Salata-Yürüyüş-2 1-23 12 2018

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 204

Salât’a Yürüyüş

Sürüm 2.1
Cengiz Yardım

Kalemzáde e-kitap2018
hissettigimzaman@gmail.com

Aralık 2018|DARICA

Kitabın tüm hakları yazara aittir


Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın kullanılamaz
Paylaşılabilir ancak ticari değildir
Para ve sair yollarla satılamaz

All rights reserved to the author


On behalf, any content of the book can not be used without permission
May be shared but not commercial
No permission for sale
İçindekiler

Sayfa 5 Haydin Salât’a


Giriş | Salât ve Salâtı İkame Kavramları
Sayfa 9 Takva ve Salâtı İkame
Salâtı İkame Çerçevesinde Takva ve Önemi
Sayfa 12 Furkan ve Salâtı İkame
Furkan ve Salâtı İkame Yönüyle İzdüşümü
Sayfa 15 Tevhid ve Salâtı İkame
Salâtı İkame Etme Çerçevesinde Tevhid
Sayfa 18 Rükû ve Salâtı İkame
Rükû Kavramının Salâtı İkame Etmedeki Karşılığı
Sayfa 20 Zikir ve Salâtı İkame
Zikir ve Kitap Kavramlarının Salâtı İkamedeki İzdüşümü
Sayfa 28 Tasdik ve Salâtı İkame
Sadaka Kelimesi ve Salâtı İkame İçindeki Yeri
Sayfa 36 Secde ve Salâtı İkame
Secde Kavramının Salâtı İkame Etmedeki Karşılığı
Sayfa 42 İman ve Salâtı İkame
İman Etme ve Salâtı İkame Etme Bağlantısı
Sayfa 45 Tevbe ve Salâtı İkame
Tövbe/Tevbe Kavramının Salâttaki Yeri
Sayfa 48 Şükür ve Salâtı İkame
Salâtı İkame Etmenin İçinde Şükrün Yeri
Sayfa 49 Tesbih ve Salâtı İkame
Her Yönüyle Tesbih Ayetlerinin Salâttaki İzdüşümü
Sayfa 61 Hûşû ve Salâtı İkame
Hûşû Kavramının Salâtı İkame İçindeki İzdüşümü
3
Sayfa 64 Vakit ve Salâtı İkame
Salâtı İkame Yönüyle Vakitle İlgili Ayetlerin İzdüşümü
Sayfa 84 Vakitli Salât ve Salâtı İkame
Salâtı İkamenin İçindeki Salât Kavramının İzdüşümü
Sayfa 100 Zekât ve Salâtı İkame
Tezkiye Olmak/Etmek Kavramının Salâttaki Yeri
Sayfa 108 İnfak ve Salâtı İkame
İnfakın Kapsamı ve Salâtın İçindeki İzdüşümü
Sayfa 119 Kıyam ve Salâtı İkame
Kıyamın İzdüşümü ve Salâtı İkamenin İçindeki Yeri
Sayfa 121 Dava ve Salâtı İkame
Dua ile Duasını Dava Edinmenin Salâtın İçindeki Yeri
Sayfa 123 Salâvat ve Salâtı İkame
Sallâ ve Salâvat Kavramlarının İzdüşümü
Sayfa 132 Kıble ve Salâtı İkame
Salâtı İkame Etmenin İçinde Kıblenin Yeri
Sayfa 141 Islahat ve Salâtı İkame
Islah, Islahat, Salih ve Sulh Kavramlarının İzdüşümü
Sayfa 162 Cihat ve Salâtı İkame
Cihat Kavramı ve Salâtın İçindeki İzdüşümü
Sayfa 168 Sabır ve Salâtı İkame
Sabır Salâtın Neresinde?
Sayfa 171 İstiane ve Salâtı İkame
Dua ile İstemenin Salâtı İkamedeki İzdüşümü
Sayfa 177 Şiar ve Salâtı İkame
Namaz Kavramının Salâtı İkame Çerçevesinde İncelenmesi
Sayfa 201 Tevekkül ve Salâtı İkame
Salâtı İkame Yönüyle Tevekkülün İzdüşümü

4
Haydin Salât’a

S atırlarıma başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Şu


anda okumakta olduğunuz e-kitap 2014 yılında ilk
sürümünü yayınladığım ve bölümler halinde bloğumda
paylaştığım “Salât’a Yürüyüş” isimli çalışmamın genişletilmiş yeni
sürümüdür.
Salât konusuna farklı alt yapılara sahip olarak ve farklı
pencerelerden bakarak “samimi olarak” ele alıp çözümlemeye ve ifade
etmeye çalışanlara da derin saygım var. Benim çalışmam bu çerçevede
bir “dayanışma” olarak algılanırsa sevinirim. Karanlıklarda
kayboluşumuzun ve aydınlığı bulma çabalarımızın içinde belki bir
kapı da ben gösterebilirim umudundayım.
Birçok farklı çevre tarafından çok sert biçimde tartışılan konuların
başında geliyor namaz konusu. Namazın varlığı yokluğu, kaç vakitliği,
kaç rekâtlığı falan filan… Oysa bunun adı “namaz tartışması” değil
“kaybedilmiş salâtı bulma çabaları” olmalıdır.
Eğer konuya ilginiz varsa; şu anda kafanızda dolaşan ve birbirine
kuyrukları değmeyen tilkilerin kuyruklarının hepsini umuyorum ki
yakalayıp birbirlerine bağlayacağız. Bu e-kitabın dizilimi (yer yer
geçişken olma zorunluluğuyla birlikte) genel anlamda salât
konusunda çıkarım yaptığım bir mantığa göre formüle edilmiştir. Her
başlık da kendi içinde elden geldiğince Kuran dizilimine yaslanmaya
çalışılmıştır. Peki, nedir esasta bu “salât” ve “salâtı ikame”
kavramları? O halde sözü uzatmadan başlayalım…
Haydin Salât’a…
5
2:27 Bakara suresi 27.ayet
Onlar (müşrikler) Allah'ın ahdini kesin olarak onayladıktan sonra
bozarlar. Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve
yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Onlar hüsranda olanlardır.
Bu ayette müşrikler üzerinden bize bir mesaj veriliyor ve çok
önemli bir bağlantıyı koparmamamız gerektiğine işaret ediliyor. Eğer
bunu yapmazsak bozguncu olacağımız ve hüsrana uğrayacağımız
belirtiliyor. Bozgunculuğun zıddı ıslah ediciliktir. Görünen o ki; bu
bağlantının bir ucu açık biçimde Allah’la birleşirken diğer ucu ıslahla
ilgili olduğu için kendimizle ve toplumumuzla irtibatlandırılmalı.
Bu “bağlantı” konusunu Kuran’ın içinde farklı bir yerde de
görüyoruz. Bu kez iman edenler üzerinden ve “salâtı ikame etme”
bağlamında ifade ediliyor olması oldukça manidar duruyor.
13:19-22 Rad suresi 19,20,21 ve 22.ayetler
Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kişi, o görmeyen
gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler.
Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri sözü bozmazlar.
Ve onlar (iman edenler) Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi
birleştirirler. Rablerine hûşû duyar, kötü hesaptan çekinirler.
Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler,
salâtı ikame ederler, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve
aleni olarak infak ederler ve kötülüğü iyilikle giderirler. Bu diyarın
sonucu işte onlar içindir.
Müşriklerin kopardığı ama iman edenlerin birleştirmesi beklenen
bu bağlantı her ne ise kapsamında “düşünmek, hûşû, sabır, infak,
iyileştirme” gibi kavramlar var demek ki. Peki, Kuran’ın içinde iman
edenler için yüksek dozda tavsiye edilen bağlanılabilir bir şeyin ifade
edildiği başka bir nesne, başka bir ifade var mı?
Var elbette… Allah’ın ipi!
6
3:103 İmran Ailesi suresi 103.ayet
Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın
üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O,
kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle
kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun
kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye,
Allah, size ayetlerini böyle açıklar.
Bu ayette sadece “ip” değil, diğer ifadeler de çok manidardır.
Çünkü ileride salâtla ilgili diğer bölümlerde diğer ayetleri de
okuduğunuzda göreceksiniz ki buradaki ifadeler bir bir hayata
geçecek. Peki, nedir burada dikkat çektiğim o manidar ifadeler?
Birincisi bir araya gelmiş inanan insanlar topluluğundan
bahsedilmesi. İkincisi Allah’ın nimetiyle (ki bu ifade kitap için çok
kullanılır) sabahlamaları. Üçüncüsü ise kalplerin ısınıp dayanışma
içine girmesi. Tüm bunlar üzerinde çokça duracağımız salât
bağlamındaki çok önemli kavramlar.
Rad suresindeki yukarıdaki ayetlerin ardından iman edenlerin
ödüllendirileceği belirtilip hemen sonra müşriklerin cezalandırılacağı
söylenirken yine kesilen bağlantı aynı bağlam içinde tekrarlanıyor.
13:25 Rad suresi 25.ayet
Allah'ın ahdini, onu kesin olarak söz verdikten sonra bozanlar,
Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesenler ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve diyarın kötü
olanı da onlar içindir.
İşte bu kitabımda şu andan itibaren bu bağlantının adına salât
diyecek, “salâtı ikame et” ifadesini de “bağlantını ayakta tut” olarak
alacağım. Test etmesi size kalmış.
Gençler için daha popüler bir ifade olan “online olmak” da
diyebilirim salâtı ikame etmeye. Eğer online (yani çevrimiçi) olursan
7
bağlantın ayakta kalacak, ne yapman ya da yapmaman gerektiği
hakkında güncelleme alabileceksin. Eğer bağlantıyı kesersen irtibatsız
kalacak, korunamayacak, bir sorunla karşılaştığında çözüm
bulamayacaksın. Salâtı ikame etmek “çevrimiçi” olmaktır. Peki, bu
çevrimiçi oluşun içinde neler yapacağız. İşte onlar da salât-ı ikame
havuzunun içinde ne varsa onlar olacaktır.
Takva, furkan, tevhid, rükû, zikir, saddeka, secde, iman, tevbe, şükür,
tesbih, hûşû, vakit, salât, zekât, infak, kıyam, dua, salâvat, kıble,
ıslahat, cihat, sabır, istiane, şiar ve tevekkül.
Salâtı ikame kavramı çerçevesinde benim görebildiklerimin hepsini
ilgili delilleriyle birlikte konuşacağız. Kuran bize ilk durak olarak
takva’yı gösteriyor. Oradan başlayalım. Bakalım takva ile salâtı ikame
arasında nasıl bir bağlantı var…
Resimler sadece “şiardır” şimdilik takılmayın. Salâta yürüyüşümüz
başlıyor…

8
Takva ve Salâtı İkame

T akva sözlük anlamı itibarıyla; korunmak, sakınmak gibi


bir manada duruyor. Bazı meallerde “Allah’tan korunun”
veya “Allah’tan korkup sakının” ve benzeri çeviriler olsa da
ben bunu garipsiyorum. Çünkü Allah’tan korunulmaz, sakınılmaz.
Buna zaten kimsenin gücü de yetmez. Ama şu olur: Başka bir şeyden
korunmak isteyen kişi Allah’a sığınır. Kuran’ın tek ilah mantığı
çerçevesinde de bunu “Allah’a sığınmak” diye anlıyorum ben.
Bakara suresi 2.ayet
İçinde şüphe (tutarsızlık, tereddüt) olmayan şu kitap takva sahipleri
için hidayettir (kılavuzdur, yol göstericidir).
Daha kitabın en başında Kuran’ın “takva sahiplerine” hitap ediyor
olması, esasen içeriğinin de o kitabı rehber edinenleri ilgilendirdiğini
gösterir. Bu kapsamda hemen ardından gelen ayette “salâtı ikame
etmekten” bahsedecek oluşu da “salâtı ikame edecek” esas kişilerin
sokaktaki “Elhamdülillah Müslümanım” diyen her insan değil, o kitabı
gerçekten kılavuz edinenler olduğunun delilidir. Bu da salâtı ikame
etmekle Kuran’ın anlaşılmasının yakın ilişkisinin çok açık bir
ifadesidir. O halde biz de neyin ne olduğunu anlamak için daha
önceden edindiğimiz geleneksel dini bilgiye ya da geleneğe bağlanmış
gidenlerin dini anlayışına değil o kitabın (Kuran’ın) içine bakarak
gerçeği anlamalıyız. Bu durumda; duyup bildiğimizi onda bulmaya
değil, kitapta bize gerçekte ne söylendiğini anlamaya odaklanmalıyız.
Zikir bağlantısına sıra gelince onun detaylarına gireceğiz.
Korunmak isteyenin bir koruyucuya, sakınmak isteyenin bir
hamiye ihtiyacı vardır. İşte takvayı sağlayan o koruyucu, takva için
9
bağlanılan o hami, tüm merhameti elinde tutan Allah’tır. O’na
sığınırsak, yani takva bağlantımızı Allah’a yaparsak, O’nun
birleştirmemizi istediği bağlantının (salâtın) bir ucunu
tutunabileceğimiz en sağlam yere bağlamış oluruz.
6:72 Enam suresi 72.ayet
Salâtı ikame edin ve takvalı olun. Huzuruna toplanacağınız O’dur.
Çevrimiçi kalarak (salâtı ikame ederek) Allah’la bağlantınızı ayakta
tuttuğunuzda O’nun sağlayacağı tüm olanaklarından faydalanacak ve
O’nun koruma kalkanlarının içinde olacaksınız.
Takva, furkan, tevhid, rükû, zikir, saddeka, secde, iman, tevbe, şükür,
tesbih, hûşû, vakit, salât, zekât, infak, kıyam, dua, salâvat, kıble,
ıslahat, cihat, sabır, istiane, şiar ve tevekkül.
İşte irtibatınızı kestiğiniz anda yukarıda salât kavramının içinde
gösterdiğim takva, kitap, furkan ve diğer sayılan hiçbir aracı uygun
biçimde kullanamazsınız. Çünkü bu araçların hemen hepsi çevrim
içindeyseniz sağlıklı çalışır.
Örneğin elinizde zaten kitap yani bir kullanma kılavuzu (Kuran)
var. Benzetimle devam edelim… Çevrimdışı (offline) iseniz onun
karakterleri okunamaz haldedir. Gördükleriniz sadece karmakarışık
harfler, rakamlar ve sembollerdir. Bir şeyler yazılı olduğunu görür,
uzaktan seslenilir gibi duyar ama ne anlama geldiklerini bir türlü
anlayamazsınız. Başkaları size anlatsa da yanılma ihtimalleri vardır ve
daha da kötüsü sizi kandırma ihtimalleri yüksektir. Çünkü aslında
kitap; çevrimiçi olduğunuzda okuyabileceğiniz biçimde ve size özel
(sadrınızda) şifrelenmiştir. O yüzden birleştirilmesi istenen şeyi
(Allah’ın ipini) birleştirmeli (salâtı ikame etmeli), ona sımsıkı
sarılmalı, asla bağlantınızı koparmamalısınız. Yoksa korunmasız,

10
sakınmasız kalacak, sonraki aşamada okuyup anlamanız gereken bilgi
ve hikmetlere asla ulaşamayacak ve kötü niyetlilerin aklınızı ve
ruhunuzu işgal edecek taarruzlarına da açık hale geleceksiniz.
Önce bağlantı sahibi olmanız, belki de daha doğru bir deyimle
“bağlanmak istemeniz” ve bağlandıktan sonra bir daha da bu
bağlantıyı koparmamanız gerekiyor. Öyle ya; siz bağlanmayı
istemedikten sonra Allah neden bunu dilesin! Denenen sizsiniz.
Demek ki salâtı ikame etmenin içindeki ilk şey takva sahibi olmak
imiş. Korunmasız kalmamak imiş. Allah’la aynı çevrimin içine girmek
imiş. Peki, girince ne olacak? İşte onun da adı furkan.

11
Furkan ve Salâtı İkame

F urkan deyince çoğunlukla akla gelen ilk şey kitap ya da


Kuran oluyor. Ama oraya daha var. Çünkü furkan kitap
değil onu hikmetle okutacak olan bağlantının adıdır.
Takvadan sonra salâtı ikame etmenin ikinci aracıdır. Kitaba giden
yolda takılması gereken bir gözlüktür. Çoğunlukça kabul edilenin
aksine furkan sadece peygamberlere verilmiş bir şey de değildir.
Takvayı gerçekten başarabilen her samimi insan furkanı edinir.
8:29 Enfal suresi 29.ayet
Ey iman edenler! Eğer Allah’a takvalı olursanız sizi bir furkan sahibi
kılar, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.
Çünkü samimi olarak takva sahibi olan bir insan artık Allah’ın
gerçeklerini öğrenmek ve doğruyu yanlıştan ayırt etmek isteğiyle
dolacaktır. Allah da bu hal duasının elbette karşılığını verecek kadar
merhametlidir. Hepimiz kir pas içindeyiz. Çokları bilmese de insanı
kirlerinden temizleyen gerçekten Allah’tır. Bu kirlerin en pis olanları
da aklımızı fikrimizi ve mantığımızı çevrelemiş ve kabuk sarmış halde
bizi değmez heveslere yönlendirmiştir. Furkanın temizlemeye
başladığı en önemli yer arı duru ruhumuza en yakın olan bir yer, yani
aklımız olacaktır.
13:19 Rad suresi 19.ayet
Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kişi, o görmeyen
gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler.
Tarih boyunca hemen her dönem olduğu gibi günümüzde de
insanların Allah’la kurmaları gereken bağlantılarını kendilerine
yönelten… Allah’ın korumasına girecekleri takvalarını kendilerine
12
bağlayarak ancak böylece korunabilecekleri hipnozunu oluşturan… Ve
kendilerinin asla kitabı okuyup anlayamayacaklarını onlara dayatan,
furkanın ancak ahbarların ve ruhbanların elinde olabileceğini
dimağlara işleyen zalimler bugün de varlar… Gelecekte de olacaklar.
Çünkü takip ettikleri kafa yapısı kıyamet gününe kadar mühlet almış
durumda.
2:42 Bakara suresi 42.ayet
Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı (gerçeği) gizlemeyin.
Onlar hakkı batılla, yani gerçek olanı sahtesiyle değiştirirler. Aynen
Allah’a olması gereken bağlantıyı ve Allah’a olması gereken takvayı
kendilerine çevirdikleri gibi. Aynen Allah’ın ipi tabirini şeyhin ipi
yapıp sahte mescidlerde kul edindiklerine uzattıkları gibi. Onlar doğru
olanı yalanla değiştirirler. Size bugüne kadar sizin de furkan sahibi
olabileceğinizi söyleyen Allah’ın bir kulu çıkmış mıydı? Ama bakın
Kuran bize bunu söylüyormuş meğer. Allah’ın bu sözünün üstüne
zıddı olan hangi söze inanabilir bir insan! Ama inanan çok maalesef!
Çünkü akılları kirletilmiş durumda.
Soru sormak aklı başında insanın işidir. Biliyor da olsa bilmiyor da
olsa aklı başında insanın işidir. Cahil; bilmeyen değil, akletmek
istemeyendir. Furkanın bize kazandırdığı belki de ilk şey soru sormak,
sorgulamak ve aklımızı kemiren sorularımızdan kaçmamaktır.
Bilmediğini öğrenmek ve emin olmak istemek bir takva (korunma)
işidir. Bunu iman bölümünde konuşacağız.
Önce Furkan lazım. Kuran’ı değil, önce Furkan’ı fark ettik biz.
Elbette Kuran dosdoğru bir kitap. Ama eğer Furkan olmasaydı
okuduğumuz Kuran’ın dosdoğru olduğunu anlamamız mümkün
değildi.

13
Önce merak ettik. Önce sorguladık. Önce “Bu din diye
inandıklarımızdan hangisi doğru” dedik. Eğer öncesinde “Allah şöyle
demiş ya da dememiş olabilir mi?” diye sormasaydık Kuran’daki
cevapları alamayacaktık. Eğer öncesinde “Doğruyu yanlışı ayırt
edebilme yeteneğimize” kavuşmasaydık Kuran’ı okusak da
anlayamayacaktık.
Önce istedik… Önce bir şeyler oldu bize… Sarsıldık… Bir çeşit taş
düştü başımıza… Daha fazla önemser olduk…
Ok yaydan çıkmıştı. İster istemez okuduk kitabı… Ve gördük ki
mikroskop altında görünmez olan ruhsal genlerimizde doğru diye
ne varsa, Kuran da bize onları birer birer hatırlatıyor. Ve görünmez
bir el, hayatta bize onları birer birer bir benzeriyle yaşatıyor. Kendi
hayatımızda bir benzeriyle Nuh oluyoruz, Musa oluyoruz, Muhammed
oluyoruz, Meryem oluyoruz. Etrafımıza bir bakıyoruz… Bir benzeriyle
Hamanlar görüyoruz, Samiriler görüyoruz, Nemrutlar ve Ebu Cehiller
görüyoruz… Eğer Furkan olmasaydı, Kuran’da bunları göremezdik.
Eğer Kuran bir su ise, yağmur ise, Furkan onun müjdeci rüzgârı
gibidir. Furkan (doğruyu yanlıştan ayıran anlayış) Kuran’ı okutan
gözlüktür.
“Yağmurun İzdüşümü” isimli kitabımdaki
“Kuran Elinizde… Ya Furkan?”başlıklı bölümden alıntıdır.

Salâtı ikame etmek, yani bağlantımızı ayakta tutmak için önce


takva sahibi olduk, böylece furkanı fark ettik. Şimdi ise sırada
furkanın bize ilk fark ettirdiği şey var: Tevhid.

14
Tevhid ve Salâtı İkame

T evhid; furkan sahibi olununca ilk fark edilen tutarlılık


sigortasıdır. Hiçbir yeni bilgi bu prensibe aykırı olamaz.
Aklınıza gelebilecek her şeyi içeren piramidin en tepesinde
tek bir ilah vardır. O’nun eşi, hiçbir konuda hiçbir ortağı yoktur. Din
sadece O’na özgülenebilir. Her şeyin sahibi O’dur. İnsanlar O’ndan
başkasına dini has kılmak üzere davet edilemez. Sadece Allah’a çağrılır
ve O’nun gerçeğine boyun eğilir. Yol O’nun yoludur.
6:71 Enam suresi 71. Ve 72. Ayetler
De ki; bize fayda ya da zarar veremeyecek Allah’ın berisinde
başkalarına mı çağıralım? Allah bizi doğru yola kılavuzladıktan sonra,
şeytanların kandırdığı ve yeryüzünde şaşkın bir halde bıraktığı, onun
arkadaşlarının da “hidayete bize gel” diye çağırdığı kimse gibi
topuklarımız üzerinde mi döndürülelim?
De ki; hidayet Allah’ın hidayetidir ve biz âlemlerin rabbine teslim
olmakla emrolunduk. Salâtı ikame edin ve O’na takvalı olun.
Huzuruna toplanacağınız O’dur.
Tevhid; salâtı ikame edişin (bağlantıyı ayakta tutuşun) her
safhasında, her aşamasında çeşitli vesilelerle size ulaşacak olan ana
mesajdır.
35:37 | 47:19 Fatır suresi 37.ayet ve Muhammed suresi 19.ayet
…Allah’tan başka ilah yoktur…
O’ndan başkasına kul olunmaz. Tüm bağlantı O’nadır. Salât
kapsamında her iş O’nun gösterdiği çerçevede, hayat ve ölüm O’nun
yolundadır. Din namına hiçbir iş O’ndan başkası için ya da O’ndan
başkası öyle uygun gördüğü için yapılamaz.

15
6:162 Enam suresi 162.ayet
De ki; şüphesiz benim salâtım, nüsuklarım, hayatım ve ölümüm
âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Dini bağlamda toplumumuza hesap vermeyeceğiz. Topluma uyma
kaygısıyla toplumun inançlarına göre din edinemeyiz. Hesabımızı din
adamlarına da vermeyeceğiz. Din adamlarını hesabımızı denetleyen
bir otorite olarak kabul edemeyiz. Nebilere ve elçilere de toplumlarına
şahit olmaları müstesna hesap vermeyeceğiz. Onları Allah’a dinde
ortakmış gibi kabul edemez ve onlar adına her söylenen sözü furkan
süzgecinden geçirmeden kabul edemeyiz. Birbirimizi de birbirimize
şahit olmamız ve dayanışmamız dışında dini otorite kabul edemeyiz.
Hesabımızı tek başımıza ve sadece Allah’a vereceğiz.
9:31 Tevbe suresi 31.ayet
Onlar, Allah'ın berisinde ahbarlarını ve ruhbanlarını rablar edindiler
ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir ilaha kulluk
etmekten başka bir şekilde emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur.
O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.
Bize şah damarımızdan bile yakın olan Allah’la bağlantı kurarken o
aralığa kimi sıkıştırabilirsiniz? Hangi kişi ya da nesne o aralığa
sığabilir? Bu yolda birbirimizle sadece dayanışmaya girebiliriz. Kimse
Allah’ın dinine ortak değildir.
Elçiler ve tüm nezirler (uyarıcılar) kapıya kılavuzlayan kişiler
olmuşlardır. Kendi salâtlarını ikame edip, emri yerine getirmişlerdir.
Ama Allah istemedikçe en yakınlarını bile o kapıdan içeri sokmaya güç
yetirememişlerdir. Onlar erdemli liderler olmuşlardır. İlah değildirler
ve ilah gibi görülemezler. Vahyi gerçeği tebliğ etmişler, salâtı ikame
etmişler, kendilerine düştüğü ölçüde bu bağlantıyı ayakta
tutmuşlardır.

16
21:73 Enbiya suresi 73.ayet
Ve onları (elçileri) bizim emrimizle hidayete yönelten liderler kıldık.
Onlara hayırlı işler yapmayı, salâtı ikame etmeyi ve zekât vermeyi
vahyettik. Ve onlar (başkasına değil) bize kul oldular.
Eğer iman iddiamızda tutarlıysak bize düşen de (aynı bağlantıyı
ayakta tutmak) salâtı ikame etmektir. Bu salâtın içinde; hiç erinmeden
eğilip “nedir?” diye bakmak da var…

17
Rükû ve Salâtı İkame

R ükû; kibirlenmeden tevhide boyun eğen her kulun


yapacağı ilk şeydir. İlk eğiliş için süreç genellikle şöyle
işliyor: Allah’ın vahyini işittiniz veya kitabının içindeki
bilgilerin çok önemli olduğunu öyle ya da böyle duydunuz. İşte kitabın
sayfalarını açma ve okuma isteğinize göre yapacağınız basit ama
önemli bir iştir rükû.
Kimilerine ayetler okunduğu zaman eğilip de “ne söyleniyor acaba
burada” diye işitmeye, duymaya bile yanaşmıyorlar. Çoğunlukla
hemen reddediyorlar ya da duymazdan geliyorlar. Kulaktan duyma
bir dini anlayışla ya da toplum tarafından benimsendikleri
tutumlarıyla zaten bildiklerini zannettikleri için kibirleniyorlar ve yüz
çeviriyorlar.
77:48 Mürselat suresi 48.ayet
Onlara rükû edin denildiği zaman, rükû etmezler.
Emin olun sadece siz de değil, sizin gibi aynı kitabı açıp okumak,
ondan emin olmak, üzerinde düşünüp çözümlemek isteyen birçok kişi
var. Furkanıyla birlikte tevhidi fark edenler diğer rükû edenlere
katılıyorlar.
2:43 Bakara suresi 43.ayet
Salâtı ikame edin ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin.
Rükû ediş tek seferle kalacak bir iş değil. Eğilip o kitaba bakmaya
ve anlamaya, bildiğinizin üstüne ve üstüne koymak için çalışmaya,
didinmeye, hikmet çıkarmaya ve hayatınıza tatbik etmeye tüm salât ve
hayat süreciniz boyunca devam ediyorsunuz.
18
3:43 İmran Ailesi suresi 43.ayet
Meryem! Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rükû edenlerle
birlikte rükû et.
Rükû edenlerle rükû ediş, ileride “salâtı ikame” etmenin içinde
“salât” olarak adlandırılan aracında net bir biçimde ortaya çıkacak.
Bazen bir kavramın alt kavramına da aynı isim verilebilir. Örneğin
“icraat” kelimesi birçok konuyu kapsar. Ama icraat kapsamında
yapılan “yol yapmak” gibi belirli alt bir konu da “icraat” olarak
adlandırılabilir. Salât konusuna gelince bunu; yani salâtı ikame
etmenin içindeki salâtı konuşacağız.
5:55 Maide suresi 55.ayet
Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun elçisi, rükû ediciler olarak salâtı
ikame eden ve zekâtı veren müminlerdir.
Rükûnun ritüel tarafına şimdilik girmiyorum. Ama merak etmeyin
onu da çok konuşacağız. Rükû etmeyen birisi salâtı ikame edemez.
Basit bir bel büküp eğilmekten bahsetmiyoruz. Allah’la bağlantımızı
ayakta tutarak onun gösterdiği yolda gitmeye boyun eğiyoruz.
22:77 | 22:78 Hacc suresi 77. ve 78.ayetler
Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, kulluğunuzu Rabbinize edin
ve hayır işleyin. Umulur ki felaha erersiniz.
Allah’ın cihadı içinde hakkıyla cihat edin. O sizi seçti ve din konusunda
size bir güçlük yüklemedi. Atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi).
O bundan daha önce de, bunda da sizi Müslümanlar (teslim olanlar)
olarak isimlendirdi. Elçi sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar
üzerine şahitler olasınız diye.
O halde salâtı ikame edin, zekâtı verin ve Allah'a tutunun.
Sizin Mevla’nız (sahibiniz) O'dur.
Ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı.
Ve artık sıra geldi kitaba…

19
Zikir ve Salâtı İkame

Z aten sizde olanı size hatırlatıcı olan şeydir Kuran. Zikirdir.


Hatırlayıştır. Zikir sözlük anlamı itibarıyla anma-hatırlama
demek. Aynı kökten bazı kelimeleri sayalım: Mezkûr
(anılan, hatırlanan), müzakere (karşılıklı zikretme, fikir alışverişi,
görüşme, sorgulama, tartışma) , müzekkere (ihtar pusulası, not,
hatırlatma), tezekkür (aklına getirme, anma), tezkere (andıç, not,
hatırlanacak şey) gibi…
İşte kitap da bir hatırlatıcıdır. İçindeki baştan geçmişlikler ve
kıssalar hatırlanacak söz ve alınacak hikmetler (izdüşümleri) için
misallerdir. Aslolan misaller değil, misallerin verdiği öğütlerdir. O
zikrin adı Kuran. Teşbihe göre hatırlarsak; siz daha çevrimdışı iken
bile bilgisayarınızda zaten kayıtlıydı ama anlayamıyordunuz ya... İşte
o kitabın içeriği artık karşınızda.
2:2 Bakara suresi 2.ayet
İçinde şüphe (tutarsızlık, tereddüt) olmayan şu kitap takva sahipleri
için (korunanlar için) hidayettir (kılavuzdur, yol göstericidir)
Okudukça şaşıracağınız, sayfaları çevirdikçe ufkunuzun açılacağı
tam bir çevrimiçi rehber. Hem kolay hem de aynı zamanda üzerinde
ciddi bir akletme gerektiriyor. Bakın etrafınıza; ona inandığını
söyleyen milyonlarca insan var. Ama anlamak için okuyan yok.
Siz salâtı ikame etmeye başladığınız (bağlantıyı ayakta tuttuğunuz)
ve takva sahibi olduğunuz (korunma alanına girdiğiniz) ve furkan
denilen (doğruyu yanlıştan ayıran) gözlükle baktığınız ve merak edip
anlamak için eğildiğiniz (rükû ettiğiniz) için artık onu

20
okuyabiliyorsunuz. O, sokaktaki gafil milyonlar için değil sizin için
tutarlı bir rehber. Salâtı ikame etmek (bağlantısını ayakta tutmak)
isteyenler için rehber.
5:12 Maide suresi 12.ayet
Andolsun, Allah İsrailoğullarından misak almıştı. Onlardan on iki
sorumlu görevlendirdik. Ve Allah onlara dedi ki: Muhakkak ben sizinle
beraberim. Salâtı ikame eder, zekâtı verir, elçilerime iman eder,
onlara yardım ederseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz
sizin kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere
sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, bilsin ki belirlenmiş
yoldan sapmıştır.
Kuran’da İsrailoğulları üzerinden öğüt verip uyandıracak oldukça
fazla ve detaylı misaller var. Özellikle şu satırlarda alıntıladığım
ayetler kitap üzerinden değinilen salâtı ikame kapsamında konumuz
açısından önemli bir bölüm...
5:13 Maide suresi 13.ayet
Misaklarını bozmaları nedeniyle onları lanetledik ve kalplerini kaskatı
kıldık. Onlar kelimeyi anlamlarından saptırdılar ve kendilerine
hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. Onlardan çok azı hariç
sürekli ihanet görürsün. Yine de onları affedici davran, müsamaha
göster. Şüphesiz Allah ihsan sahibi olanları sever.
Görülüyor ki kelimeyi anlamından saptıranlar Allah’ın varlığına
inanmayanlar değil, tam aksine kitap (Tevrat) ehli olanlar ve onların
ileri gelenleri. Anlamından saptırılan kelime büyük oranda Tevrat’la
ilgili. Çünkü kendilerine hatırlatılan (zikir) ve kendilerine hisse
çıkarmaları gerekenler o kitabın içeriği. Buradan çıkarımımızı alıyoruz
ki; bugün de aynı şey Kuran’ın başına gelmiş durumda. İşte salât da
sadece namaza indirgenerek anlamı saptırılan ve hatta kaybedilen bir
kavramdır bugün.

21
5:14 Maide suresi 14.ayet
Ve “biz nasarayız (hıristiyanız)” diyenlerden de misak almıştık. Onlar
da kendilerine hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. Böylece biz de
kıyamet gününe kadar aralarına kin ve düşmanlık saldık. Allah
yapmakta oldukları şeyi onlara haber verecektir.
Görüldüğü gibi aynı şey İsevilerin de hatası olmuştur. Onlar da
İncil’den almaları gereken hisseleri zamanla kaybettiler. Kiliseler ve
aziz olarak bilinen Hıristiyan ruhbanları İsa’yı tanrılaştırırken kitaba
da eklemeler yaparak doğru anlaşılmasının önüne geçtiler.
5:15 Maide suresi 15.ayet
Ey Kitap Ehli! Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size beyan
eden ve birçoğundan vazgeçen elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve
apaçık bir kitap.
İşte geçmiş yüzyıllar içerisinde onlar gibi bu yeni kitabın
(Kuran’ın) içindekileri de birçok yöntemle anlamından saptırdılar.
Sadece ritüele indirgenen salât da bundan en ağır nasibi alanlardan
oldu. Bağlantısını kaybetmiş Müslümanlar artık kitaplarını okumaz
oldular. Okuyan az bir kısım ise kendi dilinde anlama çabaları
küçümsenerek toplum dışına itildiler. Her şeye rağmen kendi dilinde
okumak isteyenlere ise çeviriler yoluyla yanlış anlamlar dayatıldı.
Oysa o kitabın içinde aydınlanmak isteyenler için çok şey vardı. Ve
şükür ki her şeye rağmen salâtı ikame etmeye (bağlantıyı kurmaya)
çalışanlar için halen var.
5:16 Maide suresi 16.ayet
Allah rızasına tabi olanlara onunla hidayet eder. (Onunla) onları kendi
izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola
kılavuzlar.
Kuran, insanları düşünmeye, aydınlanmaya ve erdemli nesiller
olmaya kılavuzlarken, onu insanların elinden alıp “biz size öğretiriz”
22
diyen cahil cühela takımları tarihte eşi çok görülmüş bir galibiyetin
mimarları oldular. Oysa mühlet kıyamet günüdür. Sonunda galip
gelecek olan Allah ve onunla bağlantısını sağlıklı biçimde ayakta
tutabilenler olacaktır.
3:191 İmran Ailesi suresi 191.ayet
Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve
göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Ve derler ki:
Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin
azabından koru.
Ayakta iken, otururken ve yan yatarken Allah’ı zikredenler, Allah’la
bağlantısını (salâtını) kaybetmeyenler ve gerçeği bulma gayesi
olanlardır. Düşünen onlardır. Şuradaki “ayakta, otururken ve yan
yatarken” ifadeleri insanın her halinin tasviridir. Geleneğin dini
anlayışıyla bugüne gelen dindarlarımızın kaç tanesini göklerin ve
yerin yaratılışı hakkında düşünüp konuşurken gördünüz? Nötron
yıldızlarından, süpernovalardan, Andromeda galaksisinden, solucan
deliklerinden, manyetik koruma kuşağından veya arkeolojiden, sismik
hareketlerden ve suyun kaldırma kuvvetinden bahseden kaç tane din
adamı tanıdınız? Oysa Kuran’da bakın bize her halinizle bunları
düşünün ve aydınlanın mesajı var. Bağlantının nerelerde
kaybedildiğini görebiliyor musunuz?
6:92 Enam suresi 92.ayet
İşte onların elleri arasındakini (önceki kitabı) doğrulayan bu kitap,
ana şehir ile civarındakileri uyarman için indirdiğimiz mübarek
kitaptır. Ahirete iman edenler onunla iman eder ve salâtlarını
muhafaza ederler (korurlar).
Arap toplumuna indirilen Arapça Kuran ulaşabildiği ölçüde
çevresini de aydınlatmaya hazır ifadeler içerirken, ulaştığı topraklarda
da halen Arapça okunmasının daha sevap olduğunun dayatılması ne
23
büyük bir bahtsızlık. Oysa bizim durumumuz gerçeğe ulaştıran bir
kitap duymuş ve kendi toplumunu uyarma durumunda olanlar
gibidir. Filanca toplumun örfü, geleneği ve çevre koşullarına göre
yaşadıkları kendi dil ve kültürleri bizim için din değilken; bunların din
diye ön plana çıktığı ve hatırlatıcı ve uyarıcı olan kitabın içinin
neredeyse hiç önemsenmediği bir din yaşıyor bu topraklar. Çünkü
muhafaza edilen şey; kitap odaklı salât dediğimiz Allah’la bağlantı
değil, yozlaşmış ve peygamber adı kullanarak başkalarını ötekileyen
Arap kültürü bağlantısıdır. Kitap orada dururken; Arap bile
olmayanların Araplık asimilasyonu din zannedilerek, sadece dini algı
değil insanların kendi kültürel genleri de bozularak köleleştirilmiş. Ne
Allah’a bağlantının muhafazası kalmış ne de kendi doğal kültürünün!
Kitaba sarılmak yerine peygamberin sakalına ve sarığına sarılanların
doğru yolda zannedildiği bir devir yaşıyoruz.
7:170 Araf suresi 170.ayet
Kitaba sımsıkı sarılanlar ve salâtı ikame edenler. Biz müslihlerin (ıslah
edenlerin/ıslah olanların) ecrini şüphesiz zayi etmeyiz.
Oysa bugün elimizde olan kitabın değerini bilmemiz için sayısız
örnek var okuyanlar için…
7:171 Araf suresi 171.ayet
Dağı bir gölge gibi fevklerine yükselttiğimizde onu üzerlerine düşecek
zannettiler. Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün
ki takva sahibi olasınız.
“Üç kulhü bi elham”ı Arapça ezberleyip de, ömrü boyunca
ezberindeki bu ayetlerde ne söylendiğini anlamamak ne büyük
talihsizlik! Çünkü sımsıkı sarınılan Kuran değil, gelenekten ve
büyüklerinden öğrenilen zan bilgileri. Ama çok olmaları doğru
zannedilmelerine yol açıyor. Oysa Kuran çoğunluğun içinden az

24
kişinin seçildiğinden bahseder hep. Sadece peygamberler seçilmez,
iman edenler de Allah tarafından seçilir. Ve tabi ki seçilenler elçi de
olsa, salt iman eden de olsa salâtı ikame etmek isteyenler (bağlantısını
sağlamak isteyenler) arasından olur.
20:13 Ta-Ha suresi 13. ve 14.ayetler
Ben seni seçtim. Bundan böyle vahyolunanı dinle.
Muhakkak ki ben Allah’ın. Benden başka ilah yoktur. O halde bana
kulluk et ve zikretmek (hatırlamak) için salâtı ikame et.
Eğer salâtı ikame eden bir elçi ise, elbette bu bağlantının ucunu
insanlara uzatmak da bu bağlantıya doğal olarak dâhil ve vahye destek
olarak algılanmalıdır. Önemli olan uzatan insanın eli değil
hatırlatıcının içindekilerdir. Zikrin içinde zikredilen şeylerdir.
Unutulmaması gereken zikirdir, nebinin ne giydiği ne içtiği değil.
29:45 Ankebut suresi 45.ayet
Sana Kitap'tan ne vahyedilmişse onları oku (bildir) ve salâtı ikame et.
Çünkü salât, aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar, Allah'ı hatırlamak
(zikretmek) en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir.
Allah, elçisine bile “sana ne vahyedilmişse onu bildir” derken
nebinin bize kitapta olmayan başka helaller, haramlar ve sünnetler
bildireceğine mi inanalım? O bağlantısız hareket etmemiştir. Biz de
bağlantımızı ikame etmek durumunda değil miyiz? Namaz konusuna
ileride ayrıca değineceğiz ama kötülüklerden alıkoyan namaz mıdır
yoksa Allah’la bağlantımızı (her şekilde) muhafaza mı etmektir sizce?
Daha önce yazılarımda verdiğim örneği tekrar vereyim: İnsanları
rivayetlerle uyarır ve derler ki: Bir kadınla bir erkek yalnız
kaldıklarında üçüncüleri şeytandır! Hedefleri; yalnız kalırlarsa bir
yanlış ya da kötülük yapmalarının önüne geçmektir. Eğer uyarılan kişi
şehvetine kapılan biriyse şeytanın birlikteliğiyle uyarmak onu bu
25
kötülükten vazgeçirir mi sizce? Düşünün. Peki, ona “İki kişi yalnızsa
üçüncüleri Allah’tır” dense nasıl hisseder? Kötülükten vazgeçirecekse
hangi uyarı daha kolay vazgeçirir?
Namaz da kötülüklerden vazgeçirebilir ama sadece namazı
kıldığınız beş on dakika için... Ya sonra?
Şimdi ayete dönün bakın… Diyor ki “Salât aşırılıktan ve kötülükten
alıkoyar, Allah’ı hatırlamak (zikrullah) en büyüktür” Demek ki
salâtımızı (bağlantımızı) ayakta tutarsak Allah’ı hatırlamış ve hatta
unutmamış oluruz. En büyük vazgeçirici budur. Bağlantımızın bize
sağladığı Allah’la beraberlik bilincidir. Tabi ki kitap da hatırlatıcıdır.
33:35 Ahzab suresi 35.ayet
… Allah'ı çokça zikreden (hatırlayan) erkekler ve Allah'ı çokça
zikreden (hatırlayan) kadınlar! (İşte) bunlar için Allah bir bağışlanma
ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
Kitapta, zikir ve salâtı ikame ilişkisini göz önüne seren çokça ayet
olduğunu görüyoruz. Bu ayetlerin hemen her biri de ilk bölümlerde
bahsettiğim salâtı ikame araçlarının birbirine bağlantıları hakkında
ipuçları veriyor. Aşağıdaki ayetleri dikkatle inceleyin…
31:2,3,4 Lokman suresi 2,3ve 4.ayetler
Bunlar hâkim olan kitabın ayetleridir.
Güzel-iyi davrananlar için hidayet ve rahmettir.
Onlar salâtı ikame eder, zekâtı verirler ve ahiretten de emindirler.
Yukarıdaki ayetlerde salâtla birlikte iman, kitap, ıslah ve zekât
araçlarını sanırım fark ettiniz.
33:41,42 Ahzab suresi 41. ve 42.ayetler
Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin.
Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin.

