Professional Documents
Culture Documents
Bekir Günay - Tarihin Penceresinden Bakarak Arap Baharı Ve Türkiye
Bekir Günay - Tarihin Penceresinden Bakarak Arap Baharı Ve Türkiye
12 Ağustos 2012
1
Dış çarpanın bölgeye ilişkin planlarının değiştiğini ifade edebiliriz. Machiavelli’ye
atfedilen “Kötülüğü adamına yaptır, onu kötü bilsinler, sonra onu görevden al, seni iyi
bilsinler” sözü günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri anlamamıza da yarayabilir.
Koltuktan indirilen liderler bugüne kadar çok iyiydi, sonra aniden çok kötü oldular.
Eskiden bu tip halk hareketlerinde kullanılan bültenler vardı. Fransız İhtilali’nde
duvarlara asılan meşhur bültenler gibi. Halk bu bültenleri okuyor ve bu bültenlerle motive
ediliyordu. Şimdilerde bu duvarların yerini Facebook ve Twitter duvarları aldı. Bu, sosyal
medya ile ulaşılan kitleyi organize etme şeklinde yeni bir model midir yoksa aslında bir
psikolojik harekât tekniği midir orası da tartışılması gereken noktalardandır.
2
İlginç bir noktaya daha değinmekte fayda vardır. Büyük güçler bu bölgeye gelmiş
ve bölgeyi kontrol etmiştir. Ancak bu bölgede çok fazla kalamamıştır. Bölgeden olmayıp
da bölgeyi uzun süre kontrol eden ve burada kalan tek güç vardır. O güç de Türklerdir.
Türkler köken bakımından Ortadoğulu değildir. Türkler bölgede ilk Anadolu’ya
gelmemiştir. Ortadoğu’da Türklerin ilk geldiği yer Kerkük’tür. İlk gelen Türkler Kerkük’e
gelmişlerdir. Türkler ancak Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya doğru gelmiştir. Türkler
yaklaşık bin yıldır bu bölgededir. İstiklal Harbi’nde mücadele verdiğimiz coğrafya Ata-
yurt değil, Anayurt dediğimiz Anadolu’dur ve Ortadoğu’nun parçasıdır. Ortadoğu’nun her
sürecinde, özellikle Yavuz Sultan Selim zamanından sonra her taşında, Türkleri
görebilmek mümkündür. Bu çok önemli bir veridir. Türkler bu coğrafyada bir dış güç
olarak tanımlanmamıştır. Türkler Ortadoğu’nun alt katmanlarında, sosyal hafızasında,
kültürel hafızasında önemli bir dosyadır. Bunun kökenleri günümüze değil, çok eskilere
dayanmaktadır. Bütün farklılıkları olduğu gibi kabul ederek uzun süre bu bölgede hâkim
olan gücün başarısının hikmeti hâkimiyetinin altındaki farklılıkları bir elin parmakları
gibi kabul etmesinde yatmaktadır.
Ortadoğu’da yeni bir doku oluşturmak gerekiyorsa ana çarpan unsurlar üstünde
oynama yapmak gerekmektedir. Bu bir stratejik taktiktir. Ana çarpanlar olarak
baktığımızda; din önemli bir çarpandır. Bunun üstüne hesap yapmamız lazımdır. Dil
önemli bir çarpan unsurdur. Oturup çalışmamız lazımdır. Tarih ve kültür de aynı
şekildedir. 1920’lerin Ortadoğu’sunu okumaya, dışarıdan rengine bakmaya
başladığımızda; İslam dinine sahip, duygusal, üst çatı ortak dil olarak Arapçanın herkes
tarafından konuşulduğu, Türkçenin ise biraz anlaşıldığı, en üst çatı olarak da Osmanlı
unsurunun yer aldığını görmekteyiz. Kültür dokularına indiğimiz vakit İslamiyet öncesi
alt kültür dokularına inmemiz lazımdır. Mısır’da piramitler ile eski kültür dokularını
canlandırarak kendilerinin üstün olduğuna inandırılan bir nesil söz konusudur. Veya
Suriye’de alt unsurlar devreye girmektedir. Yani sonuçta bu dörtlü unsur konusunda 17.
yüzyıldan 19. yüzyıla geldiğimizde her kanatta bir oynama vardır. Ama hepsinin ortak
noktası vardır: dış çarpanlar tarafından oynamalar yapılırken Türk karşıtlığı bilinçli
olarak öne çıkartılmıştır. Arap tarih kitaplarında bunu net olarak görebilmekteyiz.
Önümüzde net olan bir tablo durmaktadır. 19. yüzyıldan itibaren Ortadoğu’da yapı
yeniden şekillendirilmektedir.
Burada bütün yapıda çalışan tek bir baskın güç vardır o da İngiltere’dir. İngiltere
1919–1939 arası asıl güçtür. 1945’ten sonraki süreçte ise ABD ve SSCB sahneye çıkmıştır.
