Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 6

A.

İNSANLIĞIN İLK DÖNEMLERİ


1. Yazının İcadından Önce İnsan
“Tarih yazı ile başlar.” sözünü duymuşsunuzdur. Bu söz tarihte yaşanmış olayların açığa çıkarılmasında
yazının önemini anlatmak için söylenmiştir. Tarihçiler bu gerçekten hareketle geçmişi yazının icadını
esas alarak iki ana bölüme ayırmışlardır. Yazının icadı öncesine Tarih Öncesi Çağlar, sonrasına ise
Tarih Çağları adını vermişlerdir.
Tarih Öncesi Çağlar Taş ve Maden Devri olarak iki ana kısma ayrılmıştır. Bununla birlikte aşağıdaki
tabloda verilen tarihler en eski medeniyet merkezlerinden biri olan Anadolu için geçerlidir. Çünkü
Tarih Öncesi Çağlar dünyanın her yerinde aynı anda başlayıp bitmemiştir. Örneğin Anadolu’da Maden
Devri’ne geçildiği sırada dünyanın başka yerlerinde insanlar hâlâ Taş Devirlerini yaşamaya devam
etmişlerdir. İnsanlık
tarihinin en uzun
devresini oluşturan
Tarih Öncesi
Dönem’de insanlar
tabiata bağlı bir hayat
sürdüler. İlk
zamanlarda insanlar
orman ve göl
kenarlarında yaşarken
havaların soğuması ve buzulların güneye doğru ilerlemesi üzerine daha elverişli yerlere sığınmak
zorunda kaldılar. Henüz hayvanları avlayacak silahları olmadığı için yabani meyveler, otlar ve bitki
kökleriyle beslendiler. Yiyecek bulmak için bütün gün dolaşan insanlar gece olunca mağaralar, kuytu
yerler ve ağaç kovukları gibi doğal barınaklara çekildiler. Böylece soğuktan, fırtınadan, kardan,
yağmurdan ve diğer dış tehlikelerden korunmaya çalıştılar.
Tarih Öncesi Dönem’de ateşin kontrol altına alınıp kullanılması önemli bir dönüm noktası oldu. Ateş
öncelikle ısınmak, karanlığı aydınlatmak ve vahşi hayvanları korkutmak için kullanıldı. Ateşin
bulunmasıyla birlikte yiyeceklerini pişiren insanın beslenme alışkanlığı değişirken sindirimi kolaylaştı.
Bu dönemde yaşam şartlarındaki iyileşmeye bağlı olarak insanın bilgi ve becerileri gelişti. Yontularak
sivriltilen taşlar uzun sopaların ucuna takılarak daha kullanışlı hâle getirildi. Taşlar keskinleştirilerek
bıçak ve balta gibi kullanıldı. Hayvan kemiklerinden ve boynuzlarından zıpkın, mızrak uçları, iğne ve
hançerler yapıldı.
İnsanlar beslenme, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sanatı da
keşfettiler. Günlük hayatlarında gördükleri veya yaşadıkları olayları mağara duvarlarına çizerek hayat
tarzlarına ilişkin bilgilerin günümüze kadar ulaşmasını sağladılar. Eski Taş Çağı olarak adlandırılan bu
döneme ait insan barınaklarının en tanınmışları, İspanya’daki Altamira ve Fransa’daki Lascaux
(Laskouks) Mağaralarıdır. Bu mağaraların duvarları öküz, at, geyik, dağ keçisi ve bizon gibi hayvanların
resimleriyle kaplıdır. Yurdumuzda ise Küçükçekmece Gölü (İstanbul) yakınındaki Yarımburgaz
Mağarası, Anadolu’nun bilinen en eski yerleşmesidir. Burada günümüzden 400 bin yıl öncesine ait
insan ve hayvan fosillerine rastlanmıştır. Söz konusu dönemi aydınlatan bir başka önemli merkez MÖ
50.000- MÖ 15.000 yılları arasına tarihlenen Antalya yakınlarındaki Karain Mağarası’dır.
2. Avcılık-Toplayıcılıktan Üreticiliğe
