Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 134

MİRCEA ELİADE

DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

(9

KABALCI YAYINEVİ: 199 .


ANTROPOLOJİ-ARKEOLOJİ-MİTOLOJİ: 2 0

Mircea Eliade ( 1 9 0 7 - 1 9 8 6 ) önde gelen dm tarıhçilerindendir.


Çeşitli dinsel geleneklerdeki simgesel dile ilişkin araştırmalar
yapmış ve mistik görüngünün temelini oluşturan mitlerin anla-
mını çözümleyip birleştirmeye çalışmıştır. 1928'de Bükreş Üni-
versitesi'nde felsefe dalında yüksek lisans yaptı. 1 9 2 8 - 3 1 yılla-
rında Kalküta Üniversitesi'nde Sanskritçe ve Hint felsefesi o k u -
du ve altı ay Himalayalar'daki Rişikeş aşram'mda yaşadı. 1 9 3 3 ' -
te Yoga: Essai sur les origınes de la mystique indienne adlı çalışma-
sıyla doktorasını tamamladı. 1 9 3 3 - 3 9 yıllarında Bükreş'te Hint
felsefesi ve din tarihi okuttu. 1945'te konuk profesör olarak
Ecole de Hautes Etudes'e gitti. 1 9 5 1 ' d e alanındaki en önemli
eserlerden birisi olan Şamanizm'i yayımladı. 1 9 5 6 ' d a Chicago
Üniversitesi'ne geçti. 1961'de History of Religions dergisini kur-
du. 16 ciltlik Encyclopedia of Religion'urı ( 1 9 8 7 ) başeditörlüğü-
nü yapmıştır. Eliade geleneksel ve çağdaş toplumlardaki dinsel
deneyimi, hiyerofani'ler diye isimlendirdiği görüngüyü incelemiş,
dünyanın çeşitli dinlerindeki izini sürmüş ve çözümlemiştir.
Eliade düşüncelerini, yazdığı roman ve güncelerde de ifade et-
miştir.
Mircea Eliade

Forgerons et Alchimistes © Flammarion, 1 9 7 7

Demirciler ve Simyacılar © Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2 0 0 0

Birinci Basım: Kasım 2 0 0 3


MİRCEA ELİADE
Baskı ve cilt: Yaylacık Matbaası

T e k n i k Hazırlık: Zeliha Güler

Kapak Düzeni: Serdar Bal DEMİRCİLER VE SİMYACILAR


Yayıma Hazırlayan: Ergun Kocabıyık

Çeviren:
Mehmet Emin Ûzcan
KABALCI YAYINEVİ
Himaye-i Etfal S o k . 8 - B Cagaloglu 3 4 1 1 0 İ S T A N B U L
Tel: ( 0 2 1 2 ) 5 2 6 8 5 8 6 Faks: ( 0 2 1 2 ) 5 1 3 6 3 0 5
www. kabalci.com. tr yayinevi@kabalci .com.tr

Cet ouvrage, publie dans le cadre du programme d'aide â la publication, benejicie du soutien
du Ministire des AJfaires Etrangeres, de l'Ambassade de Fraııce en Turquie et de l'Institut
Français d'Istanbul

Çeviriye ve yayıma katkı programı çerçevesinde yayımlanan bu yapıt,


Fransa Dışişleri Bakanlığı'mn, Türkiye'deki Fransa Büyükelçiliği'nin ve istanbul Fransız
Kültür Merkezi'niıı desteğiyle gerçekleştirilmiştir.

K Ü T Ü P H A N E BİLGİ KARTI
Cataloging-in-Publication Data ( C İ P )
Eliade, Mircea
Demirciler ve Simyacılar
1. Simya 2. Ö n - k i m y a 3. Dinler Tarihi 4 . Mitoloji K A B A L C I YAYINEVİ

