olup dostluk kurmamla
ba ladı. Varlı ını bile bilmedi im bir
hedefe do ru beni ilerleten ey kendi
aldı ım bir karar de ildi, bu kesin. Bir
an, bana uyar diye dü ündü üm bir kızı
bir yana bıraktım, gelecekteki
kayınpederimin pe ine takıldım.
Neredeyse yazgı denen eye inanasım
geliyor.
Giovanni Malfenti bendeki bu
yenilik dile ine kar ılık veriyordu: benden
de, o güne de in ahbaplı ını aradı ım
insanların tümünden de öylesine ayrıydı
ki. Ben oldukça kültürlüydüm, bir kere
iki fakülteye girip çıkmı lı ım vardı, sonra
uzun süren aylaklık dönemimin çok
e itici oldu una inanıyordum. O ise tam
bir tüccardı, bilgisizdi, durup
dinlenmeden ko u turuyordu. Ama
bilgisizli inden güç ve huzur alıyordu,
ben de ona imreniyor, bakarken
büyüleniyordum.
Malfenti, o zamanlar elli
ya larındaydı, demir gibi sa lamdı, iri
kıyım, uzun boyluydu, heybetliydi, a ırlı ı
bir kentalden fazla çekiyordu. O koca
kafasında dolanan bir kaç dü ünceyi
öylesine berraklıkla evirip çeviriyor, ıcı ım
cıcı ım öylesine durup dinlenmeden
ortaya koyuyordu, her gün öyle çok yeni
i lere dönü türerek uyguluyordu ki,
kendisinin bir parçası, eli aya ı, huyu
suyu olup çıkmı ta bunlar. Bense bu
yönden oldukça yoksuldum, zenginle mek
için dört elle sarıldım ona.
Olivi’nin ö üdüne uyup Borsaya
gelmi tim, ticaret hayatına atılmak için
Tergesteo’ya girip çıkmamın iyi olaca ını,
hem oradan kendisine yararlı haber de
getirebilece imi söylüyordu. Gelecekteki
kayınpederimin taht kurmu oldu u o
masaya bir oturdum, bir daha yerimden
kımıldamadan, uzun zamandır aradı ım
türden bir ticaret kürsüsüne varmı ım
gibi geldi bana.
Hayranlı ımı çok geçmeden
farketti, bana hemen babaca gelen bir
dostlukla kar ılık verdi. Yoksa i lerin
dönüp dola ıp nereye varaca ını biliyor
muydu? Onun sergiledi i büyük etkinlik
örne ine kapılarak, co up da bir ak am
Olivi’den kurtulmak, kendi i lerimi
kendim yürütmek istedi imi açıklayınca
beni caydırmaya çalı tı, hatta bu
kararımdan telâ lanmı göründü.
stiyorsam ticarete atılabilirmi im ama
kendisinin de tanıdı ı Olivi ile olan
ba larımı asla koparmamalıymı ım.
Beni e itmeye dünden hazırdı,
hatta herhangi bir irketin yüzünü
güldürmeye yetece ine inandı ı üç
buyru u defterime kendi eliyle not etti: 1)
Çalı mayı bilmek gerekmez, ama
ba kalarını çalı tırmayı bilmeyen yokolur
gider. 2) nsanı köpekler gibi pi man
ettiren bir tek ey vardır, o da kendi
çıkarını kollamayı bilmemi olmak. 3)
hayatında kuramların de eri çok
büyüktür, ama ancak i i sa lam kazı a
ba ladıktan sonra yararlıdırlar.
Bunları da, daha ba ka birçok
teoremi de ezberledim, ama yararlarını
gördüm diyemem.
Ben birini be endim mi derhal ona
benzemeye çalı ırım. Malfenti’yi de taklit
ettim. Çok kurnaz olmak istedim ve
kendimi çok kurnaz duydum. Hatta bir
kez ondan baskın çıktı ımı bile dü ledim.
Onun ticaret düzeninde bir püf noktası
buldu umu sanıyordum: kendisine
hemen bildireyim de beni be ensin,
dedim kendi kendime. Bir gün
Tergesteo’nun masasında, bir ii
tartı ırken, kar ısındakine hayvan
derken yakaladım onu. Herkese kendi
kurnazlı ını ilân etmesini yanlı
buldu umu söyleyerek uyardım. Bana
kalırsa, ticarette, gerçekten kurnaz olan
birinin sanki ahmakmı gibi davranması
gerekirdi.
Benimle alay etti. Kurnazlı ıyla ün
salmanın büyük yaran varmı . Bir kere
herkes ondan ö üt alır, bu arada taze
haberler getirirmi , o da Ortaça dan bu
yana biriktirilmi bir deneyimin
süzgecinden geçmi son derece yararlı
ö ütler saçarmı herkese. Kimi zaman
haber alayım derken satı yapma fırsatı
da çıkarmı . Ayrıca —bu noktaya gelince
sesini yükseltti, çünkü beni inandırması
gereken konuyu buldu unu sanmı tı—
kârlı alı veri yapmak isteyen herkes en
kurnaz bildi i kimse ona gidermi .
Ahmakla i görmekten umulabilecek tek
ey ona zararına i yaptırmakmı , ama
ahma ın malı her zaman kurnazınkinden
pahalıya gelirmi , çünkü kendisi satın
alırken kazıklanırmı nasıl olsa.
Malfenti için masadaki en önemli
ki i bendim. Bana ticaret sırlarını açtı,
ben de onları asla kimseye açık etmedim.
Kime güvenece ini çok iyi biliyordu, o
kadar ki, ben damadı olduktan sonra
beni iki kez kazıklamayı ba ardı. lkinde
onun bu uyanıklı ı bana pahalıya da
patladı, ama aldanan Olivi olmu tu, bu
yüzden pek dert etmedim. Olivi ondan
haber sızdırayım diye beni göndermi ti,
ben de haber ta ıdım. Ama bunlar öyle
haberler çıktı ki, Olivi beni bir daha
ba ı lamadı, bir bilgi vermek içini a zımı
her açı ımda artık öyle sorar olmu tu:
«Kimden aldınız bu havadisi? Yine
kayınpederinizden mi?». Kendimi
savunmak için Giovanni’yi savunmak
zorunda kaldım, sonunda kendimi
dolandırılmı tan çok dolandırıcı gibi
duydum. Son derece ho bir duyguydu.
Ama bir kez de beni ahmak yerine
koydu, ne var ki o zaman bile
kayınpederime hınç besleyemedim. Beni
bir imrendiriyor, bir e lendiriyordu.
Ba ıma gelen felâkette bana artık iyiden
iyiye açık etmi oldu u ilkelerini tıpatıp
uygulamı oldu unu görüyordum.
Benimle birlikte, olanlara gülmenin
yolunu bile buldu, beni aldattı ını hiç
açı a vurmadı, derdimin gülünç yanını
görmem gerekti ini ileri sürdü. O oyunu
bana oynadı ını bir tek kez itiraf etti, o
da kızı Ada’nın dü ününde (evlendi i ben
de ildim), genellikle sade suyla sulanan o
heybetli gövdesini tedirgin eden bir kaç
kadeh ampanya yuvarladı ında.
O zaman olayı anlattı, gülmesini
bastırıp söz söyleyebilmek için avaz avaz
ba ırıyordu:
— Bir de ne göreyim, o kararname
çıkmamı mı! Fena bozuldum, ba ladım
ne kadar zararım var diye hesaplamaya.
Tam o sırada içeri kim girse be enirsiniz?
Damadım! Tutmu , ticarete atılaca ım da
diyor. «Al sana güzel bir fırsat» dedim.
Hemen belgenin üzerine atladı, Olivi gelir
de kendisine engel olur diye ödü
patlıyordu, i i ba ladık.
Ondan sonra bir de beni göklere
çıkarıyordu: —Klasikleri ezbere bilir.
unu kim söylemi , bunu kim demi ,
bilmedi i yoktur. Ama bir gazeteyi
okumasını bilmez!
Do ru söze ne denir! O
kararnamenin her gün okudu um be
gazetenin pek göze çarpmayan bir
yerinde yayımlanmı oldu unu görseydim
tuza a dü mezdim. O kararı hemen
anlamalı, sonuçlarını öngörmeliydim, bu
da pek kolay de ildi, çünkü bir gümrük
vergisi indirilmi ti, söz konusu olan mal
da de erinden yitiriyordu.
Ertesi gün kayınpederim
itiraflarını yalanladı. Öyle bir a ız
kullanıyordu ki, o i o ak am yeme inden
önceki biçimine bürünüyordu yeniden. —
arap yalancıdır, diyordu görkemli bir
eda ile, söz konusu kararnamenin
gazetede o i olup bittikten iki gün sonra
yayımlandı ı tartı masız kabul ediliyordu.
E er o kararı görmü olsaydım kendisini
yanlı anlayabilece im varsayımını hiç
ileri sürmedi. Buna sevindim, ama beni
koruyu u nezaketten ileri gelmiyordu,
herkes kalkıp gazeteleri okumaya ba lar
da kendi çıkarlarını farkeder diye
dü ünüyordu. Bense bir an gazete
okudu umda kendimi kamuoyuna
dönü mü duyarım, bir gümrük vergisi
mi indirildi, kalkar Cobden’i ve
Liberalizmi anımsarım. Bu o denli önemli
bir dü üncedir ki, kendi malımı
kollayacak halim kalmaz.
Ama bir seferinde o bana hayran
kaldı, hem de bu halimle, en kötü
niteliklerimle bana. O da, ben de, bir
hayli zaman önce, mucizeler yaratması
beklenilen bir eker fabrikasının hisse
senetlerinden almı tık. Oysa hisse
senetlerinin de eri dü üyordu, azar azar,
ama her gün. Akıntıya kürek çekmeye
niyetli olmayan Giovanni kendininkileri
elinden çıkardı, beni de benimkileri
satmam gerekti ine inandırdı. Tümüyle
aynı dü üncedeydim, borsadaki adamıma
satı emrini vermeyi kararla tırdım, o
sıralar yeniden tutmaya ba ladı ım
defterime not dü tüm. Ama bildi iniz gibi,
insan gün boyunca cebinde ne var ne
yok, görmüyor, böylece bir kaç ak am
tam yataca ım sırada cebimde o notu
buldum, çok geç oldu undan i e
yaramadı elbette. Bir seferinde öylesine
canım sıkıldı ki ba ırdım bile, karıma
fazla açıklama vermek zorunda
kalmayayım diye de dilimi ısırdı ımı
söyledim. Ba ka bir sefer bu kadar
dalgınlı a kendim de a tı ımdan
parma ımı ısırdım. «Sıra bundan sonra
ayaklarında galiba» dedi karım gülerek.
Ama ba ka sıkıntım olmadı, çünkü
duruma alı mı tım. Gündüzün kendini
duyuramayacak kadar ince olan o lânet
deftere a kın a kın bakıyordum, sonra
ertesi ak ama de in bir daha aklıma
gelmiyordu.
Birgün beklenmedik bir sa ana a
tutulunca Tergesteo’ya sı ındım. Orada
adamıma rastladım, son sekiz günde o
hisselerin de erinin neredeyse iki katma
yükseldi ini söylemez mi?
— Ben de imdi satarım! diye
ba ırdım bir zafer kazanmı gibi.
Kayınpederime ko tum, hisselerin
de erinin arttı ını ö renmi , elindekini
sattı ına yanıp yakılıyordu, benimkileri
sattırdı ına da —o denli olmasa bile—
üzgündü.
— Bo ver! dedi gülerek, benim
ö üdümü tutarak zararlı çıktı ın ilk kez
oluyor.
Öteki i onun ö üdünden de il, bir
önerisinden do mu tu, ki bu da, onun
gözünde, çok ayrı bir eydi. Ben
keyfimden gülmeye koyuldum.
— Senin ö üdünü tutmadım ki!
anslı çıkmak yetmiyordu, kendime
maledip böbürlenmek istedim. Hisse
senetlerimin ancak ertesi gün
satılaca ını anlattım, öyle önemli bir
adam edası ile ö üdüne kulak asmaktan
beni alıkoyan birtakım haberler almı ,
kendisine söylemeyi unutmu oldu uma
inandırmaya çalı tım.
Fena bozulmu , alınmı tı, yüzüme
bakmadan konu tu:
— nsanda sendeki gibi bir kafa
olunca i le u ra maz, bu kadar büyük bir
halt etti mi de kalkıp açı a vurmaz. On
fırın ekmek yemen gerek daha.
Sinirlendirdi ime üzüldüm. Bana
kendisi zarar verdi inde çok daha
e lenceli oluyordu. Tuttum, açık
yüreklilikle i lerin nasıl gitti ini anlattım.
— Görüyorsun ya, asıl benimki gibi
bir kafa ile i yapmak gerekiyor.
Hemen sakinle ip benimle birlikte
güldü:
— Senin o i ten kazandı ına kâr
denmez: tazminat say, gitsin. u kafan
var ya u kafan, sana imdiye dek o
kadar pahalıya oturdu ki,
kaybettirdiklerinin birazını olsun geri
verirse iyi eder!
Onunla çeki melerimizi neden
tutup anlatıyorum, bilmem, zaten
çeki ti imiz pek enderdi. Kendisini
gerçekten sevdim, o kadar ki kafasını
dinlemek istedi ini haykırdı ı halde
yanında olmayı istedim. Kulak zarım
ba ırtılarına dayanabiliyordu. E er o
kadar avaz avaz ba ırmasaydı o ahlakdı ı
kuramlarını daha incitici bulurdum,
daha iyi e itim görmü olsaydı, gücü
öylesine göz kama tırmazdı. Ve
kendisinden o denli ayrı olmama kar ın,
sanırım sevgime e bir sevgi ile kar ılık
vermi ti. E er o kadar erkenden
ölmeseydi, bundan daha da emin
olurdum. Ben evlendikten sonra da bana
sık sık ders vermeyi sürdürdü, ö ütlerini
ço u zamanlar ba ırtılar ve
saygısızlıklarla süslerdi, ben de
haketti ime yürekten inandı ımdan, göz
kırpmadan kabullenirdim.
Kızı ile evlendim. Tabiat Ana
yönlendirdi beni, hem de ne iddetli bir
buyurganlıkla, göreceksiniz. imdi zaman
zaman çocuklarımın yüzlerine dikkatle
bakıyorum da, benim zayıflık belirtisi ince
çenemin, onlara aktardı ım dü lerle dolu
gözlerimin yanında, kendilerine seçti im
büyükbabanın hayvansı gücünden de
eser var mı diye ara tırıyorum.
Benimle son vedala ması pek
sevecen olmadı ı halde, kayınpederimin
mezarında yine de gözya ı döktüm. Ölüm
dö e inden bana dedi ki, kendisi o yata a
çakılmı ken, benim elimi kolumu
sallayarak dola mama izin veren o
utanmaz talihime hayranmı . Ben
a ırdım, beni hasta görmeyi istemesini
gerektirecek ne yaptı ımı sordum. O da
bana tam u yanıtı verdi:
— E er hastalı ımı sana
aktararak kurtulacak olsaydım, hemen
aktarırdım, hem de gerekirse iki katına
çıkararak! Senin gibi insancıllık
ayaklarına yatmam ben!
Bunda alınacak bir ey yoktu: o
bana de eri dü mü malı soku turdu u
öteki i i de yinelerdi, elinden gelse. Hem
sonra buradan da bana bir pay
çıkarmamı de ildi, çünkü zayıflı ımın
onun bende bulundu unu sandı ı
insancıllık kaygısı ile açıklandı ını görmek
ho uma gitmiyor de ildi.
Mezarında, a ladı ım tüm
mezarlarda oldu u gibi, acımın birazı
oraya kendimden bir parça
gömdü ümdendi. Bu bilgisiz, bu kaba
saba, acımasız mücadeleci babalı ımdan
yoksun kalmak benden ne çok ey
eksiltiyordu! Zayıflı ımı, kültürümü,
pısırıklı ımı gözler önüne seren hep oydu.
Gerçek bu i te: pısırı ın tekiyim ben!
Burada Giovanni’yi incelemeseydim,
bunu hiç anlayamayacaktım. E er o
benim yanımdan ayrılmasaydı, kim bilir
kendimi daha ne kadar iyi tanıyacaktım!
Tüm benli ini oldu u gibi, hatta
oldu undan biraz da daha kötü biçimde
ortaya koydu u Tergesteo’nun
masasında çok geçmeden bir ey
farkettim: bir konuda susuyordu.
Evinden hiç söz etmiyordu ya da ancak
zorunlu kalınca söz ediyordu, o da
edeple, her zamankinden biraz daha tatlı
bir sesle. Evine büyük bir saygısı vardı ve
belki de o masaya oturanların hepsi o ev
hakkında bir eyler bilmeye lâyık
görünmüyorlardı gözüne. Orada bir tek
ey ö rendim: dört kızının dördünün de
adları A harfi ile ba lıyormu , kendisine
sorarsanız dünyanın en pratik eyiymi
bu, çünkü üzerlerinde o ba harf
bulunan e yaları hiç de i iklik yapmadan
birbirlerine aktarabiliyorlarmı . Adları
(hepsini hemen ezberledim) Ada,
Augusta, Alberta ve Anna imi . O
masada dördünün de güzel olduklarını
söylediler. O ba harf beni gere inden
fazla etkiledi. Adları birbirine öylesine
uyum sa lamı o dört genç kızı dü ledim.
öyle demetle sunulacakmı gibi
gözüküyorlardı. Ba harfin fısıldadı ı bir
ey daha vardı. Benim adım Zeno idi,
yani e imi kendi köyümden hayli
uzaklardan seçece e benzerdim.
Malfenti’lerin kapısını çalmadan
önce, belki aslında kendisine daha iyi
davranmamı da haketmi olan bir
kadınla hayli eskimi bir ili kimi koparmı
olmam da belki bir rastlantıydı. Ama
kafamı kurcalamıyor diyemem bu
rastlantı için. O ayrılma kararı önemsiz
bir nedenden ötürü verilmi ti do rusu.
Zavallı kızca ız beni kendisine
ba layabilmenin en iyi yolunun
kıskandırmak oldu unu sanmı tı. Ne var
ki ku kum beni kendisinden tümüyle
koparmaya yetti. Ne bilsindi ki, o
zamanlar evlilik dü üncesini kafama
takmı tım bir kez ve bu tür bir ili kiye
kendisiyle girmiyorsam bunun tek nedeni
yeterince büyük bir yenilik
olmayaca ıydı. Onun bende ustalıkla
uyandırdı ı ku ku evlili in üstünlü ünün
kanıtıydı: evlilik böylesi ku kulara yer
bırakmazdı. Çok geçmeden ku kumun
yersizli ini anlayınca da, kızca ızın
savurgan oldu unu anımsayıverdim.
imdi, yirmidört yıllık bir dürüst evlilik
ya antısını geride bıraktım ya, o
dü üncemin de yerinde yeller esiyor.
Ayrılık ona u ur getirdi, bir kaç ay
geçmeden çok varlıklı birine vardı,
istedi i de i ikli e benden önce kavu tu.
Evlenir evlenmez de onu evimde
buluverdim, çünkü kocası
kayınpederimin arkada ıydı. Sık sık
kar ıla tık, ama uzun yıllar, gençli imizde
birbirimize tam birer yabancı gibi
davrandık, geçmi i anımsatan tek söz
çıkmadı a zımızdan. Geçen gün bana
a armı saçlarla çevrili yüzü
gençli indeki gibi kıpkırmızı, apansız
soruverdi:
— Sahi, neden bırakmı tınız beni?
Ben içten bir yanıt verdim, bir
yalan tasarlayacak zamanı
bulamamı tım:
— Bilmem ki, zaten ya amımda
bilmedi im daha ba ka nice eyler de var.
— Ben üzgünüm do rusu buna,
dedi. (Ben bu sözlerin vâdetti i iltifat
kar ısında saygı ile e ilmeye
hazırlanmı tım) Ya lanınca pek
tontonla tınız do rusu.
Zahmetle belimi do rulttum.
Te ekkürün hiç sırası de ildi.
Günün birinde, Malfenti ailesinin
kırdaki yazlıklarından sonra hayli uzayan
bir yolculuktan sonra kente dönmü
oldu unu ö rendim. O eve ayak atmak
için hiçbir ey yapmama gerek kalmadı,
çünkü Giovanni benden atik davrandı.
Benden haber soran yakın bir
ahbabının mektubunu gösterdi bana:
kendisi bir zamanlar okul arkada ımdı,
bir büyük kimyager olaca ını sandı ım
sürece onu çok sevmi tim. imdi ise
aklıma bile gelmiyordu, çünkü bir büyük
gübre tüccarı olmu tu, o haliyle de
tanıdı ım insan olmaktan çıkmı tı.
Giovanni beni evine i te o ahbabının
arkada ıyım diye ça ırdı, ben de —
tahmin edersiniz— hiç nazlanmadım.
O ilk ziyareti sanki dün yapmı ım
gibi anımsıyorum. Karanlık, so uk bir
sonbahar ikindisiydi; o evin ılıklı ında
pardösümü çıkarınca duydu um rahatlık
bile aklımda hâlâ. Tam limana giriyordum
i te. O zamanlar bana keskin bir görü
gibi gözüken böylesi bir körlü ü
a kınlıkla seyrediyorum imdi. Sa lık,
yasallık pe indeydim. O A harfinde tam
dört tane genç kız toplanmı tı, ama
içlerinden üçü hemen elenecek,
dördüncüsü zorlu bir sınavdan geçecekti.
Kılı kırk yaran bir yargıç olacaktım
ba ına. Ama bu arada onda hangi
özellikleri arayaca ımı, hangi
niteliklerden nefret etti imi sorsalar
söyleyemezdim.
O zamanlar moda oldu u gibi
möblelerle (bir yanda XIV. Lui, bir
yandan deri kaplamalarının üzerine
de in zengin altın yaldızlarla bezeli
Venedik stili möbleler) iki bölüme ayrılmı
zarif, geni salonda yalnızca Augusta’yı
buldum, bir pencerenin yanında kitap
okuyordu. Bana elini verdi, adımı
biliyordu, babası ziyaretimi önceden
haber verdi inden, beni beklediklerini bile
söyledi. Sonra annesini ça ırmaya ko tu.
te adları aynı harfle ba layan
dört genç kızdan biri benim için ölüyordu.
Nasıl olmu da güzel demi lerdi buna? lk
dikkati çeken yanı a ı olu uydu, hem
öylesine a ıydı ki, kendisini bir süre
görmediniz mi, aklınızda kala kala bu
özelli i kalıyordu. Üstelik saçları da öyle
pek gür de ildi, sarı ındı ama, ı ıltısız,
bulanık bir sarıydı renkleri; bedenine
gelince, biçimsiz denemezdi ama, o ya
için biraz kaba sabaydı. Yalnız kaldı ım
birkaç dakikada u geçti aklımdan:
« n allah öteki üçü de buna
benzemiyorlardır!...».
Az sonra ni anlı adaylarının sayısı
ikiye indi. Bayan Malfenti yanında
kızlarından biri ile içeri girdi, ancak sekiz
ya ında bir çocuktu bu. I ıltılar saçan,
upuzun, lüle lüle saçları omuzlarına
salınmı güzel bir kız çocu u! Biraz toplu,
tatlı yüzü Raffaello Sanzio’nun
fırçasından çıkmı tasalı meleklere
benziyordu (çenesini açmadı ı sürece).
Kayınvalideme gelince... Bakın:
ondan ulu orta söz etmemi saygım
engelliyor. Uzun yıllar var ki, annem
sayılır diye seviyorum onu, ama bana
dostça davranmadı ı bir eski öyküyü
anlatmaktayım, onun hiç görmeyece i bu
defterde de kendisini saygıyla anmak
isterim. Zaten i e o kadar kısa bir süre
karı tı ki, unutabilirim bile: tam
zamanında hafif bir vuru , bana o i reti
dengemi kaybettirecek kadar. Belki o i e
karı masa da dengemi kaybedecektim
zaten; hem sonra kimbilir o da i lerin
tam öyle mi gitmesini istemi ti? O kadar
iyi e itim görmü tür ki, kocası gibi içkiyi
fazla kaçırıp da ba ıma ördü ü çorabı
açık etmesi olanak dı ı. Asla böyle bir ey
olmadı, bu yüzden pek iyi bilmedi im bir
öyküyü anlatmaktayım; yani kızlarından
hangisini istemiyorsam sonunda gidip
onunla evlenmem onun kurnazlı ının mı,
yoksa benim salaklı ımın mı sonucu,
bilmiyorum.
Bu arada benim o ziyareti yaptı ım
sıralarda kayınvalidemin hâlâ güzel bir
kadın oldu unu söyleyebilirim.
Zarafetinin bir nedeni de göze batmayan
lüks giyimiydi. Her eyi ile yumu ak ve
uyumluydu.
Böylece kayınpederimle
kayınvalidemde dü ledi im çe itten bir
karı-koca bütünle mesi örne i ile
kar ıla ıyordum. Birlikte mutluluklarına
diyecek yoktu, adam hep bas bas
ba ırıyor, e i hem onaylayan, hem acıyan
bir gülümseme ile gülümsüyordu. ri
kıyım erke ini seviyordu besbelli, adam
da onu kârlı i ler çevire çevire ele
geçirmi ve elde tutmu olmalıydı. Kadını
ona ba layan ey çıkar de il, benim de
payla tı ım, bu yüzden anlamakta güçlük
çekmedi im bir hayranlıktı. Adamın o
daracık ortama —içinde bir mal ile iki
dü mandan (alıcı ve satıcı) ba ka ey
bulunmayan bir kafes— getirdi i onca
canlılık, hep yepyeni birle imlerin ve
ilkelerin do ması ve ke fedilmesi ya ama
soluk kesen bir co kunluk katıyordu.
Adam ona bütün i lerini anlatıyordu, o
ise hiçbir ö üt vermeyecek kadar iyi
e itim görmü tü, kocasını yanıltmaktan
korkuyordu. Giovanni o sessiz yardımın
gere ini duyuyor, hatta kimi zaman
e inden ö üt alaca ına inanarak ko up
evde kendi kendine konu uyordu.
Kayınpederimin onu aldattı ını,
onun da bunu bildi ini ve hınç
beslemedi ini ö rendi imde pek
a madım. Bir yıllık evliydim, bir gün
Giovanni allak bullak olmu , çok önemli
bir mektubu kaybetti ini söyleyerek bana
verdi i bir takım kâ ıtların arasında mı
diye bakmak istedi. Birkaç gün sonra ise,
ne e içinde mektubu cüzdanında
buldu unu anlattı. «Bir kadından mı
gelmi ti?» diye sordum, o da ba ı ile
onayladı talihi ile böbürlenmeye hazırdı.
Sonra bir gün ben kâ ıtlarımı kaybettim
diye suçlandı ımda kendimi savunmak
için karımla kayınvalideme «babam gibi
anslı de ilim ki kâ ıtlarım kendi ayakları
ile cüzdanıma geri dönsünler» dedim.
Kayınvalidem öylesine keyifle gülmeye
ba ladı ki o kâ ıdı yerine koyanın o
oldu undan ku kulandım. Karı-koca
ili kisinde bunun önemi olmadı ı açıktı.
Herkes elinden nasıl geliyorsa öyle
sevi ir, onların tuttukları yol da kanımca
en aptalcası de ildi.
Hanımefendi beni büyük bir
nezaketle kar ıladı. Küçük Anna’yı
yanında alıkoymak zorunda oldu undan
ötürü özür diledi: ba kasının yanına
bırakılamayaca ı bir zamanındaymı da.
Küçük kız beni ciddi gözlerle inceleyerek
bakıyordu. Augusta dönüp benim ile
bayan Malfenti’nin oturdu umuz divanın
kar ısındaki bir küçük sedire oturunca
ufaklık gidip ablasının kuca ına yattı,
oradan hiç arasız, o ufacık kafanın içinde
ne dü ünceler dola tı ını bilmedi im
sürece beni e lendiren bir dire kenlikle
gözledi.
Konu ma hemen pek e lendirici
oldu denemez. Hanımefendi, hemen
bütün iyi e itim görmü kimseler gibi, ilk
kar ıla mada oldukça sıkıcıydı. Beni o eve
tanıttı ı varsayılan arkada ım üstüne bir
yı ın soru soruyordu, bense onun küçük
adını bile anımsamıyordum.
Sonunda Ada ile Alberta içeriye
girdiler. Soluklandım: ikisi de güzeldiler, o
salona o âna dek eksik olan ı ıltıyı
getiriyorlardı. kisi de esmer, ince, uzun
boyluydular, ama birbirinden çok
ayrıydılar. Seçmem güç olmayacaktı.
Alberta o zamanlar on yedisini
geçmemi ti. Esmer olmasına kar ın, teni
annesininki gibi pembe beyaz,
dupduruydu, bu da çocuksu
görünümünü vurguluyordu. Ada ise, kar
beyazlı ı mavimsi gölgelerle büsbütün göz
alan yüzünde ciddi gözleri, lüle lüle, gür,
ama sert bir zarafetle taranmı saçları ile
tam bir kadın sayılırdı.
Sonraları bizi kasıp kavurmu bir
duygunun yumu acık köklerinin nelere
uzandı ını bulup çıkarmak güçtür, ne
var ki Ada’ya yıldırım a kı ile
vurulmadı ım kesin Ama o yıldırım
a kının yerine içimde derhal bir kanı
do du: beni o gereksindi im kutsal tek
e li evlilik yolundan ruhsal ve bedensel
sa lı a iletecek kadındı Ada. imdi yeni
ba tan oturup dü ündü ümde o yıldırım
çarpmasının eksik kalı ına, onun yerine o
kanının do masına a ıp kalıyorum. Biz
erkeklerin sevgilimizde hem tapınıp hem
küçümsedi imiz özellikleri e imizde
aramadı ımız bilinen eydir. Ada’nın tüm
zarafetini, tüm güzelli i hemen görmedim
de, onda bulundu unu varsaydı ım
ba ka niteliklere, ciddiyete, enerjiye, yani
biraz hafiflemi olarak babasında
sevdi im özelliklere hayran kaldım,
büyülendim desem yeri. Daha sonralar
da yanılmı oldu umu dü ünmedim;
inancım bugün bile de i memi oldu una,
Ada evlenmeden önce o nitelikleri
kendinde topladı ına göre, iyi bir gözlemci
sayılabilirim, ama hayli kör bir gözlemci.
lk kez Ada’yı süzerken bir tek ey
diliyordum: bu kıza doludizgin tutulmayı,
çünkü evlili in yolu buydu. Sa lık
uygulamalarımda her zaman gösterdi im
o enerji ile giri tim i e. Ne zaman
ba ardı ımı bilemeyece im: belki de daha
ilk ziyaretin kısa sayılacak süresi içinde.
Giovanni kızlarına benden bir hayli
söz etmi e benziyordu. Ö renimim
sırasında Hukuk fakültesinden Kimya
fakültesine geçti imi, sonra da —ne yazık
ki!— birincisine geri döndü ümü
biliyorlardı. Açıklamaya çalı tım;
ku kusuz, insan bir fakülteye kapandı
mı, bilinmesi gereken eylerin ço unu
ö renmekten vazgeçiyor demekti.
Diyordum ki:
— Ve e er bugün hayat olanca
ciddiyeti ile omuzlarıma çökmü
olmasaydı —bu ciddiyeti ancak kısa
süredir, evlenmeye karar verdi imden bu
yana duydu umu söylemedim— hâlâ bir
fakülteden ötekine dola ıyor olacaktım.
Sonra gülsünler diye, ne garip
dedim, bir fakülteden tam sınavları
verme sırası geldi inde ayrılıyordum.
— Bir rastlantı elbette, diyordum,
yalan söyledi i izlenimini uyandırmak
isteyen birinin gülümsemesi ile. Oysa
ö renimimi en de i ik mevsimlerde
de i tirdi im do ruydu.
Ada’nın gönlünü çelmeye böyle
çıktım, kendisini ciddiyetinden ötürü
seçti imi unutarak hep onu kendime ve
arkamdan güldürme çabalarını
sürdürdüm. Gerçi garip olmasına biraz
garibimdir ya, ona hepten dengesiz
gözüküyordum herhalde. Suçun tümü
benim de il, kendime e diye seçmemi
oldu um Augusta ile Alberta’nın beni
ba ka türlü de erlendirmi olmalarından
anla ılıyor bu. Ama tam o sıralarda güzel
gözlerini çevresinde gezdirerek yuvasının
kapılarını açaca ı erke i ara tıracak
kadar ciddi olan Ada kalkıp da kendisini
güldüren birini istese de sevemezdi.
Gülüyordu, uzun uzun, fazlasıyla
gülüyordu, bu gülü ü kendisini güldüreni
gülünç duruma dü ürüyordu. Tam bir
küçüklüktü bu, günün birinde zararlı
çıkacaktı ama, ilk zararlı çıkan ben
oldum bu arada. Zamanında çenemi
tutmayı bilseydim belki de i ler ba ka
türlü giderdi. Bu sırada ona konu ması,
bana içini açması için zaman bırakırdım,
kendimi savunabilirdim.
Dört kız ufacık sedire
oturmu lardı. Anna’nın Augusta’nın
kuca ında olmasına kar ın sıkı ık
duruyorlardı. Böyle topluca pek
güzeldiler. Dört ba ı mâmur bir hayranlık
ve a k yoluna girdi imi görüp içimden
sevinerek saptadım bunu. Gerçekten
güzeldiler! Augusta’nın soluk rengi,
ötekilerin saçlarının koyu kestane rengini
büsbütün vurguluyordu.
Ben Üniversiteden söz etmi tim,
lise ikide okuyan Alberta da okulunu
anlattı. Latincenin çok güç geldi inden
yalandı. Hiç a mam dedim, kadınlara
göre bir dil de ildi, o kadar ki daha eski
Romalılar zamanında bile kadınların
talyanca konu tuklarını dü ünüyordum.
Oysa benim için —pek güvenerek
söyledim bunu— Latince en sevdi im
ders olmu tu. Ne var ki az sonra bir
hafiflik ettim, bir Latince özdeyi
patlattım, Alberta da yaptı ım bir yanlı ı
düzeltmek zorunda kaldı. Tam anlamıyla
kazaya kurban gitmi tim! Ben pek önem
vermedim, hatta Alberta’yı Üniversitede
öyle bir on yarıyıl kadar okuduktan
sonra kendisinin de Latince özdeyi ler
söylemekten sakınması gerekti i
konusunda uyardım.
O yakınlarda babası ile birlikte
birkaç ay ngiltere’de kalmı olan Ada o
ülkede birçok genç kızın Latince bildi ini
anlattı. Sonra yine o ciddi, o müzikten
hiç nasibini alamamı , o incecik kızdan
beklenenden bir az daha alçak sesi ile
ngiltere’de kadınların bizdekinden çok
ama çok farklı olduklarını açıkladı. Hayır
i leri için, dinsel, hatta ekonomik
amaçlarla dernekler kuruyorlarmı .
Kızkarde leri Ada’yı konu turmaya
çalı ıyorlardı, o ça da bizim kentin
kızlarına harika gibi gelen o eyleri
yeniden duymak istiyorlardı. Ada da
gönüllerini kırmadı, kürsüye çıkıp yüzleri
kızarmadan, yüzlerce ki iye söylev veren,
sözleri kesildi inde, sözleri
yalanlandı ında hiç a ırıp bocalamayan
bütün o ba kan, gazeteci, sekreter ve
politikacı kadınları anlattı. Yalın
deyi lerle, renklendirmeden, dinleyeni
a ırtmaya ya da güldürmeye
çabalamadan konu uyordu.
A zımı açar açmaz olayları ya da
insanları çarpıtan, yoksa kendimi bo a
konu uyormu gibi duyan ben onun yalın
konu masını sevmi tim. Söylevci de ildim
ama, lâf ebeli i illetim vardı. Benim için
sözlerin ba lı ba larına bir olay olması
gerekirdi, ba ka hiçbir olayın tutsa ı
olamazdı.
3
Gelgelelim ben hain Albione’ye
kar ı özel bir kin beslemekteydim ve
Ada’yı kırmaktan korkmadan açı a
vurdum bunu, zaten o da ngiltere’yi
sevdi ini ya da nefret etti ini
söylememi ti. Ben orada birkaç ay
geçirmi tim, ama babamın i
arkada larından aldı ım tanıtma
mektuplarını yolculuk sırasında
kaybetti imden, bir tane olsun
kalburüstü ngiliz tanıyamamı tım. Bu
yüzden Londra’da yalnızca Fransız ve
talyan ailelerin yanına girip çıkmı tım,
sonunda o kentteki tüm ipe sapa gelir
ki ilerin kıtadan gelmi oldukları kanısına
varmı tım. ngilizce bilgim hayli kıttı. Yine
de dostlarımın yardımı ile adalıların
ya amı üstüne biraz bilgi edinmi , en çok
da ngiliz olmayan herkese antipati
beslediklerini ö renmi tim.
Kızlara böyle dü man içinde kalmı
olmanın verdi i tatsız duyguyu anlattım.
Ama ba ıma sevimsiz bir olay gelmeseydi
yine de babamla Olivi’nin ille de ngiliz
ticaretini ö reneyim diye ba ıma açtıkları
altı aylık staj süresine katlanabilir (bu
arada ngiliz ticareti ile de hiç
tanı mamı tım, çünkü anlatıldı ına göre
gizli yerlerde yapılırmı ), ngiltere’de ayak
sürüyebilirdim. Bir sözlük aramak için
bir kitapçıya gitmi tim. Dükkânda,
tezgâhın üzerinde koskocaman, ahane
bir Ankara kedisi yan gelmi yatıyordu, o
ipek gibi tüyleri ile gel beni ok a der
gibiydi. yi ya! öyle tatlı tatlı bir
ok adı ımı bilirim, o hain kalkıp da
ellerimi bir güzel tırmalamaz mı! O andan
sonra ngiltere’ye dayanamaz oldum,
hemen ertesi gün solu u Paris’te aldım.
Augusta, Alberta, hatta bayan
Malfenti içtenlikle güldüler. Ada
a ırmı tı, yanlı anladı ını sanıyordu.
Yoksa canımı yakan, beni yaralayan
kitapçının kendisi miymi ? Öykümü
ba tan anlatmak zorunda kaldım, sıkıcı
oldu, çünkü yinelemeler pek ba arılı
olmaz.
Bilge kılıklı Alberta yardımıma
ko ayım dedi:
— Eski insanlar da kararlarını
verirken hayvanlara ba vururlarmı .
Yardımı kabul etmedim. ngiliz
kedisi kâhin rolünde de ildi, düpedüz
kaderin eliydi!
Ada, gözleri falta ı gibi açılmı ,
daha fazla açıklayayım istedi:
— Yani sizin gözünüzde kedi tüm
ngiltere halkını mı temsil ediyordu?
Amma da talihsizmi im! O serüven
gerçek olmasına gerçekti ama, bana
sanki belli bir amaçla uydurulmu çasına
e itici ve ilginç gelmi ti. Ne demek
istedi imi anlamak için, onca insanı
tanıyıp sevdi im talya’da o kedinin
yaptı ı eyin böyle önem almayaca ını
anımsamak yetmez miydi? Gelgelelim ben
öyle demedim, öyle dedim:
— Hiç ku kum yok, bir talyan
kedisi böyle bir ey yapamazdı.
Ada güldü, uzun uzadıya güldü.
Ba arım bana çok büyükmü gibi
göründü ünden, ba ka açıklamalarda
bulunarak hem kendimi, hem serüvenimi
küçülttüm:
— Aslında kitapçı da kedinin
davranı ına a ırmı tı, ba ka herkese
kar ı yumu akba lıymı hayvan. Bu
serüven benim ba ıma geldi, sırf ben
oldu umdan ya da kimbilir, belki de
talyan oldu umdan. It was really
4
disgusting , kaçıp gitmek zorunda
kaldım.
Bu noktada öyle bir ey oldu ki
aslında beni uyarması ve kurtarması
gerekirdi. O ana de in kımıldamadan
beni gözlemi olan küçük Anna avaz avaz
ba ırarak Ada’nın duygularını açı a
vurdu:
— Deli bu, zırdeli, de il mi, ha?
Bayan Malfenti onu tehdit etti:
— Susar mısın sen? Büyüklerin
konu malarına karı maya utanmıyor
musun?
Tehdit daha beter etti. Anna
ba ırdı:
— Bal gibi deli i te! Kedilerle
konu uyormu ! Hemen bir ip bulsak da
ba lasak!
Augusta öfkesinden kıpkırmızı
kesilmi ti, kalktı, çocu u azarlayarak aldı
götürdü, benden de özür diledi. Ama o
küçük engerek yılanı kapıdan hâlâ
gözlerimin içine bakıyordu, suratını
ek itip bir daha ba ırdı:
— Seni ba lasınlar da gör!
Öylesine akla gelmedik bir
saldırıya u ramı tım ki kendimi
savunmanın hemen yolunu bulamadım.
Ama Ada’nın, kendi duygularının o
biçimde dile getirilmi olmasından
üzüldü ünü farkederek hemen
ferahladı ımı duydum. Ufaklı ın yaptı ı
terbiyesizlik bizi birbirimize
yakla tırıyordu.
çtenlikle gülerek evde ruh
sa lı ımı her yanından inceleyen, pullu-
damgalı bir belgem oldu unu anlattım.
htiyar babama oynadı ım oyunu böylece
ö renmi oldular. O belgeyi Annacı a
sunmayı da önerdim.
Kalkıp gidecek oldu umda
bırakmadılar, bu ikinci kedinin
tırmıklarını unutturmak istiyorlardı. Beni
alıkoyup bir fincan çay ikram ettiler.
Ada’nın ho una gitmek istiyorsam,
oldu umdan farklı olmam gerekti i belli
belirsiz içime do du, bu kesin; beni
istedi i havaya girmemin kolay olaca ını
dü ündüm. Babamın ölümünden söz
ettik yine, üzerimde a ırlı ını hâlâ
duydu um büyük acıyı açı a vurursam o
ciddi Ada buna katılırmı gibi geldi.
Gelgelelim ona benzeyeyim derken
do allı ımı yitirdim ve —hemen anla ıldı ı
gibi— ondan uzakla mı oldum. Dedim ki,
böylesi bir kaybın acısı öyle a ır oluyordu
ki, e er çocuklarım olsa, daha sonra ben
öldü ümde o kadar acı çekmesinler diye
beni pek sevmemeleri için elimden geleni
yapardım. Peki elimden ne gelir diye
sordular, ben biraz bocaladım. Çocuklara
kötü davranmak, dövmek falan mı
gerekirmi yani? Alberta gülerek dedi ki:
— En sa lam çare çocukları
öldürmek.
Ada’nın beni kırmak istemedi ini
görüyordum. Bu yüzden duraksıyordu;
ama tüm çabaları duraksamanın ötesine
iletemiyordu kendisini. Sonra dedi ki,
çocuklarının ya amını böyle düzenlemeyi
dü ünmem iyili imdenmi elbette,
gelgelelim ölüme hazırlanarak ya amak
da kendisine do ru bir ey gibi
gelmiyormu . Ben ayak diredim, ölüm
ya ama asıl düzenini veren eydir, dedim.
Ben hep ölümü dü ünürdüm, bu yüzden
de bir tek eyden ötürü acı çekerdim:
ölece imi bilmekten ötürü. Ba ka her ey
önemini öylesine yitirirdi ki gözümde, olsa
olsa ne eli bir gülümseme ya da bir
kahkaha ile kar ılardım. Pek de do ru
sayılmayacak eyler söylemeye
sürüklenmi tim, üstelik onun yanında,
ömrümün hayli önemli anlarını
ya ıyorken. Gerçekte onunla böyle
konu mam sanırım pek ne eli bir adam
oldu umu kanıtlamak dile indendi.
Kadınların yanındayken ne em ço u kez
bana yardımcı olmu tu.
O ise duraksayarak, dü ünceli bir
havayla böylesi bir ruh halinden pek
ho lanmadı ını açıkladı. Ya amın de erini
azaltmakla onu Tabiat Ananın
istedi inden de fazla i retile tirirmi iz.
Aslında bana kendisine göre biri
olmadı ımı söylemekteydi, ama onu
duraksatmayı, dü üncelere salmayı
ba armı tım, bu da bana hatırı sayılır bir
ba arıymı gibi geldi,
Alberta ya amı yorumlayı ı
benimkine benzeyen bir eski filozofu andı,
Augusta da gülmek çok iyi eydir dedi.
Babasının da kahkahaları hiç eksik
olmazmı .
— Kârlı i ler çevirmekten ho lanır
da ondan, dedi bayan Malfenti gülerek.
O unutulmayacak ziyareti kestim
sonunda.
Bu dünyada diledi iniz gibi bir
evlilik yapmaktan güç ey yoktur. te
benim ba ıma gelenler: hâlbuki evlenme
dile im ni anlı seçmemden çok önde
gelmi ti. Neden bir kızı seçmeden önce,
gidip çok, ama birçok kız görmedim
sanki? Ama, hayır! Sanki çok fazla kadın
görmü de usanmı gibiydim, kendimi
yormak istemedim. Kızı seçtikten sonra
da onu bir az daha iyi inceleyebilir, hiç
de ilse mutlu sona varan a k
romanlarında oldu u gibi beni yan yolda
kar ılamaya gelmeye razı mı diye
bakabilirdim. Oysa kalktım, o ciddi sesli,
saçları biraz isyankâr, ama sertçe
taranmı kızı seçtim ve o denli a ırba lı
oldu una göre, benim gibi zeki, çirkin
sayılmayacak, zengin bir iyi aile
çocu una hayır demez diye dü ündüm.
Daha kar ılıklı iki çift lâf eder etmez bir
çatlak ses çıktı ını duymadım de il, ama
çatlak sesler uyuma giden yolun
ba langıcıdır. Hatta öyle bile dü ünmü
oldu umu itiraf etmeliyim:
«O nasılsa öyle kalmalı, çünkü
oldu u gibi sevdim onu, e er o isterse
ben de i irim». Bütünüyle hayli
alçakgönüllü sayılırdım, çünkü ku kusuz,
ba kalarını yeni ba tan e itmektense
kendi kendisini de i tirmek daha
kolaydır.
Çok geçmeden Malfenti ailesi
ya antımın merkezi oldu. Her ak am
Giovanni ile birlikte oluyordum, beni
evine tanıttıktan sonra daha da candan
ve sıcak davranır olmu tu. Bu sıcaklıktan
yararlandım, evlerinden çıkmaz oldum.
Hanımları ilkin haftada bir ziyaret
etmeye ba ladım, sonra haftada bir kaç
kez gittim, derken her gün ö leden sonra
gidip birkaç saatimi yanlarında geçirmeye
ba ladım. O eve yerle mek için özür
bulmak güç de ildi, bana fırsat
yaratıldı ını söylersem de yanılmı olmam
sanıyorum. Birkaç kez kemanımı
yanımda götürdüm, o evde piyano bilen
tek ki i Augusta idi, birlikte biraz bir
eyler çalıyorduk. Ada’nın çalgı
çalmaması kötüydü, benim o denli kötü
bir kemancı olmam da kötüydü,
Augusta’nın büyük bir müzisyen olmayı ı
büsbütün kötüydü. Her sonatın birkaç
bölümünü çok güç diye çıkarmam
gerekiyordu, uzun zamandır kemana el
sürmedim diye yalan yanlı bir özür
buldum. Piyanist, amatör kemancı
kar ısında her zaman üstün kalır,
Augusta’nın tekni i de fena de ildi, ama
ondan daha beter çalan ben hiç memnun
olmuyordum. «E er onun gibi çalmasını
bilseydim, ondan daha ne kadar iyi
çalardım» diye dü ünüyordum. Ben
Augusta’yı yargılarken ötekiler de beni
yargılıyorlardı, sonradan ö renecektim ki,
yargıları hiç de iç açıcı de ildi. Augusta
daha sonra sonatlarımızı yinelemekten
sevinecekti, ama ben baktım ki Ada
sıkılıyor, birkaç kez kemanı evde
unutmu gibi yaptım. Augusta da bir
daha sözünü etmedi.
Ne yazık ki o evdeki saatlerimi Ada
ile ba ba a geçirmiyordum. Ama çok
geçmeden o bütün gün yanımdan
ayrılmaz oldu: kendime seçti im kadındı,
bu yüzden benim sayılırdı, ya amın ödülü
gözüme büsbütün güzel görünsün diye
tüm dü lerimle süsledim onu. Süsledim,
gereksindi im, bende bulunmayan bütün
nitelikleri ekledim ona, yalnız e im de il,
ikinci annem olacaktı, beni sava ımlar,
zaferlerle dolu eksiksiz, erkekçe bir
ya antıya iletecekti.
Dü lerimde onu fizik bakımdan da
güzelle tirdim, ba kalarına teslim
etmeden önce. Gerçekte ya amım
boyunca nice kadının pe inden
ko mu umdur, içlerinden birço u da
kendilerine yeti meme fırsat vermi lerdir.
Dü lerimde tümüne ula tım. Çizgilerini
de i tirerek güzelle tirmiyorum elbette
onları, ama çok ince ruhlu bir ressam
arkada ım gibi yapıyorum, güzel
kadınların resmini yaptı ında aklını var
gücüyle bir ba ka güzel eye de verir:
örne in incecik porselenlere. Tehlikeli bir
dü tür bu, insanın hayalinde ya attı ı
kadınlara bamba ka bir güç katabilir,
onları yeniden gerçek ı ıkta
gördü ümüzde, üzerlerine yansıttı ımız
meyvaların, çiçeklerin, porselenlerin izini
ta ırlar.
Ada’ya nasıl kur yaptı ımı
anlatmak güç geliyor. Ya amımın uzun
bir dönemi boyunca o aptalca öyküyü
unutmaya çabaladım, «O kadar ahmaklık
etmi olamam ben!» diye ba ırtan, kar ı
koyduran bir utanç salmı tır içime o
serüven. O kadar ahmaklı ı eden ben
de ildim de kimdi öyleyse? Ama yadsımak
insanın yüre ini biraz olsun ferahlatır,
ben de o yüzden ayak diredim. öyle bir
on yıl önce, yirmisindeyken öyle
davranmı olsam neyse ne! Ama yalnızca
evlenmeye karar verdim diye onca
ahmaklıkla cezalandırılmı olmak bana
haksızlık gibi görünüyor. Her zaman
yüzsüzlü e varan bir rahatlıkla
sürdürdü üm her tür serüvenden geçmi
olan ben, i te mahcup bir çocukca ıza
dönmü tüm, sevgilisi belki farkına bile
varmazken elini tutmaya çalı an, sonra
kendi bedeninin böylesi bir onura eri mi
olan yerine tapınan bir çocuk. Ya amımın
bu en temiz serüvenini, imdi
ihtiyarlamı ken bile en i renciymi gibi
anımsıyorum. Yerinin, zamanının
dı ındaydı o i , sanki on ya ında bir çocuk
sütninesinin gö süne asılmı gibi. Mide
bulandırıcı bir eydi!
Sonra açık seçik konu up da kıza
«Ver kararını» demeyi bir türlü
beceremeyi imi nasıl açıklamalı? stiyor
musun beni istemiyor musun? Ben o eve
dü lerimden çıkıp gidiyordum, birinci
kata ileten merdivenleri sayıyor, tek
çıkarsa beni seviyor demek diyordum,
kırküç basamak oldu undan da hep tek
çıkıyordu. Bu güvenle ona kadar varıyor,
sonunda bamba ka bir eyden söz
ediyordum. Ada henüz beni nasıl
küçümsedi ini anlatmaya fırsat
bulamamı tı, ben de susuyordum!
Ada’nın yerinde olsam ben o otuz
ya ındaki toy delikanlının kıçına bir
tekme indirerek kar ılardım!
unu söylemem gerekir ki, bir
bakıma ben sevgilisi ko up boynuna
atılmasını bekleyerek susan yirmilik â ı a
da tam benziyor de ildim. Hiç öyle bir ey
bekledi im yoktu. Ben konu acaktım
konu masına ya, daha sonra. E er
kolları sıvamıyorduysam, kendime
güvenemedi imdendi. Ben daha soylu,
daha güçlü, tanrısal sevgilime daha lâyık
olayım diye bekliyordum. Bugünden
yarına olabilirdi bu. Neden,
beklemeyecektim?
Bu tür bir fiyaskonun yolunu
tuttu umu zamanında farketmemi
oldu umdan da utanıyorum. Dünyanın
en basit kızlarından biri ile kar ı
kar ıyaydım, ama dü leye dü leye cilveli
bir yosma gibi görmeye ba lamı tım onu.
Beni hiç umursamadı ını kanıtlamayı
ba ardı ında ona öylesine bir hınç
duymakta haksızdım. Ama ben gerçekle
dü leri öylesine arapsaçına çevirmi tim
ki, onun beni bir kez bile öpmedi ine
inanamıyordum bir türlü.
Kadınları yanlı anlamak tam bir
erkeklik eksikli i belirtisidir. Eskiden bu
tür yanılgılara hiç dü memi tim,
ili kilerimi daha ba langıçtan gözümde
çarpıtmak için Ada konusunda kendimi
aldatmı oldu uma inanmam gerekiyor.
Ona elde etmek de il, evlenmek amacı ile
yakla mı tım, bu da alı ılmamı bir a k
yoludur, gepgeni , rahat mı rahat bir
yoldur ama, hedefin tam ortasına de il
de yanıba ına iletir insanı. Böyle eri ilen
a k ba ta gelen özelli inden yoksundur:
di inin iradesini kırmaktan. Böylece
erkek kendi rolüne büyük bir tembellik
içinde hazırlanabilir, hatta bu tembellik
tüm duyularına, görme ve i itme
duyularına bile yayılabilir. Ben her
Allahın günü kızların üçüne de çiçekler
ta ıdım, üçüne de garip arma anlarımı
verdim, en önemlisi, a ılacak bir
hafiflikle, her Allahın günü tuttum onlara
ya am öykümü anlattım.
Ya anan gün daha büyük bir
önem aldı ında herkesin geçmi ini daha
büyük bir co kuyla andı ı olur. Hatta,
derler ki, insan ölürken, son humması
içinde tüm ya antısı gözlerinin önünden
geçermi yeniden. imdi geçmi im beni
son ayrılı ın iddeti ile pençesine alıyordu,
çünkü ondan çok uzaklara gidiyormu um
duygusu içindeydim. Ve bu geçmi üç
kızın kar ısında dilimden dü müyordu,
Augusta ile Alberta’nın büyük bir dikkatle
dinleyi lerinden cesaret alıyordum, belki
de Ada’nın pek emin olmadı ım
dalgınlı ını örtmek içindi bu. Yufka
yürekli Augusta kolay duygulanıyordu,
Alberta da benim ö rencilik zamanımın
ta kınlıklarını, gelecekte kendisi de bu
tür serüvenler ya ama iste i ile yanakları
kızararak dinliyordu.
Nice sonra Augusta’dan ö rendim
ki, üç kızın hiçbirisi öykülerimin gerçek
oldu una inanmamı tı. Augusta’ya bu
yüzden daha de erli bile gözükmü lermi ,
çünkü benim uydurmam olduklarına
göre, bana yazgımın zorla
çektirdiklerinden daha benimmi ler gibi
gelmi mi . Alberta ise inanmadı ı
bölümleri yine de be enmi mi , çünkü
içinde çok iyi dü ünceler bulmu mu .
Yalanlarımdan tiksinen yalnız o a ırba lı
Ada olmu mu . Onca çaba sonunda
hedefi tam ortasından vuran, kendi
seçti i hedefi de il, onun yanına
yerle tirilmi bir ba ka hedefi tutturan bir
ni ancının durumuna dü mü tüm.
Gelgelelim öykülerin ço u
do ruydu. Ne kadarı, tam olarak
söyleyemeyece im, çünkü Malfenti’nin
kızlarından önce ba ka birçok kadınlara
anlattı ımdan, ben istemeden birazcık
çarpılıp daha anlamlı olmu lardı. u
bakımdan do ruydular ki, ben onları
ba ka biçimde anlatamazdım. Bugün
artık do ruluklarını kanıtlamak
umurumda de il.
Onları benim uydurdu uma
inanan Augusta’yı dü kırıklı ına
u ratmak istemem. Ada’ya gelince,
sanırım artık dü üncesini de i tirmi tir,
do ruluklarına inanıyordun
Ada ile tam bir fiyaskoya u ramı
oldu um, sonunda açık konu ma
zamanının geldi ine inandı ım an ortaya
çıktı. Bu, gün gibi aydınlık sonucu
a kınlıkla kar ıladım, ilkin inanmadım.
Benden ho lanmadı ını belirten tek söz
etmi de ildi, ben de pek sempatisi
oldu u anlamını ta ımayan bazı ufak
tefek davranı larını görmeyeyim diye
gözlerimi yummu tum. Hem sonra, ben
de gereken sözü söylemi de ildim, o
kadar ki Ada’nın kendisi ile evlenmeye
hazır oldu umu bilmedi ini ve —garip
davranı lı, pek de parlak sayılmayacak
bir ö renci olan beni— bamba ka bir
eyin pe inde bile sanabilece ini
dü ünebilirdim.
Anla mazlık hep benim o fazla
kesinkes evlili e yönelik niyetlerimin
yüzünden sürüp gidiyordu. Artık Ada’yı
tepeden tırna a istedi im gerçekti,
yanaklarını durmadan perdahlıyor,
ellerini ayaklarını ufaltıyor, bedenini
çevikle tirip inceltiyordum. Hem e , hem
sevgili olarak istiyordum onu. Ama bir
kadına ilk kez nasıl yakla mı sanız öyle
kalır.
O evde tam üç kez ardı ardına
beni öteki iki kız kar ıladılar. Ada’nın
yoklu una özür olarak ilkin zorunlu bir
ziyarete gitti im, ikinci kez
rahatsızlandı ını söylediler, üçüncü kez
hiç bir özür göstermediler, sonunda ben
telâ lanıp sordum. O zaman rastlantı
sonucu yöneldi im Augusta yanıt
vermedi, yardım ister gibi Alberta’ya
baktı, o yanıtladı: Ada teyzelerinden
birine gitmi mi .
Solu um kesildi. Ada’nın benimle
kar ıla maktan kaçındı ı kesindi. Bir gün
önce yoklu una dayanmı , hatta nasıl
olsa ortaya çıkar diye ziyaretimi
uzatmı tım. O gün ise birkaç saniye
a zımı açamadan kalakaldım, sonra
birdenbire ba ıma a rı girdi ini söyleyip
gitmek üzere kalktım. Garip, Ada’nın
direni i ile kar ıla tı ım o ilk gün en güçlü
duygum öfke ve küçümseme oldu! Kızı
hizaya getirmek için Giovanni’ye
ba vurmayı da dü ündüm. Evlenmeye
kalkı an erkek bu tür davranı larda
bulunabilir, atalarının yaptıklarının
yinelenmesidir bu.
Ada’nın o üçüncü yoklu u daha da
anlam kazanacaktı. Kaderde onun evde
oldu unu, ama odasına kapanmı
bulundu unu anlamak da varmı .
Her eyden önce unu
söylemeliyim, o evde gönlünü
kazanamadı ım biri daha vardı: küçük
Anna. Pek sertçe azarladıklarından artık
ba kalarının yanında bana
saldıramıyordu. Hatta birkaç kez o da
ablalarının yanında öykülerimi dinlemi ti.
Ama tam çıkıp gitti imde e ikte bana
yeti iyor, nezaketle, e ilmemi rica ediyor,
ayacıklarının burnunda yükseliyor,
minicik a zını kula ıma yapı tırıp, sesini
yalnız benim duyabilece im kadar
alçaltarak:
— Bak, delisin sen, zırdeli! diye
fısıldıyordu.
in güzeli o yere bakan-yürek
yakan, ba kalarının yanında bana siz
derdi. Bayan Malfenti oldu u zamanlar
hemen ko up annesinin kollarına
sı ınıyor, annesi de onu ok uyordu;
— Benim küçücük Anna’m, nasıl
da nazik bir kız oldu, de il mi?
Nazik Anna hiç itiraz etmiyor, sık
sık aynı yöntemle bana deli demenin
yolunu buluyordu. Ben onun bu
bildirisini belki de te ekkür sanılabilecek
alçakça bir gülümseme ile kar ılıyordum.
Çocu un saldırılarını yeti kinlere
anlatacak cesareti olmadı ını
umuyordum ve kızkarde inin hakkımda
vardı ı yargı Ada’nın kula ına gider diye
üzülüyordum. O çocuk sonunda beni
gerçekten sıkıntıya soktu. Ba kaları ile
konu urken onunla gözgöze gelirsem
hemen bakı larımı ba ka yöne çevirmenin
yolunu bulmam gerekiyordu, bunu da
do allıkla yapmam güçtü. Kızardı ıma hiç
ku ku yok. O masum yaratık yargısı ile
bana zarar verebilirmi gibi geliyordu
bana. Arma anlar ta ıdım, ama onun
kalbini kazanamadım. Kendi gücünün ve
benim zayıflı ımın farkına varmı
olmalıydı, ba kalarının önünde ara tıran,
saygısız gözlerle bakıyordu bana. Sanırım
hepinizin bilincinde de, bedenlerimizde
oldu u gibi, dü ünmekten pek
ho lanmadı ımız nazik, örtülü yerler
vardır. Ne olduklarını bilmeyiz bile, ama
varolduklarını biliriz. Ben de o içimi
okumak isteyen çocuk bakı larından
gözlerimi kaçırıyordum.
Ama o evden, yalnız ve bozulmu
olarak çıktı ım o gün, e ilip de yine aynı
iltifatı dinleyeyim diye arkamdan
yeti ti inde, ona tam bir allak-bullak
olmu deli suratı ile e ildim, ellerimi
pençe gibi kasıp öyle bir tehditle
kendisine do ru uzattım ki a layarak,
çı lık çı lı a kaçtı gitti.
Böylece Ada’yı o gün de gördüm,
çünkü Anna’nın çı lıklarına ko an o oldu.
Küçük kız, hıçkıra hıçkıra bana deli dedi
diye kendisini korkuttu umu anlattı.
— Deli i te, ben de söylemek
istiyorum. Ne yaramazlık ettim ki?
Ada’nın evde oldu unu görünce
durup çocu u dinlemedim. Demek
kızkarde leri yalan söylemi lerdi, daha
do rusu yalnız Alberta yalan söylemi ti,
çünkü Augusta yalan söylememek için
görevi ona aktarmı tı! Bir an için her eyi
anlayarak i in do rusunu kavradım.
Ada’ya öyle söyledim:
— Görü tü ümüze sevindim. Üç
gündür teyzenizdesiniz sanıyordum.
O bana yanıt vermedi, ilkin
a layan çocu a e ildi. Haketti imi
sandı ım açıklamaları vermekte bu
gecikmesi bütün kanımı tepeme sıçrattı.
Söyleyecek söz bulamıyordum. Çıkı
kapısına do ru bir adım daha attım ve
e er Ada konu masaydı çekip gidecek, bir
daha dönmeyecektim. O öfke ile artık
fazlasıyla uzamı olan bir dü ten
vazgeçmek pek kolay bir i mi gibi
geliyordu.
Ama bu arada Ada kıpkırmızı
kesilmi , bana döndü, teyzesini evde
bulamadı ından birkaç saniye önce
dönmü oldu unu söyledi.
Bu beni yatı tırmaya yetti. Hâlâ
ciyak ciyak ba ıran çocu a bir anne gibi
e ilmi , ne de sevimliydi! Bedeni öylesine
kıvraktı ki, küçü e daha iyi
yakla abilmek için küçülmü tü sanki.
Bir kez daha onu benim sayarak
durdum, hayranlıkla seyrettim.
Kendimi öylesine sakin
duyuyordum ki, az önce gösterdi im
alınganlı ı unutturmak istedim, Ada’ya,
hatta Anna’ya çok nazik davrandım.
çtenlikle güldüm:
— kide birde bana deli diyor, ben
de gerçek bir deli nasıl olur, bir kerecik
göstereyim dedim. Ba ı layın! Sen de
korkma, zavallı Anna’cı ım, iyi yürekli bir
deliyimdir ben.
Ada da çok, ama çok nazik
davrandı. Hâlâ hıçkıran ufaklı ı azarladı,
onun yerine benden özür diledi. E er
ansım yaver gidip de Anna o öfkeyle
ko up gitseydi, konu acaktım. Bazı
yabancı dil ö reten kitaplarda
rastlanılan, oturdu u ülkenin dilini
bilmeyen insanların ya amlarını
kolayla tırmak için yapılmı hazır
cümlelerden birini söyleyiverecektim: «Sizi
babanızdan isteyebilir miyim?». Evlenmek
istedi im bu ilk kezdi, bu yüzden hiç
tanımadı ım bir ülkede bulunuyordum. O
zamana de in ili ki kurdu um kadınlara
ba ka türlü davranmı tım. lk i ,
üstlerine ba larına el atardım.
Ama o kesin birkaç sözcü ü bile
yanyana getirip söyleyemedim. Ne de olsa
belli bir süre gerekirdi! Yüzüme yakaran
bir ifade vermem gerekirdi, bu da Anna
ile, hatta Ada ile çarpı mamın hemen
ardından uygulanması güç bir eydir,
çocu un çı lıklarına ko an bayan
Malfenti de koridorun dibinden bize
do ru ilerliyordu bile.
Ada’ya elimi uzattım, o da hemen
candan bir hava ile el verdi.
— Yarın görü ürüz, dedim.
Hanımefendiden benim için özür dileyin.
Ama güvenle benim elimin içinde
duran o eli bırakmakta duraksadım. O
anda çekip gitmekle, kızkarde inin
kabalıklarını onarmak için elinden gelen
her nezaketi gösteren o kızın yanında
elime geçen tek fırsattan vazgeçti imi
duyuyordum. Birden aklıma geleni
yaptım, eline e ildim, dudaklarımı
de dirdim. Sonra kapıyı açtım, o ana
kadar sol eliyle eteklerine sarılmı duran
Anna’yı tutarken sa elini elime bırakmı
olan Ada’nın minicik eline, acaba içinde
bir eyler mi yazılı diye a kınlıkla
baktı ını gördükten sonra çabucak
çıktım. Bayan Malfenti’nin o hareketimi
ayrımsadı ını sanmıyorum.
Bir an merdivenlerde durdum,
daha önceden hiç mi hiç dü ünmedi im o
hareketime kendim de a mı tım.
Arkamdan kapattı ım o kapıya geri
dönmek için hâlâ bir olanak var mıydı
acaba, zili çalıp, Ada’ya kendi elinde bo
yere ara tırdı ı o sözcükleri söylemek için
izin isteyebilir miydim? Olmaz gibi geldi!
Fazla sabırsızlık etmi , a ırba lı
davranmamı olurdum. Hem sonra
dönece imi söylemekle açıklamada
bulunaca ımı önceden bildirmi
oluyordum. imdi o açıklamaları almak
ona ba lıydı, vermem için bana bir fırsat
sa lamalıydı. te sonunda üç kıza öykü
anlatma faslını kapamı , içlerinden
birinin elini öpmü tüm.
Yine de günün kalan bölümü tatsız
geçti. Tedirgin, kaygılıydım. Kendi
kendime tedirginli imin yalnızca o
serüvenin aydınlı a kavu masına
sabırsızlandı ımdan ileri geldi ini söyleyip
duruyordum. E er Ada beni geri
çevirirse, hiç bozum olmadan ko up
ba ka kadınlar arayabilece imi
dü ünüyordum. Ona tüm ba lılı ım kendi
kendime özgürce verdi im bir karardan
kaynaklanıyordu, imdi bir ba ka kararla
onu silip geçersiz kılabilirdim! O zaman, o
anda dünyada benim için ba ka kadın
olmadı ını ve yalnızca Ada’yı istedi imi
anlamadım.
Bunu izleyen gece de çok uzun
oldu; gözümü kırpmadan desem yeri.
Babamın ölümünden sonra geceleri
dola ma alı kanlı ını bırakmı tım, imdi
tam evlenmeye karar vermi ken o
huyumu yeniden edinmek garip olurdu.
Bu yüzden erkenden yattım, uyku gelsin,
zaman çabucak geçsin diye diliyordum.
Gündüz, Ada’nın, üç kez ben
ordayken salonda bulunmayı ı
konusunda verdi i açıklamalara
körükörüne inanmı tım, bu güven
kendime e diye seçti im a ırba lı kadının
yalan nedir bilmedi ine olan kesin
kanımdan ileri geliyordu. Gelgelelim gece
olunca bu güven sarsıldı. Alberta —
Augusta konu mak istemedi inde— o
teyze ziyaretini özür diye gösterdi ini
kendisine acaba ben mi söyledim
ku kusu içindeydim. Ba ım alev alev
yanarken ona ne demi tim, tam olarak
anımsamıyordum, ama o özürden söz
etti imi kesinlikle anımsadı ımı
sanıyordum. Yazık! Ke ke yapmasaydım,
o zaman özür yerine belki de kendisi
de i ik bir gerekçe ileri sürerdi, ben de
yalanını yakalamı , onca istedi im
açıklamayı elde etmi olurdum.
Bu noktada artık Ada’nın benim
için ne denli önem kazanmı oldu unu
ayrımsayabilirdi, çünkü kendi kendimi
yatı tırabilmek için, e er o beni
istemezse, evlenmekten sonsuza dek
vazgeçerim diyordum. Yani onun
yadsıması benim ya antımı de i tirecekti.
Ve dü lerin birinden öbürüne atlıyor,
belki de o yadsımanın benim için bir ans
olaca ını dü ünerek rahatlıyordum.
nsan evlense de, bekâr da kalsa
sonunda pi man olacaktır, diyen o Yunan
bilgesini anımsıyordum. Kısacası, kendi
serüvenime gülme yetene ini henüz
yitirmemi tim; tek eksik olan uyuma
yetene imdi.
Uykuya daldı ımda afak
söküyordu. O kadar geç uyandım ki,
Malfenti’leri ziyaretime izin verilen saate
birkaç saat kalmı tı. Bu yüzden artık
dü gücümü i letmeye, bana Ada’nın
ruhunu aydınlatacak ba ka belirtiler
aramaya gerek kalmamı tı. Ama kafamızı
bizce çok önemli olan bir konuyu evirip
çevirmekten alıkoymak güçtür. nsan
bunu yapabilse daha talihli bir hayvan
olurdu. O gün üstüme ba ıma abartmalı
bir özenle hazırlanırken tek dü üncem
uydu: Ada’nın elini öptü üme iyi mi
etmi tim, yoksa dudaklarından da
öpmedi ime fena mı etmi tim?
Tam o sabah aklıma bir dü ünce
geldi ve sanırım benim o garip, yeni
yeti en delikanlılara yakı ır ruh halimin
izin verdi i o bir damlacık erkekçe
ataklı ımı da sildi süpürdü. Acılı bir,
ku kuydu bu: ya Ada benimle ana-
babasının zoruyla, sevmeden, hatta
benden nefret ederek evlenirse? Çünkü o
ailede herkes, yani Giovanni, bayan
Malfenti, Augusta ve Alberta ben;
seviyorlardı ku kusuz; yalnızca Ada’dan
ku kum olabilirdi. Ufukta, tam o halk
romanlarında sık rastlanan durum
beliriyordu: ailesinin zoruyla kötü bir
evlilik yapan genç kız. Ama ben buna
fırsat vermeyeçektim. te Ada ile, daha
do rusu yalnız Ada ile konu mamı
gerektiren bir neden daha. Hazırlamı
oldu um basmakalıp cümleyi yöneltmek
de yetmeyecekti. Gözlerinin içine bakarak
soracaktım ona: «Beni seviyor musun?».
Ve e er, evet diyecek olursa, onu
kollarımın arasına alıp içtenlikle
titredi ini duyacaktım.
Böylelikle kendimi her eye
hazırlamı ım gibi geldi. Oysa o sınavı
andıran duruma tam da kitabın
açıklamamı isteyecekleri sayfalarını bir
kez daha gözden geçirmeden gelmi
bulundu umu anladım.
Beni bayan Malfenti kar ıladı,
kocaman salonun bir kö esine oturttu ve
kızlardan haber sormamı bile
engelleyerek hemen canla ba la gevezelik
etmeye koyuldu. Bu yüzden hayli
dalgınla tım, tam sırası geldi inde
unutmayayım diye dersimi yineliyordum.
Birden sanki bir borazan çalmı gibi
hazırola geçtim. Hanım bir giri
yapıyordu. Bana kendisinin ve kocasının
dostlu u, küçük Anna da içinde olmak
üzere tüm ailenin sevgisi üstüne güvence
vermekteydi. Nice zamandır tanı ıyorduk.
Dört aydır her gün görü üyorduk.
— Be ! diye düzelttim ben,
geceleyin hesaplamı , ilk ziyaretimi
sonbaharda yapmı ken imdi ilkbaharın
ortasında oldu umuzu anımsamı tım.
Hanımefendi benim hesabımı
denetlemek ister gibi biraz dü ündükten
sonra:
— Evet: Be ! dedi. Bana öyle
geliyor ki siz artık Augusta için tehlikeli
olmaya ba ladınız.
— Augusta için mi? diye sordum.
Yanlı i ittim sanmı tım.
— Evet! diye onayladı hanımefendi.
Ona umut veriyorsunuz, onun için
tehlikeli sayılırsınız.
Durumu safça ortaya döktüm:
— Ama benim gözüm Augusta’yı
görmüyor bile. Hanım bir a kınlık (belki
de bana öyle geldi), üzüntülü bir a kınlık
belirtisinde bulundu.
Bir yanlı lık gibi gözüken, ama ne
denli önemli oldu unu hemen kavradı ım
eyi çabucak açıklayabilmek için var
gücümle kafa yoruyordum. Kafamda o
be ay içinde, her ziyarette Ada’yı
gözledi imi ayrımsıyordum. Augusta ile
birlikte çalgı çalmı tım, gerçekten de kimi
kez durup beni dinledi i için, onunla Ada
ile konu tu umdan çok konu mu tum,
ama yalnızca benim öykülerime kendi
onayım da katarak Adaya açıklasın diye.
Anneleriyle açıkça konu up Ada
hakkında besledi im emelleri açmalı
mıydım? Ama, az önce, Ada ile ba ba a
konu up yüre ini yoklamayı
kararla tırmı tım. Belki de bayan
Malfenti ile konu mu olsaydım i ler
ba ka bir yön alacaktı, yani Ada ile
evlenemeyince, Augusta ile de
evlenemeyecektim. Bayan Malfenti’yi
görmeden önce verdi im karara uyarak,
bana onun söyledi i a ırtıcı eyleri
duyunca sustum.
Var gücümle dü ünüyordum,
gelgelelim kafam biraz karı mı tı.
Anlamak istiyordum, tahmin etmek
istiyordum, hem de çarçabuk. nsan
gözlerini falta ı gibi açtı mı e yaları iyi
seçemez. Beni evlerinden kovmaları
olana ı aklımdan gelip geçti. Bunu asla
yapmazlar diye dü ündüm. Suçsuzdum
ben, korumak istedikleri Augusta’ya kur
yapmı de ildim ki. Ama belki de Ada’yı
korumak için Augusta hakkında bazı
niyetlerim oldu unu ileri sürüyorlardı.
Peki artık hiç de bebek sayılmayacak
ya ta olan Ada’yı neden böylesine
korusunlardı? Ben onu dü lerimin
dı ında saçından yakalamamı oldu uma
emindim. Aslında tek yapabildi im
dudaklarımı eline öyle bir de dirmek
olmu tu. O eve girmemi yasaklamalarını
istemiyordum, çünkü oradan ayrılmadan
önce Ada ile konu mak istiyordum. Bu
yüzden titrek bir sesle sordum:
— Hanımefendi, hiç kimsenin
canını sıkmamak için ne yapmam
gerekiyorsa siz söyleyin.
Duraksadı. Ba ıra ça ıra dü ünen
Giovanni ile i yapmayı ye lerdim. Sonra
kararlı olarak, ama sesinin tonundan
açık seçik anla ılan bir nezaket çabası
içinde öyle yanıtladı:
— Bir süre bize o kadar sık
gelmemelisiniz; yani her gün de il de,
hafta iki-üç kez gelin.
E er kabaca gidip bir daha
dönmememi söylemi olsaydı, ben
ku kusuz o evdeki varlı ıma hiç de ilse
bir-iki gün daha katlansınlar diye
yalvarırdım, yalnızca Ada ile olan
ili kilerimi açı a çıkarabileyim diye. Oysa
korktu um kadar sert olmayan bu sözler
bana gücendi imi belirtme fırsatını verdi:
— Aman efendim, dilerseniz bu eve
bir daha hiç ayak atmayayım!
Umdu um tepkiyi gördüm. Hanım,
kar ı koydu, yeniden, hepsinin bana ne
kadar çok de er verdiklerini söyledi,
kendisine gücenmeyeyim diye ricalar etti.
Ben de geni yürekti davrandım, istedi i
her eyi vâdettim, yani evlerine öyle bir
dört-be gün gelmeyece imi, ondan sonra
haftada iki-üç kez düzenli olarak
u rayaca ımı, en önemlisi, kendisine
gücenmedi imi söyledim.
Bu sözleri verdikten sonra bunları
yerine getirece imi de belirtmek istedim
ve gitmeye niyetlenerek kalktım. Hanım
gülerek itiraz etti:
— Benim için hiç mi hiç tehlikeli
olmadı ınıza göre kalabilirsiniz.
Ben, bir anda anımsadı ım bir i im
yüzünden gitmek zorunda oldu umu
söyleyerek izin istiyordum, aslında
ba ıma gelen ola an dı ı serüveni enine
boyuna dü ünmek için yalnız kalmakta
sabırsızlanıyordum, ama hanım ille de
kalayım, kendisine gücenmedi imi
kanıtlayayım diye neredeyse yalvardı. Bu
yüzden kaldım, hiç canım istemedi i
halde hanımın birtakım kadın modaları,
tiyatro, ilkbaharın pek kurak ba ladı ı
konularında sonu gelmez bo
gevezeliklerini dinlemek i kencesine
katlandım.
Çok geçmeden, kaldı ıma sevindim
de, çünkü biraz daha aydınlanmam
gerekti im farkettim. Artık sözlerini
i itmez oldu um hanımın lâfını kabaca
kestim, öyle sordum:
— Peki ailede herkes beni bu
evden uzak durmaya ça ırdı ınızı
ö renecek mi?
Yaptı ımız anla mayı bir an
unutmu göründü, sonra itiraz etti:
— Evden uzak durmak mı? Canım
yalnızca birkaç günlü üne. Ben kimseye
bir ey söylemeyece im, siz de
konu tuklarımızı kendinize saklamak
nezaketini gösterirseniz müte ekkir
olurum.
Bunu da vâdettim, hatta e er
neden eskisi kadar sık gelmedi im
sorulacak olursa çe itli özürler bulurum
diye de vâdettim. O an için hanımın
söylediklerine inandım ve Ada’nın benim
böyle birden ortadan yokolmamdan
a ırabilece ini, üzülebilece ini
dü ündüm. Pek zevkli geldi!
Biraz daha kaldım, hep öyle bir
esin gelir de bir ey söylerim diye
bekliyordum, hanım da tutmu yiyecek
fiyatlarının son zamanlarda
ba edilmeyecek kadar artmı oldu unu
anlatıyordu.
Esin yerine gele gele Rosina hala
geldi, Giovanni’nin ablasıydı ama, aklı
onun yarısı kadar bile yoktu. Ama ahlâk
yapısının bazı özellikleri ile kimin karde i
oldu unu hemen açı a vuruyordu. Her
eyden önce, kendi hakları ve
ba kalarının görevleri konusunda —kendi
dedi ini ettirebilmek için hiç bir silâhı
bulunmadı ından hayli gülünç kaçan—
bir bilinci, sonra da bir çabucak sesini
yükseltme alı kanlı ı vardı. Erkek
karde inin evinde o denli hak sahibi
oldu una inanmı tı ki —sonradan
ö rendi ime göre— uzun zaman bayan
Malfenti’yi evde yeri olmayan bir yabancı
saymı tı. Evlenmemi ti, tek hizmetçisi ile
birlikte ya ıyor, ondan da hep en büyük
dü manıymı gibi söz ediyordu.
Öldü ünde, karımdan, son demlerine
kadar ba ından ayrılmayan hizmetçi çıkıp
gidinceye de in eve gözkulak olmasını
istedi. Giovanni’nin evinde, herkes
saldırganlı ından yılarak ona di ini
sıkıyordu.
Yine de çekip gitmedim. Rosina
teyzenin en sevdi i ye eni Ada idi.
Dostlu unu kazanmak isteyerek,
söyleyecek ho bir söz aradım. Son
gördü ümde (yani göz ucuyla
gördü ümde, çünkü yüzüne bakma
gere ini duymamı tım), o dı arı çıkar
çıkmaz ye enlerinin renginin solgun
oldu unu söylediklerini anımsadım.
Hatta içlerinden biri öyle demi ti:
— Yine hizmetçiye öfkelenip kanını
bozmu tur! Aradı ımı bulmu tum. htiyar
hanımefendinin buru uk yüzüne
sevecenlikle bakarak dedim ki:
— Sizi hayli iyile mi görüyorum
efendim.
Hay o lâfı etmez olsaydım.
Hayretler içinde yüzüme bakıp itiraz etti:
— Ben her zaman neysem oyum.
Ne zamandan beri iyile mi im yani?
Kendisini son kez ne zaman
görmü tüm, bilmek istiyordu. Tarihi tam
olarak belle imde kalmamı tı, bütün bir
ö leden sonrayı birlikte, üç
küçükhanımla o salonda, ama o sıra
oldu umuz yanda de il, öte yanda
oturarak geçirdi imizi anımsatmak
zorunda kaldım. Ben öyle kendisi ile
ilgilenir görünmek istemi tim, ama onun
istedi i açıklamalarla i uzadıkça uzadı.
Sahtekârlı ım a ır gelmeye ba lamı tı,
tam bir i kence oluyordu bana.
Bayan Malfenti gülümseyerek söze
karı tı:
— Sakın Rosina hala i manlamı
demek istemi olmayasınız?
Hay aksi eytan! Erkek karde i gibi
çok iri kıyım olan, yine de zayıflama
sevdasında olan Rosina halayı bunun
için öfkelendirmi tim demek.
— i manlamı mı? Yok canım!
Ben yalnızca hanımefendinin rengi daha
iyi demek istemi tim.
Sevecenlik görüntüsünü
sürdürmeye çalı ıyordum, aslında
a zımdan bir saygısızlık çıkmasın diye
güç tutuyordum kendimi.
Rosina hala bundan da pek
ho landı denemez. Son zamanlarda hiç
de rahatsızlanmı de ildi, neden
hastaymı gibi gözüktü ünü
anlayamıyordu. Üstelik bayan Malfenti
de onu haklı çıkardı:
— Tam tersine, onun
özelliklerinden biri de renginin
de i memesidir, dedi bana dönerek. Öyle
de il mi, ne dersiniz?
Öyle, derdim. Öyle demeyip de ne
diyecektim? Hemen toparlanıp kalktım.
Rosina halayı biraz yumu ataca ımı
umarak büyük bir sıcaklıkla elimi
uzattım, gel gör ki o, lütfedip elimi
sıkarken ba ka yana bakıyordu.
Evin e i ini a ar a maz ruh halim
de i ti. Kurtulmu tum! Artık bayan
Malfenti’nin niyetlerini ara tırmam ya da
Rosina halaya kendimi be endirmek için
çabalamam gerekmiyordu. Sanırım
Rosina hala o sertli i ile araya
girmeseydi, bayan Malfenti olacak o
dolapçı kadın amacına tümüyle ula mı
olacak, o evden bana çok iyi davranılmı
oldu una inanarak uzakla acaktım.
Merdivenleri atlaya atlaya indim. Rosina
hala bayan Malfenti’nin söylediklerine bir
yorum getirmi ti sanki. Bayan Malfenti
evinden birkaç gün uzak durmamı
önermi ti. Sayın hanımefendi
lütfetmi lerdi! Onun bekledi inden de
âlâsını yapacaktım, bir daha hiç
görmeyecekti beni! Amma da i kence
etmi lerdi bana, hala hanım, hatta Ada
bile! Ne hakları vardı buna? Evlenmek
istedim diye mi? Ben bunu
dü ünmüyordum ki artık! Ne güzel eymi
özgürlük!
öyle bir çeyrek saat bu duygu ile
kanatlanarak sokaklarda ko tum. Sonra
özgürlü ümün ufkunu daha da
geni letmek gere ini duydum. O eve bir
daha ayak atmama iste imi
vurgulayacak bir eyler yapmalıydım. Bir
veda mektubu yazma dü üncesini hemen
bir yana bıraktım. Niyetimi bildirmezsem
daha da üstten alarak ayrılmı
olacaktım. Giovanni’yi de, tüm ailesini de
unutacaktım, o kadar.
Kararımı belirtecek zarif, nazik, bu
yüzden de biraz alaylı davranı ı buldum.
Hemen bir çiçekçiye ko tum, ahane bir
çiçek buketi yaptırdım, üzerine yalnızca
tarihi yazdı ım kartvizitimi ili tirip bayan
Malfenti’ye gönderdim. Ba ka ey
yazmaya gerek yoktu. Unutmayaca ım
bir tarihti bu, belki Ada ile annesi de
unutmayacaklardı: 5 mayıs, Napolyon’un
ölüm yıldönümü.
Buketi yollamakta acele ettim.
Aynı gün varması son derece önemliydi.
Ya sonra? Her ey yapılıp bitmi ti,
her ey, çünkü artık yapacak hiçbir ey
kalmamı tı! Ada tüm ailesi ile birlikte
benden koparılmı tı, ben de artık hiçbir
ey yapmadan ya amak zorundaydım,
içlerinden biri gelip beni arasın, ba ka bir
ey yapmak ya da söylemek fırsatı versin
diye bekleyecektim.
Ko up yazıhaneme kapandım,
dü ünmek için. Acılı sabırsızlı ıma
kapılsaydım, çiçek buketinden önce
varmak pahasına ko a ko a o eve geri
dönerdim. Bulacak özür mü yoktu.
emsiyemi unutmu olabilirdim!
Bu tür bir ey yapmak istemedim.
O çiçek buketini göndermekle çok güzel,
bir tutum benimsemi tim, bunu
sürdürmek gerekiyordu. imdi hiçbir
davranı ta bulunmadan oturmalıydım,
bundan sonraki davranı onlara
dü üyordu.
Yazıhanemde kendimle ba ba a
kalır da ferahlarım diye dü ünüyordum,
ama gözya ına kadar varan
umutsuzlu umun nedenlerini
açıklamaktan ba ka bir i e yaramadı.
Ada’yı seviyordum ben! Bu fiilin yerinde
olup olmadı ım henüz bilmiyordum,
çözümlemeyi sürdürdüm. Onun yalnız
benim olmasını de il, karım olmasını
istiyordum. Olgunla mamı bedeninin
üstünde o mermersi yüzü ile onu,
kendisine ö retmeyece im, sonsuza dek
vazgeçece im ruhuma akıl erdiremeyen
a ırba lılı ı ile onu, bana zekâ ve çalı ma
dolu bir ya antıyı ö retecek olan onu. Her
eyi ile istiyordum onu, her eyi
istiyordum ondan. Sonunda gereken fillin
tam bu oldu unda karar kıldım: Ada’yı
seviyordum ben.
Bana ı ık tutacak, çok, ama çok
önemli bir ey dü ünmü üm gibi geldi.
Duraksamaya paydos! Beni sevip
sevmedi ini ö renmenin önemi
kalmamı tı. Onu elde etmeye çalı mam
gerekiyordu, e er karar vermek
Giovanni’nin elindeyse kendisiyle
konu manın gere i yoktu artık.
Mutlulu a varmak için her eyi hemen
aydınlatmalıydım ya da her eyi unutup
hastalı ımdan iyile meliydim. Neden
bekleyip de onca acıyı çekeydim? Ada’yı
sonsuza dek yitirdi imi ö renirsem —
bunu da yalnız Giovanni’den
ö renebilirdim— hiç olmazsa zamanla
sava mam gerekmezdi, ben onu
arkasından itelemek gere ini duymadan
o, a ır akı ını sürdürürdü. Bir varı
noktası her zaman durgundur, çünkü
zamanın dı ındadır.
Hemen ko up Giovanni’yi aradım.
ki ko u yapmak zorunda kaldım. Birisi,
bir zamanlar atalarımız öyle demi ler
diye, bizim de Yeni Evler dedi imiz o
sokaktaki yazıhanesine. Günbatımı
sırasında pek geleni geçeni olmayan,
deniz kıyısına çok yakın bir soka ı
gölgeleyen, yüksek, eski evlerdi bunlar,
hızla ilerleyebildim. Yürürken kendisine
yöneltece im sözleri en kestirme
tarafından hazırlamaktan ba ka bir ey
dü ünmedim. Kızı ile evlenmeye karar
verdi imi söylemem yeterdi. Ne gönlünü
kazanmam, ne aklını çelmem gerekirdi.
adamıydı o, sorumu anlar anlamaz nasıl
yanıtlayaca ını bilirdi. Ama beni
kaygılandıran ey böyle bir durumda
talyanca mı, Lehçe mi konu mam
5
gerekti iydi .
Ama Giovanni yazıhanesinden
ayrılmı , Tergesteo’ya gitmi ti bile. Ben de
pe inden. Daha yava yürüyordum,
çünkü biliyordum ki ba ba a
konu abilmek için Borsada daha uzun
süre beklemem gerekecekti. Sonra
Cavana soka ına varınca daracık yolu
tıkayan kalabalık yüzünden adımlarımı
a ırla tırmak zorunda kaldım. te tam o
kalabalı ı yarıp geçmek için çabalarken
saatlerdir aradı ım aydınlık içime
do uverdi. Malfenti’ler benim Augusta ile
evlenmemi istiyorlardı, Ada ile evlenmemi
istemiyorlardı, bunun nedeni de basitti:
Augusta bana tutkundu, Ada de ildi. Hiç
de ildi, çünkü öyle olsa araya girip bizi
birbirimizden koparmazlardı. Ben
Augusta için tehlikeliymi im demi lerdi,
ama aslında bana tutulup da kendini
tehlikeye atan oydu. Bir anda her eyi
aileden biri kalkıp da açıklamı çasına
apaçık anladım. Ayrıca Ada’nın benim o
evden uzakla tırılmamı onayladı ını da
anladım. Beni sevmiyordu o, hiç de ilse
kızkarde i sevdi i sürece sevmeyecekti.
Demek ki Cavana soka ının kalabalı ının
ortasında, yazıhanemin yalnızlı ında
dü ündü ümden daha iyi dü ünmü üm.
Bugün, beni evlili e ula tıran o
unutulmayacak be günü belle imde
canlandırdı ımda, zavallı Augusta’nın
beni sevdi ini ö renince yumu amamı
olmama a ıyorum. Artık Malfenti’lerden
kovulmu tum ya, Ada’yı öfke ile
seviyordum. Bayan Malfenti’nin beni bo
yere uzakla tırmı oldu unu açıkça
görmü tüm, çünkü ben o evde
kalıyordum, hem de Ada’nın yanıba ında,
Augusta’nın yüre inde, öyleyse neden
içime su serpmiyordu bu? Oysa bayan
Malfenti’nin Augusta’yı tehlikeye
sokmamam, yani onunla evlenmem
yolundaki ça rısı bir yeni a a ılama gibi
geliyordu. Beni seven çirkin kızı
küçümsüyordum, oysa benim sevdi im
güzel ablasının beni küçümsemesine razı
de ildim.
Adımlarımı yeniden hızlandırdım,
ama yolumu de i tirdim, kendi evime
yöneldim. Artık Giovanni ile konu mak
gereksinimini duymuyordum, çünkü
nasıl davranmam gerekti ini açık seçik
biliyordum: hem öylesine umutsuzluk
verici bir açıklıkla biliyordum ki, belki de
bu, fazla a ır akan zamandan kopararak
sonunda huzura kavu turacaktı beni.
Kalkıp Giovanni denen o saygısızla
konu mak tehlikeli bile olabilirdi. Bayan
Malfenti öyle ince konu mu tu ki ancak
tâ Cavana soka ına varınca
anlayabilmi tim. Kocası ba ka türlü
davranabilirdi. Belki tutup öyle derdi:
«Neden Ada ile evlenmek istiyorsun
bakalım? Augusta’yı alsan daha iyi olmaz
mı?». Çünkü onun hiç unutmadı ı ve bu
durumda kendisine ı ık tutabilecek bir
belirti vardı: «Hasmına i i her zaman açık
seçik anlatmalısın, çünkü ancak a
zaman ondan daha iyi anladı ına
güvenebilirsin». Öyleyse? Bunun
sonucunda ili kimiz kesinlikle kopacaktı.
Ancak o durumda zaman diledi ince
ilerleyebilirdi, çünkü artık i ine karı mak
için hiç bir nedenim olmayacaktı: ölü
noktaya varmı olacaktım!
Giovanni’nin bir ba ka belitini de
anımsayıp dört elle sarıldım, çünkü
yüre ime kocaman bir umut salıyordu.
Be gün süre ile elden bırakmadım onu,
tutkumu hastalı a dönü türen o be
günde. Giovanni hep derdi ki, bir i in
tasfiyesinden ele gelir bir yarar
beklenmiyorsa tasfiyede acele etmek
yersizdir: her i zaten er geç tasfiye
noktasına gelir, dünya tarihinin o kadar
uzun, askıda kalmı i lerin sayısının da o
denli az olu u bunun kanıtıdır. Ayrıca
tasfiye edilmedikçe her i in kârlı bir
geli me göstermesi umudu da açıkmı .
Giovanni’nin bunun tam tersini
ileri süren belitleri de oldu unu
anımsamadım, ama ben buna sarıldım.
Nasıl olsa bir eye sarılmak zorundaydım.
imi benim lehime geli tirecek yeni bir
eyin ortaya çıktı ını ö renmedikçe
yerimden kımıldamamak konusunda
demir gibi sert bir karar verdim. Ve
bundan öylesine zararlı çıktım ki, belki
daha sonra hiçbir kararıma uzun süre
uyamayı ım bundandır.
Bu kararı verir vermez bayan
Malfenti’den bir pusula aldım. Zarfın
üzerindeki yazısını tanıdım ve açmadan
önce bana kötü davrandı ına pi man
olup pe imden ko ması için o demir gibi
kararımın yetti ini dü ünüp kendimi
avuttum, içinde gönderdi im çiçeklere
te ekkür etti i anlamına, gelen t. e.
(te ekkür ederim) harflerinden ba ka bir
ey bulamayınca umutsuzlu a kapıldım,
kendimi yata ımın üzerine attım,
neredeyse bedenimi oraya çivilemek,
ko up kararımdan vazgeçmemi önlemek
ister gibi di lerimi yastı a geçirdim.
Amma da alaylı bir sükûnet saçıyordu o
harfler! Benim kartvizitime dü tü üm,
ba lı ba ına bir karar, hatta bir sitem
anlamını ta ıyan o tarihinkinden çok
daha büyüktü anlamı. Boynu
6
vurulmadan önce I. Charles remember
demi ti, o günün tarihini dü ünmü
olmalıydı! Ben de hasmımı anımsamaya
ve korkmaya özendirmi tim!
Korkunç bir be gün be gece geçti,
afaklarını ve gün batımlarını saydım,
ba langıç ve son anlamına geliyorlardı,
özgürlük saatimi, yeniden a kım için
çarpı ma özgürlü ünü yakla tırıyorlardı!
Kendimi bu sava ıma
hazırlıyordum. Artık kızın benim nasıl
olmamı istedi ini biliyordum. O günlerde
verdi im kararları kolayca
anımsayabiliyordum, çünkü daha yakın
zamanlarda onların tıpatıp benzeri
kararlar verdim; hem zaten kararlarımı
bir kâ ıda not etmi im, hâlâ saklıyorum.
Daha a ırba lı davranmaya karar
vermi tim. Bu herkesi güldüren ve beni
küçülten, aynı zamanda çirkin
Augusta’nın beni sevmesine, Ada’mın
beni a a ılamasına neden olan o
fıkralarımı anlatmayaca ım anlamına
geliyordu. Sonra her sabah saat sekizde
nicedir görmedi im yazıhanemde olma
kararım vardı, Olivi ile haklarımı
tartı mak için de il, onunla birlikte
çalı mak ve zamanı gelince i lerimin
yönetimini üstlenebilmek için. Bunun, o
günden daha sakin bir zamanda
gerçekle tirilmesi gerekiyordu, sigarayı
bırakmayı da, yine daha sonraya, yani
özgürlü üme yeniden kavu aca ım ana
ertelemem gerekiyordu, çünkü o korkunç
ara dönemi büsbütün dayanılmaz
kılmamalıydım. Ada kusursuz bir koca
hakediyordu. Bu yüzden ciddi kitaplar
okumak, sonra her gün yarım saatimi
jimnastik salonunda geçirmek, haftada
iki kez ata binmek gibi ba ka kararlar da
vardı. Günün yirmidört saati ancak
yeterdi bunlara.
O ayrılık günlerinde kıskançlıkların
en acısı her saatime e lik etti. Birkaç
hafta sonra Ada’nın gönlünü kazanmaya
hazırlanmak için tüm kusurlarımı
düzeltmek kahramanca bir karardı. Ya
bu arada? Ben bir yandan zorunlukların
en çetinine katlanırken kentin öteki
erkekleri uslu duracaklar mıydı, kadınımı
benden çalmaya kalkı mayacaklar mıydı?
Aralarında mutlak ho a gitmek için onca
parende atması gerekmeyen biri
çıkabilirdi. Ben biliyordum ki, bildi imi
sanıyordum ki, Ada kendisine uygun
biriyle kar ıla ır kar ıla maz â ık olmayı
beklemeksizin evet derdi. O günlerde, iyi
giyimli, sa lıklı, rahat bir erke e
rastladım mı nefret ediyordum: sanki
Ada’nın aradı ı adammı gibi geliyordu. O
günlerden en çok anımsadı ım ey,
ya amıma bir sis gibi çöken kıskançlıktır.
O günlerde Ada’yı benden alıp
götürecekler diye kapıldı ım korkunç
ku kuyu yinelemenin yeri yok, artık
i lerin nasıl sonuçlandı ını biliyoruz. O
ıstırap günlerinin anısına döndü ümde
müneccimlik yetene ime hayran
kalıyorum.
Geceleyin birçok kez o evin
pencerelerinin altından geçtim.
Görünürde, yukarda ben oldu um
zamanlardaki gibi e leniyorlardı.
Geceyarısı, ya da geceyarısına yakın
salonun ı ıklarını söndürüyorlardı. O
sırada evden ayrılacak bir ziyaretçiye
yakalanmak korkusuyla oradan
kaçıyordum.
Ama o günlerin her saatini azaba
çeviren bir ey de sabırsızlıktı. Neden hiç
kimse beni sormuyordu? Neden Giovanni
harekete geçmiyordu? Beni ne evinde, ne
de Tergesteo’da görmeyince a ması
gerekmez miydi? Yoksa benim evden
uzakla tırılmama o da mı razıydı?
Gündüz gece gezintilerimi ço u kez
yarıda keserek eve ko uyordum, acaba
beni aramaya gelen oldu mu diye. Ku ku
içinde, gidip yatamıyor, uyanık kalıp
zavallı Maria’yı sorguya çekiyordum.
Bana en kolay ula ılabilece i yerde,
evimde kalıp saatlerce bekliyordum. Ama
hiç kimse sormadı beni ve ku kusuz,
harekete geçmeye ben karar
vermeseydim bugün hâlâ bekârdım.
Bir ak am, kulübe oyun oynamaya
gittim. Babama verdi im bir sözden ötürü
yıllar yılı oraya adım atmamı tım. Sözüm
geçerli ini yitirmi gibi geliyordu, çünkü
babam benim böylesine acı durumda
kalaca ımı, kendimi oyalayacak bir ey
bulmam gerekece ini dü ünmü
olamazdı. lkin bir servet kazandım, bu
da bana acı verdi, çünkü a ktaki
talihsizli imin kar ılı ıymı gibi geldi.
Sonra talihim tersine döndü yine
üzüldüm, çünkü a ka yenildi im gibi
kumara da yenilmi im gibi geldi. Çok
geçmeden oyundan i rendim: bana lâyık
de ildi, Ada’ya hiç de ildi. Bu a k öylesine
arıtmı tı beni!
O günlerden bir anımsadı ım da
a k dü lerinin o kaskatı gerçek kar ısında
yıkılıp gitti iydi. Dü bamba ka bir eydi
artık. A k de il, zafer dü lüyordum. Bir
kez uykumu Ada’nın bir ziyareti
enlendirdi. Gelinlik giymi ti, yanımda,
mihraba do ru yürüyordu, ama bizi
yalnız bıraktıklarında o zaman bile,
sevi medik. Kocasıydım ve kendisine
unu sormaya hakkım vardı artık: «Bana
böyle davranmalarına nasıl izin
verebildim?». Ba ka bir hak pe inde
de ildim.
Çekmecelerimden birinde, Ada’ya,
Giovanni’ye, bayan Malfenti’ye yazılmı
mektup karalamaları var. O günlerden
kalma. Bayan Malfenti’ye yalın bir
mektup yazmı ım, uzun bir yolculu a
çıkmadan kendisine veda ediyormu um.
Ama böyle bir eye niyetlendi imi hiç
anımsamıyorum; kimsenin gelip beni
aramayaca ına iyice inanmadan kentten
ayrılamazdım. Gelip beni arasalar da
bulamasalar ne felâket olurdu! O
mektupların hiçbiri gönderilmedi.
Sanırım aslında yalnızca dü üncelerimi
kâ ıda dökebilmek için yazmı tım onları.
Yıllardır kendimi hasta
sayıyordum, ama benden çok ba kalarını
üzen bir illetti benimki. «Üzüntü» illetini
böyle tanıdım i te, beni pek mutsuz eden
bir alay tatsız bedensel duyudan
olu uyordu.
öyle ba ladı. Gece saat bir
sularında, uyku tutmayınca yataktan
kalktım, yumu acık gecenin içinde
yürüye yürüye dı mahallelerden birinde
o zamana de in hiç ayak basmadı ım bu
yüzden hiçbir tanıdıkla
kar ıla mayaca ım bir kahveye vardım:
çok memnundum, çünkü bayan Malfenti
ile, yatakta ba ladı ım ve kimsenin
burnunu sokmasını istemedi im bir
tartı mayı sürdürmek istiyordum. Bayan
Malfenti bana yeni yeni sitemlerde
bulunmu tu. Kızları ile «oyuncak gibi»
oynadı ımı söylüyordu. imdi, e er böyle
bir eye kalkı tıysam bunu ku kusuz
yalnız Ada ile denemi tim. Belki de
Malfenti’lerde artık bana bu tür
suçlamalar yöneltildi ini dü ündükçe
so uk terler döküyordum. Ortada
gözükmeyen ki i hep haksızdır, benim
aleyhime elbirli i etmek için uzaklı ımdan
yararlanmı da olabilirlerdi. Kahvenin
parlak ı ı ında kendimi daha iyi
savunuyordum. Ku kusuz aya ımı
Ada’nın aya ına de dirmeyi istedi im
olmu tu birkaç kez, hatta bir seferinde,
onun da rızasıyla de dirdim sanıyordum.
Sonra anla ıldı ki masanın tahtadan
aya ına basmı tım, o da bunu anlatmı
olamazdı.
Bilardoya bakar gibi yapıyordum.
Koltuk de ne ine dayanarak bir bey
yakla tı, gelip tam yanıma oturdu. Bir
limonata ısmarladı, garson benim
sipari imi bekledi inden, dalgınlıkla ben
de bir limonata ısmarladım, oysa limon
tadından oldum olası ho lanmam. Bu
sırada ili ti im peykeye dayalı duran
koltuk de ne i yere kaydı, ben de
neredeyse içgüdüsel bir davranı la e ilip
kaldırdım.
— Ooo, Zeno! dedi zavallı topal,
te ekkür etmek isterken tanımı tı beni.
Ben a ırdım:
— Tullio! diye ba ırdım, elimi
uzattım. Okul arkada ıydık, sonra uzun
yıllar hiç görü memi tik. Onun liseyi
bitirdikten sonra bir bankaya girip iyi bir
yer tuttu unu biliyordum.
Ama yine de o kadar dalgındım ki,
sa baca ının nasıl olup da koltuk
de ne i kullanmasını gerektirecek kadar
kısa kaldı ını kabaca sordum.
O hiç keyfini kaçırmadan, altı ay
önce romatizmaya tutuldu unu, sonunda
baca ının sakatlandı ını anlattı.
Hemen bir yı ın tedavi ö ütledim.
Pek fazla çaba harcamadan
kar ısındakinin derdine içten katılırmı
gibi yapmanın en iyi yoludur bu, Hepsini
uygulamı tı. Bu noktada bir ö üt daha
verdim:
— E bu saatte neden gidip
yatmıyorsun hâlâ? Gece havası sana hiç
de iyi gelmez sanırım.
Tatlı tatlı takıldı bana: gece havası
bana da yaramazmı , insan romatizmaya
henüz tutulmamı sa bile ya adı ı sürece
tutulma olasılı ı var demekmi . Sabahın
ilk saatlerinde yatmaya gitmenin
Avusturya Anayasasında bile yeri varmı .
Öte yandan genellikle dü ünüldü ünün
tersine, romatizmanın sıcakla so ukla
ilgisi yokmu . Kendi hastalı ını
incelemi mi , aslında bu dünyada
romatizmanın nedenlerini ve çarelerini
ara tırmaktan ba ka i i de yokmu .
Bankadan tedaviden çok o ara tırmayı
derinle tirebilmek için uzun bir izin
almak zorunda kalmı . Sonra bana tuhaf
bir tedavi yöntemi uyguladı ını anlattı.
Her gün bol bol limon yiyormu . O gün
otuz tane kadar yemi mi , ama alı tıra
alı tıra daha ço una da dayanabilece ini
sanıyormu . Ona bakarsanız limon daha
ba ka birçok hastalıklara da birebirmi .
Limon yemeye ba layalı beri a ırı sigara
içmekten bile o denli sıkıntı çekmez
olmu mu , o da sigaraya mahkûmmu .
Onca asidi dü ününce tüylerim
diken diken oldu, ama hemen ardından
daha ne eli bir ya am görüntüsü
sergilendi önümde: limon sevmezdim
sevmesine, ancak gerekeni ya da
istedi imi zararsızca yapabilmek
olana ını verseler, ba ka her türlü
zorlamadan kurtarsalar ben de sepetler
dolusu limon yiyebilirdim. Pek ho umuza
gitmeyen bir eyler de yapmak pahasına,
istedi imizi yapabilmek gerçek
özgürlüktür aslında. Tutsaklık ise sevilen
eylerden el çekmektir: Herkül’ün de il,
Tantal’in durumudur.
Ardından Tuilio da benden
haberler almaya pek hevesliymi gibi
göründü. Ben ona mutsuz a kımı
anlatmamaya kesin kararlıydım ama
içimi dökmem de gerekiyordu. Dertlerimi
(aslında pek ıvır zıvır eyler) öylesine
abartarak anlattım ki, sonunda gözlerim
ya ardı, Tuilio ise benim ondan daha
hasta oldu umu sanarak kendini daha
iyi duyuyordu.
Çalı ıyor muyum diye sordu.
Kentte herkes hiçbir i yapmadı ımı
söylüyormu , ben de, bana mutlaka
acımalarına gereksinim duydu um bir
sırada bana imrenir diye korkuyordum.
Yalan söyledim! Yazıhanemde çalı tı ımı
anlattım, çok de il, her gün en az altı
saat, çünkü zaten babamın ve annemin
miras bıraktıkları bir takım karmakarı ık
i ler bir altı saatimi daha yiyordu.
— Oniki saat ha! diye söylendi
Tuilio, durumdan pek memnun eden bir
gülümseme vardı yüzünde, en çok
diledi im eyi yaptı, acıdı bana: —
mrenilecek bir halin yok do rusu!
Pek yerinde bir sonuçtu bu,
öylesine duygulandım ki, gözya larımı
göstermemek için hayli çaba harcamam
gerekti. Kendimi her zamankinden de
mutsuz duydum o yumu acık kendime
acınma duygusu içinde incinmeye pek
hazır oldu um kolayca anla ılıyor.
Tuilio yine ba lıca e lencesi olan
hastalı ından söz etmeye koyulmu tu.
Bacak ve ayak anatomisini incelemi mi .
nsan hızlı hızlı yürürken bir adım atmak
için gereken zamanın yarım saniyeyi
a madı ını, bu yarım saniyece in içinde
oynayan kas sayısının ellidördü
buldu unu gülerek anlattı. Oldu um
yerde sarsıldım, aklım bacaklarıma
kaydı, o cehennem makinesini
ara tırdım. Buldum da, sanırım. Gerçi elli
dört tane düzenek bulmadım, ama akıl
almaz bir karga a ile kar ıla tım, üstelik
dikkatimi üzerinde toplar toplamaz
hemen altüst oluverdi bu.
Kahveden çıktı ımda
topallıyordum, birkaç gün sürdü
topallamam. Yürümek gözümde a ır,
hatta biraz acılı, bir u ra a dönü mü tü.
Galiba o girift olmu çarkların ya ı
tükenmi ti, kımıldadıkça birbirlerini
yıpratıyorlardı. Birkaç gün geçti geçmedi,
daha da beter bir illete tutuldum,
birinciyi arar oldum. Gel gör ki, bugün
bile, bu satırları yazarken, yürüdü ümde
bir bakacak olsa elli dört hareket
birbirine karı ır, dü ecek gibi olurum.
Bu ilk illeti Ada’ya borçluyum. Nice
hayvan a ka tutulduklarında avcıların ya
da ba ka hayvanların pençesine dü erler.
Ben de o zamanlar hastalı ın pençesine
yakalandım ve e er o cehennem
makinesinin varlı ını bir ba ka zaman
ö renseydim ku kusuz hiç zararım
olmazdı.
Bir kâ ıt parçasına karalayıp
sakladı ım birkaç satır bana o günlerin
bir ba ka garip serüvenini anımsatıyor.
Bir «son sigara» notunun yanında «elli
dört hareket hastalı ı»ndan
kurtulabilece ime inancımı belirtmi im,
bir de... iir denemesi var... bir sine e
yazılmı bir iir. in aslını bilmesem o
dizelere, iirine konu etti i sineklere, sen
diyen bir iyi aile kızının uydurması
derdim; ama döktüren ben oldu uma, o
yoldan ben geçmi oldu uma göre,
hayatta herkesin her yerden
geçebilece ine inanmak zorundayım.
Bakın nasıl do mu tu o dizeler.
Gecenin geç bir saatinde eve
dönmü tüm, gidip yatmak yerine, yazı
odama gidip gaz lambasını yakmı tım. I ık
yanınca bir sinek musallat oldu. Bir
darbe indirmeyi ba ardım, ama elim
kirlenmesin diye hafifçe vurmu tum.
Sine i unuttum gitti, sonra masanın
ortasında yava yava kendini
toparladı ını gördüm. Kımıldamıyordu,
dik duruyordu, yerinde biraz yükselmi
gibiydi, çünkü ayaklarından biri kasılmı
kalmı tı, bükemiyordu. Arka ayakları ile
durmadan kanatlarını perdahlamaktaydı.
Kımıldanmaya çabaladı, ama sırtüstü
dü tü. Yeniden do ruldu ve inatla, durup
dinlenmeden eski u ra ma döndü.
Dizeleri o zaman yazdım, öylesine
büyük bir acıya katlanan o minicik
organizmanın, korkunç çabası arasında
iki yanılgının pe inden gitti ini ke federek
a mı tım: birincisi, zarar görmemi olan
kanatlarını öylesine inatla ovalamakla,
sinek acısının hangi organından geldi ini
bilmedi ini ortaya koyuyordu; durup
dinlenmeden çabalaması da gösteriyordu
ki, o minimini kafasında öyle bir temel
inanç vardı: sa lık hepimizin hakkıdır,
bizi bırakıp gitti i zaman da mutlaka geri
dönmek zorundadır. Topu topu bir
mevsimlik ömrü olan ve deneyimler
yapacak zamanı bulunmayan bir böcek
için kolayca ba ı lanabilir yanılgılardı
bunlar.
Sonunda Pazar günü geldi çattı.
Malfenti’lere son ziyaretimin üstünden
be gün geçmi ti. O kadar az çalı an ben,
ya amı ufak parçalara bölerek daha
çekilir duruma getiren tatil gününe her
zaman büyük saygı duymu umdur. O
tatil günü aynı zamanda zahmetli bir
haftama son verdi inden sevinmek
hakkımdı. Planlarımı hiç mi hiç
de i tirmedim, ama o gün için geçerli
de ildiler, Ada’yı yeniden görecektim ya.
O planları tek lâf edip de tehlikeye
atmayacaktım, ama onu yeniden görmem
gerekiyordu, çünkü durumun benim
lehime de i mi bulunması olasılı ı da yok
de ildi, öyle ise durduk yerde acı
çekmenin de bir anlamı yoktu.
Bu yüzden ö le olur olmaz zavallı
bacaklarımın elverdi i hızla kente
ko tum, bayan Malfenti ile kızlarının
ayinden sonra geçeceklerini bildi im yola
çıktım. Günlük güne lik bir bayram
günüydü, yürürken, kim bilir belki de
kentte umdu um yenilik, Ada’nın a kı
beni bekliyordur, diye dü ündüm!
Beklemiyormu , ama bir an için
böyle avuttum kendimi. Talih, yüzüme
inanılmayacak biçimde güldü. Ada ile
yüzyüze geldim, yapayalnız Ada ile.
Bacaklarımın dermanı da, solu um da
kesildi. Ne yapmalıydım imdi? Kendi
kendime verdi im karara uyacak olsam
ölçülü bir selâmla ona yol vermem
gerekirdi. Gelgelelim kafam biraz
karı mı tı, çünkü daha önce, daha ba ka
kararlar da vermi tim, içlerinden birini
anımsıyorum: onunla açık konu up
kaderimin ne oldu unu onun a zından
ö renmekti. Bu yüzden bir yana
çekilmedim ve o beni sanki be dakika
önce ayrılmı ız gibi selâmladı ında yanına
yana tım.
— Günaydın bay Cosini, dedi.
Biraz acelem var.
Ben de:
— Size biraz e lik etmeme izin verir
misiniz? diye sordum.
Gülümseyerek kabul etti. Acaba
konu malı mıydım? Dosdo ru evine
gitti ini ekledi, böylece konu mak için
topu topu be dakikam oldu unu
anladım, o sürenin bir bölümünü de,
acaba söyleyece im önemli eyleri içine
sı dırabilir miyim diye hesaplamakla
yitirdim. Yarım yamalak söylemektense
hiç söylememek daha iyi olurdu. Kafamı
karı tıran bir nokta daha vardı, o
zamanlar kentimizde, bir kız, bir
delikanlının sokakta kendisine e lik
etmesine izin verirse adı çıkabilirdi. O da
bana bu izni vermi ti. Sevinmem
gerekmez miydi? Öfkeden ve ku kudan
gölgelenmi olan tutkumun onu olanca
gücüyle yeni ba tan beni sardı ını
duyarak seyrediyordum. Hiç de ilse
dü lerime bir daha kavu abilecek
miydim? Uyumlu çizgileri ile Ada hem
küçük, hem büyükmü gibi geliyordu
bana. Gerçek olan o kızın yanında dü ler
hep birlikte geri dönüyorlardı. Benim
arzulayı biçimim de buydu, yüre imi
dolduran bir sevinçle kavu tum o
duyguya. Her türlü kızgınlı ın ve hıncın
izi gönlümden silinip gitmedeydi.
Gelgelelim arkamızdan kararsız bir
ses çınladı:
— Küçükhanım, izin verir misiniz?!
Tepem atmı , arkama döndüm.
Daha ba lamadı ım açıklamalarımı
kesmek cesaretini gösteren de kimdi
böyle? Esmer, solgun benizli, sakalsız bir
küçük bey, tasalı bakı larla bakıyordu.
