Professional Documents
Culture Documents
AVUKATLIK
AVUKATLIK
Danıştay
5. Daire
Esas No:1988/1318/
Karar No:1989/414
K. Tarihi:
Düşüncesi : Temyiz istemi, öğretim görevlisi olan davacının serbest avukatlık izni
verilmemesi yolundaki işlemin iptali isteğiyle açtığı davada ........... idare Mahkemesince
verilen iptal yolundaki kararın bozulmasına ilişkindir.
2547 sayılı Yasanın Çalışma Esaslarını belirleyen 36. maddesi, çalışmasının tamamını
üniversiteye ayırıp ayırmama kıstasına göre üniversite öğretim elemanlarını devamlı
veya kısmi statüde görev yapanlar olarak ikiye ayırmaktadır. Aynı maddenin c fıkrasında
ise devamlı statüde bulunan öğretim Üyeleri ile aylıklı öğretim yardımcıları en az Devlet
memurları için kabul edilmiş olan haftalık çalışma süresi kadar bir süre eğitim, öğretim,
bilimsel araştırma, uygulama ve yönetim görevleri ile, üniversite organlarınca verilen
diğer görevleri yapmakla yükümlüdürler denilmek suretiyle kısmi statüde görev yapan
öğretim üyelerinden profesör ve doçent hariç aylıklı tüm üniversite öğretim elemanlarının
devamlı statüde görev yapmalarının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
2547 sayılı Yasa kısmi statüde çalışan profesör ve doçent dışındaki öğretim
elemanlarının serbest meslek icra etmelerine imkan vermemektedir.
öğretim görevlisi olarak devamlı statüde görev yapan davacıya Avukatlık izni
verilmemesine ilişkin işlemde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
Davalı idare, Mahkeme kararının 1136 sayılı Kanunun 12. ve 2547 sayılı Kanunun 36.
maddeleri ile Yükseköğretim Kurumunun 4.4.1986 gün ve 5332 sayılı talimatına aykırı
olduğunu öne sürmekte ve kararın temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
2547 sayılı Yasanın, Üniversite öğretim elemanlarının çalışma esaslarım düzenleyen 36.
maddesinde adı geçen elemanlar, çalışmalarının tamamını üniversiteye ayırıp ayırmama
durumlarına göre, kısmi ve devamlı statüde görev yapanlar olarak ikiye ayrılmış
bulunmaktadırlar. Maddeyle, kısmi statüde çalışan profesör ve doçentler dışındaki aylıklı
tüm öğretim elemanları devamlı statüde görev yapan kişiler olarak tanımlanmışlardır.
Sözü edilen maddenin (c) bendinde yer alan devamlı statüde bulunan öğretim üyeleri ile
aylıklı öğretim yardımcıları en az Devlet Memurları için kabul edilmiş olan haftalık
çalışma süresi kadar bir süre eğitim öğretim ve bilimsel araştırma, uygulama ve yönetim
görevleriyle üniversite organlarınca verilen diğer görevleri yapmakla yükümlüdür
yolundaki hüküm ve avukatlık mesleğinin nitelik ve gereksinimleri karşısında öğretim
görevlisi olarak devamlı statüde görev yapan davacının serbest meslek icra etmesine
olanak bulunmadığı açık olduğundan bu yolda tesis edilen işlemin iptaline ilişkin idare
Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
03 Şub 2020 19:51
Levent Mazılıgüney**
Kamu görevinden çıkarma içerikli tüm OHAL KHK’lerin tamamında ihraç edilenlerle
ilgili yer alan ve yeniden kamu hizmetinde istihdam edilmemeyi içeren 1’inci
maddenin ilgili bölümü şu şekildedir;
Kamu görevinden çıkarılmış Hukuk Fakültesi mezunu veya daha önceden avukatlık
ruhsatı sahibi olan çok sayıda kişinin avukatlık yapmasına KHK’lerin belirtilen
maddesi gerekçe gösterilerek Adalet Bakanlığınca (Bakanlık) engel olunmaktadır.