ISBN 975-8240-85-4
İÇİNDEKİLER

Önsöz 7
İkinci Baskı İçin Not 15
Phoenbc Baskısına Önsöz 16

1. Meteoritler ve Metalürji 19
2. Demir Çağı Mitolojisi 28
3. Cinsiyet Kazanan Dünya 35
Sör Praphulla Chandra Ray, 4. Terra Mater. Petra Genitrix 45
Edmund vorı Lippmann ve 5. Metalürji Ayinleri ve M_ys£eria'lan 57
Aldo Mieli'nin anısına 6. Fırınlara İnsan Kurban Etme 69
7. Babil Metalürji Simgeciliği ve Ritüelleri 76
8. "Ateşin Efendileri" 84
9. Tanrısal Demirciler ve Uygarlaştırıcı Kahramanlar 92
10. Demirciler, Savaşçılar, Erginleme Ustaları 104
11. Çin Simyası 117
12. Hint Simyası 137
13. Simya ve Erginleme 154
14. Arcana Artis 167
15. Simya, Doğa Bilimleri ve Zamansallık 185

EKLER
Dermirciler ve Simyacılar'a Ek 201
Not A: Meteoritler, Yıldırımtaşları, Metalürjinin Başlangıcı 223
Not B : Demir Mitolojisi 226
Not C: Antropogonik Motifler 226
Not D: Yapay Dölleme ve Orji Ayinleri 228
Not E: Ateşin Cinsel Simgeciliği 228
Not F: Üçgenin Cinsel Simgeciliği 229
Not G: Petra Genitrix 230
Not H: İngiliz Edebiyatında Simya 231
Not I: Babil "Simyası" 232
Önsöz
N o t J : Çin Simyası 233
Not K: Çin Büyü Gelenekleri ve Simya Folkloru 236
Not L: Hint Simyası 238
Not M:Dogu Simyasında Amonyak Tuzu 241
Not N: Simya Tarihi Üzerine Genel Bilgiler Bu küçük kitabın ilk bölümü madencilik, demircilik ve metal işçi-
Yunan-Mısır, Arap, Batı Simyaları 242 liği gibi mesleklere özgü bir grup mit, ayin ve simgeyi bir dinler ta-
Not O: C. G. Jung ve Simya 247 rihçisinin bakış açısından sunuyor. Hemen şunu söyleyelim, teknik-
Not P: Rönesans ve Reform Çağında Simya 253 ler ve bilimler tarihini inceleyen uzmanların çalışmaları ve ulaştıkları
sonuçlar bizim için çok değerlidir; ancak bizim amacımız onlarınkin-
Dizin
262 den tümüyle farklı. Arkaik toplumların madde karşısındaki tutumunu
anlamaya, insanoğlunun cevherlerin varoluş biçimini değiştirebilme
gücüne sahip olduğunu anlayınca yaşadığı tinsel maceraların izini
sürmeye çalışıyoruz. Öncelikle incelenmesi gereken, ilk çömlekçinin
demiurgosvari deneyimidir; çünkü maddenin halini değişten ilk o ol-
muştur. Ancak bu deneyimin izleri, mitolojik kayıtlarda ya hiç
yoktur ya da çok azdır. Bu yüzden biz de başlangıç noktası olarak ar-
kaik insanın maden cevherleriyle ilişkilerini, özellikle madenci ve de-
mir işçisinin ritüel davranışlarını incelemeyi seçtik.

Şu konuyu açıklığa kavuşturalım, burada metalürjinin, en eski


merkezlerden bütün dünyada yayılmasını inceleyen, metalürjiyi yayan
kültür dalgalarını sınıflandıran ve beraberindeki metalürji mitolojisi-
ni anlatan bir kültür tarihi bulacağınızı ummayın. Böyle bir tarih ki-
tabı yazılabilseydi birkaç bin sayfayı bulurdu. Böyle bir kitabın bir
gün gerçekten yazılabileceği de kuşkuludur. Afrika metalürjisine ait
kültür tarihini ve mitolojileri daha yeni yeni tanıyoruz; Endonezya ve
Sibirya metalürji ritüelleri hakkında henüz çok az şey biliyoruz; oysa
metallerle ilgili mitlerin, ayinlerin belli başlı kaynaklarını bu bölge-
lerde buluyoruz. Metalürji tekniklerinin bütün dünyada yayılmasını