Benden yardım istesin diye çılgınca bir
umuda kapılarak ben de Ada’ya döndüm.
Bir i areti yeterdi, herifin yakasına sarılıp
küstahlı ının hesabını soracaktım. Ke ke
bir de ayak direseydi. Bir kaba kuvvet
gösterisine giri meme izin verilseydi,
illetlerimin topu birden o saat iyile irdi.
Ne var ki Ada o i areti vermedi.
Yanaklarının ve a zının çizgilerini, hatta
gözlerinin içindeki pırıltıyı birazcık
de i tiren yürekten bir gülümseyi le
adama el verdi!
— Bay Guido!
O küçük ad yüre imi burktu. Ada,
beni, az önce soyadımla ça ırmı tı.
Bay Guido denen o adama alıcı
gözüyle baktım. Giyimi ku amı pek
özentiliydi, eldivenli sa elinde fildi i saplı
upuzun bir baston tutuyordu, kilometre
ba ına üste para verseler böyle bir eyi
elime alıp yürümezdim. Bu tür bir adamı
Ada için tehlikeli gördü ümden ötürü
kendime kızmadım. Zarif giyinen, hatta
böyle bastonlar bile ta ıyan nice karanlık
tipler de vardır bu dünyada.
Ada’nın gülümsemesi beni yeniden
en sıradan toplumsal ili kilerin ortasına
sürükledi. Ada bizi birbirimize tanı tırdı.
Ve ben de gülümsedim! Ada’nın
gülümseyi i hafif bir meltemin de ip
geçti i berrak bir suyun kırı masını
andırıyordu. Benimki de o tür bir
kırı maya benziyordu ama, suyun içine
bir ta atılmasından kaynaklanmı tı.
Adı Guido Speier’mi me er.
Gülümsemem do alla tı, çünkü hemen
tatsız bir lâf etme fırsatı çıkmı tı:
— Alman mısınız siz?
Nazikçe yanıtladı: gerçekten de
adının herkeste bu dü ünceyi
uyandırabilece ini kabul edermi . Ama
aile belgeleri yüzyıllardır talyan
olduklarını kanıtlamaktaymı . Toscana
lehçesini büyük bir rahatlıkla
konu uyordu, Ada ile ben ise o dangıl
dungul lehçemizin içinde
bocalamaktaydık.
Söylediklerini daha iyi duyabilmek
için ondan gözümü ayırmıyordum. Pek
yakı ıklı bir delikanlıydı: kendili inden
aralık duran dudaklarının arasından
bembeyaz, kusursuz di lerle kaplı bir a ız
seziliyordu. Gözleri pırıl pırıl ve
anlamlıydı, apkasını çıkarınca hafif
kıvırcık koyu kestane rengi saçlarının
Tabiat Ananın kendilerine ba ı ladı ı
alanı tümüyle kapladıklarını gördüm,
benimse ba ımın büyük bir bölümünü
alnım istilâ etmi durumdaydı.
Ada orada olmasa nefret ederdim
ondan, ama o nefret yüre ime acı
verdi inden hafifletmenin yolunu aradım.
«Ada’ya göre çok genç» diye dü ündüm.
Sonra kızın ona sıcak ve nazik
davranmasının babasının buyru u ile
oldu unu dü ündüm. Belki de
Malfenti’lerin i leri açısından önem
ta ıyan biriydi, bana öyle gelmi ti ki bu
çe it durumlarda tüm aileye i birli i
etmek görevi dü üyordu.
— Trieste’ye mi yerle iyorsunuz?
diye sordum. Geleli bir ay oldu u, bir
ticarethane açmakla u ra tı ı yanıtını
verdi. Rahat bir soluk aldım! Sanırım
tahminim do ruydu.
Yürürken topallıyordum, ama
kimsenin farkına varmadı ını
gördü ümden hayli rahattım. Ada’ya
bakıyordum ve yanımızdaki öteki adam
da dahil, her eyi unutmaya
çabalıyordum. Aslında ben bugünün
adamıyımdır, gelecek, bugüne, pek
keskin gölgeler dü ürerek karanlık
etmedikçe tasalanmam. Ada ortamızda
yürüyordu, yüzünde kalıpla mı ,
neredeyse gülümsemeye varan bir
memnunluk ifadesi vardı. O memnunluk
bana yeniymi gibi geliyordu. Kimin içindi
o gülümseme? Nice zamandır görmedi i
benim için de il miydi yoksa?
Ne konu tuklarına kulak
kabarttım. spritizmadan söz ediyorlardı,
Guido’nun, Malfentilere ruh ça ırma
masasını tanıttı ını ö rendim.
Ada’nın dudaklarında dola an o
tatlı gülümsemenin bana oldu unu
ö renmek dile iyle yanıp tutu uyordum,
konu tukları konuya balıklama daldım,
ruhlarla ilgili bir öykü uyduruverdim.
Zorunlu, uyaklara göre iir düzmeyi
benden iyi ba aracak air bulunmazdı.
Nerede bitirece imi kendim de bilmeden,
bir gün, önce tam da o sokakta... yok,
de il, de il!... bizim o anda görebildi imiz,
ona paralel bir sokakta ba ıma gelen bir
olaydan ötürü artık benim de ruhlara
inanmaya ba ladı ımı açıklayarak söze
giri tim. Sonra dedim ki, bir süre önce
emekliye ayrılıp Floransa kentine yerle ip
orada ölen Prof. Bertini’yi Ada da
tanımı tı. Ölüm haberini bir yerel
gazetede kısa bir havadis olarak
görmü tük, sonra unutmu tum, o kadar
ki Bertini’yi dü ündü ümde gözümün
önüne hep Cascine’de, o haketti i
dinlenme ortamı içinde geliyordu. Bir gün
önce, o geçti imiz soka a paralel soka ın
tam olarak belirtti im bir noktasında
yanıma, beni tanıyan, benim de
tanıdı ımı anımsadı ım bir bey
yana mı tı. Daha hızlı adım atabilmek
için kalçalarını çalkalayan halktan
kadınları anımsatan garip bir yürüyü ü
vardı...
— Ya, elbette! Neden Bertini
olmasın?! dedi Ada gülerek.
Gülü banaydı, yüreklenerek sözü
sürdürdüm:
— Kendisini bir yerden tanıdı ımı
biliyordum, ama kim oldu unu
çıkaramıyordum bir türlü. Politikadan
konu tuk. Bertini’nin tâ kendisiydi,
çünkü o koyun melemesini andıran
sesiyle öylesine ipe sapa gelmez sözler
etti ki...
— Demek sesi de! diye güldü Ada,
nasıl bitece ini i itmek için merakla
bakıyordu yüzüme.
— Evet! Bertini olmalıydı! dedim,
içimden imdi yokolup giden o büyük
oyuncu yetene imle korkmu gibi yaptım;
— Veda etmek üzere elimi sıktı ve sallana
sallana uzakla tı. Kendimi toparlamaya
çalı arak birkaç adım izledim onu. Ancak
gözden kaybetti imde Bertini ile
konu mu oldu umu anladım. Bir yıl
önce ölmü olan Bertini ile!
Az sonra Ada’nın evinin kapısının
önünde durduk. Guido’nun elini sıkarken
ak ama beklediklerini söyledi. Ardından
beni de selâmlayarak, sıkılmaktan
korkmuyorsam o ak am ruh ça ırmak
için evlerine gelmemi söyledi.
Yanıtlamadım, te ekkür de
etmedim. O ça rıyı kabul etmeden önce
çözümlemeliydim. Zorunlu bir nezaket
gösterisi olarak yapılmı gibi geliyordu.
te: belki de tatil günü benim için o
kar ıla ma ile kapanacaktı. Ama tüm
yolları, o ça rıyı uyma yolunu da önümde
açık tutmak için nazik davranmak
istedim. Giovanni ile konu acak bir eyim
oldu unu söyleyerek nerede diye sordum.
Acele bir i i için yazıhanesine gitmi
oldu unu, kendisini orada bulaca ımı
ö rendim.
Guido ile ben bir an durup evin
giri inin lo lu unda kaybolan o zarif kızın
ardından baktık. Guido’nun aklında ne
vardı bilmiyorum. Bana gelince, kendimi
son derece mutsuz duyuyordum; neden o
ça rıyı ilkin bana, sonra Guido’ya
yapmamı tı ki?
Neredeyse Ada’yla kar ıla tı ımız
yere kadar birlikte yürüdük. Guido,
nezaket ve rahatlıkla (ba kalarında en
çok imrendi im ey de rahatlıktı) yine
benim uydurdu um, kendisinin de
ciddiye aldı ı o öyküden söz etti. Oysa o
olayda gerçek olan bir tek ey vardı:
Trieste’de Bertini’nin ölümünden sonra
da ipe sapa gelmez eyler söyleyen,
ayaklarının ucunda gider gibi yürüyen,
garip sesli biri ya ardı. O günlerde
tanımı tım kendisini, bir an için de bana
Bertini’yi anımsatmı tı. Kafadan
uydurdu um o olayı açıklamak için
Guido’nun kafa patlatması ho uma
gitmiyor de ildi. Ondan nefret etmemem
gerekti i kesindi artık, çünkü
Malfentilerin önem verdikleri bir
tüccardan ba ka bir ey de ildi; ama o
çıtkırıldım görünü ü ve bastonundan
ötürü de sevimsiz gözüküyordu bana. O
kadar sevimsiz geliyordu ki yakayı
kurtaraca ım ânı dört gözle bekliyordum.
Bu arada Guido’nun u sonuca vardı ı
kula ıma çalındı:
— O sizin konu tu unuz kimse
Bertini’den çok daha genç olabilir, asker
gibi dimdik yürüyebilir, sesi erkekçe
olabilirdi, belki onunla benzerli i ipe sapa
gelmez lâflar etmesinden öteye
gitmiyordu: Bu bile sizin dü üncenizi
Bertini üzerinde toplamanıza yeterdi.
Ama bunu kabul edebilmek için sizin pek
dalgın biri oldu unuza inanmak gerek.
Kendisine bu çabalarında yardımcı
olamadım:
— Dalgın mı? Ben mi? Nereden
aklınıza geldi!? Ben bir i adamıyım
azizim. Dalgın olsam halim nice olurdu?
Sonra zaman yitiriyorum diye
dü ündüm. Giovanni’yi görmeyi
istiyordum. Kızını gördü üme göre, hiç de
o kadar önemli olmayan babasını da
görebilirdim. Yazıhanedeyken yakalamak
istiyorsam elimi çabuk tutmalıydım.
Guido, bir mucizenin ne oranda
onu yapanın ya da tanık olanın
dalgınlı ına verilebilece ini sayıp
dökmekle u ra ıyordu. Ben vedala mak,
hiç de ilse onun kadar rahat görünmek
istedim. Bu yüzden sözünü kesip
ayrılmakta kabalı a çok yakla an bir
acele gösterdim:
— Bana kalırsa mucize denen ey
vardır da, yoktur da. Çok fazla
kurcalayıp karı tırmamak en iyisi. nsan
ya inanmalı, ya inanmamalı, her iki
durumda da i ler pek basittir.
Ben kendisine antipati göstermek
istemiyordum, hatta bu sözlerimle bir
ba ı ta bulunmu oluyordum, öyle ya
inanmı bir pozitivisttim ve mucizeleri
kabul etmezdim. Ama canım çok
sıkılarak yapmı tım bu ba ı ı.
Her zamankinden beter
topallayarak uzakla tım, in allah Guido
arkamdan bakmak gereksinimini duymaz
diye umdum.
Giovanni ile mutlaka konu mak
zorundaydım. Bir kere o ak am nasıl
davranaca ım konusunda fikir verirdi
bana. Beni Ada ça ırmı tı, Giovanni’nin
davranı ından da o ça rıya uymam mı
gerekiyor, yoksa bayan Malfenti’nin
açıkça belirtti i dile ine kar ı çıkmı mı
oluyorum, bunu anlardım. Açıklık
gerekiyordu o insanlarla ili kilerime,
pazar günü bu açıklı ı getirmeye
yetmeyecekse pazartesiyi de o i e
ayıracaktım. Kararlarımı hep bo a
çıkarıyordum da farkında bile de ildim.
Tam tersine, sanki be gün kafa
yorduktan sonra verdi im bir kararı
uyguluyormu um gibi geliyordu. O
günlerdeki etkinli imi de böyle
niteliyordum.
Giovanni ba ıra ça ıra bir güzel
selâmladı beni, bu da çok iyi geldi;
masasının kar ısındaki duvara yaslanmı
bir koltu a buyur etti.
— Be dakikacık! Hemen yanınıza
geliyorum! Ve hemen ardından:
— Hayrola, topallıyor musunuz
yoksa?
Kızardım! Ama uydurmacılı ım
üstümdeydi. Kahveden çıkarken aya ım
kaydı dedim, kazanın hangi kahvede
oldu unu da iyice anlattım. Sonra
tepetaklak gidi imi kafamın alkolden
bulanmı oldu una vermesinden korktum
ve gülerek bir ayrıntı ekledim,
dü tü ümde yanımda romatizmaya
tutulmu topallayan biri vardı dedim.
Giovanni’nin masasının yanında
bir memurla iki hamal ayakta
duruyorlardı. Bir malın tesliminde
karı ıklık çıkmı tı galiba. Giovanni de
ortalı ı kasıp kavuruyordu, aslında
deponun i lemesine karı tı ı pek enderdi,
—söyledi ine göre— ba ka hiç kimsenin
yapamayaca ı i leri yapabilmek için ba ı
rahat kalsın isterdi. Buyruklarını
adamların kafasına sokmak istermi gibi
her zamankinden de çok ba ırıyordu.
Sanırım yazıhane ile depo arasındaki
ili kilerin nasıl i lemesi gerekti iydi söz
konusu olan.
Bir defterden kopardı ı bir kâ ıt
parçasını sa elinden sol eline geçirerek
«Bu kâ ıt, diye haykırıyordu, senin
imzanı ta ıyacak, senden onu alan
memur da bir e ini kendi imzalayıp sana
verecek».
Gözlü ünün bir altından, bir
üstünden kar ısındakilerin yüzlerine
bakıyordu, sonunda bir ba ırtı daha
kopararak tamamladı:
— Anla ıldı mı?!
Açıklamalarını ba tan alacak gibi
bir hali vardı, bana yok yere zaman
yitiriyormu um gibi geldi. Garip bir duygu
vardı içimde, acele edersem Ada’nın
u runa daha iyi çarpı abilirmi im gibi
geliyordu, ne var ki çok geçmeden büyük
bir a kınlıkla unu farkettim: kimsenin
beni bekledi i yoktu, ben de kimseyi
beklemiyordum. Elimi uzatarak
Giovanni’ye yakla tım:
— Bu ak am size geliyorum.
O hemen yanıma geldi, ötekiler bir
yana çekildiler.
— Neden bunca zamandır
yüzünüzü görmez olduk? diye sordu sözü
uzatmadan.
Öylesine a ırdım ki kafam allak
bullak oldu. Ada’nın bana yöneltmedi i,
oysa benim haketti im soru buydu i te.
Yanında ba kaları olmasa Giovanni ile
içten konu ur, bana sordu u o sorunun,
kendime kar ı bir komplo gibi duydu um
o durumda onu temize çıkardı ını
söylerdim. çlerinden yalnızca o
suçsuzdu, yalnızca o hakediyordu
güvenimi.
Belki de o sırada o denli açık seçik
dü ünmedim, memurla hamalların
uzakla malarını bekleyecek sabrı
göstermeyi im de bunun kanıtı. Ayrıca,
acaba Ada’nın o soruyu sormasını
engelleyen ey Guido’nun beklenmedik
geli i miydi, bunu incelemek istiyordum.
Ama Giovanni de i ine dönmekte
acele etti ini belli ederek konu mamı
önledi.
— yi ya, ak ama görü ürüz.
imdiye kadar hiç dinlemedi iniz türden
bir kemancı dinleyeceksiniz. Bir amatör
kemancımız var ki, amatörlü ünün tek
nedeni parası ba ından a tı ı için
profesyonel çalı maya tenezzül etmeyi i.
Ticarete atılmaya niyetleniyor. Küçümser
gibi omuzlarını kaldırdı: — Ben ticareti o
kadar severim ama, do rusu onun
yerinde olsam notadan ba ka ey
satmazdım. Bilmem tanır mısınız, Guido
Speier diye biri.
— Ya, öyle mi! Ne güzel! dedim
sevinmi gibi yaparak, ba ımı sallayıp
a zımı açarak, yani irademin eri ti i her
yanımı kımıldatarak. O yakı ıklı çocuk
keman da çalıyormu demek?
— Öyle mi? Demek öyle güzel
çalıyor, ha! Giovanni’nin alay etmi
olmasını, a ırı övgüleri ile aslında
Guido’nun kemanı ciyak ciyak ba ırttı ını
anlatmak istedi ini umuyordum. Ama o
büyük bir hayranlıkla ba ını sallayıp
duruyordu.
Elini sıktım:
— Haydi allahaısmarladık!
Topallaya topallaya kapıya do ru
ilerledim. Bir ku ku beni durdurdu. Belki
de o ça rıyı kabul etmemem daha
yerinde olacaktı, ama bu durumda
Giovanni’ye haber vermem gerekirdi. Ona
bakmak için ba ımı çevirdim, ama o anda
onun da beni daha yakından görebilmek
için ba ını uzatmı , büyük bir dikkatle
baktı ını farkettim. te buna
dayanamadım, ba ımı alıp gittim.
Kemancı ha! E er o denli güzel
çaldı ı do ruysa ben artık mahvolmu bir
adamdım. Ke ke o çalgıyı çalmaz
olsaydım ya da kalkıp Malfentilerde
çalmak hevesine kapılmasaydım. Kemanı
o eve, sesi ile birilerinin yüre ini çalayım
diye götürmemi tim, ziyaretlerimi
uzatmak için bir özür olsun diye
götürmü tüm. Ne aptallık! Öylesine
sakıncalı olmayan ba ka yı ınla özür
bulabilirdim!
Kendi hakkımda dü lere
kapıldı ımı kimse söyleyemez. Yüce bir
müzik duygum oldu unu biliyorum,
müzi in en karma ı ını arayı ım da
gösteri olsun diye de ildir; gelgelelim i te
o yüce müzik duyarlı ım yıllardır beni
uyarmı ve uyarmaktadır ki, ben hiçbir
zaman dinleyene zevk verecek biçimde
çalmayı ba aramayaca ım. Hâlâ keman
çalmayı sürdürüyorsam, tedavimi
sürdürü ümdeki nedenle yapıyorum
bunu. Hasta olmasam iyi çalabilirdim,
dört telin üstünde denge ararken bile
sa lı ımın pe inde ko uyorum.
Organizmamda hafif bir felç durumu var,
keman çalarken oldu u gibi ortaya
çıkıyor, bu yüzden tedavisi kolayla ıyor.
En alt düzeyde bir yaratık bile üçlülerin,
dörtlülerin, altılıların ne oldu unu
ö renince, tıpkı gözlerini bir renkten
öbürüne gezdirdi i gibi kesin bir tempo ile
birinden ötekine geçmeyi ba arır. Bende
ise o figürlerden biri yapar yapmaz
üstüme yapı ır kalır, bir daha yakayı
kurtaramam, bir sonraki figürün içine
karı ır, biçimden çıkar. Notaları yerli
yerlerine koyabilmek için ayaklarımla,
ba ımla tempo tutmak zorunda kalırım, o
zaman da rahatın, huzurun, müzi in
sonu gelmi demektir. Dengeli bir
bedenden kaynaklanan müzik, kendi
yarattı ı ve tüketti i temponun tâ
kendisidir. Bunu gerçekle tirdi imde
iyile mi olaca ım.
Sava alanından ayrılmayı,
Trieste’den çekip gitmeyi, ba ka yerlerde
gönlümü avutmayı ilk kez dü ündüm.
Umulacak bir ey kalmamı tı artık. Ada’yı
elden kaçırmı tım. Emindim buna! Onun
bir adama varmadan önce sanki bir
akademik onur sanı verirmi çesine ölçüp
biçece ini bilmiyor muydum yoksa?
Gülünç geliyordu bu, çünkü aslında
insan denen yaratıklar e seçerken
kemanın bunda payı olamazdı, ama bu
beni kurtarmıyordu ki. O sesin ne denli
önem ta ıdı ını duyuyordum. Ötücü
ku larınki kadar kesin bir a ırlı ı vardı.
Yazıhaneme, kapandım, oysa tatil
günü, ba kaları için henüz sona
ermemi ti! Kemanımı kutusundan
çıkardım, paramparça mı edeyim,
çalayım mı, kararsızdım. Sonra son kez,
veda etmek ister gibi bir denedim ve
ölmez beste Kreutzer’i çalı maya
ba ladım. Durdu um yerde yayıma
öylesine kilometrelerce yol yaptırmı tım
ki, kafamın karı ıklı ı içinde otomat gibi
yeniden aynı yola dü tüm.
O lanet olası dört tele ömür
ba lamı olan herkes bilir ki, insan
ba kalarından kopuk ya adı ı sürece her
ufak çabanın e a ırlıkta bir ilerleme
sa ladı ını sanır. Böyle olmasa insan hiç
kalkıp da, sanki birini öldürmü gibi sonu
gelmeyen o kürek mahkûmlu una
katlanır mı? Aradan biraz zaman geçince
Guido ile sava ımı henüz yitirmemi im
gibi geldi bana. Kimbilir, belki de
muzaffer bir kemanla Guido ile Ada’nın
arasına girebilirdim!
natçılık de ildi bu, yakamı bir
türlü bırakmayan o her zamanki
iyimserli imdi. Her felâket tehdidi beni
ilkin deh ete dü ürür, ama hemen
ardından onu pekâlâ da önleyebilece ime
kesinlikle inanarak unuturum gider.
Hem bu kez, kendi kemancılık
yeteneklerim konusundaki yargımda
biraz daha insaflı davranmamdan ba ka
ey gerekmiyordu. Sanatta, genellikle
bilindi i gibi, kesin yargı,
kar ıla tırmadan do ar, o da burada
eksikti. Hem sonra insanın kendi kemanı
kula ının öylesine dibinde yankılanır ki
yüre e giden yol kestirmedir. Yorulup da
çalmayı bıraktı ımda, kendi kendime:
— Aferin sana, Zeno, dedim,
ekme ini çıkardın sayılır. Hiç
duraksamadan Malfentilere gittim.
Ça rıyı kabul etmi tim, gitmemezlik
edemezdim ya. Hizmetçi kızın beni nazik
bir gülümseme ile kar ılaması, uzun
zamandır gelmedi ime göre acaba hasta
mıydım diye sorması iyi bir belirti gibi
geldi. Bah i verdim. Onun a zından,
temsil etti i tüm aile bana o soruyu
yöneltiyordu.
Kız beni karanlıklara gömülmü
salona götürdü. Giri in keskin ı ı ından
sonra içeriye girince bir an hiçbir ey
görmedim, kıpırdamaya cesaret
edemedim. Sonra salonun dibinde,
benden oldukça uzakta bir küçük
masanın çevresine dizilmi birkaç ki iyi
seçtim.
Ada’nın sesi beni selâmladı,
karanlıkta içimi gıcıklıyordu. Gülümser,
ok ar gibiydi:
— O yana buyrun ve sakın ruhları
tedirgin edeyim demeyin! ler böyle
sürüp gidecekse ruhları tedirgin
etmeyece im kesindi.
Masanın uzak bir yanından bir
ba ka ses yankılandı, Alberta ya da
Augusta’nın sesi:
— Siz de ruh ça ırmak isterseniz
burada hâlâ bo duran bir yerimiz var.
Kenarda kalmamaya yeminliydim,
Ada’nın selâmının geldi i noktaya do ru
kararlı adımlarla ilerledim. Her yanı
kö elerle dolu o Venedik masasının
kö elerinden birine dizimi çarptım. Canım
fena halde yandı, ama beni
durdurmasına izin vermedim, gidip
bilmem kimin sundu u bir iskemleye, iki
kızın ortasına dü üverdim; içlerinden biri,
sa ımdaki Ada, öteki Augusta’dır diye
dü ündüm. Bu ikincisi ile her türlü ili kiyi
önlemek için hemen ötekine do ru
abandım. Ama acaba yanıldım mı, diye
ku kuya kapılınca sa daki kom umun
sesini duymak için bir soru yönelttim:
— Ruhlardan haber çıktı mı bari?
Galiba tam kar ımda oturan Guido
sözümü kesti. Buyurgan bir sesle ba ırdı:
— Susunuz!
Sonra daha yumu ak bir sesle:
— Dü üncelerinizi toparlayın ve
ça ırmak istedi iniz ölünün üzerinde
yo unla tırın.
Öteki dünyayı gözetlemek için
yapılan çe itli giri imlerin hiçbirine kar ı
de ilimdir. Hatta bu kadar be enildi ine
göre ke ke o masayı Giovanni’lere ben
götürmü olsaydım diye hayıflanıyordum.
Gelgelelim Guido’nun buyru una uymak
i ime gelmedi, dü üncelerimi
toparlamadım. Ayrıca, Ada’ya bir tek açık
seçik söz etmeden i lerin bu noktaya
varmasına olanak verdi imden ötürü
kendi kendime o kadar yüklenmi tim ki,
hazır kız yanımdayken o elveri li
kararlıktan yararlanıp kendisine her eyi
açıklayacaktım. Beni yerimde tutan tek
ey, onu sonsuza dek yitirdim diye
korktuktan sonra böylesine yakınımda
bulmanın tatlılı ı oldu. Giysilerime de en
ılık kuma ların yumu aklı ını
sezinliyordum, böyle yanyana sıkı ık
otururken, aya ımın, ak amları rugan
botlar giydi ini bildi im ayacı ına
dokundu unu dü ünüyordum. Öylesine
uzamı bir i kencenin ardından bu kadarı
fazlaydı bile. Yine Guido konu tu:
— Rica ederim dü üncelerinizi
toparlayın. imdi ça ırmı oldu unuz
ruhtan masayı kımıldatarak kendini belli
etmesini dileyin.
Onun hep masa ile u ra masından
memnundum. Artık Ada’nın benim
bedenimin yükünü olanca a ırlı ıyla
çekmeye boyun e di i açıktı! E er beni
sevmeseydi buna dayanamazdı. Açık
etme sırası gelmi ti. Sa elimi masadan
çektim, kolumu usulcacık beline doladım:
— Ada, ben sizi seviyorum! dedim
alçak sesle, sözlerimi iyice duysun diye
de yüzümü yüzüne adamakıllı
yakla tırmı tım.
Genç kız hemen yanıtlamadı.
Sonra fısıltı gibi bir sesle, ama
Augusta’nın sesi ile sordu:
— Bunca zamandır neden
gelmediniz?
Öylesine a mı , bozulmu tum ki,
az kalsın sandalyemden yere
yı ılıverecektim. Her ne kadar o can
sıkıcı kızı yazgımdan defetmek istiyorsam
da, benim gibi nazik bir erke in,
dünyanın gelmi geçmi en çirkin yaratı ı
da olsa, kendisini seven bir kadına
göstermesi gereken saygıdan a mamak
gerekti ini hemen farkettim. Nasıl da
tutulmu tu bana! Kendi acımın içinde
onun a kını duydum. Ada olmadı ını
söylememeyi, onun yerine Ada’dan bo
yere bekledi im, kendisinin de ku kusuz
beni görür görmez sormaya hazırlandı ı
soruyu bana yöneltmesini kula ına
fısıldayan a kın tâ kendisiydi.
çgüdümü izledim ve sorusunu
yanıtlamadım, ama kısa bir
duraksamadan sonra dedim ki:
— Yine de yüre imi size açtı ıma
seviniyorum, Augusta, çünkü çok iyi bir
kız oldu unuza inanıyorum!
Hemen üç ayaklı taburemin
üzerinde dengemi yeniden buldum. Gerçi
Ada ile durumu açıklı a
kavu turamamı tım ama, hiç olmazsa
Augusta ile aramda her ey açı a
çıkmı tı. Bu noktada artık ba ka yanlı
anlamalara yer kalmamı tı.
Guido yeniden uyardı:
— Susmaya niyetiniz yoksa
burada karanlıkta vakit öldürmemizin
hiçbir amacı kalmıyor!
O bilmiyordu ama, beni ötekilerden
ayıracak, dü üncelerimi toparlamama
yardımcı olacak bir parça karanlı a
gereksinimim vardı hâlâ. Yanlı ımın
farkına varmı tım ve yeniden
kurabildi im tek denge taburemin
üzerindekiydi.
Ada ile konu acaktım, ama
aydınlıkta. Sol yanımdakinin o de il,
Alberta oldu u ku kusuna kapıldım. Nasıl
emin olmalıydım? Ku kum, sol yana
neredeyse dü ecek gibi kaykılmama yol
açtı, dengemi bulabilmek için masaya
abandım. Hepsi birden ba ırı tılar:
— Kımıldıyor! Kımıldıyor;
stemeden yaptı ım bu hareket
durumu açı a çıkarabilirdi. Ada’nın sesi
nereden geliyordu? Gel gör ki Guido o
herkesinkinden baskın çıkan sesi ile
susturdu, ah bıraksalar asıl ben onu
sustururdum seve seve. Sonra de i mi ,
yakaran bir sesle, orada bulundu unu
sandı ı ruhla konu tu (salak herif!):
— Çok rica ederim, harflerini bizim
alfabeye göre belirterek adını ba ı la bize!
Öngörmedi i ey yoktu: ruh kalkar
Yunan alfabesini anımsar diye
korkuyordu.
Hep karanlıkta Ada’yı ara tırarak
güldürüyü sürdürdüm. Kısa bir
duraksamadan sonra masayı yedi kez
kaldırdım, ortaya G harfi çıktı.
Dü üncem parlak geldi, onu izleyen U
harfinin sayısız hareket gerektirmesine
kar ın, Guido adını açık seçik yazdırdım.
Onun adını yazdırırken beni yöneten
eyin kendisini ruhlar dünyasına
gönderme iste i oldu una hiç ku kum
yok.
Guido adı tamamlanınca Ada
konu tu sonunda:
— Atalarınızdan biri olmasın? diye
fikir yürüttü. Tam onun yanında
oturuyordu. çimden masayı ikisinin
arasına sokup onları birbirinden ayıracak
biçimde hareket ettirmek geldi. :
— Olabilir! dedi Guido.
Bir de atalarım var sanıyordu ama
beni korkutamazdı. Sesinde gerçek bir
heyecan seziliyordu, bu bana bir
eskrimcinin, hasmının sandı ı kadar
korkulacak türden olmadı ını
farketti inde duydu u sevinci verdi. O
denemeleri so ukkanlılıkla yapmıyormu
demek. Amma da alıkmı ! Her zayıflı a
kolayca acınırdım ama onunkine de il.
Sonra ruha yöneldi:
— Adın Speier ise bir kez kımıldat.
De ilse iki kez. Madem atalarını
istiyordu, ben de ho una gitsin diye
masayı bir kez kımıldattım.
— Büyükbabam! diye fısıldadı
Guido.
Ardından ruhla söyle i daha hızlı
geli ti. Ruha haber vermek istiyor mu,
diye soruldu. Ruh da, evet, dedi.
konusunda mı, ba ka konularda mı? !
Bu yanıtın seçili indeki tek neden,
masayı bir kez kımıldatmanın yetti iydi.
Bundan sonra Guido haberler iyi
mi, kötü mü, diye sordu. Kötü haber iki
hareketle belirtilecekti, ben de —bu kez
hiç duraksamaksızın— masayı iki kez
kımıldattım. Ama ikinci hareketim
engellendi, toplulukta haberlerin ille de
iyi olmasını dileyen biri vardı. Ada mıydı
yoksa? O ikinci hareketi yaptırabilmek
için masanın üzerine iyice abandım ve
kolaylıkla yendim! Haberler kötüydü!
Bu iti meden ötürü ikinci hareket
fazla iddetli geldi, toplulu un tümünü
yerinden oynattı.
— Garip! diye mırıldandı Guido.
Sonra kararlı bir sesle ba ırdı:
— Yeter! Yeter! Burada biri bizimle
dalga geçiyor! Birçok ki inin aynı anda
uydu u bir buyruk oldu bu, salon hemen
birçok yerinden birden ı ı a bo uldu.
Guido’nun rengi solmu gibiydi! Ada, bu
adam hakkında yanılıyordu, ben de onun
gözünü açacaktım.
Salonda üç genç kızdan ba ka
bayan Malfenti ile bir ba ka hanım daha
vardı, Rosina hala oldu unu
sandı ımdan, görünce utanıp sıkıldım. ki
hanım de i ik nedenlerle benden pek
ölçülü bir selâm aldılar.
in güzeli, masada ben
Augusta’nın yanında kalmı tım. Yine
sakıncalı bir durumdu, ama ben
Guido’nun çevresini sarmı olan
ötekilerin yanına katılmaya
katlanamıyordum, adam da biraz
co mu , masayı kımıldatanın ruh de il,
etten kemikten yapılmı muzibin biri
oldu unu anladı ını anlatıyordu. Ada
de il, gevezeli i ileri götüren masayı
kendisi dizginlemeye çalı mı tı. Diyordu
ki:
— Ben ikinci kez oynamasını
engellemek için masayı var gücümle
tuttum. Benim bu direncimi kırmak için
biri oldu u gibi üzerine abanmı olmalı.
Ne âlâ ispritizmacılık! Demek bir
ruhtan güçlü bir çaba beklenemezmi !
Zavallı Augusta’ya baktım,
ablasına a kımı açıklamamdan sonra ne
hale girmi diye. Kıpkırmızıydı, ama iyilik
dolu bir gülümseme ile bakıyordu bana.
Ancak o zaman o itirafı duydu unu
onaylamaya karar verdi:
— Hiç kimseye söylemeyece im!
dedi bana alçak sesle. Çok ho uma gitti
bu.
— Te ekkür ederim, diye
mırıldandım, ufacık olmasa da biçimli
elini sıkarak. Augusta ile iyi dost olmaya
hazırdım, oysa o zamana dek buna
olanak yoktu, çünkü çirkinlerin dostu
olmak elimden gelmez. Ama o sarıldı ım
beline kar ı bir sıcaklık uyanmı tı içimde,
üstelik sandı ımdan daha da ince
bulmu tum belini. Yüzü de aslında fena
sayılmazdı, biçimsizli i, yalnızca o yolunu
a ırmı gözünden ileri geliyordu. O
çarpıklı ın tâ kalçasına kadar indi ini
dü ünürken abartmı tım ku kusuz.
Guido’ya limonata getirmi lerdi.
Hâlâ çevresini saran guruba yakla tım,
topluluktan ayrılmakta olan bayan
Malfenti ile yüzyüze geldim. Keyifle
gülerek sordum:
— Kendine gelmesi için bir içki mi
gerekiyormu ? Dudakları hafif bir
küçümseme ile büküldü:
— Erke e benzer yeri yok bunun!
dedi tane tane. Zaferimin her eyi
de i tirecek kadar önemli oldu unu
dü ünerek umutlandım. Ada da
annesinden farklı dü ünüyor olamazdı.
Ve zafer benim gibi bir adamda
kaçınılmaz etkisini gösterdi hemen. Tüm
kızgınlı ım silinip gitti, Guido’nun daha
çok acı çekmesini istemedim. Birçokları
bana benzese dünya bu kadar çetin
olmazdı elbet.
Gidip yanına oturdum, ötekilere
bakmadan öyle konu tum:
— Beni ba ı lamalısınız bay Guido.
Zevksiz bir aka yapmak cüretinde
bulundu. Masaya sizin adınızı ta ıyan bir
ruh tarafından oynatıldı ını bildirten
benim. E er büyükbabanızın da o adı
ta ıdı ını bilseydim yapmazdım.
Açıklamamın kendisi için ne denli
önemli oldu unu Guido renginin solması
ile ele verdi. Ama bunu kabullenmek
istemedi:
— Bu hanımlar çok nazikler! dedi.
Kendimi toparlamaya gereksinimim yok
benim. Hiçbir önemi yok bu olayın.
çtenli inize te ekkür ederim, ama
birisinin büyükbabamın kılı ına girdi ini
tahmin etmi tim zaten.
Kendinden memnun, gülerek:
— Güçlü kuvvetlisiniz siz, diye
ekledi. Masayı kımıldatabilenin ancak
topluluktaki ikinci erkek olabilece ini
sezmeliydim.
Gerçekten de ondan daha güçlü
oldu umu kanıtlamı tım, ama çok
geçmeden kendimi daha cılız duyacaktım.
Ada bana hiç de dost
diyemeyece im gözlerle bakıyordu, güzel
yanakları alevler içinde üstüme saldırdı:
— Böyle bir aka yapmanızın ho
kar ılanaca ını dü ünmenize sizin
yerinize ben üzüldüm do rusu.
Solu um kesildi, kekeleyerek
a zımdan u sözler döküldü:
— Biraz gülelim demi tim! u masa
i ini hiçbirimiz ciddiye almıyoruz
sanmı tım.
Guido’ya sata mak için biraz geç
kalmı tım, hatta e er biraz daha kula ım
delik olsaydı bundan böyle ömrüm
boyunca onunla çatı tı ım zamanlar
zaferin benim olmayaca ını duyardım.
Ada’nın bana gösterdi i kızgınlık pek
anlamlıydı. Artık bütün varlı ıyla onun
oldu unu nasıl da anlamadım? Ama ben
hâlâ Guido’nun onu hakketmedi i, çünkü
onun o ciddi gözleri ile aradı ı adam
olmadı ı dü üncesinde ayak diriyordum.
Bayan Malfenti bile sezmemi miydi
bunu?
Hepsi beni savundular ve
durumumu büsbütün güçle tirdiler.
Bayan Malfenti gülerek dedi ki:
— Pekâlâ ba arılı bir akaydı i te.
Rosina halanın koskocaman gövdesi hâlâ
gülmekten titriyordu, hayranlıkla.
— ahane! diye söyleniyordu.
Guido’nun pek dostça
davranmasına üzüldüm. Elbette, onun
tek umursadı ı ey masanın verdi i kötü
havadisleri bir ruhun getirmemi
olmasıydı.
— Bahse girerim ki o masayı ilkin
bilerek oynatmadınız, dedi. lk kez masa
siz istemeden kımıldamı tır, sonra siz
muziplik olsun diye oynatmı sınızdır.
Kendi muzipli inizi ele verene de in böyle
sürüp gitmi tir.
Ada ba ını çevirip merakla baktı.
Guido beni ba ı lamak lütfunda
bulundu u için o da beni ba ı layarak
Guido’ya a ırı bir ba lılık göstermek
üzereydi. Bunu engelledim:
— Yok canım! dedim kararlı bir
tavırla. Gelmek bilmeyen o ruhları
beklemekten bıkmı tım, biraz e leneyim
diye ben kendim ruh oluverdim i te.
Ada sırtını öyle bir
kamburla tırarak bana arkasını döndü ki
yüzüme bir tokat yemi gibi oldum.
Ensesindeki minicik bukleler bile beni
küçümser gibiydiler.
Her zamanki gibi, bakıp dinlemek
yerine kendi dü üncelerimle
dopdoluydum. Ada’nın o adama korkunç
bir ba lılık göstermesi bunaltıyordu beni.
Müthi bir acı çekiyordum, sanki
kadınımın beni aldattı ı ortaya çıkmı
gibiydi. Guido’ya gösterdi i bütün o
sevecenliklerin yanısıra hâlâ benim
olabilirdi, ama davranı ını asla
ba ı layamayacaktım, duyuyordum
bunu. Acaba kafam, daha önceki
olayların zihnimde bıraktı ı izlerin
silinmesini beklemeden, geli en olayları
izleyemeyecek kadar yava mı i liyor
yoksa? Ben yine de kararımın yöneltti i
yolda ilerlemek zorundaydım. Düpedüz,
körü körüne inatçılık derler buna. Hatta
kararımı bir kez daha vurgulayarak
büsbütün güçlendirmek istedim.
Yüzünde, yüreklendirici, içten bir
gülümseme ile, kaygı dolu gözlerle bakan
Augusta’nın yanına gittim, ciddi,
üzüntülü bir hava ile unları söyledim:
— Belki de evinize bu son
geli imdir, çünkü bu ak am Ada’ya onu
sevdi imi söyleyece im.
— Sakın yapmayın bunu, dedi
yalvararak. Burada dönenlerin farkında
de il misiniz? Acı çekerseniz çok
üzülece im buna.
Yine Ada ile arama giriyordu.
nadıma üstüne üstüne gittim:
— Ada ile konu aca ım, çünkü
öyle gerekiyor. Onun ne diyece i de
umurumda bile de il.
Yeniden Guido’ya do ru
topalladım. Yanına varınca bir aynada
kendimi gözleyerek bir sigara yaktım.
Aynada çok solgun görünüyordum, bu da
rengimin büsbütün solmasına neden
oldu. Kendimi daha iyi duymak, rahat
görünmek için sava tım. Bu çifte çaba
içinde elim dalgınlıkla Guido’nun
barda ına gitti. Bir kez yapı ınca aldım,
ba ıma diktim.
Guido ba ladı gülmeye:
— imdi tüm dü üncelerimi
ö reneceksiniz, çünkü az önce o
bardaktan ben içmi tim.
Limon tadını oldum olası sevmem.
Ama o limonata bana zehir gibi gelmi
olmalı, çünkü, bir kere, barda ından
içti im için Guido ile nefret verici bir
ili kim olmu gibi geldi; sonra Ada’nın
yüzünde beliren öfkeli sabırsızlık ifadesi
suratıma bir amar gibi indi. Hemen
hizmetçiyi ça ırıp bir bardak limonata
daha getirmesini söyledi. Guido’nun artık
içmek istemedi ini söylemesine kar ın
buyru unda ayak diredi.
O zaman gerçekten yüre im
sızladı. Kendi kendini gittikçe daha güç
duruma sokuyordu.
— Ba ı layın beni Ada, dedim
alçak sesle, bir açıklama beklermi gibi
bakarak. Canınızı sıkmak istememi tim.
Daha sonra gözlerimin ya larla
doldu u korkusuna kapıldım. Kendimi
gülünç olmaktan kurtarmak istedim,
öyle ba ırdım:
— Gözüme limon kaçtı.
Gözlerimi mendilimle örttüm,
böylelikle gözya larımı tutmama gerek
kalmadı, hıçkırmamaya dikkat etmem
yetiyordu.
O mendilin gerisindeki karanlı ı
hiç unutmayaca ım. Gözya larımı
gizlemi tim orada, bir de çılgınlık ânını.
Ona her eyi söyleyece im diye
dü ünüyordum, o da beni anlayacak,
sevecekti, ama ben onu asla
ba ı lamayaca ım, asla.
Mendili yüzümden çektim, ya lı
gözlerimi gözler önüne serdim, gülmeye,
güldürmeye çabaladım:
— Bay Giovanni limonata
yapsınlar diye evine limon asidi
gönderiyor galiba.
Tam o anda Giovanni çıkageldi,
beni o her zamanki sıcakkanlılı ıyla
selâmladı. Birazcık içim ferahladı, ama
çok sürmedi, çünkü Guido’nun kemanını
dinlemek için her zamankinden erken
geldi ini bildirdi. Sonra sözünü kesip
gözlerimin niye ya lı oldu unu sordu.
Limonataların niteli i konusundaki
ku kularımı ona da aktardılar, gülüp
geçti.
Giovanni, Guido’dan keman
çalmasını rica ederken ona co ku ile
katılacak kadar küçüldüm. öyle
anımsıyordum; nasıl olsa o gece
Guido’nun kemanını dinlemeye gelmemi
miydim ben? in garibi u ki, Guido’yu
özendirerek Ada’yı yumu atmayı
ummu tum. O ak am sonunda ilk kez
onunla birlik olmayı umarak baktım kıza.
Ne garip ey! Hani onunla
konu mayacak, bir daha
ba ı lamayacaktım? Ama ancak
omuzlarını ve ensesindeki o kibirli
buklelerini görebildim. Ko up kemanı
kutusundan çıkarmaya gitmi ti.
Guido, kendisini bir çeyrek saat
daha rahat bırakmalarını rica etti.
Duraksıyor gibiydi. Daha sonra kendisini
tanıdı ım uzun yıllar boyunca, ondan
istenilen en basit eyleri bile yapmadan
önce bir kararsızlık geçirdi ini
deneyimlerimle saptadım. O yalnız kendi
ho una giden eyleri yapardı, bir ricaya
evet demeden önce de kendi içindeki
bo lukları ara tırmaya koyulurdu, acaba
oralarda neler isteniyor diye.
Sonra o unutulmayacak ak amda
bir çeyrek saatlik bir mutluluk ya adım.
Benim ba ı sonu belirsiz gevezeliklerim
Ada dahil herkesi e lendirdi. Ku kusuz
kendi co kunlu umdan kaynaklanıyordu,
ama bir nedeni de durmadan yakla an o
kemanın tehdidini yenebilmek için
harcadı ım korkunç çabaydı...
Ba kalarının, sayemde pek e lendikleri o
küçücük zaman dilimi soluk solu a bir
bo u ma olarak kalmı belle imde.
Giovanni eve dönerken bindi i
tramvayda üzücü bir sahneye tanık
oldu unu anlatmı tı. Kadının biri henüz
ta ıt durmadan inmi , pek kötü durumda
kalmı , dü üp yaralanmı mı . Giovanni
kadının öyle atlamaya hazırlandı ını yere
kapaklanaca ını, belki de çi nenece ini
farkedip nasıl yüre inin a zına geldi ini
biraz da abartarak anlatıyordu. Durumu
önceden görüp de kurtaracak zamanı
olmamak çok acıymı .
Aklıma parlak bir bulu geldi.
Geçmi te bana musallat olan ba
dönmelerine öyle bir çare bulmu tum,
diye anlattım: bir jimnastikçinin tâ
tepelerde perende attı ını ya da hızla
giden bir tramvaydan çok ihtiyar ya da
sarsak birinin indi ini gördü ümde
benim yüre im a zıma gelmesin diye
onların ba ına bir dert gelmesini dilerdim
içimden. Hatta, in allah dü er
paramparça olur, gibi eyler de
söylerdim. Bu içime büyük bir ferahlık
verirdi, böylece felâket tehdidi kar ısında
kılım bile kıpırdamazdı. Hem sonra,
dileklerim bo a çıktı mıydı, büsbütün
sevinirdim elbette.
Guido benim dü ünceme hayran
kaldı, yeni bir ruhbilimsel ke if gibi gördü.
Bütün ufacık eylerde yaptı ı gibi
inceliyor, buldu um çareyi uygulamaya
koymakta sabırsızlanıyordu. Ama bir
ko ulu vardı: kötü dileklerin felâketleri
gerçekten getirmemesi. Ada da onunla
birlikte güldü, hatta bana hayranlık dolu
gözlerle öyle bir baktı bile. Bendeniz
ap al da, içimden pek sevindim. Bu
arada onu bir daha ba ı lamayaca ımın
do ru olmadı ını ke fettim: bu da çok
yararlı oldu.
Hep birlikte bol bol güldük,
birbirini pek seven uslu çocuklar gibi. Bir
an geldi, salonun bir kö esinde Rosina
Hala ile ba ba a kaldım. Hâlâ ruh
ça ırma masasından söz ediyordu.
Oldukça i mandı, sandalyesinde
hareketsiz oturuyor, yüzüme bakmadan
konu uyordu. Ben ötekilere sıkıntıdan
patladı ımı belli etmenin yolunu buldum.
Hepsi bana bakıyor, sessiz sessiz, Halaya
çaktırmadan gülüyorlardı.
enli i arttırmak için hazırlıksız bir
çıkı yaptım:
— Aman hanımefendi, siz çok
toparlandınız maa allah, neredeyse
gençle mi görünüyorsunuz.
E er kızacak olsa gülüp
geçecektik. Ama hanım, kızacak yerde
bana te ekkürler etti, gerçekten de
yakınlarda geçirdi i hastalıktan sonra
çok toparlanmı oldu unu anlattı. O
yanıt beni öylesine a kına çevirmi ti ki,
herhalde yüzümde çok gülünç bir ifade
belirmi olmalıydı, sonuçta umdu um
enlik koptu. Az sonra da bilmeceyi
çözdüler. Yani hanımın Rosina Hala
de il, bayan Malfenti’nin
kızkarde lerinden biri, Marina Teyze
oldu unu ö rendim. Böylelikle o
salondaki tedirginlik kaynaklarından biri
eksilmi oldu ama, en önemlisi de ildi
elbette.
Sonra Guido kemanını istedi. O
ak am piyanoda e lik etmelerine gerek
y ok m u . Chaconne’u çalacakmı . Ada
te ekkürler saçan bir gülümseme ile
kemanı uzattı. O, kıza bakmadı, sanki
kendi kendisi ve esin perisi ile yalnız
kalmak istermi gibi kemanına baktı.
Salonun orta yerine dikildi, sırtını ufak
toplulu un büyük bölümüne çevirdi,
akord etmek için tellere, yayla, hafifçe
dokundu, birkaç arpej yaptı. Durup
gülümseyerek:
— Az cesaret de il benimki, dedi,
dü ünün, son kez burada çaldı ımdan
beri kemana el sürmedim!
arlatan i te, ne olacak! Ada’ya
sırtını dönmü tü. Acaba o bundan alındı
mı diye kaygılanarak baktım. Hiç de
alınmı gözükmüyordu. Dirse ini bir
sehpaya, çenesini de dirse ine dayamı ,
kendini müzi e vermeye hazırdı.
Ve kar ımda büyük Bach’ın tâ
kendisi sava alanına indi. Tıpkı bir
mermer blokundan Michelangelo’nun bir
mele inin do du u gibi, o dört telde
do an müzi in güzelli ini, ne daha önce,
ne daha sonra hiçbir zaman böylesine
duymadım. Yalnız ruh halim benim için
yeniydi, yepyeni bir eye bakar gibi
gözlerimi hayranlıkla yukarıya çevirmeme
neden oldu. Oysa, ben o müzi i
kendimden ırak tutmak istiyordum. u
dü ünceyi kafamdan hiç çıkarmadım
«Dikkat! Keman bir denizkızıdır, insanda
bir kahramanın yüre i olmasa bile,
kemanı ile a latabilir!.» Ama o müzik
üstüme saldırıp beni benden aldı.
Hastalı ımı, acılarımı ho görü ile,
gülümsemeler, ok ayı larla yumu atarak
dile getiriyormu gibi geldi. Oysa konu an
Guido idi! Ve ben öyle diyerek kendimi
müzikten kurtarmaya çabalıyordum
«Bunu yapabilmek için ritmik bir
organizma, a mayan bir el, öykünme
yetene i olmak yeter; bunların hiçbiri yok
bende, bu da bir küçüklük de il ki, bir
talihsizlik, o kadar».
Ben itiraz edip duruyordum, ama
Bach, kadar gibi güvenle ilerliyordu. En
üst perdelere tutku ile yüceliyor, sonra
kula ın da, yüre in de önceden
sezdikleri, yine de insanı a ırtan inatçı
alçak notaları aramaya iniyordu: ve yerli
yerinde buluyordu onları! Bir an gecikse
arkı da ılır giderdi, titre im ona bir daha
ula amazdı; bir an önce gelseydi arkının
üstüne abanır, bo ardı. Guido’nun elinde
böyle eyler olmuyordu: Bach’ı
gö üslerken bile titremiyordu kolu. Bu da
düpedüz bir kusurdu.
Bugün, bunları yazarken hepsinin
kanıtları elimde. O zamanlar her eyi
öylesine kesinlikle gördüm diye
sevinmiyorum. O zamanlar nefretle
doluydu yüre im, ruhumun tâ
kendisiymi gibi benimsedi im o müzik de
nefretimi yumu atamadı. Daha sonra
gündelik ya am, baya ılıkları ile geldi ve
ben hiç mi hiç kar ı koyamadan yoketti
onu. Öyle ya! Gündelik ya am neler
yapmaz ki! Dahiler bunu bir farkedecek
olsalar vay hallerine!
Guido, konserini büyük bir
ustalıkla sona erdirdi. Giovanni dı ında
kimse alkı lamadı, birkaç saniye kimse
ses etmedi. Sonra ne yazık ki ben
konu ma gere ini duydum. Benim
kemanımı tanıyan o insanların önünde
bunu yapacak cesareti nereden buldum?
Sanki bo yere müzik diye çırpınan
kemanım dile gelmi de, müzi i ya ama,
ı ı a, havaya dönü türen öteki kemanı —
bunu yadsımanın yolu yok— paylar
gibiydi.
— Aferin! dedim. Hayran kalmı
de il, lütfetmi im gibi çıktı sesim. — Ama,
bilmem neden, son bölüme geçerken,
Bach’ın birbirine ba ladı ı o notaları
ayırarak vurguladınız.
Chaconne’un her notasını bilirdim.
Bir zamanlar ilerlemek için bu tür da lar
devirmem gerekti ine inanmı , aylar
boyunca zamanımı Bach’ın bazı
bestelerini adım adım çalı makla
geçirmi tim.
Bütün salonda bana kar ı
ayıplama ve alaydan ba ka bir ey
duymadıklarını sezinledim. Yine de o
dü manca tutuma kar ı sava arak
sözlerimi sürdürdüm!
— Bach, diye ekledim, elindeki
olanakları öylesine alçakgönüllüce
kullanır ki, o tür yay ustalıklarını
kaldırmaz.
Haklı olmasına belki haklıydım da,
yayı o ustalıkla oynatmayı asla
ba aramayaca ım da kesindi.
Guido da en az benim kadar
ölçüyü kaçırdı:
— Belki de Bach öyle bir anlatım
olana ından habersizdi. O da benim
arma anım olsun artık! dedi.
Bach’ı batırıyordu ama o çevrede
kimse kalkıp da itiraz etmedi, oysa ben
yalnızca onu batırmaya kalkı tım diye
alaya almı lardı.
Derken pek önemsiz bir olay geçti,
ama benim yazgımı çizecekti. Bizden
hayli uzak bir odadan küçük Anna’nın
çı lıkları yankılandı. Daha sonra
ö rendi imize göre dü üp duda ını
kanatmı mı . Bu sayede birkaç dakika
Ada ile yalnız kaldım, çünkü hepsi
ko arak salondan çıktılar. Guido,
ötekilerin pe isıra gitmeden önce de erli
kemanını Ada’ya emanet etmi ti.
Ada’nın ötekileri izleyip
izlememekte duraksadı ını görünce
« sterseniz kemanı bana verin» dedim.
Onca bekledi im fırsatın sonunda elime
geçti ini henüz farketmemi tim.
Bir an ne yapaca ını bilemedi,
sonra garip bir güvensizlik baskın çıktı.
Kemanı sıkı sıkı gö süne bastırdı:
— Yoo, diye yanıtladı, ötekilerle
birlikte gitmem gerekmez. Anna’nın
canını çok acıttı ını sanmam. Vara yo a
ba ırır zaten.
Kemanını alıp oturdu, bu hareketi
ile sanki beni konu maya ça ırıyormu
gibi geldi. Zaten o evden konu madan
nasıl çıkıp gidebilirdim ki? O upuzun
gecede ne yapardım sonra? Yata ımda
sa dan sola döndü ümü, sokaklarda,
kumarhanelerde kendimi avutmaya
çalı tı ımı görür gibi oluyordum. Yo,
hayır! Her eyi açıklı a kavu turup huzur
bulmadan o evden ayrılmamalıydım.
Az ve öz konu maya çalı tım.
Ba ka türlü yapamazdım, çünkü
solu um yetmiyordu. Dedim ki:
— Ada, sizi seviyorum. Neden
babanızla konu mama izin
vermiyorsunuz?
a kınlık ve korku ile baktı bana.
Dı ardaki küçük kız gibi çı lık çı lı a
ba ırma a koyulacak diye ödüm patladı.
Bakın gözlerinin, çizgileri özene bezene
çizilmi yüzünün a kı bilmediklerini
biliyordum, ama a ktan imdiki kadar
uzak oldu unu hiç görmemi tim.
Konu maya ba ladı, giri at yapıyordu.
Ama ben açıklık istiyordum: evet mi,
hayır mı? Duraksamaya benzeyen eyler
bile gücendiriyordu beni. Daha çabuk
olmak, karar vermeye zorlamak için
zaman kazanmaya hakkı olmadı ını ileri
sürdüm:
— Canım, nasıl olur da farkına
varmazsınız? Herhalde siz de kalkıp
Augusta’ya kur yaptı ıma inanmı
olamazsınız ya!
Sözlerime co kulu bir hava vermek
istedim, ama acele ile gereksiz bir i
yaptım, sonuçta o zavallı Augusta adına
küçümseme anlamına gelen bir vurgu ve
hareket eklemi oldum.
Böylelikle de Ada’yı sıkılganlı ından
kurtarmı tım. Augusta’yı a a ıladı ımdan
ba ka ey dü ünemez oldu:
— Neden kendinizi Augusta’dan
üstün sanıyorsunuz siz? Augusta’ya
sorsanız e iniz olmayı kabul edece ini hiç
sanmam!
Sonra bana bir yanıt borcu
oldu unu anımsar anımsamaz:
— Bana gelince... böyle bir eyin
aklınızdan geçmi olmasına a tım
do rusu.
Zehir gibi sözleri Augusta’nın
öcünü almak için olmalıydı. Allak bullak
olmu kafamla o sözlerin ba ka anlamı
olmadı ını dü ündüm; bana bir amar
indirmi olsaydı nedenini ara tırmakta
duraksardım. Bu yüzden üsteledim:
— Bir dü ünün, Ada. Kötü bir
adam de ilim Zenginim... garip olmasına,
biraz garibim, ama kolaylıkla
düzelebilirim.
Ada da yumu adı, ama yeniden
Augusta’dan açtı sözü.
— Siz de bir dü ünün Zeno;
Augusta iyi kızdır, tam size uygun. Ben
onun adına konu mu olmayayım, ama
sanırım...
Ada’nın beni ilk kez küçük adımla
ça ırdı ını duymak ne ho tu. Daha açık
konu maya bir ça rı de il miydi bu? Belki
benim için kaybedilmi ti artık, ya da hiç
de ilse hemen evlenmeyi kabul
etmeyecekti, ama bu arada Guido’ya
daha fazla ba lanmasına engel olmak,
onun hakkında gözünü açmak
gerekiyordu. Hesaplı davrandım, her
eyden önce Augusta’ya de er verdi imi,
saygı duydu umu, ama kendisi ile
evlenmeyi kesinlikle istemedi imi
söyledim. Beni iyice anlasın diye de iki
kez yineledim: «Onunla evlenmek
istemiyorum». Böylelikle ilkin Augusta’yı
a a ılamaya niyetlendi imi sanan Ada’yı
yumu atmayı umdum.
— yi kız Augusta, cana yakın,
sevilmeye lâyık bir kız: ama bana göre
de il.
Sonra i leri hızlandırdım, çünkü
koridordan gürültüler geliyordu ve sözüm
her an yarıda kalabilirdi:
— Ada! O adam size göre de il.
Ahma ın biri o! Masanın verdi i yanıtlara
nasıl bozuldu, görmediniz mi? Bastonunu
gördünüz mü? Kemanı iyi çalıyor ama,
keman çalan maymunlar da vardır. Nasıl
bir ahmak oldu u her sözünden belli...
Ada, kendisine söylenenlerin
gerçek anlamını kabule yana mayan bir
hava ile dinledikten sonra sözümü
a zıma tıkadı. Kemanı ve yayı elinden
bırakmadan aya a fırladı, hakaret dolu
sözler ya dırdı. Onları unutmak için
elimden geleni yaptım, ba ardım da.
Yalnızca, yüksek sesle kendisinden ve
ondan nasıl böyle söz edebildi imi
sormakla ba ladı ını anımsıyorum!
a kınlıktan gözlerim falta ı gibi açıldı,
çünkü yalnız o adamdan söz etti imi
sanıyordum. Bana yöneltti i tüm o
a a ılayıcı sözleri unuttum, ama öfkeden
kıpkırmızı kesilmi o güzel, sa lıklı, soylu
yüzünü unutmadım, öylesine
küçümseme ile doluydu ki, çizgileri daha
bir keskinle mi , neredeyse
mermerle mi ti. te bunu bir daha
unutmadım, a kımı ve gençli imi
dü ündü ümde, hep Ada’nın beni
yazgısından söküp attı ı o andaki güzel,
soylu, sa lıklı yüzü gelir gözlerimin
önüne.
Hepsi, hâlâ a layan Anna’yı
kuca ında tutan bayan Malfenti’nin
çevresine öbeklenmi geri döndüler.
Kimse, Ada ve benimle u ra madı, ben de
kimselere selâm vermeksizin salondan
çıktım; koridorda apkamı aldım. Ne
garip! Kimse gelip beni alıkoymuyordu. O
zaman ben kendi kendimi alıkoydum, her
eyden önce terbiye kurallarına kar ı
çıkmamam, gitmeden önce herkesi
nazikçe selâmlamam gerekti ini
anımsadım. in gerçe i u ki, o evden
ayrılmamı engelleyen eyin, geçirdi im o
be geceye rahmet okutacak bir gecenin
ba layaca ı kanısı oldu una ku kum yok.
Sonunda, bir aydınlı a kavu mu tum ya,
imdi de, bir ba ka gereksinimim vardı:
barı mak, herkesle barı mak. E er Ada
ve ötekilerle ili kilerimdeki her türlü
buruklu u giderebilsem uyumam daha
kolay olurdu. Neden sürüp gitsindi o
burukluk? Ben Guido’ya bile
kızamıyordum, hiç haketmedi i halde
Ada onu ye lediyse bunda suçu onun
yoktu ki!
Koridordaki gezintimi tek farkeden
o oldu, döndü ümü görünce bana
kaygıyla baktı. Bir olay çıkarırım filan
diye mi korkuyordu acaba? Hemen içimi
ferahlatmak istedim. Yanından geçerken
öyle fısıldadım:
— Sizi gücendirdimse ba ı layın!
Elimi tuttu, ferahlayarak sıktı.
Birden rahatladım. Kendi ruhumla
ba ba a kalmak ve bundan ne kadar
huzur buldu umu görmek için bir an
gözlerimi yumdum.
Kısmet bu ya, herkes hâlâ çocukla
u ra ırken kendimi Alberta’nın yanına
oturmu buldum. Onu görmemi tim,
varlı ını ancak konu tu unda farkettim.
— Bir eyci i yok, diyordu. Asıl
dert babamın burada olması, a ladı ını
gördü mü, hemen güzel bir arma an
hazırdır.
Kendimi çözümlemekten
vazgeçtim, oldu um gibi görüverdim!
Huzur bulmanın yolu o salondan hiç
kovulmamaktı. Alberta’ya baktım. Ada’ya
benziyordu! Ondan biraz daha ufak
tefekti ve bedeninden çocuklu un izleri
henüz silinmemi ti. Sesini sık sık
yükseltiyordu, gülü ü ço u zaman fazlaya
kaçıyor, gülerken yüzünü buru turuyor,
kızarıyordu. Ne garip! O anda babamın
bir ö üdünü anımsadım: «Genç bir kadın
seç ki bildi in gibi e itmesi kolay olsun.»
Bu anı kesin kararımı verdirdi. Alberta’ya
bir daha baktım. Kafamda onu soymaya
çalı ıyordum, Öylesine tatlı, körpecik
dü ündükçe ho uma gidiyordu.
Dedim ki:
— Bakın ne söyleyece im, Alberta!
Aklıma bir ey geldi: evlenecek ya ta
oldu unuzu hiç dü ündünüz mü?
— Evlenmeyi dü ünmüyorum! dedi
gülümseyerek, tatlı tatlı bakıyordu, ne
utandı ı vardı, ne kızardı ı. Okulumu
bitirmek istiyorum. Annem de öyle
istiyor.
— Ö reniminizi evlendikten sonra
da sürdürebilirsiniz. Bana nükteli gibi
gelen bir dü ünce geçti aklımdan, hemen
ortaya döktüm:
— Ben de bir evleneyim de
ö renimimi ondan sonra yaparım,
diyordum zaten.
çinden gele gele güldü, ama ben
zaman yitirmekte oldu umu
farketmi tim, insan bir e e ve yürek
rahatlı ına bu tür zevzekliklerle ula amaz
ki. Ciddi olmak gerekirdi. Burada i ler
kolaydı, Ada’nın yaptı ından çok daha
de i ik biçimde kar ılanmı tım.
Gerçekten de ciddile tim. Bir kere
e im olacak kızın her eyi bilmesi
gerekirdi. çli bir sesle dedim ki:
— Bakın, imdi size önerdi im eyi
az önce Ada’ya önerdim. Öfkelendi,
reddetti beni. Ne durumdayım,
anlarsınız.
Üzüntüyle söyledi im bu sözler
Ada’ya olan tutkumun bir kez daha
ortaya dökülmesinden ba ka bir ey
de ildi. Fazla ciddile mi tim,
gülümseyerek ekledim:
— Ama öyle sanıyorum ki, siz
benimle evlenmeyi kabul ederseniz çok
mutlu olur, sizin için her eyi, herkesi
unuturum.
O çok ciddile ti, öyle yanıtladı:
— Zeno, sakın güceneyim
demeyin, yoksa çok üzülürüm. Ben size
çok de er veriyorum. yi çocuksunuz,
biliyorum, sonra kendiniz farkına bile
varmadan bir yı ın ey biliyorsunuz, oysa
okuldaki ö retmenlerim yalnızca bütün o
bildikleri eyleri biliyorlar. Ne var ki ben
evlenmek istemiyorum. Belki günün
birinde ba ka türlü dü ünürüm, ama u
anda bir tek amacım var: yazar olmak
istiyorum. Gördünüz mü size nasıl
güveniyorum. Bunu hiç kimseye
açmamı tım, umarım size de gizimi ele
vermezsiniz. Ben de sizin önerinizden
kimseye söz etmeyece im, inanın.
Öfkeyle sözünü a zına tıkadım:
— Aman, kimse isterseniz
söyleyebilirsiniz! Yine kendimi o salondan
kovulma tehdidi altında duyuyordum,
sı ınacak bir yer aradım. Alberta’nın
bana hayır deyip de böbürlenmesini
önlemenin bir tek yolu vardı, farkeder
etmez hemen o yola saptım. öyle dedim:
— imdi aynı öneriyi Augusta’ya
götürece im ve herkese de anlataca ım
ki onu iki kızkarde i bana varmayı
istemedikleri için aldım!
Yaptı ım eyin garipli i keyfimi
fazlasıyla yerine getirmi ti, gülüyordum.
Onca gururlandı ım nüktelerim
sözlerimde de il, marifetlerimdeydi artık.
Augusta’yı arayarak çevreme
bakındım. Üzerinde yalnız Anna’ya
getirdikleri yatı tırıcı ilacın yarı yarıya
bo almı barda ı bulunan bir tepsi elinde,
koridora çıkmı tı. Adı ile ça ırarak
ardından se irttim, duvara dayanıp beni
bekledi. Yüzyüze gelince beklemeden
sordum:
— Augusta, dinleyin beni, gelin biz
ikimiz evlenelim, ne dersiniz, ha?
Önerim gerçekten kaba kaçmı tı.
Ben onu alacaktım, o da beni ve ben
onun ne dü ündü ünü sormadı ım gibi,
açıklamada bulunmak zorunda
kalabilece imi bile aklıma getirmemi tim.
Ama herkesin diledi i eyi yerine getiriyor
de il miydim ki?
a kınlıktan yusyuvarlak olmu
gözlerini kaldırdı. a ı gözü bu durumda
ötekinden büsbütün uzaklara bakıyordu.
Bembeyaz, kadifemsi yüzü ilkin soldu,
sonra kırı tı. Tepsinin üstünde danseden
barda ı bir eliyle tuttu. Kısık bir sesle:
— aka ediyorsunuz, ama fena
yapıyorsunuz, dedi.
imdi a lamaya ba layacak diye
korktum, ona ne denli üzüntülü
oldu umu söyleyerek avutayım diye garip
bir dü ünce geldi aklıma.
— aka falan etmiyorum, dedim
ciddi bir yüzle, üzüntülü. lkin Ada’ya
evlenelim dedim, öfke ile olmaz dedi,
sonra Alberta’ya sordum, benimle evlenir
mi, diye, o da tatlı sözlerle, ama yine
hayır dedi. Hiçbirine kızgın de ilim. Yalnız
kendimi çok, ama çok mutsuz
duyuyorum.
Benim acımın kar ısında
toparlandı, duygulanarak baktı bana, var
gücüyle dü ünüyordu. Bakı ı hiç de
ho uma gitmeyen bir ok amayı
andırıyordu.
— Yani beni sevmedi inizi bilmem,
hiç aklımdan çıkarmamam mı gerekiyor?
diye sordu.
Ne demeye geliyordu bu gizemli
sözler böyle? Evet, demeye mi
hazırlanıyordu yoksa? Aklından
çıkarmamak istiyormu ! Benimle
geçirece i bir ya am boyunca mı aklından
çıkarmamak yani? Kendini öldürmek
amacıyla çetin bir duruma dü mü , imdi
de kendini kurtarmak için çabalayan biri
gibi duyuyordum kendimi. Augusta da
bana hayır dese, daha o gün bile içinde
kendimi pek fena duymadı ım
yazıhaneme sa salim dönmeme izin
verseler daha iyi olmaz mıydı acaba?
— Evet! dedim. Gerçi Ada’dan
ba kasını sevdi im yok, ama yine de
sizinle evlenmek istiyorum...
Az kalsın Ada’nın yabancısı olmaya
gönlüm razı de il de kayınbiraderi
olmakla yetinece im, diyecektim. i
çı rından çıkarmak olurdu artık,
Augusta bir kez daha kendisiyle
e lenmek niyetindeyim sanabilirdi. Bu
yüzden yalnız unları söyledim:
— Artık yalnız kalmaya
dayanamam.
Hâlâ duvara dayanmı duruyordu,
belki de o deste e gerek duyuyordu: ama
yatı mı gibiydi ve tepsiyi tek elle
tutuyordu. Kurtulmu muydum, yani o
salondan çekip gitmek zorunda mıydım,
yoksa kalabilir miydim ve evlenmek
zorunda mıydım? Ba ka sözler de
söyledim, yalnızca ondan bir türlü
gelmeyen sözleri beklemekten usandı ım
için:
— Ben iyi çocu umdur, sanırım
öyle büyük bir a k olmadan da benimle
birlikte kolayca ya anabilir.
Bu cümleyi, daha önceki upuzun
günlerde, Ada için hazırlamı tım, bana
kar ı büyük bir tutku duymasa da evet
demeye kandırabileyim diye.
Augusta hafiften soluyordu ve hâlâ
a zını açmamı tı. O susu hayır
anlamına da gelebilirdi, dü ünülebilecek
en nazik hayır anlamına: ben de
nerdeyse ko up apkamı arayacaktım,
onu kurtulmu bir ba ın üzerine
yerle tirmeye zamanım vardı daha.
Oysa, Augusta kararını vermi ti,
bir daha unutmadı ım vakarlı bir
hareketle do ruldu, duvarın deste inden
kurtuldu. Böylece, pek geni olmayan
koridorda, tam kar ısında duran bana
büsbütün yakla mı oldu:
— Zeno, dedi, size, sizin için
ya ayacak, size yardımcı olacak bir kadın
gerekli. O kadın ben olmak istiyorum.
Yumuk yumuk elini bana uzattı,
hemen hemen içgüdüsel bir davranı la
öptüm. Ba ka bir ey yapma olana ı
yoktu zaten. Hem sonra unu da
açıklamalıyım: gö üs kafesimi geni leten
bir ferahlık yayılmı tı içime. Artık hiçbir
eyi çözmem gerekmiyordu, çünkü her
ey çözülmü , bitmi ti. Gerçek açıklık
buydu i te.
te böyle ni anlandım. Her yandan
kutlamalar ya dı hemen. Benimki de
Guido’nun kemandaki büyük ba arısına
benziyordu biraz, onun kadar
alkı landım. Giovanni beni öptü, hemen
senli benli oldu. A ırı bir sevecenlik
göstererek:
— Zaten nicedir kendimi senin
baban gibi duyuyordum, dedi, sana
ticaretle ilgili ö ütler vermeye ba layalı
beri.
Gelecekteki kayınvalidem de
yana ını uzattı, öyle bir de dirdim. Ada
ile de evleniyor olsam o öpücükten
kurtulu yoktu nasıl olsa.
— Görüyorsunuz ya, her eyi
do ru anlamı ım, dedi inanılmaz bir
rahatlıkla, üstelik öpücü üne kar ı
koyamadı ım, aslında koymak da
istemedi im için haketti i cezayı bulmadı.
Sonra Augusta’yı kucakladı,
sevgisinin enginli i ba rından kopup
sevinç gösterilerini yarıda kesen bir
hıçkırıkla duyurdu kendini. Bayan
Malfenti’ye dayanıyordum, ama o
hıçkırı ın hiç de ilse o ak amlık ni anımı
ho bir ı ıkla renklendirdi ini söylemek
boynumun borcu.
Alberta ne eyle elimi sıktı:
— Sizin için iyi bir kızkarde
olaca ım, söz!
Ada da:
— Aferin Zeno! dedi. Sonra alçak
sesle: — unu bilin ki acele i gördüm
sanırken sizin kadar akıllıca i gören
çıkmamı tır.
Guido beni çok a ırttı:
— Daha bu sabahtan anlamı tım
Malfentil’erin kızlarından birini
istedi inizi, ama hangisi oldu unu
çıkaramıyordum.
Ada e er benim kendisine kur
yaptı ımı söylemediyse demek pek
yakınlıkları yoktu! Yoksa gerçekten
aceleye mi getirmi tim?
Ama çok geçmeden Ada bir ey
daha söyledi:
— Beni bir kızkarde gibi sevin
isterim. Eskiyi unutalım gitsin: ben
Guido’ya bundan hiç söz etmeyece im.
Bir aileyi böyle sevince bo mak
ho tu do rusu. Pek tadına varacak
durumda de ildim, çünkü bitkindim.
Uykum da gelmi ti. Sa duyulu davranmı
oldu umun kanıtıydı bu. Gecem iyi
geçecekti.
Ak am yeme inde Augusta ile ben
kutlama törenine çıt çıkarmadan
katıldık. Ni anlım konu maya
karı amadı ından dolayı özür diledi:
— Ne diyeyim, bilmiyorum.
Dü ünün ki daha yarım saat önce
ba ıma bu gelenler aklımdan geçmiyordu
bile.
Gerçe i hep yerli yerince söylerdi.
Gülmekle a lamak arasındaydı, yüzüme
baktı. Ben de onu gözlerimle ok amak
istedim, becerebildim mi, bilmem.
Hemen o ak am sofrada bir yara
daha aldım, üstelik do rudan do ruya
Guido’dan.
Galiba ben ruh ça ırma seansına
yeti meden az önce Guido sabahleyin
benim dalgın de ilim dedi imi anlatmı tı.
Hemen o kadar çok kanıt ileri sürerek
yalanımı ortaya çıkarmı lardı ki, öcünü
almak (ya da resim yapabildi ini
göstermek için) benim bir çift
karikatürümü yapmı tı. Birincisinde
burnum havada, yere dayanmı bir
emsiyeye abanmı gözüküyordum.
kincisinde emsiye kırılmı , sapı sırtıma
saplanmı tı. ki karikatürde de istenen
amaca ula ılmı tı, çok basit, ama çok
ba arılıydı, bakanı güldürüyordu:
karikatürüm bana çok benziyordu,
gelgelelim en büyük özelli i dazlaklı ıydı,
iki taslakta da aynıydım, yani bir emsiye
bedenime saplandı ında bile görünü üm
de i meyecek kadar dalgın oldu um
anla ılıyordu.
Herkes güldü, hatta gere inden
fazla. Beni gülünç duruma dü ürmek için
yapılan bir giri imin böylesine ba arılı
olması yüre imi sızlattı. Ve korkunç
sancımı i te ilk kez o sıra duydum. O
ak am kolumun dirsekten a a ısı ile
kalçam a rıdı. iddetli bir yanma
duygusuydu bu, sinirlerim sanki
büzülecekmi gibi karıncalandı.
a kınlıkla sa elimi kalçama götürdüm,
sol elinde a rıyan kolumu tuttum.
— Neyin var? diye sordu Augusta.
Kahveden çıkarken dü tü ümde
çarptı ım yerin a rıdı ını söyledim,
bundan o ak am da söz etmi tik.
O acıdan yakayı kurtarmak için
hemen enerjik bir giri imde bulundum.
Böylesine a a ılanmamın öcünü
alabilsem iyile ecekmi im gibi geldi. Bir
kalem kâ ıt istedim, üzerine devrilen bir
masanın altında ezilen bir adam resmi
çizmeye çabaladım. Bu arbede sırasında
elinden dü ürdü ü bastonunu da yanına
ekledim. Bastonu hiç kimse tanıyamadı,
bu yüzden hakaret istedi im gibi hedefini
bulmadı. Adamın kim oldu u, o duruma
nasıl dü tü ü iyice anla ılsın diye de
altına öyle yazdım: «Guido Speier’in
masa ile ba ı dertte». Zaten masanın
altında kalan biçarenin yalnızca
bacakları gözüküyordu, e er onları
mahsustan e ri bü rü yapmı
olmasaydım, öç alma hevesim zaten pek
çocuksu olan çizgilerimi büsbütün
bozmu olmasaydı Guido’nun bacaklarına
benzeyebilirlerdi.
Canım öylesine yanıyordu ki,
çarçabuk çiziktirmek zorunda kaldım.
Kar ımdakini incitme iste i zavallı
bedenimi öylesine sarmı tı ki, hiç ku kum
yok, kımıldatmasını beceremedi im o
kalemin yerinde bir kılıç olsaydı tedavim
ba arılı olurdu.
Guido benim yaptı ım resmi
görünce yürekten güldü, sonra yumu ak
bir sesle ekledi:
— Masa bana bir zarar vermi e
benzemiyor!
Gerçekten de vermemi ti, ben de
i te bu e itsizlikten yakınıyordum ya.
Ada, Guido’nun yaptı ı iki resmi
saklamak istedi ini söyledi. Ben ona
sitemle baktım, gözlerini kaçırmak
zorunda kaldı. Ne kadar sitem etsem
haklıydım, çünkü acıma tuz biber
ekmi ti.
Augusta ise hemen beni
savunmaya ko tu. Resmimin üzerine
ni an tarihimizi yazmamı istedi, çünkü o
da o karalamayı saklamak niyetindeymi .
lk kez gözümde bunca önem alan o sevgi
belirtisinin üzerine damarlarımı sımsıcak
bir kan dalgası bastı. Ama sancım
kesilmedi, e er o sevgi belirtisi Ada’dan
gelecek olsaydı damarlarıma öyle bir kan
akın ederdi ki, sinirlerimde birikip kalmı
tüm artıkları süpürüp götürürdü, diye
dü ündüm.
Sancı bir daha yakamı bırakmadı.
imdi ihtiyarladım ya, o denli rahatsız
etmiyor artık, tuttu u zamanlar
ho görüyle kar ılıyorum: «Ya! Demek
buradasın, bir zamanlar genç oldu umun
açık kanıtısın demek?». Ne var ki
gençli imde bir ba kaydı. Gerçi rahatça
kımıldamamı engelledi, kimi geceler göz
kırptırmadı ama, iddetli bir sancıydı
diyemem. Gelgelelim ya amımın büyük
bölümüne el bastı. yile mek istiyordum
ben! Neden ömrüm boyunca bedenimde
yenilginin damgasını ta ısaydım?
Guido’nun zaferinin ayaklı anıtı mı
olacaktım yani? O sancıyı bedenimden
silmem gerekiyordu.
Böylece tedavi ba ladı. Ama ba lar
ba lamaz hastalı ın nasıl bir öfkeden
kaynaklandı ı unutuldu gitti, o kadar ki
imdi o kökeni bulup çıkarmam bile güç
oldu. Ba ka türlü olamazdı: beni tedavi
eden doktorlara çok güveniyordum, o
sancıyı kimi zaman metabolizmaya, kimi
zaman dola ım bozuklu una, sonra
vereme, hatta içlerinden biri u yüz
kızartıcı türden enfeksiyonlara
verdiklerinde içtenlikle inandım. Ayrıca
tedavilerin hepsinin beni bir süre için
rahatlattıklarını söylemeliyim, bu yüzden
de her seferinde yeni tanı do rulanır
gibiydi. Sonuçta er geç kesinli ini
yitiriyordu, ama tümüyle yanlı
çıkmıyordu, çünkü bedensel i levlerimin
hepsinin kendine göre bir kusuru vardır.
Yalnız bir kez a ır bir yanılgıya
dü tü biri; baytar kılıklı bir doktorun
eline dü mü tüm, bir süre siyatik
sinirime yakılar koymakta ayak diredi,
sancım da sonunda onunla alay eder
gibi, bir uygulama sırasında kalçamdan
enseme, yani siyatikle hiç bir ili kisi
olamayacak bir yere sıçrayıverdi. Cerrah
bozuntusu celâllendi, kapının önüne
koydu beni, ba ımı alıp gittim —çok iyi
anımsıyorum—, hiç de alınmı de ildim,
sancının yeni yerinde eskisinin tıpkısı
olmasına pek a mı tım. Ne garip!
Bedenimizin her kö esi aynı biçimde
sancımayı bilirmi .
Tüm öteki tanılar olanca
kesinlikleri ile bedenimde ya ıyor ve rekor
kırmak ister gibi aralarında yan ıyor.
Günlerce üre e ilimi içinde ya ıyorum,
sonra kimi günler bir damar yangısı o
e ilimi yokediyor, yani iyile tiriyor.
Çekmeceler dolusu ilâcım var, düzene
soktu um tek çekmecem de o. lâçlarımı
severim ben, içlerinden birini bıraktım
mı, bilirim ki er geç dönece im ona.
Zaten zamanımı bo yere yitirdi imi de
sanmıyorum. E er sancım çe itli
hastalıktan akla getirip de onlar beni
pençelerine almadan tedaviye
zorlamasaydı, kimbilir ne kadar zaman
önce, hangi hastalıktan ölüp gitmi
olacaktım.
Özünü açıklayamıyorum ama, ilk
kez sancımın ne zaman ortaya çıktı ını
biliyorum. te o benimkinden çok daha
güzel olan resim yüzündendi. Barda ı
ta ıran damlaydı o! Sancıyı daha önce
duymamı oldu uma eminim. Bir doktora
kökenini açıklayayım, dedim, ama kulak
asmadı Kimbilir? Belki de psikanaliz o
günlerde, özellikle de ni anlanmamı
izleyen o birkaç saatte bedenimde
gerçekle en tüm de i imi açı a
çıkaracaktır.
Aslında o saatlere kısa da
denilemez ya!
Daha sonra topluluk da ıldı ında
Augusta ne eyle bana döndü:
— Yarın görü ürüz.
Ça rı ho uma gitti, çünkü
amacıma ula tı ımı, hiçbir eyin bitmi
olmadı ını, her eyin ertesi gün de sürüp
gidece ini kanıtlıyordu. Gözlerimin içine
baktı, benim gözlerimi canı gönülden
onaylar görünce ferahladı. O
basamakları artık saymadan inerken
kendi kendime unu soruyordum:
— Yoksa seviyor muyum onu?
Bu ku ku tüm ya amım boyunca
e lik etti bana; bugünse onca ku kunun
e li indeki a kın gerçek sevgi oldu unu
sanıyorum.
Ama o evden ayrıldıktan sonra
gidip yatmama, o ak amki etkinliklerimin
ürünü olan, uzun, dinlendirici uykuya
kavu mama izin verilmedi. Hava sıcaktı.
Guido’nun canı dondurma istedi, beni bir
kahveye ça ırdı. Dostça koluma asıldı,
ben de bir o kadar dostça onun koluna
yapı tım. Benim için çok önemli biriydi,
ondan hiçbir eyi esirgeyemezdim.
Aslında beni yata a sürüklemesi gereken
bitkinli im her zamankinden de uysal
etmi ti.
Zavallı Tullio’nun bana hastalı ını
bula tırdı ı kahveye girdik, uzakça bir
masaya oturduk. Nasıl ayrılmaz
arkada ım olaca ını henüz bilmedi im
sancım yol boyunca canımı pek fena
yakmı tı, birkaç saniye oturmama olanak
verildi inde hafifler gibi oldu.
Guido’nun arkada lı ına ise
dayanmak güçtü Augusta ile a kımızın
öyküsünü soru turuyordu büyük bir
merakla. Kendisini aldatıyorum mu
sanmı tı ne? Tam bir yüzsüzlükle,
kendisine, Augusta’ya Malfenti’lerin evine
ilk ayak bastı ım gün tutuldum, dedim.
Sancım elime vurmu , beni geveze
yapmı tı, sanki sesimle acımı bastırmak
istermi im gibi. Ama fazla konu tum, e er
Guido daha dikkatli olsaydı Augusta’ya
öyle pek tutkun olmadı ımı pekâlâ
anlardı. Augusta’nın bedenindeki en
ilginç eyden, yani o a koloz gözünden
söz ettim, sanki kalan parçaları da yerini
a ırmı mı gibi yanıltıyordu insanı. Sonra
neden daha önce ortaya çıkmadı ımı
açıklamak istedim. Belki de Guido o eve
ni anlanmak için tam son anda
damladı ımı görünce a ırmı tı. öyle
ba ırdım:
— Malfenti küçükhanımlar lüks
içinde yüzmeye alı kındırlar, ben de
böylesine bir yükü omuzlayacak
durumda mıyım, bilemiyordum.
Ada’dan da böyle söz etmi
oldu uma üzüldüm, ama olan olmu tu
artık; Augusta’yı Ada’dan ayırmak öyle
güçtü ki! Kendimi tutabilmek için sesimi
alçaltarak ekledim.
— Bu yüzden bir takım hesaplar
yapmam gerekti. Baktım param
yetmeyecek, o zaman ticaret hacmimi
geni letebilir miyim diye bazı çalı malara
giri tim.
Sonra dedim ki, o hesapları
yapabilmek için hayli zaman
harcamı tım, ben de bu yüzden tam be
gün süre ile Malfenti’lere gitmemi tim.
Sonunda dilimi tutmaktan vazgeçince
birazcık içten konu ur gibi olmu tum.
Dokunsalar a layacaktım, elimi kalçama
bastırdım:
— Be gün, uzun bir süre! diye
mırıldandım.
Guido benim böylesine ihtiyatlı biri
oldu umu görmekle sevindi ini söyledi.
Kuru bir gözlemde bulundum:
— yi de insan, ihtiyatlı diye
savruklardan daha sevimli bulmuyorlar
ki!
Guido güldü:
— htiyatlı adamın kalkıp da
savruktan yana çıkması garip do rusu!
Sonra ba ka bir giri yapmadan
pat diye Ada’yı babasından istemeye
hazırlandı ını söyledi. Beni o kahveye o
açıklamayı yapmak için mi sürüklemi ti,
yoksa onca zaman oturup kendimden
sözetti imi dinlemekten sıkılmı tı da
öcünü mü alıyordu?
Pek a ırmı , pek sevinmi
gözükmeyi ba ardı ıma hemen hemen
eminim. Ama hemen ardından di lerimi
geçirip kanatırcasına ısırmanın yolunu
buldum:
— imdi anlıyorum, Ada’nın nasıl
olup da öylesine çarpıtılmı bir Bach’dan
ho landı ını! yi çalıyordunuz ama, bu
dünyada öylesine kutsal eyler vardır ki,
kirletenleri engellemek için yasa
çıkarsalar yeridir.
Fena vurmu tum, Guido acısından
kıpkırmızı kesildi. Yanıtı yumu ak oldu,
çünkü bu kez hayranlarının küçük
toplulu unun deste ini bulamayacaktı
ardında,
— Aman Tanrım! diye ba ladı
zaman kazanmak için. nsan kimi kez
çalarken kendinden ufak tefek bir eyler
ekler. O odada Bach’ı bilen pek az ki i
vardı, ben de parçayı birazcık
modernle tirdim.
Bulu undan ötürü sevinmi gibiydi,
aslında ben de onun kadar sevinmi tim,
çünkü bana hem özür dilemi , hem de
ba e mi gibi geldi. Bu da beni
yatı tırmaya yetti, zaten dünyada hiçbir
ey Ada’nın kocası olacak adamla aramı
açamazdı. O kadar iyi çalan bir amatöre
pek az rastladı ımı belirttim.
Bu kadarı yetmedi: ancak i i
profesyonelli e dökmeyi kendi istemedi i
için amatör sayılabilece ini belirtti.
Bütün istedi i bu muydu? Peki, ille
istiyor diye hak da verdim. Amatör
sayılamayaca ı apaçık ortadaydı.
Böylece yeniden iyi arkada olduk.
Ardından öyle, pat diye, kadınların
ardından atıp tutmaya koyuldu. A zım
açık kaldı! imdi kendisini iyi tanıyorum
ya, kar ısındakinin ho una gitti ini
bildi inde ne yönde olursa olsun, ulu orta
söz etmeye bayıldı ını anladım artık. Ben
az önce Malfenti küçükhanımların
lüksünden sözetmeye ba lamı tım, o da
aynı eyden dem vurarak sözü kadınların
tüm kötülüklerine getirdi. Öylesine
yorgundum ki, sözünü kesecek halim
yoktu, sürekli ba sallamakla
yetiniyordum, bu bile fazla geliyordu.
Öyle olmasa itiraz ederdim ku kusuz.
Ben biliyordum ki kendim kadınları
çeki tirmekte haklıydım, çünkü kadın
diye kar ıma Ada, Augusta ve gelecekteki
kayınvalidem çıkmı tı; ama kendisi için
yalnızca onu seven Ada’nın ki ili inde
canlanan cinse çatmak için Guido’nun
hiçbir nedeni yoktu.
Ne de bilgiliymi ! Yorgunlu uma
kar ın hayranlıkla dinledim. Neden sonra
Weininger’in kuramlarını kendisine mal
etti ini bulup çıkaracaktım. O sırada iki
numaralı Bach’ın a ırlı ının altında
ezilmi durumdaydım. çime beni tedavi
etmek istedi i ku kusu bile do du. Yoksa
neden tutup da beni kadın denen
yaratı ın, ne dahice zeki, ne de iyi yürekli
olmayı beceremedi ine inandırmak
i te indi? Bana öyle geldi ki, tedavinin
ba arıya ula mamasının nedeni,
doktorun Guido olmasıydı. Ama o
kuramları unutmadım ve Weininger’i
okuyarak derinle tirdim. nsanı
iyile tirmesine iyile tirmiyorlar ama,
kadınların pe ine takıldı ımda iyi arkada
oluyorlar.
Guido dondurmasını bitirince biraz
temiz hava almak istedi, kentin dı ına
do ru bir gezinti yapmaya zorladı beni.
Hiç unutmuyorum, günlerdir
kente birazcık ya mur ya sa da sıca ı
hafifletse diye umuyorduk. O ak am,
gökyüzü hafif, beyaz bulutlarla
kaplanmaya ba lamı tı, hani u halkın
bol ya mur getirir saydı ı türden, ama
hâlâ berrak, koyu lâcivert gök kubbede
koskocaman bir ay yine halkın bulutları
yutar sandı ı i yanaklı aydedelerden
biri ilerliyordu. De di i her yerde
bulutlar, da ıttı ı, ortalı ı tertemiz etti i
gözle görülüyordu.
Guido’nun gevezeli ini kesmek
istedim, beni durmadan ba sallamaya
zorlayan bir i kenceydi, ayın, air
Zamboni’nin ke fetti i öpücü ünü
anlattım: Guido’nun gözümün içine baka
baka yaptı ı haksızlıklarla kar ıla tırılınca
gecelerimizin orta yerinde ne de tatlıydı o
öpücük! Konu urken, ba sallaya sallaya
kapıldı ım uyu ukluktan silkindim,
sancım hafifler gibi oldu. Ba kaldırı ımın
ödülüydü bu, dört elle sarıldım.
Guido bir an kadınları rahat
bırakıp gözlerini yukarıya kaldırmak
zorunda kaldı. Ama çok sürmedi! Benim
göstermemle aydaki solgun kadın
görüntüsünü ke fettikten sonra konuya
döndü, ıssız sokakta yalnız kendisinin
kahkahalarla güldü ü bir aka yaptı:
— Neler neler görüyordur o kadın!
Ne yazık ki kadın oldu undan,
gördüklerini do ru dürüst aklında
tutamaz.
Kadınların do ru dürüst
anımsayamadıklarından ötürü yüksek
zekâlı olamayacakları da kuramının (ya
da Weininger’in kuramının) bir
parçasıydı.
Belvedere yolunun dibine
varmı tık. Guido dedi ki, biraz yoku
tırmanırsak iyi gelirmi . Buna da kafa
salladım. Tepeye varınca tam çoluk
çocu a yara ır bir i yaptı: yolu a a ı
yoldan ayıran alçak duvarın üzerine
uzandı, yattı. Söyle on metreden dü me
tehlikesine girmekle cesaret gösterisinde
bulundu unu sanıyordu. Onu öylesi bir
tehlike içinde görünce ilkin her zamanki
mide bulantısını duydum, ama sonra
daha o ak am sıkıntıdan kurtulmak için
uyduruverdi im çare geldi aklıma, hemen
aman in allah dü er diye yakarmaya
ba ladım.
Yattı ı yerden hâlâ kadınları sayıp
döküyordu. imdi de çocuklar gibi
oyuncak istediklerini, üstelik de pahalı
oyuncaklara heves sardıklarını
söylüyordu. Ada’nın mücevherleri pek
sevdi ini söyledi ini anımsadım. Acaba
gerçekten ondan mı söz ediyordu? O
zaman korkunç bir dü ünce geldi aklıma!
O on metrelik atlayı ı Guido’ya ben
yaptırsaydım ne olurdu sanki? Ada’yı,
hem de sevmeye sevmeye elimden alan o
herifi yeryüzünden yoketsem haklı
sayılmaz mıydım? O anda içime öyle
geliyordu ki onu öldürecek olsam, hemen
Ada’ya ko up ödülümü isteyebilirdim.
Apaydınlık, garip gecede Guido’nun
kendisini nasıl a a ıladı ını duyup
dinlemi mi gibi geliyordu.
unu itiraf etmeliyim: o an
gerçekten Guido’yu öldürmeye
niyetlendim! Alçacık duvarın üzerine
boylu boyunca uzanmı tı, sonuçtan emin
olmak için onu nasıl tutmam gerekti ini
so ukkanlılıkla inceledim. Sonra tutmam
bile gerekmedi ini farkettim. Kollarını
ensesinin altında kavu turmu , ba ını
kollarına dayamı tı, öyle birdenbire
kuvvetlice itsem dengesini tümüyle
yitirecekti.
Ba ka bir dü ünce geldi aklıma,
öylesine önemli göründü ki, gökyüzünü
temizleyerek ilerleyen o koskocaman
aydede ile kıy asi anabilirdi: Yalnızca o
gece bir rahat uyku uyuyayım diye
Augusta ile ni anlanmaya razı olmu tum.
imdi kalkar Guido’yu öldürürsem nasıl
uyurdum? Beni de, onu da kurtaran o
dü ünce oldu. Guido’ya tepeden baktı ım,
içime eytanı sokan o duru umu hemen
de i tirmek istedim. Dizlerimi büktüm, iki
büklüm oldum, ba ımı neredeyse yere
de ecek kadar e ip bir çı lık kopardım:
— Ay! Aman! Acıyor!
Guido ürkerek aya a fırladı, ne
oluyor diye sordu. Ben yanıt vermeksizin
yakınmamı daha alçak perdeden
sürdürdüm. Niye yakındı ımı pek iyi
biliyordum: öldürmek istemi oldu um
için, ya da, belki de, öldürmeyi
becerememi oldu um içindi. Acı ve
yakınma her ey için özürdü. Öldürmek
istemedim, diye haykırıyordum, aynı
zamanda e er öldüremedimse suç benim
de il, diye haykırıyormu um gibi
geliyordu. Bütün suç hastalı ımın ve
çekti im sancınındı. Oysa tam o sırada
sancımın yokolup gitti ini de çok iyi
anımsıyorum, iniltimin kuru gürültü
oldu unu da anımsıyorum, sancıyı geri
ça ırarak, yeniden ya atmak, acı çekmek
isteyerek bir içerik sa lamaya çalı tım
ona, ama bo unaydı. Yararsızdı çabam,
sancım ancak kendi keyfi diledi inde geri
dönecekti.
Guido her zamanki gibi
varsayımlara giri ti Bunun kahvede
dü tü ümde duydu um sancı olup
olmadı ını sordu. Fikir parlak geldi, evet
dedim.
Beni kolumdan tuttu, büyük bir
sevecenlikle do rulttu. Sonra özenle, hep
öyle bana destek olarak o küçük bayırı
indirdi. A a ıya vardı ımızda kendimi
biraz daha iyi duydu umu, böyle ona
dayanmı ken daha hızlı yürüyebildi imi
söyledim. te, sonunda yatmaya
gidiyorduk! Hem sonra, bu bana o gün
ba ı lanan ilk gerçek büyük sevinçti. O,
benim için çalı ıyordu, çünkü beni
neredeyse sırtlamı götürüyordu.
Sonunda dedi imi yaptırmı tım ya.
Hâlâ kapanmamı bir eczane
bulduk, yatmaya göndermeden önce
bana bir yatı tırıcı ilâç vermek gelmi ti
aklına. Gerçek a rı ile abartmalı
algılanması üzerine bir kuram ileri
sürdü: a rı, kendi yarattı ı kızgınlık
yüzünden ço alır, birkaç katına çıkarmı .
O ufak i e ilâç koleksiyonumun ilk
parçası oldu, seçenin de Guido olması
çok yerindeydi.
Kuramına daha sa lam bir temel
sa layabilmek için o a rıyı günlerdir
çekmi oldu umu varsaydı. Diledi i yanıtı
veremedi ime üzüldüm. O ak am,
Malfenti’lerdeyken hiç a rım sancım
olmadı ını açıkladım. Uzun süredir
kurdu um dü gerçekle iyorken a rı
sancı falan çekiyor olamazdım elbet.
Ve içtenlikle davranabilmek için,
tam da söyledi im gibi olmak istedim,
birkaç kez üst üste öyle yineledim: «Ben
Augusta’yı seviyorum, Ada’yı
sevmiyorum, Augusta’yı seviyorum, bu
ak am, nicedir kurdu um dü gerçekle ti»
Mehtaplı gecede böyle ilerledik,
Guido benim a ırlı ımı ta ımaktan
yorulmu tu sanırım, çünkü sonunda sesi
kesilmi ti. Yine de beni yata ıma kadar
götürmeyi önerdi. Hayır, dedim ve evin
kapısı ardımdan kapandı ında rahat bir
soluk aldım. Hiç ku kum yok, Guido da
almı tı aynı solu u.
Villamın merdivenlerini dörder
dörder çıktım ve on dakikada
yata ımdaydım. Hemen uyuyakaldım,
uyku bastırmadan önceki kısa süre
içinde ne Ada’yı, ne Augusta’yı
anımsadım, yalnızca öylesine
yumu akba lı, iyi yürekli ve sabırlı olan
Guido’yu anımsadım. Az önce kendisini
öldürmek istedi imi unutmu de ildim
ku kusuz, ama bunun hiçbir önemi
yoktu, çünkü kimsenin bilmedi i, iz
bırakmamı eyler, gerçekte yok sayılır.
Ertesi gün ni anlımın evine biraz
çekinerek gittim. Bir ak am önce
verdi im sözün ba kaları için de benim
kafamda vermi oldu um de eri ta ıyıp
ta ımadı ına pek emin de ildim. Evet,
herkes için de o de eri ta ıyormu .
Augusta kendisini ni anlanmı sayıyordu,
hattâ benim sandı ımdan daha da
güvenle.
Zahmetli bir ni anlılık oldu. Ben
birkaç kez ni anı bozdum, sonra büyük
bir çaba sonucu tazeledim, kimsenin
bunu farketmeyi ine a ıyordum.
Gerçekten evlilik yolunda ilerledi ime hiç
bir zaman kesinlikle inandım diyemem,
ama hayli tutkun bir ni anlı gibi
davranmı a benzerim. Ada’nın
kızkarde ini gerçekten elime her fırsat
geçti inde öpüyor, gö süme
bastırıyordum. Augusta benim
saldırılarıma bir e in görevi oldu unu
sandı ı biçimde katlanıyordu, ben de
uslu durdumsa tek nedeni bayan
Malfenti’nin bizi ancak birkaç saniye
ba ba a bırakmasıydı. Ni anlım hiç de
sandı ım kadar çirkin de ildi, en güzel
yanını da öperken ke fettim:
kızarmasıydı! Neresini öpsem benim
onuruma bir kızarıklık peyda oluyordu,
ben de bir â ık co kusundan çok, bir
deneyci merakı ile öpüyordum.
Ama isteksizdim denemez, o a ır
dönemi hafifleten de bu oldu. Ço u kez,
diledi im gibi, Augusta ile annesi, o alevi
bir seferde yakıp tüketmemi
engellemeselerdi vay halime! O zaman
nasıl sürdürecektik ya amımızı? Hiç
de ilse böylelikle iste im o evin
merdivenlerinde bana onları Ada’yı
fethetmeye gitti im zamanlardaki
heyecanı vermeyi sürdürdü. Basamaklar
tek çıkarsa o gün Augusta’ya onun
diledi i ni anlılık neymi , gösterebilece im
demekti. Tüm özgürlük duygumu bana
geri verebilecek bir iddet eylemi
dü lüyordum. Ba ka bir iste im yoktu;
Augusta’nın ne istedi imi anlayınca bir
a k hummasına yorması da pek garip
kaçtı.
O dönem, belle imde iki a amaya
bölünüyor. Birincisinde bayan Malfenti
ço unlukla Alberta’yı yanımıza gözcü
dikiyor, ya da küçük Anna’yı mürebbiyesi
ile birlikte bizimle aynı salona tıkıyordu.
O zamanlar Ada hiç yanımıza
bırakılmadı, ben, kendi kendime, bundan
dolayı sevinmem gerekti ini söylüyordum,
ama bir kez Ada’nın gözleri önünde
Augusta’yı öpebilmenin pek ho uma
gidece ini dü ündü ümü hayal meyal
anımsıyorum. Kim bilir nasıl bir iddetle
yapardım bunu.
kinci a ama Guido ile Ada resmen
ni anlandıklarında ba ladı, pek pratik
görü lü bir kadın olan bayan Malfenti de
iki çifti birbirlerine kar ılıklı gözcülük
etsinler diye aynı salonda birle tirdi.
Birinci a amada, Augusta’nın
benden pek memnun kaldı ını biliyorum.
Üstüne saldırmadı ım zamanlar
görülmedik bir gevezeli im tutuyordu.
Gevezelik benim gereksinimimde Augusta
ile evlenece ime göre e itimini de
üstlenmem gerekti ini kafama koyarak
bir olanak yarattım. Onu, tatlılık sevgi,
en çok da ba lılık yolunda e itiyordum.
Vaazlarımı tam olarak
anımsayamıyorum, ama o, hiçbirini
unutmadı, kimi zaman anımsatıyor.
Beni, dikkatle, uysallıkla dinlerdi. Bir kez,
kendimi ö retimin co kusuna kaptırdım,
e er günün birinde kendisini aldattı ımı
görürse, aynısını yapmaya hakkı
olaca ını bildirdim. O çok bozuldu, olmaz
dedi, benim iznimle bile olsa bana ihanet
etmeyece ini, ben kendisini aldatacak
olsam da ona yalnızca a lama özgürlü ü
kalaca ını ileri sürdü.
Bir eyler söylemi olmaktan çok
ba ka amaçla verdi im o vaazların
evlili imi iyi yönde etkilediklerini
sanıyorum. Augusta’nın ruhundaki
etkileri ise çok içtendi. Ba lılı ı hiçbir
zaman sınanmadı, çünkü benim
aldatmalarımı ruhu bile duymadı, ama
birlikte geçirdi imiz uzun yıllar boyunca,
tam bana vâdettirdi im gibi, sevgisi ve
tatlılı ı hiç de i medi.
Guido, ni anlandı ında,
ni anlılı ımın ikinci a aması u kararla
ba ladı: «Ada’ya olan tutkumdan
kurtuldum artık!». O ânâ de in
Augusta’nın kızarmalarının beni
iyile tirmeye yetti ini sanmı tım, ama
anladım ki, iyile menin yeterlisi
olmuyormu ! O kızarmanın anısı
bunların, artık Guido ile Ada arasında da
geçecek eyler oldu unu dü ündürdü.
Asıl bu, ötekinden çok daha fazla,
içimdeki her türlü iste i öldürecekti.
Augusta’yı zorla elde etmek iste im
ilk a amadadır. kinci a amada artık
azgınlık etmedim. Bayan Malfenti canını
hiç sıkıntıya sokmadan gözetlenme
sorunumuzu böyle çözümlerken
yanılmamı tı ku kusuz.
Hiç unutmuyorum, bir kez
Augusta’yı aka olsun diye öpmeye
ba ladım. Guido da, benimle akala acak
yerde kalktı, Ada’yı öpmeye koyuldu.
Biraz kaba davranıyor gibiydi, çünkü
benim onlara saygılı davranıp da
masumca öptü üm gibi de il, Ada’yı
dudaklarından, eme eme öpüyordu. Oysa
o tarihte ben Ada’yı bir kızkarde
saymaya kendimi alı tırmı tım artık, ne
var ki kızkarde imden o biçimde
yararlanıldı ını görmeye hazırlıklı
de ildim. Gerçek bir a abeyin de
kızkarde ini öyle mıncıklanır görmekten
memnun olaca ına ku kum yok.
Bu yüzden Guido’nun kar ısında
bir daha Augusta’yı öpmedim. Guido ise,
benim kar ımda Ada’yı bir kez daha
kendisine çekmek istedi, ama o, atik
davranıp çekildi, Guido da giri imini bir
daha yinelemedi.
Birlikte geçirdi imiz onca ak amın
anısı çok bulanık belle imde. Sonsuza
de in yinelenen öyle bir sahne kalmı
aklımda, dördümüz de ince yapılı Venedik
masasının çevresinde oturuyoruz,
masanın üzerinde her eylere gölge
dü üren ye il kuma tan bir abajurla
örtülü kocaman bir petrol lambası
yanıyor, yalnız kızların i ledikleri nakı lar
ı ıkta kalıyor, Adanın elinde serbestçe
tuttu u bir ipek mendili, Augusta ufak
bir yuvarlak kasnakta i liyor. Guido’nun
bir söylev çekti ini görüyorum, ben
ço unlukla ona hak vermekle
yetinmi imdir. Adanın hafif kıvırcık, siyah
saçlarla örtülü ba ını, sarı-ye il ı ı ın
buklelerinde yaptı ı garip oyunları hâlâ
anımsıyorum.
O ı ı ı ve o saçların gerçek rengini
de tartı tık. Ressamlı ı da varmı
Guido’nun, bize bir rengin nasıl
çözümlenmesi gerekti ini anlattıydı. Bu
ö retisini de hiç unutmadım, bugün hâlâ
bir do a görünümünün rengini iyice
anlamak gerekti inde çizgilerin ço u
silinip gidinceye, yalnız ı ık lekeleri kalıp,
onlar da bir tek asil renge bulanıncaya
de in gözlerimi kısarım. Gelgelelim böyle
bir çözümlemeye giri tim mi retinamda
gerçek görüntülerin hemen ardından,
neredeyse bana özgü bir bedensel tepki
ile, sarı-ye il ı ık ve gözlerimi ilk kez
alı tırdı ım o siyah saçlar belirir
ufkumda.
O ak amlardan birini hiç
unutmayaca ım, çünkü Augusta
kıskançlıkla bir söz etti, ardından ben de
pek tatsız bir bo bo azlık ettim. Guido ile
Ada, bize aka olsun diye uza a, salonun
öte yanındaki XIV. Lui stili masaya
oturmu lardı. Onlarla konu mak için
ba ımı çevirmekten çok geçmeden
boynuma a rı girdi. Augusta dedi ki:
— Rahat bıraksana! Onlar
gerçekten sevi iyorlar.
Ben de, hiç mi hiç dü ünmeden
alçak sesle bundan emin olmaması
gerekti ini, Guido’nun kadınlardan
ho lanmadı ını söyledim. ki sevgilinin
konu malarına burnumu soku uma
böylece bir özür buldum sanmı tım.
Oysa, Guido’nun benimle yalnızken bol
bol sarfetti i, ama ni anlılarımızın
ailesinden kimsenin önünde a zına
almadı ı kadınlara kar ı sözlerini
Augusta’ya aktarmakla fitnecilik ve
bo bo azlık etmi tim. O sözlerimin anısı
beni günlerce rahatsız etti, oysa Guido’yu
öldürmek isteyi imin anısı bana bir
saatçik bile dert olmamı tı. Ama haince
de olsa, öldürmek, bir dostun açtı ı sırrı
ele vererek zarar görmesine neden
olmaktan çok daha erkekçe bir i tir.
Augusta daha o zamandan Ada’yı
kıskanmakta haksızdı. Boynumu öyle
bükü üm Ada’yı görmek için de ildi. Bana
uzun gelen o zamanı geçirmeme Guido
gevezelikleri ile yardımcı oluyordu. Ben
ona ısınmı tım bile, günlerimin bir
bölümünü birlikte geçiriyordum. Bana
önem vermesinden ve bunu ba kalarına
da aktarmasından ötürü minnet duyarak
ba lanmı tım ona. imdi konu tu umda
Ada bile durup dikkatle dinliyordu
sözümü.
Her ak am bizi yeme e ça ıran
gongun sesini sabırsızlıkla bekliyordum, o
ak amlardan en çok anımsadı ım ey de
her zaman sindirim güçlü ü çekti imdir.
Bir ey yapmı olmak için bol bol
atı tırıyordum. Yemekte Augusta’ya sevgi
dolu sözler ya dırıyordum, tabii a zım
doluyken ne kadar konu abilirsem.
Annesi ile babası yalnızca hayvanca
i tahımın büyük a kımı azalttı ı gibi kötü
bir izlenim edinebilirlerdi. Balayından
dönü te eskisi gibi i tahlı olmadı ımı
görünce a tılar. Duymadı ım bir tutkuyu
göstermemi istemekten vazgeçince o da
yokolup gitmi ti. nsan ni anlısı ile
yatmaya hazırlanırken ana-babasına
so uk görünemez ki! Augusta en çok
kendisine masada fısıldadı ım sevgi dolu
sözleri anımsıyor. ki lokma arasında
harika eyler uydurmu olmalıyım, bana
onları anımsattı ında a ıp kalıyorum,
kendi a zımdan çıkmı olabileceklerine
inanamıyorum bir türlü.
Kayınpederim olacak kurnaz
Giovanni bile aldandı, ya adı ı sürece
büyük bir tutku örne i vermek
istedi inde hep benim kızına, yani
Augusta’ya olan sevgimi göstermi tir. yi
bir baba olarak mutlulukla
gülümsüyordu, ama bu arada, beni
eskisinden beter küçümsüyordu, çünkü
ona kalırsa tüm yazgısını bir kadının
eline bırakana, hele bu dünyada ba ka
kadınlar da oldu unu farketmeyene
erkek denmezdi. Bundan da beni her
zaman âdil biçimde yargılamadı ı ortaya
çıkıyor.
Kayınvalidem ise sevgime hiçbir
zaman inanmadı, Augusta güvenle
kendini bıraktı ı zamanlar bile. Yıllar yılı
sevgili kızının alınyazısından ku kulu,
inanmaz gözlerle süzdü beni. Ni ana
sürüklendi im günlerde beni onun
yönlendirmi oldu una inanmamın bir
nedeni de bu. Benim yüre imi benden iyi
okuyan o kadını aldatmanın yolu yoktu.
Sonunda dü ün günü geldi çattı,
i te tam o gün, son bir duraksama daha
geçirdim. Sabahın saat sekizinde gelin
evinde olacaktım, oysa saat yedi
kırkbe te hâlâ yata ımdaydım, öfkeyle
sigaranın birini söndürüp birini yakıyor,
pencereye bakıyordum: o kı , ilk kez
yüzünü gösteren güne camlarda
parıldayarak alay ediyordu benimle.
Augusta’yı yüzüstü bırakmanın yolunu
arıyordum! Artık Ada’nın yakınında
kalmak umurumda de ildi ya, evlili im
iyiden iyiye anlamını yitirmi ti. O
randevuya gitmesem kıyamet kopmazdı
ya! Hem sonra, Augusta son derece
sevimli bir ni anlı olmu tu, ama dü ünün
ertesinde nasıl davranaca ını ne bilirdim.
Ya öyle burnumdan sürüklendim diye
tutar da hemen hayvan yerine koyarsa
beni?
Bereket, Guido geldi de, ayak
diremek öyle dursun, dü ün saatini iyi
anımsayamadı ımı uydurarak
gecikti imden ötürü özür diledim. Guido,
bana çıkı mak yerine, kendinden,
dalgınlı ından ötürü gecikti i nice
randevularından söz açtı. Dalgınlıkta bile
ille de benden üstün çıkması
gerekiyordu, evden dı arıya adım
atabilmek için kulaklarımı tıkamak
zorunda kaldım. Sonuçta ko ar adım
dü ünüme gittim.
Yine de çok geç kalmı tım. Hiç
kimse bana sitem etmedi, gelin dı ında
hepsi Guido’nun benim yerime yaptı ı
açıklamaları kabul etti. Augusta ise o
denli solgundu ki dudakları bile
morarmı tı. Onu sevdi imi söyleyemezdim
ama, kötülük etmek istemedi im de
kesin. Kusurumu ba ı layayım, dedim,
gecikmemin üç nedeni oldu unu
söylemek alıklı ında bulundum. Sayıları
çok fazlaydı, üstelik yata ımda, kı
güne ini seyrederken daldı ım
dü ünceleri öyle açık seçik ortaya
koyuyorlardı ki, Augusta’ya kendine
gelmesi için zaman vermek, kiliseye
gidi imizi geciktirmek zorunda kaldık.
Mihrabın önünde, evet derken
dalgındım, çünkü Augusta’ya öylesine
acımı tım ki, gecikmeme bir dördüncü
neden bulmaya u ra ıyordum,
ötekilerden iyi gibi gelmi ti bu
sonuncusu.
Oysa kiliseden çıktı ımızda,
baktım, Augusta tüm renklerini yine
takınmı tı. Biraz öfkelendim, çünkü
benim o evetim kendisini sevdi imin tam
garantisi de ildi ki. Öyle burnumdan
sürüklendim diye beni hayvan yerine
koyacak kadar toparlanmı sa çok sert
davranmaya hazırdım. Oysa evine
gidince bizi yalnız bıraktıkları bir andan
yararlanarak, gözlerinde ya larla unları
söyledi:
— Sevmedi in halde benimle
evlendi ini asla unutmayaca ım,
tiraz etmedim, durum apaçık
ortadaydı, denecek bir ey yoktu.
Yüre im acıma ile burkularak sarıldım
ona.
Sonra Augusta ile bütün
bunlardan bir daha söz etmedik, çünkü
evlilik ni anlılıktan çok daha basit bir ey.
nsan bir kez ba göz oldu mu, a k
tartı maları sona eriyor, a ktan söz
etmesi gerekti inde de çok sürmüyor,
hayvanlı ı kabarıp çenesini kapatıyor.
Gelgelelim bu hayvanlık öylesine
insanla mı olabiliyor ki, karma ıkla ıyor,
çarpılıyor, bir kadının saçlarına
e ildi inizde orada bulunmayan bir ı ı ı
arayabiliyorsunuz. Gözlerinizi
yumuyorsunuz, kadın bir ba kasına
dönü üyor, bıraktı ınızda yine kendisi
olup çıkıyor. Tüm minnetinizle ona
yöneliyorsunuz, çabanızda ba arılı
olmu sanız büsbütün minnet
duyuyorsunuz, i te bunun içindir ki
dünyaya bir daha gelirsem (Tabiat
Ananın yapamayaca ı ey yoktur!)