26
Yine yukarıdaki ayetlerde salâtın vakit ve tesbih araçlarının zikirle
bağlantısı görünüyor. Aşağıdaki ayette ise salâtla birlikte kitap ve
infak aracı fark ediliyor.
35:29 Fatır suresi 29.ayet
Bilin ki Allah'ın kitabını (bildiren) okuyanlar, salâtı ikame edenler ve
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler
kesintisi olmayan bir ticareti (kazancı) umabilirler.
Bu araçlardan tesbih, vakit, zekât, infak gibi etki alanlarında
sorular ve tartışmalar üretilen ve henüz bu okumakta olduğunuz
kitapta üzerinde konuşmadıklarımızın salâtı ikamedeki yerlerini ilgili
bölümlerde konuşacağız.
Şimdi ise sırada tasdik bahsi var…

27
Tasdik ve Salâtı İkame

T amam öyledir, onaylıyorum demek gibi bir şey bu.


Biliyorsunuz zaten. Sadaka ile aynı kökten ve sadaka ile
ilgisine birazdan geleceğim. Ama önce bir hususu
hatırlatmak istiyorum: Başlarda söylediğim gibi başlıkların geçişken
olabileceğini belirtmiştim. İman mı önce gelir onaylama mı yoksa
zaten iç içe şeyler midir tartışılabilir. Ama ben onaylama yani tasdik
aracını ayrı bir başlık olarak secdeden ve imandan önce
değerlendirmeyi tercih ettim.
Baştaki misalimizin sürecine göre şöyle ki; ayetleri anlamak için
Kuran’ı okuyarak rükû edenlere artık biz de katıldık ama tabi ki kitabı
okumak yetmeyecek.
(Amenna ve saddakna) “Emin olduk ve tasdik ettik” diyen bu
sözün Arapçasını ezbere derler ya… Bizim bunu ezbere demememiz
gerekiyor işte. Konu bu. Okuyup, ondan emin olup içselleştirmiş
biçimde onaylamanız lazım. Bunu yapmadan önce sadece Müslümanız
(teslim olmuşuz) ama iman aşamasına geçmiş değiliz. Onaylanmadığı
halde kabul edilen bilgi ikiyüzlülüğe götürür insanı.
İnternet neslimiz daha iyi anlasın diye örnekleyelim: Uygulamayı
kurarken sözleşmesini okumadan “agree” veya “accept” tuşuna basıp
“next”e geçmeniz gibi... Kuran’ı okuyup, anlayıp öyle onaylamalısınız.
Teşbihimiz çerçevesinde tasdik’i bu bölüme almış olmam daha
doğru bir dizilim gibi duruyor. Ama dediğim gibi tartışılabilir. Zaten
iman ettikten beş sene sonra da bir ayeti henüz yeni anlamış,
farkındalığına varmış olup tasdik edebilirsiniz. İman da böylece artmış
28
olur. Yani tasdik de olup biten değil devam ede gelecek bir süreç. Bu
yönüyle de ilk iman için varsayabiliriz bu dizilimi. Neyse çok da kafa
ütülmeyelim, ilgili ayetlere geçelim artık. Önemli olan onların bize ne
söylediği.
75:31 Kıyamet Suresi 31.ayet
Fakat o, ne doğruladı (saddeka) ne de destekledi (sallâ).
75:32 Kıyamet suresi 32.ayet
Ve lakin yalanladı (kezzebe) ve yüz çevirdi (tevellâ).
Bu iki ayette parantez içlerinde gösterdiğim iki farklı kelimenin
tanımları görünür halde. Buradaki “saddeka” kelimesi “kezzebe”nin
zıt anlamı iken “sallâ” kelimesinin de “tevellâ”nın zıt anlamı
durumunda olduğu fark ediliyor.
Yine çokça tartışılan “sallâ” yani destekleme konusunu “salâvat”
bölümünde konuşacağımız ayrı bir başlık olduğu için şimdilik askıda
bekletelim ve biz “saddeka” olarak geçen kelimenin diğer ayetlerle de
“onaylama, tasdik, doğrulama” anlamındaki yakın formlarında
görelim… Aşağıdaki ayetlerde de tasdikin yine tanımı vardır.
27:27 Neml suresi 27.ayet
(Süleyman) “Bakacağız, doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı
oldun?” dedi
28:34 Kasas suresi 34.ayet
Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün
konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder,
beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum.
29:3 Ankebut suresi 3.ayet
Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah gerçekten doğrulayanları
da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.
Sadaka kelimesi “emri yerine getirme” manasında birisine bir şey
infak etmek için de kullanılagelmiştir. Buna itirazım yok. Ancak

29
sanıyorum ki bazen sözü doğrulamak olarak salâtı ikame kapsamında
kullanılmış olanlar da sadaka vermek gibi anlaşılmış olabilir.
58:12,13 Mücadele suresi 12. ve 13.ayetler
Ey iman edenler! Elçiye gizli bir şey söyleyeceğiniz zaman, gizli
konuşmanızdan önce sadaka takdim edin (onu doğrulayın). Bu, sizin
için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız, bu durumda
şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
Gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim etmekten (onu
doğrulamaktan) ürktünüz değil mi? Ve yapmadığınızda Allah
tövbenizi kabul etti. Şu halde salâtı ikame edin, zekâtı verin ve Allah'a
ve O'nun elçisine uyun. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Düşünün… Nebinin dönemindesiniz. Onun Allah’ın vahyini ilettiği
iddiasını işittiniz. Bazı sözleri kulağınıza geldi ve mantıklı buldunuz.
Ama gerçekten doğru mu emin olamadınız. Madem onunla çağdaş ve
aynı coğrafyada yaşamak gibi bir fırsat var elinizde neden yanına
gitmeyesiniz! Eğer doğruysa bu muhteşem fırsattan faydalanmak ve
kafanızı kurcalayan birçok sorunun cevabını bulmak ümidiyle, eğer
yalansa bu kötülükten zarar görmemek ve insanları bu yalana karşı
uyarmak niyetiyle yola çıktınız.
Nitekim yanına gidip onunla konuşmak istediniz. Ama oraya
vardığınızda, kapısının önünde biri sizi durdurdu ve “Giremezsin ey
yabancı!” dedi ve ekledi “Önce sadaka vermen lazım!”
Şu ayet mealine göre durum aynen yukarıda bahsettiğim gibi değil
mi? Hani elçiler ücret istemezlerdi! Hani biz de bizden ücret
istemeyenlere uyacaktık! O halde (doğrulama anlamı yoksa) bu
mealde bir problem var.
Aynı surenin ilk ayetinden itibaren okumaya başladığınızda
göreceksiniz ki konu zaten doğrulanmış ya da doğrulanmamış bir
sözün gizlice iletilmesiyle ilgili…

30
58:1 Mücadele suresi 1.ayet
Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allah’a şikâyette
bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları
işitiyordu. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
Kuran’dan uzak yaşamayı tercih eden insanlar şu ayeti önsüz
arkasız okuduklarında haklı olarak şunu söylüyorlar…
“Bu kadın dedikodu mu yapıyor nebi ile? Bugün bunca sorunumuz
varken Kuran’da bu mu anlatılıyor yani? Bir dedikodu! Öyle mi?”
Sizce dedikodu mu bu? “Hâşâ! Asla olamaz!” dediğinizi duyar
gibiyim. Ama ben de size katılmıyorum. Bu gerçekten bir dedikodu
olabilir. Bir şartla! Eğer kadın iddia ettiği şeyi doğrulamadan ve bir
zan üzere şikâyete gelmişse bu kesinlikle bir dedikodudur. Ama eğer
kadın gerçekten iddiasını doğrulamış olarak veya ispat etme imkânı
yok ama haklı bir mağdurlukla derdine çare arıyorsa dedikodu
sınıfından çıkar.
İkinci bir husus da dikkatinizi çekmiştir umarım… Bir kadın tek
başına bir erkekle (nebiyle) gizlice konuşuyor. Demek ki bir kadın bir
erkekle konuşabilir. Madem peygamber bize örnektir (gerçekten de
öyledir) biz de birbirimizden kaçmak zorunda değiliz. Peki, kadının
şikâyet ettiği şey nedir, devam edip bakalım…
58:2 Mücadele suresi 2.ayet
Sizden kadınlarına “zıhar”da bulunanlar (bilsinler ki, kadınları)
onların anneleri değildir. Anneleri, yalnızca kendilerini doğuranlardır.
Şüphesiz onlar çirkin ve yalan söylemektedirler. Gerçekten Allah çok
affeden, çok bağışlayandır.
Anlıyoruz ki zıhar denilen şey, bir erkeğin bir kadını annesi gibi
gördüğünü iddia etmesidir. Devam ayetlerinden de anlıyoruz ki bu
zıhar denilen şey bir kocanın karısını boşamak için dinden olmadığı

31
halde din bahanesiyle kullandığı kötü bir hile, kadınları kocalarına
karşı korunmasızlığa ve köleliğe iten kötü bir gelenek.
Hepsini buraya alıntılamayayım… 3, 4, 5 ve 6’ncı ayetlerde bu kötü
geleneğin dine uydurulmuş biçimde sokulduğu, gerçeği yansıtmadığı
ve bunu yapanların bazı yaptırımlarla ancak geri dönebilecekleri ifade
ediliyor. Bu durumda nebi ile görüşen kadının bir zanla mı hareket
ettiği ya da başına böyle bir şey gelmesinden korktuğu mu söz
konusudur ya da gerçekten mağdur mu olmuştur, bunu bilemiyoruz.
Zaten bilmemiz de gerekmiyor. Çünkü mesaj o kadın veya o kadının
ne yaşadığı ya da o kadının iyi mi kötü mü olduğu değil. Eğer öyle
olsaydı biz de şu anda o kadının dedikodusunu yapıyor olurduk.
Aslında mesaj kısaca şu…
“Erkek egemen toplumlarda kadınlar üzerinden din kisvesine
sokularak uydurulan bir takım kötü gelenekler ortaya çıkabilir ve din
zannedilen bu gelenekler erkekler tarafından suiistimal edilerek
kadınları mağdur edebilir. Siz de dönün kendi toplumunuza bakın ki,
sizin din diye bildiğiniz şeyler gerçekte Allah’ın diniyle uyumlu mu
değil mi?”
Biz “Bir kadın peygamberle dedikodu yapıyor ve Allah da buna bir
şey demeyip bizi de mi dedikoduya ortak ediyor?” diyenlere cevap
aramak durumunda değiliz ama bu tip Kuran karşıtı iddialar bizim
imanlarımızı test ediyor olmalıdır. O an cevap vermemeyi tercih
edebilirsiniz ama sorulardan kaçmayın. Bunu denenme, daha
doğrusunu öğrenme ve tekâmül etme fırsatı olarak kullanmalısınız.
Daha iyisini öğrenmek isteyenler en aykırı sorulardan korkmamalı,
bunları fırsat görmelidirler. Bir basamağı görmezden gelenler ona
takılır ve düşerler. O basamak daha yukarı çıkman için lazımdır ki
orada karşına çıkmıştır. İşte 7’nci ayete geldiğimizde en başta kafamızı
kurcalayan o konuyu biz unutsak da bakın Allah unutmuyor… Sorun
32
neydi? “Dedikodu mu okuyoruz biz?” İşte bakın… Dedikodu
okumuyoruz ama dedikodunun ne menem bir pislik olduğunu Allah
bize hatırlatıyor. Bu da Allah ve elçisi üzerinden dillendiriliyor.
7’nci ayette, bilip bilmedikleri konularda başkaları hakkında
dedikodu yapanlara “üç kişi olsalar dördüncülerinin Allah olduğu, beş
olsalar altıncılarının Allah olduğu” hatırlatılıyor. Böylece şunu
çıkarımlayabiliyoruz ki peygamberle görüşen o kadın ve nebi iki kişi
olduklarında üçüncüleri Allah’tı. Bunun farkında olan kimse kötü bir
şey yapabilir mi? Daha önce de söyledim: Bize din diye öğretilen “Bir
kadın ve bir erkek yalnızsa üçüncüleri şeytandır” rivayeti tam da bu
ayette yerle bir oluyor. Üçüncülerinin şeytan olduğunu düşünen mi
yoksa Allah olduğunu düşünenler mi günahtan veya dedikodudan
uzak durur?
Kötü niyetli kişi şeytanı umursamaz, ama Allah’ı umursama
ihtimali çok daha yüksektir. Niyetini bozanın hatırlaması gereken,
şeytan değil Allah’tır. Allah’la bağlantısını ayakta tutandır korunanlar.
8’inci ayette dedikoduları yapıp da peygamberin yanına gelenlerin
onu Allah’ın selamıyla selamlamaları ve ikiyüzlü tavır ve sözlerinden
bahsedilir. Dikkat edin dedikodu veya “gizli fısıldaşma” gibi konular
bu surede hiç gündemden düşmüyor. Konu bu çerçevede ilerliyor.
9’uncu ve 10’uncu ayetlerde dedikodu ve çekiştirmenin şeytan işi
olduğu, uzak durulması gerektiği farklı üsluplarla anlatılmaya devam
ediliyor.
11’inci ayete geldiğimizde ise ortam biraz daha şekilleniyor.
Peygamberin ayetlerle konuştuğu, insanların onun olduğu yerde
toplandığı, onun bilgeliğini dinledikleri, soru sordukları, sorunlarına
cevap aradıkları bir ortam tasviri var. Bu çerçevede oluşan bir
kalabalık ve bu kalabalığın düzene girmesi gerektiği söz konusu. Bu
kapsamda mecliste sonra gelenlere yer açmaları, orayı neredeyse
33
mesken edinir hale girmemeleri, bitince kalkmaları isteniyor. Çok da
doğal. Gerçekleri fark eden kişiler büyük bir hevese kapılırlar ve daha
da fazla gerçek öğrenme hevesi ile bir kelimeyi bile kaçırmama
telaşına düşerler. Daha çok dinleme ya da konuşup ifade etme hevesi
olanlarla dolu bir okuma, öğrenme ortamında yeni gelenlerin
gerçekleri öğrenmeye daha çok ihtiyacı olduğunu unutan insanlar
çıkabilir.
Bir konferansı dinlemek için bugün bile ön sıralardan yer kapmak
ve o kişinin her konferansını kaçırmamak için özel gayret sarf eden
insanları aklınıza getirin. Teşbihen bir şarkıcının konseri, bir
politikacının hitabeti, bir sinema filminin galası gibi durumlarda da
benzer bir durum vardır. İşte salâtı ikamenin içindeki “salât” odur.
Bunu da ileride konuşacağız. Konudan daha fazla uzaklaşmayıp bu
bölümün bahsi olan ayete dönelim…
58:12 Mücadele suresi 12. ayet
Ey iman edenler! Elçiye gizli bir şey söyleyeceğiniz zaman, gizli
konuşmanızdan önce sadaka takdim edin (onu doğrulayın). Bu, sizin
için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız, bu durumda
şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
Çoğu meallerin aksine bu ayetin kelimeleri arasında yoksullar yok,
birilerine (bildiğiniz manada) sadaka vermek, yani para ya da malla
bağışta bulunmayı ben göremiyorum. Peki, ne var?
1’inci ayetteki kadını hatırlayın… Hani peygambere söylediği şeyin
zan mı gerçek mi olduğunu bilemediğimiz… Ya da “Selamun
Aleyküm” diyerek peygamberin yanına gelen ama selamdan sonraki
diğer sözlerinin gerçeklerle uyumsuz olduğu kişileri hatırlayın. Ya da
herhangi bir kişiyi düşünün, bir iddiası var, ya da gizlice bir şeyi
peygambere söyleyecek, ama halen iddiasından emin olamıyor. Bu

34
kişinin ne yapması lazım? Yukarıdaki ayet mealine göre bir yoksula
sadaka vermesi lazım! Peki, sadaka vermesi sorunu çözer mi?
Hiç eğip bükmeyin, konuşulacak gizli konuyu konuşulur hale
getirecek olan sadaka vermek değil, konuşulacak konunun gerçekten
doğru olup olmadığından emin olmaktır. İddiasını doğrulamaktır.
İddiasını ispat etmektir. Yoksa şüphe üzerinde bir konuşma yapmış
olurlar ve bu da dedikodu mahiyetine girme ihtimali yüksek bir
şeydir. 13’üncü ayete baktığımızda konu pekişiyor.
58:13 Mücadele suresi 13. ayet
Gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim etmekten (onu
doğrulamaktan) ürktünüz değil mi? Ve yapmadığınızda Allah
tövbenizi kabul etti. Şu halde salâtı ikame edin, zekâtı verin ve Allah'a
ve O'nun elçisine uyun. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Gizlice konuşmadan önce (bağış yapmaktan değil) o konuşacağı
gizli şeyin doğrulamaktan ürkmek söz konudur. Ama Allah bu
yaptığından pişman olanları bağışlayacağını söyler. Surenin kalan
ayetleri de bu minvalde ikiyüzlülüğü ve sonuçlarını çeşitli yönleriyle
ifade edilmesiyle devam eder gider. Benim doğrulamam (tasdikim) bu
şekilde.
Konudan biraz uzaklaştık. Tekrar salâtı ikameye dönelim. Neticede
ayetlerde doğrulamanın salâtı ikameyle (bağlantıyı ayakta tutmayla)
olan bağını gördük: Allah’la bağlantısını ayakta tutan kişi kendisine
hatırlatılan gerçeği doğrular, yalana ve sahteye yönelmez.
Şimdi de sıra geldi secdenin salâtı ikamedeki konumuna…

35
Secde ve Salâtı İkame

S ecde kelimesine ilk olarak Bakara suresinin başlarında


Âdem için meleklerin secde etmesinde rastlıyoruz. Yaratılış
bahsine burada girmeyeceğim. Bu konuyla ilgili çalışmamı
“Yaratılış Kalemi” isimli kitabımdaki çözümsel kronolojiye göre
okuyup inceleyebilirsiniz.
2:34 Bakara suresi 34.ayet
Ve meleklere “Âdem için secde edin” dedik. İblis hariç secde ettiler. O
ise diretti ve kibirlendi. Böylece inkâr edenlerden oldu.
“Hah tamam! Şimdi namaz var diyecek! Bence tam tersine! Namaz
yok diyecek!” İkisi de değil… Etrafta dolaşan tilkilerden haberim
olduğu için hatırlatayım dedim: Biz beraberce kaybedilmiş olan salât’ı
bulmaya çalışıyoruz. Kitabın ne dediğini daha iyi anlamaya
çalışıyoruz. Namazı ya da üç vakti beş vakti bulmaya ya da yok etmeye
çalışmıyoruz. Kafamızdaki tilkilerin kuyruklarını yazar ve okurlar
olarak beraber yakalayacağız. O sorular askıda. Tam düşünmeye
başlamışken zan şemsiyelerimizin izdüşecek yağmuru örtüp tefekkürü
engellemesine izin vermeyelim.
“Meleklerin secdesi” konulu ayetlerde geçen secde kelimesi bir
ritüeli değil, bir emrin gereğini kabul etmeyi simgelemektedir. Ama
bunu yere kapanma gibi algılayanlar bile o ayetlerde namazla ilgili bir
durum olmadığının farkındadırlar. Uzatmayalım… Ayetlerle konuyu
daha da açacağız…
3:43 İmran Ailesi 43.ayet
Meryem! Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rükû edenlerle
birlikte rükû et.
36
Ayette “gönülden itaatte bulun” şeklinde çevirisi yapılmış ve emir
kipinde olan kelime Türkçeye de geçmiş ve çok aşina olduğunuz ikna,
kanaat gibi kelimelerle aynı yapıda. Söylenen şey: İkna ol.
Demek ki secde dediğimiz şey ikna olduktan sonra yapılıyor veya
ikna olmayla ilgili bir sürecin sonucu. Peki, ikna olmayı sağlayan
nedir?
7:206 Araf suresi 206.ayet
Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten
büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.
İkna olmayı sağlayan unsurlardan birisi tesbihtir. Tesbihin ne
olduğuyla ilgili de bir bölümümüz var. Ama kısaca değinmek gerekirse
tesbih Allah’ı farkındalıkla anma, vahyini çözümleme ve gerçekler
üzerinde aydınlanma işidir.
Yeri gelmişken yukarıdaki ayette geçen “yalnız Allah’a secde edilir”
çıkarımını unutmayalım. Çünkü bu çıkarım gerek yaratılış sürecinde
Âdem için yapılan secdeyi ve gerekse aşağıda okuyacağınız ayetteki
secdeyi doğru anlamak için bir mantık sınırı vermektedir. Yaratılışta
Âdem’e secde edilmemiştir. Âdem için Allah’ın emrine ikna olunmuş,
kanaat getirilmiştir. Bu şartlarda aşağıdaki ayette de secde edilen
Yusuf olabilir mi? Elbette olamaz. Eğer öyle olsaydı Kuran tutarsız bir
kitap olurdu.
12:100 Yusuf suresi 100.ayet
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye
kapandılar. Dedi ki: Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur.
Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı…
Ayete dikkat ederseniz Yusuf ebeveynlerini makamına çıkartıyor.
Bu durumda tüm başına gelen sürecin sonunda Yusuf’un Allah’ın
lütfu ve izniyle gerçekten muktedir bir yönetici olduğunu görüyor ve

37
O’nun lütuf sahibi olduğuna bir kez daha ikna oluyorlar. Bu sebeple
sevinçlerini ve şükürlerini kültürleri gereği eğilerek ya da yere
kapanarak da göstermiş olabilirler. Bu konuyu ilerde harika bir
biçimde işleyeceğiz.
13:15 Rad suresi 15.ayet
Göklerde ve yerde her ne varsa isteyerek veya istemeyerek Allah'a
secde eder. Sabah akşam gölgeleri (gibi).
Allah’ın sınırları vardır. Yarattığı her şeyi bir plan dâhilinde
yaratmıştır. Kim ne kadar Allah’ın gerçeklerine aykırı davranırsa
davransın bu planı kabul etmiş ve dışına çıkamaz durumdadır.
Allah’ın izni olmadıkça kimse O’nun planının dışına çıkamaz. İblis
örneğindeki gibi secde etmeyenler (bu planı kabullenmeyenler) bile
secdeyi reddederek gerçekte bu plan için secde etmiş durumdadırlar.
16:48 Nahl suresi 48.ayet
Allah'ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı? Onun
gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah'a secde eder vaziyette
döner.
Tüm bu iyi ve kötü gibi görünen vesilelerin sonunda Allah’ın planı
neyse ahir onunla sonuçlanacaktır. Ayetlerde işte bu durum bir
sembol üzerinden gölgelerle açıklanıyor. Gölge nasıl bir sembol ise
yere kapanmak da böyle bir semboldür. İnsanların bir şeyi sembolle
göstermesi de; içi aydınlanma, samimiyet ve doğru bir kanaatle dolu
olduktan sonra kötü bir şey değildir.
16:49 Nahl suresi 49.ayet
Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde
ederler ve büyüklük taslamazlar.
Salâtı ikame çerçevesinde kibirlenmek, büyüklük taslamak yere
kapanmaya diretmek değil, doğruyu ve gerçeği kabullenmeye
38
diretmektir. Rükûda da secde de aynı durum vardır. Ama secde
rükûya göre daha aydınlık bir kabullenmedir. Tüm içtenliğiyle ve
farkındalıkla gerçekleşen bir ikna oluş durumudur. Aşağıdaki ayetler
bu farkındalıkla kabul edişi çok güzel biçimde açıklıyor…
17:106-109 İsra suresi 106. ayetle 109.ayetler arası
Ve Kur'an… İnsanlara bir süreç içinde okuman için onu kısımlara
böldük. Onu tenzilen indirdik.
De ki: İster ona inanın ister inanmayın; o önceden kendilerine ilim
verilenlere okunduğu zaman çenelerinin üstüne kapanarak secde
ederlerdi. Ve derler ki: Rabbimiz yücedir. Rabbimizin vaat ettiyse o
mutlaka ifa edilir. Ağlayarak çeneleri üstüne kapanmakta ve hûşûları
artmaktadır.
Bu ayetlerde görmek isteyene açık seçik biçimde söylenen şudur:
Size peyderpey okunup duyurulmakta olan Allah’ın kitabı daha önce
farkına varamadığınız doğrularla ve gerçeklerle doludur. Siz bu
sözlerden emin olsanız da olmasanız da bilin ki daha öncekilere
bunlar açıklandığı zaman gerçeğin ne olduğunu öyle bir aydınlık
zihinle fark ederlerdi ki bu aydınlanmanın verdiği mutluluk ve
heyecanla birlikte bu ikna oluşlarını yerlere kapanarak ve hatta
sevinçlerinden ağlayarak gösterirlerdi.
19:58-60 Meryem suresi 58,59 ve 60.ayetler
İşte onlar kendilerine Allah'ın nimet verdiği nebilerden, Âdem’in
zürriyetinden, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in
zürriyetinden ve onlara Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman yere
kapaklanarak secde eden ve ağlayan hidayete erdirdiklerimizin
zürriyetindendirler. Ancak onlardan sonra gelen nesiller salâtı
kaybettiler ve şehvetlerine uydular. O halde yakında gayy (kendi
hatalarıyla düştükleri karşılık) ile karşılaşacaklar. Ancak pişman olup
iman eden ve salih işler yapanlar hariç. İşte onlar cennete girecekler
ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar.
39
İşte kaybedilen salât budur. Kopan bağlantı budur. Nasıl namaz
kılınacağı ya da yerlere nasıl kapanılacağı, hangi hareketlerin ne
zaman ne şekilde yapılacağı değildir kaybedilen. Kaybedilen şey işte
aydınlanmadan doğan bu doğal bağlantıdır. “Onlar yere şöyle
kapaklanmışlar biz de aynı hareketleri yapalım” diyerek yapılan suni
ve taklide dönüşen şey ne salâttır ne de tesbih. İşte İbrahim’in evinde
yapılan da buydu… Henüz kaybedilmemiş olan bağlılıktı.
22:26 Hacc suresi 26.ayet
Hani biz İbrahim'e evin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle
demiştik:) Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler,
rükûa ve secdeye varanlar için evimi tertemiz tut.
Gerçeğin farkındalığıyla ve aydınlanma hevesiyle kitap okuyan,
destekleşen, namaz kılan, dua eden, ders yapan, kilise sıralarına
kapaklanan, duvarın dibinde ağlayan, Ganj nehrine kendini atan, tapir
derisinden torbasının içindeki mısır koçanıyla konuşan, püsküllü
donundan başka bir şey giymeden ateşin etrafında dolaşıp dans eden
herkes benim dinde kardeşimdir. Böyle bir aydınlanmayla uzay
mekiğinden dünyaya, mikroskoptan bakteriye bakan, kuantum
parçacıklarını çarpıştıranlar da. Ama böyle bir aydınlığı olmaksızın
günde kırka kırk vakit katıp namaz kılsa da yaptıkları sadece taklitten
ibarettir. Görünürde yerlere kapaklanabilirler ya da ellerindeki ile
övünebilirler ama zan içinde ve ne dediklerini bile bilmeden yaptıkları
şey içi bomboş bir taklitten öte değildir. Taklidin, sahtenin gerçeğin
yanında hiçbir kıymeti yoktur. Elbette kimsenin iç yüzünü göremeyiz
ama aslında herkes kendisini çok iyi bilir. Allah’ın bizden beklediği şey
yere kapaklanmak ya da insanların önünde gösterişli salih pozlar
vermek değil, gerçekle aydınlanıp hayatımıza bilinçle yansıtmaktır.
Ben ne dersem diyeyim ya da kim ne derse desin insan her şeyden
önce kendisine şahittir.
40
25:60 Furkan suresi 60.ayet
Onlara: Rahman’a secde edin denildiği zaman; Rahman da neymiş?
Biz senin bize emrettiğine mi secde edecekmişiz, derler ve (bu)
onların nefretini arttırır.
İşte secde; rehberin kılavuzluğunu artık sadece okumuyor aynı
zamanda onun bildirdiği gerçekleri teker teker içselleştiriyor olmaktır.
Sevinç ve farkındalık içinde anlıyor olmaya başlamaktan ötürü o
kadar mutlu olmak ki; her ayetin altındaki beğeni tuşlarına defalarca
basmak gibi.
32:15 Secde suresi 15. ve 16.ayetler
Bizim ayetlerimize kendilerine hatırlatıldığı zaman yere kapaklanarak
secde edenler, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük
taslamayanlar iman eder.
Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla
(çağırırlar) dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
infak ederler.
Eğer secde salt bir ritüel olsaydı yukarıdaki “hatırlatma” ifadesi
boşa çıkardı. Mesele sadece namazda secde etmek değil, sana Allah’ın
ayetleri hatırlatıldığında ikna olup kabul etmen. İşte o secde için
mutlaka ki yerlere kapaklanmana gerek yok. İşarete bakıp neyi işaret
ettiğini görmekten kaçma. Farkında ol, içselleştir, sevinç duy gerçeği
fark etmişsen ve ondan sonra kapaklanacaksan yere kapaklan.
Geceleri yanların yatağından uzaklaşıyor mu, dön kendine bir bak!
Allah’ın ayetleri ve onun yarattığı bilimin gerçekleriyle ne kadar ilgi ve
iştigal halindesin dön bir düşün. Cehalet ve kibir nerede bir kontrol et.
84:21 İnşikak suresi 21.ayet
Kendilerine Kur'an okunduğunda secde etmiyorlar.
96:19 Alak suresi 19.ayet
Hayır; ona (itaat etme) uyma, secde et ve yakınlaş.

41
İman ve Salâtı İkame

şte tüm bu süreçlere hiç değmeden dokunmadan iman

İ ettiğini ve dindar olduğunu düşünüyorsan eğer… Dön iman


etmeden önce neye iman etmen gerektiğine bir bak. Allah’la bir
bağlantın var mı? Takvan, kötülüklerden korunma refleksin var mı?
Din diye sana öğretilendeki doğruyla yanlışı ayırt etme isteğin var mı?
Birlemenin ve ortak koşmamanın ne olduğunu anladın mı? Hiç gerçek
manada rükû ederek eğilip de ayetlerde ne deniyor diye baktın mı?
Okumadığın kitaba mı iman ettiğini söyledin? Yok eğer okuduysan
okuduğum doğru mu yanlış mı diye doğruladın mı? Farkındalıkla
dünyaya bakıp da için mutluluk, heves ve heyecanla hiç doldu mu?
İşte tüm bu sürecin bir benzerini yaşamadan edilen imandan da iman
ettim denilen şeyden de emin olunabilinir mi?
2:3 Bakara suresi 3. ve 4.ayetler
Onlar gayba iman edip (bilmediklerinden emin olup) salâtı ikame
ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.
Ve onlar hem sana indirdiğimize hem de senden önce indirdiklerimize
ve ahirete de kesin biçimde iman ederler.
İman etmenin dilimize inanmak olarak tercüme edilmesi
problemlidir. Kitapta inanmak değil iman etmektir övülen. O kitap
inanmaya değil iman etmeye, yani emin olmaya çağırır. Kuru kuruya
inananlar değil, emin olanlardır bilenler. İman etmek emin olmaktır.
Onlar cenneti değil Allah’tan razı olmayı ve O’nun da kendilerinden
razı olmasını hedefleyen insanlardır. En büyük mutluluğun bu
olduğunu bilenler ve zerrelerine kadar hissedenlerdir onlar.

42
O kitap hayale, masala, rivayete değil, bilinçli olarak gerçeği
araştırmaya ve o gerçeğe teslimiyete çağırır. Teslim olanlar,
yağmurun nasıl yağdığını bilim yoluyla araştırıp öğrenen, niçin
yağdığı üzerine ise kendi beyniyle düşünenlerdir.
Kuran (olumlu anlamda) bir fitne, yani ayırt edicidir. O kitap,
elinde Kuran’ı sallayarak “Buna inananlar bana kulluk etsin” diyenleri
ya da öyle demeye getirenleri reddeden kitaptır. Riya içinde olanları
ifşa eden bir kitaptır. Bir sözü diğer sözünü tutmayanların
tutarsızlıklarını ortaya döken bir kitaptır. Yalancıları deşifre eden bir
kitaptır.
Bilgi birçok kapıyı açar. Bilgiden yana zayıf mı hissediyoruz?
Emin olamadığınız şeyin zıddını düşünmek de bir çeşit emin oluş
yoludur. Emin olun ki emin olmanın başka birçok yolu da var…
“Yağmurun İzdüşümü” isimli kitabımdaki
“İnanmak İman Etmek midir?”başlıklı bölümden alıntıdır.

Emin olmak çabayı gerektirir ve çaba gösterenler için Allah’ın


dilemesini... Belki henüz tam olarak çözemediğiniz şeyler de olabilir
ama ana mesajları kalbinize indirmiş durumda olmalısınız. Artık tam
bir eminlikle, tatmin olmuş biçimde kitaba güveniyorsunuz. Şimdiye
kadar anlamış olduklarınızın anlamamış olduklarınıza da kapı
açacağını görüyorsunuz. Yolunuzdan eminsiniz. Salâtı ikame ettiğiniz
(bağlantınızı koparmadığınız) sürece hem bilginiz hem de tatmininiz
artacaktır.
13:19 Rad suresi 19.ayet
Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kişi, o görmeyen
gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler.

43
27:3,4 Neml suresi 3. ve 4.ayetler
Onlar, salâtı ikame eder, zekâtı verirler ve onlar ahiretten emindirler.
Ahirete iman etmeyenlere gelince; biz onlara yapıp ettiklerini
süslemişiz. Dolayısıyla onlar bocalamaktadır.
“Yakinen inanmak” şeklinde zaman zaman duyduğumuz kavram;
işte o “emin olarak inanmayı” kast eder. Okuduğumuzda bunu (emin
olarak inanmayı) gösteren birçok bağlamı sözcüğün farklı mealleriyle
de olsa kitap (Kuran) içinde bulabiliyoruz.
31:2-4 Lokman suresi 2, 3 ve 4.ayetler
Bunlar hâkim olan kitabın ayetleridir. Güzel-iyi davrananlar için
hidayet ve rahmettir. Onlar salâtı ikame eder, zekâtı verirler ve
ahirete de kesin biçimde inanırlar.
Evet, artık doğrulayıp secde edip emin bir hale geldiysek; artık
salâtı ikame etmenin içinde bulunan başka bir bağlantı aracını
görüyoruz… Adı tevbe! Aslında otomatik çalışan bir araçtır.

44
Tevbe ve Salâtı İkame

T üm bu sürecin ardından gelen farkındalığınız ve gerçeğe


aydınlanmanız sizi ister istemez daha derin bir kendini
sorgulamaya itecektir. Eskiden aklınızı nasıl bu kadar
kullanamaz halde olduğunuza, gafletinizle yanlış yapıp ettiklerinize ve
ne kadar da büyük bir cehalet içinde hayatınızı yaşadığınıza pişman
olacaksınız.
Herkes kendini bir dine bağlı görüyor şu hayatta. Allah’a
inanmadıklarını söyleyenler bile bir ideoloji içinde neticede. Bizim
coğrafyada genel olarak herkes “Müslüman” zaten! Ancak naçizane
ben şunu diyorum: Eğer bir insan tövbe etmemişse bir dine girmiş
değildir. Öyle herkes Müslüman doğar gibi sloganlara inanmıyorum.
Bir çocuğun farkındalık içinde bir dini olmaz. Farkındalığa ulaşmamış
bir yetişkin de gerçekte dine girmiş olamaz. Bu manada ciddi bir
dönüşüm geçirmeyen kimsenin Allah’ın dinini fark edebildiğini
düşünmüyorum. Tüm bu süreci yaşamakta olan biri olarak en
azından ben öyle hissediyorum.
Tevbe şöyle bir şey: İlk başta verdiğim benzetmeye dönersek;
öğrendikleriniz sizi o kadar değiştirdi ki artık o eski çevrimdışı
zamanlarınızdan ötürü pişmanlıklar duyuyor, bir özür e-postasını
bağlandığınız ana bilgisayara gönderiyor ve kendinizi düzeltmeye
başlıyorsunuz...
2:160 Bakara suresi 160.ayet
Ancak tevbe edip (pişman olup) ıslah olanlar (kendilerini düzeltenler)
ve beyan edenler(e gelince); onların tevbelerini kabul ederim. Ben
tevbeleri kabul edenim, merhametli olanım.

45
Bu beyan başkalarına yapılan bir beyan değil, Allah’a yapılan bir
itiraftır. Yoksa bir şeyhin elinden (güya) tövbe almak ya da kilisede
rahibin (güya) günah çıkartması ve yahut pişmanlıkla topluma alenen
edilen itiraflarla kalbini değmeyecek insanlara açmak da tevbe
değildir. Özür dilemeniz gereken birisi varsa gidip özür dilersiniz bu
ayrı bir konu ama tevbe Allah’a yapılacak, ona bağlantınızı ayakta
tutacak bir şeydir. Tevbe kendini kontrol etmektir. Salâtı ikame
etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) en güzel araçlarından biridir.
3:17 İmran Ailesi suresi 17.ayet
Sabredenler, doğru olanlar, ikna olanlar, infak edenler ve seher
vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.
Yukarıda konuştuğumuz ilk tevbedir. Salâtı ikame edeceğimiz
(bağlantımızı ayakta tutacağımız) tüm yaşamımız boyunca da
düştüğümüz hatalardan duyacağımız derin pişmanlıklar süregelen
tevbelerdir.
5:39 Maide suresi 39.ayet
Kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve kendini düzeltirse,
şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah,
bağışlayandır, merhamet edendir.

6:54 Enam suresi 54.ayet


Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: Selam
olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki; içinizden kim
cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah
ederse şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.
Sadece Kuran’da değil İncil’de de zenginler en çok uyarıyı alanlar
arasındadırlar. Çünkü malın ve paranın verdiği özgüven onu verenin
güvencesini bir anda unutturabilir insana. Belki de paranız yüzünden
insanlar etrafınızda pervane ve size değer verir görünüyorlardır.
46
İnsanların çoğu böyleyken nereden bilirsiniz gerçeği? Mal ve para
denenme aracıdır. Kendini diğerlerinden malı ve parası yüzünden
daha muktedir, daha elit ve daha sözü dinlenir görenler, böyle
söylediğimizde bize kızabilirler ama gerçekleri şimdi fark ederlerse
kendileri için çok daha iyi olur. Bahçe sahipleri kıssasında bu derin
pişmanlığı görüyoruz. Varlık içinde, kendini muhtaç görmeyen ve
artık fakirleri küçümseyip onlardan korunmaya çalışan bir grup
insan, elindekileri kaybettikten sonra kendilerini kınadılar.
68:27-30 Kalem suresi 27. ve 30.ayetler arası
Hayır, biz yoksun bırakıldık. (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: Ben
size dememiş miydim? Tesbih edip tenzih etmeniz gerekmez miydi?
Dediler ki: Rabbimiz seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten biz zalim
imişiz. Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.
Tesbih konusuna ileride değineceğiz. Oraya girmiyorum.
Tüm cehalet ve gaflete rağmen bugün toplumda bir uyanış
hissediliyor. O halde ne söyleniyor, neler oluyor diye bir düşünmek,
acaba ben doğru muyum diye kendine sormak lazım…
110:1-3 Nasr Suresi
Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman, insanların Allah'ın dinine
dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih
et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
Kimileri farkında olmasa da insanlar bugün de dalga dalga Allah’ın
dinine giriyor. Tarihi tarafıyla ifade ediliyor olması bugün bu ayetlerin
anlamlı olmaması demek değil. Kuran’a yönelişi görenler azıcık
düşünseler “ne oluyor yahu” diyerek düşünmeye başlarlar. Ama ilmi
veren Allah, bize ise sadece uyarmak düşüyor. Daha “biz” bile
ol’madık ya! Öğreniyoruz işte. Allah yardımcımız olsun. O’na
güveniyoruz. Umut ediyoruz. Şimdi sırada “şükür” var…

47
Şükür ve Salâtı İkame

Ş ükür biliyorsunuz ki bir memnuniyet ve yanında bir razı


oluşu getiren ifadedir. Razı olmaksa daha ileri gidebilmek için
atılacak olan adımdır. Dolayısıyla şükür; orada artık durmak
demek değildir.
Takva, furkan, kitap, rükû, secde, iman ve tevbe derken bir de
baktınız ki gönderdiğiniz özür mektubuna size özel cevap da gelmiş.
Bunun üzerine teşekkürlerinize teşekkür katıyor ve kılavuzun
gösterdiği yolda salâtı ikame etmeye (bağlantınızı korumaya) adeta
yemin ediyorsunuz. İşte şükür budur.
2:52 Bakara suresi 52.ayet
Sonra bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.
Kuru bir teşekkür olsaydı affedilmekle iş bitmiş olurdu. Şükretmek
orada durmak değildir. Daha bir motivasyonla çalışmayı gerektirir.
Aldığın hediyeye teşekkür edip onu bir kenara atmak ihanete eşdeğer
ve teşekkürde samimi olmamak anlamına gelir.
34:13 Sebe suresi 13.ayet
Ey Davud ailesi! Şükrederek çalışın. Kullarımdan şükredenler azdır.
Şimdi geldik yine üzerinde en çok tartışma üretilen bir diğer
bağlantıya… Adı tesbih.

48
Tesbih ve Salâtı İkame

T am da her şey yoluna girdi ve tıkır tıkır gidiyor derken


hayat treninin insana hangi istasyonda rötar yaptıracağı
belli olmaz. Hayat her şeye rağmen o kadar karışık ve
âdemin işleri o kadar kirlenmiş durumda ki zaman zaman kendinizi
bu akış içinde bağlantınızdan kopmuş ve kaybolmuş bulabilirsiniz.
Çevrimiçi teşbihine dönersek… İşte bu gayb yolu yüzünden her
fırsatta ana bilgisayardan güncelleme yapmanız gerekiyor. Hem
meşguliyetleriniz esnasında hatırlarsanız ve hem de özellikle diğer
işlerle yoğun olmadığınız özel zaman dilimlerinde bağlantınızı
güncellerseniz doğru yönde sağlam adımlarla gitmekten kolay kolay
kopmazsınız.
Tesbihin psikolojik yönü oldukça yüksektir. Sizi hem Allah’a hem
de buradaki hayata bağlayan en önemli araçlardan biridir. Eğer bu
yapılmazsa bugün Kuran’ı akledip savunurken, etkilendiklerinizin size
unutturdukları yüzünden o istasyonda takılır ve yarın bir gün
kendinizi Allah’ın bile yokluğunu savunur halde bulabilirsiniz.
Denenmeye devam edileceğimizi unutmamalıyız. Zikirden, yani
hatırlatıcıdan uzak kalmak unutmaya neden olur. Unuttuğunuz yerleri
eskisinden daha güçlü tuzaklar doldurur.
Konu bağlamında tesbih ayetlerinde kuşların tesbihinden, göklerin
tesbihine, sabah akşam tesbihten, gecenin üçte birine, tevekkülden
sabıra, duadan niyaza, hamd ile tesbihten, sesini alçaltmaya, secdeden
rükûya birçok bahis vardır.
Şimdi tesbih konulu ayetleri kitap sırasıyla inceleyelim. Bu bölüm
daha uzun olacak. Saatinize bakın ve bitirebilecekseniz bu bölümü
okumaya başlayın. Tesbih için vakit ayırmak önemli…
49
3:17 İmran Ailesi suresi 17.ayet
Sabredenler, doğru olanlar, ikna olanlar, infak edenler ve seher
vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.
Teknik olarak gidelim: Yukarıdaki ayetten tesbihin içinde af
dilemenin olabildiğini ve sabah saatlerinde yapılabileceğini görüyoruz.
Ama bunlar mutlaka hep böyle yapılmalı anlamına gelmiyor. Tecrübe
edilmiş davranışlar öğüt alınacak misaller olarak anlatılıyor bize.
3:41 İmran Ailesi suresi 41.ayet
(Zekeriya) “Rabbim! Bana bir delil (ayet) ver.” dedi.
Senin delilin, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır.
Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et.
Zekeriya burada Allah’tan “Yahya haberi” için bir kanıt arıyor.
İnanamıyor müjdeye ve ama sonra kanıtı görüyor. Kanıt konusu bu
kitabın konusu değil. Ama tesbihin önemini gösterecek bir ifade
olduğunu söyleyelim.
Tesbihin içinde (ister hatırlayıp anma ister kitap olarak alın) zikrin
olduğunu da burada fark etmiş oluyoruz. Akşam sabah ifadesi hem
vakit hem de süreklilik manasında alınabilir. Aşağıdaki ayet daha önce
de konuştuğumuz sürekliliği vurgulayan bir ayettir.
3:191 İmran Ailesi suresi 191.ayet
Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve
göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Ve derler ki:
Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin
azabından koru.
Sübhan kelimesinin de geçtiği bu ayetteki tesbihin içinde
sürekliliğin yanında “düşünmek, yüceltmek ve dua” da vardır.
Aşağıdaki ayette de Sübhan geçer ve “Allah’ı tenzih etmek”
manasındadır.

