Professional Documents
Culture Documents
Ermi Halil Cibran PDF
Ermi Halil Cibran PDF
Halil Cibran
(The Prophet)
HAVASS
HAVASS / SİYASAL KÜLTÜR DİZİSİ • HSKD / 03 • Genel Sıra No:
009 • Kitabın orijinal başlığı: The Prophet. Khalil Gibran • Birinci
baskı: E Yayınları, 1974. İkinci baskı: HAVASS Yayınları, 1979 • Dizgi-
Baski: Kent Basımevi • Cilt: Dostlar Mücellithanesi • Yayına ha
zırlayan: Ahmet Dura. • Kitaptaki tüm resimler yazara aittir.
Önsöz ................................................................................... 5
Geminin Gelişi.......................................... ........................... 11
Sevgi .................................................................................... 16
Evlilik .................................................................................... 19
Çocuklar ............................ .................................................. 21
Vermek .......................................................................... . 22
Yemek ve İçmek .................................................................. 25
Çalışmak .............................................................................. 27
Sevinç ve Keder ................................................................... 30
Konut ................................................................................... 32
Giyim .................................................................................... 35
Alım-Satım ........................................................................... 37
Suç ve Ceza ......................................................................... 39
Kanunlar ............................................................................... 43
Özgürlük ............................................................................... 45
Düşünce ve Hırs .................................................................. 47
Acı ........................................................................................ 49
Kendini Bilmek ......................................... ........................... 50
Öğretim ....................................................... ........................ 52
Dostluk ................................................................................. 53
Söz Söylemek ...................................................................... 55
Zaman .................................................................................. 57
İyi ve Kötü ............................................................................ 58
Tapınmak ............................................................................. 60
Zevk ..................................................................................... 62
Güzel .................................................................................... 65
Din ....................................................................................... 67
Ölüm .................................................................................... 69
Ayrılış ................................................................................... 71
BATILI GÖZLERİ
DOĞUYA ÇEVİRTEN SANATÇI
Halil Cibran
5
Yaşam Öyküsü
6
Ancak, çektiği acılar Cibranı romantizmin koyu de
rinliklerine ya da mistisizmin içinden çıkılmaz bataklarına
sürüklememiştir. Sevgiyi «tüm insanları ve doğayı sevme»
olarak almış, bireysel acı ve kederlerin gerçekte toplumsal
nitelikte olduğunu göstermiştir.
7
nınıza diktatörleri yazmamıştı, bunu sizler kendi kendini
ze yazıyorsunuz», der. İnsanların insanlıklarına kavuşmak
istiyorlarsa, diktatörlere başkaldırmaları gerektiğini sa
vunur.
Cibran'a göre «Doğa» da «Doğa» nın kendisinden baş
ka giz yoktur. Pragmatizmin doğurduğu madde-tapımcılı
ğına şiddetle karşıdır. Doğayı diyalektik yöntemle çözüm
ler. Ne «evet» tek başına evet, ne de «hayır» tek başına
hayırdır. İkisi bir bütündür, biri olmasa öteki de varola
maz. Cibran için insanoğlu bir bütün olarak yüce bir ya
ratıktır. Duygu, düşünce ve davranışlarıyla «Doğa»nın
sunacağı nimetlerin en iyisine lâyıktır. Doğa, nesi var nesi
yoksa en adil bir biçimde insanlığa sunmaktadır; öyleyse
insanlar da bu «nimetlerden» eşit paylar almalıdırlar. Baş
kalarının zararına, kendi çıkarlarına ticaret yapanlar, hiç
bir üretimde bulunmadan onun bunun ürününü alıp bir
birlerinden habersizce satarak oturdukları yerde kazanç
sağlayanlar, insanlığın yüzkarasıdırlar... Madem ki «Doğa»
da «ilahi bir Adalet» var, Tanrı’nın bir parçası olan in
sanda ve onun toplumunda da aynı adalet bulunmalıdır.
8
Resimleri
Sanat, Cibrana göre, sanatçının imgelemi ile yapı
tını seyreden kimse arasında dolaysız biçimde kurulacak
bir haberleşme aracı olmalıdır. Bu nedenle resimlerinde,
seyredenin aklını karıştıracak, onu eserin gerçekliğinden
uzaklaştıracak ayrıntılara girmediğini belirtir. Tabloların
da, sembolizm, naturalizm ve realizm, içiçe girerek bir de
terminizmi oluştururlar. Anatomik yapıya büyük önem ve
rilmiştir. Deformasyonlardan kaçınılmış, figürlerin yüzle
rine sindirilmiş olan dünyasal acı ve elemler sanki beden
lerine de işlenilmek istenmiş gibidir. Cibran’ın bir başka
özelliği de insanoğlunu hep doğadaki olağan şekliyle, çıp
lak olarak işlemiş olmasıdır. Kadınlar, erkekler ve çocuk
lar hep giysiden arınmışlardır. İster gökyüzünde ister yer
yüzünde olsunlar, çevreleri «Yaşam»ın canlıyı canlı yapan
buhuruyla sarılıdır. Resimlerinin çoğunda eşit sayıda ka
dın-erkek figürü kullanması da dikkati çeken bir noktadır.
Çoğunlukla karakalem çalışmalar yapmıştır. Yağlıboya ve
suluboya tabloları da vardır.
Etkisi Sürüyor
Halil Cibran'ın en büyük başarısı, hiç kuşkusuz, ken
dini kapitalist Batı toplumuna kabul ettirebilmiş olmasın
dadır. Kendi düzenini en uygar ve üstün düzen sayan Ba
tıya «akıl hocalığı» yapmak hiç de kolay değildir. Akıl öğ
retmeye kalkışacak kimse kendi içinden gelmiş olursa pek
ses çıkarmaz Batı, ama Doğulu, hele Yakın Doğuluysa
hiç dayanamaz. «Kim oluyor bu Şarklı?» der. Cibran, Ba
9
tının işte bu insafsız önyargıcılığını kırmıştır. Üstelik
kırmakla da kalmamış, Batının gözlerini Doğuya çevirt
miştir. Özellikle Batının 1960 sonrası «çiçekli devrimci
leri» Cibranı bayrak edinmişlerdir. Etkinliği her geçen gün
biraz daha artmış, düşünceleri biraz daha yayılmıştır. Öy
le ki, ABD’nin devlet başkanı John F. Kennedy bile ünlü
söylevinde onun düşüncelerinden yararlanmıştır: «Vatan
benim için ne yapabilir diye değil, ben vatanım için ne ya
pabilirim diye sorun.»
