Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 7

Tarihin Penceresinden Bakarak Arap Baharı ve Türkiye

Doç. Dr. Bekir GÜNAY

12 Ağustos 2012

Tarihten uluslararası ilişkilere bakarken farklı ters okumalar yapmak


gerekmektedir. Öncelikle konunun adının nasıl konulması ve temelleri üzerinde
durulması faydalı olabilir. İlk önce bazı sorularla başlamak isabetli olabilir. Bu yaşananlar
kendi akışı içerisinde doğal bir şekilde mi ortaya çıkmıştır yoksa suni gelişmeler midir?
Bundan ayrı olarak, Ortadoğu denkleminde halk hareketleri kavramından bahsedebilir
miyiz? “Halk hareketi” olarak tescillenmiş dünyadaki tek halk hareketi Fransız İhtilali’dir.
Çünkü çağ açıp, çağ kapama özelliği vardır. Öyleyse teorik alt yapımızı bu kelimenin
üstüne inşa etmemiz gerekmektedir. Baz aldığımız Fransız İhtilali benzeri halk
hareketlerine örnek olarak Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi ve 1979 İran Devrimi
verilebilir.

Acaba Ortadoğu’da yaşananlar da benzeri bir devrimsel hareket midir? Benzeri


halk hareketleri Ortadoğu coğrafyasında olabilir mi? Halk hareketlerinden
bahsedildiğinde sosyal sınıf algılaması ve sınıfsal tartışmayı da beraberinde tartışmamız
gerekmektedir. İhtilal öncesi Fransa’daki durum, klasik Kum Saati Denklemindeki
zenginle fakir arasındaki uçurumun giderek artmaya başlaması üzerine saatin ters
çevrilmesi sürecidir. Böyle bir süreci acaba Ortadoğu’da görebiliyor muyuz? İç çarpan
olarak kabul edebileceğimiz bölgenin doğal dokusu nelerden oluşuyor ve bu doğal dokuyu
belirleyen parametreler nelerdir?

Bölgedeki doğal dokuyu besleyen unsurları ortaya çıkarmanın yolu da tarihsel


parametrelerden geçmektedir. Bölgenin tarih katmanlarına doğru inerek oradaki katların
hala canlı olup olmadığını bilmemiz gerekmektedir. Eğer canlıysa bunun sonucunda
gelecek olan yapının da belirleyici unsuru; sosyal gen dediğimiz unsurdur. İnsanlardaki
fizyolojik gen gibi toplumların da sosyal hareketlerini şekillendiren, en büyük çarpan
haline gelen tarih, din, kültür gibi etkenler oldukça önemlidir. Bunların doğal dokuda ne
kadar belirleyici olduğunu da vurgulamak gerekmektedir.

En baştaki sorumuza dönersek eğer, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde dış çarpan


faktörü ne kadar önemlidir? Suni kelimesi üstünden gidersek, bunu tetikleyecek olan
unsur iç çarpan mıdır yoksa dış çarpan mıdır? Dış çarpanın bu bölgeye olan bakışında
jeopolitik etkenler, ticari-ekonomik yollar, doğalgaz, petrol eksenli enerji kaynakları ve
bunların nakil hatları vs. dediğimiz unsurlardır. Ortadoğu deyince akla gelen bu
parametreler dış faktörlerin ilgisini her zaman bu bölgeye çok ciddi bir şekilde çekmiştir
ve hala çekmeye devam etmektedir. Büyük güçlerin bölgeye yakın ilgisi, büyük savaşlar
ve büyük stratejik dalgalar ekseninde bu coğrafyada dış çarpanın etkileri hala devam
etmektedir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl büyük değişikliklerin sinyallerini vermektedir.

1
Dış çarpanın bölgeye ilişkin planlarının değiştiğini ifade edebiliriz. Machiavelli’ye
atfedilen “Kötülüğü adamına yaptır, onu kötü bilsinler, sonra onu görevden al, seni iyi
bilsinler” sözü günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri anlamamıza da yarayabilir.
Koltuktan indirilen liderler bugüne kadar çok iyiydi, sonra aniden çok kötü oldular.
Eskiden bu tip halk hareketlerinde kullanılan bültenler vardı. Fransız İhtilali’nde
duvarlara asılan meşhur bültenler gibi. Halk bu bültenleri okuyor ve bu bültenlerle motive
ediliyordu. Şimdilerde bu duvarların yerini Facebook ve Twitter duvarları aldı. Bu, sosyal
medya ile ulaşılan kitleyi organize etme şeklinde yeni bir model midir yoksa aslında bir
psikolojik harekât tekniği midir orası da tartışılması gereken noktalardandır.

