1625-Davranış Bilimleri PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 300

Davranış Bilimleri

Bu kitabın, basım, yayım ve sa ş hakları Atatürk Üniversitesi’ne ai r. Bireysel öğrenme


yaklaşımıyla hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. Atatürk Üniversitesi’nin izni
alınmaksızın kitabın tamamı veya bir kısmı mekanik, elektronik, fotokopi, manye k kayıt veya
başka şekillerde çoğal lamaz, basılamaz ve dağı lamaz.

Copyright ©2012

The copyrights, publica ons and sales rights of this book belong to Atatürk University. All rights
reserved of this book prepared with an individual learning approach. No part of this book may
be reproduced, printed, or distributed in any form or by any means, techanical, electronic,
photocopying, magne c recording, or otherwise, without the permission of Atatürk University.

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ

Davranış Bilimleri

ISBN: 978-975-442-223-8

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI

ERZURUM, 2012
1. Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi 4
Prof. Dr. HASAN TUTAR

2. Güdülenme ve Güdülenme Kuramları 25


Prof. Dr. HASAN TUTAR

3. Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar 46


Prof. Dr. ELİF KARABULUT TEMEL

4. Tutumlar 66
Prof. Dr. UMUT AVCI

5. Kültür ve Davranış İlişkisi 90


Prof. Dr. HASAN TUTAR

6. Öğrenme ve Öğrenme Kuramlar 112


Prof. Dr. HASAN TUTAR

7. Duygular ve Heyecanlar 134


Prof. Dr. HASAN TUTAR

8. İletişim 155
Prof. Dr. HASAN TUTAR

9. Algılama ve Algı Yasaları 175


Prof. Dr. HASAN TUTAR

10. Kişilik 194


Prof. Dr. ÖMER FARUK İŞCAN

11. Gruplar 216


Prof. Dr. ÖMER FARUK İŞCAN

12. Sosyal Etki, Uyum ve İtaat 236


Prof. Dr. ÖMER FARUK İŞCAN

13. Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme 257


Prof. Dr. ÖMER FARUK İŞCAN

14. Stres ve Stresin Yönetimi 278


Prof. Dr. ÖMER FARUK İŞCAN

Editör

Prof. Dr. HASAN TUTAR


DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN
DİĞER BİLİM DALLARIYLA
İLİŞKİSİ

• Davranış ve Davranış Bilimleri


İÇİNDEKİLER

• Davranış Bilimlerinin Özellikleri


• Davranış Bilimlerinin Diğer
Disiplinlerle İlişkisi DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Hasan TUTAR

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Davranış kavramını öğrenebilecek,
HEDEFLER

• Davranış bilimlerini ve ilgili bilim


dallarını bilebilecek,
• Davranış bilimleri ve örgütsel
davranış arasındaki ilişkiyi
bilebilecek,
• İnsan ve işgören davranışları
bakımından davranış bilimlerini
açıklayabilecek,
• Davranış bilimlerinin diğer bilimlerle
olan ilişkisini açıklayabilecek, ÜNİTE
• Davranış bilimlerinin özelliklerini
bilebileceksiniz.
1
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Davranış

Davranış Ve Davranış
Hareket
Bilimleri

Eylem
DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN DİĞER BİLİM

Açıklayıcılık
DALLARIYLA İLİŞKİSİ

Davranış Bilimlerinin
Tanımlayıcılık
Özellikleri

Normatiflik

Sosyoloji

Psikoloji

Diğer Disiplinlerle İlişkileri

Sosyal Psikoloji

Antropoloji

5
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

GİRİŞ
Davranış bilimleri, insan davranışlarını ve bunların arkasındaki temel
nedenleri (güdü, motiv, dürtü, saik, itki) açıklayan sosyoloji, psikoloji, sosyal
psikoloji ve antropolojiden oluşan bir çatı kavramdır. Davranış bilimlerinin temel
amacı, insanın inançları, tutumları ve davranışları ile ilgili süreçleri araştırmaktır.
Bu yönüyle davranış bilimleri ahlâk veya etik gibi olması gerekeni yani norm
koyucuyu (normatif) değil, olanın veya olana göre olacak olanın açıklamasıdır. Bu
nedenle davranış bilimleri kural koyucu (normatif) değil tanımlayıcı ve açıklayıcıdır.
Davranış bilimleri, adından da anlaşılacağı gibi birkaç bilim dalından (disiplininden)
oluşan bilimler grubudur. Davranış bilimlerini oluşturan bilim dallarından psikoloji,
dairenin en içerisinde ve merkeze en yakın yerinde bulunur. Psikoloji, insanların
içten ve dıştan gelen uyarıcılara verdiği tepkiyi konu alan bir bilim dalıdır. Genel
konusu insanların kişilik yapılarıdır ve insanları kişilik yapılarına göre onların olası
tutum ve davranışlarını analiz etmeye çalışır.
Davranış bilimlerini oluşturan diğer temel bir disiplin sosyolojidir. Sosyoloji,
grupların veya toplumların oluşması, toplumsal değişim yasaları, toplumsal
kurallar, grup davranışları, grup dinamiği, toplumsal davranış düzlemi,
Davranış bilimleri,
adından da anlaşılacağı kültürlenme, kültürleşme, kültürel değişme gibi konuları inceleyen bilim dalıdır.
gibi birkaç bilim Davranış bilimlerini oluşturan diğer bir bilim dalı ise sosyoloji ile psikolojinin ara
dalından oluşan bilimler kesitini oluşturan sosyal psikolojidir [1]. Sosyal psikoloji, psikolojinin yaptığı gibi
grubudur. bireyi ele almaz. Aksine sosyolojinin yaptığı gibi grubu veya toplumu da inceleme
konusu yapmaz; sosyal psikolojinin konusu, herhangi bir grubun üyesi olan bireyin
davranışını inceler. Davranış bilimlerini oluşturan diğer bir bilim dalı ise
antropolojidir. Antropoloji toplumları tüm kurum ve kuruluşlarıyla ele alır.

DAVRANIŞ ve DAVRANIŞ BİLİMLERİ


“Davranmak” ile ilişkilendiren “davranış kavramı”; tutum, tavır ve hareket
tarzı gibi anlamlara gelmektedir. Davranış kavramının konusunu, insan
davranışlarının arkasındaki temel motivasyonu, güdüleri, inanç ve tutumları
incelemek oluşturur. Burada davranış kavramı, gözlemlenebilen ve ölçülebilen her
tür hareketi, edimi ve eylemi içermektedir. Bu anlamda davranış eylemi, “bilinçli,
nedenli, güdülenmiş ve amaca yönelik olmak” gibi özellikleriyle ortaya
çıkmaktadır. Burada genel kavramı, insanların bütün tepkilerini kapsayan
kavramdır. Davranış bilimlerinin bir alt alanı olan psikolojinin temel konusunu
oluşturan insan davranışlarının önemli özelliklerinden biri de insan davranışlarının
bilinçli ve karmaşık oluşudur [2]. Aynı zamanda davranışların arkasında bir neden
ve amaç vardır. Bu yönüyle davranış bilinçsiz bir refleksten farklı bir anlama
sahiptir. Kısaca davranış “organizmanın belirli bir uyarıcıya karşı gösterdiği bilinçli
tepki” olarak tanımlanabilir. Davranışlar kişilerin özel davranışlarında söz konusu
olduğu gibi, örgütsel anlamda da davranıştan bahsedilebilir.

6
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Davranış Bilimleri
Bilimler farklı biçimlerde sınıflandırılmışlardır. En genel sınıflama “doğa
bilimleri” ve “sosyal bilimler”dir. Doğa (fen) bilimleri başta fizik olmakla birlikte
biyoloji, kimya gibi bilimlerdir. Doğa bilimleri doğada gerçekleşen biyolojik ve
fiziksel olaylarla ilgilenir. Konusu daha çok doğaya egemen olan fizik kanunlarını
saptamak ve varlığın biyolojik ve fiziksel temellerini sorgulamaktır. Sosyal bilimler
ise insan yaşamını konu edinen bilimleri kapsar. Bu bilimler; psikoloji, sosyoloji,
sosyal psikoloji, tarih, siyaset bilimi, ekonomi gibi bilimlerdir. Bu iki kategorinin
dışında bir de matematik ve mantıktan oluşan formel bilimler vardır.
Bilimlerin sınıflandırılması çalışmalarında 1920'li yıllarda doğal bilimleri ve
sosyal bilimler şeklinde ortaya konan iki kategori 1950'li yıllara gelindiğinde bilim
adamlarının özel olarak insanı inceleme konusu yapan araştırmalarıyla farklı bir
boyut kazanmaya başladı. İnsan davranışlarını farklı disiplinlerle açıklama
ihtiyacının hissedilmesi bugün “davranış bilimleri” adını verdiğimiz bilimler setinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Berelson ve Steiner'e göre sosyal bilimler; antropoloji,
ekonomi, tarih, siyaset bilimi, psikoloji ve sosyoloji gibi altı disiplini kapsayan bir
bilimler grubudur.
Davranış kavramının konusunu oluşturan insan faaliyeti çeşitlilik gösterir.
Davranış kavramı, söz konusu çeşitlilik içerisinde insanın gözlenebilen ve
ölçülebilen eylemlerini inceler. İnsan davranışlarının önemli özelliklerinden biri, çok
nedenli ve karmaşık olmasıdır. Davranış açısından her eylem ondan önce gelen
Davranış bilimleri sırf birtakım koşulların sonucunda ortaya çıkar. İnsan davranışların incelenmesi
başkalarının insanların özel yaşamlarında olduğu kadar, örgütsel yaşamlarında da önemlidir.
davranışlarını İnsan davranışlarının temellerini bilmeden örgütlerde verimli bir insan kaynakları
açıklamayı amaç edinen yönetimi mümkün değildir.
bir bilim dalı değildir.
Örnek

•Her kültürün bir selamlaşma biçimi vardır. Örneğin, Japonlar


selamlaşmak için “ojigi” (eğilerek yapılan Japon selamı) yaparlar. Ojigi
selam verirken, teşekkür ederken, ayrılırken, özür dilerken, günaydın
veya merhaba derken, teşekkür ederken Allahaısmarladık derken
yapılır

Daha önce de ifade edildiği gibi davranış bilimleri birkaç bilim dalından
oluşan bir bilimler seti veya grubudur. Dolayısıyla davranış bilimleri sosyal bilimler
içinde konusu insan olan her bilim dalıyla şu ya da bu ölçüde ilgilidir [3]. Temel
amacı ise insanı anlamak, davranışlarının arkasındaki temel niyeti sorgulamak ve
açıklamaya çalışmaktır. Burada şunu belirtmek gerekir ki davranış bilimleri sırf
başkalarının davranışlarını açıklamayı amaç edinen bir bilim dalı değildir.
Davranış bilimleri şu sorulardan hareketle insan davranışlarını inceler:
 İnsan hangi durumda nasıl davranıyor?
 Neden o şekilde davranıyor, davranışının arkasındaki güdü ne?

7
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

 Davranışının amacı ve hedefi ne?


 İnsan davranışları arasında ortak yönler neler?
 Kültür ve davranış ilişkisi nedir?
 İnsan kendi davranışlarını değiştirebilir mi?

Şüphesiz bu soruları çoğaltmak mümkün; ancak bu soruların cevapları


kısaca ifade edilecek olursa denebilir ki, insan davranışlarının bir nedeni vardır. Bu
neden bir amaca dayalıdır ve insan belli kültürel ve genetik faktörlerin etkisinde
davranışta bulunur. Ayrıca insan davranışları hem kişinin kendisi tarafından hem
de çevre tarafından kontrol altına alınabilir [4]. Burada esas olan çevrenin insan
davranışlarını kontrol etmesi değil, kişinin kendini kontrol etmesi ve
yönlendirmesidir. İnsan davranışlarını açıklayan davranış bilimleri daha önce de
ifade edildiği gibi “Şöyle davranmalısın.”, “Böyle yapmamalısın.” tarzında etik veya
ahlâk öğretilerinde rastlayabileceğimiz normatif ilkeler koymaz.

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN ÖZELLİKLERİ


İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak amacına yönelik olarak çeşitli örgütler
meydana getirirler. Çağdaş toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri bu
örgütlenmeler sayesinde mümkün olabilmektedir. Örgütlerde faaliyette bulunan
insan davranışlarının anlaşılması ve hatta önceden tahmin edilebilmesi, insanın
örgütsel ortamda örgütsel uyum (oryantasyon), iş tatmini, çalışma barışı, kurumsal
sağlık ve performans bakımından önem taşımaktadır [5]. Davranış bilimlerinin
temel amacı, örgütlerdeki insan davranışlarını açıklayarak örgütte çalışanlar ve
çalışanlarla yöneticiler arasındaki insan ilişkilerini daha üst düzeylere çıkarma bilgi
ve yeteneğini geliştirmektir.
Davranış bilimleri açıklayıcı olduğu için davranışın arkasındaki nedenleri
“olduğu gibi” inceler. Normatif olmadığı için de davranışın “nasıl olması gerektiği”
konusu üzerinde durmaz. Bu açıdan bakıldığında davranış bilimleri normlar ve
kurallar koymakla uğraşmaz. Buna karşılık açıklayıcı olduğu için davranışın
arkasında yatan nedenleri bulmaya ve açıklamaya çalışmakla yetinir. Davranış
İnsanlar sürekli
değişirken, onların bilimleri başta psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji ve antropoloji olmak üzere
davranışlarının ne birçok bilim dalıyla ilgili olmasına rağmen sosyal bilimlerin diğer bilim dallarıyla da
olacağını önceden dolaylı olarak ilgilidir. Dolaylı ilgili olduğu sosyal bilimlerin içinde; ekonomi, tarih,
kestirmek kolay değildir. siyasal bilimler, coğrafya, felsefe, hukuk gibi bilimler yer alır.
Sosyal bilimler, en kısa tanımıyla insanın tutum ve davranışlarını ve her tür
eylemlerini sistematik olarak inceleyen bilim dalı olduğu için insan davranışlarının
incelenmesini konu edinen davranış bilimleri de insanı birey, grup, örgüt, işletme
sistemi, kültür ve evrensel düzey gibi çeşitli düzeylerde ele alarak inceler [6]. Son
yıllarda davranış bilimleri alanında siyaset biliminden de yararlanıldığı
görülmektedir. Siyaset bilimi, birey ve grupların politik bir ortamdaki davranışlarını
inceler. Bu açıdan bakıldığında, insanların içinde bulunduğu örgütler de birer
politik ortamdır. Örneğin; çatışmanın yönetimi, gücün paylaşımı gibi konular
politik bir çerçeve içindeki insan davranışlarını konu alır.

8
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

İnsanlar sürekli değişirken, onların davranışlarının ne olacağını önceden


kestirmek kolay değildir. Bu nedenle davranış bilimcileri, belirli koşullarda
insanların çoğunluğunun muhtemel davranışlarının ne olacağını tahmin etmeye
çalışırlar. Bireylerin davranışlarının tahmin edilmesi ise ancak ortalama insan
davranışlarının incelenmesiyle mümkün olabilir.
Davranış bilimlerinin özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir [7]:

 Uygulamalı bir disiplindir.


 Değer yönelimlidir, insanların değerlerini anlamaya çalışır.
 İnsancıldır ve iyimserdir.
 Kurumun veya herhangi bir örgütün iklimiyle ilgilidir.
 Çalışma gruplarının önemini vurgular.
 Katılımı amaçlar.
 Kişiler arası ilişkilerin yeterli düzeye gelmesi için çaba harcar.
 Örgütü tüm bir sistem olarak görür.

Davranış bilimleri, öncelikle insanların davranışları hakkında varsayımlar


geliştirir. Bu varsayımları laboratuvar ortamında veya kontrollü şartlar altında test
ederek olguya ilişkin genellemeler yapar. Davranış bilimleri açıklayıcı olmasına
Davranış bilimlerinin rağmen olayı sadece açıklamakla yetinmez; aynı zamanda davranışları kontrol
diğer bir özelliği, insanı altına almayı ve insanların davranışlarını değiştirmeyi hedefler.
biyolojik veya fiziksel
bir varlık olarak değil; Davranış bilimlerinin diğer bir özelliği, insanı biyolojik veya fiziksel bir varlık
aksine onu düşünen, olarak değil; aksine onu düşünen, hisseden ve duygulanan bir varlık olarak görür.
hisseden ve duygulanan İnsanın özerk, yaratıcı ve üretken olduğunu ve örgütün amaçlarına değer kattığını
bir varlık olarak görür. düşünür. Örgütsel hedeflere ulaşabilmek, amaçları gerçekleştirebilmek için insanın
geniş bir potansiyele sahip olduğu ve bu potansiyelin örgüt lehine ortaya
çıkarılması gerektiği düşüncesi egemendir.
Örgütsel sağlık, verimlilik ve etkinlik bakımından örgütün iklimi önemlidir.
Yöneticilerin sadece fiziksel koşulları iyileştirmesi, uygun çalışma ofisleri
oluşturması, bilişim sistemleri kurması ve her tür teknolojik imkânlara sahip olması
örgütsel verimlilik ve etkinlik için yeterli değildir. Her durumda örgütün en temel
unsuru insandır ve insanın fiziksel ihtiyaçlarının yanında iş yerinde de olsa sosyal
ihtiyaçları vardır. İnsanın bu tür sosyal ihtiyaçları ancak davranış bilimlerinin
imkânıyla anlaşılır ve giderilebilir.
Örnek

•İnsanların iş arkadaşlarıyla anlaşamadığı bir çalışma ortamı onlar


için huzursuz bir hapisane ortamından başka birşey değildir. Bu
yüzden iş yerini tasarlarken fiziksel, zihinsel ve psikolojik sağlık
koşullarına dikkat edilmelidir.

9
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Davranış bilimleri yaklaşımının birçok bilim dalıyla ilgili olması, bu bilim


dalının olayları ve olguları “'tünel bakış açısı”yla değil, çok geniş bir perspektiften
değerlendirdiğini gösterir. Çünkü davranış bilimleri açısından olayların ve
davranışların tek bir sebebi yoktur [8]. Bir olay değişik perspektiflerden
bakıldığında birçok faktöre bağlı olarak açıklanır. Bu nedenle pek çok bilimsel
disiplinin davranış bilimlerinin açıklamasında kullanıldığını görmekteyiz.
Sıralamak gerekirse davranış bilimleri; tıpta davranış bilimleri, sporda
davranış bilimleri, askeriyede davranış bilimleri, hemşirelikte davranış bilimleri,
ailede davranış bilimleri, eğitim bilimlerinde davranış bilimleri, mühendislikte
davranış bilimleri, sanayide davranış bilimleri, hizmet sektöründe davranış
bilimleri sayılabilir. Bu ilgi alanları aynı zamanda davranış bilimleri; sadece
psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji ve antropoloji disiplinleriyle değil, sosyal
bilimlerin neredeyse tüm alanlarıyla ilgili bir bilimler grubu özelliği göstermektedir.

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN DİĞER DİSİPLİNLERLE İLİŞKİSİ


Davranış bilimleri, devamlı olarak bilim dallarının ayrılmasını durdurma
ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Bu bölünmüş bilim dallarının uğraştıkları alanların
daralması sonucu tek başlarına, insan davranışlarının bütün yönleriyle araştırılması
ve anlaşılmasında yetersiz kalmışlardır [9]. Davranışları bir bütün olarak
değerlendirme ihtiyacı, insanı konu alan sosyal bilimlerde disiplinler arası bir
mutabakatın sağlanması zorunluluğunu doğurmuştur ki, bunun sonucu olarak
davranış bilimleri, bir disiplin grubu olarak oluşmuştur. Davranış bilimleri ve ilgili
Psikolojinin amacı;
bilim dalları Şekil1.1’de gösterilmiştir:
davranışı anlamak,
tahmin etmek ve
kontrol etmektir.
Davranış Bilimleri ve İlgili
Bilim Dalları

Sosyoloji Sosyal Psikoloji Psikoloji Antropoloji

Şekil.1.1. Davranış Bilimleri ve İlgili Bilim Dalları

Davranış bilimlerini psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji ve antropoloji


disiplinlerinin oluşturduğu yukarıda belirtilmişti. Psikoloji insan davranışlarında
“Niçin?” sorusuna cevap arar. Sosyoloji “Nasıl?” sorusuyla ilgilenir. Antropoloji
çevre ile insan davranışı arasında “Ne ilişki var?” sorusunu araştırır [10]. Her üç
disiplinin yoğunlaşma alanlarında da farklılıklar vardır. Antropoloji genel kültür ile
ilgilenirken; sosyoloji gruplar, psikoloji ise bireysel davranışlar üzerinde yoğunlaşır.

Davranış Bilimleri ve Psikoloji İlişkisi


Psikoloji, davranış bilimleri içerisinde en hâkim konumda olan disiplindir.
Psikoloji kişilik sistemleri ile insan faaliyetleri arasındaki ilişkiyi bilimsel olarak ele

10
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

alıp inceler. Psikolojinin amacı davranışı anlamak, tahmin etmek ve kontrol


etmektir. Psikoloji bir taraftan insanlar arasındaki kişilik, tutum vb. alanlardaki
farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışırken, diğer taraftan da motivasyon, öğrenme
gibi süreçler üzerinde durur. Psikolojinin kapsamı içerisinde deneysel psikoloji,
gelişme psikolojisi, endüstriyel psikoloji gibi alanlar da mevcuttur.
18. yüzyıla kadar felsefenin kapsamı içinde incelenen psikoloji daha sonra
bağımsız bir bilim olarak önem kazanmaya başladı. Özellikle Wundt'un çalışmaları
psikolojinin ayrı bir bilim dalı haline gelmesinde önemli bir yere sahiptir [11].
Wundt 1879'da ilk deneysel psikoloji laboratuvarını kurmuş ve bazı psikolojik
konuların bilimsel yöntemlerle incelenebileceğini göstermiştir. Bu döneme kadar
evrendeki olaylar genellikle felsefe disiplini bağlamında iki temel kategoride ele
alınmıştır. Bu kategoriler; maddî olaylar ve psikolojik-ruhsal olaylardır.
Maddî olayların dışında bir de psikolojik veya soyut olaylar vardır ki bunlar
genellikle psikolojinin inceleme alanına girer. Duyumsamak, hissetmek, anlamak,
algılamak, kavramak, düşünmek, zihinsel süreçleri kullanmak gibi somut veya
olgusal olmayan soyut olaylar psikolojinin konuları arasındadır. Psikolojik olaylar
maddî olaylar gibi kolaylıkla tespit edilemez. Bu olayların kütlesi, ağırlığı, hacmi ve
çapı yoktur. Ölçülmesi sırasında anket, gözlem, inceleme gibi yöntemler kullanılır;
ancak bunlar da kesin sonuçlar vermez. Yani gerçek durumla ölçüm sonuçları
arasında maddî olaylarda olduğu gibi birebir ilişki yoktur; aksine gerçekle ölçüm
sonuçları arasında korelasyon oldukça zayıftır.
Psikoloji biliminin temel amaçları şunlardır [12]:
Betimleme. Bu amaç, birbiriyle ilişkili olan davranışların ve davranışları
belirleyen koşulların saptanmasını içerir. Söz konusu ilişkiler araştırmalarla ortaya
konur. Ayrıca betimleme, davranışların ortak özelliklerine göre sınıflandırılmasını
da kapsar.
Deneysel bir bilim dalı
olan psikoloji, sadece dışa Açıklama. Bu amaç, davranışları açıklayan genel ilkelerin ve kuramların
vurmuş davranışları değil oluşturulmasını kapsar. Bu gibi genel ifadelerin temelinde, betimleme amacına
bu davranışların hizmet eden araştırmalar bulunur. Davranışları anlamak, betimleme ve açıklama
arkasındaki niyetleri de amaçlarının gerçekleşmesi için mümkün olur.
inceler.
Yordama: Bu amaç, davranışların önceden tahmin edilmesiyle ilgilidir.
Kontrol. Bu amaç ise, davranışların seçilen bir düzeyde veya istenen bir
biçimde geliştirilmesini içerir.
Yukarıdaki ifadelerden psikolojinin kişinin inançları, değerleri, tutumları ve
davranışları arasındaki ilişkiyi incelediği anlaşılmaktadır. Buna göre psikoloji,
davranışların, yaşam tarzlarının, gelişme ve devamlılığın faktörlerini inceleyen bir
bilim dalıdır [13]. Deneysel bir bilim dalı olan psikoloji, sadece dışa vurmuş
davranışları değil bu davranışların arkasındaki niyetleri de inceler.
Psikoloji insan davranışlarını ve bu davranışlarla ilgili psikolojik, sosyal ve
biyolojik süreçleri inceleme konusu yapar. Meslek olarak ise psikolojinin insanın
psikolojik sorunlarına çözüm bulmak gibi önemli bir işlevi vardır. Bunun için

11
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

psikologlar iki önemli ilişki üzerinde dururlar: Bunlardan ilki, beyin ve davranış
ilişkisi; ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikoloji disiplini, bireysel davranışı
bireysel özellikler bakımından açıklamaya çalışırken burada bireysel farklılıklar
(zekâ, inanç, tutum) ve süreçler (algılama, motivasyon, güdüleme) üzerinde
dururlar. Bireysel farklılıklar tespit edilerek benzer durumlara gösterilen farklı
tepkilerin nedeni açıklanmaya çalışılır.
Davranış bilimleri içerisinde en hâkim konumda olan psikolojinin diğer bir
ilgi alanı kişilik yapıları ile insan faaliyetleri arasındaki ilişkiyi bilimsel olarak ele alıp
incelemektir. Buna göre psikolojinin temel amacı davranışı anlamak, tahmin
etmek ve kontrol etmektir. Psikoloji bir taraftan insanlar arasındaki kişilik, tutum
vb. alanlardaki farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışırken, diğer taraftan da
motivasyon, öğrenme gibi süreçler üzerinde durur.
Davranış bilimleri aşağıdaki gibi bazı varsayımları psikolojiden ödünç
almıştır:
 İnsanlar farklı şekillerde güdülenir ve harekete geçerler.
 İnsanlar her zaman akılcı davranmazlar (sınırlı rasyonellik).
 İnsanlar birbirine bağlıdır. Bu bakımdan, bireysel davranışların genellikle
sergilendikleri çevredeki sosyal şartlarla açıklanması gerekir.

Psikoloji insan davranışlarını belirli çevresel koşullar içinde organizma-çevre


etkileşimi bakımından ele almaktadır. Bu etkileşimin temel öğelerinden biri
çevredir. Uyarıcı ve çevre kavramı çoğu kez eş anlamda kullanılır; fakat çevre
Organizmada yer alan bir
eyleme, davranış uyarıcıdan daha kapsamlı bir kavramdır.
denilebilmesi için
eylemin gözlenebilir veya
ölçülebilir olması gerekir.
•İnsanı çevreyle etkileşimi açısından zihinsel, fiziksel, duygusal ve
Örnek

psikolojik açıdan ele almak gerekir. Bunlardan birinin eksik olması


kişi ile çevre arasında uyumsuzluk yaşamasına neden olur.

Psikoloji davranışı uyarıcı- organizma ve tepki bağlamında ele almaktadır.


Bunlar davranışın temel unsurlarıdır. Bunları aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Uyarıcı. Organizmaya etki eden her tür enerji değişikliğidir. Aynı uyarıcı
karşısında farklı bireyler farklı davranışlar gösterirler. Uyarıcılar karşısında
bireylerin davranışları aynı olsaydı psikoloji bilimine gerek kalmazdı. Uyarıcı
bilindiği takdirde davranışın ne olacağının bilinmesi çok basit bir işlem olurdu.
Organizma. Tek bir hücreden bile oluşsa bir canlıya organizma denir. Fakat
psikoloji araştırmalarında en çok maymunlar, fareler ve benzeri organizmalar
incelenir.

12
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Davranış. Bir organizmada yer alan ve bir organizma tarafından yapılan her
türlü eylemdir. Diğer bir tanımla davranış belli bir etkiye karşı gösterilen bilinçli bir
tepkidir. Davranışı refleksten veya bilinçsiz bir hareketten ayıran temel faktörler;
bilinç, niyet, istek, davranışın sonucunu kestirme ve amaçtır.
Organizmada yer alan bir eyleme, davranış denilebilmesi için eylemin
gözlenebilir veya ölçülebilir olması gerekir. Psikolojinin üzerinde durduğu bir diğer
kavram ise inceleme birimidir [14]. Psikolojinin felsefe kapsamı içinde ele alındığı
dönemde yani psikoloji biliminin kuruluş yıllarında inceleme bilimi olarak insanlar
kullanılıyordu. Günümüzde psikoloji insan davranışlarının yanı sıra hayvan
davranışlarını da incelemektedir.

Psikolojinin Dalları
Psikoloji bilimi farklı alt disiplinlerden oluşan bir bilim dalıdır. Bu disiplinler
farklı psikolojik uzmanlık alanlarını oluşturur. Psikolojinin alt disiplinlerini veya
temel uğraş alanları şunlardır:
 Deneysel Psikoloji
 Gelişim Psikolojisi
 Sosyal Psikoloji
 Uygulamalı Psikoloji
 Klinik Psikolojisi

Deneysel Psikoloji. Duyum, algı, öğrenme, bellek, güdü ve davranışın


Sosyologlar ise toplum, fizyolojik temelleri gibi alanlarda incelemeler yaparak davranışın temel
toplumsal kurumlar ve nedenlerine ilişkin bilgi edinmeyi amaçlayan psikolojinin bir alt dalıdır. Kısaca,
insan ilişkileri üzerinde
ruhsal olayları deneysel yöntemlerle inceleyen ruh bilim dalıdır. Wundt'un
çalışan kişilerdir.
deneysel çalışmalarıyla başlayan deneysel psikoloji, insan davranışını anlamak,
kontrol etmek ve açıklamak için deneysel yöntemi kullanır. Deneysel psikologlar
davranışın yönünü ve türünü deneysel yöntemlerle araştırırlar. İlk zamanlarda
daha çok duyu organları ve duyum süreci ile ilgili deneysel çalışmalar yapılmıştır.
Sosyal Psikoloji. Grup üyeliğinin bireyin davranışları, tutumları ve inançları
üzerindeki etkileri ile ilgili bir uzmanlık dalıdır. Bireylerin üyesi oldukları toplumsal
grupların toplumsal-ekonomik koşulları içinde oluşturdukları ortak davranış,
tutum, düşünce, tasarım, alışkanlık ve özelliklerini inceleyen bilim dalı. Daha
değişik bir tanımla sosyal psikoloji, bir bireyin davranış, duygu veya düşüncelerinin
diğer kişilerin davranış veya özelliklerinden nasıl etkilendiğini inceleyen bir bilim
dalıdır. Toplumsal veya grupsal ortamda bireyi inceler.
Gelişim Psikolojisi. Büyüme ve gelişme sonucu davranış ve bilişsel sistemde
ortaya çıkan değişiklikleri inceleyen psikoloji dalı. Organizmanın davranışında
doğumdan ölüme kadar tüm yaşam boyunca gözlenen davranış değişikliklerini
inceler. Gelişimin değişik dönemlerinde ortaya çıkan davranışlar ile çeşitli çevre
koşullarının ve kalıtımın davranışı nasıl etkilediği araştırılır.
Uygulamalı Psikoloji. Psikolojinin değişik alanlarında ortaya konan ilkelere
geliştirilen uygulamalı bir psikoloji dalı. Başka bir ifade ile psikoloji biliminin

13
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

bulunduğu prensiplerin günlük hayata uygulanması. Psikolojinin değişik dallarında


yürütülen çalışmalar ilerledikçe, davranışa ilişkin bazı bulguların, yöntemlerin ve
tekniklerin toplumsal yaşamda karşılaşılan bazı sorunların çözümünde yararlı
olabileceği uygulamalı psikolojinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Klinik Psikolojisi: Davranış bozukluklarını tanıma, tedavi etme ve nedenlerini
bilimsel olarak araştırmayı konu edinen psikoloji dalı. Kişiliğin gelişmesi ve bunu
etkileyen etmenler, davranış bozuklukları, normal dışı davranışlar klinik
psikolojinin inceleme konusuna girer. Bireyin davranış bozuklukları karşısında
uyumlu bir yaşam sürmesi için neler yapılabileceği ile ilgili yöntemler geliştirilir.

Davranış Bilimleri ve Sosyoloji İlişkisi


Sosyoloji bireysel davranışlar yerine aile, din grupları, sapkın grup davranışı,
siyasal gruplar, endüstriyel organizasyonlar, ekonomi ve eğitim gibi konular
üzerinde çalışır. Dolayısıyla sosyoloji insanın hiçbir zaman ve hiçbir yerde tek
başına olmadığı, daima bir grup içerisinde yer aldığı düşüncesinden hareket eder.
Böylece sosyoloji bir toplum içinde yaşayan insanların davranış kalıpları ve
biçimleri üzerinde yoğunlaşır. Sosyologlar ise toplum, toplumsal kurumlar ve insan
ilişkileri üzerinde çalışan kişilerdir.
Sosyoloji, sosyal grup davranışı ve sosyal süreçlerle ilgilenir. Grup değerleri,
Sosyoloji, bir grup normlar, rol çatışmaları, grup ihtiyaçları, grup uyum ya da sosyalleşme aşamasında
içinde insanların
yaşanan süreçler, sosyal kabul süreci ve sosyal amaçların gerçekleştirilmesi gibi
grupsal davranışlarını
inceler. konular sosyoloji biliminin konuları içerisinde yer alır. Toplumlar, kurumlar,
örgütler ve gruplar sosyolojinin başlıca inceleme alanlarıdır. Sosyoloji, grupların,
ailelerin ve toplumların yaşam tarzlarını, sosyal tabakalaşma ve sosyal değişim
kuramları gibi konuları inceler [15]. Birey sosyolojinin doğrudan konuları arasında
yer almaz. Sosyal gruplar ve sosyal süreçlerle ilgili kuramlar geliştirir. Sosyolojinin
temel konusu;

 Sosyal grupları,
 Sosyal örgütleri,
 Sosyal gruplarda ve sosyal örgütlerdeki değişimi incelemektir.

Sosyoloji, esas olarak toplumun yapısını, toplumu oluşturan gruplar ve


insanlar arasındaki ilişkileri, sosyal grup davranışı ve sosyal süreçleri inceler. Grup
değerleri, normlar, roller, rol çatışmaları, grup ihtiyaçları, gruba uyum ya da
sosyalleşme aşamasında yaşanan süreçler, sosyal kabul süreci ve sosyal amaçların
gerçekleştirilmesi gibi konular sosyoloji biliminin konuları içerisinde yer alır.
Toplumlar, kurumlar, örgütler ve gruplar sosyolojinin başlıca inceleme alanlarıdır.
Bireyin davranışlarını ise birey-çevre ilişkisi bağlamında ele alır. Bireyin en yakın
toplumsal çevresi gruptur, birey kendisini grupla özdeşleştirir.
Sosyologlar birbirinden izole olarak yaşayan kişilerle değil, aksine birbirini
etkileyen, iletişim kuran, diğer bir ifadeyle bir sosyal ortam içinde ilişki kurarak
yaşayan gruplarla ilgilenir. İnsanlar, diğer insanlarla ilişkide bulunurken sanki bir
oyun çerçevesinde belirli kurallar koymaktadırlar [16]. Bunlar zamanla onların

14
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

yaşamlarında belirleyici olmaktadır. Sosyoloji bir grup içinde insanların grupsal


davranışlarını inceler.

Sosyolojinin Önemli Bazı Alt Dalları


Sosyolojinin alt dalları toplumsal kuralların çoğalması, bilgilerin giderek
farklılaşması ve çeşitlenmesi, üretim ilişkileriyle uzmanlık alanlarının artması gibi
nedenlerden doğmaktadır. Bu alt dalları aşağıdaki gibi açıklayabiliriz [17]:
Bilgi sosyolojisi. Bilginin toplumsal gelişme ve değişmedeki rolünü ortaya
koymaya çalışan bir bilim dalıdır. Sosyolojinin en önemli dallarından biri, bilgi
sosyolojisidir. Sosyal ve kültürel yapıları ve bu yapılara uygun düşen bilgi türlerini
araştırır. Bu bilim dalında çalışan sosyologlar araştırmalarını daha çok; uygarlık,
kültür, toplum, sınıf ve grup türleri ile bilgi üzerinde etkili olan toplumsal etmenler
üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar.
Sanayi sosyolojisi. İş yerinin güvenliği, yapısı, verimlilik, sendikalaşma
hareketleri, sanayi ve toplum ilişkileri, işçi-işveren ilişkileri gibi konuları inceler.
Kısacası sanayi sosyolojisi iş ve endüstri sorunlarıyla uğraşmakta ve bunların
örgütlenme biçimlerini incelemektedir.
Kent sosyolojisi. Kentlerin toplum bütünlüğü içindeki yerleri ve oluşum,
işleyiş ve değişimini inceleyen sosyolojinin bir dalı. Kentlerin oluşumu, kent
yaşamının insan ve toplum üzerindeki etkileri, konutları, kentsel yaşam ve kentsel
yaşamın doğurduğu sorunlar, yeni kentlerin kuruluşu ve gelişmesi, kentlerin
yerleşim düzeni gibi konuları inceler.
Hukuk sosyolojisi. Hukuk belirli bir toplumda, grupların toplumsal ilişkileri ve
eylemleri üzerinde emredici, kuralcı ve yaptırımcı bir etki yapar. Hukuk sosyolojisi,
özellikle hukuk, halkın gelenek ve kurallarını, ahlâkın ayırt etmede yükümlülük
düşüncesinin gelişiminde, suçluluk, ailenin evrimi ve boşanma, yetki ve sorumluluk
Hukuk, belirli bir alanlarında önemli sonuçlar almıştır. Hukuk sosyolojisi toplumların yapılarıyla, bu
toplumda grupların toplumlarda geçerli olan hukuk yasaları arasındaki toplumsal ilişkileri inceler.
toplumsal ilişkileri ve
Siyaset sosyolojisi. Toplumlarda, toplumsal gruplarda siyasal erkin toplum
eylemleri üzerinde
bütünü içindeki yeri ile oluşum, işleyiş ve değişimini düzenlilikleri içinde inceleyip
emredici, kuralcı ve
yaptırımcı bir etki açıklamayı amaçlayan toplum-bilim kesimidir. Toplumların yapılarıyla siyasal
yapar. rejimler arasındaki ilişkileri incelemek, bir siyasal rejim tipolojisine ulaşmak, siyasal
parti tiplerini, parti komisyonlarını ve parti sistemlerini incelemek, siyaset
sosyolojisinin konularını oluşturur.
Eğitim sosyolojisi. Eğitim düzeninin yapısını, kurumlarını ve işleyişini
düzenlilikleriyle inceleyen toplumbilim dalı. Belirgin bir toplumsal yapı içindeki
eğitim sorunlarına ilişkin araştırmalar yapan bir disiplindir. Eğitimde fırsat eşitliği
ve bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesi gibi çağın zorunlu kıldığı temel
toplumsal ilkeleri belirlemeye gayret eder.

15
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Davranış Bilimleri ve Sosyal Psikoloji İlişkisi


Kişiler arası ilişkiler bireysel amaçları etkileyerek davranışları
yönlendirmektedir. Kişi bazen diğer insanların etkisiyle gerçekçi davranmaktan
ziyade, duygusal davranabilmektedir. Burada grubun birey üzerindeki sosyal
psikolojik etkisinden söz ediliyor demektir. Sosyal psikologlar, insan ilişkileri
üzerinde durarak ilişki ve etkileşim koşullarının iyileştirmesine, insanlara daha
uyumlu ilişkiler geliştirebilmenin yollarını göstermeye çalışırlar.
Sosyal psikoloji bireyin kişilik oluşumunda sosyal ve kültürel çevresinin
etkilerini, sosyalleşmesini, sosyal tutum ve değerlerini, grup içi ve gruplar arası
Sosyal psikoloji, iletişim ve etkileşimi inceleme konusu yapar [18]. Sosyal psikolojinin hedefi grup
insanların davranışlarını içerisinde insanın varlığını ve onun sosyalleşmesini sağlamaktır. İnsan zihinsel,
sosyal ve kültürel ortam
duygusal ve motivasyonel gelişimini, hayatta kazanacağı statü ve rollerini bir
içinde inceleyen
grupta sosyalleşme süreciyle öğrenmektedir.
psikoloji dalıdır.
Bazı bilim adamlarına göre, sosyal psikoloji ile ilgili bütün tanımlarda sosyal
etki üzerinde durulmasına rağmen, bu konuda iki akım (psikolojik sosyal psikoloji
akımı ve sosyolojik sosyal psikoloji akımı) oluşmuştur. Birinci akımda kişi ön plana
çıkartılırken, diğerinde sosyal etkileşim ve çevre ön plâna çıkartılmıştır. Biçimsel bu
tartışma, sosyal psikolojinin başlangıç tarihi (1908) itibariyle yapılagelmiştir.
Psikolojik sosyal psikoloji akımı, olayları içten dışa, bireyden çevreye doğru
inceler. Temel amaç, bireyin davranışını ve bunun nedenlerini sosyal çevre içinde
farklı birey düzeyinde anlamak ve açıklamaktır [19]. Burada incelenecek olan
bireydir. Sosyolojik sosyal psikoloji akımı ise olayları dıştan içe, çevreden bireye
doğru ele almaktadır. Araştırma birimi, bireyden daha geniş olan sosyal çevre ya
da gruptur. Sosyal psikoloji insanların davranışlarını sosyal ve kültürel ortam içinde
inceleyen psikoloji dalıdır. Allporta’a göre sosyal psikoloji; bireylerin düşünce,
duygu ve davranışlarının, başkalarının gerçek ya da hayal edilen varlığından
etkileniş tarzını anlama ve açıklama çabasıdır.
Muzaffer Şerif’e göre sosyal psikoloji, sosyal uyaran durumlarıyla ilgili
bireylerin deneyim ve davranışlarının bilimsel incelemesidir. Sosyal uyaran
durumları, insanlar, bireyler, gruplar ve sosyo kültürel ortamın öğelerinden oluşur.
Bireyin deneyim ve davranışları, algılama, yargıda bulunma, öğrenme, hatırlama,
hayal kurma, imgeleme, düşünme, isteme ve eyleme geçme gibi psikolojik
etkinlikleri içerir ve incelemeyi gerektirir. Sosyal uyaran durumlarının özellikleri,
sosyal psikolojinin en önemli boyutlarından birisini oluşturur.
Örnek

• İnsan-toplum ilişkisi sosyolojinin, insan-grup ilişkisi sosyal


psikolojinin, insan-insan ilişkisi ve insanın kendisiyle ilişkisi
psikolojinin, insan ve kültür ilişkisi ise antropolojinin konusunu
oluşturur.

16
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Sosyal psikoloji küçük grupların bireysel davranış üzerindeki etkilerini


inceleyen disiplindir. Sosyal psikolojinin yoğunlaştığı en önemli konu “sosyal
etkileşim”dir. Sosyal psikoloji kişinin tutum ve davranışlarını, içinde bulunduğu
sosyal çevredeki gelişimini, çevresinin kendisine ve kendisinin diğer kişilere etkisini
inceler. Tutumlar, iletişim, liderlik gibi konularda önemli yer tutar.
Günümüzde insan, yoğun bir etkileşim ortamı içerisindedir ve bulunduğu
çevreye uygun davranışlar göstermek durumunda kalmaktadır. Güncel yaşamın
temelinde sosyal etkileşim bulunmaktadır ve bireysel, sosyal veya grupsal tatmin
bu etkileşimin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Birey öncelikle kendi istekleri ve
yeteneklerine kısaca kişiliğine göre çevresel etkileşim göstermektedir. Psikolojinin
alt dalları bireyin davranışı ve yaşantısını kendi araştırma alanları içinde tutarken,
sosyoloji ve alt dalları ise bireyin grup içindeki davranışlarını ve değişimini
inceleme konusu yapar. Sosyal psikoloji ise kişiler arası etkileşimlerle uğraşır.
Psikolojinin gibi gruptan veya toplumdan bağımsız birey tekiyle ilgilenmediği gibi,
Kişinin ihtiyaçları ve
duyumlarının sosyoloji gibi bireyden bağımsız grup veya toplumla da ilgilenmez.
işleyişinde bir benzerlik İnsan benzersiz bir fizyolojik ihtiyaç örüntüsüne ve doyum düzeyine sahiptir.
ve düzen vardır.
Bu nedenle bireyin kendi üzerindeki etkileri organize edişi benzersizdir. Her
bireyin yaşamı boyunca karşılaştığı sosyal etkilerin belirli örüntüleri kişiden kişiye
değiştiğinden, kişinin bu etkilere tepki olarak geliştirdiği güdü kalıpları kişiye özgü
olmaktadır. Ayrıca kişinin ihtiyaçları ve duyumlarının işleyişinde bir benzerlik ve
düzen vardır. Bu düzen belirli sosyal çevreler için de geçerlidir.

Sosyal Psikolojinin İki Boyutu


Sosyal psikoloji tarihinde, bireysel yaklaşım taraftarları ile kültürel yaklaşım
taraftarları arasında köklü bir tartışma yapılagelmiştir. Bu yaklaşımlardan birisi,
sosyal fenomenleri, kültürü ve sosyal sistemleri, bireysel değişimlerinin bir sonucu
olarak görmüştür. Karşıt görüş ise bireyi sosyal etkilerin pasif bir alıcısı olarak
değerlendirmiştir. Bugün için her iki görüş de tek yönlü ve eksiktir. Sosyal
psikolojinin bu iki özelliği, bu alanda psikolojik sosyal psikoloji ve sosyolojik sosyal
psikoloji akımlarını doğurmuştur.
Psikolojik sosyal psikoloji. Üzerinde durduğu konuları içten-dışa (bireyden-
çevreye) doğru inceler. Buradaki amaç, kişinin davranışlarını ve bunun nedenlerini
sosyal çevre içinde fakat kişi düzeyinde (mikro) açıklamaktır. Burada birey sosyal
çevresinde incelenir. Bireyin toplum tarafından etkilenen tutumları, güdüleri,
duyguları, öğrenmeleri ve algıları konu edilir.
Sosyolojik sosyal psikoloji. Burada olaylar dıştan içe (çevreden- bireye)
doğru incelenmektedir. Araştırma birimi, bireyi de içine alan sosyal çevre ya da
gruptur. Yaklaşım, kişinin iç psikolojik olaylarına değil; kişiler arası olaylara, grup
düzeyine yöneliktir. Daha çok sosyolojiye yakın olan bu görüş, sosyal psikolojiyi
sosyolojinin bir alt dalı olarak görür.

17
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Davranış Bilimleri ve Antropoloji İlişkisi


Günümüzde antropoloji davranış bilimlerinin temel disiplinleri arasında yer
almış bulunmaktadır. Konusu da insan, toplumlar ve kültürlerdir. Bugün
antropoloji; genetik veya somatik, etnolojik veya kültürel, psikolojik insan ve
eylemi gibi görünüşlerle uğraşan spesifik bir bilim dalıdır. Antropoloji bu geniş
çerçeve içerisinde her konuyla değil, belirli sorunlarla uğraşır. Bunların başında da
insanlar ve toplumların neden birbirlerine benzediğinin ve değiştiklerinin
araştırılması gibi konular gelmektedir.
Davranış bilimleri arasında yer alan antropoloji geleneksel toplumları
inceler. Çünkü sanayi toplumu olmayan nispeten küçük ve basit toplumlar,
kentleşmenin getirdiği kozmopolitleşmeden uzak oldukları için daha otantik ve
sahih özellikler göstermektedirler. Bu yönüyle antropolojik incelemelere daha
fazla imkân vermektedirler. Antropoloji disiplini başlangıçta yalnızca ilkel
toplumları incelemekteydi. Son yıllarda genelde tüm toplumlar antropolojinin ilgi
alanına girmiş durumdadır. Antropoloji insanın kökenini, biyolojik yapısını, somatik
ve kültürel özelliklerini, toplumsal davranışlarını konu edinen ve bunları kendine
özgü yöntemleriyle inceleyen bilim dalıdır. Antropolojinin üzerinde durduğu ve
halen günümüzde geçerliliğini koruyan bazı sorular bulunmaktadır:
 İnsanlar ve toplumlar neden birbirine benziyor?
 İnsanlar ve toplumlar neden birbirlerine benzemiyor?
 İnsanlar ve toplumlar neden ya da nasıl değişiyor?

Yaşanan sosyo-kültürel değişme, toplumun kendi iç dinamiğindeki


etkileşimlerin bir sonucu olabileceği gibi, dıştan gelen etkilerin bir ürünü, daha
doğrusu iç ve dış dinamiğin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Antropoloji,
kültürel antropoloji ve fiziksel antropoloji olarak iki kısma ayrılmaktadır. Kültürel
antropoloji; arkeoloji, etnoloji, lengüistik ve sosyal antropolojiyi içerir. Buna
karşılık fiziksel antropoloji ise antropometri alt disiplinini içine alır.
Antropoloji disiplini
başlangıçta yalnızca Kültürel Antropoloji ve Alt Alanları
ilkel toplumları
incelemekteydi. Kültürel antropoloji insanın nesilden nesile aktarılan manevi yönü üzerinde
durur. Bu açıdan bakıldığında kültürel antropoloji daha geniş bir alanı
kapsamaktadır. Geniş bir toplum tarafından paylaşılan davranışlar, düşünme ve
duygu tarzlarını yönlendiren kültürel etkiler, sosyal etkileşme ve bağımlılık, yazılı
ve sözlü anlatım biçimleri gibi konular ve bunların karşılıklı etkilenmeleri, kültürel
antropolojinin ilgilendiği alanlar içerisindedir [20]. Kültürel antropoloji, bir
toplumda amaçlar ve değerler, var olan sosyal kurumlar ve tutucu faktörler,
düşünme, hissetme ve eylem şekilleri, ahlak, âdet ve gelenekler, alt kültürler,
hayat görünüşü, statü sembolleri, aile hayatı, teknolojinin kültürel etkisi, çeşitli
kültürlerdeki “tabu”lar gibi konuları inceler. Kültürel değerler çok erken yaşlarda
aile tarafından bireye aktarılır.
Kültürel antropolojinin alt alanlarını aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:

18
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Lengüistik. Dillerin yapısal özelliklerini, konuşma biçimlerini inceler. Hem


dillerin belirli gruplarının tarihini hem de bugün konuşulan dilleri inceler. Lisan, el-
kol işaretleri yanında asıl ifade aracı olduğu ve insanlarda kendi aralarında sosyal
etkileşimde bulundukları için lengüistik, antropolojinin ve davranış bilimlerinin alt
alanları içinde sayılmalıdır. Lengüistik ikiye ayrılır: Bunlardan ilki tanımlayıcı
lengüistik, diğeri de formel lengüistiktir. Tanımlayıcı lengüistik doğal lisanların
bünyesini (fonetik, morfolojik) ve kullanılmasını araştırır. Formel lengüistik ise
işaretler bilimi olarak, dilin soyut özelliklerini yani sembollerin sınıflaması için
geçerli olan kuralları araştırır. Formel lengüistik kendi arasında üç alt alana ayrılır:
Bunlardan ilki sentakstır (sözdizimi). Sentaks, mesajın iletimi açısından işaretlerin
ilişkisini konu alır. Diğer bir formel lengüistik alanı olan semantik (anlambilim) ise
objelerle işaretler arasındaki ilişkiyi inceler.
Arkeoloji. Tarih öncesi uygarlıkları, özellikle kazılar yoluyla elde edilen maddî
kalıntılarını yorumlayarak inceleyen bilim dalıdır. İnsanın maddî kültürünü ve bu
kültürün yazılı belgelerden önce incelenmesi prehistorya'nın ya da prehistorik
arkeolojinin konusudur. Bu disiplin maddî kültürün prehistorik devirlerden bu
yana gelişimini kazılardan elde edilen bulgulara dayanarak inceler.
Etnoloji. İnsanı konu edinen özellikle ilkel diye nitelenen insan topluluklarını
Kültürel değerler çok ve onların kültürlerini inceleyen bir disiplin. Başka bir tanımla etnoloji, ırkların
erken yaşlarda aile kaynağını, yeryüzündeki dağılışlarını ve özelliklerini inceleyen bilim dalıdır.
tarafından bireye Yunanca halk anlamına gelen ethos sözcüğünden türetilen etnoloji özellikle ilkel
aktarılır. diye nitelenen halkları ve onların kültürlerini inceler.

Fiziksel Antropoloji ve Alt Alanları


İnsanoğlunun fiziksel gelişimini ve evrimini inceler. Yani insanın biyolojik
gelişmesinin tarihiyle ilgilidir. İnsanın insan olabilmek için geçirdiği aşamaları ele
alır. Çeşitli insanların fiziksel özelliklerini inceler. İnsan ırklarını, insanın doğuştan
modern hele gelinceye kadar geçirdiği biyo fizyolojik değişiklik ve aşamaları ve ırk
karışımlarını ele alır. Irkların karşılaştırılması ve ırk ilişkileri belli başlı konularıdır.
Antropoloji insan biyolojisinin araştırılmasıdır; fakat sadece bunu konu
edinmez. Önceki nesillerden kalan fosilleri, dünyanın başlangıçtaki nüfusu boyunca
çeşitli genlerin dağılımını, gen mirasının mekanizmasını, farklı bölgelerdeki
insanların şekil ve renk farklılığını ya da insanların ve yakın akrabalarının davranış
özelliklerini inceler.

19
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Bireysel Etkinlik
•Kültür sürekli değişen organik bir durumdur. Toplumsal değişme
kesintisiz bir biçimde devam eder ve toplumsal değişmeyle birlikte
kültür de değişir. Bu çerçevede sizin ve arkadaşlarınızın selamlaşma
tarzınızı geleneksel Türk usulü selamlaşma ile karşılaştırınız. Kültür
değişimi seziyor musunuz?

20
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

•DAVRANIŞ ve DAVRANIŞ BİLİMLERİ


•“Davranmak” ile ilişkilendiren “davranış kavramı”; tutum, tavır ve hareket
tarzı gibi anlamlara gelmektedir. Davranış kavramının konusunu, insan
davranışlarının arkasındaki temel motivasyonu, güdüleri, inanç ve tutumları
incelemek oluşturur.
•Davranış Bilimleri
Özet
•Davranış bilimleri birkaç bilim dalından oluşan bir bilimler seti veya grubudur.
Dolayısıyla davranış bilimleri sosyal bilimler içinde konusu insan olan her bilim
dalıyla şu ya da bu ölçüde ilgilidir. Temel amacı ise insanı anlamak,
davranışlarının arkasındaki temel niyeti sorgulamaktır.
•DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN ÖZELLİKLERİ
•Davranış bilimlerinin özellikleri şunlardır: Uygulamalı bir disiplindir, değer
yönelimlidir, insanların değerlerini anlamaya çalışır, insancıldır ve iyimserdir,
kurumun veya herhangi bir örgütün iklimiyle ilgilidir, çalışma gruplarının
önemini vurgular, kişiler arası ilişkilerin yeterli düzeye gelmesi için çaba
harcar, örgütü tüm bir sistem olarak görür.
•DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN DİĞER DİSİPLİNLERLE İLİŞKİSİ
•Davranış bilimleri, devamlı olarak bilim dallarının ayrılmasını durdurma
ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Davranışları bir bütün olarak değerlendirme
ihtiyacı, insanı konu alan sosyal bilimlerde disiplinler arası bir mutabakatın
sağlanması zorunluluğunu doğurmuştur ki, bunun sonucu olarak davranış
bilimleri, bir disiplin grubu olarak oluşmuştur.
•Davranış Bilimleri ve Psikoloji İlişkisi
•Psikoloji, davranış bilimleri içerisinde en hâkim konumda olan disiplindir.
Psikoloji kişilik sistemleri ile insan faaliyetleri arasındaki ilişkiyi bilimsel olarak
ele alıp inceler. Psikolojinin amacı davranışı anlamak, tahmin etmek ve kontrol
etmektir. Psikoloji bir taraftan insanlar arasındaki kişilik, tutum vb. alanlardaki
farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışırken diğer taraftan da motivasyon, öğrenme
gibi süreçler üzerinde durur.
•Davranış Bilimleri ve Sosyoloji İlişkisi
•Sosyoloji bireysel davranışlar yerine aile, din grupları, sapkın grup davranışı,
siyasal gruplar, endüstriyel organizasyonlar, ekonomi ve eğitim gibi konular
üzerinde çalışır. Sosyoloji sosyal grup davranışı ve sosyal süreçlerle ilgilenir.
Toplumlar, kurumlar, örgütler ve gruplar sosyolojinin başlıca inceleme
alanlarıdır. Sosyoloji, grupların, ailelerin ve toplumların yaşam tarzlarını, sosyal
tabakalaşma ve sosyal değişim kuramları gibi konuları inceler. Sosyoloji bir
grup içinde insanların grupsal davranışlarını inceler.
•Davranış Bilimleri ve Sosyal Psikoloji İlişkisi
•Sosyal psikoloji grup içinde kişiler arası etkileşimle ilgilenir. Kişiler arası ilişkiler
bireysel amaçları etkileyerek davranışları yönlendirmektedir. Sosyal psikoloji
bireyin kişilik oluşumunda sosyal ve kültürel çevresinin etkilerini,
sosyalleşmesini, sosyal tutum ve değerlerini, grup içi ve gruplar arası iletişim
ve etkileşimi inceleme konusu yapar. Muzaffer Şerif’e göre sosyal psikoloji,
sosyal uyaran durumlarıyla ilgili bireylerin deneyim ve davranışlarının bilimsel
incelemesidir. Sosyal uyaran durumları, insanlar, bireyler, gruplar ve sosyo
kültürel ortamın öğelerinden oluşur.
•Davranış Bilimleri ve Antropoloji İlişkisi
•Antropolojinin konusu insan, toplumlar ve kültürlerdir. Bugün antropoloji,
genetik veya somatik, etnolojik veya kültürel, psikolojik insan ve eylemi gibi
görünüşlerle uğraşan spesifik bir bilim dalıdır. Antropoloji insanın kökenini,
biyolojik yapısını, somatik ve kültürel özelliklerini, toplumsal davranışlarını
konu edinen ve bunları kendine özgü yöntemleriyle inceleyen bilim dalıdır.
Antropoloji, kültürel antropoloji ve fiziksel antropoloji olarak iki kısma
ayrılmaktadır. Kültürel antropoloji; arkeoloji, etnoloji, lengüistik ve sosyal
antropolojiyi içerir. Buna karşılık fiziksel antropoloji ise antropometri alt
disiplinini içine alır.
21
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Davranış bilimlerinin özellikleri açısından aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Davranış bilimleri kural koyucudur.
b) Davranış bilimleri açıklayıcıdır.
c) Davranış bilimleri sosyal bilimleri de kapsayan geniş bir alandır.
d) Davranış bilimleri matematiksel yöntemlerle açıklanabilir.
e) Davranış bilimleri istatistiksel yöntemlerle açıklanabilir.

2. Sosyolojinin konuları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Grup değerleri ve normlar
b) Roller ve çatışmalar
c) Grup ihtiyaçları ve gruba uyum süreçleri
d) Bireyin psikolojik ihtiyaçları
e) Toplumlar, kurumlar, örgütler ve gruplar

3. Kültürel antropolojiyi oluşturan bilim dalları (disiplinler) arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Arkeoloji
b) Etnoloji
c) Lengüistik
d) Sosyal antropoloji
e) Antropometri

4. Psikoloji bilimini oluşturan alt disiplinler arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Deneysel psikoloji
b) Gelişim psikolojisi
c) Eğitim psikolojisi
d) Sosyal psikoloji
e) Klinik psikolojisi

5. Davranış bilimleri ile ilgili sorulardan hareketle aşağıdakilerden hangisi


insan davranışlarının incelenmesiyle ilgili değildir?
a) İnsan hangi durumda nasıl davranıyor?
b) Neden o şekilde davranıyor?
c) Davranışının arkasındaki güdü ne?
d) Davranışının amacı ve hedefi ne?
e) İstem dışı oluşan davranışlar nelerdir?

6. Davranış bilimleri içerisinde hangi disiplinler yer alır?


a) Psikoloji, antropoloji, sosyoloji, ekonomi,
b) Psikoloji, işletme, sosyoloji, sosyal psikoloji,
c) Ekonomi, işletme, psikoloji, sosyoloji, antropoloji,
d) Psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji, antropoloji,
e) Psikoloji, antropoloji, ekonomi, işletme.

22
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

7. Verilen ifadelerden hangisi doğrudur?


a) Psikoloji, birey ile toplum arasındaki ilişkileri inceler.
b) Sosyoloji, sosyal tabakalaşmayla ilgilenir.
c) Kültürel antropoloji, kültürün teknolojik araç kullanımını araştırır.
d) Sosyal psikoloji, toplumdaki dil ve arkeolojiyi konu alır.
e) Sosyoloji, sadece grupları konu edinir.

8. Davranış bilimlerinde aşağıdakilerden hangisi ağırlıklı konumda değildir?


a) Antropoloji
b) Psikoloji
c) Sosyoloji
d) Biyoloji
e) Tarih

9. Sosyolojinin alt alanları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Bilgi sosyolojisi
b) Toplum sosyolojisi
c) Sanayi sosyolojisi
d) Kent sosyolojisi
e) Hukuk sosyolojisi

10. Psikoloji biliminin temel amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Betimleme
b) Açıklama
c) Yordama
d) Araştırma
e) Kontrol

Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.e, 4.c, 5.e, 6.d, 7.b, 8.e, 9.b, 10.d

23
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Davranış Bilimlerinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]Damasio, A.R. (1999). The Feeling of What Happens: Body and Emotion in the
Making of Consciousness. New York: Harcourt Brace & Co
[2]Barutçugil, İ. (2002). Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, İstanbul: Kariyer
Yayıncılık
[3]Cameron, K. and Whetten, D. A.(1983). Organizational Effectiveness, New York:
Academic Press
[4]Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi
[5]Atkinson, R. L. Atkinson, R. C., Smith, E. E., Bem, D. J. and Nolen – Hoeksema, S.,
(2002). Psikolojiye Giris, (çev. Yavuz Alogan), Ankara: Arkadas Yayınları
[6]Baymur, F. B. (2005). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları
[7]Eroğlu, F. (2000). Davranış Bilimleri, 5.basım, İstanbul: Beta Yayınevi
[8]Rachman, D. J. ve diğerleri (1996). Business Today, International Edition, New
York: McGrav-Hill Inc.
[9]Gordon, J. (1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon Inc.
[10]Kızılçelik, S. ve Erjem, Y. (1992). Açıklamalı Sosyoloji Terimler Sözlüğü, Konya:
Göksu Matbaası Davranış Bilimleri ve Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi
[11]Yüksel, Ö.(2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi
[12]Nelson, D. L., Quick James C. and Livingston L. P. (1997). Organizational
Behavior Foundations Realities and Challenges, West Publishing Company,
[13]Mullins, L. J.(1999). Management And Organisational Behaviour, Fifth Edition,
London: Financial Times, Pitman Publishing.
[14]Morris, C. G. (2002) Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: N. Ekrem Düzen), Ankara: Türk
Psikologlar Derneği Yayınları
[15]Özkalp, E.ve Kıral, Ç.(1997). Örgütsel Davranış, Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaası
[16]Luthans, F. (1995). Organizational Behavior, 7nd Ed, McGraw Hill
[17]Schermerhorn, J. R., Hunt J. G. and Richard, O.n N.(1997). Organizational
Behavior, New York: John Wiley And Sons, Inc.
[18]Yaylacı, G. Ö. (2008). Kariyer Yaşamında Duygusal Zeka ve İletişim yeteneği,
İstanbul: Hayat Yayınları
[19]Yeşilyaprak, B. (2003). Genel psikoloji, Ankara: Pegem Akademi Yayınları
[20]Erdoğan, İ. (1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

24
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
GÜDÜLEME VE GÜDÜLEME
KURAMLARI

• İhtiyaç ve Güdü
İÇİNDEKİLER

• Güdülerin Sınıflandırılması
• Güdüleme ve Güdüleme
Kuramları DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Hasan TUTAR

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

• İhtiyaç kavramını bilebilecek,


• İhtiyaçlar hiyerarşisini
bilebilecek,
• Güdüleme kavramını
tanımlayabilecek,
• Güdüleme kuramlarını
bilebilecek,
• Güdülemenin insan yaşamındaki
önemini kavrayabileceksiniz.
ÜNİTE

2
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

İhtiyaç

İhtiyaç ve Güdü Güdü

Dürtü

Dengelerin Güdüleri
Güdüleme ve Güdüleme Kavramı

Cinsel Güdüler

Güdülerin
Duygusal Güdüler
Sınıflandırılması

Toplumsal Güdüler

Doğal Güdüler

İhtiyaçlar hiyerarşisi
kuramı

Çift faktör kuramı


Kapsam
Kuramları
Başarı ihtiyacı kuramı

ERG kuramı
Güdüleme
Kuramları
Bekleyiş kuramı

Geliştirilmiş bekleyiş
kuramı
Süreç Kuramı
Davranış şartlandırma
kuramı

Eşitlik kuramı

26
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

GİRİŞ
Organizmayı belli bir amaca yönelik davranışa iten iç güce güdü adı verilir.
Burada yeri gelmişken belirtelim ki organizma, her türlü canlı varlıktır. Bu anlamda
insanlar, hayvanlar hatta bitkiler birer organizmadır. Bu biyoloji bilimi için
böyledir. Psikolojide ise organizma denildiğinde, insan ve hayvan organizması akla
gelir. Psikolojiye göre insan ya da hayvan organizması, onu meydana getiren ve
çeşitli işlevleri bulunan organların oluşturduğu uyumlu bütünlüktür.
Güdü (motiv) eylemine, güdüleme (motivasyon) denir ve organizmayı
harekete geçiren güç anlamına gelmektedir. Güdüleme, organizmanın ihtiyaçlarını
karşılaması için onu harekete geçiren, hareketin yönünü belirleyen ve onu kontrol
eden güç olarak ifade edilebilir [1]. Örgütsel açıdan çalışanların örgütsel amaçlar
doğrultusunda harekete geçirilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol edilmesiyle ilgilidir.
Özellikle bireysel ve örgütsel performans bakımından büyük önem taşır. Örgütsel
motivasyon veya güdüleme işgörenleri çalışmaya isteklendirme, onlarda yüksek iş
tatmini hissi oluşturma ve örgütte verimli çalıştıkları takdirde kişisel tatmin
bulacakları konusunda inandırma sürecidir. Güdüleme bir süreçtir ve süreç tatmin
Güdüleme bir süreçtir edilmemiş birtakım ihtiyaçların dürtüsü ile başlar. Bu ihtiyaçlar uyarılıncaya kadar,
ve süreç tatmin başka bir ifadeyle güdüye dönüşünceye kadar kişiyi motive etmez. İhtiyaçların
edilmemiş birtakım uyardığı dürtüler harekete geçirilmiş ise buna psikolojide güdü veya motiv denir.
ihtiyaçların dürtüsü ile Buna göre güdüler, kişilerin davranışlarının arkasındaki nedenlerdir. İhtiyaçlardan
başlar. kaynaklanan güdüler kişiyi bir davranışta bulunmaya iter.

İHTİYAÇLAR VE GÜDÜ
İhtiyaç, insanda eksiklik veya yoksunluk hissi uyandıran, içsel ve dışsal,
psikolojik veya fizyolojik her tür faktördür. İhtiyaçlar kişinin fizyolojik ve psikolojik
denge durumunu (homeostazi) bozan, karşılanmasıyla (tatmin) birlikte tekrar eski
denge durumuna dönülmesini sağlayan psikolojik ve fizyolojik özellikleri olan
durumlardır. Kişi yaşamını sürdürmek için ihtiyaçlarını tatmin etme gereği duyar.
İsteklerin karşılanması kişinin yaşam konforunu arttırırken, ihtiyaçlar kişinin
yaşamı için zorunlu unsurlardır. İstekler sonradan öğrenilmiş olmasına rağmen
ihtiyaçlar öğrenilmiş değillerdir ve doğuştan getirilir [2]. İsteklerin her zaman
karşılanmasına gerek yoktur; ancak yaşamın sürmesi için ihtiyaçların karşılanması
gerekir.
İhtiyaçların daha kolay anlaşılması için bilim adamları onları iki genel
kategoride incelemektedirler. Buna göre ihtiyaçlar birinci derece temel ihtiyaçlar
ve ikinci derece tamamlayıcı ihtiyaçlar olarak iki grupta incelenebilir. Başka bir
sınıflandırmaya göre ise ihtiyaçlar; fizyolojik (yeme, içme vb.), güvenlik (sağlık
sigortası, iş garantisi, soğuktan korunma), sosyal, (arkadaşlık, grubun üyesi olma
vb.,) ve psikolojik (başarı, statü, sosyal kabul görme, kendini gerçekleştirme)’tir.

İhtiyaç
İnsan, yaşamına ihtiyaçlarının anlaşılması ile başlar. Doğumdan itibaren en
erken öğrenilen şey ihtiyaçların tatmin edildiğinde haz ve doyum, tatmin

27
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

edilmediği zaman acı ve üzüntü kaynağı olduğudur. Giderilmediği zaman yokluk


veya eksiklik duygusu oluşturan her şey ihtiyaçtır. İnsanların tutum ve
davranışlarının arkasında çeşitli ihtiyaçlarının tatminine yönelme vardır. İnsanlar
yaşamlarını sürdürebilmek ve mutlu bir yaşam sürebilmek için ihtiyaçlarını
karşılamak durumundadırlar. İhtiyaç; fizyolojik veya psikolojik nitelikte olan bir
nesnenin yoksunluğundan veya yetmezliğinden duyulan içsel gerilimdir [3].
Günlük anlatımda ihtiyaç, güdü ve dürtü terimine göre daha çok kullanılır. Dürtü,
güdü ya da ihtiyacın, insanın bir davranışı yapmaya itecek güçte olması gerekir.
İhtiyaç, genellikle güdü ile eş anlamlıdır. İhtiyacın güdüden ayrılan özelliği,
amaçlılığı ve kapsamıdır. Güdü, genellikle içten gelen bir iticiliği, ihtiyaç ise
hedeften gelen bir çekiciliği anlatır.
İhtiyaçlar şiddetlerine göre, zorunlu (temel) ihtiyaçlar ve zorunlu olmayan
(ikincil) ihtiyaçlar olarak iki gruba ayrılır. Zorunlu ihtiyaçlar, insanın yaşamını
devam ettirebilmesi için mutlaka gerekli olan hava, gıda ve su gibi fizyolojik
ihtiyaçlardır [4]. Diğer taraftan karşılanmaları yaşamsal olmayan; ancak tatmin
edildikçe insanlara haz veren, onların yaşam konforunu artıran eğlenme, seyahat
ve müzik dinleme gibi ikincil ihtiyaçlar vardır. Daha özlü bir şekilde ifade etmek
gerekirse zorunlu ihtiyaçlar insanların yaşamı için mutlaka gerekli olan ve
karşılanması gereken içsel durumlardır.

Zorunlu ihtiyaçlar İnsanların tatmin etmek istedikleri çok sayıda ihtiyaçları vardır. Ayrıca bu
insanların yaşamı için ihtiyaçların bir bölümü tekrarlanan nitelikte yani periyodiktir. İhtiyaçların diğer bir
mutlaka gerekli olan ve özelliği tatmin edildikçe şiddetinin azalmasıdır. İhtiyaçların tatminine devam
karşılanması gereken edildikçe, belirli bir aşamadan sonra bu ihtiyacı gideren şeylerin tüketimi insana
içsel durumlardır.
haz vermek yerine ıstırap vermeye başlar. Yeme, içme gibi biyolojik ihtiyaçlar
karşılanmadığı zaman acı verme özelliği ikincil nitelikteki ihtiyaçlardan daha fazla
olduğu gibi karşılandıktan sonra ihtiyaçtan daha fazlasının tüketilmesinin verdiği
acı da daha fazladır.
Temel bir ayrımla ihtiyaçlar, psikolojik veya fizyolojik kökenli olabilir.
Psikolojik ve fizyolojik ihtiyaçlar karşılandığı zaman insanda bir haz duygusu
oluşturur [5]. Ancak bu haz alma durumu süreklilik göstermez. Tıpkı azalan verim
yasasında olduğu gibi haz alma durumu bir noktaya kadar devam eder. Hatta belli
bir noktadan (haz plâtosu) sonra haz duygusu ortadan kalkmaya başlar, yavaş
yavaş elem ve acı duygusu devreye girer. Burada söylenenler özellikle fizyolojik
ihtiyaçlardır. İhtiyaçları aşağıdaki gibi iki kategoride incelemek mümkündür:

 Birincil İhtiyaçlar
 İkincil İhtiyaçlar

Birincil ihtiyaçlar: Bu tür ihtiyaçlar insanın yaşaması için temel olan


ihtiyaçlardır. Karşılanmadığı zaman çeşitli rahatsızlıklar, hatta ölüme kadar varan
sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu tür ihtiyaçlar; yeme, içme, barınma, cinsellik gibi
insanın fizyolojik yapısının gerektirdiği ihtiyaçlardır.
İkincil ihtiyaçlar: İnsanların toplumsal ilişkilerinin, sosyal statülerinin,
sorumluluk, görev ve rollerinin gereği olan ihtiyaçlardır. Bu yönüyle bunları sosyal

28
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

ihtiyaçlar olarak nitelendirmek mümkündür. İkincil ihtiyaçlara; sevmek, sevilmek,


ait olma hissi, beğenilme ve rekabet duygusunu örnek olarak verebiliriz.
İhtiyaçları; yaşamı sürdürmek için zorunlu olan ihtiyaçlar, yaşamı
kolaylaştıran ihtiyaçlar ve yaşamı güzelleştiren ihtiyaçlar şeklinde de
sınıflandırabiliriz [6]. Burada yeme içme gibi insanın fizyolojik ihtiyaçları, onun
yaşamı için zorunlu ihtiyaçları iken; âlet kullanma, dinlenme, çeşitli teknolojilerden
yararlanma insan yaşamını kolaylaştıran ihtiyaçlardır. Resim, sanat, müzik gibi
yaşamdan estetik hazlar alınmasını sağlayan ihtiyaçlar ise hayatı güzelleştiren
ihtiyaçlardır. İhtiyaçlar “sürekli ihtiyaçlar” ve “geçici ihtiyaçlar” olarak ikiye ayrılır.

İhtiyaçların Özellikleri
İhtiyaçlar çok sayıdadır. İnsanın evreni algıladığı, olguları tanıdığı ölçüde
ihtiyaçları farklılaşır. Gözlemleri arttıkça, tecrübe ettikçe her geçen gün ihtiyaçlara
yenileri eklenir. Tatil yapma alışkanlığı olmayan birinin tatil yapması böyle bir
ihtiyaçtır.
Tatmin edildikçe şiddetleri azalır. Özellikle fizyolojik ihtiyaçlar böyledir;
ancak aynı şeyi psikolojik ihtiyaçlar için söylemek doğru değildir. Örneğin; susuz
birinin su içtikten sonra, aç bir insanın doyduktan sonra ihtiyacı ortadan kalkar.
Ancak sevgi gören bir çocuğun sevgi ihtiyacının azalması veya ortadan kalkması
söz konusu değildir.
Güdü, psikolojinin İkame özellikleri vardır. İhtiyaçları karşılarken, ikame özelliği olan çeşitli
temel kavramlarından nesnelerle bunları ikame etmek mümkün olabilir. Su yerine maden suyu, ayran
biri olmasına rağmen, veya meyve suyu içmek, yemek yerine meyve yemek fizyolojik ihtiyaçları ikame
bu kavram evrimci
edebilir. Burada psikolojik ihtiyaçları başka bir şeyle ikame etmenin kolay
biyolojinin psikoloji
üzerindeki etkisinden olmadığını belirtmek gerekir.
doğmuştur. İhtiyaçların şiddeti farklıdır. Yukarıda da açıklandığı gibi hayat için zorunlu
olan, hayatı kolaylaştıran ve hayatı güzelleştiren ihtiyaçlar vardır ve bunların
şiddeti birbirinden farklıdır. Hayat için zorunlu olan ihtiyaçların şiddeti doğaldır ki
hayatı güzelleştiren ihtiyaçlardan daha fazladır.

Güdü Kavramı
Organizmanın bir amaca yönelebilmesi için öncelikle o amacın organizmanın
dengesini değiştirmesi ve hoşnutsuzluk yaratan bir gerginlik halinin ortaya çıkması
gerekir [7]. Daha sonra organizma bozulan bu dengeyi yerine getirmek ve
düzenlemek için ihtiyaç güdüsüyle uyarılır. Organizmayı belli bir amaca yönelten
neden, ihtiyacı karşılamaya yarayan araçlar değil, bizzat bu bozulan dengenin
yerine getirilmesi ihtiyacıdır. Yeme davranışı, özel bir tür besin alma gerekliliği
değil, açlıkla bozulan dengenin yerine getirilmesi ihtiyacından kaynaklanır.
Güdü kavramı, organizmayı bir amaç için hareket ettiren nedenlerdir.
Bunlar organizmanın dengesini koruyucu içsel faktörlerdir ve muhtemelen
organizmanın içinde maddî ve potansiyel olarak bulunurlar. Şunu belirtmek
gerekir ki güdü, psikolojinin temel kavramlarından biri olmasına rağmen, bu
kavram evrimci biyolojinin psikoloji üzerindeki etkisinden doğmuştur. Kavramın

29
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

kullanışında henüz tam bir fikir birliği sağlanabilmiş değildir. Çoğu kez dürtü (drive)
ve içgüdü (instinct) kavramları ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Kaldı ki
içgüdünün ne olduğu veya böyle bir olgunun olup olmadığı konusunda da çeşitli
tartışmalar bulunmaktadır. Ancak bütün bu tartışmalara rağmen, insanın içsel
dengesini bozan durumlar vardır ve bunlara ihtiyaç diyoruz. İhtiyaçların
karşılanması için itici içsel güçlere ihtiyaç vardır ki bunlara da güdü diyoruz.
İhtiyaçları ve güdüleri diğer organizmalar bağlamında değil de insan
bağlamında incelediğimiz zaman, insanın biyolojik, psikolojik ve sosyal bir
organizma olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle diğer organizmalardan daha
gelişmiş ve daha karmaşık bir varlıktır. İnsanı oluşturan biyolojik, psikolojik ve
sosyal sistemler, insanda birbirlerini etkileyen dinamik bir süreci meydana getirir.
Yemek ve içmek insanda sadece fizyolojik veya biyolojik bir sonuç doğurmaz.
Bunların karşılanması, psikolojik sonuçlar da doğurur. Kaldı ki yeme, içme ve
cinsellik gibi ihtiyaçların karşılanması insanlarla hayvanlar bakımından farklılık
gösterir. Bu durum insanların ihtiyaçlarını karşılarken sosyal süreçleri dikkate
aldığını gösterir.

Güdü ve Dürtü İlişkisi


Güdü, insanı yaşaması ve gelişmesi için bilinçli, belli ve düzenli olarak bir
ihtiyacını doyurmaya yönelten iç güçtür. Güdüler, öğrenilmemiş ya da öğrenilmiş
olabilirler. Güdü, dürtüyü ve ihtiyacı kapsayan bir kavramdır. Güdünün
Güdü, dürtünün gözlenebilen ya da gözlenemeyen birçok yönü vardır. Psikologlar güdüleri tek tek
kapsamının yanında saymaktan çok, bunları kümelendirerek adlandırırlar. Güdüleme, insanın dürtü ve
güven, başarı ve güdülerinin doyurulmak üzere harekete geçmesiyle ortaya çıkar. Güdülemenin
bağlanma gibi psikolojik oluşabilmesi için dürtü ve güdülerin insanı harekete geçirebilecek güce ulaşması
saikleri de kapsar.
gerekir. Genellikle insanın acıkma, susama gibi biyolojik ihtiyaçları dürtü terimiyle;
toplumsal ilişki, sevilmek, kendini geliştirmek gibi toplumsal ve psikolojik
ihtiyaçları ise güdü terimiyle anlatılır.
Fizyolojik kökenli güdülere dürtü denmektedir. Dürtü; açlık, susuzluk,
cinsellik, acı veren durumlardan kaçma gibi biyolojik veya fizyolojik kökenli
saiklerdir. Güdü ise daha geniş bir anlam içeriğine sahiptir. Güdü, dürtünün
kapsamının yanında güven, başarı ve bağlanma gibi psikolojik saikleri de kapsar.
Biyolojik kökenli davranışa iten güce birincil (primer) güdü; psikolojik ve sosyal
amaçlı davranışa iten güce ise ikincil (sekonder) güdü adı verilmektedir. Buna göre
dürtüler sadece biyolojik kökenli olan birincil güdülerden ibarettir [8]. İçgüdü
kavramı ise çoğunlukla bir türe özgü ve belli bir türün tüm üyelerinde görülen
ortak davranışlardır. Bu ortak davranışlar göçmen kuşların belli mevsimlerde göç
etmesinde, bir organizmanın beslenme veya avlanma biçiminde kendini gösterir.
İçgüdüler kalıplaşmış, kendilerine özgü (filogenetik) davranışlarıdır.
Organizmanın yaşamını sürdürebilmesi için yeme içme gibi maddî ya da
uyku gibi maddî olmayan fizyolojik ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Organizmanın
yaşamını sürdürmesinde kişide eksiklik hissi uyandıran her tür içsel durum, onun
açısından bir ihtiyaçtır. İhtiyaç organizmayı gergin bir duruma sokar ve söz konusu
gerginlik kurtulmak için onu harekete hazırlar. Organizmayı harekete hazırlayan bu

30
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

fizyolojik kökenli faktörlere dürtü denir. Dürtü kişiyi belli bir hedefe yönlendirir ve
bu hedefe ulaşmak için onda bir irade durumu ortaya çıkarır.

GÜDÜLERİN SINIFLANDIRILMASI
İnsan, yaşamını ve soyunu sürdürme arzusundadır. Bunun yolu, güdülerini
doyurmaktır. İnsanın cinsellik, güvenlik, merak gibi güdüleri doğuştan gelir.
Bunlara birincil veya öğrenilmemiş güdü denir. Bu tür güdülerin insanı davranışa
itme gücü yüksektir. İnsanın bazı güdüleri ise çevrenin kültürel ve toplumsal etkisi
ile oluşur. Bunlar, öğrenilmiş ikinci türden güdülerdir. Çevre etkenleriyle
edinilenler, bir topluma ilişkin olma, toplumun onayını kazanma, başkasının
gözüne girme, sorumluluk alma, başarılı olma, toplumda bir konum edinme gibi
ikincil güdülerdir. İnsanın, kalıtsal ve öğrenilmiş güdülerinin üzerinde pek çok
araştırma yapılmış ve çok sayıda güdü, dürtü ve ihtiyaç belirlenmiştir. Bunlar
aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır [9]:
 Dengelenim güdüleri (Açlık, susuzluk, solunum gibi),
 Cinsel güdüler (Evlenme, aile kurma, çocuk büyütme gibi),
 Duygusal güdüler (Korku, kızgınlık, öfke, nefret, kaygı, sevgi, gibi),
 Kendiliğinden doğan (Doğal) güdüler (Merak, bilişsel yönlenme gibi),
 Toplumsal güdüler (Başarı, bağlanma, dayanma, birlikte yaşama gibi).

Güdüler temelde öğrenilmiş ve öğrenilmemiş güdüler olmak üzere iki


İnsanın kalıtsal ve kategoride ele alınabilir. Öğrenilmiş güdüler öğrenme yoluyla kazanılır ve
öğrenilmiş güdülerinin
davranışlarımızın önemli bir kısmının arkasında bu öğrenilmiş güdüler vardır.
üzerinde pek çok
araştırma yapılmış ve Öğrenmeyle kazanılan bu tür güdülere sosyal güdüler denir ve ikincil türden
çok sayıda güdü, dürtü güdülerdir [10]. Öğrenilmemiş güdüler ise birincil güdülerdir ve bunlar doğuştan
ve ihtiyaç belirlenmiştir. getirilirler. Birincil güdüleri üç grupta ele alabiliriz. Bunlardan ilki açlık, susuzluk
gibi fizyolojik kökenli birincil güdülerdir. İkincisi cinsellik ve analık güdüleri gibi
fizyolojik kökeni olan; ancak bu kökenden bağımsız olarak da sürebilen güdülerdir.
Üçüncü grupta ise başarma, bağlanma, araştırma gibi fizyolojik kökeni olmayan
güdüler vardır. Güdüleri şekil 2.1.’deki gibi gösterebiliriz.

ÖĞRENİLMİŞ (SOSYAL)

GÜDÜLER
ÖĞRENİLMEMİŞ (BİRİNCİL)
- Açlık ve Susuzluk
- Cinsellik ve Analık
- Araştırma, Faaliyet ve Kurcalama

Şekil. 2.1. Güdülerin Sınıflandırılması

31
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

Öğrenilmiş Güdüler
Öğrenilmiş veya diğer adıyla sosyal güdüler, öğrenme yoluyla sonradan
kazanılmış güdülerdir. Sonradan kazanıldığı için öğrenme yoluyla sonradan
değişebilirler. Sosyal güdüler aşağıda kısaca açıklanmıştır:
Birlikte olma güdüsü. Birlikte olma güdüsü, çocukluğun erken evrelerinde
gelişen bir güdüdür. Çocuk yürümeye başladığı andan itibaren öncelikle annesiyle
daha sonra kardeşleri sonra yakın ve uzak çevresiyle birlikte olmayı arzu eder.
Sosyalleşme ihtiyacı, çocuk büyüdükçe artarak devam eder. Birlikte olma
güdüsünü merak, araştırma ve kurcalama güdüsü destekler. Birlikte olma
güdüsünü pekiştiren diğer bir güdü korkudur. Kişi ancak başkalarıyla birlikte
olarak bu duyguyu yeneceğini düşünür. Birlikte olma ihtiyacında olan bireyler
başkalarıyla olan ilişkilerinde duygusal eğilimler gösterirler.
Güçlü olma güdüsü. Güçlü olma, başkalarıyla rekabet etme, yarışma ve
onların davranışlarını denetleme, etkileme, yönlendirme ve kendi iradesini onlara
kabul ettirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Güçlü olma isteği, kimilerine göre
bireyin temel güdüsüdür. Güçlü olma ihtiyacını fazla duyan bireyler genellikle
statü, mevki, makam ve hiyerarşinin üst noktalarında bulunma arzusunu fazla
duyan insanlardır. Bunlar göreli olarak baskın (dominant) kişiliğe sahip insanlardır.
Yapılan araştırmalar güçlü olma isteğinin erkek ve kadınlarda farklı olduğunu
göstermiştir. Güçlü olma ihtiyacı yüksek olanlarda saldırganlık, rekabet duygusu,
aşırıya kaçan davranış örneklerine daha sık rastlanmaktadır.

Başkaları tarafından Başarma güdüsü. Başarı güdüsü de sosyal güdülerden biridir ve öğrenilmiş
kabul görme ve onlar bir güdüdür. Başta anne ve baba olmak üzere yakın ve uzak çevrede diğer
tarafından beğenilme insanlarla olan etkileşim sonucunda öğrenilir. Başarılı olma isteği bazen
insanda bir haz duygusu mükemmellik düzeyine ulaşınca kişide çeşitli davranış bozukluklarına neden
oluşturur. olabilir. Şu veya bu yoğunlukta herkeste başarılı olma isteği vardır. Başarma
ihtiyacını fazla duyan insanlar, kendilerini göstermek için ortam ararlar. Başarma
ihtiyacı zayıf olan insanlar, kolay kolay amaç belirlemezler. Başarısızlık korkusunu
daha fazla duyarlar.
Sosyal kabul görme güdüsü. İnsanların beğenilme ihtiyaçları vardır.
Beğenilme ihtiyacının en somut olarak ortaya çıktığı alanlar kişinin yaptığı işlerin
ve ortaya koyduğu davranışların başkaları tarafından beğenilmesi yani sosyal kabul
görmesidir. İnsan kendini ancak sosyal bir ortamda var edebilir. İnsan biyolojik bir
varlık olmaktan insan olmaya, ancak sosyal süreçleri kullanması sayesinde
ulaşabilir. Bu durum insanın sosyal bir varlık olmasıyla ve sosyal kabul görmesiyle
de doğrudan ilgilidir. Başkaları tarafından kabul görme ve onlar tarafından
beğenilme insanda bir haz duygusu oluşturur. Kişi bu haz duygusunu yaşamak için
sosyal kabul görme ihtiyacı duyar. Ayrıca başkaları tarafından sevilmek,
beğenilmek ve onaylanmak insanın sosyal gelişiminin bir sonucudur.
Kendilik değeri güdüsü. Kişinin kendi hakkında olumlu düşünme, kendisine
karşı pozitif olma güdüsüdür. Kendilik değeri, farklı biçimlerde doyurulabilen bir
güdüdür. Bu yollar; sosyal kabul görme, kendilik veya benlik algısını yükseltme,

32
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

saygınlık ya da güç kazanma, rekabet duygusu taşıma, kendinden memnun olma


veya kendini sevme, kendilik değeri güdüsünün gereğidir. Kendilik değeri kişinin
kendisini görmek istediği yerde görmesiyle doyurulabilir. Kişi olması gerektiğini
düşündüğü yere ulaşma konusunda gösterdiği performansı ölçüsünde kendisini
başarılı ve tatmin olmuş hisseder.

Öğrenilmemiş Güdüler (Birincil Güdüler)


Kişinin sonradan sosyal öğrenme yoluyla elde etmediği, aksine doğuştan
getirdiği birincil nitelikteki güdüleri öğrenilmemiş güdülerdir. Bunlar; açlık,
susuzluk, cinsellik, analık, araştırma ve kurcalama güdüleri gibi birincil güdülerdir.
Açlık ve susuzluk güdüleri. Kişi dış uyaranlar yoluyla açlık hissini algılar.
Bunun sonucunda yeme davranışı ile bu ihtiyaç tatmin edilirse, kişi haz duyar, bu
ihtiyacı tatmin edilmezse kişi elem duymaya başlar. Güzel bir yemekten sonra
kişide artık yemek yeme ihtiyacı kalmaz. Dolayısıyla fizyolojik güdüler psikolojik
güdülerden farklı olarak karşılandığı zaman ortadan kalkar. Kişinin acıktığını bir
başkasından öğrenmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Açlık ve susuzluk
güdüleri (Fizyolojik kökenli olduğu için dürtüleri de diyebiliriz.) birbiriyle yakından
ilişkilidir. Su, vücudun biyokimyasal fonksiyonunu görmesi için gereklidir. Vücutta
su miktarı azalınca, hücreleri saran sıvının içindeki sodyum miktarı artar ve hücre
dışına, daha yoğun ortama sızma yoluyla geçer. Böylece hücrenin içinde su miktarı
azalınca, susuzluk güdüsü ortaya çıkar.
Cinsellik güdüsü. Cinsel davranış, iç ve dış etkenlerin birleşmesiyle ortaya
Annelik güdüsünün çıkar. İç etkenler hipofiz bezinin kontrol ettiği hormonlardır. Ergenlik döneminde
açlık, susuzluk ve bu hormonlarda görülen artış, cinsiyet güdüsünü yükseltir. Cinsellik ve analık
cinsellik güdülerinden güdüleri, insanların ve hayvanların yaşamlarını sürdürmeleri için önemli bir işlev
daha güçlü bir güdü görür. Erkek ve dişiden her biri diğerine cazip görünür. Bu cazip görünmeyi cinsellik
olduğu kabul güdüsü sağlar. Bu sayede neslin devamını sağlamak mümkün olur. Bu güdü
edilmektedir.
öğrenilmiş bir güdü değildir; her insan doğuştan bu güdüye sahip olarak doğar.
Kuşaklar birbirini izleyerek neslin korunması sağlanır.
Annelik güdüsü. Annelik de öğrenilmemiş güdülerden biridir. Annelik
güdüsü; çocuğa sevgi, şefkat, acıma ve özen gösterme şeklinde kendini
somutlaştırır. Annelik güdüsünün açlık, susuzluk ve cinsellik güdülerinden daha
güçlü bir güdü olduğu kabul edilmektedir.
Araştırma ve kurcalama güdüsü. Bedensel faaliyetlerin bazıları araştırma ve
merak duygusundan kaynaklanır. Merak öğrenilmemiş bir güdüdür. Kişi merak
güdüsünü araştırma yaparak, sorarak ya da bir şeyleri kurcalayarak, karıştırarak
yenebilir. Bazı insanlarda özellikle bilim adamlarında merak duygusu fizyolojik
kökenli güdülerden bile daha fazla uyarabilir.

GÜDÜLEME VE GÜDÜLEME KURAMLARI


Güdüleme; isteme, gerekseme, arzu etme, dürtü gibi sözcüklerle anlatılan,
insanın bir çaba içinde bulunmasına ilişkin genel bir kavramdır. Güdüleme, insanın
ihtiyaçlarını doyurmak, amaçlarını gerçekleştirmek için davranışta bulunmaya

33
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

itilmesini anlatır. Bu zorlanma bir şeyi istemek, arzu etmek, dilemek, sevmek gibi
sözlerle anlatılır. İnsan, güdülemeden belli bir davranışta bulunamaz. Güdülemeye
neden olan zorlanma, içsel ve dışsal olabilir [11]. İnsanın davranışa geçmesi,
içinden gelen zorlanmayla olduğunda buna içsel güdüleme, dıştan gelen
zorlamayla olduğunda buna dışsal güdüleme denir. İçsel güdüleme, insanın iç
çevresinin uyarıcılarına dayandığı için yaşamsal önemdedir. Birey yaşayabilmek
için bedensel ihtiyaçlarını, amaçlarına ulaşmak için de psikolojik ve toplumsal
ihtiyaçlarını doyurmak zorundadır. İçsel zorlanmayla oluşan güdülemenin gücü,
dışsal zorlanmayla oluşan güdülemenin gücünden çoğu kez daha üstündür.
Güdüleme aşağıda şekil.2.2.’deki gibi gerçekleşir.

Şekil.2. 2. Güdüleme

Organizmanın, ihtiyaçlarını karşılamak için harekete geçip ihtiyacını


gidermesi sürecine güdüleme denir. Örneğin, su organizma için fizyolojik bir dürtü
veya ihtiyaçtır. Susayan insan su bulmak için dürtü yoluyla uyarılır. Sonra dürtü,
güdü aracılığıyla davranışa dönüşür [12]. Suya ulaşan organizma suya kanar ise
güdüleme yoluyla ortaya çıkan ihtiyaç ortadan kalkar. İhtiyaç giderildiği zaman kişi
haz duygusu duyar ve rahatlar. Örnekte olduğu gibi organizmanın su ihtiyacı
(dürtü) ile başlayıp rahatlaması ile son bulan bu sürece güdüleme denir.
Organizmanın,
ihtiyaçlarını karşılamak Güdüleme, organizmaya istek, arzu, umut ve enerji verir. Güdülenmiş biri daha
için harekete geçip geç yorulur, amaca ulaşmak için daha istekli ve arzulu olur. Güdüleme kuramları
ihtiyacını gidermesi kapsam ve süreç kuramlarından oluşur. Güdeleme kuramları aşağıda şekil 2.3.’te
sürecine güdüleme gösterilmiştir:
denir.

34
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

GÜDÜLEME
TEORİLERİ

KAPSAM SÜREÇ
KURAMLARI KURAMLARI

- İhtiyaçlar Hiyerarşisi - Bekleyiş Kuramı


- Başarı Güdüsü - Geliştirilmiş Bekleyiş Kuramı
- Çift Faktör Kuramı - Davranışsal Şartlandırma Kuramı
- ERG Kuramı - Eşitlik Kuramı

Şekil.2.3. Güdüleme Kuramları

Kapsam Teorileri
Güdüleme teorilerini iki ana grupta toplamak mümkündür. Birinci grup
Kapsam (Content) Teorileridir. Kapsam teorileri içsel faktörlere ağırlık veren
teorilerdir. İkinci grupta ise Süreç (Process) Teorileri vardır ve bunlar dışsal
faktörlere ağırlık veren teorilerdir. Kapsam teorileri, kişinin içinde bulunduğu ve
onu belirli yönde davranışta bulunmaya yönelten faktörlerdir. Süreç teorileri,
kapsam teorilerindeki içsel faktörlere ek olarak, bireyin davranışı üzerinde önemli
etkide bulunan çevre faktörleri üzerinde durur.

İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi


İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisine göre, insanın her davranışının arkasında
ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar arasında aynı zamanda hiyerarşik bir örüntü
bulunur ve dolayısıyla bunlardan alt düzeyde olanlar karşılanmadığı zaman, daha
üst düzeyde olanlar ortaya çıkmaz. Teori sırasıyla insanın ihtiyaçlarını; fizyolojik
ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, ait olma ihtiyacı, sevgi ve takdir ihtiyacı ve kendini
gerçekleştirme ihtiyacı şeklinde hiyerarşik bir şekilde inceler. Abraham Maslow,
insan güdülerinin evrensel bir hiyerarşisi olduğunu ileri sürer. Bu hiyerarşinin
herhangi bir basamağında bulunan güdülerin, davranışları yönlendirmede,
kendilerinin üzerinde bulunan güdülere göre öncelik taşıdıklarını savunur.
Hiyerarşinin en alt basamağında fizyolojik ihtiyaçları uyaran güdüler yer alır. İkinci
Abraham Maslow, insan basamakta, güvenlik ihtiyacı, tehlike ve tehditlere karşı organizmayı uyarır.
güdülerinin evrensel bir Üçüncü basamakta ise bağlanma, sevme, sevilme ihtiyaçlarıyla ilgili güdüler vardır.
hiyerarşisi olduğunu Dördüncü basamakta başarı, itibar, statü ve kendine güven ihtiyaçlarıyla ilgili
ileri sürer. güdüler vardır. En üst basamakta ise kendini gerçekleştirme ihtiyacı vardır.
İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, insan ihtiyaçlarını aşağıdaki gibi ele alır:

 Fizyolojik ihtiyaçlar: Yeme, içme, uyuma (Örgütlerde; ücret ve uygun


çalışma ortamı).
 Güvenlik ihtiyacı: Can ve mal güvenliği (Örgütlerde; iş güvenliği, örgütsel
adalet, emeklilik, sosyal güvenlik...).

35
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

 Ait olma ihtiyacı (sosyal ihtiyaçlar): Arkadaşlık, iletişim, etkileşim


(Örgütlerde; grup üyeliği, sendika üyeliği, yönetici ilgisi...).
 Sevgi ve takdir (öz saygı) ihtiyacı: Tanınma, imaj, itibar, prestij (Örgütlerde;
takdir edilme, üst görevlere terfi, ödüllendirilme...).
 Kendini gerçekleştirme (tamamlama) ihtiyacı: Yetenek geliştirme,
yaratıcılığını kullanma vb. (Örgütlerde, iş tatmini...).

Maslow’a göre kişi yukarıda hiyerarşik bir düzen (örüntü) şeklinde var olan
ihtiyaçlarını yine bir sıra düzeni şeklinde tatmin etmeye çalışır [12]. Yani fizyolojik
ihtiyaçlarının baskısı altında olan bir insan, başkasıyla etkileşim halinde olma
ihtiyacı (sosyal ihtiyaç) duymaz. İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisinin diğer bir yönü de,
karşılanan ihtiyaçların motive edici olma (uyaran) özelliklerinin ortadan kalkacağı
varsayımıdır. İhtiyaçlar hiyerarşisi aşağıda şekil.2.4’te gösterilmiştir:

Şekil.2. 4.Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Herzberg’in Çift Faktör Kuramı


Çift faktör kuramı aslında Herzberg’in “İşinizde kendinizi ne zaman en iyi ve
ne zaman en kötü hissedersiniz?” yani “İhtiyaçlarınız en fazla hangi durumda
karşılanmış olur?“ sorusunu cevaplandırmak için geliştirilmiştir. Araştırma
verilerine göre, kişinin iş ile doğrudan ilgili olan, yaratıcılık yeteneklerini ortaya
çıkaran, başarı güdüsünü olumlu etkileyen faktörleri algıladığı zaman iş yerinde
Kişi işini; itibar,
kendini iyi hissedeceği varsayılır. İş yerinde başarma ihtiyacı, yaratıcılık ve
sorumluluk, terfi gibi
psikolojik ihtiyaçları sorumluluk gibi daha üst kaygıları değil, ücret ve çalışma koşulları gibi ekonomik
bakımından yarar sağlama endişesini öne çıkaranların kendilerini iş yerinde kötü hissettikleri
değerlendirecek ve ona sonucuna varılmıştır. Kişinin yaratıcılığını gösterme, yeteneğini ortaya koyma gibi
göre ihtiyaçlarının ihtiyaçları ilk grup ihtiyacıdır ve dolayısıyla bunlar ilk basamak motive edici
karşılandığını faktörlerdir. Kişi işini; itibar, sorumluluk, statü, terfi gibi psikolojik ihtiyaçları
düşünecektir. bakımından değerlendirecek ve ona göre ihtiyaçlarının karşılandığını düşünecektir.

36
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

Örnek
•Hangi açıdan ele alınırsa alınsın motivasyon kuramlarında
insanların örgüt lehine bir fedakarlıkta bulunmadıkları
anlaşılmaktadır. Her kuram insanın ya fiziksel ya da psikolojik
ihtiyacının karşılanması ile ilgili olduğu görülmektedir.

Çift faktör teorisinin ikinci grubunu ise hijyen faktörleri oluşturur. Bunlar;
ücret, çalışma koşulları, örgüt iklimi, iş güvenliği, iş sağlığı, örgütsel adalet
unsurları, iletişim ve etkileşim koşulları, örgüt politikaları gibi faktörlerdir [13].
Bunlar kişiyi doğrudan motive etmez veya kişinin bunlara doğrudan ihtiyacı yoktur.
Ancak birinci grup ihtiyaçların karşılanması için bunların bulunması, destekleyici
bir işlev görür. Bir yerleşim yerinin altyapı ve kanalizasyon yapısı kişinin sağlığını
geliştirmez; ancak bunların olmaması kişinin sağlığını tehdit eder. Hijyen yani
destekleyici faktörlerin bulunmaması durumunda kişinin birincil grup ihtiyaçları
yeterince karşılanmamış olur [14].

Mc Clelland’ın Başarı İhtiyacı Teorisi


McClelland, ihtiyaçların öğrenmeyle sonradan kazanılan bir özelliğinin
olduğunu ileri sürmektedir. Başarma ihtiyacı teorisine göre insan, üç tür ihtiyacın
etkisi altında davranır [15]. Bu ihtiyaçların hem birey hem de toplum yaşamında
önemli yeri vardır. Başarma ihtiyacı teorisi, ihtiyacı şu şekilde tespit etmektedir:
İlişki kurma (bağlılık) ihtiyacı. İlişki kurma ihtiyacına göre insan sosyal bir
varlıktır ve kendini ancak bir sosyal yapı veya grup içinde ifade edebilir. Bu
nedenle, insanlar özel yaşamlarında çeşitli arkadaşlık grupları ve örgütsel
yaşamlarında ise informel gruplar oluştururlar. İlişki kurma ihtiyacı fazla olan
insanların sorumluluk alma, hedef belirleme, amaca yönelme, zor işlerle başa
çıkma azmi ve kararlılıkları daha yüksektir.
Güç kazanma ihtiyacı. Başarma ihtiyacı güdüsünü yüksek düzeyde duyan
insanlar güç kazanma, çevrelerini etkileme ve rekabet ihtiyacını da göreli olarak
daha fazla duyarlar. McClelland’a göre insanı en fazla etkileyen ihtiyaç, başarı
ihtiyacıdır.
Başarma ihtiyacı. Başarma ihtiyacı teorisine göre kişileri iş yerinde başarılı
McClelland’a göre kılmak için onları başarısız kılabilecek aşırıya kaçan amaçların, belirsiz görev
insanı en fazla etkileyen tanımlarının bulunmaması gerekir. Başarma ihtiyacının önemi, insanı örgütsel
ihtiyaç, başarı
amaçlar doğrultusunda harekete geçmekten alıkoyan korkuların ortadan
ihtiyacıdır.
kaldırılması ve kendine güven duygusunun verilmesinin önemini vurgulamasıdır.

Alderfer’in ERG Teorisi


Alderfer insan ihtiyaçlarını; var olma (existance), ait olma (relatedness) ve
gelişme (growth) olmak üzere üç grupta incelemektedir. Sayılan ihtiyaçların
İngilizce karşılıklarının baş harfleri ERG olduğu için teoriye ERG teorisi denmiştir.

37
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

Alderfer’e göre var olma ihtiyacı, yaşamak için gerekli olan zorunlu (temel)
ihtiyaçları kapsar. Bunların Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde karşılığı fizyolojik
ihtiyaçlar ile güvenlik ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçların iş ortamında karşılığı ise kişinin
çalışmasının temel nedeni olan; ücret, ödül, terfi, ikramiye ve sosyal güvenlik gibi
çalışma koşullarıdır.
Alderfer’in belirlediği ikinci ihtiyaç türü ise ait olma ihtiyacıdır. Bunlar
insanın başkaları ile birlikte olma, sosyal ilişki kurma, gruba mensup olma gibi
sosyal ihtiyaçlarını kapsar. Bunların ihtiyaçlar hiyerarşisindeki karşılığı ait olma,
sosyal ve saygınlık ihtiyaçlarıdır. Kişi bu ihtiyaçlarını iş yerinde informel grup
ilişkileri kurarak karşılamaya çalışır. Teorinin üçüncü ihtiyacı olan gelişme ihtiyacı
kişinin üstün ve değerli bir insan olarak kendisini görmesini sağlayan ihtiyaçlardır.
Alderfer’in ERG teorisindeki ihtiyaç kategorileri arasında herhangi bir
sıralama ve kesin sınırlar yoktur. İhtiyaçların altta olanları karşılanmadan üste
olanlar ortaya çıkmaz şeklinde bir ayrım yapılmamıştır. Alderfer’e göre insan belli
bir ihtiyacını karşılayamadığı zaman onun altındaki ihtiyacına döner. Maslow’un
“Doyumdan sonra bir üst basamağa geçilir.” şeklindeki doyum-ilerleme
varsayımına rağmen, Alderfer doyumsuzluk sonucu ortaya çıkan hüsran-gerileme
kavramını ortaya atmıştır.

Süreç Teorileri
Süreç teorileri; Wroom’un Bekleyiş Teorisi, Lawler ve Porter’ın Geliştirilmiş
Bekleyiş Teorisi, Skinner’ın Davranış Şartlandırma Teorisi ve Adams’ın Eşitlik
Teorisidir. Bunlar burada insan ihtiyaçları bağlamında ele alınacaktır.

Wroom’un Bekleyiş Teorisi


Wroom’a göre motivasyonun temelinde iki neden vardır. Bunlar; valens ve
beklentidir. Valens, insanın belli bir hedefe ulaşmada duyduğu arzunun şiddetidir.
Buna göre kişinin belli bir sonucu tercih etme derecesi, yani elde edilecek sonucun
çabaya değip değmeyeceği noktasındaki tercihi, onun valensini gösterir [16]. Buna
göre kişinin elde edeceği sonuca atfettiği anlam onun o sonucu elde etme
konusunda göstereceği valens ile ilgilidir. Önemli olan sonuçların gerçek değeri
değil, kişinin ona atfettiği değer (valens) dir. Buna göre valens (ödüle atfedilen
değer), kişinin elde etmeyi umduğu sonuçtan beklediği tatmin seviyesidir.
Bekleyiş teorisinde birincil sonuçlar, insan için arzulanan bir şey olmamasına
rağmen, birincil sonuçların ikincil sonuçlara ulaşmasının aracı olduğu algısı, kişinin
birincil sonuçlara karşı pozitif ilgi duymasını sağlayacaktır. Ders çalışmak
istemeyen bir öğrencinin başarılı olma arzusu onu istemeyerek de olsa ders
çalışmaya yönlendiriyorsa, burada başarma arzusunun bir araçsallık özelliğinden
bahsedilebilir. Teorideki bekleyiş kavramı kişinin davranışlarının sonucunda
Wroom’un Bekleyiş algıladığı olasılığı ifade eder. Bu olasılık, belirli bir çabanın belirli bir ödülle karşılık
Teorisine göre başarı,
bulacağıyla ilgilidir. Bu teoride başarı, ödüllendirilmiş davranışın fonksiyonudur.
ödüllendirilmiş
davranışın Teori matematiksel olarak ifade edilirse, valens “–1” ile “+1” arasında
fonksiyonudur. değerler alır. Kişinin herhangi bir ödüle verdiği değer, ödülün ihtiyaçları tatmin

38
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

etme derecesini gösterir. Kişinin valensi ile gayreti arasında pozitif ve negatif
yönde doğru bir orantı vardır. Bekleyiş “0” ile “+1” arasında değer alır. Kişi çabası
ile elde ettiği sonuç (ödül) arasında ilişki görmezse bekleyişi “0” olur. İnsanın hem
bekleyişi hem de o sonuca verdiği değer (valens) yüksek olursa, bu onun motive
olmasını, dolayısıyla ihtiyacın tatminini artırır. Bunu matematiksel olarak şöyle
ifade edebiliriz. Motivasyon = Valens x Bekleyiş.

