Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 180

Muhammed İKBAL

KU LLU K KİTABI
Kulluk
Kitabı
2

(Hicaz Armağanı, Yeni Gülşen-i Raz, Kulluk Kitabı, Musa


Vuruşu)

HAZIRLAYAN: Ali Nihat TARLAN

Sufi Yayınları
3
MU H AMME D İKBÂL
KU LLU K KİTABI
4

İÇİNDEKİLER:

HİCAZ ARMAĞANI / 7
YENİ GÜŞEN-İ RÂZ / 79
KULLUK KİTABI /101
MUSA VURUŞU /115
HİCAZ ARMAĞANI
MU H AMME D İKBÂL

“ARMAĞAN-I HİCAZ"
ÖNSÖZ
İkbal 19. asrın büyük mütefekkirleri arasında
müstesna bir yer işgal eder. Garp’ta ve Şark’ta derin
5
akisler uyandıran bu büyük şair ve mütefekkirin
eserlerinden Peyam-ı Maşrık (Şarktan Haber), Esrar ve
Rumuz, Gülşen-i Raz-ı Cedid (Yeni Gülşen-i Raz),
Bendegîname (Kulluk Kitabı), Zebur u Acem (Seçmeler)
adlı eserlerini Türkçe’ye tercüme ve neşretmiş
bulunuyorum. Tercüme edildiği halde henüz
neşredilmeyenler ise Armağan-ı Hicaz (Hicaz Armağanı),
Darb-ı Kelim (Musa Vuruşu), Müsafır, Pes çi Bayedkerd
Ey Akvam-ı Şark (Öyle ise ne yapmak gerektir ey Şark
Milletleri) adlı eserlerdir.*
Tercümesi R. C. D. tarafından neşredilen Armağan-ı
Hicaz (Hicaz Armağanı) İkbal’in dinî, İçtimaî ve siyasî
fikirlerinin hususiyetlerini aksettiren değerli bir eseridir.
İkbal’! Türk münevverlerine tanıtmak, hayatımın
büyük mazhariyetlerinden biri olmuştur.
Bugün insan cemiyetinde, cemiyet hayaünm zarurî
mükellefiyetlerinden kurtuluş, asırların özene bezene
kurduğu bir medeniyeti ve aklî nizamı çiğneyerek iptidaî
ve daha yerinde bir tabir ile “nefsanî” hayata doğru bir
atılış müşahede edilmektedir.
1 Hilâl mecmuasında neşredilmiştir.
* Bu önsöz Hicaz Armağanı'nın R.C.D Kalkınma için İşbirliği Kültür
Enstitüsü Neşriyatı arasında çıkan baskısından (yıl 1968) alınmıştır.
Mütercimin bahsettiği Darb-ı Kelim (Musa Vuruşu) isimli eser daha
sonra aynı enstitü tarafından (1968) neşredilmiştir. Elinizdeki eserde bu
nüshalar esas alınmıştır. (Yayıncının notu)
Halbuki iyi düşünülürse bu mükellefiyetler insanı, İnsanî
hayat içinde hakikaten hür, mesut, sıhhatli, emin

KU LLU K KİTABI
yaşatmak için sonsuz tecrübelerin getirdiği bir nizamdır.
Garp’tan başlayan ve türlü ideolojilerin peşine
takılarak Şark’a doğru yürüyen bu çok tehlikeli cereyan,
İslâm âlemini de tehdide başlamıştır. Madde
medeniyetinin canavarlaşan bu felsefesi, Garbı derin bir 6
ıstırap içinde kıvrandırmaktadır. Garbın mütefekkir ve
terbiyecilerini büyük endişelere düşüren bu gidiş, korkunç
bir yıkılış manzarası göstermektedir.
İkbal, senelerce evvel, “gönül” denen İnsanî
cevherden mahrum bu gidişin insanı huzura
kavuşturmaktan çok uzak olduğunu görmüş ve “frenk”
namı altında ifade ettiği Garp medeniyetinin bir gün
akrep gibi kendi kendini öldüreceğini açıkça söylemiştir.
İslâm âleminin kendi bünyesinden doğan medenî ve
felsefî nizamın en yüksek İnsanî vasıfları haiz olduğuna,
uzun İlmî ve felsefî tedkikler neticesinde inanmış olan bu
dehâ, insanlığı ruh ve maddenin ahenkli imtizacına davet
etmektedir. İnsanlık ancak bu sayede huzura ve faziletin
İlâhî zevklerine erer. Bu harikulade imtizaç, esaslı aklî
müeyyideleri ile ancak Şark-İslâm ruhunda vardır.
İslâm âleminin büyük ruhî muvazene ihtiyacına en
beliğ cevabı veren İkbal, Garp âlemi için de parlak bir
meş’aledir.
Ali Nihat Tarlan
HİCAZ ARMAĞANI HAKKINDA
MU H AMME D İKBÂL

Armağan-ı Hicaz, İkbal’in çok içli bir eseridir. Kervan


sıcak, ıssız çöllerde ağır ağır yol alıyor. İkbal bir deve
üzerinde duygu ve düşünceleriyle baş başa, hayale» hacca
gitmektedir. Çünkü çok istediği halde bu arzusuna
7
muvaffak olamamıştır. Dörder mısralık bu kıt’alar, türlü
mevzulara temas eder.
İkbal, zamanının adamı değildir. Etrafındaki insanların
duygu ve düşünceleri onda yoktur. O, sadece “gönül”
denen mukaddes cevhere sahip olmakla iktifa eder. Mal,
mülk, dünya emelleri ona yabancıdır.
O, yanan gönlünün gösterdiği yolda yürür. Bu
mukaddes ateş onun hem zevki, hem ıstırabıdır. Bu ateşe
dostları yabancıdır. Bu öyle bir ateştir Ski, ona sahip olan
sineden yükselen bir ah, yüzlerce senelik kökleşmiş
gamları mahveder. Ferdin ve cemiyetin saadeti ancak bu
ruh heyecanına, bu İnsanî varlığa bağlıdır. Bu ah, bir
taraftan kâinat ve yaradılış muammasını halleder, kulu
ruhen ve fikren Hakk’a yaklaştırır; bir taraftan da
milleüeri esaretten kurtarır, benliğine sahip eder,
yükseltir, refaha kavuşturur. Bu ateş, insanı hakikî insan
yaparak dünya sulh ve saadetini sağlar.
Bu hakikatleri halka anlatmak lâzımdır. Gözünün
önünde muazzam bir Hindistan vardır ki esirdir,
sömürülmektedir.
Bu esaret zincirini kıracak olan bütün kudret, İslâm
ruhunda mevcuttur.
O büyük aşk, o ulvî ve asil aşk...
Hakikatte de İkbal, bu müstesna yaradılışın, bu aşkın,
bu ateşin her cephede bir mümessili olmuştur.
Onun nazarında hayat, ‘gönül’le kaimdir. Diri olan
insan böyle insandır. Onun ibadeti başkadır. Kendini

KU LLU K KİTABI
Hakk’m huzurunda hissetmediği zaman kıldığı namazın
sevabını -eğer varsabir yük gibi ağır bulur ve istemez.
Gönlü diri olanların secdesindeki ulviyyeti görür ve
duyar. Öyle bir secde ister ki yerleri, gökleri vecde
getirsin. Bu ıstırap içinde bir an huzuru yoktur. Çünkü 8
gönül’ün pençesindedir. Dinin ve bilhassa hakikî (aşk)
yolunun her cephesini iyi gören insandır: Cihanı kendi
varlığından kim yarattı? Cihanda örtüsüz tecelli eden
kimin cemalidir? Şeytandan niçin korksun? Onu da
yaratan, yetiştiren kimdir?
Bunu düşünmek, görmek ve söyleyebilmek için
tasavvufî görüşün ne yüksek mertebelerine erişmek
lâzımdır... (Onun içindir ki bu hakikatleri, idraki dar
insanlara söylemek istemez. Ruh, iman ve irfan
bakımından yükselmiş insanlara telkin etmek ister.)
İkbal, ıstırabın da ulvî ve İnsanîsini ister. Gamdan
korkmaz, lâkin bir gönül’e lâyık gam ister. Bu gönle lâyık
ıstırap tamamen metafizik bir ıstıraptır: Hakk’ı istemek ve
onu aramak ıstırabı. Bu aynı zamanda o kadar zevkli bir
şeydir ki, bunu tatmak için lâ-mekân âleminden kaçmıştır.
Çünkü o âlemde geceleri sabahlara kadar ağlayıp inlemek
yoktur.
O, bu âlemin ne derece sefil ve değersiz arzular
peşinde olduğunu görüyor, ondan nefret ediyor. Büyük
bir inkılâp lâzımdır.
Bu çamurdan, başka bir Âdem yaratmalıdır. Sefil
menfaatler peşinde koşan bu cihanda, bir kıyamet
kopmalıdır. Yeni bir millet doğmalıdır. Bu millet,
ıstıraptan en büyük zevki almalıdır.
Bu millet “Lâ ilâhe illallah”ın (tevhidin) ruh ve heyecanı ile
MU H AMME D İKBÂL

felâketinin gecesinden (o gecenin içinden) saadet sabahını


çıkarmasını bilmelidir. ,
Hakikaten onun kadar arzu, heyecan ve mücadeleden
zevk alan bir ruha az tesadüf edilir. Bu büyük, asil ıstırabı
ancak kul çeker.
9 İkbal, zamane şeyhlerinden, hocalarından çok
şikâyetçidir. Onlarda hakikî aşk ve heyecan yoktur. Onlar
İslâm’ın hakikî ruhuna sahip değillerdir. Hazreti
Peygambere, “Gel, benim göğsümde konakla, çünkü
benden daha yalnız bir müslüman yoktur” diyor.
Her eserinde olduğu gibi bu eserinde de Hazreti
Mevlâna’dan şöyle bahseder: “Ben Mevlâna gibi Kâbe’de
ezan okudum. Can sırlarını ben ondan öğrendim. Eski
asrın fitne devrinde o, bu asrın fitne devrinde de ben...”
Bu sebepten ona, bu asrın Mevlânası (Rumî-i asr)
derler.
O “Lâ ilâhe illallah”m ne muazzam, ne müşkil
olduğunu iyi bilen bir müslümandır.
Müslüman, benliğine sahip olmalıdır. O zaman tam
bir insan olur.
İkbal, bu benlik meselesi üzerinde çok durur. Esrar ve
Rumuz adlı eserinde, bu meseleyi uzun uzun izah eder.
Benlik, her kudretin menbaıdır. (Kaderini kendi eliyle
yazan milletleri Allah yükseltir.)
Böyle bir millet, benliğine sahip olan millettir.
İkbal, şekilden ziyade ruh ister. Fakr, tasavvufta bütün
nefsanî ve dünyevî arzulardan sıyrılıp hakikî ruh
yüksekliğine erişmektir. Bu nokta üzerinde de İkbal, çok
ısrar eder. Hakikî fazilet budur, der. Çünkü bu manada
bir fakir, büyük ideali yolunda hiçbir mania görmez. Ölüm
dahi onun için yeni bir âleme doğmaktır. Hint
müslümanlarını yabancı esaretinden kurtarmak, onlara

KU LLU K KİTABI
İslâm’ın hür, asil ve kahraman ruhunu aşılamak en büyük
emelidir. Görüş, yaşayış ve kültür bakımından çok
müstesna bir varlığa sahip olan İkbal, insanlık tarihinin
sayılı büyüklerinden biridir. Biz, Armağan-ı Hicaz’ın
birkaç pasajını tercümeye lüzum görmedik. Bunlar 10
muayyen bir zamana ait olup bahsedilen şahıslar artık
ehemmiyetini kaybetmiştir. Daha ziyade, büyük hakimin
İslâm âlemini alâkadar eden fikirlerini naklettik. Şunu da
söyleyelim ki, bu tercüme edilmeyen pasajlar pek
mahduttur.
A. N. Tarlan
İKBAL(1873-1938) HAYATI
MU H AMME D İKBÂL

Muhammed İkbal-i Lâhorî, 22 Şubat 1873’te Pencap


eyaletine tâbi Siyalkût şehrinde dünyaya gelmiştir.
Dedeleri Keşmir brehmenlerinden idiler. Ailenin Pencap’a
hangi tarihlerde hicret ettiği malum değildir. Fakat bu
11
hicretten evvel şeref-i İslâm ile müşerref oldukları
biliniyor. Ve yine bazı karinelerden, İkbal’in ecdadında
İslâm mutasavvıflarının eserlerine karşı eski bir aşinalık ve
sevgi mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bü sevgi, İkbal’in
üzerinde çok müessir olmuştur.
O, Avrupa ilim ve felsefesi ile yakından temas ettikten
sonra dahi Mevlâna ve Câmî gibi büyük mutasavvıfların
yolunu tercih etmiştir.
Siyalkût’ta ilk tahsilini yapan İkbal; Pencap eyaletinin
merkezi olan Lâhor’a gelerek yüksek tahsilini burada
ikmal etmiştir. O zaman genç İkbal, şiir ve edebiyat
meclislerine iştirak ediyor ve muhitindeki şairleri edebî
zevkine ve fikrî orijinalitesine hayran bırakıyordu. Farsça
şiirler yazmaya belki bu zamanlar
2Pakistan bilginleri arasında, ikbal'in hayatı ve: felsefesi
üzerinde değerli tetebbûlarda bulunmuş ve bu Hususta
mühim eserler neşretmiş; olan Hâce AbdülHamid-i:
Irfanfnin Rumt-iAsır, (Asrın Mevlânâsı) adlı eserinin
mukaddimesinden teihlsen nakledilmiştir. başlamıştı.
İkbal, Urdu dilinde birçok kitaplar ve gazeller vücuda
getirmiştir. Bunlarda İran tefekkür tarzına, Fars
edebiyatına telmihlere ve Farsça muhaverelere oldukça
geniş bir yer verilmiştir. Şemsü’l-ulema Seyyid Mir
Hüseyin’den Farsça, Arapça, ilm-i ahlâk, ilm-i kelâm ve
tasavvuf okumuştur. Urdu dili ile yazdığı şiirlerini
Melikü’ş-şuara Dağ-ı Dehlevî’ye götürür, tashih ettirirdi.
Az zaman sonra Dağ-ı Dehlevî onun yüksek zevkini ve
üslûbunu o derece beğenmiş ki, artık senin şiirlerin ıslaha

KU LLU K KİTABI
muhtaç değildir, diyerek şakirdinin bu husustaki
olgunluğunu kabul etmiştir. Bu sırada Urdu dilinde yazdığı
gazeller, mana ve fikirlerin teselsülü bakımından Dağ-ı
Dehlevî ve diğer Hint şairlerinden ziyade Iran şairlerinden
Mağribî3 ve Figanî’ye4 benzer. 12
Lahor Fakültesi’nde felsefe ikmal edip bir müddet
orada hocalık da ettikten sonra, tetkikatmı derinleştirmek
üzere Avrupa’ya gitmiştir.
Uç sene Avrupa mütefekkirlerinin sohbet ve
tedrisatından istifade eden İkbal, İran ’da Metafizik adlı ilk
eserini vücuda getirmiş ve doktora tezi olarak Münih
Üniversitesi’ne takdim etmiştir. İngilizce kaleme alınan bu
eser, bilâhare Almanca ve Urduca’ya çevrilip
neşredilmiştir.
Avrupa’ya azimetinden evvel İkbal, bütün
Hindistan’da tanınmış ve sevilmişti. Eserleri edebî ve
siyasî mahfillerde okunurdu. Bilhassa vatanperverane
şiirleri, Hint istiklâlcileri arasında süratle yayılmıştı. İkbal,
vatandaşlarını müstemlekecilik siyasetine karşı isyana
teşvik ediyordu. Yüzlerce milyon insanın ümitsiz bir esaret
alünda yaşamaları onu çok müteessir ediyordu.
Avrupa’dan avdetinden sonra Hindistan istiklâli için daha
şiddetli bir mücadeleye girişti. Bu vadide heyecanlı
manzumeler yazıyordu. Urdu dili ile yazdığı bir şiirin
tercümesi, bu çeşit şiirleri hakkında bir fikir verebilir:
3İran mutasavvıf şairlerindendir. Vefatı: 1407
4İran şairlerindendir. Gazelleri ile meşhurdur. Vefatı:
1519
“Benim destanımın işitilmeye ihtiyacı yoktur.
Benim konuşmam, sükûttur. Dilim, dilsizliktir.
MU H AMME D İKBÂL

Papağanlar, kumrular, bülbüller, gül bahçelerindeki


kuşlar el ele verip benim feryat üslûbumu çaldılar.
Ey Hindistan, sana baktıkça gözyaşları döküyorum.
Zira senin masalın, masalların en ibret vericisidir.
Bir an hâli ve istikbali düşün!
13 Dasitanlar içinde senin derdine deva olacak neler
vardır?
Ey Hin diler, eğer kendinize gelmezseniz mahvolur
gidersiniz.
Dasitanınız da, dasitanlar arasından silinip gider.”
Bu vadideki şiirleriyle Hintliler çırasındaki ihtilâfı
ortadan kaldırıp müstemlekeciler karşısında müttehit bir
cephe kurmak istiyordu. Ve İkbal, bu arzusunda da
muvaffak oldu. Çünkü şiirleri Hindu ve müslüman
kalplerinde büyük heyecanlar uyandırmıştı.
Avrupa’daki tetkikatı esnasında İkbal, yeni fikir ve
nazariyelerle karşılaşmış, İslâm felsefesinin Avrupa’nın
ilerlemesi karşısındaki durumunu incelemiş, aklî şuur ile
vicdanî şuur arasında bir imtizaç ve ahenk tesis etmişti.
Avrupa’dan döndükten sonra avukatlık mesleğine
girdi. Devlet hizmetine girmedi. Yabancı bir devletin
hizmetinde bulundukça kâfi derecede şiddeüe mücadele
edemeyecekti. İkbal, anlamıştı ki, yalnız hâkim yabancı
devletlerin siyasetlerini tenkit, esaret altında yaşayan bir
millet için kâfi değildir. Ve istiklâlsizliği duymak ve
anlamak, istiklâle kavuşmak yolunda iptidaî bir
merhaledir. Ferüerin, kendilerini yetiştirmeleri lazımdır.
Bunu temin için Esrar-ı Hodî ve Rumuz-ı Bîhodî (Esrar ve
Rumuz) mesnevilerini yazmaya başladı. Bu mesnevilerde,
kudretli ve salim bir ruh yaratmak gayesini güdüyordu.
Meşhur müsteşrik ve profesör Nicholson Mevlâna’nm
Mesnevi’si gibi İkbal’in Esrar ve Runıuz’unu da

KU LLU K KİTABI
İngilizce’ye tercüme etmiştir, İlim dünyasının bu esere
verdiği değer ve eserin kazandığı şöhret, İkbal’i Farsça
eserler vücuda getirmeye teşvik etti. Peyam-ı Maşrık,
Zebur u Acem, Cavid-nâme, Müsa£r, Pes çi bayed kerd
eyAkvam-ı Şark, Armağan-ı Hicaz adlı eserler, bu gayret 14
ve heyecanın mahsulüdür. Onun Farsça eserleri, heyet-i
umumiyesi itibariyle Urduca eserlerinden fazladır.
Flint Müslüman Gemiyeti’nin 1930 yılındaki içtimai,
İkbal’in başkanlığında toplandı. O celsede İkbal, Pakistan
haritasını ortaya attı. Ve fikrini şöyle müdafaa etti:
“Hint müslümanları için, müslümanların ekseriyeti
haiz oldukları eyaletleri içine alan ayrı bir devlet
kurmaktan başka çare yoktur. Bu suretle müslümanların
dini, kültürü ve istiklâli temin edilmiş olur. Eğer
Hindistan’daki Kast sistemi ortadan kalkmış olsaydı
Hindu-Müslüman ittihadı kabil olurdu. Fakat Hindular bu
hususta çok mutaassıptırlar. Hindular da milletlerini
istiklâle kavuşturmak ve memleketlerinin idaresini ellerine
almak isterler. Fakat sınıf taassubunu istiklâlden fazla
seviyorlar. Ve Hint istiklâli uğrunda bu ufak taassuplarını
dahi feda edemiyorlar.
Biz samimi bir istiklâl aşığı isek, bu vahimeleri bir
tarafa bırakıp acı da olsa hakikati kabul etmek
mecburiyetindeyiz. Anlamalıyız ki, Hindistan’da Hint
milleti yoktur. Milliyetperverlikten bahsedenler, bu
memleketin hakikî vaziyetini bilmeyenlerdir.”
İkbal’in bu arzusu, bugün Pakistan devletinin tulün ile
tahakkuk sahasına çıkmıştır. Büyük vatanperver, Pakistan
haritasını ortaya attığı zaman büyük bir muhalefetle
karşılaştı. Onunla istihza dahi ettiler. Fakat İkbal
MU H AMME D İKBÂL

sarsılmadı, sebat etti. Merhum Muhammed Ali Cinııah


dahi bu haritaya amelî bir değer vermiyor; müslümanların
hususî şerait altında bir ekalliyet olarak yaşayabileceğine
ve Hindistan’ın ikiye taksiminin lüzumsuz olduğuna
inanıyordu. Bilahare Hinduların müslümanlar aleyhine
15 olan gayretleri, kâid-i âzami (büyük kumandan) Ikbal’in
fikrini kabule mecbur etti.
Ikbal’in yaşadığı ve medfun bulunduğu Lahor’da
1947 senesinde toplanan Müslüman Cemiyeti, Pakistan
Devlet-i İslâmiyesi’nin teşekkülünü karar altına aldı. Fakat
ne yazık ki İkbal bu mesut günü göremedi. Çünkü o,
1934 senesinde boğaz kanserine yakalanmış, dört sene
bu hastalıkla mücadele etmişti. 193•senesi mart
sonlarında hastalık vehamet kesbetti. Tedavisine çok
ihtimam ettiler. Fakat o, artık vaziyeti anlamıştı.
Vefatından birkaç gün evvel Münih’te talebeliği
zamanındaki samimi arkadaşlarından bir Alman
profesörünün, eski mektep arkadaşını ziyaret için Lâhor’a
gelmesi, onun zayıf bünyesine yeni ve taze bir ruh aşilar
gibi oldu. Saatlerce konuştular. Avrupa’daki gençlik
hatıralarını ihya ettiler. Nisanın yirmi birinci gecesi sıhhî
durumu çok ağırlaştı. Vefatından takriben yarım saat
evvel şu rubaiyi okudu:
Geçip giden nağmeler geri gelir mi, gelmez mi?
Hicaz semtinden tatlı bir rüzgâr eser mi, esmez mi?
Bu fakirin devri sona erdi.
Bir daha bu âleme, sırra vakif insan gelir mi, gelmez
mi?
Sonra yatağının etrafına toplanan dostlarına ve
sevdiklerine, ölüm, bir müslüman için korkulacak bir şey
değildir, dedi. “Ölüm, bu cihan işlerinin bir tekâmülüdür.
Ve taze bir hayatın kapılarını açar. İnanmış bir müslüman,

KU LLU K KİTABI
ölümü tebessümle karşılamalıdır.”
Onun son sözleri bunlar olmuştur. Hint müslümanları,
bu büyük insanın ölümü karşısında sonsuz teessür
duymuşlardır. Bütün müslümanlann arzusu üzerine, onun
sevgili nâşı Lâhor’da Mescid-i Şafiî'nin minaresinin 16
gölgesinin düştüğü yere defnedilnıişlir. Kendisi de böyle
istemişti:
Ya Rabbi, yıldızıma uyanık göz ihsan et
Bana bir minarenin gölgesinde bir mezar nasip eyle
İkbal, çok sade ve mütevazı bir hayat sürerdi.
Pakistan seyahatimde onun evini ziyaret ettim. Bir mimar
olan büyük biraderi, kardeşinin evi için çizdiği plânda,
odasının yanına bir de salon koymuş. İkbal, buna ne
lüzum var, ufak bir oda bana kâfidir, demişse de fikrini
kabul ettirememiş. Kendi odası, bugün tamamen eski
vaziyetinde muhafaza ediliyor. Bütün eşyası, üzeri halı
örtülü yüksekçe somya, ufak, camlı bir kitap dolabı, ufak
yuvarlak bir masa, tahta bir koltuk, bir şömine, şöminenin
yanında da yüksek bir nargile. O, bu basit hücrede
yaşamıştı. Herkes teklifsizce kendisiyle gidip görüşebilirdi.
Görüşünün yüksekliği, kalbinin temizliği, insanlara karşı
duyduğu büyük sevgi, onun hatırasını gönüllerde
ebedileştirmiştir.
MANEVÎ HÜVİYETİ
İkbal birçok hususiyet ve kudreti nefsinde toplayan bir
insandır. Bu müstesna yaradılışlı bünyeyi tahlile tâbi
tutarsak, onu nazarî olarak şu cephelerden mütalaa
etmemiz icap eder:
1.Müspet ilim
2.Sosyoloji
MU H AMME D İKBÂL

3.Vatanperverlik
4.Şiir ve edebiyat
5.Tasavvuf
Bütün bunların birbirine tesir ve aks-i tesirinden
vücuda gelen terkip, hepsine hâkim olan cephenin
17 hüviyetini taşır. Bu hüviyet, o bünyenin zirvesidir.
Diğerleri ikinci derecede kalır.
Müspet İlim
Müspet ilim bakımından İkbal, devrinde herhangi
Avrupai, münevver bir ilim adamı seviyesinde mâlûmatı
haiz bir insandı.
İslâmî ilimlerde de derin bir vukûfu haizdi. Ona Allâme
Muhammed İkbal derlerdi.
Şu fark ile ki o, Avrupai manasıyla müspet ilmin
insanı hakikî insaniyet mertebesine ulaştıramayacağına
kâni’ idi. Gözü yalnız müspet ilmin mûtalarına dikip onun
haricinde, daha doğrusu ilerisinde, insan ruhunun geniş
bilgi ve idrâk kâinaünı inkâr etmek, İkbal’in nazarında çok
sakat bir görüştü. Bu sebepten, bilhassa Peyam-ı Maşrık
(Şarktan Haber) adlı eserinin birkaç yerinde Garbı,
müspet ilim çerçevesi içine sıkışıp ruhu ihmal etmekle
suçlandırır. Bununla beraber o, Garp medeniyetinin amelî
hayattaki fevaidini red ve inkâr etmez. Bilâkis cemiyeti bu
vadide kuvvetli bir sa’ye teşvik eder.
Sosyoloji
İkbal’in ruhî temayülü ve bilhassa vatanperverlik
duygusu, onu, müspet ilmin daha ziyade sentetik kısmı
olan sosyolojiye ve bu ilim şubesinin mevzuları içinde de
daha ziyade felsefî olan dinî tetkikata sevk etmiştir.
Devrindeki Avrupa ilminin imkânları nispetinde bu
mevzuları incelemiş ve neticelerini de en büyük rabıta ile
bağlı olduğu İslâmiyet üzerine tevcih etmiştir. Bu vadideki

KU LLU K KİTABI
mühim eserlerinden biri, tercümesini daha evvel takdim
ettiğimiz Esrar ve Rumuz’<hır. Münih Üniversitesi’nde
doktora tezi olarak tevdi ettiği İran ’da Metafizik adlı
kitabı da oldukça ehemmiyeti haizdir.
Esrar ve Rumuz, bir cepheden felsefî ve tasavvufî, 18
diğer cepheden İçtimaîdir. Eserin ruhuna hâkim olan
tasavvuftur. Mistik felsefe esasları ile mütenakız gibi
görünen bu eser, hakikatte daha derinden incelenirse
zâhirî tenakuzun ortadan kalktığı görülür. O, madalyanın
diğer tarafını ele almıştır. İkbal, tasavvuf felsefesinden
süzerek getirdiği fikir ve talimleri ile son asrın hakikî
mürşidi addedilse lâyıktır.
O,muhitine daima heyecan ve kudret aşılamış, fakat bunu
yaparken ruhanî vazifesini bir an göz önünden
ayırmamıştır. hakikî İslâmiyet üzerinde kurduğu tasavvuf
binası, bütün ahlâkî ve içtimai umdeleri ile bütün
beşeriyeti kucaklayan bir genişliktedir. İdeali ittihad-ı
İslâm’dır.
Vatanperverlik
Vatanperver İkbal’e gelince... Uzun bir esaret devrinin
ezginlikleri ve bezginlikleri ile kıvranan bir muhitte
yetişmesinin; serazat, hür, kudretli ve ihtiraslı bir ruha
sahip olmasının izlerini bütün fikrî mahsullerinde olduğu
gibi, mesaisinin bu cephesinde de görmek mümkündür.
Garp müstemlekeciliği nin bir cepheden temsil etmek
istediği Hint muhitinde, Şark’ın edebiyat, felsefe ve
tasavvuf vadisindeki üstünlüğünü dava etmek, bu siyasete
karşı bir nevi isyan bayrağım açmak demekti. O âlemin,
İslâmiyet içinde yoğrulmuş olan şahsiyetini ve ru hî
MU H AMME D İKBÂL

varlığını korumak lâzımdı.


İkbal, bir taraftan İslâmiyet’e isünad etti. Çünkü bu
muazzam din, hakikatte sonsuz bir kudret kaynağı idi.
İkinci derecede de tasavvufu ve İran edebiyatını, bilhassa
Mevlâııa’yı ele aldı. Mevlâna’da heyecanın son haddine
19 erişen İslâmî tasavvuf, onun heyecanlı ruhunda en büyük
muhatabını buldu. İkbal’in asıl göz diktiği cevher; gönül
cevheri, en müstesna revnakı ile tasavvufun içinde idi. Bu
cevheri kudreti kiilliyeye raptetmekle meydana gelen ılâhî
kudret, her engeli devirmeye kâfi idi.
İhtirası kadar derin imanı, şiirlerine ve fikirlerine öyle
bir tesir ve nüfuz veriyordu ki, Mevlâna Câmî’nin Hazreti
Mevlâna hakkında söylediğini İkbal için de tekrar
edebiliriz:
“Peygamber değildir, fakat kitabı vardır.”
Bu müessir şiirleri ile Hint müslümarılarını hakikî insanlı
ğa şevk etmiş, esaretten kurtarmış, sa’y ve iman
esaslarına bağlı büyük bir İslâm devletinin kurulmasında
kuvvetli bir âmil olmuştu. O, isünad edeceği mehafiri
İslâm dünyasında bulmuştu. Bu itibarla İkbal için milliyet
bahis mevzuu değildi.
Bütün İslâm âlemini Hint müslümanlarmm mukadderatı
ile alâkadar etmek istiyordu.
Pakistan’ın Kâid-i Âzami Muhammed Ali Cinnah
şöyle diyor:
“İkbal, sade bir mütefekkir değil, bir fikir lideri idi.
Benim arkadaşımdı. Hint Müslüman Cemiyeti
teşekkülünün geçirdiği en karanlık günlerde o, metin bir
kaya gibi daima dimdik durdu ve asla sarsılmadı.”
İşte İkbal, böyle bir vatanperverdi. İslâm ittihadı
hususundaki rehberleri Nadir Şah, Seyyid Cemaleddin-i

KU LLU K KİTABI
Afganî ve Sait Halim Paşa’dır.
Şiir ve Edebiyat
İkbal, eserlerinin belki en güzellerini Farsça yazmıştır.
Bir kere dahi İran’ı ziyaret etmemiş olan bu şair, İran’ın
büyük şair ve mütefekkirlerini gözden geçirmiş; bilhassa 20
eserini Farsça yazmış olan Mevlâna, onun ruhî ve fikrî
mihrabı olmuştur.
Eserlerinde birçok İran şairlerinin üslûp izlerini
bulmak kabilse de edebî üslûp bakımından onu hiçbir
nüfuzun esareti altında görmek mümkün değildir. Bu
bahiste, İran’ın muâsır edebiyatçılarından birkaçının
fikirlerini zikretmek faydadan hâlî değildir.
İkbal’in tercüme-i halini eserinden telhisen
naklettiğimiz Hâce Abdülhamid-i İrfanî, Rumî-i Asr (Asrın
Mevlânâsı) adlı eserini Pakistan milli şairini İran edebiyat
âlemine tanıtmak için yazmıştır. İran edebiyatçılarının
İkbal hakkındaki nokta-i nazarlarını Pakistan muhitine
bildirmek için de “İkbal İraniyyun ki Nazar Min” (İfanîler
Nazarında İkbal) adlı eserini vücuda getirmiştir. Biz;
İkbal’in İran edipleri nazarındaki mevkiini belirtmek için,
1957 yılında, İkbal Akademisi tarafından Karaçi’de
basılmış olan bu eserden istifade edeceğiz. Son asrın en
kuvvetli edip ve şairi olan Melikü’ş-şııara Bahar’ııı İkbal
hakkındaki İlkl i şudur:
“Pakistan’ı her düşündüğüm zaman gayriihtiyari
Allâme Doktor Muhammed İkbal hatırıma gelir. Ben
İkbal’i son dokuz yüz sene zarfında İslâm âleminde
yetişen gaziler, âlimler ve ediplerin bir hülâsası ve
numunesi olarak gördüm. Onun hakkında yazdığım bir
manzumede İslâm büyüklerini ve sanatkârlarını
MU H AMME D İKBÂL

zikrettikten sonra, İkbal hakkında şöyle dedim: Bu asır,


İkbal asrıdır. O, binlere üstün gelen tektir. Sanki o, şiirin
ayakta duran bir heykelidir ki, hepsinden üstündür. Onun
önünde şairler bozguna uğramış bir ordu; o, yüz süvarinin
işini başaran bir mübarizdir. İran için Firdevsî ne ise
21 Pakistan için de İkbal odur.”
İkbal’in üslûbundaki hususiyet, bir zamanlar İran
üdebası arasında münakaşa mevzuu olmuştur. Kullandığı
bazı kelimeler garip görülmüş ve cümlelerinde sentaks
bakımından bazı inhiraflar müşahede edilmiştir. Bunun
sebebi de kendisinin Farsça’yı Hindistan’da öğrenmesi,
Hint üslûbu ile şiir yazan İranlı ve Hintli şairlerin divanları
ile fazla meşgul olması ve bilhassa İran’daki edebî
tahavvüllere bigâne kalmasıdır. Bütün bunlar, geniş
sahalara yayılan bir dilin birçok sebepler taht-ı tesirinde
maruz kalacağı tabiî değişikliklerdir. Bu mevzuu ele alan
İran üdebasmdan Muhit-i Tabatabaî, İkbal’in eserlerinde
görülen tabirler, ibhamlar, lafzî ve manevî ta’kidler
hakkında şu mütalaayı ileri sürüyor:
“İranlı münekkidin nazarında muakkad görülen bu
eser, aynı asırda Seyhun kenarından Genk sahiline kadar
İran’ın şarkındaki Türkistan, Afganistan ve Hindistan
üdebası tarafından güzel bir eser olarak hararetle
karşılanıyor ve bu memleketler damaklarına bal ve
şekerden daha lezzetli geliyor. Cihanın bu kısmında
Farsça yazanlar, bu dili Bîdil, Saib, Kelîm, Talip ve
Urfî’nin divanlarından öğrenip Hint üslûbuna önderlik
eden Safevî devri şairlerini, Sâdî, Hâfız ve Irakî üslûbu ile
eserler vücûda getiren diğer şairler ayarında görenlerdir.
İran üdebasınm İkbal’in eserlerinde tesadüf ettikleri za’f-ı
te’lif, mazmundaki ibham ve üslûp yeniliği, bir kusur

KU LLU K KİTABI
olarak kabul edilmemelidir. O, Saib, Bîdil, Feyzi, Kudsî,
Şevket, Ganî ve Galip gibi şairlerin riayet ettikleri eski
belagat kaidesine tamamıyla riayet etmiştir.”
İran’ın ileri gelen edebiyat âlimlerinden Said Nefısî’nin
İkbal hakkmdaki kanaati: 22
“Şüphesiz İkbal, İran’a, Hindistan’da yetişip Fars dili
ile şiir yazan diğer şairlerden daha fazla bağlıdır ve
İran’dan ilham almıştır. İkbal’in şiiri hakkında beyan-ı
mütalaa eden muasırlarımızdan bir kısmı, o, Hint
üslûbunun ve edebî tabiriyle empresyonizmin son büyük
şairidir, demişlerdir. Eğer onun şiirlerini büyük İran
şairlerinin şiirleri ile mukayese edersek bu mütalaanın
yanlış olduğunu ve İkbal’in şiirinin, empresyonizm
üslûbunu ihtiyar eden; meselâ Urfî, Feyzî, Suhurî, Nazirî,
Bîdil, Saib, Kelim, Galip gibi şairlere tamamen
benzemediğini görürüz. Onun şiiri, daha ziyade sembolist
dememiz lâzım gelen ve büyük mümessilleri Senaî, Attar,
Mevlâna Celâleddin, Irakî, Evhadî olan bir edebî mektebe
mensup şairlerin şiirlerine benzer. Şüphe yoktur ki,
İkbal’in Farsça şiir söylemesi, asıl çocukluk ve gençlik
zamanlarında Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin Mesnevi’si
ile meşgul olup ondan ilham almasından ileri gelir. İlk
Farsça eseri, Mesnevf’yi taklit ederek yazdığı Esrar-ı Hodî
ve Rumuz-ı Bîhodî adlı iki mesnevidir.”
Bu cihanı aydınlatan güneş, büyük Pakistan şairi İkbal,
Fars dilinin Hindistan ve Pakistan’daki dokuz yüz senelik
edebî an’anelerine varis olmuştur. Ondan evvel bu dil ile
şiirler yazan yüzlerce edip ve şair, bu büyük yarımadada
bir hayli eser bırakmışlardır. Bunların isimleri, İran
edebiyatında hususî bir mevki işgal eder. Lâkin
MU H AMME D İKBÂL

Muhammed İkbal o insanlardandır ki, eskilerin defterini


dürmüş ve Hindistan’da yavaş yavaş eskiyen ve yıpranan
Hint üslûbu Fars şiirini, daha parlak ve daha güzel olan
ve Senaî, Feridüddin-i Attar, Fahreddin-i Irakî,
Gelâleddin-i Belhî (Mevlâna), Mahmud-ı Şebüsterî gibi
23 İran’ın büyük mutasavvıf meşayıhı tarafından ihtiyar
edilen sembolizm yoluna çevirmiştir. Bu tarzın arzettiği
müşkilat, şairleri asırlarca bu yoldan uzaklaştırmış ve
korkutmuştu. Kimse Attar’ın Hadikatü’l-Hakika ve diğer
mesnevileri ile Mevlâna’nm Mesnevi’si ve Mahmud-ı
Şebüsterî’nin Gülşen-i Raz’ı ile boy ölçüşmeye cesaret
edememişti. Pakistan’ın şiir vadisindeki bu büyük
sahipzuhuru bu kahramanlığı göstermiş ve hakkından da
gelmiştir. Eserleri bu davanın en kat’î delili olarak
gözlerimizin önündedir. O, Farsça şiirlerinde evvelce
isimlerini zikrettiğimiz bu büyük mutasavvıf meşayıhın
alışılmış ve beğenilmiş yolunda yürümüştür. Tasavvufun
son merhalesine varmış, onu tamamen Şark ve Garbın
yeni bilgi, felsefe ve hikmeti ile mezcetmiş ve on
dokuzuncu ile yirminci asra kendi rengini vermiştir. Bu,
Senaı ve Mevlâna’yı olduğu kadar ilegel, Kant,
Şopenlıaver (Schopenhauer), Niçe (Nietzsche), Buda, ve
Konfüçyüs’ü tanıyan bir ruhun tasavvufudur. Eskiler
Mevlâna’nm Mesnevî’sine, Pehlevî dilinde yazılmış
Kur’an, diyorlardı. İkbal’in eserlerini de “asr-ı hâzır
mesnevisi” olarak tanımak mecburiyetindeyiz. Netice
olarak diyebiliriz ki İkbal; yalnız Pakistan’ın ve bizim
asrımızın büyüklerinden değil, belki adlan edebiyat
tarihine geçen ve bihakkın edebiyat ıııüceddidi sayılan
insanlardandır.
PakistanlI dostlarım, İkbal hakkı ndaki fikrimi
soruyorlar. Ne olacak? Firdevsî ve Hafız lıakkındaki

KU LLU K KİTABI
fikirlerim ne ise, İkbal hakkında da aynı kanaate sahibim.
Mevlâna’ mn Konya’da terennüm ettiği şiirlerdeki esas
fikir, yedi yüz sene sonra Siyalkût’ta dünyaya gelen
Muhammed İkbal’in varlığının arışı ve ırgacı olmuştur.
İkbal’in bir lider, bir nıürşid olması hususunda da Sait 24
Nelisî’nin fikri şudur:
“Büyük şair odur ki, zamanın muktezalarını değiştirir;
felek çarhıııı kendi istediği gibi çevirir; dünya hadiselerini
altüst
27 ' eder ve cihan tarihinde bir hadise vücuda getirir.
Kemal-i cesaretle söyleyebilirim ki, dünya tarihinde bu
çapta birkaç kişi vardır. Yunan-ı Kadîm’de Eflâtun, İslâm
âleminde İbni Sina, ondan sonra Mevlâna... Bu işi
başaran son şahıs da İkbal’dir. İk bal, bu asumanı
vazifesini idrak etmişti. Biz müslümanlar, Hazreti
Muhammed’den sonra peygamberlik mertebesini kimseye
tevcih etmeyiz. Fakat İkbal’deki keramet ve irşad
makamını görmemek ve duymamak kabil değildir.
İkbal’iıı İslâm âlemindeki ruhanî makamı budur. Felsefe
ye şiirdeki derecesi de bundan aşağı değildir. İran ve
Pakistan’da yetişen şairler arasında İkbal, büyük ve
mümtaz bir mevki sahibidir. Öyle ki ona, hakimlerin
bülbülü veya bülbüllerin hakimi unvanını verebiliriz. Büyük
şairlerin birçoğu manayı lafza feda etmişler ve bir musiki
değeri taşıyan güzel kelimeler kullanmaya çalışmışlardır.
Eğer bu güzel lâfızlar arasında hakimane bir mana
çıkabilirse ne âlâ. İşte Sadî ve Hâfiz’ın yolu budur. Ve
şairlerin çoğu bu yolda onları takip etmişlerdir. Lâkin
İkbal, her yerde büyük, güzel ve ince manaları göz
önünde tutmuştur. Onun fikri, öyle bir felsefe
MU H AMME D İKBÂL

umulanında, göklerin öyle en yüksek yerinde dolaşmıştır


ki, bütün gayretini, himmetini asumaııî manalara tevcih
etmiştir Fars şiirinde bu hususiyet, Senaî, Attar, Mevlâna,
Irakî ve onların yollarında yürüyen şairlerde mevcuttur.
İkbal, bu vadide kemal sahibi, daha doğrusunu isterseniz
25 bu mana yaralan mürşitlerin sonuncusudur.
Mesneviyi taklit eden büyük küçük yüzlerce şair arasında
hiçbirisi İkbal derecesinde ona yaklaşamarnıştır. Farsça
şiirinde bazen o derece Mfevlânaiya yaklaşır ki, buna bir
nevi mucize demek mümkündür. Bir maksada girişi, onu
bir hikâye ile izah edişi ve bundan yüksek hakikatler
çıkarışı, tamamen Mevlâna’ya benzeri İkbaFin bu
tasavvuffikrinden çıkardığı neticeler çok yüksektir. O; esir
milletlerin istiklâllerine sahip olmalarını, bilhassa» evvelce
efendi ve beşeriyete rehber olacak bir mevkie yükselmiş
olup da sonradan o eski şevket ve azametini kaybetmiş
milletlerin tekrar eski mevkilerine avdet etmelerini ister.
Bu itibarla İkbal, yalnız Pakistan ve İran değil, bütün
müslüman milletleri ve bunların üstünde bütün Şark
milletlerine Hak tarafından gönderilmiş bir mürşittir.
Onun bu çok mühim tarafı, bilhassa Peyam-ı Maşrık
(Şarktan Haber) adlı eserinin her yerinde görülebilir.
Bazen bu peygamberane maksadını ve bu hakimane
imanını o kadar güzel, fasih ve şairane bir şekilde eda
eder ki o, biz cihan müslümanları için bir vasiyetname
hükmünü alır.”
İran edebiyat âlimlerinin onun şiiri hakkmdaki
düşünceleri, esas itibarıyla böyledir. Yani İkbal’i büyük
İran şairleri ile aynı ayarda görüyorlar. Biz şahsen üstad
Nefisî’nin, Sâdî ve Hâfız hakkmdaki düşüncelerine iştirak
edemiyoruz. Bir de, Mevlâna’nın ve bu yolda eserler
vücuda getiren meşayıhm tasavvufî eserlerine sembolik

KU LLU K KİTABI
damgasını vurmak, kanaatimizce isabetli bir teşhis
değildir. Çünkü kısa sembolizm, düşünce ve duyguların
ifade şeklindeki hususiyetidir. Bu duygu ve düşüncelerin
nüanslarını ve bazen birbirine olan girift nüfuzları
neticesinde aldıkları ele avuca sığmaz incelikleri, o 26
düşünce ve duyguların hakikî mahiyetlerinden tamamen
ayrı bir sembol ile ifade etmektedir. O derece ayrı ki,
bunları herkes ayrı ayrı tefsire tâbi tutarak duyar ve uyar,
vuzuh ile anlayamaz. Halbuki Mevlâna ve diğer büyük
Iran mutasavvıfları, dört başı mamur ve muayyen bir
hakikatin, insanın tefekkür ve tahassüs âlemindeki
akislerini gayet vazıh ve sarih olarak ifade etmişlerdir.
İfade incedir ve sislidir, şaşırtıcıdır, idraki güçtür. Fakat
çok ince bir tefekkürün ve görüşün sürüklediği tahassüs
ve tahayyülden ayn değildir. Nasıl ki, Hint üslûbu
şairlerine de empresyonist demek dikkate değerdir.
Onlara, İran klâsik edebiyatının daha ince ve seyyal
duyguya giden, daha derin ve girift hayale sapan bir nevî
romantikleri demek daha doğru olur, kanaatindeyiz.
Bir de İkbal’in üslûbundaki ikiliği nazar-ı itibara
almamız lâzımdır. Umumiyetle didaktik diyebileceğimiz
şiirlerinde İkbal, gayet vazıh ve metindir. Fikrin dört
tarafını bir mantık çerçevesi içine alır. Aynı zamanda
imanlı ve heyecanlı ruhunun fırtınalarını şiire aksettirir.
Tasavvufî şiirlerinde, aynı heyecana görüş derinliği refakat
eder. İkbal’in bütün hususiyeti bu derinliktedir. Bu görüş,
maddeyi delip içine nüfuz eden bir görüştür. Sistem
Mevlâna ile müşterektir. Lâkin İkbal, bu sistemi yedi asrın
edebî tekâmülü ve ilmi terakkisi ile zenginleştirmiştir.
Onun bazen bir beytinde, derin bir mana cihanının vuzuh
MU H AMME D İKBÂL

ile görüldüğünü teslim etmek mecburiyetinde kalırsınız.


