Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 10

PEYGAMBERİMİZİN TIP İLE İLGİLİ TAVSİYELERİ

Kur'ân-ı Kerim, her biri Batılı ilim adamları tarafından araştırma konusu yapılan tıp, astronomi, jeoloji,
botanik gibi çeşitli bilim dallarına temel teşkil edecek bilgiler veriyor.(1) Özellikle insan sağlığını ilgilendiren tıbbî
konular önemli bir yer tutuyor.(2) Aynı şekilde Peygamberimiz (sav)'in de sağlıkla ilgili pek çok hadis-i şerifleri
var. İşte Tıbb-ı Nebevi bunlardan oluşuyor.
Aslında biz Müslümanlar, Hz. Muhammed (sav)'i tabîb-i kulûb, yani inançsızlıktan ruhları ve dünyaları
kararmış insanlara hayat bahşeden, gönül aydınlığı ve ebedî kurtuluş getiren "kalblerin tabibi" olarak tanırız.
Hz. Peygamber (sav)'in tıbba dair hadisleri, tabib gözü ile ele alınırsa, bir bölümünün genel tıp
konularına, fakat pek çoğunun koruyucu hekimliğe, bir kısmının da tedavi edici hekimliğe ait ilaç tariflerinden
ibaret olduğu görülür. Bunlar tıbbî tavsiye, öğüt ve reçeteler de olarak özetlenebilir. Bu hadisler bugünkü tıbbi
telakkilerimize uygunluk göstermesinden başka, Arap yarımadasındaki tıbbi uygulamaları düzeltmek ve
tababete ilmi bir hüviyet kazandırmak gibi önemli bir rol oynamış ve Orta Çağ'a hakim olan bir İslâm tababetinin
doğmasına sebep olmuştur.(3) Gerçekten o devirde Araplar tababet konusunda çeşitli yanlış telakki ve
uygulamalara sahip bulunuyorlardı. Bu konuda şu örnekler verilebilir(4,5):
Araplar, beraberlerinde bir tavşan kemiği taşıdıkları takdirde hastalıklardan korunacaklarına inanırlar;
yılan sokmuş bir kimseyi yılanın zehiri vücutta yayılmasın diye uyutmaz, üstüne başına ziller takarlardı. Korkmuş
bir kadının yüreğinin soğuduğuna inanarak sıcak su içirirlerdi. Çocukların çürük dişlerini güneşe doğru attıkları
takdirde yeni dişlerin muntazam çıkacağına inanırlar, şaşılığı değirmen taşına baktırarak tedavi ederler, yaraları
kızgın demirle dağlar, vebadan korunmak için merkep gibi anırırlar, hastaları kâhinlere götürür, sihir yapar,
tapınaklara kurban keser, böylece hastaların içine girmiş şeytanların çıkacağına inanırlardı.
Hz. Peygamber (sav) yukarıda zikredilen batıl ve ilmî değeri olmayan bu uygulamaları kaldırmış, tababete
yeni bir anlayış getirmiştir. Şöyle ki, tabib olmayanların hasta tedavi ettikleri takdirde verdikleri zararın
ödetilmesi, tabiblerin alacağı ücretin meşru olduğu, bulaşıcı hastalıklara karşı korunma, salgının bulunduğu yere
girmemek ve bu yerde bulunuyorsa dışarı çıkmamak (karantina), vücut temizliği, yiyeceklerin ve çevre
temizliğine önem vermek, yiyecek ve içeceklerde itidali muhafaza etmek, hastalanınca tedavi olmak ve tedaviye
inançla bağlanmak, hastalıklarda çeşitli tedavi usulleri tarif ederek bir ilaç telakkisi oluşturmak, haram
nesnelerle tedavi yapılmaması gibi tavsiyeler yanında, hastalık anında hazık (mütehassıs) hekime müracaat
etmek, cahil tabiblerden uzak durmak gibi çok önemli konulara temas buyurmuşlardır. Bu konuda pek çok
örnekler verilebilir. (3,4,5,6,11)
1) "Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebeb olacağı zararı öder." (Ebu Davud, Diyat
23; Nesai, Kasame 41; İbni Mace, Tıb 16).
2) Sad İbn Vakkas hastalanmış Hz. Peygamber (sas) ziyaretine gitmiş. Sad'ı evinde hasta yatar görünce
"Haris bin Kelde'yi çağırın, O iyi bir hekimdir, sizi tedavi etsin." buyurmuştur. (Ebu Davud, Tıb 12).
3) "Allah derdi de çareyi de verdiği gibi, her dert için bir ilaç yaratmıştır. Bu sebeble tedaviye devam
ediniz. Fakat haramla tedavi etmeyiniz." (Ebu Davud, Tıb 11).
4) "Allah şifanızı sarhoşluk veren şeylerde yaratmamıştır." (Buhari, Eşribe 15).
5) "İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit." (Buhari, Rikak 1; Tirmizi,
Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15)
6) "Lanetlenmiş iki şeyden sakının:
- "Ya Rasulallah o iki şey nedir?" dediler. Peygamber Efendimiz (sas):
-"İnsanların gelip geçtiği yola ve gölgelendiği yere abdest bozmaktır." buyurdu. (Müslim, Taharet 68; Ebu
Davud, Taharet 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 2/372).
7) "Sizden biriniz durgun suya bevl etmesin." (Buhari, Vudu 68; Müslim, Taharet 94; 96; Ebu Davud,
Taharet 36).
8) "Hastayı üç gün geçmeden yoklamayınız." (Ramuz'el-Ehadis 2/489).
9) "Bir yerde veba olduğunu işitirseniz, oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba vukua gelirse, oradan
ayrılmayınız." (Buhari, Tıb 30; Müslim, Selam 92, 93, 94, 98, 100)
10) "Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız." (Buhari, Merda 19; A. Bin Hanbel, Müsned, 2/443).
11) "Cüzzamlıyla aranızda bir mızrak boyu mesafe olduğu halde konuşunuz." (Ramuz el-Ehadis 2/471).
12) "Köpek bir kabı yalarsa onu yedi defa yıkayın. O yedinin birinde toprakla temizleyin." (Buhari, Vudu
33; Davud, Taharet 37; Tirmizi, Taharet 68)
13) "Size ne oluyor ki, dişleriniz sararmış olduğu halde yanıma geliyorsunuz. Misvak kullanınız." (A. b.
Hanbel, Müsned 1/214).
14) "Misvak hakkında tavsiyelerimi size çok tekrarladım." (Buhari, cuma 8; Nesai, Taharet 5; A.b. Hanbel,
Müsned 3/143; Darimi, Vudu 18)
15) "Allah temizdir, temizi sever. Etrafınızı temizleyiniz." (Tirmizi, Edeb 41).
16) "Temizlik imanın yarısıdır." (Müslim, Taharet, 1; Tirmizi, Daavat 86; A.b. Hanbel Müsned 4/260,
5/342, 343, 344, 363, 370, 372; Darimi, vudu 2).
17) "Her Müslümanın yedi günde bir yıkanması, Allah'ın onun üzerinde hakkıdır." (Müslim, Cuma 9).
18) "Yiyecek ve içeceklerinizin kaplarının ağzını açık bırakmayınız." (Müslim, Eşribe 96, 98; Ebu Davud,
Eşribe 22; Tirmizi Et'ime 15).