Günümüzden yaklaşık 14 bin yıl önce buzulların çekilmesi ve havaların ısınmasıyla birlikte insanlık
tarihinde yeni bir döneme geçildi. Bilgi birikimi artan ve alet yapma becerisi gelişen insanlar bu
dönemde mağaralardan çıkarak açık alanlara yaptıkları kulübelere yerleştiler. Ağaç dallarından ve
sazlardan yaptıkları bu barınakların dışını çamurla sıvayarak daha dayanıklı hâle getirdiler. Dışarıdan
gelebilecek tehlikelere karşı barınaklarının etrafını hendekler ve çitlerle çevirdiler.
Bazen de daha güvenli olması için barınaklarını göl sularına diktikleri kazıkların üzerine inşa ettiler.
Tarımın ve hayvancılığın keşfiyle birlikte insanlar avcı-toplayıcı göçebelikten üretime dayalı yerleşik
hayata geçmeye başladılar. Takas denilen ürün değişimi yöntemini de ilk kez bu dönemde kullandılar.
Diğer yandan tekerleği icat ederek ağır yüklerin taşınmasını kolaylaştırdılar. Böylece ticaretin ve
toplumlar arası kültürel etkileşimin hızlanmasını sağladılar.
3. İlk Yerleşmeler
Yerleşik hayata ve medeniyete dair bilinen en eski izlere Anadolu topraklarında rastlanır. Anadolu;
insanlığın birkaç milyon yıl süren avcılık-toplayıcılık hayatının ardından yerleşik hayata geçtiği,
hayvanları evcilleştirip tarıma başladığı bir coğrafyadır. Arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulara göre
yazının icadından önceki zamanlara ait ilk yerleşmelerden birinin Çayönü’nde kurulduğu ortaya
çıkmıştır.
a. Çayönü
Çayönü Diyarbakır ilinin Ergani ilçesinin 7 km kadar güneybatısında kalan bir yerleşmedir. Yapılan
araştırmalarda Çayönü yerleşmesinin bulunduğu Ergani Ovası’nın MÖ 12 binlerde meşe ormanlarıyla
kaplı olduğu, burada yabani sığır, koyun ve keçilerin yaşadığı başka bir deyişle buranın yaşam
kaynakları açısından son derece zengin olduğu tespit edilmiştir. Bu özellikleriyle Çayönü daha
hayvanların tam olarak evcilleştirilmediği ve tarımın başlamadığı bir dönemde avcı toplayıcı insanlara
ev sahipliği yapmıştır. MÖ 10200 yıllarından itibaren de insan topluluklarının yerleşerek köy hayatına
başladığı bir merkez hâline gelmiştir.
Çayönü kazılarında ağaç dalları ve kamışlardan yapılmış basit yuvarlak kulübelerin zaman içinde taş
temelli kerpiç yapılara dönüştüğü görülmüştür. Bu durum Çayönü halkının toplayıcılık ve avcılıktan
tarıma dayalı köy hayatına geçtiğini göstermektedir.
Çayönü, tahıl üretimi ve hayvanların evcilleştirilmesine dayalı köy hayatının yaşandığı ilk
yerleşmelerdendir. Yabani buğday, mercimek ve baklagillerin tarıma kazandırılması, küçükbaş
hayvanların evcilleştirilmesi burada gerçekleşmiştir.
Bu özellikleriyle Çayönü bilim insanları tarafından uygarlığın doğduğu yerlerden biri olarak kabul
edilmektedir.
1964 yılında başlayan Çayönü kazılarında çakmak taşı, obsidyen ve bazalt taşlarından yapılmış aletler
ortaya çıkarılmıştır. Çayönü insanı söz konusu maddeleri kullanarak oraklar ve delici-kazıcı aletler ile
çeşitli süs eşyaları yapmıştır.
Bununla birlikte Çayönü yakınlarında bulunmadığı bilinen çakmak taşının ve obsidyenin nereden
getirildiği tam olarak anlaşılamamıştır.
Çayönü’nde çanak çömleklerin yanı sıra av hayvanlarının kemiklerinden yapılmış iğneler, çengeller,