İkbal, Hint şairlerinin inceliğini ve onların kullandıkları
bazı kelime ve hayalleri şiirine almıştır. Lâkin bunları çok
defa hakikî, klâsik mektebin muayyen nispetleri dahilinde,
şiir çerçevesine alarak söyleyecek yerde, hayalin ve
27 mübalâğanın daha derinlerine inmek yolunu ihtiyar eden
Hint şairleri gibi kullanmamıştır. Tefekkürün tabiî yolunu
heyecanının hamleleri ile kat ederek, tasavvufî görüşün
mahiyetinde mevcut olan derinliklere ve inceliklere nüfuz
etmiştir. Esasen İkbal gibi tefekkürü taşacak derecede
dolu, sinirleri parçalanacak derecede heyecanlı bir
varlığın, muhayyile oyunları ile kaybedecek zamanı
yoktur. Söyleyecek çok sözü vardır.
Tasavvuf
İkbal’in ruhî ve fikrî bünyesine damgasını vuran en
hâkim vasıf, tasavvuftur. Onun bu vasfı üzerinde mütalaa
beyan etmek için, bu felsefî ve ruhî sistemin tekâmül
merhalelerinden uzun uzun bahsetmek icap eder. Biz
burada, onun bu geniş zemin üzerinde çok yüksek irtifa
gösteren birkaç zirvesine kısaca temas edeceğiz.
İkbal, bazen bir bakışta iki cihanı gören bir varlıktır.
Yalnız kapıdan geçmekle evin içinden bahsedebilen
insandır. Bu cesurane davasını hakkıyla ispat etmiştir.
Ona nazaran, yüzlerce sene süren uzun aşk yolunu bazen
bir ah ile aşıp geçmek mümkündür. Onun bütün felsefî
sistemini içine alan bu âhı tahlil etmek lâzımdır. O zaman,
derin bir aşkın bu tek heceli mahsulü içinde, bir tefekkür
kâinatının gizlendiğini görürüz; O bu yolun hüviyet ve
heyecanını kaybettiği, belki dalâletlere düştüğü, yalnız
madde ve aklin baş döndürücü bir sür’atle gemi azıya alıp
gittiği bir devirde yetişmişti; Beşeriyeti bu hüsran
yolundan çevirmek için imanının bütün kudreti, aşkının

KU LLU K KİTABI
bütün heyecanı ile feryat etti. Uçuruma giden insanlığı
gönül denen âleme çağırdı. O, bu âlemde insanlığın
hakikî manasını görüyordu. Nazarında gönül,
prensiplerini insanın iç ve külli varlığından alan, gerçek
bilginin akıl ile muvazeneli bir imtizacından vücuda gelen 28
bir âlemdi. Aklı elinden tutup maddenin artık kaybolduğu
mücerred hakikatler, mücerred kanun dünyasına götüren,
asıl bu gönüldü; Gönül âleminde duygu, en keskin bir
seziş, bir alev haline gelirdi. Hakikat, bu imtizaçta idi.
Lâkin İkbal, buna da kanaat etmiyordu; O, tamamen
aşk haline gelmek istiyordu. Mayasında akıl izi
bulunuşundan mustaripti. Maddenin dört köşesinden,
topraktan kurtulmak, bir alev haline gelmek istiyordu. O
zaman hayat muammasının kilidini açabilecekti.
Topraktan geç, kendini topraktan yapılmış bir kalıp
zannetme
Eğer sineni yararsan oradan mehtap zuhûr eder
Eğer Hak hareminin kapısını sana kapadılarsa
Eşiğin taşına başını vur; göreceksin ki la’l madeni
zuhûr edecektir
O zaman, bu kâinatın kabuğunu delip tâ kalbine
varacaktı. Bu kabuğu deleınedcıı ona bakanlar, gözlerine
zulmedenlerdir. Frenk âlemi de bu uyanık gönülden
mahrum olarak kâma* ta bakıyor.
“Gönlü dirilerin mezhebi; dağınık, insicamsız bir rüya
dediyen İkbal, yarattığı yeni âleme kimsenin nüfuz
edemediğinden şikâyetçidir.
A. N. Tarlan
HAKK’IN HUZURU
MU H AMME D İKBÂL

Ne güzeldir o yolcu ki mal, mülk namına bir şeye sahip


değildir.
Gönlü dostların nasihatine pek o kadar kulak asmaz.
Onun ateşli âhına göğsünü aç; bir âhı yûz yılhk gam ve
29
kederi öldürür, mahveder.
-İ•Gönlümüzü âşıklar alıp gittiler. Alev gibi sönüp
gittiler. Gel bir lâhza avam ile görüş, anlaş. Havas,
şarapları içtiler ve çekip gittiler.
•Benim varım yoğum hakkında konuşuluyordu. Ben
utancımdan ağzımı açmadım. Gönlü diri insanların
secdelerini tanırsın, Benim işimin ayarım, secdemi gör de
bana secdeme göre değer ver.
•Gönlüm keyfiyet ve kemiyet muammasını halletmek
peşindedir, Görüşü Ay’dan ve Ülker yıldızından daha
yüksektir. Ona cehennemde bir virane ver. Zira bu kâfir,
yalnızlığı çok sever.
Bu su ve çamur (insan), ne buhranlar içinde
kıvranıyor! Aşk, bir gönül yüzünden yüzlerce müşkile
uğradı. Bir nefes huzur ve sükûn bana hanımdır... Acıyın
bana; işim gönüle düştü.
• Kim, cihanı kendi varlığından vücuda getirdi?
Ondaki güzellik kimin perdesiz, ayan beyan tecellisidir?
Bana, şeytandan sakın, diyorsun. Söyle bakayım; şeytanı
kim yarattı, kim büyüttü?
-2•Benim her kayıttan sıyrılmış olan gönlüm bir
ıstırap içindedir. Acaba Cenab-ı Hak beni azarlayacak mı,
yoksa lûtf ile hitap edecek mi? Şeytanın dahi gönlünü
incitemem. Benden ara sıra sâdır olan günah, bir doğru iş
yapmaktır.
•Ey Ummü Amr, sevgilim, bizden şarap kadehini
esirgedin. Halbuki kadeh sağ elinde idi. Eğer sevmek

KU LLU K KİTABI
usûlü bu ise, kadehi ve şişeyi Kâbe duvarına çal.
•İç âleminde yaşayan insanlar, gönülleri içinde
esirdirler. Onlar baştan ayağa dert olup derman kabul
etmezler. Bizden niye secde istiyorsun? Padişahlar, harap
köyden vergi almazlar. 30
•Konağı olmayan bir yola gidiyorum. Ektiğim tohum
mahsul vermez. Ben gamdan korkmuyorum; yalnız bana,
bir gönüle yaraşmayan gamı verme.
9 Benim şarabımı kadehi (havsala ve idraki) dar

olanlara verme. Pişkin, olgun şarabı hamlara verme.


Kıvılcımın sazlıktan uzak olması daha iyidir. Onu havassa
ihsan et, avama verme.
•Talep yolundaki bu mücadele, bu buhran sende
yok. Sende bu dert, bu yara, bu humma ve ıstırap yok.
Ben lâ-mekândan kaçtım, çünkü orada, gece yanlarını
inleten feryat ve figanlar yok.
•Bana, bu cihanda kıyametler koparacak bir kudret
ver! Yeri göğü başka bir şekle koy! Bizim toprağımızdan
başka bir Adem yarat. Bu menfaat ve ziyan peşinde olan
insanları öldür, mahvet.
•Güneşi de var, buna rağmen kapkaranlık bir cihan.
Doğru diye yaptığı, düşündüğü şeyler, baştan aşağı hata.
Bilmiyorum, ne zamana kadar bir viraneyi insan kanı ile
süsleyeceksin? (Renk ve su, revnak vereceksin.)
•Kölenim; benden razı ol, başka bir şey istemem.
Yürümemi emrettiğin yoldan ayrılmam. Lâkin bu câhile(!)
“Eşeğe, Arap atı de” dersen; diyemem.
-3•Göğsümde, sevinç nedir bilmeyen bir gönül var.
Toprağımın avucunda ne bir yanış var ne de bir ışık.
Huzurunda olduğumu hissetmeden kıldığım bu namazın
MU H AMME D İKBÂL

sevabını benden al, istemiyorum. Bu, benim omzumda bir


yük oluyor.
•Dinden, vatandan nasıl bahsedeyim? Zira bu sözleri
açıkça söylemek imkânsız! Bana gücenme, bana karşı
sevgi ve şefkat göstermediğin için bu eski kiliseyi bina
31 ettim.
•Frenk tuzağına tutulmuş müslüman, kolay kolay
gönül denen şeyi ele geçiremez. Başkalarının kapısına yüz
sürdüm. Artık bu yüz; Ebuzer ve Selman gibi secdeye
kapanamaz.
•Ne bu cihanı isterim ne o cihanı. Canın sırrını
anladım ya bu bana kâfi! Bana bir secde ihsan et ki, onun
ateşi ve sevinci ile yeri göğü vecde getireyim.
•Vücudunun rahatını arayan bu insandan ne
istiyorsun? Her esen rüzgâr beni yerimden uğrattı. Seher
vakti, Câvid’i secdede gördüm. Onun sabahı ile gecemin
yüzünü süsle!
•Fakihi câhil ve yakîni iman sahibi olmayan o kavmin
işlerini kolaylaştır ya Rabbî! O kadar görülmeyecek şeyler
gördüm ki... Anam beni doğuracak yerde taş doğm a idi.
•Ne zamana kadar bu azarlayıcı bakış? Ne zamana
kadar önümüzde putlar? Bu puthanede, İbrahim oğulları
ne zamana kadar Neııırud’un tuz ekmeği ile beslenecek?
•Geçip giden zevk ve sevinç geri gelir mi, gelmez mi?
Hicaz’dan tatlı bir rüzgâr eser mi, esmez mi? Bu fakirin
artık vâdesi geldi. Sırrı bilen birisi daha gelir mi, gelmez
mi?
•Eğer o sırrı bilen gelirse, ona gönülleri yakıp
eritecek bir nağme ihsan et! Ümmetlerin kalbini ya bir
Musa, yahut ney çalan ruhlara tesir eden bir hâkim,
tertemiz hale getirir.

KU LLU K KİTABI
•Benim malım mülküm, derde aşina bir gönüldür.
Kısmetim boğuk bir feryaddır. Benim mezarım üzerine
lâle çok güzel yaraşır; zira hem susar, hem de kanlı kanlı
terennüm eder.
-4•Kimsenin sevgisini kazanmayı bilmez. Sinesi gam 32
nedir, bilmez! (Ya Rabbi), nefesini öyle bir toprağa
nefhettim ki, yemekten ve ölmekten başka bir şey bilmez.
•Gönlümüz, yanımızdan ürküp kaçmış. Sadece
şekilde kalmış, manayı, içyüzü görememiş. O Hak
dergâhından kovulan (şeytan) yok mu! O bizden daha
iyidir; çünkü Hak onu görmüş, bizi ise işitmiştir.5
•Cebrail bu hay u huyu, bu ıstırabı bilmez; çünkü
Hakk’ı aramak makamına erişmemiştir. Onu, arzunun ne
acı ve ne tatlı tarafları olduğunu yakından bilen bu bîçare
kuluna sor.
•Ben bu meclisin gecesini süsledim. Ay gibi dönüşüm
beni yavaş yavaş eksiltti. Senin tegafüllerin hikâye
ediliyordu. Lâkin ben artık silinip gitmiştim.
•Gökyüzü, Cebrail’in gönlünü parçalayan böyle bir
devri her zaman görmez. Orada, kâfirin yonttuğu puta
müminin taptığı, ne güzel bir mabed yaptılar!
5•Mevlâna’nm vecd ve heyecanını, Hüsrev-i
Dehlevî’nin yanışını bana ihsan et. Bana Senaî’nin sıdk ve
ihlâsım ihsan et. Ben kullukla o kadar uyuştum, onu o
kadar sevdim ki, bana Allahlığı versen istemem.
5Feridüddün-i Attar'ın şu mealdeki beytine telmihtir:
"Muhammed (Hakk'ı) görmüş, Musa İŞe İşitmiştir.
Hiç işitmek görmek gibi olur mu?"
•Müslüman, fakr ve zaruretten sarhoş; pılı pırtı
MU H AMME D İKBÂL

içinde... Yaptığı işlerden Cebrail kızmış köpürmüş. -Gel


başka bir millet vücuda getireyim. Zira bu millet, cihanın
sırtında bir yük haline geldi.•Bir başka millet ki, bir işe
sarılır. Bir başka millet ki, iğneden bal elde eder,
(ıstıraptan zevk alır). Bir âleme razı olmaz; iki âlemi sırtına
33 yüklenir.
•Bir başka millet ki, tevhid (lâ ilâhe illallah) zikrine
başladı mı gecenin ciğerinden sabahım çekip çıkarır!
Yolunun üzerindeki Kehkeşan (Samanyolu) kumunu silip
süpüren güneş, nereye varacağını bilir.
-7•Senin cihanın çerçöp makulesinden birkaçının
elinde. O cihanın insanları ise, insan denemeyecek kadar
aşağılık birkaç kişinin esareti altında. Sanatkârlar,
atölyelerinde kendilerini, birkaç leş yiyen akbabanın zevki
ve hayatı uğruna feda ediyorlar.
•Zaruret içinde serseme, sarhoşa dönmüş bir mürid,
şeyhine şöyle dedi: “Bizim halimizden Allah’ın haberi
yok. Bize şah damarımızdan daha yakındır ama
midemizden daha yakın değildir.”
-8•Şu Hindistan başka bir diyardır; onun yeri ve göğü
başka türlüdür. Bizden beş vakit namaz isteme. Kölelere,
bir araya gelip güzel bir saf vücuda getirmek ağır gelir.
•(Hint) müslümam, başka bir milletin hükmü altında
yaşadığı için benliğine değer vermez. Gözünü ve kulağını
büyüleyen her şeyin esiri olur. Mahkum olduğu için,
vücudundaki damarlar o kadar gevşek ve takatsizdir ki,
şeriat ve âyin omuzuna ağır bir yük gibi basar.
•Bir yol kâr ve ziyam ölç, biç; bu cihanı cennet gibi
ebedî hale getir. Görmüyor musun ki, mayası toprak olan
bizler, bu toprak âlemi ne güzel süsledik.
•Ebedî hayat nedir, bilirsin. Vakitsiz ölüm nedir,
bilmiyorsun. Senin vakitlerinden bir an eksilmez, emin ol,

KU LLU K KİTABI
ben ebedî olursam ne ziyam var?
-10• Bu ihtiyar âlem sona erişip de kaderi örten
perde ortadan kalktığı zaman (kıyamette), beni
risaletpenah Efendimizin huzurunda rezil ve rüsvay etme;
hesabımı ondan gizle ya Rabbi! 34
•Canım, yolu Mekke’den geçen şehre doğru öyle
coşmuş koşuyor ki, beden ona yetişemiyor. Sen burada
kal ve (Hakk’m) has kullan ile düş kalk. Ben, sevgilinin
diyanna can atıyorum.

PEYGAMBERİN HUZURUNDA
“Peygamberin huzuru, gök kubbe altında Arş'lan daha
ince, daha dikkatli, edepli hareket edilecek bir yerdir.
(Büyük evliyaullahtan) Cüneyd ve Bayezid oraya
(heyecandan) nefesleri tutulmuş bir halde gelirler. ” izzet-i
Buharî
1•“Ey göçebe insan! Çadırım topla, kafile başı konak
yerinden hareket etti.”6
Akıl, bu göç eşyasını yüklenen deveyi sürmekten âciz
kaldı. Dizgini 1 gönlün’ün eline verdim.
•Gönül cevherine gözümü diktim. Gönlün sinesinde
çırpındım, onun sinesinde dinlendim. Köyün, şehrin
havasından ürküp kaçtım; gönlün kapısını çölden esen
rüzgârlara açtım.
•Bilmiyorum, gönlü kimin tecellisi şehid etti. Bir nefes

huzur ve rahat ona nasip değil. Onu sahraya götürdüm,


daha
6Iran şairlerinden Minuçihrî-i Dâmiganî'nin bir kasidesinin
MU H AMME D İKBÂL

matlaı. ziyade dondu, yıprandı. Irmak kenarına götürdüm,


hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
•(Hakk’ın) cilvesinden sarhoş olanların, dünyanın her
türlü nimetlerinden el etek çekenlerin kervanı yola
düzülmüş, gidiyor. Hallerini sorma; (devenin boynundaki)
35 çan sesi, sazlıkta esen bir rüzgâr dalgası gibi onların
canını birbirine katar; bir rüzgâr dalgası.
•Bu ihtiyar halimle, visale koşan âşıkların sevinciyle
türküler söyleyerek Medine yolunu tuttum. Akşama yakın,
yuvasına dönmek üzere sahradan havalanan bir kuş kadar
neşeli idim.
-2•Aşk ve sarhoşluk günahım şimdi herkes yapıyor.
Bu aşk ve sarhoşluk, bu hale düşen insanların
olgunluğuna delâlet eder. Halbuki bunu hamlaştırdılar.
Şimdi ben (Fahreddin-i Irakî’nin) “İlk şarabı kadehe
döktükleri zaman ” gazelini Hicaz makamından
okuyorum.
•Hangi makamdan terennüm ettiğimi ne soruyorsun?
Yakınlarım, dostlarım nereli olduğumu pek bilmezler.
Ben, yalnız başıma türküler söyleyeyim diye, (kervandan
ayrüıp) eşyalarımı indirdim ve bu çöle yerleştim.
-3•Seher vakti deveme, daha yavaş, daha yumuşak
yol al, binicin hasta ve ihtiyardır, dedim. Öyle mestane
yürümeye başladı ki, sanki ayağının altına kum değil ipek
döşenmişti.
•Deveci, ona (deveye) dizgin yakışmıyor. Zira onun
canı da bizim canımız gibi basiretli! Onun dalgalanarak
salınmasından anlıyorum ki, o da gönül tılsımının esiridir.
• Kara gözü (devenin) nemli... Sabah vakti feryad ve
âhı gönlümü yakıyor. Bakışının dalgasından dökülen

KU LLU K KİTABI
şarap, benim kalbimi aydınlatan aynı şaraptır.
-4•Ne hoş sahradır o sahra ki, kervanlar dualar
okuyarak develerini sürerler. Onun sıcak kumuna secde
edip alnını yak, tâ ki alnında bir yanık yeri kalsın.
•Ne hoş sahradır o sahra ki, gecesi sabahlar gibi 36
neşeli tebessüm eder, yürekler açar. Gecesi kısa, gündüzü
ulvîdir. Ey yolcu, oraya daha yavaş bas. Onun her zerresi
bizim gibi dertlidir.
•Kervan başı Arap değil, kimdir o? Arap âhengi ile
terennüm etmiyor. Gönülleri suya kandıran (neşe ve
hayat veren) öyle bir türkü söylüyor ki, o suya kanış ve
neşe ile çölde bahtiyar yaşamak mümkündür.
-5•Onun konak yeri aşk ve sarhoşluktur. Onun
suyunda, çamurunda (tıynetinde) ne ateşler yanıyor. Onun
nağmesi, her gönle şifâ ve huzur veriyor. Zira her sinede,
onun gönlünden bir dilim vardır.
-6•Daha söylemeye hacet kalmadan ayân olan gizli
gam, dile getirilirse bir destan olur. Yol kıvrım kıvrım,
yolcu yorgun; ışığı sönmüş, gece yarısı!
•İlkbaharda, bahçeler lâlelerle bezendi. Dostlar
kırlarda çadır kurdular. Dağda bir ırmak kenarında tek
başına oturmak, bana daha güzel geliyor.
•Bazen Irakî’nin şiirlerinden okuyorum, bazen
Câmî’nin şiirleri içimi yakıyor. Arap âhengine aşina
değilim ama kervan başının terennümlerine (pekâlâ)
katılıyorum.
•Yolcunun gamını daha neşe verecek hale getir.
Onun figanını coştur, çılgınlar gibi feryat etsin. Ey deveci,
uzun uzun yollara düş, içimdeki ayrılık ateşini alevle!
-8•Gel ey arkadaş, beraber ağlayalım, ikimiz de
MU H AMME D İKBÂL

(Hakk’ın) cemali şânmın kurbanıyız. Gönlümüzce iki söz


söyleyelim, Efendimizin (Hz. Muhammed’in) ayaklarına
gözlerimizi sürelim.
•Hakimlere az değer verdiler; mestane cilveyi cahile
verdiler. Ne güzel talih bu, ne bahtiyar zaman! Sultanın
37 kapısını bir dervişe açtılar.
•Sinemde (dört cihetli) cihan; başımda lâ-mekân
sevdası; bu ulviyyet damından içeri girince, kanadımdan
uçuş mefhumu bir toz gibi kayıp düştü.
•Bu vadide zaman ebedîdir. Toprağından manalar
hiçbir şekle bürünmeden (mana hüviyeti ile) yetişir.
Hakimler, kelîmlerle (Hazreti Musa) omuz omuza! Zira
burada kimse “lenterani”7 demez.
-9•Sinesinde bir âh’m yemişi bulunmayan o eğri
külâhlı (mağrur) fakih de müslüman ha! Gönlü ağlar ama
niçin ağlar, bilmez. Ya Resulallah, şuna bir bakış ve görüş
ihsan et!
•Gönlüm senin gamınla yanıyor, çırpmıyor. Ben
senin nefesinle terennüm ediyorum. Şuna yanıp
ağlıyorum ki, Hint’te sâna mahrem bir kul göremedim.
7"Sen beni asla göremezsin." Bkz. A'raf 7/143
•Hintli kölelerin gecesinin seheri yok. Bu toprak
üzerinde bir güneş parlamayacak! Bize de göz ucu ile bir
bak, (ya Resulallah) Şark’ta bizden müslüman yoktur.
•O fakir, o dertliden ne söyleyeyim? O müslümandır,
cevheri değerlidir. Allah bu cefakeş, canı pek biçareye
yardımcı olsun. O ulviyyet damından düşmüştür.
•Onun halinden nasıl bahsedeyim? Gizli mi, aşikâr mı
sen görüyorsun. Şu kadar söyleyeyim ki, ikiyüz
senedenberi onun başına gelenler yüzünden, gönlüm
kasap dükkânındaki kütüğe döndü.

KU LLU K KİTABI
•Hâlâ bu çivit renkli çark, eğri yürüyüşünde devam
ediyor. Hâlâ bu kervan, makamından çok uzaktadır.
Onun düzene girmemiş perişan halinden ne söyleyeyim?
Biliyorsun ki, millet kendine bir imam (lider) bulamamıştır.
•Onun saf kanında o heyecan, hararet kalmadı. 38
Harap tarlasında lâle yetişmiyor. Siyah kını, kesesi gibi
boş... Kitabı, viran evinin rafında...
•Gönlünü renk ve kokuya esir etti. O gönülde zevk,
şevk, arzu namına bir şey kalmadı. Atmacaların keskin
ıslıklarını tanımıyor. Kulağı sinek vızıltısına alıştı.
•Yüzüne gönül kapısı açılmamış. Toprağının
avucunda benlik doğmamış. Kalbinden tekbir sesi
yükselmiyor. Onun zikir harîmi yıkılmış.
•Yakası yırtılmış... Yamamayı düşünmüyor; öyle
yaşayıp gidiyor. İçi sönmüş; bilmiyorum nasıl böyle
yaşıyor. “Allah Hu” diye zikretmeden ömür süren bir
müslümanm nasibi, yarı ölümdür.
•Onun hakkını ver; o âciz ve esirdir. Fakirdir, biraz
fazla yaşamaya gayret ediyor. Onun yüzüne meyhane
kapısını kapadılar. Bu memlekette müslüman, susuzluktan
ölüyor.
•Artık onun tıynetini musaffa hale getir. Gönlünde bir
cihan yarat. Rüzgâr sert esiyor; eteği yırtık içinde... Onun
sönmek üzere olan çerağı sönebilir.
•Yokluk makamında seyreden gayr (Hak’tan gayri
olan) ile başbaşa kalan hayat gelini bir günahkârdır ki,
ölmeden evvel kabre girmiştir ve (sual melekleri olan)
Nekir’i kiliseden, Münker’i de putperest mabedinden
gelmiştir.
9 Onun gözünde ne ışık, ne sevinç vardır. Gönlü
MU H AMME D İKBÂL

göğsünde sabırsızlıkla çırpınmaz. Huzursuz bir canın


verdiği ıstırap içinde ölen ümmete Allah yardım etsin.
•Müslüman evlâdı, ama ölümle aşina değil. Ölünceye
kadar ölüm korkusu içinde tir tir titriyor. Yarılmış
göğsünde bir gönül görmedim. Sadece bitkin bir nefes ve
39 ölüm kederi...
•Emperyalizm baştan aşağı hokkabazlıktır. Ne Türk,
ne Arap ondan emin olabilir. Senin huzurunda
dostlarımın ıstırabından bahsediyorum. Bu an (Hac
zamanı), lütuf ve şefkat ânıdır. Onlara merhamet edersin
ümidiyle söylüyorum.
9 Müslüman erkeğinin vücudu dayanıklıdır. Onun

kalıbının yapısı muhkemdir. Anlayışlı doktor; bakışından


vücûdun, benliğin ürperdiğini gördü. (Benliği henüz
ölmemiş.)
9 Müslüman, başında hâkimiyet tacı olmadığı için
utanç içindedir. Dini ölüm, tekkesi de fakr’dır. Bilirsin, bu
cihanda bizim mirasımız nedir? Padişahlık kumaşından
dokunmuş bir kilim!
9 Onların halini bana sorma. Yeri de göğü gibi

soysuz! İncir ile beslediğin bir kuşa, çölde yem peşinde


koşmak ağır geliyor.
9 Hayat nedir, gözlerinin önüne serdim. Yarın ve dün

nedir, bunun inceliklerini anlattım. Canın sırlarını daha


açıkça anlatmak mümkün. Ya Rabbi, Arap’tan başka bir
millete mensup olan bana, Arap belâgatını ihsan et.
9 Müslümamn ordusu, askeri yoktur ama kalbi
hükümdar kalbidir. Eğer ona eski makamını geri verseler,
cemali (lûtfedici azamet) öyle bir celâl (kahredici azamet)
dir ki, onun önünde sığınacak bir yer yoktur.
•Şeyhin malı eski masallar, sözü hep zan ve
tahmin... Onun müslümanlığınm belinde hâlâ zünnar

KU LLU K KİTABI
(küfür kemeri) var. Onun Kâbesi budist mabedi, o da bir
brehmen!
•Dinsizlik, cihanı başka bir şekle koydu. Can,
bedenin eserlerindendir, dediler. Ne olur Sıddîk (Hz.
Ebubekir) ’a verdiğin o fakr ile şu rahat cam bir allak 40
bullak et!
•Kâbe, putperest mabedinden bir renk ve koku alır
(aralarına inek tersini yakıp külünü serperler). Bizim
putumuz, saçları birbirine karışmış bir ihtiyarcıktır. Biz
karabahdıların göğsünde, arzu ışığı ile aydınlanmış bir
gönül bulamazsın.
•Fakirler mescidde saf bağlarlarsa padişahların
yakalarını parçalarlar... O ateş sinede sönünce
müslümanlar dergâhlara gittiler.
•Müslümanlar kendileri ile mücadele halindedirler:
Gönüllerinde ikilikten başka bir mefhum yoktur.
Kendilerinin kaçtıkları mescidden biri bir tuğla alsa
feryada başlarlar.
•Allah’tan başkasının huzurunda secdeye kapandık.
Mecusiler gibi onun huzurunda dualar okuduk...
Kimseden değil, kendimden şikâyetçiyim. Zira biz senin
şanına lâyık kul olamadık.
•Şarap içenlerin ellerindeki kadeh boş... Çünkü sâkî,
meclisimden ayağı çekti. Sinemde bir âh var ki, onun aslı
o çerağm dumanmdandır, şimdi ben onu muhafaza
ediyorum.
•Tekkelerin testisinde şarap yok... Mektep eski
yolunda devam edip gidiyor. Şairlerin meclisinden içim
donarak ayrıldım. Ney’den nağmeler, ölü halinde
MU H AMME D İKBÂL

dökülüyor.
•Müslümanım, her diyarda garibim. Zira yeryüzünde
bir işim yok. Bu bitkin halimle yine ıstırap içinde
kıvranıyorum. Demek ki artık masiva ile meşgulüm.
•Bana ihsan ettiğin kanatla uçtum. İç yakan nağmelerim
41 le çırpındım, kıvrandım. Ölümün, karşısında tir tir titrediği
müslüman var ya; bütün dünyayı dolaştım; öyle bir
müslüman görmedim.,
•Bir gece Rabbimin huzurunda ağladım, sızlandım:
Ya Rabbi, niçin müslümanlar sefalet içinde böyle hor
hakir oldular? Cenab-ı Hak’tan şu nidayı işittim: “Bilmiyor
musun ki, onların gönülleri var ama sevgilileri yok!”
•Geçip giden şevket ve azametten bahsetmiyorum.
Geçmişten söz açmanın ne faydası var? (Yalnız şu kadar
söyleyeyim ki), göğsümde bir meş’ale yanıyordu; geçen
iki yüz sene içinde o söndü gitti.
•Putperest mabedinin mimarı şimdi Kâbe muhafızlığı
yapıyor. hakikî imanı ölmüş; gözü Hakk’m gayrısmda...
Bütün hayır sebeplerinden ümidini kestiğini bakışından
anlamak mümkündür.
•Şu yol üstünde oturan fakirin yanışından ona da
ihsan et! O da cayır cayır yanan bir kalbe sahip olsun,
hakikî, yakînî bir imandan doğan ümit ile onun gönlünü
aydınlat ve sarsılmaz hale getir.
•Kâh düşerim, kâh sarhoş gibi sallana sallana
kalkarım. Bıçak, kılıç kullanmadan ne kanlar dökerim.
Bana bir dönüp bak; zira içinde yaşadığım asırla
savaşıyorum.
•Benim için en iyisi yalnız başıma ah u efgan edeyim.
Medine yolunda, kervana katılmadan tek başıma çölü
aşayım. Mektep nerede, şevk meyhanesi nerede? Sen
emret, benim için o mu iyi, bu mu?

KU LLU K KİTABI
•Onun güzel fezasında uçtum, bulutlarından dökülen
katrelerle kanadım ıslandı. Kâbe benim kalbime girdikten
sonra, onun kalbindekileri terennüm ettim.
•Açıkladığım sırrı anlamadılar. Benim dalımdan
hurma yemediler. Ey seyyid-i kâinat (Hz. Muhammed), 42
sana sığınıyorum. Dostlarım beni, gazeller yazan bir şair
yerine koydular.
•Gönül bağlayarak vücuda getirdiğim bu eserler şiir
değildir. Ben bunlarla mana ipindeki düğümleri çözdüm
(ince meseleleri hallettim). Aşk bunlara bir iksir çalıp altııı
haline getirir, ümidiyle bu müflis insanların bakırını
parlattım.
•Sen bana, ebedî hayattan bahset, ölünün kulağına
candan haber ver, dedin. Bu hakikati anlamayan insanlar
bana, şunun bunun ölüm tarihini yaz, diyorlar.
•Gizli derdimden yüzüm safran rengi bağladı.
Erguvan rengi (kırmızı) gözümden kan akıyor. Söz
boğazımda düğümlendi (artık söyleyemiyorum) • Sen
benim halimi zaten bilirsin; söylemeye ne hacet!
•Biz garipler, dilimizle değil gözlerimizle konuşuruz.
Dertlilerin sözü gözyaşı ve ahtır... Gözümü açtım, ağzımı
kapadım. Bizim yolumuzda söz söylemek günahtır.
•Benlik nedir bilmeyene benlik verdim. Onun
toprağında zemzem kuyusu açtım. Bana o hararetli
feryadı ver ki, din gamından başka her gamı yakayım.
•İçimizde nefes dumanından başka bir şey yok...
Senin elinden başka sarılacağımız el yoktur. Gam
masalını artık kime söyleyeyim; sinelerde senden başka
kimse yok...
•Garip, dertli bir ney çalan ki, kendi nağmesinin ateşi
MU H AMME D İKBÂL

içinde eriyip gidiyor. Her iki âlemden müstağni olan!


Onun ne istediğini, ne aradığını sen bilirsin.
•Hiçbir rüzgârdan su ve renk aramıyorum. Senin
güneşinin feyzi ile yetişiyorum. Bakışın Ay’dan, Ülker
yıldızından çok yüksektir. Kimsenin hoşuna gitsin diye söz
43 söylemem.
•Sahibi olmayan o denizde, âşıklara ancak gönül yol
gösterir. Sen emrettiğin için Mekke yolunu tuttuk. Yoksa
bizim senden başka menzilimiz yoktur.
•Bizi kapından kovma ki, sana bin can ile âşığız. Bize
verdiğin o aşk derdi içinde kıvranıp duruyoruz. Sabırdan
başka ne istersen emret; ifâya hazırız. Lâkin sabırdan iki
yüz fersah uzağız.
•Frenk putlarına gönül verdim ben. Putperestlerin
ateşinde eridim ben. Kendime öyle yabancı idim ki,
kendimi görünce tanımadım ben.
•Garp meyhanesinin şarabından tattım. Canıma
yemin ederim ki, baş ağrısı satın aldım. Frenk güzelleri ile
hem-bezm oldum; ondan daha soğuk, heyecansız gün
görmedim.
•Fakirim; her ne istersem senden isterim. Benim
saman çöpümden bir dağın bağrı yarılır. Hakimlerin
dersleri bana baş ağrısı verdi. Zira ben, nazar feyzi ile
yetişmiş insanım.
•Ne molla, ne de sufî ile hem-bezm olurum. Sen
bilirsin ki ben ne oyum, ne de bu. Gönlümün levhasına
“Allah” yaz. Zira ben hem kendimi, hem de onu açıkça
görürüm.
•Mollanın gönlü, gam nedir, bilmez. Bir bakışı vardır
ama gözü hiç yaşarmaz. Onun mektebinden kaçtım; zira

KU LLU K KİTABI
Hicaz’ının tenceresinde zemzem yok.
•Minbere çıktı mı sözleri iğnelidir. Zira yanında yüz
tane kitap var. Huzurunda utandım da söylemedim.
Kendisinden gizli ama biz açıkça görüyoruz.
•Gönül ehlinin gönlünü o mu kazandı, yoksa ben mi? 44
Şevk ve heyecan haberini o mu getirdi, ben mi getirdim.
Ben ve molla, din tirkeşinden çekilmiş iki okuz. Buyur, o
mu hedef buldu, yoksa ben mi?
•Meclisim içinde ben bir garibim. Söyle, kime
derdimi yanayım? Sırrım fâş olur korkusu ile kendi
derdimi gönlüme söylemiyorum.
•Gönlümü kimseye teslim etmedim. Müşküllerimi
ben hallettim. Bir kere Allah’tan başkasına güvendim. İki
yüz kere eriştiğim makamdan düştüm.
•Başımda aynı çılgınlık ateşi... Göğsümde aynı
hengâme... Gelip geçen o büyük tufandan beri, benim
cevherimdeki dalga hâlâ sükûn bulmamıştır.
•Hâlâ bu toprakta kıvılcımlar var. Hâlâ bu göğüste
seher vakti yükselen o âh var. Gözüme tecelliler göster;
görüyorsun ki, bu ihtiyarlığıma rağmen hâlâ bakıp
görebiliyorum.
•Bakışım, her gördüğüm şeyden müstağnidir. İçimin
yanışından gönlüm eriyor. Ben, bir de içinde ihlâs ve
yanış olmayan bir asır... Söyle bana artık, bu ne sırdır?
•Beni bu hararetsiz, aşk ve heyecansız asırda
yarattılar. Toprağıma fırtınalı bir can nefhettiler. Hayat
boynumda bir ipe benziyor. Sanki beni darağacma
çektiler.
•Lâle ve gül, renk ve koku bana tesir etmiyor.
MU H AMME D İKBÂL

Sinemde arzu öldü. Gizli bir gam sözle ifade edilemez.