50
5:116 Maide suresi 116.ayet
Allah: Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah'ı bırakarak
iki ilah edinin diye sen mi söyledin, dediğinde: “Seni tenzih ederim,
hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu
söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin,
ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, bilinmeyenleri (gaybları)
bilen Sen'sin” dedi.
Bu ayeti salâtı ikame kapsamındaki tesbihle ilgili bir bağlam
olduğu için değil, tenzih edişle ilgili olarak “sübhan” kelimesi
bulunduğu için aldım. Ne zaman ortada Allah’a birileriyle ya da bir
şeylerle ortak koşulma durumu varsa “sübhan” ifadesi orada
kullanılıyor. Bu kapsamda Kuran’da epeyce ayet var. Bundan
sonrakilerin çoğunu buraya alıp tekrara girmeyelim. Ancak tesbihin
içinde “Allah’ı tenzih durumunun” da olabileceğini görmüş olalım diye
bu alıntılamayı yapmış olduk.
7:204 Araf suresi 204.ayet
Kur'an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki
esirgenmiş olursunuz.
7:205 Araf suresi 205.ayet
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine,
ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan
olma.
Yukarıdaki ayetlerde tesbih ifadesi geçmese de tesbih içine
alınabilecek zikretme ifadesi mevcut. 204. ayette bu zikrin topluca
yapılabileceği, hemen peşinden gelen 205. ayette ise benzer bir zikrin
kendi kendine yapılabileceği açık seçik biçimde anlaşılabiliyor.
İşte bunların birincisi salâtı ikamenin içindeki “salât” ikincisi ise
salâtı ikamenin içindeki “tesbih” olarak ortaya çıkıyor. Salâtı ikamenin
içindeki “salât” topluca yapılan tesbihin adı iken yalnız başına yapılan
tesbih de kendi kendine yapılan salât’tır. Topluca yapılan salâtın
51
içinde sadece tesbih değil başka şeyler de var tabi. Karışık mı oldu
biraz? Olsun… İlerideki ayetlerde daha da netleştiğini göreceksiniz…
7:206 Araf suresi 206.ayet
Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten
büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.
Daha önce secde yönüyle okuduğumuz ayetin bu kez tesbih
tarafına yoğunlaştığımızda bu tesbihin günlük hayat içinde Allah’ın
gerçekleri çerçevesinde onu hatırlayarak yaşanması gibi bir anlam öne
çıkıyor. Tesbih Allah’ı farkındalıkla anma, vahyini çözümleme ve
gerçekler üzerinde aydınlanma işidir. Eğer olmazsa karmaşık hayat
bizi içine çektikçe çeker. Tesbih refleks haline gelirse gün içinde
karşılaştığımız olayları doğru yaşamada bize farkındalık verir. Kısacası
öğütleri hayata tatbik ederek salâtı hayata da yansıtmış oluruz. İşte bu
gün içindeki tesbihtir.
11:114 Hud suresi 114.ayet
Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülüflerinde salâtı ikame et.
Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. İşte bu, zikredenler
(hatırlayanlar) için bir hatırlatmadır.
Gecenin zülüflerini daha önce gündüzün iki tarafındaki
alacakaranlıkların ayrıca açıklaması gibi düşünmüştüm. Ancak biraz
daha inceleyince burada üç vakitten bahsedildiğini ve üçüncüsünün de
ayrıca üçe ayrıldığını; Müzzemmil 20, İsra 79 ve Taha 130 gibi nebinin
gece okumalarının gecenin üçe bölündüğü şeklinde açıklandığı
ayetlerle Hud 114’ün link oluşturduğunu netleştirdiğimde fark ettim.
Yani gecenin zülüfleri gecenin üç parçaya bölünmesiyle ilgili bir ifade
olarak görünüyor. Neticede buradaki vakitler; sabah alacakaranlığı,
akşam alacakaranlığı ve üçe bölünmüş olan gecenin bir ya da iki
kısmı.

52
Peki, bu vakitlerde ne yapılması öğütleniyor? Yine aynı ayetlerden
yola çıkarsak bu vakitlerde yapılan şeyin okuma, düşünme ve
çözümleme içerdiğini görüyoruz. Çözümleme işi sadece okuma ve
tefekkür üzerinden değil aynı zamanda güncel meselelerle de ilgili
olabiliyor. Bunu da nebiyi şehirden çıkarmak isteyenlerin İsra 79’dan
önce açıklandığı ayetten sonra konunun gündeme gelmesi gözler
önüne seriyor.
Yine Müzzemmil 20’den anladığımıza göre iman edenlerin bir
kısmı nebiyle birlikte de bunu yapmak istiyorlar ya da nebiye uyarak
onun gibi kendi kendilerine yapıyorlar. Her iki anlam da makul
görünüyor. Ama birlikte yapmak için bir talimat görünmüyor. Bu
vakitlerde yapılan tesbihin esası bireysel.
Vakit bildirilmesinin nedeni fikrimce “hep bu saatlerde
yapacaksınız” demek için değil bu vakitlerin bulundukları toplumsal
hayatın şartlarında tesbih çözümlemesine uygun zaman dilimleri
olmasıyla ilgili olduğundan. Neticede onların çoğu gece mesaisi
yaptıkları bir fabrikada ya da nöbete kaldıkları bir devlet kurumunda
çalışmıyorlardı. Herkesin durumuna göre şartları farklı olabilir. Bunu
eğer unutmazsam “vakit” konusunu inceleyeceğimiz bölümde de
konuşuruz diye düşünüyorum.
13:13 Rad suresi 13.ayet
Gök gürültüsü O'nu hamd ile ve melekler (gürültünün) korkusundan
tesbih ederler. O, yıldırımları gönderip bununla dilediğine isabet
ettirir. Onlarsa Allah hakkında çekişip-tartışırlar. O, gücü pek çetin
olandır.
Buradaki tesbih doğa olayları üzerinden edilen tefekkür ve Allah’ın
azameti ile ilgili görünüyor. Verilen mesajın boş şeyler yüzünden
kavga etmek yerine var olanlar üzerinden tefekkür etmek olduğunu
düşünüyorum.
53
15:97-99 Hicr suresi 97, 98 ve 99.ayetler
Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı göğsünün daraldığını
biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine kulluk et.
Tesbihin psikolojik yönüne vurgu yapan bir ayet olarak görünüyor.
Demek ki tesbih etmenin üzüntüyü yok edip umudu yeşerten bir yönü
de var.
17:44 İsra suresi 44.ayet
Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile
tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini
kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.
Burada tesbihin yapılması gereken doğal bir şey ya da yaratılış
gereği istenilerek yapılabilirliğini görüyoruz. Ayrıca onların
tesbihlerinin kavranamaz oluşu, aslında tesbihin özgür ve özgün
içerik de kapsadığını gösteriyor adeta.
19:11 Meryem suresi 11.ayet
Böylelikle (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıkıp onlara işaret
etti: Sabah akşam tesbih edin.
Ali İmran 41’deki tesbih mesajının başka bir yönden verilmesi…
Orada Zekeriya’nın kendisine vahyedileni bu kez o toplumuna iletti.
Vahyi tebliğ etti. Vakit bölümünde bu konuyu yine açacağız.
20:130 TaHa suresi 130.ayet
Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol. Güneşin
doğuşundan ve batışından önce ve geceden bir vakitte Rabbini hamd
ile tesbih et. Gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki rızaya
varırsın.
Yukarıda konuştuğumuz Hud 114’ü açıklayan ve tam uyum içinde
bir ayet olarak görünüyor. Devamında konu sabra ve rızık konusuna
bağlanıyor. Bu konuları da ilerideki bölümlerinde ayrıca konuşacağız.
54
21:19 Enbiya suresi 19. ve 20.ayetler
Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun yanında olanlar, O'na
kulluk etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve yorgunluk duymazlar.
Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler.
Hatırlama ve hayata yansıtma açısından tesbihin sürekliliğini ifade
eden ayetler olarak görünüyor.
21:33 Enbiya suresi 33.ayet
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede
yüzüp gidiyor.
36:40 Yasin suresi 40.ayet
Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün
önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.
79:3 Naziat suresi 3.ayet
Yüzdükçe yüzerek gidenlere
Bu ayetlerde tesbihten açık biçimde bahsedilmiyor ama bu ayetleri
alma sebebim içinde geçen ve tesbihle aynı kökten olan kelime. Gök
cisimlerinin yörüngelerinde yüzmesini de tesbihin manidar bir tanımı
olarak algılıyorum. Biz de bize bildirilen yörüngede, Allah’la salât
dediğimiz bağlantıyı ayakta tutarak devam etmeliyiz.
21:79 Enbiya suresi 79.ayet
Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık, her birine hüküm ve ilim
verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun
eğdirdik. Yapanlar biz idik.
38:17 Sad suresi 17,18 ve 19.ayetler
Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz
Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen
biriydi. Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah
kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi. Ve toplanıp gelen kuşları
da. Hepsi onunla yönelip-sığınmakta olanlar idi.

55
Burada yine tesbihin yukarıda belirttiğim gibi esasen tek başına
yapıldığı ama birlikte de yapılabileceği mesajını alıyoruz. İkinci bir
hikmeti yine işin psikolojik yönü olarak görüyoruz. Belki de Davut
kral olmasına rağmen çoğunlukla kalabalıklar içinde bir yalnızdı.
Kuşlara, dağlara bakarak onlar ile düşünüyor, onlar üzerinden
kavrıyor ve rahatlıyordu. Olamaz mı? Neden olmasın!
Şimdi topluca ya da gruplar halinde yapılan ve adına “salât”
dediğimiz tesbihin netleştiği ayetler var sırada. Birbiri ile en çok
karıştırılma sebebi tesbih ve salâtın içeriğinin benzer olması. Ayrıldığı
yönse onları yapanların birey ya da topluluk olmaları. Bu yerine göre
bir ev de olabilir bir mescid de. Mekân konusunu da “kıble” ve
“salâvat” bölümlerinde konuşacağız.
24:36 Nur suresi 36.ayet
(Allah’ın nuru) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin
zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam
O'nu tesbih ederler.
Toplu halde yapılan tesbihlere katılanların kendi evlerindeki
tesbihin devamlılığı gösteriliyor bu ayette. Cuma suresinde geçenlere
benzer ifadelerin hemen hemen aynısının, bu ayetten hemen sonra
gelen aşağıdaki ayette de göründüğünü ve salâtı ikame bağlamında
açıklandığını sanıyorum fark edeceksiniz.
24:37 Nur suresi 37.ayet
(Öyle) adamlar ki; ne ticaret ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten,
salâtı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar kalplerin
ve bakışların inkılâba uğrayacağı günden korkarlar.
Burada “adamlar” geçtiği için muhtemelen “Cuma namazı
kadınlara farz değil” demişler. Oysa Nur suresinin bu bölümünden
önceki ayetlerde kadınların haklarına özgü olarak erkekleri uyaran bir
konu bağlamı olduğu için burada rical (adam) kelimesi kullanılmış
56
diye düşünüyorum. Ve tabi ki erkek egemen bir toplum bu; sosyolojik
tabanda incelenmesi gereken bir husus. Bu ayette bahsedilenin tesbih
değil salâtı ikamenin içindeki salât olduğunu tekrar söylemiş olalım.
Şimdi güzel bir ayete daha geliyoruz. Bakın burası çok önemli. 😊
Kitabın kapak resmine özellikle konu ettiğim yer! Kuşlar, uçuşları,
tesbihi ve salâtı nasıl yaptıkları…Ve tabi ki bundan alacağımız
izdüşümleri…
24:41 Nur suresi 41.ayet
Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar Allah'ı
nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salâtını ve tesbihini bilir. Ve Allah
onların ne yaptığını bilmektedir.
Bu ayetten bir önceki ayette karanlık denizlerden ve onun
katmanlarından bahis vardır. Manidardır. Çünkü tabiat üzerinden
düşündürmüştür. Ondan bir öncesinde ise inkâr edenlerin çöldeki
serap gibi sahteliklerin peşinde onu bir şey zannettikleri ama sonunda
sadece Allah’ı bulabilecekleri belirtilir. O da tabiat üzerinden
düşündürmüştür. İşte kuşlarla ilgili bu ayet de tesbihi ve salâtı tabiat
üzerinden düşündüren ve hikmetler çıkarılabilecek bence en önde
gelen ayettir. Kuran’a bakarsanız göreceksiniz ki bu ayetlerden sonra
da tabiat konusu hemen bitmez. Bulutların ve yağmurun işleyişinden,
dağların, gece ile gündüzün oluşmasından ve sonra her canlının
yaratılış serüveninden bahsedilerek devam eder gider. Kısacası
tabiattaki makul düzen ve Allah’la olan bağlantıları ölçüsünde tesbih
ve salât bu yolla açıklanmaktadır. Kuşlara dönelim tekrar…
Toplu gruplar halinde uçan kuşlara tanık olmuşsunuzdur. Birinci
grup V harfi biçiminde göç edenlerdir. İkinci grup ise adeta tek bir
beyin tarafından yönetilircesine aynı anda aynı yöne dönen, seyri hoş
bir dans gösterisi gibi topluca uçup harika şekiller oluşturan kuşlardır.

57
Her iki grubun önünde de sabit olmayan liderler vardır ve
rüzgârdan faydalanarak en az enerjiyle en fazla faydayı sağlayarak
uçar ve daha az yorulurlar. Yine de öndekiler en fazla güç sarf ederken
yorulduklarında bu sefer hemen arkasındaki öne geçer ve bu döngü
devam eder gider. Kısacası orada müthiş ve örnek alınası bir
dayanışma vardır. Tek başlarına uçamayacak kadar uzağa uçar ya da
tek başlarına yapamayacakları kadar manevrayı, oluşturdukları hava
akımı nedeniyle çok daha kolay ve daha az enerji harcayarak yaparlar.
Alınacak ilk ibret budur: Dayanışma.
Kuşlar geçmişten bu yana özgürlüğün sembolü olmuşlardır.
Özgürce yaptıkları göçler gerektiğinde hicreti ve seferi ifade ederken,
özgürce yaptıkları manevralar da özgün olarak hepsinin yaratılışı
gereği bir arada çalışabileceğini gösterir. Aşağıya diğer insanlara ya da
canlılara bakıp da onlar nasıl bir arada çalışıyor, neyi nasıl yapıyorlar
diye dert etmez içlerinden geldiği biçimde ve yaratılışlarında olana
göre bir salât edişleri vardır. Yaptıkları taklit değildir. Birbirlerine
özenmez, kıskanmaz ve üzerine düşeni güçleri ve yetenekleri
ölçüsünde yaparlar. Alınacak ibret erdemli, özgür ve özgün olarak bir
arada çalışmaktır.
Kuşların diğer bir sembolik tarafı barışçı olmalarıdır. Orada o
muhteşem gösteriyi ve dayanışmayı yaparken kimseyle kavga etmez,
kimseyi de rahatsız etmezler. Herkesi kendilerine hayran bırakırlar.
Her birinin ayrı ayrı bir hayatı varken bir aradayken uyumlu
taraflarını öne çıkarırlar.
Bir diğer ibretse büyük güç olmalarıdır. Yırtıcı kuşlara ve canlılara
tek başlarına iken kolayca av olacak kadar güçsüz ve naiftirler. Ama
bir arada oldukları zaman yırtıcı bir kartal bile onların arasına
girmekten korkacaktır. Uçmayı tek başına bile öğrenseler, uçmaya
başladıktan sonra bir arada yaşaması gereken sosyal hayvanlardır.
58
Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptıktan sonra tevekkülleri
de elbette Allah’adır. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir. İşte
salâtı ikamenin içindeki salât tam da budur. Tesbih edenlerin bir
arada tesbihidir.
25:58 Furkan suresi 58.ayet
Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O'nu
hamd ile tesbih et. Kullarının kötülüklerinden O'nun haberdar olması
yeter.
Buradaki tesbihte de tevekkül ve yine psikolojik bir destek
hissediliyor. Aşağıdaki ayetlerdense nerede tesbih ettiğinin, yani
mekânın çok da önemli olmadığı ve sadece zihnen de yapılabilecek bir
şey olabildiği çıkarımlanabilir.
37:142-144 Saffat suresi 142, 143 ve 144.ayetler
Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı çokça)
tesbih edenlerden olmasaydı, onun karnında (insanların) dirilip-
kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
Tesbihin özgür içeriği içinde dua ve tevbe olabileceği de aşağıda...
40:55 Mümin suresi 55.ayet
Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır. Günahın için
mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
Birbirine yakın çıkarımlar yapılabilecek birçok ayeti Kuran
içerisinde bulabiliriz. Hepsini buraya alıp konuyu uzatmayalım.
Aşağıdaki ayette imanın kesin bilgiyle ilgili olduğu hatırlatılmakla
beraber, onun üzerinde düşünmek de tesbih etmek olarak
çıkarımlanabilmektedir.
56:95 Vakıa suresi 95.ayet
Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir (Hakku'l-Yakin).
56:96 Öyleyse büyük Rabbini ismiyle tesbih et.
59
Aşağıdaki ayetlerde ise Allah’ı tenzih ve şükür kavramları yine
hissedilmekte…
87:1-3 Ala suresi 1.2 ve 3.ayetler
Rabbinin yüce ismini tesbih et. Ki O yarattı, bir düzen içinde biçim
verdi. Takdir etti, böylece yol gösterdi.
Salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) kapsamında gerek
tesbih gerekse salât kavramları içinde sık sık karşılaştığımız “hûşû”
diye bir kelime var. Bu da doğal süreç içinde oluşan bir hissiyat. Şimdi
de ona bakalım…

60
Hûşû ve Salâtı İkame

H ûşû genellikle sadece içsel bir mutluluk hazzı ve başka


her şeyden vazgeçmiş olan anlaşılması güç bir ruh hali
gibi algılanıyor. Oysa hûşûnun içinde asıl öne çıkan şey
derin bir merak ve daha fazla gerçeği öğrenme hevesidir. Takva ile
başladığımız bağlantı serüveninde bakın neler yaşadınız! Ne kadar
tesirli duygulara büründünüz. Yeni şeyleri ve gerçekleri apaçık
görmeye başlamak bu öğrenme merakı ve hevesini doğurdu. Boş
işlere dalıp da bu hissiyatı kaybetmemek gerekiyor. İşte hûşû bu
manada gerçeklere daha bir iştahla sarılmaktır. Salâtı ikame ediş
(bağlantı) bu bağlılık hissi ile ayakta tutulmaktadır.
23:1 Müminun suresi 1,2 ve 3.ayetler
İman edenler felaha ermiştir. Onlar salâtlarında hûşû içindedir.
Onlar boş şeylerden yüz çevirmişlerdir.
Hûşû ile “boş şeylerden yüz çevirmişlik” yan yana ve hûşûnun
tanımı mahiyetindedir. Kuran’daki bu tip ifadeler hûşûnun içi boş bir
duygu yoğunluk hali değil içi dolu bir farkındalık olduğunu gösterir.
Ne istediğini ve nereye doğru yürüdüğünü bilmektir hûşûyu doğuran.
Hiçbir şeyin farkında olmadan ve dişe dokunur bir şey bilmez bir
bağlantı içinde dinsel bir duygu yoğunluğu yaşamak hûşû değil, içi boş
bir arabesk hissiyatıdır.
2:45 Bakara suresi 45.ayet
Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara
büyük (zor) gelir.

61
Duygu yoğunluğu ve hayat zorlukları içinde sıkışıldığı dönemlerde
Allah’a yaslanma davranışı gelip geçen bir hissiyattır. Ama hûşû esas
olarak gelip geçen bir hissiyat değildir.
Hûşûnun olmadığı hissiyat; içselleştirilmemiş ve devamlılığı
olmayan bir duygu patlaması olduğu için onun olmadığı dönemlerde
salâtı ikameye (bağlantısını, davasını ayakta tutmaya) ve daha fazla
öğrenip üzerinde çalışmaya olan istek azalır. Bu da insanı
öğrendiklerini unutmaya, önemsememeye, “desinler” diye orada
burada olmaya ve ikiyüzlülüğe götürür.
4:142 Nisa 142.ayet
Bilin ki ikiyüzlüler (münafıklar) Allah'ı aldatma peşindedir. O ise bunu
başlarına çevirir (onları aldanmış bırakır).
Salât için kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar.
İnsanlara gösteriş yaparlar ve pek az (zaman) hariç Allah'ı hatırlıyor
değillerdir.

4:143 Nisa 143.ayet


Ne onlarla, ne bunlarla olur, arada bocalayıp dururlar. Allah kimi
saptırırsa, artık sen ona bir yol bulamazsın.
Hûşûnun içindeki en önemli öğesi farkındalıktır. Bu gerçeklik
Allah’ı daha doğru anlamayı ve O’na hayran olmayı da beraberinde
getirir.
22:35 Hacc suresi 35.ayet
Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Onlar kendilerine isabet
eden musibetlere sabredenler, salâtı ikame edenler ve rızık olarak
verdiklerimizden infak edenlerdir.
Hûşûnun yapıtaşı bilmediği şeyleri daha iyi bilme hevesidir. Eğer
bu heves yoksa o kişi uyarılacak ve uyandırılacak kişi olamamıştır
henüz. Daha doğrusu uyanmaya hazır değildir.

62
35:18 Fatır suresi 18.ayet
Yükü olan kimse başka bir yükü yüklenmez. Eğer yükü ağır olan
kimse onu taşımaya çağırsa, yakını da olsa kendisine ondan hiç bir şey
yükletilmez. Sen yalnızca gayb ile Rablerinden hûşû duyanları ve
salâtı ikame edenleri uyarırsın. İşte kim arınırsa, o sadece kendini
arındırır. Sonunda varış Allah'adır.
Toplu bir hûşû hali hissedilebilir ama esasta hûşû tekil (bireysel)
bir istektir. Toplu olunmadığı durumlarda da bu istek devam eder. Bir
insan sadece diğerleriyle bir arada iken bu öğrenme hevesini
hissediyor ama yalnız kaldığı zamanlarda eriniyorsa salâtında
(bağlantısında) henüz hûşû sahibi olmamış demektir.
32:16 Secde suresi 16.ayet
Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla
(çağırırlar) dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
infak ederler.

63
Vakit ve Salâtı İkame

V akit ayırma ihtiyacı salâtı ikamenin içinde öncelikle


bireysel olarak ortaya çıkan bir gerçektir. Bağlantınızın
(salâtınızın) bir daha asla kopmamasını istediğiniz için
öğrendiklerinizin üstüne koyarak ilerlemeye artık kesinlikle vakit
ayırmak ihtiyacı hissedeceksiniz. Tesbih için…
Vakitli salât ise, salâtı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutma
çabalarının) içindeki o özel salâtla ilgilidir. Ancak Kuran’da bu vakitli
salâtın dışında da vakit ifadeleri geçmekte olduğu için kafalar biraz
karışık. Oysa bu ifadelerin çoğu vakitli salâtla değil daha önce ilgili
bölümde incelediğimiz ve bireysel ağırlıklı olan tesbih etme konusuyla
ilgilidir. Vakitli salât ise toplu bir çalışmadır. Müminler üzerinde ortak
akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur.
4:103 Nisa suresi 103.ayet
Salâta kalktığınızda Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken
zikredin. Ne zaman ki güvenliğinizden tatmin oldunuz artık salâtı
ikame edin. Öyle ki salât, iman edenler üzerine vakitli olarak
yazılmıştır.
Nisa 103. ayetin başında geçen “salâta kalktığınızda” ifadesi önceki
ayetlerdeki salâtı kısaltmayı öngören sefer (savaş) durumundaki
salâtla ilgilidir. Yani “salâtı tam olarak icra edemediğiniz için o vakit
gelip de salâta kalkacağınızda” denmek istenerek “bu durumda her
halinizde zikretmeye, tesbih etmeye olan şartlarla kendi kendinize
yaptığınız gibi devam edin” denmektedir. “Ama ne zamanki her şey
eski asayişli hale gelirse o durumda eskiden yaptığınız gibi salâta
birlikte devam edersiniz. Çünkü bu topluca yaptığınız vakitli bir
64
sorumluluğunuzdur.” manası vardır. Bu kitabın başından beri arada
bir ifade ettiğim “salâtı ikamenin içindeki salât” isimli olan salât
birlikte yapılan vakitli salâttır.
Peki, içinde vakit ifadeleri geçen ayetlerde söylenen diğer zamanlar
nelerle ilgilidir? Şimdi onların hepsine bakacağız ve tilkilerimizin
kuyruklarını sırayla yakalayacağız…
3:17 İmran ailesi suresi 17.ayet
Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve
seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.
Bu ayetteki “seher vakitleri” ifadesi “Hepiniz her sabah seher
vaktinde af dileyin” denmek için değildir. Hûşû ile bağlantısını ayakta
tutanların tesbihleri için örnek olarak gösterilen bir zaman aralığıdır.
Bir emir ya da görev değil ibret alınacak bir misaldir. Yalnız başına
kalınabilecek ve rahatça tesbih edilebilecek ve Allah’tan af
dilenebilecek çok özel bir zaman dilimidir. Uykusuz kaldığımız bir
gecenin sabahında bile mutlaka kalkıp o saatte yapacağımız bir görev
değildir.
3:113 İmran ailesi suresi 113.ayet
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki; gece
vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secde edenlerdir.
Benzer bir durum burada da vardır. Gece vakti ayakta kalıp
Allah’ın ayetlerini okuyup çözümlemek ve tam bir kavrayışa ulaşmak
için farkındalık sahibi olmaya çalışmak iyi bir şeydir. Salâtı ikame
etmek (bağlantısını ayakta tutmak) isteyenler için örnek bir davranış
biçimidir. Gecenin sessizliğinde çalışmak, kavrama kolaylığı açısından
çok faydalıdır. Ama her gece için emredilen mutlak bir vazife değil
örnek gösterilen bir yöntemdir. Geceleyin asfalt döken işçinin, işini
bırakıp yolun kenarında namaz kılması için değildir. Fırsatı olanların
65
ve kendine fırsat yaratanların zaten yapmak isteyeceği bir ders
çalışma işidir.
3:41 İmran Ailesi suresi 41.ayet
(Zekeriya) “Rabbim! Bana bir delil (ayet) ver.” dedi.
Senin delilin, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır.
Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et.
19:11 Meryem suresi 11.ayet
Böylelikle (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıkıp onlara işaret
etti: Sabah akşam tesbih edin.
Zekeriya kıssasında Zekeriya’nın sabah ve akşam tesbihlerine dair
vahyi alışını Ali İmran 41’de ve aldığı vahyi tebliğ edişini Meryem 11’de
görüyoruz. Sabah ve akşam olarak diğer tesbih ayetlerine uygun
olarak da alınabilir, süreklilik ifadesi olarak da kabul edilebilir. Her iki
şekilde de tesbih geçmektedir.
11:114 Hud suresi 114.ayet
Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülüflerinde salâtı ikame et.
Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. İşte bu, zikredenler için bir
hatırlatmadır.
Bu konuya daha önce değinmiştik. Bir kez daha tekrar edelim:
Gecenin zülüflerini daha önceleri gündüzün iki tarafındaki
alacakaranlıkların ayrıca açıklanması gibi düşünüyordum. Ancak biraz
daha inceleyince burada üç vakitten bahsedildiğini ve üçüncüsünün de
ayrıca üçe ayrıldığını; Müzzemmil 20, İsra 79 ve Taha 130 gibi nebinin
gece okumalarının gecenin üçe bölündüğü şeklinde açıklandığı
ayetlerle bu ayetin link oluşturduğunu netleştirdiğimde fark ettim.
Yani gecenin zülüfleri gecenin üç parçaya bölünmesiyle ilgili bir ifade
olarak görünüyor. Neticede buradaki vakitler; sabah alacakaranlığı,
akşam alacakaranlığı ve üçe bölünmüş olan gecenin bir ya da iki
kısmının tahsis edilmesiyle ilgili.
66
Peki, bu vakitlerde ne yapılması öğütleniyor? Yine aynı ayetlerden
yola çıkarsak bu vakitlerde yapılan şeyin okuma, düşünme ve
çözümleme içerdiğini görüyoruz. Çözümleme işi sadece okuma ve
tefekkür üzerinden değil aynı zamanda güncel meselelerle de ilgili
olabiliyor. Bunu da nebiyi şehirden çıkarmak isteyenlerin İsra 79’dan
önce açıklandığı ayetten sonra konunun gündeme gelmesi gözler
önüne seriyor. Bu ayetin (Hud 114’ün) öncesinde ve sonrasında da
iman edenlere zulmedilmesiyle ilgili benzer bir durum var.
Yine Müzzemmil 20’den anladığımıza göre iman edenlerin bir
kısmı nebiyle birlikte de bunu yapmak istiyorlar ya da nebiye uyarak
onun gibi kendi kendilerine yapıyorlar. Her iki anlam da makul
görünüyor. Ama birlikte yapmak için bir talimat görünmüyor. Bu
vakitlerde yapılan tesbihin esası bireysel.
Vakit bildirilmesinin nedeni sanıyorum ki “hep bu saatlerde
yapacaksınız” demek için değil bu vakitlerin bulundukları toplumsal
hayatın şartlarında tesbih çözümlemesine uygun zaman dilimleri
olmasıyla ilgili olduğundan. Neticede onların çoğu gece mesaisi
yaptıkları bir fabrikada ya da nöbete kaldıkları bir devlet kurumunda
çalışmıyorlardı. Herkesin durumuna göre şartları farklı olabilir.
Bu ayet (Hud 114) üzerinde oldukça fazla münakaşalara
rastlıyoruz. Vakitli olan salâtla ilgili olduğunu düşünen çok. Oysa
Kuran’daki tüm tesbih ayetlerini göz önüne aldığımızda vakitli salâtla
değil günün her vaktinde yapılabilir olan tesbihle ilgili olduğu
anlaşılıyor. Tesbih ise vakitli değil, yapılması için uygun vakitlerin
misal gösterildiği ve genellikle bireysel olan bir tefekkür işi.
Zaman ayırıyor muyuz ayırmıyor muyuz ona bakmamız lazımken,
şu vakitti bu vakit değildi diye tartışmaya gerek yok aslında. Biz
kendimize bakalım. Bunun için zaman ayırıyor muyuz? O vakitler
67
belki de onlar içindi sen gece çalışıyor gündüz yatıyor olabilirsin. Sen
kendi vakitlerini periyodik olarak planlayabiliyor musun? Herkes
kendini kontrol etsin.
17:78-79 İsra suresi 78. ve 79.ayetler
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et. Ve
fecir okuması (Kur’an’ı): Öyle ki fecir okuması müşahede edilebilirdir
(görünürdür, şahit olunurdur).
Gecenin bir kısmında sana ait ilave olarak onunla uyanık kal. Umulur
ki Rabbin seni hamd edilecek bir makama (yere) ulaştırır.
Buradaki vakitler Hud 114’de yazılı vakitlerin farklı bir üslupla
yazılmış halidir. Buradaki vakitler ve Hud 114’deki vakitler aynı
vakitlerdir: Sabah, akşam ve gecenin bir kısmı.
“Fecir okuması” tabirine gelince… Kuran’da ne yazdığını anlamak
gibi bir derdi olan ve o kitaba tapmak için değil mesajı alıp doğruyu
bulmak üzere o kitabı okuyanların eminim ki birçok kere kulaklarının
tırmalanıp takıldığı bir yerdir İsra 78’inci ayet… Ki bu ayeti “Arapçayı
sular seller gibi bilen!” geleneksel meal yazarlarının hemen hepsi aynı
biçimde çevirmişler… “Sabah namazı tanıklıdır” …Hatta kimileri hızını
alamamış ve “sabah namazına melekler şöyle şahit olurlar, böyle şahit
olurlar” diye olan kelimeleri değiştirmekle kalmayıp olmayan
kelimeleri de eklemişler kitabın ayetine. Peki, neden böyle yapmışlar?
Benim öngörüm; konunun saplantılı bir hassasiyetle namazla
bağdaştırılıyor olmasıdır.
Burada ikame edilmesi istenen salât, namaz değil yine bir tesbihtir
ve büyük oranda nebiyi ve arkadaşlarını bulunduğu yerden kovma
planları yapan veya kendi istedikleri kıvama getirmek isteyen
müşriklere karşı yapılacak mücadelenin düşünsel hazırlığıdır. Ayetin

68
önündeki ve arkasındaki diğer ayetleri de okursanız bunu net biçimde
göreceksiniz.
Nebi bu konuda sıkıntı çekiyor. Ne yapılması gerektiği üzerinde
düşünüyor ve Allah’tan yardımını umuyor. Enine boyuna iyice
düşünmeden karar vermek istemiyor. Buradaki tesbih bir hal tarzı
çalışmasıdır. Kendi hayatınızda karşılaşabileceğimiz farklı konularda
da ibret alınabilecek bir örnektir. Detaylandırılabilir ana mesaj kabaca
şudur: “Başkaları tarafından başına bir sıkıntı getirildiğinde etraflıca
düşünmeden hareket etme. Yol gösterici kitabın üzerinde çalış.
Konuyu analiz etmeye vakit ayır, sonra kararını ver ve Allah’tan
ümidini kesme.”
Oysa ayetlerin önüne ve arkasına bakmayanlar… O kadar sıkıntı
içerisindeki peygamberin başındaki belayı unutup hangi saatlerde
nasıl namaz kılacağının ve kılacağı namaza meleklerin şahit olup
olmayacağının derdine düştüğünü zannediyorlar. Hatta bazılarına
kalsa peygamberin başında kılıç sallanırken bile namazını
bozmayacağını ileri süreceklerini biliyorum. Ama Kuran’da böyle bir
manzaraya rastlayamazsınız. Hatta tam tersine tehlike anlarında
salâtın kısa tutulması gerektiği bile söylenir.
Ayette geçen “fecir”in “sabah aydınlığı”, Kuran’ın ise “okunan,
okuma” anlamına geldiğini biliyorsunuzdur. “Meşhuden” ifadesi ise
“görünen, görünür, görülebilir, tanık olunabilir, müşahede edilebilir”
demektir. Yani ayette denmek istenen şey, fecir’deki okumanın sadece
aklından geçirme değil, gözle de görülebilir bir okuma olduğudur.
Okuyup düşünme işinin aydınlıktan dolayı kolaylaşmış olduğudur.
Çünkü akşam alacakaranlığından gecenin kararmasına kadar ve
gecenin bir bölümünde de konu üzerinde kafa patlatan nebinin o

69
saatlerde fecir ile birlikte aydınlığa da kavuşmuş olması söz
konusudur.
Evet kelime “tanık olunan” diye de çevrilebilir ama bu tanık
olunma hali hani İngilizcedeki “observable, visible, appearing”
kelimelerindeki anlamlara yakındır. Başkalarının gelip bize tanık
olması değildir.
İkna olmadınız mı? Aynı kelime sadece İsra 78’de değil Hud 103’de
de geçer… Bakın geleneksel mealcileriniz bunu nasıl çevirmişler…
Neden tanık olunan dememişler de açıklamaya çalışmışlar? Düşünün.
11:103 Hud suresi 103.ayet
* Ahiret azabından korkan için bunda kesin ayetler vardır. O, bütün
insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o gözlemlenebilen bir
gündür. (Bulaç)
* Her halde bunda Âhıret azâbından korkanlar için muhakkak bir ibret
vardır, o öyle bir gündür ki onun için insanlar toplanacak, hem öyle
bir gün ki mutlak görülecektir. (Elmalılı)
* Doğrusu bunda (bu kıssada), âhiret azâbından korkanlar için elbette
bir ibret vardır. Bu (kıyâmet vakti), insanların onda toplanmış olacağı
bir gündür ve bu, (herkes tarafından) görülecek bir gündür. (Hayrat)
Şimdi söyleyin “sabah namazı tanıklıdır” mı yoksa “fecir (sabah
aydınlığı) okuması görünürdür” mü? Melekler sabah şahitlik
yapıyorlar da gün içinde ve geceleyin şahitlikten mi kaçıyorlar?
20:130 TaHa suresi 130.ayet
Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol. Güneşin
doğuşundan ve batışından önce ve geceden bir vakitte Rabbini hamd
ile tesbih et. Böylece gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki
rızaya varırsın.
Taha 130’daki vakitler, yine Hud 114 ve İsra78-79’daki zaman
dilimlerinin farklı cümlelerle aynısının ifadesidir ve yine vakitli salât
70
değil tesbih içindir. “Gündüzün tarafları” ifadesi bu vakitlerin
gündüzün içinde olmadığından, etrafında (dışında) olduğundandır.
Ön ve arka ayetlere bakıldığında yapılacak tesbihin de yine
bağlamdaki sorunlar çerçevesinde olduğu görülür.
24:36 Nur suresi 36.ayet
(Allah’ın nuru) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin
zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam
O'nu tesbih ederler.
Toplu halde yapılan vakitli salâta katılanların kendi evlerinde de
süreklilik gösteren biçimde tesbih ettiğini gösteren bir ayet. Bu salât
için Cuma suresinde geçenlere benzer ifadeler hemen sonra gelen
ayette de görünüyor ve salâtı ikame bağlamında açıklanıyor.
24:37 Nur suresi 37.ayet
(Öyle) adamlar ki; ne ticaret ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten,
salâtı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar kalplerin
ve bakışların inkılâba uğrayacağı günden korkarlar.
Şimdi geldik meşhur bir ayete!
24:58 Nur suresi 58.ayet
Ey iman edenler! Nüfuzunuz altında olanlar, sizden erginliğe
ulaşmamış olanlar üç kez izin istesinler: Fecir salâtından önce, gün
içinden (öğle vakti) elbiselerinizi çıkarttığınız vakit ve işa (akşam)
salâtından sonra. Üçü de özel (vakitler)dir. Bunların dışında size de
onlara da bir günah yoktur. Yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin
yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır.
Allah bilendir, hâkim olandır.
Meşhur üç vakit ayeti… Oysa burada üç değil iki vakit var… Konu
da esasen vakit değil aile içi terbiye… Ve olan iki vakit de namazla veya
vakitli salâtla değil tesbihle ilgili yukarıda bolca konuştuğumuz
vakitler.
71
Salât kelimesinin kullanılmasının bir nedeni de aile içinde sabah ve
akşam ailece tesbihin yapılabilir olması (Nur 36) da olabilir. Neticede
fecir ve işa olarak burada geçen salâtlar sabah ve akşam tesbihleridir.
Öğle elbiselerin çıkarılması vakti ise salâtla ilgili değil sıcak iklimde
yaşanan yerel dinlenme saatleriyle ilgili bir zaman aralığıdır.
25:64 Furkan suresi 64.ayet
Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak (ayakta kalarak)
gecelerler.
Vakit bağlamı yönünden tamamen hûşûyla ve gece tesbihiyle ilgili
bir ayet olarak görünüyor.
30:17 Rum suresi 17.ayet
Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı
tesbih edin (tenzih).
30:18 Rum suresi 18.ayet
Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye
erdiğiniz vakit de.
Aslında özel vakitler olmasından ziyade burada o özel zaman
dilimlerinin de kati bir şart olmayıp şartlar içinde bir tavsiye olduğu
kanımca anlaşılıyor.
Yine sabah ve akşam var. Tesbih var. Ama bu iki ayeti ilginç kılan
başka bir durum da var: Günün sonu ve öğleye erdiğiniz vakit. Bu
ikisinin gündüzün iki bölümü; yani öğleden akşama (günün sonu) ve
sabahtan öğleye (öğleye erdiğiniz vakit) olduğu kanaatindeyim. Bu
ayetteki kelime seçimleri de manidar: Genelde hamd ile tesbih birlikte
kullanılan kelimelerdir. Burada 17. ayette tenzih anlamında bir tesbih
geçerken, 18.ayette tesbih de değil sadece hamd geçiyor. Yani “gündüz
meşguliyetleriniz olduğu için tesbih edemeseniz de günün her vakti
zaten hamd Allah’adır” şeklinde anlıyorum.

72
Aşağıdaki ayetlerde yine hem sabah akşam vakitlerini hem de
tesbihin farklı içeriklerini gösteren ifadelere rastlıyoruz…
33:41-42 Ahzab suresi 41 ve 42.ayetler
Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam
tesbih edin.
40:55 Mümin suresi 55.ayet
Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır. Günahın için
mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
48:9 Fetih suresi 9.ayet
Ki Allah'a ve elçisine iman etmeniz, O’nu savunup-desteklemeniz,
O’nu tenzihle yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu tesbih etmeniz için.
50:39 Kaf suresi 39.ayet
Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin
doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et.
Aşağıdaki ayette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi var.
50:40 Kaf suresi 40.ayet
Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et.
“Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı
tutmamak” anlamına yakın olduğunu düşünüyorum. Gerek vakitli
salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve
gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi
öngörülüyor, şeklinde anlıyorum.
52:48 Tur suresi 48.ayet
Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin
önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et.
52:49 Tur suresi 49.ayet
Gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken (batışının ardından)
de O'nu tesbih et.

73
İlk ayette (48.ayette) her türlü salâtta süreklilik içeren tesbih
görünüyor. 49.ayette ise öncekilerden farklı olarak yıldızların gözden
kaybolduğu zaman işaret ediliyor. Bu da yine fecre/sabaha tekabül
ediyor.
62:9 Cuma suresi 9.ayet
Ey iman edenler, toplanma günü salât için çağrı yapıldığı zaman,
Allah'ın hatırlatıcısına koşun ve alış-verişi bırakın. İşte bu, eğer
bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.
Kuran’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur.
Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik
sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir
ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir.
Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz
demek değildir. Kuran’da emredilen bu salâtın dışında elbette
müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de
emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir
araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde bir engel yoktur.
73:6-7 Müzzemmil suresi 6. ve 7.ayetler
Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak
bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar
vardır.
Bu ayet açıkça gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti
olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin
öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan
toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma suresi ve bağlantılı
ayetlerden anlıyoruz.

74
Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.ayete. Hud
114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu
ayetle ilgiliydi.
73:20 Müzzemmil suresi 20.ayet
Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisine
yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…
Bu ayete tekrar döneceğiz… Ama önce peygamber örnekliğinde
salâtı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu sure kapsamında
bahsetmemiz lazım…
73’üncü ve 74’üncü surelerde genelde her ikisi de benzer biçimde
“örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “müzzemmil”
kelimesi ile bir sonraki surede geçen “müddessir” kelimesinin yakın
anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans vardır.
Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına
müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına daha yakındır. Yani
birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken diğerinde bir
üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Canım ne
fark eder diyor olabilirsiniz. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir
deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz.
Şöyle ki…
Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini
toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş
olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı
yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi
anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar.
Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir.
Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir
75
deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle
kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye/zırh çeker gibi kendisini
daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden
dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya
başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti
söz konusudur.
Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer
ayetlerinde göreceksiniz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz
öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama
daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir
aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha
bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden
iyiye çekinmeye başlamıştır.
Kısacası müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık,
müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme
refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu
anlamları surelerde gelen müteakip ayetlerde iyice pekiştirebilirsiniz.
Müzzemmil suresinin ikinci ve devam ayetlerinde emredilenlerle
Müddessir suresinin ikinci ve devam ayetlerinde emredilen şeylerin
birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil suresi
bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir suresi ise öğrendiğini
uygulamaya yönelten bir suredir.
73:2-5 Müzzemmil suresi 2. ve 5.ayetler arası
Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan
az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku.
Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız.
Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de elçi bir eğitim sürecine
sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen payeyi
76
alıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir suresinde ne deniyor?
Bakalım…
74:2-5 Müddessir suresi 2. ve 5.ayetler arası
Kalk, artık uyar ve Rabbini yücelt. Örtülerini temizle ve kötülüklerden
uzaklaş.
Gördüğümüz gibi Müddessir’de elçiye harekete geçmesi
emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kuran insanlara ayetlerini
yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen ayet,
izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla ve iyi
niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir
aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı bugün de
yaşamaktadır.
Okumadan inanan çoğunluğu kastetmiyorum tabi ki! Atalarına ve
düşünce üzerine düşünce koyamayan hocalarına sorarsanız,
peygamber okuma yazma da bilmiyordu, hiç de öğrenmedi ve kendisi
de yazamadığı için sadece etrafındaki birkaç kişiye yazdırdı aldığı
ayetleri! Gece de oturup ha bire teheccüd namazı kıldı!
Müzzemmil suresinin ana teması gece okuma, düşünme, akletme
ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl
yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe
uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı psikolojik bir
destek verir.
Peki, niçin gece?
73:6 Müzzemmil suresi 6.ayet
Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak
bakımından daha sağlamdır.