19) "Efendimizin en çok sevdiği elbise hiberadır." (Hibera Yemende yapılan yeşil, pamuklu bir hırkadır)
(A.b. Hanbel, Müsned 3/292; Değişik bir lafızla Ebu Davud, Libas 12).
20) "İçkide şifa yoktur." (Darimi, Eşribe 6).
21) "Sarhoşluk veren her içki, haramdır." (Buhari, Edeb 80; Müslim Eşribe 73, 75; Ebu Davud Eşribe 5).
22) "İçkiden sakının. Zira o her kötülüğün anahtarıdır." (Hakim, Müstedrek; Beyhaki, Şiabül-İman; Ramuz
el-ehadis, 1/212).
23) "Kadınlaşan erkeklere, erkekleşen kadınlara Allah lanet eder." (Feyzül Kadir 5/271).
24) "Size denk olan kadınlarla evleniniz." (İbn Mace, Nikah 47).
25) "Ey gençler topluluğu, evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü gözü korur... Evlenmeye gücü
yetmeyen oruç tutsun." (Buhari, Nikah 3,60).
26) "Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız" (Feyzül Kadir 4/212).
27) "İnsanlar madenler gibidir. Eğer dinde anlayışını derinleştirebilirse cahiliyede hayırlı olan İslam’da da
hayırlıdır." (Buhari, Enbiya 19).
28) "Budala (dini diyaneti iyi olmayan) kadınlara çocuklarınızı emzirtmeyiniz. Zira tesir eder." (Kenzül-
İrfan).
29) "Seyahate çıkınız, sıhhat bulursunuz." (Taberanî)
30) "Beş şey fıtrattandır: Bıyıkları kesmek, kasık kıllarını tıraş etmek, koltuk altı kıllarını yolmak, tırnakları
kesmek ve sünnet olmak." (Buhari, Libas 63, 64; Müslim, Taharet 49, 50).
Şimdiye kadar zikredilen hadis-i şerifler, genel tababet ve koruyucu hekimliğe dair seçtiklerimizdir. Biraz
da tedavi konusunda örnekler verelim.
Hz. Peygamber (sas) kendisine müracaat eden kimselere, ya bir ilaç tavsiye eder, ya da hekime
gönderirdi.
1) "İsmid (sürme taşı) çekin. O gözü açar ve kirpikleri besler." (Tirmizi Libas 23; Ahmet bin Hanbel,
Müsned 3/476).
2) "Gözü ağrıyan birisine Hz. Peygamber Efendimiz (sas) "Sabur ile tedavi et" buyurdu." (Müslim, Hac 89,
90).
3) "Çörek otu ölümden başka her derde devadır." (Buhari, Tıb 7).
4) "Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, hacamat vurmak, dağlamak." (Dağlama daha sonra men
edilmiştir.) (Buhari, Tıb 3; Ahmed bin Hanbel, Müsned 1/246).
5) "Ud-u hindi (kustu hindi) kullanmaya devam ediniz. Onda yedi türlü şifa vardır. Uzre, (bademcik
iltihabında) boğaza üflenir. Zatülcenbde hastaya içirilir." (Buhari, Tıb 10; Müslim, Selam 86,87; İbn Mace, Tıb 12,
17).
6) "Umeys'in kızı Esma müshil olarak şubrun kullanıyordu. Hz. Peygamber Efendimiz (sas) keskin ve
ağırdır, buyurdu. Sonra Esma sena otu kullandı." (Tirmizi, Tıb 30)
7) "Peygamber Efendimiz (sas) baş ağrısından şikâyet eden bir kimseye kan aldırmasını tavsiye etti."
(Müslim, Selam 71).
8) " Resulullah (sav)'in kanının durdurulması şu şekilde yapıldı. Hz. Ali kalkanın içinde su getirdi. Hz.
Fatıma O'nun kanını yıkadı, sonra bir hasır yakıldı ve onun külü ile yara kapatıldı." (Buhari, Vudu 72; Tirmizi, Tıb
34, İbn Mace, Tıb 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 5/330, 334).
9) "Hz. Peygamber (asv) ateşli bir kadının su ile serinletilmesini tavsiye etti." (Müslim, Selam 82).
10) "Hz. Peygamber (sas) dövme (tatuağe) yaptırmayı yasaklamıştır." (Buhari Tıb 26, Libas 86; Ebu Davud
Libas 8).
11) "Peygamber Efendimiz (sas) kesilmiş burnun tamiri mülahazasıyla, altından burun yapılmasına
müsaade etmiştir." {Tirmizi, Libas 31).
Hz. Peygamber (sas)'in tıp ile ilgili hadisleri ta başlangıçtan itibaren dikkati çekmiş, muhaddisler
tarafından meşhur altı hadis kitabı (Kütub-i Sitte)’nın müellifleri, eserleri arasında Tıbb-ı Nebevî'ye müstakil bir
kitap veya bölüm ayırmışlardır. Buhari Kitabu't-Tıb ve Kitabu'l-Merda, başlığı altında iki bölüm; Ebu Davud
Kitabu't-Tıb diye bir bölüm, Tirmizi cami olarak adlandırılan eserinde tıp bölümüne yer vermiştir. Keza İbni
Mace, Müslim, Nesei, Ahmet Bin Hanbel, İmam Malik eserlerinde tıpla ilgili hadislere yer vermişlerdir. Daha
sonra müstakil olarak Tıbb-ı Nebevî adını taşıyan eserler yazılmıştır. İlk Tıbb-ı Nebevi h.120. yılında yaşamış
Abdül-Melik b. Habib tarafından yazılmıştır. (7)
Brokelman ve Katip Çelebi ondan fazla Arapça Tıbb-ı Nebevi olduğundan bahsederler. Bundan başka
Farsça, Urduca ve Türkçe Tıbb-ı Nebeviler mevcuttur. İstanbul kütüphanelerinde yirminin üstünde Türkçe Tıbb-ı
Nebevi’nin bulunduğunu tesbit ettik.(3) Osmanlı döneminde son yazılan Tıbbı Nebevî Dr. Hüseyin Remzi Bey
(1896)’e aittir.(12). Cumhuriyet döneminde bu konuda Mahmut Denizkuşları tarafından Bursa İslâm
Enstitüsü'nde bir doktora tezi yapılmıştır.(9) Yakın zamanlara kadar İslâm ülkelerinde Tıbb-ı Nebevi kitapları bir
sağlık el kitabı olarak elden ele dolaşmıştır.
Bugün Hz. Peygamber (sas)'in tıbbî hadisleri, yukarıda ifade edildiği gibi tıbbî telakkilerimize uygunluk
göstermektedir. Bu hadisler, tıp sahasındaki bugünkü gelişmelerden asırlar önce ifade buyrulduğu için, bir tıbbî
hikmet, hatta tıbbî mucize telakki edilmelidir. Bundan böyle Tıbb-ı Nebevî çalışmaları hadis âlimleri ile birlikte
konu ile ilgili ihtisas dalından hekimler tarafından müştereken yapılmalıdır.(13)
İlave bilgi için tıklayınız:
Peygamber'imiz (a.s.m.) ve sahabeler döneminde hastalıklar nasıl tedavi ediliyordu? Koruyucu hekimlik
konusunda bilgi verir misiniz?
