Professional Documents
Culture Documents
1625-Davranış Bilimleri PDF
1625-Davranış Bilimleri PDF
1625-Davranış Bilimleri PDF
Copyright ©2012
The copyrights, publica ons and sales rights of this book belong to Atatürk University. All rights
reserved of this book prepared with an individual learning approach. No part of this book may
be reproduced, printed, or distributed in any form or by any means, techanical, electronic,
photocopying, magne c recording, or otherwise, without the permission of Atatürk University.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
Davranış Bilimleri
ISBN: 978-975-442-223-8
ERZURUM, 2012
1. Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi 4
Prof. Dr. HASAN TUTAR
4. Tutumlar 66
Prof. Dr. UMUT AVCI
8. İletişim 155
Prof. Dr. HASAN TUTAR
Editör
Prof. Dr.
Hasan TUTAR
Davranış
Davranış Ve Davranış
Hareket
Bilimleri
Eylem
DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN DİĞER BİLİM
Açıklayıcılık
DALLARIYLA İLİŞKİSİ
Davranış Bilimlerinin
Tanımlayıcılık
Özellikleri
Normatiflik
Sosyoloji
Psikoloji
Sosyal Psikoloji
Antropoloji
5
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
GİRİŞ
Davranış bilimleri, insan davranışlarını ve bunların arkasındaki temel
nedenleri (güdü, motiv, dürtü, saik, itki) açıklayan sosyoloji, psikoloji, sosyal
psikoloji ve antropolojiden oluşan bir çatı kavramdır. Davranış bilimlerinin temel
amacı, insanın inançları, tutumları ve davranışları ile ilgili süreçleri araştırmaktır.
Bu yönüyle davranış bilimleri ahlâk veya etik gibi olması gerekeni yani norm
koyucuyu (normatif) değil, olanın veya olana göre olacak olanın açıklamasıdır. Bu
nedenle davranış bilimleri kural koyucu (normatif) değil tanımlayıcı ve açıklayıcıdır.
Davranış bilimleri, adından da anlaşılacağı gibi birkaç bilim dalından (disiplininden)
oluşan bilimler grubudur. Davranış bilimlerini oluşturan bilim dallarından psikoloji,
dairenin en içerisinde ve merkeze en yakın yerinde bulunur. Psikoloji, insanların
içten ve dıştan gelen uyarıcılara verdiği tepkiyi konu alan bir bilim dalıdır. Genel
konusu insanların kişilik yapılarıdır ve insanları kişilik yapılarına göre onların olası
tutum ve davranışlarını analiz etmeye çalışır.
Davranış bilimlerini oluşturan diğer temel bir disiplin sosyolojidir. Sosyoloji,
grupların veya toplumların oluşması, toplumsal değişim yasaları, toplumsal
kurallar, grup davranışları, grup dinamiği, toplumsal davranış düzlemi,
Davranış bilimleri,
adından da anlaşılacağı kültürlenme, kültürleşme, kültürel değişme gibi konuları inceleyen bilim dalıdır.
gibi birkaç bilim Davranış bilimlerini oluşturan diğer bir bilim dalı ise sosyoloji ile psikolojinin ara
dalından oluşan bilimler kesitini oluşturan sosyal psikolojidir [1]. Sosyal psikoloji, psikolojinin yaptığı gibi
grubudur. bireyi ele almaz. Aksine sosyolojinin yaptığı gibi grubu veya toplumu da inceleme
konusu yapmaz; sosyal psikolojinin konusu, herhangi bir grubun üyesi olan bireyin
davranışını inceler. Davranış bilimlerini oluşturan diğer bir bilim dalı ise
antropolojidir. Antropoloji toplumları tüm kurum ve kuruluşlarıyla ele alır.
6
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Davranış Bilimleri
Bilimler farklı biçimlerde sınıflandırılmışlardır. En genel sınıflama “doğa
bilimleri” ve “sosyal bilimler”dir. Doğa (fen) bilimleri başta fizik olmakla birlikte
biyoloji, kimya gibi bilimlerdir. Doğa bilimleri doğada gerçekleşen biyolojik ve
fiziksel olaylarla ilgilenir. Konusu daha çok doğaya egemen olan fizik kanunlarını
saptamak ve varlığın biyolojik ve fiziksel temellerini sorgulamaktır. Sosyal bilimler
ise insan yaşamını konu edinen bilimleri kapsar. Bu bilimler; psikoloji, sosyoloji,
sosyal psikoloji, tarih, siyaset bilimi, ekonomi gibi bilimlerdir. Bu iki kategorinin
dışında bir de matematik ve mantıktan oluşan formel bilimler vardır.
Bilimlerin sınıflandırılması çalışmalarında 1920'li yıllarda doğal bilimleri ve
sosyal bilimler şeklinde ortaya konan iki kategori 1950'li yıllara gelindiğinde bilim
adamlarının özel olarak insanı inceleme konusu yapan araştırmalarıyla farklı bir
boyut kazanmaya başladı. İnsan davranışlarını farklı disiplinlerle açıklama
ihtiyacının hissedilmesi bugün “davranış bilimleri” adını verdiğimiz bilimler setinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Berelson ve Steiner'e göre sosyal bilimler; antropoloji,
ekonomi, tarih, siyaset bilimi, psikoloji ve sosyoloji gibi altı disiplini kapsayan bir
bilimler grubudur.
Davranış kavramının konusunu oluşturan insan faaliyeti çeşitlilik gösterir.
Davranış kavramı, söz konusu çeşitlilik içerisinde insanın gözlenebilen ve
ölçülebilen eylemlerini inceler. İnsan davranışlarının önemli özelliklerinden biri, çok
nedenli ve karmaşık olmasıdır. Davranış açısından her eylem ondan önce gelen
Davranış bilimleri sırf birtakım koşulların sonucunda ortaya çıkar. İnsan davranışların incelenmesi
başkalarının insanların özel yaşamlarında olduğu kadar, örgütsel yaşamlarında da önemlidir.
davranışlarını İnsan davranışlarının temellerini bilmeden örgütlerde verimli bir insan kaynakları
açıklamayı amaç edinen yönetimi mümkün değildir.
bir bilim dalı değildir.
Örnek
Daha önce de ifade edildiği gibi davranış bilimleri birkaç bilim dalından
oluşan bir bilimler seti veya grubudur. Dolayısıyla davranış bilimleri sosyal bilimler
içinde konusu insan olan her bilim dalıyla şu ya da bu ölçüde ilgilidir [3]. Temel
amacı ise insanı anlamak, davranışlarının arkasındaki temel niyeti sorgulamak ve
açıklamaya çalışmaktır. Burada şunu belirtmek gerekir ki davranış bilimleri sırf
başkalarının davranışlarını açıklamayı amaç edinen bir bilim dalı değildir.
Davranış bilimleri şu sorulardan hareketle insan davranışlarını inceler:
İnsan hangi durumda nasıl davranıyor?
Neden o şekilde davranıyor, davranışının arkasındaki güdü ne?
7
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
8
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
9
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
10
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
11
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
psikologlar iki önemli ilişki üzerinde dururlar: Bunlardan ilki, beyin ve davranış
ilişkisi; ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikoloji disiplini, bireysel davranışı
bireysel özellikler bakımından açıklamaya çalışırken burada bireysel farklılıklar
(zekâ, inanç, tutum) ve süreçler (algılama, motivasyon, güdüleme) üzerinde
dururlar. Bireysel farklılıklar tespit edilerek benzer durumlara gösterilen farklı
tepkilerin nedeni açıklanmaya çalışılır.
Davranış bilimleri içerisinde en hâkim konumda olan psikolojinin diğer bir
ilgi alanı kişilik yapıları ile insan faaliyetleri arasındaki ilişkiyi bilimsel olarak ele alıp
incelemektir. Buna göre psikolojinin temel amacı davranışı anlamak, tahmin
etmek ve kontrol etmektir. Psikoloji bir taraftan insanlar arasındaki kişilik, tutum
vb. alanlardaki farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışırken, diğer taraftan da
motivasyon, öğrenme gibi süreçler üzerinde durur.
Davranış bilimleri aşağıdaki gibi bazı varsayımları psikolojiden ödünç
almıştır:
İnsanlar farklı şekillerde güdülenir ve harekete geçerler.
İnsanlar her zaman akılcı davranmazlar (sınırlı rasyonellik).
İnsanlar birbirine bağlıdır. Bu bakımdan, bireysel davranışların genellikle
sergilendikleri çevredeki sosyal şartlarla açıklanması gerekir.
12
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Davranış. Bir organizmada yer alan ve bir organizma tarafından yapılan her
türlü eylemdir. Diğer bir tanımla davranış belli bir etkiye karşı gösterilen bilinçli bir
tepkidir. Davranışı refleksten veya bilinçsiz bir hareketten ayıran temel faktörler;
bilinç, niyet, istek, davranışın sonucunu kestirme ve amaçtır.
Organizmada yer alan bir eyleme, davranış denilebilmesi için eylemin
gözlenebilir veya ölçülebilir olması gerekir. Psikolojinin üzerinde durduğu bir diğer
kavram ise inceleme birimidir [14]. Psikolojinin felsefe kapsamı içinde ele alındığı
dönemde yani psikoloji biliminin kuruluş yıllarında inceleme bilimi olarak insanlar
kullanılıyordu. Günümüzde psikoloji insan davranışlarının yanı sıra hayvan
davranışlarını da incelemektedir.
Psikolojinin Dalları
Psikoloji bilimi farklı alt disiplinlerden oluşan bir bilim dalıdır. Bu disiplinler
farklı psikolojik uzmanlık alanlarını oluşturur. Psikolojinin alt disiplinlerini veya
temel uğraş alanları şunlardır:
Deneysel Psikoloji
Gelişim Psikolojisi
Sosyal Psikoloji
Uygulamalı Psikoloji
Klinik Psikolojisi
13
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Sosyal grupları,
Sosyal örgütleri,
Sosyal gruplarda ve sosyal örgütlerdeki değişimi incelemektir.
14
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
15
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
16
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
17
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
18
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
19
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Bireysel Etkinlik
•Kültür sürekli değişen organik bir durumdur. Toplumsal değişme
kesintisiz bir biçimde devam eder ve toplumsal değişmeyle birlikte
kültür de değişir. Bu çerçevede sizin ve arkadaşlarınızın selamlaşma
tarzınızı geleneksel Türk usulü selamlaşma ile karşılaştırınız. Kültür
değişimi seziyor musunuz?
20
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Davranış bilimlerinin özellikleri açısından aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Davranış bilimleri kural koyucudur.
b) Davranış bilimleri açıklayıcıdır.
c) Davranış bilimleri sosyal bilimleri de kapsayan geniş bir alandır.
d) Davranış bilimleri matematiksel yöntemlerle açıklanabilir.
e) Davranış bilimleri istatistiksel yöntemlerle açıklanabilir.
22
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.e, 4.c, 5.e, 6.d, 7.b, 8.e, 9.b, 10.d
23
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]Damasio, A.R. (1999). The Feeling of What Happens: Body and Emotion in the
Making of Consciousness. New York: Harcourt Brace & Co
[2]Barutçugil, İ. (2002). Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, İstanbul: Kariyer
Yayıncılık
[3]Cameron, K. and Whetten, D. A.(1983). Organizational Effectiveness, New York:
Academic Press
[4]Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi
[5]Atkinson, R. L. Atkinson, R. C., Smith, E. E., Bem, D. J. and Nolen – Hoeksema, S.,
(2002). Psikolojiye Giris, (çev. Yavuz Alogan), Ankara: Arkadas Yayınları
[6]Baymur, F. B. (2005). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları
[7]Eroğlu, F. (2000). Davranış Bilimleri, 5.basım, İstanbul: Beta Yayınevi
[8]Rachman, D. J. ve diğerleri (1996). Business Today, International Edition, New
York: McGrav-Hill Inc.
[9]Gordon, J. (1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon Inc.
[10]Kızılçelik, S. ve Erjem, Y. (1992). Açıklamalı Sosyoloji Terimler Sözlüğü, Konya:
Göksu Matbaası Davranış Bilimleri ve Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi
[11]Yüksel, Ö.(2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi
[12]Nelson, D. L., Quick James C. and Livingston L. P. (1997). Organizational
Behavior Foundations Realities and Challenges, West Publishing Company,
[13]Mullins, L. J.(1999). Management And Organisational Behaviour, Fifth Edition,
London: Financial Times, Pitman Publishing.
[14]Morris, C. G. (2002) Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: N. Ekrem Düzen), Ankara: Türk
Psikologlar Derneği Yayınları
[15]Özkalp, E.ve Kıral, Ç.(1997). Örgütsel Davranış, Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaası
[16]Luthans, F. (1995). Organizational Behavior, 7nd Ed, McGraw Hill
[17]Schermerhorn, J. R., Hunt J. G. and Richard, O.n N.(1997). Organizational
Behavior, New York: John Wiley And Sons, Inc.
[18]Yaylacı, G. Ö. (2008). Kariyer Yaşamında Duygusal Zeka ve İletişim yeteneği,
İstanbul: Hayat Yayınları
[19]Yeşilyaprak, B. (2003). Genel psikoloji, Ankara: Pegem Akademi Yayınları
[20]Erdoğan, İ. (1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
24
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
GÜDÜLEME VE GÜDÜLEME
KURAMLARI
• İhtiyaç ve Güdü
İÇİNDEKİLER
• Güdülerin Sınıflandırılması
• Güdüleme ve Güdüleme
Kuramları DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Prof. Dr.
Hasan TUTAR
2
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
İhtiyaç
Dürtü
Dengelerin Güdüleri
Güdüleme ve Güdüleme Kavramı
Cinsel Güdüler
Güdülerin
Duygusal Güdüler
Sınıflandırılması
Toplumsal Güdüler
Doğal Güdüler
İhtiyaçlar hiyerarşisi
kuramı
ERG kuramı
Güdüleme
Kuramları
Bekleyiş kuramı
Geliştirilmiş bekleyiş
kuramı
Süreç Kuramı
Davranış şartlandırma
kuramı
Eşitlik kuramı
26
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
GİRİŞ
Organizmayı belli bir amaca yönelik davranışa iten iç güce güdü adı verilir.
Burada yeri gelmişken belirtelim ki organizma, her türlü canlı varlıktır. Bu anlamda
insanlar, hayvanlar hatta bitkiler birer organizmadır. Bu biyoloji bilimi için
böyledir. Psikolojide ise organizma denildiğinde, insan ve hayvan organizması akla
gelir. Psikolojiye göre insan ya da hayvan organizması, onu meydana getiren ve
çeşitli işlevleri bulunan organların oluşturduğu uyumlu bütünlüktür.
Güdü (motiv) eylemine, güdüleme (motivasyon) denir ve organizmayı
harekete geçiren güç anlamına gelmektedir. Güdüleme, organizmanın ihtiyaçlarını
karşılaması için onu harekete geçiren, hareketin yönünü belirleyen ve onu kontrol
eden güç olarak ifade edilebilir [1]. Örgütsel açıdan çalışanların örgütsel amaçlar
doğrultusunda harekete geçirilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol edilmesiyle ilgilidir.
Özellikle bireysel ve örgütsel performans bakımından büyük önem taşır. Örgütsel
motivasyon veya güdüleme işgörenleri çalışmaya isteklendirme, onlarda yüksek iş
tatmini hissi oluşturma ve örgütte verimli çalıştıkları takdirde kişisel tatmin
bulacakları konusunda inandırma sürecidir. Güdüleme bir süreçtir ve süreç tatmin
Güdüleme bir süreçtir edilmemiş birtakım ihtiyaçların dürtüsü ile başlar. Bu ihtiyaçlar uyarılıncaya kadar,
ve süreç tatmin başka bir ifadeyle güdüye dönüşünceye kadar kişiyi motive etmez. İhtiyaçların
edilmemiş birtakım uyardığı dürtüler harekete geçirilmiş ise buna psikolojide güdü veya motiv denir.
ihtiyaçların dürtüsü ile Buna göre güdüler, kişilerin davranışlarının arkasındaki nedenlerdir. İhtiyaçlardan
başlar. kaynaklanan güdüler kişiyi bir davranışta bulunmaya iter.
İHTİYAÇLAR VE GÜDÜ
İhtiyaç, insanda eksiklik veya yoksunluk hissi uyandıran, içsel ve dışsal,
psikolojik veya fizyolojik her tür faktördür. İhtiyaçlar kişinin fizyolojik ve psikolojik
denge durumunu (homeostazi) bozan, karşılanmasıyla (tatmin) birlikte tekrar eski
denge durumuna dönülmesini sağlayan psikolojik ve fizyolojik özellikleri olan
durumlardır. Kişi yaşamını sürdürmek için ihtiyaçlarını tatmin etme gereği duyar.
İsteklerin karşılanması kişinin yaşam konforunu arttırırken, ihtiyaçlar kişinin
yaşamı için zorunlu unsurlardır. İstekler sonradan öğrenilmiş olmasına rağmen
ihtiyaçlar öğrenilmiş değillerdir ve doğuştan getirilir [2]. İsteklerin her zaman
karşılanmasına gerek yoktur; ancak yaşamın sürmesi için ihtiyaçların karşılanması
gerekir.
İhtiyaçların daha kolay anlaşılması için bilim adamları onları iki genel
kategoride incelemektedirler. Buna göre ihtiyaçlar birinci derece temel ihtiyaçlar
ve ikinci derece tamamlayıcı ihtiyaçlar olarak iki grupta incelenebilir. Başka bir
sınıflandırmaya göre ise ihtiyaçlar; fizyolojik (yeme, içme vb.), güvenlik (sağlık
sigortası, iş garantisi, soğuktan korunma), sosyal, (arkadaşlık, grubun üyesi olma
vb.,) ve psikolojik (başarı, statü, sosyal kabul görme, kendini gerçekleştirme)’tir.
İhtiyaç
İnsan, yaşamına ihtiyaçlarının anlaşılması ile başlar. Doğumdan itibaren en
erken öğrenilen şey ihtiyaçların tatmin edildiğinde haz ve doyum, tatmin
27
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
Zorunlu ihtiyaçlar İnsanların tatmin etmek istedikleri çok sayıda ihtiyaçları vardır. Ayrıca bu
insanların yaşamı için ihtiyaçların bir bölümü tekrarlanan nitelikte yani periyodiktir. İhtiyaçların diğer bir
mutlaka gerekli olan ve özelliği tatmin edildikçe şiddetinin azalmasıdır. İhtiyaçların tatminine devam
karşılanması gereken edildikçe, belirli bir aşamadan sonra bu ihtiyacı gideren şeylerin tüketimi insana
içsel durumlardır.
haz vermek yerine ıstırap vermeye başlar. Yeme, içme gibi biyolojik ihtiyaçlar
karşılanmadığı zaman acı verme özelliği ikincil nitelikteki ihtiyaçlardan daha fazla
olduğu gibi karşılandıktan sonra ihtiyaçtan daha fazlasının tüketilmesinin verdiği
acı da daha fazladır.
Temel bir ayrımla ihtiyaçlar, psikolojik veya fizyolojik kökenli olabilir.
Psikolojik ve fizyolojik ihtiyaçlar karşılandığı zaman insanda bir haz duygusu
oluşturur [5]. Ancak bu haz alma durumu süreklilik göstermez. Tıpkı azalan verim
yasasında olduğu gibi haz alma durumu bir noktaya kadar devam eder. Hatta belli
bir noktadan (haz plâtosu) sonra haz duygusu ortadan kalkmaya başlar, yavaş
yavaş elem ve acı duygusu devreye girer. Burada söylenenler özellikle fizyolojik
ihtiyaçlardır. İhtiyaçları aşağıdaki gibi iki kategoride incelemek mümkündür:
Birincil İhtiyaçlar
İkincil İhtiyaçlar
28
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
İhtiyaçların Özellikleri
İhtiyaçlar çok sayıdadır. İnsanın evreni algıladığı, olguları tanıdığı ölçüde
ihtiyaçları farklılaşır. Gözlemleri arttıkça, tecrübe ettikçe her geçen gün ihtiyaçlara
yenileri eklenir. Tatil yapma alışkanlığı olmayan birinin tatil yapması böyle bir
ihtiyaçtır.
Tatmin edildikçe şiddetleri azalır. Özellikle fizyolojik ihtiyaçlar böyledir;
ancak aynı şeyi psikolojik ihtiyaçlar için söylemek doğru değildir. Örneğin; susuz
birinin su içtikten sonra, aç bir insanın doyduktan sonra ihtiyacı ortadan kalkar.
Ancak sevgi gören bir çocuğun sevgi ihtiyacının azalması veya ortadan kalkması
söz konusu değildir.
Güdü, psikolojinin İkame özellikleri vardır. İhtiyaçları karşılarken, ikame özelliği olan çeşitli
temel kavramlarından nesnelerle bunları ikame etmek mümkün olabilir. Su yerine maden suyu, ayran
biri olmasına rağmen, veya meyve suyu içmek, yemek yerine meyve yemek fizyolojik ihtiyaçları ikame
bu kavram evrimci
edebilir. Burada psikolojik ihtiyaçları başka bir şeyle ikame etmenin kolay
biyolojinin psikoloji
üzerindeki etkisinden olmadığını belirtmek gerekir.
doğmuştur. İhtiyaçların şiddeti farklıdır. Yukarıda da açıklandığı gibi hayat için zorunlu
olan, hayatı kolaylaştıran ve hayatı güzelleştiren ihtiyaçlar vardır ve bunların
şiddeti birbirinden farklıdır. Hayat için zorunlu olan ihtiyaçların şiddeti doğaldır ki
hayatı güzelleştiren ihtiyaçlardan daha fazladır.
Güdü Kavramı
Organizmanın bir amaca yönelebilmesi için öncelikle o amacın organizmanın
dengesini değiştirmesi ve hoşnutsuzluk yaratan bir gerginlik halinin ortaya çıkması
gerekir [7]. Daha sonra organizma bozulan bu dengeyi yerine getirmek ve
düzenlemek için ihtiyaç güdüsüyle uyarılır. Organizmayı belli bir amaca yönelten
neden, ihtiyacı karşılamaya yarayan araçlar değil, bizzat bu bozulan dengenin
yerine getirilmesi ihtiyacıdır. Yeme davranışı, özel bir tür besin alma gerekliliği
değil, açlıkla bozulan dengenin yerine getirilmesi ihtiyacından kaynaklanır.
Güdü kavramı, organizmayı bir amaç için hareket ettiren nedenlerdir.
Bunlar organizmanın dengesini koruyucu içsel faktörlerdir ve muhtemelen
organizmanın içinde maddî ve potansiyel olarak bulunurlar. Şunu belirtmek
gerekir ki güdü, psikolojinin temel kavramlarından biri olmasına rağmen, bu
kavram evrimci biyolojinin psikoloji üzerindeki etkisinden doğmuştur. Kavramın
29
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
kullanışında henüz tam bir fikir birliği sağlanabilmiş değildir. Çoğu kez dürtü (drive)
ve içgüdü (instinct) kavramları ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Kaldı ki
içgüdünün ne olduğu veya böyle bir olgunun olup olmadığı konusunda da çeşitli
tartışmalar bulunmaktadır. Ancak bütün bu tartışmalara rağmen, insanın içsel
dengesini bozan durumlar vardır ve bunlara ihtiyaç diyoruz. İhtiyaçların
karşılanması için itici içsel güçlere ihtiyaç vardır ki bunlara da güdü diyoruz.
İhtiyaçları ve güdüleri diğer organizmalar bağlamında değil de insan
bağlamında incelediğimiz zaman, insanın biyolojik, psikolojik ve sosyal bir
organizma olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle diğer organizmalardan daha
gelişmiş ve daha karmaşık bir varlıktır. İnsanı oluşturan biyolojik, psikolojik ve
sosyal sistemler, insanda birbirlerini etkileyen dinamik bir süreci meydana getirir.
Yemek ve içmek insanda sadece fizyolojik veya biyolojik bir sonuç doğurmaz.
Bunların karşılanması, psikolojik sonuçlar da doğurur. Kaldı ki yeme, içme ve
cinsellik gibi ihtiyaçların karşılanması insanlarla hayvanlar bakımından farklılık
gösterir. Bu durum insanların ihtiyaçlarını karşılarken sosyal süreçleri dikkate
aldığını gösterir.
30
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
fizyolojik kökenli faktörlere dürtü denir. Dürtü kişiyi belli bir hedefe yönlendirir ve
bu hedefe ulaşmak için onda bir irade durumu ortaya çıkarır.
GÜDÜLERİN SINIFLANDIRILMASI
İnsan, yaşamını ve soyunu sürdürme arzusundadır. Bunun yolu, güdülerini
doyurmaktır. İnsanın cinsellik, güvenlik, merak gibi güdüleri doğuştan gelir.
Bunlara birincil veya öğrenilmemiş güdü denir. Bu tür güdülerin insanı davranışa
itme gücü yüksektir. İnsanın bazı güdüleri ise çevrenin kültürel ve toplumsal etkisi
ile oluşur. Bunlar, öğrenilmiş ikinci türden güdülerdir. Çevre etkenleriyle
edinilenler, bir topluma ilişkin olma, toplumun onayını kazanma, başkasının
gözüne girme, sorumluluk alma, başarılı olma, toplumda bir konum edinme gibi
ikincil güdülerdir. İnsanın, kalıtsal ve öğrenilmiş güdülerinin üzerinde pek çok
araştırma yapılmış ve çok sayıda güdü, dürtü ve ihtiyaç belirlenmiştir. Bunlar
aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır [9]:
Dengelenim güdüleri (Açlık, susuzluk, solunum gibi),
Cinsel güdüler (Evlenme, aile kurma, çocuk büyütme gibi),
Duygusal güdüler (Korku, kızgınlık, öfke, nefret, kaygı, sevgi, gibi),
Kendiliğinden doğan (Doğal) güdüler (Merak, bilişsel yönlenme gibi),
Toplumsal güdüler (Başarı, bağlanma, dayanma, birlikte yaşama gibi).
ÖĞRENİLMİŞ (SOSYAL)
GÜDÜLER
ÖĞRENİLMEMİŞ (BİRİNCİL)
- Açlık ve Susuzluk
- Cinsellik ve Analık
- Araştırma, Faaliyet ve Kurcalama
31
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
Öğrenilmiş Güdüler
Öğrenilmiş veya diğer adıyla sosyal güdüler, öğrenme yoluyla sonradan
kazanılmış güdülerdir. Sonradan kazanıldığı için öğrenme yoluyla sonradan
değişebilirler. Sosyal güdüler aşağıda kısaca açıklanmıştır:
Birlikte olma güdüsü. Birlikte olma güdüsü, çocukluğun erken evrelerinde
gelişen bir güdüdür. Çocuk yürümeye başladığı andan itibaren öncelikle annesiyle
daha sonra kardeşleri sonra yakın ve uzak çevresiyle birlikte olmayı arzu eder.
Sosyalleşme ihtiyacı, çocuk büyüdükçe artarak devam eder. Birlikte olma
güdüsünü merak, araştırma ve kurcalama güdüsü destekler. Birlikte olma
güdüsünü pekiştiren diğer bir güdü korkudur. Kişi ancak başkalarıyla birlikte
olarak bu duyguyu yeneceğini düşünür. Birlikte olma ihtiyacında olan bireyler
başkalarıyla olan ilişkilerinde duygusal eğilimler gösterirler.
Güçlü olma güdüsü. Güçlü olma, başkalarıyla rekabet etme, yarışma ve
onların davranışlarını denetleme, etkileme, yönlendirme ve kendi iradesini onlara
kabul ettirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Güçlü olma isteği, kimilerine göre
bireyin temel güdüsüdür. Güçlü olma ihtiyacını fazla duyan bireyler genellikle
statü, mevki, makam ve hiyerarşinin üst noktalarında bulunma arzusunu fazla
duyan insanlardır. Bunlar göreli olarak baskın (dominant) kişiliğe sahip insanlardır.
Yapılan araştırmalar güçlü olma isteğinin erkek ve kadınlarda farklı olduğunu
göstermiştir. Güçlü olma ihtiyacı yüksek olanlarda saldırganlık, rekabet duygusu,
aşırıya kaçan davranış örneklerine daha sık rastlanmaktadır.
Başkaları tarafından Başarma güdüsü. Başarı güdüsü de sosyal güdülerden biridir ve öğrenilmiş
kabul görme ve onlar bir güdüdür. Başta anne ve baba olmak üzere yakın ve uzak çevrede diğer
tarafından beğenilme insanlarla olan etkileşim sonucunda öğrenilir. Başarılı olma isteği bazen
insanda bir haz duygusu mükemmellik düzeyine ulaşınca kişide çeşitli davranış bozukluklarına neden
oluşturur. olabilir. Şu veya bu yoğunlukta herkeste başarılı olma isteği vardır. Başarma
ihtiyacını fazla duyan insanlar, kendilerini göstermek için ortam ararlar. Başarma
ihtiyacı zayıf olan insanlar, kolay kolay amaç belirlemezler. Başarısızlık korkusunu
daha fazla duyarlar.
Sosyal kabul görme güdüsü. İnsanların beğenilme ihtiyaçları vardır.
Beğenilme ihtiyacının en somut olarak ortaya çıktığı alanlar kişinin yaptığı işlerin
ve ortaya koyduğu davranışların başkaları tarafından beğenilmesi yani sosyal kabul
görmesidir. İnsan kendini ancak sosyal bir ortamda var edebilir. İnsan biyolojik bir
varlık olmaktan insan olmaya, ancak sosyal süreçleri kullanması sayesinde
ulaşabilir. Bu durum insanın sosyal bir varlık olmasıyla ve sosyal kabul görmesiyle
de doğrudan ilgilidir. Başkaları tarafından kabul görme ve onlar tarafından
beğenilme insanda bir haz duygusu oluşturur. Kişi bu haz duygusunu yaşamak için
sosyal kabul görme ihtiyacı duyar. Ayrıca başkaları tarafından sevilmek,
beğenilmek ve onaylanmak insanın sosyal gelişiminin bir sonucudur.
Kendilik değeri güdüsü. Kişinin kendi hakkında olumlu düşünme, kendisine
karşı pozitif olma güdüsüdür. Kendilik değeri, farklı biçimlerde doyurulabilen bir
güdüdür. Bu yollar; sosyal kabul görme, kendilik veya benlik algısını yükseltme,
32
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
33
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
itilmesini anlatır. Bu zorlanma bir şeyi istemek, arzu etmek, dilemek, sevmek gibi
sözlerle anlatılır. İnsan, güdülemeden belli bir davranışta bulunamaz. Güdülemeye
neden olan zorlanma, içsel ve dışsal olabilir [11]. İnsanın davranışa geçmesi,
içinden gelen zorlanmayla olduğunda buna içsel güdüleme, dıştan gelen
zorlamayla olduğunda buna dışsal güdüleme denir. İçsel güdüleme, insanın iç
çevresinin uyarıcılarına dayandığı için yaşamsal önemdedir. Birey yaşayabilmek
için bedensel ihtiyaçlarını, amaçlarına ulaşmak için de psikolojik ve toplumsal
ihtiyaçlarını doyurmak zorundadır. İçsel zorlanmayla oluşan güdülemenin gücü,
dışsal zorlanmayla oluşan güdülemenin gücünden çoğu kez daha üstündür.
Güdüleme aşağıda şekil.2.2.’deki gibi gerçekleşir.
Şekil.2. 2. Güdüleme
34
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
GÜDÜLEME
TEORİLERİ
KAPSAM SÜREÇ
KURAMLARI KURAMLARI
Kapsam Teorileri
Güdüleme teorilerini iki ana grupta toplamak mümkündür. Birinci grup
Kapsam (Content) Teorileridir. Kapsam teorileri içsel faktörlere ağırlık veren
teorilerdir. İkinci grupta ise Süreç (Process) Teorileri vardır ve bunlar dışsal
faktörlere ağırlık veren teorilerdir. Kapsam teorileri, kişinin içinde bulunduğu ve
onu belirli yönde davranışta bulunmaya yönelten faktörlerdir. Süreç teorileri,
kapsam teorilerindeki içsel faktörlere ek olarak, bireyin davranışı üzerinde önemli
etkide bulunan çevre faktörleri üzerinde durur.
35
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
Maslow’a göre kişi yukarıda hiyerarşik bir düzen (örüntü) şeklinde var olan
ihtiyaçlarını yine bir sıra düzeni şeklinde tatmin etmeye çalışır [12]. Yani fizyolojik
ihtiyaçlarının baskısı altında olan bir insan, başkasıyla etkileşim halinde olma
ihtiyacı (sosyal ihtiyaç) duymaz. İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisinin diğer bir yönü de,
karşılanan ihtiyaçların motive edici olma (uyaran) özelliklerinin ortadan kalkacağı
varsayımıdır. İhtiyaçlar hiyerarşisi aşağıda şekil.2.4’te gösterilmiştir:
36
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
Örnek
•Hangi açıdan ele alınırsa alınsın motivasyon kuramlarında
insanların örgüt lehine bir fedakarlıkta bulunmadıkları
anlaşılmaktadır. Her kuram insanın ya fiziksel ya da psikolojik
ihtiyacının karşılanması ile ilgili olduğu görülmektedir.
Çift faktör teorisinin ikinci grubunu ise hijyen faktörleri oluşturur. Bunlar;
ücret, çalışma koşulları, örgüt iklimi, iş güvenliği, iş sağlığı, örgütsel adalet
unsurları, iletişim ve etkileşim koşulları, örgüt politikaları gibi faktörlerdir [13].
Bunlar kişiyi doğrudan motive etmez veya kişinin bunlara doğrudan ihtiyacı yoktur.
Ancak birinci grup ihtiyaçların karşılanması için bunların bulunması, destekleyici
bir işlev görür. Bir yerleşim yerinin altyapı ve kanalizasyon yapısı kişinin sağlığını
geliştirmez; ancak bunların olmaması kişinin sağlığını tehdit eder. Hijyen yani
destekleyici faktörlerin bulunmaması durumunda kişinin birincil grup ihtiyaçları
yeterince karşılanmamış olur [14].
37
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
Alderfer’e göre var olma ihtiyacı, yaşamak için gerekli olan zorunlu (temel)
ihtiyaçları kapsar. Bunların Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde karşılığı fizyolojik
ihtiyaçlar ile güvenlik ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçların iş ortamında karşılığı ise kişinin
çalışmasının temel nedeni olan; ücret, ödül, terfi, ikramiye ve sosyal güvenlik gibi
çalışma koşullarıdır.
Alderfer’in belirlediği ikinci ihtiyaç türü ise ait olma ihtiyacıdır. Bunlar
insanın başkaları ile birlikte olma, sosyal ilişki kurma, gruba mensup olma gibi
sosyal ihtiyaçlarını kapsar. Bunların ihtiyaçlar hiyerarşisindeki karşılığı ait olma,
sosyal ve saygınlık ihtiyaçlarıdır. Kişi bu ihtiyaçlarını iş yerinde informel grup
ilişkileri kurarak karşılamaya çalışır. Teorinin üçüncü ihtiyacı olan gelişme ihtiyacı
kişinin üstün ve değerli bir insan olarak kendisini görmesini sağlayan ihtiyaçlardır.
Alderfer’in ERG teorisindeki ihtiyaç kategorileri arasında herhangi bir
sıralama ve kesin sınırlar yoktur. İhtiyaçların altta olanları karşılanmadan üste
olanlar ortaya çıkmaz şeklinde bir ayrım yapılmamıştır. Alderfer’e göre insan belli
bir ihtiyacını karşılayamadığı zaman onun altındaki ihtiyacına döner. Maslow’un
“Doyumdan sonra bir üst basamağa geçilir.” şeklindeki doyum-ilerleme
varsayımına rağmen, Alderfer doyumsuzluk sonucu ortaya çıkan hüsran-gerileme
kavramını ortaya atmıştır.
Süreç Teorileri
Süreç teorileri; Wroom’un Bekleyiş Teorisi, Lawler ve Porter’ın Geliştirilmiş
Bekleyiş Teorisi, Skinner’ın Davranış Şartlandırma Teorisi ve Adams’ın Eşitlik
Teorisidir. Bunlar burada insan ihtiyaçları bağlamında ele alınacaktır.
38
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
etme derecesini gösterir. Kişinin valensi ile gayreti arasında pozitif ve negatif
yönde doğru bir orantı vardır. Bekleyiş “0” ile “+1” arasında değer alır. Kişi çabası
ile elde ettiği sonuç (ödül) arasında ilişki görmezse bekleyişi “0” olur. İnsanın hem
bekleyişi hem de o sonuca verdiği değer (valens) yüksek olursa, bu onun motive
olmasını, dolayısıyla ihtiyacın tatminini artırır. Bunu matematiksel olarak şöyle
ifade edebiliriz. Motivasyon = Valens x Bekleyiş.
sürer. Kartal bu yönde karar verirse bir dağın tepesine uçar ve orada bir
kaya kovuğunda kalır. Burada kartal uzun süre gagasını sert bir şekilde
kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve
düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan
sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri
çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra
kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan
yeniden doğuşunu gerçekleştirmiştir. Kendi yaşamımızda sık sık bir
yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşu için bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan kurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin
prangalarından kurtulduğumuzda yeniden doğuşumuzu
gerçekleştirebiliriz.
39
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
40
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
eşitsizliğe göre farklılaşacak; kişi olumlu bir eşitlik algılarsa bu onu işinde motive
edecek, aksi halde kişinin işinde motivasyonu düşecektir.
Bireysel Etkinlik
•Güdüler insanın motivasyonunda önemlidir. Sizi motive eden içsel ve
dışsal olmak üzere farklı motivasyon faktörlerinin neler olabileceğini
düşünerek sizin için çok önemli olan üç hedef belirleyin, bunları sıraya
koyun, bu hedeflerinize ulaşmak için davranışlarınızı değiştirmeye
başlayın. İlk iş olarak galiba zamanınızı daha iyi yönetmek durumunda
kalırdınız. Ne düşünüyorsunuz?
41
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
•İHTİYAÇLAR VE GÜDÜLER
•Kişi yaşamını sürdürmek için ihtiyaçlarını tatmin etme gereği duyar. İsteklerin
karşılanması kişinin yaşam konforunu arttırırken, ihtiyaçlar kişinin yaşamı için
zorunlu unsurlardır. İhtiyaçları birincil ihtiyaçlar ve ikincil ihtiyaçlar olarak
sınıflandırabiliriz.
Özet
•İhtiyaçların Özellikleri: İhtiyaçlar çok sayıdadır. Tatmin edildikçe şiddetleri
azalır. İkame özellikleri vardır. İhtiyaçların şiddeti farklıdır.
•Güdü Kavramı : Organizmayı bir amaç için hareket ettiren saiklerdir. Güdü,
psikolojinin temel kavramlarından biri olmasına rağmen, bu kavram evrimci
biyolojinin psikoloji üzerindeki etkisinden doğmuştur. Güdüler, öğrenilmemiş
ya da öğrenilmiş olabilirler. Fizyolojik kökenli güdülere dürtü denmektedir.
•GÜDÜLERİN SINIFLANDIRILMASI
•Güdüler şu şekilde sınıflandırılır: Dengelenim güdüleri (Açlık, susuzluk,
solunum gibi), Cinsel güdüler (Evlenme, aile kurma, çocuk büyütme gibi),
Duygusal güdüler (Korku, kızgınlık, öfke, nefret, kaygı, sevgi, gibi),
Kendiliğinden doğan güdüler (Merak, bilişsel yönlenme gibi), Toplumsal
güdüler (Başarı, bağlanma, dayanma, birlikte yaşama gibi). Güdüler temelde
öğrenilmiş ve öğrenilmemiş güdüler olmak üzere iki kategoride ele alınabilir.
•GÜDÜLEME TEORİLERİ
•Güdüleme iki genel kategoride değerlendirilir. Bunlar; kapsam teorileri ve
süreç teorileridir. Kapsam teorileri içsel faktörlere ağırlık veren teorilerdir.
İkinci grupta ise Süreç (Process) Teorileri vardır ve bunlar dışsal faktörlere
ağırlık veren teorilerdir.
•Kapsam teorileri şunlardır: İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi. Fizyolojik ihtiyaçlar:
Yeme, içme, uyuma. Güvenlik ihtiyacı: Can ve mal güvenliği, Ait olma ihtiyacı
(sosyal ihtiyaçlar): Arkadaşlık, iletişim, etkileşim, Sevgi ve takdir (öz saygı)
ihtiyacı: Tanınma, imaj, itibar, prestij, Kendini gerçekleştirme (tamamlama)
ihtiyacı: Yetenek geliştirme, yaratıcılığını kullanma vb.,
•Herzberg’in Çift Faktör Kuramı: Kişinin yaratıcılığını gösterme, yeteneğini
ortaya koyma gibi ihtiyaçları ilk grup ihtiyacıdır ve dolayısıyla bunlar ilk
basamak motive edici faktörlerdir. Çift faktör teorisinin ikinci grubunu ise
hijyen faktörleri oluşturur.
•Mc Clelland’ın Başarı İhtiyacı Teorisi: Bu ihtiyaçların hem birey hem de
toplum yaşamında önemli yeri vardır. Şu üç unsurdan oluşur: İlişki kurma
(bağlılık) ihtiyacı. güç kazanma ihtiyacı, başarma ihtiyacı.
•Alderfer’in ERG Teorisi : Alderfer insan ihtiyaçlarını; var olma (existance), ait
olma (relatedness) ve gelişme (growth) olmak üzere üç grupta incelemektedir.
•Süreç Teorileri
•Süreç teorileri; Wroom’un Bekleyiş Teorisi, Lawler ve Porter’ın Geliştirilmiş
Bekleyiş Teorisi, Skinner’ın Davranış Şartlandırma Teorisi ve Adams’ın Eşitlik
Teorisidir. Wroom’un Bekleyiş Teorisi: Wroom’a göre motivasyonun
temelinde iki neden vardır. Bunlar; valens ve beklentidir. Lawler Ve Porter’ın
Geliştirilmiş Bekleyiş Teorisi: Lawler ve Porter’a göre yüksek çaba her zaman
yüksek başarıya ulaştırmaz; çabanın istenen sonuca ulaştırabilmesi için kişinin
aynı zamanda yeterli bilgi ve beceriye sahip olması da gerekir. Skinner’ın
Davranış Şartlandırma Teorisi: İnsanın karşılaştığı sonuçları yorumlayarak,
davranışlarına yön verdiğini ileri sürer. Olumlu pekiştirme, olumsuz pekiştirme,
son verme ve cezalandırma ile davranışların yönlendirilebileceğini iddia eder.
Adams’ın Eşitlik Teorisi: Adams’a göre iş görenler, iş ilişkilerinde eşit (âdil)
muamele görme isterler ve bu isteğin kişiyi motive edici ve ihtiyaçlarını giderici
bir yönü vardır.
42
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İnsanın, kalıtsal ve öğrenilmiş güdüleri arasında aşağıdakilerden hangisi
bulunmaz?
a) Dengelenim güdüleri
b) Cinsel güdüler
c) Kendiliğinden doğan güdüler
d) Toplumsal güdüler
e) Bireysel güdüler
43
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
Cevap Anahtarı
1.e,2.c,3.c,4.c,5.e, 6.d, 7.c, 8.b, 9.e, 10.a
44
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]Gordon, J. (1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon Inc.
[2]Baymur, F.B. (2005). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İnkılap Yayınları.
[3]Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi
[4]Brooks, I. (1999). Organizational Behaviour: Individuals, Groups, and The
Organization, London: Finansal Times, Pitmen Publishing
[5]Cameron K. and Whetten D. A. (1983). Organizational Effectiveness, New York:
Academic Press
[6]Erdoğan, İ. (1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
[7]Luthans, F. (1995). Organizational Behavior, 7nd Ed, McGraw Hill Güdülenme ve
Güdülenme Kuramları
[8]Altınışık, S.l (2001). Öğrenme, Yönetim ve Organizasyon. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım
[9]Tutar, H., Erdönmez, C. (2011) İşletme becerileri Grup Çalışması, Ankara: Detay
Yayıncılık
[10]Wilson, B. G. (1996). Constructivist Learning Environments Case Studies İn
İntructional Design, New Jersey: Educational Technology.
[11]Mullins, L. J. (1999). Management And Organisational Behaviour, Fifth Edition,
London: Financial Times, Pitman Publishing.
[12]Nelson, D. L., Quick, James C. and Livingston, Linda P. (1997). Organizational
Behavior Foundations Realities and Challenges, West Publishing Company
[13]Öznur, Y. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi
[14]Griffin, R. W. (1993); Management, Fourt Edition, London: Houghton Miflin
Company
[15]Sabuncuoğlu, Z. (1982). Endüstriyel Davranışlar, Bursa: İ.T.İ.A. İşletme
Fakültesi Yayını
[16]Stoner, J. A. F. (1982). Management, Second Edition, Prentice Hall
International Editions
[17]Schermerhorn, J. R., Hunt J. G. and Osborn R. N. (1997). Organizational
Behavior, New York: John Wiley And Sons, Inc.
[18]Rachman, D. J. ve diğerleri (1996). Business Today, 8. Edition, McGraw-Hill,
Inc.,
[19]Şimşek, Ş., Akgemci, T.ve Çelik, A. (1998).Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
[20]Lewis, P. S., Goodman, S. H. and Fandt, P. M. (1995). Management Challenges
in the 21st Century, New York: West Publishing Co.
45
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
STATÜ-ROL DAVRANIŞI VE
SOSYAL KURUMLAR
• Statü Kavramı
İÇİNDEKİLER
• Rol Davranışı
• Sosyal Kurumlar
DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Prof. Dr.
Elif KARABULUT
TEMEL
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
HEDEFLER
Verilmiş
Statü
Kazanılmış
Statü Statü
Çeşitleri
Anahtar
Statü
Meslek
Statü
Yaş
Bireyin Yetenekleri
Statü Sembolleri
Eğitim Seviyesi
Temel Roller
Rol
STATÜ
Çeşitleri Genel Roller
ROL Rol
DAVRANIŞI Davranışı Rol Bağımsız Roller
SOSYAL Çatışması
KURUMLAR
Eğitim Monarşi
Devlet Oligarşi
Aristokrasi
Din Cumhuriyet
47
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
GİRİŞ
Toplum içinde bireyler çeşitli konumlarda bulunmaktadır. Bu konumlara
statü denir. İnsanların statülerinin bazıları doğuştan getirdikleri verilmiş
statülerdir. Bazıları yaşam içerisinde kişinin edindiği tecrübe, beceri, yetenek, çaba
ve başarı sonucunda kazanılmış statülerdir. Her birey farklı davranış düzleminde
aynı anda farklı statülere sahip olabilir. Bireyin yaşı, cinsiyeti, mesleği, yeteneği ve
aldığı eğitim etkilemektedir. Bireyler bu statülere sahip oldukları sürece toplumun
değerleri, örfleri, adetleri ve kanunları ile belirlenmiş olan rol davranışlarını da
yerine getirirler. Roller, bireyin belli normlara göre yapmak zorunda olduğu,
yapılmasını uygun bulduğu ve yapabildiği, başkalarının ise ondan hak olarak talep
ettiği ve statüsü gereği ondan beklenen davranış kalıplarıdır. Bireyin rolleri
konusunda yeterli bilgisinin olmaması durumunda rol belirsizliği; birden fazla rolü
aynı anda yerine getirmeye çalışmasıyla rol çatışması yaşanır.
Bütün toplumlarda birey, rol ve statü edinmede, üyesi olduğu aile veya
sosyal grubun belli ölçüde etkisi altındadır. Bununla birlikte en kapalı ve statik
toplumlarda bile, bireylerin rol ve statülerine kendi yetenekleriyle hiç olmazsa bir
katkıda bulunabildikleri düşünülebilir. Statülerin ve kalıplaşmış davranışların
birtakım temel ihtiyaçlar etrafında gruplaşması ve bütünleşmesine sosyal kurum
denir. Toplumlarda sosyal yapıyı düzenleyen sosyal kurumların başında aile,
eğitim, devlet ve din gelir. Bu bölümde statü kavramı başlığı altında statü
faktörleri ve statü sembolleri; rol kavramı başlığı altında rol çeşitleri, rol çatışması
ve rol belirsizliği; sosyal kurumlar başlığı altında aile kurumu, eğitim kurumu,
Statü, davranış düzlemi devlet kurumu ve din kurumu hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir.
içerisinde bireylerin
bulundukları pozisyon STATÜ KAVRAMI
ve sosyal ilişkiler
alanıdır. Statü kavramı kişiye ekonomik ve siyasal haklar veya ayrıcalıklar
sağlayabilen toplumsal bir mevkiye karşılık gelmektedir. Kavram, günümüzde bir
toplumda geçerli olan kültürel değer ve normlar doğrultusunda kişilerin mesleksel
konumlarına, bağlı bulundukları aile, aşiret, cinsiyet gibi değişik durumlarına
atfedilen itibar, unvan ve güç gibi değerlendirmeleri içermektedir.
Statü konusunda sosyolojide iki görüş vardır. Daha az kullanımıyla statü bir
bireyin toplumsal yapıda, öğretmen, asker, öğrenci gibi işgal ettiği toplumsal rolle
ilişkilidir. Daha yaygın kullanımıyla ise sınıf çatışmaları karşımıza çıkmaktadır. Statü,
bir kişinin bir grup içinde yer alıp almadığını belirleyen hukuksal, siyasal ve kültürel
ölçütlerle yapılan toplumsal tabakalandırma derecelendirmesidir. Statü, kısaca
davranış düzlemi içerisinde bireylerin bulundukları pozisyon ve sosyal ilişkiler
alanıdır. Davranış düzlemi ise sınırları belirlenen davranışlar topluluğu olarak
tanımlanabilir. Bireyler yaşamları boyunca farklı sosyal gruplara ve ilişkiler
sistemine dahil olma zorunluluğundan dolayı çok sayıda davranış düzlemi ile karşı
karşıyadır [1].
Davranış düzlemi içerisinde çok sayıda sosyal statü yer almakta ve her sosyal
statünün istediği bir rol davranışı bulunmaktadır. Sosyal statü bir davranış düzlemi
içerisinde belirlenmiş olan yetki ve sorumluluk alanıdır ve davranış düzleminin
48
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Statü Çeşitleri
Farklı davranış düzlemlerinde benzer görünümlü ve benzer işleyişli statüler
olabileceği gibi, benzer görünüşlü farklı işleyişli statüler de olabilir. Statülerin genel
olarak şu özellikleri bulunmaktadır [2]:
Bazı statüler doğuştan vardır, bazıları ise sonradan kazanılır.
Aynı anda birden çok statüye sahip olunabilir.
Bazı statüler doğumdan ölüme kadar değişmezken bazıları daha kolay
değişir.
Her statü belli kurallara bağlıdır.
Statüler arası ilişki ağı vardır.
Statüler toplumdan topluma değişiklik gösterebilir.
Anahtar statü, bireyin o Kazanılmış Statüler: Bireyin doğuştan sahip olmadığı, yaşam içerisinde kendi
toplumdaki veya çaba, beceri, yetenek ve başarısı sonucunda ulaştığı toplumsal konumdur. Eğitim
bulunduğu ortamdaki ve fırsat eşitliği bireylerin farklı statülere ulaşmalarında önemli bir faktördür.
en temel görevlerini ve Öğretmen, doktor, öğrenci, anne-baba olmak gibi.
kimliğini belirler.
Aynı anda birden çok statüye sahip olunabilir: Her birey farklı davranış
düzleminde farklı statülere sahip olabilir. Kişinin toplumdaki statüsünün
belirlenmesine ilişkin değişkenlerin sayısı çoktur. Toplumdaki statü eş zamanlı
olarak gelir, eğitim, etnik köken ve cinsiyete göre tanımlanabilir. Bu farklı
değişkenler birbirleriyle tutarlı olduğu zaman “statü tutarlılığı” ya da “statü
kristalleşmesi”nden bahsedilebilir.
Bireyin sahip olduğu statüler arasında en etkin olanına “anahtar statü”
denir. Anahtar statü, bireyin o toplumdaki veya bulunduğu ortamdaki en temel
görevlerini ve kimliğini belirler. İlk tanışılan kişiye sorulan en önemli sorulardan
biri, "Ne iş yapıyorsunuz?" sorusudur. Çünkü ona nasıl davranılacağı, onun
toplumdaki yeri, bu soruya verdiği yanıtla bulunabilir. Ekonomik değerlerin önemli
olduğu toplumlarda anahtar statü, genellikle kişinin mesleğidir. Toplum, bireyi bu
pencereden görecek ve bireyi anahtar statüsüne göre yorumlayacaktır.
Bazı statüler doğumdan ölüme kadar değişmezken bazıları daha kolay
değişir: Cinsiyetin doğumdan ölüme kadar aynı kaldığı söylenebilirken; meslek, yaş,
mal varlığı ve dış görünüşün değişken olduğu görülmektedir. Toplumların yapısına
göre statü değişimi olarak sosyal hareketlilikten bahsedilebilir. Sosyal hareketlilik,
49
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Örnek •Bir örgütte muhasebe müdürü olarak çalışan kişinin farklı bir
örgütte aynı pozisyona geçmesi yatay hareketlilik iken, bir işçinin
yeni bir işletme kurması aşağıdan yukarıya doğru dikey
hareketlilik; bir işletme sahibinin iflas etmesi ise yukarıdan aşağıya
doğru dikey hareketliliktir.
Her statü belli kurallara bağlıdır: Kişilerin sosyal düzende içinde bulundukları
statüye uygun davranışlarda bulunması gerekir. Bir şirketin müdürü iş yerinde
müdür, evde eş ve baba, aile büyüklerinin yanında ise çocuk statüsündedir. Bir
müdürün evde de eşine ve çocuklarına müdür olarak davranması beklenenin aksi
yönünde bir davranış olacaktır.