Lawler ve Porter’ın Geliştirilmiş Bekleyiş Teorisi


Bu teori aslında Wroom’un modelinden farklı bir model önermez; sadece
aynı modele bazı eklemeler yapar. İki modelin ortak noktası, insanın motivasyonu
ile valens ve bekleyişi arasında ilişkinin olduğudur. Lawler ve Porter’a göre yüksek
çaba her zaman yüksek başarıya ulaştırmaz. Çabanın istenen sonuca
ulaştırabilmesi için kişinin aynı zamanda yeterli bilgi ve beceriye sahip olması da
gerekir. [17] Örneğin, muhasebe bilgisine sahip olmayan birinin gayreti onun
doğru bir bilânço çıkarmasına yetmeyecektir. Bu teorinin Wroom’un teorisinden
diğer bir farkı, kişinin işinde kendisi için algıladığı roldür. Woom’dan farklı olarak
Lawler ve Porter motivasyon için kişilerin aldığı ödüllerin başkalarının ödülleriyle
eşit olduğunu algılamaları gerektiğine inanır. Zira iş görenler kendi performansları
ile başkalarının performanslarını karşılaştırırlar ve performansları karşılığında
almaları gereken ödül konusunda bir kanıya varırlar.

•Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan


kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için 40 yaşlarındayken çok zor bir
kararı vermek zorundadır. Kartalın yaşı 40 ’ a dayandığında pençeleri
sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı
avlarını kavrayıp tutamaz hale gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru
kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık
kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada zor bir
seçim yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı
ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar
Örnek

sürer. Kartal bu yönde karar verirse bir dağın tepesine uçar ve orada bir
kaya kovuğunda kalır. Burada kartal uzun süre gagasını sert bir şekilde
kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve
düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan
sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri
çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra
kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan
yeniden doğuşunu gerçekleştirmiştir. Kendi yaşamımızda sık sık bir
yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşu için bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan kurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin
prangalarından kurtulduğumuzda yeniden doğuşumuzu
gerçekleştirebiliriz.

39
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

Skinner’ın Davranış Şartlandırma Teorisi


Pavlov’un edimsel koşullanma konusunda yaptığı deneylerden etkilenen
Skinner, Davranış Şartlandırma olarak bilinen kuramını geliştirmiştir. Kurama göre
davranışlar, karşılaştıkları sonuçlar tarafından şartlandırılır [18]. İnsan herhangi bir
nedenden, amaçtan veya ihtiyaçtan dolayı davranış gösterir; ancak burada önemli
olan davranışın karşılaşacağı sonuçtur. İnsan elde ettiği sonuca göre güdülenerek
davranışını tekrarlayacak ya da sonuç onun içindeki tekrarlama güdüsünü yavaş
yavaş söndürerek kişi davranışta bulunmayacaktır.
İnsanın karşılaştığı sonuçları yorumlayarak, davranışlarına yön vermesi,
Kişi kendini mutlu eden
Thorndike’ın “Etki Kanunu” ile açıklanmıştır. Bu kanuna göre, kişi kendini mutlu
veya ihtiyaçlarını
karşılayan davranışları eden veya ihtiyaçlarını karşılayan davranışları tekrarlar, acı veren davranışlardan
tekrarlar, acı veren ise kaçınır [19]. Bu durumda karşımıza, davranışların sürdürülmesi veya
davranışlardan ise davranışlardan kaçınılması şeklinde iki zıt durum çıkar. Buna göre, olumlu
kaçınır. davranışları göstermek ve sonra da onları alışkanlık haline getirmek için yönetim
psikolojisinde aşağıdaki gibi dört yöntem kullanılır:
Olumlu pekiştirme: İnsanın belli bir davranışta bulunması ve onu sürdürmesi
için teşvik edilmesidir. Olumlu pekiştirme aracı olarak genellikle ödüller kullanılır.
Bu ödüller fiziksel veya psikolojik, içsel veya dışsal olabilir. İçsel ödüller eser
yaratma, itibar kazanma vb.; dışsal ödüller ise ücret artışı, prim veya terfi şeklinde
olabilir.
Olumsuz pekiştirme: İnsanın belli bir davranışta bulunmaması konusunda
pekiştirilmesidir. Kişinin istenmeyen bir davranışı yapmamasını sağlamak için
başvurulan bir pekiştirme aracıdır. Burada kişiye, davranışının benimsenmediği
hissettirilir. Cezalandırma olmasa da olumsuz tepki verme örneğin, yapılan hatanın
teşhir edilmesi olumsuz bir pekiştirme örneğidir.
Son verme: Bir davranışı ya ortadan kaldırma veya ortaya çıkışını tümüyle
önleme amaçlı tedbirlerdir. Böylece istenmeyen davranış tekrarlanmayacaktır.
Burada da ceza söz konusu değildir. Söz konusu olan, kişinin davranışının örgütteki
geleceğine zarar vereceğinin hissettirilmesidir.
Cezalandırma: Ceza, şiddeti oranında sonuç almaya yarayabilir. Ceza,
istenmeyen davranışı ortadan kaldırabilir; fakat istenen davranışı yaptırma gücü
zayıftır. Kişinin olumsuz davranışına ceza yoluyla son verilebilir; ancak olumlu
davranışta bulunması ceza yoluyla sağlanamaz.

Adams’ın Eşitlik Teorisi


İnsanların, özellikle yönetilen konumunda olanların, örgütlerinden
beklentilerinin başında adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun bir yönetim gelir
[20]. Burada Adams’ın belirttiği “eşitlik” kavramını, adalet ve hakkaniyet
anlamında kullandığını belirtmek gerekir. Aksine söz konusu olan bir matematiksel
eşitlik değildir. Adams’a göre iş görenler, iş ilişkilerinde eşit (âdil) muamele görme
isterler ve bu isteğin kişiyi motive edici ve ihtiyaçlarını giderici bir yönü vardır.
Adams’a göre kişinin ihtiyacı, çalıştığı ortamla ilgili olarak algıladığı eşitlik ya da

40
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

eşitsizliğe göre farklılaşacak; kişi olumlu bir eşitlik algılarsa bu onu işinde motive
edecek, aksi halde kişinin işinde motivasyonu düşecektir.

Bireysel Etkinlik
•Güdüler insanın motivasyonunda önemlidir. Sizi motive eden içsel ve
dışsal olmak üzere farklı motivasyon faktörlerinin neler olabileceğini
düşünerek sizin için çok önemli olan üç hedef belirleyin, bunları sıraya
koyun, bu hedeflerinize ulaşmak için davranışlarınızı değiştirmeye
başlayın. İlk iş olarak galiba zamanınızı daha iyi yönetmek durumunda
kalırdınız. Ne düşünüyorsunuz?

41
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

•İHTİYAÇLAR VE GÜDÜLER
•Kişi yaşamını sürdürmek için ihtiyaçlarını tatmin etme gereği duyar. İsteklerin
karşılanması kişinin yaşam konforunu arttırırken, ihtiyaçlar kişinin yaşamı için
zorunlu unsurlardır. İhtiyaçları birincil ihtiyaçlar ve ikincil ihtiyaçlar olarak
sınıflandırabiliriz.
Özet
•İhtiyaçların Özellikleri: İhtiyaçlar çok sayıdadır. Tatmin edildikçe şiddetleri
azalır. İkame özellikleri vardır. İhtiyaçların şiddeti farklıdır.
•Güdü Kavramı : Organizmayı bir amaç için hareket ettiren saiklerdir. Güdü,
psikolojinin temel kavramlarından biri olmasına rağmen, bu kavram evrimci
biyolojinin psikoloji üzerindeki etkisinden doğmuştur. Güdüler, öğrenilmemiş
ya da öğrenilmiş olabilirler. Fizyolojik kökenli güdülere dürtü denmektedir.
•GÜDÜLERİN SINIFLANDIRILMASI
•Güdüler şu şekilde sınıflandırılır: Dengelenim güdüleri (Açlık, susuzluk,
solunum gibi), Cinsel güdüler (Evlenme, aile kurma, çocuk büyütme gibi),
Duygusal güdüler (Korku, kızgınlık, öfke, nefret, kaygı, sevgi, gibi),
Kendiliğinden doğan güdüler (Merak, bilişsel yönlenme gibi), Toplumsal
güdüler (Başarı, bağlanma, dayanma, birlikte yaşama gibi). Güdüler temelde
öğrenilmiş ve öğrenilmemiş güdüler olmak üzere iki kategoride ele alınabilir.
•GÜDÜLEME TEORİLERİ
•Güdüleme iki genel kategoride değerlendirilir. Bunlar; kapsam teorileri ve
süreç teorileridir. Kapsam teorileri içsel faktörlere ağırlık veren teorilerdir.
İkinci grupta ise Süreç (Process) Teorileri vardır ve bunlar dışsal faktörlere
ağırlık veren teorilerdir.
•Kapsam teorileri şunlardır: İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi. Fizyolojik ihtiyaçlar:
Yeme, içme, uyuma. Güvenlik ihtiyacı: Can ve mal güvenliği, Ait olma ihtiyacı
(sosyal ihtiyaçlar): Arkadaşlık, iletişim, etkileşim, Sevgi ve takdir (öz saygı)
ihtiyacı: Tanınma, imaj, itibar, prestij, Kendini gerçekleştirme (tamamlama)
ihtiyacı: Yetenek geliştirme, yaratıcılığını kullanma vb.,
•Herzberg’in Çift Faktör Kuramı: Kişinin yaratıcılığını gösterme, yeteneğini
ortaya koyma gibi ihtiyaçları ilk grup ihtiyacıdır ve dolayısıyla bunlar ilk
basamak motive edici faktörlerdir. Çift faktör teorisinin ikinci grubunu ise
hijyen faktörleri oluşturur.
•Mc Clelland’ın Başarı İhtiyacı Teorisi: Bu ihtiyaçların hem birey hem de
toplum yaşamında önemli yeri vardır. Şu üç unsurdan oluşur: İlişki kurma
(bağlılık) ihtiyacı. güç kazanma ihtiyacı, başarma ihtiyacı.
•Alderfer’in ERG Teorisi : Alderfer insan ihtiyaçlarını; var olma (existance), ait
olma (relatedness) ve gelişme (growth) olmak üzere üç grupta incelemektedir.
•Süreç Teorileri
•Süreç teorileri; Wroom’un Bekleyiş Teorisi, Lawler ve Porter’ın Geliştirilmiş
Bekleyiş Teorisi, Skinner’ın Davranış Şartlandırma Teorisi ve Adams’ın Eşitlik
Teorisidir. Wroom’un Bekleyiş Teorisi: Wroom’a göre motivasyonun
temelinde iki neden vardır. Bunlar; valens ve beklentidir. Lawler Ve Porter’ın
Geliştirilmiş Bekleyiş Teorisi: Lawler ve Porter’a göre yüksek çaba her zaman
yüksek başarıya ulaştırmaz; çabanın istenen sonuca ulaştırabilmesi için kişinin
aynı zamanda yeterli bilgi ve beceriye sahip olması da gerekir. Skinner’ın
Davranış Şartlandırma Teorisi: İnsanın karşılaştığı sonuçları yorumlayarak,
davranışlarına yön verdiğini ileri sürer. Olumlu pekiştirme, olumsuz pekiştirme,
son verme ve cezalandırma ile davranışların yönlendirilebileceğini iddia eder.
Adams’ın Eşitlik Teorisi: Adams’a göre iş görenler, iş ilişkilerinde eşit (âdil)
muamele görme isterler ve bu isteğin kişiyi motive edici ve ihtiyaçlarını giderici
bir yönü vardır.

42
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İnsanın, kalıtsal ve öğrenilmiş güdüleri arasında aşağıdakilerden hangisi
bulunmaz?
a) Dengelenim güdüleri
b) Cinsel güdüler
c) Kendiliğinden doğan güdüler
d) Toplumsal güdüler
e) Bireysel güdüler

2. Thorndike’ın “Etki Kanunu”na göre aşağıdakilerden hangisi insanın olumlu


davranışlarını alışkanlık haline getirmenin araçlarından biri değildir?
a) Olumlu pekiştirme
b) Olumsuz pekiştirme
c) Güdüleme
d) Cezalandırma
e) Son verme

3. İhtiyaçların özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) İhtiyaçlar çok sayıdadır.
b) Tatmin edildikçe şiddetleri azalır.
c) İhtiyaçlar doyumsuzdur.
d) İkame özellikleri vardır.
e) İhtiyaçların şiddeti farklıdır.

3. Olumlu davranışları göstermek ve sonra da onları alışkanlık haline


getirmek için aşağıdakilerden hangisi yönetim psikolojisinin kullandığı
yöntemlerden biri değildir?
a) Olumlu pekiştirme
b) Olumsuz pekiştirme
c) Sürdürme
d) Son verme
e) Cezalandırma

5. Maslow’a göre ihtiyaçlar hiyerarşisi kategorisinde aşağıdakilerden hangisi


yer almaz?
a) Fizyolojik ihtiyaçlar
b) Güvenlik ihtiyacı
c) Ait olma ihtiyacı
d) Sevgi ve takdir ihtiyacı
e) Kendini tatmin ihtiyacı

43
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

6. Öğrenme yoluyla sonradan kazanılmış güdüler arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Birlikte olma güdüsü
b) Güçlü olma güdüsü
c) Başarma güdüsü
d) İhtiyaç giderme güdüsü
e) Sosyal kabul görme güdüsü

7. Verilen eşleştirmede hangisi yanlıştır?


a) Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi
b) Frederick Herzberg’in Çift Faktör Teorisi
c) Clayton Alderfer’in Hijyen Teorisi
d) David Mc. Clelland’ın Başarma İhtiyacı Teorisi
e) Clayton Alderfer’in ERG

8. Adams’ın geliştirdiği eşitlik teorisi temel kavramları arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Birey
b) İhtiyaçlar
c) Karşılaştırma
d) Girdiler
e) Çıktılar

9. Öğrenilmiş (sosyal) güdüler arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Birlikte olma güdüsü
b) Güçlü olma güdüsü
c) Başarma güdüsü
d) Sosyal kabul görme güdüsü
e) Bireysel ihtiyaçlar güdüsü

10. McClelland’a göre aşağıdakilerden hangisi başarma ihtiyacını fazla


hisseden insanların özelliklerinden biri değildir?
a) Bireyin toplumda bir statü edinme ihtiyacı başarma ihtiyacını arttırır.
b) Bireyi yönlendiren husus maddî çıkarlar değil, başarılı olmanın verdiği
kişisel tatmindir.
c) Başarılı olmak isteyen insanların sorumluluk alma ihtiyaçları yüksektir.
d) Başarılı olmak isteyen insanlar kendilerini sürekli gerçekçi hedeflere
yöneltirler.
e) Bu insanlar başarılarını takdir edecek ödüllere ihtiyaç duyarlar.

Cevap Anahtarı
1.e,2.c,3.c,4.c,5.e, 6.d, 7.c, 8.b, 9.e, 10.a

44
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Güdüleme ve Güdüleme Kuramları

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]Gordon, J. (1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon Inc.
[2]Baymur, F.B. (2005). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İnkılap Yayınları.
[3]Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi
[4]Brooks, I. (1999). Organizational Behaviour: Individuals, Groups, and The
Organization, London: Finansal Times, Pitmen Publishing
[5]Cameron K. and Whetten D. A. (1983). Organizational Effectiveness, New York:
Academic Press
[6]Erdoğan, İ. (1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
[7]Luthans, F. (1995). Organizational Behavior, 7nd Ed, McGraw Hill Güdülenme ve
Güdülenme Kuramları
[8]Altınışık, S.l (2001). Öğrenme, Yönetim ve Organizasyon. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım
[9]Tutar, H., Erdönmez, C. (2011) İşletme becerileri Grup Çalışması, Ankara: Detay
Yayıncılık
[10]Wilson, B. G. (1996). Constructivist Learning Environments Case Studies İn
İntructional Design, New Jersey: Educational Technology.
[11]Mullins, L. J. (1999). Management And Organisational Behaviour, Fifth Edition,
London: Financial Times, Pitman Publishing.
[12]Nelson, D. L., Quick, James C. and Livingston, Linda P. (1997). Organizational
Behavior Foundations Realities and Challenges, West Publishing Company
[13]Öznur, Y. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi
[14]Griffin, R. W. (1993); Management, Fourt Edition, London: Houghton Miflin
Company
[15]Sabuncuoğlu, Z. (1982). Endüstriyel Davranışlar, Bursa: İ.T.İ.A. İşletme
Fakültesi Yayını
[16]Stoner, J. A. F. (1982). Management, Second Edition, Prentice Hall
International Editions
[17]Schermerhorn, J. R., Hunt J. G. and Osborn R. N. (1997). Organizational
Behavior, New York: John Wiley And Sons, Inc.
[18]Rachman, D. J. ve diğerleri (1996). Business Today, 8. Edition, McGraw-Hill,
Inc.,
[19]Şimşek, Ş., Akgemci, T.ve Çelik, A. (1998).Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
[20]Lewis, P. S., Goodman, S. H. and Fandt, P. M. (1995). Management Challenges
in the 21st Century, New York: West Publishing Co.

45
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
STATÜ-ROL DAVRANIŞI VE
SOSYAL KURUMLAR

• Statü Kavramı
İÇİNDEKİLER

• Rol Davranışı
• Sosyal Kurumlar

DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Elif KARABULUT
TEMEL
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
HEDEFLER

• Statü kavramını tanımlayıp,


açıklayabilecek,
• Statü çeşitlerini kavrayabilecek,
• Statü faktörlerinin neler
olduğunu anlayabilecek,
• Rol çeşitleri, rol çatışması ve rol
belirsizliği kavramlarını
öğrenebilecek,
• Sosyal kurumlar hakkında bilgi
sahibi olabilecek,
• Sosyal kurumlar olan aile,
eğitim, devlet ve din
ÜNİTE
kurumlarının önemini
kavrayacak, insanların gelişimi
üzerindeki etkilerini
anlayabileceksiniz. 3
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

Verilmiş
Statü

Kazanılmış
Statü Statü
Çeşitleri
Anahtar
Statü

Meslek
Statü
Yaş

Statü Faktörleri Cinsiyet

Bireyin Yetenekleri

Statü Sembolleri
Eğitim Seviyesi

Temel Roller
Rol
STATÜ
Çeşitleri Genel Roller
ROL Rol
DAVRANIŞI Davranışı Rol Bağımsız Roller
SOSYAL Çatışması
KURUMLAR

Rol Görev Belirsizliği


Belirsizliği
Sosyal Duygusal
Belirsizlik
Aile

Eğitim Monarşi

Sosyal Kurumlar Tirani

Devlet Oligarşi

Aristokrasi

Din Cumhuriyet

47
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

GİRİŞ
Toplum içinde bireyler çeşitli konumlarda bulunmaktadır. Bu konumlara
statü denir. İnsanların statülerinin bazıları doğuştan getirdikleri verilmiş
statülerdir. Bazıları yaşam içerisinde kişinin edindiği tecrübe, beceri, yetenek, çaba
ve başarı sonucunda kazanılmış statülerdir. Her birey farklı davranış düzleminde
aynı anda farklı statülere sahip olabilir. Bireyin yaşı, cinsiyeti, mesleği, yeteneği ve
aldığı eğitim etkilemektedir. Bireyler bu statülere sahip oldukları sürece toplumun
değerleri, örfleri, adetleri ve kanunları ile belirlenmiş olan rol davranışlarını da
yerine getirirler. Roller, bireyin belli normlara göre yapmak zorunda olduğu,
yapılmasını uygun bulduğu ve yapabildiği, başkalarının ise ondan hak olarak talep
ettiği ve statüsü gereği ondan beklenen davranış kalıplarıdır. Bireyin rolleri
konusunda yeterli bilgisinin olmaması durumunda rol belirsizliği; birden fazla rolü
aynı anda yerine getirmeye çalışmasıyla rol çatışması yaşanır.
Bütün toplumlarda birey, rol ve statü edinmede, üyesi olduğu aile veya
sosyal grubun belli ölçüde etkisi altındadır. Bununla birlikte en kapalı ve statik
toplumlarda bile, bireylerin rol ve statülerine kendi yetenekleriyle hiç olmazsa bir
katkıda bulunabildikleri düşünülebilir. Statülerin ve kalıplaşmış davranışların
birtakım temel ihtiyaçlar etrafında gruplaşması ve bütünleşmesine sosyal kurum
denir. Toplumlarda sosyal yapıyı düzenleyen sosyal kurumların başında aile,
eğitim, devlet ve din gelir. Bu bölümde statü kavramı başlığı altında statü
faktörleri ve statü sembolleri; rol kavramı başlığı altında rol çeşitleri, rol çatışması
ve rol belirsizliği; sosyal kurumlar başlığı altında aile kurumu, eğitim kurumu,
Statü, davranış düzlemi devlet kurumu ve din kurumu hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir.
içerisinde bireylerin
bulundukları pozisyon STATÜ KAVRAMI
ve sosyal ilişkiler
alanıdır. Statü kavramı kişiye ekonomik ve siyasal haklar veya ayrıcalıklar
sağlayabilen toplumsal bir mevkiye karşılık gelmektedir. Kavram, günümüzde bir
toplumda geçerli olan kültürel değer ve normlar doğrultusunda kişilerin mesleksel
konumlarına, bağlı bulundukları aile, aşiret, cinsiyet gibi değişik durumlarına
atfedilen itibar, unvan ve güç gibi değerlendirmeleri içermektedir.
Statü konusunda sosyolojide iki görüş vardır. Daha az kullanımıyla statü bir
bireyin toplumsal yapıda, öğretmen, asker, öğrenci gibi işgal ettiği toplumsal rolle
ilişkilidir. Daha yaygın kullanımıyla ise sınıf çatışmaları karşımıza çıkmaktadır. Statü,
bir kişinin bir grup içinde yer alıp almadığını belirleyen hukuksal, siyasal ve kültürel
ölçütlerle yapılan toplumsal tabakalandırma derecelendirmesidir. Statü, kısaca
davranış düzlemi içerisinde bireylerin bulundukları pozisyon ve sosyal ilişkiler
alanıdır. Davranış düzlemi ise sınırları belirlenen davranışlar topluluğu olarak
tanımlanabilir. Bireyler yaşamları boyunca farklı sosyal gruplara ve ilişkiler
sistemine dahil olma zorunluluğundan dolayı çok sayıda davranış düzlemi ile karşı
karşıyadır [1].
Davranış düzlemi içerisinde çok sayıda sosyal statü yer almakta ve her sosyal
statünün istediği bir rol davranışı bulunmaktadır. Sosyal statü bir davranış düzlemi
içerisinde belirlenmiş olan yetki ve sorumluluk alanıdır ve davranış düzleminin

48
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

özeliklerine ve toplumsal yapıya göre şekillenmektedir.

Statü Çeşitleri
Farklı davranış düzlemlerinde benzer görünümlü ve benzer işleyişli statüler
olabileceği gibi, benzer görünüşlü farklı işleyişli statüler de olabilir. Statülerin genel
olarak şu özellikleri bulunmaktadır [2]:
 Bazı statüler doğuştan vardır, bazıları ise sonradan kazanılır.
 Aynı anda birden çok statüye sahip olunabilir.
 Bazı statüler doğumdan ölüme kadar değişmezken bazıları daha kolay
değişir.
 Her statü belli kurallara bağlıdır.
 Statüler arası ilişki ağı vardır.
 Statüler toplumdan topluma değişiklik gösterebilir.

Bazı statüler doğuştan vardır, bazıları ise sonradan kazanılır: İnsanların


statülerinin bazıları doğuştan getirdiği statüler olmasına karşın, bazıları da bireysel
çabalarla oluşturulmuş statülerdir. Bu doğrultuda statüleri iki şekilde
inceleyebiliriz:
Verilmiş Statüler: Bireyin kazanmak için herhangi bir çaba sarf etmediği,
doğuştan gelen statülerdir. Örneğin; cinsiyet, ırk, zengin ya da yoksul bir ailenin
çocuğu olmak gibi.

Anahtar statü, bireyin o Kazanılmış Statüler: Bireyin doğuştan sahip olmadığı, yaşam içerisinde kendi
toplumdaki veya çaba, beceri, yetenek ve başarısı sonucunda ulaştığı toplumsal konumdur. Eğitim
bulunduğu ortamdaki ve fırsat eşitliği bireylerin farklı statülere ulaşmalarında önemli bir faktördür.
en temel görevlerini ve Öğretmen, doktor, öğrenci, anne-baba olmak gibi.
kimliğini belirler.
Aynı anda birden çok statüye sahip olunabilir: Her birey farklı davranış
düzleminde farklı statülere sahip olabilir. Kişinin toplumdaki statüsünün
belirlenmesine ilişkin değişkenlerin sayısı çoktur. Toplumdaki statü eş zamanlı
olarak gelir, eğitim, etnik köken ve cinsiyete göre tanımlanabilir. Bu farklı
değişkenler birbirleriyle tutarlı olduğu zaman “statü tutarlılığı” ya da “statü
kristalleşmesi”nden bahsedilebilir.
Bireyin sahip olduğu statüler arasında en etkin olanına “anahtar statü”
denir. Anahtar statü, bireyin o toplumdaki veya bulunduğu ortamdaki en temel
görevlerini ve kimliğini belirler. İlk tanışılan kişiye sorulan en önemli sorulardan
biri, "Ne iş yapıyorsunuz?" sorusudur. Çünkü ona nasıl davranılacağı, onun
toplumdaki yeri, bu soruya verdiği yanıtla bulunabilir. Ekonomik değerlerin önemli
olduğu toplumlarda anahtar statü, genellikle kişinin mesleğidir. Toplum, bireyi bu
pencereden görecek ve bireyi anahtar statüsüne göre yorumlayacaktır.
Bazı statüler doğumdan ölüme kadar değişmezken bazıları daha kolay
değişir: Cinsiyetin doğumdan ölüme kadar aynı kaldığı söylenebilirken; meslek, yaş,
mal varlığı ve dış görünüşün değişken olduğu görülmektedir. Toplumların yapısına
göre statü değişimi olarak sosyal hareketlilikten bahsedilebilir. Sosyal hareketlilik,

49
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

bireylerin sosyal yapı içindeki yerlerini değiştirmelerine ilişkin bir kavramdır. Bu


kavram aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya oluşan dikey hareketlilik ve aynı
sosyal tabakadaki hareketliliği gösteren yatay hareketlilik olarak karşımıza
çıkmaktadır.

Örnek •Bir örgütte muhasebe müdürü olarak çalışan kişinin farklı bir
örgütte aynı pozisyona geçmesi yatay hareketlilik iken, bir işçinin
yeni bir işletme kurması aşağıdan yukarıya doğru dikey
hareketlilik; bir işletme sahibinin iflas etmesi ise yukarıdan aşağıya
doğru dikey hareketliliktir.

Her statü belli kurallara bağlıdır: Kişilerin sosyal düzende içinde bulundukları
statüye uygun davranışlarda bulunması gerekir. Bir şirketin müdürü iş yerinde
müdür, evde eş ve baba, aile büyüklerinin yanında ise çocuk statüsündedir. Bir
müdürün evde de eşine ve çocuklarına müdür olarak davranması beklenenin aksi
yönünde bir davranış olacaktır.
Statüler arası ilişki ağı vardır: Bir bireyin sahip olduğu statüler birbirinden
bağımsız değillerdir. Aralarında çeşitli ilişkiler vardır. Bireyin yaşı, mesleği,
oturduğu ev, kullandığı araba birbirini tamamlayıcı özellikler taşır. Birey 10 yaşında
evli olamaz ya da araba kullanamaz. Meslek sahibi değildir. Bunların olması için
Statüyü etkileyen belli bir yaşa, eğitime, tecrübeye ihtiyaç vardır.
faktörler; bireyin
yetenekleri, eğitim Statüler toplumdan topluma değişiklik gösterebilir: Toplumun bize dayattığı
seviyesi, sahip olunan başarı ölçütleri her daim geçerli ve evrensel ölçütler değildir. Yüksek statüye yol
meslek, yaş ve cinsiyet açan özellikler ve beceriler, dünyanın her yerinde ve tarihin bir kesitinde
durumu olarak geçerliliğini korurken, başka bir yerde ve başka bir zamanda son derece alakasız
belirlenmiştir. görünür. Bu durumda sözü edilen statü, içinde bulunulan toplumun şartlarına göre
belirlenir ve yine şartların değişmesiyle beraber değişiklik gösterebilir. Örneğin;
günümüzde Amerika’da doktorluk yüksek statülü bir konum sayılırken, Orta
Çağ’da Avrupa’da din adamlığı yüksek statü sayılmaktaydı. Hatta Ortaçağ’da
doktorluk yapanlara kötü gözle bile bakılmıştır.

Statü Faktörleri
Her davranış düzlemi içerisinde statüyü belirleyen faktörler bulunmaktadır.
Statüyü etkileyen faktörler; bireyin yetenekleri, eğitim seviyesi, sahip olunan
meslek, yaş ve cinsiyet durumu olarak belirlenmiştir. Bireysel yetenekler, davranış
düzlemi içerisinde bireylerin yapabilecekleri işlerin belirleyicisi durumundadır. Her
davranış düzleminde bireylerden istenen görevler vardır. Bu görevleri yerine
getirecek kişide bulunması beklenen yetenek ve özellikler, söz konusu statüyü
işgal edecek kişiler için oluşturulmuştur. Bu durum, statüler arasındaki önem
farkını belirleyecektir.
Davranış düzlemi içerisinde statünün gerektirdiği eğitim seviyesi de önemli
bir statü belirleyicisidir. Eğer statünün özelliği gereği kişide yüksek eğitim seviyesi

50
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

aranıyorsa bu statünün önemi, düşük seviyede eğitim gerektiren statülere göre


daha fazla olmaktadır. İçinde yaşanılan kültür ortamında hangi mesleklerin önem
taşıdığı ve ne tür bir değer atfedildiği o mesleğin taşıdığı statü faktörü açısından
önemlidir. Yaş faktörü de terfi konusunda avantaj sağladığı durumlarda önemli bir
statü faktörü olarak görülebilir.
Cinsiyet açısından bazı durum ve şartlarda erkek olmak kadın olmaya göre
göreli bir üstünlük sağlarken, bazı durumlarda ise kadın olmak statü faktörü
açısından göreli bir üstünlük sağlayabilmektedir. Sosyal statüyü belirleyen şartlar
açısından bireyin mensup olduğu aile, bireyin eğitim durumu, işi, derisinin rengi,
cinsiyeti ve serveti gibi değerler ön plana çıkarken; günümüz toplumlarında
bireylerin toplumsal kimliklerinin temeli olarak boş vakit uğraşları ve tüketim
alışkanlıkları giderek daha çok önem kazanmaktadır. Statüyü belirleyen unsurlar
üretimden ziyade tüketim bazlı olmaktadır.

Statü Sembolleri
Belli statülerdeki bireylerin o statüde olmaktan dolayı elde ettiği imkanlara
ise statü sembolleri denir. Aynı davranış düzlemi içerisinde bireylerin kıyafetlerinin
renk, kalite ve markası, ofislerin döşenme şekli ve kullanılan ofis araçlarının
kalitesi, sahip olunan özel otomobilin markası hatta evlilik yüzüğü bile bir statü
sembolü olarak görülebilir. Sosyal sistem içerisinde benzer statüleri işgal eden
kişiler zamanla benzer statü sembollerine sahip olmaya çalışırlar.
Evlere ekonomik aletlerin girmeye başladığı 1960’lı, 1970’li yıllarda,
Aynı davranış düzlemi
içerisinde bireylerin buzdolabı ya da çamaşır makinesine sahip olmak kendi başına bir statü sembolü
kıyafetlerinin renk, iken, şimdi hangi model, ne marka aletlerin kullanıldığı sınıfsal bir farklılığa işaret
kalite ve markası, etmektedir. Günümüzde parmak izi kullanılarak girilebilen evler, lüks otomobiller,
ofislerin döşenme şekli giysilerin markaları örneklerinde olduğu gibi eşyaların kalite, şıklık veya fonksiyon
bir statü sembolü açısından sağladıkları üstünlükler birer statü sembolü olarak görülmektedir.
olarak görülebilir.
ROL DAVRANIŞI
Statü ve rol, sosyal yaşam için uygun davranış kalıbını oluşturmada iki
önemli faktördür. Rol davranışı statünün belirlediği görevler ve hakların bireyce
kullanılmasıdır. Kısaca kişinin statüsüne uygun davranışına rol denir. Buna göre rol,
bireyin yerine getirmek zorunda olduğu fonksiyon; rol davranışı ise bireyin söz
konusu fonksiyonu yerine getirmeye ilişkin davranışı olarak değerlendirilebilir.
Rol davranışı bireyin kendinden beklenen davranışları ne şekilde değil nasıl
gerçekleştireceği olarak tanımlanmaktadır. Aynı statü içinde bir rolün farklı
şekillerde gerçekleştirilmesinin mümkün olması, kişilik özelliklerinin rol davranışını
etkilediğinin bir göstergesidir. Birey gün içerisinde çok sayıda davranış düzleminde
yer almakta (baba, genel müdür, uçak yolcusu) ve her bir statünün gereğini yerine
getirmek ve rol davranışlarını göstermek durumunda kalmaktadır.

Rol Çeşitleri
Rol, herhangi bir sosyal pozisyonu işgal eden kişinin davranış biçimlerinin

51
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

toplamı; kişiden diğerleri ile olan ilişkilerinde beklenen faaliyet kalıpları ve


davranışlar; mevcut normlardan kaynaklanan beklentilere sahip pozisyon, bireyin
kişiliğiyle sosyal sistemin yapısı arasındaki birleşme noktası, bireyin bir toplumun
üyesi olarak icra edebilme kapasitesi içindeki normatif beklentiler sistemi olarak
tanımlanır. Rolü oluşturan üç unsur vardır. Bunlar; çevrenin beklentileri, kişinin
algıları ve davranışlardır [3].
Çevrenin beklentileri, kişinin rolü ile ilgili olarak çevresinin ondan istekleri ve
kişiye aktardıkları baskılardır. Bir rolü oluşturan ikinci unsur ise kişinin kendisi ile
ilgili rol tanımlamasıdır. Kişinin algıları kendisi ile ilgili rol tanımlamalarını oluşturur.
Rol davranışları ise kişinin çevresinin beklentileri ile kendi tecrübelerini
birleştirip ortaya koyduğu davranış biçimleridir. Kısaca rol oynamada görülen
kişisel farklılıklara rağmen belirli bir statünün gerektirdiği rol oynama biçimi vardır
ve böyle bir statüyü işgal eden bütün bireyler, statüye ilişkin temel normlara
uymak zorundadırlar. Bir davranış düzlemi içerisinde gerçekleşecek olan rolleri,
gerçekleşme biçimleri ve yaygınlıklarına göre üç grupta toplamak mümkündür.
Bunlar; temel roller, genel roller ve bağımsız rollerdir. [4]
•Temel roller: Kişilerin yaş ve cinsiyete bağlı olarak gerçekleştirmek
durumunda oldukları rollerdir. Erkek, kadın, çocuk, genç, yetişkin, yaşlı
olmak gibi.
•Genel roller: Kişilere toplum tarafından niteliklerinden dolayı verilen,
toplumca kabul edilmiş olan, sınırları davranış düzlemlerine göre değişen,
Rolleri, gerçekleşme sonuçları çoğu zaman toplumu veya grubu etkileyen rollerdir. Meslekî
biçimleri ve roller gibi.
yaygınlıklarına göre üç •Bağımsız roller: Bireylerin kendi istek ve iradelerine bağlı olarak
grupta toplamak
gerçekleştirdikleri rollerdir. Bunların kazanılması veya yerine getirilmesi
mümkündür: Temel
roller, genel roller ve zorunlu değildir. Dans kursuna gitmek, tenis kulübüne üye olmak gibi.
bağımsız roller.

•Bir kadın doktorun hafta sonları resim kursuna gitmesi şu


Örnek

anlamlara gelir:
•Temel rol: Kadın olarak rolü.
•Genel rol: Doktorluk mesleğini yaparken yerine getirdiği
roller.
•Bağımsız rol: Resim kursundaki rolü.

Rol Çatışması
Rol çatışması, bireyin aynı anda birden fazla rol davranışını gerçekleştirmek
durumunda kalması ve kişinin davranış düzlemini benimsememesi durumunda
ortaya çıkabilir. Kişi-rol çatışması dört farklı şekilde görülebilir [5]:
•Bireyin aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda kalması:
Örneğin, bir polisin hırsızlık iddiasıyla çağrılan evde oğlunu yakalaması veya
kaza yerine gelen bir hekimin yaralılar arasında eşine rastlaması.

52
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

•Bireyin mevcut yetenek ve özellikleriyle rol gereklerinin uyumsuz olması.


Bu tür rol çatışması iki şekilde olabilir. Birincisinde kişinin yetenek ve
özellikleri rol gereklerinin üzerinde olacak şekilde bir uyumsuzluk söz konusudur.
İkincisinde ise kişinin yetenek ve özellikleri rol gereklerinin altında kalmaktadır.
•Bireyin yerine getirmek zorunda olduğu kendi rolünü veya davranış
düzlemini sevmemesi hali.
Örneğin, ilaç kokusundan hiç hoşlanmayan birinin eczacılık bölümünde
okuması.
•Bireyin davranış düzleminde değişiklik olmasına rağmen rol davranışını
değiştirememesi durumu.
Örneğin, bir yöneticinin iş yerinde astlarına, evde çocuklarına davrandığı gibi
davranması.
Örgütsel açısından işgörenlerde rol çatışmasına neden olan faktörler; amaç
farklılıkları, kaynakların dağıtımı, yöneticilerin tutum ve davranışları, örgüt içindeki
iletişim tarzı ve örgütün çalışanlardan beklentileridir.
Örgütlerde rol çatışmasının aşağıdaki gibi farklı nedenleri vardır:
•Rolün gereklerinin biliniyor olmasına rağmen zamanla toplumsal değişim
nedeniyle bireyin yeni rol ve geleneksel rol arasında kalması,
Rol çatışması, bireyin •Rolün bireyin değer yargıları ile çelişkiler içermesi,
aynı anda birden fazla •Süreç içerisinde beklenen rollerin birbirini izleyen bir tutarlılık içerisinde
rol davranışını olmaması,
gerçekleştirmek
•Rol göndericinin birbiriyle çelişen ve uyumsuz beklentilerde olması,
durumunda kalması ve
•Birden fazla rol göndericinin taleplerinin çakışması,
kişinin davranış
düzlemini •Rol sorumlusunun yerine getirmesi gereken roller arasında tercih
benimsememesi yapamaması,
durumunda ortaya •Bireye yerine getirebileceğinden fazla rolün yüklenmesidir.
çıkabilir.
Rol Belirsizliği
Rol belirsizliği, bireyin rolleri konusunda yeterli bilgisinin olmaması
durumudur. Örgütsel düzlemde iş görenlerin kendisine verilen görevde istenen
performansı ortaya koyabilmesi için gerekli bilgiye sahip olmaması durumudur. Rol
sınırları düzenli ve açıkça tanımlanmış olduğunda kişiyle rol arasında bir uyum
olmakta, bu da rol açıklığını yansıtmaktadır. Rol belirsiz ve tanımlanmamış
olduğunda ise birey rolün yerine getirilmesiyle ilgili olarak belirsiz bir durumla
karşılaşmaktadır. Rol belirsizliği; görev belirsizliği ve sosyal-duygusal belirsizlik
olarak iki çeşittir [6]:
 Görev Belirsizliği: Örgütte çalışanların yapacağı iş ile ilgili belirsizliğin
olmasıdır. Rolün nasıl yerine getirileceğine ilişkin bilgi eksikliği olması rol
belirsizliğinin düzeyini belirler.

53
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

Sosyal - Duygusal Belirsizlik: Kişinin kendisini başkalarının nasıl


değerlendirdiğinden emin olamamasıdır. Değerlendirme ölçütü açık
olmadığında veya diğer çalışanlardan geri bildirim alınamadığında bu belirsizlik
yaşanır.

Örgüt yapısının karmaşık ve büyük olması, örgütlerin yapısının hızlı değişimi,


değişimin kaçınılmaz olarak çalışanlara etkisi, kurum içi hareketlilik, yönetimin bilgi
akışını sağlayamaması, teknolojik gelişmelerin çalışanların yeni roller üstlenmesini
gerektirmesi ve görev tanımlarının yapılmamış olması rol belirsizliğini doğuran
nedenler arasında sayılabilir [7].

SOSYAL KURUMLAR
Bireylerin ihtiyaçlarını karşılama biçimi, toplumun kültürel yapısına ve
kişilerin olanaklarına ve içinde bulundukları sosyal grubun yapısına göre farklılık
gösterir. Bireylerin toplum içinde nasıl davranması gerektiğini ve bu davranışların
kurallarını belirleyen, kişilere belli şekillerde davranması için zorlayıcı etkide
bulunan, aralarında birlik ve bütünlük olan uyumlu ve örgütlü bütünlere sosyal
kurumlar denir [8].
Sosyal kurumları, toplumsal yapıyı düzenleyen temel kurallar ve normlar
topluluğu olarak da tanımlamak mümkündür. Sosyal kurumlar, bir toplumda ortak
algılanan ilişkilerin genel yönü olarak görülebileceği gibi, bireylerin gelecek
Sosyal kurumlar, bir davranışlarını düzenleyen kuralların da tamamı görünümündedir. Şekil 3.1. de
toplumda ortak görüldüğü gibi genel olarak sosyal kurumların başında aile, eğitim, devlet ve din
algılanan ilişkilerin gelir [9]:
genel yönü olarak
görülebileceği gibi,
bireylerin gelecek
Sosyal
davranışlarını Kurumlar
düzenleyen kurallarında
tamamı
görünümündedir. Aile Eğitim Devlet Din

Şekil 3.1. Sosyal Kurumlar

Aile Kurumu
Kurumlar insanların bir arada yasayabilmeleri için belli fonksiyonları
üstlenmiştir. Aile kurumu ise diğer tüm kurumların temelinde yer alır. Çünkü
ekonomi, din, yönetim, eğitim gibi sosyal kurumlar öncelikle aile içerisinde
şekillenir. Aileyi, eşlerin duygusal ve üremeye dair gereksinimlerinin karşılandığı,
çocukların bakımının ve eğitiminin üstlenildiği, ortak amacı ve inançları olan bir
yapı şeklinde tanımlayabiliz. Ailenin varlığı, kuşkusuz her toplumda meşru olarak
varlığın ve kültürün sürdürülebilmesi açısından oldukça önemlidir. Aile, toplumun
diğer alt sistemleriyle yakın ilişkidedir. Sosyal yapı içerisinde çok yönlü bir etkileşim
sonucu fonksiyon ve yapı değiştirerek toplumun bütünlüğünü, kişinin güvenliğini
sağlayan bir kurumdur [10].

54
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

 Eğitim işlevi: Çocuk toplumun kültürünü, mesleksel bilgilerini aile içinde


edinir. Aile içindeki büyüklerin küçük çocukların eğitilmesinde büyük
payları vardır.
 Koruyucu işlev: Geniş ailelerin yaygın olarak görüldüğü geleneksel
toplumlarda tüm aile üyeleri dıştan gelen saldırılara birlikte karşı koyar.
 Dinsel işlevi: Geleneksel geniş aileler, kendi üyelerine dinsel eğitim verir ve
aynı zamanda üyelerinin dinsel eğitimin gereklerini yerine getirip
getirmediğini denetler.
 Eğlenme ve dinlenme işlevi: Aile üyeleri yapılan tüm eğlencelere ve
törenlere birlikte katılır. Düğün, sünnet vb. törenlerde aile üyelerinin hepsi
bulunur.
 Çocuk yapma işlevi: Geleneksel geniş ailelerde yeni evlenen çifte, çocuk
yapmaları ve neslin devamını sağlamaları konusunda aile üyeleri
tarafından bilgi verilir.
 Psikolojik doyum sağlama işlevi: Geleneksel geniş ailede psikolojik ilişkiler
yoğun değil yaygındır. Kişi, ailesi ve çocukları ile olan ilişkileri kadar; anne,
babası ve kardeşleri ile de psikolojik bağlar içinde bulunur.

Anne, baba ile evlenmemiş çocuklardan oluşan çekirdek aile türlerinde,


çocuk sayısı azalarak, çocuğa verilen değerde bir artış meydana gelmiştir. Çekirdek
ailenin işlevleri; insan türünün devamını sağlamak için çocuk yapmak, çocuğun
Aile kurumunun, küçük yaşta toplumsallaştırılması ve aile üyelerinin psikolojik doyuma ulaşmasıdır.
eğitim, koruyucu, Çekirdek aile yapısı her iki eşin de çalışmasına olanak verir. İletişim ve etkileşim
Ailedinsel, eğlenme,
kurumunun eğitim, söz konusu olduğunda daha demokratik bir ilişki söz konusudur. Aile içi karar
dinlenme, çocuk
koruyucu, yapma
dinsel, mekanizmalarının işleyişinde tüm aile üyeleri kararlara katılır.
ve doyum sağlama
eğlenme ve dinlenme,gibi
işlevleri bulunmaktadır.
çocuk yapma ve Aile üyeleri arasındaki etkileşim ve aile ortamı, psiko-sosyal yönden gelişen
psikolojik doyum bireyin en çok iletişime girdiği yerdir. Bu ilişkiler bireyin kendine güvenmesini,
sağlama gibi işlevleri kendine ve diğer bireylere sevgi duymasını, kimlik kazanmasını, kişilik gelişimini,
bulunmaktadır. sosyal beceriler geliştirmesini ve topluma adaptasyonunu mümkün kılar.
Toplumun sosyo-kültürel özellikleri, kişiye ailesi aracılığı ile aktarılır.
Çocuk, ailesi içerisinde insan ilişkilerini gözlemler, yaşar ve bu ilişkileri
belirleyen anlaşma, uzlaşma, bağlılık, iş birliği gibi olumlu niteliklerle beraber,
anlaşmazlık, çekişme ve çatışma gibi olumsuz durumlarda takınacağı tutumları da
öğrenir. Özellikle okul öncesi dönemde anne ve baba, çocuk üzerinde oldukça
etkilidir. Çocuk bu dönemde anne ve babasının olumlu ve olumsuz yönlerini
benimseyerek içine sindirir. Aile çocuğu sosyalleştirirken, çocuklara toplumun
değer ve normlarına uygun bir birey olmayı öğretir. Böylelikle onların
sosyalleşmelerine yardımcı olurken, çocuklar da sosyalleşmenin temel değerlerini
içselleştirerek nesiller arası kültür aktarımını gerçekleştirirler. [11]
Ailenin işlevleri; bireylere düzenli yaşam sağlamak, sevgi ile şefkat ihtiyacıını
giderebilmek, neslin devamlılığını sağlamak, gelenek ile göreneğin aktarımını
gerçekleştirmek, çocukların ruh sağlığını gözetmek ve onları eğitmek, yaşlılıkta
güvence sağlamak, eşler arası ilişkilerin meşrulaştırılması şeklinde sıralanabilir.

55
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

Eğitim Kurumu
Bir sosyal kurum olarak eğitim kurumları, bireylerin toplum içinde uyumlu
bir şekilde yaşamalarını sağlayacak olan toplumsal kuralları öğrenmelerinde etkili
rol oynayan kurumlardır. Aile içerisinde temeli atılan ve daha sonra eğitim
kurumları tarafından pekiştirilen bilgilerle birey kişiliğini ve kimliğini oluşturarak
sosyalleşir. Sosyalleşme sürecine önemli katkı sağlayan okulda, sosyalleşme daha
resmi ve örgütlü olarak gerçekleştirilmektedir. Birey bu eğitim kurumlarında salt
bilgi değil aynı zamanda toplumsal sorumluluklarını da kazanmaktadır. Dolayısıyla
eğitim kurumlarının bireyi etkileyen ilk organizasyon olduğu rahatlıkla
söylenebilmektedir.
Çocuk okulda toplumun temel yapısını anlamaya ve akabinde de toplum
halinde yaşamanın kurallarını öğrenerek toplumun bir parçası olmaya çalışır.
Eğitimin tarihini gözden geçirdiğimizde, Platon baskılı eğitimin kalıcı ve iyi sonuç
vermeyeceğini vurgulamış, derslerin oyun oynanır gibi işlenmesini öğütlemiştir.
Özgür insanın öğrenimi de özgür olmalıdır. Eğitimin başlatılma biçimi kişinin tüm
gelecek yaşamını etkiler. Platon için eğitilmiş insan, doğru seçimler yapabilen,
doğru kararlar alabilen kişidir.
Aristo ise eğitimi, yalnız zihnin eğitimi olarak değil bir gelişme süreci, insan
ruhunun her yönünü ilgilendiren ve sonunda kişilik oluşumuna götüren bir süreç
olarak algılamıştır. Yunanlılar eğitimi genel olarak onurlu yaşama sanatı olarak
görmüşlerdir. Erasmus, hoşgörüyü savunmuş bir filozof olarak öğrenimden baskıyı
Platon baskılı eğitimin çıkartıp onun yerine özgürlüğü ve eğlenceyi koymayı istemiştir. Locke ise eğitim
kalıcı ve iyi sonuç kurumlarında çocuklara yaşlarına göre özgürlük tanınarak gereksiz baskı ve
vermeyeceğini kısıtlamaya başvurmadan yaşamalarının sağlanması gerektiğini belirtmiştir. “Çocuk
vurgulamış, derslerin neyi öğrenmeye hazır ise onu öğretin.” ilkesinin benimsenmesini savunmuştur.
oyun oynanır gibi Günümüzde eğitim kavramı ile ilgili olarak yapılan tanımlarda şunları görebiliriz:
işlenmesini
öğütlemiştir. Eğitimin toplumsal, ekonomik ve siyasal işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevlerle
bireyin yaşadığı toplumla uyumlu olması, demokrasinin ilkelerine saygılı, haklarını
yasal yollarla koruyan, olanaklarının farkında olarak bireylerin iyi üretici ve tüketici
olmaları sağlanmaktadır. [12]
Eğitimin toplumsal işlevinde amaç, toplumun sürekliliğini sağlamak için
toplumla uyumlu bir biçimde hareket eden bireyler yetiştirmektir. Eğitim kurumları
bu işlevlerini yerine getirebilmek için bireylere, içinde yaşadıkları toplumun
kültürel mirasını öğreterek, bireylerin toplum kültürünü geliştirecek şekilde
yetiştirilmelerini sağlar. Böylelikle de toplumun kültürel birikimini eğitim yoluyla
yeni nesillere aktarılır. Eğitim ile bireyler kamusal işlemlerin yürütülmesine, gerekli
olan bilgileri, tutumları, yetenekleri vs. alarak daha etkin olarak katılırlar.
Eğitimin siyasal işlevinde amaç, toplumdaki bireylere ulusal değerleri
kazandırıp ulus bilinci oluşturmak, var olan siyasal düzeni korumak, lider ve
seçmen yetiştirmektir.
Eğitimin ekonomik işlevinde ise amaç, toplumdaki bireylerin gerekli beceri
ve yetenekleri kazanmasını sağlamak, üretim ve tüketimin önemini bilen bireyler

56
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

yetiştirmektir. Bu üç işlevin yanı sıra eğitim, bireyin kendini gerçekleştirmesinde,


insan ilişkilerinin gelişmesinde, sorumluluklarını bilen bir vatandaş olarak
yetişmesinde de oldukça etkilidir.
Her toplum kendi yaşam biçimi çerçevesinde eğitim etkinliklerinde
bulunmaktadır. Her dönemde eğitimin amacı, bireysel ve toplumsal açıdan
hayatta kalma becerilerinin oluşturulması olmuştur.

Devlet Kurumu
Devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimidir
ve siyasal bir organizasyondur. Devlet, farklı anlayış ve ideolojilere göre, “bir sınıfın
diğer sınıfları egemenliği altına almasını sağlayan örgütlenme”, “bütün toplumu
kapsayan ve birleştiren bir kuruluş”, “amaç değil, toplumsal düzeni ve birlikteliği
sağlayan bir araç”, “ulusun hukuki kişilik kazanmış şekli”, "etkili olarak yürürlükte
bulunan bir hukuki normlar sistemi", "politik birleşme ve bütünleşmeyi sağlayan
bir simge, sembol" veya "belli bir ülke üzerinde yerleşmiş zorlayıcı yetkiye sahip
üstün iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği politik
kuruluş” olarak tanımlanmaktadır. Devletin tanımlanmasında farklılıkların
olmasının nedeni, tarihsel bir gerçeklik olmasındandır.
MÖ V. yüzyılda Atina'da ortaya çıkan sofizm akımına göre ise devlet insan
yapısıdır. İnsanların güven içerisinde yaşayabilmeleri ve az zahmetle çok iş
başarabilmeleri için aralarında anlaşarak kurdukları bir kurumdur. Bu görüş,
devletin, insanların aralarında yaptıkları bir anlaşma sonucu ortaya çıktığı
Devlet, insanların düşüncesine götürür. Sokrates, toplumun doğuştan erdemli oldukları sanılan
toplum yaşamında
soylularca yönetilmesinden yana değildir. Soylu azınlığın değil erdemli, bilgili
başvurdukları bir
örgütlenme biçimidir ve azınlığın yönetimini istemektedir [13].
siyasal bir Sokrates, yasaları yazılı olan ve yazılı olmayan yasalar olarak ikiye ayırır.
organizasyondur. Yazılı yasalar, toplumu yönetenlerin yaptıkları yasalardır. Yazılı olmayan yasalar ise
genel ahlak ilkelerinin oluşturduğu kurallardır. Kişi her iki yasaya da uymak
zorundadır.
Örnek

•İyi bir yurttaşın çevresine kötü örnek olmamak, kötülere


istediklerinde yasaları çiğneme cesaretini vermemek için tüm
yasalara saygılı olması gerekir.

Platon’a göre ise toplumun doğuş nedeni, insanların tek başlarına kendi
kendilerine yetememeleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başkalarının yardım
ve iş birliğine gerek duymalarıdır.
İş bölümü ve uzmanlaşma toplumu giderek büyütür ve beraberinde sınıfları
getirir. Toplumda iki tür sınıf vardır. Bunlar; üreticiler sınıfı ve toplumu koruyan ve
yönetenler sınıfıdır. Aristoteles, hocası Platon’un savunduğu görüşlerin aksine her

57
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

devir ve tüm toplumlar için geçerli olacak tek bir yönetim biçimini kabul etmez.
Çeşitli yönetim biçimleri öngörür ve bunları inceler. Bunlar [14];
Monarşi: Tüm yetkilerin ve güçlerin tek bir kişide toplandığı yönetim biçimidir.
Yasama, yürütme ve yargı yetkileri bu kişinin elindedir.
Tirani: Bu yönetim biçimi şiddete dayanır. Toplum değerleri tek kişi tarafından
sömürülür.
Oligarşi: İktidarın belli bir sınıf, grup veya azınlık tarafından adaletsiz olarak
kullanılmasıdır.
Aristokrasi: İktidardaki görevlilerin servete değil, erdeme göre seçildikleri bir
yönetimi anlatır.
Cumhuriyet: Devleti idare edenlerin seçimle iş başına geldiği yönetim
şeklidir.Halkın egemenliğine dayanır. Halkın hak ve özgürlükleri vardır.

J. Bodin, devleti; birçok ailenin ve onların ortak mallarının egemen güç


tarafından yönetilmesi şeklinde tanımlar. Hobbes'a göre devletin varlık nedeni
barış ve güvenliğin sağlanması, adaletin eşit dağılımı, muhtaç durumda olanlara
yardım etmek ve toplumun mutluluğu için gerekli yasaları yapmaktır. Liberal
devlet düzeninin öncüsü olarak Locke’a göre toplum halinde birleşen, bütünleşen
ve bir iktidar kuran insanların en önemli hedefleri ve temel amaçları can
güvenliğinin ve mülkiyet haklarının korunması olmuştur. Rousseau, toplumsal
sözleşme sonucunda manevi ve kollektif bir gücün oluştuğunu, bu kollektif kişiliğin
ise devlet olduğunu söyler. Saint Simon ise devletin siyasal ve hukuki kurumun
Aristoteles, hocası
Platon’un savunduğu ötesinde ekonomik bir kurum olduğunu ileri sürer. Marx'a göre sınıflara bölünmüş
görüşlerin aksine her bir toplumda devlet, ekonomik bakımdan egemen olan sınıfın siyasal gücünü ifade
devir ve tüm toplumlar etmektedir. [15]
için geçerli olacak tek
bir yönetim biçimini Weber ve Engels' e göre devletin doğuş nedeni, sınıf farkının varlığıdır.
kabul etmez. Askeri hakimiyet ile kurulan egemenlik boyun eğdirilenlerin ekonomik olarak
sömürülmesidir. Devletin oluşmasında üç temel unsurun da rol oynadığı
görülmektedir. Bunlar; devletin varlığını sürdürebileceği ve sınırları belli olan bir
toprak parçasına sahip olması, belirli fiziki ve coğrafi sınırlar içinde yaşayan insan
topluluğunun varlığı ve iktidar olgusu dediğimiz toplumsal ilişkiler çerçevesinde
karar alma, onu uygulama ve uygulatma gücünün olmasıdır. Devlet kurumu farklı
tarihsel dönemlerde ve farklı ülkelerde o ülke toplumunun yapısına ve iktidarı
elinde bulunduranların uyguladıkları politikalara göre şekil almaktadır [16].

Din Kurumu
Din, sosyal dokunun içinde ortaklaşa saptanmış inançlar sistemi ve en ince
ayrıntısına dek kurallandırılmış törenler bütünü olarak tanımlanabilir. İlk olarak
insanların ölüm ve yok olma korkularının avuntusu olan din, giderek
yoksulluklarının avuntusuna dönüşmüştür. Günlük yaşamdaki egemen güçlerin
insan zihninde doğaüstü biçimlere dönüşmüş yansımalarından ibaret bulunan din,
yüzyıllar boyunca egemen sınıfların egemenliklerini sürdürebilmek için çok etkili bir
araç olarak kullanılmıştır.

58
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

Din kelimesine atfedilen üç değişik anlam vardır. İlk anlam, Allah tarafından
insanlara gönderilen malum, hakiki vahiy ve bu vahyin sonucu olarak Allah’a kulluk
edilmesidir. Dine atfedilen ikinci anlam, onun bazı hurafe inanışlar toplamı ve bu
inanışlardan çıkan hurafe bir tapınma biçimi olduğudur. Dine atfedilen üçüncü
anlam ise zeki insanların hem rahatları hem de sıradan kitlelerin tutkularını
dizginlemek ve onları yönetmek için geliştirdiği kurallar bütünüdür. [17]
Din insanların yaşamlarını şekillendirmesinde sosyal, kültürel ve ekonomik
alanları da içine alacak şekilde sosyal bir olgu olarak görülmektedir. Dinin bireysel
etkisinin yanında, kişinin toplum içerisinde diğer insanlarla olan ilişkilerinde,
davranışlarında ve ahlakında etkili olmaktadır. Din inananları birbirine bağlayarak
birtakım gruplar ve kurumlar oluşturma gücüne sahiptir. Sosyolojik araştırmalar
dinin bu yönüyle ilgilidir.
Dinin insanlar tarafından algılanıp yorumlanması sonucu farklı şekillerde
ortaya çıkan bu yönü çoğu zaman ‘yaşanan din’ olarak ifade edilir. Bütün
toplumlarda görülen sosyal bir kurum olan din, toplumla birlikte gelişir.
Sosyologlar dini, bir tanrı ya da tanrılara olan inançla değil kutsala gönderme
yaparak tanımlamışlardır. Buna neden olarak böylesi bir tanımın toplumsal
karşılaştırma yapmayı olanaklı kıldığını belirtmişlerdir. Din olgusunun insan ve
toplum yaşamında büyük bir öneme sahip olması nedeni ile toplumu makro
düzeyde açıklamaya kalkan kuramcıların, kaçınılmaz biçimde din üzerinde
durdukları, din kurumunu teorik sistemlerin bir parçası olarak ele aldıkları
Din insanların bilinmektedir.
yaşamlarını
şekillendirmesinde Sosyoloji alanındaki çalışmaları ile bilinen A. Comte, din olgusuna, üç hal
sosyal, kültürel ve yasası olarak tanımladığı teolojik, metafizik ve pozitivist dönemlere göre yer
ekonomik alanları da vermiştir. Comte, dini bir yanılsama olarak değerlendirmiş ve onun yerine sevgi,
içine alacak şekilde bilgi ve adalet temeline dayanan bir ‘insanlık dini’ kurmayı düşlemiştir. Comte’un
sosyal bir olgu olarak
bu insanlık dininde, dini ayinler ve törenler Hıristiyanlığın inançlarından ayrı
görülmektedir.
değildir. Ancak bu dinle Comte, Tanrı’nın yerine insanlığı, ermişlerin yerine
bilginleri bir başka deyişle sosyologları geçirmiştir.
Dinin toplum hayatındaki en önemli fonksiyonlarından birinin sosyal
bütünleşmenin sağlanmasına yönelik olması, onun öteden beri toplumda daha çok
bir istikrar faktörü şeklinde değerlendirilmesine yol açmıştır. Durkheim, ilkel
toplumlar üzerinde yaptığı çalışmasında, dinin birey ve toplum arasındaki bağları
kuvvetlendirmede etkin bir konumda olduğu üzerinde durur. Durkheim, dini
sosyal bilincin yarattığı zorlamayla, bir toplumun kendi sosyal kimliğini yaratma
gereksinimiyle açıklamaktadır. Bunun nedeni toplum halinde varolma duygusunun
bireysel inançlardan bağımsız ve ortak inançta somutlaşma zorunluluğudur.
Çatışmacı teorinin öncüsü olan Marks’a göre ise din bir yandan sömürü ve
sınıf çelişkilerini gizleyen bir söylem, öte yandan da ezilenlerin ve yoksulların
sefalete katlanmasını sağlayan bir afyon olarak işlev görür. Marks, burjuvanın
gücünü meşrulaştırdığı ve işçi sınıfın da bu duruma boyun eğerek kendine
yabancılaşmasında dini etkin bir faktör olarak görür. Weber, “Protestan Ahlakı ve
Kapitalizmin Ruhu’’ adlı çalışmasında din ile sosyokültürel ve ekonomik yapı

59
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

arasında bir ilişki olduğunu ve karşılıklı etkileşimde bulunduğunu söylemektedir.


Weber, dinin toplumsal gelişmeye her zaman engel olmadığını zaman zaman
toplumsal gelişmelerin itici gücü olabileceğini ileri sürmektedir. Din kurumu bir
yandan toplumda yaşayan bireyler arasındaki kaynaşmayı ve siyasal bütünleşmeyi
sağlarken, diğer taraftan aynı toplumdaki farklı inanç grupları arasında toplumsal
Weber, dinin toplumsal birliği tehdit eden bir unsur olarak görülmektedir.
gelişmeye her zaman
engel olmadığını zaman
zaman toplumsal
gelişmelerin itici gücü
olabileceğini ileri
Bireysel Etkinlik

sürmektedir. • Statü sembolü olarak değerlendirilen nesnelerin yıllar


içindeki değişimini araştırınız.
• Örgütlerde rol çatışması ve rol belirsizliği yaşanan
durumları tartışınız.
• Devletin yönetim biçimlerini inceleyerek her birinin
avantaj ve dezavantajlarını değerlendiriniz.

60
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

•STATÜ-ROL DAVRANIŞI VE SOSYAL KURUMLAR DERSİNİN OKUTULMA AMACI


• Davranış Bilimleri kitabında yer alan Statü, Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar
başlıklı ünitenin okutulma amacı; toplumu oluşturan bireylerin toplum içinde
bulundukları konum olan statü kavramını tanımaları, bireyin toplum içinde
Özet
hangi rollere sahip olduğunun bilinmesi ve toplumlarda sosyal yapıyı
oluşturan sosyal kurumların işlevlerinin öğrenilmesidir.Bu amaçları
detaylandıracak olursak;
•Statü kavramı ve statü çeşitleri konusunda bilgi vermek,
• Statü faktörlerinin ve statü sembollerinin tanınmasını sağlamak,
• Rol çeşitleri, rol çatışması ve rol belirsizliği arasındaki farklılıkları açıklamak,
• Sosyal kurumların neler olduğu hakkında bilgi vermek.
•KAVRAMLAR
•Statü, bireyin toplumsal yapıda edindiği pozisyonla ilgilidir. Rol ise, statünün
dinamik yönünü temsil eder. Doğuştan kazanılan verilmiş statüler olabileceği
gibi bireyin yaşam içerisinde kendi çaba, beceri ve yetenekleri ile elde ettiği
edinilmiş statüler de bulunmaktadır. Kişi aynı anda birden çok statüye sahip
olabilir. Bireyin sahip olduğu statüler arasında en etkin olanına “anahtar
statü” denir. Anahtar statü, bireyin o toplumdaki veya bulunduğu ortamdaki
en temel görevlerini ve kimliğini belirler. Bazı statüler zaman içerisinde
değişmezken, bazıları daha kolay değişir. Her statü belli kurallara bağlıdır.
Statüler arası ilişki ağı vardır ve toplumdan topluma değişiklik gösterebilir.
Bireylerin yetenekleri, eğitim seviyesi, sahip olunan meslek, yaş ve cinsiyet
statü faktörü olarak gösterilirken; bireylerin kıyafetleri, sahip olunan
otomobilin markası, ev eşyalarının kalitesi de statü sembolü olarak
değerlendirilir.
•Rol, bir sosyal pozisyonda yer alan kişinin davranış biçimlerinin toplamıdır.
Rolü oluşturan üç unsur vardır. Bunlar; çevrenin beklentileri, kişinin algıları
ve davranışlardır. Roller; temel roller, genel roller ve bağımsız roller olarak üç
grupta toplanabilir. Bireyin aynı anda birden fazla rol davranışını
gerçekleştirmek durumunda kalması ve davranış düzlemini benimsememesi
sonucunda rol çatışması ortaya çıkar. Rol belirsizliği ise bireyin rolleri
konusunda yeterli bilgisinin olmaması durumudur.
• Bireylerin toplum içinde nasıl davranması gerektiğini ve bu davranışların
kurallarını belirleyen, kişilere belli şekillerde davranması için zorlayıcı etkide
bulunan, aralarında birlik ve bütünlük olan uyumlu ve örgütlü bütünlere
sosyal kurumlar denir. Bu kurumlardan aile, eşlerin duygusal ve üremeye
dair gereksinimlerinin karşılandığı, çocukların bakımının ve eğitiminin
üstlenildiği, ortak amacı ve inançları olan bir yapıdır. Bir sosyal kurum olarak
eğitim kurumları, bireylerin toplum içinde uyumlu bir şekilde yaşamalarını
sağlayacak olan toplumsal kuralları öğrenmelerinde etkili rol oynayan
kurumlardır. Eğitimin toplumsal, ekonomik ve siyasal işlevleri bulunmaktadır.
Devlet, insanların toplumsal yaşamında başvurdukları bir örgütlenme
biçimidir ve siyasal bir organizasyondur. Farklı anlayış ve ideolojilere göre
devlet tanımları da farklılık göstermektedir. Tüm yetkilerin tek bir kişide
toplandığı yönetim biçimi Monarşi'dir. Tirani de toplum değerleri tek kişi
tarafından sömürülür. Oligarşi iktidarın belli bir sınıf veya grup tarafından
adaletsiz olarak kullanılmasıdır. Aristokrasi, iktidardaki görevlilerin erdeme
göre seçildikleri bir yönetimi anlatır. Cumhuriyet ise halkın egemenliğine
dayanır. Din, sosyal dokunun içinde ortaklaşa saptanmış inançlar sistemi ve
en ince ayrıntısına dek kurallandırılmış törenler bütünü olarak tanımlanabilir.

61
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Statünün özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Bazı statüler doğuştan vardır, bazıları ise sonradan kazanılır.
b) Aynı anda birden çok statüye sahip olunabilir.
c) Statüler arası ilişki ağı vardır.
d) Her statü belli kurallara bağlıdır.
e) Statüler toplumdan topluma değişiklik göstermez.

2. Platon’un devlet tanımı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Devlet, birçok ailenin ve onların ortak mallarının egemen güç
tarafından yönetilmesidir.
b) Devletin varlık nedeni barış ve güvenliğin sağlanması, adaletin eşit
dağılımı, muhtaç durumda olanlara yardım etmek ve toplumun
mutluluğu için gerekli yasaları yapmaktır.
c) Devletin doğuş nedeni, insanların tek başlarına kendi kendilerine
yetememeleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başkalarının yardım
ve iş birliğine gerek duymalarıdır. Bu durum beraberinde üreticiler,
toplumu koruyan ve yönetenler sınıfını getirecektir.
d) Devletin görevleri, ortak yararı, ortak iyiliği gerçekleştirmek, düzeni
sağlamak, kişilerin güvenliğini, ihtiyacını, mutluluğunu
gerçekleştirmektir.
e) Sınıflara bölünmüş bir toplumda devlet, ekonomik bakımdan egemen
olan sınıfın siyasal gücünü ifade etmektedir.

3. Devlet biçimlerinden Tirani’nin tanımı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Tirani, görevlilerin servete değil erdeme göre seçildikleri bir yönetimi
anlatır.
b) Tiraninin bir biçiminde, yönetim kadrosunda yer alabilmek için belli bir
derecede mal sahibi olmak koşulu aranır.
c) Tiranide yönetim şiddete dayanır, toplum değerleri tek kişi tarafından
sömürülür.
d) Özgür fakat varlıklı olmayan kimseler çoğunluğu oluşturarak yönetimi
ellerine alırlarsa bu yönetim tirani olur.
e) Tirani de amaç, zenginlerin ve yoksulların çıkarlarını, serveti ve bireysel
özgürlüğü korumaktır.

4. Bireyin toplumdaki veya bulunduğu ortamdaki en temel görevlerini ve


kimliğini belirleyen kavrama ne ad verilmektedir?
a) Rol çatışması
b) Sosyal hareketlilik
c) Rol belirsizliği
d) Statü sembolü
e) Anahtar statü

62
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

5. Geleneksel geniş ailenin özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Geleneksel geniş ailede psikolojik ilişkiler yoğun değil, yaygındır.
b) Geleneksel geniş aile yapısı her iki eşin çalışmasına olanak verir.
İletişim ve etkileşim söz konusu olduğunda daha demokratik bir ilişki
söz konusudur.
c) Geleneksel geniş aile aynı zamanda hem üretim hem de tüketim
birimidir. Aile içinde yaşa ve cinsiyete göre bir iş bölümü mevcuttur.
d) Geniş ailelerin yaygın olarak görüldüğü geleneksel toplumlarda tüm
aile üyeleri dıştan gelen saldırılara birlikte karşı koyarlar.
e) Geleneksel geniş ailede aile üyeleri yapılan tüm eğlencelere ve
törenlere birlikte katılır.

6. Bireyin aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda kalması ile
yaşanan rol çatışmasına aşağıdakilerden hangisi bir örnektir?
a) Tıp fakültesinde okumak isteyen bir öğrencinin eczacılık fakültesinde
okuyor olması
b) Bir hâkimin bir suçtan dolayı karşısına çıkan oğlunu yargılamak
durumunda kalması
c) Üniversite mezunu bir kişinin, bir şirkette temizlik işleri yapması
d) Askeriyede çalışan bir kişinin, çocuklarına emrindeki askerlere
davrandığı gibi davranması
e) İlkokul mezunu birinin şirkette üst kademe yöneticisi olması.

7. Bir kişinin avukat olması sebebiyle elde ettiği statü ve avukatlık mesleğine
ilişkin rolü hangi statü-rol eşleşmesine girer?
a) Verilmiş statü-Genel rol
b) Verilmiş statü-Bağımsız rol
c) Kazanılmış statü-Temel rol
d) Kazanılmış statü-Genel rol
e) Verilmiş statü-Genel rol

8. Eğitimin ekonomik işlevinin amacı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Toplumdaki bireylerin gerekli beceri ve yetenekleri kazanmasını
sağlamak, üretim ve tüketimin önemini bilen bireyler yetiştirmek
b) Toplumdaki bireylere ulusal değerleri kazandırıp ulus bilinci
oluşturmak
c) Toplumun sürekliliğini sağlamak için toplumla uyumlu biçimde
hareket eden bireyler yetiştirmek
d) Siyasal düzeni korumak, lider ve seçmen yetiştirmek
e) Bireylere toplumun kültürel mirasını öğretmek

63
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

9. Sosyal kurumlar arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Eğitim
b) Aile
c) Din
d) Market
e) Devlet

10. Kişinin kendisini başkalarının nasıl değerlendirdiğinden emin olamaması


durumunda yaşanan belirsizliğe ne ad verilmektedir?
a) Sosyal-Duygusal belirsizlik
b) Görev belirsizliği
c) İş tanımı belirsizliği
d) Ortam belirsizliği
e) Örgüt belirsizliği

Cevap Anahtarı
1.e, 2.c, 3.c, 4.e, 5.b, 6.b, 7.d, 8.a, 9.d, 10.a

64
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Statü-Rol Davranışı ve Sosyal Kurumlar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Turner, B. S. (2000). Statü, Ankara: Doruk yayıncılık.
[2] Botton, A. (2005). Statü Endişesi, (Çev: Ahu Sıla Bayer), İstanbul: Sel Yayıncılık.
[3] Adler, A. (2000). Bireysel Psikolojisi, Sosyal Roller ve Kişilik, (Çev. Turhan
Yörükan). Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.
[4] Kağıtçıbaşı, Ç. (2010). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi Kültürel Psikoloji, İstanbul:
Koç Üniversitesi Yayınları.
[5] Güney, S. (2011). Davranış Bilimleri, Ankara: Nobel Akademi Yayınları.
[6] Baysal, A. C., E. Tekarslan (2004). İşletmeciler İçin Davranış Bilimleri, İstanbul:
Avcıol Basımevi.
[7] Özkalp, E. (2007). Sosyolojiye Giriş, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.
[8] Dönmezer, S. (1990). Sosyoloji, İstanbul: Beta Yayınları.
[9] Giddens, A. (2009). Sosyoloji Başlangıç Okumaları, (Çev. Günseli Aksoy),
İstanbul: Say Yayınları.
[10] Tezcan, M. (2000). Türk Ailesi Antropolojisi, Ankara: İmge Yayınevi. Turner,
B.S. (2000). Statü, (Çev. Kemal İnal). Ankara: Doruk Yayımcılık.
[11] Yörükoğlu, A. (1992). Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, İstanbul: Özgür Yayın
Dağıtım.
[12] Gökçe, F. (2009). Değişme Sürecinde Devlet ve Eğitim, Ankara: Pegem
Akademi.
[13] Eroğul, C. (1999). Devlet nedir?, Ankara: İmge yayınevi
[14] Akal, C.B. (2000). Devlet Kuramı, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
[15] Göze, A. (2000). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Basım A.Ş.
[16] Sencer, M. (1967). “Sosyal Sınıf Kriterleri Üzerine Eleştirmeli Bir Deneme”,
Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi.
[17] Özay, M. (2007). Sekülerleşme ve Din, İstanbul: İz Yayınları.

65
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
TUTUMLAR

• Tutumlar, Bileşenleri ve
İÇİNDEKİLER

Özellikleri
• Tutumların Oluşumunu
Etkileyen Faktörler
• Tutumlar ve Davranışlar DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Tutumların Değişimi ve İlgili
Kuramlar
• Tutumların Ölçümü

Prof. Dr.
Umut AVCI

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Tutumları tanımlayabilecek ve
özelliklerini açıklayabilecek,
HEDEFLER

• Tutumların bileşenleri hakkında


bilgi sahibi olabilecek,
• Tutumlarla bağlantılı olan
kavramların neler olduğunu
açıklayabilecek,
• Tutumların işlevlerini
anlayabilecek,
• Tutumlar ve davranışlar
arasındaki ilişkileri ÜNİTE
anlayabilecek,
• Tutumların değişimi konusunda
bilgi sahibi olabilecek,
• Tutumların nasıl ölçüldüğünü
öğrenebileceksiniz.
4
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Tutumlar

Tutumların tanımı Bilişsel bileşen

Tutumların bileşenleri Duygusal bileşen

Tutumlar, Bileşenleri ve
Tutumların özellikleri Davranışsal bileşen
Özellikleri

Tutumlar ile ilgili İnançsal değerler


kavramlar ideolojileri

Tutumların işlevleri

Bireyin kendisinden
kaynaklanan
TUTUMLAR

Tutumların Oluşumunu
Etkileyen Faktörler Bireyin kendisi
dışındaki faktörlerden
kaynaklanan
Tutumlar ve Öğrenme kuramları
Davranışlar

Tutumların değişimi Bilişsel tutarlılık kuramı


Tutumların Değişimi ve
İlgili Kuramlar
Tutumların değişimine Kendini algılama
ilişkin kuramlar kuramı

Tutumların doğrudan
Beklenti-Değer kuramı
ölçülmesi
Tutumların Ölçülmesi
Tutumların dolaylı
İşlevsel kuramlar
ölçülmesi

67
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Tutumlar

GİRİŞ
Tutumlar, sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji gibi bilim alanlarının
bünyesinde yer alan disiplinlerin yakından ilgilendiği konulardandır ve çevremizde
yer alan kişilere, nesnelere, ideolojik eğilimlere ve gelişen olaylara karşı ne tür tavır
takınacağımızı belirlemektedir. Tutumlar, birey olarak bizi bilişsel ve duygusal
olarak etkilemekte ve zaman zaman da davranışlarımızı yönlendirmeye aracılık
Tutumlar, birey olarak
etmektedir. Genel olarak tutumlar, bireylerin herhangi bir kişi, nesne veya olaya
bizi bilişsel ve duygusal
olarak etkilemekte ve karşı bakış açısını, olumlu veya olumsuz tepkisini yansıtmaktadır. Bu yönüyle
zaman zaman da tutumların, bireylerin herhangi bir unsura karşı yargılarıyla ilgili olduğunu
davranışlarımızı söylemek mümkündür [1, 2, 3].
yönlendirmeye aracılık
etmektedir. Tutum olgusunu tanımlamaya ilişkin çalışmalar 1930’lu yıllardan itibaren
özellikle Thurstone’un katkılarıyla ön plana çıkmış ve tutum olgusu, bireylerin
tutum nesnesine yönelik duyguları veya bireyin bir tutum nesnesinden etkilenmesi
olarak tanımlanmıştır. İlerleyen zaman diliminde, tutumların bileşenlerini
belirlemeye, tutumların değişimini açıklamaya ve tutum-davranış ilişkisini ortaya
koymaya yönelik çok sayıda çalışma yapılmıştır. Tutum konusu, 1970’li yıllardan
sonra işletmeler arası rekabetin artması ve buna paralel işletme-çalışan ve
işletme-müşteri etkileşiminin önem kazanması sonucu sosyal psikologlar yanında
işletmecilerin de ilgisini çekmeye başlamıştır. İşletmeciler için bir yandan yüksek
verimliliği sağlamak amacıyla çalışanın işletmeye ve/veya işe karşı tutumunu
bilmek ve yönetebilmek; diğer taraftan, müşterilerin işletmeye ve/veya işletmenin
ürünlerine karşı tutumunu bilmek ve yönetebilmek öncelikli hale gelmiştir.
Tutumların oluşumu için bireyin zihinsel, duygusal veya davranışsal açılardan
etkileşim içinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda, birey geçmişteki
deneyimlerinin etkisi ile bir tavır belirlemekte; yakın çevresinden öğrendiklerinin
veya basın yayın organlarından edindiği bilgilerin etkisinde kalarak tutum
geliştirmektedir. Ancak geliştirilen tutum birey için sonsuz ve değişmez bir
etkileşim yaratmamaktadır. Birey, zaman içinde edindiği deneyimler, değişen
arkadaş çevresi, grup üyelikleri vb. faktörlerin etkisiyle tutum değişikliği de
yaşayabilmektedir.

TUTUMLAR, BİLEŞENLERİ VE ÖZELLİKLERİ


Yukarıda da belirtildiği üzere, tutumlar, bireylerin bir tutum nesnesine karşı
görece olumlu veya olumsuz yöndeki eğilimlerinden oluşmaktaydı ve bu eğilim
öğrenme temelli bir eğilimdi. Oldukça karmaşık bir olgu olan tutumları daha iyi
anlayabilmek için onun tanımını, bileşenlerini ve özelliklerini detaylı şekilde
irdelemek gerekmektedir.

Tutumların Tanımı
Tutumlar, nesneler, kişiler veya olayları değerlendirmeye yönelik -olumlu ya
da olumsuz- insan zihninde oluşan ve davranışlara alt yapı oluşturan yargılardır.
Tutumlar, herhangi bir kişinin bir şeyler hakkındaki deneyimlerinin ya da
hissettiklerinin yansıması gibidir. Örneğin, bir kişinin “İşimi seviyorum.” şeklinde bir

68
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Tutumlar

ifade kullanması ve bu yönde bir yargıya varması, ilgili kişinin işine ilişkin tutumunu
yansıtmaktadır. Kişinin “işine yönelik” bu tür bir tavır takınmasında, toplumun
“iş”e bakışından kişinin yöneticisi ile olan ilişkisine kadar birçok faktör etkili
olmaktadır [4].
Sosyalleşme sürecinin önemli bir parçası olan tutumlar, deneyimler, inançlar
ve duyguların bileşiminin bir ürünü olarak görülmektedir. Tutumlar, bireylerin
çevreleriyle olan diyaloglarını kolaylaştırmak ve bireyin sosyalleşme sürecini
hızlandırmak gibi birçok fonksiyonu yerine getirmektedir [5]. Çok farklı kavramlarla
Tutumlar, bireylerin
bağlantısı olan tutumlara ilişkin tanımlar incelenince, tanımlarda da farklı
çevreleriyle olan
diyaloglarını kavramlarla bağlantının sonucu olarak bazı farklılıklar bulunduğu görülmektedir.
kolaylaştırmak ve Aşağıda tutumlara ilişkin bazı tanımlara yer verilmektedir:
bireyin sosyalleşme
 Kağıtçıbaşı’na göre tutum, bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje
sürecini hızlandırmak
gibi birçok fonksiyonu ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenleyen ve onların düzenli
yerine getirmektedir. şekilde oluşmasını sağlayan eğilimlerdir [6].
 Şerif ve Şerif’e göre tutumlar, psikolojik bir sürecin herhangi bir değer
yargısıyla damgalanmış bir nesne veya duruma ilişkin olarak bireyin
olumlu mu yoksa olumsuz mu duygusal tepki göstereceğini belirleyen ve
oldukça sürekliliği olan hazır olma durumudur [7].
 Budak’a göre tutum; kişinin belli bir insan, grup, nesne, olay gibi unsurlara
karşı olumlu veya olumsuz düşünmesine, hissetmesine veya davranmasına
yol açan oldukça istikrarlı, yargısal bir eğilimdir [8].
 Özgüven’e göre tutum, bireylerin belirli bir kişiyi, grubu, kurumu veya bir
düşünceyi kabul ya da reddetmesi şeklinde gözlenen, duygusal bir hazır
oluş hali veya eğilimidir [9].

Tutumlara ilişkin tanımlar göz önüne alınınca, tanımlarda genellikle


insanların, nesnelerin veya fikirlerin değerlendirilmesi üzerinde durulduğu
görülmektedir. Herhangi bir kişi, nesne veya fikir hakkındaki değerlendirme,
genellikle olumlu veya olumsuz bir yargıya varma şeklindedir. Bu yönüyle
tutumların bir yapı özelliği gösterdiği görülmekte ve doğrudan gözlenemese de
davranıştan önce geldiği ve bireyin hareketlerine rehberlik edecek şekilde yol
gösterici olduğu düşünülmektedir [10].

Tutumların Bileşenleri

Tutumlar, basit gibi görünmesine rağmen oldukça karmaşık olgulardır.


İnsanların herhangi bir konuya ilişkin tutumunu öğrenmek istersek, kişinin hızlı
şekilde ve basit bir yanıt verebildiğini görürüz. Örneğin, kişiye herhangi bir ülkeye
ilişkin tutumunu sorarsak kişiden muhtemelen olumlu veya olumsuz bir cevap
alırız. Ancak bu cevabın altında yatan nedenler (yani kişinin olumlu ya da olumsuz
yanıt vermesinin nedenleri) oldukça karmaşıktır. Bu nedenle, tutumları tam olarak
anlayabilmek için birçok soruya yanıt vermek gerekir.

69
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Tutumlar

Şekil 4.1. Tutumların Bileşenleri


Kaynak: Robbins, S. P. ve Judge, T. A., 2012, s.73.

Bilişsel bileşenler

Bilişsel bileşen, insanların tutum nesnesine ilişkin düşünce ve bilgilerinden


oluşmaktadır [19]. Bilişsel bileşenler, insanların kıyaslama sonucu tutumlara değer
Bilişsel bileşen, yüklemeleri ve bu tutumlarla ilişkilendirerek bir nesneyi kişiselleştirmeleri
insanların tutum anlamına gelen “nesne değerleme” olarak da bilinir [1].
nesnesine ilişkin
düşünce ve bilgilerinden Tutumları oluşturan bilişsel bileşenlerin oluşumunda, kişilerin kıyaslama
oluşmaktadır. yaparak zihinsel bir değerlendirme yapması önemli yer tutar. Şekil 4.1’de
görüldüğü üzere, bu konuya iş yaşamından bir örnek vermek gerekirse, çalıştığı
işletmede herhangi bir ödülü (mesela terfi etmeyi) hak ettiğini düşünen bir kişi,
ödülü kendisi alamaz ve ödülü başka bir çalışma arkadaşı alırsa, ödülü veren kişiye
karşı olumsuz bir düşünce içine girecektir. Bu durum, tutumun bilişsel boyutuna bir
örnek olarak verilebilir [4, 11].

Duygusal bileşenler

Bireylerin tutum nesnesine ilişkin tüm hisleri ve değerlendirmeleri duygusal


bileşenleri oluşturmaktadır. Duygusal bileşen, bireylerin tutuma konu olan canlı-
cansız, soyut-somut unsurlara karşı duydukları heyecanın yoğunluğu ile ilgilidir
Duygusal bileşen, [12]. Şekil 4.1’de görüldüğü üzere, insanların tutum nesnesinden hoşlanmaları
bireylerin tutuma konu veya hoşlanmamaları, sevmeleri veya sevmemeleri gibi değerlendirmeler
olan canlı-cansız, soyut- tutumların duygusal boyutunu oluşturur.
somut unsurlara karşı
duydukları heyecanın Bir nesneye ilişkin tutumu olumlu olan bir birey bu nesneyi veya objeyi
yoğunluğu ile ilgilidir. olumlu olarak değerlendirmekte ve bu nesne veya objeye karşı olumlu duygulara
sahip olmaktadır. Buna karşın olumsuz tutum besleyen birey ise nesneyi daima
olumsuz değerlendirmekte ve doğal olarak olumsuz duygular beslemektedir [2].
Şekil 4.1’deki örnekte görüldüğü üzere, bir işletmede yöneticisine karşı olumsuz
düşünceler içinde olan bir çalışan yöneticisinden hoşlanmayacak ve yapılan her
uygulamayı olumsuz olarak algılayacaktır.

70
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Tutumlar

Davranışsal bileşenler
Davranışsal bileşenler, bir objeye karşı başkaları tarafından gözlemlenebilen
davranışların tümünden oluşur. Bir tutum genellikle bireyi tutum nesnesine karşı
olumlu davranmaya eğimli kılar [19]. Çünkü bir nesneye ilişkin olumlu tutumu olan
birey, o nesneye karşı olumlu davranmaya, ona yakınlık göstermeye onu
desteklemeye ve ona yardım etmeye yatkın olacaktır [2]. Şekil 4.1’te görüldüğü
Davranışsal bileşenler,
bir objeye karşı başkaları üzere, yöneticisinin kendisine haksızlık yaptığını düşünen bir çalışan, kendisine
tarafından haksızlık yapıldığını öncelikle zihinsel olarak değerlendirecektir (bilişsel süreç).
gözlemlenebilen İkinci aşamada, çalışan, yöneticisinden hoşlanmama eğilimi içine girecektir
davranışların tümünden (duygusal süreç). Son aşamada ise başka bir iş aramaya ve/veya yöneticisi
oluşur. hakkında dinleyen herkese şikâyette bulunmaya başlayacaktır (davranışsal bileşen)
[4].

Tutumların Özellikleri
Tutumlar bir bütün olarak incelenince bazı özelliklere sahip oldukları
görülür. Bu özellikler, tutumların her üç bileşenini kapsamaktadır. Tutumların
özellikleri şunlardır [3, 7, 13]:

 Tutumların her birinin kuvvet derecesi bir diğerinden farklıdır.


 Tutumlar, içerdiği faktörlerin sayısına ve içerdiği faktörlerin türüne bağlı
olarak karmaşıklık göstermektedir. Herhangi bir tutumun içerdiği faktör
sayısı ne derece fazla ise karmaşıklık derecesi o düzeyde artmaktadır.
Ayrıca bir bireyin farklı iki nesneye karşı tutumlarının bileşenleri ile iki
farklı bireyin aynı nesneye karşı olan tutumlarının bileşenlerinin
karmaşıklık düzeyi farklı olabilmektedir.
 Tutumların bileşenleri arasında tutarlılık söz konusudur. Tutum
bileşenlerinden birisinin olumlu olduğu durumda diğer tutum bileşeni de
çoğunlukla olumlu olacaktır.
 Bireylerin tutumları genellikle birbiri ile etkileşim halindedir. Örneğin, bir
konu hakkındaki olumlu veya olumsuz tutumumuz benzer başka nesneye
karşı benzer tür tutum oluşturmamızı sağlar.
 Bireyler doğuştan tutum edinmiş şekilde doğmazlar. Tutumlar, sonradan
yaşantılar sonucu elde edilen deneyimlere bağlı olarak oluşmaktadır.
 Tutumlar, dayandıkları inançlar ve değer yargıları devam ettikçe varlığını
devam ettirir.
 Tutumlar genellikle öğrenme temelinde oluştuğu için değişirler. Ancak
tutumların değişmesi için değişimi sağlayabilecek altyapının sağlanmış
olması gerekir.

Tutumlar ile İlgili Kavramlar


Tutumları daha iyi anlayabilmek, farklı kavramlar ile örtüşen ve ayrışan
yönlerini tespit edebilmek için kitap bölümünün bu aşamasında inançlar, değerler
ve ideolojiler incelenmiş ve aşağıda bu kavramlara ilişkin detaylı bilgi verilmiştir.

71
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Tutumlar

İnançlar
Türkçe sözlükte inanç, “bir düşünceye gönülden bağlı bulunma durumu”
olarak tanımlanmaktadır [14]. İnançlar, bireylerin kendi iç dünyasının bir yönüne
ilişkin algılamalarının ürünüdür ve devamlılık gösteren duygular ağıdır. Bu sürekli
duygular ağı, bireyin yaşamı devam ettiği sürece edindiği bilgileri, bireyin
kanaatlerini ve bireyin imanını kapsamaktadır [15, 16]. İnançlar bireyin tutumları
ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü tutumlar, genellikle inançların bir yönüne bağlı
olarak ortaya çıkmakta ve inançlardan önemli oranda etkilenmektedir.

Değerler
Toplumda üyelerin paylaştığı ölçütler veya hükümler olan değerler, sosyal
yaşamın sürdürülmesinde önemli rol oynamaktadır. Değerler, güçlü inançlardır ve
bir şeyin önemli olduğunu ve ne kadar önemli olduğunu ifade eder [1]. Bu yönüyle
değerler, bireyin davranışları ile doğrudan bağlantılıdır. Bireyler, değerler
sayesinde kendine göre iyiyi ve kötüyü ayırt edebilmektedir. Bu sayede birey,
kolaylıkla seçim yapabilmekte ve eylemde bulunabilmektedir. Değerler, toplumda
kabul görmüş doğrulara göre şekillendiği için bireyleri toplumsal doğrulara da
yönlendirir. Bu sayede bireylerin doğru tutumlar oluşturmalarını sağlar [20].

İdeolojiler
İdeoloji kavramı Fransızca kökenli olup “idéologie” kavramından türemiştir.
İdeoloji kavramı Türkçe sözlükte, “siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir
hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki,
İdeolojilerin ortaya bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü” şeklinde tanımlanmaktadır
çıkmasında, insanların
[14].
geliştirdikleri fikirlerin ve
ortaya koydukları İdeolojilerin ortaya çıkmasında, insanların yaşamlarında geliştirdikleri
davranış biçimlerinin fikirlerin ve ortaya koydukları davranış biçimlerinin düzenlenmesinin büyük önemi
düzenlenmesinin büyük vardır. Bu düzenleme, genellikle toplumsal değerler ve benimsenen inanç
önemi vardır.
sistemine dayalı olarak gerçekleşir ve nesnel bir temele dayanır. İdeolojiler,
tutumların oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Çünkü bireyler tutumlarını,
sistemleştirilen bu gerçekler etrafında kurgulamakta ve ilişkilerini bu yönde
düzenlemektedir.

Tutumların İşlevleri
Tutumların birey açısından çok sayıda işlevinden bahsetmek mümkündür.
Bireyler bu işlevler sayesinde, olumsuz duygulardan kurtulmakta, benliğinin
gelişmesini sağlamakta, belli ihtiyaçlarını doyurmaktadır. Aşağıda tutumların
işlevlerine detaylı şekilde yer verilmiştir [17, 18, 21, 23]:

 Egoyu Savunma İşlevi: Tutumlar, kişinin kendine veya kendi grubuna


yönelttiği olumsuz duyguları diğer kişilere veya gruplara yansıtmasına izin
verir. Bu sayede, kişi bu olumsuz duyguların etkilerinden korunur.
 Uyum Sağlayıcı İşlevler: Tutumlar, kişiyi gelecek herhangi bir durumda
kendisine zarar verecek olaylardan ve nesnelerden koruma görevini yerine

72
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Tutumlar

getirir. Birey geçmişte olumsuz bir durum ile karşılaşmış ve bu duruma


ilişkin bir tutum oluşturmuşsa, gelecekte benzer durumlarla her
karşılaşmasında kendini koruyucu tepkiler verecektir. Bu tepkiler, bilişsel
olabileceği gibi duygusal ve davranışsal da olabilmektedir.
 Benlik Geliştirici İşlevler: Bireylerin, kendi değerlerini yansıtan tutumları
özellikle ifade etme eğiliminde olduğu varsayılmaktadır. Dolayısıyla
bireylerin geliştirdiği çok sayıda tutum, onun tutumlarına ilişkin konuların
geçtiği ortamlarda kendilerini ifade etme mutluluğu kazanmalarını
sağlamaktadır. Örneğin, sahip olduğu tutuma uygun bir durumla
karşılaşan birey hem tatmin olacak hem de kendisini tekrar tekrar ifade
edecektir.
 İhtiyaçların Doyurulması İşlevi: Tutumlar, bireylerin doğrudan ihtiyaçlarını
doyurma yönünde işlevleri de yerine getirmektedir. Örneğin; farklı
cinsiyetten kişilerin birbirlerine karşı olumlu tutumlara sahip olması, kişiler
arası ilişkilerin doyurulmasını sağlar. Bu durum, bireyin sosyal açıdan
tatmin olmasına aracılık eder.
 Bilgi Sağlama İşlevi: Tutumlar, kişinin dünyasını düzenleme ve
yapılandırma işlevine hizmet etmektedir. Bunun yanında tutumlarımız
daha önceden kalıplara bağlı kalarak dış dünyadan gelen uyarıları sistemli
şekilde sınıflandırmamızı sağlar. Bu sınıflandırma, herhangi bir zamanda
hazır bilgi havuzu oluşturmamıza ve karar verme aşamasında hızlı hareket
etmemize olanak sağlar.

TUTUMLARIN OLUŞUMUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER


İnsanlar, yaşamları süresince canlı ya da cansız çok sayıda unsura karşı
deneyim edinmektedir. Bu deneyimler sonucunda objelere karşı düzenli şekilde
süregelen tavır takınmalar başlar. Bu tavır takınmalar genel olarak tutum olarak
Tutumlar, doğuştan ifade edilir ve insanların gerek toplumsal, gerekse çalışma hayatında konumlarını
gelmemekte ve bir belirler [15]. Tutumlar, doğuştan gelmemekte ve bir anda ortaya çıkmamaktadır.
anda ortaya Bu nedenle, tutumların oluşumu belli bir zamanı almaktadır [10]. Belli zaman
çıkmamaktadır. Bu
sürecinde öğrenme gibi yollarla kazanılan tutumların oluşumunda birçok faktör rol
nedenle, tutumların
oluşumu belli bir oynar. Kişiden kişiye değişmekle birlikte bu faktörlerin bir kısmı diğerine göre daha
zamanı almaktadır. etkili olabilmektedir.
Tutumların oluşumuna neden olan faktörler genellikle bireyin kendisinden ve
kendisi dışındaki unsurlardan kaynaklananlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Aşağıda
tutumların oluşumunda etkili olan faktörlere detaylı şekilde yer verilmektedir [2, 3,
5, 11, 13, 15]:
Bireyin Kendisinden Kaynaklanan Faktörler:
 Genetik Faktörler,
 Fizyolojik Faktörler,
 Deneyimler (Tutum Nesnesiyle Olan Kişisel Yaşantılar),
 Kişilik (Bireysel Özellikler).

73
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Tutumlar

Bireyin Kendisi Dışındaki Unsurlardan Kaynaklanan Faktörler:


 Aile ve Arkadaşlar (Ana-Baba ve Arkadaşlar),
 Medya (Kitle İletişim Araçları),
 Sosyal Sınıf,
 Grup Üyeliği.

Bireyin Kendisinden Kaynaklanan Faktörler


Genetik faktörler, doğrudan doğruya bireyin doğuştan gelen kendi
özelliklerine ilişkindir ve tutumların oluşumu üzerinde etkilidir. Ancak etkisine
rağmen tutumların oluşumundaki rolünü belirlemeye yönelik az sayıda
Genetik faktörler
araştırmanın olduğu görülür. Çünkü tutumların oluşumunu etkileyen faktörlere
içerisinde yer alanların
en önemlisi zekâdır. yönelik çalışmaların çoğunluğu çevresel faktörlerle ilgilidir. Genetik faktörler
Zekâ, bireyin öğrenme içerisinde yer alanların en önemlisi zekâdır. Zekâ, bireyin öğrenme sürecini
sürecini etkileyerek etkileyerek tutumların oluşumunu sağlamaktadır.
tutumların oluşumunu
sağlamaktadır. Fizyolojik faktörler, bireyin olgunlaşma düzeyi, ilaç ve uyuşturucuya bağlılığı
gibi unsurlardan oluşmaktadır. Olgunlaşma düzeyi, hem bireyin tecrübelerinin
artmasını sağlamakta hem de tutumların oluşumu ve değişimi üzerinde etkili
olmaktadır. Örneğin, yaşlı ve genç iki kişinin tutumlarının hem değişimi hem de
oluşumu aynı düzeyde olmayacaktır. Bireylerin tutumlarını etkileyen fizyolojik
faktörlerin bir diğeri herhangi bir rahatsızlığın varlığı veya anatomik bir eksikliktir.
Bu bağlamda, ciddi rahatsızlığı olan bir kişi, karşılaştığı herhangi bir olumsuz durum
karşısında diğer bireylere göre daha olumsuz tutum takınabilecektir. Ya da benzer
bir duruma rahatsızlığının da etkisiyle beklenenden çok sert davranışsal tepkiler
verebilecektir.
Deneyim, bir kimsenin belli bir süre zarfında veya hayat boyu edindiği
bilgilerin tamamı, tecrübe olarak tanımlanır. Deneyim, tutum araştırmalarında
üzerinde oldukça fazla durulan bir faktördür. Çünkü genellikle bir konu ya da bir
objeyle ilgili tutum sahibi olmanın temel yolu olarak o konu ya da objeyle ilgili
deneyim geçirmiş olmak gösterilir. Deneyimler yoluyla tutum geliştirmemize
olanak sağlayan olaylar olumlu şekilde olabileceği gibi olumsuz şekilde de
olabilmektedir. Tutum nesnesi ile karşı karşıya kaldığımız zaman elde ettiğimiz
deneyimler doğrudan tutum oluşturmamızı sağladığı gibi tutumlarımız üzerinde
dolaylı şekilde de etkili olabilir. Örneğin, edindiğimiz deneyimin bağlı olduğu
Kişilik, bir bireyin diğer durum ya da obje başka bir durumda karşımıza çıkınca yine benzer tepkileri verme
bireylere tepki eğiliminde oluruz.
göstermek veya onlarla
etkileşime geçmek için Kişilik, tutumların oluşumunda rol oynayan bir diğer faktördür. Kişilik, bir
kullandığı yolların bireyin diğer bireylere tepki göstermek veya onlarla etkileşime geçmek için
tamamına denir. kullandığı yolların tamamına denir [4]. Kişilik, bir bireyi diğerlerinden ayırmakta,
bireyin sosyal ve fiziksel ortam ile etkileşim şeklini belirlemekte ve birey için ayırt
edici özellikler taşımaktadır. Bu özellikler genellikle bireyden bireye farklılık
göstermektedir. Örneğin; bazı kişiler heyecanlı, istekli, diğerleriyle kolay iletişim
kurabilirken, bazıları bunun tam tersi özelliklere sahip olmaktadır. Kişilik
özelliğinden kaynaklanan bu tür farklılıklar, tutumların oluşumunda da etkilidir.

74
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Tutumlar

Bireyin Kendisi Dışındaki Unsurlardan Kaynaklanan Faktörler


Bireylerin tutumlarını genellikle başkalarından öğrendiği gerçeği göz önüne
alındığında aile, bireyin ilk karşılaştığı öğrenme ortamıdır. Özellikle bireyler ilkokul
aşamasında kendisi için bir arkadaş çevresi oluşturup onlarla etkileşime geçene
kadar temel öğrenme kaynağı ailedir. Tutumların oluşma aşamasında birey,
genellikle aile üyelerinin davranışlarını takip ve taklit etme, onların düşünsel
eğilimleri çerçevesinde tutumlar oluşturma çabası içindedir.
Örnek

•Ailenin tutum oluşumundaki etkisini belirlemeye yönelik


bir araştırmada, okul öncesi yaştaki çocukların %95’inin,
ilkokuldaki çocukların %80’inin, üniversitedeki gençlerin ise
%50-60’ının ebeveynleriyle aynı politik partiyi
destekledikleri sonucuna ulaşılmıştır.

Kaynak: Aydın, O., 2002, s.286.


Bireyin yaşının ilerlemeye başlamasıyla birlikte, aile çevresine arkadaş
çevresi de ilave olmaya başlar. Arkadaş çevresi veya arkadaş grupları, bireyi
ergenlik çağının başlangıcından itibaren ciddi şekilde etkiler ve bireylerin
tutumlarının oluşumunda etkili olur. Özellikle belli tutumların arkadaş çevresi
tarafından ciddi düzeyde kabul görmesi ve destek almasıyla birlikte tutumlar
pekişir.
Tutumların oluşum sürecinde rolü her geçen gün artan bir diğer faktör
medyadır. Toplumdan topluma önemi değişmekle birlikte medya içinde tutumların
oluşumu üzerinde en etkili aracın televizyon olduğu düşünülmektedir. Yapılan
birçok araştırmaya göre, televizyonun izlenme süresi ve görsel çekiciliği yeni
tutumların oluşması, mevcut tutumların değiştirilmesi ve mevcut tutumların
pekiştirilmesini sağlamaktadır. Televizyon dışında tutumların oluşumunda etkili
olan bir araç da basılı medyadır. Özellikle gazetelerin haberleri aktarma tarzı
tutumların oluşumu üzerinde etki yaratır. Son yıllarda, internet de medya boyutu
içinde ön plana çıkan önemli bir araçtır.
Sosyal sınıf, aynı veya benzer yaşam tarzını benimseyen ve bu durumun
bilincinde olan insanların meydana getirdiği tabakalardır. Sosyal sınıfları oluşturan
çok sayıda unsurdan bahsetmek mümkündür. Bunlar içinde yaşam tarzı, gelir
durumu ve eğitim düzeyi ön plana çıkmaktadır. İnsanların içinde bulunduğu sosyal
Sosyal sınıf, aynı veya sınıf, tutumların oluşumunda etkili olmaktadır [3, 15]. Çünkü insanlar, öncelikle
benzer yaşam tarzını içinde bulundukları sosyal sınıfların değer yargılarını benimserler ve bu değer
benimseyen ve bu yargıları doğrultusunda tutum geliştirirler. Örneğin; gelir düzeyi oldukça yüksek
durumun bilincinde olan bir kişinin özel yapım arabalara karşı tutumu oluşurken, gelir düzeyi düşük
olan insanların birinde benzer durumu görmek mümkün değildir.
meydana getirdiği
tabakalardır. Gruplar, psikolojik olarak birbirinin varlığından haberdar olan ve kendilerini
bir grup olarak hisseden insan topluluklarına denir. Aynı gruba üye olan bireyler,
duygularının uyumu ve düşüncelerinin yakınlığı nedeniyle birbiriyle anlaşabilmekte

75
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Tutumlar

ve karşılıklı olarak birbirinden haz alabilmektedir. Bireyler için toplumun genel


tutumları yanında, üyesi olduğu grubun tutumları da önemlidir [16, 22].
Bireyler, benzer tutumlarda olan kişilerle daha kolay bir araya gelip grup
oluşturduğu gibi belli nedenlerle üye olmak istedikleri ya da üye olmak zorunda
kaldıkları grupların tutumlarını da benimser. Hatta bu amaca ulaşmak için tutum
değişikliğinde bulunabilirler. Tutumun oluşmasında ve değişmesinde, bireylerin
ilgili grubun üyeliğini ne düzeyde arzu ettiği önem taşır. Bu bağlamda, tutumları en
çok benimsenen grup, genellikle bireylerin üye olmak için en fazla çaba
harcadıkları gruptur.

TUTUMLAR VE DAVRANIŞLAR
Tutumların ilgi çekici olmasının bir diğer nedeni, davranışlarla ilişkisi ve
Tutumlar ile davranışlar
arasındaki ilişkinin ilgi davranışlar üzerindeki etkisidir. Tutumlar ile davranışlar arasındaki ilişkinin ilgi
çekici olmasının temel çekici olmasının temel nedeni, tutumların bilinmesinin davranışların tahmin
nedeni, tutumların edilebilmesine olanak sağlamasıdır. Tutum-davranış ilişkisi üzerinde oldukça sık
bilinmesinin durulan bir konu olmasına rağmen, tutumların davranışları her durumda
davranışların tahmin etkilemediğini de belirtmek gerekir. Bazı araştırmaların sonuçları bu konudaki
edilebilmesine olanak
tutarsızlığa vurgu yapmaktadır [6, 10].
sağlamasıdır.

•ABD’de bir sosyoloji profesörü olan La Pierre, genç bir Çinli öğrenci
Örnek

ve karısı ile birlikte ülkeyi dolaşarak 66 otelde konaklamış ve 184


restoranda yemek yemiştir. Araştırmanın yapıldığı dönemde,
ABD’de Asyalılara karşı güçlü ön yargı olmasına rağmen otellerin 1
tanesi dışında tamamı onları kabul etmiştir. Yemek yedikleri
restoranların ise tamamı hizmet sunmayı kabul etmiştir.
Araştırmacı bir süre sonra, hizmetinden yararlandığı işletmelere
Çinli misafir kabul edip etmeyeceklerini sorduğu bir araştırma
formu göndermiştir. Yanıt veren 128 işletmeden %92’si Çinlilere
hizmet veremeyeceklerini belirtmiştir. Bu araştırmanın sonucu,
daha sonraki dönemlerde tutumlar ile davranışlar arasındaki
tutarsızlığı göstermek için de bir örnek olarak gösterilmiştir.

Kaynak: Kağıtçıbaşı, Ç., 2006, s.107.


