Hazırlık 4. Ünite PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 36

4.

ÜNİTE
HİKÂYE (ÖYKÜ)

Sokakta, bir dükkânda, bir kalabalık yerde durup


herhangi bir adamın yüzüne bakarak hayatının hiç
olmazsa bir kısmını hikâye etmek mümkündür.

Sait Faik ABASIYANIK

46
NELER ÖĞRENECEKSİNİZ?
Türk ve dünya edebiyatındaki hikâye (öykü) örneklerinden yola
çıkarak hikâye türü ile gündelik hayat ve insanın varoluşu
arasındaki ilişkiyi öğreneceksiniz.

ANAHTAR KAVRAMLAR
Özetleme Betimleme
Hikâye (Öykü) Diyalog Öyküleme

47
ÜNİTE 4

OKUMA
HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

1. Hangi edebî türde (roman, hikâye, şiir vb.) yazılmış eserleri okumayı daha çok seversiniz? Düşüncelerinizi nedenleriyle
sözlü olarak paylaşınız.
2. Günlük hayatta alışveriş yaparken pazarlık eden kişilerle karşılaştınız mı? Pazarlık sırasında kullanılan ifadelere örnek-
ler verebilir misiniz?

1. HAŞMET GÜLKOKAN
A. B. T. İ. Müdürlüğü Hesap İşleri Kalemi’nde yoklama masası işyarı Haşmet Gülkokan; Soma’da doğmuş, İstan-
bul’da büyümüş, Ankara’da Gümülcineli bir bayanla evlenmiş, iki de sevimli çocuk sahibi olmuş; kırk yaşlarında,
kısaca boylu, buğday benizli, güler yüzlü, konuşkan bir adam; iş saati bitip de kaleminden çıkınca, doğru Şa-
kir’in fırınına gidip ekmeğini alır, evin yolunu tutar. Para kıt, geçim dar ise de, evdekiler yoktan anlamazlar, bulup
buluşturup bir şeyler almalı, çantayı, kesekâğıdını, cepleri, koyunu koltuğu doldurup eve öyle gitmeli. Araştırıp
ucuzunu bulmadıkça, dükkânlarda çene çalmadıkça çanta dolmaz! Tanıdıklarından biri rastgelirse, durup konuş-
mak, söyleşmek, dedikodu etmek de var! Kolay mı! Haşmet Gülkokan, gün olur ki evine, sular karardıktan, ışıklar
yandıktan, geceden de biraz geçtikten sonra varabilir. Evden bilirler. Merak etmezler. Merak etmediklerini Haşmet
de bilir, acele etmez, ağırdan alır. Nasıl ki bu akşam da ağırdan alıyor. Ekmeğini alınca doğru Hal’deki sakatatçıya
uğradı.
(…)
Haşmet Bey yürür, karşıdaki sıraya geçip balıkçıya:
“İhsan Bey gülüm, çavelyaları boşaltmışsın.”
“Çıkmıyor, Haşmet Bey. Dere balığı var, almaz mısın?”
“Yayın kafasından çorba, oooh! Bayılırım! Bilen olmalı da, pişirmeli de, Haşmet de yemeli de, sen de kar-
şısına geçip seyretmelisin. Bak ne şeker olur. Yengen bu işlerden çakmaz. Bize kaba balık ister. Palamuttur, toriktir,
sivridir, altıparmaktır. Tavasını yapar, bolca limonu basınca, biraz da tahin helvası aldın mı, mis! O mübarekler de
şimdi çıkmaz oldu. Benim sormam da hani yârenlik olsun, anlarsın ya! Hadi, hoşça kal bakalım!”
Haşmet Bey, yanındaki dükkânın önüne oturup kalfaya:
“Gülüm, salata malata alabilir miyiz?”
“Verelim bayım!” BİLGİ SANDIĞI
“Ver ya, ver ama ne bileyim, bizim keseye uyar mı?”
“Üçünü otuz yedi otuz paraya veriyoruz.”
“Aman gülüm, bu ne hesap! Kuyumcu musun? Yeşil salata
Memduh Şevket ESENDAL, Türk
hikâyeciliğinde gözlemci gerçekçiliğin
alıyoruz. Bu kadar ince hesap olur mu? Bu mübarek ottur.”
öncü isimlerinden biri olmuştur.
“Ottur ama, bize para ile veriyorlar.”
“Ya, e siz parasız mı veriyorsunuz?”
“Nerede o bolluk!”
“Ha şöyle! Üstelik bir salataya, evin dört direkte bir direğini istiyorsunuz. Sen şimdi yuvarlak hesap yapı-
yor musun, yoksa ben gideyim mi?”
Kalfa dinlemez, başka bir müşteriye bakar. Haşmet de yürür. Bir yandan da söylenir;
“Ulan Haşmet, yoksulluk maskaralık bee! Herif yüzüne bile bakmıyor. Kör olsun Necibe Kadın’ın tavukları.
Ben salata mı alırdım! Komşu hatırı. Biraz ekşice söylesen, bizim bayan darılır.”
Haşmet Bey, köşedeki dükkândan salatalık, limon alır, Hal’den çıkar; Suluhan’a doğru inecek, oradaki

48
HİKÂYE

dükkânları tarayacak olur; karşısına İstanbul’dan tanıdığı bir arkadaşı çıkar.


“Vay gülüm, nereden bu geliş?”
“Haşmet Bey, sen Doktor Vasfi Bey’in evini biliyor musun?”
“Hangi Vasfi Bey, gülüm? Ne var, hastan mı var?”
“Hastam yok. Sen evini biliyor musun?”
“Bilirim. Şurada Tezgâhçılar’da bir apartmanı vardır.”
“Gel şu evi bana göster.”
“Gülüm, ben ufak tefek alacağım.”
“Bırak şimdi ufak tefeği…”
Haşmet Gülkokan sürüklenir.
(…)
Gülkokan söylenerek, dükkânların önünde takılarak, şekerciye uğrayıp çocuklara şeker alarak Samanpazarı’na çıkar;
Cebeci’ye doğrulur. Hamamönü’ne kadar iner. Eskici dükkânına girerek;
“Günaydın eskici başı! Bizim bayanın ayakkapları için bir diyeceğin var mı?” diye sorar.
Eskici boynunu bükerek;
“Haşmet Bey, beyim” der, “bak şu hâlime! Sabahleyin dükkândan çıktım, daha şimdi geliyorum. Sor, çıraktan. Hava
parası olmadı mı, hiçbir iş olmuyor. Daha ağzıma bir lokma ekmek koymadım. Allah seni inandırsın!”
“Doğru tosunum, Allah beni inandırsın. Yoksa benim kendi kendime inanacağım yok. Sen iş peşinde koştuğunu
söylemesen, ben seni şu sinemaya gitmiş sanacaktım.”
“Kapıda mı gördün? Resimlere bakıyordum, içeri girmedim.”
Haşmet gözlerini tavana kaldırdı:
“Ey, Ulu Tanrım” dedi, “şu Haşmet’i ne akıllı yaratmışsın! Şu bendeki atışa bak, sonra da tutturuşa bak! Bu hergeleleri
nasıl da tanırım. Dükkânı çırağa bırakıp akşama kadar, Kayserilinin kahvesinde tavla oynar mı, oynar! Sinemalarda
dolaşır mı, dolaşır! Kursağında da ekmek ufağı yok mudur, yoktur! Ne diyeceksin, hiç… Ne ise aslanım, şimdi bu
lakırdıları bırakalım da, sözümüzün özüne gelelim. Şu bizim pabuçlar ne olacak? Öyle kutlu bir günceğiz gelecek
mi ki, bizim bayan pabuçları ayağına geçirsin de şuracıktan tıkır tıkır geçsin! Senin de yedi göbek geçmişine rahmet
okusun, ha? Söyle, gülüm tam iki ay oldu.”
“Haşmet Bey, bana iki gün izin veremez misin?”
“Gülüm, can sana kurban… Vermeyip de ne halt edeceğiz? Şimdi pabuçları geri istesem, bulması iki gün sürer. Belki
de hiç bulunmaz!”
(…)
Haşmet Gülkokan yürür, beş on adım ötede, bakkalın önüne ilişir. Bakkal, portakal sandığını açmış, dükkânın dışına
duvara dayayıp, eğrice koymuş. Haşmet bunu görünce, söylenir:
“Ulan, bizim sokak çocukları ne insan şeyler be! Bu portakallara ‘gel gidelim’ demiyorlar.”
Yüksek sesle dükkânın içine seslenir:
“Bay Haktartar! Gülüm, nerdesin?”
“Buyurun Haşmet Bey.”
“Şekerim bu portakalların hediyesi kaça?”
“Halis Dörtyol’dur, Haşmet Bey. Korkma al… Son turfanda. Bir daha geleceği de yok.”
“Parasını da sormayım mı?”
“Haşmet Bey, şuradan Hal’e kadar bir zahmet et; bak kaça veriyorlarsa, iki kuruş aşağısına ben vereyim.”
“Aman gülüm bayılacağım, portakal almanın kestirme yolu bu mu? Böyle kurumuş portakal Hal’de ne gezer!”
“Kurumuştur ama, içi bal gibidir. Biz o senin dediğin malı dükkânımıza sokmuyoruz. Bizim müşterimiz kibar müş-
teri.”
“Elmasım, bu kibar müşteriler içinde ben de var mıyım?”
“Varsın ya! Bugüne bugün sen de bir masa başında oturuyorsun. Sana da devletten bir iş vermişler. İstersen herifleri
karşına diker, iki gün oynatırsın.”
“Doğru şekerim. Biraz paramız kıtça ama, kibarlığımız var ya!”
“Paran kıtsa itibarın sağ olsun.”

49
ÜNİTE 4

“Dur aman, bu pek önemli bir söz oldu. Veresiye mi vereceksin yoksa?..”
“Biz kim oluyoruz ki veresiye verelim! İki günde topu atarız.”
“Ha şöyle… Sözün özünü söyle. Veresiye vereceksin sandım da, yüreğim ağzıma geldi. Kibarlık mibarlık dedin de
beni şaşırttın. Bizim kibarlığımıza söz yok ama, veresiye deyince dayanamam. Neyse gülüm, bu portakallardan ala-
mayacak mıyız?”
“Haşmet Bey, başkalarına on ikiye veriyoruz ama, sana onar kuruştan bırakayım.”
“Eksik olma gülüm, almış kadar oldum. İyiliğini de ölünceye kadar unutmam. Şimdilik hoşça kal da, portakallar için
başka gün konuşuruz. Yalnız şunu da söyleyeyim ki, bunlar biraz daha kurursa, köpek kovalamaktan başka işe yara-
maz. Ben seni kurtarayım demiştim.”
(…)
Arkalarındaki evin penceresinden bir erkek sesi:
“Haşmet Bey, günahımı alma.”
“Vay gülüm, sen orada mıydın? Bülbülü an, kafesi yanına koy, derler.”
(…)
“Amanın şunlara bakın” dedi, “yaradanın birliğine emanet. Çocuk değil ay parçası! Nasıl da kendime benzetmişim!”
Çocuklardan sonra Haşmet’in karısı geldi. Kocasının elindeki çantayı, paketleri aldı. Haşmet onu görür görmez;
“Aman sayın eşim” dedi, “boş bulunup sakın bu Tahsin ile bayanın söylediklerine inanma, bunları ben küçüklüklerin-
den tanırım; iyidirler hoşturlar ama, pek iftiracıdırlar.”
Haşmet’in kendi gibi güler yüzlü olan karısı, Tahsin ile karısına gülümsedi, sonra da kocasına;
“Bitir artık Haşmet Bey” dedi, “bu senin halin ne olacak? Bu ne kadar lakırdı? Rahatsız olacaksın.”
“Kul olsun sana Haşmet! Tanrım övmüş yaratmış! Kadın değil, pırlanta kırığı… İki çocuk anası oldu, yanağının alı
solmadı.”
Karısı;
“Ama, artık çok oluyorsun, yürü bakayım eve” dedi.
Haşmet’i eve soktular. Kapıyı kapayıp sürgülediler.
Yaşayışından rastgele bir yaprağını yazarak, iyi bir adam, doğru bir adam olan Haşmet Gülkokan’ı siz okuyucularıma
tanıtmak istedim ki, günün birinde ona bir dükkânda, bir tanıdığın evinde yahut sokakta rastgelirseniz, yahut bir işi-
niz düşüp de dairesinde karşısına çıkarsanız, bilesiniz, konuşup görüşesiniz. Bir hizmetinizde bulunabilmek, işinizde
size yardım etmek, size yararlı olmak için çırpınacak, elinden geleni yapacaktır. Sizden istediği karşılık da, yalnız bir
güler yüz, bir iki tatlı sözdür.
Memduh Şevket ESENDAL, Mendil Altında

KELİME ÇALIŞMASI
çavelya : İki kulplu yayvan sepet. palamut : Uskumrugillerden, ortalama 1-2 kilogram
çene çalmak : Gevezelik etmek. gelen, eti esmer, büyüklüğüne göre “Çingene
hergele : (Metinde) Terbiyesiz, görgüsüz kimse. palamudu, torik, sivri, altıparmak, piçuta”
işyar : Bir işte görevli olan kimse, memur. adlarını alan, pulsuz bir balık, sivri.
kalem : Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü yer. turfanda : Mevsimin başında ilk yetişen meyve, sebze.
kalfa : Aşaması çırakla usta arasında bulunan zanaatçı. yâren : Yakın dost.
lakırdı : Boş söz, dedikodu, laf. yüreği ağzına gelmek : Aşırı korku veya sevinçten fazlasıyla heye-
canlanmak.

METİNLE İLGİLİ ÖN BİLGİ


VE AÇIKLAMALAR

Okuduğunuz metin, Türk edebiyatının hikâye ve roman yazarlarından biri olan Memduh Şevket Esendal tarafın-
dan kaleme alınmıştır. Metin, Haşmet Gülkokan adlı bir memur ve onun yaşamının bir gününden kesitler üzerine

50
HİKÂYE

kurulmuştur. Memduh Şevket yalın, akıcı ve içten bir dil kullanmasıyla hayatın içinden, sıradan bir insanı unu-
tulmaz biri olarak anlatmayı başarmıştır.
Haşmet Gülkokan adlı metin, hikâye türünde yazılmıştır. Hikâyeler, olmuş veya olma ihtimali bulunan olay ya
da durumları belli bir kurgu içinde anlatan edebî metinlerdir. İnsanlar günlük hayatlarında farkında olarak ya da
olmayarak sıkça hikâye anlatır. Hikâye de bu anlatılanları belirli kurallar çerçevesinde ve etkili bir dille vermeye
çalışır. Bir hikâye ilgi çekici bir olayı anlatabileceği gibi hayattan bir kesit alıp bir durumu da (okuduğunuz me-
tinde olduğu gibi) ortaya koyabilir. Hikâyede çok çeşitli konular anlatılabilmesine karşın hikâyelerin temelinde
insan vardır.
Geçmiş, şimdi ve gelecek etrafında her düzeyde olayı hikâyeleştiren insan için hikâye anlatmak, hayatı anlamlan-
dırma çabasıdır. Hikâyelerde farklı anlatım biçimleri ve teknikleri kullanılabilir. Okuduğunuz metinde kahrama-
nın hayatıyla ilgili bilgi verilirken doğumundan hikâyenin anlatıldığı zamana kadar olan ayrıntılar atlanmış, yani
özetleme tekniği kullanılmıştır. Kahraman, hikâyenin sonraki bölümlerinde farklı mekânlarda (ciğerci, balıkçı,
bakkal vb.) okuyucunun karşısına çıkar. Bu mekânlarda Haşmet Bey’in esnafla yaptığı pazarlıklar, arkadaşlarıyla
ve mahalledeki insanlarla aralarında geçen konuşmalar diyalog tekniğiyle verilmiştir.