Statüler arası ilişki ağı vardır: Bir bireyin sahip olduğu statüler birbirinden
bağımsız değillerdir. Aralarında çeşitli ilişkiler vardır. Bireyin yaşı, mesleği,
oturduğu ev, kullandığı araba birbirini tamamlayıcı özellikler taşır. Birey 10 yaşında
evli olamaz ya da araba kullanamaz. Meslek sahibi değildir. Bunların olması için
Statüyü etkileyen belli bir yaşa, eğitime, tecrübeye ihtiyaç vardır.
faktörler; bireyin
yetenekleri, eğitim Statüler toplumdan topluma değişiklik gösterebilir: Toplumun bize dayattığı
seviyesi, sahip olunan başarı ölçütleri her daim geçerli ve evrensel ölçütler değildir. Yüksek statüye yol
meslek, yaş ve cinsiyet açan özellikler ve beceriler, dünyanın her yerinde ve tarihin bir kesitinde
durumu olarak geçerliliğini korurken, başka bir yerde ve başka bir zamanda son derece alakasız
belirlenmiştir. görünür. Bu durumda sözü edilen statü, içinde bulunulan toplumun şartlarına göre
belirlenir ve yine şartların değişmesiyle beraber değişiklik gösterebilir. Örneğin;
günümüzde Amerika’da doktorluk yüksek statülü bir konum sayılırken, Orta
Çağ’da Avrupa’da din adamlığı yüksek statü sayılmaktaydı. Hatta Ortaçağ’da
doktorluk yapanlara kötü gözle bile bakılmıştır.
Statü Faktörleri
Her davranış düzlemi içerisinde statüyü belirleyen faktörler bulunmaktadır.
Statüyü etkileyen faktörler; bireyin yetenekleri, eğitim seviyesi, sahip olunan
meslek, yaş ve cinsiyet durumu olarak belirlenmiştir. Bireysel yetenekler, davranış
düzlemi içerisinde bireylerin yapabilecekleri işlerin belirleyicisi durumundadır. Her
davranış düzleminde bireylerden istenen görevler vardır. Bu görevleri yerine
getirecek kişide bulunması beklenen yetenek ve özellikler, söz konusu statüyü
işgal edecek kişiler için oluşturulmuştur. Bu durum, statüler arasındaki önem
farkını belirleyecektir.
Davranış düzlemi içerisinde statünün gerektirdiği eğitim seviyesi de önemli
bir statü belirleyicisidir. Eğer statünün özelliği gereği kişide yüksek eğitim seviyesi
50
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Statü Sembolleri
Belli statülerdeki bireylerin o statüde olmaktan dolayı elde ettiği imkanlara
ise statü sembolleri denir. Aynı davranış düzlemi içerisinde bireylerin kıyafetlerinin
renk, kalite ve markası, ofislerin döşenme şekli ve kullanılan ofis araçlarının
kalitesi, sahip olunan özel otomobilin markası hatta evlilik yüzüğü bile bir statü
sembolü olarak görülebilir. Sosyal sistem içerisinde benzer statüleri işgal eden
kişiler zamanla benzer statü sembollerine sahip olmaya çalışırlar.
Evlere ekonomik aletlerin girmeye başladığı 1960’lı, 1970’li yıllarda,
Aynı davranış düzlemi
içerisinde bireylerin buzdolabı ya da çamaşır makinesine sahip olmak kendi başına bir statü sembolü
kıyafetlerinin renk, iken, şimdi hangi model, ne marka aletlerin kullanıldığı sınıfsal bir farklılığa işaret
kalite ve markası, etmektedir. Günümüzde parmak izi kullanılarak girilebilen evler, lüks otomobiller,
ofislerin döşenme şekli giysilerin markaları örneklerinde olduğu gibi eşyaların kalite, şıklık veya fonksiyon
bir statü sembolü açısından sağladıkları üstünlükler birer statü sembolü olarak görülmektedir.
olarak görülebilir.
ROL DAVRANIŞI
Statü ve rol, sosyal yaşam için uygun davranış kalıbını oluşturmada iki
önemli faktördür. Rol davranışı statünün belirlediği görevler ve hakların bireyce
kullanılmasıdır. Kısaca kişinin statüsüne uygun davranışına rol denir. Buna göre rol,
bireyin yerine getirmek zorunda olduğu fonksiyon; rol davranışı ise bireyin söz
konusu fonksiyonu yerine getirmeye ilişkin davranışı olarak değerlendirilebilir.
Rol davranışı bireyin kendinden beklenen davranışları ne şekilde değil nasıl
gerçekleştireceği olarak tanımlanmaktadır. Aynı statü içinde bir rolün farklı
şekillerde gerçekleştirilmesinin mümkün olması, kişilik özelliklerinin rol davranışını
etkilediğinin bir göstergesidir. Birey gün içerisinde çok sayıda davranış düzleminde
yer almakta (baba, genel müdür, uçak yolcusu) ve her bir statünün gereğini yerine
getirmek ve rol davranışlarını göstermek durumunda kalmaktadır.
Rol Çeşitleri
Rol, herhangi bir sosyal pozisyonu işgal eden kişinin davranış biçimlerinin
51
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
anlamlara gelir:
•Temel rol: Kadın olarak rolü.
•Genel rol: Doktorluk mesleğini yaparken yerine getirdiği
roller.
•Bağımsız rol: Resim kursundaki rolü.
Rol Çatışması
Rol çatışması, bireyin aynı anda birden fazla rol davranışını gerçekleştirmek
durumunda kalması ve kişinin davranış düzlemini benimsememesi durumunda
ortaya çıkabilir. Kişi-rol çatışması dört farklı şekilde görülebilir [5]:
•Bireyin aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda kalması:
Örneğin, bir polisin hırsızlık iddiasıyla çağrılan evde oğlunu yakalaması veya
kaza yerine gelen bir hekimin yaralılar arasında eşine rastlaması.
52
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
53
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
SOSYAL KURUMLAR
Bireylerin ihtiyaçlarını karşılama biçimi, toplumun kültürel yapısına ve
kişilerin olanaklarına ve içinde bulundukları sosyal grubun yapısına göre farklılık
gösterir. Bireylerin toplum içinde nasıl davranması gerektiğini ve bu davranışların
kurallarını belirleyen, kişilere belli şekillerde davranması için zorlayıcı etkide
bulunan, aralarında birlik ve bütünlük olan uyumlu ve örgütlü bütünlere sosyal
kurumlar denir [8].
Sosyal kurumları, toplumsal yapıyı düzenleyen temel kurallar ve normlar
topluluğu olarak da tanımlamak mümkündür. Sosyal kurumlar, bir toplumda ortak
algılanan ilişkilerin genel yönü olarak görülebileceği gibi, bireylerin gelecek
Sosyal kurumlar, bir davranışlarını düzenleyen kuralların da tamamı görünümündedir. Şekil 3.1. de
toplumda ortak görüldüğü gibi genel olarak sosyal kurumların başında aile, eğitim, devlet ve din
algılanan ilişkilerin gelir [9]:
genel yönü olarak
görülebileceği gibi,
bireylerin gelecek
Sosyal
davranışlarını Kurumlar
düzenleyen kurallarında
tamamı
görünümündedir. Aile Eğitim Devlet Din
Aile Kurumu
Kurumlar insanların bir arada yasayabilmeleri için belli fonksiyonları
üstlenmiştir. Aile kurumu ise diğer tüm kurumların temelinde yer alır. Çünkü
ekonomi, din, yönetim, eğitim gibi sosyal kurumlar öncelikle aile içerisinde
şekillenir. Aileyi, eşlerin duygusal ve üremeye dair gereksinimlerinin karşılandığı,
çocukların bakımının ve eğitiminin üstlenildiği, ortak amacı ve inançları olan bir
yapı şeklinde tanımlayabiliz. Ailenin varlığı, kuşkusuz her toplumda meşru olarak
varlığın ve kültürün sürdürülebilmesi açısından oldukça önemlidir. Aile, toplumun
diğer alt sistemleriyle yakın ilişkidedir. Sosyal yapı içerisinde çok yönlü bir etkileşim
sonucu fonksiyon ve yapı değiştirerek toplumun bütünlüğünü, kişinin güvenliğini
sağlayan bir kurumdur [10].
54
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
55
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Eğitim Kurumu
Bir sosyal kurum olarak eğitim kurumları, bireylerin toplum içinde uyumlu
bir şekilde yaşamalarını sağlayacak olan toplumsal kuralları öğrenmelerinde etkili
rol oynayan kurumlardır. Aile içerisinde temeli atılan ve daha sonra eğitim
kurumları tarafından pekiştirilen bilgilerle birey kişiliğini ve kimliğini oluşturarak
sosyalleşir. Sosyalleşme sürecine önemli katkı sağlayan okulda, sosyalleşme daha
resmi ve örgütlü olarak gerçekleştirilmektedir. Birey bu eğitim kurumlarında salt
bilgi değil aynı zamanda toplumsal sorumluluklarını da kazanmaktadır. Dolayısıyla
eğitim kurumlarının bireyi etkileyen ilk organizasyon olduğu rahatlıkla
söylenebilmektedir.
Çocuk okulda toplumun temel yapısını anlamaya ve akabinde de toplum
halinde yaşamanın kurallarını öğrenerek toplumun bir parçası olmaya çalışır.
Eğitimin tarihini gözden geçirdiğimizde, Platon baskılı eğitimin kalıcı ve iyi sonuç
vermeyeceğini vurgulamış, derslerin oyun oynanır gibi işlenmesini öğütlemiştir.
Özgür insanın öğrenimi de özgür olmalıdır. Eğitimin başlatılma biçimi kişinin tüm
gelecek yaşamını etkiler. Platon için eğitilmiş insan, doğru seçimler yapabilen,
doğru kararlar alabilen kişidir.
Aristo ise eğitimi, yalnız zihnin eğitimi olarak değil bir gelişme süreci, insan
ruhunun her yönünü ilgilendiren ve sonunda kişilik oluşumuna götüren bir süreç
olarak algılamıştır. Yunanlılar eğitimi genel olarak onurlu yaşama sanatı olarak
görmüşlerdir. Erasmus, hoşgörüyü savunmuş bir filozof olarak öğrenimden baskıyı
Platon baskılı eğitimin çıkartıp onun yerine özgürlüğü ve eğlenceyi koymayı istemiştir. Locke ise eğitim
kalıcı ve iyi sonuç kurumlarında çocuklara yaşlarına göre özgürlük tanınarak gereksiz baskı ve
vermeyeceğini kısıtlamaya başvurmadan yaşamalarının sağlanması gerektiğini belirtmiştir. “Çocuk
vurgulamış, derslerin neyi öğrenmeye hazır ise onu öğretin.” ilkesinin benimsenmesini savunmuştur.
oyun oynanır gibi Günümüzde eğitim kavramı ile ilgili olarak yapılan tanımlarda şunları görebiliriz:
işlenmesini
öğütlemiştir. Eğitimin toplumsal, ekonomik ve siyasal işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevlerle
bireyin yaşadığı toplumla uyumlu olması, demokrasinin ilkelerine saygılı, haklarını
yasal yollarla koruyan, olanaklarının farkında olarak bireylerin iyi üretici ve tüketici
olmaları sağlanmaktadır. [12]
Eğitimin toplumsal işlevinde amaç, toplumun sürekliliğini sağlamak için
toplumla uyumlu bir biçimde hareket eden bireyler yetiştirmektir. Eğitim kurumları
bu işlevlerini yerine getirebilmek için bireylere, içinde yaşadıkları toplumun
kültürel mirasını öğreterek, bireylerin toplum kültürünü geliştirecek şekilde
yetiştirilmelerini sağlar. Böylelikle de toplumun kültürel birikimini eğitim yoluyla
yeni nesillere aktarılır. Eğitim ile bireyler kamusal işlemlerin yürütülmesine, gerekli
olan bilgileri, tutumları, yetenekleri vs. alarak daha etkin olarak katılırlar.
Eğitimin siyasal işlevinde amaç, toplumdaki bireylere ulusal değerleri
kazandırıp ulus bilinci oluşturmak, var olan siyasal düzeni korumak, lider ve
seçmen yetiştirmektir.
Eğitimin ekonomik işlevinde ise amaç, toplumdaki bireylerin gerekli beceri
ve yetenekleri kazanmasını sağlamak, üretim ve tüketimin önemini bilen bireyler
56
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Devlet Kurumu
Devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimidir
ve siyasal bir organizasyondur. Devlet, farklı anlayış ve ideolojilere göre, “bir sınıfın
diğer sınıfları egemenliği altına almasını sağlayan örgütlenme”, “bütün toplumu
kapsayan ve birleştiren bir kuruluş”, “amaç değil, toplumsal düzeni ve birlikteliği
sağlayan bir araç”, “ulusun hukuki kişilik kazanmış şekli”, "etkili olarak yürürlükte
bulunan bir hukuki normlar sistemi", "politik birleşme ve bütünleşmeyi sağlayan
bir simge, sembol" veya "belli bir ülke üzerinde yerleşmiş zorlayıcı yetkiye sahip
üstün iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği politik
kuruluş” olarak tanımlanmaktadır. Devletin tanımlanmasında farklılıkların
olmasının nedeni, tarihsel bir gerçeklik olmasındandır.
MÖ V. yüzyılda Atina'da ortaya çıkan sofizm akımına göre ise devlet insan
yapısıdır. İnsanların güven içerisinde yaşayabilmeleri ve az zahmetle çok iş
başarabilmeleri için aralarında anlaşarak kurdukları bir kurumdur. Bu görüş,
devletin, insanların aralarında yaptıkları bir anlaşma sonucu ortaya çıktığı
Devlet, insanların düşüncesine götürür. Sokrates, toplumun doğuştan erdemli oldukları sanılan
toplum yaşamında
soylularca yönetilmesinden yana değildir. Soylu azınlığın değil erdemli, bilgili
başvurdukları bir
örgütlenme biçimidir ve azınlığın yönetimini istemektedir [13].
siyasal bir Sokrates, yasaları yazılı olan ve yazılı olmayan yasalar olarak ikiye ayırır.
organizasyondur. Yazılı yasalar, toplumu yönetenlerin yaptıkları yasalardır. Yazılı olmayan yasalar ise
genel ahlak ilkelerinin oluşturduğu kurallardır. Kişi her iki yasaya da uymak
zorundadır.
Örnek
Platon’a göre ise toplumun doğuş nedeni, insanların tek başlarına kendi
kendilerine yetememeleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başkalarının yardım
ve iş birliğine gerek duymalarıdır.
İş bölümü ve uzmanlaşma toplumu giderek büyütür ve beraberinde sınıfları
getirir. Toplumda iki tür sınıf vardır. Bunlar; üreticiler sınıfı ve toplumu koruyan ve
yönetenler sınıfıdır. Aristoteles, hocası Platon’un savunduğu görüşlerin aksine her
57
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
devir ve tüm toplumlar için geçerli olacak tek bir yönetim biçimini kabul etmez.
Çeşitli yönetim biçimleri öngörür ve bunları inceler. Bunlar [14];
Monarşi: Tüm yetkilerin ve güçlerin tek bir kişide toplandığı yönetim biçimidir.
Yasama, yürütme ve yargı yetkileri bu kişinin elindedir.
Tirani: Bu yönetim biçimi şiddete dayanır. Toplum değerleri tek kişi tarafından
sömürülür.
Oligarşi: İktidarın belli bir sınıf, grup veya azınlık tarafından adaletsiz olarak
kullanılmasıdır.
Aristokrasi: İktidardaki görevlilerin servete değil, erdeme göre seçildikleri bir
yönetimi anlatır.
Cumhuriyet: Devleti idare edenlerin seçimle iş başına geldiği yönetim
şeklidir.Halkın egemenliğine dayanır. Halkın hak ve özgürlükleri vardır.
Din Kurumu
Din, sosyal dokunun içinde ortaklaşa saptanmış inançlar sistemi ve en ince
ayrıntısına dek kurallandırılmış törenler bütünü olarak tanımlanabilir. İlk olarak
insanların ölüm ve yok olma korkularının avuntusu olan din, giderek
yoksulluklarının avuntusuna dönüşmüştür. Günlük yaşamdaki egemen güçlerin
insan zihninde doğaüstü biçimlere dönüşmüş yansımalarından ibaret bulunan din,
yüzyıllar boyunca egemen sınıfların egemenliklerini sürdürebilmek için çok etkili bir
araç olarak kullanılmıştır.
58
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Din kelimesine atfedilen üç değişik anlam vardır. İlk anlam, Allah tarafından
insanlara gönderilen malum, hakiki vahiy ve bu vahyin sonucu olarak Allah’a kulluk
edilmesidir. Dine atfedilen ikinci anlam, onun bazı hurafe inanışlar toplamı ve bu
inanışlardan çıkan hurafe bir tapınma biçimi olduğudur. Dine atfedilen üçüncü
anlam ise zeki insanların hem rahatları hem de sıradan kitlelerin tutkularını
dizginlemek ve onları yönetmek için geliştirdiği kurallar bütünüdür. [17]
Din insanların yaşamlarını şekillendirmesinde sosyal, kültürel ve ekonomik
alanları da içine alacak şekilde sosyal bir olgu olarak görülmektedir. Dinin bireysel
etkisinin yanında, kişinin toplum içerisinde diğer insanlarla olan ilişkilerinde,
davranışlarında ve ahlakında etkili olmaktadır. Din inananları birbirine bağlayarak
birtakım gruplar ve kurumlar oluşturma gücüne sahiptir. Sosyolojik araştırmalar
dinin bu yönüyle ilgilidir.
Dinin insanlar tarafından algılanıp yorumlanması sonucu farklı şekillerde
ortaya çıkan bu yönü çoğu zaman ‘yaşanan din’ olarak ifade edilir. Bütün
toplumlarda görülen sosyal bir kurum olan din, toplumla birlikte gelişir.
Sosyologlar dini, bir tanrı ya da tanrılara olan inançla değil kutsala gönderme
yaparak tanımlamışlardır. Buna neden olarak böylesi bir tanımın toplumsal
karşılaştırma yapmayı olanaklı kıldığını belirtmişlerdir. Din olgusunun insan ve
toplum yaşamında büyük bir öneme sahip olması nedeni ile toplumu makro
düzeyde açıklamaya kalkan kuramcıların, kaçınılmaz biçimde din üzerinde
durdukları, din kurumunu teorik sistemlerin bir parçası olarak ele aldıkları
Din insanların bilinmektedir.
yaşamlarını
şekillendirmesinde Sosyoloji alanındaki çalışmaları ile bilinen A. Comte, din olgusuna, üç hal
sosyal, kültürel ve yasası olarak tanımladığı teolojik, metafizik ve pozitivist dönemlere göre yer
ekonomik alanları da vermiştir. Comte, dini bir yanılsama olarak değerlendirmiş ve onun yerine sevgi,
içine alacak şekilde bilgi ve adalet temeline dayanan bir ‘insanlık dini’ kurmayı düşlemiştir. Comte’un
sosyal bir olgu olarak
bu insanlık dininde, dini ayinler ve törenler Hıristiyanlığın inançlarından ayrı
görülmektedir.
değildir. Ancak bu dinle Comte, Tanrı’nın yerine insanlığı, ermişlerin yerine
bilginleri bir başka deyişle sosyologları geçirmiştir.
Dinin toplum hayatındaki en önemli fonksiyonlarından birinin sosyal
bütünleşmenin sağlanmasına yönelik olması, onun öteden beri toplumda daha çok
bir istikrar faktörü şeklinde değerlendirilmesine yol açmıştır. Durkheim, ilkel
toplumlar üzerinde yaptığı çalışmasında, dinin birey ve toplum arasındaki bağları
kuvvetlendirmede etkin bir konumda olduğu üzerinde durur. Durkheim, dini
sosyal bilincin yarattığı zorlamayla, bir toplumun kendi sosyal kimliğini yaratma
gereksinimiyle açıklamaktadır. Bunun nedeni toplum halinde varolma duygusunun
bireysel inançlardan bağımsız ve ortak inançta somutlaşma zorunluluğudur.
Çatışmacı teorinin öncüsü olan Marks’a göre ise din bir yandan sömürü ve
sınıf çelişkilerini gizleyen bir söylem, öte yandan da ezilenlerin ve yoksulların
sefalete katlanmasını sağlayan bir afyon olarak işlev görür. Marks, burjuvanın
gücünü meşrulaştırdığı ve işçi sınıfın da bu duruma boyun eğerek kendine
yabancılaşmasında dini etkin bir faktör olarak görür. Weber, “Protestan Ahlakı ve
Kapitalizmin Ruhu’’ adlı çalışmasında din ile sosyokültürel ve ekonomik yapı
59
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
60
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
61
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Statünün özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Bazı statüler doğuştan vardır, bazıları ise sonradan kazanılır.
b) Aynı anda birden çok statüye sahip olunabilir.
c) Statüler arası ilişki ağı vardır.
d) Her statü belli kurallara bağlıdır.
e) Statüler toplumdan topluma değişiklik göstermez.
62
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
6. Bireyin aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda kalması ile
yaşanan rol çatışmasına aşağıdakilerden hangisi bir örnektir?
a) Tıp fakültesinde okumak isteyen bir öğrencinin eczacılık fakültesinde
okuyor olması
b) Bir hâkimin bir suçtan dolayı karşısına çıkan oğlunu yargılamak
durumunda kalması
c) Üniversite mezunu bir kişinin, bir şirkette temizlik işleri yapması
d) Askeriyede çalışan bir kişinin, çocuklarına emrindeki askerlere
davrandığı gibi davranması
e) İlkokul mezunu birinin şirkette üst kademe yöneticisi olması.
7. Bir kişinin avukat olması sebebiyle elde ettiği statü ve avukatlık mesleğine
ilişkin rolü hangi statü-rol eşleşmesine girer?
a) Verilmiş statü-Genel rol
b) Verilmiş statü-Bağımsız rol
c) Kazanılmış statü-Temel rol
d) Kazanılmış statü-Genel rol
e) Verilmiş statü-Genel rol
63
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
Cevap Anahtarı
1.e, 2.c, 3.c, 4.e, 5.b, 6.b, 7.d, 8.a, 9.d, 10.a
64
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Turner, B. S. (2000). Statü, Ankara: Doruk yayıncılık.
[2] Botton, A. (2005). Statü Endişesi, (Çev: Ahu Sıla Bayer), İstanbul: Sel Yayıncılık.
[3] Adler, A. (2000). Bireysel Psikolojisi, Sosyal Roller ve Kişilik, (Çev. Turhan
Yörükan). Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.
[4] Kağıtçıbaşı, Ç. (2010). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi Kültürel Psikoloji, İstanbul:
Koç Üniversitesi Yayınları.
[5] Güney, S. (2011). Davranış Bilimleri, Ankara: Nobel Akademi Yayınları.
[6] Baysal, A. C., E. Tekarslan (2004). İşletmeciler İçin Davranış Bilimleri, İstanbul:
Avcıol Basımevi.
[7] Özkalp, E. (2007). Sosyolojiye Giriş, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.
[8] Dönmezer, S. (1990). Sosyoloji, İstanbul: Beta Yayınları.
[9] Giddens, A. (2009). Sosyoloji Başlangıç Okumaları, (Çev. Günseli Aksoy),
İstanbul: Say Yayınları.
[10] Tezcan, M. (2000). Türk Ailesi Antropolojisi, Ankara: İmge Yayınevi. Turner,
B.S. (2000). Statü, (Çev. Kemal İnal). Ankara: Doruk Yayımcılık.
[11] Yörükoğlu, A. (1992). Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, İstanbul: Özgür Yayın
Dağıtım.
[12] Gökçe, F. (2009). Değişme Sürecinde Devlet ve Eğitim, Ankara: Pegem
Akademi.
[13] Eroğul, C. (1999). Devlet nedir?, Ankara: İmge yayınevi
[14] Akal, C.B. (2000). Devlet Kuramı, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
[15] Göze, A. (2000). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Basım A.Ş.
[16] Sencer, M. (1967). “Sosyal Sınıf Kriterleri Üzerine Eleştirmeli Bir Deneme”,
Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi.
[17] Özay, M. (2007). Sekülerleşme ve Din, İstanbul: İz Yayınları.
65
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
TUTUMLAR
• Tutumlar, Bileşenleri ve
İÇİNDEKİLER
Özellikleri
• Tutumların Oluşumunu
Etkileyen Faktörler
• Tutumlar ve Davranışlar DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Tutumların Değişimi ve İlgili
Kuramlar
• Tutumların Ölçümü
Prof. Dr.
Umut AVCI
Tutumlar, Bileşenleri ve
Tutumların özellikleri Davranışsal bileşen
Özellikleri
Tutumların işlevleri
Bireyin kendisinden
kaynaklanan
TUTUMLAR
Tutumların Oluşumunu
Etkileyen Faktörler Bireyin kendisi
dışındaki faktörlerden
kaynaklanan
Tutumlar ve Öğrenme kuramları
Davranışlar
Tutumların doğrudan
Beklenti-Değer kuramı
ölçülmesi
Tutumların Ölçülmesi
Tutumların dolaylı
İşlevsel kuramlar
ölçülmesi
67
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Tutumlar
GİRİŞ
Tutumlar, sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji gibi bilim alanlarının
bünyesinde yer alan disiplinlerin yakından ilgilendiği konulardandır ve çevremizde
yer alan kişilere, nesnelere, ideolojik eğilimlere ve gelişen olaylara karşı ne tür tavır
takınacağımızı belirlemektedir. Tutumlar, birey olarak bizi bilişsel ve duygusal
olarak etkilemekte ve zaman zaman da davranışlarımızı yönlendirmeye aracılık
Tutumlar, birey olarak
etmektedir. Genel olarak tutumlar, bireylerin herhangi bir kişi, nesne veya olaya
bizi bilişsel ve duygusal
olarak etkilemekte ve karşı bakış açısını, olumlu veya olumsuz tepkisini yansıtmaktadır. Bu yönüyle
zaman zaman da tutumların, bireylerin herhangi bir unsura karşı yargılarıyla ilgili olduğunu
davranışlarımızı söylemek mümkündür [1, 2, 3].
yönlendirmeye aracılık
etmektedir. Tutum olgusunu tanımlamaya ilişkin çalışmalar 1930’lu yıllardan itibaren
özellikle Thurstone’un katkılarıyla ön plana çıkmış ve tutum olgusu, bireylerin
tutum nesnesine yönelik duyguları veya bireyin bir tutum nesnesinden etkilenmesi
olarak tanımlanmıştır. İlerleyen zaman diliminde, tutumların bileşenlerini
belirlemeye, tutumların değişimini açıklamaya ve tutum-davranış ilişkisini ortaya
koymaya yönelik çok sayıda çalışma yapılmıştır. Tutum konusu, 1970’li yıllardan
sonra işletmeler arası rekabetin artması ve buna paralel işletme-çalışan ve
işletme-müşteri etkileşiminin önem kazanması sonucu sosyal psikologlar yanında
işletmecilerin de ilgisini çekmeye başlamıştır. İşletmeciler için bir yandan yüksek
verimliliği sağlamak amacıyla çalışanın işletmeye ve/veya işe karşı tutumunu
bilmek ve yönetebilmek; diğer taraftan, müşterilerin işletmeye ve/veya işletmenin
ürünlerine karşı tutumunu bilmek ve yönetebilmek öncelikli hale gelmiştir.
Tutumların oluşumu için bireyin zihinsel, duygusal veya davranışsal açılardan
etkileşim içinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda, birey geçmişteki
deneyimlerinin etkisi ile bir tavır belirlemekte; yakın çevresinden öğrendiklerinin
veya basın yayın organlarından edindiği bilgilerin etkisinde kalarak tutum
geliştirmektedir. Ancak geliştirilen tutum birey için sonsuz ve değişmez bir
etkileşim yaratmamaktadır. Birey, zaman içinde edindiği deneyimler, değişen
arkadaş çevresi, grup üyelikleri vb. faktörlerin etkisiyle tutum değişikliği de
yaşayabilmektedir.
Tutumların Tanımı
Tutumlar, nesneler, kişiler veya olayları değerlendirmeye yönelik -olumlu ya
da olumsuz- insan zihninde oluşan ve davranışlara alt yapı oluşturan yargılardır.
Tutumlar, herhangi bir kişinin bir şeyler hakkındaki deneyimlerinin ya da
hissettiklerinin yansıması gibidir. Örneğin, bir kişinin “İşimi seviyorum.” şeklinde bir
68
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Tutumlar
ifade kullanması ve bu yönde bir yargıya varması, ilgili kişinin işine ilişkin tutumunu
yansıtmaktadır. Kişinin “işine yönelik” bu tür bir tavır takınmasında, toplumun
“iş”e bakışından kişinin yöneticisi ile olan ilişkisine kadar birçok faktör etkili
olmaktadır [4].
Sosyalleşme sürecinin önemli bir parçası olan tutumlar, deneyimler, inançlar
ve duyguların bileşiminin bir ürünü olarak görülmektedir. Tutumlar, bireylerin
çevreleriyle olan diyaloglarını kolaylaştırmak ve bireyin sosyalleşme sürecini
hızlandırmak gibi birçok fonksiyonu yerine getirmektedir [5]. Çok farklı kavramlarla
Tutumlar, bireylerin
bağlantısı olan tutumlara ilişkin tanımlar incelenince, tanımlarda da farklı
çevreleriyle olan
diyaloglarını kavramlarla bağlantının sonucu olarak bazı farklılıklar bulunduğu görülmektedir.
kolaylaştırmak ve Aşağıda tutumlara ilişkin bazı tanımlara yer verilmektedir:
bireyin sosyalleşme
Kağıtçıbaşı’na göre tutum, bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje
sürecini hızlandırmak
gibi birçok fonksiyonu ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenleyen ve onların düzenli
yerine getirmektedir. şekilde oluşmasını sağlayan eğilimlerdir [6].
Şerif ve Şerif’e göre tutumlar, psikolojik bir sürecin herhangi bir değer
yargısıyla damgalanmış bir nesne veya duruma ilişkin olarak bireyin
olumlu mu yoksa olumsuz mu duygusal tepki göstereceğini belirleyen ve
oldukça sürekliliği olan hazır olma durumudur [7].
Budak’a göre tutum; kişinin belli bir insan, grup, nesne, olay gibi unsurlara
karşı olumlu veya olumsuz düşünmesine, hissetmesine veya davranmasına
yol açan oldukça istikrarlı, yargısal bir eğilimdir [8].
Özgüven’e göre tutum, bireylerin belirli bir kişiyi, grubu, kurumu veya bir
düşünceyi kabul ya da reddetmesi şeklinde gözlenen, duygusal bir hazır
oluş hali veya eğilimidir [9].
Tutumların Bileşenleri
69
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Tutumlar
Bilişsel bileşenler
Duygusal bileşenler
70
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Tutumlar
Davranışsal bileşenler
Davranışsal bileşenler, bir objeye karşı başkaları tarafından gözlemlenebilen
davranışların tümünden oluşur. Bir tutum genellikle bireyi tutum nesnesine karşı
olumlu davranmaya eğimli kılar [19]. Çünkü bir nesneye ilişkin olumlu tutumu olan
birey, o nesneye karşı olumlu davranmaya, ona yakınlık göstermeye onu
desteklemeye ve ona yardım etmeye yatkın olacaktır [2]. Şekil 4.1’te görüldüğü
Davranışsal bileşenler,
bir objeye karşı başkaları üzere, yöneticisinin kendisine haksızlık yaptığını düşünen bir çalışan, kendisine
tarafından haksızlık yapıldığını öncelikle zihinsel olarak değerlendirecektir (bilişsel süreç).
gözlemlenebilen İkinci aşamada, çalışan, yöneticisinden hoşlanmama eğilimi içine girecektir
davranışların tümünden (duygusal süreç). Son aşamada ise başka bir iş aramaya ve/veya yöneticisi
oluşur. hakkında dinleyen herkese şikâyette bulunmaya başlayacaktır (davranışsal bileşen)
[4].
Tutumların Özellikleri
Tutumlar bir bütün olarak incelenince bazı özelliklere sahip oldukları
görülür. Bu özellikler, tutumların her üç bileşenini kapsamaktadır. Tutumların
özellikleri şunlardır [3, 7, 13]:
71
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Tutumlar
İnançlar
Türkçe sözlükte inanç, “bir düşünceye gönülden bağlı bulunma durumu”
olarak tanımlanmaktadır [14]. İnançlar, bireylerin kendi iç dünyasının bir yönüne
ilişkin algılamalarının ürünüdür ve devamlılık gösteren duygular ağıdır. Bu sürekli
duygular ağı, bireyin yaşamı devam ettiği sürece edindiği bilgileri, bireyin
kanaatlerini ve bireyin imanını kapsamaktadır [15, 16]. İnançlar bireyin tutumları
ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü tutumlar, genellikle inançların bir yönüne bağlı
olarak ortaya çıkmakta ve inançlardan önemli oranda etkilenmektedir.
Değerler
Toplumda üyelerin paylaştığı ölçütler veya hükümler olan değerler, sosyal
yaşamın sürdürülmesinde önemli rol oynamaktadır. Değerler, güçlü inançlardır ve
bir şeyin önemli olduğunu ve ne kadar önemli olduğunu ifade eder [1]. Bu yönüyle
değerler, bireyin davranışları ile doğrudan bağlantılıdır. Bireyler, değerler
sayesinde kendine göre iyiyi ve kötüyü ayırt edebilmektedir. Bu sayede birey,
kolaylıkla seçim yapabilmekte ve eylemde bulunabilmektedir. Değerler, toplumda
kabul görmüş doğrulara göre şekillendiği için bireyleri toplumsal doğrulara da
yönlendirir. Bu sayede bireylerin doğru tutumlar oluşturmalarını sağlar [20].
İdeolojiler
İdeoloji kavramı Fransızca kökenli olup “idéologie” kavramından türemiştir.
İdeoloji kavramı Türkçe sözlükte, “siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir
hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki,
İdeolojilerin ortaya bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü” şeklinde tanımlanmaktadır
çıkmasında, insanların
[14].
geliştirdikleri fikirlerin ve
ortaya koydukları İdeolojilerin ortaya çıkmasında, insanların yaşamlarında geliştirdikleri
davranış biçimlerinin fikirlerin ve ortaya koydukları davranış biçimlerinin düzenlenmesinin büyük önemi
düzenlenmesinin büyük vardır. Bu düzenleme, genellikle toplumsal değerler ve benimsenen inanç
önemi vardır.
sistemine dayalı olarak gerçekleşir ve nesnel bir temele dayanır. İdeolojiler,
tutumların oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Çünkü bireyler tutumlarını,
sistemleştirilen bu gerçekler etrafında kurgulamakta ve ilişkilerini bu yönde
düzenlemektedir.
Tutumların İşlevleri
Tutumların birey açısından çok sayıda işlevinden bahsetmek mümkündür.
Bireyler bu işlevler sayesinde, olumsuz duygulardan kurtulmakta, benliğinin
gelişmesini sağlamakta, belli ihtiyaçlarını doyurmaktadır. Aşağıda tutumların
işlevlerine detaylı şekilde yer verilmiştir [17, 18, 21, 23]:
72
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Tutumlar
73
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Tutumlar
74
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Tutumlar
75
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Tutumlar
TUTUMLAR VE DAVRANIŞLAR
Tutumların ilgi çekici olmasının bir diğer nedeni, davranışlarla ilişkisi ve
Tutumlar ile davranışlar
arasındaki ilişkinin ilgi davranışlar üzerindeki etkisidir. Tutumlar ile davranışlar arasındaki ilişkinin ilgi
çekici olmasının temel çekici olmasının temel nedeni, tutumların bilinmesinin davranışların tahmin
nedeni, tutumların edilebilmesine olanak sağlamasıdır. Tutum-davranış ilişkisi üzerinde oldukça sık
bilinmesinin durulan bir konu olmasına rağmen, tutumların davranışları her durumda
davranışların tahmin etkilemediğini de belirtmek gerekir. Bazı araştırmaların sonuçları bu konudaki
edilebilmesine olanak
tutarsızlığa vurgu yapmaktadır [6, 10].
sağlamasıdır.
•ABD’de bir sosyoloji profesörü olan La Pierre, genç bir Çinli öğrenci
Örnek
76
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Tutumlar
Tutumların Gücü (Kuvveti): Her tutum belli bir güce sahiptir. Bu güç,
tutumun bilişsel, duygusal ve davranışsal bileşenlerinin toplamına eşittir.
Tutumun gücü, onun davranışlarla arasındaki ilişkiyi pekiştirmede önemli
sayılabilecek bir unsurdur. Çünkü kuvvetli bir tutumun davranışa dönüşme
olasılığı, kuvveti düşük bir tutuma göre daha yüksektir. Tutumların gücünü
Kuvvetli bir tutumun belirleyen faktörler ise tutum nesnesi hakkında sahip olduğumuz bilgi
davranışa dönüşme
miktarı, tutumlarla alıştırma ve uygulama yapma sıklığı, deneyimler,
olasılığı, kuvveti düşük
bir tutuma göre daha tutumlarla ilgili olarak kazanılmış haklar ya da kişisel ilgilerdir.
yüksektir. Tutumlarda Kararlılık: Genellikle kolay şekilde anımsanan ve kararlılık
özelliği gösteren tutumların davranışları ortaya çıkarma ihtimali daha
yüksektir. Bu tür tutumlar bireyleri, özellikle bilişsel ve duygusal açıdan
daha fazla baskı altına alır ve uyarıcı etkisi ile birey üzerindeki baskısı
kendini sürekli hissettirir.
Tutumlara Ulaşılabilirlik: Bilginin insan zihnine ulaşma hızı, karar alma ve
davranış sergileme üzerinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla bazı tutumların
bellek tarafından daha hızlı çağrılması ve bilinç düzeyine daha hızlı
ulaşması davranışları etkiler. Tutumların insan zihnine ulaşma hızı
üzerinde etkili olan faktörlerden biri de tutumların ifade edilme sıklığıdır.
Kısaca bir tutumu ifade etme sıklığı arttıkça, o tutumun önemi artmakta ve
davranışa dönüşme olasılığı güçlenmektedir.
Zaman Faktörü: Tutum-davranış ilişkisini açıklamada önem taşıyan bir
diğer faktör zamandır. Tutum ile davranış ilişkisini ölçme arasında geçen
süre ne kadar uzun olursa, tutum-davranış arasında tutarlılık gözlenme
olasılığı o derece düşmektedir. Bireylerin tutumlarının kararsız olması
Tutum-davranış durumunda, yakın zamandaki tutumlarının davranışa dönüşme ihtimali
ilişkisini ölçme daha önceki dönemlerdeki tutumlarına göre daha yüksektir. Bu durumda
arasında geçen süre ne
zaman aralıklarının uzamasının tutum-davranış arasındaki tutarlılığı
kadar uzun olursa,
tutum-davranış azalttığı söylenebilir.
arasında tutarlılık Farkındalık: Farkındalık, bireylerin kendi tutum ve davranışlarının ne
gözlenme olasılığı o ölçüde farkında olduklarıyla ilgilidir. Farkındalık, tutum ve davranış
derece düşmektedir. ilişkisini güçlendiren önemli bir unsurdur. Çünkü farkındalığın yüksek
olduğu durumlarda herhangi bir tutumumuzun ne olduğunu daha iyi idrak
edebiliriz ve tutumlar belleğe daha kolay çağrılır. Bunun yanında,
genellikle bir davranışta bulunduğumuz zamanlarda o durum ile ilgili
tutumumuza dikkat ederiz ve bu tutumun davranışı yönlendirmesine izin
veririz.
Tutumların Davranışlarla İlişkililik Derecesi: Genel olarak davranışlar,
kendisi ile özel bağı olan tutumlarla daha ilişkilidir. Diğer bir ifadeyle çok
genel olan tutumların davranışlarla bağı oldukça düşük düzeydedir.
Örneğin; günümüz ortamında, bir ABD’liye genel olarak Asyalılara karşı
tutumu sorulduğu zaman alınan cevapla, Asya kıtasında yer alan
Afganistan’a karşı tutumuna ilişkin cevap muhtemelen farklı olacaktır.
Sadece Afganistan’a ilişkin soru yöneltmek, ilişkilendirme aşamasında
tutarlığı belirleyebilme üzerinde daha net olacaktır.
77
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Tutumlar
Tutumların Değişimi
Tutum değişikliği, bireylerin herhangi bir konudaki görüşünün ve bakış
açısının değişimine denir. Son yıllarda tutumların değiştirilmesi konusuna ilgi
giderek artmaktadır. Özellikle piyasa ile bağlantılı iş yapan ve müşteriler üzerinde
etkili olmaya çabalayan işletmeler ve bu işletmelerin halkla ilişkiler, pazarlama gibi
bölümleri için tutum değişikliği ilgi çekici olmaktadır. Çünkü işletmeler, kendi
ürünlerine olan talebi arttırabilmek için tüketici konumundaki müşterilerinin
tutumlarını değiştirmeye gayret etmektedirler [24].
Tutumların değişip değişmediğini tespit edebilmek için tutumların ölçülmesi
gerekmektedir. Tutumlar, karakteristik bir davranış tarzında açığa çıkar ve bu
davranış tarzında meydana gelen değişim göz önüne alınarak ölçülür. Tutumlardaki
değişimler ise, benzer şekilde karakteristik davranış tarzında meydana gelen
Tutum değişiklikleri, önemli değişikliklere göre ölçülür. Tutumlar, göndergelerle ilgili bir görüşe ya da bir
genellikle belirli bir taraf olmaya karşılık geldiğinden, tutumun değişmesi, bu görüş ya da yanlılığın
konu hakkında yeni yönünde ve derecesinde bir değişiklik olduğu anlamına gelmektedir. Tutum
görüşün edinilmesi ve
değişiklikleri, genellikle belirli bir konu hakkında yeni görüşün edinilmesi ve bireyin
bireyin yeni bir yöne
eğilimiyle yeni bir yöne eğilimiyle sonuçlanmaktadır.
sonuçlanmaktadır.
Tutumların Değişimine İlişkin Kuramlar
Tutumların temel özelliklerinden biri dinamiklik özelliğidir. Bu özellik,
tutumların belli zaman zarfında değişebildiğine veya değiştirilebildiğine işaret
etmektedir. Toplumda bireyler sürekli olarak tutumlarını değiştirmeyi hedef alan
çok sayıda durumla karşı karşıyadır. Çünkü insanları ve insan topluluklarını
herhangi bir yöne sevk edebilmenin temel yollarından birisinin o topluluğu
oluşturan bireylerin tutumlarını etkilemek olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede,
insanlara herhangi bir alanda yapılacak yeniliği kabul ettirebilmek veya insanların
direncini azaltabilmek için öncelikle insanların tutumunu değiştirmek gerekir.
Tutumların değiştirilmesi konusu geçmişten günümüze özellikle yönetenler
ve yönlendirenler için ilgi çekici olmuş; II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise oldukça
fazla irdelenmeye başlanmıştır. Araştırmacılar bu dönemlerle birlikte tutumların
değişimini açıklamak ve anlamak için çok sayıda kuram geliştirmişlerdir. Bu
kuramların bazılarını aşağıdaki şekilde saymak mümkündür [19, 21]:
78
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Tutumlar
79
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Tutumlar
TUTUMLARIN ÖLÇÜLMESİ
Tutumların ölçülmesi, tutum araştırmalarının en önemli kısmını oluşturur.
Tutum araştırmaları, bireylerin belli bir zaman birimindeki davranışlarının
doğrudan veya dolaylı olarak öğrenilmesi sürecine denir. Tutumlar; tutum-davranış
ilişkisini anlayabilmek, davranışları tahmin edebilmek, bireyin içinde bulunduğu
Tutum araştırmaları,
durumu saptayabilmek ve tutumları değiştirebilmek gibi nedenlerle ölçülmektedir
bireylerin belli bir zaman
birimindeki [25].
davranışlarının Tutumların ölçümü konusu önemli olmakla birlikte, oldukça zor bir iştir ve
doğrudan veya dolaylı hatta tutumların doğrudan ölçümü imkânsız gibi görülmektedir. Bu nedenle
olarak öğrenilmesi
tutumların ölçümünde, dolaylı yoldan ölçüm tercih edilmektedir. Dolaylı şekilde
sürecine denir.
ölçümde, genellikle kullanılan davranış, sorulara cevap vermek ya da fikir belirtmek
şeklinde olur. Tutumların ölçümünü başarılı şekilde yapabilmek amacıyla
araştırmacılar tarafından farklı ölçme teknikleri geliştirilmiştir [25]. Bu teknikler,
doğrudan ve dolaylı teknikler olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
80
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Tutumlar
81
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Tutumlar
82
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Tutumlar
83
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Tutumlar
84
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Tutumlar
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İnsanların tutum nesnesine yönelik düşünce, bilgi ve inançlarını ifade
eden bileşen aşağıdakilerden hangisidir?
a) Duygusal bileşen
b) Bilişsel bileşen
c) Davranışsal bileşen
d) Karar bileşeni
e) Sosyalleşme bileşeni
3. Aynı veya benzer yaşam tarzını benimseyen, yaşam tarzı, gelir durumu
ve eğitim düzeyi açısından ortak noktaları bulunan, bu ortak noktaların
bilincinde olan ve tutumların oluşumunda önem taşıyan faktör
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Deneyimler
b) Sosyal sınıf
c) Arkadaş çevresi
d) Bireysel özellikler
e) Kişilik
85
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Tutumlar
6. Tutumlar ile ilgili olarak aşağıda yer alan ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Tutumlar; insanların, nesnelerin ve fikirlerin değerlendirilmesine
ilişkindir.
b) Tutumlar; herhangi bir işi, nesne ya da fikir hakkında yargıya
varılmasına ilişkindir.
c) Tutumlar, çevremizde yer alan nesnelere yönelik tavır takınmamızla
ilgilidir.
d) Tutumlar, insanların doğuştan kazandığı özelliklere bağlı olarak
herhangi bir nesneyi veya fikri reddetmesine ilişkindir.
e) Tutumlar; bireylerin belirli bir kişiyi, grubu, kurumu ya da düşünceyi
kabul etmesi ya da reddetmesine ilişkindir.
I. Egoyu savunma
II. Benlik geliştirme
III. İhtiyaçları doyurma
IV. Uyum sağlama
9. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri tutumların işlevlerindendir?
a. Yalnız I
b. Yalnız II
c. I ve II
d. I, II ve III
e. I, II, III ve IV
86
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Tutumlar
Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.b, 4.c, 5.a, 6.d, 7.c, 8.b, 9.e, 10.b
87
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Tutumlar
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Ergeneli, A. (2017). Örgütsel Davranış (1. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti.
[2] Aydın, O. (2002). Tutumlar. E. Özkalp (Ed.), Davranış Bilimleri, içinde (s.279-
295). Eskişehir: Açık Öğretim Fakültesi Yayınları.
[3] Güney, S. (2011). Davranış Bilimleri, (2. Baskı), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti.
[4] Robbins, S. P. ve Judge, T. A. (2012). Örgütsel Davranış, (Çev: İnci Erdem),
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti.
[5] Freedman, J.L., Sears, D.O. ve Carlsmith, J.M. (1998). Sosyal Psikoloji, (Çev: Ali
Dönmez), Ankara: İmge Kitabevi.
[6] Kağıtçıbaşı, Ç. (2006). Yeni İnsan ve İnsanlar, (10. Baskı), İstanbul: Evrim
Yayınevi.
[7] Şerif M. ve Şerif, C. W. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş II, (Çev: Mustafa Atakay
ve Aysun Yavuz), İstanbul: Sosyal Yayınlar.
[8] Budak, S. (2000). Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
[9] Özgüven, İ. E. (2000). Psikolojik Testler, Ankara: PDREM Yayınları.
[10] Ajzen I. (1996). Attitudes, Personality, and Behavior, (3. Baskı), Milton Keynes:
Open University Press.
[11] Robbins, S. P. (2000). Organizational Behavior, New Jersey: Prentice Hall.
[12] Bizjac, B., Knezevic, M. ve Cvetreznik, S. (2011). Attitude Change Towards
Guests with Disabilities Reflections from Tourism Students, Annals of
Tourism Research, 38(3), 842-857.
[13] Güney, S. (2017). Örgütsel Davranış, (4. Baskı), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti.
[14] Büyük Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts
[15] Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri, (15. Baskı), İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş.
[16] Eren, E. (2015). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, (15. Baskı), İstanbul:
Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
[17] Arkonaç, S. A. (1998). Sosyal Psikoloji, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd.
Şti.
[18] Köklü, N. (1995). Tutumların Ölçülmesi ve Likert Tipi Ölçeklerde Kullanılan
Seçenekler, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:28,
Sayı:2, s.81-93.
88
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Tutumlar
[19] Taylor S. E., Peplau, L. A. ve Sears, D. O. (2007). Sosyal Psikoloji, (Çev: Ali
Dönmez), Ankara: İmge Kitabevi.
[20] Canatan, A. (2008). Toplumsal Değerler ve Yaşlılar, Yaşlı Sorunları Araştırma
Dergisi, 2008(1), s.62-71.
[21] Barlı, Ö. (2008). Davranış Bilimleri ve Örgütlerde Davranış, (3. Baskı), Erzurum:
Aktif Yayınevi.
[22] Erdoğan, İ. (1994). İşletmelerde Davranış, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım
A.Ş.
[23] Can, H. ve Aşan, Ö. (2015). Örgütsel Davranış, Ankara: Siyasal Kitabevi.
[24] Barrett, D. W. (2017). Social Psychology: Core Concepts And Emerging Trends,
USA: SAGE Publications.
[25] Anderson, L. W. (1991). Tutumların Ölçülmesi, (Çev. N. Çıkrıkçı), Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:24, Sayı:1, s.587-594.
[26] Sabuncuoğlu, Z. (2016). İnsan Kaynakları Yönetimi, (8. Baskı), Bursa: Alfa
Aktüel Yayıncılık.
89
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
KÜLTÜR VE DAVRANIŞ
İLİŞKİSİ
• Kültürün Özellikleri
• Kültürün Unsurları
• Kültür Türleri
• Kültür Değişmeleri
DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Prof. Dr.
Hasan TUTAR
açıklayabilecek,
• Kültürün özelliklerini ve unsurlarını
bilebilecek,
• Kültür türlerini bilecek ve
açıklayabilecek,
• Kültür değişmelerini ve türlerini
bilebilecek,
• Kültür ve davranış ilişkisini
bilebilecek,
• Davranışın kültürel temellerini ÜNİTE
açıklayabileceksiniz.
5
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Kültür ve Davranış İlişkisi
Toplumsal Zorunlu
Kültür Evrensellik Aile
kültür değişme
Serbest
Uygarlık Toplumsallık Dil Milli kültür
değişme
Adetler
Törenler
91
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Kültür ve Davranış İlişkisi
GİRİŞ
Toplumsal incelemelerde önemli konuların başında kültür gelir. Bununla
birlikte bu sosyal bilimlerin bu kadar önemli ve önemli olduğu kadar da karmaşık
olan kavramının ne anlama geldiğini tespit etmek neredeyse imkânsızdır. Kültür
kavramı için yapılan tanımların her biri, kavramın anlamı konusunda ortak bir
anlayışın oluşmasını olanaklı kılmakta ve kültür kavramının öğeleri esas alınarak
bir senteze ulaşmak mümkün olmaktadır. Kültür, geçmiş davranışların ve
alışkanlıkların bugüne aktarılan şekilleri olarak görüldüğü gibi geleneksel sorun
çözme davranışlarında olumlu etkisinden dolayı benimsenen davranış kalıpları
olarak da görülür. Kültür belli bir toplumun yaşam tarzıdır. Kültür konusundaki bu
belirlemeler farklı içeriklere sahip olsa da aslında tümü aynı olgunun farklı
yönlerini dile getirmektedir.
Kültür öğrenilen bir değerdir. İnsanın çocukluğundan başlayarak olgunluk ve
yaşlılık dönemlerine kadar yaşadığı değişimlerin tümü, onun kültürel etkileşim
sonucunda kültürlenmesini gösterir [1]. Bu kültürlenme bir öğrenme etkinliği
sonucunda oluşur. Bilinçli veya bilinçsiz olsun, kişinin yaşadığı gündelik
deneyimleri, onun belli davranışlar ve alışkanlıklar kazanmasını sağlar. Bu süreçte
kişi çeşitli kurumlarla, anlayışlarla, inanç ve değerlerle karşılaşır. Bunları benimser
ve bu sayede ailesinin bir ferdi, toplumun bir üyesi, kurumların bir elemanı haline
gelir. Her toplum gündelik yaşamında karşılaştığı sorunları çözmek, ihtiyaçları
Kültür, en geniş karşılamak için belirli davranış modelleri, alışkanlıklar ve kurumlar geliştirmişlerdir.
anlamıyla insanoğlunun
doğada değişim KÜLTÜR KAVRAMI VE ANLAMI
yaratarak ortaya
Kültür kavramını Larausse şu şekilde tanımlamaktadır: “Kültür, bir toplumda
çıkardığı, her türlü
fiziksel ve düşünsel geçerli olan ve gelenek halinde devam eden, her türlü duygu, düşünce, dil, sanat,
birikimidir. yaşayış unsurlarının tümü, belli bir konuda edinilmiş, geniş ve sistemli bilgidir.”
Kavramın unsurları arasında yer alan gelenek, duygu, düşünce, bilgi ve dil, onun
soyut yönünü; sanat somut yönünü; yaşayış biçimi ise somut ve soyut yönünü
ifade etmektedir. Kültür, en geniş anlamıyla insanoğlunun doğada değişim
yaratarak ortaya çıkardığı, her türlü fiziksel ve düşünsel birikimidir.