Aytunç ALTINDAL
Milliyet Sanat Dergisi
23 Ağustos 1974, Sayı: 94
GECELERİN ağaran şafağı, seçkin ve sevgili Kul El
Mustafa, on iki yıl var ki, Orphalese kentinde, gelip de
kendisini doğduğu yere, o küçük adaya geri götürecek
olan gemiyi bekliyordu.
Ve on ikinci yıl, hasat ayı eylülün yedinci günü,
kentin surlarla çevrili olmayan bir tepesine çıkıp denize
baktı; ve sis içinde bir karaltı gibi yaklaşan gemiyi görü
verdi.
Birden yüreğinin kanatları ardına dek açıldı ve için
den taşan mutluluk denizin enginlerine doğru uçup gitti.
Sonra gözlerini kapadı ve ruhunun o büyük suskunluğu
içinde dua etmeye koyuldu.
11
Ne üzerimden çıkarıp attığım bir giysi, ne de geçmişe
gömülecek bir anı, kendi ellerimle paraladığım bir ten,
açlık ve susuzlukla bezenmiş bir yürektir bugün.
Yine de oyalanmamam gerek.
Herşeyi kendine çağıran deniz, beni de çağırıyor,
gitmeliyim.
Geceler ne denli sıcak olursa olsun, gidememek
donmak demektir. Gitmeliyim, çünkü gidememek, olduğu
yerde taş kesilmek ve uysallaştırılmış bir toprağa çakılıp
kalmak demektir.
Götürebilsem seve seve alır götürürdüm yanımda her
şeyini buraların. Ama nasıl?
Sözcükler, ne dili, ne de kendilerine kanat takan
dudakları yanlarında götürebilirler. Yapayalnız dağılırlar
boşluğa ve yapayalnız ararlar yaşamın gücünü.
Yapayalnızdır güneşe doğru uçan kartal, yanında
yuvası yoktur.
12
Barış ve özgürlük demeksin akan suya, çağlayan
nehire.
Bu sana erişen suyun çıkaracağı son çalkantı, kuy
tu meydanları dolduran son rüzgar uğultusudur bu.
Sonra sana karışacağım, sınır tanımayan bir büyük
denize sınır tanımayan bir damla olarak.
14
Gözlerine bakanlar göğsüne doğru süzülen yaşları
gördüler.
Sonra hep birlik oldular ve tapınağın karşısındaki
büyük alana doğru yürüdüler.
15
SÖZÜ El Mitra aldı: Sevgi'den söz et bizlere.
El Mustafa başını kaldırıp çevresindekilere baktı. Bir
sessizlik kapladı alanı. Sonra yüce bir sesle konuşmaya
başladı.
Gerçi sarp ve zorludur sevginin yolları.
Ama içinize ateş düştü mü, izlemekten geri dur
mayın.
Sizi kanatlarının arasına alıp saklamak isterse, karşı
koyun,
Çünkü bilin ki, bir an gelir, o kanatların arasından
bir kılıçtır çekilir ve vurur, inletir sizi.
Gerçi sözleri düşlerinizi darmadağın edebilir, tıpkı
kuzey rüzgarının bahçeleri darmadağın ettiği gibi.
Ama sizinle konuştuğu zamanlarda, yine de ona
inanmazlık etmeyin.
Çünkü başınıza tac'ı oturtacak olan da, sizi çarmıha
gerecek olan da sevgidir. Serpilip gelişmenizi isteyen de
o, budanıp kalmanızı isteyen de O’dur.
Bir yandan yükseltinize erişip, güneşe uzanan en
ince dallarınıza bile sarılıyorken,
Bir anda gerisin geri dönüp köklerinize dek inerek
sizin yeryüzünde ayakta durabilmenizi sağlayan bağları
nızı da sarsabilir.
Tıpkı püsküllerin mısırı sarışları gibi, sevgi de sizi
kendisine sarar.
Soyunmanız ve önünde çıplak kalmanız için zorlar.
16
Soyunuk kalıncaya dek üsteler de üsteler.
Bembeyaz kesinceye dek evirir, çevirir, acı verir
canınıza.
Boyun eğdirinceye dek, ezer, yoğurur sizi.
Sonra da, Tanrı'nın kutsal sofrasına ulaştırılacak bir
somun olabilmeniz için kutsal alevlerin arasına alır, ka
vurur sizi.
Sevgi bütün bunları başarır, yeter ki siz kalbinizin
sırlarını öğrenin ve bu yolla Hayat’ın yüreğinden bir
parça olun.
17
Ama eğer sevgiye kapılmışsanız ve tutkularınız olsun
istiyorsanız şunları kendinize seçin derim:
Tutkunuz, sevginin içinde erimek olsun. Tıpkı geceye
şarkılar söyleyen bir akarsu gibi akıp gidin.
Tutkunuz, aşırı duygusal davranışların getireceği
acıları tanımak olsun.
Tutkunuz, kendi sevgi anlayışınızla kendinizi vurmak
olsun.
Varsın istekle ve coşkuyla aksın kanınız.
Tutkunuz, kanatlanmış bir yürekle sabaha gözlerinizi
açıp sevgi dolu bir güne başlayabiliyor oluşa teşekkür
etmek olsun;
Tutkunuz, gün öğleye eriştiğinde oturup sevginin yüce
heyecanını düşünmek olsun;
Tutkunuz, gün akşama erdiğinde evinize minnet dolu
bir yürekle dönebilmek olsun;
Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için iyi bir şeyler
dileyip yatın; dudaklarınızda onu yücelten bir şarkı olsun.
18
SONRA yine El Mitra söz aldı: Ya Evlilik için ne
dersin, erenler?
Ve yanıtladı El Mustafa:
Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte
yaşayacaksınız.
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte
olacaksınız.
Tanrı'nın suskun anılar katına eriştiğinizde bile bir
likte olacaksınız.
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz da
boşluklar olsun.
Ve Tanrısal âlemin rüzgarları esip, dolanabilsin
aranızda.
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaş
malar koymayın.
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalka
lanan bir deniz olsun Sevgi.
Birbirinizin kadehini onunla doldurun, ama aynı
kadehe eğilip içmeyin.
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye
kalkmayın.
Şarkı söyleyin, dansedin, eğlenin birlikte, ama ikini
zin de birer Yalnız olduğunu unutmayın.
Çünkü lâvtadan dağılan müzik aynı, ama nameleri
çıkaran teller ayrıdır.
19
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin
saklayıcısı olmasın.
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak
olan.
Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın;
Çünkü tapmağı taşıyan sütunlar da birbirinden
ayrıdır.
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde
yetişmez.