Ortadoğu’ya bakıldığında bölgenin doğal dokusundan beslenen bir işsizliğin ve


gelir dağılımında adaletsizliğin bulunduğu görülmektedir. Bütün bunlara dış çarpanları
da eklediğimiz de tablo daha da netleşmektedir. 19. yüzyıldan sonra bölgede dış çarpan
faktörü %100 etkilidir. Dış çarpanın bölgeye ilgisi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
çok ciddi bir şekilde başlamıştır. Bölgenin tarihsel dokusu çok belirleyici bir unsurdur.
Ama bölgenin tarihsel dokusuyla beraber önemli olan esas unsur; Ortadoğu dünyanın
medeniyet beşiğidir. İnsanlar daha mağara devrinde yaşarken burada Sümerler,
Asurlular, Hititler yazıyı kullanıyorlardı. Ortadoğu toplumları medeni toplumlardır. Bu
önemli bir veridir. Alt yapıdan yukarı doğru koridorlara çıkarken önemli bir veridir. Bir
başka önemli veri; bu bölgenin katmanlarına baktığımızda din faktörüdür. Dünyanın en
büyük dinleri Ortadoğu merkezlidir. Dolayısıyla Ortadoğu dünyanın kalpgâh noktası
diyebileceğimiz bir yerdir. Bu dokuyu çok iyi tahlil eden dış çarpan dediğimiz güçler
vardır. Dış çarpanın sadece ekonomik, coğrafi nedenlerden dolayı değil, dinsel
nedenlerden dolayı da burada etkin olduğunu söylemek mümkündür. Ortadoğu büyük
güçlerin her zaman ilgisini çekmiştir. Petrol yokken de Ortadoğu çok önemli bir yerdi.
Ticaret var olduğu sürece Ortadoğu önemini hiç yitirmedi. Bu açıdan baktığımızda bu
coğrafyada İpek ve Baharat Yolları ile kültürlerin karıştığını, birbirleriyle tanıştığını ve
çok az kavga ettiğini görmekteyiz. O yüzden şöyle bir benzetme yapabiliriz: Ortadoğu bir
baharatçı dükkânı gibidir. Her türlü baharat vardır. Burada oyunun kuralı
hapşırmamaktır. Bu baharatçı dükkânına girer ve hapşırırsan havaya kalkan baharatları
toplayacak birileri çıkar, bu da kavga çıkarır. Yani birileri hapşırmaya başlıyorsa bilin ki
dükkânı karıştıracak demektir. Bu karışıklık siyasi olaylar ile kan ve gözyaşını da
beraberinde getirecektir.

Küresel güçler Ortadoğu’nun sahibi değildir. Sahibi olmaya çalışmaktadırlar. Sahip


olmaya çalışırken kullandıkları yöntem baharatçıda hapşırma yöntemidir. Çünkü o zaman
dükkânın esas sahibi de gözükmemektedir. Körleşmeye başlamaktadır. Dükkân sahibi bu
bölgenin kendi halklarıdır. Bu bölgedeki en temel unsurlar; medeniyet ve din
kulvarlarıdır. Bunlar bu bölgenin temel dinamiklerinde belirleyici güçlerdir. Ortadoğu
halkları bugüne kadar kaderlerini kontrol edememiştir. Demokratikleşme ve demokrasi
belirleyici bir unsurdur. Şu anda bulunan yöntem bu şekildedir. Ancak demokratik
yönetimlerle istenmeyen kişilerin iktidara gelmesi küresel güçlerin, dış çarpanların veya
dinamiklerin istemedikleri bir husustur. Bunun için de küresel güçler kendi
kontrollerinde bir demokratik yapıya gidilmesini amaçlamaktadırlar.