METNİ ANLAMA VE
ÇÖZÜMLEME
1. Okuduğunuz metinden alınan “Merak etmediklerini Haşmet de bilir, acele etmez, ağırdan alır.”, “Senin de yedi
göbek geçmişine rahmet okusun, ha?” ve “Biz kim oluyoruz ki veresiye verelim! İki günde topu atarız.”
cümlelerindeki altı çizili kelime gruplarının anlamlarını metnin bağlamından hareketle tahmin ediniz. Tah-
minlerinizi TDK’nin Türkçe Sözlük’ünden kontrol ediniz.
2. Haşmet Bey işten çıktıktan sonra niçin bu kadar çok yer gezmektedir?
3. Metinde hikâyenin kahramanı Haşmet Gülkokan’ın hayatı ile ilgili hangi bilgiler verilmektedir?
4. Haşmet Bey, esnafla konuşurken onlara “gülüm, şekerim” gibi ifadeler kullanmaktadır. Haşmet Bey gibi tatlı
dilli olmak, günlük hayatımızda bize ne gibi kolaylıklar sağlar?
5. Metinde günlük konuşmaların çokluğu metnin dil ve anlatımını nasıl etkilemiştir?
6. Haşmet Bey’in kişilik özellikleri ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Böyle birisine günlük hayatta rastlamak müm-
kün müdür? Açıklayınız.
7. Son paragrafta anlatıcı, kendisini de hikâyeye dâhil ederek neyi amaçlamıştır?
8. Okuduğunuz metinde kullanılan anlatım biçimlerini bularak bunların dil ve anlatıma olan katkısını açıklayınız.
9. Okuduğunuz metinden hareketle dönemin sosyal yaşamıyla ilgili çıkarımlarda bulununuz.
10. “Elmasım, bu kibar müşteriler içinde ben de var mıyım?” cümlesinde virgül, hitap için kullanılan kelimeden
sonra konmuştur. Siz de virgülün, aşağıda belirtilen işlevlerine metinden cümle örnekleri bulunuz.

Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur.

Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerinden


sonra konur.

Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve ke-


lime gruplarının arasına konur.
Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan
özneyi belirtmek için konur.

11. Okuduğunuz metinden alınan “Bülbülü an, kafesi yanına koy.” sözü genellikle hangi durumlarda söylenir?
Türkçede buna benzer hangi söz kalıpları vardır?

51
ÜNİTE 4

YAZAR HAKKINDA BİLGİ


MEMDUH ŞEVKET ESENDAL (1883-1952): Cumhuriyet Dönemi hikâye ve ro-
man yazarlarından olan sanatçı, Çorlu’da doğdu. Kısa bir süre okula gitti, kendi
kendini yetiştirdi. Fransızca, Rusça, Farsça öğrendi. TBMM kurulduktan sonra
Anadolu’ya geçti, Atatürk’ün yanında yer aldı. Çeşitli liselerde tarih-coğrafya
öğretmenliği yaptı. Müfettişlik, elçilik ve milletvekilliği görevlerinde bulundu.
1908’de ilk hikâyesi olan Veysel Çavuş’u yazdı. Esendal; konuşur gibi, temiz bir
dille, sade ve içten bir anlatımla kaleme aldığı hikâyelerinde günlük yaşamın
gösterişsiz yanlarını, basit olayları konu edindi. Cumhuriyet’in kuruluşuyla gelen
toplumsal değişimin insanlar üzerindeki etkisini, ortaya çıkan sorunları; sevecen,
ince bir alayla sakin ve olgun bir tavırla işledi. Türk edebiyatında durum hikâye-
ciliğinin öncülerinden biri olan yazarın Ayaşlı ve Kiracıları, Vassaf Bey roman; Ot-
lakçı, Mendil Altında, İhtiyar Çilingir, Hava Parası, Gönül Kaçanı Kovalar hikâye;
Kızıma Mektuplar mektup türündeki eserlerinden bazılarıdır. Anı ve çeşitli yazılarının yer aldığı Tahran Anıları
ve Düşsel Yazılar’ı da yayımlanan eserlerindendir.

KARŞILAŞTIRINIZ
Aşağıda Rasim ÖZDENÖREN’in Balkondaki Fısıltı adlı hikâyesinden bir parça verilmiştir. Bu parçayı okuduğunuz metin-
le dil ve anlatım özellikleri bakımından karşılaştırınız. Karşılaştırma sonuçlarınızı sınıfta sözlü olarak paylaşınız.

BALKONDAKİ FISILTI
Arkamdan, duyulmayacak kadar uzak bir fısıltı, bu fısıltıyı ancak bir kedi işitebilir, bir de kulak zarı onun sesi-
ne ayarlanmış olarak duran âşığın kulağı...
– Merhaba...
Bütün o uzak tren yolculuklarından sonra, bütün o dağ taş demeden kendini yola vuran serserinin yorgun
omuzlarında taşınamaz ağırlıktaki sevginin çıldırtıcı gölgesinde işitilen fısıltı... Asırlar önce bu ses yanan ça-
lılıkların arasından işitilmişti... Belki hâlâ yüzyılların gerisinden o fısıltıydı işittiğim. Acaba başımı çevirsem
miydi? Acaba başımı çevirdiğimde onu görecek miydim? Bu fısıltı eğer bir rüyaysa bütün ömrüm bir kez daha
mahvolabilirdi. Kimse bilmese de... Kendim bile bilmesem de... Rüyanın beni aldatmışlığına mı yanmalıydım
o zaman, yoksa yalan bir rüyayı rüya sanmışlığıma mı, yoksa rüyalarda görülen yalanlara mı? Hayır, bunu asla
sınamak istemiyorum. Çünkü sevgili sınanmaz. Sınanmamalı. Hayır, onu yoklamak için değildi dudaklarım-
dan çıkan nefes, sınamak için hele, asla!
Yalnızca dudağımın kıpırdadığını hissetmek istemiştim. Derin bir ıslık hâlinde... Ancak bir kedi kulağının
dikkatini yöneltebileceği bir soluğun solgunlaşan son demi hâlinde:
– Evet...
Gümbürdeyerek raylara kapanan çelik tekerlerin takırtıları arasında böyle bir fısıltıyı işitmek imkân dâhilinde
miydi? Bilemiyorum.
Ancak adımın aynı fısıltıyla ünleneceğini işitmek istiyorum. Beklediğim fısıltı kulağıma çalınıyor.
Şimdi yüz yüze duruyoruz. Ortada şekillenen:

52
HİKÂYE

– Merhaba, fısıltısı... Fakat bu fısıltı onun dudaklarının arasından mı dünyaya yayılıyor, yoksa ben mi fısıldı-
yorum, yoksa ikimizin dışında duran bir ses mi çalınıyor kulağıma, belli değil.
Her şeye rağmen neşelenmem lazım.
Hülyamda da işitmiş olsam o fısıltıyı ve hülyamda da görmüş olsam o yüzü şen şakrak kahkahalarımı semaya
salmalıyım. Konuşuyor, diyor ki:
– Düşümde bir şiir gördüm. Sendin. Saçların lavanta kokuyordu. Sendin. Odamın duvarına tırmanmıştın.
Duvarımı siliyordun. Ordaydın. Sendin.
Bu kadarı yeterdi bana. Gece baskınları, kâbuslar, reddedilmem umurumda olmazdı artık.
Kendimi sokaklara vurabilirdim. Kendi küçük insanlarımın arasına karışıp onların arasında onu arayabilir-
dim.
Yürüyüp geçtim gecelerin üstünden, bütün çatışmaları arkamda bırakarak... Bir tek o gülümseyişi aklımda
tutup ona sımsıkı sarılarak...

OKUYUNUZ
Aşağıda Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak adlı kitabından Süpürge hikâyesinin bir bölümü verilmiştir. Siz de bu kitap-
taki diğer hikâyeleri okuyunuz. Beğendiğiniz hikâyelerle ilgili düşüncelerinizi sınıfta sözlü olarak paylaşınız.

SÜPÜRGE’den
“Kim gönderdi sizleri? Benim adımı mı verdiler size?”
Reşid:
“Biz geldik,” dedi.
Veli kızdı:
“Kimin için geldiniz? Mercimek çiftliğine Veli adı anılmadan girilir mi?”
“Biz geldik… Kimseye sormadık… Gördük de geldik…”
Veli tepindi.
“Ulan,” dedi, “kimse size orada Veli var, size iş verir demedi mi?”
Reşid sustu.
Veli ısrar etti:
“Söyleyin, demedi mi?”
Reşid:
“Senin adını,” dedi, “Ağam, biz köyde duyarık.”
Veli:
“Şimdiye kadar neden söylemediniz ya? Demek benim adımı köyde duyarsınız?”
Reşid:
“Duyarık.”

53
ÜNİTE 4

HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

1. Çevrenizde el emeği ile yapılan hangi işler vardır? Bu işleri gözlemleme fırsatınız oldu mu, olduysa düşüncele-
rinizi paylaşınız.
2. Bir hikâye yazacak olsanız hangi temayı işlemek isterdiniz? Niçin?

2. BİZ İNSANIZ
Vardolaya batırdığı iğneyi sinirli sinirli çekti geçirdi; iki kolu boyunca balmumuyla mumlanmış, ipe asılıp gerdi.
Durdu; küçük bodur masanın üstünden gözleriyle çekici aradı. Tam karşısında, aralıksız hasır bir iskemleye çökmüş
sarışın kalfa; dikişi bitirmiş, ağızları kapıyor, sarışın kalfanın yanı başındaki -kocaman kara ormandan saçlarını iple
tutturmuş- öbür kalfa da yaldızlı taban astarlarını çirişliyordu.
Her iki kalfasına da kaçamak kaçamak baktı. Ağzını az çarpıtıp yere tükürdü.
Odanın tavanına yakın bir yerden içeri gün ışığı giriyordu. Doğrulamasına geliyor, odayı bıçakla kesilmiş gibi ikiye
bölüp bodur masanın altındaki dörtköşe gaz tenekesinin kirli, kahverengi suyuna çarparak kırılıyordu.
Yan bölmedeki pencere büyüktü. Uzağından deniz, cetvelle çizilmişçesine doğrulanmıştı. Pencerenin bir pervazın-
dan öbür pervazına minicik, insanın serçeparmağından da ufak, beyaz bir körfez vapuru geçiyordu.
Sarışın kalfa elindeki sağ teki sol tekle değiştirdi, yenisini zorlanarak kalıbına oturttu.
Usta boşalan çekici aldı, ağzına şişman çivilerden doldurdu, çakmaya
başladı. BİLGİ SANDIĞI
Gün, büyük pencereye geldi: Usta işi bıraktı. Elindeki falçatanın tersiyle
alnındaki terleri topladı, ayakları dibine silkeledi. Öbür iki kalfa daha Tarık Dursun K., hikâyelerini genel-
bir süre başları işlerine eğik, çalıştılar. Usta, gıkı çıkmadan onları göz- likle kendi yaşantısından yola çıkarak
ledi epeyi, sonra, oluşturmuştur.
“Acıkmadınız mı siz?” dedi.
İki kalfa başlarını kaldırıp konuşmasız ustalarına baktılar, yine konuşmasız, sıcacık gülümsediler.
O oldu, ustanın gözlerindeki oturgan kırmızılık azaldı; açıldı, duruldu.
“Hadi” dedi, “gidin Emin’e de, doyurun karnınızı. Sorarsa, İbram Usta, çocuklar bu öğün de yesinler, bugün hafta
başı, merak etmesin diyor dersiniz…”
İki kalfa yavaşça sandalyelerinden kalktılar, odadan çıktılar. Usta oturduğu yerden, onların alçak sesle konuşarak
merdivenlerden indiklerini duydu. Sonra masanın sürgüsünü çekti, buruş buruş bir gazete parçasına sarılmış bir
sokum ekmek çıkardı, masaya kodu. Eğildi ardından, döşemeye doğru çabuk çabuk seslendi:
“İsmâl! Hey, İsmâl..”
Aşağıdan karık bir ses yankı gibi karşıladı:
“Buyur İbram Usta?”
“Bir demli yapıver de çocukla gönderiver yukarı.”
Kısa bir duraksınma oldu.

54
HİKÂYE

“Peki!.” dedi karık bir ses. “Peki.. Şimdi!..”


Çok sürmeden yalınayak başı kabak bir oğlancık, elinde bir askı, askının içinde kopkoyu çay dolu bir bardakla kapı-
dan girdi. Bardağı masaya kodu, ama gitmedi.
Usta başını döndürdü, oğlana baktı, oğlan da ustaya. Çocuksu bir sıkıntıyı görünmez omuzlarında yüklenmişti.
“İbram Usta… Ustam dedi ki… İbram Usta, çay paralarını ne zaman verecekmiş, diyor, bir sor dedi.”
Ağırlığını bir ayağından öbürüne aktardı.
Usta ağzını keskince çarpıtıp yine güldü, bir bulutluluk ardından gözledi oğlanı:
“Şimdi…” dedi, “birazdan iş teslim edeceğiz mağazaya… O zaman.. Hakkı Bey verecek haftalığı, biz de İsmâl Ustana
vereceğiz. Tamam mı?”
Oğlanın yüzü aydınlandı:
“Tamam!” dedi.
Hiç durmadı döndü gitti sonra.
(…)
Çayın son yudumunda kalfalar geldiler, yerlerine oturdular.
Saat üç olunca kalıptan çekilmiş son sekiz çifti dizelediler: Usta deri önlüğünün üstüne damalı ceketini giydi, bitenleri
kargı sepete doldurdu; çıktı.
Arazöz demin caddenin bir başından girmiş, bir başından çıkmıştı; taşlar ıslak ıslak parlıyor, sıcaktan tütüyordu. İki
yanda iki sıralıklı ağaçlar toza boğuktu.
Kavaflar içine saptı, acelesiz yürüyordu: “Altmış dört çift yapıldı. Yüz yirmiden ne eder? Bir liradan olsa, altmış çifti-
miz altmış lira… Yirmi kuruşumuz var geride; altmış tane yirmi kuruşumuz…”
Hakkı Beyin çocuk irisi çırağı mağazanın vitrin camını siliyordu. Tam karşıda büyük bir resimden bir kadın oturmuş
ayakkabı giyiyordu;
(…)
Tam içeri girecekken, kadına baktı; kadın da ona, bomboş gülümsemesini sürdürdü.
Camı silen çocuk,
“Mer’aba İbram Usta..” dedi.
“Mer’aba İsmet!.”
Kadın gözlerini çevirdi ondan.
Usta, mağazadan içeri girdi, gözlerini loşlukta dolaştırdı: Hakkı Bey kasadaydı. İncecik, kupkuru, resim yüzlüydü.
Ustaya kaşlarını birleştirerek baktı, tedirgin tedirgin soludu yerinde.
Usta kolundaki kargı sepeti indirdi, yere bıraktı:
“Hepsini getirdim” dedi. “Dört glase kapalı, öbürleri açık…”
Hakkı Bey sarkık dudağını çekti, emdi. Yeniden soludu. Usta o soluğu yüzünde duydu.
“Bakayım şu son yaptıklarına…”
Kasadan elini uzattı: uzun, bir deri bir kemik parmaklarını açtı. Usta bir çift açık piyantayı çıkardı, gösterdi. Hakkı
Bey, inceden inceye inceledi çifti; altdudağını bıraktı, sarkıttı.
“Eh…” dedi, “eh, bir dereceye kadar… Fakat makineninkilere benzemiyor hiç.”