KAYNAKLAR
1. Bucaille, M.: La bible, le coran et la Science (çev. Yıldırım, S.) Silm Matbaası İzmir, 1981.
2. Opitz, K.: Kur'ân'da tababet (çev. Uzluk. F.N.) Ankara Ü.Tıp Fakültesi yayınları No: 240, A.Ü. Basımevi,
1971.
3. Ataseven, A.: Kırk tıbbı hadis Tıbb-ı Nebevi" (hazırlanıyor)
4. Corci Zeydan: İslâm Medeniyeti tarihi (terc. Megamiz, Z.) Cilt III. İstanbul sh. 35, 1876.
5. Tahirül-Mevlevi: Müslümanlığın medeniyete hizmetleri (sadeleştiren Sert, A.) cilt I. İstanbul sh. 57,
1974.
6. Sarı, Akdeniz. N.: Tıbb-ı Nebevi, Yeni Symposium. 19:65, Nisan 1981.
7. Küçük, R.; Tıbbı Nebevi literatürü üzerine bir deneme. İlim ve Sanat sayı 3. Eylül-Ekim 1985.
8. Ataseven A.: Tıbbı Nebevi'den bahisler, bulaşıcı hastalıklar. İslâm Mec. cilt 1 sayı 1sh, 52 Temmuz
1984.
9. Denizkuşları, M.: Peygamberimiz ve Tıp, Doğuş matbaası. İst. 1981.
10. Ataseven. A.: Sünnet "Hitan" Hekimler Birliği Vakfı, Kandil Matbaası Ankara, 1985.
11. Aşçıoğlu, Ö.: Tıbb-ı Nebevi'de Dermatoloji. Gevher Nesibe Bilim haftası ve tıp günleri, sh. 518, 1982.
12. Dr. Hüseyin Remzi: Tıbb-ı Nebevi (Osmanlıca) İstanbul, 1324/1906.
13. Ataseven, A.: Tıbb-ı Nebevi (Dr. A. Ata)
(Prof. Dr. Asaf Ataseven, Tıbb-ı Nebevi, Sayı : 2 Ekim - Kasım - Aralık 1988.)
KORUYUCU HEKİMLİK

- O devirde modern cerrahi müdahalelerden söz etmek mümkün değildir. Tedavi metotları olarak,
hacamat, bal şerbeti, ateşle dağlama ön plandadır. Peygamberimiz’in (a.s.m) bunu kullandığına dair sahih
rivayetler olduğu gibi, bundan hoşlanmadığı, hatta yasakladığına dair sahih rivayetler de vardır. (bk. Mecmau’z-
Zevaid, 5/91, 97) Nitekim Sahih Buharî’de -mealen- Efendimizin (a.s.m.) şu ifadesine yer verilmiştir: “Üç şeyde
şifa vardır (başkasında yok, anlamında değildir), hacamat, bal şerbeti ve dağlama; fakat dağlamaktan
hoşlanmam.”(Buharî, Tıp, 3-4). Dağlama, eskiden beri Araplar arasında kullanılan bir tedavî metodu olmasına
rağmen, hastaya fazla acı çektirdiği için Araplar arasında “dağlama en son tedavi şeklidir” sözü meşhur
olmuştur. (bk. İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi). Dağlama yöntemiyle yapılan tedavinin, bazı hadislerde tavsiye ve
hatta tatbikatına rastlandığı halde, bazı hadislerde de yasaklandığı görülür. Bu durumu, âlimler, ızdırap veren,
tehlikeli ve maharet isteyen bir tedavi metodu olması nedeniyle, mecbur kalmadıkça, ehil kişi bulmadıkça
başvurulmaması gerekir şeklinde yorumlarlar.
Peygamberimiz (a.s.m) Uhud Gazvesinde yaralandığı zaman, önce suyla yıkamışlar, kanın durmadığını
görünce Hz. Fatıma, bir parça hasır yakarak yaranın üzerine koymuş ve kan durmuştur.(Buharî, Tıp, 27).
Cerrahi müdahale, günümüzde tedavinin vazgeçilmez ve son derece müessir vasıtalarından biri olarak
görülmektedir. Belki de o günün Arap cemiyetinde ve hatta komşu milletlerde tedavide bu metoda
başvurulmadığından olacak ki, Hz. Peygamber'in (a.s.m.) hadislerinde bu bahse, ne lehte ne aleyhte yer
verilmez. Gerçi, boğaz iltihabına yakalanan çocukları, tedavi için, bez dolanmış parmakla bademciklerinin
alındığı ve Hz. Peygamberin buna müdahale ederek, bir nevi damla tatbikatı olan ûd-ı hindîyi (yalan
ödağacı/agallocnum) tavsiye ettiği rivayetlerde vardır. Buna dayanarak ameliyat metodunu yasaklamak
mümkün değildir. İnşirah Suresi'nde göğüs yarılmasından söz edildiği gibi, Hz. Peygamber'in muhtelif seferler
mucizevi tarzda göğsünün yarıldığı, içerisinin temizlenip, dikildiği ve hatta, dikiş izlerinin sonradan belli olduğu
rivayetlerde mevcuttur. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/378- 397)
- Hz. Peygamber'in sağlığa verdiği önemi, koruyucu hekimlik ve tedavi olarak ikiye ayırmak mümkündür.
Koruyucu hekimliği, temizlik, sağlıklı ve helal beslenme, helal olan spor ve eğlence, zamanında ve yeterince
istirahat, ibadetleri gereği gibi ve zamanında yerine getirmek, dua etmek ve haramlardan uzak durmak gibi
yöntemler olarak görmekteyiz. Tedavi konusunda ise şu esaslara dikkat edilmesinin tavsiye edildiğini
görmekteyiz: Hastalığı da şifayı da veren Allah'tır. Allah her hastalığın şifasını yaratmıştır. Hastalanınca şifa
aranmalıdır. Şifa için başvurulacak çeşitli tedavi yolları ise, perhiz, kan aldırma, dağlama, ameliyat, ilaç, tebdîl-i
mekan, rukye, dua, kuvve-i maneviyeyi takviye, sabır, gayr-i müslim tecrübe gibi yöntemler olarak
bildirilmektedir. (a.g.e., 11/389)
Hazreti Peygamber (sav)'in her sözü ve uygulaması başta sahabe olmak üzere bütün Müslümanlar
tarafından titizlikle takip edilmiş ve yaşama biçimi haline getirilmeye çalışılmıştır. Günlük hayatla igili
uygulamalar da, neredeyse aynı kapsamda değerlendirilmiştir. Bu anlayışın izlerine, daha sonra telif edilen hadis
kaynaklarının bir çoğunda rastlamak mümkündür. Nitekim hadis kaynaklarında et-Tıbbu’n-Nebevi ile ilgili özel
bölümler ayrılmakla yetinilmemiş, bu sahada müstakil eserler bile yazılmıştır. Bu bağlamda et-Tıbbu’n-Nebevî
Literatürü oluşmuştur. Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin et-Tıbbu’n-Nebevî’si, bu alanda kaynak niteliği taşıyan en eski
ve orijinal eserlerden biridir.
Bu eserlerin, hadisler ışığında zikrettiği hastalıklara sunduğu ilaç önerileri ve tedavi yöntemleri, Hz.