7
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÖNSÖZ

ele alan tarih ise henüz önemli boşluklar içeriyor. bu ritüel tavırlar insanoğlunun şu ya da bu şekilde "canlı" maden
Elbette fırsatını bulduğumuzda farklı metalürji komplekslerinin cevherlerine özgü zamansal ritme müdahalesini içerir. Arkaik top-
tarihsel ve kültürel bağlamlarını da ele aldık; ama öncelikle bunların lumların metalürji zanaatkarı ile simyacı arasındaki temas noktası da
kendilerine özgü zihinsel evrenlerine nüfuz etmeye çalıştık. Maden buradadır.
cevherleri Toprak Ananın kutsallığını paylaşıyordu. Madenlerin tıpkı Simya ideolojisi ve teknikleri bu yapıtın esas itibariyle ikinci kıs-
embriyonlar gibi yerin rahminde "büyüdükleri" fikrine çok erken mını oluşturuyor. Çin ve Hint simyalarının üstünde durmamızın ne-
çağlarda rastlıyoruz. Bu yüzden metalürjinin doğumla ilgisi vardır. deni bunların az biliniyor olmaları ve ayrıca hem deneysel hem de
Madenci ile metal işçisi yeraltındaki embriyon konusuyla ilgilidir: "mistik" niteliklerini açık biçimde sergilemeleridir. Şimdiden söyle-
Maden filizlerinin büyüme ritimlerini hızlandırır, doğanın işleyişine yelim, simya başlangıçta ampirik bir bilim, embriyonla uğraşan bir
destek olur ve onun "daha hızlı doğurmasını" sağlarlar. Kısaca insa- kimya değildi; sonradan zanaatkârlarının çoğu için zihinsel evreni ge-
noğlu uyguladığı çeşitli tekniklerle yavaş yavaş zamanın yerine geçer; çerliliğini ve varlık nedenini yitirince bu hale gelmiştir. Bilim tarihi-
yaptığı iş zamanın işinin yerini alır. ne göre simya ile kimya arasında kesin bir kopma anı olmamıştır;
Doğayla işbirliği yapmak, onun gittikçe hızlanan bir tempoyla her ikisi de aynı maden cevherleriyle çalışırlar, aynı araçları kullanır-
üretmesine yardım etmek, maddenin kipliğini değiştirmek: Bizce lar ve genellikle aynı deneyleri yaparlar. Teknikler ve bilimlerin "kö-
simya ideolojisinin kaynaklarından birisi burada yatmaktadır. Maden- keni" üzerine araştırmaların geçerliliği tanındığına göre kimya tarih-
cinin, metal işçisinin ve demircinin zihinsel evreni ile simyacmm- çisinin bakışı tamamen savunulabilir bir bakıştır: Kimya simyadan
kinin arasında kesintisiz bir süreklilik olduğunu ileri sürmüyoruz doğmuştur; daha doğrusu kimya simya ideolojisinin bozulmasından
elbette; üstelik büyük bir olasılıkla Çinli demircilerin erginlenme doğmuştur. Ancak fikir tarihçisinin bakışma göre mesele farklı gö-
ayinleri ve mysteria'lan, sonraları Taoculuk ve Çin simyasına miras rünmektedir: Simya kutsal bilim olarak ortaya çıkıyordu, oysa kimya
kalacak geleneklerin bir parçasını oluşturmaktaydı. Ancak dökümcü, cevherler kutsallıktan arındırıldıktan sonra oluşmuştur. Öyleyse kut-
demirci ve simyacı arasındaki ortak nokta, üçünün de cevher ile iliş- sal düzey ile kutsal olmayan deneyim düzeyi arasındaki sürekliliğin
kilerinin büyüsel-dinsel bir deneyime dayandığını ileri sürmeleridir; zorunlu olarak kesintiye uğramış olması söz konusudur.
bu deneyim onların tekelindedir ve meslek sırlarını erginleme ayin-
Bir örnekle farkı daha iyi anlayabiliriz. Dramanın (hem Yunan tra-
leri sırasında sonrakilere aktarırlar; her üçü de hem canlı hem de kut-
gedyasının hem de kadim Yakındoğu ve Avrupa'nın drama senaryola-
sal saydıkları bir Madde üzerinde çalışırlar; çabalarının amacı Mad-
rının) "kökeni" kimi mevsimlik ritüellerde mevcuttur; bunlar kabaca
de nin dönüşmesi, "mükemmelleşmesi," "başkalaşması"dır. Bu fazla-
şu sahneyi sergilerler: İki düşman ilkenin savaşı (Hayat ile Ölüm,
sıyla yuvarlak sözlerin ayrıntılarını görecek, gerekli açıklamaları ya-
Tanrı ile Ejderha, vb), Tanrı nm çilesi, "ölüm" üzerine yakınmalar ve
pacağız. Ancak bir kez daha söylemek gerekirse, Madde karşısındaki
"yeniden dirilişi" selamlayan sevinç gösterileri. Hatta Gilbert Murray