77
Günümüzden örnek verirsek… Öğrencilerin, çeşitli sınavlara
hazırlanmakta olan insanların, kitap okumayı alışkanlık haline
getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların,
araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma
yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. Ayette Allah’ın bize
hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları
yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını net olarak fark ederler.
Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar
hariç) ayetlerin çevirilerini yaparken konu bütünlüğünden kopmakta
olduğunu… Önce ve sonra gelen ayetleri, söylemlerinin aksine kâfi
biçimde dikkate almadıklarını… Ve ayetlerde geçen kelimelerin anlamı
üzerinde yeterince düşünmediklerini… Veya çoğunun böyle bir
yeteneği olmadığını sanıyorum. Kelimeleri çevirirken genelde
başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını…
Elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını…
Kuran’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde
nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini… Geleneğin dayattığı kirli
bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan
doğru kabul ettiklerini… Ve en kötüsü akıl yürütmekten
korktuklarını… O mealleri okurken açık biçimde görebiliyorum.
Dolayısıyla Kuran’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman
okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar.
Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde
bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman
ayetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı
ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış ayetlerdeki
kelimelerin, hep kafasındaki veya atalarından gelen anlamların
karşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve
78
coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyor. Aykırı söylem
sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin
ortaya çıkmasına mâni oluyorlar.
Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak
ona gerçekten bağlı hissedenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar
çoktur ve hep olacaktır. Ama gerçek her zaman gerçektir. Kimin
söylediği değil neyin söylendiği önemlidir. Akademik yetkinlik Allah’ın
ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen
diplomadan ya da fırkasal sivil tariklerin kişisel ve taraflı
icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve
beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha
güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu
görebilseler.
Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat
ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd
namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü
örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış,
bırakın meali düzgün yazmayı, o Kuran’ı insanlara dini kurumlarda ve
camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından
çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır.
Neyse…
Peki, neden gündüz değil?
73:7 Müzzemmil suresi 7.ayet
Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.
Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün
çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan,

79
herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kuran’ın dışında dayatılan öyle
bir sahte din var ki bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor.
Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de
açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet
yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok.
Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kuran
okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş
yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan
kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kuran’a, Allah’ın verdiği ilme
ve hikmete göre nasıl davranması gerektiği aklına gelmez. Ezan
okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak
yeterli bir bilgisi olamaz. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken,
patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden
insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeyler gelmez.
İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde
olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez.
Allah’tan istediğini zannederken Allah’tan başkasından şefaat bekler.
Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her
işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder.
En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur.
Müzzemmil suresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk
edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil onun diğer insanlara
karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı
nasıl davranacağına dair de öğütler vardır.
73:10 Müzzemmil suresi 10.ayet
Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrı git.
Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan
hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona
80
bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol
bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması,
konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok
sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan
bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin
Allah olduğunun unutulmamasıdır.
Müzzemmil suresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından
surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son (20.) ayeti gelir ve
tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten
geçtiği hatırlatılır. Surenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına
dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen erinmeyin ve ayeti
dikkatlice satır satır okumadan geçmeyin…
73:20 Müzzemmil suresi 20.ayet
Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisine
yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor.
Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap
edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir.
O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin.
Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak
için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu
da bilir.
O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun.
Salâtı (ikame edin) ayakta tutun ve (zekât verin) verip arının.
Böylece Allah’a güzel bir borç verin.
Önceden iyilik olarak ne takdim ederseniz Allah katında kendiniz için
onu daha hayırlı ve daha büyük olarak bulacaksınız.
Allah’tan af/özür dileyin.
Muhakkak ki Allah bağışlayan ve merhametle koruyandır.
Bu ayette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir
acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin
81
ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine
acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan
gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl
geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup
tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz
uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce
tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet
hissinin omzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir.
“Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin
uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar
zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı
vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” şefkati vardır.
Rızkını hakkıyla ve helalinden kazanmak üzere sabahleyin ciğeri beş
para etmez adamlara “peki beyefendi” diyecek memurlar var
aranızda. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün
doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş
dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var aranızda.
Makamından ötürü kendini bir fasulye zanneden ayaklara
“emredersiniz komutanım” dedikten sonra işini en güzeliyle yapacak
onurlu subaylar, dededen miras mal varlığıyla patron olmuş zalimlere
rızkını kazanabilmek için “tabi beyefendi” diyecek çalışkan işçiler var.
Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak
öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek
doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi
gibi koruyan güvenlikçiler, bir yığın pislik peşinde koşacak polisler,
davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için
idari makamına koşacak insanlar var aranızda. Ve daha niceleri…
Emin olun ki, Allah hepsinin farkında.

82
Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi
okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir
haber uçuruluyor bu ayette. Dinin kitabın içine abartılı biçimde dalıp
da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha
bir bilinçle, özgüvenle ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok
bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp
ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü
var burada. İsterseniz yukarıya dönüp ayeti bir kez daha okuyun. Bu
merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha
fazla izdüşümünü siz göreceksiniz.
76:25-26 İnsan suresi 25 ve 26.ayetler
Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na
secde et ve O'nu uzun tesbih et.

83
Vakitli Salât ve Salâtı İkame

V akit konusunu işlerken vakitli salâtın ne olduğu


hakkındaki kanaatim de aslında ortaya çıkmış oldu. Vakitli
salât veya bir başka ifade ile “salâtı ikame etmenin içindeki
salât” kavramı üzerinde neler ifade edildiğini ve olası soruların
cevaplarının yanında “salâtı ikame etme” kavramı çerçevesindeki bazı
ayetleri de bu bölümde inceleyeceğiz.
Baştaki benzetimimize dönersek… Tesbih ile tek başınıza bunu az
çok yapmaya devam ediyorsunuz ama artık çevrimiçi olan sizin gibi
insanlarla ister istemez bir araya gelmeye de başladınız. Artık ortak
akıldan faydalanmak üzere birlikte de salâtı ikame edip bağlantınızı
güçlendirecek durumdasınız. Üstelik öğrendiklerinizi tüm
platformlarda da yaşama geçirmeli ve sadece burada kalmayıp
hayatınızın her alanına da tatbik etmelisiniz. Bilmek onu yapmadan
anlamsızdır. Bilgi hayat geçirilmek içindir.
Vakitli salâtı belirgin bir şekilde açıklayan sure Cuma suresidir.
Gelenekte Cuma namazı olarak şekillenen ve toplantı salâtı olarak
tanımlanan bu salât hem bir okuma-tefekkür hem de bir dayanışma
işlevi görür. Gelenekteki cuma namazı bu öğelerden maalesef sadece
hutbeyi ve şiarları içerecek biçimde bugüne kadar ulaşmış görünüyor.
Oysa kapsamı çok daha teferruatlıydı. Önce Cuma suresindeki bölümü
okuyalım, sonra da diğer ayetleri incelemeye başlayalım.
62:9 Cuma suresi 9.ayet
Ey iman edenler, toplanma günü salât için çağrı yapıldığı zaman,
Allah'ın hatırlatıcısına koşun ve alış-verişi bırakın. İşte bu; eğer
bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.
84
62:10 Cuma suresi 10.ayet
Salâtı artık bitirdiğinizde, yeryüzünde dağılın. Allah'ın fazlından
isteyip-arayın ve Allah'ı çokça hatırlayın. Umulur ki felaha
kavuşursunuz.

62:11 Cuma suresi 11.ayet


Oysa onlar bir ticaret ya da bir eğlence gördüklerinde, seni ayakta
bırakıp ona sökün ettiler. De ki; Allah katında olan eğlenceden ve
ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Ayetlerden toplantı salâtının belli aralıklarla (çok muhtemelen
haftada bir) ve gündüzün içinde yapıldığını ve peygamberin ortada
ayakta bir biçimde kitabı ve hikmetini açıkladığını anlıyoruz.
Toplantı salâtının veya vakitli salâtın ne olduğuna dair ayetler
oldukça açık. O yüzden bu bölümü çok uzatmayıp “salât” ve o “salâtı
ikame etmekle” ilgili diğer ayetlerle devam edelim…
2:129 Bakara suresi 129.ayet
Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun,
kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve
üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.
Bu ayette birlikte yapılan salâtın görüntüsüne dair adeta net bir
sahne seyrediyor gibiyiz. Elçi ayetleri okuyor, kitabı ve ondan çıkardığı
hikmeti etrafındakilere beyan ederek onların arınmasına destek
oluyor. Bu ayetin benzerleri de var…
2:151 Bakara suresi 151.ayet
Öyle ki size kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak,
size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi
gönderdik.
Bir önceki ayetin nüanslar dışında neredeyse aynısını belirten bir
ayet olarak görünüyor. İçerik pekişmiş oluyor.

85
3:164 İmran Ailesi 164.ayet
Andolsun ki Allah, iman edenlere içlerinde kendilerinden onlara bir
elçi göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini
okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor.
Ondan önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Yine benzer bir ayet. Elçinin içlerinden biri olduğunu belirtmesi ve
iman edenlerin daha önce cehalet içinde olduklarını ekleyen yeni
ifadeler de ayetin içinde verilenlerden.
4:43 Nisa suresi 43.ayet
Ey iman edenler, sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar ve cünüp
iken gelip geçmekte olan bir yolcu olmanız hariç yıkanıncaya kadar
salâta yaklaşmayın. Eğer hastaysanız veya yolculuktaysanız ya da
tuvaletten gelmişseniz ve yahut kadınlara dokunmuş da su
bulamamışsanız, bu durumda (temizleyici bir) toza yönelin, ondan
yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah kusurları affeden,
bağışlayandır.
Bu ayet üzerinde biraz konuşmamız lazım… Sarhoş iken ne
dediğini bilene kadar salâta yaklaşmamak bireysel açıdan da
önemlidir yok saymıyorum ama daha çok birlikte salât eden
topluluğun asayişi açısından önemlidir. Birlikte ders yaparken
ağzından çıkandan haberi olmayacak kadar sarhoş bir adamın
aranızda bulunduğunu düşünün. Herkesi rahatsız edeceği ve dersin
insicamını bozacağı malum değil mi?
Cünüplük ve tuvalet gibi durumlar da temizlik ve koku açısından
önemlidir. Evinizde kendi kendinize kokuyor olmanızdan daha çok
toplum içinde kokuyor olmanız daha adı anılmaya değer değil midir?
Tüm bunlar bireysel temizliği yok saymak demek değildir. Ama konu
eğer topluluğun salâtı ise bunlar gerçekten mühimdir.

86
Hasta veya gelip geçmekte olan (uzun süredir yıkanmamış) bir
yolcu olmak da bir topluluğun içinde rahatsızlık verecek bir
durumdur. Hastaysanız diğerlerine bulaştırmamak için evinizde
kalmalı, uzun yoldan gelmiş bir yolcu iseniz temizlendikten sonra
toplumun içine girmelisiniz.
Peki, diğerlerine tozunuzu mikrobunuzu bulaştırmamak ve
temizlenmek için su yoksa! O zaman neyle temizleneceksiniz?
Toprakla mı? Bu çeşit bir teyemmüm hiç kafanızı kurcalamadı mı?
Çok basit bir soru ile başlayacağım… Uğraştığınız bir meşgaleden
dolayı, bugün eliniz yüzünüz kir pas içinde kaldı ve az sonra insan
içine çıkmak zorundasınız. Ama elinizi yüzünüzü yıkayacağınız tek bir
damla su yok ortalıkta! Ne yaparsınız?
1. Elinizde hijneyik el temizleyici sıvınız, jeliniz olduğu için onu
kullanırsınız.
2. Cebinizdeki ıslak mendille elinizi yüzünüzü temizlersiniz.
3. Çantanızdaki kolonya ile elinizi yüzünüzü silersiniz.
4. Sıvı bir sabun bulup onu elinize yüzünüze sürer sonra bir bezle
kurularsınız.
5. Gazoz gibi su ihtiva eden başka bir temiz sıvı bulabilirseniz
onunla olabildiğince temizlenmeye çalışırsınız.
6. Bebek pudrası gibi bir toz ile elinizi ovuşturup kirinizi dökmeye
çalışır ya da yüzünüzdeki kiri kamufle edersiniz.
7. Temiz bir bez bulup, onunla olabildiğince elinizi yüzünüzü
temizlemeye çalışırsınız.
8. Bir ağacın kuru ve yaş yapraklarını karıştırıp elinizde
ovuşturarak toz haline getirip onunla temizlenmeye çalışırsınız.

87
9. Toz halinde, olabildiğince temiz bir madde bulur, onu elinize
yüzünüze sürer, ovuşturarak kirinizi dökebildiğince dökmeye ya da
gizlemeye çalışırsınız.
10. Temiz bir toprak bulup, onu elinize yüzünüze sürersiniz.

Samimi olarak cevap verin. Az çok yukarıdaki sırayı mı takip


edersiniz yoksa direkt teyemmüm diye 10 numaralı maddeye mi
yönelirsiniz? Aklınızın yolu size ne diyor?
Cevabınız sizi tatmin etmediyse devam ediyorum…
Peygamberimizin yaşadığı dönemde bugünkü gibi temizlik maddeleri
yoktu. Ama dikkat edin… Bugünküler yoktu. O günün şartlarına
uygun başka şeyler vardı. Bunların ne olduğunu teyemmüm
hadislerinde değil ama başka rivayetlerde ve alakasız gibi görülen
hadislerde, yazanın niyeti bu olmasa da gayri istemli olarak bildirilmiş
görüyoruz. Örneğin bazı ağaçların yapraklarının kurutulup
dövülmesiyle oluşturulmuş toz halindeki maddeler… Örneğin kap
kacaklarda kullanılan kum, kil ve kül gibi maddeler… Örneğin başlara
sürülen yağ (süslenme için kullanılan koku)… Örneğin vücut
kokularını gidermek için kullanılan çeşitli buhur ya da sıvı kokular.
Şimdi soruyu da cevabınızı da, rivayetleri de unutun. Kitabımız
Kuran’daki ifadelere geçiyorum…
Sa’id nedir, ne demektir?
Kuran’da sa’id diye bir kelime var. Her yerde anlamı “düzey,
seviye, (ing) level” olmasına rağmen teyemmüm ayetinde
kullanıldığında toprak diye çevriliyor.
Tam olarak 4 yerde geçiyor. Bunlardan ikisi Kehf suresinde. Biri
8’inci diğeri 40’ıncı ayette.

88
18:8 Kehf suresi 8.ayet
Ve biz gerçekten onun üzerinde olanları kupkuru bir “saíd” haline
getirebiliriz.
18:40 Kehf suresi 40.ayet
Belki Rabbim senin bahçenden daha hayırlısını bana verir, seninkinin
üstüne gökten yakıp yıkan bir afet gönderir de kaygan bir
“saíd” kesiliverir.
Buradan anlıyoruz ki “sa’id” denilen şey, toprak ya da her ne ise
kuru da olabiliyor akışkan da.
Sa’id kelimesi Kuran’da iki yerde daha geçiyor. Biri Maide 6, diğeri
Nisa 43. Bildiğiniz gibi bu ayetler de abdest ve teyemmüm konularının
olduğu, temizlenme bahsinin anlatıldığı ayetlerdir. Onlara geçmeden
önce şunu belirteyim. Bu dört ayetin dışında Kuran’da defalarca
topraktan bahsedilir. Ama topraktan bahsedilen bu ayetlerin
hiçbirinde “sa’id” kelimesi kullanılmaz. Hepsinde toprak “turab”
olarak geçer veya yeryüzünden bahsediliyorsa “ar’d” kelimesi
kullanılır. Hiçbirinde toprağa “sa’id” denmez. Ne Âdem’in
yaratılışında ne de başka yerde!
Şimdi gelelim “teyemmüm” kelimesine…
Teyemmüm kelimesi “y-m-m” kökü dâhil olmak üzere Kuran’da üç
yerde geçer. Birincisi Bakara 267’de…
2:267 Bakara suresi 267.ayet
Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi/temiz olanından ve sizin için
yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendinizin göz yummadan
alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye teyemmüm etmeyin ve bilin ki,
şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayacak ganilikte/zenginlikte
hamd edilmeye/övülmeye layık olandır.

89
Buradan anlıyoruz ki “teyemmüm” kelimesi “yönelmek,
kalkışmak” anlamına gelen bir kelime. Yani sadece abdestle
ilişkilendirilecek özel ve kutsal bir kelime değil. Kılıçla hamle
yaptığınızda “kılıçla hamleye” teyemmüm etmiş olursunuz.
Teyemmüm kelimesi Kuran’da iki yerde daha geçiyor. Biri Maide 6,
diğeri Nisa 43.
Yine hatırlatayım ki “said” kelimesinde olduğu gibi “teyemmüm”
kelimesi olan bu ayetler de yıkanma ve temizlenme konularının
olduğu aynı ayetler.
Şimdi onlara bakalım…
4:43 Nisa suresi 43.ayet
Ey iman edenler, sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar ve cünüp
iken gelip geçmekte olan bir yolcu olmanız hariç yıkanıncaya kadar
salâta yaklaşmayın. Eğer hastaysanız veya yolculuktaysanız ya da
tuvaletten gelmişseniz ve yahut kadınlara dokunmuş da su
bulamamışsanız, bu durumda (temizleyici bir) sa’id’e teyemmüm
edin, ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah kusurları
affeden, bağışlayandır.

5:6 Maide suresi 6.ayet


Ey iman edenler, salâta kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere
kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar
ayaklarınızı da. Eğer cünüpseniz yıkanın; eğer hasta veya yolculukta
iseniz ya da biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara
dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir saíd’e
teyemmüm edin, onu yüzünüze ve ellerinize sürün. Allah size güçlük
çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti
tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.
Şimdi kelimeleri toparlayalım…

90
Sa’id… toprak değil, çünkü toprak denilmek istendiğinde “turab”
kelimesi kullanılıyor. “Düzey, seviye, toz halinde” gibi anlamlara
geliyor. Aynı zamanda kuru veya akışkan olabiliyor.
Teyemmüm… Özel bir isim değil, bir fiil. “Yönelmek, kalkışmak,
meyletmek” gibi anlamlara geliyor.
Temiz bir sa’id’e teyemmüm edip, onu elimize yüzümüze sürmek…
Güncel Türkçesiyle söylersek…
Su yoksa temiz “kuru ya da akışkan bir toza” yönelip, onu elimize
ve yüzümüze sürmek… Veya…
“Su yoksa yönelin seviyeye ve ondan elinize ve yüzünüze sürün”
cümlelerinden ne anlıyorsunuz?
Ben en baştaki tercihleri öncelik sırasıyla yapmam gerektiğini
anlıyorum. Eğer su yoksa onunla eşdeğer veya altında bir seviyede
temiz olan toprak mamulü bir madde ile elimi yüzümü temizlemem
gerektiğini anlıyorum. Elimde ıslak mendil, el temizleme jeli, mendil,
pudra ve sair varken gidip toprakla elimi yüzümü mesh etmeyi
anlamıyorum. Ve bence teyemmüm/yöneleceğim şey konusu artık
kafa karıştırıcı değil. Hatta “sa’id” gerçekten toprak demek bile olsa,
toprağa yönelmek illa ki toprağı eline yüzüne sürmek değil, ondan
çıkan temizleyici bir maddeyi sürmek olmalıdır.
Bence, bana bu konuda katılmıyor bile olsanız siz de benim
yaptığımın aynısını yapıyorsunuz. Ama konu namaz olunca bu
tercihinizden vazgeçiyorsunuz. Oysa Allah bize zorluk çıkartmayı
değil, bizim temiz olmamızı ve üzerimizdeki nimetini tamamlamayı
istiyor ve en doğrusunu elbette O biliyor.

91
Şimdi tekrar bakın yukarıdaki cevaplara. Kir pas içindesiniz ve az
sonra insan içine çıkacaksınız. Yukarıdaki 10 tercihten hangisine
teyemmüm edersiniz, yönelirsiniz? Aklınızın yolu size ne diyor?
Bu arada Maide 6’daki “abdest” olarak bildiğimiz temizlenme
biçimi de elbette yine toplantı salâtı için yapılan bir temizlik işidir. El,
yüz, baş ve ayakları içerir. Bu durum bireysel hayatta temizlik
yapılmaması demek de değildir. Biz her halimizle temiz olmak
durumundayız. Ne maddi ne de manevi kirler bize yakışmaz.
Devam edelim…
4:101 Nisa suresi 101.ayet
Yeryüzüne (hicret ve savaş gibi nedenlerle) çıktığınızda, inkâr
edenlerin size bir kötülük yapmalarından tedirgin olursanız, salâttan
kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Elbette kâfirler, sizin
apaçık düşmanlarınızdır.
Bu kısaltılan salât da işte yukarıdaki kitap ve hikmet öğretilen ve
de dayanışma sağlanan vakitli toplantı salâtıdır.
4:102 Nisa suresi 102.ayet
Sen aralarında ve onlara salâtı ikame ettirirken, onlardan bir tayfa
silahlarını almış biçimde seninle birlikte ayakta bulunsunlar. Onlar
secde ettiklerinde, arkalarınızda kalsınlar. Salât etmemiş olan diğer
grup gelip seninle salât etsinler ve onlar da kendi tedbirlerini ve
silahlarını almış durumda olsunlar. İnkâr edenler size ansız bir baskın
yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve mühimmatınızdan ayrılmış
olmanızı temenni ederler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa
veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk
yoktur. Tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kâfirler için aşağılatıcı bir
azab hazırlamıştır.
Bu kısaltılan salât ayetinden anlıyoruz ki; peygamber insanların
arasında ayakta duruyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor.
92
4:103 Nisa suresi 103.ayet
Salâtı tamamladığınızda Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan
yatarken zikredin. Ne zaman ki güvenliğinizden tatmin oldunuz artık
salâtı ikame edin. Öyle ki salât, iman edenler üzerine vakitli olarak
yazılmıştır.
Buradan da konumuz bağlamında yapılan bu toplantı salâtının
vakitli diye bildirilen salât olduğu ortaya çıkıyor. Tekrar Maide’ye
gidelim şimdi…
5:6 Maide suresi 6.ayet
Ey iman edenler, salâta kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere
kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar
ayaklarınızı da. Eğer cünüpseniz yıkanın; eğer hasta veya yolculukta
iseniz ya da biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara
dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir saíd’e
teyemmüm edin, onu yüzünüze ve ellerinize sürün. Allah size güçlük
çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti
tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.
Toplantı salâtına giderken yapılacak olan temizlik işinin saçma
olduğunu düşünen arkadaşlar, evinde kendi kendine yapacağı bir
nüsuk için temizlik yapmayı mantıklı buluyorlar. Ben düşüncemi ifade
ediyorum. Üzerinde düşünmek sizden.
Okula giden çocuğunuzun elini yüzünü yıkamanız, saçını
taramanız ve ayakkabılarının tozunu çamuru silip parlatmanız gibi
düşünün. Şundan daha otuz yıl öncesinde okullarda bit salgınları
vardı. Düşünün; biz 1400 küsur sene evvelki insanlara da hitap edip
temiz olmalarını uyarmakta olan ayetlerden bahsediyoruz.
5:58 Maide suresi 58.ayet
Salât için nida ettiğinizde (davet ettiğinizde) onu alay ve oyun konusu
edinenler onların aklını kullanmayan bir topluluk olmalarındandır.

93
5:59 Maide suresi 59.ayet
De ki: Ey Kitap Ehli! Sadece Allah'a, bize indirilene ve bundan önce
indirilene iman etmemiz nedeniyle mi bizi çekemiyorsunuz?
Muhakkak ki çoğunuz fasıklarsınız.
Yukarıda da salât olarak yine vakitli toplantı salâtından
bahsedildiğini görüyoruz. Çünkü Cuma suresindeki gibi salâta bir
çağrı var ve “bizi çekemiyorsunuz” ifadesi bir topluluğun var
olduğunu gösteriyor.
5:91 Maide suresi 91.ayet
Gerçekten şeytan, aklı örten şeyler ve kumarla aranıza düşmanlık ve
kin düşürmek, sizi, Allah'ı hatırlamaktan ve salâttan alıkoymak ister.
Artık vazgeçtiniz değil mi?
“Sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar salâta yaklaşmayın” konulu
ayetle tam bir uyum içinde nedenlerini sıralıyor.
5:106 Maide suresi 106.ayet
Ey iman edenler! Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, vasiyet için
içinizden adaletli iki kişinin veya yeryüzüne çıktığınızda size ölüm
musibeti gelip çatarsa sizden olmayan başka iki kişinin salâttan sonra
şahitliklerine başvurun. “Yakınlarımız dahi olsa onu hiç bir değere
değiştirmeyeceğiz ve Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde
biz elbette günahkârlardan oluruz” diye Allah için yemin etsinler.
Yine topluluktan ve bu topluluğun yaptığı salâttan, dersten
bahsediliyor. Hatta bu konu salâtın içinde konuşuluyor bile olabilir.
7:169 Araf suresi 169.ayet
Onlardan sonra başka nesil kitaba varis oldu. Şu değersiz dünya
malını alıyorlar ve “yakında bize mağfiret edilecek” diyorlar. Misli bir
dünya malı gelse onu da alıyorlar. Onlardan Allah’a karşı gerçeklerden
başka söz söylemeyeceklerine dair kitap misakı alınmamış mıydı?
Üstelik onun içindeki şeyleri ders yaptılar. Ahiret yurdu takva
sahipleri için daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?
94
Daha önce de benzer salâtlar yapılmış demek ki. Ayetlerdeki
konuyla ilgili bölümleri incelediğimiz için diğer bahsedilen konulara
fazla girmiyorum. Yoksa bu kitabın hacmi çok yükselecek. Salâta
odaklanarak devam edelim…
7:204 Araf suresi 204.ayet
Kur'an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki
esirgenmiş olursunuz.
Demek ki kitap okunuyor ve birileri onu dinliyor ve uğultu
olmaması için susmaları gerekiyor. Topluluk olduğu anlaşılıyor.
17:106-109 İsra suresi 106. ayetle 109.ayetler arası
Ve Kur'an… İnsanlara bir süreç içinde okuman için onu kısımlara
böldük. Onu tenzilen indirdik.
De ki: İster ona inanın ister inanmayın; o önceden kendilerine ilim
verilenlere okunduğu zaman çenelerinin üstüne kapanarak secde
ederlerdi.
Ve derler ki: Rabbimiz yücedir. Rabbimizin vaat ettiyse o mutlaka ifa
edilir.
Ağlayarak çeneleri üstüne kapanmakta ve hûşûları artmaktadır.
De ki: İster “Allah” diye çağırın ister “Rahman” diye çağırın, ne ile
çağırırsanız çağırın; her durumda en güzel isimler/nitelikler
O'nundur. Salâtında sesini çok yükseltme, çok da kısma. Bu ikisi
arasında bir yol benimse.
Ve hamd ile de ki: O Allah ki; çocuk edinmemiş, mülkte ortağı
olmamış ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da ihtiyacı yoktur. Ve
O'nu yücelterek büyüklüğünü (bildir).
Bu ayetlerde şimdilik değinmemiz gereken iki tane husus var…
Birincisi: Çenelerinin üstüne kapanarak secde edenler… Bu konuyu
sanırım hûşû ya da secde bölümünde konuşmuştuk. Bu hareketi
yapanlar okunan ayetlerden tam bir tatmin aldıkları ve gerçekle
aydınlandıkları için gayri ihtiyari ve kültürel bir alışkanlıkla bunu
95
yapıyorlar. Böyle bir ritüel emri olduğu için değil. Şiar bölümünde
bunu yine açacağız.
İkincisi: Sesini çok yükseltme, çok da kısma ifadesi… Konu
bağlamında bunun ayetlerin hikmetlerini açıklayan kişi olarak nebiye
ikaz edilen bir öğüt olduğu görünüyor. Çok yüksek sesle konuşulması
da düşük ses tonuyla konuşulması da dinleyiciler için rahatsızlık
vericidir. Çok yüksek ses insicam ve hûşû bozucu, çok düşük ses de
bazılarının söyleneni duyamamasına neden olur. Bireysel tesbihler
için de bir öğüt olarak alınabilir elbette ama burada konu tamamen
toplantı ortamı ile ilgili görünüyor.
24:37 Nur suresi 37.ayet
(Öyle) adamlar ki; ne ticaret ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten,
salâtı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar kalplerin
ve bakışların inkılâba uğrayacağı günden korkarlar.
Bu ayette bahsedilenin tesbih değil salâtı ikamenin içindeki vakitli
salât olduğunu tekrar söylemiş olalım. Çünkü Cuma suresindeki
ayetlerle tam bir uyum içinde.
24:41 Nur suresi 41.ayet
Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar Allah'ı
nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salâtını ve tesbihini bilir. Ve Allah
onların ne yaptığını bilmektedir.
Daha önce detaylıca bahsettiğimiz bir ayet… İşte salâtı ikamenin
içindeki vakitli salât tam da bu örneğin derinliğindedir.
29:45 Ankebut suresi 45.ayet
Sana Kitap'tan ne vahyedilmişse onları oku (bildir) ve salâtı ikame et.
Çünkü salât, aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar, Allah'ı hatırlamak
(zikretmek) en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir.

96
Yine daha önce detaylı değindiğimiz bir ayet… Diyor ki “Salât
aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar, Allah’ı hatırlamak (zikrullah) en
büyüktür”
Demek ki salâtımızı (bağlantımızı) ayakta tutarsak Allah’ı
hatırlamış ve hatta unutmamış oluruz. En büyük vazgeçirici budur.
Bağlantımızın bize sağladığı Allah’la beraberlik bilincidir. Buna sadece
vakitli salât değil tüm salât havuzu dâhildir.
30:31 Rum suresi 31 ve 32.ayetler
O’na yönelenler olarak O’na takvalı olun. Salâtı ikame edin ve
müşriklerden olmayın. Dinini fırkalara ayırıp grup grup olanlardan
(olmayın). Tüm hizipler kendisinde olanla sevinip-avunmaktadır.
Burada topluluğa hem salât etmeleri öğütlenirken hem de
müşriklerin daha önce hizipleştiği gibi hizipleşmemeleri ve gruplara
ayrılmamaları, kendi içlerinde bölünmemeleri ikaz ediliyor. Siz
onlarla sizin anlayışınızı birleştirin demiyor, onların düştüğü hataya
siz düşmeyin, diyor.
62:2 Cuma suresi 2.ayet
O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan,
onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi
gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık
içinde idiler.
Benzer ayetleri daha önce de incelemiştik. Cuma suresinde vakitli
toplantı salâtının içeriği ortaya seren ayetlerden...
70:32 Mearic suresi 32,33 ve 34.ayetler
Ve onlar emanetlerine ve sözlerine riayet edenlerdir. Ve onlar
şahitlikleri için kaim olanlardır. Ve onlar salâtları üzerinde
devamlıdır/koruyucudurlar.

97
Yukarıdaki ayette sadece vakitli salâttan değil tüm salât
bağlantısından bahsedilmektedir.
98:1 Beyyine suresi 1. ve 5.ayetler arası
Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık bir
delil gelinceye kadar (inkârlarından) ayrılacak değillerdi.
Allah’tan bir elçi tertemiz sahifeleri okumaktadır (bildirmektedir).
İçinde değişmez (hükümler olan) kitaplar.
Kendilerine kitap verilenler, kendilerine apaçık kanıtlar (beyanlar,
beyyineler) gelmesi hariç fırkalara bölünmediler.
Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler)
olarak sadece Allah'a kulluk etmek, salâtı ikame etmek ve zekâtı
vermekten başka şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum (dimdik,
sapasağlam) din budur.
Bu ayetlerde de büyük oranda bir ders ortamından bahsediliyor.
Ama öyle olmasa bile, her türlü fırkalaşmama öğüdü kaçırılmamalı.
Salât kelimesini Kuran’da incelediğimizde diğer birçok kelime ile
de akraba olduklarını görüyoruz. Arapçada her ne kadar kelime
köklerinin üç harften oluştuğu bilinse de salât kelimesinin ilk iki harfi
olan sad ve lam harfleriyle başlayan “sal” diye okunabilecek tüm
kelimelerde bir şekilde “yaslanma, bağlanma, bağlantı” anlamı
manidar biçimde fark edilebiliyor.
Kitabın başında da konuştuğumuz gibi anlıyoruz ki kitap bize bir
şeylerin birbirine bağlantısını kurmamızı istiyor. Üstelik bunu
yapmamayı ortak koşanların en ciddi özelliği olarak belirtiyor.
Yaratılışa dair ilk ayetlerde ezelde Allah’a “Rabbim sensin” sözünü
vermiş insanlar isek, o halde salâtı ikame etmeyi de bu bağlamda
alırsak kitapta bize tavsiye edilen şeyleri hayata bağlamamız halinde
bu görevi yapmış oluruz. Bir anlamda gökle yeri birleştirmiş oluruz.
Dinle hayatı birleştirmiş, kitapla bireyi ve toplumu birleştirmiş,
98
yazılanla yaşanılanı birleştirmiş oluruz. Kitap bize kötü olan bir şey
söylemiyorsa (ki söylemez) dolayısıyla kendimizde ve yeryüzünde
bozgunculuk yapmamış, bu bağlantıyı kurarak iyi, düzeltici,
birleştirici, barışçı işler yapmış oluruz. Ortak koşanlarsa barışçı işler
yaptıklarını zannederken aslında bozgunculuk yaparlar.
2:11 Bakara suresi 11.ayet
Onlara; yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde; biz sadece ıslah
edicileriz derler.
Kitap bize bir şeyler yapın diyorsa, o yapacağımız her şey de salâtı
ikame bağlamındadır. Yukarıda geçmiş ayetlerde gayba iman, infak ve
daha önce indirilenlere iman etmemiz gerektiği salâtı ikame ile
birlikte anılıyor. Bu çerçevede bunları hayata uygulamak bu bağlantıyı
sağlamanın öğelerindendir.
Farkındalık ve aydınlanma çabalarımızı ayakta tutmalıyız.
Kendimizi, birbirimizi ve çevremizi aydınlatmalıyız. Paylaşmalıyız.
Dayanışmalıyız.
Fesat çıkarmak yerine; bilmediğinden emin olmaya çalışmak,
başkalarına kendi rızkın ne ise ondan vermek ve daha önce indirilmiş
olanlara da Kuran sınırları içinde iman etmek bireysel ve toplumsal
ıslahın parçalarıdır. Bunların içinde şu ana kadar bahsettiğimiz tesbih,
rükû, secde gibi kavramların yanında ileride
bahsedeceğimiz zekât, infak, ıslahat gibi
kavramlar da var.

99
Zekât ve Salâtı İkame

Z ekât vermek olarak tercüme edilen deyimin salâtı ikame


etmekle birlikte en çok anılan ifade olduğunu göz önüne
alırsak, bunun salâtı ikame etmenin içeriğine yönelik en
önemli vurgu olduğunu kabul etmemiz gerekir. Geleneksel olarak
“zekât vermek” senede bir defa malının kırkta birini ihtiyaç
sahiplerine vermek olarak biliniyor. Oysa zekât vermeyi (atu-z-zekât’ı)
sadece malını infak etmeye indirgeyemeyiz. İnfak etmek zaten bir
sonraki bölümde inceleyeceğimiz gibi salâtı ikamenin bir parçası ama
meselenin tamamı değil. Aynen salât kelimesi gibi zekât da bir işler
havuzuna sokuyor bizi.
“Tezkiye etmek” olarak da bilinen “arınma” işinin içinde neler
varsa “atu-z-zekât” içinde bunlar var. Gerek kendi nefsini tezkiye
etmek (arındırmak) gerekse toplumu tezkiye etmek (arındırmak)
adına salât işlerinin bizi getirdiği noktayı açıklayan bir tabir bu.
Benzetim örneğimize dönersek… Çevrimiçinde gerek tesbih
gerekse salât güncellemeleri ile artık öncelikle kendiniz olmak üzere
yakından uzağa çevrenizi yanlışlarınızdan, kötülüklerinizden
arındırmaya başladınız. Tezkiye işte bu.
2:42 Bakara suresi 42.ayet
Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı (gerçeği) gizlemeyin.
2:43 Bakara suresi 43.ayet
Ve salâtı ikame edin ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin.
Gerçeği sahtesiyle ve yalanla karıştırmamanın yeryüzündeki barışı
sağlamak için doğru işlerden biri olduğu konu bağlamında burada

100
geçiyor. Nefsinizin kötülükleriyle beraber batıl da emin olun ki süratle
geri dönüştürülemeyecek biçimde çöpe atılmaya başlanacaktır. Bu
arınmanın bir adımıdır.
Malından infak eden (başkasına veren) bir kişi kendi malını tezkiye
ederek (arındırarak) kendi nefsini de arındırmış… Bilgisini aktaran
kişi üzerine düşen vazifeden kendini tezkiye etmiş… Hakkı batıldan
ayırarak beyanda bunan kişi toplumu tezkiye etme yolunda mesafe
almış… Toplumun içinde örnek davranışlarla ve insanlara faydalı
işlerle ıslaha yönelmiş bir kişi yine toplumu arındırma, düzeltme
yolunda katkı sağlamış olur. İşte bu noktada kendisi gibi Allah’ın
tertemiz vahyine boyun eğerek doğru işler yapan kişilerle birlikte ya
da ortak bir platformda beraberce bu işi yapan kişi de Allah’ın emrine
boyun eğip yönelerek “rükû eden kişilerle beraber rükû etmiş”
olacaktır. Ve her daim kendisini unutmamak kaydıyla…
2:44 Bakara suresi 44.ayet
İnsanlara iyiliği emrederken kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki
kitabı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
Her ne kadar insanlara doğruyu ve iyiyi tavsiye etmek salih bir
insanın görevi olsa da esas olan önce kendisini arındırmasıdır.
Başkalarının iyiliğine yaptığımız doğru işler bile esasen başkasını değil
önce bizi, kendimizi düzeltmelidir. Bir başka deyişle: Allah’ın bizim
iyilik yapmamıza ve başkalarını düzeltmek için bizim gayret etmemize
ihtiyacı yoktur. Tüm gayretimiz aslında kendimizin faydası içindir.
Birisine iyilik yaptığımızda esasen iyilik yapılmış olan bizzat
kendimiziz.
2:110 Bakara suresi 110.ayet
Salâtı ikame edin, zekâtı verin. Önceden kendiniz için hayır olarak
neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah,
yaptıklarınızı görendir.
101
Elçi onu takip edenler için bir arındırıcı işlevi görür. Bugün de
Kuran bizim için arındırıcı işlevi gören bir elçi hükmündedir. Bu işlev
“atü’z zekât” yani tezkiye işlevidir.
2:129 Bakara suresi 129.ayet
Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun,
kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve
üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.
Kitapta birbirinden farklı birçok konu bu tezkiye işi ile ilgili olarak
verilmiştir. Aşağıdaki ayet buna örneklerden sadece biridir.
2:232 Bakara suresi 232.ayet
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa
birbirleriyle örfe göre anlaştıkları takdirde onlara, kendilerini
kocalarına nikâhlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah'a ve
ahiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir. Bu, sizin için daha
hayırlı ve daha tezkiye olmanız içindir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.
Aşağıdaki ayette ise sahip olunan mal ya da paranın tezkiyesine bir
örnektir. Ticaretin üzerinden kazanılmış olandan haksız olan kazancı
terke etmek bir arınma işidir. Hem malımızı hem de bizi tezkiye eder.
2:276-278 Bakara suresi 276, 277 ve 278.ayetler
Allah ribayı eksiltir, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç
birini sevmez. İman edip güzel amellerde bulunanlar muhakkak ki
salâtı ikame edenler ve zekâtı verenlerdir. Onların mükâfatları
Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır. Ey iman edenler Allah'a takvalı olun ve eğer iman
edenlerseniz, ribadan gelen bakiyeyi terk edin.
Salâtı ikame etmeyenler (bağlantısını ayakta tutmayanlar)
davalarına sadık olamazlar. En ufak bir zorlukta ya da bir menfaat
sezdiğinde davalarına aykırı davranabilirler. Bu durum onların
arınamadığını gösterir. Bu arada riba tüm haksız kazançların adıdır.
102
3:77 İmran Ailesi suresi 77.ayet
Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte
onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah
onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için
acı bir azab vardır.
Kendini temize çıkarmak için gösteriş peşinde iş yapanlar gerçekte
temize çıkmış değillerdir. Arınmak gayrete mukabildir ve bu samimi
gayretin karşılığını vererek gerçekte arıtan Allah’tır.
4:49 Nisa suresi 49.ayet
Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini
temizleyip yüceltir. Onlar bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar bile
haksızlığa uğratılmazlar.
Malından davaları yolunda harcayarak arınmak isteyenler için bu
hem bir doğrulama (tasdik) hem de tezkiye yani arınmadır. Böylece
davalarını “desteklemiş” ve davalarında “desteklenmiş” olurlar.
9:103 Tevbe suresi 103.ayet
Onların mallarından sadaka al. Bununla onları tezkiye etmiş,
arındırmış ol. Onları (salli) destekle.
Muhakkak ki senin salâtın onlar için huzur vericidir.
Allah işitendir, bilendir.
Zekâtla aynı türevdeki kelimelerin kitap içinde farklı yerlerde de
kullanılmış olup oralarda da temizlenmiş veya temiz anlamında
kullanılmış olduğu görünüyor. Örneğin Kehf suresi mağara
arkadaşları kıssasında…
18:19 Kehf suresi 19.ayet
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik
(uyandırdık).
İçlerinden bir sözcü dedi ki: Ne kadar kaldınız?
Dediler ki: Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.
103
Dediler ki: Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.
Şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse
baksın, size ondan bir rızık getirsin.
Ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.
Bir diğer örnek Musa ve salih kul kıssasında…
18:74 Kehf suresi 74.ayet
Böylece ikisi yola koyuldular.
Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürdü.
(Musa) Dedi ki: Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı
öldürdün?
Andolsun, sen kötü bir iş yaptın.
Meryem suresinde…
19:13 Meryem suresi 13.ayet
Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok
takva sahibi biriydi.
19:19 Meryem suresi 19.ayet
Demişti ki: Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz
bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).
19:31 Meryem suresi 31.ayet
Nerede olursam olayım beni kutlu (mübarek) kıldı ve hayat sürdüğüm
müddetçe bana salâtı ve zekâtı vasiyet etti.
19:54 Meryem suresi 54 ve 55.ayetler
Kitap'tan İsmail'i de zikret. Bil ki o, vaade sadık kalan elçi bir nebi idi.
Ehlini salâta ve zekâta emrediyordu (yöneltiyordu) ve Rabbi katında
razı olunanlardan olmuştu.
TaHa suresinde cennetlerin kime nasip olacağı bağlamında…
20:76 TaHa suresi 76.ayet
İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de
(onlarındır).
Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır.
104
Nur suresinde…
24:21 Nur suresi 21.ayet
Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın
adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin
utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve
rahmeti olmasaydı, sizden hiç biri ebedi olarak temize çıkamazdı.
Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir.
24:28 Nur suresi 28.ayet
Eğer orada kimseyi bulamazsanız, izin verilinceye kadar artık oraya
girmeyin ve eğer dönün denirse, siz de dönün. Bu sizin için daha
temizdir. Allah yaptıklarınızı bilendir.
İffetini korumak bir arınmışlıktır…
24:30 Nur suresi 30.ayet
İman edenlere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını
korusunlar. Bu onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah,
yaptıklarından haberdardır.
24:56 Nur suresi 56.ayet
Salâtı ikame edin, zekâtı verin (arının) ve elçiye uyun. Umulur ki,
(merhamet edilecek) rahmet olunacaksınız.
Malından vermek de elbette zekâttır. Bir arınma işidir. Vererek
hem malınızı hem kendinizi temizlemiş olursunuz. Haksız kazanç
artmaz ama arınmak için verdiğiniz artar. Tabi ki bu da niyetinizle,
nerede ne beklenti içinde olduğunuzla ilgilidir. Artacak olanın nerede
artmış olmasını isterdiniz?
30:39 Rum suresi 39.ayet
İnsanların malının içinde ribadan artsın diye verdiği şey Allah katında
artmaz. Ama Allah'ın yüzünü isteyerek zekâttan verdiğiniz ise, işte kat
kat arttıranlar onlardır.
Uygunsuz davranışlardan arınmak da bir zekâttır. Arınma işidir.