Süreç genel olarak şu şekilde işlemiştir. 15 Temmuz’un hemen akabinde Türkiye
Barolar Birliği (TBB) Avukatlık Kanununda belirtilen engel hallerin yer almadığı
gerekçesiyle avukatlık stajına başvuruları kabul etmiş veya önceden ruhsatı olanlar
baro levhasına kaydolarak avukatlık yapmaya başlayabilmiştir.
Ancak hemen akabinde Bakanlık daha önce avukatlık ruhsatı olup baro levhasına
yazılanlar için TBB aleyhine baro levhasına yazılma işleminin iptali için idare
mahkemelerinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davaları açmıştır. Adalet
Bakanlığının temel gerekçesi KHK’lerde yer alan madde ve avukatlığın kanunda bir
kamu hizmeti olarak tanımlanmış olmasıdır.
“Bağımsız” İdare Mahkemeleri Bakanlık lehine ve TBB dolayısıyla avukatlık yapmak
isteyen KHK’lı aleyhine karar verdikten sonra istinaf aşamasında da ilk kararlar
onanmıştır. TBB ilk derece idare mahkemesi iptal kararlarının Bölge İdare
Mahkemelerince de onanması sonrasında ihraç kamu görevlilerinin avukatlık ruhsatı
alma ve/veya baro levhasına yazılma başvurularını reddetmeye başlamıştır. Ret
gerekçelerinde TBB, avukatlık yapılmasına engel bir hal olmadığını belirtmekle
birlikte KHK ile ihraç olmuş kişilerin ruhsat başvurularıyla ilgili daha önce verdikleri
kabul kararlarının Bakanlıkça dava edildiği ve hem idare mahkemesi hem İstinafça
Bakanlık görüşünün kabul edilerek işlemin iptal edildiği, Danıştay’a başvurulması
neticesinde ise Danıştay’ın kararın istinaf aşamasında kesinleştiği, Danıştay’a temyiz
imkânı bulunmadığı şeklinde cevap verildiğini, kesinleşmiş mahkeme kararı olduğu
için bundan sonra başvuruları reddetme şeklinde “ilke kararı” aldıklarını ifade etmiştir.
Özellikle takipsizlik veya beraat almış ya da adli işlemi olmayan hukukçuların dahi
avukatlık yapma başvurularının reddedilmesi ve etkin pişmanlıktan faydalanmış ve
kovuşturma sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş eski
yargı mensuplarından kürsüde görevlerine devam edenlerin veya avukatlık
yapanların kamuoyuna yansıması sonucu TBB görüş değişikliğine gitmiş, takipsizlik
veya beraat almış ya da adli işlemi olmayan hukukçuların başvurularını kabul etmeye
başlamıştır. TBB, kovuşturması devam eden hukukçular için ise bekleme kararı
vermekte veya başvuruları reddetmektedir. TBB tarafından kabul edilen başvurular
Bakanlıkça uygun bulunmamakta ve tekrar görüşülmek üzere TBB’ye gönderilmekte,
TBB ise genellikle kararında ısrar etmektedir.
i. KHK’lerin 1/2 maddesinde KHK ile meslekten veya kamu hizmetinden çıkarılanların
bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlanmış olması,
ii. Avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olduğu, dolayısıyla KHK ile kamu görevinden
çıkarılanların avukatlık mesleğini yapamayacağı,
iii. KHK’lerin 1. maddesindeki meslekten ya da kamu hizmetinden çıkarma işleminin
adli veya disiplin suçu işlenilmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak
terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların
kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici
olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğinde olması
şeklindedir.