55
ÜNİTE 4

Ustanın rengi çözüldü.


“Benzemez de” dedi. “Bu, bizim ellerimizden çıkma, makineden değil…”
“Öyle ama.. Makine çiftini doksan beşe indirdi, siz hâlâ yüz yirmi desiniz..”
Araya bir suskunluk düştü. Usta yutkundu, ellerini açtı, kapadı.
“O makine” dedi. “Makine… O doksan beşe de yapar, seksene de.. Hatta yarım kâğıda da. Makine o çünkü. Yemek
yemez, su içmez..”
İçini çekti. Dokunsalardı bir…
“Sonra..” dedi, “sonra çoluk çocuk… Biz insanız da… Makine öyle değil ki… Yemek yemez, su istemez. Sonra çoluk
çocuğu da yok hiç.”
Falçata çizgili ellerini kavuşturdu.
“Biz…” dedi, kaldı.
Kırmızı entarili bir genç kız vitrindeki süslü papuçları gözlüyordu; bir ara içeriye de baktı. İsmet, sile sile, camdan
kıza doğru sokuldu, kız hemen azıcık uzaklaştı.
Hakkı Bey,
“Bilmem,” dedi, “bak, açık açık söylüyorum ben, darılmaca, kızmaca yok. Biz de insanız tabii, biz de ticaret yapıyoruz.
Kazanmak varken… Değil mi? Bu yüz yirmi beş, ağır geliyor. Onu dokuzu bu. Sen evvel eski adamımızsın.. Sonra…
İyi işçisin de… Seni kaybetmek istemem… Eğer makinenin fiyatına.. Bak iyi düşün taşın… İşine gelir de elverirse..
yapabilirsen.. Mesele yok. Yine devam…”
Ustanın kaşları bitiştiler, tam burnunun üstünde bir şey zonk zonk attı.
“Yani, doksan beşe mi?”
Usulla güldü.
“İyi ama, buna imkân yok ki… Hiç imkân yok. Sonra, günde kaç çift çıkarabiliriz biz? Sen makineye ne bakıyorsun!
O çıkarır, biz…”
Hakkı Bey başını çevirdi, yandan burnu kapkalın bir çizgi gibi göründü ustaya.
“Bilmem işte…” dedi. “İşine gelirse dedim..”
Göz göze geldiler.
Usta sinirden tir tir titreyen bir sesle,
“İşime gelmez…” dedi, “yapamam, yüz yirmiye bile idare etmezken.. Doksan beşe hiç yapamam. Varsın makine yap-
sın, ben yapamam…”
“O halde hesabı keselim, olsun bitsin…” dedi Hakkı Bey.
“Keselim…”
Hakkı Bey kasasına döndü, açtı, bir tomar para çıkardı; alışkın alışkın saymaya başladı. Sessiz bir çabuklukta makine
gibi sayıyordu. Desteyi bitirdi, ustanın önüne sürdü. Usta paraları aldı, saymadan cebine soktu, boş kargı sepetini
koltukladı, yürüdü.
Gönlü bulantılı, kabarık; fabrikanın önüne geldiğinde ağzının acı suyunu duvar dibine çömeşip tükürdü. Yıkılmaya-
yım diye de duvara tutundu. Elinin altında içerde gürül gürül çalışan makinenin o taştan geçen sarsıntısı vardı.
Ellerinin ikisini dayayıp bastırdı, sarsıntı bu kez iki elini de hınçla geri itti.
Tarık Dursun K., Yabanın Adamları

56
HİKÂYE

KELİME ÇALIŞMASI
arazöz : Yolları ve yol kenarlarındaki yeşillikleri sula- kargı : Gövdesi 5-6 metre yüksekliğe erişebilen çok yıllık bir
makta kullanılan araç. bitki, kamış, saz.
balmumu : Arıların peteklerini yapmak için karın halkala- karık : Kar yağmış bir alana bakma sonucu ortaya çıkan göz ka-
rı arasından salgıladıkları yumuşak ve sarımsı maşması. Karlı bir alana bakma sonucu kamaşmış (göz).
madde. kavaf : Ucuz, özenmeden ve bayağı cins ayakkabı, kemer, cüzdan
çiriş : Çiriş otunun kökünün öğütülmesiyle yapılan yapan veya satan esnaf.
ve su ile karılarak tutkal gibi kullanılan esmer, pervaz : Kapı, pencere vb. yerlerin kenarlarına geçirilen ensiz
sarı bir toz. parça.
damalı : Üstünde kareler bulunan, kareli. sürgü : (Metinde) Çekmece.
falçata : Eğri kunduracı bıçağı. yaldız : Eşyaya altın veya gümüş görünüşü vermek için kullanılan,
glase : Üzerine saydam bir cila tabakası çekilmiş olan sıvı veya yaprak durumundaki altın, gümüş ve bunların
eşya. taklidi olan madde.
hasır : Saz, kabuk, yaprak vb. bir bitki maddesiyle yankı : Sesin bir yere çarpıp geri dönmesiyle duyulan ikinci ses.
örülmüş taban veya tavan örtüsü.

METİNLE İLGİLİ ÖN BİLGİ


VE AÇIKLAMALAR
Okuduğunuz metin, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı yazarlarından Tarık Dursun K.’ye aittir. Metinde bir ayak-
kabı ustasının emeği ile verdiği yaşam mücadelesi ele alınmıştır. Nitekim Tarık Dursun K. hayatın içinden kişileri,
toplumsal olay ve olguların kişiler üzerindeki yansımasını hikâyelerinde gerçekçi bir bakış açısıyla vermiştir.
Tarık Dursun K. hikâyelerinde günlük dili, halk dilinde yer alan kelime ve deyimleri başarıyla kullanan bir yazardır.
Okuduğunuz hikâyede de görüldüğü gibi “İbram, İsmâl, çömeşti,.. vb.” ifadelerle de halk dilinin söyleyiş özelliklerini
metne doğrudan yansıtmıştır. Metinde benzetme ve tasvirlere de yer veren yazar okuduğunuz metinde de belirle-
yebileceğiniz gibi bir diyalog ustasıdır.

METNİ ANLAMA VE
ÇÖZÜMLEME
1. Okuduğunuz metinden alınan “Çok sürmeden yalınayak başı kabak bir oğlancık, elinde bir askı, askının içinde
kopkoyu çay dolu bir bardakla kapıdan girdi.” cümlesinde altı çizili kelime grubunun anlamını metnin bağla-
mından hareketle tahmin ediniz. Tahminlerinizi TDK’nin Türkçe Sözlük’ünden kontrol ediniz.
2. Metinde geçen “O makine” dedi. “Makine… O doksan beşe de yapar, seksene de.. Hatta yarım kâğıda da. Makine
o çünkü. Yemek yemez, su içmez..” ifadeleri nasıl bir ruh hâliyle söylenmiştir? Metinden hareketle açıklayınız.
3. Metinde Hakkı Bey’in İbrahim Usta’ya yaklaşımı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Hakkı Bey’in emeğe bakış açısını
değerlendiriniz.
4. Metinden diyalogların geçtiği cümlelere örnek gösteriniz.
5. Okuduğunuz metinde olaylar mı yoksa kişilerin ruh hâlleri mi ön plândadır? Açıklayınız.
6. Hikâyenin sonunda yaşananlar karşısında İbrahim Usta nasıl bir tutum sergilemiştir? Belirtiniz.
7. Metindeki mekân özellikleri ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Mekân özelliklerinin anlatıma katkılarını belirtiniz.

57
ÜNİTE 4

8. Okuduğunuz metinden millî ve manevi değerlerle ilgili çıkarımlarda bulununuz.


9. Okuduğunuz metinde geçen kişileri ve bu kişilerin özelliklerini belirtiniz.
10. Okuduğunuz metinden aşağıda şemada verilen anlam özelliklerine uygun örnekler bulunuz. Bulduğunuz ör-
nekleri aşağıdaki şemaya yazınız.

Somut Soyut Genel

Özel Gerçek Mecaz

11. Aşağıdaki cümleler okuduğunuz metinden alınmıştır. Bu cümlelerde yer alan noktalama işaretlerinin kullanım
amaçlarını verilen şemalara yazınız.

. ?

Hiç imkân yok. Sonra, günde kaç çift çıkarabiliriz biz?


Sen makineye ne bakıyorsun! O çıkarır, biz…”

! ...

YAZAR HAKKINDA BİLGİ


TARIK DURSUN K. (1931-2015): Cumhuriyet Dönemi yazarlarındandır. İzmir’de
doğdu. İlkokulu İzmir ve Ankara’da tamamladı, ortaokulu dışardan sınavlara girerek
bitirdi. Gazetelerde çalıştı, senaryo yazarlığı ve sinema yönetmenliği yaptı. Sanat ya-
şamına şiirle başladı, sonra hikâye ve romana yöneldi. Hikâyelerinin konusunu önce
gençlik serüvenlerinden, zamanla fabrika, yapı ve deniz işçilerinin, esnaf ve küçük
memur sınıfının hayat mücadelelerinden aldı. Bu hayat kesitlerini sade bir dille ve
yoğun bir duyarlılıkla işledi. Çoğu hikâyelerinde çocukluk ve gençlik anılarına, göz-
lemlerine dayanarak hareketli yaşam kesitleri verdi. Özellikle halk hikâyeleri, polisi-
ye romanlar ve sinemaya olan ilgisi yazarın sürekli yeni anlatım olanaklarını araştır-
masına kaynaklık etti. Devriâlem şiir; Hasangiller, Vezir Düşü, Aşkın Dünü Bugünü
Yarını, Sevmek Diye Bir Şey, Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep, Ona Sevdiğimi Söyle,
Ömrüm Ömrüm hikâye; Rıza Bey Aile-Evi, İnsan Kurdu, Sabah Olmasın, İyi Geceler Dünya, Bağışla Onları, Kutup
roman; Ezop Masalları, Anadolu Masalları, Otobüsüm Kalkıyor çocuk kitapları; Ünlü Sinema Rejisörleri, Edebiyat
Üstüne Narin, Ben Unutmadan deneme ve inceleme türündeki eserlerindendir.

58
HİKÂYE

DÜŞÜNÜP TARTIŞINIZ
Günümüzün teknoloji çağında el emeğinin, el işçiliğinin hâlâ değerli olduğunu düşünüyor musunuz?
Sizce bundan elli yıl sonra da el emeği ürünler değerini koruyabilecek mi? Düşüncelerinizi sınıfta tartışınız.

ARAŞTIRINIZ
Meddah ve halk hikâyeciliği ile ilgili sözlü iletişimde kullanmak üzere video, belgesel vb. Genel Ağ
adreslerini belirleyiniz.

OKUYUNUZ
Aşağıda birer parçası verilen hikâyelerden en az birini okuyunuz. Okuduğunuz bu metni sözlü iletişimde de
kullanabileceğinizi göz önünde bulundurunuz.
FORSA
Akdeniz’in esatir yuvası nihayetsiz ufuklarına bakan küçük tepe mini mini bir çiçek ormanı gibi idi. İnce uzun
dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgârlarıyla sarhoş olan
martılar çılgın naralarla havayı çınlatıyorlardı. Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Beyaz taşlardan yapılmış
kısa bir duvarın ötesindeki zeytinlik ta vadiye kadar iniyordu. Bağın ortasındaki viran kulübenin kapısız metha-
linden bir ihtiyar çıktı. Saçı sakalı bembeyazdı. Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri ayakları
titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı baktı.
Ömer SEYFETTİN

UZUN HİKÂYE
Babam beni aldı, birlikte vagon evimize geldik. Bohçayı açtık. İçinden annemin soluk pembe mantosu, başör-
tüsü, yıpranmış kunduraları, aynası ve tarağı, yüzüğü, küpeleri çıktı. Babam bir süre bunlara baktı. Parmakla-
rının ucuyla dokundu. Sonra kapadı bohçayı. Uzanıp elimden mızıkayı aldı.
Beni kucaklayarak vagonun penceresinin önündeki sedire götürdü. Aşağıda ırmak sessiz sedasız akıyordu, kar
taneleri ağır ağır dökülüyordu. Soğuktu vagonun içi. Babam bir kolu ile beni sardı. Başımı, saçlarımı öptü, kok-
ladı. Sonra mızıkayla bir şeyler çalmaya başladı. Ne güzel, ne acıklı, ne tatlı çalıyordu. Birlikte ağladık. Babamı
ilk kez ağlıyorken görmüştüm.
Mustafa KUTLU

59
ÜNİTE 4

HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

1. Hikâyenin hacim yönünden sınırlı olması, hikâyenin anlatımını nasıl etkiler?


2. Seyrettiğiniz bir tiyatroda, izlediğiniz bir filmde, okuduğunuz bir edebî eserde kahramanların hangi yönü ya da yön-
leri sizi etkilemiştir? Açıklayınız.