Yukarıda yer alan örnek, tutum-davranış ilişkisi arasındaki tutarsızlığı
açıklamakla birlikte, tutum-davranış ilişkisini belli şartlar altında değerlendirdiği
söylenebilir. Bu nedenle, daha sonraki dönemlerde ve farklı şartlar altında yapılmış
çok sayıda araştırmada, tutum-davranış ilişkisini açıklayan çalışmaların olduğu
dikkati çekmektedir. Tutumlar ve davranışlar arasında tutarlılık veya tutarsızlığa
neden olan çok sayıda faktörden bahsetmek mümkündür. Bu faktörler şunlardır [6,
19, 26]:

76
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Tutumlar

 Tutumların Gücü (Kuvveti): Her tutum belli bir güce sahiptir. Bu güç,
tutumun bilişsel, duygusal ve davranışsal bileşenlerinin toplamına eşittir.
Tutumun gücü, onun davranışlarla arasındaki ilişkiyi pekiştirmede önemli
sayılabilecek bir unsurdur. Çünkü kuvvetli bir tutumun davranışa dönüşme
olasılığı, kuvveti düşük bir tutuma göre daha yüksektir. Tutumların gücünü
Kuvvetli bir tutumun belirleyen faktörler ise tutum nesnesi hakkında sahip olduğumuz bilgi
davranışa dönüşme
miktarı, tutumlarla alıştırma ve uygulama yapma sıklığı, deneyimler,
olasılığı, kuvveti düşük
bir tutuma göre daha tutumlarla ilgili olarak kazanılmış haklar ya da kişisel ilgilerdir.
yüksektir.  Tutumlarda Kararlılık: Genellikle kolay şekilde anımsanan ve kararlılık
özelliği gösteren tutumların davranışları ortaya çıkarma ihtimali daha
yüksektir. Bu tür tutumlar bireyleri, özellikle bilişsel ve duygusal açıdan
daha fazla baskı altına alır ve uyarıcı etkisi ile birey üzerindeki baskısı
kendini sürekli hissettirir.
 Tutumlara Ulaşılabilirlik: Bilginin insan zihnine ulaşma hızı, karar alma ve
davranış sergileme üzerinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla bazı tutumların
bellek tarafından daha hızlı çağrılması ve bilinç düzeyine daha hızlı
ulaşması davranışları etkiler. Tutumların insan zihnine ulaşma hızı
üzerinde etkili olan faktörlerden biri de tutumların ifade edilme sıklığıdır.
Kısaca bir tutumu ifade etme sıklığı arttıkça, o tutumun önemi artmakta ve
davranışa dönüşme olasılığı güçlenmektedir.
 Zaman Faktörü: Tutum-davranış ilişkisini açıklamada önem taşıyan bir
diğer faktör zamandır. Tutum ile davranış ilişkisini ölçme arasında geçen
süre ne kadar uzun olursa, tutum-davranış arasında tutarlılık gözlenme
olasılığı o derece düşmektedir. Bireylerin tutumlarının kararsız olması
Tutum-davranış durumunda, yakın zamandaki tutumlarının davranışa dönüşme ihtimali
ilişkisini ölçme daha önceki dönemlerdeki tutumlarına göre daha yüksektir. Bu durumda
arasında geçen süre ne
zaman aralıklarının uzamasının tutum-davranış arasındaki tutarlılığı
kadar uzun olursa,
tutum-davranış azalttığı söylenebilir.
arasında tutarlılık  Farkındalık: Farkındalık, bireylerin kendi tutum ve davranışlarının ne
gözlenme olasılığı o ölçüde farkında olduklarıyla ilgilidir. Farkındalık, tutum ve davranış
derece düşmektedir. ilişkisini güçlendiren önemli bir unsurdur. Çünkü farkındalığın yüksek
olduğu durumlarda herhangi bir tutumumuzun ne olduğunu daha iyi idrak
edebiliriz ve tutumlar belleğe daha kolay çağrılır. Bunun yanında,
genellikle bir davranışta bulunduğumuz zamanlarda o durum ile ilgili
tutumumuza dikkat ederiz ve bu tutumun davranışı yönlendirmesine izin
veririz.
 Tutumların Davranışlarla İlişkililik Derecesi: Genel olarak davranışlar,
kendisi ile özel bağı olan tutumlarla daha ilişkilidir. Diğer bir ifadeyle çok
genel olan tutumların davranışlarla bağı oldukça düşük düzeydedir.
Örneğin; günümüz ortamında, bir ABD’liye genel olarak Asyalılara karşı
tutumu sorulduğu zaman alınan cevapla, Asya kıtasında yer alan
Afganistan’a karşı tutumuna ilişkin cevap muhtemelen farklı olacaktır.
Sadece Afganistan’a ilişkin soru yöneltmek, ilişkilendirme aşamasında
tutarlığı belirleyebilme üzerinde daha net olacaktır.

77
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Tutumlar

 Durumsal Baskılar: İnsanların içinde bulundukları durum (yaptığı iş, görevi,


rolü vb.), tutum ve davranış ilişkisini etkileyen bir diğer faktördür.
Durumsal faktörlerin baskın olduğu zamanlarda, özellikle derecesi zayıf
olarak kabul edilebilecek tutumlar, davranışlar üzerinde belirleyici
olmayacaktır. Durumsal baskılar, bireylerin zaman zaman benzer tutum
nesnesine farklı tepkiler vermesine de neden olabilmektedir.

TUTUMLARIN DEĞİŞİMİ VE İLGİLİ KURAMLAR


Tutum değişimi, bireylerin belirli bir tutum objesine ilişkin tutumunun
yönünün ya da şiddetinin değişmesidir. Tutumum yönü, olumlu veya olumsuz
olabilmekte iken, şiddeti de yoğun ve düşük düzeyde olabilmektedir.

Tutumların Değişimi
Tutum değişikliği, bireylerin herhangi bir konudaki görüşünün ve bakış
açısının değişimine denir. Son yıllarda tutumların değiştirilmesi konusuna ilgi
giderek artmaktadır. Özellikle piyasa ile bağlantılı iş yapan ve müşteriler üzerinde
etkili olmaya çabalayan işletmeler ve bu işletmelerin halkla ilişkiler, pazarlama gibi
bölümleri için tutum değişikliği ilgi çekici olmaktadır. Çünkü işletmeler, kendi
ürünlerine olan talebi arttırabilmek için tüketici konumundaki müşterilerinin
tutumlarını değiştirmeye gayret etmektedirler [24].
Tutumların değişip değişmediğini tespit edebilmek için tutumların ölçülmesi
gerekmektedir. Tutumlar, karakteristik bir davranış tarzında açığa çıkar ve bu
davranış tarzında meydana gelen değişim göz önüne alınarak ölçülür. Tutumlardaki
değişimler ise, benzer şekilde karakteristik davranış tarzında meydana gelen
Tutum değişiklikleri, önemli değişikliklere göre ölçülür. Tutumlar, göndergelerle ilgili bir görüşe ya da bir
genellikle belirli bir taraf olmaya karşılık geldiğinden, tutumun değişmesi, bu görüş ya da yanlılığın
konu hakkında yeni yönünde ve derecesinde bir değişiklik olduğu anlamına gelmektedir. Tutum
görüşün edinilmesi ve
değişiklikleri, genellikle belirli bir konu hakkında yeni görüşün edinilmesi ve bireyin
bireyin yeni bir yöne
eğilimiyle yeni bir yöne eğilimiyle sonuçlanmaktadır.
sonuçlanmaktadır.
Tutumların Değişimine İlişkin Kuramlar
Tutumların temel özelliklerinden biri dinamiklik özelliğidir. Bu özellik,
tutumların belli zaman zarfında değişebildiğine veya değiştirilebildiğine işaret
etmektedir. Toplumda bireyler sürekli olarak tutumlarını değiştirmeyi hedef alan
çok sayıda durumla karşı karşıyadır. Çünkü insanları ve insan topluluklarını
herhangi bir yöne sevk edebilmenin temel yollarından birisinin o topluluğu
oluşturan bireylerin tutumlarını etkilemek olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede,
insanlara herhangi bir alanda yapılacak yeniliği kabul ettirebilmek veya insanların
direncini azaltabilmek için öncelikle insanların tutumunu değiştirmek gerekir.
Tutumların değiştirilmesi konusu geçmişten günümüze özellikle yönetenler
ve yönlendirenler için ilgi çekici olmuş; II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise oldukça
fazla irdelenmeye başlanmıştır. Araştırmacılar bu dönemlerle birlikte tutumların
değişimini açıklamak ve anlamak için çok sayıda kuram geliştirmişlerdir. Bu
kuramların bazılarını aşağıdaki şekilde saymak mümkündür [19, 21]:

78
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Tutumlar

 Öğrenme Kuramları: Öğrenme kuramlarının başlangıcının Yale


Üniversitesinden Carl Hovland ve meslektaşlarının çalışmalarına dayandığı
bilinmektedir. Bu kuram, temelde tutumların koşullandırma yoluyla
değiştirilebileceğini savunmaktadır. Diğer bir ifadeyle tutumlar, büyük
ölçüde diğer davranış ve alışkanlıkların kazanılma şekline benzer şekilde
kazanılmakta; bireyin tutum konusunun birtakım iyi veya kötü
deneyimlerle ilişkilendirilmesi tutum değişimine zemin hazırlamaktadır.
Öğrenme kuramları çerçevesinde tutumların oluşumu veya değiştirilmesi
farklı şekillerde gerçekleşmektedir. Bu çerçevede, “çağrışım yoluyla,
pekiştirme veya cezalandırma yoluyla ve taklit aracılığıyla öğrenme”
tutum değiştirmede öne çıkan yöntemlerdir.
 Bilişsel Tutarlılık Kuramı: Bu kurama göre bireyler, bilişleri arasında
tutarlılık gösterme eğilimindedir. Bu tutarlılık arama mücadelesi
tutumların gelişiminde, değişiminde ve biçimlenmesinde temel etkendir.
Benzer şekilde, eğer bireylerin bilişleri tutarlı iken tutarsızlığa neden
olabilecek yeni bir bilişle karşılaşırsa, birey yine tutarsızlığı en aza indirmek
için mücadeleye girişir. Bireyler yaşamları süresince hemen hemen her
gün bilişsel yapılarını zorlayacak bu tip olaylarla karşılaşmaktadır. Bu
durum hem bilişsel tutarlılık kuramının sürekli gündemde kalmasına hem
de bu kuramın üzerinde en fazla araştırma yapılan alan olmasına neden
olmaktadır. Bilişsel tutarlılık kuramını açıklamaya yönelik birçok
destekleyici alt kuram geliştirilmiştir. Bunlar; Heider’in denge kuramı,
Osgaood ve Tanenbaum’un uygunluk kuramı, Festinger’in bilişsel çelişki
kuramı gibi alt kuramlardır.
 Kendini Algılama Kuramı: Bu kuram bilişsel tutarlılık kuramının dayandığı
temel varsayımlarla bağlantılı olarak “Bem” tarafından geliştirilmiştir.
Birçok araştırmacı tarafından bilişsel çelişki ve kendini algılama kuramının
aynı kestirmede bulunduğu düşünülmektedir. Ancak bilişsel çelişki
kuramına göre tutumlar, güçlü ve görece kalıcı eğilimlerdir. Eğer insanlar
tutumlara aykırı bir davranışta bulunurlarsa, hoş olmayan ve kurtulmanın
yalnızca sevilen bir tutumdan vazgeçmekle mümkün olacağı gerginlikler
yaşarlar. Buna karşın, kendini algılama kuramına göre tutum ifadeleri,
sadece sıradan sözlerdir. Gerçekte, tutumlarımızın ne olduğu,
davranışlarımızın içinde geçtiği koşullara göre şekillenir ve gözlenerek
anlaşılır.
 Beklenti-Değer Kuramı: Bu kurama göre, tutumların oluşumu ve değişimi
farklı tutumların olumlu ve olumsuz yönlerini tarttıktan sonra en iyi
seçeneğin tercih edildiği varsayımına dayanır. Bu kuram, bireylerin ortaya
çıkan tüm seçenekleri olumlu ve olumsuz yönleriyle birlikte dikkatlice
incelediğini ve sonuçta doğru bir değerlendirme yaptığını varsayar. Ancak
İşlevsel kuramlar, bu kuram üzerinde çalışan birçok araştırmacıya göre, bu kuramın
“Kişinin tutumları ne işe etkinliğinde beklenti-değer dışında, değerlendirilecek durumun olası
yarar?” sorusuna
etkileri de önemlidir. Bu bağlamda bireyler, etkileri olumlu ve geniş olan
verilecek yanıt üzerine
tutumları benimseme, olumsuz olanları ise reddetme eğiliminde olacaktır.
odaklanır.

79
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Tutumlar

 İşlevsel Kuramlar: İşlevsel kuramların temeli, Smith, Bruner ve White’ın


“Kişinin tutumları ne işe yarar?” sorusuna dayanmaktadır. İşlevsel
kuramların bakış açısına göre bireyler, toplumsal yaşamda psikolojik
açıdan kendileri için rahatlatıcı işlevleri yerine getiren tutumları seçmekte
ve benimsemektedir [21]. İşlevsel kuramlar, bireyler için aşağıda belirtilen
fonksiyonları yerine getirmektedir [21]:
 Araçsallık işlevi,
 Benlik koruyucu ve geliştirici işlev,
 Değer ifade edici işlev,
 Bilgi sağlama işlevi.

Araçsallık işlevi, tutumların bireylerin birtakım amaçlarına hizmet ettiğini ve


bireylerin özellikle psikolojik gereksinimlerini karşılamada araçsal rol oynadığını
iddia eder. Araçsal varsayımlar temelde, bireyin ödül söz konusu olması
durumunda en fazla ödülü, ceza söz konusu olması durumunda da en düşük cezayı
alma yönünde tutum edineceğini savunur. Benlik koruyucu ve geliştirici işlev,
insanların belirli durumlara/konulara karşı tutum geliştirerek, öz saygısını
yıpratabilecek hislerden kurtulduğunu iddia etmektedir. Bireyler, özellikle
toplumsal doğrulara aykırı olacak hislerden uzaklaşarak ve bu yönde tutumlar
geliştirerek öz saygısını geliştirmektedir.
Değer ifade edici işlev, insanların tutumlarının kişisel değerleriyle tutarlı bir
seyir izlemesi durumunda bireyin tatmin olacağını savunur. Bu işlevi yerine getiren
tutumlar, bireyin öz kimliğini koruma ve olumlu bir görüntü yaratma isteğinden
kaynaklanır. Bu nedenle, herhangi bir değerin bireyin kişiliğine temel olacak öz
görüntüyü yansıtmadığı durumda, birey hemen bu tutumundan vazgeçecektir.
Bilgi sağlama işlevi ise, tutumların bireylere çevrelerinde yer alan nesne ve kişiler
hakkında bilgi sahibi olma fırsatı tanıdığını savunur. Bireylerin bilgi sahibi olması,
ona çevredeki değişimi anlama ve bu duruma uyma fırsatı vermektedir.

TUTUMLARIN ÖLÇÜLMESİ
Tutumların ölçülmesi, tutum araştırmalarının en önemli kısmını oluşturur.
Tutum araştırmaları, bireylerin belli bir zaman birimindeki davranışlarının
doğrudan veya dolaylı olarak öğrenilmesi sürecine denir. Tutumlar; tutum-davranış
ilişkisini anlayabilmek, davranışları tahmin edebilmek, bireyin içinde bulunduğu
Tutum araştırmaları,
durumu saptayabilmek ve tutumları değiştirebilmek gibi nedenlerle ölçülmektedir
bireylerin belli bir zaman
birimindeki [25].
davranışlarının Tutumların ölçümü konusu önemli olmakla birlikte, oldukça zor bir iştir ve
doğrudan veya dolaylı hatta tutumların doğrudan ölçümü imkânsız gibi görülmektedir. Bu nedenle
olarak öğrenilmesi
tutumların ölçümünde, dolaylı yoldan ölçüm tercih edilmektedir. Dolaylı şekilde
sürecine denir.
ölçümde, genellikle kullanılan davranış, sorulara cevap vermek ya da fikir belirtmek
şeklinde olur. Tutumların ölçümünü başarılı şekilde yapabilmek amacıyla
araştırmacılar tarafından farklı ölçme teknikleri geliştirilmiştir [25]. Bu teknikler,
doğrudan ve dolaylı teknikler olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.

80
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Tutumlar

Tutumların Doğrudan Ölçülmesi


Thurstone, bireylerin tutumlarını doğrudan gözlemenin olanaksız olduğunu
öne sürmüş ve tutumların sözel bir ifadeye yansıyan kanılar aracılığıyla
ölçülebileceğini belirtmiştir. Tutumların doğrudan ölçümünde “tutum ölçekleri”
kullanılmaktadır. Tutum ölçekleri, “bireylerin çeşitli tutum konularına ilişkin
tepkilerini belli kurallar dahilinde ve sayısal olarak değerlendirmesi esasına
dayandıran” ölçüm araçlarıdır. Ölçekler yardımıyla tutumların ölçümünde,
bireylerden bir dizi cümle ya da sıfat dizisine gerçek duyguları doğrultusunda tepki
vermeleri istenir. Kişilerin verdikleri tepkilerin derecesine bakılarak tutumlar
hakkında bilgi sahibi olmak amaçlanır. Genel olarak, tutumların ölçümünde en sık
kullanılan ölçekler şunlardır [6, 21]:

 Thurstone tipi ölçekler,


 Likert tipi ölçekler,
 Guttmann tipi ölçekler,
 Bogardus’un Sosyal Mesafe Ölçeği,
 Duygusal Anlam Ölçeği.

Tutumların Dolaylı Şekilde Ölçülmesi


Tutumların doğrudan belli yargıları kullanarak ve anket uygulayarak
ölçülmesi her durumda araştıran için yeterli olmayabilir. Bu nedenle, tutumların
ölçümünde dolaylı ölçüm yöntemlerinden de yararlanılmaktadır. Dolaylı
yöntemler, tutumların konuyla ilgili olayı ve eylemi ele almak yerine, konuyla
Dolaylı yöntemler, işlevsel ilişkisi bulunan farklı bir konuyu ele alıp incelemektedir. Tutumların dolaylı
tutumların konuyla ilgili yollardan ölçümünün nasıl yapılacağı genellikle araştırmacının kendi
olayı ve eylemi ele
inisiyatifindedir ve geliştirilen yöntemlerin çeşitliliği, bir anlamda araştıran kişinin
almak yerine, konuyla
işlevsel ilişkisi bulunan yaratıcılığına bağlıdır [24]. Tutumların dolaylı yollardan ölçümünde yararlanılan
farklı bir konuyu ele bazı yöntemlere aşağıda yer verilmiştir [6, 19, 21,24]:
alıp incelemektedir.
 Projektif Testler: Projektif testler, daha çok işe alım esnasında insan
kaynağının kişiliğinin ölçümünde kullanılan dolaylı testler olarak
bilinmektedir. Bu testler, bireylerin tutumlarının dolaylı yollardan
ölçülmesi amacıyla da kullanılmaktadır. Bir bireye belirli bir uyarıcı vererek
uyarıcı hakkındaki duygularını, düşüncelerini ve fikirlerini cevaplarına
yansıtması sağlanmaktır. Bu sayede, bireyin uyarıcıya verdiği cevaplardan
yararlanılarak tutumlar hakkında bilgi sahibi olunur. Projektif testler
altında genellikle bazı temel test türlerinden bahsedilmektedir. Bunlar;
Kent Rosanoff’un kelime çağrışım testi, Rorschach’ın mürekkep testi,
tematik algı testi, dünya testi, Rozenzeig’ın resim-engellenme testi gibi
testlerdir.
 Davranış Gözlemi: La Piere gibi araştırmacıların dolaylı yollardan tutum
ölçümünde başvurdukları yöntemdir. Bu yönteme göre, tutum ölçümü
doğal ortamda ve tutumu ölçülecek kişi olaydan haberdar olmadan
yapılmaktadır. Çinli bir misafire ilişkin örnek, dolaylı yoldan davranış
ölçümüne örnek olarak gösterilebilir.

81
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Tutumlar

 Hazır Bilgiler: Arşiv taramaları, halk hikâyeleri, romanlar, gazete haberleri,


istatistikler, nüfus kayıtları gibi basılı ve görsel materyaller hazır bilgi
kaynaklarıdır. Bu bilgi kaynaklarının tutum ölçümünde anlamlı bir
çıkarımda bulunabilecek şekilde kullanılabilmesi için sistematik şekilde
incelenmesi gerekmektedir.
 Duygusal İfade Gözlemi: Duygusal ifade gözlemi, bireylerin herhangi bir
durum karşısında mimiklerinin, ses tonunun, yüz ifadesinin incelenerek,
Duygusal ifade
gözlemiyle ölçümü tutumlarına atıf yapma ve çıkarımda bulunmayı esas alan yöntemdir.
doğru yapabilmek için Duygusal ifade gözlemini doğru yapabilmek için araştırmacının duyguları
araştırmacının ifade eden her bir göstergeyi doğru algılayabilmesi ve yorumlayabilmesi
duyguları ifade eden gerekir. Bu yönüyle, duygusal ifade gözlemi psikoloji bilgisi de gerektiren
her bir göstergeyi bir ölçüm yöntemidir.
doğru algılayabilmesi
ve yorumlayabilmesi
gerekir.
Bireysel Etkinlik

•10.000 nüfuslu bir ilçede süt ve süt ürünleri satan mandıranın


sahibisiniz. Sattığınız sütlerin içinde besin değerini düşürecek düzeyde
"su" olduğu ile ilgili söylentiler ortaya çıkmıştır. Ürünlerinize ve firmanıza
karşı oluşan olumsuz tutumu ortadan kaldırmak için neler yaparsınız?
Çözüm önerileri geliştiriniz.

82
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Tutumlar

• Tutumlar, genel olarak insanların, objelerin ve fikirlerin değerlendirilmesi


şeklinde açıklanmaktadır. Bu yönüyle tutumlar, herhangi bir unsura karşı
gösterilen negatif ya da pozitif tepkileri içermektedir.
•Basit bir olgu gibi görünen tutumlar, bilişsel, duygusal ya da davranışsal
olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır. Her üç bileşenin etkileşimi ve
ürünü olarak ortaya çıkan tutumların oldukça karmaşık kavramlar olduğu
Özet
dikkat çekmektedir. Bilişsel bileşen, insanların tutum nesnesine ilişkin
düşünce ve bilgilerinden oluşmaktadır. Duygusal bileşen, bireylerin tutuma
konu olan canlı-cansız, soyut-somut unsurlara karşı duydukları heyecanın
yoğunluğu ile ilgilidir. Davranışsal bileşenler, bir objeye karşı başkalarınca
gözlemlenebilen davranışların tümünden oluşur.
•Tutumlar; (a) kuvvet derecelerinin farklı olması, (b) karmaşıklık, (c)
bileşenler arası tutarlılık, (d) tutumlar arası etkileşim, (e) sonradan edinilme,
(f) inanç ve değer yargılarına bağlı olma ile (g) öğrenilebilme gibi özelliklere
sahiptir. Bu özelliklerin bilinmesi, tutumların anlaşılabilmesi ve tutum-
davranış ilişkisinin ortaya çıkarılabilmesi açısından önemlidir.
•Tutumlar üç önemli olgu ile doğrudan bağlantılıdır ve zaman zaman
anlamları da karıştırılmaktadır. Bunların birincisi, “bir düşünceye gönülden
bağlı bulunma durumu” olarak tanımlanan inançlardır. İkincisi, değerlerdir
ve "değerler bireylerin herhangi bir nesneye karşı bilişsel bir tavrından
ziyade davranışsal tavır ve yönelimiyle" ilgilidir. Üçüncüsü ise, “siyasal veya
toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun
davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik
düşünceler bütünü” şeklinde tanımlanan ideolojilerdir.
•Tutumların oluşumunda ve değişiminde çok sayıda faktör rol oynamaktadır.
Bu faktörler genel olarak, "bireyin kendisinden kaynaklananlar" ve "bireyin
kendisi dışındaki unsurlardan kaynaklananlar" olmak üzere iki gruba
ayrılmaktadır. Genetik faktörler, fizyolojik faktörler, deneyim ve kişilik
bireyin kendisine ilişkin faktörlerdir. Buna karşın, aile ve arkadaşlar, medya,
sosyal sınıf, grup üyeliği gibi faktörler bireyin kendisi dışındaki unsurlardan
kaynaklanmaktadır.
•Tutumlar birey açısından birçok fonksiyonu yerine getirmektedir. Bunlar
arasında; (a) bireyin olumsuz duygulardan kurtulmasını sağlamak, (b) bireyin
benliğinin gelişmesini sağlamak ve (c) belli ihtiyaçlarının doyurulmasını
sağlamak ön plana çıkmaktadır.

83
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Tutumlar

•Tutumların öğrenilebilirlik özelliği aynı zamanda onun değiştirilebilirliği


konusunu da gündeme getirmekte ve değişim konusu özellikle yönetenler ve
Özet (devamı)
yönlendirenler için açısından oldukça fazla ilgi çekmektedir. Karmaşık bir
olgu olan tutumların değişimi konusunu açıklığa kavuşturabilmek amacıyla
çok sayıda kuram geliştirilmiştir. Öğrenme kuramları, bilişsel tutarlılık
kuramı, kendini algılama kuramı, beklenti-değer kuramı ve işlevsel kuramlar
tutumların değişimini açıklamaya çalışan kuramlar arasında yer almaktadır.
•Öğrenme kuramları, tutumların koşullandırma yoluyla değiştirilebileceğini
savunmaktadır. Bu kurama göre tutumlar, büyük ölçüde diğer davranış ve
alışkanlıkların kazanılma şekline benzer şekilde kazanılmakta; bireyin tutum
konusunun birtakım iyi veya kötü deneyimlerle ilişkilendirilmesi tutum
değişimine zemin hazırlamaktadır. Bilişsel tutarlılık kuramına göre bireyler,
bilişsel öğeleri arasında tutarlılık gösterme eğilimindedir. Bu tutarlılık arama
mücadelesi tutumların gelişiminde, değişiminde ve biçimlenmesinde temel
etkendir. Kendini algılama kuramına göre tutum ifadeleri, sadece sıradan
sözlerden oluşur ve gerçekte, tutumlarımızın ne olduğu, davranışlarımızın
içinde geçtiği koşullara göre şekillenir ve gözlenerek anlaşılır. Beklenti-değer
kuramına göre, tutumların oluşumu ve değişimi farklı tutumların olumlu ve
olumsuz yönlerini tarttıktan sonra en iyi seçeneğin tercih edildiği
varsayımına dayanır. İşlevsel kuramların temeli ise, “Kişinin tutumları ne işe
yarar?” sorusuna dayanır. Bu kuramın bakış açısına göre bireyler, toplumsal
yaşamda psikolojik açıdan kendileri için rahatlatıcı işlevleri yerine getiren
tutumları seçmekte ve benimsemektedir.
•Tutumlar; tutum-davranış ilişkisini anlayabilmek, davranışları tahmin
edebilmek, bireyin içinde bulunduğu durumu saptayabilmek ve tutumları
değiştirebilmek gibi nedenlerle ölçülmektedir. Tutumlar, doğrudan ve dolaylı
teknikler olmak üzere iki farklı teknik ile ölçülmektedir. Tutumların doğrudan
ölçümünde “tutum ölçekleri” kullanılmaktadır. Tutum ölçekleri, “bireylerin
çeşitli tutum konularına ilişkin tepkilerini belli kurallar dahilinde ve sayısal
olarak değerlendirmesi esasına dayandıran” ölçüm araçlarıdır. Dolaylı
yöntemler, tutumların konuyla ilgili olayı ve eylemi ele almak yerine, konuyla
işlevsel ilişkisi bulunan farklı bir konuyu ele alıp incelemektedir.

84
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Tutumlar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İnsanların tutum nesnesine yönelik düşünce, bilgi ve inançlarını ifade
eden bileşen aşağıdakilerden hangisidir?
a) Duygusal bileşen
b) Bilişsel bileşen
c) Davranışsal bileşen
d) Karar bileşeni
e) Sosyalleşme bileşeni

2. Tutumların özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Tutumların kuvvet derecesi birbirinden farklıdır.
b) Tutumların bileşenleri arasında tutarlılık söz konusudur.
c) Tutumlar, genellikle dayandıkları inançlar ve değer yargıları devam
ettikçe varlığını sürdürür.
d) Tutumların değişimi imkânsızdır.
e) Tutumların değişiminde öğrenme önemlidir.

3. Aynı veya benzer yaşam tarzını benimseyen, yaşam tarzı, gelir durumu
ve eğitim düzeyi açısından ortak noktaları bulunan, bu ortak noktaların
bilincinde olan ve tutumların oluşumunda önem taşıyan faktör
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Deneyimler
b) Sosyal sınıf
c) Arkadaş çevresi
d) Bireysel özellikler
e) Kişilik

4. Tutumlar ve davranışlar arasında tutarsızlığa neden olan faktörler


arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Tutumların kuvveti
b) Kararlılık
c) Ego
d) Farkındalık
e) Zaman
5. Bireylerin çeşitli tutum konularına ilişkin tepkilerinin, belli kurallar
dahilinde ve sayısal olarak değerlendirilmesi esasına dayanan araçlara
ne ad verilmektedir?
a) Tutum ölçeği
b) Projektif testler
c) İşlevsel kuramlar
d) Beklenti-değer kuramı
e) Davranış gözlemi

85
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Tutumlar

6. Tutumlar ile ilgili olarak aşağıda yer alan ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Tutumlar; insanların, nesnelerin ve fikirlerin değerlendirilmesine
ilişkindir.
b) Tutumlar; herhangi bir işi, nesne ya da fikir hakkında yargıya
varılmasına ilişkindir.
c) Tutumlar, çevremizde yer alan nesnelere yönelik tavır takınmamızla
ilgilidir.
d) Tutumlar, insanların doğuştan kazandığı özelliklere bağlı olarak
herhangi bir nesneyi veya fikri reddetmesine ilişkindir.
e) Tutumlar; bireylerin belirli bir kişiyi, grubu, kurumu ya da düşünceyi
kabul etmesi ya da reddetmesine ilişkindir.

7. Tutumların oluşumunda aşağıdakilerden hangisi rol oynayan ve bireyin


kendisinden kaynaklanan faktörlerdendir?
a) Medya
b) Aile ve arkadaşlar
c) Fizyolojik özellikler
d) Sosyal sınıf
e) Kültürel özellikler

8. Tutumların oluşumunda rol oynayan, “zekâ” gibi bireyin doğuştan gelen


özellikleriyle bağlantılı olan faktör aşağıdakilerden hangisidir?
a) Deneyimler
b) Genetik faktörler
c) Arkadaş çevresi
d) Sosyal sınıflar
e) Grup üyeliği

I. Egoyu savunma
II. Benlik geliştirme
III. İhtiyaçları doyurma
IV. Uyum sağlama
9. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri tutumların işlevlerindendir?
a. Yalnız I
b. Yalnız II
c. I ve II
d. I, II ve III
e. I, II, III ve IV

86
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Tutumlar

10. Tutumların değişimini açıklamaya yarayan kuramlar arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaktadır?
a) Farkındalık kuramı
b) Öğrenme kuramı
c) Yargı kuramları
d) Duygusal ifade kuramı
e) Ego kuramı

Cevap Anahtarı

1.b, 2.d, 3.b, 4.c, 5.a, 6.d, 7.c, 8.b, 9.e, 10.b

87
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Tutumlar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Ergeneli, A. (2017). Örgütsel Davranış (1. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti.
[2] Aydın, O. (2002). Tutumlar. E. Özkalp (Ed.), Davranış Bilimleri, içinde (s.279-
295). Eskişehir: Açık Öğretim Fakültesi Yayınları.
[3] Güney, S. (2011). Davranış Bilimleri, (2. Baskı), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti.
[4] Robbins, S. P. ve Judge, T. A. (2012). Örgütsel Davranış, (Çev: İnci Erdem),
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti.
[5] Freedman, J.L., Sears, D.O. ve Carlsmith, J.M. (1998). Sosyal Psikoloji, (Çev: Ali
Dönmez), Ankara: İmge Kitabevi.
[6] Kağıtçıbaşı, Ç. (2006). Yeni İnsan ve İnsanlar, (10. Baskı), İstanbul: Evrim
Yayınevi.
[7] Şerif M. ve Şerif, C. W. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş II, (Çev: Mustafa Atakay
ve Aysun Yavuz), İstanbul: Sosyal Yayınlar.
[8] Budak, S. (2000). Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
[9] Özgüven, İ. E. (2000). Psikolojik Testler, Ankara: PDREM Yayınları.
[10] Ajzen I. (1996). Attitudes, Personality, and Behavior, (3. Baskı), Milton Keynes:
Open University Press.
[11] Robbins, S. P. (2000). Organizational Behavior, New Jersey: Prentice Hall.
[12] Bizjac, B., Knezevic, M. ve Cvetreznik, S. (2011). Attitude Change Towards
Guests with Disabilities Reflections from Tourism Students, Annals of
Tourism Research, 38(3), 842-857.
[13] Güney, S. (2017). Örgütsel Davranış, (4. Baskı), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti.
[14] Büyük Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts
[15] Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri, (15. Baskı), İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş.
[16] Eren, E. (2015). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, (15. Baskı), İstanbul:
Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
[17] Arkonaç, S. A. (1998). Sosyal Psikoloji, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd.
Şti.
[18] Köklü, N. (1995). Tutumların Ölçülmesi ve Likert Tipi Ölçeklerde Kullanılan
Seçenekler, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:28,
Sayı:2, s.81-93.

88
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Tutumlar

[19] Taylor S. E., Peplau, L. A. ve Sears, D. O. (2007). Sosyal Psikoloji, (Çev: Ali
Dönmez), Ankara: İmge Kitabevi.
[20] Canatan, A. (2008). Toplumsal Değerler ve Yaşlılar, Yaşlı Sorunları Araştırma
Dergisi, 2008(1), s.62-71.
[21] Barlı, Ö. (2008). Davranış Bilimleri ve Örgütlerde Davranış, (3. Baskı), Erzurum:
Aktif Yayınevi.
[22] Erdoğan, İ. (1994). İşletmelerde Davranış, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım
A.Ş.
[23] Can, H. ve Aşan, Ö. (2015). Örgütsel Davranış, Ankara: Siyasal Kitabevi.
[24] Barrett, D. W. (2017). Social Psychology: Core Concepts And Emerging Trends,
USA: SAGE Publications.
[25] Anderson, L. W. (1991). Tutumların Ölçülmesi, (Çev. N. Çıkrıkçı), Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:24, Sayı:1, s.587-594.
[26] Sabuncuoğlu, Z. (2016). İnsan Kaynakları Yönetimi, (8. Baskı), Bursa: Alfa
Aktüel Yayıncılık.

89
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
KÜLTÜR VE DAVRANIŞ
İLİŞKİSİ

• Kültür Kavramı ve Anlamı


İÇİNDEKİLER

• Kültürün Özellikleri
• Kültürün Unsurları
• Kültür Türleri
• Kültür Değişmeleri
DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Hasan TUTAR

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Kültür kavramını tanımlayıp,
HEDEFLER

açıklayabilecek,
• Kültürün özelliklerini ve unsurlarını
bilebilecek,
• Kültür türlerini bilecek ve
açıklayabilecek,
• Kültür değişmelerini ve türlerini
bilebilecek,
• Kültür ve davranış ilişkisini
bilebilecek,
• Davranışın kültürel temellerini ÜNİTE
açıklayabileceksiniz.

5
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Kültür ve Davranış İlişkisi

KÜLTÜR ve DAVRANIŞ İLİŞKİSİ

Kültür Kültürün Kültür Kültür


Kültür Türleri
Kavramı Özellikleri Unsurları Değişmeleri

Toplumsal Zorunlu
Kültür Evrensellik Aile
kültür değişme

Serbest
Uygarlık Toplumsallık Dil Milli kültür
değişme

Medeniyet Süreklilik Teknoloji Maddi kültür

Tarihsellik Artifakt Manevi kültür

Öğrenirlik Sanat Alt kültür

Devingenlik İnanç Karşı kültür

Yayılma Töre Genel kültür

Adetler

Törenler

91
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Kültür ve Davranış İlişkisi

GİRİŞ
Toplumsal incelemelerde önemli konuların başında kültür gelir. Bununla
birlikte bu sosyal bilimlerin bu kadar önemli ve önemli olduğu kadar da karmaşık
olan kavramının ne anlama geldiğini tespit etmek neredeyse imkânsızdır. Kültür
kavramı için yapılan tanımların her biri, kavramın anlamı konusunda ortak bir
anlayışın oluşmasını olanaklı kılmakta ve kültür kavramının öğeleri esas alınarak
bir senteze ulaşmak mümkün olmaktadır. Kültür, geçmiş davranışların ve
alışkanlıkların bugüne aktarılan şekilleri olarak görüldüğü gibi geleneksel sorun
çözme davranışlarında olumlu etkisinden dolayı benimsenen davranış kalıpları
olarak da görülür. Kültür belli bir toplumun yaşam tarzıdır. Kültür konusundaki bu
belirlemeler farklı içeriklere sahip olsa da aslında tümü aynı olgunun farklı
yönlerini dile getirmektedir.
Kültür öğrenilen bir değerdir. İnsanın çocukluğundan başlayarak olgunluk ve
yaşlılık dönemlerine kadar yaşadığı değişimlerin tümü, onun kültürel etkileşim
sonucunda kültürlenmesini gösterir [1]. Bu kültürlenme bir öğrenme etkinliği
sonucunda oluşur. Bilinçli veya bilinçsiz olsun, kişinin yaşadığı gündelik
deneyimleri, onun belli davranışlar ve alışkanlıklar kazanmasını sağlar. Bu süreçte
kişi çeşitli kurumlarla, anlayışlarla, inanç ve değerlerle karşılaşır. Bunları benimser
ve bu sayede ailesinin bir ferdi, toplumun bir üyesi, kurumların bir elemanı haline
gelir. Her toplum gündelik yaşamında karşılaştığı sorunları çözmek, ihtiyaçları
Kültür, en geniş karşılamak için belirli davranış modelleri, alışkanlıklar ve kurumlar geliştirmişlerdir.
anlamıyla insanoğlunun
doğada değişim KÜLTÜR KAVRAMI VE ANLAMI
yaratarak ortaya
Kültür kavramını Larausse şu şekilde tanımlamaktadır: “Kültür, bir toplumda
çıkardığı, her türlü
fiziksel ve düşünsel geçerli olan ve gelenek halinde devam eden, her türlü duygu, düşünce, dil, sanat,
birikimidir. yaşayış unsurlarının tümü, belli bir konuda edinilmiş, geniş ve sistemli bilgidir.”
Kavramın unsurları arasında yer alan gelenek, duygu, düşünce, bilgi ve dil, onun
soyut yönünü; sanat somut yönünü; yaşayış biçimi ise somut ve soyut yönünü
ifade etmektedir. Kültür, en geniş anlamıyla insanoğlunun doğada değişim
yaratarak ortaya çıkardığı, her türlü fiziksel ve düşünsel birikimidir.
Kültür üzerine yapılan tanımlar genellikle, insan gruplarının üretimlerini de
içeren belli başlı kazanımlarını, deneyimlerini, tarihi süreç içerisinde geliştirdikleri
Kültür; üst kuşaklardan sembolleri, kuşaktan kuşağa aktarılan davranış kalıplarını içermektedir. Yakın
miras olarak devralınır, çağlardan 17.yy’da Voltaire’in kültür kelimesini kullanmasından günümüze, kültür
miras yaşanır ve sonraki hakkında çok farklı alanlarla ilgili olarak değişik tanımlar yapıldı. Kültür, insanın
kuşaklara yine bir miras hazır bulduklarının yanında doğaya sonradan eklediği herşeydir.
veya gelenek olarak
devredilir. Kültür kavramı antropolojideki teknik anlamıyla ilk defa 1865 yılında
E.B.Taylor tarafından kullanılmış, sistematik olarak tanımlanmış ve yine Taylor
tarafından temel bir kavram haline getirilmiştir [2]. Kültürün Taylor tarafından
yapılan tanımının genel olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Taylor’a göre kültür,
insanın bir toplum üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlâk, hukuk ve
törelerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür. Taylor’un

92
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Kültür ve Davranış İlişkisi

yaptığı kültür tanımına baktığımızda tanımın bir toplumun tüm maddî ve manevî
yaşam unsurlarını kapsadığını görmekteyiz. Taylor’un tanımında kültürün
öğrenilen bir değer, üst kuşaklardan devralınan bir miras olduğu görülmektedir.
Kültür tanımlarını incelediğimiz zaman, üç ortak yönün varlığına tanık olmaktayız:
Kültür üst kuşaklardan miras olarak devralınır, miras yaşanır ve sonraki kuşaklara
yine bir miras veya gelenek olarak devredilir.
Ülkemizde kültür kavramını sistemli bir şekilde ilk inceleyen Ziya Gökalp
olmuştur. Gökalp’a göre kültür, bir toplumun bütün fertlerini birbirine bağlayan ve
aralarında dayanışma meydana getiren kurumlardır [3]. Kültürün millî,
medeniyetin milletler arası olduğunu ifade eden Gökalp kültürü, “Yalnız bir
milletin dinî, ahlâkî, hukukî, aklî, estetik, lisanî, iktisâdi ve fennî hayatlarının
ahenkli bir bütünüdür.” şeklinde tarif eder. Bu kurumların toplamı, o toplumun
kültürünü oluşturur. Gökalp kültürü, soyut değerler ve somut eserler bütünü
olarak görmektedir.
Bilim dalları arasında kültür, en geniş anlamına sosyolojik çerçevede
ulaşmaktadır ve buradaki anlamıyla kültür, “bir yaşam biçimi”dir. Sosyolojik
anlamda kültür, bir toplumun kendini kural ve normlarla ifade etme tarzıdır. Bu
anlamda kültür, toplumların gündelik deneyimlerini ortaya koyarken, tutum ve
davranışlarının, kısaca “yapıp ettikleri”nin bir toplamıdır.
Kültürün fonksiyonel tanımını yapan Malinowski’ye göre kültür, âletlerden
ve tüketim mallarından, çeşitli toplumsal gruplaşmalar için yapılan anayasal
belgelerden, insana özgü düşünce ve becerilerden, aynı zamanda inanç ve
törelerden oluşmaktadır. Mümtaz Turhan’a [4] göre kültür, bir toplum içerisinde
mevcut her türlü bilgiyi, alışkanlıkları, değer ölçülerini, genel tutum, görüş ve
zihniyet ile her tür davranış şekillerini içine alan, o toplumun üyelerinin
çoğunluğunda ortak olan, onu diğer toplumlardan ayırt etmeye yarayan ve
Kültür kavramının üyelerine yaşama tarzı sunan, maddî ve manevî değerlerden oluşan bir bütündür.
varlığı için ön koşul, az
sayıda da olsa bir insan Birçok tanımı yapılmış olsa da tanımların ortak özelliklerinden yola çıkarak
topluluğunun kültürün dört farklı anlamda kullanıldığını belirten Güvenç, kültürün anlamlarını
bulunmasıdır. netleştirmek için şu gruplandırmayı yapmaktadır:
 Bilim alanındaki kültür, bu uygarlıktır.
 Beşeri alanındaki kültür, bu eğitim sürecinin ürünüdür.
 Estetik alandaki kültür, bu güzel sanatların kaynağıdır.
 Madde ve biyolojik alanda kültür, bu üretme, tarım, ekin, çoğalma ve
yetiştirmeyi kapsar.

Tanımlar farklı açılardan yapılsa bile kültür tanımlamalarının tümü için ortak
olan bazı tespitler vardır ki, bunların ilki kültürün dinamik bir anlam taşıdığıdır.
Kültür kavramının varlığı için ön koşul, az sayıda da olsa bir insan topluluğunun
bulunmasıdır. Aynı zamanda söz konusu insan topluluğunun bir “yığın” veya
“kalabalık” değil bir topluluk veya toplum olarak yaşaması gerekir. Nasıl suyun
olmadığı yerde denizden veya ırmaktan söz edilemezse toplumun olmadığı yerde
de kültürden söz edilemez.

93
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Kültür ve Davranış İlişkisi

Kültür kavramını kimileri fonksiyonel açıdan, kimileri değere dayalı olarak,


kimileri ise kavramın somut sonuçlarını dikkate alarak tanımlamışlardır. Yapılan
kültür tanımlarına bakıldığında, kavramı anlamanın ve boyutlarını ortaya
koymanın kolay olmadığı görülmektedir. Zira kültürün fiziksel varlığı yoktur, açık
değildir. Boyutları kesin olarak ortaya konmuş değildir; ancak her kurum ve
kavram gündelik işleyiş sırasında davranışları yönlendiren bir dizi varsayımlar,
kavrayışlar ve kesin kurallarla birlikte ortaya çıkar.

KÜLTÜRÜN ÖZELLİKLERİ
Bir kavramı doğru anlamanın en iyi yolu, onun özelliklerini ve unsurlarını
ortaya koymaktır. Her kültür, işlevlerine göre farklı özelliklere sahiptir. Fichter,
kültürün kendisini oluşturan bütün kurumların işlevlerinin ötesinde, farklı bir
işleve sahip olduğunu ifade eder. Fichter’e göre kültürün aşağıdaki gibi dört
özelliği vardır:
 Kültür, toplumları birbirinden ayırmaya yarayan işaret ve sembollerdir.
 Kültür, içinde bulunan toplumun değerlerini içerir ve onları yorumlar.
 Kültür, bir toplumda toplumsal dayanışmanın unsurlarını oluşturur.
 Kültür, bir toplumun toplumsal gelişimini sağlayan faktörlerden oluşur.

Kültür her şeyden önce bir soyutlamadır. Toplumun yüceltilmiş, idealize


Her toplumda kültürel edilmiş veya karşı kültürle eleştirilen, değiştirilmesi önerilen genel değerler ve
yapıyı, kültürel norm ve davranışlar dizgesini dile getirir. Her toplumda kültürel yapıyı, kültürel norm ve
kalıpları gösteren bazı
kalıpları gösteren bazı özellikler vardır. Bu özellikleri aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
özellikler vardır.
Evrensellik: Kültürü tanımak, tanımlamak çabasına girdiğimiz zaman,
“kültür” ile değil, farklı “kültürler” ile karşılaşırız [5]. İnsanın temel davranışlarını
yansıtan kültürler birbirine benzer ve evrenseldirler; ancak insanın ikincil
davranışlarını yansıtan kültürler kişilere ve toplumlara özgüdür. Toplumlara ve
kültürlere kimlik kazandıran bu kültürel farklılıklardır.
Toplumsallık: Kültürü ortaya çıkaran bireyler değil, toplumdur. Aynı
zamanda kültürün yaşaması da toplum sayesinde olabilir. Bir kişinin tutum ve
davranışının tek başına bir anlam ifade edebilmesi için söz konusu davranışların ait
olduğu kültürel ortamda ortaya konması gerekir.
Süreklilik: Kültürün önemli bir özelliği de moda gibi gelip geçici bir heves
veya alışkanlık olmaması, tarihsel bir sürekliliğinin olmasıdır. Her toplum kendi
kültürüne sahiptir ve toplum var oldukça, kültür de var olmaya devam eder.
Bugünün toplumuna biçim veren dünün toplumunun kültürüdür ve yarınki
topluma da biçim verecek olan bugünkü toplumun kültürü olacaktır.
Tarihsellik: Kültürel niteliği belirleyen diğer bir faktör, kültürel niteliğin
tarihsel oluşudur. Burada tarihsellik kavramı kültürü oluşturan faktörlerin belli bir
zaman dilimi içinde bir anda ortaya çıkmadığı, aksine kültürel unsurların (dil, yazı,
din, bilim, giyim-kuşam, sanat, mimari vb.) oluşması için tarihsel bir sürece ihtiyaç
olduğu görülmektedir. Bu çerçevede kültür bir gelenektir.

94
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Kültür ve Davranış İlişkisi

Öğrenilirlik: Kültür genetik faktörlerle değil, adet ve alışkanlıkların


gelenekselleşmesi yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Kültür sonradan öğrenilen
maddî ve manevî değerler bütünüdür. Kültür biyolojik kalıtım veya soya çekim
yoluyla değil, öğrenme yoluyla sonradan kazanılır. Bu olgu kültürün örfler, adetler,
gelenekler ve töreler yoluyla aktarıldığını gösterir. Örneğin; eğitim kurumları, millî
kültürü aktarma işlevini görürler.
Kalıtsallık: Genetik kültür tanımlamasına göre “kültür, geçmişteki davranış
normlarının geleceğe aktarılabilen sonuçları”dır. Bu sonuçların aktarılmasında
genetik faktörlerin rolü vardır. Oysa bir kültürel nitelik olan kalıtsallık niteliğine
göre kültürel aktarmada genetik faktörlerin değil, tutum ve davranışların
kalıtsallaşmasının rolü vardır. Kalıtsallık niteliğine göre kültür veya onun
kapsamına giren öğeler, doğum yoluyla geçen birer kalıt değildir.
Devingenlik ve değişkenlik: Evrende var olan her şey tarihsel bir akış
içindedir. Hiçbir şey hareketsiz değildir. Varlık dünyası her zaman ya bir oluş veya
bir çözülme sürecindedir. Bu süreçlerin ikisi de bir canlılığı ve hareketliliği ifade
eder. Kültürler de bir devingenlik ve değişkenlik gösterir. Kültürel devingenlik daha
hızlı ve daha kapsamlıdır [6]. Bir ağacın büyümesi gibi yavaş ancak süreklilik
gösterir. Zamanla kültür sürekli değişir ve bu değişim sürecinde kültüre yeni
unsurlar katılır. Kültür değişerek yeni bir bütünlük kazanır. Kültürün diğer bir
özelliği değişmesidir. Daha önce ifade edildiği gibi kültür toplumsal bir süreçtir ve
etkileşim sonucunda ortaya çıkar. Kültürel etkileşim veya kültürleşme “süreklilik”
Kültürel etkileşim veya şeklinde devam eder. Kültürel değişim akan bir nehir gibidir. Görünürde su her
kültürleşme “süreklilik” zaman vardır; ancak nehir suları hiçbir zaman aynı sular değildir. Kısaca nehir aynı
şeklinde devam eder. nehir, ancak sular aynı sular değildir.
Fonksiyonellik: Kültürün bir başka özelliği birey, grup veya toplum
yaşamında bir anlamının ve öneminin olması, kısaca işlevselliğinin bulunmasıdır.
Bilindiği gibi fonksiyon kavramı, matematikte birbirine bağlı değişkenler arasındaki
ilişkileri ifade eder. Gündelik dilde “fonksiyon”, bir varlığın kendisinden beklenen
görevi yerine getirme yeteneğidir.
Birlik içinde çokluk: Kültürler alt kültür unsurlarının uyumlu bir bileşimidir.
Adına genel kültür veya üst kültür denilen olgu, çeşitli alt kültür unsurlarından
oluşur. Alt kültürler; yerel kültürler, sınıf kültürleri veya daha geniş anlamda
bölgesel kültürlerden oluşur. Alt kültürler bir araya gelerek genel kültürü veya üst
kültürü oluştururlar. Tıpkı nehirlerin bir araya gelerek denizleri oluşturması gibi.
Nehirler, alt kültür unsurlarıdır ve içine döküldükleri denize tek başına kendi
renklerini ve tatlarını kazandırmazlar.
Yayılma: Kültür insana ve topluma ait değerler olduğu için yayılma özelliği
gösterir. Kültürel yayılma kültürün maddî veya manevî öğelerinin sürekli içten dışa
ya da dıştan içe doğru yayılma göstermesi anlamına gelir. Kültürler yayılma
sırasında benimsenirse yerleşir; aksi halde dışlanır. Kültürün özelliği benimsenen
değerlerden oluşmasıdır. Kültürel etkileşim, birbirleriyle karşılaşan farklı kültürlerin
kaynaşması sürecinde ortaya çıkar. Buna kısaca “kültürleşme”(acculturation)

95
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Kültür ve Davranış İlişkisi

denir. Kültürel etkileşimde, kaynaşma sürecine giren kültürel öğelerin birbirlerini


etkilemesi ile iki taraf birtakım değişikliklere uğrar.

Örnek
•Geleneksel Japon kültüründe kadın-erkek ayrımı yoğun
olarak vardır. En basitinden Japonca'da “erkek dili” ve
“kadın dili” vardır. Erkekler oldukça erkeksi bir dille
konuşurken, kadınların bu dile ait kelimeleri kullanması pek
doğru görülmez.

Kültür görelidir. Kültürün göreli (izafî veya genel olmama) ilkesine göre
herhangi bir kültürdeki insan veya grup davranışları o kültüre hastır ve sadece o
kültürün temel varsayımları veya değerler sistemine göre anlam kazanır [7].
Toplumların kültürünü oluşturan unsurlar her toplumda aynı değildir. Kültürü
oluşturan unsurların toplumdan topluma farklılık göstermesi, kültürün göreli
olduğunu gösterir. Örneğin; dürüstlük, cömertlik, özgürlük, şiddet, çalışkanlık,
başarı, yumuşak huylu olmak gibi kültürün manevî unsurları ile her tür âlet ve
araç, teknoloji gibi maddî kültür unsurları toplumdan topluma farklılık gösterir. Bu
farklılıklar kültürün göreliliği ile açıklanabilir.
Kültür rasyonel olmak zorunda değildir. Kültür, insanların ve toplumların
tarihsel süreç içinde edindiği tüm maddî ve manevî değerler bütünüdür ve göreli
olması yönüyle bilimsel rasyonellikten ayrılır. Rasyonel olan genellikle genel,
evrensel, nesnel ve rasyoneldir; ancak kültürel olan özel, göreli ve özü itibarîyle
Her toplumun kültürü
rasyonel olmak durumunda değildir. Örneğin, töre bir kültür unsurudur; ancak
farklı olduğu gibi
toplumların kültürleri töreye dayalı cinayetlerin rasyonel temeli yoktur.
de farklı kültür Kültür semboliktir. Kültür kendini davranışlarla, simgelerle, sembollerle,
unsurlarından oluşur. kısaca maddî ve manevî unsurlarla gösterir. Kültür gruplarının ortaya koyduğu
sembolik unsurlar farklı kültürlerde farklı anlamlar ifade eder. Söz konusu
anlamlar, sadece o kültüre hastır. Söylenenler, yapılanlar, üretilenler ve
görünenlerin farklı kültürlerde farklı sembolik anlamları vardır.

KÜLTÜRÜN UNSURLARI
Kültür; insanlara geçmiş kuşaklardan miras kalan değer, norm, düşünce,
tören, dünya görüşü ve davranış kalıplarını kapsar. Her toplumun kültürü farklı
olduğu gibi toplumların kültürleri de farklı kültür unsurlarından oluşur [8]. Kültür
ister yalın, ister karmaşık veya gelişmiş olsun kültürün unsurları; somut
faktörlerden, kurumsal ilişkilerden veya manevî sistemlerden oluşur. Kültürü
oluşturan unsurları iki bakımdan ele alabiliriz. Bunlardan ilki genel kültürü
oluşturan unsurlar, diğeri de örgüt kültürünü oluşturan unsurlardır. Kültürel
antropologların üzerinde anlaştıkları genel kültür unsurları şunlardır:
Aile: Kişinin içinde doğduğu ilk çevresi, dilini ve alışkanlıklarını öğrendiği ilk
kurumdur. Ailede kişi kültürün en önemli unsurlarından biri olan dili (Buna beden
dili de dâhildir.), alışkanlıkları, geleneği, töreyi, büyük ve küçüklerle iletişim

96
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Kültür ve Davranış İlişkisi

biçimlerini öğrenir. Aile, çocuğu özellikle okul çağına kadar yoğun biçimde ve
sonraki yaşamında da belli ölçüde etkiler.
Dil: Dil davranışlarla birlikte kültürün önemli taşıyıcılarından biridir.
Davranışların şekillenmesini sağlayan dildir. Dil aynı zamanda kültürün kuşaklar
arası aktarımının da önemli aracıdır. Dil özellikle düşüncenin, duyguların ve
anlayışların taşıyıcısıdır ve aynı medeniyete sahip olan toplumların farklı kültürlere
sahip olmasını sağlayan faktörlerin başında gelir. Dil, duygu ve düşüncelerin ses,
işaret, resim, yazı ve görüntü aracılığıyla iletilmesini sağlayan ve kendi içinde
kuralları ve sürekliliği olan iletişim aracıdır.
Eğitim: İlkokuldan yüksek öğrenime kadar eğitim kurumlarında eğitim
sürecinde kişi geçmiş nesillerin bilimsel birikimlerini öğrenme olanağı bulur.
Böylece eğitim, beceri ve görgülerinin kuşaklar arasında aktarılmasında, kültürün
değişmesi ve yeniden şekillenmesinde önemli rol oynar.
Ekonomi ve teknoloji: Ekonominin temelini üretim ve tüketim faaliyetleri
oluşturur. Üretim ve tüketim sürecinde insanlar çeşitli âletler kullanır. Bu âletlerin
şekli, üretim sürecinde kullanım biçimi kültüre göre şekillenir. Ayrıca iş bölümü,
uzmanlaşma ve mesleklerin dağılımı kültürel faktörlere göre şekillenir. Örneğin,
Türk kültüründe bayanlar tarafından yapılması hoş görülmeyen meslekler olduğu
gibi erkekler tarafından yapılması hoş görülmeyen meslekler de vardır.
Sanat: Sanatsal etkinlikler, sanatın algılanış biçimi ve sanata bakış tarzı
bütün bunlar genel kültürün önemli unsurları arasındadır [9]. Kısaca sanat,
kültürün ayırıcı özelliklerinden biridir. Her toplum kendi mimarîsini, sanatsal ve
estetik yapısını ait olduğu kültürel yapıya göre geliştirir.
İnançlar: İnsanın psikolojik sağlığının vazgeçilmez unsurlarından biri
Değerler, ahlâkî inançlardır. İnançlar, sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış temel kabullerdir.
kodlarla ilgilidir. Kültürün en önemli unsurlarından biri inançlardır. Kurumsal davranış, kurumsal
İnançlar neye inanılıp kültür içinde anlam kazanır. Kurumsal davranışı belirleyen temel faktör ise
neye inanılmaması inançtır. Burada inanç kurumsal hedeflere inanma ve onları benimseme
gerektiğini açıklar.
anlamında kullanılmaktadır.
Değerler ve normlar: Değerler, geçmişte ve şimdi gerçeğin, iyinin doğrunun
ve erdemli olanın ne olduğuna dair bireysel bilgilerden oluşur. Değerler, tutum ve
davranışları ortaya koyarken; onlara yol gösteren insan bilincinin derininde yatan
inançlardır. İnsanların inanç ve değerleri onların tutum ve davranışlarına yansır
[10]. Bu nedenle inanç ve değerlerini değiştiren insanların tutum ve davranışları da
değişir. Değerler, ahlâkî kodlarla ilgilidir. İnançlar ise neye inanılıp neye
inanılmaması gerektiğini açıklar. Değerler; ortak iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı
tanımlar ve bunların standartlarını ortaya koyar. İnsanların eylemlerini
nitelendirme, değerlendirme ve yargılama işlevi görür. Değerler sayesinde insanlar
neyi yapıp, neyi yapamayacakları konusunda bir düşünceye sahip olurlar.
Normlar ise bireyin ne yapması veya yapmaması gerektiği hakkında toplum
tarafından oluşturulan ortak beklentilerdir. Nerede, ne zaman, nasıl davranılması
gerektiğini belirleyen davranış kalıplarıdır. Bu yönüyle değere yakın bir anlamı

97
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Kültür ve Davranış İlişkisi

vardır; ancak değer kadar soyut veya geniş bir anlam içeriğine sahip değildir.
Kültürel bir çevrede veya bir kurumda nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili ve kişiyi
değerler düzenine uymaya zorlayan davranış kalıplarıdır. Normlar en yalın
anlamıyla bir toplumda, sosyal bir çevrede veya bir kurumsal ortamda uyulması
gereken kurallar bütünü anlamına gelir.
Devlet: Toplumların ve kültürlerin ortaya çıkardığı bir üst örgütlenme
biçimidir. Devlet bir milletin belli bir merkezi otoriteye bağlı olarak ve bir toprak
parçası üzerinde örgütlenmiş şeklidir [11]. Devleti oluşturan en önemli
unsurlardan biri olan milleti ortaya çıkaran önemli faktörlerden biri kültürdür. Yani
millet varsa kültür zorunlu olarak vardır. Milletlerin inançlarına, değerlerine kısaca
kültürlerine göre farklı örgütlenme tarzları vardır.
Örnek

•İnsanın gündelik yaşantısında davranışlarının arkasında ya


inançları ya değerler ya düşünceleri ya da ideolojileri vardır ve
bunların tümü onun kültürünü, kültürü de davranışlarını
şekillendirir.

Adetler (Ritüeller): Adetler kurum üyelerinin algı ve davranışlarını, kurumsal


Kurumsal anlamda kültürle uyumlu hale getirmek için tekrarlanan ve standardize edilen eylemlerdir.
törenler, kurum tarihi
Adetler kurum içerisinde kültürel değerleri güçlendiren, alışılmış ve tekrarlanan
bakımından anlam ve
önem taşıyan bir olaya eylemlerdir. Adetler, bir topluluğun kendisinden önceki nesillerden devralıp kültür
kurumun verdiği önemi değişiminin bir gereği olarak kısmen dönüştürülmek suretiyle sonraki nesillere
gösterme aracıdır. devredilen, inanç, kurum ve seremonileri de içeren her tür sosyal uygulamadır.
Milletlerin kendilerini diğer milletlerden ayıran özellikler toplamı kültürleri
olduğu gibi aynı iş kolunda çalışan örgütleri de diğer örgütlerden ayıran özellikler
vardır. Bu özellikler de o örgütün kültürünü oluşturur. Örgüt kültürünü oluşturan
farklı unsurlar vardır. Kurum kültürünün unsurları, kurumsal bir ortamda,
kurumsal kültürün oluşmasını sağlayan değer, norm, şekil, biçim ve çeşitli
uygulamalardır. Kurumsal kültür birçok unsurdan oluşur. Bu unsurlar; sosyal ve
fizikî çevre, metaforlar, hikâyeler, mitler ve efsaneler, kuruma özgü dil, çeşitli
törenler ve ritüeller, davranış kuralları, liderler ve kahramanlar, semboller,
inançlar, değerler, tutumlar, temel varsayımlar ve kurum tarihi gibi unsurlardır.
Bunlardan en önemlilerini aşağıdaki gibi açıklayabiliriz [12]:
Liderler ve kahramanlar: Liderlik, insanları belli hedeflere yönlendirme,
onları inandırma ve ikna etme yeteneğidir. Liderler kişilikleri, inançları, tutumları,
davranışları, felsefeleri ve ilkeleri ile kurum üyelerine model olma özelliği
gösterirler. Lider davranışının kurumsal bir davranışa, lider düşüncesinin kurumsal
bir ilkeye, lider inancının kurumsal bir amaca, lider umutlarının kurumsal bir
vizyona dönüşmesi daha kolaydır.

98
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Kültür ve Davranış İlişkisi

Kahramanlar kararlarıyla ve davranışlarıyla örgüte yararlı hizmetlerde


bulunmuş, bu hizmetleri nedeniyle büyük saygı ve itibar kazanmış kişilerdir.
Kurumsal kültürün önemli bir unsuru olan kahramanlar, kurumsal değerleri kendi
kişilik özelliklerinde somutlaştıran kişilerdir. Liderler gibi kurumlarda model olma
özellikleri vardır; ancak kahramanların liderler gibi yöneticilik yetkileri yoktur.
Törenler: Kurumlar sosyal, mekanik, teknik ve ekonomik sistemlerdir.
Kurumların sosyal sistem olması tüm sosyal yapılarda olduğu gibi kurumsal
yapılarda da bazı törenlerin, kutlamaların, ayinlerin imge ve sembollerin olması
kaçınılmazdır. Tören bir grubun amaçlarını gerçekleştirmesini kolaylaştıran
simgesel eylemlerdir. Kurumsal anlamda törenler, kurum tarihi bakımından anlam
ve önem taşıyan bir olaya kurumun verdiği önemi gösterme aracıdır.
Törenlerin düzenleniş amacı, özel bir önem verilen bir düşünce ve davranışın
sürekliliğini sağlamaktır. Törenler kahramanlar veya liderler tarafından ortaya
konan kurumsal değer, kurumsal anlayış ve kurumsal faaliyetin kültüre
dönüştürülme aracıdır. Törenler kurumun temel değerlerini, en önemli amaçlarını,
kimlerin önemli olduğunu, kimlerin feda edilebileceğini açıklayan ve pekiştiren
davranışlardır. Kurumsal yaşama ve kurumsal kültüre anlam kazandırır.
Simge (sembol)ler: Simgeler grup için özel anlam taşıyan söz, biçim ya da
eylemlerdir. Simgeler, fikirler, değerler ve duyguların kurum üyeleri arasında
iletilmesini mümkün kılan biçimsel araçlardır. Simgeler kurumsal kültürlenmenin
önemli aracıdırlar. Simgeler kurumsal aktiflerin ve çıkarların korunmasına yardımcı
olur. Kurumun işareti olarak kullanılan objeler, logolar, flamalar, desenler,
sloganlar, şarkılar, unvanlar, giysiler, vs. gibi birçok faktör, kurum içindeki fikirlerin,
değerlerin ve duygusal anlatımların iletilmesini mümkün kılan ve
göründüklerinden fazla anlam yüklü olan önemli kurumsal simgelerdir.

Normlar, kurumsal Varsayımlar: Varsayım “doğru” kabul edilen yargı ve genellemeleri ifade
kültür içinde eder. Varsayımlar, kuramsal sonuçlara ulaşabilmek için başlangıçta “öyle”
davranışları düzenleyen oldukları kabul edilen öngörülerdir [13]. Kurumsal kültür öğesi olarak varsayımlar,
ve sosyal sistemi kurumu oluşturan birey ve gruplarca paylaşılan, kurumdaki insan unsuru,
kurumsallaştıran kurumsal ve çevresel sorunlar, insan ilişkileri ve eğilimi ile bütün bunlara ilişkin
öğelerdir. gerçek ve doğrunun doğasıyla ilgili temel yorumları içermektedir. Varsayımlar,
kurum üyelerinin algı, düşünce, his, tutum ve davranışlarını yönlendiren, onların
kurumsal yaşama ilişkin kabul ettikleri; iyi-kötü, doğru-yanlış, yararlı-yararsız,
anlamlı-anlamsız gibi ön kabullerini içerir.
Kurumsal Normlar: Normlar, olması gerekenleri ifade eden ilkelerden her
biridir. Bir başka tanımla normlar, kurumsal olarak kabul görecek tavır ve
davranışlara ilişkin ortak beklentileri gösteren kurallardır. Gruptaki insanların
ilişkilerini düzenler ve eylemlerine yön verir. Normlar, genellikle değerlerin
biçimlenmiş halidir ve bir grubun tüm üyelerince paylaşılması halinde kolektif bir
düzenleme aracı olur. Normlar, kurumsal kültür içinde davranışları düzenleyen ve
sosyal sistemi kurumsallaştıran öğelerdir. Normlar, değerler gibi kurumsal iyi ve
kurumsal kötünün çerçevesini belirleyen, doğru ve yanlışın sınırlarını gösterirler.

99
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Kültür ve Davranış İlişkisi

Çalışanlara kurum içinde davranış kurallarını, kurum içiyle ve kurumun dış


çevresiyle nasıl iletişim ve etkileşimde bulunacaklarının standartlarını belirler.
Artifaktlar: Bir kurumda tüm görünürdeki, yani gözlemlenebilir davranış
şekillerini ve kuralları ifade eder. Kurumda somut olarak algılanabilir, fenomen
olarak değerlendirilebilir her tür unsur, artifakttır. Artifaktlar, somut algılanabilir
ve anlaşılabilir biçimde var olan kategoriler ve kurumsal somut unsurlardır. Bir
kurumun kültürünü diğerlerinden ayıran somut öğelerdir. Bir örgütün kültürünü
tanımlamaya yardımcı olurlar. Artifaktlar, insanların işitebileceği, görebileceği ve
hissedebileceği somut kurumsal unsurlardır.
Hikâyeler ve efsaneler: Hikâyeler bir toplumun geçmişi, mevcut durumu ya
da gelecekteki akışını etkileyecek olayları kapsar. Kurumsal değer ve inançları
yerleştirmek amacıyla, kurumun tarihinden alınan yaşanmış olayların sözlü
ifadesidir. Kurumsal kültür anlamında hikâye ve mitler, kurumlarda birey, grup ve
alt kültür unsurlarının kurumun geçmişiyle ilgili önemli yararlılıklar göstermiş
kahramanlar ve liderler hakkında kuşaklar arasında büyük bir övgü ve takdir
duygusuyla anlatılan ve aktarılan olağanüstü nitelikteki inançlar, hikâye ve
mitlerdir. Bir kurumun kültürü, o kurumun tarihini yansıtır.

KÜLTÜR TÜRLERİ
Kültür sınıflaması farklı ölçütlere göre yapılır. Kültürün yaygınlık derecesi,
kültür öğelerinin birleşimi, kültürün oluşum biçimi, toplumların yaşam tarzları,
dilleri, folklorları, bölgesel dağılımları, hatta bireylerin ekonomik durumları kültür
sınıflandırmalarında etkili olur [14]. Kültürleri; taşıyıcısına, egemenlik alanına, çıkış
“Kültürlü adam” veya oluşum kaynaklarına, görünüş ve biçimine, kültürü belirleyen araca ve
şeklindeki bir kullanım alanlarına göre ayrıma tabi tutabiliriz. Bu değişkenleri çoğaltmak, hatta
nitelendirme, bireysel kendi içinde sınıflandırmak mümkündür. Kültürün sınıflaması yapılırken çeşitli
kültür kavramını ölçütler esas alınır. Kültürün; genel kültür, üst kültür veya alt kültür, maddî kültür
gündeme getirmiştir ve manevî kültür, bireysel kültür, ulusal ve evrensel kültür gibi türleri vardır. Kültür
türleri aşağıda şekil.5.1’ de gösterilmiştir:

Bireysel ve
Toplumsal
Kültür

Milli ve
Genel Kültür
Evrensel
ve Alt Kültür
Kültür

KÜLTÜR
TÜRLERİ
Maddi Kültür
Karşı ve
ve Manevi
Kontra Kültür
Kültür
Post figüratif,
cofigüratif,
prefigüratif
kültür

Şekil. 5.1. Kültür Türleri

100
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Kültür ve Davranış İlişkisi

Bireysel Kültür ve Toplumsal Kültür


Kültür, bireysel ve toplumsal kültür olarak sınıflandırılabilir. Bireysel kültür,
bireyin içine doğduğu genel kültürden aldığı somut ve soyut değerler bütünüdür.
Toplumsal kültür veya genel kültür ise bir toplumu oluşturan bireylerin
paylaştıkları duygu, düşünce, davranış ve inançlardan oluşan kalıplar, normlar ve
değerlerin toplamıdır [15]. Kısaca genel kültür bir toplumun topyekûn yaşam
biçimidir. Kültür, toplumsal düzlemde bazen bilgi ve birikim şeklinde görülür.
“Kültürlü adam” şeklindeki bir nitelendirme, bireysel kültür kavramını gündeme
getirmiştir. Bireysel kültür bir tanımlamadan çok, bir nitelendirmedir. Bir
yakıştırma ve kültüre bir sıfat eklemedir. Bireye, ait olduğu toplum tarafından
kazandırılan bir kimliktir. Bireyin kimliği, toplumun kültürü vardır.

Millî (Ulusal) ve Evrensel Kültür


Kültür özü ve içeriği itibarîyle özeldir; bireye ve topluma hastır. Törenler,
alışkanlıklar, mimarî ve sanat eserleri, barınma ve giyinme biçimleri toplumlara
örgüdür [16]. Zira kültürün temelinde toplumsal farklılıklar bulunmaktadır. Bu
nedenle evrensel kültür nitelendirmesi her şeyden önce kültürün özüne ve
tanımına aykırı düşmektedir. Kültürün önemli öğeleri olan giyinme, barınma,
eğlenme, yas ve sevinç ritüellerinin tümü, topluma hastır ve bunların evrensel
niteliği yoktur.
Evrensel kültür nitelemesi özellikle kendini merkezde ve dünyanın diğer
toplumlarını ve kültürlerini daha aşağı bir konumda gören Batılı hâkim kültür
tanımlamasıdır. Evrensel kültürden kastedilen Batılı ülkeler tarafından temsil
edilen kültürdür ve bunun doğu toplumlarının kültürel kodlarıyla uyum içinde
olmadığını söylemek gerekir. Evrensel kültür, bir çağa ve bir tarihsel döneme
dünya ölçüsünde hâkim olan, diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir “çoğul
“Evrensel kültür” kültür”dür. “Evrensel kültür” nitelemesi, Batı kültürünün egemen kültür anlayışının
nitelemesi, Batı
bir kültürel mirası olarak terminolojiye girmiştir.
kültürünün egemen
kültür anlayışının bir Genel (Millî) Kültür
kültürel mirası olarak
terminolojiye girmiştir Genel kültür ayrımı, belli bir toplumda kültürün yaygınlık derecesine göre
yapılır. Genel kültür, özel bir toplumun genel alışkanlıkları, değerleri, inançları,
sanat ve mimarî şekilleri, kısaca somut ve soyut tüm değerlerini ifade eder. Her
toplumun hem alt kültürü, hem de genel kültürü vardır. Tek tip kültürden oluşmuş
toplumlara pek rastlanmaz. Bir toplumsal yapı ne kadar büyük olursa, genel
kültürü oluşturan alt kültürdeki çeşitlilik o oranda fazla olur.
Bir milletin kültüründen söz edildiği zaman, burada söz konusu olan genel
kültürdür. Bir ülkenin veya toplumun hâkim/genel inançları, değerleri, davranışları,
törenleri, sosyal ilişkileri ve paylaşılan davranış kalıpları genel kültürü oluşturan
unsurlardır. Buna göre genel kültür, bir toplumun veya ülkenin, tüm sosyal
gruplarında ülke coğrafyasının her yerinde benimsenen, geçerli olan ve yaşanan
kültürdür. Genel kültür, toplumu oluşturan alt kültürlerin uyumlu birleşimi
sonucunda ortaya çıkan bir üst kültürdür. Bütün karmaşık toplumlarda, sayısız alt

101
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Kültür ve Davranış İlişkisi

kültür var olmuştur. Alt kültürlerin oluşmasında bölgesel iç göçlerin veya


uluslararası göçlerin etkisi büyüktür. Günümüzde sıklıkla göç olgusu
yaşanmaktadır. Göçle birlikte insanlar, yaşam şekillerini de âdeta gittikleri yere
götürürler.

Alt Kültür
Kültür, bireyler bazında farklılıklar gösterdiği gibi gruplar bazında da
farklılıklar göstermektedir. Kültür içindeki bu farklılıklar alt kültür olarak
adlandırılmaktadır. Kültür bir değerler sistemidir [17]. Bir toplumun genel kültürü,
üst bir sistem olarak, çok sayıda alt kültür veya alt sistemden oluşur. Bunlar alt
kültür unsurlarıdır. Alt kültür, bir topluma hâkim olan genel kültür veya üst
kültürden farklılık gösteren ve azınlık gruplarınca benimsenen kültürdür. Alt
kültür, genel kültürden veya üst kültürden tam bir kopma şeklinde değil,
farklılaşma şeklinde ortaya çıkar. Kültürün unsurları, birbirleriyle genel olarak
uyumlu bir bütün oluşturur. Alt kültür ile genel kültür arasında her zaman uyum
olmayabilir.
Göreli olarak küçük ve homojen kültürler dışında aynı genel kültürü
oluşturan alt kültür unsurları arasında tam bir uyum söz konusu değildir [18].
Genel kültürlerle bazı ortak yönlerinin yanında, önemli farklı yanları bulunan alt
kültürler, genel kültürden kısmen farklı olabilirler. Alt kültürler, genel kültürün bazı
hâkim değerlerini kapsar; fakat her alt kültürün kendisine özgü yaşam biçimi,
değerleri ve normları vardır.
Alt kültür unsurları bir sistem bütünlüğü çerçevesinde genel kültürü veya
millî kültürü oluşturur. Bir toplumun genel kültürü içerisinde alt kültür unsurları;
inanç farklılıkları, adetleri, farklı etnik yapıları, çeşitli sosyo ekonomik
Alt kültür unsurları bir tabakalaşmalar ve coğrafî bölge farklılaşmalarıdır. Alt kültür-genel kültür
sistem bütünlüğü çelişkisinin fazlalığı, toplumsal tabakalaşmayı arttırdığı gibi toplumsal barışı bozan
çerçevesinde genel
önemli bir faktördür.
kültürü veya millî
kültürü oluşturur. Etnik gruplar: Ülke içinde bulunan birçok etnik grup, ait oldukları grubun
özelliklerine göre benzer biçimlerde giyinir, sanatsal etkinliklerde bulunur, müzik
dinler ya da üretiminde bulunur ve kendi dilindeki gazete ve dergileri okurlar. Bu
nedenle bu gruplarda aynı türden yaygın davranış biçimleri ve satın alma
davranışları görülür. Etnik gruplar, kendi kültürel tanımlamaları için geçmişten
seçilmiş ortak gelenekleri kriter alan, genelde endogamik gruplardır.
Coğrafî alt kültürler: Ülkenin farklı bölgeleri, fiziksel ve sosyal çevre, o
bölgede oluşan kültürü etkiler. Bu özellikleri nedeniyle aynı bölgede yaşayan farklı
davranışlar sergiler. Bu da coğrafî grupların bir alt kültür olarak
değerlendirilmesine olanak sağlar. Coğrafî alt kültürleri belirlemede iki tür
yaklaşımdan söz edilebilir. Geo-demografik yaklaşımda, bir ülkede benzer
demografik karakterlere sahip olan bölgeler alt kültür olarak tanımlanır. Çünkü her
bir bölgenin kendine özgü değerleri vardır.

102
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Kültür ve Davranış İlişkisi

Maddî Kültür ve Manevî Kültür


Kültürün maddî ve manevî olmak üzere iki yönü vardır. Birincisi, insanın
kendi eseri olan yapılar, teknikler, yollar, üretim ve ulaştırma vasıtaları gibi gözle
görülür unsurlardan ibaret maddî kültür unsurlarıdır. İkincisi, bir milleti millet
yapan ve onun öz şahsiyetini belirleyen örfler, adetler, kolektif davranışlar ve
tutumlardan meydana gelen manevî kültür unsurlarıdır [18]. Maddî kültür,
toplumun yarar elde etmek amacıyla kullandığı her türlü araçlardan oluşur.
Binalar, yollar, ulaşım araçları vb. maddî kültür unsurlarıdır. Manevî kültür ise
toplumsal yaşayıştan kaynaklanan ortak duygu ve düşüncelerdir. Din, ahlâk,
inançlar, töre, adet, örf, sanatlar vb. manevî kültür unsurlarıdır.
Maddî ve manevî kavramlarının yönlendirmesiyle denilebilir ki insanların
fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayan araçlar “maddî kültür” unsurlarını oluştururken,
onların psikolojik veya manevî ihtiyaçlarını karşılayan kültür araçları, “manevî
kültür” veya değerler kültürü unsurlarını oluşturur. Bir başka ayrıma göre insanın
doğayla mücadelesi sonucunda ortaya çıkardığı fiziksel faktörler maddî kültür iken;
inanç ve değerleri, manevî kültür unsurlarını oluşturur.

Karşı Kültür
Hâkim kültürün genel özelliklerini reddeden ve onunla açıkça çatışmaya
giren toplumsal grupları nitelendiren kültüre “karşı kültür” denir [8]. Hâkim kültüre
“reddiye” ve onunla çatışma özelliği ile alt kültürden ayrılmaktadır. Bir toplumda
hoşgörü sınırlarını aşan, toplum norm ve değerleri ile çatışan, sosyo-ekonomik ve
politik düzenin karşısında olan, genel kültüre uyum göstermeyen ve yerine göre
direnen kültüre “karşı kültür” denir.
Kültür değişmesi
sonucunda bir Karşı kültürler, kimi alt kültürlerin genel kültüre karşı direnmelerinden,
toplumun siyasî, resmî veya gayri resmî olarak örgütlenmelerinden meydana gelir [20]. Bu yüzden
ekonomik ve sosyal genel kültürle aralarındaki farklılığın fazla olduğu etnik dinî ve siyasî alt kültürlerin
yapısında gözle görülür karşı kültür oluşturma ihtimali daha yüksektir. Karşı kültürün en önemli kaynağı,
değişmeler yaşanır. bazı alt kültür unsurlarıdır. Bir üst sosyal sistem olarak kendi içerisinde çok sayıda
alt kültürlere sahip olan toplum yapısında, çeşitli etkilere bağlı olarak bazı alt
kültürler, genel kültürle veya diğer alt kültürlere uyumsuzluk içerisine girerek,
karşı kültüre dönüşebilirler.

Post Figüratif, Cofigüratif ve Prefigüratif Kültür


Bu kültür ayırımı, öğrenme zamanına göre yapılmıştır. Post figüratif kültür,
sonradan öğrenilen kültürdür. Yani insanların atalarından öğrendiği kültürdür.
Toplum üyeleri bu kültürü genellikle yavaş yavaş öğrenir. Daha çok ilkel
toplumlarda geçerli olan bir kültürdür. Cofigüratif kültür (eşzamanlı oluşan kültür),
bireylerin çağdaşları ile birlikte öğrendikleri kültürdür. Toplu yaşamda insanların
birlikte olmaları sonucu öğrenilen kültür biçimidir. Prefigüratif kültür, yaşlıların
gençlerden öğrendiği kültürdür. Yaşlıların, gençlerin yarattığı kültürel değerleri
benimsemesi yani yeni ve eski kültürün birleşmesidir.

103
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Kültür ve Davranış İlişkisi

KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ
İnsana ve topluma ait tüm değerler değiştiği gibi kültür de değişir. Evrende
sabit bir şey yoktur; her şey sürekli bir akış ve oluş içindedir. Kültür de değişir,
dönüşür ve bir halden başka bir hale girer. Kültür değişmesi, hâkim veya egemen
kültürün kendisini değiştiren içsel ve dışsal faktörlerin etkisiyle kültürel yapıda
meydana gelen değişimdir. Malinowski’ye göre kültür değişmesi; bir toplumun
mevcut sosyal, maddî ve manevî yapısının bir biçimden başka bir biçime
dönüşmesi sürecidir. Kültürel değişme fonksiyonel bir durumdur, sadece soyut
veya manevî kültür öğeleriyle sınırlı değildir. Kültür değişmesi sonucunda bir
toplumun siyasî, ekonomik ve sosyal yapısında gözle görülür değişmeler yaşanır.
Kültürel değişme, toplumun genelinin veya bazı kurumlarının kültürel
özelliklerinin kalıcı birtakım değişikliklere uğraması anlamına gelir. Ancak kültürel
değişim hiçbir zaman kültürel başkalaşma anlamına gelmez [19]. Kültürel
değişimde kültürün asıl öğeleri korunurken, kültürel başkalaşmada kültürün asıl
öğeleri de ortadan kalkar ve başka bir kültürel yapı ortaya çıkar. Kültür değişmeleri
birçok faktöre bağlı olmasına rağmen, bunlardan daha önemlisi kültürün kendi
içinde değişmesidir. Bu çerçevede kültür değişmelerine etki eden bazı faktörler
vardır. Bunlardan belli başlı olanları aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.

Teknoloji ve Ekonomik Faktörler


Teknoloji üretim için kullanılan yöntemler ve araçlardır. Teknoloji yardımıyla
üretim araçları dönüştürülerek kullanım için yararlı hale getirilir. Teknoloji, fizikî
çevredeki işlenmemiş kaynakları toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir duruma
getirmek için kullanılan araçlar ve yöntemlerdir. Teknolojinin kullanılması salt bir
Her teknolojik ürün, fiziksel aracın veya âletin kullanılmasından ibaret değildir. Televizyonun, cep
onu kullanana kendi telefonları veya otomobilin toplum yaşamına girmesiyle birlikte Türk aile ve
kültürünü zamanla
toplum yapısında önemli dönüşümler yaşandı. Bu dönüşüme veya değişime neden
kabul ettirir.
olan faktörlerden biri de söz konusu edilen teknolojilerin kullanılmasıdır.
Dolayısıyla bir teknolojik aracı alıp onun kültürünü almamak mümkün değildir. Her
teknolojik ürün, onu kullanana kendi kültürünü zamanla kabul ettirir.
İnsanların ekonomik güçleri değiştikçe satın alma ve tüketim alışkanlıkları,
zevkleri, arzuları, heyecanları kısaca yaşam biçimleri de değişir. Kültürün aynı
zamanda bir yaşam biçimi olduğu dikkate alınınca ekonomik yapıda meydana
gelen bir değişim, beraberinde kültür değişimini meydana getirir [20]. Ekonomik
yapıdaki değişim teknoloji gibi öncelikle kültürün maddî unsurları üzerinde etkili
olur; ancak yaşamı maddî ve manevî olarak ayırmanın olanağı olmadığı için
ekonomik veya teknolojik nedenlerle maddî kültür unsurlarında yaşanan bir
değişim, kültürün maddî ve manevî yapısı üzerinde etki ederek kültürel değişime
neden olur.

Fizikî Çevre Faktörleri


İnsanlar bir bakıma çevrelerinin ürünüdür. Çevresini değiştiren insanların
yeme içme alışkanlıkları, yerleşim tarzları, kısaca yaşamın maddî unsurlarında

104
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Kültür ve Davranış İlişkisi

önemli değişimler yaşanır. Bu değişimlerin diğer adı kültür değişmesidir. Çevresel


faktörlerde yaşanan değişim ya köklü bir iklim değişimi sonucunda ya da göç
nedeniyle olur. İklim değişimi gibi coğrafî şartlarda yaşanan değişim, insanların
yeme, içme, barınma, giyinme gibi gündelik yaşamında önemli değişimlere neden
olur. Bütün bunlar kültürel değişmedir.

Başka Kültürlerle Temas


Adına bilgi veya iletişim çağı denilen bir dönemde toplumların birbirleriyle,
daha doğru bir ifadeyle kültürlerin birbirleriyle teması hızla artıyor. Bu dönemde
kültürel etkileşim, daha önceki dönemlerle karşılaştırılmayacak kadar hız kazanmış
durumda. Kültürleri ve inançları belli bir coğrafyada tutmak kolay olmadığı gibi
iletişim teknolojilerinin hızla geliştiği bir ortamda kültürel etkileşimin önüne
geçmek de kolay olmamaktadır [21]. Bir kültür başka bir kültürle temasa geçtiği
zaman özellikle güçlü veya egemen kültür, göreli olarak daha zayıf kültürü etkisi
altına almakta; ancak ondan da belli ölçüde etkilenmektedir.
Bir kültür başka bir kültürle temas sağladığı zaman kültürün maddî
unsurlarındaki değişimi manevî unsurlardaki değişim izler. Maddî kültürdeki bir
değişimi manevî kültürdeki değişimin izleyememesi durumunda kültürel
gecikmeden kaynaklanan bir kültürel açık ortaya çıkar. Ancak bu açık uzun süreli
bir açık veya gecikme değildir. Aristo’nun dediği gibi “Doğa boşluk kabul etmez.”
gerçeğinden hareketle, kişi ya kültürün maddî unsurunu alıp ona göre yaşamaya
başlar veya aldığı maddî unsuru kendisine benzeterek onu benimser (merdaneli
Kültürün kendi içinde çamaşır makinelerinin Anadolu köylerinde yayık olarak kullanılması gibi).
değişmesi, kültür
Kültürün Kendi İçindeki Değişme ve Gelişmeleri
unsurlarının yavaşça
değişmesi, sosyal Kültür değişmeleri konusunda önemli kavramlardan biri kültürleşme,
değişmeye yol açar. kültürleme ve kültürlenmedir. Burada kültürleşme, insanın tüm yaşam evrelerini
kapsayan bir süreçtir. Kültürleşme, insanla çevresi arasındaki kültürel etkileşim
sonucunda ortaya çıkar. Kültürleme, bireyin doğumundan ölümüne kadar
toplumun istek ve beklentilerine uyacak şekilde kendini düzenlemesi ve uyum
yönünde çaba göstermesidir. Kültürlenme, farklı kültürler arasında etkileşim
sonucunda ortaya çıkan bir kültürel değişime durumudur. Farklı bir kültürel
Egemen bir kültürün çevrede yaşamaya başlayan bireyin kendi kültüründe bulunmayan yeni
daha zayıf bir kültürü alışkanlıklar edinmesi kültürlenmedir. Özellikle göç durumlarında bir bireyin
etkisi altına alması, onu kendine özgü kültürü, karşılaştığı yeni kültürden etkilenerek değişimler meydana
kendi içinde eritmesi
gelir. Bu değişimi sağlayan şey, karşılaştığı bu yeni kültürün öğeleridir.
şeklinde olursa buna
asimilâsyon denir. Kültür değişmelerinde önemli kavramlardan biri de kültürel yayılmadır.
Kültürel yayılma belli bir kültürü bilinçli çabalarla başka topluma kazandırma
çalışmasıdır. Geçmişte ve bugün misyonerler, tüccarlar ve diğer göçmen gruplar
aracılığıyla yayılan popüler kültür, günümüzde ise özellikle kitle iletişim araçları
aracılığıyla toplumların otantik kültürlerini ortadan kaldırarak kozmopolit bir
küresel kültür ortaya çıkarmaktadır. Kültürel yayılma bir bakıma yeni bir kültür
kazandırma faaliyeti değildir; aksine doğal ve toplumsal çevrenin denetimini
kolaylaştırmak için yürütülen kültürsüzleştirme durumudur.

105
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Kültür ve Davranış İlişkisi

Serbest Kültür Değişmesi


Kültür değişmeleri iki şekilde olur. Bunlardan biri serbest kültür değişmeleri,
diğeri zorunlu kültür değişmeleridir. Serbest kültür değişimi, farklı kültürel yapılara
sahip toplumların karşılaşması durumunda yaptıkları kültürel alışveriştir. Serbest
kültür değişimi aynı zamanda bir kültürün eğitim, teknolojik ve ekonomik
gelişmeler sonucunda kendi içinde serbestçe değişmesi anlamına gelir.

Zorunlu Kültür Değişmesi


Zorunlu kültür değişmesi, bir toplumun başka bir toplumu hâkimiyeti altına
almasıyla, kendi değerlerini, inancını ve topyekûn kültürünü diğer topluma kabul
ettirmesidir. Zorunlu kültür değişmesi bazen bir toplumda iktidar erkini ele
geçirmiş bir grubun üstten aşağıya doğru, yabancı bir kültürü veya bunun belirli
unsurlarını, çoğunluğa rağmen, toplumun geneline kabul ettirmeye çalışması
şeklinde ortaya çıkar [22]. Egemen bir kültürün daha zayıf bir kültürü etkisi altına
alması, onu kendi içinde eritmesi şeklinde olursa buna asimilâsyon denir.
Zorunlu kültür değişmeleri, çoğunlukla şu yollarla gerçekleşebilir:
 Bir toplumun, başka bir toplumu işgal etmesiyle kendi kültürünü zorla
benimsetmesi (emperyalist yöntem)
 İktidar gücünü ele geçiren bir ihtilâlcı grubun sosyal, ekonomik, kültürel ve
siyasî anlayışlarını veya ideolojilerini topluma zorla benimsetmeye
Kültür bir bireyin her çalışması
tür bilgisini, inancını,
değerlerini, Kültür ve Davranış İlişkisi
alışkanlıklarını, tutum
Kültürle davranış arasındaki ilişkiden önce, kültürle inanç arasındaki ilişki
ve davranışlarını içine
alır. üzerinde durmak gerekir. İnanç kelime anlamı itibarîyle bir düşünceye gönülden
bağlı olmak demektir. Burada bağlanılan şey kültürde olduğu gibi maddî (servet,
zenginlik, mevki makam) ya da manevî bir şey (statü, itibar, din) olabilir.
Dolayısıyla kişinin inancı gereği değerli gördüğü tüm maddî ve manevî faktörler
aynı zamanda onun kültürünün parçasıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi kültür,
bir bireyin veya bir toplumun sahip olduğu tüm maddî ve manevî değerlerinden
oluşur. Kültür bir bireyin her tür bilgisini, inancını, değerlerini, alışkanlıklarını,
tutum ve davranışlarını içine alır.
Her toplumun kendine özgü inançları ve değerleri vardır ve bunlar o
toplumun kültürünün öğeleridir. Bunlar aynı zamanda bir kültürü diğerinden
ayıran manevî kültür unsurlarıdır. Bir kültür başarı göstermeyi yüceltirken, başka
bir kültür adaletli veya kahramanca bir davranışı daha fazla yüceltebilir. Bir
kültürde özgürlük serbestlik şeklinde anlaşılırken, başka bir kültürde özgürlük
sorumluluk tarzında anlaşılır ve bütün bu anlayış farklılıkları kişinin inancına yansır.
İnançlar ise davranışın temelinde yatan en önemli faktörlerden biridir.

106
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Kültür ve Davranış İlişkisi

Bireysel Etkinlik
•Genel kültür, toplumu oluşturan bireylerin kültürlerinin toplamından
mı ibarettir, yoksa genel kültür toplumu oluşturan bireylerin
kültüründen farklı mıdır? Çevrenizde farklı alt kültürlerden gelen
insanlarla konuşarak kendi alt kültürünüzle onlarınkiler arasındaki
farkları ve söz konusu farklılığın kaynağını tespit etmeye çalışın.

107
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Kültür ve Davranış İlişkisi

•KÜLTÜR KAVRAMI VE ANLAMI: Kültür, bir toplumun tarihsel süreçte edindiği


tüm maddi ve manevi değerler bütünüdür. Taylor’a göre kültür, insanın bir
toplum üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlâk, hukuk ve törelerle her
türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.
KÜLTÜRÜN ÖZELLİKLERİ : Kültürel norm ve kalıpların özellikleri şunlardır:
Özet
Evrensellik, toplumsallık, süreklilik, tarihsellik, öğrenilirlik, kalıtsallık,
devingenlik ve değişkenlik, fonksiyonellik, birlik içinde çokluk, yayılma,
görelilik, rasyonel olmama, sembolik olma.
KÜLTÜRÜN UNSURLARI
Kültürü oluşturan unsurlar şunlardır: Aile, dil, eğitim, ekonomi ve teknoloji,
sanat, inançlar, değerler ve normlar, normlar, devlet, adetler (ritüeller). Örgüt
kültürünü oluşturan farklı unsurlar şunlardır: Liderler ve kahramanlar,
kahramanlar, törenler, simge (sembol)ler, varsayımlar, kurumsal normlar,
artifaktlar, hikâyeler ve efsaneler, kurumun tarihi.
KÜLTÜR TÜRLERİ
•Kültürün; genel kültür, üst kültür veya alt kültür, maddî kültür ve manevî
kültür, bireysel kültür, ulusal ve evrensel kültür gibi türleri bulunmaktadır.
Bireysel Kültür ve Toplumsal Kültür: Bireysel kültür, bireyin içine doğduğu
genel kültürden aldığı somut ve soyut değerler bütünüdür. Toplumsal kültür
veya genel kültür ise bir toplumu oluşturan bireylerin paylaştıkları duygu,
düşünce, davranış ve inançlardan oluşan kalıplar, normlar ve değerlerin
toplamıdır. Milli (Ulusal) ve Evrensel Kültür: Kültür özü ve içeriği itibarîyle
özeldir; bireye ve topluma hastır. Törenler, alışkanlıklar, mimarî ve sanat
eserleri, barınma ve giyinme biçimleri toplumlara örgüdür. Evrensel kültür, bir
çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde hâkim olan, diğer kültürlere
baskın çıkan herhangi bir “çoğul kültür”dür. Genel (Milli) Kültür: Genel kültür,
özel bir toplumun genel alışkanlıkları, değerleri, inançları, sanat ve mimarî
şekilleri, kısaca somut ve soyut tüm değerlerini ifade eder. Alt Kültür: Alt
kültür, bir topluma hâkim olan genel kültür veya üst kültürden farklılık
gösteren ve azınlık gruplarınca benimsenen kültürdür. Maddî Kültür ve
Manevî Kültür: Kültürün maddî ve manevî olmak üzere iki yönü vardır. Birincisi,
insanın kendi eseri olan yapılar, teknikler, yollar, üretim ve ulaştırma vasıtaları
gibi gözle görülür unsurlardan ibaret maddî kültür unsurlarıdır. İkincisi, bir
milleti millet yapan ve onun kimliğini belirleyen örfler, adetler, inanç ve
değerlerden meydana gelen manevî kültür unsurlarıdır. Karşı Kültür: Hâkim
kültürün genel özelliklerini reddeden ve onunla açıkça çatışmaya giren
toplumsal grupları nitelendiren kültüre “karşı kültür” denir. Post Figüratif,
Cofigüratif ve Prefigüratif Kültür: Post figüratif kültür, sonradan öğrenilen
kültürdür. Cofigüratif kültür (eşzamanlı oluşan kültür), bireylerin çağdaşları ile
birlikte öğrendikleri kültürdür. Prefigüratif kültür, yaşlıların gençlerden
öğrendiği kültürdür.
•KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ ve TÜRLERİ
•İnsana ve topluma ait tüm değerler değiştiği gibi kültür de değişir. Evrende
sabit bir şey yoktur; her şey sürekli bir akış ve oluş içindedir. Kültür değişmesi,
hâkim veya egemen kültürün kendisini değiştiren içsel ve dışsal faktörlerin
etkisiyle kültürel yapıda meydana gelen değişimdir.
•Kültür değişmelerine neden olan faktörler şunlardır: Teknoloji ve ekonomik
faktörler, fiziki çevre faktörleri, başka kültürlerle temas, kültürün kendi
içindeki değişme ve gelişmeleri.
•KÜLTÜR VE DAVRANIŞ İLİŞKİSİ
•Kültürle davranış arasındaki ilişkiden önce, kültürle inanç arasındaki ilişki
üzerinde durmak gerekir. İnanç kelime anlamı itibarîyle bir düşünceye
gönülden bağlı olmak demektir. Her toplumun kendine özgü inançları ve
değerleri vardır ve bunlar değişince davranışlar da değişir.

108
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Kültür ve Davranış İlişkisi

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Kültür konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Kültür, öğrenilir.
b) Kültür, değişmezlik özelliğine sahiptir.
c) Kültür, toplumsaldır.
d) Kültür, kurallar sistemidir.
e) Kültür, ihtiyaç gidericidir.

2. Gençlik çetelerinin oluşturduğu ortak davranış biçimleri aşağıdakilerden


hangi kültür kapsamındadır?
a) Genel kültür
b) Alt kültür
c) Maddî kültür
d) Karşı kültür
e) Önceden oluşan kültür

3. Bireyin doğumundan ölümüne kadar toplumun istek ve beklentilerine


uyacak şekilde kendini düzenlemesi ve uyum yönünde çaba göstermesine
ne ad verilmektedir?
a) Kültürleşme
b) Kültürleme
c) Kültürlenme
d) Kültürel yayılma
e) Kültürel değişme

4. Farklı kültürler arasında etkileşim sonucunda ortaya çıkan bir kültürel


değişme durumuna ne ad verilmektedir?
a) Kültürel yayılma
b) Kültürleşme
c) Kültürleme
d) Kültürlenme
e) Kültürel değişme

5. Hâkim kültürün genel özelliklerini reddeden ve onunla açıkça çatışmaya


giren toplumsal grupları nitelendiren kültüre ne ad verilmektedir?
a) Alt kültür
b) Yan kültür
c) Üst kültür
d) Asimilasyon
e) Karşı kültür

109
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Kültür ve Davranış İlişkisi

6. Kültürün özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi sayılamaz?


a) Kültür, bireyseldir, kendini yetiştirmiş insana kültürlü denir.
b) Kültür, çocukluktan başlayarak öğrenilir.
c) Kültür, günün koşullarına göre değişebilir.
d) Kültür, bir kurallar sistemidir.
e) Kültür, teknoloji ile ilgilidir.

7. “Büyüklerin yanında sigara içilmez.” şeklinde yerleşmiş olan kültür,


aşağıdakilerden hangisi için örnek teşkil eder?
a) Genel kültür
b) Alt kültür
c) Maddî kültür
d) Karşı kültür
e) Önceden oluşan kültür

8. Türk kültürü denildiğinde bu kavram hangi tür kültür kapsamındadır?


a) Genel kültür
b) Alt kültür
c) Maddî kültür
d) Karşı kültür
e) Önceden oluşan kültür

9. Belli bir kültürü bilinçli çabalarla başka topluma kazandırmaya ne ad verilir?


a) Kültürel yayılma
b) Kültürleşme
c) Kültürleme
d) Kültürlenme
e) Kültürel değişme

10. Yaşlıların gençlerin yarattığı kültürel değerleri öğrenip benimsemesine ne


ad verilir?
a) Prefigüratif kültür
b) Postfügüratif kültür
c) Cofügüratif kültür
d) Birlikte değişme
e) Kültürel aktarım

Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.b, 4.d, 5.e, 6.a, 7.a, 8.a, 9.a, 10.a

110
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Kültür ve Davranış İlişkisi

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]Güngör, E. (1980). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ankara: Töre Devlet
Yayınevi
[2]Bowditch, J. L. and Buono, A. F. (2001). A Primer on Organizational Behaviour.
(Fifth Edition). New York: John Wiley & Sons, Inc
[3]Bilgiseven, A. K. (1995). Genel Sosyoloji, 5. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi
[4]Turhan, M. (1994). Kültür Değişmeleri (Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Teknik),
İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
[5]Doğan, Ö. (2000). Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İstanbul: İnkılâp Kitabevi
[6]Erdogan, İ., (1997). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İ.Ü.İsletme Fakültesi,
[7]Fichter, J. (2002). Sosyoloji Nedir? (Çev. Nilgün Çelebi), İstanbul: Anı Yayıncılık
[8]Erkal, M. E. (2006). Sosyoloji (Toplum bilimi), 13. Basım, İstanbul: Der Yayınları
[9]Eroğlu, F. (2010). Davranış Bilimleri,10. Basım, İstanbul: Beta Yayınları
[10]Gökâlp, Z. (1994). Türkçülüğün Esasları, İstanbul: İnkilâp Yayınları
[11]Erdoğan, İ. (2004). “Popüler Kültürün Ne Olduğu Üzerine”, Ankara: MEB
Yayınları
[12]Bozkurt, G. (1985). Kültür Konusu ve Sorunlarımız, İstanbul: Remzi Kitabevi
[13]Latouche, S. (1993). Dünyanın Batılılaşması, (Çev. Temel Keşoğlu), İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
[14]Malinowski, B. (1990). İnsan Ve Kültür, (Çev: Fatih Gümüş), Ankara: Verso
Yayınları
[15]Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü),
Bilim Ve Sanat
[16]Özkalp, E. (1993). Sosyolojiye Giriş, 6. Baskı, Eskişehir: A.Ü.Yayını
[17]Turhan, M. (1994). Kültür Değişmeleri (Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Teknik),
İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
[18]Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (1990), Kültür Kavramı, Cilt 2, İstanbul: Risale
Yayınları
[19]Meriç, C. (1986). Kültürden İrfana, İstanbul: İnsan Yayınları
[20]Mills, C. W. (1979). Toplumbilimsel Düşün, (Çev., Ü. Oskay), Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları
[21]Moles, Abraham A. (1983). Kültürün Toplumsal Dinamiği, (Çeviren: Nuri
Bilgin), İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları
[22]Triandis, H. C. (1994). Culture and Social Behavior. New York: McGraw Hill.

111
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
ÖĞRENME VE ÖĞRENME
KURAMLARI

• Öğrenme Kavramı
İÇİNDEKİLER

• Öğrenmenin Özellikleri
• Öğrenme Şekilleri
• Öğrenme Kuramları
DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Hasan TUTAR

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Öğrenme kavramını
HEDEFLER

tanımlayabilecek,
• Öğrenme kuramlarını bilebilecek,
• Öğrenmenin insan yaşamındaki
önemini kavrayabilecek,
• Öğrenme ilkelerini bilebilecek,
• Örgütsel öğrenme kavramını
tanımlayabileceksiniz.
ÜNİTE

6
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

anlama

öğrenme yorumlama
kavramı
bilme

imgeleme

aktiflik deneme

kavramsallık

öznellik
öğrenmenin
özellikleri
durumsallık
ÖĞRENME ve ÖĞRENME

duygusallık
algılayarak öğrenme
KURAMLARI

sosyallik

gözleyerek öğrenme

taklit yoluyla
öğrenme

öğrenme model alarak


şekilleri öğrenme

klasik koşullanma

edimsel koşullanma

davranışsal kuramlar bağlantı kuramı

bağlaşımcılık kuramı
nörofizyolojik
kuramlar sistematik davranış
kuramı
duyuşsal kuramlar

öğrenme işitsel öğrenme


kuramları
gestalt kuramı
bilişsel kuramlar

sosyal bilişsel
öğrenme

113
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

GİRİŞ
Öğrenme bilişsel bir süreçtir; dolayısıyla öğrenme sistemi, bilişsel sistemin
bir benzeridir. İnsan öğreneceği davranışı önce anlar, sonra yorumlar, daha sonra
da sınar. Sınama sonunda kendi gücüne dönüştürdüğü güçle düşünce üretir.
Öğrenme; kurumsal düşüncelerden, uygulama ve tecrübelerden elde edilen
bilgilerle insan inançlarını, değerlerini, tutum ve davranışlarını değiştirme sürecidir.
Şu halde, öğrenme sonucu bilgi ve tecrübe birikimi olmaktadır.
Öğrenme, bir değişim aracı ya da değişimin sonucunda varılan sonuçtur.
Daha çok eğitim sürecinde bir keşif, bir aşamadır. İnsanın öğrenmesini tanımlamak
zordur. Bu zorluğu yenmek için pek çok çalışma yapılmakta ve kuramlar
geliştirilmektedir. Öğrenmeye sistemli yaklaşım, öğrenme sürecinin sistemli bir
süreç olduğunu varsayar. Öğrenme yeni alışkanlıklar kazanmak için herhangi bir
durum karşısında tepkilerin düzenleniş süreci olarak tanımlanabilir. Öğrenme
insan özelliklerinin sonradan edinilmiş bütün yanlarını kapsar.
Öğrenme, bireyin zihinsel çabası veya deneyimlerine bağlı olarak ortaya
çıkan ve davranışlarda kalıcı izleri olan değişmedir [1]. Öğrenme sürecinde
Öğrenme, bireyin davranıştaki değişme, tekrar sonucu gerçekleşir. Sürecin sonucunda bireyin
zihinsel çabası veya çevreye uyum yeteneği artar. Ayrıca öğrenme sürecinde birey pasif değil, aktif
deneyimlerine bağlı olarak rol oynar. Öğrenme bir süreci kapsar. Bireyle çevresi arasındaki etkileşim
olarak ortaya çıkan ve onda her zaman iz bırakmaz; ancak etkileşim öğrenme sağlıyorsa bireyin
davranışlarda kalıcı
davranışlarında kalıcı etki olur. Kısaca etkileşimin öğrenme sağlayabilmesi için
izleri olan değişmedir.
yaşantı eşiğine, yani kişinin farkındalık düzeyine hitap etmesi gerekir. Öğrenme
kuramlarının üzerinde durduğu temel soru, öğrenmenin nasıl gerçekleştiğidir.
Öğrenme kuramları bu soruyu farklı açılardan incelemektedir

ÖĞRENME KAVRAMI
Öğrenme bilgi ve davranış kazanma sürecidir. Bilgi ise bireyin dış dünyadaki
olayları algılama, işleme, değerlendirme ve muhakeme etmesi sonucunda zihninde
ürettiği anlam olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre bilginin, dolayısıyla
öğrenmenin oluşabilmesi için bilgiye ihtiyaç vardır. Davranışçı öğrenme kuramı
öğrenmeyi bir uyarıcı-tepki ilişkisi olarak görürken; bilişsel kuramlar öğrenmenin
basitçe bir uyarıcı-tepki ilişkisinden farklı olduğunu, sürece organizmanın ve onun
zihinsel fonksiyonlarının dâhil olduğunu belirtmişlerdir.
Öğrenme; insanın gözlemleri, deneyimleri veya okuma, dinleme ve izleme
gibi çeşitli etkinlikleri sonucunda çevresine ait veriler toplaması ve o verilere
zihninde bir anlam yüklemesi sürecidir [2]. Bireyin öğrenme sürecine aktif olarak
katılımlarını ve öğrenme etkinliklerinin onların tecrübe ve yaşantılarıyla
ilişkilendirilmesini gerektirir. Öğrenmenin oluşabilmesi için bireyin yeni olayları
veya olguları zihninde daha önce öğrendikleri ile ilişkilendirmesi gerekir. Öğrenme,
kavram olarak değişme kavramını da içerdiğinden, davranıştaki her değişim
sürecinde oluşan öğrenmeye, öğrenme süreci adı verilir.

114
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Burton öğrenmeyi, bireyde, çevresiyle etkileşimi sonucu oluşan, bir


gereksinmeyi karşılayan ve onun çevresiyle baş edebilir hale gelmesini sağlayan bir
değişim olarak tanımlamaktadır. Haggard’a göre öğrenme, yaşantının sonucunda
davranışta meydana gelen değişmedir. Bilgi, beceri ve anlayış edinme; yeti ve
yetenekleri geliştirme etkinliği olarak tanımlayabileceğimiz öğrenme, organizmada
davranış değişikliği yoluyla kalıcı izler bırakan bir süreçtir.
Öğrenme ile ilgili tanım ve açıklamalar, öğrenme eyleminin bazı ortak
noktalarının olduğunu göstermektedir. Bunlar;
 Yaşantı ürünü olması,
 Kalıcı olması,
 Davranış değişikliğinin meydana gelmesi,
 Bir süreci içermesidir.