boncuklar, halkalar ve düğmeler bulunmuştur. Diğer yandan Çayönü bakır yataklarının bulunduğu
Ergani’ye yakın bir yerdedir. Bu nedenle Çayönü insanı dünyanın başka yerlerindeki insanlardan
yaklaşık 2000 yıl önce bakırı işleyerek aletler yapmayı öğrenmiştir.
b. Çatalhöyük
Anadolu’nun yazının icadından önceki zamanlarını aydınlatan önemli merkezlerden bir diğeri Çatal-
höyük’tür. İngiliz arkeolog James Mellaart’ın (Ceyms Melart) 1958 yılında başlattığı Çatalhöyük
kazılarında insanlık tarihine ışık tutan önemli bulgulara ulaşılmıştır. Günümüzden yaklaşık 9 bin yıl
öncesine tarihlenen Çatalhöyük 8.000 kişilik nüfusuyla o dönemin en büyük ve en kalabalık
yerleşmelerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Höyük
Tarih boyunca yıkılan kentlerin kalıntıları üzerine yenileri inşa edildiğinden yerleşmelerin kurulduğu
arazilerde zamanla tepecikler oluşmuştur. Hafif eğimli bu yükseltilere ülkemizde höyük,
Yunanistan’da “magula”, Orta Doğu ülkelerinde “tell”, İran’da “teppe” denir. Höyükler arkeologlara
çanak çömlek parçaları; taştan, camdan, madenlerden yapılmış aletler; mimari yapılar ya da
organik kalıntılar sunarlar. Böylece yazının henüz icat edilmediği tarih öncesi devirlerin
aydınlatılmasına önemli katkılarda bulunurlar.
Çatalhöyük’te evler birbirine bitişik ve düz damlı olarak aynı planda inşa edilmişti. Bununla birlikte her
evin duvarı ayrıydı. Duvarların bitişik olması nedeniyle evler arasında sokaklara yer verilmemişti. Her
yeni ev yanındakine göre biraz daha yüksekte inşa ediliyor ve evlere giriş damlarda açılan kapılardan
sağlanıyordu. İnsanlar evlerine girip çıkarken damlara kurulu merdivenleri kullanıyordu.
Tek katlı olan Çatalhöyük evlerinin yapımında kerpiç, ağaç, kil ve kamış kullanılmıştır. Damlar kerpiç
duvarların ve şehrin güneyindeki ormandan elde edilen ağaç direklerin üzerine oturtulmuştur.
Kamışla kapatılan damların üzeri sıkıştırılmış kil toprakla kaplanarak sağlamlaştırılmıştır.
Çatalhöyüklüler oda ve depo şeklinde iki bölümden oluşan evlerinin içini sıvayıp beyaza boyadıktan
sonra duvarlarına resimler yaptılar. Bu resimlerde kilim desenleri, iç içe geçmiş daireler, yıldızlar ve av
sahneleri ile akbabalar, leoparlar, kuşlar ve geyikler gibi hayvanlara yer verdiler. Evlerin tabanına ise
tahıl sapları ve bataklık sazlarından ördükleri hasırları serdiler.
Diğer yandan duvar diplerinde ev içi yaşamı kolaylaştırmak amacıyla sekiler ve yüksek platformlar inşa
ettiler. Ölülerini kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici aletler, taştan baltalar, deniz
kabuğundan yapılmış boncuklarla birlikte bu platformların altlarına gömdüler.
Çatalhöyük’te yürütülen kazılarda ahşap kaplar, kutular, kemiklerden yapılmış takılar, çakmak
taşından hançerler ve bıçaklar ile obsidyen ok ve mızrak uçları bulunmuştur. Kazılarda ele geçen
malzemeler içinde en dikkat çekenleri pişmiş topraktan yapılmış kap kacaklar ve bereket tanrıçası
heykelleridir. Buluntulardaki üstün el işçiliği ve süslemeler Çatalhöyük’te gelişmiş bir sanat anlayışının
varlığını göstermektedir.