20
SONRA yavrusunu göğsüne bastırmış bir kadın söz
aldı ve bize Çocuklar’dan söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte Sizlerin değil
dirler.
Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızları
dırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden
değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama Sizlerin malı değildirler.
22
Bu gibiler hayata bağlanmış, ona inanç duyan kim
selerdir ve onların ambarları hiç boş kalmaz.
Kimileri sevecenlikle verir ve edindikleri tüm armağan
da bu olur.
Kimileri de verirken ıstırap çeker, çünkü onların yı
kandıkları kutsanmış sulara* ıstırap karışmıştır.
Kimileri verirken ne ıstırap çeker, ne bundan kendine
bir mutluluk payı çıkarmak peşinde koşar, ne de ver
menin erdemli bir davranış olduğunu düşünür.
Bunlar da, o uzak vadilerde açan küçük menekşeler,
kokularını yeryüzüne nasıl sunuyorlarsa, öyle verenlerdir.
Tanrı, işte bu gibi kimselerin elleri aracılığıyla ko
nuşur, ve onların gözlerinin ardından yeryüzüne bakarak
gülümser.
23
Günleri ve geceleri yaşamaya değer görülmüş bir
kimse, vereceklerinizi alabilmeye de değer durumdadır
elbette.
Hayatın okyanusundan içebilmeye değer görülmüş
bir kimse, Sizlerin küçük derelerinizden de içebilecek
değerdedir.
Almanın cesaret ve güvencesinde, hatta bağışlayı
cılığında yatan çölden daha büyük kuraklık olabilir mi?
Hem sen kimsin ki insanlar senin önüne çıkıp da,
değer olup olmadıklarını görebilesin diye göğüslerini
açsınlar ve soydukları gururlarını senin ayaklarının altına
sersinler?
Sen ilkin kendinin bir Verici-EI olabilmeye değer
olup olmadığını anlamaya bak.
Çünkü gerçekte can’a bir şeyler veren Hayat'tır...
sense kendini gerçek verici sanıyorsun. Oysa, bir tanık
tan öte bir şey değilsin.
26
SONRA bir çiftçi söz aldı, bize, Çalışmak'tan söz et,
dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Yeryüzüne ve onun ruhuna ayak uydurabilmek için
çalışıyorsunuz.
Çünkü aylaklık yeryüzünün mevsimlerine yabancılaş
mak demektir. Sonsuza doğru gururlu bir kabullenmişlik
ve soylu adımlarla ilerleyen Hayat'ın gelişiminin dışına
çıkmak demektir.
27
Ama eğer çektiğiniz acılara bakarak üretkenliğin bir
bela, kör gırtlağı doyurmanın da alnınıza yazılmış bir
büyü olduğunu söylerseniz, sizlere, akan alınterinizden
başka hiç bir şeyin bu yazgıyı silip atamayacağını duyu
rurum.
28
ruhunun şeklini o ak taşın içinde bulan kimse, toprağı
işleyen kimseden daha yücedir.
Gökkuşağını yakalayarak bir kumaşın üzerine onun
renklerinden insanı çizebilen kimse, ayaklarımızı donatan
kimseden daha üstündür.»
Oysa, şu öğle vakti ve uykuda değil de olanca
uyanıklığımla sizlere diyorum ki; esen yel, dev çınarlara,
çimenlerin en boysuzuna konuştuğundan daha tatlı bir
dille konuşmaz.
Gerçekte büyük olan, o rüzgarın uğultusunu kendi
sevgisiyle karıştırıp bundan daha hoşa gidecek bir şarkı
yaratabilendir.
29
SONRA bir kadın söz aldı, bize, Sevinç ve Keder'den
söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Sevinciniz, gerçekte peçesini kaldırmış kederinizdir.
Gülümsemelerin yükseldiği o kendisiyle özdeş pınar
dan, çoğu kez gözyaşlarıyla dolu nice hıçkırık da duyul
muştur.
Hem, başka türlü olabilir mi ki?
Keder, varlığınızın derinliklerine işledikçe sevinciniz
artar.
İçinden şarap içtiğiniz kadeh, çömlekçinin fırınında
pişirilmiş olan kadehin ta kendisi değil midir?
Ruhunuzu sakinleştiren lâvta, bıçak darbeleriyle
oyulmuş ağacın ta kendisi değil de nedir?
Sevinçli olduğunuz zamanlarda gözlerinizi yüreğinizin
derinliklerine çevirirseniz, size sevinç veren şey uğruna
bir zamanlar nice kederlenmiş olduğunuzu görürsünüz.
Kederli olduğunuz zamanlarda da yine yüreğinizin
derinliklerine bakın, o zaman gerçekte, bir zamanlar sizi
mutlu kılmış olan şeye ağlamakta olduğunuzu görür
sünüz.
30
Daima birlikte gelirler, biri yanıbaşınızdayken, öbürü,
yatağınıza uzanmış uyuklamaktadır.
Bir kefesine kederin, ötekine sevincin oturtulduğu ve
hangi tarafın ağır basacağını kestiremeyen bir terazi
gibisinizdir.
Ancak kefeleriniz boşaldığında durulursunuz ve ken
dinize bir denge edinebilirsiniz.
Haznedar, altın ve gümüşlerini tartmak için sizi eline
aldığında kederiniz ve sevinciniz ya yükselir ya alçalır.
SONRA bir duvarcı ustası öne çıktı ve bize Konut’tan
söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Kentin surları içine bir konut kurmadan önce, tasa
rımlarınızla çölün ortasına bir çadır kurun.
Çünkü sizler gibi, içinizdeki o derbeder tasarım da
alacakaranlıkla birlikte bir yuvaya sığınır, gerçi biraz
uzaklarda ve yapayalnız.
Sizin sığındığınız yuva, erişkin gövdenizdir.
Güneşin ışınlarıyla büyür, gecenin suskunluğunda
dinlenir, üstelik düşler de görür. Yoksa, yuvanız düş
görmez mi sanırsınız? Düşlerinde, kentten uzaklaşarak
korularda ya da tepelerde şöyle bir dolanmaz mı der
siniz?
Keşke bütün konutlarınızı avuçlarımda toplayabilsem
de tıpkı tohum serpen bir çiftçi gibi onları ormana ve
otluklara savurabilsem.
Keşke, vadiler sokaklarınız, yeşil patikalar da ara-
yollarınız olabilse de birbirinizi bağ-bahçe arasında ara
yıp bulsanız ve giysilerinize sinen toprağın kokusuyla
donanmış olarak salınsanız.
Ama şimdilik bunların gerçekleşmesi zor.