Haydi anlatabileyim; ne söyleyeyim, kime söyleyeyim?
•Ben Şark’ta da Garp’ta da garibim. Çünkü mahrem
dostlardan mahrumum. Gamımı kendi gönlüme
söylüyorum. Garipliği ne kadar masumane aldatıyorum.
45 •Bugünkü ilmin ülsımmı bozdum. Danesini alıp
tuzağını işe yaramaz hale getirdim. İbrahim gibi, onun
ateşine nasıl fütursuz oturduğumu Allah bilir.
•Benim gözüme bakışı sen getirdin; Lâ ilâhe
illallah’ın nurunu sen getirdin. Beni “Men reânî (Beni kim
görürse Allah’ı görmüş demektir Hadis-i şerif) ” sabahına
eriştir. Gecemdeki ay ışığını da sen getirdin.
•Kendimi şuurumla kucakladığım zaman makamını
senin nurunla gördüm. Bu mabedde, seher vakti ettiğim
feryadlarla aşk ve sarhoşluk cihanı yarattım.
•Bu âlemde taravetli bir cennet vardır. Dalında da
benim gözyaşımdan çiy danesi. Henüz içinde hay u huy
(kavga, gürültü) yok. Zira ademi bekliyor.
•Ona temiz, afif bir genç ver ki bir ev, bir yuva
yapmanın şarabından zevk alsın. Hz. Ali gibi kuvvetli bir
pazıya sahip olsun. Aynı zamanda, gönlü iki cihandan da
müstağni olsun.
•Sâkî, gel kadehi sun. Ney’imin yanışı, verdiğin şarap
ile daha alevli, daha müessir olsun. Artık benim göğsüme
öyle bir gönül koy ki, onun kudreti ile Kâvus ve Key’in
pençelerini burayım.
•Cihan aşktan; aşk ise senin sinenden zuhûr etmiştir.
Cihanın neşe ve sürürü senin yıllanmış şarabındandır.
Cebrail hakkında yalnız şunu biliyorum: O senin
aynandan bir cevherdir.
•Bendeki bu yanış, bu heyecan senin nefesinin feyzi
iledir. Asmamdaki şarap dalgası senin zemzemindendir.

KU LLU K KİTABI
Ben öyle bir dervişim ki Cemşid’in mülkü, saltanatı benim
karşımda utancından yerin dibine girer. Zira sinemdeki
gönül seni çok yakından tanıyor.
•Bu puthanede kimseye gönül bağlamadım. Fakat
kendi makamımdan ayrıldım. Dün parçaladığım put, 46
bugün kendisine secde etmemi istiyor.
•Bir avuç toprağımdan, kanı vücudumdan sızan o
lâle yetişti. Lütfedip onu kabul et. Gönülden başka bir
şeyim yok.
•İslâm milleti huzurunda çırpındım, gönüller yakıp
eriten bir nağme yarattım. Küstahlık olmasın, sözü kısa
keseyim: Çırpındım, yarattım, huzura kavuştum.
•Benim rind yaradılışım sıdk ve hulûsu hakkı için,
bitkin halde ettiğim âhlarm yanışı hakkı için; bir tohum
gibi kucağına gömüldüğüm toprağa bahar bulutu ihsan et.
•Gönlümü avucuma aldım (birine vereyim diye), onu
alıp götürecek bir dilber yok. Mahm var, bir yağma eden
yok. Benim sineme gel, yerleş; benden daha yalnız bir
müslüman yok.
•Ben Mevlâna gibi Kâbe’de ezan okudum. Can
sırlarını ben ondan öğrendim. Eski asrın fitne devrinde o,
bu asrın fitne devrinde de ben...
•Lütfet, toprağımdan güller yetişsin, gözyaşını lâle
kanı ile karışsın. Eğer Hz. Ali’nin kılıcına lâpk değilsem,
onun kılıcı gibi keskin bir mezar ihsan et bana...
•Müslüman sahile varıp dinleneliden beri, deniz,
karşısında mahcup ve kendinden ümidi kesmiştir. Bu fakir
ve dertliden başka kim onun gizli yaralarını görmüştür.
•Ona bir yâr kokusunun tatlı tatlı estiğini kim söyledi?
MU H AMME D İKBÂL

Ona ilkbahar ümidini kim verdi? Onun nefesindeki eski


yanış ve şevk söndüğü zaman, onun kamış tarlasını kim
ateşe verdi?
•Denizden ırmağıma inci ver. Benim malımı dağa,
çöle, her yere ilet. Verdiğin tufan gönlümü açmadı. Başka
47 bir tufan ile beni fırtınalar gibi coştur.
•Herkese karşı bak nasıl ney çalıyor, terennümler
ediyorum. Bir de yalnız kaldığım zaman nasıl yanıp
eridiğimi gör. Ben fakrın inceliğini eskilerden öğrendim.
Benim sultanlar karşısındaki istiğnamı gör.
•İçinde yaşadığım her hali güzel terennüm ettim. Her
mananın yüzündeki örtüyü kaldırdım. Fakat sorma; dost
ile bir an beraber, bir an ayrı olmaktan ne kadar ıstırap
çekiyorum.
•Lâlenin derdine, yanışına ortak idim. Hayatın kalbini
açıp görmüştüm. Şevkin ince sırrını bilmem kime
söyledim. Zira yalnızdım ve yalnızca terennüm ettim.
•Bakışımı senin nurunla aydınlatıyorum ve güneşin,
ayın tâ içini görüyorum. Müslümanım deyince içim
titriyor. Zira, lâ ilâhe illallah’m ne güç olduğunu biliyorum.
•Senin diyarında bir nağmenin yakıp eritmesi kâfidir.
Bana bu başlangıç ve bu son kâfidir. Cenab-ı Hakk’a,
“bize Mustafa kâfidir” diyen temiz ruhlu rindin cesareti
beni harap etti.
-10•Bir taştan bir ırmak fışkırtan o ruh feveranını,
hararetli aşktan öğrendim. Bir tek isteğim var:
Câvid•rengini, kokusunu senin aşkından alsın.
•Bir bak o şuh, şımarık frenk güzellerine... Benim saf
delikanlım, kanı kaynayan bir gençtir. Onu bu kâfir
bakışlıların şerrinden koru!
8Muhammed Ikbal'in oğlu
•Allah’tan gaynsma gönül vermeyen âcizlere kudret

KU LLU K KİTABI
ihsan et. Müslüman evlâtlarına benim canımı aydınlatan o
ateşten nasip et.
-11•Sen de dost kadehinden o şarabı al, iç ki daima
dost ile olasın. Ey Abdülaziz, ben secde etmiyorum, dost
kapısının toprağını kirpiklerimle süpürüyorum.9 48
•Sen Hicaz Sultanısın; ben fakirim. Lâkin mana
memleketinin emiriyim. Gel kalbimde “lâ ilâhe illallah”
tohumundan yetişip gelişen bir cihan gör.
•Baştan ayağa derman kabul etmeyen bir derdim.
Zannetme ki bitkin, inleyen bir ihtiyarım. Ben bir milletin
sadağından düşmüş okum. Hâlâ bir yayda vazife
görebilirim.
•Gel beraber coşalım, sarılıp raks edelim. Bu
coşkunluk içinde dünyayı unutalım. Bir zaman dostun
diyarında kanlı yaşlar dökerek raks edelim.
•Senin çöl içinde, akşamı da seher vakti gibi aydınlık

bir makamın var. Nereye istersen çadırını kur.


Başkalarından çadır ipi istemek haramdır.
•Müslümanız, mekân derdimiz yok. Dokuz kat gök
halkasından harice çıkmışız. Bize bir secde öğrettiler ki,
onun sayesinde her “efendi”nin değerini ölçeriz, biliriz.
•Frenk’i put etme; ondan uzak ol. Onun ahdinin,

peymanının, bir arpa danesi kadar değeri yoktur. Faruk


(Hz. Ömer) ün gözünden bir bakış al ve yeni âlemde
pervasız yürü!
911. Faslın bütün beyitleri Suudi Arabistan kralı
Abdülaziz'e hitaptır.
MİLLET HUZURUNDA
MU H AMME D İKBÂL

Benden ârifâne söz bekleme, ben âşık yaratılmışım Bu


bağda, lâle renkli gözyaşımı çiy danesi gibi saçıp
duruyorum
1Hakk’a gönül bağlayıp Mustafa’nın yolunda yürü
•Yeni ay gibi menziline varmaya çalış ki, bu çivit
49
renkli boşlukta her an artıp büyüyesin. Bu mabedde
makamını bulmak istiyorsan Hakk’a gönül bağla;
Mustafa’nın yolunda yürü.
•Dalga gibi kendi denizimden yükselmişim; inci gibi
kendi kendime kıvrılıp yuvarlanmışım. Kabe’yi tamire
çalıştığım için Nemrud bana dargındır.
•Sâkî, gel kadehi dolaştır. İki dünyadan da alâkayı
kes. Hakikati birinde açıkladılar. Zira molla, dinin sırrını
pek bilmez.
•Gel sâkî, yüzünden örtüyü kaldır. Gönlümün kanı
gözümden damlıyor. Ne Şark’tan, ne de Garp’tan
olmayan o nağme ile, “Korkma”10 makamından
terennüm et.
10"Lâ tehaf (korkma)" âyetine işaiettir. Bkz. TaKa,
20/21.
•Sinenden tekbirini yükselt. Toprağına iksirini sal.
Benliğine sarıl, muhkem sarıl ve bahtiyar yaşa. Kaderini
kimsenin eline verme!
•Müslüman, benliğine sahip olmakla tamam olur.
Toprağında benlik öldü mü köledir. Eğer kendini kendi
malın bilirsen, kendinden başkasına bakmak, ondan bir
şey beklemek haramdır.
•Müslümanlar kendilerini hakkıyla görüp tanıdıkları
zaman, her denizde inci gibi değerli bir yer aldılar. Eğer
benliklerini kaybederlerse, senin canına yemin ederim ki,
ölümlerini satın almış olurlar.

KU LLU K KİTABI
•Kaderin yüzünden perdeyi kaldırdım. Ümidini
kesme, Mustafa’nın yolunda yürü. Söylediğime
inanmazsan dinden kaç ve kâfir olarak geber.
•Türklere kapalı kapılar açıldı. Mısırlıların binası
muhkem kuruldu. Sen de benliğinin eteğine yapış. Onsuz 50
kimseye ne mülk ne de din verdiler.
•Baharı solan bir kavim; silik, uçucu kokular içinde
ömür sürer. Toprağından lâle yetişir ama harmanisi soluk
renklidir.
•Kaderini kendi eliyle yazan millete Allah ululuk verir.
Köylüsü, başkası hesabına ekin eken milletle Allah meşgul
olmaz.
•Râzî’den Kur’an’daki hikmeti öğren. Onun
meş’alesinden bir çerağ uyandır. Lâkin bu ince hikmeti de
benden sor: (Arzu ve ideallerle) sarhoş olmadan, aşk ile iç
yanmadan yaşanamaz.
-2Benlik
• Lâ ilâhe illallah’ı benliğine katan insan, ölünün
toprağından görüş ve nazar yetiştirir. Böyle insanın
eteğini bırakma. Zira güneşi ve ayı onun kemendi içinde
gördüm.
•Sen ey cahil, uyanık gönül ara, bul. Dedelerin gibi
kendine bir yol bul. Müminin gizli sırrı nasıl ifşa ettiğini,
“Lâ mevcude illallah (Allah’tan başka var olan yoktur)”
sözünden anla.
•Gönlünde gizli yara yok; müslümanlığm heyecanı,
ateşi, çırpınması yok. Benliğinin bahçesini, tufanı
olmayan bir denizin suyu ile sulamışsın.
-3"Ene'l-Hak (Ben Hakk'ım)"
•“Ene’l-Hak” ilâhiyyet makamından başka bir şey
MU H AMME D İKBÂL

değildir. Ona lâyık sahip var mıdır, yok mudur? Eğer


bunu bir fert söylerse ona hitap edilir. Eğer bunu bir
millet söylerse yersiz değildir.
•Ene’l-Hak sözü, her dalın üzerinde, kanından çiy
daneleri bulunan bir millete lâyıktır. Onun kahredici
51 azameti içinde öyle lûtfedici bir güzellik vardır ki, onu
dokuz felek aynasında aksettirir.
•Milletler arasında makamı yüksektir, iki dünyada
liderdir o millet ki, yaratma işinden bir an boşalmaz, ona
uyku ve yorgunluk haramdır.11
•Vücudu içinin yanışından alev alevdir. Kemiyet ve
keyfiyet cihanı, onun için çerçöpten başka bir şey
değildir. Onun himmeti, Ene’l-Hakk’ı izah ve şerh eder:
Ol dediği şey olur.
•Feleğin geniş ufuklarında tek olarak uçar. Lâkin
gözü yuvasının bulunduğu daldadır. Ay ve yıldızı
kemendine geçirmiştir. Zamanenin kaderi onun elindedir.
•Bağlarda güzel sesli bir bülbül, ovalarda avını derhal
pençesine geçiren bir şahin. O milletin emiri sultanlık
içinde bir fakir, fakiri ise dervişlik içinde bir emir.
•Yeni kadehe testiden eski şarabı dök. Kendi nurunla
her tarafı aydınlat. Mansur (Hallacı Mansur)’un dalından
meyve
11"Lâ te'huzûhu sîneten ve lâ nevm (Kendisine ne uyku
gelir, ne de uyuklama)" âyetine işarettir. Bkz. Bakara,
2/255. almak istersen, gönlüne “lâ galibe illâllah
(Allah’tan başka galip yoktur) ” tohumunu ek.
-4Sofi ve Molla
•Farz edelim, molla hazreüeri ekşi suratlıdır; görüşü
içi, kabuktan ayırmaz. Eğer molla bu müslümanlığımı

KU LLU K KİTABI
görüp beni Kabe’den kovarsa haklıdır.
•Frenk Kâbe’den, mabedden avlayacağını avladı.
Tekkelerden “Bunları yapan Allah’tır, ondan başka varlık
yoktur” sesi yükseldi. Hikâyeyi mollaya anlattım. “Ya
Rabbi âkibeti hayr olsun” diye dua etti. 52
•Sofi ve mollanın eserisin. Kur’an’daki hikmetten
hayat almıyorsun. Kur’an âyetleri ile senin alâkan “Ya-
Sin” okutup rahat ölmekten ibaret.
•Karşına Kur’an’dan bir ayna as; derhal nevrin
dönerse, kendinden kaç, yaptığın işleri tartmak için bir
terazi edin. Kıyametleri önceden kopar.
•Sofi ile mollaya benden selâm olsun, Allah’ın
emirlerini bize söylediler. Fakat onların te’vili Allah’ı da
Cebrail’i de Hz. Peygamberi de hayret içinde bıraktı.
•Herkesi tekfir eden bir vaiz, cehennemden bahsetti.
Bir kâfir ondan daha güzel bir söz söyledi: O köle, kendi
hallerini bilmediği için cehennem başkasının yeridir, dedi.
•Kendini bilen olgun bir mürid, pirine şu iğneleyici
sözü söyledi: “Canı yarı ölüme teslim etmek, mezar
toprağından rızıklanmaktır.”
•Dervişlik hırkası altında dünya menfaatleri elde
etmeye çalışan bir pir, oğluna şu nasihati verdi: “Bu
devrin Nemrudları ile dost ol, onların feyzi ile İbrahimlik
etmek kabildir.”
-5 Mevlâna lâ^sr ' 57 "
•Yme o eski şaraptan iç. Onun bir kadehini Perviz’in
mülkü dahi karşılamaz. Gönül Kâbesinin duvarına
Celâleddin-i Rumî’nin şiirlerini as.
•Onun kadehinden, taşı lâ’l haline getiren o lâle
MU H AMME D İKBÂL

rengini al. O şarap ceylana arslan yüreği verir. Kaplanın


sırtından dağları (kaplan sırtındaki benekler) yıkar.
•Onun hararetli aşk ve heyecanından nasip aldım.
Gecem onun yıldızından gündüz gibi aydınlandı. Şimdi
bak bana, Kabe çölünde dudağından arslan tebessümü
53 dökülen bir ceylan gibiyim.
•O, baştan ayağa dert, ateş ve sevgidir. Onun visali
ayrılık dilini iyi bilir. Aşkın lûtf ile dolu azameti (Cemal),
onun ney’inden Allah’a mahsus bir azamete (Celal)
bürünür.
•Bu değersizin ruhundaki düğümü çözdü. Yol
üzerindeki toprağı kimya haline getirdi. O ney çalan
mukaddes insanın ney’i, bana aşkı ve sarhoşluğu tanıttı.
•Gönül kapısını önümde açtılar. Bir toprak olan
benden, bir cihan vücuda getirdiler. Onun feyzi ile öyle
yükseldim ki, ay ve yıldızlar benimle arkadaş oldular.
•Onun hayali ay ve yıldızlar arasındadır. Bakışı Ülker
yıldızının ötesini görür. Bitkin gönlünü onun huzuruna
ilet, onun nefesi civayı dahi sükûna kavuşturur.
•Fakrın sırlarını Mevlâna’dan öğren. Zira o fakirliğe
sultanlar haset eder. Başını önüne eğdiren bir fakrdan, bir
dervişlikten kendini koru.
•Benlik İlâhiyetten ayrılırsa fakrı dilencilik derecesine
indirir. Ben İlâhî neşe ve şevki, Mevlâna’nm sarhoş
gözünden aldım.
•Benim asmamdan pırıl pırıl bir şarap akıttı. Benim
eteğime sarılan insan bahtiyar insandır. Ben evvelce
Senâî’nin, Mevlâna’mn gönlünde alevlendirdiği ateşten
nasip almışım.
Arap Şairleri
•Arap şairine benim tarafımdan de ki: “Lâ’l renkli
dudağa fazla değer vermedim. Kur’an’dan aldığım nur ile

KU LLU K KİTABI
yüz otuz senelik geceyi seher vaktine çevirdim.”
•Canlara hareket, mücadele, heyecan zevkini
aşıladım. Saraylar, debdebeler benim gözümde bir avuç
topraktan başka bir şey değildir. Irmağa öyle bir
coşkunluk verdim ki, bir gün fırtınalı denizlerle arkadaşlık 54
edebilir.
•Sen de o portre sersemliğini bırak. Gönlünden
başka yer arama. Bizim bahçemizde doğdun, kanatlandın.
İçindeki ateşle İslâm meş’alesini alevle!
•Bir avuç topraktan başka bir şey olmayan
vücudumuzda bir gönül, o gönülde de bir ıstırap vardır.
Henüz bu eski dal tamamen kuramamıştır. Sanat büyüsü
ile o çeşmeyi aç; her müslümanm içinde bir zemzem
vardır.
•Müslüman Allah’ın sıfatlarına mazhar olmuş bir
kuldur. Onun güzelliğinin azametini ancak gözlerinde Hak
nuru tecelli ederse görebilirsin. Zira onun aslı kâinatın
kalbindedir.
•Onun bir avuç topraktan başka bir şeyi olmayan
varlığına o yanışı, o kıvranışı ver ki, gecesi içinden bir
güneş doğsun. Öyle terennüm et ki, senin feyzinle onda
bir inkılâp zevki uyansın.
•Müslümanlık; gönül gamı satın almak, cıva gibi
dostlar ıstırabı ile kıvranmak, milletin huzurunda kendini
yok edip “ben milletim” diye bağırabilmektir.
•Can sırlarını açıkça gören insan, ancak kendi gözü
ile görür. Sinende bir nağme yarat: Onunla, cihanın
sonbaharını ilkbahar yapabilirsin.
•Yaradılışın, tıynetine kattığı feyizleri koru; sevinç,
MU H AMME D İKBÂL

yanış ve sarhoşluk senin fıtratında vardır. Şunun bunun


testisi bomboş. Ebedî şarap senin gönlünün şişesinde!
•Bu dağ ve çölün yürekleri sıkan gecesinde ne bir kuş
sesi, ne bir su dalgası var. Biliyorsun ki bu gece, Meryem
Ana kandili ile aydınlanmaz; güneş lâzım!
55 •Yüzünün çizgilerini iyi oku. Yarının kaderini
(kaderinin nabzını) eline al! Benim gibi Kâbe çöllerine düş
ki, orada kendinin ne uçsuz bucaksız bir varlık olduğunu
göresin.
-7Ey Çöl Çocuğu
•Seher vakti ortalık aydınlandığı zaman, hurma dalı
üstünde bir kuş şöyle seslendi: “Ey çöl çocuğu! Şadırvanı
yık, hayatın zevki göçtedir, bir yere çakılıp kalmakta
değil.”
•Allah Arabi kervana kılavuz yarattı. O kendini fakr
ile imtihan etti. Eğer eli boş olanların fakrında hulûs ve
gayret olursa, dünyayı altüst edebilirler.
•Sina tecellileri ile aydınlanan gecede yarının
sabahının coşkun nurları gizlidir. Çölün rüzgârı ile teni ve
canları sağlam olduğu için, ümmetler dağ ve çölden
doğar.
•Ne bilirsin, belki bu toz duman içinden bir süvari
çıkıverir.12
• Artık teslim ve rıza neyi emrediyorsa öyle hareket
et. Doğruluk, ihlâs ve vefa yoluna gir. Şiirin şöyle imiş,
yok böyle imiş deme, zekânın çılgınlığını benden öğren!
•Fırtınalar koparmayan bir çılgınlık, çimenleri virane
haline getirir. Bu şehirde kopardığım o fırtınadan (sarhoş
narasından) çılgınlık kalır, fakat akıllanır.13
12Dünyadaki toprak gibi mütevazı insanlara hakaretle
bakma; ne bilirsin belki bu toz duman içinden bir

KU LLU K KİTABI
süvari çıkıverir.
13Her kemalin yanında biraz da çılgınlık güzel bir şeydir.
Akl-ı Küll dahi olsan bir divane tarafın olmalıdır.
•Bahar sabahının ilk açan lâlesiyim. Bağrımdaki yara
(dağ), beni her an cayır cayır yakıyor. Benim yalnızlığıma 56
hakaretle bakma. Kucağımda yüzlerce kervan gül vardır.
•Havada uçuşan tozlar gibi perişanım. Ne güzel talih
ve ne bahtiyar bir hayattır; benden eğer bir kahraman
şehsuvar zuhûr ederse.
•içinden olgun bir insan yetişen perişan kavim ne
talihlidir. O insanın zuhûru, gayp sırlarından bir sırdır.
Her toz bulutu içinden bir süvari zuhûr etmez.
•Kendi denizimde dalga gibi çırpındım. Çırpındım ve
bir tufana eriştim. Bundan daha güzel bir renk
göremediğim için kanımla onun resmini yaptım.
•Bakışı boş testileri doldurur. Arzuların asmasına
şarap akıtır. Bir tufan ile harekete gelen ırmaklar,
denizlere arkadaş olur.
•Kervanın dizginini ele alınca, her gizliye bir tecelli
zevki verir. Felek sakinlerini öyle ifşa eder ki, dokuz kat
göğü ayağının ucuna indirmiş sanırsın.
•O kervan emirini doğuran mukaddes ruhlu anayı
tebrik et. Böyle mübarek bir ana kucağı karşısında cennet
hurilerini bile utandırırım.
•Gönül, sinemde bir güzel vardır, diyor; bir değer
yaratan, bir yağma eden var, diyor. Ölüm anında
kulağıma felekten, “Dökülen bahar çiçekleri meyvenin
müjdecisidir” diye bir ses geldi.
•Ey kızcağızım! Bu süslenmeleri bırak, kâfirlikler
MU H AMME D İKBÂL

müslümanlığa yaraşmaz. Allah’ın verdiği güzelliğe gönül


bağlama, bir bakışla gönüller yağma etmeyi öğren.
•Senin bakışın, Allah’ın sana ihsan ettiği bir kılıçür.
Allah bize canı, onun açtığı yaradan verdi. Kılıcına
hayadan su veren o mukaddes canlı kız, halis altın gibi bir
57 gönlü ele geçirdi.
•Bu asrın kalbi örtünmez. Renk ve parlaklıkla kendini
gösterir. Cihanı aydınlatmayı Allah’ın nurundan öğren. O,
yüzlerce tecelli gösterdiği halde örtü altındadır.
•Cihanın sağlamlığı anaların elindedir. Bütün
varlıklar, onların karakterlerine emanet edilmiştir. Bu ince
hakikati idrak etmeyen bir milletin işlerinde devamlı bir
düzen olmaz.
•Bana bu akıllı çılgınlığı, temiz ruhlu bir ananın
bakışları verdi. Mektep, insana göz ve gönül veremez.
Mektep, bir sihir ve büyüden başka bir şey değildir.
•Ne bahtiyardır o millet ki, doğan çocukları onun
kâinatında kıyameüer koparır. O milletin başına gelenleri
ve gelecek olanları anaların alnından okumak
mümkündür.
•Eğer bir dervişin nasihatini kabul edersen bin tane
millet ölür, sen ölmezsin: Hz. Fatıma ol, bu asrın gidişine
uyma ki, kucağında bir Hz. Hüseyin yetişsin.
•Bizim akşamımızdan bir seher yarat. Görüş
sahiplerini Kur’an’a davet et. Bilirsin ki, senin Kur’an
okuyuşundaki sûziş ve aşk, Hz. Ömer’in kaderini
değiştirdi.14
-10Bugünkü Devir
•Bu nasıl bir asırdır ki, elinden din feryad ediyor.
Hürriyetinde binlerce bağ vardır. Onun ressamlığının
(Bihzadlığının) hatalı çizgisi, insanlığın yüzünde ne renk
bırakti ne de şeref...

KU LLU K KİTABI
•Bakışı kâfirlikler resmediyor. Sanatının en
mükemmeli, Azer gibi put yapmak. Onun tüccarları
arasına sakın katılma. Ticaret dediklerinin hepsi
kumardır.
•Bu asır, gençlere kötülük öğretir. Bu asır, şeytanın 58
gecesinin gündüzüdür. Eteğine alev gibi sarılıyorum; zira
bu asırda nur yok, ateş yok...
•Müslüman fakr ile sultanlığı birleştirdi. Kalbi bâkî ile
fâniyi 14 Hz. Ömer'in Müslüman olmasına kız kardeşinin
okuduğu Kur'an sebep olmuştur. birleştirdi. Lâkin bu
asrın elinden el-aman! Sultanlığı şeytanlıkla birleştirdi.
• Senin raksının şöyle veya böyle olduğuna dair ne
söyleyeyim? Bu iç neşesinden gelen raks değil, afyon
sarhoşluğu. Frengi taklit edip tepiniyorsun,
damarlarındaki kan isyan etmiyor ki...
11 Tâlim
• Ebedî olan aşk, hararet ve heyecan, hayat
küheylânmın kamçısıdır. Evlâtlarına asıl bu heyecan ve
aşkı Öğret; kitap, mektep; büyü ve masaldan başka bir
şey değildir.
•Bir ilim ki, birçok şeylere çare bulur, lâkin coşkun
alevli bir ateş içinde insanı eritmez. Temiz, afif bir insanın
bakışı, bu ilimden daha çok güzeldir. Temiz, afif bir
insanın nazarının feyzinden daha güzel olan da, iki
âlemden müstağni bir gönüldür.
•Vücudunda uyanık bir can bulunmayan müminle
Allah meşgul olmaz. Dostların mektebinden, içinde
benliğini bilen ve koruyan bir genç bulunmadığı için
kaçıyorum.
•Bu söz benden sana yadigâr olsun: Bir âmâ, yanlış
MU H AMME D İKBÂL

gören bir gözlüden daha iyidir. Yine bu söz de benden


sana yadigâr olsun: İyi ruhlu, dinine hürmet eden bir
câhil, dinsiz bir âlimden daha iyidir.
•Feleklerde sabite ve seyyareler etrafında dolaşan o

fikirden ne fayda var? O, geniş boşluklarda rüzgârın


59 önüne düşüp avare avare dolaşan bir bulut parçasına
benzer.
•Edep âlimin, câhilin süsüdür. Kendini edeple
süsleyen insan ne kadar güzeldir! İlimde ilerleyip edepte
gerileyen bir müslüman evlâdını hiç sevmem.
•Çocuklardan ümit kesmek doğru değildir. Akılları
kâfi derecede ermiyorsa, korkma. Onların sinesinde bir
gönül var mı, yok mu? Ey hoca, biliyorsan, asıl onu söyle.
•Oğluna din ve ilim öğret ki, onun yüzük kaşı ay ve
yıldızlar gibi parlasın. Bir de eline hüner ve güzel sanadar
verdin mi, yeninin içinde (Musa’nın) yed-i beyzası var
demektir.
•Çimen kuşunun sinesinden nağmeyi, lâlenin
kanındaki eski yanışı aldı götürdü. Avucuna ekmek
vermeyen, fakat teninden canım alıp götüren bu mektep
ile ne öğünüp duruyorsun.
•Bir nefesi ile gönülleri gonca gibi açan o dervişe
Allah selâmet versin. Mektebimiz için şöyle dua etmişti:
Bir ekmek parçası için kimseye esir olmasın.
•Lâ ilâhe illallah’a gönülden bağlanan insan, mektep
ve medrese kaydından ayrılmıştır. Bizden gözü, gönlü ve
kudreti alan bir ilimle uğraşma.
•İşte görüyorsun, eşkıya kervanı vurdu, mahvetti.
Nasıl vurdu, nasıl mahvetti diye ne soruyorsun? Şu
okuduğun ilim, bir milletin ruhunu öldürebilir. Öyle bir
ilme itimat etme.

KU LLU K KİTABI
•Şu yakışıklı, süslü delikanlı yok mu? Evvelâ öyle bir
arslan bakışma sahipti ki, insan kaçıp sığınacak yer
bulamazdı. Mektebe gidip kuzuluk ilmini öğrendi. Ama
eline bir saman yaprağı bile geçmedi.
9 Çölde deveye yavrusu, “Dört tarafa bakınıyorum,
60
bir Allah göremiyorum” dedi. Babası şu cevabı verdi:
“Devenin ayağı kayınca hem kendini, hem de Onu
görür.”15
-12Rızık Peşinde
•Damdan dama uçmak cesur avcı atmacalara bir
şeref vermez. Bir avuç tüyden başka bir şey olmayan av
avlayacağına, yuvanda öl daha iyi!
9 İçten gören bir gözle kendisine bak! Görüşümüz bizi
kamçılar. Bizi niçin rızık peşinde koşturuyorlar, biliyor
musun? Kanat açmamıza bir bahane olsun diye...
15 Arapça bir atasözü vardır: Deve ancak ayağı kaydığı
zaman Hakk'ı tanır.
-13Timsah ile Yavrusu
•Bir timsah, yavrusuna ne güzel söyledi: Bizim
dinimizde sahil haramdır. Dalgaya sarıl, sahile yanaşma.
Deniz baştan başa bizim yuvamızdır.
•Sen denizde değilsin, o senin göğsündedir. Senin
cevherin, yaradılışın tufanlarla boğuşmaktır. Bir an bu
çalkanmaktan sıyrılıp sükûna kavuşsa, işte o senin denizin
seni mahveder.
Son
•Ne sâkîden, ne kadehten bahsettim. Pervasızca
aşktan bahsettim. Ümmetin mukaddes insanlarından
duyduklarımı sana bir rindin laubali dili ile anlattım.
•Kendine dön, gönülün eteğine yapış; sinende otur,
MU H AMME D İKBÂL

yerleş. Ben bu tarlaya tohum attım. Sen kanınla sula ve


mahsul al.
İNSANLIK ÂLEMİ HUZURUNDA
insanlık, insanlığa hürmet etmektir insanın yüksek
61
makamını iyice anla Cavid-nâme
1•Gel sâkî, getir o yıllanmış şarabı. İhtiyar kişiyi bir
bahar delikanlısı haline getir. Bana bir nağme ver ki,
nefesinin feyzi ile kamışı bir meş’ale haline getireyim.
•Şöyle bir hücrenden çık, sabah rüzgârına göğsünü
aç! Bu renk ve kokunun coşup köpürdüğü âleme, sen de
bir kuşcağızın feryadını kat.
-2•Zamane ne fitneler gördü, hepsi geçti. Ne
alçakları koltuğunda besledi, büyüttü, hepsi geçti. Onun
Cengizliği yüzlerce Bağdat’ı talihsizlere mezar yaptı; o da
geçti.
•Nice insanlar, yarının düşüncesi içinde kedere
boğuldular, lâkin bir gün evvel ölüp yarını göremediler.
Ne bahtiyardır onlar ki, bugünün eteğinden binlerce
birbirinden taze heyecan ve mücadele topladılar.
•Bülbül gibi zarı zarı inlemiyorsun. Zira teninde
uyanık bir can yok. Bu gülşende gül toplamak helâl
olduğu halde, sende hiçbir diken yarası yok...
•Gel, kendi içine kıvrılmayı öğren. Tırnakla kazmayı
öğren. Allah’ı açıkça görmek istiyorsan, kendini daha
açık, daha vazıh görmeyi öğren.
•Zamane meşakkaüerinden şikâyeti bırak. Meşakkat
çekmemiş insan, tam ve olgun bir insan değildir. Bilmez
misin ki, ırmak suyu başını taşa çarpa çarpa tadı ve
lezzeüi olur.
•Güvercin, yavrusuna ne güzel dedi: İpek gibi
yumuşak huylu olursan yaşayamazsın. Eğer harareüi bir

KU LLU K KİTABI
aşkın sarhoşluğu içinde “yâ hû” diye bir zikredersen,
şahinin başından külâhını kaparsın!
•Kibriyâ makamından sükût edip alçakların
huzurunda yüzünü yerlere sürüyorsun. Sen bir şahinsin.
Lâkin kendi tuzağına tutulmadan (benliğine sahip 62
olmadan) kendini elde edemezsin.
•Kendine salıip olduğun o gün ne güzel gündür!
İnsanı emirliğe yükselten ancak bu fakrdır. Ebedî hayat,
tam ve şüpheden âzâde bir imana sahip olmaktadır. Zan
ve tahmin yolunu tutarsan ölür gidersin.
•Senin de benim gibi kendinden haberin yok.
Kendini tekrar elde ettiğin zaman, ne bahtiyar olacaksın.
Beni rızık düşüncesi küfre sürüklüyor, seni de kitaba
dayanan ilim.
•Bir deve, yavrusuna ne güzel demiş: Kendi işini
bilen insan ne bahtiyardır! Sırtında kendi yükünü
taşımayı, çöllerin eski bir yolcusu olan bizden öğren.
-4•Hatırlıyorum, bir Frenk âlimi bana, varlık ve
yokluğun birçok sırlarını söylemişti. Lâkin sana ihtiyar bir
Acemden duyduğum bir iki sözü söyleyeyim.
•Ey işin iç yüzüne vâkıf olmayan birkaç kişinin
kurbanı olan! Bir gönül sahibi olmak için ne kadar gam,
keder saün aldın. Benliğine sahip olan birisi ile birkaç
dakika oturup sohbet etmek, mollaların türlü te’villeri
içine dolmaktan çok daha iyidir.
-5•Bu gördüğün varlık mıdır yoksa bir suret midir?
Bizim hakimimiz ne müşküller halletmiştir! O, denizin
dibine dalmadan dalgıçlık üzerine kitap yazmıştır.
•Sen kazmayı vurup Bîsütun dağını parçala; zira
MU H AMME D İKBÂL

fırsatı kaçırmak üzeresin. Dünya iki yüzlüdür. Bırak


hâkimler, kıvılcım kazmadan mı yoksa taştan mı çıkar,
diye düşünüp dursunlar.
•Arzu meş’alesini elden bırakma, mücadele ve
heyecan makamını ele geçir. Bu cihanın dört köşesinde
63 (çarşısında) kaybolma, kendine dön ve dört köşeyi de
parça parça et.
•Deniz dibi sakin gönül seni tanımıyor. Halbuki
içindeki çok değerli inci şendedir. Ey dalga, çırpınmaktan
vazgeçme; zira deniz, evinde ne varsa senin yüzünden
kazanmıştır.
•İnsan iki dünyayı kendi içine almalı, kendinden
kaçmamalıdır. Dünün ışığı ile bugününü gör. Bugünü
dünden koparıp ayırmak imkânsızdır.
•Ey lâle, kendini bize gösterdin, güzel yüzünden
örtüyü açtın. Sen yetişince sana lâle dediler. Dalda
nasıldın, ne idin?
-6•Er olan ıstırap, dert ve acıdan ağlamaz. Dünya
hadiseleri onu fazla kederlendirmez. Onu kendinle kıyas
etme. O da ağlar ama onu iç yanışı ve sarhoşluk ağlatır.
•Mihnet çeken er öldü sanma! Her ne kadar bu
gökkubbesiııirı altında ölmüşse de o ölrnemişlir. Sana
böyle ölüm yaraşır, yoksa istediğin ölümle ölebilirsin.
•Eğer bir toprak olan maddî varlığın cana mahrem
değilse, dalında nisan yağmurundan en ufak bir nem
bulunmaz. Gamdan kurtul, içindeki nefesi, hamleyi
muhafaza et. Hamle ile dolu sinede gam olmaz.
•Her ânımız türlü gam ve keder yüzünden perişan
oluyor. Her gama bir yabancı ortak oluyor. Eğer bu
birkaç ânın kıymetini bilirsen, yarınını düzenlemek
mümkün olur.

KU LLU K KİTABI
•Kendi benliğine gönül bağlayan bir kahraman,
oltaya düşmekten emin olarak denizlerde gezer, dolaşır.
Bakışla yapılan sarhoş cilveler helâldir. Lâkin gönlünü ve
elini sıkı tut.
•Bu kederli topraktan gelen gamlardan gönlümüz 64
derdidir. Yüksek fikirlerden gelen tadı kederden haberimiz
yok.
•Bana Rabbim böyle takdir etti, kim eteğindeki tozu
gidermeye mukadderdir, deme. Namerdin mert olandan
daha üstün istifadeler ettiği bir dünyayı alt üst et.
•Sinenden kini çıkar. Evdeki dumanın pencereden
çıkıp gitmesi daha iyidir. Gönül mahsulünden kimseye
haraç verme. Ey köy ağası, köyü yağma etme.
•Onun (gönülün) gecesinin yakasında ne seherler
vardır. Onun yıldızı iki dünyayı da aydınlatır. Allah
adamının alâmeti hakkında yalnız şunu söyleyeyim: O,
ölümü dudağında bir tebessümle karşılar.
-7•Çiy danesi sabah rüzgârına şöyle yalvardı:
Benimle biraz alâkadar ol, güle arkadaşlık etmekten
gönlüm bîzar oldu. Öyle bir es ki, otun üstüne döküleyim.
-•Gönül
•Gönül, sahil istemeyen bir denizdir. Timsah onun
dalgasının heybetinden tir tir titrer. Onun yüzlerce çölü
istilâ eden selleri vardır ki, felek ondaki bir su kabarcığına
değmez.
•Bizim gönlümüz bir ateş, vücudumuz da onun
dumanının dalgalanmasıdır. Daimî çırpınmak ise onun
varlığının nizamıdır. O, gece yarıları zikreder, uyumaz. O
zaman rahata kavuşur. Ve bu huzur, öd ağacı çubuğu ile
bağlanan civanın rahatına benzer. Zikrederken öd ağacı
MU H AMME D İKBÂL

yanar fakat bu, civayı tabiî huzura kavuşturmaz.