“Sivil ölüm” olarak da ifade edilen ve meslekten çıkarılanların bir daha kamu
hizmetinde istihdamlarını yasaklayıp, bunun bir sonucu olarak özel sektörde
çalışmalarını da engelleyen düzenlemelerin OHAL’in ilanıyla güdülen meşru amaçla
ilgisi yoktur ve açıkça AİHS’e aykırıdır.[5] AİHM, kamu görevinde istihdamın
tamamen yasaklanmasının haklı görülebileceği durumlarda dahi ilgililerin tüm
çalışma imkânlarının ellerinden alınmasını kabul edilmez bulmaktadır.[6]
Anayasa Mahkemesi de yukarıda atıf yapılan AİHM kararlarındaki gibi, TCK’nın 53.
maddesinde belirtilen süreler geçse bile; milli savunmaya, Devlet sırlarına ve kamu
sağlığına karşı suçlar ile casusluk suçundan mahkûm olanların belli meslek ve
görevleri yapmalarını engelleyen 5728 sayılı Kanun’un 17 ayrı maddesini iptal etmiş
ve kararda şu hususlara yer vermiştir; “…ceza hukuku alanında olduğu gibi hak
yoksunluğu getiren iptal davasına konu düzenlemelerde de kuralların, önleme
ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir.
Yasa koyucunun hak yoksunluklarını belirlerken takdir hakkı çerçevesindeki
tercih serbestisinin de Anayasa’ya uygun olması gerektiği açıktır. Dava konusu
düzenlemeler, meslek veya görevlerin özellikleri, suçların niteliği, bu suçlara
verilen cezalar ve cezaların süresi, kasıtla veya taksirle işlenip işlenmediğine
bakılmaması ve bir kademelendirme de yapılmaması ve bu suçlardan mahkûm
olanların belirli meslekleri ve görevleri sürekli olarak icra edememeleri,
işledikleri suçlara göre adaletli ve eylemle orantılı olmayan ölçüsüz bir hak
yoksunluğuna yol açması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
‘Hukuk Devleti’ ilkesine aykırıdır. İptali gerekir.“[7]
Zaman bakımından da kamu hizmetinden yasaklılık tedbiri ile bu tedbire neden olan
tehlike arasında illiyet bağı olmalıdır. Zira AİHM, tehlikenin geçmesinden sonra
yasaklılığın devam ettirilmesini demokratik bir toplumda gerekli
görmemektedir.Benzer düzenlemeye, hapis cezasının kanuni sonucu olarak verilen
ve “belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmayı” düzenleyen TCK’nın 53.
maddesinin gerekçesinde de yer verilmiş ve şöyle denilmiştir; “…işlediği suç
dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven duygusunun sarsıldığı, bu sebeple,
suçlu kişinin özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakların
kullanmaktan yoksun bırakıldığı ve madde metninde, işlediği suç dolayısıyla kişinin
hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağının belirlenmiş olduğu; ancak, bu hak
yoksunluğunun süresiz olmadığı, cezalandırılmakla güdülen asıl amacın, işlediği
suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma
kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle
sınırlandırılması gerektiğinden madde metninde söz konusu hak yoksunluklarının
mahkum olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörüldüğü;
böylece, kişinin mahkum olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak
bunun tamamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda
topluma da bir mesaj verdiği; bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın
infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla
güdülen amaçlara daha uygun düşeceği belirtilmiş olup; yeni Türk Ceza Kanunu ile
getirilen sistemde süresiz bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı
için, yasaklanmış hakların geri verilmesinden artık söz edilemeyecektir”.
Benzer bir durum 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yaşanmış ve 1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanunu’nun 2. maddesine 2301 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen
fıkra ile sıkıyönetim komutanlarının isteği üzerine işlerine son verilen memurların,
diğer kamu görevlileri ve kamu hizmetlerinde görevli işçilerin “bir daha kamu
hizmetlerinde çalıştırılamayacakları” kurala bağlanmıştır. Maddenin uygulanmasıyla
ilgili Danıştay Daireleri arasında içtihat farklılığı çıkması üzerine konuyu
değerlendiren Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu verdiği kararında, ilk kez
kamu görevine girdikleri tarihte bu görev için yasa ve yönetmeliklerde aranan
nitelikleri kaybetmemiş olmaları şartıyla işlerine son verilen kişilerin sıkıyönetim
kalktıktan sonra eski görevlerine iade edilmeleri gerektiğini belirtmiştir. 1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanunu’na göre kamu görevinden çıkarılan hukukçuların herhangi bir
engelle karşılaşmadan serbest avukatlık yaptıklarını, içtihat farklılığının kamu
görevine dönüş konusunda yaşandığını hatırlatmakta fayda vardır. 12 Eylül 1980
darbesi sonrası ve darbeyi yapanlar yönetimde iken kamu görevinden çıkarılanların
serbest avukatlık yapmaları engellenmemiştir. Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel
Kurulu kararı sonrasında ise dileyen hukukçular kamudaki görevlerine
dönebilmişlerdir.