Augusta ile evlenmeye razı olurum, ama
ni anlanmaya asla.
stasyonda Ada karde çe öpeyim
diye yana ını uzattı. Bizi u urlamaya
gelen onca insanın arasında
sersemlemi tim, ancak o zaman
görebildim onu, hemen aklımdan u geçti:
«Ba ıma bu derdi açan sensin ha!».
Kadife yana ına dudaklarımı uzattım
ama de dirmemeye özen gösterdim. O
günün ilk sevinci de bu oldu, çünkü bir
an için evlili imin ne büyük bir yarar
sa ladı ını duydum: Ada’yı öpmek için
elime geçen tek fırsattan yararlanmayıp
öcümü almı tım! Sonra, tren hızla
giderken Augusta’nın yanına oturdum,
acaba iyi etmedim mi diye dü ündüm.
Guido ile arkada lı ımın bundan ötürü
tehlikeye dü mesinden korkuyordum.
Ama belki de, Ada’nın bana uzattı ı
yana ını öpmedi imi fark bile etmedi ini
dü ününce daha da büyük bir acı
dü üyordu içime.
Oysa farketmi ti bunu aylar sonra,
o Guido ile birlikte aynı istasyondan yola
çıktı ında anlayacaktım: herkesi öptü,
bana ise büyük bir içtenlikle elini uzattı.
So uk so uk sıktım o eli. Öcünü almakta
gecikmi ti, çünkü ko ullar tümüyle
de i mi ti artık. Ben balayından
döndü ümden sonra ili kilerimiz karde çe
olmu tu, kendini öptürmemesi için bir
neden yoktu.

VI
KARIM VE METRES M
Ya amımda öyle dönemler
olmu tur ki, sa lı a ve mutlulu a do ru
ilerledi imi sanmı ımdır. Ama bu inanç
hiçbir zaman balayı yolculu um
sırasında, bir de döndükten sonraki
birkaç hafta içindeki kadar güçlü
olmamı tır. lkin beni a kınlı a dü üren
bir ke if: Augusta’nın beni sevdi i gibi
ben de onu seviyordum. Önce pek
güvenemeden elime geçen günden
yararlanmaya bakıyor, onu izleyen gün
bamba ka olacak diye bekliyordum. Ama
günler birbirini izliyor, birbirine
benziyordu, apaydınlıktı, Augusta’nın
yumu aklı ı ile dopdoluydu, buna ben de
katılıyordum —ki büyük bir sürprizdi—.
Onu her sabah aynı sımsıcak sevgi ile
uyanmı buluyordum, bende de a k
de ilse bile onu çok anımsatan hep aynı
minnet duygusu vardı. Ada’dan
Alberta’ya topallayıp sonunda Augusta’da
karar kıldı ım sıralar kimin aklından
geçerdi bu? Ba kalarının güdümünde,
kör bir aptal gibi de il de, son derece
basiretli bir adam gibi davranmı
oldu umu ke fediyordum. Benim a tı ımı
gördükçe Augusta öyle diyordu:
— yi ama neden a ıyorsun?
Evlili in böyle oldu undan haberin yok
muydu? Ben senin yanında pek bilgisiz
sayılırım ama bunu biliyordum.
Bilmem sevgiden önce miydi, sonra
mı, içime bir umut do du, kocaman bir
umut: canlı bir sa lık simgesi gibi dola an
Augusta’ya benzemek. Ni anlılı ımız
sırasında o sa lı ın farkına bile
varmamı tım, çünkü ilkin kendi kendimi,
sonra Ada ile Guido’yu incelemeye dalmı
gitmi tim. O salondaki petrol lambası
Augusta’nın seyrek saçlarına hiç ı ık
dü ürmemi ti.
Kızarmak da nesiymi ! Güne
parlattı ında afa ın renkleri nasıl yok
oluverirse o kızarıklık da öyle
siliniverince, Augusta yeryüzünde büyük
ablalarının geçmi oldukları yola güvenle
saptı, her eyi yasada ve düzende bulan,
yoksa her eyden vazgeçen ablalarının
yoluna. Gerçi bana dayandı ından ötürü
temelinin çürük oldu unu biliyordum
ama, o güveni seviyordum, tapıyordum o
güvene. Onun kar ısında hiç de ilse
ispritizma konusundaki alçak
gönüllülü ümle davranmam gerekiyordu.
Bu da olmayacak bir ey de ildi, bu
yüzden ya ama bile inanılabilirdi.
Ama a ırtıyordu beni: her
sözünden, her davranı ından aslında
ya amı sonsuz sandı ı sonucu çıkıyordu.
Böyle demiyordu elbette: hatta onunkileri
sevmeden önce yanlı lıklardan tiksinen
ben, ona ya amın kısalı ını anlatmak
gere ini duyunca pek hayret etti. Yok
canım! Hepimiz ölecektik ölmesine, bunu
bilmiyor de ildi elbet, ama imdi
evlenmi tik ya, bu birlikte, birlikte,
birlikte kalmamızı engellemezdi ki. Demek
ki bu dünyada insanlar birle ince, bunun
kısacık, kısacık, kısacık bir süre için
oldu undan habersizdi: öyle ki,
tanı madan geçen sonsuz bir zamandan
sonra, bir ba ka sonsuzluk boyunca bir
daha görü memeye hazırlanırken nasıl
olup da içli dı lı olundu una a ıyordu
insan Kusursuz sa lı ın ne oldu unu,
ancak karımın gözünde bugünün içine
sı ınıp dünyadan kopabilece imiz, sıcacık
yumulabilece imiz, elle tutulur bir gerçek
oldu unu sezince anlayabildim. O
sı ına a sı ınmaya çalı tım, onunla da,
kendimle de alay etmeksizin orada
kalmayı denedim, çünkü benim bu
çırpınmam hastalı ımın belirtisinden
ba ka bir ey olamazdı, ben de hiç de ilse
bana yüre ini açmı olanlara hastalı ımı
bula tırmaktan sakınmalıydım. Biraz da
bu yüzden, karımı koruyayım derken, bir
süre için, sa lıklı bir insan gibi
davranmayı ba ardım.
nsanı umutsuzlu a sürükleyen
eylerin tümünden haberi vardı aslında,
gelgelelim bütün bunlar onun kar ısına
çıktı mı, tabiatımı de i tiriyordu.
Mademki dünya dönüyordu insanı deniz
tutmaması gerekirdi! Tam tersine! Dünya
dönüyordu ama, ba ka her ey yerli
yerinde duruyordu. Ve bu, kımıldamadan
duran eylerin önemi büyüktü: nikâh
yüzü ü, bütün takıları ve giysileri, ye ili,
siyahı, eve geldi inde dolaba giren gezinti
giysisi, asla ne gündüzün ne de ben frak
giymemek için ayak diredi im zamanlar
giyilmeyecek olan ak amüstü giysisi.
Yemek saatlerine de sıkı sıkıya uyulurdu,
uyku saatlerine da. O saatler vardılar ve
hep yerli yerlerinde dururlardı.
Pazarları kiliseye, ayine gidiyordu,
kimi kez ben de ona e lik ettim, acının ve
ölümün görüntüsünden nasıl etkileniyor
diye görmek için. Onun için yoktu
bunlar, o ziyaret bütün hafta içine su
serpiyordu. Ezbere bildi i kimi yortu
günlerinde de gidiyordu kiliseye. Hepsi o
kadar, oysa ben dindar olsam sabahtan
ak ama kadar kiliseden ayrılmaz,
mutlulu u böylece garantilerdim.
Bu dünyada da karımın içine su
serpmeye yarayan nice makamlar vardı.
Her eyden önce sokaklarda ve evlerde
güvenli imizi sa layan Avusturya ya da
talyan makamları ki bu saygısına
katılmak için elimden geleni yapmı ımdır.
Sonra doktorlar vardı, —Allah korusun—
ba ımıza bir hastalık geldi inde bizi
kurtarmak için gereken tüm düzenli
e itimi görmü lerdi onlar. Ben o yetkilere
her gün ba vuruyordum, o ise hiçbir
zaman. Ama i te o yüzdendir ki, ben
ölümcül hastalık kapımı çaldı ında beni
ne tüyler ürpertici bir son bekledi ini
biliyordum, o ise, öbür dünyada da, bu
dünyada da sa lam bir arkası
oldu undan, o zaman da yakayı
kurtarabilece ini sanıyordu.
Ben imdi karımın sa lı ını
çözümlemekteyim, ama elimden gelmiyor,
çünkü çözümleyeyim derken onu
hastalı a dönü türdü ümü
farkediyorum. Ve, yazarken, o sa lı ın
iyile tirilmesi için acaba bir tedavi ya da
e itim gerekmiyor mu, diye bir ku ku
dü üyor içime. Ne var ki, yıllar yılı
karımın yanında ya arken böyle bir
ku kuya asla kapılmadım.
O küçük dünyada ne büyük bir
önem verilmi ti buna: ister yiyeceklerin
ve giysilerin, ister arkada ların ve
okunacak kitapların seçilmesinde olsun,
her konuda istemimi açıklamam
gerekiyordu. Beni hiç de sıkmayan arasız
bir etkinli e zorlanıyordum. Ataerkil bir
ailenin kurulmasında i birli i ediyordum
ve o bir zamanlar tiksindi im, imdi de
bir sa lık anıtı gibi gözüken aile babasına
dönü mekteydim. Aile babası olmak
ba ka eydir, bu onuru kendine
maletmek küstahlı ında bulunan birine
tapmak zorunda kalmak ba ka ey. Ben
kendim için sa lıklı olmak dile indeydim
ve özellikle yolculuk sırasında, aile babası
olmayanlara hastalık bula tırmak
pahasına da olsa, kimi zaman isteyerek,
atlı heykel pozunda dola tım.
Ama daha yoldayken niyet etti im
gibi öykünmek her zaman kolay olmadı.
Augusta sanki bir e itim gezisindeymi
gibi her eyleri görme sevdasındaydı. Pitti
Sarayına girmi olmak yetmiyordu, o
sayısız salonların tümünden geçmek, her
sanat yapıtının önünde en azından
birkaç saniye duraklamak gerekliydi. Ben
ilk salondan ayrılmam diye ayak diredim,
girdi im tek zahmet tembelli ime bir özür
bulmak oldu. Medici hanedanının
kurucularının portrelerinin önünde yarım
gün harcadım ve Carnegie ile
Vanderbilt’e benzedikleri ke finde
bulundum. Ola anüstüydü bu! Oysa
benim soyumdandılar! Augusta
a kınlı ımı payla mıyordu. Yankee’lerin
kim olduklarını biliyordu ama benim kim
oldu umu henüz ö renmi de ildi.
Sa lı ı burada yaya kaldı,
müzelerden vazgeçmesi gerekti. Bir kez
Louvre’da onca sanat yapıtının ortasında
öylesine kendimi a ırmı tım ki, az kalsın
Venüs heykelini paramparça edecektim,
dedim. Augusta boyun e di:
— Bereket versin, dedi, müzelere
yalnız balayında gidilir, sonra bir daha
ayak atılmaz!
Gerçekten de, ya amda, müzelerin
tekdüzeli i eksiktir. Çerçevelenecek
güzellikte günler gelir geçer, insanı
serseme çeviren seslerle doludur,
renkleri, çizgileri bir yana, gerçek bir
ı ıkla parlar, yakan bir ı ıkla.
Sa lık insanı etkinli e ve bir yı ın
derdi üstlenmeye sürükler. Müzeler
bitince alı veri ba ladı. çinde hiç
oturmamı tı ama, villamızı benden iyi
tanıyordu Augusta, odalardan birinde bir
ayna, ba kasında bir halı eksik
oldu unu, bir üçüncüsünde ufak bir
heykele uygun bir yer bulundu unu
biliyordu. Komple bir salon takımı satın
aldı, kaldı ımız her kentten eve en az bir
koli gönderildi. Bana bütün o alı veri leri
Trieste’de yapsak daha yerinde ve
zahmetsiz olurmu gibi geliyordu. Bak,
i te nakliyeyi, sigortayı, gümrük
i lemlerini dü ünmek zorunda kalıyorduk.
— Ama bütün malların bir yerden
bir yere gönderilmeleri gerekti ini
bilmiyor musun sen? Ne biçim tüccarsın?
diye güldü.
Haksız sayılmazdı hani. Yine de
itiraz ettim:
— Mallar satılıp kâr edilmek için
nakledilir! O amaç olmadı mı rahat
bırakılır, insan da kafasını dinler!
Gelgelelim, giri imcili i en sevdi im
yanlarından biriydi. Böylesine safdil bir
giri imcilik pek sevimli oluyordu! Safdil
diyorum, çünkü bir e yayı yalnız satın
almakla iyi bir i yaptı ını sanmak için
dünya tarihinden habersiz olmak
gerekirdi: satın almakla iyi mi ettik, kötü
mü, o ancak satarken anla ılır.
Tam bir nekahet halindeydim
sanıyordum. Yaralarım o denli
sızlamıyordu artık. Benim o de i mez en
halim o zamandan ba ladı. O unutulmaz
günlerde Augusta’ya verdi im bir söz
gibiydi bu, yalnız birkaç kısa saniye, yani
ya am benden daha kuvvetle güldü ü
zamanlar tutamadı ım tek söz bu oldu.
Bizim ili kimiz gülümseyen bir ili kiydi,
öyle de kaldı, çünkü ben hep karımın
arkasından gülümsedim —bunu
bilmedi ini sanıyordum—; o da benim
arkamdan gülümsüyordu, pek çok ey
bildi imi sanıyor, kendisinin düzeltece ini
sandı ı —böyle avutuyordu kendini i te—
birçok yanlı larımı görüyordu. Hastalık
beni tümüyle pençesine aldı ında bile
görünürde en kaldım. Sancı çekiyor gibi
de il, gıdıklanıyormu um gibi en.
talya’daki uzun yolculu um
sırasında, yeni yeni sa lı ımı kazanmama
kar ın, birçok acılar da çekmedim
diyemem. Tanıtma mektubu almadan
yola çıkmı tık, ço u yerde çevremizdeki
yabancıların ço u bana dü manmı lar
gibi geldi. Gülünç bir korkuydu, ama
yenemiyordum i te. Bir saldırıya
u rayabilir, hakaret görebilir, en
önemlisi, bir iftira ile kar ıla abilirdim,
kim korurdu bu ellerde beni?
Bir kez korkum gerçek bir
bunalıma dönü tü, bereket hiç kimse,
Augusta bile, farkına varmadı. Yol
boyunca önüme uzatılan hemen tüm
gazeteleri alırdım. Bir gün bir gazete
bayiinin önünde durunca bir ku ku dü tü
içime: benden nefret etti inden ötürü
kolaylıkla beni hırsız diye yakalatabilirdi,
öyle ya, kendisinden bir tek gazete
almı tım, koltu umun altında ise ba ka
ba ka yerlerden satın alıp da henüz
açmadı ım bir yı ın gazete vardı. Ko a
ko a çekip gittim oradan, Augusta da
pe imden se irtti, telâ ımın nedenini hiç
söylemedim.
Bir arabacı ve bir rehberle
arkada lık ettim, hiç de ilse onların
yanında saçma sapan hırsızlıklarla
suçlanmazdım.
Arabacı ile çok belirgin ortak
noktalarımız vardı. Castelli arabını pek
seviyordu, ayaklarının birdenbire kütük
gibi i ti ini anlattı. O zaman
hastahaneye gidiyormu , iyile ince sakın
bir daha araba el sürmesin diye sıkı sıkı
tembihleyip taburcu ediyorlarmı . O da
kesin karar veriyormu , demir gibi
sa lam olsun diye de saatinin zincirine
bir dü üm atıyormu . Ne var ki, ben
tanıdı ımda köste i dü ümsüz,
cepkeninin üzerine sarkmı tı. Gelip
Trieste’de yanımda otursun diye
ça ırdım. arabımızın tadını anlattım,
memleketininkinden çok farklıydı,
tedavisinin kesin sonuç verece ine
inanabilirdi. Hiç kulak asmadı, özlemi
yüzünden okunuyordu, ama hayır dedi.
Rehberle arkada lı ım
meslekta larından üstünmü gibi
gözüktü ündendi. Benden çok daha iyi
tarih bilmek güç bir ey de ildir, ama
Augusta da, elinde Baedeker’i, adamın
verdi i bilgilerin do rulu unu olanca
titizli iyle denetledi. Üstelik de gençti
rehber, heykeller serpili bahçelerin
yollarında ko ar adım ilerliyorduk.
O iki arkada ımı yitirince
Roma’dan ayrıldım. Arabacı benden bol
bol para koparınca tutup arabın nasıl
ba ına vurdu unu da gösterdi, bizi
sapasa lam bir eski Roma kalıntısına
fırlattı. Rehber ise günün birinde kalktı
eski Romalıların elektrik enerjisini çok iyi
bildiklerini, hatta ondan bol bol
yararlandıklarını ileri sürdü. Kanıt olarak
da bir takım Latince dizeler okudu.
O zaman da beni, küçük, ama bir
daha iyile meyecek bir illet yakaladı.
Varla yok arası bir ey: ihtiyarlamak, en
çok da ölmek korkusu. Özel bir
kıskançlık türünden kaynaklandı ını
sanıyorum.
htiyarlamaktan korkmamın tek
nedeni beni ölüme yakla tırmasıydı. Ben
ya adıkça Augusta’nın ihanet
etmeyece ine ku kum yoktu, ama ben
ölüp de gömülür gömülmez, mezarımın
derli toplu tutulmasını, gereken ayinlerin
yapılmasını da sa ladıktan sonra, hemen
yerimi alacak birini ara tıracak, imdi
beni mutlu eden sa lıklı, düzenli dünyayı
onun çevresine saracaktı. Ben öldüm
diye onun o güzelim sa lı ı da ölecek
de ildi ya. O sa lı a öylesine inanmı tım
ki, ölmesi için üzerinden koskoca bir
trenin geçip paramparça etmesi gerekir
diye dü ünüyordum.
Hiç unutmam, bir ak am
Venedik’te, birdenbire açılıveren bir
soka ın ı ı ı ve gürültüsü ile yer yer
bozulan bir sessizli e gömülmü
kanalların birinden geçiyorduk. Augusta,
her zamanki gibi her eye bakıyor, özenle
kayda geçiriyordu: çekilen suların açıkta
bıraktı ı kirli bir temelden yükselen
yemye il, serin bir bahçe; bulanık
sularda yansıyan bir çan kulesi; dibinde
ı ıklardan ve kalabalıktan bir nehir akan,
upuzun, karanlık daracık bir sokak. Ben
ise, o karanlıkta, yüre im üzüntülere
gömülmü , kendi kendimi dinliyordum.
Zaman geçiyor, dedim karıma, çok
geçmeden o balayı yolculu unu, yanında
bir ba kası ile yineleyecekti. Buna
öylesine emindim ki olmu bitmi gibi söz
ediyordum. O masalın uydurma
oldu unu kanıtlamak için tutup
a lamaya ba laması da çok yersiz kaçtı.
Belki yanlı anlamı tı, beni öldürmek
istedi ini sandı ımı dü ünmü tü. Yok
canım, daha neler! yice anlatabilmek
için nasıl ölece imi de açıkladım: dola ımı
zaten güçsüz olan bacaklarım kangren
olacaklardı, kangren yayılacak,
yayılacak, gözlerimi açık tutabilmem için
çalı ması gereken herhangi bir organımı
saracaktı, O zaman ben gözlerimi
yumacaktım, elveda aile babası! Kalıptan
bir yenisini dökmek gerekecekti artık.
Augusta’nın hıçkırıkları
dinmiyordu, kanalın ola anüstü
sessizli inde o a lama çok önemli geldi
bana. Yoksa, kendi korkunç sa lı ını açık
seçik görüp de umutsuzlu a mı
kapılmı tı? Öyleyse tüm insanlıktı o
a layı la sarsılan. Daha sonra ö rendim
ki, tam tersine, sa lı ın neyin nesi
oldu unu bile bilmezmi . Sa lık kendi
kendisini çözümlemeye kalkı maz,
aynaya bile bakmaz. Yalnız biz hastalar
kendimizi biliriz.
te o zaman beni daha tanımadan
sevmi oldu unu anlattı. Daha
babasından adımı duydu unda
sevmi mi . öyle tanıtmı beni babası:
Zeno Cosini, en uluorta bir piyasa
kurnazlı ını duydu umda gözlerini falta ı
gibi açıp defterine not etmeye kalkı an,
ama sonunda defteri yitiren safdilin biri.
E er daha ilk kar ıla mamızda nasıl
sıkılgan oldu unu anlamamı sam, demek
ki ben de pek sıkılganmı ım.
Augusta’yı ilk gördü ümde
çirkinli ine a tı ımı anımsadım, hani o
evde adları A harfi ile ba layan hepsi
birbirinden güzel dört kız bulaca ımı
ummu tum ya. imdi de onun bana ne
zamandır tutkun oldu unu
ö reniyordum, gelgelelim neyi kanıtlardı
bu? Yanıldı ımı kabullenip sevindirmedim
karımı. Ben ölünce nasıl olsa bir
ba kasına varırdı. A laması hafifleyince
bana biraz daha yaslandı, hemen gülerek
sordu:
— yi de, senin yerine koyacak
birini nereden bulaca ım? Ne kadar
çirkinim, görmüyor musun?
Do ru söze ne denir? Gerçekten de
herhalde bir süre rahat rahat
koku abilecektim.
Ama hep o karımı ba kalarının
eline teslim etme korkusu yüzünden,
ihtiyarlama korkusu yakamı bir daha
bırakmadı. Korkum karımı aldattı ımda
hafiflemedi, aynı yoldan sevgilimi yitirmek
dü üncesi ile de artmadı. Bu apayrı bir
eydi, öteki ile hiçbir benzerli i yoktu ki.
Ölüm korkusu üzerime çullandı ında, eli
uf olunca anneleri öpsün isteyen
küçücük çocuklar gibi Augusta’dan
yardım diliyordum. O da yüre ime su
serpecek yeni yeni lâflar etmesini
beceriyordu. Balayı yolculu umuzda
önümde hâlâ otuz yıllık bir gençlik
uzandı ını söylüyordu, hâlâ da o
dü üncededir. Bense, daha balayı
yolculu umun sevinçli haftalarında bile
zamanın beni can çeki menin korkunç
yüz kasılmalarına enikonu yakla tırdı ını
biliyordum. Augusta diledi ini
söyleyebilirdi, hesaplaması kolaydı: her
geçen hafta o noktaya bir hafta daha
yakla ıyordum.
Hep aynı sancının sık sık musallat
olmaya ba ladı ını farkedince hep aynı
eyleri söyleyerek karımı bezdirmemeye
çalı tım, beni avutmasına gereksinim
duydu umu anlatmak için «Vah zavallı
Cosini!» diye mırıldanmam yetiyordu. O
zaman karım beni tedirgin eden eyin ne
oldu unu hemen anlıyor, ko up o büyük
sevecenli ine sarıp sarmalıyordu beni.
Böylelikle bamba ka acılara dü tü ümde
de avuttu beni. Bir gün kendisini
aldattı ımdan ötürü rahatsızdım,
dalgınlıkla «Vah zavallı Cosini!» diye
hayıflandım. Çok yararlı oldu do rusu,
karımın avutması yine pek makbule
geçti.
Balayı yolculu umdan
döndü ümde hiç bu denli rahat, bu denli
sıcak bir evde oturmamı oldu umu
görüp a tım. Augusta, kendi evindeki
tüm konforu villama ta ımı , üstüne de
bazı eyler bulup bulu turmu tu. Ben
beni bildim bileli yatak odamdan yarım
kilometre uzakta bulunan banyo böylece
odamıza yakla tı, muslukların sayısı
arttı. E ya odasının biti i indeki köhne
odacık kahve odasına dönü türüldü.
Halılar dö enmi , deri kaplı iri koltuklarla
süslenmi ti, her gün yemekten sonra
öyle bir yarım saat oyalanıyorduk orada.
Ben istemedi im halde sigara içmek için
gereken her ey vardı. Küçük yazıhanem
de, tüm savunmalarıma kar ın, bir takım
de i ikliklere u radı. De i ince hiç
sevmem sanıyordum ama, ancak o
zaman ya anır hâle geldi ini hemen
ayrımsadım. Aydınlatma, hem masada
otururken, hem koltu a gömülerek ya da
divana uzanarak okuyabilece im biçimde
ayarlandı. Keman için bile bir nota
sehpası dü ünülmü tü, gözümü
kama tırmadan notaları aydınlatan bir
minicik ampulü bile vardı. Orada da, yine
istedi imin tersine, rahat rahat sigaramı
tellendirebilmem için gereken her ey
e lik ediyordu bana.
Bu yüzden evde yapı i lerinin sonu
gelmiyor, huzurumuzu berbat eden
düzensizliklerin ardı arkası kesilmiyordu.
Sonsuzlu a hizmet eden Augusta için
kısa süreli bir tedirginli in önemi
olmayabilirdi, ama ben olaylara ba ka
gözle bakıyordum. Bahçemizde kocaman
bir kulübe yapılmasını gerektiren bir
çama ırhane kurdurmaya kalktı ında
iddetle kar ı çıktım. Augusta evde bir
çama ırhane bulunmasının bebeklerin
sa lı ının güvencesi oldu unu ileri
sürüyordu. Ama ortada henüz bebek
falan yoktu, ben de onlar gelmedikçe
kendi rahatımı bozmaya hiç gerek
duymuyordum. Karım ise, benim eskimi
evime açık havadan kaynaklanan bir
içgüdü getiriyor, a kta hemen yuvasını
dü ünen bir di i kırlangıcı andırıyordu.
Ama a ka ben de katılmıyor
de ildim, eve çiçekler, mücevherler
ta ıyordum. Evlendikten sonra ya antım
tümüyle de i mi ti. Cılız bir direnme
giri iminden sonra zamanımı gönlümce
harcamaktan vazgeçtim, kaskatı bir
programa ayak uydurdum. E itimim bu
açıdan son derece parlak bir sonuç verdi.
Bir gün, balayı yolculu umuzdan hemen
sonra, çok masumca bir nedenle ö le
yeme ine eve gitmedim, bir büfede bir
eyler atı tırdıktan sonra ak amı dı arda
ettim. Geceleyin eve döndü ümde
baktım, Augusta yemek yememi ,
açlıktan peri an. Bana hiç sitem etmedi,
ama kötü etti ine de bir türlü
inandıramadım. Tatlılıkla, ama
kararlılıkla bildirdi, e er önceden haber
vermezsem, tâ ak am yeme i saatine
kadar beni ö le yeme ine bekleyecekti.
in akası yoktu! Bir ba ka kez de bir
arkada ım gecenin ikisine kadar dı arda
oyaladı beni. Augusta’yı beni bekler
buldum, sobaya da bakmadı ından
so uktan çeneleri birbirine vuruyordu.
Hatta hemen sonra biraz rahatsızlandı
da, verdi i dersi bir daha unutmadım.
Bir gün ona bir ba ka büyük
arma an vermek istedim, çalı maya
kalkı tım! Karım böyle istiyordu, ben de
çalı mak sa lı ıma yararlı olur diye
dü ünüyordum. nsanın hastalanacak
zamanı kıt olursa daha az hastalanır
elbet. e gittim, gitti im yerde
kalmadımsa suçun benim olmadı ını
kesinlikle söyleyebilirim. En iyi niyetle,
büyük bir alçakgönüllülükle gittim
çalı maya. Yönetime katılmak istiyorum
falan da demedim, büyük defteri
tutmakla ba layayım dedim. Kayıtların
sokaklar, evler gibi düzenle sıralandı ı
koskocaman defterin kar ısında yüre im
saygı ile doldu, ellin titreyerek yazmaya
koyuldum.
Olivi’nin o lu e itimimi üstlendi,
sade ama zarif giyimli, gözlüklü, ticaret
bilgisi engin bir delikanlıydı, kendisinden
yakınmam için hiçbir neden yok do rusu.
Gerçi birkaç kez ekonomi bilgisi ve
kuramları ile dü ündü ümden fazla sıktı
canımı. Ama patronuna saygıdan yoksun
de ildi, bunu babasından ö renmi
oldu unu sanmadı ımdan, büsbütün
minnettar oldum. Mülkiyete saygı
ekonomi biliminin bir parçası olmalıydı.
Sık sık yaptı ım kayıt hatalarını hiç
yüzüme vurmadı; yalnızca bilgi
eksikli inden kaynaklandıklarını
dü ünmeye e ilimliydi ve bana aslında
gereksiz saydı ım yı ınla açıklamada
bulunuyordu.
in kötüsü, i leri seyrede seyrede
ben de heveslendim. Defteri düpedüz
kendi cebim gibi görmeye ba ladım,
elimde kalem yerine, kumar masasına
da ılmı paraları toplayan krupiyenin
sopasını tutuyormu um gibi geliyordu.
Genç Olivi gelen postayı da
gösteriyordu, ben de dikkatle ve — unu
belirtmem gerek— ba langıçta
ba kalarından daha iyi anlarım
umuduyla, okuyordum. Günün birinde
her zaman rastlanan türden bir mal
satı ı dikkati çekti, tutkumu uyandırdı.
Daha okumadan gö sümün içinde bir
eyler kıpırdandı, kumar masasındayken
kimi kez duydu um belli belirsiz
önseziydi, hemen tanıdım. Bu önseziyi
açıklaması güçtür. nsanın ci erleri
birazcık geni lemi gibidir, ne kadar
tütsülü olursa olsun, havayı hırsla içine
çeker. Dahası var: koydu unuz parayı iki
katına yükseltirseniz kendinizi daha da
iyi duyaca ınızı bilirsiniz hemen. Ama
bütün bunları anlamak için insanın çok
alı kın olması gerekir. Kumar
masasından cepleri bo almı , önsezisine
kulak vermedi ine üzülerek ayrılmı
olması gerekir; o zaman bir dahaki fırsatı
kaçılmazsınız. Bir de kaçırdınız mı, o gün
bir daha kurtulu yoktur, kâ ıtlar öcünü
alır. Gelgelelim ye il çuha kaplı masanın
ba ında önsezisini duymamı olmak,
sessiz sedasız duran ticaret defterlerinin
kar ısında duymamaktan çok daha kolay
ba ı lanabilir bir suçtur, ben de içimden
açık seçik haykıran o sese kulak verdim:
«O kuru yemi leri derhal satın al!»
diyordu.
Bundan büyük bir uysallıkla
Olivi’ye söz ettim, içime do du unu
söylemedim elbette. Olivi o tür i lere
ancak bir üçüncü ki i hesabına, ufak bir
kâr sa lamak üzere girdi ini söyledi.
Böylelikle önsezi olana ını benim elimden
alıyor, üçüncü ki ilere saklıyordu.
Gece kanımı peki tirdi: demek
önsezi bendeymi . O kadar iyi soluk
alıyordum ki, uyuyamıyordum. Augusta
tedirginli imi farkedip nedenini sordu.
Hemen onun içine de aynı ey do du,
uyku arasında öyle mırıldandı:
— Patron sen de il misin canım?
Do rusu ertesi sabah, ben evden
çıkmadan dü ünceli bir yüzle:
— Aslında Olivi’yi kızdırmamakta
yarar var. Babamla konu ayım, ister
misin? diye sormadı de il.
Ben istemedim, çünkü
Giovanni’nin öyle önsezilerle i
görmedi ini bilirdim.
Biraz da çekti im uykusuzluktan
ötürü, büroya inandı ım ey u runda
çarpı maya hazırlanmı olarak gittim.
Çarpı ma satı için konulan sürenin sona
erdi i ö leye kadar sürdü. Olivi, Nuh dedi
Peygamber demedi, her zamanki
gözlemini ileri sürerek sözümü a zıma
tıktı:
— Yoksa merhum pederinizin
bana verdi i yetkileri kısıtlamak niyetinde
misiniz?
Gücendim, bir daha i lere
burnumu sokmamaya kararlı
defterlerime geri döndüm. Ama kuru
üzümün tadı a zımdan gitmedi, her gün
Tergesteo’daki fiyatını ö reniyordum.
Ba ka hiçbir eyle ilgilendi im yoktu.
Yava yava tırmandı, sanki sıçramak
için bir toparlanması gerekirmi gibi.
Sonra günün birinde yükseklere
sıçrayıverdi. Ürün pek kıt olmu tu ve
durum yeni ö renilmi ti. Ne garip
önseziymi ! Ürünün kıt olaca ını de il,
yalnızca fiyatının artaca ını haber
vermi ti.
Öcüm kendili inden alınmı tı. Ben
ticaret defterlerine kısıtlı kalacak adam
de ildim, hocalarıma olan tüm saygımı
yitirdim, zaten Olivi de artık iyi etti ine o
kadar inanır görünmüyordu. Ben
güldüm, alay ettim, ba ka eyle
u ra maz, oldum.
kinci bir parti mal daha geldi,
fiyatı neredeyse öncekinin iki katıydı.
Olivi beni yumu atmak için ö üt istedi,
ben de zaferi kazanmı tım ya, o fiyata
üzüm yemem, diye ayak diredim. Olivi
alınmı tı:
— Ben ömrüm boyunca izledi im
düzene ba lı kalıyorum, diye mırıldandı.
Gitti, alıcı aradı. Çok ufak bir
miktarı için alıcı buldu, yine büyük bir iyi
niyetle bana döndü, kararsızlıkla sordu:
— Ne dersiniz, bu ufak satı ı
kar ılayayım mı? Yine suratım bir karı
asık, yanıtladım:
— Ben olsam satı ı yapmadan
kar ılardım. Sonunda Olivi’nin kendine
olan güveni zayıfladı, satı ı kar ılamadı.
Üzüm fiyatları yükseldikçe yükseldi, biz
de o ufak miktara üzerinden ne kadar
zarar edebilirsek ettik.
Gelgelelim Olivi bana kızdı, ille de
benim gönlümü etmek için kumar
oynadı ını söyledi. Kurnaz herif,
unutuyordu ki ben ona kırmızıya koysun
demi tim, o bana inat, siyaha oynamı tı.
Hır gürümüzün sonu gelmedi. Olivi,
kayınpederime ba vurdu, ikimizin
arasında irketin zararlı çıkaca ını
söyledi, ailem isterse kendisinin ve
o lunun çekilip meydanı bana
bırakacaklarını bildirdi. Kayınpederim
hemen Olivi’den yana çıktı:
— Kuruyemi i i açıkça ortaya
koymu , dedi. Siz ikiniz bir arada
olamazsınız. Peki imdi kim çekilsin
aradan? Ku kusuz bir tek kez kârlı bir i
yapacak olan mı, yoksa elli yıldır
ticarethaneyi bir ba ına çekip çeviren mi?
Babası Augusta’yı da kandırmı tı,
karım artık kendi i lerine burnumu
sokmamamı tembihledi:
— Galiba, dedi, piyasada
tutunamayacak kadar temiz ve safsın.
Evde dizimin dibinde otur bari.
Ben kafa tuttum, çadırıma, daha
do rusu yazıhaneme çekildim. Bir süre,
unu bunu okudum, keman çaldım,
sonradan daha ciddi bir u ra istedi
canım, az kalsın kimyaya, sonra da
hukuka geri dönüyordum. Sonunda,
bilmiyorum neden, bir süre din
konusunda incelemelere daldım.
Babamın ölümünde ba ladı ım çalı maya
dönmü üm gibi geldi. Belki de bu kez
Augusta’ya ve sa lı ına yakla abilmek
yolunda güçlü bir giri imdi bu. Onunla
ayine gitmek yetmiyordu bana; ba ka
türlü gitmem gerekliydi, yani Renan ile
Strauss’u okuyarak, birincisini severek,
ikincisini bir ceza gibi çekerek. Burada
bunu söyleyi im, yalnızca Augusta’ya
nasıl bir istekle ba lı oldu umu belirtmek
içindir. Oysa karım elimde ncil’in ele tirili
basımlarını görünce bu iste i
anlayamadı. Umursamazlı ı bilime
ye liyordu, bu yüzden kendisine
gösterdi im en büyük sevgi belirtisini
de erlendiremedi. Kimi zaman yaptı ı gibi
tuvaletine ya da ev i lerine ara vererek
odamın kapısına u rayıp bir merhaba
dedi inde ba ımı o kitaplara e ilmi
görünce dudak büküyordu:
— Hâlâ o eylerin ba ında mısın?
Augusta’nın gereksindi i din
inanılmak ya da izlenmek için zaman
gerektirmiyordu. öyle bir diz çöküyor,
sonra hemen ya antısına geri dönüyordu!
te oldu bitti. Benim için din bamba ka
bir eydi. E er bu dünyada gerçek inancı
bulabilseydim, ba ka hiçbir eye el
atmazdım.
Sonra o kusursuz düzenlenmi
odacı ımda zaman zaman sıkılmaya
ba ladım. Daha çok kaygı diyebilirim
buna, çünkü çalı acak gücü, aslında,
tam o sıralar buluyorum gibi geliyordu,
ama ya antım bana bir takım görevler
yüklesin diye bekliyordum. Beklerken de
sık sık evden çıkıyor, saatlerimin ço unu
Tergesteo’da ya da kahvehanelerde
geçiriyordum.
Bir etkinlik görüntüsü içinde
ya ıyordum. nsanı sıkıntıdan patlatan
bir etkinlik.
Stiria’nın küçük bir ilçesinden a ır
bir hastalı ının acil tedavisi için gelen bir
üniversite arkada ım bana Tanrının
cezası oldu, oysa hiç de öyle
görünmüyordu. Yanıma gelmeden önce
Trieste’de bir ay yatmı tı, nefrit tanısı
koydukları hastalı ı böylece akutken
kronikle mi , belki de iyile mesi
olanaksızla mı tı. Ama biraz iyile ti ini
sanıyordu ve hemen ilkbahar gelince
daha yumu ak iklimli bir yere gidip
sa lı ını yeniden kazanmayı bekliyordu
ne eyle. Do du u yerin çetin ortamında
fazla oyalanması sonun gelmesine neden
oldu.
O hastalıktan bitkin dü mü , ama
ne eli, güleryüzlü adamın ziyaretinin
bana çok zarar verdi ini
dü ünmü ümdür; ama belki de
yanılıyorum, belki de ya antımın zorunlu
bir geçidiydi, o kadar.
Arkada ım Enrico Copler, ne
kendisinden, ne de Giovanni’nin bilmesi
gereken hastalı ından hiç haberim
olmayı ına a tı. Ama Giovanni kendi
hastalandı ından beri hiç kimseye zaman
ayırdı ı yoktu, güne açtı ı her gün
villama gelip birkaç saat açık havada
uyuyordu, ama bana hiçbir ey
söylememi ti.
ki hasta arasında çok enlikli bir
ikindi geçirdik. Hastalıklarından
konu tuk, bir hasta için en büyük
e lence budur, durup dinleyen sa lamlar
için de pek üzücü sayılmaz. Bir tek
noktada anla amadılar, Giovanni’nin açık
havaya gereksinimi vardı, ötekine açık
hava yasaktı. Biraz rüzgâr çıkıp da
Giovanni’yi bizimle birlikte sıcak odada
kalmaya zorlayınca uyu mazlık sona erdi.
Copler, bize hastalı ını anlattı,
a rısı sızısı yokmu ama, güçsüz
kalmı mı . imdi biraz iyile mi ya, ne
kadar a ır hastalanmı oldu unu yeni
yeni anlıyormu . Kendisine verdikleri
ilâçlardan söz etti, o zaman ilgim
büsbütün arttı. Bu arada doktor onu
gerçek uyku ilâçları ile zehirlemeksizin
uzun uzun uyutmak için etkili bir yol
göstermi ti. Bana imdi en gerekli olan
buydu i te!
Zavallı dostum ilâç gereksinimim
oldu unu i itince bir an kendi hastalı ına
tutulmu olabilece imi sanıp umutlandı,
gidip göstermemi, muayene olmamı,
tahliller yaptırmamı ö ütledi.
Augusta kahkahalarla gülmeye
ba ladı, benim, olsa olsa bir hastalık
hastası oldu umu söyledi. O zaman
Copler’in avurdu avurduna geçmi
yüzünde öfkeye benzer bir ey belirdi,
hemen bana var gücüyle saldırarak
dü tü ü a a ılık durumundan erkekçe
sıyrıldı:
— Hastalık hastası mı? Vallahi
ben gerçekten hasta olmayı ye tutarım.
Her eyden önce, hastalık hastası olan
biri, gülünç, canavar gibi bir eydir,
sonra onu rahatlatacak hiçbir ey
bulunmaz eczahanelerde, oysa, bende
gördü ünüz gibi, biz sahici hastaları
ferahlatacak bir eyler bulunur her
zaman.
Sözleri sa lıklı birinin sözlerine
benziyordu, buna —içtenlikle söyleyeyim
— çok üzüldüm.
Kayınpederim de olanca gücüyle
ona katıldı, ama sözlerinden hastalık
hastasını küçümsedi i anlamı
çıkmıyordu, çünkü sa lıklı olanlara
duydu u imrenmeyi açıkça ele veriyordu.
Dedi ki, e er benim gibi sapasa lam
olsaymı , vır vır edip ba kalarının
kafasını a rıtmak yerine o pek sevdi i
kârlı i lerinin ba ına ko armı , hele hazır
göbe ini de eritebilmi ken. Zayıflamasının
hiç de iyi bir belirti sayılmadı ından
haberi yoktu.
Copler’in saldırısı yüzünden
gerçekten hastaya, hem de hırpalanan
bir hastaya dönmü tüm. Augusta
yardımıma ko mak gere ini duydu.
Masanın üzerine koydu um elimi
ok ayarak dedi ki benim hastalı ım hiç
kimseyi rahatsız etmiyormu , hatta
aslında, o kendimi hasta sandı ıma bile
pek inanmıyormu , öyle olsam ya amayı
bu kadar çok sevmezmi im. Ve Copler
alınyazısının onu dü ürdü ü a a ılık
durumuna yeniden dönmü oldu.
Yeryüzünde yapayalnızdı, sa lık
bakımından benimle a ık atabilse bile,
Augusta’nın bana sundu una benzer bir
sevgi çıkaramazdı kar ıma. Bir
hastabakıcıya ne denli gereksinimi
oldu u, bana ne kadar imrendi ini itiraf
etmeye razı oldu sonunda.
Sonuç olarak iki hastanın da vur
a a ı tut yukarı e durumda oldu una
vararak anla tık. Onun nefritinde
sinirleri hiçbir uyarı vermemi ti,
vermiyordu; benim sinirlerimse öylesine
duyarlıydılar ki, Allah bilir, kırk ya da
altmı yıl sonra beni öldürecek olan
illetim için imdiden uyarıyorlardı. Demek
ki kusursuz sinirlerdi, tek terslikleri bana
ömrümün her gününü haram
etmeleriydi. Beni hastalar safına
geçirmeyi ba arınca Copler son derece
sevinmi ti.
Zavallı hasta, bilmem neden,
kadınlarla bozmu tu, karım yokken
a zından ba ka lâf çıkmıyordu. Gerçek
hastalarda, hiç de ilse bildi imiz
hastalıklara u ramı olanlarda cinsel
gücün azaldı ını iddia ediyordu,
organizmanın kendisini savunmak için
ba vurdu u iyi bir yolmu bu, sinirlerimin
fazla i güzarlık etmesinden gayrı (bizim
tanımız buydu) derdi olmayan hastalık
hastasında ise cinsel güç patolojik bir
canlılık gösterirmi . Onun kuramım
deneyimlerimle do ruladım, birbirimize
kar ılıklı acındık. Bilmem neden, hiçbir
düzensizli im olmadı ım, hem de uzun
zamandır olmadı ını ona söylemekten
çekindim. Hiç olmazsa kendimi sa lam
de ilse bile nekahette saydı ımı falan
söyleyebilirdim, çok alınmasın diye, hem
sonra organizmamızın tüm karma ıklı ını
bilince insanın kendisine sa lıklı demesi
güçtür.
— Gördü ün tüm kadınları istiyor
musun? diye soru turdu Copler.
— Tümünü de il! diye mırıldandım,
pek de hasta olmadı ımı belirtmek için.
Örne in, her ak am gördü üm Adayı
istedi im yoktu. Oysa benim için
yasaklanmı bir kadın varsa o da Ada’ydı.
Eteklerinin hı ırtısı bana hiçbir ey
söylemiyordu, ellerimle tutup kaldırmama
izin verseler de bir ey de i mezdi.
Bereket evlenmemi tim onunla. Bu
umursamazlık sapasa lam oldu umun
kanıtıydı ya da öyleymi gibi geliyordu.
Belki ona olan iste im fazla iddetli gelmi
de kendili inden tükenmi miydi? Ama o
tertipli, ciddi okul giysileri içinde pek
eker olan Alberta da umursamazlı ımın
kapsamına giriyordu. Acaba Augusta’nın
benim olması tüm Malfenti ailesine olan
iste imi gidermeye yetmi miydi? Pek
ahlaksal olurdu do rusu!
Belki de erdemli oldu umdan söz
etmeyi imin nedeni dü üncemle
Augusta’yı hep aldatmamdı, imdi de,
Copler ile konu urken, onun yüzünden
ilgi göstermekten vazgeçti im tüm
kadınları içim titreyerek dü ündüm.
Sokaklarda her yanları örtülü dola an,
bu yüzden ikincil cinsel organları
hayalimizde onca önem alan kadınları
dü ündüm, oysa insan bir kadını elde etti
mi, bu elde edi le sanki i levlerini yitirmi
gibi yokoluyordu bu organlar. Serüven
iste im hâlâ capcanlıydı; u, bir potine,
bir eldivene, bir etekli e, biçimleri örtüp
de i tiren her eye tutulmakla ba layan
türden serüvenler. Ne var ki, bu istek
ba lı ba ına bir suç sayılmazdı. Ama
Copler beni çözümlemekle iyi etmiyordu.
Birine ruh yapısının ne biçim oldu unu
açıklamak diledi i gibi davranmasına izin
vermenin bir yoludur. Copler daha
sonraları daha beter bir ey de yaptı.
Ancak bunun bana nelere malolaca ını
önceden kestiremezdi.
Copler’in sözü belle imde öylesine
önemli yer etmi ki, anımsadı ımda, ona
ba lı tüm duyu ları, e yaları ve insanları
da birlikte getiriyor. Güne batmadan
önce eve dönmesi gereken arkada ımı
bahçeye kadar geçiriyordum. Bir tepede
bulunan villamdan o zamanlar Uman ve
deniz gözükürdü, imdi yeni yapılar bu
görüntüyü yer yer kapadı. Hafif bir
meltemle kırı arak, gökyüzünün durgun
ı ı ını binlerce kırmızı ı ı a bölüp
yansıtan denize durup uzun uzun baktık.
Kaskatı kesilmi bir gölge gibi denizde
kocaman bir yay halinde ilerleyen
yumu acık ye ili ile stria yarımadası gözü
dinlendiriyordu. Rıhtımlar, dalgakıranlar
sert çizgileri ile ufacık, anlamsızdı,
havuzların suyu kıpırtısızlıktan kararmı
mıydı, yoksa kendinden mi bulanıktı
öyle? Bu geni görüntüde, durgunluk,
suyun bütün o kıpır kıpır kırmızısına
kıyasla az yer tutuyordu, biz de bir süre
sonra gözlerimiz kama arak denize sırt
çevirdik. Onunla kar ıla tırılacak olursa,
evin önündeki küçük düzlü e gece
basıyor denebilirdi.
Kemerin önünde, geni bir
koltukta, ba ında beresi, ü ümesin diye
kürkünün yakası kaldırılmı , bacakları
bir battaniyeye sarılmı , kayınpederim
uyuyordu. Durup seyrettik. A zı iyice
açılmı tı, alt çenesi ölmü gibi sarkıyordu,
solu u hırıltılı ve fazla sıktı. Arasıra ba ı
gö süne dü üyor, o da uyanmaksızın
kaldırıyordu. O zaman gözkapaklarında
bir kıpırdanma seziliyordu, sanki
dengesini daha kolay bulmak için
gözlerini açmak istermi gibi, solu unun
temposu da de i iyordu. Uykusu düpedüz
kesiliyordu.
Kayınpederimin hastalı ının
olanca a ırlı ıyla önüme bu ilk kez
serili iydi, yüre im sızladı. Copler alçak
sesle:
— Tedavisi gerek, dedi. Belki de
nefriti vardır. Böyle uyku olmaz: ne
durumda oldu unu ben bilirim.
Zavallıcık!
Kendi doktorunu ça ırmamı
söyleyerek bitirdi sözlerini.
Giovanni bizi i itti, gözlerini açtı.
Hastalı ı hemen biraz hafiflemi gibi oldu.
Copler ile akala tı:
— Hani açık havada
durmayacaktınız siz? Sakın dokunmasın?
öyle güzel bir uyku çektim
sanıyordu, onca hava gönderen açık
denizin kar ısında havasız kaldı ı
aklından geçmiyordu? Ama sesi cılız
çıkıyordu, tıknefes oldu undan sık sık
sözünü kesiyordu; benzi kül gibiydi,
koltuktan kalktı ında donuyorum sandı.
Eve sı ınmak zorunda kaldı. Battaniyesi
koltu unun altında, düzlükte, soluk
solu a, ama gülerek yürüdü ünü, bize el
salladı ını görür gibiyim hâlâ.
Copler kafasındaki saplantıdan
kurtulamıyordu.
— Gördün mü nasıl olurmu sahici
hasta? dedi. Ölmek üzeredir de hasta
oldu unu bile bilmez.
Bana da gerçek hastalar pek acı
çekmiyorlarmı gibi geldi. Kayınpederim
de, Copler de yıllardır Sant’ Anna’da son
uykularını uyuyorlar, bir gün
mezarlarının yanından geçtim de, yıllar
yılıdır o ta ların altında yatmaları
içlerinden birinin savının geçersizli ini
kanıtlamadı diye dü ündüm.
Eskiden oturdu u yerden
ayrılmadan önce Copler i lerini tasfiye
etmi ti, bu yüzden benimle hiçbir i i
olmadı. Ama yataktan kalkar kalkmaz
rahat duramadı, kendi i i de
olmadı ından, ona çok daha ilginç gelen
ba kalarının i leri ile u ra maya kalktı. O
zamanlar gülüp geçtim, ama daha ilerde
ben de ba kalarının i inin ne denli tatlı
geldi ini ö renecektim. Kendini hayır
i lerine adamı tı Copler, yalnızca
anaparasının faizleri ile geçinmeyi aklına
koydu undan da, hayır i lerini kendi
hesabına gerçekle tirmek gibi bir lüks
yapamıyordu. Bu nedenle sa dan soldan
para topluyor, dostlarını, tanıdıklarını
haraca kesiyordu. Titiz bir i adamı
oldu undan her eyi kayda geçiriyordu,
ben o defteri son yolculu unun yollu u
gibi görüyor, e er yerinde olsam, yani
ömrümün kısaldı ını bilsem ve onun gibi
ailesiz olsam anaparamı da harcardım
diye dü ünüyordum. Ama o sa lıklı
oldu unu dü lüyordu, gelece inin
kısalı ına razı olmaktansa anaparaya el
sürmemeyi ye liyordu.
Günün birinde yoksul bir kıza bir
piyano almak için birkaç yüz kuron ver
diye tutturdu, kıza zaten onun
aracılı ıyla ba kaları da ben de aydan
aya ufak bir yardım yapıyorduk. imdi de
elimizi çabuk tutmalıymı ız, çünkü iyi bir
piyano dü ürmü mü . Hayır, demek
elimden gelmedi, ama biraz kabaca, o
gün evden çıkmasaymı ım iyi edermi im,
diye yanıtladım. Zaman zaman böyle
nekeslik krizlerim tutar i te.
Copler, parayı alıp, kısa bir
te ekkürle gitti, ama sözlerimin etkisi
birkaç gün sonra kendini gösterdi, ne
yazık ki önemli de oldu bu. Piyanonun
yerine teslim edildi ini, bayan Carla
Greco ile annesinin bir ziyaretimi
beklediklerini bildirdi, te ekkür
edeceklermi . Copler, mü terisini
yitirmekten korkuyordu, hayır yaptı ım
kimselerin minnetini tattırarak beni
ba lamak istiyordu. lkin o sıkıntıya
katlanmamak için kendisine hayır i ini
en kibar biçimiyle yaptı ına inandı ımı
söyledim, ama o kadar ayak diredi ki,
sonunda boyun e mek zorunda kaldım:
— Kız güzel mi bari? diye sordum
gülerek.
— Güzel de söz mü, diye yanıtladı,
ama bizim di imize göre de il.
Benim di lerimi kendisininkilerle
bir tutarak çürüklerini bula tırma
tehlikesi yaratması garipti do rusu.
Birkaç yıl önce babasını yitirmi olan o
talihsiz ailenin dürüstlü ünü anlattı, bir
lokma ekme i güç bulmu lar, ama
namus yolundan ayrılmamı larmı .
Tatsız bir gündü. Buz gibi bir
rüzgâr esiyordu, kürkünü giymi olan
Copler’i kıskanıyordum. apkamı elimle
bastırmasam uçup gidecekti. Ama keyfim
yerindeydi, çünkü insancıllı ımın meyvası
olan minneti tatmaya gidiyordum, Corsia
Stadion’u yaya geçtik, Parkı geride
bıraktık. Kentin hiç görmedi im bir
kesimiydi. u spekülasyon evleri denilen
evlerden birine daldık. Atalarımız kırk yıl
önce bunları kentten uzak yerlere
yapmı , kent de çok geçmeden oraları
istilâ etmi ti; evin kendi halinde bir
görünümü vardı, ama bugün aynı
amaçla yapılanlardan yine daha
halliceydi. Merdiven daracık bir yere
sıkı tırıldı ından dimdikti.
Birinci katta durduk, ben hayli
yava ilerleyen arkada ımdan çok önce
vardım. Sahanlı a açılan üç kapıdan
ikisinde, yanlardakilerde, Carlo
Greco’nun kartvizitinin çivilerle
tutturulmu oldu unu görerek a tım,
üçüncüsünde de bir kartvizit vardı ama
ba ka bir ad yazılıydı. Copler bana ana-
kız Greco’ların sa da mutfak ve yatak
odalarının bulundu unu anlattı, solda bir
tek oda varmı , bayan Carla’nın
stüdyosu. Apartmanın ortasındaki
bölümü bir ba kasına kiralamı larmı ,
böylece kendi kiralarının çok ucuza
getiriyorlarmı , ama bir odadan ötekine
geçmek için sahanlıktan dola mak
külfetine katlanıyorlarmı .
Soldaki kapıyı, ziyaretimizi haber
almı olan ana-kızın bekledikleri
stüdyonun kapısını çaldık. Copler, bizi
tanı tırdı. Hanım eski püskü bir siyah
elbiseye sarınmı , utangaç mı utangaçtı,
saçları bembeyazdı, ufak bir söylev verdi
bana, önceden hazırlamı olmalıydı:
ziyaretimden onur duyuyorlarmı ve
kendilerine verdi im pahalı arma ana
te ekkür ediyorlarmı . Sonra bir daha
a zını açmadı.
Copler, bir devlet sınavında
ö rencisine binbir zahmetle belletti i
dersi dinleyen bir hoca gibi izliyordu
durumu. Bir ara hanımı düzeltti, yalnız
piyanosunun parasını ödemekle
kalmadı ımı, onlara aktardı ı aylık
yardımda da katkım bulundu unu
söyledi. Her eyin yerli yerince
belirtilmesini istiyordu.
Bayan Carla ise piyanonun
yanında oturdu u tabureden kalktı, bana
elini uzattı ve bir tek söz söyledi:
— Te ekkürler!
Hiç de ilse fazla uzatmamı tı.
Hayırseverlik görevim a ır gelmeye
ba lamı tı. Tıpkı gerçek bir hasta gibi ben
de ba kalarının i leri ile u ra maya
ba lamı tım! O irin genç kız bende ne
görüyor olmalıydı? Pek saygıde er biri,
ama bir erkek de il! irin olmasına kız
pek irindi do rusu! O ça ın modasına
göre biraz fazla kısa kalan etekli iyle
sanırım oldu undan da genç görünme
çabasındaydı; ama belki de evin içinde
küçüklü ünden kalma bir eteklik
giyiyordu. Gelgelelim, ba ı tam bir kadın
ba ıydı, hem de o özenli saç tuvaletiyle,
ho a gitmek çabasında bir kadının ba ı.
Gür siyah örgüleri, kulaklarını, hatta
boynunun birazını örtecek biçimde
yerle tirilmi lerdi. A ırba lılı ıma öylesine
gömülmü tüm, Copler’in o insanın içini
okuyan gözlerinden öylesine ürküyordum
ki, ba langıçta kıza alıcı gözle bakamadım
bile; ama imdi bilmedi im yanı yok.
Konu urken sesinde bir tür müzik
seziliyordu, artık do alla mı bir
yapaylıkla heceleri a zında uzatıyordu,
sanki çıkardı ı sesleri ok amak istermi
gibiydi. Bu yüzden, bir de Trieste için bile
fazla geni kaçan bazı ünlülerinden ötürü
konu masında bir yabancılık seziliyordu.
Daha sonra ö rendim ki bazı müzik
hocaları ses çıkarmayı ö retirken
ünlülerin de erini de i tirirlermi .
Ada’nınkine hiç mi hiç benzemeyen bir
seslendirme biçimiydi bu. Çıkardı ı her
ses sevi mek içinmi gibi geliyordu.
O ziyaret sırasında bayan Carla
hep gülümsedi, belki de böylelikle bir
minnet görüntüsünü yüzünde
kalıpla tıraca ını umuyordu. Birazcık
zoraki bir gülümseyi ti bu, minnetin
gerçek yüzü yani. Sonra, aradan birkaç
saat geçip de ben Carla’yı dü lemeye
ba layınca, o yüzde ne e ile acının
çarpı tı ını görür gibi oldum. Daha ilerde
o kızda buna benzer hiçbir ey
bulamadım ve bir kez daha ö rendim ki,
kadın güzelli i insana kendisiyle ilintisi
olmayan duygular esinler. Tıpkı üzerine
bir sava tablosu yapılan bir tuvalin
hiçbir yi itlik duygusu ta ımadı ı gibi.
Copler, bu tanı tırmadan sanki iki
kadını kendisi yaratmı gibi kıvançlıydı.
Onları bana uzun uzun anlatıyordu:
alınyazılarından hiç yakınmıyorlar, durup
dinlenmeden çalı ıyorlarmı . Sanki bir
okuma kitabından alınmı a benzeyen
lâflar ediyordu, ben de bir otomat gibi
onaylıyordum, sanki konuyu enine
boyuna incelemi de parasız namuslu
kadınların nasıl olmaları gerekti ini pek
iyi bitirmi im gibi.
Ardından Carla’dan bize bir arkı
söylemesini istedi Kız nazlandı, so uk
almı mı . Bir ba ka gün olsun, dedi. Ben
sempati ile, be enmeyece imizden
korktu unu seziyordum, ama ziyareti
uzatmak dile indeydim, Copler’in
ricalarına katıldım. Beni bir daha görüp
görmeyece ini bilmedi imi, çünkü çok
me gul oldu umu söyledim. Benim bu
dünyada bo gezenin bo kalfası
oldu umu pek iyi bilen Copler de büyük
bir ciddiyetle sözlerimi do ruladı.
Sonradan, benim Carla’yı bir daha
görmemi istemedi ini anlamam güç
olmadı.
Kız biraz daha nazlandı, ama
Copler buyru a benzer bir sözle üsteledi,
o da boyun e di: ne kadar da kolaymı
onu zorlamak!
«Bayra ım» arkısını söyledi.
Oturdu um yumu acık divandan
arkısını izliyordum. Ona hayran kalmak
iste iyle yanıyordum. Birdenbire
ola anüstü bir yetene e dönü tü ünü
görmek ne kadar güzel olurdu! Tam
tersine, a ırıp kaldım: sesi, arkı
söyledi inde, tüm o müzi ini yitiriyordu.
Zorlandı mı, de i iveriyordu sesi. Carla,
piyano çalmasını da bilmiyordu, kırık
dökük çalı ı ile o biçare müzik büsbütün
zavallıla ıyordu. Kar ımdakinin bir
ö renci oldu unu anımsadım ve sesinin
hacmi yeterli mi, diye baktım. Fazlaydı
bile! O küçük odada kulaklarımı
tırmalamı tı. Kıza cesaret vermeyi
sürdürebilmek için yalnızca ö reniminin
yetersiz oldu unu dü ündüm.
arkı bitti inde, Copler’in cömert
alkı larına, a ız kalabalı ına katıldım.
— Dü ün bir kez, diyordu, iyi bir
orkestra e li inde nasıl etkili olur bu ses.
Bunun do rulu una diyecek
yoktu. O sesi örtmek için tam takım,
güçlü bir orkestra gerekirdi. Ben büyük
bir içtenlikle küçükhanımı birkaç ay
sonra yine dinlemek istedi imi,
ö renimini ancak o zaman
de erlendirebilece imi söyledim. O sesin
birinci sınıf bir hoca haketti ini eklerken
o denli içten de ildim. Sonra, ilk
söylediklerimde tatsız kaçan bir ey varsa
kapatmak için ola anüstü bir sesin,
ola anüstü bir hocaya lâyık oldu u
üstüne felsefe yürüttüm. Bu ola anüstü
sıfatı her eyi örttü, Ne var ki sonradan,
yalnız kalınca, Carla’ya içten davranmak
gere ini duymu oldu uma a tım. Yoksa
ona imdiden tutulmu muydum? Ama
daha do ru dürüst görmemi tim bile!
Ne idü ü belirsiz bir koku ile dolu
merdivenlerde Copler yine ba ladı:
— Sesi fazla güçlü. Tiyatroya
uygun bir ses.
O, bilmiyordu ki, benim o anda
bildi im bir ey daha vardı: o ses
küçücük bir çevrenindi, orada, o sanatın
verdi i saflık izleniminin tadına varabilir,
oraya sanatı, yani ya amı ve acıyı
getirmeyi dü leyebilirdiniz.
Copler, benden ayrılırken,
Carla’nın hocası halka açık bir konser
düzenleyece i zaman bana bildirece ini
söyledi. Henüz kentte pek tanınmayan
bir hocaydı, ama ilerde büyük bir ün
kazanacaktı. Adam hayli ihtiyarlamı tı
gerçi, ama Copler emindi bundan;
ününe, imdi, kendisini tanıdıktan sonra
ula acakmı gibiydi. Ölmeye hazırlanan
iki ki inin, Copler ile müzik hocasının
çifte zayıflı ıydı bu.
in garibi u ki, ziyaretimi
Augusta’ya anlatmak gere ini duydum.
lk akla gelen bunun ihtiyatlı bir davranı
oldu u, çünkü Copler ziyaretimi
biliyordu, ben de çenesini tutmasını rica
etmek istemiyordum. Gelgelelim pek seve
seve söz ettim bundan. Oldu u gibi içimi
döktüm. O zamana de in Augusta’nın
kar ısında susmu olmamdan ba ka
kendimi suçlamamı gerektirecek bir
eyim yoktu. Ve i te imdi tümüyle temize
çıkmı tım.
O, bana, kıza ili kin bir eyler
sordu, güzel mi, dedi. Yanıtlaması güç
geldi: kızca ız pek de kansız gözüküyor,
dedim. Derken aklıma parlak bir dü ünce
geldi:
— Acaba sen onunla biraz
ilgilenemez miydin?
Augusta’nın yeni evinde ve hasta
babasının bakımına yardımcı olmak için
ça rıldı ı eski ailesinde i i ba ından
a kındı, bir daha aklına bile gelmedi bu.
Ama dü üncem gerçekten parlak çıktı.
Copler, daha sonra Augusta’dan
ziyaretimi anlatmı oldu umu ö rendi, bu
yüzden hastalık hastasına yakı tırdı ı
nitelikleri unuttu gitti. Augusta’nın
yanında, yakında Carla’ya bir ziyaret
daha yapaca ımı söyledi. Bana eksiksiz
bir güveni vardı artık.
Durgunlu umun içinde, hemen
Carla’yı yeniden görme dile i yakama
sarıldı. Sonra Copler’in kula ına gider
diye kalkıp kızın yanına ko maya cesaret
edemedim. Ama istesem, özür mü yoktu.
Copler’den habersiz, daha büyük bir
yardım önermeye gidebilirdim, ama ilkin
kız kendi yararına çenesini tutmaya razı
olur mu, bundan emin olmam
gerekiyordu. Peki ya o gerçek hasta zaten
kızın a ı ıysa? Benim gerçek hastalar
konusunda bilgim yoktu, metreslerinin
parasını ba kalarına ödetme alı kanlıkları
olabilirdi pekâlâ. Bu durumda kendimi
tehlikeye dü ürmek için Carla’ya bir tek
ziyaretim yeterdi. Küçük ailemin
huzurunu tehlikeye sokamazdım; daha
do rusu, Carla’ya duydu um istek
artmadı ı sürece atmadım.
Ama o istek arttıkça arttı. Daha
imdiden kızı, allahaısmarladık demek
için elini sıktı ımdakinden çok daha iyi
tanıyordum. Özellikle de kar beyazı
boynunu örten, insanın gizledi i teni
öpebilmek için burnuyla bir yana itmesi
gereken o siyah saç örgüsünü aklımdan
çıkaramıyordum. ste imi kamçılamak
için benimle aynı küçücük kentte, bir
merdiven sahanlı ında güzel bir genç
kızın bulundu unu, kısa bir yürüyü
yaptım mı gidip onu alabilece imi
dü ünmem yetiyordu! Günahla sava ma
böyle ko ullarda çok güçle ir, çünkü her
saat, her gün yeniden ba lamak gerekir,
genç kız o sahanlıkta durdukça yani.
Carla’nın o uzun ünlüleri ça ırıyordu
beni, belki de o ünlülerin tınlaması
içimde öyle bir kanı uyandırmı tı; kendi
direnmem yokoldu unda, ba ka bir
direnme ile kar ıla mayacaktım. Ama
ku kusuz yanılıyor da olabilirdim, belki de
Copler her eyi daha açık seçik
görüyordu; bu ku kunun da direni imi
yenmeye yararı oluyordu, öyle ya, zavallı
Augusta’yı benim ihanetimden olsa olsa
Carla kurtarabilirdi, kadın olarak
direnmek onun kutsal göreviydi.
Peki, tam da o sıralarda beni
tehdit eden sıkıntıdan kurtarmak için
zamanında gelen iste im, neden içime bir
pi manlık dü ürsündü? Augusta ile olan
ili kilerime bir zararı yoktu, tam tersine.
Ona artık yalnız kendisi için her zaman
besledi im sevginin esinledi i sözleri
söylemekle yetinmiyordum, içimde öteki
kadın için uyanan sözleri de
söylüyordum. Evimde hiç böylesi bir sevgi
bollu u görülmemi ti. Augusta da
bundan büyülenmi gibiydi. Aile tarifesi
dedi im saatlere kılı kırk yararak
uyuyordum hep. Vicdanım öylesine
naziktir ki davranı ımla daha o
zamandan gelecekteki pi manlı ımı
hafifletmeye hazırlık yapıyordum.
Hiçbir direnme göstermedi im de
söylenemez. Carla’ ya bir atılı la de il de
bir takım a amalardan geçerek varı ım
bunun kanıtı. lkin, birkaç gün, ancak
Parka kadar ula abildim, çevresindeki
sokakların ve evlerin grisinin ortasında
öylesine saf duran o ye illi in tadını
çıkarmak gibi içten bir niyetim vardı.
Sonra umdu um gibi ansım yaver gidip
Carla ile kar ıla amayınca Parktan çıkıp
pencerelerinin altında dolanmaya
ba ladım. Yüre imi büyük bir heyecan
sarmı tı, a kı ilk kez tadan bir yeni yetme
delikanlınınkini andıran doyulmaz bir
heyecan. Nice zaman vardı ki a ktan
de il, ama, a ka ileten eylerden yoksun
kalmı tım.
Tam Parktan çıkmı tım ki kiminle
yüzyüze gelsem be enirsiniz?
Kayınvalidemle. lkin garip bir ku ku
geçti içimden: sabahın köründe, bizim
mahalleden onca uzak bir yerde ne i i
vardı? Allah bilir, o da hasta kocasını
aldatıyordu. Sonra hemen bo yere
günahını aldı ımı ö rendim, çünkü
Giovanni’nin ba ucunda kötü bir gece
geçirdikten sonra doktoru görmeye
gitmi ti. Doktor onu avutmak için iyi
eyler söylemi ti, ama kendisi öyle
tela lıydı ki, genellikle ihtiyarların,
çocukların, dadıların gitti i o yerde
benimle kar ıla tı ına a mayı bile
unutarak ayrıldı.
Onu görmem yeniden ailemin
pençesine dü meme yetti. Kararlı
adımlarla evime do ru ilerledim, bir
yandan da «Bir daha mı, asla! Bir daha
mı, asla!» diye mırıldanarak adımlarıma
tempo tutuyordum. Augusta’nın annesi o
anda kendi acısı ile bana tüm görevlerimi
duyurmu tu. yi bir ders oldu ve o güne
yetti.
Augusta evde de ildi, babasına
ko mu tu, bütün sabahı onun yanında
geçirdi. Sofrada, Giovanni’nin durumunu
gözönüne alarak Ada’nın gelecek hafta
için saptadıkları dü ününü ertelemek
gerekip gerekmedi ini tartı tıklarını
söyledi. Giovanni bir parça iyile mi ti
aslında. Galiba ak am yeme inde
ba kalarının sözüne kanıp fazla yemi mi
de sindirim bozuklu unu hastalık
sanmı larmı .
Ben ona sabahleyin annesine
Parkta rastladı ımı, o havadisleri ondan
aldı ımı anlattım. Gezintim Augusta’yı da
a ırtmadı, ama ben ona açıklamalarda
bulunmak gere ini duydum. Bir süredir
gezintilerim sırasında Parka kadar
uzandı ımı anlattım. Banklara oturup
gazetemi okuyordum. Sonra ekledim:
— Ah u Olivi! Beni bo gezenin bo
kalfası yaptı çıktı.
O açıdan kendisini biraz suçlu
duyan Augusta, üzülür, hayıflanır gibi bir
tavır takındı. Ben de o zaman kendimi
çok iyi duydum. Ama gerçekten de alnım
aktı, çünkü bütün ö leden sonra
yazıhanemden çıkmadım, her türlü
fesatlıktan tümüyle arındı ımı
7
sanabilirdim. Yine Apokalips’i okumaya
koyuldum.
Artık her sabah Parka gitmeme
izin çıktı ı kesindi ama, içimdeki eytana
direnme iste i öylesine büyüktü ki, ertesi
gün evden çıktı ımda tam ters yönde
ilerledim. Bana salık verdikleri yeni bir
keman yöntemini denemeye
niyetlenmi tim, nota aramaya
gidiyordum. Soka a çıkmadan önce
kayınpederimin çok iyi bir gece
geçirdi ini, ö leden sonra araba ile bize
gelece ini ö rendim. Kayınpederim için
oldu u kadar Guido için de sevindim,
sonunda evlenebilecekti. Her ey
yolundaydı: ben kurtulmu tum,
kayınpederim de öyle.
Gelgelelim beni yeniden Carla’ya
yönelten müzik oldu! Satıcının önüme
serdi i metotlar arasında biri yanlı lıkla
keman de il, an içindi. Ba lı ını dikkatle
okudum: «A’dan Z’ye an Sanatı (Garcia
Okulu), yazan E. Garcia (o ul), Paris
Bilimler Akademisine sunulmu nsan
Sesi konulu inceleme üstüne bir Rapor
da içerir».
Bıraktım satıcı ba ka mü terilerle
ilgilensin diye, o ufak yapıtı okumaya
koyuldum. unu söylemem gerekir ki,
yolundan çıkmı bir delikanlının açık
saçık kitaplara yana tı ı zamanki telâ ını
andırır bir durumdaydım. te: Carla’ya
ula manın yolu buydu; o yapıt kıza
gerekliydi, götürüp göstermesem suç
i lemi sayılırdım. Alıp eve döndüm.
Garcia’nın yapıtı iki bölümden
olu uyordu: biri kuramsal öteki
uygulamalı. Okumayı sürdürdüm: Copler
ile birlikte Carla’ya gitti imde ö ütler
verecek kadar iyi anlamaktı niyetim. Bu
arada zaman kazanacaktım, hep beni
bekleyen serüvenin dü üncesi ile
avunarak rahat rahat uyuyabilirdim.
Gelgelelim Augusta olayları
hızlandırdı. Bana bir merhaba demeye
geldi, üzerime e ildi, dudaklarını
yana ıma de dirdi. Ne yaptı ımı sordu,
yeni bir metot deyince keman için sandı,
ötesini soru turmadı. Benden
ayrıldı ında geçirdi im tehlikeyi gözümde
abarttım, güvenli im için en iyisinin o
kitabı yazıhanede tutmamak oldu unu
dü ündüm. Derhal gidece i yere
götürmek gerekiyordu, i te böyle
dosdo ru serüvenimin içine sürüklendim.
Diledi imi yapmak için artık birden fazla
özür geçmi ti elime.
Bundan sonra duraksamadan. O
sahanlı a vardı ımda hemen soldaki
kapıya yöneldim. Ama kapının önünde,
merdivenlerde zaferle yankılanan
«Bayra ım» baladını dinlemek için bir an
duraladım. Galiba bütün o zaman
boyunca Carla aynı arkıyı söyleyip
durmu tu. Böylesi bir çocuklu a
sevecenlik ve istekle gülümsedim. Sonra
kapıyı vurmadan, usulca açtım,
ayaklarımın ucuna basa basa odaya
girdim. Onu hemen görmeyi istiyordum.
Küçücük odada sesi gerçekten kulakları
tırmalıyordu. Canla ba la, ilk
ziyaretimdekinden daha büyük bir
hevesle söylüyordu arkısını.
Ci erlerindeki tüm solu u salabilmek için
kendini sandalyesinin arkalı ına
bırakmı tı. Ben yalnız kalın örgülerle
çevrili güzel ba ını gördüm, böylesi bir
cesaret gösterdi imden ötürü
heyecandan yüre im titreyerek geri
çekildim. O bu arada son notaya gelmi ti,
ama bitirmek istemiyordu, ben de
merdiven sahanlı ına geri dönüp,
varlı ımı farkettirmeden kapıyı arkamdan
kapatmayı ba ardım. O son nota da
güvenle yerine oturmadan önce a a ı
yukarı bocalayıp durmu tu. Demek ki
Carla do ru notayı sezmiyor de ildi imdi
onu daha çabuk bulmasını ö retmek
artık Garcia’ya dü üyordu.
Biraz yatı ınca kapıyı çaldım.
Hemen ko up açtı. Kapı pervazına
yaslanmı , karanlıkta beni tanıyamadan
önce kocaman gözleri ile bakan o incecik
kızı hiç unutmayaca ım.
Ama bu arada tüm duraksamaları
ardımda bırakacak kadar
toparlanmı tım. Augusta’yı aldatma
yolundaydım, ama daha önceki günlerde
nasıl Parka kadar varmakla yetindiysem,
imdi de çok daha kolaylıkla o kapıda
durabilir, o sakıncalı kitabı teslim edip,
yüre im rahat ayrılabilirdim oradan. yi
niyetlerle dolu bir an geçti. Hatta sigara
alı kanlı ından kurtulmak için kendi
kendime verdi im tuhaf bir ö üdü bile
anımsadım, imdi de geçerli olabilirdi:
kimi kez insan kibriti yakmakla
yetinebilir, ardından sigarayı da, kibriti
de kaldırıp atabilir pekâlâ.
Böyle yapmam kolay da olurdu,
çünkü Carla beni tanıyınca kıpkırmızı
kesildi, kaçıp gidecek oldu, —sonradan
ö rendi ime göre— sırtında eski püskü
bir ev giysisi ile yakalandı ından ötürü
utanmı tı.
— Size bu kitabı getirdim,
ilgilenece inizi sanıyorum. sterseniz
kapıdan bırakıp hemen gidebilirim.
Bu sözleri oldukça sert bir tonla
söylemi tim —ya da öyle sandım—, ama
sözlerimin anlamında bir kabalık yoktu,
kararı aslında kendisine bırakıyordum,
çekip gidebilirdim de, kalıp Augusta’yı
aldatabilirdim de.
Kız kararı hemen verdi,
kaçmayayım diye elimden yakalayıp içeri
aldı. Heyecandan gözlerim karardı,
nedeni sanırım o elin yumu acık
dokunu u de il, benim ve Augusta’nın
yazgısını çiziyora benzeyen o sıcaklıktı.
Bu yüzden içeriye girerken sanırım biraz
ayaklarım geri geri çekti, ilk ihanetimin
anısını dü ündü ümde o i e sanki zorla
sürüklenmi im gibi duyuyorum kendimi.
Carla böyle yüzü kızardı ında
gerçekten güzel oluyordu. Beni
beklemiyorduysa bile, ziyaretimi
umdu unu farketmek çok ho bir sürpriz
oldu. Sımsıcak bir hali vardı:
— Demek beni yeniden görmek
gereksinimini duydunuz dedi. Size onca
ey borçlu olan zavallı yoksul kızı yeniden
görmek istediniz demek?
Sanırım istesem onu hemen
kollarımın arasına alabilirdim, ama
aklımın kıyısından bile geçmiyordu bu. O
kadar geçmiyordu ki, bana pek sakıncalı
gibi gelen sözlerini yanıtlamadım bile.
Garcia’dan ve o kitabın kendisi için ne
denli gerekli oldu undan dem vurmaya
ba ladım. Öylesine telâ la konu tum ki
birkaç hesapsız söz de çıktı a zımdan.
Garcia, notalarını demir gibi sa lam,
meltem kadar yumu ak çıkarmanın
yolunu ö retecekti ona. Bir notanın nasıl
düz bir çizgi gibi de il, bir düzlem, ama
üstü iyice perdahlanmı bir düzlem
oldu unu anlatacaktı.
Bu co kum ancak acı bir ku ku ile
sözümü kesti inde kayboldu:
— Demek arkı söyleyi imi
be enmediniz?
Sorusu a kına çevirdi beni. Kaba
bir ele tiride bulunmu tum, ama hiç
farkına varmaksızın yapmı tım bunu, iyi
niyetle, hayır, dedim. tirazımda o denli
ba ardı oldum ki, yalnızca arkısından
söz ederek, öylesine bir buyurganlıkla
beni o eve sürükleyen tutkuya yeniden
kapılmı ım gibi geldi. Sözlerimden
öylesine bir sevgi ta ıyordu ki,
yüre imdekinin birazını açı a vurmu
oldum:
— Böyle bir eyi nasıl
dü ünebilirsiniz? Be enmesem burada
i im ne? Ben, i te uracıkta, sahanlıkta
durdum, arkınızı yudum yudum içtim, o
ne saflık, ne nefaset, ne yücelikti Tanrım.
Yalnız demek istiyorum ki kusursuz
olması için bir eycik daha gerek, ben de
size onu getirdim i te.
Yine de Augusta dü üncesi
yüre imde ne denli kök salmı ki hâlâ
oraya kendi iste imin pe ine takılıp
sürüklendi imi kabullenmiyordum!
Carla, bu iltifatlarımı öylece durup
dinledi, çözümlemek aklından bile
geçmedi. Pek kültürlü sayılmazdı, ama
sa duyudan yoksun olmadı ını farkedip
pek a ırdım. Kendi yetene i ve sesi
konusunda kendisinin de bir takım
ku kuları oldu unu söyledi: ilerlemedi ini
seziyormu . Ço u zaman birkaç saat
sonra dinlenmek ve kendi kendisini
ödüllendirmek için «Bayra ım»ı söylüyor,
kendi sesinde yeni yeni nitelikler bulmayı
umuyormu . Ama hep aynıymı sesi:
gerçi kötüle miyormu , hatta belki
dinleyenlerin, bir de benim söyledi imiz
gibi (bu noktada güzelim kara gözlerinden
hafif bir soru ı ı ı geçti, sözlerimden yana
hâlâ ku kuluydu, bir güvence aradı ı
belliydi) iyi de denebilirmi , gelgelelim öyle
tam bir ilerleme olmuyormu ,
olmuyormu i te. Hocası diyormu ki,
sanatta yava yava ilerleme diye bir ey
yokmu , hedefe ula tıran büyük
sıçramalar olurmu , günün birinde
uyandı ında kendini büyük bir sanatçı
bulacakmı .
— Ama pek uzun sürüyor, diye
ekledi bo lu a bakarak, bütün o sıkıntılı,
acı dolu saatlerini görür gibiydi.
Dürüstlük demek her eyden önce
içtenlik demektir, benim açımdan en
dürüstü zavallı kıza an derslerini bir
yana bırakıp metresim olmasını
önermekti. Ama bir kere ben henüz
Parktan çok uza a gitmi sayılmazdım,
hem sonra, her ey bir yana, an sanatı
üstüne yargımdan da pek emin de ildim.
Birkaç dakikadır beni kaygılandıran bir
tek ki i vardı kafamda; her bayram ve
tatil gününü villamda benimle ve karımla
birlikte geçiren o Copler denen sıkıcı
yaratık. Genç kızdan ziyaretimden
Copler’e söz etmemesini istemek için bir
özür bulmanın tam sırasıydı. Ama
iste ime bir gerekçe uyduramadı ımdan
yapmadım bunu, iyi de ettim
yapmadı ıma, çünkü birkaç gün sonra
zavallı dostum hastalandı, çok geçmeden
de öldü.
Bu arada, Carla’ya aradı ı her eyi
Garcia’nın kitabında bulabilece ini
söyledim, bir an için, ama yalnızca bir an
için heyecanlanarak o kitaptan mucizeler
bekledi. Gelgelelim, hemen ardından, bir
yı ın lafla kar ıla ınca, tılsımın etkisinden
ku kuya dü tü. Garcia’nın
kuramlarından bir eyler okuyordum
talyanca, sonra yine talyanca olarak
ona anlatıyordum, yeterli olmadı ında
Trieste lehçesine çeviriyordum, ama o
gırtla ında hiçbir kıpırtı duymuyordu,
kendini o noktada belli etmeyen hiçbir
etkiyi de geçerli sayacak de ildi. in
kötüsü, az sonra ben de o kitabın benim
elimde pek i e yaramadı ına inandım.
Cümleleri tam üç kez yineleyip de ne halt
edece imi bilemeyince, yeteneksizli imin
öcünü almak için ileri geri ele tirdim. Bak
i te Garcia hem kendi zaman yitiriyor,
hem bizim zamanımızı ziyan ediyordu:
yok bilmem insan sesi çe itli kalıplara
girebilirmi de tek çalgı olarak
dü ünülmesi do ru olmazmı . Öyleyse
kemanın da birçok çalgının toplamı
olarak dü ünülmesi gerekirdi. Belki de bu
ele tirimi Carla’ya bildirmekle iyi
etmedim, ama insan avucuna dü ürmek
istedi i bir kadının yanındayken,
üstünlü ünü kanıtlamak için eline geçen
bir fırsattan yararlanmaktan geri
durması çok güçtür. Gerçekten kız bana
hayran kaldı ama, kitabı kendinden
8
uzakla tırdı: Galeotto’muz olmu tu ama,
günaha kadar iletmemi ti bizi. Ben yine
de Garcia’dan el çekmeye razı olmadım,
bir ba ka ziyaretime erteledim. Copler
ölünce de ona artık gerek kalmadı. O evle
benimki arasında hiçbir ba lantı
kalmamı tı, yolumu köstekleyecek
vicdanımdan ba ka ey yoktu.
Ama bu arada biz birbirimize hayli
yakla mı tık, o yarım saatlik konu madan
beklenebilece inden çok fazla. Bir
ele tirisel yargıda uzla manın insanları
birbirlerine çok yakla tırdı ına
inanıyorum. Zavallı Carla bana kendi
acıklı durumunu açmak için bu
yakınlıktan yararlandı. O evde pek kendi
halinde bir ya am sürülüyormu ama,
Copler el uzattı ından beri en önemli
gereksinimler giderilmi sayılırmı . ki
kadın için en a ırı gelece i dü ünmekmi ,
çünkü Copler yardımı belli tarihlerde
getirip veriyormu ama güvence
veremiyormu : kendisi dert edinmek
istemiyormu , derdi onlara çektiriyormu .
Hem sonra o paraları kar ılıksız veriyor
da de ilmi : o evin ali kıran ba keseni
olmu mu , en ufak eyler bile haber
verilsin istiyormu . E er kendisinin
önceden onaylamadı ı bir harcamaya
giri ecek olurlarsa vay hallerine! Bir süre
önce Carla’nın annesi rahatsızlanmı , kız
da ev i lerine bakabilmek için birkaç gün
an çalı malarına ara vermi . Hoca bunu
açı a vurunca Copler ortalı ı birbirine
katmı , böyle olacaksa saygıde er
insanları sıkı tırıp onlara yardım
toplamaya de medi ini söyleyerek çekmi
gitmi . Birkaç gün alınyazıları ile ba ba a
bırakıldıklarını sanıp deh ete dü mü ler.
Derken Copler geri dönmü , anla mayı ve
ko ulları yeniden düzenlemi , Carla’nın
her gün kaç saat piyano ba ında
oturaca ını, kaç saatini ev i lerine
ayırabilece ini tam olarak saptamı .
Üstelik günün her saatinde baskın
yapmakla tehdit etmi ana-kızı.
— Elbette, diyordu kızca ız, onun
bizim iyili imizden ba ka dü ündü ü yok,
ama incir çekirde ini doldurmayacak
eyler yüzünden öylesine öfkeleniyor ki,
günün birinde kanı beynine sıçrayınca
bizi soka a atıverecek. Ama imdi siz de
ilgileniyorsunuz ya, bu tehlikeyi atlattık
artık, de il mi?
Yeniden elimi sıktı. Ben hemen
yanıtlamayınca da Copler ile birlik
oldu umu sanıp ekledi:
— Bay Copler de sizin çok iyi biri
oldu unuzu söylüyor! Bu sözler bana
oldu u kadar Copler’e de bir iltifattı.
Carla’nın çizdi i sevimsiz görüntü benim
için yeniydi ve bende, tersine, sempati
uyandırıyordu. Ona benzeyeyim isterdim,
oysa beni o eve sürükleyen istek beni
ondan öylesine ayırıyordu ki! Demek iki
kadına ba kalarının parasını ta ıyormu ,
ama kendi tüm çabasını, ya amının bir
parçasını veriyormu . Onlara gösterdi i o
öfke gerçekten babacaydı. Aklıma yine de
bir ku ku takıldı: yoksa o i lere kıza kar ı
duydu u istekten ötürü mü giri mi ti?
Hiç duraksamadan sordum Carla’ya:
— Copler sizi hiç öpmeye kalktı
mı?
— Nerede o günler! diye çınladı
Carla’nın sesi. Yaptıklarımdan memnun
kalınca kuru bir aferin çeker, öyle bir
elimi sıkar, arkasını döner gider. Ba ka
seferler, kızdı mıydı, elimi de sıkmaz,
benim korkudan a ladı ımı bile
farketmez. O anda bir öpücük istese
dünyalar benim olurdu.
Baktı ki ben gülüyorum, bir ufak
düzeltme yaptı:
— Yani, onca ey borçlu oldu um
öyle ya lı bir adamın öpmesine hiç de
hayır demezdim!
te sahici hasta olmanın avantajı:
oldu undan ya lı görünmek.
Copler’e benzemek için ufak bir
giri imde bulundum. Zavallı kızca ızı
ürkütmemek için gülümseyerek, dedim
ki, biriyle u ra maya ba larsam ben de
pek buyurgan olurdum. Hem sonra insan
kendini bir sanata verdi mi ciddi
çalı ması gerekti ini ben de
dü ünüyordum. Ardından rolümü öyle
benimsedim ki gülümsemekten bile
vazgeçtim. Copler zamanın de erini
anlamayan gencecik bir kıza sert
davranmakta yerden gö e haklıydı:
ayrıca ona yardım edebilmek için kaç
ki inin özveride bulundu unu aklından
çıkarmamalıydı. Tam anlamıyla ciddi ve
serttim.
Böyle böyle, yemek zamanı geldi,
özellikle o gün Augusta’yı bekletmek
istemezdim. Carla’ya el verdim, renginin
nasıl solmu oldu unu o zaman
farkettim. Avutayım dedim:
— Copler’in kar ısında da,
ötekilerin kar ısında da sizi desteklemek
için elimden geleni yapaca ımdan
ku kunuz olmasın.
Te ekkür etti, ama yine de pek
bozulmu gibiydi. Sonradan ö rendim ki
geldi imi görünce neredeyse gerçe i
sezmi , kendisine abayı yaktı ımı, yani
kurtulmu oldu unu sanmı tı. Oysa
sonra —tam öyle gitmek üzere aya a
kalktı ımda— ben de yalnızca an
sanatına tutkunum, yani iyi arkı
söylemez, ilerlemezse kendisini bırakır
giderim diye korkmu tu.
Pek pek üzülmü gözüktü. Yüre im
sızladı, yitirecek zaman da olmadı ından,
kendisinin en etkin çare olarak gösterdi i
yola ba vurdum. Kapıya varmı tım ki onu
kendime çektim, kalın saç örgüsünü
burnumla özenle bir yana ittim,
dudaklarımla boynuna ula tım, hatta
di lerimi de dirdim. akaya getirmi tim,
kız da sonunda güldü, ama ancak onu
koyverdi imde. O ana de in kollarımın
arasında kımıldamadan, a kın,
kalakalmı tı.
Sahanlı a kadar pe imden geldi,
basamakları inmeye ba ladı ımda gülerek
sordu:
— Ne zaman döneceksiniz?
— Yarın, belki de daha sonra! diye
yanıtladım, imdiden kararsızdım. Sonra
daha kararlı olarak: —Yarın mutlaka
gelirim! dedim. Ardından fazla açık
etmemeye çalı arak: —Yine Garcia’yı
okuruz.
O kısa süre içinde yüzünde bir
de i iklik olmadı: ilk kararsız vaadime,
evet dedi, ikincisine minnetle evet dedi,
üçüncü önerime de, hep gülerek, evet
dedi. Kadınlar ne istediklerini her zaman
bilirler. Ne bana hayır diyen Ada, ne beni
alan Augusta, ne de isteklerime boyun
e en Carla ne yapacaklarını hiç
a ırmadılar.
Soka a çıkar çıkmaz kendimi
Carla’dan çok Augusta’ ya yakın buldum.
Temiz açık havayı ci erlerime çektim,
özgürlü ümü alabildi ine duydum.
Aslında yaptı ım yalnızca bir akaydı,
ama gide gide, o boyna, o örgünün altına
vardı ı için bu niteli ini yitirebilirdi.
Zaten Carla da o öpücü ü bir sevecenlik,
en önemlisi bir yardım vaadi olarak
almı tı.
Gelgelelim, o gün sofrada
gerçekten acı çekmeye ba ladım. Augusta
ile aramızda serüvenim vardı, onun da
görmemesi olanaksız, koskocaman bir
kara gölge gibiydi. Kendimi küçülmü ,
suçlu, hasta duyuyordum, bö rümdeki
sancıyı vicdanımdaki a ır yaradan,
kaynaklanan sevimli bir acı gibi
duyuyordum. Dalgın dalgın yemek
yeme e kendimi zorlarken, demir gibi
sa lam bir karar vererek yüre imdeki
yükü atmaya çalı tım: «Bir daha
görmeyece im onu —diye dü ündüm—,
e er ayıp olmasın diye bir görsem bile son
olacak.» Benden çok fazla bir ey
istenmiyordu ki: bir tek çaba topu topu,
Carla’yı bir daha görmeme çabası.
Gülerek sordu Augusta:
— Hayrola, Olivi’ye mi gittin ki
suratın bu kadar asık?
Ben de gülmeye ba ladım.
Konu abilmek büyük bir ferahlık
veriyordu. Söylediklerim tümüyle
ferahlatacak sözler de ildi, çünkü o
sözleri söylemek için ilkin sırrımı açı a
vurmak, sonra söz vermek gerekirdi,
ama ba ka ey yapamayınca de i ik
eyler söylemek bile hayli ferahlatıcıydı.
Hep öyle en, iyicil, çenem adamakıllı
açıldı. Derken aklıma daha parlak bir
dü ünce geldi: Augusta’nın o kadar çok
istedi i, benim de o güne de in hep hayır
dedi im çama ırhaneden söz ettim,
hemen yaptırma iznini verdim. Böyle
kendi üstelemeden izin vermeme o kadar
duygulandı ki, kalktı, gelip bana bir
öpücük verdi. Bir öncekini toptan silip
süpüren bir öpücüktü bu, kendimi
hemen daha iyi duydum.
Çama ırhanemiz böyle yapıldı,
bugün hâlâ o minicik yapının önünden
geçti imde, isteyenin Augusta,
gerçekle mesini sa layanın Carla
oldu unu dü ünürüm.
Sevgimizle dopdolu, doyulmaz bir
ö leden sonra izledi bunu. Yalnızlıkta
vicdanım daha da bo uyordu beni.
Augusta’nın sözleri ve sevgisi ise
yatı tırıyordu. Birlikte çıktık. Sonra
annesine götürdüm, bütün ak amı
birlikte geçirdik.
Uykuya dalmadan önce, sık sık
yaptı ım gibi, hafif solu u ile derli toplu
uyuyan karıma baktım uzun uzun.
Uyurken bile düzenliydi, yorganını
çenesine kadar çekmi , seyrek saçlarını
ensesinde kısa bir örgü yapmı tı.
Aklımdan öyle geçti: «Ona acı çektirmek
istemiyorum. Asla!» Rahatlayarak
uyuyakaldım. Ertesi gün Carla ile olan
ili kime açıklık getirecek, kızca ıza
öpücükler vermek zorunda kalmadan
güvence vermenin yolunu bulacaktım.
Garip bir dü gördüm: Carla’nın
boynunu öpmekle kalmıyor, yiyormu um.
Ama öyle bir boynu varmı ki kızgın bir
ehvetle açtı ım yaralar kanamıyor, o
bembeyaz cilt hiç bozulmuyormu , o hafif
büklümüne el de memi gibiymi .
Kollarımın arasına kendini bırakmı mı
Carla, ben ısırdıkça canı acımaz gibiymi .
Acıyı birdenbire çıkagelen Augusta
çekiyormu . Yüre i rahat etsin diye de
ben diyormu um ki: «Hepsini
yemeyece im canım, bir parça da sana
bırakırım.»
Dü karabasana ancak gecenin
köründe uyanıp da ayık kafayla
anımsayınca dönü tü, daha önce hayır,
çünkü sürdü ü kadar beni öylesine
zevklendirmi ti ki, Augusta’nın varlı ı
bile yokedememi ti.
Uyanır uyanmaz iste imin ne denli
güçlü oldu unun, Augusta ile benim için
ne büyük bir tehlike olu turdu unun tam
bilincine vardım. Belki de yanımda
uyuyan kadının karnında sorumlulu u
bana dü en bir yeni ya am filizlenmi ti
bile. Kim bilir Carla metresim oldu unda
neler isteyecekti benden? Bana öyle
gelmi ti ki, o zamana de in kendinden
esirgenen zevklerin pe indeydi, iki evi
birden nasıl geçindirirdim ben? Augusta
pek yararlı buldu u çama ırhaneyi
istiyordu, öteki kalkıp bir ba ka ey
isteyecekti, ama o da bir o kadar
pahalıya patlayacaktı. Ben öptükten
sonra gülerek merdiven sahanlı ından
u urlayan Carla geldi gözümün önüne.
Beni a ına dü ürece ini daha o
zamandan biliyordu. Bu dü ünce ürküttü
beni, oracıkta, karanlı a gömülmü
dururken, iniltimi tutamadım.
Karım hemen uyandı, neyim
oldu unu sordu, kısa bir yanıtla
geçi tirdim; sanki ba ıra ça ıra itiraf
etmi im gibi duydu um bir anda, sorguya
çekilme korkusunu yener yenmez aklıma
gelen ilk yanıttı bu:
— htiyarlık kapıyı çalıyor da, ona
tasalanıyordum! Augusta güldü, bir
yandan sıkı sıkı tuttu u uykusunu elden
kaçırmadan beni avutmanın yolunu
aradı. Zamanın akıp gitmesinden
korktu umu her görü ünde
soku turdu um cümleyi önüme sürdü
yine:
— Bo ver canım, imdi genciz ya...
güzel güzel uyumana bak!
Ö üdü i e yaradı: bo verdim ve
yeniden uyuyakaldım. Gecenin içinde söz
bir ı ın gibidir. Gerçe in öyle bir noktasını
aydınlatır ki, dü gücünün kurdu u
yapılar ona kıyasla pek sönük kalır. Hem
sonra, henüz dostu olmadı ım zavallı
Carla’dan o denli korkacak ne vardı ki?
Dü tü üm durumdan kendi kendimi
korkutmak için elimden geleni
yapıyordum. Ayrıca Augusta’nın
karnında olabilece ini sandı ım bebek de,
henüz çama ırhanenin yapımından ba ka
bir ya am belirtisi vermemi ti.
En iyi niyetlerle dolu kalktım.
Yazıhaneme ko tum, bir zarfın içine
Carla’ya kendisini bırakaca ımı
bildirece im anda sunmak üzere biraz
para hazırladım. Ayrıca verece im bir
adrese yazıp her isteyi inde posta ile yine
para göndermeye hazır oldu umu da
bildirecektim. Tam ben çıkmaya
hazırlanırken Augusta tatlı bir
gülümseme ile, kendisini babasının evine
götürür müyüm diye sordu. Guido’nun
babası Buenos Aires’den gelmi mi
dü üne katılmak için, bizim de gidip
tanı mamız gerekirmi . Aslında
Guido’nun babasından çok benimle
ilgilendi i kesindi. Bir önceki günün tatlı
havasını yenilemek dile indeydi. Ama
aynı ey de ildi ki artık, iyi niyetle aldı ım
kararı uygulamaya koymadan zaman
geçirmek iyi olmaz diye dü ünüyordum.
Biz sokakta yanyana, görünürde
sevgimize güvenerek yürürken öteki
kadın beni imdiden kendisine tutkun
sanıyordu. yi ey de ildi bu. O gezinti
tam bir zorlama oldu benim için.
Giovanni’yi gördü ümüzde
gerçekten iyile mi ti. Yalnızca ayakları
i mi ti de çizme giyemiyordu, ama buna
pek kulak astı ı yoktu, ben de üzerinde
durmadım. Guido’nun babası ile birlikte
salondaydı, beni ona tanıttı. Augusta
hemen yanımızdan ayrıldı, annesi ile
kızkarde ini aramaya gitti.
Bay Francesco Speier hiç de öyle
o lu gibi okumu birine benzemiyordu.
Ufak tefek, tıknazdı, altmı ya larındaydı;
kafası pek çalı mıyordu, belki de geçirdi i
bir hastalıktan sonra kula ının a ır
i itmesindendi bu. talyancasının arasına
bir spanyolca lâf sıkı tırıyordu:
— Cada (her) Trieste’ye
geldi imde...
ki ihtiyar i konu uyorlardı,
Giovanni kula ını dört açmı , dinliyordu,
çünkü o i ler Ada’nın alınyazısı
bakımından büyük önem ta ıyordu.
Dalgın dalgın dinledim. htiyar Speier’in
Arjantin’deki i lerini tasfiye etmeyi, tüm
parasını Trieste’de bir irket kursun diye
Guido’ya vermeyi kararla tırdı ı kula ıma
çalındı; sonra kendisi Buenos Aires’e
dönecek, karısı ve kızı ile elinde kalan
ufak bir toprak parçasından geçimini
sa layacakmı . Giovanni’ye bütün
bunları benim yanımda neden anlattı ını
anlamadım, bugün de bilmiyorum.
Bir an ikisi de konu mayı
kesmi lerdi, ö üt beklermi gibi bana
bakıyorlar sandım, nezaket göstermi
olmak için bir gözlemde bulundum:
— Geçiminizi sa lamaya yetecekse
araziniz pek ufak de ildir herhalde!
Giovanni derhal kıyameti kopardı:
— Sen ne diyorsun yahu? Sesinin
gürlemesi iyi zamanlarını andırıyordu,
ama e er öylesine ba ırmı olmasaydı,
bay Francesco’nun da benim gözlemimi
farketmeyece i kesindi. Ama farkedince
rengi soldu:
— Guido bana anaparamın faizini
göndermekten kaçınmayacaktır umarım,
dedi.
Giovanni yine ba ıra ça ıra
güvence verdi:
— Faiz ne demek! Gerekirse iki
katını! O lunuz de il mi, yapacak elbet!
Yine de bay Francesco pek
yatı mı a benzemiyordu, kendisine ben
bir-iki söz söyleyip güvence vereyim
istiyordu. Ben de hemen verdim,
fazlasıyla verdim, çünkü ihtiyarın kula ı
imdi eskisinden de a ır i itiyordu.
ki i adamıma konu maları sürüp
gitti, ama ben bir daha araya
karı maktan kaçındım. Giovanni arasıra
beni denetlemek için gözlü ünün
üstünden bir göz atıyordu, a ır solu u
tehdit eder gibiydi. Uzun uzadıya
konu tu, bir ara sordu bana:
— Öyle de il mi, ha?
Canla ba la do ruladım.
Onayım pek içten gözükmü
olmalı, çünkü her davranı ım, gitgide
yüre imi saran öfkenin etkisiyle daha bir
anlam kazanmaktaydı. Ne i im vardı
benim orada? yi niyetle aldı ım kararları
uygulamaya koymak için
yararlanabilece im zamanı bo a
harcıyordum. Hem kendim, hem Augusta
için pek yararlı olacak bir i i bir yana
bırakmama neden oluyorlardı! Gitmek
için bir özür hazırlıyordum ki, tam o anda
salon yanlarında Guido ile kadınların
baskınına u radı. Adam, babası gelir
gelmez ni anlısına nefis bir yüzük
arma an etmi ti. Bana bakan ya da
merhaba diyen olmadı, küçük Anna bile.
Ada pırıl pırıl mücevheri parma ına
geçirmi , kolu hep öyle ni anlısının
omuzunda, babasına gösteriyordu.
Kadınlar da hayran hayran bakıyorlardı.
Yüzüklerle de ba ım ho de ildi.
Kan dola ımını engeller diye nikâh
yüzü ü bile takmıyordum! Hiç kimseye
selâm vermeden salonun kapısını
buldum, dı kapıya yöneldim, çıkmak
üzereydim. Gelgelelim Augusta
tüydü ümü farketti, tam zamanında
yakaladı beni. Baktım allak bullak
olmu tu, a ırdım kaldım. Dudakları
evlendi imiz gün o kiliseye gitmeden
önceki gibi solmu tu. Acele bir i im
çıktı ını söyledim. Sonra tam zamanında
aklıma geldi: birkaç gün önce, i olsun
diye, çok hafif bir presbit gözlü ü
almı tım, imdi de yele imin cebindeydi,
bir süredir gözlerim zayıfladı gibi geldi de
doktordan randevu almı tım dedim.
Hemen gidebilece imi söyledi, ama ilkin
Guido’nun babasına gidip do ru dürüst
allahaısmarladık demeliymi im. Ya sabır
çektim, ama yine de dile ini yerine
getirdim.
Salona dönüp, hepsi beni
nezaketle selâmladılar. Bana gelince,
artık yakayı kurtardı ıma emindim ya,
bir an keyfim yerine gelir gibi oldu. O
kalabalık ailenin ortasında kendimi pek
toparlayamadan Guido’nun babası sordu:
— Ben Buenos Aires’e dönmeden
önce görü ebilecek miyiz?
— Elbette! dedim. Bu eve cada...
ey, yani her geli inizde, herhalde!
Hepsi güldüler, ben de Augusta’nın
oldukça ne eli bir gülegülesinin e li inde
zaferle çekip gittim. Tüm yasal i lemleri
tamamlamı olarak öylesine düzenle
ilerliyordum ki, güvene güvene
yürüyebilirdim. Ama beni o ana kadar
durduran ku kulardan kurtaran bir
nedenim daha vardı: kayınpederimin
evinden elden geldi ince uzakla mak,
yani Carla’ya varmak için kaçıyordum. O
evde Guido’nun arkasından alçakça
komplolar hazırlamakla suçluyorlardı
beni, üstelik ilk kez olmuyordu bu (bana
öyle geliyordu hiç de ilse). Arjantin’deki o
araziden öyle i olsun diye, hiç
dü ünmeden söz etmi tim, Giovanni
hemen Guido’yu babasının önünde
a a ılamak için önceden tasarlanmı
sözlermi gibi yorumlamı tı. Gerekirse
Guido’ya derdimi anlatmakta güçlük
çekmezdim; beni böyle saman altından
su yürütmekle suçlayan Giovanni ile
ötekilerden öcümü alsam yeterdi. Ben
ko up Augusta’yı aldatmayı falan
tasarlamı de ildim. Ne istiyorsam
güpegündüz yapıyordum i te. Carla’yı
ziyaretin hiç bir kötülü ü yoktu, hatta o
taraflarda kayınvalideme bir kez daha
rastlayacak olsam, o da bana nereye
gitti imi sorsa hemen lâfı a zına
tıkardım:
— yi ki sordunuz! Carla’ya
gidiyorum i te! Bu yüzden o Augusta’yı
dü ünmeden Carla’ya gitti im tek sefer
oldu. Kayınpederimin davranı ına
öylesine içerlemi tim!
Sahanlıkta Carla’nın sesinin
yankılandı ını duymadım. Bir an deh ete
kapıldım; dı arı mı çıkmı tı yoksa? Kapıyı
tıklattım, girmeme izin verilmeden girdim.
Carla orada olmasına oradaydı ama,
annesi de oradaydı. Elbirli iyle bir ey
dikiyorlardı, belki sık yaptıkları bir i ti
ama daha önce hiç görmemi tim. kisi
birden bir büyük çar afın iki ucunda
çalı ıyorlardı, birbirlerinden çok uzaktılar.
te Carla’ya ko mu tum, ama Carla’ya
ula ınca yanında annesini bulmu tum.
Bamba ka bir eydi bu. Ne iyi ne kötü
hiçbir kararımı uygulamaya koyamazdım.
Her ey hâlâ askıdaydı.
Carla, kıpkırmızı olarak aya a
kalktı, ya lı kadın gözlü ünü çıkarıp
kılıfına yerle tirdi. Bu arada içimdekileri
hemen aydınlı a kavu turmamın
engellendi ini görmekten ba ka bir eye
kızdı ımı sandım. Copler’in çalı maya
ayırdı ı saatler de il miydi bunlar? Ya lı
hanımı nezaketle selâmladım, bu
kadarcık nezakete katlanmak bile a ır
geldi. Carla’yı da hemen hemen yüzüne
bakmadan selâmladım. Dedim ki:
— Bu kitaptan i e yarar bir eyler
çıkarabilecek miyiz diye bakmaya geldim.
Ve masanın üzerinde koydu um yerde
öylece duran Garcia’yı gösterdim.
Bir önceki yerime oturdum, hemen
kitabı açtım. Carla ilkin bana bir gülücük
yapmaya çabaladı, ama nezaketi
kar ılıksız kalınca hemen boyun e meye
gayret ederek bakmak için yanıma
oturdu. Ne yapaca ını kestiremiyordu;
kavrayamıyordu. Copler’in
azarlamalarına da böyle boyun e di ini
dü ündüm. u da var ki, benim
azarlamalarımın Copler’inki ile e de erli
oldu undan henüz pek emin de ildi,
çünkü —sonradan söyledi ine göre— bir
gün önce kendisini öptü ümü
anımsıyordu, bu yüzden öfkemden artık
hiç çekinmemesi gerekti i kanısındaydı.
Bu yüzden o aksi suratını hemen dostça
bir gülümseme ile aydınlatmaya da
hazırdı. Burada unu da belirteyim —
sonradan vaktim olmayacak—, o bir tek
öpücükle beni tümüyle evcille tirmi
oldu una inanması pek sıktı canımı:
böyle dü ünen bir kadının yapmayaca ı
ey yoktur!
Ama o anda, benim yüre imin de
Copler’inkinden farkı yoktu, öfke ve
kırgınlıkla doluydu. Tam bir gün önce
okumu oldu umuz ve benim
ele tirilerimle çökertmi oldu um bölümü
kılı kırk yararak okumaya koyuldum,
ba ka yorum getirmiyor, daha anlamlı
gelen kimi sözcüklerin üstüne
bastırıyordum.
Carla, sesi biraz titreyerek kesti
sözümü:
— Burasını okumu tuk galiba!
Böylelikle sonunda kendi sözümü
söylemek zorunda kaldım. nsana kendi
sözü de ferahlık verebilir. Benim sözlerim
yüre imden ve davranı ımdan daha
yumu ak çıkmakla kalmadı, beni toplum
ya antısına geri döndürdü:
— Bakınız küçükhanım —bu
küçük sözcü ünü bir sevgiliye yara ır bir
de gülücükle süsledim—, daha fazla
ilerlemeden önce buraları bir kez daha
yineleyelim diyorum. Belki dün biraz
acele davrandık yargılamakta, az önce
bir arkada ım beni uyardı, Garcia’nın ne
demek istedi ini iyice anlayabilmek için
derhal uygulamaya geçmek gerekirmi .
Sonunda ya lı hanıma da bir saygı
gösterisinde bulunmak gere ini duydum,
zavallıcık, hayatta ba ına ne felâket
gelmi olursa olsun, ku kusuz hiç böyle
bir duruma dü memi ti. Bir gülücük de
ona ba ı ladım, bu Carla’ya arma an
etti im gülücükten de zahmetli çıktı:
— Pek e lenceli bir ey sayılmaz,
dedim, ama an ile u ra mayan biri bile
dinlerse yararlanabilir.
natla okumamı sürdürdüm. Carla
ku kusuz kendini daha iyi duymaya
ba lamı tı, dolgun dudaklarında
gülümsemeye benzer bir eyler
dola ıyordu. Ya lı kadın ise hep öyle
tuza a dü mü bir hayvanca ız gibi
duruyordu, o odada kalı ının tek nedeni
çekingenli iydi: bir özür bulamıyordu
çıkıp gitmek için. Bana gelince, benim
dile im onu kapı dı arı etmekti, ama asla
açı a varmayacaktım bunu. Hem çok
a ır, hem tehlikeli bir davranı olurdu.
Carla benden daha kararlı çıktı:
büyük bir saygı ile bir an okumama ara
vermemi rica etti, annesine döndü,
gidebilece ini söyledi, çar af i ini artık
ö leden sonra yapabilirlermi .
Hanım bana yakla tı, elini versin
mi, kestiremiyordu. Ben elini neredeyse
sevecenlikle sıktım:
— Bu kitabın pek e lenceli
olmadı ını kabul ediyorum, dedim.
Bizden ayrıldı ına üzülmü gibi
yapıyordum. Hanım, o ana de in
kuca ında tuttu u çar afı bir iskemlenin
üzerine bırakarak çekip gitti. Sonra Carla
bir an onu sahanlıkta izleyerek bir ey
söyledi, ben ise artık yanıma gelsin diye
çıldırıyordum. Kız odaya döndü, kapıyı
ardından kapadı, yerine dönerken
dudaklarının çevresinde yine çocuk
inadını anımsatan bir eyler gezindi:
— Her gün bu saatte çalı ırım ben,
dedi. O acele i i ba ıma çıkarmanın da
tam zamanıydı yani!
— Gözünüz görmüyor mu sizin,
an derslerinizle falan ilgilendi im yok ki!
diye haykırdım ben, üstüne atılıp olanca
gücümle sarıldım, ilkin a zından öptüm,
sonra bir gün önce öptü üm yerden.
Garip! Hüngür hüngür a layarak
elimden kurtuldu. Bir yandan
hıçkırırken, benim içeriye öyle girdi imi
görünce çok üzüldü ünü söylüyordu.
Acısının ba kalarında acıma
uyandırdı ını görünce oturup kendi
acısına yakınanların o de i mez
a layı ıyla a lıyordu. Gözya ını döktüren,
acının kendisi de il, tarihçesidir. nsan
bir haksızlık kar ısında ba ırmak
istedi inde a lar. Gerçekten de öpülmek
için yaratılmı o dilberi çalı maya
zorlamak haksızlıktı.
ler bütünüyle dü ündü ümden
de berbat gidiyordu. Niyetimi
açıklamalıydım, daha çabuk olsun diye
bir eyler uydurmaya zaman
harcamadım, dosdo ru gerçe i söyledim:
onu öpmek için sabırsızlandı ımı yani.
Sabahın köründe kalkıp kapısını
çalmı tım, bütün geceyi onu dü ünerek
geçirmi tim. Vardı ımda ne yapmaya
niyetlendi imi söylemedim elbette, ama
bunun ne önemi vardı? Gerçek olan,
gidip kendisine bir daha
görü emeyece imizi söylemek istedi imde
de, ko up kollarımın arasına aldı ımda da
aynı acılı sabırsızlı ı duydu umdu. Sonra
sabahleyin olup bitenleri, karımın nasıl
beni kendisiyle birlikte çıkmaya
zorladı ını, sonra kayınpederimin evine
götürdü ünü, orada nasıl üstüme vazife
olmayan i leri dinlemek zorunda kaldı ımı
anlattım. Sonunda büyük çabalar
pahasına yakayı kurtarmı , onca yolu
ko ar adım gelmi tim, gelmi tim de ne
görmü tüm?... Odanın her yanını
kaplayan bir koca çar af!
Carla ba ladı gülmeye, Copler’e hiç
mi hiç benzemedi imi anlamı tı artık.
Güzelim yüzünde o gülü gökku a ını
andırıyordu, ben de bir daha, bir daha
öptüm. Ok amalarıma kar ılık
vermiyordu, uysal uysal kendini
bırakıyordu, bayıldı ım bir davranı tı bu,
kadınlara zayıf derler ya, ben de onları
ne denli zayıf görürsem o denli severim
i te. lk kez, Copler’den, benim karımı
çok, ama çok sevdi imi ö rendi ini
anlattı:
— te bunun için, diye ekledi —
ben de güzelim yüzünde ciddi bir kararın
gölgesini seçtim—, ikimizin arasında iyi
bir dostluktan ba ka bir ey olamaz.
Ben öylesine sa duyulu bir karara
pek inanmamı tım, çünkü bunları
söyleyen dudaklar söylerken bile
öpücüklerimden kaçınmıyordu.
Uzun uzun konu tu Carla. Beni
kendine acındırmak istedi ine ku kum
yoktu. Bana söyledi i her eyi
anımsıyorum, hepsine ancak o
ya antımdan yokolup gitti inde inandım.
O yanımda oldukça hep er geç
üzerimdeki etkisini kullanarak beni de,
ailemi de felâkete sürükleyecek bir kadın
yerine koyup ürktüm ondan. Kendisinin
ve annesinin ya amına güvenceden
ba ka bir ey istemedi ini söyledi inde hiç
inanmadım. imdi kesinlikle biliyorum ki,
benden gereksiniminin ötesinde bir ey
istemek aklından geçmemi ti, onu
dü ündü üm zamanlar ne anlamasını ne
sevmesini ödemedi imden ötürü
utanıyor, kızarıyorum. Zavallıcık, hiçbir
ey almadı benden. Ben kendisine her
eyi verecektim, çünkü borcunu
ödeyenlerdenimdir. Gelgelelim hep o
istesin de vereyim diye bekliyordum.
Babası öldü ünde nasıl
umutsuzlandı ını anlattı bana. Aylar ayı
annesi ile birlikte bir dükkâncının verdi i
nakı sipari lerine geceli gündüzlü göz
nuru dökerek geçinmek zorunda
kalmı larmı . Saf saf, Tanrı’dan yardım
gelir sanıyormu , hatta kimi kez
pencerede dikilip yardımın gelece i yolu
saatlerce gözlemi mi . Gele gele Copler
gelmi mi . imdi durumdan memnunmu
ama kendisinin de, annesinin de gece
oldu mu gözlerine uyku girmiyormu ,
çünkü sa lanan yardım pek i retiymi .