•Derviş, benliğini koruyan (kendine hâkim olan) bir
insan olduğu için, zaman onun işini ileri götürür. Gönlünü
denizin kendi incisini koruduğu gibi korursan, bu fakra,
yani sultanlığa erersin.
65 •Ne benliğin kudretini denedin, ne de elini ayağını
bağlayan bağı çözdün. Eğer sinesinde bir gönül olmasa
idi, akıl insanlara bir zincir olurdu.
•Diyorsun ki: “Gönül kâf u nun (kün: ol) emri ile
yaratılan bir kan ve topraktan başka bir şey değildir.”
Evet gönül göğsümüzdedir ama bizim cihanımızın
haricindedir.
•Bu güneş ve ay cihanı, onun kölesidir. Onun niyazı
her düğümü çözer. Hindistan’a benden şu haberi götür:
Uyanık bir gönül, insanı kölelikten kurtarır.
•Sen ve ben Allah’ın tarlasıyız. Bu tarlanın mahsulü
gönüldür. Gönül, hayat gelininin bindiği mahmildir.16
Sırları bilen insan, yol toprağı gibi alçakgönüllü oldu. Ona
bu meziyeti veren sanma ki akıldır, gönüldür.
•O bazen orijinal güzelliği arar. Bir hatiptir ve
minberi ile bir puttandır. Bazen muazzam ordulara sahip
bir sultandır. Fakat kendi varlık ve kudretinden hiçbir
nasibi yoktur.
•Gönül cihanı, renk ve koku cihanı değildir. Orada
yüksek, alçak, saray, köy yoktur. Orada yer, gök, dört
cihet yoktur. Bu âlemde “Allah Hû”dan başka bir şey
yoktur,
•Bakış gördü, akıl da bu dört cihetli dünyayı aşmak
için kadeh getirdi. Gönül adlı ayyaş, bu renk ve kokuyu
kendi içine çekti.
16 Deve üzerine kurulan ufak, etrafı kapalı bir hücre.
•Muhabbet nedir? Bir bakışın eseri! Bir bakışın oku,

KU LLU K KİTABI
insanı ne tatlı yaralar! Gönül avlamaya mı gidiyorsun;
sadağını at. Bu av, ancak bakışla ele geçen bir avdır.
9 Benlik
•Benlik ilâhiyyet nuru ile aydınlanmıştır. Onun bütün
maksadına erişmeleri erişmemektendir. Ayrılık onun visal 66
makamlarındandır. Visali ise ayrılık makamlarmdandır.
» Dedikodulardan ölüp giden bir kavmin toprağından
arzular biter. Benlik, arzunun tesiri ile öyle bir kılıç haline
gelir ki, bu nefesi kokulardan renkleri keser, ayırır.
9 Benlik, Hak varlığından bir varlıktır. Benlik, Hak
tecellilerinden bir tecellidir. Bilmiyorum, eğer deniz
olmasa idi bu parlak inci nerede bulunurdu.
•Toprak ve çamurla arkadaş olmayı kabul eden bir
gönlü derhal tatlı bir uyku bastırır. “Ben” gibi uyanık
olursa, yaratır. Benim gibi tene mahkûm olursa, ölür.
•Bizim visalimiz, ayrılık içinde bir visaldir. Bu düğümü
ancak bakış halleder. İnci, denizin kucağında
kaybolmuştur. Lâkin deniz suyu inci suyu değildir.
•Bir avuç toprağım varsa onun kapısındadır. Gülüm,
reyhanım onun bulutundadır. Ben ne “ben”i bilirim, ne
“o”nu. Lâkin “ben”in, “o”nun sinesinde olduğunu
biliyorum.
10Cebir ve İhtiyar
•İyice biliyorum ki, Allah bir gün bu kâinata bir terazi
koyacaktır. Lâkin korkuyorum ki, yarın kıyamette bu
terazi ne bize ne de ona yarayacaktır.
•Bana Roma’da ihtiyar bir rahip “Bu hakikati iyi
hatırında tut” dedi. Her millet kendi hazırladığı ölümle
ölür; seni takdir, bizi de tedbir öldürür.
11 ölüm
MU H AMME D İKBÂL

•îşittim ki, ölüm Allah’a şöyle demiş: “Şu topraktan


doğan mahlûklar ne kadar yüzsüz. Ben onun canını
alırken utanıyorum da o ölmekten hiç utanmıyor.
•Ya Rabbi, ona beka ihsan et, o altı cihetin (kâinatın)
efendisidir. Kâinatın dizgini onun elindedir. Hayatın
67 namus ve kıymetini bilmediği için ölümün zilletinden
utanmıyor.”
12Şeytana Söyle
•Benim tarafımdan şeytana de ki: “Bir tuzak içinde
ne zamana kadar çırpınıp duracağım. Sabahı, akşamını
hazırlamaktan başka bir şey olmayan bu dünya, benim
hiç hoşuma gitmiyor.”
•Bu cihanı yoktan var ettikleri zaman onun kalbini
soğuk, hareketsiz ve mücadelesiz buldular. Bizim
canımızdan başka nerede ateş vardı. Seni bizim
ateşimizden yarattılar.
•Ayrılık, hararetli sevginin gözüne nur verdi. Ayrılık,
sevgide daha hararetli bir arama ihtirası uyandırdı. Senin
halin nasıldır, bilmiyorum; bu su ve çamur (maddî varlık)
bana benden haber verdi.
•Seni dergâh-ı İlâhi’den kovdular; kovulmuş, kâfir, âsi
dediler. Ben gönlüme saplanan o diken yüzünden, ezel
sabahından beri ıstırap içindeyim.
•Doğru mu, eğri mi sen bilirsin. Harap tarlamda
dane yetişmiyor. Secde etmedin ve dertlisin; bu yüzden
benim sayısız günahımı yükleniyorsun.
•Gel seninle şahane bir oyun oynayalım. (Tavla veya
satranç) Bu dört cihetli cihanı mahvedelim. Sanatın sihri
ile onun saman yaprağından, dünyanın bu tarafında bir
cennet vücuda getirelim.
-13Topraktan Yaratılan Şeytanla, Ateşten Yaratılan
Şeytan

KU LLU K KİTABI
•Bu asrın ne derece bozuk olduğu meydanda. Felek
onun çirkinliğinden utanç içindedir. Eğer bir görüş zevki
elde edebilirsen, iki yüz şeytan sana hizmetkâr olur.
•Her yerde göz ve kulağın yolunu kesen haydutlar
vardır. Bunlar gönlü yağma etmek için ellerinden geleni 68
yaparlar. Çok kıymetli günah beş paraya... Bu tüccarlar,
çok ucuza mal satıyorlar.
•Ters ters salınan bir şeytan... Senin gözünü büyü ile
kör ediyor. Senin gibi âciz, zebun bir avı avlayan şeytan,
ancak ölü bir şeytandır. Ben onu diri saymam.
•Onun kadehinde nasıl zehirli bir içki var ki, canı
öldürüyor. Lâkin ten, bu zehre yabancıdır. Sen ortada
olan tuzağı görüyorsun, danesinin içindeki tuzağı değil.
•Beşer, kendi yüksek makamından düşeliden beri 17
kudreti derecesinde ruhî gelişmeye mazhar olur.
Eğer senin şeytanın topraktan yaratılmışsa, onun sana
irtikâp ettirdiği günah dahi lezzetsiz ve soğuk olur.
•Bu asrın şeytanlarına av olma. Onların iğfal eden
yan bakışları âdî insanlar içindir. Asıl insanlar, Allah’ı
görmüş olan tam ayarlı hakikî şeytandan hoşlanırlar.
•O şeytan mert insanları vurup avlar. Zira ateşten
yaratıldığı için yüksek bir makama sahiptir. Her taraftan
yaratılan onun kemendine (şeytanlık haysiyetine) lâyık
değildir. Ona zayıf, zebun av haramdır.
•Fıtraten zelil olan insanlar bu derin manayı idrak
edemezler ama söylemek de zaruridir: Yaradılışı canlı ve
kudretli olan günahkâr, bu yeni yetişen şeytanlarla
uyuşamaz.
17 "Ahseni takvim", olarak (en güzel şekilde)
MU H AMME D İKBÂL

yaratılmışken, madde âlemine yani "esfel-i sâfilîne


(aşağıların en aşağısına)" indirildiğinden beri. Bkz. Tîn
suresi, 95/4-5

69 YOL ARKADAŞLARINA
Gel bu ümmetin işini bir yoluna koyalım, hayat kumarını
merdane oynayalım. Şehrin mescidinde öyle feıyad
edelim ki, mollanın göğsündeki gönlü eritelim.
1•Kalender; göklerin cesur, yırtıcı şahinidir. En ağır
şeyler onun kanadına hafif gelir. Onun avlandığı yer mavi
fezadır. Yuvaların etrafında dolaşmaz.
•Varlık eşyasından dört cihete toz yayıldığı zaman,
benim canımdan “Allah Hû” nağmesi döküldü.
Vurduğum ateşli mızraptan teli eriyip, gözyaşım gibi yere
akan bu sazı benim elimden al.
•Yaradılışın gönlünde gözyaşı gibi çırpındım,
çırpındım da onun gözüne eriştim. Onun kirpiklerinde
benim parıltımı görmek mümkündür. Ben saman üzerine
pek damlamadım.
•Mantık bana ham ham kokuyor. Onun delilleri tam
değil. Mevlâna ve Gâmî’nin iki beyti, önümdeki kapalı
kapıları açıyor.
•Gel, bu yıllanmış şarabı benden al. O, kadehin
toprağına ruh bağışlar. Eğer onu benim şişemden
sularsan lâle dalından insan yükselir.
•Benim elimde işte o eski çeng vardır ki, içi renk
renk feryatlarla doludur. Fakat ben bu çengi arslan tırnağı
ile çalarım. Zira telleri taş damarlarındandır.
•Bu asrın pervizlerine benim tarafımdan de ki:
Ferhad değilim ki eline kazma olayım. Benim göğsüme

KU LLU K KİTABI
batan dikenle yüz tane Bîsütun dağını parçalamak
mümkündür.
•Fakirim, benim malım mülküm bir bakıştan başka
bir şey değildir. Şu sözüm hatırında olsun: Bir şahın
kolunda av avlayan şahinden, bir leş kargası daha iyidir. 70
•Gönül kapısını kimseye kapamadım. Ne
akrabamdan ne de dostlarımdan alâkamı kestim. Kendi
sinemde bir yuva kurdum; bu dönen feleğin tâ orta yerine
kurulup oturdum.
•Bu gülşende ne şerefim, ne rütbe ve itibarım var.
Bana ne bir abâ, ne de bir külâh nasip oldu. Ancak
nergisin gözüne görüş verdiğim için, gül toplayan bana,
“Sen bu çimeni ifrad ediyorsun” dedi.
•Bu mecliste iki yüz âlim söz söyledi. Hem de gül
yaprağından daha ince, daha nazik sözler söylediler.
Fakat bana söyle, bunların içinde dikeni görüp de
çimenin ahvalinden bahseden o görüş sahibi kimdir?
•İlim ve fennin inceliklerini bilmem; fakat söz
sanatına ayrı bir yüksek eda verdim. Kervanın içinde
benim yanışım ve sürürüm, eski ihtiyarlan öyle hızlandırdı
ki...
•Sanma ki sabahlan öten bir kuşum. Ah u figandan
başka bir şey bilmem. Eteğimi bırakma, bağın anahtarını
benim yuvamda bulacaksın.
•Benim nazarımda cihan, bir geçit yerinden başka bir
şey değildir. Binlerce yolcu var, ama bir yol arkadaşı yok.
Birçok hısım, akraba var, lâkin kimse bana onlardan daha
yabancı değil.
•Bu yokluk içinde var olmayı öğren. Değerini
MU H AMME D İKBÂL

arttırmayı öğren. Benim nağmemin ummanına düş;


tufanımın içinde inci gibi huzura kavuşmayı öğren.
•Bu toprak beni eskiden beri besleyip büyütmüştür.
Lâkin yerimden hoşnut değilim. Her ne kadar onun
feyzinin suyu ile yetişip büyüdüysem de, yeri, benim
71 göğüm tanımıyorum.
•Mert insanların haremine girmedikçe, gönüllerin
onların nefesi ile dirilebileceğim anlayamazsın. O âh u
feryat etmez, şikâyet etmez. Zira mert olanların gamı da
onlar gibi kendine hâkimdir.
•Bir görüş yarat, beden içinde canı gör. Henüz
meydana çıkmamış yasemini dalının içinde gör. Yoksa,
bir yay içindeki ok gibi hedefe ok atanın gözü ile gör.
•Akıl yakın zevkine yabancıdır. İlim ve hikmet sana
oyun oynayan aldatıcı, kötü bir arkadaştır. Gözü yolu
gören bir câhil, iki yüz Ebu Hamid ve Râzı (Fahreddin-i
Râzı) ’den daha üstündür.
•Kumaş, gümüş, lâ’l, inci nedir ki... Güzel, altın
kemerli köle nedir ki... Hüner ehlinin tek sermayesi, Allah
gibi iki cihandan müstağni olmasıdır.
•Benim neşem, benlik için aynen bir akıldır. Onun
için benim meyhanemde fazla coşkunluk olmaz. Şarabım
her ne kadar saf değilse de iç, zira o eski küplerin
dibindeki son cür’adır.
•Senin işin hırka ve sarıkladır. Ben sevgilinin
kokusunu kendimde kokladım. Benim sermayem sadece
bir ney çubuğudur; ne minber ağacı, ne de darağacı...
•Aynamdaki cevheri görünce, kendi sinemin
halvetine çekildim. Bu kör ve zevksiz âlimlerden kaçıp
kendi eski gamıma sığındım.
•Piliyi pırtıyı toplayıp bu topraktan göçtüğüm zaman,
herkes beni tanıdığını, benimle dost olduğunu söyledi:

KU LLU K KİTABI
Lâkin bu yolcu ne dedi, kime dedi, nereli idi, kimse
bilmedi.
• Eğer gönlü bilgili, kalbi saf ise bir fakir, bütün
yoksulluğuna rağmen bir emirdir. Fakat dinsiz ve bilgisiz
bir zenginin sırtındaki elbise değil, ipekten yapılmış bir 72
palandır.
-3•Dârâlann, Cemşidlerin önünde secde ediyorum.
Ey ahmak! Müslümanlığı rezil ve rüsvay etme. Frenge
ihtiyaç elini uzatma. Gönül tavanından o putu indir.
•Eski, âkil ve içi aydınlık bir ihtiyardan şu sözü işittim:
Yoksulluk içinde benliğini koruyan bir fakir, iki dünyayı
ele geçirebilir.
•İşin içyüzü şu iki sözde gizlidir: Aşk makamı; minber
değil darağacıdır. İbrahim’ler, Nemrut’lardan korkmazlar;
hem ödağacının ayarı ateşte belli olur.
•Ey lâle, kimsenin senin derdine ortak olacağını
umma. Dostluğu benim gibi kendi içinde ara. Gelen her
rüzgâra göğsünü aç. İçindeki eski dağı muhafaza et.
•Hatırlıyorum, bir ihtiyar bana şu iki nasihati
vermişti: İnsan ancak kendi canı ile yaşamalıdır. Canını
rehine koyup yalnız teni ile yaşayan değersiz insandan
hazer et (sakın).
•Bir türlü yerinde duramayan dalga, sahile dedi ki:
“Ben kendimi firavunlukla ayarlıyorum. Bazen yılan gibi
kendi üzerime kıvrılıyorum, bazen de bekleme zevki
içinde raks ediyorum.”
•Eğer bu şeref ve rütbe Frenkten ise onun kapısından
başka bir yere yüz sürme. Onun sopasına kaba etini
çevir; zira semercinin eşek üzerinde hakkı vardır.
•Frengin hâkimiyetinde gönül denen şey yoktur.
MU H AMME D İKBÂL

Onun sahip olduğu bütün mülktür, din değildir. Bir ilâh


ki, onun barigâhının etrafında yüz şeytan vardır, bir
Cebrail yoktur.
•Ben ve sen, gönül ve dinden ümidimizi kestik. Gül
kokusu gibi aslımızdan ayrıldık, kaçtık. Gönlümüz öldü. O
73 ölünce dinimiz de öldü. Bir alışverişle iki ölüm satın aldık.
•Dinin hakikatini bilen müslüman Allah’tan başkasına
secde etmez. Eğer felek onun muradı üzre dönmüyorsa,
o feleği kendi muradı üzere döndürür.
•Müstağni gönül, bu fâni toprağa mensup değildir.
Gecesi, gündüzü göğün dönmesine bağlı değildir. Kıyam
zamanını kendin tâyin et. Aşk ve sarhoşluk namazının
ezanı yoktur.
•Hararetli aşk makamında sıdk u hulûs ve işin
içyüzünü gönülden bilmek lâzımdır. Bu içyüzü gönülden
bilmek için de Cebrail’e arkadaşlık etmek lâzımdır. Eğer
sende bu hulûs ve yakîn varsa korkma, yürü. Hiçbir
düşman, yoluna pusu kuramaz.
•Müslümana “Levlâke”1•remzini kendinde açıkça
görmek, kâfi bir irfan ve idrâktir. Allah bizim kıyas ve
idrâkimize sığmaz. Onu bırak. Sen “Ma Arefnâke”19
diyen Hz. Peygamberi tanı, kâfi...
•Kendini Frenk putlarının eline bıraktın da,
puthanede mertlere yakışmayacak şekilde öldün. Akıl
gönle yabancı, sinede aşk ateşinden eser yok... Zira sen,
dedelerinin asmasından şarap içmedin.
•Ne herkes kendine inandığı halde kendini eritir, ne
de herkes niyaz içinde naz sarhoşudur. “Lâ ilâhe” kaftanı
kanlı bir libastır ki, mert olmayanların boyuna uzun gelir.
•Mümin varlığının ateşiyle yanar. Bağlanan her şeyi o
açar. Onun kıyamında İlâhiyyetin celâli, secdesinde

KU LLU K KİTABI
kulluğun cemali vardır.
•Aşıkların namazını niye soruyorsun? Onun rükûu da
secdesi gibi mahremanedir. Bir “Allahu Ekber”in alev alev
yanışı, beş vakit namaza sığmaz.
•O namazda kıraat, iki dünyaya meydan okumaktır. 74
Onun bir rekatı, müslümanı ölümsüz yapar. Bu ateşsiz ve
heyecansız
18“Sen olmasaydın" demek olan bu tabirde, “Sen
olmasaydın bu âlemleri yaratmazdım" kudsî hadisine
telmih vardır.
19"Ma arefnâke hakka mârifetike (Ya Rabbi, Seni
hakkıyla bilemedim).'' Hadis-i şerif asnn öldürüp
mahvettiği insan, onun “kad kametindeki kıyametleri
nereden bilecek?
-4•Frenk, rızık vermek usûlünü iyi bilir. Buna
bağışlar, ondan borç alır. Şeytana öyle rızık verir ki, Allah
bile hayran kalır (!)
•Hikâyeyi uzatmaya hâcet yok. Gizli sırları iki söz ile
sana açıklayayım: Kendi cihanını tüccarlara verdi.
Mekansız olan mekânın kadrini nereden bilecek?
•Temiz müslümanlar için bir cennet vardır. Himmet
sahipleri için bir cennet vardır. Hintli müslümana söyle,
üzülmesin; “fîsebilillâlT’ta bir cennet vardır.
•Kalender fazla söz söylemeyi sevmez. Şu
söyleyeceği ince manalı sözden başka bir iksiri yoktur: Bir
Hüseyin kanı ile sulanmayan harap tarladan mahsul
alınmaz.
YENİ GÜLŞEN-i RAZ
MU H AMME D İKBÂL

“SIR GÜLLERİNİN AÇTIĞI BAHÇE”


Çok sevgili dostum Zeki Kurdoğlu’ya...
İkbal’in, gönül suallerine gönülden cevap veren bu
şaheserinin tercümesini sizin uyanık gönlünüze ithaf
75 ediyorum.
Gözünün karası için bakış ve görüş yaratmışım ben Senin
gönlün için bir başka âlem yaratmışım ben Bütün Şark
uykuda iken; hayat terennümlerimle Yıldızların gözünden
gizli bir seher yaratmışım ben
Şark’ın canındaki o eski ateş, hayat ateşi söndü,
nefesi tükendi; bedeninden can uçup gitti. O, şimdi nefes
almadan yaşayan bir resim gibidir. Hayat zevki nedir,
bilmiyor. Gönlünde bir davası yok; ney’i terennüme
yabancı.
Ben maksadımı başka bir şekilde ifade ettim. Yani
Mahmud-ı Şebüsterî’nin 1 eserine bir nazire şeklinde bu
davayı deştim. Şeyh Mahmud’un zamanından bu yana hiç
kimse, bizim canımızı bir kıvılcımla tutuşturmadı. Kefeni
sırtımıza geçirmiş, toprakta yattık. Fakat bir mahşerin
uyanışına, bir fitnenin kopup bizi harekete geçirmesine
şahit olmadık.
1GÜlşen-i Râz isimli eseriyle tanınan, meşhur Iranlı
mutasavvıf şa|r.
O Tebrizli âlim (Şeyh Mahmud-ı Şebüsterî) Cengiz’in
ektiği fitnenin mahsulü olan nice kıyametler gördü. Benim
gözüm de başka bir inkılâbı gördü; başka bir güneşin
doğuşunu gördü. Ve mananın yüzünden örtüyü sıyırdım,
zerrenin eline bir güneş verdim. Beni, şarap içmeden
sarhoş oldum, zannetme! Öteki şairler gibi masal
anlatmıyorum. Bana şairlik isnat eden küçük ruhlu
insandan hayır görmezsin. Benim, güzellerin diyarında

KU LLU K KİTABI
işim yok. Öyle yufka yürekli değilim; bir sevgilinin
uğrunda ıstırap çekecek tıynette de değilim. Ne benim
toprağım bir sevgilinin yolunda tozdur; ne de ben
iradesini elden kaçırmış bir âşığım.
Ben Cebrail ile içli dışlı olmuşum 76
Gözcü, haberci, kapıcı Filân tanımam
Ben fakirim ama Kelîm’in (Hazret-i Musa) servetine
malikim.2 Benim kilimimin altında şehinşahların debdebe
ve azameti vardır. Toprağım ama sahralara sığmam;
suyum fakat deryalara sığmam. Ben bir sırça şişeyim;
lâkin taşın yüreği benim korkumdan tirtir titrer. Benim
düşüncemin denizi sahil tanımaz. Benim perdemin altında
kaderler gizlidir. Ben koltuğumun altında kıyametler
besliyorum. Bir an şöyle bir halvet köşesine çekildim;
zeval bulmaz bir cihan yarattım.
Ben böyle şairlikten hicap duymam
Zira yüz asır, bir Attar3 yetiştiremez
Canımda hayat ve ölüm mücadelesi var. Ben
gözlerimi ebedî hayata dikmişim. Senin toprağını cana
yabancı gördüm; vücuduna kendi canımdan üfledim.
Yüreğimdeki bu ateş beni
2"Ümmetimin âlimleri, Beni İsrail peygamberlerine
muadildir." (Hadis-i Şerif).
3Feridüddin-i Attar: İran'ın büyük mutasavvıf
şairlerindendir. 513-627 H. seneleri arasında Nişabur'da
yaşamıştır. yakıyor. Benim meş’alemle geçeni aydınlat.
Benim toprağıma tohum yerine gönül ektiler. Benim
levhama başka yazı yazdılar. Benlik zevki benim için bal
gibi tatlıdır. Ne diyeyim, bana Hak’tan bu ilham vâki oldu.
Evvelâ o balı tattım, zevkini sürdüm, denedim
MU H AMME D İKBÂL

Sonra da onu Şark’a dağıttım


Eğer bu eseri Cebrail okursa, mahiyetini teşkil eden o
saf nurdan sıyrılır, kendi makam ve derecesinden şikâyete
başlar. Allah’a halini şöyle arzeder:
“Tecelliyi ben bu derece çıplak ve vazıh istemiyorum.
77 Ben; gizli dert istiyorum. Bu ebedî visalden vazgeçtim, âh
u feryadın lezzetini tatmak istiyorum. Bana insanların naz
ve niyazını ver. Bana insan ruhundaki yanıp yakılmayı
ver. ”
Sual:
Evvelâ kendi tefekkürüm beni hayrete düşürüyor. Bu
tefekkür denen şey, nedir? Bizim yolumuzda şart olan
düşünce midir? Niçin bazen ibadet, bazen de günah
oluyor?
Cevap:
İnsanın sinesinde öyle bir nur vardır ki... Bu öyle bir
nurdur ki, onun galip olması, hâzır olmasıdır. Ben onu
her an seyreden bir sabite olarak gördüm (sâbit bir
seyyare). Ben onu nur gördüm, ateş gördüm. O bazen
burhan ve delilden alev alır, bazen nurunu Cebrail’in
canından iktibas eder.
Öyle bir nur ki canı aydınlatır, sineyi yakar. Onun bir
şuâı güneşlere bedeldir. Toprağa bulanmıştır, fakat
mekândan münezzehtir. Gündüze ve geceye bağlıdır;
fakat zamandan münezzehtir. Onun zamanı nefesle
sayılmaz. Onu kiuısc bu şekilde arayıp bulamamıştır.
Bazen yorgun, bir sahile yığılıp kalır. Bazen sonsuz bir
denizi elindeki kadehe doldurur.
Deniz de odur. Musa’nın asası da odur ki, o asa
denizi ikiye bölmüştür. O bir ceylandır; otladığı
asumandır. Kehkeşan ırmağından su içer. Yer, gök onun
makamıdır. Buna rağmen bir kervan ortasında tek başına

KU LLU K KİTABI
giden de odur.
Nur ve zulmet cihanı, onun hallerinden vücud bulur.
Yani sur, ölüm, cennet, huri sesleri ondan akseder.
Şeytan ve Âdem’in zuhûru ondandır/. Şeytan ile Âdem’e
fütuhat ondandır. Onun görünüşleri, bakışı yorar, 78
sabırsızlandırır. Onun tecellileri Allah’ı aldatır. Bir gözü
kendi iç âlemine açılmıştır, kendini görür; bir gözü ile
kendi dış zuhûrunu görür. Eğer bir gözünü kaparsa
günahtır. Her ikisi ile de görmek yolun şartıdır. Kendi
ırmağından deniz yaratır; inci olup o denizin dibine çöker.
Aynı anda başka bir şekle girer, dalgıç olup yüze çıkar.
Onda hiçbir coşkunluk görünmeden hengâmeler kopar.
Ondaki renk ve sesi duymak için, göze ve kulağa ihtiyaç
yoktur.
Hayat ve zaman onun şişesinin içindedir
Lâkin o bize yavaş yavaş aşikâr olur
Hayat, ondan bir kemend atar; alçak, yüksek ne
varsa avlar. Kendini onun aracılığıyla kendine bağlar.
Masivanın boğazını sıkar. Bir gün iki âlem de onun avı
olur ve büklüm büklüm kemendinin içine düşer. Eğer her
iki âlemi de ele geçirirsen seni saran şey ölür, sen
ölmezsin. Talep çölüne ayağını gevşek basma. Evvelâ
kendinde olan âlemi ele geçir. Eğer aşağı tabakadan bir
insan isen, kendindeki âlemi ele geçirdin mi yükselirsin.
Allah’ı mı istiyorsun? Kendine daha yaklaş. Eğer kendini
teshire muvaffak olursan ufukları daha kolay ele
geçirirsin. Bu cihanı elde ettiğin gün, ne mesut bir
gündür. Bunu yapabilirsen, dokuz göğün göğsünü
yararsın. Ay senin önünde secdeye varır.
Bir ah dumanının dalgasından, onu kemendinin içine
MU H AMME D İKBÂL

alırsın; bu eski mabedde hür olur, istediğin şekilde put


yaparsın. Bu dört köşeli âlemi ele geçirmek; nur, ses,
renk ve koku makamını teshir etmek; onun çoğunu
azaltmak, azını çoğaltmak; onu istediğin şekle koymak;
onun ıstırap ve huzuruna gönül bağlamak; onun dokuz
79 feleğinin tılsımını bozmak; ok temreni gibi onun kalbine
saplanmak; onun arpasına kendi buğdayını vermemek...
Budur, padişahlık debdebe ve azameti, budur
Dinime ikiz olan bu mülktür
Sual;
Sahili ilim olan bu deniz, nasıl bir denizdir? O denizin
dibinde nasıl bir inci vücuda gelmiştir?
Cevap:
Bu nefes dolu hayat, akıp giden bir denizdir. Şuur ve
vukuf onun sahilidir. Bu, derin ve dalgalı bir denizdir.
Sahilinde binlerce dağ ve ova vardır. Onun bir an durup
dinlenmeyen dalgalarını hiç sorma. Onun her dalgası
denizden sahile taşar ve ovayı sular. Bakışa keyfiyet ve
kemiyet lezzetini verir. Onun huzuruna gelen her şey,
onun şuurunun feyzinden aydınlanır. Yalnız başına kaldığı
zaman sarhoştur, arkadaşlıktan hoşlanmaz. Fakat her şey
onun nuru ile aydınlanmıştır. Evvelâ onu aydınlanmış
gösterir, sonra bir âyin ve usûle esir eder. Şuur onu
cihana daha ziyade yaklaştırdı ve cihan ona, onun sırrını
söyledi. Akıl, onun yüzündeki örtüyü kaldırdı; fakat nutuk,
onu daha çıplak meydana çıkardı.
O, her hareketin ceza veya mükâfatı verilen bir cihan
mabedine sığmaz. Cihan onun birçok makamlarından bir
tanesidir.
Cihanı kendinden hariç görüyorsun; onda çöl, deniz, ova
ve maden görüyorsun. Renk ve koku cihanı bizim

KU LLU K KİTABI
elimizde bir gül demetidir. Bize hem bağlı, hem değildir.
Benlik bir bakış hizmetiyle onu bağlamıştır. Zemini,
asumanı, güneşi, ayı kendine bağlamıştır. Bizim gönlümüz
ile onun arasında gizli bir yol vardır. Var olan her şey,
varlığını bu bakış hüzmesine borçludur. Onu kimse 80
görmezse çok müteessir olur, inler. Eğer görürse, o
zaman deniz veya dağ olur. Cihan bizim onu görmemizle
gelişir, büyür. O bir fidandır ki, bizim ihtimamımızla
neşvünema bulur. Bu gören ve görünen meselesi bir
sırdır. Her zerrenin gönlünden bir niyaz yükselir, der ki:
“Ey gören, bana bak, beni gör. Bir bakışının feyzi ile
beni var et. Bir şeyin zâtının kemali, var olmaktır; bir
gören tarafından görülmektir. Bilgimiz huzurunda
bulunup da şuurumuzla aydınlanmamak, var olmamak
demektir. Cihan bizim tecellilerimizden başka bir şey
değildir. Biz olmasak ne renk, ne de ses vardır. Sen de
cihanın sohbetinden yardım dile! Bakışını onun kıvrımları
ile terbiye et. ”
İyice bil ki, av avlayan arslanlar, bu yolda bir
karıncadan dahi yardım istemişlerdir.
Onun (cihanın) yardımları ile kendinden haberdar ol.
Sen Cibrîl-i Emin’sin; kanadan. Akıl gözünü iyice kesret
âlemine aç ki, vahdeti temaşa imkânını elde edesin. Yusuf
un haberini getiren gömlek kokusundan nasibini al.
Kenan’da otururken Mısır ve Yemen’den koku duy.
Benlik bir avcıdır; güneşi, ayı avlar. Ay ve güneş onun
tedbirinin bağında esirdir.
Kendindeki ateşle cihanı yangına ver
Mekân ve lâmekâna gece baskını ver
Sual:
MU H AMME D İKBÂL

Mümkün (mahlûkat) ile Vâcip (Allah) ’in birbirine


kavuşması nedir? Yakınlık, uzaklık, çokluk, azlık meselesi
nedir?
Cevap:
Bu keyfiyet ve kemiyet cihanının üç tarafı vardır. Akıl;
81 onun keyfiyet ve kemiyetini kemendi içine alır. Bu Tusî ve
Oklides’in cihanıdır ki, yer üzerinde faaliyette bulunan akıl
bununla iktifa eder. Bu cihanın zamanı, mekânı, yeri,
göğü itibarîdir. Yayını çek ve hedefi göz önüne al. Bu
sözümde miraç nüktesi vardır, anla.
Bu, her hareketin ceza veya mükâfatı verilen âlemde
Mutlak’ ı arama. Göklerin ve yerin nuru olan Allah’tan
başka mutlak yoktur. Hakikat zeval bulmaz; onun mekânı
yoktur. Ve artık, âlem namütenâhîdir, deme. Onun sonu
içtedir, dışta değil. Onun içinde alçak, yüksek, az, çok
mefhumları yoktur. İçi yukarı, aşağı mefhumlarından ârî
olduğu halde dışı çok geniştir. Bizim aklımız “ebed”i
kavrayamaz. O, türlü mücadelelerle “bir”i bin yapar. O
topaldır; sükûnu sever. İçi görmez; dışa gönül bağlar. Biz
hakikati yüz parçaya ayırdığımız için sâbit ile seyyar
arasına fark koyduk. Akıl, lâmekân içinde mekân yarattı.
Zamanı bir ziinnar (küfür kemeri) gibi beline sardı. Ben
kalbimde zaman görmediğim için ay, sene, gece ve
gündüz yarattım. Senin ayın güneşin beş para etmez.
“Kem lebistüm” ayeti4 üzerinde derin derin düşün.
Bu mücadele sevdasından vazgeç de kendine ulaş
Kendini kalbine bir daldır
Ten ve can ayrı iki şeydir, demek lâftır. Bu ikisini
birbirinden ayırmak haramdır. Kâinatın remzi canın içinde
gizlenmiştir. Beden ise hayat hallerinden bir haldir. Mana
gelini suret kınası ile süslenmiştir. Kendini bu süs içinde
gösteriyor.

KU LLU K KİTABI
4"Bunun gibi onları aralarında soruşsunlar diye uyandırdık
da içlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadareğlendiniz?'
Bazıları 'Bir gün, yahud bir günün bir parçası eğleştik'
dediler..." (Kehf, 18/19)
Hakikat, yüzünü perdeler Zira açılmasında lezzet vardır 82
Frenk, bedeni candan ayırdı. Dünya işleri ile din
işlerini de iki ayrı şey telâkki etti. Kilise Sen Piyer’in
teşbihini çekip duruyor. Onun dünya ve hakimiyet
meseleleri ile alışverişi yok. Dünya ve devlet işlerinde hile
ve dalavere görüyor, teni cansız ve canı tensiz görüyor.
Akimı gönlüne kat da bir düşün! “Bir”i o şekilde yüze
böldük ki, onu saymak için adet yarattık. Şu eski mabedi
sen, bir avuç toprak mı sanıyorsun? O, Hakk’m
macerasından bir “an”dır. Hakimler, ölünün resmini
yapıyorlar. Musa’nın eli,5 İsa’nın nefesi6 onlarda yok.
Gönlüm bu felsefede hiçbir şey görmedi; başka bir
felsefeye iştiyak ile koştu. Benim sözüm bu: Cihan inkılâp
içindedir. İçi hayat doludur ve mustariptir. Kendi
yarattığın adetleri saymaktan vazgeç. Bir kendine bak,
hamle yap. Cüz’ün küll’den daha üstün olduğu o âlemde
Râzî7 ve Tusî’nin •kıyas ve muhakemesi cinnettir. Bir
müddet Aristo’ya dost ol, onu tanı; bir müddet Bacon’un
sazına uy. Lâkin onların makamında durup kalma, geç.
Bu konakta gaip olma; ileri yürü. Azı, çoğu bilen; maden
ve denizin içini tanıyan akla ulaş. Bu kemiyet ve keyfiyet
cihanını hükmünün altına al. Feleğe Ay ve Ülker yıldızını
yerleştir. Lâkin başka bir hikmet (felsefe) öğren. Kendini
bu gece ve gündüz hilesine kapılmaktan kurtar.
Senin makamın hadiselerin haricindedir. O sağ’ı iste
MU H AMME D İKBÂL

ki sol’u olmasın.
5Hz. Musa, mucize olarak yeninden parıl parıl parlayan
bir "el" çıkarmıştı ki buna "Yed-i Beyza" (beyaz el)
denir. Kudret manasına kullanılır.
6Hz. Isa'nın nefesi Ölüleri diriltirdi.
83 7Fahrüddin-i Râzî, büyük Islâm âlim ve hakîmi olup 544
H. yılında Horasan'da Rey şehrinde doğmuş, 606 H.
yılında Herat'ta vefat etmiştir.
8Nasirüddin-i Tusîde büyük Islâm hükemasındandır.
Bilhasa hey'et ilminde teferrüd etmiştir. 597 H.
tarihinde Tus'ta doğmuş 672 H.'de Bağdat'ta vefat
etmiştir.
Sual:
Kadîm (yaratan) ve hadis (yaratılan) birbirinden nasıl
ayrıldı da bu, âlem; diğeri Hûda oldu. Eğer tanıyan (arif)
ve tanınan (mâruf) Hakk’m zat-ı pâki ise, şu bir avuç
toprağın ruhundaki bu sevda nedir?
Cevap:
Benlik için hayat bir gayr’ı vücuda getirmektir. Arif ile
mârufun ayrılması hayırdır. Bizim kadîm ve hâdis
dediğimiz şey bir itibardır. Bizim itibar ve telâkkimiz
hâdisatm tılsımıdır. Daima dün ve yarın diye bir şey sayar
dururuz. Hal, mazi ve istikbal iledir işimiz. Ondan
kendimizi ayırmak, yaradılışımızın icabıdır. Çırpınmak ve
erişememek yine tınetimizin muktezasıdır. Ne bizim
ondan ayrı bir ayarımız vardır; ne de o bizim visalimize
erişmedikçe karar bulabilir. Ne o bizsiz olabiliyor, ne de
biz onsuz... Bu ne haldir! Bizim ayrılığımız visal içinde bir
firaktır. Ayrılık, toprağa bir görüş verir. Bir dağ
sermayesini bir saman çöpüne verir. Ayrılık aşkın
ayinedârıdır. Ayrılık âşıklara uygun gelen bir şeydir. Eğer
biz yaşıyorsak, dertli olduğumuzdandır. Eğer bekâya sahip

KU LLU K KİTABI
isek, yine dertli olduğumuzdandır. Ben ve o nedir?
Allah’ın sırlarıdır. Ben ve o, bizim daim olmamızın
şahididir. Zat-ı Hakk’ın nuru hem halvette hem
zuhûrdadır. Bir cemiyet içinde bulunmak hayattır.
Cemiyet olmazsa muhabbet bir şey göremez; gözünü 84
kaybetmiştir. Cemiyet olmazsa muhabbet, nazarını kendi
içine çeviremez.
Bak, bizim meclisimizde ne tecelliler vardır. Bak,
cihan ortadan silinir; fakat o apaçık meydandadır. Kapı,
duvar, şehir, kasır ve mahalle; böyle şeyler yoktur. Zira
burada onunla bizden başka kimse yoktur. Bazen bize
yabancı durur; bazen de bizi bir saz gibi çalar. Bazen
onun taştan heykelini yaparız; bazen de onu görmeden
secdelere kapanırız. Bazen yaradılışın her perdesini
parçalayıp pervasızca yârin cemalini temaşa ederiz.
Bu bir avuç toprağın başında ne sevda vardır ki, onun
içini aydınlatıyor. Bu ne güzel sevdadır ki, onun
ayrılığından ağlıyor, inliyor; bir taraftan da o ayrılıktan
neşvünema bulup inkişaf ediyor. Onun ayrılığı insana öyle
bir nazar verir ki, gecesini seherlere kavuşturur. Benliği
bir imtihan derdine saldı. Eski derdi genç bir zevk ü safa
haline getirdi. Yaşlı gözden dizi dizi inciler akıttı. Bir
matem fidanında, tadına doyulmaz bir meyve yetiştirdi.
Benliği sıkı sıkı kucaklamak
Fâniliği beka ile birleştirmektir
Muhabbet mi? O, makamlara düğüm vurmaktır.
Muhabbet mi? O, sonları aşıp geçmektir. Muhabbette bir
sona ermek zevki yoktur. Onun sabahının gecesi yoktur.
Yolun da akıl denen bir dolaşıklık, karışıklık vardır; onun
bir anlık çakışında bir cihan göz önüne serilir. Yolumuzda
MU H AMME D İKBÂL

binlerce âlem devrilip gider. Bizim dönüp dolaştığımız


yerlerin sonu yoktur. Yolcu, ebedî yaşa, ebedî öl. Önüne
çıkan cihanı tanı ve öğren. Bizim sonumuz, onun
denizinde kaybolmak değildir. Eğer sen onu ele geçirirsen
fânilikten kurtulursun.
85 Benliğin benliğe sığması muhaldir
Benliğin tâ kendisi olmak kemâldir
Sual:
Ben kimim, bana benden haber ver. Kendinde sefer
etmek ne demektir?
Gevap:
Benlik, kâinatı hıfz etmek için bir muskadır. Zâtının ilk
ışığı hayattır. İçindeki “bir” çoğaldı mı hayat, tadı uykudan
uyanır. O, ancak bizim zuhûrumuzla zuhûr ve inkişaf
eder. Biz de ancak onun inkişafı ile zuhûr ederiz. Onun
kalbi, sahili görünmeyen bir denizdir; her katrenin gönlü
bir huzursuzluk dalgasıdır. Zerre kadar sabrı yoktur.
Ancak ferderle zuhûr eder. Hayat bir ateştir. Benlikler
onun kıvılcımlarıdır. Yıldızlar gibi sabit, fakat seferdedirler.
Kendinden dışarı çıkmadan “gayr”ı görür. Cemiyet içinde
tek başınadır.
Onun kendine kıvrılışına bir bak! Yürüyen topraktan
onun neşvünema buluşuna bir bak! Onda gözlerden gizh
bir hengâme, her an bir renk ve koku arama vardır,
içindeki yanıştan yerinde duramaz, çırpınır, kendi kendisi
ile mücadele eder. Cihan onun bu mücadelesinden nizam
kazanır. Toprağın avucu, bu mücadeleden ayna gibi
parlar. Onun ışığından benlikten başka bir şey dökülmez;
onun denizinden inciden başka bir şey çıkmaz. Bu toprak
vücut, benliğin perdesidir. O, bu perdeden güneş gibi
doğar. Onun maşrıkı bizim sinemizin içindedir. Bizim
toprağımızı aydınlatan, onun cevheridir.

KU LLU K KİTABI
Sen “Bana benden haber ver” diyorsun, kendinde
sefer etmenin manasını soruyorsun. Can ile tenin
rabıtasını sana söyledim. Kendinde sefer et de “ben”in ne
olduğunu gör. Kendinde sefer etmek nedir? Babasız,
anasız dünyaya gelmektir. Damın kenarına çıkıp Süreyya 86
yıldızım ele geçirmek demektir. Bir anlık ıstırap ile
ebediyete malik olmak, güneş ışığı olmadan her şeyi
temaşa etmek demektir.
Her türlü ümit ve korkuyu ruhtan söküp çıkarmak,
Musa gibi Nil’i ikiye bölmek demektir. Bu deniz ve kara
tılsımını bozmak, ayı bir parmakla yarmak demektir.
Onun lâmekânından; o sine içinde, cihan da avuç içinde
olduğu halde avdet etmek demektir. Fakat bu sırrı
anlatmak imkânsızdır. Gördüğü şişeye “toprak çanaktır”
demeye benzer. “Ben”den ve onun hararetinden nasıl
bahsedeyim? Onu “inna aradna”9 ayet-i kerimesi
\J'/
9"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara ,arz ettik de onlar
bunu yüklenmekten çekindiler." (Ah/ab, 33/72) açıkça
anlatır. Onun azameti feleği tir tir titretir. Zaman ve
mekân, onun sırtındandır. O, insanın gönlüne
yerleşmiştir, bir avuç toprağa nasip olmuştur. “Gayr”dan
ayrı, fakat gayra bağlıdır. Kendinde kaybolup “gayr” ile
birleşmiştir. Fânî insanın avucunda “hayal” nasıldır? Onun
seyri nasıl mekânsız ve zamansızsa bu da öyledir.
Zindandadır; fakat hürdür. Bu nasıl şeydir? Kemenddir,
avdır, avcıdır. Bu nasıl şeydir? Senin sinenin ortasında bir
meş’aledir. Senin aynandan fışkıran bu nur nedir?
Gafil olma, o sana emanet edilmiştir
Ne cahilsin ki, kendini görmüyorsun
MU H AMME D İKBÂL

Sual:
Küll’den daha fazla olan cüz’ nedir? O cüz’ü bulmanın
yolu nedir?
Cevap:
Benlik bizim ölçülerimizin fevkindedir. Benlik, senin o
87 gördüğün küjl’den daha fazladır. Defalarca felekten düşer;
yine kalksın diye. Zaman ve hadiseler denizine batar; yine
satha yükselsin diye. Gök kubbenin altında ondan başka
kendini gören kimdir?
Kanattan mahrum olduğu halde böyle uçabilen, ondan
başka bir varlık tasavvur edilebilir mi? Karanlık içindedir;
fakat nuru kucaklamıştır. Cennetin haricinde olduğu halde
kucağında huri vardır. Gönülleri teshir eden tutku ile
hayatın derinliklerinden inci çıkarır. Hayatın içi, kalbi
ebedîdir. Onu zahir gözü ile zamana bağlı görüyorsun.
Hal ve mazi itibarî bir şeydir. Var olan onun zuhûru ve bu
zuhûrun muhafazasıdır. “O, nasıldır, nasıl değildir?” diye
ne soruyorsun? Takdir, onun bünye ve tînetinden hariç
değildir. Onun nasıl olduğundan ve nasıl olmadığından
nasıl bahsedeyim? O zahiren cebir altında, bâtınen de
ihtiyarı elinde olan bir varlıktır. Bedir sultanı Hazreti
Muhammed’in emri şudur: “İman, cebir ve kaderin
ortasındadır. ”
Sen, “Her mahlûk cebir altındadır; uzak, yakın birçok
kayıtların esiridir” diyorsun. Fakat can, canı yaratanın bir
nefesinden ibarettir. Bütün bu gûnagûn tecellilerine
rağmen o vahdaniyet âlemindedir. Onun mecbur
olduğuna dair ortada bir söz yoktur. Eğer can hür bir
yaradılışa sahip değilse, can değildir.
O, bu keyfiyet ve kemiyet âlemine baskın yaptı.
Mecbur idi; fakat sonra ihtiyarına sahip oldu.