c. Tarihi Yeniden Yazdıran Keşif: Göbekli tepe


Her bilim dalında olduğu gibi tarihte de araştırma ve incelemeler durmaksızın devam etmektedir.
Dünyanın birçok ülkesinde tarihçiler, arkeologlar, paleograflar ve daha pek çok uzman, insanlık
tarihinin bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmak için geceli gündüzlü çalışmaktadır. Bu çalışmalarda
yeni bulgular elde edildikçe geçmişe ilişkin bilgiler de değişmektedir. Tarihî bilgilerin değişebilir
olduğunu gösteren bu durumun en son örneği Şanlıurfa ilimizin sınırları içinde devam eden Göbekli
tepe arkeolojik kazılarında görülmüştür. Şanlıurfa il merkezinin 18 km kuzeydoğusunda yer alan
Göbekli tepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halet Çambel tarafından fark
edildi. Şanlıurfa Müze Müdürlüğünün 1995 yılında başlattığı Göbekli tepe kazıları Alman Arkeoloji
Enstitüsünden Prof. Dr. Klaus Schmidt (Kılaus Şimit) danışmanlığında sürdürüldü. Kazı çalışmalarının
hâlen devam ettiği Göbekli tepe, 2018 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alındı.
Göbekli Tepe’deki kazılarda günümüzden 12 bin yıl öncesine ait tapınaklarla karşılaşıldı. 15-20 metre
çapındaki bu tapınaklarda “T” ve ters “L” harflerine benzeyen tek parça hâlindeki anıtsal taş sütunlar
daire şeklinde sıralanıyor. Tapınağın merkezinde yine “T” biçimli sütunlar bulunuyor. Her biri 40-50
ton ağırlığındaki bu taşların yüksekliği 4-6 metre arasında değişiyor. Uzmanlara göre insanı
simgeleyen bu sütunların üzerinde boğa, turna, akbaba, kaplumbağa, yılan, tilki, aslan, kurt ve
örümcek kabartmaları ve heykelleri yer alıyor. Dünyanın bilinen en eski ve en büyük tapınak
yerleşkesi Göbekli tepe Tarih Öncesi Dönem ve yerleşik hayata geçişle ilgili pek çok bilgiyi altüst etti.
Yakın zamana kadar Çayönü ve Çatalhöyük’ün en eski yerleşmeler olduğu kabul edilirken Göbekli
Tepe’nin keşfiyle birlikte uygarlıklar ve dinler tarihinin yeniden yazılması ihtiyacı ortaya çıktı.
Tarih Öncesi Dönem’e ait ilk tapınağın Malta Adası’nda bulunduğu ve MÖ 5000 yılına tarihlendiği
biliniyordu. Göbekli Tepe’deki kazılar bu bilgiyi değiştirerek ilk tapınağın çok daha önceki bir dönemde
Anadolu’da inşa edildiğini ortaya koydu. Kazılar ilk mimari yapıların insanların yerleşik hayata
geçmesinden sonra inşa edildiği bilgisini de değiştirdi. Çünkü Göbekli Tepe’deki tapınaklar insanlığın
henüz tarım ve hayvancılığa geçmediği bir döneme aitti. Buna göre avcı-toplayıcı insanlar beslenme
ihtiyaçlarını gidermekle kalmamış doğayı anlamaya çalışarak bir tanrının veya tanrıların varlığına
inanmışlardı. Onlara ibadet amacıyla da dev boyutlarda süslü tapınaklar yapmışlar, kutsal bir mekân
hâline getirdikleri Göbekli Tepe’de düzenli aralıklarla bir araya gelmişlerdi.

B. TARİH ÖNCESİNDE SÖZLÜ KÜLTÜR


Dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun insan evrenin yaratılışını, hayatın başlangıcını merak etmiş;
bilgi birikimi yetersiz de olsa bu konuları anlayıp ifade etmeye çalışmıştır. İnsanlığın bu yöndeki
çabaları Tarih Öncesi Devirlerden itibaren efsane veya mit denilen anlatıları ortaya çıkarmıştır.
Mit kelimesi Yunancada “anlatı” veya “hikâye” anlamında kullanılan “mitos”tan gelir. Mitler genellikle
tanrılardan, dünyanın başlangıcından, canlı ve cansız varlıkların yaratılışından söz eder. Ayrıca
devletlerin kuruluşunu, kanunların ortaya çıkışını ve daha pek çok konuyu anlatır.
Mitler binlerce yıl boyunca evrenin bilinmezliği karşısında cevaplar arayan insana hayattaki yerini ve
davranışlarını belirlemesinde yardımcı olur. Evrenin bilinmezliği karşısında çaresiz kalmış olan insan
da gerçeküstü varlıklar ve olaylarla süslü bu öykülere inanarak iç huzurunu sağlamaya çalışır.
Mitlerdeki kahramanları örnek alır, orada anlatılanlardan hareketle hayatı anlamlandırır ve
geleceğine yön verir.
Yazının icadından önceki dönemlerde insanlar yaşadıkları olayların, bilgi birikimleri ve tecrübelerinin
yanı sıra mitlerini ve efsanelerini de sözlü biçimde kuşaktan kuşağa aktarmışlardır. Anlatıcının hayal
gücünden beslenerek zaman içinde değişip zenginleşen bu sözlü kültür ögelerinin en eskilerinden biri
de Altay Türklerine ait “Yaratılış Efsanesi”dir.
Tarih Öncesi Devirler