Ya bir gün kendisinde arkı söyleyecek ne
ses ne yetenek bulunmadı ı ortaya
çıkarsaymı ? Copler, onlardan el
çekermi ku kusuz. Sonra adam tutmu ,
onu birkaç aya kadar tiyatro sahnesine
çıkaraca ını söylüyormu . Ya i ler tam
bir fiyasko ile sonuçlanırsaymı ? Yine
beni acındırma çabası içinde, ailesinin
dü tü ü ekonomik felâketin bir a k
dü ünü de silip süpürdü ünü anlattı:
ni anlısı da onu bırakıp gitmi mi .
Bende ise acımadan eser yoktu.
Sordum:
— O ni anlınız sizi çok çok öpmü
müydü? Benim, öptü üm gibi mi?
Kız güldü, konu masına fırsat
vermiyordum ki. Böylelikle benden önce
geçip yolumu açmı bir adam gördüm
önümde.
Ö le yeme ine eve dönme
zamanını çoktan geçirmi tim. Gitmek
istiyordum. O günlük yeterdi. Beni
geceleyin uyutmayan pi manlıktan iz
kalmamı tı, beni Carla’ya sürükleyen
tedirginlik de yokolup gitmi ti. Gelgeldim
içim rahat de ildi. Galiba benim
alınyazım rahat edememek. Pi man
de ildim, çünkü Carla bir dolu öpücük
vâdetmi ti, Augusta’ya hiç zarar
vermeyecek bir dostlu un adına elbette.
Her zamanki gibi, bedenimde yeri belirsiz
a rılar olu turan sıkıntının nedenini
ke feder gibi oldum. Carla yalancı bir ı ık
altında görüyordu beni! Bir yandan
Augusta’yı severken, bir yandan onun
öpücüklerine öylesine dü kün görünce
beni küçümseyebilirdi! Bana büyük bir
gereksinimi oldu undan, çok de er
verdi ini gösteren o Carla!
Saygısını kazanmaya karar verdim
ve öyle sözler söyledim ki, daha sonra
alçakça bir suçun, hiç gereksiz yere, hiç
yararsız, isteye isteye etti im bir ihanetin
anısı gibi acı vereceklerdi bana.
Neredeyse kapıya varmı tım ki,
yüre im sızlayarak bir eyi açıklayan biri
görünümüyle Carla’ya öyle dedim:
— Copler, size karıma duydu um
sevgiyi anlatmı . Do rudur: e ime çok
de er veriyorum.
Ardından evlili imin öyküsünü tüm
ayrıntıları ile anlattım: nasıl Augusta’nın
ablasına tutuldu umu, nasıl onun da
ba kasına tutkun oldu undan beni
istemedi ini, sonra nasıl öteki
kızkarde ine evlenme önerdi imi, o da
hayır deyince nasıl Augusta ile ba göz
olmaya boyun e di imi...
Carla, öykünün do rulu una
hemen inandı. Sonradan ö rendi ime
göre, Copler olayın kimi bölümlerini
evimde ö renmi ve kıza pek de do ru
sayılamayacak ayrıntılar aktarmı tı, ben
de imdi bunları düzeltiyor, onaylıyordum
— E iniz güzel mi? diye sordu
dü ünceli bir yüzle.
— Zevke göre de i ir, diye
yanıtladım.
çimde hâlâ etkin olan birkaç engel
vardı. Karıma de er verdi imi
söylemi tim, ama henüz onu seviyorum
dememi tim. Ho uma gidiyor dememi tim,
ama gidemez de dememi tim. O anda çok
içten konu tum gibi geliyordu; imdi o
sözlerle kadınların ikisine de, a kın her
türlüsüne de, benimkine de, onlarınkine
de ihanet etti imi biliyorum.
Do rusunu isterseniz henüz
yatı mı de ildim; demek ki hâlâ eksik
kalmı bir eyler vardı. yi niyetlerimi
içine koyup kapadı ım zarfı anımsadım.
Carla’ya sundum onu. Açtı baktı, sonra,
daha birkaç gün önce, Copler’in aylık
yardımı getirdi ini, o an için paraya
gerçekten ihtiyacı olmadı ını söyleyerek
geri verdi. Tedirginli im arttı, eski bir
dü ünceye göre, gerçekten tehlikeli olan
kadınlar az para almazlar diye geldi
aklıma. Carla sıkıldı ımı farketti, ancak
imdi yazdı ım sırada
de erlendirebildi im pek irin bir saflıkla
birkaç kuron istedi benden, tabak
alacakmı , mutfakta bir kıyamet kopmu
da, iki kadın tabaksız kalmı larmı .
Sonra belle imde silinmez bir iz
bırakan bir ey oldu. Çekip gidece im
anda öptüm onu, ama bu kez öpü üme
var gücüyle kar ılık verdi. Zehirim
etkisini göstermi ti. Büyük bir saflıkla
öyle dedi:
— Ben sizi seviyorum, çünkü öyle
iyisiniz ki, zenginlik bile bozamamı sizi.
Sonra kurnazca ekledi:
— imdi biliyorum ki onu
bekletmemeliyiz, o tehlikenin dı ında
sizinle ili kimizin ba ka sakıncası yok.
Sahanlıkta bir daha sordu:
— an hocasını da Copler’i de
Cehennemin dibine yollasam olmaz mı?
— Bakalım! dedim, merdivenleri
hızla inerken.
te ili kimizde yine askıda kalmı
bir ey vardı, ba ka her ey açık seçik
belirlenmi ti.
Bundan öylesine rahatsız oldum
ki, açık havaya çıkınca ne yapaca ımı
kestiremeden evime kar ıt yönde
ilerledim. Neredeyse Carla’ya geri dönüp
bir eyler daha açıklamak geçiyordu
içimden: Augusta’ya olan sevgimdi o «bir
ey». Dönebilirdim de pekâlâ, karımı
sevmiyorum dememi tim ki. Yalnızca,
anlattı ım o gerçek öykünün sonucu
olarak, artık Augusta’yı sahiden
sevdi imi söylemeyi unutmu tum. Carla
da, tutup onu hiç sevmedi im sonucunu
çıkarmı tı, i te bu yüzden öpü üme öyle
co kuyla kar ılık vermi ti, üstelik beni
sevdi ini söylemi ti. Bana öyle geliyordu
ki, i te o olay geçmemi olsaydı
Augusta’nın güven dolu bakı larına daha
kolay dayanabilirdim. Bir de dü ünün ki
az önce Carla’nın benim karımı sevdi imi
bildi ini ö renince sevinmi tim, böylece
onun verdi i kararla, aradı ım serüven
öpücüklerle süslü bir arkada lık
biçiminde sunuluyordu bana.
Parkta bir sıraya oturdum,
bastonumla çakılta larına dalgın dalgın o
günün tarihini yazdım. Sonra acı acı
güldüm: o tarihin ihanetlerimin
sonuncusunu belirtmedi ini kendim de
biliyordum. Tam tersine, o gün karımı
aldatmaya ba ladı ım gündü. Beni
bekleyen, o kadar da çekici olan kadına
dönmeyecek gücü nereden bulacaktım
ki? Hem birtakım yükümlülükler altına
da girmi tim. Öpücükler çalmı tım ve
birkaç tane çana ın parasından ba ka
kar ılık vermeme izin çıkmamı tı! Beni
Carla’ya ba layan düpedüz ödenmemi
bir hesaptı.
Ö le yeme i üzüntülü geçti.
Augusta neden gecikti imi sormadı, ben
de bir ey söylemedim. Kendimi ele
vermekten korkuyordum, Parktan eve
kadar olan kısa yol boyunca ona her eyi
anlatmak dü üncesi ile oyalanmı tım,
hem ihanetimin öyküsü yüzümden
okunabilirdi. Tek kurtulu olana ım da
buydu zaten. Ona her eyi anlatır, beni
korusun, gözetlesin derdim, kendimi
onun ellerine bırakırdım. Öylesine kesin
bir karar olurdu ki, iyi niyetle o günün
tarihini dürüstlük ve sa lık yolunun
ba langıcı olarak kayda geçirebilirdim.
Bir yı ın ilgisiz eyden söz edildi.
Ne eli davranmaya çabaladım, ama
sevecenlik göstermeyi denemedim bile.
Augusta’nın solu u kesilmi ti; hiç
ku kusuz bir açıklama bekliyordu,
bekledi i açıklama gelmedi.
Ardından bitip tükenmeyen
didinmesine döndü, kı lıkları yüklü e
kaldırıyordu. Ö leden sonra sık sık
gördüm onu, upuzun koridorun ucunda,
hizmetçinin yardımıyla tüm dikkatini
elindeki i e vermi , u ra ıp duruyordu.
Büyük üzüntüsü kutsal etkinli inde bir
kesintiye yol açmıyordu.
Tedirgindim, yatak odamla banyo
arasında mekik dokudum. Augusta’yı
ça ırıp hiç de ilse onu sevdi imi
söyleyebilirdim, bu bile yeterdi —zavallı
basit kadıncık!—. Oysa ben
dü üncelerimi ve sigaralarımı
sürdürdüm.
Çe itli a amalardan geçtim elbette.
Hatta bir an geldi, ertesi gün olsa da
Carla’ya ko sam, sabırsızlı ı o erdem
bunalımını yarıda kesti. Aslında bu
iste im de bir iyi niyetten esinlenmi
olabilirdi pekâlâ. Büyük güçlük, görevime
böyle yalnız ba ıma ba lanmamdı.
Karımın i birli ini sa layacak olan itirafı
dü ünmek bile olanaksızdı; kala kala
Carla kalıyordu, dudaklarına son bir
öpücük kondurarak yemin edebilirdim!
Kimdi peki Carla? Onun önüme çıkardı ı
tehlikelerin en büyü ü antaj de ildi!
Ertesi gün metresim olacaktı, ondan
sonra da kim bilir neler olacaktı artık!
Ben onu, yalnız Copler denen o ahma ın
anlattı ı kadarıyla tanıyordum, onun gibi
birinden gelen bilgilerle, benden biraz
daha kurnaz, örne in Olivi gibi biri
ticaret i ine bile girmezdi.
Augusta’nın evimdeki bütün o
sa lıklı, güzelim etkinli i bo a
harcanıyordu. Sa lı ı soluk solu a
ararken kesin bir çaredir diye giri ti im
evlilik tedavisi iflâs etmi ti. Ben her
zamankinden beter hastaydım, üstelik
hem kendi zararıma, hem ba kalarının
zararına, evliydim.
Daha ilerde, gerçekten Carla’nın
a ı ı oldu umda, o hüzünlü ö leden
sonra belle imde canlandıkça neden i in
içine daha fazla batmadan erkekçe bir
karar verip de kendimi çekmedi imi hiç
anlamamı ımdır. hanetimi
gerçekle tirmeden önce öylesine a layıp
sızlanmı tım ki, önlemesi kolay
sanılabilirdi. Ama sonradan gelme akıl
gibi, önceden gelen akıl da gülünç ey,
çünkü hiçbir i e yaramıyor. O bunalım
saatlerinde sözlü ümün C harfine (Carla)
o günün tarihi, yanına da «son ihanet»
notu dü ülmü . Ama, ilk gerçek ihanet,
daha sonraki ihanetlerin ilk adımı ancak
ertesi gün gerçekle ti.
Geç bir saatte, yapacak daha iyi
bir ey bulamayınca, bir banyo yaptım.
Bedenimde bir çirkinlik duyuyordum,
yıkanmak istiyordum. Gelgelelim suya
daldı ımda kendi kendime dedim ki:
«Temizlenebilmek için bu suda toptan
eriyip gitmen gerekir». Sonra bir cansız
kukla gibi giyindim, iradem yok olmu tu,
do ru dürüst kurulanmadım bile. Gün
harcandı gitti, ben pencereden
bahçemdeki a açların körpe ye il
yapraklarını seyre daldım. Ürpermeler
geldi birden, birazcık sevinçle
ate leniyorum galiba, diye dü ündüm.
Ölümü de il ama hastalı ı istedim, ya
istedi imi yapmama özür sayılacak ya da
istedi imi yapmamı engelleyecek bir
hastalı ı.
Onca zaman duraksadıktan sonra
Augusta gelip beni aradı. Onu öylesine
yumu ak, öfkesiz görünce ürpermelerim
arttı, di lerim birbirine vurmaya ba ladı.
Augusta korktu, beni zorla yata a
yatırdı. Di lerim hâlâ so uktan birbirine
çarpıyordu ama ate im olmadı ını
biliyordum, doktor ça ırmasını
engelledim. Lambayı söndürsün, gelip
yanıma otursun, hiç konu masın diye
rica ettim. Bilmem ne kadar zaman öyle
kaldık: gereken sıcaklı a ve birazcık
güvene kavu tum yeniden. Ama kafam o
kadar bulanıktı ki yeniden doktor
ça ırmaktan söz açtı ında rahatsızlı ımın
nedenini biliyorum, dedim, kendisine de
daha sonra söyleyecektim. Yine itirafa
niyetlenmi tim. Bu kadar büyük bir
baskıdan kurtulmak için ba ka yolum
yoktu.
Böylece uzun bir süre hiç
konu madan durduk. Daha sonra
baktım, Augusta koltu undan kalkmı ,
bana yakla ıyordu. Korktum: yoksa her
eyi sezmi miydi? Elimi tuttu, ok adı,
elini usulca ba ıma koydu, ate im var mı,
diye baktı:
— Bunu beklemeliydin! dedi
sonunda. Neden bu kadar a ırıp
üzüldün?
Bu garip sözlere a tım, zorla
tutulan bir hıçkırı ın içinden kopmu
gibiydiler. Serüvenimden söz etmedi i
açıktı. Böyle olaca ını nasıl önceden
bilebilirdim ki? Biraz kabaca sordum.
— Canım, ne demek istiyorsun
sen? Neyi önceden bilmeliymi im?
a arak mırıldandı:
— Guido’nun babası Ada’nın
dü ününe geldi de...
Sonunda anladım: Ada evleniyor
diye üzüldüm sanmı tı. Do rusu
gerçekten haksızlı a u ramı ım gibi geldi:
hiç böylesi bir suç i ler miydim? Yeni
do mu bir bebek gibi saf ve suçsuz
duydum kendimi, üstümdeki tüm baskı
kalkıvermi ti. Yataktan fırladım;
— Ne yani, Ada evleniyor diye
üzülüyor muyum sandın yoksa? Delisin
sen! Evlendim evleneli hiç dü ünmedim
Ada’yı. Bay Cada’nın geldi ini bile
unutmu tum!
çimden gele gele sarılıp öptüm
onu, o denli içtenlikle konu uyordum ki,
ku kulandı ından utandı.
Augusta’nın o saf yüzündeki
bulutlar da ıldı, çok geçmeden yeme e
indik, ikimiz de acıkmı tık. Daha birkaç
saat önce o kadar acı çekti imiz masada
imdi iki iyi tatil arkada ı gibi
oturuyorduk.
Rahatsızlı ımın nedenini
açıklamaya söz verdi imi anımsattı,
hasta numarası yaptım, u suçlu
durumuna dü meden her i ime geleni
yapma olana ını verecek hastalık hani.
Daha sabahleyin, iki ihtiyarın
yanındayken bir kırıklık geldi, dedim.
Sonra gidip göz doktorunun verdi i
gözlü ü satın almı tım. Belki de o
ya lanma belirtisi sinirlerimi büsbütün
bozmu tu. Sonra saatler saati sokak
sokak dola mı tım. Beni üzen
dü lerimden de biraz söz ettim, hatta
itirafa benzer bir eyler bile çıktı
a zımdan. Bilmem o dü sel hastalıkla ne
ba lantısı vardı ama, kanımızdan da söz
ettim: dola ıyor, dola ıyor, bizi dimdik
durmaya, dü ünmeye, harekete
zorluyordu, böylece suça, pi manlı a
sürükleniyorduk. Karım gerçi Carla’nın
sözkonusu oldu unu anlamadı ama,
bana sanki söylemi im gibi geldi.
Ak am yeme inden sonra
gözlü ümü gözüme taktım, uzun uzadıya
gazetemi okur gibi yaptım, gel gör ki, o
camlar görü ümü bulandırıyordu. Çakır
keyifli i andıran tedirginli im arttı bu
yüzden. Okudu umu anlayamıyorum,
dedim. Hastalık numarasını
sürdürüyordum.
Gece gözümü kırpmadım desem
yeri. çim içime sı mıyordu, Carla’yı
kollarımın arasına alaca ım ânı
bekliyordum. O tam istedi im eydi i te,
yerini a ırmı kalın saç örgüsüyle, sesi
notalara zorlanmadı ında öylesine müzik
gibi akan o genç kız. imdiye de in onun
yüzünden çektiklerim Carla’yı büsbütün
çekicile tiriyordu. Bütün geceyi çelik gibi
sa lam bir kararla geçirdim. Carla’ya
sahip olmadan önce içtenlikle konu acak,
Augusta olan ili kilerim üstüne tüm
gerçe i söyleyecektim. Bir ba ıma
gülmeye koyuldum: bir kadını
fethetmeye, bir ba ka kadına a kını
bildirerek gitmek oldukça alı ılmadık bir
eydi. Belki de Carla yine eskisi gibi
boyun e erdi, bundan emin olabilirim
sanıyordum.
Ertesi sabah bir yandan
giyinirken, ona söyleyece im sözleri
mırıldanıyordum. Carla benim olmadan
önce Augusta ki ili i ve sa lı ı ile benim
saygımı oldu u gibi sevgimi de
kazandı ını bilmeliydi (sa lıktan ne
anladı ımı açıklayabilmek için uzun uzun
konu mam gerekecekti, böylece Carla’yı
e itmi olurdum).
Kahvemi içerken böylesine özenli
bir söylevi hazırlamaya öyle dalmı tım ki,
Augusta soka a çıkmadan önce benden
hafif bir öpücükten ba ka bir sevgi
belirtisi elde edemedi. Canım, tepeden
tırna a onun malı de il miydim i te?
Carla’ya gidi im de kendisine olan
tutkumu yeniden alevlendirmek içindi.
Carla’nın stüdyosuna girer girmez
kızı yalnız ve hazır bulunca yüre im
öylesine ferahladı ki, onu hemen kendime
çektim, tutkuyla sarıldım. Beni öylesine
bir güçle itti ki ürktüm. Düpedüz
hoyratlık ediyordu! Beni kesinlikle
istemiyordu, odanın ortalık yerinde a zım
açık, üzgün kalakaldım dü kırıklı ına
u ramı tım. Derken Carla, kendini
toparlayıp mırıldandı:
— Kapı açık kalmı , görmüyor
musunuz, merdivenlerden biri iniyor!
O münasebetsiz adam geçip
gidinceye dek bir resmi ziyaretçi tavrına
büründüm. Ardından, kapıyı kapadık.
Anahtarı da çevirdi imi görünce rengi kül
gibi oldu. te, her eyi açık etmi tim. Az
sonra kollarımın arasında bo uk bir sesle
fısıldadı:
— Böyle olsun istiyor musun?
Gerçekten istiyor musun?
Bana, sen demi ti, bu, son adım
oldu. Duraksamadan yanıtladım:
— Tek istedi im ey bu!
Daha önce bir eyleri aydınlı a
çıkarmak istedi imi unutmu tum.
Augusta ile olan ili kimden daha
önce söz etmekten vazgeçti im için,
hemen sonra anlatırım diyordum. O
anda çok güçtü bu. O anda, Carla ile
ba ka bir ey konu mak, bana kendini
veri inin önemini azaltmak olurdu. En
duyarsız erkek bile bilir böyle bir ey
yapılamayaca ını, oysa o ba ı ın
yapılmadan önceki önemi ile, yapıldıktan
sonraki önemi arasında da lar kadar
fark oldu unu herkes bilir. Kollarını bir
erke e ilk kez açan bir kadın için «Her
eyden önce sana dün söylediklerimi
açıklamam gerek...» dendi ini duymaktan
beter a a ılama olmaz. Dün de ne
demek? Bir gün önce olan her ey a za
bile alınmayacak kadar önemsiz
gözükmelidir, e er bir beyefendi böyle
duymuyorsa o kendi bilece i i tir, ama
bunu kimseye duyurmamaya
çalı malıdır.
Ku kusuz ben i te o öyle
duymayan beyefendiydim, çünkü öyle
duyuyormu gibi yapayım derken, içten
olsam yapmayaca ım bir yanlı lık yaptım.
öyle sordum kızca ıza:
— Nasıl oldu da kendini bana
verdin? Bunu haketmek için ne yaptım
ki?
Minnet göstermek miydi niyetim,
ona sitem etmek mi? Herhalde yalnızca
açıklamalarıma açık kapı bırakmaktı.
Azıcık a ırdı, yüzümü görebilmek için
ba ını kaldırdı;
— Sanırım beni isteyen sen oldun.
Hiç de siteme niyetli olmadı ını
kanıtlamak için sevecenlikle gülümsedi.
Kadınlar, ille de erkekler
kendilerini elde ettiklerini söylesin
isterler, diye dü ündüm. Sonra,
yanıldı ını kendi de farketti, ancak
e yalar istenip alınır, insanlar kendilerini
verirlerdi, mırıldandı:
— Ben hep seni beklemi tim. Gelip
beni kurtaracak olan övalyeydin sen.
Evli olmasaydın daha iyi olurdu elbette,
ama madem karını sevmiyorsun, ben de
hiç de ilse kendi mutlulu umla
ba kasınınkini yıkmıyorum demektir.
Bö rüme öyle bir sancı saplandı ki,
kollarımı gev etmek zorunda kaldım.
Demek dü ünmeden söyledi im sözlerin
önemini abartan ben de ildim! Yoksa
Carla’yı benim olmayan yalanlarım mı
sürüklemi ti? te imdi kalkıp Augusta’ya
olan a kımdan söz etseydim, Carla
pekâlâ beni kendisine tuzak kurmu
olmakla suçlayabilirdi! O an için düzeltme
ya da açıklama yapma olana ım yoktu.
Ama ilerde, derdimi anlatma, her eyi
aydınlatma fırsatını bulurdum. Fırsat
ortaya çıkıncaya kadar da i te Carla’ya
büsbütün ba lanmı tım.
Oracıkta, Carla’nın yanında,
Augusta’ya olan tutkum olanca gücüyle
canlandı. imdi artık bir tek dile im
vardı, asıl e ime ko mak, onu, o çalı kan
karınca haliyle kâfurular, naftalinler
içinde e yalarımızı derleyip toplar
bulmak.
Ama görev yerimden ayrılmadım,
üstelik de çok a ır oldu bu görev, çünkü
ilkin bana kar ımdaki Sfenksin bir ba ka
tehdidiymi gibi gözüken bir olay beni pek
tedirgin etti. Carla, bir gün önce benim
ardımdan an hocasının geldi ini,
kendisinin de onu geldi i gibi kapı dı arı
etti ini anlattı.
Canımın sıkıldı ını belirten bir
hareket yapmaktan kendimi
alıkoyamadım. Copler’e i i pi irdi imizi
bildirmekten farksızdı bu!
— imdi Copler ne diyecek? diye
ba ırdım.
Kız gülmeye ba ladı, bu kez kendi
iste iyle, kollarıma sı ındı:
— Onu da kapı dı arı ederiz
dememi miydik?
Pek irindi do rusu, ama beni
avucunun içine alamayacaktı. Hemen,
kendime yakı an bir tavır takındım,
e itmen tavrı, çünkü e imden diledi im
gibi söz etmemi engelleyen o kadına kar ı
alttan alta besledi im hıncı açı a vurma
olana ını da veriyordu.
— Çalı mak gerek bu dünyada,
dedim, çünkü bilmeniz gerekirdi ki
küçükhanım, bu dünya, yalnız güçlü
olanın ayakta durabildi i kötü bir
dünyadır. Ya ben imdi ölüversem? Size
ne olur, biliyor musunuz?
Kendisinden ayrılabilece imi
ortaya atmı tım, hem de
gücendirmeyecek bir biçimde; kızca ız
duygulandı. Sonra açıkça onu küçültme
niyetiyle, dedim ki, karıma bir iste imi
söyler söylemez, bakardım hemen yerine
gelivermi .
— yi ya! dedi boynunu bükerek.
Hocaya haber yollar, dönmesini söylerim!
Sonra hocasına besledi i hıncı bana da
aktarmaya çalı tı. Tanrının günü
kendisine hiç ama hiçbir i e yaramayan
hep aynı alı tırmaları sayısız kez
yineleten o sevimsiz ihtiyara zorla
katlanıyormu . Ancak adam hastalandı ı
günler bir soluk aldı ı oluyormu . Ölsün
diye ne dualar etmi , ama neredeymi
onda o talih!
Umutsuzlu u arttıkça arttı.
Talihsizli ini abartarak yineledi: onun
alınyazısı karaymı , kapkara. Benim
davranı ımda, sözlerimde, bakı larımda
biraz daha çekilir bir ya antı umudu
sezmi , bundan böyle o kadar sıkılmaz, o
kadar zorlanmaz sanmı mı ama, ama
imdi dü ündükçe büsbütün a layası
geliyormu .
Böylece hıçkırıkları ile tanı mı
oldum, çok sıkıcıydılar: o cılız bedenini
pençelerine alıyor, tepeden tırna a
sarsıyorlardı. Keseme ve ya antıma
beklenmedik bir saldırı ile kar ıla mı gibi
oldum:
— Ne yani, diye sordum, benim
karım da yeryüzünde aylak aylak
dola ıyor mu sanıyorsun? Biz burada
gevezelik ederken o ci erlerine kâfuru ve
naftalin çekiyor.
Carla hıçkırdı:
— E yalar, kapkacak, giysiler... ne
mutlu ona!
Öfkem burnumda, yalnızca
be endi i u ra lara kavu sun diye ko up
ona da aynı eyleri satın alayım istiyor
sandım. Bereket kızgınlı ımı belli
etmedim, görevimin sesine uydum:
«Kendini sana veren genç kızı ok a!» diye
ba ırıyordu görevim. Elimi usulca
saçlarında gezdirdim. Sonuç olarak
hıçkırıkları yatı tı, gözya larını bol bol
salıverdi, tıpkı bir fırtınayı izleyen ya mur
gibi.
— Sen benim ilk â ı ımsın, dedi
ardından, umarım benden bıkmazsın.
Bu ilk â ı ı oldu um havadisi
duygulandırmadı beni, bir ikincisine yer
hazırlayan bir tanımlamaydı. Hem
gecikmi bir bildiriydi, çünkü öyle böyle
bir yarım saattir konu kapanmı tı. Ayrıca
yeni bir tehditti. Bir kadın ilk â ı ından
her eyi istemeye hakkı var sanır.
Tatlılıkla fısıldadım kula ına:
— Sen de benim ilk sevgilimsin...
evlendi imden beri, yani.
Sesimin tatlılı ı iki tarafın
durumunu e itleme giri imi mi
maskeliyordu.
Az sonra ondan ayrıldım, çünkü
ne pahasına olursa olsun, ö le yeme ine
gecikmek istemiyordum. Çekip gitmeden
önce cebimden, yine, iyi niyet zarfı
dedi im zarfı çıkardım, gerçekten çok iyi
bir niyetle hazırlamı tım onu. Kendimi
daha özgür duymak için ödemem
gerekiyordu. Carla o parayı yine tatlılıkla
geri çevirdi, ben de adamakıllı kızdım,
ama o kızgınlı ı ancak çok tatlı sözlerle
azarlayarak belirttim. Ba ırmasaydım
dövecektim kızı, ama hiç belli etmedim.
Dedim ki, ben onu elde etmekle
isteklerimin tümünü gerçekle tirmi tim,
imdi de onun her gereksinimini
kar ılayarak tümüyle benim oldu una
inanmak istiyordum. Bu yüzden beni
kızdırmamalıydı, çünkü çok
üzülüyordum. Ondan kurtulmak
istedi imden, dü üncemi birkaç sözle
özetledim, ama —böyle ba ıra ça ıra
özetlenince— çok kaba kaçtı:
— Sevgilim misin, de il misin?
Geçimin boynumun borcu demektir.
Kız korktu, direnmekten vazgeçti,
zarfı aldı, yüzüme kaygı ile bakıyor,
hangisinin gerçek oldu unu kestirmeye
çalı ıyordu: nefret dolu ba ırtım mı,
yoksa istedi i her eyi kendisine
ba ı layan sevgi dolu sözlerim mi?
Gitmeden önce dudaklarımı alnında
gezdirdim de biraz yatı tı. Merdivenlerde
bir ku ku dü tü içime, elinde onca para
varken, bir de gelece ini benim
üstlendi imi duyduktan sonra, o gün
ö leden sonra Copler gelirse, ister misin
onu da kapı dı arı etsin? çimden
merdivenleri gerisin geri tırmanıp sakın
böyle bir ey yapıp da ba ımı derde
sokmasın diye tembihlemek geçti. Ama
zamanım yoktu, ko a ko a eve döndüm.
Korkarım bu yazımı okuyan
doktor, Carla’nın da psikanaliz
çözümlemesine yatkın bir tip oldu unu
dü ünecektir. lkin an hocasını kapının
önüne koyup, ardından bana kendini
vermesi biraz fazla aceleye gelmi gibi
gözükecektir. Bana da, a kına ödül
olarak fazla ey istemi gibi gelmi ti.
Zavallı kızca ızı daha iyi anlayabilmem
için aylar geçmesi gerekti. Belki de
Copler’in tatsız vesayetinden kurtulmak
için kendini bana vermi ti, bunu bo yere
yaptı ını anlamak da çok acı gelmi
olmalıydı, çünkü en sıkıldı ı ey, yani an
dersleri, yine isteniyordu ondan. Daha
kollarımın arasındayken, arkı söylemeyi
sürdürmek zorunda oldu unu
ö reniyordu. Bu yüzden öfkeye, üzüntüye
kapılmı tı, ama, do ru sözleri bulup
çıkaramıyordu. De i ik nedenlerle böylece
ikimiz de çok garip sözler ettik. Beni
sevdi inde, hesapçılı ın yoketmi oldu u
tüm do allı ına yeniden kavu tu. Bense
yanında asla do al davranmadım.
Ko arak oradan ayrılırken yine u
dü ünce geçti aklımdan: «E imi ne çok
sevdi imi bilse ba ka türlü davranır».
Gerçekten de ö renince ba ka türlü
davrandı.
Açık havaya çıkınca özgürlü ü
ci erlerime çektim. Carla’nın onurunu
ayak altına aldım diye yüre im sızlamadı.
Ertesi güne de in zamanım vardı, belki
de beni tehdit eden güçlüklere bir çare
bulurdum. Eve ko arken toplumsal
düzeni suçlamanın yolunu da buldum,
sanki karı tırdı ım haltların sorumlusu
oymu gibi. Toplumun düzeni, arasıra
(her zaman de il) sonuçlarından
korkmadan, hiç sevmedi imiz kadınlarla
da sevi me olana ı verecek türden
olmalıydı. Pi manlı ın izi bile yoktu
yüre imde. Bu yüzden, sanıyorum ki,
pi manlık, yaptı ımız bir kötülükten de il,
kendimizi suça e ilimli bulmamızdan
kaynaklanır. Bedenin üst yani e ilip öteki
yanına bakar, yakı ıksız bulur onu.
renir, i te pi manlık diye buna derler.
Eski tragedyalarda da kurban dirilmezdi
ama pi manlık geçip giderdi. Bunun
anlamı yakı ıksızlı ın kendili inden
düzelmi oldu u, artık ba kalarının
gözya larının hiçbir önemi kalmadı ıydı.
Onca sevinç ve onca sevgiyle yasal e ime
ko an benim neremde pi manlı a yer
vardı? Nice zamandır kendimi böylesine
temiz
Yemekte, Augusta’nın kar ısında
hiç çaba harcamaksızın ne eli ve sevecen
davrandım. Aramızda hiçbir çatlak ses
çıkmadı. Abartılmı hiçbir ey yoktu:
namuslu tarafından, ba -tapu benim
olan kadına nasıl davranmam
gerekiyorsa öyleydim. Ba ka seferler a ırı
sevecenlikler gösterdi im olmu tu, ama
yalnız yüre imde iki kadın çarpı tıkları ve
sevgi gösterilerinde a ırıya kaçmakla
Augusta’dan, aramızda bir ba ka kadının
o an için hayli güçlü gölgesinin varlı ı
gizlemek daha kolay oldu u zamanlarda.
Bu yüzden öyle diyebilirim: Augusta,
tüm içtenli imle tepeden tırna a
kendisinin olmadı ım zamanlarımı
ye liyordu.
Rahatlı ım beni bile biraz
a ırtmı tı, bunun o iyi niyet zarfını
Carla’ya vermeyi ba ardı ımdan ileri
geldi ini dü ünüyordum. Kendimi o zarfı
vermekle onun hesabını kapatmı
saymıyordum. Ama günahlarımın
ba ı lanması yolunda bir kefaret
ödemeye ba lamı ım gibi geliyordu. Ne
yazık ki Carla ile ili kim sürdü ü kadar,
ba lıca kaygım para oldu. Her fırsat
buldukça kitaplı ımın gizli bir kö esine
biraz para sıkı tırıyordum, içime o kadar
korku salan metresimin her
gereksinimini kar ılamaya hazır
bulunayım diye. Carla, beni bırakıp da
param yanıma kalınca, onu bamba ka
bir eyi ödemekte kullandım.
Ak amı kayınpederimde
geçirecektik, yalnız aile bireylerine bir
yemek veriliyordu, iki gün sonra
yapılacak dü ünün ba langıcı olan
geleneksel ölenin yerini tutacaktı. Guido,
Giovanni’nin iyile mesini fırsat bilmi ,
evleniyordu, çünkü o iyile menin çok
sürmeyece i dü üncesindeydi.
Augusta’yı alıp erkenden
kayınpederime gittim. Yolda bir gün önce
benim o dü üne üzüldü ümden
ku kulandı ını anımsattım e ime.
Ku kusundan pek utandı, ben de uzun
uzadıya ne denli suçsuz oldu umu
anlattım. Eve döndü ümde, o ak am
dü ünün ba langıcı sayılan ölenin
verilece ini anımsamıyordum bile!
ölene aile bireylerinden ba kası
katılmadı ı halde, ihtiyar Malfenti’ler
görkemli olmasını istemi lerdi.
Augusta’dan salonu ve sofrayı
hazırlamaya yardımcı olmasını rica
etmi lerdi. Alberta bu tür i lere el
sürmeye niyetli de ildi. Kısa süre önce
bir tek perdeli güldürü yarı masında ödül
almı tı ya, imdi harıl harıl ulusal
tiyatromuzu yenileme çabasına
dü mü tü. Sofranın çevresinde, kala kala
Augusta ile ikimiz kaldık, bir hizmetçi kız
ile Luciano da bize yardımcı oluyorlardı;
Luciano, Giovanni’nin i yerinde
çalı tırdı ı, büro kadar ev düzenlemede
de ba arı gösteren bir çocuktu.
Sofraya çiçeklerin ta ınmasına ve
güzelce düzenlenmesine yardım ettim.
— Görüyorsun ya, diye
takılıyordum Augusta’ya, mutluluklarına
ben de katkıda bulunuyorum. Gerdek
yata ını hazırla deseler onu da yapardım,
kılım bile kıpırdamazdı!
Ardından bir resmi ziyaretten
dönen ni anlıları görmeye gittik. Salonun
en kuytu kö esine çekilmi lerdi, herhalde
biz gelene dek öpü üp kokla mı lardı.
Gelin hanım sokak giysilerini
çıkarmamı tı bile, böyle, sıcaktan
kıpkırmızı kesilmi , pek irindi.
Sanırım ni anlılar öpü melerinin
bütün izlerini silmek için bilimsel bir
konu üzerinde tartı mı gibi yaptılar.
Amma da saçma eydi, hatta ayıptı bile!
Yakınlıklarını bizden gizlemek mi
istiyorlardı, yoksa öpü melerinin birilerini
üzece ini mi sanmı lardı? Ama keyfim
kaçmadı. Guido, demi ti ki, Ada kimi
e ekarılarının koskocaman böcekleri
sokup felce u ratarak, böyle ta kesilmi ,
canlı, taptaze, torunlarına besin olarak
sakladıklarına inanmıyormu . Ben
do ada böylesine canavarca bir eyler
oldu unu anımsıyordum, ama o anda
evet deyip de Guido’yu sevindirmek
istemedim:
— Ne o, beni e ekarısı mı sandın ki
soruyorsun? dedim gülümseyerek.
Daha e lenceli eylerle u ra sınlar
diye ni anlıları ba ba a bıraktık. Ama bu
ö leden sonrası gözümde uzamaya
ba lamı tı, bana kalsa eve döner, ak am
yeme i saatinin gelmesini yazıhanemde
beklerdim.
Küçük odada kayınpederimin
yatak odasından çıkan doktor Paoli ile
kar ıla tık. Genç olmasına kar ın
imdiden epeyce mü teri toplamayı
ba armı bir hekimdi. Akça pakça, teni
çocuklarınki gibi pembe beyazdı. Güçlü
bedeninde gözleri öyle çok yer tutuyordu
ki, tüm görünümüne bir ciddiyet ve önem
veriyordu. Gözlü ü dolayısıyla
oldu undan büyük görünüyordu, bakı ı
e yalara ok armı gibi takılı kalıyordu.
imdi, hem onu, hem doktor S.yi — u
psikanaliz yapan doktor— iyi tanıyorum
ya, hana öyle geliyor ki S.nin gözleri
insanı çözümlemek isteyerek, içini
okurmu gibi süzüyor, doktor Paoli ise
doymak bilmez bir merakın pe inde gibi.
Doktor Paoli, hastasını tüm ayrıntıları ile,
oldu u gibi görüyor, üstelik adamın
karısını, Hatta üzerinde oturdu u
sandalyeyi bile gözden kaçırmıyor.
Hangisi hastalarının daha iyi canına
okuyor, onu Tanrı bilir! Kayınpederimin
hastalı ı sırasında, Paoli’ye sık sık gittim,
felâketin kapıda oldu unu aileye
bildirmesin diye ricalar ettim, hiç
unutmuyorum, bir gün beni sıkacak
kadar uzun uzadıya bakarak
gülümsemi ti:
— Siz karınıza tapıyorsunuz,
azizim!
yi bir gözlemciymi , çünkü ben o
sıralar babasının hastalı ına çok üzülen,
benim de Tanrının her günü aldattı ım
karıma gerçekten tapıyordum.
Doktor, Giovanni’nin bir gün
öncesinden de iyi oldu unu bildirdi. imdi
kaygılanacak bir ey kalmıyordu, mevsim
elveri liydi, yeni evlilerin balayı
yolculu una yürekleri rahat
çıkabileceklerini dü ünüyordu.
— Tabii, diye ihtiyatla ekledi,
beklemedi imiz komplikasyonlar
çıkmazsa.
Do ru tahmin etmemi ti,
beklenmedik komplikasyonlar ortaya
çıktı.
Tam allahaısmarladık derken, o
gün, konsültasyona ça rıldı ı Copler
adında bir tanıdı ımız aklına geldi.
Böbrekleri felç olmu mu . Felci korkunç
bir di a rısının haber verdi ini anlattı.
Hastanın durumunun a ır oldu unu
bildirdi, ama her zaman yaptı ı gibi
yargısını bir ku ku ile hafifletti:
— Yarın sabaha çıkarsa daha bir
süre ya ayabilir de.
Augusta çok üzüldü, gözlerine
ya lar doldu, hemen zavallı dostumuzun
yanına ko mamı rica etti. Bir
duraksadım, sonra istedi ini yaptım,
hem de seve seve, çünkü içim birdenbire
Carla ile doldu. Kızca ıza ne kadar da
sert davranmı tım! te, Copler ortadan
silinince, o, orada, o sahanlı ın üzerinde
yapayalnız kalmı tı, hiçbir tehlikesi yoktu
artık, benim ya adı ım dünya ile her
türlü ba lantısı kopmu tu. Sabahki
tersli imin onda bıraktı ı izlenimi silmek
için yanına ko malıydım.
Ama ihtiyatlı davrandım, ilkin
Copler’e gittim. Augusta’ya onu
gördü ümü söylemeliydim.
Copler’in Corsia Stadion’da
oturdu u ufak, kendi halinde, apartman
dairesini önceden biliyordum. Ya lı bir
emekli, be odasından üçünü ona
kiralamı tı. Beni o kar ıladı. ri yarı bir
adamdı, gözleri kıpkırmızı olmu , kısa,
karanlık koridorda soluk solu a bir a a ı
bir yukarı gidip geliyordu. Tedaviyi
üstlenmi olan doktorun, az önce,
Copler’in can çeki mekte oldu unu
saptadıktan sonra gitti ini söyledi.
htiyar soluk solu a, alçak sesle
konu uyordu, sanki can çeki eni rahatsız
etmekten çekiniyormu gibi. Ben de
sesimi alçalttım. Biz insanların saygı
belirtisi saydı ımız bir davranı tır bu,
oysa, belki de ölüm yolcusu, yolun
sonunda kendisine ya amı anımsatan
açık seçik, güçlü seslerin e lik
etmesinden daha çok ho lanır.
htiyar, can çeki en hastanın
yanında bir rahibenin bulundu unu
söyledi. Zavallı Copler’in tempolu hırıltısı
ile ya amının son dakikalarının
vurguladı ı o odanın kapısı önünde saygı
ile duraladım. Gürültülü solu u iki
zamandan olu uyordu: havayı ci erlerine
çekerken duraksıyor, ci erlerinden dı arı
atarken acele ediyordu. Ölmeye acelesi
mi vardı ne? ki sesi bir sessizlik
izliyordu, i te o sessizlik uzadı ında yeni
ya amına ba layacak diye dü ündüm.
htiyar, odaya gireyim istiyordu,
ama ben istemedim. Bana sitem dolu
gözlerle bakan ölülerin sayısı artmaya
ba lamı tı.
O sessizli in uzamasını
beklemedim, Carla’ya ko tum. Stüdyonun
kapısı kilitliydi, vurdum, ama ses
çıkmadı. Sabırsızlandım, tekmelemeye
ba ladım, o zaman ardımdan apartman
dairesinin kapısı açıldı. Carla’nın
annesinin sesi geldi:
— Kim o? Sonra ihtiyar kadın
korku içinde ba ını uzattı, mutfa ından
gelen sarı ı ı ın aydınlı ında beni
tanıyınca yüzünün kıpkırmızı oldu unu
gördüm, apak saçları o kızarıklı ı
büsbütün belirginle tiriyordu. Carla evde
yokmu , gidip stüdyonun anahtarını
almayı önerdi, bana lâyık sanı ı o biricik
odaya alacaktı. Ama hiç rahatsız
olmamasını söyledim, mutfa ına girdim,
hiç beklemeden bir tahta iskemleye
oturdum. Ocakta, bir tencerenin altında
bir parça kömür yanıyordu. Benim
yüzümden ak am yeme ini pi irmekten
vazgeçmesin, dedim. Fasulye
pi iriyormu , bu yemek de pi mek
bilmezmi . Masraflarını artık benim
üstlenece im evde hazırlanan yiyece in
kıtlı ı beni yumu attı, metresimi hazır
bulamayınca duydu um kızgınlı ı
hafifletti.
Birkaç kez, otursun dedi im halde
hanım ayakta kaldı. Birdenbire bayan
Carla’ya çok kötü bir haber vermeye
geldi imi söyleyiverdim: Copler ölüyordu.
htiyar kadının kolları yanlarına
dü tü, oldu u yere çöküverdi.
— Aman Tanrım! diye mırıldandı.
Biz imdi ne yapaca ız?
Sonra Copler’in ba ına gelenlerin
kendi ba ına gelenden beter oldu u
aklına geldi, yakındı:
— Zavallı beyefendi! Ne kadar iyi
bir insandı!
Yüzü gözya larından sırılsıklam
olmu tu bile. Ku kusuz o zavallı adamın
zamanında ölmese, o evden kapı dı arı
edilece ini bilmiyordu. Bu da içime su
serpti. Çevremde sırrımı ele verecek
hiçbir ey yoktu artık!
çini rahatlatmak istedim, onlar
için o güne dek Copler’in yaptı ını
bundan böyle benim yapaca ımı
söyledim. Hayır, dedi, kendisi için
a lamıyormu , onlar nasıl olsa böyle
benim gibi iyi yürekli insanlarla
çevriliymi ler, o hayırsever koruyucuları
için a lıyormu .
Kadınca ız, Copler’in hangi
hastalıktan öldü ünü de bilmek istedi.
Ona felâketin nasıl patlak verdi ini
anlatırken, bir süre önce, Copler ile
acının yararı üstüne yaptı ımız
tartı mayı anımsadım. te onun da
di leri harekete geçmi , imdat istemeye
koyulmu lardı, çünkü bir metre ötede
böbrekler stop etmi lerdi. Az önce
hırıltısını dinledi im dostumun yazgısını o
denli umursamıyordum ki, onun
dü ünceleri ile oyun oynar gibiydim hâlâ.
E er beni duyabilseydi, ona derdim ki,
hastalık hastasında birkaç kilometre
uzakta patlak veren bir illetten ötürü,
nasıl olup da sinirlerin haklı yere acı
verdikleri böylece anla ılıyordu i te.
htiyar kadınla konu acak pek bir
ey kalmamı tı, gidip Carla’yı
stüdyosunda beklemeye razı oldum.
Garcia’yı elime aldım, birkaç sayfa
okumaya çalı tım. Ama an sanatı beni
pek etkilemiyordu.
htiyar kadın yeniden yanıma
geldi. Meraklanmı tı, Carla gecikmi ti.
Acele gereken birtakım tabakları almaya
gitti ini söyledi.
Sabrım ta mak üzereydi. Öfkeyle
çıkı tım:
— Ne o, tabak mı kırdınız? Daha
dikkatli davransanız olmaz mıydı?
Böylece ihtiyar kadından yakayı
kurtardım, kendi kendine söylenerek
gitti:
— ki tanecik... ben kırdım...
Bir an keyfim yerine geldi, çünkü
evdeki tabaklarının hepsinin kırıldı ını,
kıranın da annesi de il, Carla oldu unu
biliyordum. Sonra Carla’nın annesine hiç
de tatlı davranmadı ını, kadınca ızın bu
yüzden kızının i lerini hayırsever
koruyucuları ile konu maktan deli gibi
korktu unu ö rendim. Galiba bir
seferinde saf saf, Copler’e, Carla’nın an
derslerinden nasıl sıkıldı ını anlatmı .
Copler, Carla’ya kızmı , o da gidip
annesine çatmı .
te böyle bekledikten sonra, benim
tatlı metresim çıkageldi, hoyratlıkla,
öfkeyle sevdim onu. Büyülenmi ti,
kekeliyordu:
— Ben de kalkmı senin a kından
ku kulanıyordum! Bütün gün, bana o
kadar kötü davranan birine kendimi
verdim diye canıma kıymak istedim hep!
Sık ba a rılarım tuttu unu, beni
deliye çevirdi ini belirttim, yi itçe
direnmesem, beni yeniden ko a ko a
Augusta’nın yanına döndürecek duruma
gelince de yine o a rılardan söz ettim ve
kendimi tuttum. Bu arada, zavallı
Copler’e birlikte a ladık; tam anlamıyla
birlikte!
Do rusu, Carla, koruyucusunun
deh et verici sonuna kayıtsız kalmamı tı.
Konu urken rengi uçtu:
— Ben huyumu bilirim, dedi. imdi
uzun zaman yalnız kalmaktan korkarım
artık. Zaten daha ya arken bile öylesine
korkutuyordu ki beni!
Ve ilk kez, çekine sıkıla bütün gece
onunla birlikte kalmamı önerdi. Aklımdan
bile geçmezdi bu, hatta, o odada yarım
saat daha kal dese, kalamazdım. Ama
zavallı kızca ıza yüre imden geçenleri
sezdirmemek için, hayır dedim, —kendi
huyuma ilk üzülen bendim zaten—, o
evde annesi de bulundu undan, böyle bir
ey yapamazdık. Küçümseyerek dudak
büktü:
— Yata ı buraya getiririz, olur
biter; annemde beni gözetleyecek cesaret
yoktur.
O zaman, ona beni evde bekleyen
dü ün öleninden söz ettim, ardından
onunla bir gece geçirme olana ını
bulamayaca ımı söylemek gere ini
duydum. Az önce iyi davranmaya
niyetlenmi tim ya, sesimin tonuna çok
dikkat ediyordum, hep sevecenlikle
konu tum, ama ona verece im (ya da
ummasına izin verece im) her yeni hak
Augusta’ya yeni bir ihanet anlamına
gelecekti, ben de bunu yapmak
istemiyordum.
O anda, Carla ile aramdaki en
güçlü ba ların neler oldu unu
anlıyordum: benim sevecenlik niyetim
bir, Augusta ile ili kilerim konusunda
söyledi im yalanlar iki, ki bunları
zamanla yava yava , sezdirmeden
hafifletmeli, silmeliydim. Hatta bu i e
hemen o ak am giri tim, tabii gerekti i
gibi ihtiyatla, çünkü yalanımın
anımsanması henüz çok kolaydı. E ime
kar ı görevlerimi çok derinden
duydu umu söyledim, çünkü çok
saygıde er bir kadındı, hiç ku ku yok
daha fazla sevilmeyi de hakediyordu,
kendisini nasıl aldattı ımı bilmesini hiç
istemezdim.
Carla bana sarıldı:
— Seni böyle seviyorum i te: ilk
kez, hemen duydu um gibi, iyi yürekli,
tatlı oldu unda. O zavallıcı a hiçbir
kötülük etmeye kalkı mayaca ım.
Do rusu Augusta’ya zavallıcık
denilmesi hiç ho uma gitmemi ti, ama
zavallı Carla’ya o uysallı ından ötürü
minnettardım. Karımdan nefret
etmemesi iyi bir eydi. Minnetimi
göstermek istedim, sevecenlik belirtisi
olacak bir ey arayarak çevreme
bakındım. Sonunda buldum. Ona da
kendi çama ırhanesini ba ı ladım: an
hocasını geri ça ırmayaca ıma söz
verdim.
Carla sevgiyle atıldı üstüme, bu da
pek canımı sıktı, ama yi itçe gö üs
gerdim. Sonra anı, asla
bırakmayaca ına söz verdi. Sabahtan
ak ama kadar arkı söylenmi , ama kendi
gönlünce. Hatta hemen imdi bir arkı
dinletmek istiyordu. Ama canım çekmedi,
hayli kaba davranarak, ala telâ
ayrıldım yanından. Herhalde o gece de
kendini öldürmeyi dü ünmü tür, ama
bunu anlatacak zamanı hiç vermedim
ona.
Copler’in yanına döndüm, çünkü
Augusta’nın bütün o zamanı hastanın
ba ında geçirdi imi sanması için son
havadisleri iletmem gerekiyordu. Copler
iki saat önce ölmü ü, ben gittikten
hemen sonra. Küçük koridoru ar ınlayıp
durmu olan ihtiyar emekli ile birlikte
ölünün odasına girdim. Cesedi
giydirmi lerdi bile, yata ın çar afsız iltesi
üzerinde yatıyordu. Ellerine bir haç
tutu turmu lardı. Emekli, alçak sesle
tüm resmi i lemlerin tamamlandı ını,
Copler’in ye enlerinden birinin gelip
geceyi ölünün yanında geçirece ini
anlattı.
Böylece zavallı dostuma bundan
sonra gerekecek tek tük eylerin de
sa landı ını ö renerek gidebilirdim artık,
ama birkaç dakika kalıp seyrettim
ölüsünü. Hastalıkla uzla ıncaya dek
sava mı olan o zavallıcık için içten bir
damla gözya ının gözlerimden fı kırdı ını
duymayı ne çok isterdim. —Çok acıklı!
dedim. Onca ilacı olan bir hastalık onu
korkunç bir ölümle öldürmü tü. Alay
edermi gibi. Ama bir damla gözya ım
akmadı. Copler’in avurtları birbirine
geçmi yüzü, hiçbir zaman ölümün
katılı ında oldu u gibi güçlü
gözükmemi ti. Renkli mermere heykel
gibi oyulmu tu sanki, çürüyüp
koku maya hazır oldu unu akla getirecek
hiçbir belirti göremezdi kimse. Yine de o
yüzde gerçek bir ya am belirtisi vardı: hiç
be enmeden, a a ılayarak bakıyordu,
belki bendeniz hastalık hastasına, belki,
arkı söylemem diye ayak direyen
Carla’ya. Bir an yerimden sıçradım, ölü
yeniden hırıldamaya ba lamı gibi
gelmi ti. Bana hırıltı gibi gelen sesin
emeklinin heyecandan artan soluması
oldu unu farkeder etmez ele tirmen
durgunlu uma döndüm yeniden.
Adamca ız beni kapıya kadar
geçirdi, böyle bir apartman dairesi
arayan birini görürsem kendisini salık
vermemi rica etti:
— Görüyorsunuz ya, böyle bir
durumda görevimi fazlasıyla, hatta çok
fazlasıyla yapmayı bildim!
lk kez sesini yükseltmi ti, hiç
ku kusuz önceden haber vermeden
daireyi tahliye etmi olan Copler’e yönelik
bir sitem sezildi sesinde. stedi i her eyi
vâdederek ko ar adım ayrıldım oradan.
Kayınpederimin evinde herkesi
tam o sırada sofraya oturmu buldum.
Haber sordular, ölenin ne esini
kaçırmamak için Copler’in hâlâ sa
oldu unu söyledim, hâlâ umut var
dedim.
Toplantı hayli hüzünlü geldi bana.
Bu izlenimi veren belki de kayınpederimin
durumuydu, çevresinde hepimiz ender
yiyecekler tıkınırken o bir tabak çorba ile
bir bardak süte hükümlüydü. Önünde
dünya kadar zamanı vardı, onu da
ba kalarının a zına bakmakla
geçiriyordu. Bay Francesco’nun mezelere
canla ba la giri ti ini görünce söylendi:
— Üstelik benden iki ya büyük!
Bay Francesco üçüncü arap
kadehine uzandı ında alçak sesle
homurdandı:
— Bu üçüncüsü! Zehir zıkkım
olsun e mi?
Ben de sofrada yer içer
olmasaydım, kayınpederimin aynı
de i imi benim gırtla ımdan geçen araba
da diledi ini bilmeseydim tedirgin
olmazdım. Giovanni’nin, o koca burnunu
süt çana ına daldırdı ı ya da kendisine
yöneltilen bir sözü yanıtladı ı onları
kollayarak koskocaman lokmalar
yutuyor, kadehler dolusu arap
yuvarlıyordum. Alberta, sırf herkesi
güldürsün diye, Augusta’ya beni fitneledi:
çok içiyormu um. Karım akacıktan beni
parma ıyla tehdit etti. Bunun bir zararı
yoktu ama, artık gizli yemek zahmetine
katlanmaya de meyince zararı görüldü.
O ana de in beni hiç aklına getirmemi
olan kayınpederim nefret dolu korkunç
bakı larını gözlü ün üzerinden bana
dikti.
— Ben, hiçbir zaman, yemekte de,
arapta da, a ırıya kaçmamı ımdır, dedi.
A ırıya kaçana, erkek demezler... derler,
bu noktada hiç de iltifat sayılmayacak o
sözü birkaç kez yineledi.
arabın etkisi ile, herkesi güldüren
o a a ılayıcı sözcük içime gerçekten
mantık dı ı bir öç alma iste i saldı.
Kayınpederime en zayıf yanından
saldırdım: hastalı ından. Erkek de il diye
bol bol yiyip içene de il, doktorun her
lâfına eyvallah diyene denir diye
haykırdım. Ben onun yerinde olsam, hiç
de öyle bir boyunduru a girmezdim.
Kızımın dü ününde —hiç de ilse
sevgimden ötürü— yiyip içmemi
engellemelerine izin vermezdim.
Öfkeli bir gözlemde bulundu
Giovanni:
— Benim yerimde olsan görürdüm
halini!
— Kendi yerimdeki halimi
görüyorsun, yetmiyor mu? Bak sigarayı
bırakıyor muyum hiç?
Kendi zayıflı ımla bu ilk
böbürleni imdi, ne dedi imi iyi anlasınlar
diye de hemen bir sigara tellendirdim.
Hepsi gülüyorlar, bay Francesco’ya
ya antımın nasıl son sigaralarla dolu
oldu unu anlatıyorlardı. Ama daha
bitmemi ti, kendimi güçlü, dövü ken
duyuyordum. Gelgelelim, Giovanni’nin
kocaman su barda ına biraz arap koyar
koymaz herkesin deste ini yitirdim. çer
diye korkuyorlardı, içmesin diye
ba ırı tılar, sonunda bayan Malfenti
barda ı kapıp uzakla tırdı.
— Demek beni öldürmek
niyetindesin? diye sordu Giovanni
yumu ak bir sesle, merakla süzüyordu
beni. —Senin arabın kötüdür!
Sundu um arabı içmek için elini bile
uzatmamı tı.
Gerçekten a a ılandı ımı, yenilgiye
u radı ımı duydum. Elimden gelse
kayınpederimin ayaklarına kapanır,
ba ı lanmamı dilerdim. Ama o da arabın
etkisindendir diye yapmadım.
Ba ı lanmamı dileseydim suçumu
üstlenmi olurdum, oysa ölen bitmemi ti,
o pek tatsız kaçan ilk akamı onaracak
fırsatı bulabilirdim daha. Bu dünyada
her eye vakit vardır. Bütün sarho lar
hemen arabın ilk akıllarına estirdi i
eyin kurbanı olmazlar zaten. Çok
içti imde, giri imlerimi tıpkı sa lam
kafayla yaptı ım gibi çözümlerim ve
sanırım aynı sonuca varırım.
Kayınpederime zarar vermek gibi kötü bir
dü ünceye nasıl vardı ımı anlamak için
kendi kendimi gözlemleyip durdum. Ve
yorgun, ölesiye yorgun oldu umu
farkettim. E er hepsi, nasıl bir gün
geçirdi imi bilseler, beni ba ı larlar diye
dü ündüm. Bir kadına iki kez sahip
olmu , sonra yüzüstü bırakmı tım, iki kez
karıma geri dönmü üstelik onu da iki
kez reddetmi tim. Bu noktada talihim
yaver gitti, bo yere gözya larımla
sulamaya çalı ıp da ba aramadı ım o ölü
belle ime ba ını uzattı, iki kadının
dü üncesi silindi; yoksa o gidi le lâfı
Carla’ya getirmem i ten bile de ildi.
Zaten arap yüre imi yumu atmadan
önce de tüm iste im itiraf etmek de il
miydi? Döndüm, dola tım. Copler’den söz
ettim. Hepsi o gün büyük dostumu
yitirdi imi bilsinler istiyordum.
Davranı ımı ba ı larlardı herhalde.
Copler öldü, gerçekten öldü, diye
haykırdım, o ana kadar onları üzmemek
için sesimi çıkarmamı tım. e bak sen!
Tam o anda gözlerimin ya larla
doldu unu duydum, gizlemek için ba ımı
öte yana çevirdim.
Hepsi güldüler, inanmadılar bana.
O zaman da arabın en açık seçik özelli i
olan inatçılık i e karı tı. Ölüyü ayrıntıları
ile anlattım:
— Öyle kaskatı, sanki
Michelangelo’nun elinden çıkmı ta ların
en ölümsüzüne oyulmu gibiydi.
Herkes birden sustu, derken
Guido ba ırarak sessizli i bozdu:
— Peki imdi artık bizi üzmemek
gere ini duymaz mı oldun?
Yerinde bir gözlemdi. Kararımı
unutmamı tım ama bir yana atmı tım!
Onarmanın bir yolu bulunmaz mıydı
acaba? Kahkahalarla gülmeye koyuldum:
— Yutturdum i te! Ölmedi, biraz
daha iyice. Hepsi a kın a kın
bakıyorlardı.
— Daha iyice, diye ekledim ciddi
ciddi, beni tanıdı, gülümsedi bile.
Hepsi de inandılar, ama bana
cephe aldılar elbirli iyle. Giovanni dedi ki,
kendini zorlarsa, bir yanına bir ey
olmayaca ını bilse, kafama bir tabak
fırlatırmı . Böyle bir uydurma haberle
e lentinin tadını kaçırmam ba ı lanmaz
eymi . E er do ru olsaymı suçlu
sayılmazmı ım. Yeniden kalkıp gerçe i
söylesem daha iyi mi ederdim yoksa?
Copler ölmü tü, yalnız kalır kalmaz
ardından dökmem gereken gözya ları
kendili inden, bol bol fı kıracaktı.
Derdimi anlatmak için söz aradım, ama
bayan Malfenti o hanımefendilere yara ır
a ırba lılı ıyla lâfımı a zıma tikti:
— imdi o zavallı hastayı kendi
haline bırakalım. Yarın dü ünürüz!
Ba e dim, dü üncem bile
kesinlikle uzakla tı ölüden:
«Allahaısmarladık! Bir yere kaybolma!
Hemen dönerim!».
Sıra kadeh kaldırmaya gelmi ti.
Doktoru Giovanni’ye o noktada bir kadeh
ampanya içme iznini vermi ti. arabı
nasıl doldurduklarını büyük bir ciddiyetle
izledi, kadeh a zına kadar dolmadan
dudaklarına götürmeyi reddetti. Ada ile
Guido’ya ciddiyetle süslü sözlere
sapmadan mutluluklar diledikten sonra
yava yava son damlasına de in ba ına
dikti. Bana, yan yan bakarak son
yudumu benim sa lı ıma içti ini söyledi.
Hiç de iyi olmadı ını bildi im bu dile i
geçersiz kılmak için masa örtüsünün
altından iki elimle birden boynuz i areti
9
yaptım .
Ak amın bundan sonrası kafamda
biraz karı ık. O masada az sonra
Augusta’nın giri imi üzerine hakkımda bir
alay iyi söz edildi ini biliyorum, örnek bir
koca diye gösterdiler beni. Her suçum
ba ı landı, kayınpederim bile nazikle ti.
Ama Ada’nın kocasının da benim kadar
iyi çıkmaktan ba ka daha iyi bir tüccar,
en çok da « ey» bir insan olmasını
umuyormu , böyle dedi... bir sözcük
arayıp duruyordu. Bulamadı, kimse de
itiraz etmedi: beni daha o sabah
gördü ünden, pek az tanıyan bay
Francesco bile. Bana gelince, ben
kırılmadım. Onarılması gereken büyük
yanlı lıklar yaptı ımız bilinci nasıl da
yüre imizi yumu atır ya! Minnetle
eyvallah demeyece im saygısızlık yoktu,
yeter ki o haketmedi im sevgi ile birlikte
sunulsun. Yorgunluktan ve içkiden
bulanmı kafamda, karısını aldatmakla
iyili inden bir ey yitirmeyen iyi koca
görüntümü sarıp sarmaladım. nsan
dedi in iyi olmalıydı, iyi, gerisinin ne
önemi vardı? Elimle Augusta’ya bir
öpücük yolladım, o da minnet dolu bir
gülümseme ile kar ıladı.
Sonra masada çakır keyif
olu umdan yararlanıp e lenmek isteyen
biri çıktı, ni anlılara kadeh kaldırmak
zorunda kaldım. Sonunda, peki demi tim,
çünkü böylece iyi niyetimi herkesin
önünde açıklamak her eyi çözümler diye
dü ünmü tüm. O anda kendimden
ku kulandı ım falan yoktu, çünkü beni
nasıl tanımı larsa öyle duyuyordum
kendimi, ama onca ki inin önünde iyi
niyetimi açıklarsam daha da iyi olurdum,
onlar da tanıklık etmi olurlardı.
Bu yüzden kadeh kaldırırken,
yalnız kendimden ve Augusta’dan
sözettim. Böylece ikinci kez evlili imin
tarihçesini yapıyordum. Carla’ya
anlatırken karıma â ık oldu umu
söylemeyerek çarpıtmı tım; burada da bir
ba ka yalancılık ettim, evlili imin
öyküsünde büyük payı olan iki ki iden,
Ada ile Alberta’dan söz etmedim.
Duraksamalarımı anlattım, nice mutlu
günler yitirmeme neden olduklarından
ötürü kendimi nasıl avutaca ımı
bilemiyordum. Sonra övalyeli im tuttu,
Augusta’nın da kararsızlıklar geçirdi ini
söyledim. Ama o, ne eyle gülerek, hayır,
dedi.
Sözlerimi güç belâ toparladım.
Neden sonra balayına çıktı ımızı,
talya’nın tüm müzelerinde çılgınlar gibi
sevi ti imizi anlattım. Yalana öylesine
gırtla ıma kadar gömülmü tüm ki, hiçbir
i e yaramaz bir takım uydurma ayrıntılar
da kattım. Bir de arap gerçe i söyletir
derler.
Augusta ikinci bir kez sözümü
keserek durumu kurtardı, benim
yüzümden sanat yapıtlarının nasıl
tehlikeye girdiklerini söyledi, bu yüzden
müzelere gitmekten vazgeçti imizi anlattı.
Böylelikle, o ayrıntının uydurmalı ından
ba ka eyleri de açık etmi oldu unun
farkında de ildi! O sahada iyi bir gözlemci
bulunsaydı, hiç olmayacak bir ortama
kondurdu um o a kın da nemene a k
oldu unu pek güzel anlayıverirdi.
Bitmek bilmez, ba ı sonu belirsiz
söylevimi sürdürdüm, evimize varı ımızı,
unu bunu yaparak yuvamızı nasıl
güzelle tirdi imizi, hatta bir de
çama ırhane yaptırdı ımızı anlattım.
Augusta yine gülerek sözümü
kesti:
— Hayatım, bu ölen bizim
onurumuza verilmiyor ki, Ada ile Guido
için veriliyor! Onlardan söz etsene!
Hepsi ba rı arak onayladılar. Ben
de güldüm, sayemde böyle durumların
vazgeçilmez ko ulu olan patırtılı enlik
havasına ula tı ımızı farketmi tim.
Gelgelelim, söyleyecek bir eycikler
bulamadım. Saatlerdir konu urdum
sanki. Ardarda birkaç kadeh arap daha
yuvarladım:
— Bu Ada için! Bir dikelip baktım,
masa örtüsünün altından boynuz i areti
yaptı mı diye.
— Bu Guido için! Kadehi ba ıma
diktikten sonra ekledim:
— Tüm yüre imle! lk kadehe o
bildirinin eklenmemi oldu unu
unutmu tum.
— Bu ilk çocu unuza!
Ve e er sonunda engellemeselerdi
çocukları için daha nice kadehler
bo altırdım. O zavallı masum yavrular
için masada ne kadar arap varsa
içebilirdim.
Ardından her ey büsbütün
bulandı. Açık seçik anımsadı ım bir tek
ey var: ba lıca kaygım sarho
görünmemekti. Dimdik duruyordum, az
konu uyordum. Kendime hiç güvenim
kalmamı tı, her sözcü ü a zımdan
çıkarmadan çözümlemek gere ini
duyuyordum. Ortadan konu ulurken
söze karı maktan vazgeçiyordum,
bulanmı dü üncelerimi berrakla tıracak
zaman vermiyorlardı bana. Bari ben bir
söz açayım dedim, kayınpederime
döndüm:
— Borsada Exterieur’ün iki puan
dü tü ünden haberin var mı?
Benimle hiç ilgisi olmayan,
Borsada kula ıma çalman bir ey
söylemi tim; tek iste im, i konu maktı,
bir sarho un genellikle aklına gelmeyecek
ciddi eyler söylemek istiyordum. Ama
galiba, kayınpederim için, olayın biraz
önemi varmı ki, bana om a ızlı dedi.
Yaptı ım çıkı ların bir tanesi olsun iyi
gitseydi ne olurdu?
Bende tuttum yanımdaki Alberta
ile ilgilendim. A ktan konu tuk. O
kuramla ilgileniyordu, ben de, o an için
uygulama ile hiç mi hiç ilgili de ildim.
Böylece güzel güzel çene çaldık. Bana
fikir sordu, ben de o günün
deneyimlerinden apaçık ortaya çıktı ını
sandı ım bir fikir buluverdim. Bir kadın,
dedim, de eri Borsadaki tüm tahvillerden
daha fazla de i ebilen bir maldır. Alberta
yanlı anladı, sandı ki herkesçe bilinen
bir eyi, kadının belli bir ya taki de erinin
bir ba ka ya takinden çok ayrı oldu unu
söylüyorum. Meramımı daha açıklıkla
anlattım: bir kadının de eri sabahın belli
bir saatinde yüksek olabilir, ö le üzeri
sıfıra dü ebilir, ö leden sonra sabahkinin
iki katına çıkabilir, ak am eksilere
inebilir. Eksi de er kavramını da
açıkladım: bir erke in onu çevresinden
uzakla tırmak, hem de çok uzakla tırmak
için ödemeye hazır oldu u tutar kadının
eksi de eriydi.
Zavallı güldürü yazarı, bulu umun
do ru olup olmadı ını pek
kestiremiyordu, ama ben o gün Carla ile
Augusta’nın u radıkları de er
de i ikliklerini anımsadı ımdan,
söylediklerimden pek emindim. Meramımı
daha iyi açıklamak istedi imde arap
yardımıma yeti ti, konudan iyice ayrıldım:
— imdi bak, dedim, senin
de erinin X oldu unu varsayalım, e er
ayacı ına aya ımla basmama izin
verirsen de erin derhal en az bir X daha
artar.
Sözlerimi hemen hareketimle
peki tirdim. Kıpkırmızı oldu, aya ını çekti,
i i akaya vurayım dedi:
— yi de, bu kuram falan de il,
düpedüz uygulama. Augusta’nın fikrini
alalım bari.
unu açıkça söylemeliyim, o güzel
ayacı ı ben kupkuru bir kuramdan çok
farklı buluyordum, yine de dünyanın en
saf yüzüyle ba ırarak, hayır dedim:
— Kuram olmaz olur mu, salt
kuram bu, ba ka türlü duyuyorsan senin
için fesat demektir.
Ben de, Alberta da, onun
bedeninin bir yerine dokundu umu ve
bunu zevk için yaptı ımı söyledi imi uzun
zaman unutmadık. Sözüm, hareketimi
vurgulamı tı, hareketim de sözümü
vurguladı. Alberta tâ evleninceye de in
beni gördükçe gülümsedi ve kızardı,
evlendikten sonra ise hem kızardı, hem
kızdı. Kadınlar böyledir i te. Do an her
gün, onlara geçmi in yeni bir yorumunu
esinler. Hiç de tekdüze olmamalı
ya amları. Benim için o davranı ımın
yorumu hiç de i medi: tadına doyulmaz
bir küçücük eyin hırsızlama alınması; ve
e er belli bir süre o hareketimi
unutturmamaya çalı tım, daha ilerde ise
unutulsun diye elimden geleni yapmaya
hazır idiysem, suç Alberta’nındı.
O evden ayrılmadan önce, bir ey
daha, hem de çok a ır bir ey daha oldu,
hiç unutmuyorum. Bir an, Ada ile yalnız
kaldım. Giovanni yatmı tı, ötekiler de
Guido’nun oteline kadar götürece i bay
Francesco’yu u urluyorlardı. Ada’yı uzun
uzun seyrettim, ba tan a a ı bembeyaz
dantellere bürünmü tü, omuzları, kolları
çıplaktı. Bir eyler söylemek geliyordu
içimden, ama, uzun uzun sustum;
dilimin ucuna kadar gelen her cümleyi,
ilkin çözümleyip, sonra yutuyordum.
Acaba unları söylememe izin var mıdır
diye de dü ündüm. «Sonunda
evleniyorsun ve büyük dostum Guido ile
evleniyorsun diye nasıl seviniyorum bir
bilsen. Ancak imdi aramızdaki her ey
bitmi olacak». Yalandı bu söylemek
istedi im, herkes biliyordu ki aramızda
her ey aylarca önce bitmi ti, ama o
yalan pek güzel bir iltifatmı gibi
geliyordu, böyle giyinen bir kadının da
iltifat bekledi i, iltifat dinlemekten
ho landı ı kesindi. Gelgelelim uzun
uzadıya dü ündükten sonra sustum gitti.
O sözleri gerisingeri tıktım, çünkü
yüzdü üm arap denizinde sarılacak bir
tahta parçası bulmu tum: beni sevmeyen
Ada’nın keyfi olsun diye Augusta’nın
sevgisini tehlikeye dü ürmekle hata
etti imi dü ündüm. Ama birkaç saniye
kafamı kurcalayan o ku ku içinde, daha
sonra da bir gayret gösterip o sözlerden
kendimi sıyırdı ımda, Ada’ya öyle bir
bakı baktım ki, kalktı, dönüp bana
korku ile baktıktan sonra, Allah bilir
ko maya hazır, çıktı gitti.
nsan kendi bakı ını da bir söz
kadar, hatta daha çok anımsayabiliyor;
bakı bir sözden daha önemli, çünkü tüm
sözlü ü arasanız bir kadını soyabilen bir
sözcük bulamazsınız. Ben imdi biliyorum
ki o bakı ım buldu um sözleri çarpıttı,
yalınla tırdı. Ada’nın gözünde,
giysilerinin, hatta derisinin altına girmek
istemi ti o bakı . Anlamı ku kusuz uydu:
«Haydi gel, imdi benimle yat!». Çok
tehlikelidir arap, en çok da, gerçe i su
yüzüne çıkarmadı ı için. Gerçekten
ba ka, bamba ka bir eyi açık eder:
nsanın o andaki iste ini; bir kaprisi
tutar, az çok yakın zamanlarda
kafamızda evirip çevirdi imiz, sonra bir
yana attı ımız ıvır zıvır dü ünceleri gün
ı ı ına serpiverir; silgi izlerini bir yana
bırakır da, yüre imizde hâlâ okunabilen
ne varsa okur. Bilirsiniz ya, tıpkı bir
çekin üzerine yanlı bir ciro yapıldı ında
oldu u gibi, hiçbir eyi toptan silip
atmanın yolu yoktur. Tüm öykümüz her
zaman okunabilecek gibidir, arap da
avaz avaz haykırır onu, ya amın
sonradan getirip yı dı ı eyleri ise dikkate
almaz.
Augusta ile eve dönmek için bir
araba tuttuk. Karanlıkta görevimin
karıma sarılıp öpmek oldu unu
dü ündüm, bu tür kar ıla malarda, nice
kez, böyle yapmı tım, imdi de
yapmazsam aramızda bir eyler de i ti
sanır diye korkuyordum. Hiçbir ey yoktu
de i en! arap bunu da avaz avaz
haykırıyordu! Zeno Cosini ile evlenmi ti, o
da tıpkı eskisinin aynı, yanındaydı i te.
E er o gün elimden ba ka kadınlar da
geçtiyse, arap da beni keyiflendirmek
için sayılarını arttırıp, bir bilmem Ada’yı
mı, Alberta’yı mı ekliyorsa ne önemi vardı
bunun?
Hiç unutmuyorum, uykuya
dalarken, bir an, Copler’in ölüm
dö e indeki mermersi yüzü geldi
gözlerimin önüne. Hakkını arar gibiydi,
hani u kendisine vâdetti im gözya larını.
Ama hakkını yine alamadı, çünkü uyku
beni kollarının arasına alıp yoketti.
Ancak daha nice hayaletten özür diledim:
«Birazcık daha bekle! imdi gelirim!».
Oysa hiç gitmedim, cenazesinde bile
yoktum. Hem evde, hem ev dı ında
yapacak o kadar çok i imiz çıktı ki ona
ayıracak zamanımız olmadı. Arasıra
sözünü ettik, ama yalnızca gülmek için,
içti im arabın onu bilmem kaç kez
öldürüp diriltti ini anımsıyorduk. Hatta
ailede bir özdeyi olup çıktı gazeteler sık
sık yaptıkları gibi birinin ilkin ölümünü
bildirip sonra yalanladıklarında «Bu da
zavallı Copler gibi» deriz.
Ertesi sabah kalktı ımda biraz
ba ım a rıyordu. Bö rümdeki sancı biraz
rahatsız etti, belki arabın etkisi
sürdükçe hiç duymadı ım, sancı
alı kanlı ımı da hemen yitirdi im içindi.
Ama aslında üzüntülü de ildim. Augusta
e er o gün dü ün ölenine gitmeseydim
çok kötü olaca ını söyledi, çünkü ben
gitmeden önce, ev içinden ölü çıkmı
gibiymi , böylece yüre ime bir de o su
serpti. Demek pi manlık gerektirecek bir
davranı ım olmamı tı. Sonradan
ba ı lanmayan bir tek suçum oldu unu
duydum: Ada’ya öyle pis pis bakı ım!
Ö leden sonra kar ıla tı ımızda,
Ada, bana öyle bir kaygıyla el verdi ki
beni de büsbütün kaygılandırdı. Ama
belki hiç de nazik sayılmayacak o
kaçı ından dolayı vicdanı sızlıyordu. Ne
var ki benim o bakı ım da çok kötü
kaçmı tı. Gözümün hareketini tam olarak
anımsıyordum ve o bakı ın açtı ı yaranın
unutulmayaca ını anlıyordum. Özenle
karde lik göstererek hatamı
onarmalıydım.
Derler ki, insan fazla içip
rahatsızlandı mı, en iyi çare daha çok
içmekmi . Ben de o sabah, kendime
geleyim diye Carla’ya gittim. Daha yo un
bir ya antı iste i içindeydim, insanı
yeniden alkole ileten eydir bu, ama ona
do ru ilerlerken, bana bir gün
öncekinden bamba ka bir canlılık versin
isterdim. Biraz belirsiz, ama hepsi de
dürüst, iyi niyetlerle doluydum. Carla’dan
hemen ayrılamayaca ımı biliyordum,
ama yava yava ahlakçılı a
ba layabilirdim. Bir kere hep karımdan
söz edecektim. Günün birinde e imi
sevdi imi ö renecek, hiç a ırmayacaktı.
Her duruma hazırlıklı olmak için de
yele imin cebinde bir zarf daha vardı.
Carla’nın yanına vardım, bir
çeyrek saat sonra do rulu undan ötürü
kula ımdan hâlâ gitmeyen bir lâf etti
hana: «Sevi irken amma da kaba
davranıyorsun!». Tam o sıra kabalık
etti imin bilincinde de ildim. Karımdan
söz etmeye ba lamı tım, Augusta’ya
düzdü üm övgüler Carla’nın kula ına
kendisine yöneltti im sitemler gibi gelmi
olmalı.
Sonra beni yaralayan Carla oldu.
Vakit geçirmek için ölende özellikle
kadeh kaldırırken verdi im, ölçüsüz
kaçan bir söylevden ötürü canımın ne
kadar sıkıldı ını anlatmı tım. Carla bir
gözlemde bulundu:
— E er karını sevseydin,
babasının sofrasında kadeh kaldırırken
yalan yanlı konu mazdın.
Karımı az sevdi imden ötürü de bir
öpücük vererek ödüllendirdi beni.
Bu arada, beni, Carla’ya
sürüklemi olan ya antımı yo unla tırma
dile i, hemen dosdo ru Augusta’ya
döndürecekti adımlarımı, kendisine
a kımdan söz edebilece im tek kadın
oydu. Tedavi için içti im arap fazla
kaçmı tı bile ya da artık ba ka tür arap
gerekliydi. Ama o gün Carla ile olan
ili kim nazikle ecek, o zavallı kızın —daha
sonra ö rendi im gibi— hakketti i
sevecenlik ile taçlanacaktı. Birçok kez,
bana arkı söylemeyi önermi ti,
be enecek miyim, görmek istiyordu. Ama
ben arkısını dinlemeyi hiç istememi tim,
sesi ile ilgilenmiyordum artık. Madem
çalı maya razı de il, diyordum, arkı
söylemesine de mezdi bundan böyle.
Benim ki a ır bir a a ılamaydı, çok
üzüldü. Yanıma oturmu , gözya larını
göstermemek için kuca ında
kavu turdu u ellerine bakıyordu
kımıldamadan. Sitemini yineledi:
— Bana kar ı bu kadar kaba
davranırsan, sevmedi in kimseye kimbilir
neler yapıyorsundur!
Aslında yufka yüreklinin
biriyimdir, o gözya larını görünce
yumu adım, ufacık odada o iddetli
sesiyle kulak zarımı hırpalasın diye
ricada bulundum. imdi de nazlanıyordu,
sonunda arkı söylemezse bırakıp giderim
diye tehdit ettim de, peki dedi. unu
kabul etmeliyim, bir an için, hiç de ilse
bir süre özgürlü üme yeniden
kavu abilmek için iyi bir özür buldum gibi
geldi, bana sadık bendem, tehdidi duyar
duymaz gözleri yerde, gidip piyanoya
oturdu. Kısacık bir an kendini
toparlamaya çalı tı, neredeyse tüm
bulutları da ıtmak istercesine eliyle
yüzünü sıvazladı. Beni a ırtan bir
çabuklukla ba ardı bunu, elini
çekti inde, yüzünde önceki acıdan iz
kalmamı tı.
Birden hiç beklenmedik bir
sürprizle kar ıla tım. Carla arkısını
okuyor, anlatıyordu, çı lık çı lı a
haykırmıyordu. Ba ırtıları —anlattı ına
göre— hocası zorla yaptırıyormu , imdi
hocasıyla birlikte onları da kapının önüne
koymu tu. Bir tür öyküye ya da itirafa
benzeyen u Trieste türküsüydü
söyledi i:
«Sevi ti im do ru ya,
Ne kötülük var bunda?
Onaltımın baharında
Masal dinleyemem ya!»

Gözleri muzip bir ı ıkla pırıldıyordu,
söyledi inden fazlası vardı o gözlerde. Hiç
de kulak zarımı patlatma tehlikesi yoktu,
a kınlıktan büyülenerek yakla tım.
Yanına oturdum, o da türküyü dosdo ru
bana okudu, gözlerini yan kapamı ,
notaların en hafif, en temiziyle, o onaltı
ya ın özgürlük ve a k iste ini dile
getiriyordu.
Carla’nın incecik yüzünü ilk kez
do ru dürüst gördüm: çok temiz çizgili
beyzi bir yüzdü bu, gözlerin derin
çukurları ile hafifçe çıkık elmacık
kemikleri göze çarpıyordu yalnız, imdi
böyle, bana ve ı ı a dönmü ken, hiçbir
gölgenin karartmadı ı bir kar
beyazlı ındaydı. Sanki saydammı gibi
gözüken, kanını ve belki de belirmeyecek
kadar zayıf damarlarını öylesine güzel
gizleyen teninin yumu acık çizgileri,
sevilmek, korunmak istiyordu.
Ona kayıtsız artsız kucak dolusu
sevgi vermeye, korumaya hazırdım, hatta
Augusta’ya dönmeye o denli hazır
oldu um an bile, çünkü o anda benden,
yalnız kabaca bir sevgi isteniyordu,
karımı aldatmadan verebilece im bir
sevgi yani! Ne ho eydi bu! Oracıkta
Carla’nın yanında kalıyordum, ona, o
beyzi yüzünün istedi i eyi sunuyordum
ve Augusta’dan kopmuyordum! Carla’ya
sevgim derinle ti. O günden sonra,
dürüstlük ve temizlik gereksinimi
duydu umda, artık onu bırakmak
gerekmedi bir daha, yanında kalıp
konuyu de i tirebildim.
Bu yeni tatlılık tam o sırada
ke fetti im güzelim beyzi yüzün mü
etkisiydi, yoksa müzik yetene inin mi?
Yetene i yadsınamazdı! O garip Trieste
türküsü, aynı genç kızın artık ihtiyarlayıp
yıprandı ını, artık ölmekten gayrı
özgürlük aramadı ını anlatan bir
dörtlükle sona erer. Carla, o cılız dizeleri
muziplikle, ne e ile canlandırıyordu hâlâ.
O yeni bakı açısından, a k hakkını daha
güçlü olarak ileri sürebilmek için
ihtiyarlamı gibi yapan gençli in tâ
kendisiydi.
Türküsünü bitirip de hayran
kaldı ımı görünce, o da, ilk kez kar ımda,
tutkunun yanısıra sevecenlik duydu. O
türküyü hocasının ö retti i an
parçalarından daha çok be enece imi
biliyormu !
— Ne yazık, dedi üzüntüyle, insan
çalgılı kahvehanelere gitmedikçe geçimini
bundan çıkaramaz ki.
lerin böyle olmadı ına kolaylıkla
inandırdım onu. Dünyada nice ses
sanatçıları vardı ki arkılarını ba ıra
ça ıra de il, alçak sesle söylüyorlardı.
Adlarını vereyim istedi. Kendi
sanatının böyle önem alabilece ini
ö rendi inden mutluydu. Saflıkla öyle
ekledi:
— Ben bu arkıyı söylemenin
ötekini söylemekten çok daha güç
oldu unu biliyorum, ötekini söylemek için
ci erlerimin yetti i kadar ba ırmam
yetiyor.
Gülümsedim, tartı maya
girmedim. Hiç ku kusuz onun sanatı da
güçtü, bunu o da biliyordu, çünkü bildi i
tek sanat oydu. O türküyü söyleyebilmek
için çok uzun uzun çalı ması gerekmi ti.
Her sözcü ün, her notanın tonunu
düzelterek kimbilir kaç kez yinelemi ti.
imdi de bir ba ka türkü üzerinde
çalı ıyormu , ama ancak birkaç hafta
sonra ö renebilirmi . Daha önce
dinletmek istemiyordu.
Bunu, o ana de in birtakım
hayvanca sahnelerin geçti i o odada çok
güzel dakikalar izledi. te Carla’nın
önünde bir u ra ın yolu açılıyordu. Beni
ondan kurtaracak u ra ın. Onun için,
Copler’in dü ledi ine pek benzer bir
yoldu! Bir hoca bulmayı önerdim. lkin,
bu sözcükten korktu, ama sonra, bir
deneriz, e er sıkıcı ya da yararsız çıkarsa
kapı dı arı edebilirsin deyince, kolaylıkla
kandı.
O gün Augusta’nın yanında da
kendimi çok iyi duydum. Yüre im sanki
Carla’nın evinden de il de bir gezintiden
dönmü üm gibi rahattı. Zavallı Copler de
herhalde kendisini sinirlendirmedikleri
günler o evden öyle ayrılıyordu. Çölde bir
vahaya ula mı ım gibi sevindim. E er
Carla ile uzayıp giden tüm ili kim bitmek
bilmez bir çalkantı içinde geçseydi,
kendime de, sa lı ıma da büyük zararı
olurdu. O günden sonra, sanki yüz
güzelli inin bir sonucuymu gibi, i ler
daha bir durgunla tı, yalnız arasıra, hem
Carla’ya olan tutkumu, hem Augusta’ya
olan a kımı canlandırmak için gerekli
kesintiler oluyordu. Gerçi Carla’ya
yaptı ım her ziyaret Augusta’ya bir
ihanet anlamına geliyordu ama çok
geçmeden bir sa lık ve iyi niyet
banyosunda unutuluyordu bu. yi
niyetlerim de artık Carla’ya onu bir daha
görmeyece imi bildirme iste i ile
ko tu um zamanlardaki gibi sert ve
sarsıcı de ildi. Tatlı, babacan
davranıyordum: i te sanatı ile
u ra ıyordum. Bir kadını, her Tanrının
günü bırakıp ertesi gün yeniden pe ine
dü mek benim zavallı yüre imin
kaldıramayaca ı bir çaba olurdu zaten.
Oysa, bu durumda, Carla hep avucumun
içindeydi, ben de onu, bir o yana, bir
öteki yana yöneltiyordum.
yi niyetlerim, uzun süre, kenti
dola ıp Carla’ya uygun bir hoca arayacak
kadar güçlenmedi. Oturdu um yerden
kımıldamadan avutuyorlardı beni. Sonra
günün birinde, Augusta anne olaca ını
haber verdi, iyi niyetim anında devle ti,
ve Carla hocasına kavu tu.
Aslında onca zaman ayak
sürümemin bir nedeni Carla’nın hoca
olmadan da yeni sanatında ciddi
çalı malar yapmasıydı. Her hafta bir yeni
arkı söylüyordu bana, davranı ını ve
sözlerini özenle düzeltiyordu. Gerçi bazı
notaların birazcık daha yumu atılmaları
gerekirdi, ama belki öyle kendili inden de
incelirlerdi. Carla’nın gerçek bir sanatçı
oldu unun kesin kanıtını türkülerini ilk
söyleyi inde kaptı ı iyi eylerden
vazgeçmeden, sürekli olarak ilerlemeler
yapmasında buluyordum. O ilk çalı tı ı
türküyü sık sık yineletiyordum, her
seferinde yeni ve etkileyici vurgular
eklemi oldu unu görüyordum. O
bilgisizli i içinde güçlü bir anlatım arıyor,
ama türküye hiç yalancı ya da abartmalı
sesler katmıyordu, do rusu ola anüstü
bir eydi bu. Gerçek bir sanatçı gibi,
olu turdu u ufak yapıya her gün bir ta
ekliyordu, kalanına hiç dokunmuyordu.
Ayrıca türkü kalıpla ıp kalmıyordu, hep
aynı esin kayna ından fı kırıyordu.
Carla arkısına ba lamadan önce
hep eliyle yüzünü sıvazlıyor, o elin
ardında kendini öyle bir toparlayarak
sahneleyece i ufak güldürüye balıklama
dalıyordu. Her zaman, çocuksu
sayılamayacak bir güldürüydü bu.

10
Rosina te xe nata in un casoto

daki alaylı akıl hocası, tehdit etmesine
ediyordu, ama pek ciddiye alınır yanı
yoktu. Türkü, bunun her gün rastlanılan
türden bir öykü oldu unu sezdirir gibiydi.
Carla’nın, dü üncesi ba kaydı, ama
sonunda aynı kapıya çıkıyordu:
— Aslında benim Rosina’ya
sempatim var, yoksa söylemeye de ecek
bir türkü de il, diyordu.
Carla’nın kimi kez hiç bilmeden
Augusta’ya olan sevgimi canlandırdı ı,
yüre imde pi manlık uyandırdı ı oldu.
Karımın, pek öyle lök gibi oturdu u
makama kar ı, saldırıda bulunmak
cüretini her gösteri inde duydum bunu.
Bütün bir gece kendisinin olmam dile ini
yüre inden silmemi ti; hiç bir zaman
yanyana uyumamız sanki yeterince, içli
dı lı olmamı gibi geliyormu ona, böyle
dedi bir kez. Kendisine daha yumu ak
davranmaya alı mak istiyordum, olmaz,
diye kestirip atmadım, ama hep
aklımdan, geçiyordu ki, Augusta’yı
sabahleyin, bütün gece beni bekledi i bir
pencerenin önünde bulmaya razı
olmadıkça böyle bir i e kalkı mama
olanak yoktu. Hem sonra, bu da, karıma
yeni ihanet sayılmaz mıydı? Kimi kez,
yani Carla’ya arzu dolu ko tu um
zamanlar, onu sevindirmek geçiyordu
içimden, ama hemen ardından bunun
olanaksızlı ını ve yakı ıksızlı ını
kavrıyordum. Böyle, böyle, uzun bir süre,
o umudu ne yoketmeyi, ne
gerçekle tirmeyi ba ardık. Görünürde
anla mı tık: er geç bütün bir geceyi
birlikte geçirecektik. Bu arada bir olanak
da çıkmı tı: çünkü ana-kız Greco’lara
evlerini ikiye bölen kiracıları
çıkarttırmı tım, böylece Carla, sonunda
kendi yatak odasına kavu mu tu.
Guido’nun dü ününden az sonra,
kayınpederim kendisini ölüme götürecek
olan krize yakalandı, ben de bir
ihtiyatsızlık edip, karımın, kayınvalideme
dinlenme fırsatı vermek için bir gece
babasının ba ucunda nöbet tutaca ını
Carla’nın yanında a zımdan kaçırdım.
Ondan sonra da, olmaz, demenin yolu
yoktu artık: Carla karım için o kadar acılı
olan geceyi onunla geçirmem için ayak
diredi. Böylesi bir kaprise ba kaldıracak
cesareti bulamadım, yüre imde a ır bir
yük, ba e dim.
Bu özveriye kendimi hazırladım.
Carla’ya sabah gitmedim, böylece ak am
olunca istek dolu ko tum yanına, bir
yandan kendime diyordum ki. Augusta’yı
ba ka nedenlerden ötürü acı çekti i
sırada aldatıyorsam, bu, onu daha beter
aldatıyorum anlamına gelmez. Bu
yüzden, sabırsızlandım bile, çünkü zavallı
Augusta, tutmu , ak am yeme ine,
geceye, bir de ertesi sabah kahvaltısına
gerekecek eyleri hazırlamak için neler
yapmam gerekti ini açıklıyordu uzun
uzun.
Carla, beni stüdyoda kar ıladı. Az
sonra, hem anası hem hizmetçisi olan
kadınca ız nefis bir yemek çıkardı
önümüze, ben de, yanımda getirdi im
tatlıları ekledim. htiyar kadın, sonra
dönüp soframızı topladı, do rusu bana
kalsa hemen yatmak isterdim, ama
gerçekten çok erkendi. Carla da
arkılarını dinletti. Repertuarında ne
varsa ortaya döktü, o saatlerin en güzel
bölümü de bu oldu, çünkü sevgilime
kavu manın sabırsızlı ı, Carla’nın
arkılarının her zaman verdi i zevki
arttırıyordu.
Bir an geldi «Dinleyicilerin olsa seni
çiçek ve alkı ya muruna tutarlardı» diye
belirttim, tüm dinleyici kitlesini benim
içinde bulundu um ruh haline sokmanın
olanaksızlı ım unutmu tum.
Sonunda yine o aynı yatakta,
ufacık, süsten püsten yoksun, yoksul bir
odada yattık. Odadan çok duvarla
bölünmü bir koridora benziyordu. Daha
uykum gelmemi ti, uykum olsa da o
havasızlıkta uyuyamayaca ımı dü ünüp
umutsuzlanıyordum.
Derken, annesi çekingen bir sesle
Carla’yı ça ırdı. Kız yanıtlamak için e i e
gitti, kapıyı aralık bıraktı. Biraz öfkeli bir
sesle ihtiyar kadına ne istedi ini
sordu unu i ittim. Öteki, utana sıkıla,
anlayamadı ım bir eyler söyledi, Carla
da kapıyı annesinin yüzüne çarpmadan
önce öyle ba ırdı:
— Rahat bırak beni. Söyledim ya,
bu gece burada yataca ım i te!
Böylece Carla’nın geceleri
korktu unu, eski yatak odasında,
annesiyle birlikte uyudu unu ö rendim,
orada bir yata ı daha varmı , imdi
birlikte uyuyaca ımız yata ı bo
kalıyormu . Hiç ku ku yok, Augusta’ya
öyle sert çıkmamda da o korkunun payı
vardı. Benim katılmadı ım muzip bir ne e
ile yanımda kendisini annesinin yanında
oldu undan daha güvenli duydu unu
açıkladı. O uzak stüdyonun yanındaki
odada duran yatak kafama takıldı. Daha
önce hiç görmemi tim. Kıskanmı tım! Az
sonra, Carla’nın o zavallı annesine
takındı ı tavrı da hiç be enmedi imi
farkettim. Ana-babasının yanında
olabilmek için benim yakınlı ımdan
vazgeçen Augusta’ya hiç benzemiyordu.
Ben zavallı babamın kaprislerine onca
uysallıkla ba e mi biri olarak, ana-
babasına saygısızlık edenlere hiç
dayanamam do rusu.
Carla, benim kendisini
kıskandı ımı da, küçümsedi imi de
farketmedi. Kıskançlık belirtilerini
bastırdım, günümün büyük bölümünü,
aman biri çıksa beni metresimden
kurtarsa diye dua ederek geçirdi ime
göre, kıskanmaya hiç hakkım yoktu.
Gerçi az önce beni kıskançlı a iten
nedenler imdi içimde küçümseme
uyandırıyordu ama, bir yandan tümüyle
ayrılma dü üncesini kafamda evirip
çevirirken, kızca ızı bir de küçük
dü ürmenin yeri yoktu. Asıl gerekli olan,
içinde bir metreküpten fazla hava
bulunmayan, üstelik fırın gibi sıcak olan
o daracık odadan elden geldi ince çabuk
kaçmaktı.
Hemen uzakla mak için ne özür
buldum, iyice aklımda kalmamı bile.
Soluk solu a giyinmeye ba ladım. Karıma
vermeyi unuttu um bir anahtardan söz
ettim, gelirse eve giremeyece ini
söyledim. Hatta anahtarı da gösterdim,
aslında her zaman yanımda ta ıdı ım
anahtardı, ama söylediklerimin elle
tutulur bir kanıtı olarak kullandım. Carla
beni alıkoymayı denemedi bile; giyindi,
yolumu aydınlatmak için a a ıya kadar
benimle geldi. Merdivenlerin karanlı ında
tedirgin eden bir bakı la içimi okumak
ister gibi baktı ını sandım: yoksa beni
anlamaya mı ba lamı tı? Pek kolay de ildi
bu, öylesine iyi rol yapıyordum ki.
Gitmeme izin verdi i için te ekkür
ederken, arasıra dudaklarımı
yanaklarına bastırmaktan geri
durmuyordum, beni kendisine
sürükleyen heyecanım söndü sansın
diye. Sonra, rolümü ba arıyla oynamı
oldu um konusunda hiç ku kum
kalmadı. Az önce, a kın verdi i bir esinle,
Carla, ana-babamın bana taktıkları u
çirkin Zeno adının hiç de bana
uymadı ını söylemi ti. Adımın Dario
olmasını istermi , orada, karanlıkta,
benden ayrılırken bu adla ça ırdı. Sonra
havanın bozdu unu farketti, gidip bana
bir emsiye getirmeyi önerdi. Ama ben ne
pahasına olursa olsun, ona, daha fazla
dayanamıyordum, gerçekli ine kendim de
inanmaya ba ladı ım anahtarı elimden
bırakmadan ko a ko a ayrıldım oradan.
Gecenin derin karanlı ını arasıra
göz kama tırıcı parıltılar yırtıyordu. Gök
gürültüsünün homurtusu çok
uzaklardan geliyordu. Hava hâlâ
Carla’nın o daracık odasındaki gibi
durgun ve bo ucuydu. Dü en kocaman
seyrek damlalar da ılıktı. Ku kusuz
tepelerde hava bozmu tu, ko maya
ba ladım. Talihim yaver gitti, Corsia
Stadion’da hâlâ kapanmamı bir kapı
buldum, e i e tam zamanında sı ındım!
Hemen ardından fırtına soka ı kapladı.
Ya murun arıltısını çılgın bir rüzgâr
kesti, gök gürültüsünü de birden yanı
ba ımıza getirmi gibiydi. Birden
yerimden sıçradım, o saatte bana yıldırım
çarpacak olsa sırrım açı a çıkardı! Hem
de Corsia Stadion’da! Bereket, karım ne
garip huylarım oldu unu, gecenin
köründe oraya kadar ko mu
olabilece imi bilir böylece her eye özür
bulunurdu.
O kapının e i inde bir saatten
fazla beklemek zorunda kaldım. Hava
biraz düzelecek gibi oluyor, hemen
ardından bir ba ka biçimde babaları
tutuyordu. imdi sıra doludaydı.
Kapıcı gelmi , bana arkada lık
ediyordu, kapıyı hemen kapamasın diye
eline biraz bah i sıkı tırmam gerekti.
Sonra, kapıdan içeri, beyazlar giymi ,
sırılsıklam bir bey girdi. Zayıf, kupkuru
bir ihtiyardı. Kendisiyle bir daha
kar ıla madım, ama kara gözlerinin
pırıltısından ve tüm bedeninden fı kıran
canlılıktan ötürü aklımdan hiç çıkmıyor.
Öyle sırılsıklam olmu diye a zına geleni
sayıp döküyordu.
Tanımadı ım insanlarla
gevezelikten oldum olası ho lanmı ımdır.
Yanlarında kendimi daha sa lıklı ve
güvenli duyarım. Dinlenirim, desem yeri.
Bir topallamamaya dikkat etmem gerekir,
o kadar.
Sonunda, fırtına dindi inde,
hemen evime de il, kayınpederime gittim.
O anda bir ça rıya uymam ve bundan
kıvanç duymam gerekiyormu gibi
geliyordu.
Kayınpederim uyuyakalmı ta,
yanında bir rahibe de bulunan Augusta
yanıma gelebildi. Geldi ime iyi etti imi
söyledi, a layarak kollarıma atıldı. Babası
gözlerinin önünde korkunç acılar
çekmi ti.
Baktı, sırılsıklam olmu um, beni
bir koltu a yerle tirdi, üzerimi
battaniyelerle örttü. Sonra, bir süre
yanımda kalabildi. Ben çok yorgundum,
yanımda kaldı ı o kısacık sürede bile
uyku ile sava tım. Kendimi tertemiz
duyuyordum, bir kere yuvamızın
çatısından uzak bir yerde geceyi
geçirerek onu aldatmı de ildim.
Suçsuzluk öylesine ho bir duyguydu ki,
arttırmak istedim. tirafı andıran bir
takım lâflar gevelemeye ba ladım.
Kendimi zayıf, suçlu duyuyorum, dedim,
bu noktada Augusta yüzüme açıklama
ister gibi baktı ından, hemen kafamı
kabu umun içine çektim, i i felsefeye
döktüm, suçluluk duygusunun her
dü üncemde, her solu umda
varoldu unu söyledim.
— Din adamları da böyle
dü ünürler, dedi Augusta, Allah bilir,
belki de bilmedi imiz suçlarımızdan ötürü
böyle cezalandırılıyoruz!
Durmadan a lıyor, gözya larına
uygun lâflar ediyordu. Benim kafamdan
geçenle on adamlarınınki arasında
bulunan farkı pek iyi kavramadı gibi
geldi, ama tartı mak istemedim, güçlenen
rüzgârın tekdüze u ultusunda, bu
itirafları yaptıran atılımın verdi i
dinginlikle rahat, dinlendirici bir uykuya
daldım.
an hocasına sıra gelince i i birkaç
saatte ba ladık. Ben adamı seçeli epeyi
zaman olmu tu, do rusunu isterseniz
seçmemin nedeni de Trieste’nin en ucuz
hocası olmasıydı. Ne olur, ne olmaz diye,
konu maya Carla gitti. Kendisini hiç
görmedim, ama unu söylemeliyim ki,
artık hakkında çok ey biliyorum ve
dünyada en çok saygı duydu um
kimselerden biridir. Sa lıklı, girdisiz
çıktısız biri olmalı, bu da Vittorio Lali gibi
sanatı için ya ayan bir adam için garip
kaçıyor. mrenilecek biri, çünkü hem
dâhi, hem sa lıklı.
Bu arada Carla’nın sesinin
yumu adı ını, kıvraklık ve güven
kazandı ını hemen farkettim. Copler’in
seçti i hoca gibi, bu da Carla’yı zorlar
diye korkmu tuk. Belki de Carla’nın
iste ine uydu, ama urası gerçek ki, hep
kızın sevdi i müzik türünde kaldı. Ancak
aradan aylar geçtikten sonra, Carla
güven kazanarak, o türden biraz
uzakla tı ını farketti. Trieste türküleri
okumaz oldu, derken Napoli arkılarını da
bir yana attı, eski talyan arkılarına,
Mozart’a, Schubert’e geçti, özellikle
Mozart’ın oldu u sanılan bir «Ninni»si
vardı, hiç aklımdan çıkmadı. Ya amın ne
denli üzüntülü bir ey oldu unu derinine
duydu um, bir zamanlar benim olan ve
benim sevmedi im gencecik kızın
ardından hayıflandı ım günlerde, o
«Ninni» bir sitem gibi yankılanır hep
kula ımda. O zamanlar, Carla yeniden
gözlerimin önüne gelir, anne olmu ,
çocu unu uyutabilmek için, ba rından
en tatlı sesleri çıkarırken. Aslında, Carla,
unutulmaz bir sevgiliydi, ama iyi bir anne
olamazdı, çünkü iyi bir evlât de ildi. Ama
anla ılan analıkta arkı söylemek öteki
özellikleri geride bırakan bir özellik.
Carla’dan hocasının ya am
öyküsünü ö rendim. Viyana
konservatuarında birkaç yıl çalı tıktan
sonra Trieste’ye gelmi , burada talihi
yaver gitmi , gözleri artık görmeyen en
büyük kompozitörümüzün yanında
çalı maya ba lamı tı. Dikte altında onun
bestelerini yazıyormu , üstelik adamın
güvenini kazanmı , bir körün güveni de
tam olmalı. Böylelikle, onun niyetlerini,
iyice olgunla mı inançlarını, ya lanmak
bilmeyen dü lerini tanımı . Çok geçmeden
müzi in tümü ruhuna dolmu , Carla’ya
gereken müzik de. Kız onun görünü ünü
de anlattı bana: gençmi , sarı ınmı ,
gürbüz denebilirmi , giyimine
özenmiyormu , her zaman çama ırdan
yeni çıkmı a benzemeyen kolasız bir
gömle i, bol gev ek bir kravatı —siyah
olmalı—, kenarları fazla geni bir fötr
apkası varmı . Az konu uyormu —Carla
böyle diyordu, benim de, içimden
inanmak geliyor, çünkü kızın yanında
birkaç ay geçirdikten sonra gevezele ti,
Carla da, bana hemen haber verdi—,
tüm dikkatini üstlendi i göreve
veriyormu .
Günümde çok geçmeden bazı
karma ıklıklar belirdi. Sabahları Carla’ya
a kımdan ba ka bir de buruk kıskançlık
götürüyordum, burukluk gün boyunca
azalıyordu. O delikanlının, o güzelim, o
kolay avdan yararlanmaması olanaksız
görünüyordu. Carla, böyle bir ey
dü ünebilmeme a ıyordu, ama ben de
onu a ırmı gördükçe a ıyordum.
Aramızda i ler nasıl gitmi ti, unutmu
muydu yoksa?
Bir gün kıskançlıktan çılgına
dönmü , kapıyı çaldım, korktu, dilersem
hocaya hemen yol verece ini bildirdi.
Korkusunun yalnız benim deste imi
yitirmekten ileri geldi ini sanmıyorum,
çünkü o sıralar bana ku ku
götürmeyecek sevgi kanıtları veriyordu,
bunlar beni kimi kez sevindiriyordu, ama,
ba ka bir ruh hali içindeyken sıktılar,
Augusta’ya kar ı dü manca
davranı larmı gibi geliyordu, üstelik, ben
de, neye malolursa olsun buna katılmak
zorundaydım. Carla’nın önerisi kar ısında
ne yapaca ımı a ırdım. ster sevi me
anında, ister pi manlık anında, ondan
gelecek bir özveriyi kabullenmek
istemiyordum. ki ruh halim arasında bir
ba lantı olmalıydı, birinden ötekine
geçmekte zaten kıt olan özgürlü ümü
büsbütün kısıtlamak istemiyordum. Bu
yüzden böyle bir öneriyi kabul
edemiyordum, sonunda daha dikkatli
oldum, kıskançlıktan deliye döndü üm
zamanlar bile bunu gizlemeyi ba ardım.
A kıma öfke karı tı, sonunda, istedi im
zamanlar da, hiç istemedi im zamanlar
da, Carla’yı, kendimden a a ı bir
yaratıkmı gibi görmeye ba ladım. Beni
aldatıyordu ve bu bana vızgeliyordu.
Ondan nefret etmedi imde, varlı ını
aklımdan çıkarıyordum. Ben,
Augusta’nın egemenli indeki sa lık ve
dürüstlük ortamının parçasıydım, Carla,
yakamı koyverir vermez, bedenimle de,
ruhumla da oraya dönüyordum.
Carla’nın, mutlak içtenli inden
ötürü, nasıl upuzun bir süre tümüyle
benim oldu unu kesin olarak biliyorum, o
sıralardaki kıskançlı ım gizli bir adalet
duygusunun açı a çıkmasından ba ka
türlü yorumlanamaz. Haketti ini er geç
ba ıma gelecekti. lkin hoca abayı yaktı.
Sanırım a kının ilk belirtileri bazı sözleri
oldu, Carla, onları, övgümü gerektiren ilk
büyük sanat ba arısının kanıtı olarak
aktardı bana. Adam demi mi ki, artık bu
hocalık i ine öylesine ısınmı ki, be para
almadan da derslerini sürdürürmü .
Bana kalsa, Carla’nın suratına bir tokat
patlatırdım, ama biraz toparlanınca
onun, bu büyük zaferine sevinebildi imi
iddia edebildim. O da ilkin limon
di lemi im gibi bütün yüzümün ek idi ini
unuttu, yatı tı, gecikmeli övgümü kabul
etti. Adam, ona tüm özel sorunlarını
anlatmı mı , pek fazla sorunu da yokmu
zaten: müzik, yoksulluk ve ailesi.
Kızkarde inden çok çekmi mi , adam
Carla’nın yüre inde o tanımadı ı kadına
kar ı büyük bir antipati uyandırmayı
bilmi ti. O antipati bana çok tehlikeli
göründü. imdi, birlikte, onun besteledi i
arkıları söylüyorlardı, Carla’yı sevdi im
zamanlar da, bir ayakba ı gibi duydu um
zamanlar da, o arkılara hiç önem
veremedim. Daha sonraları da kimsenin
onlardan söz etti ini duymadım, ama
kimbilir, belki de iyiydiler. Adam sonra
Birle ik Amerika’da orkestralar yönetti,
belki oralarda bu tür arkılar da
söyleniyordur.
Gelgelelim, günün birinde, Carla
bana adamın kendisiyle evlenmeyi
istedi ini anlattı, o hayır, demi ti. te o
zaman gerçekten kötü bir durumda
kaldım: ilkin gözümü öylesine bir öfke
bürüdü ki, içimden hocayı bekleyip sille
tokat kapı dı arı etmek geldi, sonra yasak
ili kimi, aslında tertemiz, ahlâka uygun
bir i olan o evlilikle uzla tırmanın yolunu
bulamadım. Üstelik bu evlilik Carla’nın
benim e li imde ba lamayı dü ledi i sanat
ya amından çok daha güvenli ve
kestirme bir yoldan çözümlerdi durumu.
O mübarek hoca da, neden o
biçimde ve bu kadar erken tutulmu tu
ki? Bir yıllık ili ki sonunda, Carla ile
aramızda her ey mayalanmı tı, yanından
ayrıldı ım zamanlardaki öfke bile. Artık
pi manlıklarım pek dayanılır türdendi,
gerçi Carla bana hâlâ a kta kabalık
etti imi söylemekte haklıydı, ama kendisi
buna alı mı görünüyordu. Alı makta
güçlük çekmemi ti herhalde, çünkü ben
bir daha hiç ili kimizin o ilk günlerindeki
kadar hayvanca davranmadım, o ilk
a ırılıkları bir yana bırakınca da kalanı
kızca ıza pek hafif gelmi olmalı.
Bu nedenle, artık Carla’yı pek
umursamadı ım zamanlar da, ertesi gün
gelip de metresimi bulamayacak olsam
pek sevinmeyece imi farketmem hiç de
güç olmadı. Ku kusuz, o zaman, Carla ile
birlikte her zamanki arayı koymadan
Augusta’ya dönmeyi ba arabilmek pek
kolay olurdu, ben, o an için bunu
rahatlıkla yapabilirim sanıyordum; ama
ilkin bir denemek isterdim. O anda,
galiba a a ı yukarı öyle bir karar
vermi tim: «Yarın hocanın önerisine evet
desin diye yalvarırım, ama bugün
engelleyece im onu». Ve büyük bir
çabayla, sevgili gibi davranmayı
sürdürdüm. imdi bunları anlatırken,
serüvenimin tüm a amalarını kayda
geçirdikten sonra, metresimi ba kası ile
ba göz edip kendime saklamaya
çalı ıyormu um gibi gelebilir, benim kadar
ahlâksız, ama benden daha aklı ba ında
ve dengeli biri olsa bu yolu izlerdi. Ama
do ru de ildi bu; hocası ile evlenmeliydi
evlenmesine, ama o gün de il, ertesi gün.
Benim masumiyet diye nitelemekte ayak
diredi im durumum da, ancak o zaman
sona erdiyse, nedeni budur. Artık
Carla’ya günün kısa bir süresinde
tapacak, sonra ardarda yirmidört saat
nefret edecek, her sabah yeni do mu bir
bebek gibi dünyadan habersiz uyanıp,
daha öncekilere pek benzeyen bir gün
ya ayacak, o günün getirdi i, aslında
ezbere bilmem gereken serüvenlere
a acak halim kalmamı tı. Bundan sonra
da böyle sürüp gidemezdi. Kendisinden
kurtulma iste imi dizginleyemezsem,
metresimi sonsuza dek yitirme olasılı ı
çıkmı tı önüme. Ben de hemen
dizginledim!
te o gün, artık onu hiç
umursamazken, Carla’ya öyle bir a k
sahnesi tezgâhladım ki, sahteli i ve
co kusu ile arap ba ıma vurdu unda, o
gece Augusta’ya arabada yaptı ıma
benziyordu. Yalnız arap eksikti burada,
üstelik kendi sözlerimi duyunca, kendim
de sahiden duygulandım. Onu sevdi imi,
artık onsuz olamayaca ımı, bana
ya amımın en büyük özverisini
ba ı lamasını istedi imi söyledim, öyle ya,
ben ona, Lali’nin sundu unu
sunamazdım ki.
Onca büyük a k saati yaratmı
olan ili kimizde tam bir yenilik oldu bu.
Carla, mutluluktan uçarak
söylediklerime kulak kesilmi ti. Çok
sonra, o denli üzülmeme bir neden
olmadı ına inandırmaya çalı tı beni, ne
yapalım, Lali kalkmı da ona abayı
yakmı sa? Kendisi onu aklından bile
geçirmiyordu!
Ben de te ekkür ettim, hep öyle
co kular içindeydim, ama artık kendi
kendimi duygulandıramıyordum.
Midemde bir a ırlık var gibiydi: her
zamankinden daha beter tehlikede
oldu uma ku ku yoktu. Görünürde ise,
co kum azalaca ı yerde arttı, tek nedeni
de, zavallı Lali için birkaç hayranlık sözü
etmekti. Ben onu elden kaçırmak
istemiyordum ki, tam tersine, kalsın
istiyordum, ama ertesi güne kalsın
istiyordum.
Sıra, hocayı tutalım mı, yol mu
verelime gelince, hemen anla tık. Ben,
onun, evlilikten sonra bir de sanatından
olmasını istemiyordum. O da, do rusu
hocasına de er verdi ini söyledi: yardımı
her derste kanıtlanıyormu . Rahat,
mutlu ya ayabilece ime güvence verdi:
sevdi i benmi im, ba ka sevdi i yokmu .
Hiç ku ku yok, ihanetim
geni lemi , yaygınla mı tı. Metresimle
yeni ba lar yaratan, imdiye de in yasal
a kıma ayırdı ım alana ta an yeni bir
sevgi ile kenetlenmi tim. Ne var ki, eve
döndüm mü bu sevgi de silinip gidiyor,
daha do rusu, artarak Augusta’nın
üzerine boca ediliyordu. çimde, Carla’ya
kar ı derin bir güven de yoktu. Kimbilir o
evlenme teklifinin de ne kadarı gerçekti!
Günün birinde, öteki adamla da
evlenmeksizin Carla bana büyük müzik
yetene i olan bir çocuk arma an etse pek
a mazdım do rusu. Böylece, Carla’nın
evine kadar bana e lik eden, onun
yanındayken beni bırakıp giden, ben
daha kızdan ayrılmadan dönüp yakama
sarılan demir gibi sa lam kararlarım
yeniden ba ladı. Hiçbiri hiçbir yere
varmayan kararlarım.
Bu yeniliklerden ba ka herhangi
bir sonuç da çıkmadı. Yaz geçti, geçenler
kayınpederimi de birlikte alıp götürdü.