Peygamber ve Sahabe döneminin tıbbını yansıtması bakımından önemlidir. Ancak en önemlisi sağlığın
korunmasına yönelik “Koruyucu Hekimliğin” önde gelmesidir.
Ebû Nuaym ve Et-Tıbbu’n-Nebevî isimli eserini inceleyen Dr. Mustafa Dönmez, Peygamber Efendimiz
(sav)'in koruyucu hekimliğe verdiği önemi ortaya koymuştur. Bu bağlamda Efendimizin (sav) tavsiyeleri şöyle
özetlenebilir:
Oruç, gece namazı, yolculuk sırasında sağlığın korunması, bu esnada ortaya çıkabilecek sıkıntıların
giderilmesi, dengeli beslenme, hijyen, soğuktan korunma, manzaralı mekânlarda oturma, sağlıklı ev ve
memleketlerde yaşama, seyahat etme, kötü iklim koşullarında yolculuktan sakınma, salgın hastalıkların
bulunduğu ortamlardan uzak durma, güneşte fazla kalmaktan kaçınma, şiddetli sıcaklarda beden ısısının
düşürülmesi, düzenli uyku için uygun vakitleri seçme, zararlı yiyeceklerden kaçınma, sağlıklı kalmak için bal,
turunç yeme, vücudu kuvvetlendirmek için özel hazırlanmış macunlar kullanma, mahiyeti bilinmeyen ve iştahı
çekmeyen yiyeceklerden uzak durma, yiyeceklerden kaynaklanan bir takım zararları içeceklerle giderme, ishale
karşı sinameki bitkisini kullanma, burun otu ve ağız ilacına devam etme, belirli aralıklarla hacamat yaptırma,
vücut direncinin düşmesi durumunda besin değeri yüksek gıdalar alma, şifalı hamamlarda yıkanmanın yararları,
ishal rahatsızlığında istifra etmenin faydaları, zehirlenmeye karşı acve hurmasını yeme, koku kullanma, göze
sürme çekme, saç bakımı ve elbise temizliğine dikkat etme, gözü dinlendirici manzaralara bakma ve giyim
kuşamda renk seçme gibi konular yer almaktadır.
Hz. Peygamber (sav)’in amacının, bu hadisleriyle insanları hayır ve iyiliğe teşvik, kötülükten de
sakındırma konusunda kendi sağlığıyla ilgili uygulamalarla da örnekler verdiği dikkati çeker. Bu tedbirler,
modern tıbbın, üzerine basarak vurguladığı ve çeşitli dillerde farklı şekillerde ifadesini bulan “sağlığı korumak,
ilaç kullanmaktan daha iyidir” ilkesiyle tamamen örtüşmektedir. (Dr. Mustafa Dönmez, Ebû Nuaym ve Et-
Tıbbu’n-Nebevî İsimli Eseri Üzerine Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 1, 2007 s. 321
vd.)
Rivayetlerde hastalıkların temel nedeni olarak aşırı üzüntü (bk. Ebû Nuaym, et-Tıbbu’n-Nebevî, I/315)
gösterilmektedir. Tedavi yöntemleri olarak da, aşırı üzüntü ve bunalımın giderilmesi için bazı maddî ve manevî
tedavi önerileri bulunmaktadır. O dönemin hastalıkları ve bu hastalıklar için önerilen ilaç ve tedavi şekilleri
dikkate alındığında, hastalık çeşitlerinin fazlalığına karşılık tedavi yöntemlerinin ve tıbbî materyallerin nispeten
daha sınırlı olduğu görülmektedir. Hatta bazı hastalıklar için bir tedavi bile önerilmediği, bunun yerine o
hastalıkla ilgili daha çok koruyucu hekimlik tedbirlerinin tavsiye edildiği dikkati çekmektedir. (a.g.m. a.y)

KUR'AN-I KERİM'DE KORUYUCU HEKİMLİK


"Hıfzıssıhha" denen koruyucu hekimliğin gayesi, insanları hastalıklara karşı korumaktır. Hastalıklara karşı
korumanın da temel kaidesi "temizlik"tir. İnsanlık âlemine gerçek anlamda koruyucu hekimliği bahşeden
İslâmiyet'tir. Ortaçağ Avrupa'sına tuvalet ve banyo alışkanlığını öğreten de Müslümanlardır.
Batıda 542 yılında ortaya çıkan veba salgını, mahiyeti bilinmediğinden, kırk sene devam etmiş,
milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Bu tarihten 1862 yılına kadar yirmi beş veba salgını zuhur etmiş;
Avrupa nüfusunu yarıya indirmiştir. Halbuki, beri tarafta, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyordu: "Bir
yerde tâûn (veba) bulunduğunu işitirseniz oraya girmeyin. Bulunduğunuz yerde meydana gelmiş ise oradan da
ayrılmayın." (Buhari, Tıp 30; Müslim, Selâm 92.)
Avrupalı doktorların yüzlerce sene sonra, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önleme konusunda
keşfedebildikleri "karantina" usulü Resûl-i Ekrem (s.a.s.) tarafından konmuş bulunuyordu.
İslâm tıbbı, (Kur'ân ve hadislerle getirilen hükümler) hastalıklardan korunmaya, hastalıkları tedavi
etmekten daha fazla önem verir; bu yüzden hıfzısıhha (hygiene) meselesi ve koruyucu hekimlik gerek teorik
gerekse pratik değerlendirmelerde önemli bir rol oynar. (S.Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, (trc. İlhan Kutluer),
İst.1989, s.164.) Gerçi öncelikle sıhhatin korunmasına bütün tabâbet sistemlerinde yer verilmiştir. Ancak dinimiz
kadar bunu şuurla, ısrarla yapan başka sistem yoktur. Modern tıbbın ulaşmak istediği nihâî hedef de budur.
Bunca teknik imkânlara rağmen hâlâ çoğu hastalıkların mahiyeti bilinmemekte, bunlara "medeniyet hastalıkları"
adı verilen yenileri eklenmektedir. Hasta insanlar elbette tedavi edilmelidir; ancak asıl hedef, hastalığa yol açan
sebepleri ortadan kaldırmak olmalıdır. İslâmiyet getirdiği prensiplerle, hastalıklarla mücadelenin temel esası
olan temizliği emretmiştir: "Allah da temizlenenleri sever." (Tevbe, 108) "Temizlik, imanın yarısıdır." (Müslim,
Tahâret 1)
Kur'ân ve hadislerde koruyucu hekimliğe ait hükümleri bir sıralamaya tâbi tutmak gerekirse şu başlıklar
altında toplayabiliriz:
1. Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma.
2. Zararlı Yiyecek Ve İçeceklerden Uzak Durma.
3. Beden Temizliği Ve Vücut Sağlığı
4. Dengeli Beslenme İle Vücut Sağlığını Koruma.
Kur'ân-ı Kerim, Müslümanlara yalnız dinî, ahlakî, mülkî, askerî, cinaî ve siyasî kanunlar vazetmekle
kalmamış, aynı zamanda onlara şu ana kadar bilinebilen en mükemmel hıfzıssıhha kanunlarını da öğretmiştir.
Hatta diyebiliriz ki Kur'ân-ı Kerim, sadece koruyucu hekimlik ile ilgili alanlarda değil, diğer bütün alanlarda da
getirdiği hükümlerle insan neslinin ve sıhhatinin korunmasını ve muhafazasını amaçlamıştır.