8 9
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÖNSÖZ

Euripides'in kimi tragedyalarının yapısında (yalnızca Bakkhalar'da de- işlevi de dolaylı olarak doğrular.
ğil, aynı zamanda Hippolytos ve Andromakhe'de) eski ritüel senaryola-
Simyanın özgünlüğünü, kimyanın kökeni ve başarısı üzerindeki
rın şemasının bulunduğunu göstermiştir. Dramanm bu tür ritüel
etkilerine göre değerlendirmek doğru olmaz. Simyacıya göre kimya
senaryolardan türemiş olduğu, mevsim ayininin esasını kullanarak
kutsal bir bilimin dünyevileştirilmiş hali olması nedeniyle bir "dü-
özerk bir olgu haline gelmiş olduğu doğruysa, dindışı tiyatronun
şüş"tü. Burada simyanın çelişkili bir övgüsüne girişiyor değiliz; biz
kutsal "kökenlere" dayandığım söylemek doğru olacaktır. Ancak iki
yalnızca kültür tarihinin en temel olgusunu anlamaya çalışıyoruz o
olgu kategorisi arasındaki nitelik farkı da aynı ölçüde açıktır: Ritüel
kadar. Bugünkü ideolojik koşullarımıza yabancı bir kültürel olguyu
senaryo kutsallık alanına aitti, dinsel deneyimleri tetikliyordu; bir
anlamanın bir tek yolu vardır: "merkezi" keşfedip buraya yerleşmek
bütün olarak görülen toplumun "kurtuluşunu" üstleniyordu; dindışı
ve doğurduğu bütün değerlere nüfuz etmek. Simya evrenini anlama-
drama kendi tinsel evreni ve değerler dizgesiyle tanımlandığında
nın ve özgünlüğünü ölçüp biçmenin en iyi yolu simyacının bakış açı-
bambaşka nitelikte deneyimlere ("estetik" heyecanlara) neden oluyor
sını benimsemektir. Aynı yöntem bütün diğer egzotik ya da arkaik
ve dinsel deneyimin değerlerine hayli yabancı olan biçimsel bir mü-
kültür görüngüleri için de gereklidir; bunları yargılamadan önce iyi-
kemmellik fikrini izliyordu. Demek ki tiyatro kutsal bir atmosfer
ce anlamak gerekir; mitler, simgeler, ayinler, toplumsal tavırlar vb
içinde süregelmiş olsa bile her iki olgu arasında bir kopma söz konu-
gibi, ifade tarzları ne olursa olsun ideolojilerini özümsemek gerekir.
sudur. Bir liturjinin kutsal gizemine dinsel olarak katılan kişi ile gör-
Avrupa kültüründeki tuhaf bir aşağılık kompleksi yüzünden arka-
sel güzelliğinden ve ona eşlik eden müzikten bir estetik heveslisi ola-
ik bir kültürü "saygılı terimlerle" anlatmak, ideolojisinin tutarlı ol-
rak haz alan kişi arasında uçsuz bucaksız bir mesafe vardır.
duğunu, soylu bir insan sevgisini barındırdığını göstermek ve bu
Elbette simya işlemleri simgesel değildi; bu işlemler laboratuvar- arada sosyolojisindeki, ekonomisindeki, sağlık bilgisindeki ikincil ya
larda gerçekleştirilen maddi işlemlerdi, ama kimyanın amacından da kabul edilemez özelliklerin üstünde pek durmamak aslında kaçak
farklı bir amacı vardı. Kimyacı maddenin yapısına nüfuz edebilmek oynamak, hatta doğruları gizlemekle birdir. Bu aşağılık kompleksini
için fiziksel ve kimyasal görüngüleri tam olarak gözlemlemeyi iş tarihsel açıdan anlayabiliriz. Hemen hemen iki yüzyıldır Avrupalı bi-
edinmiştir; oysa simyacı Maddenin (Filozof Taşı) ve insan yaşamının limsel zihniyet dünyayı, onu fethetmek ve dönüştürmek amacıyla
(Elixir Vitae) başkalaşımı sırasında düzenlendiği biçimiyle cevherlerin açıklamak için görülmemiş bir çaba sarf etmiştir. İdeoloji düzeyinde
"çileleri," "ölümleri" ve "evlilikleri" konusuyla ilgilenir. C. G. Jung bilimsel zihniyetin bu zaferi hem sonsuz ilerlemeye olan inançla hem
simya süreçlerinin simgeciliğinin, simya hakkında hiçbir şey bilme- de "modernleştikçe" mutlak hakikate yaklaştığımız ve böylelikle in-
yen bazı öznelerin kimi rüyalarında ve hayallerinde ortaya çıktığını san onuruna daha da fazla iştirak ettiğimiz yolundaki kesinlemeyle
göstermiştir; Jung'un gözlemleri yalnızca derinlik psikolojisiyle ilgili ifadesini bulmuştur. Gelgelelim bir süredir şarkiyatçıların ve etno-
değildir, aynı zamanda simyayı kuran öğreti olabilecek soteriyolojik logların çalışmaları gösteriyor ki, hiçbir bilimsel (terimin modern