Çünkü korkulara bürünmüş olan atalarınız sizleri bir
araya toplamışlardı. Ve bu korku daha bir süre böyle
gidecek. Daha bir süre kentin duvarları sizlerin yürek
lerini topraklarınızdan ayrı tutacak.
32
Şimdi söyleyin bakalım Ey Orphalese halkı, konut
larınızda neler var? Ve sıkı sıkı kilitli kapılarınızla neleri
saklar durursunuz?
Gücünüzü, kudretinizi açıklayacak bir huzur mudur
sakladığınız?
Aklınızın doruklarını kaplayan anılarınızın pırıltılı
kemerleri midir yoksa?
Yoksa, taş ve tahta yontuların nesnel güzelliğinden
yüreklerinizi kutsal dağa doğru yücelten güzellikler midir
sakladığınız?
Söyleyin haydi, konutlarınızda bunlar mı var?
Yoksa salt rahatlığınız ve ona olan tutkunuz mudur
sizleri konutlara bağlayan, hani o ilkin iğreti bir konuk
gibi sokulan, sonra ev sahibi, sonra da efendi kesilen
rahatlık mı?
33
İçinde yaşadığınız konutlar sizleri olduğunuz yerde
çakılı tutacak birer çapa değil, birer yelken direği olacak.
Bir yarayı kapatmak için sarılan parlak bir örtü
değil, gözü koruyan bir gözkapağı olacak.
Ne açılan kapılardan geçebilmek için kanatlarınızı
kapayacak, ne tavanlara değmesinler diye başlarınızı
eğecek, ne de aman duvarlar çatlamasın diye solumaktan
korkacaksınız.
Ölülerin, siz canlılar için yaptıkları mezarlarda yaşa
yamazsınız.
Gerçi konutlarınız görkemli ve güzeldirler, ama içle
rinde ne Sizlerin gizlerini saklayacaklar ne de özlemle
rinize barınak olacaklar
Çünkü içinizde varolan sınırtanımazlık, kapısı sabahın
pusu, pencereleri de gecenin şarkıları ve suskunlukları
olan gökyüzünün konağında oturmaktadır.
SONRA bir dokumacı söz aldı ve bize Giyim'den söz
et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Giysileriniz güzelliklerinizin büyük bölümünü gizler de
güzel olmayanları pek örtmez.
Gerçi sizler giysilere bürünmekle bireysel gizliliği
nizin özgürlüğünü arıyorsunuz, ama onların içinde bula
cağınız, vücudunuza vurulan koşumlar ve prangalardan
başka bir şey olmayabilir.
Güneşin ışınlarını ve esen yeli teninizin daha fazla
sıyla ve giysilerinizin daha azıyla karşılayabilseniz ne iyi
olurdu.
Çünkü hayatın soluğu güneşin ışığında ve eli de esen
yeldedir.
35
Hem, temiz ve saf olmayan ortadan kaldırılabilse,
alçakgönüllü ve gösterişsiz olmak aklı kirleten ve aşa
ğılayan bir zincir vurucudan başka nedir ki?
Ve yine unutmayın ki, yeryüzü, Sizlerin çıplak ayak
larınızı bağrında duymaktan hoşlanır ve rüzgar da saçla
rınızla oynaşmayı özler.
36
SONRA bir tacir söz aldı ve bize Alım-Satım'dan söz
et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Yeryüzü sizlere meyvelerini vermektedir, eğer avuç
larınızı nasıl doldurabileceğinizi bilirseniz, elinize geçecek
olanla yetinebilirsiniz.
Yeryüzünün sizlere sunduğu armağanlar karşılıklı
olarak el değiştirmenizledir ki, hem bolluk ve berekete
erişir hem de kendinizi tatmin etmiş olursunuz.
Ama eğer bu el değiştirmeler sevgiye ve ondan gelen
adalete dayanmıyorsa, kiminiz açlığa, kiminiz de açgöz
lülüğe sürüklenir.
37
Çünkü deniz ve toprak bizlere olduğu gibi sana da
cömert davranacaktır.
Eğer şarkıcılar, oyuncular ve müzisyenler karşınıza
çıkarlarsa... onların sundukları armağanlardan da olmaz
lık etmeyin.
Çünkü onlar sizler gibi yeryüzünün meyvelerini ve
buhurunu toplamaktadırlar. Gerçi sizlere sundukları, düş
lerin biçimlenmişliğinden başka bir şey değildir, ama
ruhunuz için donanım ve gıdadır.
Çarşılarınızdan ayrılmadan önce, hiç kimsenin yoluna
elleri boş gitmemesine dikkat edin.
Yeryüzünün hâkim ruhu, en küçüğünüzün bile ihti
yaçları giderilmedikçe rüzgarlara yaslanıp hoşnutluk için
de uyuyamaz.
SONRA kentteki yargıçlardan biri öne çıktı ve söz
alarak, bize Suç ve Ceza’dan söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Ruhunuzun rüzgarın önüne katılıp gittiği zamandır
ki,
Yalnız ve bekçisiz kalarak, bir başkasına, dolayısıyla
da kendinize karşı bir hata işlersiniz.
Ve işlenen bu hata nedeniyledir ki, kutsallığın kapı
sını çalmak ve bir süre önemsenmeden beklemek zorun
dasınız.
39
Çünkü suçu ve suçun cezasını bilen, içinizdeki
tanrısal-benliğiniz ya da sisler içinde dolaşan cüce değil,
O'dur.
Nice kez, hata işleyen biri hakkında, sanki o siz
lerden biri değilmiş de bir yabancı ve dünyanıza başka
yerlerden gelme birisiymiş gibi konuştuğunuzu duymu
şumdur.
Oysa ben diyorum ki: Nasıl ki en kutlu ve en doğru
bile Sizlerin her birinin içindeki Yücelik'ten daha yüce
değilse,
En kötü ve en alçak da yine her birinizin içindeki o
Alçaklık’tan daha alçağa erişemez.
Nasıl ki bir yaprak, tüm ağacın sessiz bilgisi olma
dan sararmazsa,
Hata-işleyen de Sizlerin tümünün gizli isteği ve onayı
olmadan hata işleyemez.
Tıpkı bir sürecin kendi başına ilerleyişi gibi, sizler
de hep birlikte tanrısal-benliğinize doğru ilerliyorsunuz.
Bu ilerleyiş de yol da, yolcu da sîzlersiniz.
Aranızdan biri tökezler de düşerse, arkasından ge
lenler için düşmüş demektir; onun ayağına takılan taş
arkasındakilere uyarı olmalıdır.