Benim, Guido’nun açtı ı yeni
ticarethanede i lerim ba ımdan a tı,
üniversitenin çe itli fakültelerini de
sayarsam, ba ka hiçbir yerde böylesine
çalı madı ımı söyleyebilirim. Ama bu
etkinli imi ilerde anlataca ım. Kı da
geçti, küçük bahçemde ilk ye il yapraklar
belirdiler ve beni bir önceki yılda oldu u
kadar bitkin görmediler. Kızım Antonia
dünyaya geldi. Carla’nın hocası hep
altındaydı, ama Carla’nın adama
varmaya, hiç mi hiç niyeti yoktu, ben de
bunu imdilik dü ünmüyordum.
Ama aslında önem kazanacakları
akla bile gelmeyecek bazı olayların, Carla
ile olan ili kilerimde a ır sonuçları
görüldü. Ben olayların farkına varmadım,
desem yeridir, ancak sonuçlarını
farkettim.
lkbaharın ba larındaydı, Carla ile
birlikte, Parkta dola mayı kabul etmek
zorunda kaldım. Çok sakıncalı bir i
yapıyormu um gibi geldi, ama Carla,
güne in altında koluma girip yürümeyi
öyle çok istiyordu ki, sonunda
kıramadım. Gelgelelim birkaç kısa saniye
olgun karı-koca ömrü sürmemize izin
yoktu, bu deneme de kötü bitti.
Gökyüzünden gelen yepyeni,
beklenmedik ılıklı ın tadına varabilmek
için bir sıraya oturduk, güne az önce,
egemenli i yeniden ele geçirmi e
benziyordu. Hafta içinde sabahları
parkta kimsecikler olmazdı, bana da,
kımıldamazsam dikkati çekme tehlikesi
azalırmı gibi geliyordu. Nerede o günler,
koltuk de ne ine yaslanmı , yava , ama
kocaman adımlarla yanımıza Tuilio
yakla tı, hani u ellidört kası ba ıma
saran arkada ım, geldi beni selâmladı:
— Yahu nerelerdesin bunca
zamandır? Nasılsın? i lerin biraz hafifledi
mi bari?
Tam yanıma oturmu tu, ilk
a kınlı ımla. Carla’yı görmesini
engelleyecek biçimde hareket ediyordum.
Ne var ki o, elimi sıktıktan sonra sordu:
— Hanımefendi mi?
Takdim edilmeyi bekliyordu.
Çaresiz kalmı tım:
— Bayan Carla Greco, e imin bir
arkada ı. Ardından yalanımı sürdürdüm,
daha sonra, Tullio’nun kendisinden,
ikinci yalanımın ona her eyi açıklamama
yetti ini ö renecektim. Zorlama bir
gülümseme ile dedim ki:
— Küçükhanım da senin gibi bu
sıraya beni görmeden gelip oturdu da
öyle kar ıla tık.
Yalancıların dikkat etmeleri
gereken bir nokta vardır: söylediklerine
inandırmak istiyorlarsa mutlaka yalnızca
gerekli oldu u kadar yalan
söylemelidirler. Tuilio o halk adamı
sa duyusu ile bir daha kar ıla tı ımızda
dedi ki:
— Çok fazla ey açıkladın da
oradan anladım yalan söyledi ini, o güzel
küçük hanımın metresin oldu unu yani.
Ben, o zaman, Carla’yı çoktan
elden kaçırmı tım, büyük bir tutku
içinde, tam üstüne bastın, dedim, sonra,
onun beni bırakıp gitti ini anlattım
üzülerek. nanmadı, ben de bundan
ötürü minnet duydum. nanmayı ı,
gelecek için iyi bir belirtiymi gibi geldi.
Carla o ana de in görmedi im
kadar bozuldu. Ba kaldırmaya, i te o
andan ba ladı ını biliyorum imdi. Hemen
farkına varmadım, çünkü hastalı ından
ve uyguladı ı tedavi yöntemlerinden söz
etmeye koyulmu bulunan Tullio’yu
dinlemek için Carla’ya sırtımı
dönmü tüm. Daha sonra, ö rendim ki,
bir kadın, bazı belli anlar dı ında, biraz
kabalı ı ho görse bile, herkesin önünde
reddedilmeyi içine sindirmez. Öfkesini,
benden çok, zavallı topaldan çıkardı,
Tuilio onunla konu maya kalkı ınca
yanıtlamadı bile. Tuilio’yu, ben de
dinlemiyordum, çünkü tedavisi ile
u ra acak halde de ildim do rusu. O
kar ıla mayı nasıl de erlendirdi ini
anlamak içini ufacık gözlerinin içine
bakıyordum. Artık emekli oldu unu,
bütün gün aylak aylak dola tı ından, o
zamanki Trieste’mizin ufacık çevresine
kolayca dedikodu yayabilece ini
biliyordum.
Sonra, ama uzun uzun
dü ündükten sonra, Carla kalktı, bizden
ayrıldı.
— Allahaısmarladık, diye
mırıldandı, yürüdü gitti.
Bana içerlemi oldu unu
biliyordum, hep Tullio’nun varlı ını
hesaba katarak, onu yatı tırmaya
yetecek zamanı kazanmaya çabaladım.
Onun evinin bulundu u yana gitti imi
söyleyerek kendisine e lik etmeme izin
vermesini rica ettim. O kuru
allahaısmarladık, beni bıraktı ı anlamını
ta ıyordu, bu da beni bırakmasından
cidden korktu um ilk kezdi. O sert tehdit
solu umu kesiyordu.
Ama Carla o kararlı adımları ile
nereye do ru ilerledi ini henüz kendi de
bilmiyordu. O anki öfkesine uymu tu,
herhalde çok geçmez, yatı ırdı.
Beni bekledi, sonra tek söz
etmeden yanımda yürümeye koyuldu.
Eve vardı ımızda öyle bir bo andı ki
ürktüm, ko up kollarımın arasına sı ındı.
Ona, Tullio’nun kim oldu unu, çenesini
tutmazsa bana ne kadar zarar
verebilece ini açıkladım. A lamasının
dinmedi ini, ama kollarımdan da
sıyrılmadı ını görünce, daha kararlı bir
ses tonuyla konu ma cesaretini
gösterdim: ne yani, hakkımda
dedikodular mı çıksın istiyordu? Hani, ne
olursa olsun, karım sayılan ve kızımın
annesi olan o zavallı kadınca ıza acı
çektirmemek için elimizden geleni
yapaca ız dememi miydik?
Carla biraz toparlanır gibi oldu,
ama kendine gelmek için yalnız kalmak
istedi. Ben de, içimden sevinerek, ko a
ko a, ayrıldım oradan.
Herhalde bu serüvenden olacak.
Carla, her yerde karımmı gibi gözükme
illetine tutuldu. Hocasına varmak
istemedi inden, ondan esirgedi i yerin
daha büyük bir bölümünü almaya beni
zorlamak ister gibiydi. ki tiyatro bileti
alayım diye uzun süre kafamı i irdi, iki
ayrı yönden gelip sanki orada rastla mı
gibi yapacaktık. Ben, onunla yalnızca
Parka gittim, geçmi teki kilometre ta ımdı
orası, imdi ise öte yandan geliyordum.
Ba ka hiçbir yere götürmedim onu! Ve
yava yava metresim de bana benzedi,
hem fazlasıyla. Her an, hiç nedensiz,
beklenmedik bir öfkeye kapılıyor, bana
çatıyordu. Kendini çabuk toparlıyordu,
ama beni kuzu gibi yapmaya yetiyordu
bu. Ço u kez, gitti imde a lar
buluyordum onu, derdini bana
açtırmanın yolu yoktu. Belki benim
suçumdu, çünkü ille söylesin diye
yeterince üstelemedim bile. Onu daha iyi
tanıyınca, yani beni bıraktı ında, ba ka
açıklamaya gerek duymadım. Geçim
sıkıntısı yüzünden o serüvene
sürüklenmi ti, bende ona uygun bir
adam de ildim. Kollarımın arasında
kadın olmu tu, hem de —bu varsayım
pek ho uma gidiyordu— namuslu bir
kadın. Bu benim marifetim de il elbet,
hatta tüm zararını da ben çektim.
Bir kaprisi daha tuttu, ilkin
a ırdım, sonra yüre im sızladı: e imi
görmek istiyordu. Yanına
yakla mayaca ına yemin ediyordu,
kendisini hiç farkettirmeyecekti. Karımın
belli bir saatte soka a çıkaca ını
ö rendi imde haber verece imi söyledim.
Onu villamın yakınında görmeyecekti,
çok tenha bir yerde oldu undan, tek
ba ına dola an biri dikkati çekerdi, kentin
kalabalık caddelerinden birinde görecekti.
Tam o sıralarda kayınvalidem bir
göz rahatsızlı ı geçirdi, birkaç gün gözleri
ba lı kalması gerekti. Sıkıntıdan
patlıyordu, tedaviyi bozmaması için
kızları yanında nöbet bekliyorlardı:
sabahleyin karım gidiyor, ö leden sonra,
tam saat dörde kadar Ada kalıyordu.
Birden aklıma esti, Carla’ya, karımın
kayınvalidemin evinden her ak am saat
tam dörtte çıktı ını söyledim. imdi bile
tam olarak bilmiyorum, neden Carla’ya
karım diye Ada’yı tanıttım. Hiç ku ku
yok, hocasının evlenme önerisinden
sonra metresimi kendime daha sıkı sıkıya
ba lama gere ini duymu tum, belki de
karımı ne denli güzel görürse, kendisi için
böyle bir kadını bir yana atan (lâf ola beri
gele) bir erke e o kadar çok de er verir
diye dü ünmü ümdür.
O sıralar Augusta, yana ından
kan damlayan topuz gibi bir sütnineydi.
Kararımı ihtiyat da etkilemi olabilir.
Metresimin aklına eser de bir terslik
yapar diye korkmakta haklıydım
ku kusuz, kendini kaybeder de bunu
Ada’nın yanında yaparsa önemi olmazdı,
o, beni karımın yanında küçük dü ürmek
istemedi ini kanıtlamı tı zaten.
Carla, Ada’nın kar ısında beni güç
durumda bıraksaydı, kalkar baldızıma
her eyi anlatırdım, hem do rusunu
söyleyeyim mi, seve seve yapardım bunu.
Gelgelelim, bu tutumum hiç akla
gelmeyecek bir sonuç verdi. Biraz da
kaygılanarak, sabah, Carla’ya, her
zamankinden erken gittim. Bir gün
öncesine göre tümüyle de i mi buldum
onu. ncecik, o beyzi, soylu yüzü büyük
bir ciddiyetle kaplıydı. Öpeyim dedim, itti,
sonra dudaklarımı yana ına de dirmeme
izin verdi, o da uslu uslu oturup
dinleyeyim diye. Masanın öte yanına,
kar ısına oturdum. Carla da, pek acele
etmeden, ben gelinceye kadar yazmı
oldu u bir kâ ıdı aldı, masanın
üzerindeki notaların arasına yerle tirdi.
O kâ ıda dikkat etmedim, kızın Lali’ye
yazdı ı bir mektup oldu unu ancak daha
sonra ö rendim.
imdi biliyorum ki o anda Carla’nın
yüre i ku kular içinde kıvranıyordu.
Ciddi gözleri içimi okumak istercesine
üzerime dikiliyordu; sonra kendisiyle
ba ba a kalmak, daha iyi anlayabilseydim
belki de irin metresimi elimden
kaçırmayabilirdim.
Ada ile olan kar ıla masını anlattı.
Kayınvalidemin evinin önünde beklemi ,
gelir gelmez tanımı onu.
— Yanılmama olanak yoktu. En
önemli çizgilerini bana anlatmı tın. Evet
dostum, karını iyi tanıyorsun!
Gırtla ını dü ümleyen heyecanı
bastırmak istercesine bir an sustu.
Sonra yeniden ba ladı:
— Aranızda ne geçti, bilmiyorum,
ama o güzel, o üzüntülü kadını bir daha
asla aldatmak istemiyorum! Hemen
bugün müzik hocama yazıyorum, onunla
evlenmeye hazır oldu umu bildirece im!
a kınlık içindeydim:
— Üzüntülü mü? diye ba ırdım.
Yanılmı sın, belki o anda ayakkabısı
aya ını sıkmı tır.
Ada üzüntülüymü ha! Yok canım,
her zaman güler, gülücükler saçardı; o
sabah bir an bizim evde görmü tüm, yine
keyfi yerindeydi.
Gelgelelim Carla benden daha çok
bilgi sahibiydi:
— Ayakkabısı mı sıkmı tır dedin?
Bulutların üstünde gezen bir tanrıça gibi
adım atıyordu!
Anlatırken büsbütün
heyecanlandı: Ada’nın kendisine birkaç
söz —ah, hem de ne tatlı sözler!—
söylemesini de sa lamı . Ada mendilini
dü ürmü , o da yerden alıp uzatmı . Kısa
te ekkürü Carla’yı o denli duygulandırmı
ki gözlerinden ya lar bo anmı . Sonra iki
kadın arasında bir eyler geçmi :
Carla’nın anlattı ına bakılırsa Ada onun
a ladı ını da farketmi , ayrılırken içinde
üzüntülü bir dayanı ma okunan gözlerle
bakmı . Carla’ya göre her ey apaçık
ortadaydı: karım kendisini aldattı ımı
biliyordu ve bunun acısı içindeydi, i te bu
yüzden Carla da beni görmek
istemiyordu, Lali’ye varmaya karar
vermi ti.
Kendimi nasıl savunaca ımı
a ırmı tım! Ada’dan büyük bir
sevgisizlikle söz edebilirdim, ama
karımdan, hayır! Var gücünü görevine
adamı o sa lıklı sütnine benim ruhumda
kopan fırtınalardan hiç mi hiç habersizdi.
Carla’ya sordum, Ada’nın bakı larındaki
sertli i, sesinin alçak ve kuru, her türlü
tatlılıktan yoksun oldu unu farketmi mi,
diye. Carla’nın a kını derhal yeniden
kazanmak için karıma daha ba ka nice
a ır suç yüklemeye hazırdım, hem de
seve seve, ama yapamıyordum, çünkü,
öyle böyle bir yıldır metresimin yanında
onu göklere çıkarıp durmu tum.
Kendimi kurtarmanın ba ka
yolunu buldum. Ben de gözlerimi ya larla
dolduran bir büyük heyecana kapıldım.
Kendime acınmakta çok haklıymı ım gibi
geliyordu. Hiç dü ünmeden arının
yuvasına çomak sokmu tum, imdi de
çok mutsuzdum. Ada ile Augusta’nın öyle
birbirlerine karı tırılması çekilir i de ildi.
Gerçek uydu ki karım pek güzel
sayılmazdı. Ada da (Carla’nın o kadar
acıdı ı Ada idi) bana etmedi ini
koymamı tı. Bu yüzden Carla beni
yargılarken gerçekten haksız
davranıyordu.
Gözya larım Carla’yı yumu attı:
— Dario sevgilim! Gözya ların ne
kadar iyi geldi bana! Aranızda bazı
anla mazlıklar olmu tur herhalde, imdi
önemli olan bunu açı a çıkarmak. Senin
hakkında fazla sert bir yargıya varmak
istemiyorum, ama o kadını asla
aldatmayaca ım, onun gözya larının
nedeni ben olayım istemiyorum. Yemin
ettim!
Yemin etmi ti, ama sonunda onu
son bir kez daha aldattı. Son kez öpü üp
benden sonsuza de in ayrılmayı
istiyordu, ama ben o öpücü ü ancak belli
bir durumda vermeye razıydım, yoksa
yüre im hınç dolu, çekip gidecektim.
Böyle deyince ba e di. Her ikimiz de «Bu
son kez, bu son kez!» diye
mırıldanıyorduk. Tadına doyulmaz bir an
ya adık. ki yanlı kararın öylesine bir
etkinli i vardı ki her suçu siliyor, yok
ediyordu. Suçsuzduk, mutluyduk!
Hayırsever alınyazım, bir anlık olgun
kusursuz bir mutluluk ba ı lıyordu
sonunda.
Kendimi öylesine hafif
duyuyordum ki, ayrıldı ımız ana de in
sürdürdüm güldürüyü. Bir daha asla
görü meyecektik. Hep cebimde ta ıdı ım
zarfı geri çevirdi, benden bir anı bile
istemedi. Geçmi in tüm izlerini yeni
ya antımızdan silmek gerekirmi . O
zaman alnına, daha önce istedi i gibi,
babaca bir öpücük kondurdum içimden
gele gele.
Sonra merdivenlerde bir
duraksadım, çünkü i birazcık ciddile ir
gibiydi, oysa ertesi gün yine elimi
uzatınca onu bulaca ımı bilseydim
hemen gelece i dü ünmezdim. Carla,
sahanlıkta durmu , ini imi seyrediyordu,
biraz da gülerek seslendim:
— Yarın görü ürüz!
a ırmı , neredeyse ürkmü bir
hava ile geri çekildi, uzakla tı:
— Asla! dedi.
Ben yine de istedi im zaman beni
son bir kucakla maya itebilecek sözü
söyleme cesaretini göstermi
oldu umdan, hafiflemi gibiydim.
stekten, ba dan kurtulmu tum, karımın
yanında, sonra Guido’nun bürosunda ho
bir gün geçirdim. Do rusu unu açıkça
söylemeliyim, bir yere ba lı olmayı ım
beni karıma ve kızıma yakla tırıyordu.
Onlar için her zamankinden fazla bir
eydim: nazik olmaktan öte, varlı ını
tümüyle yuvasına vermi , sakin bir
düzen kuran, buyruklar veren, gerçek bir
babaya benzemi tim. Yatmaya giderken
kendi kendime karar verdim:
— Her gün böyle olmalı i te!
Uyumadan önce Augusta bana
büyük bir sır vermek gere ini duydu; o
gün annesinden ö renmi ti. Birkaç gün
önce Ada kocasını hizmetçilerden biriyle
sarma dola yakalamı tı. Ada üstten
almaya çalı mı , ama kız i i terbiyesizli e
vurmu , Ada da onu kapı dı arı etmi mi .
Bir gün önce Guido’nun bu i e ne
diyece ini merakla beklemi lermi . E er
yakınacak olursa Ada ayrılmak
isteyecekmi . Oysa Guido gülmü ,
Ada’nın yanlı gördü ünü söyleyerek
kar ı çıkmı ; ama kendisine düpedüz
sevimsiz gelen o kadının suçsuz da olsa
kapı dı arı edilmesine bir diyece i
yokmu . Kısacası, i ler imdilik yatı mı
gibiymi .
Ben ise, Ada kocasını o durumda
yakaladı ında do ru görmü mü,
görmemi mi, onu bilmek istiyordum.
Hâlâ ku kuya yer var mıydı? Çünkü,
bildi iniz gibi, iki ki inin birbirleri ile
sarma dola olduklarındaki durumları,
biri ötekinin pabuçlarını temizledi inde
oldu undan çok ayrıdır. Pek
keyiflenmi tim. Guido’yu yargılarken adil
ve so ukkanlı görünmek gere ini bile
duyuyordum. Ada’nın kıskançlık huyu
oldu una ku ku yoktu, Tanrı bilir uza ı
görmez olmu , insanların yerlerini
de i tirmi de olabilirdi.
Augusta, üzgün bir sesle, Ada’nın
do ru gördü üne, imdi de kocasını çok
sevdi inden, salim kafayla
yargılayamadı ına emin oldu unu
söyledi. Sonra ekledi:
— Seninle evlenseymi daha iyi
edermi !
Kendimi gittikçe daha suçsuz
duyuyordum, e imi u sözlerle
ödüllendirdim;
— Bakalım senin yerine onunla
evlensem ben daha iyi eder miydim
acaba?
Sonra uyumadan önce öyle
söylendim:
— Ahlâksız herif! kendi yuvasını
böyle kirletir mi hiç insan!
çten davranmadı ım
söylenemezdi, Augusta’nın yaptı ının,
kendi yapmadı ım kadarını yermi tim.
Ertesi sabah içimde büyük istekle
uyandım, hiç de ilse o ilk gün bir gün
öncesinin tıpkısı olsun diye diliyordum.
Tanrı bilir, bir gün önceki o tatlı kararlar,
Carla’yı da benden fazla ba lamamı tı,
ben kendimi ku lar gibi özgür
duyuyordum. Carla’nın da ne
dü ündü ünü ö renme kaygısı beni
kanatlandırıyordu. Dile im onu yeni bir
karar vermeye hazır bulmaktı. Böylece
ya antımız zevklerle dolu geçecekti, bu
arada iyile me yolundaki çabalarımız
yo unla mı olacak, her günümün büyük
bir bölümü iyili e! ufak, ufacık bir
bölümü de pi manlı a ayrılmı olacaktı.
Kaygım yok denemezdi, çünkü benim için
iyi kararlarda dolu geçen tüm o yıl
boyunca Carla’nın bir tek kararı olmu tu:
beni sevdi ini kanıtlamak. Bu kararından
hiç dönmemi ti, imdi bu eski kararını
yürürlükten kaldıran yeni karara uyup
uymayaca ını öngörebilmek güç i ti.
Carla evde yoktu. Büyük bir dü
kırıklı ı oldu bu, üzüntümden ne
yapaca ımı a ırdım, ihtiyar kadın beni
mutfa a aldı, Carla’nın ak ama
dönece ini anlattı. Ö le yeme ini dı arda
yiyecekmi , bu yüzden, ocakta genellikle
yanan o ufak ate bile yoktu.
— Sizin haberiniz yok muydu? diye
sordu ihtiyar kadın, gözleri a kınlıktan
falta ı gibi açılmı tı.
Dalgın, dü ünceli, mırıldandım:
— Dün söylemi ti. Ama
söyledi inin bu gün için oldu undan emin
de ildim.
Nezaketle, allahaısmarladık deyip
ayrıldım. Herkesin yanında öfkelenme
cesaretini bana ancak zaman
verebilecekti. Parka girdim, bir soluk alıp
durumu daha iyi kavramaya çalı arak
yarım saat kadar gezindim. Durum
öylesine açık seçikti ki,
kavrayamıyordum. Birdenbire, hiç
acımadan, böylesi bir karara uymaya
zorluyorlardı beni. Rahatsızdım,
gerçekten rahatsız. Topallıyordum,
tıknefes olmu gibiydim. Ben arasıra
tıknefes olurum böyle: aslında çok iyi
soluk alırım da, tek tek soluklarımı
izleyemez olurum, çünkü solukları
hesaplayarak birbiri ardından almam
gerekir. Sanki buna özen göstermezsem
bo ulacakmı ım gibi gelir.
O saatte büroma, daha do rusu
Guido’nun bürosuna gitmem gerekirdi.
Ama oradan böyle uzakla amazdım.
Sonra ne yapardım? Bugün bir gün
öncesine hiç benzememi ti! Ke ke benim
verdi im para ile arkı söyleye söyleye
metresimi çalmı olan o Allahın cezası
an hocasının nerede oturdu unu
bilseydim.
Sonunda kocakarının yanına
döndüm. Carla’yı beni bir daha görmeye
zorlayacak bir söz bulurdum elbet. En
güç i , kızı en kısa zamanda elime
geçirmekti. Ondan sonra yapaca ımı
bilirdim nasıl olsa.
Kadınca ızı mutfak penceresinin
önünde, çorap yamar buldum.
Gözlü ünü çıkardı, neredeyse ürkerek,
sorar gibi baktı. lkin ne yapaca ımı
kestiremedim! Sonra sordum:
— Siz Carla’nın Lali ile evlenece ini
biliyor musunuz?
O haberi, ona de il, kendi kendime
veriyor gibiydim Carla bunu iki kez
söylemi ti, ama bir gün önce pek üstünde
durmamı tım. Carla’nın o sözleri
kula ıma gelmi ti, hem de açık seçik
gelmi ti, çünkü oracıkta kar ıma
çıkıvermi , ama bir kula ımdan girip
ötekinden çıkmı tı. Ancak imdi derinlere
iniyor, ba ırsaklarıma kadar varıyordu,
acıdan kıvranıyordum.
htiyar kadın, bana, ne yapaca ını
pek kestiremeden baktı. A zından bir
eyler kaçırır da sonra azarlanır diye
çekiniyordu ku kusuz. Derken ne esini
saklayamadı, patlak verdi:
— Size Carla mı söyledi bunu?
Öyle dediyse öyledir! Bana sorarsanız iyi
eder derim! Siz ne dersiniz?
Keyfinden gülüyordu, lânet olası
kocakarı, Carla ile olan ili kimi ba tan
beri bildi ini sanıyordum zaten. Ah,
elimden gelseydi de bir temiz sopa
çekebilseydim. Dedim ki, bana kalırsa
hocanın mesle inde ilerlemesini beklese
daha iyi ederdi. Demek istiyordum ki, i i
biraz acele getiriyorlarmı gibi geliyordu.
O sevinci içinde, hanım benimle ilk
kez çene çalmaya koyuldu. O, benim gibi
dü ünmüyormu . nsan gençken
evlenirse mesle ini evlendikten sonra
ilerletirmi . Neden ille de daha önce
ilerlesinmi ? Carla’nın gereksinimleri o
kadar azmı ki. Üstelik dersleri
kocasından alaca ına göre sesini
geli tirmesi de daha ucuza gelirmi .
Nekesli imi yüzüme vurur gibiydi,
aklıma çok parlak sandı ım bir dü ünce
geldi, birden ferahlayıverdim. Ceketimin
iç cebinde hep ta ıdı ım o zarfın içinde
artık epeyce para birikmi olmalıydı.
Cebimden çıkardım, kapattım, Carla’ya
iletsin diye ya lı kadına uzattım. Belki
onca zaman sonra metresimin bedelini
de di i gibi ödeme iste im de vardı ama
en büyük iste im kendisini yeniden
görmek, yeniden avucuma almaktı.
Carla, böylece beni mutlaka görmek
zorunda kalacaktı, ya parayı geri vermek
isteyecek, ya da kabul etmek i ine
gelirse, te ekkür etmek gere ini
duyacaktı. Bir soluk aldım: her ey
sonsuza dek bitmi de ildi!
Ya lı kadına zarfın içinde zavallı
Copler’in arkada larının bana onlar için
verdiklerini paradan artan birkaç
kuru un bulundu unu söyledim. Sonra
yüre im hafiflemi olarak, Carla’ya haber
bıraktım; tüm ya amı boyunca iyi bir dost
olarak kalacaktım, bir destek gerekirse
beni aramaktan çekinmesindi. Böylece
ona adresimi de gönderdim, Guido’nun
bürosunun adresini yani.
Adımlarım dönerken giderken
oldu undan daha kıvraktı.
Gelgelelim o gün Augusta ile
deh etli bir kavga ettim. Hem de incir
çekirde ini doldurmayacak bir ey
yüzünden. Ben çorbanın tuzu fazla
kaçmı diyordum, o, hayır kaçmamı
diyordu. Sanki benimle alay ediyormu
gibi geldi, birden çılgınca bir öfkeye
kapıldım, masa örtüsünü var gücümle
kendime çektim, üzerinde ne var ne
yoksa yere uçtu. Dadısının kuca ında
duran minicik kızım yaygarayı bastı, çok
utandım, o ufacıcık a zı ile sitem
ediyordu sanki. Augusta’nın rengi kendi
usulünce soldu, çocu u kuca ına alıp
odadan çıktı. O da i i büyütmü gibi geldi:
ne yani, imdi beni orada bir ba ıma
yemek yeme e mi bırakacaktı? Ama
çocu u içeri bırakıp hemen döndü,
sofrayı yeni ba tan kurdu, taba ının
önüne oturdu, yemek yeme e hazırlanır
gibi ka ı ını oynattı.
Ben kendi kendime kalayı
basıyordum, ama, do anın ba ı sonu
belirsiz güçlerinin elinde oyuncak
oldu umu biliyordum. Do a, bu güçleri
zahmetsizce biriktirir, biriktirir, sıra
salıvermeye gelince daha da sorumsuz
davranır. imdi de Carla’ya sayıp
döküyordum, yok bilmem karının çıkarını
koruyormu . Bak i te ne hâle sokmu tu
kadınca ızı!
Augusta, yöntemini bugüne bile
de i tirmemi tir, beni o halde görünce
itiraz etmez, a lamaz, tartı maz. Ben yola
gelip özür dileyince bir eyi açıklamak
istedi: gülmemi mi , nice kez ho uma
gitmi , nice kez övdü üm gülümsemesiyle
gülümsemi mi , o kadar.
Utançtan yüre ime inecekti.
Çocu u hemen yanımıza getirsinler diye
yalvardım, kuca ıma alınca uzun uzun
oynadım. Sonra tepeme oturttum,
yüzümü kaplayan entarisinin altında,
Augusta’nın dökmedi i ya larla ıslanan
gözlerimi kuruladım. Çocukla
oynuyordum, böylelikle, özür dileyerek
küçülmeden Augusta ile barı tı ımı
biliyordum, gerçekten de yanaklarında
her zamanki pembelik belirmi ti bile.
Sonra, o gün de çok iyi bitti,
ö leden sonra, bir önceki güne benzedi,
sabahleyin Carla’yı yerli yerinde bulsam
nasıl olacaktıysa öyle oldu. çimi de
bo altmı tım nasıl olsa. Tekrar tekrar
özür dilemi tim, çünkü Augusta’yı garip
eyler yaptı ım ya da söyledi im
zamanlardaki anaç gülümsemesine
yeniden kavu turmak zorundaydım.
Benim yanandayken kendini belli bir
davranı a zorlarsa ya da her zamanki
sevecen gülümsemelerinin birinden bile
vazgeçerse vay haline, diyordum, çünkü
hakkımda verilebilecek en parlak, en iyi
niyetli yargı sayıyordum o gülümsemeyi.
Ak am, söz yine Guido’dan açıldı.
Ada ile tümüyle barı mı larmı . Augusta
ablasının iyili ine a ıyordu. Ama bu kez
gülümseme sırası bana gelmi ti, çünkü
kendisinin nasıl sınırsız bir iyili i
oldu unu unutmu tu ku kusuz.
— Peki ya ben yuvamızı öyle
kirletseydim diye sordum, beni
ba ı lamaz mıydın?
Ne diyece ini a ırdı:
— ey, bizim yavrumuz var, diye
ba ırdı, Ada’yı o adama ba layan bir
çocukları yok ki.
Guido’yu sevmiyordu; kimi kez, bir
zamanlar bana acı çektirdi i için ondan
nefret etti ini dü ünürüm.
Birkaç ay sonra, Ada Guido’ya ikiz
çocuk arma an etti ve Guido neden
kendisini öylesine sıcak tebriklere
bo du umu asla anlamadı. te artık
çocukları vardı ya, Augusta’nın verdi i
yargıya göre evdeki hizmetçilere el
uzatmasında hiçbir tehlike kalmamı tı.
Ama ertesi sabah, bürodaki
yazıhanemde, üzerinde Carla’nın
elyazısıyla adresim yazılı bir zarf bulunca
bir soluk aldım. te, hiçbir ey bitmi
de ildi, hiçbir eyin eksikli ini çekmeden
ya antımızı sürdürebilecektik. Carla kısa
birkaç söz karalamı tı, sabah saat
onbirde Parkta, kendi evinin önündeki
giri te beni bekleyecekti. Gerçi odasında
bulu muyorduk, ama yine de oraya yakın
sayılırdı.
Beklemeye dayanamadım,
bulu ma yerine bir çeyrek saat erken
vardım. E er Carla orda de ilse, ben
dosdo ru evine gidecektim, zaten böylesi
çok daha rahat olurdu.
Yine o yepyeni ilkbaharla dolu,
apaydınlık bir gündü. Corsia Stadion’un
gürültüsünden ayrılıp bahçeye dalınca
kendimi kırların sessizli inde buldum,
meltemin ok adı ı a açların hiç dinmeyen
hı ırtısı bu sessizli i bozuyor denemezdi.
Hızlı adımlarla bahçe kapısına
yönelmi tim ki Carla ile yüzyüze geldim.
Zarfım elimdeydi, selâm yerine geçecek
bir gülümseme bile yoktu solgun
yüzünde, tersine, kesin bir karar
okunuyordu. Kalın ketenden, mavi çizgili,
dümdüz, kendisine pek yara an bir elbise
giymi ti, bahçenin bir parçasıydı sanki.
lerde, ondan en çok nefret etti im
anlarda, tam beni reddetti i sırada daha
çekici olmak için mahsus böyle giyindi ini
bile dü ündüm. Oysa, onun sırtına o
giysileri geçiren ilkbaharın ilk günüydü.
Benim uzun, ama kaba a kımda
kadınımın süsüne püsüne pek yer
vermedi imi de dü ünmek gerek. Hep
dosdo ru o stüdyoya gitmi tim, yoksul
kadınlar da evin içindeyken pek eften
püften eyler giyerler.
Bana elini uzattı, o eli sıkarken
öyle dedim:
— Geldi ine te ekkür ederim!
Ke ke o söyle i boyunca hep öyle
uysal kalsaydım, böylece ku kusuz daha
a ırba lı davranmı olacaktım!
Carla heyecanlı gibiydi,
konu urken dudakları sanki kasılıyormu
gibi titriyordu. Kimi zamanlar arkı
söylerken de dudaklarının o kıpırdanı ı
yüzünden notayı iyi veremezdi.
— Seni kırmamak için bu parayı
kabul etmek isterdim, ama olmaz, dedi.
Kesinlikle olmaz. Çok rica ederim, geri al.
Baktım a lamaya hazırlanıyor,
hemen sözüne uydum, oradan
ayrıldıktan nice zaman sonra zarfı elimde
buldum.
— Gerçekten beni bir daha görmek
istemiyor musun?
Bu soruyu bir gün önce yanıtlamı
oldu unu dü ünmeden sordum. Ama
böylesine çekiciyken elimden uçup
gitmesi olacak ey miydi kuzum?
— Zeno! dedi kızca ız, biraz da
yumu aklıkla, bir daha hiç
görü meyece iz diye söz vermemi
miydik? O sözümüzden sonra ben de
senin beni tanımadan önce üstlendi in
yükümlü e benzer bir yükümlük altına
girdim. Bu da seninki kadar kutsal.
Umarım bu saatte e in senin yalnızca
kendisinin oldu unu farketmi tir.
Demek Ada’nın güzelli i hâlâ
önemliydi onun için. Beni sırf bundan
ötürü bıraktı ına inanabilsem hemen
yaptı ımı onarmaya bakardım. Ada’nın
karım olmadı ını söyler, o a koloz gözleri,
o sa lıklı sütnine endamı ile Augusta’yı
gösterirdim. Ama onun üstlendi i
yükümlükler artık daha önemli de il
miydi? Tartı ılması gereken buydu artık.
Sakin konu maya çabaladım,
benim de dudaklarım titriyordu ama ona
duydu um istektendi bu. Kendisinin asıl
benim oldu unu, nasıl artık kendi
kendine sahip olamayaca ını henüz
bilmedi ini söyledim. Kafamda anlatmaya
niyetlendi im eyin bilimsel kanıtı, hani
u Darvin’in Arap kısra ı üzerinde yaptı ı
ünlü deney dönüp dola ıyordu ama.
Tanrıya ükürler olsun, bundan hiç söz
etmedi ime neredeyse eminim, önce
anlamsız bir kekeleme arasında
hayvanlara, onların bedensel
ba lılıklarına de indim sanırım. Sonra, o
anda, ne onun, ne benim kafalarımızın
almayaca ı en güç kanıtları bir yana
bırakarak dedim ki:
— Canım, hangi yükümlüklerin
altına girmi olabilirsin ki? Bizi bir yıldan
fazla birbirimize ba layan a kın yanında
ne hükmü olur bu yükümlü ün?
Bir eyler yapmak, gücümü
göstermek gere ini duyuyordum, sertçe
elinden yakaladım, bunun yerini tutacak
hiçbir söz bulamamı tım.
Elimden öyle bir iddetle silkinip
kurtuldu ki gören de böyle bir i e ilk kez
kalkı tı ımı sanırdı.
And içer gibi:
— Ömrümde girdi im en kutsal
yükümlük bu! dedi. Her kar ımdaki erkek
de bana kar ı aynı yükümlü e girdi.
Ku kum kalmamı tı! Yanakları
birden kızardı, kendisine kar ı her türlü
yükümlükten kaçınmı olan adama
duydu u hınç kanını beynine sıçratmı
olmalıydı. Meramını daha iyi anlattı:
— Dün annesinin yanında, kolkola
caddelerde yürüdük.
Kadınım gitgide benden
uzakla ıyordu, apaçık ortadaydı bu. Ben
de elinden lezzetli bir et parçası alınan
bir köpe inkini andıran sıçrayı larla deli
gibi ardından se irttim. Olanca gücümle
eline sarıldım yine:
— yi, peki, diye önerdim, gel böyle
elele tutu alım, bütün kenti dola alım. Bu
alı ılmadık biçimde, herkes bizi daha iyi
görsün diye Corsia Stadion’u geçelim,
Chiozza kemerlerini de geçelim, Corso
caddesinden Sant’Andrea’ ya kadar
inelim, bir ba ka yoldan odamıza dönelim
de bütün kent bizi iyice görsün.
te ilk kez Augusta’dan
vazgeçiyordum! Üstelik bir yükten
kurtulmu um gibi geliyordu, çünkü
Carla’yı elimden almak isteyen oydu.
Carla elimden yine kurtuldu, kuru
bir sesle:
— A a ı yukarı dün geçti imiz yol
bu! dedi.
Yerimden sıçradım:
— O biliyor mu peki? Her eyi
biliyor mu? Dün benim oldu unu da
biliyor mu?
— Biliyor, dedi gururla, her eyi
biliyor, her eyi.
Kendimi bitmi duyuyordum,
öfkemin içinde, diledi i lokmaya
ula amayınca, onu elinden alanın
paçasını di leyen köpe e dönmü tüm:
— Ni anlın olacak adamda da ne
mide varmı ama, dedim. Bugün beni
içine sindiriyor ya, yarın ne yapsan
eyvallah der artık.
Lâfımın nereye vardı ını
anlıyordum denemez. Acımdan
ba ırdı ımı biliyordum, o kadar. Carla
ise, uysal ceylân gözlerinden hiç
beklemedi im a a ılayıcı bir bakı la baktı:
— Bunu bana söylüyorsun ha?
Cesaretin varsa git de ona söyle, olmaz
mı?
Bana sırtını döndü, hızlı adımlarla
parkın çıkı ına yöneldi. A zımdan
kaçırdıklarıma pi man olmu tum bile,
ama artık Carla’ya öyle biraz kabalık
etmemin yasaklandı ını görmekten do an
büyük a kınlı ın gölgesi dü mü tü bu
pi manlı a. Hayretten yerime çivilenmi
kalmı tım. Mavili beyazlı kız kapıya
varmı tı ki ardından ko maya karar
verdim. Ne diyece imi bilmiyordum, ama
böyle ayrılamazdık.
Onu, evinin kapısında durdurdum,
yalnız, içtenlikle o andaki büyük acımı
ortaya döktüm:
— Onca sevgiden sonra biz böyle
mi ayrılacaktık? Hiç yanıt vermeden
ilerledi, merdivenlerden pe i sıra
tırmanmaya koyuldum. Sonra o
dü manca bakı ını dikti yüzüme:
— Ni anlımı görmek istiyorsanız
gelin benimle. Duymuyor musunuz?
Piyanoyu çalan o.
Liszt’in uyarladı ı Schubert’in
«Elveda»sının kesik notalarını ancak o
zaman duydum.
Gerçi çocuklu umdan bu yana ne
kılıç ne sopa kullanmamı ımdır, ama
korkak de ilimdir. Beni o zamana de in
duygulandıran büyük istek
yokoluvermi ti birden. Erke in yalnız
dövü kenli i kalmı tı içimde. Hakkım
olmayan bir eyi buyurganlıkla
istemi tim. imdi yanılgımı hafifletmek
için vuru mam gerekiyordu, yoksa
ni anlısının cezamı verece ini söyleyerek
beni korkutmaya çalı an o kadının
anısına dayanamayacaktım.
— Öyle olsun! dedim. Madem izin
veriyorsun, seninle gelece im.
Yüre im çarpıyordu, korkudan
de il, gerekti ince davranamam diye
ürktü ümden.
Onun yanında basamakları
çıkıyordum hâlâ. Ama kız birden durdu,
duvara yaslandı, tek söz etmeden
a lamaya koyuldu. Yukarda, parası
benim cebimden çıkmı o piyanoda
«Elveda»nın notaları yankılanıyordu.
Carla’nın a layı ıyla birlikte o ses
yüre imi parçalıyordu.
— Ne istersen yapaca ım! Çekip
gideyim mi istiyorsun? diye sordum.
— Evet! dedi, a zından, çıka çıka,
bu kısacık sözcük çıkmı tı.
— Elveda! dedim. Madem sen öyle
istiyorsun, sonsuza dek elveda!
Ben de Schubert’in «Elveda»sını
ıslıkla çalarak a ır a ır indim
merdivenleri. Bilmem bir kuruntuya mı
kapılmı tım, ama arkadan «Zeno!» diye
ba ırmı gibi geldi.
O anda beni sevmek için kullandı ı
o garip Dario adı ile de ça ırsa
durmazdım. Ba ımı alıp gitmek için
büyük bir istek vardı içimde, bir kez
olsun temiz dönüyordum Augusta’ya.
Di isine yakması tekmeyle engellenen
köpek de tertemiz kaçar gider, o an için.
O Parka giderkenki ruh halime
ertesi gün yine dü tüm ve «Tam bir alçak
gibi davrandım» diye dü ündüm, sevdi i
zamanlardaki adımla olmasa da, Carla
ça ırmı tı beni ve ben yanıtlamamı ım!
Acılı günlerimin ilki oldu bu, ardından
ba ka birçok zehir gibi umutsuzluk
günleri izleyecekti. Neden öyle
uzakla tı ımı anlayamadı ımdan, kendimi
o adamdan ya da rezalet çıkarmaktan
korkmu olmakla suçluyordum. Her
ödünü vermeye hazırdım, tıpta Carla’ya
kentte o uzun geziyi önerdi imde
yaptı ım gibi. Elveri li bir ânı kaçırmı tım
ve çok iyi biliyordum ki, kimi kadınların
bir tek elveri li anı vardır. Bana, o bir tek
an da yeterdi.
Hemen Carla’ya bir mektup
yazmaya karar verdim. Ona yeniden
yana mak için bir eyler yapmadan bir
güncük bile geçiremezdim. Tüm
sa duyumu o birkaç sözcü e
sı dırabilmek için birkaç kez yeni ba tan
yazdım o mektubu. Tekrar tekrar
yazı ımın bir nedeni de, yazarken çok iyi
avunmamdı; diledi im gibi içimi
döküyordum. Kendisine öfkeli
davrandı ım için özür diliyor, dünyalara
sı mayan a kımın yatı mak için zaman
istedi i ileri sürüyordum. «Her geçen gün
bir huzur kırıntısı daha getiriyor» diye
ekliyordum, bu cümleyi bir daha, bir
daha yazdım, hep di lerimi gıcırdatarak.
Ayrıca kendisine söylediklerimi bir türlü
ba ı layamadı ımı anlatarak özür
dilemek gere ini duydu umu
belirtiyordum. Ne yazık ki ben ona
Lali’nin sundu u, kendisinin de pek lâyık
oldu u eyi sunamıyordum.
Mektubun etkisi büyük olur diye
dü ünüyordum. Madem Lali her eyi
biliyormu , Carla mektubu ona gösterirdi,
Lali de benim kıratımda bir dost
edinmekte çıkar bulabilirdi. Hatta pek
sevimli üçüz bir ya antı
tutturabilece imizi bile dü ledim, çünkü
Carla’ya öylesine tutkundum ki, yalnızca
kur yapmama bile izin verseler yazgıma
daha kolaylıkla dayanabilecektim.
Üçüncü günü ondan kısa bir
pusula aldım. Ne Zeno ne de Dario olarak
sesleniyordu bana. Yalnızca unlar
yazılıydı: «Te ekkürler! Her türlü sevgiye
lâyık olan sayın e inizle sizin de mutlu
olmanızı dilerim». Sayın e im dedi i Ada
idi elbette.
Elveri li an sürmemi ti demek,
zaten saçlarından yakalayıp
durdurmazsanız kadınların elveri li ânı
hiçbir zaman sürmez. ste im birikti,
birikti, çılgınca bir öfkeye dönü tü
Augusta’ya kar ı de il! çim öylesine
Carla ile dopdoluydu ki, Augusta’nın
yanındayken kalıpla mı , salak
gülücükler saçıyordum, kadınca ız da
onları gerçek sanıyordu.
Ama bir eyler yapmalıydım.
Tanrının her günü böyle bekleyip acı
çekemezdim ya! Carla’ya bir daha
yazmayı istemiyordum. Zaten kadınlar
yazılı kâ ıda pek önem vermezler. Daha
iyi bir yol bulmak gerekirdi.
Belli bir karara varmadan ko a
ko a Parka gittim. Sonra çok daha yava
adımlarla Carla’nın evine vardım,
sahanlı a gelince mutfak kapısını
tıklattım. Lali ile kar ıla maktan elden
geldi ince kaçınıyordum, ama yüzyüze
gelmek ho uma gitmezdi diyemem.
Gereksinimini duydu um bunalım
böylece patlak vermi olurdu.
htiyar kadın, her zamanki gibi
ocak ba ındaydı, iki büyük ate birden
yanıyordu. Beni görünce pek a tı, ama
öyle iyi yürekli ve saftı ki yüzü gülüverdi.
— yi ki geldiniz! dedi. Galiba bizi
her gün görmeye alı tınız da hiç
u ramamak elinizden gelmiyor.
Kadını söyletmek güç olmadı.
Carla ile Vittorio birbirlerine deliler gibi
tutkunmu lar, onu anlattı. O gün,
delikanlı annesi ile onlara yeme e
geliyormu . Gülerek ekledi: —Bu gidi le
her gün verdi i bütün o an derslerine de
yanında götürecek galiba onu.
Birbirlerinden birkaç saniye bile
ayrılamıyorlar.
Anaç anaç gülümsüyordu o
mutlulu a. Birkaç haftaya kadar
evleneceklerini anlattı.
A zımda berbat bir tad vardı,
neredeyse kalkıp kapıya do ru
yürüyecektim. Sonra belki de
kocakarının gevezeli i aklıma bir eyler
getirir ya da bir umut kapısı açar diye
ayak sürüdüm. Carla’nın kar ısında
yaptı ım son yanlı lık önüme çıkabilecek
tüm olanakları incelemeden ala telâ
çekip gitmek olmu tu.
Bir an, aklıma parlak bir dü ünce
geldi sandım. htiyar kadına gerçekten
ölene dek kızının hizmetçili ini yapmaya
kararlı mı diye sordum. Carla’nın ona
pek tatlı davranmadı ını bildi imi
söyledim.
Oca ın yanında didinip duruyordu,
ama bir yandan da bana kulak
kabartıyordu. Hiç haketmedi im kadar
saf çıktı. Carla’nın incir çekirde ini
doldurmayacak eyler yüzünden
sabırsızlık etti inden yakındı. Özür
dilemeye çalı ıyordu:
— Gün geçtikçe ya lanıyorum,
hiçbir eyleri aklımda tutamaz oldum.
Suç benim de il ki!
Ama imdi i ler düzelir diye
umuyormu . Carla imdi mutluymu ya,
hırçınlıkları da hafiflermi artık. Hem
sonra Vittorio i in ba ından beri ona
büyük saygı göstermi mi . Sonunda, içi
meyvalı hamuru bir takım kalıplara
koyarken ekledi:
— Kızımın yanında kalmak benim
görevim. Ba ka türlüsü olamaz.
Yüre im kaygı içinde, onu
kandırmaya çabaladım. Onca
tutsaklıktan pekâlâ kurtulabilece ini
söyledim. Ben necilik oluyordum? O
zamana de in Carla’ya verdi im aylı ı
ona aktarırdım, olur biterdi. Artık birisine
bakmaya alı mı tım nasıl olsa! Kızının bir
parçasıymı gibi gelen ihtiyarın benimle
kalmasını istiyordum.
Ya lı kadın bana minnettarlı ını
bildirdi. Yüre imin iyili ine hayranmı ,
ama kızını bırakmasını önerdi imi
duyunca gülmeye ba ladı. Akıldan bile
geçmeyecek bir eymi bu.
Bu sözler alnıma ta gibi çarpıp
ba ımı e dirdi! çinde Carla’nın olmadı ı,
hatta ona ileten bir yolun bile
gözükmedi i o uçsuz bucaksız yalnızlı a
dönüyordum yine. Hiç de ilse artık
yolumun çizildi ini dü ünerek kendimi
oyalamak için son bir çaba daha
harcadım. Çekip gitmeden, ihtiyara belki
bir süre sonra dü üncesini
de i tirebilece ini söyledim. O zaman
lütfen beni anımsasındı.
O evden ayrılırken, yüre im
öfkeyle, hınçla doluydu, tam bir hayır
i ine giri mi ken nankörlükle
kar ıla mı ım gibi. htiyar kadın öyle
yüzüme kahkahalarla gülmekle beni
a a ılamı tı do rusu. Kulaklarımda hâlâ
çınlayan o gülü ü benimle alay etmek
içindi sanki, hem de yalnız son önerimle
de il.
O durumda kalkıp Augusta’nın
yanına gitmek istemedim. Ba ıma
gelecekleri biliyordum. Gitsem er geç
hırpalayaca ım, o da beti benzi kül gibi
olarak alacaktı öcünü, bana pek
dokunuyordu o solgunluk. Aklımı ba ıma
toparlayabilmek için ritmik adımlarla
sokakları ar ınlamayı ye ledim.
Toparlayabildim de! Alınyazımdan
yakınmaktan vazgeçtim, sanki keskin bir
ı ık, baktı ım parke ta larının üzerine
beni oldu um gibi yansıtmı çasına apaçık
gördüm kendimi. Carla de ildi istedi im,
beni kucaklayı ıydı, hatta o son
kucaklayı ını ye lerdim. Gülünç ey!
Gülünç görüntümü acıla tırmak, yani
biraz ciddiyet verebilmek için dudaklarımı
di ledim. Kendi hakkımda her eyi
biliyordum, illetimin ne oldu unun
farkındaydım, böylesine acı çekmem
ba ı lanır ey de ildi, çünkü
hastalı ımdan kurtulmam için e siz bir
fırsat sunulmu tu önüme. Carla, o nice
kez istedi im Carla, yoktu artık.
Böylesine berrak bir bilinçle, az
sonra, kentin dı mahallelerinden
birinde, yüzü gözü boyalar içinde bir
kadın bana gel dedi inde hiç
dü ünmeden yanına ko tum.
Yeme e geç kaldım, ama
Augusta’ya o denli tatlı davrandım ki,
hemen yüzü güldü. Ancak kızımı
öpemedim, hatta birkaç saat yemek bile
yiyemedim. Pisliklere batmı ım gibi
geliyordu! Ba ka zamanlar suçumu ve
pi manlı ımı gizlemek ya da hafifletmek
için yaptı ım gibi hastalık numarası
yapmadım. Gelece e yönelik bir kararla
avunabilecek durumda de ildim, ilk kez
hiçbir karar vermedim. Beni karanlık
bugünden pırıl pırıl yarına çeken her
zamanki tempoma dönmek için uzun
saatler gerekti.
Augusta bende bir yenilik
oldu unu farketti. Güldü:
— nsan senin yanında hiç
sıkılmıyor do rusu. Her gün bir ba ka
adam oluyorsun.
Evet! O kenar mahalle kadını,
ba ka hiçbir kadına benzemiyordu ve
içime sinmi ti.
Ö leden sonrayı ve ak amı da
Augusta ile birlikte geçirdim. i ba ından
a kındı, ben ise hiçbir ey yapmadan
yanında duruyordum. Böylece hiçbir ey
yapmadan bir akıntıya, berrak bir su
akıntısına kapılmı gider gibiydim:
evce izimin dürüst ya antısına.
Beni sürükleyen, ama
temizlemeyen o akıntıya bırakıyordum
kendimi. Temizlemek öyle dursun,
pisli imi ortaya çıkarıyordu.
Onu izleyen uzun gecede yine bir
karara vardım elbet. lk kararım çelik gibi
sa lamdı. Bir silâh edinecektim, kentin o
taraflarına do ru ilerlemeye kalkınca
kendimi oracıkta öldürecektim. yi geldi o
karar, yatı tırdı beni.
Yata ımda hiç inlemedim, hatta
uyurmu gibi düzenle solumaya çalı tım.
Böyle böyle eski bir dü ünceme geri
döndüm, her eyi karıma anlatayım da
arınayım dedim, tıpkı onu Carla ile
aldatmak üzereyken oldu um gibi. Ama
artık çok güç bir itiraftı bu, suçun
a ırlı ından ötürü de il, karmakarı ık bir
durumdan do du u için. Karım gibi bir
yargıcın kar ısında hafifletici nedenleri de
bulup bulu turmak gerekirdi, onlar da
ancak Carla ile olan ili kimin nasıl akla
gelmeyecek bir iddetle sona erdi ini
anlatabilsem geçerli olurdu. Ama bu
durumda, artık tarihe karı mı olan öteki
ihanetimi de açıklamak zorunda kalırdım.
Gerçi bundan daha temizdi ama (kimbilir)
belki de Augusta’ya daha a ır gelirdi.
Kendimi çözümleye çözümleye
gittikçe daha akla yatkın kararlara
vardım. Hemen, elimden kaçırdı ıma
benzer bir ba ka ili ki kurarak, böyle bir
olayın yinelenmesini engellemek aklıma
geldi, demek böyle bir ili kiye
gereksinimim vardı. Ama yeni kadın da
korkutuyordu beni. Bana ve küçük
aileme binbir tuzak kurulurdu bu
durumda. Dünyada bir Carla daha
olamazdı ki! Ardından a ladım,
gözya larım içime zehir gibi döküldü. O
tatlı, iyi yürekli kız benim sevdi im kadını
sevmeyi bile denemi ti, ba aramadıysa
tek nedeni benim onun önüne bir ba ka
kadını, üstelik hiç sevmedi im kadını
çıkarmamdı!

VII
B R ORTAKLI IN ÖYKÜSÜ
Yeni açtı ı ticarethanede beni
yanında isteyen Guido oldu. Ben ke ke
beni de alsa diye içim içimi yiyordu ama
bu iste imi kendisine hiç çıtlatmadı ımıza
eminim. O aylaklı ımın içinde bir
arkada ın yanında öyle bir çalı ma
önerisinin çekici gelmesinde a ılacak yan
yok. Ama i in ba ka yanları da vardı. Ben
iyi bir tüccar olaca ımdan pek umutlu
de ildim, Olivi’den ö renerek
ilerlemektense Guido’ya ö reterek
ilerlemek daha kolay geliyordu.
Yeryüzünde nice insan vardır, yalnız
kendi kendisine kulak vererek ö renir, ya
da, diyelim ki, ba kalarına kulak
kabartmakla bir ey ö renemez.
O ortaklı ı istememin ba ka
nedenleri de vardı. Guido’ya yararlı
olmayı istiyordum! Bir kere seviyordum
onu, güçlü ve güvenli gözükmek
istemesine kar ın, korunması gereken bir
biçare gibi geliyordu bana, ben de onu
korumaya dünden hazırdım. Sonra yalnız
Augusta’nın gözünde de il, kendi
vicdanımın kar ısında da Guido’ya ne
kadar çok ba lanırsam, Ada’ya mutlak
ilgisizli imin o kadar iyi ortaya çıkaca ını
sanıyordum.
Kısacası Guido’nun buyru una
girmek için ondan bir tek söz
bekliyordum, o söz, daha önce
gelmediyse, bu yalnızca Guido benim
ticarete pek yatkın olmadı ımı
sandı ındandı, öyle ya, kendi irketimin
sundu u olanakları bir yana itmi tim.
Günün birinde dedi ki:
— Ben gerçi Yüksek Ticaret
Okulunu bitirdim, ama bir
ticarethanenin sa lıklı i lemesi için
gereken tüm ayrıntıları yerli yerince
düzenleyebilmek sorunu beni birazcık
kaygılandırıyor. Tüccarın bir ey bilmesi
gerekmez, bilanço isterse uzmanına
ba vurur, yasalarla ba ı dertteyse
avukatı ça ırır, hesaplarını
muhasebeciye tutturur. Ama daha i e
yeni girerken, kendi muhasebesini elin
adamına teslim etmek de tatsız ey
do rusu!
Beni yanında tutmak dü üncesine
bu ilk de ini iydi. Aslında benim
muhasebecilik deneyimim de birkaç ay
Olivi’nin defterlerini tutmu olmaktan
öteye geçmiyordu, ancak Guido’nun
yakın çevresindeki tek muhasebeci
oldu uma emindim.
Ortak çalı mamız olasılı ından,
açık açık ilk kez bürosunun e yalarını
seçmeye gitti imizde konu tuk.
Müdüriyet için hiç duraksamadan iki yazı
masası ısmarladı. Kızarak sordum:
— Neden iki?
— kincisi senin için, diye
yanıtladı.
Yüre im öyle bir minnetle doldu ki
handiyse boynuna sarılacaktım.
Dükkândan çıktı ımızda, Guido,
biraz mahcup, henüz ticarethanesinde
bana lâyık bir yer sunacak durumda
olmadı ını söyledi. Kendi odasında, o yeri
benim için açık bırakacakmı , yalnızca
canım çekti inde gidip kendisi ile
arkada lık edeyim diye. Beni hiçbir eye
zorlamak istemiyor, kendisi de serbest
kalıyormu . E er ticarette ba arılı olursa
ticarethanenin yönetiminde bana da yer
vermek niyetindeymi .
Ticaretten söz ederken Guido’nun
o yakı ıklı esmer yüzü pek ciddile iyordu.
Giri meye niyetlendi i tüm i leri imdiden
tasarlamı a benziyordu. Ba ımın
üzerinden, uzaklara dikmi ti gözlerini,
ben de dönüp onun gördü ü eylere
baktım, u talihini döndürecek i lere. Ne
kayınpederimin pek ba arılı oldu u
a amalardan geçmek, ne Olivi’nin
karınca kararınca izledi i güvenli yoldan
gitmek niyetinde de ildi. Ona bakılırsa
hepsi eski kafalı tüccarlarmı . Bamba ka
bir yola sapmak gerekiyormu , benimle
ortaklık etmekten sevinirmi çünkü
ihtiyarların beni tümüyle
mahvetmediklerini dü ünüyormu .
Bütün bunlar bana do ru gibi
geldi. Böylece ticaretteki ilk ba aran bana
arma an gibi sunuluyordu, bir kez daha
sevincimden kızardım. Ardından, bana
sundu u saygıya duydu um minnetten
ötürü tam iki yıl; yanında, onun için,
kimi zaman az, kimi zaman çok çalı tım,
müdüriyetteki o yerin onurundan ba ka
bir kar ılık da görmedim. O zamana de in
aynı u ra a adadı ım en uzun zamandı
bu ku kusuz Bununla övünmeyi imin tek
nedeni ne benim, ne de Guido’nun
açısından herhangi bir meyva
vermeyi idir, herkes bilir ki, ticarette
önemli olan sonuçlardır.
Üç ay kadar, yani irketi kurmaya
gereken süre içinde, büyük çaplı bir
ticaret i ine atılmı oldu uma inanarak
ya adım. Yalnız mektupla ma ve
muhasebe gibi ayrıntıları düzenleme
görevinin de il, i leri demetlemenin de
bana dü ece ini ö rendim. Yine de,
Guido her zaman üzerinde büyük ölçüde
söz sahibiydi, o kadar ki, istese beni
mahvedebilirdi, bereket talihim yaver gitti
de bunu yapmadı. Bir tek i areti üzerine
hemen yanına ko uyordum. Ya amımın
büyük bölümünde bunu dü ünecek
zamanı bulduktan sonra imdi bunları
yazarken bile a ıyorum bu i e.
Bu iki yılı uzun uzun anlatı ımın
nedeni, kendisine olan ba lılı ımın da
hastalı ın, açık seçik bir belirtisi gibi
gözükmesidir. Büyük ticareti ö renmek
için ona takılmamın, ardından küçük
ticareti ö retmek için yapı ıp kalmanın
ne nedeni vardı ki? Guido’ya gösterdi im
büyük dostluk Ada’ya olan ilgisizli imin
kanıtıdır diye, o duruma sı ınmamın
hangi nedeni vardı? Kimdi benden bütün
bunları isteyen? Birbirimize kar ılıklı
ilgisizli imizi kanıtlamaya, hiç durmadan
dünyaya getirdi imiz tüm o
yumurcakların varlı ı yetmiyor muydu
ki? Guido’dan ho lanmıyorum,
diyemezdim, ama bana kalsa, seçece im
bir arkada de ildi ku kusuz. Kusurlarını
her zaman o denli açık seçik
görmü ümdür ki, onu dü ünmek ço u
kez öfkelendirirdi beni, kimi kez de bir
zayıf yanını yakalar, duygulanırdım. Nice
kez özgürlü ümden onun u runa
vazgeçtim, yalnızca bir yardımım olsun
diye beni, en nefret edilecek durumlara
sürüklemesine izin verdim! Tam bir
hastalık ya da büyük bir iyi yüreklilik
belirtisi bu, zaten ikisi de birbirlerine sıkı
sıkıya ba lı niteliklerdir.
Gerçi, her gün görü en iyi niyet
sahibi insanlar arasında, ço u kez
oldu u gibi, zamanla, aramızda büyük bir
sevgi geli ti, ama bu durum de i medi.
Benim ki büyük bir sevgiydi üstelik!
Guido yokolup gitti inde yoklu unun acısı
içime çöktü, tüm ya antım bombo kalmı
gibi geldi, çünkü zamanımın büyük bir
bölümünü o ve i leri dolduruyordu.
Hemen, daha ilk i imizi çevirirken,
mobilyalarımızı satın alırken bir yerde
yanıldı ımızı anımsayınca gülece im
geliyor. E yaları sırtlanmı tık, ama
büroyu nereye kuraca ımızı henüz
kararla tırmamı tık. Büroyu seçmede
Guido ile aramızda çıkan anla mazlık i i
uzattı. Kayınpederimde ve Olivi’de, her
zaman görmü tüm, depoyu, gözetim
altında tutabilmek için, büronun hemen
yanıba ında bulundururlardı. Guido
midesi bulanır gibi suratını ek itiyordu:
— Kurutulmu balık ya da kösele
kokan u Trieste büroları yok mu ya!
Gözetimi uzaktan da yapabilece ini
söylüyordu ama, bu arada ne yapması
gerekti ini de pek kestiremiyordu. Günün
birinde mobilyacı gelip e yalarını almasını
söyledi, yoksa soka a atacakmı , Guido
da hemen bir büro tutmaya ko tu, son
gördü ü büroyu kiraladı: yakınında
deposu yoktu, ama tam kentin
merkezindeydi. te bu yüzden bir daha
da depomuz olmadı.
Büro iki geni aydınlık oda ile bir
penceresiz odacıktan olu uyordu. Bu
elveri siz aralı ın kapısına büyük
har fler le Muhasebe, öbür iki kapıdan
bir ine Vezne yazıldı; ötekine de ngiliz
havalı bir Özel etiketi yapı tırıldı. Guido
da, ticareti ngiltere’de ö renmi , bazı i e
yarar kavramları benimsemi ti. Vezneye
gerekti i gibi görkemli bir demir kasa ve
geleneksel parmaklık yerle tirildi. Bizim
Özel odamızın duvarları ise kadifemsi bir
kahverengi kâ ıtla kaplandı, bir çift
yazıhane, bir divan, birkaç rahat koltuk
konularak, çok lüks dayalı dö eli bir yere
dönü türüldü.
Sıra ticaret defterlerini ve öteki
gereçleri almaya gelmi ti. Buradaki
liderli im hiç tartı masız benimsendi: ben
ısmarlıyordum, ne istemi sem geliyordu.
Aslında, her dedi imi anında yerine
getirmeseler daha çok sevinecektim,
ama, bir büroda gerekli olan her eyi
bildirmek görevimdi. Guido ile aramdaki
büyük ayrılı ı o zaman anladım. Bildi im
eylerden ben konu mak için
yararlanıyordum, o bir eyler yapmak
için. Benim bildi im kadarını
ö rendi inde daha fazlasını
beklemeksizin satın alıyordu. Kimi kez
ticarette hiçbir ey yapmamayı
kararla tırdı ı da oldu gerçi, yani ne
alıyor, ne satıyordu, ama bu da yine çok
ey bildi ini sanan birinin kararma
benziyordu. Ben hiçbir ey yapmasam da
daha ku kulu olurdum,
O gereçleri satın alırken çok
dikkatli davrandım. Mühürlerin ve
muhasebe defterlerinin ne büyüklükte
olmaları gerekti ini ö renmek için hemen
Olivi’ye ko tum. Sonra Olivi’nin o lu
defterleri açmama yardım etti, bir kez
daha çift yönlü muhasebeyi ö retti,
aslında güç eyler de il elbette ama,
insan kolayca unutabilir de. Sıra bilanço
çıkarmaya gelince onunda nasıl
yapılaca ını gösterecekti.
Büroda ne yapaca ımızı henüz
bilmiyorduk ( imdi; bunu, o zamanlar
Guido’nun da bilmedi ini biliyorum) ve
örgütlenmemizin her a amasını
tartı ıyorduk. Hiç unutmuyorum, gerekir
de bir memur daha alırsak nerede
oturturuz diye. Guido Vezne’ye kaç ki i
sı arsa soku turabilece imizi söylüyordu.
Ama o sıralar tek memurumuz olan
küçük Luciano, kasanın bulundu u
yerde kasadardan ba ka kimsenin
duramayaca ı kanısındaydı. Ayak
i lerimiz için tuttu umuz çocuktan ders
almak da a ır geliyordu! Birden kafamda
bir im ek çaktı:
— Aslında, galiba ngiltere’de her
eyi çekle ödüyorlarmı .
Trieste’de biri konu urken
kula ıma çalınmı tı.
— Aferin sana! dedi Guido. imdi
benim de aklıma getirdin. Nasıl oldu da
unutmu um!
Oturup Luciano’ya uzun uzun
anlattı, artık elde o kadar para
tutulmuyor diye. Piyasada üzerlerinde
de erleri yazılı çekler dola ıyorlardı artık.
Çok parlak bir zafer kazanmı tık,
Luciano’nin dili kısılıverdi.
O çocuk Guido’nun ö retiminin
büyük yararını gördü. Ayak i lerimizi
görsün diye tuttu umuz o lan, bugün
Trieste’de pek saygı gören bir tüccardır.
Beni hâlâ gülümseyerek hafifletti i bir
eziklikle selâmlar. Guido, her zaman
günün bir bölümünü ilkin Luciano’ya,
ardından bana, son olarak da
memuremize bir eyler ö retmekle
geçiriyordu. Uzun bir süre kendi parasını
tehlikeye atmamak için ba kalarının
hesabına ticaret yapmak niyetindeydi. O
tür ticaretin özünü bana açıklamaya
koyuldu, baktı ki biraz çabuk
kavrıyorum, Luciano’yu e itmeye ba ladı,
o da daha sakalı bitmemi yüzünde
koskoca gözleri ı ıl ı ıl parlayarak kulak
kesilip dinliyordu. Guido’nun zamanını
bo a harcadı ı söylenemez, çünkü
aramızda o tür ticarette ba arılı olan tek
ki i Luciano çıktı. Bir de, zafer hep
bilimindir, derler!
Bu arada Buenos Aires’den
peso’lar, geldi. Ba ımıza esaslı bir dert
açılmı tı do rusu! lkin kolay bir ey
sanmı tım, oysa Trieste piyasasının o
egzotik paraya alı kanlı ı yoktu. Yine
genç Olivi’den yardım istedik, o
anaparamızı nasıl toparlayaca ımızı
ö retti bize. Derken bizi selâmete
çıkardı ına inanarak ba ba a bıraktı,
Guido birkaç gün cepleri kuronlarla
tıklım tıklım dolu gezdi, sonunda bir
bankanın yolunu tuttuk, bizi o zahmetli
yükten kurtardılar, elimize bir hesap
defteri sıkı tırdılar, nasıl kullanılaca ını
da çok geçmeden ö rendik.
Guido, Olivi’ye irketinin
kurulmasında büyük yardımı
dokundu unu söylemek gere ini duydu:
— Söz veriyorum, dostumun irketi
ile asla rekabete girmeyece im!
Oysa delikanlının ticaret üstüne
çok ba ka dü ünceleri vardı:
— Ke ke bizim malların
piyasasında daha çok irket bulunsa,
dedi. Daha iyi olurdu!
Guido’nun a zı açık kaldı, her
zaman oldu u gibi fazlasıyla anladı, o
kurama dört elle sarıldı ve her isteyene
de aktardı.
Guido, Yüksek Okul bitirmi ti ama
alım satım konusundaki bilgileri pek
yerine oturmu de ildi. Anapara hesabını
açı ıma, sonra masrafları deftere
geçiri ime a kınlıkla bakakaldı. Sonra
ba ıma öyle bir muhasebe uzmanı kesildi
ki, bir i önerdiklerinde her eyden önce
muhasebe açısından inceler oldu.
Muhasebe bilgisinin insanın dünya
görü ünü tümüyle de i tirdi ini
dü ünüyordu her nedense. ki ki i
dövü tü ünde ya da sevi ti inde bile
çevrelerinde hep borçlular, alacaklılar
do uyormu gibi görüyordu.
Ticarette ilkin fazlasıyla ihtiyatlı
davrandı ı söylenebilir. Bir yı ın i i geri
çevirdi, altı ay boyunca kafasında daha
iyi tasardan bulunan birinin sakin
tavrıyla, hep, hayır dedi:
— stemez! diyordu, ömründe
yüzünü görmedi i bir mal bile söz konusu
oldu unda bu kısacık sözcük belli bir
hesabın sonucuymu gibi çınlıyordu. Ama
bütün o dü ünceler i in, sonra kâr
edilecek olursa kârın ya da zararın
muhasebeye nasıl yansıyaca ını
hesaplamak üstüneydi. Son ö rendi i ey
buydu ya, kafasındaki tüm
dü üncelerden baskın çıkmı tı.
Zavallı dostumdan böyle olumsuz
söz etti ime çok üzgünüm, ama kendi
kendimi de daha iyi tanıyabilmek
istiyorsam gerçe i söylemeliyim. Küçük
büromuzu sa lıklı çalı mamızı engelleyen
hayallerle doldurmak için ne kadar kafa
yordu unu dü ünüyorum da... Örne in
bir gün sipari üzerine i görmek için,
posta ile bin kadar el ilânı göndermeyi
tasarlamı tık. Guido u dü ünceyi ileri
sürdü:
— Bu el ilânlarını göndermeden
önce içlerinden hangilerinin
etkileyecekleri ki ilere gidece ini bilseydik
kaç paralık pul yanımıza kalırdı acaba?
Böyle söylemesinin zararı yoktu
da, kendi dü üncesi biraz fazlaca ho una
gitti, zarflanmı ilânları havaya fırlatıp,
adresleri alta gelecek biçimde dü enleri
göndermeyi kararla tırdı. Buna benzer
bir eyi bir zamanlar ben de yapmı tım
ama, yine de i i o noktaya kadar
vardırmamı ım gibi geliyordu. Tabii, ben
de, onun bir yana attı ı el ilânlarını
toplayıp postalamadım, hem o ayrım
i leminde ciddi bir esin bulunmadı ına
inanamıyordum, hem de parası onun
cebinden çıkan pulları ziyan etmemek
görevimdi.
Talihim, beni Guido’nun mahva
sürüklemesinden korudu, sonra onun
i lerinde etkin bir yer tutmamı da önledi.
Bunu yüksek sesle söylüyorum, çünkü
Trieste’de i lerin böyle gitmedi ini
dü ünenler de var: Guido ile geçirdi im
süre boyunca o kuru yemi
öyküsündekine benzer bir esine kulak
verip de i e karı tı ım olmadı. Arkada ımı
hiçbir i e sürüklemedim, hiçbir i e
girmesini engellemedim. Ben onu
uyarmakla yetiniyordum. Zaman zaman
etkin ya da ihtiyatlı davranmaya
özendirdi im oluyordu. Ama onun
parasını kumar masasına sürmeye asla
cesaret edemezdim.
Onun yanında elim kolum ba lı
oturdum. Onu do ru yola iletmeye
çabalamadım de il, ama belki fazla
hareketsiz kaldı ımdan olacak,
ba aramadım. Öte yandan iki ki i birlik
oldu mu, içlerinden hangisinin Don Ki ot,
hangisinin Sanço Panza olaca ını
kararla tırmak onlara dü mez.
Komisyonla ticaret tam bir fiyasko
ile sonuçlandı, ama bize hiçbir zarar
vermedi. Bize mal gönderen tek ki i bir
Viyanalı kırtasiyeci oldu, o kırtasiye
gereçlerinin bir bölümünü Luciano sattı,
yava yava bize ne kadar komisyon
dü tü ünü ö rendi, hemen tümünü
Guido’dan kendisine devrettirdi. Guido,
hayır demedi, çünkü küçük eylerdi
bunlar, hem böyle ilk i ten kârlı çıkarsak
talihimiz açılabilirdi. Ve bu ilk i ten bize,
kala kala, depo olarak kullandı ımız
küçük odada parasını ödeyip alıkoymak
zorunda kaldı ımız bir alay kırtasiye
gereci kaldı. Bizimkinden çok daha i lek
bir ticarethanenin birkaç yıllık
gereksinimini kar ılamaya yeterdi bunlar.
Kentin merkezindeki o aydınlık
büro iki ay kadar bizim için ho bir
bulu ma yeri oldu. Pek çalı tı ımız yoktu
(sanırım topu topu iki i yaptık, o da bo
ambalajlar üstüne, aynı gün hem mal,
hem mü teri geldi inden ufak bir kâr da
sa ladık), uslu uslu, bol bol gevezelik
ediyorduk, o Luciano garibi de kulak
kabartıyordu zaten i konu uldu unda
kendi ya ıtlarının kadınlardan söz
açıldı ında yaptıkları gibi yerinde
duramaz oluyordu.
O zamanlar masum insanların
yanında, masum e lencelerle avunmam
kolay oluyordu, çünkü Carla’yı
yitirmemi tim daha. O günleri ba tan
sona severek anımsıyorum. Ak am eve
dönünce Augusta’ya anlatacak birçok
eyim oluyordu, büroya ili kin olan her
eyi, hem de bir eyler ekleyip
çarpıtmaksızın anlatabiliyordum.
Augusta’yı bir dü üncedir alıyordu:
— yi de, para kazanmaya ne
zaman ba layacaksınız peki? diye
ba ırdı ında hiç mi hiç
kaygılanmıyordum.
Para mı? Aklımızdan bile
geçmiyordu. Biz ilkin öyle bir durup
bakmak, malları, ülkeyi, sonra efendim
Trieste’nin geri kesimini enine uzununa
incelemek gerekti ini biliyorduk. Bir
ticarethane öyle bugünden yarına
mantar gibi bitivermezdi ki!
Açıklamalarımı duyunca Augusta da
yatı ıyordu.
Derken büromuzun kapılarını çok
patırtıcı bir konu a açtık: bir an yerinde
duramayan, her eye sata an birkaç
aylık bir av köpe ine. Yapacak ya da
dü ünecek bir eyim olmadı ında,
köpeklerin yorumlamayı becerdi imiz, bu
hayvanları onca sevimli yapan o dört-be
davranı ı, büronun her yanına zıp zıp
zıplayı ı benim de ho umuza gitmiyor
de ildi. Gelgelelim o amatacı, o pasaklı
haliyle yeri bizim yanımız de ilmi gibi
geliyordu! Köpe in büromuzdaki varlı ı
benim gözümde Guido’nun bir
ticarethane yönetecek düzeyde
olmadı ının ilk kanıtı oldu. Tam bir
ciddiyetsizlikti bu. Köpe in i lerimize pek
yararı dokunmayaca ını anlatmaya
çabaladım, ama sudan bir yanıtla a zımı
kapadı. Baktım yeni meslekta ımızın
e itimi de bana dü üyor, Guido’nun
bulunmadı ı bir gün keyfimden dört kö e
olarak esaslı birkaç tekme indirdim.
Köpecik cıyakladı, ilkin yanlı la çarptım
sanarak geri döndü, ama bir tekme daha
yiyince ilk tekmenin anlamını kavradı, bir
kö eye sindi kaldı, Guido gelinceye de in
barı madık. Hiçbir suçu olmayan bir
hayvanca ıza böyle iddet gösterdi ime
sonradan pi man oldum, ama i i ten
geçmi ti. Köpe i sevip ok adım, gelgelelim
bana bir daha güvenmedi ve Guido’nun
yanında bana besledi i hıncı açı a vurdu.
— Garip ey! dedi Guido. Bereket
seni tanıyorum, yoksa sana
güvenmezdim. Köpekler genellikle
antipatilerinde hiç yanılmazlar.
Guido’nun ku kularını da ıtmak
için handiyse köpe in antipatisini ne
yoldan kazandı ımı anlatacaktım.
Çok geçmeden aslında üstüme
vazife olmayan bir konuda Guido ile ufak
bir çatı mam oldu. O muhasebe tutkusu
ile aile harcamalarını da genel
harcamaların arasına katmayı aklına
koydu. Olivi’ye danı tıktan sonra kar ı
çıktım ve ihtiyar Cada’nın çıkarını
korudum. Guido’nun, Ada’nın yaptıkları
tüm harcamalar, ikizlerin do umunda
girilen masraflar o hesaba eklenemezdi.
irkete de il, do rudan do ruya
Guido’nun kendisine dü en harcamalardı
onlar. Buna kar ılık Guido’ya Buenos
Aires’e yazıp kendisine bir aylık
ba lanmasını istemesini ö ütledim.
Babası öneriye kar ı çıktı, Guido’nun
zaten kazancın yüzde yetmi be ini
alaca ını, kendisine artan çeyre in
kalaca ını belirtti. Bana kalsa yerinde bir
yanıt derdim, oysa Guido babasına uzun
mektuplar yazmaya ba ladı, sorunu bir
üst düzeyde tartı mak için, diyordu.
Beunos Aires çok uzaklardaydı, bu
yüzden mektupla manın ömrü de
ticarethanemizinki kadar sürdü. Ama
ben kendi açımdan haklı çıktım! Genel
harcamalar hesabı tertemiz kaldı.
Guido’nun özel harcamaları ile
kirlenmedi, anapara da ticarethanenin
batması ile oldu u gibi battı, hepsi
birden, hiçbir ey kurtaramadık.
Büromuza eklenen be inci ki i
(Argo’yu da hesaba katarsak) Carmen
oldu. e alını ına tanık oldum. Carla’ya
gittikten sonra büroya gelmi tim, kendimi
çok sakin duyuyordum, Talleyrand
prensinin «sabahın sekizinde» duydu u
türden bir rahatlıktı bu. Baktım karanlık
koridorda bir genç bayan, Luciano, bana
onun Guido ile özel olarak görü mek
istedi ini söyledi. Benim yapacak bir i im
vardı, orada, dı arda beklemesini rica
ettim. Odamıza az sonra Guido girdi,
genç bayanı görmemi oldu u kesindi,
Luciano geldi, kızın getirdi i tanıtma
kartını uzattı. Guido okudu, sonra:
— stemez! diye kestirip attı, bir
yandan da ceketini çıkarıyordu, hava
sıcaktı. Ama hemen ardından bir
duraladı:
— Gelsin de bir konu alım, yoksa
gönderene ayıp olacak.
Kızı içeriye aldı, ben de ancak
Guido’nun bir sıçrayı ta atılıp ceketini
giydi ini, gözleri parlayarak ona
yöneldi ini görünce dönüp baktım.
Yalan söylemi olmak istemem,
Carmen kadar güzel kızları daha önce
gördü üme eminim, ama öylesine
saldırgan, yani kendini ilk bakı ta
duyuran bir güzellik görmemi tim.
Genellikle kadınlar kendilerini ilkin kendi
zevkleri için yaratırlar, ama o bu ilk keze
gereksinim duymamı tı. Kıza bakarken
gülümsedim, hatta güldüm de. Mallarının
nefasetini haykırarak dola an bir satıcıya
benziyordu bence. Bir i bulmak için
ba vuruyordu, benimse içimden geçen
pazarlı a karı ıp öyle sormaktı:
— Ne tür bir i ? Yatakta çalı ır
mısınız?
Yüzünün boyalı olmadı ını
farkettim, ama renkleri öylesine
belirgindi, beyazlı ı öylesine maviye
çalıyor, kırmızılı ı olgun meyvalarınkine
öylesine benziyordu ki, do a yapaylı ı
kusursuz biçimde taklit etmi denebilirdi.
Kocaman, kahverengi gözlerinde o kadar
çok ı ık kırılıyordu ki, her kıpırdanı ları
büyük bir önem alıyordu.
Guido kıza yer göstermi ti, o da
uslu uslu emsiyeci inin ucunu ya da
daha büyük bir olasılıkla rugan potinini
seyrediyordu. Guido kendisine bir ey
söyleyince birden kaldırdı gözlerini, öyle
ı ıltılar saçarak adama çevirdi ki, zavallı
müdürüm peri an oldu. Kız rastgele bir
eyler giymi ti, ama bunun pek yararı
olmuyordu, çünkü bedeninde hiçbir ey
rastgele kalmıyordu. Yalnız potinleri lüks
cinstendi, Velasquez’in modellerinin
ayakları altına yerle tirdi i bembeyaz
kâ ıdı andırıyordu biraz. Velasquez olsa,
Carmen’i çevresinden ayırmak için öyle
bir rugan siyahının üzerine yerle tirirdi.
O rahatlı ımın içinde kulak
kabarttım. Guido, kıza steno biliyor mu,
diye sordu. Kız bilmedi ini açıkladı, ama
dikte altında yazmaya pek alı kınmı . Ne
garip! O incecik, upuzun, o uyumlu
bedenden bo uk bir ses çıkıyordu.
a kınlı ımı gizleyemedim:
— Galiba biraz nezlesiniz, dedim.
— Yoo! diye yanıtladı. Neden
sordunuz? O kadar garibine gitmi ti ki
beni sarıp sarmalayan bakı ı daha da
yo unla tı. Öylesine uyarsız bir sesi
oldu undan habersizdi, kulacıklarının da
göründükleri gibi kusursuz olmadıkları
sonucuna vardım bu yüzden.
Guido, ona ngilizce, Fransızca ya
da Almanca biliyor mu, diye sordu.
Seçmeyi kıza bırakmı tı, bizim de henüz
hangi dile gereksinim duyaca ımızı
bildi imiz yoktu. Carmen, biraz Almanca
bildi ini söyledi, ama birazcıkmı .
Guido mantık yürütmeden hiçbir
karara varmazdı:
— Biz Almanca aramıyoruz, çünkü
ben çok iyi Almanca bilirim.
Küçük hanım son sözünü
bekliyordu, bana kalırsa son söz çoktan
söylenmi ti. Guido’nun kararını
çabukla tırmak için yeni i inde biraz da
pratik yapma olana ı aradı ını, bu
yüzden ufak bir ücretle de çalı maya
hazır oldu unu anlattı.
Kadın güzelli inin bir erkekte
yaptı ı ilk etkilerden biri cimrili ini yok
etmektir. Guido, bu kadar önemsiz
eylerin üzerinde durmadı ını anlatmak
ister gibi omuz silkti, kızın minnetle
kar ıladı ı bir ücret saptadı ve büyük bir
ciddiyetle stenografi ö renmesini
ö ütledi. Bu ö üdü yalnızca bana saygı
göstermi olmak için vermi ti, çünkü
bana daha önce alaca ı ilk sekreterin
kusursuz bir steno olaca ını söyleyerek
kendi elini aya ını ba lamı tı.
Yemedim içmedim, o ak am
karıma yeni büro arkada ımızı anlattım.
Pek, ama pek bozuldu. Ben söylemeden
hemen Guido’nun o kızı kendine metres
tutmak için i e aldı ını dü ündü. Ben,
yok canım dedim, Guido, gerçi kıza
birazcık kapılmı gibi davranmı tı, ama o
yıldırım a kından önemli bir tehlike
do madan kendini sıyırabilirdi pekâlâ.
Zaten bütünüyle iyi bir kızca ıza
benziyordu.
Birkaç gün geçti, —bilmem
rastlantı mıydı— Ada, bizi ziyarete
büroya geldi. Guido henüz gelmemi ti, bir
an yanımda duralayıp saat kaçta
gelece ini sordu. Sonra kararsız
adımlarla imdilik yalnız Carmen ile
Luciano’nun bulundukları biti ik odaya
geçti. Carmen, daktiloda alı tırma
yapıyordu, tüm dikkatini tek tek harflere
vermi ti. Güzel gözlerini kaldırıp gözlerini
üzerine dikmi olan Ada’ya baktı.
Birbirlerinden ne kadar ayrıydı bu iki
kadın! Biraz benzerlikleri yok de ildi, Ama
Carmen, Ada’nın abartılmı ıydı denebilir.
Dü ündüm ki, bir tanesi daha süslü
giysiler içinde olmasına kar ın, bir e ya
da anne olmak için yaratılmı tı, ötekine
ise, o an giysilerin makine ile
kirletmemek için basit bir önlük giymi
olmasına kar ın metreslik etmek
dü üyordu. Bilmem bu dünyada neden
Ada’nın o güzelim gözlerinde
Carmen’inkilerin ı ıltısının olmadı ını,
neden o gözlerin e yalara, insanlara
bakmak için yaratılmı bir organ
oldu unu, onları a ırtmak için
yaratılmamı oldu unu açıklayabilecek
kadar bilgili insanlar var mıdır? Carmen,
o tepeden a a ı bakı ı rahatlıkla kaldırdı;
biraz garip bir bakı tı zaten, o gözlerde
birazcık imrenme de mi vardı ne, yoksa
bana mı öyle geldi, kimbilir.
Bu, Ada’yı eski güzelli iyle, beni
geri çevirdi i zamanki güzelli iyle son
görü üm oldu. Sonra o korkunç hamileli i
ba ladı, ikizleri dünyaya getirebilmek için
bıçak altına yattı. Hemen ardından tüm
güzelli ini alıp götüren o hastalı a
tutuldu. O ziyareti çok iyi anımsayı ım
bundandır. Ama bir nedeni de o anda
tüm sempatimin yumu ak, uysal güzelli i
öteki kadının çarpıcı güzelli i kar ısında
bozguna u rayan Ada’ya yönelmesidir.
Ku kusuz Carmen’e abayı yakmı
de ildim, onun hakkında tek bildi im,
gözlerinin insanı serseme çevirdi i,
renklerinin çok çekici, sesinin bo uk
oldu u ve bir de oraya nasıl alındı ıydı —
ama bunda kızın bir suçu yoktu—. O
anda Ada’yı gerçekten sevdi imi duydum,
bir zamanlar ate iyle yandı ımız, elde
edemedi imiz, imdi de hiç mi hiç
umursamadı ımız bir kadını sevmek hayli
garip oluyor. Böylelikle, e er zamanında
isteklerimize boyun e mi olsaydı ne
durumda olacaktıysak, bütünüyle yine
aynı durumda sayılırız. Ba ka bir deyi le,
ya amımızın nedeni olan kimi eylerin
aslında nasıl da önemsiz olduklarını bir
kez daha gözlemlemek a ırtıyor insanı.
Ada’nın acısına bir son vermek
istedim, öteki odaya geçerek ona yol
açtım. Hemen ardından içeriye giren
Guido karısını görür görmez kıpkırmızı
kesildi. Ada geli ini pek yerinde gösteren
bir neden ileri sürdü, ama hemen sonra,
yanımızdan ayrılırken sordu:
— Büroya yeni bir memure
almı sınız, ha?
— Ya, öyle! dedi Guido, a kınlı ını
gizlemek için sözünü kesip kendisini
arayan biri oldu mu diye sormaktan
ba ka yol bulamadı. Ben hayır deyince de
sanki pek önemli ziyaret bekliyormu gibi
yüzünü ek itti, oysa çok iyi biliyordum ki
kimseyi bekledi imiz yoktu. Guido, ancak
neden sonra umursamaz bir tavır
takınarak Ada’ya döndü:
— Steno bilen bir memur
gerekiyordu da! dedi.
«Memure» demeyip kendisine
gerekli olan kimsenin cinsiyetini de yanlı
belirtti ini duyunca pek e lendim
do rusu.
Carmen’in varlı ı büromuzu
canlandırdı. Gözlerinden, incecik
endamından, yüzünün renklerinden
fı kıran canlılı ı demiyorum, düpedüz
i ten söz ediyorum. Kızın varlı ı, Guido’yu
çalı maya sürükledi. Her eyden önce
bana. lkin bana, sonra bütün ötekilere
yeni memurenin mutlaka gerekli
oldu unu kanıtlamak istedi, Tanrı’nın
her günü kendisinin de katıldı ı çe it
çe it i ler uydurdu. Sonra uzun bir süre,
çalı ması genç kıza daha yakından kur
yapması için bir özür oldu. O güne de in
görülmedik bir çalı maya giri ti.
Yazdırdı ı mektubun nasıl daktilo
edilece ini ö retmesi, çok, pek çok
sözcü ün yazılı ını düzeltmesi
gerekiyordu. Bunu hep büyük bir
tatlılıkla yaptı. Kız bunun kar ılı ında ne
verse, fazla sayılmazdı artık.
A k u runa yarattı ı i lerin pek
azından bir yarar sa layabildik. Bir kez
uzun uzadıya bir malın alım satımıyla
u ra tık, sonunda yasaklanmı oldu u
ortaya çıktı. Günün birinde yüzü acıdan
allak bullak olmu bir adamla kar ı
kar ıya bulduk kendimizi: nasırlarının
üstünde yürüyormu da haberimiz bile
yokmu ! Adamca ız o malla bizim ne
i imiz oldu unu soruyordu, yurtdı ındaki
güçlü rakip firmaların hesabına
çalı ıyoruz sanmı tı. Ba langıçta ne
yapaca ını bilmez haldeydi, en kötü
olasılıkları dü ünerek gelmi ti.
Safdilli imizin derecesini kavrayınca
suratımıza güldü, hiçbir yere
varamayaca ımızı kesinlikle belirtti.
Sonunda haklı çıktı, ama biz o yargıya
boyun e inceye kadar hayli zaman geçti.
Carmen de deste deste mektup yazdı. Bir
de ne görelim, malın çevresi dikenli
tellerle sarılmı , eri menin yolu yok. Ben
o i ten Augusta’ya tek söz etmedim, ama
konuyu o açtı, çünkü Guido stenomuzun
ne kadar çok çalı tı ını kanıtlamak için
Ada’ya anlatmı tı. Ama bu
gerçekle tirilemeyen i Guido’nun
gözünde büyük önem aldı. Ba ka lâf
etmez oldu. Dünyanın ba ka hiçbir
kentinden böyle bir ey olamayaca ına
emindi. Ticaret ortamımız bir felâketmi ,
biraz bir eyler yapmak isteyen giri imci
bir tüccar, ortaya çıktı mı, bo ulup
kalıyormu . Onun da ba ına gelen
buymu i te.
O dönemde elimizden gelip geçen
ba ı sonu belirsiz yı ınla i içinde bir
tanesi elimizi yaktı. O i i ba ımıza açan
biz olmadık: kendi gelip üzerimize
saldırdı. Daha do rusu ba ımıza açan
Tacich adında bir Dalmaçyalı oldu,
babası Arjantin’de Guido’nun babasının
yanında çalı mı tı. lkin bize bazı ticari
bilgiler almaya gelmi ti, biz de verdik.
Tacich çok yakı ıklı bir delikanlıydı,
fazlasıyla yakı ıklı. Uzun boyluydu, güçlü
kuvvetliydi, teni zeytine çalan yüzünde
gözlerinin koyu mavisi, uzun ka ları, altın
pırıltılı kestane rengi, kısa, gür bıyıkları
çok ho bir uyum içindeydiler. Renkleri
birbirine öylesine güzel uymu tu ki,
Carmen’in e i olmak için yaratılmı erkek
oldu unu dü ündüm hemen. Bunu
kendisi de dü ünmü olacak ki büroya
dadandı, her gün gelmeye ba ladı. Her
gün saatler saati gevezelik ediyor, ama
hiç sıkılmıyorduk. ki erkek kadının
gönlünü çelmek için sava ıyorlardı ve a k
mevsimindeki tüm hayvanlar gibi en iyi
yanlarını sergiliyorlardı. Guido’nun eli
biraz mahkûmdu, çünkü Dalmaçyalı
evine de girip çıkıyordu ve Ada ile
tanı ıyordu, ama hiçbir ey Carmen’in
gözünden Guido’yu dü üremezdi; o gözleri
pek iyi tanıdı ım için hemen anladım,
ama Tacich çok geç ö rendi ve kızı daha
sık görebilmek için, özür olsun diye,
birkaç vagon dolusu sabunu
imalâtçısından alaca ı yerde, yüzde
bilmem kaç fazlasını ödeyerek bizden
satın aldı. Sonra yine a k yüzünden, bizi,
felâketimizi hazırlayan o i e soktu.
Babası belli mevsimlerde bakır
sülfat fiyatlarının sürekli yükseldi ini,
belli mevsimlerde de dü tü ünü
gözlemlemi ti. Bu yüzden en uygun
zamanında ngiltere’den öyle bir altmı
ton kadar bakır sülfat satın alıp
stoklamayı kararla tırmı tı. Biz o i i uzun
uzadıya koyup kaldırdık, hatta bir ngiliz
irketi ile ili ki kurarak ön hazırlıkları da
yaptık. Sonra, babası o luna telgraf çekip
tam zamanı oldu unu bildirdi, i in kaça
malolması gerekti ini de ayrıca belirtti.
Tacich de iyice abayı yakmı tı ya,
dosdo ru bize ko tu, i i elimize teslim etti,
Carmen’in güzel, kocaman, ok ayıcı bir
bakı ı ile ödüllendirildi. Zavallı Dalmaçyalı
o bakı ı alıp minnetle cebine indirdi,
aslında bunun Guido için bir sevgi
gösterisi oldu unun farkında de ildi.
Guido’nun, o i e, nasıl elini kolunu
sallayarak giri ti ini hiç unutmuyorum,
gerçekten de pek kolay gözüküyordu,
çünkü malı ngiltere’den alıp do rudan
do ruya limanımıza kadar getirme
olana ımız vardı, limandan hiç
çıkarmadan da alıcımıza teslim
edecektik. Orta ım kazanmak istedi i
meblâ ı tam olarak saptadı, benim de
yardımımla ngiliz dostumuza satın
almada belli bir fiyat sınırı koydu. Sözlük
yardımı ile ngilizce mektubu da yazdık.
Postaladıktan sonra Guido ellerini
ovu turdu, o ufacık kısa süreli zahmet
kar ılı ında kasasına kaç kuron
akaca ını hesaplamaya koyuldu. Talihi
yaver gitsin diye bana da ufak bir pay
vadetti, biraz muzipçe, gözleri ile katkıda
bulundu diye Carmen’e de pay verecekti.
kimiz de olmaz dedik, hiç de ilse, peki
demi gibi yapalım, diye rica etti. Yoksa
gözümüz de er diye korkuyormu , içi
rahat etsin diye, hemen, peki dedim.
Benden, olsa olsa iyi dilekler
kaynaklanırdı Guido’ya, ama onun
ku kulanabilece ini anlıyordum.
Buralarda birbirimizden nefret etmedikçe
pek sevi iriz, ama yalnız çıkarımız olan
i lere in allah deriz.
i her yönü ile koyup kaldırdık, hiç
unutmuyorum, Guido edece i kârla
ailesini ve büroyu, yani kimi zaman
söyledi i gibi çifte ailesini, ya da evde
sıkıntıdan patladı ı zamanlar söyledi i
gibi çifte bürosunu kaç ay
geçindirebilece ini bile hesapladı. Belki de
bunun için ba arısızlıkla sonuçlandı.
Londra’dan kısa bir telgraf geldi: kayda
geçirildi diye, ardından sülfatın o günkü
fiyatı belirtiliyordu, ama alıcımızın
verdi inden çok yüksekti. Elveda kârlı i !
Tacich’e haber verdik, o da çok geçmeden
Trieste’den ayrıldı.
Sonra ben, bir ay kadar büroya
u ramadım, o yüzden de o sıralar gelen,
zararsız görünü lü, ama Guido için a ır
sonuçlara gebe bir mektup elime
geçmedi. Mektupta ngiliz firması
telgrafını onaylıyor ve satın alma
emrimizi iptal etmedikçe geçerli
sayaca ını belirtiyordu. Guido iptal
etmeyi hiç dü ünmedi, ben de büroya
döndü ümde bamba ka eylerle u ra tım.
Birkaç ay geçti, bir ak am Guido elinde
anlamadı ı bir telgrafla evime geldi,
büromuza yerle ir yerle mez özenle
kaydettirmi oldu um telgraf adresimize
gönderilmi ti, ama arkada ım yine de bir
yanlı lık var sanıyordu. Telgrafta yalnızca
11
üç sözcük vardı: 60 tons settled,
hemen anladım, anlaması güç de ildi
zaten, el attı ımız tek büyük i bakır
sülfat i iydi. Söyledim de: o haberden
anla ıldı ına göre sipari imizin yerine
getirilmesi için vermi oldu umuz fiyat
gerçekle mi ti, bu yüzden artık altmı ton
bakır sülfatın mutlu sahipleriydik. Guido
itiraz etti:
— Sipari imizin bu kadar gecikmeli
olarak kar ılanmasını kabul edece imi
nasıl dü ünebilirler?
Hemen büromuzda ilk telgrafı
onaylayan bir mektup bulunması
gerekti ini dü ündüm, Guido ise böyle bir
mektup aldı ını hiç anımsamıyordu.
Rahatı kaçmı tı, hemen büroya gidip
mektup var mı, diye bakmayı önerdi,
benim canıma minnetti, çünkü bir aydır
büroya u ramadı ımdan habersiz olan
Augusta’nın önünde o tartı ma hiç
ho uma gitmiyordu.
Büroya ko tuk. Guido o ilk büyük
i i üstlenmek durumunda kalmaktan o
kadar ürküyordu ki ba ından atmak için
Londra’ya kadar ko abilirdi. Büroyu
açtık, sonra karanlıkta el yordamıyla
odamızın yolunu bulduk, gaz lambasına
eri ip yaktık. Mektup oracıktaydı, tam
dü ündü üm gibi; iptal edilmedi i için
geçerli sayılan sipari imizin kar ılanmı
oldu u bildiriliyordu.
Guido mektuba bakakaldı, alnı
kırı kırı olmu tu, sıkıntısından mı,
yoksa o birkaç sözcükle varlı ı bildirilen
eyi bakı ıyla yoketmek çabasından mı,
bilmem.
— Dü ün bir kez, diye gözlemledi,
böylesi bir zarara girmemek için bir çift
sözcük yazmak yeterdi!
Ku kusuz bana bir sitem de ildi
bu, çünkü ben büroda yoktum, gerçi
nerede olması gerekti ini bildi imden
mektubu elimle koymu gibi bulmu tum,
ama o zamana de in hiç gözüme
ili memi ti. Ama kendimi korumak için
kararlı bir tavırla sitemini geri çevirdim:
— Ben yokken bütün mektupları
dikkatle okuman gerekirdi!
Guido’nun alnı gev edi. Omuz
silkerek mırıldandı:
— Bu i , yine de bir servet
getirebilir.
Bu sözler üzerine ayrıldık, evime
döndüm.
Gelgelelim Tacich haklı çıktı: belli
mevsimlerde bakır sülfatın fiyatı
dü tükçe dü üyor, her gün biraz daha
iniyordu, biz de sipari i vermi , malı da o
fiyata derhal ba kalarına devredemez
durumdayken tüm olguyu ba tan sona
izleme fırsatını bulduk. Kaybımız arttı. lk
günü Guido benden akıl sordu. Daha
sonra gö üs germek zorunda kaldı ına
kıyasla az sayılacak bir zararla satma
olana ı vardı. Ben ö üt vermek
istemedim, ama Tacich’in kanısını
anımsatmayı da unutmadım, fiyat
dü ü ünün daha be aydan fazla sürmesi
bekleniyordu. Guido güldü:
— imdi bir eksi imiz i lerimizin
yönetimini bir ta ralıya bırakmak!
Hiç unutmuyorum, yanlı ını
düzeltmeye de çalı tım, o ta ralı dedi i
adamın yıllar yılı, küçük bir Dalmaçya
kentinde ya amını bakır sülfat
seyretmekle geçirdi ini söyledim.
Guido’nun o i ten etti i zarardan ötürü
bana hiç pi manlık payı dü müyor. Beni
dinleseydi, o zarara hiç girmezdi.
Sonra bakır sülfat i ini bir
simsarla görü tük, ufak tefek, i ko,
kurnaz bir adamdı, o malı aldık diye epeyi
payladı bizi, ama Tacich’in dü üncesini
de payla mıyordu! Ona kalırsa bakır
sülfatın kendine göre bir piyasası vardı
ama, maden fiyatının dalgalanmasından
da bir yerde etkilenirdi. O konu madan
sonra Guido’ya bir güven geldi. Simsar
her fiyat dalgalanmasında kendisine bir
haber versin diye rica etti; yalnız zararsız
de il, biraz da kârla satmak istiyordu,
bekleyecekti. Adam kibarca güldü, biraz
sonra lâf arasında bir ey söyledi, ben de
çok do ru bulup bir yana not ettim:
— Ne garip, bu dünyada az kayba
razı olan az ki i vardır; yalnız büyük
kayıplara u rayınca insan hemen toptan
ba e er.
Guido bu lâfın üzerinde durmadı.
Ama nasıl olup da öyle bir malı aldı ımızı
simsara anlatmadı diye ben ona da
hayran kaldım. Kendisine de söyledim,
böbürlendi. Dedi ki, nasıl aldı ımızı
anlatırsa, bizim de, malımızın da de erini
adamın gözünde küçültür diye korkmu .
Sonra uzun bir süre sülfattan söz
etmedik, tâ ki günün birinde Londra’dan
ödemeyi yapmamızı ve sevkiyat için
gerekli emri vermemizi bildiren bir
mektup gelinceye kadar. Altmı ton malı
çekmek ve depolamak? Guido’nun beyni
dönmeye ba ladı. Malı birkaç ay
tutmanın kaça patlayaca ını hesapladık.
Akıl durdurucu bir sayı çıktı! Ben a zımı
açmadım, ama er geç satmayı üstlenecek
oldu undan, malın Trieste’ye vardı ını
görmeye hevesli olan simsar Guido’ya,
kendisine akıl durdurucu gibi gelen o
tutarın malın de eri üzerinden «yüzde»
olarak hesaplandı ında pek önemli
olmadı ını belirtti.
Guido gülmeye koyuldu, bu
dü ünce pek garip gelmi ti:
— Öyle ya, elimdeki bakır sülfat
bir kental de il, ne yazık ki altmı ton!
Sonunda simsarın yaptı ı hesaba
eyvallah diyecekti, o da haklıydı
ku kusuz, fiyat birazcık bile yükselecek
olsa yapılan harcamaları fazlasıyla
kar ılardı; ama gelgelelim, o anda içine
bir ey do du. Guido böyle kendi
kafasından çıkma bir ticari dü ünce ile
kar ıla ınca büyülenmi gibi olur,
zihninde ba ka dü üncelere yer kalmazdı.
Dü üncesi uydu: mal kendisine
ngiltere’den Trieste’ye kadar naklini
ödeyecek kimseler tarafından satılmı tı.
imdi kendisi malı onlara iade edecek
olursa, nakil harcamalarını
ödeyemeyeceklerinden, Trieste’de
vereceklerinden daha iyi bir fiyata satmı
olacaktı. Aslında pek do ru de ildi, ama
dedi i olsun diye hiçbirimiz kalkıp
tartı madık. i tasfiye ettikten sonra
Guido’nun yüzünde biraz buruk, tam bir
karamsar dü ünüre uygun bir
gülümseme belirdi:
— Artık bunun sözünü etmeyelim.
Pek pahalı bir ders oldu, imdi bundan
yararlanmanın yolunu aramalı.
Ama sözünü ettik. leri geri
çevirirken bir daha o eski güvenini
bulamadı, yıl sonunda ne kadar zararda
oldu umuzu gösterdi imde öyle söylendi:
— O lânet olası bakır sülfat
canıma okudu! Hep o kaybımı kar ılama
gere ini duyuyordum!
Bürodan uzakla mamın nedeni
Carla’nın beni bırakmasıydı. Artık
Carmen ile Guido’nun sevi melerini
seyretmeye dayanamıyordum. Benim
yanımda birbirlerine göz süzüyor,
gülücükler yolluyorlardı. Ak am büroyu
kaparken kimselere söz etmeden
verdi im bir karara uydum, kafa tutarak
çekip gittim. Guido, böyle ayrılmamın
nedenini sorsun diye bekliyordum, o
zaman haddini bildirecektim. Parktaki
gezintilerimi ruhu bile duymamı tı ya,
ben onu insafsızca yargılayabilirdim nasıl
olsa.
Benimkisi bir tür kıskançlıktı,
Carmen, Guido’nun Carla’sıymı gibi
geliyordu, daha uysal ve yüzü yerde bir
Carla. Birinci kadında oldu u gibi ikinci
kadında da benden anslı çıkmı tı. Ama
kimbilir, belki de bu talihini benim
kıskandı ım ve kendimden a a ı saydı ım
niteliklerine borçluydu —zaten bundan
ötürü ona çatabiliyordum ya—,
kemandaki güvenine ko ut bir rahatlı ı
vardı ya antısında. Ben artık Carla’yı
Augusta’ya feda etmi oldu umu adım
gibi biliyordum. Carla’nın bana arma an
etti i o iki yıl belle imde canlandıkça —
imdi ne çe it bir kız oldu unu anlamı tım
ya— nasıl olup da bana o kadar uzun
süre dayanabildi ine a ıyordum.
Augusta’nın a kına ben onu her gün
a a ılamamı mıydım? Guido ise,
kesinlikle biliyorum ki Ada’yı aklına bile
getirmeden Carmen’in sefasını sürmeyi
becermi tir. O dünyayı umursamayan
yüre ine iki kadın fazla gelmemi tir.
Kendimi onunla kar ıla tırınca neredeyse
suçsuzmu um gibi geliyordu. Ben
Augusta’yı sevmeden almı tım, yine de
yüre im yanmadan aldatamamı tım.
Belki o da Ada’yı sevmeden almı tı ama,
—her ne kadar Ada imdi umurumda bile
de ilse de— bende uyandırdı ı tutkuyu
anımsıyorum da, bana öyle geliyordu ki,
imdi kendi yerimdeyken oldu umdan
daha nazik davranırdım gibi geliyordu.
Guido gelip beni aramadı. Ben yine
kendi aya ımla geri döndüm, sıkıntıdan
ölüyordum. Guido anla mamıza uygun
davrandı, öyle ya, i inde herhangi bir
düzenli çalı ma yapmakla yükümlü
de ildim, evde ya da bir ba ka yerde
kar ıla tı ımızda yüre imde her zaman
minnet uyandıran o büyük dostlu unu
gösteriyor, benim için satın aldı ı o
masadaki yeri bo bıraktı ımı anımsamaz
görünüyordu. çimizden yalnız biri
sıkılganlık duyuyordu, o da bendim.
Döndü ümde sanki bürodan bir güncük
ayrılmı ım gibi kar ıladı beni,
arkada lı ıma yeniden kavu tu undan
ötürü ne kadar sevindi ini olanca
sıcaklı ıyla belirtti, i ime yeniden
sarılaca ımı i itince:
— Demek defterlerine kimseye el
sürdürmedi ime iyi etmi im! diye ba ırdı.
Gerçekten de muhasebe defterini
de, kayıt defterini bıraktı ım yerde
buldum.
— imdi siz geliniz ya, dedi
Luciano, in allah yine toparlanırız. Bay
Guido, bir-iki i e gireyim dedi, kötü gitti,
cesaretini kaybetti sanırım. Aman sakın
sizinle böyle konu tu umu kendisine
söylemeyin de, onu biraz
yüreklendirmeye bakın, ne olur!
Gerçekten de büroda pek az i
görüldü ünü farkettim, bakır sülfatın
zararı bizi ayıltana kadar havalarda
uçtuk desem yeri. Bundan benim
çıkardı ım sonuç u oldu: Guido artık
Carmen’i el altında ko u turmak gere ini
pek duymuyordu, yani, kur faslı geride
kalmı tı. Carmen’in artık onun metresi
oldu una karar verdim.
Carmen’in kar ılaması beni a ırttı,
çünkü hemen tümüyle aklımdan çıkmı
olan bir eyi anımsatmak gere ini duydu.
Galiba kendi kadınıma ula amayınca
gördü üm her kadının ardından
ko tu um o günlerde, bürodan
ayrılmadan önce, Carmen’e de
saldırmı tım: imdi beni gördü üne
sevinmi mi , çünkü Guido’yu sevdi imi,
ö ütlerimin ona yararlı olaca ını
sanıyormu , —izin verirsem— benimle
temiz, karde çe bir dostluk kurmak
istermi . Geni bir hareketle bana sa
elini uzatırken i te buna benzer bir eyler
söyledi. Her zaman pek tatlı görünen o
güzeller güzeli yüzünde, bana sundu u
ili kinin yalnız karde çe oldu unu
vurgulamak için sert bir anlam belirdi.
O zaman anımsadım, kıpkırmızı
kesildim. Belki daha önce aklıma gelseydi
büroya hiç dönmezdim. Pek ufak bir
olaydı, üstelik o kadar çok benzeri
hareketimin arasına sıkı mı tı ki, imdi
biri kalkıp da aklıma getirmese, hiç
olmadı diyebilirdim. Carla’nın beni
bırakmasından birkaç gün sonra, ben
Carmen’i yanıma ça ırarak defterleri
incelemeye koyulmu tum ve yava yava ,
baktı ımız sayfayı daha iyi görebilmek
özürü ile kolumu beline dolamı , derken
kızı iyice sıkı tırmı tım. Carmen, bir
sıçrayı ta elimden kurtulmu , ben de i te
bunun üzerine büronun kapısını çekip
çıkmı tım.
Bir gülümseme ile kendimi
savunabilir, onu da gülümsetebilirdim,
kadınlar böyle suçlara gülüp geçmeye
pek yatkındırlar!
— Bir deneme yapayım dedim, i e
yaramadı, ne yapalım? da diyebilirdim.
Ama size hınç besliyorum sanmayın,
ba ka türlüsünü siz istemedikçe,
dostunuz olmak isterim.
Ya da, ondan, hatta Guido’dan
özür dileyerek ciddi davranabilirdim.
— Ba ı layın beni, o zamanlar ne
durumda oldu umu bilmeden de
hakkımda kötü dü ünmeyin.
Oysa dilim tutuldu. Gırtla ım —
galiba— orada katıla ıp kalan hınçla
tıkandı, konu amadım. Beni
duraksamadan geri çeviren bütün bu
kadınlar ya antıma acı bir gölge
dü ürmeye ba lamı lardı. Ömrümde hiç
bu kadar berbat bir dönem
geçirmemi tim. Yanıt vermek yerine
di lerimi gıcırdatmaya hazırdım, o da
gizlenmesi gereken pek tatsız bir eydi.
Belki dilimin tutulmasının bir nedeni de
alttan alta besledi im bir umudun böyle
kökünden yokedildi ini görmemdi. tiraf
etmeden yapamayaca ım: yitirdi im
metresi, ilkin yalnızca yanımda ya amayı,
sonra da yalnızca beni bir daha
görmemeyi isteyen, insanı hiçbir
tehlikeye sokmayan o kızın yerine
koyacak Carmen’den iyisini bulamazdım.
ki ki inin payla tı ı bir metres de
metreslerin en sakıncasızıdır. O
zamanlar dü üncelerime pek açıklık
getirememi tim, ama duyuyordum onları,
imdi de biliyorum. Carmen’in a ı ı
olmakla Ada’ya bir iyilik ederdim,
Augusta’ya da bir zarar vermi
sayılmazdım. Guido ile birer ayrı
metresimiz olmasından çok daha az
ihanet görürlerdi her ikisi de.
Carmen’in istedi i yanıtı birkaç
gün sonra verdim, ama dü ündükçe
bugün bile yüzüm kızarır. E er o noktaya
de in alçaldımsa Carla’nın beni
bırakmasının yüre imde açtı ı bo luk
hâlâ kapanmamı mı demek. Ömrümde
hiçbir eyden bu kadar pi manlık
duymadım. stemeden a zımızdan kaçan
hayvanca lâflar yüre imizde tutkumuzun
bizi sürükledi i en kötü hareketlerden
daha a ır pi manlıklar uyandırır. Söz diye
harekete varmayan eyleri niteliyorum,
çünkü çok iyi biliyorum ki örne in
Jago’nun sözleri tam anlamıyla gerçek
birer harekettir. Ama hareketler,
Jago’nun sözleri de dahil, zevk almak ya
da yarar sa lamak amacıyla yapılır, o
zaman da tüm organizmamız, ilerde
kalkıp yargıçlık taslayacak bölümü bile
katılır, bu yüzden de hayli insaflı bir
yargıç sayılır. Ama dilimiz olacak aptal
kendi hesabına, üstelik organizmanın
onsuz kendisini yenik duyaca ı ufak bir
bölümü memnun etmek için harekete
geçer, sava ıyormu gibi yapar, oysa
sava çoktan bitmi , yitirilmi tir.
Yaralamak ister, ya da ok anmak. Hep
dev e retilemeler arasında dola ır. Ve
sözler kor gibi yandıklarında, söyleyeni
yakarlar.
Carmen’in büromuza sorgusuz
sualsiz alınmasını sa layan o pırıl pırıl
renklerinin soldu u gözümden
kaçmamı tı. Acı çekiyor da ondan olmalı,
diye dü ündüm: bedensel bir acısı
olabilece ini dü ünmedi imden,
Guido’nun a kından ötürü kendi kendini
yedi ini sandım. Zaten biz erkekler
kendilerini ba kalarına veren kadınlara
acımaya dünden hazırızdır. Bundan ne
çıkarımız olabilece ini de hiç bilmeyiz.
Hatta söz konusu erkek —bu durumdaki
gibi— dostumuz da olabilir, ama aptal
de iliz ya, yeryüzünde bu tür
serüvenlerin nasıl bir sona ba landı ını
hepimiz biliriz elbet. Carmen’e kar ı içten
bir acıma duyuyordum, Augusta ya da
Carla’ya hiç duymadı ım türden bir
acıma. Dedim ki:
— Madem dostunuz olmamı
istediniz, bazı uyarılarda bulunmama izin
verir misiniz?
zin vermedi, çünkü o durumdaki
her kadın gibi o da uyarının bir saldırı
oldu unu sandı. Kızardı, kekeledi:
— Anlamıyorum! Niçin
söylüyorsunuz bunu? Hemen ardından
beni susturmak için: —E er ö üde
gereksinim duysaydım hiç durmaz size
ba vururdum bay Cosini.
Ahlâk hocalı ı etmeme izin
verilmedi, bu da benim zararıma oldu.
Ona ahlâk hocalı ı edeyim derken,
ku kusuz daha içten davranabilecektim.
Allah bilir, kızı yeniden kollarımın arasına
almayı denerdim. kiyüzlülük edip de
ahlâk hocalı ına kalkı tım diye de kendi
kendimi yemezdim.