KU LLU K KİTABI
Kendinden cebir dağılıyorsa da o, cihanı bir deve
sürer gibi sürüyor. Gökyüzü onun müsaadesi olmadan
dönmez. Onun şefkati olmazsa bir yıldız parlamaz. Bir
gün, gizli iradesini örten perdeyi kaldırır; cevherini kendi
gözü ile görür. Yolunun üzerinde melek katarları, onu 88
görebilmek için bekleşiyorlar.
Melek onun asmasından şarap alır
Onun toprağından ayar ve itibar alır
Onu aramanın yolunu ne soruyorsun? Bu hususta
mücadele, münakaşa onun kadrini alçaltır. Gününü ve
geceni ebediyete vur. Aklınla düşüneceğin yerde, sabah
vakitleri feryad et. Akıl, malzemesini duygulardan alır.
Figan ve feryad aşktan ışık alır. Akıl cüz’ü, figan küll’ü ele
geçirir. Akıl ölür; fakat figan asla ölmez. Akıl ebediyeti
içine alacak bir zarfa mâlik değildir. Çünkü nefes, saat
yelkovanı ile sayılır. O, ne geceler, ne gündüzler, ne
seherler yontar, fakat alev elde edemez; kıvılcım toplar.
Âşıkların feryadı bu işe son verir
Onun bir hânında bir devir gizlidir
Benlik, kendinde mevcut mümkinat âlemini izhar için
kendi içindeki düğümü çözer. Sende uzağı gören nur yok.
Sen onu fani ve muayyen bir zaman için mevcut
sanıyorsun. O gelen ölümden niye korkulsun? Benlik
pişip olgunlaştı mı ölümden münezzehtir. Benim kalbim
başka bir ölüm için müteessir olur. O ölüm için benim
gönlüm, canım, tînetim titrer. O da aşk ve sarhoşluktan
feragat ve bir çerçöp yığınına kendi kıvılcımından ateş
salamamaktır. Kendi eli ile kendi kefenini biçmek, kendi
gözü ile kendi ölümünü görmektir. Bu ölüm, her an
pusuda seni bekliyor. Sen asıl ondan kork. Bizce ölüm
MU H AMME D İKBÂL

ancak budur.
O ölüm, senin vücudunda mezarını kazar
Onun Nekîr ve Münkeıi (sual melekleri) de senin
göğsündedir.
Sual:
89 Sâlik nasıl olmalıdır ve hakikî sâlik ne gibi vasıflara
mâliktir? Kime insan-ı kâmil denebilir?
Cevap:
Eğer kendi gönlüne bir nazar edersen, sinenin içinde
konacağın yeri görürsün. Hazar halinde sefer böyledir.
Kendinden kendine sefer ancak budur. Bizim nerede
olduğumuzu burada kimse bilmez. Ay ve yıldız bizi
göremez ki... Bir son arama; zira senin sonun yoktur.
Sona erdiğin anda da canına sahip olamazsın. Sona
ermeye kudretin yoktur. Bizi sakın kemale gelmiş sanma;
biz hamız. Her konak yerinde hem tamam, hem de
eksiğiz. Hayat sona erişmemektir. Sefer bizim için ebedî
hayattır.
Bizim cevelângâhımız balıktan aya kadardır. Mekân ve
zaman, bizim yolumuzun tozudur. Kendi benliğimize sefer
ettiğimiz zaman, zuhûr kudretini kaybederiz. Zira biz,
varlık denizinin dibinden yükselmiş bir dalgayız. Daima
kendin için pusuya yat; şüpheden kaç, yakîne yaklaş.
Muhabbet, hararet ve iştiyakının zevali yoktur. Yakîne
varmanın ve görmenin de sonu yoktur. Hayatın kemali
“Zat”ı görmek, onun dîdarına vasıl olmaktır. Yolu da
cihet kaydından kurtulmaktır. Hakk’ın zatı ile öyle bir
mahremiyet ve halvet haline gelmelisin ki, O seni görsün,
sen de Onu. “Men reânî”10 nuru ile aydınlan. Gözünü
kırpma, yok olursun. Onun huzurunda kendini bul, onun
nur denizinde silinip gitme. O ıstırabı güneşin tâ
haliminde parlayan zerreye bırak. Yârin tecellisi

KU LLU K KİTABI
karşısında öyle yan ki, açık olarak kendini, gizlice de onu
aydınlatasın.
Bunu gören âlemin imamı ve muktedasıdır
Ben ve sen, nâ-tamamız; tamam odur
Eğer onu bulamazsan ara; bulursan eteğine yapış. 90
Fakih, şeyh ve mollaya iradet elini uzatma. Oltadan
habersiz balık gibi gitme. Dünya ve din işinde aşıl sâlik
odur. Biz körüz, görüşe o sahiptir. Sabah doğan güneş
gibi onun her tüyünden bir görüş zuhûr eder. Frengin
usûlü şeytanın ipini çözmeye benzer. O, bir mızrap ve bir
saz olmadıkça terennüm edemez. Tayyaresiz uçamaz.
Onun bağından, viranlık tohumunu yetiştiren bir tarla
daha iyidir. Onun şehrinden bir çöl daha iyidir. O, bir
eşkıya çetesi halinde hareket etmektedir. Karınlar, ekmek
peşinde koşmaktadır. Ruh uyumuş, ten uyanıktır. Hüner,
din ve ilim ulviyetini kaybetmiştir. Akıl, kâfirlikten ve kâfir
vücuda getirmekten başka bir iş yapmıyor. Frengin fenni,
insan parçalayıp yiyen bir yırtıcılıktan başka bir şey
değildir. Bir kısmı, diğer bir kısmını mahvetmek için
pusuda bekliyor, îş böyle devam ederse Allah yardımcıları
olsun. Garba benden şu haberi ver:
10"Beni gören Hakk'ı görür." (Hadis-i şerif)
“Bu tuttuğunuz yol, kınsız bir kılıca benzer. Canlar
alan bir kılıç; kâfir müslüman ayırt etmeyen bir kılıç... Bu
kılıç kınında durmaz, kendini ve cihanı mahveder,
öldürür.”
Sual:
“Ene’l-Hak (Ben Hakk’ım)” nasıl bir ince nüktenin
ifadesidir. Ne dersin, bu mutlak remiz, biç hezeyan mı idi?
Cevap:
MU H AMME D İKBÂL

Ben “Ene’l-Hak” remzinden bahsedip Hint’e ve İran’a


bir sırrı ifşa edeyim. Bir rahip, mabedde etrafındaki
dindarlara şöyle söyledi: “Hayat, kendi kendini aldattı ve
‘ben’ dedi. Hak uyudu; bizim varlığımız onun rüyasıdır.
Alt, üst ve dört cihet rüyadır; sükûn, hareket, şevk,
91 araştırma rüyadır. Uyanık gönül, inceliğe nüfuz eden akıl
rüyadır. Şüphe, fikir, tasdik, yakîn rüyadır. Senin bu
uyanık gözün rüyadır. Sözün ve hareketin rüyadır. O
uyanınca gayr denen şey mevcut değildir. Artık şevk ve
aşk metaı ticareti ortadan kalkar.”
Bizim ilmimizin nuru kıyas iledir. Kıyasımız da
havassımızın bir takdiri ve itibarıdır. Duygu değişti mi bu
âlem de değişir; sükûn, hareket, keyfiyet ve kemiyet
değişir. Bu renk ve koku cihanı yoktur; bu yer, gök, kasr
ve köy yoktur, denebilir. Bunların bir rüya veya bir büyü
olduğunu söylemek mümkündür. Onun yüzünü örten
perde, her türlü vasıftan ârî olmasıdır, denebilir. Bunların
hepsinin bir iğfalden, göz ve kulak perdelerinin bir
iğfalinden başka bir şey olmadığı pekâlâ iddia edilebilir.
Benlik, bu renk ve koku kâinatından gelmiyor.
Duygularımız, onunla bizim aramızda değildir. Bakış,
onun hârimine yol bulamaz. Sen kendini bakış ve görüş
olmadan temaşa edersin.
Onun günü, feleğin devri ile hesap edilmez. Kendini
görüşte zan, tahmin ve şüphe denen şeyler yoktur.
*9 T
Eğer, “Ben” de bir vehim ve zandan ibarettir, onun
zuhûru da diğer şeylerin tecellisi gibidir, dersen; bana
cevap ver, şüphe eden kimdir? Bir kendine bak; o hiçbir
nişana mâlik olmayan şey nedir? Cihan ortadadır,
gözümüzün önündedir; fakat bir delile muhtaçtır. Cebrail
gibi ilham-ı hak ile anlaşılır mahiyette bir şey değildir. Bu

KU LLU K KİTABI
Cebrail’in düşüncesinin işi değildir. Benlik ise gizlidir;
fakat delil ve hüccete ihtiyacı yoktur. Bir düşün ve nasıl
bir sırdır, anla. Benliği hak olarak kabul et; bâtıl sanma.
Benliği mahsul vermeyen bir tarla telâkki etme.
Benlik olgunlaştı mı zeval bulmaz. Âşıkların ayrılığı, visalin 92
tâ kendisidir. Kıvılcıma kanat sür’ati verilebilir, ebedîlik
iştiyakı verilebilir. Hakk’ın devamı, onun ef alinin karşılığı
değildir. Zira onun bu devamı bir araştırma neticesinde
elde edilmemiştir. Asıl devamın iyisi, eğreti bir canın, aşk
ve şevk neticesinde payidarlığa erişmesidir. Dağın, çölün,
şehrin varlığı hiçtir. Cihan fânidir, benlik bâkîdir; başka bir
şeyin bekâsı yoktur, Artık Mansur’dan filân bahsetme.
Allah’ı yine kendi yolunda ara.
Benliğin hakikatine erişmek için kendinde kaybol.
“Ene’lHak” de ve benliğine son derece sâdık ol.
Sual:
Neticede kim vahdet sırrına vâkıf oldu? Hülasa harîf
neyi idrak etti?
Cevap:
Feleğin içi ve ka’rı çok güzeldir. Lâkin ayı ve güneşi
çabuk ölüp gider. Akşamın omuzunda bir güneşin na’şı...
Yıldızlara mehtap kefen sarmış... Dağlar, akan bir kum
yığını gibi uçar. Deniz bir anda değişir; başka bir hal alır.
Gülleri sonbahar rüzgârı soldurur. Kervanın malı, can
korkusundan ibaret. Lâlede çiğ tanesi incisi uzun zaman
kalmaz; bir an var bir an yoktur.
Nağme işitilmeden çengin içinde ölür gider; kıvılcım daha
parlamadan taşın içinde mahvolur.
Ölümün ne derece cihanşümul olduğunu bana sorma.
MU H AMME D İKBÂL

Ben ve sen, nefse sahibiz ve binaenaleyh ölümün esiriyiz.


Gazel
Fânilik şarabım her kadehe döktüler. Onu nasıl
kayıtsızca bütün varlıklara teşmil ettiler. Ansız ölümün
seyrettiği yere ay ve yıldızlar cihanı adını verdiler. Ondan
93 kaçmak yolunu ve itiyadını arayan bir zerre zuhûr ederse,
onu da bir bakışın büyüsü ile ram ediyorlar. Bizden nasıl
huzur ve karar bekliyorsun; bizi feleğin devranına esir
ettiler.
Benliği şerha şerha olmuş bir sinede muhafaza et. Bu
yıldızdan akşam meş’alesi yaptılar.
Cihan baştan başa ufûl edenlerin makamıdır. Bu
gurbet yerinde irfan, bunu bilmektir. Bizim kalbimiz, bâtıl
peşinde koşmaz. Bizim nasibimiz, hiçbir mahsul
vermeyen bir ıstırap değildir. Burada arzuyu ve hakikat
arkasında koşma sürür, zevk ve iştiyakını muhafaza
ederler. Benliği ebedî kılmak mümkündür; firakı visale
tebdil etmek mümkündür.
Bir meş’ale, hararetli bir nefesle yakılabilir; feleğin
yırtığı iğne ile yamanır, dikilir; bu mümkündür.
Diri olan Hûda sözden zevk alır. Tecellilerini
göstermek için bir meclis, bir topluluk ister. Onun tecellisi
yıldırımına kim göğsünü siper etti? Kim o şarabı içip
kadehi kafasına vurdu (onunla kendini mahvetti)?
Güzelliğin değerini hangi gönül idrak ve takdir etti; onun
ay’ı kimin evini tavaf ediyor?
“Elest”i naz halvetinden kim çıkardı, bir saz
perdesinden “belâ” avazını kim yükseltti? Aşk bir fânide
nasıl bir ateş alevlendirdi?
Bizim avazımız, binlerce perdeyi yakıp kül etti. Biz
varsak, sâkî kadehini dolaştırır, meclisinde zevk ve hay u

KU LLU K KİTABI
huy devam eder. Onun yalnızlığına acıdım; içim yandı.
Şimdi ben onun meclisini süslüyorum.
Benliği tohum gibi ekiyorum
Benliği onun için muhafaza ediyorum
94
SON SÖZ
MU H AMME D İKBÂL

Sen bir kılıçsın; kınından sıyrıl. Kudreüerinin


üzerindeki perdeyi kaldır da Ay’ı, Güneş’i, yıldızları
kucakla. Geceni yakın nuru ile aydınlat. Yeninden
Musa’nın mucizesi olan yed-i beyzayı çıkar. Gözünü
95
gönlüne açan adam, kıvılcım ekip yıldız toplar, içimden
sıçrayan bir kıvılcımı ele geçir. Ben, Mevlâna gibi
damarlarında kan yerine alev akan bir insanım.
Yoksa kendini yeni modaya göre yetiştir. Yani dışını
aydınlat, içini söndür.
KULLUK KİTABI “BENDEGÎNÂME”
KÖLELİK

KU LLU K KİTABI
Hilâl, Mart 1959, sayı: 5, c. 1
Dünyayı aydınlatan ay, Allah’a şöyle dedi:
“Benim nurum geceyi gündüze benzetir.
Bir zamanlar ne gece, ne gündüz vardı, ben zamanın 96
gönlünde uykuda idim, yıldız hüviyetine büıünmemiştim,
dönmüyordum.
Nurum şehirleri, çölleri ayna gibi parlatmıyordu.
Güzelliğim, deryayı coşturmüyordu.
Bu varlığın büyüsü beni sardı. Bu aydmlat.ış, bu
görünme zevki beni ne kadar üzdü.
Güneş’ten ışıklanmayı öğrendim. Ölmüş bir toprak
âlemini aydınlığa boğdum.
Bir toprak âlemi ki parlak, fakat içinde huzur ve rahat
yok. Çehresi kölelikten dağ dağ olmuş. İçindeki insanlar,
oltaya tutulmuş balık gibi. Allah’ı öldüren, Adem’e tapan
bir insanlık...
Beni bu anasır âlemine getirip dünyanın etrafında
dönmeye memur ettiğin zamandan beri bu tavaftan
utanıyorum.
Bu cihan, can nurundan haberdar değildir. Bu cihan,
ay ve güneşe lâyık değil. Onu bu mavi boşlukta terk et.
Biz aydınları onunla meşgul etmesi ona hizmet
vazifesinden beni affet; yahut toprağından başka bir âdem
yarat!
Keşke gözüm kör olaydı da bunu görmeyeydim.
Ya Rabbi! Bu toprak âlemi aydınlıktan mahrum olsa
daha iyi olacak.”
Kölelik, bedendeki gönlü öldürür. Ruh, beden
MU H AMME D İKBÂL

üzerinde bir yük haline gelir. Kölelik, genç bir adamı


ihtiyar ve zayıf bir insan haline koyar. Kölelik, ormandaki
arslamri dişini söker.
Kölelik bir milletin fertlerini birbirine düşürür, düşman
eder. İmama uymayan cemaat gibi kimi kıyamda, kimi
97 secdededir. Ferüer birbirleriyle uğraşır, her birinin ayrı bir
derdi vardır. Kölelik, Allah adamına zünnar bağlatır.
Kölelik, onun cevherini değersiz hale getirir. Daha
sonbahar filân ortada yokken onun dalı çırılçıplaktır.
Canında ölüm korkusundan başka bir şey bulamazsın.
Zevki yolunu şaşırtmıştır. Akrep iğnesini panzehir sanır.
Daha ölmeden, cesedini sırtında taşıyan bir ölüdür.
Hayatın zevk ve şerefini kaybetmiştir. Eşekler gibi saman
ve arpa ile. geçinir. Bak, ne mümkün şeyler; onun için
muhaldir. Bak, ayları, seneleri nasıl geçip gidiyor?
Günleri birbirinin matemini tutmakla geçiyor
Hareketleri kum saatinin kumundan daha ağırdır
Çorak bir saha... Akrep iğnesinden delik deşik...
Karıncası, ejderhayı sokup öldürüyor, akrepleri avlıyor.
Fırtınası cehennem ateşi gibi esiyor. Tam şeytan
gemisinin istediği bir rüzgâr... Havada bir ateştir,
dalgalanıyor; alevler birbirine sarılmış. Bir ateş ki kıvrılan,
yükselen dumanları onu bir felâket örtüsüne bürümüş...
Bir ateş ki, gök gürültüsü gibi kükrüyor; denizler gibi
çoşuyor. Kenarında kepçe kepçe zehir kusan yılanlar alt
alta, üst üste... Alevi kuduz köpek gibi dalayıcı, korkunç,
sönük fakat cayır cayır yakıcı.
Böyle bir belâ çölünde asırlarca yaşamak
Bir an esaret altında yaşamaktan çok daha güzeldir.
Hilal, Nisan 1959, sayı: 6, c. 1
Köle ruhu, güzel sanatlarda ölümlerle tecelli eder.
Kölelik, ne diyeyim, insanı büyüleyen bir şeydir. Onun

KU LLU K KİTABI
nağmesinde hayat ateşi bulamazsın. O ruh, hayat
duvarına bir sel gibi çöker. Kölenin yüzü, gönlü gibi
karadır. Kölenin nağmeleri, tabiatı gibi alçaktır. Onun
donmuş gönlünden hararet uçup gitmiştir. Yarın zevki,
bugün lezzeti nedir, bilmez. Zaten ney’ini dinlersen sımnr 98
öğrenirsin. Onun sazında bir şehrin ölümünü dinlersin.
Sende tâkat bırakmaz, seni cihandan bizar eder.
Durmadan akan gözyaşı, sanki o gözün sürmesidir. O
nağmeleri dinleme. Sakın. O nağme, ölümden başka bir
şey değildir. O, ses elbisesine bürünmüş bir ademdir.
Susamış olsan dahi orada zemzem bulamazsın. Onun
mızrabı, insanın ölümünü terennüm eder. Gönüldeki
ateşi, harareti mahveder; gam verir. Cem kadehi içinde
zehir sunar. Kardeşim, gam iki türlüdür, dinle: Bizim
alevimizle aklını aydınlat. Bir gam vardır ki o; bütün
gamları yer, mahveder. Bizim ruhumuza bu ikinci gam
yoldaştır. Ve o bize arkadaşlık ettikçe canımız, gam nedir
bilmez, O gamın içinde
Garbın ve Şark’ın hengâmesi vardır. O bir denizdir ki,
bütün mevcudât onun sinesindedir. Bu gam, bir gönüle
yerleşti mi o gönül, sahili görünmeyen bir deniz olur.
Kölelik, candaki sırdan gâfil olmaktır. Bu ikinci gam,
kölenin terennümünde yoktur.
Onun usûl ve âhenginde hata vardır demiyorum
Böyle bir nağme, böyle bir feryat, bir dul kadına
yaraşır
Nağme sel gibi çağlamalıdır. Bu sert akış, sürü sürü
gamları gönülden söküp atar. Nağme; gönüldeki delice
coşkunluğun bir eseri olmalıdır. Gönül katında eriyen bir
ateş olmalıdır. Öyle ateş ki, onun bir katresinden alev
MU H AMME D İKBÂL

vücuda getirmek mümkün olsun. Sükûtu onun bir cüz’ü


yapmak mümkün olsun.
Tanıyor musun? O makam, terennümdedir. O
makam ki, “içinde harf olmadan kelime doğuyor.” Parlak
nağme, yaradılışın bir meş’alesidir. Onun manası, şeklini
99 vücuda getirir. Mananın aslı neredendir, bilmem. Fakat
şekli meydandadır ve bizimle aşinadır. Nağmenin manası
yoksa, o bir ölüden başka bir şey değildir. Rum mürşidi
Hazret-i Mevlâna, mananın sırrını açtı. Benim tefekkürüm
onun eşiğinde daima secde halindedir. Mevlâna der ki:
“Mana odur ki seni alır, kavrar; seni nakkaşa muhtaç
etmez. İnsanı kör ve sağır eden, nakkâşa daha fazla
muhtaç ve âşık eden şey, mana değildir.”
Bizim mutrıbımız, mana tecellisini görmedi
Sûrete gönül bağladı ve manadan kaçtı
Hilal, Temmuz 1959, sayı: 8, c. 1
Ressamlığı da şöyle gördüm: Onda ne put kıran bir
İbrahim, ne de put yapan bir Azer vasfı vardı. (Kölelerde
ressamlık sanatını şöyle tavsif edebiliriz:)
“1 leva ve heves tuzağına düşmüş bir rahip... Bir
güzel ki, bir kuş ile beraber kafese girmiş...
Bir fakirin önünde, fakir hırkasına bürünmüş bir
padişah...
Hür, kuvvetli bir dağ adamı, fakat odun yükü
altında...
Nazlı bir dilber, fakat puthane yolunda...
Bir virâne köşesinde uzlete çekilmiş bir yogi (Hint
fakiri)...
İhtiyarlık derdinden gönlü yaralı bir ihtiyarcık... O
ihtiyar ki, elindeki meş’ale (tecrübe ve yol gösteren

KU LLU K KİTABI
meş’ale) yüksek ve aydınlatıcıdır.
Yabancı nağmesiyle sarhoş olmuş bir mutrip... Bir
bülbül öter ve sazının teli kopar...
Bir civan yiğit ki, bir bakış oku ile yaralanmış...
İhtiyar babasının boynuna asılmış bir çocuk...” 100
Fırçalardan ölüm manası damlıyor
Ne tarafa baksan ölümün masal ve büyüsü
Bugünkü ilim, sönüp gidene (âfıle) secde ediyor.
Şüpheyi arttırarak yakîni gönülden silip süpürüyor. Yakîn
olmadıkça hakikatin lezzetine varılmaz. Yakîn olmadıkça
insan, yaratma kudreti elde edemez. Yakîn olmadıkça,
gönül zaaftan tir tir titrer. Yeni bir nakış vücuda getirmek
onun için ne kadar zordur!
Benliğinden uzaklaştıkça hastadır. O, cemiyetin
zevkine esirdir. Güzelliği tabiattan dilenir. Yol kesen bir
haramidir, ama bir züğürdün yolunu vurmuştur. Güzelliği
benliğinden hariçte aramak hakkıdır. Bizim asıl işimize
yarayan, bizden hariç değildir. Ressam, kendini tabiata
verirse onu tekrar eder. O sanat eserinde, kendi
benliğinden bir eser bulunmaz. Hiçbir zaman kendi
benliğinden bir renk vermek suretiyle bizim şişemize bir
taş savurmamıştır. (Varlığımızı, hassasiyetimizi
sarsmamıştır). Yaradılış, yedi renkli taylasanı içinde onun
tuvaletine aksetmiş ve orada topallayıp duruyor.
(Yürüyemiyor, ilerleyemiyor). Onun duygusuz, hareketsiz
pervanesi aşkla kıvranmıyor. Onun bugününde yarının
in’ikâsı yoktur. Onun bakışından felekler yaralanmamıştır,
zira göğsünde pervasız, cesur bir gönlü yoktur. O zelildir,
huzursuzdur, mahcuptur, Cebrail’e arkadaş olamamıştır.
Onun fikri züğürttür, mücadele zevkinden mahrumdur.
MU H AMME D İKBÂL

Onun İsrafil’inin sûru kıyamet koparmaz. İnsan, kendini


toprağa mensup hissederse gönlündeki Allah nuru söner.
Musa, kendinden hariç çıkarsa eli kararır (yed-i beyza
mucizesi mahvolur) ve asası sadece bir ip olur (yılan
olmaz).
101 Hayatta mucize kudreti vardır
Lâkin herkes bu sırrı bilmez
Yaradılışa kendinden bir şeyler ilâve eden sanatkâr,
içindeki sırrı gözümüzün önüne serer. Onun denizinin
ihtiyacı yoktur ama, o denize bizim ırmağımız haraç verir.
O deniz, hayat ve eyyam yaygısından kırışıklar alır. Her
güzel, ayarını onun elinden alır. Başka bir âlem yaratır.
Kalbe başka bir hayat verir. O bir denizdir, kendi dalgası
içinde çalkalanır. Onun dalgası, önümüze inci yağdırır.
Onun canında öyle bir feyz vardır ki, her boşluğu
doldurur; bu, onun şiarıdır. Güzel ve çirkinin ayarı, onun
temiz fıtratıdır. Sanatı güzele ve çirkine ayna tutar. Tıpkı
bir İbrahim ve bir Azer’e benzer. Hem put kırar, hem put
yapar.
Her eski binayı yıkar. Bütün mevcudatı kendi ruhuna
uygun hale getirir.
Kölelikten içinde can bırakmaz. Cansız tenden ne
hayır gelir ki... Gönül, bir şey vücuda getirmek, kendini
göstermek zevkinden mahrumdur. İnsan, kendini
tanımadan ölüp gider. Bir Cebrail’i kendine kul köle
edersen o, ayna renkli gökten iner ve hizmetine girer.
Kölenin mezhebi taklit, işi Azerliktir. Görülmemiş bir şey
iddia etmek onun mezhebinde küfürdür. Yenilikler onun
vehmini, şüphesini arttırır. O, eski ve yıpranmıştan zevk
alır. Gözü mazidedir, istikbali görmez. Kâbe mücaviri gibi,
mezar toprağından rızık alır. Sanat böyle ise bu, arzunun
ölümü demektir. İçi çirkin, dışı iyidir.

KU LLU K KİTABI
Bilgili kuş esir olmaz
Tuzağı ipekten örülmüş olsa dahi

KÖLELERİN DİNİ 102


Hilal,10 Ekim 1959, sayı: 10, c. 1
Kölelikte ne aşk ne de mezhep yardır. Hayatın bal
gibi lezzeti onlara tatsız gelir. Aşıklık nedir? Tevhidi gönle
sindirmek, sonra da her müşkile pervasızca atılmak...
Kölelikte aşk sadece sözden ibarettir. İşlerimiz sözlerimize
uymaz.
Şevk kervanında göç lezzeti yoktur
Onda yakın yoktur, yol yoktur, yol gösteren yoktur
Köle, ilim ve dinini ucuza satar. Tek bedeni sağ
kalsın; canını bile verir. Her ne kadar Allah ismi dilinden
düşmese de, onun kıblesi, efendisinin kudretidir. Onun da
ismi kudrettir. Yoksa kendisi şatafatlı bir yalandır. Onun
iç yüzünde yalandan başka bir şey yoktur. Bu put, ona
secde ettikçe Allah’tır. Bir de ona karşı isyan et,
göreceksin ki derhal fena bulacaktır. Onun zaten mahiyeti
fâniliktir.
Hakiki Allah, ekmek verir, can verir. Bu Allah can
alır, ekmek verir.
O Allah tektir; bu, yüz parçadır. O, herkese çaresâz
olur. Bunun ise mahiyeti bîçareliktir. O Allah, ayrılıktan
çekilen ıstırabın dermanıdır. Bu Allah’ın sözü, emri
sadece “nifak”tır. Köleyi kendine alıştırır; onun gözünü,
kulağını, idrakini kâfir eder. O, kulunun canına bir bindi
mi, can, zahiren tende görünür, lâkin hakikatte hem diri,
hem cansız. Bu nasıl bir sırdır, bak! Sana çok güzel ve
MU H AMME D İKBÂL

ince manayı şerh edeyim:


Ölmek ve yaşamak; bunlar itibarî şeylerdir. Nasıl ki
balıklar için dağ ve sahra yoktur, kuşlar için de denizin
dibi mevcut değildir. Sağır bir insan, bir terennümün
süzüşü karşısında bir ölüden başka bir şey değildir. Sesin
103 lezzetini duyamaz, ölüdür. Bir kör, bir çenk nâmesiyle
sarhoş olur, sevinir. Halbuki renk karşısında o, mezara
gömülmüş bir diridir. Ruh, Hak ile olursa diri ve bâkîdir.
Yoksa bunun için ölü, onun için diridir. Ölümsüz diri
ancak Hak’tır. Hak ile yaşamak, kayıtsız şartsız hayat işte
odur. Hak ile beraber yaşamayan bir ölüdür. Her ne
kadar birçok insan onun matemini tutmuyorsa da.
Görülmeye lâyık şeylere karşı onun gözü perdelidir.
Kalpte bir inkılâbın zevk ve şevki yoktur. Hareketlerinde
bir arzu ve iştiyakın yanışı yoktur. Sözlerinde geniş
ufukların nurunu bulamazsın. Mezhebi de ufku gibi dardır.
Sabahı, yatsısından daha karanlıktır. Hayat, omuzuna
aldığı bir yüktür. Kendi ölümünü kendi kucağında taşıyor,
besliyor. Aşk, onun sohbetinden ne kadar mustarip olur.
Nefesi, bütün ateşleri söndürür.
Çamur içinde yatan bir kurt için
Güneş, ay, bu dönen felek ne ifade eder
Kölelikte dîdar zevki arama, uyanık bir can arama. Onun
gözü, görmenin mihnetine tahammül edemez. O,
dünyada sadece yemiş, içmiş, uyumuş ve göçmüştür.
Başına geçip ona hükmeden, eğer onun bir bağını
çözerse canına bir başka bağ vurur. Onu düğüm düğüm
içinde bir nizam bağına bağlar ve “Sen bu nizamı kendine
bir zerre yap ve örtün” der. Onu kahır ve kin altında ezer,
her an ölüm tehlikesi içinde yaşatır. Bazen ona güzel bir
elbise verir; onu güya iş başına getirir. Yani, satranç
oyuncusu, taşını sürüp piyadesini pürs mertebesine

KU LLU K KİTABI
yükseltiyor.
Onu bugünün nimetinin cazibesine meftun edip
hakikat-i yarını inkâr ettirir. Ten, padişahların
muhabbetiyle şişmanlar, gelişir; mukaddes can zaaftan
iğne ipliğe döner. Bir mukaddes can zâr ve zebun 104
olacağına, bir ten şehri baştan başa helak olsun, daha
iyidir.
Bağ ayakta değil; can u gönüldedir
Bu çok müşkül, çok müşkül, çok müşküldür

HÜR İNSANLARDA MİMARÎ


Hilal, Ocak 1961, sayı: 16, yık 3, dil: II
Bir zaman da geçip giden cedlerimizle sohbet et. Hür
insanların sanatım gör. Bak, Aybey ve Sûrî neler vücuda
getirmiş. Cesaretin varsa onlara bir göz at. Onlar,
kendilerinden harice çıkıp benliklerini temaşa etmişler.
Onlar, taşı taşla bağlayıp uzun bir zamanı bir âna
sığdırmışlar. Onu gör, daha olgun olursun; bu temaşa,
seni başka bir âleme götürür.
Nakş, seni sanatkârın ruhuna ulaştırır. O taşın
gölünde merdane bir himmet, yüksek bir ruh adlı iki
değerli lâl vardır. Bu, kimin secde ettiği yerdir; bunu
benden sorma! Ey gafil, yürü; canın hakkını tenden
sorma. Eyvah bana, ben ki kendimden usanıyorum. Ben
ki, hayat Fıratından su içmemiş bir insanım. Ben ki,
kökünden koparılmış bir varlığım. Kendi makamımdan
uzak düşmüşüm. Kudredi olmak, muhkem bir yakîne
sahip olmakla mümkündür. Eyvah bana ki, benim yakîn
MU H AMME D İKBÂL

dalım, susuzluktan kurumuştur.


Bende o illallah kudreti yoktur
Benim secdem, bu dergâha lâyık değildir
Bir kere mehtapta o sâf inciye, o “Taç Mahal”e bak.
Mermeri akan sudan daha canlıdır, daha mütenevvi
105 şekiller gösterir. Orada bir dem, ebediyetten daha fazla
bekaya mâliktir. Erlerin aşkı, sırrını söylemiştir; taşı kirpik
ucuyla yontmuştur. Erlerin aşkı, cennet gibi kudsı ve
rengîndir. Taştan ve kerpiçten terennümler yaratır.
Erlerin aşkı, güzeller nakdinin ayarıdır. Güzelliğin
üzerindeki perdeyi parçalayan bu aşk, aynı zamanda onu
perdeler. Onun himmeti, felekleri aşar. Bu kemiyet ve
keyfiyet cihanından harice fırlar.
Orada gördüğü şey, kelimelere sığmayacak bir
mahiyette olduğu için üzerine gönlünden bir örtü çeker.
Muhabbetten cezbeler yükselir. Değersiz her şey
onunla bir değer alır. Muhabbetsiz hayat, matem içinde
geçer. İçine sevgi karışmayan her iş çirkin ve esassızdır.
Aşk, akıl ve idraki cilâlar. Taşa ayna cevheri
bahşeder. Gönül sahiplerine Tur-ı Sina kudsiyetinde bir
sine verir. Sanatkârlara Musa’nın mucizesi olan yed-i
beyzayı ihsan eder. Onun huzurunda her mümkün ve
mevcut, mağlûp olmaya mahkumdur. Bütün âlem acıdır.
Yalnız o, şeker yetiştiren daldır. Düşüncelerimizin harareti
onun ateşindedir. Yaratmak ve can nefhetmek ancak
onun işidir. Karıncaya, kuşa, âdeme aşk kâfidir. Yalnız
aşk, bütün kâinata kâfi gelir. Kahretmeyen bir güzellik
sihirbazlıktır; kahr ile beraber olursa peygamberlik olur.
Gerek sihir, gerek mûcize olsun; her ikisinin içinde de
aşk vardır.
Aşk, bir âlem içinde başka bir âlem vücuda
getirmiştir.

KU LLU K KİTABI
MUSA VURUŞU “DARB-I KELİM"
ÖNSÖZ 106
İkbal’in bu eseri, onun hâl-i hayatında yayımlanan son
Urduca şiir mecmuasıdır. Darb-ı Kelîm’de İkbal, çok daha
acı ve çok daha yakıcı bir kalem kullanmıştır.
1935 senesinden sonra sıhhati çok bozulan şair,
tedavi için Bahopal’a gidip o eyaletin hâkimi ile muavini
Sör Ras Mesud’un konuğu olmuştur. Bu seyahatin
mahsulü olan eserîhi de Bahopal hâkimi Nuvvab
Hamidullah Han’a, kendisine karşı gösterdiği sevgi ve
merbutiyete bir şükran mukabelesi olarak ithaf etmiştir.
İçinde yaşadığı asra bu eseri ile harp ilân eden İkbal,
“Hür yaradılışın çılgınlığı, bir yerde durup oturmaktan
hoşlanmaz. Bahar rüzgârı gibi iklimleri dolaşmak ne
kadar güzeldir. Bu kudsî cezbenle, artık bir Musa vuruşu
elde et ki, yolundaki kayalardan binlerce çeşme
çağıldasın” diyor.
Bu eserde İkbal, umumî olarak şu fikirleri telkine
çalışır:
1.İslâm’da Allah’ın birliğine iman, insanın benliğini
yükseltir. Müslüman, ilme iman etmeli fakat onu aşk ile
teçhiz etmelidir. Tasavvufî hakikatlerde insanın rehberi,
temiz vicdan olmalıdır.
Allah’a gönül bağlayan müslümanın kaderi kendi
elindedir. Milletlerin tarihi ispat ediyor ki, umumiyetle
kader, insanların çalışmalarına, gayretlerine tâbidir.
2.Öğretme ve yetiştirmenin gayesi, benliğin
MU H AMME D İKBÂL

yükseltilmesidir. Avrupa’yı körükörüne taklit değildir.


Avrupa’daki fikir hürriyeti, hakikî fikirden ayrılmaktadır.
Sâlim tefekkür imana, tevhide dayanır.
3.Cemiyette kadının mukaddes vazifesi evvelâ
analık’tır. Nesilleri yetiştiren, ona istikamet veren
107 kadındır. Kadın, daima iffet ve şerefini korumalıdır.
4.“Sanat, sanat içindir” nazariyesi doğru değildir.
Sanat cemiyetin yükselmesi, benliğin teşekkülü amacına
yönelmelidir. Hakikî sanatkâr, insanlığın yetiştirilmesi,
fikir ve zevk bakımından yükseltilmesi için çalışıp yeni
yollar gösterir.
5.Siyasette, Avrupa’nın İktisadî yollarla Şark’ı istismar
etmesi aleyhindedir.
Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan

MUSA VURUŞU
İçinde Yaşadığımız Yüzyıla Savaş Hânı
•Hür yaradılışın feveranları, bir yerde durup
oturmakla bağdaşamaz. Bahar rüzgârının dalgası gibi
gezip dolaş, en iyisi budur.
•Bir cezbe ile Musa vuruşunu ele geçir. Yolunun
üzerindeki taştan binlerce çeşme fışkırır.
Bahopal Emareti Hükümdarı Nuvvab HamiduUah Han’a
İthaf
•Felek, Asya milletlerine ne yaptı ve ne yapıyor?
•Hiç kimse bu acıklı hikâyeyi okumadı.
•Sen görüş sahibi bir insansın. Gönlümde ne var, ne
yoksa, senin gönlün görür ve düşüncen bilir.
•Bütün bahar, sermayesini sana sunuyor, kabul et.
“Gül senin elinde taze bir daldaki taravetini daima

KU LLU K KİTABI
muhafaza eder.”
Okuyan’a Hitap
•Hayatın remizlerini gözden uzak tutarsan, senin
sırçan asla taşla arkadaşlık edemez.
1ikbal, hayatının son senelerinde bir müddet bu 108
Hamidullah Han'ın misafiri olarak Bahopal'de kalmış,
"Darb-ı Kelîm"deki bazı kıtaları orada yazmıştı.
•Cenk meydanında benden çeng çalmamı nasıl
istersin? Burası, bazu kudreti gösterilecek, vuruşulacak bir
yerdir.
•Hayatın gıdası gönül kanı, ciğer kanıdır. Cihana
hâkimiyet tarlasını kanla sularlar.
Açıklama
•Ne Kâbe’de ne kilisede “benlik” duygusu
uyanmamıştır. Sanki Şark milletlerinin ruhu, afyon çekip
uyuşmuştur.
•Eğer dünya yüzünde kıyametler koparacak bir
kudret gösteremiyorsan, göklere ait düşüncelerde
derinleşmek sana çok ağır gelir.
•Sen, kendini ölüm endişesinden kurtaramıyorsun.
Zira hâlâ, kendini topraktan yapılmış bir kalıpı
zannediyorsun.
•Felek felâketlerini, belâlarını gizleyemez. (Bunu
göremiyorsanız), gözünüzün önündeki perde, kalp ve
görüşünüzün temiz olmamasıdır.
•Asya’nın çerçöp yığınını bana havale ettiler. Ancak
benim alevim, pervasızca göklere yükselir.
•Ey İkbal, senin suçun, sadece meclis süsleyici
olmandır. Her ne kadar zamane gibi vefasız olsan da.
•Senin âhenkli sesin, Afyon çekmeye alışmış o
MU H AMME D İKBÂL

bîçareye yüksek cezbelerin zevkini tattırmıştır.