2
İlginç bir noktaya daha değinmekte fayda vardır. Büyük güçler bu bölgeye gelmiş
ve bölgeyi kontrol etmiştir. Ancak bu bölgede çok fazla kalamamıştır. Bölgeden olmayıp
da bölgeyi uzun süre kontrol eden ve burada kalan tek güç vardır. O güç de Türklerdir.
Türkler köken bakımından Ortadoğulu değildir. Türkler bölgede ilk Anadolu’ya
gelmemiştir. Ortadoğu’da Türklerin ilk geldiği yer Kerkük’tür. İlk gelen Türkler Kerkük’e
gelmişlerdir. Türkler ancak Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya doğru gelmiştir. Türkler
yaklaşık bin yıldır bu bölgededir. İstiklal Harbi’nde mücadele verdiğimiz coğrafya Ata-
yurt değil, Anayurt dediğimiz Anadolu’dur ve Ortadoğu’nun parçasıdır. Ortadoğu’nun her
sürecinde, özellikle Yavuz Sultan Selim zamanından sonra her taşında, Türkleri
görebilmek mümkündür. Bu çok önemli bir veridir. Türkler bu coğrafyada bir dış güç
olarak tanımlanmamıştır. Türkler Ortadoğu’nun alt katmanlarında, sosyal hafızasında,
kültürel hafızasında önemli bir dosyadır. Bunun kökenleri günümüze değil, çok eskilere
dayanmaktadır. Bütün farklılıkları olduğu gibi kabul ederek uzun süre bu bölgede hâkim
olan gücün başarısının hikmeti hâkimiyetinin altındaki farklılıkları bir elin parmakları
gibi kabul etmesinde yatmaktadır.

Ortadoğu’da yeni bir doku oluşturmak gerekiyorsa ana çarpan unsurlar üstünde
oynama yapmak gerekmektedir. Bu bir stratejik taktiktir. Ana çarpanlar olarak
baktığımızda; din önemli bir çarpandır. Bunun üstüne hesap yapmamız lazımdır. Dil
önemli bir çarpan unsurdur. Oturup çalışmamız lazımdır. Tarih ve kültür de aynı
şekildedir. 1920’lerin Ortadoğu’sunu okumaya, dışarıdan rengine bakmaya
başladığımızda; İslam dinine sahip, duygusal, üst çatı ortak dil olarak Arapçanın herkes
tarafından konuşulduğu, Türkçenin ise biraz anlaşıldığı, en üst çatı olarak da Osmanlı
unsurunun yer aldığını görmekteyiz. Kültür dokularına indiğimiz vakit İslamiyet öncesi
alt kültür dokularına inmemiz lazımdır. Mısır’da piramitler ile eski kültür dokularını
canlandırarak kendilerinin üstün olduğuna inandırılan bir nesil söz konusudur. Veya
Suriye’de alt unsurlar devreye girmektedir. Yani sonuçta bu dörtlü unsur konusunda 17.
yüzyıldan 19. yüzyıla geldiğimizde her kanatta bir oynama vardır. Ama hepsinin ortak
noktası vardır: dış çarpanlar tarafından oynamalar yapılırken Türk karşıtlığı bilinçli
olarak öne çıkartılmıştır. Arap tarih kitaplarında bunu net olarak görebilmekteyiz.
Önümüzde net olan bir tablo durmaktadır. 19. yüzyıldan itibaren Ortadoğu’da yapı
yeniden şekillendirilmektedir.