Guido haftanın birkaç günü
büroya adım atmaz olmu tu, ava ve
balı a merak sarmı tı. Ben ise döndükten
sonra bir hafta kadar her gün i e gittim,
defterlerin eksiklerini tamamlamak için
didiniyordum. Ço u zaman Carmen ve
Luciano ile yalnız kalıyordum, onlar da
beni müdür yerine koyuyorlardı. Carmen,
Guido’nun yoklu undan ötürü pek acı
çeker gözükmüyordu, onun e lendi ini
bildikçe bundan kendine mutluluk payı
çıkaracak kadar tutkun oldu unu
dü ündüm. Guido’nun hangi günler
gelmeyece ini de önceden biliyor
olmalıydı, çünkü hiçbir kaygılı bekleyi
belirtisi göstermiyordu. Oysa
Augusta’dan, Ada’nın aynı yapıda
olmadı ını ö renmi tim, çünkü kocasının
sık sık ortadan kaybolmasından acı acı
yakınıyormu . Ho yakındı ı tek ey de bu
de ildi. Bütün sevilmeyen kadınlar gibi
büyük kırgınlıklardan da, küçüklerinden
de aynı öfkeyle yakınıyordu. Guido, onu
aldatmakla kalmıyor, evdeyken de yalnız
keman çalıyormu . Bana onca acıya
malolan o keman öyle çe itli hizmetler
görüyordu ki bir tür Achilleus’un mızra ı
saydırdı. Bir ara büromuza da u radı ını
söylediler: «Sevil Berberi»nin nefis
çe itlemeleri ile Carmen’in gönlünü
çelmeye yaramı tı. Büroda i i bitince de
evine geri dönmü tü, sıra, Guido’yu e i ile
sohbet etme sıkıntısından kurtarmaya
gelmi ti.
Carmen ile aramda ba ka hiçbir
ey geçmedi. Bir süre sonra sanki kız
cinsiyet de i tirmi gibi mutlak bir
umursamazlık uyandı içimde, Ada’ya
duydu uma benzer bir ey yani. Her
ikisine kar ı da büyük bir acımadan
ba ka duygum kalmadı. te o kadar!
Guido bir dedi imi iki etmiyordu.
Sanırım kendisini yalnız bıraktı ım o
ayda arkada lı ımın de erini anlamı tı.
Carmen gibi bir kadıncık arasıra ho a
gidebilir, ama sabahtan ak ama kadar
dayanılır ey de ildir. Guido beni ava ve
balı a, ça ırdı. Avdan nefret ederim,
birlikte gitmeyi kesinlikle reddettim. Ama
bir ak am öyle sıkılıyordum ki, birlikte
balı a çıkmaya razı oldum. Balıkla
aramızda hiçbir ileti im ba ı
olmadı ından yüre imizi sızlatamaz.
Zaten suyu içinde sapsa lamken bile hep
öyle a zını açıp kapar ya! Görünümünü
ölüm bile de i tiremez. Acısı varsa bile
pullarının altına çok iyi gizlenmi tir.
Bir süre sonra Guido beni bir gece
balı a ça ırdı, bakalım Augusta ak am
çıkıp öyle geç saatlere kadar dı arda
kalmama izin verir mi, diye yanıtladım.
Teknesinin Sartorio rıhtımından ak am
saat dokuzda demir alaca ını
unutmayaca ımı, Augusta izin verirse
orada bulunaca ımı söyledim. Bu
yüzden, onun da beni o ak am bir daha
görmeyece ini, ba ka seferler yaptı ım
gibi randevu yerine gitmeyece imi
bildi ini dü ündüm.
Ne var ki o ak am minimini
Antonia’nın çı lıkları beni evden dı arı
u rattı. Annesi ok adıkça ufaklık
yaygarayı basıyordu. Bir an geldi, i i
kendi yöntemlerimle çözümlemeyi
denedim, yöntemim de avaz avaz ba ıran
o maymun yavrusunun kula ına yüksek
sesle sayıp dökmekti. Ama elde etti im
tek sonuç çı lıkların temposunu
de i tirmek oldu, çocuk bu kez de
korkudan haykırmaya ba ladı. Bunun
üzerine, daha çok babadan görme bir
yönteme ba vurmayı dü ünüyordum ki.
Augusta Guido’nun ça rısını tam
zamanında anımsadı ve gecikecek
olursam gidip yataca ını vâdederek beni
kapıya kadar geçirdi. Hatta çıkıp gideyim
diye o saate kadar dı arda kalacak
olursam sabah kahvesini tek ba ına
içmeye bile razıydı. Çocuklar rahat
vermedi mi ne yapılması gerekti i
konusunda Augusta ile anla amayız —
zaten tek anla amadı ımız nokta da
budur—: bana sorarsanız çocu un acısı
bizimki kadar önemli de ildir, büyüklerin
rahatsız olmasındansa onu kendi derdi
ile ba ba a bırakmak daha iyi olur;
Augusta ise çocukları dünyaya
getirdi imiz gibi sıkıntılarına da
katlanmamız gerekti i dü üncesinde.
Randevuya yeti mek için bol bol
zamanım vardı, kentin bir ba ından
öbürüne a ır a ır yürüdüm, kadınları
seyrediyor, bir yandan da Augusta ile
aramdaki her türlü anla mazlı ı
engelleyecek özel bir aygıt tasarlıyordum.
Ama aygıtım için insanlık yeterince
geli mi de ildi! Ancak çok uzak bir
gelecekte kullanılabilirdi, o zaman da
artık benim i ime yaramazdı, yalnızca
Augusta ile tartı malarımın nasıl hiçten
bir nedenden kaynaklandı ını
kanıtlamaya yarardı: bu neden ufacık bir
aygıtın eksikli iydi! öyle basit bir aygıt,
evin içinde kullanılacak bir tür tramvay,
minimini kızımın bütün gün üzerinden
inmeyece i, raylı tekerlekli bir iskemle:
bir de elektrikli dü mesi olacaktı, bastık
mı iskemle üzerinde avaz avaz ba ıran
ufaklı ı alıp evin en uzak noktasına
kadar gitmeliydi, o uzaklıkta sesi
hafifleyece inden, kula a ho bile
gelebilirdi. Augusta ile ben de, huzurlu,
sevgi dolu, ba ba a kalırdık.
Yıldızı bol, mehtapsız bir geceydi,
tâ uzakların seçilebildi i, bu yüzden
ferahlık, rahatlık veren gecelerden biri.
Belki de babamın ölürkenki o son veda
bakı ının izini hâlâ ta ıyan yıldızlara
baktım. Çocuklarımın altlarını
kirlettikleri, ciyak ciyak ba ırdıkları
korkunç günler de geçecekti. Sonra bana
benzeyeceklerdi; ben de görevim gere i,
zahmetsizce sevecektim onları. Güzel,
geni gecede iyice huzur buldum, iyi
kararlar verme gere ini bile duymadım.
Sartorio rıhtımının ucunda, küçük
bir ev kentin ı ıklarını engelliyordu. Zifiri
karanlıktı, yüksek, kopkoyu, durgun
sular tembelce kabarmı tı sanki.
Birden gözümden gökyüzü de,
deniz de silindi. Bir an karanlıkta
parlayan bir rugan potin merakımı
uyandırmı tı. Birkaç adım ötemde bir
kadın duruyordu. O ufacık yerde,
karanlıkta bana o kadın uzun boyluymu ,
belki de zarifmi , üstelik benimle bir
odaya kapatılmı gibi geldi. En ho
serüvenler insanın en dü ünmedi i
zamanlarda önüne çıkar zaten, o kadının
birden kararlı adımlarla bana yakla tı ını
görünce bir an pek ho bir duyguya
kapıldım. Carmen’in bo uk sesini duyar
duymaz duygu hemen yokoldu. O balık
avına benim de katıldı ımı ö rendi ine
sevinmi gibi yapmak istiyordu. Ama
karanlıkta o tür bir sesle numara
yapmanın olana ı yoktu.
Kabaca yanıtladım:
— Beni Guido ça ırdı. Ama
dilerseniz kendime yapacak ba ka bir ey
bulur, sizi ba ba a bırakırım!
Tam tersine, o gün beni üçüncü
kez gördü üne sevindi ini söyleyerek
itiraz etti. O ufacık teknede tüm büronun
toplandı ını anlattı, Luciano da
gelecekmi çünkü. Yani denizin dibini
boylarsak i lerin yattı ının resmiydi!
Luciano’nun gelece ini bana toplantının
ne denli masum oldu unu kanıtlamak
için söylemi ti. Sonra ba ı sonu belirsiz
bir gevezeli e ba ladı, önce Guido ile bu
ilk balı a çıkı ı oldu unu söyledi,
ardından ikinci kez oldu unu açık etti.
Teknenin «dibinde» oturmaktan
ho landı ını a zından kaçırmı tı, bana da
öyle yerli yerince söylemesi garip gibi
gelmi ti. Böylece bunu Guido ile balı a ilk
çıktı ında ö rendi ini itiraf etmek
zorunda kaldı.
O ilk gezintinin büsbütün masum
oldu unu belirtmek için de:
— O sefer, diye ekledi, mercan
de il uskumru avına çıktıktı, sabahleyin.
Ne yazık ki a zından daha çok lâf
alacak zamanım olmadı, ilgilendi im her
eyi ö renebilirdim, ama Sacchetta’nın
karanlı ından Guido’nun teknesi çıkıp
hızla yakla tı. Ne yapaca ımı hâlâ
bilemiyordum, Carmen orada oldu una
göre, uzakla sam daha iyi etmez miydim?
Belki de Guido ikimizi birden ça ırmayı
aklının kıyısından bile geçirmemi ti,
çünkü ben ça rısına, neredeyse hayır
demi tim. Bu arada tekne yana tı.
Carmen, karanlıkta bile gençli ine
yara ır bir güvenle, Luciano’nun uzattı ı
eli tutmadan atladı. Bineyim mi,
binmeyeyim mi, kararsızdım, Guido
ba ırdı:
— Sallanmasana!
Bir sıçrayı ta ben de tekneye
bindim. Neredeyse iste imin dı ında bir
sıçrayı tı benimki: Guido’nun ba ırtısının
ürünüydü. Karaya özlem dolu gözlerle
bakıyordum, ama bir anlık duraksayı ım
rıhtıma çıkma olana ını elimden aldı.
Tekne pek büyük de ildi, sonunda gidip
ba tarafa oturdum. Gözlerim karanlı a
alı tı ında kıçta, kar ımda Guido’nun
oturdu unu, ayaklarının dibinde, yerde
Carmen’in bulundu unu gördüm. Kürek
çeken Luciano bizi ayırıyordu. Ufacık
kayıkta, kendimi ne güvenli, ne de rahat
duyuyordum, ama çok geçmeden alı tım,
yıldızlara baktım, içime yeniden ferahlık
verdiler. urası gerçekti ki, Luciano’nun
—e lerimizin ailesinin sadık
hizmetkârının— yanında, Guido, Ada’yı
aldatmak tehlikesini göze alamazdı, bu
yüzden benim yanlarında bulunmamda
bir kötülük yoktu. O gökyüzünün, o
denizin, uçsuz bucaksız dinginli in
sefasını sürmek için içimde büyük bir
istek vardı. E er pi man olup azap
çekeceksem evimde kalıp Antonia’nın
i kencesine katlansaydım daha iyi
ederdim. Gecenin serin havası ci erlerimi
doldurdu, Guido ile Carmen’in yanında
e lenebilece imi anladım, zaten ikisini de
seviyordum.
Deniz fenerinin önünden geçtik,
açık denize ula tık. Birkaç mil ötede
sayısız yelkenlinin ı ıkları pırıldıyordu:
orada balıklara çok daha ba ka tuzaklar
kurulmu tu. Bagno Militare’den —
kazıkların üzerinde kapkara yükselen
heybetli bir kitle— ba layarak Sant
Andrea kıyısı boyunca gidip gelmeye
ba ladık. Balıkçıların en sevdikleri yerdi.
Yanıba ımızda sessizce ba ka birçok
tekne bizimle aynı manevrayı yapıyordu.
Guido üç olta hazırladı, karidesleri
kuyruklarından i neye taktı. Herbirimize
bir olta verdi, benim ba taki oltama —
kur unu olan tek oltaydı— balı ın daha
çok vuraca ını söyledi. Karanlıkta
kuyru undan asılmı karidesimi
seçebildim, bedeninin kaskatı bir kılıfa
dönü memi olan üst kısmını yava çacık
oynatıyormu gibi geldi. Bu haliyle acıdan
kıvranmaktan çok, dü üncelere dalmı
gibiydi. Belki de büyük organizmalarda
acı yaratan ey, çok küçüklerde azalıyor,
yeni bir deneyime indirgeniyor,
dü üncelere sürüklüyordur. Yemi,
Guido’nun söyledi i gibi suya daldırdım,
on kulaç kadar derine saldım. Ardımdan
Carmen ve Guido da oltalarını attılar.
Guido’nun elinde imdi kıçta bir kürek
vardı, oltalar birbirine dola masın diye
ustaca itiyordu kayı ı. Galiba Luciano
henüz kayı ı öyle yönetebilecek kadar
beceri edinememi ti. Zaten imdi
Luciano’ya ba ka bir görev verilmi ti;
oltaların su yüzüne kadar çekece i balı ı
sudan çıkaracak ufak kepçeyi tutuyordu.
Uzun süre ona i dü medi Guido’nun
çenesi açılmı tı, Allah bilir, Carmen’e de
a ktan de il, ukalalık merakından
takılmı tı. Ona kulak vermek istemiyordu
canım, suyun içinde asılı duran,
balıkların i tihasına sundu um o
minimini hayvanca ızı dü ünmeyi
ye liyordum: ba ca ızını sallamakla —
e er ba sallamayı suyun içinde de
sürdürüyorsa— balı ı daha kolaylıkla
kendine çekecekti. Ama Guido, birkaç
kez bana seslendi ve balıkçılık
konusundaki kuramını dinlemek zorunda
kaldım. Balık yeme birkaç kez vuracaktı,
biz de duyacaktık, ama olta gerilmeden
çekmemeliydik. O zaman birden
çekivermek için hazır beklemeliydik,
böylece i nenin balı ın a zına
saplandı ına emin olacaktık. Guido her
zamanki gibi açıklamalarını uzattıkça
uzattı. Balık yemi çeki tirdi inde elimizde
tam ne duyaca ımızı çok açık seçik
anlatmak istiyordu. Açıklamaların sonu
gelmiyordu, oysa ben de, Carmen de
oltanın her gerili inde insanın elinde
bıraktı ı neredeyse sesli diyebilece im o
etkiyi çok iyi tanıyorduk deneyimlerimizle.
Birçok kez oltayı toplayıp yemi yenilemek
zorunda kaldık. Dü üncelere dalmı
minik hayvanca ız oltaya takılmamayı
ba aran kurmay balıkların midesine
iniyor, biz de öcünü alamıyorduk.
Kayıkta bira ile sandviç de vardı.
Guido bütün bunları ardı arkası kesilmez
gevezeli i ile tatlandırıyordu. imdi
denizde yatan muazzam hazinelerden
dem vuruyordu. Bunlar öyle Luciano’nun
sandı ı gibi balık ya da insanların denize
attıkları zenginlikler de ilmi efendim.
Deniz suyunda çözelek halinde altın da
bulunurmu . Birdenbire benim kimya
okudu umu anımsadı:
— O altından senin haberin vardır
herhalde, dedi. Aklımda, okuduklarımdan
pek bir ey kalmamı tı, ama
do rulu undan pek emin olmadı ım bir
gözlemde bulunmak tehlikesini göze
alarak evet dedim:
— Denizdeki altın, altınların en
pahalısıdır, diye belirttim. Burada çözelek
halinde bulunan Napolyon altınlarından
birini çıkarabilmek için be altın
harcamak gerekir.
Üzerinde gezindi imiz zenginlikleri
do rulamam için heyecanla bana dönmü
olan Luciano dü kırıklı ına u rayarak
sırtını çevirdi. O altına duydu u ilgiyi
yitirmi ti bile. Guido ise sözümü onayladı,
o altının maliyet fiyatının tam benim
söyledi im gibi, ötekinin be katı
oldu unu sanıyormu . Benim bile bile
kafamdan uydurdu um bilgiyi
onaylayarak beni onurlandırmı tı.
Gözüne tehlikesiz gözüktü üm,
ayaklarının dibin eserilmi duran kadını
hiç mi hiç kıskanmadı ı açıktı. Bir an
imdi daha iyi anımsadı ımı, denizden bir
Napolyon altını çıkarmak için üç altın
harcamanın yeterli oldu unu ya da ille
on altın gerekti ini söyleyip onu güç
duruma sokmak geçti aklımdan.
Ama tam o anda oltam beni göreve
ça ırdı, güçlü bir çeki le iyice gerilmi ti.
Ben de oltaya asıldım ve ba ırdım.
Guido bir sıçrayı ta yanımdaydı,
oltayı elimden aldı. Seve seve bıraktım.
Misinayı yukarı çekmeye ba ladı, ilkin
azar azar, sonra balı ın direni i
azaldı ından, geni hareketlerle. Ve
karanlık suda koskoca hayvanın
gümü sü gövdesi parıldadı. Artık acısının
pe i sıra, direnmeden se irtiyordu.
Böylece o dilsiz yaratı ın acısını da
anladım, çünkü o ölüme kavu ma telâ ı
haykırıyordu o acıyı. Çok geçmeden balık
ayaklarımın dibinde can çeki meye
ba ladı. Luciano, onu kepçeyle sudan
çekmi , a zını hoyratça yırtarak i neyi
çıkarmı tı.
Koskoca balı ı yokladı:
— Üç kiloluk bir mercan!
Hayranlıkla balıkhanede o günkü
fiyatını söyledi. Derken Guido o saatte
suların durgunla tı ını ba ka balık
tutmanın güç oldu unu belirtti.
Balıkçıların sular yükselmez ya da
alçalmazsa balıkların yem yemediklerine,
bu yüzden de yakalanmayacaklarına
inandıklarını anlattı. tihasının bir
hayvanın ba ına ne büyük dertler açtı ı
konusunda felsefe yürüttü. Sonra
gülmeye ba ladı, açık etti inin farkına
varmaksızın dedi ki:
— Bu ak am balık tutmayı beceren
bir sen varsın. Avladı ım hayvanca ız
hâlâ kayıkta çırpınıyordu ki Carmen
çı lı ı bastı. Guido yerinden
kımıldanmadan, gülmesini güç tutarak
seslendi:
— Ne o, bir mercan balı ı daha
mı? Carmen sersemlemi ti:
— Öyle sandım! Ama kaçtı bile!
Hiç ku kum yok, kendini
tutamayıp kıza bir çimdik basmı tı. Artık
o kayıkta iyice rahatsız olmaya
ba lamı tım. Oltamı iste imle
yöneltmiyordum, tersine, zavallı
hayvancıkların takılmalarım önlemek
amacıyla, ona göre kımıldatıyordum.
Sonra, uykum var, dedim, Guido’dan
beni Sant’ Andrea’ya çıkarmasını rica
ettim Bu arada Carmen’in çı lı ının açı a
vurdu u eyden sıkılarak gitti imi
sanmasınlar diye küçük kızımın o
ak amki halini anlattım, hasta
olmadı ına emin olmak istiyorum, dedim.
Guido, her zamanki gibi uysaldı,
kayı ı kıyıya yana tırdı. Tuttu um
mercan balı ını bana ikram etti,
istemedim. Yeniden denize atalım da
özgürlü üne kavu sun diye önerdim, ama
Luciano bir itiraz çı lı ı kopardı, Guido da
yumu akba lılıkla:
— Zavallı hayvana ya amını ve
sa lı ını geri verebilece imi bilsem
yapardım, dedi ama bundan böyle artık
yalnız tabakta yararı olur!
Onları gözlerimle izleyerek benden
bo alan yerden yararlanmadıklarına
emin oldum. Birbirlerine büzülmü
rahattılar, kıç taraftaki fazla a ırlık
yüzünden kayık biraz burnu havaya
kalkmı olarak gitti.
Çocu umun ate inin çıktı ını
ö renmek bana Tanrı’nın bir cezası gibi
gözüktü. Guido’nun kar ısında yavrumun
sa lı ı üstüne aslında duymadı ım bir
kaygıyı ileri sürerek onu ben hasta etmi
olmayaydım? Augusta henüz yatmamı tı,
ama az önce doktor Paoli gelmi ,
birdenbire bu kadar hızla ate
yükselmesinin a ır bir hastalık habercisi
olamayaca ını garantileyerek onu
avutmu tu. Küçücük dö e ine serilmi
yatan Antonia’ya uzun uzun durup
baktık, darmada ınık kara buklelerinin
altında yüzünün derisi kurumu ,
kıpkırmızı kesilmi ti. Ba ırmıyordu,
ancak zaman zaman inliyordu, kısacık
iniltisini tamamlayamadan kendinden
geçiyordu. Aman Tanrım! Hastalı ı, nasıl
da yakla tırıyordu bana yavrumu!
Solu unu rahatlatmak için ömrümün bir
parçasını vermeye hazırdım. Onu
sevemedi imi dü ündü üm, onun ate ler
içinde yandı ı bütün o zamanı, ondan
uzakta, o insanların arasında
geçirmemin pi manlı ını yüre imden
nasıl atacaktım?
Augusta birden yerinden sıçradı:
— Ada’ya benziyor! dedi.
Do ruydu! Bunu ilk kez o zaman
farkettik. Antonia büyüdükçe o benzerlik
gitgide arttı, o kadar ki, arasıra, yüzü gibi
yazgısı da o zavallıcı ınkine benzemese
bari, diye, korkudan içim titreyerek
dü ünüyorum.
Çocu un yata ını Augusta’nınkinin
yanına yerle tirip yattık. Ama gözümü
uyku tutmuyordu: gündüz olaylarının,
gecenin acı ve pi manlık görüntülerinde
yansıması gibi bir a ırlık eziyordu
yüre imi. Kızımın hastalı ından ben
sorumluymu um gibi bir a ırlık
altındaydım. Ba kaldırdım! Suçsuzdum,
konu abilirdim, her eyi anlatabilirdim.
Anlattım da. Augusta’ya, Carmen ile
kar ıla mamı, onun kayıkta nerede
oturdu unu, sonra o çı lı ını anlattım,
Guido’nun hayvanca bir ok aması sanıp
da emin olamadı ım çı lı ını. Ama
Augusta emin oldu. Yoksa hemen
ardından Guido’nun sesindeki o ne e
neyin nesiydi? O kanıyı hafifletmeye
çabaladım, ama dahasını da anlatmam
gerekti. Kendime ili kin bir açıklamada
bulundum, beni evden dı arı u ratan
sıkıntıyı, Antonia’yı yeterince
sevmedi imden duydu um pi manlı ı
açıkladım. Hemen de ferahladım, sonra
derin bir uykuya daldım.
Ertesi sabah Antonia daha iyiydi:
ate i hemen tümüyle dü mü tü. Sakin,
rahat yatıyordu, ama sanki o küçücük
bedenine fazla a ır gelen bir çaba ile
tükenmi çesine solgun, süzgündü; kısa
bir çarpı madan zaferle çıkmı tı
ku kusuz. Onu öyle görünce ben de
rahatladım ve Guido’yu son derece güç
bir duruma sokmu oldu umu üzülerek
farkettim, Augusta’dan ku kularımı
kimseye açmayaca ına söz vermesini
istedim. Bunun ku ku de il, gerçe in tâ
kendisi oldu unu söyleyerek itiraz etti,
ben, hayır, dedimse de inandıramadım.
Sonra istedi im sözü verdi de yüre im
rahatlayarak büroya gittim.
Guido henüz gelmemi ti, Carmen,
ben gittikten sonra talihlerinin açıldı ını
söyledi. ki mercan balı ı daha
yakalamı larmı , benimkinden daha
ufakmı lar, ama yine de epeyce a ır
çekiyorlarmı . nanmak gelmedi, içimden
ben gidince ben oradayken yaptıkları i i
bırakmı olmadıklarına beni inandırmaya
çalı tı ını dü ündüm. Hani sular
durgunla mı tı? Saat kaça kadar denizde
kalmı lardı?
Carmen beni inandırmak için iki
mercan balı ı avladıklarını Luciano’ya
do rulattı, ben de ondan sonra
Luciano’nun Guido’ya yaransın diye
yapmayaca ı i olmadı ını dü ündüm.
Yine bakır sülfat i inden önceki o
büyük dinginlikte büroda hayli garip bir
ey oldu, hem Guido’nun ölçüsüz kibrini
ortaya koydu u, hem de beni pek
ki ili ime uyduramadı ım bir ı ık altında
gösterdi i için bir türlü unutamıyorum.
Bir gün dördümüz de bürodaydık,
her zaman oldu u gibi, içimizde i ten söz
eden tek ki i Luciano idi. Söylediklerinden
biri Guido’nun kula ına paylama gibi
geldi, Carmen’in önünde böyle bir eyi
kolay kaldıramazdı elbette. Ama kendini
savunması da güçtü, çünkü Luciano’nun
elinde, aylarca önce Guido’ya ö ütleyip de
onun istemedi i bir i in yapana önemli
bir kâr sa lamı oldu unun kanıtı vardı.
Guido kestirip attı, ticareti
küçümsüyormu efendim, e er talihi
yaver gitmezse çok daha akıllıca
u ra lardan para kazanmanın yolunu
bulurmu . Örne in keman çalarmı .
Hepsi onunla aynı kanıdaydılar, ben de
öyle, ama bir noktayı vurguladım.
— Çok çalı ırsan tabii.
Bu ko ulumu hiç be enmedi, i
çalı maya kaldıktan sonra daha nice nice
eyler yapabilirmi , örne in edebiyat.
Bunu ötekiler de onayladılar, ama ben
pek emin de ildim. Büyük
edebiyatçılarımızın yüzlerini iyi
anımsamıyordum ve içlerinden Guido’ya
benzeyen birini bulabilmek için belle imi
zorluyordum. Derken arkada ım öyle
ba ırdı:
— Güzel masallar ister misiniz?
Gelin, Ezop gibi hayvan masalları
uydurayım size!
Kendisi dı ında herkes güldü.
Guido yazı makinesini istedi, dikte
altında yazar gibi, çarçabuk, daktilonun
gerektirdi inden daha geni hareketlerle,
ilk masalı döktürdü. Tam kâ ıdı
Luciano’ya uzatıyordu ki vazgeçti, geri
aldı, yeniden makineye taktı, ikinci bir
hayvan masalı daha yazdı, ama
birincisinden daha zahmetli oldu, öyle
esinlenir gibi bir eyler yapmayı unuttu,
yazdı ını birkaç kez düzeltmesi gerekti.
Bu yüzden masallardan ilkinin kendisinin
olmadı ını, ikincisinin ise gerçekten o pek
yara tı ı kafanın ürünü oldu unu
sanıyorum. Birinci masalda kafesinin
kapısının açık unutuldu unu farkeden
bir ku ca ız anlatılıyordu, hayvancık ilkin
uçup gitmeyi dü ünüyor, sonra kendisi
yokken kapıyı kaparlarsa özgürlü ünden
olaca ını dü ünüp vazgeçiyor. kincisi bir
fili anlatıyordu, gerçekten de fillere lâyık
bir eydi. O dev hayvan, bacaklarında bir
dermansızlık duyarmı , kalkıp bir insana,
ünlü bir hekime muayene olmu .
Gelgelelim adamca ız, o bacakları
görünce hayran kalmı , «Ömrümde
gördü üm en güçlü bacaklar!» diye
haykırmı .
Luciano, o masallardan
etkilenmedi, bir nedeni de onları
anlamayı ıydı. Kahkahalarla gülüyordu,
böylesi bir marifetin alınıp satılır cinsten
bir malmı gibi sunulmasını gülünç
buldu u belliydi. Kendisine minik ku un
kafesine dönme özgürlü ünden olmaktan
korktu unu, insanın da filin bacaklarına
ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar hayran
kaldı ını açıkladık, ho una gitti, bir daha
güldü. Ama sonra öyle sordu:
— yi de, bu tür masalların iki
tanesi kaç para getirir?
Guido üstten aldı:
— Her eyden önce onları
yazmanın zevki var, sonra oturup böyle
birçok masal yazabilirsen çok da para
kazanırsın.
Carmen ise kendinden geçmi ti. O
iki masalı kopya edebilmek için izin istedi,
Guido kendi yazdı ı kâ ıdı mürekkepli
kalemle imzalayıp ona arma an edince
minnetle te ekkür etti.
Ben ne karı ıyordum? Carmen’in
be enisini kazanmak için çarpı mama
gerek yoktu, söyledi im gibi, kız
umurumda bile de ildi, ama davranı ımı
anımsayınca istemedi imiz bir kadının
u runda da vuru abilece imize inanasım
geliyor. Gerçekten de Ortaça
kahramanları da ömürlerinde yüzlerini
bir kerecik görmedikleri kadınların
u runa çarpı mazlar mıydı? O gün zavallı
bedenimin o korkunç sancıları
depre iverdi, bana da öyle geldi ki, acımı
yatı tırmanın tek yolu hemen masallar
döktürerek Guido ile boy ölçü mekti.
Yazı makinesini istedim ve ben
gerçekten oracıkta uydurdum. Do rusu
masallarımın ilki birkaç gündür kafamda
dola ıyordu. Ba lı ını oracıkta
çırpı tırdım: «Ya am Türküsü!». Sonra bir
an dü ünüp altına «Söyle i» yazdım.
Hayvanları betimlemektense
konu turmak daha kolay geliyordu.
Böylece kısacık bir söyle iden olu an
masalım do du:
Dü ünceli karides: — Ya amak
güzel ya, nereye oturdu una dikkat
etmek gerek.
Di çiye ko an mercan balı ı: —
Ya amak güzel ya, lezzetli etlerinin içinde
o sivri maden parçasını gizleyen hain
hayvancıklar olmasa.
Sıra ikinci masala gelmi ti ama
masalıma hayvan bulamıyordum.
Kö esinde yatan köpe e baktım, o da
bana baktı. O çekingen gözler bende bir
anı uyandırdı: birkaç gün önce Guido
avdan pire içinde dönmü , gitmi bizim
aralıkta temizlenmi ti. Masal birden
do du kafamda, çarçabuk kâ ıda
döktüm: «Bir varmı bir yokmu , bir yı ın
pirenin musallat oldu u bir prens varmı .
Tanrılara yalvarmı , kendisine kocaman,
aç bir pire göndersinler, ama yalnızca bir
tane, ötekileri de ba ka insanlara
versinler diye. Ama hiçbir pire insan
denen hayvanla ba ba a kalmaya razı
olmamı , o da hepsini sineye çekmek
zorunda kalmı ».
Masallarım o anda bana pek
parlak geldi. Beynimizin ürünlerini,
özellikle do ar do maz incelersek,
bulunmaz birer Hint kuma ıdırlar.
Do rusunu isterseniz, imdi yazı
yazmaya hayli alı mı ken bile hâlâ
ho uma gidiyor. Ölmek üzere olan bir
yaratı ın ya am türküsünü, özellikle
onun ölümünü seyredenler pek irin
bulabilirler, ayrıca u da bir gerçek:
ölmek üzere olan nice kimse son
soluklarını u runa öldüklerini sandıkları
dâvayı anlatmaya harcarlar, böylelikle o
kazadan kaçınmasını bilecek olan
ba kalarının ya amına bir türkü okumu
olurlar. kinci masala gelince, ondan söz
etmek istemiyorum, Guido, kendisi muzip
bir yorum yaptı zaten:
— Bu hayvan masalı de il, bana
hayvan demenin bir yolu, diye ba ırdı
gülerek.
Ben de birlikte güldüm, yazmama
neden olan a rılar hemen hafifledi. Ne
anlatmak istedi imi açıklayınca Luciano
güldü, hiç kimsenin, ne benim, ne
Guido’nun masallarına be para
ödemeyece ini ileri sürdü. Gelgelelim,
Carmen hiç mi hiç be enmedi
masallarımı. Sorgulayan bakı larla kötü
kötü bakıyordu, o gözlerde yepyeniydi o
bakı , sanki u sözleri söylemi gibi açık
seçik anladım:
— Sen Guido’yu sevmiyorsun!
Allak bullak oldum desem yeri,
çünkü o anda yanılmadı ıma ku ku
yoktu. Hiçbir çıkarım olmaksızın onun
hesabına çalı ırken kalkıp sanki Guido’yu
sevmezmi im gibi davranmakta haksız
oldu umu dü ündüm. Davranı larıma
dikkat etmeliydim.
Yumu ak bir sesle öyle dedim
Guido’ya:
— Senin masallarının
benimkilerden iyi oldu unu seve seve
kabul ediyorum. Ama unu da
unutmamak gerekir ki bunlar ömrümde
yazdı ım ilk masallar.
Teslim bayra ını çekmedi:
— Ne yani, ben ba ka masal
yazdım mı sanıyorsun?
Carmen’in bakı ı tatlıla mı tı bile,
daha da yumu asın diye ekledim:
— Hiç ku kum yok, senin masal
anlatmaya özel bir yetene in var.
Ama iltifatım ikisini de güldürdü,
onların ardından ben de güldüm, hepimiz
iyilikle gülüyorduk, çünkü hiçbir kötü
niyetim olmadı ı ortadaydı.
Bakır sülfat i i büromuza biraz
ciddiyet getirdi. Masal anlatacak zaman
kalmamı tı. Artık bize önerilen hemen
tüm i lere dalıyorduk. Bazılarından kâr
etti imiz de oldu, ama az: bazılarından
zarar ettik, ama çok. dı ında o kadar
cömert olan Guido’nun i ba ında en
büyük kusuru bir garip pintilikti. , kâr
getirecek gibi oldu mu, o ufak kâra
gözünü dikiyor, cebine indirebilmek için
alelacele tasfiye ediyordu. Elveri siz bir
i e battı mıydı, elini cebine ataca ı ânı
geciktirebilmek için bir türlü hesabını
görmeye yana mıyordu. Sanırım i te bu
yüzden zararları hep büyük, kârı hep
ufak oldu. Bir tüccarın nitelikleri tepeden
tırna a tüm organizmasının ürünüdür.
Yunanlıların kullandıkları bir deyim
Guido’ya pek uyuyordu: «aptalın kurnazı».
Kurnaz olmasına kurnazlı ına diyecek
yoktu, ama aynı zamanda sala ın tekiydi.
Üzerinde gitgide a a ılara do ru kaydı ı
e ik düzlemi ya lamaktan ba ka i e
yaramayan bin bir çe it kurnazlı ın
ustasıydı.
Bakır sülfat yetmezmi gibi ba ına
bir de ikizler çıktı. lk izlenimi hiç de ho
denemeyecek bir a kınlıktı, ama olayı
bana haber verdikten sonra pek nükteli
buldu um bir ey söyledi, ba arısı kendi
ho una da gitti inden, surat asmayı
sürdüremedi. ki çocu u altmı ton
sülfatla birle tirerek dedi ki:
— Benim yazgım toptancılık
anla ılan!
Onu avutmak için Augusta’nın da
yine yedinci ayında oldu unu, çocuk
bakımından çok geçmeden onun tonajına
yeti ece imi söyledim. Yine muzip bir
yanıt verdi:
— yi bir muhasebeci olarak
ikisinin aynı ey oldu unu söyleyemem.
Birkaç gün sonra, bir süre için iki
yumurca a büyük bir sevgiyle ba landı.
Günün bir bölümünü ablasının yanında
geçiren Augusta, Guido’nun her gün
birkaç saatini çocuklara ayırdı ını
anlattı. Onları ok uyor, ninniler
söylüyormu , Ada da öylesine minnet
duyuyormu ki karı-koca arasında
yepyeni bir sevgi filizlenir gibiymi . O
günlerde Guido bir sigorta irketine hayli
gösteri li bir para yatırdı, çocukları yirmi
ya ına vardıklarında ufak bir servet
sahibi olmalarını istiyordu. O tutarı borç
hanesine ben geçirdi im için
anımsıyorum.
kizleri görmeye ben de ça rıldım;
Augusta, Ada’ya da bir merhaba
diyebilece imi söylemi ti, ama o
do umdan on gün geçmi olmasına
kar ın yataktan çıkamadı ından yanına
giremedim.
ki bebek, ana-babalarının yatak
odasına biti ik bir odacıkta bir çift be ikte
yatıyorlardı. Ada yata ından seslendi:
— Yavrularım güzel mi, Zeno?
O sesin tonu beni a ırttı.
Tatlıla mı gibiydi: tam bir ba ırtıydı
aslında, çünkü sesini zorla çıkarabilmi
gibiydi, yine de öylesine tatlıydı ki.
Ku kusuz analıktandı o tatlılık, ama ben
duygulandım, çünkü tıpkı bana yöneldi i
zamanlardaki gibi geldi. O tatlılıkla sanki
Ada bana yalnızca adımla seslenmemi
de «canım» ya da «karde im» gibi bir sevgi
nitelemesi eklemi ti! Yüre im minnetle
doldu, iyilikle, sevecenlikle kaplandı.
Ne eyle yanıtladım:
— Hem güzel, hem irin,
birbirlerine benziyorlar, harika eyler!
Oysa renkleri solmu birer minik
ölüye benziyorlardı. kisi birden
sızlanıyorlardı ve aralarında uyum yoktu.
Çok geçmeden Guido eski
ya antısına geri döndü. Sülfat i inden
sonra büroya daha sık u rar olmu tu,
ama her hafta. Cumartesi günü ava
çıkıyor, ancak Pazartesi sabahı geç
saatlerde dönüyordu, ö le yeme inden
önce büroya öyle bir göz atacak zamanı
oluyordu. Ak am oldu mu balı a çıkıyor,
ço u geceleri denizde geçiriyordu.
Augusta, bana Ada’nın üzüntülerini
anlatıyordu, çılgınca bir kıskançlı ın
pençesinde kıvranıyormu , ayrıca günün
büyük bir bölümü yapayalnız geçirdi ine
üzgünmü . Augusta, avda ve balıkta
kadın olmadı ını anlatarak onu
avutmaya çabalıyormu . Ama — kimbilir
kimden— Ada, Carmen’in kimi zaman
Guido’ya balı a çıkarken e lik etti ini
ö renmi mi . Guido da açıkça söylemi
zaten, kendisine o kadar nazik davranan
bir memuresine bir nezaket göstermi se
bunda ne kötülük varmı ki? Hem sonra
Luciano da hep yanlarında de il miymi
nasıl olsa? Madem Ada bu kadar
üzülüyormu , kızı bir daha
ça ırmayacakmı , söz vermi mi . Ne onca
para yiyen avdan, ne de balı a
çıkmaktan vazgeçmeyece ini bildirmi mi .
Çok çalı ıyormu (gerçekten de o sıralar
büroda dünya kadar i vardı), biraz da
oyalanmaya hakkı varmı elbet. Ada öyle
dü ünülüyormu , en iyi oyalanacak yerin
insanın kendi ailesinin yanı oldu unu
söylüyormu , Augusta da buna yürekten
katılıyormu , oysa benim dü üncemi
sorarsanız, pek amatalı bir dinlenmeydi
bu.
— Peki sen her gün tam saatinde
evinde olmuyor musun? diye ba ırıyordu
o zaman Augusta.
Do ruydu gerçi, Guido ile
birbirimize hiç benzemiyorduk, ama
bununla övünemiyordum. Augusta’yı
ok ayarak öyle yanıtlıyordum:
— Bu senin marifetin, çünkü çok
kesin e itim yöntemlerine ba vurdun.
Öte yandan, zavallı Guido’nun
durumu gün geçtikçe kötüle iyordu: ilkin
iki bebe e bir sütnine tutmu lardı,
Ada’nın çocuklardan birini
besleyebilece ini umuyorlardı. Oysa
besleyemedi, ikinci bir sütnine tutmak
zorunda kaldılar. Guido beni güldürmek
istedi inde sözleri ile tempo tutarak
büroyu ar ınlıyordu: —Bir e ... iki
çocuk... iki sütnine!
Ada’nın özellikle nefret etti i bir ey
vardı: Guido’nun kemanı. Çocukların
cıyaklamasına dayanıyormu , ama
kemanın gıy gıyını duydu mu çileden
çıkıyormu .
— O sesi duydukça içimden köpek
gibi havlamak geliyor! demi Augusta’ya.
Ne garip! Oysa Augusta
yazıhanemin önünden geçip de
çıkardı ım akortsuz sesleri duydukça
mutlu oluyordu!
— Ama Ada’nınki de a k evlili iydi,
diyordum a kınlık içinde. Hem
Guido’nun en büyük hüneri kemancılı ı
de il miydi?
Ada’yı daha sonra bir daha görür
görmez bu dedikoduların tümünü
unuttum. Hastalı ını ilk farkeden ben
oldum. Kasımın ilk günlerinden biriydi —
so uk, güne siz, ya ı lı bir gün—,
alı kanlıklarımın tersine, bürodan
ö leden sonra saat üçte ayrıldım, sıcacık
yazıhanemde dinlenip dü kurabilece imi
dü ünerek eve ko tum. Yazıhaneme
varmak için uzun bir koridordan geçmek
gerekiyordu, Augusta’nın i odasının
önüne gelince duraladım, Ada’nın sesi
kula ıma çalınmı tı. Bana seslendi i
günkü gibi yumu ak, güvensizdi (bu da
zaten aynı kapıya çıkıyor sanırım). Garip
bir meraka kapılarak içeri girdim. O,
kendi a lamayı bilmeden ba kalarını
a latmaya çabalayan bayan
sanatçılarımızınkini andıran sesin nasıl
olup da o rahat Ada’dan çıktı ını görmek
istemi tim. Gerçekten de sahte bir sesti,
yalancılı ını yüre imde duyuyordum,
aradan günler geçmi ti, ama yine öyle
duygulanmı tım, içim sızlıyordu.
Herhalde Guido’dan söz ediyorlar dedim,
yoksa hangi konu Ada’yı öylesine
duygulandırabilirdi ki?
Oysa iki kadın çaylarını içerken
evle ilgili eylerden konu uyorlardı:
çama ırlar, hizmetkârlar, vb. Ama Ada’yı
bir görmem o sesin yalancı olmadı ını
anlamama yetti. Yüzü de insanın
yüre ini burkuyordu, ilk olarak ben
farkettim o kadar de i ti ini; o kadar
de i ti ini, o ses de bir duyguyu
yansıtmasa bile bir organizmayı oldu u
gibi yansıtıyordu, bu yüzden gerçekti,
içtendi. Bunu hemen sezdim. Doktor
de ilim, bu yüzden hastalı ı yakın
etmedim, Ada’nın görünümündeki
de i ikli i do umdan sonra nekahatin bir
etkisi sandım. Peki ya Guido nasıl oluyor
da kadınındaki bu büyük de i ikli i
farketmiyordu? Oysa, o gözleri ezbere
bilirdim, bir zamanlar e yaları da,
insanları da almak ya da itmek için nasıl
so uk so uk inceledi ini hemen
farketmi tim ve çok korkmu tum o
gözlerden. imdi de Ada’daki de i iklik
gözümden hiç kaçmadı, sanki gözleri
daha iyi görebilmek için göz yuvalarını
zorlamı , büyümü lerdi. Rengi solmu ,
çaresizle mi yüzünde o kocaman gözler
pek garip kaçıyordu.
Büyük bir sevecenlikle bana elini
uzattı:
— Ah biliyorum, dedi, her
saniyeden yararlanıp karınla çocu unu
görmeye geliyormu sun.
Eli terden nemlenmi ti, ben bunun
da bir zayıflık belirtisi oldu unu bilirim.
Bu yüzden, Ada kendisini toparladıkça
eski renklerine, yanaklarının ve göz
çukurlarının kesin çizgilerine yeniden
kavu aca ını dü ündüm.
Bana yöneltti i sözleri Guido’ya
yönelik bir sitem gibi yorumladım, iyilik
bende kalsın, dedim. Guido’nun irket
sahibi olarak benden daha büyük
sorumlulukları oldu unu, bu yüzden
bürodan ayrılamadı ını söyledim.
Ciddi söyledi ime emin olmak için
yüre imi okumak ister gibi baktı:
— Ama yine de, dedi, bana öyle
geliyor ki, istese e i ile çocukları için
birazcık zaman bulabilirdi. Sesi gözya ları
ile doluydu. Ho görü bekleyen bir
gülümseme ile toparlandı, ekledi:
— lerden ba ka, av ile balık da
var! Asıl onlar dünyanın zamanını alıyor.
Derken beni a ırtan bir hercailikle
Guido ava ya da balı a çıktı ında
sofralarına konan nefis yiyecekleri
anlattı.
— Ama bunlardan seve seve
vazgeçerdim! diye ekledi ardından,
gülümsedi, gözleri ya ardı. Yine de
mutsuzum diyemezmi , tam tersine! ki
yavrusuna öylesine tapıyormu ki artık
onlar do mamı olsalar ne yapaca ını
dü ünemezmi bile! Biraz muzipçe,
gülümseyerek ekledi: imdi, her birine
ayrı sütnine tutulmu ya, daha çok
seviyormu bebekleri. Çok uyumuyormu ,
ama hiç de ilse uyuyabildi inde gelip
rahatsız etmiyorlarmı . Gerçekten çok az
mı uyuyor diye sordum, yine ciddile ti,
duygulandı, en büyük derdi buymu .
— Ama az buçuk iyile tim sayılır!
diye ne eyle ekledi sonra.
Derken bizimle vedala tı, ak am
olmadan annesine de u ramak
istiyormu , hem kocaman sobalarla
ısıtılan odalarımızın sıca ına
dayanamıyormu . O ısıyı ancak dayanılır
buldu umdan, o fazla sıcak izleniminin
bir güç belirtisi oldu unu dü ündüm:
— Öyle pek zayıf görünmüyorsun,
dedim gülümseyerek, benim ya ıma gel
de, gör bak duyu ların nasıl de i ecek.
Kendisini pek genç yerine
koydu umu i itince pek sevindi.
Augusta ile birlikte onu sahanlı a
kadar geçirdik. Dostlu umuza büyük bir
gereksinimi varmı gibiydi, çünkü o
birkaç adımı atabilmek için ortamızda
yürüdü, ilkin Augusta’nın, sonra benim
kolumuza girdi, elimin eri ebildi i her
kadın kolunu sıkı tırmak gibi eski bir
alı kanlı ıma yenilmek korkusuyla
kaskatı kesildim. Sahanlıkta yine bol bol
gevezelik etti, derken babası geldi aklına,
yine gözleri doldu, bir çeyrek saatte bu
üçüncü kez oluyordu. Çıkıp gitti inde,
Augusta’ya «Bu da kadın de il, çe me
mübarek» dedim. Ada’nın hastalı ını
gözlerimle görmü tüm, ama hiç önem
vermedim. Gözleri büyümü tü, yüzü
ka ık kadar kalmı tı, sesi de i mi ti,
hatta huyu da, o sevecenlik gösterileri
yeniydi, bense hepsini çifte analı a ve
zayıflı ına vermi tim. Kısacası e siz bir
gözlemci çıktım, çünkü hepsini
görmü tüm, ama ne bilgisizmi im ki asıl
gerçe i söyleyemedim, hastalı ı yani!
Ada’ya bakan kadın doktoru, ertesi
gün doktor Paoli’den yardım istedi, o da
benim söyleyemedi im sözü hemen
s ö y l e d i : Morbus Basedowii. Guido
hastalı ı uzun uzun anlattı, ukalalı ına
payan yoktu, Ada’ya acıyormu efendim,
kadınca ız çok acı çekiyormu do rusu.
Hiçbir kötü niyetim yok ama, acımasının
da, bilgisinin de pek fazla oldu unu
sanmıyorum. Karısından söz ederken
yüre i yanarmı gibi bir tavırlar alıyordu,
gelgelelim sıra Carmen’e mektup
yazdırmaya gelince tüm ya ama ve
ö retme hevesini ortaya döküyordu; hem
sonra, hastalı a adını verenin Goethe’nin
arkada ı Basedow oldu unu sanıyordu,
oysa o hastalı ı bir ansiklopedide
inceleyince bir ba ka Basedow oldu unu
ke fettim.
Büyük hastalıktı, önemli hastalıktı
bu Basedow! Onunla tanı mak tüm
dü ünü ümü etkiledi. Çe itli
monografilerde inceledim onu ve
organizmamızın temel sırrını i te o zaman
bulup çıkardım sanıyorum. Bende oldu u
gibi kimi dönemlerde birçoklarında da
kimi dü ünceler tüm beyni kaplayıp tıkar,
ba ka her dü ünceye kilitler sanıyorum.
Me er toplumun ba ına da aynı ey
gelmiyor muymu ? lkin Robespierre ve
Napolyon ile ya adıktan sonra Darwin’e
tutulur, bu arada Liebig ya da Tanrı bilir,
Leopardi dönemlerini geçirir, derken
evrenin tahtına Bismarck kurulurmu ki,
o da ayrı bir dönem!
Ben Basedow ile ya adım! Kanımca
o Basedow denen adam ya amın
köklerini gün ı ı ına çıkarmı tı, öyleydi
ya am: tüm organizmalar bir çizgi
boyunca dizilmi lerdir, çizginin bir
ucunda Basedow hastalı ı yer alır, ya am
gücünün cömertçe savrulmasına, ko an,
uçan, bir tempo ile çılgınca tüketilmesine
yüre in kopacak gibi çarpmasına neden
olur; öteki uçta do malık cimrilikten
ötürü yoksulla mı organizmalar vardır,
zayıflıkmı gibi gözüken, aslında düpedüz
tembellik olan bir illetten ölmeye
hükümlüdürler. ki hastalık arasında,
çizginin ortasında bir denge noktası
bulunur, sa lık diye adlandırırız bunu,
aslında bir moladan ba ka bir ey
de ildir. Orta nokta ile uçlardan biri —
Basedow’un oldu u uç— arasında
ya amlarını büyük emeller, tutkular,
zevkler, hatta i ler pe inde delice
harcayıp tüketenler bulunur, öteki yanda
ise ya amın taba ına kırıntıdan ba ka bir
ey atmayan, tutumlu davranayım
derken topluma yük olup çıkan, o bir i e
yaramaz, ölmek bilmez uzun ömürlüler
vardır. Galiba bu da gerekli olan bir yük.
Toplum Basedow’lular itti i için ilerler,
ötekiler tuttu u için dü mez. Aslında ille
de bir toplum yaratılmak isteniyorsa
daha basit yapılabilirdi gibime geliyor,
ama böyle yapılmı i te, bir ucunda
guatr, öteki ucunda ödem e ilimi, çaresiz
bir durum yani! Orta yerde guatrları ya
da ödemleri ba langıç halinde bulunanlar
var ve tüm çizgi boyunca, tüm insanlıkta
mutlak sa lık diye bir ey yok.
Augusta’nın söyledi i kadarıyla
Ada’nın gırtla ında i lik yokmu , ama
hastalı ın öteki tüm belirtileri varmı .
Zavallı Ada! Bana sa lı ın ve dengenin tâ
kendisi gibi gözükmü tü, o kadar ki, uzun
zaman kocasını bile babasının mallarını
seçti i so ukkanlılıkla seçece ini
dü ünmü tüm, imdiyse onu bamba ka
bir yola, ruhsal sapkınlıklara sürükleyen
bir illetin pençesine yakalanmı tı. Onunla
birlikte hafif, ama uzun süreli bir
hastalı a tutuldum. Fazla uzun bir süre
Basedow’a aklımı taktım. imdiden insan
evrenin hangi noktasına yerle irse
yerle sin, orada çürüyüp kaldı ına
inanıyorum. Hareket etmek gerek.
Ya amın zehirleri var, bir de panzehir
olarak kullanılabilecek ba ka zehirleri.
nsan ancak ko arken birincilerden
kurtulabilir, ötekilerden yararlanabilir.
Basedow, benim saplantım,
deh etim, karabasanım oldu. Belli bir
mantıktan kaynaklanıyor olmalıydı:
sapma sözü ile sa lıktan, ya amımızın bir
bölümünde bize e lik etmi olan o sa lık
saydı ımız eyden sapma anlatılır. imdi
Ada’da sa lı ın ne oldu unu biliyordum:
beni sa lıklıyken geri çevirmi ti ya, acaba
hastalanınca sevemez miydi?
Bilmiyorum bu deh et (ya da umut)
nasıl canlandı beynimde!
Yoksa, Ada’nın tatlı, kırık sesi
bana yöneldi inde a k dolu gibiymi gibi
geldi inden mi? Zavallı Ada pek
çirkinle mi ti, istesem de isteyemezdim
artık onu. Ama geçmi teki ili kimizi
belle imde canlandırıyordum ve bana
öyle geliyordu ki, birdenbire bana
tutulacak olsa kötü bir durumda
kalacaktım, biraz Guido’nun o altmı ton
bakır sülfatı sa layan ngiliz dostuna
kar ı girdi i durumda. Evet, tıpkı o
durumda! Birkaç yıl önce onu sevdi imi
açıklamı , gidip kızkarde i ile evlenmemin
dı ında hiçbir iptal emri göndermemi tim.
Bu tür bir sözle mede yasalara de il,
övalyelik kurallarına sı ınabilirdi.
Kendisine öylesine ba -tapu söz vermi
gibi duyuyordum ki kendimi, kalkıp yıllar
ama yıllarca sonra, üstüne üstlük bir de
gırtla ında Basedow’un arma anı
koskoca bir i le bana gelecek olsa
imzama sadık kalmam gerekirdi.
Gelgelelim bu tür bir olasılık Ada’yı
daha sevecenlikle dü ünmeme yol
açıyordu. O zamana de in, Ada’ya
Guido’nun ettikleri anlatıldıkça oh olsun
demesem bile, Ada’nın ayak atmayı
reddetti i evimde acı nedir bilinmedi ini
dü ünüp sevinmi tim. imdi i ler
de i mi ti: beni küçümseyerek geri
çeviren Ada yoktu artık, tıp kitaplarım
yanılıyorduysa o ba ka elbette.
Ada’nın hastalı ı a ırdı. Birkaç
gün sonra doktor Paoli onu ailesinden
uzakla tırıp Bologna’da bir sa lıkevine
yollamalarını ö ütledi. Bunu Guido’dan
ö rendim, ama Augusta’nın anlattı ına
göre, Ada o anda bile neler çekmi , neler.
Guido karısı yokken ailenin ba ına
Carmen’i getirmeyi önerecek kadar
yüzsüzlü ü ele almı . Ada, dü ündü ünü
söyleyecek cesareti bulamamı , ancak
ailesine Maria teyzesinin bakmasına izin
verilmedikçe evden dı arı bir adım
atmayaca ını bildirmi , Guido da, ister
istemez boyun e mi . Ama Ada’dan
bo alan yerde Carmen’i el altında tutma
dü üncesini de toptan silip atmamı . Bir
gün Carmen’e dedi ki, e er büroda o
kadar çok i i olmasaymı , evin yönetimini
seve seve ona bırakırmı . Luciano ile ben
bakı tık, birbirimizin yüzünde bir fesatlık
ke fetti imize ku ku yok. Carmen kızardı,
zaten olamazdı, falan diye mırıldandı.
— Ya, elbette, diye söylendi Guido
öfkeyle, o ipe sapa gelmez toplum
saygımız var ya, i e yarar bir ey
yapmamıza hiç fırsat vermez!
Ama çok konu madan o da
çenesini kapadı, o denli ilginç bir söylevi
kısa kesmesi a ırtıcıydı.
Tüm aile Ada’yı istasyondan
u urladık. Augusta, ablasına çiçek
getirmemi rica etmi ti. Elimde güzel bir
demet orkide ile biraz gecikerek geldim,
çiçekleri Augusta’ya verdim. Ada bizi
gözetliyordu, Augusta kendisine çiçekleri
sundu unda:
— Size gönülden te ekkür ederim!
dedi.
Çiçekleri kendisine benim de
verdi imi anlatmak istiyordu, ama ben
bunu karde çe bir sevginin tatlı, hatta
birazcık da so uk belirtisi olarak
yorumladım. Yani Basedow’un bir ilgisi
yoktu.
Zavallı Ada, mutluluktan falta ı
gibi açılmı kocaman patlak gözleri ile bir
gelini andırıyordu. Hastalı ı yüzünden
tüm heyecanları duyarmı gibiydi.
Guido da birlikte gidiyordu, onu
yerine götürecek, birkaç gün sonra
dönecekti. Peronda trenin hareketini
bekledik. Ada, vagonunun penceresinden
ayrılmadı, bizi görebildi i sürece mendil
salladı.
Daha sonra gözya ları içinde
bayan Malfenti’yi evine götürdük.
Ayrılırken kayınvalidem, ilkin Augusta’yı,
ardından da beni öptü.
— Ba ı la! dedi gözya ları arasında
gülerek, dü ünmeden oldu, ama izin
verirsen sana bir öpücük daha
verece im.
Artık oniki ya ına basmı olan
küçük Anna da öpmek istedi beni. Ulusal
tiyatroyu bırakıp ni anlanmak üzere olan
Alberta genellikle benden uzak dururken,
o gün büyük bir sıcaklıkla el verdi. Hepsi
beni seviyorlardı, çünkü benim karım
pırıl pırıldı, böylece karısı hasta olan
Guido’ya duydukları antipatiyi açı a
vuruyorlardı.
te, tam o sırada, o kadar da iyi
bir koca olamamak tehlikesini adattım.
Suçum olmaksızın karıma büyük bir acı
verdim, nedeni olanca suçsuzlu umla
kendisine de anlattı ım bir dü tü.
Dü ümde öyle görüyormu um:
üçümüz, Augusta, Ada, ben
birlikteymi iz, bir pencereden
bakıyormu uz, üç evimizin, yani benim,
kayınvalidemin ve Ada’nın evinin en
küçük penceresiymi bu, kayınvalidemin
mutfak penceresiymi . Aslında ufak bir
avluya bakar, ama dü te ana caddeye
bakıyormu . Küçücük pervazın gerisinde
o kadar az yer varmı ki, ortamızda
duran, kollarımıza girmi bulunan Ada
bana abanmı mı . Ona bakıyormu um,
gözleri yine so uk, keskinmi , yüzünün
çizgileri tâ incecik buklelerle —hani Ada
bana sırtını döndü ümde gördü üm
buklelerle— kaplı ensesine de in
tertemizmi . Onca so uklu una kar ın
(sa lı ı bana so uklukmu gibi geliyordu)
ni anlandı ım gece ruh ça ırma
masasında sandı ım gibi bana
abanıyormu . Ben, ne eyle Augusta’ya
diyormu um ki: «Bak ne güzel iyile mi !
Hani nerede kaldı Basedow?» (ona da ilgi
göstermi gibi yapıyormu um). «Görmüyor
musun?» diye soruyormu Augusta,
içimizden caddeye bakabilen tek ki i
oymu . Biz de zorla e iliyormu uz, bir de
görelim: Kızgın bir kalabalık, ba ıra
ça ıra geliyor. «Hani nerede Basedow?»
diye soruyormu um ben bir kez daha.
Sonra görüyormu um onu. Ardında,
kalabalıkla ilerleyen Basedow’un tâ
kendisiymi : lime lime olmu katı
brokardan bir pelerine bürünmü ,
kocaman kafası darmada ın, havada
uçu an bembeyaz saçlarla kaplı bir
ihtiyar dilenciymi bu, yuvalarından
fırlamı gözlerinde kovalanan
hayvanlarınkine benzer, korkulu,
ürkütücü bir bakı varmı . Kalabalık
haykırıyormu : «Gebertin! Veba saçıyor!».
Ardından bo bir uyku arası.
Sonra Ada ile ben üç evimizdeki en dik
merdivende kendimizi yalnız
buluyormu uz, villamın tavanarasına
ileten merdivenmi bu. Ada birkaç
basamak yukardaymı , ben basamakları
tırmanmaya çalı ıyormu um, o da bana
dönmü , inmek ister gibiymi . Ben
bacaklarına sarılıyormu um, o da bana
e iliyormu , bilmem zayıflıktan mı, yoksa
bana yakla mak için mi. Bir an
hastalıktan peri an gözüküyormu , sonra
penceredeki gibi güzel, sa lıklı. Sert bir
sesle «Sen önden git, hemen arkandan
geliyorum!» diyormu . Ben hemen
dönüyor, ko arak önden gitmeye
hazırlanıyormu um, ama bir de ne
göreyim: tavanarasının kapısı açılıyor,
Basedow’un bembeyaz ba ı, o korkunç,
tehditler saçan yüzü uzanıyormu . Titrek
bacaklarını, pelerinin örtemedi i zavallı,
peri an bedenini de görüyormu um.
Ko acak gücü buluyormu um, ama
Ada’ya yol mu açıyordum, yoksa ondan
kaçıyor muyum, bilemem.
Galiba gecenin köründe solu um
kesilerek uyanmı ım, yarı uyku, yarı
uyanıklık arasında dü ü oldu u gibi ya da
bir bölümünü Augusta’ya anlatmı ,
ardından uykuların en rahatına, en
deliksizine dalmı ım. Sanırım o yarı
bilinçli halimle körükörüne eski
günahlarımı açıklama iste ime
uymu tum.
Sabah sabah Augusta’nın benzi
önemli günlere sakladı ı kül rengine
bürünmü tü. Ben dü ü ba tan sona
anımsıyordum, ama kendisine ne
kadarını anlattı ımı tam olarak
anımsamıyordum. Kadınca ız acılar
içinde yazgısına boyun e mi gibiydi.
— O hastahaneye yattı diye
mutsuz oldun, dedi, o dü ü bu yüzden
görmü sündür.
Güldüm, kendimi savunmak için
onunla alay ettim. Benim için önemli olan
Ada de ildi ki, Basedow’du,
incelemelerimi, o konudaki
uygulamalarımı anlattım, inandırabildim
mi, bilmem. nsan dü üstü yakalandı mı,
kendini savunması kolay olmuyor. Bile
bile aldattı ı e ine daha ihanetinin
dumanı tüterken dönmekten bamba ka
bir ey bu. Öte yandan Augusta’nın bu
tür kıskançlıklarıyla yitirecek bir eyim
yoktu, çünkü Ada’yı öylesine seviyordu
ki, kıskançlı ı sevgisine hiç gölge
dü ürmüyordu, bana gelince daha da
sevecen ve saygılı davranıyordu, en ufak
bir sevgi gösterisi yaptım mı her
zamankinden de çok seviniyordu.
Birkaç gün geçti geçmedi, Guido,
Bologna’dan pek iyi haberlerle döndü.
Sa lıkevinin müdürü, daha sonra
yuvasında tam bir huzur bulması
ko uluyla Ada’nın tümüyle iyile ece ini
söylemi ti. Doktorun tanısını Guido
oldu u gibi, hiç farkına varmadan
aktardı, o tanının Malfenti ailesinin
kendisine besledi i tüm ku kuları
do rulayaca ını dü ünmemi ti.
— Eyvahlar olsun, dedim
Augusta’ya, annen imdi yine beni öper
herhalde.
Galiba Guido, Maria teyzenin
yönetti i evinde pek rahat etmiyordu.
Arasıra büroyu ar ınlıyor, söyleniyordu:
— ki çocuk... üç sütnine... ve
karım yok.
Büroya da pek u ramaz olmu tu,
öfkesini, avda ve balıkta, hayvanlardan
çıkarıyordu. Ama yıl sonuna do ru
Bologna’dan Ada’nın iyile mi sayıldı ı,
evine dönmeye hazırladı ı havadisi
gelince pek sevinmedi. Maria teyzeye
alı mı mıydı, yoksa onu pek az
görüyordu da varlı ına kolayca, rahatça
dayanır mı olmu tu? Canının sıkıldı ını
bana belli etmedi elbette; Ada’nın
hastalı ının tekrarlamayaca ı
konusunda güvence almadan
sa lıkevinden ayrılmakta biraz acele
etmesinden korkuyormu , yalnız onu
söyledi. Nitekim kısa süre sonra, aynı
kı ın içinde, Ada, Bologna’ya dönmek
zorunda kalınca «Ben dememi miydim?»
dedi Guido zaferle.
O zaferde kehanetinin do ru
çıkmasından ba ka sevinç bulundu unu
sanmıyorum. Ada’nın kötülü ünü
istemezdi, ama elinden gelse onu uzun
süre Bologna’da bırakırdı.
Ada döndü ünde, Augusta minik
Alfio’mun do umundan ötürü yata a
çakılıydı, gerçekten içimi burkan bir
davranı ına tanık oldum. Elimde
çiçeklerle istasyona gidip, Ada’ya,
kendisini hemen o gün görmek istedi ini
söylememi rica etti. Ada istasyondan
do ru yanına gelemeyecekse, ben hemen
eve dönmeli, kendisine Ada’yı
anlatmalıymı ım, onun ailenin kıvancı
olan güzelli ine yeniden kavu tu unu
bilmek istiyormu .
stasyona yalnız ben, Guido ve
Alberta gitmi tik, bayan Malfenti
günlerinin büyük bölümünü Augusta’nın
yanında geçiriyordu. Peronda, Guido,
Ada’nın geli ine çok sevindi ine kendi
kendisini inandırmaya çalı ıyordu, ama
Alberta sanki aklı bamba ka yerlerdeymi
gibi yaparak dalgın dalgın dinliyordu, —
sonradan söyledi ine göre— yanıt vermek
zorunda kalmamak içinmi . Bana gelince,
Guido’ya oldu umdan de i ik görünmek
zahmetli gelmiyordu artık. Bu yüzden,
sanki pek sevdi i e inin dönü ünden
ötürü duydu u ne eye hayran kalmı gibi
yapmam güç olmadı.
Tren tam ö le üzeri istasyona
girdi, Guido bizden önce ko tu, perona
inen karısını kar ıladı, kollarının arasına
alıp sevecenlikle öptü onu. Kendisinden
daha ufak tefek olan karısını öpebilmek
için e ildi inde sırtını görünce «Yaman bir
oyuncu!» diye dü ünmekten kendimi
alamadım. Sonra Ada’yı elinden tutup
bize getirdi:
— te gözbebe imiz, tıpkı eskisi
gibi, kuca ımıza döndü!
Böylece kendisinin de ne oldu u
ortaya çıktı, iki yüzlü ve numaracı oldu u
yani, çünkü e er zavallı kadının yüzüne
daha iyi baksaydı, kuca ımıza de il,
umursamazlı ımıza geri döndü ünü
farkederdi. Ada’nın yüzünü yeniden
yapmaya çalı mı da yapamamı lardı,
yanaklarına yeniden kavu mu tu ama,
yanakları yerini a ırmı lardı, sanki etleri
geri döndüklerinde eski yerlerini
unutmu da fazla a a ılara eklenmi ti.
Bu yüzden rastgele birer i lik gibi
duruyorlardı. Gözleri de yuvalarına
dönmü tü, ama dı arı fırlarken yol
açtıkları yıkıntıyı kimse onaramamı tı.
Kesin, belirgin yüz çizgilerinin yerlerini
de i tirmi lerdi. stasyonun dı ında, göz
kama tıran kı güne inde ayrıldı ımızda,
o yüzde, bir zamanlar sevdi im
renklerden hiçbirinin kalmamı oldu unu
gördüm. Benzi uçmu tu, etli kısımlarında
kırmızı lekeler belirmi ti. Sanki sa lık
yokolup gitmi ti de zorla varmı gibi
göstermi lerdi.
Augusta’ya gittim, Ada’nın
kızlı ındaki gibi güzeller güzeli oldu unu
anlattım, sevindi. Sonra onu görünce de,
acıma dolu yalanlarımı, gün gibi aydınlık
gerçeklermi çesine do ruladı, çok
a ırdım:
— Kızlı ındaki gibi güzel, benim
minik kızım da onun gibi güzel olacak!
diyordu.
Ne diyeyim; karde gözü pek
keskin olmuyor demek.
Ada’yı uzun süre bir daha
görmedim. Çok fazla çocuk do urmu tu,
biz de öyle. Yine de Augusta, ile ne yapıp
yapıyor, haftada birkaç kez
bulu uyorlardı, ama hep benim evden
uzak oldu um saatlerde.
Bilanço zamanı yakla ıyordu,
ba ımı ka ıyacak zamanım yoktu.
Ömrümde en sıkı çalı tı ım zaman oldu
bu. Kimi günler on saat masadan
kalkmıyordum. Guido bana yardım eder
diye bir muhasebeci tutmayı önerdi, ama
istemedim. Mademki bir i i üstlenmi tim,
altından kalkmayı aklıma koymu tum.
Amacım, Guido’ya u ursuz gelen o bir
aylık yoklu umu unutturmaktı, ayrıca
Carmen’e de gayretimi kanıtlama
çabasındaydım, bunun da tek nedeni
Guido’ya olan sevgimdi elbet.
Gelgelelim sıra hesap çıkarmaya
gelince, irketimizin o ilk faaliyet yılını
büyük bir zararla kapadı ını ke fetmeye
ba ladım. Dü ünceler aldı beni, konuyu
ayaküstü Guido’ya açmaya kalktım, ava
gitme telâ ındaydı, kulak vermeye
yana madı:
— Bak, göreceksin, sandı ın kadar
a ır de ildir, hem sonra yıl daha bitmedi
ki.
Do ru söze ne denir: yılba ına
daha tam sekiz koca gün vardı.
O zaman Augusta’ya açıldım. lkin
o i te yalnız benim ba ıma açılabilecek
zararı gördü. Kadınlar böyledir zaten,
ama Augusta bir kadına göre bile fazla
telâ a kapılmı tı. Acaba beni de
Guido’nun zararlarından sorumlu
tutamazlar mıydı? Hemen bir avukata
danı alım istiyordu. Bu arada Guido’dan
ayrılmam, büroya bir daha ayak
atmamam gerekirmi .
Guido’nun yalnızca memuru
oldu um için hiçbir sorumluluk
ta ıyamayaca ımı ona anlatmam kolay
olmadı. Mademki belli bir ücret kar ılı ı
çalı mıyordun, memur sayılmazsın,
patron falan gibi bir eydin diyordu.
Dediklerime iyice inanınca da dü üncesi
de i medi elbette, çünkü o zaman da
büroya gitmekten vazgeçmekle hiçbir
kaybım olmayaca ını farketti, gidersem
tek kazancım ticaretteki saygınlı ımı
yitirmek olurmu . Ne demezsin:
ticaretteki saygınlı ım da büyüktü
do rusu! Saygınlı ımı kurtarmam
gere ine ben de katıldım, gerçi yürüttü ü
mantıklardan kimisi yanlı tı, ama
sonuçta onun diledi i gibi davranmamda
karar kıldık. Bilançoyu ba ladı ıma göre
tamamlamama izin verdi, daha sonra
kendi küçücük yazıhaneme dönmenin
yolunu bulacaktım, orada kâr etti im
yoktu, ama zarar da etmiyordum.
Gelgeldim, o zaman kendi
hakkımda garip bir deneyim yapmı
oldum. Ne kadar karar verirsem vereyim,
o i i elimden bırakamıyordum. Pek
a ırdım! Durumu görüntülersem daha
iyi anla ılır. O zamanlar, anımsadı ıma
göre, bir zamanlar ngiltere’de kürek
mahkûmlarını bir su dolabının üzerine
asarlarmı , zavallıcık da bacakları
paramparça olmasın diye belli bir tempo
ile oynatmak zorunda kalırmı . nsan
çalı ırken hep o türden bir zorlama içinde
duyuyor kendini. Aslında çalı madı ı
zaman da durum de i miyor ya, benim
de, Olivi’nin de aynı biçimde asılmı
bulundu umuzu söylersem yanılmı
olmam sanırım: yalnızca benim asıldı ım
yerde bacaklarımı oynatmamam
gerekiyordu. Gerçi bu durumumuz
de i ik sonuçlar veriyordu, ama imdi
kesinlikle biliyorum ki, ne övgüyü ne
yergiyi haklı gösterir yanı yoktu. Demek
istedi im, insan ister dönen, ister
dönmeyen bir tekerle in üstüne asılı
bulunsun, bu bir rastlantıdır; oradan
ayrılması da her zaman güçtür.
Bilançoyu kapadıktan sonra,
günlerce büroya gidip geldim, oysa bir
daha ayak atmamaktı kararım. Evden
kararsız çıkıyordum, o kararsızlıkla bir
yöne sapıyordum, bu, hemen her zaman
büronun bulundu u yöndü. lerledikçe
yönüm belirginle iyordu, sonunda
kendimi Guido’nun kar ısında, her
zamanki sandalyemde oturmu
buluyordum. Bereket, günün birinde,
aman yerimden ayrılmayayım diye
yalvardılar da, hemen, peki, dedim,
çünkü oraya zaten çakılı bulundu umu
farketmi tim.
Onbe Ocakta bilanço kapanmı tı.
Tam bir felâketti! Anaparanın yarısını
elden çıkarmı tık. Guido’ya kalsa,
bilançoyu Olivi’nin o luna göstermezdi,
a zından bir ey kaçırır diye korkuyordu,
ama ayak diredim, i e o kadar alı kındı
ki, bir yanlı ımı bulup çıkarır da durum
de i ir diye umuyordum. Kimbilir gider
hanesinde gözüken, oysa gelir hanesinde
bulunması gereken bir tutar çıkabilirdi,
bir düzeltme yapar, sonuçta büyük
farklar olabilirdi. Olivi gülümseyerek her
eyin aramızda kalaca ını Guido’ya söz
verdi, bir gün sabahtan ak ama kadar
benimle birlikte çalı tı. Ne çare ki hiçbir
yanlı ımı bulamadı. unu söylemem
gerekir ki, ben, o iki ki i birlikte
yaptı ımız denetimden çok ey ö rendim,
artık önüme daha geni kapsamlı bir
bilanço da çıksa üstesinden gelebilirim.
— E imdi ne yapacaksınız? diye
sordu gözlüklü delikanlı çekip gitmeden
önce.
Ne ö üt verece ini bilmez de ildim.
Çocuklu umda bana sık sık ticaretten
söz eden babam ö retmi ti zaten.
Yürürlükteki yasalara göre, anaparanın
yarısı elden gitti inden, irketi tasfiye
yoluna gidebilir, hatta hemen yeni ba tan
kurabilirdik. Bıraktım ö üdü yinelesin.
— Aslında yalnızca bir formalite,
diye ekledi. Sonra gülümseyerek: —Bunu
yapmayacak olursanız size çok pahalıya
patlayabilir!
Ak am olunca, Guido bilançoyu
gözden geçirmeye ba ladı, henüz aklı
almıyordu. Yöntemsizce yaptı bunu, bir o
sayının, bir bu sayının do rulu unu
rastgele denetliyordu. O yararsız i i
yarıda keserek Olivi’nin ö üdünü ilettim:
irketi hemen, formalite gere i, tasfiye
etmemiz iyi olurdu.
Guido’nun yüzü o zamana de in
hesaplarda kendisini kurtaracak olan
yanlı ı bulma çabası ile kasılmı tı: buna
bir de a zında i renç bir tad duyan
birinin yüzünü ek itmesi de eklenince
suratı iyice allak bullak oldu. Havadisimi
i itince ba ını kaldırdı, dikkat kesildi,
yüzü gerginle ti. Hemen anlamadı, ama
anlar anlamaz kahkahalarla gülmeye
ba ladı. Yüzünün ifadesini öyle
yorumladım: de i tirilmesi olanaksız
sayıların kar ısında kaldı ı sürece, sert,
bozuk; kendisine patronluk ve hakemlik
duygusunu geri veren bir öneri acı
sorunu bir yana ittirdi inde, ne eli ve
kararlı.
Anlamıyordu. Dosta de il,
dü mana yara ır bir ö üt sanmı tı bunu.
Olivi’nin daha fazla para kaybedip
batmamızı önlemek için bu ö üdü
verdi ini açıkladım, çünkü irketin böyle
bir tehlike ile yüzyüze bulundu u apaçık
ortadaydı. Defterlerimize geçirilmi olan
bu bilançodan sonra Olivi’nin ö ütledi i
önlemleri almayacak olursak ve iflâs
edersek, hileli sayılacaktı.
— Yasalarımızda hileli iflâsın
cezası hapistir! diye ekledim.
Guido’nun yüzünü öyle bir kızıllık
kapladı ki beyin kanamasına u rayacak
sandım:
— Bu durumda Olivi’den ö üt
almama gerek kalmaz! diye haykırdı.
Böyle bir ey olursa kendi ba ıma
çözümlemesini bilirim ben!
Kararlı hali beni de etkiledi,
sorumluluklarının tümüyle bilincinde
bulunan biriyle kar ı kar ıyayım sandım.
Sesimi alçalttım. Tümüyle ondan yana
çıktım, az önce Olivi’nin ö üdünü dikkate
de er olarak sundu umu unutup:
— Ben de Olivi’ye aynı eyi
söyledim, dedim. Sorumluluk senin, sana
ve babana ait olan bir irketin yazgısını
etkileyecek bir karar verdi inde biz
karı amayız.
Aslında Olivi’ye de il, karıma
söylemi tim bunu, ama birisine
söylemi tim ya. Hem imdi Guido’nun
erkekçe bildirisini duymu tum artık,
gerekirse Olivi’ye de söyleyebilirdim,
çünkü kararlılık ve cesaret her zaman
hayran kaldı ım eylerdir. O niteliklerden
kaynaklanabilen, hatta onlardan çok
daha a a ı niteliklerden bile
kaynaklanabilen rahat davranı lara bile
hayrandım!
Tüm söylediklerini Augusta’ya
aktarıp da e imin yüre ine su serpmek
istedi imden, üsteledim:
— Biliyorsun, benim ticarete hiç
yatkın olmadı ımı söylerler, belki de
hakları vardır. Ben, olsa olsa sen ne
dersen onu yaparım, ama i lerin
açısından herhangi bir sorumluluk
alamam.
Yerden gö e kadar hak verdi bana.
Kendisini koydu um yer öylesine rahat
gelmi ti ki, bilançonun üzüntüsünü bile
unutmu tu.
— Tüm sorumluluk benim, diye
bildirdi. Her ey benim imzamı ta ıyor,
zaten benden ba ka kimsenin birtakım
sorumluluklar altına girmesine izin
vermezdim.
Tam Augusta’ya aktarılacak eydi
bu, istedi imden çok fazlasıydı. O
açıklamaları yaparkenki hali de görülecek
eydi; iflâs etmi bir irket sahibi de il de
bir melekti sanki! Benim çıkardı ım o
pasif bilançoya enine boyuna yayılmı ,
bana patronluk ve efendilik taslıyordu.
Birlikte geçirdi imiz günlerde, nice kez
oldu u gibi, bu kez de ona sevgi ile
atılmı tım, ama onun kendisine böylesine
a ırı bir de er verdi ini duyunca yine iki
elim yanıma dü tü. Çatlak sesler
çıkarıyordu. Evet, gereken sözü
bulmu tum: o ulu müzisyen çatlak sesler
çıkarıyordu!
Kabaca sordum:
— Yarın babana göndermek için
bilançonun bir kopyasını çıkarayım, ister
misin?
Az kalsın daha hoyratça bir çıkı
yapacak, bilançoyu kapar kapamaz
bürodan aya ımı kesece imi
bildirecektim. Yapmadım, çünkü bombo
kalacak onca saatimi nasıl dolduraca ımı
bilmiyordum. Ama sorum geri aldı ım
açıklamanın yerini pek iyi tutuyordu. Bu
arada, bürodaki tek patronun kendisi
olmadı ını anımsatmı tım.
Sözlerime a mı göründü, çünkü o
ana de in, benim de açık seçik onayımla
konu tu umuz eylere pek uygun
dü müyor gibiydiler, yine aynı ses
tonuyla belirtti:
— O kopyayı nasıl yapman
gerekti ini sana ben söylerim.
— Olmaz! diye ba ırdım. Guido’ya
ba ırdı ım kadar ömrümde kimseye
ba ırmamı ımdır, çünkü zaman zaman
sa ırmı gibi geliyordu insana. Yasalarda
muhasebeciye de bir sorumluluk payı
dü tü ünü belirttim, öyle kafadan atma
bir takım sayıları aslına uygun kopyadır
diye yutturamazdım ki.
Guido’nun benzi soldu, haklısın
dedi, ama kendi defterlerinin kopyasının
çıkarılmasını buyurmak da onun
hakkıymı . Bu hakkını seve seve kabul
ettim, o zaman ferahladı, babasına kendi
yazacakmı . Hatta oturup hemen
yazacak oldu, sonra, gidip biraz hava
alalım, dedi. Kırmadım. Daha bilançoyu
içine sindiremedi ini, sindirebilmek için
biraz hareket etmek istedi ini dü ündüm.
Gezintimiz, o gece, ben
ni anlandıktan sonra yaptı ımız gezintiye
benzedi. Ay görünürlerde yoktu, çünkü
yukarılar çok pusluydu, ama a a ılar hep
aynıydı, berrak havada güvenle
yürüyorduk. Guido’nun aklına o
unutulmaz ak am geldi:
— O günden beri ilk kez birlikte
gece yürüyü üne çıkıyoruz. Anımsadın
mı? Sen, o ak am, insanların, ayda da
buradaki gibi öpü tüklerini anlatmı tın.
imdi aydaki sonsuz öpü me hâlâ
sürüyordur; bu ak am görünmese de,
eminim. Burada ise...
Yoksa yine Ada’yı çeki tirmeye mi
ba layacaktı? O zavallı hasta kadını!...
Sözünü kestim, ama yumu aklıkla, sanki
ona katılırmı ım gibi (yanında bulunu um
unutmasına yardımcı olmak için de il
miydi?):
— Ya, burada her zaman öpü mek
olmuyor! Hem sonra yukarda da
öpü menin yalnızca görüntüsü var.
Öpü mek her eyden çok harekettir.
Tüm sorunlardan, bilançodan da,
Ada’dan da uzakla maya çabalıyordum,
az kalsın a zımdan bir ey kaçıracaktım,
kendimi güç tuttum: yukarda öpü ünce
ortaya ikizler çıkmıyor, diyecektim. Ama o
bilançodan kurtulmak için öteki
dertlerinden yakınmaktan ba ka çare
bulamıyordu. Tam sezdi im gibi, Ada’yı
çeki tirdi. Evlili inin o ilk yılının bir
felâket oldu unu söyleyerek
hayıflanmaya ba ladı. kizlerden yakındı ı
yokmu , onlar pek cici, pek irin
eylermi , ama Ada’nın hastalı ı!
Hastalı ın karısını sinirli, kıskanç
etti ini, sevecenlik denen eyi
bırakmadı ını dü ünüyordu.
Kahırlanarak u sonuca vardı:
— Ya am haksız ve çetin bir ey!
Bana onunla Ada’nın ili kilerini
yargılamak anlamına gelecek herhangi
bir söz etmem mutlak biçimde
yasaklanmı gibi geliyordu. Ama gene de
bir eyler söylemek zorundaydım. Konu a
konu a sözü ya ama getirmi , do rusu
hiç de de i ik sayılmayacak iki niteleme
sıfatı yakı tırmı tı. Tam onun söyledi ini
ele tirirken aklıma daha parlak bir
dü ünce geldi. Nice kez insan sözcüklerin
seslerini sanki rastlantı sonucu bir araya
gelmi gibi izleyerek bir eyler söyler.
Sonra bir de söyledi iniz ey harcadı ınız
solu a de di mi, diye bakarsınız, kimi kez
rastlantısal ba lantılardan bir dü ünce
do du unu görürsünüz.
— Vallahi, ya am ne çirkindir, ne
güzel, depde i ik bir eydir i te! dedim.
Durup dü ününce de önemli bir lâf
etmi im gibi geldi. Böyle nitelenince,
ya am bana öyle yepyeni bir eymi gibi
geldi ki, gaz, sıvı, katı cisimleri ile sanki
ilk kez görüyormu um gibi durdum,
öylece seyre koyuldum. Kalkıp bu
duruma alı ık olmayan, bu yüzden de
bizim her zamanki görü açımızdan
bakmayan birine anlatsam, bu
muazzam, amaçsız yapının önünde
solu u kesilirdi. « yi de, nasıl dayandınız
buna?» diye sorardı. Ve her ayrıntısını,
insanlar görsünler ama dokunamasınlar
diye tepelere asılmı duran gök
cisimlerinden, ölümü saran gize kadar
her eyi tek tek ö rendikten sonra, hiç
ku kum yok, öyle haykırırdı: «Çok
de i ik, depde i ik bir ey!».
— Ya am depde i ik ha! dedi Guido
gülerek. Nerede okudun bunu?
Hiçbir yerde okumadı ıma
inandırmak umurumda de ildi, çünkü
inanacak olsa sözlerim gözünde önemini
yitirirdi. Gel gör ki, ne kadar çok
dü ünürsem o denli de i ik buluyordum
ya amı. Hem ne garip yaratılmı
oldu unu görmek için öyle dı ından falan
gelmek de gerekmiyordu ki! Biz
insanların ya amdan neler neler
umdu umuzu anımsamak yeterdi,
insanın ya amın içine yanlı lıkla
salıverildi i, aslında yerinin orası olmadı ı
sonucu kendili inden ortaya çıkıyordu.
Nereye gidece imizi önceden
kararla tırmadan, ilkinde oldu u gibi,
gide gide kendimizi Belvedere yolunun
çayırında bulduk. O gece üzerine
uzandı ı duvara varınca, Guido tıpkı o
sefer yaptı ı gibi tırmanıp yattı. Belki de
hep öyle dü üncelerinin a ırlı ı altında
ezilerek bir arkı mırıldanıyordu,
muhasebe hesaplarının aman vermeyen
sayılarına dalıp gitti ine ku ku yoktu.
Bense oracıkta onu öldürmeyi istemi
oldu umu anımsadım, o zamanki
duygularımı imdikilerle kar ıla tıkça
ya amın e i bulunmaz garipli ine bir kez
daha hayran kalıyordum. Az önce,
birdenbire biraz hırslı göründü, biraz
kapris yaptı diye zavallı Guido’ya ne
insafsızca çatmı tım, üstelik ömrünün en
berbat günlerinden birindeydi. Bir
inceleme yapmaya koyuldum: büyük bir
özenle hazırlayıp sonuçlandırdı ım
bilanço Guido için korkunç bir azap
olmu tu ve ben onun üzüntüsünü pek de
acı çekmeksizin seyrediyordum! garip bir
ku ku dü tü yüre ime, hemen ardından
da pek garip bir anı uyandı belle imde.
Ku ku uydu: ben iyi miydim, yoksa kötü
mü? Anıyı ise birdenbire hiç de yeni
sayılmayacak bu ku ku ça rı tırmı tı:
çocuktum, hem de (eminim) kısa entari
giymi tim, ba ımı kaldırmı anneme
soruyordum, «Ben kötü müyüm?» diye. O
zamanlar bu ku kuyu birçoklarının
benim için «kötü çocuk» demelerinden
ötürü dü mü olmalıydım. Çocu un o
ikilem kar ısında ıkınıp sıkılmasında
a acak ey yoktu. Ya amın o e i
bulunmaz garipli i yok mu! Çocu a, o
kadar çocuksu bir biçimde dert etti i o
ku kuyu, ya amının yarısını geride
bırakmı olan yeti kinin hâlâ
çözümlememi olması olur i de ildi.
Karanlık gecede, tam bir zamanlar
birini öldürmeyi istemi oldu um o yerde,
o ku ku yüre imin tâ derininden bunalttı
beni. Çocuk, hiç ku kusuz bebek
ba lı ından yeni sıyrılmı kafasında o
ku kunun dola tı ını sezinlemi ti,
üzülmemi ti herhalde, çünkü çocuklara
kötülü ün zamanla iyile en bir illet
oldu u anlatılır. O ezici bunalımdan
kurtulmak için yine buna inanmak
istedim, inandım da. Ba aramasaydım,
kendime, Guido’ya, ya amamızın zehir
gibi acısına a lamam gerekirdi. Bu iyi
kararım sayesinde yine kendimi
aldatmanın yolunu buldum! Kararım
Guido’nun yanından ayrılmamak,
kendisinin ve sevdiklerinin ya amlarının
ba lı oldu u ticarethanesinin geli mesine,
hiçbir çıkar gözetmeksizin destek
olmaktı. Onun adına ko u turmayı, i ler
becermeyi, çalı mayı dü ündüm, ona
yardım edebilmek için büyük, giri imci,
dâhi gibi bir tüccar olmayı dü ledim. Bu
e siz gariplikteki ya amın o karanlık
ak amında aklımdan geçenler bunlardı
i te!
Guido bu arada bilançoya kafa
yormaktan vazgeçti. Yerinden do ruldu,
ferahlamı gibiydi. Benim hiç bilmedi im
bir hesap yapmı da bir sonuca varmı
gibi, babasına bir ey söylemeyece ini
bildirdi, yoksa zavallı ihtiyar kalkıp yaz
güne ini bırakır, uzun bir yolculu a
giri ir, bizim sislerimize kadar gelirmi .
Hem sonra zarar ilk bakı ta pek büyük
görünüyormu , ama tümünü bir ba ına
üstlenmezse pek öyle sayılmazmı !
Ada’dan zararın yarısını üstlenmesini
isteyecekmi , kar ılı ında da, gelecek yıl
edece i kârın yarısını vermeyi
önerecekmi . Zararın öteki yarısını da
kendisi üstlenirmi .
Tek söz etmedim. Ö üt vermenin
bana dü meyece ini dü ündüm, yoksa
asla yapmadı ım bir eyi yapar duruma
geçecek, karı-koca arasına girmi
olacaktım. Zaten o anda öylesine iyi
niyetlerle doluydum ki bizim yönetti imiz
bir irkete katılmakla Ada’nın kârlı bir i
yapaca ını dü ünüyordum.
Guido’yu evinin kapısına kadar
geçirdim ve onu sevme kararımı sessizce
peki tirmek için uzun uzun elini sıktım.
Sonra nazik bir eyler söylemeye çalı tım,
aklıma, gele gele u geldi:
— n allah ikizlerin bu gece uslu
dururlar da seni uyuturlar, öyle bir iyice
dinlensen fena olmayacak.
Ayrılmı giderken diyecek daha iyi
bir ey bulamadı ıma hayıflanarak
dudaklarımı ısırdım. Öyle ya! kizlerin
artık her birinin kendi dadısı vardı,
Guido’dan yarım kilometre ötede
uyuduklarını, yani uykusunu
bozamayacaklarını bilmiyor muydum
sanki? Her neyse, o da niyetimin iyi
oldu unu anlamı , minnetle kabul etmi ti
o dile imi.
Eve döndü ümde Augusta’yı
çocuklarla yatak odasına çekilmi
buldum. Alfo gö süne yapı mı tı, Antonia
ise bukleli ensesini dönmü , yatacı ında
uyuyordu. Gecikmemin nedenini
açıklamak zorunda kaldım, bu yüzden
Guido’nun açı ını kapatmak için hangi
kaynaktan yararlanmayı tasarladı ını da
anlattım. Augusta, Guido’nun önerisini
a a ılık bir ey saydı:
— Ada’nın yerinde olsam, dünyada
peki demem! diye haykırdı. Küçü ü
korkutmamak için sesini fazla
yükseltmemi ti, ama tepkisi yine de
iddetliydi.
yi bir insan olmaya karar
vermi tim ya, tartı maya girdim;
— Canım, ben de Guido gibi güç
durumda kalsam sen bana yardım etmez
miydin?
Karım güldü:
— Bizim durumumuz çok de i ik!
kimiz kafa kafaya verir, bunlar için en
yararlısı neyse onu yapardık!
Kuca ındaki çocukla Antonia’yı gösterdi.
Ardından bir durup dü ündükten sonra
öyle sürdürdü: — imdi biz kalkar da
Ada’ya senin yakında el çekece in o i i
sürdürmek için yatırımda bulunmasını
salık verirsek, o da sonradan zararlı
çıkarsa, kaybını kar ılamak bize dü mez
mi?
nsanın böyle konu ması için hiç i
bilgisi olmaması gerekirdi, ama yeni
özgecili imle ba ırdım:
— yi ya, neden olmasın?
— Canım görmüyor musun ki
dü ünmek zorunda oldu umuz iki
çocu umuz var?
Görmez olur muydum hiç, elbette
görüyordum! Anlamdan yoksun bir
sözbilimsel betiydi sorusu.
— E, onların da iki çocu u yok
mu? diye sordum zaferle.
Augusta kahkahalarla gülmeye
ba ladı, Alfio’nun ödü patladı, memeyi
bırakıp feryadı bastı. Karım onunla
u ra maya ba ladı, ama hâlâ gülüyordu,
ben de o gülü ü nüktemle kazanmı
saydım kendimi, oysa o soruyu sordu um
anda yüre imde tüm çocukların ana-
babalarına ve tüm ana-babaların
çocuklarına kar ı bir büyük sevginin
kıpırdandı ını duymu tum. Ama sonra
karım gülünce o sevgi de söndü, gitti.
Özümün iyi olup olmadı ını bilme
tasası da hafifledi. Yüre imi sıkı tıran
sorunu çözmü üm gibi geliyordu. Özümüz
ne iyidir, ne kötü, daha böyle yı ınla
olmadı ımız ey vardır. yilik denen ey
insan ruhunun karanlık dibini zaman
zaman, gelip geçici bir süre aydınlatan
bir ı ıktır. Bir alevdir, parlar, bizi yakar,
sonra söner (içimde duymu tum ya onu,
er geç yeniden parlayacaktı bir gün).
Ama o bizi aydınlattı ı süre içinde
kendimize bir yön seçer, sonra karanlık
basınca da yine o yönü izleriz. nsan bu
yüzden iyili ini her zaman kanıtlayabilir,
önemli olan budur i te. I ık yeniden
parladı ında a ırmayacaktım, gözlerim
kama mayacaktı. imdi üfleyip
söndürmü tüm: gere i yoktu. Nasıl olsa
yönümü bulmu tum, o yoldan ayrılacak
de ildim artık.
nsan iyi olmaya karar verince,
sakinle iyor, rahatlıyor, ben de artık
huzurlu ve so ukkanlıydım. Ne garip:
a ırı iyilik kendime ve kendi gücüme
verdi im de eri de fazlasıyla arttırmı tı.
Aslında Guido’nun bürosunda ne
yapabilirdim ki ben? Nasıl benim
yazıhanede baba Olivi benden önde
geliyorsa, onun yazıhanesinde de ben
ötekilerden önde geliyordum. Gelgelelim
büyük bir anlamı yoktu bunun. Sıra
uygulamaya gelince, ertesi gün Guido’ya
ne ö ütleyecektim? Kendi aklıma esen bir
eyi mi? Ama insan kumar masasında
bile ba kasının parası ile oynuyorsa içine
do du u gibi davranamaz ki! Bir
ticarethaneyi ya atmanın yolu, ona her
gün bir i yaratmaktır, bu da ancak i in
ba ından bir saat ayrılmamakla olur.
Yani benim yapabilece im bir ey de ildi,
zaten, iyilik etmek u runa ömür boyu
sıkıntıya hüküm giymek bana do ru bir
ey gibi gelmiyordu.
Yine de, o iyilikseverlik atılımının
verdi i izlenimi, Guido’ya kar ı
üstlendi im bir görev gibi duyuyordum,
gözümü uyku tutmuyordu. Üstüste,
derin derin içimi çektim, bir kez inledim
bile, Olivi’nin benim yazıhaneye
ba landı ı gibi benim de Guido’nun
irketine zincirlenmek zorunda oldu umu
dü ündü üm andı ku kusuz.
Augusta yarı uyur yarı uyanık
sordu:
— Hayrola? Yine Olivi ile mi
atı ıyorsun?
te aradı ım parlak dü ünce
buydu! Guido’ya genç Olivi’yi kendisine
müdür olarak tutmasını söyleyecektim! O
ciddi, o çalı kan delikanlının benim i imde
kalmasını zaten hiç istemiyordum, çünkü
yönetimi babasından devralıp beni kendi
i lerimin dı ında tutmaya hazırlanır
gibiydi, hiç ku kum yoktu, onun yeri
Guido’nun bürosuydu, bundan hepimiz
kârlı çıkardık. Guido, genç Olivi’yi
tutmakla ticarethanesini kurtarır,
delikanlı da benim ticarethanemden çok
orada yararlı olurdu.
Bu dü ünce beni co turdu,
Augusta’yı uyandırıp ona da söyledim. O
kadar heyecanlandı ki uykusu
da ılıverdi. Böylece benim Guido’nun
sakıncalı i lerinden el çekmem daha
kolay olur sanıyordu. Vicdanım rahatladı,
uyuyakaldım; kendi ba ımı ba lamadan
Guido’yu kurtarmanın yolunu
bulmu tum; ba ımı ba lamak öyle
dursun, tam tersine.
Saatler saati bizi uykusuz bırakan
bir çaba sonunda, büyük bir içtenlikle
dü ünüp tasarladı ımız bir ö üdün geri
çevrildi ini görmekten daha i renç bir ey
yoktur. Hem bir çaba daha harcamı tım,
Guido’nun i lerine yararlı olabilece im
avuntusundan sıyrılma çabasını. lkin
gerçek bir iyilikseverli e eri mi tim, sonra
mutlak bir nesnelli e, imdi de, Guido
beni Cehennemin dibine gönderiyordu!
Guido ö üdümü geri çevirdi,
handiyse öfkelenmi ti. Genç Olivi’nin
yetene ine inanmıyormu , onun, o
delikanlıyken ihtiyarlamı görünümünü
be enmiyormu , hele o soluk suratında, o
pırıl pırıl gözlüklerinden hiç mi hiç
ho lanmıyormu . Bu nedenlerden çıkan
tek sonuç, sanırım, aralarında gerçekten
geçerli olabilecek bir neden
bulundu uydu: benimle inatla ma iste i.
Sonunda dedi ki, bürosuna müdür olarak
etse etse genç Olivi’yi de il, ihtiyar Olivi’yi
kabul edermi . te ben de bu yardımı
yapabilece imi sanmıyordum, hem sonra,
bugünden yarına, kendi i lerimin
yönetimini üstlenmeye hazır
duymuyordum kendimi. Bir yanlı lık
yaptım, tartı maya girdim, ihtiyar
Olivi’nin zaten pek i e yaramadı ını
söyledim. O kuru yemi partisini almam
diye ayak diremesinin zamanında bana
kaça maloldu unu anlattım.
— yi ya! diye ba ırdı Guido,
madem, ihtiyarın elinden bundan fazlası
gelmiyor, genci ne becerebilir sanıyorsun
sen, o da topu topu onun ö rencisi de il
mi?
te, sonunda geçerli bir neden
bulup dört elle sarılmı tı, ne denli
hayıflansam yeriydi, çenemi
tutamadı ımdan o nedeni ona kendi
elimle ben sunmu tum.
Birkaç gün sonra, Augusta, bana,
Guido’nun Ada’ya kendi parasını ortaya
sürerek zararının yarısını üstlenmesini
önerdi ini anlattı. Ada, olmaz demi ,
Augusta’ya da öyle söylenmi :
— Beni aldattı ı yetmemi gibi bir
de parama göz dikti!
Augusta parayı vermesini
ö ütleyecek cesareti bulamamı tı, ama
Ada’ya kocasının ba lılı ı konusunda
yanlı dü ündü ünü kanıtlamak için
elinden geleni yapmı tı. Ama Ada öyle bir
yanıtla kar ılamı ki, Augusta onun o
konuda bizim bildi imizden fazlasını
bildi ini sanmı tı. Augusta benim
yanımdayken u mantı ı yürütüyordu:
— Do rusu insanın kocası için
yapmayaca ı ey olmamalıdır, ama Guido
için de geçerli mi bu kural?
Onu izleyen günlerde, Guido’nun
davranı ı gariple ti. Büroya arasıra öyle
bir u ruyor, yarım saatten fazla kaldı ı
hiç olmuyordu. Sanki mendilini evde
unutmu gibi ko a ko a çıkıp gidiyordu.
Daha sonra ö rendi ime göre, Ada’ya
istedi ini mutlaka yaptırabilmek için yeni
yeni gerekçeler götürüyormu . Gerçekten
de, yüzünde uzun uzun a lamı , ba ırmı
ya da sanki sava tan çıkmı gibi bir
anlam vardı; gırtla ını tıkayan, gözlerini
ya larla dolduran heyecanını bizim
yanımızda bile dizginleyemiyordu. Neyin
var, diye sordum. Üzüntülü, ama
arkada ça bir gülümseme ile yanıtladı,
bana dargın olmadı ını göstermek
istiyordu. Ardından konu urken kendini
tutabilmek için toparlandı ve birkaç
sözcükle özetledi: Ada, kıskançlı ı ile ona
dünyayı cehennem ediyormu .
Yani Guido’ya bakılırsa,
tartı malar karı-kocanın özel sorunları
üstüneydi, oysa ben aralarında bir de
«kâr-zarar hesabı» sorunu oldu unu
biliyordum.
Bu pek önemli de ilmi gibi bir
hava yaratılıyordu. A ız birli i etmi gibi,
Ada da, Augusta’ya aynı eyleri söylüyor,
yalnız kendi kıskançlı ından dem
vuruyordu. O tartı malar Guido’nun
yüzünde öylesine derin izler bırakacak
kadar iddetli oldu una göre, biz de
inanıyorduk.
Ama sonradan ortaya çıktı ki karı-
kocanın ba ta gelen uyu mazlıkları para
konusundaymı . Ada, aslında
tutkusunun ve mutsuzlu unun
etkisindeymi , ama gururu bunu açı a
vurmasını engelliyormu , Guido ise belki
suçlu oldu unu bildi inden, Ada’nın
aldatılmı bir kadının öfkesi ile
davrandı ını sezmesine kar ın, hiçbir ey
yokmu gibi i tartı masını
sürdürüyormu . Gittikçe artan bir hırsla
o paranın pe inden ko uyormu , i
sorunlarını hiç mi hiç gözönüne almayan
Ada ise, Guido’nun önerisini bir tek
özürle geri çeviriyormu : paranın
çocuklara kalması gerekirmi . O zaman
Guido ba ka gerekçeler öne sürüyormu :
kafasının dinç olması, yasal yollardan
dı arı çıkmaması gerekirmi , hem o
çalı tıkça çocuklar da bundan
yararlanacaklarmı nasıl olsa. Ada,
bütün bunları kesin bir «olmaz» yanıtı ile
kestirip atıyormu . Çileden çıkıyormu
Guido, —tıpkı çocuklarda oldu u gibi—
iste i de arttıkça artıyormu . Gelgelelim
her ikisi de —ba kalarıyla konu urken—
a k ve kıskançlık illetine tutulduklarını
iddia ediyor, gerçe i söylediklerine
kendileri de inanıyorlardı.
Bir tür yanlı anla ma sonucu o
tatsız para davasını durdurmak için i e
karı madım. Guido’ya bunun gerçekte
önemsiz oldu unu kanıtlayabilirdim.
Muhasebeci olarak biraz geç i liyor
kafam, durumu deftere geçirmedikçe,
beyaz kâ ıt üzerine siyah mürekkeple
yazılı görmedikçe kavrayamıyorum, ama
çok geçmeden, Guido’nun, Ada’ya ille de
versin diye baskı yaptı ı paranın durumu
pek de i tirmeyece ini anladım. O
yatırımın anlamı ne olacaktı ki?
Bilançoda gözüken kayıp azalacak de ildi.
Ada, paranın o yılın bütçesine
eklenmesine razı olursa o ba kaydı
elbette, ama Guido zaten böyle bir istekte
bulunmamı tı bile. e, yasalar açısından
bakıldı ında, onca zarar eden bir irkete
yeni sermayeciler çekilerek tehlikenin
daha da büyütülmesinden ba ka anlamı
yoktu bunun.
Bir sabah, Guido büroda
gözükmedi; a ırdık, çünkü bir gece önce
ava çıkmadı ını biliyorduk. O lu
yeme inde Augusta’yı heyecanlar içinde
buldum, Guido bir gece önce canına
kıymaya kalkı mı tı, ama artık tehlikeyi
atlatmı tı. Augusta’nın trajik buldu u bu
havadisin beni öfkelendirdi ini itiraf
etmeliyim.
Karısının direncini kırmak için
sonunda o kesin yola ba vurmu tu
demek! Bu arada bu i e giri meden önce
gereken tüm ihtiyat önlemlerini de
aldı ını ö rendim, çünkü morfini
yutmadan önce kapa ı açık i eyi elinde
görmelerini sa lamı tı. Bu yüzden
dalgınla ır dalgınla maz, Ada, doktor
ça ırmı , tehlike hemen
savu turulmu tu. Ada, deh et verici bir
gece geçirmi , çünkü doktor hastanın
durumu üzerine kesin bir ey
söyleyemem, demi ; üstelik Guido,
kendine gelir gelmez, belki de tam
bilincine kavu madan karısına sitemler
ya dırmı , sen benim dü manımsın,
ba ladı ım i i ne diye engelledin, bana
i kence ediyorsun falan demi , kadınca ız
büsbütün üzülmü .
Ada, kocasının istedi i borcu
hemen çıkarıp vermi , ama sonunda
kendisini savunmak isterken açık
konu mu , onca zamandır içinde
sakladı ı her eyi ortaya dökmü . Böylece
anla abilmi ler, çünkü Guido, Ada’nın
tüm ku kularını da ıtmı , ona ba lı
oldu unu kanıtlamı —Augusta böyle
sanıyordu—. Kesin davranmı , karısı
Carmen’den söz açınca:
— Kıskanıyor musun onu? diye
ba ırmı . Pekâlâ, madem istiyorsun, yol
vereyim gitsin, hemen, bugünden tezi
yok.
Ada, yanıt vermemi , öneriyi kabul
etti ini belirtti ini, kocasının da söz
verdi ini dü ünmü .
Uyku ile uyanıklık arasında
Guido’nun nasıl olup da böyle
davranabildi ine a tım, o söyledi i ufak
doz morfini bile yutmadı ına inanmaya
ba ladım. Beynin uyku sırasında
sislenmesinin etkilerinden biri de en
nasırla mı yüre i bile yumu atıp en
safça itiraflara sürüklemesidir. Daha
yakın bir zamanda ben de böyle bir
serüvenden geçmemi miydim? Bu da
Guido’ya kar ı duydu um öfke ve
küçümsemeyi büsbütün arttırdı.
Augusta, ablasını ne halde
buldu unu anlatırken a lıyordu. Yoo! O
deh etten falta ı gibi açılmı gözleri ile
Ada’nın güzelli i falan kalmamı tı.
Karımla uzun uzun tartı tık,
hemen Guido ile Ada’yı görmeye mi
gitmeliydim, yoksa hiçbir ey bilmiyor gibi
yapıp kendisi ile yeniden büroda
kar ıla mayı beklesem daha mı iyi olur
diye. O ziyaret bana dayanılmaz bir
sıkıntı gibi geliyordu. Guido’yu o durumda
görünce içimden geçenleri nasıl
gizleyebilirdim?
— Bir erke e yakı maz bu
davranı ! diyordum. Kendimi öldürmek
aklımın kıyısından bile geçmiyor, ama bir
gün, öyle bir ey yapmaya karar verecek
olsam, hiç ku kum yok, hemen
ba arırdım!
çimden geçen buydu i te,
Augusta’ya da söylemek istiyordum. Ama
Guido’yu kendimle kıyaslarsam fazla
onurlandırmı olurum gibi geliyordu:
— Zaten fazlasıyla duyarlıdır insan
organizması. Onu mahvetmek için
kimyager olmak gerekmez ki. Bu kentte
hafta geçmiyor ki bir terzi yama ı
kızca ız canına kıymasın; yoksul
odacı ında bir fosfor solüsyonu hazırlayıp
içti mi tamam... O ilkel zehir var ya,
doktor ne yaparsa yapsın para etmez, bir
yandan acılar içinde kıvranarak, bir
yandan suçsuz ruhu üzüntüden
kahrolarak dosdo ru ecele gidiyor
kızca ız.
Augusta canına kıyan terzi
kızca ızın ruhunun pek o kadar suçsuz
da oldu una inanmak istemiyordu, ama
ilkin biraz ayak diredikten sonra o
ziyareti yine de yapayım diye kandırmaya
çalı tı. Sıkılacak bir ey yokmu , kendisi
Guido ile konu mu mu , adam öylesine
sakinmi ki gören de en yerinde bir i e
kalkı mı sanırmı .
Sözlerine kanmı görünüp de
Augusta’yı sevindirmeden yola çıktım.
Kısa bir duraksamadan sonra dosdo ru
karımın dedi ini yaptım. Yol uzun de ildi
ama, adımlarımın temposu Guido’nun
hakkında verdi im yargıyı yumu atmaya
sürükledi beni. Daha birkaç gün önce
ruhumu aydınlatan ı ı ın gösterdi i yolu
anımsadım. Guido bir çocuktu, ho görü
vâdetti im bir çocuk. Er geç o da
olgunla ırdı, daha önce kendini öldürmeyi
ba aramazsa elbette.
Hizmetçi beni ufak bir odaya aldı,
Ada’nın i odası olmalıydı. Karanlık bir
gündü, tek penceresi kalın bir perde ile
örtülü bulunan oda lo tu. Duvarda Ada
ile Guido’nun anne-babalarının resimleri
vardı. Çok kalmadım, kız dönüp beni
ça ırdı, karı-kocanın yatak odasına
götürdü. Oda o gün bile ferah ve aydınlık
gözüküyordu, çünkü iki geni penceresi
vardı, dö emeleri ve e yaları açık renkti.
Guido, ba ı sargılar içinde yatakta
yatıyordu, Ada da yanıba ına oturmu tu.
Guido beni hiç sıkılmadan, hatta
açık bir minnetle yanına ça ırdı. Uykulu
gözüküyordu, ama bana merhaba
demek, buyruklar vermek gerekti inde
silkinip tümüyle ayılmayı ba ardı.
Ardından kendini yastı ına bıraktı,
gözlerini yumdu. Acaba morfinin a ır
etkisi altındaymı gibi yapması gerekti ini
mi anımsamı tı? Her neyse, insanda öfke
de il, acıma uyandırıyordu, ben de
kendimi çok iyi yürekli duydum.
Ada’ya hemen bakmadım: o
Basedow fizyonomisinden ürküyordum.
Baktı ımda çok ho bir sürprizle
kar ıla tım, çünkü daha beterini
bekliyordum. Gözleri gerçekten falta ı gibi
irile mi ti, ama yüzünde, yanaklarının
yerini almı olan i likler yokolmu tu,
güzelle mi ti sanki. Çenesine kadar
kapalı, geni bir kırmızı elbise giymi ti,
üflesen uçacak bedeni içinde dönüyordu.
El de memi denecek kadar temiz bir
eyler vardı onda, o gözlerde çelik
sertli inde bir anlam vardı. Duygularımı
tam olarak açıklayamadan ama,
gerçekten de yanımda o bir zamanlar çok
sevdi im Ada’ya benzer bir kadın
bulundu unu dü ündüm.
Bir ara Guido gözlerini iyice açtı,
yastı ının altından bir çek çıkardı,
üzerinde Ada’nın imzasını hemen
tanıdım. Çeki bana uzattı, kasaya
koydurmamı, kar ılı ını Ada’nın adına
açtıraca ım bir hesaba yatırmamı
söyledi. Ada’ya dönerek aka etti:
— Ada Malfenti adına mı olsun,
Ada Speier adına mı?
O omuz silkti:
— Hangisi olursa olsun, siz daha
iyi bilirsiniz, dedi.
— Öteki kayıtları nasıl yapaca ını
sonra söylerim sana, diye ekledi Guido,
bu kısa buyruk a a ılayıcı geldi bana.
Sonra hemen kendini dalgın
bıraktı, az kalsın uyandırıp kayıt istiyorsa
kendisi yapsın diyecektim.
Bu arada kocaman bir fincan acı
kahve getirmi lerdi, Ada uzattı. O
kollarını yorganın altından çıkarıp fincanı
iki eliyle a zına götürdü. Böyle burnu
fincanın içinde, gerçekten çocuk gibiydi.
Allahaısmarladık, dedi imde, ertesi
gün büroya gelece ini kesinlikle söyledi.
Ada ile daha önce vedala mı tım,
bu yüzden çıkı kapısında arkamdan
yeti ti inde hayli a tım. Soluk solu aydı:
— Zeno, lütfen! Birazcık buraya
gel. Sana bir ey söylemek istiyorum.
Pe inden az önce beni aldıkları o
küçük odaya girdim, imdi içerde
ikizlerden birinin a ladı ını i itiyorduk.
Ayakta kaldık, yüzyüze
bakı ıyorduk. Soluk solu aydı, bu
yüzden, ama yalnız bu yüzden, bir an,
beni o karanlık odaya bir zamanlar
kendisine sundu um a kı istemek için
sokmu oldu unu dü ündüm.
Kocaman gözleri korkunçtu
karanlıkta. Bunalıyordum, ne yapsam,
diye soruyordum kendi kendime. Ada’yı
kollarımın arasına alıp, benden bir ey
istemek zorunda kalmaktan kurtarmak
görevim de il miydi? Bir an içinde birkaç
niyet birbirini izledi! Ya amın büyük
güçlüklerinden biri, bir kadının ne
istedi ini sezmektir. Sözlerine kulak
vermenin yararı yoktur, çünkü bir bakı
bütün bir söylevi yalanlar, onun iste i ile
lo , rahat bir odada ba ba a kaldı ınızda
o da imdadınıza ko maz.
Ada’nın ne istedi ini
sezemedi imden kendi kendimi anlamaya
çabalıyordum. Benim istedi im neydi? O
gözleri, o iskelete dönmü bedeni öpmeyi
mi istiyordum? Kesin bir yanıt
veremiyordum do rusu, çünkü az önce, o
tüy gibi sabahlı ın içinde onu tüm
sertli ine kar ın, bir zamanlar sevdi im
gencecik kız gibi çekici bulmamı mıydım?
Tıknefesli ine imdi bir de
gözya ları eklenmi ti, böylelikle ne onun
ne benim ne istedi imizi bilmedi im
zaman süresi uzadıkça uzadı. Sonunda,
kırık bir sesle bir kez daha bana Guido’yu
sevdi ini söyledi ve birden, ne görevim
kaldı kar ısında, ne hakkım.
— Augusta dedi ki, Guido’yu
bırakmak istiyormu sun, diye kekeledi,
artık i leri ile u ra mayacakmı sın. Ona
yardımını sürdürmeni rica edece im,
zorunluyum buna. Hiç sanmıyorum ki
kendi ba ının çaresine bakabilsin.
Zaten yaptı ım bir eyi
sürdürmemi istiyormu . Pek azdı bu, pek
az, daha fazlasını sunmaya çalı tım:
— Madem sen istiyorsun,
Guido’nun yanından ayrılmam, hatta ona
imdiye de in yaptı ımdan daha çok
yardımcı olmak için elimden geleni
yaparım.
Al sana bir abartma daha!
Boynumu ilme e geçirdi im an farkına
vardım ama, kendimi çekemedim. Ada’ya
«Benim için çok önemlisin» (ya da bir
yalan söylemek) istiyordum. Onun
istedi i benim sevgim de ildi, deste imdi,
ben de öyle konu uyordum ki her ikisini
de sunmaya hazır oldu uma inanabilirdi.
Ada elimi yakaladı, ürperdim. Bir
kadın elini uzatırken çok ey sunar!
Bunu hep duymu umdur. Bir kadının
elini tutmak onu tümüyle avucuna almak
gibi bir eydir. Boylarımız arasındaki
farktan ötürü sanki kucaklayacakmı gibi
üzerine e ildim. Gizli bir ili ki ba lamı
gibi geldi.
— Ben hemen Bologna’ya
sa lıkevine dönmek zorundayım, diye
ekledi, onun yanında oldu unu bilirsem
içim çok rahatlayacak.
— Yanında kalaca ım! diye
yanıtladım boyun e erek. Ada, benim öyle
boyun e i imin kendisi için yapmaya
hazırlandı ım özveriden ileri geldi ini
sanmı tır herhalde. Oysa ben, çok, ama
çok sıradan bir ya antıya gerisin geri
dönmeye boyun e iyordum, öyle ya,
dü ledi im ola anüstü ya antıda
pe imsıra gelmeyi aklından bile
geçirmiyordu.
Gökyüzünden yere inmeye
zorladım kendimi, kafamda hemen
oldukça karma ık bir muhasebe sorunu
ile yüzyüze geldim. Cebimde bulunan
çekin kar ılı ını Ada’nın hesabına
yazmam gerekiyordu. yi, güzel de, bu
kaydın «kâr ve zarar» hesabına ne yararı
olaca ı açık de ildi. Hiç bir ey
söylemedim, belki de Ada, yeryüzünde
böylesi de i ik türden hesapların yazıldı ı
bir muhasebe defterinin varoldu undan
habersizdir, diye dü ündüm.