Zira İslâm ve onun yüce kitabı Kur'ân, her şeyden önce insanı muhatap almakta ve her şeyi ile ona hitap
etmektedir. Bu nedenledir ki Kur'ân, her türlü bedenî ve ruhî hastalıklardan, insanların korunmasını istemekte
ve bu konuda sağlam ve esaslı prensipler getirmektedir. Kur'ân'ın getirdiği bu sağlam ve temel esaslar öncelikle
insanın, bedenen ve ruhen hastalanmasını emniyet altına almakta, fakat hastalandığında da onun tedavî
yollarını ve usullerini insanlara göstermektedir. Koruyucu hekimlik alanında ortaya koyduğu prensip ve
kâidelerle Kur'ân-ı Kerim, sadece çağında değil, bütün çağlara hitabetmiş ve vazettiği bir çok prensip ve
kaidelerin değeri ve mahiyeti, asırlar geçip de bu sahadaki bilgiler arttıkça ancak anlaşılabilmiştir.
Nitekim Kur'ân'da, çeşitli yönlerden giyim, uyku, vücut ve deri temizliği; yiyecek ve içeceğe dair kaideler
ve meskenlere, ölülere ve evlere karşı davranışlar hakkında geniş bilgiler verilmekte ve onda hıfzıssıhha ile ilgili
pek çok konularda önemli kaideler bulunmaktadır. (Opıtz Karl, Die Medizin im Koran, Kur'ân'da Tabâbet, (trc.
Feridun Nafiz Uzluk), Ankara 1971, s.45.)
İnsanlara, ifrat ve tefrit içinde olmaksızın bunların ikisi arası orta bir yol takip edilmesi tavsiye edilmekte
ve özellikle koruyucu hekimliği ilgilendiren yeme ve içme hususunda mutlaka mutedil olunması
emredilmektedir. Bu konuda Cenab-ı Hak: "Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz, şüphesiz Allah, israf edenleri
sevmez." (A'râf, 31) buyurmaktadır.
İsrafı, zarar ve hastalıkların meydana geldiği şeylerin ölçüsü olarak tarif eden Mustafa el-Merâğî, Cenab-ı
Hakk'ın, insanlara temiz olan şeylerden yemelerini ve içmelerini, fakat sıhhate zarar verecek şekilde haddi
aşmamalarını da emrettiğini söyler. (el-Merâğî, Ahmed Mustafa, Tefsîru'l-Merâğî, Beyrut 1974, VIII,133.) Kur'ân,
aybaşı hali gibi hususî hallerinde kadına yaklaşmayı (Bakara, 222), yasaklamıştır. Tam bir nezâhet ve tıbbî bir
hikmetle, aybaşı halindeki temasın, mutlak zarar olduğunu açıklamıştır. Tıp ilmi de bu ciheti aynı sebepten ve
aynı şekilde kanunlaştırmıştır. (Dr. Frıtz Kahn, Tenasül Hayatımız, (trc. Dr.Feridun Frik), Cemil Cahit Cem,
İst.,1971, s. 75.)
Bugünkü tıbbın en önemli meselesi, "koruyucu hekimlik"tir. Koruyucu hekimlik ise, insanı sağlam iken
koruyan ve hasta etmeyen esasları ve prensipleri ortaya koyar. Aşı, bunun en önemli bir aracıdır. Koruyucu
hekimliğin ortaya koyduğu temel esasların başında, sağlam kimselerin, kendisini koruması için alacakları
tedbirlerin ilki, önce bulaşmayı önlemek, temizliğe ve gıdaya önem vermek prensipleri yer almaktadır. Kur'ân-ı
Kerim ise bu esasları 1400 sene önce getirmiştir.
Biraz önce maddeler halinde verdiğimiz Kur'ân ve hadislerdeki koruyucu hekimliğe ait hükümleri kısaca
şöyle açıklayabiliriz:
1.Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma
İslâm dini ve onun yüce kitabı Kur'ân-ı Kerim, insanın ve insan neslinin muhafazasını ve korunmasını
sağlamak amacıyla, önleyici bir takım ön tedbirler getirmiş ve bu tedbirlerin uygulanmasını da emretmiştir.
Kur'ân'ın getirdiği ön tedbirlerin başında, önleyicilik ve caydırıcılık prensibi, ilk sıralarda yer almaktadır. Bu
prensibe göre Kur'an, evlilik dışı cinsî münasebeti ve bu çeşit münasebetlere götüren yolları kesinlikle
yasaklamış ve bu konuda tedbirler getirmiştir.
Eskiden olduğu gibi günümüzde de, insan ve insan nesli için tehlikeli olan bir takım bulaşıcı hastalıklar
mevcuttur. Bu bulaşıcı hastalıklar arasında en başta gelenleri de, frengi, belsoğukluğu, yumuşak yara gibi
zührevî hastalıklar ve bunlara ilaveten şimdilerde bütün insanlığı tehdît eden AIDS hastalığıdır. Bu hastalıkların
bulaşmasında ise en önemli faktör, evlilik dışı cinsî münasebet ve livâta olması İslâm'ın bu fiiller karşısındaki
kararlı ve ciddî tavrının hikmetini bir kere daha herkese göstermiş olmaktadır. (İbrahim Canan, Hadis
Ansiklopedisi., Akçağ yay., XI, 383.)
Dinî bir takım sebep ve hikmetlerin yanında, bu sebeple de İslâm dini, fuhşu yasaklamış ve fuhşa
götürücü yolları da kapatmıştır. Bu nedenle Cenab-ı Hak:
"Fuhşun gizlisine de, açığına da asla yaklaşmayınız." (En'âm, 151), "Zinaya yaklaşmayın, çünkü o,
şüphesiz bir hayasızlıktır." (İsrâ, 32) buyurmaktadır.
Zinanın içtimaî bünyede açtığı yara, çok derin ve çok tehlikelidir. Sosyal nizamın ve içtimaî bünyenin ilk
ve mutlak şartı aile ve nesildir. Zina bu iki unsuru yok eden ve dolayısı ile içtimaî nizamı yıkan en kuvvetli
sebeptir. Sosyal nizamı korumak ve fertleri, uğrayabilecekleri bu felâketlerden muhafaza etmek için Kur'ân,
zührevî hastalıklarla diğer bulaşıcı hastalıkların kaynağını teşkil eden evlilik dışı münasebetleri yasaklamış ve
"yaklaşmayınız" emriyle fuhşun her çeşidine set çekmiş ve nesilleri bu felâketten korumuştur.
Kur'ân'ın zinâ ve evlilik dışı cinsî münâsebeti önlemedeki metodu ise, zinâya giden yolları başından
kapatmak ve önleyici tedbirler getirmek şeklindedir. Kur'ân, zinâya giden yolların başında, bakılması yasak
olanlara bakmamayı, ilk yol olarak kabul etmekte ve bu yüzden de önce erkeklere, (Nûr sûresi, 30) sonra da
kadınlara (Nûr sûresi, 31) bakılması yasak olan kimselere ve bakılması yasak olan yerlere bakmamalarını
emretmektedir. Böylece Kur'ân; bakış, tebessüm, konuşma, buluşma ve baş başa kalma şeklinde açıklanan zinâ
yollarından ilkini, yani bakışı yasaklamakla, diğer zinâ yollarıyla hakikî zinâyı da yasaklamış olmaktadır. (Celal
Kırca, Kur'an-ı Kerim'de Fen Bilimleri, s. 235-237)
Bilhassa bulaşıcı hastalıklardan korunmak için yiyecek ve içeceklerin temizliğine dikkat etmek gerekir. Bu
hususta da Kur'ân-ı Kerîm'de açık hükümler bulunmaktadır: "Bugün size iyi ve temiz rızıklar helâl kılındı."