a) Taş Devri Maden Devri

1) Kabataş Devri (Paleolitik) 1) Bakır Devri (Kalkolitik)


2) Yontma Taş devri (Mezolitik) 2) Tunç
3) Cilalı Taş Devri (Neolitik) 3) Demir Devri

b)Tarihi Devirler
1) İlkçağ (M.Ö. 3500 - M.S 375)
2) Ortaçağ (375 - 1453)
3) Yeniçağ (1453 - 1789)
4) Yakınçağ (1789 - )

TARİH ÖNCESİ ÇAĞLAR

 İnsanoğlunun yeryüzünde görülmesiyle başlayıp, yazının icadına kadar olan dönemdir.


 Bu dönem Taş ve Maden Devri olmak üzere ikiye ayrılır.
 Bu ayrım yapılırken insanların kullanmış oldukları araç ve gereçlerin niteliklerine bakılmıştır.
 Yazılı belgelerin yokluğundan dolayı tarih öncesi dönemler tam olarak aydınlatılamamaktadır,
yani kesin doğruluk yoktur.
 Tarih öncesi dönemler, dünyanın her yerinde aynı anda ve sürede yaşanmamıştır. Bu farklılığın
nedeni coğrafi çevre ve iletişimin az olmasıdır.
 Başka toplumlarla etkileşim içerisinde olmayan toplumlar genel olarak Tarih Öncesi Dönemleri
sırasıyla yaşamışlardır.
 Bununla birlikte toplumlar arası etkileşim veya göç dalgaları, istilalar, savaşlar v.b. durumlar bazı
devirlerin süresini kısaltmış veya yaşanmadan atlanmasına neden olmuştur.

UYARI
Bir yerleşim yerinde yapılan A) TAŞ DEVRİ
kazıda toprağın en alt
katından en üst katına doğru
sırası ile Yontma Taş, Cilalı 1) Kabataş Devri(Paleolitik, Eski Taş)
Taş ve Maden Devrine ait
araç ve gereçlere (taş,  İnsanoğlunun yaşadığı en ilkel ve en uzun dönemdir.
toprak, maden) rastlanması  Avcılık ve toplayıcılıkla uğraşılmıştır, yani tüketici bir yapı
gerekir. Bu sıralamada bir vardır.
değişme olursa etkileşim söz  Göçebe bir yaşam sürmüşlerdir.
konusudur.  Buzul çağının yaşanmasından dolayı insanlar soğuklardan ve
vahşi hayvanlardan korunmak için mağara ve ağaç
kovuklarında yaşamışlardır.
 Mağara duvarlarına resimler yapmışlardır. (Sanat)

2) Yontma Taş Devri (Mezolitik, Orta Taş)

 Bu dönemde insanoğlu kullandığı araç ve gereçleri şekillendirmeye başlamıştır.


 Taştan ve kemikten silahlar yapılmıştır. (Mikrolit)
 Buzul çağının yaşanmasından dolayı insanlar soğuklardan ve vahşi hayvanlardan korunmak için
mağara ve ağaç kovuklarında yaşamışlardır.
 Avcılık ve toplayıcılıkla uğraşılmıştır, yani tüketici bir yapı vardır.
 Bu dönemde insanlar göçebe bir hayat sürmüşlerdir. Av ve yiyecek olanakları bittiğinde başka
yerlere hareket etmişlerdir.
 Klan adı verilen kan bağına bağlı ilk insan toplulukları bu dönemde oluşmuştur (göçebe aşiretler).
 Dönemin sonlarına doğru “ateş” bulunmuştur (Isınma, aydınlanma, korunma, pişirme ihtiyaçları
karşılanmaya başlamıştır.).