105
33:33-34 Ahzab suresi 33 ve 34.ayetler
Evlerinizde vakur olun. Önceki cahiliye (dönemindeki) gibi öne çıkma
(çalım yapma) hevesinde olmayın. Salâtı ikame edin ve zekâtı verin.
Allah’a ve elçisine uyun. Allah sizden kirlerinizi gidermeyi ve ev
halkını (ailenizi) tertemiz hale getirmeyi irade ediyor.
Evlerinizde okunan (bildirilen) Allah’ın ayetlerini ve Allah’ın
hikmetlerini hatırlayın. Şüphesiz Allah lütuf sahibi ve haberdar
olandır.
Ortak koşanlar bağlamında geçen aşağıdaki ayet müşriklerin çok
ilahtan tek ilaha arınmadığına işarettir.
41:7 Fussilet suresi 7.ayet
Ki onlar, zekâtı vermeyenler (arınmayanlar) ve ahireti inkâr
edenlerdir.
Arada bir farkına varmadan yapılan hataları Allah affedeceğini
söylüyor. Ama buna rağmen biz kendimizi temize çıkartamayız,
samimi niyetlerle temizlenmeye gayret devam etmelidir.
53:32 Necm suresi 32.ayet
Onlar ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin
utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş
olandır. O, sizi daha iyi bilendir. Sizi topraktan inşa ettiği ve siz daha
annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da.
Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O sakınanı daha iyi
bilendir.
Kuran’ın birçok yerinde farkına varmadan arınma (zekât) türevi
kelimeleri okuyup geçmiş olabilirsiniz. Zekât salâtı ikamedeki arınma
işlevidir.
79:18 Naziat suresi 18.ayet
(Firavuna git) Ona de ki: “Temizlenmek ister misin?”
80:3 Abese suresi 3.ayet
Nerden biliyorsun; belki o temizlenip-arınacak?
106
80:7 Abese suresi 7.ayet
Oysa onun temizlenip-arınmasından sana ne?
87:14 Ala suresi 14.ayet
Arınan kişi felaha ermiştir.
İşte asıl arınmamız gereken şey: Kendi fücurumuz. İçimizdeki
şeytanımız!
91:9 Şems suresi 9.ayet
Onu (fücurunu) arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
İnsanlar sizi benimsemiyor, beğenmiyor olabilir. Hatta
davranışlarınızda yanlışlar da olabilir. Ama siz eğer samimiyetle
fücurunuzdan, kötülüklerinizden arınmaya çalışıyor, insanlardan
ziyade Allah’ın beğenisini hedefliyorsanız inanın ki öyle ya da böyle
Allah sizin bu çabanızın karşılığını verecektir.
Ve son olarak…
92:18 Leyl suresi 18.ayet
Ki o, malını vererek temizlenip-arınır.
İşte şimdi de ona, salâtı ikamenin infak ayağına geldi sıra…

107
İnfak ve Salâtı İkame

nfak kavramında “vermek” ten daha çok “paylaşmak” anlamı

İ vardır. Ve nereden alıp verdiğiniz de önemlidir. Salâtı ikame


(bağlantıyı ayakta tutma) süreci içinde rehber kitabınızı
sorgulayıp irdelemeye ve doğrulamaya devam ederken ve
çevrimiçinde kalıp güncellemelerle arınırken artık paylaşım
yapmanızın da zamanı geldi.
Ne kazanmışsanız çevrimdışı veya çevrimiçi tüm toplumsal
platformlarda ondan vermeye başladınız. Buna özellikle
öğrendikleriniz de dâhil. İşte bu paylaşım işine infak diyoruz. İnfak
salâtı ikame ayetleri içinde bolca geçen kavramlardan biri ve hatta
kitap sırasına göre ilkidir.
2:3 Bakara suresi 3.ayet
Onlar gayba iman edip (bilmediklerinden emin olup) salâtı ikame
ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.
Rızık sadece yiyecek içecek ve malınız mülkünüz demek değildir.
Rızık aynı zamanda edindiğiniz o aydınlık bilgilerdir. Salâtınızda
farkındalıkla aydınlanmanızı sağlayan gerçeklerdir. Yukarıdaki ayetin
içerdiği infak da ağırlıkla işte o aydınlığınızı başkalarıyla
paylaşmanızdır. Ne kadar infak ettiğinizin ölçüsü doğru ve güzel olanı
ne kadar paylaştığınızdadır.
8:3 Enfal suresi 3.ayet
Onlar, salâtı ikame eder ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
infak ederler.

108
Kazandığınız ama kenara çekilip kendi halinizle yaşadığınız
rızıklarınız infak edilmemiş rızıklardır. İster mal, para ve mülk olsun
ister doğru, gerçek bilgiler. Doğruyu buldunuz diye kenara çekilip
toplumdan yalıtılmış bir hayat yaşamak doğru değildir.
2:195 Bakara suresi 195.ayet
Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye
atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.
İnfakla ilgili misal soru ve cevaplar da kitapta vardır…
2:215 Bakara suresi 215.ayet
Sana neyi/nasıl infak edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infak
edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda
kalmışadır. Hayır, olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.
2:219 Bakara suresi 219.ayet
…Sana neyi/nasıl infak edeceklerini sorarlar. De ki: Affettiğinizi
(gönlünüzden kopanı veya ihtiyaç fazlasını). Böylece Allah, size
ayetlerini açıklar. Umulur ki düşünürsünüz.
Malından infak etmek (paylaşmak) kitaba göre çok büyük
karşılıklara varacaktır.
2:254 Bakara 254.ayet
Ey iman edenler! Hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir
şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak
verdiklerimizden infak edin. Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir.
İnfak etmekle ilgili hemen tüm detaylar Bakara suresinde önemli
bir bölümü işgal ediyor. Aşağıdaki ayetler aslında açıklamaya gerek
bırakmaksızın konuyu detaylandırıyor. Sıkılmadan (birkaç sayfa
boyunca) bu ayetleri okumanızı öneriyorum.
2:261 Bakara suresi 261.ayet
Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her
bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah
dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.
109
Ancak ister bilginizi ister malınızı ister bir imkânınızı infak edin;
eğer bir şekilde paylaştığınız kişinin başına kakıyorsanız beklentinizi
Allah’tan değil ondan bekliyor olursunuz. Bu büyük kayıptır.
2:262 Bakara suresi 262.ayet
Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin
peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri
katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
İnfak ediyorsak esasta Allah tarafından infak edilen biziz demektir.
Allah’ın bize verdiğini bizim başımıza kakmasını ister miydik? O halde
biz de sanki kendimizden veriyormuş gibi infak edemeyiz.
Eğer maldan infaka gücümüz yoksa bazen güzel bir sözü iletmek
ya da bağışlamak aklınızın onda kalacağı infaktan çok daha güzel bir
paylaşım olacaktır. Allah’ın bizim malımızdan vermemize ihtiyacı
yoktur. İstese o direkt verirdi. O yüzden infak ettiğimizde aslında
kendimize katıyoruz demektir.
2:263 Bakara suresi 263.ayet
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha
hayırlıdır. Allah hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak
davranandır.
Hele ki gösteriş için paylaşmak infakı geçersiz kılması bir yana
kendimize zulmetmekle eşdeğerdir.
2:264 Bakara suresi 264.ayet
Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı
gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek
sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu; üzerinde toprak
bulunan bir kayanın durumuna benzer. Üzerine sağanak bir yağmur
düştüğünde onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir
şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna
hidayet vermez.
110
Yaptığımız paylaşımı kendimiz için yaptığımızı misallerle anlatan
bu ayetler Bakara suresinde peş peşe geliyor.
2:265 Bakara suresi 265.ayet
Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı güçlendirmek
için mallarını infak edenlerin örneği; yüksekçe bir tepede bulunan,
sağanak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin
örneğine benzer ki ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisintisi
(vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir.
Eğer infakımızı geçersiz kılacak hareketlerde bulunursak Allah’ın
vereceği karşılığı kendi elimizle kasırgaya tutmuş, kendi elimizle
yakmış oluruz. Aşağıdaki ayet çok vurucu biçimde bunu açıklıyor.
2:266 Bakara suresi 266.ayet
Hangi biriniz ister ki altından ırmaklar akan hurmalardan,
üzümlerden bir bahçesi ve içinde kendisinin olan bütün ürünler de
bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, zayıf ve küçük
çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir
kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar
ki düşünesiniz.
İnfakın niteliği de önemli. Elden çıkartmak için verdiğimiz şeyler
infak değildir. İyisini kendimize ayırıp da kötüsünü ya da çirkin
tarafını verdiğimiz şeyler paylaşım değildir. Aşağıdaki ayetler bu
konuda yine çok vurucu.
2:267 Bakara suresi 267.ayet
Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden
bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan
alamayacağınız bayağı şeyleri infak etmeye kalkışmayın ve bilin ki,
şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık
olandır.
2:268 Bakara suresi 268.ayet
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkinliği-hayâsızlığı
emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl)
vaat ediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
111
Aşağıdaki ayet konu bağlamında bu kez yine bilgiye hikmete
yönelmiş durumda. Başkasının malını kıskanmak kadar başkasında
olan hikmete karşı haset gütmek de ciddi bir problem. Hikmeti olansa
mal infakıyla kalmayıp hikmetini de paylaşmalıdır.
2:269 Bakara suresi 269.ayet
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene
büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt
alıp-düşünmez.
2:270 Bakara suresi 270.ayet
Her neyi nafaka olarak infak eder ve adak olarak neyi adarsanız,
muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
Bazı infaklar zorunlu olarak açıktan yapılmak durumundadır.
Çeşitli nedenlerden ötürü bu zaruridir. Ama niyette esas olan gizli
paylaşım yapabilmektir.
2:271 Bakara suresi 271.ayet
Sadakaları açıkta verirseniz iyi, fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu
sizin için daha hayırlıdır. O günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah
yaptıklarınızdan haberi olandır.
Tebliğ de hayırdan infak etme bağlamındadır. Ancak malından
paylaşım yapmak da aynı zamanda bir tebliğdir. Salâtı ikame
bağlamında öğrendiğini hayata tatbik etmek belki de en güzel
tebliğdir. Ayrıca bu ayette yine infak edilenin herkesin aslında kendisi
için infak ettiği bu kez açık biçimde söyleniyor.
2:272 Bakara suresi 272.ayet
Onların hidayete ermesi senin üzerinde değildir. Ancak Allah
dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz
kendiniz içindir. Zaten siz sadece Allah'ın hoşnutluğunu istemekten
başka infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz haksızlığa
uğratılmaksızın size eksiksizce ödenecektir.

112
Sadaka’yı konuştuğumuz bölümden hatırlayın. İnfak bağlamında
sadaka vermek aslında vererek (tasdik) doğrulamaktır.
2:273 Bakara suresi 273.ayet
(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar,
yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen
onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek
insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz
Allah onu bilir.
2:274 Bakara suresi 274.ayet
Onlar mallarını gece, gündüz, gizli ve açık infak ederler. Artık
bunların ecirleri Rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar
mahzun olmayacaklardır.
Nelerden infak edilmesi gerektiğine dair yine çok vurucu bir ayet
var aşağıda…
3:92 İmran Ailesi suresi 92.ayet
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her
ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
İnfak kitabın içinde sadece “paylaşmak” değil “harcamak” gibi bir
anlamda da kullanılabiliyor. Harcamak da aslında malından ya da
parasından vermek gibidir. Yani harcadığımızı nereye ve neye
harcadığımız da önemlidir.
3:117 İmran Ailesi suresi 117.ayet
Onların bu dünya hayatındaki harcamaları kendi nefislerine
zulmetmiş olan bir kavmin ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki
bir rüzgâra benzer ki onu (ekini) helak etmiştir. Allah, onlara
zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmetmektedirler.
Çok miktarda infaklarda bulunanlar yine bu infaklarıyla
övünmemelilerdir. Çünkü çok olanın çok vermesi ile az olanın az
vermesi arasındaki fark ne kazanıldığıyla ilgilidir. Bazen cebindeki üç
113
kuruşu infak eden kişi belki de malının tümünü infak etmiştir. Bazen
yüz milyonlarca infak eden kişinin malından pek bir şey eksiltmiş de
olmayabilir ve hatta tanınan biri ise bu harcamasından dünyalık fayda
da sağlamış olabilir.
3:134 İmran Ailesi 134.ayet
Onlar bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve
insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile vazgeçenlerdir. Allah iyilik
yapanları sever.
Cimrilik müşriklerin en belirgin özelliklerinden biridir. Mal ve para
konusunda çok takıntılı ve onu elde etmek için çok gayretlidirler.
Ucuza kapatıp pahalıya verdiklerine çok sevinirler. Mallarını ve
paralarını aşırı bir hassasiyetle diğer insanlardan gizlerler. Bununla
birlikte kâr getireceğini umdukları bir bilgiyi de diğer insanlardan
saklayarak o getiriyi kendileri elde etmeye ve ondan azami faydayı
sağlamaya çalışırlar. Bunu ben madem öğrendim, diğer insanlara da
bildireyim onlar da faydalansın, diye düşünemezler. Mesleklerinde
sırlar taşır, tekelleşmeye çalışırlar. Cimridirler ve cimriliği tavsiye
ederler. Ellerindekinin bitmesinden ve fakirlikten çok korkarlar. Bir
gün öleceklerini ve o mallarını diğer tarafa götüremeyeceklerini
unuturlar.
4:37-39 Nisa suresi 37, 38 ve 39.ayetler
Onlar cimri davranırlar, insanlara da cimriliği tavsiye ederler. Allah'ın
fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kâfirlere aşağılatıcı
bir azab hazırlamışızdır.
Onlar mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcarlar. Allah'a ve
ahiret gününe inanmazlar. Şeytan kime arkadaş olursa, artık ne kötü
bir arkadaştır o.
Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan
infak etselerdi aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilmektedir.

114
Eğer birisi salâtı ikame etmiyor (bağlantıyı ayakta tutmuyor) ve
infak ederek kurtulacağını sanıyorsa bu da problemli bir infaktır. Ve
geçersizdir. Güncel deyimle “desinler” için ya da birilerine
yanaşabilmek içindir. Gerçek katında değeri yoktur.
9:53-54 Tevbe suresi 53. ve 54.ayetler
De ki; isteyerek veya istemeyerek infak edin, sizden kesin olarak kabul
edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz.
İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey; Allah'ı ve
elçisini tanımamaları, salâta ancak üşenerek gelmeleri ve kerhen
(isteksizce, desinler diye) infak etmeleridir.
İşte malı olduğu halde infaktan kaçanlar ya da “desinler” diye veya
“bir şeylerden medet umarak” infak edenler varken bir de infak etmek
istediği halde infak edecek bir şey bulamayanlar ve bundan
hüzünlenenler ve kendini bile infak etmek isteyenler vardır. Allah
onları da unutmamıştır. Kuran din namına eksik bir şey bırakmayan
bir kitaptır. Yeter ki onun zikrettiği salâtı (bağlantıyı) ayakta tutalım.
9:91 Tevbe suresi 91,92 ve 93.ayetler
Allah'a ve elçisine karşı “içten bağlı kalıp hayra çağıranlar” oldukları
sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey
bulamayanlara bir sorumluluk yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de
bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Bir de (sefere katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her
gelişlerinde “sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin ve infak
edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar
boşanarak geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki zengin oldukları halde senden izin
isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah,
onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar bilmezler.
Salât dediğimiz bağlantıyı ayakta tutanların sadece verdikleri mal
değil, ettikleri mücadele de o yolda bir infak olarak sayılmaktadır.
115
9:121 Tevbe suresi 121.ayet
Küçük büyük infak ettikleri her nafaka ve aştıkları her vadi; mutlaka
yaptıklarının Allah'ın daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için
onlar adına yazılmıştır.
14:31 İbrahim suresi 31.ayet
İman etmiş kullarıma de ki: İçinde alış verişin ve arkadaşlığın
(hatırının) olmadığı o gün gelmeden evvel salâtı ikame etsinler ve
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler.
İnfakta rızkın temizliği ve nereden ne şekilde edinildiği de
önemlidir. Salât bağlantısının kime olacağını unutmuş biçimde sırtını
düzenbaz tüccarlara yaslayıp kazananın infak etmesiyle az da olsa
salâtını ayakta tutup temiz kazananın infakı bir olmaz. Çok malım var
diyerek gösterişle verenle temiz rızkını paylaşan bir olmaz.
16:75 Nahl suresi 75.ayet
Allah hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile
tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz; böylelikle ondan
gizli ve açık infak eden kimseyi örnek olarak gösterdi. Bunlar hiç eşit
olur mu? Hamd Allah'ındır. Fakat onların çoğu bilmezler.
20:131-132 TaHa suresi 131 ve 132.ayetler
Onlardan bazı çiftlere onları denemek için dünya mücevherinden
verdiğimiz nimetlere gözünü kaydırma. Senin Rabbinden gelen rızık
daha hayırlı ve kalıcıdır. Ehline salâtı emret ve onun üzerine sabırlı ol.
Biz senden rızık istemiyoruz, biz seni rızıklandırıyoruz. Sonuç takva
iledir.
Geçmişte Allah’a yemelik sunu olarak kurbanlar sunanlar da
bununla övünüyorlardı. Ama bununla kalmayıp halkın malını çeşitli
yollarla yiyerek kazandıklarını itiraf etmiyorlardı. Geçmişte de
örnekler yaşandı bugün de farklı şekillerde yaşanıyor. Ama esas hiç
değişmiyor.

116
Cimrilik kötü bir şeydir ama saçıp savurmak da kötüdür. Bu
konuda kitap infakın “harcama” anlamı çerçevesinde bu uyarıyı da
salâtı ayakta tutanlara veriyor.
25:67 Furkan suresi 67.ayet
Onlar harcadıkları zaman ne israf ederler ne kısarlar. İkisi arasında
orta bir yoldur.
Rızkı Allah’ın verdiğini ve insanların ondan infak edebildiğini
kimse unutmamalıdır.
34:39 Nebe suresi 39.ayet
De ki: Şüphesiz benim Rabbim kullarından rızkı dilediğine genişletip
yayar ve onu kısar da. Her neyi infak ederseniz O yerine bir başkasını
verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Konuyu kavrayamayanlar kendilerini ya Allah yerine koyarak infak
ediyorlar ya da infakı güya Allah’a bırakarak kendilerine şahit
olamayıp kendilerine zalim oluyorlar…
36:47 YaSin suresi 47.ayet
Ve onlara: Size Allah'ın rızık olarak verdiklerinden infak edin denildiği
zaman, o inkâr edenler iman edenlere dediler ki: Allah'ın eğer dilemiş
olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecekmişiz? Gerçekten siz apaçık
bir şaşkınlık içindesiniz.
Oysa cimrilik edenler aslında “en zengin olandan” yüz çevirip
kendilerine cimrilik etmiş oluyorlar.
47:38 Muhammed suresi 38.ayet
İşte sizler böylesiniz. Allah yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz ama
bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse artık o ancak kendi
nefsine cimrilik eder. Allah ise Gani (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)dır.
Fakir olan sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız sizden başka bir
kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar sizin benzeriniz de olmazlar.

117
Aşağıdaki ayete salât bağlamında bakarsak; infakın insanlar
arasında dayanışmayı da sağlayacak biçimde yapıldığında (o vakitli
dediğimiz) salât’ın da bir parçası olabildiğini anlıyoruz.
63:7 Münafikun suresi 7.ayet
Onlar ki: Allah'ın elçisi yanında bulunanlara hiç bir infak (harcama)da
bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler, derler. Oysa göklerin ve yerin
hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar.
İnsanların çoğu mal sahibi olunca halinden memnun ve kimseyi
tanımaz, salât malat umursamaz hale gelir. Onlardan değil
musallilerden olmak gerek. Musalli olmak sadece infakla ilgili değil
tüm bağlantı araçlarıyla ilgilidir. Ama neticede infak salâtın
(bağlantının) bir aracı olduğu için o infakı yapanlara da musalli (salât
eden) denir. Onlar salâtları üzerinde devamlıdırlar. Onlar
bağlantılarını koparmayanlardır.
70:19-25 Mearic suresi 19. ve 25.ayetler arası
Muhakkak ki insan “aç gözlü ve hırslı” yaratılmıştır. Ona bir şer
dokunduğunda feryat eder. Ona bir hayır dokunduğunda ise
“cimri/pinti” kesilir. Musallin olanlar hariç. Onlar salâtları üzerinde
devamlıdırlar. Ve onların malları içinde malum (bilinen) bir hak
vardır. Yoksul ve yoksun olanlar için.

74:42-46 Müddessir suresi 42. Ve 46.ayetler arası


Sizi sekara sevk eden nedir? Dediler ki: Biz musallilerden olmadık. Ve
yoksulu doyuranlardan olmadık. Ve dalıp gidenlerle dalıp giden olduk.
Ve din gününü yalanlayanlardan olduk.

118
Kıyam ve Salâtı İkame

K ıyam birbiri ile bağlantılı en az iki yönü olan bir


kavramdır. Birincisi; uyanıp Allah’ın gerçekleri ve
doğruluk, iyilik ve erdemli olma yolunda ayağa kalkıp bir
şeyler yapabilmek içindir. İkincisi ise ayağa kalkıp sahteye, yalana ve
kötülüğe karşı dik durup onlarla mücadele edebilmek içindir.
Salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çerçevesinde takvadan
başlayıp şu ana kadar aldığı yol bir musalliyi ayağa kalkmak zorunda
bırakır. O eski çevrim dışılık yoktur artık. Hem daha fazla öğrenip
daha fazla hayata geçirmek için ayakta kalmak, okumak, çabalamak,
hakkı tavsiye etmek ve hem de her platformda tüm imkânları
kullanarak insanları çevrimdışı bırakan sahte bağlantıların tuzaklarını
herkese göstermek için uyarmak ve kötülükle mücadele etmek
azmindedir.
9:34 Tevbe suresi 34.ayet
Ey iman edenler! Gerçek şu ki; ahbarların ve ruhbanların çoğu
insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar.
Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara
acı bir azabı müjdele.
Müddessir suresindeki “kalk ve uyar” ayetleri ve kötülüklerle olan
mücadele ayetleri büyük oranda yukarıdaki ahbarlara ve ruhbanlara
ve kitap içindeki firavun, haman ve sair karakterlere karşı insanları
uyarmaya gider. Çünkü insanların bağlantısını koparan belirgin
karakterlerdir. Bununla birlikte ayetler üzerine eğilerek kendi
fücurundan arınma maksadıyla kendi nefsiyle mücadeleye kalkmak da
kıyamdır.
119
25:64 Furkan suresi 64.ayet
Onlar Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.
Ritüel tarafı yok mudur? Kültür ve örf gereği tabi ki vardır. Ki
bunu şiarlar bölümünde yine konuşacağız. Namazdaki kıyamın da
sembolik anlamı; görünüyor ki buralardan gelmiştir.
22:26 Hacc suresi 26.ayet
Hani biz İbrahim'e Evin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle
emretmiştik:) Bana hiç bir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, kıyam
edenler, rükûa ve sücuda varanlar için evimi tertemiz tut.

120
Dava ve Salâtı İkame

D ua, dava ve davet kelimeleri aynı hedefe varan


kelimelerdir. Duası olanın davası olmak zorundadır.
Davası olmayanın duası da olmaz. Duası olan kimden
yardım isteyeceğini de, kimi nereye davet edeceğini de bilmek
zorundadır. Salâtı ikame eden (bağlantısını ayakta tutan) kişi Allah’ın
davasını kendine dava edinir, Allah’a davet eder ve Allah’a dua eder.
Diğer bağlantılarından arınır.
Artık bir davanız, bir hedefiniz var. Artık bir davası olan dolayısıyla
değeri olan bir bağlantı oldunuz. Eğer bunu dert edinmeseydiniz
“çevrimin sahibi” için ne değeriniz olurdu ki! Bakın İbrahim nebi de
davası uğruna bulunduğu şartlarda ailesinin bir kısmını niçin başka
bir yere taşıyor, görelim…
14:37 İbrahim suresi 37.ayet
Rabbimiz! Zürriyetimden (bir kısmını) senin özel evinin (beyt-il-
muharremin) yanına ekini olmayan bir vadiye iskân ettirdim.
Rabbimiz! Salâtı ikame etmeleri için (öyle yaptım). Sen insanlardan
kalplerini onlara meyleder kıl ve onları ürünlerden rızıklandır.
Umulur ki şükrederler.
Zekeriya duasını bu yüzden Allah’a yapıyor ve bakın ne diyor
duasında…
3:38 İmran Ailesi suresi 38.ayet
Zekeriya işte orada Rabbine dua etti: Katından tertemiz bir nesil
bağışla. Mutlaka ki sen duayı (çağrıyı) işitensin, dedi.
Ve Muhammed nebi bakın kime davet ediyor? Ve ne diyor bu
çağrısında…
121
12:108 Yusuf suresi 108.ayet
De ki: Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim.
Ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim. Ben müşriklerden
değilim.
Bakın Musa nebi davasında yanına kardeşi Harun’u neden istiyor…
20:32 TaHa suresi 32, 33 ve 34.ayetler
Onu işimde ortak kıl. Böylece seni çok tesbih edelim ve seni çok
zikredelim.
Ve bu dava bölümünü İbrahim nebinin dualarıyla ilgili kısmı
okuyarak bitirelim… İstiane bölümünde konuya daha detaylı olarak
gireceğiz.
14:39 İbrahim suresi 39, 40 ve 41.ayetler
Hamd Allah içindir. O ki bana ihtiyarlığımın üstüne İsmail'i ve İshak'ı
armağan etti. Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir.
Rabbim beni ve zürriyetimden olanları salâtı ikame edenlerden kıl.
Rabbimiz duamı (çağrımı) kabul et.
Rabbimiz hesabın yapılacağı gün bana, anne-babama ve iman
edenlere mağfiret et.

122
Salâvat ve Salâtı İkame

S alât güncellemeleri artık sizi, sizin gibi olanlarla


dayanışmaya çağırmaya başladı. Gerek bireysel gerekse
arkadaşlarınızla birlikte destekleşiyor, dayanışma planları
yapıyor, yeni projeler üretiyor ve aydınlanmayı herkes için faydalı bir
hale getirmeye çalışıyorsunuz. İşte tüm bu işlere ve destek çabalarına
salâvat diyoruz. Tabi ki bunu söyleyip bırakmayacağız ve birazdan
ayetlerde de bunu tespit edeceğiz.
Kuran’daki “salâvat” kelimesi çok yanlış anlaşılan kelimelerden
biri. Ayetlerde görüleceği gibi “salâvat” aslında, salâta yönelik
destekleşme faaliyetleridir ve hatta dayanışma tesisleri de buna
dâhildir. Camiler, dernekler, yardım kuruluşları ve sairlerin hepsi
birer salâvattır. Sallâ da destek vermek demektir. Bununla birlikte
gerek sallâ ve gerekse salâvat sadece insanların dayanışma işleri değil
Allah’ın destekleri için kullanılabilir kelimelerdir.
2:156,157 Bakara suresi 156 ve 157.ayetler
Onlara bir musibet isabet ettiğinde derler ki: Biz Allah'a aidiz ve
şüphesiz O'na dönücüleriz.
Rablerinden salâvat ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler
de bunlardır.
Bakara 157’deki “Onlar Rablerinden salâvat üzerinedir” ifadesinde
kastın Allah’ın iman edenlere olan tüm desteği olarak alınabilir. Yani
Allah sorumluluklarını (elbette) yerine getiriyor demektir. Ya biz! Biz
birbirimize destek veriyor muyuz? Eğer kendimizi iman edenler
sınıfında sayıyorsak bizim de böyle bir destekleşme kaygımız olmalı

123
değil mi? Eğer yoksa ya biz henüz iman edenler sınıfında değiliz ya da
henüz biz “biz” değiliz demektir.
2:238 Bakara suresi 238 ve 239.ayetler
“Salâvat ve salât el-vusta” üzerinde gözetici/daim olun ve Allah için
güçle ayakta kalın. Eğer tedirginseniz yaya veya binekte, güvenliğe
kavuştuğunuzda ise siz bilmiyorken size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.
Bakara suresi 238. ayetteki “salâvat” ve “salâtı vusta” iki ayrı tabir
olarak alınmalı ve her ikisi üzerinde de daim olunmalıdır. Peki, nedir
bunlar? Salâvat daha önce de söylediğim gibi “dayanışma” veya bir
başka tabirle destekleşmedir. Bu kapsamda Allah salâvat’ı da salâtı
ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) içinde gösteriyor ve
“birbirinizle sürekli bir dayanışma içinde olun” diye bir mesaj vermiş
oluyor.
Ya salât el-vusta?
İşte salât el-vusta da şu: Ortada olup da zaten hepimizin bildiği,
hani bir araya geldiğimiz, elçinin bize hikmeti ve Kuran’ı anlattığı,
beraberce şura oluşturup, toplantı şeklinde yaptığımız (salâtı ikame
etmeni içindeki, Cuma suresinde de bahsi geçen) o vakitli salât var ya
işte onu da terk etmeyin diyor. Kısacası “hem dayanışmayı hem de
vakitli olarak bir araya gelmeyi aksatmayın” mesajını buradan
alıyoruz.
Peki, arkasından gelen ve binek, yaya gibi ifadelerin olduğu ayet
neyle ilgili?
İşte peşinden gelen Bakara suresi 239. ayet de zaten bu salât el-
vusta ile ilgili: Eğer bir tedirginliğiniz varsa (yani bir araya gelmeniz
konusunda güvenlik sıkıntısı yaşıyorsanız, sizi engellemeye çalışanlar
veya bir tehlike durumu varsa) bu durumda yürürken ya da

124
bineklerinizin üstünde zikretmeye ve tefekkür etmeye devam edin,
deniyor. Ama böyle tehditler ortadan kalkmışsa (diğer ayetlerde)
Allah’ın size öğrettiği gibi (vakitli salât bölümünde konuştuğumuz
gibi) salât el-vusta’yı (vakitli toplantı salâtını) yine yaparsınız, mesajı
anlaşılıyor.
9:84 Tevbe suresi 84.ayet
Onlardan ölen birinin üzerine ebediyen “sallâ” etme. Kabrinin başında
durma. Çünkü onlar Allah'ı ve elçisini inkâr ettiler ve fasık kimseler
olarak öldüler.
Cenazeler sadece gömü törenleri ya da dua merasimlerinden ibaret
değildir. Orada cenazenin ya da kabrin olduğu yerde bulunmak
aslında cenaze sahiplerine bir destek vermek, acılarını paylaşmak ve
dayanışma halinde olmak içindir. Yukarıdaki ayet bu manada alınırsa
nebiden inkârcıların bu destekleşme faaliyetine katılmaması isteniyor.
Konu zaten savaş şartlarında geçiyor ve “onlar size düşmanlık
yaparken onlara destek verme” denmiş oluyor.
9:98 Tevbe suresi 98.ayet
Araplardan öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir zarar sayar ve devrin
size kötülük getirecek biçimde aleyhinize dönmesini bekler. Allah
işitendir, bilendir.
9:99 Tevbe suresi 99.ayet
Araplardan öyleleri de vardır ki; Allah'a ve ahiret gününe iman eder
ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve elçiye salâvat sayar.
Bu gerçekten onlar için bir yakınlaşma değil midir? Allah onları
merhametinin içine dâhil edecektir. Şüphesiz Allah affedicidir,
merhametlidir.
Tevbe 98 ve 99 karşılaştırmalı ayetleri; iki zıt insan tipi üzerinden
salâvat’ın tanımı üzerine çok belirleyici ayetlerdendir. İnfakı zarar
sayan birisine mukabil iman eden birisi davaya katkı sağlamak üzere

125
bir infakta bulunuyor ve bunu Allah’a bir yakınlaşma ve elçisine bir
destek ya da “dayanışma” olarak görüyor. Çok açık değil mi? Salâvat
burada da yine “dayanışma” demektir.
Kişi ve grup tanımları yapan ve bu ayeti tamamlayan ayetler gelir
peşinden ve Tevbe 103’de yukarıdaki davranışın karşılığında ne
yapması gerektiği nebiye iletilir.
9:103 Tevbe suresi 103.ayet
Onların mallarından sadaka al. Bununla onları tezkiye etmiş,
arındırmış ol. Onları (sallâ) destekle. Muhakkak ki senin salâtın onlar
için huzur vericidir. Allah işitendir, bilendir.
Daha önceki ayette infak edip bunu bir dayanışma olarak gören
kişilere atfen şimdi de nebiye “onların verdiğini al” deniyor ve
ekleniyor: Onların böylece arınmalarına vesile olmuş ve onların bu
çabalarını desteklemiş olursun. Şüphesiz ki senin desteğin onlara
(davaya hizmet etmek isteyenlere) bir huzur verir.
Sallâ kelimesi “destekle, destek ver” anlamındadır. Peşinden gelen
cümlede bu destek işinin “salât” olarak tanımlandığını da görüyoruz.
Dolayısıyla destek işi de salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma)
süreci içindeki bir araç olarak ortaya çıkmış oluyor.
22:40 Hacc suresi 40.ayet
Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'”
demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın insanların
kimini kimiyle defetmesi olmasaydı; onca savam (çiftlikler, ahırlar,
silolar, tarım tesisleri), biyaun (alış veriş, pazar, ticaret tesisleri),
salâvat (salâta, ıslaha ve dayanışmaya yönelik tesisler) ve içinde
Allah’ın ismi zikredilen mescidlerin çoğu yıkılır giderdi. Kim ki Allah’a
yardım eder, kesin olarak Allah da ona yardım eder. Şüphesiz Allah
güçlüdür, yücedir.

126
Hacc suresi 40.ayet çok problemli çevirilere zemin olmuş bir ayet
olarak karşımıza çıkıyor. Meallerin hemen tamamında salâvat “havra”
diye, “savam” manastır diye, biya ise kilise diye çevriliyor. Oysa daha
önemli tesisler dururken ve hatta “Rabbimiz Allah’tır” diyenler
oralardan kovulurken Allah neden bozuma uğramış dinlerin
ibadethanelerini bu kadar ehemmiyetle korusun? Üstelik ayetin
devamında bu manada bir kelime olan “mescidler” zaten anılmışken
neden havra, manastır ve kiliseler ayrıca anılmış olsun?
Oysa ayette “havra” olarak tercüme edilen kelime “salâvat” olup
toplumsal dayanışma tesisleridir. Yine orada “manastır” diye çevrilen
“savam” da manastır değil tarım ve hayvancılığa yönelik sosyal
tesislerdir. Ve üçüncüsü olan ve “kilise” diye çevrilen “biyaun”
kelimesinin de kilise değil ticari tesisler olması yüksek ihtimal
dâhilindedir.
Peki, ayette o zaman ne denmek isteniyor? Şu ki… Allah isteseydi
bunların hepsinin altını üstüne getirebilirdi. Ancak bu durum yani
savaş ortamı hem iman edenlerin bir denenmesidir, hem de Allah
toplumun kazanımlarının korunmasını istiyor. İnkâr edenler ve iman
edenler son ana kadar bir arada ve barış şartlarında yaşayabilmeli ve
ıslahattan ortak faydalar sağlayabilmelidir. Hedef yıkmak değil,
düzeltmektir. Islahat bölümünde bu konuyu ayetlerle açacağız.
23:8-10 Müminun suresi 8,9 ve 10.ayetler
Ve onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet edenlerdir. Onlar,
salâvatları üzerinde koruyucudurlar (devamlıdırlar). İşte varis olacak
olanlar onlardır.
İşte onlar (iman edenler) salât’a yönelik yapılmış işleri ve/veya
dayanışmalarını muhafaza ederler. Burada da salâvat’ın yine destek
verme ve dayanışma anlamının kapsamı dışına çıkmış olması için
127
hiçbir sebep yok. Salla (destek vermek) ve salâvat (dayanışma) salâtı
ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çabaları içinde birer
kavramdırlar.
33:43 Ahzab suresi 43.ayet
O’dur ki; karanlıklardan ışığa çıkarmak için size destek (salli) verir. Ve
melekleri de. O iman edenlere çok merhametlidir.
Bu ayette de çok açık biçimde sallâ kelimesinin destek verme
manası ortaya çıkmış durumdadır.
33:56 Ahzab suresi 56.ayet
Muhakkak ki Allah ve O’nun melekleri nebi üzerine sallâ (yusallun)
eder. Ey iman edenler! (Siz de) sallâ (sallu) edin ona ve selim (sağlıklı)
biçimde (Allah’a) teslim olun.
Allah ve melekleri nebi üzerine namaz kılmaz. Allah ve melekleri
nebiye (bilinen manada) salâvat da getirmez. Ama Allah ve melekleri
nebiye destek verirler. O halde ey iman edenler siz de ona destek
verin. İçi boş salâvatlar getirmeyin. Her türlü bozulmaya rağmen hâlâ
Cuma namazlarında hutbe veriliyor olması ve bu ayetin okunuyor
oluşu olumlu bir manidarlıktadır. Namazdaki sembolik hareketler de
böyledir. Ritüelleri inceleyeceğimiz bölümde bunları konuşacağız.
42:38-39 Şura suresi 38 ve 39.ayetler
Onlar Rablerine icabet edenler, salâtı ikame edenler, işleri kendi
aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
infak edenler ve haklarına tecavüz edildiği zaman birbiriyle
yardımlaşırlar.
Yine çok açık ve net biçimde salâtı ikame etme (bağlantıyı
ayakta tutma) havuzunda bulunan dayanışmayı burada görüyoruz.
İşlerini şura ile yürüttüklerini de. Geleneğin getirdiği aşılması
gerçekten zor paradigmaları yıkınca (konulara baktığımız penceremizi

128
değiştirince) gerçekler birer birer açığa çıkıyor. Bazılarını kabul etmesi
zor oluyor ya da kabul edebilmek zaman alıyor. İtiraf ediyorum ki
buna kendim de dâhilim. Hatalar yapıyoruz ve öğrenince yanlışmışım
dememiz gerekiyor. Yarın da bu manada bugünden daha doğru
olacaktır.
Sıra geldi “sallâ” kelimesinin geçtiği çok ilginç ve manidar bir
ayete… Kimse burada namaz kılın ya da salât edin diye çevirmemiş
nedense! Hakka suresi 31. ayet… Bağlamıyla birlikte dikkatle okuyun.
69:28-34 Hakka suresi 28. ve 34.ayetler arası
Malım bana fayda vermedi. Sultanlığım (servetim ve gücüm) benden
helak oldu (yok oldu gitti) Onu tutun ve bağlayın. Sonra cahim (alevli
ateş). Destekleyin (sallu). Sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan
zincirin (silsilenin) içine (katıp) gönderin. Çünkü Yüce Allah’a iman
etmiyor ve ihtiyaç sahibini doyurmaya yanaşmıyordu.
Burada geçen “sallâ” kelimesi hemen tüm meallerde “içine atın”
diye çevrilmiş. Ama kanaatimce burada destekleyin anlamında
geçiyor. Çünkü eğer “atın” olsaydı sonra bir daha “zincire vurup
gönderin” neden densin? Atılıp geri alınıp bir daha mı atılacak? İki
defa mı atılacak? Peki desteklenecek olan ne? Tabi ki gönderilen kişi
değil oradaki “cahim”. Burada desteklenecek olan şey ateş.
“Yetmiş” ise sanıyorum ki çokluk ifadesi. Çünkü malının
çokluğuyla övünmekteydi. Zincir de bildiğimiz anlamda zincir değil de
ortak koşarak bağlı bulunduğu silsile olabilir. Cahim ve azap konumuz
değil. O yüzden azap, cennet, cehennem ve sair konulara hiç
girmiyorum. Uzun uzadıya incelenmesi gereken ayrı bir konu.
75:31 Kıyamet Suresi 31.ayet
Fakat o, ne doğruladı (saddeka) ne de destekledi (sallâ).
75:32 Kıyamet suresi 32.ayet
Ve lakin yalanladı (kezzebe) ve yüz çevirdi (tevellâ).

129
Daha önce “tasdik” bölümünde konuyu doğrulama açısından
konuşmuştuk. Burada iki kelime zıt anlamları ile kullanılmış
durumda. Nasıl ki yalanlama doğrulama kelimesinin zıddıysa, burada
tevellâ da sallâ kelimesinin zıddı. Tevellâ yüz çevirme demekse sallâ
da tam aksi olarak destek verme demektir. Bir kez daha sallâ’nın
destek vermek olduğunu bu ayetlerde görmüş oluyoruz. Namaz kılma
veya salavât getirme değil.
87:14-15 Ala suresi 14 ve 15.ayetler
Arınan kişi felaha ermiştir. Rabbinin ismini zikretti ve sallâ etti.
Ala suresindeki bu ayetlerde geçen sallâ’yı yine Allah’ın dinine
“destek verme” olarak anlamak mümkün. Ancak burada “salâtı ikame
etmek” olarak tüm salât (bağlantılı) işlerini yaparak destek verme
anlamına daha yakın duruyor.
96:9-12 Alak suresi 9. ve 12.ayetler arası
Engelleyeni (nehyedeni) gördün mü? Sallâ ederken bir kulu. Gördün
mü? Ya hidayet üzere ise. Veya takvayı emrediyorsa.
Alak suresindeki bu ayetlerde de yine hem Allah’ın dinine “destek
verme” hem de tüm “salâtı ikame” işleri olarak anlaşılabilir. Ancak
“takvayı emrediyorsa” ifadesi insanlara vakitli bir toplantı salâtında
konuştuğunun bir göstergesi de olabilir. Neticede değişmeyen
hepsinin salât işi olmasıdır. Dersin içinde ya da dışında! Aslı değiştiren
bir durum yok. Salât işi yapmak Allah’ın dinine destek vermektir.
107:1-7 Maun suresi
Dini yalanlayanı gördün mü? Yetimi itip kakan işte odur. Yoksulu
doyurmaya teşvik etmez. Yazıklar olsun o musallilere. Onlar
salâtlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Ve
dayanışmaya mani olurlar.

130
Gösteriş için salât ediyor, bu bağlamda infak ediyor ve birbirlerine
destek verip dayanışıyorlar. Ama maalesef kurdukları bağlantıda
yanılgıdalar. Ayakta tutmaya çalıştıkları “bağlantı” Allah’la değil ortak
koştuklarıyla bağlantılı. Bu yüzden musallileri (salât edenleri, destek
verenleri) oldukları salât (bağlantı) Allah’ın ayakta tutulmasını istediği
salât değil. Bu yüzden de dini yalanlayıp yetimi itip kalkanlar ve
doyurmaya teşvik etmeyenler olmuş durumdalar.
108:1-3 Kevser suresi
Muhakkak ki biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için sallâ et ve
zorluklara dayan. Muhakkak ki ebter olan sana hınç duyandır.
Son bağlamlarda olduğu gibi burada da sallâ hem destek vermek
hem de tüm salât işlerini yapmak olarak alınabilir. “Venhar” ifadesi
salâtı ikamenin bağlamındaki sabrı da (kararlılıkla mücadeleyi de)
işaret ediyor olabilir.
Tüm bu ayetlerden sonra sallâ ve salâvat kelimelerinin ağırlıklı
biçimde “destek verme” ve “dayanışma” manasında olduğunu,
bununla beraber sallâ’nın “salât etme” anlamında salâvat’ın da “salât
işleri” anlamında kullanılabildiğini de görüyoruz. Bu kapsamda
“musalli” de “destekçi” ve “salât eden kişi” olarak kullanılabiliyor.
Sıra geldi bir diğer tartışmalı konuya… Kıble!