3. YUSUF’UN UTKUSU
Yusuf ’un tutkusu uçmaktı.
Yirmi yıldır bu tutkusunu gerçekleştirmek için çalışmış, bu yolda yaptığı denemelerde uğradığı başarısızlıklar
yıldırmamıştı onu.
Çok şükür, onu engelleyen değil, destekleyen bir eşi vardı. Yusuf, tutkusunu gerçekleştirdiğinde Ayşe Hanım, “Her
zaman inandım Yusuf ’a. Bir gün başaracağına inanıyordum. Şimdi…” (Not: Ayşe Hanım’ın cümlesinin devamı,
öykümüzün sonunda yer almaktadır.)
Kimdi Yusuf?
Aslında o, bir roman kahramanıdır.
Yusuf, burda, küçük bir öykünün konusu ve kişisi olarak beliriyorsa, bu, onun kişiliği ve başarısı bir küçük öykü
boyutunu aşamadığı için değil, tam tersine, bu öyküyü kaleme alanın kişilik ve yeteneklerinin boyutlarıyla ilgilidir.
Yusuf uçmak için tam yirmi yıl uğraşmıştı.
Yusuf ’un tutkusu bir uçağa, planöre, balona, helikoptere binip uçmak değildi.
O, kendisi uçmak istiyordu.
İpekten kanatlar yaptı.
Ne yazık ki ilk denemesinde düştü. BİLGİ SANDIĞI
Bu düşüşten gerekli dersi aldı.
İnsanların düşünce ve eylemlerini
Kanat sistemini değiştirdi. anlama ve anlatma çabası içinde
İkinci denemesinde gene düştü. olan Ferit Edgü, itinalı dili ve üslubu
Kanat sistemini geliştirdi, kanat kumaşını ise değiştirdi. ile dikkat çeken bir yazardır.
Üçüncü denemesinde gene düştü.
Kanat mafsallarındaki yanlışlığı görüp düzeltti.
Ama dördüncü denemesinde gene düştü.
Böylece yeni bir sistem geliştirmesi gerektiğinin bilincine vardı.
İnsanın uçmasını düşleyip gerçekleştiremeyen büyük düşlemcilerin, gerçek bilginlerin kitaplarını edindi.
Dört yıl boyunca yeni bir uçuş denemesi yapmadı.
İncelemeleri sona erdiğinde, yeni bir kanat sistemi geliştirmişti. Eşi hariç, hiç kimseden yardım beklemeden, bu
yeni kanat sistemini gerçekleştirme çalışmalarına başladı.
Bu çalışmalar da iki yıldan fazla sürdü.
Yusuf ’un beşinci uçuş denemesi de başarısızlıkla sonuçlandı.
“Allah kahretsin! Kör talih!”

60
HİKÂYE

Hayır, böyle demedi Yusuf.

Nerde yanılıyorum? Hesaplarım niçin yanlış? Evdeki hesap havadaki hesaba niçin uymuyor? diye kafa yordu.
Bu sırada eşi Ayşe Hanım’ın bulup getirdiği ölü bir atmaca üzerinde incelemelere koyuldu.
İlkin atmacayı tarttı.
(…)
Sonra kuşun gövdesini tarttı.
Bu ağırlıkları ilkin topladı. Sonra çıkardı.
Böylece ağırlığa göre kanat uzunluğunun orantısını buldu.
Daha sonra aynı uygulamayı bir serçede gerçekleştirdi.
Yaptığı hesapların sonucunda kurduğu orantıya göre gerçekleştirdiği kanatlarla giriştiği deney de, ne yazık ki başarı-
sızlıkla sonuçlandı.
Ama Yusuf gene yılmadı.
Bedenin ağırlığı ile, kanat çırpışlarının saniye/hızını katmamıştı hesaba.
Tuttu, Ulusal Botanik Enstitüsü’ne bir mektup yazdı. Mektubunda, bir kartalın, bir serçenin, bir güvercinin bir sani-
yedeki kanat vuruş sayısını soruyordu.
Ulusal Botanik Enstitüsü yetkilileri, mektupta dile getirilen konunun uzmanlık alanlarına girmediğini, Ulusal Zooloji
Enstitüsü’ne başvurmasını salık verdiler ona.
Yusuf, bu bürokratik engellerden yılmadı. Ancak yeni bir mektup yazacak gücü kalmamıştı. Bu işle eşi Ayşe Hanım’ı
görevlendirdi. Ayşe Hanım’ın mektubuna, tam altı ay sonra gelen yanıtta, enstitünün, bu konuda bir araştırma yap-
madığı, sorunun hangi amaçla kendilerine yöneltildiği soruluyordu.

Yusuf, “Yanıtlamayalım onları, dedi. Eğer amacımızı açıklarsak, tüm çabalarım boşa gider.”
Ayşe Hanım da aynı kanıdaydı.
Zooloji Enstitüsü’nün sorusunu yanıtsız bıraktılar.
Yusuf, tam iki yıl, elinde defter, kalem, kuşların uçuşunu izledi. Notlar aldı. Hesaplar yaptı.
Geliştirdiği yeni kanatlarla beş deneme daha yaptı.
Birincisinde hemen düştü.
Nedeni: Rüzgâr karşı yönden esiyordu.
İkincisinde, atladıktan biraz sonra düştü. (Bir başka deyişle, biraz uçtu.)
Nedeni: Rüzgâr yandan esiyordu.
Üçüncüsünde, havada bir dakika kadar kalabildi.
Nedeni: Rüzgâr ardından esiyordu.
Dördüncüsünde, havada üç dakika kaldı.
Nedeni: Rüzgâr yoktu.
Beşincisinde, tam yedi dakika kaldı havada.
Nedeni: Hem rüzgâr yoktu, hem sevincine diyecek yoktu.
Bundan sonraki çalışmaları, denemeleri uzun yıllar aldı Yusuf ’un.
Nasıl olsa uçacağını biliyordu. Kendine güveni tamdı. Beş dakika, on dakika uçmak önemsizdi onun için. Bu rekorları
çoktan gerçekleştirmiş, kimseye de haber vermemişti.

61
ÜNİTE 4

Uzun süre uçmanın ve dilediğince yükselebilmenin bir tek engeli olduğunu biliyordu: Bedenin ağırlığı.
Şimdi bunu yenmek gerekiyordu.
Yusuf perhize başladı.
Birinci ay, tatlıları sofradan kaldırdı: Baklavayı, kadıngöbeğini, revani vb.’yi.
İkinci ay, hamurlu yiyecekleri: Makarnayı, böreği, pilavı.
Üçüncü ay, baklagilleri: Fasulyeyi, nohutu, mercimeği.
Dördüncü ay, ekmeği.
Beşinci ay, kızartmaları: Köfteyi, kadınbudunu, mücveri.
Altıncı ay, etliyi, unluyu, sütlüyü.
Zayıflamaya karar verdiğinin birinci yıldönümünde, Yusuf, yalnız marul ve hıyar yiyordu. Bu arada tam yirmi dört
kilo vermişti.
Yeni bir deneme için hazırdı Yusuf.
Gücü, kuvveti yerindeydi. Özellikle kollarının gücü.
Dilediğince, gerektiğince kanat çırpabiliyordu.
(…)
Son denemesi olağanüstüydü. Ama gene de bir takım eksiklikleri vardı. Örneğin kanat yetmiyor, kuyruk gerekiyordu.
“Büyük yolculuğa” (böyle adlandırıyordu Yusuf girişimini) çıkmak ve bu kez tam başarılı olmak için kanat iskeletini
“dur-alüminyum” dan, gergilerini ise dralondan yapmak gerekiyordu.
Ayrıca, bu iş için, Yusuf ’un özel bir giysisi olmalıydı. (Bu, daha çok eşi Ayşe Hanım’ın düşüncesiydi.)
Yusuf, yirmi yıl boyunca, özel ya da tüzel kişilerden bir tek kuruş yardım istememişti. Gene (utku günü için) yardım
dilenmek niyetinde değildi. Başı dik, onurlu bir Türk’tü Yusuf.
Ne var ki, “dur-alüminyum” ve dralon için elinde yeterince para kalmamıştı.
Kara kara düşünürken, Ayşe Hanım yanına yaklaşıp, kolundan çıkardığı altın bileziklerle bir beşibiryerdeyi Yusuf ’un
önüne serdi: “Umarım bunlar işini görür.”
Yusuf, eşine inanan, ona güvenen bu tombul kadına (Yusuf ’un perhiz süresince, onun yemediklerini, yemek zorunda
kalmıştı Ayşe Hanım) baktı.
Birbirlerini seven, birbirine güvenen insanların mutluluğuyla kucaklaştılar.
Yusuf, köyden kente inip, Kapalıçarşı’da, bilezikleri ve beşibiryerdeyi paraya çevirdiğinde (Ey kör talih!) gördü ki,
elindeki para ancak kanatlarına yetiyor, giysileri için elinde bir şey kalmıyor.
Bunu da Ayşe Hanım çözümledi.
Sümerbank’tan dört metre kaput bezi aldı. Kaput bezini yirmi dört saat kireçkaymağına yatırdı. Çıkardığında, o sa-
rımsı kaputbezi bembeyaz olmuştu. Kolalandıktan sonra uzaktan görenler İrlanda keteni bile sanabilirlerdi. Kireç-
kaymağında aklaşmış bu kaputbezinden bir pilot tulumu biçti Ayşe Hanım.
Singer’inde dikti. Tam göğsüne, kumaş boyasıyla bir Türk bayrağı çizip boyadı.
Her şey tastamamdı.
Yusuf ’un yirmi yıl süren tutkusu, artık utkuya dönüşecekti.
Yusuf ’un kanatları hazırdı.
Yusuf ’un giysileri hazırdı.
Yusuf ’un uçacağı tepe hazırdı.

62
HİKÂYE

Artık herkese haber verebilirlerdi.


Gazetelere, radyoya, televizyona haber salındı. (Tüm bu PR işlerini Ayşe Hanım üstlenmişti.)
Uçuş günü, yerli, yabancı; sözlü, yazılı ve görüntülü basın mensupları uçuş yerine geldiler.
Kiminin elinde bir mikrofon, kiminin elinde bir fotoğraf aygıtı, kiminde de kamera vardı.
Yusuf uçuştan önce kısa bir konuşma yaptı:
“İnsanoğlunun uçma istemi, onun en eski tutkularından biridir, dedi. Uçakla, balonla, helikopterle uçarak bu tut-
kusunu bir anlamda gidermiştir. Ama aslolan, insanın, kendi kendine, bir kuş gibi uçmasıdır. Birazdan, buna tanık
olacaksınız. Bu arada şunu da belirteyim ki, bu konuda bir tek yardımcım, bir tek desteğim oldu, o da sayın ve sevgili
eşimdir.”
Basın mensuplarının ısrarı üzerine, kırk yedi kiloluk Yusuf ile yetmiş dört kiloluk Ayşe Hanım, el ele vererek foto ve
televizyon kameralarına poz verdiler.
Yerli basından biri: “Ne kadar uçabileceğinizi umut ediyordunuz?” diye bir soru yöneltti Yusuf ’a.
Yusuf, “Uçabildiğimce” diye yanıtladı bu soruyu.
Dış basından biri: “Başarırsanız, gelecek seçimlerde aday olmayı düşünüyor musunuz?” diye ilgisiz bir soru sordu.
Yusuf, “Başaracağım ve bunu siz de göreceksiniz” diyerek oldukça politik bir yanıt verdi. “Adaylığa gelince, bunu hiç
düşünmedim. Ama tüm çabalarım ulusum adına olduğundan, niçin olmasın?”
Bir başka gazeteci, “Daha önce hiç uçtunuz mu?” dedi.
Ayşe Hanım, Yusuf ’un ağzını kapayarak, “No comment” dedi.
Herkes gülüştü.
Yusuf, göğsünde ay-yıldızı olan pilot tulumu içinde, güvenle kanatlarını aldı, tepeye tırmanmaya başladı. Tepeye
vardığında tek başınaydı. Kalbi heyecan ve gururla çarpıyordu. Kanatları kollarına geçirdi, kuyruğu bacakları arasına
aldı, sonra, gerildi, gerildi… ve kendisini boşluğa bıraktı.
O an, Ayşe Hanım’ın kalbi durabilirdi. Ama durmadı.
Çünkü Yusuf havalandı. Ve yükselmeye başladı.
Her kanat çırpışında biraz daha havalanıyordu.
Hafif bir meltem vardı. Meltemi kanatları altına sıkıştırmayı başaran Yusuf, yükseldikçe yükseliyordu…
Bir süre sonra gözden yitti.
Yerli ve yabancı, sözlü, yazılı ve görüntülü basın mensupları yarın saat beklediler Yusuf ’un dönmesini. Ama Yusuf
dönmedi.
Olayı dünyanın dört bir bucağına ulaştırmak için, karınca yavruları gibi dağıldıklarında, ben, Ayşe Hanım’ın yanına
yaklaştım:
“Ne dersiniz, dönecek mi?” diye sordum.
“Her zaman inandım Yusuf ’uma, dedi. Bir gün başaracağına inanıyordum. Dile kolay, yirmi yıl. Bununla, yalnız
bununla uğraştı. Şimdi… böyle yükselmişken, bir daha geri döner mi bilemiyorum. Sanırım onu aşan bir şeydi bu.
Ne bulacağını bilmiyordu. Göklerde demek istiyorum. Şu anda ne buldu, bilmiyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Eğer benim bildiğim Yusuf ’sa uçabildiğince uçacaktır. Onun utkusu bana yeter.”
Ferit EDGÜ, Çığlık

63
ÜNİTE 4

KELİME ÇALIŞMASI
botanik : Bitki bilimi. mafsal : Birbirine bağlanmış parçaların her yönden dönmesini
dralon : Bir tür kumaş. sağlayan bağlantı ögesi.
dur-alüminyum : Alüminyum, bakır ve az miktarda da planör : Hava akımlarından yararlanarak uçan, uçağa benzer
magnezyumdan meydana gelmiş hafif bir motorsuz hava taşıtı.
alaşımdır. tüzel : Hukukla ilgili, hukuki, hukuksal.
gergi : Perde. utku : Birçok emek ve tehlikeli uğraşma pahasına erişilen
kanı : İnanç, düşünce, kanaat. mutlu sonuç, galibiyet.
kaput bezi : Amerikan bezi. zooloji : Hayvan bilimi.
kireçkaymağı : Bazı eşya ve yerleri mikroplardan arıt-
makta, çamaşırları ağartmakta kullanılan,
sarımsı beyaz renkte ve klor kokusunda,
toz veya sulandırılmış kireç klorürü.