Ama ba ka bir ey söylemeden o
odadan çıkmak da istemedim. te
böylelikle muhasebeden söz açmak
yerine, o an yalnızca dü ünmeden bir ey
söylemi olmak için bir lâf attım ortaya,
ama sonra sözümün, benim, Ada ve
Guido için çok önemli oldu unu sezdim;
özellikle benim için çok önemliydi, çünkü
bir kez daha kendi elimi aya ımı
ba lıyordum. Öylesine önemliydi ki o
cümle, nasıl olup da öyle özensizce,
dudaklarımı kımıldatıp, o lo odada,
duvarda kendi aralarında evlenmi olan
Ada ile Guido’nun ana-babalarının
resimlerinin huzurunda söyleyebildi imi
uzun yıllar unutamadım. Demi tim ki:
— Sonunda gidip benden de garip
bir adama varmı sın sen, Ada!
Ne güçlü eydir sözler! Zamanı
a ar, geçmi olaylara ba lanır. Ba lı
ba ına bir olaydır sözler; Ada’ya
yöneldi inden, o sözlerim de trajik bir
olaya dönü üyorlardı. Ada’nın Guido ile
benim aramda seçme yaptı ı saati
belle imde hiçbir zaman bu denli
gerçeklikle canlandıramazdım: hani,
günlerce bekledikten sonra o güne li
sokakta ona rastlamı da yanında
yürümü , budalalar gibi, bir vaat
saydı ım gülü ünü fethedebilmek için
çabalamı tım! O zamanlar
bacaklarımdaki kasların sıkıntısından
ötürü ayaklarım birbirine dolanıyordu,
a a ılanmı durumdaydım, Guido ise
Ada’dan da rahat hareket ediyordu, hiç
ele tirilecek yanı yoktu do rusu, ille de
yanından ayırmadı ı o garip bastonunu
hesaba katmazsak elbette.
— Do ru söyledin! dedi Ada alçak
sesle.
Sonra sevecenlikle gülümsedi:
— Ama sen dü ündü ümden çok
daha iyi çıktın, Augusta’nın hesabına
sevinçliyim. Ardından içini çekerek
ekledi:
— Hem öyle sevinçliyim ki,
Guido’nun umdu um insan çıkmayı ının
acısı bile biraz hafifliyor.
Ben hep susuyordum, hâlâ
ku kuluydum. Galiba Guido’nun olaca ını
bekledi i insanın ben oldu umu
söylemi ti. Yoksa a k mıydı bu? Bir ey
daha ekledi Ada:
— Sen ailemizin erkeklerinin en
iyisisin, güvencemizsin, umudumuzsun.
Yeniden elimi yakaladı, ben de belki onun
elini biraz fazlaca sıktım. Ama elini
öylesine çabucak çekti ki, tüm
ku kularım da ıldı. Ve o küçük, lo odada
nasıl davranmam gerekti ini yeniden
anlar oldum. Belki de hareketinin
sertli ini hafifletmek için bir daha ok adı
beni:
— te seni böyle tanıdı ım için bir
zaman acı çektirdi ime üzülüyorum. Çok
acı çektin mi gerçekten?
Ben o acıyı bulabilmek için hemen
gözlerimi geçmi in karanlıklarına diktim:
— Evet! diye mırıldandım.
Yava yava Guido’nun kemanını
anımsadım, sonra e er Augusta’ya el
atmasaydım o salondan beni nasıl
atacaklarını dü ündüm, derken
Malfenti’lerin evindeki salon aklıma geldi,
hani XIV. Lui stili masanın çevresinde
sevi ilir, öteki masadan da seyredilirdi.
Birden Carla’yı da anımsadım, çünkü
onunla Ada vardı. Birden Carla’nın sesini
duydum kula ımda, karıma, yani Ada’ya
ait oldu umu söylüyordu. Gözlerim
ya larla dolarken yineledim;
— Çok acı çektim! Evet, çok!
Ada ise hıçkırmaya ba lamı tı:
— Çok üzgünüm, çok! dedi.
Sonra gücünü topladı:
— Ama imdi sen Augusta’yı
seviyorsun!
Bir an sesi bir hıçkırıkla kesildi,
yerimden sıçradım, acaba o a kı
do rulayacak mıyım, yoksa hayır mı,
diyece im diye duymak için mi
duraklamı tı yoksa? Bereket bana söz
söyleyecek zaman bırakmadı:
— imdi ikimizin arasında tam
karde çe bir sevgi var, diye sürdürdü,
öyle olması gerekiyor. Sana gereksinimim
var. urada yatan o çocuk için bir anne
olmak zorundayım artık, korumam
gerekecek onu. Bu güç görevimde bana
yardımcı olur musun, lütfen?
Büyük heyecanı içinde tıpkı
dü teki gibi neredeyse üstüme
abanıyordu. Ama ben sözlerini do ru
bildim. Karde çe bir sevgi istiyordu
benden; aramızda varoldu unu sandı ım
a k ba ı, böylece, ona verdi im bir ba ka
hakka dönü üyordu, yine de diledi i sözü
verdim: Guido’ya yardımcı olacaktım, ona
da yardımcı olacaktım, ne dilerse
yapacaktım. Biraz daha sakin olsam,
bana yükledi i görevin gücümü a tı ını
söylemem gerekirdi, gelgelelim o ânın
unutulmaz heyecanını silip süpürürdü
bu. Zaten öylesine duygulanmı tım ki,
kendi yetersizli imi duyacak durumda
de ildim. O anda yetersizlik denen eyin
kimse için varolamayaca ını
dü ünüyordum. Guido’nun yetersizli i de
iyile tirilebilirdi: gereken heyecanı
yüre inde uyandıracak sözcükleri bulup
söylemek yeterdi.
Ada beni sahanlı a de in geçirdi,
ben merdivenleri inerken orada trabzana
abanıp arkamdan baktı. Carla da hep
öyle yapardı, ama Guido’yu seven Ada’nın
öyle yapması garipti; yüre im öylesine
minnetle doldu ki, merdivenin ikinci
rampasına inmeden önce bir kez ba ımı
kaldırarak bakıp selâm verdim. A kta
böyle yapılırdı, ne diyeyim, demek
karde çe sevgide de böyle yapılıyormu .
Oradan sevinçle ayrıldım. Beni tâ
o sahanlı a de in u urlamı tı, öteye
geçmemi ti. Artık ku kum falan
kalmamı tı. u sonuca varmı tık: ben bir
zamanlar onu sevmi tim, imdi de
Augusta’yı seviyordum, ama eski a kım
yüzünden benden ba lılık beklemeye
hakkı vardı; Ada da yine o çocu u
seviyordu, ama bana büyük bir karde
sevgisi sunuyordu, hem de yalnız
kızkarde iyle evlendim diye de il, bana
kendisinin verdi i ve aramızda gizli bir
ba olu turan acıları onarmak için.
Bütün bunlar pek ho tu, dünyada ender
rastlanan bir tadı vardı. Bunca tatlılık
beni gerçek sa lı a kavu turamaz mıydı
acaba? O gün yürürken ne sıkıntı, ne de
acı duydum, gönlümü geni , kendimi
güçlü duydum, yüre imde yepyeni bir
güven duygusu vardı. Karımı aldattı ımı,
hem de en i renç biçimde aldattı ımı
unuttum ya da bir daha yapmayaca ım
diye kendi kendime söz verdim, zaten bu
da aynı kapıya çıkardı. Kendimi, tıpkı
Ada’nın beni gördü ü gibi, ailenin en iyi
erke i olarak duydum.
Onca yi itlik çok geçmeden
pırıltısını yitirdi. Canlandırmak isterdim,
gelgelelim, Ada, Bologna’ya gitmi ti ve
söylediklerinden güç alıp da bir yeni
atılıma giri eyim diye yaptı ım her çaba
bo a çıktı. Evet! Guido için elimden geleni
—az da olsa— yapacaktım, gelgelelim
böylesi bir karar ne ci erlerime dolan
havayı, ne damarlarımdan akan kanı
artırmıyordu. Geriye, kala kala
yüre imde Ada’ya kar ı yepyeni, önemli,
tatlı duygular kaldı, Augusta’ya yazdı ı
mektuplarda beni sevecenlik dolu birkaç
sözcükle her andı ında yenileniyordu.
Sevgisine yürekten kar ılık veriyor,
tedavisini onun için en iyi eyleri
dileyerek izliyordum. Ke ke tüm o eski
sa lı ına ve güzelli ine bir kez daha
kavu tu unu görebilseydim!
Ertesi gün, Guido büroya geldi,
hemen yaptırmak isledi i kayıtları
tasarlamaya koyuldu:
— imdi «Kâr ve Zarar» hesabının
yarısını Ada’ya geçirelim.
te tam yapmak istedi i ey buydu
ve bu tam da yapılmaması gereken eydi.
E er onun buyruklarını oldu u gibi
uygulamakla görevli biri olarak kalsaydım
istedi i tutarı, istedi i yere aktarır, hiç
kafamı yormazdım. Tersine, ona her eyi
anlatmayı bir görev bildim. Zararının
izlerini yoketmek onun sandı ından daha
güçtü, bunu kendisine kanıtlarsam
çalı maya zorlarım sandım.
Kendisine anlattım ki, bildi im
kadarıyla, Ada o parayı kendi hesabına
kredi olarak konulsun diye vermi ti, oysa
biz kalkar bilançoda gözüken zararın
yarısını ona yüklersek istedi ini yapmı
olmuyorduk. Guido, zararın öteki yarısını
da kendi hesabına geçirmek istiyordu.
yi, güzel de, bütün bunların sonucu «Kâr
ve Zarar» hesabını kapatmak —daha
do rusu zorla öldürmek— anlamına
geliyordu, gelgelelim açı ımız böylece
ortadan kalkmıyordu, saptanmı
oluyordu. Uzun uzun dü ünmü tüm, bu
yüzden açıklamam kolay oldu ve öyle
sonuçlandırdım sözlerimi:
— n allah olmaz ya, diyelim ki
Olivi’nin söyledi i duruma dü tük: i e
biraz alı kın bir muhasebeci
defterlerimize öyle bir baksa zararımızı o
saat anlar.
Bakakalmı tı Guido, a kındı. Ne
dedi imi anlayacak kadar muhasebe
bilgisi vardı, ama anlayamıyordu, çünkü
kendi isteklerine öylesine kapılmı tı ki,
açık seçik ortada olan duruma ayak
uyduramıyordu. Her eyi gözlerinin
önüne sermeye çalı tım:
— Görüyorsun ya, bu yatırımı
yapması için karını zorlamanın hiç gere i
yoktu!
Sonunda anladı, beti benzi uçtu,
sinirinden tırnaklarını kemirmeye
ba ladı. Sanki bir dü ten ayılır gibiydi.
Yine de kendini tuttu, o gülünç
komutanlık taslamasıyla, ne olursa olsun
o kayıtların yapılmasını buyurdu:
— Her türlü sorumlulu u senin
üzerinden almak için defterleri kendim
tutmaya, gerekirse altını imzalamaya
hazırım! diye ekledi.
Anla ıldı! Dü lere hiç yer
bırakmayan bir yerde dü görmekten
vazgeçmeyecekti! Belvedere bayırında,
kendime, sonra evinin lo odasında
Ada’ya verdi im sözleri anımsadım,
cömerttik ettim:
— stedi in kayıtları hemen
yapaca ım; senin imzanın ardına
sı ınmaya gerek duymuyorum. im sana
yardımcı olmak, kösteklemek de il!
Sevecenlikle sıktı elimi:
— Ya amak güç, dedi, yanımda
senin gibi bir dostum olması ne büyük
nimet.
Duygulanarak bakı tık. Gözleri
parlıyordu. Ben de duygusallı a
kapılmaktan ürkerek güldüm:
— Ya am güç de il, dedim, ama
oldukça garip!
O da, içinden gele gele güldü.
Sonra yanımda kaldı, o «Kâr ve
Zarar» hesabını nasıl kapataca ımı
gördü. Hepsi birkaç dakika sürdü. Hesap
öldü, ama Ada’nın hesabını da kendisiyle
birlikte yoklu a sürükledi, yine de o
tutarı bir küçük defterin borç hanesine
kaydettik, hani bir felâket olur da, tüm
kayıtlar ortadan yokolursa o kalsın diye,
bir de kendisine faiz ödememiz gerekti ini
belirtmek için. «Kâr ve Zarar» hesabının
öteki yarısı da Guido’nun hesabının zaten
i kin olan borçlar hanesini kabartmaya
gitti.
Muhasebeciler, yapıları gere i alay
etmeye pek yatkın bir canlı türüdürler. O
kayıtları yaparken aklımdan öyle
geçiyordu: «Hesaplardan birini —kâr ve
zarar adındakini— öldürmü tük; öteki,
yani Ada’nınki, hayatta tutmayı
ba aramadı ımızdan do al ölümle
ölmü tü; Guido’nunkine gelince, onu
öldürmenin yolu yoktu; ama güvenilir bir
borçlu da olmadı ından, o hesap öyle
tutuldukça, irketimizin ortalık yerinde
açık bekleyen bir mezardı».
O büroda daha uzun süre
muhasebe sözü edildi. Guido, kendisini
yasaların tuzaklarından (bu söz onun
sözü) daha iyi koruyacak bir yol
bulabilmek için didinip duruyordu.
Herhalde bazı muhasebecilere de akıl
danı mı olmalı ki, bir gün büroya geldi,
eski defterleri yoketmemizi önerdi, ama
daha önce yeni ba tan defter tutup
rastgele bir isme bir sahte satı yapmı ,
Ada’nın borç olarak verdi i para bize öyle
ödenmi gibi göstermeliymi iz. Onu dü
kırıklı ına u ratmayı hiç istemezdim,
çünkü büroya umutlar içinde, etekleri zil
çalarak ko mu tu! Ama bu önerdi i beni
gerçekten i rendiren bir sahtecilikti.
imdiye de in yalnızca gerçek sayıları
oradan oraya aktarmı , bu arada bize
sessizce izin veren Ada’yı zarara sokma
tehlikesini hiçe saymı tık. imdi ise
naylon satı lara gelmi ti sıra.
U radı ımız zararı silmenin
yolunun, daha do rusu tek yolunun bu
oldu unu ben de görüyordum; ama ne
pahasına olacaktı bu! Alıcının adını
kafadan atmak ya da alıcı gibi göstermek
istedi imiz birini bulup iznini almak
gerekiyordu. Onca emek verip tuttu um
defterlerin yokedildi ini görmek pek
umurumda de ildi, ama yenilerini
tutacak halim yoktu do rusu. Ayak
direye direye, sonunda Guido’yu
kandırdım. Naylon fatura çıkarmak kolay
i miydi sanki? Üstelik malın varlı ını ve
özelliklerini belirten belgelerin de
sahtesini yapabilmek gerekirdi.
Tasarısından o günlük vazgeçti,
ama ertesi gün büroya yine eski
defterleri yoketmeyi gerektiren bir ba ka
tasarı ile geldi. Bu tür tartı maların
ba ka her i i engelledi ini görerek
bezmi tim artık, olmaz dedim:
— Bu kadar kafa patlattı ını
gördükçe insanın senin iflâsa
hazırlandı ına inanası geliyor! Yoksa
anaparanın bu kadar ufak bir
bölümünün eksilmesinin ne önemi
olabilir? imdilik kimsenin senin
defterlerini karı tırmaya hakkı yok. imdi
çalı mak gerek, çalı mak, saçma sapan
eylerle u ra manın sırası de il.
O dü üncenin kafasında bir
saplantıya dönü tü ünü söyledi. Haksız
mıymı yani? Talihi biraz daha tersine
dönerse yasal önlemler alınır, hapsi
boylarmı !
Hukuk fakültesine girip çıkmı tım
ya, bizimki gibi bir bilanço çıkaran bir
tüccarın neler yapması gerekti ini
Olivi’nin tüm ayrıntılarıyla, çok iyi
açıklamı oldu unu biliyordum, Guido’yu
da, kendimi de o tür bir saplantıdan
kurtarabilmek için bir avukat arkada ına
danı masını ö ütledim.
Bunu zaten yapmı mı , daha
do rusu avukata açıkça o amaçla
gitmemi —çünkü sırrını bir avukata bile
açamazmı —, ama birlikte ava çıktı ı bir
avukat arkada ı varmı , onun a zını
aramı mı . Bu yüzden, ne yazık ki
Olivi’nin yanılmamı ve abartmamı
oldu unu biliyordu.
e yaramadı ını görünce,
muhasebesinde sahtecilik yapmanın
yollarını aramaktan vazgeçti, ama
yeniden huzuruna kavu masına yetmedi
bu. Günün birinde odamıza girince
kendisini hapishanenin e i indeymi gibi
duydu unu açı a vurdu, hep içinden
kaçıp kurtulmak geliyormu .
Bir gün öyle bir soru sordu:
— Augusta bilânçomuz hakkında
her eyi biliyor mu? Kızardım, çünkü
soruda bir sitem sezer gibi olmu tum.
Ama hiç ku ku yok, bilançoyu, Ada
biliyorsa, Augusta da bilebilirdi. Bu
hemen aklıma gelmedi de, kafasından
geçirdi i sitemi haketmi im gibi geldi.
— Ada’dan duymu tur, diye
mırıldandım, ya da Ada, Alberto’ya
anlatmı , Augusta da ondan ö renmi tir!
Augusta’ya iletebilecek tüm yolları
gözden geçiriyordum, bir yandan da her
eyi ilk elden, yani benden duymu
olabilece ini yadsımıyordum, yalnızca ben
sussam da yararı olmayaca ını
anlatmaya çalı ıyordum. Yazık! Ke ke
hemen Augusta’dan saklım gizlim
olmadı ını söyleseydim çok daha
açıksözlü ve dürüst davranmı olurdum!
Bu tür ufacık bir olay, yani bir eyi
dosdo ru açı a vurup da suçsuz
oldu unu söylemek yerine gizlemek en
içten dostlu u bile zedelemeye yeter.
Gerçi, ne Guido, ne de benim
öyküm açısından önemi var ama, birkaç
gün sonra o bakır sülfat i inde
kar ıla tı ımız çenesi dü ük simsarın beni
yolda giderken durdurdu unu buraya
ekleyece im. Adam alttan yukarı
bakıyordu bana, kısa boylu oldu undan
ba ka türlü bakamazdı, ama bir de
bacaklarını kısarak durumu büsbütün
abartıyordu, birtakım alaylı lâflar etti:
— Bir söylenti dola ıyor, sülfat
i ine benzer kârlı i ler çeviriyormu sunuz
yine!
a kınlıktan donakaldı ımı
görünce, elimi sıktı ve öyle ekledi:
— Ben size hep kârlı çıkmanızı
dilerim. Umarım iyi niyetimden ku kunuz
yoktur!
Ve çekip gitti. Bizim i lerimizi, ona,
lisede küçük Anna ile aynı sınıfta okuyan
kızı anlatmı tı sanırım. Adamın
bo bo azlı ını Guido’ya hiç aktarmadım.
Benim asıl görevim onu yerli yersiz
dertlerden korumaktı.
Guido’nun Carmen konusunda
hiçbir önlem almayı ına a tım, karısına
ona resmen yol vermeyi vâdetti ini
biliyordum. lk seferinde oldu u gibi Ada
birkaç ay sonra evine döner sanıyordum,
ama Trieste’ye hiç u ramadan Maggiore
Gölü kıyısında bir küçük villâda kalmaya
gitti, kısa bir süre sonra da Guido
çocukları alıp ona götürdü.
O yolculuktan döndü ünde —
bilmem verdi i sözü kendili inden mi
anımsamı tı, yoksa Ada mı anımsatmı tı
— acaba Carmen’i kendi büromda, yani
Olivi’nin bürosunda çalı tıramaz mıyım,
diye sordu. Ben, bo yer olmadı ını
biliyordum, ama baktım Guido çok
istiyor, gidip idare müdürümle konu tum.
Kızın ansı varmı , Olivi’nin
memurlarından biri de o günlerde i ten
ayrılıyormu , ama aylık son aylarda
Guido’nun büyük bir cömertlikle
Carmen’e verdi inden daha dü üktü.
Bana kalırsa Guido i in kolayını bulmu ,
metreslerinin masrafını «Genel
Harcamalar» hesabına yazıyordu. htiyar
Olivi, Carmen’in yeteneklerini
soru turdu, en iyi referansları sunmama
kar ın, ona da çıkan memurun
ko ullarını önerdi. Guido’ya anlattım,
kara kederlere battı, ne yapaca ını
bilmeden ba ını ka ıdı.
— Aldı ı maa tan azını nasıl
önerebiliriz? Acaba Olivi’nin ona burada
aldı ı kadar para vermesini sa layamaz
mıyız?
Sa layamayaca ımızı biliyordum,
hem Olivi kendisini öyle bizim gibi
memurlarına zincirle ba lı saymazdı.
Carmen’in kendisine verilenden bir kuron
eksik haketti ini farketti i gün hiç
gözünün ya ına bakmaz, o kuronu geri
alırdı. Sonunda i ler öyle kaldı: Olivi’ye
kesin bir yanıt verilmedi, o da zaten hiç
istemedi bunu, Carmen güzel gözlerini
süzmeyi bizim büroda sürdürdü.
Ada ile aramda bir sır vardı ve sır
olarak kaldı ından ötürü önemini
koruyordu. Augusta’ya sık sık mektup
yazıyordu, ama hiçbir zaman benimle son
görü mesine de inmedi, ben de sözünü
etmedim. Günün birinde Augusta,
Ada’nın beni ilgilendiren bir mektubunu
gösterdi. Ablası ilkin benden haber
soruyor, ardından iyilikseverli ime
sı ınarak Guido’nun i lerinin nasıl
gitti ini biraz anlatayım istiyordu. Bana
yöneldi ini duyunca tedirgin oldum,
niyetinin her zamanki gibi Guido
hakkında bilgi almak oldu unu ö renince
rahatladım. Sakıncalı bir i e giri mem bu
kez de istenmiyordu.
Augusta ile kafa kafaya verdik,
Guido’ya söz etmeden, Ada’nın
mektubunu ben yanıtladım. Gerçek bir i
mektubu yazmak niyetiyle masaya
oturdum, Guido’nun i lerinin imdiki
gidi inden ne kadar memnun oldu umu
anlattım, ciddi ve becerikli davranıyordu.
Aslında yalan de ildi, hiç de ilse o
günlerde Guido’dan memnundum, çünkü
aylardır kentte depolamı oldu u malları
satarak para kazanmayı ba armı tı.
inin ba ında daha çok kaldı ı da
do ruydu, ama her hafta, balı a ya da
ava çıkmaktan geri durmuyordu.
Övgülerimde biraz abartmaya
kaçıyordum, böyle yaparsam Ada’nın
iyile mesine yardımcı olurum
sanıyordum.
Mektubu yeniden okudum,
yetersiz geldi. Bir eyler eksikti. Ada bana
yönelmi ti, hiç ku kum yoktu, benden de
havadis almayı istiyordu. Dolayısıyla
kendimden haber vermezsem kabalık
etmi sayılırdım. Ve yava yava —bugün
gibi aklımda— o masanın ba ında bir kez
daha Ada ile karanlık odacıkta ba ba a
kalmı ım gibi sıkıldım. Minicik elini
sımsıkı tutmalıydım, tatlı tatlı, uzun uzun
sıkmalıydım ki her eyi, asla
söylenmemesi gereken her eyi anladı ımı
anlatabileyim.
O tatlı, o uzun, o anlamlı el sıkı ın
yerini tutabilecek bir eyler bulabilmek
için kafamda evirip çevirdi im tüm
cümleleri yazmayaca ım, yalnızca
sonunda yazdıklarımı söyleyece im. Artık
ihtiyarlı ın kapımı çaldı ından sözettim
uzun uzadıya. öyle bir an bile
ihtiyarlamadan, kendi halimde
kalamıyordum. Kanım bedenimi her
dola tı ında, damarlarıma, kemiklerime
ihtiyarlık anlamına gelen bir eyler çöküp
kalıyordu. Her sabah uyandı ımda
dünyanın rengini biraz daha solmu
buluyordum ve farkına varmıyordum bile,
çünkü renklerin uyumunda bir de i iklik
yoktu. E er bir önceki güne kıyasla
de i meden kalmı bir tek renk bile olsa
gözüme çarpar, umutsuzlanırdım.
Mektubu pek be ene be ene
gönderdi imi bugün bile anımsıyorum.
Hiçbir sakıncası yoktu o sözlerin, e er
Ada’nın kafasından da aynı eyler
geçiyorsa elini nasıl bir sevgiyle sıktı ımı
anlardı, buna hiç ku kum yoktu. O
ihtiyarlık üstüne uzun söylevimin hangi
anlama geldi ini anlamak için de pek
sivri bir zekâ gerekmezdi: zamanın içinde
öyle paldır küldür sürüklenirken, a kın
artık pe imden yeti emeyece inden
korkuyordum, o kadar. «Gel, ne olur!»
diye seslenir gibiydim a ka. Oysa, aslında
o a kı gerçekten diliyor muydum, pek
emin de ilim, bir ku kum varsa, o da
a a ı yukarı bu tür eyler yazdı ımı
bilmemden ileri geliyor.
Augusta için o mektubun bir
kopyasını çıkardım, ama ihtiyarlık
üzerine incelememi katmadım. Gerçi
anlamasına bir ey anlamazdı, ama
ihtiyatın fazlası olmaz. Ablasının elini
tutarken bana nasıl baktı ını farkedip
kızarabilirdim! Ya, öyle! Hâlâ kızarmasını
biliyordum. Ada’dan kısa bir te ekkür
alınca da kızardım, ihtiyarlık üzerine
gevezeliklerime hiç de inmemi ti.
Böylelikle kendini, benim onun kar ısında
kendimi soktu umdan çok daha sakıncalı
bir duruma sokuyormu gibi geldi.
ncecik elini avucumdan çekmiyordu. Hiç
kımıldatmadan elime bırakıyordu, bir
kadın hiçbir ey yapmadı mı, evet
demenin bir yolunu bulmu demektir.
O mektubu yazdıktan birkaç gün
sonraydı, Guido’nun Borsa oyunlarına
girdi ini ke fettim. Simsar Nilini a zından
kaçırdı.
Uzun yıllardır tanıyordum o adamı,
lisede birlikte okumu tuk, sonra okuldan
ayrılmı , hemen amcalarından birinin
yazıhanesine çalı maya girmi ti. Birkaç
kez görü mü tük, anımsadı ıma göre
yazgılarımın ayrılı ı, ili kilerimizde bana
bir üstünlük sa lamı tı. O sıralar
kar ıla tı ımızda beni ilkin o selâmlardı,
hatta kimi kez yanıma yana maya
davranırdı. Bu bana do al gelirdi, oysa
imdi tam kestiremedi im bir zamanda
bana pek tepeden bakmaya ba layınca
nedenini anlayamamı tım. Selâmı sabahı
kesmi ti, ben selâmlayınca da lütfen
kar ılık veriyordu. Birazcık tasalandımdı,
pek alınganımdır, hemen kırılıveririm.
Ama elden ne gelirdi? Belki de benimle
Guido’nun bürosunda kar ıla mı tı, ast
durumunda gözükmü tüm de bu yüzden
küçümsüyordu, ya da amcalarından biri
ölüp de onu ba ımsız borsa simsarlı ına
terfi ettirince ba ı dönmü tü, kimbilir.
Küçük çevrelerde sık görülür bu tür
durumlar. Ortada herhangi bir kasıt
olmaksızın, bir bakarsınız günün birinde
insanlar birbirlerini kinle, küçümseyerek
süzmeye ba lamı lar.
Bu yüzden, bir gün büroda
yalnızken Nilini gelip de Guido’yu sorunca
a ırdım. apkasını çıkarmı , bana el
vermi ti. Sonra da hiç istifini bozmadan
koltuklardan birine kuruldu. Yıllardır onu
yakından gördü üm yoktu, imdi de bana
gösterdi i antipatiden ötürü dikkatle
inceliyordum onu.
O zamanlar kırk ya larındaydı,
hayli de çirkindi: kafasında neredeyse
saç kalmamı tı, yalnız ensesinde ve
akaklarında siyah saç tutamlarından
olu mu vahalar vardı, benzi sapsarıydı,
kocaman burnuna inat, cildi her
yanından pörsümü , sarkıyordu. Ufak
tefekti, sıskaydı, elinden geldi ince
dikeliyordu, öyle ki onunla konu urken
boynumda hafif, has bir a rı
duyuyordum, bende uyandırdı ı tek
sempati de buydu. O gün gülmesini güç
tutar gibi bir hali vardı, yüzü alay ya da
küçümseme ile kasılmı tı, ama beni pek
nazikçe selâmladı ına göre alınmama
gerek yoktu. Oysa daha sonra o alaycı
görünümü Do a Ananın bir muziplik edip
yüzüne öylece yapı tırmı oldu unu
kavradım. Ufacık çene kemikleri iyice
üstüste gelmiyordu, aralarında, a zının
bir kö esinde bir delik kalmı tı, alaycılı ı
kaskatı kalıpla ıp oraya yerle mi ti. Belki
de esnemedikçe kurtulamadı ı
maskesine uygun dü sün diye,
çevresindekileri alaya almaktan
ho lanıyordu. Hiç de budala sayılmazdı,
zehirli oklar savuruyor, ama genellikle
insanların yüzlerine kar ı de il,
arkalarından.
Çenesi hiç kapanmıyordu, özellikle
Borsa i lerinde hayalini geni tutuyordu.
Borsadan ba lı ba ına bir insanmı gibi
sözediyordu, tehdit kar ısında tir tir
titreyen, yan gelip uyuklayan, gülen ya
da a layan bir insan gibi. Kur
basamaklarını keyfinden oynaya oynaya
çıkar, kimi zaman da dü üp kafasını
kırmak pahasına ko a ko a inermi .
Borsanın kimi tahvilleri sevip ok ayı ına,
kimilerini bo azlayı ına, insanlara ölçülü
ve etkin olmayı ö reti ine hayrandı Nilini.
Çünkü ancak aklı ba ında insanların
onunla alı veri i olabilirmi . Borsada
yerlere saçılmı ne paralar yatıyormu ,
gelgelelim e ilip toplaması kolay de ilmi .
Bir sigara sunup bıraktım
beklesin, elimdeki mektuplara daldım.
Çok geçmeden canı sıkıldı, daha fazla
kalamayaca ım, dedi. Zaten yalnız
Guido’ya bir gün önce almasını ö ütledi i
Rio Tinto adlı birtakım tahvillerin, o gün
—evet, tam yirmidört saat içinde—
birden fırlayıp yüzde on dolaylarında
de er kazandı ını söylemeye gelmi mi .
Kahkahalarla gülmeye ba ladı:
— Biz burada çene çalarken, yani
ben beklerken Borsa kapandıktan sonra
olan olmu tur. E er bay Speier o
tahvilleri imdi almaya kalkarsa kimbilir
kaç para ödeyecektir. Borsanın niyetinin
ne oldu unu nasıl da bildim ama!
Borsa ile uzun süre içli dı lı
olmasından kaynaklanan tahmininden
ötürü övündü. Sözünü yarıda kesip
sordu:
— Ne dersin, hangisi daha çok ey
ö retir: Üniversite mi, Borsa mı?
Alt çenesi biraz daha a a ıya
kaydı, kö esindeki «alaycılık deli i» irile ti.
— Elbette Borsa! dedim inançla.
Bu da benden ayrılırken elimi
co kuyla sıkmasına neden oldu.
Demek Guido Borsada
oynuyormu ! Biraz dikkat etseydim daha
önce farkına varırdım, çünkü son
yaptı ımız i lerden kazandı ımız, hiç de
azımsanamayacak bir paranın hesabını
önüne koydu umda öyle bir gülümseme
ile, biraz küçümser gibi bakmı tı. O
parayı kazanmak için fazla çırpınmı
oldu umuzu dü ünüyordu herhalde. Bu
arada unu da belirtmeliyim: e er öyle on
tane i çevirsek, bir önceki yıl u radı ımız
zararı kar ılardık! Daha kendisine
övgüler düzdüreli birkaç gün geçmemi ti,
imdi ne yapmalıydım?
Guido, az sonra büroya geldi,
Nilini’nin sözlerini oldu u gibi aktardım.
Öyle bir kaygıyla durup dinledi ki,
böylelikle oyun oynadı ını ö rendi imi bile
farketmeden fırladı gitti.
Ak ama Augusta ile konu tum,
Ada’yı rahat bırakalım da Guido’nun
atıldı ı tehlikeleri bayan Malfenti’ye
çıtlatalım diye dü ündük. Olur olmaz
i lere giri mesini engellemek için benim
de elimden geleni yapmamı istedi.
Guido’ya neler söyleyece imi uzun
uzun tasarladım. Sonunda Ada’ya
verdi im sözü tutuyor, iyilik yapabilmek
için harekete geçiyordum. Sözüme
sokmak için Guido’yu hangi yanından
yakalamam gerekti ini biliyordum.
Diyecektim ki Borsa oyunlarına giri mek
herkes için hafifliktir ama, ardından
böylesi bir bilânço olan bir tüccar için
olacak i de ildir.
Ertesi gün güzel bir giri yaptım:
— Demek imdi de Borsa
oyunlarına sıra geldi, ha? Senin canın
hapsi boylamak istiyor galiba!
Sert çıkmı tım. irketi tehlikeye
sokacak eyler yapıyordu, o büroda bir
gün daha durmamaya hazırlamı tım
kendimi.
Guido hemen silâhımı elimden
almayı bildi. Sırrını bugüne de in ele
vermemi ti, imdi tam bir uslu çocuk
yumu aklı ıyla i lerini tüm ayrıntıları ile
anlattı. Bilmem hangi ülkenin
madenlerinin tahvillerini almı mı , daha
imdiden öylesine kâr sa lamı ki,
handiyse bilançomuzdaki açı ı
kapatmaya yetecekmi . Artık tehlikeyi
atlatmı ya, her eyi anlatabilirmi . E er
talihi döner de kazandı ını kaybederse
oyunu bırakacakmı , i te o kadar. Yok
e er talihi dönmezse, hep o kayıtların
tehdidi altında ya amaktan
kurtulacakmı .
Baktım, öfkelenmenin de il,
kutlamanın zamanıydı. Muhasebe
sorunlarına gelince, artık içi rahat
edebilirdi, nakit para bulunan yerde
muhasebe sorunu diye bir ey kalmazdı.
Defterlerimizde Ada’nın hesabı gere ince
tamamlanıp, irketimizin uçurumu
dedi imiz bo luk biraz kapanınca, yani
Guido’nun hesabı desteklenince,
muhasebemizin hiçbir korkulacak
noktası kalmazdı.
Sonra bir ey önerdim: gel bu
düzenlemeyi hemen yapalım, Borsa
i lemlerini irket hesabına geçirelim,
dedim. Bereket, olmaz dedi, yoksa ben
kumarbazın muhasibi durumuna
geçecek, daha büyük bir sorumluluk
altına girecektim. Oysa i ler sanki ben
yokmu um gibi kendi yolunda gitti.
Önerimi benimsemedi, ileri sürdü ü
nedenler de yerinde gibi göründü. Öyle
hemen borçlarını ödemek ansını tersine
çevirirmi , bütün kumar masalarında
pek yaygın bir inanı varmı , el parası
ans getirirmi . Do rusu pek inandı ım
bir ey de ildir, ama kumar oynadı ımda
her türlü ihtiyat önlemini almaktan geri
durmam.
Bir süre Guido’nun anlattıklarına
hiç kar ı koymadan, eyvallah, dedi im
için kendimi suçladım. Ama bir de ne
göreyim: bayan Malfenti de benden farklı
davranmadı, kocası Borsadan ne tatlı
kârlar elde etmi , onu anlattı; baktım,
Ada da Borsa oyununu herhangi bir
ticaret türü sayıyor, anladım ki, bu
konuda bana artık söz dü mezdi. Öyle
bayır a a ı giderken Guido’yu ne desem
durduramazdım, zaten ailenin tüm
bireyleri beni desteklemezlerse etkim de
olmazdı.
Böylece Guido kumar oynamayı
sürdürdü, bütün ailesi de onunla birlikte.
O toplulukta ben de vardım, hatta Nilini
ile hayli garip bir dostluk kurdum. Adamı
bilgisiz ve kendini be enmi
buldu umdan hiç mi hiç çekemiyordum,
ama Guido ondan ö üt bekliyor diye
duygularımı öylesine iyi gizlemeyi
ba ardım ki, sonunda beni güvenli bir
dost sanmaya ba ladı. Nezaketim belki de
dü manlı ının verdi i tedirginlikten
kurtulması dile imden kaynaklanıyordu,
bir sıkan yanı da o çirkin suratında
sırıtan o alaycılıktı. Aslında geldi inde ve
gitti inde el vermekten öte nezaket de
gösterdim sayılmaz. Ama o son derece
kibar davranıyordu, ben de bundan
ötürü minnet duydum, çaresiz dünyada
bundan büyük nezaket de olmaz zaten.
Bana kaçak sigara getiriyor, aldı ı fiyata,
çok ucuza veriyordu. E er kendisine
biraz daha sempatim olsaydı, onun
aracılı ıyla Borsada oynardım; hiçbir
zaman oynamadımsa, tek nedeni onu
daha sık görmekten kaçınmamdı.
Zaten fazlasıyla görüyordum onu!
Carmen’e tutkun de ildi —bunu
farketmek kolaydı—, ama saatler saati
bürodan çıkmıyordu. Hem de benimle
ahbaplı a geliyordu. Dünyadaki büyük
güçlerden dem vuruyordu, efendim bir
gün bakıyormu sunuz el sıkı ıyorlarmı ,
ertesi gün sille tokat birbirlerine
giri iyorlarmı . Bilmem gelece i önceden
görmü müydü, o antipatimle durup
söylediklerine kulak verdi im yoktu ki.
Yüzümde kalıpla mı alıkça bir
gülümseme, öylece duruyordum.
Aramızdaki anla mazlık ku kusuz o
gülümseyi imi yanlı
de erlendirmesindendi, kendisine
hayranım sanmı tı herhalde. Bunda
benim suçum yok.
Yalnız, her gün yineledi i eyleri
biliyorum. talyanlı ı ku ku götürürdü,
çünkü Trieste Avusturya’ya kalsa daha
iyi olur diyordu. Almanya’ya, özellikle de
gidecekleri istasyonlara varan saniye
a ırmadan Alman trenlerine hayrandı.
Kendine göre sosyalist sayılırdı, bir
ki inin yüzbin kurondan fazla, parası
olmasının yasaklanmasını istiyordu.
Günün birinde, Guido ile çene çalarken
tam yüzbin kuronu oldu unu, tek kuru
fazlası olmadı ını söyleyince gülmedim.
Gülmedi im gibi, daha çok para
kazanacak olursa kuramını de i tirecek
mi diye de sormadım. Gerçekten garipti
ili kimiz, ne yüzüne kar ı, ne de
arkasından gülebiliyordum.
Kendine özgü yargılarından birini
ortaya atarken koltu unda öylesine
dikeliyordu ki, gözleri tavana yöneliyor,
bana da kala kala o «çene deli i» dedi im
ey kalıyordu. nsanı o delikle görüyordu!
Kimi kez bu duru undan yararlanıp
kafamı ba ka eylere vermeyi denedim,
ama hemen bir soru yapı tırıp dikkatimi
çekiyordu:
— Sen beni dinliyor musun,
dinlemiyor musun?
Bir kez içini açıp yüre imi
çeldikten sonra Guido uzun süre bana
i lerinden söz etmedi. lkin Nilini bazı
eyler çıtlatıyordu, sonra onun da a zı
kapandı. Guido’nun hâlâ kazançta
oldu unu Ada’dan ö rendim.
Ada döndü ünde yine bir hayli
çirkinle mi buldum. i manlamaktan çok
ya ba lamı tı. Yanakları yine elma
gibiydi ama yine yerlerini a ırmı lardı,
yüzü neredeyse dörtkö e olmu tu. Gözleri
yuvalarının biçimini büsbütün
bozmu lardı. Pek a ırdım do rusu,
çünkü Guido ve onu görmeye giden
ba kaları her geçen gün biraz daha
güçlendi ini, sa lı ına biraz daha
kavu tu unu söylemi lerdi.
Ama kadında sa lık her eyden
önce güzellik demektir.
Ada; beni ba ka bir yönden de
a ırttı. Beni sevecenlikle selâmladı, ama
Augusta’yı selâmladı ı gibi. Artık
aramızda hiçbir sır yoktu, ku kusuz,
bana onca acı verdi ini dü ünüp
a ladı ını da unutmu tu. Aman ne iyi!
Üzerimdeki haklarını bile unutmu tu!
Ben onun iyi yürekli eni tesiydim, beni
yalnız karımla Malfenti ailesinde herkesin
hayranlı ını kazanan sevgi dolu
ili kilerimi sürdürdü üm için seviyordu.
Günün birinde beni pek a ırtan
bir ke ifte bulundum. Ada kendini hâlâ
güzel sanıyordu! Uzaklarda, göl kıyısında
kendisine kur yapanlar çıkmı mı ,
ba arılarından pek memnun oldu u açık
seçik ortadaydı. Galiba abartıyordu da,
do rusu bir hayranının ısrarlarından
kaçmak için yazlıktan ayrılmak zorunda
kaldı ını söylemesi de fazlaydı artık.
Aslında belki bir gerçek payı olabilirdi,
kendisini eskiden tanımamı birinin
gözüne o denli çirkin görünmeyebilirdi.
Evet, o gözlerle, o renklerle, yüzünün o
biçimiyle de belki yine o denli çirkin
bulmayan çıkardı! Bize daha çirkin
görünüyordu, eski halini anımsadıkça
hastalı ın kadınca ızı nasıl peri an etti i
gözümüzden kaçmıyordu.
Bir ak am, Guido ile onu evimize
ça ırdık. Ho bir toplantı oldu, tam bir
aile toplantısı. O dördüz ni anımız sürüp
gidiyordu sanki. Ne var ki, Ada’nın
saçlarında parlayan ı ık yoktu artık.
Allahaısmarladık, derken
mantosunu tuttum, bir an yalnız kaldık,
hemen bir yakınla ma sezer gibi oldum.
Ba ba a kalmı tık ya, belki ba kaları
varken söylemek istemedi imiz eyi
söyleyebilirdik birbirimize. Mantosunu
giymesine yardım ederken söylemek
istedi im eyi arayıp tarayıp buldum:
— Biliyorsun, imdi de Borsa
oyunlarına ba ladı! dedim ciddi bir sesle.
Zaman zaman içimden bir ku ku
geçer, acaba o sözlerle, öylesine
unutmasına razı olamadı ım son
kar ıla mamızı mı anımsatmak istemi tim
diye.
— Öyle, dedi gülümseyerek, çok da
iyi ediyor oynamakla. Oldukça
ba arılıymı , öyle diyorlar.
Onunla birlikte ben de
ferahlayarak güldüm. Her türlü
sorumluluktan kurtulmu gibiydim.
Giderken öyle mırıldandı:
— u Carmen hâlâ büroda mı?
Yanıtlayamadım, çünkü ko a ko a
çıktı. Aramızda, geçmi imiz diye bir ey
kalmamı tı. Ama kıskançlı ı, o, yerli
yerindeydi. Son kar ıla mamızda nasılsa,
hep öyle.
imdi belle imde o günleri
canlandırıyorum da, Guido’nun Borsada
kaybetmeye ba ladı ını bana açık seçik
söylenilmeden çok önce farketmem
gerekirdi diyorum. Yüzünü aydınlatan o
zafer havası silindi, o kapattı ımız
bilançonun kaygısına yeniden kapıldı ı
anla ılıyordu. Benimse dünyadan
haberim yoktu;
— Ne üzülüyorsun yahu, diye
sordum, kayıttan yoluna koymak için
gereken her ey cebinde de il mi? nsan
onca parası varken hapse girer miymi ?
Daha sonra ö rendim ki, ben
bunu sordu umda cebinde metelik
yokmu . Talihi kendisine öylesine sımsıkı
ba ladı ına inanmı tım ki, i lerin ba ka
türlü gitti ine beni inandıracak yı ınla
belirtiye gözlerimi yumdum.
A ustos ayında bir ak am beni
yine balı a sürükledi. Dolunaya yakın bir
göz kama tırıcı ayı ı ında oltaya bir ey
takılması umudu yok gibiydi. Ama Guido,
denizde biraz serinleriz diye ayak diredi.
Ba ka bir ey de yapamadık zaten. Bir
tek denemeden sonra oltalara yem
takmaktan bile vazgeçtik, Luciano’nun
açıklara çekti i kayıktan öylece sarkıttık
oltaları. Ku kusuz ayı ı ı denizin dibine
kadar varıyor, büyük balıkların görü
alanlarını aydınlatarak tuza ı belli
ediyordu, küçük balıklar da yemi kemirip
küçücük a ızları ile oltaya
takılmıyorlardı. Yemlerimiz çurçur
balıklara sebil olmaktan ba ka i e
yaramıyorlardı.
Guido, kıça ben ba üstüne
uzandık.
— Efkâr basıyor bu aydınlıkta! diye
söylendi çok geçmeden.
Belki de ı ık, uyumasını
engelledi inden böyle diyordu, ben de onu
memnun etmek, içinde usul usul
kımıldandı ımız o görkemli dinginli i
saçmasapan bir tartı ma ile bozmamak
için, evet dedim. Ama Luciano, hayır,
dedi, o aydınlık pek ho una gidiyormu .
Baktım Guido’nun sesi sedası çıkmıyor, o
ı ı ın yeryüzündeki eyleri aydınlatıp
ortaya çıkardı ı için kesinlikle efkâr
verdi ini söyleyip çenesini kapattım. Hem
sonra o aydınlıkta balık da tutulmazdı.
Luciano güldü, sesini kesti.
Uzun süre tek söz etmedik. Ben
birkaç kez aydedenin yüzüne kar ı
esnedim. Ayak direyemeyip de o kayık
gezintisine sürüklendi ime
hayıflanıyordum.
Birden bir soru sordu Guido:
— Sen kimyagersin, bilirsin,
veronalin safı mı daha etkilidir,
sodyumlusu mu?
Aslına bakarsanız ben veronalin
sodyumlusunun varlı ından bile
habersizdim. nsan kimyager oldu diye
dünyada ne var ne yok ezbere bilmez ya.
Bendeki bilgi ancak kimya konusunda
aradı ım her eyi kitaplarda
buluvermeye, bir de —o durumda
kanıtlandı ı üzere— hiç bilmedi im eyler
üzerinde tartı maya yeterliydi.
Sodyumlusu mu? Ama sodyumlu
bile imlerin vücutta en kolay emilen
bile imler oldu unu herkes bilir. Hatta
sodyum denince, profesörlerimden
birinin, girdi im tek dersinde, o elemente
düzdü ü övgü geldi aklıma —az buçuk
anımsadı ım kadarıyla yineledim de—.
Sodyum, elementlerin hızlı hareket etmek
için üzerine tırmandıkları bir araçmı .
Sonra, profesör, sodyum klorürün bir
organizmadan ötekine nasıl geçti ini,
a ırlı ından ötürü nasıl yeryüzününün
derin çukurlarında, denizlerde
toplandı ını anlatmı tı. Profesörümün
dü üncesini oldu u gibi yansıtıyor
muydum, bilmem, ama o anda, o uçsuz
bucaksız uzanan sodyum klorür yı ını
kar ısında sodyumdan sonsuz bir saygı
ile söz ettim.
Bir durakladıktan sonra yine
sordu Guido:
— Yani insan ölmek isterse
sodyumlu veronal almalı, öyle mi?
— Evet! diye yanıtladım.
Sonra arasıra kendini öldürme
numarası yapanlar çıktı ını dü ünerek,
Guido’ya ömrünün tatsız bir olayını
anımsattı ımı da hemen farketmeksizin,
ekledim:
— Ölmek istemezse de saf veronal
almalı. Guido’nun veronal üzerinde
yaptı ı bu soru turmanın beni
dü ündürmesi gerekirdi. Oysa ben hiçbir
ey anlamadım, tek tasam sodyumdu.
Onu izleyen günlerde Guido’ya sodyumda
bulundu unu varsaydı ım niteliklerin
yeni kanıtlarını götürebildim: ala ımlarda
—ala ım diye iki cismin birle me ya da
emilme denecek kadar sıkı— fıkı
kucakla malarına denirdi— cıvaya
sodyum eklenirdi. Sodyum altınla cıvaya
çöpçatanlık ederdi. Ama Guido veronalle
ilgilenmez olmu tu, imdi dü ünüyorum
da, herhalde Borsadaki durum o sıralar
iyile mi olmalıydı.
Ada, bir hafta içinde üç kez büroya
geldi. Ancak ikincisinden sonra benimle
konu mak istedi ini dü ünebildim.
Birincisinde, yine beni e itmeye
giri mi olan Nilini ile kar ıla tı. Tam bir
saat oturup adam gitsin diye bekledi,
ama bir yanılgıya dü üp onunla
konu acak oldu, adam da kalması
gerekti ini sandı. Onları tanı tırdıktan
sonra, Nilini’nin çenesindeki delik benden
yana de il diye bir soluk aldım ve
konu malarına katılmadım.
Nilini, aklında nükteler bile
savurdu. Tergesteo’da da tıpkı
hanımların salonlarında yaptıkları gibi
unu bunu çeki tirdiklerini söyledi.
Yalnız, ona kalırsa, Borsada verilen
havadisler ba ka yerlerdekinden her
zaman daha do ru olurmu . Ada, onun
kadınlara haksızlık etti ini dü ündü.
unu bunu çeki tirmenin ne demek
oldu unu bile bilmedi ini söyledi. Bu
noktada ben i e karı tım, Ada’yı yıllardır
tanıdı ımı, a zından tek bir kez
dedikoduya benzer tek söz duymadı ımı
söyledim. Söylerken de gülümsedim,
sanki Ada’yı ele tiriyormu um gibi geldi.
O kimseyi çeki tirmezdi, ba kalarının
i lerine hiç burnunu sokmazdı o. lkin,
sa lıklıyken kendi i i gücüyle u ra mı tı,
hastalı ın pençesine yakalanınca da
yüre inde, kala kala daracık bir yer
kalmı tı, onu da kıskançlık doldurmu tu.
Aslında çok bencildi, yine de tanıklı ımı
minnetle kar ıladı.
Nilini ona da bana da inanıyormu
gibi yaptı. Beni uzun yıllardır tanırmı , ak
safdil oldu umun farkındaymı . Bu bana
pek e lenceli geldi. Ada’ya da öyle. Ama
en iyi dostlarından biri oldu umu, beni
avucunun içi gibi bildi ini —üçüncü
ki iler önünde ilk kez— söyleyince pek
canım sıkıldı. Hayır diyemedim, ama o
yüzsüzce açıklamadan onurum kırıldı,
herkesin önünde biriyle yattı ı söylenen
bir kız gibi duydum kendimi.
Nilini’ye göre ben pek safdilmi im,
kadınlar öylesine eytana pabucu ters
giydirirlermi ki, Ada da, ben farkına bile
varmadan yanımda unu bunu
çeki tirmi olabilirmi . O pek ku ku
götürür iltifatlar Ada’yı e lendiriyor
sandım ama, sonradan ö rendim ki
adam da arcı ı bo altır da çeker gider
diye bırakıyormu konu sun. Gelgelelim
beklemesi bo a çıktı.
Ada, ikinci kez geldi inde yanımda
Guido vardı. Yüzünde bir sabırsızlık
okudum ve görmek istedi i ki inin ben
oldu umu anladım. Bir daha dönünceye
de in her zamanki dü lerimle avundum.
Aslında benden a k istemiyordu, ama sık
sık benimle ba ba a kalmayı ister
olmu tu. Erkekler için kadınların ne
istediklerini anlamak kolay i de ildir,
çünkü kimi kez ne istediklerini kendileri
de bilmezler.
Oysa Ada’nın sözleri yüre imde
hiçbir yeni duygu yaratmadı. Konu ma
fırsatı bulur bulmaz sesi heyecandan
bo uldu, ama heyecanı benimle
konu tu undan de ildi. Hangi nedenle
Carmen’in henüz defedilmedi ini
ö renmek istiyormu . Bildi im her eyi
anlattım, Olivi’nin yanında kıza bir i
bulma giri imimizden de söz ettim.
Hemen yatı tı, çünkü söylediklerim
Guido’nun anlattıklarına tıpatıp
uyuyormu . Sonra kıskançlık nöbetlerine
belli aralıklarla tutuldu unu ö rendim.
Görünür bir neden olmaksızın geliyor,
inandırıcı bir söz duymaksızın
gidiyorlarmı .
Bana iki sorusu vardı: bir
memureye i bulmak gerçekten o denli
güç i miymi , Carmen’in ailesi gerçekten
kızın eline bakacak kadar güç durumda
mıymı .
O sıralar Trieste’de kadınlara büro
i i bulmanın gerçekten güç oldu unu
anlattım. kinci soruyu ise yanıtlayacak
durumda de ildim, Carmen’in ailesinden
kimseyi tanımıyordum.
— Oysa Guido’nun o evde
tanımadı ı kimse yok! diye söylendi
öfkeyle, gözya ları yine yanaklarından
a a ı süzüldü.
Sonra, Allahaısmarladık demek
için elimi sıktı ve te ekkür etti. Gözya ları
arasında gülümserken bana
güvenebilece ini bildi ini söyledi.
Gülümsemesi ho una gitti, çünkü
ku kusuz eni tesine de il, kendisine gizli
ba larla ba lı birineydi bu gülümseme.
Bunu haketti imi kanıtlamak istedim;
— Guido konusunda asıl korkum
Carmen de il, Borsada çevirdi i oyunlar!
diye mırıldandım.
Omuz silkti:
— Onun önemi yok. Annemle de
konu tum. Babam da Borsa oyunlarına
girerdi, kazandı ı para bilir!
A zım açık kaldı, üsteledim:
— Bak, o Nilini denen adamdan
ho lanmıyorum. Dostum oldu u falan da
yalan!
Bana a ırarak baktı:
— Pek efendi bir adam gibi geldi.
Guido da onu pek seviyor. Hem sonra
Guido artık i lerinde çok dikkatli
davranıyor sanırım.
Ona Guido’yu çeki tirmemeye
kararlıydım, ses çıkarmadım. Yalnız
kaldı ımda Guido’yu de il, kendimi
dü ündüm. Belki de Ada’nın benim için
yalnız ve yalnızca bir kızkarde olması
iyiydi. A k vaatleri vermiyordu, a kla
tehdit de etmiyordu. Günlerce kentte
huzursuz, dengesiz, ko u turdum
durdum. Kendi kendimi
anlayamıyordum. Neden sanki Carla beni
o an bırakmı gibi duyuyordum kendimi?
Ba ıma yeni bir ey gelmi de ildi.
Do rusunu isterseniz, sanırım bir
serüven ya da serüveni andırır
karma ıklıklar gereksinimi içindeydim,
Ada ile ili kilerimin de hiçbir karı ık yanı
yoktu.
Günün birinde, Nilini gömüldü ü
koltukta her zamankinden uzun bir
söylev verdi: ufukta bir bulut belirmi ti,
para yeniden de er kazanıyordu. Borsa
birdenbire doymu tu, bir tek menkul
de er sı dıracak yeri kalmamı tı! Bir
öneri ile kar ıladım:
— çine sodyum atsak?
Lâfını kesmemden hiç ho lanmadı,
ama öfkelenmemek için kulak asmadı:
para yeryüzünde birden kıtla ıvermi mi ,
bu yüzden de fiyatı yükselmi mi . O
bunun bir ay sonra olaca ını
dü ünüyormu , imdi olmasına
a ıyormu .
— Ne o, bütün parayı aya mı
göndermi ler? dedim.
— Bunlar ciddi i ler, diye belirtti
Nilini, hep öyle tavana bakıyordu, akaya
gelir yanı yok durumun. imdi görece iz,
kimde gerçek mücadele ruhu var, kim ilk
vuru ta yıkılacak.
Nasıl yeryüzündeki paranın neden
kıtla ıverdi ini anlamadıysam, Nilini’nin
Guido’yu mücadele ruhunu kanıtlaması
gereken sava çıların arasına kattı ını da
anlamadım. Söylevlerinden kendimi
kurtarmak için dalga geçmeye o kadar
alı mı tım ki, bu söylevi de pekâlâ
duydu um halde, bir kula ımdan girdi,
bir kula ımdan çıktı.
Gelgelelim birkaç gün sonra Nilini
bamba ka bir plâk koydu. Yeni bir ey
olmu tu. Guido’nun Borsada bir ba ka
aracı kullandı ını ke fetmi ti. Nilini
co mu tu, kar ı koyuyor, Guido’ya kar ı
kusur i lemedi ini, a zını çok sıkı
tuttu unu söylüyordu. Ben de tanıklık
edeyim istiyordu: Guido’nun i lerini, hâlâ
en iyi dostu saydı ı benden bile
gizlememi miydi? Ama artık gizleme
yükümlü ü kalmamı tı, ba ıra ça ıra
söyleyebilirmi : Guido varını yo unu
kaybetmi mi ! Kendisinin aracılık etti i
i lerde durumun birazcık düzelmesiyle
direnebilir, ortalı ın durulmasını
bekleyebilirmi . Ama, böyle i ler bozulur
bozulmaz, Guido’ nun kendisine küsmesi
olur ey de ilmi .
Ada bir ey mi? Kıskançlık asıl
Nilini’yi zıvanadan çıkarmı tı. Ben ondan
haber sızdırmaya çalı ıyordum, o ise
çileden çıktıkça çıkıyor, kendisine ne
denli haksız davranıldı ını anlatıp
duruyordu. Bu yüzden yeminini
bozmasına kar ın a zını yine de sıkı
tuttu.
Ö leden sonra baktım, Guido
büroda. Umutsuzlukla uyku arası garip
bir durumda, divana uzanmı tı.
— Varını yo unu yitirmi sin, öyle
mi? diye sordum.
Hemen yanıtlamadı. Allak bullak
olmu yüzüne siper etti i kolunu çekti:
— Benden talihsizini gördün mü
Allaha kına? dedi.
Kolunu yine indirdi, yatı ını
de i tirdi, sırtüstü döndü. Gözlerini bir
daha yumdu, varlı ımı unutmu
göründü.
Onu avutabilecek tek söz
bulamadım. Do rusu ya, kendisini
dünyanın en talihsiz insanı sayması,
bana düpedüz ükürsüzlük gibi geliyordu.
Buna abartma demek yanlı olurdu,
kuyruklu yalandı. Elimden gelse
yardımına ko ardım, ama avutmama
olanak yoktu. Bana kalırsa, Guido’dan
daha talihsiz ve daha suçsuz biri bile
acınmayı haketmez, yoksa ya antımızda
acımaktan ba ka duyguya yer kalmazdı,
bu da pek sıkıcı olurdu. Do a yasalarında
mutlulu a yer yoktur, yalnız çaresizlik ve
acı vardır. Ortaya bir av çıktı mı, her
yandan asalaklar ko ar gelir, yoksalar
alelacele do arlar. Av çok geçmeden
kıtla ır, derken yetmez olur, çünkü
do ada hesap yoktur, deneyim vardır. Av
yetmez olunca asalakların azalması
gerekir, bu yüzden de ölürler, ama
ölmeden önce acı da çekerler. Böylelikle
denge, bir süre için, yeniden sa lanır.
Bunda yakınacak ne var? Gelgelelim
herkes de yakınır. Avdan pay almamı
olanlar bu haksızlıktır diye ba ıra ça ıra
ölüp giderler, bir parça koparabilenler ise
paylarına daha büyük bir parça dü mesi
gerekti ini dü ünürler. Neden ölürken de,
ya arken de çenelerini tutmazlar ki?
Avdan, göze gelir bir parça
koparabilmenin ne esi ho eydir, varsın
bunu ba arabilen gün ı ı ına çıkıp alkı
toplasın. Ba ırmaya yalnız zafer
kazananın hakkı vardır.
Hele Guido! Parayı kazanabilmek,
hatta yalnızca elde tutmak için gerekli
olan niteliklerin hiçbiri yoktu onda. Hem
kumar masasından geliyor, hem
kaybettim diye a lıyordu. Bir beyefendi
gibi davranmasını, hiç mi hiç bilmiyordu,
i rençti do rusu. Bu yüzden, i te yalnız
bu yüzden, Guido, sevgime onca
gereksinim duydu u anda, bende sevgi
bulamadı. Nice kez yineledi im tüm iyi
kararlarım bile bana bunu
yaptıramadılar.
Bu arada, Guido’nun solu u
düzene girmi , horultuya dönü üyordu!
Uyuyakalmak üzereydi! Felâket kapıyı
çaldı ında erkekçe davranmaktan ne
kadar da uzaktı! A zından lokmasını
çekip almı lardı, belki de hâlâ a zında
oldu unu dü lemek için gözlerini
yumuyordu, oysa o gözleri falta ı gibi
açıp, yitirdi inin bir parçasını olsun
koparması gerekirdi.
Ba ına açtı ı felâketten Ada’nın
haberi var mıydı, merak ettim. Yüksek
sesle sordum. Yerinden sıçradı, ba ına
gelen felâkete alı mak için bir an
beklemesi gerekti, sonra birden kapkara
gördü yazgısını.
— Hayır! diye mırıldandı. Yine
yumdu gözlerini.
Ku kusuz kötü bir sille yiyen
herkesin ilk e ilimi uyumaktır. Uyku
sırasında insan gücünü yeniden toplar.
Öyle durup seyrine baktım, ne yapmam
gerekti ini kestiremiyordum. Uyursa
nasıl yardımcı olabilirdim? Uyunacak
zaman de ildi ki! Omuzundan hoyratça
kavrayıp sarstım:
— Guido!
Gerçekten uyumu tu! Gözleri hâlâ
uykulu, kararsız baktı:
— Ne istiyorsun? diye sordu.
Hemen ardından biraz sinirli, sorusunu
yineledi: — Ne istiyorsun yahu?
stedi im ona yardım etmekti,
yoksa ne hakkım vardı uyandırmaya.
Öfkelendim, uyumanın sırası mı, çabuk
tarafından bir çözüm yolu bulmak gerek,
diye ba ırdım. Oturup hesap kitap
yapmalı, ailemizin, Buenos Aires’deki
ailesinin tüm bireyleri ile durumu
tartı mak falan gerekirdi.
Guido kalkıp oturdu.
Uyandırıldı ından ötürü hâlâ sersemdi.
Acı konu tu:
— Ke ke bıraksaydın da
uyusaydım. Bana imdi kim yardım etsin
istiyorsun? Geçen sefer kurtulmam için
gereken o birkaç kuru u bulu turabilmek
için i i nerelere vardırmam gerekti,
unuttun mu? imdi büyük paralar söz
konusu! Ba ımı hangi ta a vurayım
istiyorsun?
Sevgiden yoksun, öfkeli, ba ırdım
—cebimden vererek kendimden ve
ailemden bir eyler kısmak dü üncesi
canımı sıkmı tı—:
— Ya ben ne güne duruyorum?
Derken cimrili im yeti ti, özverimi
ba langıçtan kısıtlamamı fısıldadı: —
Canım, Ada ne güne duruyor?
Kayınvalidemiz ne güne duruyor? Elele
verip seni kurtaramaz mıyız?
Kalktı, yanıma yakla tı, boynuma
sarılmaya niyetlendi i apaçık ortadaydı.
Bense hiç istemiyordum sarılmasını.
Kendisine yardım önermi tim ya, imdi
paylamaya da hak kazanmı tım, bu
hakkımdan enine uzununa yararlandım.
O günkü güçsüzlü ünden ötürü de
azarladım, o ana de in sürüp gitmi ve
felâketini hazırlamı olan iddiacılı ından
ötürü de. Hiç kimselere kulak vermeden
kendi bildi ini okumu tu. Ben kaç kez
onu durdurayım, ne olup bitti ini
anlayayım, hatta kurtarayım diye
çırpınmı tım, ama o ne yapmı tı? Bana
sırt çevirmi , yalnız Nilini’ye güvenmi ti.
Bunu duyunca Guido gülümsedi,
gerçekten gülümsedi, zavallıcık! Onbe
gündür Nilini ile çalı madı ını söyledi,
efendim onun o suratı yok muymu , o
suratı, u ursuz geliyormu i te.
Guido’nun özelli i de o uyku, o
gülümsemeydi: çevresinde kim varsa
felâkete sürüklüyor, bir de tutmu
gülümsüyordu. Olanca sertli imle
yargılamaya ba ladım, çünkü Guido’yu
kurtarmak için ilk i olarak e itmek
gerekiyordu. Ne kadar kaybetti ini
sordum, tam olarak bilmiyorum deyince
kanım beynime sıçradı. Sonra pek büyük
sayılmayacak bir sayı söyledi, ama o da
ayın 15 inde yapılması gereken ilk
ödemeymi , o zaman büsbütün
öfkelendim, ayın onbe ine topu topu iki
gün kalmı tı. Ama Guido, ayın sonuna
kadar zamanımız var, bakarsın her ey
de i ir, diyordu.
— Ne yani, diye ba ırdım, dünyada
paranın köküne kıran girdiyse aydan mı
getirteceksin? Bundan böyle bir gün bile
kumar oynamaması gerekti ini ekledim.
Kaybı zaten çok fazlaydı, büsbütün
arttırmak tehlikesini göze alamazdı.
Sonra kaybı dörde böleriz, ben, o (yani
babası), bayan Malfenti ve Ada payla ırız,
sonra kendi tehlikesiz ticaretimize geri
döneriz, dedim. O büroda bir daha ne
Nilini’yi ne de ba ka hiçbir Borsa
simsarını görmek istemiyordum.
Guido uysallıkla öyle avaz avaz
ba ırmamamı rica etti, kom ularımız
uyanmasınlarmı .
Kendi kendimi yatı tırmak için
büyük bir çaba harcadım, bunun
ba armanın bedeli de alçak sesle
arkada ıma sayıp sövmeyi sürdürmem
oldu. Bu kayıp cinayetti, cinayet. nsanın
bu duruma dü mesi için hayvan olması
gerekirdi. Guido’ya iyi bir ders vermeye
pek hevesliydim.
Bu noktada Guido hafiften bir
itiraz etti. Borsada kim oynamamı tı ki?
O kadar sa lam bir tüccar olan
kayınpederimizin bu i e bula madı ı bir
tek günü geçmemi ti. Hem sonra —Guido
bunu biliyordu— ben de oynamı tım ya.
Yok efendim, dedim, oyundan
oyuna fark vardı. O kalkmı Borsada tüm
servetini tehlikeye atmı tı, ben yalnızca
bir aylık gelirimi.
Guido’nun çocuk gibi
sorumluluklarından sıyrılmaya
çabalaması üzdü beni. Nilini’nin kendisini
büyük bir servete konduraca ına
inandırarak diledi inden fazla oynamaya,
sürükledi ini ileri sürdü.
Güldüm, alay ettim. Nilini’ye
kızmanın yeri yoktu, adam kendi
dümenine bakıyordu. Hem zaten Nilini’yi
bıraktıktan sonra bir ba ka simsar bulup
sürdü ü peyi arttırmamı mıydı? E er
Nilini’ye haber vermeden zararı
kapatmaya çalı mı olsaydı, yeni
adamıyla övünebilirdi. Ama aracısını
de i tirmek ve aynı kem gözün etkisinin
altında aynı yolda yürümek zararı
onarmaya yetmezdi elbette. Sonunda
kendisini rahat bırakayım diye yalvardı,
bo azında bir hıçkırık dü ümlenerek,
hatalı davrandı ını kabul etti.
Paylamaktan vazgeçtim. imdi
gerçekten acıyordum ona, istese
kucakla maya da razıydım. Benim
sa lamam gereken parayı hemen
bulmaya çalı aca ımı söyledim,
kayınvalidemle görü meyi de
üstlenebilirdim. Ada ile konu mak ise ona
dü üyordu artık.
Benim yerime kayınvalidemizle
seve seve konu urmu , ama Ada’ya lâf
anlatmak dü üncesinin yüre ini
sıkı tırdı ını bir sır gibi açınca büsbütün
acıdım.
— Kadınları bilirsin! ten ya hiç
anlamazlar ya da yalnız kâr getirince
anlarlar! Ada ile hiç konu mayacakmı ,
bayan Malfenti’den rica edecekmi ,
konu sun diye.
Bu kararla sırtımdan büyük bir
yük kalkmı gibi oldu, birlikte dı arı
çıktık. Yanımda ba ı önüne dü mü
yürürken ona bakıyordum, o kadar sert
çıktı ıma pi mandım. Ama madem
seviyordum onu, ba ka yol yoktu. E er
felâketine ko mak istemiyorsa bir gün
ayılmak zorundaydı! Karısı ile
konu maktan bile bu denli çekiniyorsa
ili kileri ne düzeydeydi, kimbilir!
Yine de beni öfkelendirmenin bir
yolunu buldu. O pek ho una giden
plânını yürürken kafasında geli tirmi ti.
Karısı ile konu mak zorunda kalmayaca ı
gibi, o ak am Ada ile hiç kar ıla mamanın
çaresini de bulmu tu: hemen ava
çıkacaktı. Her türlü kaygıdan uzak,
canım açık havaya atabilmek dü üncesi
bile yetmi ti: sanki imdiden gitmi , enine
boyuna tadını çıkarmı gibi bir hali vardı.
Çok bozuldum! Hiç ku kum kalmamı tı, o
aynı havayla Borsaya geri dönüp, hem
ailesinin, hem benim servetlerimizle
yeniden kumara ba layabilirdi.
— Kendime bu son e lenti hakkını
tanımayı istiyorum, dedi, istersen sen de
gel benimle, ama bir ko ulum var: bugün
olup bitenleri anımsatacak tek söz
etmeyeceksin.
O ana kadar gülümseyerek
konu mu tu. Benim ciddiyetim kar ısında
biraz ciddile ti.
— Sen de görüyorsun ya, diye
ekledi, böyle bir darbeden sonra
dinlenmem gerek. lerde yine mücadeleye
atılmamı kolayla tırır.
Sesindeki heyecan titre iminin
içtenli inden ku kulanamazdım. te bu
yüzden tepemin attı ını belli etmedim ya
da yalnızca ça rısını geri çevirerek belli
ettim, gerekli parayı sa lamak için kentte
kalaca ımı söyledim. Anlayaca ı varsa
zaten anlardı! Hiçbir suçu olmayan ben
yerimden kıpırdamıyordum, o ise bütün
marifetlerinden sonra gidip gününü gün
etmeye bakıyordu.
Bayan Malfenti’nin evinin kapısına
gelmi tik. Kendisini bekleyen o birkaç
saatlik e lentinin ne esi yüzünden uçup
gitmi ti, yanımda bulundu u süre, zorla
yarattı ım o üzüntü maskesi yüzüne
öylece yapı tı kaldı. Ama ayrılmadan önce
bir ba ımsızlık ve hınç —gözüme öyle
gözüktü— gösterisi yapıp içini döktü.
Kendisine böylesi bir dostluk
gösterdi imden ötürü gerçekten a tı ım
söyledi. Giri ti im özveriyi kabul etsin mi,
etmesin mi, bilmiyormu bilmemi istermi
ki (düpedüz «istermi ») beni buna zorunlu
saymıyormu , parayı verip vermemek
benim bilece im i mi . Hiç ku kum yok,
yüzüm kızardı. Utancımdan kurtulmaya
çalı tım:
— Daha birkaç dakika önce sen
istemeden ben yardım elimi uzattım,
imdi geri çekilmek isteyebilece imi de
nereden çıkarıyorsun?
Biraz kararsızlıkla baktı, sonra:
— Madem sen istiyorsun, seve
seve kabul ederim, çok te ekkürler, dedi.
Ama yepyeni bir irket sözle mesi
yapaca ız, herkes kendi payına sahip
olacak. Hatta, e er i çıkarsa, sen de
çalı mayı sürdürmek istersen, maa ını da
alman gerekecek. Yeni irketi bamba ka
bir temele dayandıraca ız. Böylece ilk
ticaret yılımızın zararını gizlemekten
ba ka korkumuz olmayacak.
— Bu kaybın artık hiç önemi
kalmadı, unut gitsin, diye yanıtladım.
imdi kayınvalidemizi kendi yanına
çekmeye bak. u an için önemli olan tek
ey bu.
Böylece vedala tık. Hiç
unutmuyorum, Guido’nun yüre inin tâ
derinlerindeki duyguları öyle safdilce
açı a vurmasına gülümsemi tim. O uzun
söylevi vermesinin nedeni arma anımı
minnet göstermeden kabul etmek
istemesiydi. Oysa benim bekledi im bir
ey yoktu. O minneti bana gerçekten
borçlu bilmem yeterdi.
Öte yandan, Guido’dan ayrılınca
ben de ancak o zaman açık havaya
çıkmı ım gibi ferahladı içim. Onu e itmek
ve do ru yola getirmek u runa yitirdi im
özgürlü e yeniden kavu uyordum.
Aslında e itmen ö rencisinden beter
zincirlidir. O parayı Guido’ya sa lamayı
aklıma koymu tum. Bunu, ona ya da
Ada’ya olan sevgimden mi, yoksa
bürosunda çalı tı ımdan ötürü bir
sorumluluk payım oldu undan mı
yapıyordum, bilemem elbette. Sözün
kısası, servetimin bir bölümünü yoluna
sermeye karar vermi tim, ömrümün o
gününe bakarken bugün bile sevinirim.
O para Guido’yu kurtaracak, benim de
vicdanıma büyük bir rahatlık verecekti.
Ak am bastırıncaya de in büyük
bir dinçlik içinde yürüdüm, böylece gidip
Borsada Olivi’yi bulmam için gereken
zamanı yitirdim, oysa bu kadar büyük bir
tutarı sa lamak için ona ba vurmak
zorundaydım. Derken i in o denli ivedi
olmadı ını dü ündüm. El altında hayli
param vardı, ayın onbe inde yapılacak
ödemeye yeterdi. Ay sonuna gerekeni de
daha sonra bulurdum.
O ak am Guido’yu kafamdan
sildim. Daha sonra, çocuklar yattıktan
sonra birkaç kez Augusta’ya Guido’nun
u radı ı felâketi ve bundan bana
yansıyacak olan zararı anlatacak oldum,
sonra vazgeçtim, tartı malara girerek
canımı sıkmak istemiyordum; Augusta’yı
inandırmayı o i lerin tasfiyesinin
herkesçe benimsendi i zamana bıraksam
daha iyi olur diye dü ündüm. Hem sonra
Guido kalkmı gününü gün ederken
benim canımı sıkıntıya sokmam garip
olurdu do rusu.
Deliksiz bir uyku çektim,
sabahleyin, cebimi de öyle parayla
doldurmadan (Carla’nın geri çevirdi i,
hâlâ kutsal bir eymi gibi ona ya da
mirasçılarına sakladı ım o eski zarf ile,
bir bankadan çekebildi im bir miktar
daha param vardı) büronun yolunu
tuttum. Sabahı gazete okuyarak
geçirdim, Carmen diki ini dikiyor,
Luciano toplama ve çarpma alı tırmaları
yapıyordu.
Ö le yeme i vakti olup da eve
döndü ümde Augusta’yı a kın buldum,
bozulmu tu. Yüzünde yine yalnız benden
gelen üzüntülerin yol açtı ı o kül gibi
renk. Yumu ak bir tonla dedi ki:
— Bir ey ö rendim: Guido’yu
kurtarmak için servetinin bir bölümünü
feda etmeyi kararla tırmı sın! Bana da
haber vermeni beklemek hakkım de ildi,
biliyorum...
Hakkı olup olmadı ından o denli
ku kuluydu ki, duraladı. Baktı sesim
çıkmıyor, neden söylemedim diye sitemler
ya dırmaya ba ladı:
— Ama ben Ada’ya benzemem,
bilirsin ki senin iste ine hiçbir zaman
kar ı çıkmamı ımdır.
Neler olup bitti ini anlamam için
biraz zaman gerekti. Augusta, Ada’nın
evine tam annesi ile tartı masının üstüne
gitmi ti. Ada, onu görünce hüngür
hüngür a lamaya ba lamı , asla kabul
etmek istemedi i bir cömertlik yaptı ımı
anlatmı tı. Augusta’dan da önerimi geri
aldırması için rica etmi ti.
Augusta’nın yine eski hastalı ına
yakalandı ını, ablasını kıskandı ını
hemen farkettim, ama aldırı etmedim.
Ada’nın takındı ı tavır a ırtıcıydı:
— Ne o, gücenmi mi yoksa? diye
sordum, gözlerim hayretten falta ı gibi
açılmı tı.
çtenlikten ba ka ey bilmeyen
Augusta ba ırdı:
— Yok canım! Hiç gücenir mi!
Boynuma sarılıp öptü... belki ben de seni
öpeyim diye.
Do rusu pek gülünç anlatmı tı.
Güvensizlikle, soran gözlerle bakıyordu
yüzüme. tiraz ettim.
— Ne yani, Ada bana â ık mı
sanıyorsun? Çıldırdın mı yoksa?
Gelgelelim Augusta’yı
yatı tıramadım, kıskançlı ı beni
bunaltıyordu. Gerçi Guido o saatte
e lencede de ildi artık, ku kusuz karısı
ile kayınvalidesinin ortasında do du una
pi man olmu tu, ama benim de canım
sıkılıyordu, hiçbir suçum olmadı ından,
gere inden fazla sıkıntıya giriyormu um
gibi geliyordu.
Augusta’yı ok ayıp yatı tırmayı
denedim. Yüzümü daha iyi görebilmek
için benden uzakla tı, tatlı tatlı, beni çok
duygulandıran bir sitemde bulundu:
— Beni de seviyorsun, biliyorum,
dedi.
Ada’nın de il, benim ne
duydu umun önemi vardı onun için,
suçsuzlu umu kanıtlayayım derken
aklıma bir ey geldi:
— Yani imdi Ada bana â ık, ha?
dedim gülerek. Daha iyi görsün diye
karımdan uzakla arak biraz yanaklarımı
i irdim, gözlerimi falta ı gibi
yuvalarından dı arı u ratarak Ada’nın
hasta haline benzemeye çalı tım.
Augusta neye u radı ını a ırdı, ama çok
geçmeden anladı. Birden keyfi yerine
geliverdi, bundan da çok utandı.
— Yo! dedi, çok rica ederim,
ablamla alay etme.
Sonra yine gülerek, Ada’nın
yüzüne o denli a ırtıcı bir anlam veren o
i likleri tıpatıp taklit etmeyi ba ardı ımı
açıkladı. Bunu ben de biliyordum, çünkü
taklit derken Ada’ya sarılmı ım gibi
gelmi ti. Yalnız kalınca aynı çabayı birkaç
kez istek dolu ve i renerek yineledim.
Ö leden sonra büroya gittim.
Guido’ya rastlarım diye umuyordum,
gelmeyince evine gitmeye karar verdim.
Olivi’den para istemem gerekiyor mu,
bilmeliydim. Bir de minnetten allak
bullak olmu haliyle Ada’yı görmeye
hevesli de ildim ama, görevim beni
ça ırıyordu. O kadın bana kimbilir daha
ne sürprizler hazırlıyordu!
Guido’nun evinin merdivenlerinde
bayan Malfenti’ye rastladım, basamakları
a ır a ır çıkıyordu. Guido’nun i inde o
zamana de in ne karara varıldı ını enine
boyuna anlattı. Bir ak am önce, korkunç
bir talihsizli e u ramı olan o adama
yardım etmek gerekti ine neredeyse
karar vermi olarak ayrılmı larmı . Ancak
sabahleyin Ada Guido’nun kaybının
kapatılmasına benim katılaca ımı
ö renmi , kesinlikle olmaz demi mi .
Bayan Malfenti onun yerine özür
gösteriyordu:
— Ne yaparsın? En sevdi i
karde inin parasına konmak gibi bir
azabı yüklenmek istemiyor.
Hanımefendi, merdiven
sahanlı ında soluklanmak, bir yandan da
konu mak için durdu, gülerek bana i in
kimseye zarar vermeden kapatılaca ını
söyledi. Ö le yeme inden önce o, Ada ve
Guido, eski bir aile dostu, imdi de küçük
Anna’nın vasisi olan bir avukata gidip
danı mı larmı . Avukat demi ki, parayı
ödemeleri gerekmiyormu , çünkü
yasalara göre böyle bir zorunluk yokmu .
Guido onurdan ve görevden dem vurarak
kesinlikle olmaz, demi , ama hiç ku ku
yokmu , ba ta Ada, herkes ödemem
deyince o da boyun e mek zorunda
kalacakmı . Duraksadım:
— Ama irketi Borsada iflâs etmi
olarak ilân edilecek, de il mi? diye
sordum.
— E, öyle olacak herhalde! dedi
bayan Malfenti, son rampayı tırmanmaya
ba lamadan bir soluk aldı.
Guido ö le yeme inden sonra
dinlenirdi, bu yüzden Ada bizi yalnız
ba ına, o kadar iyi tanıdı ım o küçük
salona aldı. Beni görünce bir an ne
yapaca ını a ırdı, yalnızca bir an, ama
ben o anı sıkı sıkı yakaladım, a kınlı ı
yüzüme kar ı söylenmi gibi açık seçikti.
Sonra gücünü topladı, kararlı, az önceki
kadınsı duraksamayı silmesi gereken
erkekçe bir hareketle elini uzattı:
— Ne denli minnettar oldu umu
Augusta söylemi tir. imdi kafamdan
geçenleri sana söyleyemem, çünkü
kafam karmakarı ık. Hastayım üstelik.
Evet, çok hastayım! Yine Bologna’ya,
sa lıkevine dönmek zorundayım!
Sözleri bir hıçkırıkla kesildi:
— imdi senden bir ey rica
edece im: lütfen Guido’ ya o parayı senin
de veremeyece ini söyle. O zaman
gerekeni yapmasını sa lamak bizim için
de daha kolay olacaktır.
lkin kendi hastalı ı aklına gelince
hıçkırmı tı; kocasının sözü açılınca bir
daha hıçkırdı:
— Çocuk o, çocuk, ona göre idare
etmek gerek. Senin o parayı vermeye razı
oldu unu bilirse, kalanını da bo yere
vermek için ayak direyecektir. Parayı
soka a atmak bu, artık yüzde yüz
kesinlikle biliyoruz, Borsada iflâsa izin
varmı . Avukatımız söyledi.
Benim dü üncemi hiç sormadan
bir ba ka yetkilinin dü üncesini önüme
sürüyordu. Borsaya bir hayli girip çıkmı
biri olarak benim dü üncemin
avukatınkinin yanında bile önemi
olabilirdi, ama dü üncem neydi, hatta bir
dü üncem var mıydı, yok muydu, onu
bile anımsamadım. Aklıma gele gele çok
çetin bir durumda bırakıldı ım geldi.
Guido’ya söz vermi tim, geri
dönemezdim. O sözü verdi imden ötürü
yüzüne kar ı olanca a a ılayıcı sözü sayıp
dökebilmi tim, yani artık kendisinden
esirgemeyece im anaparanın bir tür
faizini almı tım.
— Bak Ada, dedim kararsızlıkla,
ben böyle bugünden yarına verdi im sözü
geriye alabilece imi sanmıyorum, i leri
senin diledi in gibi yürütmeye Guido’yu
sen kandırsan daha iyi olmaz mı? Bayan
Malfenti bana hep gösterdi i o büyük
yakınlıkla güç durumda oldu umu çok iyi
anladı ını söyledi: zaten Guido da
gereken paranın ancak dörtte birini
bulabildi ini görünce onların dedi ini
yapmaktan ba ka çare bulamayacaktı.
Gelgelelim Ada gözya larını henüz
tüketmemi ti. Yüzü mendilinin içinde
gizlenmi , a lıyordu:
— Ah, dedi, gerçekten e i
bulunmaz bir arma an sunmu sun ama,
iyi etmemi sin, hiç iyi etmemi sin! Ne
kadar kötü oldu u imdi görülüyor!
Büyük bir minnetle büyük bir hınç
arasında bocalıyordu. Sonra o
arma anımdan bir daha söz edilmesin
dedi, parayı bulamayayım istiyormu ,
çünkü ya benim vermemi
engelleyecekmi , ya Guido’nun almasını.
Öylesine a ırmı tım ki, tuttum bir
yalan attım. O parayı buldum bile dedim,
iç cebimi gösterdim, oysa cebimde pek
hafif bir zarf duruyordu. Ada bu kez
gerçek bir hayranlıkla baktı, o bakı ı
haketmedi imi bilmeseydim pek
sevinirdim. Galiba bu yalanımın tek
nedeni Ada’ya kendimi oldu umdan
büyük gösterme çabasıydı; aynı nedenle
Guido’yu beklemedim, oradan hemen
çıkıp gittim. Çünkü belli olmazdı, o anda
gözüktü ünün tersine, yanımda dedi im
parayı çıkarıp vermemi isteyebilirlerdi, ne
yapardım o zaman? Büroda beni
bekleyen acele i lerim oldu unu söyleyip
kaçtım.
Ada beni kapıya kadar u urladı,
Guido’yu bana gelip iyilikseverli imden
ötürü te ekkür etmeye ve arma anımı
geri çevirmeye zorlayacakmı , öyle dedi.
Bunu öyle bir kesinlikle belirtti ki,
yerimden sıçradım. O kesin karar bana
da bir darbe gibi geldi. Hayır! O an beni
sevmiyordu. yilikseverli im fazla gelmi ti,
üzerine çullandı ı kimseleri eziyordu,
iyilik görenlerin itiraz etmelerinde
a ılacak ey yoktu. Büroya giderken o
özveriyi ba kası için de il, yalnızca Guido
için yaptı ımı anımsayarak Ada’nın
davranı ının içime saldı ı sıkıntıdan
kurtulmaya çalı tım. Ada, burnunu da
niye sokuyordu ki? Bunu, ilk fırsatta
kendisine söyleyecektim.
Büroya, bir kez daha dü ünüp de
pi man olmayayım diye gittim. Beni
bekleyen hiçbir ey yoktu. Sabahtan beri
durmadan ya mur çiseliyordu, bu
kararsız ilkbaharın havasını enikonu
serinletmi ti. ki adımda eve varabilirdim
oysa büroya gitmek için yol daha
uzundu, bu da canımı bir hayli sıktı. Ama
verdi im sözden dönmemem gerekti ine
inanıyordum.
Çok geçmeden Guido da geldi.
Yalnız kalalım diye Luciano’yu
uzakla tırdı. Karısı ile mücadelelerinde
ba vurdu u, çok iyi tanıdı ım o allak
bullak yüzü takınmı tı. Herhalde a lamı ,
ba ırıp ça ırmı tı.
Karısı ile kayınvalidemizin
tasarılarının bana bildirildi inden haberi
vardı, ne dü ündü ümü sordu. Kararsız
göründüm. Ne dü ündü ümü söylemek
istemiyordum, çünkü kadınlarınki ile
uyu ması olanaksızdı, onlardan yana
çıksam, Guido’nun yine bir olay
yarataca ını biliyordum. Ama yardımda
pek kararsız gözükmek de istemiyordum,
ayrıca, Ada ile anla mı tık, kararı ben
vermeyecektim, Guido verecekti.
Hesaplamak, bakmak, ba kalarının da
dü üncesini almak gerekir, dedim. Ben
böylesine önemli bir konuda ö üt
verebilecek çapta bir i adamı de ildim ki.
Zaman kazanmak için, Olivi’ye
danı mamı ister mi, diye sordum. Bu bile
onu avaz avaz ba ırtmaya yetti:
— O salak herife, ha! diye
haykırdı. Çok rica ederim, onu bu i e
karı tırma!
Kalkıp canla ba la Olivi’nin
savunmasını üstelenecek de ildim elbet,
ne var ki benim so ukkanlılı ım Guido’yu
yatı tırmaya yetmedi. Durumumuz bir
gün öncekinin tıpkısıydı, ama imdi
ba ırıp ça ıran oydu, bana da susmak
dü üyordu. Böyle eyler insanın kendini
nasıl duydu una bakar. Ben öylesine
a kındım ki, elim kolum ba lı kalmı tım.
Ama o, ille de ne dü ündü ümü
söyleyeyim istiyordu. Neredeyse Tanrı
gönderdi sandı ım bir esinlenme ile
parlak bir söylev verdim, öyle güzel
konu tum ki, i e yarasaydı kapıyı çalan
felâket ba ımıza çökmeyecekti. Dedim ki,
bir kere, bana kalırsa iki sorunu
birbirinden ayırmak gerekirdi yani ayın
onbe inde ödenecek para ile ayın
sonunda ödenecek olanı. Zaten, ayın
onbe inde ödenecek paranın çok büyük
bir tutar oldu u söylenemezdi, bu arada
iki kadını o daha ufak kayba boyun
e meye razı etmemiz gerekirdi. Sonra
öteki ödemeyi yapmak için gerekli parayı
bulacak zamanımız olurdu.
Guido sözümü kesip sordu:
— Ada dedi ki, para cebinde
hazırmı . u anda da yanında mı?
Kızardım. Ama hemen bir yalan
uydurup paçayı kurtardım:
— Baktım, seninkiler parayı kabul
etmiyor, götürüp az önce bankaya
yatırdım. stedi imiz zaman çekebiliriz,
istersen hemen yarın sabah.
Bunu duyunca, beni dü üncemi
de i tirmekle suçladı. Daha bir gün önce
her eyi yoluna koymak için öteki
ödemeyi beklemek istemedi imi
söylememi miydim? Öfkesi öyle iddetle
patlak verdi ki, sonunda bitkin dü üp
divanın üzerine yı ıldı. Nilini’yi de,
kendisini kumara sürükleyen öteki Borsa
simsarlarını da bürodan kapı dı arı
edecekmi . Ah! O oyunlara girerken
günün birinde mahvolabilece i de aklına
gelmemi de ilmi , aklına gelmeyen, i ten
hiçbir ey anlamayan kadınların
yüzünden mahvolaca ımız.
Gidip elini tuttum, izin verse
boynuna sardırdım. Tek dile im onun, bu
kararı verdi ini görmekti, dedim. Kumara
paydos, her gün dosdo ru i e!
Bu bizim gelece imiz, onun
ba ımsızlı ı olacaktı. imdi sorun o
kısacık çetin dönemi atlatmaktı, sonra
her ey kolayla acak, basitle ecekti.
Çok geçmeden yanımdan ayrıldı,
bozum olmu tu ama yatı mı tı. O zayıflı ı
içinde tepeden tırna a güçlü bir kararla
dolmu tu.
— Ada’nın yanına döneyim bari!
diye mırıldandı, yüzünde buruk, ama
güvenli bir gülümseme vardı.
Kapıya kadar geçirdim, arabası
beklemeseydi evine kadar da
götürürdüm.
Guido’nun alınyazısı çizilmi
gibiydi. Ayrıldıktan yarım saat sonra
aklıma geldi: evine gidip onu desteklesem
daha ihtiyatlı bir i yapmı olurdum.
Gerçi bir tehlike ile kar ı kar ıya
oldu unu falan dü ünmü de ildim, ama
mademki ondan yana a ırlı ımı
koyacaktım, Ada ile bayan Malfenti’yi
inandırmasına katkım olabilirdi. Borsada
iflâs dü üncesi ho uma gitmemi ti, hem
bütünüyle dü ünülürse, dördümüzün
payla aca ımız bir zarar, a ır olsa bile hiç
birimizi yıkmazdı.
Derken asıl görevimin Guido’yu
do rudan desteklemek de il, söz verdi im
parayı el altında hazır bulundurmak
oldu unu anımsadım. Hemen gidip
Olivi’yi aradım ve kendimi yeni bir u ra a
hazırladım. Kendi irketime bu büyük
tutarı birkaç yılda ödeyecektim, ama bu
arada annemin mirasından arta kalanı
ilk aylardan ba layarak yatırmayı
tasarlıyordum. Olivi’nin güçlük
çıkarmayaca ını umuyordum, o zamana
de in, hiçbir zaman bana verdi i kârdan
ve faizden fazlasını istemi de ildim,
ayrıca bir daha bu tür isteklerle kendisini
rahatsız etmeyece ime söz verebilirdim.
Guido’dan o tutarın birazını olsun geri
alabilece imi de umuyordum.
Olivi’yi o ak am bulamadım.
Gitti imde yazıhaneden yeni çıkmı tı,
herhalde Borsaya gitmi tir diyorlardı.
Orada da bulamadım, kalkıp evine gittim:
bir onursal üyesi bulundu u bir ekonomi
derne inin toplantısına gitti ini
söylediler. Kendisini orada bulabilirdim
ama artık gece bastırmı tı, durmaksızın
bardaktan bo anırcasına ya an ya mur
sokakları dereye çevirmi ti.
Ya ı bütün gece sürdü, uzun
yıllar unutulmayan bir tufandı. Ya mur
hep öyle sakin sakin, iplik iplik, hiç
hafiflemeden bo anıyordu. Kenti
çevreleyen tepelerden inen çamur, kent
ya antımızın artıklarıyla karı ıp, zaten
yetersiz olan kanalizasyonumuzu tıkadı.
Bir yere sı ınıp ya murun dinmesini bo
yere bekledikten sonra havanın
düzelmesini ummanın yararsız oldu una
inandım, eve dönerken kaldırımların
kenarları bile sular altında kalmı tı.
Kemiklerime kadar ıslanmı tım, sövüp
sayarak yuvama ko tum. Sövmenin
neden onca de erli zamanımı Olivi’yi
aramakla yitirmi olmamdandı. Aslında
belki zamanımın öyle büyük bir de eri
yoktu, ama eme imin bo a gitti ini
gördü ümde pek üzülürüm. Ko a ko a
giderken öyle dü ünüyordum: «Her eyi
yarına erteleyelim, hele bir hava
düzelsin, güne açsın, her yan kurusun.
Yarın Olivi’ye de giderim, Guido’ya da
giderim. Erken kalkarsam daha iyi olur,
ama açık, ya mursuz bir gün olacaktır
yarın.» Kararımın yerinde oldu una o
denli güvenmi tim ki, Augusta’ya,
hepimizin her türlü kararı ertesi güne
bıraktı ımızı söyledim. Üstümü de i tim,
kurulandım, peri an ayaklarıma sıcacık
rahat pantuflalarımı geçirdim, ilkin bir
karnımı doyurdum, sonra sabaha kadar
derin bir uyku çektim, pencerelerimin
camlarını halat gibi kalın bir ya mur
dövüyordu.
Bu yüzden gece olup bitenlerden
ancak geç vakit haberim oldu. lkin
ya murun kentin birçok yerlerinde su
baskınlarına neden oldu unu ö rendik,
sonra Guido’nun öldü ünü.
Böyle bir eyin nasıl olabildi ini ise
çok sonra ö rendim. Saat onbir
sularında, bayan Malfenti ayrıldı ında,
Guido karısına haber vermi . Ada’yı
alınyazısının artık çizilmi , sonunun
gelmi oldu una inandırmak istemi . Ona
sarılıp öpmü , onca acı çektirdi inden
ötürü ba ı lamasını dilemi , onun
ömründe sevdi i tek kadın oldu una
yemin etmi , derken sözleri bir
kekelemeye dönü mü . Ada, o an için o
yemine inanmamı . Kendinden geçti ine
de inanmamı , yine para koparmak için
numara yapıyor sanmı .
Derken, aradan bir saat geçmi ,
bakmı Guido’nun uykusu giderek
a ırla ıyor, birden içine bir korku
dü mü , evlerine yakın oturan bir
doktora birkaç satırlık bir pusula yazmı .
Hizmetçisi o güne de in görevinin
önemi konusunda uyaracak hiç bir
heyecan ya anmamı mı , zaten hizmetçi
dedi im eve kısa zaman önce gelmi bir
ihtiyar kadınmı .
Kalanı, ya murun suçu. Hizmetçi
yollarda baldırlarına kadar suya
gömülmü , pusulayı yitirmi . Ancak
kendisini doktorun kar ısında bulunca
farketmi yitirdi ini. Ama acil bir durum
oldu unu anlatabilmi ve doktoru pe isıra
sürükleyebilmi .
Doktor Mali, elli ya larında bir
adamdı, dâhi oldu u söylenemezdi, ama
oldum olası görevini elinden geldi ince
yapan iyi bir hekimdi. Özel mü terileri
kum gibi kaynamıyordu, ama yine de i i
ba ından a kındı, çok sayıda personeli
olan ve kendisine do ru dürüst bir ücret
bile ödemeyen bir irkette çalı ıyordu. Az
önce eve dönmü mü , ate in yanında
ancak ısınıp kurulanabilmi mi . Sıcacık
kö esinden kalkıp soka a çıkmaya ne
kadar hevesli oldu unu anlamak güç
de il. Zavallı dostumun ölüm nedenlerini
derinine ara tırmaya ba ladı ımda doktor
Mali ile de tanı tım. Kendisinden
ö renebildi im tek ey u oldu: evinden
çıkıp da ya murun emsiyeden geçip
kendisini sırılsıklam etti ini duydu unda
ke ke tıp yerine tarım okusaydım demi ,
öyle ya, ya mur ya dı ında çiftçiler
evlerinden çıkmazlarmı .
Guido’nun ba ucuna vardı ında
Ada iyice yatı mı mı . imdi doktor
oradaymı ya, kocasının, birkaç ay önce
intihar numarası yapıp da nasıl
yutturdu unu daha iyi anımsıyormu .
Artık sorumluluk almak ona de il,
doktora dü ermi , ama doktora da her
eyi, hatta böyle bir numarayı
dü ündürecek tüm nedenleri bildirmek
gerekirmi . Doktor bir yandan sokakları
süpüren dalgalara kulak kabartırken, bir
yandan bu nedenlerin hepsini bir bir
dinlemi . Bir zehirlenme olayı için
ça rıldı ını bilmedi inden, tedavi için
gereken hiçbir eyi yanında
getirmemi mi . Ada’nın anlamadı ı
birtakım sözlerle Guido’ya çatmı . in
kötüsü mide yıkamaya gereken eyleri
almaya birini gönderemezmi , kendisinin
gidip alması, yani o yolu iki kez daha
geçmesi gerekirmi . Guido’nun nabzını
saymı , eh, aslan gibiymi . Ada’ya
sormu , hep böyle derin mi uyur, diye.
Ada, evet, ama bu kadar da de il, demi .
Doktor, Guido’nun gözlerini muayene
etmi , ı ı a duyarlıkları tammı ! Arasıra
ka ıkla çok koyu kahve içirmelerim
ö ütleyerek çekmi , gitmi .
Soka a çıkınca da öyle söylenmi :
— Böyle havada kendini öldürme
numarası yapmayı yasaklamalı!
Onunla tanı tı ımda i i hafife
aldı ından ötürü herhangi bir siteme
cesaret edemedim, ama o bunu
sezinleyerek kendini savundu: sabahleyin
Guido’nun öldü ünü ö renince a ırıp
kalmı mı . Sonra öyle ekledi: tıp
biliminin yabancısı olanlar, bir doktorun
uzun meslek ya amı boyunca, kendi
ya amlarından ba ka bir ey dü ünmeyen
hastalarının elinden canını korumayı
nasıl alı kanlık edindi ini bilemezlermi .
Aradan bir saatten fazla geçmi ,
Ada Guido’nun di lerinin arasına ka ı ı
soku turmaktan bıkmı , gittikçe daha
azını içti ini, kalanının yastı ı ıslattı ını
görünce yeniden korkuya kapılmı ,
hizmetçiye yalvarmı , gidip doktor Paoli’yi
getirsin diye. Hizmetçi bu kez pusulayı
yitirmemi , ama doktorun evine varması
bir saatten fazla sürmü . Ya mur
bo anırken insanların arada bir kapı
e iklerine sı ınmak gereksinimini
duymaları do aldır. Hem böylesi bir
ya mur ıslatmakla kalmaz, kırbaçlar
insanı.
Doktor Paoli evde yokmu . Az önce
bir hastaya ça ırmı larmı , çabuk
dönece ini umdu unu söyleyerek çıkıp
gitmi mi . Ama sonra hastasının yanında
ya murun dinmesini beklemeyi
ye lemi mi . Hizmetçisi çok iyi yürekli bir
ya lı kadınca ızmı , Ada’nın hizmetçisini
ate in yanına buyur etmi , yedirip içirmi .
Doktor hastasının adresini
bırakmamı mı , böylece iki kadın birlikte
ate in ba ında birkaç saat oturmu lar.
Doktor gelmesine gelmi , ancak ya mur
dindikten sonra. Guido’nun üzerinde
daha önce denedi i tüm aygıtlarını
toparlayıp Ada’nın yanına vardı ında
afak söküyormu . Yata ın ba ına
vardı ında bakmı , yapacak bir ey
kalıyormu , o da, Guido’nun ölmü
oldu unu e inden gizlemek, Ada farkına
varmadan, haberi aldı ı an yanında
bulunsun diye bayan Malfenti’yi
getirtmek.
te bu yüzden haber bize çok geç
ve belirsiz ula tı.
Yataktan kalktı ımda, zavallı
Guido’ya kar ı son kez olarak içimde bir
öfke kabardı: güldürüleri ile her felâketi
arapsaçına çeviriyordu! Evden Augusta’yı
almadan çıktım, o lanı öyle ayaküstü
bırakıp gelememi ti. Dı arda içime bir
ku ku dü tü: bankaların açılmasını,
Olivi’nin bürosuna gelmesini beklesem de
Guido’ya söz verdi im parayı cebime
koyup da öyle mi gitseydim acaba?
Guido’nun durumu a ır demi lerdi, ama
inanmak aklımdan bile geçmemi ti!
Gerçe i, merdivenlerde
kar ıla tı ım doktor Paoli’den ö rendim.
Öylesine allak bullak oldum ki, az kalsın
merdivenlerden a a ı yuvarlanıyordum.
Guido, kendisiyle birlikte ya adı ımdan
beri benim için çok önemli biri olup
çıkmı tı. Ya adı ı sürece onu belli bir ı ık
altında görüyordum, ömrümün kimi
günlerinin ı ı ıydı bu. Ve ölümüyle o ı ık
sanki birdenbire bir prizmadan
geçmi çesine de i iyordu. Gözlerim
kama mı , sersemlemi tim. Yanlı lıklar
yapmı tı, ama imdi ölmü tü ya,
yanlı lıklardan geriye hiç bir ey
kalmamı tı. Soytarının biri övgü dolu
mezar ta ları ile dolu bir gömütlükten
geçerken sormu , bu ülkede
günahkârları nereye gömerler, diye.
Aptalca bir dü ünceydi bu: ölüler hiçbir
zaman günahkâr de ildirler. Tertemizdi
artık Guido! Ölüm arıtmı tı onu.
Doktor, Ada’nın nasıl üzüldü ünü
görünce çok içlenmi ti. Kadınca ızın
geçirdi i korkunç geceyi biraz anlattı.
Guido’nun çok fazla zehir
yuttu una, ne yapılsa
kurtarılamayaca ına inandırmı tı onu.
Aman sakın bunun do ru olmadı ını
bilmesin, diyordu.
— Oysa, diye ekledi üzüntüyle, ben
birkaç saatçik önce gelseydim
kurtarabilirdim. Bo i eleri buldum.
i eleri inceledim. A ırı bir dozdu
gerçi, ama geçen seferkinden fazla
de ildi. Üzerlerinde veronal yazılıydı.
Sodyumlu veronal de ildi yani. Guido’nun
aslında ölmek istememi oldu unu
herkesten kesin, ben biliyordum. Ama
hiçbir zaman kimseye söylemedim.
Paoli, o sıra Ada’yı görmeye
kalkı mamamı söyleyerek ayrıldı. A ır
yatı tırıcı ilaçlar vermi ti, çok geçmeden
etki yapacaklarına ku ku yoktu.
Koridorda, Ada’nın beni iki kez
kabul etti i küçük odadan hafif hafif
a laması geliyordu. Anlayamadı ım,
üzüntüden kesik kesik tek tek
sözcüklerdi duydu um. O, o deyip
duruyordu, ne söyledi ini sezer gibi
oldum: zavallı ölü ile kocası ya adı ı
sürece olana hiç benzemeyen ili kilerini
anlatıyordu. Bana kalırsa, Guido
ya ıyorken yanlı davranmı tı Ada. Hep
birlikte i ledikleri bir hatadan ötürü
ölmü tü o, çünkü Borsada hepsinin onayı
ile oynamı tı. Sıra ödemeye gelince, onu,
bir ba ına bırakmı lardı. çlerinde bu i e
bula mamı tek ki i bendim, yine de ona
yardım etmek gerekti ini duymu tum.
Yatak odalarında, zavallı Guido
üzeri çar afla örtülü, bir ba ına
yatıyordu. Bedenine ölümün katılı ı
yerle mi ti bile, istemeden ölmü olmanın
a kınlı ı içindeydi sanki. Yakı ıklı esmer
yüzünde bir sitem okunuyordu.
Ku kusuz bana yönelik de ildi bu sitem.
Augusta’ya gittim, gelsin ablasına
destek olsun, dedim. Yüre im
parçalanıyordu, Augusta da bana sarılıp
a ladı:
— Sen onun için gerçek bir karde
oldun, diye söylendi. Ancak imdi razı
oldum servetimizin bir bölümünden
vazgeçmeye, yeter ki anısı temiz kalsın.
Zavallı dostumu onurlandırmak
için gereken her eyi yapmaya çalı tım.
lk i olarak büronun kapısına sahibinin
vefatından ötürü kapalı oldu unu
belirten bir ilân astım. Ölüm ilânını da
kendi elimle hazırladım. Cenaze töreni
için hazırlıklar ise, ancak ertesi gün,
Ada’nın onayı ile yapılabildi. O zaman
Ada’nın cenazeyi gömütlü e kadar
götürmeyi kararla tırdı ını ö rendim.
Elinden gelen tüm sevgi kanıtlarını
vermek istiyordu zavallıcık! Bir gömütün
ba ında pi manlıktan kıvranmak ne
demektir, iyi biliyordum. Babamın
ölümünde o kadar çok çekmi tim ki.
Ö leden sonrayı Nilini ile birlikte
büroya kapanıp geçirdim. Böylelikle
Guido’nun durumunun ufak bir
bilançosunu çıkarabildik. Ürkütücüydü!
Yalnız irketin anaparası batmakla
kalmamı tı, e er yaptıklarının hesabını
verecek durumda olsaydı, Guido bir o
kadar da borçlu çıkıyordu.
Çalı mak dü üyordu bana, ölen
zavallı dostum hesabına ölesiye çalı mak,
ama elimden gelen tek ey dü görmekti,
tek dü üncem tüm ya amımı o büroda
geçirmek, Ada ile yavruları için çalı mak
oldu. Ama ba arılı olaca ımı kim
garantilerdi ki?
Nilini, her zamanki gibi ileri geri
konu up duruyordu, bense uzaklara
bakıyordum, çok uzaklara. imdi
anlıyormu her eyi! Zavallı Guido ona o
haksızlı ı etti inde, kendisini ölüme
götürecek olan hastalı a tutulmu mu
bile. Bu yüzden artık her eyi
unutmu mu . te efendim, o böyle bir
adammı . Guido’yu her zaman sevmi mi ,
hâlâ da seviyormu .
Sonunda, benim dü lere bir de
Nilini’ninkiler eklendi, üstüste yı ıldılar.
Böylesi bir felâkete a ır aksak bir alım
satımla çare bulunamazdı, çare yine
Borsadaydı. Ve Nilini yatırdı ı parayı iki
katına çıkararak paçayı son anda
kurtaran bir dostunu anlattı.
Saatler saati kar ılıklı konu tuk,
Nilini’den, Guido’nun yarıda bıraktı ı
oyunu sürdürme önerisi, en sonunda,
ö leye yakın geldi, ben de hemen üstüne
atladım. Sanki dostumu ya ama
döndürecekmi im gibi bir hevesle
benimsedim. Ve zavallı Guido’nun adına
bir yı ın yeni tahvil aldım, hepsinin de
garip adları vardı: Rio Tinto, South
French, falan filân.
Böylece, benim için, ömrümün en
yo un çalı mayla geçen elli saatlik bir
dönemi ba ladı. lkin ak ama kadar
buyruklarımın yerine getirildi i haberini
bekleyerek büroyu geni adımlarla a a ı
yukarı ar ınladım. Borsada durum
ö renilmi tir, onun adına yeni i ler
çevrilmesi, için gereken güven
kalmamı tır diye korkuyordum.
Neden sonra, Nilini tüm
sipari lerimin kar ılandı ını bildirince asıl
telâ ım ba ladı, makbuzları aldı ım sırada
tahvillerin tümü üzerinde daha imdiden
oldukça büyük bir kayba u radı ımı da
bildirdiklerinden, heyecanım büsbütün
artmı tı. O telâ ı tam bir i gibi
anımsıyorum. Garip bir izlenim kalmı
belle imde, sanki elli saat kumar
masasından hiç kalkmadan iskambil
kâ ıtlarını gözlemi im gibi. Onca saat
böylesi bir yorgunlu a dayanan kimse
tanımıyorum. Her fiyat hareketini
kaydettim, izledim, (neden gizleyeyim?)
benim, daha do rusu zavallı arkada ımın
i ine geldi i gibi bir iteledim, bir geri
çektim. Geceleyin bile gözümü
kırpmadım.
Ailemden biri çıkar da giri ti im bu
kurtarma operasyonunu engeller
korkusu içinde ayın ortasında tasfiye anı
geldi inde kimseye tek söz etmedim. Her
eyi ben ödedim, çünkü ödemeleri
yapmayı kimse dü ünmedi, herkes
gomülmeyi bekleyen cenazenin
ba ındaydı. Öte yandan o tasfiye
sırasında da ödenmesi gereken tutar
zamanında saptanandan daha dü ük
çıktı, çünkü talihim hemen yaver gitmeye
ba lamı tı. Guido’nun ölümünün
yüre imdeki acısı öylesine büyüktü ki,
hem imzamı, hem paramı tehlikeye
atarak elimden geldi ince tüm varlı ımı
ortaya koydukça sanki hafifletir gibiydim.
Uzun zaman önce onun yanındayken
dü ledi im iyilikseverlik beni buralara
kadar getirmi ti i te. Bu heyecan öylesine
dayanılmaz bir eydi ki bir daha kendi
hesabıma Borsada hiç oynamadım.
Gelgelelim, böyle «iskambillere»
dalmı ken (en önemli çabam buydu)
Guido’nun cenazesine yeti emedim. öyle
oldu: tam o gün satın aldı ımız tahviller
birden yükseldi. Nilini ile ben kaybımızın
ne kadarını kar ılamı oldu umuzu
hesaplamaya daldık. htiyar Speier’in
serveti imdi ancak yarısına inmi
durumdaydı! Koltuklarımı kabartan
ahane bir sonuçtu bu. Nilini’nin pek
ku kulu bir tonla önceden söylemi
oldu u ey gerçekle mi ti, tabii imdi o
sözleri yinelerken o tonu unutuyor,
dedi ine pek güvenen bir kâhin gibi
çıkıyordu ortaya. Bana kalırsa, hesapta
bu da vardı, tam tersi de. Ama deste ini
yitirmemek için bunu ona söylemedim.
Ne olur, ne olmaz, iste i kurları
etkileyebilirdi.
Bürodan saat üçte ko a ko a
çıktık, cenaze töreninin iki kırkbe te
yapılaca ını ancak anımsamı tık.
Chiozza’nın oraya vardı ımızda,
uzaklarda cenaze alayını gördüm, hatta
bir dostumuzun, törene Ada için
gönderdi i arabayı da tanır gibi oldum.
Nilini ile birlikte, meydandan bir arabaya
atladık, arabaya cenaze alayını izle,
dedik. Ve o arabada Nilini ile ben
iskambil açmayı sürdürdük. Zavallı ölü
aklımızdan öylesine çıkmı tı ki, bu araba
da niye böyle yava gider, diye
yakınıyorduk. Kimbilir bizim gözümüzden
ırak, Borsada neler olup bitiyordu. Bir an
geldi, Nilini bana gözlerini dikti, neden
Borsada kendi hesabıma bir eyler
yapmadı ımı sordu.
— imdilik, dedim —bunu
söylerken neden kızardım, bilmem—,
zavallı dostumdan ba ka kimsenin
hesabına çalı mam.
Sonra, bir duraladıktan sonra
ekledim:
— Kendimi ba ka zaman
dü ünürüm. Yakınlı ını elden
kaçırmayayım diye, beni kumara
sürükleme umudunu öldürmek
istemiyordum. Ama yüzüne kar ı
söylemeye cesaret edemedi im sözleri
kendi kendime söyledim: «Asla kendimi
senin ellerine bırakmayaca ım!» O,
yeniden vaaza ba ladı:
— Kimbilir bir daha böyle bir fırsat
eline geçer mi!
Borsada fırsatların hiç
tükenmedi ini ö retti ini unutuyordu.
Arabaların her zaman durdu u
yere gelince Nilini pencereden ba ını
çıkardı ve bir a kınlık çı lı ı kopardı.
Araba Rum gömütlü üne giden
cenazenin ardından ilerliyordu.
— Bay Guido Rum muydu? diye
sordu hayretle. Gerçekten de araba
katolik gömütlü ünü geride bırakmı ,
Musevi mi, Rum mu, Protestan mı, Sırp
mı bilmem, bir ba ka gömütlü e do ru
gidiyordu.
— Belki de protestandı! diyecek
oldum, ama hemen ardından nikâhının
katolik kilisesinde kıyıldı ını anımsadım.
— Bir yanlı lık olacak! diye
haykırdım, Guido’yu olmayacak bir yere
gömüyorlar sanmı tım.
Nilini’yi birden bir gülmedir aldı,
kendini tutamıyordu, sonunda o çirkin
a zı ka ık kadar suratında fara gibi
açılmı , arabanın bir kö esine yı ıldı
kaldı.
— Cenazeyi a ırdık! diye ba ırdı.
Kahkahalarını tutmayı ba ardı ında
bana a zına geleni saymaya ba ladı.
Nereye gitti imize bakmam gerekirmi ,
çünkü saati benim bilmem, gelenleri
tanımam gerekirmi , falan filân. Bak i te,
cenazeyi a ırmı ız!
Sinirlenmi tim, onunla birlikte
gülmemi tim, imdi de paylamalarına
di imi sıkmak gücüme gidiyordu. Ya
kendi niye do ru dürüst bakmamı tı
sanki? Canımın sıkıldı ını belli etmemeye
çalı tım, bunun da tek nedeni aklımın
cenazeden çok Borsada olmasıydı.
Nerede oldu umuzu daha iyi
anlayabilmek için arabadan indik, katolik
gömütlü ünün giri ine do ru ilerledik.
Araba da bizi izledi. Baktım, öteki ölünün
hayatta kalmı yakınları bize a kınlıkla
bakıyorlardı, o zavallıcı ı son dakikaya
kadar onurlandırdıktan sonra i in tam
civcivli noktasında neden öyle
ekiverdi imizi kavrayamamı lardı.
Nilini sabırsızlanmı , önden
gidiyordu. Kısa bir duraksamadan sonra
bekçiye sordu:
— Bay Guido Speier’in cenazesi
geldi mi?
Benim gülünç buldu um bu
soruya, bekçi pek a mı gözükmedi,
bilmiyorum, dedi. Yalnız son yarım
saatte, gömütlü ün kapısından iki
cenaze girmi mi , onu biliyormu .
Ne yapaca ımızı a ırarak
birbirimize baktık. Cenaze içerde miydi,
dı arda mı, bilemezdik, bu kesindi. O
zaman ben kendi hesabıma kararımı
verdim: zaten tören ba lamı sa sonradan
katılıp da rahatsız etmem do ru olmazdı,
bu yüzden gömütlü e hiç girmeyecektim.
Öte yandan, cenazeye dönü te rastlamak
tehlikesini de göze alamazdım. Törene
katılmaktan vazgeçiyordum, Servola’dan
dola arak kente dönecektim. Arabayı
Nilini’ye bıraktım, Ada’yı tanıdı ından, ille
de törende bulunmak istiyordu.