•Evin küçük avlusuna kanaat eden kanadı kırık
kuşlar, şimdi göklerin sonsuz fezasında kanat çırpmak için
çırpınıp duruyorlar.
•Bu günahının cezası olmak üzere sen, seher vaktinin
109 terennümünden, dolayısıyla da sevinç şevki ve görüş
makamından mahrum olmalısın.
Sabah
•Bazen yarın, bazen de bugünün sabahını bildiren bu
seher alacakaranlığı nasıl meydana geliyor, anlaşılmadı.
•Fakat varlık yatak odasını zelzele gibi sarsan o
seher, imanlı kulun ezanından vücuda geldi.
Lâilâhe illallah
•Lâ ilâhe illallah, beşer benliğinin sırrıdır. Benlik bir
kılıca, “lâ ilâhe illallah” da bileği taşma benzer.
•Bu asır, zamanının İbrahim’ini aramaktadır. Cihan,
baştanbaşa bir puthanedir. Fakat Allah’tan başka bir
Hûda yoktur.
•Seni kâr ve ziyan aldattı. Gurur ve tekebbüre
düştün. Bilmelisin ki, Allah’tan başka Hûda yoktur.
•Mal, zenginlik, maddeye bağlanmak; bunlar bizim
vehim ve zanlarımızm yarattığı putlardır. Lâkin Allah’tan
başka Hûda yoktur.
•Akıl ve idrak, zaman ve mekân tasavvurlarına
saplanmıştır. Fakat ne zaman ne de mekânın aslî bir
varlığı vardır. Allah’tan başka Hûda yoktur.
•Bu, “Allah’tan başka Hûda yoktur” nağmesi, gül ve
lâle mevsimine münhasır değildir. Bahar olsun hazan
olsun, “lâ ilâhe illallah” nağmesi daima yükselecektir.
•Her ne kadar cemiyetimiz yenleri içinde putları
saklarsa da, bana “lâ ilâhe illallah” ezanını yüksek sesle

KU LLU K KİTABI
haykırmak emri verilmiştir.
Kader
•Bugün Kur’an’dan, “dünyayı terk etmek” hakkında
emirler istihraç ediyorlar. O Kur’an’dan ki, orada imanlı
bir insana Ay ve Pervin yıldızına hâkimiyet ihsan 110
edilmiştir.
•İradelerinde Allah’ın takdiri gizlenen insanlar,
kendilerini cebir ve takdirin emrine terk etmişlerdir.
•“Kötü” olan her şey yavaş yavaş “güzel” göründü.
Zira beşerin vicdanı ve kalbi kölelikte değişir.
Miraç
•Şevkin cezbesine düşüp havalanan bir zerre, Ay ve
Güneş’i talan eder.
•Ey semen dosüarı, doğanla çarpışmak o kadar güç
değildir. Elverir ki, sinesindeki nefis turacı hararedi olsun.
•Müslüman, hedefi Süreyya yıldızı olan bir oktur.
Miraç perdesinde, baştanbaşa bu ince mana gizlidir.
•Eğer sen “Ve’n-necmi”2 suresinin manasım idrak
etmemişsen, şaşmam. Zira senin med ve cezr’in için hâlâ
Ay’a ihtiyaç var. (Kuru bir madde fikrinden ileri adım
atmamışsın.)
Felsefenin kıvrunlan arasında kendini kaybeden sâdâttan
birine bitap
•Eğer kendi benliğini elden çıkarmayaydın
Bergson’un kölesi olmazdın.
•Hegel’in elindeki sedefin içinde inci yoktur.
•(Şimdi önümüzde şu mesele vardır:) Hayatı nasıl
kuvvetlendirmen ve benliği zaman kayıüanndan nasıl
kurtarmalı?
•İnsan sebat ve devam arar, bir hayat kanunu elde
MU H AMME D İKBÂL

etmek için çabalar.


•Bir kanun ki, dünyanın gecesini gündüze çevirsin ve
imanlı müslümanın ezanı ufuklarda yankılansın.
•Benim dedelerim Sumenatî 3 idiler, babalarım da Lât
ve Menat’a taparlardı.4
111 •Sen Hâşimi Seyyidin (Hazret-i Muhammed)
evlâdmdansm.
•Felsefî fikirler benim tıynetime işlemiş ve gönlümün
kökleri içindedir.
•İkbal’in bir hüneri yoktur, ama felsefenin esaslarını
iyi bilir.
2Kur'an-ı Kerim'in 53. suresidir.
3Hint denizi sahilinde meşhur bir puthane idi. Mahmud-ı
Gaznevî onu ele geçirmiştir.
4İslâmiyet'ten evvel Kâbe'de muhafaza edilen putlar.
•Senin deliliğinden yükselen alevin harareti yoktur.
Bu gönül aydınlatan ince hakikati sana söyleyeyim, dinle:
•Akıl, insanı Zât-ı İlâhî ile temas ettirmez ve hakiki
hayattan felsefeyi uzaklaştırır.
•Bizim düşüncelerimizden doğan bu sessiz nağmeler,
amel (hayat ve hareket) zevki için ölüm mesabesindedir.
•Din, hayat mesleğini değerlendirmektir. Din,
Muhammed ve İbrahim’in sırrıdır.
•Muhammed’in sözüne gönül bağla ey Ali evladı; ne
zamana kadar Bu-Ali’nin5 peşine düşeceksin.
•Yolu gören göze sahip değilsin. Kureyşli bir yedekçi,
İmam Buharî’ye müraccahtır.
Yer ve Gök
•Senin bahar şeklinde gördüğün bir mevsim,
başkalarının nazarında sonbahar olabilir.
•Hallerin zinciri daima değişmektedir. Ey sâlik, sen
kâr ve ziyan düşünmemelisin.

KU LLU K KİTABI
•Kendi cihanının göğü farzettiğin, başka bir cihan için
yer hükmündedir.
Müslumanm Zevali
•Bizim cihanımızda altın, her ihtiyacımızı karşılayan
bir cevherdir; lâkin “fakr”m bize verdiği şeyi zenginlikle 112
elde edemeyiz.
•Eğer milletimizin gençleri sabırlı ve gayretli
yetişirlerse, benim fakirlik ve dervişliğim İskender’in
debdebe ve azametinden aşağı kalmaz.
•Müslümanların sönüp gitmesi başka sebeptendir. Ve
sen de anlıyorsun ki, onların inhitatına sebep parasızlık
değildir.
5Bu-Ali Sina.
•Tarih şehadet eder ki, ne zaman biz müslümanların
cevheri, kudret ve kabiliyeti parlamışsa, buna zenginlik
değil fakr ve dervişane sıfatlar âmil olmuştur. üim ve Aşk
•İlim bana, “Aşk deliliktir” dedi; aşk ise, “İlim ancak
bir zan ve tahminden başka bir şey değildir” dedi.
•Siz, zan ve tahminin cazibesine kapılmamalı, kitap
kurdu olmamalısınız. Aşk baştanbaşa huzur, ilim
baştanbaşa perdedir.
•Kâinatın savaş meydanı aşkın harareti ile vücuda
gelmiştir.
•Aşk sükûn ve sebat olduğu halde, âlemin hayat ve
ölümü ile ikizdir. İlim, apaçık bir sualdir. Aşk ise gizli bir
cevaba benzer.
•Fakrın ve dinin saltanatı aşkın mucizelerinden
meydana gelir. Taç ve mühür (hakimiyet alâmeti)
sahipleri, aşkın hakir köleleridirler.
•Aşk hem mekândır, hem de o mekânda oturandır.
MU H AMME D İKBÂL

Hem zamandır, hem de zemindir. Aşk, baştan ayağa


iman ve yakîndir. İman ve yakın ise her başarının
anahtarıdır.
•Aşk şeriatinde bir yerde konaklamak haramdır.
Huzursuzluk, perişanlık, tufan, deniz aşk için helâl, fakat
113 bir sahilde oturup dinlenmek haramdır.
•Aşk yalnız çarpma, yıldırım ve şimşeği kabul eder;
harman sahibi olmayı istemek ona haramdır.
•Aşk yalnız meşakkat ve mahrumiyetler içinde yaşar
ve hiçbir maddî hedef gözetmez. İlim kitabın oğlu, aşk
anasıdır (ümmü’l-kitab).
İçtihat
•Hindistan’da bir kimse, din felsefe ve hikmetini
nereden öğrenmeli? Hiçbir yerde bir iş ve hareket lezzeti,
derin bir fikir görünmüyor.
MUSA VURUŞU
•Artık fikir cesareti kalmamış, buna karşı bir şevk ve
iştiyak duyulmuyor. Bu mahkûmiyet, bu tahkika
yanaşmadan sadece taklit peşinde koşmak acınası bir
durum!..
•İslâm fakihleri o kadar miskin ve sönük bir hâle
gelmişler ki, kendi huzur ve rahatları bozulmasın diye
Kur’an’dan taviz veriyorlar. Bu kölelerin inancına göre
Kur’an eksiktir.
•Çünkü müslümanlara köleliğin usûl ve adabını
öğretmiyor.
Şükür ve Şikâyet
•Ya Rabbi, ben kulum, senin Zâünı bilemem, yalnız
lâhut âleminin gizli varlığına bağlı olduğum için sana
şükürler olsun.
•Lâhor’dan Buhara ve Semerkand’a kadar insanların
kalplerinde yeni bir heyecan uyandırdım.

KU LLU K KİTABI
•Bu benim nefesimin müessir oluşundandır ki, seher
kuşları sonbahar mevsiminde dahi benimle arkadaşlık
etmekten hoşlanır ve bahtiyar olurlar.
•Yalnız beııi, insanları köleliğe razı olan ve buna
boyun eğen bir memlekette dünyaya getirdiğin için 114
şikâyetçiyim.
Zikir ve Fücur
•Fikir ve zikir, “aileme’l-esma”6 âyeti kendi şânında
nâzil olan sâlikin yolu üzerindeki makamlardır.
•Mevlâna ve Feridüddin-i Attar’ın kemalâtı zikir
makamını, Bu-Ali Sina’nın makaleleri ise fikir makamını
teşkil eder.
•Zaman ve mekânı tartmak fikir makamını gösterir.
Fakat zikir makamı, “Sübhane Rabbiye’l-âlâ” makamıdır.
Kâbe Mollasına
•Senin Allah’a erişmen mümkün değildir. Zira, henüz
beşer makamı dahi senin için örtülüdür.
6"Allah Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti." Bkz.
Bakara, 2/31
• Senin namazında Hakk’m ne celâli, ne de cemâli
vardır. Senin ezanın, bize seher vaktini dahi bildirmez.
Takdir
•Bazen bakıyorum ki, hiçbir ehliyeti olmayan birisi,
kudret ve ceberut sahibi oluyor. Buna mukabil, büyük bir
deha ve istidad sahibi de, hor ve hakir bir ömür sürüyor.
•Kaderin bu tecellisi bâtınen mantığa uygun olabilir
amma görünüşte mantıksızdır.
•Bununla beraber, bu hakikati herkes açıkça görür ve
milletlerin tarihi onu gösterir.
•Takdir, dâima milletlerin iş ve faaliyetlerini göz
MU H AMME D İKBÂL

önünde tutar. Ve takdirin gözü, iki tarafı keskin bir kılıca


benzer (ondan kaçıp kurtulmanın imkânı yoktur).
Tevhid
•Tevhid, bir vakitler cihanda dipdiri bir kuvvet idi.
Bugün tevhid, bir ilm-i kelâm meselesinden fazla bir şey
115 değildir.
•İşlerinin, hareketlerinin karanlığı kendisini sarıp onu
tevhid nurundan mahrum ederse, müslümarun makamı
kendi gözüne dahi görünmez.
•Ey kumandan, ben askerlerinizi teftiş ettim.
Cengâverlerinizin kınlarında ‘‘Kul lıüvallahü ehad”7 kılıcı
yok.
•Çok acınacak bir durumdur ki, bu sırdan ne molla
ne de fakilı haberdardır. Fikir birliği, işbirliği ile beraber
olmadıkça hiçbir tesir vücuda getirmez.
•Millettin manası nedir; bir milletin başına geçip onu
idare etmek nasıl olur? Bu sualler, iki rekât namazdan
başka bir şey bilmeyen alıondların idrakinin çok
üstündedir.
7"De ki: O Allah'tır, bir tektir." Bkz. ihlâs, 112/1.
Hım ve Din
•Kalp ve nazarla beraber olan ilim, putları İbrahim
gözü ile gören bir makama sahiptir.
•Zaman birdir, hayat birdir, kâinat da birdir. O halde,
yeni ile eski arasındaki ihtilâf, bizim kısa görüşlü
olmamızın bir delilidir.
•Çiy danesi ile tatlı tadı esen rüzgâr işbirliği
yapmazlarsa, çimende gonca yetiştirmek imkânsız hale
gelir.
•Kısa görüşlü olmayan bir insanın sahip olduğu
ilimde, âlimin müşahedeleri ile Musa’nın tecellileri güzelce

KU LLU K KİTABI
uzlaşırlar.
Hintli Müslüman
•Brehmen, müslüman Hintliyi vatan haini addeder,
İngiliz ise onu bir dilenci yerine koyar.
•Pencap peygamberi, Kur’an ve hadisten ahkâm 116
çıkarıp bu eski mü’mini kâfir olarak kabul eder.8
•Benim âciz gönlüm, bakalım Hakk’m sesi nereden
yükselecek diye ıstırap içinde bekleyip durmaktadır.
Cihat
•Şeyh, bu asır kalem asrıdır ve artık kılıç dünya
işlerinde müessir olmaz, diye fetva vermiştir (Ahmedîlerin
itikatları).
•Fakat acaba Şeyh Hazretleri bilmiyorlar mı ki,
bugün mescidde bu vaazın ne faydası ne de manası
vardır.
•Çünkü, evvelâ müslümanm elinde ne kılıç ne de
tüfenk vardır. Olsa dahi tesiri yoktur. Zira müslümanm
kalbi, ölüm lezzeti nedir bilmiyor.
•Kâfirin ölümünden dahi yüreği tirtir titreyene,
müslüman gibi öl, denilebilir mi?
8Bugünkü Doğu Pencap'ın Kadiyan şehrinde türeyip
peygamberliğini ilân eden Mirza Gulâm Ahmed ve
onun vâz'ettiği din. Bu dine sâlik olanlara Kadiyanî
veya Ahmedî denir.
•Savaşı terk etmeyi, dünyayı kanlı pençeleri ile
tehlikelere atanlara öğretmeli.
•Avrupa, bâtılın azamet ve saltanatını korumak için
baştanbaşa silâha gark olmuştur.
•Biz, kiliseye yardakçılık eden şeyhe soruyoruz:
MU H AMME D İKBÂL

Savaş Şark için kötüdür de Garp için neden kötü değildir?


•Eğer maksadınız Hakk’a hizmet ise, neden
müslümanlardan hesap soruyorsunuz da Avrupa’ya göz
yumuyorsunuz?
Kuvvet Ve Din
117 •Dünyada Cengizler, İskenderler tarafından insanlığın
şeref elbisesi yüzlerce defa parça parça edilmiştir.
•Milletlerin tarihi ezelden beri bize şunu haber verir:
“Ey idrak ve tefekkür sahipleri, kuvvet bizatihi
tehlikelidir.”
•Yeryüzünü sür’atle istilâ eden bu azgın sel yolu
üzerinde; akıl, tefekkür, ilim ve hünerin çerçöp kadar
değeri yoktur.
•Eğer bu kuvvetin din ile rabıtası yoksa, derhal
öldüren zehirden de kötüdür. Eğer dine bağlı ise, aynı
kuvvet her zehre karşı panzehirdir.
Fakirlik ve Emperyalizm
•Fakr, savaş meydanına silâhsız gelir. Eğer göğsünde
kalb-i selim var ise, senin vuruşun da müessir olur.
•Günden güne artan pervasızlık ve yorgunluk
neticesinde bu, muhtelif devirlerde Firavun ile Musa’nın
hikâyesini tekrar etmek olur.
•Ey gayretli, cevherli fakr (imanlı ve her şeyden
müstağni ruh)! Çok sürmez sizin de sıranız gelir. Zira altın
gümüş sevdası, Garbın ruhunu mahvetmiştir.
•Beni bu bahislere sürükleyen aşk ve sarhoşluktur.
Evet, rüzgâr dalgalanmasa goncaları açmaz.
Islâm
•İslâm’ın nuru, benliğin nuru, benliğin ateşidir.
•Benlik ateşi, nur ve huzur, hayatın fevkindedir.
•Yaradılış onun ruhunu gizlemişse de her şey bu asla
göre değerlendirilir.

KU LLU K KİTABI
•Avrupa, İslâm kelimesine iyi gözle bakmaz. Bu dinin
bir adı da “gayretli fakr”dır (yâni imanlı, her şeyden
müstağni ruh).
Ebedi Hayat
•Hayat sedefe, benlik ise nisan yağmuru damlasına 118
benzer. Damlayı inci hâline getiremeyen sedef ne
acınacak haldedir!
•Eğer benlik; kendine bakan, kendine inanan,
kendine sahip olan bir varlık ise, ölüm dahi onu
mahvetmeye muktedir olamaz.
•içinde Kur’an’m ruhu pırıl pırıl parlayan “fakr”;
binlerce derece yükseleceğini hâlâ bilmiyor.
•Kendi varlığında kahhar sıfatını tecelli ettiren insan,
“sultanlık” denen makama erişmiştir.
•İmanlı müslümamn kuvvetinin ayarı ancak bu
makamdır. Bu makama erişen insan, Allah’ın gölgesidir.
•Bu, cebir ve kahır makamı değildir. Aşk ve
sarhoşluk makamıdır. Zira cihana hükmetmek cebir ve
kahırla olmaz.
•Seni esaret hastalığına müptela ettiler, zira fakrı
muhafaza edemedin.
•Bir zamanlar alnındaki secde yarası Ay gibi nur
saçan müslümanlığı Garp satın aldı.
•Onu alnında taşıdığı için Ay ve Güneş’le arkadaşhk
edebilen müslüman; şimdi o nura sahip değildir. O sizin
yıldızlarınızdan göçüp gitmiştir.
SofFye Hitap
•Sen ancak mucizeler âlemini göz önünde
MU H AMME D İKBÂL

bulunduruyorsun. Ben ise, dünyayı amel ve iş yeri olarak


değerlendiriyorum.
•Tasavvur ve hayal dünyası insanı hayreüere düşürür.
Fakat bu hayat ve ölüm dünyası, ondan daha ziyade
hayret vericidir.
119 •Eğer senin görüşün onu değiştiriyorsa hayret
edilmez. O mümkinat (iş ve amel) dünyası seni kendine
istiyor.
Garpçılık Hastası
•Senin varlığın baştan aşağı Frenk düşüncesini
gösteriyor. Sen oralı mimarların elinden çıkmış bir
binasın.
•Senin varlığında benlik yok. Sen, üstü altın işlemeli
bir kına benziyorsun ama içinde kılıç yok.
•Sen Allah’ın varlığına inanmıyorsun. Ben de senin
varlığına inanmıyorum.
•Varlık nedir? Varlık, benlik cevherinin bir
görünüşüdür. Sen kendini düşün, zira senin cevherin
gözükmüyor.
Tasavvuf
•Melekût âleminin felsefesi, lâhûtî ilim; eğer İslâm
dünyasının derdine derman olmayacaksa on para etmez.
•Bu gece yarıları ibadetler, bu murakabeye dalışlar,
eğer senin benliğini muhafazadan âciz ise on para etmez.
•Güneş’i ve Ülker yıldızını avlayıp ele geçiren akıl,
senin ruhanî cezbelerine iştirak etmiyorsa o cezbelerin
hiçbir değeri yoktur.
•Dilinle istediğin kadar kelime-i tevhidi zikret, ne
fayda? Eğer gönlün Ve görüşün müslüman değilse bu
sözlerin hiçbir değeri yoktur.
•Eğer benim sözlerimi perişan ve manasız buluyorsan
hayret etme! Sabah aydınlığı perişan ve gevşek olmazsa

KU LLU K KİTABI
bir işe ya ramaz.
Hintli Müslüman9
•Bir milleti diri ve ayakta tutan, aralarındaki fikir
birliğidir. Bu birliği bozan şey, -isterse ilham adım
alsınhakikatte dinsizlik ve küfürdür. 120
•Bazu kuvveti olmadıkça bu birlik muhafaza
edilemez. Allah vergisi olan akıl, yalnız başına buna bir
çare bulamaz.
•Ey Allah adamı (Hindi müslümana hitap), sende bu
kuvvet yok. Sen git, bir mağaraya çekil, Allah Allah diye
zikret (yani, sen mücadele adamı değilsin. İş ve hakikat
âleminde bir iş beceremezsin).
•Yeni bir müslümanlık icat et ki onun tasavvufu;
miskinlikten, mahkûmluktan, ümitsizlikten ebediyyen ârî
olsun.
•Namaz kılmasına müsaade edilen ahondumuz,
cehaletinden, Hindistan’da İslâm dini hürdür zannediyor.
Gazel
•Ölü gönül “gönül” değildir, onu tekrar diriltmelisin.
Milleüerin bu eski hastalıklarının ilâcı ancak budur.
•Denizin ne kadar sâkin! Fakat bu sükûn mudur, sihir
midir? Bilmiyorsun. Bunda ne timsah var ne tufan, ne de
sahillerinde bir yıkık döküklük!
•Senin hâlâ haberin yok, gökyüzü kalbinde neler
gizliyor. Ve hâlâ yıldızların gamzelerini görmekten
heyecanlanmıyorsun.
•Toprağımda gizlenen kıvılcımı senin kamışlığına
atan, benim seher vakti terennümümdür.
•Dün geceyi ve yarınki cihanı, ancak benim gibi
MU H AMME D İKBÂL

görüş zevkine sahip olan insan görecektir.


9İkbal bu şiiri Kadiyanîler ve ingilizlerin
müstemlekeciliğine âlet olan ulema için yazmıştır.
Dünya
•Ben de dünyanın türlü tenevvü gösteren renklerine
121 bakıyorum. Görüyorum ki o aydır, bu yıldızdır; o taştır, bu
yüzük kaşıdır.
•Benim gören gözüm de onun dağ, bunun ırmak;
onun gök, bunun da yer olduğunu bana bildiriyor.
•Ama ben hakikati gizliyorum: “Sen varsın, başka
her gördüğüm şey yoktur.”
Namaz
•Adem ihtiyarladı ama Lât ve Menât henüz
gençtirler, her asırda elbiselerini değiştirip karşımıza
çıkarlar.
•Sana ağır gelen o bir secde, seni (asr-ı hâzır
putlarının kapısında edeceğin) binlerce secdeden kurtarır.
Vahiy
•Akıl insana rehber olacak bir kabiliyette değildir.
Eğer zan ve tahmin (akıl ve ilim), insana yol göstermeye
kalkışırsa, hayat ziyan ve mağlubiyetle neticelenir.
•Fikrin, amelinin cazibesi nurundan mahrum ise
temelsizdir. Böyle olunca, hayatının karanlık gecesi
aydınlanmaz.
•Bizzat beşer hayatı, hayat sırlarını açmadıkça, iyi
ameli kötüsünden ayırt etmek imkânsızdır.
Hezimet (Bozgun)
•Sofinin kalbinde mücadele ateşi söndü. Bu
miskinliğine mazeret olarak, “Ben Elest şarabı ile
sarhoşum” diyor.
•Şehrin fakihi ruhbaniyeti kabule mecbur oldu. Zira
İslâm şeriatinde, savaş meydanında göğüs göğüse harp

KU LLU K KİTABI
edilir.
•Hayat mücadelesinden bu kaçışa bozgun denmezse,
o kelime nerede kullanılır bilmem.
Akıl ve Gönül
• Akıl ister mülk, ister melekût âlemine mensup 122
olsun, her şeye hâkimdir. Hiçbir şey, Allah vergisi olan
aklın hududundan hariç değildir.
•Bütün âlem, akim ezelî hâkimiyet ve sultasının
kölesidir. Fakat “gönül” daima akıl ile mücadele
halindedir.
Sarhoşluk
*Sofî’nin tarikatinde ancak “hal” sarhoşluğu vardır.
Molla’mn şeriatinde de yalnız “kâl” (söz) sarhoşluğu
vardır.
*Şairin nağmesi ruhsuz, donmuş ve zevksizdir. O,
fikirlerin sarhoşudur. Ne uyanık, ne de uykudadır.
*Fakat ben, iradenin olamamasında, sadece amel ve
iş sarhoşluğu bulunan mücahid bir mert göremiyorum.
Kabir
•Dervişe, mezarın karanlık odası dahi uygun gelmedi.
O, toprağın altında bile rahata kavuşamaz.
•(Görünürde sebebi budur ki), mezarda feleklerin
sükûtu vardır, fakat feleklerdeki feza genişliği yoktur.
Kalenderi Nasıl Tanımak Mümkündür?
•Civanmert derviş zamana emreder, der ki: Sen,
Hakk’ın kuluna tabî olmalısın.
•(Ey zamane), benim hengâmelerime sen
dayanamazsın, (eğer istersen), imanlı bir erin gözünden
sıvışıver, kaç.
•Benim gemiye, kaptana ihtiyacım yok. Eğer coşkun
MU H AMME D İKBÂL

akan ırmak dahi olsan, suyunun sathını alçaltmalısın.


•Senin sihrini bozan benim tekbirim değil mi idi?
Eğer cesaretiniz varsa iddiamı reddedin.
•Kalender (mü’min insan); Güneş, Ay ve yıldızlardan
hesap sorar. O, zamane üzerinde bir binicidir, altında
123 binek değil.
Felsefe
•Gençlerimizin fikirleri, gizli olsun aşikâr olsun
kalenderin gözünden kaçmaz.
•Ben senin ahvalini iyi bilirim; ben de bir süre önce o
yoldan geçtim.
•Bilgili insan, kelimelerin büklümlerine takılıp kalmaz.
Dalgıcın maksadı inci elde etmektir, sedef değil.
•Kıvılcımı görüp de alevin hakikatine eren insan,
ancak aşk ve cünun sahipleri arasında bulunur.
•insan kalbinin tasdik ve te’yid ettiği ince bahisler,
değer bakımından parlak incilerin çok üstündedir.
•Ciğer kanı ile yazılmayan bir felsefe ya ölüdür, ya
ölmek üzeredir.
Allah Adamları
•Hür kul, mertçe vuruşu ile neticeyi elde edendir.
Bütün mücadelesini hile ve hud’a yolu ile kazanan değil.
•Ezelden beri, hür ve asil insanların hamurunda
kalenderlik ve dervişlik, servet ve tâcdarlık ile omuz
omuzadır.
•Dervişlerin kül olmuş varlıklarının içinde gizlenen
ateşi, zamane eline alıp güneş gibi ufuklarda yükseltir.
•Yalnız onlar putları tavaf etmezler. Yoksa Müslüman
veya kâfir denen bütün diğerleri, putperesttirler.
Kâfir ve Mümin
•Dün, deniz kenarında Hızır bana şöyle dedi: Sen,
Frenk zehrine panzehir mi arıyorsun?

KU LLU K KİTABI
•Ben size, kılıç gibi kesici, cilâlı ve parlak bir hakikat
söyleyeyim. Bu çok ince ve derin hakikat şudur: Kâfir
odur ki kendini, benliğini dünyada kaybeder. Mümin de
odur ki, kâinat kendisini onun vücudunda kaybetmiştir.
Hakikat Mehdisi 124
•Bütün bunlar, kendi elleri ile inşâ ettikleri
zindanlarda mahpusturlar. İster Şark’taki sabiteler (duygu
ve hareketten mahrum insanlar) olsun, isterse Frenk
âlemindeki seyyareler (coşkun ve hareketli insanlar)...
Hepsi.
•Kilise ihtiyarları ya da Harem (Kâbe) şeyhleri...
Hiçbirisinin sözlerinde ve amellerinde bir yenilik, bir ibdâ
yoktur.
•Siyaset adamları eski dolaşık, girift âlemlerinde
yaşayıp duruyorlar. Şairin de hayali iflâs halindedir.
•Dünya şimdi, görüşü fikir âleminde zelzeleler
koparacak bir hakikat Mehdisine muhtaçtır.
•Mümin insan, dostlarına karşı ipek gibi yumuşak ve
mülâyim; hak ve bâtıl savaşında ise çelik gibi sert ve
haşindir.
•Daima göklerle savaşır. Mümin topraktan
yaratılmıştır ama toprağın fevkindedir.
•O serçe ve güvercin avlamaz, Cebrail ve İsrafil (lâhut
âlemindeki melekler) avlar.
Muhammed Ali Bâb10
•Bâb, âlimlerin huzurunda güzel nutuklar söylüyor.
Semâvât kelimesinin i’rabım yanlış okuyor.
•Âlimler onun bu cehaletine gülünce, Bâb diyor ki:
“Siz benim mertebe ve makamımı bilemezsiniz.
•Bugün imamet bana verilmiştir. İ’rab kayıtları ile
MU H AMME D İKBÂL

tahdid edilen Kur’an âyetleri artık hürriyetlerine


kavuştular (artık üstün-esreye riayet etmeden herkes
istediği gibi okuyabilir).”
10Babî ve Bahaîlerin piri. Çok az Arapça bilirmiş.
Takdir
125 (Allah, İblis ile Konuşuyor)
İblis
•Ey bütün rnükevvenatm Hâlıkı! Benim Ademe hiçbir
düşmanlığım yoktur. O Adem ki, maalesef zaman ve
mekân zindanında mahpustur.
•Kendini büyük görmek sözünü senin huzurunda
nasıl ağzıma alırım? Bunun imkânı yoktur. Fakat ne
yapılabilir ki, Âdeme şedde etmemi sen istemedin.
Allah
•Söyle, ne zaman bu sırrı keşfettin? İnkârdan evvel
mi, sonra mı?
İblis
•Ey Rabbim! Varlık âleminin kemal merhalelerini aşıp
geçmesi senin tecellin ile oluyor. Ben bu gizli hakikate
inkârdan sonra vâkıf oldum.
Allah
(Meleklere Hitap Eder)
•İblis, yaradılışının alçak oluşundan “Senin irâden
taallûk etmediği için ben secde etmedim” delilini ortaya
koyuyor. Kendi hürriyet ve iradesine “icbar” ismini
veriyor. Bu zâlim, kendisinde parıl parıl yanan irade
kudretine duman adını veriyor.
Ey Muhammedi’m (sav) Ruhu!
•Allah’ın rahmetine mazhar olarak müslüman olan
bu millet, şirazeden çıkmış, perişan olmuştur. Emrediniz,

KU LLU K KİTABI
müslümanın nereye gitmesi lâzım?
•Arap denizinde o tufan gibi coşup kabaran ve bu
coşkunluğun lezzetini duyan ruh, artık mevcut değil.
İçimde kabarıp coşan bu tufanı ben ne yapayım?
•Ne kervanları, ne binekleri, ne azıkları var... 126
•Senin Haydama’nı okuyanın (müslümanın), bu dağ
ve çölde kaçış imkânı yok.
•Ey Muhammed’in ruhu, bizim müşkülümüzü hallet.
Allah’ın âyetlerinin bekçisi olanlar nereye sığınsınlar?
Islâm Medeniyeti
•Geliniz, müslüman hayatının neden ibaret olduğunu
size açıklayayım. Müslüman hayatında “akıl” ile “cünun”
birbiri ile bağdaşmıştır.
•Müslüman hayatı güneş gibidir; batarsa tekrar doğar
(öldükten sonra müslüman yeni bir hayata kavuşur).
Onun hayatı tek olduğu halde, zamane gibi çeşitli ve renk
renktir.
•Ne asr-ı hâzırla tam bir temas halinde olmasına
rağmen haya ve şerefinden vazgeçer; ne de eski esatir ve
hurafiyata kapılıp ruhunu kaybeder.
•Müslümanın hayatı ebedî hakikatler üzerindedir. Bu,
hakiki hayattır. Eflâtun’un tılsımı değil... (Eflâtun, dünya
hayatını hakiki hayat saymaz; asıl hayatın bir ışığı
addeder.)
•Ruhu’l-kuds’ün cemal zevki, müslümanın varlığını teşkil
eden unsurlardandır. Diğer unsurlar, Acem’in hüsn-i
tabiatı ve Arap’m ruh hararetidir. töfer İmamet11
•Bana imametin hakikatini sormuşsun. Cenab-ı Hak
seni de benim gibi sırlara vâkıf eylesin.
•Zamanede hakiki imam, ancak seni maddî hayatın
MU H AMME D İKBÂL

fevkine yükselten insandır.


•O sana hakiki sevgilinin yüzünü ölüm aynasında
gösteren, alelade hayatı tahammül edilmez bir yük haline
getirendir.
•O, sana hayatta ettiğin ziyanları hatırlatır, kanını
127 coşturur; seni fakr ile cilâlayarak keskin bir kılıç yapar.
•Sana sultanların huzurunda secde etmeyi telkin
edenin imameti, müslüman milleti için bir fitneden başka
bir şey değildir.
Fakr ve Rahiplik
•Sanıyorum sizin müslümanlığınız, müslümanlık
değildir. Zira senin nazarında fakr ile rahiplik aynı şeydir.
•Fakr, rahibin sükûn ve uzletinden nefret eder.
Fakirin gemisi tufanlarla çarpışır.
•Fakr, hem ruh, hem beden kuvvetlerini kullanır.
Müminin kemalinin sonu, benliği örtüsüz olarak ortaya
çıkarmaktır.
•Fakirin varlığı, kâinatın değerini tayin eder. O bilir
ki, kâinat fâni, kendisi bâkıdir.
•Ona sorunuz: Gözün gördüğü bu şey cihan mıdır,
yoksa sadece bir renk ve kokunun kabarıp coşması mıdır?
•Müslüman bu fakr’ı elden çıkardığından beri, onun
Süleymanlık devleti (maddî-manevî saltanatı) de mahvolup
gitmiştir.
Gazel
•Senin hayatının sermayesi ilim ve hünerin sevincidir.
Benim hayatımın sermayesi ise, daima sabırsız, heyecanlı
bir gönüldür.
11Kadiyanî ve emsali gibi imamet iddiasında bulunanları
tenkit için yazılmıştır.
•Binbir girintisi çıkıntısı olan felsefe, fikir adamlarının
mucizesidir. Zikir ehlinin mucizesi Musa, Firavun ve Tur

KU LLU K KİTABI
kıssasıdır.
•Maslahat icabı, sana müslüman diye hitap ettim.
Yoksa sizin nefsinizde o yevmü’n-nuşûr (kıyamet) harareti
yok.
•Hayli zamandır ki ben, yakamı parça parça etmişim. 128
Fakat senin aklın hâlâ başında (ki türlü türlü olan cünuna
erişmemişsin). Acaba bu kusur benim cünunumda mı?
•Büyüklerin nazarının feyzinden müstefid olmak için
düşünerek konuşuruz. Nazar ehlinin huzurunda abuk
sabuk konuşmayınız.
•Aşkı cesur ve fakrı gayretli olan millet, dünyada
kat’iyyen alçalmaz ve mağlûp olmaz.
Teslim ve Rıza
•Bu derin ve gizli hakikati, her ağacın yetişip
gelişmesinde görmek mümkündür. Ağaçlar dahi fezanın
genişliğinde olgun çağa geldiklerini hissederler.
•Tohum daima gelişmek için çalışıyor. Toprağın
içinde, karanlıkta yaşamaya razı değil.
•Tabiat yükselir, gelişir; onu önlemeye kalkmayınız.
Çalışma yolunu kapamayınız. Teslim ve rızadan maksat
başkadır.
•Eğer siz yükselmek ve gelişmek cesaretini
gösterirseniz, muhit sizin için dar olmayacaktır. Ey Hak
adamı, bil ki Allah’ın mülkü dar değildir.
Tevhid’in İnce ve Derin Manası
•Tevhid’in derin manasını kelimelerle ifade etmek
mümkündür. Eğer fikriniz tamamen maddî ise, bir şey
yapmak mümkün olamaz.
•Lâ ilâhe illallah’ta gizlenen aşk remzi, şeyhe bir şey
MU H AMME D İKBÂL

söylemez. Zira onda fıkıh kafası vardır.


• Hak ve bâtıl savaşında, acayip bir sürür ve sarhoşluk
vardır. Eğer sen savaşa yabancı isen, bu hususta sana
bir şey söylenemez. ilham ve Hürriyet
•Eğer ilham sahibi hür bir kul ise, onun görüşü
129 hareket ve faaliyet atı için bir mahmuz olur.
•Onun sıcak nefesi, çimen toprağını kıvılcımlarla
doldurur.
•Takatten düşmüş bülbüle şahin edası verir. Bakınız,
seher kuşlan hayret edilecek şekilde değişiyorlar.
•O kendini tanıyıp Allah’ın zikri ve fikri ile sarhoş
olan zâtın sohbeti, dilencilere Cemşid ile Perviz’in saltanat
ve azametini bağışlar.
•Ama, bir köle ve mahkûmun iddia ettiği ilham ve
peygamberlikten Allah bizi korusun. O ilham, Cengiz gibi
malımızı mülkümüzü talan eder.
Can ve Ten
•Akıl, uzun zamandan beri bu muammanın
peşindedir: Ruhun aslı nedir, kara toprağın cevheri
neredendir?
•Benim müşkülüm sarhoşluk, heyecan, sevinç, dert
ve gönül yarası meselesini halletmektir. Senin müşkülün
kadeh mi şaraptandır, şarap mı kadehtendir, suallerine
cevap bulmaktır.
•Bilmeniz lâzımdır ki, can ve ten arasındaki
münasebet, lafız ile mana arasındaki münasebete benzer.
Aynen ateş korunun külden elbise giymesi gibidir.
Lahor ve Kareçi12
•Gayretli ve cevherli müslüman, gözünü Hakk’a
dikmiştir. Ölüm nedir? Ancak mana âleminde bir

KU LLU K KİTABI
seyahattir.
12Bu kıfa, Kareçi’de, IngiliZİer aleyhine yapılan bir
ayaklanmada öldürülen müslümanlar için yazılmıştır.
•Bu şehitlerin diyetini, kilise insanlarından (İngiliz
devletinden) isteme. Zira onların dökülen kanlarının 130
değeri Kâbe’den de fazladır.
•Ey müslüman, yazık ki sen, “lâ ted’u maa’llahi
ilâhen âher”13 ayetini unuttun.
Peygamberlik14
•Ben ne ârif, ne din müceddidi, ne hadis ne de fıkıh
âlimiyim. Bu ilimlere sahip olduğumu da iddia etmiyorum.
•Bununla beraber ben, İslâm âleminin durumunu göz
önüne alıyor ve düşünüyorum da, bu mavi gök (felek),
bana içindekini açıyor.
•Bu asrın karanlık gecesinde, hakikati dolunay gibi
vâzıh ve parlak gördüm ki;
•İçinde kuvvet ve şevket haberi bulunmayan bir
peygamberlik, müslüman için uyuşturucu bir afyon
hükmündedir.
Adem
•İsmine Adem denen bu varlık, Allah’ın ne yokluk
tılsımı bir sırrıdır ki, dil onu beyan ve ifadeden âcizdir.
•Ezel sabahından beri zaman yürüyüp gidiyor. Fakat
zamanın geçişi onu yıpratamıyor.
•Eğer fikrini rahatsız etmezsem sana açıkça
söylemeliyim ki, insanın varlığı ne ruhtur ne de sadece
bedendir.
Mekke ve Cineve
•Bu asırda milletlerden çok bahsedilir. Fakat Âdem
MU H AMME D İKBÂL

birliği, hiç nazar-ı itibara alınmadı.


13“Öyle ise sakın, Allah ile beraber başka bir ilaha
yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursunl"
(Şuara, 26/213)
14Peygamberlik iddia eden Kadiyanî aleyhine yazılmıştır.
131 •Frenk felsefesinin gayesi, milletleri birbirinden
ayırmaktır. İslâm’ın gayesi ise, Âdem milleti vücuda
getirmektir.
•Mekke, Cineve’deki toplantıya şu haberi
göndermiştir: Sen, kavimler topluluğunu mu koruyorsun,
yoksa Âdem topluluğunu mu?
Pîr-i Harem
(Kâbe’nin Pîri-Müslüman Mürşidi)
•Ey Kâbe piri! Tekke usûl ve âdâbını terk et de
benim seher vaktinde terennüm ettiğim bu nağmeyi anla.
•Allah gençlerimize selâmet ihsan etsin, onları
korusun. Onları nefislerine hâkim, kendi varlıklarındaki
değer ve kudrete vâkıf olarak yetiştir.
•Sen şimdi, onlara kaya delmek usûlünü
öğretmelisin. Frenk onlara ancak şişecilik öğretmektedir.
•İki yüz senelik esaret, onların kalbini kılmıştır. Siz
şimdi, onların şaşkınlıklarına bir ilâç düşünmelisiniz.
•Ben, heyecanından aklını kaybetmiş bir insan
olarak, onun tazyiki altında sana sırlan faş ediyorum. Bu
perişan kafama bir caize vermelisin.
Mehdi
•Milletlerin hayatı, onların düşünce tarzlanna göre
şekil alır. Çimendeki kuşlan te’dib eden, yalnız bu fikir
zevkidir.
•Garplı meczup filozof Niçe (Nietzsche), Garplı
usûlüne vatanını bir “Mehdi” tahayyüli ile ihya etmiştir.