METİNLE İLGİLİ ÖN BİLGİ


VE AÇIKLAMALAR
Okuduğunuz metin Cumhuriyet Dönemi sanatçılarından Ferit Edgü’ye aittir. Hikâye, Yusuf adındaki sıradan bir
insanın, yapma kanatlar ile gökyüzünde uçma hayalini gerçekleştirmek amacıyla uzun yıllar süren uğraşısını ve
bu hayalini eşi dışında hiç kimseden destek görmeden gerçekleştirmesini anlatır. Yazar, bir tutkunun utkuya dö-
nüşümünü anlatan hikâyeyi, gazetede yayımlanmış gerçek bir olaydan yola çıkarak meydana getirmiştir.
Okuduğunuz hikâye gerek kurgusu gerek dili ve gerek biçimsel özellikleriyle türünün diğer örneklerinden farklı
özellikler taşımaktadır. Hikâyedeki bazı ifadelerin (gene düştü, nedeni, ay…vb.) bir durumun sürekliliğini belirt-
mek için belirli yerlerde tekrarlanması, Ferit Edgü’nün üslubunun metne yansımalarıdır. Ayrıca yazarın deyimleri
yerli yerinde kullanmasındaki ustalık (salık vermek, kafa yormak, yardım beklemek, gücü kuvveti yerinde olmak,
kara kara düşünmek…vb.), hiç yapaylığa düşmeden canlandırdığı yerli hayat sahneleri (çevre, kişiler, eşya…)
dikkat çekicidir.
Ferit Edgü, okuduğunuz metinde de görüldüğü gibi ilk hikâyelerinden başlayarak kişinin eylemlerini ve ruh hâ-
lini yansıtmaya uygun kısa cümleler kullanmıştır. Hikâyelerinin bütün kuvveti, ustalığı, çekiciliği ve anlam de-
rinliği; düz yazı ile şiir arasında bir dil kullanmasından gelmektedir. Hemen bütün eserlerini ölçüsüz ve kafiyesiz
mısraları andıran kendine özgü cümlelerle yazmaktadır. Ferit Edgü, değişik türlerde yazdığı eserlerini insanı ve
hayatı sanatın merkezine alan bir bakış açısıyla oluşturmuştur.

METNİ ANLAMA VE
ÇÖZÜMLEME
1. “Ulusal Botanik Enstitüsü yetkilileri, mektupta dile getirilen konunun uzmanlık alanlarına girmediğini, Ulu-
sal Zooloji Enstitüsü’ne başvurmasını salık verdiler ona.” cümlesindeki altı çizili kelime gruplarının anlamını
metnin bağlamından hareketle tahmin ediniz. Tahminlerinizi TDK’nin Türkçe Sözlük’ünden kontrol ediniz.
2. Yukarıdaki metne göre Ayşe Hanım eşi Yusuf ’un başarısı için “Sanırım onu aşan bir şeydi bu.” demekle neyi
vurgulamak istemiştir?
3. Yazar, Yusuf ’u bir roman kahramanı olarak görmesine karşın onun bir hikâyenin içinde anlatılmasını neye
bağlayarak açıklamaktadır?
4. Yusuf ’un beşinci uçuş denemesinden sonra bile “Allah kahretsin! Kör talih!” demeyip umutsuzluğa kapılmama-
sı onun kişiliği hakkında size neler düşündürmektedir?

64
HİKÂYE

5. Anlatıcının Yusuf ’un yaptığı çalışmalarda yaşadığı başarısızlıklar karşısında nasıl bir tavır aldığını belli eden
ifadeleri metinde belirleyiniz.
6. Okuduğunuz metne göre, Yusuf ’un amacına ulaşana kadar yaptığı çalışmalar nelerdir?
7. Yusuf ’un başarısında eşi Ayşe Hanım’ın nasıl bir rolü olduğunu açıklayınız.
8. Metnin tema ve konusunu belirleyiniz.
9. Metinde özellikle zaman kavramına yapılan vurgunun Yusuf ’un hangi özelliklerini ön plana çıkardığını açık-
layınız.
10. “Dile olan tutkunluğu ve saygısı ile Ferit Edgü, 1950’lerden beri, dili en güzel kullanan yazarların başında gelir.
Sıkıcı olmamak için kip ve zaman değişmeleri yapar. Yazılarında anlatıcı kişi, kâh yazarın kendisi kâh üçüncü
kişi olur.” bilgisinden yola çıkarak bahsedilen dil ve anlatım özelliklerini okuduğunuz metin üzerinde gösteriniz.
11. Okuduğunuz metinde millî, manevi ve sosyal değerlerden hangilerinin yansıdığını belirtiniz.
12. Metinden deyim anlamı taşıyan kelime gruplarının altını çiziniz. Bu kelime gruplarının metnin anlatımına
katkısını belirtiniz.
13. Okuduğunuz metinde cümle içinde büyük harfle yazılan kelimelere örnekler bulunuz. Bulduğunuz örneklerin
neden büyük harfle başladığını açıklayınız.
14. Okuduğunuz metinden alınan aşağıdaki cümlelerde bulunan noktalama işaretlerinin kullanım işlevlerini cüm-
lelerin altındaki boşluklara yazınız.

Bilmem anlatabiliyor muyum?


Soru işareti:
Gazetelere, radyoya, televizyona haber salındı.
Virgül:
“Ne dersiniz, dönecek mi?” diye sordum.
Tırnak işareti:
“Her zaman inandım Yusuf ’uma, dedi.
Kesme işareti:

YAZAR HAKKINDA BİLGİ


FERİT EDGÜ (1936- ): Cumhuriyet Dönemi hikâyecilerinden olan sanatçı, İstan-
bul’da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde başladığı eğitimini
Paris’te sürdürdü. Sanat hayatına şiirle başlayan Ferit Edgü, daha çok hikâye özellikle
küçürek (kısa) hikâye yazarı olarak tanındı. İlk hikâyesi Yeni Ufuklar dergisinde ya-
yımlandı. Toplumun dış yapısını gözlemlemekten öteye geçmeyen gerçekçiliği yüzeysel
bulan Ferit Edgü, yaşadığı ortama yabancılaşan, bunalan, içine kapanan insanı kimi
zaman felsefeye dayalı bir bakış açısıyla değerlendirerek aktardı. Bireyselden kaynak-
lanan evrensellik anlayışı, karmaşık olanı düz ve yalın olarak aktaran tekniği ile Türk
hikâyeciliğinin önde gelen isimlerinden oldu. Kaçkınlar, Bozgun, Av, Bir Gemide, Çığ-
lık, Do Sesi hikâye; Kimse, O/Hakkari’de Bir Mevsim roman; Ah Min-el Aşk şiir; Ders
Notları, Yazmak Eylemi, Şimdi Saat Kaç deneme türündeki eserlerinden bazılarıdır.

65
ÜNİTE 4

DÜŞÜNÜP TARTIŞINIZ

Okuduğunuz Yusuf ’un Utkusu adlı hikâyeyi aşağıda Martı adlı eserden verilen parçayla kahramanların özellikleri
ve konu açısından karşılaştırınız.
Yaptığınız karşılaştırmayı göz önünde bulundurarak bir hikâyeyi kalıcı yapan, hikâyenin zaman duvarını aşmasını
sağlayan unsurun, aynı konunun ele alınması olup olmadığını tartışınız.

MARTI
Martı Jonathan, kumsaldaki sürüye katıldığında neredeyse gece yarısı ol-
muştu. Yorgunluktan perişan bir haldeydi ama yine de bir takla atarak
inişe geçti ve bir tüy gibi süzülerek keyifle kumsala indi… “Diğer mar-
tılar başardığım şeyleri duyduklarında zevkten çılgına dönecekler,” diye
düşündü. “Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında
o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için.
Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kul-
lanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür ola-
biliriz!”
Önünde uzanan gelecekten umutluydu Jonathan.
Karaya indiğinde, Martı konseyinin toplandığını gördü. Anlaşılan bir sü-
redir toplantıdaydılar ve onu bekliyorlardı.
“Martı Jonathan Livingston! Ortaya çık!” Başkan bu sözleri, önemli bir
toplantının ciddiyeti içinde söylemişti. Ortaya çıkmak ve herkesin karşı-
sına geçmek büyük bir onur ya da onursuzluk kaynağıydı. Onurlandırıl-
mak için ortaya çağrılmak, martılar arasında en önemli kişi olmaya, lider
olmaya işaretti. “Bu sabah martılar ‘başarımı’ mutlak görmüş olmalılar,”
diye düşündü.
Richard BACH

GEZİP GÖRÜNÜZ

Anadolu tarihî mekânlarıyla,


doğa güzellikleriyle (Yan tarafta
birkaç örnek verilmiştir.) zengin
bir yapıya sahiptir.

Bir hikâye yazmak isteseniz Ana-


dolu’nun hangi mekânlarını se-
çersiniz? Bu yerlerin fotoğraflarını
bulup sınıf panosunda paylaşınız.
Neden bu mekânları seçtiğinizi
sınıfta ifade ediniz.

66
66

Kapadokya/Nevşehir Süleymaniye Camii/İstanbul


HİKÂYE

HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

1. Okuduğunuz hikâyelerde sıra dışı olayların olması mı yoksa hayatın gerçeklerinin olduğu gibi yer alması mı
sizi daha çok etkiler?
2. Kemal BİLBAŞAR’ın “Öykü, boyutu ne olursa olsun, doğaya ve insana özgün bir bakış, bir eleştiri: Yaşamı-
mıza yeni anlamlar, yorumlar getiren bir anlatım sanatıdır.” cümlesi ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

4. PALTO
PALTO
Akaki Akakiyeviç işine son derece bağlı, işi için yaşayan ve çalıştığı devlet dairesinde mektupları temize çeken bir
memurdur. Çalışma arkadaşlarından saygı görmeyen, çoğu zaman umursanmayan, sıradan nüktelerle sürekli alay
edilen bir kişidir. Akaki Akakiyeviç kendisine böyle davranılmasına aldırmaz, sadece işine odaklanır. Bu koşullarda
çalışan Akaki Akakiyeviç zar zor geçinebilmektedir. Üstü başı, giyimi kuşamı umurunda değildir. Resmî giysisi yeşil
rengini yitirmiş, kumlu kızıl bir renk almıştır. Çalıştığı bölgede (Petersburg’ta) memurların amansız bir düşmanı
vardır. Bu düşman bütün memurların işe gitmek için yola döküldükleri bir saatte ortaya çıkan kuzey ayazıdır.Tüm
memurlar gibi Akaki Akakiyeviç de her sabah bu ayaz saatlerinde daireye ulaşabilmek için hızlı hareket etmesine
karşın sırtının ve omuzlarının sızladığını hisseder. Bu, arkadaşlarının sabahlık diye nitelendirip dalga geçtiği ve pa-
ramparça olmuş paltosundan kaynaklanmaktadır. Akaki Akakiyeviç, paltosunu yamatmak için Petroviç adındaki
bir terziye gider. Yama tutmayan sabahlığın tamir edilemeyecek kadar parçalanmış olduğunu söyleyen terzi, Akaki
Akakiyeviç'e yeni bir palto diktirmesinden başka çare olmadığını belirtir. Zaten zar zor geçinen hikâye kahramanı,
mecburen temel ihtiyaçlarından da kısarak palto parası biriktirmeye başlar.

Aşağıda Akaki Akakiyeviç’in bu palto için temel ihtiyaçlarından kısarak zorluklarla para biriktirmeye çalış-
tığı bölümü okuyacaksınız.
Akaki Akakiyeviç düşündü taşındı ve hiç değilse bir yıl süreyle bazı harcamalarını kısmaya karar verdi: Ak-
şamları çay içme alışkanlığına son verecekti örneğin; sonra hava karardığında mum da yakmayacaktı. Eve iş
getirdiğinde, ev sahibesinin odasına gidip onun mumunun ışığında
yapacaktı işini. İşe gidip gelirken, olabildiğince dikkatli, ayakkabı-
larına ağırlığını vermeden, şöyle parmak uçlarında, hafif hafif yü-
BİLGİ SANDIĞI

P
rüyecekti ki kundura tabanları çabuk aşınmasın. Çamaşırlarını da
yıkanması için çamaşırcı kadına daha seyrek verecek, bununla da alto hikâyesini 1842’de kaleme
yetinmeyip eve gelir gelmez eskimesinler diye iç çamaşırları da dahil alan Gogol; mizah anlayışı, ger-
bütün üstündekileri çıkarıp -zamanın acımasına uğradığı için olsa çekçi tutumu ve canlı anlatımıyla
gerek hâlâ giyilebilir durumda olan- pamuklu sabahlığıyla oturacak- Rus edebiyatında önemli bir yere
tı bir tek. Eğriye eğri, doğruya doğru… Başlangıçta epey zor geldi bu sahiptir.
kısıtlı yaşam kendisine ama sonra alıştı, her şey yoluna girdi. Hatta
akşamları yemek yemeden durmayı bile öğrendi. Nasılsa ruhu yakın
bir gelecekte edineceği paltonun o sonsuz hayaliyle beslenebiliyordu. Bu andan sonra da yaşamında bir eksiklik
varmış da tamamlanmış gibi oldu: Evlenmişti sanki ya da yaşamına bir başkası katılmıştı, yalnız değildi artık.
Yaşam yolunu onunla birlikte aşmaya karar vermiş hoş, sevimli bir yaşam arkadaşı vardı: Bu arkadaş, eskimek
bilmeyen sağlam bir astarı olan, astarıyla kumaşının arası kalın bir pamuk tabakasıyla beslenmiş paltosundan
başkası değildi.

67
ÜNİTE 4

Akaki Akakiyeviç sanki daha bir canlanmış, hayatta bir amacı olan, bu amaç uğruna ne yapacağını, ne edeceğini bilen
sağlam karakterli bir insan olmuştu. Yüzünden ve davranışlarından kuşkucu, kararsız, güvensiz, silik, sünepe ne varsa
silinip gitmişti. Zaman zaman gözleri bir kor gibi yanıyor, bu da bir yana kafasından son derece gözüpek düşüncele-
rin geçtiği oluyordu: Gerçekten de yakaya sansar kürkü koyduramaz mıydı acaba? Paltosu üzerine bu türden derin
düşüncelere dalması, onu işinde de dalgın yapmıştı. Bir seferinde yazı temize çekerken az kalsın bir yanlış yapıyordu;
farkına varmasıyla birlikte basbayağı duyulur bir sesle, “Ah!” diye bağırdı, haç çıkardı.
Paltosu üzerine konuşmak için Petroviç’e her ay en az bir gün uğruyordu: Çuha kumaşın iyisi nerde satılır, hangi renk
daha güzel olur, kumaşın metresi kaçadır gibi konular üzerine konuştuktan sonra evine biraz kaygılı da olsa hemen
hep hoşnut görünüyordu: İşte sonunda bütün bunların satın alınacağı zaman, paltosunu diktireceği zaman geliyordu.
İşler beklediğinden de hızlı yürüdü. Genel müdür, ikramiyesini onun umduğunun çok üstünde, kırk değil, kırk beş
değil, tam altmış ruble olarak saptadı. Artık Akaki Akakiyeviç’in bir paltoya gereksinimi olduğunu mu sezmişti, yok-
sa bu bir rastlantı mıydı, bilmiyordu ama birdenbire cebinde fazladan koca bir yirmi ruble kalmıştı.
Bu durum işlerin gidişini hızlandırdı. Birkaç ay daha açlığa talim etti mi cebinde tam tamına seksen rublesi olacaktı.
Her zaman pek sakin olan yüreği hızla çarpmaya başlamıştı.
İkramiyeyi aldığı gün Petroviç’le birlikte çarşıya çıktılar ve çok güzel bir paltoluk kumaş aldılar. Aldıkları kumaşın
çok güzel olması son derece doğaldı, çünkü palto konusu altı aylık bir konuydu ve bu süre içinde birçok kez çarşıya
uğrayıp kumaşlar arasında fiyat karşılaştırması yapma olanağı olmuştu. Yine de Petroviç, “Bundan iyi paltoluk kumaş
var diyen çıkarsa alnını karışlarım” dedi. Astarı pamukludan seçtiler ama öyle sıkı, sağlam dokunmuş bir astardı ki
bu, Petroviç’e göre ipekten çok daha iyiydi, görünüş olarak da ipeklideki parlaklık ve kayganlığa sahipti.
(...)
Astarla kumaşın arası tümüyle pamuk kaplandığı için dikiş iki haftasını aldı Petroviç’in, yoksa palto çok daha erken
hazır olurdu. Dikiş ücreti olarak on iki ruble istedi, aşağısı kesinlikle kurtarmazdı, çünkü yalnızca ibrişim kullanmıştı
dikişte, çift dikiş uygulamıştı ve her seferinde ipi dişleriyle çekerek son derece sıkı bir dikiş dikmişti.
Günlerden neydi, söyleyebilmek güç ama Akaki Akakiyeviç’in yaşamının en görkemli günü olduğu kesindi, Petro-
viç’in nihayet paltoyu bitirip getirdiği gün.