Kültür üzerine yapılan tanımlar genellikle, insan gruplarının üretimlerini de
içeren belli başlı kazanımlarını, deneyimlerini, tarihi süreç içerisinde geliştirdikleri
Kültür; üst kuşaklardan sembolleri, kuşaktan kuşağa aktarılan davranış kalıplarını içermektedir. Yakın
miras olarak devralınır, çağlardan 17.yy’da Voltaire’in kültür kelimesini kullanmasından günümüze, kültür
miras yaşanır ve sonraki hakkında çok farklı alanlarla ilgili olarak değişik tanımlar yapıldı. Kültür, insanın
kuşaklara yine bir miras hazır bulduklarının yanında doğaya sonradan eklediği herşeydir.
veya gelenek olarak
devredilir. Kültür kavramı antropolojideki teknik anlamıyla ilk defa 1865 yılında
E.B.Taylor tarafından kullanılmış, sistematik olarak tanımlanmış ve yine Taylor
tarafından temel bir kavram haline getirilmiştir [2]. Kültürün Taylor tarafından
yapılan tanımının genel olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Taylor’a göre kültür,
insanın bir toplum üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlâk, hukuk ve
törelerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür. Taylor’un
92
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Kültür ve Davranış İlişkisi
yaptığı kültür tanımına baktığımızda tanımın bir toplumun tüm maddî ve manevî
yaşam unsurlarını kapsadığını görmekteyiz. Taylor’un tanımında kültürün
öğrenilen bir değer, üst kuşaklardan devralınan bir miras olduğu görülmektedir.
Kültür tanımlarını incelediğimiz zaman, üç ortak yönün varlığına tanık olmaktayız:
Kültür üst kuşaklardan miras olarak devralınır, miras yaşanır ve sonraki kuşaklara
yine bir miras veya gelenek olarak devredilir.
Ülkemizde kültür kavramını sistemli bir şekilde ilk inceleyen Ziya Gökalp
olmuştur. Gökalp’a göre kültür, bir toplumun bütün fertlerini birbirine bağlayan ve
aralarında dayanışma meydana getiren kurumlardır [3]. Kültürün millî,
medeniyetin milletler arası olduğunu ifade eden Gökalp kültürü, “Yalnız bir
milletin dinî, ahlâkî, hukukî, aklî, estetik, lisanî, iktisâdi ve fennî hayatlarının
ahenkli bir bütünüdür.” şeklinde tarif eder. Bu kurumların toplamı, o toplumun
kültürünü oluşturur. Gökalp kültürü, soyut değerler ve somut eserler bütünü
olarak görmektedir.
Bilim dalları arasında kültür, en geniş anlamına sosyolojik çerçevede
ulaşmaktadır ve buradaki anlamıyla kültür, “bir yaşam biçimi”dir. Sosyolojik
anlamda kültür, bir toplumun kendini kural ve normlarla ifade etme tarzıdır. Bu
anlamda kültür, toplumların gündelik deneyimlerini ortaya koyarken, tutum ve
davranışlarının, kısaca “yapıp ettikleri”nin bir toplamıdır.
Kültürün fonksiyonel tanımını yapan Malinowski’ye göre kültür, âletlerden
ve tüketim mallarından, çeşitli toplumsal gruplaşmalar için yapılan anayasal
belgelerden, insana özgü düşünce ve becerilerden, aynı zamanda inanç ve
törelerden oluşmaktadır. Mümtaz Turhan’a [4] göre kültür, bir toplum içerisinde
mevcut her türlü bilgiyi, alışkanlıkları, değer ölçülerini, genel tutum, görüş ve
zihniyet ile her tür davranış şekillerini içine alan, o toplumun üyelerinin
çoğunluğunda ortak olan, onu diğer toplumlardan ayırt etmeye yarayan ve
Kültür kavramının üyelerine yaşama tarzı sunan, maddî ve manevî değerlerden oluşan bir bütündür.
varlığı için ön koşul, az
sayıda da olsa bir insan Birçok tanımı yapılmış olsa da tanımların ortak özelliklerinden yola çıkarak
topluluğunun kültürün dört farklı anlamda kullanıldığını belirten Güvenç, kültürün anlamlarını
bulunmasıdır. netleştirmek için şu gruplandırmayı yapmaktadır:
Bilim alanındaki kültür, bu uygarlıktır.
Beşeri alanındaki kültür, bu eğitim sürecinin ürünüdür.
Estetik alandaki kültür, bu güzel sanatların kaynağıdır.
Madde ve biyolojik alanda kültür, bu üretme, tarım, ekin, çoğalma ve
yetiştirmeyi kapsar.
Tanımlar farklı açılardan yapılsa bile kültür tanımlamalarının tümü için ortak
olan bazı tespitler vardır ki, bunların ilki kültürün dinamik bir anlam taşıdığıdır.
Kültür kavramının varlığı için ön koşul, az sayıda da olsa bir insan topluluğunun
bulunmasıdır. Aynı zamanda söz konusu insan topluluğunun bir “yığın” veya
“kalabalık” değil bir topluluk veya toplum olarak yaşaması gerekir. Nasıl suyun
olmadığı yerde denizden veya ırmaktan söz edilemezse toplumun olmadığı yerde
de kültürden söz edilemez.
93
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Kültür ve Davranış İlişkisi
KÜLTÜRÜN ÖZELLİKLERİ
Bir kavramı doğru anlamanın en iyi yolu, onun özelliklerini ve unsurlarını
ortaya koymaktır. Her kültür, işlevlerine göre farklı özelliklere sahiptir. Fichter,
kültürün kendisini oluşturan bütün kurumların işlevlerinin ötesinde, farklı bir
işleve sahip olduğunu ifade eder. Fichter’e göre kültürün aşağıdaki gibi dört
özelliği vardır:
Kültür, toplumları birbirinden ayırmaya yarayan işaret ve sembollerdir.
Kültür, içinde bulunan toplumun değerlerini içerir ve onları yorumlar.
Kültür, bir toplumda toplumsal dayanışmanın unsurlarını oluşturur.
Kültür, bir toplumun toplumsal gelişimini sağlayan faktörlerden oluşur.
94
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Kültür ve Davranış İlişkisi
95
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Kültür ve Davranış İlişkisi
Örnek
•Geleneksel Japon kültüründe kadın-erkek ayrımı yoğun
olarak vardır. En basitinden Japonca'da “erkek dili” ve
“kadın dili” vardır. Erkekler oldukça erkeksi bir dille
konuşurken, kadınların bu dile ait kelimeleri kullanması pek
doğru görülmez.
Kültür görelidir. Kültürün göreli (izafî veya genel olmama) ilkesine göre
herhangi bir kültürdeki insan veya grup davranışları o kültüre hastır ve sadece o
kültürün temel varsayımları veya değerler sistemine göre anlam kazanır [7].
Toplumların kültürünü oluşturan unsurlar her toplumda aynı değildir. Kültürü
oluşturan unsurların toplumdan topluma farklılık göstermesi, kültürün göreli
olduğunu gösterir. Örneğin; dürüstlük, cömertlik, özgürlük, şiddet, çalışkanlık,
başarı, yumuşak huylu olmak gibi kültürün manevî unsurları ile her tür âlet ve
araç, teknoloji gibi maddî kültür unsurları toplumdan topluma farklılık gösterir. Bu
farklılıklar kültürün göreliliği ile açıklanabilir.
Kültür rasyonel olmak zorunda değildir. Kültür, insanların ve toplumların
tarihsel süreç içinde edindiği tüm maddî ve manevî değerler bütünüdür ve göreli
olması yönüyle bilimsel rasyonellikten ayrılır. Rasyonel olan genellikle genel,
evrensel, nesnel ve rasyoneldir; ancak kültürel olan özel, göreli ve özü itibarîyle
Her toplumun kültürü
rasyonel olmak durumunda değildir. Örneğin, töre bir kültür unsurudur; ancak
farklı olduğu gibi
toplumların kültürleri töreye dayalı cinayetlerin rasyonel temeli yoktur.
de farklı kültür Kültür semboliktir. Kültür kendini davranışlarla, simgelerle, sembollerle,
unsurlarından oluşur. kısaca maddî ve manevî unsurlarla gösterir. Kültür gruplarının ortaya koyduğu
sembolik unsurlar farklı kültürlerde farklı anlamlar ifade eder. Söz konusu
anlamlar, sadece o kültüre hastır. Söylenenler, yapılanlar, üretilenler ve
görünenlerin farklı kültürlerde farklı sembolik anlamları vardır.
KÜLTÜRÜN UNSURLARI
Kültür; insanlara geçmiş kuşaklardan miras kalan değer, norm, düşünce,
tören, dünya görüşü ve davranış kalıplarını kapsar. Her toplumun kültürü farklı
olduğu gibi toplumların kültürleri de farklı kültür unsurlarından oluşur [8]. Kültür
ister yalın, ister karmaşık veya gelişmiş olsun kültürün unsurları; somut
faktörlerden, kurumsal ilişkilerden veya manevî sistemlerden oluşur. Kültürü
oluşturan unsurları iki bakımdan ele alabiliriz. Bunlardan ilki genel kültürü
oluşturan unsurlar, diğeri de örgüt kültürünü oluşturan unsurlardır. Kültürel
antropologların üzerinde anlaştıkları genel kültür unsurları şunlardır:
Aile: Kişinin içinde doğduğu ilk çevresi, dilini ve alışkanlıklarını öğrendiği ilk
kurumdur. Ailede kişi kültürün en önemli unsurlarından biri olan dili (Buna beden
dili de dâhildir.), alışkanlıkları, geleneği, töreyi, büyük ve küçüklerle iletişim
96
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Kültür ve Davranış İlişkisi
biçimlerini öğrenir. Aile, çocuğu özellikle okul çağına kadar yoğun biçimde ve
sonraki yaşamında da belli ölçüde etkiler.
Dil: Dil davranışlarla birlikte kültürün önemli taşıyıcılarından biridir.
Davranışların şekillenmesini sağlayan dildir. Dil aynı zamanda kültürün kuşaklar
arası aktarımının da önemli aracıdır. Dil özellikle düşüncenin, duyguların ve
anlayışların taşıyıcısıdır ve aynı medeniyete sahip olan toplumların farklı kültürlere
sahip olmasını sağlayan faktörlerin başında gelir. Dil, duygu ve düşüncelerin ses,
işaret, resim, yazı ve görüntü aracılığıyla iletilmesini sağlayan ve kendi içinde
kuralları ve sürekliliği olan iletişim aracıdır.
Eğitim: İlkokuldan yüksek öğrenime kadar eğitim kurumlarında eğitim
sürecinde kişi geçmiş nesillerin bilimsel birikimlerini öğrenme olanağı bulur.
Böylece eğitim, beceri ve görgülerinin kuşaklar arasında aktarılmasında, kültürün
değişmesi ve yeniden şekillenmesinde önemli rol oynar.
Ekonomi ve teknoloji: Ekonominin temelini üretim ve tüketim faaliyetleri
oluşturur. Üretim ve tüketim sürecinde insanlar çeşitli âletler kullanır. Bu âletlerin
şekli, üretim sürecinde kullanım biçimi kültüre göre şekillenir. Ayrıca iş bölümü,
uzmanlaşma ve mesleklerin dağılımı kültürel faktörlere göre şekillenir. Örneğin,
Türk kültüründe bayanlar tarafından yapılması hoş görülmeyen meslekler olduğu
gibi erkekler tarafından yapılması hoş görülmeyen meslekler de vardır.
Sanat: Sanatsal etkinlikler, sanatın algılanış biçimi ve sanata bakış tarzı
bütün bunlar genel kültürün önemli unsurları arasındadır [9]. Kısaca sanat,
kültürün ayırıcı özelliklerinden biridir. Her toplum kendi mimarîsini, sanatsal ve
estetik yapısını ait olduğu kültürel yapıya göre geliştirir.
İnançlar: İnsanın psikolojik sağlığının vazgeçilmez unsurlarından biri
Değerler, ahlâkî inançlardır. İnançlar, sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış temel kabullerdir.
kodlarla ilgilidir. Kültürün en önemli unsurlarından biri inançlardır. Kurumsal davranış, kurumsal
İnançlar neye inanılıp kültür içinde anlam kazanır. Kurumsal davranışı belirleyen temel faktör ise
neye inanılmaması inançtır. Burada inanç kurumsal hedeflere inanma ve onları benimseme
gerektiğini açıklar.
anlamında kullanılmaktadır.
Değerler ve normlar: Değerler, geçmişte ve şimdi gerçeğin, iyinin doğrunun
ve erdemli olanın ne olduğuna dair bireysel bilgilerden oluşur. Değerler, tutum ve
davranışları ortaya koyarken; onlara yol gösteren insan bilincinin derininde yatan
inançlardır. İnsanların inanç ve değerleri onların tutum ve davranışlarına yansır
[10]. Bu nedenle inanç ve değerlerini değiştiren insanların tutum ve davranışları da
değişir. Değerler, ahlâkî kodlarla ilgilidir. İnançlar ise neye inanılıp neye
inanılmaması gerektiğini açıklar. Değerler; ortak iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı
tanımlar ve bunların standartlarını ortaya koyar. İnsanların eylemlerini
nitelendirme, değerlendirme ve yargılama işlevi görür. Değerler sayesinde insanlar
neyi yapıp, neyi yapamayacakları konusunda bir düşünceye sahip olurlar.
Normlar ise bireyin ne yapması veya yapmaması gerektiği hakkında toplum
tarafından oluşturulan ortak beklentilerdir. Nerede, ne zaman, nasıl davranılması
gerektiğini belirleyen davranış kalıplarıdır. Bu yönüyle değere yakın bir anlamı
97
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Kültür ve Davranış İlişkisi
vardır; ancak değer kadar soyut veya geniş bir anlam içeriğine sahip değildir.
Kültürel bir çevrede veya bir kurumda nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili ve kişiyi
değerler düzenine uymaya zorlayan davranış kalıplarıdır. Normlar en yalın
anlamıyla bir toplumda, sosyal bir çevrede veya bir kurumsal ortamda uyulması
gereken kurallar bütünü anlamına gelir.
Devlet: Toplumların ve kültürlerin ortaya çıkardığı bir üst örgütlenme
biçimidir. Devlet bir milletin belli bir merkezi otoriteye bağlı olarak ve bir toprak
parçası üzerinde örgütlenmiş şeklidir [11]. Devleti oluşturan en önemli
unsurlardan biri olan milleti ortaya çıkaran önemli faktörlerden biri kültürdür. Yani
millet varsa kültür zorunlu olarak vardır. Milletlerin inançlarına, değerlerine kısaca
kültürlerine göre farklı örgütlenme tarzları vardır.
Örnek
98
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Kültür ve Davranış İlişkisi
Normlar, kurumsal Varsayımlar: Varsayım “doğru” kabul edilen yargı ve genellemeleri ifade
kültür içinde eder. Varsayımlar, kuramsal sonuçlara ulaşabilmek için başlangıçta “öyle”
davranışları düzenleyen oldukları kabul edilen öngörülerdir [13]. Kurumsal kültür öğesi olarak varsayımlar,
ve sosyal sistemi kurumu oluşturan birey ve gruplarca paylaşılan, kurumdaki insan unsuru,
kurumsallaştıran kurumsal ve çevresel sorunlar, insan ilişkileri ve eğilimi ile bütün bunlara ilişkin
öğelerdir. gerçek ve doğrunun doğasıyla ilgili temel yorumları içermektedir. Varsayımlar,
kurum üyelerinin algı, düşünce, his, tutum ve davranışlarını yönlendiren, onların
kurumsal yaşama ilişkin kabul ettikleri; iyi-kötü, doğru-yanlış, yararlı-yararsız,
anlamlı-anlamsız gibi ön kabullerini içerir.
Kurumsal Normlar: Normlar, olması gerekenleri ifade eden ilkelerden her
biridir. Bir başka tanımla normlar, kurumsal olarak kabul görecek tavır ve
davranışlara ilişkin ortak beklentileri gösteren kurallardır. Gruptaki insanların
ilişkilerini düzenler ve eylemlerine yön verir. Normlar, genellikle değerlerin
biçimlenmiş halidir ve bir grubun tüm üyelerince paylaşılması halinde kolektif bir
düzenleme aracı olur. Normlar, kurumsal kültür içinde davranışları düzenleyen ve
sosyal sistemi kurumsallaştıran öğelerdir. Normlar, değerler gibi kurumsal iyi ve
kurumsal kötünün çerçevesini belirleyen, doğru ve yanlışın sınırlarını gösterirler.
99
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Kültür ve Davranış İlişkisi
KÜLTÜR TÜRLERİ
Kültür sınıflaması farklı ölçütlere göre yapılır. Kültürün yaygınlık derecesi,
kültür öğelerinin birleşimi, kültürün oluşum biçimi, toplumların yaşam tarzları,
dilleri, folklorları, bölgesel dağılımları, hatta bireylerin ekonomik durumları kültür
sınıflandırmalarında etkili olur [14]. Kültürleri; taşıyıcısına, egemenlik alanına, çıkış
“Kültürlü adam” veya oluşum kaynaklarına, görünüş ve biçimine, kültürü belirleyen araca ve
şeklindeki bir kullanım alanlarına göre ayrıma tabi tutabiliriz. Bu değişkenleri çoğaltmak, hatta
nitelendirme, bireysel kendi içinde sınıflandırmak mümkündür. Kültürün sınıflaması yapılırken çeşitli
kültür kavramını ölçütler esas alınır. Kültürün; genel kültür, üst kültür veya alt kültür, maddî kültür
gündeme getirmiştir ve manevî kültür, bireysel kültür, ulusal ve evrensel kültür gibi türleri vardır. Kültür
türleri aşağıda şekil.5.1’ de gösterilmiştir:
Bireysel ve
Toplumsal
Kültür
Milli ve
Genel Kültür
Evrensel
ve Alt Kültür
Kültür
KÜLTÜR
TÜRLERİ
Maddi Kültür
Karşı ve
ve Manevi
Kontra Kültür
Kültür
Post figüratif,
cofigüratif,
prefigüratif
kültür
100
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Kültür ve Davranış İlişkisi
101
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Kültür ve Davranış İlişkisi
Alt Kültür
Kültür, bireyler bazında farklılıklar gösterdiği gibi gruplar bazında da
farklılıklar göstermektedir. Kültür içindeki bu farklılıklar alt kültür olarak
adlandırılmaktadır. Kültür bir değerler sistemidir [17]. Bir toplumun genel kültürü,
üst bir sistem olarak, çok sayıda alt kültür veya alt sistemden oluşur. Bunlar alt
kültür unsurlarıdır. Alt kültür, bir topluma hâkim olan genel kültür veya üst
kültürden farklılık gösteren ve azınlık gruplarınca benimsenen kültürdür. Alt
kültür, genel kültürden veya üst kültürden tam bir kopma şeklinde değil,
farklılaşma şeklinde ortaya çıkar. Kültürün unsurları, birbirleriyle genel olarak
uyumlu bir bütün oluşturur. Alt kültür ile genel kültür arasında her zaman uyum
olmayabilir.
Göreli olarak küçük ve homojen kültürler dışında aynı genel kültürü
oluşturan alt kültür unsurları arasında tam bir uyum söz konusu değildir [18].
Genel kültürlerle bazı ortak yönlerinin yanında, önemli farklı yanları bulunan alt
kültürler, genel kültürden kısmen farklı olabilirler. Alt kültürler, genel kültürün bazı
hâkim değerlerini kapsar; fakat her alt kültürün kendisine özgü yaşam biçimi,
değerleri ve normları vardır.
Alt kültür unsurları bir sistem bütünlüğü çerçevesinde genel kültürü veya
millî kültürü oluşturur. Bir toplumun genel kültürü içerisinde alt kültür unsurları;
inanç farklılıkları, adetleri, farklı etnik yapıları, çeşitli sosyo ekonomik
Alt kültür unsurları bir tabakalaşmalar ve coğrafî bölge farklılaşmalarıdır. Alt kültür-genel kültür
sistem bütünlüğü çelişkisinin fazlalığı, toplumsal tabakalaşmayı arttırdığı gibi toplumsal barışı bozan
çerçevesinde genel
önemli bir faktördür.
kültürü veya millî
kültürü oluşturur. Etnik gruplar: Ülke içinde bulunan birçok etnik grup, ait oldukları grubun
özelliklerine göre benzer biçimlerde giyinir, sanatsal etkinliklerde bulunur, müzik
dinler ya da üretiminde bulunur ve kendi dilindeki gazete ve dergileri okurlar. Bu
nedenle bu gruplarda aynı türden yaygın davranış biçimleri ve satın alma
davranışları görülür. Etnik gruplar, kendi kültürel tanımlamaları için geçmişten
seçilmiş ortak gelenekleri kriter alan, genelde endogamik gruplardır.
Coğrafî alt kültürler: Ülkenin farklı bölgeleri, fiziksel ve sosyal çevre, o
bölgede oluşan kültürü etkiler. Bu özellikleri nedeniyle aynı bölgede yaşayan farklı
davranışlar sergiler. Bu da coğrafî grupların bir alt kültür olarak
değerlendirilmesine olanak sağlar. Coğrafî alt kültürleri belirlemede iki tür
yaklaşımdan söz edilebilir. Geo-demografik yaklaşımda, bir ülkede benzer
demografik karakterlere sahip olan bölgeler alt kültür olarak tanımlanır. Çünkü her
bir bölgenin kendine özgü değerleri vardır.
102
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Kültür ve Davranış İlişkisi
Karşı Kültür
Hâkim kültürün genel özelliklerini reddeden ve onunla açıkça çatışmaya
giren toplumsal grupları nitelendiren kültüre “karşı kültür” denir [8]. Hâkim kültüre
“reddiye” ve onunla çatışma özelliği ile alt kültürden ayrılmaktadır. Bir toplumda
hoşgörü sınırlarını aşan, toplum norm ve değerleri ile çatışan, sosyo-ekonomik ve
politik düzenin karşısında olan, genel kültüre uyum göstermeyen ve yerine göre
direnen kültüre “karşı kültür” denir.
Kültür değişmesi
sonucunda bir Karşı kültürler, kimi alt kültürlerin genel kültüre karşı direnmelerinden,
toplumun siyasî, resmî veya gayri resmî olarak örgütlenmelerinden meydana gelir [20]. Bu yüzden
ekonomik ve sosyal genel kültürle aralarındaki farklılığın fazla olduğu etnik dinî ve siyasî alt kültürlerin
yapısında gözle görülür karşı kültür oluşturma ihtimali daha yüksektir. Karşı kültürün en önemli kaynağı,
değişmeler yaşanır. bazı alt kültür unsurlarıdır. Bir üst sosyal sistem olarak kendi içerisinde çok sayıda
alt kültürlere sahip olan toplum yapısında, çeşitli etkilere bağlı olarak bazı alt
kültürler, genel kültürle veya diğer alt kültürlere uyumsuzluk içerisine girerek,
karşı kültüre dönüşebilirler.
103
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Kültür ve Davranış İlişkisi
KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ
İnsana ve topluma ait tüm değerler değiştiği gibi kültür de değişir. Evrende
sabit bir şey yoktur; her şey sürekli bir akış ve oluş içindedir. Kültür de değişir,
dönüşür ve bir halden başka bir hale girer. Kültür değişmesi, hâkim veya egemen
kültürün kendisini değiştiren içsel ve dışsal faktörlerin etkisiyle kültürel yapıda
meydana gelen değişimdir. Malinowski’ye göre kültür değişmesi; bir toplumun
mevcut sosyal, maddî ve manevî yapısının bir biçimden başka bir biçime
dönüşmesi sürecidir. Kültürel değişme fonksiyonel bir durumdur, sadece soyut
veya manevî kültür öğeleriyle sınırlı değildir. Kültür değişmesi sonucunda bir
toplumun siyasî, ekonomik ve sosyal yapısında gözle görülür değişmeler yaşanır.
Kültürel değişme, toplumun genelinin veya bazı kurumlarının kültürel
özelliklerinin kalıcı birtakım değişikliklere uğraması anlamına gelir. Ancak kültürel
değişim hiçbir zaman kültürel başkalaşma anlamına gelmez [19]. Kültürel
değişimde kültürün asıl öğeleri korunurken, kültürel başkalaşmada kültürün asıl
öğeleri de ortadan kalkar ve başka bir kültürel yapı ortaya çıkar. Kültür değişmeleri
birçok faktöre bağlı olmasına rağmen, bunlardan daha önemlisi kültürün kendi
içinde değişmesidir. Bu çerçevede kültür değişmelerine etki eden bazı faktörler
vardır. Bunlardan belli başlı olanları aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.
104
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Kültür ve Davranış İlişkisi
105
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Kültür ve Davranış İlişkisi
106
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Kültür ve Davranış İlişkisi
Bireysel Etkinlik
•Genel kültür, toplumu oluşturan bireylerin kültürlerinin toplamından
mı ibarettir, yoksa genel kültür toplumu oluşturan bireylerin
kültüründen farklı mıdır? Çevrenizde farklı alt kültürlerden gelen
insanlarla konuşarak kendi alt kültürünüzle onlarınkiler arasındaki
farkları ve söz konusu farklılığın kaynağını tespit etmeye çalışın.
107
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Kültür ve Davranış İlişkisi
108
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Kültür ve Davranış İlişkisi
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Kültür konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Kültür, öğrenilir.
b) Kültür, değişmezlik özelliğine sahiptir.
c) Kültür, toplumsaldır.
d) Kültür, kurallar sistemidir.
e) Kültür, ihtiyaç gidericidir.
109
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Kültür ve Davranış İlişkisi
Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.b, 4.d, 5.e, 6.a, 7.a, 8.a, 9.a, 10.a
110
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Kültür ve Davranış İlişkisi
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]Güngör, E. (1980). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ankara: Töre Devlet
Yayınevi
[2]Bowditch, J. L. and Buono, A. F. (2001). A Primer on Organizational Behaviour.
(Fifth Edition). New York: John Wiley & Sons, Inc
[3]Bilgiseven, A. K. (1995). Genel Sosyoloji, 5. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi
[4]Turhan, M. (1994). Kültür Değişmeleri (Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Teknik),
İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
[5]Doğan, Ö. (2000). Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İstanbul: İnkılâp Kitabevi
[6]Erdogan, İ., (1997). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İ.Ü.İsletme Fakültesi,
[7]Fichter, J. (2002). Sosyoloji Nedir? (Çev. Nilgün Çelebi), İstanbul: Anı Yayıncılık
[8]Erkal, M. E. (2006). Sosyoloji (Toplum bilimi), 13. Basım, İstanbul: Der Yayınları
[9]Eroğlu, F. (2010). Davranış Bilimleri,10. Basım, İstanbul: Beta Yayınları
[10]Gökâlp, Z. (1994). Türkçülüğün Esasları, İstanbul: İnkilâp Yayınları
[11]Erdoğan, İ. (2004). “Popüler Kültürün Ne Olduğu Üzerine”, Ankara: MEB
Yayınları
[12]Bozkurt, G. (1985). Kültür Konusu ve Sorunlarımız, İstanbul: Remzi Kitabevi
[13]Latouche, S. (1993). Dünyanın Batılılaşması, (Çev. Temel Keşoğlu), İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
[14]Malinowski, B. (1990). İnsan Ve Kültür, (Çev: Fatih Gümüş), Ankara: Verso
Yayınları
[15]Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü),
Bilim Ve Sanat
[16]Özkalp, E. (1993). Sosyolojiye Giriş, 6. Baskı, Eskişehir: A.Ü.Yayını
[17]Turhan, M. (1994). Kültür Değişmeleri (Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Teknik),
İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
[18]Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (1990), Kültür Kavramı, Cilt 2, İstanbul: Risale
Yayınları
[19]Meriç, C. (1986). Kültürden İrfana, İstanbul: İnsan Yayınları
[20]Mills, C. W. (1979). Toplumbilimsel Düşün, (Çev., Ü. Oskay), Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları
[21]Moles, Abraham A. (1983). Kültürün Toplumsal Dinamiği, (Çeviren: Nuri
Bilgin), İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları
[22]Triandis, H. C. (1994). Culture and Social Behavior. New York: McGraw Hill.
111
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
ÖĞRENME VE ÖĞRENME
KURAMLARI
• Öğrenme Kavramı
İÇİNDEKİLER
• Öğrenmenin Özellikleri
• Öğrenme Şekilleri
• Öğrenme Kuramları
DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Prof. Dr.
Hasan TUTAR
tanımlayabilecek,
• Öğrenme kuramlarını bilebilecek,
• Öğrenmenin insan yaşamındaki
önemini kavrayabilecek,
• Öğrenme ilkelerini bilebilecek,
• Örgütsel öğrenme kavramını
tanımlayabileceksiniz.
ÜNİTE
6
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
anlama
öğrenme yorumlama
kavramı
bilme
imgeleme
aktiflik deneme
kavramsallık
öznellik
öğrenmenin
özellikleri
durumsallık
ÖĞRENME ve ÖĞRENME
duygusallık
algılayarak öğrenme
KURAMLARI
sosyallik
gözleyerek öğrenme
taklit yoluyla
öğrenme
klasik koşullanma
edimsel koşullanma
bağlaşımcılık kuramı
nörofizyolojik
kuramlar sistematik davranış
kuramı
duyuşsal kuramlar
sosyal bilişsel
öğrenme
113
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
GİRİŞ
Öğrenme bilişsel bir süreçtir; dolayısıyla öğrenme sistemi, bilişsel sistemin
bir benzeridir. İnsan öğreneceği davranışı önce anlar, sonra yorumlar, daha sonra
da sınar. Sınama sonunda kendi gücüne dönüştürdüğü güçle düşünce üretir.
Öğrenme; kurumsal düşüncelerden, uygulama ve tecrübelerden elde edilen
bilgilerle insan inançlarını, değerlerini, tutum ve davranışlarını değiştirme sürecidir.
Şu halde, öğrenme sonucu bilgi ve tecrübe birikimi olmaktadır.
Öğrenme, bir değişim aracı ya da değişimin sonucunda varılan sonuçtur.
Daha çok eğitim sürecinde bir keşif, bir aşamadır. İnsanın öğrenmesini tanımlamak
zordur. Bu zorluğu yenmek için pek çok çalışma yapılmakta ve kuramlar
geliştirilmektedir. Öğrenmeye sistemli yaklaşım, öğrenme sürecinin sistemli bir
süreç olduğunu varsayar. Öğrenme yeni alışkanlıklar kazanmak için herhangi bir
durum karşısında tepkilerin düzenleniş süreci olarak tanımlanabilir. Öğrenme
insan özelliklerinin sonradan edinilmiş bütün yanlarını kapsar.
Öğrenme, bireyin zihinsel çabası veya deneyimlerine bağlı olarak ortaya
çıkan ve davranışlarda kalıcı izleri olan değişmedir [1]. Öğrenme sürecinde
Öğrenme, bireyin davranıştaki değişme, tekrar sonucu gerçekleşir. Sürecin sonucunda bireyin
zihinsel çabası veya çevreye uyum yeteneği artar. Ayrıca öğrenme sürecinde birey pasif değil, aktif
deneyimlerine bağlı olarak rol oynar. Öğrenme bir süreci kapsar. Bireyle çevresi arasındaki etkileşim
olarak ortaya çıkan ve onda her zaman iz bırakmaz; ancak etkileşim öğrenme sağlıyorsa bireyin
davranışlarda kalıcı
davranışlarında kalıcı etki olur. Kısaca etkileşimin öğrenme sağlayabilmesi için
izleri olan değişmedir.
yaşantı eşiğine, yani kişinin farkındalık düzeyine hitap etmesi gerekir. Öğrenme
kuramlarının üzerinde durduğu temel soru, öğrenmenin nasıl gerçekleştiğidir.
Öğrenme kuramları bu soruyu farklı açılardan incelemektedir
ÖĞRENME KAVRAMI
Öğrenme bilgi ve davranış kazanma sürecidir. Bilgi ise bireyin dış dünyadaki
olayları algılama, işleme, değerlendirme ve muhakeme etmesi sonucunda zihninde
ürettiği anlam olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre bilginin, dolayısıyla
öğrenmenin oluşabilmesi için bilgiye ihtiyaç vardır. Davranışçı öğrenme kuramı
öğrenmeyi bir uyarıcı-tepki ilişkisi olarak görürken; bilişsel kuramlar öğrenmenin
basitçe bir uyarıcı-tepki ilişkisinden farklı olduğunu, sürece organizmanın ve onun
zihinsel fonksiyonlarının dâhil olduğunu belirtmişlerdir.
Öğrenme; insanın gözlemleri, deneyimleri veya okuma, dinleme ve izleme
gibi çeşitli etkinlikleri sonucunda çevresine ait veriler toplaması ve o verilere
zihninde bir anlam yüklemesi sürecidir [2]. Bireyin öğrenme sürecine aktif olarak
katılımlarını ve öğrenme etkinliklerinin onların tecrübe ve yaşantılarıyla
ilişkilendirilmesini gerektirir. Öğrenmenin oluşabilmesi için bireyin yeni olayları
veya olguları zihninde daha önce öğrendikleri ile ilişkilendirmesi gerekir. Öğrenme,
kavram olarak değişme kavramını da içerdiğinden, davranıştaki her değişim
sürecinde oluşan öğrenmeye, öğrenme süreci adı verilir.
114
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
115
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
Öğrenmenin aynı zamanda kişinin yaşıyla da ilgisi vardır. Yaş, belli bir
davranışın sergilenebilmesi için biyolojik yapının uygun zaman dilimini gösterir.
Dolayısıyla öğrenme için uygun yaşta olmak gerekir. Yaşın öğrenmeyi etkileyen bir
faktör olması öğrenme hızıyla da ilgilidir. İnsanların genç yaşlarında öğrenme
hızları ile yaşlılıklarındaki öğrenme hızları farklıdır.
Öğrenme süreci aşağıdaki aşamaları kapsar:
Anlama aşaması: Öğrenme süreci, öğrencinin kendisine gösterileni
algılaması ile başlar. Önce öğrenen hedef davranışı iyi algılamalıdır. Hedef
davranış, insanın trafik kurallarına uygun davranan bir yaya olmasıysa, bu hedefin
ne olduğunu neye yaradığını, niçin gerektiğini ve benzeri yönlerini
anlayabilmelidir.
Yorumlama aşaması: Yorumlama aşamasında kişi, gösterilen hedef davranış
ile öğretilenlerden algılayabildiklerini irdelemeye çalışır. Bu süreçte kişi; içinde
Öğrenme sürecinde bulunduğu koşulları tek tek gözden geçirir, bunları birbirleriyle karşılaştırır,
birey elde ettiği yeni dikkatini hedef davranışa, öğrenmeye ve parçalarına yöneltir, hedef davranış ve
bilgilere kendilerine
öğrendikleri ile yaşantıları arasında bağlantılar kurar, hedef davranış ve
özgü bir anlam
öğrendikleri arasında karar verir, yorumlama aşamasıyla öğrendiklerini sınar.
yüklemektedir.
Öğrenmenin imlerini yakalama: İm (ipucu), öğrenmeyle gelen bir uyaranın
insana ne yapacağını, nasıl yapacağını üstü kapalı olarak gösteren ipucudur. İnsan,
öğrenme sürecinde birçok uyaran alır. Bu uyaranlar, yapılacak tepkiyi üstü kapalı
olarak imler. İmler, uyaranın parçalarıdır.
Yorumlamada kararsızlık: Öğrenme sürecinin yorumlama aşamasında insan,
kararsızlığa düşebilir. Kararsızlık, kimi kez insanı zorlayarak öğrenmeden
vazgeçirebilir; bazen de yorumlama aşamasını gereğinden fazla uzun sürdürebilir.
Öğrenmeyi sınama aşaması: Sınama; insanın sunulan bilgi, beceri ve tutumu
öğrenmek için yaptığı gözlenebilir davranışlarıdır. Yorumlama, öğrenme için ne ve
nasıl yapılacağıyla ilgili kararların uygulamaya konulmasıdır. Sınamayla insanın
öğrenim görevini yorumlaması bitmiş değildir. İnsan, sınama aşamasında
öğrendiklerini yorumlayarak yeni kararlar alır.
Öğrenme sisteminin çıktısı: İnsan, öğrenme sürecinde anlama, yorumlama
ve sınama aşamalarını geçerek, öğrenmenin ürününü (öğrenilen) elde eder.
Öğrenmenin ürünü, öğrenen kişinin davranışlardaki değişimle kendini gösterir.
ÖĞRENMENİN ÖZELLİKLERİ
Öğrenme sürecinde birey elde ettiği yeni bilgilere kendilerine özgü bir anlam
yüklemektedir [4]. Dolayısıyla bireyin öğrenmesi, kendisine sunulan bilgilerin ham
biçimiyle değil bu bilgileri kendi zihninde yapılandırdığı biçimiyle
gerçekleşmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, öğrenmenin doğasına ilişkin
olarak, yapısalcı teori, aşağıdaki temel öğrenme ilkelerini ileri sürmektedir:
Öğrenme aktif bir eylemdir. Pasif bir bilgi ve deneyim alma süreci değil aktif
bir anlam oluşturma sürecidir.
116
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
Öğrenme kavramsal bir değişmeyi içerir. Bireyin çeşitli kavramlar ile ilgili
önceki anlayışını daha geçerli hale getirmek için onu yeniden yapılandırır.
Öğrenme özneldir. Öğrenme bireyin öğrendiklerini çeşitli semboller,
metaforlar, imgeler, grafikler veya modeller yoluyla içselleştirmesidir.
Öğrenme durumsaldır. Çevresel şartlara göre şekillenir. Öğrenciler, egzersiz
yapmaktan ziyade, gerçek hayat problemlerine benzer nitelikteki problemleri
çözmeyi öğrenirler.
Öğrenme duygusaldır. Zihin ve duygu birbiriyle ilişkilidir. Dolayısıyla
öğrenmenin doğası; bireyin kendi becerileri hakkında sahip olduğu görüşler ve
farkındalıklar, öğrenme amaçlarının açıklığı, kişisel beklentiler ve öğrenmeye karşı
olan motivasyonundan etkilenir.
Öğrenme sosyaldir. Öğrenme, bireyin düşüncesini paylaşmak, bilgi
alışverişinde bulunmak ve problemleri iş birliğine dayalı olarak çözümlemek üzere
Öğrenme olgusunun başkalarıyla olan etkileşimleri sayesinde gelişir.
tüm yönlerini açıklayan
Öğrenmenin niteliği, öğrenme sürecinde önemlidir. Öğrenme işinin zorluk
bir tek kuram henüz
geliştirilmiş değildir. bakımından öğrenenin gelişimsel düzeyine uygunluğu, öğrenenin ihtiyaçlarıyla
ilişkili olup olmadığı veya gerçek hayatla bağlantılı olup olmadığı gibi. Öğrenme
gelişimseldir ve bireyin sosyal, fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimi ile doğrudan
ilgilidir. Öğrenme süreklidir ve öğrenme değişmek demektir.
ÖĞRENME ŞEKİLLERİ
Öğrenme, bireyin çevresiyle etkileşimi sonucunda belli bir olgu, olay veya
durum ile ilgili olarak bilgisini, anlayışını veya davranışını değiştirme sürecinden
oluşur. Buna göre öğrenme şekillerini aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Algılama yoluyla öğrenme: Bireyin dış dünyadaki nesneler hakkında duyu
organları yoluyla duyumsadığı mesajların beyinde yorumlanması ve anlam
kazandırılmasıdır. Ancak bu mesajların anlamları, bireyin bilgiyi algılamasına bağlı
olarak, her birey için farklı olabilir. Örneğin; Ayşe, çok fazla acılı biber sosu
kullanılarak hazırlanmış bir yemeğin tadına baktığında, “berbat” diyerek bir bardak
su için musluğa koşar. Aynı yemeğin tadına bakan Aslı ise, büyük bir hoşnutluk
edasıyla gülümser ve “harika” der. Görüldüğü üzere, Ayşe ve Aslı’nın acılı biber
sosunun tadı hakkında algıları farklıdır.
Gözlem ve taklit yoluyla öğrenme: Basit olarak bireyin çevresinde gelişen bir
olayı veya davranışı gözlemlemesi ve onu olduğu gibi taklit etmesidir. Örneğin;
babasının dişlerini fırçaladığını fark eden Hülya, “Ben de aynısını yapmak
istiyorum.” der. Babası Hülya’ya bir diş fırçası verir ve “Şimdi beni seyret ve
yaptığımı sen de yap.” der. Bu kişinin taklit yoluyla öğrenmesini sağlar.
Model alma yoluyla öğrenme: Bu öğrenme, bireyin kendi çevresinde değerli
olarak gördüğü bir tutumu veya davranışı örnek almasıdır. Örneğin; henüz ana
sınıfında bulunan Filiz, sınıfındaki bir öğrencinin silgisini diğer bir öğrenciyle
paylaşmasından ötürü öğretmen tarafından takdir edildiğini fark eder. Bu
gözlemden hareketle Filiz, eşyalarını diğerleri ile paylaşmaya karar verir.
117
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
ÖĞRENME KURAMLARI
Öğrenme nedir ve nasıl gerçekleşmektedir? Bu soruları cevaplandırmak için
çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bilim adamları öğrenme olgusunu açıklamak için
çeşitli kuramlar geliştirmişlerdir. Bu kuramlarda öğrenme eyleminin hangi
koşullarda ve ne şekilde meydana geldiğini açıklamaya çalışmışlardır. Her kuram
öğrenme olgusunu farklı yönden incelemiştir. Kimi öğrenmeyi sadece davranışsal
süreçlerle açıklarken kimi bilişsel olarak, kimi öğrenmeyi bilgi işlem eylemi olarak
görürken kimi de nöro fizyolojik olarak ele almaktadır. Öğrenme olgusunun tüm
yönlerini açıklayan bir tek kuram henüz geliştirilmiş değildir. Aşağıda Şekil.6.1.’de
öğrenme kuramları gösterilmiştir:
ÖĞRENME
KURAMLARI
Davranışçı Kuramlar
Davranışçı kuramlardan biri İvan Pavlov’a (1849-1936) ait klasik
koşullanmadır [5]. Rus fizyolog Pavlov fizyolojik araştırmalarının büyük bir kısmını
köpeklerin koşullanmaları üzerine yapmıştır. Diğer birçok araştırmanın
yapılmasında olduğu gibi Pavlov’un araştırması da rastlantı sonucu ortaya
çıkmıştır. Bir gün Pavlov, üzerinde araştırma yaptığı bir köpeğin boş yemek
çanağını görünce, kendisine yemek veriliyormuş gibi salgı ürettiğini gözlemiştir.
Olayı daha olarak incelemek isteyen Pavlov, köpekler üzerinde koşullama deneyi
Klâsik koşullanma, yapmaya karar vermiştir. Klâsik koşullanma söz konusu kararın sonucunda
Pavlov'un zil sesi ve yürütülen bir dizi araştırmayı kapsamaktadır. Bu araştırmalarda doğal uyarıcı ile
köpeğin tükürük
koşullu uyarıcının beraber verildiği her durumda organizmanın iki uyarıcı
salgılaması üzerine olan
deneyleriyle geliştirdiği arasındaki ilişkiyi öğrendiği görülmüş ve buna kazanma adı verilmiştir.
yaklaşımdır. Klâsik koşullanma, Pavlov'un zil sesi ve köpeğin tükürük salgılaması üzerine
olan deneyleriyle geliştirdiği yaklaşımdır. Edimsel (Operant) koşullanma ise
organizmanın gösterdiği davranışın pekiştirilerek tekrar edilme olasılığının artacağı
varsayımına dayanır. Operant koşullanma klâsik koşullanmadan farklı olarak,
organizmayı çevresel faktörlerle etkileşim içinde görür. Gözlem Yoluyla Öğrenme
veya diğer adıyla Sosyal Öğrenme Kuramı’na göre ise insan davranışları sadece
pekiştirmeler yoluyla biçimlendirilmez; aksine öğrenme bilişsel, davranışsal ve
çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimleriyle gerçekleşen karmaşık bir süreçtir.
118
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
Klasik koşullanma kuramı nötr bir uyarıcının (zil sesi), doğal koşullarda bir
tepkiyi meydana getirme gücünde olan bir uyarıcı (köpeğe verilen et) ile birlikte
verilmesi durumunda nötr uyarıcının, doğal uyarıcıyla aynı etkiyi (zil sesinin et
olarak algılanması) göstermesidir [7]. Burada aslında anlatılan şey, bir tür koşullu
öğrenmedir. Daha açık bir anlatımla öğrenmenin hangi koşulda gerçekleştiğidir.
Pavlov’un yaptığı deneylere bakınca, aslında bir eşleştirme eyleminden farklı bir
şey değildir. Bu da öğrenme değil terbiye kavramıyla açıklanmalıdır. Zira öğrenme
dediğimiz özünde kavramları kavrama, bunlarla yeni düşünceler üretebilmedir.
Koşullu uyarıcılar
birbirine çok yakın olsa Pavlov’un deney düzeneğinde et, kokusu ve tadıyla tüm köpekleri uyaran
da organizma koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcılar, organizmayı doğal olarak
aralarındaki ayrımı fark uyarabilen ve organizmada tepkiyi otomatik olarak meydana getiren uyarıcıdır.
ederek koşullu tepki Koşulsuz uyarıcıya karşı gösterilen tepki koşulsuz tepkidir. Koşulsuz tepki
göstermez.
119
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
göstermek için koşullanmak veya koşullu bir uyarıcının (zil sesi) olması gerekmez.
Organizma, koşulsuz uyarıcıya otomatik olarak koşulsuz tepki gösterir.
Düzenekte ete tepkinin sonucunda ortaya çıkan salya, koşulsuz veya doğal
bir tepkidir. Oysa zil sesi et ile ilişkilendirilmeyince veya eşleştirilmeyince sadece
bir sestir ve köpek için nötr uyarıcıdır. Tıpkı yaşamında limonun ekşi ve ağzı
sulandıran özelliğini bilmeyen birinin yanında limon yiyen birini izlerken ağzının
sulanmaması gibi zil sesi de köpekte salyaya neden olmaz. Ancak belli bir zaman zil
sesi etle birlikte çalınmaya başlayınca köpek zil sesiyle et arasında bir ilişki ve
eşleştirme yapacağı için ilişki ve eşleştirmeden dolayı zil sesi eti hatırlatacak, nötr
bir uyarıcı olmaktan çıkarak koşullu bir uyarıcı haline gelecektir. Koşullu uyarıcıya
karşı gösterilen tepkiye ise koşullu tepki (zil sesinin salyaya neden olması) denir.
Klâsik koşullanmanın daha iyi anlaşılması için modeli açıklayan bazı
kavramların bilinmesi gerekir [8]. Bu kavramlardan biri, pekiştirmedir. Klâsik
koşullama kuramında pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etki
(salya)’dir. Hem koşulsuz uyarıcı hem de koşullu uyarıcı pekiştireç rolü görür.
Pavlov düzeneğinde koşulsuz tepki (salya) doğal veya koşulsuz uyarıcıyla birlikte
meydana gelir. Buna birincil pekiştireç denir. Pavlov koşullu tepkiyi (salya)
meydana getiren koşullu uyarıcıya ise (zil sesi) ikincil pekiştireç adını vermektedir.
Klâsik koşullamada ve genel olarak öğrenme eyleminin tümünde organizma,
koşullu uyarıcı benzer durumlara da genelleyerek (tüme varım-indüksiyon) benzer
uyaranlara da aynı koşullu tepkiyi gösterir. Buna uyarıcı genellemesi denir. Ancak
daha uyanık bir bilinçle organizma, benzer uyarıcılar arasında ayrım yaparak
genellemenin tersine bir eylem ortaya koyar [9]. Koşullu uyarıcılar birbirine çok
yakın olsa da organizma aralarındaki ayrımı fark ederek koşullu tepki göstermez.
Buna ayırma denir. Koşullu uyarıcı ve koşullu tepki durumunda insanlar genellikle
olumlu veya olumsuz durumları, alâkasız alanlara da yansıtırlar. Garcia etkisi
denilen bu duruma göre kişi biri hakkında olumlu bir düşünceye sahip ise ondaki
tüm tutum ve davranışları olumlu olarak görür.
120
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
edimsel koşullanma olmak üzere dört temel kavramı vardır. Kuramda tepkisel
davranış, bir uyarıcı tarafından oluşturulan davranışlardır ve tüm refleksleri
kapsar. Klâsik koşullamadaki koşulsuz uyarıcıya (et) gösterilen koşulsuz tepki
(salya), edimsel koşullanma kuramında tepkisel davranış olarak görülür.
Kuramın ikinci temel kavramı edimsel davranıştır. Bir davranış sonuçları
tarafından kontrol edilir. Davranıştan sonra kişi haz veya ödül duygusu yaşarsa
davranış tekrar eder, aksi halde davranıştan sonra organizma acı veya elem
duygusu yaşarsa, davranış tekrar etmez. Kuramın diğer bir kavramı olan tepkisel
koşullama, Pavlov’un klâsik koşullaması ile (koşullu uyarıcının koşullu tepkiye
neden olacağı) aynı anlamdadır. Kuramın son kavramı olan edimsel koşullama, iki
bakımdan incelenebilir. Bunlardan ilki, uyarıcı bir pekiştirici tarafından
desteklenirse tepkiler de tekrarlanır. İkincisi ise uyarıcıları destekleyen her
pekiştirme, edimsel tepkinin meydana gelme sıklığını arttırır.
Edimsel koşullanma kuramında iki temel kavram vardır ve bunlar kuramın
anlaşılması bakımından önemlidir [11]. Bunlardan biri kendini gerçekleştiren
(doğrulayan) kehanet, diğeri de batıl davranışlardır. Kendini gerçekleştiren
kehanette kişi çevresindeki insanların kendine karşı tutumlarını olumsuz olarak
değerlendirir ve buna göre davranır. Belli bir süre sonra diğer insanların ona karşı
tutum ve davranışları gerçekten kişinin değerlendirmesinde olduğu gibi olumsuz
olmaya başlar. Böylece kehanet gerçekleşmiş olur. Aslında ortada bir kehanet
yoktur. Kişi çevresindeki insanların kendisini sevmediğini, kendisine karşı kötü
davrandığını düşünürse, belli bir zaman sonra kendisi de algıladığı gibi davranmaya
başlar. Bu durumda çevresindeki insanlar olumsuz davranır.
Kendisinin değer görmediğini, sevilmediğini düşünen kişi, çevresindekilere
olumsuz reaksiyon gösterecek, insanların söylediklerini negatif algılayacak, onlara
Guthrie, bir uyarıcıya
gösterilen tepkinin, aynı şüpheyle yaklaşacaktır [12]. Bir süre sonra da gerçekten çevresi tarafından
veya benzer uyarıcıyla dışlanan ve sevilmeyen bir insan haline gelerek şöyle bir bahane ileri sürecektir:
karşılaşıldığında da “Ben zaten sevilmediğimi biliyordum.” Kendi haklılığının pekiştiğini düşünerek
gösterileceğini ileri kendi davranışları konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapamayacaktır. Pigmalion
sürer. etkisi denilen bu kurama göre sorunun temelinde bireyin yanlış benlik algısı vardır.
121
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
122
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
ortadan kalktıktan sonra da birkaç saniye sürer. Hull, bu etkiyi uyarıcı izi olarak
adlandırmaktadır. Davranışçıların geleneksel Uyarıcı - Tepki formülü, Hull’ın
modelinde Uyarıcı - Uyarıcı kalıntısı - Tepki şeklinde formüle edilir. Hull’un
üzerinde durduğu temel kavramlardan biri de duyusal uyarıcıların etkileşimidir.
Bilişsel Kuramlar
İnsan pek çok davranışı koşullanarak öğrenir; ancak insan karmaşık
davranışlarını bilişsel gücü ile kazanır [14]. Bilişsel kurama göre öğrenme süreci bir
içgörüdür. Doğrudan gözlenemez. Öğrenmenin sonunda insanın davranışlarında
oluşan değişme gözlenerek, öğrenmenin olup olmadığına ilişkin bir kanıya ulaşılır.
Tolman ve izleyicileri, öğrenmenin pekiştirme olmadan da gerçekleşebileceğini ve
öğrenme için çaba göstermeye gerek olmadığını savunmuşlardır.
Bilişsel öğrenme, öğrenme olgusunu aşağıdaki gibi açıklamaktadır:
Yer öğrenme: Bireyin çevreyle ilgili mekânsal harita, ya da bilişsel harita
oluşturmasıdır.
Taklit ve örnek alma: Bireyin başka birini taklit etme ya da davranışlarını
örnek almasıdır.
Kavrama yoluyla öğrenme: Tipik bir kavrama deneyinde bir problem
sorulur. Görünürde hiçbir ilerleme olmadan bir süre geçer, sonra çözüm
birdenbire gelir.
Bilişsel kuramcılar, öğrenme sürecinde U-T (uyarıcı-tepki) teorilerini kabul
etmemektedirler. Bunlardan birisi olan Edward C. Tolman, öğrenmenin deneme-
yanılma deneyimleri ile değil sistemli ve amaçlı olduğuna yönelik araştırmalar
Çevresel uyaranların yapmıştır. Burada uyarı ile tepki arasındaki ilişkilendirmeler, bilişsel süreçlerle
yaşantılarla gerçekleşmektedir. Bu modele göre öğrenme, “uyarıcı-organizma-tepki”
deneyimlenmesi insan
üçlüsünün ardışıklığı ile olmaktadır. Bilişsel kuramlar; Tolman’ın geliştirdiği
beyninde bir etki
bırakır. İşaretsel Öğrenme Kuramı, Wertheimer, Köhler ve Koffka’nın geliştirdiği Gestalt
Kuramı, Bandura’nın geliştirdiği Sosyal Bilişsel Öğrenme Kuramı’ndan
oluşmaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan deney sonuçlarını insanlara genelleyen
davranışçı kuramcıların aksine bilişsel kuramcılar, merkeze insanı koyarlar ve bazı
zihinsel süreçlerin sadece insana özgü olabileceğini ileri sürerler.
Örnek
123
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
124
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
Algılanmış bir tutum Öngörü ve dolaylı öğrenme kapasitesi: Her insan gelecek için plân yapar ve
algı objesi “objektif o plân doğrultusunda geleceği öngörmeye çalışır. Kişinin öngörü kapasitesi
gerçek” değil arttıkça, geleceği için plân yapabilme kapasitesi de artar. Dolaylı öğrenme
“yapılandırılan kapasitesi insanların başkalarının davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını
gerçek”tir. gözlemleyerek öğrenmesini ifade eder.