KU LLU K KİTABI
•Ey Mehdi hayalinden nefret eden! Misk âhûsunu
Hoten’den nevmîd etmenin ne lüzumu var?
•Kefene sarılan bir diriyi ölü addetmek mi, yoksa o
cahil adamcağızın kefenini parçalamak mı lâzımdır?
Müslüman 132
•Mümin insan, her an, her lâhza yeni bir şan ve
şevkete nâil olur. Mümin, sözünde olsun, işinde olsun,
Allah’ın bürhanıdır.
•Allah’ın Kahhar, Gaffar, Kuddûs ve Cebbar sıfaüarı
dört unsur halinde toplanırsa, Müslüman vücuda gelir.
•Topraktan yaratılan bu kul, Cebrail’in dahi komşusu
olur. O ne Buhara, ne de Bedahşan’dadır.
•Bu sırrı kimse bilmez ki; bir mümin zâhiren Kur’an’ı
okur, hakikatte kendisi Kur’an’dır.
•Tabiatın maksatlarını bildiren, müminin irade ve
kararıdır. O, dünyada da ahirette de beşer kudretlerini
tartmak için bir terazidir.
•Mümin insan, lâlenin bağrını süsleyen çiy danelerine
benzer. Ve yine, o denizin yüreğinde zelzeleler koparan
bir tufandır.
•Müminin gece ve gündüzleri, yaradılışın terennüm
ettiği ezelî nağmelerdir ki, onun tatlılığı ve âhengi
Rahman suresine15 benzer.
•Düşüncenin atölyesinde yıldızlar yapılıp
hazırlanmıştır. Geliniz, kaderinizin yıldızını tanıyıp
bulunuz.
Hürriyet16
•Hiç kimse müslümanm önüne geçemez. Fikir
hürriyeti herkese Allah’ın verdiği bir nimettir.
•Eğer o isterse, Kâbe’yi bir mecusi ateşkedesi yapar.
MU H AMME D İKBÂL

İsterse Frenk putları ile Kâbe’yi süsler.


•O isterse, Kur’an’ı te’vil oyuncağı yapıp yeni bir
şeriat icat eder. Buna da hakkı vardır.
15Kur'an-ı Kerim'in 55. sûresi.
16İkbal bu kıt'ayı, müslümanlikta reform yapmak isteyen,
133 Kur'an'ın sarih emir ve nehiylerini kendilerine göre
değiştirmek isteyenlere karşı yazmıştır. Garp tesiri
altındaki bu temayül Hindistan'da çok yayılmıştır.
• Hindistan’da bu, acayip bir manzaradır. Orada
İslâm mahpus, müslüman hürdür.
Garp’ta Islâm’ın Yayılması
•Garp medeniyetinin kalbinde dinî ruh yoktur. Orada
kardeşliğin esası nesep birliğidir.
•İngilizin nazarında bir brehmen, hristiyanlığı kabul
etse dahi yine eskisi gibi hakirdir.
•İngiliz Musta’nm dinini kabul etse kara bahtlı
müslüman, yine köle muamelesi görecektir.
“Lâ” ve “İllâ”
(Nefy ii İspat)
•Eğer tohum, toprak gecesi içinde işe başlamasa idi,
nurlu fezalara yükselip dal budak salmazdı.
•Hayatın mahiyetinde “lâ (nefy) ” ile başlamak ve “illâ
(ispat) ” ile bitirmek vardır. Lâ, illâ’dan ayrıldı mı, bu
yokluk haberidir.
•Bir millet eğer “lâ”dan ileri gidemezse, inanınız ki o
milletin hayat kadehi ağzına kadar dolmuştur.
Arap Emirlerine Hitap
(Hintliler Araplara hürmet ederler, onları dinin ve
Kur’an’iiı koruyucusu sayarlar. İkbal, Garp
müstemlekeciliği karşısında Arapların aralarında ihtilâfa
düşmelerinden büyük bir teessür duymaktadır) .

KU LLU K KİTABI
•Eğer Arap emirleri nazarında küstahlık telâkki
edilmezse, bu kâfir Hintli(!), kendilerine bazı maruzatta
bulunmak ister.
•Mustafa (sav) birleşmeyi, Ebu-Leheb nifak ve
ayrılmayı icat etmiştir. Hakikat evvelâ hangi millete 134
öğretilmiştir.
•Bilmeniz lâzımdır ki, Arabın varlığı maddî hudutlarla
değil Muhammed’in ruhu ile ayakta durabilir.
Allah’ın Hükümleri
•Ey akıllı insan! İnsan kadere mi bağlıdır yoksa İlâhî
hükümlere mi, meselesi kolay halledilecek bir meseledir.
•Takdir bir dakikada yüz defa değişir; takdire
bağlanan, bir anda bahtiyar ve bedbaht olur.
•Nebaüar, cansız mevcutlar takdire bağlanırlar, ama
mümin bir insan yalnız Allah’ın hükümlerine bağlıdır.
Ölüm
•Hayatta gördüğünüz gibi kabirde de gayb ve huzur
hali devam eder. Eğer kalbimiz diri olursa, toprağın
altında dahi sabırsızlanacaktır.
•Ay ve yıldızlar, kıvılcım gibi anlık şeylerdir. Lâkin
benlik şarabının keyfi ebedîdir.
•Ölüm meleği senin bedenine el uzatır; fakat
varlığının merkezine yaklaşamaz.
“Eum bi Iznillah”
(Allah’ın Emri ile Ayağa Kalk)
•Cihan türlü türlü şekiller alırsa da ehemmiyeti yok.
Sen Allah’ın emri ile ayağa kalk. Yerle gökten başka bir
şey yok. Allah’ın emri ile ayağa kalk.
•“Ene’l-Hak (ben Hakk’ım)” nağmesini ateş haline
MU H AMME D İKBÂL

getiren o kan, bugün de senin damarlanndadır. Allah’ın


emri ile ayağa kalk.
•Eğer idrak ve şuurun dağılmış, perişan bir halde ise,
bakıp durma şaşkın şaşkın. Bu hal, Frenk büyüsünün
tesiridir. Allah’ın emri ile ayağa kalk.
135 Tâlim ve Terbiye İspinoza
•Bilgili ihsan, insana yakışan hayatı göz önünde
tutar. Fakat hayat nedir? Hayat; huzur, sevinç, nur ve
varlıktır.
Eflâtun
•Bilgili insan, yalnız ölümü göz önüne alır. Zira
beşerin hayatı çok kısa ve fânidir. Karanlık bir gecede
kıvılcıma benzer.
İkbal
•Hayat ve ölüm, üzerinde durulacak şeyler değildir.
İnsana göz ve idrak, ancak benliğini görmesi ve onu
yetiştirmesi için verilmiştir.
Bu Asırda insan
•Aşk ortadan kalkmış, akıl onu yılan gibi ısırıyor.
Yazık ki insan, aklını aşkın emrine veremedi.
•Yıldızların seyir hattını dahi bilen insan, kendi fikir
dünyasında sefer edemiyor.
•Kendi hizmet ve felsefesinin düğümleri içine düşüp
öyle esir olmuş ki!..
•Güneşin ışıklarına tasarruf eden insan, hayatın
karanlık gecesini seher ışıkları ile aydınlatamıyor.
Şark Milletleri
•Gözleri mahkûmiyet ve taklit ile kör olanlar, apaçık
hakikatleri dahi göremiyorlar.
•Artık mezarının kenarına yaklaşmış olan Garp
medeniyetinin İslâm âlemini diriltmesi mümkün müdür?

KU LLU K KİTABI
Bilgi, Uyanıklık
•Gözleri feleklerde dolaşan hey’etşinas, benliğin
makam ve mertebesini bilmiyor.
•Benliği felekten dahi üstün sayan insanın, bu gece
ve gündüz âlemini gayet iyi bileceği aşikârdır. 136
•Yalnız o kimsedir ki, görüşün iyi ve kötüsünü seçer;
gönlün haram ve helâlini birbirinden ayırt eder.
Şark’ı Islâh Edenler
•Ben, sizin, ellerinde kadehlerle Şark bezmine gelen
Samirî17 gibi hilekâr sâkîlerinizden ümidimi kesmişim.
•Bu bulut parçalarının eteğinde yeni şimşekler
beklemeyelim. Zira onların yeninde eski şimşekler dahi
yok.
Gaip Terbiyesi
•Garp terbiyesi, kalp ve görüşün bozulması demektir.
Zira bu medeniyetin ruhu iffetini (temizlik ve masuniyetini)
kaybetmiştir.
17 Hz. Musa, T ur dağında iken gümüşten bir buzağı
yapıp halkı putperestliğe döndürmek isteyen adam.
İkbal'in bu sâkîlerden muradı yalancı ve değersiz
liderlerdir.
•Ruh iffeti olmayan yerde temiz yürek, yüksek hayal,
güzel ve ince zevk de bulunmaz.
Meydanda Olan Sırlar
•Gençlerinin benliği çelik gibi sert ve dayanıklı olan
milletin kılıca ihtiyacı yoktur.
•Ay ve Ülker yıldızı âleminin senin yanında hiçbir
değeri yoktur. Onlar âlemin cebir ve tazyiki altındadır, sen
ise ondan kurtulmuşsun.
•Dalga neden çalkalanıp duruyor? İsteme zevkine
MU H AMME D İKBÂL

sahiptir de ondan. Sedefte gizli olan her şey, Allah vergisi


olan devlettir.
•Şahin hiçbir zaman yorulup yere yıkılmaz. Eğer
göğsünde nefes varsa, düşmek tehlikesi senden uzaktır.
Tipu Sultan’ın1•Vasiyeti
137 •Sen, şevk ve aşk menziline gidiyorsun,
durmamalısın. Eğer sevgilin Leylâ ile yan yana oturacak
dahi olsan, mahmile 19 girmemelisin (hudut kabul
etmemelisin).
•Ey ırmak yürü, ilerle; kendini dalgalı nehre karıştır.
Sahile erişirsen sahil kabul etme.
•Kendini kâinat puthanesinde kaybetme. Varlık
mahfilini eriten sen, mahfilin sıcak kucağını reddet.
•Ezel sabahında Cebrail bana, “Aklın kölesi olan
gönlü kabul etme” dedi.
•Bâtıl “ikiliği” beğenir; fakat Hakk’m şeriki yoktur.
Sen, hak ile bâtıl arasında bir uzlaşma kabul etmemelisin.
1•Tipu Sultan, Meysur Hâkimi Sultan Âli Haydar'ın
oğludur. İngiliz istilâ ve tahakkümüne karşı cenubî
Hindistan'da çarpışan büyük mücahiddir. İngilizlerle
sulh etmemiş, bütün imkânlarını kaybettiği halde
savaş meydanında 1799'da şehit düşmüştür. Hak ile
bâtıl uyuşmaz kanaatinde idi.
,19 Devenin üstünde kurulan küçük köşk.
Gazel
•Ben ne Iranlı, ne Iraklı ne de Hicazlıyım. Zira ben,
iki cihandan müstağni olarak yetiştirilmişim.
•Sen benim nazarımda kâfirsin, ben de senin
nazarında öyleyim. Zira senin dinin nefsine hizmet, benim
dinim de nefsi yakıp eritmektir.
•Biliyor musun, şeriatı taviz olarak veriyorsun.
Kendini versen daha iyi olur. Zira şahin dini sülüne uygun

KU LLU K KİTABI
gelmez.20
•Ben senin diyarında, akla, “işinin çıkarına bakmak”
yolunu öğreten o cünunu elde etmedim.
•Şair, hayatın buhran ve humması içinde
kavrulmalıdır. Zira bu tarz ney çalmak (şiir söylemek), 138
milletleri helake sürükler.
Uyanıldık
•Benliği uyanık olan kul, kılıç gibi keskin ve berrak
olur.
•Her zerrede gizli olan ışık ve parlayışı ancak onun
cevval ve zeki gözleri görür.
•Sen o Allah adamına hiç benzemezsin; sen ufukların
kölesisin; o efendisi, sahibidir.
•Sen henüz sahili arayıp bulma zevkinden
mahrumsun; o, yaradılışının temizliği neticesinde denizin
en derin yerlerini bilir ve görür.
Benliğin Terbiyesi
•Bir avuç topraktan cayır cayır yanan ateş vücuda
getirmek, ancak benliğin terbiyesi ile mümkündür.
•Musa olmanın sırrı, her asırda ancak bu olmuştur.
Bu Musaları; çöl havası, Şuayb Peygamber ve gece
gündüz çobanlık o hale getirir.
20 Cihat ve mücadeleyi şeriate aykırı gören din
adamlarını kastediyor.
Hürriyet ve fikir
•Düşünce ve tedbir meziyetinden mahrum olanları,
fikir hürriyeti mahveder.
•Eğer insanın tefekkür hassası ham olursa, fikir
hürriyeti onu hayvan derecesine indirir.
Benlik Hayatı
MU H AMME D İKBÂL

•Eğer insanın vücudunda “benlik” dipdiri yaşıyorsa, o


fakir değil padişahlar padişahıdır. Fakirin azamet ve
saltanatı, Sultan Sencer ve Sultan Tuğrul’dan aşağı
değildir.
•Eğer benliğimiz diri ise sonsuz deniz, topuğunuza
139 kadar çıkmaz, size yol verir. Yüksek dağlar, ayaklarınızın
altında ipekli kumaş haline gelir.
•Diri timsah kendi muhitinde hürdür, istediği gibi
hareket eder. Ölü timsahı, bir serap dalgası zincire
bağlayıp sürükler.
Hükümet
•Müridler hak sözü dinlerler. Fakat dervişin sözlerini
şeyh ve molla iyi karşılamaz.
•Allah’ın zât ve sıfatları bahsi (Zât, sıfatın aynı mıdır,
gayrı mıdır?) ortaya çıktı mı, iş, faaliyet ve mücadele sona
erer.
•Eskidenberi bu köhne mâbedin usûlü budur:
Ne meyhane, ne sâkî, ne de şarap şişesi bâkî
kalacaktır. Lâkin şarap, ancak gençleri acı hayat suyunu
bal içer gibi lezzetle içen millete nasip olur.
Hindistan’da Mektep
•Ey İkbal, Hind mektebinde benlikten
bahsetmemelisin. Böyle sözler mektepte söylenmez.
•Şahinin hayatını ve mertebesini serçelere bildirmek
doğru olmaz.
•Hür insanın bir anlık hayatı, mahkûm için bir senelik
ömre bedeldir. Eyvah, bir mahkûm için zamanın geçişi ne
kadar ağır ve fecidir.
•Hür hayatın her ânı ebedîlik değeri taşır. Mahkûmun
her ânı ise bir ölümdür.
•Bir hür insanın fikri hakikat nuru ile münevverdir.
Mahkûmun düşüncesi, hurafelerin pençesinde esirdir.

KU LLU K KİTABI
•Mahkûm, daima bir pirin kerametleri peşindedir.
Hür insanın kendisi, yaşayan bir keramettir.
•Mahkûmun okuyacağı ilimler ancak mûsikî, resim ve
nebatat olabilir.
Terbiye 140
•Hayat ayrı bir şeydir, ilim ayrı bir şey. Hayat bağrın;
ilim dimağın yanışıdır.
•İlim yolu ile devlet, kudret, lezzet elde edilebilir.
Fakat bir güçlük vardır: Kendimizi anlayamayız.
•Alim çok, fakat görüş sahibi çok azdır. Kadehinin
boş kalması şaşılacak şey değildir.
•Mektep hocasının güttüğü terbiye yolu gönlü açmaz.
Şimşeği kibrit ile tutuşturmak mümkün müdür?
Güzel ve Çirkin
•Aynen gök kubbedeki yıldızlar gibi, insanın
tahayyülleri de doğuş ve batış kanunlarına tâbidir.
•Benlik âleminde de iniş ve yokuş vardır. Bu âlemde,
güzel ve çirkin savaş halindedir.
•Benliğin yüksekliğinden zuhur eden her şey güzeldir.
Benliğin düşkün ânının mahsulü ise çirkin ve kötüdür.
Benliğis Ölümü
•Garbın ruhu benlikten mahrum olduğu için
kapkaranlıktır. Şark da aynı sebepten cüzzama
tutulmuştur.
•Arap ruhu, benliği öldüğü için buhranlar içindedir.
Irak’m ve Acem’in bedeninde damar ve kemik
kalmamıştır.
•Benliği öldüğü için Hindin kolu kanadı kırılmıştır.
Ona kafes helâl, yuva ise haram olmuştur.
•Yine benlikten mahrum kaldığı için, “Pîr-i Harem”
MU H AMME D İKBÂL

müslümanın ihramını satıp kendine ekmek parası


yapmıştır.
ASM Hâzır
•Bir kimse olgun fikirleri nereden elde etsin? Bu asrın
havası, her şeyi ham olarak muhafaza ediyor.
141 •Medrese akla hürriyet veriyor, lâkin hayalleri
rabıtasız ve nizamsız bırakıyor. Frenkte aşk, fikirlerin
lâdini oluşundan dolayı ölmüş; Şark’ta akıl, fikirlerin
rabıtasızlığından mahkûm bir hale gelmiştir.
Öğrenciye Hitap
•Allah seni bir tufanla karşı karşıya getirse ne iyi olur!
Zira senin denizinin dalgalarında hareket ve çırpınma yok.
•Kitapları okumaktan gönül huzuruna eremiyorum. Sen
yalnız kitap okuyucususun, kitabın sahibi değilsin. imtihan
•Dağdaki ırmak, bir çakıl taşma şöyle dedi: Senin
miracın düşkünlük ve aczdir. Duruşundan anlıyorum ki,
ayaklar altına düşmüşsün ve dertlisin. Benim makamım
yüksektir. Deniz bile bana muhtaçür.
•Sen, daha başını bir duvara vurmamışsın. Bir kaya
mısın, yoksa cam gibi çabuk kırılır bir şey misin, kim
bilecek?
Medrese
•Bu asır, senin için bir Azrail’dir. Geçinme yolunu
sana gösteriyor ama ruhunu kabzediyor.
•Kalbin insan gibi mücadeleden korkuyor. Bilmiyor
musun ki, hayat mücadeleden el etek çekerse ölümden
farkı olmaz.
•Bu öğretim şekli seni, akim türlü bahane ve
oyunlarla doğru yoldan çevirmesine mâni olan cünun’a
yabancı bırakmıştır.
•Yaradılışın feyzi sana şahin gözü vermiştir. Lâkin
kölelik, o gözüne yarasa bakışı yerleştirmiştir.

KU LLU K KİTABI
•Medresenin senden gizlediği kâinat sırlarını yalnız
başına dağlarda ve çöllerde dolaşırken hallediverirsin.
Filozof Niçe (Nietzsche)
•Filozof Niçe, tevhiddeki ince ve derin hakikati
anlayamadı. “Lâ ilahe illallah” sırlarını idrak için hususî bir 142
görüş lâzımdır.
•Onun yüksek tefekkürü bir oktur ki, feleği hedef
tutmuştur. Hayali Ay ve Güneş’e atılan bir kementtir.
•Bir rahip gibi perhizkâr ve temiz olmasına rağmen,
günahın lezzetine susamıştır.
Üstadlar
•Bedahşan lâ’li yetiştirmek istiyorsak, yolunu
kaybetmiş bir güneş ışığının buna hiçbir faydası olmaz.
•Bugünün dünyası, eski rivayetlerin tuzağında
kıvranıp durmaktadır. Medreselerin veya onların
sahiplerinin bütün gayretleri faydasızdır.
•Asırlarının imamlığını omuzlarına yüklenebilecek
olanlar, liderlik edecekleri yerde asra uydular.
Gazel
•Karanlık gecesini kaplan gözü meş’alesi ile
aydınlatan insan, gideceği yerin yolunu bulur.
•Dünyada fırsatları ele geçirenler ancak kölelerdir.
Hür insan ne huzura erebilir ne de eline bir fırsat geçirir.
•Garp dünyasının zâhirî şâşaası sizin gözlerinizi
kamaştırmış; “Ma Zağa”21 sahibi (Hz. Muhammed) sizin
görüşünüzü korusun.
•Kadehleri yıldızlar gibi parlayan o zevk meclisi, bir
iki dakikalık bir misafirdir.
•Bu kitaplar senin tabiî ve fıtrî zevkini o kadar
MU H AMME D İKBÂL

körleştirmiştir ki, bahar rüzgârlarından dahi gül kokusu


alamıyorsun.
Din ve Öğretim
•Ben, büyük din adamlarının (pîrân-ı Harem)
usûllerini iyi bilirim; kalplerinde ihlâs olmazsa görüş sahibi
143 oldukları hakkındaki iddiaları boş lâftır.
•Kilise adamlarının ortaya attıkları öğretim usûlü de
din ve mürüvvete aykırıdır.
•Kendi benliğini hakkıyla yetiştirip geliştirmeyen bir
millet, zulüm ve esaret altında ezilmeye mahkumdur.
•Tabiat kanunu bazen ferderin kusurunu
görmezlikten gelir, fakat bir milletin kusurunu asla
affetmez.
Câvid’e Hitap
-1•Bu asır, dini yağma ve perişan eden bir asırdır;
mahiyeti kâfiranedir.
•Allah adamlarının eşiği, padişahların sarayından
daha güzeldir.
21Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Muhammed şanında nazil
olmuştur: "Görüşü Hak'tan inhiraf etmedi"
manasınadır. Bkz. Necm, 53/17.
22Câvid, İkbal'in oğludur.
•Bu asır, sihirbazlık asrıdır.
•Hayat pınarı kurudu, artık gece şarabı nerede?
•Mekteplerde bakışları kamçı gibi müessir olan
hocalar yok.
•Fakat sen zevki, hayatı harîfâne olan bir evin
meş’alesisin,
•Eğer cevherinde tevhid nuru varsa, Garbın ilminin
sana bir zararı olmaz.
•Gül dalında terennüm et, şakı, amma dönüp
geleceğin yer kendi benliğin olmalıdır.

KU LLU K KİTABI
•İnsan, her katresi sonsuz derya olan bir denizdir.
•Çiftçi eğer tembel ve rahatına düşkün olmazsa, bire
yüzbin mahsul alır.
•“Gafil oturma, oyun zamanı değil hüner kazanmak,
çalışmak zamanıdır.” (Nizamî) 144
-2•Eğer sinemizde hararetli bir gönül yoksa,
hayatımız olgunlaşmaz, ham kalır.
•Eğer av çevik ve genç olursa, avcının köhne tuzağı
bir şeye yaramaz.
•Ab-ı hayat bu dünyada mevcuttur. Onu ele geçirmek
için susamış olmak lâzımdır.
•İnsan için hakiki tarikat onun ululuğudur (izzet).
Fakrını ikmal için çalışmaktır.
•Canım evlâdım, şahin için sülüne köle olmayı kabul
imkânsızdır.
•Dünyada söz metaı (şiir), bulunmayan bir şey
değildir. Yüzlerce Enverî ve Câmî vardır.
» Dünyada benim sermayem nedir? Feryad ve figan...
•Beni cihanın hürmetine mazhar eden, sözlerimin
doğru ve samimi olmasıdır.
•Yüksek bir nam ve şöhret, miras sureti ile intikal
etmez. Bu, Allah vergisidir.
•Hz. Nizamî oğluna ne güzel söylemiştir: ıtfter
157 '
• “Büyük olman icap ettiği yerde, benim oğlum
olman sana hiçbir fayda temin etmez.”
-3•Bu gece ve gündüz, imanlı bir insanın omuzlarına
ne kadar ağır basar. Zira onun devlet ve dini
kumarbazlıktır.
•Amel ve işten sarhoş olmuş kul görünürde yok, lâf
MU H AMME D İKBÂL

kavafı çok ve bâkî.


•Eğer dünya lezzeüerinin fevkine çıkacak derecede
himmet sahibi isen, aslı Hicazlı (İslâmî) olan fakn elde
etmeye çalış.
•Ancak bu fakrdır ki, Hakk’m “her şeyden müstağni”
145 vasfının insanda tecellisidir.
•Onun şahinlik makamı, keklik ve kumru için ölüm
haberidir.
•Ancak bu fakr sayesinde aklın gözü, Ebu-Sina ve
Râzî’nin sürmesine muhtaç olmadan aydınlanır.
•Eğer yaradılışı ayazlık (düşüncesizlik) etmezse, o fakr
bize Mahmud’un (Gaznevî) şevketini verir.
•Bu fakr senin dünyanın İsrafil’idir, fakat sûrunu
çalmak istemez (yani seni diriltir ama sur çalarak değil).
•Bütün gayretler, perde arkasında, Onun, âlemi
gayesi uğrunda harekete geçiren bakışı sayesinde başarı
ile neticelenir.
•Bu gayretli, becerikli fakrı ele geçiren, kılıç
kullanmadan gazi olur.
•Mümin ancak bu fakr sayesinde emir olmuştur. Bu
fakrı sana ihsan etmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz et.
Kadın
Avrupalı İnsan
•Filozoflar bu meselenin halli için binbir nazariye
ortaya attılar. Lâkin bu mesele, hâlâ olduğu yerde
sayıyor.
•Ben karı ile koca arasında bir fark görmedim. Kadın
halvette oturur, erkek de aynı şekilde halvette oturur.
•Aslına bakarsan, hâlâ Ademoğulları perde içindedir.
Hiç kimsenin benliği şimdiye kadar meydana çıkmamıştır.
Halvet
•Zevahiri sevmek ve onunla ilgilenmek bu asrı rezil

KU LLU K KİTABI
etmiştir. Bakışımız aydınlanmış ama gönül aynası bulanık
kalmıştır.
•Nazar zevki tabiî hududunu tecavüz ettiği zaman,
insan fikri dağılır ve perişan olur. Tefekküründe bir
neticeye varamaz. 146
•Sedefin kucağından ve terbiyesinden mahrum kalan
nisan yağmuru damlası, hiçbir zaman inci olamaz.
•Benlik ancak halvette büyür ve gelişir. Bugünkü
şerait içinde halvet, ne müşrik mabedinde ne de Kâbe’de
müyesser değildir.
Kadın
•Kâinat tablosunu renkli ve güzel hale getiren
kadındır. Hayattaki iç yanışı, kadın sazının eseridir.
•Onun toprağı ululuk ve şerefte Süreyya yıldızından
üstündür. O mücevher kutusundan gelen her inci, paha
biçilmez bir incidir.
•Her ne kadar kadın Eflâtun’un Mükâlemat’mı
yazamaz ise de, Eflâtun’un kıvılcımlarını bozguna uğratan
kadının alevidir.
Kadınların Hürriyeti
•Ben bu hususta düşüncemi açıklayayım. Ancak iyi
biliyorum ki, bu zehir, o şekerdir.
•Eğer açıklarsam herkes bana kızacak ve
kınayacaktır. Zira münevver gençler önceden bana
gücenmişlerdir.
•Bu sim bizzat kadının isabeüi görüşü ifşa etmelidir.
Zira akıl ve idrak sahibi erkekler, bunu ifşa etmekte
mazurdurlar.
•Süsleme ve kıymet bakımından kadınların hürriyeti
MU H AMME D İKBÂL

mi yoksa zümrüt gerdanlık mı daha üstündür? Bunu ayırt


etmek lâzımdır.
Kadım Koruma
•Benim sinemde dipdiri bir hakikat gizlidir. Fakat
damarlarında soğuk kan dolaşan, bundan bir şey
147 anlamayacaktır.
•Ne örtünme (çarşaf) ne de (eski veya yeni) öğretim,
bu işin içinden çıkar. Kadının kadınlığını koruyan tek şey,
erkeğin varlığıdır.
•Bu dipdiri hakikati anlamayan her milletin güneşi
çabuk sararır.
Kadının öğretimi
•Analık hususunda Avrupa’nın öğretme ve yetiştirme
usûlü ölüm hükmündedir; neticesi ölümdür, yok olmaktır.
•Bir öğretim usûlü ki, kadını kadınlıktan çıkarır.
Düşünen ve gören insanlar, ona ölüm adını verirler.
•Eğer kadınların mektebinde dine ehemmiyet
verilmezse, orada öğretilen ilim ve hüner, aşk ve
muhabbet için yok olmaktır.
Kadın
•Erkeğin cevheri başka bir şeye ihtiyaç göstermeden
meydana çıkar. Fakat kadının şahsiyetini meydana
çıkarmak için erkeğe ihtiyaç vardır.
•Ancak şevkin ince ve gizli nüktesi, kadınların
yaradılışının ve kalbinin tabiî hararetini anlatan bir sırdır.
“Yani kadının varlığı, yaratmanın lezzetinden dolayı
ateşindir.”
•Hayat sırlarını aşikâr eden, ancak bu yaratma
ateşidir. Varlık ve yokluk savaş meydanı hararetini bu
ateşten alır.
•Ben de kadının zulüm altında ezilmesinden
müteessirim. Lâkin bu girift ve çapraşık düğümün başka

KU LLU K KİTABI
bir çözüm yolu yoktur.
Edebiyat ve Güzel Sanatlar
•Ne yazıktır o kavme ki, ecelden berat alır. Şairi
hayat zevkine veda eder.
•Onun aynası çirkini güzel gösterir. Onun tatlı 148
şerbetinden ciğerlere neşter saplanır.
•Onun öpüşü, gülün güzellik ve taravetini zâil eder.
Bülbülün gönlünden uçuş zevkini siler süpürür.
•Onun nağmeleri gönlünden sebatı çalar. Onun
büyüsü, ölümü sana hayat gösterir.
Din ve Hüner
•Nağme, şiir, siyaset, kitap, din ve hüner; hepsi tek
daneli incilerin hâzineleridir.
•Topraktan yaratılan kulun kalbinden zuhur eden bu
hâzinelerin makamı, yıldızlardan daha yüksektir.
•Eğer bunlar benliği muhafaza ederlerse, hayatın tâ
kendisidirler. Eğer buna muktedir değillerse, büyü ve
masaldan ileri bir değeri haiz değildirler.
•Din ve edebin benliğe yan çizdiği her yerde,
milletlerin rezil ve rüsva olmasına sebep olmuşlardır.
Yaratma
•Yeni bir cihan taze fikirlerle meydana gelir; taş ve
tuğla ile değil.
•Gelişen ve genişleyen benlikleri içine dalanların azim
ve himmeti, ancak bu ırmaktan sonsuz bir deniz vücuda
getirmiştir.
•Her nefesinden ebedî bir ömür vücuda getiren
insan... Yalnız o insan, dünyanın dönüşüne dahi hâkim
ve galip olur.
•Benliğin yokluğundandır ki, Şark’ta “Allahlık” sırrını
MU H AMME D İKBÂL

bilen bir kimse yetişmemiştir.


•Ben, çöl havasında dostun kokusunu duyuyorum.
Benim yol arkadaşlarım elbette yetişeceklerdir. Bu,
şaşılacak bir şey değildir.
Günün
149 •Şairlik ve ahondluk oyunu, şişeci dükkânı gibidir
(içinde kırılacak şeyler bulunan ve gösterişsiz). Yazık ki
divane, (şişe yapana hücum edecek yerde) çölde yabanda
avare dolaşmaktadır. Bilmiyorlar mı ki, cünun içinde
kemâlât da vardır. Ancak şu şart ile ki, onu dağ ve
bayırdan vazgeçirip aramıza alalım ve insan terbiyesinde
ondan istifade edelim.
•Böyle bir cünun medrese için de faydalıdır. Onun
gezip tozması için muhakkak bir virane lâzım değildir.
Kendi Şiirime Hitap
•Ben senden şikâyetçiyim. Arzunun şiddetini ifade
heyecanı içinde kendi vuzûhunu ifşa ettin. Böylece benim
de sırlarım fâş oldu.
•Sen benim alevimden sıçrayıp ayrıldın. Fakat
kıvılcım gibi başı boş dolaşmamalısm. Birinin yanan
sinesinde kendine bir yer edin.
Paris’te Mescid
•Ben sanattan anlamadığım için, ondaki sanat
kemalini görmek ve tanımaktan âcizim. Zira bu Garp
milleti tamamen 1 lakk’a yabancıdır.
•Bu mescid bir İslâm mabedi değildir. Frenk
yosmaları, puthane ruhunu bu İslâm mabedinde
gizlemişlerdir.
•Bu puthane (mescid değil), Şam’ı harap eden
yağmacılar, eşkıyalar tarafından inşa edilmiştir.
Edebiyat
•Aşk, Allah vergisi olan aklın peşinden yürümelidir.

KU LLU K KİTABI
Artık Sevgili’nin diyarında şerefini mahvetmemelidir.
•Eski kalıp içinde yeni bir ruh yaratmalıdır. Yahut da
eski ruhu taklit bağından kurtarmalıdır.
Görüş
•Bahar ve ovalarda kafile kafile gelincikler... Gençlik, 150
sarhoşluk, zevk, sevinç, güzellik...
•Karanlık gecede göz kırpan yıldızlar, denizler, geniş
mavi gök...
•Gece mahaffesinde23 seyahat eden Ay gelini,
Güneş’in doğuşu, mavi göğün engin sükûnu...
•Eğer biz görüş kudretine mâlik isek bu manzaraları
bedava temaşa ederiz. Zira tabiat güzelliğini para ile
satmaz.
Kuvvetü’l-Islâm Mescidi
•Benim kararmış gönlümde artık ne kalmıştır ki...
“Lâ ilahe” ölmüş ve donmuş, zevkini kaybetmiştir.
•Tabiatın gözü ilişse, beni tanımaz bile. Zira şevket
ve azametimiz (Mahmud makamı), esaret yüzünden
tamamen başka bir şekil almıştır.
23 Deve, katır gibi hayvanların sırtına konulan ve içine iki
kişi oturabilen kapalı vasıta. Mahfe.
.24 Hindistan'ın payitahtı Yeni Delhi'den tahminen onbeş
kilometre mesafede, birkaç asır evvel inşa edilen bir
mesciddir. Hindistan'da İslâmî mimarinin güzel bir
örneğidir.
•Bir müslüman senin kudret, büyüklük ve vakarını
görür de nasıl utancından yere girmez. Esaretin tesiri
altında (bu taş bina) sırça haline gelmiş.
•Senin şanına ancak, tekbiri ile kevn ü mekânı cûş u
MU H AMME D İKBÂL

huruşa getiren bir müslümanın namazı lâyıktır.


•Şimdi benim nefesimde o hararet, o yanıp yakdma
yok. Namaz ve duamda o hummalı feveran yok.
•Ezanımda ne yükseklik var, ne azamet ve celâl,
hiçbirisi yok... Böyle bir müslümanın secdesi hoşuna
151 gider mi?
Tfyatro
•Senin varlığının işini aydın bir halde tutan benliktir;
sevinç, yanış ve benliğin sebatından başka nedir?
•Onun makamı Ay ve Ülker yıldızından daha
yüksektir. Senin zât ve sıfatının aşikâr olması benliğin
nurundandır.
•Allah esirgesin, bir başkasının benliği senin harîmine
girmemelidir. Bu Lât ve Menât’m işidir. Onu ikinci defa
diriltmemen lâzımdır.
•Temsilde en büyük muvaffakiyet, senin aradan çıkıp
yerine bir başkasının kaim olmasıdır. Sen aradan çıkınca,
benliğin harareti, hayatın âhengi de ortadan kalkar.
Ümit
•Ben ne asker, ne de kumandanım. Buna rağmen,
bu asrın karşısına çıkar ve kendimi güzelce müdafaa
ederim.
•Bilmiyorum, bu şiir karihasına sahip olduğum için
midir, yoksa başka bir sebeple midir? (Lâkin bu kadarını
biliyorum ki) zikir, sevinç ve bir şeyi cezbetmek kudreti
bana verilmiştir.
•Varlık kılıcı, Hak kulunun alnında tecelli eden celâl
ile ağzına kadar doludur.
•Hakk’ın kulunun masivaya esir olması, belki küfür
değildir ama ondan da aşağı değildir.
•Buna canın sıkılmamalıdır. Daha önce önümüzde
çok asırlar var. Ve mavi gökte senin yıldızların vardır.

KU LLU K KİTABI
Şevk Bakışı
•Kâinat, içinde olanı daima gizler. Kâinatın her
zerresinde zuhûr (meydana çıkmak) zevki vardır.
•Zaman, görüşümüze şevk, aşk bakışı iştirak etmek
şartı ile daima yeni bir şekilde tecelli eder. 152
•Ancak bu şevk ve aşk bakışı sayesinde, mahkûm bir
memleketin evlâtları hâkimiyete lâyık bir hale gelmişlerdir.
•Yalnız o bakışta kahharlık ve cebbarlık vardır. Yalnız
o bakışta dilberlik ve güzellik vardır.
•Ancak bu bakış sebebi iledir ki, benim cünunum her
zerreye çöllerde avare gezip dolaşmak usûl ve âdetini
haürlatir.
•Eğer sana şevk bakışı nasip değilse, bil ki varlığın
“kalp” ve “görüş ”ün yüz karasıdır.
Sanatkâra Hitap
•Güneş’in, Müşteri yıldızının ışığı birkaç nefeslik bir
şeydir. Fakat senin benliğinin devamı “aşk”tandır.
•Senin kalbinin içi, siyah ile kırmızı arasında fark
gözetmekten münezzehtir. Kırmızı, beyaz ve mavi
arasında ihtilâf bulmak, senin için utanç vericidir.
•Zikir ile fikir arasındaki mücadele, sende benliğin
yokluğunu gösterir. Şiir ve sürür, sende benliğin varlığına
alâmettir.
•Eğer köle olarak yaşıyorsan, senin sanat dünyan
ancak kilise, tavaf ve secdedir.
•Eğer kendi şeref ve büyüklüğünü biliyor ve ona
inanıyorsan, bütün insanlar ve cinler senin emrinde
çalışan askerler, sen de onların başbuğu olursun.
Gazel
» Ey pervasız dalga, inci denizin dibindedir. Sahil,
MU H AMME D İKBÂL

diken ve çerçöple doludur.


•Benim kıvılcımımda şimşek cevheri vardır. Lâkin
senin kamışlığın ıslaktır. (Benim şiirimden tutuşmuyor.)
•Sen asrını kendin vücuda getirirsin. Ey cahil, bu işte
feleklerin dönüşünün bir tesiri yoktur.
153 •Ben öyle bir cünun peşindeyim ki o, kaderin
yaralarını tedavi etmiştir.
•Rindlik fenninde o insan kemâle ermiştir ki, asmaya
minnettar olmadan sarhoş olur.
•Şark meyhanesinde, idraki aydınlatan şaraptan
henüz bir miktar vardır.
•Nazar ehli, Avrupa milletlerinin içi temiz olmadığı
için oradan ümiüerini kesmişlerdir.
Varlık
•Sen, feleğin altında ancak bir kıvılcım gibi bir an
görünüp sönüyorsun. Varlık makamlarını sana anlatmak
nasıl mümkün olur?
•Eğer sanatın, benliği mâmur hale getirecek
cevherden mahrum ise, senin resmin, şairliğin, neyin ve
terennümün tamamen manasızdır.
•Mektep de meyhane de ancak “var olmamak”
dersini veriyorlar. Var olmayı öğren ki, halde de istikbalde
de var olasın.
Terennüm
•Ney’in feryadında bu sevinç nedendir? Bu sevinç ve
heyecanın menbaı ney’in kamışında mı, yoksa ney
üfleyenin kalbinde mi?
•Gönül nedir, onun sarhoşluğu neredendir? Nasıl
oluyor da gönlün bakışı Keykâvus’un tahtını yere çalıyor?
•Nasıl oluyor da, milletler ancak gönül sayesinde
hakiki hayata nail oluyorlar? Ve niçin gönül, her lâhza

KU LLU K KİTABI
başka bir hal gösteriyor?
•Nasıl oluyor da, bir gönül erinin gözünde Rum veya
Rey saltanatının hiçbir kıymeti olmuyor?
•Şair, gönül remzini anladığı zaman biliniz ki, sanat
da amacına ermiştir. 154
Bahar Rüzgârı ve Çiy Danesi
Rüzgâr (Çiy danesine)
•Ben yıldızlar fezasına erişemedim. Ancak lâle ve
gülün gömleğini yırtmakla uğraştım.
•Ben artık vatanımı terk etmeye mecbur oluyorum.
Zira görüyorum ki, bülbülün zevk ve neşe veren
nağmeleri tamamen zevksiz...
•Kader sana bu ikisini (yer ve gök) tanımak fırsatını
vermiştir. Söyle, yeryüzündeki çimenler, topraklar mı
daha güzeldir; yoksa feleklerin, arkasında birçok şeyler
gizleyen perdesi mi?
Çiy Danesi
•Eğer çimendeki çerçöp ve süprüntü seni bağlayıp
hapsetmezse, gül bahçesi dahi felek seraperdesinin 25 bir
başı olabilir.
Mısır Ehramı
•Bu ciğerleri kavuran sessiz çöl fezasında, tabiat
ancak utanç yığınlarım yükseltmiştir.
•Böyle bir edebiyat tasvirini resmeden ele aferin!
Felekler bile onun azameti önünde başını eğmiş.
25Saray perdesi, otağ, padişah çadırı; harem dairesinin
önüne çekilen büyük perde.
•Sanatı tabiat hudutlarından kurtar. Sanatkârlar
tabiatı avlayan avcılardır, ona avlanan değil.
İkbal
MU H AMME D İKBÂL

•Cennette Senaî, Mevlâna’ya şöyle dedi: “Şark’ta


hâlâ eski hamam eski tas.”
•Fakat Hallaç’tan naklen rivayet ediyorlar ki,
sonradan bir kalender (İkbal’in kendisi) zuhûr edip
Benliğin Sırrı ’nı ifşa etmiş.
155 Güzel Sanatlar
•Ey görüş sahipleri! Görüş zevki güzeldir, fakat
eşyanın hakikatini görmeyen bakışın hiçbir değeri yoktur.
•Sanattan maksat, ebedî bir hayat, yanışıdır. Kıvılcım
gibi bir iki lâhza süren bir hayat neye yarar?
•Ey nisan damlası, denizin gönlünü coşturmayan o
sedef ve incinin ne kıymeti olur ki?
•Şairin şiiri olsun, mûsikişinasm nağmesi olsun; bir
rüzgâr ki çimeni soldurur, o hiçbir şeye yaramaz.
•Bir mucize olmadan milletler yükselmezler. Bir
sanat, Musa’nın vuruşu gibi müessir olmazsa ondan bir
netice beklememeli.
Çimeıı Sabahı
Gül (Çiy Danesine)
•Sen sandın ki, benim vatanım senden uzaktır. Hayır
ey feleklerden haber getiren, iş öyle değil.
Çiy Danesi
• Yeryüzünün felek olmadığı, uçuş için çekilen
mihnet ve gösterilen gayretten anlaşılır.
•Seher gibi gül bahçesine ayak bas. Öyle ki, çiy
danesi incisi, ayağının altında zedelenmesin.
•Çöllerdeki dağlarla kucaklaş, fakat feleklerin eteğini
elden bırakma!
Hakan!
•O, Tuhfetü’ 1-Irakeyn26 sahibi, o gören gözün göz
bebeği.