131
Kıble ve Salâtı İkame

K ıble hem mecaz anlamında “gidilen, kabul edilen yol” hem


de fiziki olarak bir yön olarak anlaşılabilir. Yön ve kabul
anlamları olduğu için bu doğrudur. Ancak sadece bu
anlamlarla mı kaim? Kitap bize kıble deyince nelerden bahsediyor?
Bunu çözümlememiz lazım. Bu bölümde bunu yapacağız ve salâtı
ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çerçevesinde gözden neleri
kaçırdığımızı net biçimde göreceksiniz.
Başlangıçtaki teşbihimize göre: Artık yönünüz çevrimdışından
değil çevrimiçinden gelen bilgilere döndü. Aynı zamanda sizin gibi
düşünenlerin sayısı da çoğalmaya başladı. Daha da iyi salât işleri
yapabilmek ve dayanışmak için bir buluşma merkezi oluşturdunuz.
İşte kitapta edinilen bu yerlere kıble denir.
Yine de doldurulmuş duvara boş bir slogan da biz yazmayalım.
Şimdi teker teker ayetleri inceleyelim bakalım öyle miymiş? Eğer
öyleyse duvarı badana eder yazarız, değilse slogan okumaya razıyız.
2:125 Bakara suresi 125.ayet
Hani o evi insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık.
İbrahim'in makamını salât yeri edinin, İbrahim ve İsmail'e de, evimi
tavaf edenler, itikâfa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temiz
tutun diye ahit vermiştik.
Bu ev Kâbe olsa da olmasa da, kıble olsa da olmasa da bir toplanma
yeri imiş. Bunu anlamış olduk. Salât yeri olarak kullanıldığını da bu
ayetteki ifadelerden anladık.

132
Peki, bu ev herkes için de salât yeri mi? Herkes için de toplanma
yeri mi acaba? Konu kapsamındaki ayetlerle devam edelim…
10:87 Yunus suresi 87.ayet
Musa ve kardeşine vahyettik ki: Mısır'da toplumunuz için evler
ayarlayın. O evleri kıble kılın. Salâtı ikame edin ve iman edenleri
müjdeleyin.
A! Aaa! Musa İbrahim’den sonra gelen bir peygamber değil miydi?
Geleneğin bize getirdiği “kıblemiz Kâbe’dir” kuralı varken, o halde
Musa’ya söylenmemiş mi Kâbe’nin kıble olduğu?
“Mısır’da kıbleye dönük evler yapın” diye çeviriyor bunu çok iyi
Arapça bilen hocalarımız! Firavun’un zulmüyle perişan olmuş ve
oradan kaçmayı planlayan insanlar bir de tutup kıbleye dönük yeni
evler yapmakla uğraşacaklar öyle mi? Hangi aklın ürünü bu?
Soğanlarını sarımsaklarını bile Firavun verirken, hem ev yapacaklar
hem de evlerin yönünü kıbleye dönük yapacaklar!
Ayetten anlıyoruz ki Musa ve arkadaşları için kıble değil kıbleler
oluşturulmuş. Demek ki bu ayetteki kıble kelimesi mescid edinilmiş o
evler için kullanılıyor. Destekleşmek, dayanışmak, yardımlaşmak ve
plan yapabilmek için toplanma merkezleri. Mescid, salât yeri, musallâ.
Muhtemelen tehdit olduğu için tek de değil birçok ev kıble haline
getirilmiş oluyor.
2:142 Bakara suresi 142.ayet
Bir takım sefih insanlar: Onları daha önceki kıblelerinden çeviren
nedir, diyecekler. De ki: Doğu da Allah'ındır, batı da. O dilediğini
doğru yola yöneltir.
Bu ayetten kıblenin sadece evler için değil gidilen yön olarak da
kullanıldığını anlayabiliriz. Aynı zamanda fiziki yön olarak da. Demek
ki bugün kullanılan manada o gün de kıble kelimesi kullanılıyormuş.
133
Ama bunun nedeni yine bir merkezi toplanma yeri ile ilgili. Nebi ve
arkadaşları demek ki daha önceden bilinen kıbleye uymaz ve başka bir
kıbleye döner olmuşlar. Hem gidilen yol olarak hem de toplanma yeri
olarak. Toplumun uyduğu kıble mescidi haramdı ve yönetimi
müşriklerdeydi. Peki, iman edenlerin kıblesi (toplandıkları yer)
neresiydi?
2:143 Bakara suresi 143.ayet
…Senin üzerinde bulunduğunu kıble yapmamız, elçiye uyanları,
topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir.
Doğrusu (bu) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için
büyüktür (zordur). Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz
Allah insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Okuduğumuz bu ayette bazıları eklese de “mescid-i haram”
geçmez. Bulunulan toplumun uymasının zor olduğu bir vahiy gelmiş
ve o güne kadar kıble olarak elçinin “üzerinde bulunduğu” yer kıble
yapılmış. Muhtemelen orası da nebinin yaşadığı ev ya da civarında bir
yer. Ayette bunun nedeni de açıklanmış. Ve bu yer toplumun
genelinin kabul ettiği mescidi haram değilmiş. Bir önceki ayetten
bunu anlıyoruz. Müşrikler onların neden mescidi haramı bıraktığını
sorguluyorlardı. Ve nebi de oranın yönetiminin müşriklerde
olmasından rahatsızdı. Çünkü orası İbrahim’den beri gelen bir
toplanma merkeziydi. Nereden anlıyoruz? Bakın…
2:144 Bakara suresi 144.ayet
Biz senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz.
Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü
Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü
onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler tartışmasız
bunun Rablerinden bir hak olduğunu elbette bilirler. Allah
yaptıklarınızdan habersiz değildir.

134
Kıble iman edenler için yeniden mescidi haram olmuş oldu. Artık
iman edenler de orayı merkez edinecek orada toplanacaklardı.
Yüzünü mescidi harama dönmek aynı zamanda sılaya (kendi
anayurduna) dönük yaşamak, orası için mücadele etmek, orayı ıslah
etmek için çalışmak olarak da yorumlanabilir.
2:145 Bakara suresi 145.ayet
Andolsun kendilerine kitap verilenlere her ayeti getirsen, yine onlar
senin kıblene uymaz. Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin.
Onlardan bir kısmı bir kısmının kıblesine uymaz. Andolsun, eğer sana
gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, o
zaman gerçekten zalimlerden olursun.
Burada kitap verilenler İbrahimi geleneği aralarında paylaşamayan
eski ahit sahipleri olsa gerek. Kıbleden kasıt da kabul edilmiş dini
anlayış. Ayet Kafirun suresine bağlantı veriyor. Bahsedilen şey “onlar
sizin kabulünüze, bu kabule dayanan topluluğunuza uymaz. Zaten
onlar kendi aralarında da mezhep mezhep ayrılmış birbirlerinin
kabullerine uymazlar.” şeklinde anlaşılmasına daha belirgin
görünüyor.
Peki, bugün bizler de fiziki kıble olarak oraya mı dönmeliyiz?
Bunun salâtı ikame etme içinde bir anlamı var mı?
2:177 Bakara suresi 177.ayet
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Çünkü iyilik;
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve elçiye iman eden, mala
olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışa, isteyene ve esaretten kurtulması gerekene veren; salâtı ikame
eden, zekâtı veren ve söz verdiklerinde sözüne vefa gösterenler ile
zorda, hastalıkta ve mücadelenin kızıştığı zamanlarda sabredenlerin
tutumlarıdır. İşte sadık olanlar ve muttaki olanlar onlardır.

135
Bu ayet bugünküler gibi basit sorulara verilmiş örnek bir cevaptır.
Mesele oraya buraya dönmek değil, salâtı ikame edip (bağlantını
ayakta tutup) bu bağlam içinde makbul ve güzel işler yapmaktır. O
güzel işlerin bir kısmı yukarıdaki ayete yazılmış.
Peygamber Japonya’da yaşasaydı Araplar bugün toplanma merkezi
olarak Tokyo’ya mı gidecekti? Ya da biz Avustralya’da mı dayanışma
yapacaktık? Ya da Almanlar Pekin’de mi vakitli salâta çağırılacaklardı?
Güney Amerika’daki iman edenler Konya’da mı ayetleri duyup
ağlayarak secde edeceklerdi? Yoksa Kanadalı müminler Hindistan’da
mı Torontolu bir firavundan kurtuluş planları yapacaklardı?
Düşünelim. Düşünmek biraz acı verse de!
Noktayı koyalım. Demek ki salâtı ikame bağlamında iman
edenlerin merkez edindiği özel mescidlere (mescidi haram) kıble
diyoruz. Peki, (mahal anlamı dışında) diğer mescidler (secde edilen
yerler) hakkında neler söyleniyor kitapta?
9:107-108 Tevbe suresi 107 ve 108.ayetler
Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), iman edenlerin arasını ayırmak
ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid
edinenler ve: Biz iyilikten başka bir şey istemedik, diye yemin edenler
(var ya) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir.
Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman (ikame etme)
durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid,
senin bunda (ikame etmene) durmana daha uygundur. Onda,
arınmayı seven adamlar vardır. Allah arınanları sever.
Tevbe suresinde geçen ve tehdit durumlarının söz konusu olduğu
bu ayetlerden alınacak ibretler var. Ama konumuz dışına çıkıp zaten
geniş olan bu kitabı daha da detaylandırmayalım.

136
Son olarak “mescidi haram” denilen ve kıble edinilen özel
toplanma merkezinin her toplum için farklı olabileceğini ortaya seren
bir ayeti daha bağlamında yorumlayarak bu bölümü bitirelim.
17:1 İsra suresi 1.ayet
Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece
Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya
yürüten O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.
Sizce bu gece yürüyüşünü yapan Muhammed nebi mi yoksa Musa
nebi mi?
Bu ayet Muhammed nebiye atfedilen Miraç hadisesi için Kuran’da
delil gösterilen tek ayettir. Maalesef ön koşullu çeviriler ve
meallendirmeler bizi yanlış sonuçlara ulaştırıyor. Bu ayette miraç
hadisesi gibi bir olaydan bahsedilmemekle beraber anlatılan olayın
Muhammed nebi ile yakından uzaktan bir alakası yok. Bahse konu
gece yürüyüşünün Kâbe, Mekke ve Kudüs’le de bir alakası yok. Ve
çoklarınca miraç zannedilen bu gece yürüyüşü Musa nebiye ait.
Taraflı ve kültürel ön kabullerden sıyrılmış olarak bu ayete,
devamına ve bağlılarına kısaca bakalım…
Bu ayette geçen “bir kısım ayetler (ayat), kul, gece, mescidi haram,
yürütülmek, mübarek kılınmak, mescidi aksa” tabirlerini
unutmayalım.
17:2 İsra suresi 2.ayet
Ve Musa’ya kitap verdik ve “Benden başka vekil edinmeyin” diye onu
İsrailoğullarına hidayetçi kıldık.
Bu ayette Musa nebiden bahsediliyor ve eğer birinci ayetteki
gerçekten Muhammed nebi ise o ayet bağlamdan kopuk ve tek başına
kalıyor. Bu Kuran içinde başka yerde görmediğimiz bir durum.

137
17:3 İsra suresi 3.ayet
Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyu; o şükreden bir kuldu.
Gördüğünüz gibi bu ayetteki “kul” kelimesi de Musa nebi için
kullanılıyor. İsra 4’ten itibaren İsrailoğulları ile ilgili kıssa anlatılmaya
devam ediliyor. Kuran’ı açıp okuyun; konu tamamen Musa nebi ve
İsrailoğulları ile ilgili.
Şimdi Musa nebi ile ilgili Neml suresindeki bölüme bakalım…
27:7 Neml suresi 7.ayet
Hani Musa ailesine: Şüphesiz ben bir ateş gördüm demişti. Size ondan
ya bir haber veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim.
Musa nebinin bu gece yürüyüşünü hatırladınız sanıyorum. Ve
Musa ateşe doğru yaklaşır…
Âlemlerin Rabbi olan Allah Kuran’da başka hiçbir yerle irtibatı
olmayan ve çözülemeyen bir İsra 1 ayeti gönderip ve de oradaki gece
yürüyüşünü eksik ve açıklamaksızın bırakır mı?
27:8 Neml suresi 8.ayet
Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin bulunduğu yerdeki ve
çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah
eksikliklerden münezzehtir!
“Ateşin bulunduğu yer ve çevresindekilerin mübarek kılınması”
tabirini İsra 1 ile bağdaştıramaz mıyız, ne dersiniz? İsra 1’de “mübarek
kılınan” yerle burası aynı olamaz mı? Konu zaten Musa nebi değil mi?
27:9 Neml suresi 9.ayet
Ey Musa! Gerçekten Ben güçlü ve üstün, hüküm ve hikmet sahibi olan
Allah’ım.
Musa peygamberlikle görevlendiriliyor. Ateşin başında ilk defa
vahye muhatap oluyor ve dolayısıyla o çevre kutsal bir hale geliyor.

138
27:10-11 Neml suresi 10 ve 11.ayetler
Ve bırak asanı! Derken onu çevik bir yılan gibi çalkanıp kıvranır
görünce dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. Ey Musa! Korkma! Çünkü
peygamberler benim huzurumda korkmaz. Ancak zulmeden, sonra
yaptığı kötülüğün yerine iyilik yapan olursa ona karşı da ben
bağışlayıcı, esirgeyiciyim.
Gördüğümüz gibi burada Musa’ya bir ayet (bir anlamda mucize)
öğretiliyor. Asa-yılan mucizesini daha sonra Firavun karşısında
kullanacak olan elçiye talim ettiriliyor. Ayet gösteriliyor ve Musa
korkuyla arkasına bile bakmadan kaçmaya kalkıyor.
27:12 Neml suresi 12.ayet
Bir de elini koynuna sok. Bembeyaz, kusursuz çıksın. Firavun ve
kavmine dokuz mucizeden biri olarak. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir
toplum oldular.
Ve ikinci bir mucize ile ayet çoğalıyor. Allah İsrailoğullarına
delillendireceği mucizelerin bir kısmını bu gece yürüyüşü esnasında
kulu Musa’ya gösteriyor.
İsra 1’de unutmamamız gerektiğini belirttiğim kelimeleri şimdi
gözden geçirelim.
Gösterilecek bir kısım ayetler ortaya çıktı… Kul’un Musa olduğu
ortaya çıktı… Gece yürüyüşünü kimin yaptığı ortaya çıktı… Mübarek
kılınan yerin ateş ve çevresi olduğu ortaya çıktı… Mescidin memleket,
vatan, yer, mahal manasında kullanıldığı ortaya çıktı. Şimdi geriye
“mescidi haram” ve “mescidi aksa” tamlamaları kaldı.
Mescidi haram toplumun merkezi yeri... Bu durumda sıladan
gurbete bir gece yolculuğu söz konusu oluyor. Çünkü “aksa” uzak
anlamına geldiğine göre Mescid-i aksa ne olur? Mescidi Aksa’yı Kudüs
olarak parantezlemek doğru mu? Birbirinin neredeyse zıt anlamlısı
139
olan iki tamlama sanki özel isimmiş gibi nasıl da çevrilip parantezlerle
hapsedilmiş!
Görüldüğü gibi İsra suresinin başında Musa nebinin vahiy aldığı
gece yürüyüşü resmedilmiştir. Muhammed nebinin Allah’tan vahiy
alışının resmedildiği Necm suresi gibi. En doğrusunu Allah bilir.
Kültürel temayüllere takılmadan konu değerlendirilmelidir.
Bu konuyu buraya alma sebebim hem miraç konusuna değinmek
hem de mescidi haramın herkes için farklı olabileceğini işaret etmekti.
Zaten başlangıçtaki Yunus suresi 87. ayet de bunu göstermişti.
Kısaca bu bölümü tekrar edersek; kıble merkez edinilmiş ve içinde
salât edilen toplanma yerine verilen isim olarak öne çıkıyor. Yoksa
namazda dönülecek bir yön ya da dayanışma yapılacak dünyadaki tek
yer değil.
Şimdi geldik salâtı ikame
etmenin çok önemli bir
ayağına daha… Bağlantıyı
ayakta tutmak hayata
tatbik etmeyi ve ıslah
etmeyi gerektirir. Hem
kendimizi düzeltmeyi
hem de toplumumuzu.

140
Islahat ve Salâtı İkame

I slah, ıslahat, salih, sulh gibi kelimeleri sık sık duyuyoruz. İşte
bu kelimeler salâtı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta
tutmanın) önemli bir hedefini bize işaret ediyor. Islahı
düzeltmek, ıslahatı düzeltme işleri, sulhu barış ve salihi de kendini
düzeltip hayatına yansıtan barışçıl kişiler olarak tanımlayabiliriz.
Teşbihimize göre: Herkes çevrimiçinde size katılmasa bile onlarla
birlikte yaşayabilmek için “kendinizi unutmadan” ve bozgunculuk
çıkarmadan çevrenizi de ıslah etmeye ve bağlantısızlarla birlikte bile
örnek olacak düzeltme işleri yapmaya başlamalısınız. Bizden beklenen
budur: Fikirler ve bağlantılar farklı da olsa sulh’u (barışı) sağlamak.
Arınmayla biraz benzeşse de burada bu arınmanın içinde ve
çevresinde neler ve hangi tip davranışlar olduğunu da ayetlerle
anlayacağız.
Söyleyip bırakmayalım… Önce kelimenin anlamına ayetlerde
bakalım… Islah’ın temeli olan “düzeltme” anlamını aşağıdaki ayetlerde
açık biçimde görüyoruz.
10:81 Yunus suresi 81.ayet
… Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini (ıslah etmez)
düzeltmez.
47:2 Muhammed suresi 2.ayet
… (Allah) iman edenlerin kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını
(ıslah etmiş) düzeltmiştir.
47:5 Muhammed suresi 5.ayet
(Allah) onları hidayete erdirecek ve durumlarını (ıslah edecek)
düzeltecektir.

141
Yukarıdaki ayetler Allah’ın ıslahı “düzeltmesi” olarak alınır. Elbette
ki esasta her şeyi düzelten de O’dur. Salâtı ikame çerçevesinde özne
olarak kendimizi aldığımızda ise ıslahın hem bireysel hem de
toplumsal bir iş olduğunu görüyoruz: Bu kapsamda bireysel ıslahı
gösteren ayetler vardır. İnsanların arasını ıslah etmeyi gösteren
ayetler vardır. Toplumu ıslah etmeyi gösteren ayetler vardır. Ve ıslahı
toplumsal sulha (barışa) çeviren ayetler vardır.
Şimdi biz salâtı ikame etme sürecinde insanın kendisini düzeltmesi
(ıslahı) ile ilgili ayetleri görerek devam edelim…
2:160 Bakara suresi 160.ayet
Ancak tevbe edenler, ıslah olanlar ve (indirileni) açıklayanlar(a
gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim…
4:146 Nisa suresi 146.ayet
Ancak tevbe edenler, ıslah olanlar, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve
dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka…
6:48 Enam suresi 48.ayet
... Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar
için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
6:54 Enam suresi 54.ayet
… İçinizden kim cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve
(kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir.
7:170 Araf suresi 170.ayet
Ve kitaba sımsıkı sarılanlar ve salâtı ikame edenler. Biz ıslah edenlerin
(düzeltenlerin) ecrini şüphesiz zayi etmeyiz.
8:1 Enfal suresi 1.ayet
… Eğer iman etmişlerdenseniz artık Allah'a takva sahibi olun ve bu
halinizi ıslah edin (düzeltin). Allah'a ve elçisine uyun.
16:119 Nahl suresi 119.ayet
Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun
ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin
bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir.
142
Salâtı ikame etme sürecinde kendisini düzeltip davranışlarına da
bunu yansıtanlara salih diyoruz. Şimdi o ayetlerden bir örnek
görmeden geçmeyelim…
3:39 İmran Ailesi suresi 39.ayet
O mihrapta ayakta böylece salât ederken, melekler ona seslendi: Allah
seni Yahya ile müjdeliyor. O, Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayıcı;
erdemli, iffetli ve salihlerden bir nebidir.
Peki, bu kendini ıslah edenler nasıl davranışlarda bulunmalılar?
Önce kendilerini düzelttiler, ya sonra?
2:224 Bakara suresi 224.ayet
Yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız ve
insanların arasını düzeltmenize Allah'ı engel kılmayın. Allah işitendir,
bilendir.
Demek ki dinimizi ya da dini anlayışımızı bahane ederek (onlar
bizden değil diyerek) başka insanların arasını düzeltmekten,
barıştırmaktan kaçınmamamız gerekiyor. Her yönümüzle örnek ve
güvenilir insanlar olmak durumundayız.
4:35 Nisa suresi 35.ayet
(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda
erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem
gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek (ıslah) isterlerse, Allah da
aralarında başarı sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır.
Demek ki sosyal hayatın her alanında barışçı insanlar olarak aktif
rol almalıyız.
4:114 Nisa suresi 114.ayet
Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir
sadaka vermeyi (doğrulamayı) veya iyilikte bulunmayı ya da
insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka. Kim Allah'ın
rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz.
143
Mücadele suresinde olduğu gibi yukarıdaki ayette de dedikodunun
insanların arasını açmada ne kadar tesirli bir fitne olduğunu işaret
ediyor. Salâtı ikame edenlerin işi ise dedikoduyu yaymak değil, araları
açılan insanların arasını düzeltmektir.
49:9 Hucurat suresi 9.ayet
İman edenlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını düzeltin.
Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde
bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer sonunda
dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve adil davranın.
Şüphesiz Allah, adil olanları sever.
Arabuluculuk demek oluyor ki ıslahtır ve salâtı ikame eden kişiler
için önemli bir erdemdir.
49:10 Hucurat suresi 10.ayet
İman edenler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını (ıslah
edin) düzeltin ve Allah'a sığının. Umulur ki esirgenirsiniz.
Bireysel ıslah ve ara düzeltici işler derken şimdi geldik toplumsal
ıslahı gösteren ayetlerden örneklere… Toplumsal ıslah nedir? Ne
durumlar söz konusu olabilir? Islah için neler yapılabilir? İlk olarak
ıslah işi “ben ıslahçıyım” diyen herkese bırakılacak kadar basit bir iş
değildir. Çünkü insanların çoğu ıslah ediyorum derken çeşitli
aidiyetlerin etkisiyle esasen bozgunculuk çıkaranlar olabilirler.
2:11 Bakara suresi 11.ayet
Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde: Biz sadece ıslah
edicileriz, derler.
Islah; içinde bulunulan toplumun sorunlarına duyarsız kalmamak,
gereken yerde elini taşın altına sokabilmektir.
2:220 Bakara suresi 220.ayet
… Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları ıslah etmek (yararlı kılmak)
hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin
kardeşlerinizdir. Allah bozgun çıkaranı ıslah ediciden bilir (ayırt
eder)…
144
Sabahlara kadar ayet okuyup ertesi gün okuduklarımızdan
hiçbirini hayata aktarmaya çalışmıyorsak salât kablosunu koparmışız
demektir. Davamız yoksa değerimiz de yoktur. Ben öğrendim, bana
yeter demektir ki, bu da hayata tutunmayan salâtla yüz yüzeyiz
demektir. Sabahtan akşama kadar Kuran’ı ve vahyi konuşmak ya da
namaz kılıp ders yapmak “salâtı ikame” sorumluluğum bu kadar
demek değildir. Bakın Şuayb nasıl kendi toplumunun sorunlarına
eğilip salâttan ıslahata doğru olan tanımı netleştiriyor…
7:85 Araf suresi 85.ayet
… Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.
Size Rabbinizden apaçık bir belge gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam
tutun. İnsanların eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin ve düzene
(ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.
Eğer iman ediyorsanız bu sizin için daha hayırlıdır.
11:85 Hud suresi 85.ayet
Ey toplumum! Ölçüyü ve tartıyı doğru taksim edin ve insanların
eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin, böylece yeryüzünde
bozguncular olarak fesat çıkarmayın.
11:86 Hud suresi 86.ayet
Eğer iman ediyorsanız Allah'ın size bakiye bıraktığı sizin için daha
hayırlıdır. Ben üzerinizde muhafız değilim.
11:87 Hud suresi 87.ayet
Dediler ki: Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da
mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi
senin salâtın mı emrediyor? Çünkü sen, halim ve reşit bir adamdın.
Yukarıda geçen salât “Şuayb’ın dini referansı” anlamında
kullanılmış gibi görünüyor. Şuayb’ın salâtını (bağlantısını)
sorguluyorlar. Çok muhtemelen Şuayb hakkında bir zan içindeler ve
onun kime bağlantılı ya da hangi anlayışa hizmet ederek bunları

145
söylediğini soruyorlar. Çünkü Şuayb’ın eski halini düşünüp “Sen böyle
biri değildin, değişmişsin” diyorlar.
Anlamıyorlar. Çünkü ortak koşan o halkın dini anlayışı suya
sabuna pek de dokunmayan bir salât. İnandıkları din hayatın içinde
dokunmuyor. Şuayb’ın söylediklerini anlayamıyor ve dinle ilgisini
çözemiyorlar. Aynen bugün Allah yokmuş gibi yaşanılan sosyal
hayatlar ve vahşi bir ahtapota dönmüş piyasalar ve tuzaklarla dolu iş
dünyası gibi. Orada Allah değil, para ilah olarak kabul edilmiş
durumda.
11:88 Hud suresi 88.ayet
Dedi ki: Ey toplumum! Görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya ben
Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da beni kendisinden
güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa? Benim size nehyettiğim
(yapmayın, yanlıştır dediğim) şeylerin tersine (kendim için yapma)
niyetim yok. Benim istediğim gücüm yettiğince sadece ıslah
etmek(düzeltmek)tir. Benim başarmam ancak Allah’ın (istemesi)
iledir. Ben O'na tevekkül ettim ve O'na yöneldim.
Demek ki bizim de salâtımızın bizi götürdüğü hedefte ıslahat var.
Islah için barışçı biçimde çalışıp didinmek var.
Yeri gelmişken bir parantez açıp bir bahsi hatırlayalım: Sanıyorum
infak bölümünde konuşurken “Rızık denince sadece yemek içmek
aklımıza gelmesin, infak edin denilen rızkın içinde öğrendiklerimiz de
vardır” demiştim. Yukarıdaki ayette Şuayb’ın bahsettiği rızık işte o
rızıktır. Ve o rızık da kenara çekilip suya sabuna dokunmamak değil
infak edilmek (paylaşılmak) içindir.
İşte bu paylaşım da bağlantıdaki süreçte ıslahat içindir. Bakın Musa
yanından ayrılırken kardeşine ne diyor? Islah et, diyor. Öğrendiklerini
topluma yansıtmasını istiyor.
146
7:142 Araf suresi 142.ayet
Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece
Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi
Harun'a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların
yolunu tutma” dedi.
Şimdi sıra geldi toplumsal ıslahın zirvesine: Barış ve adaleti temin
etmek gerektiğine… “Kapıda secde” ayetleri ıslahatın sulh (barış)
hedefinin en belirgin örnekleridir.
2:58 Bakara suresi 58.ayet
Şöyle demiştik: Girin şu şehre; orada, dilediğiniz yerde bol bol
yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve “Affet bizi!” deyin ki, hatalarınızı
bağışlayalım. Biz güzel davranıp, güzellik üretenlere daha fazlasını da
veririz.
“Kapıdan girmek” Kuran’da geçen en ilginç ve düşündürücü
kavramlardandır. Hadi bir eve kapıdan girmeyi az çok anlıyoruz da
“şehirlerin kapılarından secde ederek girmek” ve “kapılardan ayrı ayrı
girmek” ne ola? Acaba şehrin surlarından kemerlerinden geçerken
yere seccade mi seriyorlardı? Bugün bir şehre girerken otobüsü
durdurup ya da arabayı sağa çekip yere mi kapanacağız? Almanya’ya
giden işçi kardeşim Münih havaalanına inip Alman gümrüğüne ayak
basınca yerleri mi öpecek?
Peki şehirlere kapılarından (genel kullanıma ait meşru yollarından)
değil de dağdan bayırdan, tepeden, gizlice suyun altından, yer altından
sızarak girmeye kalkarsak ne olur? Bu durumda orada yaşayan halk
bizim art niyetli olduğumuza hükmederek bizi hırsız, azgın, bozguncu
çeteler görmez mi? Elimizde silah varsa bu davranışımıza karşın bizi
silahla karşılamaz mı? Gizlice ve sinsice şehre girmeye kalktığımız için
kafamıza sert bir cisimle vurmaz mı? Bizi yakalayıp hapse atmaz mı?
Ya da belki de öldürmez mi?
147
7:161 Araf suresi 161.ayet
Onlara şöyle denildi: Şu kentte oturun, orada istediğiniz yerden yiyin.
Affet diye yalvarın; kapıdan da secde ederek girin ki, hatalarınızı
bağışlayalım. Güzel düşünüp güzel iş yapanlara daha fazlasını da
vereceğiz.
Bu ayetlerin önüne arkasına baktığımızda görürüz ki “kapıdan
secde ederek girin” öğüdü İsrailoğullarına yapılmıştır. Musa isyankâr
kavmine bir türlü söz anlatamaz. Kudret helvası ve bıldırcın eti ile
doyuruldukları halde gözleri hâlâ açtır. Firavun’u hem sevmez hem de
onun verdiği soğanı sarımsağı da kaybetmek istemezler. Bir türlü razı
olmayıp, hallerine şükretmeyip, her şeyin ve her mülkün sahibi olmak
isterler. Musa asasıyla yere vurur ve on iki kabile için on iki pınar
fışkırır da onlar yine memnun olmaz ve daha fazlasını isterler.
Yerlerinden yurtlarından kaçarak çıktıktan sonra Musa onları yeni
bir yerleşim yerine getirdiğinde bile hâlâ Musa’yla ve hatta Allah’la
pazarlık peşindedirler. Şükretmezler. Emredileni yapmamak için
(sığır kesme bahsi gibi) bir sürü soru sorup mazeret üretirler.
Kendileri bozgunculuk yapmakta olduklarının farkına varmaz,
girecekleri yerleşim yerinde yaşamakta olan insanları bozguncu olarak
görürler ve Musa’dan onları oradan çıkartmasını isterler. Hazıra
konmayı ise erdem sayarlar. İsrailoğulları genelde ıslahatlarıyla değil
tam tersine bozgunculuklarıyla öne çıkarlar.
5:23-24 Maide suresi 23. ve 24.ayetler
İçine ürperti düşenlerden, Allah’ın nimet verdiği iki adam dedi ki:
Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip geleceksiniz. Eğer
inananlar iseniz yalnız Allah’a güvenin.
Dediler ki: Ey Mûsa! Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz.
Hadi sen git, Rabbin’le birlikte onlarla savaşın. Biz şuracıkta
oturacağız.

148
Oysa o şehre savaşarak değil secde ederek, yani beğenmeseler de
saygı duyup, oradaki insanların kurduğu düzene boyun eğerek ve
bozgunculuk etmeden girmelilerdi. Eğer o şehri ıslah etmek
istiyorlarsa bunu güzel davranıp güzellik üreterek yapmalılardı. O
zaman daha fazlasını da hak edeceklerdi. Ama öyle yapmadılar.
Musa’nın uyarıları çoğu için boşa gitti.
Her şeye rağmen İsrailoğullarına nimetler verildi. Ama onlar her
elde ettiklerinden sonra şükretmeyip, her seferinde verdikleri sözden
döndüler, daha fazlasını, daha fazlasını, daha fazlasını isteyip
durdular. Şehirlere bir türlü kapılardan secde ederek (düzene boyun
eğerek) girmediler.
4:154 Nisa suresi 154.ayet
Kesin söz vermeleri için Tûr’u üzerlerine kaldırdık ve onlara: Kapıdan
secde ederek girin, dedik. Onlara şunu da söyledik: Cumartesi
gününde azgınlık yapmayın. Onlardan sapasağlam bir söz almıştık.
Gördüğümüz kadarıyla Cumartesi yasağı önemli bir yönü ile bir
avlanma yasağı idi. Bu kapsamıyla da elbette çevreyi ve dolayısıyla
toplumu koruyan yasalar içeriyordu. Bu da “kapıda secdeye” uyan bir
durum. Ama İsrailoğulları için sadece kendileri önemliydi. Kendi
hakları, kendi istekleri toplumun ortak yaşama kurallarının hep
önündeydi. Kendilerini özel kabul edip, azıyorlar, isyankâr tavırlarıyla
avlanma yasağını hülle ile deliyor, kuralları hiçe sayıyor, şehirlerde
hırsızlık, talan, şiddet ve bozgunculuk yapmayı mubah görüyorlardı.
7:163 Araf suresi 163.ayet
Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp
sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın
akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan
sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk.

149
Elbette hiçbir toplum tamamıyla iyi ya da kötü değildir. İyilerin
içinde en kötüler, kötülerin içinde en iyiler her zaman vardır. Elmaslar
her zaman değerlidir. Ama İsrailoğulları genel olarak azgınlığıyla ve
isyankârlığıyla ün salmış bir kavimdir. Hevalarını tanrı edinmişlerdir.
Kimseye kolay kolay saygı duymazlar ve onlara zulmedenlerle
onlardan olmayanları ayırmaya bile yanaşmazlar. Kendilerinden
olmayan herkes onlar için düşmandır, haindir!
5:23 Maide suresi 23.ayet
İçine ürperti düşenlerden, Allah’ın nimet verdiği iki adam dedi ki:
Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip geleceksiniz. Eğer
inananlar iseniz yalnız Allah’a güvenin.
Oysa o şehirlerde yaşayanların düzenlerine saygı duyup haklarını
düzgün yollardan arasalardı, orada yaşayanlar da onları evlerine
kapısından giren bir dost gibi algılayacak, böylece haklarını elde
edecek ve haksızlığa uğradıkları hususta kendilerine zulmedenlere
galip geleceklerdi. Ama onlar Allah’a ve Musa’larına değil soylarına ve
kavimlerinin yoldan çıkmış Samirilerine güvendiler. Bir şeyler elde
etmeye başlayınca şımardılar. Oysa eski kavimlerden örnek
almalıydılar.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım “şehirlerin kapılarından secde
ederek girin” öğüdünün izdüşümünün “oradaki düzene saygı duyun”
demek olduğu konusunda tereddüt göstermememin asıl nedeni bu
ayetlerle beraber Yusuf suresidir aslında. Kuran’dan bu hususta
anladığımı anlatmaya çalıştığım hemen her şeyi Yusuf kıssasında derli
toplu olarak ortada görürsünüz. Yusuf’un babası Yakup (İsrail)
benden daha iyi anlatıyor, oğulları benden daha iyi yaşıyor ve Yusuf
benden daha mantıklı ifade ediyor.

150
Yusuf suresi tam bir ıslahat suresidir. Buyurun sağlamaya… “Kapı”
gibi ayetler var orada…
12:7 Yusuf suresi 7.ayet
Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde sorgulayanlar (soranlar) için ayetler
(ibretler) vardır.
Yusuf, kuyuya atılmasının ardından gelişen süreçte bir başka
toplumda ve bir sarayda bulur kendisini. Kapılarla ilgili ayetlerle ilk
defa orada karşılaşıyoruz. Vezirin kadını, Yusuf’un üzerine kapıları
kilitliyor. Ne alaka diyeceksiniz ama… Çok alaka…
12:23 Yusuf suresi 23.yet
Yusuf’un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek
istedi. Kapıları kilitledi, “Hadi gel!” dedi. Yusuf: “Allah’a sığınırım,
Rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturmuştur. Zalimler iflah
etmez.” dedi.
Bakın Yusuf ne demek istiyor… “Rabbim beni güzel bir barınağa
kavuşturdu. Zulmedemem. Bozgunculuk yapamam. Saygıda kusur
edemem. Allah’a sığınırım.” Peki, sadece kadının isteğiyle mi ilgili bu
durum? Devam edelim… Yine bir kapı... Ve kapıda olanlar…
12:35 Yusuf suresi 25.ayet
İkisi birden kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan
yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüz yüze geldiler. Kadın
seslendi: “Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek
mi, acıklı bir işkence mi?”
Kadının söylediğine dikkat… “Senin ailene kötülük edenin cezası
ne? Hapis mi? İşkence mi?” Yani o ülkenin, o sarayın, o toplumun
kuralları devreye giriyor. Ve Yusuf eğer itiraz edecekse kurulu
düzenin kanunlarına itiraz etmiyor, suçlu olmadığını savunuyor ve
hakem devreye giriyor.

151
12:26 Yusuf suresi 26.ayet
Yusuf dedi ki: O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi.
Kadının ailesinden bir tanık da şu yolda tanıklık etti: Eğer erkeğin
gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda erkek
yalancılardandır.
Kanunlar değil suçlar, davalar tartışılıyor. Kanunlar kötüyse ya
kanun koyucu olursun ya da kanunları ıslah için yeri geldiğinde
konuşur ve bozgunculuk yaparak değil ıslah işleri yaparak kanunları
değiştirirsin. Yusuf düzeni ıslah edebilmek içinse sabrediyor ve
çalışmaya zindanda bile olsa devam ediyor.
12:33 Yusuf suresi 33.ayet
Yusuf dedi: Rabbim! Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden
daha sevimlidir. Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan onlara
meyleder de cahillerden olurum.
Topluma aykırı işler yapmadan, yakmadan, yıkmadan, başına
gelen tüm zulümlere rağmen sabırla ve tırnaklarıyla kazıyarak sadece
Allah’a güvendi Yusuf. Bir ara kendi Rabbinin zikrini unutup da
zindan (hapisteki) arkadaşının efendisine anılmak istemesi bile ona
birçok seneye mal oldu.
Sonra… O şehirden, o toplumdan biri olmadığı halde sabreden
Yusuf o toplumun düzeni içerisinde yavaş yavaş söz sahibi duruma
geldi ve hem kanunları hem de toplumu güzellikle ıslah etmeye
başladı.
12:47 Yusuf suresi 47.ayet
Yusuf dedi: Alışılageldiği şekliyle yedi yıl ekin ekeceksiniz.
Biçtiklerinizden yiyecek kadar az bir miktar alır, gerisini başağında
bırakırsınız.

152
Sonunda hiçbir şekilde bozgunculuk çıkarmadığı, düşman
kesilmediği ve ihanet etmediği toplumda vezir (ya da üst düzey bir
yönetici) oldu.
12:55 Yusuf suresi 55.ayet
Yusuf dedi ki: Beni ülke hazinelerine bakan yap. Ben iyi bir
koruyucuyum, bilgiliyim.
Bu konuda liyakatli olduğunun da ve ıslahat için liyakatin
gerektiğinin de mesajını alıyoruz…
Artık Yusuf o şehirde düzene saygı duyacak değil bizzat hüküm
verecek konuma geldi.
Kıssanın devamında biliyorsunuz şehre Yusuf’un kardeşleri
gelmeye başlıyor ve hikâye boyut kazanıyor. Artık Yusuf kanun
koyucu, kardeşleri boyun eğici durumdadır. Ancak dikkatinizi çekmek
istediğim nokta yine “kapı”lar. Çocuklarını o şehre gönderen Yakup
bakın ne diyor?
12:67 Yusuf suresi 67.ayet
Yakup şunu söyledi: Oğullarım, bir tek kapıdan girmeyin, ayrı ayrı
kapılardan girin…
Neden acaba ayrı ayrı kapılar? Demek ki çocukları için, onların
başına gelebilecek bir musibet ihtimali için endişeleniyor. O şehre
topluca bir kervan ya da bir güç olarak girmeleri durumunda o şehre
bozgunculuk, çatışma ve hırsızlık için giriyor zannedilerek o şehrin
toplumsal düzenine aykırı algılanmalarını istemiyor. Ve Allah da bunu
çok iyi biliyor.
Yakup ilim ve görüş sahibi idi. Bir başka toplumla beraber
bulunma durumunda o toplumun koyduğu düzene bozgunculuk
etmenin doğru olmadığını biliyordu. Ve bu yüzden çocuklarını

153
uyarmıştı. Çocukları şehrin kapılarından ayrı ayrı ve secde ederek
girmeliydiler. Bu onun isteğiydi ama başlarına gelecek varsa onu
engellemeye de yetmedi. Çocukları bozgunculukla ve hırsızlıkla
suçlandılar.
12:70 Yusuf suresi 70.ayet
Yusuf kardeşlerinin yüklerini hazırlatırken su kabını öz kardeşinin
yükü içinde koydu. Sonra bir görevli şöyle haykırdı: Ey kafile, siz
herhalde hırsızlık ettiniz!
12:73 Yusuf suresi 73.ayet
Kardeşler dediler: Vallahi, siz de iyi biliyorsunuz ki, biz bu toprağa
bozgunculuk yapmak için gelmedik, hırsız da değiliz biz.
Dikkat ediyorsunuz... Bir başka toprağa, bir başka memlekete
“bozgunculuk için gelmedik” diyorlar. Tema belli… “Düzene,
beğenmesen de saygı duy.” Ama bu durumun sebebi elbette başkaydı.
Yusuf az sonra aynı gerçeği (yani düzene saygı duyulması gerektiğini)
bir kez daha ortaya koyacaktı.
12:74-75 Yusuf suresi 74 ve 75.ayetler
Sordular: Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir?
Kardeşler dedi: Cezası, çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün
sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle
cezalandırıyoruz.
Aslında Yusuf kendi yaşadığı toplumunun kanunu uygulayabilirdi.
Ama (kardeşini alıkoyma) planı dâhilinde onları kendi kanunlarına
göre yargıladı. (Yeri gelmişken: Eğer hırsızın alıkonması Yakup’un
dininin hükmüyse İbrahim’in de dini demektir. İbrahim’in dini
Muhammed’in de dinidir. O halde hırsızlığın cezası el kesmek değil
(mecazen elini kesmek) alıkonulmaktır. İbret alınacak o kadar çok şey
var ki!

154
Hem Yusuf hem de kardeşleri birbirlerinin kanunlarına hükmün
geçerli olduğu yer ve zamanda saygı duyuyor ve tekliflerini bile bu
saygıyla yapıyorlar. Küçük kardeşleri yerine kendisinin alıkonulmasını
isteyen abisine bakın Yusuf ne diyor…
12:79 Yusuf suresi 79.ayet
“Maazallah!” dedi Yusuf. Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan
başkasını tutamayız. Öyle bir şey yaparsak zalimlerden oluruz.
Yusuf ilgili toplumun kurallarına aykırı hareket etmeyi zulüm
sayıyor. İşte Allah’ın insana ve toplumsal düzenine verdiği değer. Tabi
ki görebilene…
12:81 Yusuf suresi 81.ayet
Babanıza dönüp şöyle deyin: Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz
sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz.
Bildiğimize tanıklık etmek… O kadar ibret verici ki… Sırf içlerindeki
kin ve nefret yüzünden önüne geleni karalayan, anlatılan her türlü
rivayete inanan, görmediği bilmediği halde bir insanın, bir kurumun,
bir toplumun tamamını tekfir edip katil, faşist, ırkçı, suçlu ve düşman
gören anlayışa…
Duyduklarınızın doğruluğunu test edin. Görmediğiniz,
bilmediğiniz her ithamı giydirmeyin insanlara. Sizi kandırmak ve bir
yere kanalize etmek için onlara atılan iftiraların doğruluğunu tasdik
etmeden doğru kabul etmeyin. Arının kininizden. Ve Allah’a ve O’nun
doğrularına dönün. Yanlışlarımızdan dolayı sizi ve bizi affedecek olan
Allah’tır. Kardeşleri pişman olup döndüğünde Yusuf’un istediği de
buydu.
12:92 Yusuf suresi 92.ayet
Yusuf dedi: Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi affeder. O, rahmet
edenlerin en merhametlisidir.
155
Kıssanın sonunu biliyorsunuz. Kanun koyucu durumuna gelen
Yusuf’un tahtında onun düzenine secde eden (boyun eğen, saygı
duyan, hatta beğenen ve kültürleri gereği bunu Allah’a yere eğilerek
ya da kapanarak gösteren) bir peygamber, bir peygamber karısı ve on
bir kardeş (kavim) vardı.
12:100 Yusuf suresi 100.ayet
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye
kapandılar. Dedi ki: Ey Babam! Bu daha önceki rüyamın tevilidir.
Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni
zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan
sonra O çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek
ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet
sahibi olan O'dur.
Şehrin kapısından secde ederek girmeyenlerin, orada ıslah değil
bozgunculuk çıkaranların sonunu hatırlatıyor surenin sonu.
12:109 Yusuf suresi 109.ayet
Senden önce gönderdiklerimiz de şehirler halkından kendilerine
vahyettiğimiz bazı erlerden başkası değildi. Yeryüzünde dolaşmadılar
mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nice oldu görsünler. Elbette ki
ahiret yurdu takva sahipleri için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllarınızı
kullanmayacak mısınız?
Yemin olsun ki bu Kuran’da ders almak isteyenler için her türlü
öğüt var. Yemin olsun.
12:111 Yusuf suresi 111.ayet
Yemin olsun ki, elçilerin kıssalarında aklını ve gönlünü çalıştıranlar
için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir;
aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir
topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir.