Burada bütün yapıda çalışan tek bir baskın güç vardır o da İngiltere’dir. İngiltere
1919–1939 arası asıl güçtür. 1945’ten sonraki süreçte ise ABD ve SSCB sahneye çıkmıştır.
Bu süreçle beraber dikkat çeken diğer bir konu bölgenin haritasının çok suni olduğudur.
Ortadoğu’nun sınırlarında doğal kıvrımlar yoktur. Bu, demek ki zamanında burada birileri
iyi çalışmış anlamına gelmektedir. Suni sınırların olduğu yerlerde her olayın suni olmasını
bekleyebilirsiniz. Siyasi tarih bilgisi bize bunu ifade etmektedir. 1945’ten önceki süper
güç İngiltere’nin bu bölge için geliştirmiş olduğu temel anlayış; tek adam yönetimleri
üzerine inşa edilmiştir. Temeli “Az olanı sen yukarı çıkaracaksın. O da sana tabii olacaktır”
felsefesine dayanır. Suriye’de Nusayriler, Mısır’da değişik unsurlar, Suudi Arabistan’da
Vahhabiler yönetime hep bu yüzden gelmiştir. ABD’nin Ortadoğu’da en yakın
müttefiklerinden biri Suudi Arabistan’dır. Bu yüzden Suudi Arabistan’a gerçek bahar
gelirse Ortadoğu’ya bahar gelir diyebilirsiniz. Ama Suudi Arabistan’da bir tane taş dahi
oynamıyorsa sunilik kelimesi üstüne biraz daha düşünmek gerekmektedir.

3
Ortadoğu’nun doğal dokusunda tek adam iktidarları -Türkiye ve İsrail hariç- ya
askeri diktatörler ya da kral şeklinde başa gelmişlerdir. Ortadoğu’nun temel direkleri
neresidir dediğiniz vakit bu ülkeler dikkat çekmektedir. Ortadoğu’nun dört temel ülke
direği vardır. Ortadoğu’yu kontrol etmek istiyorsanız bu dört ülkeyi elinizde tutmanız
gerekmektedir. Bunlar: İran, Türkiye, İsrail ve Mısır’dır. Hepsi de birbirinden farklıdır.
Bunlar arasında dış çarpanlar açısından “en tehlikeli” olanı ise 600 yıl burayı yönetmiş
olan Türklerdir. Öyleyse dış çarpanlar açısından temel kural “bu ülke kesinlikle güneye
inmeyecektir!” şeklinde kendiliğinden ortaya çıkar. Güneye inmemesine rağmen bu ülke
kurulurken güneye gideceğinin sinyallerini vermiştir. Musul, Hatay bu çizgilerin bir
uzantısıdır. Musul dediğimiz Basra; Hatay dediğimiz de Kızıldeniz’dir. Atatürk’ün dış
politikasında bunu çok net bir şekilde görebilmekteyiz. Sadabat Paktı bunun bir
uzantısıdır. Balkan Antantı da Balkan coğrafyasına tekrar hâkim olma düşüncesinin bir
ürünüdür. Günümüzde Ortadoğu ile yeni ilişkiler geliştirmek isteğiyle güneye inmeye
çalışan Türkiye dış çarpanları hemen rahatsız edecektir. Bu açıdan, eksen kayması ve
"Yeni Osmanlıcılık" tartışmalarının çıkış noktasının dış çarpan dediğimiz ülkelerde olması
tesadüf değildir.

1989’a geldiğimizde Soğuk Savaş bitmiş, yeni bir savaş başlamıştır. Uluslararası
sistemin sahnesi yeniden düzenlenirken her coğrafya yeniden tasarlanacak demektir. Bir
başka ifadeyle İngiltere’nin tanımladığı 19. yüzyıldaki coğrafya yeniden tasarlanacak,
oyunun kartları yeniden karılacaktır. Ortadoğu’nun ideolojiler ya da düşünceler
koridorlarına baktığımızda bu yüzyılın başında bölgede milliyetçilik rüzgârının estirildiği
görülmektedir. Milliyetçilik rüzgârının yanına bir de sosyalizm eklendiğinde Nasyonal
Sosyalizm’in Ortadoğu’daki adı “Baasçılık”tır. Cemal Abdülnasır bu ideolojinin babası,
Saddam Hüseyin ile Hafız Esad ise çocuklarıdır. Bu isimlerin yanında bir de Filistin’de aynı
söylemin bir uzantısı olan Yaser Arafat vardı. Bölgeyi değiştirecek önemli anahtarlardan
bir tanesi Filistin’dir. 1979’daki İran’da din eksenli gelişme “siyasal İslam” denilen bir
kavram ile bizi tanıştırmıştır. 1979’da burada bir imaj oluşturulmuştur.

21. yüzyıldaki 11 Eylül senaryolarının başlangıç noktası 1979 İran Devrimi’dir.