Bu süreçle beraber dikkat çeken diğer bir konu bölgenin haritasının çok suni olduğudur.
Ortadoğu’nun sınırlarında doğal kıvrımlar yoktur. Bu, demek ki zamanında burada birileri
iyi çalışmış anlamına gelmektedir. Suni sınırların olduğu yerlerde her olayın suni olmasını
bekleyebilirsiniz. Siyasi tarih bilgisi bize bunu ifade etmektedir. 1945’ten önceki süper
güç İngiltere’nin bu bölge için geliştirmiş olduğu temel anlayış; tek adam yönetimleri
üzerine inşa edilmiştir. Temeli “Az olanı sen yukarı çıkaracaksın. O da sana tabii olacaktır”
felsefesine dayanır. Suriye’de Nusayriler, Mısır’da değişik unsurlar, Suudi Arabistan’da
Vahhabiler yönetime hep bu yüzden gelmiştir. ABD’nin Ortadoğu’da en yakın
müttefiklerinden biri Suudi Arabistan’dır. Bu yüzden Suudi Arabistan’a gerçek bahar
gelirse Ortadoğu’ya bahar gelir diyebilirsiniz. Ama Suudi Arabistan’da bir tane taş dahi
oynamıyorsa sunilik kelimesi üstüne biraz daha düşünmek gerekmektedir.
3
Ortadoğu’nun doğal dokusunda tek adam iktidarları -Türkiye ve İsrail hariç- ya
askeri diktatörler ya da kral şeklinde başa gelmişlerdir. Ortadoğu’nun temel direkleri
neresidir dediğiniz vakit bu ülkeler dikkat çekmektedir. Ortadoğu’nun dört temel ülke
direği vardır. Ortadoğu’yu kontrol etmek istiyorsanız bu dört ülkeyi elinizde tutmanız
gerekmektedir. Bunlar: İran, Türkiye, İsrail ve Mısır’dır. Hepsi de birbirinden farklıdır.
Bunlar arasında dış çarpanlar açısından “en tehlikeli” olanı ise 600 yıl burayı yönetmiş
olan Türklerdir. Öyleyse dış çarpanlar açısından temel kural “bu ülke kesinlikle güneye
inmeyecektir!” şeklinde kendiliğinden ortaya çıkar. Güneye inmemesine rağmen bu ülke
kurulurken güneye gideceğinin sinyallerini vermiştir. Musul, Hatay bu çizgilerin bir
uzantısıdır. Musul dediğimiz Basra; Hatay dediğimiz de Kızıldeniz’dir. Atatürk’ün dış
politikasında bunu çok net bir şekilde görebilmekteyiz. Sadabat Paktı bunun bir
uzantısıdır. Balkan Antantı da Balkan coğrafyasına tekrar hâkim olma düşüncesinin bir
ürünüdür. Günümüzde Ortadoğu ile yeni ilişkiler geliştirmek isteğiyle güneye inmeye
çalışan Türkiye dış çarpanları hemen rahatsız edecektir. Bu açıdan, eksen kayması ve
"Yeni Osmanlıcılık" tartışmalarının çıkış noktasının dış çarpan dediğimiz ülkelerde olması
tesadüf değildir.
1989’a geldiğimizde Soğuk Savaş bitmiş, yeni bir savaş başlamıştır. Uluslararası
sistemin sahnesi yeniden düzenlenirken her coğrafya yeniden tasarlanacak demektir. Bir
başka ifadeyle İngiltere’nin tanımladığı 19. yüzyıldaki coğrafya yeniden tasarlanacak,
oyunun kartları yeniden karılacaktır. Ortadoğu’nun ideolojiler ya da düşünceler
koridorlarına baktığımızda bu yüzyılın başında bölgede milliyetçilik rüzgârının estirildiği
görülmektedir. Milliyetçilik rüzgârının yanına bir de sosyalizm eklendiğinde Nasyonal
Sosyalizm’in Ortadoğu’daki adı “Baasçılık”tır. Cemal Abdülnasır bu ideolojinin babası,
Saddam Hüseyin ile Hafız Esad ise çocuklarıdır. Bu isimlerin yanında bir de Filistin’de aynı
söylemin bir uzantısı olan Yaser Arafat vardı. Bölgeyi değiştirecek önemli anahtarlardan
bir tanesi Filistin’dir. 1979’daki İran’da din eksenli gelişme “siyasal İslam” denilen bir
kavram ile bizi tanıştırmıştır. 1979’da burada bir imaj oluşturulmuştur.