Paltoyu özenle sırtına geçirip giden Akaki Akakiyeviç’in bu yeni paltosunu devlet dairesindeki arkadaşları da beğeniyle
karşılar. Yeni paltosunun şerefine bir akşam daveti organize ederler. Akaki Akakiyeviç davete gitmek istemese de arka-
daşlarının ısrarına dayanamaz. Akşam eğlenceden çıkıp eve dönerken karşılaştığı hırsızlar üzerindeki paltoyu alırlar.
Paltosu alınan Akaki Akakiyeviç’in dünyası başına yıkılır. Önce bekçiye sonra karakola gidip durumunu anlatırsa da
görevliler onun bu şekilde bir sonuç alamayacağını söyler. O yüzden önemli kişi dedikleri generalden randevu alıp du-
rumunu anlatır. Generalin ona sarf ettiği umursamaz, küçümseyici ve kötü sözler karşısında daha zavallı bir hâle düşer.
Petersburg’un o soğuk ayazında yavaşça evine döner ve hastalanır. Doktor hastalığının ağır olduğunu ve sadece birkaç
günlük ömrü olduğunu söyler.

Aşağıda Akaki Akakiyeviç’in ölmeden önceki sayıklamalarını ve öldüğü bölümü okuyacaksınız.


Ertesi gün şiddetli bir hummaya çevirdi hastalığı. Eksik olmasın, Petersburg ikliminin de yüce gönüllü yardımıyla,
hastalığı beklenenden çok daha hızlı ilerledi ve gelen doktor nabzını şöyle bir tuttuktan sonra, bir işe yarayacağını dü-
şündüğünden değil, yalnızca tıbbın hayırlı yardımlarından yoksun kalmasın diye hastaya lapa yazmaktan başka çare
bulamadı. Ardından hastanın bir-bir buçuk günlük bir ömrü kaldığını söyleyerek ev sahibesine, “Siz de anacığım”
dedi, “Kiracınız için hemen çam bir tabut ısmarlayın, çünkü meşeler onun gibi birine biraz pahalı gelir.”

Akaki Akakiyeviç, kendisi için söylenen bu kötücül sözleri duymuş muydu, haydi duydu diyelim, bahtının karalığını
vurgulayan bu acılı sözler kendisini sarsmış mıydı, burası belli değil… çünkü bu sırada ateşler içinde kendinden
geçmiş, sayıklayarak yatıyordu. Hiç durmadan biri ötekinden daha tuhaf hayaller canlanıyordu gözünde: Kendini
Petroviç’in işliğinde görüyor ve ona yeni bir palto ısmarlıyordu örneğin; ancak bu kez paltosunun tuzaklı olmasını
istiyordu, çünkü odasında, yatağının altında hırsızlar vardı; hatta bir seferinde ev sahibesini çağırdı, yorganın içine

68
HİKÂYE

gizlenmiş olduğunu öne sürdüğü hırsızı ordan çıkarması için… Bazen de yeni bir palto diktirdiği halde çivide niçin
eski paltosunun asılı durduğunu soruyor… demeye kalmadan kendini generalden azar işitirken ve “Suçluyum, ne
deseniz haklısınız ekselansları general hazretleri” türünden laflar gevelerken görüyor, bunun hemen ardından ağza
alınmadık küfürler savurmaya başlıyordu…Ondan bugüne dek-özellikle de ekselansları, general hazretleri gibi yük-
sek görev unvanları ardından…(Düşünün: Doğrudan doğruya bu sözcüklerin ardından!) böyle sözler duymamış olan
ev sahibesi ha bire haç çıkarıyordu. Ve en sonunda büsbütün anlamsız sözler çıkmaya başladı ağzından… Ağzından
çıkan bütün o eksik, kopuk söz kırıntılarından anlaşılan tek bir sözcük vardı, o da “palto”ydu…

Sonunda zavallı Akaki Akakiyeviç ruhunu teslim etti. Ne odasını, ne eşyalarını mühürlediler, çünkü herhangi bir
mirasçı olmadığı gibi kaz tüyünden bir demet divit, devlet malı on adet birinci hamur kâğıt, üç çift çorap, panto-
lonundan kopmuş iki üç düğme ve okurların artık çok iyi bildikleri tülbente dönmüş şu eski paltodan başka miras
sayılabilecek herhangi bir şey kalmamıştı ondan geriye. Bunlar kime düştü, bilinmiyor; daha doğrusu öykünün yazarı
işin bu yönüyle hiç ilgilenmedi.

Götürüp gömdüler Akaki Akakiyeviç’i ve Petersburg, kendinde böyle biri hiç yaşamamışçasına onsuz kaldı. Kimsele-
rin korumadığı, kimselerin değer vermediği, sıradan bir sineği bile iğne ucuna geçirip mikroskop altında incelemeyi
ihmal etmeyen doğa bilimcilerin bile dönüp bakmadığı Akaki Akakiyeviç, ömrünün en sonunda da olsa palto biçimi-
ne bürünmüş kutlu bir konuk, göz kamaştırıcı bir ışık olarak yoksul yaşamını aydınlığa boğan bir mutluluğu yaşadı ve
sonra çarların, hükümdarların, tüm dünyaya egemen olanların başına gelen mutsuzluk onun da başına geldi, yıllarca
kalemdeki arkadaşlarının alaylarına nasıl sessizce katlandıysa, öyle sessizce dünyasını değiştirdi.

Akaki Akakiyeviç’in ölümünden bir süre sonra kasabada, Akakiyeviç’in hayaletinin ortaya çıktığına ve geceleri insan-
ların paltolarını çaldığına dair söylentiler dolaşmaya başlar. Söylentiler ve Akaki Akakiyeviç’in bir hayalet olarak hu-
zursuzluğu, önemli kişinin (generalin) paltosunun çalınmasıyla birlikte biter ve Akakiyeviç büyük bir huzura kavuşur.
Nikolay Vasilyeviç GOGOL, Bir Delinin Anı Defteri Palto-Burun

KELİME ÇALIŞMASI
çuha : Tüysüz, ince, sık dokunmuş yün kumaş. ibrişim : Kalınca bükülmüş ipek iplik.
divit : Hokkadaki mürekkebe batırılarak yazı yazmaya işlik : Atölye.
yarayan ve değişik uçları olan bir kalem türü. ruble : Beyaz Rusya ve Rusya Federasyonu’nda kullanılan para
humma : Ateşli hastalık. birimi.

METİNLE İLGİLİ ÖN BİLGİ


VE AÇIKLAMALAR
Okuduğunuz metin dünya edebiyatının önemli isimlerinden Nikolai Vasilievich Gogol’a aittir. Metin, işini iyi
yapan ancak silik kişiliğinden dolayı umursanmayan bir devlet memurunun yeni bir palto diktirmek zorunda
kalmasıyla başlar. Akaki Akakiyeviç’in büyük zorluklarla diktirdiği paltosunu çaldırması ve onu geri alabilmek
için verdiği uğraşlarla devam eden hikâye, akıcı ve samimi bir dille anlatılmıştır. Hikâye, gerçekçi bir yaklaşımla
verilse de fantastik unsurlar da kullanılmıştır.
Okuduğunuz metinde yazar, komik ve trajik unsurları kendine özgü bir üslupla bir araya getirmiştir. Yazarın,
kişilerin iç ve dış dünyalarını verirken betimlemeleri çarpıcı ve ustaca kullanması metnin anlaşılmasını kolaylaş-
tırmıştır.
Palto adlı hikâye dünyanın pek çok diline çevrilip beğeniyle okunmuştur. Hikâye, bir memurun yaşadığı doku-
naklı bir olayın yanında o dönemin Rusya’sının sosyal yaşamı, kültürel unsurları ve değerleri hakkında da fikir
vermektedir.

69
ÜNİTE 4

METNİ ANLAMA VE
ÇÖZÜMLEME
1. Okuduğunuz metinden alınan “Birkaç ay daha açlığa talim etti mi cebinde tam tamına seksen rublesi olacaktı.”
cümlesinde altı çizili kelime grubunun anlamını cümlenin bağlamından hareketle tahmin ediniz. Tahminleri-
nizi TDK’nin Sözlük’üyle karşılaştırınız.
2. Metinde Akaki Akakiyeviç palto alabilmek için nasıl bir yol izlemiştir?
3. Metinde kahramanın hayatına yeni bir paltonun girecek olması onu nasıl etkilemiştir?
4. Akaki Akakiyeviç’in ölümünden sonra kendisiyle ilgili neler anlatılmıştır? Bu durum size ne hissettirdi?
5. Metinde Akaki Akakiyeviç’ten kalan eşyalar için yazar “Bunlar kime düştü, bilinmiyor; daha doğrusu öykünün
yazarı işin bu yönüyle hiç ilgilenmedi.” diyerek bu bölüme değinmemiş. Yazar kahramandan kalan eşyalara da
değinmiş olsaydı sizce bu konuyla ilgili neler anlatırdı?
6. Metinde hikâye yazarının araya girdiği veya okuruyla konuştuğu bölümleri belirleyiniz. Yazarın araya girmesi
metnin anlatımına nasıl bir hava katmıştır?
7. Okuduğunuz metinde kişi, zaman ve mekân unsurlarını belirleyiniz.
8. Okuduğunuz metinde o dönem ve ülkenin kültürü, sosyal yaşamı veya evrensel değerlerle ilgili hangi unsurlara
ulaşabilirsiniz?
9. Metinde geçen deyimlere örnekler bulunuz. Bu deyimlerin metnin anlatımına nasıl bir katkı sağladığını belir-
tiniz.
10.

Akaki Akakiyeviç sanki daha bir canlanmış, hayatta bir amacı olan, bu amaç uğruna ne yapaca-
ğını, ne edeceğini bilen sağlam karakterli bir insan olmuştu. Yüzünden ve davranışlarından kuş-
kucu, kararsız, güvensiz, silik, sünepe ne varsa silinip gitmişti. Zaman zaman gözleri bir kor gibi
yanıyor, bu da bir yana kafasından son derece gözüpek düşüncelerin geçtiği oluyordu: Gerçekten
de yakaya sansar kürkü koyduramaz mıydı acaba? Paltosu üzerine bu türden derin düşüncelere
dalması, onu işinde de dalgın yapmıştı. Bir seferinde yazı temize çekerken az kalsın bir yanlış
yapıyordu; farkına varmasıyla birlikte basbayağı duyulur bir sesle, “Ah!” diye bağırdı, haç çıkardı.

a) Okuduğunuz metinden alınan yukarıdaki parçada mecaz ve gerçek anlamlı kelimelere örnekler
bulunuz. Bu örneklerin altını çiziniz.
b) Yukarıdaki parçada altı çizili cümlelerde yer alan noktalama işaretlerinin kullanım amaçlarını
söyleyiniz.
c) Yukarıdaki parçada koyu tonda yazılmış kelimelerin eş anlamlılarını söyleyiniz.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ


NİKOLAY VASİLYEVİÇ GOGOL (1809-1852): Ukrayna’da, toprak sahibi orta hâlli bir
ailede dünyaya geldi. 1828’de Petersburg’a giderek sivil hizmetlerde işler buldu. O sıra-
larda edebiyat çevrelerine ilk adımını attı. Çocukluğunu etkileyen köy yaşamı ve Kazak
gelenekleri eserlerine yansıdı, Ukrayna halk kültürünün ögeleriyle işlenmiş hikâyeler
yazdı. Mizah anlayışı, gerçekçi tutumu ve canlı anlatımıyla Rus edebiyatında önem-
li bir yeniliğin öncüsü oldu. Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları ve
Mirgorod Öyküleri’nde mizahın yanı sıra, yaşam karşısında karamsarlık ve dünyanın
olumsuz gidişatı üzerine düşüncelerini ortaya koydu. Rus gerçekçiliğinin gelişimine
önemli katkısı olan sanatçının, Ölü Canlar roman; Palto hikâye; Müfettiş, Bir Evlenme
tiyatro türündeki eserlerinden bazılarıdır.

70
HİKÂYE

KARŞILAŞTIRINIZ
Aşağıdaki söz ve müziği Barış MANÇO’ ya ait olan Ahmet Bey’in Ceketi adlı şarkıyı sınıfta dinleyiniz.
Aşağıda verilen Ahmet Bey’in Ceketi adlı eserin sözleriyle okuduğunuz Palto adlı metni ait oldukları sosyal ve kültürel
değerler yönüyle karşılaştırınız.
Palto adlı metinde “palto”ya yüklenen anlamla Ahmet Bey’in Ceketi’nde “ceket”e yüklenen anlamları karşılaştırınız.

AHMET BEY’İN CEKETİ


Tanrı bütün kullara rızkını dağıtırken
Kimi sırtüstü yatar kimi başta gezerken
Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti

O mahallede herkes gömlek giyerdi


Bizim Kul Ahmet bir gün bir ceket diktirdi diktirdi ya
Mahalleye dert oldu Kul Ahmet’in ceketi

Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi


Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti
Herkes gömlek giyerken Ahmet ceket giyerdi
Konu komşuya dert oldu Kul Ahmet’in ceketi

Mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken


Leylekler lak lak edip peynir gemisi yüklerken
Kul Ahmet erken yatar sabaha ya kısmet derdi
Kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti

Herkes gömlek giyedursun


Bizim Kul Ahmet ceketini bir de astarla kaplatıverdi kapatır ya
Kul Ahmet erken yatar sabaha ya kısmet derdi
Kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti
Herkes gömlek giyerken Kul Ahmet ceket giyerdi
Konu komşuya dert oldu Kul Ahmet’in ceketi

Bir gün bir yoksul öldü üzüldü mahalleli


Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli
Kul Ahmet dedi yalan dünya çıkardı ceketini
Örttü garibin üstüne kaldırdı cenazeyi

Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti


Biz Kul Ahmet birdenbire oluverdi Ahmet Bey
Ceket ise Ahmet Bey’in ceketi
İbreti âlem oldu Ahmet Bey’in ceketi
Meğerse tüm keramet ceketteymiş be Ahmet
Barış’a sorar isen sen bu yolda devam et.