Aynı şekilde, düşen, önde sağlam ve hızlı adımlarla
yürüyenler için de düşmüş demektir; çünkü onlar geçip
giderlerken taşı bir kenara itmemişlerdir.
40
Zalim zulmünü işletirken, Ak-ellilerin elleri temiz
olmaz.
Evet, suçu işleyen kimse, çoğu kez, yaraladığının
kurbanıdır.
Dahası; mahkum kılınmış olan, suçsuz ve günahsız
ların yük taşıyıcısıdır.
Haklıyı haksızdan, iyiyi kötüden ayırt edemezsiniz;
Çünkü, nasıl ki ak ve kara iplikler birlikte dokunu
yorsa, onlar da aynı şekilde güneşin yüzüne karşı öylece
yanyana duruyorlar.
Üstelik, kara iplik koparsa, dokumacı salt elindeki
kumaşa değil, tezgahına da bakar.
41
o kadar da incitilmiş ve öfkelendirilmiş olan birini nasıl
sorguya çekersiniz?
Sonra, çektiği pişmanlık yaptığı hatalardan kat-bekat
yüksek olanları nasıl cezalandırırsınız?
Hem, pişmanlığı tattırmak sizlerin hizmet edebilmeye
uğraştığınız kanunun öngördüğü Adalet’in hedefi değil mi?
Buna rağmen, sizler, ne masumların yüreklerine
pişmanlık sokabilecek, ne de suçluların yüreğindeki piş
manlığı söküp atabilecek durumdasınız.
Gece oldu mu, pişmanlık çağrılmadan çıkagelir ve
insanlar derin uykularından uyanıp kendilerine baksınlar
ister.
42
SONRA bir avukat söz aldı, ya Kanunlar için ne
dersin, erenler, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Gerçi siz kanunlar koymaktan hoşlanırsınız.
Ama koyduğunuz kanunları çiğnemekten daha çok
hoşlanırsınız.
Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler
yapan sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar
gibi.
Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile
daha çok kum yığmaktadır.
Ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gül
mektedir.
43
bakarak tüm şölenlerin aykırılık ve tüm şölencilerin de
kanunbozucu olduklarını söyleyene ne denir ki?
Bu gibi kimselerin güneş ışığında durdukları, sırtla
rını güneşe dönmüş olduklarını söylemekten başka ne
diyebilirim ki?
Bu gibi kimseler salt kendi gölgelerini görmektedirler
ve kendi gölgeleri de kendi koydukları kanunlardır.
Ve onlar için güneş, kendilerine gölge dağıtan bir
kaynaktan başka bir şey değil de nedir ki?
Bu gibi kimseler için kanunları bilebilmek demek,
yeryüzüne serilmiş olan gölgelerine eğilip, onları ölçmek
değil de nedir?
Ama ey güneşin ışınlarına karşı ilerleyen sizler, yer
yüzünde hangi tasarım-gölge sizleri yolunuzdan alako
yabilir?
Sizler ki rüzgarı arkanıza almış ilerlemektesiniz,
hangi rüzgar gülü sizin yönünüzü çizebilir ki?
Sizler insanlığın zindan kapısı önünde boyunlarınıza
vurulmuş olan boyundurukları kırsanız, hangi kul-yapısı
kanun sizi engelleyebilir ki?
Raksederker ayaklarınıza insanlığın demir zincirleri
çarpmıyorsa, hangi kanun sizleri korkutabilir ki?
Sizlerin giysilerinizi paralayıp da insanlığın yolu
üzerine atmadıkça, kim sizi yargıçların önüne sürükle
yebilir ki?
Ey Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, lir’in
tellerini gevşetebilirsiniz, ama hangi biriniz çıkıp da tarla
kuşunu ötmekten alakoyabilir ki?
44
DAHA sonra bir konuşmacı söz aldı ve, bize Özgür
lük'ten söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Kentin kapısı önünde ve ocaklarınızın başında öz
güllüğünüze tapınmak üzere yere kapanmış olduğunuzu
görmüşümdür.
Bu tapınmalarınız sırasında, kölelerin, kendilerini ezip
öldürmekte olan bir zalim buyrukçunun karşısında eğil
dikleri gibi öne kapanmıştınız.
Hatta aranızda en özgür diye bilinenin bile, tapınağın
korusunda ve burçların gölgesinde özgürlüğünü bir bo
yunduruk ve kelepçe gibi taşımakta olduğunu da gör
müşümdür.
Ve içimsıra yüreğim kanamıştır; çünkü, ne zaman
ki özgürlüğü arama tutkusu dahi sizi rahatsız eder ve
özgürlüğün bir erek ve tatmin olduğuna dair konuşmayı
kesersiniz, işte ancak o zaman özgür olabilirsiniz.
46
SONRA rahibe yeniden söz aldı ve, bize Düşünce ve
Hırs’tan söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Çoğu kez ruhlarınız bir savaş alanı gibidir ve burada
düşünceniz ve yargılamanız, hırs ve doyumsuz iştahınız
la mücadele içindedir.
Keşke elimden gelse de, içinizdeki unsurların ahenk
sizliğini ve rekabetini birliğe ve ahenge çevirerek ruh
larınıza huzur ve barışı koyabilsem.
Fakat, kendiniz barışı ve içinizdeki unsurları sevme
dikçe benim elimden ne gelir ki?
47
ka kuşu gibi, hergün kendi bozgunundan yeniden doğa
rak yaşayabilsin
Dikkate almanızı dilerim ki, yargılarınızı ve doyum
suz iştahınızı, evinize gelen iki konuk gibi karşılayasınız.
Konuklarınızdan birini ötekinden üstün tutmayacağı
nız kuşkusuzdur; çünkü birinin öbürüne yeğlenmesi ha
linde her iki konuk da sevgisini ve inancını yitirir.
Tepeler arasında, beyaz kavak ağaçlarının serin göl
geliğinde oturur, uzaklardaki tarlalarla çayırların huzur
ve sükunetini paylaşırken... bırakın yüreğiniz sessizce,
«Tanrı düşüncenin içinde dinleniyor,» desin.
Ve ne zaman ki fırtına kopar, sert rüzgarlar ormanı
sarsar ve yıldırım ve şimşek gökyüzünün görkemini ilan
eder... işte o zaman da bırakın yüreğiniz ürpererek, «Tan
rı hırsın içinde deviniyor,» desin.
Ve Tanrı’nın evreninde bir soluk ve Tanrı'nın orma
nında bir yaprak olduğunuz içindir ki, sizler de düşün
cenin içinde dinlenip hırsın içinde devinmelisiniz.