KHK ile kamu görevinden çıkarılanların bir daha hiçbir kamu hizmetinde istihdam
edilemeyeceği çünkü ilgili KHK maddesinin kanunlaştığı şeklindeki savın -gerçek bir
hukuk anlayışı çerçevesinde- hukuka aykırı olduğu, hukuken kabulünün mümkün
olmadığı aşikârdır.
Bakanlık KHK ile kamu görevinden çıkarılma işlemini dava dilekçelerinde “adli suç ya
da disiplin suçu işlenmesi halinde uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör
örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların
kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici
olmayan ve nihai sonuç doğuran “olağanüstü tedbir” niteliğindedir” şeklinde
tanımlamıştır.
KHK’lerin hem bir olağanüstü tedbir hem de geçici olmayan ve nihai vasıflarına haiz
olarak gösterilmiş olmasının derin bir çelişki olduğu açıktır. Şayet, ortada bir
olağanüstü tedbir varsa geçici olmayan ve nihai olan unsur olağanüstülük halidir ki,
olağanüstü halin olağanlaşması anlamına gelen bu tanımın hukuken kabulü mümkün
değildir. Tanımda mevcut hukuka aykırılığın başında bir OHAL KHK’sinin geçici
olmayan vasıflara haiz olarak nitelendirilmiş olması gelmektedir. Bakanlık’ın bu
tanımdaki savının dayanağı yine KHK’nin kanunlaşması olmakla birlikte, OHAL
KHK’lerinin nihai hale gelebileceğini savunmak da esasen hukuka aykırıdır.
Anayasaya göre, OHAL KHK’leri ile sadece durumun gerektirdiği ölçüde (AY m.
15), OHAL’in neden olduğu konularla ve OHAL süresiyle sınırlı, geçici tedbirler
alınabilir (AY m. 121). AİHS’in 15. maddesi de, sadece OHAL’in kesinlikle
gerektirdiği türden tedbirler alınabileceğini belirtir. Kamu görevinden sürekli
olarak çıkarılma, OHAL’in sona ermesi ile sona ermeyecek türden, kalıcı nitelikli bir
tedbir olup bu konu OHAL KHK’si ile düzenlenemez (AY m. 15 ve 121). Yukarıda
bahsettiğimiz Anayasa Mahkemesi Kararından da anlaşılacağı üzere, bu kapsamda
bir süresiz men hali, olağan hallerde dahi Anayasaya aykırı ve ölçüsüz bir işlemdir.
Darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan bir kamu görevlisinin, bir OHAL KHK’si ile kesin
olarak kamu görevinden çıkarılması, OHAL’in kesinlikle gerektirdiği türden bir tedbir
olmadığı için bu durum AİHS’nin 15. maddesini ihlal eder.
Anayasanın 15. maddesine göre, “1)Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü
hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla,
durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya
tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir. 2) Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun
fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve
manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar
geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu
sayılamaz.”
Yine Anayasanın 121. maddesine göre, “1)Anayasanın 119 ve 120 nci maddeleri
uyarınca olağanüstü hal ilânına karar verilmesi durumunda, bu karar Resmî
Gazetede yayımlanır ve hemen Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır. Meclis, olağanüstü
hal süresini değiştirebilir, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, her defasında dört ayı
geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir.” 3) “Olağanüstü
hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,
olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir.
Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisçe onaylanmasına ilişkin süre ve usul,
İçtüzükte belirlenir.” OHAL KHK’lerı Resmi Gazetede yayınlandıkları gün TBMM’nin
onayına sunulur ve en geç 30 gün içerisinde görüşülüp karara bağlanır (TBMM
İçtüzüğü m. 128).
Anayasanın 38/3 hükmüne göre, “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri
ancak kanunla konulur”. Anayasanın 129/2 hükmüne göre, “Memurlar ve diğer kamu
görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları
mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.” AİHS’ye Ek 7
No.lu Protokolün 4/3 hükmüne göre de, aynı suçtan iki kez yargılanmama ve
cezalandırılmama hakkı (nonbis in idem ilkesi) mutlak haklardan olup, “Sözleşmenin
15. maddesi çerçevesinde bu madde ile öngörülen yükümlülüklere aykırı hiçbir tedbir
alınamaz.”
Avukatlar kamu hizmeti gören kamu görevlileri değildir, kamu hizmeti gören serbest
meslek mensuplarıdır. Kamunun ihtiyacı olan hizmetlerin bir bölümü kamu
görevlilerince yerine getirilirken önemli bir bölümü de serbest meslek mensuplarınca
yerine getirilir. Toplumun genelinin huzur ve refahı için gerekli olan kamu
hizmetlerinin birinin diğerine üstünlüğü tartışması da somut olaylara ve bakış
açılarına göre değişkenlik gösterebilir ancak tüm kamu hizmetlerine ihtiyaç
olduğunda tereddüt yoktur.
Avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğine yönelik tartışmalar ülkemizde ilk defa
gündeme gelmemiştir. Daha önce defalarca tartışılmış ve bu konuda her derecede
yargı kararları oluşmuştur. En bariz örneği Anayasa Mahkemesi kararlarıdır. Kamu
hizmeti kavramı Anayasa’nın 70. maddesinde şu şekilde yer almaktadır: “Her Türk,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” Avukatlık kanununda yer alan bir
madde Anayasa’nın 70. maddesine aykırılık iddiası ile somut norm denetimine tabi
olmuş ve Anayasa Mahkemesi 19.12.2003 tarihli ve 25321 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan 2002/8 E. ve 2003/47 K. sayılı kararında avukatlık mesleğinin kamu
hizmeti niteliğiyle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır. “Bu madde ile güvence altına alınan
kamu hizmetine girme hakkı idare hukuku esaslarına göre devlet memuriyetine girme
hakkını ifade etmektedir. SERBEST MESLEK OLAN AVUKATLIK BU ANLAMDA BİR
KAMU HİZMETİ DEĞİLDİR. Her ne kadar Avukatlık Yasası’nın 1. maddesi,
avukatlığın kamu hizmeti olduğuna işaret ediyor ise de, YASAKOYUCUNUN
HERHANGİ BİR SERBEST MESLEK FAALİYETİNİ KAMU HİZMETİ OLARAK
TANIMLAMASI ONUN ANAYASA’NIN 70. MADDESİ ANLAMINDA BİR KAMU
HİZMETİ OLDUĞUNU GÖSTERMEZ.”
Anayasa Mahkemesinin atıf yapılan kararında yer alan ifadeler yasa koyucunun da
kamu hizmeti tanımlaması kullanarak serbest meslek faaliyetlerinde kamu
görevlilerine özgü sınırlamalar getiremeyeceğinin hukuki ifadesidir. Kamu hizmeti
gören serbest meslek olan avukatlığın, kamu hizmeti gören kamu görevlileri
gibi yasa koyucu tarafından dilediğince sınırlandırılması mesleğin
bağımsızlığını ortadan kaldıracak niteliktedir.