71
ÜNİTE 4

SIRA SİZDE
Teması “bilimkurgu” olan bir hikâye yazmak isteseniz aşağıdaki görsellerden hangilerini kullanmak istersi-
niz? Neden?
Siz de bu temayla ilgili bir fotoğraf eklemek isteseniz nasıl bir fotoğraf (gazeteler, dergi, Genel Ağ vb.den ya-
rarlanarak) eklersiniz? Nedenleriyle açıklayınız.

7
72
HİKÂYE

KISSADAN
HİSSE
Aşağıda Robin S. SHARMA’nın Ferrarisini Satan Bilge adlı eserinden bir bölüm verilmiştir. Metinle ilgili çıkarımlarınızı Türk
aile yapısını göz önünde bulundurup gördüğünüz, yaşadığınız günlük olaylarla bağlantı kurarak yapınız.

Bir zamanlar sevgili kocasını yitirmiş olan zayıf, yaşlı bir ka-
dın varmış. Bu yüzden kadın oğlu, onun karısı ve çocuğuyla
birlikte yaşamaya gitmiş. Her geçen gün kadının gözleri bozu-
luyor ve kulakları daha ağır işitiyormuş. Bir gün o kadar çok
titremeye başlamış ki bezelyeleri tabağından yere yuvarlanmış
ve çorbası kâsesinden dökülmüş. Oğlu ve oğlunun karısı yaşlı
kadının neden olduğu dağınıklıktan artık rahatsız olmuşlar ve
yeter demişler. Süpürge dolabının yanına küçük bir masa yer-
leştirmişler ve kadın tüm öğünlerini orada yemeye başlamış,
tek başına. Yemek zamanı odanın diğer ucundan yaşlı gözlerle
onları izlermiş ancak onlar yemek yerken pek konuşmazmış;
çatalını düşürdüğü için onu azarlamak dışında.
Bir akşam yemekten hemen önce evin küçük kızı yerde otur-
muş oyuncak inşaat setiyle oyalanmaktaymış. “Ne yapıyor-
sun?” diye sormuş babası ciddi bir sesle. ‘Sen ve annem için
küçük bir masa yapıyorum diye yanıtlamış kız, böylece ben bü-
yüdüğümde köşede oturup yemeğinizi yiyebileceksiniz.’ Baba
ve anne sonsuzluk gibi gelen uzun bir süre susmuşlar. Sonra ağ-
lamaya başlamışlar. İşte o zaman yaptıklarının anlamının ve
sebep oldukları üzüntünün farkına varmışlar. O akşam yaşlı
kadını büyük yemek masalarında onlarla birlikte yemek üzere
hakkı olan yere oturtmuşlar tekrar. Bir daha da küçük bir par-
ça yemek yere döküldüğünde kimse yakınmamış.

73
ÜNİTE 4

YAZMA ÇALIŞMALARI

İnsan hayatında olan veya olma ihtimali bulunan olayları belli bir biçim ve kurgu içinde anla-
tan metinlere hikâye denir. Hikâye kısa olduğu için kolay okunan ve sevilen bir türdür. Hikâ-
yenin en önemli malzemesi insandır. İnsanın olduğu her yerde hikâye vardır. İnsani olan her
şey hikâye konusu olabilir. Az da olsa, başka varlıklar da hikâyenin konusunu teşkil edebilir.
İnsanlar arasındaki anlaşmazlık ve çatışma, hikâyenin temel unsurlarından biridir. Okura
hayattan kurgusal bir kesit sunan hikâyenin dört ögesi vardır: olay ya da durum, kişiler, yer
ve zaman. Özellikle olay merkezli hikâyelerde olayların ortaya konduğu serim, merak ögesi-
nin arttığı, olayların geliştiği düğüm ve olayların sonuca bağlandığı çözüm bölümleri bulu-
nur. Ancak hikâyede derin ruh tahlillerine girişilmez. Hayattan alınan bir kesit yoğunlaştırı-
lır. Hikâyede söz konu edilen kişiler azdır. Bir tek insan bile hikâyenin varlığı için yeterlidir.

U YGUL AMA
Okuduğunuz bir kitaptan, seyrettiğiniz bir filmden, hayal gücünüzden ya da kendi hayatınızdan yola çıkarak bir
hikâye yazınız.

Okuduğunuz bir hikâyenin serim, düğüm ve çözüm bölümlerinde değişiklik yaparak hikâyeyi yeniden yazınız ve
yazdığınız hikâyeyi orijinal hâliyle karşılaştırınız.

Yazdığınız hikâyede gerçek, mecaz ve terim anlamlı kelimelere veya deyim gibi kelime gruplarına yer veriniz. Bu
kelime ve kelime gruplarının altını çiziniz.

Yazdığınız hikâyeyi yazım ve noktalama açısından gözden geçiriniz.

74
HİKÂYE

SÖZLÜ İLETİŞİM

Halk Hikâyesi: Halk topluluğu önünde, hikâyeci âşıklar tarafından söylenen, nesir ve nazım ka-
rışık hikâye çeşidi. Yazarları belli olmayan bu hikâyelerin çoğunun konusu Kerem ile Aslı, Tahir
ile Zühre, Âşık Garip’te olduğu gibi sevgidir. Köroğlu gibi kahramanlık hikâyeleri de vardır. Halk
hikâyelerinde mensur kısımlar taklitler ve jestlerle, manzum kısımlar ise saz çalarak söylenir. Bu
hikâyelerde de olağanüstü olaylara çok yer verilmiştir. Halk hikâyesi, destan çağları geçtikten sonra,
eski destanların yerini tutmuştu. Bugün ise, modern romanla tiyatro ve sinema halk hikâyesinin
yerini almıştır.
Meddah: Medhedici, övücü. Taklitler yapıp hoş hikâyeler anlatarak halkı eğlendiren sanatçı. Türk
halk zekâsının ve halkın hikâyeleri karikatürize ederek yaratıp anlatma yetisinin büyük sanatla-
rından biri olan meddahlık, yüzyıllar boyu yaşamış, Türk halkı arasında çok büyük ilgi görmüştür.
Meddahlık için, tek adamlı tiyatro diyebiliriz. Meddah tiyatronun bütün şahıslarını varlığında bir-
leştiren bir aktördür. Yüksekçe bir yerde oturarak, bir hikâyeyi başından sonuna kadar, her şahsı
şivelerine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, dekoru, elbiseleri, şahısları bulunmayan bu
tiyatronun her şeyi meddah denilen o tek adamın zekâsına, bilgisine, söz söylemekteki başarısına
bağlıdır. Meddahların çoğu şu klasikleşmiş beyitle hikâyelerine başlıyorlardı. Meddah; anlatacağı
hikâyeye girmeden önce: “Haaak dostum Haak!” diyerek çoğunlukla şu beyti okur:
Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet
Dinle imdi bende-i âcizden bir hoş hikâyet
Seyit Kemal KARAALİOĞLU, Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü

U YGUL A MA
Yukarıda meddahlık geleneği ve halk hikâyesi ile ilgili bilgiler verilmiştir. Bu açıklamaları okuduktan sonra
bu konuda hazırlanmış bir video izleyiniz.

Okuduğunuz hikâyelerden (Biz İnsanız, Forsa, Uzun Hikâye) birini değerlendiren bir konuşma yapınız. Ko-
nuşmalarınızda vurgu ve tonlamaya dikkat ediniz.

75
ÜNİTE 4

ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI

A Aşağıdaki parçada boş bırakılan yerlere düşüncenin akışına göre kutucuklardaki kelimelerden
uygun olanlarını getiriniz.

1. ............................ bir gözlemden ve izlenimden yola çıkarak olayın veya durumun anlatımıdır. Kısa,
kişilerinin sayıca az olması ve kişilerin hayatlarının yalnız bir tek kesitini anlatması bu türün belli
başlı özelliğidir. İnsana ve insanın yaşamına dair her şeyin ele alındığı bu türde çeşitli anlatım
teknikleri kullanılır. Karşılıklı konuşmalara ............................ tekniği adı verilirken ayrıntıların at-
landığı teknik ise ............................ dir. Bu türün yapı unsurları ............................, ............................,
............................, ............................ dir. ............................., .........................., ............................ gibi
isimler bu türe örnek vermiştir.
Hikâye (öykü) olay kişi şiir diyalog zaman

ahenk özetleme yer (mekân) Sait Faik Abasıyanık

Ömer Seyfettin Memduh Şevket Esendal Fazıl Hüsnü Dağlarca imge

B Aşağıda numaralar ile verilen eserleri harf ile verilen sanatçılarla eşleştirerek harfleri, numaraların
yanındaki yay ayraçların içine yazınız.

2. Eserler Sanatçılar
( ) I. Uzun hikâye a. Yaşar Kemal

( ) II. Mendil Altında b. Rasim Özdenören

( ) III. Balkondaki Fısıltı c. Richard Bach

( ) IV. Sarı Sıcak ç. Memduh Şevket Esendal

( ) V. Martı d. Mustafa Kutlu

C Aşağıdaki açık uçlu soruların cevabını ilgili alana yazınız.

3. Öykücü, bir insanlık durumunu anlatırken, gözleme, yaşam deneyimlerine ne denli bağlıysa; anlata-
cağı ‘şey’ i nasıl anlatması gerektiğini de sözlü-yazılı geleneğin birikiminden edinmeye açık olmalıdır.
Yani; öykü yazmak çabasını besleyen ana kaynaklara, kendisinden önceki birikime ulaşmalıdır. Bu
birikimi tanımak, bilmek, okuyup irdelemek, hatta bunlarla hesaplaşmak öykü yazarının kaçınılmaz
görevlerindendir. Ne yazdığını bilmek kadar, nasıl yazılması gerektiğini de ancak bu yolla öğrenebilir
öykücü.
Feridun ANDAÇ
Bu parçaya göre öykücü iyi bir öykü yazmak için nelere dikkat etmelidir?
...........................................................................................................................................................................
...........................................................................................................................................................................
...........................................................................................................................................................................

76
HİKÂYE

4-5. soruları aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız.

Evden çıktı. Öğlenin ağır sıcağı “merhaba”dedi hemen.. Aldıracağı yoktu. Ve de aldırmadı. İçindeki eziklik yeti-
yor, artıyordu bile. Bir de güneyin dik dik konuşmasına açık tutacak kulağı yoktu.
Köyü çıktı. Tarlalar bağlıyordu hemen. Ekinlere takılan gözleri tökezledi. Alttan alta tutuşmuştu köyün tüm
ekinleri. Alt yapraklar sapsarı kesilmişti. Üste de koyu bir morluk sarılığın sırtına çökmüş gibiydi. Can alıcı ye-
şilden iğne boyu bir uç gözükmüyordu. “ Bir ben değil cümle alem perişan,” dedi içinden.. Köy tümüyle karaları
giydi,” dedi içinden.. Sonra duyulur sesle söyledi: “El ile gelen düğün bayram..”Beğenmedi söylediklerini:
“Böyle bayram batsın.. Kara günün bayramı olur mu? Tümüynen yandık işte.. Hepimizin ipliği pazara çıkacak..”
Söylenip yürüyordu. Başından bir boy ter boyun aralığından sırtına kayıyordu. Bir boy ter de alın boşluğundan
aşağı iniyordu.. “ Bu ekinlere denizleri bağlasan yine de çaresiz,” diye düşündü. Bu aralık burun sırımdan süzü-
len iri bir damla terin “pat” sesi duyulurcasına toprağa düştüğünü hissetti: “Böyle iri iri yağmalı ki toprak kan-
sın..” Böyle söylendi. Kıldırgüçük bir bölük tarlası vardı bu yönde. Hem de köy tarlalarının bitiminde.. Öküzlerle
gelip gitmesi, tarlaya iki çizgi çekmesi akşamı buldururdu. “Bu tarla günlüğümü beş kuruşa getirtiyor,” diye dert
yanardı sağa sola….
Abbas SAYAR, Yorganımı Sıkı Sar

4. Bu parçadan dayanak noktalarınızı belirterek hikâye türü ile ilgili iki özellik yazınız.

..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................

5. Bu parçanın anlam ve bütünlüğüne dikkat ederek parçayı devam ettiriniz. Aşağıda belirtilen unsurları
devam ettireceğiniz bölümlerde kullanınız.

Parçadaki kahramanın çaresizlik


Tabiatla ilgili durumları
içindeki durumundan kurtulaca-
Diyaloglara yer veriniz. mecaz anlamlı kelimeleri
ğı olumlu gelişmeler yaşamasını
kullanarak betimleyiniz.
sağlayınız.

..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
..................................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................

77
ÜNİTE 4

6-10. soruları aşağıda harfler ile gösterilen metinleri okuyarak cevaplayınız. Cevaplarınızı soruların
yanında verilen harflerden birini veya birkaçını kodlayarak veriniz.

A B
Çevrede evler yıkılıyordu büyük gürültülerle, savaşı Bir zamanlar onlar için çarptı yüreğim, bir sağanak
ansıtan gürültülerle. Önce yıkma takımları geliyor- aydınlıkları yağdı, bütün bir dünyayı onların gözüy-
du balyozları ve öteki savaş ağırlıklarıyla, gürzleri le görmeye çalıştım. Gürültülü patırtılı çocuklar geçti
ve kalkanlarıyla, dalıyorlardı bu yoksul ve içi bo- önümüzden, göz kamaştırıcı coşkularına kapıldım,
şalmış evlere. Vuruyorlardı balyozlarını duvarlara, koşarak geçtiler. Küçük ince bir el bütün kırışıklıkları
soyuyorlardı bu eski evlerin uzun sinirlere benze- düzeltti, kumaş yeniden yanardöner ışıltılarıyla do-
yen eskimiş demirlerini duvarlarından ve tuğlala- nandı. Benim için hazırlanmış bir fincan çayı içtim,
rından. Ayrı ayrı uçlardan bu demirler ve tuğlalar üstüne delibal sürülmüş ekmeklerden yedim. Kalaba-
gidiyorlardı kamyonlara konularak gecekondu ya- lığın arasından ayırt ettim onları. Tahta boncuklardan
pımına, yasalara aykırı bir biçimde insanca gelişen. Pinokyo’mu anlattım. Bir ağız Pinokyo için gülümse-
Ve vuruyorlardı yıkım işçileri balyozlarını, ikide bir di; bu gülümseyişteki duyguları çözmeye çabaladım.
dinlenip ellerine tükürerek, öğleleri zeytin ekmek Alayla sevecenliği inanılmaz ayrıntılarıyla sergilediler.
yiyerek, duvarlara bütün güçleriyle, ağır beyinlerde Ben gelince bir oturma odasında ışık yandı, sofraya bir
bir zonklama gibi. Vuruyor ve yıkıyorlardı, alaşağı tabak daha koydular. Toplanmamış yatakları görme-
ediyorlardı bu duvarlarla birlikte bu evlerde yıllarca mem için bir oda kapısı apar topar çekildi, belli etme-
birikmiş anıları. den başımı çevirdim.
Kaplumbağa bakıyordu bunlara küçük, mercimek Selim İLERİ, Kuşlar mı Konar
gibi gözleriyle.
Orhan DURU, Kaplumbağa Taşıyan Çocuk

İstanbul’un baharı yoktur!