Büyük güçler bu bölgede milliyetçilik koridorunu, sosyalizm koridorunu, seküler
koridorları kullanmıştır. Din koridoru hep bastırıldığı ve suçlu ilan edildiği için bölgede
yeni bir dinamik ortaya çıktı. Isınmaya başlayan bu dinamikle İran’da ortaya çıkan ilk
çatlak “İslam Devrimi” olarak yayılmaya başladı. Bu yayılma ile halk bir şok etkisi yaşadı.
Aynı tarihlerde Türkiye’de de Türk-İslam tartışmaları gündeme geldi. Artık söylemlerin
değiştiği bir döneme girilmişti. Türkiye’de mesela önceden tek yol devrimdi. Sonra bu
slogan tek yol İslam şekline dönüştü. Sloganlar bile değişmeye başlamıştır. 1989
sonrasından 11 Eylül’e gelen süreçte yeni bir hedef tanımlanmaktadır. 21. yüzyılda artık
bu coğrafyada yeni bir düzen kurulmaktadır. 11 Eylül sonrasında gelişen siyasi gelişmeler
1989 sonrasında Balkanlardaki hareketlenmeler neticesinde bir noktaya getirildi.

Aslında bütün yaşananlar suni bünyedeki doğal doğumun ön kontrollü


yapılanmasıdır. Burada doğal bir yapı doğmak üzeredir. Ortadoğu medeniyet yapılarıyla
tekrar buluşmaktadır. Farklılıkları bir arada tanımlayan, farklı kültürlere saygı gösteren
bir yapı olarak kendini net bir şekilde tanımlayan bir halk dokusu söz konusudur. Bu doku
yönetimlerde kendini göstermemiş ve halk bunu yavaş yavaş ekonomik etkenlerle

4
beraber talep etmeye başlamıştır. Burada halk sosyal paylaşım siteleri ve internet
sayesinde siyasi yapılanmada demokratik bir yapıya geçerek, oy vererek, iktidar
yapılarını değiştirebileceğini öğrenmeye başlamıştır. Tahrir Meydanı’ndaki hareketler 19.
gününe geldiği zaman aniden bir durma eğilimi göstermiştir. Bu ise hareketlenmenin
doğal olmadığını gösterdi. Ortadoğu’da devrim yoktur, askeri darbe vardır. İhtilal
Ortadoğu’da Fransız standartlarındaki gibi gelişemez. Bölgesinde doğasında ve
dokusunda yoktur. Ama suni devrimler ve devrimcikler bol miktarda olabilir. Mısır’dan
itibaren başlayan süreçte kilit nokta Mısır’dır.

Tarihsel arka planı verdikten sonra bunlar hakkında net bir şeyler söyleyebiliriz:
Tunus’ta başlayan hareket doğaldır. Tunus’ta Fransız aleyhinde bir görüntü oluşmuştur.
O andan itibaren Fransa işin içine çok aktif bir şekilde dâhil olmuştur. Mısır çok önemlidir.
Çünkü Mısır bu vitrinin kendisidir. Mısır’da bir hareketlenme olduğunda Ortadoğu’yu
sallar ve de sallamıştır. Bir başka kilit nokta; Suudi Arabistan’dır. Doğal yapısıyla ABD
tarafından doğduğu günden bu yana finanse edilen ve desteklenen tek dokudur. Bu
bölgedeki petrol gelirleri belirli bir oranda halka veriliyorsa da çoğunluğu belirli bir
grubun tekelindedir. Suudi Arabistan’ın çok özel bir dokusu vardır. Dolayısıyla bu dokuda
en çok üstünde durulması gereken Suudi Arabistan’dır. Sürecin suni mi doğal mı olduğuna
karar vermek için Suudi Arabistan’ı izlemek gerekmektedir.