Öğrenmenin Öğrenme sonucunda kişinin davranışlarında kalıcı etkiler meydana gelir.


gerçekleşmesi için Bilindiği gibi davranış organizmanın bir etkiye karşı bilişsel süreçler sonucunda
öğrenmenin içeriğine
ortaya koyduğu tepkidir. Bu davranışlardan bir kısmı öğrenmenin sonucunda
uygun bir olgunluk
düzeyinde bulunmak ortaya çıkmaz; bilinçdışı olarak meydana gelir. Ayrıca bunlar eğitimle de
gerekir. değiştirilemezler. Örneğin; göz bebeğinin şiddetli ışıkta küçülmesi, az ışıkta
büyümesi bilinç dışı hareketlerdir (refleks). Dolayısıyla bunları öğrenme sonucu
kazanılan davranışlardan ayırmak gerekir.
Öğrenme belli bir süreci kapsayan zihinsel bir etkinliktir. Bu süreçte
öğrenmeyi etkileyen birçok faktör vardır. Her şeyden önce öğrenmenin olabilmesi
için öğrenenin buna hazır olması gerekir. Bir organizmanın istenilen davranışı
göstermesi, daha doğru bir ifadeyle öğrenebilmesi için gerekli biyolojik alt yapıya
sahip olması gerekir. Buna kısaca türe özgü hazır oluş denir. Öğrenme sürecini
etkileyen diğer bir faktör de olgunlaşma durumudur. Öğrenmenin gerçekleşmesi
için öğrenmenin içeriğine uygun bir olgunluk düzeyinde bulunmak gerekir.
Öğrenmeyi etkileyen diğer bir faktör genel uyarılmışlık halidir.
Organizmanın öğrenebilmesi için uyarıcıları algılayabilmesi ve değerlendirebilmesi
gerekir. Uyarılmak için öncelikle zihinsel uyanıklık düzeyinde bulunması ve
uyaranların algı eşiğini aşması gerekir [3]. Öğrenme sürecinde kişi önceki
öğrenmelerinden etkilenir. Buna göre her yeni öğrenme öncekinin etkisinde
gerçekleşir. Öğrenme sürecinde önceki öğrenmelerin sonrakileri etkilemesi,
aktarım (transfer) olarak adlandırılır.
Örnek

•İnsanlar kabul etmedikleri sürece onlara herhangi bir şey


öğretilemez mi? Zorla güzellik olmaz mı? Bu soruların
cevaplarını çaresizliği öğrenme veya teknik adıyla öğrenilmiş
çaresizlik, cam tavan ve cam duvar sendromlarıyla birlikte
düşünmek gerekir.

115
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Öğrenmenin aynı zamanda kişinin yaşıyla da ilgisi vardır. Yaş, belli bir
davranışın sergilenebilmesi için biyolojik yapının uygun zaman dilimini gösterir.
Dolayısıyla öğrenme için uygun yaşta olmak gerekir. Yaşın öğrenmeyi etkileyen bir
faktör olması öğrenme hızıyla da ilgilidir. İnsanların genç yaşlarında öğrenme
hızları ile yaşlılıklarındaki öğrenme hızları farklıdır.
Öğrenme süreci aşağıdaki aşamaları kapsar:
Anlama aşaması: Öğrenme süreci, öğrencinin kendisine gösterileni
algılaması ile başlar. Önce öğrenen hedef davranışı iyi algılamalıdır. Hedef
davranış, insanın trafik kurallarına uygun davranan bir yaya olmasıysa, bu hedefin
ne olduğunu neye yaradığını, niçin gerektiğini ve benzeri yönlerini
anlayabilmelidir.
Yorumlama aşaması: Yorumlama aşamasında kişi, gösterilen hedef davranış
ile öğretilenlerden algılayabildiklerini irdelemeye çalışır. Bu süreçte kişi; içinde
Öğrenme sürecinde bulunduğu koşulları tek tek gözden geçirir, bunları birbirleriyle karşılaştırır,
birey elde ettiği yeni dikkatini hedef davranışa, öğrenmeye ve parçalarına yöneltir, hedef davranış ve
bilgilere kendilerine
öğrendikleri ile yaşantıları arasında bağlantılar kurar, hedef davranış ve
özgü bir anlam
öğrendikleri arasında karar verir, yorumlama aşamasıyla öğrendiklerini sınar.
yüklemektedir.
Öğrenmenin imlerini yakalama: İm (ipucu), öğrenmeyle gelen bir uyaranın
insana ne yapacağını, nasıl yapacağını üstü kapalı olarak gösteren ipucudur. İnsan,
öğrenme sürecinde birçok uyaran alır. Bu uyaranlar, yapılacak tepkiyi üstü kapalı
olarak imler. İmler, uyaranın parçalarıdır.
Yorumlamada kararsızlık: Öğrenme sürecinin yorumlama aşamasında insan,
kararsızlığa düşebilir. Kararsızlık, kimi kez insanı zorlayarak öğrenmeden
vazgeçirebilir; bazen de yorumlama aşamasını gereğinden fazla uzun sürdürebilir.
Öğrenmeyi sınama aşaması: Sınama; insanın sunulan bilgi, beceri ve tutumu
öğrenmek için yaptığı gözlenebilir davranışlarıdır. Yorumlama, öğrenme için ne ve
nasıl yapılacağıyla ilgili kararların uygulamaya konulmasıdır. Sınamayla insanın
öğrenim görevini yorumlaması bitmiş değildir. İnsan, sınama aşamasında
öğrendiklerini yorumlayarak yeni kararlar alır.
Öğrenme sisteminin çıktısı: İnsan, öğrenme sürecinde anlama, yorumlama
ve sınama aşamalarını geçerek, öğrenmenin ürününü (öğrenilen) elde eder.
Öğrenmenin ürünü, öğrenen kişinin davranışlardaki değişimle kendini gösterir.

ÖĞRENMENİN ÖZELLİKLERİ
Öğrenme sürecinde birey elde ettiği yeni bilgilere kendilerine özgü bir anlam
yüklemektedir [4]. Dolayısıyla bireyin öğrenmesi, kendisine sunulan bilgilerin ham
biçimiyle değil bu bilgileri kendi zihninde yapılandırdığı biçimiyle
gerçekleşmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, öğrenmenin doğasına ilişkin
olarak, yapısalcı teori, aşağıdaki temel öğrenme ilkelerini ileri sürmektedir:
Öğrenme aktif bir eylemdir. Pasif bir bilgi ve deneyim alma süreci değil aktif
bir anlam oluşturma sürecidir.

116
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Öğrenme kavramsal bir değişmeyi içerir. Bireyin çeşitli kavramlar ile ilgili
önceki anlayışını daha geçerli hale getirmek için onu yeniden yapılandırır.
Öğrenme özneldir. Öğrenme bireyin öğrendiklerini çeşitli semboller,
metaforlar, imgeler, grafikler veya modeller yoluyla içselleştirmesidir.
Öğrenme durumsaldır. Çevresel şartlara göre şekillenir. Öğrenciler, egzersiz
yapmaktan ziyade, gerçek hayat problemlerine benzer nitelikteki problemleri
çözmeyi öğrenirler.
Öğrenme duygusaldır. Zihin ve duygu birbiriyle ilişkilidir. Dolayısıyla
öğrenmenin doğası; bireyin kendi becerileri hakkında sahip olduğu görüşler ve
farkındalıklar, öğrenme amaçlarının açıklığı, kişisel beklentiler ve öğrenmeye karşı
olan motivasyonundan etkilenir.
Öğrenme sosyaldir. Öğrenme, bireyin düşüncesini paylaşmak, bilgi
alışverişinde bulunmak ve problemleri iş birliğine dayalı olarak çözümlemek üzere
Öğrenme olgusunun başkalarıyla olan etkileşimleri sayesinde gelişir.
tüm yönlerini açıklayan
Öğrenmenin niteliği, öğrenme sürecinde önemlidir. Öğrenme işinin zorluk
bir tek kuram henüz
geliştirilmiş değildir. bakımından öğrenenin gelişimsel düzeyine uygunluğu, öğrenenin ihtiyaçlarıyla
ilişkili olup olmadığı veya gerçek hayatla bağlantılı olup olmadığı gibi. Öğrenme
gelişimseldir ve bireyin sosyal, fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimi ile doğrudan
ilgilidir. Öğrenme süreklidir ve öğrenme değişmek demektir.

ÖĞRENME ŞEKİLLERİ
Öğrenme, bireyin çevresiyle etkileşimi sonucunda belli bir olgu, olay veya
durum ile ilgili olarak bilgisini, anlayışını veya davranışını değiştirme sürecinden
oluşur. Buna göre öğrenme şekillerini aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Algılama yoluyla öğrenme: Bireyin dış dünyadaki nesneler hakkında duyu
organları yoluyla duyumsadığı mesajların beyinde yorumlanması ve anlam
kazandırılmasıdır. Ancak bu mesajların anlamları, bireyin bilgiyi algılamasına bağlı
olarak, her birey için farklı olabilir. Örneğin; Ayşe, çok fazla acılı biber sosu
kullanılarak hazırlanmış bir yemeğin tadına baktığında, “berbat” diyerek bir bardak
su için musluğa koşar. Aynı yemeğin tadına bakan Aslı ise, büyük bir hoşnutluk
edasıyla gülümser ve “harika” der. Görüldüğü üzere, Ayşe ve Aslı’nın acılı biber
sosunun tadı hakkında algıları farklıdır.
Gözlem ve taklit yoluyla öğrenme: Basit olarak bireyin çevresinde gelişen bir
olayı veya davranışı gözlemlemesi ve onu olduğu gibi taklit etmesidir. Örneğin;
babasının dişlerini fırçaladığını fark eden Hülya, “Ben de aynısını yapmak
istiyorum.” der. Babası Hülya’ya bir diş fırçası verir ve “Şimdi beni seyret ve
yaptığımı sen de yap.” der. Bu kişinin taklit yoluyla öğrenmesini sağlar.
Model alma yoluyla öğrenme: Bu öğrenme, bireyin kendi çevresinde değerli
olarak gördüğü bir tutumu veya davranışı örnek almasıdır. Örneğin; henüz ana
sınıfında bulunan Filiz, sınıfındaki bir öğrencinin silgisini diğer bir öğrenciyle
paylaşmasından ötürü öğretmen tarafından takdir edildiğini fark eder. Bu
gözlemden hareketle Filiz, eşyalarını diğerleri ile paylaşmaya karar verir.

117
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

ÖĞRENME KURAMLARI
Öğrenme nedir ve nasıl gerçekleşmektedir? Bu soruları cevaplandırmak için
çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bilim adamları öğrenme olgusunu açıklamak için
çeşitli kuramlar geliştirmişlerdir. Bu kuramlarda öğrenme eyleminin hangi
koşullarda ve ne şekilde meydana geldiğini açıklamaya çalışmışlardır. Her kuram
öğrenme olgusunu farklı yönden incelemiştir. Kimi öğrenmeyi sadece davranışsal
süreçlerle açıklarken kimi bilişsel olarak, kimi öğrenmeyi bilgi işlem eylemi olarak
görürken kimi de nöro fizyolojik olarak ele almaktadır. Öğrenme olgusunun tüm
yönlerini açıklayan bir tek kuram henüz geliştirilmiş değildir. Aşağıda Şekil.6.1.’de
öğrenme kuramları gösterilmiştir:

ÖĞRENME
KURAMLARI

Davranışsal Bağlaşımcılık Bilişsel Duyuşsal Norofizyolojik


Kuramlar Kuramı Kuramlar Kuramlar Kuramlar

Şekil.6.1. Öğrenme Kuramları

Davranışçı Kuramlar
Davranışçı kuramlardan biri İvan Pavlov’a (1849-1936) ait klasik
koşullanmadır [5]. Rus fizyolog Pavlov fizyolojik araştırmalarının büyük bir kısmını
köpeklerin koşullanmaları üzerine yapmıştır. Diğer birçok araştırmanın
yapılmasında olduğu gibi Pavlov’un araştırması da rastlantı sonucu ortaya
çıkmıştır. Bir gün Pavlov, üzerinde araştırma yaptığı bir köpeğin boş yemek
çanağını görünce, kendisine yemek veriliyormuş gibi salgı ürettiğini gözlemiştir.
Olayı daha olarak incelemek isteyen Pavlov, köpekler üzerinde koşullama deneyi
Klâsik koşullanma, yapmaya karar vermiştir. Klâsik koşullanma söz konusu kararın sonucunda
Pavlov'un zil sesi ve yürütülen bir dizi araştırmayı kapsamaktadır. Bu araştırmalarda doğal uyarıcı ile
köpeğin tükürük
koşullu uyarıcının beraber verildiği her durumda organizmanın iki uyarıcı
salgılaması üzerine olan
deneyleriyle geliştirdiği arasındaki ilişkiyi öğrendiği görülmüş ve buna kazanma adı verilmiştir.
yaklaşımdır. Klâsik koşullanma, Pavlov'un zil sesi ve köpeğin tükürük salgılaması üzerine
olan deneyleriyle geliştirdiği yaklaşımdır. Edimsel (Operant) koşullanma ise
organizmanın gösterdiği davranışın pekiştirilerek tekrar edilme olasılığının artacağı
varsayımına dayanır. Operant koşullanma klâsik koşullanmadan farklı olarak,
organizmayı çevresel faktörlerle etkileşim içinde görür. Gözlem Yoluyla Öğrenme
veya diğer adıyla Sosyal Öğrenme Kuramı’na göre ise insan davranışları sadece
pekiştirmeler yoluyla biçimlendirilmez; aksine öğrenme bilişsel, davranışsal ve
çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimleriyle gerçekleşen karmaşık bir süreçtir.

118
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Klâsik koşullama kuramı (Pavlov)


Koşullanma, bir canlının yaşamını sürdürecek yiyecek, su gibi temel
ihtiyaçlarının karşılanmasını güvenceye alan ışık, ses, koku gibi uyaranları
öğrenmesidir. Klâsik koşullanma şu varsayıma dayanır: Eğer insana ihtiyaçlarını
karşılayan doğal uyarıcıyla birlikte doğal olmayan bir uyarıcı verilirse, bu uyarıcıya
yapılan tepki ile insanın ihtiyacı karşılanırsa ve bu deney birçok kez yenilenirse,
doğal uyarıcı verilmeksizin, doğal olmayan uyarıcı verildiğinde insan buna doğal
uyarıcıymış gibi tepkide bulunur. Bu deney sonunda insan doğal olmayan uyarıcıya
koşullanır ve doğal uyarıcıya gösterdiği tepkiyi yineler. Buna koşullu tepki denir.
Davranışçı öğrenme yaklaşımı İvan Petrovich Pavlov ve izleyicisi Amerikalı
bilim adamı, John B. Watsona’a dayanmaktadır [6]. Bu yaklaşım öğrenmeyi, “bir
uyarı alma ve o uyarıya bir reaksiyon-tepki hazırlama” olarak algılamaktadır.
Pavlov, uyarıcı-tepki ilişkilendirme deneylerinde refleksif davranışların
oluşmasında dış uyarıcıların etkili olabileceğini ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Köpeklerle ilgili deneyinde, köpekleri beslediği zaman onların salya ürettiğini fark
eder. Köpekler yiyeceği görür görmez salya üretmektedirler. Pavlov, daha sonra
köpeklere yiyecek verirken zil çaldığında ve bu durumu da birçok kez tekrar
ettiğinde, artık köpeklerin yiyecek olmadan da sadece zil sesine (koşullu uyarıcı)
bile salya salgıladığını fark eder. Pavlov’a göre, köpekler zil sesine şartlanmışlardır.
Pavlov’un bu deneyi, davranışçı öğrenmede uyarıcı-tepki ilişkisini doğurmuştur.
Klâsik koşullamacılar, zil ile salya arasındaki bağı “öğrenme” olarak
tanımlamaktadır.
Örnek

•Pavlov'un klasik koşullanma kuramını binlerce yıldan beri


kültürümüzün bir parçası olan "ayı oynatma" ve kaval çalarak
hayvanlara su verme geleneği çerçevesinde düşündüğümüz
zaman Pavlov'dan öğrendiğimiz yeni bir şey olmadığını kolaylıkla
anlarız.

Klasik koşullanma kuramı nötr bir uyarıcının (zil sesi), doğal koşullarda bir
tepkiyi meydana getirme gücünde olan bir uyarıcı (köpeğe verilen et) ile birlikte
verilmesi durumunda nötr uyarıcının, doğal uyarıcıyla aynı etkiyi (zil sesinin et
olarak algılanması) göstermesidir [7]. Burada aslında anlatılan şey, bir tür koşullu
öğrenmedir. Daha açık bir anlatımla öğrenmenin hangi koşulda gerçekleştiğidir.
Pavlov’un yaptığı deneylere bakınca, aslında bir eşleştirme eyleminden farklı bir
şey değildir. Bu da öğrenme değil terbiye kavramıyla açıklanmalıdır. Zira öğrenme
dediğimiz özünde kavramları kavrama, bunlarla yeni düşünceler üretebilmedir.
Koşullu uyarıcılar
birbirine çok yakın olsa Pavlov’un deney düzeneğinde et, kokusu ve tadıyla tüm köpekleri uyaran
da organizma koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcılar, organizmayı doğal olarak
aralarındaki ayrımı fark uyarabilen ve organizmada tepkiyi otomatik olarak meydana getiren uyarıcıdır.
ederek koşullu tepki Koşulsuz uyarıcıya karşı gösterilen tepki koşulsuz tepkidir. Koşulsuz tepki
göstermez.

119
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

göstermek için koşullanmak veya koşullu bir uyarıcının (zil sesi) olması gerekmez.
Organizma, koşulsuz uyarıcıya otomatik olarak koşulsuz tepki gösterir.
Düzenekte ete tepkinin sonucunda ortaya çıkan salya, koşulsuz veya doğal
bir tepkidir. Oysa zil sesi et ile ilişkilendirilmeyince veya eşleştirilmeyince sadece
bir sestir ve köpek için nötr uyarıcıdır. Tıpkı yaşamında limonun ekşi ve ağzı
sulandıran özelliğini bilmeyen birinin yanında limon yiyen birini izlerken ağzının
sulanmaması gibi zil sesi de köpekte salyaya neden olmaz. Ancak belli bir zaman zil
sesi etle birlikte çalınmaya başlayınca köpek zil sesiyle et arasında bir ilişki ve
eşleştirme yapacağı için ilişki ve eşleştirmeden dolayı zil sesi eti hatırlatacak, nötr
bir uyarıcı olmaktan çıkarak koşullu bir uyarıcı haline gelecektir. Koşullu uyarıcıya
karşı gösterilen tepkiye ise koşullu tepki (zil sesinin salyaya neden olması) denir.
Klâsik koşullanmanın daha iyi anlaşılması için modeli açıklayan bazı
kavramların bilinmesi gerekir [8]. Bu kavramlardan biri, pekiştirmedir. Klâsik
koşullama kuramında pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etki
(salya)’dir. Hem koşulsuz uyarıcı hem de koşullu uyarıcı pekiştireç rolü görür.
Pavlov düzeneğinde koşulsuz tepki (salya) doğal veya koşulsuz uyarıcıyla birlikte
meydana gelir. Buna birincil pekiştireç denir. Pavlov koşullu tepkiyi (salya)
meydana getiren koşullu uyarıcıya ise (zil sesi) ikincil pekiştireç adını vermektedir.
Klâsik koşullamada ve genel olarak öğrenme eyleminin tümünde organizma,
koşullu uyarıcı benzer durumlara da genelleyerek (tüme varım-indüksiyon) benzer
uyaranlara da aynı koşullu tepkiyi gösterir. Buna uyarıcı genellemesi denir. Ancak
daha uyanık bir bilinçle organizma, benzer uyarıcılar arasında ayrım yaparak
genellemenin tersine bir eylem ortaya koyar [9]. Koşullu uyarıcılar birbirine çok
yakın olsa da organizma aralarındaki ayrımı fark ederek koşullu tepki göstermez.
Buna ayırma denir. Koşullu uyarıcı ve koşullu tepki durumunda insanlar genellikle
olumlu veya olumsuz durumları, alâkasız alanlara da yansıtırlar. Garcia etkisi
denilen bu duruma göre kişi biri hakkında olumlu bir düşünceye sahip ise ondaki
tüm tutum ve davranışları olumlu olarak görür.

Edimsel (Operant) koşullama kuramı (Skinner)


Edimsel (Operant) şartlanmada olumlu sonuç veren bir edimin tekrarlanma
olasılığını arttırmak mümkündür. Bunun için edimin ödüllendirilmesi gerekir. Bu
olumlu veya olumsuz pekiştirmelerle olabilir [10]. Olumlu pekiştirmede, belli bir
Edimsel (Operant)
şartlanmada olumlu davranış kendiliğinden meydana geldiğinde bunu ileride davranışın tekrarlanma
sonuç veren bir edimin olasılığını arttıran kıvanç verici bir olay izler. Buna ödül veya teknik terimle
tekrarlanma olasılığını “olumlu pekiştireç” denir. Olumsuz pekiştirmede ise belli bir davranışı, kişiyi üzen
arttırmak mümkündür. rahatsız edici bir durumun ortadan kalkması izlerse, o zaman bu davranışın
tekrarlanma olasılığı artar. Örneğin; kafeste kalmış bir kedi, kurtulmak için yaptığı
çeşitli davranışlar sırasında rastlantı sonucu kafesi açacak manivelâya basarsa
kafesin kapısı açılacak ve kedi sıkıntıdan kurtulacaktır. İkinci bir kere kafeste kapalı
kaldığı zaman kedinin manivelâya basma davranışı gösterme olasılığı artar.
Edimsel koşullanmanın temelinde yatan düşünce; pekiştirilen davranışlar
devam ettirilirken, pekiştirilmeyen davranışların zamanla sönmesidir. Edimsel
koşullanma kuramının; tepkisel davranış, edimsel davranış, tepkisel koşullanma ve

120
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

edimsel koşullanma olmak üzere dört temel kavramı vardır. Kuramda tepkisel
davranış, bir uyarıcı tarafından oluşturulan davranışlardır ve tüm refleksleri
kapsar. Klâsik koşullamadaki koşulsuz uyarıcıya (et) gösterilen koşulsuz tepki
(salya), edimsel koşullanma kuramında tepkisel davranış olarak görülür.
Kuramın ikinci temel kavramı edimsel davranıştır. Bir davranış sonuçları
tarafından kontrol edilir. Davranıştan sonra kişi haz veya ödül duygusu yaşarsa
davranış tekrar eder, aksi halde davranıştan sonra organizma acı veya elem
duygusu yaşarsa, davranış tekrar etmez. Kuramın diğer bir kavramı olan tepkisel
koşullama, Pavlov’un klâsik koşullaması ile (koşullu uyarıcının koşullu tepkiye
neden olacağı) aynı anlamdadır. Kuramın son kavramı olan edimsel koşullama, iki
bakımdan incelenebilir. Bunlardan ilki, uyarıcı bir pekiştirici tarafından
desteklenirse tepkiler de tekrarlanır. İkincisi ise uyarıcıları destekleyen her
pekiştirme, edimsel tepkinin meydana gelme sıklığını arttırır.
Edimsel koşullanma kuramında iki temel kavram vardır ve bunlar kuramın
anlaşılması bakımından önemlidir [11]. Bunlardan biri kendini gerçekleştiren
(doğrulayan) kehanet, diğeri de batıl davranışlardır. Kendini gerçekleştiren
kehanette kişi çevresindeki insanların kendine karşı tutumlarını olumsuz olarak
değerlendirir ve buna göre davranır. Belli bir süre sonra diğer insanların ona karşı
tutum ve davranışları gerçekten kişinin değerlendirmesinde olduğu gibi olumsuz
olmaya başlar. Böylece kehanet gerçekleşmiş olur. Aslında ortada bir kehanet
yoktur. Kişi çevresindeki insanların kendisini sevmediğini, kendisine karşı kötü
davrandığını düşünürse, belli bir zaman sonra kendisi de algıladığı gibi davranmaya
başlar. Bu durumda çevresindeki insanlar olumsuz davranır.
Kendisinin değer görmediğini, sevilmediğini düşünen kişi, çevresindekilere
olumsuz reaksiyon gösterecek, insanların söylediklerini negatif algılayacak, onlara
Guthrie, bir uyarıcıya
gösterilen tepkinin, aynı şüpheyle yaklaşacaktır [12]. Bir süre sonra da gerçekten çevresi tarafından
veya benzer uyarıcıyla dışlanan ve sevilmeyen bir insan haline gelerek şöyle bir bahane ileri sürecektir:
karşılaşıldığında da “Ben zaten sevilmediğimi biliyordum.” Kendi haklılığının pekiştiğini düşünerek
gösterileceğini ileri kendi davranışları konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapamayacaktır. Pigmalion
sürer. etkisi denilen bu kurama göre sorunun temelinde bireyin yanlış benlik algısı vardır.

Bitişik (bağlantı) kuramı (Watson - Guthrie)


Bağlantı kuramı, insanın bir sorunu çözerken, sınamalara giriştiğini,
sınamaların sonunda sorunun çözümüne yarayan tepkileri alıp, yaramayanları
ayıkladığını, böylece sorunun çözümüne yarayan tepkilerin birbirine bağlanmasıyla
öğrenmenin gerçekleştiğini savunur. Bağlantı kuramına göre öğrenme, sınama-
yanılma süreciyle olur. Bağlantı kuramında insanların uyaran-tepki bağlantılarını
seçmesi ve engellerini ayıklaması önemlidir. Bu kurama göre öğrenmede dört
etken önemlidir. Bunlar; dürtü, im, tepki ve ödüldür.
Dürtü: İnsanın içinden gelen ve onu uyarana karşı tepkide bulunmaya iten
güçtür. Dürtüler çoğunlukla temel güdülere dayanır. Ama uyarana yanıt vermede
öğrenilmiş güdüler de etkilidir.

121
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

İm: Uyarandan gelen ipuçlarıdır. İm, insanın dürtüsünü doyurmak için


yapacağı tepkiyi yönlendirmesine, sınırlandırmasına ve tepkinin yapılmasına
yardım eder.
Tepki: İnsanın dürtüsünü doyurmak için uyarana verdiği yanıttır. Bu yanıtın
doğru seçilmesi ve verilmesi gerekir.
Ödül: İnsanın dürtüsünün doyurulmasıdır. İnsan dürtüsünü doyurduğunda
içine düştüğü dengesiz durumdan kurtularak durulur ve rahatlar.
Watson öğrenmenin, insanın çocukluk, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde
çevresindeki uyarıcılara gösterdiği tepkilerin birleşmesi sonucu koşullanma yoluyla
ortaya çıktığını belirtmektedir. Watson’a göre bir uyarıcıya en son gösterilen
tepkiye benzer tepkiler, en sık gösterilen tepkilerdir. Buna göre Watson öğrenme
sürecinde sadece bitişiklik ve sıklık ilkelerini kabul etmiş, pekiştireçlere veya
ödüllendirmelere yer vermemiştir. Guthrie’ye göre ise öğrenmenin en önemli
hatta tek yasası bitişikliktir. Guthrie, bir uyarıcıya gösterilen tepkinin aynı veya
benzer uyarıcıyla karşılaşıldığında da gösterileceğini ileri sürer.

Bağlaşımcılık Kuramı (Thorndike)


Bilim adamları tutumla davranış arasında korelasyonun zayıf olduğunu
belirtirler. Ancak uyarıcılarla davranış arasında tam bir korelâsyon veya
bağlaşımcılığın olduğunu ileri süren Thorndike, uyarıcı ve davranışın birbirine
nöronal (sinirsel) bir bağla bağlandığını savunur. Thorndike’ a göre öğrenmenin en
temel ilkesi deneme-yanılma yoluyla yapılan öğrenmedir. Bu kuram daha sonra
seçme ve bağlama yoluyla öğrenme olarak da ifade edilmiştir [13]. Organizma,
belli bir amaca ulaşmak istediğinde kendisini amaca ulaştıracak pek çok davranış
sergiler. Bu davranışlardan bazıları onu amacına ulaştırmada diğerlerinden daha
fazla katkı sağlarken, diğerleri onu amacına yaklaştırmaz veya uzaklaştırır.
Thorndike’a göre öğrenme, her şeyden önce büyük sıçramalarla kazanılmaz, küçük
Hull, kuram oluşturma ve istikrarlı adımlar sonucunda gerçekleşir.
anlayışında, varsayımsal
veya mantıksal Edimsel veya araçsal koşullanmada öğrenme, klâsik koşullanmadan ayrılır.
tümdengelim Deneysel çalışmalarla herhangi bir davranışın öğrenilmesinde her zaman
(dedüksiyon) uyarıcının tepki yaratmadığı, çoğu zaman kendiliğinden yapılan davranışlar olduğu
yöntemlerini benimser. ve bu deneme-yanılma türündeki davranışlar sonucunda tekrarlamaların yapıldığı
belirtilmiştir. Bu tür koşullanmaya edimsel veya araçsal koşullanma denilmiştir.
Thorndike, köpekler ve kediler üzerinde sınama-yanılma yoluyla öğrenme
olgusunu araştırmış ve bu öğrenme sürecinde araçsal nitelik gösteren durumları
saptamaya çalışmıştır. Hoşa giden yiyeceğin, öğrenmede araçsallık fonksiyonunu
yerine getirdiğini gören Thorndike, çalışmalarını ilerleyen yıllarda insan üzerinde
yoğunlaştırmış ve ulaştığı sonucu, “Etki Yasası” olarak adlandırmıştır.

Sistematik davranışçı kuram (Hull)


Hull, öğrenmeyi matematiksel bir modelle açıklamaya çalışmıştır. Hull,
kuram oluşturma anlayışında, varsayımsal veya mantıksal tümdengelim
(dedüksiyon) yöntemlerini benimser. Hull’a göre bir davranış sürecinde dışsal bir
uyarıcı, duyu sinirlerinde etkiyi başlatır. Duyu sinirleri üzerindeki etki, uyarıcı

122
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

ortadan kalktıktan sonra da birkaç saniye sürer. Hull, bu etkiyi uyarıcı izi olarak
adlandırmaktadır. Davranışçıların geleneksel Uyarıcı - Tepki formülü, Hull’ın
modelinde Uyarıcı - Uyarıcı kalıntısı - Tepki şeklinde formüle edilir. Hull’un
üzerinde durduğu temel kavramlardan biri de duyusal uyarıcıların etkileşimidir.

Bilişsel Kuramlar
İnsan pek çok davranışı koşullanarak öğrenir; ancak insan karmaşık
davranışlarını bilişsel gücü ile kazanır [14]. Bilişsel kurama göre öğrenme süreci bir
içgörüdür. Doğrudan gözlenemez. Öğrenmenin sonunda insanın davranışlarında
oluşan değişme gözlenerek, öğrenmenin olup olmadığına ilişkin bir kanıya ulaşılır.
Tolman ve izleyicileri, öğrenmenin pekiştirme olmadan da gerçekleşebileceğini ve
öğrenme için çaba göstermeye gerek olmadığını savunmuşlardır.
Bilişsel öğrenme, öğrenme olgusunu aşağıdaki gibi açıklamaktadır:
Yer öğrenme: Bireyin çevreyle ilgili mekânsal harita, ya da bilişsel harita
oluşturmasıdır.
Taklit ve örnek alma: Bireyin başka birini taklit etme ya da davranışlarını
örnek almasıdır.
Kavrama yoluyla öğrenme: Tipik bir kavrama deneyinde bir problem
sorulur. Görünürde hiçbir ilerleme olmadan bir süre geçer, sonra çözüm
birdenbire gelir.
Bilişsel kuramcılar, öğrenme sürecinde U-T (uyarıcı-tepki) teorilerini kabul
etmemektedirler. Bunlardan birisi olan Edward C. Tolman, öğrenmenin deneme-
yanılma deneyimleri ile değil sistemli ve amaçlı olduğuna yönelik araştırmalar
Çevresel uyaranların yapmıştır. Burada uyarı ile tepki arasındaki ilişkilendirmeler, bilişsel süreçlerle
yaşantılarla gerçekleşmektedir. Bu modele göre öğrenme, “uyarıcı-organizma-tepki”
deneyimlenmesi insan
üçlüsünün ardışıklığı ile olmaktadır. Bilişsel kuramlar; Tolman’ın geliştirdiği
beyninde bir etki
bırakır. İşaretsel Öğrenme Kuramı, Wertheimer, Köhler ve Koffka’nın geliştirdiği Gestalt
Kuramı, Bandura’nın geliştirdiği Sosyal Bilişsel Öğrenme Kuramı’ndan
oluşmaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan deney sonuçlarını insanlara genelleyen
davranışçı kuramcıların aksine bilişsel kuramcılar, merkeze insanı koyarlar ve bazı
zihinsel süreçlerin sadece insana özgü olabileceğini ileri sürerler.
Örnek

•İnsan ve hayvanların öğrenme biçimleri farklıdır. Aslında


hayvanların öğrenemedikleri, sadece terbiye edildikleri veya
belledikleri şeklinde yaygın bir kanaatin olduğunu bilmek gerekir.

123
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

İşaretsel öğrenme kuramı (Tolman)


Bilişsel kuramlar, temelde davranışçı kuramlardan ayrıldığı için bilişsel
kuram teorisyenleri davranışçılar gibi davranışları bölerek veya parçalayarak değil
bir bütün olarak değerlendirir. Davranışçıların uyarıcı-tepki tarzındaki davranış
formülü, bilişsel kuramcıların elinde uyarıcı-organizma-tepki şekline dönüşür.
Tolman’a göre davranışçıların davranışı küçük birimlere bölerek değerlendirmeleri,
bütünü gözden kaçırma anlamına gelir. Çünkü davranış, amaca yöneliktir ve
ulaşılacak amaç doğrultusunda değişikliğe uğrayabilir. Tolman’a göre davranışı
küçük birimlere bölerek analiz etmek, davranışın tam olarak anlaşılmasını engeller.
Öğrenme, çevreyi tanıma ve keşfetme sürecidir. Organizma kazandığı her
tür bilgiyi, birbirinden ayrı ve bağımsız birimler şeklinde değil birleştirerek organize
edilmiş bilgi halinde saklar. Organize edilmiş bu bilgi türüne bilişsel harita denir.
Organizma bilişsel haritalarını kullanarak kendini amaca ulaştıran yolu seçer. Bu
durum en az çaba ilkesi olarak adlandırılır. Tolman’ın geliştirdiği bilişsel öğrenme
kuramında öğrenme her zaman bilinçli ve iradî bir eylem olarak görülmez. Adına
örtük veya gizli öğrenme denilen öğrenme türüne göre öğrenme, çoğu kez
bilinçsizce ve farkına varmadan gerçekleşir. Yapılan araştırmalar, örtük
öğrenmenin zihinsel imge veya bilişsel harita olarak depolandığını ve bunların da
öğrenme olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Organizma bilmediği bir durumla
karşılaştığı zaman bu imge veya haritaları kullanır. Örneğin, kişi belli güdü
durumlarıyla belli nesneleri ilişkilendiriyorsa buna kateksis öğrenme denir.

Gestalt kuramı (Wertheimer, Köhler, Koffka)


“Gestalt” kelimesi Almanca “hep, bütün” anlamına gelmektedir. Gestalt
psikolojisi sadece öğrenme üzerinde odaklanmış bir psikoloji değildir. Gestalt
kuramcıları aynı zamanda algılama üzerinde de durmuşlardır. Kuramın temelini
oluşturan düşünce; bir organizma, kendini oluşturan parçaların örgütlenmiş bir
bütünüdür anlayışıdır. Organizmayı parçalayarak, onu fiziksel ve kimyasal
elementlere indirgeyerek anlamak mümkün değildir. Çünkü her bütün kendisini
oluşturan parçaların toplamından daha fazladır ve farklıdır [15]. Gestalt
psikologlarından Koffka’ya göre insanlar gündelik deneyimlerini yaşarken,
yaşantılar onun belleğini harekete geçirir. Çevresel uyaranların yaşantılarla
deneyimlenmesi insan beyninde bir etki bırakır. Beyinde meydana gelen söz
konusu etkinliği Koffka bellek süreci olarak adlandırmaktadır. Ancak Koffka’ya göre
bu etkinlik bir kez yaşanıp biten bir şey değildir. Bunun beyinde izi (hatırası) kalır.
Bu ize Koffka bellek izi demektedir.
Köhler içgörüsel öğrenme ve problem çözme yaklaşımı üzerinde dururken,
Bluma Zeigarnik; yarım Wertheimer iki farklı problem çözümünden bahseder. Bunlardan A türü çözümler,
kalan aşkların
Gestalt ilkelerine dayalıdır ve içgörüseldir. Wertheimer burada, problemin temel
unutulmadığını, yarım
kalan tatillerin daha yapısının anlaşılmasının öneminden bahseder. Wertheimer, problem çözümünün
fazla zevk verdiğini ve birey tarafından yapılması durumunda sonuçların kolaylıkla genellenebileceğini ve
unutulmadığını açıklar. uzun süre hatırlanacağını ileri sürer. B türü çözümler ise anlamadan ezberlemeye,
öğrenmeden bilmeye yöneliktir.

124
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Gestalt psikolojisinde Zeigarnik Etkisi ve Ovsionkina Bulgusu olarak


nitelendirilen iki temel yasa vardır. Bunlardan Zeigarnik etkisi, yarım bırakılan ve
bitirilemeyen işlerin, olayların veya davranışların, tamamlanmış olanlardan daha
kolay hatırlanmasına denir. İlk kez Rus psikolog Bluma Zeigarnik’in ifade ettiği bu
etki, bitmemiş işlerin ve ilişkilerin daha kolay, daha sık hatırlandığı üzerinde durur.
Yarım kalan aşkların unutulmadığını, yarım kalan tatillerin daha fazla zevk verdiğini
ve unutulmadığını açıklar. Kurama göre tamamlanmayan önemsiz şeyler,
tamamlananlardan daha fazla hatırlanır.

Sosyal bilişsel öğrenme (Bandura)


Sosyal öğrenme kuramı, insanın pek çok davranışını çevresinde bulunan
insanların yaptığı davranışları öykünerek öğrendiğini savunur. Öykünme, örnek
alınan bir insanın davranışlarının benzerlerinin yapılmasıdır. İnsanın öykünerek
yaptığı davranış bir ihtiyacın doyurduğu ve çevresi tarafından beğenildiğinde
ödüllendirilmiş olur. Ödüllendirme, öykünülen davranışa insanı koşullandırır.
İnsan, koşullandığı bu davranışı yeri ve zamanı geldiğinde yineler. Bu yüzden
öykünme bir koşullanmadır. Bandura’ya göre bir kişinin gözlemleyerek öğrenmesi,
kişinin sadece diğer kişilerin etkinliklerini basitçe taklit etmesi ile değil
deneyimlediği olayları bilişsel olarak işleme tabi tutması yoluyla olur. Bandura’ya
göre gözlem yoluyla öğrenme ile taklit yoluyla öğrenme aynı şeyler değildir;
gözlem yoluyla öğrenmede bilinç daha uyanık veya daha işlevseldir.
Sosyal bilişsel öğrenme kuramında öğrenme pekiştirme yoluyla olur. Buna
göre davranışı pekiştirilen bireyi gözlemleyen kişilerin de benzer davranışları
gösterme sıklığı artar. Aynı şekilde dolaylı ceza durumunda da, model alınan
kişinin davranışlarının cezalandırılması, gözlemleyen kişilerde davranışlarını
kurallara uydurma konusunda daha istekli davranmalarını sağlamaktadır. Bandura
gözlenen davranışların, bireyi sadece bilgilendirmekle kalmayıp aynı zamanda
davranışı yapma konusunda güdüleyeceğini belirtir. Sosyal bilişsel öğrenme
kapsamında Bandura aşağıdaki gibi bazı ilkeler belirlemiştir:
Karşılıklı belirleyicilik ilkesi: Bu ilkeye göre bireyle çevre birbirini karşılıklı
olarak etkiler. Yani bireyle çevre arasında etkileşim vardır. Bireyin davranışı ve
çevre, karşılıklı olarak etkileşim içeresindedir. Bu etkileşimler, bireyin daha sonraki
davranışları üzerinde de etkili olur.
Sembolleştirme kapasitesi: Bandura, insanların dünyayı olduğu gibi değil,
bilişsel semboller veya temsilciler aracılığıyla tanımladıklarını belirtir. İnsan
konuşurken ve düşünürken sürekli semboller kullanır. Dildeki kelimeler aslında
sembollerdir. Dünyayı da nesnelerle birlikte algılarız. Nesneler ise soyut
düşüncenin somut görüntüleri ve sembolleridir.

Algılanmış bir tutum Öngörü ve dolaylı öğrenme kapasitesi: Her insan gelecek için plân yapar ve
algı objesi “objektif o plân doğrultusunda geleceği öngörmeye çalışır. Kişinin öngörü kapasitesi
gerçek” değil arttıkça, geleceği için plân yapabilme kapasitesi de artar. Dolaylı öğrenme
“yapılandırılan kapasitesi insanların başkalarının davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını
gerçek”tir. gözlemleyerek öğrenmesini ifade eder.

125
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Bilgiyi İşleme (Duyuşsal) Kuramı


Duyuşsal kuram, öğrenmenin nasıl gerçekleştiği ve doğasının nasıl
olduğundan çok onun sonuçlarıyla ilgilidir [16]. Bu kuram, kişinin sağlıklı benlik
algısı ve ahlakî gelişimi gibi duyuşsal sonuçlarıyla ilgilenir. Bu nedenle öğrenmenin
zihinsel, duyuşsal ve davranışsal sonuçlarının birbirinden ayrılmasının mümkün
olmadığını ileri sürer. Kurama göre kişi çevresinden sürekli olarak kendisine ulaşan
duyu uyaranlarını değerlendirip düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide
bulunur.
Kısa süreli bellek, sınırlı miktardaki bilgiyi, yine sınırlı bir zaman diliminde
depolayan bellektir. Kısa süreli belleğin diğer bir işlevi de depolanmış bilgilerle
zihinsel işlemleri gerçekleştirmektir. Bu işlemlerden biri de bilginin yeniden
organize edilerek ve uygun şekilde kodlanarak uzun süreli belleğe gönderilmesidir.
Uzun süreli bellek, öğrenilmiş ve özümsenmiş bilginin uzun süreli olarak
depolandığı bellektir. Kısa süreli bellekte bilginin korunması, zihinsel tekrar
yapılmasına bağlıdır. Kısa süreli bellekte duyusal uyarıcılar nöronları uyardığı
sürece bilgi korunur. Uyarıcıların nöronları uyarımı sona erdiğinde bilgi kaybolur.
Bilginin uzun süreli bellekte korunması ise nöronlar arasındaki bağlantılarda
(sinapslarda) morfolojik (yapısal) değişme ile gerçekleşir.
Bilişsel süreçler şeklindeki öğrenme dikkat, algılama, kodlama ve
anlamlandırma basamaklarından oluşur [17]. Öğrenme etkinliği her şeyden önce
dikkat etme süreciyle başlar. Dikkat olmadıkça çevredeki herhangi bir uyarıcının
algılanması söz konusu olmaz. Dikkat olmayınca algı veya algılama olmaz. Çünkü
bireye gelen çevresel uyarıcılar ancak dikkat ile algılanabilir. Yani doğrudan
algılanmaz. Algılama süreci, bireyin bilişsel ve zekâ düzeyi, geçmiş yaşantıları,
inanç ve değerleri, güdülenme derecesi, kişiliği ve pek çok başka içsel faktörden
etkilenir. Bu nedenle algılanmış bir tutum algı objesi “objektif gerçek” değil
“yapılandırılan gerçek”tir.
Öğrenme olayı özünde kişinin kendisini yeniden inşa etmesi olarak
nitelendirilebilir. Her şeyden önce öğrenme için davranış, duyuş ve zihin değişmesi
gerekir. Zihinsel yapı, kavrayış ve algılayış biçimi değişmedikçe davranış
değişiminin fazla bir anlamı yoktur. Davranış değişimi olmadığı müddetçe zihnin
değişmesi sadece entelektüel duyguları tatmine yarar. Duyuşsal değişme
gerçekleşmediği sürece de kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Duyuşsal öğrenme
aşağıdaki süreci izler:
Algılama: Belirli bir fikir, olay ya da uyarıcıya dikkat etme, bunlara karşı
hoşgörülü olma ve belirli uyarıcıları diğerlerinden ayırarak seçme anlamına gelir.
Tepkide bulunma: Uyarıcılarla ilgilenme ve onlara tepkide bulunma.
Beynin sol yarım küresi Değer verme: Bir davranış, olay ya da olguya önem verme; bir değeri
zihinsel ağırlıklıdır, diğerlerine tercih etme ve bir değere kendini adama.
nesneleri ve adları
hatırlama işlevi görür. Örgütleme: Farklı değerleri tutarlı bir değerler sistemi oluşturacak şekilde
örgütleme.

126
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

Bütünleştirme: Özümsenen değerlerle tutarlı bir yaşam felsefesi ya da


dünya görüşü geliştirmedir.

Nörofizyolojik Kuram (HEBB)


Kurama göre çocuk, rastgele bir şekilde birbiriyle ilişkilenmiş, karmaşık bir
nöron ağı donanımı ile dünyaya gelir. Nöron ağları, duyusal yaşantılar yoluyla
organize olur [18]. Çevre ile etkileşim sırasında, nöronlar arasında rastgele
bağlantılardan oluşan ağ şekillenerek, ağ sistemine yeni bağlantılar eklenir.
Nörofizyolojik kurama göre, öğrenme beyinde limbik sistem adı verilen bölgede
gerçekleşir. Beyin temelli öğrenme beyinde meydana gelir. Dolayısıyla beynin
genel yapısını ve öğrenme tarzını kavramak gerekir. Beyin sağ ve sol yarım
kürelerden oluşur. Bu yarım kürelerin görevleri aynı değildir ve bunlardan birinin
diğerine bir üstünlüğü yoktur.
Beynin sol yarım küresi zihinsel ağırlıklıdır, nesneleri ve adları hatırlama
işlevi görür. Kelimeleri, kavramları beller ve onlarla düşünmeyi sağlar. İnsan
duyguları sol yarım kürede kontrol edilir. Ayrıntıların fark edildiği bölgedir [19].
Analitiktir; yazma ve konuşmada daha işlevseldir. Sağ yarım küre ise sezgilerle
ilgilidir. Yüzleri hatırlar, daha çok görüntülerle düşünür. Beynin sağ ve sol yarım
Beyin sağ ve sol yarım kürelerini dikkate alan ve zihinsel deneyimlere nörofizyolojik açıdan destek
kürelerden oluşur. Bu sağlayan nörofizyolojik kuramın öğrenme ilkeleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:
yarım kürelerin
görevleri aynı değildir Beyin paralel bir işlemcidir. İnsan beyni düşünce, duygu ve imgeleme gibi
ve bunlardan birinin farklı işlevleri eş zamanlı olarak işleme sokabilir.
diğerine bir üstünlüğü Öğrenme fizyolojik bir olaydır. Kalp, akciğer, mide veya böbrek gibi beyin de
yoktur.
fizyolojik kurallara göre çalışır. Öğrenme nefes alıp-verme kadar doğal bir işlevdir
.
ve onu engellemek veya kolaylaştırmak mümkündür.
Anlam yükleme, örüntüleme ile olur. Örüntüleme, elde edilen duyu
verilerinden yararlanarak bilginin anlamlı biçimde organize edilmesidir. Beyin
kendine göre anlamlı örüntüleri kabul ederken anlamsız olanları reddeder.
Duygular örüntülemede önemli yer tutar. Öğrenme; beklenti, ön yargı, ilgi,
öz saygı, eğilim, iletişim ve sosyal etkileşim ihtiyacı gibi duygulardan etkilenir.
Beyin parça ve bütünü aynı anda algılar. Sağlıklı bir insanın matematik,
müzik veya sanat öğretiminde beynin her iki yarım küresi, etkileşim halindedir. Bir
konunun öğretilmesinde konunun parçaları ve bütünü karşılıklı etkileşimdedir.
Öğrenme amaçlı ve amaçsız süreçlerden oluşur. Öğrenme ortamında kişi
bilinçli olarak ve farkında olduğu şeylerden daha fazlasını öğrenir. Hiç kimsenin
öğrenmesi, diğerine benzemez.

127
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

• Öğrenme kuramları kapsamında çevrenizdeki insanlarla,

Bireysel Etkinlik
hayvanların öğrenme veya terbiye şekliyle, insanların
öğrenme şekilleri arasında fark olup olmadığını
tartışabilirsiniz. Öğrenme sayesinde insanların farklı
uygarlıklar kurdukları ve bu alanda sürekli ilerledikleri ve
hayvanların yaşamlarında tarihsel süreçte hiçbir ilerleme
olmamasına rağman hayvan öğrenmesinden nasıl
bahsedileceğini tartışınız.

128
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

•ÖĞRENME KAVRAMI VE ANLAMI: Öğrenme tekrar ve yaşantı sonucu davranışta


meydana gelen değişimidr. Öğrenmenin özellikleri şunlardır: Yaşantı ürünü
olması, kalıcı olması, davranış değişikliğinin meydana gelmesi, bir süreci
içermesidir. Öğrenme şu aşamaları kapsar: Anlama aşaması, yorumlama aşaması,
öğrenmenin imlerini yakalama, yorumlamada kararsızlık, öğrenmeyi sınama
Özet
aşaması, öğrenme sisteminin çıktısı.
•ÖĞRENMENİN ÖZELLİKLERİ:Öğrenme ilkeleri şunlardır: Öğrenme aktif bir
eylemdir, öğrenme kavramsal bir değişmeyi içerir, öğrenme özneldir, öğrenme
durumsaldır, öğrenme duygusaldır, öğrenme sosyaldir, öğrenmenin niteliği,
öğrenme sürecinde önemlidir.
•ÖĞRENME ŞEKİLLERİ: Öğrenme şekillerini şunlardır: Algılama yoluyla öğrenme.
gözlem ve taklit yoluyla öğrenme. model alma yoluyla öğrenme.
•ÖĞRENME KURAMLARI: Kimi öğrenmeyi sadece davranışsal süreçlerle açıklarken
kimi bilişsel olarak, kimi öğrenmeyi bilgi işlem eylemi olarak görürken kimi de
nörofizyolojik olarak ele almaktadır. Davranışçı Kuramlar: Davranışçı
kuramlardan biri Ivan Pavlov’a (1849-1936) ait klasik koşullamadır. Diğeri de
Edimsel (Operant) koşullanma kuramıdır. Klâsik koşullama kuramı (Pavlov): Eğer
insana ihtiyaçlarını karşılayan doğal uyarıcıyla birlikte doğal olmayan bir uyarıcı
verilirse, bu uyarıcıya yapılan tepki ile insanın ihtiyacı karşılanırsa ve bu deney
birçok kez yenilenirse, doğal uyarıcı verilmeksizin, doğal olmayan uyarıcı
verildiğinde insan buna doğal uyarıcıymış gibi tepkide bulunur. Edimsel
(Operant) koşullama kuramı (Skinner): Edimsel (Operant) şartlanmada olumlu
sonuç veren bir edimin tekrarlanma olasılığını artırmak mümkündür. Bunun için
edimin ödüllendirilmesi gerekir. Bitişik (bağlantı) kuramı (Watson - Guthrie):
Bağlantı kuramı, insanın bir sorunu çözerken, sınamalara giriştiğini, sınamaların
sonunda sorunun çözümüne yarayan tepkileri alıp, yaramayanları ayıkladığını,
böylece sorunun çözümüne yarayan tepkilerin birbirine bağlanmasıyla
öğrenmenin gerçekleştiğini savunur. Bağlaşımcılık Kuramı
(Thorndike):Thorndike’ a göre öğrenmenin en temel ilkesi deneme-yanılma
yoluyla yapılan öğrenmedir. Bu kuram daha sonra seçme ve bağlama yoluyla
öğrenme olarak da ifade edilmiştir. Sistematik davranışçı kuram (Hull): Hull,
öğrenmeyi matematiksel bir modelle açıklamaya çalışmıştır. Hull, kuram
oluşturma anlayışında, varsayımsal veya mantıksal tümdengelim yöntemlerini
benimser. Bilişsel Kuramlar Bilişsel öğrenme, öğrenme olgusunu aşağıdaki gibi
açıklamaktadır: Yer öğrenme. Bireyin çevreyle ilgili mekânsal harita, ya da bilişsel
harita oluşturmasıdır.Taklit ve örnek alma. Bireyin başka birini taklit etme ya da
davranışlarını örnek almasıdır.Kavrama yoluyla öğrenme. Tipik bir kavrama
deneyinde bir problem sorulur. İşaretsel öğrenme kuramı (Tolman): Bilişsel
kuramlar, temelde davranışçı kuramlardan ayrıldığı için bilişsel kuram
teorisyenleri davranışçılar gibi davranışları bölerek veya parçalayarak değil bir
bütün olarak değerlendirir. Davranışçıların uyarıcı-tepki tarzındaki davranış
formülü, bilişsel kuramcıların elinde uyarıcı-organizma-tepki şekline dönüşür.
Gestalt kuramı (Wertheimer, Köhler, Koffka): “Gestalt” kelimesi Almanca “hep,
bütün” anlamına gelmektedir. Kuramın temelini oluşturan düşünce; bir
organizma, kendini oluşturan parçaların örgütlenmiş bir bütünüdür anlayışıdır.
Sosyal bilişsel öğrenme (Bandura): Sosyal öğrenme kuramı, insanın pek çok
davranışını çevresinde bulunan insanların yaptığı davranışları öykünerek
öğrendiğini savunur. Öykünme, örnek alınan bir insanın davranışlarının
benzerlerinin yapılmasıdır. Bilgiyi İşleme (Duyuşsal) Kuramı: Duyuşsal kuram,
öğrenmenin nasıl gerçekleştiği ve doğasının nasıl olduğundan çok onun
sonuçlarıyla ilgilidir. Kurama göre kişi çevresinden sürekli olarak kendisine
ulaşan duyu uyaranlarını değerlendirip düşünsel, duyuşsal veya davranışsal
tepkide bulunur. Nörofizyolojik Kuram (HEBB): Nörofizyolojik kurama göre,
öğrenme beyinde limbik sistem adı verilen bölgede gerçekleşir. Beyin temelli
öğrenme beyinde meydana gelir; dolayısıyla beynin genel yapısını ve öğrenme
tarzını kavramak gerekir.

129
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Koşullanma sürecinde nötr uyarıcının koşulsuz uyarıcı ile eşleştirilerek aldığı
yeni hal aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tepki
b) Koşulsuz uyarıcı
c) Koşullu tepki
d) Koşullu uyarıcı
e) Koşulsuz tepki

2. Deneysel çalışmalarla herhangi bir davranışın öğrenilmesinde her zaman


uyarıcının tepki yaratmadığı, çoğu zaman kendiliğinden yapılan davranışlar
olduğu ve bu deneme-yanılma türündeki davranışlar sonucunda
tekrarlamaların yapıldığı belirtilmiştir. Bu tür koşullanmaya ne ad verilir?
a) Klasik koşullama
b) Pekiştirme
c) Doğal koşullama
d) Edimsel koşullama
e) Tepki yoğunluğu

3. Beynin sağ ve sol yarım kürelerini dikkate alan ve zihinsel deneyimlere


nörofizyolojik açıdan destek sağlayan nörofizyolojik öğrenme kuramının
öğrenme ilkeleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Öğrenme fizyolojik bir olaydır.
b) Anlam yükleme, örüntüleme ile olur.
c) Duygular örüntülemede önemli yer tutar.
d) Beyin parça ve bütünü aynı anda algılar.
e) Öğrenme sadece amaçlı süreçlerden oluşur.

4. Köhler’in içgörüsel öğrenme ve problem çözme yaklaşımına göre


aşağıdakilerden hangisi öğrenme ve problem çözme ilkelerinden biri
değildir?
a) Problem çözme sürecinde ön çözümden çözüme geçiş, anî ve kesin bir
şekilde gerçekleşir.
b) İçgörü yoluyla edinilen deneyim, genellikle net ve hatasızdır.
c) İçgörü yoluyla problem çözümü, uzun süre hatırlanır ve diğer
problemlerin çözümüne uyarlanabilir.
d) İçgörüsel öğrenmede kişiler arasında bir farklılık yoktur.
e) Zeki olanlar diğerlerine göre içgörüsel çözümde daha başarılıdırlar.

130
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

5. Bireyin, başka bir birey veya bir tutum objesi hakkında olumlu düşünceye
sahip olması durumunda ondaki tüm tutum ve davranışları olumlu görmesi
veya bir tutum objesi hakkında olumsuz düşüncelere sahip ise onunla ilgili
her şeyi olumsuz görmesi şeklindeki genellemeye ne ad verilmektedir?
a) Halo etkisi
b) Garcia etkisi
c) Genelleme etkisi
d) Tümevarım etkisi
e) Dedüksüyon etkisi

6. İnsanın bir sorunu çözerken sınamalara giriştiğini, sınamaların sonunda


sorunun çözümüne yarayan tepkileri alıp yaramayanları ayıkladığını,
böylece sorunun çözümüne yarayan tepkilerin birbirine bağlanmasıyla
öğrenmenin gerçekleştiğini savunan kuram hangisidir?
a) Bağlaşımcılık kuramı
b)Klasik koşullama
c) Sistematik davranışçı kuram
d) Bağlantı kuramı
e) Edimsel koşullama

7. Organizma bilişsel haritalarını kullanarak kendini amaca ulaştıran yolu


seçer. Bu durum nasıl adlandırılır?
a) Garcia etkisi
b) En az çaba ilkesi
c) Genelleme ilkesi
d) Kateksis öğrenme ilkesi
e) Ceza ilkesi

8. Edimsel koşullanmada tepkinin tekrar ortaya çıkma olasılığını yükseltmek


için organizmaya verilen ödüle ne ad verilir?
a) Pekiştireç
b) Güdü
c) İhtiyaç
d) Ceza
e) Pekiştirme

131
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

9. Bilgi işleme kuramına göre aşağıdakilerden hangisi öğrenmeyi sağlayan


süreçlerden biri değildir?
a) Çevredeki uyarıcıların duyu organları yoluyla duyumsanması
b) Bilginin işlenerek duyusal kayıt altına alınması
c) Bilginin önce uzun süreli belleye kaydedilmesi
d) Bilginin tekrarlar yapılma yoluyla uzun süreli bellekte depolanması
e) Bilginin uzun süreli bellekten işleyen belleğe çağrılması veya
hatırlanması

10. Bağlantı kuramına göre aşağıdakilerden hangisi insanların uyaran-tepki


bağlantılarını seçmesi ve engellerini ayıklamasına etki eden faktörlerden
biri değildir?
a) Dürtü
b) İm
c) Ödül
d) Tepki
e) Kaçınma

Cevap Anahtarı
1.c,2.d,3.a,4.d,5.c, 6.d, 7.b, 8.a, 9.e, 10.e

132
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Öğrenme ve Öğrenme Kuramları

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Caine, N.M. and Caine, G. (2002). Beyin Temelli Öğrenme, (çev.: Gülten Ülgen),
Ankara: Nobel Yayıncılık.
[2] Bacanlı, H. (2002). Gelişim ve Öğrenme, Ankara: Nobel Yayınevi.
[3] Morgan, C.T.(1995). Psikolojiye Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji
Bölümü Yayınları.
[4] Baymur, F. B. (1994). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
[5] Güven, M.(2004). Öğrenme Stilleri ve Ögrenme Stratejileri Arasındaki İlişki.
Eskisehir: Anadolu Üniversitesi Egitim Fakültesi Yayınları.
[6] Arık, İ. A. (1995). Ögrenme Psikolojisine Giris. İstanbul: Der Yayınları.
[7] Altınışık, S. (2001). Öğrenme, Yönetim ve Organizasyon, Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
[8] Charles, C.M. (2000). Öğretmenler için Piaget İlkeleri. (çev. G. Ülgen). Ankara:
Pegem A. Yayıncılık Tic.Ltd. Şti.
[9] Başaran, İ. E. (2004). Örgütsel Davranış, Ankara: Bilim Kitap Kırtasiye.
[10] Greenfield, S. (2000). İnsan Beyni, Bedenimizin Kumanda Merkezine Bir Gezi,
İstanbul: Varlık/Bilim Yayınları.
[11] Özden, Y. (2005). Öğrenme ve Öğretme, 7. Baskı, Ankara: Pegem A. Yayıncılık.
[12] Selçuk, Z. (1996). Eğitim Psikolojisi. Ankara: Pegem A Yayıncılık.
[13] Sönmez, V. (2001). Program Geliştirmede Ögretmen El Kitabı. Ankara: Anı
Yayıncılık.
[14] Yapıcı, M. (2008). “Nörofizyolojik Öğrenme” Eğitim Psikolojisi, Ankara: Anı
Yayıncılık.
[15] Bacanlı, H. (1997), Eğitim Psikolojisi, İstanbul: Alkım Yayınevi.
[16] Bigge, N.L. and Shermis, S.S. (1999). Learning Theories for Teachers. Learning,
5th edition. Prentice Hall Inc. Longman Inc.
[17] Bilen, M.(2002). Plândan Uygulamaya Ögretim. Ankara: Anı Yayıncılık.
[18] Yüksel, Ö. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi Öğrenme
Psikolojisi
[19] Cüceloğlu, D. (2000). İnsan ve Davranışı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

133
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
DUYGULAR VE HEYECANLAR
İÇİNDEKİLER

• Duygu Kavramı
• Duygular ve Heyecanlar
• Duygu Kuramları
• Duygusal Yaşantılar DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Duyguların Yönetimi

Prof. Dr.
Hasan TUTAR

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra,


• Duygu kavramını tanımlayıp,
HEDEFLER

açıklayabilecek,
• Duygu ve heyecan ayrımı
yapabilecek,
• Duyguların sınıflandırmasını
yapabilecek,
• Duyguların ifadesini bilebilecek,
• Duyguların yönetimini
öğrenebilecek,
• Duygusal yaşantıları
ÜNİTE
kavrayabileceksiniz.

7
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Duygular ve Heyecanlar

Öznel Yaşantı

Duygular Ve
Duygusal Davranış
Heyecanlar

Duygusal Yaşantı

Bilişsel Kuram

Sosyobiyolojik Kuram
Duygu Kuramları
James Lange Kuramı
DUYGULAR ve HEYECANLAR

Cannon Bard Kuramı

Tehdit

Öfke

Duygusal Yaşantılar Korku

Mutluluk

Seviç

Duygu Yoğunluğu

Güven

Duyguların Yönetimi Kızgınlık

Kabul İnanç

Heyecan

135
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Duygular ve Heyecanlar

GİRİŞ
Duygu, bireyin ruh halinde biyokimyasal veya çevresel etkilerle oluşan
karmaşık psiko-fizyolojik bir değişimdir. Duygu vücuttan dışa doğru yansıyan bir
hareketi ifade eder. Duygu (emotion) dışa doğru hareket anlamına gelir. Dış
dünyadan gelen uyarıcılara veya vücudumuzdaki dürtülere doğuştan gelen, türe
özgü belirli reaksiyonlar veririz. Bunlar önceden düzenlenmişlerdir. Duygular genel
olarak kişinin yaşama uyum sağlamasını kolaylaştıran programlanmış davranış
kalıplarıdır. Duygu dediğimizde anlaşılması gereken, uyarıcıya karşılık olarak gelen
iç tutumdur. Duygu sadece kişinin içsel durumundan kaynaklanan değişiklikler
değildir; duygunun hissedilmesi de gerekir.
Tutum ve davranışları yönlendiren içsel durumlar olan duygular ve
heyecanlar, insanı sürekli etki altında bırakır. Duygular kimi zaman korku, kimi
zaman sevinç, kimi zaman telâş, kimi zaman arzu şeklinde ortaya çıkabilir. Bu
duyguların insanın tutum ve davranışlarıyla yakından ilgisi vardır; ancak belirli
duygusal durumlar belirli davranışlarla birlikte görülür veya belli davranışların
ortaya çıkmasını sağlayan, belli duygusal durumlardır. Korku kaçma davranışına
neden olurken; öfke saldırma, sevgi yaklaşma, telâş hazır bulunma davranışına
Duygular sadece tutum neden olur. Duygu ve davranış birlikteliği, insanın çevreye uyumunu kolaylaştırır.
ve davranışları değil
düşünceleri de etkiler. Duygular sadece tutum ve davranışları değil düşünceleri de etkiler.
Sevildiğini düşünen insanda sevinç duyguları, sevilmediğini düşünende üzüntü,
özlendiğini veya arandığını düşünen insanda özlem duyguları oluşur [1]. Başarı
kazanan çocuğumuz veya bir yakınımız önce gurur duygumuzu harekete geçirir,
sonra başarı için gösterdiğimiz fedakârlıkları düşünür ve bir kez daha mutluluk
duyarız. Bir haber bekleriz; alamayınca merak eder, düşünürüz. Bütün bunlar
duyguların, düşüncelerin, tutumların ve davranışların insanın gündelik yaşamının
organizasyonunda iç içe olduğunu gösterir.

DUYGU KAVRAMI
Duygular algılar, psikolojik tepkiler ve bilinci de içeren, insanın genel
psikolojik durumunu koordine eden içsel durumlardır. Duygular, bilincin etkisi
olmadan, iç ve dış olaylara bir tepki olarak ortaya çıkan ve anlatılması zor olan
elem veya haz duygusu yaratan psikolojik olgulardır. Yukarıdaki ifadelerden
duygunun, kişinin içinde meydana gelen, içsel yaşantı ve dışsal göstergelerden
anlaşılabilen durumlar olduğu anlaşılmaktadır [2]. Genel bir ifadeyle duygu,
insanda psikolojik durumları ortaya çıkaran, türlü eğilimlere neden olan psikolojik
hallerdir.
Duygunun tanımlanmasının zorluğu, onun kapsadığı alanın genişliğinden
kaynaklandığı gibi kavramın belirsizliğinden de kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
psikologlar ve felsefeciler “duygu”nun anlamı üzerinde tartışmaktadırlar.
Felsefeciler duyguyu herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinim veya
uyarılmış zihinsel durum olarak tanımlarken; psikologlar duyguyu, bir his ve bu
hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi
anlamında kullanmaktadırlar. Kaynaklarıyla, neden oldukları tepki biçimleriyle,

136
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Duygular ve Heyecanlar

kalıcı veya geçici oluşlarıyla yüzlerce duygudan söz edilebilir. Duygu kavramı,
şiddeti az, ancak kalıcılığı görece fazla olan duygusal durumlar anlamına gelir.
Duygular, düşünceler ve devinimler gibi psikolojik hallerin birbirinden ayrılması güç
olduğu gibi bunların birinin nerede başladığı, diğerinin nerede bittiğini belirlemek
de kolay değildir. Duygu, düşünce ve devinim arasında bir ilişki vardır.
Duygular ve heyecanlar davranış ve yaşantıyla birlikte meydana gelir. Bilinçli
davranışların arkasında her zaman duygular varken, bilinç dışı davranışlar daha
sonra haz veya elem şeklinde çeşitli duygulara neden olur [3]. Buna göre bilinçli bir
davranış duyguların somutlaşmış ve dış âleme yansımış şeklidir. Burada sözü
edilen haz ve elem duygusunun belli bir şiddeti, tonu ve ağırlığı vardır. İnsana haz
veren duygular şiddetli olabildiği gibi, elem veren duygular da şiddetli olabilir. Bu
her iki duygunun insan üzerindeki etkisi de şiddetine göre farklı olur. Haz ve
elemin şiddeti arttıkça süresi de uzar. İnsan haz ve elem gibi iki duygu durumu
arasında yaşar. Duyguların en olumlu olanlardan ve bizi en çok mutlu kılanlardan
en olumsuz olanlara, yani bizde acı uyandıranlara kadar iki nokta arasında;
şaşkınlık, merak, umut, heves, arzu ve bekleyiş gibi başka duygular da vardır.
Duygular şiddetine göre “gerilim” uyandıranlar veya “gevşek” olanlar olmak
üzere de sınıflandırılabilir. Örneğin; büyük bir arzuyla yaşanan bekleyiş durumu,
insanda gerilimli bir duygu hali yaratır. Bütün bu ifadelerden duyguların insanda
farklı şiddetlerde gerilim yarattığı anlaşılmaktadır. Bunlardan; sevinç, şefkat,
İnsanlar huylarına ve merhamet, acıma, bağışlama, özlem gibi duygular şiddetine göre kişiyi mutlu
mizaçlarına göre yani
ederken, korku, hüzün, telaş, endişe, kaygı gibi duyguların şiddetine göre kişiye
yaşadıkları duygusal
durumun yoğunluğu, hem gerilim hem de elem verir. Duyguların haz, elem ve yoğunluk gibi üç temel
şiddeti veya kalıcılığına boyutunun bulunduğu anlaşılmaktadır.
göre nitelendirilirler.
Örnek

•İnsanların duygularını da düşüncelerini de kanaatlerini de algı


biçimleri oluşturur. Algıları ise inançları ve değerleri tarafından
şekillendirilir.

Duyguların kişi üzerinde etkisi, kontrol edilmelerinin kolaylığı veya


zorluğuyla ilgilidir. Güçlü duyguların baskı altına alınması veya kontrolü daha
zordur. Bu duygular kişiyi kendine bağımlı kılar ve kişi yoğun duyguların etkisiyle
benliği üzerindeki kontrolünü kaybeder. Duyguların bir diğer yönü de toplumsal
kabulle ilgilidir. Dostluk, arkadaşlık, yardımlaşma gibi bazı duyguların açıkça ifade
edilmesi toplumda hoş karşılanırken; düşmanlık, kıskançlık, korkaklık gibi duygular
toplum tarafından hoş karşılanan duygular değildir. Duyguların bir diğer yönü de
kişiler üzerindeki etkisinin farklı olmasıdır. Bir başka ifadeyle insanların duygusal
tepkileri birbirinden farklıdır. Bazı kişiler aynı uyarıcıya karşı diğerlerinden daha
fazla duygusal tepki gösterebilir. Bazı kişilerde dostluk, arkadaşlık, fedakârlık,

137
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Duygular ve Heyecanlar

özveri gibi duygular baskın iken bazılarında kıskançlık, korkaklık, çekmezlik, aç


gözlülük gibi duygular daha baskındır.
İnsanlar huylarına ve mizaçlarına göre yani yaşadıkları duygusal durumun
yoğunluğu, şiddeti veya kalıcılığına göre nitelendirilirler. Bazı insanlar daha neşeli,
şen iken; diğerleri daha hüzünlü, öfkeli, kederli, endişeli veya kaygılı olabilir.
Bazıları korkak, bazıları kahraman olabilir [4]. Bütün bunlar kişiyi nitelendirmeye
yarayan temel faktörün taşıdığı duyguların şiddeti olduğunu göstermektedir.
Kısaca her insanda duygusal yaşamın kendine has özellikleri vardır. Bir insanın
duygusal tepkilerinin genel özelliklerine “huy” denir. Huy heyecanlardan daha
kalıcı ve sürekli olmakla beraber, insanda az çok geçici olan duygusal durumlar
(mood) dır. Duygusal tepkilerin değişmeyen yanlarına ise mizaç denir.

DUYGULAR VE HEYECANLAR
Duygular haz ya da elem verici, yoğun ya da ılımlı, gergin ya da gevşek
olmalarına göre üç bakımdan nitelendirilebilir. Duyguların çok yoğun veya şiddetli
olanlarına ve insanda gerginlik uyandıran duygulara heyecan denir. Bir başka
tanımla şiddeti çok fazla olan, kısa süreli, bedensel belirtilerin eşlik ettiği duygusal
durumlara heyecan denir. Heyecan sırasında bütün organizmada birtakım
değişiklikler olur. Deride elektriksel tepkiler, kan basıncında azalma ve çoğalma,
kalp çarpıntısı, ağız kuruluğu, nabzın hızında artış, titreme, göz bebeklerinin
büyümesi, dikkat dağınıklığı gibi. Bunlar duyguların şiddetine göre kişi üzerinde
gözlenen değişikliklerden bazılarıdır. Duygu ve heyecan kavramına yakın anlamı
olan bir diğer kavram da tutku kavramıdır. Tutku, şiddeti ve sürekliliği fazla olan,
insanın uyumsal davranışlarını bozabilen duygusal durumlardır.
Heyecanlar aşağıdaki gibi üç düzeyde incelenebilir [5]:
Öznel yaşantı düzeyi: Her insanın kendine özgü bir yaşamı vardır. Bu yaşam
onun öznel deneyimlerinden oluşur. Yani bir insan belli bir duyguyu veya heyecanı
doğrudan tecrübe eder ve bu yaşantı onun için özneldir. Bu onun karanlık
bölgelerini oluşturur. Yani kendisine açık, kendisinin dışında başka herkese
karanlıktır. Dolayısıyla kendisinin dışında birinin doğrudan bilmesi olanaksızdır.
Duygusal davranış düzeyi: İnsan bazen acı, bazen öfke, bazen de hüzün
duygusu hisseder. Hüzün duygusu örneğin insanın gözünden süzülen iki damla yaş
şeklinde ortaya çıkabilir. Gözyaşları kişinin öznel deneyimlerinin, dış dünyaya
Şiddeti çok fazla olan,
yansımış davranış düzeyleridir. Gözyaşı, kişinin aslında ne gibi duygular içinde
kısa süreli, bedensel
belirtilerin eşlik ettiği olduğunu gösterir; yani kişinin duygu durumu hakkında ipucu verir.
duygusal durumlara Duygusal yaşantı ve fizyolojik düzey: İçinde bulunulan duygusal durum
heyecan denir.
psikosomatik etkiler ortaya çıkarır. Örneğin; heyecansal yaşantıya göre kanın
dolaşım hızında, kalp atış hızında, nabzın atış hızında, salgı bezlerinin ürettiği
salgıların miktarında artışlar olur. Bu farklı heyecan düzeyleri, duygusal yaşantı
sürecinde oluşan bedensel belirtilerdir. Heyecanlar karmaşık süreçlerdir. Bunların
meydana gelişinde merkez sinir sistemlerinin rolü olduğu gibi, beden iç
organlarının da rolü vardır. Yüz hareketlerinden ve tensel belirtilerden insanın
hangi heyecanın etkisinde olduğu anlaşılır.

138
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Duygular ve Heyecanlar

Heyecanlar, bir bakıma çok yoğun ve şiddetli, kısa süreli duygulardır. Tıpkı
güdüler gibi heyecanlar da davranışların nedenleri arasındadır. Ancak güdüler içsel
faktörlerle ortaya çıkarken, heyecanlarda uyarıcı dış çevreden gelir. Bazı
durumlarda kişi kendisine çok fazla heyecan duygusu yaşatan beklenmedik bir
durumla karşılaştığı zaman, organizmanın hem fiziksel hem de psikolojik durumu
üzerinde gözlenen davranışlar ortaya çıkar.

DUYGU KURAMLARI
Duyguların meydana gelişini ve insanın psikolojik ve fizyolojik yapısını
açıklamak amacıyla farklı kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlar James-Lange
kuramı, Cannon Bard kuramı, Arnold-Linsey Kuramı, Bilişsel kuram ve
Sosyobiyolojik kuramdır.

James-Lange Kuramı
Amerikan psikolog William James ve Danimarkalı psikolog Carl Lange ayrı
ayrı yerlerde aynı yıl içinde aynı kuramı ortaya atmışlardır. Bu nedenle de bu
kurama James-Lange kuramı denmiştir. Kuramın temel düşüncesi şudur:
Bedenimiz, çevreden uyarıcılar alır ve belirli özelliklerine tepkide bulunur.
Bedenimizin tepkisinin farkına vardığımız zaman fizyolojik değişikliklerle birlikte
duygu durumu meydana gelir. Gözlerin büyümesi, tüylerin diken diken olması
fizyolojik bir durum olarak kalmaz; aynı zamanda duygusal bir tepkiyle
tamamlanır. Issız bir sokakta köpekle karşılaşan kişinin köpeği gördükten sonra
vücudunda fizyolojik değişmeler meydana gelir ve ardından korku duygusu oluşur.
Örnek

•Her duyguyu besleyen fiziksel nedenler vardır ve her


fiziksel nedenin ardından duygusal durumlar ortaya çıkar.
Kişinin olgunluğunu ve davranışlarının normalliğini
belirleyen temel faktörlerden biri de duygu durumu ile
fiziksel durumu arasındaki uyumdur.

Cannon Bard Kuramı


Cannon-Bard kuramı, James-Lange kuramının eksiklerini giderme amacıyla
geliştirilmiştir. Bu kuram da iki farklı psikolog tarafından ayrı ayrı yayınlarda ileri
sürülmüştür. Bu nedenle her ikisinin adıyla anılmaktadır. Kuram hipotalamusun
merkezi rolü üzerinde durulmuştur. Çevreden algılanan uyarıcılar hipotalamusu
etkiler, hipotalamus fizyolojik değişiklikleri ortaya çıkararak sinir sistemini uyarır
ve beyin kabuğuna sinirsel akımlar göndererek heyecan yaşantımızın farkına
varmamızı sağlar. James-Lange kuramının eksiklerini gidermeyi amaçlayan bu
Güdüler içsel faktörlerle kuramda duygular ve bedensel davranışlar aynı anda ortaya çıkmaktadır.
ortaya çıkarken,
heyecanlarda uyarıcı dış
çevreden gelir.

139
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Duygular ve Heyecanlar

Bilişsel Kuram
Duygu kuramları içerisinde en çok kabul edilen kuram bilişsel kuramdır.
Bilişsel kuram, hem günlük yaşantılarla hem de bilimsel deneylerle
desteklenmektedir. Bu kurama göre bedenimizde olup biten fizyolojik
değişikliklere, çevremizde bulunan uyarıcılar çerçevesinde anlamlı duygusal
tepkiler veririz. Kurama göre bilişsel süreçler duyguların tanımlanmasında ve
anlamlandırılmasında önemli rol oynar. Bu süreçte bedendeki fizyolojik
değişikliklerin oluşmasında bireyin algıları ve anlayışı etkilidir.

Sosyo-biyolojik Kuram
Sosyo-biyolojik kuram, insanın sosyal davranışının bir evrim sonucunda bu
noktaya geldiği üzerinde durmaktadır. Buna göre sosyal davranışlar doğal bir
seçim sürecinden geçerek bugünkü şeklini kazanmıştır [6]. Bu kuramda, duyguların
fizyolojik temelinin ne olduğu ve nasıl oluştuğu üzerinde durulmaz. Duyguların
niçin devam ettiği ve insan yaşamında ne tür işlevleri olduğu üzerinde durulur.
Sosyo-biyolojik kuram, duyguların, insanın çevresine uyum sağlamasına yardımcı
olacağını ileri sürmektedir. Kurama göre her insanın duygularının uyumsal bir
görevi vardır. Örneğin; kızgınlık, başkalarının saldırganlığına karşı kişiyi korur; haz,
neşe ve mutluluk insanları birbirine yaklaştırır, sevgi ve coşku eşleşme davranışını
kolaylaştırarak türün devamını sağlar.

Duyguların Sınıflandırılması
Duygu psikolojisi üzerine çalışanlar duyguları sınıflamaya çalışmışlar; ancak
bunda kesin bir sonuca ulaşamamışlardır. Bununla birlikte duyguların
sınıflandırılmasında birtakım görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları,
bedensel, ruhsal ve manevî olmak üzere üç duygu türünü kabul eden
sınıflandırmalar olduğu gibi duyguların süresi, yoğunluğu ve şiddetini esas alan
sınıflandırma da vardır. Diğer bir sınıflandırma ise duyguların göreceliği konusudur.
“Aynı duygular kişide aynı davranışlara mı neden olur veya aynı davranışların
arkasında hep aynı duygular mı vardır?” gibi soruların cevabı duyguların göreceliği
sınıflandırmasının temelini oluşturur.
Diğer bir duygu sınıflaması ise duyguların iyi veya yüce oluşu ile aşağı ve
kötü oluşlarıyla ilgilidir. Kişiyi iyiye, erdemli olana, güzele, doğruya, adaletli
davranmaya sevk eden, sevgi, iffet, güven vs. gibi duygular yüce duygular olarak
Duygu psikolojisinin kabul edilirken; kıskançlık, korkaklık, nefret, utanmazlık, onursuzluk aşağı duygular
üzerine çalışanlar olarak kabul edilmektedir [7]. Duyguları sınıflama konusunda üzerinde
duyguları sınıflamaya
uzlaşılabilecek ortak bir nokta bulunmamasına rağmen sekiz temel duygunun
çalışmışlar; ancak kesin
sonuca olduğu genellikle kabul edilmektedir. Bu temel duygular; korku, neşe, kızgınlık,
ulaşamamışlardır. hüzün, nefret, umut, yakınlık ve hayrettir. Bunların dışında yaşanan diğer duygular
ise bu duyguların karışımıyla meydana gelen ikincil duygulardır.
İnsana elem ya da haz veren duygular çok çeşitlidir. Bunlar; sevindirici,
yasaklayıcı ve savunucu ile saldırıcı duygular olarak üç başlık altında toplanabilir.
Sevindirici duygular, insanı haz veren davranışa yöneltirler ya da insana bir

140
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Duygular ve Heyecanlar

davranışın sonunda haz verirler. Bunlar sevgi, mutluluk, zevk, merak, doyum ve
hoşlanma gibi duygulardır. Yasaklayıcı ve savunucu duygular ise korku, sıkıntı,
üzüntü, hüzün, keder, bıkkınlık, tiksinti, iğrenme gibi duygulardır. Sevindirici
duyguların tersine insana elem verirler. Bu duygulardan uzak olmak için insan,
bunlara götüren davranışları kendisine yasaklar veya bunları yaratacak durumlara
karşı kendisini savunur [8]. Yasaklayıcı ve savunucu duyguların şiddeti arttıkça
kişiyi çöküntüye uğratır ve ona zarar verir. Saldırıcı duygular, insanı karşısındakine
elem verecek bir tutum takınmaya, eylemde bulunmaya yönelten duygulardır.
Duygular, haz ve elem verici duygular olarak da sınıflandırılmıştır. İnsanda
heves, umut, arzu, istek, coşku, şefkat, sevgi gibi hisler uyandıran duygular insana
mutluluk ve haz verirken; açlık, acı, hainlik, kıskançlık, öfke gibi duygular insanı
rahatsız eden ve onda elem hissi uyandıran duygulardır. Duyguları ayrıca bedensel
veya fiziksel duygular ve psikolojik veya ruhsal duygular olarak sınıflandırmak
mümkündür. Adler, duyguları kısaca insanları birbirine yaklaştıran ve onları
birbirinden uzaklaştıran duygular olarak sınıflandırmaktadır.
Örnek

•İnsanlar tarih boyunca sürekli hazza yönelip acıdan kaçınmışlardır.


Hazlar insanı motive ederken, elemler onların kaçınmalarına veya
alışık oldukları bir davranışın sönmesine yani olumsuz
pekiştirmeye neden olur.

Duygular, insanları nesnelere, olaylara veya olgulara yaklaştıran veya


onlardan uzaklaştıran; düşünceleri takip etmeleri yönüyle, pozitif-negatif duygular
olarak iki genel kategoride sınıflandırılabilir. Olumlu duygular; umut, heves, arzu,
istek, heyecan, mutluluk, dostluk, fedakârlık, neşe, iyimserlik gibi insanı yaşama
bağlayan, onun yaşam sevincini artıran duygulardır. Olumsuz duygular ise kişinin
yaşam sevincini azaltan, onu yaşamdan soğutan, onda stres ve çeşitli gerilimlere
neden olan; nefret, kıskançlık, kin, öfke, şiddet, çekemezlik düşmanlık, korku,
cimrilik gibi duygulardır. Duyguları negatif ve pozitif olarak sınıflandırmanın
Duygulara dokunulmaz yanında onları birincil ve ikincil olarak da sınıflandırmak mümkündür. Primer
ve ifade edilmesine izin
duygular, doğuştan varolan kişinin yaşama uyum sağlamasını kolaylaştıran ve
verilmezse kişi kendini
uyuşuk, yorgun, içe önceden düzenlenmiş duygulardır.
kapalı ve kaygılı Primer duyguların amacı; bedeni, kaç ya da savaş durumuna hazırlamaktır.
hisseder. Primer duyguların uyarılması için, uyaranın niteliğinden çok, belli özelliklere sahip
olması önemlidir. Primer duygular bütün duygusal davranış yelpazesini
tanımlamaya yetmez; bunlar sadece temel mekanizmalardır. Nesnel bir durumla
karşılaşıldığı zaman primer duygular arasındaki bağlantılar kurulmaya başlandığı
andan itibaren ikinci duygular ortaya çıkmaya başlar. İkinci duygular, yaşama hazır
cevaplar şeklindeki kontrol dışı primer duygulardan farklı olarak, bilinçli ve sistemli
fikirlerle başlar.

141
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Duygular ve Heyecanlar

Duyguların Özellikleri
Duygular, özellikleri itibariyle iki gruba ayrılır. Bunlardan biri temel duygular,
diğeri karmaşık duygulardır. İnanç, kızgınlık, yaş, korku, aşk, heyecanlanma ya da
neşe gibi duygular temel duygular iken; şevk, hayal kırıklığı veya yetersizlik gibi
duygular karmaşık duygulardır. Karmaşık duygular daha basit duyguların
birleşiminden oluşur. Basit duygular daha tepkisel, kısa süreli olmasına rağmen,
karmaşık duygular daha kurgusal, daha kalıcı ve uzun süreli yoğun duygulardır.
Duygular hemen oluşmaz; kişilerin düşünce ve algılarında kendilerini belli eder ve
aynı zamanda onların düşüncelerinden ve algılarından etkilenir.
Duygular sinir uçları gibidir. İster elem ister haz versin, onlara dokunulursa
kişi tepki gösterir. Duygular aslında kişiyi harekete geçiren temel unsurlardır.
Duygusuz bir insanın elem veya haz hissi duymayacağı gibi bu kişinin belli bir
davranışta bulunması da gerekmez. Duygulara dokunulmaz ve ifade edilmesine
izin verilmez ise kişi kendini uyuşuk, yorgun, içe kapalı ve kaygılı hisseder.
Düşüncelerin doğrusu ve yanlışı varken, duyguların doğru ya da yanlışı yoktur.
Şiddetli veya zayıf, yoğun veya yüzeysel olabilirler; ama doğru veya yanlış
olmazlar. Algılar ve bunlara dayalı olarak ortaya çıkan yargılar duyguları
yönlendirir.
Duygular şiddetine göre bastırılır veya bastırılmaz. Şiddetli duygular kolay
kontrol edilemezken, göreli olarak zayıf duyguların kontrolü mümkündür. Olumlu
duyguları kontrol etmek daha kolay iken, olumsuz duyguları kontrol etmek veya
bastırmak daha zordur. Duyguları bastırmak için kişi zihnini bir şeylerle bilinçli
olarak meşgul ederek olumsuz duyguları ya görmezlikten gelmeye ya da unutmaya
veya bastırmaya çalışır; ancak yine de bunu başarmak kolay değildir. Algılar,
düşünceler, inançlar bireyseldir ve kolay kolay başkasını etkisi altına alamaz.
Bununla birlikte, duygular genellikle bulaşıcıdır. Birini düşünürken görmek insanda
düşünce durumu oluşturmayabilir; ancak birinin ağladığını gören kişinin kendini
üzgün hissetmesi veya ağlaması duyguların kolayca bulaştığını gösterir.

Duyguların İfadesi
Duygular kendilerini ifade ediliş biçimleriyle ortaya koyar. Duyguları ifade
etmenin temelinde farklı kültürler ve farklı diller vardır. Bazı dillerde duyguları
ifade etmeninin basit şekilleri varken, bazı dillerde duygu ifade ayrımları
karmaşıktır ve nüanslar önem kazanır [9]. Özellikle farklı beden dilleri, duyguları
farklı şekilde ifade etme aracıdır. Duyguların her kültürde farklı ifade ediliş tarzı
vardır. Her duygu taşıdığı değere göre farklı biçimde ifade edilmekte, kültürlerde
Yüz ifadelerinin dışında, değerler yaklaştıkça onların ifade ediliş tarzı da birbirine yaklaşmaktadır. İnsan bir
sesler ve konuşma bakıma kültürel bir varlıktır ve her kültür farklı özellikleriyle diğer kültürlerden
biçimleri de duygu ayrılır. Dolayısıyla kişilerin kültürlerinin bir parçası olan duygularını ifade biçimleri
ifadesinin önemli kültürden kültüre farklılık gösterir. Nitekim Ekman’ın yaptığı uzun süreli
araçlarıdır.
araştırmalar bütün kültürlerde aynı olan duyguların ifade biçimlerinin aynı
olduğunu söylemektedir.

142
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Duygular ve Heyecanlar

Duyguları ifade eden davranışların bir kısmı kişinin kontrolünde ortaya çıkar.
Kişi duygularını ne ölçüde kontrol etse de duygular çoğu zaman insan yüzünde
kendisini gösterir. Beden dili, kültüre göre farklılık gösterse de beden dilinin bir
parçası olan yüz ifadeleri kültüre bağlı olarak pek değişmez. Ancak beden dilinin
diğer öğeleri olan jestler bir kültürden diğerine önemli değişiklikler gösterebilir.
Ayrıca yüz ifadelerinin dışında, sesler ve konuşma biçimleri de duygu ifadesinin
önemli araçlarıdır. Örneğin, insanlar genellikle öfkeliyken yüksek sesle konuşur ve
bu yaklaşık tüm kültürlerde ortak bir ifade şeklidir.
Kişinin hissettiklerini tanımlamasından sonra bu duyguları ifade etmesi
önemlidir. Duyguları konuşarak ve yazarak ifade etmek mümkündür.
Konuşarak ifade etmek: Duyguları ifade etmenin en iyi yolu, onları
dinlemeye ve paylaşmaya hazır bir dost veya arkadaşla paylaşmaktır. Paylaşma
sadece duyguları konuşmak değil onları dışa vurmaktır. Burada duyguların
paylaşıldığı kişinin güvenirliği önemlidir. Güvenilir kişiyle tüm duygular kolaylıkla
paylaşılır. Paylaşılan kişinin hem iyi bir dinleyici olması hem de önerilerde bulunma
yeteneğinde olması önemlidir. Dinleyicinin pozitif dinleme yeteneğinde olmasına
önem vermek gerekir.
Yazarak ifade etmek: Duygular çok mahrem, başkalarıyla paylaşılmak
istenmiyorsa, yazarak duyguların oluşturduğu gerilimden bir ölçüde kurtulmak
mümkün olabilir. Aksi halde “kafaya takmak” gibi bir durumla karşılaşmak
kaçınılmaz olur ve kişi bu durumda olumsuz duyguların ömrünü uzatmış olur.
Örneğin, tansiyon takip kartları tutanlar aynı zamanda bir duygu günlüğü de tutar
ise olumsuz duyguların tansiyon üzerindeki psikosomatik etkisini görebilirler.
Duyguların ifadesi konusu üç aşamalı bir süreci izler. Bu sürecin ilk adımı
duyguların nasıl tanımlanacağı ve ifade edileceği ile ilgilidir. İkinci adım kişide
farkındalık oluştuktan sonra sıra duyguları tanımlama ve onları ifade etmeyi
öğrenmektir. Duyguları ifade etmeyi öğrenme aslında onları başka biriyle
paylaşmayı öğrenmeyle ilgilidir. Paylaşacak biri yoksa duyguları ifade eden şarkılar
mırıldanmak veya yazarak ifade etmek, duyguları dışa vurmanın bir yolu olarak
düşünülebilir. Duyguları ifade etmenin üçüncü adımı ise öfke veya düşmanlık,
sevgi veya muhabbet gibi ne tür duygular oluşuyor ise onların oluşmasına
kaynaklık eden kişilerle iletişim kurmak, daha doğru bir ifadeyle onlarla yüzleşmek
duyguları ifade etmenin üçüncü adımıdır. Bu adımlar aşağıda açıklanmıştır:
Bastırılmış duygulardan kaynaklanan belirtileri tanımlamak: İnsanın
duygusal durumunu etkileyen ve bastırılmış duygulara bağlı gelişen belirtiler
vardır. İnsan içinde tuttuğu, başkasıyla paylaşmak istemediği duygularını ne ölçüde
kendi içinde yaşasa da bunlar fiziksel veya psikolojik olarak kendini mutlaka belli
Depresyon kişinin
eder. Bastırılmış duygular kendini; kaygı yoluyla, depresyonla, psikosomatik
günlük yaşama
uyumunu bozacak semptomlarla (belirti) ve kas gerginliği ile belli eder.
dereceye ulaşmış Kaygı: Birçok faktör kaygının oluşmasına neden olabilir. Bazen bir belirsizlik
üzüntü, melânkoli veya
durumu, bazen beklenmedik olumsuz bir haber duymak, bazen istenmeyen biriyle
keder durumudur.
karşılaşmak kaygının ortaya çıkmasına neden olabilir. Kaygının nedeni bilinen veya
belirli bir duygu durumu değilse, bu durumda bastırılmış, ifade edilmemiş bir

143
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Duygular ve Heyecanlar

duygu kaygının nedeni olabilir. İnsanın yaşadığı her duygu durumu bir bakıma
boşaltılması gereken bir enerji yükü taşır. Kişi bu yükten kurtulmadıkça ve onun
altında ezildikçe kaygı ile buna tepki vermeye başlayacaktır.
Depresyon: Kişinin günlük yaşama uyumunu bozacak dereceye ulaşmış
üzüntü, melânkoli veya keder durumudur. Kişinin ilişki ve etkinliklerini
etkilemeyen, üzgün olma durumu depresyon değil, moral bozukluğudur. Klinik
depresyon tıbbî bir teşhistir ve moral bozukluğundan farklıdır. Depresif kişi
kendisini yorgun, üzgün, sinirli, motivasyonsuz hissedebilir. Klinik depresyon,
moral bozukluğu gibi normal üzüntü hissinden daha yoğun yaşanır ve kişinin
gündelik yaşamını etkileyecek düzeyde çöküntü duygusu oluşturur.
Peck, depresyonu “sıkışmış duygular” olarak tanımlamaktadır. İnsanı üzen
bazı kayıplardan ve acılardan sonra ağlamak veya kendini başka türlü ifade ederek
boşalma olmadığı zaman kişi depresif bir duygu yaşayabilmektedir [10]. Derin acı
veya hüzün durumlarında bu duyguların vücutta oluşturduğu duygu durumunun
boşaltılması gerekir. Depresyon bazen şiddetli bir öfke duygusunun ifade
edilmemesi durumunda da ortaya çıkabilir. Bu durumu Gestaltçı psikologlar,
Olumlu ve olumsuz maskelenmiş kızgınlık duygusunun kişinin kendine yönelmesi sonucunda
duyguların tanınması, depresyonun ortaya çıkması şeklinde ifade etmektedirler. Eğer son zamanlarda
duygu durumunun
yaşadığı belli bir kayıp olmadığı halde birey kendini depresif hissediyorsa, neye
arkasındaki gerçek
öfkelenmiş olduğunu kendine sormalıdır. Psikosomatik semptomlar, psikosomatik,
motifin anlaşılmasını
sağlar. psikololojik kökenli olan, fiziksel hastalıklara verilen genel addır.
Duyarlı A tipi kişiler olarak ifade edilen insanların temel rahatsızlıkları olan
baş ağrısı, yüksek tansiyon ve ülser gibi rahatsızlıklar, kaygılı, öfkeli ve depresif
kişilerin yaşadıkları rahatsızlıklar psikosomatik belirtilerdir [11]. Bunlar daha çok
ifade edilmeyen duygulardan kaynaklanır. Psikosomatik belirtiler kronik strese,
yıllar boyu ifade edilmemiş duygulara vücudun ödediği bir bedeldir. İnsan üzerinde
derin etkiler bırakan duyguları tanımlamak ve ifade etmeyi öğrenmek, pek çok
psikosomatik semptomun azalmasını veya kaybolmasını sağlayabilir.

•İnsanlar ne sadece A tipi ne de sadece B tipidir. Sürekli


Örnek

olarak bu tipler arasında gider gelirler. A veya B tipi olarak


sınıflandırmak insan davranışlarının baskın olmasıyla
ilgilidir.

Kas gerginliği: Gergin, sıkılmış kaslar, genellikle duyguların uzun süreli ifade
edilmemesinin sonucu ortaya çıkan psikosomatik belirtidir. İnsan duygularını ifade
etmeyip kendi içinde yaşadığı zaman, bu duygular kasları sıkmaya veya daha
gergin kasların oluşmasına neden olur [12]. Kişi eğer engellenme ya da saldırganlık
duygularının altında ise bu duygular onun boyun ve omuz kaslarında gerilmeye
neden olabilirken; üzüntü ve hüzün göğüs bölgesi ve göz etrafında; korku veya
kaygı mide kaslarında gerilmeye neden olabilir. Ancak şu kadarını belirtmek
gerekir ki hangi duygunun hangi kas grubuyla alâkalı olduğunu belirlemek kolay

144
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Duygular ve Heyecanlar

değildir; ancak herhangi bir kas grubundaki gerilme mutlaka bir duygu durumunun
ortaya çıkardığı psikosomatik belirtidir.
Bedene dönmek: Gündelik telâşlarla, sorunlarla, kaygı ve endişelerle
uğraşmak ve bu olumsuz duyguların üstesinden gelmek durumunda olan insan, bu
tür duygulara neden olan olumsuz olayları kafasına takarak olumsuz duyguları
daha uzun süreli yaşamak durumunda kalmaktadır. İnsanın kafasına taktığı
olumsuz duyguların kaynağıyla yüzleşmek için zihinsel süreçlerden kurtulup
bedene dönmesi gerekmektedir. Kişi ancak bedene dönerek kendisiyle yüzleşebilir
ve sorunlarının kaynağına inebilir. Kişinin zihinsel takınık durumdan kurtulup
kendisiyle yüzleşebilmesi için aşağıdaki yöntemlerin kullanılması yararlı olabilir:
Fiziksel gevşeme: Beden gergin ve kişinin kafası istemediği duyguların etkisi
altında ise bu durum strese ve bedende gerilime neden olur. Kas geriliminden ve
stresten kurtulmak için meditasyon ve diğer sporlarla gevşetilmesi yararlı olur. Şu
anda ne hissediyorum? Bu sorunun cevabı kişinin kendisinde gerilim, kaygı, korku
ve endişe gibi olumsuz duygular oluşturan durumla yüzleşmesini sağlar.
Duyguları tanımak veya ayırt etmek: Herhangi bir his oluştuğunda, bu hissin
kaynağının ne olduğunu veya duygunun ne tür bir duygu olduğunu tanımlamak
onları tanımlamayı sağlar. Duygular olumlu ve olumsuz duygular olarak
tanımlanabilir.
Olumlu duygular: Dostça, eğlendirici, emin, güvenilir, emniyetli, ferahlatıcı,
gururlu, güzel, harika, hevesli, affedici, anlayışlı, becerikli, canlı, cesaretli, cesur,
destekleyici, heyecan verici, cömert, değerli, heyecanlı, hoşnut, huzurlu, kendine
güvenen, kuvvetli, mutlu gibi duygular olumlu duygulardır.
Olumsuz duygular: Dalgın, korkak, düşmanca, güvensiz, endişeli, huzursuz,
inatçı, kararsız, kaygılı, kızgın, kötümser, küçük düşürülmüş, küçümseyici, nefret
dolu, öfkeli, önyargılı, paniğe kapılmış, sabırsız, sıkılgan, sıkıntılı, sinirli gibi
duygular ise olumsuz duygulardır. Olumlu ve olumsuz duyguların tanınması, duygu
durumunun arkasındaki gerçek motivin anlaşılmasını sağlar.

DUYGUSAL YAŞANTILAR
Duyguların insanın yaşantısıyla ilgili öznel bir yönü vardır. İnsanın bir
duyguyu yaşaması salt ona özgüdür ve onun iç dünyasıyla ilgilidir. Bir insanın
yaşadığı duyguları başkalarının tam olarak hissetmesi ve doğrudan bilmesi
olanaksızdır. İnsanların duyguları korku, öfke ve mutluluk düzeyinde ele alınabilir.
Korku doğal bir duygudur. Bir nesnenin veya olayın büyüklüğü, şiddeti, sesi veya
görüntüsü insanda korku hissi oluşturabilir. Korkunun kaynağı ortadan kalkınca
korkunun kendisi de ortadan kalkar. Çünkü korkunun çoğu öğrenme yoluyla
kazanılır. Bireyler arasında farklı korku durumlarının olması, kişilerin farklı
öğrenme alışkanlıklarından kaynaklanır.
Her canlı, varlığını tehdit eden etkenlerden kaçınır. İnsan bilincinde bu
kaçınma, korku algısıyla olur. Korku bu haliyle, kişinin varlığını, yaşamını
sürdürmesine hizmet eden savunma sistemlerinin bir ön-uyarı mekanizmasıdır ve

145
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Duygular ve Heyecanlar

yaşamın sürdürülebilmesi için gereklidir. Korkunun aşırı olması veya kontrolden


çıkması, yaşamın normal biçimde sürdürülmesini zorlaştıran bir duygu durumu
oluşturur. Bu durumda kişi, korkunun onu kaçınmaya zorlaması gereken
durumlara yeterince tepki gösteremez. Bu durumda yaşamı bazı durumlarda
düzenleyen ve doğal bir duygu olan korku, yaşamın düzenini bozan ve doğal
olmayan fobiye dönüşür. Korkunun belli bir kaynağı ve nedeni varken, fobinin bir
nedeninin olması gerekmez. Korku durumunda kişinin vücudu bazı tepkiler verir.
Bu tepkilerden belli başlıları; yüzün kızarması, yüzde kaşınma ve yanma hissi,
titreme, terleme, bulanık görme, nefes darlığı, ağız kuruluğu, yutkunma güçlüğü,
mide bulantısı, bilinç kaybı, ani tansiyon düşüşü vb.
Öfke: İnsanın algıladığı bir tehdit karşısında sergilediği düşmanlık
duygusudur. Öfke duygusu vücutta birtakım psikosomatik değişikliklere neden
olur. Örneğin, tansiyonun yükselmesi ve nabız hızında artış gibi. Öfke duygusu
altında olan bir insanda bu duygu kolaylıkla gözlenebilir. Öfke durumunda yaklaşık
tüm kültürlerde insanlar bağırarak konuşurlar, göz bebekleri büyür, kaşları çatılır,
Öfke gösterilerinin yumruklar sıkılır, dişlerini gösterirler. Kısaca tehditkâr bir yüz ifadesi sergilerler.
amacı, kişinin tehdit Genellikle kavgalar, öfkeli bir insanın söz konusu tehditkâr tutumlarını
olarak algıladığı duruma yansıtmasıyla ortaya çıkar. Öfke gösterilerinin amacı, kişinin tehdit olarak algıladığı
karşı koyma çabasıdır. duruma karşı koyma çabasıdır. Öfke kişinin davranışlarının kontrolünü kaybettiren
bir duygu olduğu için öfkeli insanlar olayları tarafsız bir şekilde değerlendirme ve
kontrol etme yeteneklerini kaybederler.
Öfke uygun dozda ifade edildiği zaman doğal bir duygudur; ancak
kontrolden çıkıp da kişiyi kontrol altına aldığı ve yıkıcı hale dönüştüğü zaman
kişisel ve toplumsal ilişkilerde çeşitli sorunlara yol açar ve kişinin genel yaşam
kalitesini düşürür. Pek çok kişisel ve sosyal sorunun kaynağında aşırı öfke veya
öfke patlaması vardır [8]. Öfke çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Öfkenin ortaya
çıkmasına neden olan faktörler arasında; haksızlığa uğrama, engellenme, fiziksel
veya psikolojik saldırıya maruz kalma, hayal kırıklığı, tehditler sayılabilir. Kişinin
öfkelenmesi durumunda aşağıdaki beş boyut birbiriyle ilişkiye girer:

 Biliş: O andaki düşünceler ve zihinsel süreçlerdir.


 Duygu: Öfkenin yol açtığı uyarılmadır.
 İletişim: Öfkeyi çevreye yansıtma biçimidir.
 Etkileniş: Öfkeli iken hayatı algılama biçimidir.
 Davranış: Öfkeli insanın sergilediği davranışlardır.

Öfke durumunda vücut çok hafif bir tepkiden hiddete kadar değişen farklı
yoğunlukta tepkiler verir. Öfke de diğer duygular gibi fizyolojik ve psikolojik yani
psikosomatik değişmelere neden olur [9]. Öfke anî bir duygu olarak gelişmez;
aksine bir süreç şeklinde ortaya çıkar. Bu süreçte insanın psikolojik yapısında şu
durumlar yaşanır:
 Fiziksel veya psikolojik uyaran(lar) duyguyu harekete geçirir, stres ve
gerginlik başlar, vücut enerjisini arttıran adrenalin salgısı artar,

146
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Duygular ve Heyecanlar

 Kalp ve nabız sıklığı artar, kan basıncı dolayısıyla tansiyon yükselir, vücut
ve zihin “savaş ya da kaç” tepkisi için hazırdır.
İnsanın fiziksel ve psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkileyen öfkenin
kontrol altına alınması ve yönetilmesi gerekir. Araştırmalar, öfke duygusunu yanlış
biçimde boşaltmanın saldırganlığı daha çok arttırdığını ve öfke kontrolünü
sağlamada hiçbir yararı olmadığını göstermektedir. Öfke yönetimi için en uygun
yöntem, öfkeyi neyin tetiklediğini bulmak ve kontrol altına almaya çalışmaktır.
Mutluluk: Bir ihtiyacın tatmini sağlandığında ya da hedefe ulaşıldığında
duyulan hoş bir duygudur. Yaşamdan alınan uzun süreli tatmin duygusudur. Kişi
yaşamdan ne ölçüde pozitif duygular alıyorsa o ölçüde mutludur. Bireyin ihtiyaçları
ve amaçları sürekli değişir. Ulaşılan amaçların yerini yeni amaçlar, giderilen
ihtiyaçların yerini başkaları alır. Mutluluğun kaynağı insan sayısı kadar farklıdır.
Kimileri mutluluğu maddî bir alanda, kimileri manevî derinlikte arar. Kimileri ise
mutluluğu hem maddî hem manevî alanda edinilebilecek bir ruhsal hal olarak
görür. Mutluğun ancak manevî alanda gelişmekle elde edilebileceğini düşünen
eski Yunan düşünürleri mutluluğu erdemin ödülü olarak görmüşlerdir. Peki
mutluluk nasıl elde edilir? Yukarıda ifade edildiği gibi mutluluk kişinin kendine ve
topluma karşı görevini ifa etmekten kaynaklanan bir hoşnutluk ve esenlik halidir.
Dolayısıyla mutluluğun işlevsel yönü, kişinin kendine ve topluma karşı görevini
yerine getirmenin sonucunda elde edilen bir duygu olmasıdır. Mutluluk
Mutluluğun kaynağı duygusunun yaşanmasını sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:
insan sayısı kadar
 Sükûnete (durulum) ulaşmış bir psikolojik durum,
fazladır.
 Kişinin sadece kendisini değil, toplumun diğer fertlerini de yücelten bir
değerler sistemi,
 Kişinin kendini değerlendirmesinde gerçekçilik,
 Çevredeki insanlarla dostluk ve fedakârlık temelinde yürüyen iyi ilişkiler,
 İnsana ve insanla ilgili her şeye karşı duyulan içten samimî bir sevgi.

Mutluluğu sadece maddî faktörlerde arayan bu bakış açısı, manevî bir hal,
yaşamdan elde edilen bir hoşnutluk durumu olarak gören bakış açısı tarafından
reddedilmektedir. Manevî mutluluğu maddî hazzın önünde gören anlayışa göre
ruhun dünyaya gelme amacı mutlu olmak değil, tekâmül etmektir. Mutluluk ise bir
amaç değil, bir sonuçtur [11]. Mutluluk maddî değerlerle elde edilemez; maddî
değerler geçicidir. Devamlı mutluluk kalıcı olmalıdır. Araştırmalar mutluluğun yaşla
ilgisinin olduğunu göstermektedir. 70-90 yaşları arasındaki insanlar üzerinde
yapılan bir araştırmada, en çok mutlu oldukları yaşların hangisi olduğu
sorulmuştur. Araştırmaya katılanların yüzde ellisi, 25-45; yüzde yirmisi, 15-25
yaşlarının en mutlu yaşlar olduğunu bildirmişlerdir. Çocukluk ve son yetişkinlik
evrelerinde mutlu olduklarını söyleyenlerin oranı daha düşük çıkmıştır. Bu
insanlardan, ömürleri boyunca mutlu olduklarını söyleyenlerin oranı ise çok düşük
çıkmıştır.