125
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
126
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
127
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
Bireysel Etkinlik
hayvanların öğrenme veya terbiye şekliyle, insanların
öğrenme şekilleri arasında fark olup olmadığını
tartışabilirsiniz. Öğrenme sayesinde insanların farklı
uygarlıklar kurdukları ve bu alanda sürekli ilerledikleri ve
hayvanların yaşamlarında tarihsel süreçte hiçbir ilerleme
olmamasına rağman hayvan öğrenmesinden nasıl
bahsedileceğini tartışınız.
128
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
129
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Koşullanma sürecinde nötr uyarıcının koşulsuz uyarıcı ile eşleştirilerek aldığı
yeni hal aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tepki
b) Koşulsuz uyarıcı
c) Koşullu tepki
d) Koşullu uyarıcı
e) Koşulsuz tepki
130
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
5. Bireyin, başka bir birey veya bir tutum objesi hakkında olumlu düşünceye
sahip olması durumunda ondaki tüm tutum ve davranışları olumlu görmesi
veya bir tutum objesi hakkında olumsuz düşüncelere sahip ise onunla ilgili
her şeyi olumsuz görmesi şeklindeki genellemeye ne ad verilmektedir?
a) Halo etkisi
b) Garcia etkisi
c) Genelleme etkisi
d) Tümevarım etkisi
e) Dedüksüyon etkisi
131
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
Cevap Anahtarı
1.c,2.d,3.a,4.d,5.c, 6.d, 7.b, 8.a, 9.e, 10.e
132
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Caine, N.M. and Caine, G. (2002). Beyin Temelli Öğrenme, (çev.: Gülten Ülgen),
Ankara: Nobel Yayıncılık.
[2] Bacanlı, H. (2002). Gelişim ve Öğrenme, Ankara: Nobel Yayınevi.
[3] Morgan, C.T.(1995). Psikolojiye Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji
Bölümü Yayınları.
[4] Baymur, F. B. (1994). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
[5] Güven, M.(2004). Öğrenme Stilleri ve Ögrenme Stratejileri Arasındaki İlişki.
Eskisehir: Anadolu Üniversitesi Egitim Fakültesi Yayınları.
[6] Arık, İ. A. (1995). Ögrenme Psikolojisine Giris. İstanbul: Der Yayınları.
[7] Altınışık, S. (2001). Öğrenme, Yönetim ve Organizasyon, Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
[8] Charles, C.M. (2000). Öğretmenler için Piaget İlkeleri. (çev. G. Ülgen). Ankara:
Pegem A. Yayıncılık Tic.Ltd. Şti.
[9] Başaran, İ. E. (2004). Örgütsel Davranış, Ankara: Bilim Kitap Kırtasiye.
[10] Greenfield, S. (2000). İnsan Beyni, Bedenimizin Kumanda Merkezine Bir Gezi,
İstanbul: Varlık/Bilim Yayınları.
[11] Özden, Y. (2005). Öğrenme ve Öğretme, 7. Baskı, Ankara: Pegem A. Yayıncılık.
[12] Selçuk, Z. (1996). Eğitim Psikolojisi. Ankara: Pegem A Yayıncılık.
[13] Sönmez, V. (2001). Program Geliştirmede Ögretmen El Kitabı. Ankara: Anı
Yayıncılık.
[14] Yapıcı, M. (2008). “Nörofizyolojik Öğrenme” Eğitim Psikolojisi, Ankara: Anı
Yayıncılık.
[15] Bacanlı, H. (1997), Eğitim Psikolojisi, İstanbul: Alkım Yayınevi.
[16] Bigge, N.L. and Shermis, S.S. (1999). Learning Theories for Teachers. Learning,
5th edition. Prentice Hall Inc. Longman Inc.
[17] Bilen, M.(2002). Plândan Uygulamaya Ögretim. Ankara: Anı Yayıncılık.
[18] Yüksel, Ö. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi Öğrenme
Psikolojisi
[19] Cüceloğlu, D. (2000). İnsan ve Davranışı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
133
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
DUYGULAR VE HEYECANLAR
İÇİNDEKİLER
• Duygu Kavramı
• Duygular ve Heyecanlar
• Duygu Kuramları
• Duygusal Yaşantılar DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Duyguların Yönetimi
Prof. Dr.
Hasan TUTAR
açıklayabilecek,
• Duygu ve heyecan ayrımı
yapabilecek,
• Duyguların sınıflandırmasını
yapabilecek,
• Duyguların ifadesini bilebilecek,
• Duyguların yönetimini
öğrenebilecek,
• Duygusal yaşantıları
ÜNİTE
kavrayabileceksiniz.
7
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Duygular ve Heyecanlar
Öznel Yaşantı
Duygular Ve
Duygusal Davranış
Heyecanlar
Duygusal Yaşantı
Bilişsel Kuram
Sosyobiyolojik Kuram
Duygu Kuramları
James Lange Kuramı
DUYGULAR ve HEYECANLAR
Tehdit
Öfke
Mutluluk
Seviç
Duygu Yoğunluğu
Güven
Kabul İnanç
Heyecan
135
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Duygular ve Heyecanlar
GİRİŞ
Duygu, bireyin ruh halinde biyokimyasal veya çevresel etkilerle oluşan
karmaşık psiko-fizyolojik bir değişimdir. Duygu vücuttan dışa doğru yansıyan bir
hareketi ifade eder. Duygu (emotion) dışa doğru hareket anlamına gelir. Dış
dünyadan gelen uyarıcılara veya vücudumuzdaki dürtülere doğuştan gelen, türe
özgü belirli reaksiyonlar veririz. Bunlar önceden düzenlenmişlerdir. Duygular genel
olarak kişinin yaşama uyum sağlamasını kolaylaştıran programlanmış davranış
kalıplarıdır. Duygu dediğimizde anlaşılması gereken, uyarıcıya karşılık olarak gelen
iç tutumdur. Duygu sadece kişinin içsel durumundan kaynaklanan değişiklikler
değildir; duygunun hissedilmesi de gerekir.
Tutum ve davranışları yönlendiren içsel durumlar olan duygular ve
heyecanlar, insanı sürekli etki altında bırakır. Duygular kimi zaman korku, kimi
zaman sevinç, kimi zaman telâş, kimi zaman arzu şeklinde ortaya çıkabilir. Bu
duyguların insanın tutum ve davranışlarıyla yakından ilgisi vardır; ancak belirli
duygusal durumlar belirli davranışlarla birlikte görülür veya belli davranışların
ortaya çıkmasını sağlayan, belli duygusal durumlardır. Korku kaçma davranışına
neden olurken; öfke saldırma, sevgi yaklaşma, telâş hazır bulunma davranışına
Duygular sadece tutum neden olur. Duygu ve davranış birlikteliği, insanın çevreye uyumunu kolaylaştırır.
ve davranışları değil
düşünceleri de etkiler. Duygular sadece tutum ve davranışları değil düşünceleri de etkiler.
Sevildiğini düşünen insanda sevinç duyguları, sevilmediğini düşünende üzüntü,
özlendiğini veya arandığını düşünen insanda özlem duyguları oluşur [1]. Başarı
kazanan çocuğumuz veya bir yakınımız önce gurur duygumuzu harekete geçirir,
sonra başarı için gösterdiğimiz fedakârlıkları düşünür ve bir kez daha mutluluk
duyarız. Bir haber bekleriz; alamayınca merak eder, düşünürüz. Bütün bunlar
duyguların, düşüncelerin, tutumların ve davranışların insanın gündelik yaşamının
organizasyonunda iç içe olduğunu gösterir.
DUYGU KAVRAMI
Duygular algılar, psikolojik tepkiler ve bilinci de içeren, insanın genel
psikolojik durumunu koordine eden içsel durumlardır. Duygular, bilincin etkisi
olmadan, iç ve dış olaylara bir tepki olarak ortaya çıkan ve anlatılması zor olan
elem veya haz duygusu yaratan psikolojik olgulardır. Yukarıdaki ifadelerden
duygunun, kişinin içinde meydana gelen, içsel yaşantı ve dışsal göstergelerden
anlaşılabilen durumlar olduğu anlaşılmaktadır [2]. Genel bir ifadeyle duygu,
insanda psikolojik durumları ortaya çıkaran, türlü eğilimlere neden olan psikolojik
hallerdir.
Duygunun tanımlanmasının zorluğu, onun kapsadığı alanın genişliğinden
kaynaklandığı gibi kavramın belirsizliğinden de kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
psikologlar ve felsefeciler “duygu”nun anlamı üzerinde tartışmaktadırlar.
Felsefeciler duyguyu herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinim veya
uyarılmış zihinsel durum olarak tanımlarken; psikologlar duyguyu, bir his ve bu
hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi
anlamında kullanmaktadırlar. Kaynaklarıyla, neden oldukları tepki biçimleriyle,
136
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Duygular ve Heyecanlar
kalıcı veya geçici oluşlarıyla yüzlerce duygudan söz edilebilir. Duygu kavramı,
şiddeti az, ancak kalıcılığı görece fazla olan duygusal durumlar anlamına gelir.
Duygular, düşünceler ve devinimler gibi psikolojik hallerin birbirinden ayrılması güç
olduğu gibi bunların birinin nerede başladığı, diğerinin nerede bittiğini belirlemek
de kolay değildir. Duygu, düşünce ve devinim arasında bir ilişki vardır.
Duygular ve heyecanlar davranış ve yaşantıyla birlikte meydana gelir. Bilinçli
davranışların arkasında her zaman duygular varken, bilinç dışı davranışlar daha
sonra haz veya elem şeklinde çeşitli duygulara neden olur [3]. Buna göre bilinçli bir
davranış duyguların somutlaşmış ve dış âleme yansımış şeklidir. Burada sözü
edilen haz ve elem duygusunun belli bir şiddeti, tonu ve ağırlığı vardır. İnsana haz
veren duygular şiddetli olabildiği gibi, elem veren duygular da şiddetli olabilir. Bu
her iki duygunun insan üzerindeki etkisi de şiddetine göre farklı olur. Haz ve
elemin şiddeti arttıkça süresi de uzar. İnsan haz ve elem gibi iki duygu durumu
arasında yaşar. Duyguların en olumlu olanlardan ve bizi en çok mutlu kılanlardan
en olumsuz olanlara, yani bizde acı uyandıranlara kadar iki nokta arasında;
şaşkınlık, merak, umut, heves, arzu ve bekleyiş gibi başka duygular da vardır.
Duygular şiddetine göre “gerilim” uyandıranlar veya “gevşek” olanlar olmak
üzere de sınıflandırılabilir. Örneğin; büyük bir arzuyla yaşanan bekleyiş durumu,
insanda gerilimli bir duygu hali yaratır. Bütün bu ifadelerden duyguların insanda
farklı şiddetlerde gerilim yarattığı anlaşılmaktadır. Bunlardan; sevinç, şefkat,
İnsanlar huylarına ve merhamet, acıma, bağışlama, özlem gibi duygular şiddetine göre kişiyi mutlu
mizaçlarına göre yani
ederken, korku, hüzün, telaş, endişe, kaygı gibi duyguların şiddetine göre kişiye
yaşadıkları duygusal
durumun yoğunluğu, hem gerilim hem de elem verir. Duyguların haz, elem ve yoğunluk gibi üç temel
şiddeti veya kalıcılığına boyutunun bulunduğu anlaşılmaktadır.
göre nitelendirilirler.
Örnek
137
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Duygular ve Heyecanlar
DUYGULAR VE HEYECANLAR
Duygular haz ya da elem verici, yoğun ya da ılımlı, gergin ya da gevşek
olmalarına göre üç bakımdan nitelendirilebilir. Duyguların çok yoğun veya şiddetli
olanlarına ve insanda gerginlik uyandıran duygulara heyecan denir. Bir başka
tanımla şiddeti çok fazla olan, kısa süreli, bedensel belirtilerin eşlik ettiği duygusal
durumlara heyecan denir. Heyecan sırasında bütün organizmada birtakım
değişiklikler olur. Deride elektriksel tepkiler, kan basıncında azalma ve çoğalma,
kalp çarpıntısı, ağız kuruluğu, nabzın hızında artış, titreme, göz bebeklerinin
büyümesi, dikkat dağınıklığı gibi. Bunlar duyguların şiddetine göre kişi üzerinde
gözlenen değişikliklerden bazılarıdır. Duygu ve heyecan kavramına yakın anlamı
olan bir diğer kavram da tutku kavramıdır. Tutku, şiddeti ve sürekliliği fazla olan,
insanın uyumsal davranışlarını bozabilen duygusal durumlardır.
Heyecanlar aşağıdaki gibi üç düzeyde incelenebilir [5]:
Öznel yaşantı düzeyi: Her insanın kendine özgü bir yaşamı vardır. Bu yaşam
onun öznel deneyimlerinden oluşur. Yani bir insan belli bir duyguyu veya heyecanı
doğrudan tecrübe eder ve bu yaşantı onun için özneldir. Bu onun karanlık
bölgelerini oluşturur. Yani kendisine açık, kendisinin dışında başka herkese
karanlıktır. Dolayısıyla kendisinin dışında birinin doğrudan bilmesi olanaksızdır.
Duygusal davranış düzeyi: İnsan bazen acı, bazen öfke, bazen de hüzün
duygusu hisseder. Hüzün duygusu örneğin insanın gözünden süzülen iki damla yaş
şeklinde ortaya çıkabilir. Gözyaşları kişinin öznel deneyimlerinin, dış dünyaya
Şiddeti çok fazla olan,
yansımış davranış düzeyleridir. Gözyaşı, kişinin aslında ne gibi duygular içinde
kısa süreli, bedensel
belirtilerin eşlik ettiği olduğunu gösterir; yani kişinin duygu durumu hakkında ipucu verir.
duygusal durumlara Duygusal yaşantı ve fizyolojik düzey: İçinde bulunulan duygusal durum
heyecan denir.
psikosomatik etkiler ortaya çıkarır. Örneğin; heyecansal yaşantıya göre kanın
dolaşım hızında, kalp atış hızında, nabzın atış hızında, salgı bezlerinin ürettiği
salgıların miktarında artışlar olur. Bu farklı heyecan düzeyleri, duygusal yaşantı
sürecinde oluşan bedensel belirtilerdir. Heyecanlar karmaşık süreçlerdir. Bunların
meydana gelişinde merkez sinir sistemlerinin rolü olduğu gibi, beden iç
organlarının da rolü vardır. Yüz hareketlerinden ve tensel belirtilerden insanın
hangi heyecanın etkisinde olduğu anlaşılır.
138
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Duygular ve Heyecanlar
Heyecanlar, bir bakıma çok yoğun ve şiddetli, kısa süreli duygulardır. Tıpkı
güdüler gibi heyecanlar da davranışların nedenleri arasındadır. Ancak güdüler içsel
faktörlerle ortaya çıkarken, heyecanlarda uyarıcı dış çevreden gelir. Bazı
durumlarda kişi kendisine çok fazla heyecan duygusu yaşatan beklenmedik bir
durumla karşılaştığı zaman, organizmanın hem fiziksel hem de psikolojik durumu
üzerinde gözlenen davranışlar ortaya çıkar.
DUYGU KURAMLARI
Duyguların meydana gelişini ve insanın psikolojik ve fizyolojik yapısını
açıklamak amacıyla farklı kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlar James-Lange
kuramı, Cannon Bard kuramı, Arnold-Linsey Kuramı, Bilişsel kuram ve
Sosyobiyolojik kuramdır.
James-Lange Kuramı
Amerikan psikolog William James ve Danimarkalı psikolog Carl Lange ayrı
ayrı yerlerde aynı yıl içinde aynı kuramı ortaya atmışlardır. Bu nedenle de bu
kurama James-Lange kuramı denmiştir. Kuramın temel düşüncesi şudur:
Bedenimiz, çevreden uyarıcılar alır ve belirli özelliklerine tepkide bulunur.
Bedenimizin tepkisinin farkına vardığımız zaman fizyolojik değişikliklerle birlikte
duygu durumu meydana gelir. Gözlerin büyümesi, tüylerin diken diken olması
fizyolojik bir durum olarak kalmaz; aynı zamanda duygusal bir tepkiyle
tamamlanır. Issız bir sokakta köpekle karşılaşan kişinin köpeği gördükten sonra
vücudunda fizyolojik değişmeler meydana gelir ve ardından korku duygusu oluşur.
Örnek
139
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Duygular ve Heyecanlar
Bilişsel Kuram
Duygu kuramları içerisinde en çok kabul edilen kuram bilişsel kuramdır.
Bilişsel kuram, hem günlük yaşantılarla hem de bilimsel deneylerle
desteklenmektedir. Bu kurama göre bedenimizde olup biten fizyolojik
değişikliklere, çevremizde bulunan uyarıcılar çerçevesinde anlamlı duygusal
tepkiler veririz. Kurama göre bilişsel süreçler duyguların tanımlanmasında ve
anlamlandırılmasında önemli rol oynar. Bu süreçte bedendeki fizyolojik
değişikliklerin oluşmasında bireyin algıları ve anlayışı etkilidir.
Sosyo-biyolojik Kuram
Sosyo-biyolojik kuram, insanın sosyal davranışının bir evrim sonucunda bu
noktaya geldiği üzerinde durmaktadır. Buna göre sosyal davranışlar doğal bir
seçim sürecinden geçerek bugünkü şeklini kazanmıştır [6]. Bu kuramda, duyguların
fizyolojik temelinin ne olduğu ve nasıl oluştuğu üzerinde durulmaz. Duyguların
niçin devam ettiği ve insan yaşamında ne tür işlevleri olduğu üzerinde durulur.
Sosyo-biyolojik kuram, duyguların, insanın çevresine uyum sağlamasına yardımcı
olacağını ileri sürmektedir. Kurama göre her insanın duygularının uyumsal bir
görevi vardır. Örneğin; kızgınlık, başkalarının saldırganlığına karşı kişiyi korur; haz,
neşe ve mutluluk insanları birbirine yaklaştırır, sevgi ve coşku eşleşme davranışını
kolaylaştırarak türün devamını sağlar.
Duyguların Sınıflandırılması
Duygu psikolojisi üzerine çalışanlar duyguları sınıflamaya çalışmışlar; ancak
bunda kesin bir sonuca ulaşamamışlardır. Bununla birlikte duyguların
sınıflandırılmasında birtakım görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları,
bedensel, ruhsal ve manevî olmak üzere üç duygu türünü kabul eden
sınıflandırmalar olduğu gibi duyguların süresi, yoğunluğu ve şiddetini esas alan
sınıflandırma da vardır. Diğer bir sınıflandırma ise duyguların göreceliği konusudur.
“Aynı duygular kişide aynı davranışlara mı neden olur veya aynı davranışların
arkasında hep aynı duygular mı vardır?” gibi soruların cevabı duyguların göreceliği
sınıflandırmasının temelini oluşturur.
Diğer bir duygu sınıflaması ise duyguların iyi veya yüce oluşu ile aşağı ve
kötü oluşlarıyla ilgilidir. Kişiyi iyiye, erdemli olana, güzele, doğruya, adaletli
davranmaya sevk eden, sevgi, iffet, güven vs. gibi duygular yüce duygular olarak
Duygu psikolojisinin kabul edilirken; kıskançlık, korkaklık, nefret, utanmazlık, onursuzluk aşağı duygular
üzerine çalışanlar olarak kabul edilmektedir [7]. Duyguları sınıflama konusunda üzerinde
duyguları sınıflamaya
uzlaşılabilecek ortak bir nokta bulunmamasına rağmen sekiz temel duygunun
çalışmışlar; ancak kesin
sonuca olduğu genellikle kabul edilmektedir. Bu temel duygular; korku, neşe, kızgınlık,
ulaşamamışlardır. hüzün, nefret, umut, yakınlık ve hayrettir. Bunların dışında yaşanan diğer duygular
ise bu duyguların karışımıyla meydana gelen ikincil duygulardır.
İnsana elem ya da haz veren duygular çok çeşitlidir. Bunlar; sevindirici,
yasaklayıcı ve savunucu ile saldırıcı duygular olarak üç başlık altında toplanabilir.
Sevindirici duygular, insanı haz veren davranışa yöneltirler ya da insana bir
140
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Duygular ve Heyecanlar
davranışın sonunda haz verirler. Bunlar sevgi, mutluluk, zevk, merak, doyum ve
hoşlanma gibi duygulardır. Yasaklayıcı ve savunucu duygular ise korku, sıkıntı,
üzüntü, hüzün, keder, bıkkınlık, tiksinti, iğrenme gibi duygulardır. Sevindirici
duyguların tersine insana elem verirler. Bu duygulardan uzak olmak için insan,
bunlara götüren davranışları kendisine yasaklar veya bunları yaratacak durumlara
karşı kendisini savunur [8]. Yasaklayıcı ve savunucu duyguların şiddeti arttıkça
kişiyi çöküntüye uğratır ve ona zarar verir. Saldırıcı duygular, insanı karşısındakine
elem verecek bir tutum takınmaya, eylemde bulunmaya yönelten duygulardır.
Duygular, haz ve elem verici duygular olarak da sınıflandırılmıştır. İnsanda
heves, umut, arzu, istek, coşku, şefkat, sevgi gibi hisler uyandıran duygular insana
mutluluk ve haz verirken; açlık, acı, hainlik, kıskançlık, öfke gibi duygular insanı
rahatsız eden ve onda elem hissi uyandıran duygulardır. Duyguları ayrıca bedensel
veya fiziksel duygular ve psikolojik veya ruhsal duygular olarak sınıflandırmak
mümkündür. Adler, duyguları kısaca insanları birbirine yaklaştıran ve onları
birbirinden uzaklaştıran duygular olarak sınıflandırmaktadır.
Örnek
141
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Duygular ve Heyecanlar
Duyguların Özellikleri
Duygular, özellikleri itibariyle iki gruba ayrılır. Bunlardan biri temel duygular,
diğeri karmaşık duygulardır. İnanç, kızgınlık, yaş, korku, aşk, heyecanlanma ya da
neşe gibi duygular temel duygular iken; şevk, hayal kırıklığı veya yetersizlik gibi
duygular karmaşık duygulardır. Karmaşık duygular daha basit duyguların
birleşiminden oluşur. Basit duygular daha tepkisel, kısa süreli olmasına rağmen,
karmaşık duygular daha kurgusal, daha kalıcı ve uzun süreli yoğun duygulardır.
Duygular hemen oluşmaz; kişilerin düşünce ve algılarında kendilerini belli eder ve
aynı zamanda onların düşüncelerinden ve algılarından etkilenir.
Duygular sinir uçları gibidir. İster elem ister haz versin, onlara dokunulursa
kişi tepki gösterir. Duygular aslında kişiyi harekete geçiren temel unsurlardır.
Duygusuz bir insanın elem veya haz hissi duymayacağı gibi bu kişinin belli bir
davranışta bulunması da gerekmez. Duygulara dokunulmaz ve ifade edilmesine
izin verilmez ise kişi kendini uyuşuk, yorgun, içe kapalı ve kaygılı hisseder.
Düşüncelerin doğrusu ve yanlışı varken, duyguların doğru ya da yanlışı yoktur.
Şiddetli veya zayıf, yoğun veya yüzeysel olabilirler; ama doğru veya yanlış
olmazlar. Algılar ve bunlara dayalı olarak ortaya çıkan yargılar duyguları
yönlendirir.
Duygular şiddetine göre bastırılır veya bastırılmaz. Şiddetli duygular kolay
kontrol edilemezken, göreli olarak zayıf duyguların kontrolü mümkündür. Olumlu
duyguları kontrol etmek daha kolay iken, olumsuz duyguları kontrol etmek veya
bastırmak daha zordur. Duyguları bastırmak için kişi zihnini bir şeylerle bilinçli
olarak meşgul ederek olumsuz duyguları ya görmezlikten gelmeye ya da unutmaya
veya bastırmaya çalışır; ancak yine de bunu başarmak kolay değildir. Algılar,
düşünceler, inançlar bireyseldir ve kolay kolay başkasını etkisi altına alamaz.
Bununla birlikte, duygular genellikle bulaşıcıdır. Birini düşünürken görmek insanda
düşünce durumu oluşturmayabilir; ancak birinin ağladığını gören kişinin kendini
üzgün hissetmesi veya ağlaması duyguların kolayca bulaştığını gösterir.
Duyguların İfadesi
Duygular kendilerini ifade ediliş biçimleriyle ortaya koyar. Duyguları ifade
etmenin temelinde farklı kültürler ve farklı diller vardır. Bazı dillerde duyguları
ifade etmeninin basit şekilleri varken, bazı dillerde duygu ifade ayrımları
karmaşıktır ve nüanslar önem kazanır [9]. Özellikle farklı beden dilleri, duyguları
farklı şekilde ifade etme aracıdır. Duyguların her kültürde farklı ifade ediliş tarzı
vardır. Her duygu taşıdığı değere göre farklı biçimde ifade edilmekte, kültürlerde
Yüz ifadelerinin dışında, değerler yaklaştıkça onların ifade ediliş tarzı da birbirine yaklaşmaktadır. İnsan bir
sesler ve konuşma bakıma kültürel bir varlıktır ve her kültür farklı özellikleriyle diğer kültürlerden
biçimleri de duygu ayrılır. Dolayısıyla kişilerin kültürlerinin bir parçası olan duygularını ifade biçimleri
ifadesinin önemli kültürden kültüre farklılık gösterir. Nitekim Ekman’ın yaptığı uzun süreli
araçlarıdır.
araştırmalar bütün kültürlerde aynı olan duyguların ifade biçimlerinin aynı
olduğunu söylemektedir.
142
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Duygular ve Heyecanlar
Duyguları ifade eden davranışların bir kısmı kişinin kontrolünde ortaya çıkar.
Kişi duygularını ne ölçüde kontrol etse de duygular çoğu zaman insan yüzünde
kendisini gösterir. Beden dili, kültüre göre farklılık gösterse de beden dilinin bir
parçası olan yüz ifadeleri kültüre bağlı olarak pek değişmez. Ancak beden dilinin
diğer öğeleri olan jestler bir kültürden diğerine önemli değişiklikler gösterebilir.
Ayrıca yüz ifadelerinin dışında, sesler ve konuşma biçimleri de duygu ifadesinin
önemli araçlarıdır. Örneğin, insanlar genellikle öfkeliyken yüksek sesle konuşur ve
bu yaklaşık tüm kültürlerde ortak bir ifade şeklidir.
Kişinin hissettiklerini tanımlamasından sonra bu duyguları ifade etmesi
önemlidir. Duyguları konuşarak ve yazarak ifade etmek mümkündür.
Konuşarak ifade etmek: Duyguları ifade etmenin en iyi yolu, onları
dinlemeye ve paylaşmaya hazır bir dost veya arkadaşla paylaşmaktır. Paylaşma
sadece duyguları konuşmak değil onları dışa vurmaktır. Burada duyguların
paylaşıldığı kişinin güvenirliği önemlidir. Güvenilir kişiyle tüm duygular kolaylıkla
paylaşılır. Paylaşılan kişinin hem iyi bir dinleyici olması hem de önerilerde bulunma
yeteneğinde olması önemlidir. Dinleyicinin pozitif dinleme yeteneğinde olmasına
önem vermek gerekir.
Yazarak ifade etmek: Duygular çok mahrem, başkalarıyla paylaşılmak
istenmiyorsa, yazarak duyguların oluşturduğu gerilimden bir ölçüde kurtulmak
mümkün olabilir. Aksi halde “kafaya takmak” gibi bir durumla karşılaşmak
kaçınılmaz olur ve kişi bu durumda olumsuz duyguların ömrünü uzatmış olur.
Örneğin, tansiyon takip kartları tutanlar aynı zamanda bir duygu günlüğü de tutar
ise olumsuz duyguların tansiyon üzerindeki psikosomatik etkisini görebilirler.
Duyguların ifadesi konusu üç aşamalı bir süreci izler. Bu sürecin ilk adımı
duyguların nasıl tanımlanacağı ve ifade edileceği ile ilgilidir. İkinci adım kişide
farkındalık oluştuktan sonra sıra duyguları tanımlama ve onları ifade etmeyi
öğrenmektir. Duyguları ifade etmeyi öğrenme aslında onları başka biriyle
paylaşmayı öğrenmeyle ilgilidir. Paylaşacak biri yoksa duyguları ifade eden şarkılar
mırıldanmak veya yazarak ifade etmek, duyguları dışa vurmanın bir yolu olarak
düşünülebilir. Duyguları ifade etmenin üçüncü adımı ise öfke veya düşmanlık,
sevgi veya muhabbet gibi ne tür duygular oluşuyor ise onların oluşmasına
kaynaklık eden kişilerle iletişim kurmak, daha doğru bir ifadeyle onlarla yüzleşmek
duyguları ifade etmenin üçüncü adımıdır. Bu adımlar aşağıda açıklanmıştır:
Bastırılmış duygulardan kaynaklanan belirtileri tanımlamak: İnsanın
duygusal durumunu etkileyen ve bastırılmış duygulara bağlı gelişen belirtiler
vardır. İnsan içinde tuttuğu, başkasıyla paylaşmak istemediği duygularını ne ölçüde
kendi içinde yaşasa da bunlar fiziksel veya psikolojik olarak kendini mutlaka belli
Depresyon kişinin
eder. Bastırılmış duygular kendini; kaygı yoluyla, depresyonla, psikosomatik
günlük yaşama
uyumunu bozacak semptomlarla (belirti) ve kas gerginliği ile belli eder.
dereceye ulaşmış Kaygı: Birçok faktör kaygının oluşmasına neden olabilir. Bazen bir belirsizlik
üzüntü, melânkoli veya
durumu, bazen beklenmedik olumsuz bir haber duymak, bazen istenmeyen biriyle
keder durumudur.
karşılaşmak kaygının ortaya çıkmasına neden olabilir. Kaygının nedeni bilinen veya
belirli bir duygu durumu değilse, bu durumda bastırılmış, ifade edilmemiş bir
143
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Duygular ve Heyecanlar
duygu kaygının nedeni olabilir. İnsanın yaşadığı her duygu durumu bir bakıma
boşaltılması gereken bir enerji yükü taşır. Kişi bu yükten kurtulmadıkça ve onun
altında ezildikçe kaygı ile buna tepki vermeye başlayacaktır.
Depresyon: Kişinin günlük yaşama uyumunu bozacak dereceye ulaşmış
üzüntü, melânkoli veya keder durumudur. Kişinin ilişki ve etkinliklerini
etkilemeyen, üzgün olma durumu depresyon değil, moral bozukluğudur. Klinik
depresyon tıbbî bir teşhistir ve moral bozukluğundan farklıdır. Depresif kişi
kendisini yorgun, üzgün, sinirli, motivasyonsuz hissedebilir. Klinik depresyon,
moral bozukluğu gibi normal üzüntü hissinden daha yoğun yaşanır ve kişinin
gündelik yaşamını etkileyecek düzeyde çöküntü duygusu oluşturur.
Peck, depresyonu “sıkışmış duygular” olarak tanımlamaktadır. İnsanı üzen
bazı kayıplardan ve acılardan sonra ağlamak veya kendini başka türlü ifade ederek
boşalma olmadığı zaman kişi depresif bir duygu yaşayabilmektedir [10]. Derin acı
veya hüzün durumlarında bu duyguların vücutta oluşturduğu duygu durumunun
boşaltılması gerekir. Depresyon bazen şiddetli bir öfke duygusunun ifade
edilmemesi durumunda da ortaya çıkabilir. Bu durumu Gestaltçı psikologlar,
Olumlu ve olumsuz maskelenmiş kızgınlık duygusunun kişinin kendine yönelmesi sonucunda
duyguların tanınması, depresyonun ortaya çıkması şeklinde ifade etmektedirler. Eğer son zamanlarda
duygu durumunun
yaşadığı belli bir kayıp olmadığı halde birey kendini depresif hissediyorsa, neye
arkasındaki gerçek
öfkelenmiş olduğunu kendine sormalıdır. Psikosomatik semptomlar, psikosomatik,
motifin anlaşılmasını
sağlar. psikololojik kökenli olan, fiziksel hastalıklara verilen genel addır.
Duyarlı A tipi kişiler olarak ifade edilen insanların temel rahatsızlıkları olan
baş ağrısı, yüksek tansiyon ve ülser gibi rahatsızlıklar, kaygılı, öfkeli ve depresif
kişilerin yaşadıkları rahatsızlıklar psikosomatik belirtilerdir [11]. Bunlar daha çok
ifade edilmeyen duygulardan kaynaklanır. Psikosomatik belirtiler kronik strese,
yıllar boyu ifade edilmemiş duygulara vücudun ödediği bir bedeldir. İnsan üzerinde
derin etkiler bırakan duyguları tanımlamak ve ifade etmeyi öğrenmek, pek çok
psikosomatik semptomun azalmasını veya kaybolmasını sağlayabilir.
Kas gerginliği: Gergin, sıkılmış kaslar, genellikle duyguların uzun süreli ifade
edilmemesinin sonucu ortaya çıkan psikosomatik belirtidir. İnsan duygularını ifade
etmeyip kendi içinde yaşadığı zaman, bu duygular kasları sıkmaya veya daha
gergin kasların oluşmasına neden olur [12]. Kişi eğer engellenme ya da saldırganlık
duygularının altında ise bu duygular onun boyun ve omuz kaslarında gerilmeye
neden olabilirken; üzüntü ve hüzün göğüs bölgesi ve göz etrafında; korku veya
kaygı mide kaslarında gerilmeye neden olabilir. Ancak şu kadarını belirtmek
gerekir ki hangi duygunun hangi kas grubuyla alâkalı olduğunu belirlemek kolay
144
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Duygular ve Heyecanlar
değildir; ancak herhangi bir kas grubundaki gerilme mutlaka bir duygu durumunun
ortaya çıkardığı psikosomatik belirtidir.
Bedene dönmek: Gündelik telâşlarla, sorunlarla, kaygı ve endişelerle
uğraşmak ve bu olumsuz duyguların üstesinden gelmek durumunda olan insan, bu
tür duygulara neden olan olumsuz olayları kafasına takarak olumsuz duyguları
daha uzun süreli yaşamak durumunda kalmaktadır. İnsanın kafasına taktığı
olumsuz duyguların kaynağıyla yüzleşmek için zihinsel süreçlerden kurtulup
bedene dönmesi gerekmektedir. Kişi ancak bedene dönerek kendisiyle yüzleşebilir
ve sorunlarının kaynağına inebilir. Kişinin zihinsel takınık durumdan kurtulup
kendisiyle yüzleşebilmesi için aşağıdaki yöntemlerin kullanılması yararlı olabilir:
Fiziksel gevşeme: Beden gergin ve kişinin kafası istemediği duyguların etkisi
altında ise bu durum strese ve bedende gerilime neden olur. Kas geriliminden ve
stresten kurtulmak için meditasyon ve diğer sporlarla gevşetilmesi yararlı olur. Şu
anda ne hissediyorum? Bu sorunun cevabı kişinin kendisinde gerilim, kaygı, korku
ve endişe gibi olumsuz duygular oluşturan durumla yüzleşmesini sağlar.
Duyguları tanımak veya ayırt etmek: Herhangi bir his oluştuğunda, bu hissin
kaynağının ne olduğunu veya duygunun ne tür bir duygu olduğunu tanımlamak
onları tanımlamayı sağlar. Duygular olumlu ve olumsuz duygular olarak
tanımlanabilir.
Olumlu duygular: Dostça, eğlendirici, emin, güvenilir, emniyetli, ferahlatıcı,
gururlu, güzel, harika, hevesli, affedici, anlayışlı, becerikli, canlı, cesaretli, cesur,
destekleyici, heyecan verici, cömert, değerli, heyecanlı, hoşnut, huzurlu, kendine
güvenen, kuvvetli, mutlu gibi duygular olumlu duygulardır.
Olumsuz duygular: Dalgın, korkak, düşmanca, güvensiz, endişeli, huzursuz,
inatçı, kararsız, kaygılı, kızgın, kötümser, küçük düşürülmüş, küçümseyici, nefret
dolu, öfkeli, önyargılı, paniğe kapılmış, sabırsız, sıkılgan, sıkıntılı, sinirli gibi
duygular ise olumsuz duygulardır. Olumlu ve olumsuz duyguların tanınması, duygu
durumunun arkasındaki gerçek motivin anlaşılmasını sağlar.
DUYGUSAL YAŞANTILAR
Duyguların insanın yaşantısıyla ilgili öznel bir yönü vardır. İnsanın bir
duyguyu yaşaması salt ona özgüdür ve onun iç dünyasıyla ilgilidir. Bir insanın
yaşadığı duyguları başkalarının tam olarak hissetmesi ve doğrudan bilmesi
olanaksızdır. İnsanların duyguları korku, öfke ve mutluluk düzeyinde ele alınabilir.
Korku doğal bir duygudur. Bir nesnenin veya olayın büyüklüğü, şiddeti, sesi veya
görüntüsü insanda korku hissi oluşturabilir. Korkunun kaynağı ortadan kalkınca
korkunun kendisi de ortadan kalkar. Çünkü korkunun çoğu öğrenme yoluyla
kazanılır. Bireyler arasında farklı korku durumlarının olması, kişilerin farklı
öğrenme alışkanlıklarından kaynaklanır.
Her canlı, varlığını tehdit eden etkenlerden kaçınır. İnsan bilincinde bu
kaçınma, korku algısıyla olur. Korku bu haliyle, kişinin varlığını, yaşamını
sürdürmesine hizmet eden savunma sistemlerinin bir ön-uyarı mekanizmasıdır ve
145
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Duygular ve Heyecanlar
Öfke durumunda vücut çok hafif bir tepkiden hiddete kadar değişen farklı
yoğunlukta tepkiler verir. Öfke de diğer duygular gibi fizyolojik ve psikolojik yani
psikosomatik değişmelere neden olur [9]. Öfke anî bir duygu olarak gelişmez;
aksine bir süreç şeklinde ortaya çıkar. Bu süreçte insanın psikolojik yapısında şu
durumlar yaşanır:
Fiziksel veya psikolojik uyaran(lar) duyguyu harekete geçirir, stres ve
gerginlik başlar, vücut enerjisini arttıran adrenalin salgısı artar,
146
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Duygular ve Heyecanlar
Kalp ve nabız sıklığı artar, kan basıncı dolayısıyla tansiyon yükselir, vücut
ve zihin “savaş ya da kaç” tepkisi için hazırdır.
İnsanın fiziksel ve psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkileyen öfkenin
kontrol altına alınması ve yönetilmesi gerekir. Araştırmalar, öfke duygusunu yanlış
biçimde boşaltmanın saldırganlığı daha çok arttırdığını ve öfke kontrolünü
sağlamada hiçbir yararı olmadığını göstermektedir. Öfke yönetimi için en uygun
yöntem, öfkeyi neyin tetiklediğini bulmak ve kontrol altına almaya çalışmaktır.
Mutluluk: Bir ihtiyacın tatmini sağlandığında ya da hedefe ulaşıldığında
duyulan hoş bir duygudur. Yaşamdan alınan uzun süreli tatmin duygusudur. Kişi
yaşamdan ne ölçüde pozitif duygular alıyorsa o ölçüde mutludur. Bireyin ihtiyaçları
ve amaçları sürekli değişir. Ulaşılan amaçların yerini yeni amaçlar, giderilen
ihtiyaçların yerini başkaları alır. Mutluluğun kaynağı insan sayısı kadar farklıdır.
Kimileri mutluluğu maddî bir alanda, kimileri manevî derinlikte arar. Kimileri ise
mutluluğu hem maddî hem manevî alanda edinilebilecek bir ruhsal hal olarak
görür. Mutluğun ancak manevî alanda gelişmekle elde edilebileceğini düşünen
eski Yunan düşünürleri mutluluğu erdemin ödülü olarak görmüşlerdir. Peki
mutluluk nasıl elde edilir? Yukarıda ifade edildiği gibi mutluluk kişinin kendine ve
topluma karşı görevini ifa etmekten kaynaklanan bir hoşnutluk ve esenlik halidir.
Dolayısıyla mutluluğun işlevsel yönü, kişinin kendine ve topluma karşı görevini
yerine getirmenin sonucunda elde edilen bir duygu olmasıdır. Mutluluk
Mutluluğun kaynağı duygusunun yaşanmasını sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:
insan sayısı kadar
Sükûnete (durulum) ulaşmış bir psikolojik durum,
fazladır.
Kişinin sadece kendisini değil, toplumun diğer fertlerini de yücelten bir
değerler sistemi,
Kişinin kendini değerlendirmesinde gerçekçilik,
Çevredeki insanlarla dostluk ve fedakârlık temelinde yürüyen iyi ilişkiler,
İnsana ve insanla ilgili her şeye karşı duyulan içten samimî bir sevgi.
Mutluluğu sadece maddî faktörlerde arayan bu bakış açısı, manevî bir hal,
yaşamdan elde edilen bir hoşnutluk durumu olarak gören bakış açısı tarafından
reddedilmektedir. Manevî mutluluğu maddî hazzın önünde gören anlayışa göre
ruhun dünyaya gelme amacı mutlu olmak değil, tekâmül etmektir. Mutluluk ise bir
amaç değil, bir sonuçtur [11]. Mutluluk maddî değerlerle elde edilemez; maddî
değerler geçicidir. Devamlı mutluluk kalıcı olmalıdır. Araştırmalar mutluluğun yaşla
ilgisinin olduğunu göstermektedir. 70-90 yaşları arasındaki insanlar üzerinde
yapılan bir araştırmada, en çok mutlu oldukları yaşların hangisi olduğu
sorulmuştur. Araştırmaya katılanların yüzde ellisi, 25-45; yüzde yirmisi, 15-25
yaşlarının en mutlu yaşlar olduğunu bildirmişlerdir. Çocukluk ve son yetişkinlik
evrelerinde mutlu olduklarını söyleyenlerin oranı daha düşük çıkmıştır. Bu
insanlardan, ömürleri boyunca mutlu olduklarını söyleyenlerin oranı ise çok düşük
çıkmıştır.
147
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Duygular ve Heyecanlar
DUYGULARIN YÖNETİMİ
İnsan organizması bir makine düzeninde çalışmaz; kararsızlıklar ve
düzensizlikler gösterir. Bazen öfkeli bazen mutlu, bazen sinirli bazen sevinçli
olabilir. Kısaca insan haz ve elem duyguları arasında birçok duyguyu kısa süreli
aralıklarla yaşayabilir. Ancak burada önemli olan farklı duygular yaşayan insanların
duygu durumlarını her zaman kontrol edilebilir sınırlar içinde tutmak, yani
duyguları kontrol etmek ve yönetmektir.
Duyguların kontrolü ve yönetimi için öncelikle yapılması gereken şey kişide
söz konusu duygusal durumu ortaya çıkaran duygu kaynaklarını veya faktörlerini
tespit etmektir. Nasıl hastalıkların teşhisi tedavisinden önce geliyorsa, duyguların
kontrolü ve yönetimi için de öncelikle söz konusu olan duygu durumuna neden
olan faktörleri bulup daha sonra da bunları kontrol etmek ve sağlıklı bir yaşam
sürmek için yönlendirmek gerekir. Duyguların kontrol edilip yönetilmesinde
atılacak ilk adım, duyguların tanınmasıdır. Duygularını ve bunların kaynağını
tanımamış birinin olumsuz duygularla başa çıkması söz konusu değildir.
Duyguların kaynağı, yoğunluğu, türü bilindiği zaman kişi duyguyla davranış
arasında bağlantı kuracak, dolayısıyla duyguların bireyi yönetmesine izin
vermeden kendisi duyguları yönetebilecektir. Duygular, insana dışarıdan gelen
uyarıcıların, içsel dünyasında oluşturduğu psikolojik hal olduğuna göre duyguları
tanıma, bir duyguya hangi dışsal faktörün etki ettiğinin bilinmesi gerekir. İçten
Duygularını ve bunların gelen mesajların farkında olmak, onları algılayabilmek ve yorumlayabilmek,
kaynağını tanımamış mesajın kaynağı ile alıcısı arasındaki iletişimin sağlanması bakımından önemlidir.
birinin olumsuz
duygularla başa çıkması İster haz duygusu ister elem duygusu olsun, bu duyguların yönetilebilir veya
söz konusu değildir. kabul edilebilir düzeyde tutulması gerekir. Şüphesiz ne haz duygusu ne de elem
duygusu her zaman kabul edilir duygular değildir. Elem duygusunun da, haz
duygusunun da meşru bir biçimde yaşanması gerekir. İnsanların duyguları olduğu
gibi toplumların da duyguları vardır. İnsan bir duyguyu çoğu kez toplumun kabul
düzlemine, değer ve normlarına göre ifade eder.
Duyguların yönetimi: Duyguların kontrolü veya yönetimi kişiden kişiye
farklılık gösterse de duyguların kontrol altına alınıp yönetilmesinin bazı kuralları
vardır. Duygu yönetiminin altı basamaklı stratejinin birinci basamağı kişinin ne
istediğini bilmesi ve aşırı duygu yoğunluğunun azaltılmasıdır. İkinci basamak,
bireyin duygularına güvenmesi ve her tür duygunun yönetilebilir olduğunun kabul
edilmesidir. Üçüncü basamak, duyguların verdiği mesajı algılamak, anlamak ve
kabul etmektir. Duygular kabul edilmezse, onun tedavisi, kontrolü ve yönetimi
mümkün olmaz. Dördüncü aşama, kişinin kendine güvenmesi ve olumsuz
duygularını olumluya çevirebileceğine inanmasıdır. Beşinci aşama, ne kadar güçlü
olursa olsun kişinin o duyguyu kontrol edecek gücü kendinde bulacağına inanması
ve ona göre davranmasıdır. Altıncı basamak ise heyecan duyup harekete geçmek
ve önceki tecrübelerden yararlanarak duyguları yönetilebilir düzeyde tutmaktır.
İster olumlu ister olumsuz duyguların kontrolünden kurtulmak için kişinin
bunları başkalarıyla paylaşması anlamına gelir. Duyguların ifadesinde önemli olan
148
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Duygular ve Heyecanlar
duyguların kime hangi yolla ifade edileceğidir. Bir düşmanlık duygusu nasıl ifade
edilebilir? Kızarak, bağırarak duyguyu ifade etmek, doğru bir yöntem değildir.
Duygu kontrolü ve yönetimi, özellikle olumsuz duyguların kişinin fevri (patlayıcı)
davranışlarını engellemesi ve kabul edilebilir (olgun) davranış gösterme yeteneğini
arttırma becerisidir. Buna kısaca duygusal olgunluk diyebiliriz. Duygusal
olgunluğun en önemli özelliklerinden biri, duyguları kontrol edebilme yeteneğidir.
Duruma ve zamana göre davranış ortaya koymak, duygusal olgunluktur.
Kızgınlık insanın olgun davranışlar ortaya koymasını engelleyen bir duygu
durumudur. İnsanın bazı durumlarda kızgın olması da normal bir durumdur; ancak
kızgınlığı bir yaşam biçimi haline getirmek doğru değildir. Kızgınlık ancak doğru
zamanda, doğru kişiye, doğru biçimde, doğru gerekçeyle ve doğru düzeyde ortaya
konabilirse normal kabul edilebilir. Aksi halde kızgın, öfkeli bir insanın uzun süreli
dostluklar ve arkadaşlıklar kurması bir yana, sağlıklı sosyal ilişkiler geliştirmesi de
söz konusu olamaz. Çünkü insan ilişkilerinde haklı olmak değil, haklı kalabilmek
önemlidir. Bu ancak kızgınlığın doğru biçimde kontrol edilip yönetilmesiyle
mümkün olabilir.
Öfkeyi doğru ifade etme becerisine “öfke kontrolü” denir. Öfke kontrolünün
temel amacı, öfkenin kontrolünde veya etkisinde davranışta bulunmamaktır. Daha
önce de ifade edildiği gibi öfke de doğal bir duygudur. Burada ifade edilmeye
çalışılan öfkenin doğal veya kabul edilebilir bir düzeyde kalmasını sağlamaktır. Aksi
halde öfkenin kontrolüne giren kişi, saldırgan tavırlar göstermekten kendini
alıkoyamaz. Öfkenin kontrolü veya yönetimi mümkündür; ancak bu nasıl veya
Duyguların ifadesinde hangi yöntemle yapılacaktır. Şüphesiz kişilerin öfkelenme nedenleri farklı olduğu
önemli olan duyguların
gibi öfke kontrol yöntemleri de farklıdır. Bunun için öfkenin nasıl kontrol
kime hangi yolla ifade
edileceğidir. edileceğini gösteren pek çok yöntem vardır. Doğru yöntem kişinin öfke nedeni,
öfke kaynağı ve öfkesini ifade etmesine göre değişir. Öfkeyi kontrol etmek için
geliştirilmiş öfke kontrol yöntemleri vardır. Bunlardan genel olarak kabul edilenler;
bilişsel, duyuşsal, iletişim, duygusal ve davranışsal öfke kontrol yöntemleridir.
Öfkenin kontrolü konusunda öfkenin tanımlanması ilk adımdır. Tanımlanma,
öfkeye neden olan faktörlerin neler olduğunu ve onlardan korunmanın nasıl
olacağı konusunda ipucu verir. İkinci adımda ise öfke kontrol yöntemleri
konusunda çeşitli alternatifler oluşturulur. Bu alternatifler arasında öfke
kontrolüne yarayacak en uygun alternatif belirlenir ve sonra da bu alternatifin
uygulanmasıyla öfke kontrol edilmeye çalışılır. Öfkenin daha büyük öfkelere neden
olacak çarpıtmalarından kaçınmak, öfkeyi kontrol etmenin bir diğer yoludur.
149
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Duygular ve Heyecanlar
Bireysel Etkinlik
• Daha duygusal olanların görece daha az duygusal olanlardan
daha iyi insanlar olduklarını düşünüyor musunuz? En çok hangi
durumlarda sevindiğinizi ve hangi durumlarda hüzünlendiğinizi
düşünerek bu soruyu cevaplandırmaya çalışınız.
150
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Duygular ve Heyecanlar
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bedensel fizyolojik değişikliklerin şekillenmesinde bireyin algıları ve
anlayışlarının etkili olduğunu, uyarılan bireyin de bu durumu çevresindeki
ipuçlarından yorumladığını savunan duygu kuramı aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Bilişsel kuram
b) Sosyo-biyolojik kuram
c) Cannon Bard kuramı
d) Duygusal kuram
e) Tepkisel kuram
152
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Duygular ve Heyecanlar
Cevap Anahtarı
1.a, 2.c, 3.a, 4.d, 5.c, 6.e, 7.d, 8.e, 9.e, 10.b
153
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Duygular ve Heyecanlar
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Baymur, F. B.(2004). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
[2] Atkinson, Rita L., Atkinson, Richard C., Smith, Edward E., Bem, Darly J. and
Nolen – Hoeksema, Susan (2002). Psikolojiye Giris, (çev. Yavuz Alogan),
Ankara: Arkadaş Yayınları.
[3] Barutçugil, İ. (2002). Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, İstanbul: Kariyer
Yayıncılık.
[4] Damasio, A.R. (1999). The Feeling of What Happens: Body and Emotion in the
Making of Consciousness. New York: Harcourt Brace & Co.
[5] Goleman, D. (2005). Duygusal Zekâ, (çev. Banu Seçkin Yüksel), İstanbul: Varlık
Yayınları.
[6] Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: N. Ekrem Düzen), Ankara: Türk
Psikologlar Derneği Yayınları.
[7] Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
[8] Serol, T. (2000), Davranışlarımızın Kökeni, İstanbul: Say Yayınları.
[9] Arkonaç, S. (1998). Psikoloji Zihin Süreçleri Bilimi, İstanbul: Alfa yayınları.
[10] Yüksel, Ö. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi.
[11] Ozan, Gönül (2011) Duyguları Tanımak ve İfade Etmek [Erişim tarihi:
19.05.2018] http://www.fvcpsikiyatri.com/node/88.
[12] Yeşilyaprak, B.(2003). Genel psikoloji, Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
154
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
İLETİŞİM
• İletişim Kavramı
İÇİNDEKİLER
• İletişimin Unsurları
• İletişim Türleri
• İletişimin Engelleri
• İletişim Engellerini Aşma
DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Prof. Dr.
Hasan TUTAR
8
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
İletişim
İLETİŞİM
İletişim
İletişim İletişimin İletişimin İletişim
Engellerini
Kavramı Unsurları Türleri Engelleri
Aşma
Dinleme/Algıl Duygusal
Enformasyon Hedef Yazılı iletişim
ama sorunları reaksiyon
Cinsiyet
Filtreleme Geri bildirim
farklılıkları
Kültürel
Geri bildirim Anlayış
farklılıklar
Dinleme
Empati
156
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
İletişim
GİRİŞ
İnsanlar toplum halinde yaşayan sosyal varlıklardır. Sosyal varlık olmanın
doğal sonucu iletişim kurmaktır. Hiçbir insan ve insan topluluğu, iletişimsiz
yapamaz. Çünkü topluluk ayrı ayrı bireylerden oluşan bir koleksiyon değil, kişilerin
etkileşim içinde olduğu sosyal bir yapıdır. İletişim, kişinin kendisiyle, kişiler
arasında, gruplarda, örgütlerde ve kitleler düzeyinde mesaj aktarımı anlamına
gelir. Daha kısa bir ifadeyle iletişim, kaynakla hedef arasında mesaj alışverişi olarak
ifade edilebilir.
İletişim mesajın bir kanal aracılığıyla kaynak ile hedef arasında iletilmesidir.
En kısa tanımı ile iletişim, kaynakla hedef arasında mesaj alışverişidir. Mesaj
paylaşma faaliyeti olan iletişim, kişilerin kendilerini ifade edebilme ihtiyaçlarının
sonucunda ortaya çıkar. İletişim, bireyler arasındaki ilişkiler sistemi olarak da
tanımlanabilir. İletişim, kişilerin amaçsız etkileşimleri olmaktan çok, bir etki
oluşturmaya veya davranışa neden olmak amacıyla, mesajın kaynaktan hedefe
aktarılmasıdır.
İletişim, insanın kendini sosyal bir varlık olarak ifade etmesi için zorunludur.
İnsan, çevresi ile iletişim kurarak yaşar. Onun her davranışı, konuşması, susması
Yaşam bir bakıma
kısaca tüm tutum ve davranışları kendini ifade etme biçimidir. Kişi gündelik
iletişim kurma
serüvenidir. yaşamını çevresine mesaj iletmekle ve çevresinden mesaj almakla sürdürür.