Nitekim Avukatlık Kanunun 5/1/a) maddesinde avukatlığa engel hal olarak “… milli
savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk … ” düzenlemesi
hukuk devleti ilkesine, eşitlik ilkesine, ölçülülük ilkesine, çalışma ve kamuda görev
alma hakları ile uluslararası düzenlemelere aykırı bulunarak Anayasanın 2, 5, 10, 13,
49, 70 ve 90. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin
25.02.2010 tarihli ve E.: 2008/17, K.: 2010/44 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir.
Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulunun başta 02.02.2007 tarih ve 2006/454 Esas,
2007/44 sayılı kararı olmak üzere birçok kararında “Avukatlık bağımsızlık gerektiren
bir meslektir. Memur ya da kamu görevlisi olmak belirli bir hiyerarşi içerisinde emir
almayı da gerektireceğinden, bu durum avukatın bağımsızlığı ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, kamu görevlilerinin yaptıkları
görevleri kamu hizmeti olarak nitelendirmek mümkün ise de, kamu hizmeti
gören her kişi veya meslek mensubunun kamu görevlisi olması zorunlu
değildir” diyerek Avukatların, 5525 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanamayacağına
karar vermiştir.
OHAL boyunca çıkarılan tüm KHK’ler çok geniş ve ayrıntılı yasaklar çizelgesi
içermektedir. Doktrindeki birçok eserde belirtildiği üzere; yetkiler dar yorumlanır,
yetki dar hürriyet geniş yorumlanır, hürriyet asıl sınırlama istisnadır,
kendiliğinden yasaklama olmaz, yasaklama konulmalıdır, hürriyet geniş
sınırlama dar yorumlanır, sayılmış yetkiler dar geriye kalan yetkiler geniş
yoruma tâbi tutulur.
KHK’lerde yer alan ilgililerin uhdesinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları
ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatları kullanamayacakları
ve bu unvan, sınıf ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan
yararlanamayacaklarına ilişkin kuralla kamu görevi nedeniyle elde edilen meslek adı
ve unvanlarının kastedildiği açıktır. Sınırlı olarak sayılmış yasakların genişletilmesi
veya yasakların geniş yorumlanması hukuka aykırı olduğuna göre avukatlık
mesleğinin ve avukat unvanının bu kapsamda değerlendirilemeyeceği de açıktır.
Hukuka uygun olmamakla birlikte, 6325 sayılı Arabuluculuk, 1512 sayılı Noterlik ve
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunlarına 691 sayılı KHK ile ekleme yaparak kamu
görevinden çıkarılanların bu meslekleri yapmasını engellemiştir. Ancak 1136 sayılı
Avukatlık kanununda böyle bir düzenleme de yapılmamıştır. Birçok alanda
düzenlemelerle birçok faaliyetin yasaklanmış olması bu düzenlemelerde
yasaklanmamış olan avukatlık mesleğinin de aynı şekilde yasaklara tabi olmasını
gerektirmez. Düzenlemelerin kendileri hukuka aykırı olmakla birlikte, düzenlenmemiş
bir alanda yasak uygulamak da açıkça hukuka aykırıdır.
KHK’lerde yer alan “kamu hizmetinde istihdam edilemezler” kuralı Anayasa’nın 2., 5.,
10., 13., 38., 49., 70 ve 90/5 maddelerine açıkça aykırı olmakla birlikte anılan kuralın
serbest avukatlık mesleğini yasaklayacak şekilde yorumlanması hukuka aykırıdır.
Kanunlaşan KHK’lerin ilgili maddeleri somut norm denetimine tabi tutulmalıdır.
5. Sonuç ve Öneriler
Bir dönem ülkemiz gündeminde yer alan ve birçok vatandaşın temel haklarının
ihlaline neden olan kamusal alan tartışması ile kamu hizmeti tartışması
maalesef benzerlik göstermektedir. Danıştay 8.Dairesinin 2014/8567 sayılı
kararında davacı taraf olan Av. Figen ŞAŞTIM’ın Başörtülü Avukatlar Platformu
üyesi bir grup avukatla İstanbul Adalet Sarayı önünde yaptığı
ve http://hurseda.net/Guncel/69421-Yillarca-Haksizliga-ve-Zulme-Maruz-Kaldik.html
adresinde yer alan basın açıklamasını hatırlatmak faydalı olacaktır.