147
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Duygular ve Heyecanlar

DUYGULARIN YÖNETİMİ
İnsan organizması bir makine düzeninde çalışmaz; kararsızlıklar ve
düzensizlikler gösterir. Bazen öfkeli bazen mutlu, bazen sinirli bazen sevinçli
olabilir. Kısaca insan haz ve elem duyguları arasında birçok duyguyu kısa süreli
aralıklarla yaşayabilir. Ancak burada önemli olan farklı duygular yaşayan insanların
duygu durumlarını her zaman kontrol edilebilir sınırlar içinde tutmak, yani
duyguları kontrol etmek ve yönetmektir.
Duyguların kontrolü ve yönetimi için öncelikle yapılması gereken şey kişide
söz konusu duygusal durumu ortaya çıkaran duygu kaynaklarını veya faktörlerini
tespit etmektir. Nasıl hastalıkların teşhisi tedavisinden önce geliyorsa, duyguların
kontrolü ve yönetimi için de öncelikle söz konusu olan duygu durumuna neden
olan faktörleri bulup daha sonra da bunları kontrol etmek ve sağlıklı bir yaşam
sürmek için yönlendirmek gerekir. Duyguların kontrol edilip yönetilmesinde
atılacak ilk adım, duyguların tanınmasıdır. Duygularını ve bunların kaynağını
tanımamış birinin olumsuz duygularla başa çıkması söz konusu değildir.
Duyguların kaynağı, yoğunluğu, türü bilindiği zaman kişi duyguyla davranış
arasında bağlantı kuracak, dolayısıyla duyguların bireyi yönetmesine izin
vermeden kendisi duyguları yönetebilecektir. Duygular, insana dışarıdan gelen
uyarıcıların, içsel dünyasında oluşturduğu psikolojik hal olduğuna göre duyguları
tanıma, bir duyguya hangi dışsal faktörün etki ettiğinin bilinmesi gerekir. İçten
Duygularını ve bunların gelen mesajların farkında olmak, onları algılayabilmek ve yorumlayabilmek,
kaynağını tanımamış mesajın kaynağı ile alıcısı arasındaki iletişimin sağlanması bakımından önemlidir.
birinin olumsuz
duygularla başa çıkması İster haz duygusu ister elem duygusu olsun, bu duyguların yönetilebilir veya
söz konusu değildir. kabul edilebilir düzeyde tutulması gerekir. Şüphesiz ne haz duygusu ne de elem
duygusu her zaman kabul edilir duygular değildir. Elem duygusunun da, haz
duygusunun da meşru bir biçimde yaşanması gerekir. İnsanların duyguları olduğu
gibi toplumların da duyguları vardır. İnsan bir duyguyu çoğu kez toplumun kabul
düzlemine, değer ve normlarına göre ifade eder.
Duyguların yönetimi: Duyguların kontrolü veya yönetimi kişiden kişiye
farklılık gösterse de duyguların kontrol altına alınıp yönetilmesinin bazı kuralları
vardır. Duygu yönetiminin altı basamaklı stratejinin birinci basamağı kişinin ne
istediğini bilmesi ve aşırı duygu yoğunluğunun azaltılmasıdır. İkinci basamak,
bireyin duygularına güvenmesi ve her tür duygunun yönetilebilir olduğunun kabul
edilmesidir. Üçüncü basamak, duyguların verdiği mesajı algılamak, anlamak ve
kabul etmektir. Duygular kabul edilmezse, onun tedavisi, kontrolü ve yönetimi
mümkün olmaz. Dördüncü aşama, kişinin kendine güvenmesi ve olumsuz
duygularını olumluya çevirebileceğine inanmasıdır. Beşinci aşama, ne kadar güçlü
olursa olsun kişinin o duyguyu kontrol edecek gücü kendinde bulacağına inanması
ve ona göre davranmasıdır. Altıncı basamak ise heyecan duyup harekete geçmek
ve önceki tecrübelerden yararlanarak duyguları yönetilebilir düzeyde tutmaktır.
İster olumlu ister olumsuz duyguların kontrolünden kurtulmak için kişinin
bunları başkalarıyla paylaşması anlamına gelir. Duyguların ifadesinde önemli olan

148
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Duygular ve Heyecanlar

duyguların kime hangi yolla ifade edileceğidir. Bir düşmanlık duygusu nasıl ifade
edilebilir? Kızarak, bağırarak duyguyu ifade etmek, doğru bir yöntem değildir.
Duygu kontrolü ve yönetimi, özellikle olumsuz duyguların kişinin fevri (patlayıcı)
davranışlarını engellemesi ve kabul edilebilir (olgun) davranış gösterme yeteneğini
arttırma becerisidir. Buna kısaca duygusal olgunluk diyebiliriz. Duygusal
olgunluğun en önemli özelliklerinden biri, duyguları kontrol edebilme yeteneğidir.
Duruma ve zamana göre davranış ortaya koymak, duygusal olgunluktur.
Kızgınlık insanın olgun davranışlar ortaya koymasını engelleyen bir duygu
durumudur. İnsanın bazı durumlarda kızgın olması da normal bir durumdur; ancak
kızgınlığı bir yaşam biçimi haline getirmek doğru değildir. Kızgınlık ancak doğru
zamanda, doğru kişiye, doğru biçimde, doğru gerekçeyle ve doğru düzeyde ortaya
konabilirse normal kabul edilebilir. Aksi halde kızgın, öfkeli bir insanın uzun süreli
dostluklar ve arkadaşlıklar kurması bir yana, sağlıklı sosyal ilişkiler geliştirmesi de
söz konusu olamaz. Çünkü insan ilişkilerinde haklı olmak değil, haklı kalabilmek
önemlidir. Bu ancak kızgınlığın doğru biçimde kontrol edilip yönetilmesiyle
mümkün olabilir.
Öfkeyi doğru ifade etme becerisine “öfke kontrolü” denir. Öfke kontrolünün
temel amacı, öfkenin kontrolünde veya etkisinde davranışta bulunmamaktır. Daha
önce de ifade edildiği gibi öfke de doğal bir duygudur. Burada ifade edilmeye
çalışılan öfkenin doğal veya kabul edilebilir bir düzeyde kalmasını sağlamaktır. Aksi
halde öfkenin kontrolüne giren kişi, saldırgan tavırlar göstermekten kendini
alıkoyamaz. Öfkenin kontrolü veya yönetimi mümkündür; ancak bu nasıl veya
Duyguların ifadesinde hangi yöntemle yapılacaktır. Şüphesiz kişilerin öfkelenme nedenleri farklı olduğu
önemli olan duyguların
gibi öfke kontrol yöntemleri de farklıdır. Bunun için öfkenin nasıl kontrol
kime hangi yolla ifade
edileceğidir. edileceğini gösteren pek çok yöntem vardır. Doğru yöntem kişinin öfke nedeni,
öfke kaynağı ve öfkesini ifade etmesine göre değişir. Öfkeyi kontrol etmek için
geliştirilmiş öfke kontrol yöntemleri vardır. Bunlardan genel olarak kabul edilenler;
bilişsel, duyuşsal, iletişim, duygusal ve davranışsal öfke kontrol yöntemleridir.
Öfkenin kontrolü konusunda öfkenin tanımlanması ilk adımdır. Tanımlanma,
öfkeye neden olan faktörlerin neler olduğunu ve onlardan korunmanın nasıl
olacağı konusunda ipucu verir. İkinci adımda ise öfke kontrol yöntemleri
konusunda çeşitli alternatifler oluşturulur. Bu alternatifler arasında öfke
kontrolüne yarayacak en uygun alternatif belirlenir ve sonra da bu alternatifin
uygulanmasıyla öfke kontrol edilmeye çalışılır. Öfkenin daha büyük öfkelere neden
olacak çarpıtmalarından kaçınmak, öfkeyi kontrol etmenin bir diğer yoludur.

149
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Duygular ve Heyecanlar

Bireysel Etkinlik
• Daha duygusal olanların görece daha az duygusal olanlardan
daha iyi insanlar olduklarını düşünüyor musunuz? En çok hangi
durumlarda sevindiğinizi ve hangi durumlarda hüzünlendiğinizi
düşünerek bu soruyu cevaplandırmaya çalışınız.

150
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Duygular ve Heyecanlar

•DUYGU KAVRAMI VE ANLAMI


•Duygular algılar, psikolojik tepkiler ve bilinci de içeren, insanın genel
psikolojik durumunu koordine eden içsel durumlardır. Duygu, insanda
psikolojik durumları ortaya çıkaran, neden olan psikolojik hallerdir.
•DUYGULAR VE HEYECANLAR
•Duygular haz ya da elem verici, yoğun ya da ılımlı, gergin ya da gevşek
Özet
olmalarına göre üç bakımdan nitelendirilebilir. Duyguların çok yoğun veya
şiddetli olanlarına ve insanda gerginlik uyandıran duygulara heyecan denir.
•Heyecanlar üç düzeyde incelenebilir: Öznel yaşantı düzeyi: Her insanın
kendine özgü bir yaşamı vardır; bu yaşam onun öznel deneyimlerinden
oluşur. Duygusal davranış düzeyi: İnsan bazen acı, bazen öfke, bazen de
hüzün duygusu hisseder. Gözyaşı, kişinin aslında ne gibi duygular içinde
olduğunu gösterir. Duygusal yaşantı ve fizyolojik düzey: İçinde bulunulan
duygusal durum psikosomatik etkiler ortaya çıkarır.
•DUYGU KURAMLARI
•Duygu kuramları şunlardır: James-Lange Kuramı: Kuramın temel düşüncesi
şudur: Bedenimiz, çevreden uyarıcılar alır ve belirli özelliklerine tepkide
bulunur. Bedenimizin tepkisinin farkına vardığımız zaman fizyolojik
değişikliklerle birlikte duygu durumu meydana gelir. Cannon Bard Kuramı:
Kuram hipotalamusun merkezi rolü üzerinde durulmuştur. Çevreden
algılanan uyarıcılar hipotalamusu etkiler, hipotalamus fizyolojik değişiklikleri
ortaya çıkararak sinir sistemini uyarır ve beyin kabuğuna sinirsel akımlar
göndererek heyecan yaşantımızın farkına varmamızı sağlar.
•Bilişsel Kuram: Bilişsel kuram, hem günlük yaşantılarla hem de bilimsel
deneylerle desteklenmektedir. Bu kurama göre bedenimizde olup biten
fizyolojik değişikliklere, çevremizde bulunan uyarıcılar çerçevesinde anlamlı
duygusal tepkiler veririz. Sosyobiyolojik Kuram: Sosyo-biyolojik kuram,
insanın sosyal davranışının bir evrim sonucunda bu noktaya geldiği üzerinde
durmakta, duyguların insanın çevresine uyum sağlamasına yardımcı olacağını
ileri sürmektedir. Duyguların Sınıflandırılması: Duyguları sınıflama
konusunda üzerinde uzlaşılabilecek ortak bir nokta bulunmamasına rağmen
sekiz temel duygunun olduğu genellikle kabul edilmektedir. Duyguları
negatif ve pozitif olarak sınıflandırmanın yanında onları primer ve sekonder
olarak da sınıflandırmak mümkündür. Duyguların Özellikleri: Duygular,
özellikleri itibarîyle iki gruba ayrılır. Bunlardan biri temel duygular, diğeri
karmaşık duygulardır. İnanç, kızgınlık, yaş, korku, aşk, heyecanlanma ya da
neşe gibi duygular temel duygular iken; şevk, hayal kırıklığı veya yetersizlik
gibi duygular karmaşık duygulardır. Duyguların İfadesi : Duyguların ifadesi
konusu üç aşamalı bir süreci izler. Bu sürecin ilk adımı duyguların nasıl
tanımlanacağı ve ifade edileceği ile ilgilidir. İkinci adım kişide farkındalık
oluştuktan sonra sıra duyguları tanımlama ve onları ifade etmeyi
öğrenmektir. Üçüncü adımı ise öfke veya düşmanlık, sevgi veya muhabbet
gibi ne tür duygular oluşuyor ise onların oluşmasına kaynaklık eden kişilerle
iletişim kurmaktır.
•DUYGUSAL YAŞANTILAR
•Duyguların insanın yaşantısıyla ilgili öznel bir yönü vardır. İnsanın bir
duyguyu yaşaması salt ona özgüdür ve onun iç dünyasıyla ilgilidir. Mesela
korkunun çoğu öğrenme yoluyla kazanılır. Bireyler arasında farklı korku
durumlarının olması, kişilerin farklı öğrenme alışkanlıklarından kaynaklanır.
Her canlı, varlığını tehdit eden etkenlerden korkar ve kaçınır.
•DUYGULARIN KONTROLÜ VE YÖNETİMİ
•Duyguların kontrolü veya yönetimi kişiden kişiye farklılık gösterse de
duyguların kontrol altına alınıp yönetilmesinin bazı kuralları vardır. Duygu
yönetiminin altı basamaklı stratejinin birinci basamağı kişinin ne istediğini
bilmesi ve aşırı duygu yoğunluğunun azaltılmasıdır. İkinci basamak, bireyin
duygularına güvenmesi ve her tür duygunun yönetilebilir olduğunun kabul
edilmesidir. Üçüncü basamak, duyguların verdiği mesajı algılamaktır.
151
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Duygular ve Heyecanlar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bedensel fizyolojik değişikliklerin şekillenmesinde bireyin algıları ve
anlayışlarının etkili olduğunu, uyarılan bireyin de bu durumu çevresindeki
ipuçlarından yorumladığını savunan duygu kuramı aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Bilişsel kuram
b) Sosyo-biyolojik kuram
c) Cannon Bard kuramı
d) Duygusal kuram
e) Tepkisel kuram

2. Bireyin yaşayabileceği 8 temel duygu durumu arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Korku
b) Nefret
c) Acıma
d) Hayret
e) Umut

3. Heyecanların incelenmesiyle aşağıdakilerden hangisi ilgilidir?


a) Öznel yaşantı düzeyi
b) Genel yaşantı düzeyi
c) Sosyal yaşantı düzeyi
d) Bilişsel yaşantı düzeyi
e) Grupsal yaşantı düzeyi

3. Kişinin öfkelenmesi durumunda aşağıdakilerden hangisi birbiriyle ilişkiye


giren boyutlardan biri değildir?
a) Biliş
b) Duygu
c) İletişim
d) Refleks
e) Davranış

4. Mutluluk duygusunun yaşanmasını sağlayan faktörler arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Sükûnete (durulum) ulaşmış bir psikolojik durum
b) Kişinin sadece kendisini değil, toplumun diğer fertlerini de yücelten bir
değerler sistemi
c) Bireysel çıkarlara fazla ilgi gösterme eğilimi
d) Kişinin kendini değerlendirmesinde gerçekçilik
e) Çevredeki insanlarla dostluk ve fedakarlık temelinde yürüyen iyi ilişkiler

152
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Duygular ve Heyecanlar

6. Duygu kuramları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) James-Lange kuramı
b) Cannon Bard kuramı
c) Bilişsel kuram
d) Sosyobiyolojik kuram
e) Malow-Rogers kuramı

7. Duyguların iletilmesinde aşağıdakilerden hangisi belirleyici unsurlardan biri


değildir?
a) Jest-mimik
b) Ses tonu
c) Göz teması
d) Samimiyet
e) Aradaki mesafe

8. Başarı gereksinimi yüksek olan bireylerde aşağıdakilerden hangisi görülen


bir durum değildir?
a) İşlerin iyi olması için çabalarlar.
b) Okul başarıları diğer öğrencilere göre daha yüksektir.
c) Maaşa yapılan zam, güdüleyici bir etkidir.
d) İnisiyatif kullanabilirler.
e) Başarabilecekleri işlerin üzerinde olan işlerden kaçınırlar.

9. Bastırılmış duyguların kendini ifade etme biçimleri arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Kaygı
b) Depresyon
c) Psikosomatik semptomlar
d) Kas gerginliği
e) Kontrolsüz sevinç

10. Öfke sürecinde ortaya çıkan aşamalar arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Fiziksel veya psikolojik uyaran(lar) duyguyu harekete geçirir.
b) Yoğun stresle başlar.
c) Vücut enerjisini arttıran adrenalin salgısı artar.
d) Kalp ve nabız sıklığı artar.
e) Kan basıncı dolayısıyla tansiyon yükselir.

Cevap Anahtarı
1.a, 2.c, 3.a, 4.d, 5.c, 6.e, 7.d, 8.e, 9.e, 10.b

153
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Duygular ve Heyecanlar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Baymur, F. B.(2004). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
[2] Atkinson, Rita L., Atkinson, Richard C., Smith, Edward E., Bem, Darly J. and
Nolen – Hoeksema, Susan (2002). Psikolojiye Giris, (çev. Yavuz Alogan),
Ankara: Arkadaş Yayınları.
[3] Barutçugil, İ. (2002). Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, İstanbul: Kariyer
Yayıncılık.
[4] Damasio, A.R. (1999). The Feeling of What Happens: Body and Emotion in the
Making of Consciousness. New York: Harcourt Brace & Co.
[5] Goleman, D. (2005). Duygusal Zekâ, (çev. Banu Seçkin Yüksel), İstanbul: Varlık
Yayınları.
[6] Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: N. Ekrem Düzen), Ankara: Türk
Psikologlar Derneği Yayınları.
[7] Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
[8] Serol, T. (2000), Davranışlarımızın Kökeni, İstanbul: Say Yayınları.
[9] Arkonaç, S. (1998). Psikoloji Zihin Süreçleri Bilimi, İstanbul: Alfa yayınları.
[10] Yüksel, Ö. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi.
[11] Ozan, Gönül (2011) Duyguları Tanımak ve İfade Etmek [Erişim tarihi:
19.05.2018] http://www.fvcpsikiyatri.com/node/88.
[12] Yeşilyaprak, B.(2003). Genel psikoloji, Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

154
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
İLETİŞİM

• İletişim Kavramı
İÇİNDEKİLER

• İletişimin Unsurları
• İletişim Türleri
• İletişimin Engelleri
• İletişim Engellerini Aşma
DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Hasan TUTAR

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

• İletişim kavramını tanımlayıp


açıklayabilecek,
• İletişim sürecini bilebilecek,
• İletişimin unsurlarını bilebilecek,
• İletişim türlerini bilebilecek,
• İletişim şekillerini bilebilecek,
• İletişim engellerini bilebilecek,
• İletişimin engellerini aşma yollarını
öğrenebileceksiniz.
ÜNİTE

8
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
İletişim

İLETİŞİM

İletişim
İletişim İletişimin İletişimin İletişim
Engellerini
Kavramı Unsurları Türleri Engelleri
Aşma

Kişisel Aynı şeyi


İletişim Kaynak Sözlü iletişim
engeller algılama

Sözsüz Dil ve anlatım Aynı dili


Bilgi Mesaj
iletişim sorunları konuşma

Dinleme/Algıl Duygusal
Enformasyon Hedef Yazılı iletişim
ama sorunları reaksiyon

Kanal Yetersiz bilgi Güven duyma

Cinsiyet
Filtreleme Geri bildirim
farklılıkları

Kültürel
Geri bildirim Anlayış
farklılıklar

Dinleme

Empati

156
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
İletişim

GİRİŞ
İnsanlar toplum halinde yaşayan sosyal varlıklardır. Sosyal varlık olmanın
doğal sonucu iletişim kurmaktır. Hiçbir insan ve insan topluluğu, iletişimsiz
yapamaz. Çünkü topluluk ayrı ayrı bireylerden oluşan bir koleksiyon değil, kişilerin
etkileşim içinde olduğu sosyal bir yapıdır. İletişim, kişinin kendisiyle, kişiler
arasında, gruplarda, örgütlerde ve kitleler düzeyinde mesaj aktarımı anlamına
gelir. Daha kısa bir ifadeyle iletişim, kaynakla hedef arasında mesaj alışverişi olarak
ifade edilebilir.
İletişim mesajın bir kanal aracılığıyla kaynak ile hedef arasında iletilmesidir.
En kısa tanımı ile iletişim, kaynakla hedef arasında mesaj alışverişidir. Mesaj
paylaşma faaliyeti olan iletişim, kişilerin kendilerini ifade edebilme ihtiyaçlarının
sonucunda ortaya çıkar. İletişim, bireyler arasındaki ilişkiler sistemi olarak da
tanımlanabilir. İletişim, kişilerin amaçsız etkileşimleri olmaktan çok, bir etki
oluşturmaya veya davranışa neden olmak amacıyla, mesajın kaynaktan hedefe
aktarılmasıdır.
İletişim, insanın kendini sosyal bir varlık olarak ifade etmesi için zorunludur.
İnsan, çevresi ile iletişim kurarak yaşar. Onun her davranışı, konuşması, susması
Yaşam bir bakıma
kısaca tüm tutum ve davranışları kendini ifade etme biçimidir. Kişi gündelik
iletişim kurma
serüvenidir. yaşamını çevresine mesaj iletmekle ve çevresinden mesaj almakla sürdürür.
İletişim, mesaj üretme, iletme ve algılama sürecidir [1]. İletişim kurmakta asıl
amaç, anlaşılabilir mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve
davranışlarında değişiklik yapmaktır. İnsan yaşamını iletişim kurarak sürdürür.
Yaşam bir bakıma iletişim kurma serüvenidir. Normal zihinsel fonksiyonlara sahip
olan bir insan, iletişim kurmadan yaşayamaz. İletişim, insanın bireysel ve sosyal
yaşamının vazgeçilmez unsurudur. İnsan gündelik yaşamında diğer insanlarla,
kurumlarla, kuruluşlarla, gruplarla veya kendisiyle iletişim kurarak yaşar.

İLETİŞİM KAVRAMI
Latince “communicare” fiilinden gelen iletişim kelimesi, dilimizde “ortak
kılma” anlamına gelmektedir. İnsanların birbirleri ile anlaşmalarını sağlama süreci
olan iletişimle ilgili farklı tanımlar yapılmıştır. İletişim bir mesaj alışverişidir; ancak
burada açıklanması gereken şey mesajın ne olduğudur [2]. Mesaj; bilgi, düşünce,
duygu, inanç ve tutum, jest ve mimik gibi algılama sürecinde kullanılan her tür
olgudur. İletişim aslında bir anlam arama çabasıdır. İletişim esas olarak simgeler
aracılığıyla bir kişi ya da gruptan diğerine bilginin, düşüncelerin, tutumların veya
duyguların iletimidir. İletişim, tarafların anlam yaratıp, anlaşmaya varabilmek
amacıyla mesaj paylaşım sürecidir.
İletişim ister bilgiyi yaymak, ister eğitmek, ister eğlendirmek, ister etkilemek
ya da sadece anlatmak amaçlı olsun, esas amaç bilgi vermektir. İletişimle bilgi,
düşünce ve görüşler, kaynaktan hedefe aktarılır ve bu aktarma işlemi sözlü, yazılı
ya da sözsüz iletişim tarzında olabilir. Sözsüz iletişim, sözlü iletişimi kapsamaz;
ancak sözlü iletişimde sözsüz iletişimin bir unsuru olan beden dili, sürekli kullanılır
ve ikisinin anlamlı bir biçimde kullanılması, sözlü iletişimin etkinliğini arttırır.

157
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
İletişim

İLETİŞİMİN UNSURLARI
İletişimin unsurlarını, temel unsurlar ve ikincil unsurlar şeklinde genel bir
ayrıma tabi tutabiliriz. Kaynak, mesaj, kanal ve alıcı iletişimin temel unsurları iken;
kodlama, kod açma, algılama, değerlendirme, çevre ve geri bildirim iletişimin
ikincil unsurlarıdır. İletişimin ikincil unsurları olmadan da iletişim kurulabilir; ancak
iletişimin etkinliğini arttırmak için iletişimin ikincil unsurlarına ihtiyaç vardır.

Kaynak (Gönderici)
Kaynak, iletişimin başlatıcısıdır; iletişimi başlatan veya iletiyi gönderendir.
Kaynak olmadan iletişim kurulamaz. İletişim önce kaynağın zihnindeki düşünce
şeklinde ortaya çıkar. Kaynak, sahip olduğu tecrübe ve bilgilere göre, mesaj
oluşturur; yani mesajı iletmeden önce onu “kod”lar. Bir düşünceyi formüle eder ve
mesaj halinde kanalı kullanarak alıcıya gönderir. İletişim, gönderici ve alıcı olmak
üzere en az iki kişiyi gerektirir. Bununla birlikte alıcı ikiden fazla olabileceği gibi
göndericisi de ikiden fazla olabilir. İletişim için öncelikle kaynağa ihtiyaç vardır.

Mesaj (İleti)
Mesaj, alıcı için bir uyaran olarak işlev gören uyarıcılardır. Mesaj kavramının
Sembollerin tek birçok anlamı vardır. Örneğin; mesaj, herhangi bir yerde bir biçimde açığa vurulan
başlarına bir anlamları sözcük ya da imgeyi ifade eder. Mesaj, göndericinin fikirlerinin ve isteklerinin
yoktur, anlamları sembollere dönüşmüş halidir. Sembollerin tek başlarına bir anlamları yoktur,
gönderici ve alıcı yükler. anlamları gönderici ve alıcı yükler. Eğer alıcının verdiği ve göndericinin algıladığı
anlamlar birbirlerine uygun ise “tam iletişim” söz konusu olur. İletişim, kaynağın
gönderdiği mesajın, alıcı tarafından algılanmasıyla kurulur. İletişimin görünür
yönü genellikle mesajdır. Çünkü mesajın alıcıları ve iletişimin izleyicileri, öncelikle
mesajı, mesajın anlamını, amacını ve etkisini algılamak durumundadırlar. Mesaj
gönderilmeden önce oluşturulur, yani kodlanır. Bilginin, düşüncenin duygunun
iletime uygun, mesaj haline getirilmesine kodlama denir.
Örnek

•Muhatabını tanımadan onunla veya onlarla konuşmak, duvara


konuşmak gibidir. Çünkü insanların algısı önemli ölçüde bilgileriyle
ilgilidir. İnsan bilgisi olmadığı bir konuda herhangi bir algıya sahip
değildir.

Kanal (Mesaj Yolu)


Kanal, sinyali taşıyan herhangi bir fiziksel araçtır. Işık dalgaları görsel
sinyalleri, hava dalgaları ise ses sinyallerini taşır. Kanal fiziksel (ses, beden), teknik
(telefon) ya da toplumsal olabilir (okullar, gazeteler vb.). Kanal, mesajın
göndericiden alıcıya iletildiği yoldur. Örgütlerde iletişim kanalları resmî ve gayri
resmî olabilir. İşletme içindeki resmî iletişim kanalları; emir komuta zinciri,
intranet, öneri/ şikâyet kutuları, dergi, bülten ya da toplantılar olabilir. Kanal, ışık

158
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İletişim

dalgaları, radyo dalgaları, ses dalgaları, telefon kabloları ve sinir sistemi gibi
mesajı taşıyan araçlardır. Etkin bir iletişim için kullanılan kanal, mesaja uygun
olmalıdır. Mesajın bozulmadan iletilmesi uygun bir kanalla mümkün olur. Mesaj
için uygun kanal, iletişim açısından önemli bir unsurdur.

Alıcı (Hedef)
İletişimin gerçekleşmesi için en az iki kişiye ihtiyaç vardır. Bunlardan biri
kaynak diğeri alıcıdır. İnsan kendisiyle kurduğu iletişimin dışında, tek başına bir
iletişim kuramayacağına göre, mutlaka alıcı veya alıcılar gerekir. Kodlanmış mesajı
alan ve kodunu açan kişi alıcıdır. Alıcı, mesajı taşıyan sembolleri algılayıp anlam
vererek iletişimi sonlandırır ve kendisi kaynak konumuna geçer.
Alıcı, gönderilen mesajı alan kişidir. İletişim sürecinde, kaynağın gönderdiği
mesaja hedef olan kişi, grup ya da kitleye alıcı denir. Örgütlerde gönderilen mesaj
tek olmasına rağmen, aynı mesajın tek ya da çok alıcısı bulunabilir. Aynı şekilde bir
mesajın bir veya birçok göndericisi olabilir [3]. Kitle iletişiminde bir tek mesajın
milyonlarca alıcısı olabilir. Mesajın alıcısı çoğaldıkça, mesaj aslından uzaklaşır ve
iletişimde başlangıçta arzu edilen amaç gerçekleşmez. Kodlanmış mesajı alan ve
deşifre eden kişi alıcıdır. Alıcının mesajla iletilen anlamı verip vermemesi birçok
faktöre bağlıdır. Tam iletişim, hem kaynağın hem de alıcının kullanılan sembollerin
anlamlarını bilip, onlara ortak anlam vermesi sayesinde kurulur.

Filtreleme ve Değerlendirme
Algı; kişinin belli bir Duyu organlarımıza ulaşan veriler/uyaranlar, algılama olmaksızın tek
bilgiyi duyma, organize başlarına bir anlam ifade etmez. Bunların bir anlam ifade edebilmeleri için
etme, anlama ve verilerin algılanması gerekir. Bize ulaşan duyumlara algılama neticesinde tepkiler
değerlendirmesidir. gösteririz. Önce mesaj filtre edilir. Filtre, göndericinin ve alıcının mesajları
değerlendirmesidir ve burada devreye algılama girer. Algı; kişinin belli bir bilgiyi
duyma, organize etme, anlama ve değerlendirmesidir.

Geri Bildirim (Feed-Back)


Geri bildirim, alıcı ve gönderici arasında geriye bilgi akışıdır. Bu sayede,
gönderici mesajının anlaşılıp anlaşılamadığını öğrenir. Geri bildirimin olmadığı bir
iletişim, “tek yönlü iletişim” iken; geri bildirimin olduğu iletişim, “çift yönlü
iletişim”dir. Geri bildirim, bir tür kontrol mekanizmasıdır ve iletişim sürecini etkiler
ve iletişim sürecinin son unsurudur [4]. Alıcının, kaynağın mesajına verdiği yanıt,
geri bildirim olarak adlandırılır. Kaynak, kendisine ulaşan mesajı değerlendirerek,
mesajını yeniden düzenler ve iletir. Geri bildirim, iki yönlü iletişimin ortaya
çıkmasının zorunlu bir unsurudur. İletişim süreçlerinde temel kültürel ve dil
farklılıkları, iletişim problemlerine neden olur. İletişim sürecinin işleyişi aşağıda
şekil.8.1.’de gösterilmiştir:

159
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İletişim

Şekil.8.1. Temel İletişim Süreci

İLETİŞİM TÜRLERİ
İletişim türlerini; sözlü iletişim, sözsüz iletişim ve yazılı iletişim olmak üzere
üç gruba ayırabiliriz. Bir başka sınıflandırmaya göre iletişim; kişinin kendisi ile
iletişimi, kişiler arası iletişim, grup iletişimi ve kitle iletişimidir. Bir diğer
sınıflandırma iletişimi kaynak ve ortamı açısından ele almaktadır [5]. Buna göre
iletişim; kişisel iletişim, örgütsel iletişim ve kitle iletişimidir. Başka bir iletişim
sınıflandırmasında ise iletişim; toplumsal ilişkiler sistemi olarak iletişim, kişiler
arası iletişim, grup iletişimi, örgüt iletişimi ve toplumsal iletişimdir. Grup
ilişkilerinin yapısına göre iletişim; biçimsel olmayan (informel) iletişim, biçimsel
(biçimsel) iletişim, dikey iletişim ve yatay iletişimdir. Kullanılan kanallara ve
araçlara göre iletişim; görsel ve işitsel iletişimdir. Kullanılan kodlara göre iletişim;
sözlü iletişim, yazılı iletişim, sözsüz iletişim; zaman ve mekân boyutlarına göre
iletişim; yüz yüze iletişim ve uzaktan iletişimdir.

Sözlü İletişim
Sözlü iletişim, konuşma dili olarak da adlandırılır. Sözlü iletişim; yüz yüze
görüşmeler, toplantılardaki konuşmalar, sözlü sunumlar, halka hitaplar, telefonla
yapılan görüşmeler, eğitim kursları, konferanslar, resmî konuşmalar, kurmay
toplantıları, komiteler ve uyum programları gibi çeşitli biçimlerde yapılır. Sözlü ve
sözsüz iletişim, iki temel iletişim kurma yöntemidir. Gönderici ve alıcı arasındaki
Dil ile iletişimde,
kişilerin “ne konuşmanın her türü sözlü iletişimdir. Sözlü iletişim, yüz yüze interaktif biçimde
söyledikleri”, dil-ötesi olabileceği gibi radyo, televizyon ve telefonla da olabilir. Sözlü iletişim, “dil ve dil-
iletişimde ise “nasıl ötesi” olmak üzere, iki kısma ayrılır. Karşılıklı konuşmaları, hatta mektuplaşmaları,
söyledikleri” önemlidir. “dil ile iletişim” olarak kabul edebiliriz. Dil ile iletişimde kişiler, ürettikleri bilgileri
birbirlerine iletirler. Dil ötesi İletişim ise, sesin niteliği ile ilgilidir; ses tonu, sesin
hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar ve benzeri özellikler, dil-
ötesi iletişim sayılır. Dil ile iletişimde, kişilerin “ne söyledikleri”, dil-ötesi iletişimde
ise “nasıl söyledikleri” önemlidir.

160
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
İletişim

Sözsüz İletişim
Sözcükler, iletişimin birincil araçlarıdır. Sözlü iletişimde kullanılan sözcükleri
destekleyen daha birçok öğe vardır. Bu öğelere, ikincil mesaj kanalları denir. İkincil
mesaj kanalları sözsüz iletişim kanallarıdır [6]. Jestler, hareketler, materyal
kullanımı, zaman ve mekânın kullanımı, sözsüz iletişimin önemli unsurlarıdır.
Beden dili olarak da adlandırılan sözsüz anlatımlar, insanlığın tarihiyle birlikte
başlamıştır. Yapılan araştırmalar, kişilerin karşılıklı konuşmalarında mesajın
%35'inin sesli, %65'nin ise sessiz kanallarla iletildiğini göstermektedir.
Sözsüz iletişim, iletişimin temel türlerinden biridir. İletişimin birincil aracı
dildir; fakat mesajın gönderilmesinde ve alınmasında, iletişime katkı sağlayan
başka faktörler de vardır. Sözsüz iletişim veya vücut dili yoluyla; elbiseler, mekân
kullanımı, kelimelerin vurgulanış biçimi, jest ve mimikler, göz hareketleri ve göz
teması mesaj iletimine yardımcı olur. Yüz ifadesi, göz hareketleri, duruş, giyim-
kuşam, ses özelikleri sözsüz iletişim araçlarıdır. Sözsüz iletişim, en ilkel toplumsal
davranış olarak tanımlanan beden dilinin ortak ifadesidir.
İnsanlar, genellikle üç biçimde sözsüz iletişim kurarlar. Bunların ilki mekân
kullanımıdır. Daha üst düzeyde olanların kullandıkları mekânlar, statü ve otorite
durumlarını gösterecek biçimde tasarlanır [7]. Sözsüz iletişimin ikinci türünü
beden dili oluşturur. Konuştuğumuz sırada birinden uzaklığımız, beden diliyle
iletilmiş bir mesajdır. Yakın temas, samimiyeti veya düşmanlığı akla getirdiği gibi
göz teması, pozitif veya negatif hisleri iletmenin aracı olarak kullanılır. Vücut ve kol
hareketleri, konuşmada duraksama ve elbise beden dilinin önemli unsurlarıdır.
Sözsüz iletişimin üçüncü unsuru ise dil yoluyla betimlemedir. Betimlemede,
mesajın asıl anlamlarının yanında, yan anlamlarının üzerinde durulur.

Yazılı İletişim
Yazı, insanın ve toplumların geçirdiği kültürel evrim sürecinin ürünüdür.
Yazının icadı, bürokrasinin kurulmasına ve gelişmesine katkıda bulunmuş ve aynı
zamanda yazı, hem din kurumunun hem de devletin siyasal örgütlenme biçiminin
üzerinde önemli etkide bulunmuştur. Yazı, merkezî bürokrasi ve taşra örgütleri
arasında toplumsal yaşamın temel ilkelerinin, siyasî otorite tarafından
eşgüdümlenmesi olanağı sağlamıştır. Yazılı hukuk kuralları, geleneklere dayalı
hukuksal düzenlemelerin, yerel özelliklerinin ve farklılıklarının aşılmasında ve
evrensel norm halini almasında önemli rol oynamıştır. Yazılı iletişim, sözlü iletişime
göre alıcının onu okuması, yorumlaması ve cevaplandırması nedeniyle gecikmeli
olarak kurulur. Yazma belli bir zaman alsa bile sözlü iletişimde var olan birçok
Yazma belli bir zaman problem, yazılı iletişimde yoktur.
alsa bile sözlü iletişimde
var olan birçok İLETİŞİMİN ENGELLERİ
problem, yazılı
iletişimde yoktur. İletişim engelleri, mesajın iletilmesini ve alınmasını engelleyen tüm
faktörlerdir. İletişim sürecinde iletişimin etkinliğini engelleyen pek çok faktör
vardır. Bu faktörlerden bir kısmı iletişimin yapıcı engelleri, diğerleri de bozucu
engelleridir]. Gönderilen mesajı sürekli reddetmek ve ona olumsuz geri bildirimde

161
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
İletişim

bulunmak, bozucu iletişim engeli olduğu gibi onu sürekli kabul etmek ve mesaja
katkıda bulunmamak da bir iletişim engelidir. Mesajın uygun zamanda ve uygun
yapıda kodlanması ve iletilmesi için özen göstermek, yanlış bir şey yapmamaya
veya konuşmamaya çalışmak ise yapıcı bir iletişim engelidir. İnsanlar arasında
etkin iletişimin en önemli engellerinden biri, mesajı anlamadan önce onu
yargılama ve değerlendirmeye kalkmaktır. Bu durum çatışmaya, zıtlaşmaya,
anlaşmazlıklara, bazen de aşırı ve anlamsız bir uyumculuğa neden olur.

Kişisel Engeller
İletişimin kişisel engelleri, gönderici ve alıcının mesajı kodlarken,
gönderirken veya kod açarken gerekli dikkati göstermemelerinden kaynaklanan
engellerdir. Bunlar; alıcının mesajı yanlış anlama ve yanlış yorumlaması, belirli ön
kabuller nedeniyle mesajı yanlış değerlendirme, konuşmacıya karşı ilgi eksikliği ve
göndericiye karşı gösterilen güvensizlik gibi engellerdir [8]. Kişiler arasında iletişim
sürecinin istenilen biçimde gerçekleşmesini engelleyen faktörlerden biri sözcüklere
boğulmadır. Kaynak, hedefle paylaşmak istediği düşünceyi, bilgiyi, haberi veya bir
duyguyu hedefin anlayacağı biçimde iletmezse, bu durum kişisel iletişim engeli
oluşturur. Anlatılanların karıştırılması diğer bir kişisel iletişim engelidir. Kaynak,
düşüncelerini aktarmada yalnızca sözlü ya da yazılı sözcükleri kullanırsa, hedef
anlamını hiç ya da iyi bilmediği sözcükleri, önceden bildiği ya da onlara benzeyen
sözcüklerle karıştırabilir.
Örnek

•İletişimin fiziksel, psikolojik ve teknik engelleri vardır; ancak


gündelik yaşamda iletişimin en önemli engeli saplantılı düşünce ve
başkası hakkındaki önyargılardan oluşan psikolojik engellerdir.
İnsanlar arasında etkileşimin artması için öncelikle psikolojik
engellerin ortadan kaldırılması gerekir.

Mesajı algılayamama da diğer bir kişisel iletişim engelidir. Kaynak, sözlü


anlatım sırasında hedefin algı hızını hesaba katmadan ve anlayıp anlamadığını
gözlemeden, mesajlarını peş peşe iletirse, hedef daha ilk cümlenin anlamını
Kişisel farklılıklar, kavrayamadan, ikinci, üçüncü ve izleyen diğer cümlelerle karşı karşıya kalır [9].
kaynak açısından mesajı Sonuçta alıcı başlangıçta bir iki cümleden sonra anlatılmak isteneni izleyemeyecek
kodlarken, alıcı ve iletişim engellenecektir. İlgi duymama da bir kişisel iletişim engelidir. Bir iletişim
açısından onu algılarken
sürecinde alıcının ilgi duymaması, ya konuyu önceden bilmemesinden ya da o
ortaya çıkar.
zamana kadar hiç uğraşmamış olduğu ve zor sandığı yabancı bir konuyla
karşılaşmasından doğabilir. Kaynağın anlattıkları, hedefin bildiği, zor sandığı ya da
hiç bilmediği konularsa ve yalnızca sözcüklerle, monoton bir biçimde anlatılıyorsa,
hedef, bilmediği konuyu dinlemek istemeyeceği gibi bildiği bir konunun tekrarını
da dinlemek istemeyecektir.
Fiziksel çevrenin verdiği rahatsızlıklar da iletişim sürecinin engelidir. İletişim
ortamındaki aşırı sıcaklık veya soğukluk, havanın nemli olması, kötü ışık düzeni ve
gürültülü çevre, iletişimi engelleyen fiziksel etmenlerden bazılarıdır [10]. Diğer bir

162
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
İletişim

kişisel iletişim engeli ise fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklardır. Hedefin fizyolojik


veya psikolojik rahatsızlığı, çok üzüntülü veya çok sevinçli olmak gibi, süreci
bütünlük içinde algılayamaması durumları da iletişimin kişisel engelleridir.
İnsanların kişisel arzu ve istekleri, değer yargıları, kültür yapıları, bilgi
düzeyleri, içinde bulundukları duygusal ortam, alışkanlıkları, zevkleri ve
tutkularının birbirinden farklı olması durumunda, iletişimin birçok kişisel engeli
ortaya çıkar. Kişisel farklılıklar, kaynak açısından mesajı kodlarken, alıcı açısından
onu algılarken ortaya çıkar. Kişisel farklılıklar, kaynağın kullandığı sembolleri
etkilerken, alıcının mesaja göstereceği tepki psikolojik, duygusal, kültürel kısaca
kişiliğinden bağımsız değildir.
İletişimin kişisel engellerinden en önemlilerinden biri, algılama
farklılıklarıdır. Algılama farklılığı, dışsal ve içsel olmak üzere iki faktörden
kaynaklanır. Dışsal faktörler; düzlem farklılığı, yoğunluk, hareketlilik, tekrarlama,
yenilik, benzerlik gibi faktörlerdir. İçsel faktörler ise kişilik, ihtiyaçlar, amaçlar,
motivasyon, değerler ve tutumlar, geçmiş tecrübeler ve alışkanlıklar, algılama
konusundaki içsel unsurlardır. Algılama, iletişim sürecinde önemli rol oynar. Çünkü
her mesaj göndericinin algılaması sonucunda oluşur ve algılama iletişim sürecinde
filtre görevi görür; yani bir iletişim engelidir. Bireylerin içinde bulunduğu psikoloji,
algılamanın kişisel engellerini oluşturur.
Alıcı, göndericinin ilettiği her mesajı tam olarak algılayamaz. Bu, mesaja
gereği kadar önem ve değer vermemekten kaynaklanabilir. Bunun dışında, alıcının
göndericiye olan güveni, inancı, tutumu göndericiden gelecek mesajları farklı
şekilde yorumlamasına neden olur. Bu nedenle, gönderici mesajını kodlarken bazı
önemli hususları ses tonu ile mesaj yazılı ise altını çizerek, bazı ifadeleri
tekrarlayarak yahut başka biçimlerde yeniden ifade ederek alıcıya göndermeli ve
onun dikkatini önemli semboller üzerinde yoğunlaştırmalıdır.
Herhangi biriyle iletişim kurduğumuz zaman, duyduğumuz veya anladığımız
şey, geniş ölçüde bizim kişisel tecrübelerimize bağlıdır. Bize söyleneni duymak
Tüm mesleklerin, farklı
yerine, mesajı kendimize göre algılarız. Bir mesajı aldığımız zaman, genellikle onu
bilimsel disiplinlerin
kendilerine özgü bir dili geçmişte tecrübe ettiğimiz benzer bir mesajla karşılaştırırız. Duyduğumuz yeni bir
(jargonu) vardır. mesaj, hiçbir zaman salt anlamıyla algılanmaz; önceden edindiğimiz tecrübe ve
bilgilerimizin etkisinde kalarak onu algılarız. Böylece yeni bir mesaj, eski bir
tecrübenin gölgesinde algılanır.

Dil ve Anlatım Sorunları


Dil, iletişimin temel unsurudur. Dil karmaşık biçimde kullanılırsa, iletişim
engeline yol açar. Bu nedenle iletişimde basit, yalın ve açıklayıcı bir dil
kullanılmalıdır [11]. Konuşmacı mümkün olduğu kadar dinleyicinin diliyle
konuşmalıdır. Dil ve anlatım bozukluklarından kaynaklanan iletişim problemi
semantik bir problemdir. Strauss ve Sayles’e göre dil temelde gerçekleri ve
hissedilenleri ifade etmede sembol kullanma yöntemidir. Bazı durumlarda aynı
kelime, farklı insanlar için farklı anlamlara gelebilir.

163
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İletişim

Sözcüklerin anlamı, kelimelerde değil, onların kullanımındadır. Kelimeleri


kendi anlamlarının dışında kullandığımız zaman onların anlamı, yani doğru
iletişimin anlamı, empati derecesine bağlıdır. Kelime anlamını, alıcının algılama
yeteneğine göre kazanır. Dil farklılığı, iletişimde bireysel algılamayla yakından
ilgilidir. Bir mesajın doğru ve tam olarak iletilebilmesi için kullanılan kelimelere
gönderici ve alıcının aynı anlamı vermesi gerekir. Dilde önemli engellerden biri de,
jargon kullanımıdır. Tüm mesleklerin, farklı bilimsel disiplinlerin kendilerine özgü
bir dili (jargonu) vardır.
Bir mesajın iletilmesinde göndericinin seçtiği kelimeler ve genel anlamda
kullandığı dil, iletişimin kalitesini belirler [12]. Çünkü dil bir düşüncenin
iletilmesinin veya bir görüntünün tasvirinin temel unsuru; anlamın bozulmasının
veya yorumlanmasının temel aracıdır. Gönderici birkaç biçimde dili kullanarak
anlaşılmazlığa neden olur [13]. Konfüçyüs’ün “Bana dünyanın yönetimini bir
günlüğüne verselerdi, ilk yapacağım iş kelimelerin anlamlarını sabitleştirmek
olurdu; çünkü her çatışmanın arkasında kelimelere verilen farklı anlamlar
yatmaktadır.” sözü, mesajın kodlanmasında ve algılanmasında, anlam birliğinin
önemini ortaya koymaktadır. Kelimelerin farklı algılanmaları, anlaşmanın temel
unsuru olan dilin, çatışmanın temel kaynağına dönüşmesine neden olmaktadır.
Tüm meslek ve iş kollarının, kendi özel dili vardır. İnsanların belli bir meslekî
teknik dille iletişim kurmaları, jargon olarak bilinir. Jargon aynı teknik, kavramsal
çerçeveye sahip olanlar bakımından oldukça etkilidir; ancak teknik kavramları
bilmeyenler için bir iletişim engelidir. Teknik kavramları insanların çoğu anlamaz
ve bu nedenle teknik bir jargon kullanmak, önemli bir dil engeli olarak ortaya
çıkar. Her dil engeli, mesajın anlamında kaymalara neden olur ve onun doğru
anlaşılmasını engeller.
Dil ve anlatım güçlüklerinin ortadan kaldırılması için takip edilecek birkaç
Hedef bazen bilgi adım vardır [14]. Dil ve anlatımdan kaynaklanan iletişim engellerinin asıl nedeni,
eksikliğinden dolayı birçok kelimenin, çoğu zaman farklı anlamlarda kullanılması ve hedefin bunları
verilen mesajı anlamaz
farklı anlamlandırmasıdır. Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, gerek dilin
ve anlamış gibi
davranarak bilgi yapısal yetersizliği, gerekse terminolojik yetersizlikten doğan dil güçlükleri
eksikliğini gizlemeye iletişimin etkin kurulmasını engellemektedir.
çalışır.
Dinleme ve Algılama Sorunları
İletişim, gönderici ve alıcı arasında mesaj alışverişidir. Dolayısıyla iletişimin
etkinliğini sadece gönderici belirlemez, aynı zamanda alıcının dinleme ve algılama
yeteneği de belirler. Etkin bir dinleme, aktif dinleme olarak ifade edilir. Aktif
dinlemede hedef, kelimelerin pasif bir alıcısı değildir; aynı zamanda duyduklarını
hissetmeye ve gerçekleri algılamaya özel önem gösterir ve konuşmacının
etkinliğinin artmasına yardımcı olur. Aktif dinleme, konuşmacı açısından, alıcının
söylenenleri kavramasını gerektirir. Aktif dinleme, aynı zamanda bir empatik
dinleme biçimidir. İletişimin dinleme ve algılamadan kaynaklanan engelleri;
atlama, savsama (omission), çarpıtma (distortion) ve aşırı anlam yükleme
(overload)dir. Atlama, “mesajın bazı kısımlarını silmek”tir. Atlamada, alıcı mesajı
bir bütün olarak kavrayamaz; sadece kavrayabildiklerini alır ve diğerlerini geçer.

164
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
İletişim

Çarpıtmada ise, alıcı mesajın anlamını değiştirmeye çalışır. Çarpıtma dikey


iletişimde olduğu gibi yatay iletişimde de olur.

Yetersiz Bilgi
Yetersiz bilgi, iletişim sürecinde kaynak ile hedef arasında engel oluşturur.
Gönderilen mesajı anlamayan biri, duruma göre ya anlamadığı yerleri aklından
doldurur ya da ilgisi dağılıp başka şeyler düşünmeye başlar. Alıcının mesajı
kavramak bakımından yeterli düzeyde bilgi sahibi olmaması durumunda, alıcı,
mesajın bazı bölümlerini atlar, yok sayar ya da çarpıtır. Bütün bunlar iletişim
sürecinin önemli engelleridir. Hedef bazen bilgi eksikliğinden dolayı verilen mesajı
anlamaz ve anlamış gibi davranarak bilgi eksikliğini gizlemeye çalışır. Göndericinin
mesajın içeriğini dolduracak kadar bilgili olmaması durumunda da, iletişim engeli
ortaya çıkar. Bilgi eksikliğinden dolayı, “Ne dediğini anlamadım.” demek güçtür.
Bunu hem kendimize hem de karşımızdakine bir hakaret sayarız. Bunu
söylememek için mesajı anladığımızı göstermeye çalışırız. Yeterince kavranmayan
Toplumlar kapalı
bir mesajı anlamış gibi görünmek ya atlamadır ya da çarpıtma. Bazen mesajı
toplum özelliği
gösterdikçe ve anlamadığımız halde anladığımızı sanmamız da mümkündür.
toplumsal cinsiyetin
Cinsiyet ve Kültür Farklılıkları
fazla olduğu
toplumlarda cinsiyet Kadınlarla erkekler arasında ortak bazı beden dili özellikleri vardır. Bunun
faktörü önemli bir yanında cinsiyete göre, kültürden kültüre değişen farklı sözsüz iletişim yöntemleri
iletişim engelidir. de bulunmaktadır. Cinsiyet farklılıkları, özellikle geleneksel toplumlarda önemli bir
iletişim engelidir. Kadınlarla erkekler arasında görüşme engelleri, görüşmeler
sırasında sosyal mesafe, cinsiyetten kaynaklanan iletişim engelleridir. Farklı
cinsiyette olmanın farkında olmak, bir iletişim engelidir. İletişimde cinsiyet
farklılığının bulunması, mesajın anlamında çeşitli bozulmalar, kadın ve erkek
arasında anlaşmazlıklar ve anlam sapmalarına neden olur. Erkekler ve kadınlar,
çocukluklarından beri farklı eğitim alarak büyürler. Bu durum, yaşam konusunda
farklı tutum ve bakış açıları, farklı iletişim biçimleri geliştirmelerine neden olur.
Araştırmalar, iletişimde kadın ve erkeklerin bazı farklılıklarının olduğunu
göstermektedir. Kadınlar konuşma ve samimî bir dil kullanma konusunda daha
duyarlı iken; erkekler konuşmayla birlikte dilde statü ve bağımsızlık öğelerine daha
fazla yer verirler.
Örnek

•Kadın olmak veya erkek olmak sadece biyolojik yapı ile


açıklanamaz. Yani bunların cinsiyetleri sadece biyolojik yapılarıyla
ilgili değildir. aynı zamanda psikolojik yapılarıyla da ilgilidir.

Kız ve erkek çocukların yetiştirilme biçimi, özellikle geleneksel toplumlarda


önemli farklılıklar gösterir. Geleneksel toplumlarda kız çocuklarının beden dilini
kullanmaları, geleneksel değerlerle sınırlandırılır. Erkeklerin beden dilini

165
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İletişim

kullanmalarına göreli olarak daha fazla izin verilir. Bu nedenle iletişimde kadın ve
erkekler farklı iletişim biçimleri geliştirirler. Örneğin; kadınlar yüz yüze iletişimde
karşılıklı oturarak iletişim kurmayı tercih ederken, erkekler yan yana oturarak,
rahat bir ortamda aynı noktaya odaklanarak iletişim kurmayı isterler.
İnsanlar arasında anlamların değişimi olan iletişim, kültürel farklılıklar
tarafından da engellenir. Bir düşünce, kodlama sırasında semboller ve dil
aracılığıyla yeniden yorumlanır. Kod çözme sırasında da mesaj tekrar
yorumlanarak, yeni bir anlama kavuşur. Bu anlamı, alıcı belli bir biçime göre
kodlar; ancak iletişimde kullanılan semboller ve dil, bireyin bilgi birikimine ve
kültürel yapısına bağlıdır. Yönetici, farklı kültürlerden gelen gönderici ve alıcıyı
anlama ihtiyacı duyar.

İletişimin Psikolojik Engelleri


İleti, alıcının inancına İnsanlar genellikle kendi inançları ile çatışan mesajları ya inkâr eder ya da
uygun değilse, alıcı reddederler. Bazen inkâr etmediği mesajı ön yargılarına uydurmak için mesajın
onun geçerliliğini şeklini değiştirir veya dönüştürür. Çoğu kez iletilen bilgi, alıcının bilgisiyle çatışır.
reddeder, dahası onu İleti, alıcının inancına uygun değilse, alıcı onun geçerliliğini reddeder, dahası onu
çarpıtır, unutmaya çarpıtır, unutmaya çalışır veya duyduğunu saptırır. İletişimin engeli olarak sadece
çalışır veya duyduğunu
alıcının kişisel tecrübesi değil, aynı zamanda göndericinin anlatım biçimi ve
saptırır.
psikolojisi de iletişim engeli olabilir. Kaynağın verdiği mesaj, alıcı tarafından
alınmak istenmediğinde, iletişim engellenir. Buna tıkanık iletişim denir. Tıkanık
iletişimde mesajlar genellikle alıcısız kalır. Bu durumda, alıcı dinlediklerini anlamsız
olarak değerlendirir. Alıcı fiziksel olarak var olmasına rağmen, psikolojik olarak
orada değildir.
Duyguların iletilmesinde, kelime karmaşasından doğan bazı güçlükler vardır.
Bu nedenle, bir yönetici diğer kişilerin duygularını öğrenmek istediği zaman,
onların ne söylediklerinden çok, nasıl davrandıklarına dikkat eder. Mesajda birincil
faktörlerin yanında, ikincil faktörlerin de üzerinde durur. İletişimde genel kanaat
şudur: İnsanlar kendilerini kelimelerle iyi ifade edemezler. Kelimeler çoğu kez
duyulanları, hissedilenleri açıklamaya yetmez. Bu durumda insanlar, iletişimin
ikincil unsurlarını harekete geçirerek, kendilerini açıklamaya çalışırlar. Eğer
sözlerle hareketler çelişiyorsa, bu durumda bedenin dili, sözcüklerin dilinden daha
gerçekçidir. Dikkat dağınıklığı, iletişim sürecinde önemli bir psikolojik engeldir.
Dikkati dağınık olan biri, göndericinin mesajını anlamaz; çünkü hedef o sırada
başka şeyler düşünmektedir. Mesajı duyar ancak algılayamaz.

İLETİŞİM ENGELLERİNİ AŞMA


İletişim engellerinin aşılması, iletişim engelleri olarak belirtilen durumların
ortadan kaldırılmasıyla gerçekleştirilmiş olur. İletişim engelleri aşmak için kaynağın
mesajı alıcının anlayacağı ve algılayabileceği biçimde iletmelidir. Mesaj, alıcının
ilgisini çekecek gerçek ve çekici örneklerle desteklenmelidir. Mesaj, alıcıyı
etkileyecek türden bir kanalla gönderilmelidir. Ayrıca kaynak ve alıcının fiziksel ve
psikolojik rahatsızlıkları giderilmelidir. Mesajın anlaşılıp anlaşılmadığı geri

166
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
İletişim

bildirimle kontrol edilmelidir. İletişim engellerini ortadan kaldırmanın en etkin


yolu, öncelikle engelin farkına varmak ve sonra da onu ortadan kaldırmaktır.

Örnek
•Elden gelen taş değmez bana/İlle dostun gülü yaralar beni.
Pir Sultan Abdalın bu dizelerini “İletişimde önemli olan
mesajın kendisi değil, onun şekli ve gönderendir.” sözü
açısından düşündüğümüzde iletişimin cümle kurmak değil,
yürek teması kurmak olduğu anlaşılır.

İletişimin Kişisel ve Çevresel Engellerini Aşmak


İletişimin kişisel ve çevresel engelleri; teknik faktörlerden, çevresel
faktörlerden ve bireysel faktörlerden kaynaklanabilir. İletişimin engellerini aşmak
için önce bu engellerin nelerden kaynaklandığını tespit etmek gerekir. Sonra
aşağıdaki yöntemlerle iletişimin engelleri ortadan kaldırılmaya çalışılır:
Algılama farklılıkları ve yetersizliği. İnsanlar farklı inanç, düşünce, kültürel
yapı ve tecrübeye sahip oldukları için aynı mesajı farklı algılayabilirler. İletişimde
farklı algılamadan kaynaklanan engelleri ortadan kaldırmanın yolu, empatik
iletişim kurmaya çalışmaktır. Algılama engeli genellikle seçici algılamadan
kaynaklanır. Algılama seçiciliği, alıcının mesajın dinlemek istediği kısımlarını
dinleyip, mesajın geri kalanına kendini kapatmasıdır.

İletişim engellerini Dil farklılıklarını ortadan kaldırmak. Jargonun, teknik terimlerin gereğinden
ortadan kaldırmanın en fazla kullanılmadığı, doğal ve yalın bir dil, söz konusu engeli ortadan kaldırmaya
etkin yolu, öncelikle yardımcı olur. İletişimde bir dil engeli ortaya çıktığı zaman, gönderici alıcıları soru
engelin farkına varmak sormaya teşvik etmeli, açık olmayan noktaları açıklamaya çalışmalıdır.
ve sonra da onu
ortadan kaldırmaktır. Duygusal reaksiyonları ortadan kaldırmak. İletişimin duygusal engelleri
varsa, onları aşmanın en iyi yolu, iletişim problemine neden olan duyguları
anlamaya çalışmak ve her insanın farklı duygusal özelliklerinin olduğunu kabul
etmektir. Kişiler agresif davranıyor ise, onları ilgilendiren konularda onlarla ortak
paydada buluşmak, iletişimin engelini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir.
Sözlü ve sözsüz iletişim arasındaki uyuşmazlığı aşmak. Sözlü ve sözsüz
iletişim arasındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırmanın anahtarı, göndericinin yanlış
anlaşılmaya neden olacak söz ve davranışlarının farkına vararak, onların
iletilmesine engel olmaktır. Jestler, yüz ifadeleri, tavırlar ve diğer temel sözsüz
iletişim faktörleri, gönderilen mesaja uygun olmalıdır.
Güvensizliği ortadan kaldırmak. Güvensizliği ortadan kaldırmanın hiç
şüphesiz en etkin yolu, güven yaratmaktır. Güvenilirlik; bireyin dürüstlüğü, adalet
duygusunun gelişmişliği, iyi niyeti, yetenekleri, sorumluluk duygusu ve diğerleri
tarafından iyi tanınma gibi özelliklerinin sonucunda ortaya çıkar.
Alıcının duygu dünyasını ayarlamak. İletişim kurduğunuz zaman, niyetinizi
açıklamanız gerekir. Bir şey söylemeye veya onu özel biçimde söylemeye

167
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
İletişim

ihtiyacınız olur; fakat mesajınızı karşı tarafa göre ayarlama gereği duyarsınız. Böyle
durumlarda mesaj alıcının duygu dünyasına göre ayarlanarak, iletişim engeli
ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Ağdalı ifadelerden kaçınmak. Ağdalı ifadelerden kaçınmak, alıcının mesajın
kodunu tam olarak çözerek, onu doğru anlamasına yardımcı olur. Ağdalı ifadeden
kaçınmak, mesajın iletilmesi sırasında ortaya çıkan belirsizliği azaltır.
Geri bildirim kullanmak. Geri bildirim, etkin bir iletişim için gereklidir ve bilgi
elde etme sürecidir. İletişimde geri bildirim, kaynağın gönderdiği mesajı, alıcının
yorumlayarak tekrar kaynağa iletmesidir.
Pekiştirme kullanmak. Mesaj birkaç farklı biçimde, karşı tarafa iletilir.
Başarılı bir iletişim için, mesajın bazı durumlarda birkaç kez tekrarlanmasına veya
yazılı iletişimde önemli kısımların altının çizilmesine pekiştirici denir. Yazılı
iletişimde pekiştirici kullanımı, sözlü iletişimde beden dilinin yerine geçer.
Basit bir dil kullanmak. İletişimde basit bir dil kullanımının önemi açıktır;
fakat çoğu insan kendini açıkça ve jargon kullanmadan ifade etmez. Dilin gücü
karmaşıklığında değil, kolaylıkla anlaşılmasındadır.
Sözleri davranışlarla desteklemek. İletişim, sadece etki ortaya çıkarmaz, aynı
zamanda güven de sağlar. Bir mesaj, sözden ibaret kalmamalıdır; mesajın gereğine
uygun bir davranışın ortaya çıkmasına da yardımcı olmalıdır.
Empatik dinleme,
kişinin iç dünyasını Yüz-yüze iletişim kurmak. Yüz yüze iletişim en etkin iletişim biçimidir. Bunun
anlayarak onun gözüyle nedeni, göndericinin alıcıdan direkt geri bildirim alma olanağına sahip olmasıdır.
dünyayı görebilme
Gerekiyorsa, mesajda ve ona karşı gösterilecek tepkide, bir değişim olanağı vardır.
çabasıdır.
İletişimde farklı kanallar kullanmak. Bazı mesajlar, çeşitli biçimlerde
gecikme tehlikesine uğramadan çabucak ve yazılı olarak iletilmek durumundadır.

Dinleme Becerisi Geliştirmek


Dinlemek bir saygı gösterisidir. Karşısındaki kişi tarafından dinlenen birinin
özgüveni artar, kendisiyle barışık mutlu bir kişi olma olasılığı yükselir [11].
Dinleyebilmek için önce beynimizin gönderilen mesajları algılaması gerekir. Her
şeyden önce mesajı almaya önyargısız hazır olmak gerekir. Bu ancak empatik
dinleme sayesinde olabilir. Beynimiz çevreden gelen uyarıları, beş temel duyusuyla
algılar, çevreden gelen uyarıcılardan bazılarına daha fazla ağırlık verir ve diğerlerini
geri plâna iter. Bir başka deyişle beynimiz mesajları seçerek algılar.

•İnsanın başkasını işitmesi biyolojik bir durum iken yani


Örnek

duyma yeteneğini kaybetmemesi ile ilgili iken, duyması


önyargısız olmasıyla, psikolojik olarak gelen mesajları
almaya hazır olmasıyla ilgilidir.

168
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
İletişim

Empatik dinleme, tanım olarak kişinin iç dünyasını anlayarak onun gözüyle


dünyayı görebilme çabasıdır. Bu süreç kişinin davranış duygu ve düşüncelerini
yargılamadan, onun kişisel bağlamı içinde onu anlamayı ve yorumlamayı içerir.
Onun söylediklerini, onun gözüyle anlamaya çalışmaktır. Empatik dinlemeyi karşı
taraf hissettiğinde kişi kendisini güvende hisseder. İşitme ve dinleme arasında
büyük fark vardır. İyi bir dinleyici, karşısındaki insanı yargılamadan dinlemeyi bilir.
Yargılama sadece sözle olmaz; yüz ifadeleri, bedenin duruşu, sesin tonu,
söylenmeyen düşünceler ile de insanlar birbirlerini sürekli yargılarlar.
Dinlemenin etkinliği “etkin sessizlik”le olur. Bunun için önce dinlemeye
hazırlanmalı, dinlemenin özel çaba gerektirdiği kabul edilmeli, ön yargılardan
arınmalı, dinleme pozisyonu dikkatli bir biçimde seçilmeli, not alınmalı, mesaja
odaklanılmalı, telaşlı olunmamalı, açık fikirli ve ilgili olunmalı, empatik
davranılmalı, anlatılanlarda kelimelerin gücünden daha fazla anlam aranmalı,
temel noktalar aranmalı, söz kesilmemeli, ilâve bilgi istenmeli ve dinleme her tür
önyargıdan arınmış olarak yapılmalıdır.
Dinleme duymaktan farklıdır. Duyma, sesleri fiziksel olarak algılamaktır.
Dinleme ise seslerin anlamını zihinsel olarak belirlemekle ilgilidir. Dinleme hem kişi
içi hem de kişiler arası bir etkinliktir. Bir kişi bir mesajı başka birinden aldığı zaman
onu yorumlar ve diğer kişiye onu nasıl algıladığını gösterir. İnsanın aldığı mesaja
geri bildirimde bulunmayıp, onun üzerinde bazı değerlendirmeler yapması, kendisi
ile iletişim sürecine girdiği anlamına gelir.
Ayırıcı dinlemede, Dinleme aktif dinleme şeklinde olmalıdır. Aktif dinlemede dinleyici
sözcüklerin cümle konuşmacının mesajını tamamlamaktan sorumludur. Burada iletişim sürecinde
içindeki kullanımından
dinleyicinin rolü, konuşmacının mesajını pasif bir biçimde algılamak değildir. Aktif
kaynaklanan anlamlar
bulunmaya çalışılır. dinlemede dinleyici sözlü sözsüz ve diğer tüm iletişim unsurlarına dikkat eder.
Aktif ve pasif dinlemenin yanında dinleme; ayırıcı, kapsayıcı, empatik ve eleştirel
dinleme olarak da sınıflandırılır. Ayırıcı dinlemede, sözcüklerin cümle içindeki
kullanımından kaynaklanan anlamlar bulunmaya çalışılır. Dinleme türleri aşağıda
şekil 8.2’de gösterilmiştir:

Şekil 8.2. Dinleme Türleri

Kapsayıcı dinlemede asıl amaç, mesajın anlamını ortaya çıkarmaktır. İşle


ilgili konferanslara, tartışma gruplarına katılma ve iş sunumlarını dinlemede

169
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
İletişim

kapsayıcı dinleme bir ihtiyaçtır. Kapsayıcı dinleme sırasında dinleyici, konuşmacıyı


veya mesajı yargılama yoluna gitmez. Etkili kapsayıcı dinlemede konuşmacının
söylediklerini anlamak için geniş bir sözcük dağarcığına sahip olmak gerekir.
Dinleyici söylenenleri tam anlamak için sorular sorar.
Empatik dinlemede dinleyici, konuşmacının sözlerini kritik etmeden,
konuşmacının söyledikleri üzerinde düşünmesine izin verir. Empatik dinlemede
amaç, konuşmacıyı dinleyicinin desteklediği bir dinleme gerçekleştirmektir. Etkili
empatik dinleme, etkin bir ayırıcı ve kapsayıcı dinlemeyi de gerekli kılar. Empatik
dinlemede dinleyici, mesajı konuşmacının bakış açısından algılamaya çalışır.
Empatik dinleyiciler, mesajın duygusal boyutunu duyabilirler, düşünce ve
konularla olan ilişkisini kurabilirler.
Eleştirel dinlemede, iletilen mesaj belli bir değerlendirmeye tabi tutularak
dinlenir. Bu tür dinlemede insan, mesajı yargılayarak ikna olmaya çalışır. Bu tür
dinlemede mesaj mantıksal çerçevelerden geçirilerek ve söylenenlere kanıtlar
aranarak dinlenilir. Eleştirel dinleme aktif bir dinleme biçimidir. Geri bildirimde
bulunmak bakımından bilimsel içerikli dinlemelerin eleştirel dinleme olması
gerekir. Sözün gümüş, dinlemenin altın olduğu düşüncesinin altında yatan ana
fikri, herhâlde bu atasözünde aramalıyız.
Eleştirel dinlemede,
Empatik dinleme biçiminde dinleyici, konuşmacının sözlerini
iletilen mesaj belli bir
değerlendirmeye tabi tutmadan, onlar üzerinde düşünür. Empatik dinlemede,
değerlendirmeye tabi
tutularak dinlenir. konuşmacıyı destekleyici dinleme söz konusudur. Destekleyici dinleme,
konuşmacının kendini daha iyi ifade etmesine katkı sağlayan bir dinleme biçimidir.
Bireysel Etkinlik

• “Sen ne kadar bilirsen bil, senin bildiğin karşı tarafın anladığı


kadardır.” diyen Mevlana’nın bu sözü ile "Hiç kimse bilgilerinin
elvermediği bir sesi duyacak kulağa sahip değildir." sözünü etkin
iletişim açısından tartışınız.

170
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
İletişim

•İLETİŞİM KAVRAMI ve ANLAMI


•İletişim bir mesaj alışverişidir; ancak burada açıklanması gereken şey mesajın
ne olduğudur. Mesaj; bilgi, düşünce, duygu, inanç ve tutum, jest ve mimik gibi
algılama sürecinde kullanılan her tür olgudur.
•İLETİŞİMİN UNSURLARI
Özet
•İletişimin unsurlarını şunlardır: Kaynak (Gönderici): Kaynak, iletişimin
başlatıcısıdır; iletişimi başlatan veya iletiyi gönderendir. Kaynak olmadan
iletişim kurulamaz. Mesaj (İleti): letişim, kaynağın gönderdiği mesajın, alıcı
tarafından algılanmasıyla kurulur. İletişimin görünür yönü genellikle mesajdır.
Kanal (Mesaj Yolu): Kanal, sinyali taşıyan herhangi bir fiziksel araçtır. Kanal,
ışık dalgaları, radyo dalgaları, ses dalgaları, telefon kabloları ve sinir sistemi
gibi mesajı taşıyan araçlardır. Alıcı (Hedef): İletişimin gerçekleşmesi için en az
iki kişiye ihtiyaç vardır. Bunlardan biri kaynak diğeri alıcıdır. Alıcı, gönderilen
mesajı alan kişidir. Filtreleme ve Değerlendirme: Duyu organlarımıza ulaşan
veriler/uyaranlar, algılama olmaksızın tek başlarına bir anlam ifade etmez.
Bunların bir anlam ifade edebilmeleri için verilerin algılanması gerekir. Geri
Bildirim (Feed-Back) : Geri bildirim, alıcı ve gönderici arasında geriye bilgi
akışıdır. Bu sayede, gönderici mesajının anlaşılıp anlaşılamadığını öğrenir. Geri
bildirimin olmadığı bir iletişim, “tek yönlü iletişim”dir.
•İLETİŞİM TÜRLERİ
•İletişim türlerini; sözlü iletişim, sözsüz iletişim ve yazılı iletişim olmak üzere üç
gruba ayırabiliriz. Bir başka sınıflandırmaya göre iletişim; kişinin kendisi ile
iletişimi, kişiler arası iletişim, grup iletişimi ve kitle iletişimidir. Kullanılan
kodlara göre iletişim; sözlü iletişim, yazılı iletişim, sözsüz iletişim; zaman ve
mekân boyutlarına göre iletişim; yüz yüze iletişim ve uzaktan iletişimdir.
•İLETİŞİMİN ENGELLERİ
•İletişim engelleri, mesajın iletilmesini ve alınmasını engelleyen tüm
faktörlerdir. Bu faktörlerden bir kısmı iletişimin yapıcı engelleri, diğerleri de
bozucu engelleridir.
•Kişisel İletişim Engelleri
•İletişimin kişisel engelleri, gönderici ve alıcının mesajı kodlarken, gönderirken
veya kod açarken gerekli dikkati göstermemelerinden kaynaklanan
engellerdir. İletişimin engelleri genellikle şu faktörlerden kaynaklanır:
Anlatılanların karıştırılması, fiziksel çevrenin verdiği rahatsızlıklar, fizyolojik ve
psikolojik rahatsızlıklardır, kişisel farklılıklar, algılama farklılıkları, dil ve anlatım
güçlükleri, dinleme ve algılama yetersizliği, yetersiz bilgi, cinsiyet ve kültür
farklılıkları ve iletişimin psikolojik engelleri.
•İLETİŞİM ENGELLERİNİ AŞMA YOLLARI
•İletişim engellerinin aşılması, iletişim engelleri olarak belirtilen durumların
ortadan kaldırılmasıyla gerçekleştirilmiş olur. İletişim engelleri aşmak için
kaynağın mesajı alıcının anlayacağı ve algılayabileceği biçimde iletmelidir.
Mesaj, alıcının ilgisini çekecek gerçek ve çekici örneklerle desteklenmelidir.
İletişim engellerini ortadan kaldırmanın en etkin yolu, öncelikle engelin farkına
varmak ve sonra da onu ortadan kaldırmaktır.
•İletişimin Kişisel ve Çevresel Engellerini Aşmak
•İletişimin engelleri şu yollarla ortadan kaldırılabilir: Algılama farklılıkları ve
yetersizliğini ortadan kaldırmak, dil farklılıklılarını ortadan kaldırmak,
duygusallıktan uzak kalmak, sözlü ve sözsüz iletişim arasındaki uyuşmazlığı
aşmak, güvensizliği ortadan kaldırmak., ağdalı ifadelerden kaçınmak, alıcının
duygu dünyasını ayarlamak., geri bildirim kullanmak, pekiştirme kullanmak,
basit bir dil kullanmak, sözleri davranışlarla desteklemek, yüz-yüze iletişim
kurmak, dinleme becerisi geliştirmek, empatik ve eleştirel dinleme yapmak.

171
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
İletişim

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Geri bildirimin amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Mesajın anlaşıldığının bildirilmesi
b) Mesajın alındığının bildirilmesi
c) Mesaja uyumlu davranış gösterildiğinin bildirilmesi
d) Mesajın algılandığının bildirilmesi
e) Mesajın anlaşılmadığının bildirilmesi

2. Kişiler arası iletişimi engelleyen faktörler arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Sözcüklere boğulma
b) Anlatılanların karıştırılması
c) Mesajı algılayamama
d) Mesajın uzun olması
e) Fiziksel çevre engelleri

3. Dinleyicinin konuşmacının sözlerini kritik etmeden, konuşmacının


söyledikleri üzerinde düşünmesine izin veren dinleme biçimine ne ad
verilmektedir?
a) Empatik dinleme
b) Savunucu dinleme
c) Eleştirel dinleme
d) Yargıç tarzı dinleme
e) Kapsayıcı dinleme

4. Dil ve anlatım güçlüklerinin ortadan kaldırılmak için aşağıdakilerden hangisi


takip edilecek adımlardan biri değildir?
a) Mecaz, istiare ve teşbih sanatlarına fazla yer verilmemelidir.
b) Kısa kelimeler, uzun kelimelere; kısa cümleler, uzun cümlelere tercih
edilmelidir.
c) Cümlenin anlamına katkısı olmayan kelime, cümle içinde
bulunmamalıdır.
d) Meslek dili (jargon) ile konuşulmalıdır.
e) Olumlu anlamları olan sözcükler seçilmelidir.

5. İletişim sürecinde, kaynağın gönderdiği mesaja hedef olan kişi, grup ya da


kitleye ne ad verilir?
a) Gönderici
b) Kaynak
c) Alıcı
d) Kanal
e) Geri bildirim

172
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
İletişim

6. İletişim sürecinin unsurları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Gönderici
b) Mesaj ve mesaj kanalı
c) Geri bildirim
d) Gürültü
e) Alıcı

7. Beden dili açısından aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?


a) Beden dili sözlü iletişimin bütünleyicisidir.
b) Sözlü iletişim her ülkenin konuştuğu dile göre değiştiği halde, beden
dili her kültürde aynıdır.
c) Beden dilinde makro hareketler kontrol edilebilirken, mikro davranışlar
kontrol edilemez.
d) Beden dili sayesinde karşımızdakinin davranışlarından düşüncelerini
anlayabilmemiz mümkün olur.
e) Her toplum kendi kültürüne göre farklı beden dili geliştirmiştir.

8. İletişimin temel amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) İletilecek mesajın kodlanması ve iletilmesi
b) Mesajın kodunun çözülmesi ve filtre edilmesi
c) Mesajın algılanması ve değerlendirilmesi
d) Mesajın kabul edilmesi
e) Alıcının bilgilendirilmesi

9. İletişimin engellerini aşmak için aşağıdakilerden hangisi kullanılacak


yöntemlerden biri değildir?
a) Algılama farklılıkları ve yetersizliği
b) Dil farklılıklarını ortadan kaldırmak
c) Duygusal reaksiyonları ortadan kaldırmak
d) Sözlü ve sözsüz iletişim arasındaki uyuşmazlığı aşmak
e) Güven duygusunu ortadan kaldırmak

10. Kişiler arası iletişim sürecinin istenilen biçimde gerçekleşmesini engelleyen


faktörler arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Sözcüklere boğulma
b) Anlatılanların karıştırılması
c) Mesajı algılayamama
d) Aşırı ilgi
e) Fiziksel çevrenin verdiği rahatsızlıklar

Cevap Anahtarı
1.c,2.d,3.a,4.d,5.c, 6.d, 7.b, 8.e, 9.e, 10.d

173
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
İletişim

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Tutar, H., Y., M. Kemal (2010). Genel İletişim Kavramlar ve Modeller, 7. Baskı,
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[2] Dökmen, Ü. (1999). İletişim Çatışmaları ve Empati, İstanbul: Sistem Yayınlar.
[3] Hall, R.H. (1977). Organization Structure and Process, New Jersey: Prentice-
Hall, Inc., Englewood Cliffs.
[4] Mary, M. (1987). Business Communication: Strategy and Skill, NJ: Prentice Hall
Inc.
[5] Erdoğan, İ.(1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
[6] Eren, E. (1998). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım
Yayım Dağıtım Aş.
[7] Gürgen, H.(1997). Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları.
[8] Champoux, J. E. (1996). Organizational Behavior. New York: West Publishing
Company.
[9] Griffin, R. W. (1993). Management, International Student Edition, London:
Houghton Mifflin Company.
[10] Gordon, J. (1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon, Inc.
[11]Goldhaber, G. M. (1990). Organizational Communication. Dubuque, IA: Wm.
C. Brown.
[12] Gökçe, O. (1998). İletişim Bilimine Giriş, Ankara: Turhan Kitapevi Basım Yayın
[13] Mutlu, E.(1994). İletişim Sözlüğü, Ark Yayınevi.
[14] Preston, P. (1989). Communication for Managers, New Jersey: Prentice-Hall,
Inc., Englewood Cliffs.

174
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
ALGILAMA VE ALGI YASALARI

• Algı ve Algılama DAVRANIŞ BİLİMLERİ


İÇİNDEKİLER

• Algılama Süreci Prof. Dr.


• Algı Türleri
• Algıların Özellikleri Hasan TUTAR
• Algı Yasaları

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Algı kavramını tanımlayıp
HEDEFLER

açıklayabilecek,
• Algı ve benzer kavramları
kavrayabilecek,
• Duyu, duyum, algı ve algılama
ayrımı yapabilecek,
• Algı türlerini bilebilecek,
• Algıların özelliklerini bilebilecek,
• Algı yasalarını öğrenebileceksiniz.
ÜNİTE

9
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Algılama ve Algı Yasaları

Uyarıcı

Duyu

İzlenim
Algı ve Algılama
Geri bildirim

Anlama

Kümelenme

Duyu süreçleri
ALGILAMA ve ALGI YASALARI

Algılama Süreci Simgesel süreçler

Duygusal süreçler

Bağımlı Strateji

Geleneksel Strateji
Algı Türleri
Fırsatları izleme Stratejisi
Algıların Özellikleri
Elde Etme Stratejisi

Zaman-şekil Yasası

Yakınlık Yasası

Mekan AIgısı

Süreklilik Yasası
Algı Yasaları
Benzerlik Yasası

Tamamlama Yasası

Pragnanz Yasası

Basitlik Yasası

176
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Algılama ve Algı Yasaları

GİRİŞ
Algılama, uyaranların duyumsanması işlemine verilen addır. Algılama, duyu
ve duyum aracılığı ile meydana gelir. Alıcıların dış çevreden duyular vasıtasıyla
aldığı uyaranları sinirsel enerjiye çevirmesi sürecine algılama, ortaya çıkan ürüne
de algı adı verilir. Bireyin çevresinde olup bitenlere tepki vermesi için önce
çevreden gelen uyarıcıları algılaması gerekir. Organizmayı etkileyen herhangi bir
faktöre uyarıcı denir. Ses, renk, koku, tat gibi uyarıcılar beyni uyarır ve algılama
sürecini başlatır. Çevresel uyarılar duyu organları vasıtasıyla duyumsanır ve kişi
buna göre tepkide bulunur. Çevreden gelen birçok uyarıcı olmasına rağmen
bunların hepsi algılanmaz. Örneğin; karanlıkta kişi göremez, belli bir desibelin
üstünde veya altındaki sesleri duyamaz, mor ötesi ve kırmızı altı ışınlar çıplak gözle
görülemez, normal olarak sesin titreşimi saniyede yirmiden az yirmi binden fazla
olduğunda duyulamaz.
Algılama sadece uyarıcılarla ilgili bir durum değildir; yani algılama sadece
dışsal faktörlere (uyarıcı) bağlı değildir. Aksine içsel ve dışsal faktörlerin
etkileşimiyle olur. Algılamayı etkileyen içsel faktörlerden biri, aynı olguyu farklı
biçimlerde algılamaya neden olan kişiliktir. Kişilik, insanın kendi duygu ve
Zekâ ve yetenek
davranışlarının bir bütün oluşturmasıdır [1]. Kişilik her kişiye özgü özelliklerin
farklılıkları, algılamanın
farklı olmasına neden tümüdür ve algı objesi değişmese bile kişilik, algılamayı etkileyen önemli bir
olur. faktördür. Algılamayı etkileyen diğer bir faktör zekâ ve yetenektir. Bunlar bireyin
kapasitesini belirler. Zekâ ve yetenek farklılıkları, algılamanın farklı olmasına
neden olur.

ALGI VE ALGILAMA
Algı, uyaranların meydana getirdiği, hatırlattığı veya telkin ettiği duyular
yoluyla nesnelerin bilinmesidir. Algılama “beyin”e gelen duyu verilerinin beyinde
işlenerek belirli bir yapı ve organizasyona sokulma işlemidir [2]. Algılamanın olması
mutlak eşiğin üzerinde bir duyumsamanın olmasına bağlıdır. Mutlak eşik
organizmanın tepkide bulunabilmesi için gerekli en küçük uyarıcı şiddetidir.
Uyarıcıdaki değişikliğin fark edildiği en küçük miktara fark eşiği denir. Duyuların
mutlak eşik değerleri vardır. Örneğin; görme karanlık bir gecede 1 km uzakta mum
alevi; işitme, sessizlikte 6 m mesafedeki saatin işleyişi; tat, 8 lt suda erimiş bir çay
kaşığı şeker; koku, 6 odalı bir evde bir damla parfüm kokusu; dokunma, 1 cm
yükseklikten düşen bir sineğin kanadının yanağa değmesidir.
Algılar ihtiyaçları, güdüleri ve tutumları etkilediği gibi, ihtiyaçlar, güdüler ve
tutumlar da algılamayı etkiler. Aynı şekilde algılamanın fizyolojik ve psikolojik
boyutu vardır. Bu nedenle farklı kültürel değerlere ve sosyo-ekonomik özelliklere
sahip insanların algılama düzeyleri farklıdır. Algılama aşağıdaki süreçlere bağlı
olarak oluşur [2]:
Duyu süreçleri: Birey duyu organlarıyla çevresindeki çeşitli duyu
uyaranlarına ulaşır. Söz konusu uyaranlar duyular vasıtasıyla alınıp bilinçte
değerlendirildiği zaman algılama gerçekleşmiş olur.

177
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Algılama ve Algı Yasaları

Simgesel süreçler: Simge, bir obje veya durumu temsil eden işarettir.
Örneğin; limon resmi görülünce ekşi tadı algılanıp kişinin ağzının sulanması, simge
temelli bir algılama örneğidir.
Duygusal süreçler: Algılamanın duygusal süreçlerinde, uyarımın taşıdığı
mesaj ve bilgiyi aşan bir anlam üzerinde durulur. Örneğin; bir olayı ya da nesneyi
algılarken onun yalnız bellekteki geçmiş izlenimleri ve simgeleri birleştirilmekle
kalmaz, başka anlamlar üretilmeye çalışılır.
Algılama iki biçimde karşımıza çıkar; deneysel algılamalar ve zihinsel
algılamalar. Deneysel algılamalar, duyu organları yoluyla algıladıklarımız; zihinsel
algılamalar ise altıncı hissimizle algıladıklarımızdır. Birinci algılamayı sayısal, fiziksel
ve maddi özellikler meydana getirirken; ikincisini oluşturmak ve elde etmek daha
zordur. Zihinsel algılamaları sağlamak için karşı tarafın algılamasındaki sınırları,
engelleri bilmek ve mesajı buna göre vermek gerekir. Davranış biçimlerini akıl ve
mantıktan çok duygular yönetir [3]. Algılama, insana ulaşan bütün uyarıları
biçimlendiren iki yönlü bir süreçtir. Aşağıda Şekil.9.1’de beynin algılama bölgeleri
gösterilmiştir:

Algılama, insana ulaşan


bütün uyarıları
biçimlendiren iki yönlü
bir süreçtir.

Şekil.9 1. Beyinin Algılama Bölgeleri


Algılama sürecinde kişi iç ve dış uyarımları fark eder. Bu fark etme sürecinde
dışsal faktörler (algılanan nesnenin büyüklüğü, şekli, rengi, kokusu) ve içsel
faktörler (kişinin deneyimi, kültürü, inançları, karakter yapısı, duyguları,
beklentileri, ihtiyaçları) devreye girer. Kişinin görme, duyma, koklama, dokunma,
düzenleme yeteneği algılama derecesini etkiler. Her duyumla birlikte bir algılama
ortaya çıkar. Bununla birlikte psikolojik olayların en yalın öğeleri, duyumlar değil,
algılardır. Çevreden gelen etkiler duyu organlarını uyarır. Böylece meydana gelen
sinir akımı, beyine ulaşır ulaşmaz duyum olayı ile birlikte bir algılama meydana
gelir. Algılama sürecinde duyumlar anlamlı bütünler halinde kavranır.
Algılama anında beyin, bireyin içinde bulunduğu psikolojik veya fiziksel
durumdan etkilenir. Aç insanın yiyeceği gördüğü sıradaki algısı ile tok insanın algısı
farklıdır. Algı kişinin beklentileriyle, geçmiş deneyimleriyle, diğer duyu
organlarından gelen başka duyuları, toplumsal ve kültürel etkenleri hesaba
katmasıyla, duyuları seçme, bazılarını ihmal etme, bazılarını kuvvetlendirmesiyle,
duyulara bazı eklemeler ve çıkarmalar yapmasıyla oluşur. Sevdiği biriyle karşılaşan
bir insanın “insan objesi” algısı ile sevmediği biriyle karşılaşanın insan algısı aynı

178
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Algılama ve Algı Yasaları

değildir. Duyu, uyaranın saf hali iken, algı kişinin psikolojisinden etkilenerek
duyunun insan beyninde kazandığı yeni biçimdir. Algı (percept, sense), duyu
organları aracılığıyla alınan uyaranların (duyusal sinyal, simge, sembol) anlamlı
bütünlük oluşturacak şekilde örgütlenmesi ve yorumlanmasıdır. Algı, duyu
uyarıcılarının, duyu alıcılarına ulaşmasıyla başlayan ve algılanan duyunun
tanınmasına, farkına varılmasına, kavranmasına, idrak edilmesine ve
tanımlanmasına kadar geçen fiziksel, nörolojik ve bilişsel süreçlerin tamamıdır.
Algılar çok boyutlu etkileşimli bir düzlemde gerçekleşir. Algı, uyarıcının
alınmasıyla başlar ve tanımlanmasıyla biten alt süreçlerle tamamlanır. Algı, idrak
etme, uyaranın içeriğine vakıf olma, bir etkiye maruz kalma ve ona tepki gösterme
olgusudur [4]. Algı, algılanan şeyin gerçeğine ulaşmak, olayı ve olguyu tüm
boyutlarıyla kuşatmak ve ilgi kurmaktır. Algıların alınma sürecine algılama denir.
Duyu organlarına ulaşan uyarıcıların (ses, koku, renk, ısı vb.) farkına varılması
algıdır. Algıların analiz edilip yorumlanması, örgütlenmesi, sistemleştirilmesi süreci
ise algılamadır. İnsan zihni uyarıcıların bir kısmını algılayarak seçici algı yeteneği
gösterir. “Algıda seçicilik” adı verilen süreci belirleyen kişinin inanç, değer, ihtiyaç,
istek ve beklentileridir.
Algıların araçlarla iyileştirilmesi mümkündür. Teleskop ve mikroskop görme,
telefon işitme yeteneğini arttırabilir. Bütün bunlar algıların gerçekliğin dışında
“Algıda seçicilik” adı oluşabildiğini, farklı bir forma dönüştüğünü; ancak hiçbir zaman gerçeklikten
verilen süreci belirleyen bağımsız olarak ortaya çıkmadığını gösterir. Algılar duyular sayesinde olur; ancak
kişinin inanç, değer, algılama (perception) genellikle duyularla karıştırılır. Oysa algılama, duyudan
ihtiyaç, istek ve (sense) daha karmaşık ve daha geniş bir anlam içeriğine sahiptir. Duyularla birlikte
beklentileridir. yorumlamayı (interpretation) kapsar. Duyular algının yapı taşlarıdır. Ancak
algılama sadece duyulara bağlı fizyolojik bir süreç değildir. İnsan düşünme yoluyla
hayali olarak algılar arasında gerçek olmayan bağlar kurabilir.
Örnek

•İnsanlar yaşlandıkça görme, işitme, koklama, dokunma


gibi dış algıları zayıflamasına rağmen, yaşamı tecrübesiyle
ve bilgisiyle daha iyi değerlendirdiği için iç algısı güçlenir.
Dış gözler zayıfladıkça bilgece bakışı sayesinde iç gözü
güçlenir.

Uyarıcı sürekli ve enerji düzeyinde bir değişiklik meydana gelmiyor ise duyu
organı uyarıcıya uyum sağlar ve tepkide bulunur. Böylece algıda süreklilik oluşur.
Örneğin; tabak, bardak, çatal ve kaşıklardan oluşan kurulu bir masayı algılarken,
sadece gözün retinasına düşen verilere dayanılmış olunursa, masanın üzerindeki
tabaklar uzaktayken oval, yaklaşınca yuvarlak gözükürdü. Bardaklar uzaktan
küçük, yakından büyük olurdu. Bu durum algı dünyasında içinden çıkılmaz bir
karmaşa yaratırdı. Beyin karmaşayı algısal değişmezlerle çözerek önlemektedir.

179
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Algılama ve Algı Yasaları

Algıların Özellikleri
Algılama sürecinde duyusal bilgi, nesnelere dönüştürülerek algılanır.
Örneğin; vücudun herhangi bir yerinde basınç duyumu yürüyen bir böcek (nesne)
olarak, bir değneğin yere düşmüş gölgesi, değneğin görünmediği yerden düz bir
sopa olarak algılanır. Bunlar insanın, duyu ve uyarıcıyı bir şekle, forma, nesneye
dönüştürerek algıladığını gösterir [5]. Bu dönüştürme sürecinde kişinin bilgisi ve
tecrübeleri etkili olur. Nesne algılanması dış algılar yoluyla oluyorsa önemli ölçüde
öğrenmeye dayanır. Öğrenmenin yanı sıra, uyarıcıların nesneler şeklinde
örgütlenmesi eğilimi, insanların duyu organları ve sinir sistemlerinin doğuştan
gelen (innate) bir yeteneği ve özelliğidir. İç algılar için öğrenme veya tecrübeye
ihtiyaç yoktur. Burada sezgiler devreye girer.
Algılama, algısal beklentilerin etkisi altındadır. İnsan deneyimlerine
dayanarak hem nesnel hem de sosyal çevre içinde beklenti geliştirir ve beklentiler
algılama sürecini etkiler. Özellikle, ait olunan kültür, içinde bulunulan ortam,
inançlar ve ihtiyaçlar algısal beklentileri etkiler. Bu nedenle algılamalar, “mutlak”
gerçekler değildir. Herkesin algılaması “kendi gerçeği”ni oluşturur.
Algılama sürecinde bir tek uyarana değil, uyaran gruplarına tepkide
bulunuruz. Buna algılamada örgütleme denir. Bir nesneden bir değil pek çok
uyaran gelir. Örneğin; bir portakaldan renk, şekil ve koku uyaranları birlikte gelir.
Sonra bu uyaranlar anlamlı bütünler halinde örgütlenir [6]. Bir ağaca baktığımızda
tek tek yaprakları ve dalları değil, ağacı görürüz. Aynı şekilde bir kişiye baktığımız
zaman onu göz, kaş, saç ve burun olarak değil Salih, Saliha veya Ali olarak görürüz
ki buna algılamada örgütleme denir.
Zihindeki tasarımlar, algılama sürecinde belli birtakım duyumlar alır, bunları
tanımlar ve yorumlar. Bu nesneleri çeşitli nitelikleri ile bir kez öğrendikten sonra
Herhangi bir sözcükte bunlarla farklı zamanlarda ve durumlarda karşılaştığımız zaman veya onlara farklı
harflerin yerleri değişse açılardan baktığımız zaman farklı görünmelerine rağmen biz onları hep aynı
de onları örgütleyerek görürüz. Bir nesne gözden uzaklaştıkça küçülür ama biz onu hep aynı büyüklükte
doğru biçimde algılarız görürüz. Bu olguya algısal değişmezlik denir. Tanıdığımız birinin bizden
(organizasyon). uzaklaştıkça görüntüsü küçülmesine rağmen onu hep aynı büyüklükte algılarız.
Buna büyüklük değişmezliği denir. Nesne kendisine bakıldığı açıya göre
farklılaşmasına rağmen onu daima aynı biçimde görürüz. Bu değişmezliğe biçim
değişmezliği denir. Aşağıda şekil. 9.2’de büyüklük değişmezliği gösterilmiştir:

Şekil 9.2. Büyüklük Değişmezliği

180
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Algılama ve Algı Yasaları

Algılamanın bir diğer özelliği derinlik ve uzay algılamasında ortaya çıkar.


Yüksekliği, genişliği ve derinliği ile üç boyutlu olan dünyanın hep üç boyutlu
algılanmasıdır. Raftaki bir kitabın sadece sırt kısmı görünmesine rağmen biz onu
hep eni boyu ve derinliği olan tam bir kitap olarak algılarız [7]. Diğer bir
değişmezlik türü, renk ve parlaklık değişmezliğidir. Alışık olduğumuz nesnelerin
renkleri gölge ve güneş alma durumuna göre değişse de, renkleri hep aynı
algılanır. Algılamayı etkileyen diğer bir değişmezlik özelliği örgütleme yeteneğidir.
Herhangi bir sözcükte harflerin yerleri değişse de onları örgütleyerek doğru
biçimde algılarız.
Algılamada değişmezliği sağlayan diğer bir etken şekil-zemin algısıdır. Şekil-
zemin algısı nesnelerin üzerinde bulundukları ortamdan ayrı olarak algılanmasıdır.
Değişmezliği etkileyen diğer bir etken gruplamadır. Gruplamada, çeşitli
ipuçlarından yararlanılır. Gruplama sayesinde, farklı zamanlarda algılanan
uyarıcılar, anlamlı gruplar halinde bir araya getirilir [8]. Uyarıcılar bir araya
getirilerek bir bütünlük kazandırılır. Diğer bir değişmezlik algısı, tamamlamadır.
Duyu organlarını etkileyen uyarıcılar arasında boşluklar tamamlanarak algılanır. Bu
sayede anlamsız uyarıcılar anlamlı bütüne dönüşmüş olur.
Algılamanın diğer bir özelliği de algı yanılmalarıdır. Bunlar nesnelerin,
olayların veya olguların olduğunun (gerçeğin) dışında algılanmasıdır. Algı
yanılmaları illüzyon ve halüsinasyonlardır. İllüzyon (yanılsama),uyarıcıların hatalı
algılanması sonucunda algının yanlış olmasıdır. İllüzyon basit bir algı hatası değil
algılamanın hatalı olması sonucunda ortaya çıkan yanlış algıdır. İki şekilde oluşur:
Fiziksel illüzyon ve psikolojik illüzyon. Fiziksel illüzyon nesnenin şeklinden başka bir
şekilde algılanmasıdır. Diğer bir illüzyon Ponzo İllüzyonu’dur. Bu uzaklık ipuçlarının
kişiyi yanıltmasıdır. Linear perspektifteki derinlik ipuçları ve yatay planın
yüksekliği, mesafe ipuçları sağlayıp ikisi de eşit uzunlukta olsa da yukarıdaki
çizginin daha uzakta ve daha uzun algılanmasına yol açar. Aşağıda şekil 9.3 ve
9.4’te farklı illüzyon biçimleri gösterilmiştir:

İnsanın duyu
organlarıyla duyamadığı
ama sezdiği bazı olgular
vardır. Telepati
bunlardan biridir.

Şekil.9.3.Ponzo İllüzyonu Şekil.9.4. Fiziksel İllüzyon


Algılamada bazı durumlarda art arda gelen durgun uyarıcılar hareket
ediyormuş gibi algılanır. Buna phi (Fi) fenomeni denir. Algılara ilişkin bir diğer
özellik ise imkânsız algılardır. Beyin nesnenin tekil parçalarından gelen bilgiyi
seçer; ama bu bilgi yorumlanmak için var olan zihinsel şemalarımızla
eşleştirildiğinde üç boyutlu şekil “tuhaf” bir şekil olarak ortaya çıkar [9].

181
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Algılama ve Algı Yasaları

Algılama sürecinde sezgiler de önemli rol oynar. Sezgi, dolaysız kavrama


anlamına gelir. Sezgi, insanın içine işleme, içine doğma, düşünmeden anlama,
düşünmeden bilme, bilinç dışı kavrama yeteneğidir [10]. Sezgi, insanın bilişsel
süreçleri kullanmadan, çıkarımsal olmayan bir yolla derinden ve içe doğan bir
meleke ile olayların bilincine varmasıdır. İnsanın duyu organlarıyla duyamadığı
ama sezdiği bazı olgular vardır. Telepati bunlardan biridir.

ALGILAMA SÜRECİ
Algılama süreci genel olarak iki aşamadan oluşur. Bunlardan ilki seçici
dikkat, diğeri organizasyondur. Seçici dikkat, dış dünyadan gelen uyarıcıların
tamamının beyine ulaşmayarak bunlardan bazılarının seçilerek algılanmasıdır.
Algısal seçimi etkileyen değişkenlikler, algılayan uyarıcıyla ilgili özellikler ve ikincisi
de algılayan bireyle ilgili özelliklerdir. Algısal seçimi etkileyen uyarıcıyla ilgili
değişkenler, dış dünyadaki uyarıcılar, bazı özelliklerine göre dikkat çeker ve sonra
da algılanır. Algısal seçimi etkileyen algılayıcıyla ilgili değişkenler kişinin beklentileri
ve ihtiyaçlarıdır. İnançlar ve değerler de kişinin algısını etkiler. Algılama sürecinde
bireyin beklentileri, deneyimleri, ihtiyaçları, eğitim düzeyi, toplumsal ve kültürel
etkenler sürece dâhil olur. Gelen duyuları seçme, bazılarını ihmal edip bazılarını
güçlendirme, aradaki boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlam verme
faaliyetleri bu aşamada gerçekleşir [11]. Dolayısıyla algılama, öğrenme ve
deneyimlerin sürece dâhil olduğu karmaşık işlemler dizisidir.
Duyu organları, algılamanın araçlarıdır. İnsan, iç ve dış çevresinden gelen
uyarıcılarla karşı karşıya kalır; bunları duyar ve kaydeder. Kaydettiği ilk izlenimi
yorumlar. Yorumlarının doğruluğu geri bildirimle denetlenir ve uyarıcılar yolu ile
gelen etkiyi “anlam”a veya “davranış”a dönüştürür. Böylece tutumlar ve
davranışlar algılara göre biçimlenir. Aşağıda şekil.9.5’te algılama süreci
gösterilmiştir:

DIŞ ÇEVRE
- Fiziksel
Algılama sürecinin Çevre
sonucunda algılar Uyarıcı Duyu İzlenim
- Sosyo-
ortaya çıkar. Bazen kültürel
uyarıcı olmasına çevre
rağmen algılama olmaz.

ALGI Anlam Dönüt

Şekil.9.5. Algılama Süreci


Aristo “algılayan” veya “algılayıcı” kavramını hem “algılama yeteneğinin güç
ve potansiyeline sahip olan” anlamında hem de “şu anda algılama fiilini
gerçekleştiriyor olan” anlamında kullanmaktadır. Algılama, hem “belirli bir algı,
güç veya yetisine sahip olma” hem de “belirli bir algı fiilini (algılama)

182
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Algılama ve Algı Yasaları

gerçekleştiriyor olma” demektir. Aristo’ya göre duyu yetisi, yanmaya hazır olan bir
maddeye benzer ve faaliyetine başlamak için de ilk ateşlemeyi (algılamayı)
başlatacak bir ateşleyiciye (uyarıcı) ihtiyaç vardır.
Algılama bir süreçtir ve yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi beş aşamadan
oluşur. Bu aşamalar uyarıcı, duyu, izlenim, dönüt ve anlamadır. Algılama süreci
algılanan nesnenin, olayın niteliğine göre kısa ya da uzun sürebilir. Bu aşamaların
süresi, oluşumu, algılamanın sağlamlığı bakımından önemlidir. Algılama aşamaları
ve olası engeller aşağıdaki gibi açıklanabilir [2]:
Uyarıcı (stimulus): Algı bir uyarıcıyla başlar. Uyarıcı, organizmayı etkileyen
çevresel etkendir. Deriye batan iğne, göze çarpan ışık, desen, renk ve şekil, kulağa
gelen sesler birer uyarıcıdır. Uyarıcılar kişinin duyumsama yeteneğini harekete
geçiren faktörlerdir. Uyarıcılar, mekanik veya kimyasal olabilir. Söz konusu fiziksel
ve kimyasal değişiklikler (uyarıcılar) yeteri kadar kuvvetli olursa, duyu organlarını
etkiler ve algılamayı başlatır. Algılama sürecinin sonucunda algılar ortaya çıkar.
Bazen uyarıcı olmasına rağmen algılama olmaz. Örneğin, bilmediğimiz dili konuşan
birinin cümlelerini algılayamayız. Çünkü duyu organları sesleri bir sinirsel enerji
olarak beyne taşımasına rağmen, beyin kendisine taşınan her şeyi algılama başka
bir ifadeyle işleme yeteneğine sahip değildir. Aksi halde beynin her problemi
çözmesi, her soruya cevap vermesi gerekirdi.
Duyu organlarımızın beyne gönderdiği duyusal veriler beyin tarafından
işlenir. Yani duyu verisinin belli fark eşiğinin üzerinde olması durumunda beyin
bunları işler (algılar). Çevreden organizmaya ulaşan bütün fiziksel uyarıcılar, duyu
organlarında kimyasal ya da elektriksel değişikliklere sebep olur. Bu değişikliklerin
meydana getirdiği sinir akımının belli sinir yollarından geçerek beyne ulaşmasına
duyum denilmektedir. Bu fizyolojik bir olay olarak kabul edilir. Çevreden gelen bu
etkilerin duyulabilmesi yetisine de duyu denir. Duyu, alıcı hücrelerin dış çevredeki
fiziksel enerjileri yakalayarak sinirsel enerjiye çevirmesiyle oluşur. Dış dünyadaki
mesajları organizma duyu organları aracılığıyla alır.
Örnek

•İnsanların dış dünyayı algılaması bilgisi kadardır. Herhangi bir olgu


veya olay hakkında bilgisi olmayan bir insanın onu algılaması
mümkün değildir. Bu nedenle insanın dünyası algısı kadardır
diyebiliriz.

Duyu. Duyu, duyular vasıtasıyla eşyadan beğenme, beğenmeme, iyi, kötü,


önem veya önemsizlik gibi birtakım etkiler almadır. Duyu, uyarıcıların duyu
organlarımız üzerinde bıraktığı etkidir [12]. Duyular, alıcı hücrelerin dış çevreden
Algılar duyular üzerine
aldığı fiziksel enerjiyi, sinirsel enerjiye çevirmesiyle oluşur. Bu sinirsel enerji
kuruludur, duyular
algıya temel oluşturur. beyinde işlenir ve işlemin sonucunda algısal ürün ortaya çıkar. Dokunulan bir
cismin sert-yumuşak, soğuk-sıcak olarak algılanması gibi. Burada sertlik veya
sıcaklık duyu verisinin yani uyarıcının algı sürecinin sonunda (algılama)

183
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Algılama ve Algı Yasaları

tanımlanması veya kodlanmasıdır. Duyu olgular hakkında bir tür işlevdir. Algı ise,
nesnelerin görünüş özelliklerini ve mekânda yer alma biçimlerini yansıtır. Algının
duyudan farklılığı; duyu, duyu organlarının gerçek bir işlevidir ancak algı bir
yönelim durumudur. Algılar duyular üzerine kuruludur, duyular algıya temel
oluşturur. İnsana çevresinden pek çok fiziksel güç etkide bulunur.
İzlenim. Kimi zaman duyu organları algılamaya yetecek güçte duyu
alamazlar. Çevreden gelen uyarıcılar, anlamaya yetecek güçte olmadığında
insanda yalnızca bir izlenim bırakırlar. İzlenim, uyarıcıların tam anlaşılmamış
etkileridir. Bulanık, yetersiz olan izlenimler, çevreden gelen uyarıcıları yanlış
algılamaya yol açabilir.
Geri bildirim. İnsanın izlenim aşamasında, belirsizlikten, yanılgıdan ve ön
yargıdan kurtulmak için edindiği duyuyu yorumlayarak değerlendirmesidir. Bu
değerlendirmenin sonunda insan, edindiği duyudan geri bildirim alır. Geri
bildirimler, insanın ilgisinin yeniden duyuyu yaratan uyarıcıların kaynağına
yönelmesini sağlar.
Anlama. Anlama aşamasıyla algılama süreci tamamlanır ve ortaya algı çıkar.
İnsan, bir anlama ulaştığında davranışına temel olacak bir algıyı edinir. İnsanın
anladığı doğru da olabilir yanlış da. İnsanı gerçek olmayan algılara iten nedenler
şunlardır [2]:
Kümelendirme. İnsan, çevresinde olan nesneleri, olayları, insanları, “ak” ile
“kara” gibi zıt kümelere ayırdığında (kategorize etme), kendini bu ayırımdan birine
yanlı görüp, diğerine ilişkin algılarını olumsuzlaştırma eğilimi gösterir.
Duygusal yeğleme. İnsan beğendiği, sevdiği, hoşlandığı nesneleri, olayları,
bulanık ortamda bile olumlu (iyi, güzel, doğru) yönde algılar.
Ket vurma. İnsan, görmek istemediği, özellikle utanç duyduğu nesnelerden,
olaylardan gelen uyaranları ketleyerek duymama eğilimi gösterir.
Yaşantıyı karıştırma. İnsan, geçmişte edindiği algılarını, aynı ya da benzer
Dış algılar, hayaller, olaylara, nesnelere ilişkin son algılarıyla değiştirebilir. Bu değişiklik yanlış da
geçmişteki izlenimlerin olabilir doğru da olabilir.
tamamlanmasından ve
kendi içinde bütünleşmiş Alışkanlık. Sürekli algılanan olaylara, nesnelere karşı oluşturulan alışıklık,
duyulardan oluşur. olay ya da nesne değişse bile ayrımına varılmadan, eskisi gibi algılanmaya yol
açabilir.
Ortamın etkisi. Aynı uyaran, farklı ortamda farklı algılanabilir.
Sonuç olarak algılamanın doğru ve gerçek olması için dış uyaranların insanın
duyu/algı organlarına kadar gelmesini engelleyecek fiziksel engelin olmaması
gerekir. Algılamanın ve anlamanın doğruluğu için fiziksel engelin bulunmaması
yeterli değildir [13].