İstanbul’da on iki ayın yarısı kış yarısı yazdır. Bahar, çokluk kış ortalarına serpişmiş yazdan kalma harikulâde
aydınlık, sımsıcaklardır; karakışın ortasında, karanlıklarda çakan şimşekler gibi bir an gelir, ertesi gün bu bir anlık
mutluluğun öcünü almak istercesine, daha karanlık, daha gümbürtülü, daha sırılsıklam günler birbirini kovala-
maya başlar.
İstanbul’un baharı yoktur!”
Orhan KEMAL, Önce Ekmek “Bir Çocuk”

6. Yukarıda harf ile gösterilen metinlerin hangisi veya hangilerinde betimleme vardır? A B C

7. Yukarıda harf ile gösterilen metinlerin hangisi veya hangilerinde karşıt durumlar- A B C
dan söz edilmiştir?
8. Yukarıda harf ile gösterilen metinlerin hangisi veya hangilerinde mekân, zaman ve A B C
kişi unsurlarına yer verilmiştir?
9. Yukarıda harf ile gösterilen metinlerin hangisi veya hangilerinde kişilerin ruh hâl- A B C
leri yansıtılmıştır?
10. Yukarıda harf ile gösterilen metinlerin hangisi veya hangilerinde manevi değerler A B C
ve sosyal yaşamla ilgili unsurlar söz konusudur?

78
HİKÂYE

11-15. soruları aşağıdaki metne göre cevaplayınız.

GÜNDÜZÜNÜ KAYBEDEN KUŞ


Martılardan söz açmıyorum. Onları sayısız çığrış ve çırpınışlarıyla kıyılarda görür durur ve görmesini de se-
veriz. Fakat o bildiğimiz martılardan çok daha büyük ve kanatları çok daha uzun bir açık deniz martısı vardır.
Onlara Güney Akdeniz’de miho derler. İşte onlardan söz açmak istiyorum.
Sanki kuş değildir de, kanatlanmış bir köpük parçası, -ne bileyim- bir ıssızlık parçasıdır. Denizin o hırlayan
uçurumları, tepe takla dönmüş, Niagara şelaleleri gibi havaya yükselirken, onlara gün doğdu demektir. İşte o
zaman fırtınayı da, kara bulutları da taa aşağılarda bırakırlar. İnsanın hayalini bile korkutan çıldırtacak yük-
sekliklere çıkarlar. Göklerin koynunda küçücük mavi bir nokta olurlar. O nokta, çıkar çıkar da mavilerde erir.
Ve yabansı kuş, maviler çölünde, dinginlik ve suskunluk içinde yapayalnız kalır. Fırtınasız açık havada başka
bir evrenden geliyormuş gibi ara sıra, uzak bir çağırış duyulur gibi olur. İnsan, “Acaba gök mavileri mi dile gel-
di?” diye dört yana bakınır durur. Oysa öten, denizin kartalıdır. Bu fırtınalar imparatorunun hızı kasırgayı aşar.
Kendisiyle ancak şimşek yarışabilir. Denizin ve sonsuzlukların bu kayıtsız seyircisi, karaların kartalı ve akbaba-
sı gibi yırtıcı gagalı ve pençeli değildir. Enginin bu kuşu, en yükseklerde uçan bir beyaz bulutun hayatını yaşar.
Hacı Süleyman, şafaktan beri elde çifte, önde köpek, kıyı kıyı taban tepiyordu. Tanyeri uyanırken, keklikler
derelerden, yamaçlardan cak cacak cak cak cacak cak ederek, yeni doğan günü bütün kuşlar, böcekler, çalılar,
dağlar, taşlar ve denizlerle esenliyorlardı. Ne bir kuş ne de bir böcek olan Goethe’nin bile ölürken ve kapkara
sonrasızlığa göçerken son çağırışı “Işık! Işık! Işık!” değil miydi? Çiçek, balık, kuş, insanın hepsinin aradığı ışık
işte ağarmaktaydı. Keklikler hamamböceği, solucan, akrep, tespihböceği değillerdi ki karanlıkları arasınlar.
Onlar güneşle ve güneşten yaşıyorlardı. Zavallılar o ışığı sesleriyle, şarkılarıyla içlerinin ışığından gelme, ışık-
larıyla esenliyorlardı.
Halikarnas Balıkçısı

11. Okuduğunuz metinde hangi duyulara ait ayrıntılara yer verildiğini aşağıda boş bırakılan yerlere yazınız.
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
12. Metinde tabiatın devinim içerisinde verildiğini söyleyebilir misiniz? Nedenlerini aşağıdaki boş bırakı-
lan yerlere yazınız.
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
13. Metinde “gök” ve “miho” için hangi benzetmelerin yapıldığını aşağıdaki boşluklara yazınız.
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
14. Sizce yazar, metni oluştururken bir durumdan mı yoksa olaydan mı yola çıkmıştır? Açıklamalarınızı
aşağıdaki boş bırakılan yerlere yazınız.
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
15. Aşağıda verilen boşluklara okuduğunuz metinden kelime ve kelime grubu örnekleri bulunuz. Buldu-
ğunuz örnekleri aşağıdaki şemalara yazınız.

Gerçek Anlam Mecaz Anlam Deyim Anlam

79
ÜNİTE 4

Ç Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları okuyunuz ve doğru seçeneği işaretleyiniz.

16. (I) Öykü kurmak birini anlatmaktır; ona dair 18. Gün tepeye doğru yekindi. Ortalık ışığa boğul-
olan herhangi bir şey odak ya da eksen alınarak muş… Topraktaki ekin saplarına, destelere vu-
dile getirilen biri tarafından kurulur, anlatılır. ran gün şavkıyor… Işıltılar iplik iplik sönüyor.
(II) Anlatıcılık görevini kime verirsek verelim, Binlerce, yüz binlerce birbirine dolanmış ışık
bu “anlatıcı” bizizdir her zaman, yani yazar. ipliği uçuşuyor. Destecilerin yüzleri toza bu-
(III) Gözleyen, hisseden, seçen, etkilenen, sıra- lanmış, yüzlerden oluk oluk ter süzülüyor. Dört
danlığı reddeden, düşleyip tasarlayan sonunda bucağa ateş düşmüş yanıyor.
da oturup bunu yazıya döken ve yazıya dök-
Bu parçanın anlatımıyla ilgili olarak aşağıda-
tüklerine göz atan…(IV) Bu anlamda biz buna
kilerden hangisi söylenemez?
anlatıcı diyoruz. (V) Onu anlatıcı kılan yalnızca
anlattıkları değil, anlatıcı olmasını sağlayan bi- A) İkilemeler kullanılmıştır.
rikimdir. B) Karşılaştırmalardan yararlanılmıştır.
C) İnsandan doğaya aktarım yapılmıştır.
Bu parçada numaralanmış cümlelerle ilgili
D) Varlıklar ayırt edici özellikleriyle
aşağıdaki açıklamalardan hangisi yanlıştır?
verilmiştir.
A) I. cümlede bir kavramın tanımı yapılmıştır. E) Mecazlı söyleyiş vardır.
B) II. cümlede “yani” kelimesi kendinden
önceki yargıyı açıklamak amacıyla
kullanılmıştır.
C) III. cümlede birden çok bileşik kelime
kullanılmıştır. 19. İster olay anlatsın ister durum, ister bir görüntü
D) IV. cümlede bir yargı gerekçesi ile birlikte çizsin yazar, ister atmosfer oluştursun, bunları
verilmiştir. yaparken kullandığı şeyden ibarettir öykü; dil-
E) V. cümlede virgül, sıralı cümleleri ayırmak den ibarettir. Kişilerini de dille anlatır, zamanı
için kullanılmıştır. da dille verir, çevreyi de… Biçem ya da üslup
dediğimiz şey, dilin kullanım biçiminden başka
nedir ki! Yaşanmış ve yaşanabilir olayları anla-
tanın kendisini öykücü sanması, devrik tümce-
leri yan yana değil alt alta dizenin kendisini şair
sanmasına benzer.
17. Bir yazarın en iyi kitabını belirleyecek genel
geçer bir yöntem yok. (I)Yazarların en iyi öy- Bu düşüncelere sahip bir yazarın, aşağıdaki
külerinin yoğunlaştığı, onları temsil eden, on- cümlelerden hangisini söylemesi beklenmez?
ların öykü anlayışlarını yansıtan, giderek en iyi A) Öykü, her şeyden önce ve yalnızca bir dil
öykü kitaplarını belirlemek o kadar da kolay işçiliğidir.
değil. (II) Bunun sonuçta öznel bir yaklaşım B) Dile egemen olamayan yazar dili
olduğunu da kabullenmek gerekir. (III) Çünkü yönetemez, dil onu yönetir.
en iyi kitaplar ciddi bir birikimin ürünü olan C) Öyküyü öykü yapan unsur, dili ya da
kitaplardır. (IV) İşin çıkış noktası “bana göre” hacminden çok yoğunluğudur.
yaklaşımıydı. (V) Bu “bana göre” nin içi iyi dol- D) Dil, iyi bir öyküde fark etmediğimiz, kötü
durulabilir, gerekçeleri iyi oluşturulabilirse işin öyküde gözümüze batan ilk şeydir.
içinden çıkılabilirdi. E) Öyküyü oluşturabilmek için yazarın elinde
Bu parçada numaralanmış cümlelerden han- tek malzeme olarak kullandığı dil vardır.
gisi düşüncenin akışını bozmaktadır?
A) I. B) II. C) III. D) IV. E) V.

80
HİKÂYE

20. Bir gelirken binmişti trene, bir de şimdi biniyordu. 23. Kuşkusuz bir yazarı tanımanın en iyi yolu onun tüm
Sabırsızlandı. Kaşları çatılmıştı. İçi içine sığmıyor- kitaplarını okumaktan geçer. Çünkü bir yazarın en
du. Kocaman, sarı tahta bavulunun üstüne oturmuş- iyi şiiri, öyküsü çeşitli kitaplara dağılmıştır. Bu yüz-
tu. Yerinde duramıyordu. Sırtını duvara vermişti. den bir yazarı bütünlüklü okumak şart. Ama bazen o
Şapkası, şalvarı, mintanı, ceketi, ayakkabısı yepyeni, kitaplardan seçme yapmak bunların tümünü okuya-
pırıl pırıldı. Fabrikadan şimdi çıkmış gibi. Minta- mayanlar için bir kitap önermek gerekebilir. Böylece
nı sarı çizgiliydi. Göze batıyordu. Kalabalık gidip bu kitaplar bir “kapı” görevi görecek, okur o yazarın
geliyordu. Kalabalık telaşlı. Gürültülü tren istasyo- dünyasını, öykü anlayışını benimserse tüm kitapla-
nunda kocaman tahta bavulunu bırakacak kuytu bir rını okumayı düşünebilecektir. Bütün bu nedenler-
köşe bulmak için etrafına göz gezdiriyordu. den dolayı, kimi risklerine rağmen bu yazarlardan
bir seçme yapmanın önemi açıktı.
Aşağıdakilerden hangisinde bu parçada altı çizili
deyimlerin açıklamalarından biri verilmemiştir? Aşağıdakilerden hangisi bu parçada anlatılan,
“kapı” görevi üstlenen bir kitaptan söz etmektedir?
A) Sürekli kıpırdamak
B) Aşırı derecede görünür olmak A) Okumaya başladığım andan itibaren beni içine
C) Bir yeri, bir şeyi çabucak incelemek çekiveren bir eserdi. Defalarca okudum ve her
D) Ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak seferinde aynı heyecanla satırlarını takip ettim.
E) Telaş, sabırsızlık, coşkunluk göstermekten Doğrusu bu yazarın diğer eserlerini de aynı
kendini alamamak heyecanla okumuştum.
B) Açık söylemek gerekirse sadece kapağını
beğenip aldığım bir kitaptı. Beni bu kadar
21. ................................., etkilemenin en başta sayılabi-
etkileyeceği daha sonra o yazarın tüm kitaplarını
lecek koşuludur elbette. Öyküsünde yeni olan yanı
alıp bir solukta bitireceğim aklıma gelmezdi.
yazar, bakış açısıyla mı yakalar, anlatımı mı yenidir,
O kitap bana bir yazarın tüm kitaplarını
yaklaşımı mı; orası ona kalmıştır; ama hiç değilse
okutuvermişti.
bir yönüyle yenilik taşımayan öykü, etkileme şansını
C) İlk kitabından son kitabına kadar takip ettiğim
daha baştan yarı yarıya yitirmiştir.
ve yazarlık konusunda örnek aldığım bir
Bu paragrafta boş bırakılan yere aşağıdakilerden sanatçıydı. Ancak son kitabında hayal kırıklığı
hangisi getirilirse bir öykünün etkili olmasını yaşadım. Üslubu tamamen değişmiş sanki kitabı
sağlayan özellik belirtilmiş olur? başka birinin kaleminden çıkmıştı.
A) Özgünlük D) Edebî türlerden en çok şiiri severim. Şiirin,
B) Evrensellik insanların duygularını diğer türlere göre daha
C) Akıcılık iyi anlattığını düşünmüşümdür hep. O yüzden
D) Sürükleyicilik ben de sanat hayatıma şiirle başladım ve şiirden
E) Özlülük başka hiçbir türe yönelmedim.
E) Hikâye yazmanın çok zor olduğunu sanıyordum.
Okuduğum bu kitapta hikâye yazmanın
22. Tek oyuncu, oyunu tek başına hazırlayıp temsil eder. aşamaları öyle basit ve anlaşılır anlatılmıştı
Sahne ve dekor yoktur. Oyuncu söze başlayacağı za- ki hikâye yazmayı denemem gerekiyordu. İyi
man omuzunda beyaz bir mendil ve elinde bastonu ki denemişim. O güne kadar çok az hikâye
ile bir iskemleye oturur. Anlattığı olay veya hikâyeyi okumama rağmen iyi bir hikâye yazarı oldum.
seyirciler önünde, jest ve mimik, hareket ve taklit-
lerle canlandırır. Bütün hüner tek başına temsil kad-
rosu olan sanatkârın kendisini dinletme gücünde
toplanır.
Bu parçada bahsedilen kişi, aşağıdakilerin hangi-
sidir?

A) Anlatıcı B) Yazar C) Meddah


D) Şair E) Komedyen

81

You might also like