(Mâide, 5), "Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yeyiniz." (Bakara, 172), "Ey
insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yeyiniz." (Bakara, 168).
2. Zararlı Yiyecek Ve İçeceklerden Korunma
Dinimizin koyduğu haramları da koruyucu hekimliğin bir parçası sayabiliriz. İçkinin, uyuşturucuların, ölü
etinin, kanın ve domuz etinin sağlık açısından zararları, fazla bir söze hacet kalmayacak kadar herkesçe malum
konulardandır.
3. Beden Temizliği ve Sağlığı
Temizlik, gerek tıbbın ve gerekse koruyucu hekimliğin (hygiene) en ziyade önem verdiği ve üzerinde
titizlikle durduğu konuların başında yer alır. Temizlik çeşitleri arasında ise ilk sırayı şüphesiz beden temizliği
almaktadır. İslâmiyet ise, tıbbın bugün önemle üzerinde durduğu beden temizliği konusunu, asırlarca önce hem
beden ve hem de rûh temizliği ve sağlığı açısından ele almış ve bu konuda ciddî prensipler ve hükümler
getirmiştir. Bu prensipler, özellikle koruyucu hekimlik ile ilgili tedbirleri ihtiva etmekte ve insan sağlığını
korumayı hedeflemektedir. Biz bu konuyu iki başlık altında incelemek istiyoruz:
a. Maddî Temizlik:
İslâm'ın maddî temizliği bir kısım ibâdetlerin vazgeçilmez şartı, hattâ namazın anahtarı olarak kabul
etmesi maddî temizliğin ne kadar önemli bir şey olduğunu açıkça ifade eder. Meselâ dinin direği olarak kabul
edilen namazın anahtarı beden temizliğidir.
b. Beden Temizliği
İslâm dini, temizliği imanın şartlarından biri kılmıştır. İbadetlerin kabul edilmesinin ilk şartı, maddî ve
manevî temizlik olduğu gibi, imanda kemâlin şartı da temizliktir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)bir hadislerinde
"Temizlik imanın yarısıdır." (Müslim, Tahâret,1) buyurur. Burada ehemmiyeti belirtilen temizlik mutlaktır. Yani
hem maddî, hem manevî temizlikler buna dahildir. (İbrahim Canan, İslâm'da Çevre Sağlığı, İstanbul 1986, s.66)
Beden temizliği de ikiye ayrılır: Necâsetten tahâret (maddî temizlik), hadesten tahâret(manevî temizlik).
Hadesten Tahâret: Hades, bazı ibâdetlerin yapılmasına dinî yönden engel olan bir kirlilik halidir. Bundan
temizlik de büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Büyük hades, guslü gerektiren cünüplük, hayız ve nifâs halleridir.
b. Küçük hades ise; namaz için alınan abdesti gerektiren bevletme, büyük tuvaletini yapma ve abdesti
bozan diğer şeylerdir.
Buna göre hadesten tahâret, gusül ya da abdest almak suretiyle "hades" halinden temizlenmeyi ifade
eder ki, manevî ağırlığı olan bir temizlik türüdür. Kur'ân'da abdest emredilerek (Mâide, 6) maddî temizliğe ve
suyun maddî temizlikteki rolüne dikkat çekilmiştir. Bilindiği gibi namaz; Allah'ın huzuruna çıkmanın bir
ifadesidir. O huzura çıkmak için ruhsal olduğu kadar bedensel bir hazırlık da gereklidir. İşte abdest, bu ruhsal ve
özellikle de bedensel hazırlığın ön şartıdır. (Seyyid Kutup, Fizilali'l-Kur'ân, Beyrut 1980, II, 849) Cünüplük, hayız
ve nifastan sonra gusül emredildiği gibi, her bir Müslümanın en azından haftada bir defa yıkanması da
Peygamberimiz tarafından emredilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned I,304) "Ey iman edenler! Sarhoş iken ne
söylediğinizi hakkıyla bilmedikçe namaza yaklaşmayın. Yolculuk dışında cünüp iken de gusletmedikçe namaz
kılmayın.", (Nisâ, 43) "Sana âdet görmeden (hayız, kadınların aybaşı hâli ve nifâs gibi hallerden) soruyorlar. De
ki: "O eziyettir." Âdet halinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın." (Bakara, 222)
Necâsetten Tahâret: Maddî pisliklere "necâset" diyoruz ki, insanın bedenine, elbisesine ve namaz kılacağı
yere bulaşan maddî pislik demektir. Namazın sıhhatli olabilmesi için bu pisliğin giderilmesi şarttır. Bu durumda
necâsetten tahâret, beden ya da elbisede bulunan ve şer'an necis sayılan maddelerden temizlenmeyi ifade
eder. Örneğin, kan, meni, idrar ya da bunların bulaştığı bir elbise necistir. Böyle bir elbiseyi temizlemek
tahârettir.
ab. El temizliği.
ac. Ağız-burun temizliği.
ad. Temizlik ile ilgili diğer tavsiyeler:
1. Fıtrî Temizlik.
2. Elbise Temizliği.
3. Mekân Temizliği.
4. Suların Temizliği.
b. Manevî Temizlik:
Temizliği, sadece maddî temizlikle sınırlamak yanlış olur. Zira, beden temizliği kadar, hatta ondan çok
daha önce "kalp temizliği", "nefis temizliği", "niyet dürüstlüğü" ve "ahlâk güzelliği" gereklidir. İslâmiyet her
şeyde denge gözettiği gibi insanın madde ile manası arasında da dengeyi esas almıştır. Bu itibarla, İslâm'daki
maddî temizlikle manevî temizliği birbirinden ayırmak imkânsızdır. Çoğu yerde manevî ve ruhî temizlik ağırlıklı
olmakla birlikte genelde ikisini iç içe görmekteyiz.
Kur'ân-ı Kerim'de temizlikten bahsedilen yerlerde, sadece maddî pisliklerden temizlenme manası
kastedilmemiştir. Aynı zamanda;
a. Kalp temizliği manasındaki temizlikten şöyle bahsedilmiştir; "... bu hem sizin kalpleriniz, hem de
onların kalpleri için daha temizdir.", (Ahzâb, 53)
b. Fuhuş ve zina'dan temizlik; "... Lût âilesini şehrinizden çıkarın. Çünkü onlar, temiz kalmak isteyen (zina
ve fuhuş yapmayan) kimselerdir.", (Neml, 56)
c. Malın haramla kirlenmemesi için temizlik; "Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin ve
yücelteceğin bir sadaka al.", (Tevbe, 103)
d. Putlara tapma ve yalan pisliğinden temizlik; "Ey peygamber! ağızlarıyla "inandık" dedikleri halde,
kalpleri inanmamış olanlardan küfürde yarış edenler seni üzmesin. Yahûdiler arasında da yalana kulak veren,
sana gelmemiş olan bir kavme kulak verenler vardır. Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler.
"Eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının!" derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah'a
karşı hiç bir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemek istememiştir. Onlar
için dünyada rezillik var ve yine onlar için âhirette de büyük bir azâp vardır." (Mâide, 41) ve "Ey iman edenler!
Müşrikler bir pislikten ibarettir. Onun için, bu yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar." (Tevbe, 28) gibi
ayetlerde manevî temizlikten de bahsedilmiştir.
4. Dengeli Beslenme İle Vücut Sağlığını Koruma
Koruyucu hekimliğin en önemli meselelerinden biri de, beslenme konusudur. Yeteri derecede ve dengeli
bir şekilde besin alarak sıhhati korumak ve bu vesile ile vücutta meydana gelebilecek hastalıkları önlemek,
koruyucu hekimliğin en başta gelen görevleri arasında yer alır.
Birçok hastalıklardan korunmada en iyi tedbir iyi beslenmektir. Belli başlı bir hastalık yapmasa da eksik
veya fena besinden ileri gelen birçok rahatsızlık, kuvvetsizlik ve neşesizlik halleri vardır. Açlık ile fena besini
birbirinden ayırmak lâzımdır. Açlıkta gıda çok azdır veya hiç yoktur. Büyük kıtlıklar, savaş, muhasara, hicret vs.
hallerinde görülür ve kitle halinde beslenme hastalıkları yapar. ( Zeki Râgıp Yalım, Vücut Bakımı, Ankara 1944,
s.2)
İslâm dininin temel gayelerinden biri de, insan sağlığını korumak ve muhafaza etmek olduğundan, onun
yüce kitabı Kur'ân, bu konuda bazı dikkat çekici işaretlerde bulunmuş ve yine bu konuda insanların
derinlemesine düşünmelerini de istemiştir. (Cevherî, Tantavî, el-Cevâhir fî Tefsiri'l- Kur'ân, Mısır 1350/1931(I-
XXVI), I,241-243.)
Beslenmede esas olan gıda ve çeşitleri konusunda, dikkat çekici noktalara temas eden Kur'ân-ı Kerim,
çağımızda önemi daha iyi anlaşılan insan vücudunun büyümesi, kuvvetlenmesi ve tamiri için gerekli ve çok
faydalı şeyleri ihtiva eden proteinli yiyeceklerden et, balık ve süt gibi yiyecekler; hurma, üzüm, buğday, nar,
sebze, sarımsak, acur, soğan, mercimek, incir ve zeytin gibi nebatî yiyeceklerden ve meyvelerden bahsetmekte
ve bu gıdalara dikkatimizi çekmektedir. Nebatî yağdan ve şifa verici baldan da bahseden Kur'ân-ı Kerim, özellikle
balın tedavideki önemine işaret etmektedir. (Afzalur Rahman, Hz. Muhammed (s.a.s.), Sîret Ans., I,342)
Kur'ân-ı Kerim, dengeli, beslenme için lüzumlu ilâve elementleri de göz ardı etmez: "Hele, insan,
yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük. Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice
sürdük, orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler,
meyveler ve çayırlar bitirdik. Bütün bunları sizin ve davarlarınızın faydalanması için yaptık." (Abese, 24-32)
(Afzalur Rahman, age, I,343)
Kur'ân'da zikredilen bu gıda maddeleri, insan sağlığı için lüzumlu protein, karbonhidrat ve yağlara sahip
olan gıda maddeleridir. Kur'ân'da bu gıda maddelerinin zikredilmesi, insanların, bu gıda maddelerine
dikkatlerini çekmek ve bunlara olan ihtiyaçlarını belirtmek içindir. Çağımızdaki beslenme uzmanları da aynı şeyi
söylemektedirler. Zira beslenmede, gıda seçimi, sağlığa etkisi, aşırı beslenmenin zararları veya yetersiz
beslenme gibi konular önemli bir yer tutar.
Tantavî Cevherî, özellikle nebatî gıdaların zikredildiği Bakara suresi 61'inci ayetin tefsirinde, bu ayette
zikredilen nebatî gıdaların tıbbî ve özellikle koruyucu hekimlik bakımından büyük bir önemi hâiz olduğunu
belirtir ve bu yiyeceklerin insan sağlığındaki öneminden bahseder. (Cevherî, age, I,78)
Tıpta ilaç olarak kullanıldığı kadar, beslenmede de büyük bir önemi hâiz olan bal hakkında Cenab-ı Hak,
şöyle buyurmaktadır: "Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları
çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için
belirlediği yolları tut!" Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır.
Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır." (Nahl, 68-69).
Yüce beyâna baktığımızda da dengeli beslenmeyi görüyoruz. Beslenmede en önemli gıda unsuru
proteinlerdir. Kur'an'a bu açıdan bakalım: "Hemen gidip kızartılmış bir buzağı getirdi." (Hûd, 69). Zâriyat
suresinde de: "Bir semiz dana getirdi ve onu önlerine koydu. Yemeğe buyurmaz mısınız dedi." (Zâriyât, 26-27)
şeklindeki ayetleri görürüz. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim, kuş ve kümes hayvanlarından da sevilecek et cinsi olarak
bahseder: "...arzu ettikleri kuş etleri ile..." (Vâkıa, 21). Proteinlerin diğer gıdalardan üstünlüğü ile ilgili olarak
A'raf suresinde ise şunları görmekteyiz: "Kendilerine kudret helvasıyla bıldırcın indirdik ve onlara: "Size rızık
olarak verdiğimizin temiz olanlarından yiyin dedik." (A'raf, 160). Fakat şükürsüz insanlar Allah'tan iyi gıdalarını,
daha düşüğüyle değiştirmesini istediler: "Bir vakit şöyle dediniz: "Mûsa! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok
katlanamayız. O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından,
mercimeğinden, soğanından çıkarsın." Mûsa da: "Ne o!" dedi, "Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı
mı almak istiyorsunuz?" (Bakara, 61). Bu ifade açıkça proteinlerin diğer yeşillik ve sebzelere üstünlüğünü
göstermektedir.
Protein olarak balıktan da bahsedildiğini görüyoruz. "Yine denizden taze et yiyesiniz ve ondan giyip
takınacağınız bir zînet çıkarasınız diye, denizi hizmetinize bağlayan O'dur." (Nahl, 14). Fâtır suresinde de "Her iki
denizden de taptaze et yersiniz." (Fâtır, 12) ifadesini görürüz.
Taze sütün önemi de şu ifadeler ile açıklanır: "Ehil hayvanlarda sizin için muhakkak ders vardır.
Karınlarındaki sütten size içiririz. Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır..." (Mü'minûn, 21), Nahl
suresinde de şunları görürüz: "Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size onların
karnındakiler ile kan arasından halis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından afiyetle geçer." (Nahl, 66).