184
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Algılama ve Algı Yasaları

ALGI TÜRLERİ
Algıları iç ve dış algı şeklinde sınıflandırabiliriz. Algılama için uyarıcıya ihtiyaç
vardır; ancak uyarıcı olmadıkça algılamanın olamayacağını söyleyemeyiz. Algılama
için her zaman dış uyarıcıların olması gerekmez. Benliğin bilinç aracılığıyla kendi
durumu ve eylemleri hakkında elde ettiği bilgi veya uyarıcılar vardır ki bunların
algılanması için kişinin iç melekeleri devreye girer. Bunlara iç algı denir.
Nesnelerin insan aklında meydana gelen şekilleri ve görüntüleri vardır.
Bunlara dış algı denir. Dış algı, dış dünyadaki nesnelerin insan zihnindeki
resimlerine ilişkin algıdır. Bu tür algılar gerçektir ve gerçeğin görüntüleridir.
Bununla birlikte algılar farklı kültürel bağlamlarda farklı biçimlerde ortaya çıkar.
Dış algılar, hayaller, geçmişteki izlenimlerin tamamlanmasından ve kendi içinde
bütünleşmiş duyulardan oluşur.
Algılar aşağıdaki gibi dörtlü bir ayrıma tabi tutulabilir [2]:
Duyu algısı. Eşyaya ait özelliklerin duyu organları aracılığıyla alınarak nitelik,
nicelik, yer ve durum gibi kategoriler hakkında bilgi sahibi olunmasıdır.
Hayal algısı. Eşyayı, yine duyu algısındaki özellikleriyle; fakat bu kez ortada
eşya olmadan, onun gözden uzak olarak hayal edilmesi ve hatırlanışıyla ilgilidir.
Dış algı: İnsan, duyu süreçleri bağlamında iç ve dış algılar yoluyla
çevresindeki olayları değerlendirir. İnsanın çevresel duyuları algılaması sırasında
yararlandığı “dış algı”lar (görme, duyma, dokunma) kişinin duyu organları
sayesinde algıladığı duyulardır.
İç algı: Dış algılarla birlikte, duyu organlarıyla algılayamadığı algılar da vardır.
Bunlara “iç algı” denir. İç algılar, insan sezgileriyle ve öngörüleriyle ilgili algılardır.
Bir diğer algı türü “öz algı”dır. Bunlar iç ve dış algı arasında sentez kuran algılardır.

ALGI YASALARI
Algının nasıl işlediği ve algılamaya esas teşkil eden faktörler algı yasalarını
oluşturmaktadır. İnsan dış dünyasını tanıyabilmek için duyu organlarına ihtiyaç
duyar. Ancak duyu organlarının sıradan işleyişi, algılama için yeterli değildir.
Örneğin, insan yorgun bir anında bakar; fakat göremez, dinler işitemez [14].
Aslında onun duyu organları uyarılırsa, ilgisini çeken bir durum olursa, sonuç çok
daha başka olabilir. Bir olay, durum kişiyi motive ediyorsa, motifin derecesine göre
kişi kendisini o uyarıcıya odaklar, onu dikkatle gözleyip inceler ve izlenimlerini
hafızasına yerleştirir. Kişinin kendisini motive eden varlık ya da olayı
gözleyebilmesi için yapmış olduğu seçme faaliyetine dikkat denilmektedir.
Dikkat, bilincin açıklık ve işlevsellik derecesi, insanın algılamaya hazır oluş
düzeyidir. Dikkat, duyuları algılamayı sağlar. Buna göre dikkati, duyu organlarının
Kişinin yorum biçimini, bilinci bir uyarana yönlendirmesi olarak tanımlayabiliriz. Dikkat zihinsel ve
eğitimi, kültürü inancı bedensel yeteneklerin, uyaran üzerinde yoğunlaşma düzeyidir. Dikkat bilinçli veya
ve değerleri etkiler. bilinçsiz bir şekilde ortaya çıkabilir. Bilinçli olarak ortaya çıkan dikkat, bilişsel
süreçlere bağlıdır. Oysa bilinç dışı dikkat yüksek bir sese, bir hareketliliğe veya

185
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Algılama ve Algı Yasaları

parlak bir ışığa yönelebilir. Dikkat bir fark etme durumudur ve dış dünyanın fark
edilebilmesi, algıyla başlar ve algı için dikkat bir başlangıç ve ön koşuldur.
Dikkat, bir seçme faaliyetidir; insanın bir şeye dikkat edebilmesi, seçici
algılarının devreye girmesiyle olur. Seçme faaliyetinin başlaması için uyaranın
olması yetmez. Uyaranlar algılama için yeterli olsaydı herkesin aynı nesneden veya
olaydan aynı sonucu çıkarması gerekirdi. Oysa algılama sürecinde devreye kişisel
özelliklere dayalı subjektif yorumlar girer [15. Kişinin yorum biçimini, eğitimi,
kültürü inancı ve değerleri etkiler.
Algılama sürecinde dikkat bir seçim faaliyeti olarak ortaya çıkar. İnsanın
seçim yeteneği üzerinde birçok faktörün etkisi vardır. Bunlar iç ve dış faktörler
olarak iki grupta incelenebilir:
Dış faktörler: Kişinin sosyal ve fizikî çevresinden algıladığı faktörlerdir.
Günümüzde daha çok reklamcılık tekniği, bu tür uyarıcılarla insanların dikkatini
geniş ölçüde etkilemektedir. Dikkati etkileyen başlıca faktörler; uyarıcının durumu,
şiddeti, büyüklüğü, devamlılığı, hareketliliği, tekrarı, ayrılmış ve farklı oluşudur.
İç faktörler: Bunlar insanları bir seçim faaliyetine yönelten ve içten gelen
güç/güdü kaynaklarıdır. Özellikle fizyolojik ve psiko-sosyal kaynaklı motiflerdir. Bu
faktörler insanın kültürüne, eğitimine, alışkanlıkları ve sosyal yaşantısına bağlıdır.
İçsel faktörler; açlık, susuzluk, cinsiyet gibi fizyolojik temelli güdüler olabildiği gibi
heyecanlar (sevgi, kin-nefret, öfke, korku), ilgi ve beklenti gibi psikolojik ve
sorumluluk bilinci gibi toplumsal nedenler de olabilmektedir.
Dikkati hazırlayan dış faktörler kişinin eğitimine, yaşına ve tecrübesine göre
farklılık gösterse bile, iç faktörler tümüyle doğal dürtülere göre şekillendiği için
bunlar açısından kişiler arasında fazla bir değişiklik söz konusu değildir. Algılama
sürecinde önemli bir faktör olarak değerlendirilen dikkatin bir tek boyutu veya türü
yoktur. Dikkat türlerini aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz [2]:
İlgi dikkati: Ortaya çıkması için bilinçli bir tercih gerektirmeyen dikkat
türüdür. İnsanın özel ilgisi ve merak duygusu bu tür dikkatin oluşumunu sağlar. İlgi
ya da merak insanlarda genetik faktörlerden, kültür ve eğitimin etkisinden
kaynaklanabilir. Kişilik özelliklerinin sonucu olarak insan bilinçli bir çaba
Seçicilik bireyin ve harcamadan uyarımlara karşı daha dikkatli olabilmektedir.
uyaranın yapısına ilişkin Bilinçli dikkat: Bu dikkat türünde zihinsel faaliyetin bir hedefi vardır ve
faktörlere göre değişir. insanın bir düşünce sürecinde özel bir gayret göstermesi, zihinsel çaba harcaması
gerekir. Burada insan kendi arzusu ve iradesiyle gözlediği olay, durum, nesne ya da
kişiye dikkatini yöneltmektedir ve zihinsel yönden aktif durumdadır.
Bilinçli olmayan dikkat: İnsanın elinde olmadan bazı olay, durum ya da
kişilerle ilgili uyarımlar, onun dikkatini çeker. Örneğin, insanın çok sevdiği veya
nefret ettiği insanlar kalabalıklar içinde herkesten daha fazla dikkatini çeker. Erken
fark etme veya dikkat etme üstünlüğü, bilinç dışı nedenle ortaya çıkar.
Duyu organları tarafından algılanan uyarıcıların zihinsel süreçler tarafından
formlara dönüştürülmesi, belirli kurallar çerçevesinde olur. Seçicilik bireyin ve

186
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Algılama ve Algı Yasaları

uyaranın yapısına ilişkin faktörlere göre değişir. Uyarıcı yapısına ilişkin etkenler,
duyu organlarını etkileyen çok sayıda uyarıcıdan hangilerine dikkat edeceği ile
ilgilidir. Dikkati ve dikkat yoluyla algılamayı belirleyen uyarıcı ve bireysel özelliklere
ilişkin etkenleri aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Şiddet ve büyüklük: Bir uyarıcının şiddeti ve büyüklüğü arttıkça uyarıcının
algılanma yeteneği artar. Parlak bir ışık solgun olanına göre, yüksek bir ses, kısık
olanına göre daha kolay algılanır.
Kontrast: Kendisiyle birlikte algılanan diğer uyarıcıların bulunduğu bir
ortamda karşıtlık oluşturan bir uyarıcının algılanma olasılığı daha yüksektir. Kız
öğrenciler arasında başka bir kız öğrencinin algılanması, erkek öğrenciler
arasındaki bir kız öğrencinin algılanmasından daha zordur.
Hareket: Uyarıcıların hareket halindeki bir nesneden gelmesi, sabit bir
nesneden gelmesinden daha fazla dikkatleri çeker (uyarıcı etkisi yapar). Bu
nedenle, vitrinlerde nesneleri hareketli ortamlarda sergilemenin uyarıcı etkisi
daha fazladır.
Tekrar ve pekiştirme: Uyarıcının algılama gücünü arttıran diğer bir faktör,
tekrarlar ve pekiştirmedir. Ancak tekrarın çok fazla olması, rutinleşme,
Algılamada zemin monotonlaşma etkisi oluşturduğu için zamanla algılamayı zorlaştırabilir. Uygun
üzerinde dikkati çeken zamanda yapılan tekrarlar, fark etmeyi kolaylaştırır.
şekli görür ve onu
algılarız. Farklılık ve yenilik: İnsanlar farklılıkları, aykırılıkları ve gariplikleri sıradan
olanlardan daha erken algılar. Bir kişi için sıra dışı olan bir uyarıcı, rutin ve alışılmış
olandan daha erken algılanır.
Değişmezlik: Algının bir başka özelliğidir. Asılı bir duvar saati, farklı açılardan
bakınca şekil değişimine uğramasına rağmen, değişmezlik algısı sayesinde her
yerden daire şeklinde görülür. Açı farklılığı, şekli gerçekte elips hale getirmesine
rağmen değişmezlik algısı, insanın onu her zaman daire şeklinde görmesine neden
olur. Bu durum şekillerin beyinde yeni baştan yorumlanmasından kaynaklanır.
Örnek

•Sabit fikirli insanların algılarını değiştirmeleri kolay


değildir. İnsan aklını ne kadar özgürleştirirse algıları da o
kadar özgürleşir ve önyargılardan kurtulur.

Algı Gestalt psikologlarına göre bir örgütlemedir. Bu örgütleme bütüncül bir


yapıyı ifade eder ve bütün parçalardan farklıdır. Gestalt psikologları algı yasalarını
bütünün parçaların toplamından daha farklı ve büyük olduğu ilkesine göre
tanımlayarak, algı yasalarını aşağıdaki gibi açıklamaktadırlar [2]:
Zemin-şekil yasası: Her tür algıda bir zemin ve bu zeminden önce göze
çarpan bir şekil bulunur. Algılamada zemin üzerinde dikkati çeken şekli görür ve

187
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Algılama ve Algı Yasaları

onu algılarız. Burada zemin-şekil yer değiştirebilir ve dikkat ettiğimiz nesne şekil
olurken diğer uyarıcılar zemini oluşturabilir.
Yakınlık yasası: Organizma bir alan içinde bulunan nesneleri birbirine
yakınlıklarına göre gruplayarak algılar. Buna yakınlık yasası denir. Yakınlık,
zamanda yakınlık ve mekânda yakınlık olmak üzere iki şekilde incelenebilir.
Örneğin, müzikteki notalar zamanda yakınlık algısına göre algılanır. Zaman içinde
birbirine yaklaşan ya da uzaklaşan vuruşları ayrı ayrı değil bir melodi olarak
algılarız.
Mekân algısı: Mekân algısı, mekân içinde birbirine yaklaşan nesnelerin bir
bütün olarak algılanmasıdır. Yağan yağmurda tek tek damlaları değil yağmurun
Algı Gestalt kendisini algılarız. Ormandaki ağaçları tek tek değil ormanın kendisini görürüz.
psikologlarına göre bir
Bunlar mekânda yakınlık algısıdır.
örgütlemedir. Bu
örgütleme bütüncül bir Süreklilik yasası: Organizma anî, birdenbire olan değişikliklerden çok,
yapıyı ifade eder ve sürekliliği algılar. Peş peşe yanıp sönen lâmbaları dönüyormuş gibi görmek,
bütün parçalardan algılamada süreklilik yasasından dolayıdır. Aynı yönde giden birimler, çizgiler
farklıdır.
birbiri ile ilişkili olarak algılanırlar.
Benzerlik yasası: Organizma birbirine benzeyen uyarıcıları gruplayarak
algılar. Buna benzerlik yasası denir. Benzerlik yasası hem görsel hem de işitsel
uyarıcılarda geçerlidir [16]. Örneğin; sarışın birini gördüğümüzde kuzey ülkeleri,
esmer birini gördüğümüzde ise aklımıza Afrika gelir. Koreliler de çekik gözlü
olmasına rağmen aklımıza önce Japonlar gelir. Bunun sebebi benzerlik algısıdır.
Tamamlama yasası: Tamamı görülmeyen nesneler bütün olarak algılanır.
Tamamlama yasası nesneleri tamamlama olduğu gibi olayları da tamamlama
konusunda insanı yönlendirir. Tanıdığımız ancak tamamını görmediğimiz nesneleri
zihnimizde tamamlarız.
Pragnanz yasası: Gestalt psikologlarının algı yasaları ile ilgili en kapsamlı
yasaları “Pragnaz Yasası”dır. Bu yasaya göre; her psikolojik olayda anlamlı, tam ve
basit olma eğilimi vardır. İnsanlar uyarıcıları bütün olarak algılama eğilimindedir.
Basitlik Yasası. Basit parçalar daha kolay algılanır. Diğer unsurlar eşit olduğu
halde, birey basit, düzenli bir şekilde organize edilmiş figürleri daha kolay ve daha
erken algılama eğilimindedir. Bu yasa, algılanan nesne öyle olmasa bile
algılamanın simetrik, düzenli, düzgün olan iyi bir biçime, şekle, bütüne doğru
olduğunu göstermektedir.

188
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Algılama ve Algı Yasaları

Bireysel Etkinlik
•Gerçek ile algı arasında farklılık her zaman vardır. Kant bunu belirtmek
için gerçeye numen, gerçeğin algılanan şekline ise fenomen
demektedir. Siz de çevrenizdeki insanların algı yanılmalarına dair
sorular sorarak, algı yanılmalarına ilişkin hatırlarını sizinle paylaşmasını
sağlayabilirsiniz.

189
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Algılama ve Algı Yasaları

•ALGILAMA VE ALGI KAVRAMI


•Algılama, uyaranların duyumsanması işlemine verilen addır. Bireyin çevresinde
olup bitenlere tepki vermesi için önce çevreden gelen uyarıcıları algılaması
gerekir. Algılama şu süreçlere bağlı olarak oluşur: Duyu süreçleri. Birey duyu
organlarıyla çevresindeki çeşitli duyu uyaranlarına ulaşır. Simgesel süreçler.
Simge, bir obje veya durumu temsil eden işarettir. Duygusal süreçler.
Algılamanın duygusal süreçlerinde, uyarımın taşıdığı mesaj ve bilgiyi aşan bir
Özet
anlam üzerinde durulur.
•ALGILARIN ÖZELLİKLERİ
•İnsan algılama sürecinde bir tek uyarana değil, uyaran gruplarına tepkide
bulunur. Buna algılamada örgütleme denir. Zihindeki tasarımlar, algılama
sürecinde belli birtakım duyumlar alır, bunları tanımlar ve yorumlar. Bir nesne
gözden uzaklaştıkça küçülür; ama biz onu hep aynı büyüklükte görürüz. Bu
olguya algısal değişmezlik denir.
•ALGILAMA SÜRECİ
•Algılama bir süreçtir ve yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi beş aşamadan oluşur.
Bu aşamalar uyarıcı, duyu, izlenim, dönüt ve anlamadır.
•ALGI TÜRLERİ
•Algılama türleri dörtlü bir ayrıma tabi tutulabilir: Duyu algısı. Eşyaya ait
özelliklerin duyu organları aracılığıyla alınarak nitelik, nicelik, yer ve durum gibi
kategoriler hakkında bilgi sahibi olunmasıdır. Hayal algısı. Eşyayı, yine duyu
algısındaki özellikleriyle; fakat bu kez ortada eşya olmadan, onun gözden uzak
olarak hayal edilmesi ve hatırlanışıyla ilgilidir.
•ALGI YASALARI
•Kişinin kendisini motive eden varlık ya da olayı gözleyebilmesi için yapmış
olduğu seçme faaliyetine dikkat denilmektedir. Dikkat, bilincin açıklık ve
işlevsellik derecesi, insanın algılamaya hazır oluş düzeyidir. Dikkati etkileyen iç
ve dış faktörler iki grupta incelenebilir:
•Dış faktörler. Kişinin sosyal ve fizikî çevresinden algıladığı faktörlerdir.
•İç faktörler. Bunlar insanları bir seçim faaliyetine yönelten ve içten gelen
güç/güdü kaynaklarıdır.
•Dikkat türlerini şu şekilde sınıflandırabiliriz: İlgi dikkati. Ortaya çıkması için
bilinçli bir tercih gerektirmeyen dikkat türüdür. Bilinçli dikkat. Bu dikkat
türünde zihinsel faaliyetin bir hedefi vardır ve insanın bir düşünce sürecinde
özel bir gayret göstermesi ve zihinsel çaba harcaması gerekir. Bilinçli olmayan
dikkat. İnsanın elinde olmadan bazı olay, durum ya da kişilerle ilgili uyarımlar,
onun dikkatini çeker. Dikkati etkileyen faktörler şunlardır: Şiddet ve büyüklük.
Bir uyarıcının şiddeti ve büyüklüğü arttıkça uyarıcının algılanma yeteneği artar.
Parlak bir ışık solgun olana göre yüksek bir ses, kısık olanına göre daha kolay
algılanır. Kontrast. Kendisiyle birlikte algılanan diğer uyarıcıların bulunduğu bir
ortamda kontrast (zıtlık) oluşturan bir uyarıcının algılanma olasılığı daha
yüksektir. Hareket. Uyarıcıların hareket halindeki bir nesneden gelmesi, sabit
bir nesneden gelmesinden daha fazla dikkatleri çeker (uyarıcı etkisi yapar).
Tekrar ve pekiştirme. Uyarıcının algılama gücünü arttıran diğer bir faktör,
tekrar ve pekiştirmedir. Uygun zamanda yapılan tekrarlar, fark etmeyi
kolaylaştırır. Farklılık ve yenilik. Bir kişi için sıra dışı olan bir uyarıcı, rutin ve
alışılmış olandan daha erken algılanır. Değişmezlik. Asılı bir duvar saati, farklı
açılardan bakınca şekil değişimine uğramasına rağmen, değişmezlik algısı
sayesinde her yerden daire şeklinde görülür. Gestalt psikologları algı yasalarını
aşağıdaki gibi açıklamaktadırlar: Zemin-şekil yasası. Algılamada zemin üzerinde
dikkati çeken şekli görür ve onu algılarız. Yakınlık yasası. Organizma bir alan
içinde bulunan nesneleri birbirine yakınlıklarına göre gruplayarak algılamadır.
Mekân algısı. Mekân içinde birbirine yaklaşan nesnelerin bir bütün olarak
algılanmasıdır.
•Süreklilik yasası: Organizma ani, birdenbire olan değişikliklerden çok, sürekliliği
algılar. Benzerlik yasası: Organizmanın birbirine benzeyen uyarıcıları
gruplayarak algılamasıdır.
190
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Algılama ve Algı Yasaları

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İnsanın olayları sağlıklı değerlendirebilmesini algılarının sağlamlığı ve
doğruluğu belirler. Buna göre algılamanın sağlamlığı aşağıdakilerden
hangisine bağlıdır?
a) Gerçek izlenimlere
b) Gerçek duygulara
c) Gerçek algılara
d) Algılama yeteneğine
e) Zihinsel yeteneklere

2. Uzaklık ipuçlarının kişiyi yanıltmasına ne ad verilmektedir?


a) İllüzyon
b) Halüsinasyon
c) Ponzo etkisi
d) Phi (fi) fenomeni
e) Algı yanılması

3. İnsan duyu organlarıyla çevresindeki çeşitli uyarımlara ulaşır. Çevre


uyarımları duyular vasıtasıyla alınıp bilinçte değerlendirildiği zaman
algılamanın gerçekleşmesine ne ad verilmektedir?
a) Duyu süreçleri
b) Simgesel süreçler
c) Algı süreçleri
d) Öğrenme süreçleri
e) Kavrama süreçleri

4. Uyaranların duyumsanması işlemine ne ad verilir?


a) Algılama
b) İzlenim
c) İhtiyaç
d) Beklenti
e) İstek

4. Bir çıkarsamanın doğru olabilmesi için aşağıdakilerden hangisi ilişkiye


dayanak olan davranışların taşıması gereken özelliklerden biri değildir?
a) Davranış yarar sağlayıcı olmalıdır.
b) Davranış tutarlı olmalıdır.
c) Davranış belirgin olmalıdır.
d) Davranış başkalarınca da yapılabilir olmalıdır.
e) Davranış insanın yalnız başına olduğunda da yapılabilir olmalıdır.

191
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Algılama ve Algı Yasaları

6. Algı türleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Duyu algısı
b) Dış algı
c) İç algı
d) Hayal algısı
e) Duygusal algı

7. Organizma birbirine benzeyen uyarıcıları gruplayarak algılar. Buna ne ad


verilir?
a) Benzerlik yasası
b) Basitlik yasası
c) Pragnanz yasası
d) Mekân algısı
e) Süreklilik yasası

8. Gestalt psikologlarına göre aşağıdakilerden hangisi algı yasası değildir?


a) Zemin-şekil yasası
b) Yakınlık yasası
c) Süreklilik yasası
d) Benzemezlik yasası
e) Pragnanz yasası

9. Algı sürecinin unsurları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Uyarıcı
b) Duyu
c) İzlenim
d) Kavrama
e) Anlam

10. Dikkati ve dikkat yoluyla algılamayı belirleyen uyarıcı ve bireysel


özelliklere ilişkin etkenler arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Şiddet ve büyüklük
b) Kontrast
c) Hareket
d) Tekrar ve pekiştirme
e) Benzerliklerden yararlanma

Cevap Anahtarı
1.e, 2.c, 3.a, 4.a, 5.a, 6.e, 7.a, 8.d, 9.d, 10.e

192
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Algılama ve Algı Yasaları

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Yeşilyaprak, B. (2003). Genel psikoloji, Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
[2] Tutar, H. (2009). Algılama Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayınları.
[3] Arkonaç, S. (1998). Psikoloji Zihin Süreçleri Bilimi, İstanbul.
[4]Baymur, F. B. (1994). Genel Psikoloji, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
[5]Gordon, J.(1997). Organizational Behavioral, Boston: Allyn and Bacon Inc.
[6]Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
[7]Erdoğan, İ. (1983). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
[8]Eroğlu, F. (2000). Davranış Bilimleri, 5.basım, İstanbul: Beta Yayınevi.
[9]Morris, C. G. (2002) Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: N. Ekrem Düzen), Ankara: Türk
Psikologlar Derneği Yayınları.
[10]Luthans, F. (1992). Organizational Behavior, 6. edition, McGraw Hill
International Editions.
[11]Teber, S. (2000). Davranışlarımızın Kökeni, İstanbul: Say Yayınları.
[12]Yüksel, Ö. (2006). Davranış Bilimleri, Ankara: Gazi Kitabevi.
[13]Mehmet, S. (2005). Sosyal Psikoloji, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[14]Saydam, A. (2006). Algılama Yönetimi, 2. bsk, İstanbul: Rota Yayınları
[15]Silah, M. (2005). Sosyal Psikoloji, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[16]Özkalp, E. ve Kıral, Ç. (1997). Örgütsel Davranış, Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaası

193
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
KİŞİLİK

• Kişilik Kavramı
İÇİNDEKİLER

• Kişiliği Belirleyen Faktörler


• Kişilik Kuramları
• Kişiliğin ve Kişisel
Farklılıkların Ölçümü
DAVRANIŞ BİLİMLERİ

Prof. Dr.
Ömer Faruk İŞCAN

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Kişilik kavramını açıklayabilecek,
HEDEFLER

• Kişiliği belirleyen faktörleri


anlayabilecek,
• Kişilik kuramlarını kavrayabilecek,
• Kişiliğin ve kişisel farklılıkların
ölçümünü değerlendirebileceksiniz.

ÜNİTE

10
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Kişilik

Kalıtsal Faktörler Aile


Kişiliği Belirleyen
Faktörler
Çevresel faktörler Toplum ve Kültür

Oblektif Testler Deneyim

Kişiliğin ve Kişisel
Projektif Testler
Farklılıkların Ölçümü
Kişilik

Davranışsal Ölçümler

Eysenck’in Kuramı

Cattel’in Kuramı

Beş Büyük Faktör


Kuramı
Kişilik Kuramları
İdiografik Kuramlar

Freud’un Kuramı

Jung’un Kuramı

195
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Kişilik

GİRİŞ
Her birey kendine özgü bilgi, beceri, yetenek, tutum, değer, algılama şekli
ve kişiliğe sahiptir. Bu gerçeklik, her bireyin kendine özgü olduğu anlamını
taşımaktadır. Ancak yine de bu olguların hepsi açısından bireyler birbirlerine
benzemekte ya da farklılaşmaktadır. Bu da bilimsel yöntem kullanarak bu
konularda bir takım tipleme ya da genellemelerin yapılabileceği anlamını
taşımaktadır. Bir başka ifade ile bireyler fiziksel özelliklerine bakılarak nasıl ayırt
edilebiliyorsa, kişilik özellikleri ortaya konarak da böyle bir ayrım
Bireylerin fiziksel gerçekleştirilebilir. Bu ise diğer tüm kavramların yanı sıra kişilik kavramının da her
görünümlerine açıdan ele alınması ya da incelenmesi gereken bir kavram olduğu anlamını
bakılarak yapılan taşımaktadır. Özellikle insanın sosyal bir varlık olduğu ve diğerleri ile bir arada
ayrımın bir benzeri yaşadığı düşünülürse, bu birlikteliği kolaylaştırmak açısından kişilik kavramını ve
kişilik özelliklerine bu noktada bireyler arasındaki farklılıkları anlayabilmek son derece önemlidir.
bakılarak da yapılabilir.
Kişiliğin altı çizili bu önemi, olguyu davranış bilimlerinin önemli bir inceleme
konusu haline sokmuştur. Davranış bilimleri açısından kişilik kavramı, insanın
bireysel davranışı için temel oluşturan bir kavramdır. Bu nedenle bireysel davranışı
anlayıp açıklayabilmenin yolu, kişilik kavramından ve psikoloji bilim dalı içerisinde
bununla ilgili mevcut sistematik bilgi birikimi bulgularından yararlanmaktan
geçmektedir.
Bu içerik çerçevesinde bu bölümde kişilik olgusu ayrıntılı bir şekilde ele
alınacaktır. Öncelikle kişilik kavramı tanımlanacak ve kişiliği belirleyen faktörler
açıklanacaktır. Daha sonra ise kişilik kuramları, kişilik tipleri ve kişiliğin ölçülmesi
konularına değinilecektir.

KİŞİLİK KAVRAMI
Kişilik, insanların kendilerini ve diğerlerini nasıl gördüklerini ve
değerlendirdiklerini, diğerlerini nasıl etkilediklerini, iç ve dış ölçülebilir
özelliklerinin neler olduğunu ve birey-durum etkileşiminin nasıl gerçekleştiğini
açıklayan bir kavramdır. Bu içeriğin genel yapısı kişilik kavramının tanımlanmasını
da son derece güç hale sokmaktadır. Bu genel yapı içerisinde kişiliği tanımlama
çabaları ortaya çok farklı tanımlar çıkarmaktadır.
Kişileri fiziksel özelliklerinin yanı sıra zihinsel özelliklerini değerlendirerek
ayırmaya çalışmak hepimizin günlük yaşantımız içerisinde sıklıkla yaşadığı bir
durumdur [1]. Hepimiz bu tür durumları fark eder ve dile getiririz. Örneğin;
insanları ayrıştırmak için birisinin diğerlerine göre daha aksi, hayat dolu, öfkeli ya
da kitaplara düşkün olduğunu söyleriz. Bunu yaparken söz konusu kişinin mental
yapısının ya da kişiliğinin özü olarak bize yansıyan ya da gördüğümüz durumu
tanımlayan kelimeler kullanırız. Bu kelimeleri ayrıca kişilerin davranışlarını tahmin
etmek için de kullanırız. Ancak bunların tümü bireyin kişiliğini anlama ve
açıklamada yetersizdir. Çünkü bu değerlendirmelerin hepsi son derece özneldir.
Psikolojide kişilik, günlük yaşamda kullandığımızdan çok daha derin
anlamlar taşımaktadır. Kişilik, insanların dünyayı nasıl görüp yorumladığını ve ona
nasıl tepki verdiğini yansıtan bir kavramdır. İnsanların bireyler olarak
farklılaşmasının mihenk taşını oluşturmaktadır. Psikoloji bilimi öznel

196
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Kişilik

değerlendirmelerin ötesine geçerek psikolojik yapıyı, süreçleri ve organizasyonunu


keşfetmek amacıyla kuramsal ve deneysel çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Kişilik, farklı durumlarda insanı tutarlı bir şekilde davranmaya iten bir güç
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda kişilik, bireyin davranışını etkileyen ve
görece olarak dengeli olma özelliğine sahip bir özellikler seti şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu özellikler seti, insanı başkalarından ayıran, bedensel,
zihinsel ve ruhsal özelliklerin bir bütünüdür ve kişinin gelecekteki davranışlarını
tahmin etmede temel teşkil etmektedir.
Kişiliğin bir özellikler seti olması, bir yapı ve dinamiği kapsadığını, bir başka
deyişle kişiliğin davranışlar arasındaki ilişkiyle şekillenen bir bütün ya da sistem
Kişiliği tanımada ölçüm olduğunu ifade etmektedir. Bu sistemi tanıma ya da tanımlamada çeşitli teknik
aracı davranıştır. Bir yöntemlerle ölçümü yapılabilecek yegâne olgu davranıştır. Bu ise kişiliğin
başka deyişle kişilik, davranışsal açıdan tanımlanabileceği gerçeğinin altını çizmektedir. Ayrıca bir
davranışsal açıdan özellikler seti olarak kişilik, başkalarıyla etkileşim içerisinde öğrenme yolu ile gelişir
tanımlanabilir. ve değişir.
Bireyin özelliklerinin ne ölçüde dengeli ve devamlı olduğu noktasında
tartışma olsa da, yukarıda ifade ettiğimiz tanım psikolojide kişiliğe ilişkin ortak bir
görüş olarak ifade edilebilir. Böyle bir tanımın iki önemli anlamı olduğu
söylenebilir. Birincisi, kişiliğin dengeli ve devamlı (sürekli) olması, kişilik
özelliklerinin belirlenmesinin mümkün olduğunu ifade etmektedir. İkinci olarak,
eğer bu özellik ya da nitelikler belirlenebilirse bu durumda bunlar kişinin
davranışlarını tahmin etmede kullanılabilir demektir.
Psikoloji biliminde bireyin kişiliğini tanımlamada iki ayrı yaklaşımdan söz
edilmektedir. Bunlardan birincisi insan kişiliğinin temel yönlerini tanımlayıp, kişisel
özellikleri ölçmek için yol ve yöntemler tasarlamaya çalışan kural koyucu
(nomotetik) yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise bireyin kendine özgülüğü ya da eşsizliği
üzerinde durmakta ve bireyi tümleşik bir bütün olarak değerlendirmektedir.
İdiyografik yaklaşım olarak kavramsallaştırılan bu yaklaşım kişiliği analiz ederken
belirli kanun ve sınıflandırmalara dayanmadan, öznel ve bireysel deneyimleri ön
plana çıkarmaktadır. Bu iki yaklaşım arasındaki en önemli farklılık, kişiliğin doğal mı
yoksa çevresel bir oluşum şeklinde mi meydana geldiği noktasında ortaya
çıkmaktadır. Bu konuya kişiliği oluşturan faktörler açıklanırken daha ayrıntılı bir
şekilde değinilecektir.
Kişilik tanımının ilk planda belirtilmesi gereken bir özelliği, kişiliğin bireye
özgü ya da emsalsiz bir olgu olmasıdır. Kişiliğin emsalsizliği, onun bireyi
diğerlerinden ayıran ve kendine özgü kılan davranışsal özelliklerin bir bütünü
olduğunu ifade etmektedir. Bu özellikler kişinin bireysel gelişim süreci boyunca,
onun yaşantısının bir sonucu olarak diğerlerinden farklı şeyler yaşayıp
öğrenmesinin sonucudur.

197
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Kişilik

Kişilik tanımının göze çarpan bir diğer özelliği, bireyin diğerlerinden farklı
olarak şekillenen özelliklerinde ortaya çıkan tutarlılıktır. Bir başka ifade ile kişiliğin
tutarlılığı, bu özelliklerin zaman içerisinde bir süreklilik göstermesi gerektiği
anlamını taşımaktadır. Bu süreklilik elbette ki değişmezlik anlamına
gelmemektedir. Ortam ve koşullara bağlı olarak kişilik, zaman içerisinde yavaş da
Davranış bilimlerinde
olsa değişebilmektedir. Bu değişim ifade ettiğimiz gibi ani bir değişim değil;
davranış, tutum ve
kişilik kavramları davranış, tutum ve kişilik arasında kişinin tüm yaşantısı boyunca devam eden
karşılıklı etkileşim karşılıklı etkileşimle ortaya çıkan yavaş bir değişimdir.
içerisindeki olgular Davranış, tutum ve kişilik kavramları davranış bilimlerinde birbirinden
olarak
bağımsız olarak ele alınamayan kavramlardır. Psikolojik işlevsellik olarak da ifade
değerlendirilmektedir.
edilen bu durum, kişilik ve davranışlar arasındaki etkileşimi ve bu etkileşimin
sürekliliğini vurgulamaktadır. Bir başka ifade ile kişinin yaşamındaki gelişim süreci
boyunca yönelimleri, amaçları ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan davranış, tutum
ve kişiliği arasında karşılıklı etkileşime dayalı bir ilişki söz konusudur.

KİŞİLİĞİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER


Psikoloji bilimi içerisinde kişiliğin kaynağına ilişkin tartışmalar halen daha
devam etmektedir. Kişilik doğuştan gelen bir özellik mi yoksa zamanla çevresel
etkenler ve deneyimle kazanılan bir nitelik midir? Gen mi çevre mi (nature versus
nurture ) tartışması olarak da bilinen bu konuda her iki görüşün taraftarları da
kişiliğin kalıtsal ya da çevresel faktörler tarafından belirlendiğine dair güçlü savlar
ortaya koymaktadırlar. Bu derin tartışmaların ışığında gelinen noktada hem kalıtsal
hem de çevresel faktörlerin kişiliğin oluşumunu etkileyen faktörler olarak
benimsendiğini söylemek mümkündür. Bu değişkenler arasındaki ilişki Şekil
10.1’de özetlenmektedir [2]:

Şekil 10.1.Kişiliği Belirleyen Faktörler Arasındaki İlişki


Kaynak: Martin, J., Fellenz, M.,2010:81

Kalıtsal Faktörler
Kalıtım, bireyin doğuştan elde ettiği fiziki yapı, cinsiyet, güzellik, kas ve
refleks kapasitesi, enerji düzeyi, biyolojik ritim gibi anne babadan devralınan
biyolojik, fizyolojik ve psikolojik özelliklerdir. Kişiliğin oluşumunda kalıtsal faktörler
etkili olmaktadır. Bu duruma ilişkin en önemli kanıtlar ayrı ortamlarda yetişen tek

198
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Kişilik

yumurta ikizlerinin incelenmesi sonucu elde edilmiştir. Bu incelemeler, farklı


ortamlarda yetişen ikizlerin yeme-içme alışkanlıklarından giyim tercihlerine ve
kişisel alışkanlıklara kadar pek çok noktada benzer özellikler taşıdıklarını ortaya
koymaktadır.
Kalıtsal faktörlerin kişilik üzerindeki etkisinin kolay anlaşılır bir etki
olmadığını ifade etmek gerekir. Son dönemde elde edilen kanıtlar kişiliğin
Ayrı ortamlarda yetişen
tek yumurta ikizlerinin kalıtsallığının hem doğrudan kalıtsal faktörlerden hem de kişinin kalıtsal yapısıyla
benzer özellikler çevre arasındaki etkileşimden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Belki de bu,
taşıması kalıtımın kişilik kalıtımın kişiliğin gelişiminde söz konusu olabilecek değişim aralığını belirlediği ve
üzerindeki etkisinin en çevresel etkilerin de bu aralık içerisindeki noktanın ortaya çıkmasında devreye
açık kanıtıdır. girdiği anlamına gelmektedir.
Kişilik ve davranış üzerinde kalıtsal faktörlerin etkisi ile çevresel faktörlerin
etkisi arasındaki etkileşim daha da karmaşık olabilmektedir. İnsan beyni üzerinde
yapılan deneyler, belirli bir kültürel yapıda yaşamak gibi pek çok deneyimin
beyindeki değişimi ve beynin fiziksel unsurları ile işlevsel yapısını etkilediğini
ortaya koymaktadır. Bu bulguların kişilik psikolojisi açısından anlamı henüz tam
olarak ortaya çıkarılamamıştır.

Çevresel Faktörler
Bireyin içinde bulunduğu çevrenin kişiliğin gelişimini etkilediği kabul
edilmektedir. Kişiliğin oluşumunu etkileyen çevresel unsurlar üç ayrı başlık altında
incelenebilir: Aile, toplum ve kültür, deneyim.

Aile
Bireyler doğumla birlikte belirli bir ailenin parçası haline gelirler. Aile, bir
noktada bireyi daha geniş anlamda topluma takdim eden bir aracı konumundadır.
Bu noktada anne-baba ve kardeşler bireyi içinde yaşanılan kültürün davranış
standartlarına alıştırmada önemli roller üstlenmektedirler. Bu etki, yalnızca
Hayatın ilk yıllarında
bireyin sosyalleşme çekirdek aile üyeleri ile sınırlı kalmayıp büyük anne ve baba, amca, teyze, hala,
sürecinde ailenin payı kuzen gibi geniş aile fertleri ile de ortaya çıkabilmektedir.
büyüktür. Ailenin bireyin kişiliğinin gelişimine etki etme yolları çok çeşitlidir:
Örnek

•Belirli bir davranış kalıbının benimsenmesini teşvik eden


anne-babalık tarzı ve aile fertlerinin çocukla etkileşimi.
•Ailenin yaşlı fertlerinin gençler için birer rol modeli olması
ve bu doğrultuda yaşlı aile fertlerinin davranışlarının taklit
edilmesi.
•Aile büyüklüğü, yapısı, doğum sırası, ekonomik durum, din
ve coğrafi bölge gibi aileyi çevreleyen koşullar.

199
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Kişilik

Toplum ve kültür
Bireyin içerisinde doğduğu ve yetiştiği çevrenin davranış norm ve modelleri
noktasındaki standartları kişiliğin oluşumu ve gelişimi üzerinde etkili olmaktadır.
Bu etki mahalle ve okul gibi görece somut farklılıklarda kendini belli edebileceği
gibi toplum ya da kültür gibi daha soyut temellerde de ortaya çıkabilmektedir.

Örnek

•Batı kültürleri, bireysel farklılıkları ve bireyselleşmeyi vurgularken;


Asya kültürleri toplumsal değerleri daha fazla ön plana
çıkarmaktadır.

Bu içerik çerçevesinde batı kültürlerinde rekabet ve başarı gibi unsurlar


daha önemli olurken doğu toplumlarında başkaları ile iyi geçinme ve uyumlu olma
gibi özelliklere daha fazla değer atfedilmektedir. Sonuç olarak her toplumsal yapı
içerisinde bireyler toplumsallaşma ya da sosyalizasyon süreci aracılığı ile o
toplumsal kültüre uygun kişilik özelliklerine sahip olma yönünde teşvik
edilmektedir. Bununla birlikte, bu tür kültürel ve sosyal özelliklerin aynı kültür
içerisinde bireyler üzerindeki etkisi farklı olabilmektedir. Bir başka deyişle bu
etkinin bireyler üzerindeki yansıması noktasında zengin bir değişkenlik söz konusu
Kişilik gelişiminin en
olabilmektedir.
köklü ve kapsamlı
olduğu dönem ergenlik Deneyim
çağlarıdır.
Bireyin ait olduğu arkadaş grubu ya da diğer sosyal gruplar ve yaşamın
ortaya çıkardığı genel deneyim ve tecrübeler de kişiliğin gelişmesine etki
etmektedir.
Örnek

•Okul çağlarındaki bir çocuğun diğerleri tarafından taciz edilmesi


ya da sürekli hor görülmesi, kişiliğin gelişimini olumsuz bir şekilde
etkileyebilecektir.

Üç yaşlarında kişiliğin ham haliyle görece olarak istikrar kazanmaya başladığı


kabul edilmektedir. Kişilik zamanla değişmeye ya da gelişmeye devam etmekle
birlikte bu değişimlerin en köklü ve büyük olduğu dönemler çocukluk ve ergenlik
çağlarıdır. Bu durum oldukça normaldir. Çünkü çevresel, gelişimsel ve kimliksel
oluşumlar büyük ölçüde bu dönemlerle özdeşleşmektedir.
Kişiliğe ilişkin araştırmalar, kişilik değişiminin ergenlik döneminden sonra
azaldığını ve ellili yaşlarla birlikte en yüksek denge noktasına ulaştığını ortaya

200
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Kişilik

koymaktadır. Bu noktadan hareketle kişilik özelliklerinin özellikle yetişkinlerde


oldukça devamlı ve dengeli olduğu; ancak deneyimlerin ve çevresel faktörlerin
kişilikte birtakım değişiklikleri ortaya çıkarabileceği sonucuna varabiliriz.

KİŞİLİK KURAMLARI
Kişiliğe ilişkin araştırmalar iki farklı açıdan hareketle gerçekleştirilmektedir.
Psikolojideki bu farklı bakış açıları nomotetik (kural koyucu) ve idiyografik
(bireysel) yaklaşımlar olarak belirtilmektedir. Nomotetik kuramlar kişiliği,
özelliklerin belirlenmesi ve ölçümü aracılığı ile ortaya koymaya çalışırken bu
süreçte kişilik testlerini kullanmakta ve kalıtsal faktörlerin kişiliğin en önemli
belirleyicisi olduğunu varsaymaktadır [3].
İdiyografik kuramlar ise kişiliği tanımlamada her bireyin eşsizliğinin dikkate
alınması gerektiğini savunmaktadır. Bu kuramlar testlerin kişiliği ölçmede sınırlı bir
değere sahip olduğunu belirterek buna gerekçe olarak da kişiliğin, bireyin öz
görüşü (self-concept) açısından tanımlanması gerektiğini göstermektedir.
Dolayısıyla idiyografik kuramlar bünyesinde kişilik, birey ile içinde yaşadığı çevre
arasındaki dinamik etkileşimin bir fonksiyonu olmaktadır.
Yine de bu ayrım bütün kişilik kuramlarını kapsayan bir farklılık noktası
değildir. Bir başka ifade ile nomotetik ve idiyografik yaklaşımların ikisini birden
bünyesinde barındıran kuramlar da mevcuttur. Bu tür kuramlar genelde alanda
yapılan ve bu iki ayrımdan herhangi biriyle özdeşleştirilemeyen kişisel katkılar
sonucunda ortaya çıkmıştır.
Nomotetik kuramlar,
kalıtsal faktörlerin Eysenck’in Kişilik Kuramı
üzerinde dururken;
Eysenck, kişiliğin önemli boyutlarını belirlemek için gerçekleştirdiği
idiyografik kuramlar
kişiliği birey-çevre çalışmalar sonucunda kişiliğin iki önemli boyutu olduğu görüşünü ileri sürmüştür.
etkileşiminin bir Bunlar dışa dönüklük-içe dönüklük ve nevrotiklik-dengelilik şeklindedir. Her iki
fonksiyonu olarak boyut açısından bireyin kişiliğinin ölçek üzerinde hangi noktada yer aldığı testlerle
görmektedir. ortaya çıkarılmaktadır. Bu doğrultuda dışa dönüklük canlı, yaşam dolu ve sosyal
olmak gibi özelliklerle ortaya çıkarken; içe dönüklük ise utangaç, sessiz ve
çekingen gibi özelliklerle kendini belli etmektedir. İkinci boyutun birinci uç
noktasını oluşturan nevrotiklik de tedirginlik, mutsuzluk ve duygusal denge
yoksunluğu gibi nitelenen bir kişilik yönüne işaret etmektedir. Ölçeğin öbür
ucunda yer alan dengelilik ise dingin, sakin, güvenli ve duygusal açıdan dengeli bir
kişilik yönünü yansıtmaktadır.
Eysenck, bu iki boyutu dört geleneksel mizacın oluşturulmasında temel
olarak kullanmıştır. Bunlardan ilki iyimser ve tez canlıdır. Bu mizaç tasasız, umutlu,
anı yaşayan, kolay yorulabilen ve de direnci düşük, değişim yönelimli ve oyun
oynamayı seven insanları tarif etmektedir. Soğukkanlı mizaç, duygusuz
görünümlü, sakin, ilişkilerinde makul ve dirençli kişisel özelliklerini temsil
etmektedir.
Melankolik; bencil, tedirgin, kötümser, ilişkilerinde güvensiz ve şüpheci
kişileri kapsarken, öfkeli ise atılgan, aceleci, çabuk öfkelenen ancak karşıt görüşler
olması durumunda hemen yatışabilen, genellikle kısa süreli kızgınlıklara sahip, tez

201
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Kişilik

canlı ama devamlılığı düşük, diğerleri görüşlerine katılmadığında rencide olan


kişileri tanımlamaktadır. Şekil 10.2.’de özetlenen Eysenck’in kişilik boyutları ve
bunlar arasındaki ilişki iki uçlu, yatay ve dikey iki boyut üzerinde
değerlendirilmiştir:

Şekil 10.2.Eysenck’in Kişilik Tipleri


Kaynak: Rollinson v.d., 2002

Cattell’in Kişilik Kuramı


Cattell, Eysenck gibi testler ve çoklu istatistiksel yöntemler kullanarak
oluşturduğu kişilik modelinde, kişiliğin bireyin günlük yaşam içerisinde belirli bir
durum ya da ortamda ne yapacağını belirleyen faktörler bütünü olduğunu ifade
Catell, kişilik gelişimi etmektedir. Catell’in oluşturduğu 16 Kişilik Faktörü Tablo 10.1.’de özetlenmektedir
açısından öğrenme [4]:
olgusunun altını
çizmekte ve bu noktada
bireyin içinde
bulunduğu çevresel
koşulların önemine
işaret etmektedir.

202
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Kişilik

Tablo 10.1.Cattell’in 16 Kişilik Faktörü

FAKTÖR SOL ANLAMI SAĞ ANLAMI

Yakınlık Ağırbaşlı, kişilere bağımlı olmayan, Yakın ve sıcak, sempatik


soğuk veinsanlara karşı
özenli
Düşünme Somut Soyut
Duygusal Denge Tepkisel, duygusal açıdan değişken Duygusal açıdan dengeli,
uyumcul, olgun

Başatlık Uyumlu ve çatışmadan kaçınan Başat, iradeli, iddialı


Canlılık Ciddi, kendini zapt eden, dikkatli Canlı, doğal, hayat
dolu
Kural Bilinçliliği Çıkarcı, uyuşmaz Kural bilincine
sahip, görev
duygusu olan
Sosyal Atılganlık Utangaç, tehditten Sosyal olarak atak, risk
çekinen, cesaretsiz alan, pişkin

Duyarlılık Faydacı, nesnel, duygusuz Duyarlı, estetik


ve duygulu

Uyanıklık Güvenen, şüpheci olmayan, kabul İhtiyatlı, şüpheci, açıkgöz


eden

Zihin Pratik, çözüm odaklı, somut Soyut, yaratıcı,


Meşguliyeti ideal odaklı

Gizlilik Açık sözlü, dobra, doğal Gizliliğe önem veren,


ketum, açığa vurmayan

Endişelilik Kendine güvenen, endişesiz, gönlü Endişeli, rahatsız, kaygılı


rahat

Değişime Açıklık Gelenekçi, alışkın olduğuna bağlı Değişime açık, deneyci


Özgüven Grup yönelimli, diğerlerine bağlı Özgüvenli, tek başına,
bireyci

Mükemmelcilik Düzensizliğe tahammüllü, titiz Mükemmelci, örgütlü,


olmayan, esnek bireysel disipline
sahip
Gerilme Rahat, gevşek, sakin, sabırlı Gergin, yüksek
enerjili, sabırsız,
hareket
yönelimli

Kaynak: Martin ve Fellenz, 2010:86

203
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Kişilik

Cattell’in 16 Kişilik Faktörü ölçeğinin farklı formatları mevcuttur; ancak bu


test genellikle her bir faktöre uygun bir dizi ifade içermektedir. Her bir faktör için
verilen cevaplar, daha sonra 1 ile 10 arasında bir sayıya çevrilmekte ve böylelikle
bireyin kişilik özellikleri açığa çıkarılabilmektedir.

“Beş Büyük” Faktör Kuramı


Kural koyucu yaklaşımların gerçekleştirdiği araştırmalar, beş faktörlü bir
yapının kişiliği açıklayabileceği sonucuna varmıştır. Beş Büyük Faktör Kuramı
olarak bilinen bu kuramın kavramsallaştırdığı boyutlar şu şekildedir [5, 6]:
 Dışa Dönüklük: Bu faktör bir uçta sempatiklik ya da cana yakınlıkla
iddialılığın diğer uçta ise çekingenlik ve utangaçlığın olduğu bir özellik
taşımaktadır. Dışadönük bireylerin, olumlu duygusal durumlar yaşaması
daha olasıdır.
 Duygusal Denge: Kendinden emin ve güvenli olmaktan öfkeli, kaygılı ve
bunalımlı olmaya kadar geniş bir aralığı ifade eden boyuttur. Duygusal
dengesi düşük ya da nevrotik kişilerin olumsuz duygusal durumlar ve aşırı
stres yaşama olasılığı daha yüksektir ve bu kişilerin genel olarak hayata
bakışı negatiftir.
Kişiliği açıklamada tüm
dünyada en yaygın  Uyumluluk: Bireyin birlikte çalışmayı sevmek, hoşgörülü olmak ve
olarak kullanılan kuram diğerlerine güvenmekle huysuz, kavgacı ve saldırgan olmak arasında
Beş Büyük Faktör nerede yer aldığını ifade eden faktördür. Uyumluluğu yüksek bireyler
Kuramı’dır. diğerleri ile iyi geçinirler, daha naziktirler ve iyi birer takım
oyuncusudurlar.
 Sorumluluk: Bir uçta sorumluluk sahibi olmak, öz disipline ve azme sahip
olmak gibi özellikler; diğer uçta ise güvenilmezlik, plansızlık ve düzensizlik
gibi niteliklerin yer aldığı faktördür.
 Deneyime Açıklık: Kişinin yeni deneyimlere ne ölçüde açık olduğunu ifade
eden faktörün bir ucunda yaratıcılık, açık fikirlilik ve meraklılık gibi
özellikler yer alırken; diğer uçta ise ilgisizlik ve dar görüşlülük gibi özellikler
göze çarpmaktadır.

Birey bu beş faktörün her biri için ölçeğin iki zıt kutbu arasında bir
yerlerdedir. Bu modelin kişiliğin yapısını tanımlamada ve bireylerin karakterlerini
ya da bireysel özelliklerini belirlemede evrensel uygulanabilirliğe sahip olduğu
belirtilmektedir.

İdiyografik Kuramlar
Dünyayı neden-sonuç ilişkileri içeren bir yapıda gören kuralcı yaklaşımların
aksine idiyografik kuramlar sosyal dünyanın onu yaşayan bireylerin zihninde
yaratıldığı ya da anlamlandırıldığı fikrini savunmaktadır. Bunun sonucunda da
bireyler arasında yaşanan sosyal dünyayı kavramsallaştırma noktasında farklılıklar
ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bireysel davranışı anlamak için öncelikle bireyi ve
onun sosyal dünyayı değerlendirme biçimini anlamak gereklidir.

204
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Kişilik

Bu noktadan hareketle idiyografik kuramlar, ortak özelliklerin belirlenmesi


ve ölçümünden çok kişiliğin benlik gelişimi yönü üzerinde daha fazla durmaktadır.
Kuralcı yaklaşımlar kişiliğin ölçümüne yönelik olarak pek çok araç sunarken;
idiyografik yaklaşımlar, bireylerin ve onların kişiliklerinin eşsizliğini
vurgulamaktadır. Bu nedenle idiyografik kuramlar eşsiz olan kişilik özelliklerini
anlayabilmek için bireyin kendini içinde yaşadığı dünya ile nasıl ilişkilendirdiğini ve
İdiyografik kuramlar,
kişiliğin eşsizliği bireyleri diğerlerinden ayıran kişisel özelliklerin neler olduğunu anlamak
üzerinde durarak sosyal gerektiğini vurgulamaktadır. Kısacası bireyleri tanımlayıp belli bir kişilik modelini
dünyanın bireyin ya da ölçüm aracını kullanarak karşılaştırabilmek amacıyla kişilikler arasındaki
zihninde benzerlikleri ortaya çıkarmaya çalışan kuralcı yaklaşımların tersine idiyografik
anlamlandırıldığını kuramlar, bireyin eşsizliği ve diğerlerinden farklı olan özellikleri üzerinde
vurgulamaktadır. durmaktadır.
Charles Cooley, kişilik tartışmalarına ayna benlik kavramı ile katkı
sağlamıştır. Cooley, davranışın etkileşimci doğasına dikkat çekerek benliğin bu
etkileşim sürecinin sonucu olarak geliştiğini ifade etmektedir. Buna göre birey
kendini diğerlerinden kendine ilişkin edindiği izlenimlerle değerlendirmektedir.
Bireyin başkalarının kendisine ilişkin düşünceleri, değerlendirmeleri ve
tepkilerini algılaması ile benlik şekillenmekte ve bir noktada birey “Başkalarının
gözünde ne isem oyum.” diye düşünmektedir. Bu noktada ayna benlik, bireyin
sosyal çevresinin ona yansıttığı davranış ve tepkiler sonucu oluşan kendi resmi
olarak kavramsallaşmaktadır. Bu şekilde çevresindeki insanlarla etkileşimle kim
olduğunu anlamaya çalışan birey, kişiliğini içinde bulunduğu çevreyle uyumlu hale
getirmeye ve çevreye uyum sağlamaya çalışmaktadır.
Charles Herbert Mead de bu anlayışa genelleştirilmiş başkası kavramını
eklemiştir. Bu kavram benlikte var olan iki unsuru yansıtmak amacıyla
kullanılmaktadır. Bu unsurlar bireyin eşsiz ve spontane (kendiliğinden) yönleri ve
toplum içerisinde yaşanılan deneyimler sonucu ortaya çıkan öğrenme süreci ile
içselleştirilen norm ve değerlerdir. Bu çerçevede genelleştirilmiş başkası, bireyin
kişiliğinin, toplumun kendisi için sahip olduğu beklentiler paralelinde geliştiği
anlayışına işaret etmektedir. “Diğerleri ne der?” cümlesiyle de
örneklendirilebilecek bu bakış, bireyin davranışlarını ve kişiliğini toplumun
beklentileri ile oluşan ortak perspektifle şekillendirdiğini belirtmektedir.
Carl Rogers ise kişilik gelişiminde temel amacın farklılaşmamış benlik
algısından farklılaşmış bir benlik algısına doğru ilerleme olduğunu ifade
etmektedir. Pek çok açıdan bu durum Rogers’ın insancıl bakış açısının ve insanların
temel amacının potansiyellerini bütünüyle gerçekleştirmek olduğu düşüncesinin
bir yansımasıdır. Rogers’a göre öz benlik, bireyin yalnız kendine ait algılarını ve
çevresiyle ilişkiler kapsamındaki algıları ve bunlara yüklenen değerleri
içermektedir. Bu bakış açısının önemli bir anlamı deneyimler nedeniyle bireysel
benlik ve sosyal benlikte yaşanan değişimlerle kişiliğin de değişime açık olduğudur.
Erikson da kişiliği tüm yaşam boyunca sürekli bir biçimde değişen ve gelişen
bir olgu olarak değerlendirmektedir. Ona göre birey çeşitli yaşam safhalarından
geçtikçe çözülmesi gereken gerilimler ya da çatışmalar yaşar. Örneğin; 12-18

205
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Kişilik

yaşları arasında birey, kimliği ve rolleri arasında bir gerilim yaşar. Bu çatışmaları
başarıyla çözen bireyler sağlıklı bir kişilik gelişimi ortaya koyarken, bu aşamalarda
çözülemeyen sorunlar ileride daha büyük sıkıntılara yol açabilir. Bu modelde
bireysel farklılık kavramı ve benliğin gelişimi arasında açık bir bağlantı vardır ve bu
bağlantı zaman içerisinde ortaya çıkan dinamik ilişkiler yumağı bütününde
gerçekleşmektedir.

Freud’un Psikoanalitik Kuramı


Freud’a göre davranışın ve kişiliğin temelleri bilinçaltındadır. Bir başka ifade
ile ona göre bilinçaltı güdüler, davranışın en önemli belirleyicisidir. Birey, içgüdüsel
dürtüleri ile sosyal engeller arasında kalarak bir iç çatışma yaşar ve kişilik de bu
çatışmanın sonucunda oluşur. Bu bakış açısı ile bir yetişkinin herhangi bir
davranışı, bilinçaltında bastırdığı ama hala daha çarpıtılmış ve önemli etkiye sahip
Freud, bireysel
davranışın id, ego ve birtakım anıların yansıması olabilmektedir.
süperego arasındaki Freud’a göre kişiliğin id, ego ve süperego şeklinde kavramsallaştırılabilecek
etkileşimle elde edilen
üç yönü vardır[7]:
denge sonucunda
ortaya çıktığını  İd: Bireyin içgüdüsel ve bilinçsiz olarak kabul edilen istek, arzu ve
savunmaktadır. duygularını içerir. Dürtü şeklindeki bu istek ve duygular kişilik sisteminin
en ilkel yapısıdır. Hazzın çok önemli olduğu bu alan, bireylerin doğuştan
getirdikleri ve öncelikli olarak tatmin etmeleri gereken biyolojik ve
fizyolojik ihtiyaçlardan oluşmaktadır. Birey bu alanda isteklerinin anında
ve tam olarak doyurulmasını ister. Sosyal sınırlamalardan etkilenmeyen id
bencil, bireysel ve mantıksızdır.
 Ego: Bireyin istekleri (id) ile yapması gerekenler (süperego) arasında bir
arabulucu işlevi görür. Bir başka ifade ile “id”in isteklerini “süperego”ya
uygun hale getirmeye çalışır. Bu alanda bir önceki alanın aksine gerçekçi
bir bakış açısı vardır. Bütün arzu ve ihtiyaçların tatmin edilemeyeceği kabul
edilir. Engellemelere karşı hoşgörü söz konusudur. Özetle bu alanda birey
mantıklı, gerçekçi ve hoşgörülüdür. Ego, arabuluculuk işlevini etkin bir
şekilde yerine getiremezse bireyde zihinsel gerilim ve çatışma ortaya çıkar.
Düzenli çalışan ego ise sağlıklı bir zihinsel yapı ve davranışlarda tutarlılık
sağlar.
 Süperego: İçselleştirilmiş kültürel ve sosyal normları temsil eden içsel,
eleştirel ve ahlâkileştirici otoriteyi ifade etmektedir. Ulaşılması gereken
idealleri ve mükemmeli kapsayan süperego, bireyin toplumsal kurallara
uyarak topluma ayak uydurmasını sağlamaya çalışır. Süperego, bireyin
davranışlarını toplumun beklenti ve kuralları çerçevesinde kontrol eder.
Süperego, istenmeyen davranışların ortaya çıkması durumunda bireyin
suçluluk duyması gibi mekanizmalarla cezalandırma gerçekleştirirken
olumlu ya da istenen davranışların ortaya çıkması halinde ise gururlanma
ve takdir gibi ödüller kullanır.

Freud, bireysel davranışın id, ego ve süperego arasındaki etkileşimle elde


edilen denge sonucunda ortaya çıktığını savunmaktadır. Bu doğrultuda sağlıklı bir

206
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Kişilik

birey ego tarafından kontrol edilirken, dış kontrole maruz kalmaktan dolayı bir
gerginlik yaşayan nevrotik (dengesiz) bir kişi süperego tarafından ve kendi kişisel
isteklerinin esiri olan bir psikopat (ruh hastası) ise id tarafından yönlendirilecektir.
Birey bu üç unsur aracılığı ile çevresi ile ilişki ve etkileşimini yönetmektedir.
Freud, id ile süperego arasındaki çatışmayı dengelemek amacıyla egonun
geliştirdiği birtakım savunma mekanizmalarından bahsetmektedir. Bu savunma
mekanizmaları bireyin yaşadığı iç çatışmaları çözmesine yardımcı olmakta ve bu
savunma mekanizmalarının bilinmesi bireylerdeki akılcı olmayan pek çok
davranışın anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Ego savunma mekanizmalarının
başlıcaları şunlardır:

 Yüceltme: İdden gelen isteklerin kabul edilebilir bir içeriğe


dönüştürülmesini anlatmaktadır. Örneğin; saldırganlık, cinsellik gibi belli
bazı ilkel dürtülerin açığa çıkmasının uygun olmadığı koşullarda, kişinin bu
enerji birikimini güzel sanat yapıtları, spor ve iş başarıları gibi eylemlere
yönelterek olumlu bir biçimde kullanması gibi.
 Bastırma: Bilinç eşiğine ulaşan ve uygun olmayan istek ve düşüncelerin
otomatik olarak bilinçdışı alana yönlendirilmesidir. Bir başka deyişle
bastırma, istenmeyen duygulanım, anı ya da dürtülerin bilinçten
uzaklaştırılması durumudur. Eğer o düşünce gerçekleştirilecek olsa, kişinin
kendisi ve çevresi tarafından olumsuz karşılanabileceği, bunun sonucunda
kaygı ve gerilime yol açabileceği için o düşünce bilinçaltına hapsedilir.
Örneğin; kötü bir çocukluk dönemi ve ebeveynleri ile önemli sorunlar
yaşayan bireyler, ebeveynlerinden bahsetmekten rahatsız olabilirler.
 Yadsıma (İnkâr): Kişi sorunun bilinçli olarak dayanılamayan, acı veren,
rahatsız eden istek, gereksinim, duygu ve düşünce gibi yönlerinden
uzaklaşmak için olayın varlığını kabul etmez, önemsemez, bunlarla ilgili
bilgi edinmekten kaçınır, görmezden gelir. Başlangıçta bu durum kişinin
Savunma hissettiği sıkıntıyı azaltsa da olaya yönelik gerekli tedbir ve çareleri
mekanizmaları bireyin planlamayıp zarar görmesine ve gerçeklerden uzak kalmasına yol açabilir.
karşı karşıya bulunduğu Hastalığı olup tedavi görmesi gereken bir kişinin, hastalığını kabul
çatışmaları çözmesine etmemesi bu duruma örnek olarak verilebilir.
yardımcı olmakta ve  Yansıtma: Kendinde ya da kendisi ile ilgili durumlarda var olan istenmedik
davranışın ya da katlanılamayan bir özelliğin, karşısındaki kişiler ya da durumlarda var
anlaşılmasına kaktı
gibi algılanmasıdır. Bu kişiler kendi hataları olmasına karşın başkalarını
sağlamaktadır.
suçlarlar. İnsanlara güvenmeyen birinin, diğerlerini güvensiz bulması
örnek olarak düşünülebilir.
 Karşıt Tepki Oluşturma: Suçluluk duygusu yaratan tehlikeli istekler çok
yoğun olduğunda bunların baskı altında tutulması da güçleştiğinden kişi,
bu isteklerinin tam karşıtı olan bilinçli tutum ve davranışlar geliştirerek
kendini korumaya çalışır. Böylece kişi, içsel dürtülerine kesin engeller
koyarak baskı mekanizmasını pekiştirir ve olumsuz dürtülerini bilinç
düzeyinden uzak tutmuş olur. Karşılık görmediği için nefrete dönüşen bir
aşk bu savunma mekanizmasına örnek olarak verilebilir.

207
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Kişilik

 Gerileme: Bu durumda birey id ve süperego arasındaki sorunun çözümünü


daha önceki gelişim dönemlerinde tatmin sağladığı davranış örüntülerini
tekrar ederek gidermeye çalışmaktadır. Bu durum çocuklarda, yeni bir
kardeşleri olduğunda idrar, dışkı tutamama ya da bebeği kıskanarak onun
gibi davranma şeklinde görülebileceği gibi büyük düş kırıklıklarında,
hastalık geçiren kişilerde ya da yatılı okul öğrencilerinin eve dönüşleri
sırasında daha çocuksu davranışlar şeklinde görülebilmektedir.
 Yalıtma (İzolasyon): Bu savunma mekanizması, bir yaşantı ile ilgili duygusal
yönlerin ayırt edilerek tekdüze ve renksiz hale getirilmesidir. Örneğin; kişi,
geçmişte bir yakınını kaybettiği trafik kazasını, sanki olay başkasının
başından geçmiş gibi duygusuz bir biçimde anlatabilir.
 Yapma Bozma: Geçmişte yapılan ve uygun görülmeyen bir şeyin hiç
yapılmamış hale getirilmeye çalışılmasıdır. Günlük yaşamda sık sık özür
dilemeler bu savunma mekanizmasının tipik bir örneğidir.

Jung’un Kuramı
Freud’un öğrencisi olan Jung, Freud’dan farklı olarak bireyin kişiliğinin
yalnızca geçmiş yaşantısı dikkate alınarak düşünülemeyeceğini, kişilik oluşum ve
gelişim sürecinde bireyin geleceğe yönelik amaçlarının da önemli olduğunu ifade
etmektedir. Jung, üç farklı kişilik düzeyinden bahsetmektedir: Bilinç düzeyi,
bireysel bilinçdışı düzey ve ortak bilinçdışı düzey.
 Bilinç Düzeyi: Kişiliğin bu yönü bireyin gerçeği, günlük yaşam içerisindeki
deneyimleri sonucunda benimsemesini sağlamaktadır.
 Kişisel Bilinçdışı Düzey: Bu düzey her kişiliğin bireyselliği olgusuna dayalıdır
ve bireyler arasındaki farklılıklar kapsamındaki karmaşık boyutlardan
oluşmaktadır. Bir başka deyişle her insan ya bilince hiç ulaşamayan ya da
ulaştıktan sonra çatışma yarattığı için bastırdığı duygu, dürtü ve
Jung; bilinç düzeyi, düşüncelerden oluşan kendi kişisel bilinçdışı düzeyine sahiptir.
bireysel bilinç dışı düzey
ve ortak bilinçdışı düzey  Ortak Bilinçdışı Düzey: Tüm insanların sahip olduğu ortak bilinçdışı alanı
şeklinde üç farklı kişilik ifade etmektedir. Bu alan kalıtımla geçmiş ve sosyal olarak türetilmiş
düzeyinden söz evrensel deneyimleri kapsamaktadır. Her birey kişiliğinin içinde böyle bir
etmektedir. yön taşımaktadır. Kişiliğin oluşumunda geçmişten gelen ve bireylerin
kalıtım yolu ile sahip oldukları davranış şekillerinin de önemli bir payı
bulunmaktadır.

Jung’un teorisinde kişilik farklılıkları içe dönüklük ve dışa dönüklük


şeklindeki uç noktalar bağlamındaki işlevlerde gözlenmektedir. İçe dönüklükte
zihinsel fonksiyonlar içsel ve öznel dünyaya yönelirken, dışa dönüklükte ise
zihinsel işlevler dış ve objektif dünyaya yönelmektedir. İçe dönük kişiler; utangaç,
çekingen, duygusal çatışma durumunda kendi içine kapanan ve iç hayatlarıyla
fazlasıyla ilgili olan kişilerdir [8].

208
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Kişilik

Dışa dönükler ise atılgan, girişken, ilgileri dışa dönük ve duygusal sorunlarını
diğerleri ile konuşabilen kişilerdir. Bu noktadan hareketle Jung’a göre kişilerin
bilgiyi elde etme ve değerlendirme şekillerine bakıldığında dört farklı yaklaşımdan
ya da zihinsel işlevden söz etmek mümkündür: Duyuş, sezgi, düşünme ve
hissetme.
 Duyuş: Bireyin kapsamlı bilgi tabanını sistemli, somut ve yapısal bir yolla
çözmeye çalışmasını ifade etmektedir.
Jung’a göre bilgiyi elde  Sezgi: Rutin faaliyetlerden hoşlanmayan, belirlilik ve sınırlılıklardan çok
etme ve olasılıklarla ilgilenmeyi tercih eden bireyleri anlatmaktadır.
değerlendirmede  Düşünme: Sorun çözmede diğerlerinin duygularını sürece dâhil etmeden,
duyuş, sezgi, düşünme mantık ve akıl olgularını kullanma şeklindeki yaklaşımdır.
ve hissetme şeklinde  Hissetme: Etraflarında sosyal uyum ve birlikteliğe önem veren, diğerleri ile
farklı yaklaşımlar
iyi geçinen ve etraflarında sevilen kişileri anlatan yaklaşım biçimidir.
mevcuttur.

Bu tanımlamalar ışığında Jung’un oluşturduğu çerçevede iki yönün


olduğunu; duyuş ve sezginin çerçevenin birinci yönünün uç noktalarını
oluşturduğunu, ikinci yönde ise düşünme ve hissetme şeklinde
kavramsallaştırılabilecek iki uç noktanın var olduğunu söyleyebiliriz. Bu bilişsel
tarzlar Şekil 10.3.’te özetlenmektedir:

Şekil 10.3.Jung’un Bilişsel Tarzları


Kaynak: Martin ve Fellenz, 2010: 93

KİŞİLİĞİN VE KİŞİSEL FARKLILIKLARIN ÖLÇÜMÜ


Yukarıda ele aldığımız kişilik kuramlarının pek çoğu birtakım ölçüm araçları
ile kişiliğin ölçülebileceğini ifade etmektedir. Kişiliği ölçmek amacıyla tasarlanan
araçlar kişinin belirli durumlardaki koşul ve uyarıcılarla olan ilişkilerini sistematik
bir biçimde gözlemleyen ölçüm araçlarıdır. Bu şekilde geliştirilen araçlarla bireyin
kişilik özellikleri bilindiğinde davranışları tahmin etmek mümkün olmasa da kişiliğe

209
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Kişilik

ilişkin olarak elde edilen bilgilerin genel olarak davranışların tahmininde önemli bir
yol gösterici olduğu söylenebilir.
Kişiliği ölçmek amacıyla kullanılan yöntemler üç başlık altında incelenebilir:
Objektif testler, projektif testler ve davranışsal ölçümler [9].

Objektif Testler
Bu tür testler bireyin önceden hazırlanmış bir ifade setindeki maddelere
doğru, yanlış ya da evet, hayır şeklinde cevap vermesi ile gerçekleştirilen
testlerdir. Kişilik ölçümünde yaygın bir şekilde kullanılan objektif testler, kişiliğin
Kişiliği ölçmede amaç, farklı yönlerini ölçmek amacıyla tasarlanmış ölçüm araçlarıdır. Örneğin, Minesota
kişiliği değerlendirmek Çok Yönlü Kişilik Envanteri sıkça kullanılan objektif testlerden biridir. Çok yönlü bir
ya da bireyin kişiliğini ölçüm aracı olan bu test, kişiliğin farklı özelliklerinin yanı sıra ruhsal birtakım
oluşturan çeşitli
bozuklukları da ortaya çıkarmayı amaçlayan bir kişilik görüntüsüdür. Daha önce
davranışsal özellikleri
hakkında bilgi açıkladığımız “Beş Büyük Faktör” de NEO Kişilik Envanteri adlı objektif test
edinmektir. tarafından ölçülmektedir.
Objektif testlerde bireyin cevapları daha önce belirlenmiş ve standardize
edilmiş değerlerle kıyaslanarak bireyin kişilik yapısına ilişkin bir görüşe varılmaya
çalışılır. Bu testlerin “objektif” olarak nitelenmesinin sebebi, çeşitli kategoriler
altındaki ifadelere verilen cevapların doğrudan sayılarak derecelendirilebilmesi ve
daha sonra sonucun diğer bireylere ait ölçümlerle kıyaslanabilmesidir.

Projektif Testler
Projektif testlerde bireylere, soyut bir şekil ya da resim gösterilmekte ve
bireylerden ne gördüklerine ilişkin tanımlamalar yapması istenmektedir. Objektif
testlerin aksine bireyler bu testlerde uyarıcılara ilişkin tepkilerini özgürce ortaya
koyabilirler. Bu tür testlerin gerekçesi her bireyin aynı dürtüye, kişiliğinin kendine
özgü boyutlarını yansıtacak ölçüde farklı tepki vereceği düşüncesidir. Kökeni dışa
yansıtma anlamına gelen projeksiyon kelimesinden gelen bu testler bireylerin
istemediği ya da kabul etmediği duygu, düşünce ve iç güdülerinin kendileri
farkında olmadan bilinç dışı mekanizmalarla ortaya çıkarılmasını amaçlamaktadır.
Dolayısıyla bu testlerdeki odak noktası bireyin açıkça belirtmek istemediği
hususları ortaya çıkarmaktır.
Rorschach Testi, kişiliğin ölçümünde yaygın bir şekilde kullanılan projektif
testlerden biridir. Bu testte 10 kart üzerine basılmış simetrik mürekkep lekeleri
bireylere teker teker gösterilmekte ve ne algılandığı sorulmaktadır. Etkin sonuç
alınabilmesi için bu konuda tecrübeli ve bilgili kişiler tarafından gerçekleştirilmesi
gereken test sonunda bireylerce verilen cevaplar, testin çok sayıda ve çeşitli kişilik
özelliklerine sahip kişilere uygulanması sonucu elde edilen standart normal
değerlerle kıyaslanmakta ve bireyin kişilik özellikleri açığa çıkarılmaktadır.

210
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Kişilik

Projektif testlerin bir başka örneği de Tematik Algı Testi’dir. Farklı kişi ve
durumları gösteren resimlerin bulunduğu testte bireyden her resim için bir öykü
anlatması istenmektedir. Testin temel varsayımı, bireyin kendini resimdeki kişiyle
özdeşleştirerek, onu tarif ederken kendi duygu ve düşüncelerini yansıtacağıdır.
Standart bir puanlama sistemine sahip olmayan Tematik Algı Testi’nde, testi
Objektif testler herkes uygulayan kişi bireyin anlattıklarına yoğunlaşarak, gizlenmiş duygu ve düşünceleri
tarafından belirlemeye çalışır.
uygulanabilecek
standart ölçüm araçları Davranışsal Ölçümler
sunarken, projektif
testlerin uzmanlar Kişilik, davranışsal ölçümler aracılığı ile de ölçülebilir. Bu tür ölçümler
tarafından uygulanması kontrol altındaki durumsal koşullarda bireyin sergilediği davranışı gözlemlemeyi
gereklidir. içeren kişilik değerleme araçlarıdır.
Örnek

•Bir kişinin sosyalliğini test etmek amacıyla bir partide yaklaşıp


konuştuğu yabancı kişileri saymak bu tür bir ölçümdür.

Davranışsal ölçümlerde davranış bir şekilde derecelendirilmekte ve bu


derecelendirme sonucunda da bir kişilik endeksi ortaya çıkmaktadır.
Bireysel Etkinlik

• Arkadaşlarınızın kişiliğini “Beş Faktör Kuramı”na göre


değerlendirmeye çalışınız.

211
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Kişilik

•Bireyi tanımlayan görece dengeli özellikler seti şeklinde tanımlanan kişilik,


insanların kendilerini ve diğerlerini nasıl gördüklerini ve değerlendirdiklerini,
diğerlerini nasıl etkilediklerini, iç ve dış ölçülebilir özelliklerinin neler
olduğunu ve birey-durum etkileşiminin nasıl gerçekleştiğini açıklayan bir
Özet
kavramdır. Hem kalıtsal hem de çevresel faktörlerin kişiliğin oluşumunu
etkileyen faktördir. Kalıtım, bireyin doğuştan elde ettiği fiziki yapı, cinsiyet,
güzellik, kas ve refleks kapasitesi, enerji düzeyi, biyolojik ritim gibi anne
babadan devralınan biyolojik, fizyolojik ve psikolojik özelliklerdir. Kişiliğin
oluşumunu etkileyen çevresel unsurlar; aile, toplum ve kültür ve deneyim
olarak ifade edilmektedir.
•Kişiliğe ilişkin araştırmalar kişilik kuramlarını ortaya çıkarmıştır. Psikolojideki
bu farklı bakış açıları nomotetik (kural koyucu) ve idiyografik (bireysel)
yaklaşımlar olarak sınıflandırılmaktadır. Nomotetik kuramlar kişiliği,
özelliklerin belirlenmesi ve ölçümü ile ortaya koymaya çalışırken, idiyografik
kuramlar ise kişiliği tanımlamada her bireyin eşsizliğinin dikkate alınması
gerektiğini savunmaktadır. Diğer taraftan Eysenck, kişiliğin önemli
boyutlarını belirlemek için gerçekleştirdiği çalışmalar sonucunda kişiliğin iki
önemli boyutu olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Bunlar dışa dönüklük-içe
dönüklük ve nevrotiklik-dengelilik şeklindedir. Her iki boyut açısından bireyin
kişiliğinin ölçek üzerinde hangi noktada yer aldığı testlerle ortaya
çıkarılmaktadır.
• Cattell, Eysenck gibi testler ve çoklu istatistiksel yöntemler kullanarak
oluşturduğu kişilik modelinde, kişiliğin bireyin günlük yaşam içerisinde belirli
bir durum ya da ortamda ne yapacağını belirleyen faktörler bütünü olduğunu
ifade etmektedir.
•Kural koyucu yaklaşımların gerçekleştirdiği araştırmalar, beş faktörlü bir
yapının kişiliği açıklayabileceği sonucuna varmıştır. Beş Büyük Faktör Kuramı
olarak bilinen bu kuramın kavramsallaştırdığı boyutlar şu şekildedir:
Dışadönüklük, duygusal denge, uyumluluk, sorumluluk, deneyime açıklık.
Birey bu beş faktörün her biri için ölçeğin iki zıt kutbu arasında bir
yerlerdedir.
•Bireyleri tanımlayıp belli bir kişilik modelini ya da ölçüm aracını kullanarak
karşılaştırabilmek amacıyla kişilikler arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarmaya
çalışan kuralcı yaklaşımların tersine idiyografik kuramlar, bireyin eşsizliği ve
diğerlerinden farklı olan özellikleri üzerinde durmaktadır.
• Freud’a göre kişiliğin id, ego ve süperego şeklinde kavramsallaştırılabilecek
üç yönü vardır.
•Freud, id ile süperego arasındaki çatışmayı dengelemek amacıyla egonun
geliştirdiği birtakım savunma mekanizmalarından bahsetmektedir. Bu
savunma mekanizmaları bireyin yaşadığı iç çatışmaları çözmesine yardımcı
olmakta ve bu savunma mekanizmalarının bilinmesi bireylerdeki akılcı
olmayan pek çok davranışın anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
•Kişilik kuramlarının pek çoğu birtakım ölçüm araçları ile kişiliğin
ölçülebileceğini ifade etmektedir. Kişiliği ölçmek amacıyla kullanılan
yöntemler üç başlık altında incelenebilir: Objektif testler, projektif testler ve
davranışsal ölçümler. Objektif testler, bireyin önceden hazırlanmış bir ifade
setindeki maddelere doğru, yanlış ya da evet, hayır şeklinde cevap vermesi
ile gerçekleştirilen testlerdir. Projektif testlerde bireylere, soyut bir şekil ya
da resim gösterilmekte ve bireylerden ne gördüklerine ilişkin tanımlamalar
yapması istenmektedir. Davranışsal ölçümlerde ise kontrol altındaki
durumsal koşullarda bireyin sergilediği davranışı gözlemlemek esastır.

212
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Kişilik

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Eysenck’e göre melankolik bir bireyin aşağıdaki özelliklerden hangisine
sahip olması beklenemez?
a) Kaygılı
b) Anti sosyal
c) Hırçın
d) Konuşkan
e) Ketum

2. Beş Büyük Faktör Kuramı’na ait kişilik boyutları arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Dışa dönüklük
b) Duygusal denge
c) Uyumluluk
d) Sorumluluk
e) Mükemmelcilik

3. Bireyin sosyal çevresinin ona yansıttığı davranış ve tepkiler sonucu oluşan


kendi resmi aşağıdakilerden hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Ego
b) İd
c) Süperego
d) Ayna benlik
e) Genelleştirilmiş başkası

4. İnsanlara güvenmeyen birinin diğerlerini güvensiz bulması aşağıdaki


savunma mekanizmalarından hangisine örnek olarak düşünülebilir?
a) Yüceltme
b) Bastırma
c) Yadsıma
d) Karşıt tepki oluşturma
e) Yansıtma

5. Bireylere bir resim, soyut bir şekil ya da resmin gösterildiği ve bireylerden


ne gördüklerine ilişkin tanımlamalar yapmalarının istendiği testler
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Projektif testler
b) Objektif testler
c) Davranış ölçümü
d) Analitik testler
e) Zekâ testleri

213
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Kişilik

6. Kişiliği belirleyen çevresel faktörler arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Kalıtım
b) Aile
c) Toplum
d) Kültür
e) Deneyim

7. Oluşturduğu kişilik modelinde kişiliğin bireyin günlük yaşam içerisinde


belirli bir durum ya da ortamda ne yapacağını belirleyen faktörler bütünü
olduğunu ifade eden isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Eysenck
b) Catell
c) Erikson
d) Cooley
e) Mead

8. Sosyal dünyanın onu yaşayan bireylerin zihninde yaratıldığı ya da


anlamlandırıldığı fikrini savunan ve kişiliğin eşsizliğini vurgulayan kuramlar
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kalıtımcı kuramlar
b) Nomotetik kuramlar
c) İdiyografik kuramlar
d) Kuralcı kuramlar
e) Analitik kuramlar

9. Bireyin istekleri ile yapması gerekenler arasında bir arabulucu işlevini


aşağıdakilerden hangisi görür?
a) Ego
b) İd
c) Süperego
d) Ayna enlik
e) Genelleştirilmiş başkası

10. NEO Kişilik Envanteri aşağıdakilerden hangisine örnek olarak verilebilir?


a) Projektif testler
b) Objektif testler
c) Davranış ölçümü
d) Analitik testler
e) Zekâ testleri

Cevap Anahtarı
1.d, 2.e, 3.d, 4.e, 5.a, 6.a, 7.b, 8.c, 9.a, 10.b

214
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Kişilik

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[2] Martin, J., Fellenz, M. (2010). Organizational Behaviour&Management.
Hampshire: Cengage Learning.
[3] Yüksel, Ö. (2011). Davranış Bilimleri. Ankara: Gazi Kitabevi.
[4] Rollinson, D., Broadfield, A., Edwards, D.J. (2002). Organisational Behaviour
and Analysis. New Jersey:Prentice Hall.
[5] Huczynski, A., Buchanan, D. (2013). Organizational Behaviour. New
Jersey:Prentice Hall.
[6] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[7] Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri. İstanbul:Beta
[8] Erkal, B. (2002). “Kişilik Psikolojisi ve Kişilik Kuramları”. Enver Özkalp (Ed.)
Davranış Bilimlerine Giriş. (ss.239-260). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
[9] Robbins, S.P., Judge, T.A. (2013). Organizational Behavior. New Jersey:Prentice
Hall.

215
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
GRUPLAR

• Grup Kavramı
İÇİNDEKİLER

• Grup, Yığın, Kategori, Takım


Farklılıkları
• Grup Türleri
• Gruba Girme Nedenleri
• Grup Oluşumu ve Gelişimi DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Grup Dinamikleri

Prof. Dr.

Ömer Faruk İŞCAN


• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Grup kavramını açıklayabilecek,
HEDEFLER

• Grup, yığın, kategori ve takım


kavramları arasındaki farklılıkları
anlayabilecek,
• Grup türlerini tanımlayabilecek,
• Gruba girme nedenlerini
kavrayabilecek,
• Grup oluşumu ve gelişimi sürecini
bilebilecek,
• Grup dinamiklerini
değerlendirebileceksiniz.
ÜNİTE

11
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Gruplar

Güvenlik

Grup, Yığın, Kategori,


Takım Farklılıkları Ekonomik İhtiyaçlar

Gruba Girme Nedenleri Sosyal İhtiyaçlar

Özsaygı

Ortak İlgiler

Grup Normları
Grup Dinamikleri
Grup Yapısı
Gruplar

Karşılıklı Kabul

Karar Verme
Grup Oluşumu ve
Gelişimi
Motivasyon ve Bağlılık

Kontrol ve Yaptırımlar

Birincil ve İkincil Gruplar

Biçimsel ve Biçimsel Olmayan


Gruplar
Grup Türleri
İç ve Dış Gruplar

Üyelik ve Referans Grupları

217
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Gruplar

GİRİŞ
Sosyal yaşam içerisinde insanlar diğerleriyle bir arada yaşamın önemli bir
kesitini geçirmektedir. Tek başına bütün ihtiyaçlarını karşılama gücüne sahip
olmayan insanoğlu, farklı ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına diğerleriyle bir araya
gelmek zorundadır. Bu nedenle grup insanların günlük yaşam ve deneyimlerinde
önemli yer tutan olgulardandır. Sosyal bir varlık olan insan zamanının önemli bir
bölümünü gruplar içerisinde geçirmektedir. Sosyal yaşamı bir bina olarak
düşünecek olursak gruplar, bu binanın yapıtaşını oluşturmaktadır.
Gruplar bireylerin amaçlarına ulaşmasına katkı sağladıkları kadar, kendi
bünyelerinde de bir takım amaçlar geliştirirler ve bünyelerindeki bireylerin
davranışlarını belirlerler. Bir başka ifade ile biçimsel ya da biçimsel olmayan
Gruplar birey yollarla oluşturulan gruplar, birey davranışını belirlemede etkin rol oynaması
davranışını belirlemede açısından davranış bilimlerinin önemli bir inceleme konusudur. Bir grubun üyesi
etkin rol oynadığından
olmak bireyin davranışı üzerinde çok güçlü bir etki yaratabilir. Buna karşılık grubun
davranış bilimlerinde
davranış biçimi de çok açık bir şekilde onu oluşturan bireylerin davranışlarından
önemli bir inceleme
başlığıdır. etkilenmektedir. Bu önem nedeniyle grupların oluşumlarının ve işlevlerinin
bilinmesi sosyal yaşam içerisinde insan davranışlarının açıklanabilmesi açısından
son derece önemli olmaktadır.
Grup olgusunun bu altı çizili öneminden hareketle bu bölümde bu olgu ve
ilgili başlıklar üzerinde durulacaktır. Öncelikle grup kavramı tanımlanacak ve yığın
ya da takım gibi benzer nitelikteki kavramlardan farklılıkları açıklanacaktır. Daha
sonra ise grup türleri, gruba girme nedenleri ve grup dinamikleri gibi başlıklar ele
alınacaktır.

GRUP KAVRAMI
Sosyal bilimlere ilişkin pek çok kavram ve olgu açısından olduğu gibi grup
kavramı açısından da evrensel kabul gören bir tanımlama yapmak neredeyse
imkânsızdır. Sosyal psikolojinin bakış açısı ile olgu değerlendirilecek olursa şu
özelliklere sahip herhangi sayıdaki insan topluluğuna grup denebilir:
 Birbiriyle etkileşim halinde olma,
 Psikolojik olarak birbirlerinin farkında olma,
 Kendilerini bir grup olarak algılama,
 Belirli beklenti ya da amaçlara ulaşma dürtüsüyle etkileşimde bulunma.

Bu özellikleri bir arada düşünecek olursak grup olgusunu, belli amaçlar ve


bunları gerçekleştirme çabası çerçevesinde toplanmış, belli kurallara göre, belirli
bir süre karşılıklı sosyal ilişki ve etkileşimde bulunan, en az iki kişiden oluşan,
görece sürekli birey topluluğu şeklinde tanımlayabiliriz.

218
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Gruplar

Bu tanımlamayı temel aldığımızda aynı yer ve zamanda bir arada olan her
insan topluluğunun grup olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda örneğin bir
kuyrukta ya da bir süpermarket kasasının önünde bekleyen insanlar bir grup
olarak değerlendirilemez. Bu insanlar kuyrukta bekleme deneyimini paylaşıyor
Grupların önemli olabilir ve bu süreçte birbirleriyle etkileşimde de bulunabilirler. Ancak bu durumda
özelliklerinden birisi, söz konusu etkileşim ortak bir amaca yönelik olmadığı gibi bu insanların kendilerini
birey sayısının yüz yüze bir grup olarak görmediği de son derece açıktır.
iletişimi olanaklı kılacak
ölçüde az olmasıdır. İkinci olarak grup olgusu iki ya da daha fazla kişiyi içermekle birlikte, grup
üyelerinin etkileşiminin olması gerektiği gerçeği grubu oluşturan üye sayısının çok
fazla olamayacağı anlamına gelir. Bu noktada büyük bir binada yaşayan ya da
büyük bir iş yerinde çalışan herkes bir grup olarak değerlendirilemez. Çünkü bu
örneklerde grup tanımında yer alan grup üyelerinin birbirleriyle etkileşim içinde
bulunma koşulu yerine gelmemektedir. Ayrıca bu örneklerde tüm bireyler
psikolojik olarak birbirlerinin farkında da değillerdir. Dolayısıyla hem büyük bir
bina hem de büyük bir iş yeri muhtemelen birden fazla tanımlanabilen gruptan
oluşmaktadır.
Üçüncü olarak ise gruplar kendilerine has iletişim biçimi ve rol yapılarına
sahiptir ve grup olunabilmesi için genelde yüz yüze gerçekleştirilecek şekilde
iletişim ve etkileşimi mümkün kılacak ölçüde az sayıda insan olması gereklidir. Bu
süreç içerisinde ortak bir amacı gerçekleştirmek için etkileşimde bulunma olgusu
grup üyelerinin paylaşılan bir kimliğe sahip olması sonucunu doğurmaktadır. İyi
işleyen, etkin bir grubun özellikleri Tablo 11.1’de özetlenmektedir [1].

Tablo 11.1.İyi İşleyen, Etkin bir Grubun Özellikleri


İyi İşleyen Etkin Grupların Özellikleri

Ortam gerilimsiz, rahatlatıcı ve gayrı resmîdir.

Grubun görevi üyeler tarafından iyi anlaşılmış ve kabul edilmiştir.

Üyeler birbirlerini iyi dinlemektedir. Çoğu üye grubun görevine yönelik etkin
tartışmalarda bulunmaktadır.

Üyeler, duygu ve düşüncelerini açıklamaktadır.

Çatışma ve uyuşmazlık fikirler ve yöntemlere ilişkindir; insanlar ya da kişiliklere


ilişkin değildir.

Grup, süreç ve işlevlerinin farkında ve bilincindedir.

Kararlar genel olarak çoğunluk oyuyla değil, oy birliği ile alınmaktadır.

Eylemler kararlaştırıldığında açık bir görev dağılımı yapılmakta ve bu dağılım


üyeler tarafından kabul edilmektedir.
Kaynak: Nelson ve Quick: 2002:221.

219
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Gruplar

GRUP, YIĞIN, KATEGORİ VE TAKIM FARKLILIKLARI


Grup, ortak beklenti ve amaçlara sahip insanlardan oluşmaktadır. Grup
üyeleri arasında süreklilik temelinde bir etkileşim söz konusudur. Yığın ise bir
şekilde geçici bir nedenle, kısa bir süreliğine bir arada olan insan topluluğudur. Bu
noktada grup olgusunu tanımlarken ifade ettiğimiz bir kuyrukta ya da bir
süpermarket kasası önünde bekleyen insanlar yığın örnekleridir. Bu insanlar
arasında bir etkileşim söz konusu olsa da grup kavramının önemli özelliklerinden
özel, birleştirici değer, norm ve ideolojilerin, manevi ögelerin ve duygusal ortamın
varlığı bu örneklerde söz konusu değildir.
Kategori ise benzer ve ortak sosyal özellikleri olan insanlardan oluşmaktadır
Ortak beklenti ve [2]. Bu kavramsallaştırma grup olgusunun içerdiğinden çok daha soyut ve genel bir
amaçlara sahip birlikteliği ifade etmektedir. Yaş, cinsiyet, gelir ya da etnik köken temelinde
insanlardan olarak grup oluşturulabilecek kategorilerde birbirleriyle herhangi bir etkileşim olmayan; ancak
üyeleri arasındaki bir şekilde ortak bir özelliğe sahip insanlar söz konusudur. Bu insanlar arasında
etkileşimin sürekliliği,
kategorik oluşumun ötesine geçilerek bir etkileşim, ortak amaç, farkındalık gibi bir
grubun ayırt edici bir
grubun olmazsa olmaz özellikleri tesis edilirse, kategoriden gruba doğru bir geçiş
özelliğidir.
söz konusu olabilir.
Örnek

•Bir ülke ya da şehirdeki kadınlar bir kategori iken, bu kategori


içerisinde kadın hakları örgütleri bünyesinde bir araya gelen kişiler
bir grubu oluşturmaktadır.

Grup kavramı ile ilişkili bir başka olgu ise takımdır. Grup, ortak beklenti ya
da amaçlara sahip insan topluluklarını ifade ederken; takım kavramı, ortak bir
amaca, performans hedeflerine ve karşılıklı sorumluluk anlayışı içerisinde
geliştirdikleri bir yaklaşıma sahip, birbirini tamamlayıcı becerileri olan küçük
sayıdaki insan topluluklarını nitelemektedir. Grup olgusunda bireysel liderlik,
bireysel sorumluluk ve bireysel çıktılar ya da performans esasken; takım
olgusunda paylaşılan liderlik, ortak sorumluluk ve toplu ya da müşterek çıktılar söz
konusu olmaktadır. Bu doğrultuda takım, gruba göre daha somut yönelimli, odak
noktası daha sınırlı ve belirli olan bir insan topluluğunu ifade etmektedir.

GRUP TÜRLERİ
Grup kavramına ilişkin ifade ettiğimiz açıklamalar değerlendirildiğinde grup
olgusunun sosyal yaşam içerisindeki en önemli ve kapsamlı konulardan biri olduğu
takdir edilecektir. Bu kapsamlı ve önemli yapıdan hareketle birçok grup türünden
söz etmek mümkündür. Bunlar; birincil ve ikincil grup, biçimsel ve biçimsel

220
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Gruplar

olmayan grup, iç ve dış grup, üyelik grupları ve referans grupları ve diğer gruplar
şeklinde ifade edilebilir [3, 4, 5].

Birincil ve İkincil Gruplar


Gruplar, grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimin doğası temel alınarak
ayrıştırıldığında birincil ve ikincil gruplar karşımıza çıkmaktadır. Birincil gruplar;
üyeleri arasında birincil, bir başka deyişle yüz yüze ve samimi ilişkilerin olduğu
gruptur. Birincil gruplarda üyeler arasında yardımlaşma, dostluk ve sevgi bağları
güçlüdür. Üyeler bizlik duygusuna sahip olduğundan grup dayanışması üst
seviyededir. Aile, arkadaşlık ve komşuluk, birincil gruplara örnek ilişkiler olarak
verilebilir. İkincil gruplar ise, birincil grupların dışındaki her türlü, büyük çaplı,
önemli, biçimsel (resmi) gruplardır. İkincil grupların üyeleri, birbirleriyle çıkar
duygusu ile etkileşimde bulunurlar. Dernek veya sendika üyeliği, öğrencilik, belli
bir iş yerinde çalışma gibi durumların hepsi ikincil gruplara örnektir.
Yüz yüze ilişkilerin esas
olduğu birincil grupların Bu tanımlamalar dikkate alındığında küçük veya alt gruplara birincil grup,
sayısı, yüz yüze ilişki daha büyük gruplara ise ikincil grup dendiği anlaşılmaktadır. Birincil gruplar, ikincil
gerektirmeyen ikincil
gruplara kıyasla sayıca daha azdır. Bu durum tanımından da anlaşılacağı gibi
gruplara kıyasla daha
azdır. birincil grupların yüz yüze ilişkiler içermesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca birincil
gruplarda üye sayısı daha azdır. Genel olarak bireylerin sosyal yaşamın ne
olduğunu öğrendikleri gruplar olarak da ön plana çıkan birincil gruplar içerisinde
bireyler, güven duygusunun ön planda olduğu sıcak ve samimi ilişkilere sahiptirler.
Bu sıcak ilişki ortamı birincil grup üyelerine duygusal destek sağlarken, diğer
taraftan da birincil gruplar üyelerinin toplumsallaşma sürecine katkı sağlayarak
onların uyumunu kolaylaştırır ve toplumsal kontrolü mümkün hale getirir.
Birincil gruplar daha çok geleneksel ya da modern öncesi toplumsal yapılar
içerindeki grup olgusunu açıklarken ikincil gruplar ise özellikle gelişmiş toplumsal
yapılar içerisinde, günlük yaşam içerisinde son derece önemli bir yer işgal
etmektedir. İş bölümü ve örgütlenmenin yüksek olduğu toplumsal yapılarda ikincil
grupların çoğaldığı görülmektedir. Gelişmiş toplumsal yapılarda bireylerin yaşamı
ve ilişkileri büyük ölçüde ikincil gruplar içerisinde geçmektedir. Banka, işletme,
sendika gibi ikincil grup örneklerinin hepsinde bireyler bir takım tanımlanmış roller
üstlenmekte ve bireylerin hak ve yükümlülükleri biçimsel ya da resmî olarak kayıt
altına alınmaktadır. Bireyler ikincil gruplar çerçevesinde sadece belirli görevlerle
ilgili olarak bir araya gelirler ve bu gruplar içerisinde yüz yüze ilişkiler çok kısıtlıdır.

Biçimsel ve Biçimsel Olmayan Gruplar


Bireyin gruba katılışı açısından grup olgusu değerlendirildiğinde gruplar,
biçimsel ve biçimsel olmayan gruplar şeklinde ikiye ayrılabilir. Biçimsel gruplar,
belirli amaçları gerçekleştirmek maksadıyla biçimsel bir şekilde oluşturulmuş, yazılı
kurallar çerçevesinde işleyen gruplardır. Biçimsel olmayan gruplar ise yazılı
kurallarla değil, grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimin sonucunda ortaya çıkan
oluşumlardır. Biçimsel olmayan gruplar, bireylerin kendi kişisel zevk, tercih,
beğeni, hayata bakış açısı gibi faktörler açısından insanları seçerek oluşturdukları
gruplardır.

221
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Gruplar

Örnek
•Üniversitede Davranış Bilimlerine Giriş dersini alan bütün
öğrenciler biçimsel bir grubu oluştururken, bu öğrenci grubu
içerisinde bireylerin çeşitli ölçütleri değerlendirerek bir araya
gelerek oluşturacakları arkadaş grupları biçimsel olmayan gruplar
şeklinde ortaya çıkacaktır.
Birincil ve ikincil grup
ayrımı sosyal etkileşimi
baz alırken, biçimsel ve Biçimsel gruplar; üyeleri arasında görev dağılımı olan, yapılandırılmış, işler
biçimsel olmayan ve ilişkilerin açık şekilde belirtildiği, yasal ve biçimsel yetki altında belli görevleri
gruplarda belirleyici yerine getirmek için kurulurlar. Yalnız biçimsel yapılanmalar bireylerin tüm
olan grubun oluşum ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz olduğu için ortaya biçimsel olmayan gruplar
şeklidir. çıkar. Bu gruplar, biçimsel gruplar içerisinde üyeler tarafından görece daha az
örgütlü bir biçimde oluşturulan, sosyal değerlerin bütünleşip pekiştiği, kişiye
kabul, takdir gibi araçlarla sosyal doyum sağlayan, genel olarak kültürel değerlerin
korunup sürdürüldüğü gruplardır.
Genel olarak biçimsel gruplar, ikincil gruplarla; biçimsel olmayan gruplar da
birincil gruplarla özdeşleştirilse de ayrım ölçütünün farklı olduğunun altını
çizmekte fayda vardır. Birincil ve ikincil grup şeklinde gerçekleştirilen ayrımda
ölçüt, grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimdir. Biçimsel ve biçimsel olmayan
grup ayrımında ise önemli olan grubun ne şekilde oluştuğudur. Biçimsel gruplar,
biçimsel yollarla belirlenen bir rol dağılımı ve etkileşim öngörürken, biçimsel
olmayan grupların oluşumu insanın sosyal ihtiyaçlarından hareketle doğal bir seyir
ya da akışla ortaya çıkmaktadır.

İç ve Dış Gruplar
İç grup; bireyin ait olduğu, etkileşimde bulunduğu ve bizlik duygusunu
paylaştığı bir sosyal gruptur. Dış grup ise bireyin kendini bir parçası olarak görüp
değerlendirmediği ya da ait olmadığı gruplardır. Bir başka ifade ile dış grup, iç
grupta yer almayan herkestir. Grup “iç” ve “dış” kavramsallaştırmalarının ne
anlama geldiğini belirleyerek fiziksel ya da sembolik olarak sınırların oluşumu ve
muhafazasını sağlamaktadır. Bu oluşum bir iş yerindeki küçük bir biçimsel olmayan
Gruplara ilişkin iç ve dış arkadaş grubu olarak ortaya çıkabileceği gibi, örneğin hemşerilik ya da etnik köken
ayrımı, fiziksel ya da temelinde de şekillenebilir. İç gruplarda kimlik hikâye, akide, tören ya da ayin vb.
sembolik sınırlara ilişkin
sosyal uygulamalar şeklindeki sembolik işaret ya da belirleyicilerle
olabilmektedir.
oluşturulmaktadır. Bu grup türünde iç grubu oluşturan bireylerin iç grup
dışındakilere karşı duyduğu “düşmanca” diyebileceğimiz duygular, kendi grupları
için bir benlik oluşturabilmektedir. Bir başka ifade ile dış gruptakiler pek çok
açıdan iç gruba kıyasla düşük seviyedeki “düşmanlar” olarak görülmektedir. İç
grup için kendi aralarındaki her şey en iyi ve en uygun iken, dış gruplarda olan ise
kötü ve tahammül edilemezdir. Bu doğrultuda iç grup üyeleri tarafından dış
gruptakiler aptal, bencil, hilekâr, saldırgan, kötü niyetli gibi sıfatlarla
nitelenmektedir.

222
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Gruplar

Her sosyal grup kendisi ve diğerleri arasında sınırlar oluşturur; ancak iç


grupların oluşum sürecinde kaynaşma ya da bağdaşımlık (cohesiveness) en üst
seviyededir. Bu noktada iç grupların üç temel özelliği olduğu söylenebilir:
 Üyeler kendilerini dış gruptan ayırmak için unvan, lakap ve dış semboller
(kıyafet gibi) kullanmaktadır.
 İç grup üyeleri dış gruptakilerle çatışma ya da rekabet ortamı
algılamaktadır. Bu rekabet ya da çatışmanın şiddeti grubun kendi iç
bağlılığını arttırıcı bir işlev görmektedir.
 İç grup üyeleri kendi gruplarındaki bireyler için olumlu, dış gruptakiler için
ise olumsuz klişelere (stereotype) başvurmaktadır.

Üyelik Grupları ve Referans Grupları


Üyelik grupları, kişilerin üyesi bulundukları ve içinde etkileşimde
bulundukları gruplardır. Bireyin kendi statüsünü tanımlamak için geliştirilmiş bu
gruplara aile, çeşitli politik, dinî ya da sosyal gruplar örnek olarak verilebilir. Bu
tanımlama içerisinde bireyler birden fazla gruba aynı anda üye olabilirler. Referans
grupları ise birey için geçerli olan tutum ve davranışların oluşumunu sağlayan ve
bir anlamda bireyin ideali olan gruplardır. Bireyler bu gruba üye olmayı sosyal
itibar kazandıran bir unsur olarak değerlendirdikleri için kendilerini bu grupla
özdeşleştirmekte, bireysel değer ve normlarını bu gruba uydurmaktadır.
Üyelik gruplarının aksine referans grupları bireylerin hâlihazırda üyesi
Referans grupları olmadıkları ancak olmak istedikleri gruplardır. Bu gruplar bireyin çevresini
bireylerin üyesi algılamasında şekil verme işlevi görmektedir. Kendisini psikolojik olarak grupla
olmadıkları ancak bağdaştırma arzusundaki birey, peşin sosyalleşme göstererek gruba ait davranış
kendilerini
biçimini uygulamaya çalışır.
özdeşleştirdikleri
gruplardır.
Örnek

•Örneğin, bir iş yerinde şef unvanı ile çalışan bir kişi için terfi etmek
istediği müdürler grubu onun için bir referans grubu olabilir.

Referans grupları bireyin toplum içerisindeki statüsü değiştikçe


farklılaşmaktadır. Kimi zaman da bireyler aynı anda birkaç referans grubunu
kendilerine örnek edinebilmektedirler.

Diğer Gruplar
Yukarıda ifade ettiğimiz temel sınıflamalar dışında başka grup türlerinden
söz etmek de mümkündür. Bunlardan biri grup üyelerinin sayısını temel alan
küçük ve büyük gruplar şeklindeki sınıflamadır. Küçük gruplar, az sayıda üyesi olan
ve üyeleri arasında yoğun etkileşimin bulunduğu gruplar olarak tanımlanırken;
büyük gruplar ise üye sayısı çok olan, ilişki ve etkileşimleri daha sınırlı ve resmî
olan gruplardır. Bu gruplarda daha çok ikincil ilişkiler söz konusudur.

223
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Gruplar

Grubun birliktelik süresine göre ise gruplar geçici ve sürekli gruplar olarak
ikiye ayrılabilir. Geçici gruplar somut ya da belirli bir amacı, kısa bir zaman dilimi
içerisinde gerçekleştirmek üzere bir araya gelen kişilerden oluşmaktadır. Geçici
gruplar, mevsimlik işçiler ya da bir izci grubu örneklerindeki gibi amaçlanan elde
edildiğinde son bulan gruplardır. Sürekli gruplar ise genel olarak ömürleri
üyelerinin ömürlerinden fazla olan uzun süreli gruplardır. Büyük ölçekli bir işletme,
aile ya da millet gibi gruplar sürekli gruplara örnek olarak verilebilir.
Bireyin gruba katılışını ölçü aldığımızda da grupları bireyin kendi iradesi ile
katıldığı gruplar ve bireyin irade dışı katıldığı gruplar olarak ikiye ayırabiliriz.
Bireyin kendi iradesi ile katıldığı gruplar, gruba giriş çıkışın bireylerin iradesine
bağlı olarak serbest olduğu gruplardır. Kulüpler ya da dernekler bu tür gruplara
örnektir. Bireyin irade dışı katıldığı gruplar ise bireyin içine doğduğu ya da doğal
yolla katıldığı gruplardır. Örneğin, aile ve millet gruplarında bu tür bir katılım
gözlenmektedir.
Bunlar dışında gruplara ilişkin yapılan önemli bir ayırım da Ferdinand
Tönnies tarafından yapılan cemaat – cemiyet sınıflamasıdır. Buna göre cemaat,
zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelen ve bireyleri arasında duygu ve
düşünce birliği olan gruplardır. Cemiyet ise kişisel olmayan, rasyonel ve özgür
ilişkilere dayalı gruplardır. Cemaat üyeleri arasında sıcak, samimi, yürekten ve
duygusal ilişkiler mevcutken; cemiyet olgusunda ırk, etnik köken, sosyo ekonomik
statü gibi daha genel bir takım ölçütler söz konusu olduğundan ilişkinin niteliği
daha soğuk ve mesafelidir. Düşünce ve duygu benzerliğine dayalı her grup cemaat
Bireylerin gruba
girmesinin ardındaki en gruplarına örnek olarak verilebilirken, genel olarak bir ülke toplumu, ya da bir
önemli sebep, insanın şehrin halkı cemiyet olgusunun örnekleri olarak ifade edilebilir.
sosyal bir varlık olarak
diğerleri ile ilişki ve GRUBA GİRME NEDENLERİ
etkileşime ihtiyaç
İnsanların sosyal varlık olmaları gerçeğinden hareketle gruba üye olma
duymasıdır.
isteğinin çok temel bir takım ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olduğu
söylenebilir. Bireysel olarak gruba girme nedenleri farklılaşmakla birlikte bu
nedenleri genel olarak Şekil 11.1.de gösterildiği gibi; güvenlik, ekonomik ihtiyaçlar,
sosyal ihtiyaçlar, öz saygı ve ortak ilgiler şeklinde sıralayabiliriz [6]:

Gruba Girme
Nedenleri

Güvenlik Ekonomik Sosyal Öz Saygı Ortak İlgiler


İhtiyaçlar İhtiyaçlar

Şekil 11.1.Gruba Girme Nedenleri


Güvenlik ihtiyacı bütün insanların en temel ihtiyaçlarından biridir. Bir başka
deyişle tüm insanlar, gerçek olsun ya da olmasın dış tehdit algılamalarına karşı

224
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Gruplar

kendilerini güvence altına alma ihtiyacı duyar. Bu noktada devreye giren gruplar,
bireylerin bu ihtiyacını gidererek, onların kendilerini güvende hissetmelerine yol
açar.
Bireylerin bir gruba girmelerinin önemli sebeplerinden birisi de ekonomik
ihtiyaçlardır. Bu doğrultuda örneğin bir iş yerinde çalışma isteği temelde ekonomik
ihtiyaçları giderme olgusundan hareketle ortaya çıkan bir istektir. Ya da bir iş gücü
içerisinde çalışanların işverenle toplu pazarlık edebilme amacıyla bir araya gelerek
çeşitli gruplar oluşturması da ekonomik ihtiyaç temellidir. Ayrıca kişisel mutluluk
sağlama yolunda sevgi ve ait olma gibi sosyal ihtiyaçların tatmininde de gruplar
önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Sosyal varlık olarak insanlar diğerleriyle ilişki
kurmak ve anlamlı dostluklar edinmek isterler. Bireylerin gruplara üye olmalarının
İnsanlar saygın bulunan
gruplara üye olmaktan en temel sebeplerinden birisi bu tür sosyal ihtiyaçları gidermektir. Buna ilaveten
gurur duymaktadır. gruplara üye olmak bireylerin öz saygılarını geliştirmelerine de yardımcı olur.
Kendileri için önemli ve anlamlı olan grupların üyesi olduklarında bireyler
kendilerini daha anlamlı, önemli ve değerli hissetmektedir. Bazı gruplar ise grup
üyelerinin belirli bir alandaki ortak ilgileri doğrultusunda ortaya çıkmaktadır.
Gruba üye olmak bireyi yalnızlık duygusundan kurtararak onun daha güçlü
olmasını sağlar ve ona güven kazandırır. Birey, bir gruba üye olarak saygınlık,
itibar, statü ve tanınma gibi sosyal değerler de kazanır. Kısacası grup bireyin
yaşama gücünü arttırır ve onun sosyalleşmesini sağlar.