KU LLU K KİTABI
•Tefekkürü perdeleri parçalayınca, sırrı ve remizleri
aşikâr olarak gördü.
•O mana âleminin harîfi; o, kendisine “len teranî”27
hitabı teveccüh etmeyen.
•Bu cihanın ne olduğunu, bu hayat hengâmesini 156
ondan sor.
•O, şu sözü söyleyerek dünya ve ahiretin ne
olduğunu açıkça anlattı.
•Şeytanın bâkî kalıp, Adem peygamberin öldüğü
böyle bir cihanın kokusunu almak (mahiyetini anlamak), o
kadar zor olmasa gerek.
Mevlâna
•Yarı açılmış mahmur gözün, henüz doğru ve iyice
görmüyor. Ve varlığın senin için hâlâ gizli bir sır
halindedir.
•Henüz niyazın naz’a aşina değil ve namazın henüz
“kıyam”dan hâli.
•Henüz benliğinin sazının teli kopuk; zira henüz
Mevlâna’nın nağmesine ihtiyaç duymuyorsun (yani onun
huzurunda niyaz ile eğilmiyorsun).
26iranlı kaside şairi Hakanî-i Şirvanî'nin (ö. 595/1199),
Irak-ı Acem, Irak-ı Arap, Mekke ve Şam gezisini
anlattığı manzum seyahatnâme.
27Allahu Teala'nın Musa (as)'ya “Beni göremezsin"
hitabını içeren ayet-i kerimeden alınmıştır. Bkz. A'raf,
7/143.
•Eğer cihanı kendi görüşünle mütalâa edersen,
felekler senin seherinin nuru ile aydınlanacaktır.
•Güneş senin kıvılcımından ziya alacak ve Ay’ın
MU H AMME D İKBÂL

yüzünde senin takdirin görünecektir.


•Senin incinden hasıl olan dalga, deryayı
çalkalandıracak ve tabiat senin sanatındaki mucizeyi
görüp utanacaktır.
•Fakat yazık ki, sen hâlâ başkalarının fikir ve
157 hayallerine elini uzatıyorsun. Kendi benliğini ele
geçirmekten âciz misin?
Mirza Bîdil
•Bu yer, bu gök, o dağ, o mavi gök... Bunlar hakikat
midir, yoksa gözlerim beni aldatıyor mu?
•Biri “vardır” diyor, öbürü “yoktur”. Eğer senin
cihanın bir varlığa mâlikse, bunu bilmek nasıl mümkün
olacak?
•Halledilmesi ancak himmet ehline düşecek olan bu
müşkül düğümü, Mirza Bîdil ne güzel çözmüştür:
“Gönül eğer geniş olsa idi, bu çimenden (kâinat)
ortada eser kalmazdı. Şişe dar olsa dahi, şarabın rengi
darlığın haricindedir.”
Celâl ve Cemal
•Eğer Hz. Ali kadar kuvvetli olursam bana kâfidir!
Eflâtun’un idrak sür’ati senin olsun.
•Benim nazarımda, bu kuvvet ancak güzellikle ikizdir.
Zira kuvvet karşısında gökler bile secdeye varır.
•Güzellik, cemal ve celâlsiz olursa tesirli olmaz. Eğer
nağme ateşli değilse, bir rüzgâr dalgasından başka bir şey
değildir.
•Alevi sert ve pervasız olmayan bir ateşi ben,
kendimi cezalandırmak için dahi kabul etmem.
•Tahayyül yokluğu o kadar arttı ki, Hintli, Acem
hepsi Frengi taklit ediyor.
•Çok müteessirim; asrın ressamları Şark’m ezelî
zinde ve şen hayatiyetini kaybetmişler.

KU LLU K KİTABI
•Ey sanatkâr, ben senin sanatta istidat ve kemâlâtını
biliyorum. Sen eski ve yeni sanata aşinasın.
•Sen, tabiatı okumuş ve onu olduğu gibi başkalarına
da tanıtmışsın. Şimdi tabiat aynasında kendi benliğini de
aksettir. 158
Helâl Terennüm
•Tegannî edenin türküsü, bir dereceye kadar kalbe
inşirah verir. Fakat bu inşirah devam etmezse hiçbir
faydası olmaz.
•Sıcaklığı ile yıldızları eriten, nağme, henüz feleklerin
sinesinde gizlidir.
•Ancak o nağmenin tesiri ile insan gam ve korkudan
halâs olur, kölelikten efendiliğe yükselir.
•Bu ay ve yıldızların insanı hayretlere düşüren âlemi
göçüp gider. Yalnız sen ve yalnız senin “lâ mevcud”
(Ondan başka var yoktur) nağmen bâkî kalır.
•Benlik fakihlerinin meşru ve helâl addettikleri
terennüm hâlâ sazendesini bekliyor.
Harara Terennüm
•Benim zikrimde sofî’nin yanışı ve sevinci yoktur.
Böyle olduğu için, benim fikrim sevap ve azap kadehi
(ölçeği) olmaz.
•Hadis ve kitabı bilen fakih, Allah verse de bana
uysa.
•Eğer tegannî edenin nağmesinde ölüm haberi gizli
ise ney, çeng, rübab hepsi haramdır.
Fıskiye
•Irmak suyu akıyor. Toprakla da yan yanadır. Bu
manzara benim inancıma göre kötüdür.
•Ey aziz genç, ırmak tarafına bakma, öbür tarafa
MU H AMME D İKBÂL

bak; orada fıskiye vardır. O, kendi içinden gelen kudretle


yükseliyor.
Şair
•Şark kamışlığında ney, terennüm için nefese
muhtaçtır. Ey şair, göğsünde nefes var mı yok mu?
159 •Esaret neticesinde benliği zayıflayan için Acem
âhengi uygun değildir. (Acem âhenginden bahsetmesi,
onun insanı çalışma ve çabalama dolu bir hayattan
alıkoyan bir mahiyette olmasındandır.)
•Sürahinin şişeden, destinin çamurdan olması mühim
değildir. içindeki şarap, keskin bir kılıç gibi olmalıdır.
•Feleklerin altında öyle bir âlem yoktur ki, orada
Cemşid ve Keykâvus’un tahtı gayret etmeden elde
edilebilsin.
•Her lâhza yeni bir Tur ve yeni bir tecelli görelim.
Allah lütfetsin de aşk merhalesi sona ermesin.
Acem Şiiri
•Acem şiiri insanı coşturur ve güzeldir; lâkin benlik
kılıcına cilâ vermez.
•Terennümü gülistanı solduran seher kuşunun
susması daha hayırlıdır.
•Perviz’in devletini temelinden sarsmayan bir vuruş,
isterse bir dağı parça parça etsin, ne faydası var?
•Ey İkbal, bu asır mermer yontma (çok ve çetin
çalışma) asrıdır. Aynada gösterdikleri her şeyden sakın.
\n '
Hint Sanatkârları
•Onlann hayalleri aşk ve sarhoşluk cenazesidir. Ve
onların karanlık düşünüşlerinde, milleder ölüm uykusuna
dalmışlardır.
•Onlann puthanelerinde göze çarpan tek şey ölüm
ressamlığıdır. Bu brehmenlerin sanatkârlığı hayattan

KU LLU K KİTABI
uzaklaşmak için çırpınır.
•Onlar, yüksek makamları insan gözünden gizlerler.
Bedeni uyandırıp ruhu uyuturlar.
•Yazık bu Hint ressamlarına, romancılarına,
şairlerine... Bunların sinirlerine sadece kadın hâkimdir. 160
Büyük Adam
•Onun sevgisi derin olduğu gibi nefreti de derindir.
Allah’ın kullarına onun kahrı dahi şefkat mesabesindedir.
•Büyük adam, taklit içinde yetişmiş dahi olsa, tabiat
onu yaratmaya sevk eder.
•O, bir topluluk içinde dahi yalnızlık mazhariyetine
sahiptir. Meclisin umumu gibi, herkesin arkadaşı olduğu
halde herkesten ayrıdır.
•Fikri güneş gibi parlaktır. Sözü çok sade fakat mana
bakımından çok incedir.
•Görüşü yaşadığı asrın görüşünden ayrıdır. Tarikat
pirleri onun haline nüfuz edemezler.
Yeni Âlem
•Gönlü diri olan, kaderin kalbindekini keşfeder. O
insan, yeni âlemin tasvirini rüyada görür.
•Ezan sesi onu uyandırdığı zaman, rüyada gördüğü
âlemin imarı ile meşgul olur.
•Yeni bir cihana varlık veren, ancak o insanın
toprağının elidir. Ve yine onun tekbiri, bu yeni cihanın
ruhu mesabesindedir.
Manalar İcat Etmek
•Her ne kadar manalar icat etmek istidadı Allah
vergisi ise de, sanatkâr çalışmaktan geri kalmamalıdır.
•Hâfız’ın meyhanesi olsun, Behzad’ın puthanesi
MU H AMME D İKBÂL

olsun. Bunları mükemmel ve mamur bir şekilde vücuda


getirmek için, mimarın damarındaki kan ateş halinde
akmalıdır.
Mûsikî
•Eğer işittiğin zaman yüzün heyecandan parıl parıl
161 parlamazsa bu, güzel okuyanın soğuk ve heyecansız
olduğuna delâlet eder.
•Kalbi temiz olmayan bir neyzen, nağmeyi nefesinin
dalgası ile zehirler.
•Ben, Şark ve Garbın lâle bahçelerinde gezip
dolaştım. Bir çimen görmedim ki, orada lâlelin yakası
parçalanmamış olsun.
Raks ve Mûsikî
•Cebrail’in olduğu kadar Ehrimen’in de canı şiirle
aydınlanır. Cemiyete hasret ve neşe veren, raks ve
mûsikîdir.
•Bir çinli, sanatların sırlarım şöyle ifade eder: “Şiir
mûsikînin ruhu, raks mûsikînin bedenidir.”
Kendini Tutmak
•Yaralandıktan sonra ah etmek, dervişliğin şânmdan
değildir. Zamaneden şikâyet, dünya adamının işidir.
•Alim bir ihtiyar, bana şu nükteyi anlattı: Feryad ve
figanı içinde boğmak, arslanların huyudur. Feryad ve
figan, tilki ile kuzunun işidir.
• Vücudu eğip bükmeyi Avrupa’ya bırak. Musa’nın
vuruşu varsa, bu ruhun raksındadır.
•Bedenin raksı insanın damağını, ağzını susatır/
•Ruhun raksına erişmek, dervişlik ve şehinşahlıktır.
Şark ve Garp Siyaseti Komünizm
•Milletlerin gidişini incelerken şu hükme varıyorum
ki; Rus milletinin hareket ve hararetli faaliyeti faydasız

KU LLU K KİTABI
değildir.
•Beşer düşüncesi, yeni bir fikir yaratmak peşindedir.
Eski ve yıpranmış usûllerden usanmıştır.
•İnsanın içinde gizlediği, boğduğu hevesler yavaş
yavaş meydana çıkar. 162
•Ey Müslüman, sen Kur’an yoluna gitmelisin ki, Allah
sana çalışma kudreti ve ibdâ hassası ihsan etsin.
•“Kuli’l-afv”2•âyet-i kerimesindeki hakikatler henüz
zuhûr etmemiştir; belki bu asırda meydana çıkar.
Kari Marks’m Sesi
•İlim ve felsefenin hokkabazlıkları, bu münakaşa ve
münazaralar işe yaramaz. Bugünkü dünyanın eski fikirlere
tahammülü yok.
•Ey iktisat ilminde mahir olan; eserlerinin içinde
değerli hiçbir şey yok. Orada ancak istatistik cetvelleri,
eğri büğrü çizgiler var.
•Garbın puthaneleri, kilise ve medreseleri; dolandırıcı
akılları ile heves ve ihtiraslarının döktükleri kanları
gizlemeye çalışıyorlar. inkılâp
•Hayatın harareti ve nizamı ne Asya’da var, ne de
Avrupa’da... Asya’da “benliğin”, Avrupa’da da kalp ve
vicdanın yokluğunu görüyorum.
2•"Sana Âİlah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar.
De ki: İhtiyaçtan arta kalanı." Bkz. Bakara, 2/219
•Her yerde insanların inkılâp için çırpındıkları
görülüyor. Galiba bu ihtiyar dünyanın ölümü yaklaşmıştır.
Yaltaklanma
•Ben dünya işlerinden pek anlamam. Fakat gören ve
düşünen insanların gözünden bir şey kaçmaz.
•Sen de devlet büyüklerine yaltaklanmalısm. Zira yeni
MU H AMME D İKBÂL

kanunlar çıkmış, yeni bir devir meydana gelmiştir.


•Bilmem bir insan baykuşa “gece şahini” dese bu,
hakikati söylemek midir, yoksa yaltaklanmak mı?
Rütbeler
•Mümin kul, Frengin sihrine kapılmıştır. Kalender’in
163 gözü bu sebepten yaşlıdır.
•Yüksek memuriyetlere sahip oldum. Allah hayırlı
etsin. Zira bu mevkii ele geçirmek için benliğimi feda
ettim.
•Artık bunu gizlemek imkânsızdır ve her anlayışlı
insan bunu idrak etmiştir ki;
•Köleleri kendi işlerine karıştırmazlar. Yalnız onların
anlayış cevherini satın alırlar.
Avrupa ve Yahudi
•Avrupalılar hâkimiyet neşesi ve ticaret servet ü
samanı içindeler... Fakat karanlık göğüsleri içinde
gönülleri huzurdan mahrumdur.
•Frenk göğü, fabrika dumanları ile simsiyahtır. Bu
“eymen vâdisinde”29 artık “tecelli” zuhûra gelmez.
•Frengin genç yaşında ölmeye mahkûm terbiye
usûlü, halet-i nez’dedir (ölüm ânı). Çok mümkündür ki,
kilise mütevelliliği yahudinin eline geçsin.
•Allahu Teala'nın Musa (as)'ya tecelli ettiği vadi.
mKölelik
•Şâirler, âlimler, hâkimler yetişirler. Milletlerin esaret
zamanlarında da bunlar vardır.
•Manaları şerh ve izah etmekte bunlar birleşirler.
Amaçları birdir ve şudur:
•Arslanlara ceylân ürkekliği aşılarlar. Arslanm
kahramanlık destanı ortadan kalkar.
•Onlar, meseleleri kötü bir tefsire tâbi tutarak
köleleri, köleliğe razı bir hale sokarlar.

KU LLU K KİTABI
Rus Bolşeviği
•Allah’ın takdiri bazen acayip, garip yollar gösterir.
Biliniyorum, kâinatın kalbinde ne sırlar gizlidir.
•Kiliseyi korumayı kendileri için tek kurtuluş yolu
olarak görenler, İsa’nın kilisesini yıkmaya, haçını kırmaya 164
çalışıyorlar.
•Aşağıdaki vahiy, Rus dinsizliği için nâzil olmuş:
“Kilisenin Lât ve Menât’ını parça parça ediniz.”
Bugün ve Yarın
•Bugün benliğini aydınlatmayan ve ciğerini
yakmayan, yarının zevkine veya gamma iştirak edemez.
•Bugününden bir nasip elde etmeyen milletin, yarının
mücadelesinde hissesi olmaz.
Frenk Siyaseti
•Ya Rabbi, Frenk siyaseti seninle rekabete kalkışmış.
Şu farkla ki onun kulları, ona tapanlar yalnız büyük devlet
adamları.
•Sen ateşten yalnız bir İblis vücuda getirdin. Fakat
Frenk siyaseti, topraktan iki yüz bin İblis yaratmıştır.
Efendilik
•Hakikatte bu devir ile eski devir arasında hiçbir fark
yoktur. Seccade ve siyaset adamları insanların imamı
veya idarecisi oluyorlar.
•Bu vaziyetin meydana gelmesinde ne “pîr”in
kerameti, ne “emir”in tazyiki müessir olmuştur. Zira halk,
asırlardan beri köleliğe alışmıştır.
•Köleler, kölelik içinde yeüşir ve pişerlerse, onlara
tahakküm etmekte hiç güçlük çekilmez.
Köleler İçin
•Şark ve Garp felsefesi bana bu derin ve ince
MU H AMME D İKBÂL

hakikati öğretti. Bu hakikat, köleler için iksir gibidir.


•Din olsun, felsefe olsun, hâkimiyet olsun; bütün
bunlar pişkin, olgun inançlar temeli üzerine bina edilirler.
•Kalbi olgun inançlardan mahrum olan bir milletin
sözünde hararet ve yanış olmaz. O milletin faaliyeti de, işi
165 de kudretsiz ve tesirsizdir.
Mısırlılara Hitap
•Bu hakikati bana, eski sırlara aşina olan Ebu’l-Hevl
“Sfenks” öğretti.
•Dünyada bir tek kuvvet vardır ki, bir defada
milletlerin kaderini değiştirir. Hâkimlerin aklı henüz o
kuvveti idrak etmemiştir.
•O kuvvet, her asırda yeni renklere bürünerek zuhûr
eder. Bazen Muhammed’in kılıcı, bazen Musa’nın asası
şeklinde tecelli eder.
Habeşistan
•Avrupa’nın leş kargaları, Habeşistan cesedinin ne
kadar zehirli olduğunu hâlâ bilmiyorlar.
•Bu eski ölü, çabuk bozulur ve parça parça çürüyüp
dökülür. Terbiye ve medeniyet ilerlemiş; fakat “şeref ve
civanmertlik” zevale yüz tutmuştur. Avrupa milletleri,
yağmacılığı bir geçim yolu addediyorlar ve her kurt,
masum bir kuzu ele geçirmek telâşında...
•Yazık, İsa kilisesinin şerefine! Roma, bütün şerefini
kaybetmiştir. Ey kilise piri (papa), bu hakikat yürekler
parçalayıcıdır.
•Mussolini’nin Şark ve Garp’taki Arkadaşlarına
Hitabı
•Bu benim cinayetim (Habeş istilâsı) yeni bir şey
midir ki, Avrupa’nın masum (!) milletleri bu kadar

KU LLU K KİTABI
sinirleniyorlar?
•Şimdi ben bir işe girişmişsem niye kötü
karşılıyorsunuz? Biz ve siz, aynı terbiye ve medeniyetin
mümessilleriyiz.
•Niçin benim müstemlekeciliğim hoşunuza gitmiyor? 166
Benden evvel zayıf milletleri kırıp perişan eden siz değil
miydiniz?
•Bu oyunları, payitahtı mevcut olup, memleketi ve o
memlekette hükümdarı mevcut olmayan hangi devlet
oynuyor? (Habeşistan).
•Sezar’m evlâtları, sizin inancınıza göre ancak
kamışları sulayıp onunla kanaat etmelidirler. Halbuki siz,
çorak çöllerden bile haraç almaya kalkıyorsunuz.
•Göçebe çadırlarında aç bî-ilaç yaşayanları dahi talan
eden siz değil miydiniz? Çiftçisinin ekininden taç ve
tahüara kadar yağma etmediğiniz ne kaldı?
•Daha dün, terbiye ve ilmi yaymak için adam
öldürmeyi, eşkıyalık etmeyi caiz saydınız. Ben de bugün,
onu caiz ve mübah görüyorum.
İblis’in Siyasi Oğullarına Fermam
• Siyasetinizle brehmenleri aldatınız ve bu suretle
onlara tâbi olanları eski mabedlerinden çıkarınız.
•Ölümden dahi korkmayan o müslümanın
bedeninden, Muhammed’in ruhunu çıkarınız.
•Arabm fikrini Frenk hayallerinin nüfuzu altına
sokup, bu yolla İslâm’ı Hicaz ve Yemen’den dışarı atınız.
•AfganlIlardaki din gayretini yok etmek için, dinî
rehberleri oradan uzaklaştırınız.
•Lâlenin ateşi İkbal’in nefesinden coşup alev alev
MU H AMME D İKBÂL

yanmaya başladı. Böyle bir gazel şairini çimenden


uzaklaştırınız.
Şark Milletler Cemiyeti
•Frenk, suyu ve rüzgârı emri altına aldı, lâkin feleğe
güvenilmez.
167 •Garp, müstemlekecilik rüyası gördü, fakat tâbiri
beklenmedik bir şekilde çıkabilir.
•Şark milletleri için Tahran bir Cenova olursa, belki
feleğin uğursuz kaderi değişir.
Ebedî Sultanlık
•Yaradılış bana dalgıçlığı öğretmiştir; ama siyasetin
derinliklerine dalmak istemem.
•Sultanlık arzu edilir bir şeydir; lâkin yaradılış hiç
kimsenin ebedî ve daimî saltanatına tahammül etmez.
•Dikkat ediniz: Ferhad’ın kayaları kırıp parçalaması
hâlâ yaşıyor, fakat Perviz’in saltanatının yerinde yeller
esiyor.
Cumhuriyet
•Bu sırrı bana bir Frenk (Stendhal) ifşa etti. Her ne
kadar, zekâ ve feraset sahibi insanlar bu kabil nazariyeleri
ifşa etmezlerse de...
•O diyor ki: Cumhuriyet bir nevi idare tarzıdır ki,
orada yalnız insanların sayısı mevzubahistir, değerleri
değil.
Avrupa ve Suriye
•Suriye Garp toprağına iffet, namus, şefkat, derde
ortaklık ve kimseyi incitmemek gibi iyi hasletler verdi.
•Buna karşılık Garp ona; şarap, kumar ve fuhuş
hediye etti.
Şikâyet
•Kimse Hindistan’ın alın yazısından haberdar
değildir. Bu bîçare memleket, yabancı tâca konan bir

KU LLU K KİTABI
mücevherden başka bir şey değildir.
•Hint çiftçisi, mezardan dışarı atılan bir cesede
benzer ki, çürümüş kefeni henüz toprak altındadır.
•Hindinin ruh ve bedeni yabancı elinde rehindir. Ne
yazık ki, ne mekân ne de o mekânda oturan bâkî 168
kalmıştır.
•Ey Hintli, Avrupa’nın kölesi olmaya sen razı oldun.
Ben senden şikâyetçiyim, Avrupa’dan değil.
Himaye Altına Almak
•Bu asırda terbiye ve medenileştirmek meleğinin
inmesine muhtaç olan yerleri tâyin etmek güç değildir.
•Bir yerde ki kumar yoktur ve kadınlar yarı çıplak
değildir; bir yerde ki şarabı haram sayarlar...
•Yahut orada sabırsız, cevval ve derin bir ruh vardır;
fakat babalarının, dedelerinin yollarında severek ilerlerler.
•Bir yerde ki köy çocukları cesur, zeki ve kanlı
canlıdır; fakat orada henüz mektep açılmamıştır.
•Frenk mütefekkirleri derhal, “oranın henüz
medeniyete, tâlim ve terbiyeye yabancı” olduğuna fetva
verirler.
Terbiye Tuzağı
•İkbal, Avrupa’nın şerefi hakkında hiçbir şüpheye
düşmemiştir. Avrupa her mazlûm milletin dert ortağıdır.
•Elektrik ile insanların fikirlerini aydınlatmak, kilise
pirinin kerametlerinden biridir.
•Şam ve Filistin için benim yüreğim yanıyor; bu
müşkül derdin devası da yoktur.
•Şam ve Filistin halkı, kendi deyişleriyle “zalim
MU H AMME D İKBÂL

Türklerin” elinden kurtuldular; ama bu bîçareler


medenîleşmek tuzağına düştüler.
Nasihat
•Bir Ingiliz Lordu oğluna şöyle nasihat ediyordu:
“Öyle bir manzara istemelisiniz ki, gözleriniz ona
169 doymasın ve ondan incinip yorulmasın.”
•Bir kuzuya arslanm sırlarını faş etmek, ona büyük
bir zulüm olur.
•Bu isti’mar sırrını kalbimizde saklamalıyız. Bil ki,
mahkûm kılıçla mağlup edilemez.
•Onun benliğini tâlim kezzabına atmalısın. Onun
benliği yumuşadı mı, istediğin tarafa çevirirsin.
•Bu kezzap, tesir hususunda iksirden de üstündür.
Eğer Himalaya dağı baştanbaşa akın olsa, onu bir yığın
toprak haline getirebilir.
İskender Korsana Hitap Ediyor
•Senin cezan, benim zincirim veya kılıcımdır. Zira
geniş denizler, senin yol kesiciliğin yüzünden daralmıştır.
Korsan (İskender’e)
•Yazık sana ey İskender, kendi meslekdaşlarım böyle
rezil etmek civanmerüik midir?
•Senin işin gücün kan dökmek; benimki de öyle...
İkimiz de hırsızız. Sen harp meydanında hırsızlık
ediyorsun; ben de denizde...
Cemiyet-i Akvam
•Birkaç gündür ki, cemiyet-i akvâm hâl-i ihtizara
gelmiştir. Korkuyorum ki, ağzımdan kötü bir haber
çıkacak.
•Bu cemiyetin değişmez bir alınyazısma mahkûm
olduğu aşikâr... Fakat kilise büyükleri, bu uğursuz alın

KU LLU K KİTABI
yazısından kurtulması için dua ediyorlar.
•Mümkündür ki, Frenk ihtiyarlarının bu metresleri,
Iblis’in duası berekâtı ile birkaç gün daha yaşar.
Şam ve Filistin
•Fransız rintlerinin meyhanesine Allah selâmet 170
versin. Her Halep şişesi, gül renkli şarapla dolu.
•Eğer Yahudi için Filistin toprağında bir hak kabul
edilirse, Arapların İspanya üzerindeki hakları nasıl
reddolunur?
•Fakat İngiliz müstemlekeciliği göründüğü gibi
değildir. Bu turunç, bal ve hurma meselesi değildir.
Siyasi liderler
•Bu siyasî liderlerden bir şeyler ümit etmemelidir.
Bunlar hasis maddî unsurlardan başka bir şeyle alâkadar
olmazlar ve toprağa bağlıdırlar.
•Onların kemendi örümcek ağına benzer; sinek
avlamak peşindedirler.
•Ne güzeldir o kervan ki, onun kafile başı melekût
âlemini tahayyül eder ve yüksek gayelerin cazibesine
tutulmuştur.
Kölelik
•Milletlerin dertleri ve hastalıkları vardır. Bunların
sebepleri çok ince ve derindir. Eğer izah etmeye
kalkarsak, ne kadar söylesek de yine onu kâfi derecede
anlatamayız.
•Kölelerin liderleri arslan dininde dahi ancak tilki
felsefesi görürler.
•Ben inanıyorum ki, gizlice Firavun’un peşinden
giden bir Musa dahi olsa, milletinin linetine müstahaktır.
Filistinli Araba Hitap
MU H AMME D İKBÂL

•Biliyorum ki, zamanenin faydalandığı ateşin yanışı


senin varlığında da mevcuttur.
•Senin derdinin ilâcı ne Cenevre’de ne de
Londra’dadır. Zira Frengin can damarı yahudinin
elindedir.
171 •Milletlerin esaretten kurtulmaları için benliklerini
yetiştirmeleri lâzımdır.
Şark ve Garp
•Şark’m bahtsızlığına sebep kölelik ve taklittir.
Garp’ta da Cumhuriyet nizamıdır.
•Kalp ve görüş zayıflığı Şark’ı da Garp’ı da
kaplamıştır. Ne Şark, ne de Garp bu hastalıktan
kurtulabilmiştir.
Hâkimiyet
•Bu sevgi gösterişi, hakikatte avcının
merhametsizliğini gizleyen bir perdedir. Yeni yeni
ötüşlerimin bana faydası olmadı.
•Avcı, kafese tıktığı esirler buna gönül hoşluğu ile
katlansınlar diye, kafesin içine pörsümüş güller serpiyor.
Mihrab-ı Gül’den Bazı Fikirler30
•Ey dağlar diyarı yurdum, ben senden vazgeçemem.
Babalarımın, dedelerimin toprağı şendedir.
•Ezelden beri sen şahinler, doğanlar yuvasısın. Sende
gül, lâle, bülbül nağmesi yoktur.
•Benim cennetim, senin eğri ve sarp yollarındır.
Senin toprağın amber kokuludur, suların pırıl pınldır.
30 Mihfab-ı Gül, Peştu dili ife şiirler yazan bir Afgan
şâiridir.
•Şahin, hiçbir zaman keklik ve kumruya esir olamaz.
Bedeni korumak için ruh öldürülür mü?
•Ey benim gayredi, civanmert fakrım! İngilizin güzel,
kıymedi elbisesini mi, yoksa parça parça bir gömleği mi

KU LLU K KİTABI
kabul edersin?
Onun Ortağı Yoktur “Lâ Şerike Leh”
•Kavimler, milleder arasında rekabet ezelî bir
hakikattir. İhtiyar felek nazarında ne ben ne de siz, aziz ve
muhterem sayılırız. 172
•Kendini “benliğine” sar ve zamaneden, hâdiselerden
ümidini kesme. Zira zaman yarası, gizli bir ihtimam ile
şifa bulur.
•Eğer “Lâ şerike leh” senin kalbine iyice nüfuz etmiş
ve yerleşmişse, bilmelisin ki, dünyada parmakla gösterilen
kudredi ve muhterem bir insan olursun.
Dua
•Senin duan Hakk’m kazasını değiştirmez. Belki
duanın tesiriyle sende bir değişiklik vücuda gelir.
•Eğer benliğinde bir değişiklik (inkılâp) vukûa gelirse,
bu cihan da değişir ve bu hiç hayret edilecek bir şey
değildir.
•Yine o eski şarap, o eski hay u huy bâkî kalır, ama
sâkînin yolu, şarap kabağının şekli değişir.
•Sen, istediğinin ele geçmesi için dua ediyorsun, ben
de senin isteğinin değişmesi için dua ediyorum.
Milletin Kaderi
•Bu ters ve eğri dönen çarh, o güneş ve o ay,
yolcudurlar; ama ilerleyemiyorlar, yolda kalmışlar.
Bulutiar gibi gürledi, lâkin yazık oldu İskender’e; ansızın
gelen ölüm onu aldı götürdü.
Nadir Şah, Delhi’yi yağma etti. Bir kılıç darbesi... Fakat
masal kısa sürdü. Afganlı hâlâ yerinde, dağlar yerinde...
Hüküm Allah’ın, mülk Allah’ın... Fakr’a mahrem olduk
mu, sen padişahsın, ben de padişahlar padişahı... Milletin
MU H AMME D İKBÂL

kaderi saraylardan, köşklerden müstağni olan o hakiki


derviştir.
Sanatkâr
•Bu mektepler, bu oyunlar, bu hummalı gidiş gelişler,
derde çare olamaz. Bu sade görünüşte olan zevkler içinde
173 yeni dertler vardır.
•Yalnız hayatı kazanmak için edinilen ilim, ilim değil
belki hür öldüren bir zehirdir.
•Ey cahil, edebiyat ve felsefenin hiçbir değeri yoktur.
Sanatı elde etmek için çok koşmak, çok yorulmak
lâzımdır.
•Sanatkâr, kanunlara hâkim olur. Bir sanatkârın
gecesi, seher gibi nur içindedir.
•Eğer o sanatkâr isterse, sanatı ile güneşin nurunu
bedeninden ayırıp çiy danesi gibi yere damlatır.
Yenileşmek
•Bu varlık âleminde, yaratıcı kudrete sahip bir insan
zuhûr ederse, zaman her asırda böyle bir insanın
etrafında tavaf eder.
•Benliğini körü körüne taklit ile harap etme. Bu
dünyada tek bulunan inciyi korumalısın.
•Bu yenileşmeyi, fikirlerinin hududu ancak bir gecelik
bir meclisi süslemekten ileri gidemeyen Frenk
mukallitlerine bırakınız.
•Fakat ben korkuyorum ki, yenileşme namına
koparılan bu gürültü, Şark’ı Frengi taklide sürüklemek
için bir bahane olmasın!
Kendini Tanı
•Rumîler, Şamlılar, Hintliler durumlarını değiştirdiler;
ey dağlar diyarında yetişip büyüyen, sen de kendi

KU LLU K KİTABI
benliğini tanı!
•Hava güzel, sular bol, toprak iyi mahsul veriyor.
Hangi çiftçi tarlasını sulamaz?
•O ne biçim denizdir ki, dağ gibi dalgalarla
çalkalanmaz. Fırtınalar koparmadan tufan olur mu? Ey 174
gafil Afgan, kendim tanı!
•Kendini kendi toprağında arayan ve bulan çiftçiye,
sultanların debdebe ve azameti feda olsun! Kendini tanı
ey gafil Afgan!
•Sen cahilsin, fakat senin cehaletin birçok okumuş
yazmışların şerefini korumuştur. Âlimler, fâzıllar, din ve
imanlarını satıyorlar. Kendini tanı ey gafil Afgan!
Şahin
•Karga sana, kanatların güzel değil, diyor. Yarasa
sana, kör ve beceriksiz, diye hitap ediyor.
•Lâkin ey şahin, bilmelisin ki bunlar ovaların en
pespaye kuşlarıdır. Mavi göklerin gizlediği buhranlardan
haberleri yoktur.
•Bunlar uçtuğu zaman, baştan ayağa göz olan bir
kuşun halini, mertebesini nereden bilsinler?
Kalp Terbiyesi
•Yaradılışta aşk, heves gibi pespaye değildir. Şahin
kanadından sinek uçuşu beklenmez.
•Usûl ve muhit, gül bahçesini öylesine değiştirir ki,
bülbüllere yuvaları işkence kafesi haline gelir.
•Yolculuğa karar veren, göç çanının sesini beklemez.
Hava dalgası kafilesi, çan sesi bekler mi?
•Mektep talebesi görünüşte diri gibidir ama hakikatte
ölüdür. Benliğini Frenkten eğreti almıştır.
•Eğer kalbini terbiye etmek istiyorsan bil ki, onu
MU H AMME D İKBÂL

yetiştiren tek şey imanlı bir müslümanm nazarıdır.


Kabilenin Kendisi ile Öğündüğü Genç
•Bizim kabilemizin kendisi ile iftihar ettiği genç,
gençliği temiz, lekesiz ve vuruşu tesirli olandır.
•Savaşta arslanlardan daha cesur; barışta ceylan
175 kadar sevimli olandır.
•Eğer o gencin yüreğindeki ateş, herkesin kalbindeki
fazilet ateşini yanar halde tutuyorsa, hayret etme.
Kamışlığı ateşe vermek için bir kıvılcım kâfidir.
•Allah ona, saltanat ve azamet ihsan etmiştir. Zira
onun fakr’mda Hz. Ali’nin hüviyeti gizlidir.
•Başında külahı yoktur (fakirdir) diye onu hakir
görme. Tâcdarlık sermayesi ancak böyle külâhsız
olandadır.
Kader Nişteri
•Dün gece, seni aydınlatan meş’ale sönmüş olmakla
beraber, onu tekrar yakmak mümkündür.
•Hayatın güçlüklerinden şikâyet eden insan,
tahammülsüz ve değersiz insandır. Hür bir insan için
kaderin neşteri tadıdır.
•Kuş sesleri ile kendinden geçen bir genç, hayat
savaşma lâyık değildir.
•Bir çocuk kadar saf ve tecrübesiz olmandan
korkuyorum. Avrupalı düzenbazlar, karşına ellerinde cicili
bicili şekerlerle çıkarlarsa...
Her Şeyden Gâlip ve Üstün Olan Ancak Allah’tır
•Sen Frenk yazısı üzerinde bir şeyler düşünüyorsun.
Zayıf millederin tek ilâcı “Lâ gâlibe illâ Hû (Her şeyden
üstün olan ancak Allah’tır) ”dur.
•Manalar avcısı Avrupa’dan ümidini kesmiştir.
Oranın fezası güzeldir ama ceylânlarında misk yoktur.

KU LLU K KİTABI
•Sabahlan gözyaşı dökmeden, benliği muhkem ve
metin bir hale getirmek müşküldür. Bu lâle, ırmak
kenannda daha güzel ve renkli olarak büyür.
•Bu eski mabed, yani renk ve koku puthanesi kâfiri
avlar, fakat mümin için av olur. 176
•Ey şeyh, zenginleri mescidden çıkar. Mihrap onların
namazlanndan müteessir olup yüzünü buruşturur.
Fikirlerin Kıyameti
•Sen bu dünyayı nasıl görüyorsun, bilmem. Fakat
ben onda bir değişme, bir inkılâp seziyorum.
•Herkesin göğsünde kıyamet sabahından bir alâmet
var. Bakın, gençlerin fikirleri alt üst olmuş.
•Ey din ulusu, senin seher vakti ettiğin dualar, bu
faaliyetten mahrum hayat kaybını telâfi etmez.
•Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek
imkânsızdır. Bu rutubetli alev, kıvılcım saçmaz.
Dağlarda Halvete Çekilmek
•Rindâne bir cesarete sahip olmayan her aşk,
tilkilikten başka bir şey değildir. Allah eline sahip olan
aşkın bazusu kuvvetlidir.
•Tembellik ne kötü şeyi Yolun meşakkatini, seferin
servet ve saadeti addeden kimse göremiyorum.
•Ey ormanlarda inzivaya çekilenler! Bu yaşayış tarzını
bir nevi vahşet sanmayınız. Dağlarda inziva, insana kendi
mahiyetini öğretir.
•Dünya rivayetlerle, ahiret münacât ve niyazlarla elde
edilir. İki âlemde de şehinşahlık budur.
ŞerefE Fakr
•Ey sâlik, dervişlik ilmi güç değildir. Bu hakikati,
MU H AMME D İKBÂL

aydınlanmış bir kalp ispat eder.


« Mum gibi bir demirden kılıç nasıl yapılır? İpek gibi
çeliğin ne değeri vardır ki...
•Fakr, eğer kendini koruyamazsa o bir kahr-ı
İlâhî’dir. Eğer gayret sahibi olursa, şah ve emir olur.
177 •Frenk seni o hale getirmiş ki kendini bilmiyorsun.
Yoksa ey müslüman, Beşîr (Hakk’ın afv ve lûtfunu
müjdeleyen) de şensin, Nezir (Hakk’ın kahır ve azabı ile
insanları tehdit eden) de...
Merkezi Korumak
•Merkezlerinden uzaklaşan milleüer yok olmaya
mahkûmdurlar. Eğer merkezlerini muhafaza ederlerse,
İlâhî bir kudrete sahip olurlar.
•Hayatın, zamanın acılığından şikâyet eden “fakr”,
henüz kendisini “dilencilikten” kurtaramamıştır.
•Bu asırda dahi Allah eri kendini belli edebilir. Dağı,
saman çöpü haline getirir.
•Senin hararetsiz, ateşsiz savaşında bir zevk bulmak
mümkün değil. Ey Allah’ın imanlı kulu, sen nerdesin,
nerde?
Gök ve Yer
•Eğer yüzbinlerce kişi arasından bir iman-ı yakînîye
sahip insan zuhûr etse, onun ateşi genci, ihtiyarı alev
haline getirir.
•Bazen dağlarda, çöllerde “fakr”ı, çakıl taşını cevher
haline getiren bir insan zuhûr ediverir.
•Allah’ın kalemi senin alnına bir şey yazmamış. Şimdi
sen, kendi kaleminle alnının yazısını kendin yazmalısın.
•Eğer himmet kanadını açarsan, gök denen mavi boşluk
senin önünde de erir, yok olur. lÖfer
•Başımızın üstünde iken ona gök adını veriyoruz;
kanadımızın altına düştü mü, gök yer oluverir.

KU LLU K KİTABI
Kabile Ayıranı
•Şîr Şah Sûrî ne güzel söylemiş:
Kabilelere ayrılmak, Afganlılan hor ve hakir bir hale
düşürmüştür.
•Bunlar veziri ve Mahsud adını seviyorlar. Hâlâ 178
Afganlı libasını giymemişlerdir.
•Bu dağlarda müslümanlık bin parçaya ayrılmıştır.
Her kabile, kendi hususî putuna tapıyor.
•Orada yine eski Kâbe, eski Lât ve Menât var. Allah
vere de, bu putlara indirdiğin darbe tesirli ola.
Müminin Konak Yeri
•Sadece kırmızıyı sarıdan ayırt eden bakış, bakış
değildir. Hakiki bakışın güneşe, aya ihtiyacı yoktur.
•İmanlı müslümanın varmak istediği yer, Frenk
diyarlarından çok ileridedir. İleri yürü, bu yolun sonu
yoktur.
•Garp meyhaneleri herkese açıktır. Yeni ilimlerle
sarhoş olmak günah değildir.
•Fakat bu neşe ve sarhoşluk seni yok edebilir. Eğer
varlığında “lâ ilâhe”nin yanışı yoksa...
•Büyük hanzâdeler, benim sözüme kulak verirler mi
acaba? Ben ancak palaspare giyinmiş bir fakirim,
başımda tacım yok ki...
Müslümanlık Şarabı
•Yaradılışın maksat ve arzularını güden, ya
sahralarda yahut dağlarda yaşayanlardır.
•O insan, dünyada büyüleyici bir terbiyenin
muhasebesini yapar. Onun fakrı da saltanat azametine
sahiptir.
•Bu güzeldir, lâtiftir; öbürü kuvvetli ve şevketlidir.
MU H AMME D İKBÂL

Zira bülbül bahçelerde; şahin çöllerde yaşar.


•Ey şeyh, kabul ediyorum ki senin mektebin güzeldir.
Fakat bir Faruk, bir Selman ancak çöllerin hür havasında
yetişir.
•Bu şarabı içebilen, ancak asırlarda bir yetişir.
179 Müslümanlık şarabı sert ve kılıç gibi keskindir.
KU LLU K KİTABI
180

You might also like