SONRA bir kadın söz aldı ve, bize Acı’dan söz et,
dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Acınız, idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır.
Nasıl ki, bir meyvanın yüreğinin güneşi görebilmesi
için kabuğunun çatlaması gerekir, acı da sizin için öy
ledir.
Kalbinizi güncel yaşantınızın mucizelerine hayran tu
tabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az görkemli ol
mazdı.
Tıpkı tarlalarınızdan geçip giden mevsimler gibi, yü
reğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz,
Pişmanlık ve üzüntülerinizin Kış'ında çevrenize hu
zur içinde bakabilirdiniz.
Acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir.
İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi tedavi ama
cıyla verdiği tatsız ilaçtır.
Bu nedenle: içinizdeki hekime güvenin ve uzattığı
devayı sükunetle ve yatışarak için.
Gerçi onun eli ağır ve serttir, ama Görülemeyenin
yumuşak eli tarafından yönetilmektedir.
Gerçi uzattığı kadeh dudaklarınızı yakar, ama çamu
ru Çömlekçi’nin içine Kutsal gözyaşlarını kattığı çamur
dandır.
49
SONRA bir adam söz aldı ve bize Kendini Bilmek’ten
söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Yürekleriniz kendi sessizlikleri içinde gecenin ve gün
düzün gizlerini bilirler.
Ama kulaklarınız, yüreğinizin bildiklerini duyabilmeye
can atar.
Düşünce olarak aklınızdan geçenleri sözcüklerle bil
mek istersiniz.
Düşlerinizin çıplak bedenine parmaklarınızla dokuna
bilmek istersiniz.
50
Sakın, «Ruhun yolunu buldum,» demeyin. Onun yeri
ne, «Yolumun üstünde salınan ruha rastladım,» deyin.
Çünkü ruh tüm yollarda gezinir.
Ruh ne bir hat üzerinde yürür, ne de bir kamış gibi
yetişir.
Ruh, sayısız yaprağıyla bir lotüs çiçeği gibi, kendi
kendine açar.
51
SONRA bir öğretmen söz aldı ve, bize Öğretim'den
söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Hiç kimse size, bilginizin alaca aydınlığında halen
yarı uykuda olan nesnelerden öte bir şeyi açıklayıp öğ
retemez.
Tapınağın gölgeliğinde, öğrencileri arasında yürüyen
öğretmen, bilgisinden değil fakat inancından ve sevgisin
den verir.
Öğretici gerçekten akıllıysa, sizleri kendi aklının evi
ne sokmaya değil, fakat kendi aklınızın eşiğine doğru
yürütmeye çalışır.
Gökbilimci sizlere uzaydan edindiği bilgiler hakkında
konuşabilir, ama sizlere idraki veremez.
Müzisyen, evrenin her yanındaki ahengi sizlere du
yurabilir, ama o ahengi tutabilecek kulağı ve onu yansı
tacak sesi veremez.
Ve, rakamların bilimiyle uğraşan kimse, sizlere ölçü
ve tartının yapısallığından söz edebilir ama sizleri onla
rın âlemine sokamaz.
Çünkü bir insanın duyuş ve anlayışı kanatlarını bir
başkasına ödünç vermez.
Ve her biriniz Tanrı’nın bilgisinde tek tek yer aldığı
nız içindir ki. her biriniz Tanrı’yı kavramakta ve yeryü
zünü anlamakta tek başınasınızdır.
52
SONRA bir delikanlı söz aldı ve bize Dostluk’tan söz
et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Dostunuz, sizin karşılığını bulmuş ihtiyacınızdır.
O, sizin sevgiyle ekip teşekkürle biçtiğiniz tarlanızdır.
Sizin sofranız ve ocakbaşınızdır.
Çünkü siz ona aç olarak koşar ve huzura kavuşabil
mek için onu ararsınız.
54
SONRA bir öğretim üyesi söz aldı, Söz Söylemek’ten
konuş dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Düşüncelerinizle barışık olamadığınız anlarda konu
şursunuz.
Yüreğinizin yalnızlığında daha fazla yaşayamaz ol
duğunuz anlarda dudaklarınızda yaşamaya başlarsınız ve
ses sizin için bir oyalayıcı olur.
Ve konuşmalarınızın çoğunda düşünce, yarı yarıya
öldürülmektedir.
Çünkü düşünce uzayın bir kuşudur, sözcüklerden ya
pılmış bir kafese konulduğunda belki kanatlarını açabilir,
ama uçamaz.
55
Dostunuza bir yol kenarında ya da pazar yerinde
rastladığınızda, bırakın içinizdeki ruh dudaklarınıza ve
dilinize yol gösterici olsun.
Bırakın, sesinizin içindeki ses, onun kulağının içinde
ki kulağa konuşsun;
Çünkü, rengi unutulsa, bakracı yok olsa bile şarabın
tadı anımsanır.
Onun ruhu da sizin içinizin gerçeğini öyle saklar.
SONRA bir gökbilimci söz aldı, Erenler, ya Zaman
için ne dersin, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Zamanı ölçmeye kalksanız onu ölçüsüz ve ölçüleme
yen olarak bulursunuz.
Kendi davranışınızı buna bağlar, hatta ruhunuzun
doğrultusunu saatlere ve mevsimlere göre çizersiniz.
Zamanı bir ırmak yapar ve başına oturup akışını sey
redersiniz.
58
Çünkü bazan aksak konuşmalar bile zayıf bir dili
güçlendirebilir.
Seçtiğiniz hedefe sağlam ve yürekli adımlarla ilerler
ken, iyisinizdir.
Topallayarak ilerlediğinizde de kötü değilsiniz ama.
Çünkü topallayacak yürüyenler bile geriye değil ileri
ye doğru gitmekledirler.
Ama siz ki, ayaklarına çabuk ve sağlam adımlısınız,
topallayanların adımlarına ayak uydurmayı soylu bir dav
ranış saymayınız.
Sayısız bakımdan iyisinizdir; ve iyi olmadığınız za
manlarda da kötü değilsiniz.
Sadece ilerlediğiniz yollarda fazlaca oyalanıyor ve
tembellik ediyorsunuz.
Ne yazık ki, ceylanlar kaplumbağlara sürati öğrete
miyorlar.
59
SONRA bir rahibe söz aldı, bize Tapınmak'tan söz et,
dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Sıkıntılara uğradığınız ve darlık çektiğiniz zamanlar
da tapınırsınız; neşenizin tam ve günlerinizin bereketli
olduğu zamanlarda da tapınabilseniz.
