Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 2

Sonu görünmeyen taşlı yolda, sonbahar rüzgârı dökülen yapraklarla uyum

içindeydi. Gökyüzü başınızı kaldırıp baktığınızda kafanızı boşaltacak kadar beyazdı.


Tüm bunların yanında, sakin dalgaların sesi sahil boyunca duyuluyordu.

Daha ilerde, demir atmış tekneler, martılar ve ellerinde oltalarıyla yan yana dizilmiş
balıkçılar arkanızda bıraktığınız sakin sahile benzemiyordu. Kasabaya yaklaştığınızdan
her yer daha canlıydı. Balıklarıyla ünlü bu kasaba şehirden uzak bir tatil isteyenler
dışında pek de kalabalık değildi. Tabi birde balıkçılar vardı. Onlar için burası geçim
kaynaklarıydı. Dağların eteklerinde ki tek tük evler birbirine yabancı olmayan
insanlardan oluşuyordu. Balık kokusunun eksik olmadığı bir kasabaydı burası. Neşenin
ve mutlu yüzlerin de…

Ama bugün saçları dağınık, üstü başı kir içinde olan bu küçük çocuk limanda
oturmuş boş gözlerle ufuktaki gemilere bakıyordu. Onun için şu anda ne
arkadaşlarıyla oyun oynamak güzeldi, ne de sokaklarda gezen lezzetli balık kokusunu
takip edip katılabileceği bir sofra bulmak. Canının hiçbir şey istemediğini söylüyordu
ısrarla. Hiçbir şey de yapmak istemiyordu. Sadece geleceğini beklediği kişi için,
sabahın ilk ışıklarında kalkıp, gün batana kadar limanda oluyordu. Herkese de
geldiğinde onu karşılamak istediğini söylüyordu. Bunu söylerken o kadar içtendi ki,
diyecek söz bulamıyordunuz.

Günler geçtikçe limana giderken ki mutluluğu da azalıyordu. Ellerini tombul


yanaklarına koyup beklediği günlerden birinde, küçük kulübesinden onu gören balıkçı
yanına yaklaşıp, “Evlat, neden burada bekliyorsun ?“ diye sordu. Çocuk başını
yavaşça kaldırıp “Babamı bekliyorum, yakında gelecektir.“ dedi. Çocuğun bunu
söylerken ki ifadesini gören balıkçının içi burkuldu. Haftalar olmuştu, nasıl
söyleyebilirdi ki balıkçı, babasının vatan uğruna şehit olduğunu. Bakışları umudunu
hiç kaybetmediğini, hatta babasının bir daha gelmeyeceğini düşünmediğini
gösteriyordu. Balıkçı çocuğun yanına oturdu ve onun gibi ayaklarını rıhtımdan denize
sarkıttı. “O da seni bekliyor olmalı.“ dedi sesindeki üzgünlüğü belli etmeden. Bunu
duyan çocuk şaşkınlıkla balıkçıya baktı. Gözleri balıkçıya ne demeye çalıştığını
soruyordu. “Babam bizi korumaya gittiğini ve döneceğini söylemişti. Dönmeyecek
mi?“

“Baban aslında ne için gitti biliyor musun? Bence bilmek istersin.“ Balıkçı bunu
söylerken yüzüne bir gülümseme ekledi. Çocuk meraklı gözlerle ona bakmaya devam
ediyordu. “O senin için “ diye söze başladı balıkçı “Annen için, yani ailesi için gitti.
Vatanı için gitti. Millet için gitti. Siz burada güvende ve mutlulukla yaşamaya devam
edin diye, bu kasabadaki herkes güvende olsun diye ve senin gibi her çocuk mutlu
olsun gitti ama sen böyle üzgün olursan onun fedakarlığının bir anlamı kalmaz değil
mi evlat ?“

Çocuk uzun zaman sonra içtenlikle gülümsedi. Gözlerindeki hüzün hafifledi. Bu onu
rahatlatmış olsa da aklında hala bir soru vardı. “Fedakarlık“ çocuk sözünü bitirmeden
balıkçıya baktı. Balıkçı da gözlerini denize çevirdi ve “ O senin kahramanın olmalı.
Biliyor musun, benimde öyle çünkü vatanını canından daha çok severdi, değer verdiği
herkesten çok severdi.’’

“ Zamanında canımız pahasına savaşmamız gerektiğinde biz kaçmak yerine vatanımız


sağ olsun dedik. Biz ölsek de vatanımız yıkılmasın dedik. Millet olarak birbirimize her
şeyden çok değer verdik. Onlar da Karşılarındaki tehlikenin onları sona götürdüğünü
bildikleri halde durmadılar. Çünkü o kahramanlar, uğruna canlarını vermekten hiç
çekinmeyecekleri bir vatana sahiptiler. Kanlarının son damlasına kadar savaşmış bu,
biz onlar sayesinde buradayken onların fedakarlıklarını nasıl göz ardı ederiz ? Onlar
bunu bizim için, milletimiz için yaptılar. Bu bizim asla yapmayacağımız şeydir evlat. “

“Babam da bir kahraman olmalı o halde.“ dedi çocuk. O da anlamıştı artık. Ama
içindeki hüzün gurura dönüşmüştü.

You might also like