Türkiye’de dış politikada değişimin ön planda olduğu, stratejik derinlik, yumuşak


ve sert güç kavramlarının tartışıldığı bir süreç söz konusudur. Burada birkaç önemli nokta
vardır: Türkiye’nin yumuşak gücü ve stratejik derinliği Suriye’de test edilmektedir. Çünkü
Türkiye gerçekten bu ülkede kural dışı ve ezber bozucu bir politika izlemiştir. Hepimizin
bildiği gibi, bu ülkeyle ilişkiler hiç olmadığı kadar geliştirilmişti. İlişkilerin daha da
iyileştirileceği düşünülürken birdenbire Beşşar Esed’in babasının çevresindekiler tekrar
ortaya çıkmıştır. Burada unutulan şey Beşşar Esed’in altındaki kadro halen kendi
kardeşlerinden ve Hafız Esed’in çevresindekilerden oluştuğudur. Bilineceği üzere, Hafız
Esed, Saddam Hüseyin’in Halepçe’de yaptığı katliamın aynısını Hama’da yapmıştı. Son
olaylarda aynı askeri yetkililer tekrar devreye girmiştir. Beşşar Esed’in bütün yapıyı
tuttuğu konusunda Türkiye yanılmıştır. Türkiye iki şeyi ispatlamaya çalışmaktadır.
Komşularla sıfır problem mantığıyla ekonomik ve siyasi etkenleri bir tarafa bırakarak
kardeşlik ve ticari anlamda bir kazan-kazan politikası güdülmüştür. Bu bir yere kadar da
başarılmıştır. Ancak unutulan husus alt kadroda halen Nusayri olmayanların yaşama
hakkının olmadığı şeklinde şekillenen 1961 zihniyetinin hâkim olmasıdır. Türkiye’nin test
edilmesi konusu düşürülen uçakla birlikte çok ciddi bir şekilde gündeme getirilmiştir.

Gelecekte bu bölgede ne olacağına dair baktığımızda; şu anki suni dalgalanmaların


bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz. Suriye’den sonra Irak’ta bir gelişme
olmamıştır. Mısır’da askeri yapı hala güçlü bir şekilde durmaktadır. Mısır’da kafa
değiştirilmiştir ama vücut aynı şekilde durmaktadır. Mısır’da halk sadece ve sadece
anayasa yapılsın diye geriye çekilmiştir. Anayasanın yapılması gerekmektedir.
Önümüzdeki beş yıl içerisinde bu coğrafya; eninde sonunda halkın iktidar olduğu,
demokrasinin yerleştiği ve genellikle dini eğilimleri olan partilerin etkin olacağı bir yapıya
doğru gidecektir.

5
Türkiye’de 2003’ten beri değişmeler söz konusudur. Siyasi arenada “muhafazakâr
demokrat” model denen bir model aslında denenmektedir. Bu coğrafyada iki tane
demokratik ülke vardır: Türkiye ve İsrail. Türkiye’de 2003’ten beri dış politikada
değişiklik olmaya başladı ve içeride muhafazakâr demokrat çatısı altında dini değerlere
saygılı olan ve bunu siyasi bir görüş haline getirmeyen farklı bir yapı iktidara geldi.
Aslında muhafazakâr demokrat Avrupa’daki bir yapıdır. Hıristiyan Demokratın Türk
versiyonudur. Türkiye'de muhafazakâr sosyal demokrata doğru gideceğiz. Bu model
Ortadoğu’da Türk modeli olarak yansıtılacaktır. Kriz sürecinde en karlı çıkacak olan
Türkiye’nin rol-model yapısıdır. Ortadoğu’nun tarihsel arka zemini düşünüldüğünde,
Türkiye’nin bölgede bu kriz neticesinde demokratik yönetimler yapılanmasına doğru
gidişte nasıl bir rol oynayacağı tespit edilebilir. İsrail geriye çekilip yerine demokratik
muhafazakâr Türkiye modeli referans alınıp demokratik bir Ortadoğu’ya doğru
gidilecektir. Bu coğrafyaya baktığımızda düşünce sınırları değişecektir. Ortadoğu, halka
hesap verilen, halkın sorguladığı ve beğenmediğini değiştirdiği bir yönetim yapısı
şeklinde doğal bir yapıya doğru gidecektir.