Kimseyle kar ıla mamak için hızlı
adımlarla köye ileten kır yolunu
tırmandım. Artık cenazeyi a ırıp da
Guido’yu son yolculu una
u urlamadı ıma hiç üzülmüyordum. Öyle
dinsel törenlerle falan yitirecek zamanım
yoktu. Omuzlarımda ba ka bir görev
vardı: dostumun onurunu kurtarmak,
dul e iyle yavruları adına servetini
savunmak dü üyordu bana. Kaybın
dörtte üçünü kar ıladı ımı söyleyince
Ada’nın o gün cenazede bulunmayı ımı
ba ı layaca ına hiç ku kum yoktu bunca
kez yineledi im hesaba yeni ba tan
dönüyordum: Guido babasının servetinin
iki katını yitirmi ti, giri imlerim sonunda
bu yarıya iniyordu. Bu nedenle hesapta
bir yanlı lık yoktu: zararın dörtte üçünü
kurtarmı durumdaydım).
Hava yine düzelmi ti. Doyum
olmaz bir ilkbahar güne i parlıyordu,
kırlar hâlâ ıslaktı, hava tertemiz,
sa lıklıydı. Günlerdir yapamadı ım bir
hareketle soluk aldım, ci erlerim
geni ledi. Tepeden tırna a sa lıklıydım,
güçlüydüm. Sa lık, ancak bir
kar ıla tırma sonunda ortaya çıkar.
Kendimi zavallı Guido ile kar ıla tırıyor ve
tırmanıyordum, yukarılara
tırmanıyordum, onun ölüp gitti i
mücadelede kazandı ım zaferdi beni
yücelten. Yalnız sa lık ve güç vardı
çevremde, taptaze otlarla kaplı kırlarda.
Önceki günkü su baskınının olumlu
etkileri görülüyordu imdi, pırıl pırıl
güne , topra ın diledi i sıcaklı ı
veriyordu. Ku kusuz gökyüzünün o
güzelim mavisi de zamanında kararmayı
bilemezse yeni felâketlere yol açardı. Ama
deneyimin verdi i bu öngörüyü ancak
bugün, bunları yazarken bulabiliyorum.
O anda aklımdan geçmedi bile. O anda,
ruhum kendi sa lı ıma ve tüm do anın
sa lı ına bir türkü söylüyordu. Sonsuz
sa lı a.
Adamlarım hızlandı. Kendimi
böylesine hafif duymaktan mutluydum.
Servola tepesinden ko ar adım indim.
Düzlü e, Sant’Andrea’ya vardı ımda yine
yava ladım, ama hep öyle büyük bir
mutluluk duygusu içindeydim.
Yürümüyordum, havada süzülüyordum
sanki.
En yakın arkada ımın
cenazesinden geldi imi iyice
unutmu tum. Bir zafer kazanmı gibi
adım atıyor, soluk alıyordum. Ama bu
zafer sevincim çıkarını korumak u runa
sava a girdi im dostumun onurunaydı
yine.
Borsanın kapanı kurlarını görmek
için büroya u radım. Birazcık dü üktü
kurlar ama güvenim sarsılmadı. Bana
kalsa yine «kâ ıt açmaya» ba lardım,
dile imi elde edece imden de hiç ku kum
yoktu.
Neden sonra, Ada’nın evine gitmek
zorunda kaldım. Kapıyı Augusta açtı:
— Ailemizin tek erke isin, nasıl
olur da cenazeye gelmezsin? diye çıkı tı
hemen.
emsiyemle apkamı bir yana
bıraktım. Biraz tutuktum, Ada’nın
önünde açıklayayım da, sonra bir daha
yinelemek zorunda kalmamayım, dedim,
gelmeyi imin geçerli bir nedeni vardı
elbet. Ama o eski güvenim birazcık
sarsılmı tı. Yorgunluktan mı, bilmem,
bö rümdeki sancı yine kendini
duyurmaya ba lamı tı. Augusta’nın
sözlerini duyunca yoklu umu ba ı latma
olana ı üstüne ku kuya dü mü tüm,
galiba bir rezalete yol açmı tım. Gözümün
önüne geliyordu, o hüzünlü törene
katılanlar acıyı bir yana bırakıp benim
nerede oldu umu birbirlerine sormu
olmalıydılar.
Ada gözükmedi. Daha sonra
ö rendim ki kendisini bekledi imi
söylememi lerdi bile. Beni bayan Malfenti
kabul etti, o zamana de in hiç
görmedi im bir suratla konu maya
ba ladı. Özür dileyeyim dedim, ama
gömütlükten kente kadar uçtu um
sıradaki güven duygusu pek gerilerde
kalmı tı. Kekeliyordum. Gerçe i, yani
Guido’nun çıkanın korumak için Borsada
giri ti im gözüpek manevrayı anlatırken
pek de do ru olmayan bir ayrıntı ekledim:
cenaze töreninde az önce Paris’e bir
telgraf göndermek zorunda kaldım,
yanıtını almadan bürodan
uzakla amadım, dedim. Nilini ile Paris’e
bir telgraf çekti imiz yalan de ildi, ama
iki gün önceydi, yanıtı da iki gün önce
gelmi ti. Kısacası, gerçe in ba ı lanmama
yetmedi ini anlıyordum, belki de tüm
gerçe i söylemeyi imdendi bu, günlerdir
kendimi adadı ım operasyonu, yani
dile imin gücüyle dünya kambiyolarını
yönlendiri imi anlatamazdım ki. Yine de,
bayan Malfenti Guido’nun kayıplarının ne
kadar azaldı ını duyar duymaz beni
ba ı ladı. Gözlerinde ya larla te ekkürler
etti. Bir kez daha ailenin tek erke i de il,
en iyi erke i olmu tum gözünde. Ak am,
Augusta ile birlikte gelip Ada’yı görmemi
istedi, kendisi de kalıp her eyi
açıklayacaktı ona. Sevine sevine karımı
alıp gittim. Ayrılmadan önce, Ada ile
vedala mak gere ini o da duymadı,
zavallıcık, kimi umutsuz a lamalar
tutturuyor, kimi zaman dalgınla ıyor,
kar ısında konu anları bile
farketmiyormu .
O zaman bir umut filizlendi içimde:
— Öyleyse, Ada belki benim
yoklu umu da farketmemi tir?
Augusta, dedi ki, bu konuda hiç
konu masam daha iyi edermi im, benim
yoklu umdan ötürü Ada’nın kapıldı ı öfke
o denli iddetliymi ki, ona bile a ırı
gözükmü . Ada, kalkmı bir açıklama
versin diye onun yakasına sarılmı ,
Augusta da, beni henüz görmedi ini,
hiçbir eyden haberi olmadı ını söylemi .
Derken Ada, yine kendini umutsuzlu a
kaptırmı , avaz avaz ba ırmaya ba lamı ,
diyormu ki ailede herkes Guido’dan
nefret etmi mi , zavallıcı ın sonunun bu
olaca ı belliymi zaten.
Do rusu Augusta beni
savunmalıydı, Guido’ya gereken yardımı
vermeye yalnız benim hazır oldu umu
söylemeliydi diye dü ündüm. Ke ke bana
kulak vermi olsalardı: Guido’nun
kendisini öldürmeye kalkı masına ya da
intihar numarası yapmasına hiçbir
neden kalmazdı.
Ama Augusta tek söz etmemi .
Ada’nın umutsuzlu u öylesine yüre ini
parçalamı ki, tartı maya girmek
saygısızlık olur diye korkmu . Zaten imdi
o da bayan Malfenti’nin verece i
açıklamalar Ada’yı haksızlık etti ine
inandırır diye güveniyordu. Do rusu
buna ben de güveniyordum, hatta daha o
andan Ada’nın ne kadar a ıraca ını,
minnetini nasıl anlataca ını
seyredece im anın zevkine varmaya
ba lamı tım, emindim bundan. Zaten o
Basedow yok mu, her türlü duygusunu
a ırıla tırmı tı.
Büroya döndüm, baktım Borsada
hafif bir yükselme belirtisi var, gerçi çok
hafif bir farktı, ama ertesi gün açılırken
sabahki kurlara yeniden ula ılaca ı
umudunu veriyordu.
Ak am yeme inden sonra kızım
biraz rahatsızlanmı tı, Ada’ya yalnız
gitmem gerekti, Augusta benimle
gelemiyordu. Beni bayan Malfenti içeriye
aldı, mutfakta bir i i varmı . Ada ile bizi
yalnız bırakaca ını bildirdi. Daha sonra
açıkladı: Ada, benimle yalnız kalmak
istemi , ba kalarının duymasını
istemedi i bir eyi konu acakmı . Daha
önce Ada ile iki kez bulu tu um o odadan
ayrılmadan bayan Malfenti bana
gülümsedi:
— Bak, Guido’nun cenazesine
gitmeyi ini ba ı lamaya henüz razı olmadı
ama... yakındır!
O ufacık oda hep yüre imi
çarptırıyordu. Bu kez sevmedi im bir
kadının beni sevmesinden korktu umdan
ötürü çarpmıyordu yüre im. Ancak
birkaç dakikadır, o da bayan Malfenti’nin
sözlerinden sonra, zavallı Guido’nun
anısına büyük bir kusur i ledi imi
anlamı tım. Tek beni ba ı lasın diye,
eteklerine bir servet seriyordum da yine
de beni hemen ba ı lamıyordu Ada.
Oturmu , Guido’nun annesiyle babasının
resimlerini seyrediyordum. htiyar
Cada’nın yüzü sevinçli gibiydi, sanki
marifetimden pek ho nut kalmı tı; oysa
Guido’nun annesi, geni kollu bir elbise
giymi , apkasını saçlardan bir da ın
tepesine konduruvermi bir zayıf
kadınca ız, pek sert bakıyordu. Öyle ya!
Foto raf makinesinin kar ısında herkes
bir ba ka görünüm alır, ben de o yüzleri
öyle enine boyuna inceledi imden
sıkılarak bakı larımı ba ka yere çevirdim.
Annesi o lunun cenaze törenine
katılmayaca ımı önceden sezmemi ti ya!
Gelgelelim, Ada’nın konu ması acı
bir sürpriz oldu. Ne söyleyece ini uzun
uzadıya tasarlamı olmalıydı, verdi im
açıklamaları, yaptı ım önerileri,
düzeltmelerimi dikkate bile almadı, onları
önceden hesaba katmadı ından hazırlıklı
de ildi. Ürkmü bir at gibi, sonuna dek
ko turdu, o kadar.
çeri girdi inde, sırtında yalnız bir
siyah sabahlık vardı, saçı ba ı birbirine
karı mı tı, sanki ille de bir eyler yapmak
isteyip de yapamayınca saçını ba ını
yolmu gibi. Koltu umun yanındaki
sehpanın ba ına dikildi, yüzümü daha iyi
görebilmek için ellerini dayadı. Yüzü yine
sıskala mı tı, o yerini a ırmı i likler
halinde büyüyen «sa lık» tan
kurtulmu tu. Guido’nun onun gönlünü
çeldi i zamanlardaki güzelli i uçup
gitmi ti, ama yüzüne bakan hastalık
falan dü ünmezdi. Hastalık de ildi
yüzündeki, ezici bir kederdi o çizgileri
çizen. Onulmaz acısını öylesine iyi
anladım ki, tek söz çıkmadı a zımdan.
Ada’ya baktıkça öyle dü ünüyordum: «Ne
bulup, ne diyebilirim ki? Karde çe bir
sevgiyle kollarımın arasına alıp
avutmaktan ba ka, a layıp içini döksün
diye bırakmaktan ba ka ne var
yapacak?». Sonra baktım saldırıya
u ruyorum, bir tepki göstermek istedim,
ama pek cılız çıktı sesim, duymadı bile.
Konu tu, konu tu, konu tu,
söylediklerini tümünü yineleyemem imdi.
Sanırım ba langıç olarak kendisi ve
yavruları için yaptı ıma ciddi, ama
sıcaklıktan yoksun bir tonla te ekkür
etti. Ardından hemen azarladı:
— Yani öyle bir i çevirdin ki, o hiç
de meyecek bir neden yüzünden ölüp
gitmi oldu!
Bu noktada sesini alçalttı, sır
vermek ister gibi, daha bir sıcakla tı sesi,
Guido’ya, aynı zamanda da bana (yoksa
yanıldım mı?) olan sevgisinin sıcaklı ıydı
bu:
— Cenazesine gelmedi in için
ba ı lıyorum seni. Gelemezdin,
yapamazdın bunu, ben de seni
ba ı lıyorum i te. Ölmemi olsaydı o da
ba ı lardı. Cenazesinde ne i in vardı?
Sevmiyordun ki onu! O kadar iyi
yüreklisin ki benim için, ben a ladı ım
için a layabilirdin, ama onun için
a layamazdın… nefret ediyordun ondan!
Zavallı Zeno! Sevgili karde im!
Gerçe i böylesine çarpıtmak, bana
böyle eyler söylemek büyük haksızlıktı
do rusu. tiraz ettim, ama o, beni
duymadı bile. Sanırım ba ırdım ya da en
azından gırtla ımın zorlandı ını duydum:
— Ama do ru de il bu, yalan,
iftira! Nasıl olur da böyle bir eye
inanabilirsin?
Hep o alçak sesle konu masını
sürdürdü:
— Ama ben de bilemedim onu
sevmeyi. Onu dü ümde bile aldatmadım
gerçi, ama sevgimde onu koruyacak gücü
bulamadım. Karınla senin ili kilerinize
bakar, imrenirdim. Onun bana
verdi inden daha iyiymi gibi gelirdi. yi ki
cenazeye törenine katılmadın,
minnettarım sana, yoksa bugün bile
hiçbir ey anlamazdım. Oysa imdi her
eyi görüyor, her eyi anlıyorum, her eyi.
Benim kendisini sevmedi imi de: e er
sevmi olsaydım, o yüce ruhunu en derin
duygularla dile getirdi i kemanından bile
nefret eder miydim hiç?
te o zaman ba ımı koluma
dayadım, yüzümü gizledim. Bana
yöneltti i suçlamalar o denli haksızdı ki,
tartı ılır yanları yoktu; mantıksızlıkları
sesinin sevecen tonu ile öylesine
hafifliyordu ki, iddetli bir tepki
gösteremezdim, oysa, tartı mayı
kazanmak için gereken buydu. Öte
yandan Augusta iyi bir örnek vermi ti:
böylesine iddetli bir acıyı büsbütün
a ırla tırmamak, dayanılmaz hale
sokmamak için saygıyla susmu tu.
Gelgelelim gözlerimi yumdu umda,
karanlıkta, sözlerinin do ru olmayan tüm
sözler gibi yepyeni bir dünya yaratmı
oldu unu gördüm. Guido’dan her zaman
nefret etmi oldu umu, yanından hiç
aynlmaksızın, ona bir darbe indirme
fırsatını kollamı bulundu umu anlar gibi
oldum. Sonra bir de kemanı ileriye
sürmü tü. Ada’nın kendi acısının, kendi
pi manlı ının karanlı ında el yordamıyle
dola tı ını bilmesem, o kemanı benim
yüre imdeki nefreti kanıtlamak için
kutusundan çıkarıp, Guido’nun bir
parçasıymı gibi önüme sürdü üne
inanabilirdim.
Sonra, karanlıkta Guido’nun
ölüsünü gördüm, yüzünde hep öyle,
oracıkta, ya amdan yoksun bırakılmı
yatar olmanın a kınlı ı. Ürkerek ba ımı
kaldırdım. Karanlı a bakmaktansa
Ada’nın haksızlı ını bildi im
suçlamalarını gö üslemeyi ye lerdim.
Ama o, hep benden ve Guido’dan
söz ediyordu:
— Ve sen, zavallı Zeno, bilmeden,
ondan nefret ede ede yanıba ında
ya ıyordun. Benim a kıma, iyilik
ediyordun ona. Olur ey de il! Bunun
böyle bir sona varaca ı belliydil Bir kez,
ben de bana duydu un sevgiden
yararlandım, kendisini koruyacak bir
çevre yaratabilirim sandım. Onu, ancak
seven biri koruyabilirdi, oysa içimizden
onu seven kimse çıkmadı.
— Onun için ba ka ne yapabilirdim
ki? diye sordum, suçsuzlu umu hem
Ada’ya hem kendime duyurmak için
sıcak gözya ları döküyordum. Gözya ları
kimi zaman bir çı lı ın yerini tutar.
Benim dile im haykırmak de ildi, hatta
konu mam bile gerekir miydi,
bilmiyordum. Ama Ada’nın iddialarından
baskın çıkmalıydım, bu yüzden a ladım
— Onu kurtarabilirdin, sevgili
dostum! Ben ya da sen, bizler
kurtarabilirdik onu. Oysa ben, onun
dizinin dibinde ya adım ve gerçek sevgim
olmadı ından kurtaramadım, sense
uza ında kaldın, yanında yoktun, ölüp de
gömüldü ü zaman bile yoktun yanında.
Ondan sonra da tüm gayretini
ku anarak, güvenle ortaya çıktın. Ama
daha önce kılın bile kıpırdamadı. Oysa
öldü ü geceden az önce, ak ama de in
seninle birlikteydi. Sen e er onunla biraz
ilgilenseydin, kötü bir eyler olaca ını
anlardın.
Gözya larım konu mamı
engelliyordu, ama bir önceki geceyi
bataklıkta avlanarak, e lenerek
geçirdi ini, bu yüzden ertesi gece ne
yapaca ını kimsenin bilemeyece ini
anlatmaya çalı an bir eyler geveledim
a zımda.
— Ava gereksinimi vardı,
avlanması gerekiyordu! diye ba ırarak
azarladı beni Ada. Sonra o ba ırmanın
çabası fazla gelmi gibi birden yere yı ıldı,
kendinden geçerek dö emeye serildi.
Bir an, bayan Malfenti’yi
ça ırmakla ça ırmamak arasında
bocaladı ımı anımsıyorum, O
bayılmasıyla söylediklerini büsbütün
açı a vururmu gibi geliyordu.
Bayan Malfenti ile Alberta
ko u tular. Bayan Malfenti Ada’yı
kaldırırken sordu:
— O mübarek Borsa i lerinden mi
konu tu? Bugün bu ikinci bayılı ı!
Bir an uzakla mamı rica etti,
koridora çıktım, yine içeri mi girmeliydim,
yoksa çıkıp gitmeli miydim, söylesinler
diye bekledim. Ada’ya daha ba ka
açıklamalarda bulunmaya
hazırlanıyordum. Önerdi im önlemler
alınsaydı felâketin mutlaka
engellenece ini unutuyordu. Yaptı ı
haksızlı ın derecesini anlaması için bunu
söylemek yeterdi.
Az sonra bayan Malfenti yanıma
gelerek Ada’nın ayıldı ını, benimle
vedala mak istedi ini bildirdi. Az önceye
kadar benim oturdu um divanda
dinleniyordu. Beni görünce a lamaya
koyuldu, ak am gözlerini ilk kez ya lı
görüyordum. Terden sırılsıklam olmu
incecik elini uzattı:
— Elveda sevgili Zeno! Rica
ederim, unutma! Aklından hiç çıkarma!
Hiç unutma!
Bayan Malfenti araya karı tı, neyi
unutmamam gerekti ini sordu, ben de
Ada’nın hemen Guido’nun Borsadaki
i lerinin tasfiye edilmesini istedi ini
söyledim. Yalanımdan ötürü yüzüm
kızardı, Ada yalanlar diye korktum. Öyle
yapaca ına avaz avaz ba ırmaya ba ladı:
— Evet! Evet! Her ey tasfiye
edilsin! O Borsa denen Allahın belâsı
eyin sözünü duymak istemiyorum artık!
Sonra bayan Malfenti beni kapıya
kadar geçirdi ve i leri aceleye
getirmememi rica etti: Guido’nun
çıkarına neyin en uygun oldu unu
dü ünüyorsam onu yapmalıymı ım. Ama
ben daha fazla güvenemiyorum, dedim.
Borsa oyununa inanmaz olmu tum ya da
hiç de ilse benim «kâ ıt açmamın» i lerin
gidi ini etkileyebilece ine güvenim
kalmamı tı. Bu yüzden hemen tasfiye
edecektim, buna çok da seviniyordum.
Ada’nın sözlerini Augusta’ya
aktarmadım: onu üzecektim de elime ne
geçecekti? Ama o sözler, biraz da
kimselere söylemedi imden, yıllar yılı
beynime çekiç gibi inerek bana e lik
ettiler. Hâlâ da yankılanırlar ruhumda.
Bugün hâlâ, yeni ba tan, yeni ba tan
çözümlerim onları. Do rusu, Guido’yu
sevdim diyemem, ama bunun tek nedeni
garip bir adam olmasıydı. Yine de bir
karde gibi yanından ayrılmadım ve
elimden geldi ince yardımcı oldum. Ada,
sitemlerinde haksızdı.
Ada ile bir daha ba ba a
kalmadım. O bana ba ka bir ey
söylemek gere ini duymadı, ben de bir
açıklama istemek cesaretini
göstermedim, belki de acısını tazelemek
istemiyordum, o kadar.
Borsa i leri, öngördü üm gibi
sonuçlandı, Guido’nun babası da tüm
malvarlı ını yitirdi ini bildiren ilk
telgraftan sonra, paranın yarısını oldu u
gibi hazır bulunca sevinmi tir herhalde.
Benim marifetimdi bu, ama umdu um
gibi süremedim zevkini.
Ada, çocuklarını alıp Buenos
Aires’e kocasının ailesinin yanına gidene
de in bana hep sevecen davrandı.
Benimle ve Augusta ile birlikte
bulunmaktan ho lanıyordu. Kimi kez tüm
o söylevinin bir çılgınlık oldu unu,
kendisinin de onu belle inden sildi ini
dü ünmek istedim. Ne var ki, bir kez yine
Guido’dan söz açıldı ında bana o gün
söylediklerinin tümünü bir çift sözle
yineleyip do ruladı;
— Kendini kimselere
sevdirememi ti, zavallıcık!
Kuca ında, birazcık keyifsizlenmi
çocuklarından biri, gemiye binerken beni
öptü. Sonra, yanımızda kimse
bulunmadı ı bir an öyle dedi:
— Elveda Zeno, karde im. Ben onu
yeterince sevmemi oldu umu hep
anımsayaca ım. Bilmeni istiyorum ki
ülkemden seve seve ayrılıyorum! Sanki
pi manlıklarımı da geride
bırakıyormu um gibi geliyor bana!
Kendisini böyle yiyip bitiriyor diye
payladım. yi bir e oldu unu, benim de
bunu bildi imi, tanıklık edebilece imi
belirttim. nandırabildim mi, bilmem. Bir
ey demedi, hıçkırıklarla sarsılıyordu.
Sonra, neden sonra, ayrılırken o sözlerle
bana etti i sitemleri de tazelemek istemi
oldu unu duydum. Ama beni haksız
yargıladı ını biliyorum. Kendimi Guido’yu
sevmemi olmakla suçlanamayaca ımı
biliyorum kesinlikle.
Bulanık, lo bir gündü. Gökyüzünü
bir tek bulut karartmı gibiydi, her yanı
kaplamı tı ama fırtına çıkaca a
benzemiyordu. Bir yelkenli tekne çala
kürek limandan çıkmaya çabalıyordu,
yelkenleri direklerden kıpırtısız
sallanıyordu. Yalnızca iki adam kürek
çekiyor, sayısız vuru la koca tekneyi
ancak kımıldatıyorlardı. Açıklarda elveri li
bir rüzgâra kavu abilecekti belki.
Ada geminin kıç güvertesinden
mendil salladı bize. Sonra sırtını döndü.
Ku kusuz, Guido’nun son uykusunu
uyudu u Sant’Anna gömütlü üne
bakıyordu. Zarif endamı uzakla tıkça
kusursuzla ıyordu. Gözlerim ya larla
bulandı. te bizi bırakmı gidiyordu,
suçsuzlu umu asla kanıtlayamayacaktı.

VIII
PS KANAL Z
8 Mayıs 1915
Psikanalizle i im bitti. Tam altı ay
kesintisiz uyguladıktan sonra, durumum
eskisini aratıyor. Henüz doktoru
savmadım ama, kararım artık kesin.
Dün kendisine haber gönderdim, i im var
gelemeyece im dedim. Birkaç gün
beklesin. Öfkem tepeme sıçrayacak yerde
kendisine gülebilece ime emin olsaydım,
bir kez daha kar ıla abilirdim onunla.
Ama sonunda kalkar gırtla ına sarılırım
diye korkuyorum.
Trieste’de, sava patlak vereli,
sıkıntıdan patlıyor insan; ruhbilimsel
çözümlemenin yerine koyabilecek bir ev
bulmak umuduyla sevgili defterlerime
geri dönüyorum. Bir yıl var ki tek satır
yazmamı ım, ba ka her eyde oldu u gibi
bunda da doktorun ö ütlerine eyvallah
demi tim: tedavi sırasında yalnız onun
yanında kafamı toparlamamı söylemi ti,
çünkü onun gözetiminden uzakta
toparlarsam içtenli ime ket vuran,
kendimi serbestçe salıvermemi
engelleyen frenler büsbütün
güçlenebilirmi . Gelgelelim kendimi her
zamankinden dengesiz, her zamankinden
de hasta duyuyorum, yazmaya
ba larsam tedavinin kötü etkisinden
daha kolaylıkla arınaca ıma inanıyorum:
acısı dinmi bir geçmi e yeniden önem
kazandırmanın ve yüre ime deh et saçan
bugünden kurtulmanın en iyi yolu bu.
Kendimi doktorun ellerine öylesine
güvenle bırakmı tım ki iyile tin dedi inde
ona yürekten inandım da, yakamı
bırakmayan a rılarıma inanmadım. «Siz
de ilsinizdir, canım!» diyordum
a rılarıma. Ama artık ku kum kalmadı,
a rılarım eski a rılarım, tâ kendisi!
Bacaklarımın kemikleri etlerini ve
kaslarını parçalayan birer titrek kılçı a
dönü tü.
Aslında buna pek aldırdı ım yok,
yani, tedaviyi bırakmamın nedeni bu
de il. Doktorun yanında, kafamı
toparlamakla geçirdi im saatler hep öyle
ilginç sürprizler, heyecanlar getirseydi,
onlardan vazgeçmezdim ya da ba ka i
görmemi engelleyen sava ın sonunu
beklerdim bunun için. Ama çok ey
biliyorum artık, psikanalizinin nemene
ey oldu unu iyice ö rendim. sterik
kocakarıları co turmaya yarayan bir hile,
ipe sapa gelmez bir aldanmadan ba ka
bir ey de il psikanaliz! O garip, o gülünç
adamın yanında nasıl kalabilirdim, o
insanın yüre inin dibini okumaya
kalkı an gözlere, bu dünyanın tüm
olaylarını kendi yepyeni, parlak kuramına
sı dırma iddiasına nasıl katlanabilirdim?
Bo kalan zamanımı yazı yazmakla
geçirece im. Tedavimin tarihçesini
içtenlikle yazaca ım. Doktorla aramda
hiçbir içtenlik kalmamı tı, imdi bir soluk
alıyorum. Artık hiçbir çaba yüklenmiyor
omuzlanma. Kendimi hiçbir inanca
zorlamam, hiçbir eye sanki inanıyormu
gibi yapmam istenmiyor. Doktordan
gerçek dü üncelerimi gizleyebilmek için
kendisine mutlak bir saygı
gösteriyordum, o da her gün yeni bir
numara uyduruyordu. Tedavim sona
eriyormu , çünkü hastalı ımın ne oldu u
ortaya çıkmı mı . Vakti zamanında,
topra ı bol olsun, merhum Sofokles’in
zavallı Oedipus’a koydu u tanının
aynısını koymu tu: efendim bendeniz
anneme a ıkmı ım da babamı öldürmek
istermi im.
Öfkelenmedim bile! Öyle hayran
hayran durup dinledim. Hiç de ilse beni
soylulu un en üst düzeyine eri tiren bir
hastalıktı. Ataları mitolojik ça lara ula an
pek önemli bir hastalık! imdi burada
kalem elimdeyken bile öfkelenmiyorum.
Güleyim bari! O hastalı a tutulmamı
olu umun en iyi kanıtı iyile meyi im.
Böyle bir kanıt doktoru bile
inandırabilirdi. çi rahat etsin!
Uyduruklukları gençli imin anısını berbat
edemedi. Gözlerimi kapar kapamaz
olanca temizli i, çocuksulu u, saflı ı ile
anneme olan tutkumu görüyorum,
babama olan saygımı ve büyük sevgimi
de elbette.
Doktor benim o mübarek
itiraflarıma biraz fazla güveniyor, gözden
geçireyim diye her istedi imde geri
veriyor. Hey Tanrım! Kendisi tıptan ba ka
bir ey okumamı ki, lehçeden ba ka ey
konu amayan ve yazamayan bizler için
talyanca yazmanın ne demek oldu unu
ne bilsin! Bir yazılı itiraf her zaman için
12
yalancı sayılır. Toscana lehçesinde ne
dersek yalan söylemi oluruz! Kalıpla mı
sözlerle söyleyebildi imiz her eyi nasıl
seve seve anlattı ımızı, ille de sözlü e
bakmayı gerektiren konulardan nasıl
bucak bucak kaçtı ımızı bir bilse!
Ya amımızdan kaydetmek istedi imiz
olayları seçi imiz de buna ba lıdır. E er
kendi lehçemizde anlatsak ya antımızın
nasıl depde i ik bir görünüm olaca ı gün
gibi ortada i te.
Doktor bana bir açıklamada
bulundu: bütün o uzun meslek
ya amında, kendisinin bende
uyandırdı ını sandı ı görüntülerle
kar ıla tı ımda benim kapıldı ım kadar
güçlü bir heyecanla hiç kar ıla mamı .
te bu yüzden iyile mi oldu umu hemen
bildirmekte acele etti.
Ve ben o heyecanı uydurmu
de ildim. Diyebilirim ki, ömrümün en
derin heyecanlarından biri oldu.
Görüntüleri yaratırken terden, gözlerimin
önüne getirdi imde gözya larından
sırılsıklamdım. Ben zaten bir tek
suçsuzluk ve saflık günümü olsun
yeniden ya amak umuduna tepmi tim. O
umut beni aylar boyu ayakta tuttu, can
verdi bana. Anıların gücüyle kı ortasında
Mayıs güllerini yaratmaktı bu. Doktor
anıların pırıl pırıl eksiksiz olaca ını,
ömrüme neredeyse yeni bir gün
kataca ını garantiliyordu. Güller olanca
görkemleriyle belireceklerdi, hatta. Allah
bilir, dikenleriyle de.
Ve i te böyle pe lerinde ko a ko a o
görüntüleri yakaladım. imdi onların
benim icadım oldu unu biliyorum.
Ama uydurmak yaratmak
demektir, yalan söylemek de il,
Benimkiler hummanın yarattıklarına
benzer görüntülerdi, hani, dört bir
yanından görebilesiniz diye odanızda
dola ır, gelip size dokunurlar, i te öyle.
Sahici eylerin katılı ı, renkleri, gevezeli i
vardı onlarda. stem gücüyle, beynimden
ba ka bir yerde varolmayan görüntüleri,
gözlerimi dikti im bo lu a yansıttım,
havasını, ı ı ını, hatta içinden geçti im
hiçbir bo lukta eksik olmayan sivri
kö elerini bile duydu um bir bo luktu o.
Kendi kendimi aldatmayı
kolayla tırması gereken ve gözüme, her
eyden önce, büyük bir çaba ile büyük bir
hareketsizli in birle mesi gibi gelen o yarı
uyku haline vardı ımda, sandım ki o
görüntüler gerçekten uzaklarda kalmı
günlerin imgeleridir. Oysa bundan
hemen ku kulanmalıydım, çünkü yok
olur olmaz onları yeniden anımsıyordum,
ama hiçbir tedirginli e, heyecana
kapılmaksızın. Bir olayı, ona kendi de
katılmamı birinin a zından dinledikten
sonra nasıl anımsarsak, öyle
anımsıyordum. E er gerçekten ya anmı
olayların canlanması olsaydı bu, gülmeyi
ya da a lamayı sürdürürdüm. Doktora
gelince, o her eyi kayda geçiriyordu.
« unu bulduk, bunu bulduk» diyordu.
Elimizde, kala kala kâ ıt üstünde
birtakım i aretler, görüntü iskeletleri
kalıyordu.
Çocuklu umu anımsadı ıma
inandımsa bunun nedeni ilk görüntünün
beni yakın diyebilece im, daha önce de
belle imde soluk bir anısı kalmı bir
döneme iletmesiydi, görüntü o anıları
do rular gibiydi. Öyle bir yıl olduydu ki,
ben okula gidiyordum, erkek karde imse
henüz gitmiyordu. Belle imde canlanan o
saat de o yıldan kalmı olmalı. Güne li bir
sabah villadan çıkıp bahçemizden
geçti imi, a a ıya, kente indi imizi
görüyordum, ihtiyar hizmetçimiz Catina
da elimden tutuyordu. Dü ledi im
sahnede erkek karde im görünmüyordu,
ama kahramanı oydu. Ben okula
giderken onun evde özgür ve mutlu
oldu unu duyuyordum. Okula bo azımda
hıçkırıklar dü ümlenmi , ayaklarım geri
geri çekerek, yüre im hınçla dolu
gidiyordum. O okula gidi lerin yalnızca
birini gördüm, ama yüre imdeki hınç
karde imin her gün evde kaldı ını
bildiriyordu. Sonsuza dek sürüp
gidiyordu bu, oysa sanırım benden ancak
bir ya küçük olan karde im de çok
geçmeden okula yollanmı olmalı. Ama o
zaman dü ün gerçekli i tartı ma
götürmez gibi geldi: ben hep okula
gitmeye hüküm giymi tim, karde ime ise
evde kalma iznini vermi lerdi. Catina’nın
yanında yürürken i kencenin ne kadar
sürece ini hesaplıyordum: ö leye kadar
sürecekti! Ama karde im evde kalıyordu!
Ayrıca daha önceki günlerde okulda beni
korkuttuklarını, payladıklarını, tedirgin
oldu umu, o zaman da yine öyle
dü ündü ümü anımsıyordum: karde ime
dokunamazlar ki! Son derece açık seçik
bir görüntüydü bu. Ufak tefek bir
kadınca ız olarak tanıdı ım Catina
koskocaman gözükmü tü gözüme,
ku kusuz ben pek küçük oldu umdan.
Ayrıca onu çok ihtiyar görmü tüm, ama
gençlerin ya lıları hep ihtiyar gördükleri
bilinen eydir. Bir de okula gitmek için
geçti im yolda, o zamanlar kentimizin
kaldırımlarını sınırlayan ufacık garip
sütunları da gördüm. Do rusu kentimizin
dı mahallerinde o küçük sütunları
yeti kinken de görebilecek kadar erken
do mu tum. Ama o gün Catina ile
geçti imiz yoldakiler daha ben çocukken
kaldırılmı tı.
O dü ün harekete geçirdi i
belle im, çok geçmeden, o dönemin ba ka
ayrıntılarını da ke fedince, o görüntülerin
gerçekli ine olan güvenim sürüp gitti.
Ba ta gelen ayrıntı uydu: karde im de
bana imreniyordu, çünkü okula
gidiyordum. Bunu farketti ime eminim,
ama bu dü ün gerçek olmadı ını
kanıtlamaya yetmedi. Daha sonra ise her
türlü gerçeklik ortadan kalktı: aslında bir
kıskançlık olayı vardı, ama dü ümde bu
yer de i tirmi ti.
kinci görüntü de, ilkinden çok
öncelere ait olmakla birlikte beni yine
yakın bir zamana gerisin geri götürdü.
Villamın odalarından birini gördüm, ama
hangisini, bilmiyorum, çünkü gerçekte
bulunan odaların hepsinden geni ti. in
garibi ben kendimi o odada kapalı
görüyordum ve hemen yalnızca
görüntüden anla ılamayacak bir ayrıntıyı
ö rendim: oda, annemle Catina’nın
bulundukları yerden uzakmı . Bir ba ka
ayrıntı daha: henüz okula
gitmiyormu um.
Oda bembeyazmı , o kadar beyaz,
o kadar güne dolu bir odayı ömrümde
görmedim diyebilirim. O zamanların
güne i duvarlardan mı sızardı ne? Güne ,
gökte yükselmi mi ku kusuz, ama
elimde bir fincanla hâlâ yataktaymı ım,
sütlü kahvemin hepsini bitirmi im de bir
küçük ka ıkla fincanda kalmı ekeri
topluyormu um. Sonunda eker ka ı a
gelmez oldu, ben de dilimle fincanın dibini
yalamaya çalı tım, Beceremedim. Bir
elimde fincan, öteki elimde ka ık,
kalakaldım, yanımdaki yatakta bulunan
karde im gecikmi ti, hâlâ burnu
fincanının içinde kahvesini içti ini
seyretmeye daldım. Neden sonra yüzünü
kaldırdı ında güne gözüne girince
suratını buru turdu, benim yüzümse
(kimbilir neden) gölgede kalıyordu.
Karde imin yüzü solgundu, çenesi biraz
çıkık oldu undan azıcık çirkinle mi ti.
— Ka ı ını birazcık verir misin?
dedi.
Catina’nın ona ka ık getirmeyi
unuttu unu ancak o zaman farkettim.
Hemen, hiç duraksamadan öyle
yanıtladım:
— Peki! Ama kar ılı ında bana
ekerinden birazını verirsen.
De erini iyice belirtmek için ka ı ı
havada tutup gösterdim. Derken, odada
Catina’nın sesi çınladı:
— Aman ne ayıp! Seni küçük tefeci
seni!
Korku ve utanç beni gerisingeri
bugüne döndürdü. Durup Catina ile
tartı mak isterdim, ama o, karde im ve
ben o zamanki küçücük, suçsuz, tefeci
halimle, uçuruma yuvarlanıp gözden
silindik.
O utancı, onca çaba sonunda elde
etti im görüntüyü yokedecek kadar
iddetle duydu uma hayıflandım. Oysa
ka ı ı uysallıkla, kar ılıksız sunsaydım
da, herhalde yaptı ım ilk kötülük olan o
davranı ımı tartı masaydım ne kadar iyi
ederdim. Belki Catina beni
cezalandırmak için annemi ça ırırdı, ben
de onu görürdüm sonunda.
Ama onu, birkaç gün sonra
gördüm ya da gördü ümü sandım. Kendi
kendimi aldattı ımı hemen
anlayabilirdim, çünkü annemin
görüntüsü, belle imde canlandı ı haliyle
yata ımın ba ucunda duran resmine
fazla benziyordu. Ama unu
açıklamalıyım ki annemin görüntüsü
tıpkı gerçek bir insanmı gibi davrandı.
Güne , güne içindeydi her yan,
gözler kama tıran bir ı ık her yanı
sarmı tı! O gençli im sandı ım eyden
öylesi bir parıltı saçılıyordu ki, sahici
oldu undan ku kulanmak güçtü. kindi
saatlerinde oturma odasındaymı ız.
Babam eve dönmü , sedirin üzerinde
annemin yanında oturuyormu , annem
de önündeki masanın üzerine saçılmı bir
takım çama ırlara sabit mürekkeple
harfler yazıyormu . Ben elimde bilyalarla
masanın altındaymı ım. Anneme gittikçe
yakla tım, yakla tım, herhalde gelip
benimle oynasın istiyordum. Birden
annemle babamın ortasında aya a
kalkacak oldum, masadan sarkan
çama ırlara tutundum ve kıyamet koptu.
Mürekkep hokkası tepeme indi, suratım,
giysilerim, annemin etekli i berbat oldu,
babamın pantalonu da hafifçe lekelendi.
Babam bana bir tekme indirmek için
baca ını kaldırdı...
Ama uzak yolculu umdan tam
zamanında geri döndüm, i te yeti kin,
hatta ihtiyarım, güvendeyim. lkin
babamın bana verece i cezadan
korkmu tum, hemen ardından annemin
beni —hiç ku kum yok— savunu unu
göremedi ime üzüldüm. Ama her
zamankinden çok mekâna benzeyen bir
zamanın içinde kaçı maya ba layan o
görüntüleri durdurmanın yolu var mı?
En azından o görüntülerin sahicili ine
inandı ım sürece böyle dü ünüyordum.
imdiyse (ne yazık ki) bu inancımı
yitirdim: görüntüler kaçı mıyordu,
gözlerimin önünden bir sis perdesi
kalkıyor, bakı larım yeniden gerçek
mekâna, hayaletlerden bo almı bir
bo lu a dalıp gidiyordu.
Bir de ba ka bir gün gördü üm
hayalleri anlatayım, doktor onları
öylesine önemsedi ki, artık iyile mi
oldu umu bildirdi.
Kendimi koyverdi im yarı uykuda
karabasan kıpırtısızlı ında bir dü
gördüm. Kendimi görüyordum, yeniden
çocuk olmu um, tek amacım da o
çocu un nasıl gördü ünü görmekmi .
Çocuk, minimini bedenini tatlı tatlı saran
bir keyif içinde dilsiz yatıyordu. Öteden
beri diledi i eye imdi kavu mu gibiydi.
Oracıkta, öyle, bir ba ına bırakılmı tı,
ama —dü lerde görüldü ü ve algılandı ı
gibi— uzak eyleri algılıyordu. Villamızın
bir odasında yatıyorken damın üzerinde
bir kafes görüyordu, yerine sa lamca
oturmu bir kafesti, ne penceresi vardı
ne kapısı, ama tertemiz, mis kokulu bir
hava ile doluydu (çocuk bütün bunları
nasıl görüyordu, orasını Tanrı bilir!). Hem
sonra çocuk, o kafese yalnız kendisinin
ula abilece ini biliyordu, hatta gitmesi
bile gerekmiyordu, belki de kafes
kendisine gelecekti. Ve o kafeste bir tek
e ya vardı, bir koltuk, koltukta dolgun
vücutlu, son derece zarif, siyahlar giymi ,
sarı ın, kocaman mavi gözlü bir kadın
oturuyordu, elleri bembeyazdı, minimini
ayaklarında, eteklerinin altından hafif bir
mırıltı saçan ufacık rugan ayakkabıları
vardı. Kadın siyah giysileri ve rugan
ayakkabıları ile tek bir parçaymı gibiydi.
Ve çocuk bu kadının, kendisine ait
oldu unu dü lüyordu, ama en garip bir
biçimde: tepeden tırna a ufacık
parçalarını koparıp yiyebiliyordu.
imdi, dü ünüyorum da,
yazdıklarımı pek dikkatle okudu unu
söyleyen doktorun, Carla’ya ula madan
önceki dü ümü anımsamayı ına
a ıyorum. Bana kalırsa, bunlardan biri
ötekinin daha çocuksu biçiminden ba ka
bir ey de ildi.
Gelgelelim doktor hepsini özenle
kayda geçirdikten sonra yüzüme bön bön
baktı:
— Anneniz sarı ın, dolgun vücutlu
muydu? diye sordu.
«Evet» dedim, do rusu bu soruya
a mı tım «Büyükannem de öyleydi.» Ama
doktora bakarsanız iyile mi tim, hem de
hepten iyile mi tim. Sevincini payla mayı
bir görev bildim, gelecekteki ö ütlerine
uymaya hazırlandım. Artık incelemeler,
ara tırmalar, dü üncelere dalıp gitmeler
sona ermi ti, sıfırdan ba layarak yeniden
e itilmem gerekiyordu.
O günden sonra seanslar gerçek
bir i kence oldu çıktı, vazgeçmedimse tek
nedeni, yapım gere i, hareket ederken
durmanın, dururken harekete geçmenin
bana her zaman güç gelmesidir. Kimi
kez, artık pek aykırı kaçan bir ey
söyledi inde itiraza yeltendim. Örne in
öyle onun sandı ı gibi, her sözümün, her
dü ünü ümün bir suçlunun sözü ya da
davranı ı oldu unu sanmıyordum. Bu
denli alttan alan bir itirazımı bile
duyunca gözlerini falta ı gibi açıyordu. Ne
demek! yile mi tim ve farkına varmak
istemiyordum demek! nanılmaz bir
körlüktü bu: babamın elinden karısını —
annemi, yani!— almayı istemi oldu umu
ö renmi tim de kendimi iyile mi
duymuyor muydum yani? Duyulmadık
bir inatçılıktı benimki. Ama doktor,
aslında, yeni ba tan e itildi imde
iyile ece imi kabul ediyordu, çünkü o
zaman bütün bu illetleri (babamı
öldürmek, annemi öpmek dile ini) hiç de
pi manlık gerektirmeyen, son derece
masum, en iyi ailelerde bile görülen eyler
sayacakmı ım. Zaten ne zararım varmı
ki? Günün birinde, doktorum bana dedi
ki, artık ate i yükselmeden ya amaya
henüz alı mamı , yava yava iyile en bir
hastaya benziyormu um. yi ya: ben de
alı ayım diye beklerdim.
Yine de henüz tümüyle avucunun
içinde olmadı ımı farkediyordu, beni bir
yandan yeni ba tan e itirken, arasıra da
tedaviye gerisin geri dönüyordu. Beni
yine dü lere sürüklemeye çabalıyordu:
gelgelelim bir tek gerçek dü daha
görmedim. Beklemekten sıkılınca da
tuttum bir dü uydurdum. Böyle bir
numaranın ne güç i oldu unu bilsem
yapmazdım. Öyle yarı uyku halindeymi
gibi kekelemek, terler dökmek, beti benzi
attırmak, kendini ele vermemek, hatta
kendini sıkmaktan mosmor kesilip, yine
de kızarmamak kolay ey de ilmi .
Uydurma dü ümde kafesteki kadın
yine ortaya çıkmı tı. Kafesin bir deli i
varmı da, ben isteyince kadın bana bir
aya ını uzatıyormu , emeyim, yiyeyim
diye. «Sol aya ını, sol aya ını!» diye
mırıldandım, görüntüye, onu daha önceki
dü lere benzetecek bir ayrıntı eklemi
oldum.
Doktorun bana ille de yapı tırmak
istedi i hastalı ı pek güzel anlamı
oldu umu kanıtlıyordum böylece.
Oedipus da çocuklu unda böyle
yaparmı : annesinin sol aya ını emer,
sa ını babasına bırakırmı . Doktoru
aldatayım derken (bunda hiçbir çeli ki
yok) kendi kendimi de aldattım, i i o
aya ın tadını duyana dek vardırdım. Az
kalsın kusacaktım.
Yalnız doktor de il, ben de
istiyordum gençli in o sevgili
hayaletlerinin ziyaretime gelmelerini:
gerçek olup olmamalarını
umursanıyordum, benim uydurmam
olmasınlar, yeterdi. Baktım doktorun
yanında gelmiyorlar, ondan uzakta
ça ırmaya ba ladım onları. Gerçi yalnız
ba ımayken gördüklerimi unutma
tehlikesi vardı, ama benim amacım
iyile mek de ildi artık! Amacım aralık
ayındaki Mayıs gülleriydi, madem daha
önce bulmu tum onları, neden yeniden
bulmayaydım?
Yalnızken de hayli sıkıldım
do rusu, sonra görüntülerin yerine ba ka
bir ey bulup oyalandım: önemli bir
bilimsel ke ifte bulundu umu. Fizyolojik
renkler kuramını tamamlamanın bana
dü tü ünü sandım. Benden önce bu
yoldan geçmi bazı kimseler, yani Goethe
ile Schopenhauer birbirinin bütünleyicisi
olan renkleri kullanarak neler elde
edilebilece ini hiç akıllarından
geçememi lerdi ku kusuz.
Daha önce bir eyi belirtmeliyim:
zamanımın ço unu pencerenin önündeki
sedire uzanarak geçiriyordum,
pencereden denizin ve ufkun bir parçası
görünüyordu. Bir ak am gün batarken,
saçak saçak bulutlarla sarılı bir ufukta
gökyüzünde berrak bir erit gördüm,
tertemiz, çok tatlı, inanılmaz güzellikte
bir ye il renkteydi. Gökyüzünde
bulutların saçaklarında kırmızılar da
vardı, ama güne in beyaz ı ınlarını alan,
soluk bir kırmızıydı. Bir süre sonra
kama an gözlerimi kapadım ve o zaman
anladım ki tüm dikkatim ve sevgim o ye il
üzerinde toplanmı tı, çünkü retinamın
üzerinde onun bütünleyici rengi olu tu,
gökyüzündeki ı ıklı, ama soluk kırmızı ile
hiç ili kisi olmayan, cayır cayır yanan bir
kırmızıydı bu. Kendi üretti im o renge
baktım, gözlerimle ok adım. Ama asıl,
gözlerimi açıp da o alev alev kırmızının
tüm gökyüzünü kapladı ını, hatta
zümrüt ye ilini bile örttü ünü görünce
a akaldım, eski ye ilimi uzun süre
bulamadım. Demek do ayı boyamanın
yolunu bulmu tum! Bu deneyimi birkaç
kez yineledim. in güzeli o
renklendirmemin hareketli bir yanı da
vardı. Gözlerimi yeniden açtı ımda
gökyüzü retinamdaki rengi hemen
üstlenmiyordu. Bir anlık bir duraksama
oluyordu, o bir an içinde kendisini
yokedecek olan o kırmızı do anın zümrüt
ye ilini seçebiliyordum hâlâ. Derken
beklenmedik bir biçimde dipten
do uyordu kırmızı, korkunç bir yangın
gibi yayılıveriyordu.
Gözlemimizin yerinde oldu una
güven gelince doktora ilettim, o sıkıntılı
seanslarımızı canlandırırım diye
ummu tum. Doktor retinamın nikotinden
ötürü özel bir duyarlık kazanmı
oldu unu söyleyerek ba ından attı. Az
kalsın a zımdan kaçacaktı, diyecektim ki,
öyleyse gençli imdeki olayların yeniden
ya anılmasıdır sandı ımız o görüntüler de
pekâlâ aynı zehirin etkisinden
kaynaklanmı olabilirlerdi. Ama a zımdan
kaçırsaydım iyile memi oldu umu
kanıtlardım, doktor da o tedaviye tâ
ba ından ba lardı.
Gelgelelim benim gerçekten
zehirlenmi oldu uma da inanmıyordu.
Beni, sigara hastalı ı dedi i illetten
kurtarmak için ba vurdu u yeniden
e itme yöntemi de bunun bir kanıtı.
Tütünün hiçbir zararı yoktur, diyordu,
daha do rusu, zararsızlı ına bir
inanırsam, zararı kalmazmı . imdi, ana-
babamla ili kilerim gün ı ı ına çıkarılmı ,
yeti kin olarak yargıma sunulmu ya,
sigara alı kanlı ına babamdan a a ı
kalmamak için tutuldu umu
anlayabilirmi im; bir de gizli ahlaksal
içgüdüm varmı , babamla rekabete
giri ti imden ötürü cezalandırılmam
gerekti inden, tütüne bir zehirli etki
yakı tırıyormu um.
O gün doktorun evinden baca gibi
sigara tüttürerek çıktım. Bir denemeydi,
seve seve giri mi tim. Sabahtan ak ama
de in sigaranın birini söndürdüm, birini
yaktım. Ondan sonra da bütün gece
uyku tutmadı. Müzmin bron itim
tazelenmi ti, hiç götürür yanı yoktu.
Ertesi gün doktora bol bol sigara
içti imi ve artık hiç umursamadı ımı
anlattım. Gülümseyerek baktı, gururdan
gö sümün kabardı ını görür gibi oldum.
Hiç istifini bozmadan, kaldı ı noktadan
beni «yeniden-e itmeye» ba ladı! Aya ını
bastı ı her toprak parçasından çiçekler
fı kıraca ını bilmenin güveni ile
ilerliyordu.
Yeniden-e itimden, belle imde pek
az ey kalmı . Boyun e mekle yetiniyor,
doktor odadan çıktı ında sudan çıkmı
bir köpek gibi silkiniyordum. Köpek gibi,
ıslak de il, nemli kalıyordum.
Ama e itmenimin, doktor
Coprosich’in, beni o kadar öfkelendirmi
olan sözlerini onayladı ını kızgınlıkla
anımsıyorum. Yani babamın ölürken
attı ı tokadı da mı hakediyordum? Bunu
söyleyecek cesareti de gösterdi mi,
bilmem. Ama babamın yerine koydu um
ihtiyar Malfenti’den nefret etti ime hiç
ku kusu yoktu. Genellikle insan sevgisiz
ya ayamaz sanılır; ona kalırsa, ben
nefretsiz ya ayamıyormu um, birinden
nefret etmeyince dengem bozuluyormu .
Malfenti’nin kızlarından birini (hangisi
oldu u aslında pek umurumda da
de ilmi ) aldıysam, bunun tek nedeni
babasını, nefretimin menzilinde
tutmakmı . Sonra da evini rezil etmek
için elimden geleni ardıma koymamı ım.
Karımı aldatmı ım, elimden gelse Ada’yı
da, Alberta’yı da ba tan çıkarırmı ım. Bu
zevzekliklere güldüm geçtim. Gelgelelim
doktor Amerika’yı ke fetmi Kristof
Kolomb edasıyla konu uyordu. ki enfes
kadınla yatmak istedi imi duyunca kendi
kendisine «Bakalım bu adam bu
hatunlarla yatmayı neden istiyor acaba?»
diye soracak ondan ba ka kimse
dü ünemiyorum yeryüzünde.
Guido ile ili kilerim konusunda
söyledikleri ise yenir yutulur cinsten
de ildi. Benim anlattıklarımdan,
ili kimizin ba langıcında ona duydu um
antipatiyi ö renmi ti. Efendim, me er o
çekemezlik öyle sürüp gitmi mi , Ada
onun cenazesine katılmayı ımı
çekemezli imin son kanıtı olarak
görmekte yerden gö e haklıymı . O sırada
Ada’nın servetini kurtarmak gibi sevgi
dolu bir u ra a daldı ımı unutmu tu, ben
de hatırlatmak zahmetine hiç girmedim.
Galiba doktor Guido hakkında
birtakım ara tırmalar da yapmı tı. Ada,
onu seçti ine göre, benim anlattı ım
insan olmaması gerekirmi . Psikanaliz
yaptı ımız yere çok yakın, muazzam
büyüklükte bir kereste deposunun bir
zamanlar Guido Speier ve Ortakları
irketine ait oldu unu ke fetmi mi . Ben
neden söz etmemi im peki ondan?
Canım, e er söz etseydim,
anlatmam büsbütün güçle irdi, zaten
yeterince zahmet çekiyorum. Konuya hiç
de inmeyi im bir tek eyi kanıtlar:
talyanca olarak yaptı ım bir itiraf, ne
tamam ne içten olamazdı. Bir kereste
deposunda binbir çe it a aç vardır, biz,
Trieste’de bunları Lehçeden,
Hırvatçadan, Almancadan, hatta kimi
kez Fransızcadan alınma (örne in zapin
13
dedi imiz ey sapin’den gelmedir, ama
anlamı biraz de i iktir) yabanıl adlar
veririz. imdi kalkıp da, do ru dürüst bir
sözlü ü nereden bulaydım ben? Bu
ya ımdan sonra bir Toskana’lı kereste
tüccarının yanına memur giremezdim ya!
Zaten Guido Speier ve Ortakları
irketinin kereste deposundan zarardan
ba ka bir ey çıkmadı ki. Hiçbir olaya
sahne olmamı tı, yalnız bir kez hırsız
girmi ti. O zaman kerestelerimiz kalkıp
yürüyüverdiler, herhalde ispritizma
seansları için masa yapımında
kullanılmaya pek elveri liydiler.
Guido’ya olan duygularımı,
karımdan, Carmen’den, ya da herkesin
tanıdı ı büyük bir tüccar olan
Luciano’dan soru turmasını söyledim
doktora. Bildi im kadarıyla, hiçbiriyle
konu maya yana madı, sanırım
suçlamalarıyla olu turdu u i reti yapının
yeni tanıklıklarla yıkılıp gitmesinden
ürküyordu. Kimbilir, yüre inde bana
kar ı böylesi bir nefret nasıl uyanmı tı.
Tanrı bilir, o isterik herif kendisi de bir
zamanlar annesine sahip olmayı istemi
de olamamı tır. yi de, acısını neden
benden çıkarmaya kalkı ıyor, o i te benim
suçum yok ki! Gün geldi, parasını
cebimden ödedi im bir doktorla öyle
dala maktan yoruldu umu farkettim. O
dü ler hiç iyi gelmiyordu, hem sonra,
diledi im anda sigaraya sarılma
özgürlü ü beni hepten peri an etti.
Derken aklıma parlak bir dü ünce geldi:
doktor Paoli’ye gittim.
Kendisini uzun yıllardır
görmemi tim. Saçları biraz a armı tı,
ama hâlâ çakı gibiydi. Bakı ları, hâlâ her
eye öyle ok ar gibi takılıyordu. O halinin
nedenini de ke fettim bu kez: güzel olsun,
çirkin olsun, bir eye bakarken
ba kalarının ok amaktan duydu u zevki
duyuyor olmalı.
Psikanalizi sürdürsem mi daha iyi
olur, bıraksam mı, diye sormak niyetiyle
gitmi tim. Ama insanı so uk so uk süzen
o gözlerin kar ısında buna cesaret
edemedim. Bu ya ımda böylesi bir
arlatanlı a kendimi alet ettirdi imi
anlatsam gülünç olacaktım. Çenemi
tutmak zorunda kaldı ıma da canım
sıkıldı do rusu, çünkü e er Paoli,
psikanalizi yasaklasaydı durumum çok
basitle ecekti, ama o kocaman gözleriyle
beni ok adı ını uzun süre duymak da
büsbütün sıkıcı olacaktı.
Uykusuzluklarımı, müzmin
bron itimi, yanaklarımdan bir türlü
geçmeyen sivilceleri, bacaklarımdaki
iddetti a rıları, garip unutkanlıklarımı
anlattım.
Paoli gözümün önünde idrar
tahlilimi yaptı. Karı ım siyaha boyandı,
doktorun yüzü asıldı. te sonunda
gerçek bir çözümleme, ruhbilimsel
çözümleme de il yani. Uzaklarda kalmı
kimyagerlik hevesimi, gerçek
çözümlemelerle dolu geçmi imi sevinerek,
co kuyla andım: ben, bir deney tüpü, bir
de ayıraç! Çözümlenen ey uykudadır,
ayıraç gelip onu sarsarak uyandırır.
Tüpte hiçbir direnç yoktur, ya da en ufak
ısı yükselmesine kar ı koyamaz: numara
yapmak olanaksızdır. Doktor S.’nin gönlü
ho olsun diye çocuklu um üstüne
Sofokles’in tanısını do rulayacak
ayrıntılar uyduruyordum. Deney tüpünde
bu tür i lere yer yoktur. Gerçekten ba ka
eye yer yoktur. Çözümlenecek ey deney
tüpünde kıstırılmı , hep öyle kendi
kendine e it, ayıracı bekler, ayıraç gelince
de hep aynı yanıtı verir. Psikanalizde ise
aynı imgeler, aynı sözcükler hiç
yinelenmiyor. Ruhbilimsel sözcü ü de
yerinde de il, ba ka bir ad gerekli:
«ruhbilimsel serüven» demek daha
yakı ıyor. Bu ad çok yerinde: bir seansın
sonuna vardı ınız mı, kendinizi bir
ormana dalmı gibi duyuyorsunuz,
kar ınıza bir dost mu çıkacak, yoksa bir
haydut mu belli de il. in güzeli serüven
sona erdi inde de bilmiyorsunuz bunu.
Bu bakımdan psikanaliz ispritizmaya
benziyor.
Doktor Paoli idrarda eker
bulundu unu sanmıyordu. Sıvıyı
polarizasyonla çözümledikten sonra beni
ertesi gün görmek istedi.
Ben ise ekerimi yüklenip an ve
erefle çekip gittim. Az kalsın doktor S.’ye
gidip o hastalı ın nedenlerini ruhumda
nasıl çözümleyece ini, nasıl
iyile tirece ini soracaktım. Ama o
heriften gına gelmi ti, alay etmek için bile
görmek istemiyordum yüzünü.
Diyabetin bana pek tatlı geldi ini
hemen açıklamalıyım. Augusta’ya
söyledim, anında gözlerine ya lar doldu:
— Ömrün boyunca o kadar çok
hastalık lâfı ettin ki, sonunda birine
yakalanmasan olmayacaktı! dedi,
ardından beni avutmaya çabaladı.
Hastalı ımı pek sevmi tim. Zavallı
Copler’i anımsadım, hani gerçek hastalı ı
hastalık kuruntusuna ye liyordu. Artık
ona hak veriyordum. Öylesine yalın bir
eydi gerçek hastalık: kendini onun eline
bırakmak yeterdi. Gerçekten de bir tıp
kitabında hastalı ımın özelliklerini
okuyunca, çe itli a amalarında bir tür
ya am programı —ölüm de il, ya am—
ke fettim. Elveda kesin kararlar, elveda
planlar, izlenceler! Sonunda bana
yapacak i kalmamı tı, ben i e
karı madan da her ey kendi akı ını
izleyecekti.
Bu arada hastalı ımın her zaman,
ya da hemen her zaman pek tatlı
oldu unu da ke fettim. Hasta bol bol yer
içermi , hıyarcık çıkmasını önleyebilirse
öyle büyük acılar da çekmezmi , en
sonunda tadına doyulmaz bir komaya
girip ölürmü .
Çok geçmeden doktor Paoli telefon
etti. eker izine rastlamadı ını bildirdi.
Ertesi gün muayenehanesine gittim,
verdi i perhize ancak birkaç gün uydum,
çetrefil bir elyazısı ile bir reçeteye ne
idü ü belirsiz bir urubun adını
karalamı tı, onu tam bir ay kullandım.
— Diyabet korkuttu mu sizi, ha?
diye sordu gülümseyerek.
Yoo, dedim, diyabet beni bırakıp
gideli kendimi çok yalnız duydu umu
söylemedim. nanmazdı ki.
O sıralarda elime doktor Beard’ın
nevrasteni üzerine ünlü yapıtı geçti.
Ö üdüne uydum, reçetelerini okunaklı
bir yazı ile kopya edip her sekiz günde bir
ilaç de i tirdim. Tedavi birkaç ay iyi gibi
geldi. Copler bile ömründe benim o
zamanlar aldı ım kadar bol ilaç alarak
kendini avutmamı tı. Sonra o inancım da
geçti, ama ben bu arada psikanalize
dönü ümü günden güne ertelemi tim.
Günün birinde doktor S’ye
rastladım. Tedaviyi bırakmaya mı karar
verdim, diye sordu. Ama çok nazik
davrandı, beni avucunun içinde tuttu u
zamanlardakinden çok daha nazik,
ku kusuz beni yeniden eline dü ürmeyi
diliyordu. vedi i lerim, beni u ra tıran,
kaygılandıran aile sorunlarım var, dedim,
biraz toparlanır toparlanmaz dönecektim
kendisine. El yazısı ile tuttu um notları
geri vermesini isteyecektim ama cesaret
edemedim; bu artık tedavisinden
bıktı ımı açı a vurmak anlamına gelirdi.
Bu tür bir giri imi ba ka bir zamana,
artık tedaviyi aklımdan çıkarmı
oldu umu farkedip, boyun e ece i
zamana bıraktım.
Ayrılmadan önce beni yeniden
avucunun içine almayı umdu unu belli
eden birkaç söz söyledi:
— Kendi ruhunuzu inceleyecek
olursanız de i ti inizi göreceksiniz. Pek
uzun sayılmayacak bir zaman süresi
içinde sizi nasıl sa lı a yakla tırdı ımı
farkedecek olursanız bana dönersiniz.
Ama do rusu beni incelemek
amacıyla giri ti i tüm çabaların tek
sonucu ruhuma yeni yeni hastalıklar
salması oldu sanıyorum.
Bugün, onun tedavisinden
iyile meye çabalıyorum. Dü lerden de,
anılardan da kaçmıyorum. Onların
yüzünden bu zavallı kafam öylesine
de i ti ki, boynumun üzerinde güvenle
duramaz oldu. Korkunç dalgınlıklar
yapıyorum. Birisiyle konu uyorum, bir
yandan bir ey söylerken, bir yandan az
önce söyledi im ya da yalnızca
dü ündü üm ve unuttu um bir ba ka
eyi anımsamaya çalı ıyorum.
Dü ündü üm bir eyse gözümde pek
büyük bir önem alıyor. Biraz zavallı
babacı ım gibi, hani ölmeden önce o da
bo yere dü üncelerini toparlamaya
çalı ıyordu ya.
Tımarhaneye dü mek
istemiyorsam bu oyuncaklardan
vazgeçmem gerek.


15 mayıs 1915

Lucinico’daki yazlık evimizde iki
gün tatil yaptık. O lum Alfio geçirdi i
gripten sonra toparlanmak için birkaç
hafta burada kalacak. Biz de Pentecoste
yortusuna dönece iz.
Sonunda eski tatlı alı kanlıklarıma
kavu abildim ve sigarayı bırakmayı
ba ardım. O doktor olacak ap alın bana
arma an etmeye kalkı tı ı özgürlükten
yakayı kurtaralı beri çok daha iyiyim.
imdi ayın ortasındayız ya, takvimimizin
derli toplu, kararlı bir ya antıya çıkardı ı
engelleri görünce a akaldım. Ayların
hiçbiri ötekine e it de il. nsan
kararlarını daha iyi vurgulayabilmek için
sigara alı kanlı ını ba ka bir eyle,
örne in bir ayla birlikte bitirmek istiyor.
Ama Temmuz-A ustos ile Aralık-Ocak
dı ında gün sayıları e olarak birbirini
izleyen iki ay yok. Ne düzensizlik bu
zaman düzenimizde!
Geldi imizin ertesi günü, ö leden
sonra, kafamı toparlayabilmek için ba ımı
alıp Isonzo nehrinin kıyısına gittim.
Kafayı toparlayabilmenin en iyi yolu akar
suya bakmaktır. Siz kımıldamadan
durursunuz, sular akar gider, her an
yenilenen renkleri ba lı ba ına bir
yolculukmu gibi avutur sizi.
Garip bir gündü. Yukarılarda
güçlü bir rüzgâr esiyor olmalıydı, çünkü
bulutlar durmadan biçim de i tiriyordu,
ama a a ılarda hava durgundu, Güne ,
arasıra ko a ko a giden bulutların
arasından bir delik bulup sıcacık
ı ınlarını tepelere ya da doruklara
bo altıveriyor, her yanı kaplayan
gölgelerin ortasında mayısın tatlı ye ilini
canlandırıyordu. Hava ılıktı, bulutların
öyle kaçı malarında ilkbaharı
dü ündüren bir eyler vardı. Hiç ku kum
yoktu: hava yeniden sa lı ına
kavu maktaydı!
Gerçekten de kafamı
toparlayabildim bir ba ıma kalınca. Pinti
ya amın kırk yılda bir ba ı ladı ı ender
anlardan biriydi: insanın kendi kendisini
kurban saymaktan vazgeçti i o gerçek, o
büyük nesnellik anlarından biri. Güne
serpintilerinin pırıldattı ı o doyum olmaz
ye ilin ortasında ya amıma
gülümseyebildim, hatta hastalı ıma da.
Kadınlar ömrümde büyük bir önem
almı lardı her zaman. Ayacıkları, beli,
a zı, derken günlerim doluvermi ti.
Ya antıma ve hastalı ıma ku bakı ı
bakınca, sevdim, anladım ikisini de!
Benim ya amım u sa lıklı
denilenlerinkinden daha ne kadar güzel
geçmi ti, u belli bazı anlar dı ında
karılarını her gün dövenlerin ya da
dövmek isteyenlerinkinden. Benim
ya amım ise sevgi dolu geçmi ti. Karımı
dü ünmedi im zamanlar, ba ka kadınları
dü ündü ümü ba ı latmak için aslında
daha da fazla dü ünmü tüm onu.
Kimileri dü kırıklı ına u rayarak
karılarını bırakıyorlar, ya amdan
umutlarını kesiyorlardı. Bense isteksizlik
nedir bilmedim, batan her gemimin
ardından yeniden do du avuntum, daha
uyumlu bedenler, daha kusursuz sözler,
davranı lar dü ledim.
O anda bir ey geldi aklıma: doktor
S. olacak o keskin gözlemciye
yutturdu um yalanların arasında, bir de,
Ada gittikten sonra karımı bir daha
aldatmadı ım vardı. Bu yalanın üstüne
de kendince kuramlar döktürdü. Ama
oracıkta, o nehrin kıyısında birdenbire
bir korku dü tü içime; birkaç gündür,
belki de tedaviyi bırakalı beri ba ka
kadınlarla birlikte olmaya çalı mamı tım.
Eyvahlar olsun, yoksa doktor S.’nin iddia
etti i gibi iyile mi miydim? Artık kocadım
ya, kadınlar epeydir yüzüme bakmıyorlar.
imdi, ben de onlara bakmaktan
vazgeçersem, aramızda her türlü ili ki
koptu gitti demektir.
Böyle bir ku ku, yüre ime
Trieste’de dü seydi, çözümlemenin
yolunu bilirdim. Burada ise baya ı sorun
yaratıyordu.
Birkaç gün önce elime Da Ponte
adında, Casanova’nın ça da ı bir
çapkının anıları geçmi ti. Hiç ku kusuz o
da Lucinico’da bulunmu olmalıydı,
anlattı ı, o bedenleri kat kat geni etekler
altında gizli, yüzleri pudralı kadınlara
rastlamayı dü lüyordum. Aman Tanrım!
O kadınlar bütün o kat kat çulların
altında korunan bedenlerini nasıl o kadar
da kolaylıkla, o kadar sık ba kalarına
verebilirlermi acaba?
O kat kat kabarık etekliklerin
anısı, tedaviye inat, kanımı
kaynatıyormu gibi geldi. Yine de oldukça
zorlama bir istekti, içime su serpmeye
yetmedi.
Aradı ım deneyim fırsatı biraz
sonra ortaya çıktı ve rahat bir soluk
almama yetti, ama biraz pahalıya patladı.
Ya amımda elime geçmi olan en temiz
ili kiyi yozla tırdım, berbat ettim.
Teresina’ya rastladım, bizim
villanın yakınındaki çiftçinin büyük
kızıydı. Adam iki yıl önce dul kalmı tı,
sürü sepet çocuklarına, Teresina analık
ediyordu, sabah kalkar kalkmaz i e
koyulan, ancak yeniden i e koyulmadan
önce dinlenmek için yattı ı zaman
çalı mayı bırakan gürbüz bir kızca ızdı. O
gün genellikle küçük karde lerinden
birinin gördü ü bir i i yüklenmi ti, e e i
güdüyordu; taze otlarla yüklü ufak bir
arabanın yanında yürüyordu, çünkü
hayvanca ızın bayır yukarı bir de kızın
yükünü ta ıyacak hali yoktu.
Daha bir yıl önce, Teresina, küçük
bir çocuktu gözümde gülümseyerek
babacan bir sevecenlik göstermi tim. Bu
yıl biraz büyümü tü, yüzü ciddile mi ti.
Daracık omuzları geni lemi , gö sü
tomurcuklanmı tı. Ama körpecik
bedeninin böyle serpilmesine kar ın,
hiçbir çekicili i olmayan kız çocu uydu
hâlâ benim gözümde, insanüstü
didinmesinden, küçük karde lerine
yöneltti i analık içgüdüsünden ba ka
sevilecek yanı yoktu. E er o lanet tedavi
olmasaydı, hastalı ımın durumunu
hemen saptamak gerekmeseydi,
Lucinico’dan böyle masum bir yavruyu
tedirgin etmeden çekip gidebilirdim.
Teresina, kat kat kabarık etekler
giymemi ti, tombalak, güleç yüzü pudra
nedir bilmiyordu. Ayakları çıplaktı,
baldırları da çıplak görünüyordu. Yüzü,
kolları, bacakları hep aynı renkti; hiç
çekinmeden sakınmadan açık havada
kala kala güne ten yanmı lardı. Öylesine
kılım kıpırdamadı ki, ürktüm. Ne yani,
tedaviden sonra, ille de kat kat kabarık
etekler mi gerekecekti yoksa?
lkin e e i ok amaya ba ladım.
Sonra Teresina’ya döndüm, eline on
kuron sıkı tırdım. lk tuza ımı
kurmu tum! Bir yıl önce ona da,
karde lerine de, babaca sevgi gösterim
birkaç kuru u geçmemi ti. Ama bu
babaca sevgi, bildi iniz gibi, bamba ka bir
eydir. Bu cömert arma anım Teresina’yı
pek a ırttı. De erli kâ ıt parçasını
saklamak için etekli ini özenle kaldırdı,
bilmem neredeki gizli cebini ara tırdı.
Böylece baca ının bir parçasını daha
gördüm, o da yine öyle güne ten yanmı
ve masumdu.
Yine e e e döndüm, tepesine bir
öpücük kondurdum. Bu sevecenli imden
pek etkilendi. Burnunu uzattı, avaz avaz
bir sevgi çı lı ı kopardı, saygıyla durup
dinledim. Perde perde yükselen,
yinelenen, umutsuz bir hıçkırıkla son
bulan o çı lık nasıl da uzaklara gider,
nasıl da anlamlıdır! Ama bu kadar
yalandan duyunca kulak zarımı sızlattı.
Teresina gülüyordu, gülü ünden
cesaret buldum. Bir daha yanına
yakla tım, kolundan yakaladım, sonra
kendi duyularımı kollayarak elimi yava
yava çelimsiz omuzlarına do ru
kaydırdım. Tanrıya ükürler olsun, henüz
iyile memi tim! Tedaviyi tam zamanında
kesmi im demek.
Ama Teresina e e e bir sopa
indirip yürüttü, kendi de yanımdan
ayrılıp pe isıra se irtti.
Köylü kızı beni istememi ti, ama
hiç bozulmamı tım, keyifle gülerek
sordum:
— Yavuklun var mı? Olsa iyi olur.
Yoksa pek yazık! Hep öyle benden
uzakla ırken yanıtladı:
— Yavuklu bulacak olsam sizden
gencini bulurum, merak etmeyin!
Bu, keyfimi kaçırmadı. Teresina’ya
küçük bir ders vermek isterdim.
Boccaccio’da «Bologna’lı Alberto Ustanın,
onu kendisine â ık oldu undan ötürü
utandırmak isteyen bir kadını nasıl
dürüstlükle utandırdı ını» anımsamaya
çalı tım. Aslında Alberto Ustanın
yürüttü ü mantık pek etkili olmamı tı,
çünkü Madonna Malgherida de Ghisolieri
öyle yanıtlamı tı: «Aklı ba ında ve yi it
bir adam oldu unuzdan ötürü, a kınız
benim için de erlidir; i te bu yüzden,
benden yalnız dürüstçe eyler bekledi inizi
bildi imden, sizi ho nut etmeye
çalı aca ım».
Daha parlak bir lâf edeyim dedim:
— Hey, Teresina, sıra ihtiyarlara
ne zaman gelecek? Uzaklardan
duyabilsin diye ba ırmı tım.
O hiç duraklamadan:
— Kendim de kocadı ım zaman!
diye yanıtladı gülerek.
— Ama o zaman da ihtiyarlar seni
istemezler. Sen bana sor! Ben ihtiyarları
iyi tanırım!
Dosdo ru cinsiyetimden
kaynaklanan nüktemden pek
böbürlenerek haykırıyordum.
O anda, gökyüzünün bir
noktasında bulutlar ayrılıp güne
ı ınlarına geçit verdiler, ı ınlardan biri
kırk metre kadar ilerde, on metre kadar
yüksekte bulunan Teresina’yı aydınlattı.
Esmerdi, ufak tefekti, ama pırıl pırıldı!
Güne bana kadar gelmedi! nsan
kocadı mı gölgede kalıyor. Nükteler
savursa da bir yararı olmuyor.


26 Haziran 1915

Sava bana kadar ula tı! Sava
olaylarının öykülerini bir ba ka yüzyıla
aitmi ler gibi dinliyordum, insanı
e lendiren, ama aklı ba ında birini
kaygılandırmayacak eyler gibi. Ve birden
sava ın ortalık yerinde buldum kendimi,
bu arada içine er geç dü ece imi daha
önce farketmemi oldu uma a ıyordum.
Zemin katı cayır cayır yanan bir yapıda
istifimi bozmadan oturmu tum, tüm
binanın, er geç, içinde benimle birlikte
alevlere gömülece ini dü ünmemi tim.
Sava beni aldı, paçavra gibi
silkeledi, bir vuru ta tüm ailemden ve
idare müdürümden etti. Bir günden
öbürüne yepyeni bir adam olup çıktım,
daha do rusu her saatim yeni bir
ya antının ba langıcı oldu. Dünden beri
biraz yatı tım, çünkü bir aylık bir
bekleyi ten sonra ilk kez ailemden haber
aldım. Ben bir daha görü mek umudunu
tümüyle yitirmi ken onlar sa salim
Torino’dalarmı .
Bütün günümü büroda geçirmek
zorundayım. Yapacak hiçbir i im yok,
ama Olivi’ler talyan yurtta ı
olduklarından çekip gitmek zorunda
kaldılar, en iyi memurlarımın hepsi de
urada burada sava talar, bu yüzden,
burada oturup bekçilik etmek dü tü
bana. Ak am olunca deponun kocaman
anahtarlarını yüklenip eve gidiyorum.
Bugün kendimi çok daha sakin
duyuyorum ya, gün boyunca, uzun bir
süreyi daha iyi geçirmemi sa layacak
olan bu el yazması nottan yanımda
büroya getirdim. Gerçekten de
ola anüstü güzellikte bir çeyrek saat
geçirmeme olanak verdiler, bu dünyada
bu tür oyuncaklarla oyalanmama izin
verecek kadar sakin ve sessiz bir dönem
de ya anmı oldu unu ö rendim.
Biri çıksa da, imdi beni ciddi ciddi
eski ya antımın bir saatçi ini olsun
ya ayabilmek için öyle yarı bilinçli bir
durumda dalıp gitmeye ça ırsa, ne ho
olurdu. Yüzüne kar ı gülerdim. nsan
nasıl olur da böylesi bir bugünü bırakır
da hiç önemi olmayan eyleri aramaya
gider? Bana, sanki ancak sa lı ımdan
da, hastalı ımdan da kopmu um gibi
geliyor. Talihsiz kentimizin sokaklarında
dola ıyorum, sava a gitmeyen, hatta her
gün yiyece ini bulabilen ayrıcalıklı bir ki i
oldu umu farkediyorum. Ba kaları ile
kar ıla tırınca kendimi o denli mutlu
buluyorum ki —özellikle bizimkilerden
haber aldı ımdan beri— bir de hiçbir
rahatsızlı ım olmasa Tanrı’nın gücüne
gider, diye dü ünüyorum.
Sava la ilk kar ıla mam, iddetti,
hatta biraz gülünç oldu.
Augusta ile ben, Lucinico’ya
Pentecoste yortusunu çocuklarımızla
birlikte geçirmeye gelmi tik. 23 Mayıs
sabahı erkenden kalktım. Carlsbad tuzu
alacak, kahveden önce öyle bir yürüyü
yapacaktım. Lucinico’daki o günlerde bir
ey farketmi tim: insan, açken yüre i
tüm bedenine büyük bir rahatlık yayıyor
ve ba ka onarımlarla daha etkin biçimde
u ra abiliyor.
Tam da o gün bir hayli açlık
çektim: kuramımı kanıtlamak için
bundan güzel fırsat olamazdı.
Yola çıktı ımda Augusta daha
yataktaydı, bembeyaz ba ını yastıktan
kaldırdı ve kızıma gül bulaca ıma söz
verdi imi anımsattı. Bahçemizin tek gülü
solup gitmi ti, gülsüz kalmı tık. Antonia,
güzel bir kız oldu, Ada’ya benziyor. Bir
süredir onun kar ısındayken sert
e itmenli imi birden unutmaya,
kadınlı a, kendi kızında bile saygı
gösteren bir övalye olmaya ba lamı tım.
Kızım da bu gücünü hemen anlamı , beni
de, Augusta’yı da çok e lendiren bir
havayla, hemen bundan yararlanmanın
yolunu aramı tı. imdi de gül istiyordu.
Gülleri bulmak gerekirdi.
öyle iki saat kadar yürümeye
niyetleniyordum. Güzel bir güne açmı tı,
hiç durmadan eve dönünceye de in
yürümeyi tasarladı ımdan, yanıma
kabanımla apkamı bile almadım.
Bereket güllerin parasını ödemem
gerekti ini dü ündüm de portföyümü de
kabanımla birlikte evde bırakmadım.
lkin, yakındaki çiftli e,
Teresina’nın babasına gittim, gülleri
kessin de dönü te alayım diye rica
edecektim. Yıkık dökük bir duvarla çevrili
avluya girdim, kimsecikler yoktu.
Teresina’ya seslendim. Evden çocukların
en büyü ü çıktı, o zamanlar altı
ya larında olmalıydı. Minimini eline
birkaç kuru sıkı tırdım, bütün ailenin
erkenden Isonzo’nun öteki yakasına,
günü birli ine çalı maya gitti ini anlattı,
bir patates tarlasını i leyeceklermi .
Canım sıkılmadı. O tarlayı
biliyordum, bir saat yürürsem varırdım.
ki saat de yürümeye niyetlendi ime göre
gezintime bir hedef saptamak fena
olmazdı. Böylece birden tembelli im tutup
geri dönmek tehlikesi kalmıyordu.
Tarlaların arasından yürüdüm. Benden
biraz yüksekte, yolun kenarlarını, bir de
urada burada çiçeklenmi a açların
tepelerini görüyordum. Keyfim pek
yerindeydi. Böyle, kollarım sıvalı,
apkasız, kendimi hafif duyuyordum.
Tertemiz havayı içime çekiyor, bu arada
bir süredir edindi im bir alı kanlı a
uyarak bir Alman dostumun ö retti i
Niemeyer’in akci er cimnasti ini
yapıyordum. Hareketsiz bir ya antı
sürenler için çok yararlı bir eydir bu.
Sözkonusu tarlaya varınca, tam
yolun yakınında, topra ı i leyen
Teresina’yı gördüm, az ilerde babası ile iki
erkek karde i vardı. On-ondört ya larında
çocuklardı. Bedensel çaba ya lıları yorar
gerçi, ama biraz da co turur, bu yüzden
kendilerini gençle mi duyarlar. Gülerek
Teresina’ya yakla tım:
— Hâlâ vaktin var, küçük kız. Ama
elini çabuk tut. Kız ne dedi imi anlamadı,
ben de durup açıklamadım.
Ne gere i vardı? Madem
anımsamıyordu, kar ısında eski tavrıma
dönebilirdim. «Deneyimi» bir daha
yinelemi , bu kez kesinlikle olumlu sonuç
almı tım. Ona o birkaç sözü söylerken
yalnız gözlerimle ok amakla kalmamı tım.
Teresina’nın babası ile güller
konusunda anla mamız güç olmadı.
Canım kaç tane isterse kesebilirmi im.
Fiyatta nasıl olsa uyu urmu uz. Hemen
i inin ba ına dönmeye niyetliydi, ben de
dönü yoluna koyuluyordum ki arkamdan
ko tu, bana yeti ince alçak sesle sordu:
— Siz bir eyler duymadınız mı?
Sava patlamı diyorlar.
— Patladı ya! Patlayalı bir yıl oldu
neredeyse! diye yanıtladım.
— Canım o sava ı demiyorum, dedi
sabırsızlıkla. u... eyle sava ... Yakındaki
talyan sınırını gösterdi: —Sizin bir
eyden haberiniz yok mu? Yanıtımı
kaygıyla bekleyerek yüzüme bakıyordu:
— Ben bir ey bilmiyorsam, bilecek
bir ey yok demektir, diye güven verdim
adama. Trieste’den geliyorum, orada son
duydu uma göre sava tehlikesini
kesinlikle atlatmı ız. Roma’da sava
yanlısı kabineyi devirdiler, imdi ba ta
Giolitti var.
Adam hemen yatı tı:
— Demek u imdi gömdü ümüz,
pek de bereketli gibi gözüken bu
patatesleri yiyebilece iz, ha! Millet nasıl
ileri geri konu uyor yahu! Alnından akan
terleri mintanının yeniyle sildi.
Onu sevinir görünce, daha da
sevindireyim dedim. Mutlu insanları
severim çünkü. Bu yüzden, kalkıp öyle
lâflar ettim ki do rusu anımsamak hiç
ho uma gitmiyor. Sava patlayacak bile
olsa orada vuru mazlar dedim. Bir kere
çarpı ılacak onca deniz vardı, hem sonra,
Avrupa’da canı sava isteyene sava alanı
mı yoktu. Flandres vardı, Fransa’nın
birçok bölgeleri vardı. Hem sonra —
bilmiyorum kim söylemi ti— dünyada
artık öyle büyük bir patates açı ı varmı
ki, artık sava alanlarında bile patatesleri
özenle topluyorlarmı . Aklıma ne geldiyse
saydım döktüm, bir yandan da gözüm
hep küre i daldırmadan önce yere
çömelip topra ı yoklayan çelimsiz, ufacık
Teresina’daydı.
Köylünün yüre i iyice rahatlamı tı,
i ine döndü. Ben ise kendi rahatlı ımın
bir bölümünü ona devretmi tim, bana
pek bir ey kalmamı tı. Lucinico’da sınıra
çok yakın oldu umuz açıktı. Augusta ile
konu acaktım. Belki Trieste’ ye dönsek
daha iyi ederdik, belki de daha öteye
geçmeli ya da beri gelmeliydik. Giolitti’nin
iktidara geldi i kesindi ama, oraya
çıkınca yine her eyi orada bir ba kası
oldu u zamanki gibi mi görecekti, bunu
bilmek güçtü.
Yolda Lucinoco’ya do ru ilerleyen
bir manga askere rastlayınca daha da
pirelendim. Askerler pek genç
sayılmazlardı, giyimleri ve donanımları
oldukça kötüydü. Bir yanlarından,
Trieste’de Durlindana dedi imiz, o uzun
süngü sarkıyordu, Avusturya’da 1915
yazında köhne depolardan çıkarmak
zorunda kalmı lardı bunları.
Bir süre pe lerisıra yürüdüm,
tedirgindim, eve çabucak varsam iyi
edecektim. Sonra adamlardan saçılan
le e benzer kokudan rahatsız oldum,
adımlarımı yava lattım. Tedirginli im ve
telâ ım saçmaydı. Bir köylüyü tedirgin
gördüm diye, benim de tedirgin olmam
saçmaydı. Artık villam uzaktan
seçiliyordu, manga da yolun üzerinden
çekilmi ti. Sonunda sütlükahveme
ula abilecektim, adımlarımı sıkla tırdım.
te serüvenim burada ba ladı.
Yolun dönemecinde bir nöbetçi ba ırarak
beni durdurdu: — Zurück! Ate e hazır
duruma bile geçmi ti. Almanca
ba ırdı ına göre Almanca konu ayım,
dedim, ama Almanca o sözcükten
ba kasını bilmiyor, onu da gittikçe daha
tehditli bir hava ile yineliyordu.
Zurück, gitmek gerekiyordu, adam
dedi ini daha iyi anlatabilmek için ate
etmeye kalkar korkusuyla, çabucak geri
çekildim, asker gözden silinince bile
telâ ım geçmedi.
Ama evime ula maktan umudu
kesmi de ildim. Sa ımdaki tepeyi
a arsam nöbetçinin çevresinden
dola aca ımı dü ündüm.
Tırmanmakta güçlük çekmedim,
benden önce geçmi olması gereken bir
alay insan yüksek otları ezmi ti.
Ku kusuz, yoldan geçi yasaklandı ı için
oraya sapmı lardı. Yürürken yeniden
güven kazandım, kar ıla tı ım bu
davranı tan ötürü Lucinico’ya vardı ımda
hemen gidip villanın kâhyasına ikâyet
edece imi dü ündüm. E er yazlıkçılara
böyle davranılmasına izin verecek olursa
Lucinico’ya kimse ayak atmazdı!
Ama tepede kötü bir sürpriz
bekliyordu beni: av hayvanı gibi kokan o
asker mangası her yanı tutmu tu.
Askerlerin birço u uzun zamandır
bildi im, imdi bo altılmı bir köy evinin
gölgesinde dinleniyorlardı; üçü nöbet
bekliyordu, ama benim yakla tı ım
yamaca bakmıyorlardı, birkaç asker de
elinde harita bir takım buyruklar
ya dıran bir subayın kar ısında yarım
daire biçiminde sıralanmı lardı.
Benim selâm vermeye yarayacak
bir apkam bile yoktu. Birkaç kez iki kat
olup, sevimli gülücükler saçarak subaya
yakla tım, beni görünce askerlerine
söylev vermeyi kesti, beni süzmeye
ba ladı. Çevresindeki be tane salak da
tüm dikkatlerini bana ba ı lamı lardı. O
herifler beni öyle süzerken, üstelik de
ini li çıkı lı toprakta son derece güçtü.
Subay ba ırdı:
— Was will der dumme Kerl hier?
(Bu sersem de ne istiyor?)
Haketmek için hiçbir ey
yapmadı ım böyle bir a a ılamaya a tım,
alındı ımı erkekçe, ama durumun gere i
olan ihtiyatı da elden bırakmadan belli
edeyim dedim, yolumu de i tirdim,
Lucinico’ya giden yamaca yöneldim.
Subay avaz avaz ba ırmaya ba ladı, bir
adım daha atacak olursam beni yerime
çiviletirmi . Hemen tüm nezaketimi
topladım ve o gün bugündür de hep öyle
nazik kaldım. Öyle garip bir herifle
konu maya zorlanmak olur i de ildi,
ama bu arada kendisinin Almancayı
rahatça konu abilmesi gibi bir iyi yanı da
yok de ildi. Azımsanacak ey de ildi bu
da, dü ündükçe tatlılıkla konu mak
kolayla ıyordu. Ya bir de o hayvanlı ıyla
Almanca da bilmeseydi! Mahvolmu tum.
Ne yazık ki o dili ben yeterince
bilmiyordum, yoksa o asık suratlı
beyefendinin yüzünü güldürmem daha
kolay olurdu. Kendisine beni Lucinico’da
bekleyen sütlükahvemle aramda
askerlerinin bulundu unu anlattım.
Güldü, vallahi billahi güldü. Hep o
sövüp sayarak kahkahalarla güldü ve
sözümün sonuna kadar sabretmedi.
Lucinico’daki sütlükahvemi ba kalarının
içece ini bildirdi, kahveden ba ka beni
bekleyen bir de karım oldu unu duyunca
da öyle ba ırdı:
— Auch Ihre Frau wird von anderen
gegessen werden. (Öyleyse karınızı da
ba kaları yiyecek.)
Onun keyfi benimkinden âlâydı; o,
be tane salozun kahkahalarıyla
vurgulanan sözleri bana bir a a ılama
gibi geldi. Derken subay ciddile ti, birkaç
gün Lucinico’yu görece imi ummamamı
söyledi. Hatta dostça bir ö üt olarak
daha fazlasını da sormamamı istedi. Bir
tek ey daha sorarsam benim için
tehlikeli olabilirmi .
— Haben Sie verstanden?
(Anladınız mı?)
Anlamasına anlamı tım ya, topu
topu yarım kilometre ötede bekleyen
sütlükahveden umut kesmek kolay
boyun e ilir bir ey de ildi.
Duraksamamın tek nedeni buydu, çünkü
o tepeden bir indim mi, villama o gün
varamayaca ım kesindi. Zaman
kazanmak için uysallıkla sordum:
— yi de, hiç de ilse ceketimle
apkamı almak için Lucinico’ya dönmek
zorundayım, kime ba vurayım?
Subayın haritası ve adamlarıyla
ba ba a kalmakta sabırsızlandı ını
anlamam gerekirdi aslında, ama o kadar
kızaca ını beklemiyordum do rusu.
Bir ba ırı ba ırdı, kulak zarım
patladı sandım, bunu bir daha
sormamam gerekti ini daha önce
söylemi mi . eytan götürsün (wo der
Teufel Sie tragen will) dedi. Birinin gelip
beni götürmesi dü üncesi fena gelmedi,
çünkü çok yorgundum, ama hâlâ
kararsızdım. Subay ba ırdıkça büsbütün
öfkelendi, pek ürkütücü bir havayla
çevresindeki be adamından birini signor
caporale (onba ı efendi) diye ça ırarak
beni tepeden a a ı indirmesini, ben
Gorizia’ya giden yolda gözden
kayboluncaya dek beklemesini, a ırdan
alacak olursam üstüme ate açmasını
buyurdu.
Bütün bunlardan sonra, tepeden
a a ıya, seve seve indi imi söyleyebilirim.
Hatta «Danke schön» bile dedim,
hem de alay etmeden
Onba ı talyancayı enikonu
konu an bir Slavdı. Subayının önünde
hayvanca davranması gerekti ini
dü ündü, önünden gideyim diye
ba ırarak komut verdi:
— Mar ! Ama biraz
uzakla tı ımızda yumu adı, sıcakla tı.
Sava tan haberim var mı, talyanların
bugün yarın sava a girecekleri do ru mu,
diye sordu. Yanıtı beklerken kaygıyla
bakıyordu yüzüme.
Demek sava var mı, yok mu,
onlar da bilmiyorlarmı ! Adamca ızı
elimden geldi ince mutlu etmek istedim,
Teresina’nın babasına yutturdu um
havadisleri ona da verdim. Sonraları
vicdanıma yük oldu bunlar. Kopan deh et
fırtınasında belki de güvence verdi im
tüm o insanlar ölüp gitmi lerdir. Ölümün
ta gibi katıla tırdı ı o yüzlerinde kimbilir
nasıl bir a kınlık okunmu tur. flâh
kabul etmez bir iyimserlikmi benimki.
Acaba subayın sözlerinde, daha do rusu
o sözlerin çınlayı ında sava ı hiç mi
duymamı tım?
Onba ı çok sevindi, kar ılık olsun
diye, o da bundan böyle Lucinico’ya ayak
atmaya kalkı mamamı ö ütledi. Verdi im
haberlere dayanarak, evime dönmemi
engelleyen buyrukların ertesi gün geri
alınaca ını sanıyormu . Ama bu arada,
Trieste’ye, Ptatzfeommando’ya gitsem iyi
edermi im, oradan belki bir özel izin
alabilirmi im.
— Tâ Trieste’ye kadar gideyim ha?
diye sordum korkarak. Trieste’ye kadar
böyle ceketsiz, apkasız ve de
sütlükahvesiz?
Onba ının bildi i kadarıyla, biz
konu tu umuz sırada, bir kalın piyade
kordonu talya’ya geçi i engelleyerek yeni
ve a ılmaz bir sınır yaratıyormu . Bir
üstünlük havasıyla gülümsedi, kendisine
kalırsa Lucinico’ya en kısa yol Trieste’den
geçermi .
Bu kadar çok duyduktan sonra
boyun e dim ve Gorizia’ya do ru
yöneldim, Trieste’ye giden ö le trenine
binmeyi tasarlıyordum. Heyecanlıydım,
ama unu da belirtmem gerekir, kendimi
çok iyi duyuyordum. Az sigara içmi tim,
hiçbir ey yememi tim. Ne zamandır
duymadı ım bir hafiflik içindeydim. Biraz
bacaklarım a rıyordu, ama solu um
öylesine özgür ve derindi ki, Gorizia’ya
kadar dayanabilirdim. Sıkı bir adımla
bacaklarımı ısıttıktan sonra yürümek güç
olmadı. Ve bu bedensel rahatlık içinde,
tempo tutarak, her zamankinden daha
hızlı yürüdü üme sevinerek, yine eski
iyimserli imi buldum. ki yandan da
tehditler ya ıyordu, ama i i sava maya
vardırmazlardı. Böylece Gorizia’ya
ula tı ımda yine bir duraksadım, acaba
otelde bir oda tutup geceyi orada mı
geçirseydim, ertesi gün de Lucinico’ya
döner, villanın kâhyasına ikâyetlerimi
bildirirdim.
lk i olarak, Augusta’ya telefon
etmek için postahaneye ko tum. Ama
villamdan yanıt çıkmadı.
Memur, seyrek sakallı, ufak tefek,
kaskatı bir adamdı, gülünç, inatçı bir hali
vardı —anımsadı ım tek eyi de bu—, çıtı
çıkmayan telefonda çılgınlar gibi sövüp
saydı ımı i itince yanıma yakla tı:
Bugün Lucinico’dan bu dördüncü
yanıt alamayı ımız, dedi.
Dönüp ona baktım, gözlerinde kötü
bir sevinç pırıltısı vardı. a kınlı ımın ve
dü kırıklı ımın tadını çıkarmak için
dikkatle süzüyordu beni. O anlamlı
bakı ın ne demek istedi ini ancak on
dakika sonra kavrayabildim. Ve birden
kafama dank dedi: Lucinico ate
hattındaydı ya da olmak üzereydi. Bu
gerçe i anlayabildi imde sabahtan beri
haketti im o bir fincan kahveyi içmek
üzere bir kahvehaneye yönelmi tim.
Hemen yolumu de i tirdim ve istasyona
gittim. Aileme yakın olmalıydım, —onba ı
ahbabımın ö ütlerine uyarak— Trieste’ye
gidecektim.
Sava , benim o kısa yolculu um
sırasında patlak verdi.
Gorizia istasyonunda, nicedir
bekledi im o bir fincan kahveyi içecek
zamanım vardı, ama Trieste’ye çabucak
varaca ımı dü ünerek içmedim.
Vagonuma bindim, yalnız kalınca
dü üncelerim öylesine garip bir biçimde
ayrıldı ım sevdiklerime yöneldi.
Monfalcone’den ötelere kadar tren güzel
güzel ilerledi.
Sava henüz oralara kadar
varmamı a benziyordu. Ben herhalde
durum Lucinico’da da sınırın bu yanında
oldu u gibidir, diye dü ünerek yüre imi
serinlettim. O saatte Augusta ile
çocuklarım talya’nın içlerine do ru yola
koyulmu lardı herhalde. Bu rahatlık,
açlı ın verdi i o büyük, a ırtıcı rahatlıkla
birle ince upuzun bir uykuya dalmamı
sa ladı.
Beni uyandıran da herhalde yine
açlık olmu tur. Trenim Trieste
Saksonyası denilen yerde durmu tu.
Deniz çok yakınlarda olmalıydı, ama
görünmüyordu, hafif bir sis uzakları
perdelemi ti. Mayıs ayında Carso’nun o
tadına doyulmaz, ama o yumu ak
güzelli i ancak ba ka kırların co kun
renkli, ya am dolu ilkbaharlarında
ımarmamı olanlar anlayabilirler.
Burada ta lar dört bir yandan yumu acık
bir ye ille çevrilidir, ama cılız, donuk bir
ye il de ildir bu, çok geçmeden her yanı
sarıp sarmalar.
Ba ka ko ullar içinde olsa, o kadar
acıkıp da bir eyler yiyemedi imden ötürü
pek öfkelenirdim. Oysa o gün, tanık
oldu um tarihsel olayın büyüklü ü beni
boyun e meye zorluyordu. Sigara ikram
etti im kondüktör bana bir dilim ekmek
bile bulamadı. Sabahleyin ba ımdan
geçenleri kimseye anlatmadım. Trieste’de
birkaç yakınıma anlatacaktım. Sınırdan
yana kulak kabartıyordum, ama,
çarpı ma gürültüsü gelmiyordu. Orada
fırtına gibi talya’ya do ru inen sekiz-
dokuz trene yol vermek için durmu tuk.
«Kangrenli yara» (Avusturya’da talyan
cephesine hemen bu ad verilecekti)
açılmı tı bir kere, yangısını beslemek
gerekiyordu. Ve zavallı insancıklar,
kahkahalar atarak, arkılar söyleyerek
gidiyorlardı. Trenlerin hepsinden aynı
ne eli sarho sesleri yükseliyordu.
Trieste’ye vardı ımda gece
bastırmı tı bile.
Her yandan yangınların parıltısı
yükseliyordu, sırtımda bir gömlek, evime
do ru gitti imi gören bir arkada ım
arkamdan ba ırdı:
— Ne o, ya madan mı geliyorsun?
Sonunda bir eyler atı tırabildim ve
hemen gidip yattım.
Tam bir bitkinlik yata a sürükledi
beni. çimde çarpı an umutlarla
tedirginlikten kaynaklanmı tı sanırım.
Kendimi hâlâ çok iyi duyuyordum,
uykudan önceki o kısa süre içinde
günümü, çocuksu, iyimser bir dü ünce
ile sonuçlandırdı ımı anımsıyorum —
ruhbilimsel çözümleme o görüntüleri
yakalayıp saklamaya alı tırmı tı beni—:
henüz cephede kimse ölmemi ti, yani
hâlâ barı ı kurtarabilirlerdi.
imdi ailemin sa salim oldu unu
ö rendim ya, ya antımdan
yakınmıyorum. Pek yapacak eyim yok
ama, elim kolum ba lı oturuyor da
sayılmam. Ne almak gerekiyor, ne
satmak. Barı yapıldı ında ticaret de
yeniden ba lar artık. Olivi sviçre’den
ö ütlerini yolladı. A’dan Z’ye de i mi olan
bu ortamda ö ütleri nasıl uyarsız kalıyor,
bir bilse! Ben imdilik yalnızca
dinlenmeye bakıyorum.


24 mart 1916

Geçen yılın Mayıs ayından beri bu
deftere el sürmemi tim. imdi doktor S.
sviçre’den bir mektup yollayıp daha
sonra aldı ım notları göndermemi istedi.
Gerçi garip bir istek, ama kendisi ve
tedavisi hakkında neler dü ündü ümü
açıkça ö renece i bu defteri
göndermemek için herhangi bir nedenim
yok. Mademki tüm itiraflarım elinde, bu
birkaç sayfayı da buyursun alsın, hatta
kendisini e itmi olmak için birkaç sayfa
daha ekleyeyim. Zamanım az, çünkü
ticaret faaliyetim bütün günümü alıyor.
Ama doktor beyin a zının payını da
vermek istiyorum. O kadar çok kafa
yordum ki bu sorunlar üstüne,
dü üncelerim iyice berrakla tı.
imdi benden yeni yeni hastalık ve
zayıflık itirafları alaca ını umuyor, oysa
demir gibi, ileri ya ımın elverdi ince
sa lıklı oldu umu duyacak. yile tim
artık! Psikanaliz yapmayı istemedi im
gibi, buna gereksinimim de kalmadı. Hem
sa lı ım i kence çeken onca insan
arasında kendimi ayrıcalıklı duymamdan
da kaynaklanmıyor yalnız. Kendimi
sa lıklı duyu um yalnızca bir
kar ıla tırmanın sonucu de il. Mutlak
anlamda sa lıklıyım. Uzun süredir
biliyordum, sa lı ım benim için sa lıklı
oldu um inancından ba ka bir ey
olamazdı, beni inandırmaktansa «tedavi
etmeyi» istemek hipnoz altında dü gören
birine yara ır bir saçmalıktı. Gerçi
uramda buramda bazı a rılar yok de il,
önemsiz, ama sa lı ımın okyanusunda
da ılıp gidiyorlar. Belki bir yerlerime
yakılar yapı tırmam gerekir, ama
bedenimin öteki parçaları kımıldamak,
çarpı mak zorunda, kangrenliler gibi
kıpırdamadan duramazlar. Acı ve a k,
yani ya am, acı veriyor diye, hastalık
yerine konulamaz.
unu kabul etmeliyim: sa lı ıma
inanabilmek için yazgımın de i mesi,
organizmamın mücadele ederek, en çok
da zaferler kazanarak ısınması gerekti.
yile memi ticaret faaliyetime borçluyum,
bunu, doktor S.’nin de böylece bilmesini
isterim.
Altüst olmu dünyaya geçen yılın
A ustos ayının ba ına de in, a kın,
hareketsiz, bakakaldım. Derken satın
almaya ba ladım. Bu sözcü ün altını
çiziyorum, çünkü artık sava tan önceki
anlamı ta ımıyor. Eskiden, satın
almaktan sözeden bir tüccar, belli bir
malı almaya hazır oldu unu anlatmak
isterdi. Bugünse alıcı olmak demek, ilke
olarak, satı a sunulan herhangi bir malı
satın almak demek. Bütün güçlü
insanlar gibi kafamda bir tek dü ünce
vardı, onunla ya adım, talihimi o yarattı.
Olivi, Trieste’de de ildi, olsaydı böylesi bir
rizikoya atılmama rıza göstermeyece i, o
rizikoyu ba kalarına bırakaca ı kesindi.
Benim gözümde ise i in tehlikesi yoktu.
Mutlu sonla noktalanaca ına yüzde yüz
emindim. lkin sava zamanlarının eski
alı kanlıklarına uyarak tüm servetimi
altına çevirmeye koyuldum, ama altın
alım satımında bazı güçlükler çıkıyordu.
Gerçekten hareketli olan, gerçekten
nakit sayılan altın, maldı; ben de
piyasadan mal topladım. Ara sıra satı da
yapıyorum, ama hep alımımın altında
kalıyor. Ve bu satı lar öylesine kârlı
oluyor ki, alımlarım için gereken büyük
paraları böyle kazanıyorum.
Aklıma geldikçe gö süm kabarıyor,
ilk satın aldı ım mal birçoklarına abuk
sabuk görünebilirdi, ama yeni dü üncemi
uygulamaya koymakta
sabırsızlanıyordum, pek büyük olmayan
bir parti günlük aldım. Satan adam
günlü ün piyasadan çekilmeye ba layan
reçinenin yerine kullanılabilece ini
ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Kimyager olarak günlü ün reçinenin
tümüyle ayrı türden oldu unu, onun
yerini asla tutamayaca ını yüzde yüz
kesinlikle biliyordum. Ne var ki bu gidi le
dünya öylesine yoksul dü ecekti ki,
reçine yerine günlü e eyvallah demek
zorunda kalacaktı. Ve günlü ü satın
aldım! Birkaç gün oluyor, ufak bir
bölümünü sattım, bütün partiyi almak
için harcadı ım parayı çıkardım. O
paraları cebime indirdi im anda kendi
gücümü ve sa lı ımı duyarak geni ledi
gö süm.
Doktor notlarının son bölümünü
aldıktan sonra hepsini bana geri
göndermeli. Onları gerçe in ı ı ında yeni
ba tan yazmayı isterim, çünkü bu son
bölümü bilmedikçe ya amımı nasıl
anlayabilirdim? Belki de ya adı ım onca
yol yalnızca bugünlerin hazırlı ıydı!
Safdil sayılmam elbette, ya amın
kendisini bir hastalık belirtisi olarak
gördü ünden ötürü doktoru ba ı lıyorum.
Gerçi ya am biraz hastalı a benziyor
benzemesine, nöbetleri, ayılmaları,
kendine göre bir seyri var, bir günlük
iyile meleri, kötüle meleri var. Öteki
hastalıklardan ayrı olarak, her zaman
ölümcül. Tedavisi yok. Böyle bir ey
bedenimizdeki delikleri yara sanıp
tıkamaya benzer: tedavi olduk derken
bo ulup ölürüz.
Günümüzde ya am kökünden
yozla mı . nsano lu a açların,
hayvanların yerini almı , havayı kirletmi ,
özgür bo lu a sınırlar koymu . Yarın
daha da beteri olabilir. Bu dur durak
bilmeyen u ursuz hayvan ba ka güçler
bulup kendi hizmetine sokabilir. Havada
böyle bir tehdidin kokusu dola ıyor.
Büyük bir bolluk do acak bundan...
insan sayısında bolluk. Metrekareye bir
ki i dü ecek. Ama havasızlık ve yersizlik
illetine kim çare bulacak? Yalnız
dü üncesi bile bo uyor insanı!
Gelgelelim i bu kadarla da
kalmayacak.
nsan için sa lıklı olma çabası
bo tur. Sa lık ancak bir tek geli me,
kendi bedeninin geli mesini bilen
hayvanındır. Kırlangıç göç etmezse
ya ayamayaca ını anladı ı zaman
kanatlarını oynatan kasları güçlendirmi ,
o kaslar bedeninin en önemli parçası
olmu tur. Köstebek topra ın
derinliklerine dalmı , tüm bedeni yeraltı
ya antısına uyarlanmı tır. At büyümü ,
ayakları de i mi tir. Kimi hayvanların
evrimini, biz bilmeyiz ama, onlar da
birtakım de i iklikler geçirmi lerdir ve bu
sa lıklarına hiçbir zarar vermemi tir.
Gelgelelim gözlük takmı
insano lu, kendi bedeninin dı ında aygıt
yapıp yakı tırır, icadı yapanlar sa lıklı ve
soylu bile olsalar kullananlar o
niteliklerden hemen her zaman
yoksundurlar. Aygıtlar satın alınır,
satılır, çalınır, insan ise gün geçtikçe
kurnazla ır, gün geçtikçe zayıflar. Hatta
kurnazlı ının zayıflı ıyla orantılı olarak
arttı ı anla ılıyor. Yaptı ı ilk aygıtlar
kolunun uzantısı gibiydiler, ancak
kolunun kuvvetiyle etkili olabiliyorlardı,
ama artık aygıtın gücü ile yöneten kolun
gücü arasında hiçbir denge kalmadı.
Tüm yeryüzünde yaratıcı olan yasayı
yürürlükten kaldırmak hastalı ı yaratan
da aygıtlar. Daha güçlü olanın
kazanması yasası silindi gitti, biz de
türlerin sa lıklı ayıklanmasından yoksun
kaldık. Psikanaliz ne yapsın bize! En çok
sayıda aygıtı elinde bulunduran
dünyanın efendisi olacak, krallı ı da,
hastalarla, hastalıklarla dolup ta acak.
Kim bilir, belki de aygıtların yol
açacakları i itilmedik çapta bir afet bizi
yeniden sa lı ımıza kavu turacaktır.
Bo ucu gazlar yetersiz kalınca, tıpkı öteki
insanlara benzeyen bir insan, odasında
gizlice ba kalarıyla kıyaslanamaz bir
patlayıcı icat edecektir, öyle bir patlayıcı
ki, bugün bildi imiz tüm patlayıcılar
yanında zararsız birer çocuk oyunca ı
gibi kalacaklardır. Ve yine tıpkı öteki
insanlara benzeyen, ama onlardan
birazcık daha hasta bir insan o
patlayıcıyı çalıp götürecek, yeryüzünün
merkezine, etkisinin en fazla olaca ı
noktaya yerle tirecektir. Hiç kimsenin
duymayaca ı dev bir patlama olacak,
yeniden bulutsuya dönü en yeryüzü,
asalaklardan da, hastalıklardan da
kurtulmu olarak uzayda, öyle, ba ıbo
dola acaktır.
Notlar
[←1]
italo: talyan, svevo (Latince
suevus'dan): eski Cermen
topluluklarına verilen ad.
[←2]
Trieste o ça da varlıklı ve
kozmopolit bir liman kentiydi.
Karma ık nüfusunun ço unlu u
talyan olmakla birlikte, siyasal
bakımdan Avusturya
mparatorlu unun sınırları
içindeydi. Kültürde ise talyan ö esi
kesinlikle a ır basıyordu ve halk
arasında ulusçuluk kıvılcımları
parlıyordu. Merkezî hükümete ba lı
önemli görevlere talyanların
getirildi i oluyordu. Ancak bu
durumda Avusturyalılar barı içinde
birlikte ya adıkları talyanları
zaman zaman ku kuyla izlemekten
geri durmuyorlardı. (Çevirenin notu)
[←3]
Albion eski ça larda Büyük
Britanya’ya verilen addır, buradaki
kullanımı ise talya’da ngiltere ile
ili kiler parlak gitmedi i zamanlarda
yerle ip kalıpla mı bir deyi tir.
(Çevirenin notu.)
[←4]
«Gerçekten i renç bir eydi
bu».
[←5]
4) 1870’lerde talyan Birli i
tamamlanıncaya kadar
yarımadanın çe itli bölgelerinde
de i ik yönetimlerin bulunması
talya’nın dil ve kültür
geleneklerinde de bölgesel
özelliklerin a ır basmasına yol
açmı tır. talya krallı ı kurulduktan
sonra birle tirici bir kültür politikası
izlenmi , çe itli yerel diller arasında
en köklü ve geni kapsamlı yazın
geleneklerinin aracı olmu bulunan
Toscana lehçesi resmi dil modeli
olarak benimsenerek okullarda
ö retilmeye ba lanmı tır. Ancak
öteki birçok lehçelerden bugünkü
neo-Latin dillerin birbirlerinden
ayrıldıkları kadar ayrılan bu lehçe
uzun yıllar halk tarafından
rahatlıkla kullanılamamı , okul
ö retiminden ileri geçmeyen yapay
ve yabancı bir dil olarak kalmı tır.
Toscana lehçesini serbestçe
kullanabilmek ise toplum içinde bir
ayrıcalık, bir üstünlük sayılmı tır.
Resmi ve geleneksel kültür
odaklarının uza ında kalan Svevo
için dil büyük bir kaygı konusudur,
buna birkaç kez çe itli fırsatlarla
de indi ini görece iz. Burada
kullanılacak dili seçmenin güçlü ü,
kız istemek gibi nazik bir toplumsal
ili kinin ciddiyetinin talyanca (yani
Toscana lehçesi) gerektirmesine
kar ın, konu ulacak ki inin yazın ve
dil sorunlarından habersiz, bir tipik
Triesteli tüccar olu undan
kaynaklanıyor. (Çev.)

[←6]
«Hatırlayın!»
[←7]
Hıristiyanların ncil olarak
bilinen kutsal kitaplarından biri.
«Ahd-ı Cedid’in Kıyamet gününü
anlatan son kitabı. (Çevirenin notu.)
[←8]
Eski Breton destanlarındaki
bir kahramandan esinlenmi bir
deyim, sevgililer arasında
arabuluculuk etmek anlamında
kullanılır. Burada, Tanrısal
Komedi’sinde anlatılan ve
talyanlarca çok bilinen bir olaya
de inilmi : birbirlerine yasak bir
a kla gizliden gizliye vurulmu olan
Paolo ile Francesca hiçbir kötü
niyetleri olmaksızın, oturmu
ba ba a eski bir a k öyküsünü
okurlarken kitap onlar için
«Galeotto» olur, kendilerini
tutamayıp birbirlerinin kollarına
atılır, beklemedikleri bir anda
günaha sürüklenmi olurlar.
(Çeviren.)
[←9]
talya’da çok yaygın olan,
kötülük etkisini uzakla tırmaya
yönelik bir el hareketi. (Çevirenin
notu)
[←10]
«Sen kulübede do dun
Rosina» Trieste dolaylarında
söylenen bir halk türküsüdür.
(Çevirenin notu.)
[←11]
«60 tonluk sipari iniz
kar ılandı»
[←12]
Bkz. not 4.
[←13]
1903-1913 yılları arasında
talya’da ba bakanlık etmi bulunan
Giovanni Giolitti kendisine
yöneltilen çe itti ele tirilere kar ın
halkın güvenini kazanmı dengeli ve
deneyimli bir siyaset adamıydı.
Sava arifesinde talya’da çeli kili
akımlar görülüyordu, bunların
arasında Giolitti yansız kalma
gere ini, talya’da Trento ve Trieste
üzerindeki haklarını Avusturya’dan
görü meler yoluyla alabilece ini
savunuyordu, ama artık muhalefete
dü mü tü. Bu arada zamanın
hükümeti 26 nisan 1915’de yaptı ı
Londra anla ması uyarınca Fransa
ve ngiltere ile birlik oldu ve
Avusturya’ya sava açmaya
niyetlendi, kazanırsa diledi i
toprakları elde edebilecekti. Ancak
Parlamento ço unlu u partilerce
görü ülmeden üstlenilen bu
yükümlü e kar ı çıktı ve ba bakan
istifa etti; kısa bir süre için yerini
yeni bir Giolitti kabinesinin alaca ı
umuldu. Ancak yansızlı ı
savunanlar yeterince güçlü
olamadılar, kral ba bakanın
istifasını geri çevirdi, hükümet tam
yetki ile donatıldı ve Avusturya’ya
sava açılarak ülke Birinci Dünya
Sava ı felâketine sürüklendi.
Romanın bu bölümünde bu
olayların yansıdı ını görüyoruz.
(Çevrenin notu)

You might also like