4
beraber talep etmeye başlamıştır. Burada halk sosyal paylaşım siteleri ve internet
sayesinde siyasi yapılanmada demokratik bir yapıya geçerek, oy vererek, iktidar
yapılarını değiştirebileceğini öğrenmeye başlamıştır. Tahrir Meydanı’ndaki hareketler 19.
gününe geldiği zaman aniden bir durma eğilimi göstermiştir. Bu ise hareketlenmenin
doğal olmadığını gösterdi. Ortadoğu’da devrim yoktur, askeri darbe vardır. İhtilal
Ortadoğu’da Fransız standartlarındaki gibi gelişemez. Bölgesinde doğasında ve
dokusunda yoktur. Ama suni devrimler ve devrimcikler bol miktarda olabilir. Mısır’dan
itibaren başlayan süreçte kilit nokta Mısır’dır.
Tarihsel arka planı verdikten sonra bunlar hakkında net bir şeyler söyleyebiliriz:
Tunus’ta başlayan hareket doğaldır. Tunus’ta Fransız aleyhinde bir görüntü oluşmuştur.
O andan itibaren Fransa işin içine çok aktif bir şekilde dâhil olmuştur. Mısır çok önemlidir.
Çünkü Mısır bu vitrinin kendisidir. Mısır’da bir hareketlenme olduğunda Ortadoğu’yu
sallar ve de sallamıştır. Bir başka kilit nokta; Suudi Arabistan’dır. Doğal yapısıyla ABD
tarafından doğduğu günden bu yana finanse edilen ve desteklenen tek dokudur. Bu
bölgedeki petrol gelirleri belirli bir oranda halka veriliyorsa da çoğunluğu belirli bir
grubun tekelindedir. Suudi Arabistan’ın çok özel bir dokusu vardır. Dolayısıyla bu dokuda
en çok üstünde durulması gereken Suudi Arabistan’dır. Sürecin suni mi doğal mı olduğuna
karar vermek için Suudi Arabistan’ı izlemek gerekmektedir.
5
Türkiye’de 2003’ten beri değişmeler söz konusudur. Siyasi arenada “muhafazakâr
demokrat” model denen bir model aslında denenmektedir. Bu coğrafyada iki tane
demokratik ülke vardır: Türkiye ve İsrail. Türkiye’de 2003’ten beri dış politikada
değişiklik olmaya başladı ve içeride muhafazakâr demokrat çatısı altında dini değerlere
saygılı olan ve bunu siyasi bir görüş haline getirmeyen farklı bir yapı iktidara geldi.
Aslında muhafazakâr demokrat Avrupa’daki bir yapıdır. Hıristiyan Demokratın Türk
versiyonudur. Türkiye'de muhafazakâr sosyal demokrata doğru gideceğiz. Bu model
Ortadoğu’da Türk modeli olarak yansıtılacaktır. Kriz sürecinde en karlı çıkacak olan
Türkiye’nin rol-model yapısıdır. Ortadoğu’nun tarihsel arka zemini düşünüldüğünde,
Türkiye’nin bölgede bu kriz neticesinde demokratik yönetimler yapılanmasına doğru
gidişte nasıl bir rol oynayacağı tespit edilebilir. İsrail geriye çekilip yerine demokratik
muhafazakâr Türkiye modeli referans alınıp demokratik bir Ortadoğu’ya doğru
gidilecektir. Bu coğrafyaya baktığımızda düşünce sınırları değişecektir. Ortadoğu, halka
hesap verilen, halkın sorguladığı ve beğenmediğini değiştirdiği bir yönetim yapısı
şeklinde doğal bir yapıya doğru gidecektir.
6
Türkiye çok boyutlu ve çok taraflı bir dış politikaya yönelmiştir. Çok taraflı dış
politikada şu anda öncelik Ortadoğu’ya verilmiştir. Ancak hükümetin çok zayıf olduğu bir
nokta vardır ki o da Orta Asya’dır. Asya-Pasifik grubunda zafiyet söz konusudur. Ortadoğu
ile ilgili bir şeyler yapınca, eksen kayması tartışmaları gündeme gelmiştir. Eksenin
kayması tartışmasını bir kenara bırakalım, aslında daha bir eksen arayışı da yoktur.
Sadece şu anda belirtilerini görmekteyiz. Güçlü ekonomi, güçlü adalet, güçlü ordu bunlar
önemli şeylerdir ama Türkiye’nin yeni anayasa konusu çok daha önemlidir. Türkiye daha
kendi iç dinamiğini ve değişimini tamamlamış değildir. Türkiye uzun vadede bu baharları
iyi yönetebilirse çok kar elde edecek, iyi yönetilemezse BOP’lar değişik noktalara doğru
kayabilecektir. Türkiye bir dönüm noktasındadır. Eğer Türkiye yeni anayasasını
yapabilirse, bütün toplum katmanlarını, bütün farklı unsurları bir masada toplayıp,
toplumsal sözleşmesini yapıp, uygulayabilirse, bölge için işte o zaman örnek bir model
olabilecektir.