İletişim, mesaj üretme, iletme ve algılama sürecidir [1]. İletişim kurmakta asıl
amaç, anlaşılabilir mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve
davranışlarında değişiklik yapmaktır. İnsan yaşamını iletişim kurarak sürdürür.
Yaşam bir bakıma iletişim kurma serüvenidir. Normal zihinsel fonksiyonlara sahip
olan bir insan, iletişim kurmadan yaşayamaz. İletişim, insanın bireysel ve sosyal
yaşamının vazgeçilmez unsurudur. İnsan gündelik yaşamında diğer insanlarla,
kurumlarla, kuruluşlarla, gruplarla veya kendisiyle iletişim kurarak yaşar.
İLETİŞİM KAVRAMI
Latince “communicare” fiilinden gelen iletişim kelimesi, dilimizde “ortak
kılma” anlamına gelmektedir. İnsanların birbirleri ile anlaşmalarını sağlama süreci
olan iletişimle ilgili farklı tanımlar yapılmıştır. İletişim bir mesaj alışverişidir; ancak
burada açıklanması gereken şey mesajın ne olduğudur [2]. Mesaj; bilgi, düşünce,
duygu, inanç ve tutum, jest ve mimik gibi algılama sürecinde kullanılan her tür
olgudur. İletişim aslında bir anlam arama çabasıdır. İletişim esas olarak simgeler
aracılığıyla bir kişi ya da gruptan diğerine bilginin, düşüncelerin, tutumların veya
duyguların iletimidir. İletişim, tarafların anlam yaratıp, anlaşmaya varabilmek
amacıyla mesaj paylaşım sürecidir.
İletişim ister bilgiyi yaymak, ister eğitmek, ister eğlendirmek, ister etkilemek
ya da sadece anlatmak amaçlı olsun, esas amaç bilgi vermektir. İletişimle bilgi,
düşünce ve görüşler, kaynaktan hedefe aktarılır ve bu aktarma işlemi sözlü, yazılı
ya da sözsüz iletişim tarzında olabilir. Sözsüz iletişim, sözlü iletişimi kapsamaz;
ancak sözlü iletişimde sözsüz iletişimin bir unsuru olan beden dili, sürekli kullanılır
ve ikisinin anlamlı bir biçimde kullanılması, sözlü iletişimin etkinliğini arttırır.
157
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
İletişim
İLETİŞİMİN UNSURLARI
İletişimin unsurlarını, temel unsurlar ve ikincil unsurlar şeklinde genel bir
ayrıma tabi tutabiliriz. Kaynak, mesaj, kanal ve alıcı iletişimin temel unsurları iken;
kodlama, kod açma, algılama, değerlendirme, çevre ve geri bildirim iletişimin
ikincil unsurlarıdır. İletişimin ikincil unsurları olmadan da iletişim kurulabilir; ancak
iletişimin etkinliğini arttırmak için iletişimin ikincil unsurlarına ihtiyaç vardır.
Kaynak (Gönderici)
Kaynak, iletişimin başlatıcısıdır; iletişimi başlatan veya iletiyi gönderendir.
Kaynak olmadan iletişim kurulamaz. İletişim önce kaynağın zihnindeki düşünce
şeklinde ortaya çıkar. Kaynak, sahip olduğu tecrübe ve bilgilere göre, mesaj
oluşturur; yani mesajı iletmeden önce onu “kod”lar. Bir düşünceyi formüle eder ve
mesaj halinde kanalı kullanarak alıcıya gönderir. İletişim, gönderici ve alıcı olmak
üzere en az iki kişiyi gerektirir. Bununla birlikte alıcı ikiden fazla olabileceği gibi
göndericisi de ikiden fazla olabilir. İletişim için öncelikle kaynağa ihtiyaç vardır.
Mesaj (İleti)
Mesaj, alıcı için bir uyaran olarak işlev gören uyarıcılardır. Mesaj kavramının
Sembollerin tek birçok anlamı vardır. Örneğin; mesaj, herhangi bir yerde bir biçimde açığa vurulan
başlarına bir anlamları sözcük ya da imgeyi ifade eder. Mesaj, göndericinin fikirlerinin ve isteklerinin
yoktur, anlamları sembollere dönüşmüş halidir. Sembollerin tek başlarına bir anlamları yoktur,
gönderici ve alıcı yükler. anlamları gönderici ve alıcı yükler. Eğer alıcının verdiği ve göndericinin algıladığı
anlamlar birbirlerine uygun ise “tam iletişim” söz konusu olur. İletişim, kaynağın
gönderdiği mesajın, alıcı tarafından algılanmasıyla kurulur. İletişimin görünür
yönü genellikle mesajdır. Çünkü mesajın alıcıları ve iletişimin izleyicileri, öncelikle
mesajı, mesajın anlamını, amacını ve etkisini algılamak durumundadırlar. Mesaj
gönderilmeden önce oluşturulur, yani kodlanır. Bilginin, düşüncenin duygunun
iletime uygun, mesaj haline getirilmesine kodlama denir.
Örnek
158
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İletişim
dalgaları, radyo dalgaları, ses dalgaları, telefon kabloları ve sinir sistemi gibi
mesajı taşıyan araçlardır. Etkin bir iletişim için kullanılan kanal, mesaja uygun
olmalıdır. Mesajın bozulmadan iletilmesi uygun bir kanalla mümkün olur. Mesaj
için uygun kanal, iletişim açısından önemli bir unsurdur.
Alıcı (Hedef)
İletişimin gerçekleşmesi için en az iki kişiye ihtiyaç vardır. Bunlardan biri
kaynak diğeri alıcıdır. İnsan kendisiyle kurduğu iletişimin dışında, tek başına bir
iletişim kuramayacağına göre, mutlaka alıcı veya alıcılar gerekir. Kodlanmış mesajı
alan ve kodunu açan kişi alıcıdır. Alıcı, mesajı taşıyan sembolleri algılayıp anlam
vererek iletişimi sonlandırır ve kendisi kaynak konumuna geçer.
Alıcı, gönderilen mesajı alan kişidir. İletişim sürecinde, kaynağın gönderdiği
mesaja hedef olan kişi, grup ya da kitleye alıcı denir. Örgütlerde gönderilen mesaj
tek olmasına rağmen, aynı mesajın tek ya da çok alıcısı bulunabilir. Aynı şekilde bir
mesajın bir veya birçok göndericisi olabilir [3]. Kitle iletişiminde bir tek mesajın
milyonlarca alıcısı olabilir. Mesajın alıcısı çoğaldıkça, mesaj aslından uzaklaşır ve
iletişimde başlangıçta arzu edilen amaç gerçekleşmez. Kodlanmış mesajı alan ve
deşifre eden kişi alıcıdır. Alıcının mesajla iletilen anlamı verip vermemesi birçok
faktöre bağlıdır. Tam iletişim, hem kaynağın hem de alıcının kullanılan sembollerin
anlamlarını bilip, onlara ortak anlam vermesi sayesinde kurulur.
Filtreleme ve Değerlendirme
Algı; kişinin belli bir Duyu organlarımıza ulaşan veriler/uyaranlar, algılama olmaksızın tek
bilgiyi duyma, organize başlarına bir anlam ifade etmez. Bunların bir anlam ifade edebilmeleri için
etme, anlama ve verilerin algılanması gerekir. Bize ulaşan duyumlara algılama neticesinde tepkiler
değerlendirmesidir. gösteririz. Önce mesaj filtre edilir. Filtre, göndericinin ve alıcının mesajları
değerlendirmesidir ve burada devreye algılama girer. Algı; kişinin belli bir bilgiyi
duyma, organize etme, anlama ve değerlendirmesidir.
159
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İletişim
İLETİŞİM TÜRLERİ
İletişim türlerini; sözlü iletişim, sözsüz iletişim ve yazılı iletişim olmak üzere
üç gruba ayırabiliriz. Bir başka sınıflandırmaya göre iletişim; kişinin kendisi ile
iletişimi, kişiler arası iletişim, grup iletişimi ve kitle iletişimidir. Bir diğer
sınıflandırma iletişimi kaynak ve ortamı açısından ele almaktadır [5]. Buna göre
iletişim; kişisel iletişim, örgütsel iletişim ve kitle iletişimidir. Başka bir iletişim
sınıflandırmasında ise iletişim; toplumsal ilişkiler sistemi olarak iletişim, kişiler
arası iletişim, grup iletişimi, örgüt iletişimi ve toplumsal iletişimdir. Grup
ilişkilerinin yapısına göre iletişim; biçimsel olmayan (informel) iletişim, biçimsel
(biçimsel) iletişim, dikey iletişim ve yatay iletişimdir. Kullanılan kanallara ve
araçlara göre iletişim; görsel ve işitsel iletişimdir. Kullanılan kodlara göre iletişim;
sözlü iletişim, yazılı iletişim, sözsüz iletişim; zaman ve mekân boyutlarına göre
iletişim; yüz yüze iletişim ve uzaktan iletişimdir.
Sözlü İletişim
Sözlü iletişim, konuşma dili olarak da adlandırılır. Sözlü iletişim; yüz yüze
görüşmeler, toplantılardaki konuşmalar, sözlü sunumlar, halka hitaplar, telefonla
yapılan görüşmeler, eğitim kursları, konferanslar, resmî konuşmalar, kurmay
toplantıları, komiteler ve uyum programları gibi çeşitli biçimlerde yapılır. Sözlü ve
sözsüz iletişim, iki temel iletişim kurma yöntemidir. Gönderici ve alıcı arasındaki
Dil ile iletişimde,
kişilerin “ne konuşmanın her türü sözlü iletişimdir. Sözlü iletişim, yüz yüze interaktif biçimde
söyledikleri”, dil-ötesi olabileceği gibi radyo, televizyon ve telefonla da olabilir. Sözlü iletişim, “dil ve dil-
iletişimde ise “nasıl ötesi” olmak üzere, iki kısma ayrılır. Karşılıklı konuşmaları, hatta mektuplaşmaları,
söyledikleri” önemlidir. “dil ile iletişim” olarak kabul edebiliriz. Dil ile iletişimde kişiler, ürettikleri bilgileri
birbirlerine iletirler. Dil ötesi İletişim ise, sesin niteliği ile ilgilidir; ses tonu, sesin
hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar ve benzeri özellikler, dil-
ötesi iletişim sayılır. Dil ile iletişimde, kişilerin “ne söyledikleri”, dil-ötesi iletişimde
ise “nasıl söyledikleri” önemlidir.
160
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
İletişim
Sözsüz İletişim
Sözcükler, iletişimin birincil araçlarıdır. Sözlü iletişimde kullanılan sözcükleri
destekleyen daha birçok öğe vardır. Bu öğelere, ikincil mesaj kanalları denir. İkincil
mesaj kanalları sözsüz iletişim kanallarıdır [6]. Jestler, hareketler, materyal
kullanımı, zaman ve mekânın kullanımı, sözsüz iletişimin önemli unsurlarıdır.
Beden dili olarak da adlandırılan sözsüz anlatımlar, insanlığın tarihiyle birlikte
başlamıştır. Yapılan araştırmalar, kişilerin karşılıklı konuşmalarında mesajın
%35'inin sesli, %65'nin ise sessiz kanallarla iletildiğini göstermektedir.
Sözsüz iletişim, iletişimin temel türlerinden biridir. İletişimin birincil aracı
dildir; fakat mesajın gönderilmesinde ve alınmasında, iletişime katkı sağlayan
başka faktörler de vardır. Sözsüz iletişim veya vücut dili yoluyla; elbiseler, mekân
kullanımı, kelimelerin vurgulanış biçimi, jest ve mimikler, göz hareketleri ve göz
teması mesaj iletimine yardımcı olur. Yüz ifadesi, göz hareketleri, duruş, giyim-
kuşam, ses özelikleri sözsüz iletişim araçlarıdır. Sözsüz iletişim, en ilkel toplumsal
davranış olarak tanımlanan beden dilinin ortak ifadesidir.
İnsanlar, genellikle üç biçimde sözsüz iletişim kurarlar. Bunların ilki mekân
kullanımıdır. Daha üst düzeyde olanların kullandıkları mekânlar, statü ve otorite
durumlarını gösterecek biçimde tasarlanır [7]. Sözsüz iletişimin ikinci türünü
beden dili oluşturur. Konuştuğumuz sırada birinden uzaklığımız, beden diliyle
iletilmiş bir mesajdır. Yakın temas, samimiyeti veya düşmanlığı akla getirdiği gibi
göz teması, pozitif veya negatif hisleri iletmenin aracı olarak kullanılır. Vücut ve kol
hareketleri, konuşmada duraksama ve elbise beden dilinin önemli unsurlarıdır.
Sözsüz iletişimin üçüncü unsuru ise dil yoluyla betimlemedir. Betimlemede,
mesajın asıl anlamlarının yanında, yan anlamlarının üzerinde durulur.
Yazılı İletişim
Yazı, insanın ve toplumların geçirdiği kültürel evrim sürecinin ürünüdür.
Yazının icadı, bürokrasinin kurulmasına ve gelişmesine katkıda bulunmuş ve aynı
zamanda yazı, hem din kurumunun hem de devletin siyasal örgütlenme biçiminin
üzerinde önemli etkide bulunmuştur. Yazı, merkezî bürokrasi ve taşra örgütleri
arasında toplumsal yaşamın temel ilkelerinin, siyasî otorite tarafından
eşgüdümlenmesi olanağı sağlamıştır. Yazılı hukuk kuralları, geleneklere dayalı
hukuksal düzenlemelerin, yerel özelliklerinin ve farklılıklarının aşılmasında ve
evrensel norm halini almasında önemli rol oynamıştır. Yazılı iletişim, sözlü iletişime
göre alıcının onu okuması, yorumlaması ve cevaplandırması nedeniyle gecikmeli
olarak kurulur. Yazma belli bir zaman alsa bile sözlü iletişimde var olan birçok
Yazma belli bir zaman problem, yazılı iletişimde yoktur.
alsa bile sözlü iletişimde
var olan birçok İLETİŞİMİN ENGELLERİ
problem, yazılı
iletişimde yoktur. İletişim engelleri, mesajın iletilmesini ve alınmasını engelleyen tüm
faktörlerdir. İletişim sürecinde iletişimin etkinliğini engelleyen pek çok faktör
vardır. Bu faktörlerden bir kısmı iletişimin yapıcı engelleri, diğerleri de bozucu
engelleridir]. Gönderilen mesajı sürekli reddetmek ve ona olumsuz geri bildirimde
161
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
İletişim
bulunmak, bozucu iletişim engeli olduğu gibi onu sürekli kabul etmek ve mesaja
katkıda bulunmamak da bir iletişim engelidir. Mesajın uygun zamanda ve uygun
yapıda kodlanması ve iletilmesi için özen göstermek, yanlış bir şey yapmamaya
veya konuşmamaya çalışmak ise yapıcı bir iletişim engelidir. İnsanlar arasında
etkin iletişimin en önemli engellerinden biri, mesajı anlamadan önce onu
yargılama ve değerlendirmeye kalkmaktır. Bu durum çatışmaya, zıtlaşmaya,
anlaşmazlıklara, bazen de aşırı ve anlamsız bir uyumculuğa neden olur.
Kişisel Engeller
İletişimin kişisel engelleri, gönderici ve alıcının mesajı kodlarken,
gönderirken veya kod açarken gerekli dikkati göstermemelerinden kaynaklanan
engellerdir. Bunlar; alıcının mesajı yanlış anlama ve yanlış yorumlaması, belirli ön
kabuller nedeniyle mesajı yanlış değerlendirme, konuşmacıya karşı ilgi eksikliği ve
göndericiye karşı gösterilen güvensizlik gibi engellerdir [8]. Kişiler arasında iletişim
sürecinin istenilen biçimde gerçekleşmesini engelleyen faktörlerden biri sözcüklere
boğulmadır. Kaynak, hedefle paylaşmak istediği düşünceyi, bilgiyi, haberi veya bir
duyguyu hedefin anlayacağı biçimde iletmezse, bu durum kişisel iletişim engeli
oluşturur. Anlatılanların karıştırılması diğer bir kişisel iletişim engelidir. Kaynak,
düşüncelerini aktarmada yalnızca sözlü ya da yazılı sözcükleri kullanırsa, hedef
anlamını hiç ya da iyi bilmediği sözcükleri, önceden bildiği ya da onlara benzeyen
sözcüklerle karıştırabilir.
Örnek
162
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
İletişim
163
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İletişim
164
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
İletişim
Yetersiz Bilgi
Yetersiz bilgi, iletişim sürecinde kaynak ile hedef arasında engel oluşturur.
Gönderilen mesajı anlamayan biri, duruma göre ya anlamadığı yerleri aklından
doldurur ya da ilgisi dağılıp başka şeyler düşünmeye başlar. Alıcının mesajı
kavramak bakımından yeterli düzeyde bilgi sahibi olmaması durumunda, alıcı,
mesajın bazı bölümlerini atlar, yok sayar ya da çarpıtır. Bütün bunlar iletişim
sürecinin önemli engelleridir. Hedef bazen bilgi eksikliğinden dolayı verilen mesajı
anlamaz ve anlamış gibi davranarak bilgi eksikliğini gizlemeye çalışır. Göndericinin
mesajın içeriğini dolduracak kadar bilgili olmaması durumunda da, iletişim engeli
ortaya çıkar. Bilgi eksikliğinden dolayı, “Ne dediğini anlamadım.” demek güçtür.
Bunu hem kendimize hem de karşımızdakine bir hakaret sayarız. Bunu
söylememek için mesajı anladığımızı göstermeye çalışırız. Yeterince kavranmayan
Toplumlar kapalı
bir mesajı anlamış gibi görünmek ya atlamadır ya da çarpıtma. Bazen mesajı
toplum özelliği
gösterdikçe ve anlamadığımız halde anladığımızı sanmamız da mümkündür.
toplumsal cinsiyetin
Cinsiyet ve Kültür Farklılıkları
fazla olduğu
toplumlarda cinsiyet Kadınlarla erkekler arasında ortak bazı beden dili özellikleri vardır. Bunun
faktörü önemli bir yanında cinsiyete göre, kültürden kültüre değişen farklı sözsüz iletişim yöntemleri
iletişim engelidir. de bulunmaktadır. Cinsiyet farklılıkları, özellikle geleneksel toplumlarda önemli bir
iletişim engelidir. Kadınlarla erkekler arasında görüşme engelleri, görüşmeler
sırasında sosyal mesafe, cinsiyetten kaynaklanan iletişim engelleridir. Farklı
cinsiyette olmanın farkında olmak, bir iletişim engelidir. İletişimde cinsiyet
farklılığının bulunması, mesajın anlamında çeşitli bozulmalar, kadın ve erkek
arasında anlaşmazlıklar ve anlam sapmalarına neden olur. Erkekler ve kadınlar,
çocukluklarından beri farklı eğitim alarak büyürler. Bu durum, yaşam konusunda
farklı tutum ve bakış açıları, farklı iletişim biçimleri geliştirmelerine neden olur.
Araştırmalar, iletişimde kadın ve erkeklerin bazı farklılıklarının olduğunu
göstermektedir. Kadınlar konuşma ve samimî bir dil kullanma konusunda daha
duyarlı iken; erkekler konuşmayla birlikte dilde statü ve bağımsızlık öğelerine daha
fazla yer verirler.
Örnek
165
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İletişim
kullanmalarına göreli olarak daha fazla izin verilir. Bu nedenle iletişimde kadın ve
erkekler farklı iletişim biçimleri geliştirirler. Örneğin; kadınlar yüz yüze iletişimde
karşılıklı oturarak iletişim kurmayı tercih ederken, erkekler yan yana oturarak,
rahat bir ortamda aynı noktaya odaklanarak iletişim kurmayı isterler.
İnsanlar arasında anlamların değişimi olan iletişim, kültürel farklılıklar
tarafından da engellenir. Bir düşünce, kodlama sırasında semboller ve dil
aracılığıyla yeniden yorumlanır. Kod çözme sırasında da mesaj tekrar
yorumlanarak, yeni bir anlama kavuşur. Bu anlamı, alıcı belli bir biçime göre
kodlar; ancak iletişimde kullanılan semboller ve dil, bireyin bilgi birikimine ve
kültürel yapısına bağlıdır. Yönetici, farklı kültürlerden gelen gönderici ve alıcıyı
anlama ihtiyacı duyar.
166
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
İletişim
Örnek
•Elden gelen taş değmez bana/İlle dostun gülü yaralar beni.
Pir Sultan Abdalın bu dizelerini “İletişimde önemli olan
mesajın kendisi değil, onun şekli ve gönderendir.” sözü
açısından düşündüğümüzde iletişimin cümle kurmak değil,
yürek teması kurmak olduğu anlaşılır.
İletişim engellerini Dil farklılıklarını ortadan kaldırmak. Jargonun, teknik terimlerin gereğinden
ortadan kaldırmanın en fazla kullanılmadığı, doğal ve yalın bir dil, söz konusu engeli ortadan kaldırmaya
etkin yolu, öncelikle yardımcı olur. İletişimde bir dil engeli ortaya çıktığı zaman, gönderici alıcıları soru
engelin farkına varmak sormaya teşvik etmeli, açık olmayan noktaları açıklamaya çalışmalıdır.
ve sonra da onu
ortadan kaldırmaktır. Duygusal reaksiyonları ortadan kaldırmak. İletişimin duygusal engelleri
varsa, onları aşmanın en iyi yolu, iletişim problemine neden olan duyguları
anlamaya çalışmak ve her insanın farklı duygusal özelliklerinin olduğunu kabul
etmektir. Kişiler agresif davranıyor ise, onları ilgilendiren konularda onlarla ortak
paydada buluşmak, iletişimin engelini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir.
Sözlü ve sözsüz iletişim arasındaki uyuşmazlığı aşmak. Sözlü ve sözsüz
iletişim arasındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırmanın anahtarı, göndericinin yanlış
anlaşılmaya neden olacak söz ve davranışlarının farkına vararak, onların
iletilmesine engel olmaktır. Jestler, yüz ifadeleri, tavırlar ve diğer temel sözsüz
iletişim faktörleri, gönderilen mesaja uygun olmalıdır.
Güvensizliği ortadan kaldırmak. Güvensizliği ortadan kaldırmanın hiç
şüphesiz en etkin yolu, güven yaratmaktır. Güvenilirlik; bireyin dürüstlüğü, adalet
duygusunun gelişmişliği, iyi niyeti, yetenekleri, sorumluluk duygusu ve diğerleri
tarafından iyi tanınma gibi özelliklerinin sonucunda ortaya çıkar.
Alıcının duygu dünyasını ayarlamak. İletişim kurduğunuz zaman, niyetinizi
açıklamanız gerekir. Bir şey söylemeye veya onu özel biçimde söylemeye
167
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
İletişim
ihtiyacınız olur; fakat mesajınızı karşı tarafa göre ayarlama gereği duyarsınız. Böyle
durumlarda mesaj alıcının duygu dünyasına göre ayarlanarak, iletişim engeli
ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Ağdalı ifadelerden kaçınmak. Ağdalı ifadelerden kaçınmak, alıcının mesajın
kodunu tam olarak çözerek, onu doğru anlamasına yardımcı olur. Ağdalı ifadeden
kaçınmak, mesajın iletilmesi sırasında ortaya çıkan belirsizliği azaltır.
Geri bildirim kullanmak. Geri bildirim, etkin bir iletişim için gereklidir ve bilgi
elde etme sürecidir. İletişimde geri bildirim, kaynağın gönderdiği mesajı, alıcının
yorumlayarak tekrar kaynağa iletmesidir.
Pekiştirme kullanmak. Mesaj birkaç farklı biçimde, karşı tarafa iletilir.
Başarılı bir iletişim için, mesajın bazı durumlarda birkaç kez tekrarlanmasına veya
yazılı iletişimde önemli kısımların altının çizilmesine pekiştirici denir. Yazılı
iletişimde pekiştirici kullanımı, sözlü iletişimde beden dilinin yerine geçer.
Basit bir dil kullanmak. İletişimde basit bir dil kullanımının önemi açıktır;
fakat çoğu insan kendini açıkça ve jargon kullanmadan ifade etmez. Dilin gücü
karmaşıklığında değil, kolaylıkla anlaşılmasındadır.
Sözleri davranışlarla desteklemek. İletişim, sadece etki ortaya çıkarmaz, aynı
zamanda güven de sağlar. Bir mesaj, sözden ibaret kalmamalıdır; mesajın gereğine
uygun bir davranışın ortaya çıkmasına da yardımcı olmalıdır.
Empatik dinleme,
kişinin iç dünyasını Yüz-yüze iletişim kurmak. Yüz yüze iletişim en etkin iletişim biçimidir. Bunun
anlayarak onun gözüyle nedeni, göndericinin alıcıdan direkt geri bildirim alma olanağına sahip olmasıdır.
dünyayı görebilme
Gerekiyorsa, mesajda ve ona karşı gösterilecek tepkide, bir değişim olanağı vardır.
çabasıdır.
İletişimde farklı kanallar kullanmak. Bazı mesajlar, çeşitli biçimlerde
gecikme tehlikesine uğramadan çabucak ve yazılı olarak iletilmek durumundadır.
168
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
İletişim
169
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
İletişim
170
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
İletişim
171
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
İletişim
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Geri bildirimin amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Mesajın anlaşıldığının bildirilmesi
b) Mesajın alındığının bildirilmesi
c) Mesaja uyumlu davranış gösterildiğinin bildirilmesi
d) Mesajın algılandığının bildirilmesi
e) Mesajın anlaşılmadığının bildirilmesi
172
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
İletişim
Cevap Anahtarı
1.c,2.d,3.a,4.d,5.c, 6.d, 7.b, 8.e, 9.e, 10.d
173
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
İletişim
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Tutar, H., Y., M. Kemal (2010). Genel İletişim Kavramlar ve Modeller, 7. Baskı,
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[2] Dökmen, Ü. (1999). İletişim Çatışmaları ve Empati, İstanbul: Sistem Yayınlar.
[3] Hall, R.H. (1977). Organization Structure and Process, New Jersey: Prentice-
Hall, Inc., Englewood Cliffs.
[4] Mary, M. (1987). Business Communication: Strategy and Skill, NJ: Prentice Hall
Inc.
[5] Erdoğan, İ.(1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
[6] Eren, E. (1998). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım
Yayım Dağıtım Aş.
[7] Gürgen, H.(1997). Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları.
[8] Champoux, J. E. (1996). Organizational Behavior. New York: West Publishing
Company.
[9] Griffin, R. W. (1993). Management, International Student Edition, London:
Houghton Mifflin Company.
[10] Gordon, J. (1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon, Inc.
[11]Goldhaber, G. M. (1990). Organizational Communication. Dubuque, IA: Wm.
C. Brown.
[12] Gökçe, O. (1998). İletişim Bilimine Giriş, Ankara: Turhan Kitapevi Basım Yayın
[13] Mutlu, E.(1994). İletişim Sözlüğü, Ark Yayınevi.
[14] Preston, P. (1989). Communication for Managers, New Jersey: Prentice-Hall,
Inc., Englewood Cliffs.
174
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
ALGILAMA VE ALGI YASALARI
açıklayabilecek,
• Algı ve benzer kavramları
kavrayabilecek,
• Duyu, duyum, algı ve algılama
ayrımı yapabilecek,
• Algı türlerini bilebilecek,
• Algıların özelliklerini bilebilecek,
• Algı yasalarını öğrenebileceksiniz.
ÜNİTE
9
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Algılama ve Algı Yasaları
Uyarıcı
Duyu
İzlenim
Algı ve Algılama
Geri bildirim
Anlama
Kümelenme
Duyu süreçleri
ALGILAMA ve ALGI YASALARI
Duygusal süreçler
Bağımlı Strateji
Geleneksel Strateji
Algı Türleri
Fırsatları izleme Stratejisi
Algıların Özellikleri
Elde Etme Stratejisi
Zaman-şekil Yasası
Yakınlık Yasası
Mekan AIgısı
Süreklilik Yasası
Algı Yasaları
Benzerlik Yasası
Tamamlama Yasası
Pragnanz Yasası
Basitlik Yasası
176
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Algılama ve Algı Yasaları
GİRİŞ
Algılama, uyaranların duyumsanması işlemine verilen addır. Algılama, duyu
ve duyum aracılığı ile meydana gelir. Alıcıların dış çevreden duyular vasıtasıyla
aldığı uyaranları sinirsel enerjiye çevirmesi sürecine algılama, ortaya çıkan ürüne
de algı adı verilir. Bireyin çevresinde olup bitenlere tepki vermesi için önce
çevreden gelen uyarıcıları algılaması gerekir. Organizmayı etkileyen herhangi bir
faktöre uyarıcı denir. Ses, renk, koku, tat gibi uyarıcılar beyni uyarır ve algılama
sürecini başlatır. Çevresel uyarılar duyu organları vasıtasıyla duyumsanır ve kişi
buna göre tepkide bulunur. Çevreden gelen birçok uyarıcı olmasına rağmen
bunların hepsi algılanmaz. Örneğin; karanlıkta kişi göremez, belli bir desibelin
üstünde veya altındaki sesleri duyamaz, mor ötesi ve kırmızı altı ışınlar çıplak gözle
görülemez, normal olarak sesin titreşimi saniyede yirmiden az yirmi binden fazla
olduğunda duyulamaz.
Algılama sadece uyarıcılarla ilgili bir durum değildir; yani algılama sadece
dışsal faktörlere (uyarıcı) bağlı değildir. Aksine içsel ve dışsal faktörlerin
etkileşimiyle olur. Algılamayı etkileyen içsel faktörlerden biri, aynı olguyu farklı
biçimlerde algılamaya neden olan kişiliktir. Kişilik, insanın kendi duygu ve
Zekâ ve yetenek
davranışlarının bir bütün oluşturmasıdır [1]. Kişilik her kişiye özgü özelliklerin
farklılıkları, algılamanın
farklı olmasına neden tümüdür ve algı objesi değişmese bile kişilik, algılamayı etkileyen önemli bir
olur. faktördür. Algılamayı etkileyen diğer bir faktör zekâ ve yetenektir. Bunlar bireyin
kapasitesini belirler. Zekâ ve yetenek farklılıkları, algılamanın farklı olmasına
neden olur.
ALGI VE ALGILAMA
Algı, uyaranların meydana getirdiği, hatırlattığı veya telkin ettiği duyular
yoluyla nesnelerin bilinmesidir. Algılama “beyin”e gelen duyu verilerinin beyinde
işlenerek belirli bir yapı ve organizasyona sokulma işlemidir [2]. Algılamanın olması
mutlak eşiğin üzerinde bir duyumsamanın olmasına bağlıdır. Mutlak eşik
organizmanın tepkide bulunabilmesi için gerekli en küçük uyarıcı şiddetidir.
Uyarıcıdaki değişikliğin fark edildiği en küçük miktara fark eşiği denir. Duyuların
mutlak eşik değerleri vardır. Örneğin; görme karanlık bir gecede 1 km uzakta mum
alevi; işitme, sessizlikte 6 m mesafedeki saatin işleyişi; tat, 8 lt suda erimiş bir çay
kaşığı şeker; koku, 6 odalı bir evde bir damla parfüm kokusu; dokunma, 1 cm
yükseklikten düşen bir sineğin kanadının yanağa değmesidir.
Algılar ihtiyaçları, güdüleri ve tutumları etkilediği gibi, ihtiyaçlar, güdüler ve
tutumlar da algılamayı etkiler. Aynı şekilde algılamanın fizyolojik ve psikolojik
boyutu vardır. Bu nedenle farklı kültürel değerlere ve sosyo-ekonomik özelliklere
sahip insanların algılama düzeyleri farklıdır. Algılama aşağıdaki süreçlere bağlı
olarak oluşur [2]:
Duyu süreçleri: Birey duyu organlarıyla çevresindeki çeşitli duyu
uyaranlarına ulaşır. Söz konusu uyaranlar duyular vasıtasıyla alınıp bilinçte
değerlendirildiği zaman algılama gerçekleşmiş olur.
177
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Algılama ve Algı Yasaları
Simgesel süreçler: Simge, bir obje veya durumu temsil eden işarettir.
Örneğin; limon resmi görülünce ekşi tadı algılanıp kişinin ağzının sulanması, simge
temelli bir algılama örneğidir.
Duygusal süreçler: Algılamanın duygusal süreçlerinde, uyarımın taşıdığı
mesaj ve bilgiyi aşan bir anlam üzerinde durulur. Örneğin; bir olayı ya da nesneyi
algılarken onun yalnız bellekteki geçmiş izlenimleri ve simgeleri birleştirilmekle
kalmaz, başka anlamlar üretilmeye çalışılır.
Algılama iki biçimde karşımıza çıkar; deneysel algılamalar ve zihinsel
algılamalar. Deneysel algılamalar, duyu organları yoluyla algıladıklarımız; zihinsel
algılamalar ise altıncı hissimizle algıladıklarımızdır. Birinci algılamayı sayısal, fiziksel
ve maddi özellikler meydana getirirken; ikincisini oluşturmak ve elde etmek daha
zordur. Zihinsel algılamaları sağlamak için karşı tarafın algılamasındaki sınırları,
engelleri bilmek ve mesajı buna göre vermek gerekir. Davranış biçimlerini akıl ve
mantıktan çok duygular yönetir [3]. Algılama, insana ulaşan bütün uyarıları
biçimlendiren iki yönlü bir süreçtir. Aşağıda Şekil.9.1’de beynin algılama bölgeleri
gösterilmiştir:
178
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Algılama ve Algı Yasaları
değildir. Duyu, uyaranın saf hali iken, algı kişinin psikolojisinden etkilenerek
duyunun insan beyninde kazandığı yeni biçimdir. Algı (percept, sense), duyu
organları aracılığıyla alınan uyaranların (duyusal sinyal, simge, sembol) anlamlı
bütünlük oluşturacak şekilde örgütlenmesi ve yorumlanmasıdır. Algı, duyu
uyarıcılarının, duyu alıcılarına ulaşmasıyla başlayan ve algılanan duyunun
tanınmasına, farkına varılmasına, kavranmasına, idrak edilmesine ve
tanımlanmasına kadar geçen fiziksel, nörolojik ve bilişsel süreçlerin tamamıdır.
Algılar çok boyutlu etkileşimli bir düzlemde gerçekleşir. Algı, uyarıcının
alınmasıyla başlar ve tanımlanmasıyla biten alt süreçlerle tamamlanır. Algı, idrak
etme, uyaranın içeriğine vakıf olma, bir etkiye maruz kalma ve ona tepki gösterme
olgusudur [4]. Algı, algılanan şeyin gerçeğine ulaşmak, olayı ve olguyu tüm
boyutlarıyla kuşatmak ve ilgi kurmaktır. Algıların alınma sürecine algılama denir.
Duyu organlarına ulaşan uyarıcıların (ses, koku, renk, ısı vb.) farkına varılması
algıdır. Algıların analiz edilip yorumlanması, örgütlenmesi, sistemleştirilmesi süreci
ise algılamadır. İnsan zihni uyarıcıların bir kısmını algılayarak seçici algı yeteneği
gösterir. “Algıda seçicilik” adı verilen süreci belirleyen kişinin inanç, değer, ihtiyaç,
istek ve beklentileridir.
Algıların araçlarla iyileştirilmesi mümkündür. Teleskop ve mikroskop görme,
telefon işitme yeteneğini arttırabilir. Bütün bunlar algıların gerçekliğin dışında
“Algıda seçicilik” adı oluşabildiğini, farklı bir forma dönüştüğünü; ancak hiçbir zaman gerçeklikten
verilen süreci belirleyen bağımsız olarak ortaya çıkmadığını gösterir. Algılar duyular sayesinde olur; ancak
kişinin inanç, değer, algılama (perception) genellikle duyularla karıştırılır. Oysa algılama, duyudan
ihtiyaç, istek ve (sense) daha karmaşık ve daha geniş bir anlam içeriğine sahiptir. Duyularla birlikte
beklentileridir. yorumlamayı (interpretation) kapsar. Duyular algının yapı taşlarıdır. Ancak
algılama sadece duyulara bağlı fizyolojik bir süreç değildir. İnsan düşünme yoluyla
hayali olarak algılar arasında gerçek olmayan bağlar kurabilir.
Örnek
Uyarıcı sürekli ve enerji düzeyinde bir değişiklik meydana gelmiyor ise duyu
organı uyarıcıya uyum sağlar ve tepkide bulunur. Böylece algıda süreklilik oluşur.
Örneğin; tabak, bardak, çatal ve kaşıklardan oluşan kurulu bir masayı algılarken,
sadece gözün retinasına düşen verilere dayanılmış olunursa, masanın üzerindeki
tabaklar uzaktayken oval, yaklaşınca yuvarlak gözükürdü. Bardaklar uzaktan
küçük, yakından büyük olurdu. Bu durum algı dünyasında içinden çıkılmaz bir
karmaşa yaratırdı. Beyin karmaşayı algısal değişmezlerle çözerek önlemektedir.
179
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Algılama ve Algı Yasaları
Algıların Özellikleri
Algılama sürecinde duyusal bilgi, nesnelere dönüştürülerek algılanır.
Örneğin; vücudun herhangi bir yerinde basınç duyumu yürüyen bir böcek (nesne)
olarak, bir değneğin yere düşmüş gölgesi, değneğin görünmediği yerden düz bir
sopa olarak algılanır. Bunlar insanın, duyu ve uyarıcıyı bir şekle, forma, nesneye
dönüştürerek algıladığını gösterir [5]. Bu dönüştürme sürecinde kişinin bilgisi ve
tecrübeleri etkili olur. Nesne algılanması dış algılar yoluyla oluyorsa önemli ölçüde
öğrenmeye dayanır. Öğrenmenin yanı sıra, uyarıcıların nesneler şeklinde
örgütlenmesi eğilimi, insanların duyu organları ve sinir sistemlerinin doğuştan
gelen (innate) bir yeteneği ve özelliğidir. İç algılar için öğrenme veya tecrübeye
ihtiyaç yoktur. Burada sezgiler devreye girer.
Algılama, algısal beklentilerin etkisi altındadır. İnsan deneyimlerine
dayanarak hem nesnel hem de sosyal çevre içinde beklenti geliştirir ve beklentiler
algılama sürecini etkiler. Özellikle, ait olunan kültür, içinde bulunulan ortam,
inançlar ve ihtiyaçlar algısal beklentileri etkiler. Bu nedenle algılamalar, “mutlak”
gerçekler değildir. Herkesin algılaması “kendi gerçeği”ni oluşturur.
Algılama sürecinde bir tek uyarana değil, uyaran gruplarına tepkide
bulunuruz. Buna algılamada örgütleme denir. Bir nesneden bir değil pek çok
uyaran gelir. Örneğin; bir portakaldan renk, şekil ve koku uyaranları birlikte gelir.
Sonra bu uyaranlar anlamlı bütünler halinde örgütlenir [6]. Bir ağaca baktığımızda
tek tek yaprakları ve dalları değil, ağacı görürüz. Aynı şekilde bir kişiye baktığımız
zaman onu göz, kaş, saç ve burun olarak değil Salih, Saliha veya Ali olarak görürüz
ki buna algılamada örgütleme denir.
Zihindeki tasarımlar, algılama sürecinde belli birtakım duyumlar alır, bunları
tanımlar ve yorumlar. Bu nesneleri çeşitli nitelikleri ile bir kez öğrendikten sonra
Herhangi bir sözcükte bunlarla farklı zamanlarda ve durumlarda karşılaştığımız zaman veya onlara farklı
harflerin yerleri değişse açılardan baktığımız zaman farklı görünmelerine rağmen biz onları hep aynı
de onları örgütleyerek görürüz. Bir nesne gözden uzaklaştıkça küçülür ama biz onu hep aynı büyüklükte
doğru biçimde algılarız görürüz. Bu olguya algısal değişmezlik denir. Tanıdığımız birinin bizden
(organizasyon). uzaklaştıkça görüntüsü küçülmesine rağmen onu hep aynı büyüklükte algılarız.
Buna büyüklük değişmezliği denir. Nesne kendisine bakıldığı açıya göre
farklılaşmasına rağmen onu daima aynı biçimde görürüz. Bu değişmezliğe biçim
değişmezliği denir. Aşağıda şekil. 9.2’de büyüklük değişmezliği gösterilmiştir:
180
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Algılama ve Algı Yasaları
İnsanın duyu
organlarıyla duyamadığı
ama sezdiği bazı olgular
vardır. Telepati
bunlardan biridir.
181
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Algılama ve Algı Yasaları
ALGILAMA SÜRECİ
Algılama süreci genel olarak iki aşamadan oluşur. Bunlardan ilki seçici
dikkat, diğeri organizasyondur. Seçici dikkat, dış dünyadan gelen uyarıcıların
tamamının beyine ulaşmayarak bunlardan bazılarının seçilerek algılanmasıdır.
Algısal seçimi etkileyen değişkenlikler, algılayan uyarıcıyla ilgili özellikler ve ikincisi
de algılayan bireyle ilgili özelliklerdir. Algısal seçimi etkileyen uyarıcıyla ilgili
değişkenler, dış dünyadaki uyarıcılar, bazı özelliklerine göre dikkat çeker ve sonra
da algılanır. Algısal seçimi etkileyen algılayıcıyla ilgili değişkenler kişinin beklentileri
ve ihtiyaçlarıdır. İnançlar ve değerler de kişinin algısını etkiler. Algılama sürecinde
bireyin beklentileri, deneyimleri, ihtiyaçları, eğitim düzeyi, toplumsal ve kültürel
etkenler sürece dâhil olur. Gelen duyuları seçme, bazılarını ihmal edip bazılarını
güçlendirme, aradaki boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlam verme
faaliyetleri bu aşamada gerçekleşir [11]. Dolayısıyla algılama, öğrenme ve
deneyimlerin sürece dâhil olduğu karmaşık işlemler dizisidir.
Duyu organları, algılamanın araçlarıdır. İnsan, iç ve dış çevresinden gelen
uyarıcılarla karşı karşıya kalır; bunları duyar ve kaydeder. Kaydettiği ilk izlenimi
yorumlar. Yorumlarının doğruluğu geri bildirimle denetlenir ve uyarıcılar yolu ile
gelen etkiyi “anlam”a veya “davranış”a dönüştürür. Böylece tutumlar ve
davranışlar algılara göre biçimlenir. Aşağıda şekil.9.5’te algılama süreci
gösterilmiştir:
DIŞ ÇEVRE
- Fiziksel
Algılama sürecinin Çevre
sonucunda algılar Uyarıcı Duyu İzlenim
- Sosyo-
ortaya çıkar. Bazen kültürel
uyarıcı olmasına çevre
rağmen algılama olmaz.
182
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Algılama ve Algı Yasaları
gerçekleştiriyor olma” demektir. Aristo’ya göre duyu yetisi, yanmaya hazır olan bir
maddeye benzer ve faaliyetine başlamak için de ilk ateşlemeyi (algılamayı)
başlatacak bir ateşleyiciye (uyarıcı) ihtiyaç vardır.
Algılama bir süreçtir ve yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi beş aşamadan
oluşur. Bu aşamalar uyarıcı, duyu, izlenim, dönüt ve anlamadır. Algılama süreci
algılanan nesnenin, olayın niteliğine göre kısa ya da uzun sürebilir. Bu aşamaların
süresi, oluşumu, algılamanın sağlamlığı bakımından önemlidir. Algılama aşamaları
ve olası engeller aşağıdaki gibi açıklanabilir [2]:
Uyarıcı (stimulus): Algı bir uyarıcıyla başlar. Uyarıcı, organizmayı etkileyen
çevresel etkendir. Deriye batan iğne, göze çarpan ışık, desen, renk ve şekil, kulağa
gelen sesler birer uyarıcıdır. Uyarıcılar kişinin duyumsama yeteneğini harekete
geçiren faktörlerdir. Uyarıcılar, mekanik veya kimyasal olabilir. Söz konusu fiziksel
ve kimyasal değişiklikler (uyarıcılar) yeteri kadar kuvvetli olursa, duyu organlarını
etkiler ve algılamayı başlatır. Algılama sürecinin sonucunda algılar ortaya çıkar.
Bazen uyarıcı olmasına rağmen algılama olmaz. Örneğin, bilmediğimiz dili konuşan
birinin cümlelerini algılayamayız. Çünkü duyu organları sesleri bir sinirsel enerji
olarak beyne taşımasına rağmen, beyin kendisine taşınan her şeyi algılama başka
bir ifadeyle işleme yeteneğine sahip değildir. Aksi halde beynin her problemi
çözmesi, her soruya cevap vermesi gerekirdi.
Duyu organlarımızın beyne gönderdiği duyusal veriler beyin tarafından
işlenir. Yani duyu verisinin belli fark eşiğinin üzerinde olması durumunda beyin
bunları işler (algılar). Çevreden organizmaya ulaşan bütün fiziksel uyarıcılar, duyu
organlarında kimyasal ya da elektriksel değişikliklere sebep olur. Bu değişikliklerin
meydana getirdiği sinir akımının belli sinir yollarından geçerek beyne ulaşmasına
duyum denilmektedir. Bu fizyolojik bir olay olarak kabul edilir. Çevreden gelen bu
etkilerin duyulabilmesi yetisine de duyu denir. Duyu, alıcı hücrelerin dış çevredeki
fiziksel enerjileri yakalayarak sinirsel enerjiye çevirmesiyle oluşur. Dış dünyadaki
mesajları organizma duyu organları aracılığıyla alır.
Örnek
183
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Algılama ve Algı Yasaları
tanımlanması veya kodlanmasıdır. Duyu olgular hakkında bir tür işlevdir. Algı ise,
nesnelerin görünüş özelliklerini ve mekânda yer alma biçimlerini yansıtır. Algının
duyudan farklılığı; duyu, duyu organlarının gerçek bir işlevidir ancak algı bir
yönelim durumudur. Algılar duyular üzerine kuruludur, duyular algıya temel
oluşturur. İnsana çevresinden pek çok fiziksel güç etkide bulunur.
İzlenim. Kimi zaman duyu organları algılamaya yetecek güçte duyu
alamazlar. Çevreden gelen uyarıcılar, anlamaya yetecek güçte olmadığında
insanda yalnızca bir izlenim bırakırlar. İzlenim, uyarıcıların tam anlaşılmamış
etkileridir. Bulanık, yetersiz olan izlenimler, çevreden gelen uyarıcıları yanlış
algılamaya yol açabilir.
Geri bildirim. İnsanın izlenim aşamasında, belirsizlikten, yanılgıdan ve ön
yargıdan kurtulmak için edindiği duyuyu yorumlayarak değerlendirmesidir. Bu
değerlendirmenin sonunda insan, edindiği duyudan geri bildirim alır. Geri
bildirimler, insanın ilgisinin yeniden duyuyu yaratan uyarıcıların kaynağına
yönelmesini sağlar.
Anlama. Anlama aşamasıyla algılama süreci tamamlanır ve ortaya algı çıkar.
İnsan, bir anlama ulaştığında davranışına temel olacak bir algıyı edinir. İnsanın
anladığı doğru da olabilir yanlış da. İnsanı gerçek olmayan algılara iten nedenler
şunlardır [2]:
Kümelendirme. İnsan, çevresinde olan nesneleri, olayları, insanları, “ak” ile
“kara” gibi zıt kümelere ayırdığında (kategorize etme), kendini bu ayırımdan birine
yanlı görüp, diğerine ilişkin algılarını olumsuzlaştırma eğilimi gösterir.
Duygusal yeğleme. İnsan beğendiği, sevdiği, hoşlandığı nesneleri, olayları,
bulanık ortamda bile olumlu (iyi, güzel, doğru) yönde algılar.
Ket vurma. İnsan, görmek istemediği, özellikle utanç duyduğu nesnelerden,
olaylardan gelen uyaranları ketleyerek duymama eğilimi gösterir.
Yaşantıyı karıştırma. İnsan, geçmişte edindiği algılarını, aynı ya da benzer
Dış algılar, hayaller, olaylara, nesnelere ilişkin son algılarıyla değiştirebilir. Bu değişiklik yanlış da
geçmişteki izlenimlerin olabilir doğru da olabilir.
tamamlanmasından ve
kendi içinde bütünleşmiş Alışkanlık. Sürekli algılanan olaylara, nesnelere karşı oluşturulan alışıklık,
duyulardan oluşur. olay ya da nesne değişse bile ayrımına varılmadan, eskisi gibi algılanmaya yol
açabilir.
Ortamın etkisi. Aynı uyaran, farklı ortamda farklı algılanabilir.
Sonuç olarak algılamanın doğru ve gerçek olması için dış uyaranların insanın
duyu/algı organlarına kadar gelmesini engelleyecek fiziksel engelin olmaması
gerekir. Algılamanın ve anlamanın doğruluğu için fiziksel engelin bulunmaması
yeterli değildir [13].
184
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Algılama ve Algı Yasaları
ALGI TÜRLERİ
Algıları iç ve dış algı şeklinde sınıflandırabiliriz. Algılama için uyarıcıya ihtiyaç
vardır; ancak uyarıcı olmadıkça algılamanın olamayacağını söyleyemeyiz. Algılama
için her zaman dış uyarıcıların olması gerekmez. Benliğin bilinç aracılığıyla kendi
durumu ve eylemleri hakkında elde ettiği bilgi veya uyarıcılar vardır ki bunların
algılanması için kişinin iç melekeleri devreye girer. Bunlara iç algı denir.
Nesnelerin insan aklında meydana gelen şekilleri ve görüntüleri vardır.
Bunlara dış algı denir. Dış algı, dış dünyadaki nesnelerin insan zihnindeki
resimlerine ilişkin algıdır. Bu tür algılar gerçektir ve gerçeğin görüntüleridir.
Bununla birlikte algılar farklı kültürel bağlamlarda farklı biçimlerde ortaya çıkar.
Dış algılar, hayaller, geçmişteki izlenimlerin tamamlanmasından ve kendi içinde
bütünleşmiş duyulardan oluşur.
Algılar aşağıdaki gibi dörtlü bir ayrıma tabi tutulabilir [2]:
Duyu algısı. Eşyaya ait özelliklerin duyu organları aracılığıyla alınarak nitelik,
nicelik, yer ve durum gibi kategoriler hakkında bilgi sahibi olunmasıdır.
Hayal algısı. Eşyayı, yine duyu algısındaki özellikleriyle; fakat bu kez ortada
eşya olmadan, onun gözden uzak olarak hayal edilmesi ve hatırlanışıyla ilgilidir.
Dış algı: İnsan, duyu süreçleri bağlamında iç ve dış algılar yoluyla
çevresindeki olayları değerlendirir. İnsanın çevresel duyuları algılaması sırasında
yararlandığı “dış algı”lar (görme, duyma, dokunma) kişinin duyu organları
sayesinde algıladığı duyulardır.
İç algı: Dış algılarla birlikte, duyu organlarıyla algılayamadığı algılar da vardır.
Bunlara “iç algı” denir. İç algılar, insan sezgileriyle ve öngörüleriyle ilgili algılardır.
Bir diğer algı türü “öz algı”dır. Bunlar iç ve dış algı arasında sentez kuran algılardır.
ALGI YASALARI
Algının nasıl işlediği ve algılamaya esas teşkil eden faktörler algı yasalarını
oluşturmaktadır. İnsan dış dünyasını tanıyabilmek için duyu organlarına ihtiyaç
duyar. Ancak duyu organlarının sıradan işleyişi, algılama için yeterli değildir.
Örneğin, insan yorgun bir anında bakar; fakat göremez, dinler işitemez [14].
Aslında onun duyu organları uyarılırsa, ilgisini çeken bir durum olursa, sonuç çok
daha başka olabilir. Bir olay, durum kişiyi motive ediyorsa, motifin derecesine göre
kişi kendisini o uyarıcıya odaklar, onu dikkatle gözleyip inceler ve izlenimlerini
hafızasına yerleştirir. Kişinin kendisini motive eden varlık ya da olayı
gözleyebilmesi için yapmış olduğu seçme faaliyetine dikkat denilmektedir.
Dikkat, bilincin açıklık ve işlevsellik derecesi, insanın algılamaya hazır oluş
düzeyidir. Dikkat, duyuları algılamayı sağlar. Buna göre dikkati, duyu organlarının
Kişinin yorum biçimini, bilinci bir uyarana yönlendirmesi olarak tanımlayabiliriz. Dikkat zihinsel ve
eğitimi, kültürü inancı bedensel yeteneklerin, uyaran üzerinde yoğunlaşma düzeyidir. Dikkat bilinçli veya
ve değerleri etkiler. bilinçsiz bir şekilde ortaya çıkabilir. Bilinçli olarak ortaya çıkan dikkat, bilişsel
süreçlere bağlıdır. Oysa bilinç dışı dikkat yüksek bir sese, bir hareketliliğe veya
185
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Algılama ve Algı Yasaları
parlak bir ışığa yönelebilir. Dikkat bir fark etme durumudur ve dış dünyanın fark
edilebilmesi, algıyla başlar ve algı için dikkat bir başlangıç ve ön koşuldur.
Dikkat, bir seçme faaliyetidir; insanın bir şeye dikkat edebilmesi, seçici
algılarının devreye girmesiyle olur. Seçme faaliyetinin başlaması için uyaranın
olması yetmez. Uyaranlar algılama için yeterli olsaydı herkesin aynı nesneden veya
olaydan aynı sonucu çıkarması gerekirdi. Oysa algılama sürecinde devreye kişisel
özelliklere dayalı subjektif yorumlar girer [15. Kişinin yorum biçimini, eğitimi,
kültürü inancı ve değerleri etkiler.
Algılama sürecinde dikkat bir seçim faaliyeti olarak ortaya çıkar. İnsanın
seçim yeteneği üzerinde birçok faktörün etkisi vardır. Bunlar iç ve dış faktörler
olarak iki grupta incelenebilir:
Dış faktörler: Kişinin sosyal ve fizikî çevresinden algıladığı faktörlerdir.