156
Çiçekler bile dikenlere saygı duyar, dikenlerin içinde rengârenk
parlarlar. Evlere de şehirlere de kapılarından ve secde ederek girmek
o ev halkına, o şehir halkına ve düzenine “salâtımız (bağlantımız)
çerçevesinde” saygı duymaktır. İlah edinmişler varsa onların ilahlarını
ilah edinmek demek değildir bu. Zulme değil kurulu düzene
“kitabımız çerçevesinde” boyun eğmektir. Eğer ev ya da yurt
edineceksek, orayı ıslah etmek için makbul ve güzel işler yapmaktır.
Olmadı, beğenmediğimiz yere girmez ya da oradan hicret ederiz.
Elçilerin de gelmiş geçmiş sünneti budur. Yoksa bozgunculuk ve
kargaşa kaçınılmazdır. Ben bunu okudum… Kendimi ayırmadım.
Kendi nasibimi, kendi öğüdümü aldım. Darısı düşünenlerin ve öğüt
almak isteyenlerin başına.
Islahatın toplumsal boyutuna devam ediyoruz… Islahat
penceresinden bakarsanız aşağıdaki ayetin toplumsal barışa yönelik
ne kadar ciddi mesajlar içerdiğini görebilirsiniz.
5:2 Maide suresi 2.ayet
Ey iman edenler! Allah'ın şiarlarına, haram olan aya, hediyelere,
(onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk
isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin.
İhramdan çıktığınızda artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan
alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi
aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah
ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'a sığının. Gerçekten Allah
(ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
Yabancılara saygı, av yasağı (ki av yasağı ve haram aylar konusu
doğa ile de barış içinde yaşamanın bir şiarıdır) herkes için adalet,
iyilik, yardımlaşma gibi sulh mesajları ayetin ıslahat hakkında ne
kadar çok öğüt içerdiğini gösteriyor. Belki de bunlara çoğumuz daha
önce dikkat etmemiştir.
157
7:56 Araf suresi 56.ayet
Düzene konulmasından (ıslahından) sonra yeryüzünde bozgunculuk
(fesat) çıkarmayın. O'na sığınarak ve umut taşıyarak dua edin.
Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.
Aşağıdaki ayet üzerinde fazlaca namaz tartışmaları yapılan
ayetlerden biridir. Önce okuyalım…
9:5 Tevbe suresi 5.ayet
Haram aylar sona erdiği zaman, artık müşriklerle karşılaştığınızda
savaşın. Onları kuşatıp ele geçirin ve mevzilerine oturun. Ama pişman
olur, salâtı ikame eder ve zekâtı verirlerse onları yollarına serbest
bırakın. Mutlaka ki Allah affedendir, merhametlidir.
Evet, müşrikler namaz kılmazlar. Müşrikler vakitli salâta da
katılmazlar. Ama buradaki müşrikler pişman olup (tevbe edip) ikame
edilmesi gereken salâtın (bağlantının) bir gereği olan “barışa” katkı
sağlayıp bozgunculuktan kendilerini tezkiye (zekât) edebilirler.
Burada ikame edilen salât “sulh” yani barıştır. Allah’ın ikame
edilmesini istediği salâtın içindeki ıslahat’ın hedefi budur.
9:6 Tevbe suresi 6.ayet
Eğer müşriklerden birisi sana sığınırsa Allah kelamını işitene kadar
onu himaye edin. Sonra onu güvenlikte hissedeceği yere kadar
ulaştırın. Bu, onların bilmeyen bir toplum olmalarındandır.
Bundaki muhtemel kasıt, zaten tevbe suresinin konusu olan
savaşılan müşriklerle peygamberin yaptığı anlaşma hükümlerinden
doğan sorumluluklarını, bağlılıklarını yerine getirmeleridir. Eğer
bunları yaparlarsa yollarını açın deniyor. Tevbe suresinin tamamı
zaten bununla, bu anlaşmayla ilişkilidir. Üstelik sığınan biri var değil
mi? Kim olursa olsun, şirk koşarsa koşsun, saldırmadıkça mazluma ya
da aman dileyene el kalkamaz.

158
9:11 Tevbe suresi 11.ayet
Buna rağmen pişmanlık duyar, salâtı ikame eder ve zekâtı verirlerse
artık dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir toplum için ayetleri böyle
fasılalarla açıklarız.
Bir insanın müşrik olması ömrü billâh müşrik kalacağı anlamına
gelmez. Herkes bir dönüşüm geçirebilir ve doğru yolu bulabilir. Ne
kimseyi dine zorlayabilir ne de girene sen giremezsin diyemeyiz.
Kuran’da din sınıfı, ruhban sınıfı yoktur.
Allah’la salât dediğimiz bağlantıyı ikame eder ayakta tutarken
insanların arasında da o salâtın emrettiği ıslahatları yapma gayretinde
olmalı ve sulh bağlantısı için çaba sarf etmeliyiz.
Kitapta ıslahat ve ıslah çabalarıyla ilgili (dokuzlu çeteler,
bozguncular, zorbalık, Musa’nın kurtardığı adamın ertesi gün ona sen
bozguncu musun demesi gibi) salâtı ikame etme çerçevesinde
alınabilecek ve incelenebilecek birçok ayet daha vardır. Hepsini buraya
almak hacmi iyice artıracak. Bu yüzden üzerinde durmak istediğim
son bir iki ayeti değerlendirerek bu bölümü kapayalım…
30:31 Rum suresi 31 ve 32.ayetler
O’na yönelenler olarak O’na takvalı olun. Salâtı ikame edin ve
müşriklerden olmayın. Dinini fırkalara ayırıp grup grup olanlardan
(olmayın). Tüm hizipler kendisinde olanla sevinip-avunmaktadır.
Daha önce kısmen yanıldığımı itiraf edeceğim bir konuya da
burada açıklık getirmem lazım: “Bölünüp, parçalanmayın, dinde fırka
fırka olmayın” kıvamında gelen ayetlere baktığımda hep geleneksel
dini anlayışın mezhep mezhep ayrılmış ve kendi aralarında bile bir
bütün olamadıklarını eleştirip durdum. Bu eleştiri elbette haklı bir
eleştiriydi ama Allah’ın bize söylediği “onlarla beraber olun, onlardan
ayrılmayın” değil “kendi içinizde onlar gibi fırka fırka parçalanmayın”
159
idi. Arada çok ciddi bir fark var. Onlarla sulh (barış) çerçevesinde bir
arada yaşayıp toplumsal hayatı paylaşmaktı doğru olan. Biz Allah’ın
dinine girdiysek bize “yapmayın” denilen şey “Allah’ın dini içine
girdikten sonra orada fırkalaşıp mezhepleşmeyin” idi.
Sıkça “Ellezine amenü ve amilus salihati” diye ezbere okunan
cümlelerde ifade edilen şey, (emin biçimde) iman edip (ıslaha,
düzeltmeye yönelik) salih ameller yapanlardır. Salih kişilerin yaptığı
işlere “salihat”, salâta yönelik işlerin hepsine birden de “ıslahat”
diyebiliriz. Kısacası “ıslahat” için didinilmeyen “salât” hayata ikame
edilmeyen salâttır.
Asr suresinde “Zamana andolsun ki insanlar hüsrandadır”
dendikten sonra istisna olarak iman edenler anlatılır. O iman eden ve
salih işler (ıslahata dair güzel işler) yapanlar, doğruyu yapan ve işte o
doğruyu ikame etmek için sabırla (azimle) çalışanlardır.
İstediğimiz kadar Kuran dersi yapalım ya da istediğimiz kadar
namaz kılalım, hayatın içine girip kötülükle mücadele edemiyorsak,
iyileştirmeye yönelik bir şeyler yapamıyorsak salâtı ikame ettiğimizi
hiç boşu boşuna iddia etmeyelim.
Kuran’da namazı aradığımız kadar toplumda salâtı ikame etmeyi
arasaydık bu duruma gelir miydi bu coğrafya? Her gün ayetleri
okuyan, anlamaya çalışan, tartışıp doğruyu öğrenen, namaz kılan,
oruç tutan, şu doğruymuş bu yanlışmış diyen ama dünya hayatına
kendi her türlü birikimiyle, canıyla malıyla olabilecek tüm gücüyle
tatbik etmeyenler olarak, kıyam gününde buluştuğumuzu düşünün.
İçimizden bazılarımız hâlâ kaybedenler olarak şok olursa eminim ki
şöyle diyeceğiz:
“Biz sizinle beraber değil miydik? Biz neden kaybettik?”
160
Sanıyorum ki diğer bir kısmımız da şöyle cevap verecek:
“Evet, siz bizimle beraberdiniz ama boş tartışmalara ve dünyaya
dalanlarla dalıp gittiniz de salât edenlerden (Allah’la bağlantısını
ayakta tutanlardan) olmadınız.”
Sonra kaybedenlerimiz olarak şunu diyeceğiz:
“Doğru. Biz salât edenlerden değildik. Dalanlarla dalıp giderdik.
Vahyi hayata “bağlamadığımız” için bu ateşe “bağlandık” da ileri
gidenlerden değil geri kalanlardan olduk.”
Allah “birleştirin” diyor, ayrışın ayrıştırın demiyor, rükû edenlerle
rükû edeceksek birleştirip edeceğiz. Her konuyu tartışalım, doğruyu
bulmaya çalışalım ama ne olur ihtilaflarımız için Allah’ı hakem tayin
edelim. Anlaşamıyorsak bırakalım kararı o versin. O bizim
hakkımızda en doğru kararı verecek olandır. Biz makbul ve güzel
işleri hayatımıza tatbik edelim. Birbirimizin bireysel tercihlerini
aynılaştırmaya değil, toplumu sulha getirmeye çalışalım. Biz bir araya
gelemezsek toplumdan bunu nasıl bekleriz!
İster tatlı su olalım ister tuzlu, biz de taze et çıkaralım. İster
gündüz ister gece, ister güneş ister ay olalım, biz işimizi yapalım.
Farklılıklarımız bizi parçalamasın. Birbirimizi zedelemek yerine
dayanışmaya girelim. Gerçeğin ve erdemin peşinde olanlar birbirlerini
aforoz etmiş gibi davranmamalıdır. Kuran’da birleştikleri halde
birbirleriyle Kuran hakkında kavga eden ve tekfirleşenlerin durumu;
Allah’ın gökten indirmiş olduğu ipe sarılmış olanların birbirini
tekmeleyip düşürmeye çalışmalarına benziyor. Biz hep selam diyelim.
Selam sulh’un en güzel şiarıdır.

161
Cihat ve Salâtı İkame

C ihat günümüzde birçok kesim tarafından haklı olarak


oldukça rahatsızlık verici bir kelime olarak algılanıyor.
Bunun sebebi Kuran’daki bu kavramı alıp kendi dinlerini
zorla kabul ettirmeyi dayatan saldırgan bozgunculardan
kaynaklanıyor.
Oysa cihadın savaşma yönü zorunluluk halleri dışında önerilen bir şey
değil. Kuran tam aksine hep affetmeyi ve barışçı olmayı hatırlatıp
durur.
Cihat sadece birbirini öldürmeyi değil aynı zamanda kısasa kısas ve
erdemlilik ve adalet çerçevesinde her türlü haklı mücadeleyi de
kapsar. Kıyamın gereğidir.
Varsayalım ki; tüm sulh (barış) çabalarınıza rağmen çevrimdışı
kalan ve barışçı olmayan bazı gruplar inancınızdan ötürü size
saldırılara ya da sizi yok etme planlarına giriştiler. İşte bu durumda
dayanışmaya girip kendinizi savunma mücadelesine de başlamak
durumundasınız. İyi günlerde sizinle birlikte salât ettiğini söyleyenler,
bu dayanışmadan korkar ve kaçarlarsa bu durum onların
bağlantılarında halen samimi olmadıklarını gösterecektir.
Bu, Kuran’da geniş biçimde anlatılan ve peygamber döneminde
yaşanan ciddi bir denenmedir. Bu illa ki bir öldürme öldürülme savaşı
olmayabilir. Tehlikeyi veya basit menfaatlerine zarar geleceğini
hissettiğinde yan çizenler gerçekten davalarından emin olmuş
olabilirler mi?

162
4:77 Nisa suresi 77.ayet
Ellerinizle (kendinize) zarar vermekten vazgeçin, salâtı ikame edin ve
arının, denilenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında
onlardan bir fırka Allah'tan korkar gibi, hatta daha da şiddetli bir
korkuyla insanlardan korkuya kapılıyorlar ve “Rabbimiz, ne diye
savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil
miydin?” dediler. De ki: Dünyanın metası azdır. Ahiret ise takva
sahipleri için daha hayırlıdır ve siz bir hurma lifi kadar bile haksızlığa
uğratılmayacaksınız.
Kuran’a göre savaşmak, sizinle savaşıldığında yapacağınız bir iştir.
Savunmak için, nefsi müdafaa mahiyetindedir. İman eden insanlar
dinlerini yaymak ve zorla kabul ettirmek için savaşa çıkmazlar.
Kuran’da böyle bir savaş nedeni yoktur.
2:191 Bakara suresi 191.ayet
Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de
onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı
savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın.
Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte
böyledir.
Üzerinde en çok tartışma yürütülen ayetlerden biridir bu ayet.
Sebebi de ayetin ilk cümlesidir. Oysa o ilk cümle zaten devam ede
gelen bir bağlam içinde kullanılmıştır. Müşrikler zaten saldırmış,
iman edenler kendilerini savunmuş ve ateşkes mahiyetinde bir
anlaşma yapılmıştır. Buna rağmen müşriklerin anlaşmaya uymayan
saldırıları devam etmekte ve ortamda bir güvenlik endişesi
hissedilmektedir.
Üstelik ayette geçen öldürme ifadesi, oluşan bu fitne ile ilgilidir. Bir
hal tarzının deyimleşmiş halidir. Bu ayete saldırgan eleştiriler
yapanlar ne bu ayetten önceki ayeti dikkate alırlar ne de ayetin

163
içindeki diğer ifadeleri dikkate alırlar. Ayetten cımbızlanan tek bir
cümle ile adeta Kuran’ı savaş çığırtkanı bir kitapmış gibi lanse ederler.
Ayetin içinde merkez tabir edilebilecek mescidi haram civarında
“sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın” diye geçtiği halde ve bir
önceki ayet aşağıdaki gibi olduğu halde bunu yapmak biraz da sui
zanla veya art niyetle kitaba yaklaşmanın nedeni gibi duruyor.
2:190 Bakara suresi 190.ayet
Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Aşırı gitmeyin. Elbette
Allah aşırı gidenleri sevmez.
İşte bu ayeti görmezden gelirler. Bağlamdan kopuk bu saldırıların
önemli bir nedeni de tabi ki geleneksel dini algının da bu konuda
yanılıyor olmasıdır. Cihadın ne olduğuna dair en ufak bir bilgileri
olmayan ama bilgisizliğe rağmen fikirleri olanların topluma dayattığı
cihat tanımı yanlış olduğu halde maalesef zihinlerde kökleşmiştir.
“Padişahlar İslam’ı yaymak için sefere çıktılar” gibi hamaset ve slogan
dolu tarihi anlatılar da bu yanlış algıya tuz biber olmuştur.
Oysa Kuran’daki anlatılarda evlerinden yurtlarından çıkartılan ve
mülteci durumuna düşürülen bir avuç insanın mücadelesidir
anlatılan.
22:40 Hacc suresi 40.ayet
Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'”
demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. …
Kuran’daki “haram aylar” kavramı bile aslında derin bir barış
mesajı içermektedir. Hem insanlar için hem de doğal yaşam için. Hiç
değilse dört ay boyunca savaşılmaması ve belli dönemlerde
avlanmanın yasaklanması oldukça barışçıl bir mesajdır. Hem
insanların birbiriyle hem de tabiattaki diğer canlılara karşı bir sulh
girişimidir.
164
Konunun salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) yönüne
dönersek; yukarıda da kısaca belirttiğim gibi savaş iman edenler için
bir denenme sebebi olmuştur. “Salât gereği olan” cihat çağrısı onlar
için; o güne kadar “biz de sizinleyiz” dedikleri halde iş kızışınca
davalarına ihanet edenlerin… Takvalarının yönünü değiştirenlerin…
Hûşûlarını kaybedenlerin… Ettikleri rükûları, secdeleri, tevbeleri ve
şükürleri unutup kendini gerçekte tezkiye etmemiş… İnfakı kuru bir
gösterişli yardım zannetmiş… Tesbihlerini sadece itibar getirecek bir
tefekkürden ve diğer insanlara üstünlük taslayacakları bir kitap
bilgisinden ibaret görmüş olanların… Ve ıslahatı gerçekte
umursamamış olanların ikiyüzlülüğe (münafıklığa) adım atışları
olmuştur. Olumlu manada ama çok ciddi bir fitnedir savaş. Şartlar
oluştuğunda salâvatın (dayanışmanın) gereğidir.
4:71 Nisa suresi 71.ayet
Ey iman edenler, tedbirlerinizi alın; münferiden ve toplu olarak
çatışmaya seferber olun.
4:72 Nisa suresi 72.ayet
Görülüyor ki içinizden ağırdan alanlar var. Şayet, size bir musibet
isabet edecek olursa; Allah bana nimet verdi de onlarla birlikte buna
şahit olmadım, derler.
4:73 Nisa suresi 73.ayet
Ama size Allah'ın bir fazlı isabet ederse; o durumda da sanki hiç bir
yakınlığınız yokmuş gibi; keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben
de büyük kazanıma erseydim, derler.
4:74 Nisa suresi 74.ayet
O halde dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar Allah yolunda
savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşırken öldürülür ya da galip
gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz.
4:75 Nisa suresi 75.ayet
“Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu memleketten kurtar, bize katından
bir dost gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen zayıf
bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar varken size ne oluyor ki Allah
yolunda savaşmıyorsunuz?
165
4:76 Nisa suresi 76.ayet
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda
savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın
düzeni pek zayıftır.
4:77 Nisa suresi 77.ayet
Ellerinizle (kendinize) zarar vermekten vazgeçin, salâtı ikame edin ve
arının, denilenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında
onlardan bir fırka Allah'tan korkar gibi, hatta daha da şiddetli bir
korkuyla insanlardan korkuya kapılıyorlar ve “Rabbimiz, ne diye
savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil
miydin?” dediler. De ki: Dünyanın metası azdır. Ahiret ise takva
sahipleri için daha hayırlıdır ve siz bir hurma lifi kadar bile haksızlığa
uğratılmayacaksınız.
4:81 Nisa suresi 81.ayet
Tamam uyacağız, derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir
tayfa, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kuruyorlar. Allah,
karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve
Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
4:82 Nisa suresi 82.ayet
Onlar hâlâ Kur'an’ı inceleyip arkasını anlamaya çalışmıyorlar mı?
Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok
ihtilaflar bulurlardı.
4:84 Nisa suresi 84.ayet
O halde sen Allah yolunda savaş. Kendinden başkasıyla yükümlü
tutulmayacaksın. İman edenleri motive et. Umulur ki Allah, inkâr
edenlerin ağır baskılarını püskürtür. Allah, baskısı daha şiddetli, acı
sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.
Onlar hep ucuza kapatma peşindedirler. Dinlerinde de hayatlarının
içinde de! Az çalışıp çok kazanmak, mümkünse hiç çalışmayıp her şeyi
elde etmek isterler. Azıcık kazanınca böbürlenmeye, makama, önde
görünmeye, bizden sorulur demeye bayılırlar. Liyakati öğrenmekte ve
çalışmakta değil kuru bir aidiyette zannederler.
166
Yaptıklarını caka satarak gösterme peşinde, infaklarını, oruçlarını,
namazlarını, abdestlerini ve dualarını basit getiriler umduklarına
gösterecek biçimde yapmaya ve pohpohlanmaya bayılırlar. Değerli bir
şey fark ettiklerinde tek dertleri onu kendilerine mal etmektir.
9:19 Tevbe suresi 19.ayet
Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın imar etmeyi Allah’a ve
ahiret gününe iman etmek ve Allah yolunda mücadele etmekle bir mi
sayıyorsunuz? (Bunlar) Allah katında denk değildir. Allah zalim bir
toplumu hidayete ulaştırmaz.
İman edenlerse böyle değildir. Kalplerini açarlar. Hata yaparlar
ama gösteriş yapmazlar. Allah’ın kalpleri bildiğini çok iyi
bildiklerinden niyetlerini olabildiğince tezkiye etmeye çalışırlar. Onlar
her doğru mücadelenin daima içindedirler. Arkadaşlarını satmazlar.
9:20 Tevbe suresi 20.ayet
İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla
cihat edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. Başaranlar işte
bunlardır.

167
Sabır ve Salâtı İkame

S abır da salât dediğimiz bağlantının içindeki önemli ve


sürekli araçlardan biri. Bağlantısından emin olanların
davalarında kararlılıkla mücadelesine devam etmeleri
demektir. Sabır başa gelene razı olup da oturup bir şey yapmadan
beklemek değildir. Tüm güçlüklere rağmen motivasyonunu sağlam
tutmaktır. Kararlılıktır.
2:45 Bakara suresi 45.ayet
Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara
büyük (çok zor) gelir.
Hevesi olmayan (sabırlı) kararlı olamaz. Kararlı (sabırlı) olmayan
salâtı önemsemez. Davasında kararlı olmayana salâtı sağlam tutmak
(bağlantısını ayakta tutmak) de salâta (vakitli toplantı salâtına)
katılmak da çok zor gelir. Salâtı olmayanın da istianesinin (yardım
dilemesinin) içi zaten boştur.
2:153 Bakara suresi 153.ayet
Ey iman edenler, sabırla ve salâtla yardım dileyin. Gerçekten Allah,
sabredenlerle beraberdir.
Allah davasında kararlı olanlarla beraberdir. Maymun iştahlıların,
zora gelmeyenlerin, bilgiyle üstünlük taslama heveslilerinin, sözünde
durmayanların ve acelecilerin tutumlarında sabır (kararlılık) yoktur.
2:177 Bakara suresi 177.ayet
… Salâtı ikame eden, zekâtı veren ve … Sözüne vefa gösterenler ile
zorda, hastalıkta ve mücadelenin kızıştığı zamanlarda sabredenlerin
tutumlarıdır. İşte sadık olanlar ve muttaki olanlar onlardır.

168
Şartların zorlaştığı zamanlarda bile davasından vazgeçmeyip
kararlı olanlar davasına sadık olanlardır. Davasına sadık olanlar onu
gerçekten doğrulayanlardır.
Sabırla ilgili örnek ayetlerle devam edelim… Onların hepsinde
sabrın “kararlılık” manasını göreceksiniz.
3:17 İmran Ailesi suresi 17.ayet
Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve
seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.
11:115 Hud suresi 115.ayet
Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini zayi etmez.

13:21-22 Rad suresi 21 ve 22.ayetler


Ve onlar Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler.
Rablerinden içleri saygı ile titrer, hesaplarının kötü olmasından
korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek
sabrederler, salâtı ikame ederler, kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve aleni olarak infak ederler ve kötülüğü iyilikle
giderirler. Bu diyarın sonucu işte onlar içindir.

15:97-99 Hicr suresi 97,98 ve 99.ayetler


Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı göğsünün daraldığını
biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve
yakîn sana gelinceye kadar Rabbine kulluk et.

20:130 TaHa suresi 130.ayet


Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol…
20:132 TaHa suresi 132.ayet
Ehline salâtı emret ve onun üzerine sabırlı ol…

22:35 Hacc suresi 35.ayet


Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Onlar kendilerine isabet
eden musibetlere sabredenler, salâtı ikame edenler ve rızık olarak
verdiklerimizden infak edenlerdir.
169
28:54 Kasas suresi 54.ayet
İşte onlara sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar
kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
infak ederler.

31:17 Lokman suresi 17.ayet


Ey oğulcuğum! Salâtı ikame et. Marufu emret, münkerden sakındır ve
sana isabet edenlere rağmen sabret. Muhakkak ki bunlar, azmedilmesi
gereken şeylerdir.

40:55 Mümin suresi 55.ayet


Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır. Günahın için
mağfiret dile. Akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.

50:39 Kaf suresi 39.ayet


Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin
doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et.

170
İstiane ve Salâtı İkame

stiane aslında bizim dua dediğimiz şeydir. İçeriğindedir de

İ diyebiliriz. Yardım istemektir. Elinizden gelen her şeyi


yapıyorsunuz ama halen salâtta ve sulhta başarısız mısınız?
Teşbihimize göre ana bilgisayara mail göndermenizde ve yardım
istemenizde (bilinen anlamda dua etmenizde) hiçbir sakınca yoktur.
Ama eğer hiçbir şey yapmadan bekliyorsanız mail atmanıza da gerek
yoktur.
14:40 İbrahim suresi 40.ayet
Rabbim beni ve zürriyetimden olanları salâtı ikame edenlerden kıl.
Rabbimiz duamı (çağrımı) kabul et.
“Allah neden dualarımızı kabul etmiyor?” derler ya!
Şair diyor ki…
Şarkılardan fal tuttum ikimize kaç kere
Sana hep gül bülbül bana hep hasret düştü
Dua ettim her gece avuç açıp göklere
Sana neş’e mutluluk bana hep hasret düştü
Hasret düşer sana tabi… Demek ki fal tutup dua etmekle olmuyor.
Dua ettin her gece… Avuç açıp göklere… de… Ya sonra! Avuç açıp dua
ettikten sonra ne yaptın? Fısss! Ağladın ve arabeske bağladın… Atı ve
kızı alan Üsküdar’ı geçti…
Demem o ki; dua etmekle başarılı olunsaydı bugün herkes malca
da ilmen de zengindi. Eğer avuç açıp yalvarmak yetseydi kimse kanser
olmaz, kimse mikrop kapmaz, belki de kimse ölmezdi. Eğer

171
mescidlerde edilen dualar yetseydi, bugün barış içerisinde bir
toplumda yaşıyor olurduk.
Öyle ya; yukarıda bir Yaratıcı varken aşağıdaki tüm yarattıklarının
elini açıp her istediklerini yerine getirip hizmet eden bir hizmetçiye
dönüşecek! Maalesef çoklarının istediği Allah böyle bir şey onlara
göre! İyisini, doğrusunu bilen kullar… Ve onların doğrularını emre
amade yerine getiren bir Tanrı var! …Ve maalesef istediklerimizin
çoğu bu dünyadaki yaşamımızla ilgili! Demek ki bir yerde… Ya da çok
yerde faul var! Hatta penaltı bile olabilir!
Ve unutmadan… O büyük matematiği düşünün… Eğer her dua bu
şekilde hedefine ulaşsaydı çok büyük bir kaos doğardı… Eğer sadece
istemekle elde edilseydi bey kızını beş yüz oğlan alırdı!
Latife bir yana gerçekten kaos olurdu. Çünkü herkes herkesin
kendisi gibi düşünmesini, kendisi gibi inanmasını ya da inanmamasını
istiyor. Bu mümkün mü? Herkes hem Yahudi… Herkes hem
Müslüman… Herkes hem Hıristiyan… Ve hem Budist ve hatta hem
dinsiz olmalı olurdu. Aynı zamanda herkes hem çalışkan hem de
tembel olmalı olurdu. Herkesin ettiği dualar birbiriyle milyonlarca
tezat içerirken Allah’ın tüm bunları yerine getirmesi bildiğimiz
olanaklılığın dışında ve kurduğu dengeye, matematiğe, düzene ve tüm
düzenlediği oluş kurallarına aykırı olurdu. Kısacası demek ki her
edilen duanın karşılığını bulması gerçeğe, hakka aykırı bir durumdur.
O halde çözüm nedir? Hangi dualar karşılığını bulur? Daha
doğrusu… İnandığımızı söylediğimiz ama tüccar din adamlarının
tasallutundan kurtarıp da bir türlü kendimiz anlamaya çalışmayıp
kendi rehberimiz haline getiremediğimiz o kitap bu konuda ne diyor?
Ne benim ne sizin ne de onların dedikleri değil… Kuran ne diyor bu

172
hususta? Acaba ellerimizi açıp dua etmemize rağmen, bu davetimize
neden istediğimiz cevabı vermiyor Allah? Nerede hata yapıyoruz?
Yoksa O’ndan başkasına mı dua ediyoruz? Allah dediğimiz üstün
varlık değil mi yoksa yalvardığımız?
İşte gerçek… Daha biz dua’nın ne olduğunu bile bilmiyoruz. Almışız
“dua” diye Arapça bir kelimeyi avuçlarımızın içine, dilimizdeki
karşılığını hiç düşünmeden yapıştırmışız imlamıza! Zannediyoruz ki
dua sadece ellerini açıp yalvarmaktır! Hayır! Eğer öyle olsaydı
Kuran’da geçen “Allah’ın duası” deyimini nasıl açıklayabilirdik!
2:221 Bakara suresi 221.ayet
…Onlar, ateşe dua ederler, Allah ise cennete ve izni ile
affolunmanıza dua eder. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki
öğüt alıp-düşünürler.
Eğer dua diye bildiğimiz kelime bildiğimiz anlamda salt dua olsaydı
ayetin ne hale geldiğini görüyorsunuz… Oysa dua çağırmaktır,
çağrıdır, davet etmektir. Elbette “istemek” içeriği de vardır. Ama
neyin ya da kimin ne için nereye istendiği/çağrıldığıdır önemli olan…
Türkçeye geçmiş “davet” kelimesi de aynı biçimde dua kökünden gelir
ve çağırma’nın isim halidir. Çağrı’dır. Şimdi ayeti bir daha okuyalım.
Doğrusunu göreceksiniz.
2:221 Bakara suresi 221.ayet
…Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise cennete ve izni ile affolunmanıza
çağırır/davet eder. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-
düşünürler.
İşte geleneksel dini dayatmalarla bize ezberletilip algılatıldığımız ile
gerçek mana arasındaki farklar genellikle bu kadar açık ve nettir.
Düşündürüp aklettirmek ise din adamlarının pek de sevdiği bir şey
değildir. Onların çoğu sadece ben akledeyim, diğerleri bana koyun gibi
173
gelsinler isterler. Çünkü içten içe isterler ki kendisine olan ihtiyaç
devam etsin, yoksa işleri biter. Onlar insanları kasten ya da
çoğunlukla gafilce kendilerine çağırır, Allah’a değil. Çoğunluğun
bunun farkında olmaması, bunun böyle olduğu gerçeğini ne yazık ki
değiştirmiyor.
Aynı Kuran çevirilerinin içinde bile birçok ayetin mealinde dua
kelimesinin farklı anlamlarla işe gelen biçimde, meal yazarının
fırkasının anlayışına göre çevrildiğini görüyoruz. Aynı kelimeye
(meallerde) kimi yerde davet etmek, çağırmak olduğu gibi kimi yerde
yalvarıp istemek ve kimi yerde tapmak olarak rastlıyoruz.
Örneğin “Onlar bir takım dişilere tapar” diye çevrilen 4:117’de
olduğu gibi. Kendileri farkında olmadan tapıyor olmakla birlikte
burada esas yine insanları Allah yerine ilahelere çağırmaktır.
İşte Dua Dediğimizin İzahı… Müthiş!
13:14 Rad suresi 14.ayet
Gerçek davet O’nadır. O’nun berisinde çağırdıkları onlara bir karşılık
vermezler. Onların durumu ağzına erişsin diye suyun karşısında
avuçlarını açan kimse gibidir. Hâlbuki o su böyle ulaşmaz. Kâfirlerin
duası delaletten başka bir şey değildir.
Demek ki el açıp yalvarmakla olmuyormuş. Demek ki elini o işe
uzatmak gerekiyormuş. Demek ki dava edinilmeyen dua karşılık
bulmazmış. Aşağıya bakın: Demek ki yardım dilemek için bağlantıda
olmak gerekirmiş.
2:45 Bakara suresi 45.ayet
Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara
büyük gelir.
2:153 Bakara suresi 153.ayet
Ey iman edenler, sabırla ve salâtla yardım dileyin. Gerçekten Allah,
sabredenlerle beraberdir.
174
İstianenin (yardım dilemenin) tesbihin içinde de olabildiğini
aşağıdaki ayette görüyoruz.
3:38-39 İmran Ailesi suresi 38. ve 39.ayetler
Zekeriya işte orada Rabbine dua etti: Katından tertemiz bir nesil
bağışla. Mutlaka ki sen duayı (çağrıyı) işitensin, dedi.
O mihrapta ayakta böylece salât ederken, melekler ona seslendi: Allah
seni Yahya ile müjdeliyor. O, Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayıcı,
erdemli, iffetli ve salihlerden bir nebidir.
Her biri davalarına sadık ve sabırla mücadelelerini devam
ettirirken, ettiler bu dualarını.
14:37 İbrahim suresi 37.ayet
Rabbimiz! Zürriyetimden (bir kısmını) senin özel evinin (beyt-il-
muharremin) yanına ekini olmayan bir vadiye iskân ettirdim.
Rabbimiz! Salâtı ikame etmeleri için (öyle yaptım). Sen insanlardan
kalplerini onlara meyleder kıl ve onları ürünlerden rızıklandır.
Umulur ki şükrederler.

14:39-41 İbrahim suresi 39,40 ve 41.ayetler


Hamd Allah içindir. O ki; bana ihtiyarlığımın üstüne İsmail'i ve İshak'ı
armağan etti. Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir.
Rabbim beni ve zürriyetimden olanları salâtı ikame edenlerden kıl.
Rabbimiz duamı (çağrımı) kabul et.
Rabbimiz hesabın yapılacağı gün bana, anne-babama ve iman
edenlere mağfiret et.
Ve tabi ki tam bir samimiyet ve teslimiyetle…
Yine duanın çağrı olan içeriğini ve (istianenin) yardım dilemenin
karşılığının verildiğini aşağıda görüyoruz.

175
21:87-88 Enbiya suresi 87 ve 88.ayetler
Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki bundan
dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. Karinedeki
karanlıkların içinde: Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten
ben zulmedenlerden oldum, diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine
duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman
edenleri böyle kurtarırız.

46:15 Ahkaf suresi 15.ayet


… Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi
ki: Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve
senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et. Benim
için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip sana yöneldim ve
gerçekten ben Müslümanlardanım.

176
Şiar ve Salâtı İkame

Ş imdi geldik kaplanın gözüne! Üzerinde fırtınaların koptuğu


namaz bahsine. Şu ana kadar anlattıklarımdan sonra “namaz
yok” diyeceğimi düşünenleri oldukça şaşırtacağım. Evet,
namaz Kuran’da geçmeyen Farsça bir kelimedir. Arapça veya Türkçe
değildir ve bu kelimenin yolu bize gelene kadar İran’dan,
Hindistan’dan ve Sanskritçeden de ateşlerin etrafında dans eden
kabilelerden de geçmiştir. Ama buna rağmen kitapta namaz yok değil,
namaz vardır. Bununla birlikte salât tabi ki namaz değildir fakat
namaz salâttır. Salâtı ikamenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) içinde
yer alan araçlardan bir araç ve o salât havuzunda yüzenlerden bir
parçadır. Ancak namaz deyince ne anladığımıza, namaz kavramına ne
anlam verdiğimize gelirsek; benim bahsettiğim namaz çoğunluğun
anladığı şey değil bir şiarlar bütünüdür. Peki, şiar nedir?
2:158 Bakara suresi 158.ayet
Şüphesiz Safa ile Merve Allah'ın şiarlarındandır. O halde kim Ev’i
hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için
bir sakınca yoktur. Ve kim hayra gönüllü ise şüphesiz Allah şükrü
bilendir.
Bakara 158’de geçen Safa ve Merve o zaman ya da sonradan iki
tepeciğe isim olarak verilmiş olabilir. Ancak Kuran’ın hiçbir yerinde
anlamsızca verilmiş isimler iddia edemeyiz. Safa; duru, berrak, iç
huzuru, samimi dayanışma demektir. Merve’nin ise; seçkin davranış,
cömertlik, mertlik, yiğitlik ve ailevi mutluluk gibi anlamları vardır. Bu
kapsamda ve ayetler çerçevesinde Safa’nın; bir barış göstergesi olarak
musafaha (tanışma, tokalaşma, hoşgörü, hal hatır sorma) yapılan ve
177
musaffa edilmiş (tecrit edilmiş, temizlenmiş, süslenmiş) bir yer olma
ihtimali uzak durmuyor. Merve’nin ise insanların birbiriyle
hediyeleştiği bir yer olma ihtimalini kuvvetli buluyorum. Kanaatim
isabetlidir ya da hatalıdır ama bunların Allah’ın işaret ettiği şeyler
olduğu ve hayra gönüllü olarak katılmayla ilgili olduğu ayetten
anlaşılıyor.
Netice olarak şiar; söz, parola, sembol, işaret gibi anlamlara gelen
bir kelimedir. Bu kapsamda ayetten Merve ve Safa’nın birer sembolik
anlamı olduğunu ve bunların Allah’ı işaret ettiğini anlıyoruz. Yani esas
olan Safa ve Merve denilen yerler değil, onların bize hatırlattığıdır.
Konu bağlamında haccın salt birkaç ritüel için değil gerçekte
insanların barışa yönelik bir dayanışması için yapıldığı gerçeği ortaya
çıkıyor. Bu sebeple namaza daha fazla girmeden evvel haccı
çözümleyerek gitmek; işaretler orada geçtiği için daha mantıklı
görünüyor. Salâvat bölümünde dayanışmayı konuşurken hacca ve
haccın detaylarına pek girmediğimden aşağıdaki değerlendirmelerimi
aynı zamanda oraya da atfedebilirsiniz. Hac esas olarak büyük bir
dayanışma faaliyetidir ve hac ziyareti yapmak dayanışma için bir
araya gelme maksatlıdır. Bakara 189’da hilalin görünüşünün hac
vaktinin geldiğini belirten bir zaman işareti olduğu açık görünüyor.
Elbette bu hilaller haram aylar içinde görülen hilallerdir. Bunu
ilerideki ayetlerde anlıyoruz. Orada bir dayanışma, bir yardımlaşma
faaliyeti olacağı için, oraya yardımlaşma için bir takım mallar
getirileceği için, insanların içinden oraya farklı niyetlerle gelenlerin
olabileceğini de bu ayetten anlıyoruz.
Bakara suresinin 195. ayetinde orada yapılan işin suiistimal
edilmemesi ve iyi niyetlerle, halis duygularla yapılması gerektiği
anlaşılıyor.
178
Bakara 196’da ise bu sayfaya kadar pek bahsetmediğim için yeni
sayabileceğimiz bir kelime ile daha karşılaşıyoruz. Nüsuk! Ne yazık ki
birçok mealde hem bu kelime hem de “hediye” kelimesi kurban
denilerek çevirisi yapılmış ve bu yüzden ayetin anlamı neredeyse
örtülmüş. Oysa bahsedilen kelimelerin zaten çok özel anlamları vardı.
Ayeti acele etmeden tane tane okuyun lütfen… Erinmeyin. Bu ayeti
yavaş yavaş okuyun lütfen… Önemli!
2:196 Bakara suresi 196.ayet
Haccı ve umreyi Allah için yapın. Engellenmeniz durumunda
kolayınıza gelen (yani maddi imkânınız ölçüsünde) bir hediye (kurban
değil hediye) gönderin ve hediyeniz mahalline ulaşıncaya kadar
başlarınızı tıraş etmeyin.
Fakat sizden kim hasta olmuş veya ondan ötürü (hediye
gönderemediği için) baş ağrısı çekiyorsa (üzülüyorsa) oruç, sadaka
veya nüsuk (ibadet, dua vs) biçiminde (hediye yerine) fidye (hediye
yerine sayacağı bir şey) yapsın. Güvene (emniyete, sağlığa ya da
maddi olanağa) kavuştuğu zamansa hacca kadar umre yaparak
kolayına gelen (imkânları ölçüsünde) bir hediye götürebilir.
Ve kim ki buna (hediye götürmeye yine de) imkân bulamazsa bu
durumda hacda iken üç döndüğünde de yedi gün olacak biçimde
siyam etsin (oruç tutsun). Tamamı on gün eder. İşte bu mescid-el-
haramda (o özel dayanışma yerinde) ehli hazır (tanıdığı ya da yakını)
olmayanlar içindir. Allah’a karşı takva sahibi olun. Allah’ın vereceği
karşılık şiddetlidir.
Yukarıdaki ayette ilk dikkat çekmek istediğim nokta “hediye”
kelimesidir. Çünkü hac ayetlerinin bir tanesinde bile kurban diye
çevrilebilecek bir kelime geçmez. Hemen tüm meallerde kurban diye
tercüme edilen kelimeler bizim dilimize de geçmiş olan ve anlamını
çok iyi bildiğimiz “hediye” kelimesidir.