GRUP OLUŞUMU VE GELİŞİMİ


Hem biçimsel hem de biçimsel olmayan gruplar için dört gelişim aşamasının
varlığından söz edilebilir. Bunlar; karşılıklı kabul, karar, motivasyon ve bağlılık,
kontrol ve yaptırım aşamalarıdır [7]. Demografik çeşitlilik ve fay hattı ya da bir
gruptaki potansiyel kırılma noktaları, grup gelişim süreci kapsamındaki anlam
oluşturma, alt grup oluşum kalıpları ve grup çatışmasının doğası gibi olguları
tahmin etmede önemli değişkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu
dört aşamalı grup gelişim süreci her zaman tanımlandığı ölçüde düzgün ve sıralı bir
şekilde gerçekleşmeyebilir.

Karşılıklı Kabul
Grup gelişiminde ilk aşama karşılıklı kabul aşamasıdır. Bu noktada odak
noktası üyeler arasındaki kişisel ilişkilerdir. Üyeler bu aşamada birbirlerini güven
ve duygusal rahatlık gibi ölçütler açısından değerlendirmektedir. Etkin grupların
hemen hemen tamamının en önemli yapı taşlarından birisi güvene dayalı bir
ilişkidir. Şayet güçlü kişilikler diğer grup üyeleri üzerinde hâkimiyet kurma ve grup
gündemini belirleme çabası içerisine girerse güç, etki, etkileme ve otoriteye ilişkin
konular da bu aşamada ortaya çıkabilir. Otorite konusu da güven ve kabul ile ilişkili
olan kişiler arası bir konudur. Grup üyeleri karşılıklı güven ve kabul açısından
rahatlatıcı bir seviyeye ulaştıklarında artık grubun amacına ve görevine
odaklanabileceklerdir.

225
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Gruplar

Karar Verme
İkinci aşamada karar verme ve planlama olguları gerçekleşmektedir. Burada
artık odak noktası kişiler arası ilişkilerden grubun amacına yönelik olarak yapılması
gerekenlerin kararlaştırılmasına kaymaktadır. Daha somut olarak grup bu aşamada
niye var olduğuna, neyi, nasıl gerçekleştireceğine karar vermelidir. Grubun gelişim
sürecindeki planlama aşaması olarak da değerlendirilebilecek bu aşamada,
otoriteye ilişkin konular daha sık gündeme gelmektedir.
Karar vermek ya da plan yapmak bir iradeyi belirleme olgusunu
Karar verme aşaması kapsamaktadır. Gündeme gelen otoriteye ilişkin sorular ise genel olarak şu şekilde
grubun niye var özetlenebilir: Grubun hangi işinden kim sorumlu olacaktır? Grubun bir lidere ya da
olduğunun tanımlandığı sözcüye ihtiyacı var mıdır?
bir belirleme olgusunu
kapsadığından otorite Motivasyon ve Bağlılık
konusu daha ön
plandadır. Grup gelişiminin üçüncü aşamasına gelindiğinde grup kişisel ve grup
görevine ilişkin pek çok sorunu çözüme kavuşturmuştur. Bu noktadan sonra grup,
üyelerin dikkatini amacı gerçekleştirme yolunda bireysel motivasyona ve diğer
grup üyelerini teşvik noktasına çekmeye çalışmaktadır. Bazı grup üyeleri faaliyete
geçme olgusuna odaklanarak grubun amacına yönelik yapılması gerekenlerin
uygulamaya geçirilmesini sağlamaya çalışırlar. Diğer üyeler ise destek olma, teşvik
etme ve yapılan katkıları takdir etme gibi koruma işlevleri aracılığı ile grubun
motivasyonuna ve bağlılığına katkıda bulunurlar. Bu aşamada odak noktası
uygulama ve başarı elde etme başlıklarıdır.
Motivasyon ve bağlılığa yapılan vurgu, teşvik etme ve sorgulama gibi
araçlarla ya da kolaylaştırma ve iş paylaşımı gibi olgularla kendini göstermektedir.
Ayrıca bu aşamada gerekirse grubun amacını gerçekleştirmesine yönelik olarak
ikinci aşamada yapılan planlar gözden geçirilip değiştirilmektedir.

Kontrol ve Yaptırımlar
Bu aşamaya gelindiğinde grup artık olgun, etkin, verimli ve üretken bir birim
haline gelmiştir. Gerekli kişiler arası ilişkiler geliştirilmiş, grubun görevine yönelik
kararlar verilerek görev dağılımı ve otorite konuları belirlenmiştir. Bir başka ifade
ile grup bu süreci başarı ile gerçekleştirmiştir. Olgun bir grupta; açık ve net bir
amaç ya da görev, üyelerce iyi anlaşılan bir davranış normları dizisi, yüksek
düzeyde bağdaşımlık (coherence) ve lider-izleyen ilişkisi açısından açık ama esnek
bir statü yapısı vardır.
Olgun bir grup, üyelerini onların belirli davranışlarına tepki olarak kullanılan
olumlu ya da olumsuz birtakım yaptırımların kesintisiz uygulanması ile kontrol
edebilen gruptur. Grup üyeliğinden birilerinin ayrılması ya da yenilerin gruba dâhil
edilmesi ile grup üyeliği değiştiğinde ise yeni üyelerin uyumunu sağlamak ya da
kaybedilen üyelerin eksikliğinin üstesinden gelmek için grup gelişim aşamasının
başlangıcındaki adımlar yeniden uygulanabilir.

226
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Gruplar

GRUP DİNAMİKLERİ
Grup olgusu, aynı amaçlar etrafında kümelenen bireyleri ve bu bireylerin
etkileşim süreçlerini kapsayan bir nitelik göstermektedir. Bu süreçleri etkileyen
faktörler grup dinamikleri olarak adlandırılmaktadır. Grup dinamikleri bir grup
içerisindeki sebep-sonuç ilişkileri, grupların oluşumu ve işleyişleri, grubun
herhangi bir kısmında meydana gelen bir değişikliğin diğerleri ve grubun bütünü
üzerinde meydana getirdiği etki ve tepkiler şeklinde de ifade edilebilir [8].
Grup dinamiği, grup
içerisindeki güçlere Esasında grup dinamiği kavramı, grup içerisinde var olan güçlerle ilgili bir
göre şekillenmektedir. kavramdır. Bu güç sadece grup içi etki ve tepkileri kapsayan bir güç olmayıp, aynı
zamanda grubun dış koşullara bağlılığını ve diğer gruplarla ilişkilerini de
içermektedir. Grup dinamiğini etkileyen faktörler Tablo 11.2.’de özetlenmektedir
[9]:
Tablo 11.2.Grup Dinamiğini Etkileyen Faktörler

Fiziksel Çevre Bireysel Çevre Sosyal Çevre

Fiziksel unsurlar Grup üyelerinin biyografik özellikleri Grup bileşimi

Alan Grup üyelerinin yetenek ve ilgileri Grup yapısı

Uzaklık Grup üyelerinin kişilik özellikleri Hedef çevresi

İletişim ağları

Büyüklük
Kaynak: Coşkun, 2009’dan uyarlanmıştır.
Grup olgusu bir arada olmaya ilişkin bir takım kurallar gerektirmektedir. Bu
grup kuralları grup içerisinde bireysel iradenin ikinci planda olduğu ya da grup
eylemlerinin bireysel eylemleri yönlendirdiği anlamını taşır. Grubun potansiyel
gücünü ve bu gücün harekete geçirilebileceğini belirten grup dinamiğinde somut
gösterge grubun etkinliğidir. Bu etkinlik grup dinamiğini açıklarken birey-grup
etkileşimini de gösterir.
Grup dinamiklerini, grubun etkileşim süreçlerinde devreye giren faktörler
olarak düşündüğümüzde, grup normları ve grup yapısı olgularının grup dinamikleri
içerisinde ön plana çıktığını ifade edebiliriz.

Grup Normları
Her grup, üyelerinin davranışlarına kılavuzluk eden birtakım normlara
sahiptir. Normları, grup üyeleri tarafından uygun görülen davranış kalıpları olarak
Normlar çoğunlukla her
tanımlayacak olursak, normların bireylerin davranışlarına rehberlik eden bir kabul
davranış açısından
değil, grup için önemli edilebilir davranışlar dizisi olduğunu ifade edebiliriz [10]. Grubun amaçlarına
davranışlar açısından ulaşma yolunda işlevlerini düzgün bir şekilde yerine getirebilmesi için, grup üyeleri
geliştirilir. arasında nelerin, nasıl yapılacağına ilişkin bir anlaşma ve uyum olması gerekir.
Grup, üyelerinin her birinin grup normlarını benimsediğini varsayar. Norma uygun

227
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Gruplar

davranış grup tarafından takdir görüp ödüllendirilirken, norma aykırı davranıştan


duyulan rahatsızlık ise çeşitli şekillerde üyelere aktarılır.
Grup üyeleri arasında inanç, özgürlük, hak ve ödevlerde dengeyi sağlayan
bu normlar grup disiplinini oluşturur. Bireysel güç, grup gücü içine yedirilerek
ortaya konur ya da güçsüzlük grup gücü ile giderilir. Yani grup ve birey sürekli
birbiriyle etkileşim halindedir. Grup normlarının dört önemli işlevi yerine
getirdiğini belirtebiliriz:

 Grup üyelerinin faaliyet ya da eylemlerinin tahminini mümkün kılar.


İnsanlar hem bireysel rol performansları hem de diğerleriyle ilişkiler
açısından kendilerinden ne beklendiğini bilir. Normlar sayesinde rol
dağılımı noktasındaki belirsizlikler yaşanmaz ve grup zaman kaybetmeden
işlevlerini düzgün bir şekilde yerine getirebilir.
 İkinci olarak normlar grubun merkezî tutum, değer ve inançlarının somut
açıklamalarıdır. Bu durum bir bakıma grubun kendi imajını grup dışına
yansıtır. Bir başka deyişle normlar dışarıdakiler açısından grubun doğasına
ilişkin işaretler taşır.
 Üçüncü olarak normlar grubun yaşamını sürdürmesine, sürekliliğine katkı
sağlar. Örneğin; normlar, grup üyelerinden herhangi birinin grubun
bütünlüğünü tehdit etmesi durumunda “hizaya sokulması” gerektiği
noktasında grup üyelerinin çoğunluğunun görüş belirtmesini sağlar.
 Dördüncü olarak normlar grubun sorunsuz bir şekilde işleyişine engel
olacak önemli konu ve sorunları önleyici bir işleve sahiptir. Grup içerisinde
karşıt görüşlere sahip hizipler olabilir. İşte grup içerisinde geliştirilen
normlar birtakım önemli hususlara ilişkin grubun çoğunluğu tarafından
kabul edilip, onaylanan görüşlerin adeta bir tabu olarak görülmesine
sebep olarak tartışılmasına ve sorgulanmasına engel olur.

Grubun normları hangi süreçten geçirerek ortaya çıkardığı, özellikle de


varlığını belli bir süredir devam ettirmekte ise gizemli bir konu olarak
değerlendirilebilir. Bununla birlikte genel olarak normlar amaçlar ve araçlara ilişkin
olarak var olacaktır. Amaçlara ilişkin normlar, grubun neye ulaşması gerektiğini
Normlar, grubun
belirlemekte ve başarı ya da başarısızlığın ne anlama geldiği noktasında grup
görevine yönelik
olabileceği gibi, üyeleri arasındaki uzlaşıyı dile getirmektedir. Araçlara ilişkin normlar ise amaçlara
üyelerin tutum ve ulaşma yolunda grup tarafından kabul edilebilir olarak değerlendirilen davranışlara
inançlarına, giyim işaret etmektedir.
biçimlerine ve
Grup, normları aracılığı ile üyelerinin davranışlarının sürdürülmesini teşvik
kullandıkları dile
yönelik de olabilir. edebileceği gibi çevresel değişimlere ayak uydurulması gerektiğinde değişim
olgusunu vurgulayarak bireysel değişimin gerçekleştirilmesine de zemin
hazırlayabilir. Grubun görevine ya da yapılan işe yönelik normlar, yapılan işin en
kolay ve en doğru şekilde nasıl yapılabileceğinin altını çizerken süreç içerisinde
birtakım konu ve kişilere karşı üyelerin nasıl tavır alacağını da belirlemektedir.
Bunun yanı sıra normlar bireyin fiziksel görünüşüne ilişkin bir belirleme de
ortaya koyabilir. Örneğin; çeşitli müzik akımlarını oluşturan kişilerin benzer şekilde

228
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Gruplar

giyindiği, fiziksel görünüme ilişkin saç biçimi gibi ortak birtakım özelliklerinin
mevcut olduğu gözlenmektedir.
Normların ortaya çıkabileceği bir başka alan ise grup üyelerinin kullandığı
dildir. Grup üyeleri birbirlerine lakap takıp, kendilerinin bu tür takma isimlerle
anılmasına izin verebilirler. Bu özel dil grubun iletişim etkinliğini arttırabileceği
gibi, grup üyelerinin birbirlerine karşı duygusal bağına ve dayanışmasına da katkı
sağlayabilmektedir.
Grup, güçlü normlar geliştirdiği takdirde üyelerinin davranışlarını etkin bir
şekilde yönlendirerek grup uyumunu sağlayabilir. Bununla birlikte birtakım grup
üyelerine, örneğin grup içerisinde yüksek statü ve itibar sahibi olan ya da belirli bir
norma uyum sağlamayı güçleştirecek ölçüde güçlü kişisel değerleri bulunan
üyelere, normlara uyum konusunda belli bir esneklik payı bırakılabilir. Bir başka
deyişle her grup içerisinde hoş görülebilecek bir uyumsuzluk derecesi mevcuttur.
Özellikle güçlü ve etkili kişilerin bu tür değerleri zamanla grubun normu haline de
gelebilir.

Grup Yapısı
Bir grubun etkinliğini belirleyen en önemli dinamiklerden birisi grup
yapısıdır. Biçimsel gruplarda grup yapısı, grubu oluşturanlar tarafından yazılı
olarak belirlenmektedir. Bu nedenle biçimsel gruplarda grup üyelerinin, birlikte bir
hedef doğrultusunda gayret sarf edecekleri kişilerin kimler olacağını ve bu kişilerin
hangi görevleri yerine getireceğini belirlemede doğrudan bir söz hakları
bulunmamaktadır.
Biçimsel olmayan gruplarda ise üyelik çoğunlukla bireysel tercihle
gerçekleştiğinden grup üyelerinin hem yapı hem de rollere ilişkin olarak daha fazla
söz hakkı bulunmaktadır.
Grup yapısı, grubun biçimsel ve biçimsel olmayan yönlerine, iletişim biçimine
ve rollere ilişkin olarak farklı açılardan tanımlanabilir. Biçimsel yapılarda üyelik,
grubu kuranlar tarafından yapılan atama ya da görevlendirme ile sağlanırken;
biçimsel olmayan gruplarda üyeliği objektif bir biçimde belirlemek daha güç
olabilmektedir. Bir başka deyişle bu tür gruplarda üyeliğe giriş ve çıkış gayrı resmî
ve belirsizdir.
Homojen gruplarda üyeler birbirine yaş, deneyim, tutum, değer, kişilik, ırk,
cinsiyet gibi değişkenler açısından çok benzemektedir. Heterojen gruplar ise farklı
Biçimsel gruplarda grup ya da benzemez üyelerle özdeşleşmektedir. Genellikle homojen gruplar, grup
yapısı yazılı olarak oluşum ve gelişim aşamalarını daha hızlı ve sorunsuz bir şekilde gerçekleştirirken;
belirlenirken, biçimsel
heterojen gruplar ise beceri, deneyim ve bilgi gibi olgular açısından daha zengin
olmayan gruplarda bu
belirlenme süreci bir altyapı taşıdıklarından yaratıcılık noktasında daha üstündürler.
üyelerin etkileşimi ile Grup yapısının başka bir boyutu, grup büyüklüğüdür. Grup üyelerinin sayısı
ortaya çıkmaktadır. arttıkça, grubun amacına yönelik olarak bireylerin sürece dâhil edeceği bilgi,
beceri, yetenek, deneyim vb. kaynaklar artacaktır. Aynı şekilde grubun üye sayısı
arttıkça her üyenin bireysel katkısı da azalacaktır. Büyüklükle ilgili diğer konular ise

229
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Gruplar

koordinasyon ve karara varma sürecidir. Grubun büyüklüğü arttıkça her iki olgu
açısından harcanan çaba ve zaman da artacaktır.
İletişim yapısı, grup üyelerinin birbirleriyle iletişimde bulunurken
kullandıkları kalıplara işaret etmektedir. Kitabımızın 8. bölümünde ayrıntılı bir
şekilde ele alınan iletişim olgusu ve grubun kullandığı iletişim şekilleri, grup
etkileşimi üzerinde önemli yönlendirmesi olan bir faktör olarak karşımızdadır. Bu
doğrultuda grup içindeki liderlik tarzları, karar verme ve sorun çözme yaklaşımları
yapısının etki ettiği önemli faktörlerdir. Genel bir kural olarak, grubun görevi ne
ölçüde karmaşık ve bireyler arası bağlılık yüksekse, iletişim yapısının da o ölçüde
çok yönlü ve karmaşık olması gerekir. Aksi takdirde başarılı bir grup faaliyeti
gerçekleştirmek mümkün olmayacaktır.
Grup yapısı ile ilişkili çok önemli boyutlardan birisi de rol yapısıdır. Grup
üyelerinin her biri grup amaçlarına yönelik olarak diğer grup üyeleri ile etkileşimde
bulunurken birtakım işlevleri yerine getirmek zorundadır. Rol; grubun, bireyin
belirli ortamlarda yerine getirmesini istediği beklentiler dizisidir. Sosyal rol; bireyin,
grubun alışılagelmiş emir ve yönlendirmeleri ile bağlantı kurmasını ifade eden ya
da bunu sağlayan bir kavramdır.
Grup içinde kişiye verilen konumla ilişkili olarak ondan beklenen davranışlar,
o kişinin sosyal rolünü oluşturmaktadır. Bu beklentiler, belirli tutum, davranış ya
da ilişkileri içermektedir. Rol, oyunculara verilen senaryo olarak da düşünülebilir.
Aynı aktör, farklı oyunlarda, farklı izleyicilere karşı birbirinden farklı rolleri
oynayabilmektedir. Aynı şekilde bireylerin üyesi bulundukları gruplar içerisinde
üstlendikleri roller de değişebilmektedir.
Evde anne ve eş rolüne sahip bir birey, iş yerinde amir ya da memur
Gruplara ilişkin olabilmekte, arkadaş grubunda ise daha farklı bir rol üstlenmektedir. Rollerdeki bu
gerçekleştirilen pek çok değişme bireyin üyesi bulunduğu gruplar arasında değiştiği gibi aynı grup
araştırma, grup içerisinde de grubun etkileşim süreci esnasında farklı rollerin yerine getirilmesi de
içerisindeki liderlik söz konusu olabilmektedir.
tarzının hem grup
performansını hem de Liderlik yapısı da grup yapısı içerisindeki bir başka önemli boyutu
üye tatminini büyük oluşturmaktadır. Grup süreci açısından değerlendirildiğinde lider, varlığı ve duruşu
ölçüde etkilediğini ile grubun özelliklerini belirleme gücüne sahip olan grup üyesidir. Dolayısıyla her
ortaya koymaktadır. grup üyesi bunu yerine getirebileceği gibi liderlik eden mutlaka bir kişi olacaktır
şeklinde bir kuraldan da söz edilemez.
Grubun lideri ile grup üyeleri arasındaki ilişki, bir sosyal değişim ilişkisi
olarak da düşünülebilir. Grup lideri, grup üyelerine hem kendi amaçlarına hem de
grubun amaçlarına ulaşma yolunda yardım ederek ödüllendirmektedir. Buna
karşılık grup üyeleri de lidere daha güçlü bir kişisel statü ve artan etki sağlayarak
lideri ödüllendirmektedir. Ancak grup üyeleri liderin gösterdikleri saygıyı hak
etmediğini düşündükleri anda bu etkiyi ortadan kaldırabilmektedir.
Grup içerisinde liderlerin tarzları ya da liderlik etme biçimleri, grubun
etkinliğini ve başarısını belirleyen önemli bir konu olmaktadır. Sosyal değişim
süreci olarak düşünüldüğünde liderler, grup üyelerinin davranışlarını etkileyebilme

230
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Gruplar

yetenekleri nedeniyle büyük bir güce sahip olmaktadır. Bununla birlikte lidere bu
gücü veren grubun kendisidir.

Bireysel Etkinlik
• Çevrenizde resmi olmayan grupları görmeye ve insanların hangi
gerekçelerle bu grupların üyesi olduğunu belirlemeye çalışınız.

231
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Gruplar

• Gruplar insan davranışını anlamada ve açıklamada önemlidir. Belli amaçlar


ve bunları gerçekleştirme çabası çerçevesinde toplanmış, belli kurallara göre,
belirli bir süre karşılıklı sosyal ilişki ve etkileşimde bulunan, en az iki kişiden
oluşan, görece sürekli birey topluluğudur. Grup, yığın kavramının aksine
Özet
üyeleri arasında süreklilik temelinde bir etkileşimi içermektedir. Yığın ise bir
şekilde geçici bir nedenle, kısa bir süreliğine bir arada olan insan
topluluğudur. Grup kavramı ile birlikte alınan bir başka olgu olan kategori de
benzer ve ortak sosyal özellikleri olan insanlardan oluşmaktadır. Takım
kavramı ise ortak bir amaca, performans hedefine ulaşmak için karşılıklı
sorumluluk anlayışı çerçevesinde, birbirini tamamlayıcı becerileri olan küçük
sayıdaki insan topluluklarıdır.
•Birçok grup türünden söz etmek mümkündür. Bunlar; birincil ve ikincil grup,
biçimsel ve biçimsel olmayan grup, iç ve dış grup, üyelik grupları ve referans
grupları ve diğer gruplar şeklinde ifade edilebilir. Birincil gruplar; üyeleri
arasında birincil, bir başka deyişle yüz yüze ve samimî ilişkilerin olduğu
gruptur. İkincil gruplar ise, birincil grupların dışındaki her türlü, büyük çaplı,
önemli, biçimsel (resmi) gruplardır. Biçimsel gruplar, belirli amaçları
gerçekleştirmek maksadıyla biçimsel bir şekilde oluşturulmuş, yazılı kurallar
çerçevesinde işleyen gruplardır. Biçimsel olmayan gruplar ise yazılı kurallarla
değil, grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimin sonucunda ortaya çıkan
oluşumlardır. İç grup; bireyin ait olduğu, etkileşimde bulunduğu ve bizlik
duygusunu paylaştığı bir sosyal gruptur. Dış grup ise bireyin kendini bir
parçası olarak görüp değerlendirmediği ya da ait olmadığı gruplardır. Üyelik
grupları, kişilerin üyesi bulundukları ve içinde etkileşimde bulundukları
gruplardır. Referans grupları ise birey için geçerli olan tutum ve davranışların
oluşumunu sağlayan ve bir anlamda bireyin ideali olan gruplardır.
•Bireysel olarak gruba girme nedenleri farklılaşmakla birlikte bu nedenleri
genel olarak; güvenlik, ekonomik ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar, öz saygı ve
ortak ilgiler şeklinde sıralayabiliriz.
• Hem biçimsel hem de biçimsel olmayan gruplar için dört gelişim aşamasının
varlığından söz edilebilir. Bunlar; karşılıklı kabul, karar, motivasyon ve
bağlılık, kontrol ve yaptırım aşamalarıdır.
•Grup dinamikleri bir grup içerisindeki sebep-sonuç ilişkileri, grupların
oluşumu ve işleyişleri, grubun herhangi bir kısmında meydana gelen bir
değişikliğin diğerleri ve grubun bütünü üzerinde meydana getirdiği etki ve
tepkiler şeklinde de ifade edilebilir. Grup dinamiklerini, grubun etkileşim
süreçlerinde devreye giren faktörler olarak düşündüğümüzde, grup normları
ve grup yapısı olgularının grup dinamikleri içerisinde ön plana çıktığını ifade
edebiliriz. Normları, grup üyeleri tarafından uygun görülen davranış kalıpları
olarak tanımlayacak olursak, normların bireylerin davranışlarına rehberlik
eden bir kabul edilebilir davranışlar dizisi olduğunu ifade edebiliriz. Bir
grubun etkinliğini belirleyen en önemli dinamiklerden birisi, grup yapısıdır.
Biçimsel gruplarda grup yapısı, grubu oluşturanlar tarafından yazılı olarak
belirlenmektedir. Biçimsel olmayan gruplarda ise üyelik çoğunlukla bireysel
tercihle gerçekleştiğinden grup üyelerinin hem yapı hem de rollere ilişkin
olarak daha fazla söz hakkı bulunmaktadır.

232
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Gruplar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Benzer ve ortak sosyal özellikleri olan insan toplulukları aşağıdaki
kavramlardan hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Kategori
b) Yığın
c) Takım
d) Grup
e) Toplum

2. Üyeler arasındaki etkileşimin doğası temel alınarak yapılmış tasnif


aşağıdaki grup sınıflamalarından hangisidir?
a) Biçimsel-Biçimsel olmayan
b) İç-Dış
c) Büyük-Küçük
d) Birincil-İkincil
e) Geçici-Sürekli

3. Gruplardan hangisinde birey gruba üye olmayıp, üyeliği arzu etmektedir?


a) Biçimsel gruplar
b) Üyelik grupları
c) Referans grupları
d) Birincil gruplar
e) İkincil gruplar

4. Bir grup içerisindeki sebep-sonuç ilişkileri, grupların oluşumu ve işleyişleri,


grubun herhangi bir kısmında meydana gelen bir değişikliğin diğerleri ve
grubun bütünü üzerinde meydana getirdiği etki ve tepkiler şeklinde
tanımlanan olgu aşağıdakilerden hangisidir?
a) Grup dinamikleri
b) Grup normları
c) Grup yapısı
d) Grup liderliği
e) Grup iletişimi

5. Grubun, bireyin belirli ortamlarda yerine getirmesini istediği beklentiler


dizisini ifade eden kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) Grup dinamizmi
b) Norm
c) Unvan
d) Rol
e) Statü

233
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Gruplar

6. Grup olarak tanımlanan bir topluluğun özellikleri arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Birbirleriyle etkileşim halinde olma
b) Psikolojik olarak birbirlerinin farkında olma
c) Aynı yer ve zamanda bir arada olma
d) Kendilerini bir grup olarak algılama
e) Belirli beklenti ya da amaçlara ulaşma dürtüsüyle etkileşimde bulunma

7. Grup olgusundan çok takım olgusunu aşağıdaki olgulardan hangisi


yansıtmaktadır?
a) Bireysel liderlik
b) Müşterek çıktılar
c) Bireysel performans
d) Bireysel sorumluluk
e) Bireysel çıktılar

8. Bireyin kendini bir parçası olarak görüp değerlendirmediği ya da ait


olmadığı gruplar aşağıdaki kavramlardan hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Biçimsel grup
b) Biçimsel olmayan grup
c) Birincil Grup
d) İç grup
e) Dış grup

9. Grup oluşum ve gelişim aşamalarından hangisinde odak noktası, kişiler


arası ilişkilerden grubun amacına yönelik olarak yapılması gerekenlerin
kararlaştırılmasına kaymaktadır?
a) Karşılıklı kabul
b) Karar verme
c) Motivasyon
d) Bağlılık
e) Kontrol

10. Grup üyeleri tarafından uygun görülen davranış kalıpları aşağıdaki


kavramlardan hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Grup dinamikleri
b) Grup normları
c) Grup yapısı
d) Grup liderliği
e) Grup iletişimi

Cevap Anahtarı
1.a, 2.d, 3.c, 4.a, 5.d, 6.c, 7.b, 8.e, 9.b, 10.b

234
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Gruplar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[2] Özkalp, E. (2008). “Toplumsal Gruplar”, Enver Özkalp (Ed.). Davranış Bilimlerine
Giriş. (ss.93-109). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
[3] Şimşek, Ş., Akgemci, T., Çelik, A. (2014). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Eğitim Kitabevi.
[4] Rollinson, D., Broadfield, A., Edwards, D.J. (2002). Organisational Behaviour
and Analysis. New Jersey:Prentice Hall.
[5] Yüksel, Ö. (2011). Davranış Bilimleri. Ankara: Gazi Kitabevi.
[6] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[7] Huczynski, A., Buchanan, D. (2013). Organizational Behaviour. New
Jersey:Prentice Hall.
[8] Adıgüzel, Z. (04.03.2006). “Grup Dinamiği ve Grupla Çalışma”. İnsan Kaynakları
Akademisi, [Erişim Tarihi: 15.02.2011].
http://www.ikademi.com/orgutsosyolojisi/318-grup-dinamigi-ve-grupla-
calisma.html
[9] Coşkun, M. (04.09.2009). “Grup ve Grup Dinamiği”. İnsan Kaynakları Bilgi
Portalı, [Erişim Tarihi: 15.02.2011).
http://www.hrturkiye.com/index.php/grup-vegrup-dinamigi/
[10] Martin, J., Fellenz, M. (2010). Organizational Behaviour&Management.
Hampshire: Cengage Learning.

235
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
SOSYAL ETKİ, UYUM VE İTAAT

• Grubun Birey Davranışına


Etkisi
İÇİNDEKİLER

• Gruplarda Karar Alma ve Bu


Süreçte Yaşanan Sorunlar
• Uyum ve Uyum
Araştırmaları
• Uyum Davranışını Belirleyen DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Faktörler
• İtaat Olgusu ve Milgram’ın
İtaat Deneyi

Prof. Dr.

Ömer Faruk İŞCAN


• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Grubun birey davranışına etkisini
HEDEFLER

açıklayabilecek,
• Gruplarda karar alma olgusunu ve
bu süreçte yaşanan sorunları
anlayabilecek,
• Uyum olgusunu kavrayıp uyum
araştırmalarını bilebilecek,
• İtaat olgusunu ve Milgram’ın itaat
deneyini değerlendirebileceksiniz.

ÜNİTE

12
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Uyum ve
Sosyal Etki
İtaat
Grubun Birey Uyum Araştırmaları
Davranışına Etkisi
Solomon Asch’in Uyum Deneyi
Sosyal Hızlandırma
Muzaffer Şerif’in Otokinetik
Sosyal Ket Vurma Etki Araştırması
Sosyal Aylaklık
Kimlik Belirsizliği
Riske Girme Uyum Davranışını Belirleyen
Faktörler
Bireysel Özellikler
Gruplarda Karar
Grubun Özellikleri
Almada Sorunlar
Ortamın Özellikleri
Grup Kutuplaşması
Grup Düşüncesi

İtaat Olgusu ve
Milgram’ın İtaat
Deneyi

237
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

GİRİŞ
Sosyal bir varlık olan insan algı, davranış ve tutumlarını belirlerken ve
sergilerken içinde bulunduğu sosyal ortamlar ve gruplardan fazlasıyla
etkilenmektedir. Grup tarafından kabul edilme isteği taşıyan bireyler, bu istekten
hareketle grubun uygun gördüğü davranışları sergilemek, uygun görmediği
davranışlardan ise kaçınmak istemektedirler. Bir başka ifade ile gruplar, hem insan
davranışını belirleyen hem de onun değişiminde etkili olan bir faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır.
İnsan yaşamının çok önemli bir bölümü sosyal alanda gerçekleşmektedir. Bu
durum ise grupları sosyal yaşamın önemli gerçeklerinden biri haline getirmektedir.
Bir bütün olarak grupların bireyler üzerindeki etkilerini olumlu ya da olumsuz
olarak değerlendirmek mümkün değildir. Başka bir anlatımla bu etkiler kimi zaman
olumlu kimi zaman ise olumsuz olabilmektedir. İster olumlu ister olumsuz içerikte
gerçekleşsin bireyin davranışlarını açıklamada grup olgusunun önemli bir başvuru
kaynağı olduğu açıktır.
Gruplar birey üzerindeki etkileme çabalarıyla bireyi gruba uyumlaştırmaya
ve bireyin gruba itaat etmesini sağlamaya çalışmaktadır. Olgunun bu öneminden
hareketle sosyal etkilerin ele alınacağı bu bölümde, öncelikle grup etkisi kavramı
açıklanacak ve bu bağlamda sosyal ket vurma ve sosyal hızlandırma, sosyal
aylaklık, kimlik belirsizliği ve riske girme davranışı gibi başlıklar
değerlendirilecektir. Daha sonra ise büyük ölçüde grup içerisinde karar verme
Gruplar bireyleri kendi sürecinde gündeme gelen grup kutuplaşması ve grup düşüncesi başlıkları ele
uygun görecekleri alınacaktır. Ünitenin son bölümünde ise uyum ve itaat olguları ile bunlara ilişkin
davranışları sergileme yapılan çeşitli araştırmalara değinilecektir.
yönünde etkilemekte,
bireyler de sosyal kabul GRUBUN BİREY DAVRANIŞINA ETKİSİ
sağlama isteğinden
dolayı bu etkiye daha Başka birinin ya da bir grup insanın varlığı bireylerin tutum ve davranışlarını
açık olmaktadır. değiştirebilmektedir. Sosyal etki, tutum ve davranışların diğerlerinin gerçek ya da
örtülü varlığı ile etkilenmesi sürecini ifade etmektedir [1]. Bireyler sosyal kabul
sağlamak için üyesi bulundukları grupların uygun göreceği davranışları sergileme
eğilimindedirler. Grup etkisi olarak da ifade edilebilecek bu durum, bireyin her
durumda kendi kişisel duygu, düşünce ve amaç gibi yönelimlerden hareket
etmediğini, ait olduğu grupların olgulara ilişkin belirlediği uygun ya da uygun
olmayan davranışların da bu noktada etkili olduğunu göstermektedir.
Örnek

•Bir elbiseyi çok beğenerek alan bir kişi, arkadaşlarının ya da aile


fertlerinin elbiseyi beğenmemesi durumunda elbiseyi bir defa
giyinerek bir kenara atabilmektedir.

238
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Aynı şekilde birey grup içerisinde bir konu ele alınıp tartışıldığında, grubun
genel fikrine zıt olarak sahip olduğu olumsuz bakış açısını dillendirmeden sessiz
kalabilmektedir. Grubun birey davranışları üzerindeki etkilerinden bazılarını şu
şekilde ifade edebiliriz: Sosyal hızlandırma ve sosyal ket vurma, sosyal aylaklık,
kimlik belirsizliği ve riske girme.

Sosyal Hızlandırma ve Sosyal Ket Vurma


Sosyal hızlandırma, içinde bulunulan grubun bireyin performansını
arttırmasını ifade etmektedir [2]. Bu noktada diğerlerinin varlığının bireysel
performansı nasıl arttırabileceği sorusu gündeme gelmektedir ki bunun önemli bir
açıklaması sinerji kavramı ile yapılmaktadır. Sinerji, iki ya da daha fazla bileşen
arasındaki bileşenlerin ayrı ayrı toplamları ile elde edileceğinden daha farklı bir
sonucun ortaya çıkmasına yol açan olumlu veya olumsuz etkileşimdir. İfade edilen
tanımdaki “farklı” kelimesinin altını çizmek gerekir. Çünkü bu kelime etkinin
olumlu ya da olumsuz olabileceğini ortaya koymaktadır.

Pek çok durumda birey


grup içerisindeyken tek
•Yapılan bir araştırma, bisikletçilerin başkalarının kendilerini
Örnek

başına olduğundan
farklı bir takım seyrettiklerini düşündüklerinde daha hızlı pedal çevirdiklerini
ortaya koymuştur.
davranışlar
•Yine başka bir araştırma da öğrencilerin matematik sorularını
sergilemektedir.
diğer öğrencilerin eşliğinde, yalnızken yaptıklarına kıyasla, daha
hızlı çözdüklerini bulmuştur.

Her iki örnekte de sosyal hızlandırma kavramının ifade ettiği gibi söz konusu
görev diğerlerinin varlığı ile kolaylaşmakta ve de hızlandırılmaktadır.
Yukarıda bahsedilen örnekler başkasının varlığı durumunda bireylerin
davranışlarını gözlemlese de başkalarının varlığının her durumda bir grup olgusu
anlamına gelmediği açıktır. Bununla birlikte grup durumu sosyal hızlandırma
etkisinin ortaya çıkması açısından daha da etkili bir olgu olmaktadır. Sosyal
hızlandırma kavramı başlangıçta bireylerin basit, içgüdüsel ya da iyi öğrenilmiş
şeyleri diğerlerinin varlığı durumunda daha iyi yaptığını ifade etmekteydi. Daha
Sosyal hızlandırma, sonra yapılan araştırmalar söz konusu iş ya da görevler zorlaştıkça, insanların
grubun bireyin diğerlerinin varlığı durumunda daha kötü bir performans ortaya koyduğunu
performansını göstermektedir. Bu durum ise sosyal ket vurma kavramı ile açıklanmaktadır.
arttırmasını ifade
ederken; sosyal ket Ket vurmak fiili, bir olayın engellenmesi ya da tamamen durmasına neden
vurma ise insanların olunması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla sosyal ket vurma kavramı, grup içinde
diğerlerinin varlığı olmanın bireyin performansını olumsuz etkilemesini anlatmaktadır [3]. Bu
durumunda daha kötü kavramla birlikte bakış açısı, bireylerin iyi yaptıkları şeyleri özellikle samimi ve
bir performans ortaya yakın buldukları sosyal ortamlarda daha iyi yapabildikleri; ancak normalde
koymasını
kendilerine zor gelen birtakım şeyleri bir grup önünde ya da içerisinde yaparken
anlatmaktadır.
daha da zorlandıkları şekline dönüşmüştür.

239
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Sosyal hızlandırma ve ket vurmaya ilişkin değerlendirmeler, grup bireyleri


arasında yarışmacı bir özelliğin olması durumunda sosyal hızlandırmanın, baskıcı
ve kapalı gruplarda ise sosyal ket vurmanın daha çok ortaya çıktığı şeklindedir.

Örnek •Notunu, kendinden daha iyi not alan arkadaşları ile kıyaslayarak
daha çok çalışması gerektiğine karar veren bir öğrenci sosyal
hızlandırma yaşarken, başkalarının yanında kendini göstermenin
ya da ön plana çıkmanın ayıp sayıldığı bir ortamda bulunan birey
var olan yeteneklerini kullanmaktan çekinerek sosyal ket vurmaya
maruz kalmaktadır.

Sosyal hızlandırma ve ket vurmaya ilişkin yaklaşımlar birtakım noktalara


dikkat çekmektedir:

 Başkalarının yalnızca mevcut olduğunun bilinmesi bile bireyde içgüdüsel


bir uyarılma meydana getirerek onun alışılmış davranışsal kalıpları
sergilemede motive olmasını sağlamaktadır.
 Birlikte hareket etmeleri gereken ya da kendilerini izleyen bir grubun
varlığı durumunda bireyler kendi istekleri ile gerçek performansları
arasındaki farklılığa yoğunlaşmakta ve bu yoğunlaşma ya da bilinç de
onların çabalarını arttırmaktadır.
 Bireyler diğerlerinin gözünde en iyi ya da olumlu izlenimi bırakmak
istemekte ve utandırıcı durumlarla karşılaşmaktan kaçınmaya
çalışmaktadır.

Sosyal Aylaklık
Sosyal aylaklık, grup üyelerinden biri ya da birkaçının diğer grup üyelerinin
katkılarına güvenerek zaman, çaba, düşünce ve benzeri kaynaklarını gruba katkı
yapmak için yeterince kullanmamalarını ifade eden bir kavramdır [4, 5]. Bu ise
grubun çabalarının sonucunda elde edilen başarıları olumsuz bir şekilde
etkilemektedir.
Etkin grup performansına ulaşmada önemli engellerden biri olarak kabul
edilebilecek bu durum, negatif sinerjinin de somut bir görüntüsüdür. Zira negatif
sinerjide matematiksel eşitlik 2+2= 3 şeklindedir. Bu ise birlikten her zaman kuvvet
doğmadığını ortaya koymaktadır. Şayet grup sürecinin ortaya koyduğu zararlar
Sosyal aylaklık sağladığı kazanımları geçerse, ortaya negatif sinerji durumu çıkmaktadır. Bu
bireylerin bir grubun eğilimin bir örneği de bireylerin bir grup içerisindeyken tek başına olduklarında
parçası olduklarında, yaptıklarından daha az çaba sarf etmeleri ile ortaya çıkan sosyal aylaklıktır.
kendi başlarına
olduklarına kıyasla, Gruplar üzerinde yapılan araştırmalar, grubun büyüklüğü arttıkça grup
daha az çaba içerisindeki bireysel çabanın azaldığını göstermiştir. Halat çeken bir grup insan
göstermelerini üzerinde yapılan bir araştırmada, işi birlikte yapan üç kişinin, ortalama bireysel
anlatmaktadır. oranın iki buçuk katı bir performans ortaya koyduğu bulunmuştur. Sosyal aylaklık

240
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

olarak adlandırılan bu duruma ilişkin çeşitli açıklamalar mevcuttur. Grup


sürecindeki bu kayıp ya da zararlara yol açan sebeplerden bazıları şunlardır:
 Çabada eşitlik algısı: Birey bu durumda kendisine “Diğerleri katkıda
bulunmuyorlar, ben niçin bulunayım?” sorusunu sormaktadır.
 Sorumluluğun dağılmış olması: Bu durumda da birey kendini kalabalık
içerisinde gizleyebileceğini düşünerek, kimsenin kendini fark
etmeyeceğine inanmaktadır.
 Grup temelinde ödüllendirmeden kaynaklanan olumsuz etkiler: Burada ise
bireyin algısı “Herkes aynı ödülü elde edecekse, ben niçin daha fazla
gayret sarf edeyim?” şeklindedir.
 Koordinasyon sorunları: Herkesin faaliyetleri olumlu bir sarmal içerisinde
koordine edilemediğinde ortaya çıkan sonuç olumsuz olmaktadır.

Sosyal aylaklıkla ilişkili olarak yapılan araştırmalar birkaç önemli durumsal


faktörün önemini vurgulamaktadır. Sosyal aylaklığın ortaya çıkmasının fazlasıyla
olası olduğu bu durumları şu şekilde özetleyebiliriz:
 Birey grup içerisindeki görevin önemsiz, basit ya da sıkıcı olduğunu
düşünmektedir.
 Grup üyeleri kendi bireysel çabalarının ayırt edilemeyeceğini
değerlendirmektedir.
 Her bireyin yaptığı katkı temelde diğerlerinin katkısıyla aynıdır. Bir başka
ifade ile tüm katkılar eşdeğer görülmektedir.
 Grup üyeleri diğer üyelerin aylaklık yaptıklarını düşünmektedir.

Kendine güven duygusu yüksek bireyci kişilerin sosyal aylaklık yapma


eğilimlerinin grup yönelimli ya da toplulukçu bireylere göre daha yüksek olduğu
söylenebilir. Dolayısıyla kişisel çıkarın temel motif olduğu ABD, İngiltere ve
Avustralya gibi bireyci toplumlarda sosyal aylaklık, bireylerini grup amaçları ile
motive edebilen doğu toplumlarına kıyasla, daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bazı
bilim adamları sosyal aylaklığın bireyin bakış açısı ile yukarıda ifade etmeye
çalıştığımız gerekçelerle akılcı bir hareket olduğunu savunsalar da, olgunun grup
açısından sakıncalı bir sonuç ortaya çıkardığı açıktır.

Kimlik Belirsizliği
Kimlik belirsizliği, Sosyal hızlandırma, grubun bireyi ne şekilde canlandırıp harekete geçirdiğini
kaybolan öz farkındalık
ortaya koyarken; sosyal aylaklık, grubun bireysel sorumluluğu dağınık hale
ve öz izleme sonucunda
getirerek ne ölçüde azalttığını göstermektedir. Bu canlandırma ve dağınık hale
bireyin kendi
davranışından getirme olguları bir arada normal, sosyal tutuklukları azaltmakla birlikte ortaya bir
kaynaklanan kimlik belirsizliği de çıkarmaktadır. Kimlik belirsizliği, bireyin öz farkındalığının ve
sorumluluk algılamasını öz-izlemesi -kendini denetlemesi-nin kaybolması durumudur. Sosyal bir süreç
azaltan bir durumu içerisinde ortaya çıkan kimlik belirsizliği yaşandığında, grup içerisindeki üyeler,
yansıtmaktadır. kendi benliklerinin farkında olma özelliklerini yitirmekte ve bireysel davranıştan
kaynaklanan sorumluluk algılamaları azalmaktadır.

241
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Bireysellik kaybolduğunda bireyler ahlaki açıdan kınanabilecek ve kimi


zaman da şiddet içerebilen akıl dışı birtakım davranışları topluluk psikolojisi ile
gerçekleştirebilmektedirler. Grup içerisindeki diğer bireylerin duyguları ve ruh
halleri, bireylerin duygu ve ruh halleri üzerinde aşırı bir etki ortaya
çıkarabilmektedir. Bununla birlikte, kimlik belirsizliği her zaman olumsuz bir
durumu yansıtmamaktadır. Bireyin normal ego kontrol mekanizmalarının
Topluluk psikolojisi, akıl
çözülmesi, sosyal açıdan yararlı davranışları ve tehlikeli durumlarda kahramanca
dışı bir takım
davranışların eylemleri gerçekleştirmesine de neden olabilmektedir.
gerçekleştirilmesini Sosyal bilgi işleme teorisi, bireylerin yakın çevrelerinden aldıkları bilgiyi,
olası kılabilmektedir.
olayları yorumlamada, uygun davranış ve tutumlar geliştirmede ve davranışlarına
ilişkin beklentileri anlamada kullandıklarını belirtmektedir. Birey kimlik belirsizliği
yaşadığında birtakım duygu ve deneyimler ortaya çıkmaktadır. Bunları şu şekilde
özetleyebiliriz:
 Kendi bireysel davranışlarını düzenleme ve denetlemede yetersizlik
yaşamaktadır.
 Kışkırtıcı davranışlara yönelik normalde hissettiği engellemeleri daha az
hissetmektedir.
 Duygusal durumlara ve çevresel işaretlere karşı duyarlılıklar artmaktadır.
Eylemlerin sosyal kabul edilebilirliğine yönelik kaygılarında azalma
olmaktadır.
Kimlik belirsizliği süreci Şekil 12.1’de özetlenmektedir:

Bireysel kimlikte eksiklik

Yüksek duygusal katılım

Grupla çok yakın kaynaşma

Bireysel farkındalık algısında azalma

Kimlik belirsizliği

Saldırgan davranış
Yoğun duygular
Bireysel kontrolde azalma
Akıl dışı davranışlarda artış

Şekil 12.1. Kimlik Belirsizliği Süreci


Kaynak: Huczynski, Buchanan: 2013:412.

242
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Riske Girme
Risk kavramı, belli bir davranışı sergilemenin büyük kazançlar sağlama
olasılığıyla birlikte büyük kayıpları da ortaya çıkarabilecek olması durumunda söz
konusudur. Bir başka ifade ile riske giren ya da risk alan birey, büyük kazançlar
sağlama amacıyla, büyük kayıpların ortaya çıkmasını da göze almaktadır.
Durumu grup süreçleri açısından değerlendirecek olursak, grup içerisinde
birey, tek başına olduğu durumlara kıyasla daha fazla risk almaya eğilimli
olabilmektedir.
Örnek

•Tek başına olduğunda bir havuzdaki tramplenden


atlamaktan çekinen bir birey, çevresinde diğer insanların
var olması durumunda onlardan güç alarak bu davranışı
sergileyebilmektedir.
Başkalarının varlığı
birey davranışlarında
daha fazla risk alma Bireyin grup içerisinde kendini daha rahat hissetmesi ile ortaya çıkan riske
yönünde bir etki ortaya girme, onun davranışlarına yansımakta ve grup süreçlerine de etki etmektedir. Bu
koyabilmektedir. durum, grubun amaçlarına ulaşmasını kolaylaştırıp, grup başarısını arttırabileceği
gibi, grup başarısını olumsuz bir şekilde de etkileyebilir. Grup içerisinde
bulunmaktan kaynaklanan rahatlık bazen bireyleri makul seviyenin üzerinde riskli
davranışa yönlendirebilmekte, bu ise grubun performansını olumsuz bir şekilde
etkileyebilmektedir. Grup kutuplaşması olarak da ifade edilen bu duruma daha
sonra değinilecektir.

GRUPLARDA KARAR ALMA VE BU SÜREÇTE YAŞANAN


SORUNLAR
Bütün gruplarda bir karar alma süreci söz konusudur. Esasında birtakım
grupların oluşturulması kendi içinde karar alma mekanizmasını etkin ve verimli bir
şekilde işletmek içindir. Bir iş yerindeki komite ya da kurullar belli bir konuda karar
alabilmek için düşünülmüş ve şekillendirilmiş gruplardır. Ancak pek çok durumda
karar alma süreci bireysel bir süreç olarak değerlendirilmekte ve toplu süreçler bir
noktada unutulmaktadır. Bu noktada önemli sorulardan birisi bir grup tarafından
alınan herhangi bir kararın bireysel kararlardan daha iyi olup olmadığıdır. Bu
konuda yapılan araştırmaların ulaştığı genel sonuçları şu şekilde ifade edebiliriz:

 Gruplarda düzeltme etkisi olduğundan, süreci bir arada değerlendirmek ve


gerçekleştirmek, grupta herhangi birinin bu işi tek başına yapmasına
kıyasla genelde daha iyi bir kararla sonuçlanmaktadır. Ancak grupta söz
konusu olgu ile ilişkili bilgi, beceri ve yetenek açısından en donanımlı
kişinin tek başına vereceği karar, grup kararından daha iyi olabilmektedir.

243
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

 Grup temelinde karar almanın önemli üstünlüğü sürece herkesi dâhil


etmesidir. Ancak grup kararının önemli bir sıkıntısı daha fazla zaman
almasıdır. Dolayısıyla zaman darlığı yoksa, sorun karmaşık ve belirsiz ise ve
kararın uygulanabilmesi için herkesin kabulü şartsa bu takdirde grup kararı
bireysel karara kıyasla daha üstün olmaktadır.
 Grup kararları bireysel kararlara kıyasla daha doğru ve uygulanabilir
Grup kararlarının çözümler üretmektedir.
bireysel kararlara
üstünlükleri fazla Tüm bu noktalar değerlendirildiğinde, grup kararının bireysel karara
olmakla birlikte grup üstünlüklerinin fazla olduğu sonucuna varılabilir. Ancak bu sonucun geçerliliğinin
kutuplaşması ve grup
bir takım sınırlılıkları olduğunu da ifade etmek gerekir. Grup süreçleri görece yavaş
düşüncesi gibi olumsuz
sonuçları da vardır. işlediğinden şayet hızlı hareket etme zorunluluğu varsa bu takdirde sıkıntı ortaya
çıkmaktadır. İkinci olarak özellikle kaynaşmış (cohesive) grupların bozuk kararlar
almaya eğilimli olduğunu gösteren bir takım kanıtlar mevcuttur. Gruplarda karar
alma sürecini olumsuz etkileyen iki ayrı durumdan söz edilebilir: Grup
kutuplaşması ve grup düşüncesi.

Grup Kutuplaşması
Karar almaya yönelik olarak grup faaliyetlerinde daha fazla risk alma
yönünde eğilim gözlenmektedir. Daha önce bir grup içerisinde bulunmanın bireyi
daha riskli davranışlara itebildiği belirtilmişti. İşte bu etki bu noktada karşılıklı bir
etkileşim süreci haline dönüşmekte bir başka ifade ile kendilerini grup içerisinde
daha rahat hissederek riskli davranışları göze alabilen bireyler, grubun riskli
davranış eğilimini de arttırmış olmaktadırlar.
Olguyla ilgili olarak yapılan araştırmalar, grup halinde karar alma
durumlarında konuya ilişkin grup içerisinde yapılan tartışma ve
değerlendirmelerden sonra daha riskli kararlar alınabildiğini ortaya koymaktadır.
Grup kutuplaşması, Dahası araştırmalar, grup içerisindeki bireylerin davranış ve tutumlarının grup
grubun ele aldığı tartışmalarından sonra daha aşırı hale geldiğini göstermektedir. Yani ele alınan ya
konunun lehinde ve da tartışılan konuya karşı olan bireyler sonraları daha şiddetli muhalif olurken,
aleyhinde olanların konunun lehinde olanlar ise ortaya çıkan karardan sonra daha fanatik birer
daha fanatik bir şekilde
destekçi haline gelmektedir. Grup içerisindeki bireylerin daha riskli karar
savlarını sürdürmelerini
ifade eden bir olgudur. almalarına ve iki zıt kutba kaymasına yol açabilecek bu durum grup kutuplaşması
olarak adlandırılmaktadır [6].
Grup kutuplaşmasına getirilebilecek açıklamaları birkaç başlık halinde ifade
etmek mümkündür:
 Sorumluluğun dağınık olması: Grup kararının sorumluluğunun herhangi bir
bireye yüklenmesi fazla muhtemel olmadığından, yanlış bir durum ortaya
çıkması halinde tek başına hiçbir birey kararın yükünü üstlenmek
durumunda kalmayacaktır.
 Riskin değerli görülmesi: Risk almak, kültürel değerle ilintili olarak kimi
zaman dinamik ve maceracı olmakla ilişkilendirilerek değerli görülmekte
ve dolayısıyla daha riskli alternatifler, sosyal saygınlık ya da itibar
göstergesi haline dönüşmektedir.

244
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

 Aşinalık: Riskli karar grup içerisinde değerlendirilip tartışıldıkça bireyler


olguya alışkın hale gelmekte ve bu da durumu daha az riskli görerek kabul
etme eğilimlerini arttırmaktadır.
 Başatlık ya da liderlik etkisi: Şayet grup içerisinde risk alma eğiliminde olan
üyeler, öncü ya da lider konumunda iseler, bu takdirde grubun riskli karar
alma eğilimi de artmaktadır.

Grup kutuplaşması eğilimi, grup karar verme sürecini önemli ölçüde


etkilemektedir. Daha ılımlı olarak değerlendirilebilecek bir eğilim, grup içi
etkileşim sonucunda ortaya çıkan grup kutuplaşması etkisi ile daha radikal bir hal
alabilmektedir. Bir başka deyişle grup kutuplaşması, grubun daha uç tutumlar
benimsemesine neden olabilmektedir.

Grup Düşüncesi
Yüksek ölçüde dayanışma ve kaynaşma özelliğine sahip grupların önemli
sorunlarından birisi olarak grup düşüncesi, grup içi baskılardan kaynaklanan ve
mental verimlilikte, gerçeği değerlendirme yetisinde ve ahlaki yargılarda bozulma
ya da kötüleşme eğilimidir. Grup düşüncesi durumunda grup karşılıklı rıza ve onay
almaya fazlasıyla odaklandığı için farklı ve eleştirel düşüncelere tahammülsüz bir
hale gelmektedir.
Belirli koşullar grup düşüncesinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktadır.
Bunlardan birisi yüksek bağdaşımlık ya da kaynaşmadır. Kaynaşmış grupların
üyeleri kendilerini büyük ölçüde grupla özdeşleştirdiklerinden bu tür gruplarda
dayanışma ya da birlik ve beraberlik son derece önemlidir.
Grup düşüncesinin oluşmasında etkili olabilecek diğer önemli iki olgu ise
alınacak kararın çok önemli olması ile zaman darlığıdır. Alacakları kararın grup
Grup düşüncesi, grup üyelerine etkisinin büyük olacağını ve karar verme noktasında fazla zamanları
üyelerinin karşılıklı onay olmadığını düşünen grup üyeleri, karar verme sürecinde telaşa
almaya odaklanarak kapılabilmektedirler. Bu durumlar, grup üyelerinin kararlarda uyuşmayı tercih
eleştirel düşünceleri
etmesine ve eleştirel düşünceleri göz ardı etmesine yol açmaktadır. Grup
göz ardı ettiği bir
durumu ifade düşüncesi tehlikesi ile karşı karşıya olan gruplarda önemli birtakım belirtiler
etmektedir. mevcuttur. Bu belirtiler Tablo 12.1.’de özetlenmektedir:

Tablo 12.1.Grup Düşüncesinin Belirtileri

Sağlamlık Yanılsaması Grup üyeleri grubun zarar görmeyeceğine inanmış ve


bu konuya dair aşırı iyimserdir.

Toplu Kabul gören düşünceye aykırı her kanıt ya da öneriye


Rasyonelleştirme bakmaksızın grup kendi kararını haklı gösteren
açıklamalar uydurmaktadır.

Ahlaki Üstünlük Grup, kararının ahlaki açıdan doğru olduğuna dair


İnancı paylaşılan inanca sahiptir.

245
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Diğerlerini Kalıplara Karşıt görüşteki birey ya da gruplar zavallı, akılsız, kötü


Sokma gibi sıfatlarla nitelenmekte ve bu kaynaklardan gelen
bilgiler kendiliğinden ilgisiz ya da önemsiz olarak
görülmektedir.

Muhalifler Üzerinde Sosyal kontrol araçları ile uyuma yönelik güçlü istek ve
Baskı Kurma uygulama ifade özgürlüğü görüntüsü altında açıklanan
muhalif görüşlerin göz ardı edilmesine yol açmaktadır.

Otosansür Grup üyeleri katkı ve düşüncelerini, şüpheleri


gizleyecek ve grup kaynaşmasını koruyacak ölçüde
sansürlemektedir.

Fikir Birliği Grup içerisinde kararlarda görünen oy birliğinin gerçek


Yanılsaması oy birliği anlamına geldiği şeklinde bir yanlış algılama
mevcuttur.

Zihin Bekçilerinin Grubu olumsuz yorumlardan korumak amacıyla bilgi


Ortaya Çıkması akışını filtreleyen bir takım zihin bekçileri ortaya çıkar.
Karşıtlığı dışlamak ve kararı desteklemede
meşrulaştırma aracı olarak toplu sorumluluk anlayışı
öne çıkarılır.
Kaynak: Martin ve Fellenz: 2010:285.

UYUM VE UYUM ARAŞTIRMALARI


Bireyin grupla uyumlu olması, düşünce yapısını ve davranışlarını grubun
geçerli saydığı norm ve modellere uyacak şekilde düzenlemesi anlamına
gelmektedir. Birey grubun üyesi olarak grup tarafından kabul edilme isteğine
sahiptir. Bireyin bu yöndeki isteği, onun grup normlarına uyma noktasında hassas
olması sonucunu doğurabilmektedir.
Birey bir taraftan grup üyeleriyle dayanışma isteğinde ve güven arayışı
içerisinde iken, diğer yandan da grup uyumunu bozarsa grup tarafından
cezalandırılacağı korkusunu taşımaktadır. Konuya ilişkin yapılan araştırmalar
grupların uyum sağlamak amacıyla bireyler üzerinde önemli ölçüde baskı
kurduğunu ve onları düşünce ve davranışlarını değiştirmeye zorladığını ortaya
Birey, grup tarafından koymaktadır.
kabul görme isteğine
Uyum olgusu, bireysel tutumun ne olduğuna bakmaksızın grubun
sahiptir ve grup
tarafından normlarına, ilkelerine ve kararlarına uygun düşünce yapısı ve davranışlar
cezalandırılmaktan da geliştirmeyi gerektirmektedir. Sosyal etki sonucu ortaya çıkan uyum, insanların bir
çekinmektedir. Bu ise aradayken benzer davranışlar sergilemesinin de en önemli açıklamalarından birini
uyum davranışını oluşturmaktadır.
ortaya çıkarmaktadır.
Grubun bireyin uyumunu sağlamak amacıyla ne tür mekanizmalar
kullandığına ya da uyumun nasıl ortaya çıktığına ilişkin pek çok araştırma
mevcuttur. Bu araştırmaların en çok bilinenleri Solomon Asch’in uyum deneyi ile
Şerif’in oto kinetik etki araştırmasıdır.

246
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Solomon Asch’in Araştırmaları


Grubun uyuma yönelik yaptığı baskının bireylerin yargılamalarına ve
tutumlarına etkisini gösteren önemli araştırmalardan birisi Solomon Asch
tarafından yapılmıştır. Deneyde yedi ya da sekiz kişiden oluşan grup üyelerine, biri
tek bir çizgi diğeri ise değişik uzunluklarda üç çizgiye sahip iki kart gösterilmekte ve
onlardan tek çizginin diğer üç çizgiden hangisine ait olduğunu sırayla, teker teker
ve yüksek sesle söylemeleri istenmektedir.
Esasında Şekil 12.2.’de gösterildiği gibi üç çizgili karttaki çizgilerden birisi,
tek çizgili karttaki çizgi ile birebir aynıdır ve bu durum oldukça açıktır [7]. Normal
şartlar altında denekler doğru çizgiyi belirlemede % 1’den daha az hata
yapmaktadır. Solomon Asch bir aşama ileriye giderek grup içerisindeki üyelerin
yanlış cevaplar vererek oluşturduğu baskının bireyin cevabını değiştirip
değiştirmeyeceğini araştırmıştır. Bu nedenle Asch, deney grubundaki kişileri biri
hariç kendi yardımcılarından seçmiş; ancak durumun böyle olduğu grup
içerisindeki tek asıl deneğe söylenmemiştir. Asch, yardımcılarının vereceği
cevapları önceden belirlemiş ve cevabın sırayla ve yüksek sesle ifade edilmesi
istendiğinden, öncelikle yardımcılar önceden belirlenen cevapları söylerken en son
cevap asıl denekten alınmıştır.

X A B C

Şekil 12.2.Asch’in Deneyinde Kullanılan Kartlar

Kaynak: Yüksel:2011:190

Deneyin sonraki aşamalarında, grup içerisindeki deneğin kim olduklarını


bilmedikleri araştırma yardımcıları kasıtlı olarak yanlış cevaplar vermeye
başlamışlardır. Şekil 12.2.’den hareketle birinci karttaki X çizgisine eşit çizginin C
olduğu cevabını bütün yardımcılar ilan ettikten sonra en son gerçek denekten
Solomon Asch’in cevap istenmiştir. Denek doğru cevabın B olduğunu bilmekle birlikte, kendinden
araştırmaları, bireylerin
önceki herkes gibi C demiştir. Burada cevabı aranan soru, böyle bir durumla baş
gruba uyum sağlamak
amacıyla yanlış başa olan bireyin, doğru olduğuna inandığı cevabı mı yoksa grubun yaygın kanısına
olduğunu bildikleri bir uygun cevabı mı vereceğidir. Yapılan deneylerde deneklerin %35’i grubun
görüşü bile cevabına uygun olan cevabı vermiştir. Araştırmanın daha da ilginç tarafı, gruba
benimseyebildiğini uyum gösteren bireylere grup yargısının yanlış olduğunu fark edip fark etmedikleri
ortaya koymaktadır. sorulduğunda, bu kişilerin tümü yanlışlığı fark ettiklerini ifade etmişlerdir.

247
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

Bu araştırma, bireyleri gruba uyum yönünde etkileyen grup normları


olduğunu göstermektedir. Bir başka ifade ile bireyler grup üyelerinden biri olarak
görünmek istemekte veya görünümde diğerlerinden farklı konumda olmaktan
rahatsızlık duymaktadırlar.

Muzaffer Şerif’in Üç Aşamalı Deneyi


Karanlık bir odada küçük bir ışık noktasına sürekli bakan bireyler, ışık
noktasının hareket ettiğini zanneder. Algıdaki bu hareketlilik içeren yanılsamaya
“oto kinetik etkisi” denir. Şerif, araştırmasında bu algı yanılsamasını kullanmış ve
birbirlerini tanımayan bir grup deneği karanlık bir odada tutarak ışığın ne kadar
hareket ettiğini belirtmelerini istemiştir.
Deneyin birinci aşamasında üç kişiden oluşan bir grup denek teker teker
odaya alınmış, kendilerine ışık noktası gösterilerek ışığın ne kadar mesafe kat
ettiğini tahmin etmeleri istenmiştir. Deney birkaç gün tekrarlanmış, her birey
değişik tahminler yürütmüş ve deney tekrarlandığında bireylerin bir mesafede
karar kıldığı ve hep karar kıldığı mesafeye yakın tahminler yaptığı gözlenmiştir.
Ayrıca deneklerin yaptığı tahminler arasında önemli farklılıklar olduğu
saptanmıştır. Bazı bireyler çok küçük bir hareketlilik dile getirirken, diğerleri daha
büyük mesafe tahminleri yapmıştır.
Deneyin ikinci aşamasında ise bireyler grup halinde içeriye alınmış ve
birbirlerinin yaptıkları tahminleri de duymaya başlamışlardır. Bu noktada
birbirlerinin yaptığı değerlendirmeleri duyduklarında bireylerin davranışlarının
değiştiği gözlenmiştir. Şöyle ki, başlangıçta birinci aşamadaki ile aynı tahminleri
yapan bireyler, tekrar sayısı arttıkça, kendilerinden önce tahmin yapan bireylerin
yaptıkları tahminlere yakın tahminler yapmaya başlamış ve bir noktadan sonra da
herkesin tahmini aynı olmaya başlamıştır.
Bir başka ifade ile birinci aşamada deney tekrarlandıkça kendi bireysel
standartlarını oluşturan bireyler, bu aşamada da deney tekrarlandıkça bir grup
Muzaffer Şerif’in olarak bir standart geliştirmiş ve herkes birinci aşamada geliştirdiği standarttan
araştırması, bireylerin vazgeçerek grup standardına uygun hareket etmiştir. Bir grup olarak bireyler,
herhangi bir duruma gerçekte var olmayan bir hareketlilik noktasında bir standart geliştirmiş ve bunu
ilişkin olarak grupla
bütün üyeler benimsemiştir.
kendi düşünceleri
arasında bir çelişki Üçüncü aşamada ise aynı kişiler tekrar karanlık odaya birinci aşamada
algıladıklarında düşünce olduğu gibi teker teker alınmış ve yine ışığın ne kadar hareket ettiğine ilişkin
ve davranışlarını gruba görüşleri sorulmuştur. Bu aşamada da bireyler birinci aşamada geliştirdikleri
uygun şekle soktuklarını
standardı değil, ikinci aşamada grup halinde geliştirdikleri standardı benimseyerek
göstermiştir.
tahminlerini bu doğrultuda yapmışlardır. Bu çalışma da uyma davranışının
içeriğine uygun bir şekilde bireylerin grupla kendi aralarında uyuşmazlık
algıladıklarında çoğu kez düşünce ve davranışlarını gruba uygun olacak şekilde
değiştirdiklerini ortaya koymaktadır. Bireylerin hem deneyin ikinci aşamasında
bireysel standartlarından vazgeçerek bir grup standardı geliştirmeleri hem de
üçüncü aşamada tek başlarına olduklarında da grup standardına uygun hareket
etmeleri uyma davranışı gösterdikleri anlamına gelmektedir.

248
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

UYUM DAVRANIŞINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER


Sosyal etki sonucu ortaya çıkan gruba uyum, kişilerin “benzerliği”nin
ardındaki açıklamalardan biridir ve sosyal davranış düzenliliğinin önemli bir
sağlayıcısıdır. Sosyal bir varlık olarak insanların hem kendi davranışlarını
belirlemelerine hem de başkalarının davranışlarını tahmin etmelerine yardımcı
olan uyum davranışını etkileyen bir dizi faktör mevcuttur. Bu faktörleri şu şekilde
sıralayabiliriz: Bireysel özellikler, grubun özellikleri ve ortamın özellikleri [8].

Bireysel Özellikler
Birey açısından grup üyeliğinin ne ölçüde önemli olduğu ve kendini grup
amaçlarıyla özdeşleştirme derecesi, uyum davranışını belirleyen önemli olgulardır.
Grubun bireyin maddi ve sosyal ihtiyaçlarını ne ölçüde giderdiği ve diğer grup
üyelerinin niyetlerine ilişkin bireysel algılamalar da uyum davranışını belirleyen
bireye ilişkin ölçütlerdir. Kişilik özellikleri bakımından bir değerlendirme
Kendine güveni düşük yapıldığında ise özellikle kendine güveni yeterli olmayan ve kendini bir grup
ve bağlanma ihtiyacı içindeyken tek başına olduğundan daha rahat hisseden, grubu çekici bulan,
yüksek bireyler uyum bağlanma ihtiyacı yüksek bireylerin uyum davranışı göstermeleri daha fazla
davranışı göstermede
olasıdır.
daha fazla isteklidirler.
Bireyci olanlar ise kendi fikirlerini daha fazla önemserler ve gruba uyma
zorunluluğu hissetmezler. Bu nedenle birey olma gereksinimi yüksek ya da
bireyselliğini korumayı ve kendine has olmayı önemseyen bireylerin uyum
davranışı göstermesi olasılığı daha düşüktür.

Grubun Özellikleri
Her grubun bireyi aynı ölçüde uyum davranışına zorlayabileceği söylenemez.
Bu noktada grup büyüklüğü, grubun kompozisyonu (bileşimi), etkileşim sıklığı,
grup liderinin kişilik özellikleri ve grubun üyesi olma yolunda verilen mücadele gibi
faktörler, uyum davranışını etkileyen önemli faktörler olmaktadır. Bu bağlamda
küçük ve orta büyüklükteki gruplarda, birbirine benzer fazla sayıda özelliği ve
ihtiyacı olan bireyleri bir araya getiren gruplarda, etkileşim sıklığı yüksek
gruplarda, liderin kişilik özelliklerinin bireyleri fazlasıyla etkilediği gruplarda ve
gruba üye olmak için bireyin fazlasıyla güç sarf ettiği ya da mücadele ettiği
gruplarda uyum davranışı görülmesi olasılığı daha yüksektir.
Grup üyeleri arasında söz birliğinin olup olmayışı da uyum davranışını
etkileyen önemli bir grup özelliğidir. Böyle bir söz birliğinin olması durumunda
uyum davranışı daha baskın görülen bir davranış olmaktadır. Söz birliğini bozan bir
tek üyenin olması durumunda bile uyum davranışı bundan olumsuz
etkilenmektedir. Örneğin; grup özelliklerinin uyum davranışına etkisini gösteren ve
daha önce de değindiğimiz Asch’in araştırmasında, grubun yargısına uymayan bir
üyenin bulunmasının uyum davranışını %35’ten %8-9’lara düşürdüğü gözlenmiştir.
Gruba ait olarak uyum davranışını etkileyen olgulardan birisi de azınlık etkisi
olarak tanımlanan durumdur. Sosyal etki genelde çoğunluğun azınlığı etkilemesi
şeklinde gerçekleşmektedir. Ancak azınlık etkisi bunun tam tersini ifade eden bir

249
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

durumdur. Örneğin; tarih sürecinde pek çok bilimsel gerçek ve sosyal açıdan
önemli reform ve yenilikler çoğunluk tarafından reddedilmiş, ancak bu gerçekleri
ısrarla savunan az sayıdaki bilim adamı ve küçük insan topluluklarının çabasıyla bu
gerçekler ve reformlar toplum tarafından daha sonra kabul edilmiştir. Azınlık
Birbirine fazlasıyla etkisine ilişkin araştırmalar azınlığın tutarlı, açık fikirli ve gruptan sadece savunulan
benzer özellik ve görüş açısından farklılık gösterdiği durumlarda, çoğunluğu etkileme olasılığının
ihtiyaca sahip gruplarda daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
uyum davranışının
ortaya çıkma olasılığı Ortamın Özellikleri
daha yüksektir.
Çevresel koşulların özellikleri de bireyin uyum davranışını belirleyen önemli
faktörlerden birisidir. Bu noktada örneğin grubun algıladığı çevresel tehditler ve
uyum davranışı ile elde edilebilecek ödüllerin fazlalığı uyum davranışını
etkilemektedir. Tehditler ve çevresel ödüller arttıkça uyum davranışı da
artmaktadır. Ayrıca bireysel olarak hareket etmenin riskli olduğu ya da çevresel
belirsizliğin yüksek olduğu ortamlarda da bireyler gruba uyum göstermeye daha
fazla eğilimlidirler.

İTAAT OLGUSU VE MİLGRAM’IN İTAAT DENEYİ


Toplumsal düzenin sağlanması ve devam etmesi açısından gerekli bir
davranış olarak değerlendirilen itaat, bir otorite tarafından gelen bir istekle bireyin
bir düşünce, davranış ya da tutumu benimsemesidir. Kişinin bu isteğe itaat
etmesinin sebepleri durumdan duruma değişebilmektedir. Örneğin; bir hastanın
doktorun dediklerine uygun hareket etmesinin ardındaki sebep, hastanın doktoru
o alanda uzman olarak algılamasıdır. Ancak herhangi bir iş yerindeki bir çalışanın
yöneticilerin işe ilişkin olarak emirlerine itaat etmesinin ardındaki neden
yöneticilerin bulunduğu pozisyondur.
İtaatin toplumsal düzenin devamı açısından gerekli bir davranış olarak
değerlendirilmesinin nedeni, itaat olmaması durumunda hem bireysel hem de
sosyal açıdan pek çok olumsuz sonucun doğmasıdır. Yine de otoriteye kayıtsız
şartsız itaat etmek de bazen istenmeyen birtakım sonuçların ortaya çıkmasına
sebep olabilmektedir. Bu noktada Milgram’ın itaat deneyini itaatin etkilerini
ortaya koyan önemli bir çalışma olarak ele almak gereklidir.
Stanley Milgram, bir deney serisi ile insanların otoriteye itaat etme
seviyelerini incelemiştir. Bu araştırmada insanın tanımadığı birine zarar verme
emri aldığında bu emre uyup uymayacağı ya da ne dereceye kadar uyacağı
incelenmiştir. Araştırmaya farklı yaş, cinsiyet, ırk ve meslekten kişiler dâhil
edilmiştir. Milgram, belirli sayıdaki psikiyatrist, sosyal bilimci, akademisyen ve
lisansüstü eğitim gören öğrenciye deneye ilişkin tahminlerini sormuş, büyük
çoğunluk deneklerin bunu kabul etmeyeceğini, kabul edenlerin oranının da ancak
%1 civarında olacağını tahmin etmiştir.
Milgram gazete ilanıyla bulduğu deneklerine cezanın öğrenme üzerindeki
etkisine dair bir öğrenme deneyine katılacaklarını belirtmiş, kendi rollerinin de bir
kelime listesini ezberlemeye çalışan öğrencilere nezaret etmek ve öğretmen
olarak öğrencilerin başarısız oldukları durumlarda onlara elektrik şoku vererek

250
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

cezalandırmak olduğunu söylemiştir. Başlangıçta verilen elektrik şokunun seviyesi


düşük iken, öğrencinin yaptığı hatalar arttıkça deneklerden elektrik şokunu
arttırmaları istenmiştir. Deneye katılanlar verdikleri elektrik şokunun öğrenciler
tarafından hissedildiğine inandırılsalar da esasında gerçekte herhangi bir elektrik
Milgram’ın itaat deneyi, şoku verilmemektedir. Milgram, deneylerde katılımcıların üçte ikisinin
bireylerin otorite olarak kendilerinden bir otorite figürü tarafından istendiği için elektrik şokunu “ölümcül”
algıladıkları figürün
kabul edilen seviyeye kadar çıkarmaya razı olduğunu bulmuştur.
isteği ile başkasına
zarar vermeyi göze Bu kadar farklı ölçütlere göre seçilen bireylerin tümünün sadist olması
alabileceklerini mümkün olmadığına göre bireylerin otorite olarak algıladıkları araştırmacının
göstermektedir. isteğine uyarak bir başkasına zarar vermelerinin ardında yatan temel sebep otorite
biçiminde ortaya çıkan sosyal etkiye itaat etme olgusudur. İtaat, sosyal bir varlık
olan insanın yaşamının ilk yıllarından başlayan ve tüm yaşam boyu devam eden bir
öğrenme sürecinin sonucudur.
Toplumsal düzenin sağlanmasının ve devamının son derece önemli sosyal
prensipleri olduğu için her toplumsal yapı içerisinde bireylere otorite
konumundaki kişilere itaat etmeleri öğretilir. Aile yaşantısında başlayan bu
öğrenme sürecinde itaatkâr davranışlar ödüllendirilirken, aykırı davranışlar ise
farklı biçimlerde cezalandırılır. Ayrıca birey, etrafında gözlemlediği aykırı
davranışların karşılaştıkları olumsuz durumları gözlemleyerek benzer durumlar
yaşamamak için itaat etme eğilimini arttırır.
Bireysel Etkinlik

• Uyma ve itaat davranışı arasında ne gibi farklılıklar vardır?


Uyma ve itaat davranışlarının resmî ve gayri resmî gruplar
bakımından farklılıklarını belirlemeye çalışınız.
• İnsanların kişilik yapıları ile itaat durumları arasındaki ilişkiyi
200 kelimeyi aşmayacak şekilde karşılaştırmalı olarak yazınız.

251
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

• Sosyal etki, tutum ve davranışların diğerlerinin gerçek ya da örtülü varlığı ile


etkilenmesi sürecini ifade etmektedir. Grubun birey davranışları üzerindeki
etkilerinden bazıları şunlardır: Sosyal hızlandırma, sosyal ket vurma, sosyal
aylaklık, kimlik belirsizliği ve riske girme. Sosyal hızlandırma, grubun bireyin
Özet
performansını arttırmasını ifade eder. Sosyal ket vurma ise grup içinde
olmanın bireyin performansını olumsuz etkilemesidir. Sosyal aylaklık, grup
üyelerinden biri ya da bir kaçının diğer grup üyelerinin katkılarına güvenerek
zaman, çaba ve benzeri kaynaklarını gruba katkı yapmak için yeterince
kullanmamalarını ifade eder. Kimlik belirsizliği ise bireyin öz farkındalığının
ve öz-izlemesinin (kendini denetlemesinin) kaybolması durumudur. Sosyal
etki kapsamında ele alınacak diğer bir kavram da riske girme kavramıdır ve
bu kavram bireyin grup içerisinde kendini daha rahat hissetmesi ile ortaya
riske girme onun davranışlarına yansımakta ve grup süreçlerine de etki
etmesi anlamına gelir.
•Bütün gruplarda bir karar alma süreci söz konusudur. Gruplarda karar alma
sürecine olumsuz etkisi olan iki ayrı durumdan söz edilebilir: Grup
kutuplaşması ve grup düşüncesi. Grup kutuplaşması, grup halinde karar alma
durumlarında konuya ilişkin grup içerisinde yapılan tartışma ve
değerlendirmelerden sonra daha riskli kararlar alınabildiğini ortaya
koymaktadır. Dahası kavram, grup içerisindeki bireylerin davranış ve
tutumlarının grup tartışmalarından sonra daha aşırı hale geldiğini ifade
etmektedir.
•Bireyin grupla uyumlu olması, düşünce yapısını ve davranışlarını grubun
geçerli saydığı norm ve modellere uyacak şekilde düzenlemesi anlamına
gelmektedir. İnsanların hem kendi davranışlarını belirlemelerine hem de
başkalarının davranışlarını tahmin etmelerine yardımcı olan uyum davranışını
etkileyen faktörler ise bireysel özellikler, grubun özellikleri ve ortamın
özellikleridir. Grubun bireyin maddi ve sosyal ihtiyaçlarını ne ölçüde giderdiği
ve diğer grup üyelerinin niyetlerine ilişkin bireysel algılamalar da uyum
davranışını belirleyen bireye ilişkin ölçütlerdir. Her grubun bireyi aynı ölçüde
uyum davranışına zorlayabileceği söylenemez. Bu noktada grup büyüklüğü,
grubun kompozisyonu (bileşimi), etkileşim sıklığı, grup liderinin kişilik
özellikleri ve grubun üyesi olma yolunda verilen mücadele gibi faktörler,
uyum davranışını etkileyen önemli faktörler olmaktadır. Çevresel koşulların
özellikleri de bireyin uyum davranışını belirleyen önemli faktörlerden
birisidir. Bu noktada örneğin grubun algıladığı çevresel tehditler ve uyum
davranışı ile elde edilebilecek ödüllerin fazlalığı, uyum davranışını
etkilemektedir. Tehditler ve çevresel ödüller arttıkça uyum davranışı da
artmaktadır.
•İtaat, bir otorite tarafından gelen bir istekle bireyin bir düşünce, davranış ya
da tutumu benimsemesidir. Kişinin bu isteğe itaat etmesinin sebepleri
durumdan duruma değişebilmektedir. İtaatin toplumsal düzenin devamı
açısından gerekli bir davranış olarak değerlendirilmesinin nedeni, itaat
olmaması durumunda hem bireysel hem de sosyal açıdan pek çok olumsuz
sonucun doğmasıdır. Toplumsal düzenin sağlanmasının ve devamının son
derece önemli sosyal prensipleri olduğu için her toplumsal yapı içerisinde
bireylere otorite konumundaki kişilere itaat etmeleri öğretilir.

252
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Grup içinde olmanın bireyin performansını olumsuz etkilemesi aşağıdaki
kavramlardan hangisi ile ifade edilmektedir?
a) Sosyal ket vurma
b) Sosyal hızlandırma
c) Sosyal ayaklık
d) Grup düşüncesi
e) Sinerji

2. Kimlik belirsizliği durumundaki birey açısından aşağıdakilerden hangisi söz


konusu olan duygu ve deneyimlerden değildir?
a) Kendi bireysel davranışlarını düzenleme ve denetlemede yetersizlik
yaşamaktadır.
b) Bencil ve bireyci hareket etme eğilimindedir.
c) Kışkırtıcı davranışlara yönelik engellemeleri normaldekinden daha az
hissetmektedir.
d) Duygusal durumlara ve çevresel işaretlere karşı duyarlılıklar
artmaktadır.
e) Eylemlerin sosyal kabul edilebilirliğine yönelik kaygılarında azalma
olmaktadır.

3. Grup halinde karar alma durumlarında konuya ilişkin grup içerisinde


yapılan tartışma ve değerlendirmelerden sonra daha riskli kararlar
alınabildiğini ortaya koyan kavram hangisidir?
a) Sosyal hızlandırma
b) Sosyal ket vurma
c) Grup düşüncesi
d) Sinerji
e) Grup kutuplaşması

4. Grup içerisindeki üyelerin yanlış cevaplar vererek oluşturduğu baskının


bireyin cevabına etkisini aşağıdaki araştırmacılardan hangisi araştırmıştır?
a) Asch
b) Milgram
c) Şerif
d) Taylor
e) Mayo

253
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

5. Azınlığın çoğunluk üzerindeki arttırıcı özellikler arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Tutarlılık
b) Açık fikirlilik
c) Gruptan sadece savunulan görüş açısından farklılık gösterme
d) Gruba açık muhalefet etme
e) Belirli konu dışında grupla pek çok konuda hemfikirlik

6. İki ya da daha fazla bileşen arasındaki, bileşenlerin ayrı ayrı toplamları ile
elde edileceğinden daha farklı bir sonucun ortaya çıkmasına yol açan
olumlu veya olumsuz etkileşim hangi kavramla ifade edilmektedir?
a) Sosyal ket vurma
b) Sosyal hızlandırma
c) Sosyal aylaklık
d) Grup düşüncesi
e) Sinerji

7. Grup üyelerinden biri ya da bir kaçının diğer grup üyelerinin katkılarına


güvenerek zaman, çaba, düşünce ve benzeri kaynaklarını gruba katkı
yapmak için yeterince kullanmamalarını ifade eden kavram
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Sinerji
b) Sosyal katkı
c) Sosyal aylaklık
d) Grup düşüncesi
e) Bireysel çıktılar

8. Grup içi baskılardan kaynaklanan ve mental verimlilikte, gerçeği


değerlendirme yetisinde ve ahlaki yargılarda bozulma ya da kötüleşme
eğilimi aşağıdakilerden hangisidir?
a) Sosyal çatışma
b) Sosyal siyaset
c) Sosyal süreç
d) Grup düşüncesi
e) Müzakere

9. Riskli karar grup içerisinde değerlendirilip tartışıldıkça bireylerin olguya


alışkın hale gelmesini ve durumu daha az riskli görerek kabul etme
eğilimlerini arttırmasını aşağıdakilerden hangisi ifade eder?
a) Sorumluluğun dağınık olması
b) Aşinalık
c) Riskin değerli görülmesi
d) Başatlık
e) Liderlik etkisi

254
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

10. Bir otorite tarafından gelen bir istekle bireyin bir düşünce, davranış ya da
tutumu benimsemesi olgusu hangi araştırmayla irdelenmiştir?
a) Asch
b) Milgram
c) Şerif
d) Mayo
e) Taylor

Cevap Anahtarı
1.a, 2.b, 3.e, 4.a, 5.d, 6.e, 7.c, 8.d, 9.b, 10.b

255
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Sosyal Etki, Uyum ve İtaat

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Huczynski, A., Buchanan, D. (2013). Organizational Behaviour. New
Jersey:Prentice Hall.
[2] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[3] Martin, J., Fellenz, M. (2010). Organizational Behaviour&Management.
Hampshire: Cengage Learning.
[4] Rollinson, D., Broadfield, A., Edwards, D.J. (2002). Organisational Behaviour
and Analysis. New Jersey:Prentice Hall.
[5] Şimşek, Ş., Akgemci, T., Çelik, A. (2014). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Eğitim Kitabevi.
[6] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[7] Yüksel, Ö. (2011). Davranış Bilimleri. Ankara: Gazi Kitabevi.
[8]Aydın, O. (2008). “Davranış Üzerine Sosyal Etkiler”, Enver Özkalp (Ed.). Davranış
Bilimlerine Giriş. (ss.261-278). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

256
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
SOSYAL TABAKALAŞMA VE
SOSYAL DEĞİŞME

• Sosyal Tabakalaşma
İÇİNDEKİLER

• Tabakalaşma Çeşitleri
• Tabakalaşma Kuramları
• Sosyal Hareketlilik DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Sosyal Değişme

Prof. Dr.
Ömer Faruk İŞCAN

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Sosyal tabakalaşma kavramını
HEDEFLER

açıklayabilecek,
• Tabakalaşma çeşitlerini
anlayabilecek,
• Tabakalaşma kuramlarını
bilebilecek,
• Sosyal hareketlilik olgusunu
değerlendirebilecek,
• Sosyal değişme terimini izah
edebileceksiniz. ÜNİTE

13
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Geleneksel Farklılaşma

Kurumsallaşmış
Farklılaşma
Sosyal Farklılaşma
Biçimleri
Fonksiyonel Farklılaşma

Rekabetçi Farklılaşma

Kast Sistemi
Sosyal Tabakalaşma

Kölelik

Tabakalaşma Çeşitleri

Zümre

Sınıf Sistemi

Karl Marx’ın Tabakalaşma


Kuramı

Tabakalaşma Kuramları İşlevsel Yaklaşım

Max Weber’in
Sosyal Hareketlilik
Tabakalaşma Kuramı

Fiziksel Çevre
Sosyal Değişme

Sosyal Değişmeyi
Politik Örgütlenme
Etkileyen Faktörler

Kültürel Etkenler

258
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

GİRİŞ
En basit toplumsal yapılarda bile toplumun üyeleri arasında bir
farklılaşmanın olduğu gözlenmektedir. Bir başka ifade ile her toplum, bünyesinde
barındırdığı bireyleri, sahip oldukları özellikleri dikkate alarak ayrıştırır ve onlara
buna göre muamele eder. En yalın toplumsal yapılarda bile mevcut olan böyle bir
tabakalaşmanın gelişmiş, örgütlü ve karmaşık toplumsal yapılarda görülmesi de
kaçınılmazdır.
Kimi toplumlarda bu tabakalaşma cinsiyet temelinde gerçekleşirken, kimi
toplumlar ise üyelerini yaş, fiziksel güç, zekâ ve eğitim düzeyi, etnik köken ya da
renk gibi ölçütler açısından farklılaştırmaktadır. Bu farklılaşma, bireylerin bir
toplumun sosyal ödülleri konumundaki servet, güç ve saygınlığa ulaşma
düzeylerine etki etmekte ve bu ödüllere ulaşma noktasında bireyler arasında
eşitsizliğe sebep olmaktadır. Toplumun hâkim değer ve anlam birikimine dayalı
olarak ortaya çıkan sosyal tabakalaşma sonucunda her toplumda birileri
diğerlerinden daha zengin, daha güçlü ve daha saygın bir konum sahibi
olmaktadır.
Değişim olgusu bireyler için söz konusu olduğu gibi, bireylerden oluşan
toplumlar için de geçerli bir olgudur. Her toplum temel bir özellik olarak değişme
potansiyeline sahiptir ve bu devamlılık gösterir. İnsanoğlu, ilkel bir toplumsal
yapıdan zaman içerisinde gerçekleşen değişme ile birlikte bugünkü bilgi toplumu
seviyesine ulaşmıştır. Değişme hızı toplumdan topluma farklılaşsa da değişimin
kendisi kaçınılmazdır. Bu süreç içerisinde toplumun kültürü ve değer yargıları da
değişerek yeni nesillere farklı bir içerikle aktarılmaktadır.
Sosyal bir varlık olan insanın davranışlarını açıklamada sosyal tabakalaşma
ve değişme olguları son derece önemlidir. Bu önemden hareketle bu bölümde
sosyal tabakalaşma ve sosyal değişme olguları ele alınacaktır. Bu doğrultuda
öncelikle sosyal tabakalaşma ve sınıflaşma olguları değerlendirilecek, daha sonra
ise sosyal mobilite kavramına değinilerek tabakalaşma teorileri açıklanacaktır.
Bölümün son kısmında ise sosyal değişme olgusu incelenecektir.

SOSYAL TABAKALAŞMA
Tabakalaşma, bir toplumu oluşturan bireylerin, nesneler ve değerler
şeklinde ifade edilen bütün imkân ve kaynaklar noktasında eşitsiz ve farklı bir
dağıtıma sahip olması anlamına gelmektedir. Tabakalaşma genel anlamda belli bir
Tabakalaşma genel ve toplumu meydana getiren bireylerin hiyerarşik olarak sıralanmasını ifade eden bir
soyut bir kavram olarak kavramdır. Bütün bireylerin aynı derecede eşit olduğu ve aynı imkânlara sahip
hem doğal hem de olduğu bir toplum örneği mevcut değildir. Bir başka deyişle tarih boyunca bütün
sosyal eşitsizliklerin toplumlar sistemli bir şekilde eşit olmayan gruplara bölünmüş ve bu eşitsizlik
varlığına kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Birtakım unsurlar açısından bireyler arasındaki
dayanmaktadır.
farklılıklara dayalı bir sıralanışı ifade etmede kullanılan tabakalaşma, birinin özelliği
dolayısıyla diğerine üstünlüğünden çok genel bir sıralanış anlamında
değerlendirilmiştir. Toplumu oluşturan bireyler arasındaki eşitsizlikler sebebiyle

259
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

ortaya çıkan farklılaşmalar, hiyerarşik bir sıralanışın ortaya çıkmasına yol açmış ve
bu durum da sosyal tabakalaşma olgusunu meydana getirmiştir [1].
En basit ilkel topluluklardan en gelişmiş toplumsal yapılara kadar bütün
toplumsal bünyelerde gözlenen bu tabakalaşmada ölçüt olarak ortaya çıkan
değişkenler farklı şekillerde olabilmektedir. Bu değişkenler kimi zaman ırk,
cinsiyet, renk, boy ve ağırlık gibi biyolojik kökenli olarak ortaya çıkarken kimi
zaman da evlilik, zenginlik, yoksulluk, soyluluk, güçlülük, kentlilik, köylülük, işçilik,
işverenlik, memurluk ve amirlik gibi sosyo-kültürel ve ekonomik kökenli olarak
meydana gelmektedir [2, 3].
Sosyal tabakalaşma kuşaklar boyu devam eden bir eşitsizlik yapısıdır. Bir
başka ifade ile toplumsal eşitsizlikler bütün toplumların ortak bir özelliğidir ve bu
eşitsizlik devamlılık göstermektedir. Bu yapı içerisinde toplumdaki birtakım gruplar
ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan ayrıcalıklı bir konuma sahip olarak diğerlerini
bu haklar noktasında yoksun bırakmakta ve denetim altında tutmaktadır.
Toplumsal yapı içerisinde “ayrıcalıklı” insan konumunda olan bu grupların sahip
oldukları belli başlı üstünlükleri şu şekilde sıralayabiliriz:
 Yaşam şansları: Yüksek gelir, refah ve zenginlik gibi ekonomik avantajlarla
birlikte, sağlık ve iş garantisi gibi imkânlara da sahip olan ayrıcalıklı grup
bunların yanı sıra iyi ev ve semtlerde oturma ve iyi tatil olanakları gibi
olanakların da tadını çıkarmaktadır.
 Sosyal statü: Ayrıcalıklı gruplar, toplumsal yapı içerisinde daha üst noktada
bir konumda bulunurlar.
 Siyasal etki: Siyasal açıdan karar verme, sistem ve mekanizmalarına etki
etme gücü ve fırsatı noktasında ayrıcalıklı gruplar, diğerlerine göre
üstündür.
Yukarıda ifade edilen üstünlükler birbirleri ile etkileşim halindedir. Bir başka
anlatımla bir noktada ortaya çıkan eşitsizlik diğer alanları da etkilemektedir.
Yüksek gelir, refah ve zenginlik gibi üstünlüklere sahip olan gruplar, toplum
içerisinde daha üst bir konumda bulunmakta ve yüksek bir siyasal etkiden
Yaşam şansları, sosyal yararlanmakta iken, ekonomik yönden avantajlı konumda olmamak beraberinde
statü ve siyasal etki düşük sosyal statüyü ve siyasal etkiyi getirmektedir.
alanlarının herhangi
birindeki eşitsizlik Toplumsal yapılardaki sosyal ilişkilerde görülen eşitsizliğin temelindeki olgu,
diğerlerini de sosyal farklılaşmadır. Sosyal farklılaşma, belirli bir toplumsal yapı içerisinde mevcut
etkilemektedir. olan ve karşılıklı sosyal etkileşim sürecinden kaynaklanan, bireyler, gruplar ve
kurumlar arasındaki her türlü farklılığı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.
Şekil 13.1’de gösterildiği gibi sosyal farklılaşma toplum içerisinde dört farklı şekilde
ortaya çıkabilir: Geleneksel farklılaşma, kurumsallaşmış farklılaşma, fonksiyonel
farklılaşma ve rekabetçi farklılaşma.

260
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Sosyal Farklılaşma
Biçimleri

Geleneksel Kurumsallaşmış Fonksiyonel Rekabetçi


Farklılaşma Farklılaşma Farklılaşma Farklılaşma

Şekil 13.1.Sosyal Farklılaşma Biçimleri

 Geleneksel Farklılaşma: Her toplumsal yapıda toplumsal kültür, bireylerin


nasıl davranacaklarına ilişkin kurallar, töre ve gelenekler mevcuttur. Bu
olgular toplum içerisindeki geleneksel farklılaşmayı oluşturmaktadır.
Örneğin; pek çok toplumda gençlerin yaşlılara saygılı davranması,
bireylerin davranışlarını belirleyen önemli bir gerekliliktir.
 Kurumsallaşmış Farklılaşma: Bireylerin toplum içerisinde sahip oldukları
sosyal statü farklılıklarından kaynaklanan kurumsallaşmış farklılaşma,
Bireyler, gruplar ve toplumun hiyerarşik sıra ve derecelenmesi anlamına gelmektedir. Bu
kurumlar arasındaki her noktada her tür toplumsal yapı içerisinde görülen ast-üst ilişkisi,
tür farklılığı ifade eden
kurumsallaşmış farklılaşmanın bir yansımasıdır.
sosyal farklılaşma,
sosyal alandaki  Fonksiyonel Farklılaşma: Bireylerin sahip oldukları farklı yetenek tür ve
eşitsizliklerin düzeylerinin sonucu olarak ortaya çıkan fonksiyonel farklılaşma, toplum
temelindeki olgudur. içerisinde bireylerin farklı doğrultuda yönlenmelerine aracı olarak bir iş
bölümü ortaya çıkarmaktadır.
 Rekabetçi Farklılaşma: Kaynak kıtlığı içerisinde her yapının bünyesindeki
fertler ve gruplar, kaynaklardan kendi amaçları doğrultusunda en üst
seviyede yararlanma noktasında diğer birey ve gruplarla rekabet
halindedir. Kaynak kıtlığının doğurduğu çıkar çatışması, bir bireyin ya da
grubun başarısının diğer birey ve grupların başarısızlığı anlamına gelmesi
açısından bir farklılaşmaya yol açmaktadır. Bu nedenle her toplumda
bireyler ve gruplar bu doğrultuda mücadele ederek kendilerini
diğerlerinden daha avantajlı bir konuma getirmeye çalışarak bir
farklılaşma yaratmaktadırlar.

Toplum içerisinde birtakım grupların ayrıcalıklara sahip olmasını sağlayan


sosyal tabakalaşma sonucunda, söz konusu toplumun bireyleri arasında bir sosyal
mesafe oluşmaktadır. Maddi ve objektif bir farklılık içeren fiziksel mesafeden farklı
olarak sosyal mesafe, sosyal tabakalar arasındaki sosyal farklılığı ve uzaklığı
anlatmaktadır.

261
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Örnek
•Aynı hastanede görev yapan bir doktorla hizmetli arasında fiziksel
bir mesafe olmamasına karşın sosyal mesafe mevcut iken,
birbirine çok uzak yerlerde çalışan iki hizmetli eleman arasında ise
sosyal mesafe açısından fazla bir farklılık söz konusu değildir.

TABAKALAŞMA ÇEŞİTLERİ
Her toplum diğerlerinden farklı bir tabakalaşma göstermektedir. Bu
tabakalaşma kimi toplumlarda sınırları çok keskin bir şekilde belirgin ve bireylerin
katman değiştirmelerine izin vermeyecek ölçüde düzenlenmiştir. Kapalı sistemler
olarak da adlandırılan bu yapılar içerisindeki bireyler tüm yaşamlarını hangi
katmanda doğarlarsa o katman içerisinde geçirmektedirler. Kast ve kölelik
Tabakalaşma kimi sistemleri bu tür yapıların örnekleridir. Bazı toplumsal tabakalaşma sistemleri ise
toplumsal yapılarda bireylerin bulunduğu konumu değiştirmesine imkân tanımaktadır.
keskin, belirgin ve
değişime kapalı iken Açık sistemler olarak bilinen bu oluşumlarda bireyler elde ettikleri başarı ve
kimilerinde ise fırsatları kullanma becerisiyle daha yüksek konumlara gelebilmektedir. Örneğin;
bireylerin sınıf sistemi, bireylere bu olanağı tanıyan bir tabakalaşma türüdür. Tabakalaşma
hareketliliğine izin
çeşitlerine ilişkin farklı sınıflamalar mevcut olmakla birlikte bunların başlıcalarını
veren bir tabakalaşma
Şekil 13.2’de gösterildiği gibi şu şekilde sıralayabiliriz: Kast sistemi, kölelik, zümre
mevcuttur.
ve sınıf sistemi [4].

Tabakalaşma
Çeşitleri

Kast Sistemi Kölelik Zümre Sınıf


Sistemi

Şekil 13.2.Tabakalaşma Çeşitleri

Kast Sistemi
Kast sisteminde birey statüsünü doğuştan kazanmakta ve aynı statüyü
hayatı boyunca devam ettirmektedir. Kastlar arasında etkileşim ve geçişe izin
vermeyen sistemin ideal örneği Hindistan’daki kast sistemidir. Ancak aynı sosyal
statüdeki insanların birbirleriyle evlenebildiği kapalı sistem olma özelliğine sahip
kast sistemi içerisinde beş kategori söz konusudur: Rahipler (brahmanlar), soylu

262
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

savaşçı, prens ve prensesler (kişatriyalar), tüccarlar ve çiftçiler (vaişyalar), köle ve


işsizler (sudralar), toplumdaki en kötü ve kirli işleri yapanlar.
Hindistan’daki bu yapılanma hukuki olarak ortadan kaldırılmış olsa da
uygulama özellikle tarım kesiminde varlığını hala daha sürdürmekte ve insanların
yaşamlarına yön vermektedir. Tarım kesiminde yaygın olmasının önemli
nedenlerinden birisi, tarımın katı bir görev ve disiplin anlayışı içerisinde yaşam
boyu devam eden bir çalışma alanı olmasıdır.
Kast kuralları dinsel temellere dayanmaktadır. Bu inanış içerisinde yapıyı
Hiyerarşinin değişmez oluşturan kastların her birinin Tanrı’nın baş, gövde, bacaklar gibi değişik
bir şekilde belirlendiği uzuvlarından yaratıldığına inanılmaktadır. İşini görev anlayışı içinde yapan ve
kast sisteminde bireyler bulunduğu konumda kalanlar öldükten sonra daha üst bir kasta geçerek dünyaya
ne kadar yetenekli olup geleceklerdir. Katmanlar arasında aşılması mümkün olmayan duvarların toplum
ne kadar fazla
içerisindeki gerilimi arttırması beklenirken, böyle bir sistemin yüzyıllar boyunca
çalışırlarsa çalışsınlar
sosyal statülerini uygulanabilmesi dini inançların sosyal yaşamdaki etkisini ortaya koyan çarpıcı bir
değiştirme imkânına örnektir.
sahip değildirler.
Kölelik
Eşitsizliğin en aşırı bir biçimi olan kölelik, en katı yasal katmanları olan
tabakalaşma şeklidir. Köle olarak kategorize edilen bireyler hem hukuka hem de
geleneklere göre nesne gibi muamele görmekte ve hiçbir hakka sahip olmayan ve
köle olmayan başka insan ya da gruplara ait bir mal olarak tanımlanmaktadır.
Köleleri birbirine bağlayan ve koruyan herhangi bir hukuki temelin olmadığı
sistemde, köle sahipleri emrindeki köleye her istediğini yapabilmekte ve bu
anlamda hiç kimseye hesap verme zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu doğrultuda
köle sahipleri örneğin evli köleleri birbirinden, ebeveynleri de çocuklarından
ayırabilmektedir.
Kölelik sisteminin görüldüğü toplumlara bakıldığında bu toplumların
“üretici” toplumlar olduğu gözlenmektedir. Bu durum kölelik olgusunun ekonomik
boyutunu ortaya koymaktadır. Kölelik, yerleşik hayatın gereklerinden biri olan
tarımsal üretime geçiş sonucunda, bu üretimde ihtiyaç duyulan iş gücünün
sağlanması amacıyla geliştirilen bir sistem niteliğindedir. Köleliğin ilk olarak
Akdeniz havzası toplumlarında görülmesi bu düşünceyi doğrulamaktadır.
Kölelik sisteminde kölelerin seyahat özgürlükleri bulunmamakta, saldırılara
karşı kendilerini korumaları yasaklanmaktadır. Katı yasalarla korunan sistemde
kölelerin boş zamanlarında eğlenme özgürlükleri bile bulunmamaktadır. Çağdaş
dünyada köleliğin mevcut olup olmadığına ilişkin tartışmalar sürmektedir. Sudan
ve Moritanya gibi ülkelerde kölelik sisteminin hala daha mevcut olduğu iddia
edilmektedir. Ayrıca köleliğin farklı isimler altında devam ettiğini gösteren
birtakım kanıtlar da mevcuttur. Dünya üzerinde 30 milyonun üzerinde insanın
özgürlüklerinden yoksun bir şekilde şiddet altında ve ücretsiz çalışmaya zorlandığı
kabul edilmektedir.

263
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Zümre
Zümreler, derebeylik olarak da adlandırılabilecek feodal sistem içerisindeki
sosyal tabakalaşmayı ifade etmektedir. Bu sistemin en önemli örneği Batı Avrupa
olsa da, dünyanın çok farklı bölgelerinde de feodal sistemin değişik görünümlerine
rastlamak mümkündür.
Yasalara dayalı zümre sisteminde eşit olmayan zümreler mevcuttur ve her
zümrenin toplum içerisinde üstlendiği bir görev söz konusudur. Bu tür bir
Sanayi devrimi öncesi
tabakalaşmada sosyal grupların hiyerarşisini belirleyen servet ya da üretim rolleri
feodal sistem
içerisindeki Ortaçağ değil, şeref, fazilet gibi olgular ve bu olgular paralelinde bireylere yüklenen önemli
Avrupa’sında gelişen görevlerdir. Toplum içerisinde söz konusu olabilecek bu önemli görevler; politik,
zümre sistemi, kast ve askerî, dinî ve ticari görevlerdir. Bu farklı görevleri üstlenen değişik zümreler ise
kölelik sistemine göre Feodal Avrupa’da şu başlıklar altında toplanabilir: Hanedan (kraliyet ailesi),
daha açık bir sistemdir. soylular ve rahipler, özgür yurttaşlar, serfler ve köleler.
Feodal sistem içerisinde en önemli olgulardan birisi, nesep bağına dayalı
soyluluktur. Devletlerin yeterince gelişmediği feodal dönemde soylular sahip
oldukları topraklarla sınırlı bir hâkimiyet ilan etmişler ve devletin yeterince
örgütlenememesinden doğan boşluktan yararlanarak kendi hukuklarını uygulamış
ve nüfusu kontrol etmişlerdir. Soylular sahip oldukları zenginliği kullanarak askerî
güç oluşturmuşlar, silahsız köylüler ise bu güce karşı koyamadıklarından sistemi
benimsemek zorunda kalmışlardır.
Soylular kendilerine ait toprakları daha küçük parçalara ayırarak başkalarına
ekonomik ve askerî hizmet karşılığında vermekteydiler. Toprak sahibi, aynı
zamanda o toprağın üzerindeki köylüleri de besliyordu. Bir başka deyişle üretici
köylüler, toprakla birlikte alınıp satılabilmekteydi. Köylülerin bir kısmı
özgürlüklerinden tamamen mahrum bir şekilde yaşamlarını sürdürürken, bir kısmı
ise yarı hür bir durumda ancak toprağa bağımlı bir şekilde yaşamlarını devam
ettirmekteydi.
Tüccar ve zanaatkârlar ise toprağa bağlı olmadan kasabalarda yaşarlardı.
Kasaba gibi yerleşim yerlerinin artması ve gelişmesi ile birlikte daha sonra ticaret
ve meslekler de gelişmiş ve meslek kuruluşları, işçiler ve dini kurumların birleşimi
sonucunda loncalar ortaya çıkmıştır. Kapalı bir sosyal sistem özelliğine sahip
loncalarda tüccar ve zanaatkârlar babadan oğula geçen bir meslek örgütü
geliştirmişlerdir. Bu sistemin işleyişi ile zenginleşen tüccarlar, hanedana
sağladıkları mali yardımla soyluluk unvanını satın alabiliyorlardı.
Dinî kurumlar olarak kiliselerin de hiyerarşik bir yapılanma gösterdiği zümre
sisteminde rahiplerin evlenmeleri yasaklanmış, kendini dine adayan bu insanlar
toplum içerisinde üst soylular grubuna dâhil olarak görülmüştür. Bu özelliklerle
18. yüzyıla kadar varlığını sürdüren zümreler, toplumsal gelişime ayak
uyduramadığı için zaman içerisinde çağdışı kalarak büyük ölçüde ortadan
kalkmıştır.