3) Cilalı Taş Devri (Neolitik, Yeni Taş)


 Bu dönemde insanlar havaların ısınmasıyla mağaralardan çıkmışlardır.
 Hayvanları evcilleştirip, toprağı işlemeye (tarım) başlamışlardır. Üretici toplum yapısı ortaya
çıkmıştır.
 Bu gelişmeler sonucunda yerleşik hayata geçilmiş, akarsu ve göl kenarlarına ilk köyler
kurulmuştur.
 Topraktan araç ve gereçler, bitki liflerinden de ilk dokumalar ortaya çıkmıştır.
 Köy yaşantısının bir sonucu olarak ilk mesleki iş bölümü başlamıştır.
 İnsanların ihtiyaçlarından fazlasını üretmesi takas usulüne dayalı ilk ticareti başlatmıştır.
 Toprağın pişirilerek çanak çömlek yapılması seramik sanatının temellerini atmıştır.
 Diller ortaya çıkmış, iletişim daha düzgün hale getirilmiştir.
 Dini inançlar ve törenler sistemli olarak gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Ölüler gömülmüş,
Dolmen, Menhir ve Tümülüs denilen mezarlar yapılmıştır.
 İhtiyaç fazlası üretim, özel mülkiyet anlayışını doğurmuştur.
 Yerleşik yaşam yazısız hukuk kurallarını ortaya çıkarmıştır.
 Bu dönemde ayrıca ok, yay, tekerlek, çömlekçi çarkı bulunmuştur.

B) MADEN DEVRİ

 Bu çağda insanlar, madenlerin eritilerek işlenmesinde ateşten yararlanarak, günlük eşyalarını


imal etmeye başlamışlardır.
 Maden Çağı kendi içerisinde sırasıyla Bakır, Tunç (Bronz) ve Demir Devri olarak üç ana bölüme
ayrılmaktadır;

1) Bakır Devri (Kalkolitik)

 İnsanlar ilk madeni eşyalarını, doğada bol bulunan ve kolay işlenen bakırdan yapmışlardır.
 Bu devirde aletler gelişmiş, üretim artmış, özel mülkiyet yoğunlaşmış ve sosyal sınıflar iyice
belirginleşmeye başlamıştır.
 Köyler büyüyerek şehirleşmeye doğru önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
 Bu dönemde altın ve gümüş eşyalar da yapılmıştır.
 Bakır yumuşak bir alaşımdan meydana geldiği için insanlar tarafından çok fazla tercih
edilmemiştir.

2) Tunç Devri
 Madencilik tekniği gelişmiştir. Daha sert ve dayanıklı eşya üretmek için bakır ve kalay
karıştırılarak tunç elde edilmiştir (Bronz).
 Toplumlar arası iletişim ve ticaret hızla gelişmeye başlamıştır.
 Toplum biçiminin köyden kente geçerek büyümesi, savunma ve toplum içinde organizasyon
gerekliliği doğurduğundan, etrafı surlarla çevrili şehir devletleri (site) meydana gelmiştir (Sümer,
Hitit ve Mısır gibi ilk büyük devletler de bu dönemde ortaya çıkmıştır.).
 Bu dönemde ayrıca kölecilik kavramı da belirginleşmeye başlamıştır.

3) Demir Devri
 İnsanlığın önemli keşiflerinden birisi de demirin işlenmesidir. Sağlam ve bozulmayan bir madde
olan demir; dövme ve döküm tekniğiyle araç, gereç ve silah yapımında kullanılmıştır.
 Demirin günlük yaşamda kullanılmasıyla; ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda önemli gelişmeler
sağlanmıştır.
 Demirden saban ve orak yapılmasıyla tarımsal üretim artmıştır. Silah yapımında demir tekniğini
geliştiren topluluklar, diğer toplulukları hâkimiyet altına almaya başlamışlardır.
 Bu gelişmeler sonucunda küçük şehir devletleri (site) yerlerini merkezi krallıklara ve
imparatorluklara bırakmıştır.
 Kara ve deniz ulaşımında ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu durum göç hareketlerinin ve savaşların
artmasına neden olmuştur.
 Demir Devri’nin sonlarına doğru, M.Ö. 3500’lerde Sümerler tarafından çivi yazısının bulunmasıyla
Tarihi Çağlar başlamıştır.

You might also like