Ancak bu doğal yapının Arap Baharı ile olmayacağını belirtmek gerekmektedir. Şu


anda Ortadoğu’da kontrollü bir stres boşalması vardır. Şu anda yapılanlarda BOP örneği
vardır. Türkiye bunu kabul etmiş durumdadır. Türkiye de eş başkanlığı kabul etmiştir.
Geçiş süreci açısından baktığınızda bir Amerikan şemsiyesi vardır. Daha önce Sovyet
şemsiyesi de vardı. Bu üst şemsiyedeki temel unsur; menfaat çizgisidir. Üst şemsiyede
doğrudan kullanılan unsur; İsrail’dir. Üst şemsiye ABD’dir. Ekonomik ve siyasi güçlerle bu
beslenmiştir. Üst şemsiye altında alt şemsiye açılabilir mi? Türkiye bu üst şemsiyenin
altına bir alt şemsiye açmıştır. Bu alt şemsiyenin bir özelliği vardır. Reel politik olarak
ifade ettiğimizde şu anda bu şemsiyede eşgüdümlü bir şekilde hareket etmek
zorundasınız. Türkiye’nin farklı bir yapılanmaya gittiğini ABD fark ettiğinde ne
yapabiliriz? Bunun olmaması için Türkiye’nin önüne çeşitli engeller konulmaktadır.
Türkiye de sinyal vermektedir. Türkiye bütün bu dönemlerde duygusallaşmadan,
gerçekçi bir şekilde Ortadoğu’daki halklarla olan muhabbetini devam ettirmek
zorundadır. Ama şu anda ABD ile aynı çizgide gitmeye zorunlusunuz. Genişletilmiş
Ortadoğu Projesi bir Amerikan projesidir. Türkiye dış politikasında belirli ölçülerde bunu
kabul etmiştir. Daha önce tamamen kabul edilmekteydi, şimdi ise ölçü oranı azaltılmıştır.
1980’lerden beri Türkiye bu projenin fiili uygulayıcısıdır. Türkiye’nin ABD’ye önerisi;
demokratik yapılanmalarda bu dokuda Türkiye modeline benzer bir modelin kabul
edilebileceğidir. Türkiye’ye de belirli ölçüde nefes alanı bırakılmak istenmektedir. Suriye
bu anlamda çok önemlidir ve Suriye’de Türkiye’nin gücü test edilmektedir. Türkiye
Libya’da doğru bir hareket yapmış ve halktan yana tavır koymuştur. Her zaman halka
doğru oynamak ve tek adam yönetimleriyle ilişkiyi kesmek gerekmektedir. Bu açıdan
Suriye konusunda Türkiye’nin yönetimden yana değil de halktan yana tavır alması doğru
bir politikadır. Bunu yaparken dikkatli ve ihtiyatlı olunmalı, provokatif gelişmeler
karşısında sağduyulu kararlar alınmalıdır. En fazla korkulan şey, savaş gibi bir duruma,
BM çerçevesi ve uluslararası kamuoyu ile birlikte hareket etmeden tek başına
girişilmesidir ki böyle bir sonuç Türkiye açısından tam bir felaket olur.

6
Türkiye çok boyutlu ve çok taraflı bir dış politikaya yönelmiştir. Çok taraflı dış
politikada şu anda öncelik Ortadoğu’ya verilmiştir. Ancak hükümetin çok zayıf olduğu bir
nokta vardır ki o da Orta Asya’dır. Asya-Pasifik grubunda zafiyet söz konusudur. Ortadoğu
ile ilgili bir şeyler yapınca, eksen kayması tartışmaları gündeme gelmiştir. Eksenin
kayması tartışmasını bir kenara bırakalım, aslında daha bir eksen arayışı da yoktur.
Sadece şu anda belirtilerini görmekteyiz. Güçlü ekonomi, güçlü adalet, güçlü ordu bunlar
önemli şeylerdir ama Türkiye’nin yeni anayasa konusu çok daha önemlidir. Türkiye daha
kendi iç dinamiğini ve değişimini tamamlamış değildir. Türkiye uzun vadede bu baharları
iyi yönetebilirse çok kar elde edecek, iyi yönetilemezse BOP’lar değişik noktalara doğru
kayabilecektir. Türkiye bir dönüm noktasındadır. Eğer Türkiye yeni anayasasını
yapabilirse, bütün toplum katmanlarını, bütün farklı unsurları bir masada toplayıp,
toplumsal sözleşmesini yapıp, uygulayabilirse, bölge için işte o zaman örnek bir model
olabilecektir.

You might also like