Kur'ân'da hurma ve üzüm, buğday ve nar, sarımsak, soğan, mercimek, incir ve zeytin gibi sebze ve
meyvelerden ve baldan bahsedilmektedir. Kısaca şunu belirtelim ki, yüce beyânda insana şifâ olacak bütün
beslenme unsurlarına ve dengeli beslenmeye yer verilmektedir. (Polat Has, Peygamberimiz'den (s.a.s.)
günümüze Beslenme, İzmir 1991, T.Ö.V. yayınları, s.15–17)
a. Besinler ve Beslenme:
Canlıların hayatlarını devam ettirebilmek için dışarıdan ağız yoluyla aldıkları her türlü yiyeceğe "besin"
denir. Beslenme ise; insanın büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan
öğeleri alıp vücudunda kullanmasıdır. (Ayşe Baysal, Beslenme, s.4)
Çocukların büyümesi, organların çalışması, eskiyen hücrelerin yenilenmesi, günlük faaliyetleri yürütmek
için ihtiyaç duyulan enerji hep besinler ve beslenme yoluyla temin edilmektedir.
Burada yeri gelmişken kısaca aşırı ve dengesiz beslenme ile yetersiz ve dengesiz beslenmeden de
bahsedelim.
aa. Aşırı ve dengesiz beslenme:
Beslenmede, yenilen gıdalar kadar dengeli ve ölçülü yemek de önemli bir yer tutar. Yemede aşırı giderek
dengesiz beslenmek, insanı şişmanlığa götürür. Gerçekte vücudun tabiî ağırlığı üzerine fazladan binen her kilo,
temel uzuvlara yüklenen bir yük demektir.
Kur'ân-ı Kerim, bu konuda: (Külü ve'ş-rabü ve lâ tüsrifü, innehû lâ yuhibbu'l- müsrifîn) "Yiyiniz, içiniz fakat
yeme ve içmenizde asla isrâf etmeyiniz (aşırı gitmeyiniz, dengeli bir biçimde yiyiniz ve içiniz.)" (A'râf, 31)
buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de: "İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Kişiye belini
doğrultacak kadar yemek yeter. (Eğer çok yemek istiyorsa) Bari hiç olmazsa midenin üçte birini yemeğe, üçte
birini suya, üçte birini de havaya ayırsın." (Tirmizi, Zühd 47; İbn Mâce, Etime 50) buyurmaktadır.
"Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitmeyiniz" âyetini en güzel bir biçimde yorumlayan Allah Resûlü yine bu konuda
şunları söylemiştir:
"Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey: Göbekli olmak, çok uyku ve tembelliktir." (Câmiussagîr,
I,190) Bu hadis Müslüman'ın mutlaka ölçülü ve dengeli yemek yemesi gerektiğini ve asla yemesinde ve
içmesinde aşırı gitmemesini, Müslümanlığın bir gereği saymaktadır.
ab.Yetersiz ve dengesiz beslenme:
Yetersiz ve dengesiz beslenme durumlarında vücudun büyüme, gelişme ve normal çalışmasında
aksaklıklar olacağından "yeterli ve dengeli beslenme sağlığın temelidir" diyebiliriz. Yetersiz ve dengesiz
beslenme bir çok hastalıkların (beriberi, pellagra, skorbit, marasmus, kseraptalmiya, raşitizm gibi) doğrudan
sebebi olduğu gibi, diğer bir çok hastalıkların (kızamık, boğmaca, verem, ishal gibi) kolay yerleşmesinde ve ağır
seyretmesinde rol oynar. Yetersiz beslenmenin hüküm sürdüğü toplumlarda sosyal dengesizlikler olağan
şeylerdir.
Kur'ân-ı Kerim, yetersiz beslenme konusunda: "Ey îman edenler, Allah'ın size helâl kıldığı şeyleri,
kendinize haram kılmayınız." (Mâide, 87) buyurmaktadır. İnsanın, yeterli ve dengeli beslenebilmesi için, Allah'ın
helâl kıldığı her çeşit besin maddesinden yeteri kadar faydalanması gerekir. Çeşitli sebepler ve mülâhazalarla,
bazı gıdaların terkedilmesi, tıbbî mahzurlar doğurmaktadır.
Yüce Allah, her türlü helâl ve temiz gıda maddelerinin yenilmesini ve kullanılmasını istemekte ve bazı
gıda maddelerini yemeyenleri kınayarak, "Allah'ın size helâl kıldığı gıda maddelerini kendinize haram
kılmayınız." (Mâide, 87) demektedir. Gerçekten iyi ve dengeli beslenebilmek için, her çeşit gıda maddelerinden
faydalanmak gerekir.
Aşırı yemek suretiyle şişmanlamak veya az ve yetersiz beslenmek suretiyle zayıflamak aynı ölçüde insan
sağlığı için zararlı olmaktadır. İslâm ve onun yüce kitabı Kur'ân, her çeşit gıdaların yeteri kadar ve dengeli bir
biçimde kullanılmasını emretmekle, insanları her iki durumdan da korumuş ve insan sağlığını beslenme
konusunda garanti altına almıştır.

NETİCE
Kur'ân- Kerim, muhtevası ve kapsadığı konuları itibariyle dinî talimleri emredici, ahlâkı güzelleştirici ve
insanları hidâyete erdirici mahiyettedir. Kısaca mahiyeti bu şekilde özetlenen Kur'an'da, çok değişik konulardan
da bahsedilir. Bunlardan birisi de, herkesi yakından ilgilendiren hıfzıssıhha, yani koruyucu hekimlik ile ilgili
konulardır.
Kaynağı Kur'ân ve hadislere dayanan İslâm tıbbı, hastalıklardan korunmaya, hastalıkları tedavi etmekten
daha fazla önem verir. Hıfzısıhha, koruyucu hekimlik ve hygiene dediğimiz meseleye, yani öncelikle sıhhatin
korunmasına bütün tabâbet sistemlerinde yer verilmiştir. Ancak dinimiz kadar bunu şuurla ve ısrarla yapan
başka sistem yoktur. Modern tıbbın ulaşmak istediği nihâî hedef de budur. Bunca teknik imkânlara rağmen hâlâ
çoğu hastalıkların mahiyeti bilinmemekte, bunlara "medeniyet hastalıkları" adı verilen yenileri eklenmektedir.
Hasta insanlar elbette tedavi edilmelidir; ancak asıl hedef, hastalığa yol açan sebepleri ortadan kaldırmak
olmalıdır. İslâmiyet getirdiği prensiplerle, hastalıklarla mücadelenin temel esası olan:
1. Bulaşıcı Hastalıklardan Korunmayı,
2. Zararlı Yiyecek ve İçeceklerden Uzak Durmayı,
3. Beden Temizliği ve Vücut Sağlığını korumayı ve
4. Dengeli Beslenme İle Vücut Sağlığını Korumayı emretmiştir.
Bu kısa makalemizde anlatmaya çalıştığımz gibi, kıyâmete kadar gelecek bütün beşeriyete hitap eden bir
dinin kitabının bunlardan bahsetmesi büyük önem taşır. İslâm tıbbının temelini oluşturan yapı, sıhhatli insan ve
sıhhatli toplumdur. Ruh ve beden açısından sağlıklı insanlardan oluşan bir toplum, gözetilen hedeflerin başında
gelir. İnsan sağlığını tehdit eden her tehlikenin bertaraf edilmesi esastır.
(Prof. Dr. Davut Aydüz, Kur'an-ı Kerim'de Koruyucu Hekimlik, Yeni Ümit, Temmuz - Ağustos - Eylül 2005
Sayı: 69 Yıl :18)

You might also like