Günümüzde daha çok reklamcılık tekniği, bu tür uyarıcılarla insanların dikkatini
geniş ölçüde etkilemektedir. Dikkati etkileyen başlıca faktörler; uyarıcının durumu,
şiddeti, büyüklüğü, devamlılığı, hareketliliği, tekrarı, ayrılmış ve farklı oluşudur.
İç faktörler: Bunlar insanları bir seçim faaliyetine yönelten ve içten gelen
güç/güdü kaynaklarıdır. Özellikle fizyolojik ve psiko-sosyal kaynaklı motiflerdir. Bu
faktörler insanın kültürüne, eğitimine, alışkanlıkları ve sosyal yaşantısına bağlıdır.
İçsel faktörler; açlık, susuzluk, cinsiyet gibi fizyolojik temelli güdüler olabildiği gibi
heyecanlar (sevgi, kin-nefret, öfke, korku), ilgi ve beklenti gibi psikolojik ve
sorumluluk bilinci gibi toplumsal nedenler de olabilmektedir.
Dikkati hazırlayan dış faktörler kişinin eğitimine, yaşına ve tecrübesine göre
farklılık gösterse bile, iç faktörler tümüyle doğal dürtülere göre şekillendiği için
bunlar açısından kişiler arasında fazla bir değişiklik söz konusu değildir. Algılama
sürecinde önemli bir faktör olarak değerlendirilen dikkatin bir tek boyutu veya türü
yoktur. Dikkat türlerini aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz [2]:
İlgi dikkati: Ortaya çıkması için bilinçli bir tercih gerektirmeyen dikkat
türüdür. İnsanın özel ilgisi ve merak duygusu bu tür dikkatin oluşumunu sağlar. İlgi
ya da merak insanlarda genetik faktörlerden, kültür ve eğitimin etkisinden
kaynaklanabilir. Kişilik özelliklerinin sonucu olarak insan bilinçli bir çaba
Seçicilik bireyin ve harcamadan uyarımlara karşı daha dikkatli olabilmektedir.
uyaranın yapısına ilişkin Bilinçli dikkat: Bu dikkat türünde zihinsel faaliyetin bir hedefi vardır ve
faktörlere göre değişir. insanın bir düşünce sürecinde özel bir gayret göstermesi, zihinsel çaba harcaması
gerekir. Burada insan kendi arzusu ve iradesiyle gözlediği olay, durum, nesne ya da
kişiye dikkatini yöneltmektedir ve zihinsel yönden aktif durumdadır.
Bilinçli olmayan dikkat: İnsanın elinde olmadan bazı olay, durum ya da
kişilerle ilgili uyarımlar, onun dikkatini çeker. Örneğin, insanın çok sevdiği veya
nefret ettiği insanlar kalabalıklar içinde herkesten daha fazla dikkatini çeker. Erken
fark etme veya dikkat etme üstünlüğü, bilinç dışı nedenle ortaya çıkar.
Duyu organları tarafından algılanan uyarıcıların zihinsel süreçler tarafından
formlara dönüştürülmesi, belirli kurallar çerçevesinde olur. Seçicilik bireyin ve
186
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Algılama ve Algı Yasaları
uyaranın yapısına ilişkin faktörlere göre değişir. Uyarıcı yapısına ilişkin etkenler,
duyu organlarını etkileyen çok sayıda uyarıcıdan hangilerine dikkat edeceği ile
ilgilidir. Dikkati ve dikkat yoluyla algılamayı belirleyen uyarıcı ve bireysel özelliklere
ilişkin etkenleri aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Şiddet ve büyüklük: Bir uyarıcının şiddeti ve büyüklüğü arttıkça uyarıcının
algılanma yeteneği artar. Parlak bir ışık solgun olanına göre, yüksek bir ses, kısık
olanına göre daha kolay algılanır.
Kontrast: Kendisiyle birlikte algılanan diğer uyarıcıların bulunduğu bir
ortamda karşıtlık oluşturan bir uyarıcının algılanma olasılığı daha yüksektir. Kız
öğrenciler arasında başka bir kız öğrencinin algılanması, erkek öğrenciler
arasındaki bir kız öğrencinin algılanmasından daha zordur.
Hareket: Uyarıcıların hareket halindeki bir nesneden gelmesi, sabit bir
nesneden gelmesinden daha fazla dikkatleri çeker (uyarıcı etkisi yapar). Bu
nedenle, vitrinlerde nesneleri hareketli ortamlarda sergilemenin uyarıcı etkisi
daha fazladır.
Tekrar ve pekiştirme: Uyarıcının algılama gücünü arttıran diğer bir faktör,
tekrarlar ve pekiştirmedir. Ancak tekrarın çok fazla olması, rutinleşme,
Algılamada zemin monotonlaşma etkisi oluşturduğu için zamanla algılamayı zorlaştırabilir. Uygun
üzerinde dikkati çeken zamanda yapılan tekrarlar, fark etmeyi kolaylaştırır.
şekli görür ve onu
algılarız. Farklılık ve yenilik: İnsanlar farklılıkları, aykırılıkları ve gariplikleri sıradan
olanlardan daha erken algılar. Bir kişi için sıra dışı olan bir uyarıcı, rutin ve alışılmış
olandan daha erken algılanır.
Değişmezlik: Algının bir başka özelliğidir. Asılı bir duvar saati, farklı açılardan
bakınca şekil değişimine uğramasına rağmen, değişmezlik algısı sayesinde her
yerden daire şeklinde görülür. Açı farklılığı, şekli gerçekte elips hale getirmesine
rağmen değişmezlik algısı, insanın onu her zaman daire şeklinde görmesine neden
olur. Bu durum şekillerin beyinde yeni baştan yorumlanmasından kaynaklanır.
Örnek
187
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Algılama ve Algı Yasaları
onu algılarız. Burada zemin-şekil yer değiştirebilir ve dikkat ettiğimiz nesne şekil
olurken diğer uyarıcılar zemini oluşturabilir.
Yakınlık yasası: Organizma bir alan içinde bulunan nesneleri birbirine
yakınlıklarına göre gruplayarak algılar. Buna yakınlık yasası denir. Yakınlık,
zamanda yakınlık ve mekânda yakınlık olmak üzere iki şekilde incelenebilir.
Örneğin, müzikteki notalar zamanda yakınlık algısına göre algılanır. Zaman içinde
birbirine yaklaşan ya da uzaklaşan vuruşları ayrı ayrı değil bir melodi olarak
algılarız.
Mekân algısı: Mekân algısı, mekân içinde birbirine yaklaşan nesnelerin bir
bütün olarak algılanmasıdır. Yağan yağmurda tek tek damlaları değil yağmurun
Algı Gestalt kendisini algılarız. Ormandaki ağaçları tek tek değil ormanın kendisini görürüz.
psikologlarına göre bir
Bunlar mekânda yakınlık algısıdır.
örgütlemedir. Bu
örgütleme bütüncül bir Süreklilik yasası: Organizma anî, birdenbire olan değişikliklerden çok,
yapıyı ifade eder ve sürekliliği algılar. Peş peşe yanıp sönen lâmbaları dönüyormuş gibi görmek,
bütün parçalardan algılamada süreklilik yasasından dolayıdır. Aynı yönde giden birimler, çizgiler
farklıdır.
birbiri ile ilişkili olarak algılanırlar.
Benzerlik yasası: Organizma birbirine benzeyen uyarıcıları gruplayarak
algılar. Buna benzerlik yasası denir. Benzerlik yasası hem görsel hem de işitsel
uyarıcılarda geçerlidir [16]. Örneğin; sarışın birini gördüğümüzde kuzey ülkeleri,
esmer birini gördüğümüzde ise aklımıza Afrika gelir. Koreliler de çekik gözlü
olmasına rağmen aklımıza önce Japonlar gelir. Bunun sebebi benzerlik algısıdır.
Tamamlama yasası: Tamamı görülmeyen nesneler bütün olarak algılanır.
Tamamlama yasası nesneleri tamamlama olduğu gibi olayları da tamamlama
konusunda insanı yönlendirir. Tanıdığımız ancak tamamını görmediğimiz nesneleri
zihnimizde tamamlarız.
Pragnanz yasası: Gestalt psikologlarının algı yasaları ile ilgili en kapsamlı
yasaları “Pragnaz Yasası”dır. Bu yasaya göre; her psikolojik olayda anlamlı, tam ve
basit olma eğilimi vardır. İnsanlar uyarıcıları bütün olarak algılama eğilimindedir.
Basitlik Yasası. Basit parçalar daha kolay algılanır. Diğer unsurlar eşit olduğu
halde, birey basit, düzenli bir şekilde organize edilmiş figürleri daha kolay ve daha
erken algılama eğilimindedir. Bu yasa, algılanan nesne öyle olmasa bile
algılamanın simetrik, düzenli, düzgün olan iyi bir biçime, şekle, bütüne doğru
olduğunu göstermektedir.
188
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Algılama ve Algı Yasaları
Bireysel Etkinlik
•Gerçek ile algı arasında farklılık her zaman vardır. Kant bunu belirtmek
için gerçeye numen, gerçeğin algılanan şekline ise fenomen
demektedir. Siz de çevrenizdeki insanların algı yanılmalarına dair
sorular sorarak, algı yanılmalarına ilişkin hatırlarını sizinle paylaşmasını
sağlayabilirsiniz.
189
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Algılama ve Algı Yasaları
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İnsanın olayları sağlıklı değerlendirebilmesini algılarının sağlamlığı ve
doğruluğu belirler. Buna göre algılamanın sağlamlığı aşağıdakilerden
hangisine bağlıdır?
a) Gerçek izlenimlere
b) Gerçek duygulara
c) Gerçek algılara
d) Algılama yeteneğine
e) Zihinsel yeteneklere
191
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Algılama ve Algı Yasaları
Cevap Anahtarı
1.e, 2.c, 3.a, 4.a, 5.a, 6.e, 7.a, 8.d, 9.d, 10.e
192
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Algılama ve Algı Yasaları
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Yeşilyaprak, B. (2003). Genel psikoloji, Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
[2] Tutar, H. (2009). Algılama Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayınları.
[3] Arkonaç, S. (1998). Psikoloji Zihin Süreçleri Bilimi, İstanbul.
[4]Baymur, F. B. (1994). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
[5]Gordon, J.(1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon Inc.
[6]Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
[7]Erdoğan, İ. (1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
[8]Eroğlu, F. (2000). Davranış Bilimleri, 5.basım, İstanbul: Beta Yayınevi.
[9]Morris, C. G. (2002) Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: N. Ekrem Düzen), Ankara: Türk
Psikologlar Derneği Yayınları.
[10]Luthans, F. (1992). Organizational Behavior, 6. edition, McGraw Hill
International Editions.
[11]Teber, S. (2000). Davranışlarımızın Kökeni, İstanbul: Say Yayınları.
[12]Yüksel, Ö. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi.
[13]Mehmet, S. (2005). Sosyal Psikoloji, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[14]Saydam, A. (2006). Algılama Yönetimi, 2. bsk, İstanbul: Rota Yayınları
[15]Silah, M. (2005). Sosyal Psikoloji, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[16]Özkalp, E. ve Kıral, Ç. (1997). Örgütsel Davranış, Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaası
193
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
KİŞİLİK
• Kişilik Kavramı
İÇİNDEKİLER
Prof. Dr.
Ömer Faruk İŞCAN
ÜNİTE
10
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Kişilik
Kişiliğin ve Kişisel
Projektif Testler
Farklılıkların Ölçümü
Kişilik
Davranışsal Ölçümler
Eysenck’in Kuramı
Cattel’in Kuramı
Freud’un Kuramı
Jung’un Kuramı
195
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Kişilik
GİRİŞ
Her birey kendine özgü bilgi, beceri, yetenek, tutum, değer, algılama şekli
ve kişiliğe sahiptir. Bu gerçeklik, her bireyin kendine özgü olduğu anlamını
taşımaktadır. Ancak yine de bu olguların hepsi açısından bireyler birbirlerine
benzemekte ya da farklılaşmaktadır. Bu da bilimsel yöntem kullanarak bu
konularda bir takım tipleme ya da genellemelerin yapılabileceği anlamını
taşımaktadır. Bir başka ifade ile bireyler fiziksel özelliklerine bakılarak nasıl ayırt
edilebiliyorsa, kişilik özellikleri ortaya konarak da böyle bir ayrım
Bireylerin fiziksel gerçekleştirilebilir. Bu ise diğer tüm kavramların yanı sıra kişilik kavramının da her
görünümlerine açıdan ele alınması ya da incelenmesi gereken bir kavram olduğu anlamını
bakılarak yapılan taşımaktadır. Özellikle insanın sosyal bir varlık olduğu ve diğerleri ile bir arada
ayrımın bir benzeri yaşadığı düşünülürse, bu birlikteliği kolaylaştırmak açısından kişilik kavramını ve
kişilik özelliklerine bu noktada bireyler arasındaki farklılıkları anlayabilmek son derece önemlidir.
bakılarak da yapılabilir.
Kişiliğin altı çizili bu önemi, olguyu davranış bilimlerinin önemli bir inceleme
konusu haline sokmuştur. Davranış bilimleri açısından kişilik kavramı, insanın
bireysel davranışı için temel oluşturan bir kavramdır. Bu nedenle bireysel davranışı
anlayıp açıklayabilmenin yolu, kişilik kavramından ve psikoloji bilim dalı içerisinde
bununla ilgili mevcut sistematik bilgi birikimi bulgularından yararlanmaktan
geçmektedir.
Bu içerik çerçevesinde bu bölümde kişilik olgusu ayrıntılı bir şekilde ele
alınacaktır. Öncelikle kişilik kavramı tanımlanacak ve kişiliği belirleyen faktörler
açıklanacaktır. Daha sonra ise kişilik kuramları, kişilik tipleri ve kişiliğin ölçülmesi
konularına değinilecektir.
KİŞİLİK KAVRAMI
Kişilik, insanların kendilerini ve diğerlerini nasıl gördüklerini ve
değerlendirdiklerini, diğerlerini nasıl etkilediklerini, iç ve dış ölçülebilir
özelliklerinin neler olduğunu ve birey-durum etkileşiminin nasıl gerçekleştiğini
açıklayan bir kavramdır. Bu içeriğin genel yapısı kişilik kavramının tanımlanmasını
da son derece güç hale sokmaktadır. Bu genel yapı içerisinde kişiliği tanımlama
çabaları ortaya çok farklı tanımlar çıkarmaktadır.
Kişileri fiziksel özelliklerinin yanı sıra zihinsel özelliklerini değerlendirerek
ayırmaya çalışmak hepimizin günlük yaşantımız içerisinde sıklıkla yaşadığı bir
durumdur [1]. Hepimiz bu tür durumları fark eder ve dile getiririz. Örneğin;
insanları ayrıştırmak için birisinin diğerlerine göre daha aksi, hayat dolu, öfkeli ya
da kitaplara düşkün olduğunu söyleriz. Bunu yaparken söz konusu kişinin mental
yapısının ya da kişiliğinin özü olarak bize yansıyan ya da gördüğümüz durumu
tanımlayan kelimeler kullanırız. Bu kelimeleri ayrıca kişilerin davranışlarını tahmin
etmek için de kullanırız. Ancak bunların tümü bireyin kişiliğini anlama ve
açıklamada yetersizdir. Çünkü bu değerlendirmelerin hepsi son derece özneldir.
Psikolojide kişilik, günlük yaşamda kullandığımızdan çok daha derin
anlamlar taşımaktadır. Kişilik, insanların dünyayı nasıl görüp yorumladığını ve ona
nasıl tepki verdiğini yansıtan bir kavramdır. İnsanların bireyler olarak
farklılaşmasının mihenk taşını oluşturmaktadır. Psikoloji bilimi öznel
196
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Kişilik
197
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Kişilik
Kişilik tanımının göze çarpan bir diğer özelliği, bireyin diğerlerinden farklı
olarak şekillenen özelliklerinde ortaya çıkan tutarlılıktır. Bir başka ifade ile kişiliğin
tutarlılığı, bu özelliklerin zaman içerisinde bir süreklilik göstermesi gerektiği
anlamını taşımaktadır. Bu süreklilik elbette ki değişmezlik anlamına
gelmemektedir. Ortam ve koşullara bağlı olarak kişilik, zaman içerisinde yavaş da
Davranış bilimlerinde
olsa değişebilmektedir. Bu değişim ifade ettiğimiz gibi ani bir değişim değil;
davranış, tutum ve
kişilik kavramları davranış, tutum ve kişilik arasında kişinin tüm yaşantısı boyunca devam eden
karşılıklı etkileşim karşılıklı etkileşimle ortaya çıkan yavaş bir değişimdir.
içerisindeki olgular Davranış, tutum ve kişilik kavramları davranış bilimlerinde birbirinden
olarak
bağımsız olarak ele alınamayan kavramlardır. Psikolojik işlevsellik olarak da ifade
değerlendirilmektedir.
edilen bu durum, kişilik ve davranışlar arasındaki etkileşimi ve bu etkileşimin
sürekliliğini vurgulamaktadır. Bir başka ifade ile kişinin yaşamındaki gelişim süreci
boyunca yönelimleri, amaçları ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan davranış, tutum
ve kişiliği arasında karşılıklı etkileşime dayalı bir ilişki söz konusudur.
Kalıtsal Faktörler
Kalıtım, bireyin doğuştan elde ettiği fiziki yapı, cinsiyet, güzellik, kas ve
refleks kapasitesi, enerji düzeyi, biyolojik ritim gibi anne babadan devralınan
biyolojik, fizyolojik ve psikolojik özelliklerdir. Kişiliğin oluşumunda kalıtsal faktörler
etkili olmaktadır. Bu duruma ilişkin en önemli kanıtlar ayrı ortamlarda yetişen tek
198
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Kişilik
Çevresel Faktörler
Bireyin içinde bulunduğu çevrenin kişiliğin gelişimini etkilediği kabul
edilmektedir. Kişiliğin oluşumunu etkileyen çevresel unsurlar üç ayrı başlık altında
incelenebilir: Aile, toplum ve kültür, deneyim.
Aile
Bireyler doğumla birlikte belirli bir ailenin parçası haline gelirler. Aile, bir
noktada bireyi daha geniş anlamda topluma takdim eden bir aracı konumundadır.
Bu noktada anne-baba ve kardeşler bireyi içinde yaşanılan kültürün davranış
standartlarına alıştırmada önemli roller üstlenmektedirler. Bu etki, yalnızca
Hayatın ilk yıllarında
bireyin sosyalleşme çekirdek aile üyeleri ile sınırlı kalmayıp büyük anne ve baba, amca, teyze, hala,
sürecinde ailenin payı kuzen gibi geniş aile fertleri ile de ortaya çıkabilmektedir.
büyüktür. Ailenin bireyin kişiliğinin gelişimine etki etme yolları çok çeşitlidir:
Örnek
199
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Kişilik
Toplum ve kültür
Bireyin içerisinde doğduğu ve yetiştiği çevrenin davranış norm ve modelleri
noktasındaki standartları kişiliğin oluşumu ve gelişimi üzerinde etkili olmaktadır.
Bu etki mahalle ve okul gibi görece somut farklılıklarda kendini belli edebileceği
gibi toplum ya da kültür gibi daha soyut temellerde de ortaya çıkabilmektedir.
Örnek
200
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Kişilik
KİŞİLİK KURAMLARI
Kişiliğe ilişkin araştırmalar iki farklı açıdan hareketle gerçekleştirilmektedir.
Psikolojideki bu farklı bakış açıları nomotetik (kural koyucu) ve idiyografik
(bireysel) yaklaşımlar olarak belirtilmektedir. Nomotetik kuramlar kişiliği,
özelliklerin belirlenmesi ve ölçümü aracılığı ile ortaya koymaya çalışırken bu
süreçte kişilik testlerini kullanmakta ve kalıtsal faktörlerin kişiliğin en önemli
belirleyicisi olduğunu varsaymaktadır [3].
İdiyografik kuramlar ise kişiliği tanımlamada her bireyin eşsizliğinin dikkate
alınması gerektiğini savunmaktadır. Bu kuramlar testlerin kişiliği ölçmede sınırlı bir
değere sahip olduğunu belirterek buna gerekçe olarak da kişiliğin, bireyin öz
görüşü (self-concept) açısından tanımlanması gerektiğini göstermektedir.
Dolayısıyla idiyografik kuramlar bünyesinde kişilik, birey ile içinde yaşadığı çevre
arasındaki dinamik etkileşimin bir fonksiyonu olmaktadır.
Yine de bu ayrım bütün kişilik kuramlarını kapsayan bir farklılık noktası
değildir. Bir başka ifade ile nomotetik ve idiyografik yaklaşımların ikisini birden
bünyesinde barındıran kuramlar da mevcuttur. Bu tür kuramlar genelde alanda
yapılan ve bu iki ayrımdan herhangi biriyle özdeşleştirilemeyen kişisel katkılar
sonucunda ortaya çıkmıştır.
Nomotetik kuramlar,
kalıtsal faktörlerin Eysenck’in Kişilik Kuramı
üzerinde dururken;
Eysenck, kişiliğin önemli boyutlarını belirlemek için gerçekleştirdiği
idiyografik kuramlar
kişiliği birey-çevre çalışmalar sonucunda kişiliğin iki önemli boyutu olduğu görüşünü ileri sürmüştür.
etkileşiminin bir Bunlar dışa dönüklük-içe dönüklük ve nevrotiklik-dengelilik şeklindedir. Her iki
fonksiyonu olarak boyut açısından bireyin kişiliğinin ölçek üzerinde hangi noktada yer aldığı testlerle
görmektedir. ortaya çıkarılmaktadır. Bu doğrultuda dışa dönüklük canlı, yaşam dolu ve sosyal
olmak gibi özelliklerle ortaya çıkarken; içe dönüklük ise utangaç, sessiz ve
çekingen gibi özelliklerle kendini belli etmektedir. İkinci boyutun birinci uç
noktasını oluşturan nevrotiklik de tedirginlik, mutsuzluk ve duygusal denge
yoksunluğu gibi nitelenen bir kişilik yönüne işaret etmektedir. Ölçeğin öbür
ucunda yer alan dengelilik ise dingin, sakin, güvenli ve duygusal açıdan dengeli bir
kişilik yönünü yansıtmaktadır.
Eysenck, bu iki boyutu dört geleneksel mizacın oluşturulmasında temel
olarak kullanmıştır. Bunlardan ilki iyimser ve tez canlıdır. Bu mizaç tasasız, umutlu,
anı yaşayan, kolay yorulabilen ve de direnci düşük, değişim yönelimli ve oyun
oynamayı seven insanları tarif etmektedir. Soğukkanlı mizaç, duygusuz
görünümlü, sakin, ilişkilerinde makul ve dirençli kişisel özelliklerini temsil
etmektedir.
Melankolik; bencil, tedirgin, kötümser, ilişkilerinde güvensiz ve şüpheci
kişileri kapsarken, öfkeli ise atılgan, aceleci, çabuk öfkelenen ancak karşıt görüşler
olması durumunda hemen yatışabilen, genellikle kısa süreli kızgınlıklara sahip, tez
201
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Kişilik
202
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Kişilik
203
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Kişilik
Birey bu beş faktörün her biri için ölçeğin iki zıt kutbu arasında bir
yerlerdedir. Bu modelin kişiliğin yapısını tanımlamada ve bireylerin karakterlerini
ya da bireysel özelliklerini belirlemede evrensel uygulanabilirliğe sahip olduğu
belirtilmektedir.
İdiyografik Kuramlar
Dünyayı neden-sonuç ilişkileri içeren bir yapıda gören kuralcı yaklaşımların
aksine idiyografik kuramlar sosyal dünyanın onu yaşayan bireylerin zihninde
yaratıldığı ya da anlamlandırıldığı fikrini savunmaktadır. Bunun sonucunda da
bireyler arasında yaşanan sosyal dünyayı kavramsallaştırma noktasında farklılıklar
ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bireysel davranışı anlamak için öncelikle bireyi ve
onun sosyal dünyayı değerlendirme biçimini anlamak gereklidir.
204
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Kişilik
205
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Kişilik
yaşları arasında birey, kimliği ve rolleri arasında bir gerilim yaşar. Bu çatışmaları
başarıyla çözen bireyler sağlıklı bir kişilik gelişimi ortaya koyarken, bu aşamalarda
çözülemeyen sorunlar ileride daha büyük sıkıntılara yol açabilir. Bu modelde
bireysel farklılık kavramı ve benliğin gelişimi arasında açık bir bağlantı vardır ve bu
bağlantı zaman içerisinde ortaya çıkan dinamik ilişkiler yumağı bütününde
gerçekleşmektedir.
206
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Kişilik
birey ego tarafından kontrol edilirken, dış kontrole maruz kalmaktan dolayı bir
gerginlik yaşayan nevrotik (dengesiz) bir kişi süperego tarafından ve kendi kişisel
isteklerinin esiri olan bir psikopat (ruh hastası) ise id tarafından yönlendirilecektir.
Birey bu üç unsur aracılığı ile çevresi ile ilişki ve etkileşimini yönetmektedir.
Freud, id ile süperego arasındaki çatışmayı dengelemek amacıyla egonun
geliştirdiği birtakım savunma mekanizmalarından bahsetmektedir. Bu savunma
mekanizmaları bireyin yaşadığı iç çatışmaları çözmesine yardımcı olmakta ve bu
savunma mekanizmalarının bilinmesi bireylerdeki akılcı olmayan pek çok
davranışın anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Ego savunma mekanizmalarının
başlıcaları şunlardır:
207
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Kişilik
Jung’un Kuramı
Freud’un öğrencisi olan Jung, Freud’dan farklı olarak bireyin kişiliğinin
yalnızca geçmiş yaşantısı dikkate alınarak düşünülemeyeceğini, kişilik oluşum ve
gelişim sürecinde bireyin geleceğe yönelik amaçlarının da önemli olduğunu ifade
etmektedir. Jung, üç farklı kişilik düzeyinden bahsetmektedir: Bilinç düzeyi,
bireysel bilinçdışı düzey ve ortak bilinçdışı düzey.
Bilinç Düzeyi: Kişiliğin bu yönü bireyin gerçeği, günlük yaşam içerisindeki
deneyimleri sonucunda benimsemesini sağlamaktadır.
Kişisel Bilinçdışı Düzey: Bu düzey her kişiliğin bireyselliği olgusuna dayalıdır
ve bireyler arasındaki farklılıklar kapsamındaki karmaşık boyutlardan
oluşmaktadır. Bir başka deyişle her insan ya bilince hiç ulaşamayan ya da
ulaştıktan sonra çatışma yarattığı için bastırdığı duygu, dürtü ve
Jung; bilinç düzeyi, düşüncelerden oluşan kendi kişisel bilinçdışı düzeyine sahiptir.
bireysel bilinç dışı düzey
ve ortak bilinçdışı düzey Ortak Bilinçdışı Düzey: Tüm insanların sahip olduğu ortak bilinçdışı alanı
şeklinde üç farklı kişilik ifade etmektedir. Bu alan kalıtımla geçmiş ve sosyal olarak türetilmiş
düzeyinden söz evrensel deneyimleri kapsamaktadır. Her birey kişiliğinin içinde böyle bir
etmektedir. yön taşımaktadır. Kişiliğin oluşumunda geçmişten gelen ve bireylerin
kalıtım yolu ile sahip oldukları davranış şekillerinin de önemli bir payı
bulunmaktadır.
208
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Kişilik
Dışa dönükler ise atılgan, girişken, ilgileri dışa dönük ve duygusal sorunlarını
diğerleri ile konuşabilen kişilerdir. Bu noktadan hareketle Jung’a göre kişilerin
bilgiyi elde etme ve değerlendirme şekillerine bakıldığında dört farklı yaklaşımdan
ya da zihinsel işlevden söz etmek mümkündür: Duyuş, sezgi, düşünme ve
hissetme.
Duyuş: Bireyin kapsamlı bilgi tabanını sistemli, somut ve yapısal bir yolla
çözmeye çalışmasını ifade etmektedir.
Jung’a göre bilgiyi elde Sezgi: Rutin faaliyetlerden hoşlanmayan, belirlilik ve sınırlılıklardan çok
etme ve olasılıklarla ilgilenmeyi tercih eden bireyleri anlatmaktadır.
değerlendirmede Düşünme: Sorun çözmede diğerlerinin duygularını sürece dâhil etmeden,
duyuş, sezgi, düşünme mantık ve akıl olgularını kullanma şeklindeki yaklaşımdır.
ve hissetme şeklinde Hissetme: Etraflarında sosyal uyum ve birlikteliğe önem veren, diğerleri ile
farklı yaklaşımlar
iyi geçinen ve etraflarında sevilen kişileri anlatan yaklaşım biçimidir.
mevcuttur.
209
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Kişilik
ilişkin olarak elde edilen bilgilerin genel olarak davranışların tahmininde önemli bir
yol gösterici olduğu söylenebilir.
Kişiliği ölçmek amacıyla kullanılan yöntemler üç başlık altında incelenebilir:
Objektif testler, projektif testler ve davranışsal ölçümler [9].
Objektif Testler
Bu tür testler bireyin önceden hazırlanmış bir ifade setindeki maddelere
doğru, yanlış ya da evet, hayır şeklinde cevap vermesi ile gerçekleştirilen
testlerdir. Kişilik ölçümünde yaygın bir şekilde kullanılan objektif testler, kişiliğin
Kişiliği ölçmede amaç, farklı yönlerini ölçmek amacıyla tasarlanmış ölçüm araçlarıdır. Örneğin, Minesota
kişiliği değerlendirmek Çok Yönlü Kişilik Envanteri sıkça kullanılan objektif testlerden biridir. Çok yönlü bir
ya da bireyin kişiliğini ölçüm aracı olan bu test, kişiliğin farklı özelliklerinin yanı sıra ruhsal birtakım
oluşturan çeşitli
bozuklukları da ortaya çıkarmayı amaçlayan bir kişilik görüntüsüdür. Daha önce
davranışsal özellikleri
hakkında bilgi açıkladığımız “Beş Büyük Faktör” de NEO Kişilik Envanteri adlı objektif test
edinmektir. tarafından ölçülmektedir.
Objektif testlerde bireyin cevapları daha önce belirlenmiş ve standardize
edilmiş değerlerle kıyaslanarak bireyin kişilik yapısına ilişkin bir görüşe varılmaya
çalışılır. Bu testlerin “objektif” olarak nitelenmesinin sebebi, çeşitli kategoriler
altındaki ifadelere verilen cevapların doğrudan sayılarak derecelendirilebilmesi ve
daha sonra sonucun diğer bireylere ait ölçümlerle kıyaslanabilmesidir.
Projektif Testler
Projektif testlerde bireylere, soyut bir şekil ya da resim gösterilmekte ve
bireylerden ne gördüklerine ilişkin tanımlamalar yapması istenmektedir. Objektif
testlerin aksine bireyler bu testlerde uyarıcılara ilişkin tepkilerini özgürce ortaya
koyabilirler. Bu tür testlerin gerekçesi her bireyin aynı dürtüye, kişiliğinin kendine
özgü boyutlarını yansıtacak ölçüde farklı tepki vereceği düşüncesidir. Kökeni dışa
yansıtma anlamına gelen projeksiyon kelimesinden gelen bu testler bireylerin
istemediği ya da kabul etmediği duygu, düşünce ve iç güdülerinin kendileri
farkında olmadan bilinç dışı mekanizmalarla ortaya çıkarılmasını amaçlamaktadır.
Dolayısıyla bu testlerdeki odak noktası bireyin açıkça belirtmek istemediği
hususları ortaya çıkarmaktır.
Rorschach Testi, kişiliğin ölçümünde yaygın bir şekilde kullanılan projektif
testlerden biridir. Bu testte 10 kart üzerine basılmış simetrik mürekkep lekeleri
bireylere teker teker gösterilmekte ve ne algılandığı sorulmaktadır. Etkin sonuç
alınabilmesi için bu konuda tecrübeli ve bilgili kişiler tarafından gerçekleştirilmesi
gereken test sonunda bireylerce verilen cevaplar, testin çok sayıda ve çeşitli kişilik
özelliklerine sahip kişilere uygulanması sonucu elde edilen standart normal
değerlerle kıyaslanmakta ve bireyin kişilik özellikleri açığa çıkarılmaktadır.
210
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Kişilik
Projektif testlerin bir başka örneği de Tematik Algı Testi’dir. Farklı kişi ve
durumları gösteren resimlerin bulunduğu testte bireyden her resim için bir öykü
anlatması istenmektedir. Testin temel varsayımı, bireyin kendini resimdeki kişiyle
özdeşleştirerek, onu tarif ederken kendi duygu ve düşüncelerini yansıtacağıdır.
Standart bir puanlama sistemine sahip olmayan Tematik Algı Testi’nde, testi
Objektif testler herkes uygulayan kişi bireyin anlattıklarına yoğunlaşarak, gizlenmiş duygu ve düşünceleri
tarafından belirlemeye çalışır.
uygulanabilecek
standart ölçüm araçları Davranışsal Ölçümler
sunarken, projektif
testlerin uzmanlar Kişilik, davranışsal ölçümler aracılığı ile de ölçülebilir. Bu tür ölçümler
tarafından uygulanması kontrol altındaki durumsal koşullarda bireyin sergilediği davranışı gözlemlemeyi
gereklidir. içeren kişilik değerleme araçlarıdır.
Örnek
211
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Kişilik
212
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Kişilik
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Eysenck’e göre melankolik bir bireyin aşağıdaki özelliklerden hangisine
sahip olması beklenemez?
a) Kaygılı
b) Anti sosyal
c) Hırçın
d) Konuşkan
e) Ketum
213
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Kişilik
Cevap Anahtarı
1.d, 2.e, 3.d, 4.e, 5.a, 6.a, 7.b, 8.c, 9.a, 10.b
214
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Kişilik
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[2] Martin, J., Fellenz, M. (2010). Organizational Behaviour&Management.
Hampshire: Cengage Learning.
[3] Yüksel, Ö. (2011). Davranış Bilimleri. Ankara: Gazi Kitabevi.
[4] Rollinson, D., Broadfield, A., Edwards, D.J. (2002). Organisational Behaviour
and Analysis. New Jersey:Prentice Hall.
[5] Huczynski, A., Buchanan, D. (2013). Organizational Behaviour. New
Jersey:Prentice Hall.
[6] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[7] Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri. İstanbul:Beta
[8] Erkal, B. (2002). “Kişilik Psikolojisi ve Kişilik Kuramları”. Enver Özkalp (Ed.)
Davranış Bilimlerine Giriş. (ss.239-260). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
[9] Robbins, S.P., Judge, T.A. (2013). Organizational Behavior. New Jersey:Prentice
Hall.
215
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
GRUPLAR
• Grup Kavramı
İÇİNDEKİLER
Prof. Dr.
11
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Gruplar
Güvenlik
Özsaygı
Ortak İlgiler
Grup Normları
Grup Dinamikleri
Grup Yapısı
Gruplar
Karşılıklı Kabul
Karar Verme
Grup Oluşumu ve
Gelişimi
Motivasyon ve Bağlılık
Kontrol ve Yaptırımlar
217
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Gruplar
GİRİŞ
Sosyal yaşam içerisinde insanlar diğerleriyle bir arada yaşamın önemli bir
kesitini geçirmektedir. Tek başına bütün ihtiyaçlarını karşılama gücüne sahip
olmayan insanoğlu, farklı ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına diğerleriyle bir araya
gelmek zorundadır. Bu nedenle grup insanların günlük yaşam ve deneyimlerinde
önemli yer tutan olgulardandır. Sosyal bir varlık olan insan zamanının önemli bir
bölümünü gruplar içerisinde geçirmektedir. Sosyal yaşamı bir bina olarak
düşünecek olursak gruplar, bu binanın yapıtaşını oluşturmaktadır.
Gruplar bireylerin amaçlarına ulaşmasına katkı sağladıkları kadar, kendi
bünyelerinde de bir takım amaçlar geliştirirler ve bünyelerindeki bireylerin
davranışlarını belirlerler. Bir başka ifade ile biçimsel ya da biçimsel olmayan
Gruplar birey yollarla oluşturulan gruplar, birey davranışını belirlemede etkin rol oynaması
davranışını belirlemede açısından davranış bilimlerinin önemli bir inceleme konusudur. Bir grubun üyesi
etkin rol oynadığından
olmak bireyin davranışı üzerinde çok güçlü bir etki yaratabilir. Buna karşılık grubun
davranış bilimlerinde
davranış biçimi de çok açık bir şekilde onu oluşturan bireylerin davranışlarından
önemli bir inceleme
başlığıdır. etkilenmektedir. Bu önem nedeniyle grupların oluşumlarının ve işlevlerinin
bilinmesi sosyal yaşam içerisinde insan davranışlarının açıklanabilmesi açısından
son derece önemli olmaktadır.
Grup olgusunun bu altı çizili öneminden hareketle bu bölümde bu olgu ve
ilgili başlıklar üzerinde durulacaktır. Öncelikle grup kavramı tanımlanacak ve yığın
ya da takım gibi benzer nitelikteki kavramlardan farklılıkları açıklanacaktır. Daha
sonra ise grup türleri, gruba girme nedenleri ve grup dinamikleri gibi başlıklar ele
alınacaktır.
GRUP KAVRAMI
Sosyal bilimlere ilişkin pek çok kavram ve olgu açısından olduğu gibi grup
kavramı açısından da evrensel kabul gören bir tanımlama yapmak neredeyse
imkânsızdır. Sosyal psikolojinin bakış açısı ile olgu değerlendirilecek olursa şu
özelliklere sahip herhangi sayıdaki insan topluluğuna grup denebilir:
Birbiriyle etkileşim halinde olma,
Psikolojik olarak birbirlerinin farkında olma,
Kendilerini bir grup olarak algılama,
Belirli beklenti ya da amaçlara ulaşma dürtüsüyle etkileşimde bulunma.
218
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Gruplar
Bu tanımlamayı temel aldığımızda aynı yer ve zamanda bir arada olan her
insan topluluğunun grup olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda örneğin bir
kuyrukta ya da bir süpermarket kasasının önünde bekleyen insanlar bir grup
olarak değerlendirilemez. Bu insanlar kuyrukta bekleme deneyimini paylaşıyor
Grupların önemli olabilir ve bu süreçte birbirleriyle etkileşimde de bulunabilirler. Ancak bu durumda
özelliklerinden birisi, söz konusu etkileşim ortak bir amaca yönelik olmadığı gibi bu insanların kendilerini
birey sayısının yüz yüze bir grup olarak görmediği de son derece açıktır.
iletişimi olanaklı kılacak
ölçüde az olmasıdır. İkinci olarak grup olgusu iki ya da daha fazla kişiyi içermekle birlikte, grup
üyelerinin etkileşiminin olması gerektiği gerçeği grubu oluşturan üye sayısının çok
fazla olamayacağı anlamına gelir. Bu noktada büyük bir binada yaşayan ya da
büyük bir iş yerinde çalışan herkes bir grup olarak değerlendirilemez. Çünkü bu
örneklerde grup tanımında yer alan grup üyelerinin birbirleriyle etkileşim içinde
bulunma koşulu yerine gelmemektedir. Ayrıca bu örneklerde tüm bireyler
psikolojik olarak birbirlerinin farkında da değillerdir. Dolayısıyla hem büyük bir
bina hem de büyük bir iş yeri muhtemelen birden fazla tanımlanabilen gruptan
oluşmaktadır.
Üçüncü olarak ise gruplar kendilerine has iletişim biçimi ve rol yapılarına
sahiptir ve grup olunabilmesi için genelde yüz yüze gerçekleştirilecek şekilde
iletişim ve etkileşimi mümkün kılacak ölçüde az sayıda insan olması gereklidir. Bu
süreç içerisinde ortak bir amacı gerçekleştirmek için etkileşimde bulunma olgusu
grup üyelerinin paylaşılan bir kimliğe sahip olması sonucunu doğurmaktadır. İyi
işleyen, etkin bir grubun özellikleri Tablo 11.1’de özetlenmektedir [1].
Üyeler birbirlerini iyi dinlemektedir. Çoğu üye grubun görevine yönelik etkin
tartışmalarda bulunmaktadır.
219
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Gruplar
Grup kavramı ile ilişkili bir başka olgu ise takımdır. Grup, ortak beklenti ya
da amaçlara sahip insan topluluklarını ifade ederken; takım kavramı, ortak bir
amaca, performans hedeflerine ve karşılıklı sorumluluk anlayışı içerisinde
geliştirdikleri bir yaklaşıma sahip, birbirini tamamlayıcı becerileri olan küçük
sayıdaki insan topluluklarını nitelemektedir. Grup olgusunda bireysel liderlik,
bireysel sorumluluk ve bireysel çıktılar ya da performans esasken; takım
olgusunda paylaşılan liderlik, ortak sorumluluk ve toplu ya da müşterek çıktılar söz
konusu olmaktadır. Bu doğrultuda takım, gruba göre daha somut yönelimli, odak
noktası daha sınırlı ve belirli olan bir insan topluluğunu ifade etmektedir.
GRUP TÜRLERİ
Grup kavramına ilişkin ifade ettiğimiz açıklamalar değerlendirildiğinde grup
olgusunun sosyal yaşam içerisindeki en önemli ve kapsamlı konulardan biri olduğu
takdir edilecektir. Bu kapsamlı ve önemli yapıdan hareketle birçok grup türünden
söz etmek mümkündür. Bunlar; birincil ve ikincil grup, biçimsel ve biçimsel
220
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Gruplar
olmayan grup, iç ve dış grup, üyelik grupları ve referans grupları ve diğer gruplar
şeklinde ifade edilebilir [3, 4, 5].
221
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Gruplar
Örnek
•Üniversitede Davranış Bilimlerine Giriş dersini alan bütün
öğrenciler biçimsel bir grubu oluştururken, bu öğrenci grubu
içerisinde bireylerin çeşitli ölçütleri değerlendirerek bir araya
gelerek oluşturacakları arkadaş grupları biçimsel olmayan gruplar
şeklinde ortaya çıkacaktır.
Birincil ve ikincil grup
ayrımı sosyal etkileşimi
baz alırken, biçimsel ve Biçimsel gruplar; üyeleri arasında görev dağılımı olan, yapılandırılmış, işler
biçimsel olmayan ve ilişkilerin açık şekilde belirtildiği, yasal ve biçimsel yetki altında belli görevleri
gruplarda belirleyici yerine getirmek için kurulurlar. Yalnız biçimsel yapılanmalar bireylerin tüm
olan grubun oluşum ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz olduğu için ortaya biçimsel olmayan gruplar
şeklidir. çıkar. Bu gruplar, biçimsel gruplar içerisinde üyeler tarafından görece daha az
örgütlü bir biçimde oluşturulan, sosyal değerlerin bütünleşip pekiştiği, kişiye
kabul, takdir gibi araçlarla sosyal doyum sağlayan, genel olarak kültürel değerlerin
korunup sürdürüldüğü gruplardır.
Genel olarak biçimsel gruplar, ikincil gruplarla; biçimsel olmayan gruplar da
birincil gruplarla özdeşleştirilse de ayrım ölçütünün farklı olduğunun altını
çizmekte fayda vardır. Birincil ve ikincil grup şeklinde gerçekleştirilen ayrımda
ölçüt, grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimdir. Biçimsel ve biçimsel olmayan
grup ayrımında ise önemli olan grubun ne şekilde oluştuğudur. Biçimsel gruplar,
biçimsel yollarla belirlenen bir rol dağılımı ve etkileşim öngörürken, biçimsel
olmayan grupların oluşumu insanın sosyal ihtiyaçlarından hareketle doğal bir seyir
ya da akışla ortaya çıkmaktadır.
İç ve Dış Gruplar
İç grup; bireyin ait olduğu, etkileşimde bulunduğu ve bizlik duygusunu
paylaştığı bir sosyal gruptur. Dış grup ise bireyin kendini bir parçası olarak görüp
değerlendirmediği ya da ait olmadığı gruplardır. Bir başka ifade ile dış grup, iç
grupta yer almayan herkestir. Grup “iç” ve “dış” kavramsallaştırmalarının ne
anlama geldiğini belirleyerek fiziksel ya da sembolik olarak sınırların oluşumu ve
muhafazasını sağlamaktadır. Bu oluşum bir iş yerindeki küçük bir biçimsel olmayan
Gruplara ilişkin iç ve dış arkadaş grubu olarak ortaya çıkabileceği gibi, örneğin hemşerilik ya da etnik köken
ayrımı, fiziksel ya da temelinde de şekillenebilir. İç gruplarda kimlik hikâye, akide, tören ya da ayin vb.
sembolik sınırlara ilişkin
sosyal uygulamalar şeklindeki sembolik işaret ya da belirleyicilerle
olabilmektedir.
oluşturulmaktadır. Bu grup türünde iç grubu oluşturan bireylerin iç grup
dışındakilere karşı duyduğu “düşmanca” diyebileceğimiz duygular, kendi grupları
için bir benlik oluşturabilmektedir. Bir başka ifade ile dış gruptakiler pek çok
açıdan iç gruba kıyasla düşük seviyedeki “düşmanlar” olarak görülmektedir. İç
grup için kendi aralarındaki her şey en iyi ve en uygun iken, dış gruplarda olan ise
kötü ve tahammül edilemezdir. Bu doğrultuda iç grup üyeleri tarafından dış
gruptakiler aptal, bencil, hilekâr, saldırgan, kötü niyetli gibi sıfatlarla
nitelenmektedir.
222
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Gruplar
•Örneğin, bir iş yerinde şef unvanı ile çalışan bir kişi için terfi etmek
istediği müdürler grubu onun için bir referans grubu olabilir.
Diğer Gruplar
Yukarıda ifade ettiğimiz temel sınıflamalar dışında başka grup türlerinden
söz etmek de mümkündür. Bunlardan biri grup üyelerinin sayısını temel alan
küçük ve büyük gruplar şeklindeki sınıflamadır. Küçük gruplar, az sayıda üyesi olan
ve üyeleri arasında yoğun etkileşimin bulunduğu gruplar olarak tanımlanırken;
büyük gruplar ise üye sayısı çok olan, ilişki ve etkileşimleri daha sınırlı ve resmî
olan gruplardır. Bu gruplarda daha çok ikincil ilişkiler söz konusudur.
223
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Gruplar
Grubun birliktelik süresine göre ise gruplar geçici ve sürekli gruplar olarak
ikiye ayrılabilir. Geçici gruplar somut ya da belirli bir amacı, kısa bir zaman dilimi
içerisinde gerçekleştirmek üzere bir araya gelen kişilerden oluşmaktadır. Geçici
gruplar, mevsimlik işçiler ya da bir izci grubu örneklerindeki gibi amaçlanan elde
edildiğinde son bulan gruplardır. Sürekli gruplar ise genel olarak ömürleri
üyelerinin ömürlerinden fazla olan uzun süreli gruplardır. Büyük ölçekli bir işletme,
aile ya da millet gibi gruplar sürekli gruplara örnek olarak verilebilir.
Bireyin gruba katılışını ölçü aldığımızda da grupları bireyin kendi iradesi ile
katıldığı gruplar ve bireyin irade dışı katıldığı gruplar olarak ikiye ayırabiliriz.
Bireyin kendi iradesi ile katıldığı gruplar, gruba giriş çıkışın bireylerin iradesine
bağlı olarak serbest olduğu gruplardır. Kulüpler ya da dernekler bu tür gruplara
örnektir. Bireyin irade dışı katıldığı gruplar ise bireyin içine doğduğu ya da doğal
yolla katıldığı gruplardır. Örneğin, aile ve millet gruplarında bu tür bir katılım
gözlenmektedir.
Bunlar dışında gruplara ilişkin yapılan önemli bir ayırım da Ferdinand
Tönnies tarafından yapılan cemaat – cemiyet sınıflamasıdır. Buna göre cemaat,
zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelen ve bireyleri arasında duygu ve
düşünce birliği olan gruplardır. Cemiyet ise kişisel olmayan, rasyonel ve özgür
ilişkilere dayalı gruplardır. Cemaat üyeleri arasında sıcak, samimi, yürekten ve
duygusal ilişkiler mevcutken; cemiyet olgusunda ırk, etnik köken, sosyo ekonomik
statü gibi daha genel bir takım ölçütler söz konusu olduğundan ilişkinin niteliği
daha soğuk ve mesafelidir. Düşünce ve duygu benzerliğine dayalı her grup cemaat
Bireylerin gruba
girmesinin ardındaki en gruplarına örnek olarak verilebilirken, genel olarak bir ülke toplumu, ya da bir
önemli sebep, insanın şehrin halkı cemiyet olgusunun örnekleri olarak ifade edilebilir.
sosyal bir varlık olarak
diğerleri ile ilişki ve GRUBA GİRME NEDENLERİ
etkileşime ihtiyaç
İnsanların sosyal varlık olmaları gerçeğinden hareketle gruba üye olma
duymasıdır.
isteğinin çok temel bir takım ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olduğu
söylenebilir. Bireysel olarak gruba girme nedenleri farklılaşmakla birlikte bu
nedenleri genel olarak Şekil 11.1.de gösterildiği gibi; güvenlik, ekonomik ihtiyaçlar,
sosyal ihtiyaçlar, öz saygı ve ortak ilgiler şeklinde sıralayabiliriz [6]:
Gruba Girme
Nedenleri
224
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Gruplar
kendilerini güvence altına alma ihtiyacı duyar. Bu noktada devreye giren gruplar,
bireylerin bu ihtiyacını gidererek, onların kendilerini güvende hissetmelerine yol
açar.
Bireylerin bir gruba girmelerinin önemli sebeplerinden birisi de ekonomik
ihtiyaçlardır. Bu doğrultuda örneğin bir iş yerinde çalışma isteği temelde ekonomik
ihtiyaçları giderme olgusundan hareketle ortaya çıkan bir istektir. Ya da bir iş gücü
içerisinde çalışanların işverenle toplu pazarlık edebilme amacıyla bir araya gelerek
çeşitli gruplar oluşturması da ekonomik ihtiyaç temellidir. Ayrıca kişisel mutluluk
sağlama yolunda sevgi ve ait olma gibi sosyal ihtiyaçların tatmininde de gruplar
önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Sosyal varlık olarak insanlar diğerleriyle ilişki
kurmak ve anlamlı dostluklar edinmek isterler. Bireylerin gruplara üye olmalarının
İnsanlar saygın bulunan
gruplara üye olmaktan en temel sebeplerinden birisi bu tür sosyal ihtiyaçları gidermektir. Buna ilaveten
gurur duymaktadır. gruplara üye olmak bireylerin öz saygılarını geliştirmelerine de yardımcı olur.
Kendileri için önemli ve anlamlı olan grupların üyesi olduklarında bireyler
kendilerini daha anlamlı, önemli ve değerli hissetmektedir. Bazı gruplar ise grup
üyelerinin belirli bir alandaki ortak ilgileri doğrultusunda ortaya çıkmaktadır.
Gruba üye olmak bireyi yalnızlık duygusundan kurtararak onun daha güçlü
olmasını sağlar ve ona güven kazandırır. Birey, bir gruba üye olarak saygınlık,
itibar, statü ve tanınma gibi sosyal değerler de kazanır. Kısacası grup bireyin
yaşama gücünü arttırır ve onun sosyalleşmesini sağlar.
Karşılıklı Kabul
Grup gelişiminde ilk aşama karşılıklı kabul aşamasıdır. Bu noktada odak
noktası üyeler arasındaki kişisel ilişkilerdir. Üyeler bu aşamada birbirlerini güven
ve duygusal rahatlık gibi ölçütler açısından değerlendirmektedir. Etkin grupların
hemen hemen tamamının en önemli yapı taşlarından birisi güvene dayalı bir
ilişkidir. Şayet güçlü kişilikler diğer grup üyeleri üzerinde hâkimiyet kurma ve grup
gündemini belirleme çabası içerisine girerse güç, etki, etkileme ve otoriteye ilişkin
konular da bu aşamada ortaya çıkabilir. Otorite konusu da güven ve kabul ile ilişkili
olan kişiler arası bir konudur. Grup üyeleri karşılıklı güven ve kabul açısından
rahatlatıcı bir seviyeye ulaştıklarında artık grubun amacına ve görevine
odaklanabileceklerdir.
225
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Gruplar
Karar Verme
İkinci aşamada karar verme ve planlama olguları gerçekleşmektedir. Burada
artık odak noktası kişiler arası ilişkilerden grubun amacına yönelik olarak yapılması
gerekenlerin kararlaştırılmasına kaymaktadır. Daha somut olarak grup bu aşamada
niye var olduğuna, neyi, nasıl gerçekleştireceğine karar vermelidir. Grubun gelişim
sürecindeki planlama aşaması olarak da değerlendirilebilecek bu aşamada,
otoriteye ilişkin konular daha sık gündeme gelmektedir.
Karar vermek ya da plan yapmak bir iradeyi belirleme olgusunu
Karar verme aşaması kapsamaktadır. Gündeme gelen otoriteye ilişkin sorular ise genel olarak şu şekilde
grubun niye var özetlenebilir: Grubun hangi işinden kim sorumlu olacaktır? Grubun bir lidere ya da
olduğunun tanımlandığı sözcüye ihtiyacı var mıdır?
bir belirleme olgusunu
kapsadığından otorite Motivasyon ve Bağlılık
konusu daha ön
plandadır. Grup gelişiminin üçüncü aşamasına gelindiğinde grup kişisel ve grup
görevine ilişkin pek çok sorunu çözüme kavuşturmuştur. Bu noktadan sonra grup,
üyelerin dikkatini amacı gerçekleştirme yolunda bireysel motivasyona ve diğer
grup üyelerini teşvik noktasına çekmeye çalışmaktadır. Bazı grup üyeleri faaliyete
geçme olgusuna odaklanarak grubun amacına yönelik yapılması gerekenlerin
uygulamaya geçirilmesini sağlamaya çalışırlar. Diğer üyeler ise destek olma, teşvik
etme ve yapılan katkıları takdir etme gibi koruma işlevleri aracılığı ile grubun
motivasyonuna ve bağlılığına katkıda bulunurlar. Bu aşamada odak noktası
uygulama ve başarı elde etme başlıklarıdır.