60
Ya da, yalnızca başkalarının yararına dilekte bulun
mak için girseniz, yine sesiniz duyulmayacaktır.
Tapınağa, görünmeden girmeniz yetişir.
Sözcüklerle nasıl dua edebileceğinizi sizlere öğre
temem.
Tanrı, Sizlerin dudaklarına kendi yerleştirdiği sözcük
lerle kendisine yapacağınız duaları dinlemez.
Bense sizlere denizlerin, ormanların ve dağların dua
larını öğretemem.
Ama sizler ki, dağlardan, ormanlardan ve denizler
den doğmasınız, onların dualarını kendi yüreğinizde du
yabilirsiniz.
Ve eğer gecenin sakinliğinde dinleyebilirseniz, onla
rın olanca suskunlukları içinde seslendiklerini duyarsınız.
«Ey bizim kanatlanmış benliğimiz olan Tanrımız, içi
mizdeki bizi yöneten güç, senin gücündür.
Bizi dileklendiren içimizdeki senin dileğindir.
Senin olan gecelerimizi senin olan gündüzlere dö
nüştürebilen içimizdeki itilim senin itilimindir.
Senden hiç bir şey dileyemeyiz, çünkü sen, neleri
gereksindiğimizi onlar daha içimizde doğmadan bilmek
tesin.
Bize gereken yalnız sensin; ve bize kendinden bir
şey daha vermekle her şeyi vermiş olursun.»
61
SONRA, kente yılda bir kez uğrayan bir zahit öne
çıktı, ve bize Zevk'ten söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Zevk bir özgürlük-türküsüdür.
Ama özgürlük değildir.
Tutkularınızın tomurcuklanışıdır.
Ama meyvaları değildir.
O, kendine yükseklik arayan bir derinliktir.
Ama kendisi ne derinlik ne de yüksekliktir.
O, kafestekinin kanat takmışıdır.
Ama çevrelenmiş uzay değildir.
Evet, işin gerçeği, zevk bir özgürlük-türküsüdür.
Bütün yüreğinizle onu çağırmanızı dilerim de; türkü
yü çağırırken kendinizden geçmenizi isteyemem.
Gençlerinizden bazıları, sanki her şey oymuşçasına
zevki arıyorlar ve yargılanıp azarlanıyorlar.
Bense onları ne yargılarım ne de azarlarım. Bırakı
rım arasınlar.
Çünkü aradıkları zevki bulacaklardır... ama yalnızca
zevki değil;
Zevkin yedi kızkardeşi vardır ve en göze çarpmayanı
bile zevkin kendisinden daha güzeldir.
Birtakım kökleri çıkarmak için toprağı kazan adamın
bir hazine bulduğunu hiç işitmediniz mi?
62
hoş kafayla işlenmiş birer hataymış gibi pişmanlıkla anım
samaktadırlar.
Oysa pişmanlık aklın doğru yola sokulması değil, bu
lutlandırılmasıdır.
Bu gibiler, geçmişteki zevklerini bir Yaz-sonunun ha
sadıymışçasına minnetle anmalıdırlar.
Ama eğer pişmanlık duymak onlara huzur veriyorsa,
bırakın huzur duysunlar.
Aranızdan bazıları da ne zevki arayacak kadar genç,
ne de onu anımsayacak kadar yaşlıdır.
Bunlar zevki aramaktan ve anımsamaktan korktuk
ları için tüm zevklerden sakınırlar, böylelikle de ruhlarını
ihmal etmemiş ve ona karşı çıkmamış olduklarını sanırlar.
Oysa onların zevki de, işte bu davranıştır.
Bu nedenledir ki, bunlar da titrek elleriyle kökleri
ararken bir hazine bulurlar.
Fakat söyleyin bana, ruhu sıkıntıya sokabilen var
mı?
Bülbül gecenin, ateşböceği de yıldızların sükûnetini
bozabilir mi?
Ateşinizin alevi ya da dumanı rüzgara yük olabilir mi?
Sanırmısınız ki ruh, içine atacağınız herhangi bir şey
le durgunluğunu yitirecek bir göldür?
63
Ve şimdi içinizsıra sorun, «Zevklerin hangisinin güzel,
hangisinin çirkin olduğunu nasıl ayırt edeceğiz?»
Bağlarınıza ve bahçelerinize gidip bakın, arı için
zevkin çiçekten bal toplamak olduğunu öğreneceksiniz.
Oysa çiçeğin zevki de arıya balını sunabilmektir.
Arı için çiçek, hayatın pınarıdır,
Çiçek için de arı, sevginin elçisidir,
Her ikisi için zevkin karşılıklı alınıp verilmesi bir ge
reksinim ve doygunluğun mutluluğudur.
64
SONRA bir şair söz aldı, ve bize Güzel'den söz et,
dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Güzel’in kendisi yolunuza çıkmaz ve kılavuzunuz ol
mazsa güzeli nerede ve nasıl ararsınız?
Sözlerinizi dokuyan o olmadıktan sonra, onun hak
kında nasıl konuşabilirsiniz ki?
66
SONRA yaşlı bir din adamı söz aldı ve bize Din’den
söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Bugün ben dinden başka bir şeyden söz ettim mi ki?
Din, tüm çabalar ve onların yansıması,
Ve ne çaba ne de yansıma olmayıp, ellerin taşları
yonttuğu ve tezgahları işlettiği sırada ruhtan durmaksızın
fışkıran bir hayret ve telâşlı heyecan değil midir?
Kim inancın eyleminden ya da bağlılığını uğraşından
ayrı tutabilir ki?
Kim saatlerini önüne koyup da, «Bu Tanrı için; bu
benim için, bu canım, bu da vücudum için,» diyebilir ki?
Bütün saatleriniz, uzay boşluğunda bir benlikten öte
kine uçuşan kanatlardır.
Erdemliliğini en iyi giysisiymiş gibi sırtına geçirmiş
olan kimse, soyunuk gezinse daha iyi eder.
Rüzgar ve güneş onun teninde delikler açmaz.
Her kim ki. davranışlarını yerleşik ahlâk kurallarıyla
tanımlar, öten-kuşunu bir kafese hapsetmiş demektir.
Demir parmaklıklar ve telörgüler ardından en özgür
ses yükselmez.
Ve her kim için tapınmak hem açılıp hem kapanan
bir penceredir, o kimse, ruhundaki evin şafaktan şafağa
değin açık duran pencerelerini henüz ziyaret etmemiş de
mektir.
67
Sizlerin günlük yaşayışınız tapınağınız ve dininizdir.
Oraya olanca bütünlüğünüzle giriniz.