264
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Sınıf Sistemi
Sosyal tabaka ve sosyal sınıf kavramları bazen eş anlamlı olarak kullanılsa da
farklı anlamlar içermektedir. Sosyal tabakaların belirlenmesinde ekonomik ilişkiler,
sosyo-kültürel yaşam tarzı, dünya görüşü gibi çok faktörlü bir içerik söz konusu
iken, sınıflaşma büyük ölçüde ekonomik ilişki temelinde ortaya çıkan bir olgudur.
Bir başka ifade ile sosyal tabaka kavramı daha geniş ve kapsamlı bir kavram olarak
toplum içerisinde birey ve grupların sahip oldukları saygınlık, güç ve zenginlik
açısından toplumsal düzeylerini gösterirken; sosyal sınıf, daha dar ve özel bir
anlamla, her bir tabaka içerisindeki özellikle ekonomik grup farklılaşmasını
belirtmektedir.
Sınıf sistemini özel bir sosyal tabakalaşma türü olarak düşündüğümüzde bu
tabakalaşmanın temel ölçütü ekonomik ilişkilerdir. Ekonomik ilişkilerin
gerçekleşme şekli, toplumlarda eşit olmayan farklı sınıflar meydana getirmiştir.
Maddi eşitsizlikler üzerine kurulu sınıflaşma yapısı bünyesinde her sınıfta
ekonomik ilişki açısından birbirine benzer insanlar bulunmaktadır. Belli bir üretim
şeklini yansıtan ekonomik ilişkiler bir sınıf sistemi oluşturur ve sınıflar arası geçişte
esas olan kişisel başarıdır. Bir başka ifade ile bireyler ve gruplar elde ettikleri
başarı paralelinde pozisyonlarını değiştirebilirler. Bu da sınıf sisteminin insanların
Sosyo-ekonomik hareketliliğine izin veren açık bir sistem olduğu anlamına gelmektedir. Sınıfları
gelişmişliğin artışı ve ayıran çizgiler katı olmayıp bireyler, üyesi oldukları sınıflar içerisinde yukarı ya da
toplumsal yapıların aşağı hareket edebilmektedirler.
daha karmaşık hale
Daha önce ele aldığımız sosyal tabakalaşma çeşitleri büyük ölçüde tarıma
gelmesi ile birlikte her
sosyal tabaka içerisinde dayalı topluluklar için söz konusu olurken, sınıf sistemi endüstriyel toplumların bir
birtakım sosyal sınıflar tabakalaşma türüdür. Sosyal sınıf olgusu “belirli yönler açısından benzer olma”
ortaya çıkmıştır. durumunu ifade ederken, bu benzerliği oluşturan bütünün parçalarının neler
olduğu önemli bir inceleme konusudur. Bu doğrultuda pek çok ölçütten söz etmek
mümkün olsa da, sosyal sınıf olgusunu belirleyen faktörleri belli başlı gruplar
halinde şu şekilde ifade edebiliriz: Gelir seviyesi, yaşam tarzı, eğitim seviyesi ve
sınıf bilinci.

 Gelir seviyesi: Toplum içerisindeki bireylerin gelir seviyesi, onların


ekonomik açıdan farklılaşmasında önemli bir faktördür. Bu doğrultuda
bireylerin sahip oldukları gelirle kurdukları yaşam standardı, yaşadıkları
yer gibi çeşitli imkânlar onların hangi sosyal sınıfa ait olduklarını gösteren
önemli bir gösterge olmaktadır.
 Yaşam tarzı: Bireylerin sınıf durumlarını ve kendilerine özgü kültürlerini
oluşturan hayat tarzı iki farklı şekilde düşünülebilir: Birincisi giyinme
şekillerinden yeme içme ve boş zaman değerlendirme ya da tatil şekli gibi
alışkanlıklarına kadar geniş bir aralığı içeren aynı hayat davranışıdır. İkincisi
ise siyasi düşüncelerden dinî ve ahlaki inanışlara, örf ve adetlerden müzik
ve sanat konusundaki tercihlere kadar geniş bir yelpazede gerçekleşen
tutumları içeren hayat görüşüdür.
 Eğitim seviyesi: Bireyleri toplumsal yaşama hazırlayan eğitim olgusu,
onlara toplum içerisinde geleneksel hale gelmiş ilişkileri öğretmede ve

265
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

onların davranışlarını düzenlemede son derece önemli bir role sahiptir.


Eğitimin bireyleri sosyal yaşama hazırlamada en önemli katkısı, bireylerin
belirli mesleklere sahip olmalarını sağlama noktasındadır. Bu nedenle
eğitim, bireylerin sosyal tabakalar içerisinde yukarı doğru hareket
etmelerine imkân tanıyan önemli bir araçtır.
 Sınıf bilinci: Sosyal sınıfların psikolojik yönü ile ilgili bir kavram olan sınıf
bilinci, bireylerin kendilerini hangi sosyal sınıfa daha yakın gördüklerine
ilişkin algılarına verilen isimdir. Böyle bir algı, toplumun diğer fertlerinden
bir kısmını kendine göre benzer görürken, başka bireyleri ise kendinden
farklı olarak değerlendirmektedir. Kendini belli bir sınıfa ait olarak
düşünen birey, belirli bir biçimde düşünme, davranma ve yaşam alışkanlığı
kazanma yönünde etkilenmektedir.
Toplum içerisindeki her birey sosyal tabakalaşma sürecinin sonucunda belli
bir sosyal sınıfın mensubudur. Kişilerin birçok yönden ilişkilerini belirleyen sınıf,
bireyin davranışlarının şekillenmesinde de önemli bir faktördür. Toplum içerisinde
bireyler sosyal sınıflarına göre derecelenmekte, bulundukları konum onlara bir
saygınlık ve kuvvet kazandırmaktadır.
Açık bir tabakalaşma sistemi şeklindeki sınıf sisteminde kabaca üç sınıftan
söz etmek mümkündür: Üst sınıf, orta sınıf ve alt sınıf. Tabakalaşmanın ekonomik
Sınıf sisteminde bireyler
temellere dayandığı sistemde üst sınıf üretim araçlarının sahipleri olan
ve gruplar başarılarına
bağlı olarak zenginlerden oluşurken, bu araçların sahibi olmadan bunları yöneten pek çok farklı
pozisyonlarını meslek grubu ise orta sınıfı meydana getirmektedir. Sistemin en altında ise üretim
değiştirebilmektedir. araçlarını kullanarak üretimi fiilen gerçekleştiren ve işçi sınıfı olarak da
nitelenebilecek alt sınıf bulunmaktadır.
Sistem içerisinde, doğumla bir tabaka içerisinde yaşamına başlayan birey,
elde ettiği başarılarla sosyal tabakasını geliştirebilir. Elbette bu sürece avantajlı
başlayan üst sınıflarla alt sınıf arasında bir fırsat eşitsizliği söz konusudur. Ancak
yine de açık bir sistem olan sınıf sisteminde birey, ebeveynlerinden ve
çocuklarından farklı sınıfta olabilmektedir.

TABAKALAŞMA KURAMLARI
Sosyal tabakalaşmaya ilişkin belli başlı teori ya da kuramları üç ana başlık
altında toplamak mümkündür. Bunlar; Karl Marx’ın tabakalaşma kuramı, işlevsel
yaklaşım ve Max Weber’in tabakalaşma kuramı şeklinde ifade edilebilir.

Karl Marx’ın Tabakalaşma Kuramı


Marx’a göre ekonomik ilişkilerin temel teşkil ettiği sınıf ilişkileri, toplumun
tüm yönlerini açıklayan anahtar niteliğindedir [5]. Ona göre bir grubun üretim
sürecinde belirgin bir mevki elde etmesi ile sınıf olgusu ortaya çıkmaktadır.
Komünist olmayan bütün toplumları sınıf toplumları olarak gören Marx, ekonomik
kazanımların sosyal olarak da düzenlendiğini ve siyasal güç ve sosyal saygınlık
şeklinde sınıfların yapısını belirlediğini ifade etmektedir.

266
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Bir tür çatışma modeli olarak da değerlendirilebilecek Marx’ın kuramında


ekonomik araçların kontrolüne sahip olan sınıf (burjuvazi) sömüren grubu
oluşturmakta, üretimi uygulamada asıl işi gerçekleştiren grup olan işçiler
(proletarya) ise sömürülmekte ve bunların ortaya çıkardığı, emeğin kullanım
değeri ile piyasa değer arasındaki farklılığı tanımlayan “artı değer” sömürenler
tarafından paylaşılmaktadır.
Marx’a göre bütün bu sonucu ortaya çıkaran temel olgu özel mülkiyettir. Bir
başka ifade ile Marx’ın burjuvazi olarak tanımladığı grup, ekonomik araçlara
egemen olduğu için, bu araçlar üzerinde hiçbir gücü bulunmayan işçi sınıfının
ürettiği artı değere haksız bir şekilde sahip olmaktadır. Bu yapı içerisinde
sömürülenlerle sömürenler arasındaki toplumsal ilişkiler açık haksızlık nedeniyle
çatışmacı bir niteliktedir. Başka bir anlatımla Marx tarihsel süreci sınıflar arası bir
mücadele olarak değerlendirerek toplumsal sınıfların bu mücadelede en belirgin
role sahip aktörler olduğunu belirtmektedir.
Marx, insan topluluklarının tarımla uğraştığı ilk dönemlerde toprağa kimse
sahip olmadığı için sömürünün de olmadığını düşünmektedir. Ancak zamanla özel
mülkiyetin ortaya çıkması ve tarımda makineleşme ve hayvan gücünün kullanımı
sonucu çalışan emekçiler bu araçları kontrol eden burjuvazi tarafından
sömürülmeye başlandı. Küçük atölyeler büyüyerek fabrikalar ortaya çıktı ve bu iş
Marx’a göre toplumsal yerlerinin sahipleri de burjuvaları oluşturdular.
eşitsizliklerin ve buna Marx, toplum içerisindeki ekonomik ilişkilerin sosyal hayatın diğer yönlerini
dayalı sömürünün
de şekillendirdiğini düşünmektedir. Toplumun sahip olduğu üretim şeklinin “alt
temelinde yatan olgu,
özel mülkiyettir. yapı”, düşünceler ve toplumsal kurumların ise “üst yapı” olarak nitelendirildiği
Marx’ın kuramında, altyapının üst yapıyı belirlediğine inanılmaktadır. Kapitalistin
sahip olduğu ekonomik güç, beraberinde siyasal gücü de getirmekte, kapitalistler
ortalama ve asgari iş gücü maliyetlerinin belirlenmesi noktasında kamu güçlerine
baskı yapabilmekte ve işçi maaşlarının belirlenmesinde etkili olabilmektedirler.
İşçiler ise yaşamlarını devam ettirebilmek için bütün bu dayatmalara boyun
eğmek durumunda kalmaktadır. Bir başka ifade ile kapitalist rejimlerde sistem
içerisindeki bütün düşünce ve kurumlar, burjuvazinin proletarya üzerinde kurduğu
bu sömürü düzenini meşrulaştırma gayreti içerisindedir. Bu yapı içerisinde
toplumsal gruplar giderek önemini kaybedecek ve iki sınıftan biri ile
bütünleşecektir. İki büyük sınıf önce ekonomik sonra da siyasal mücadelenin temel
unsurları olarak belirecektir.
Marx’a göre sınıflar arasındaki bu çatışma ve toplum içerisindeki haksızlıklar
arttıkça bir gün sistem bunu taşıyamaz hale gelecek ve devrim gerçekleşerek
sınıfsız topluma ulaşmak mümkün olacaktır. Bu devrimin amacı sanayiyi ortadan
kaldırmak değil, gelirin toplumda eşit dağıtımını sağlamaktır. Bu ise ancak az
sayıdaki insanın sisteme hâkim olmasına sebep olan özel mülkiyetin kaldırılması ile
mümkündür. Özel mülkiyet var olduğu sürece kapitalistler daha fazla kazanç elde
etmek için işçileri sömürmeye devam edecektir.
İleri kapitalist toplumlar bir noktadan sonra fayda ve gereklilik için değil,
sadece kâr elde etmek için üretim yapma noktasına gelecek, bu da bir krize yol

267
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

açarak ekonomik ilerlemeyi durduracaktır. Bu ise işçi sınıfının devrim yapmasını


sağlayacak koşulların oluşmasını hızlandıracaktır. Devrim sonucunda da
kimilerinin “komünist ütopya” olarak nitelendirdiği, insanların ihtiyaçlarına ve
özellik ya da becerilerine göre üretimin yapıldığı bir toplum oluşacaktır.
Marx’ın öngörülerinin gerçekleştiğini söylemek mümkün görünmemektedir.
Her şeyden önce tanımladığı iki sınıflı yapı, orta sınıf gerçeği nedeni ile kuramı
büyük ölçüde zayıflatmıştır. Kapitalist toplumlarda işçi sınıfının yaşam
standartlarında çok önemli gelişmeler yaşandığı açıktır. Artık işçi sınıfının yoğun bir
şekilde sömürüldüğü bir sistem söz konusu değildir. İşçi sınıfının kendi içinde
ayrışarak bir orta sınıfın meydana gelmesi, Marx’ın öngöremediği bir durumdur.
Bu doğrultuda örneğin bir mühendisin üretim sürecindeki rolünü Marx’ın kuramı
ile açıklamak mümkün değildir. Günümüzde insanlar başkaları için olduğu gibi
kendileri için de çalışmakta, kendi açtıkları şirketlerde hizmet vermektedirler.
Ayrıca Marx’ın sınıf anlayışının karmaşık, toplumsal eşitsizlikler hakkındaki
açıklamalarının ise yetersiz olduğu doğrultusunda eleştiriler mevcuttur.

İşlevsel Yaklaşım
Sosyologlar Kingsley Davis ve Wilbert Moore ile özdeşleştirilen işlevsel
yaklaşım Marxist yaklaşımın tersine, tabakalaşmanın toplumların gelişmesine
katkı sağlayacağını iddia etmektedir. Tabakalaşma, toplumun devamını
İşlevsel yaklaşıma göre sağlayabilmek için fonksiyonel ya da işlevsel bir zorunluluktur. Toplum, birbirine
tabakalaşma, toplum bağlı çıkarlar ekseninde birleşmiş, tabakalardan oluşan, önemli mevkilerin vasıflı
için gerekli ve de faydalı ve yetenekli bireyler tarafından işgal edildiği bir sistemdir ve bu sistem içerisinde
bir olgudur.
eşitsizlikler fonksiyonel bir sorun olarak bulunmaktadır.
Tabakalaşma ve eşitsizlikler, yaklaşım bünyesinde toplumun devamına
olumlu etki eden gerçeklerdir. Toplumdaki önemli yerler bilgi, beceri ve yetenek
açısından daha gelişmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır. Toplum içerisindeki her
birey bu tür pozisyonlarda bulunamaz. Toplumun devamı için bireylerin farklı
sosyal konumlarda olması gerekir. En önemli kişiler en iyi yerleri işgal ettiğinden
bireylerin ekonomik kazanımları ve saygınlıkları farklıdır. Her toplumda o
toplumun devamlılığı için yerine getirilmesi gereken görevler vardır. Toplumdaki
önemli pozisyonlar “doğru” insanlar tarafından doldurulmalıdır. Bazı pozisyonların
gerekliliklerinin yerine getirilmesi ise daha kolaydır. Bu pozisyonlar da daha
yeteneksiz kişilere göredir. Bu da bazı insanların diğerlerinden daha fazla
ekonomik ve sosyal kazanımlarının olması anlamına gelmektedir.
Toplumsal ödüllerin önemli pozisyonda bulunanlara daha fazla verilmesi
toplum içerisindeki bireylerin bu pozisyonları elde etmek için mücadele etmesine
yol açmakta, bu ise toplumların en iyi kişiler tarafından yönetilmesine aracı
olmaktadır. Böylece her toplum içerisinde kurumsallaşmış eşitsizlikler mevcuttur
ve toplum içerisinde önemli görevler üstlenen kişiler en iyi biçimde
ödüllendirilmektedir. Bu da tabakalaşmanın toplumsal bir zorunluluk olduğunu
göstermektedir.

268
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

İşlevsel yaklaşıma ilişkin en önemli sorun hangi işlerin daha önemli olduğu
noktasındadır. Bu konuyu gündeme getiren Melvin Tumin, işlevsel önem
kavramını ele alarak hangi işlerin diğerlerinden daha önemli olduğuna kimin karar
vereceği sorusunu sormaktadır. Tumin, bu sorunun cevabının değer yargılarından
uzak ve objektif bir şekilde verilemeyeceğini öne sürmektedir. İşlevsel bakış
açısının belirttiği “sınırlı sayıda yetenekli insan” yaklaşımı da tartışmalıdır. Çağdaş
dünyada yetenekli insanların en azından bir kısmının eğitim, sağlık ve sosyal
yönlerden yetersiz bırakıldığı açıktır.
Toplum içerisinde birtakım insanlar bilgi, beceri, yetenekleri ile rekabet
ederek önemli pozisyonları elde ederken bir kısım insanlar ise aileden gelen sosyal
ve ekonomik mirastan yararlanarak toplum içerisindeki konumunu pekâlâ
yükseltebilmektedir. Bu ise tabakalaşmanın olumsuz birtakım yansımalarının da
söz konusu olduğunu göstermektedir. Toplumda var olan fırsat eşitsizliği,
insanların bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirme imkânlarını daraltmakta, bu da
toplumların yetenekli insanlardan yoksun kalması sonucunu doğurmaktadır.

Max Weber’in Tabakalaşma Kuramı


Weber, toplumsal yapının yalnızca üretim ilişkilerine bakılarak analiz
edilmesine karşı çıkmış ve Marx’ın komünizm ile ilişkili düşüncelerini bir ütopya
olarak nitelendirmiştir. Weber, sınıf olgusunun ortak sınıfsal koşulları paylaşan
herhangi bir topluluğu anlattığını belirterek bunun temelinde ekonomik varlık
Weber’e göre toplum edinebilme olasılığının bulunduğunu dile getirmiştir. Ancak sınıf olgusunu
içerisindeki
belirleyen tek etken ekonomik ilişkiler olmayıp, insanların sahip oldukları güç ve
tabakalaşmanın
ekonomik temellerinin saygınlık da tabakalaşma sisteminde önemli ölçütler konumundadır.
yanı sıra sosyal ve Weber, tam belirgin ve açık olmasa da üç tabakalaşma türünden
siyasal temelleri de bahsetmektedir. Bunlar; ekonomik güç farklılığına dayalı toplumsal sınıflar
mevcuttur.
hiyerarşisi, insanların sahip oldukları statü farklılığı ile ortaya çıkan toplumsal
statüler hiyerarşisi ve insanların toplumsal kurumlardaki bürokratik
pozisyonlarının farklılığı ile ortaya çıkan siyasal güçler hiyerarşisidir. Dolayısıyla bir
bireyin toplumsal tabakalaşma sistemi içerisindeki konumuna karar verirken bu üç
ölçütün bir arada düşünülmesi gerekmektedir. Böyle bir bakış açısı ile örneğin bir
kamyon şoföründen daha az gelire sahip olması olası bir öğretmen sosyal statü ve
güç açısından daha üst noktadadır. Bu yapı içerisinde Weber, Marx’tan farklı
olarak çıkarları birbirine zıt iki sosyal sınıf yerine, çoklu bir sınıf anlayışını
öngörmektedir.
Marx, kapitalizmin özel mülkiyet anlayışına eleştirel vurgu yaparken; Weber
açısından önemli olan toplumun üretebilme kapasitesidir. Kapitalist üretim sistemi
içerisinde farklı üretim koşulları ve işçilerin kazanımları, yeteneklerine göre
farklılaşmıştır. Bu noktada önemli olan bireyin sahip olduğu bilgi, beceri ve
yetenektir. Talebi daha fazla olan nitelikli insanların yaşam standartları da yüksek
olmaktadır.
Kısaca Weber, kapitalist sınıf toplumlarında ekonomik ilişkilerin, eşitsizliğin
temelini oluşturduğunu kabul etmekle birlikte, tek başına ekonomik ilişkilerin bu

269
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

eşitsizliği açıklamada yetersiz olduğunu öne sürmektedir [6]. Toplumsal


tabakalaşma sistemi içerisinde ekonomik ilişkiler yanında, sosyal ve siyasal ilişkiler
ve bunlar neticesinde elde edilen güç de tabakalaşmayı açıklamada önemli
kaynaklardır. Günümüzde de pek çok sosyolog insanların toplumsal pozisyonlarını
Weber’den esinlenerek sosyo-ekonomik statüsü ile değerlendirmektedir. Bu
statüyü belirleyen önemli değişkenler ise gelir, meslek, eğitim, yaşanılan yer gibi
olgulardır.

SOSYAL HAREKETLİLİK (MOBİLİTE)


Hareketlilik ya da mobilite, birey ya da grupların, toplumsal yapı içerisindeki
değerlerle yeri ve değeri belirlenmiş ve birbirine göre gelir ve saygınlık gibi ölçütler
açısından daha yukarıda ya da aşağıda olarak değerlendirilen konumların birinden
diğerine geçme eylemidir [7].
Sosyo-ekonomik gelişmişlik ve teknolojik ilerlemeler arttıkça insanların bilgi,
beceri ve yetenekleri de gelişerek çeşitlenmiş, yeni meslekler ortaya çıkmıştır. Bu
ortam içerisinde pek çok insan çevrede meydana gelen değişikliklere ayak
uydurmak için yeni meslekler edinmiş, yaşadığı yeri değiştirmiş, ekonomik ve
sosyal yönden eskiden olduğundan daha farklı gruplar içerisinde yaşamaya
başlamıştır. İşte toplum içerisinde görülen bu dinamik yapı sosyal hareketlilik ya
da mobilite olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifade ile sosyal hareketlilik
insanların farklı sosyal düzey ya da mevkilerdeki hareketliliğine verilen isimdir.
Sanayi devrimi
sonrasındaki toplumsal Sosyal mobilite, dikey ve yatay olarak ortaya çıkabilir. Yatay hareketlilik
yapıların temel meslekî ve coğrafi açıdan çok önemli bir gelir ve saygınlık farkı içermeyen
özelliklerinden birisi, hareketliliği kapsamaktadır. Örneğin, bir öğretmenin benzer koşullarda bulunduğu
dinamizmdir. yerden farklı bir yerde görev alması bu tür bir hareketliliktir. Dikey hareketlilik ise
bireyin sosyo-ekonomik konumundaki ilerleme ya da gerilemeyi ifade eden bir
kavramdır.
Şayet birey sosyo-ekonomik açıdan önceden bulunduğu konumdan daha
avantajlı bir konuma geçerse yukarı doğru hareketlilik söz konusudur. Bir
kaymakamın vali olarak atanması bu tür bir hareketliliğe örnektir. Şayet bireyin
sosyo-ekonomik konumu gelir ve saygınlık açısından önceden olduğundan daha
olumsuz bir halde ise bu takdirde de aşağı doğru hareketlilik meydana
gelmektedir. İyi bir iş sahibinin iflas etmesi de bu tür bir hareketliliğe örnek olarak
verilebilir. Bunun dışında sosyal hareketlilik kuşak boyu ya da kuşaklar arası
hareketlilik ve zorunlu ya da isteğe bağlı hareketlilik olarak da ayrılabilir. Kuşak
boyu hareketlilik, tek bir bireysel yaşam dönemi içerisinde yaşanan değişim iken,
kuşaklar arası hareketlilik ebeveynlerle çocuklar arasındaki sosyal hareketliliktir.
Fakir bir ailenin çocuğunun okuyarak bir tıp profesörü olması bu tür hareketliliğe
örnek olarak verilebilir. Zorunlu ya da isteğe bağlı hareketlilik ise, sosyal
hareketliliğin ne ölçüde bireysel tercih ve yönelişlerle ortaya çıktığına ilişkin olarak
yapılan bir ayırımdır. Örneğin; yaşı gereği zorunlu bir şekilde emekli olmak
durumundaki bireyin toplum içerisindeki konumunun değişmesi zorunlu
hareketliliğin, evlilik sonucu kazanılacak yeni konumlar ise isteğe bağlı
hareketliliğin örnekleridir.

270
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

Sosyal hareketliliğe ilişkin olarak yapılabilecek başka bir sınıflama da yapısal


ve değiştirilebilir sosyal hareketlilik şeklindedir. Yapısal hareketlilik, toplumun
ekonomik yapısının değişmesi ile birlikte ortaya çıkan sosyal hareketliliği
tanımlamada kullanılırken; değiştirilebilir hareketlilik ise insanların çeşitli
hiyerarşik kademelerdeki yerlerinin değişmesi sonucunda ortaya çıkan hareketliliği
Sosyal sınıflar var ifade etmektedir. Örneğin; iyi bir işe sahip birinin ekonomik kriz döneminde işten
olduğu sürece, fertlerin çıkarılarak taksi şoförlüğü gibi niteliklerinin çok altında bir işe razı olması yapısal
bu sosyal yapılanma hareketliliği anlatırken, düşük bir pozisyonda çalışan birinin yeteneklerini
içerisindeki hareketliliği kanıtlayarak daha üst mevkilere ulaşabilmesi, değiştirilebilir hareketliliği
de kaçınılmaz bir göstermektedir.
olgudur.
Sosyal hareketlilik, sosyal gruplar arasındaki ilişkilerin iç dinamiğini
oluşturan bir kavramdır. Bu hareketlilik açık toplumlarda daha kolay elde edilirken,
kapalı toplumsal yapılarda daha güç elde edilmektedir.
Çağımızın dinamik toplumsal yapıları düşünüldüğünde ise sosyal
hareketliliğin böyle bir yapısal içerikte çok sık karşılaşılan bir durum olduğu açıkça
görünmektedir. Bir başka ifade ile sanayileşme ve şehirleşme ile sosyal hareketlilik
de artmaktadır. Artan farklılaşma ve değişen statü sistemi ile birlikte sosyal
tabakalaşma piramidi de yeni unsurlara sahip olmaya başlamıştır. Şöyle ki sosyal
hareketliliğin az olduğu dönemlerde toplumsal yapılar içerisindeki tabakalar üst,
orta ve alt şeklinde oluşurken, hareketliliğin artışı ile birlikte “alt-orta” ve “üst-
orta” gibi yeni birtakım unsurlar tabakalaşma sistemine dâhil olmaya başlamıştır.
Dolayısıyla sosyal hareketlilik tabakalaşmayı çoğulcu hale getiren bir olgudur.

SOSYAL DEĞİŞME
Sosyal değişme, bir sosyal grup ya da toplumun yapısında, doğasında, sosyal
kurumlarında ve o toplum içerisindeki sosyal ilişkilerde gözlenebilir farklılığa işaret
eden bir kavramdır. Başka bir ifade ile değişme, toplum kültürünün, yapısının ve
toplumsal davranışların zaman içerisinde farklılaşmasıdır. Tarihsel süreç içerisinde
her toplumsal yapı zamanla bir sosyal değişme süreci geçirmiştir. Değişme her
toplumun temel bir özelliğidir ve devamlılık gösteren bir olgudur. Çağdaş
toplumlarda değişme, gündelik bir olgu haline gelmiştir. Sosyal değişmenin
hızındaki bu artış, beraberinde birtakım önemli sorunları da getirebilmektedir.
Bunun önemli bir sebebi değişimin yarattığı belirsizliktir. Değişme sadece geçmiş
zamanda ve bugün yaşanan bir olgu olmayıp, gelecekte de var olacaktır. Bu
Geleneksel toplumlarda
değişme daha yavaş bir değişmenin ne şekilde gerçekleşeceğini tahmin etmek ise son derece güçtür.
şekilde gerçekleşirken, Sosyal değişmeye ilişkin olarak yapılan değerlendirmelerde birtakım
sanayileşmiş toplumsal varsayımlar dile getirilmektedir. Buna göre sosyal değişmenin önüne geçilemez
yapılar içerisindeki
doğal bir nitelik taşıdığı, gerekli ve sürekli olduğu ve benzerlikler gösterdiği
sosyal değişme, önceki
tarihsel dönemlere şeklinde varsayımlar mevcuttur.
kıyasla çok daha Sosyal değişme sürecine etki eden pek çok faktör söz konusudur ve değişme
fazladır.
bu faktörlerin karmaşık bir çerçeve içerisinde karşılıklı etkileşimi ile
tabakalaşma
gerçekleşmektedir. Ekonomik, teknolojik, siyasal vb. faktörlere bağlı olarak
meydana gelen değişmenin nedenini ya da buna yol açan faktörleri tam olarak

271
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

tespit etmek mümkün olmasa da sosyoloji bilim dalı içerisinde bu doğrultuda


aydınlatıcı pek çok çaba söz konusudur. Örneğin; Giddens, sosyal değişme sürecini
sürekli bir şekilde etkileyen faktörleri Şekil 13.3’te gösterildiği gibi; fiziksel çevre,
politik örgütlenme ve kültürel etkenler olarak ifade etmektedir [8].

Sosyal Değişmeyi
Etkileyen Faktörler

Fiziksel Çevre Politik Kültürel


Örgütlenme Etkenler

Şekil 13.3.Sosyal Değişmeye Etki Eden Faktörler

Fiziksel Çevre
Toplumun içinde yaşadığı fiziksel çevreye ilişkin koşullar, toplumsal
değişmeyi önemli ölçüde etkilemektedir. Özellikle iklim koşulları, doğal çevresel
koşullardaki deprem, su baskını, salgın hastalık gibi olaylar çevre ile topluluk
arasındaki ilişkileri değiştirmektedir. İçinde yaşanılan çevresel koşullara uyum
sağlamakla toplumsal gelişme ve değişme arasındaki ilişki göz ardı edilemez.
Toplumun yaşadığı bölgedeki tüm yer üstü ve yer altı kaynaklarının toplum
tarafından ne ölçüde verimli ve etkin olarak kullanıldığı sosyal değişmenin yönü
konusunda da fikir verir. Bu kaynakların kötü kullanımı doğanın dengesini bozarak
insanların sosyal yaşamlarında da olumsuz birtakım değişmelere sebep
olmaktadır. Bu noktada fiziksel çevrenin bir unsuru olarak toplumun bilimsel ve
teknolojik altyapısı da sosyal değişmeyi etkileyen önemli bir faktör olarak ifade
edilmelidir. Makineleşme, ulaşım ve iletişim teknolojisindeki yenilikler insan ve
Bugün tüm dünyada toplumların yaşamını değiştirebilmektedir. Teknoloji bir noktada insanın doğal
çevresel konular çevresel koşulları denetimi altına almasını sağlamaktadır. Mevcut teknolojik
üzerindeki hassasiyet, yapıdaki değişmeler, hem toplumsal yapıyı hem de bu yapı içerisindeki ilişkilerle
çevrenin insanın soysal bu ilişkilere yön veren değer sistemlerini değiştirmektedir. Örneğin, çağdaş
yaşamı ve bu
dünyadaki ağır ve kuşatıcı çalışma koşulları aile ilişkilerini olumsuz etkilemiş ve
yaşamdaki değişme
üzerindeki etkisinin en boşanma oranlarını arttırmıştır.
önemli kanıtlarındandır. Politik Örgütlenme
Farklı amaçlar ve anlayışlar çerçevesinde toplumda ortaya çıkan politik
örgütlenmeler, birbirlerini etkiler ve bunların amaçlarına ulaşma yolunda verdikleri

272
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

mücadele de sosyal değişmeyi hızlandıran birtakım sonuçlar doğurur. Gelişmemiş


toplumsal yapılarda politik örgütlenme derecesi düşük olduğu için sosyal
değişmeye yönelik bu yöndeki etki de en alt seviyede olmuştur. Ancak zamanla
gelişen politik örgütler ve bu örgütlerdeki aktörler (örneğin; lordlar, krallar ve de
hükümetler) o toplumdaki değişmenin gidişatını da belirleme gücüne sahip
Toplum içerisinde
olmuşlardır.
politik örgütlenme
güçlendikçe toplumsal Aynı doğrultuda politik örgütlenme türü olarak askerî güç, çok sayıda
değişme de sıkça devletin kurulmasında ve başkalarının yıkılmasında temel bir rol oynamıştır. Askerî
karşılaşılan bir olgu güç birtakım devletlerin yaşamasını ve yayılmasını etkilemiştir. Aynı politik
haline gelmektedir.
örgütlenmeler, aynı yönetim biçimini ve buna paralel, birbirine yakın sosyal
değişmeleri ortaya çıkarmıştır.

Kültürel Etkenler
Toplumdaki bireylerin tutum ve davranışları, düşüncelerinde meydana
gelen farklılaşmalar sosyal değişmeyi etkileyen önemli bir faktördür. Kültür etkisi,
sosyal ilişkiler ağı içerisindeki liderlik, iletişim sistemleri ve din olgusunun etkilerini
de kapsayan bir mahiyettedir. Bu doğrultuda kültür bazen değişmenin önünde
engelleyici bir unsur olarak belirirken kimi zaman da bu değişmeyi arttırıcı bir öğe
olarak yer almıştır. Örneğin, bazı dinî inanç türleri ve uygulamaları geleneksel
değerlere tutucu bir nitelikte vurgu yaptığı için sosyal değişme üzerinde frenleyici
etki ortaya koyabilirler. Ancak bazen de dinî inançlar sosyal değişme için gerekli
olan baskıları harekete geçirici bir rol oynayabilmektedir. Bu noktada özellikle
kültür içerisindeki iletişim sistemleri sosyal değişmeyi etkilemede ön plandaki bir
unsur olarak gözükmektedir.
Hem bireysel iletişim hem de toplumsal iletişim, sosyal değişmeyi
açıklamada anahtar niteliğinde bir role sahiptir. İletişim düzeninin benimsediği
doğrular ve yanlışlar, sosyal değişmeyi olumlu ya da olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu bağlamda toplum içerisindeki iletişim sistemini etkili bir araç olarak kullanma
becerisine sahip liderleri de kültürel etkenlere dâhil etmek mümkündür. Liderlerin
iletişim yapısını akılcı bir biçimde kullanması tarih boyunca sosyal değişmeyi
hızlandırıcı bir etki ortaya koymuştur.
Bireysel Etkinlik

• Teknoloji kullanımı ile sosyal değişme arasındaki ilişkiyi


belirlemeye çalışın. Özellikle iletişim teknolojilerinin sosyal
değişme üzerinde hızlandırıcı rolü üzerinde ne
düşünüyorsunuz?

273
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

• Tabakalaşma genel anlamda belli bir toplumu meydana getiren bireylerin


hiyerarşik olarak sıralanmasını ifade eden bir kavramdır. Toplumsal yapı
içerisinde birtakım grupların “ayrıcalıklı” insan konumunda olmasına neden
Özet
olan tabakalaşmanın yol açtığı belli başlı üstünlükler; yaşam şansları, sosyal
statü ve siyasal etki olarak sıralanabilir. Sosyal farklılaşma ise belirli bir
toplumsal yapı içerisinde mevcut olan ve karşılıklı sosyal etkileşim
sürecinden kaynaklanan, bireyler, gruplar ve kurumlar arasındaki her türlü
farklılığı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Bu farklılaşma; geleneksel,
kurumsallaşmış, fonksiyonel ya da rekabetçi farklılaşma gibi değişik
şekillerde ortaya çıkabilmektedir.
•Toplum içerisinde birtakım grupların ayrıcalıklara sahip olmasını sağlayan
sosyal tabakalaşma sonucunda, söz konusu toplumun bireyleri arasında bir
sosyal mesafe oluşmaktadır. Maddi ve objektif bir farklılık içeren fiziksel
mesafeden farklı olarak sosyal mesafe, sosyal tabakalar arasındaki sosyal
farklılığı ve uzaklığı anlatmaktadır.
•Tabakalaşma kimi toplumsal yapılarda keskin, belirgin ve değişime kapalı
iken kimilerinde ise bireylerin hareketliliğine izin veren bir tabakalaşma
mevcuttur. Tabakalaşma çeşitlerine ilişkin farklı sınıflamalar mevcut olmakla
birlikte bunların başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz: Kast sistemi, kölelik,
zümre ve sınıf sistemi.Kast sisteminde birey statüsünü doğuştan kazanmakta
ve aynı statüyü hayatı boyunca devam ettirmektedir.Eşitsizliğin en aşırı bir
biçimi olan kölelik, en katı yasal katmanları olan tabakalaşma
şeklidir.Zümreler, derebeylik olarak da adlandırılabilecek feodal sistem
içerisindeki sosyal tabakalaşmayı ifade etmektedir. Sınıf sisteminin ise temel
ölçütü ekonomik ilişkilerdir.
•Sosyal tabakalaşmaya ilişkin belli başlı teori ya da kuramları üç ana başlık
altında toplamak mümkündür. Bunlar; Karl Marx’ın tabakalaşma kuramı,
işlevsel yaklaşım ve Max Weber’in kuramı şeklinde ifade edilebilir.Marx,
ekonomik kazanımların sosyal olarak da düzenlendiğini ve siyasal güç ve
sosyal saygınlık şeklinde sınıfların yapısını belirlediğini ifade etmektedir.
İşlevsel yaklaşım Marxist yaklaşımın tersine, tabakalaşmanın toplumların
gelişmesine katkı sağlayacağını iddia etmektedir.Weber, toplumsal yapının
yalnızca üretim ilişkilerine bakılarak analiz edilmesine karşı çıkmış ve Marx’ın
komünizm ile ilişkili düşüncelerini bir ütopya olarak nitelendirmiştir.
•Hareketlilik ya da mobilite, birey ya da grupların, toplumsal yapı içerisindeki
değerlerle yeri ve değeri belirlenmiş ve birbirine göre gelir ve saygınlık gibi
ölçütler açısından daha yukarıda ya da aşağıda olarak değerlendirilen
konumların birinden diğerine geçme eylemidir. Bir başka ifade ile sosyal
hareketlilik insanların farklı sosyal düzey ya da mevkilerdeki hareketliliğine
verilen isimdir. Sosyal mobilite, dikey ve yatay, kuşak boyu ve kuşaklararası,
zorunlu ve isteğe bağlı, yapısal ve değiştirilebilir gibi farklı şekillerde
sınıflandırılıp açıklanmaktadır.
•Sosyal değişme, bir sosyal grup ya da toplumun yapısında, doğasında, sosyal
kurumlarında ve o toplum içerisindeki sosyal ilişkilerde gözlenebilir farklılığa
işaret eden bir kavramdır. Sosyal değişme; önüne geçilemez doğal bir nitelik
taşımakta, gereklilik ve süreklilik taşımakta ve benzerlikler göstermektedir.
Ekonomik, teknolojik, siyasal vb. faktörlere bağlı olarak meydana gelen
değişmenin nedenini ya da buna yol açan faktörleri tam olarak tespit etmek
mümkün olmasa da sosyal değişme sürecini sürekli bir şekilde etkileyen
faktörleri; fiziksel çevre, politik örgütlenme ve kültürel etkenler olarak ifade
etmek mümkündür.

274
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Sosyal farklılaşma türleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Geleneksel farklılaşma
b) Kurumsallaşmış farklılaşma
c) Fonksiyonel farklılaşma
d) Gönüllü farklılaşma
e) Rekabetçi farklılaşma

2. Tabakalaşma sistemlerinin hangisinde eşitsizlikler en uç noktadadır?


a) Kast sistemi
b) Kölelik
c) Zümre
d) Sınıf
e) Feodal sistem

3. Sosyal sınıf olgusunu belirleyen faktörler arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Etnik köken
b) Gelir seviyesi
c) Yaşam tarzı
d) Eğitim seviyesi
e) Sınıf bilinci

4. Tarihsel süreci sınıflar arası bir mücadele olarak değerlendirerek toplumsal


sınıfların bu mücadelede en belirgin role sahip aktörler olduğunu belirten
araştırmacı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Giddens
b) Weber
c) Marx
d) Davis
e) Moore

5. Meslekî ve coğrafi açıdan çok önemli bir gelir ve saygınlık farkı içermeyen
hareketlilik aşağıdakilerden hangisidir?
a) Yapısal hareketlilik
b) Değiştirilebilir hareketlilik
c) Zorunlu hareketlilik
d) Dikey hareketlilik
e) Yatay haraketlilik

275
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

6. Ayrıcalıklı grupların, toplumsal yapı içerisinde daha üst noktada bir


konumda bulunmaları aşağıdakilerden hangisine ilişkin üstünlüğü
belirtmektedir?
a) Yaşam şansları
b) Sosyal statü
c) Siyasal etki
d) Ekonomik güç
e) Politik güç

7. Bireylerin sahip oldukları farklı yetenek tür ve düzeylerinin sonucu olarak


ortaya çıkan farklılaşma aşağıdakilerden hangisidir?
a) Geleneksel farklılaşma
b) Kurumsallaşmış farklılaşma
c) Fonksiyonel farklılaşma
d) Gönüllü farklılaşma
e) Rekabetçi farklılaşma

8. Tabakalaşma türlerinden hangisi endüstriyel toplumlarda görülen bir


tabakalaşma şeklidir?
a) Kast sistemi
b) Kölelik
c) Zümre
d) Sınıf
e) Feodal sistem

9. Sosyal sınıfların psikolojik yönü ile ilgili bir kavram aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Etnik köken
b) Gelir seviyesi
c) Yaşam tarzı
d) Eğitim seviyesi
e) Sınıf bilinci

10. Kapitalist sınıf toplumlarında ekonomik ilişkilerin, eşitsizliğin temelini


oluşturduğunu kabul etmekle birlikte, tek başına ekonomik ilişkilerin bu
eşitsizliği açıklamada yetersiz olduğunu öne süren aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Weber
b) Marx
c) Davis
d) Moore
e) Gİddens
Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.a, 4.c, 5.e, 6.b, 7.c, 8.d, 9.e, 10.a

276
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Sosyal Tabakalaşma ve Sosyal Değişme

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Thye, S.R., Lawler, E.J., Yoon, J. (2008). “Social Exchange and the Maintanence
of Order in Status-Stratified Systems”, Social Structure and Emotion, ss.37-
63.
[2] Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri. İstanbul:Beta
[3] Bahar, H.İ. (2009). Sosyoloji. Ankara: USAK Yayınları.
[4] Özkalp, E. (2008). “Toplumsal Tabakalaşma ve Değişme”, Enver Özkalp (Ed.).
Davranış Bilimlerine Giriş. (ss.127-156). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
[5] Bell, W. (1991). “Values and the Future in Marx and Marxism”, Futures, 23/2,
ss.146-162
[6] Aron, R. (2014). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Korkmaz Alemdar
(Çev.).Kırmızı Yayınları.
[7] Eserpek, A. (1976). “Sosyal Mobilite ve Eğitim”. Ankara Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Fakültesi Dergisi, 9/1, ss.389-401.
[8] Giddens A. (2001). Sociology. Oxford: Blackwell Publishing.

277
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
STRES VE STRESİN YÖNETİMİ

• Stres Kavramı
İÇİNDEKİLER

• Stres Türleri
• Stresin Nedenleri DAVRANIŞ BİLİMLERİ
• Stresin Etkileri
• Stres Yönetimi

Prof. Dr.

Ömer Faruk İŞCAN

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Stres kavramını açıklayabilecek,
HEDEFLER

• Stres türlerini anlayabilecek,


• Stresin nedenlerini bilebilecek,
• Stresin etkilerini
değerlendirebilecek,
• Stres yönetimi konusunu izah
edebileceksiniz.

ÜNİTE

14
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Stres ve Stresin Yönetimi

Stres
Stres
Yönetimi
Strese Dört Farklı Bakış Açısı
Fizyolojik Yaklaşım Bireysel Stres Yönetimi
Bilişsel Değerlendirme Yaklaşımı
Birey-Çevre Uyumu Yaklaşımı
Psikoanalitik Yaklaşım
Örgütsel Stres Yönetimi
Stres Türleri
Olumlu Stres
Olumsuz Stres
Sosyo-Kültürel Stres
Yönetimi

Stresin Nedenleri
Bireysel Nedenler
Çevresel Nedenler

Stresin Etkileri
Fizyolojik Etkiler
Psikolojik Etkiler

279
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Stres ve Stresin Yönetimi

GİRİŞ
İçinde bulunduğumuz çağ, büyük değişim ve de dönüşümlerle özdeşleşen
bir çağdır. Böyle bir çağdaki değişim hızını anlatmak için türbülans (çalkantı)
kelimesi kullanılmaktadır. Uçak yolculuğu deneyimi olan pek çok insanın birkaç
saniyeliğine yaşadığı bu çalkantının bugünün dünyasında sürekli yaşanan bir
çevresel oluşum olduğu kabul edilmektedir. Gerçekten de son elli yılda dünyada
meydana gelen teknolojik ilerlemeler, bireylerin ve toplumların yaşamlarında
köklü bir değişim meydana getirmiş; çok hızlı meydana gelen bu değişime uyum
sağlamak zorlaşmıştır. Değişime uyum sağlamanın zorlaşması ise bireylerin sosyal
yaşam içerisinde yoğun bir şekilde stres yaşamalarına sebep olmuştur.
Stres kimi zaman modern zamanların “kara bela”sı olarak
adlandırılmaktadır. Bundan yaklaşık 30 yıl önce Türkiye’de yayın yapan tek bir TV
kanalı mevcutken, bugün yayında olan kanal sayısı binlerle ifade edilmektedir.
Eskiden pek çok ürün için bireyler son derece sınırlı bir ürün aralığında tercihte
bulunup satın alma davranışı sergilerken, bugün her bir ürün için son derece geniş
bir seçim aralığı mevcuttur. Modern hayat şehirleşmeyi de beraberinde
getirdiğinden büyük yerleşim yerlerinde yaşayan nüfus oranı hızla artmış; bu da
sosyal yaşam içerisindeki trafik, güvenlik vb. sorunların artmasına yol açmıştır.
Sosyal yaşam içerisinde Modern yaşam ise bütün bu olgularda köklü değişimler meydana getirmiş, bu da
meydana gelen hızlı bireylerin değişime uyum sağlama yetenekleri sınırlı olduğundan, yaşamın
değişim, bireylerin kendisini bir noktada stres kaynağı haline dönüştürmüştür.
yaşamlarında
belirsizlikleri STRES KAVRAMI
arttırmakta, bu da stres
seviyelerinin Stres kelimesi, kelimeyi kullanan kişi sayısı kadar farklı anlamlara sahip
yükselmesine yol olacak derecede belirsiz bir içerikte kullanılan bir terimdir. Günlük yaşam
açmaktadır. içerisindeki kullanımıyla stres genellikle hoşa gitmeyen herhangi bir olay, duygu ve
durumu çağrıştırmaktadır. Bu bağlamda çok önemli gördüğü bir sınavdan
beklediği notu alamayan bir öğrenci, bir randevuya yetişmeye çalıştığı sırada
trafiğe takılıp kalan bir birey ya da sevdiği bir yakını hasta olan biri, içinde
bulunduğu sıkıntılı durumu ifade etmede çoğunlukla stres kelimesini
kullanmaktadır. Fiil olarak stres kelimesi baskı yapmak, bastırmak, önem vermek,
yüklemek, zorlamak; isim olarak ise baskı, gerilim, güç, kuvvet, önem, şiddet,
vurgu ve yük gibi anlamlara sahiptir.
Davranış bilimleri bakış açısı ile stres, bireyin kendisi üzerinde aşırı ölçüde
psikolojik ya da fiziksel talepler oluşturan herhangi bir uyarıcıya karşı sergilediği
uyumcul tepki olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle stres, bireyin kendi huzur ve
mutluluğu için tehlike olarak algıladığı uyarıcılara karşı gösterdiği fiziksel ve
duygusal tepkidir [1, 2]. Bu noktada stres etkeni, bireyden aşırı ölçüde talep içeren
psikolojik ya da fiziksel herhangi bir faktör olmaktadır. Böylece stres, bireyden
istenen ya da beklenenlerle bireyin bunlara uyum sağlama becerisi arasındaki
farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu noktada önemli bir konu, bireyin kendi
üzerindeki talep ya da beklentileri “aşırı” olarak görmesi gerekliliğidir. Bu durum
farklı insanların farklı durumlarda stres yaşamasının en temel sebeplerindendir.

280
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Stres ve Stresin Yönetimi

Örneğin; bazı bireyler gürültülü ortamlarda belli bir konuya odaklanmakta sıkıntı
yaşarken, bazı insanlar açısından bu durum böyle bir olumsuz etki
yaratmamaktadır.
Stresi tanımlamada dört farklı bakış açısının mevcut olduğu söylenebilir.
Şekil 14.1’de gösterilen bu yaklaşımlar; fizyolojik yaklaşım, bilişsel değerlendirme
yaklaşımı, birey-çevre uyumu yaklaşımı ve psikoanalitik yaklaşımdır [3].

Strese Dört Farklı


Bakış Açısı

Fizyolojik Bilişsel Birey-Çevre Psikoanalitik


Yaklaşım Değerlendirme Uyumu Yaklaşım
Yaklaşımı Yaklaşımı

Şekil 14.1.Strese Dört farklı Bakış Açısı

Fizyolojik Yaklaşım
Stres terimini kullanan ilk bilim adamı olan Walter Cannon, olguyu insan
organizmasının kendisini koruyup kollaması ve varlığını sürdürmesi yönünde
Fizyolojik yaklaşım stres dengeyi koruma çabası açısından değerlendirmiştir. Bir başka deyişle bu bakış açısı
olgusunu, organizmanın ile stres, organizmanın reaksiyon sistemi, denge ve dayanıklılığını sağlayan
bozulan fizyolojik
fizyolojik mekanizmalar olarak değerlendirilmektedir. Organizmanın dayanma
dengesini koruma
çabası olarak gücü, kendiliğinden ve canlının iradesi dışında harekete geçmektedir. Nasıl ki bir
değerlendirmektedir. termostat, mevcut ısı belli bir seviyenin çok altına indiğinde ya da çok üstüne
çıktığında devreye girerek sıcaklığı ayarlamaya yarıyorsa aynı şekilde bireyler de
dış ortamın değişen şartlarına karşı, kendi iç ortamlarını belirli sınırlar içerisinde
sabit tutmaya çalışmaktadırlar.
Cannon, bireyin stres tepkisinin “savaşma” ya da “kaçma” şeklinde ortaya
çıktığını belirtmektedir. Stres, çevresel bir talep ya da beklentinin kişinin doğal
dengeli durumunu bozduğunda ortaya çıkmaktadır. Cannon, insan vücudunun bu
dengeyi yeniden oluşturmak için doğal denge mekanizmalarına sahip olduğunu
ifade etmektedir. Cannon özellikle vücut organlarının kendiliğinden harekete
geçen faaliyetlerini düzenleyen otonom sinir sisteminin “savunma organı” rolü
üzerinde durmuştur. Böylelikle insan vücudunda dengeyi sağlamak için aktif
davranışlar ve fizyolojik değişimler meydana gelmektedir.

Bilişsel Değerlendirme Yaklaşımı


Richard Lazarus’un ortaya koyduğu bu yaklaşım ise daha çok stresin
psikolojik yönü üzerinde durmaktadır. Birey açısından fizyolojik denge kadar
önemli başka bir olgu da psikolojik dengedir. Stresi, birey ile içinde yaşadığı ortam
arasındaki karşılıklı ilişkinin organizmada yarattığı tepki olarak tanımlayan Lazarus,

281
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Stres ve Stresin Yönetimi

bu tepkinin fiziksel unsurlarındansa bilişsel ve psikolojik yönlerine vurgu yapmıştır.


Bu doğrultuda Lazarus, kişileri ya da olayları stres etkeni olarak sınıflandırmada
bireyin bilişsel değerlendirme sürecinin altını çizmektedir.
Bireyler arasında diğerlerini ve olayları değerlendirmede farklılıklar
olduğundan, bir kişi için stresli olabilecek bir durum pekâlâ başka biri için stressiz
bir durum olabilecektir. Neyin stresli olduğunu belirlemede algı ve bilişsel
değerlendirme süreci büyük önem kazanmaktadır.
Lazarus, insanların psikolojik dengesinin bozulmasında, stres kaynağının
Bilişsel değerlendirme
yaklaşımı organizmanın zararlı olup olmadığını belirleyen süreçlerden, birey çevre ilişkisindeki genel
strese tepkisinde inançlar ile eğitim ve bilgi seviyesi gibi psikolojik etkenlerden söz etmektedir. Bir
fiziksel unsurlardan çok başka deyişle bireylerin koşullara ilişkin zihinsel değerlendirme ve yorumlamaları
bilişsel ve psikolojik strese neden olmaktadır. Bunun yanı sıra Lazarus, stresin oluşumunda gerilime yol
yönlere vurgu açan durumsal şartların ve gerilim etkenlerinin ortaklaşa etkileşiminden söz
yapmaktadır. ederken, esasında tutumların tutarsızlığı ve dengesizliği konusuna bir başka açıdan
yaklaşmış olmaktadır. Lazarus bu noktada bireyler arasındaki farklılıkları sürekli bir
şekilde ön plana çıkarma düşüncesindedir.

Birey-Çevre Uyumu Yaklaşımı


Robert Kahn ile özdeşleştirilen bu yaklaşım ise stresin sosyal, psikolojik yönü
üzerinde durmaktadır. Bu bakış açısı ile önemli olan, bireyin belirli bir sosyal rolde
algıladığı beklentilerin ne ölçüde karmaşık ve çatışan mahiyette olduğudur. Ayrıca
yaklaşım bireyin çevreye uyum sağlama özelliğini de olguya dâhil etmektedir. Bu
Birey-çevre uyum noktadan hareketle kişi-çevre uyumunun sorunsuz bir şekilde gerçekleşebilmesi
yaklaşımı ise strese
için bireyin beceri ve yetenekleri ile açık bir şekilde tanımlanmış, tutarlılık gösteren
ilişkin olarak bireyin
çevreye uyum sağlama sosyal rol talepleri arasında uyum olmalıdır. Başka bir ifade ile stres, kişinin beceri
özelliğine dikkat ve yetenekleri ile sosyal rol beklentileri arasında uyumsuzluk olduğunda ortaya
çekmektedir. çıkmaktadır. Böyle bir durumda sosyal rol beklentileri bireyce karmaşık ya da
çelişkili olarak değerlendirilmekte, bu da strese yol açmaktadır. Bu stres
sonucunda da birey gerilmekte ve depresyon gibi olumsuz durumları
yaşayabilmektedir.

Psikoanalitik Yaklaşım
Bu bakış açısı ile stres olgusuna Freud’un psikoanalitik kuramına göre
yaklaşılmaktadır. Harry Levinson, kişiliğin iki unsurunun etkileşiminin strese yol
açtığını düşünmektedir. Bu unsurların birincisi kişinin olmak ya da ulaşmak istediği
olumlu şeylerin toplamını betimleyen ego idealidir. Ego ideali, psikoanalitik
kuramda egonun içe yansıtılan, benimsenen ebeveyn hedefleriyle, değerleriyle ve
ahlak kurallarıyla özdeşleşen kısmıdır.
Psikoanalitik yaklaşıma
göre ego ideali ile öz Ego ideali kişinin olmak istediği bir model işlevine sahiptir. Kişiliğin ikinci
imaj arasındaki unsuru ise öz imajdır. Bu ise kişinin kendisi hakkında hissettiklerinin ve
tutarsızlık arttıkça düşündüklerinin toplamıdır. Bir başka tanımla öz imaj, kişinin kendine ve ne
bireyin yaşadığı stres de olduğuna ilişkin imajıdır. İşte stres kişiliğin bu iki unsuru arasındaki tutarsızlık ya da
artmaktadır.
uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Genel anlamda değerlendirilecek olursa

282
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Stres ve Stresin Yönetimi

psikoanalitik kuram, bireydeki stresin sebepleri olarak bilinçdışı kişilik faktörlerini


anlamamıza katkı sağlamaktadır.

STRES TÜRLERİ
Stres genellikle olumsuz sonuçlara yol açan ve bu nedenle de kaçınılması
gereken bir olgu olarak değerlendirilse de stresin her zaman olumsuz bir durum
ifade etmediği bilinmelidir [4]. Stresli durumlarda bireylerde ortaya çıkan gerilim
ve gerginliğin onları daha azimli ve üretken hale getirdiği ifade edilebilir. Bireydeki
bu gerilim, koşulların hem bedeni zorlaması hem de zihinsel zorlamalara kadar
varması, bireyleri ileriye götürücü bir nitelik taşımaktadır. Bu görüşler
doğrultusunda stresin farklı etkilerini göz önüne alarak strese ilişkin, olumlu ve
olumsuz stres şeklinde bir sınıflama yapmak mümkündür.

Olumlu Stres
Olumlu stres, olumlu sonuçlar ortaya çıkaran strestir. Bir başka ifade ile
olumlu stres, amaca ulaşırken bireyi kaygı yerine yaratıcılığını kullanmaya
yönelten, kişiye tatmin ve yaşama sevinci veren strestir. Stresle ilgili olarak
gerçekleştirilen çalışmalar, stres olgusu ile başarı ya da performans arasındaki ilişki
eğrisinin tersine dönmüş U eğrisi şeklinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka
deyişle, düşük ve yüksek stres, olumsuz performans ve sonuçlara; optimum stres
ise yüksek performansa ve olumlu sonuçlara neden olmaktadır.

Olumsuz Stres
Olumsuz stres ise olumsuz sonuçlar yaratır. Olumsuz stres bireyin kendisine
olan güvenini kaybetmesine neden olan, bireye yetersizlik duygusu yaşatan,
çaresizlik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaratan strestir. Olumsuz stres hem birey
hem de içinde bulunduğu sosyal çevre açısından önemli bir sorundur. Aşırı
derecedeki stres bireyin beden ve zihin sistemine yoğun bir şekilde yüklenmekte
ve beyin ve zihin fonksiyonlarına zarar vermektedir. Olumsuz stres bilinç alanını
daraltmakta, algılamayı zorlaştırmakta, karar vermeyi güçleştirmektedir.
Bireylerin yaşadığı olumlu ve olumsuz stres arasındaki ilişki keman teli
örneğinden hareketle açıklanabilir. Çok gevşek bir keman teli ile tek bir nota bile
Stres olumsuz sonuçlar çalmak mümkün değilken, çok gergin bir telin de kopma ihtimali yüksektir.
ortaya çıkarabileceği Dolayısıyla ancak doğru oranda gerilmiş bir tel ile güzel bir melodi elde etmek
gibi olumlu sonuçlar da
mümkündür. Aynı denge stres için de geçerlidir. Şekil 14.2.’de belirtilen bu denge
verebilmektedir.
noktası üst düzey performans için gerekli olan stres seviyesini ifade etmektedir
[5]:

283
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Stres ve Stresin Yönetimi

Optimum Stres

Başarı

Düşük Stres Yüksek

Şekil 14.2.Olumlu ve Olumsuz Stres


Kaynak: Eren,2012:288

STRESİN NEDENLERİ
Sosyal yaşam içerisinde stres doğuran pek çok faktör vardır. Tanımı gereği,
bireyin fizyolojik ve psikolojik dengesini bozan her etken bit stres sebebidir. Stres
insan hayatının başlangıcından sonuna kadar hayatın farklı alanlarındaki
birikimlerin sonucu olarak ortaya çıkmakta ve bu birikimler bireylerin fizyolojik ve
psikolojik süreçlerinde uyumsuzluk ve rahatsızlıklara yol açmaktadır.
Bireyin yaşamındaki potansiyel stres kaynakları iki ana grupta toplanabilir:
 Kişisel özellikler, güçlü ve zayıf yönler, kişisel durum ve olaylar içeren
bireysel nedenler.
 Teknik, sosyal, siyasal ve ekonomik değişiklikleri ve iş gücü içerisinde yer
alan bireyler için örgütsel nitelikleri ve koşulları, meslekî talepleri ve rol
karakteristiklerini (örgütsel nedenler) içeren çevresel nedenler.

İnsan, çevreden soyutlanmış bir varlık olmadığı için stresi oluşturan tek
sebep bireysel nedenler değildir. Bu doğrultuda stres önemli ölçüde örgütsel ve
genel çevreden de kaynaklanmaktadır. Bireysel sebepler de buna dâhil edildiğinde
bu ana stres kaynaklarının bireylerin yaşamında farklı seviyelerde strese yol
açtığını ifade edebiliriz. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bireyin ne
Birey bir stres kadar süre ile stres kaynağına maruz kaldığının stresin doğasını anlamada son
kaynağına kısa süre derece önemli olduğudur.
maruz bırakıldığında
farklı, uzun bir zaman Hem bireyin içinde bulunduğu çevre pek çok stres nedeni içerdiğinde hem
zarfında maruz de kendi içinde stres kaynakları olduğunda stres seviyesinin artacağı belirtilebilir.
bırakıldığında ise farklı Ayrıca stres seviyesi bireysel ve çevresel nedenlerin etkileşim derecesi ile de
etkiler ortaya yakından ilgilidir.
çıkmaktadır.

284
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Stres ve Stresin Yönetimi

Bireysel Nedenler
Kişiler arası farklılıklar, stresin her bireyde aynı şekilde ortaya çıkmasına
engel olmaktadır. Bireysel özelliklere bağlı olarak bazı bireyler daha çabuk ve daha
yoğun stres yaşarken, diğerleri ise stresin yol açtığı sorunların üstesinden gelmede
daha başarılıdır. Şekil 14.3’te gösterilen bu bireysel nedenleri dört temel başlık
halinde özetleyebiliriz. Bunlar; A tipi kişilik, kontrol odağı, motivasyon etkileri ve
duygusal sebepler.

Strese Yol Açan


Bireysel Nedenler

A Tipi Kontrol Motivasyon Duygusal


Kişilik Odağı Etkileri Sebepler

Şekil 14.3.Strese Yol Açan Bireysel Nedenler

A tipi kişilik
Bireylerin fizyolojik ve psikolojik dengelerinin bozulmasında strese yatkınlık
şeklinde ortaya çıkan bazı kişilik özelliklerini öncelikle ele almak gereklidir. Bu
doğrultuda bir kısım kişilik tipleri, diğer stres sebepleriyle birlikte önemli sorunlar
ortaya çıkarabilirler. İşte strese yatkınlık şeklindeki kişilik özeliklerinin toplamına A
tipi kişilik adı verilmektedir. Meyer Friedman ve Rosenman tarafından
gerçekleştirilen çalışmalarla modellenen A tipi kişilik özelliklerine sahip olan
bireyler; idealist, dinamik, hareketli, rekabetçi, mücadeleci ve mükemmeliyetçi,
A tipi kişiliğe sahip kaybetmeye tahammülsüz, öfkeli ve saldırgan, eleştirmekten kaçınmayan,
bireyler B tipi kişiliğe başarıya ulaşmaya her şeyden fazla değer veren kişilerdir. Bu özellikler A tipi
sahip bireylere kıyasla kişiliğe sahip bireylerin daha yoğun stres yaşamasına sebep olmaktadır.
daha yoğun stres
Her şeyle sürekli bir mücadele halinde olan A tipi kişiliğe sahip bireylerin
yaşamaktadır.
dışında ise bir de sakin, uzlaşmacı, sabırlı ve temkinli B tipi kişilik özellikleri vardır.
Katı kurallardan arınmış ve esnek yapıdaki bu kişiler kolay sinirlenmez ve tedirgin
olmazlar. Kendilerine ve diğerlerine karşı hoşgörülüdürler ve hatayı affedicidirler.
Bu tür kişilik özelliklerine sahip bireyler, stresi daha az hissederler.

Kontrol odağı
Kontrol odağı, bireylerin kendilerini etkileyen olayları kontrol
edebileceklerine olan inançlarının sınırını temsil eder. İçsel kontrol odağına sahip
bireyler, olayların temelde kişinin kendi davranış ve eylemlerinin sonucu olduğuna
inanırken; dışsal kontrol odağına sahip bireyler, gerçekleşen olayların büyük bir
bölümünün kontrol edilemeyeceğine ve dış güçler tarafından belirleneceğine

285
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Stres ve Stresin Yönetimi

inanırlar. İçsel kontrol odağına sahip bireylerin kontrol duygusu yüksek iken, dışsal
kontrol odağına sahip olanlar ise davranışları ile başlarına gelen olaylar arasında
ilişki kurmazlar. Dışsal kontrol odağına sahip bireyler olayları açıklamada şans,
kader ve kısmet gibi kavramları sıkça kullanırlar [6].
İçsel kontrol odağına sahip bireyler olumsuz etkilere daha fazla direnen,
kendilerini görece daha bağımsız ve güvenli algılayan, olumlu benlik kavramına
sahip, atılgan ve girişimci kişilerdir. Dışsal kontrol odağına sahip bireyler ise
çevresel koşullar üzerinde anlamlı bir etkileri olmadığına inandıklarından daha
pasif ve güvensiz kişilerdir. Bu durumda içsel kontrol odağı olumlu bir kişilik
özelliği olarak olumsuz stres yaşama olasılığını azaltmaktadır. İçsel kontrol odağına
sahip bireyler yaşadıkları tecrübelerden ders çıkarabilmekte, beceri ve başarılarını
pekiştirebilmekte, tüm bunların sonucunda da stresle daha iyi başa
çıkabilmektedir. Stresli bir durum yaşandığında içsel kontrol odağına sahip bireyler
dışsal kontrol odağına sahip bireylere kıyasla şartlara daha kolay uyum
sağlayabilmektedirler.

Motivasyon etkileri
Bireylerin yaşamlarında gidermeleri gereken fizyolojik, psikolojik ve sosyal
ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların giderilmesindeki bir eksiklik kişide, uyarılmaya ve
ihtiyaçların tatminine yönelik belirli davranışlara yol açar. Şayet sergilenen
davranış sonucunda ihtiyaçlar tatmin edilirse kişi doyuma ulaşır. İhtiyaçların
tatmin edilemediği durumlarda ise stres ortaya çıkar ve kişinin verimliliği de buna
bağlı olarak düşer. Dolayısıyla yüksek motivasyon ve doyum, stresi azaltıcı bir etki
Motivasyon eksikliği ortaya koymaktadır.
strese yol açmakta,
uygun seviyedeki stres Motivasyon faktörleri ile stres arasındaki ilişki irdelendiği zaman, mali
ise kişiyi motive destek ve güvenlik gibi motivasyon faktörleri sağlandığında stresin azaldığı
etmektedir. görülmektedir. Bir başka ifade ile stresle motivasyon arasında ters yönlü bir ilişki
söz konusudur.

Duygusal sebepler
Bireylerin yaşadıkları stresi tanımlamada kuşku, üzüntü, panik, endişe,
gerilim, depresyon, korku, kuşku ve güvensizlik gibi kelimeleri kullandıkları dikkat
çekmektedir. Stres olgusuna ilişkin olarak bireyler henüz ortada somut bir şey
olmadığı bir durumda düşüncelerinde kendine stres yaratmakta ve böylece
duygusal stres başlamaktadır.
Örnek

•Örneğin, kişinin hiç gereği yokken başarısız olacağını ya da sevdiği


birinin öleceğini düşünmesi bir stres kaynağı olmaktadır.

286
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Stres ve Stresin Yönetimi

Bu noktada stresin duygusal sebeplerinin kişiden kişiye farklılık gösterdiğini


ve benzer olayların bireylerdeki yansımalarının farklı olduğunu belirtmek gerekir.
Strese yol açan duygusal sebepleri şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
 Zaman baskısı: Elverişli zaman ve bu zaman diliminde yapılması
gerekenler noktasında üzerlerinde baskı hisseden bireyler daha yoğun
stres yaşamaktadırlar. Kişilerin zaman baskısını daha az yaşamak için iyi
planlama yapmaları ve yapılacakları bu zaman dilimine sığdırmada başarılı
olmaları gerekmektedir.
Stresin duygusal  Sezgiler: Birey gelecekte gerçekleşecek olaylara ilişkin olarak bunların
sebepleri kişiden kişiye kendisi açısından olumsuz ve zararlı olacağına ilişkin birtakım sezgilere
farklılaşmaktadır. sahipse yaşadığı stres artmaktadır. Örneğin; sınıfta bir arkadaşının
azarlandığını gören bir öğrenci, hiçbir sebep yokken kendisinin de
öğretmeniyle sorun yaşayacağına inanabilmektedir.
 İstenmeyen olayların yaklaşması: Kişi açısından birtakım sorumluluk ya da
yükümlülüklerin yerine getirilmesinin ifade eden zaman dilimlerine
yaklaşıldıkça yaşanan stres de artmaktadır. Örneğin; oturduğu evin kirasını
ödemede güçlük yaşayan bir kişi, kira ödeme zamanına yaklaşıldıkça daha
fazla stres yaşamaktadır.
 Durumsal belirsizlikler: Çevresel koşullardaki belirsizliklerden kaynaklanan
duygusal sebepler de yaşanan stresi olumsuz etkileyebilmektedir.
Örneğin; ekonomik kriz döneminde iş gücü içerisinde istihdam edilen
bireyler işten atılma korkusunu yaşamakta, bu da yaşanan stres seviyesini
arttırmaktadır.
 Gelecek kaygısı: Geleceğe ilişkin beklentiler özellikle belirli dönemlerde
yoğunlaşmakta, bu ise bireyin kaygısını ve yaşadığı stresi arttırmaktadır.
Lise son sınıftaki bir öğrencinin üniversite sınavını kazanıp
kazanamayacağına dair yaşadığı stres ya da üniversite son sınıftaki bir
öğrencinin iş bulup bulamayacağına yönelik olarak yaşadığı stres buna
örnek olarak verilebilir.
 Etkileşim: Etkileşimle oluşan streste asıl kaynak bir başka kişidir. Bireyler
kimi zaman etraflarında sıkıntılarını paylaşabilecekleri birilerini ararlar ya
da yalnız kalmak isterler. Bu durumlar da strese ilişkin duygusal bir alt yapı
oluşturabilir.

Çevresel Nedenler
Çevresel koşullar içerisinde en etkili olan stres sebeplerini şu başlıklar
halinde ifade edebiliriz: Ekonomik değişim, siyasal değişim, sosyal değişim,
teknolojik değişim, örgütsel sebepler.

Ekonomik değişim
Ekonomik değişime, enflasyon ya da faiz oranlarındaki değişiklikler gibi
bireylerin satın alma gücünü azaltıcı nitelikteki gelişmeler örnek olarak verilebilir.
Bu tür durumlarda bireyler mali açıdan planlar yapmada sıkıntı yaşarlar. Bu ise

287
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Stres ve Stresin Yönetimi

bireylerin yaşamlarında belirsizliğe yol açtığı için sonuçta stres ortaya


çıkabilmektedir. Benzer şekilde, ekonomi içerisinde yatırımların azalması, istihdam
seviyesini düşürecek ve bu da yine bireylerin yaşadığı stresi arttıracaktır.
Ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde de bu tür ekonomik değişim dönemleri
var olmakla birlikte kamusal müdahalelerle bu tür etkilerin en alt seviyeye
indirildiği görülmektedir. Bu ülkelerde stresle ilişkili sonuçlar çok etkili olmayabilir.
Bu doğrultuda Türkiye’de 1994 yılında yaşanan bankacılık ve Şubat 2001 krizleri,
bu tür ekonomik değişimlere verilebilecek örneklerdir.
İnsan sosyal bir varlık
olduğu için içinde Siyasal değişim
bulunduğu çevredeki Bir ülkedeki siyasal değişimler de özellikle kişilerin yeni siyasal gelişmelerin
faktörler de stres nelere yol açabileceğini kestiremediklerinde bireylerde strese sebep olabilir. Çok
noktasında devreye
köklü ve önemli siyasal değişim ifade eden gelişmelerin yol açtığı stres de yoğun
girmektedir.
olmaktadır. 30 Haziran 1997’de Hong Kong’un kontrolünün Çin’e geçmesi bu tür
bir değişime örnek olarak verilebilir. Zira bu örnekte kapitalist İngiliz rejiminden
komünist Çin rejimine bir geçiş olmuştur. Özellikle devirden hemen önceki
dönemde Çin’in Hong Kong’a siyasal yaklaşımına ilişkin belirsizlikler, Hong
Kong’daki yatırımcılar ve çalışanlar arasında yoğun stres yaşanmasına sebep
olmuştur.

Sosyal değişim
Bireylerin değer ve tutumlarında meydana gelen değişiklikler de strese
neden olabilmektedir. Hong Kong örneği bu noktada sosyal değişime de yol açması
sebebiyle ilgi çekicidir. Çin’in yönetimi devralması ile bu bölgede Amerikan
değerlerinden Asya değerlerine bir geçiş olacağı beklentisi gündeme gelmiştir.
Yine çağdaş dünyada yaşlı iş gücüne karşı artan ayrımcılık da yaşlı iş gücünde
strese yol açmaktadır.
Çevresel konulara yönelik artan ilgi ve hassasiyet, bireylerin çevreye zarar
verici olgulara karşı daha duyarlı olmasına yol açmaktadır. Bu noktada ülkemizde
yapılması planlanan hidroelektrik santrallerine ve telefon operatörlerinin baz
Sosyal değişime ilişkin istasyonlarına ilişkin olarak kamuoyundaki tepkiler bu hassasiyetten
ilgi çekici örnekler çevre kaynaklanmaktadır. Yine tüm dünyada ozon tabakasındaki incelme, pek çok
ve sağlık konularında bireyde bunun yol açabileceği sağlık sorunlarına ilişkin yaşanan stresi
yaşanmaktadır. arttırmaktadır. Benzer şekilde bazı yiyeceklerdeki sağlığa zararlı etkiler pek çok
bireyin yeme-içme alışkanlıklarını değiştirmeye çabalamasına sebep olmaktadır.
Son dönemdeki salmonella, deli dana hastalığı gibi gelişmeler pek çok insanın
yeme-içme rejimlerini seçmede stres yaşaması ile sonuçlanmaktadır.

Teknolojik değişim
Çağdaş dünyadaki teknolojik ilerleme ve yeniliklerdeki baş döndüren artış,
bireylerin yaşadıkları stresi arttırıcı bir etki ortaya koymaktadır. Bu ilerlemeler
bireylerin yaşamlarının her alanına nüfuz etmekte, hayatın her alanında bireyler
teknolojiye bağımlı hâle gelmektedir. Bu yeni gelişmelere ayak uydurma sürecinde
ise yaşanan stres artmaktadır. Modern yaşamın bu yoğun teknoloji içeriği

288
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Stres ve Stresin Yönetimi

bireylere sıkıntı verebilmekte ve bireyler daha aşina oldukları, daha basit bir
yaşam şeklini özleyebilmektedirler.

Örgütsel sebepler
Temel olarak örgütsel davranış sahasına giren ve bu nedenle de burada
ayrıntılı bir şekilde değinilmeyecek olan örgütsel stres kaynakları ilgili yazında
yaygın bir şekilde araştırılmıştır. Örgütsel karar alma mekanizmasının işleyişi ve
örgütsel siyaset gibi önemli konuların iş yerindeki stresi etkilediği anlaşılmaktadır.

•Bu doğrultuda örneğin yüksek düzeyde merkezî bir


Örnek

yapılanma gösteren örgütlerde alt düzeyde yer alan


çalışanların işleri ve faaliyetleri üzerinde herhangi bir
denetimleri bulunmamaktadır ve bu da bir stres kaynağı
olarak ortaya çıkmaktadır. İş içeriğine ilişkin olarak da
ilerleme olanaklarının mevcut olmaması (kariyer engeli)
yaşanan stres düzeyini arttırmaktadır.

Bunun yanı sıra iş güvenliğinin var olmaması da stresle ilişkili bir örgütsel
faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle iş güvencesinden yoksunluk,
bireylerin yaşadığı stresi yükseltmektedir. Örgütlerde stres kaynağı olabilecek
diğer önemli olgular ise aşırı iş yükü, rol çatışmaları ve rol belirsizliği, vardiyalı
çalışma düzeni, işte tehlike unsurunun varlığı, çalışma şartları, ücret sistemi ve
zaman baskısı şeklinde ifade edilebilir [7, 8, 9].

STRESİN ETKİLERİ
Bireysel farklılıklara bağlı olarak stresin her bireyde farklı şekilde ortaya
çıktığına daha önce değinilmişti. Aynı şekilde stresin bireysel sonuçları ya da
etkileri de bireyler arasında farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Stres sürecini ve
stresin bireyler üzerindeki etkilerini fizyolojik ve psikolojik etkiler şeklinde iki ayrı
başlıkta ele almak mümkündür.
Stresin sonuçları da
kişiden kişiye Stresin Fizyolojik Etkileri
değişmektedir.
Organizmanın normal işleyişini tehdit eden ve dengesini bozan stres
sonucunda, insan vücudunda rahatsızlık yaratan ve kimi zaman da gözle
görülebilen belirtiler ortaya çıkmaktadır. Selye’nin stres kuramı, organizmanın
tepki mekanizmalarını içerir ve “genel uyum sendromu” olarak bilinir. Bu kurama
göre organizmanın strese tepkisi üç aşamada gerçekleşir. Bu aşamalar; alarm
dönemi, direnç dönemi ve tükenme dönemidir.

Alarm dönemi
Organizma, sınırlarının zorlandığı algıladığında kendini korumaya yönelik bir
tepki zincirini harekete geçirir. Bu noktada organizma daha önce değindiğimiz
“savaş-kaç” tepkisini geliştirerek, başa çıkacağına inandığı tehditlerle savaşma ve
yeni duruma uyum sağlama ya da başa çıkamayacağına inandığı tehlikelerden

289
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Stres ve Stresin Yönetimi

uzaklaşma şeklinde bir eğilim gösterir. Bu eğilim ya da tepkiyle vücut alarma


geçer. Vücutta adrenalin salgısı artar, kalp atışları hızlanır ve tansiyon yükselir. Bu
biyolojik tepkilere ek olarak organizmada bilişsel birtakım tepkiler de gündeme
gelmektedir. Sinir sistemi çok hızlı bir şekilde çalışmaya başlayarak dikkat süreçleri
keskinleşmektedir. Daha önce karşılaşılan sorunların nasıl çözüldüğüne ilişkin
Alarm döneminde deneyimler hatırlanmaya çalışılmakta ve dengeyi bozan ya da tehdit edici uyarıcı
sınırlarının zorlandığını yorumlanmaya çalışılmaktadır. Organizma, uyarıcılar arasında bir bağ kurmaya
anlayan organizma bu
çalışarak sorunu en uygun yolla çözme arayışına girmektedir. Organizmanın
gelişmeye biyolojik,
uyarıcıdaki tehdit seviyesini algılamasına bağlı olarak bilişsel belirtiler; motivasyon
bilişsel, duygusal ve
davranışsal birtakım kaybı, konsantrasyon sorunları, kararsızlık, sorun çözmede yetersizlik vb.
tepkiler geliştirir. şekillerdedir.
Alarm döneminde organizma bazı duygusal tepkiler de göstererek stresle
başa çıkmaya çalışır. Bu duygu kaygı, korku, sinirlilik şeklinde olabileceği gibi
karamsarlık ve depresyon biçiminde de ortaya çıkabilecektir. Diğer duygusal
tepkiler ise inkâr, engellenmişlik hissi, belirsizlik ve kontrolü kaybetme
duygusudur.
Organizmanın algıladığı tehdit algısı sonucunda bireyler davranışsal olarak
da birtakım tepkiler geliştirmektedir. Uykusuzluk, uyuma isteği, iştahsızlık ya da
yemede artış, sigara ve alkol kullanımı bu tür tepkilerden birkaçıdır. Bununla
birlikte aile fertlerinden ve arkadaşlardan kaçma, içe kapanma, saldırganlık,
ağlama gibi davranışsal tepkiler de ortaya çıkabilmektedir.

Direnç dönemi
Alarm döneminde organizma algıladığı tehditle savaşmakta ya da kaçmakta
Direnç döneminde
organizma bir noktada başarılı olamadığında direnç aşamasına girer. Bu aşamada strese rağmen var oluş
stresle mücadele sürdürülmeye çalışılmaktadır.
etmekten vazgeçip,
Stres kaynağı organizmanın denetimi dışında uzunca bir süre varlığını
strese rağmen bir
denge ya da uyum devam ettirdiğinde vücudun uyarılma durumu da devam eder. Savaşı kazanmak
sağlayarak kendi için bütün gücünü seferber eden organizma bir noktada direncini kaybedebilir.
varlığını sürdürmeyi Organizmadaki fiziksel tahribat artarak ülser gibi somut, fiziksel birtakım olumsuz
denemektedir. durumlar ortaya çıkabilir. Bu fiziksel belirtiler de direnci daha da düşürücü bir etki
yaratabilir.

Tükenme dönemi
Stres kaynağı bu aşamaya kadar varlığını ve etkisini devam ettirdiğinde
vücut enerjisini kaybeder ve tükenme noktasına gelir. Bu dönem, hastalıklara çok
açık olunan bir dönemdir.
Tükenmişlik, duygusal taleplerin yoğun bir şekilde yaşandığı ortamlarda
Tükenme döneminde
direnç tamamen uzun süre bulunmaktan kaynaklanan fiziksel olarak yıpranma, çaresizlik ve
kaybolur ve stres, ümitsizlik duygusu, hayal kırıklığı, olumsuz benlik kavramı, hayata dair olumsuz
organizmaya geri tutumların baş göstermesi gibi belirtilerin gözlendiği bir durumdur. Bireylerin
dönüşü olmayan ulaşmayacakları hedeflere sahip olması, düşük motivasyon ve sosyal desteğin az
zararlar verir. olması gibi olgular, yaşanan stresin tükenme aşamasına kadar gelmesine sebep
olabilir.

290
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Stres ve Stresin Yönetimi

Stresin Psikolojik Etkileri


Stresin psikolojik etkileri; saldırganlık, depresyon, uyku bozukluğu, bezginlik,
gerginlik, kaygı, geçimsizlik, yalnız kalmayı tercih etme şeklinde sıralanabilir. Bu
tür durumlar bir taraftan yaşanan stresle birlikte ortaya çıkan etkiler olarak
değerlendirilirken, diğer yandan da yaşanan stresin belirtileri ve stresi arttırıcı
unsurlar olarak da görülebilir. Bir başka ifade ile bu etkilerle stres arasında aynı
doğrultuda bir ilişki olduğu söylenebilir.

Saldırganlık
Bireyler kendilerini hüsrana uğramış hissettiklerinde ve bu durumdan
kurtulmanın herhangi bir yolunu bulamadıklarında saldırganlık, şiddetli bir stres
tepkisi olarak ortaya çıkabilir.
Örnek

•Örneğin, kişiden ısrarla istenen ve onu sıkıntıya sokabilecek


birtakım davranışlar sergilendiğinde bunun takdir edilmemesi
bireyin hayal kırıklığı yaşamasına sebep olacaktır. Bu tür durumlar
çok fazla yaşandığında ise kişi gerildiği için karşı tarafa tepkilerde
bulunup saldırganlaşabilir.

Depresyon
Depresyon, aşırı üzüntü verici durumların etkisinden uzun süre
kurtulamama ve bu etkilerin bireyin yaşamını sürdürmesini engelleyen bir hal
Bireylerin yaşadığı almasıdır. Aşırı stresin psikolojik etkilerinden birisi de depresyondur. Bireyi
olumsuz olaylar uyku sıkıntıya sokan durumlar, kısa süreli huzursuzluklarla atlatılabileceği gibi bazen de
düzenini de olumsuz kişi içinde bulunduğu bunalımdan uzun süre kurtulamaz. Depresyon olarak ifade
etkiler. edilen bu durumun başarısızlık, bazı sorunlarla uzun süre uğraşma, çok yakın birini
kaybetme ve bazı hastalıklar gibi sebepleri vardır. Bu noktada kişilik, cinsiyet,
inanç, yetiştirilme biçimi, çevre, ilişkiler, deneyimler ve sosyoekonomik etkenler
gibi olgular bireyin yaşaması muhtemel depresyona etki eden faktörlerdir.
Modern yaşam içerisinde çok yaygın bir şekilde görülen depresyonun temel
belirtileri; iştah azalması ve kilo kaybı, uykusuzluk, hayattan zevk almama,
hareketlerde yavaşlama, isteksizlik, suçluluk duygusu ve umutsuzluktur.

Uyku bozukluğu
Stres altında uyku bozuklukları, uykuya dalmada güçlük yaşama ya da gece
boyunca uyuyamama şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bir başka uyku bozukluğu
ise uzun süre uyunmasına rağmen kişinin dinlenmiş olarak uyanamamasıdır. Stres
her zaman uykusuzluğa neden olmayabilir. Bazen stres kişilerde aşırı uyuma isteği
de doğurabilmektedir.
Uzun süreli stres uyku bozukluklarını ortaya çıkardığında, bu süreçte beyin
hücrelerinin etkilenmesine varan olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Uzun

291
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Stres ve Stresin Yönetimi

süre uykusuz şekilde geçen günlerin ardından beynin öğrenme ve hafıza


bölümlerinde önemli bozukluklar meydana gelebilmektedir.

Diğer psikolojik etkiler


Bireyin yaşadığı stresin olumsuz etkileri yukarıda ifade ettiğimiz olgular
dışında bezginlik, kaygı, gerginlik, geçimsizlik ve yalnız yaşamayı tercih etme gibi
şekillerde de ortaya çıkabilmektedir. Bezginlik duygusu, bireyin aynı anda
taşıyamayacağı kadar çok baskıyı yaşadığında ortaya çıkan tükenmişlik
duygusudur. Can sıkıntısı, kötümserlik, hoşnutsuzluk, yetersizlik duygusu bu
duyguyu yaşayan insanların temel özellikleri arasındadır.
Stresin bir diğer psikolojik etkisi de kaygıdır. Olaylar karşısında kişinin
huzursuz, endişeli, korkulu ve karamsar olması şeklinde tanımlanan kaygı, kişinin
stresli durumu devam ettiği sürece kendini mutsuz ve rahatsız hissetmesine sebep
Bezginlik yaşayan
olmaktadır. Sürekli kaygı içinde olan kişi olayları daha fazla stresli algılarken, artan
bireyler hem
kendilerine hem de stresli durumlar da kişinin duyduğu kaygıyı arttırır.
çevrelerindeki diğer Stresle ilişkili bir başka psikolojik olgu ise gerginliktir. Kas ve sinirsel gerginlik
insanlara karşı biçiminde ortaya çıkan gerginlik, çoğu zaman stresle eş anlamlı olarak
düşmanca tavır
kullanılmaktadır. Stresin ortaya çıkardığı önemli bir etki de geçimsizliktir. Stresli
sergileyebilirler.
kişinin hem kendisine hem de çevresine zararı dokunmaktadır. Strese maruz kalan
birey çoğunlukla çevresindekilerle geçimsizlik yaşamaktadır. Bazı insanlar ise
strese girince sosyal yaşantıdan kendilerini uzaklaştırarak yalnız yaşamayı tercih
ederler. Böylece birey; aile, toplum ve diğer sosyal ortamlardaki bireylerden
kendini uzaklaştırır.
STRES YÖNETİMİ
Stres, insan hayatının kaçınılmaz bir gerçeği olduğundan ondan tam olarak
kurtulmak mümkün değildir. Özellikle içinde bulunduğumuz modern dünyada
sıkıntısız ve gerilimsiz bir yaşam tarzını düşünmek imkânsızdır. İnsan yaşamındaki
iyi ya da kötü her türlü değişim stres kaynağıdır. Stres, insan hayatının vazgeçilmez
bir parçasıdır. Bu noktada önemli olan stresle başa çıkma yollarını bulmak ya da
stresi yönetmektir.
İnsanın, hayatını devam
Stres kaynakları ile başa çıkabilmek için bireylerin “kaçma” ya da “savaşma”
ettirdiği sürece, stresin
davranışı gösterdiklerini daha önce ifade etmiştik. Bu doğrultuda stres yönetimi,
var olmadığı bir dünya
bulması düşünülemez. bireyin hangi davranışı sergileyeceği ile yakından ilgilidir. Şayet birey tehlikeyi
atlatabileceğine ya da stres kaynağının üstesinden gelebileceğine inanırsa büyük
bir olasılıkla “savaşma” davranışını seçecektir. Diğer taraftan stres kaynağının
üstesinden gelinemeyeceğine inanılan durumlarda ise tercih edilen davranış şekli
muhtemelen “kaçma” davranışı olacaktır.
Hayatın her safhasında başımıza gelen olaylar karşısında yaşadığımız stresi
yönetmede başlıca üç farklı boyut ortaya konabilir. Bunlar; bireysel stres yönetimi,
sosyo-kültürel stres yönetimi ve örgütsel stres yönetimidir. Bu faktörlerden
burada ilk ikisi ele alınacak, örgütsel stres yönetimine ise, örgütsel davranış
konusu olması sebebiyle, değinilmeyecektir.

292
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Stres ve Stresin Yönetimi

Bireysel Stres Yönetimi


Bireysel stres yönetimi, stres kaynaklarının yol açtığı stresin önemli bir
soruna dönüşmeden bireyler tarafından nasıl yönetilebileceği konusuna
odaklanmaktadır. Bireysel stres yönetimi birincil, ikincil ve üçüncül nitelikte ortaya
çıkabilmektedir. Birincil stres yönetimi faaliyetleri öğrenilmiş iyimserlik, zaman
yönetimi ve boş zaman etkinlikleridir. İkincil stres yönetimi faaliyetleri de fiziksel
egzersiz, rahatlama ve gevşeme teknikleri ile beslenme alışkanlıklarıdır. Üçüncül
stres yönetimi faaliyetleri ise birine açılmak ve profesyonel yardım almaktır.

Öğrenilmiş iyimserlik
İyimserlik ve kötümserlik insanların yaşamlarında başlarına gelen olayları
açıklamada kullandıkları iki farklı düşünce tarzını ifade etmektedir. Bu açıklayıcı
tarzlar doğuştan gelmemekte, zamanla öğrenilmektedir. Kötümserlik, depresyona,
fiziksel sağlık sorunlarına ve düşük başarı düzeyine yol açan bir açıklama şeklidir.
İyimserlik ise fiziksel sağlığı ve başarı düzeyini iyileştiren ya da geliştiren,
Öğrenilmiş iyimserlik depresyona elverişliliği azaltan alternatif bir bakış açısıdır.
bir olumlu düşünme İyimser kişiler yaşamlarındaki kötü olayları ve zor zamanları geçici, sınırlı
biçimidir.
olarak görür ve bunların kendileri dışındaki birtakım faktörlerden kaynaklandığını
düşünürler. İyimser insanlar zor zamanlarda umutlarını kaybetmezler. Bu tür
kişiler iyi olayların yaşam içerisinde daha fazla ya da yaygın olduğuna inanırlar.
Öğrenilmiş iyimserlik, kötümser düşünceleri tespit etmekle başlar ve daha sonra
da bireyin bu düşüncelerden kurtulmasını ya da bu düşüncelerin bunlara alternatif
iyimser düşüncelerle yenilenmesini vurgular.

Zaman yönetimi
Çağdaş yaşam tarzı bireyler üzerindeki zaman baskısını her geçen gün daha
da arttırmaktadır. Zaman yönetimi becerileri, bireylerin zamanlarını daha etkin ve
verimli bir şekilde kullanarak yaşadıkları zaman baskısını azaltmada katkı
sağlayacaktır. Zamanı iyi yöneten kişi mutlak surette belirli bir zamanda çok şey
yapan kişi değildir. Daha doğrusu zamanı iyi yöneten kişi uzun vadeli kişisel
gelişimine katkı sağlayacak faaliyetleri bilen ve bunlara yoğunlaşan bir “makro
zaman yöneticisi”dir. Zamanı iyi örgütleme ve öncelikler belirleme, çok yoğun bir
faaliyet programına sahip bireylerin en önemli iki zaman yönetimi becerisi olarak
ön plana çıkmaktadır.

Boş zaman etkinlikleri


Başarı ihtiyacı yüksek bireylerin temel özelliklerinden birisi sürekli ve
vazgeçilmez bir şekilde mücadele etme arzusudur. Boş zaman etkinlikleri bireylerin
Zaman yönetimi, sosyal yaşamlarının farklı alanlarındaki ağır faaliyetlerin getirdiği yorgunluğu ve
bireyin yaşamının farklı bezginliği gidermede bir fırsat niteliğindedir. Bu noktada bireylerin stresi azaltıcı
alanlarında hissettiği etki algıladığı ve zevk duyduğu bu faaliyetler etkili bir stres yönetimi tekniğidir.
zaman baskısını ve Ancak özellikle çağdaş yaşam şeklinin içerdiği zaman baskısı bireylerin boş zaman
stresi en alt seviyeye etkinliklerini adeta bir lüks haline getirmiştir. Boş zaman etkinliklerinin işe
indirmesini mümkün yaramasındaki temel nokta alınan hazdır. Boş zaman etkinlikleri doğallık ve zevk ya
hâle getirmektedir.

293
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Stres ve Stresin Yönetimi

da keyif gibi katkılar sağlamanın yanı sıra bireylerin diğerleri ile bağ oluşturmasına
da yaramaktadır.

Fiziksel egzersiz
Her yaştan insan için yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme, aerobik yapma,
hafif top oyunları ve tenis gibi egzersizler stresle mücadeleyi olumlu şekilde
etkilemektedir. Bu noktada özellikle iki tür fiziki egzersizin bireyler açısından
önemli ikincil stres yönetimi faaliyetlerinden olduğunu ifade etmek gerekir.
Bunların birincisi olan aerobik egzersizleri, bireylerin stresli faaliyetlere cevap
verebilme yetisini arttırmaktadır. Aerobik egzersizlerini sık bir şekilde yapan
bireylerin kanlarında boşta yer alan adrenalin seviyesi düşük olmakta, bu kişiler
daha yavaş ve güçlü kalp işleyişine sahip olmakta ve stresli durumlardan daha
çabuk kurtulmaktadırlar.
İkinci önemli fiziksel egzersiz türü ise stres tepkisi ile ilişkili kas gerilmesi
sebebiyle esneme antrenmanıdır. Stres tepkilerinden birisi bireyi “savaşma” ya da
“kaçma” davranışına hazırlayan kas gerilmeleridir. Esneme antrenmanları
bireylerin kaslarının esneyerek dinlenmesini sağlamak suretiyle gereksiz kas
gerilmesini en alt seviyeye indirmektedir. Esneme antrenmanları, eklemlerin
hareketliliğini korumaya yardımcı olmakta, gücü arttırmakta ve yaralanmaları
önlemede önemli bir rol oynamaktadır.

Rahatlama ve gevşeme teknikleri


Rahatlama ve gevşeme stresle başa çıkmada olumlu etkiye sahiptir. Zihni
boşaltmada ve stres yaratan düşüncelerden arınmada bu tür tekniklerin olumlu
etkisi bilinmektedir. Meditasyon bu tür tekniklerin en bilinenidir. Bu teknik zihni
süreçlerin gündelik endişe, sıkıntı ve çatışmalardan uzak tutulmasını
anlatmaktadır. Bireyin egosundan ve onun sınırlamalarından, ne olduğu ya da ne
Rahatlama ve gevşeme
tekniklerini uygulayan olması gerektiği ile ilgili tüm düşüncelerden arınmasını sağlayan bu teknik tam bir
bireyler daha az rahatlama durumudur. Ayrıca derin ve deliksiz bir uyku, tatlı hayaller kurma,
endişeli ve psikolojik dinlendirici ve gürültüsüz bir müzik dinleme, günlük sıkıntılardan uzaklaştıran
yönden daha sağlıklı birtakım hobilere sahip olma gibi uygulamalar, rahatlama ve gevşeme sağlayan
olmaktadır. tekniklerden birkaçıdır.
Rahatlama ve gevşeme tekniklerini düzenli olarak uygulayanlar, ruhsal
dengelerini koruyup geliştirmekte, daha olumlu bir ruh hâli içine girmekte, daha
kontrollü olmakta daha etkin konuma gelmektedir.

Beslenme alışkanlıkları
Beslenme alışkanlıkları da yaşanan streste doğrudan ya da dolaylı etkiye
sahip olabilmektedir. Dengeli ve düzenli beslenme alışkanlığı bireylerin genel
sağlığına katkı sağlayarak bireyi strese karşı daha dayanıklı hâle getirmekte ve
stresten korunmada olumlu sonuç yaratmaktadır. Yüksek şeker içeren gıdalar stres
tepkisinde uyarıcı etkiye sahip olabilmekte ve yüksek kolesterollü besinler kan
kimyasını olumsuz bir şekilde değiştirmektedir.

294
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Stres ve Stresin Yönetimi

•Örneğin, kafein içeren besinler fazla miktarda tüketildiğinde

Örnek
vücudu uyanık tutarken stres hormonlarının salgılanmasına da
sebep olmaktadır. Bu tür maddelerin aşırı tüketimi kaygı, sinirlilik
ve huzursuzluğa yol açmaktadır.

Yaşanan zor olayları


başka biriyle
paylaşmak, kolay Birine açılmak
olmasa da kendini
Her birey yaşamı boyunca mutlaka sarsıcı, stresli ve acı verici birtakım
açmak, iyileşme
yolunda önemli olumlu olaylarla karşılaşır. Bu tür bir olaya verilebilecek en yararlı tepkilerden birisi,
sonuçlar ortaya bireyin yakın çevresindeki birileriyle derdini paylaşmasıdır. Bu bağlamda bireyin
çıkarabilmektedir. başına gelen sarsıcı olayları belirli aralıklarla (örneğin haftada bir kere) yazması da
faydalı olabilmektedir. Bu tür teknikler stresin zararlı etkilerini azaltmaktadır.

Profesyonel yardım
Stresli ve sarsıcı olayları itiraf etme ya da açılma, profesyonel yardım ilişkisi
çerçevesinde de gerçekleştirilebilir. Psikolojik danışmanlık, fiziksel ya da tıbbi
tedavi gibi teknikler bu noktada profesyonel yardımın araçları olarak ifade
edilebilir. Sarsıcı ya da yoğun stresin erken teşhisi ve buna uygun tedavi
yönteminin belirlenmesi, fiziksel ve ruhsal sağlık açısından kalıcı hasarların
engellenmesinde önemli bir araç konumundadır.

Sosyo-Kültürel Stres Yönetimi


Sosyo-kültürel stres yönetimi aile hayatı, sosyal destek grupları ve dinî hayat
olmak üzere üç farklı başlık altında incelenebilir.

Aile hayatı
Bütün insan topluluklarının temel ve de evrensel bir sosyal kurumu olan
ailenin temel işlevi, evli eşler arasındaki ilişkileri düzenlemek ve topluma yeni
bireyler kazandırmaktır. Ayrıca aile bireylerin biyolojik ve psiko-sosyal
ihtiyaçlarının tatminini de sağlamaktadır. Genel olarak iyi yürüyen bir aile
hayatının stresle başa çıkmada önemli bir araç olduğu söylenebilir. Evli olan kişiler
evli olmayanlara kıyasla hem iş hem de diğer sosyal alanlarda daha başarılı
olmaktadırlar. Aile içi huzursuzlukların normal ölçülerin üzerinde olduğu
durumlarda ise bu olumlu etkinin ortaya çıkmayacağı şüphesizdir.

Sosyal destek grupları


Sosyal destek, bireylerin yaşam kalitesini arttırıcı bir unsurdur. Bu tür
gruplar içerisinde samimi ilişkilere sahip olan bireylerin depresyon ve kaygı gibi
korkuları azalmaktadır. Ayrıca çevreyle iyi ilişkilere sahip olmak, sağlıklı iletişim
kurmak ve destek alabilmek stresle mücadelede etkili unsurlardır. Sosyal
gruplarda vakit geçiren kişiler yalnızlık hissini daha az yaşar ve kendilerini bir gruba
ait görerek daha değerli ve güvende hisseder. Karşılıklı güven, saygı, dürüstlük ve

295
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Stres ve Stresin Yönetimi

sevgi ile oluştuğunda sosyal gruplar, stresle mücadelede bireylere önemli bir katkı
sağlamaktadır.

Dinî hayat
Dinî inanç, bireylerin yaşam tarzı açısından çeşitli gerilimlerden daha az
etkilenmesini mümkün kılmaktadır. Bütün dinler mensuplarına zorluklar ve
güçlükler karşısında dayanma ve tahammül etme duygusunu aşılamaya
çalışmaktadır.
Bireysel Etkinlik

• Stres ile kişilik tipi (A tipi ve B tipi) ve kontrol odağı (içsel ve


dışsal) arasında ne gibi ilişki olabileceğini belirlemeye çalışınız.

296
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Stres ve Stresin Yönetimi

• Stres kavramı genel olarak duygusal faktörlerin bireyde var olan dengeyi
değiştirerek bedensel ve zihinsel gerilime sebep olması olarak tanımlanabilir.
Stresi tanımlamada dört farklı bakış açısının mevcut olduğu söylenebilir.
Bunlar; fizyolojik yaklaşım, bilişsel değerlendirme yaklaşımı, birey-çevre
Özet
uyumu yaklaşımı ve psikoanalitik yaklaşımdır. Fizyolojik yaklaşım stresi,
organizmanın reaksiyon sistemi, denge ve dayanıklılığını sağlayan fizyolojik
mekanizmalar olarak değerlendirirken, bilişsel değerlendirme yaklaşımı daha
çok stresin psikolojik yönüne ya da bireyin verdiği tepkinin bilişsel ve
psikolojik yönlerine vurgu yapmıştır. Birey çevre uyumu yaklaşmına göre
önemli olan, bireyin belirli bir sosyal rolde algıladığı beklentilerin ne ölçüde
karmaşık ve çatışan mahiyette olduğudur. Ayrıca yaklaşım bireyin çevreye
uyum sağlama özelliğine dikkat çekmektedir. Psikoanalitik kuram, bireydeki
stresin sebepleri olarak bilinçdışı kişilik faktörlerini anlamamıza katkı
sağlamaktadır. Psikoanalitik yaklaşıma göre ego ideali ile öz imaj arasındaki
tutarsızlık arttıkça bireyin yaşadığı stres de artmaktadır.
•Stresin farklı etkilerini göz önüne alarak strese ilişkin, olumlu ve olumsuz
stres şeklinde bir sınıflama yapmak mümkündür. Olumlu stres, amaca
ulaşırken bireyi kaygı yerine yaratıcılığını kullanmaya yönelten, kişiye tatmin
ve yaşama sevinci veren strestir. Olumsuz stres bireyin kendisine olan
güvenini kaybetmesine neden olan, bireye yetersizlik duygusu yaşatan,
çaresizlik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaratan strestir. Olumsuz stres hem
birey hem de içinde bulunduğu sosyal çevre açısından önemli bir sorundur.
•Bireyin yaşamındaki potansiyel stres kaynakları iki ana grupta toplanabilir:
Bireysel ve çevresel nedenler. Bireysel özelliklere bağlı olarak bazı bireyler
daha çabuk ve daha yoğun stres yaşarken diğerleri ise stresin yol açtığı
sorunların üstesinden gelmede daha başarılıdır. Bu bireysel nedenleri dört
temel başlık halinde özetleyebiliriz. Bunlar; A tipi kişilik, kontrol odağı,
motivasyon etkileri ve duygusal sebepler. A tipi kişilik özelliklerine sahip olan
bireyler; idealist, dinamik, hareketli, rekabetçi, mücadeleci ve
mükemmeliyetçi, kaybetmeye tahammülsüz, öfkeli ve saldırgan,
eleştirmekten kaçınmayan, başarıya ulaşmayı her şeyden fazla değer veren
kişilerdir. Kontrol odağı açısından dışsal kontrol odağına sahip bireyler
çevresel koşullar üzerinde anlamlı etkileri olmadığına inandıklarından daha
pasif ve güvensiz kişilerdir. Çevresel koşullar içerisinde en etkili olan stres
sebeplerini şu başlıklar halinde ifade edebiliriz: Ekonomik değişim, siyasal
değişim, sosyal değişim, teknolojik değişim, örgütsel sebepler.
•Organizmanın strese tepkisi üç aşamada gerçekleşir. Bu aşamalar; alarm
dönemi, direnç dönemi ve tükenme dönemidir. Öncelikle organizma
sınırlarının zorlandığını algıladığında kendini korumaya yönelik bir tepki
zincirini harekete geçirir. Direnç döneminde ise devam eden strese rağmen
var oluş sürdürülmeye çalışılmaktadır. Stres kaynağı tükenme aşamasına
kadar varlığını ve etkisini devam ettirdiğinde vücut enerjisini kaybeder ve
tükenme noktasına gelir. Direnç tamamen kaybolur ve stres organizmaya
geri dönüşü olmayan zararlar verebilir.
•Hayatın her safhasında başımıza gelen olaylar karşısında yaşadığımız stresi
yönetmede başlıca üç farklı boyut ortaya konabilir. Bunlar; bireysel stres
yönetimi, sosyo-kültürel stres yönetimi ve örgütsel stres yönetimidir. Dersin
kapsamı açısından ilk ikisi önemlidir. Bireysel stres yönetimi birincil, ikincil ve
üçüncül nitelikte ortaya çıkabilmektedir. Birincil stres yönetimi faaliyetleri
öğrenilmiş iyimserlik, zaman yönetimi ve boş zaman etkinlikleridir. İkincil
stres yönetimi faaliyetleri de fiziksel egzersiz, rahatlama ve gevşeme
teknikleri ile beslenme alışkanlıklarıdır. Üçüncül stres yönetimi faaliyetleri ise
birine açılmak ve profesyonel yardım almaktır. Sosyo-kültürel stres yönetimi
aile hayatı, sosyal destek grupları ve dinî hayat olmak üzere üç farklı şekilde
gerçekleştirilir.

297
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Stres ve Stresin Yönetimi

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bireydeki stresin sebepleri olarak bilinçdışı kişilik faktörlerini anlamamıza
katkı sağlayan yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fizyolojik yaklaşım
b) Bilişsel değerlendirme yaklaşımı
c) Birey-çevre uyumu yaklaşımı
d) Psikoanalitik yaklaşım
e) Sistem yaklaşımı

2. Strese karşı “savaş-kaç” tepkisi aşağıdaki dönemlerin hangisinde gelişir?


a) Alarm dönemi
b) Tepki dönemi
c) Direnç dönemi
d) Başa çıkma dönemi
e) Tükenme dönemi

3. Dönemlerin hangisinde önemli sağlık sorunlarının ortaya çıkması fazlasıyla


olasıdır?
a) Başlangıç dönemi
b) Direnç dönemi
c) Sonuç dönemi
d) Başa çıkma dönemi
e) Tükenme dönemi

4. Üçüncül bireysel stres yönetimi teknikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaktadır?
a) Zaman yönetimi
b) Öğrenilmiş iyimserlik
c) Fiziki egzersiz
d) Birine açılma
e) Rahatlama teknikleri

5. Stresi arttırıcı A tipi kişilik özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Rekabetçi düşünce
b) Mükemmeliyetçi olma
c) Kaybetmeye tahammülsüzlük
d) Öfkelilik ve saldırganlık
e) Uzlaşmacı tutum

298
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Stres ve Stresin Yönetimi

6. Stres olgusunu aşağıdakilerden hangisi insan organizmasının kendisini


koruyup kollaması ve varlığını sürdürmesi yönünde dengeyi koruma çabası
açısından değerlendirmiştir?
a) Fizyolojik yaklaşım
b) Bilişsel değerlendirme yaklaşımı
c) Birey-çevre uyumu yaklaşımı
d) Psikoanalitik yaklaşım
e) Sistem yaklaşımı

7. Stresin bireysel nedenleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Duygusal sebepler
b) Sosyal değişim
c) A tipi kişilik
d) Kontrol odağı
e) Motivasyon etkileri

8. Organizmanın bir noktada stresle mücadele etmekten vazgeçtiği, strese


rağmen bir denge ya da uyum sağlayarak kendi varlığını sürdürmeyi
denediği aşama aşağıdakilerden hangisidir?
a) Alarm dönemi
b) Tepki dönemi
c) Direnç dönemi
d) Başa çıkma dönemi
e) Tükenme dönemi

9. Aşırı üzüntü verici durumların etkisinden uzun süre kurtulamamak ve bu


etkilerin bireyin yaşamını sürdürmesini engelleyen bir hal alması
aşağıdakilerin hangisi ile ifade edilir?
a) Saldırganlık
b) Hayal kırıklığı
c) Bezginlik
d) Depresyon
e) Kaygı

10. Sosyo-kültürel stres yönetimi teknikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaktadır?
a) Gevşeme
b) Aile hayatı
c) Zaman yönetimi
d) Beslenme alışkanlıkları
e) İyimserlik
Cevap Anahtarı
1.d, 2.a, 3.e, 4.d, 5.e, 6.a,7.b, 8.c, 9.d, 10.b

299
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Stres ve Stresin Yönetimi

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Akat, İ., Budak,G., Budak, G. (2002). İşletme Yönetimi. İzmir: Barış Yayınları.
[2] Ersarı, G. (2010). İşgören Motivasyonunda Algılanan Stres Düzeyinin ve Stres
Yönetim Tekniklerinin Rolü. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
[3] Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing.
[4] Şimşek, Ş., Akgemci, T., Çelik, A. (2014). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Eğitim Kitabevi.
[5] Eren. E. (2006). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Yayın
Dağıtım.
[6] İşcan Ö.F. (2005). “Yönetsel Değerler ve Örgütsel Siyasetin Ahlâkiliği”, Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:19, Sayı:1, 307-324.
[7]Nelson, D.L., Quick, J.C. (2002). Understanding Organizational Behavior. Ohio:
South-Western Publishing
[8] Greenberg, J., Baron, R.A. (2000). Behavior in Organizations. New
Jersey:Prentice Hall.
[9]Eroğlu, F. (2017). Davranış Bilimleri. İstanbul: Beta.

300
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

You might also like