Motivasyon ve bağlılığa yapılan vurgu, teşvik etme ve sorgulama gibi
araçlarla ya da kolaylaştırma ve iş paylaşımı gibi olgularla kendini göstermektedir.
Ayrıca bu aşamada gerekirse grubun amacını gerçekleştirmesine yönelik olarak
ikinci aşamada yapılan planlar gözden geçirilip değiştirilmektedir.
Kontrol ve Yaptırımlar
Bu aşamaya gelindiğinde grup artık olgun, etkin, verimli ve üretken bir birim
haline gelmiştir. Gerekli kişiler arası ilişkiler geliştirilmiş, grubun görevine yönelik
kararlar verilerek görev dağılımı ve otorite konuları belirlenmiştir. Bir başka ifade
ile grup bu süreci başarı ile gerçekleştirmiştir. Olgun bir grupta; açık ve net bir
amaç ya da görev, üyelerce iyi anlaşılan bir davranış normları dizisi, yüksek
düzeyde bağdaşımlık (coherence) ve lider-izleyen ilişkisi açısından açık ama esnek
bir statü yapısı vardır.
Olgun bir grup, üyelerini onların belirli davranışlarına tepki olarak kullanılan
olumlu ya da olumsuz birtakım yaptırımların kesintisiz uygulanması ile kontrol
edebilen gruptur. Grup üyeliğinden birilerinin ayrılması ya da yenilerin gruba dâhil
edilmesi ile grup üyeliği değiştiğinde ise yeni üyelerin uyumunu sağlamak ya da
kaybedilen üyelerin eksikliğinin üstesinden gelmek için grup gelişim aşamasının
başlangıcındaki adımlar yeniden uygulanabilir.
226
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Gruplar
GRUP DİNAMİKLERİ
Grup olgusu, aynı amaçlar etrafında kümelenen bireyleri ve bu bireylerin
etkileşim süreçlerini kapsayan bir nitelik göstermektedir. Bu süreçleri etkileyen
faktörler grup dinamikleri olarak adlandırılmaktadır. Grup dinamikleri bir grup
içerisindeki sebep-sonuç ilişkileri, grupların oluşumu ve işleyişleri, grubun
herhangi bir kısmında meydana gelen bir değişikliğin diğerleri ve grubun bütünü
üzerinde meydana getirdiği etki ve tepkiler şeklinde de ifade edilebilir [8].
Grup dinamiği, grup
içerisindeki güçlere Esasında grup dinamiği kavramı, grup içerisinde var olan güçlerle ilgili bir
göre şekillenmektedir. kavramdır. Bu güç sadece grup içi etki ve tepkileri kapsayan bir güç olmayıp, aynı
zamanda grubun dış koşullara bağlılığını ve diğer gruplarla ilişkilerini de
içermektedir. Grup dinamiğini etkileyen faktörler Tablo 11.2.’de özetlenmektedir
[9]:
Tablo 11.2.Grup Dinamiğini Etkileyen Faktörler
İletişim ağları
Büyüklük
Kaynak: Coşkun, 2009’dan uyarlanmıştır.
Grup olgusu bir arada olmaya ilişkin bir takım kurallar gerektirmektedir. Bu
grup kuralları grup içerisinde bireysel iradenin ikinci planda olduğu ya da grup
eylemlerinin bireysel eylemleri yönlendirdiği anlamını taşır. Grubun potansiyel
gücünü ve bu gücün harekete geçirilebileceğini belirten grup dinamiğinde somut
gösterge grubun etkinliğidir. Bu etkinlik grup dinamiğini açıklarken birey-grup
etkileşimini de gösterir.
Grup dinamiklerini, grubun etkileşim süreçlerinde devreye giren faktörler
olarak düşündüğümüzde, grup normları ve grup yapısı olgularının grup dinamikleri
içerisinde ön plana çıktığını ifade edebiliriz.
Grup Normları
Her grup, üyelerinin davranışlarına kılavuzluk eden birtakım normlara
sahiptir. Normları, grup üyeleri tarafından uygun görülen davranış kalıpları olarak
Normlar çoğunlukla her
tanımlayacak olursak, normların bireylerin davranışlarına rehberlik eden bir kabul
davranış açısından
değil, grup için önemli edilebilir davranışlar dizisi olduğunu ifade edebiliriz [10]. Grubun amaçlarına
davranışlar açısından ulaşma yolunda işlevlerini düzgün bir şekilde yerine getirebilmesi için, grup üyeleri
geliştirilir. arasında nelerin, nasıl yapılacağına ilişkin bir anlaşma ve uyum olması gerekir.
Grup, üyelerinin her birinin grup normlarını benimsediğini varsayar. Norma uygun
227
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Gruplar
228
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Gruplar
giyindiği, fiziksel görünüme ilişkin saç biçimi gibi ortak birtakım özelliklerinin
mevcut olduğu gözlenmektedir.
Normların ortaya çıkabileceği bir başka alan ise grup üyelerinin kullandığı
dildir. Grup üyeleri birbirlerine lakap takıp, kendilerinin bu tür takma isimlerle
anılmasına izin verebilirler. Bu özel dil grubun iletişim etkinliğini arttırabileceği
gibi, grup üyelerinin birbirlerine karşı duygusal bağına ve dayanışmasına da katkı
sağlayabilmektedir.
Grup, güçlü normlar geliştirdiği takdirde üyelerinin davranışlarını etkin bir
şekilde yönlendirerek grup uyumunu sağlayabilir. Bununla birlikte birtakım grup
üyelerine, örneğin grup içerisinde yüksek statü ve itibar sahibi olan ya da belirli bir
norma uyum sağlamayı güçleştirecek ölçüde güçlü kişisel değerleri bulunan
üyelere, normlara uyum konusunda belli bir esneklik payı bırakılabilir. Bir başka
deyişle her grup içerisinde hoş görülebilecek bir uyumsuzluk derecesi mevcuttur.
Özellikle güçlü ve etkili kişilerin bu tür değerleri zamanla grubun normu haline de
gelebilir.
Grup Yapısı
Bir grubun etkinliğini belirleyen en önemli dinamiklerden birisi grup
yapısıdır. Biçimsel gruplarda grup yapısı, grubu oluşturanlar tarafından yazılı
olarak belirlenmektedir. Bu nedenle biçimsel gruplarda grup üyelerinin, birlikte bir
hedef doğrultusunda gayret sarf edecekleri kişilerin kimler olacağını ve bu kişilerin
hangi görevleri yerine getireceğini belirlemede doğrudan bir söz hakları
bulunmamaktadır.
Biçimsel olmayan gruplarda ise üyelik çoğunlukla bireysel tercihle
gerçekleştiğinden grup üyelerinin hem yapı hem de rollere ilişkin olarak daha fazla
söz hakkı bulunmaktadır.
Grup yapısı, grubun biçimsel ve biçimsel olmayan yönlerine, iletişim biçimine
ve rollere ilişkin olarak farklı açılardan tanımlanabilir. Biçimsel yapılarda üyelik,
grubu kuranlar tarafından yapılan atama ya da görevlendirme ile sağlanırken;
biçimsel olmayan gruplarda üyeliği objektif bir biçimde belirlemek daha güç
olabilmektedir. Bir başka deyişle bu tür gruplarda üyeliğe giriş ve çıkış gayrı resmî
ve belirsizdir.
Homojen gruplarda üyeler birbirine yaş, deneyim, tutum, değer, kişilik, ırk,
cinsiyet gibi değişkenler açısından çok benzemektedir. Heterojen gruplar ise farklı
Biçimsel gruplarda grup ya da benzemez üyelerle özdeşleşmektedir. Genellikle homojen gruplar, grup
yapısı yazılı olarak oluşum ve gelişim aşamalarını daha hızlı ve sorunsuz bir şekilde gerçekleştirirken;
belirlenirken, biçimsel
heterojen gruplar ise beceri, deneyim ve bilgi gibi olgular açısından daha zengin
olmayan gruplarda bu
belirlenme süreci bir altyapı taşıdıklarından yaratıcılık noktasında daha üstündürler.
üyelerin etkileşimi ile Grup yapısının başka bir boyutu, grup büyüklüğüdür. Grup üyelerinin sayısı
ortaya çıkmaktadır. arttıkça, grubun amacına yönelik olarak bireylerin sürece dâhil edeceği bilgi,
beceri, yetenek, deneyim vb. kaynaklar artacaktır. Aynı şekilde grubun üye sayısı
arttıkça her üyenin bireysel katkısı da azalacaktır. Büyüklükle ilgili diğer konular ise
229
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Gruplar
koordinasyon ve karara varma sürecidir. Grubun büyüklüğü arttıkça her iki olgu
açısından harcanan çaba ve zaman da artacaktır.
İletişim yapısı, grup üyelerinin birbirleriyle iletişimde bulunurken
kullandıkları kalıplara işaret etmektedir. Kitabımızın 8. bölümünde ayrıntılı bir
şekilde ele alınan iletişim olgusu ve grubun kullandığı iletişim şekilleri, grup
etkileşimi üzerinde önemli yönlendirmesi olan bir faktör olarak karşımızdadır. Bu
doğrultuda grup içindeki liderlik tarzları, karar verme ve sorun çözme yaklaşımları
yapısının etki ettiği önemli faktörlerdir. Genel bir kural olarak, grubun görevi ne
ölçüde karmaşık ve bireyler arası bağlılık yüksekse, iletişim yapısının da o ölçüde
çok yönlü ve karmaşık olması gerekir. Aksi takdirde başarılı bir grup faaliyeti
gerçekleştirmek mümkün olmayacaktır.
Grup yapısı ile ilişkili çok önemli boyutlardan birisi de rol yapısıdır. Grup
üyelerinin her biri grup amaçlarına yönelik olarak diğer grup üyeleri ile etkileşimde
bulunurken birtakım işlevleri yerine getirmek zorundadır. Rol; grubun, bireyin
belirli ortamlarda yerine getirmesini istediği beklentiler dizisidir. Sosyal rol; bireyin,
grubun alışılagelmiş emir ve yönlendirmeleri ile bağlantı kurmasını ifade eden ya
da bunu sağlayan bir kavramdır.
Grup içinde kişiye verilen konumla ilişkili olarak ondan beklenen davranışlar,
o kişinin sosyal rolünü oluşturmaktadır. Bu beklentiler, belirli tutum, davranış ya
da ilişkileri içermektedir. Rol, oyunculara verilen senaryo olarak da düşünülebilir.
Aynı aktör, farklı oyunlarda, farklı izleyicilere karşı birbirinden farklı rolleri
oynayabilmektedir. Aynı şekilde bireylerin üyesi bulundukları gruplar içerisinde
üstlendikleri roller de değişebilmektedir.
Evde anne ve eş rolüne sahip bir birey, iş yerinde amir ya da memur
Gruplara ilişkin olabilmekte, arkadaş grubunda ise daha farklı bir rol üstlenmektedir. Rollerdeki bu
gerçekleştirilen pek çok değişme bireyin üyesi bulunduğu gruplar arasında değiştiği gibi aynı grup
araştırma, grup içerisinde de grubun etkileşim süreci esnasında farklı rollerin yerine getirilmesi de
içerisindeki liderlik söz konusu olabilmektedir.
tarzının hem grup
performansını hem de Liderlik yapısı da grup yapısı içerisindeki bir başka önemli boyutu
üye tatminini büyük oluşturmaktadır. Grup süreci açısından değerlendirildiğinde lider, varlığı ve duruşu
ölçüde etkilediğini ile grubun özelliklerini belirleme gücüne sahip olan grup üyesidir. Dolayısıyla her
ortaya koymaktadır. grup üyesi bunu yerine getirebileceği gibi liderlik eden mutlaka bir kişi olacaktır
şeklinde bir kuraldan da söz edilemez.
Grubun lideri ile grup üyeleri arasındaki ilişki, bir sosyal değişim ilişkisi
olarak da düşünülebilir. Grup lideri, grup üyelerine hem kendi amaçlarına hem de
grubun amaçlarına ulaşma yolunda yardım ederek ödüllendirmektedir. Buna
karşılık grup üyeleri de lidere daha güçlü bir kişisel statü ve artan etki sağlayarak
lideri ödüllendirmektedir. Ancak grup üyeleri liderin gösterdikleri saygıyı hak
etmediğini düşündükleri anda bu etkiyi ortadan kaldırabilmektedir.
Grup içerisinde liderlerin tarzları ya da liderlik etme biçimleri, grubun
etkinliğini ve başarısını belirleyen önemli bir konu olmaktadır. Sosyal değişim
süreci olarak düşünüldüğünde liderler, grup üyelerinin davranışlarını etkileyebilme
230
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Gruplar
yetenekleri nedeniyle büyük bir güce sahip olmaktadır. Bununla birlikte lidere bu
gücü veren grubun kendisidir.
Bireysel Etkinlik
• Çevrenizde resmi olmayan grupları görmeye ve insanların hangi
gerekçelerle bu grupların üyesi olduğunu belirlemeye çalışınız.
231
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Gruplar
232
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Gruplar
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Benzer ve ortak sosyal özellikleri olan insan toplulukları aşağıdaki
kavramlardan hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Kategori
b) Yığın
c) Takım
d) Grup
e) Toplum
233
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Gruplar
Cevap Anahtarı
1.a, 2.d, 3.c, 4.a, 5.d, 6.c, 7.b, 8.e, 9.b, 10.b
234
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Gruplar
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[2] Özkalp, E. (2008). “Toplumsal Gruplar”, Enver Özkalp (Ed.). Davranış Bilimlerine
Giriş. (ss.93-109). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
[3] Şimşek, Ş., Akgemci, T., Çelik, A. (2014). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Eğitim Kitabevi.
[4] Rollinson, D., Broadfield, A., Edwards, D.J. (2002). Organisational Behaviour
and Analysis. New Jersey:Prentice Hall.
[5] Yüksel, Ö. (2011). Davranış Bilimleri. Ankara: Gazi Kitabevi.
[6] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[7] Huczynski, A., Buchanan, D. (2013). Organizational Behaviour. New
Jersey:Prentice Hall.
[8] Adıgüzel, Z. (04.03.2006). “Grup Dinamiği ve Grupla Çalışma”. İnsan Kaynakları
Akademisi, [Erişim Tarihi: 15.02.2011].
http://www.ikademi.com/orgutsosyolojisi/318-grup-dinamigi-ve-grupla-
calisma.html
[9] Coşkun, M. (04.09.2009). “Grup ve Grup Dinamiği”. İnsan Kaynakları Bilgi
Portalı, [Erişim Tarihi: 15.02.2011).
http://www.hrturkiye.com/index.php/grup-vegrup-dinamigi/
[10] Martin, J., Fellenz, M. (2010). Organizational Behaviour&Management.
Hampshire: Cengage Learning.
235
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
SOSYAL ETKİ, UYUM VE İTAAT
Prof. Dr.
açıklayabilecek,
• Gruplarda karar alma olgusunu ve
bu süreçte yaşanan sorunları
anlayabilecek,
• Uyum olgusunu kavrayıp uyum
araştırmalarını bilebilecek,
• İtaat olgusunu ve Milgram’ın itaat
deneyini değerlendirebileceksiniz.
ÜNİTE
12
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Uyum ve
Sosyal Etki
İtaat
Grubun Birey Uyum Araştırmaları
Davranışına Etkisi
Solomon Asch’in Uyum Deneyi
Sosyal Hızlandırma
Muzaffer Şerif’in Otokinetik
Sosyal Ket Vurma Etki Araştırması
Sosyal Aylaklık
Kimlik Belirsizliği
Riske Girme Uyum Davranışını Belirleyen
Faktörler
Bireysel Özellikler
Gruplarda Karar
Grubun Özellikleri
Almada Sorunlar
Ortamın Özellikleri
Grup Kutuplaşması
Grup Düşüncesi
İtaat Olgusu ve
Milgram’ın İtaat
Deneyi
237
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
GİRİŞ
Sosyal bir varlık olan insan algı, davranış ve tutumlarını belirlerken ve
sergilerken içinde bulunduğu sosyal ortamlar ve gruplardan fazlasıyla
etkilenmektedir. Grup tarafından kabul edilme isteği taşıyan bireyler, bu istekten
hareketle grubun uygun gördüğü davranışları sergilemek, uygun görmediği
davranışlardan ise kaçınmak istemektedirler. Bir başka ifade ile gruplar, hem insan
davranışını belirleyen hem de onun değişiminde etkili olan bir faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır.
İnsan yaşamının çok önemli bir bölümü sosyal alanda gerçekleşmektedir. Bu
durum ise grupları sosyal yaşamın önemli gerçeklerinden biri haline getirmektedir.
Bir bütün olarak grupların bireyler üzerindeki etkilerini olumlu ya da olumsuz
olarak değerlendirmek mümkün değildir. Başka bir anlatımla bu etkiler kimi zaman
olumlu kimi zaman ise olumsuz olabilmektedir. İster olumlu ister olumsuz içerikte
gerçekleşsin bireyin davranışlarını açıklamada grup olgusunun önemli bir başvuru
kaynağı olduğu açıktır.
Gruplar birey üzerindeki etkileme çabalarıyla bireyi gruba uyumlaştırmaya
ve bireyin gruba itaat etmesini sağlamaya çalışmaktadır. Olgunun bu öneminden
hareketle sosyal etkilerin ele alınacağı bu bölümde, öncelikle grup etkisi kavramı
açıklanacak ve bu bağlamda sosyal ket vurma ve sosyal hızlandırma, sosyal
aylaklık, kimlik belirsizliği ve riske girme davranışı gibi başlıklar
değerlendirilecektir. Daha sonra ise büyük ölçüde grup içerisinde karar verme
Gruplar bireyleri kendi sürecinde gündeme gelen grup kutuplaşması ve grup düşüncesi başlıkları ele
uygun görecekleri alınacaktır. Ünitenin son bölümünde ise uyum ve itaat olguları ile bunlara ilişkin
davranışları sergileme yapılan çeşitli araştırmalara değinilecektir.
yönünde etkilemekte,
bireyler de sosyal kabul GRUBUN BİREY DAVRANIŞINA ETKİSİ
sağlama isteğinden
dolayı bu etkiye daha Başka birinin ya da bir grup insanın varlığı bireylerin tutum ve davranışlarını
açık olmaktadır. değiştirebilmektedir. Sosyal etki, tutum ve davranışların diğerlerinin gerçek ya da
örtülü varlığı ile etkilenmesi sürecini ifade etmektedir [1]. Bireyler sosyal kabul
sağlamak için üyesi bulundukları grupların uygun göreceği davranışları sergileme
eğilimindedirler. Grup etkisi olarak da ifade edilebilecek bu durum, bireyin her
durumda kendi kişisel duygu, düşünce ve amaç gibi yönelimlerden hareket
etmediğini, ait olduğu grupların olgulara ilişkin belirlediği uygun ya da uygun
olmayan davranışların da bu noktada etkili olduğunu göstermektedir.
Örnek
238
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Aynı şekilde birey grup içerisinde bir konu ele alınıp tartışıldığında, grubun
genel fikrine zıt olarak sahip olduğu olumsuz bakış açısını dillendirmeden sessiz
kalabilmektedir. Grubun birey davranışları üzerindeki etkilerinden bazılarını şu
şekilde ifade edebiliriz: Sosyal hızlandırma ve sosyal ket vurma, sosyal aylaklık,
kimlik belirsizliği ve riske girme.
başına olduğundan
farklı bir takım seyrettiklerini düşündüklerinde daha hızlı pedal çevirdiklerini
ortaya koymuştur.
davranışlar
•Yine başka bir araştırma da öğrencilerin matematik sorularını
sergilemektedir.
diğer öğrencilerin eşliğinde, yalnızken yaptıklarına kıyasla, daha
hızlı çözdüklerini bulmuştur.
Her iki örnekte de sosyal hızlandırma kavramının ifade ettiği gibi söz konusu
görev diğerlerinin varlığı ile kolaylaşmakta ve de hızlandırılmaktadır.
Yukarıda bahsedilen örnekler başkasının varlığı durumunda bireylerin
davranışlarını gözlemlese de başkalarının varlığının her durumda bir grup olgusu
anlamına gelmediği açıktır. Bununla birlikte grup durumu sosyal hızlandırma
etkisinin ortaya çıkması açısından daha da etkili bir olgu olmaktadır. Sosyal
hızlandırma kavramı başlangıçta bireylerin basit, içgüdüsel ya da iyi öğrenilmiş
şeyleri diğerlerinin varlığı durumunda daha iyi yaptığını ifade etmekteydi. Daha
Sosyal hızlandırma, sonra yapılan araştırmalar söz konusu iş ya da görevler zorlaştıkça, insanların
grubun bireyin diğerlerinin varlığı durumunda daha kötü bir performans ortaya koyduğunu
performansını göstermektedir. Bu durum ise sosyal ket vurma kavramı ile açıklanmaktadır.
arttırmasını ifade
ederken; sosyal ket Ket vurmak fiili, bir olayın engellenmesi ya da tamamen durmasına neden
vurma ise insanların olunması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla sosyal ket vurma kavramı, grup içinde
diğerlerinin varlığı olmanın bireyin performansını olumsuz etkilemesini anlatmaktadır [3]. Bu
durumunda daha kötü kavramla birlikte bakış açısı, bireylerin iyi yaptıkları şeyleri özellikle samimi ve
bir performans ortaya yakın buldukları sosyal ortamlarda daha iyi yapabildikleri; ancak normalde
koymasını
kendilerine zor gelen birtakım şeyleri bir grup önünde ya da içerisinde yaparken
anlatmaktadır.
daha da zorlandıkları şekline dönüşmüştür.
239
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Örnek •Notunu, kendinden daha iyi not alan arkadaşları ile kıyaslayarak
daha çok çalışması gerektiğine karar veren bir öğrenci sosyal
hızlandırma yaşarken, başkalarının yanında kendini göstermenin
ya da ön plana çıkmanın ayıp sayıldığı bir ortamda bulunan birey
var olan yeteneklerini kullanmaktan çekinerek sosyal ket vurmaya
maruz kalmaktadır.
Sosyal Aylaklık
Sosyal aylaklık, grup üyelerinden biri ya da birkaçının diğer grup üyelerinin
katkılarına güvenerek zaman, çaba, düşünce ve benzeri kaynaklarını gruba katkı
yapmak için yeterince kullanmamalarını ifade eden bir kavramdır [4, 5]. Bu ise
grubun çabalarının sonucunda elde edilen başarıları olumsuz bir şekilde
etkilemektedir.
Etkin grup performansına ulaşmada önemli engellerden biri olarak kabul
edilebilecek bu durum, negatif sinerjinin de somut bir görüntüsüdür. Zira negatif
sinerjide matematiksel eşitlik 2+2= 3 şeklindedir. Bu ise birlikten her zaman kuvvet
doğmadığını ortaya koymaktadır. Şayet grup sürecinin ortaya koyduğu zararlar
Sosyal aylaklık sağladığı kazanımları geçerse, ortaya negatif sinerji durumu çıkmaktadır. Bu
bireylerin bir grubun eğilimin bir örneği de bireylerin bir grup içerisindeyken tek başına olduklarında
parçası olduklarında, yaptıklarından daha az çaba sarf etmeleri ile ortaya çıkan sosyal aylaklıktır.
kendi başlarına
olduklarına kıyasla, Gruplar üzerinde yapılan araştırmalar, grubun büyüklüğü arttıkça grup
daha az çaba içerisindeki bireysel çabanın azaldığını göstermiştir. Halat çeken bir grup insan
göstermelerini üzerinde yapılan bir araştırmada, işi birlikte yapan üç kişinin, ortalama bireysel
anlatmaktadır. oranın iki buçuk katı bir performans ortaya koyduğu bulunmuştur. Sosyal aylaklık
240
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Kimlik Belirsizliği
Kimlik belirsizliği, Sosyal hızlandırma, grubun bireyi ne şekilde canlandırıp harekete geçirdiğini
kaybolan öz farkındalık
ortaya koyarken; sosyal aylaklık, grubun bireysel sorumluluğu dağınık hale
ve öz izleme sonucunda
getirerek ne ölçüde azalttığını göstermektedir. Bu canlandırma ve dağınık hale
bireyin kendi
davranışından getirme olguları bir arada normal, sosyal tutuklukları azaltmakla birlikte ortaya bir
kaynaklanan kimlik belirsizliği de çıkarmaktadır. Kimlik belirsizliği, bireyin öz farkındalığının ve
sorumluluk algılamasını öz-izlemesi -kendini denetlemesi-nin kaybolması durumudur. Sosyal bir süreç
azaltan bir durumu içerisinde ortaya çıkan kimlik belirsizliği yaşandığında, grup içerisindeki üyeler,
yansıtmaktadır. kendi benliklerinin farkında olma özelliklerini yitirmekte ve bireysel davranıştan
kaynaklanan sorumluluk algılamaları azalmaktadır.
241
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Kimlik belirsizliği
Saldırgan davranış
Yoğun duygular
Bireysel kontrolde azalma
Akıl dışı davranışlarda artış
242
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Riske Girme
Risk kavramı, belli bir davranışı sergilemenin büyük kazançlar sağlama
olasılığıyla birlikte büyük kayıpları da ortaya çıkarabilecek olması durumunda söz
konusudur. Bir başka ifade ile riske giren ya da risk alan birey, büyük kazançlar
sağlama amacıyla, büyük kayıpların ortaya çıkmasını da göze almaktadır.
Durumu grup süreçleri açısından değerlendirecek olursak, grup içerisinde
birey, tek başına olduğu durumlara kıyasla daha fazla risk almaya eğilimli
olabilmektedir.
Örnek
243
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Grup Kutuplaşması
Karar almaya yönelik olarak grup faaliyetlerinde daha fazla risk alma
yönünde eğilim gözlenmektedir. Daha önce bir grup içerisinde bulunmanın bireyi
daha riskli davranışlara itebildiği belirtilmişti. İşte bu etki bu noktada karşılıklı bir
etkileşim süreci haline dönüşmekte bir başka ifade ile kendilerini grup içerisinde
daha rahat hissederek riskli davranışları göze alabilen bireyler, grubun riskli
davranış eğilimini de arttırmış olmaktadırlar.
Olguyla ilgili olarak yapılan araştırmalar, grup halinde karar alma
durumlarında konuya ilişkin grup içerisinde yapılan tartışma ve
değerlendirmelerden sonra daha riskli kararlar alınabildiğini ortaya koymaktadır.
Grup kutuplaşması, Dahası araştırmalar, grup içerisindeki bireylerin davranış ve tutumlarının grup
grubun ele aldığı tartışmalarından sonra daha aşırı hale geldiğini göstermektedir. Yani ele alınan ya
konunun lehinde ve da tartışılan konuya karşı olan bireyler sonraları daha şiddetli muhalif olurken,
aleyhinde olanların konunun lehinde olanlar ise ortaya çıkan karardan sonra daha fanatik birer
daha fanatik bir şekilde
destekçi haline gelmektedir. Grup içerisindeki bireylerin daha riskli karar
savlarını sürdürmelerini
ifade eden bir olgudur. almalarına ve iki zıt kutba kaymasına yol açabilecek bu durum grup kutuplaşması
olarak adlandırılmaktadır [6].
Grup kutuplaşmasına getirilebilecek açıklamaları birkaç başlık halinde ifade
etmek mümkündür:
Sorumluluğun dağınık olması: Grup kararının sorumluluğunun herhangi bir
bireye yüklenmesi fazla muhtemel olmadığından, yanlış bir durum ortaya
çıkması halinde tek başına hiçbir birey kararın yükünü üstlenmek
durumunda kalmayacaktır.
Riskin değerli görülmesi: Risk almak, kültürel değerle ilintili olarak kimi
zaman dinamik ve maceracı olmakla ilişkilendirilerek değerli görülmekte
ve dolayısıyla daha riskli alternatifler, sosyal saygınlık ya da itibar
göstergesi haline dönüşmektedir.
244
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Grup Düşüncesi
Yüksek ölçüde dayanışma ve kaynaşma özelliğine sahip grupların önemli
sorunlarından birisi olarak grup düşüncesi, grup içi baskılardan kaynaklanan ve
mental verimlilikte, gerçeği değerlendirme yetisinde ve ahlaki yargılarda bozulma
ya da kötüleşme eğilimidir. Grup düşüncesi durumunda grup karşılıklı rıza ve onay
almaya fazlasıyla odaklandığı için farklı ve eleştirel düşüncelere tahammülsüz bir
hale gelmektedir.
Belirli koşullar grup düşüncesinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktadır.
Bunlardan birisi yüksek bağdaşımlık ya da kaynaşmadır. Kaynaşmış grupların
üyeleri kendilerini büyük ölçüde grupla özdeşleştirdiklerinden bu tür gruplarda
dayanışma ya da birlik ve beraberlik son derece önemlidir.
Grup düşüncesinin oluşmasında etkili olabilecek diğer önemli iki olgu ise
alınacak kararın çok önemli olması ile zaman darlığıdır. Alacakları kararın grup
Grup düşüncesi, grup üyelerine etkisinin büyük olacağını ve karar verme noktasında fazla zamanları
üyelerinin karşılıklı onay olmadığını düşünen grup üyeleri, karar verme sürecinde telaşa
almaya odaklanarak kapılabilmektedirler. Bu durumlar, grup üyelerinin kararlarda uyuşmayı tercih
eleştirel düşünceleri
etmesine ve eleştirel düşünceleri göz ardı etmesine yol açmaktadır. Grup
göz ardı ettiği bir
durumu ifade düşüncesi tehlikesi ile karşı karşıya olan gruplarda önemli birtakım belirtiler
etmektedir. mevcuttur. Bu belirtiler Tablo 12.1.’de özetlenmektedir:
245
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Muhalifler Üzerinde Sosyal kontrol araçları ile uyuma yönelik güçlü istek ve
Baskı Kurma uygulama ifade özgürlüğü görüntüsü altında açıklanan
muhalif görüşlerin göz ardı edilmesine yol açmaktadır.
246
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
X A B C
Kaynak: Yüksel:2011:190
247
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
248
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
Bireysel Özellikler
Birey açısından grup üyeliğinin ne ölçüde önemli olduğu ve kendini grup
amaçlarıyla özdeşleştirme derecesi, uyum davranışını belirleyen önemli olgulardır.
Grubun bireyin maddi ve sosyal ihtiyaçlarını ne ölçüde giderdiği ve diğer grup
üyelerinin niyetlerine ilişkin bireysel algılamalar da uyum davranışını belirleyen
bireye ilişkin ölçütlerdir. Kişilik özellikleri bakımından bir değerlendirme
Kendine güveni düşük yapıldığında ise özellikle kendine güveni yeterli olmayan ve kendini bir grup
ve bağlanma ihtiyacı içindeyken tek başına olduğundan daha rahat hisseden, grubu çekici bulan,
yüksek bireyler uyum bağlanma ihtiyacı yüksek bireylerin uyum davranışı göstermeleri daha fazla
davranışı göstermede
olasıdır.
daha fazla isteklidirler.
Bireyci olanlar ise kendi fikirlerini daha fazla önemserler ve gruba uyma
zorunluluğu hissetmezler. Bu nedenle birey olma gereksinimi yüksek ya da
bireyselliğini korumayı ve kendine has olmayı önemseyen bireylerin uyum
davranışı göstermesi olasılığı daha düşüktür.
Grubun Özellikleri
Her grubun bireyi aynı ölçüde uyum davranışına zorlayabileceği söylenemez.
Bu noktada grup büyüklüğü, grubun kompozisyonu (bileşimi), etkileşim sıklığı,
grup liderinin kişilik özellikleri ve grubun üyesi olma yolunda verilen mücadele gibi
faktörler, uyum davranışını etkileyen önemli faktörler olmaktadır. Bu bağlamda
küçük ve orta büyüklükteki gruplarda, birbirine benzer fazla sayıda özelliği ve
ihtiyacı olan bireyleri bir araya getiren gruplarda, etkileşim sıklığı yüksek
gruplarda, liderin kişilik özelliklerinin bireyleri fazlasıyla etkilediği gruplarda ve
gruba üye olmak için bireyin fazlasıyla güç sarf ettiği ya da mücadele ettiği
gruplarda uyum davranışı görülmesi olasılığı daha yüksektir.
Grup üyeleri arasında söz birliğinin olup olmayışı da uyum davranışını
etkileyen önemli bir grup özelliğidir. Böyle bir söz birliğinin olması durumunda
uyum davranışı daha baskın görülen bir davranış olmaktadır. Söz birliğini bozan bir
tek üyenin olması durumunda bile uyum davranışı bundan olumsuz
etkilenmektedir. Örneğin; grup özelliklerinin uyum davranışına etkisini gösteren ve
daha önce de değindiğimiz Asch’in araştırmasında, grubun yargısına uymayan bir
üyenin bulunmasının uyum davranışını %35’ten %8-9’lara düşürdüğü gözlenmiştir.
Gruba ait olarak uyum davranışını etkileyen olgulardan birisi de azınlık etkisi
olarak tanımlanan durumdur. Sosyal etki genelde çoğunluğun azınlığı etkilemesi
şeklinde gerçekleşmektedir. Ancak azınlık etkisi bunun tam tersini ifade eden bir
249
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
durumdur. Örneğin; tarih sürecinde pek çok bilimsel gerçek ve sosyal açıdan
önemli reform ve yenilikler çoğunluk tarafından reddedilmiş, ancak bu gerçekleri
ısrarla savunan az sayıdaki bilim adamı ve küçük insan topluluklarının çabasıyla bu
gerçekler ve reformlar toplum tarafından daha sonra kabul edilmiştir. Azınlık
Birbirine fazlasıyla etkisine ilişkin araştırmalar azınlığın tutarlı, açık fikirli ve gruptan sadece savunulan
benzer özellik ve görüş açısından farklılık gösterdiği durumlarda, çoğunluğu etkileme olasılığının
ihtiyaca sahip gruplarda daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
uyum davranışının
ortaya çıkma olasılığı Ortamın Özellikleri
daha yüksektir.
Çevresel koşulların özellikleri de bireyin uyum davranışını belirleyen önemli
faktörlerden birisidir. Bu noktada örneğin grubun algıladığı çevresel tehditler ve
uyum davranışı ile elde edilebilecek ödüllerin fazlalığı uyum davranışını
etkilemektedir. Tehditler ve çevresel ödüller arttıkça uyum davranışı da
artmaktadır. Ayrıca bireysel olarak hareket etmenin riskli olduğu ya da çevresel
belirsizliğin yüksek olduğu ortamlarda da bireyler gruba uyum göstermeye daha
fazla eğilimlidirler.
250
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
251
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
252
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Grup içinde olmanın bireyin performansını olumsuz etkilemesi aşağıdaki
kavramlardan hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Sosyal ket vurma
b) Sosyal hızlandırma
c) Sosyal ayaklık
d) Grup düşüncesi
e) Sinerji
253
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
6. İki ya da daha fazla bileşen arasındaki, bileşenlerin ayrı ayrı toplamları ile
elde edileceğinden daha farklı bir sonucun ortaya çıkmasına yol açan
olumlu veya olumsuz etkileşim hangi kavramla ifade edilmektedir?
a) Sosyal ket vurma
b) Sosyal hızlandırma
c) Sosyal aylaklık
d) Grup düşüncesi
e) Sinerji
254
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
10. Bir otorite tarafından gelen bir istekle bireyin bir düşünce, davranış ya da
tutumu benimsemesi olgusu hangi araştırmayla irdelenmiştir?
a) Asch
b) Milgram
c) Şerif
d) Mayo
e) Taylor
Cevap Anahtarı
1.a, 2.b, 3.e, 4.a, 5.d, 6.e, 7.c, 8.d, 9.b, 10.b
255
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Huczynski, A., Buchanan, D. (2013). Organizational Behaviour. New
Jersey:Prentice Hall.
[2] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[3] Martin, J., Fellenz, M. (2010). Organizational Behaviour&Management.
Hampshire: Cengage Learning.
[4] Rollinson, D., Broadfield, A., Edwards, D.J. (2002). Organisational Behaviour
and Analysis. New Jersey:Prentice Hall.
[5] Şimşek, Ş., Akgemci, T., Çelik, A. (2014). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Eğitim Kitabevi.
[6] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[7] Yüksel, Ö. (2011). Davranış Bilimleri. Ankara: Gazi Kitabevi.
[8]Aydın, O. (2008). “Davranış Üzerine Sosyal Etkiler”, Enver Özkalp (Ed.). Davranış
Bilimlerine Giriş. (ss.261-278). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
256
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
SOSYAL TABAKALAŞMA VE
SOSYAL DEĞİŞME
• Sosyal Tabakalaşma
İÇİNDEKİLER
• Tabakalaşma Çeşitleri
• Tabakalaşma Kuramları
• Sosyal Hareketlilik DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Sosyal Değişme
Prof. Dr.
Ömer Faruk İŞCAN
açıklayabilecek,
• Tabakalaşma çeşitlerini
anlayabilecek,
• Tabakalaşma kuramlarını
bilebilecek,
• Sosyal hareketlilik olgusunu
değerlendirebilecek,
• Sosyal değişme terimini izah
edebileceksiniz. ÜNİTE
13
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Geleneksel Farklılaşma
Kurumsallaşmış
Farklılaşma
Sosyal Farklılaşma
Biçimleri
Fonksiyonel Farklılaşma
Rekabetçi Farklılaşma
Kast Sistemi
Sosyal Tabakalaşma
Kölelik
Tabakalaşma Çeşitleri
Zümre
Sınıf Sistemi
Max Weber’in
Sosyal Hareketlilik
Tabakalaşma Kuramı
Fiziksel Çevre
Sosyal Değişme
Sosyal Değişmeyi
Politik Örgütlenme
Etkileyen Faktörler
Kültürel Etkenler
258
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
GİRİŞ
En basit toplumsal yapılarda bile toplumun üyeleri arasında bir
farklılaşmanın olduğu gözlenmektedir. Bir başka ifade ile her toplum, bünyesinde
barındırdığı bireyleri, sahip oldukları özellikleri dikkate alarak ayrıştırır ve onlara
buna göre muamele eder. En yalın toplumsal yapılarda bile mevcut olan böyle bir
tabakalaşmanın gelişmiş, örgütlü ve karmaşık toplumsal yapılarda görülmesi de
kaçınılmazdır.
Kimi toplumlarda bu tabakalaşma cinsiyet temelinde gerçekleşirken, kimi
toplumlar ise üyelerini yaş, fiziksel güç, zekâ ve eğitim düzeyi, etnik köken ya da
renk gibi ölçütler açısından farklılaştırmaktadır. Bu farklılaşma, bireylerin bir
toplumun sosyal ödülleri konumundaki servet, güç ve saygınlığa ulaşma
düzeylerine etki etmekte ve bu ödüllere ulaşma noktasında bireyler arasında
eşitsizliğe sebep olmaktadır. Toplumun hâkim değer ve anlam birikimine dayalı
olarak ortaya çıkan sosyal tabakalaşma sonucunda her toplumda birileri
diğerlerinden daha zengin, daha güçlü ve daha saygın bir konum sahibi
olmaktadır.
Değişim olgusu bireyler için söz konusu olduğu gibi, bireylerden oluşan
toplumlar için de geçerli bir olgudur. Her toplum temel bir özellik olarak değişme
potansiyeline sahiptir ve bu devamlılık gösterir. İnsanoğlu, ilkel bir toplumsal
yapıdan zaman içerisinde gerçekleşen değişme ile birlikte bugünkü bilgi toplumu
seviyesine ulaşmıştır. Değişme hızı toplumdan topluma farklılaşsa da değişimin
kendisi kaçınılmazdır. Bu süreç içerisinde toplumun kültürü ve değer yargıları da
değişerek yeni nesillere farklı bir içerikle aktarılmaktadır.
Sosyal bir varlık olan insanın davranışlarını açıklamada sosyal tabakalaşma
ve değişme olguları son derece önemlidir. Bu önemden hareketle bu bölümde
sosyal tabakalaşma ve sosyal değişme olguları ele alınacaktır. Bu doğrultuda
öncelikle sosyal tabakalaşma ve sınıflaşma olguları değerlendirilecek, daha sonra
ise sosyal mobilite kavramına değinilerek tabakalaşma teorileri açıklanacaktır.
Bölümün son kısmında ise sosyal değişme olgusu incelenecektir.
SOSYAL TABAKALAŞMA
Tabakalaşma, bir toplumu oluşturan bireylerin, nesneler ve değerler
şeklinde ifade edilen bütün imkân ve kaynaklar noktasında eşitsiz ve farklı bir
dağıtıma sahip olması anlamına gelmektedir. Tabakalaşma genel anlamda belli bir
Tabakalaşma genel ve toplumu meydana getiren bireylerin hiyerarşik olarak sıralanmasını ifade eden bir
soyut bir kavram olarak kavramdır. Bütün bireylerin aynı derecede eşit olduğu ve aynı imkânlara sahip
hem doğal hem de olduğu bir toplum örneği mevcut değildir. Bir başka deyişle tarih boyunca bütün
sosyal eşitsizliklerin toplumlar sistemli bir şekilde eşit olmayan gruplara bölünmüş ve bu eşitsizlik
varlığına kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Birtakım unsurlar açısından bireyler arasındaki
dayanmaktadır.
farklılıklara dayalı bir sıralanışı ifade etmede kullanılan tabakalaşma, birinin özelliği
dolayısıyla diğerine üstünlüğünden çok genel bir sıralanış anlamında
değerlendirilmiştir. Toplumu oluşturan bireyler arasındaki eşitsizlikler sebebiyle
259
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
ortaya çıkan farklılaşmalar, hiyerarşik bir sıralanışın ortaya çıkmasına yol açmış ve
bu durum da sosyal tabakalaşma olgusunu meydana getirmiştir [1].
En basit ilkel topluluklardan en gelişmiş toplumsal yapılara kadar bütün
toplumsal bünyelerde gözlenen bu tabakalaşmada ölçüt olarak ortaya çıkan
değişkenler farklı şekillerde olabilmektedir. Bu değişkenler kimi zaman ırk,
cinsiyet, renk, boy ve ağırlık gibi biyolojik kökenli olarak ortaya çıkarken kimi
zaman da evlilik, zenginlik, yoksulluk, soyluluk, güçlülük, kentlilik, köylülük, işçilik,
işverenlik, memurluk ve amirlik gibi sosyo-kültürel ve ekonomik kökenli olarak
meydana gelmektedir [2, 3].
Sosyal tabakalaşma kuşaklar boyu devam eden bir eşitsizlik yapısıdır. Bir
başka ifade ile toplumsal eşitsizlikler bütün toplumların ortak bir özelliğidir ve bu
eşitsizlik devamlılık göstermektedir. Bu yapı içerisinde toplumdaki birtakım gruplar
ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan ayrıcalıklı bir konuma sahip olarak diğerlerini
bu haklar noktasında yoksun bırakmakta ve denetim altında tutmaktadır.
Toplumsal yapı içerisinde “ayrıcalıklı” insan konumunda olan bu grupların sahip
oldukları belli başlı üstünlükleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Yaşam şansları: Yüksek gelir, refah ve zenginlik gibi ekonomik avantajlarla
birlikte, sağlık ve iş garantisi gibi imkânlara da sahip olan ayrıcalıklı grup
bunların yanı sıra iyi ev ve semtlerde oturma ve iyi tatil olanakları gibi
olanakların da tadını çıkarmaktadır.
Sosyal statü: Ayrıcalıklı gruplar, toplumsal yapı içerisinde daha üst noktada
bir konumda bulunurlar.
Siyasal etki: Siyasal açıdan karar verme, sistem ve mekanizmalarına etki
etme gücü ve fırsatı noktasında ayrıcalıklı gruplar, diğerlerine göre
üstündür.
Yukarıda ifade edilen üstünlükler birbirleri ile etkileşim halindedir. Bir başka
anlatımla bir noktada ortaya çıkan eşitsizlik diğer alanları da etkilemektedir.
Yüksek gelir, refah ve zenginlik gibi üstünlüklere sahip olan gruplar, toplum
içerisinde daha üst bir konumda bulunmakta ve yüksek bir siyasal etkiden
Yaşam şansları, sosyal yararlanmakta iken, ekonomik yönden avantajlı konumda olmamak beraberinde
statü ve siyasal etki düşük sosyal statüyü ve siyasal etkiyi getirmektedir.
alanlarının herhangi
birindeki eşitsizlik Toplumsal yapılardaki sosyal ilişkilerde görülen eşitsizliğin temelindeki olgu,
diğerlerini de sosyal farklılaşmadır. Sosyal farklılaşma, belirli bir toplumsal yapı içerisinde mevcut
etkilemektedir. olan ve karşılıklı sosyal etkileşim sürecinden kaynaklanan, bireyler, gruplar ve
kurumlar arasındaki her türlü farklılığı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.
Şekil 13.1’de gösterildiği gibi sosyal farklılaşma toplum içerisinde dört farklı şekilde
ortaya çıkabilir: Geleneksel farklılaşma, kurumsallaşmış farklılaşma, fonksiyonel
farklılaşma ve rekabetçi farklılaşma.
260
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Sosyal Farklılaşma
Biçimleri
261
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Örnek
•Aynı hastanede görev yapan bir doktorla hizmetli arasında fiziksel
bir mesafe olmamasına karşın sosyal mesafe mevcut iken,
birbirine çok uzak yerlerde çalışan iki hizmetli eleman arasında ise
sosyal mesafe açısından fazla bir farklılık söz konusu değildir.
TABAKALAŞMA ÇEŞİTLERİ
Her toplum diğerlerinden farklı bir tabakalaşma göstermektedir. Bu
tabakalaşma kimi toplumlarda sınırları çok keskin bir şekilde belirgin ve bireylerin
katman değiştirmelerine izin vermeyecek ölçüde düzenlenmiştir. Kapalı sistemler
olarak da adlandırılan bu yapılar içerisindeki bireyler tüm yaşamlarını hangi
katmanda doğarlarsa o katman içerisinde geçirmektedirler. Kast ve kölelik
Tabakalaşma kimi sistemleri bu tür yapıların örnekleridir. Bazı toplumsal tabakalaşma sistemleri ise
toplumsal yapılarda bireylerin bulunduğu konumu değiştirmesine imkân tanımaktadır.
keskin, belirgin ve
değişime kapalı iken Açık sistemler olarak bilinen bu oluşumlarda bireyler elde ettikleri başarı ve
kimilerinde ise fırsatları kullanma becerisiyle daha yüksek konumlara gelebilmektedir. Örneğin;
bireylerin sınıf sistemi, bireylere bu olanağı tanıyan bir tabakalaşma türüdür. Tabakalaşma
hareketliliğine izin
çeşitlerine ilişkin farklı sınıflamalar mevcut olmakla birlikte bunların başlıcalarını
veren bir tabakalaşma
Şekil 13.2’de gösterildiği gibi şu şekilde sıralayabiliriz: Kast sistemi, kölelik, zümre
mevcuttur.
ve sınıf sistemi [4].
Tabakalaşma
Çeşitleri
Kast Sistemi
Kast sisteminde birey statüsünü doğuştan kazanmakta ve aynı statüyü
hayatı boyunca devam ettirmektedir. Kastlar arasında etkileşim ve geçişe izin
vermeyen sistemin ideal örneği Hindistan’daki kast sistemidir. Ancak aynı sosyal
statüdeki insanların birbirleriyle evlenebildiği kapalı sistem olma özelliğine sahip
kast sistemi içerisinde beş kategori söz konusudur: Rahipler (brahmanlar), soylu
262
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
263
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Zümre
Zümreler, derebeylik olarak da adlandırılabilecek feodal sistem içerisindeki
sosyal tabakalaşmayı ifade etmektedir. Bu sistemin en önemli örneği Batı Avrupa
olsa da, dünyanın çok farklı bölgelerinde de feodal sistemin değişik görünümlerine
rastlamak mümkündür.
Yasalara dayalı zümre sisteminde eşit olmayan zümreler mevcuttur ve her
zümrenin toplum içerisinde üstlendiği bir görev söz konusudur. Bu tür bir
Sanayi devrimi öncesi
tabakalaşmada sosyal grupların hiyerarşisini belirleyen servet ya da üretim rolleri
feodal sistem
içerisindeki Ortaçağ değil, şeref, fazilet gibi olgular ve bu olgular paralelinde bireylere yüklenen önemli
Avrupa’sında gelişen görevlerdir. Toplum içerisinde söz konusu olabilecek bu önemli görevler; politik,
zümre sistemi, kast ve askerî, dinî ve ticari görevlerdir. Bu farklı görevleri üstlenen değişik zümreler ise
kölelik sistemine göre Feodal Avrupa’da şu başlıklar altında toplanabilir: Hanedan (kraliyet ailesi),
daha açık bir sistemdir. soylular ve rahipler, özgür yurttaşlar, serfler ve köleler.
Feodal sistem içerisinde en önemli olgulardan birisi, nesep bağına dayalı
soyluluktur. Devletlerin yeterince gelişmediği feodal dönemde soylular sahip
oldukları topraklarla sınırlı bir hâkimiyet ilan etmişler ve devletin yeterince
örgütlenememesinden doğan boşluktan yararlanarak kendi hukuklarını uygulamış
ve nüfusu kontrol etmişlerdir. Soylular sahip oldukları zenginliği kullanarak askerî
güç oluşturmuşlar, silahsız köylüler ise bu güce karşı koyamadıklarından sistemi
benimsemek zorunda kalmışlardır.
Soylular kendilerine ait toprakları daha küçük parçalara ayırarak başkalarına
ekonomik ve askerî hizmet karşılığında vermekteydiler. Toprak sahibi, aynı
zamanda o toprağın üzerindeki köylüleri de besliyordu. Bir başka deyişle üretici
köylüler, toprakla birlikte alınıp satılabilmekteydi. Köylülerin bir kısmı
özgürlüklerinden tamamen mahrum bir şekilde yaşamlarını sürdürürken, bir kısmı
ise yarı hür bir durumda ancak toprağa bağımlı bir şekilde yaşamlarını devam
ettirmekteydi.
Tüccar ve zanaatkârlar ise toprağa bağlı olmadan kasabalarda yaşarlardı.
Kasaba gibi yerleşim yerlerinin artması ve gelişmesi ile birlikte daha sonra ticaret
ve meslekler de gelişmiş ve meslek kuruluşları, işçiler ve dini kurumların birleşimi
sonucunda loncalar ortaya çıkmıştır. Kapalı bir sosyal sistem özelliğine sahip
loncalarda tüccar ve zanaatkârlar babadan oğula geçen bir meslek örgütü
geliştirmişlerdir. Bu sistemin işleyişi ile zenginleşen tüccarlar, hanedana
sağladıkları mali yardımla soyluluk unvanını satın alabiliyorlardı.
Dinî kurumlar olarak kiliselerin de hiyerarşik bir yapılanma gösterdiği zümre
sisteminde rahiplerin evlenmeleri yasaklanmış, kendini dine adayan bu insanlar
toplum içerisinde üst soylular grubuna dâhil olarak görülmüştür. Bu özelliklerle
18. yüzyıla kadar varlığını sürdüren zümreler, toplumsal gelişime ayak
uyduramadığı için zaman içerisinde çağdışı kalarak büyük ölçüde ortadan
kalkmıştır.
264
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Sınıf Sistemi
Sosyal tabaka ve sosyal sınıf kavramları bazen eş anlamlı olarak kullanılsa da
farklı anlamlar içermektedir. Sosyal tabakaların belirlenmesinde ekonomik ilişkiler,
sosyo-kültürel yaşam tarzı, dünya görüşü gibi çok faktörlü bir içerik söz konusu
iken, sınıflaşma büyük ölçüde ekonomik ilişki temelinde ortaya çıkan bir olgudur.
Bir başka ifade ile sosyal tabaka kavramı daha geniş ve kapsamlı bir kavram olarak
toplum içerisinde birey ve grupların sahip oldukları saygınlık, güç ve zenginlik
açısından toplumsal düzeylerini gösterirken; sosyal sınıf, daha dar ve özel bir
anlamla, her bir tabaka içerisindeki özellikle ekonomik grup farklılaşmasını
belirtmektedir.
Sınıf sistemini özel bir sosyal tabakalaşma türü olarak düşündüğümüzde bu
tabakalaşmanın temel ölçütü ekonomik ilişkilerdir. Ekonomik ilişkilerin
gerçekleşme şekli, toplumlarda eşit olmayan farklı sınıflar meydana getirmiştir.
Maddi eşitsizlikler üzerine kurulu sınıflaşma yapısı bünyesinde her sınıfta
ekonomik ilişki açısından birbirine benzer insanlar bulunmaktadır. Belli bir üretim
şeklini yansıtan ekonomik ilişkiler bir sınıf sistemi oluşturur ve sınıflar arası geçişte
esas olan kişisel başarıdır. Bir başka ifade ile bireyler ve gruplar elde ettikleri
başarı paralelinde pozisyonlarını değiştirebilirler. Bu da sınıf sisteminin insanların
Sosyo-ekonomik hareketliliğine izin veren açık bir sistem olduğu anlamına gelmektedir. Sınıfları
gelişmişliğin artışı ve ayıran çizgiler katı olmayıp bireyler, üyesi oldukları sınıflar içerisinde yukarı ya da
toplumsal yapıların aşağı hareket edebilmektedirler.
daha karmaşık hale
Daha önce ele aldığımız sosyal tabakalaşma çeşitleri büyük ölçüde tarıma
gelmesi ile birlikte her
sosyal tabaka içerisinde dayalı topluluklar için söz konusu olurken, sınıf sistemi endüstriyel toplumların bir
birtakım sosyal sınıflar tabakalaşma türüdür. Sosyal sınıf olgusu “belirli yönler açısından benzer olma”
ortaya çıkmıştır. durumunu ifade ederken, bu benzerliği oluşturan bütünün parçalarının neler
olduğu önemli bir inceleme konusudur. Bu doğrultuda pek çok ölçütten söz etmek
mümkün olsa da, sosyal sınıf olgusunu belirleyen faktörleri belli başlı gruplar
halinde şu şekilde ifade edebiliriz: Gelir seviyesi, yaşam tarzı, eğitim seviyesi ve
sınıf bilinci.