Sabanınızı, örsünüzü, malanızı ve çalgınızı.
Kullanacağınız ya da içinizi aydınlatacağınız neleri
niz varsa, tümünü de beraberinizde alıp girin.
Çünkü saygı göstermekle ne ortaya koymuş olduğu
nuz başarıların daha yücesine çıkabilir, ne de bozgunla
rınızın daha derinine düşebilirsiniz.
Herkesi de beraberinizde götürün:
Çünkü tapınmanızda ne onların umutlarından daha
yükseğe erişebilir, ne de onların umutsuzluklarından da
ha alçağa inebilirsiniz.
68
SONRA El Mitra söz aldı ve, Ölüm'ü soracaktık dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Ölüm’ün gizemini bilmek istiyorsunuz.
Ama onu Hayat'ın kalbinde aramadıktan sonra nasıl
bulabilirsiniz ki?
Gözleri geceyle-sınırlanmış ve gündüzleri kör bakan
baykuş, aydınlığın gizeminden peçeyi kaldıramaz.
Eğer ölümün ruhunu gerçekten kavrayabilmek isti
yorsanız, kalbinizi tam anlamıyla hayatın gövdesine açın.
Çünkü hayat ve ölüm, tıpkı nehir ile deniz gibi, Bir'dir.
70
ARTIK akşam olmuştu.
Bilge-kadın El Mitra, Bugün kutlu bir gün, bu yer
kutlu bir yer ve bize konuşan ruhun kutlu bir ruh olsun,
dedi.
O da karşılık verdi. Konuşan ben miydim? Ben de
sizler gibi bir dinleyici değil miydim yoksa?
71
Evet, suların yükselip alçalışıyla geleceğim,
Gerçi ölüm beni gizleyebilir ve daha yüce bir sus
kunluk beni sarabilir, ama ben yine Sizlerin anlayışını
arayacağım.
Ve arayışım boşa çıkmayacak.
Sizlere söylediklerimden biri bile gerçekse, o gerçek
daha berrak bir sesle ve aklınızdan geçirdiklerinize da
ha yakın sözcüklerle kendini ortaya koyacaktır.
72
Benim sessizliğime çocuklarınızın kahkaha ırmakları
ve gençlerinizin özleyiş nehirleri karıştı.
Ve içimin derinliğine eriştiklerinde bile, ırmaklar ve
nehirler şarkılarını kesmiş değillerdi.
74
Şu dağlar ve ovalar birer sıçrama-taşı ve beşiktir.
Atalarınızı gömdüğünüz topraklara yolunuz düştüğün
de onlara şöyle bir göz atarsanız, kendinizi ve yavruları
nızı elele vermiş dansederken görürsünüz
Gerçek şu ki, nice kez bilmeksizin şenlikler yapmak
tasınız.
75
En çok da bunun için kutlarım sizleri:
Öylesine çok şey verdiğiniz halde hiç bir şey verme
miş gibi davrandınız.
Oysa duyarlılık kendini bir aynada seyretse taş ke
silir.
Ve kendini güzel takılarla isimlendiren bir iyilik, bir
lânetliğe ana-baba olur.
Aranızdan bazıları da benim dünyadan elini eteğini
çekmiş biri olduğumu ve kendi yalnızlığımı içerek sarhoş
olduğumu sanmıştır.
Benim için, «Ormanın ağaçlarıyla söyleşilerde bulu
nuyor ama insanlara aldırdığı yok,
Dağların tepesine çıkıp oturuyor ve kentimize yu
karıdan bakıyor.» demişsinizdir.
Tepelere tırmandığım ve uzak yerlerde dolaştığım
gerçektir.
Ama yüce bir tepeden ya da uzakça bir mesafeden
bakmasam sizleri görebilir miydim?
Bir kimse uzaklarda olmadıkça, gerçekten yakında
olabilir mi?
76
Ve ben, yalnızca, sizlerin göklerde dolaşan büyücek
benliklerinizi avlayabilmişim.
77
Beni andıkça şunu da anımsamanızı dilerim:
Size içinizde en cılız ve bitkin görünen yanınız, sizin
en güçlü ve adanmış yanmızdır.
Kemiklerinizin çatısını sağlamlaştıran ve onu dimdik
tutan içinize çektiğiniz soluk değil midir?
Kentinizi kuran ve içindeki her nesneyi oluşturan,
şimdi hiç birinizin düşlediğini anımsamadığı bir düş değil
midir?
O soluğun gelgitini bir görebilseydiniz, bir daha baş
ka hiç bir şeyi görmek istemezdiniz,
Ve eğer düş’ün fısıltılarını işitebilseydiniz, başka hiç
bir sese kulak vermezdiniz.
Oysa, görmeseniz de işitmeseniz de iyidir.
Gözlerinizi bulutlayan peçe onu dokumuş olan eller
tarafından kaldırılacaktır.
Kulaklarınızı tıkayan çamuru, onu yoğuran parmak
lar çıkarıp atacaktır.
Ve o zaman görecek,
Ve o zaman işiteceksiniz.
Ama bir zamanlar kör olduğunuza yakınmayacak, sa
ğırlığınıza üzülmeyeceksiniz.
Çünkü o gün, her nesnenin içinde gizlenen amacı bil
miş olacaksınız.
Ve karanlığı olduğu kadar, aydınlığı da kutsayacak
sınız.
78
Büyük denizlerin çalkantılarını dinlemiş olan gemici
lerim bile sabırla dinlediler beni.
Artık onları daha fazla bekletecek değilim.
İşte hazırım.
Irmak denizine kavuştu ve işte bir kez daha o büyük
ana, yavrusunu bağrına basıyor.
79
Bunları söyledikten sonra, denizcilere bir işaret verdi
ve onlar da hemen demiri aldılar, gemiyi kıyıya bağlayan
halatları çözdüler ve Doğu’ya doğru hareket ettiler.
Bir anda, tek bir yürekten çıkmışçasına kopan bir
çığlık alacakaranlığın içinde yükseldi ve büyük bir boru
uğultusu gibi denizin üzerine yayıldı.
Yalnız El Mitra sakindi, gemi sisler içinde gözden
yitinceye dek ardından baktı.
Halk dağıldığı halde o yapayalnız denizin kıyısında
dikilmiş, içisıra O'nun sözlerini anımsıyordu.
«Çok kısa bir süre geçecek, rüzgara yaslanıp biraz
dinleneceğim ve bir kadın bana gebe kalacak.»
80
Epub olarak aşağıdaki linkten indirebilirsiniz:
Ermiş - Halil Cibran
İyi okumalar..
ST...