179
Demek ki hac için toplanılan yere mutlaka ki kurbanlık hayvan
değil, her türlü hediye götürülüyormuş. Elbette hayvan da bir hediye
çeşididir. O dönem için çok da değerli bir hediyedir. Ama bu, tüm
hediyelerin hayvan olması gerektiği, hatta kesilmiş hayvan eti olması
gerektiği anlamına gelmez. Üstelik hayvanlar yoksullara canlı olarak
da hediye edilirse bu çok daha değerli olmaz mı? Olur. Yapılıyordu da.
Aynı ayette hac denilen bu dayanışma buluşmasına hasta olduğu
için katılamayanlar ya da hediye gönderemediği için muhtemelen
üzüntü duyanlardan bahis var. Aslında çok anlaşılır bir şey. Ama işi
salt ritüel zannedenlerin ve atalarından devraldığını din diye
kaybetmeme korkusu yaşayanların bu güzel duyguları ve mantığını
anlamaları oldukça zor. Bunu da kabul ediyorum.
Her şeye rağmen hediye götürmeye ya da göndermeye olanak
bulamayanlara (içleri rahat olsun diye) tutulan oruca katılmaları
tavsiye ediliyor. Peki, neden o bölgede oturmayanlar veya orada yakını
olmayanlar için böyle 3 ve 7 günü ayrılmış parçalı bir oruçtan
bahsediliyor? Çok basit. Çünkü orada olanlar itikâflarıyla birlikte
zaten on gün orucun tamamını hac süresince orada tutmuşlardı.
Orada yakını olanlar da aynen onlar gibi onların misafiri olarak
oruçlarını orada tutabiliyorlardı. Ama orada yakını olmayanlar
evlerine dönmek zorundaydılar.
Orucun şartları da biliyorsunuz ki Bakara 183-188 arasında hem
hafifletilmiş hem de sonraki ayetlere ilave edilerek açıklanmıştır. Oruç
ya da başka bir şey… Önemli olan yaptığı işi takva sahibi olarak
yapmaktır. Dolayısıyla oruç da burada bir nüsuk’tur. Nüsuklar şiarlar
gözetilerek yapılan ritüel ya da temsili ibadetlerdir. Oruç üzerindeki
tartışmalara da bu kitapta girmek istemiyorum. Belki ileride…

180
Bakara 198’de; Safa, Merve, Hac kelimeleri gibi Arafat, Meşaril
haram gibi kelimeler de diğer birçok kelime gibi kutsallaştırılmış ve
anlamı bilinmez biçimde bugün kullanılıyor. Oysa bunların her birinin
bir anlamı var. Arafat işte o yardımlaşmanın, dayanışmanın yapıldığı
yerken, meşaril haram (şiar edilerek) işaretlenerek (bir anlamda trafik
işaretleri konularak) o faaliyetten sonra insanların yönlendirildiği yer
olarak öne çıkıyor.
Ayetler uzun olduğu için hepsini buraya almıyorum. Kitaptan
inceleyebilirsiniz. Bakara 199’da yürüyüş ve Bakara 200’de anma
biçimi ile ilgili olarak konunun devamı var… Demek ki bu dayanışma
faaliyeti evvelden beri yapılıyor ve Kuran’la birlikte buna bir disiplin
ve samimiyet getirilmiş. Önceleri yapılanda şirk kokusu varken, kötü
niyetliler varken, şimdi iş takvaya ve Allah için hak için doğru işler
yapmaya evrilmiş. Bu çerçevede orada edilen dua da istemek de
kötülenmemiş. Ama sadece dünya için değil…
Ali İmran 95,96… Geçen kelime olan Bekke, Mekke midir ya da
neresidir o da ayrı bir tartışma konusu… Ama önemli olan (en
azından benim için) gerekli öğüdün ne olduğudur. Bununla beraber
bu dayanışma faaliyetinin ne zaman başladığını açıklıyor ayetler. Taa
İbrahim döneminde!
Ali İmran 97… Yapılan işin art niyetli maksatlara alet edilmemesi
gerektiği, Allah için yapılması gerektiği bu manada Kuran’ın indiği
topluma gösterilen mescidi haramın neresi olduğunu bu ayetlerden
anlaşılmıştır. Peki, bizim mescidi haramımız bizim kâbemiz, bizim
dayanışma mekânımız da orası mı olmalı?
Şöyle bir açıklama getirmeye çalışayım… Daha önceki bölümlerde
de benzer şekilde örnek vermiştim: İbrahim peygamber şayet bir

181
Japon olsaydı, o günkü Araplardan hac için Tokyo’ya mı gitmeleri
istenecekti? O halde işaret edilen ev kendi topraklarındaki ev “hacca
konu olan makam/mekân”dır. Mescidi haramın nerede olduğu değil
içinde ne yapıldığı önemlidir. Mescidi Haram Kâbe ise; Kâbe o
toplumun şiar edindiği yerdir. Dayanışmalarını orada yaparlar. Bizse
kendi şiarımızı bile bulamayıp Mekke’ye gidiyoruz!
Maide 1’de hem kelimenin etimolojisinden hem de ayetlerin
açıklamasından “ihramlı” olmaktan kastın farklı özel bir kıyafet
giymek değil de, haram aylarda olmak gibi bir anlam hissediyorum.
Haram ayların neler olduğu da ayrı bir tartışma konusu olmakla
beraber ben bunun zamanının bahar sonu ve yaz aylarına tekabül
eden (bizim coğrafyamıza göre Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos
gibi) aylara daha yakın görüyorum. Çünkü haram aylar avlanmanın
yasaklandığı aylardır. Avlanma da havaların ısınmasıyla başlayan ve
genellikle soğumaya başlaması ile son bulan bir dönemdir. Ve
hayvanların üreme süreci olduğu işaretini de alıyorum bu ayetlerden.
Tabiatla uyumlu görünüyor.
5:2 Maide suresi 2.ayet
Ey iman edenler! Allah'ın şiarlarına, haram olan aya, hediyelere,
(onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk
isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin.
İhramdan çıktığınızda artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan
alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi
aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah
ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'a sığının. Gerçekten Allah
(ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
Maide 2’den anlaşılabilir ki; evvelden beri gelen hac faaliyetini
kendi menfaatlerine göre sahiplenen ve yöneten müşrikler elde
ettiklerini kaybetmemek için iman edenleri mescidi haramdan
182
alıkoymuşlar. Gebe develer misali buna örnektir. Gebe develeri ya da
diğer değerli ganimetleri kurban (hediye) saymayan ve muhtemelen
kendi zimmetine alan müşrikler bu bedava gelir kapısını kaybetmek
istememiş olabilirler.
Ardından yasaklanan hayvanlar açıklanmaya başlanıyor ve ayetler
öylece devam ediyor… Yukarıdaki ayette dikkat ettiyseniz bazı şiarler
verilmiş: Haram ay, hediyeler, onlardaki gerdanlıklar, beyti haram…
Bunların hepsi şiar, hepsi işaret. İşaretler asıl olan değil, asıl olan şeyi
gösteren şeylerdir. Bu konuya esaslıca döneceğiz. Devam edelim…
Hacc 27… Kuran’da ezan kelimesinin geçtiği yerlerden biridir.
Haccı ezan etmek, haccı ilan etmek, duyurmak demektir. Mutlaka ki
minareye çıkıp camiden ezan okumak değil. Üstelik bu yukarıdaki
ayetlerde de gördüğünüz gibi hilallere bağlanmış durumda. Hilaller
şiar, ezan okumaksa nüsuktur.
Hacc 28… Et, süt, hayvansal her ne ürünse işte orada toplananlar
da orada yiyorlar ve fakiri de doyuruyorlar. Ama bu demek değil ki
bütün hayvanları orada kesiyorlar ve etlerini dağıtıyorlar! Bir
muhtaca bir inek ya da deve hediye etseniz daha çok sevinmez ve
yaptığınız iyilik sürekli olmuş olmaz mı?
Peki, bugün ne yapılabilir? Kurban bayramı diye bildiğimiz
bayramlar bir dayanışma bayramına dönüştürülemez mi? Her semtte
kutsallaştırılmamış bir mescidi haram kurulamaz mı? Her şehrin
meydanında insanlar neyi varsa ondan getirip de bir yakınlaşma
bayramı oluşturamaz mı? Sadece hayvan mı keseceğiz? Ev ihtiyacı
olanlar için ev, borçlular için ödeme masaları, sağlık masaları,
indirimli ürün pavyonları, bedava kitaplar, bedava oyuncaklar
dağıtılamaz mı? Yoksa gebe develerden kurban olmuyor mu?

183
Hac için Suudi Arabistan’a mı yoksa kendi şehir meydanlarımıza
mı gidilmeli? Bizim toplumumuzun dayanışmasını Arafat’ta nasıl
yapacak, Türk Kürt ikileşmesini barışa sahne olacak biçimde Mekke’de
nasıl çözeceğiz? Üç beş kuruşu olanın koşa koşa Mekke’de kestirdiği
kurbanın mahallemizde doğal gaz faturasını ödeyememiş aileye nasıl
faydası dokunacak? Orada şeytan diye taşlara atılan taşlar bizim
topraklarımızdaki piyasa şeytanlarının ve hırsızlarının kafasını nasıl
yaracak? Her mahalleye, her semte, her şehir meydanına işlevsel
anlamda bir Kâbe kurabilseydik keşke!
Hacc 29… “Beyti atik” tamlamasındaki “atik” kelimesi sadece” eski,
kadim” anlamına gelmiyor. Aynı zamanda “esaretten kurtulmuş”
anlamına geliyor ve bence ayetteki esas anlam tam da bu. Peygamber
ve onu takip edenler o gün kendi sılalarını esaretten kurtarmış olarak
oraya döndüler. Kendisi şiardır. Ama hatırlattığı özgürlüktür.

184
22:67 Hacc suresi 67.ayet
Biz her topluma bir mensek (ibadet tarzı) kıldık. Onlar bu tarzla
nüsuk (ibadet) etmektedirler. Öyleyse iş(in)de seninle çekişmesinler.
Sen Rabbine çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.
Nüsuklar üzerine adlar anılacak şiarlerden oluşur. Yani sembolik
ibadetler, ritüellerdir. Toplumdaki karşılığı salâtın ritüeli olmalarıdır.
Namaz bu anlamda şiarlerden oluşan bir nüsuktur. Bu nüsuklara
saygılı olmak gerekir. Bunlar her toplum için farklı olabilir. Ateşin
etrafında yapılmış olanlar da nüsuktu. Mesela anıtkabirin ziyaret
edilmesi ya da bir ülkeye gidince o ülkedeki bir anıtın ziyaret edilmesi
de o ülkenin dini olmasa da milli bir mensekidir. Nüsuklar aslının
temsilini içeren işaretler taşırlar.
6:162 Enam suresi 162.ayet
De ki; şüphesiz benim salâtım, nüsuklarım, hayatım ve ölümüm
âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Yukarıdaki ayette nüsuk kelimesi salât ile birlikte geçiyor ve
manidar biçimde hepsinin Allah için olduğu belirtiliyor. Yani nüsuk da
bir “desinler” için veya “gösteriş” için değildir. İşaret ettiği Allah’tır.
22:34 Hacc suresi 34.ayet
… Biz her toplum için bir mensek (ibadet tarzı) kıldık, O'nun
kendilerine rızık olarak verdiği çiftlik hayvanları üzerine Allah'ın adını
ansınlar (hatırlasınlar) diye. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık
yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.
22:35 Hacc suresi 35.ayet
Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Onlar kendilerine isabet
eden musibetlere sabredenler, salâtı ikame edenler ve rızık olarak
verdiklerimizden infak edenlerdir.
22:36 Hacc suresi 36.ayet
İri cüsseli develeri size Allah'ın şiarlarından kıldık. Sizler için onlarda
bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına
185
ayakta durup) boğazlanırken Allah'ın adını anın (hatırlayın). Yanları
üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene
yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki
şükredersiniz.
Şiarların (işaretlerin) ve bu işaretleri içeren ibadet tarzlarının
(nüsukların) Kuran’a göre esas hedefi Allah’ın ve O’nun zikrinin,
gerçeğinin hatırlanması içindir. İşaretlerin değeri hatırlattığı şeydedir.
Salâtı ikame (bağlantıyı ayakta tutma) bağlamında şu sayfaya
kadar birçok araç hakkında konuştuk. İşte neticede geldiğimiz
noktada şiarleri de dışarıda bırakamayacağımızı gördük. Mesajı ve
aydınlanmayı yaymak için toplumsal kültürümüze göre bir takım
şiarler (işaretler) olmasında bir sakınca olmadığını görüyoruz.
Bununla beraber içimizden geldiği biçimde tevbemizi, şükrümüzü,
hûşûmuzu, aydınlanmamızı yaşayabilir, toplu olduğumuz zamanlarda
da kültürümüze uygun biçimde nüsuklara katılabiliriz.
Şiarlar (işaretler) salâtı ikame (bağlantısı içinde) benim tespit
edebildiğim yirmi altı kalemden biri ve asla yok saymıyorum. Ama
bunu esas haline getirip salâtın her şeyini de namaz nüsukuna
yüklersek, diğer yirmi beş maddeyi gözden kaçırmış, bir taklit edişe
çevirmiş ve içi bomboş hale getirmiş oluruz. Eğer şu ayetteki
mutlulukla secdeye varabiliyorsanız ne mutlu size.
17:107 İsra suresi 107.ayet
De ki: İster ona inanın ister inanmayın; o önceden kendilerine ilim
verilenlere okunduğu zaman çenelerinin üstüne kapanarak secde
ederlerdi.
İsteseniz de istemeseniz de, beğenseniz de beğenmeseniz de
ritüeller sizin de hayatınızın bir parçası. Siz filanca ritüeli beğenmiyor
ve uygulamıyor olabilirsiniz. Oysa farkına varmadan o kadar çok
186
ritüeli yaşamınızda siz de barındırıyor ve hatta o ritüelleri yapmak için
o kadar çok özel zamanlar ayırıyor, o kadar çok özel gayretler sarf
ediyorsunuz ki... Ama bunun farkında bile değilsiniz.
Hiç milli bir bayram kutlamasına katıldınız mı? İstiklal marşını
okuyup bayrak salladınız mı? Orada geçiş töreni yapan askeri araçları
izlediniz mi? Evinize veya işyerinize bayrak astınız mı? Geceleri fener
alayına katıldınız mı? Öğrenciliğiniz döneminde stadyumdaki
gösterilere renkli kıyafetler giyip bizzat katıldınız mı?
Evlenirken düğün salonu tuttunuz mu? Evin önünde davul zurna
çaldırdınız mı? Ortaya çıkıp zeybek oynadınız mı? Halaya ya da
horona katıldınız mı? Nikâh sırasında eşinizin ayağına basmaya
çalıştınız mı? Gelinlik ya da damatlık giydiniz mi?
Kendinizin ya da sevdiklerinizin doğum gününü hiç kutladınız mı?
Pasta kestiniz mi? Mumları üfleyerek söndürdünüz mü? O gün doğan
kişiye hediye aldınız mı?
Hiç cenaze törenine katıldınız mı? Ölü evinde helva yediniz mi?
Tabutun başında durdunuz mu? Top arabasına yüklenmiş şehidin
arkasında cenaze marşıyla yürüdünüz mü?
İşinize kravat takarak gittiniz mi? İlk kazandığınız parayı
çerçeveleyip dükkânınıza astınız mı? Veya işinizden ayrılırken size
“güle güle” pastası kesildi mi?
Evinizi yeni aldığınızda elinize tapu kâğıdı verildi mi? Hediyeler
getirildi mi? Yeni bir araba aldığınızda arkadaşlarınızla şöyle bir tur
attınız mı? Ayağınıza yeni aldığınız pırıl pırıl ayakkabının üzerine
“güle güle kullan” diyerek basmaya kalkan arkadaşınız oldu mu hiç?

187
Bugüne kadar hiç yemin törenine katıldınız mı? Ya açılış
törenlerine? Veya bir kokteyle? Yahut bitirdiğiniz kursun sertifika
alma merasimine?
Hadi hepsini bir tarafa bırakalım… Sabahları insanlara hiç
“günaydın” dediniz mi? Ya da bir yere girerken selamun aleyküm?
Bir esnafın yanından ayrılırken hayırlı işler? Telefonu açarken alo
dediniz mi hiç?
Eğer bunlardan birini ya da birkaçını yaptıysanız ritüeller sizin
hayatınızda da epeyce yer almış demektir.
O halde; çile çekme ayinindeki bir adamı, ateşin üstünden atlayan
ya da etrafında dans eden kabileyi gördüğünüzde neden
garipsiyorsunuz? Bunlar aynı şey değil diyebilirsiniz? Peki, sizin
alışkanlıklarınız size dosdoğru gelirken başkalarının alışkanlıklarını
yanlış görüp küçümsemenizin altında gerçekçi ve mantıklı bir
nedeniniz var mı? Yoksa sadece kendinizi medeni gördüğünüz ve
halinizden memnuniyet hissettiğiniz için mi bu garipsemeleriniz? Kim
bilir ki Okyanusya’da modern hayat görmemiş bir adada çıplak bir
şekilde ayinler yapan bir kabilenin çocuğu olarak da doğabilirdiniz? O
zaman da küçümseyecek miydiniz kabilenizin ateşin etrafında
başlarını eğip kaldırıp “la la la lo lo lo” dans etmelerini? Bunu neden
yapıyoruz diye düşünebilecek miydiniz yoksa o ritüelin en iyisini
yapmaya mı çabalayacaktınız aidiyet ve beğenilme arzunuzla?
Ateşin üstünden atlayanlar veya etrafında dans edenlerin bazıları
belki de ateşi ilah edindikleri için değil kötülüklerden ve kötü
ruhlardan arınmak için bir şiar olarak bunu yapıyorlardı. Ateş
temizleyicidir, kirleri, hastalıkları ve hatta yiyeceklerinizi tezkiye eder..

188
Ritüeller çokça var hayatımızda. Eğer içleri dolu doluysa ilkellik
değil her biri bir farkındalık davranışıdır. Hepsi semboldür. Ama içleri
farkındalıktan yoksunsa işte o zaman obsesif takıntılardan başka bir
şey olamazlar.
Milli bayram törenindeki bayrağın, istiklal marşının veya geçiş
töreninin her birinin verdiği bir mesaj vardır. Bayrağı değerli kılan
rengi, kumaşı ve şekilleri değil, o renk, kumaş ve desenlerin dayandığı
mesajlardır. Eğer bir toplumsal ülkü, bağımsızlık veya birliktelik gibi
mesajları olmasa bir bayrağın renginin, kumaşının ve desenlerinin
kendi başına hiçbir değeri olamaz.
Savaşta yolda kalacak tankların, döküntü askeri araçların, lastiği
patlak ciplerin tören geçişinin hiçbir caydırıcılık anlamı yoktur. Hatta
tam tersine mesaj verirler. Aslolan tören geçişine katılan araçlar değil,
o araçların verdiği “güçlüyüz ve güvendeyiz” mesajıdır.
Evlenirken yapılan düğün töreninin mesajı sadece o gün gülüp
eğlenmek değil, evlenecek çift için katılanların verdiği bir ömür boyu
mutlu ve mesut yaşamaları isteği ve desteğidir. Doğum günü kesilen
pasta değil, doğum günü kutlanan kişiye verilen “iyi ki varsın, seni
seviyoruz” mesajı ve desteği önemlidir. Eğer bu destek varsa pasta ve
mumlar olmasa da olur. Veya destek ve sevgi yoksa pastanın tatma
şehveti uyandıran bir metadan başka hiçbir anlamı yoktur.
İstediği kadar yemin töreni yapsın; hastaları arasında ayrım
gözeten bir hekimin, disiplin kurallarını tanımayan bir askerin,
kanunları hiçe sayan bir yargıcın, adaletle hükmetmeyen bir devlet
başkanının ettiği yeminlerin hiçbir anlamı yoktur. İçi boştur.
Gösteriştir.

189
Eğer birbirimizle iyi geçinme gibi bir derdimiz yoksa, barış içinde
yaşamak gibi bir hedefimiz olamıyorsa, birbirimizin kuyusunu kazan
bir ekonomik duyarsızlığa sahipsek, iyilikleri bile “desinler” diye
yapıyorsak; birbirimize selam vermemizin, selamun aleyküm,
merhaba veya günaydın dememizin hiçbir anlamı yoktur. Bu
durumda yapıp ettiklerimiz ikiyüzlüce ve içi boş ritüellerden öteye
gidemez.
Evet, insanlar kendi gelenekleri ve alışkanlıkları çerçevesinde esas
mesajı gizlemeyecek biçimde ritüeller icra edebilirler ve böyle bir
kültür oluşturabilirler. Bir ritüelin esas maksadı onun hareket
biçimleri değil, dayandığı mesajların hayata geçirilmesidir.
Rükû etmek de, secde etmek de ve namaz da işte böyle bir şeydir.
Nasıl ki bağımsızlığı konu edinmeyen bayrak anlamsız bir bez
parçasıysa, Kuran’ın mesajını dikkate almayan bir namaz ritüelinin de
tek başına içi boş bir hareketler manzumesi haline gelmiş olacağı, bir
gösterişten öteye gidemeyeceği açıktır. Yeryüzünde bayrakların rengi
ve deseni farklı farklı olabilir. Ama verdikleri mesaj genellikle aynıdır.
Aynı kapsamda Allah’ın dinini esas alan namaz gibi ritüeller farklı
farklı olabilir. Ama verdikleri mesaj Allah’ın mesajları ve götürdükleri
yer yeryüzünün ıslahı olmalıdır. Sembolleştirilen hareketler değil, o
hareketlerin anlamlarıdır o sembolleri değerli kılan.
Bu yönüyle namaz bir nüsuktur ve önemi biçimi değil anlamıdır,
işaret ettiği işlerdir. Ritüellerin hatırlattığı; dayandığı mesajın hayata
geçirilmesidir. Bu kapsamda Kuran’da emredilen; ritüelin kendisi
değil, dayandığı Kuran mesajının yeryüzüne bağlanabilmesi, hayata
geçirilebilmesidir.
Şimdi bir hediye düşünün…

190
Hediyenin kendisi bir şiar, birisine hediye vermekse bir nüsuktur.
Temsili bir harekettir. Aslolan hediyenin kendisi değil anımsattığı kişi
olan sizsinizdir. İşte Allah adına verilen hediyeler de Allah’ı hatırlatan
hediyelerdir. Bu yüzden mensek kılınan hayvanlar üzerine (verenin
değil) Allah’ın adı anılmış (hatırlanmış) olmaktadır.
Namaz da bu bağlamda salâtın nüsukudur. Bir şiarler bütünüdür.
Aslolan yapılan hareketler değil anımsattığı Allah’la bağlantıyı ayakta
tutan araçlardır.
İster ders olan salâttan sonra, ister tesbihinizden sonra, ister
okumanızdan veya tefekkürünüzden sonra kültürünüze göre namaz
kılabilir, ritüeller yapabilirsiniz. Tüm salâtlarınızın içinde olabilir.
Cenaze törenlerinde yapılan nüsuklar vardır. Bu da her toplum için
farklı olabilmektedir. Aslolan şiar değil ölen kişinin anısını
hatırlatmasıdır.
Bayramlar, özel günler, doğum günü pastaları hepsi birer şiardır.
Hatta ve hatta şu okuduğunuz harfler bile birer şiardırlar. Aslolan
gözünüzün önündeki a, b, c karakterleri değil size hatırlattıkları
anlamlardır. Rakamlar da şiardır, kendileri değil anlattıkları nicelikler
önemlidir.
Namazla bugüne kadar ulaşmış tüm hareketler birer şiar olarak
bugüne gelmiştir. Kıyamın, rükûnun secdenin, tekbirin, selamın
hepsinin hatırlattığı birer anlam vardır. Her biri salâtı ikamenin
(bağlantıyı ayakta tutmanın) araçları olup bu manada Allah’ın
şiarlarıdır. Hatırlattıkları şeyler yapılan hareketlerden çok daha
değerlidir. Salât kaybedildiği (bağlantı koparıldığı) için şiarların
anlamı da karışmış, kaybolmuş, salt taklit ritüellere dönüşmüş
olabilirler. Ama buna rağmen Allah’ı hatırlattıkları için
saygıdeğerdirler. Allah’ın şiarlarına saygısızlık edemeyiz. Ne
191
seccadenin üzerinde, ne ağlama duvarının dibinde, ne de ateşin
etrafında olmaları Allah’ı hatırlatmalarının önünde engel değildir.
Ancak işte problem orada ki sadece namaz kılmak sadece şiar
göstermektir. Öncesi ve sonrası olmadan ve işaret ettikleri şeyler
hayata geçirilmeden kılınan namazın kılan için anlamlı olması
mümkün değildir.
Vakitli olan salât yapılmazken vakitli namaz kılmanın… Önünde
kitap veya arkasında tesbih yokken akşam sabah seccadeye gitmenin…
Tevhid yapılmamışken başlangıç tekbiri getirmenin… Okumazken
kıraat etmenin… Dinlemezken tahiyyata gitmenin… Zikrin ne dediğini
anlamazken secde etmenin… Islahat ve sulh için çalışmazken selam
vermenin… Öğrenme hevesi yokken tesbih çekmenin… Cehaletten
arınmak yokken kırkta bir zekât vermenin… Davan yokken dua
etmenin… Kendi kıbleni bulmadan yüzünü Kâbe’ye dönmenin…
Kıyam etmemişken kamet getirmenin… İnfak etmezken musafaha
yapmanın… Dayanışma yokken lafla salâvat getirmenin… Hiçbir
mücadelen yokken cihat ayetlerini savurmanın… Salât diye bir
bağlantın yokken ellerini bağlamanın hiçbir anlamı yoktur. Şiarleri
yücelten, işaretlere saygı duyulmasını sağlayan kendileri değil
anlamlarıdır.
22:32 Hacc suresi 32.ayet
İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin
takvasındandır. …
Nüsuklara saygı duyup şiar manasında rükû edenlerle de rükû
edilir. Ancak hiç kitaba eğilmemişken rekât saymanın… Kitaptan
haberi olmayan imama uymanın… Furkanını almamışken namaza
niyet etmenin anlamı yoktur. Sağ ayak parmakların kıbleye dönerken
aklın ocaktaki çorbada ya da bankadaki hesabındaysa yönünü çoktan
kaybetmişsin demektir.

192
8:35 Enfal suresi 35.ayet
Onların o evin oradaki salâtları ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka
bir şey değildir. Artık inkâr ettikleriniz dolayısıyla tadın azabı.
Bu ayetten şu ana kadar net olarak iki izdüşümü çıkarabildiğimi
görüyorum: Birincisi ıslık çalmanın ve el çırpmanın bir şiar olup
olmadığıyla, ikincisi ise ıslık çalma ve el çırpmanın ne anlama
geldiğiyle ilgili çıkarımlar bunlar.
Önce birinci izdüşümünü açıklayayım: El çırpmanın da ıslık
çalmanın da birer şiar olabilmesi garip gibi gelse de, devrine göre
mümkün olabilir. Bu ayette eleştirilen şey ıslık çalma ve el çırpma
hareketini yapmaları değil salâtı ıslıktan ve el çırpmaktan ibaret
görmeleridir. Gayet makul ki Allah o hareketleri yapmalarını değil o
hareketleri yapmakla salât (bağlantı) sorumluluğunu üzerlerinden
atmış gibi davranmalarını eleştiriyor. Ettikleri salâtta ne bir takva, ne
bir okuma, ne bir doğrulama, ne doğru bir infak, ne bir ıslahat ve ne
de diğer salât araçları varken el çırpıp dini aidiyetiyle övünmek gerçek
salât değildir.
İkinci izdüşümüne gelince: Islık çalmak ve el çırpmak bir beğeni ve
aidiyet hissedişin sonucudur. Bir tiyatroda, bir konserde veya bir
stadyumda beğeninizi göstermek ve oradaki başarıya şahit ve dâhil
hissetmenin sonucunda ıslık çalar ve alkışlarsınız. Ama hepsinde de
başarının içinde değil seyircisi durumundasınızdır. Aynı durum bir
sihirbazın gösterisinde veya bir siyasi parti mitinginde de
gerçekleşebilir. Şimdi konunun kitaptaki bağlamını hatırlayın…
Mescidi haramın yanında; oranın, o merkezi yerin iktidarını elinde
tutan ve kitleleri din ile Allah ile aldatarak peşinden sürükleyen
müşrik sihirbazları aklınıza getirin. Onların hipnozunda ve aidiyet
duyguları kaşınarak peşinde sürüklenen insanlar için o liderler çok

193
büyüktür. Onların hamasetle dolduruşa getiren konuşmalarını
alkışlamak ve yalanlarla dolu sihirlerinin etkisinde ıslıklar çalmak,
insanların çoğu için aidiyet hazlarını yani onlara olan bağlantılarının
verdiği güçlülük duygusunu doruğa çıkarmaktadır.
Oysa insanlardan beklenen bir lidere, ruhban sınıfına ya da ahbar
sınıfına körü körüne bir salât (bağlantı) kurmaları değil bağlantılarını
(salâtlarını) Allah’a kurmalarıdır. İşte bu yüzden onların mescidi
haramdaki salâtları alkışlamak ve el çırpmaktan ibaret kalmıştır.
Oysa Muhammed nebi ve diğer iman edenler vakitli olarak dersler
yapmakta, furkan ile sorgulamakta, kitabı okumakta, doğrulamakta,
tam bir emin oluşla iman edip secde etmekte, hûşû ile kendilerini
arındırmaya, sulh’u yaymaya, infak ile dayanışmaya ve dualarını dava
edinip o davaya paydaş olmaya çalışırlardı. Muhammed nebiyi
alkışlamak değil, onun ağzından çıkan ayetleri duyup anlama, emin
olma ve öğrendikleri erdemleri hayatlarına tatbik etme
gayretindeydiler.
Ayetlerle şiar konusuna devam edelim…
12:100 Yusuf suresi 100.ayet
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye
kapandılar. Dedi ki: Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur.
Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı…
Yukarıdaki ayette de bir şiar vardır. Ayete dikkat ederseniz Yusuf
ebeveynlerini makamına çıkartıyor. Bu durumda tüm başına gelen
sürecin sonunda Yusuf’un Allah’ın lütfu ve izniyle gerçekten muktedir
bir yönetici olduğunu görüyor ve O’nun lütuf sahibi olduğuna bir kez
daha ikna oluyorlar. Bu sebeple sevinçlerini kültürleri gereği yere
eğilerek veya kapanarak da göstermiş olabilirler. Yusuf’a değil Yusuf
için Allah’a secde edişlerinin resmidir bu.
194
17:107 İsra suresi 107.ayet
De ki: İster ona inanın ister inanmayın; o önceden kendilerine ilim
verilenlere okunduğu zaman çenelerinin üstüne kapanarak secde
ederlerdi.
Benzer ayetlerde olduğu gibi “yere kapaklanıp secde etmek” gayri
ihtiyari yapılan kültürel bir tepkidir. Şiarı olduğu şey; yere
kapaklanmanın kendisi değil ne için yapıldığıdır. Duyduğu ayetlerdeki
gerçeklerin verdiği farkındalık sevinciyle yere secde etmeleri gayet
anlaşılabilir bir durumdur. Allah’ın verdiği bu örnek; gerçeğe olan
sevincin, Allah’a teşekkürün ve bilmeye olan hevesin (hûşûnun)
temsilidir. Emredilen şey çenesi üzerine yere kapaklanmak değil,
gerçeklere iman etmektir. Kendi kültürel birikime göre öyle
davranması gayet normal olan insanların “waaav!” diye
haykırmalarını ya da Arşimet gibi mescidden çıkıp sokaklara doğru
koşmalarını mı bekleyecektik! Onlar kendi kültürlerine göre hareket
etmektedirler. Bugün bizim toplumumuzun kültürüne de bu girmişse
(dayatılmadığı, gösteriş olmadığı ve içten olduğu sürece) bunun bir
şiar haline gelmiş olması yadırganacak bir şey değildir.
19:58-60 Meryem suresi 58,59 ve 60.ayetler
İşte onlar kendilerine Allah'ın nimet verdiği nebilerden, Âdem’in
zürriyetinden, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in
zürriyetinden ve onlara Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman yere
kapaklanarak secde eden ve ağlayan hidayete erdirdiklerimizin
zürriyetindendirler.
Ancak onlardan sonra gelen nesiller salâtı kaybettiler ve şehvetlerine
uydular. O halde yakında gayy (kendi hatalarıyla düştükleri karşılık)
ile karşılaşacaklar. Ancak pişman olup iman eden ve salih işler
yapanlar hariç. İşte onlar cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme
uğratılmayacaklar.

195
Kaybettikleri salât; Allah’la olan bağlantılarıydı. Ama onlar
bağlantılarını başkalarına yaparak Allah’a ortak koşmuş oldular.
Kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin bulurdu oysa…
13:28 Rad suresi 28.ayet
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır.
Öyle değil mi? Kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle tatmin olur.
Şiarların neyi işaret ettiğini anlamayanlar, işaret ettikleri yere değil
işaretlerin kendisine bağlanırlar. “Çenemizin üzerine kapanarak secde
edecekmişiz” derler. “Bu hareketleri her gün şu kadar kez tekrar
edelim” derler. Çenelerin üstüne kapanmakla görevlerini yerine
getirmiş zannederler kendilerini. Oysa çenelerinin üstüne kapananlar
hangi ilim, aydınlanma ve hûşûyla çenelerinin üzerine kapanmıştır
diye düşünmezler. Ayetleri anlayıp da o coşkuyla ve hevesle secde
edenlerle, hiçbir şey bilmek istemeden taklit olarak secde edenleri siz
olsaydınız aynı kefeye koyar mıydınız?
17:109 İsra suresi 109.ayet
Ağlayarak çeneleri üstüne kapanmakta ve hûşûları artmaktadır.
Sözcükler de şiardır. Sözcüklerin anlamını düşünmeden sözcükleri
kutsayanlar Allah’ı da sadece kendilerinin hangi sözcükle andığını
bilirler. Başkalarının O’na verdiği isimler bile taklidi dinleri gereğince
günah sebebidir onlara göre… Tanrı dedin diye küplere binerler!
17:110 İsra suresi 110.ayet
De ki: İster “Allah” diye çağırın ister “Rahman” diye çağırın. Ne ile
çağırırsanız çağırın her durumda en güzel isimler/nitelikler O'nundur.
Salâtında sesini çok yükseltme, çok da kısma. Bu ikisi arasında bir yol
benimse.
Sesini çok yükseltme, çok da kısma ifadesi… Bunu da konuşmuş
idik: Çok yüksek sesle konuşulması da düşük ses tonuyla konuşulması
da dinleyiciler için rahatsızlık vericidir. Çok yüksek ses insicam ve

196
hûşû bozucu, çok düşük ses de bazılarının söyleneni duyamamasına
neden olur. Bireysel tesbihler için de bir öğüt olarak alınabilir elbette
ama burada konu tamamen toplantı salâtı ortamı ile ilgili görünüyor.
20:70 TaHa suresi 70.ayet
Bunun üzerine büyücüler, öldürülmüşçesine secdeye kapandılar:
Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik, dediler.
Yukarıdaki ayette de Firavun’un sihirbazlarının iman edişi
resmedilmiş. “Harru succeden” tabirinden farklı olarak “ulkiye
succeden” tabiri ile verilen bu ayette çok önemli bir etkilenişten ötürü
kültürlerine göre davranan insanları görüyoruz yine. Bugünkü
Hindistan’da da bu tip boylu boyunca yere kapaklanılan secdelere hâlâ
rastlıyoruz. Demek ki mesele şiar olarak secde’nin şekli değil
sembolleştirdiği muhtevasıdır. Aynı duruma doğa ayetleriyle de
misaller veriyor Kuran.
22:18 Hacc suresi 18.ayet
Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay,
yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a
secde etmektedirler…
13:15 Rad suresi 15.ayet
Göklerde ve yerde her ne varsa isteyerek veya istemeyerek Allah'a
secde eder. Sabah akşam gölgeleri (gibi).
16:48 Nahl suresi 48.ayet
Allah'ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı? Onun
gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah'a secde eder vaziyettedir.
İbrahim de sadece vakitli salâtlar yaptığı için değil, şiarler ve
nüsuklar yapıldığı için de Ev’i temiz tutmalıydı…
22:26 Hacc suresi 26.ayet
Hani biz İbrahim'e Evin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle
emretmiştik:) Bana hiç bir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, kıyam
edenler, rükûa ve sücuda varanlar için evimi tertemiz tut.
197
Secdeye varmayı hatırlarsanız aydınlanmayla ve farkındalıkla
tanımlamıştık. Sadece bir ayeti işitip anladıkları zaman değil, bazen de
başlarına gelenin nedenlerini çözüp fark ettikleri ve denendiklerini
anladıkları zaman da yere kapanarak secde ediyorlardı. “Harru
rakian” ifadesi geçen aşağıdaki ayette de Davut nebi için böyle bir
durum var…
38:24 Sad suresi 24.ayet
(Davut) Dedi ki: Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına
(katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, birleştirip katan
(ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı hakka tecavüz ederler. Ancak
iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.
Davut, gerçekten bizim onu imtihan ettiğimizi sezdi. Böylece
Rabbinden bağışlanma diledi, rükû ederek yere kapandı ve yöneldi.
Bugün toplumuzda kılınan namazlar da işte şiarler bütünü olan bir
nüsuktan ibarettir. Üstelik bu şiarler çok manidar biçimde şu
okuduğunuz e-kitabımın başından beri bahsettiğim salâtın
(bağlantının) araçlarının çoğunun işaretlerini taşımaktadır. Ama ne
yazık ki bunlar sadece şiar olarak bugüne taşınmış ve içleri bomboş
ritüeller haline getirilmişler. Vakitli olan salâtın içindekiler her tesbih
edişe taşındıktan sonra her tesbihe de namaz denip günde beş vakit
diye standarda bağlanmış. İçleri dolu gelseydi sadece zamlanmış
derdik ama işaretler gelirken neye işaret ettikleri bugüne
taşınamamış.
Diğer taraftan… Hadesten taharet; “Mescide giderken süslenin ve
temiz kıyafetler giyin” zikrinin işareti olurken… Necasetten taharet; el,
yüz, baş, ayak temizlenmesi demek olan abdestin işareti olurken,
tezkiye dediğimiz gerçek arınma ise saf dışı bırakılmış. Setri avret ilgili
ayetlerin şiarı olurken, istikbali kıble kendi mescidinken Kâbe olmuş.
Vakit; vakitli salâtın iken tüm tesbihlerin saatleri olmuş, niyet ise
hûşûnun yani merak ediş ve hevesin belki de yerini almış. Şiarler
büyük oranda gelirken şiarların mesajları büyük oranda kaybedilmiş.

198
Kuran’da peygamberimizin bir ders ve toplantı ortamında
olduğuna işaret eden birçok ayet grubu var. Ama bu, namaz
kılmadıkları ya da bugün namaza gereksinim olmadığı anlamına
gelmiyor. Namaza başlarken eller kulaklara kaldırılarak alınan
“başlangıç tekbiri” belki de salâtı ikamenin (bağlantının) nereye
yapılacağının sembolüydü. Belki de takva (sığınma) ve tevhitle
bağlanılan Allah’ı işaret ediyor ve O’nun ismi anılıp tenzih edilerek
vakitli salâtlara başlanıyor ve secde ile vakitli salât bitiriliyordu. Hepsi
kültürel ve mümkün.
Ritüeller “olmazsa olmaz” değiller belki ama dayatmasız ve içi
doluysa yanlış da değillerdi. Yapılması istenen şey her seferinde bir
ritüelin salt icra edilmesi değil, o ritüelin sembolleştiği mesajların
hayata geçirilmesiydi. Namazın detaylarının değil de salât mesajının
tüm içeriğinin Kuran’da bunabilmesinin nedeni sanıyorum ki budur.
Muhtemelen zaman içinde vakitli salâtlar vakitli iktidar
propagandalarına dönüşürken belirmeye başlayan ruhbanlar da
insanları kendi etrafında kendine salât bağlantıları kurabilmek için
toplamaya başladılar. Zaman ve coğrafya içinde giderek içeriğini
kaybeden vakitli salâtlar önce tesbihlerle karıştırılmaya, sonra da
içeriğini tamamen kaybedip salt şiarlara dönüşmeye başladılar.
Bugüne geldiğimizde şiarlar az çok yerinde dururken salâtın
içindekiler yok oldu gitti. Haftalık vakitler günlük tesbih vakitleriyle
zam alıp birbirine girdi. Elde ne salât kaldı ne de ikamesi. Şiarların
(işaretlerin) sadece taklit edile edile gelmesiyle gerçek salât (gerçek
bağlantı) kaybedildi.
Secde farkındalık anlamında olduğu kadar olmasa da şiar olarak da
güzeldir… Türlü salâtlar ederken… Türlü sorunlarla boğuşurken…
Kalbin sıkışırken… Göğsün daralırken… Faturalarını ödeyemezken…
Bebeğinin hastalığına üzülmüşken… Babanı ya da anneni
kaybetmişken… Üniversite bütün düşünceni hapsetmişken…
Arkadaşlarından uzak kalmışken… Sana bir söz söylenmiş de ağırına
199
gitmiş ama öfkeni dindirecek cevabı verememişken… Sen birisine bir
söz söyleyip de pişman olmuş için içini yiyorken… Patronla arayı
bozmuşken… Kocanla/karınla tartışmışken… Çözemeyeceğini
düşündüğün sorunlarla güreşirken… Bir “raund arası” versen…
Aybaşına on gün kala cebinde on beş lira kalmışken… Şefkat arayıp
da bulamamışken… Kuran’a döndüğün ve Kuran’la uyardığın için
zanlarla damgalanmış ve sapkınlıkla suçlanmışken… Çaresiz olduğunu
zannettiğin dertlere düşmüşken… Artık bundan öte ne yapacağını
bilememişken… Bir üç beş sayarak değil… Ayakta, eğilerek, yan
yatarak, düz durarak, uzanarak… Arada bir hayata mola versen olmaz
mı?
Hiç mi yorulmadık? Hiç mi yorulmuyoruz şu hayattan? Arada bir
şu dünyadan bağımızı koparıp da gerçeğe gözümüzü açsak olmaz mı?
Arada bir “reset” atsak da şu beynimizi azıcık dinlendirsek olmaz mı?
Büyümemiz için bize bir ömür verilmişken, arada bir o hayatımızın
zekâtını verip tezkiye etsek… Tarlamızı arada bir nadasa bıraksak…
Büyüdükten sonra büyüklenmesek de küçülsek… Büyümüş de
küçülmüş çocuk olsak… Bir an için yok olsak… O, yıllar süren
yaşamımızın orucunu arada bir üç beş dakika tutsak… Hiç değilse
secdede gözlerimizi bir ara verip kapatsak… Şu yalan dünyaya azıcık
aralık versek de… O’nunla “bağlantı”ya geçsek olmaz mı?
24:41 Nur suresi 41.ayet
Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar Allah'ı
nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salâtını ve tesbihini bilir. Ve Allah
onların ne yaptığını bilmektedir.
72: 20 Cin suresi 20.ayet
De ki: Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua (davet) ediyorum ve O'na
hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum.

200
Tevekkül ve Salâtı İkame

T üm çabanızı elinizden gelebildiği kadar gösterdiniz ve


göstermeye devam etmeye azimlisiniz. Ama unutmayın ki
başarı sizin değil, çevrim sahibinin kararına bağlı. Sadece
O’nu kendinize vekil kılmalısınız. Kendinizi tezkiye etmeye
çalışıyorsunuz ama onu istisna etmeden başarıyı ya da başarısızlığı
tamamen kendinize mal edemezsiniz. Başarı O’nun elindedir.
Evet, bugün de genel anlamda salât (bağlantı) kaybedilmiş
durumda. Tüm bu çabalarımız onu yeniden kurabilmek için.
Mücadele bizden, takdir Allah’tan.
33:3 Ahzab suresi 3.ayet
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.
Sosyal medyada ya da bir tekkenin içinde hiç fark etmez; salih
adam pozu veren herkese ve gösteriş yapanlara kanmayın. Onlar iş
sıkıya binince ilk yan çizecek olanlardır. Güvenimizi Allah’a
yöneltelim. Ben kendi nefisime bile güvenmiyorum. Yaşamadığım bir
şey için her an için pusuda bekleyen fücurum iş zora girerse var
gücüyle ve şantajlarıyla beni nereye sürükleyebilir şimdiden bilemem.
Dileğim o ki; kaldırabileceğimizden ağır yüklerimiz olmasın. Salâtımız
sana, bana, ona, buna değil Allah’a bağlantı olmalı. İkame edeceğimiz
kendi hayatımızla ilgilidir. Kimse kimseden sorumlu olmayacak.
Kimse kimseyi hesaptan kurtaramayacak. Kimse kimseye şefaat
edemeyecek.

201
Kimse kimseye “en doğru benim doğrumdur” diyemez. Daha zoru
yaşamadan “şöyle yaparım, böyle yaparım” diye ahkâm kesemez. En
zorlu biçimde sınanmak en emin olduğunu zannedenlerin imtihanıdır.
Benim her söylediğim, kendi salâtım için kendi ufkumda
görebildiklerimin paylaşımıdır. Ben yağmurun beni nasıl ıslattığını
anlatıyorum. Kimseye benim gibi düşünmeniz, benim gibi iman
etmeniz mutlaktır demiyorum. Belki de sizler üzerinize yağan
yağmuru öyle bir tarif edeceksiniz ki benim sözlerim yolun başında
bile olmayan bir yolcunun hissettiği bir çisinti olarak kalacaktır. Eğer
böyle bir tarif bulursanız bana da beyan emekten umarım
kaçınmazsınız.
Selam ile…
3:103 İmran Ailesi suresi 103.ayet
Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın
üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O,
kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle
kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun
kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye,
Allah, size ayetlerini böyle açıklar.

202
Salât’a Yürüyüş
Sürüm 2.1
Cengiz Yardım

Kalemzáde e-kitap2018
hissettigimzaman@gmail.com

Aralık 2018|DARICA

Kitabın tüm hakları yazara aittir


Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın kullanılamaz
Paylaşılabilir ancak ticari değildir
Para ve sair yollarla satılamaz

All rights reserved to the author


On behalf, any content of the book can not be used without permission
May be shared but not commercial
No permission for sale

204

You might also like