265
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
TABAKALAŞMA KURAMLARI
Sosyal tabakalaşmaya ilişkin belli başlı teori ya da kuramları üç ana başlık
altında toplamak mümkündür. Bunlar; Karl Marx’ın tabakalaşma kuramı, işlevsel
yaklaşım ve Max Weber’in tabakalaşma kuramı şeklinde ifade edilebilir.
266
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
267
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
İşlevsel Yaklaşım
Sosyologlar Kingsley Davis ve Wilbert Moore ile özdeşleştirilen işlevsel
yaklaşım Marxist yaklaşımın tersine, tabakalaşmanın toplumların gelişmesine
katkı sağlayacağını iddia etmektedir. Tabakalaşma, toplumun devamını
İşlevsel yaklaşıma göre sağlayabilmek için fonksiyonel ya da işlevsel bir zorunluluktur. Toplum, birbirine
tabakalaşma, toplum bağlı çıkarlar ekseninde birleşmiş, tabakalardan oluşan, önemli mevkilerin vasıflı
için gerekli ve de faydalı ve yetenekli bireyler tarafından işgal edildiği bir sistemdir ve bu sistem içerisinde
bir olgudur.
eşitsizlikler fonksiyonel bir sorun olarak bulunmaktadır.
Tabakalaşma ve eşitsizlikler, yaklaşım bünyesinde toplumun devamına
olumlu etki eden gerçeklerdir. Toplumdaki önemli yerler bilgi, beceri ve yetenek
açısından daha gelişmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır. Toplum içerisindeki her
birey bu tür pozisyonlarda bulunamaz. Toplumun devamı için bireylerin farklı
sosyal konumlarda olması gerekir. En önemli kişiler en iyi yerleri işgal ettiğinden
bireylerin ekonomik kazanımları ve saygınlıkları farklıdır. Her toplumda o
toplumun devamlılığı için yerine getirilmesi gereken görevler vardır. Toplumdaki
önemli pozisyonlar “doğru” insanlar tarafından doldurulmalıdır. Bazı pozisyonların
gerekliliklerinin yerine getirilmesi ise daha kolaydır. Bu pozisyonlar da daha
yeteneksiz kişilere göredir. Bu da bazı insanların diğerlerinden daha fazla
ekonomik ve sosyal kazanımlarının olması anlamına gelmektedir.
Toplumsal ödüllerin önemli pozisyonda bulunanlara daha fazla verilmesi
toplum içerisindeki bireylerin bu pozisyonları elde etmek için mücadele etmesine
yol açmakta, bu ise toplumların en iyi kişiler tarafından yönetilmesine aracı
olmaktadır. Böylece her toplum içerisinde kurumsallaşmış eşitsizlikler mevcuttur
ve toplum içerisinde önemli görevler üstlenen kişiler en iyi biçimde
ödüllendirilmektedir. Bu da tabakalaşmanın toplumsal bir zorunluluk olduğunu
göstermektedir.
268
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
İşlevsel yaklaşıma ilişkin en önemli sorun hangi işlerin daha önemli olduğu
noktasındadır. Bu konuyu gündeme getiren Melvin Tumin, işlevsel önem
kavramını ele alarak hangi işlerin diğerlerinden daha önemli olduğuna kimin karar
vereceği sorusunu sormaktadır. Tumin, bu sorunun cevabının değer yargılarından
uzak ve objektif bir şekilde verilemeyeceğini öne sürmektedir. İşlevsel bakış
açısının belirttiği “sınırlı sayıda yetenekli insan” yaklaşımı da tartışmalıdır. Çağdaş
dünyada yetenekli insanların en azından bir kısmının eğitim, sağlık ve sosyal
yönlerden yetersiz bırakıldığı açıktır.
Toplum içerisinde birtakım insanlar bilgi, beceri, yetenekleri ile rekabet
ederek önemli pozisyonları elde ederken bir kısım insanlar ise aileden gelen sosyal
ve ekonomik mirastan yararlanarak toplum içerisindeki konumunu pekâlâ
yükseltebilmektedir. Bu ise tabakalaşmanın olumsuz birtakım yansımalarının da
söz konusu olduğunu göstermektedir. Toplumda var olan fırsat eşitsizliği,
insanların bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirme imkânlarını daraltmakta, bu da
toplumların yetenekli insanlardan yoksun kalması sonucunu doğurmaktadır.
269
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
270
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
SOSYAL DEĞİŞME
Sosyal değişme, bir sosyal grup ya da toplumun yapısında, doğasında, sosyal
kurumlarında ve o toplum içerisindeki sosyal ilişkilerde gözlenebilir farklılığa işaret
eden bir kavramdır. Başka bir ifade ile değişme, toplum kültürünün, yapısının ve
toplumsal davranışların zaman içerisinde farklılaşmasıdır. Tarihsel süreç içerisinde
her toplumsal yapı zamanla bir sosyal değişme süreci geçirmiştir. Değişme her
toplumun temel bir özelliğidir ve devamlılık gösteren bir olgudur. Çağdaş
toplumlarda değişme, gündelik bir olgu haline gelmiştir. Sosyal değişmenin
hızındaki bu artış, beraberinde birtakım önemli sorunları da getirebilmektedir.
Bunun önemli bir sebebi değişimin yarattığı belirsizliktir. Değişme sadece geçmiş
zamanda ve bugün yaşanan bir olgu olmayıp, gelecekte de var olacaktır. Bu
Geleneksel toplumlarda
değişme daha yavaş bir değişmenin ne şekilde gerçekleşeceğini tahmin etmek ise son derece güçtür.
şekilde gerçekleşirken, Sosyal değişmeye ilişkin olarak yapılan değerlendirmelerde birtakım
sanayileşmiş toplumsal varsayımlar dile getirilmektedir. Buna göre sosyal değişmenin önüne geçilemez
yapılar içerisindeki
doğal bir nitelik taşıdığı, gerekli ve sürekli olduğu ve benzerlikler gösterdiği
sosyal değişme, önceki
tarihsel dönemlere şeklinde varsayımlar mevcuttur.
kıyasla çok daha Sosyal değişme sürecine etki eden pek çok faktör söz konusudur ve değişme
fazladır.
bu faktörlerin karmaşık bir çerçeve içerisinde karşılıklı etkileşimi ile
tabakalaşma
gerçekleşmektedir. Ekonomik, teknolojik, siyasal vb. faktörlere bağlı olarak
meydana gelen değişmenin nedenini ya da buna yol açan faktörleri tam olarak
271
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Sosyal Değişmeyi
Etkileyen Faktörler
Fiziksel Çevre
Toplumun içinde yaşadığı fiziksel çevreye ilişkin koşullar, toplumsal
değişmeyi önemli ölçüde etkilemektedir. Özellikle iklim koşulları, doğal çevresel
koşullardaki deprem, su baskını, salgın hastalık gibi olaylar çevre ile topluluk
arasındaki ilişkileri değiştirmektedir. İçinde yaşanılan çevresel koşullara uyum
sağlamakla toplumsal gelişme ve değişme arasındaki ilişki göz ardı edilemez.
Toplumun yaşadığı bölgedeki tüm yer üstü ve yer altı kaynaklarının toplum
tarafından ne ölçüde verimli ve etkin olarak kullanıldığı sosyal değişmenin yönü
konusunda da fikir verir. Bu kaynakların kötü kullanımı doğanın dengesini bozarak
insanların sosyal yaşamlarında da olumsuz birtakım değişmelere sebep
olmaktadır. Bu noktada fiziksel çevrenin bir unsuru olarak toplumun bilimsel ve
teknolojik altyapısı da sosyal değişmeyi etkileyen önemli bir faktör olarak ifade
edilmelidir. Makineleşme, ulaşım ve iletişim teknolojisindeki yenilikler insan ve
Bugün tüm dünyada toplumların yaşamını değiştirebilmektedir. Teknoloji bir noktada insanın doğal
çevresel konular çevresel koşulları denetimi altına almasını sağlamaktadır. Mevcut teknolojik
üzerindeki hassasiyet, yapıdaki değişmeler, hem toplumsal yapıyı hem de bu yapı içerisindeki ilişkilerle
çevrenin insanın soysal bu ilişkilere yön veren değer sistemlerini değiştirmektedir. Örneğin, çağdaş
yaşamı ve bu
dünyadaki ağır ve kuşatıcı çalışma koşulları aile ilişkilerini olumsuz etkilemiş ve
yaşamdaki değişme
üzerindeki etkisinin en boşanma oranlarını arttırmıştır.
önemli kanıtlarındandır. Politik Örgütlenme
Farklı amaçlar ve anlayışlar çerçevesinde toplumda ortaya çıkan politik
örgütlenmeler, birbirlerini etkiler ve bunların amaçlarına ulaşma yolunda verdikleri
272
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
Kültürel Etkenler
Toplumdaki bireylerin tutum ve davranışları, düşüncelerinde meydana
gelen farklılaşmalar sosyal değişmeyi etkileyen önemli bir faktördür. Kültür etkisi,
sosyal ilişkiler ağı içerisindeki liderlik, iletişim sistemleri ve din olgusunun etkilerini
de kapsayan bir mahiyettedir. Bu doğrultuda kültür bazen değişmenin önünde
engelleyici bir unsur olarak belirirken kimi zaman da bu değişmeyi arttırıcı bir öğe
olarak yer almıştır. Örneğin, bazı dinî inanç türleri ve uygulamaları geleneksel
değerlere tutucu bir nitelikte vurgu yaptığı için sosyal değişme üzerinde frenleyici
etki ortaya koyabilirler. Ancak bazen de dinî inançlar sosyal değişme için gerekli
olan baskıları harekete geçirici bir rol oynayabilmektedir. Bu noktada özellikle
kültür içerisindeki iletişim sistemleri sosyal değişmeyi etkilemede ön plandaki bir
unsur olarak gözükmektedir.
Hem bireysel iletişim hem de toplumsal iletişim, sosyal değişmeyi
açıklamada anahtar niteliğinde bir role sahiptir. İletişim düzeninin benimsediği
doğrular ve yanlışlar, sosyal değişmeyi olumlu ya da olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu bağlamda toplum içerisindeki iletişim sistemini etkili bir araç olarak kullanma
becerisine sahip liderleri de kültürel etkenlere dâhil etmek mümkündür. Liderlerin
iletişim yapısını akılcı bir biçimde kullanması tarih boyunca sosyal değişmeyi
hızlandırıcı bir etki ortaya koymuştur.
Bireysel Etkinlik
273
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
274
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Sosyal farklılaşma türleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Geleneksel farklılaşma
b) Kurumsallaşmış farklılaşma
c) Fonksiyonel farklılaşma
d) Gönüllü farklılaşma
e) Rekabetçi farklılaşma
5. Meslekî ve coğrafi açıdan çok önemli bir gelir ve saygınlık farkı içermeyen
hareketlilik aşağıdakilerden hangisidir?
a) Yapısal hareketlilik
b) Değiştirilebilir hareketlilik
c) Zorunlu hareketlilik
d) Dikey hareketlilik
e) Yatay haraketlilik
275
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
276
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Thye, S.R., Lawler, E.J., Yoon, J. (2008). “Social Exchange and the Maintanence
of Order in Status-Stratified Systems”, Social Structure and Emotion, ss.37-
63.
[2] Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri. İstanbul:Beta
[3] Bahar, H.İ. (2009). Sosyoloji. Ankara: USAK Yayınları.
[4] Özkalp, E. (2008). “Toplumsal Tabakalaşma ve Değişme”, Enver Özkalp (Ed.).
Davranış Bilimlerine Giriş. (ss.127-156). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
[5] Bell, W. (1991). “Values and the Future in Marx and Marxism”, Futures, 23/2,
ss.146-162
[6] Aron, R. (2014). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Korkmaz Alemdar
(Çev.).Kırmızı Yayınları.
[7] Eserpek, A. (1976). “Sosyal Mobilite ve Eğitim”. Ankara Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Fakültesi Dergisi, 9/1, ss.389-401.
[8] Giddens A. (2001). Sociology. Oxford: Blackwell Publishing.
277
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
STRES VE STRESİN YÖNETİMİ
• Stres Kavramı
İÇİNDEKİLER
• Stres Türleri
• Stresin Nedenleri DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Stresin Etkileri
• Stres Yönetimi
Prof. Dr.
ÜNİTE
14
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Stres ve Stresin Yönetimi
Stres
Stres
Yönetimi
Strese Dört Farklı Bakış Açısı
Fizyolojik Yaklaşım Bireysel Stres Yönetimi
Bilişsel Değerlendirme Yaklaşımı
Birey-Çevre Uyumu Yaklaşımı
Psikoanalitik Yaklaşım
Örgütsel Stres Yönetimi
Stres Türleri
Olumlu Stres
Olumsuz Stres
Sosyo-Kültürel Stres
Yönetimi
Stresin Nedenleri
Bireysel Nedenler
Çevresel Nedenler
Stresin Etkileri
Fizyolojik Etkiler
Psikolojik Etkiler
279
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Stres ve Stresin Yönetimi
GİRİŞ
İçinde bulunduğumuz çağ, büyük değişim ve de dönüşümlerle özdeşleşen
bir çağdır. Böyle bir çağdaki değişim hızını anlatmak için türbülans (çalkantı)
kelimesi kullanılmaktadır. Uçak yolculuğu deneyimi olan pek çok insanın birkaç
saniyeliğine yaşadığı bu çalkantının bugünün dünyasında sürekli yaşanan bir
çevresel oluşum olduğu kabul edilmektedir. Gerçekten de son elli yılda dünyada
meydana gelen teknolojik ilerlemeler, bireylerin ve toplumların yaşamlarında
köklü bir değişim meydana getirmiş; çok hızlı meydana gelen bu değişime uyum
sağlamak zorlaşmıştır. Değişime uyum sağlamanın zorlaşması ise bireylerin sosyal
yaşam içerisinde yoğun bir şekilde stres yaşamalarına sebep olmuştur.
Stres kimi zaman modern zamanların “kara bela”sı olarak
adlandırılmaktadır. Bundan yaklaşık 30 yıl önce Türkiye’de yayın yapan tek bir TV
kanalı mevcutken, bugün yayında olan kanal sayısı binlerle ifade edilmektedir.
Eskiden pek çok ürün için bireyler son derece sınırlı bir ürün aralığında tercihte
bulunup satın alma davranışı sergilerken, bugün her bir ürün için son derece geniş
bir seçim aralığı mevcuttur. Modern hayat şehirleşmeyi de beraberinde
getirdiğinden büyük yerleşim yerlerinde yaşayan nüfus oranı hızla artmış; bu da
sosyal yaşam içerisindeki trafik, güvenlik vb. sorunların artmasına yol açmıştır.
Sosyal yaşam içerisinde Modern yaşam ise bütün bu olgularda köklü değişimler meydana getirmiş, bu da
meydana gelen hızlı bireylerin değişime uyum sağlama yetenekleri sınırlı olduğundan, yaşamın
değişim, bireylerin kendisini bir noktada stres kaynağı haline dönüştürmüştür.
yaşamlarında
belirsizlikleri STRES KAVRAMI
arttırmakta, bu da stres
seviyelerinin Stres kelimesi, kelimeyi kullanan kişi sayısı kadar farklı anlamlara sahip
yükselmesine yol olacak derecede belirsiz bir içerikte kullanılan bir terimdir. Günlük yaşam
açmaktadır. içerisindeki kullanımıyla stres genellikle hoşa gitmeyen herhangi bir olay, duygu ve
durumu çağrıştırmaktadır. Bu bağlamda çok önemli gördüğü bir sınavdan
beklediği notu alamayan bir öğrenci, bir randevuya yetişmeye çalıştığı sırada
trafiğe takılıp kalan bir birey ya da sevdiği bir yakını hasta olan biri, içinde
bulunduğu sıkıntılı durumu ifade etmede çoğunlukla stres kelimesini
kullanmaktadır. Fiil olarak stres kelimesi baskı yapmak, bastırmak, önem vermek,
yüklemek, zorlamak; isim olarak ise baskı, gerilim, güç, kuvvet, önem, şiddet,
vurgu ve yük gibi anlamlara sahiptir.
Davranış bilimleri bakış açısı ile stres, bireyin kendisi üzerinde aşırı ölçüde
psikolojik ya da fiziksel talepler oluşturan herhangi bir uyarıcıya karşı sergilediği
uyumcul tepki olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle stres, bireyin kendi huzur ve
mutluluğu için tehlike olarak algıladığı uyarıcılara karşı gösterdiği fiziksel ve
duygusal tepkidir [1, 2]. Bu noktada stres etkeni, bireyden aşırı ölçüde talep içeren
psikolojik ya da fiziksel herhangi bir faktör olmaktadır. Böylece stres, bireyden
istenen ya da beklenenlerle bireyin bunlara uyum sağlama becerisi arasındaki
farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu noktada önemli bir konu, bireyin kendi
üzerindeki talep ya da beklentileri “aşırı” olarak görmesi gerekliliğidir. Bu durum
farklı insanların farklı durumlarda stres yaşamasının en temel sebeplerindendir.
280
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Stres ve Stresin Yönetimi
Örneğin; bazı bireyler gürültülü ortamlarda belli bir konuya odaklanmakta sıkıntı
yaşarken, bazı insanlar açısından bu durum böyle bir olumsuz etki
yaratmamaktadır.
Stresi tanımlamada dört farklı bakış açısının mevcut olduğu söylenebilir.
Şekil 14.1’de gösterilen bu yaklaşımlar; fizyolojik yaklaşım, bilişsel değerlendirme
yaklaşımı, birey-çevre uyumu yaklaşımı ve psikoanalitik yaklaşımdır [3].
Fizyolojik Yaklaşım
Stres terimini kullanan ilk bilim adamı olan Walter Cannon, olguyu insan
organizmasının kendisini koruyup kollaması ve varlığını sürdürmesi yönünde
Fizyolojik yaklaşım stres dengeyi koruma çabası açısından değerlendirmiştir. Bir başka deyişle bu bakış açısı
olgusunu, organizmanın ile stres, organizmanın reaksiyon sistemi, denge ve dayanıklılığını sağlayan
bozulan fizyolojik
fizyolojik mekanizmalar olarak değerlendirilmektedir. Organizmanın dayanma
dengesini koruma
çabası olarak gücü, kendiliğinden ve canlının iradesi dışında harekete geçmektedir. Nasıl ki bir
değerlendirmektedir. termostat, mevcut ısı belli bir seviyenin çok altına indiğinde ya da çok üstüne
çıktığında devreye girerek sıcaklığı ayarlamaya yarıyorsa aynı şekilde bireyler de
dış ortamın değişen şartlarına karşı, kendi iç ortamlarını belirli sınırlar içerisinde
sabit tutmaya çalışmaktadırlar.
Cannon, bireyin stres tepkisinin “savaşma” ya da “kaçma” şeklinde ortaya
çıktığını belirtmektedir. Stres, çevresel bir talep ya da beklentinin kişinin doğal
dengeli durumunu bozduğunda ortaya çıkmaktadır. Cannon, insan vücudunun bu
dengeyi yeniden oluşturmak için doğal denge mekanizmalarına sahip olduğunu
ifade etmektedir. Cannon özellikle vücut organlarının kendiliğinden harekete
geçen faaliyetlerini düzenleyen otonom sinir sisteminin “savunma organı” rolü
üzerinde durmuştur. Böylelikle insan vücudunda dengeyi sağlamak için aktif
davranışlar ve fizyolojik değişimler meydana gelmektedir.
281
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Stres ve Stresin Yönetimi
Psikoanalitik Yaklaşım
Bu bakış açısı ile stres olgusuna Freud’un psikoanalitik kuramına göre
yaklaşılmaktadır. Harry Levinson, kişiliğin iki unsurunun etkileşiminin strese yol
açtığını düşünmektedir. Bu unsurların birincisi kişinin olmak ya da ulaşmak istediği
olumlu şeylerin toplamını betimleyen ego idealidir. Ego ideali, psikoanalitik
kuramda egonun içe yansıtılan, benimsenen ebeveyn hedefleriyle, değerleriyle ve
ahlak kurallarıyla özdeşleşen kısmıdır.
Psikoanalitik yaklaşıma
göre ego ideali ile öz Ego ideali kişinin olmak istediği bir model işlevine sahiptir. Kişiliğin ikinci
imaj arasındaki unsuru ise öz imajdır. Bu ise kişinin kendisi hakkında hissettiklerinin ve
tutarsızlık arttıkça düşündüklerinin toplamıdır. Bir başka tanımla öz imaj, kişinin kendine ve ne
bireyin yaşadığı stres de olduğuna ilişkin imajıdır. İşte stres kişiliğin bu iki unsuru arasındaki tutarsızlık ya da
artmaktadır.
uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Genel anlamda değerlendirilecek olursa
282
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Stres ve Stresin Yönetimi
STRES TÜRLERİ
Stres genellikle olumsuz sonuçlara yol açan ve bu nedenle de kaçınılması
gereken bir olgu olarak değerlendirilse de stresin her zaman olumsuz bir durum
ifade etmediği bilinmelidir [4]. Stresli durumlarda bireylerde ortaya çıkan gerilim
ve gerginliğin onları daha azimli ve üretken hale getirdiği ifade edilebilir. Bireydeki
bu gerilim, koşulların hem bedeni zorlaması hem de zihinsel zorlamalara kadar
varması, bireyleri ileriye götürücü bir nitelik taşımaktadır. Bu görüşler
doğrultusunda stresin farklı etkilerini göz önüne alarak strese ilişkin, olumlu ve
olumsuz stres şeklinde bir sınıflama yapmak mümkündür.
Olumlu Stres
Olumlu stres, olumlu sonuçlar ortaya çıkaran strestir. Bir başka ifade ile
olumlu stres, amaca ulaşırken bireyi kaygı yerine yaratıcılığını kullanmaya
yönelten, kişiye tatmin ve yaşama sevinci veren strestir. Stresle ilgili olarak
gerçekleştirilen çalışmalar, stres olgusu ile başarı ya da performans arasındaki ilişki
eğrisinin tersine dönmüş U eğrisi şeklinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka
deyişle, düşük ve yüksek stres, olumsuz performans ve sonuçlara; optimum stres
ise yüksek performansa ve olumlu sonuçlara neden olmaktadır.
Olumsuz Stres
Olumsuz stres ise olumsuz sonuçlar yaratır. Olumsuz stres bireyin kendisine
olan güvenini kaybetmesine neden olan, bireye yetersizlik duygusu yaşatan,
çaresizlik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaratan strestir. Olumsuz stres hem birey
hem de içinde bulunduğu sosyal çevre açısından önemli bir sorundur. Aşırı
derecedeki stres bireyin beden ve zihin sistemine yoğun bir şekilde yüklenmekte
ve beyin ve zihin fonksiyonlarına zarar vermektedir. Olumsuz stres bilinç alanını
daraltmakta, algılamayı zorlaştırmakta, karar vermeyi güçleştirmektedir.
Bireylerin yaşadığı olumlu ve olumsuz stres arasındaki ilişki keman teli
örneğinden hareketle açıklanabilir. Çok gevşek bir keman teli ile tek bir nota bile
Stres olumsuz sonuçlar çalmak mümkün değilken, çok gergin bir telin de kopma ihtimali yüksektir.
ortaya çıkarabileceği Dolayısıyla ancak doğru oranda gerilmiş bir tel ile güzel bir melodi elde etmek
gibi olumlu sonuçlar da
mümkündür. Aynı denge stres için de geçerlidir. Şekil 14.2.’de belirtilen bu denge
verebilmektedir.
noktası üst düzey performans için gerekli olan stres seviyesini ifade etmektedir
[5]:
283
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Stres ve Stresin Yönetimi
Optimum Stres
Başarı
STRESİN NEDENLERİ
Sosyal yaşam içerisinde stres doğuran pek çok faktör vardır. Tanımı gereği,
bireyin fizyolojik ve psikolojik dengesini bozan her etken bit stres sebebidir. Stres
insan hayatının başlangıcından sonuna kadar hayatın farklı alanlarındaki
birikimlerin sonucu olarak ortaya çıkmakta ve bu birikimler bireylerin fizyolojik ve
psikolojik süreçlerinde uyumsuzluk ve rahatsızlıklara yol açmaktadır.
Bireyin yaşamındaki potansiyel stres kaynakları iki ana grupta toplanabilir:
Kişisel özellikler, güçlü ve zayıf yönler, kişisel durum ve olaylar içeren
bireysel nedenler.
Teknik, sosyal, siyasal ve ekonomik değişiklikleri ve iş gücü içerisinde yer
alan bireyler için örgütsel nitelikleri ve koşulları, meslekî talepleri ve rol
karakteristiklerini (örgütsel nedenler) içeren çevresel nedenler.
İnsan, çevreden soyutlanmış bir varlık olmadığı için stresi oluşturan tek
sebep bireysel nedenler değildir. Bu doğrultuda stres önemli ölçüde örgütsel ve
genel çevreden de kaynaklanmaktadır. Bireysel sebepler de buna dâhil edildiğinde
bu ana stres kaynaklarının bireylerin yaşamında farklı seviyelerde strese yol
açtığını ifade edebiliriz. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bireyin ne
Birey bir stres kadar süre ile stres kaynağına maruz kaldığının stresin doğasını anlamada son
kaynağına kısa süre derece önemli olduğudur.
maruz bırakıldığında
farklı, uzun bir zaman Hem bireyin içinde bulunduğu çevre pek çok stres nedeni içerdiğinde hem
zarfında maruz de kendi içinde stres kaynakları olduğunda stres seviyesinin artacağı belirtilebilir.
bırakıldığında ise farklı Ayrıca stres seviyesi bireysel ve çevresel nedenlerin etkileşim derecesi ile de
etkiler ortaya yakından ilgilidir.
çıkmaktadır.
284
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Stres ve Stresin Yönetimi
Bireysel Nedenler
Kişiler arası farklılıklar, stresin her bireyde aynı şekilde ortaya çıkmasına
engel olmaktadır. Bireysel özelliklere bağlı olarak bazı bireyler daha çabuk ve daha
yoğun stres yaşarken, diğerleri ise stresin yol açtığı sorunların üstesinden gelmede
daha başarılıdır. Şekil 14.3’te gösterilen bu bireysel nedenleri dört temel başlık
halinde özetleyebiliriz. Bunlar; A tipi kişilik, kontrol odağı, motivasyon etkileri ve
duygusal sebepler.
A tipi kişilik
Bireylerin fizyolojik ve psikolojik dengelerinin bozulmasında strese yatkınlık
şeklinde ortaya çıkan bazı kişilik özelliklerini öncelikle ele almak gereklidir. Bu
doğrultuda bir kısım kişilik tipleri, diğer stres sebepleriyle birlikte önemli sorunlar
ortaya çıkarabilirler. İşte strese yatkınlık şeklindeki kişilik özeliklerinin toplamına A
tipi kişilik adı verilmektedir. Meyer Friedman ve Rosenman tarafından
gerçekleştirilen çalışmalarla modellenen A tipi kişilik özelliklerine sahip olan
bireyler; idealist, dinamik, hareketli, rekabetçi, mücadeleci ve mükemmeliyetçi,
A tipi kişiliğe sahip kaybetmeye tahammülsüz, öfkeli ve saldırgan, eleştirmekten kaçınmayan,
bireyler B tipi kişiliğe başarıya ulaşmaya her şeyden fazla değer veren kişilerdir. Bu özellikler A tipi
sahip bireylere kıyasla kişiliğe sahip bireylerin daha yoğun stres yaşamasına sebep olmaktadır.
daha yoğun stres
Her şeyle sürekli bir mücadele halinde olan A tipi kişiliğe sahip bireylerin
yaşamaktadır.
dışında ise bir de sakin, uzlaşmacı, sabırlı ve temkinli B tipi kişilik özellikleri vardır.
Katı kurallardan arınmış ve esnek yapıdaki bu kişiler kolay sinirlenmez ve tedirgin
olmazlar. Kendilerine ve diğerlerine karşı hoşgörülüdürler ve hatayı affedicidirler.
Bu tür kişilik özelliklerine sahip bireyler, stresi daha az hissederler.
Kontrol odağı
Kontrol odağı, bireylerin kendilerini etkileyen olayları kontrol
edebileceklerine olan inançlarının sınırını temsil eder. İçsel kontrol odağına sahip
bireyler, olayların temelde kişinin kendi davranış ve eylemlerinin sonucu olduğuna
inanırken; dışsal kontrol odağına sahip bireyler, gerçekleşen olayların büyük bir
bölümünün kontrol edilemeyeceğine ve dış güçler tarafından belirleneceğine
285
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Stres ve Stresin Yönetimi
inanırlar. İçsel kontrol odağına sahip bireylerin kontrol duygusu yüksek iken, dışsal
kontrol odağına sahip olanlar ise davranışları ile başlarına gelen olaylar arasında
ilişki kurmazlar. Dışsal kontrol odağına sahip bireyler olayları açıklamada şans,
kader ve kısmet gibi kavramları sıkça kullanırlar [6].
İçsel kontrol odağına sahip bireyler olumsuz etkilere daha fazla direnen,
kendilerini görece daha bağımsız ve güvenli algılayan, olumlu benlik kavramına
sahip, atılgan ve girişimci kişilerdir. Dışsal kontrol odağına sahip bireyler ise
çevresel koşullar üzerinde anlamlı bir etkileri olmadığına inandıklarından daha
pasif ve güvensiz kişilerdir. Bu durumda içsel kontrol odağı olumlu bir kişilik
özelliği olarak olumsuz stres yaşama olasılığını azaltmaktadır. İçsel kontrol odağına
sahip bireyler yaşadıkları tecrübelerden ders çıkarabilmekte, beceri ve başarılarını
pekiştirebilmekte, tüm bunların sonucunda da stresle daha iyi başa
çıkabilmektedir. Stresli bir durum yaşandığında içsel kontrol odağına sahip bireyler
dışsal kontrol odağına sahip bireylere kıyasla şartlara daha kolay uyum
sağlayabilmektedirler.
Motivasyon etkileri
Bireylerin yaşamlarında gidermeleri gereken fizyolojik, psikolojik ve sosyal
ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların giderilmesindeki bir eksiklik kişide, uyarılmaya ve
ihtiyaçların tatminine yönelik belirli davranışlara yol açar. Şayet sergilenen
davranış sonucunda ihtiyaçlar tatmin edilirse kişi doyuma ulaşır. İhtiyaçların
tatmin edilemediği durumlarda ise stres ortaya çıkar ve kişinin verimliliği de buna
bağlı olarak düşer. Dolayısıyla yüksek motivasyon ve doyum, stresi azaltıcı bir etki
Motivasyon eksikliği ortaya koymaktadır.
strese yol açmakta,
uygun seviyedeki stres Motivasyon faktörleri ile stres arasındaki ilişki irdelendiği zaman, mali
ise kişiyi motive destek ve güvenlik gibi motivasyon faktörleri sağlandığında stresin azaldığı
etmektedir. görülmektedir. Bir başka ifade ile stresle motivasyon arasında ters yönlü bir ilişki
söz konusudur.
Duygusal sebepler
Bireylerin yaşadıkları stresi tanımlamada kuşku, üzüntü, panik, endişe,
gerilim, depresyon, korku, kuşku ve güvensizlik gibi kelimeleri kullandıkları dikkat
çekmektedir. Stres olgusuna ilişkin olarak bireyler henüz ortada somut bir şey
olmadığı bir durumda düşüncelerinde kendine stres yaratmakta ve böylece
duygusal stres başlamaktadır.
Örnek
286
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Stres ve Stresin Yönetimi
Çevresel Nedenler
Çevresel koşullar içerisinde en etkili olan stres sebeplerini şu başlıklar
halinde ifade edebiliriz: Ekonomik değişim, siyasal değişim, sosyal değişim,
teknolojik değişim, örgütsel sebepler.
Ekonomik değişim
Ekonomik değişime, enflasyon ya da faiz oranlarındaki değişiklikler gibi
bireylerin satın alma gücünü azaltıcı nitelikteki gelişmeler örnek olarak verilebilir.
Bu tür durumlarda bireyler mali açıdan planlar yapmada sıkıntı yaşarlar. Bu ise
287
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Stres ve Stresin Yönetimi
Sosyal değişim
Bireylerin değer ve tutumlarında meydana gelen değişiklikler de strese
neden olabilmektedir. Hong Kong örneği bu noktada sosyal değişime de yol açması
sebebiyle ilgi çekicidir. Çin’in yönetimi devralması ile bu bölgede Amerikan
değerlerinden Asya değerlerine bir geçiş olacağı beklentisi gündeme gelmiştir.
Yine çağdaş dünyada yaşlı iş gücüne karşı artan ayrımcılık da yaşlı iş gücünde
strese yol açmaktadır.
Çevresel konulara yönelik artan ilgi ve hassasiyet, bireylerin çevreye zarar
verici olgulara karşı daha duyarlı olmasına yol açmaktadır. Bu noktada ülkemizde
yapılması planlanan hidroelektrik santrallerine ve telefon operatörlerinin baz
Sosyal değişime ilişkin istasyonlarına ilişkin olarak kamuoyundaki tepkiler bu hassasiyetten
ilgi çekici örnekler çevre kaynaklanmaktadır. Yine tüm dünyada ozon tabakasındaki incelme, pek çok
ve sağlık konularında bireyde bunun yol açabileceği sağlık sorunlarına ilişkin yaşanan stresi
yaşanmaktadır. arttırmaktadır. Benzer şekilde bazı yiyeceklerdeki sağlığa zararlı etkiler pek çok
bireyin yeme-içme alışkanlıklarını değiştirmeye çabalamasına sebep olmaktadır.
Son dönemdeki salmonella, deli dana hastalığı gibi gelişmeler pek çok insanın
yeme-içme rejimlerini seçmede stres yaşaması ile sonuçlanmaktadır.
Teknolojik değişim
Çağdaş dünyadaki teknolojik ilerleme ve yeniliklerdeki baş döndüren artış,
bireylerin yaşadıkları stresi arttırıcı bir etki ortaya koymaktadır. Bu ilerlemeler
bireylerin yaşamlarının her alanına nüfuz etmekte, hayatın her alanında bireyler
teknolojiye bağımlı hâle gelmektedir. Bu yeni gelişmelere ayak uydurma sürecinde
ise yaşanan stres artmaktadır. Modern yaşamın bu yoğun teknoloji içeriği
288
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Stres ve Stresin Yönetimi
bireylere sıkıntı verebilmekte ve bireyler daha aşina oldukları, daha basit bir
yaşam şeklini özleyebilmektedirler.
Örgütsel sebepler
Temel olarak örgütsel davranış sahasına giren ve bu nedenle de burada
ayrıntılı bir şekilde değinilmeyecek olan örgütsel stres kaynakları ilgili yazında
yaygın bir şekilde araştırılmıştır. Örgütsel karar alma mekanizmasının işleyişi ve
örgütsel siyaset gibi önemli konuların iş yerindeki stresi etkilediği anlaşılmaktadır.
Bunun yanı sıra iş güvenliğinin var olmaması da stresle ilişkili bir örgütsel
faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle iş güvencesinden yoksunluk,
bireylerin yaşadığı stresi yükseltmektedir. Örgütlerde stres kaynağı olabilecek
diğer önemli olgular ise aşırı iş yükü, rol çatışmaları ve rol belirsizliği, vardiyalı
çalışma düzeni, işte tehlike unsurunun varlığı, çalışma şartları, ücret sistemi ve
zaman baskısı şeklinde ifade edilebilir [7, 8, 9].
STRESİN ETKİLERİ
Bireysel farklılıklara bağlı olarak stresin her bireyde farklı şekilde ortaya
çıktığına daha önce değinilmişti. Aynı şekilde stresin bireysel sonuçları ya da
etkileri de bireyler arasında farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Stres sürecini ve
stresin bireyler üzerindeki etkilerini fizyolojik ve psikolojik etkiler şeklinde iki ayrı
başlıkta ele almak mümkündür.
Stresin sonuçları da
kişiden kişiye Stresin Fizyolojik Etkileri
değişmektedir.
Organizmanın normal işleyişini tehdit eden ve dengesini bozan stres
sonucunda, insan vücudunda rahatsızlık yaratan ve kimi zaman da gözle
görülebilen belirtiler ortaya çıkmaktadır. Selye’nin stres kuramı, organizmanın
tepki mekanizmalarını içerir ve “genel uyum sendromu” olarak bilinir. Bu kurama
göre organizmanın strese tepkisi üç aşamada gerçekleşir. Bu aşamalar; alarm
dönemi, direnç dönemi ve tükenme dönemidir.
Alarm dönemi
Organizma, sınırlarının zorlandığı algıladığında kendini korumaya yönelik bir
tepki zincirini harekete geçirir. Bu noktada organizma daha önce değindiğimiz
“savaş-kaç” tepkisini geliştirerek, başa çıkacağına inandığı tehditlerle savaşma ve
yeni duruma uyum sağlama ya da başa çıkamayacağına inandığı tehlikelerden
289
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Stres ve Stresin Yönetimi
Direnç dönemi
Alarm döneminde organizma algıladığı tehditle savaşmakta ya da kaçmakta
Direnç döneminde
organizma bir noktada başarılı olamadığında direnç aşamasına girer. Bu aşamada strese rağmen var oluş
stresle mücadele sürdürülmeye çalışılmaktadır.
etmekten vazgeçip,
Stres kaynağı organizmanın denetimi dışında uzunca bir süre varlığını
strese rağmen bir
denge ya da uyum devam ettirdiğinde vücudun uyarılma durumu da devam eder. Savaşı kazanmak
sağlayarak kendi için bütün gücünü seferber eden organizma bir noktada direncini kaybedebilir.
varlığını sürdürmeyi Organizmadaki fiziksel tahribat artarak ülser gibi somut, fiziksel birtakım olumsuz
denemektedir. durumlar ortaya çıkabilir. Bu fiziksel belirtiler de direnci daha da düşürücü bir etki
yaratabilir.
Tükenme dönemi
Stres kaynağı bu aşamaya kadar varlığını ve etkisini devam ettirdiğinde
vücut enerjisini kaybeder ve tükenme noktasına gelir. Bu dönem, hastalıklara çok
açık olunan bir dönemdir.
Tükenmişlik, duygusal taleplerin yoğun bir şekilde yaşandığı ortamlarda
Tükenme döneminde
direnç tamamen uzun süre bulunmaktan kaynaklanan fiziksel olarak yıpranma, çaresizlik ve
kaybolur ve stres, ümitsizlik duygusu, hayal kırıklığı, olumsuz benlik kavramı, hayata dair olumsuz
organizmaya geri tutumların baş göstermesi gibi belirtilerin gözlendiği bir durumdur. Bireylerin
dönüşü olmayan ulaşmayacakları hedeflere sahip olması, düşük motivasyon ve sosyal desteğin az
zararlar verir. olması gibi olgular, yaşanan stresin tükenme aşamasına kadar gelmesine sebep
olabilir.
290
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Stres ve Stresin Yönetimi
Saldırganlık
Bireyler kendilerini hüsrana uğramış hissettiklerinde ve bu durumdan
kurtulmanın herhangi bir yolunu bulamadıklarında saldırganlık, şiddetli bir stres
tepkisi olarak ortaya çıkabilir.
Örnek
Depresyon
Depresyon, aşırı üzüntü verici durumların etkisinden uzun süre
kurtulamama ve bu etkilerin bireyin yaşamını sürdürmesini engelleyen bir hal
Bireylerin yaşadığı almasıdır. Aşırı stresin psikolojik etkilerinden birisi de depresyondur. Bireyi
olumsuz olaylar uyku sıkıntıya sokan durumlar, kısa süreli huzursuzluklarla atlatılabileceği gibi bazen de
düzenini de olumsuz kişi içinde bulunduğu bunalımdan uzun süre kurtulamaz. Depresyon olarak ifade
etkiler. edilen bu durumun başarısızlık, bazı sorunlarla uzun süre uğraşma, çok yakın birini
kaybetme ve bazı hastalıklar gibi sebepleri vardır. Bu noktada kişilik, cinsiyet,
inanç, yetiştirilme biçimi, çevre, ilişkiler, deneyimler ve sosyoekonomik etkenler
gibi olgular bireyin yaşaması muhtemel depresyona etki eden faktörlerdir.
Modern yaşam içerisinde çok yaygın bir şekilde görülen depresyonun temel
belirtileri; iştah azalması ve kilo kaybı, uykusuzluk, hayattan zevk almama,
hareketlerde yavaşlama, isteksizlik, suçluluk duygusu ve umutsuzluktur.
Uyku bozukluğu
Stres altında uyku bozuklukları, uykuya dalmada güçlük yaşama ya da gece
boyunca uyuyamama şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bir başka uyku bozukluğu
ise uzun süre uyunmasına rağmen kişinin dinlenmiş olarak uyanamamasıdır. Stres
her zaman uykusuzluğa neden olmayabilir. Bazen stres kişilerde aşırı uyuma isteği
de doğurabilmektedir.
Uzun süreli stres uyku bozukluklarını ortaya çıkardığında, bu süreçte beyin
hücrelerinin etkilenmesine varan olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Uzun
291
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Stres ve Stresin Yönetimi
292
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Stres ve Stresin Yönetimi
Öğrenilmiş iyimserlik
İyimserlik ve kötümserlik insanların yaşamlarında başlarına gelen olayları
açıklamada kullandıkları iki farklı düşünce tarzını ifade etmektedir. Bu açıklayıcı
tarzlar doğuştan gelmemekte, zamanla öğrenilmektedir. Kötümserlik, depresyona,
fiziksel sağlık sorunlarına ve düşük başarı düzeyine yol açan bir açıklama şeklidir.
İyimserlik ise fiziksel sağlığı ve başarı düzeyini iyileştiren ya da geliştiren,
Öğrenilmiş iyimserlik depresyona elverişliliği azaltan alternatif bir bakış açısıdır.
bir olumlu düşünme İyimser kişiler yaşamlarındaki kötü olayları ve zor zamanları geçici, sınırlı
biçimidir.
olarak görür ve bunların kendileri dışındaki birtakım faktörlerden kaynaklandığını
düşünürler. İyimser insanlar zor zamanlarda umutlarını kaybetmezler. Bu tür
kişiler iyi olayların yaşam içerisinde daha fazla ya da yaygın olduğuna inanırlar.
Öğrenilmiş iyimserlik, kötümser düşünceleri tespit etmekle başlar ve daha sonra
da bireyin bu düşüncelerden kurtulmasını ya da bu düşüncelerin bunlara alternatif
iyimser düşüncelerle yenilenmesini vurgular.
Zaman yönetimi
Çağdaş yaşam tarzı bireyler üzerindeki zaman baskısını her geçen gün daha
da arttırmaktadır. Zaman yönetimi becerileri, bireylerin zamanlarını daha etkin ve
verimli bir şekilde kullanarak yaşadıkları zaman baskısını azaltmada katkı
sağlayacaktır. Zamanı iyi yöneten kişi mutlak surette belirli bir zamanda çok şey
yapan kişi değildir. Daha doğrusu zamanı iyi yöneten kişi uzun vadeli kişisel
gelişimine katkı sağlayacak faaliyetleri bilen ve bunlara yoğunlaşan bir “makro
zaman yöneticisi”dir. Zamanı iyi örgütleme ve öncelikler belirleme, çok yoğun bir
faaliyet programına sahip bireylerin en önemli iki zaman yönetimi becerisi olarak
ön plana çıkmaktadır.
293
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Stres ve Stresin Yönetimi
da keyif gibi katkılar sağlamanın yanı sıra bireylerin diğerleri ile bağ oluşturmasına
da yaramaktadır.
Fiziksel egzersiz
Her yaştan insan için yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme, aerobik yapma,
hafif top oyunları ve tenis gibi egzersizler stresle mücadeleyi olumlu şekilde
etkilemektedir. Bu noktada özellikle iki tür fiziki egzersizin bireyler açısından
önemli ikincil stres yönetimi faaliyetlerinden olduğunu ifade etmek gerekir.
Bunların birincisi olan aerobik egzersizleri, bireylerin stresli faaliyetlere cevap
verebilme yetisini arttırmaktadır. Aerobik egzersizlerini sık bir şekilde yapan
bireylerin kanlarında boşta yer alan adrenalin seviyesi düşük olmakta, bu kişiler
daha yavaş ve güçlü kalp işleyişine sahip olmakta ve stresli durumlardan daha
çabuk kurtulmaktadırlar.
İkinci önemli fiziksel egzersiz türü ise stres tepkisi ile ilişkili kas gerilmesi
sebebiyle esneme antrenmanıdır. Stres tepkilerinden birisi bireyi “savaşma” ya da
“kaçma” davranışına hazırlayan kas gerilmeleridir. Esneme antrenmanları
bireylerin kaslarının esneyerek dinlenmesini sağlamak suretiyle gereksiz kas
gerilmesini en alt seviyeye indirmektedir. Esneme antrenmanları, eklemlerin
hareketliliğini korumaya yardımcı olmakta, gücü arttırmakta ve yaralanmaları
önlemede önemli bir rol oynamaktadır.
Beslenme alışkanlıkları
Beslenme alışkanlıkları da yaşanan streste doğrudan ya da dolaylı etkiye
sahip olabilmektedir. Dengeli ve düzenli beslenme alışkanlığı bireylerin genel
sağlığına katkı sağlayarak bireyi strese karşı daha dayanıklı hâle getirmekte ve
stresten korunmada olumlu sonuç yaratmaktadır. Yüksek şeker içeren gıdalar stres
tepkisinde uyarıcı etkiye sahip olabilmekte ve yüksek kolesterollü besinler kan
kimyasını olumsuz bir şekilde değiştirmektedir.
294
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Stres ve Stresin Yönetimi
Örnek
vücudu uyanık tutarken stres hormonlarının salgılanmasına da
sebep olmaktadır. Bu tür maddelerin aşırı tüketimi kaygı, sinirlilik
ve huzursuzluğa yol açmaktadır.
Profesyonel yardım
Stresli ve sarsıcı olayları itiraf etme ya da açılma, profesyonel yardım ilişkisi
çerçevesinde de gerçekleştirilebilir. Psikolojik danışmanlık, fiziksel ya da tıbbi
tedavi gibi teknikler bu noktada profesyonel yardımın araçları olarak ifade
edilebilir. Sarsıcı ya da yoğun stresin erken teşhisi ve buna uygun tedavi
yönteminin belirlenmesi, fiziksel ve ruhsal sağlık açısından kalıcı hasarların
engellenmesinde önemli bir araç konumundadır.
Aile hayatı
Bütün insan topluluklarının temel ve de evrensel bir sosyal kurumu olan
ailenin temel işlevi, evli eşler arasındaki ilişkileri düzenlemek ve topluma yeni
bireyler kazandırmaktır. Ayrıca aile bireylerin biyolojik ve psiko-sosyal
ihtiyaçlarının tatminini de sağlamaktadır. Genel olarak iyi yürüyen bir aile
hayatının stresle başa çıkmada önemli bir araç olduğu söylenebilir. Evli olan kişiler
evli olmayanlara kıyasla hem iş hem de diğer sosyal alanlarda daha başarılı
olmaktadırlar. Aile içi huzursuzlukların normal ölçülerin üzerinde olduğu
durumlarda ise bu olumlu etkinin ortaya çıkmayacağı şüphesizdir.
295
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Stres ve Stresin Yönetimi
sevgi ile oluştuğunda sosyal gruplar, stresle mücadelede bireylere önemli bir katkı
sağlamaktadır.
Dinî hayat
Dinî inanç, bireylerin yaşam tarzı açısından çeşitli gerilimlerden daha az
etkilenmesini mümkün kılmaktadır. Bütün dinler mensuplarına zorluklar ve
güçlükler karşısında dayanma ve tahammül etme duygusunu aşılamaya
çalışmaktadır.
Bireysel Etkinlik
296
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Stres ve Stresin Yönetimi
• Stres kavramı genel olarak duygusal faktörlerin bireyde var olan dengeyi
değiştirerek bedensel ve zihinsel gerilime sebep olması olarak tanımlanabilir.
Stresi tanımlamada dört farklı bakış açısının mevcut olduğu söylenebilir.
Bunlar; fizyolojik yaklaşım, bilişsel değerlendirme yaklaşımı, birey-çevre
Özet
uyumu yaklaşımı ve psikoanalitik yaklaşımdır. Fizyolojik yaklaşım stresi,
organizmanın reaksiyon sistemi, denge ve dayanıklılığını sağlayan fizyolojik
mekanizmalar olarak değerlendirirken, bilişsel değerlendirme yaklaşımı daha
çok stresin psikolojik yönüne ya da bireyin verdiği tepkinin bilişsel ve
psikolojik yönlerine vurgu yapmıştır. Birey çevre uyumu yaklaşmına göre
önemli olan, bireyin belirli bir sosyal rolde algıladığı beklentilerin ne ölçüde
karmaşık ve çatışan mahiyette olduğudur. Ayrıca yaklaşım bireyin çevreye
uyum sağlama özelliğine dikkat çekmektedir. Psikoanalitik kuram, bireydeki
stresin sebepleri olarak bilinçdışı kişilik faktörlerini anlamamıza katkı
sağlamaktadır. Psikoanalitik yaklaşıma göre ego ideali ile öz imaj arasındaki
tutarsızlık arttıkça bireyin yaşadığı stres de artmaktadır.
•Stresin farklı etkilerini göz önüne alarak strese ilişkin, olumlu ve olumsuz
stres şeklinde bir sınıflama yapmak mümkündür. Olumlu stres, amaca
ulaşırken bireyi kaygı yerine yaratıcılığını kullanmaya yönelten, kişiye tatmin
ve yaşama sevinci veren strestir. Olumsuz stres bireyin kendisine olan
güvenini kaybetmesine neden olan, bireye yetersizlik duygusu yaşatan,
çaresizlik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaratan strestir. Olumsuz stres hem
birey hem de içinde bulunduğu sosyal çevre açısından önemli bir sorundur.
•Bireyin yaşamındaki potansiyel stres kaynakları iki ana grupta toplanabilir:
Bireysel ve çevresel nedenler. Bireysel özelliklere bağlı olarak bazı bireyler
daha çabuk ve daha yoğun stres yaşarken diğerleri ise stresin yol açtığı
sorunların üstesinden gelmede daha başarılıdır. Bu bireysel nedenleri dört
temel başlık halinde özetleyebiliriz. Bunlar; A tipi kişilik, kontrol odağı,
motivasyon etkileri ve duygusal sebepler. A tipi kişilik özelliklerine sahip olan
bireyler; idealist, dinamik, hareketli, rekabetçi, mücadeleci ve
mükemmeliyetçi, kaybetmeye tahammülsüz, öfkeli ve saldırgan,
eleştirmekten kaçınmayan, başarıya ulaşmayı her şeyden fazla değer veren
kişilerdir. Kontrol odağı açısından dışsal kontrol odağına sahip bireyler
çevresel koşullar üzerinde anlamlı etkileri olmadığına inandıklarından daha
pasif ve güvensiz kişilerdir. Çevresel koşullar içerisinde en etkili olan stres
sebeplerini şu başlıklar halinde ifade edebiliriz: Ekonomik değişim, siyasal
değişim, sosyal değişim, teknolojik değişim, örgütsel sebepler.
•Organizmanın strese tepkisi üç aşamada gerçekleşir. Bu aşamalar; alarm
dönemi, direnç dönemi ve tükenme dönemidir. Öncelikle organizma
sınırlarının zorlandığını algıladığında kendini korumaya yönelik bir tepki
zincirini harekete geçirir. Direnç döneminde ise devam eden strese rağmen
var oluş sürdürülmeye çalışılmaktadır. Stres kaynağı tükenme aşamasına
kadar varlığını ve etkisini devam ettirdiğinde vücut enerjisini kaybeder ve
tükenme noktasına gelir. Direnç tamamen kaybolur ve stres organizmaya
geri dönüşü olmayan zararlar verebilir.
•Hayatın her safhasında başımıza gelen olaylar karşısında yaşadığımız stresi
yönetmede başlıca üç farklı boyut ortaya konabilir. Bunlar; bireysel stres
yönetimi, sosyo-kültürel stres yönetimi ve örgütsel stres yönetimidir. Dersin
kapsamı açısından ilk ikisi önemlidir. Bireysel stres yönetimi birincil, ikincil ve
üçüncül nitelikte ortaya çıkabilmektedir. Birincil stres yönetimi faaliyetleri
öğrenilmiş iyimserlik, zaman yönetimi ve boş zaman etkinlikleridir. İkincil
stres yönetimi faaliyetleri de fiziksel egzersiz, rahatlama ve gevşeme
teknikleri ile beslenme alışkanlıklarıdır. Üçüncül stres yönetimi faaliyetleri ise
birine açılmak ve profesyonel yardım almaktır. Sosyo-kültürel stres yönetimi
aile hayatı, sosyal destek grupları ve dinî hayat olmak üzere üç farklı şekilde
gerçekleştirilir.
297
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Stres ve Stresin Yönetimi
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bireydeki stresin sebepleri olarak bilinçdışı kişilik faktörlerini anlamamıza
katkı sağlayan yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fizyolojik yaklaşım
b) Bilişsel değerlendirme yaklaşımı
c) Birey-çevre uyumu yaklaşımı
d) Psikoanalitik yaklaşım
e) Sistem yaklaşımı
298
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Stres ve Stresin Yönetimi
299
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Stres ve Stresin Yönetimi
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Akat, İ., Budak,G., Budak, G. (2002). İşletme Yönetimi. İzmir: Barış Yayınları.
[2] Ersarı, G. (2010). İşgören Motivasyonunda Algılanan Stres Düzeyinin ve Stres
Yönetim Tekniklerinin Rolü. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
[3] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[4] Şimşek, Ş., Akgemci, T., Çelik, A. (2014). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Eğitim Kitabevi.
[5] Eren. E. (2006). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Yayın
Dağıtım.
[6] İşcan Ö.F. (2005). “Yönetsel Değerler ve Örgütsel Siyasetin Ahlâkiliği”, Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:19, Sayı:1, 307-324.
[7]Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing
[8] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[9]Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri. İstanbul: Beta.
300
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23