“Şaştım, sözlerine Ali Şeriati’ye ait, “Ey hürriyet! Kanadı kırık güzel kuşum. Keşke
seni vahşet muhafızlarının penceresinden gece karanlık ve soğuğa sebebiyet
verenlerden, duvarları, kaleleri ve zindanları yapanlardan kurtarabilseydim.
Keşke kafesini kırabilip seni temiz, bulutsuz, tozsuz bir sabahta
uçurabilseydim. Fakat ellerimi kırdılar, dilimi kestiler, ayaklarımı zincirlediler,
gözlerime mil çektiler.” dizelerini okuyarak başladı.
Kamusal alan tartışmalarıyla bir dönem hak mahrumiyetlerine neden olunması tasvip
edilemeyecek, hukuk kavramlarının eğilip bükülmesiyle hukuka uygunluğu
savunulamayacak tarihi lekelerdir. Tarihin tekerrür etmesinden kaçınılmalı, hukuk
ilkeleri daha fazla eğilip bükülmemelidir. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği de süreçte
aktif bir rol üstlenerek avukatların bağımsızlığının zedelenmemesi için gayret
göstermelidir.
———————————
[1] https://www.hukukihaber.net/ohal-khkleri-ile-meslekten-cikarmalar-ve-masumiyet-
karinesi-makale,7312.html
[2] https://www.hukukihaber.net/ohal-khkleri-ile-meslekten-cikarmalar-ve-sadakat-
yukumlulugu-makale,7324.html
[3] https://www.hukukihaber.net/aihm-kararlari-isiginda-arindirma-lustration-yasalari-
ve-ohal-khkleri-makale,7330.html
[4] https://www.hukukihaber.net/ohal-khkleriyle-meslekten-cikarmalar-ve-sivil-olum-
makale,7352.html
[9] Danıştay’da 53. maddenin uygulanmasıyla ilgili verdiği bir kararında; “…5237
sayılı Kanunda memnu hakların iadesine imkân veren hukuki yola yer verilmemekle
birlikte, 765 sayılı Kanun süresiz olarak mahkûmiyete bağlı hak yoksunluğunu
düzenlediği halde memnu hakların iadesi gibi bir düzenlemeye yer vererek kişilerin
süresiz şekilde hak yoksunluğuna mahkûm olmamalarını sağladığı, 5237 sayılı
Kanunun ise, mahkûmiyete bağlı hak yoksunluklarını belli sürelerle sınırlayarak, bu
yoksunluğun kişinin hayatının sonuna kadar devam etmesine engel olduğu, hak
yoksunluğu sona erince de kişinin toplumun diğer bireyleri gibi kanunlar çerçevesinde
haklarını kullanabilmesine imkân tanıdığı görülmektedir. Bu durumda, Devlet memuru
iken 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde sayılan suçların herhangi birinden
mahkûm olan ve bu mahkûmiyete bağlı olarak belli hakları kullanmaktan yasaklanan,
söz konusu mahkûmiyeti nedeniyle memuriyeti sona eren kişiler ile Devlet
memurluğuna atanmadan önce söz konusu suçların herhangi birinden mahkûm olan
ve bu mahkûmiyete bağlı olarak belli hakları kullanmaktan yasaklanan, bu
mahkûmiyeti nedeniyle Devlet memurluğuna atanma şartlarını taşımayan kişilerin,
hak yoksunlukları sona ererek yasaklanan haklarını yeniden kazanmaları
durumunda, Devlet memurluğuna atanmalarının mümkün olduğu” nu belirtmiştir.
Danıştay 1. Dairesinin 13/3/2006 T., 2005/1290 E., 2006/298 K. sayılı kararı
[10] Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 07.12.1989 T., 1988/6 E., 1989/4
K. sayılı kararı.