10 11
ÖNSÖZ
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

bilimsel zihniyetin başlangıcını ele veren kimi metinlere aşırı bir


anlamıyla bilimsel) iddiaları, endüstriyel üretim bakımından da hiç-
önem atfederken, aslında simya açısından çok daha değerli olan başka
bir hazırlıkları olmamalarına karşın son derece geçerli metafizik, ma-
metinleri üstünkörü geçmiş, hatta göz ardı etmişti. Başka bir deyişle
nevi ve hatta ekonomik dizgeler oluşturmuş, oldukça dikkate değer
simya yazıları, ait oldukları kuramsal evrene göre değil, XIX. ya da
uygarlıklar eskiden var olmuştur ve hâlâ da varlıklarım sürdürmekte-
XX. yüzyıl kimya tarihçilerinin kendi değer ölçeğine, kısaca deneysel
dirler. Ancak üstünde kahramanca ilerlediği yolun hem en iyisi hem
bilim evrenine göre değerlendiriliyordu.
de akıllı ve onurlu bir insanın seçebileceği tek yol olduğunu düşünen
bizim kültürümüz; işte bu bilimde ve sanayideki ilerlemeleri sağla-
&
yan muazzam beyin gücünü besleyebilmek için belki de ruhunun en
büyük parçasını feda etmiş bu kültür, kendi değerlerine sımsıkı sarıl- Bu kitabı üç büyük bilim tarihçisine atfediyoruz: 1925-1932 yılla-

mış görünüyor; bu kültürün en nitelikli temsilcileri de diğer egzotik rı arasında çalışmalarımızı teşvik edip yönlendiren Sor Paraphulla

ya da ilkel kültürlerin yaratımlarına hakkım verecek her girişime Chandra Ray, Edmund von Lippmann ve Aldo Mieli. Rumence yayım-

kuşkuyla bakmıştır. Bu tür uzak kültürel değerlerin gerçekliği ve bü- lanmış iki küçük kitapta, Asya Simyası (Bükreş, 1935 {Kabalcı, 2002})

yüklüğü Avrupa uygarlığının temsilcilerinde kuşkuya yol açabilir; bu ve Babil Simyası ve Kozmolojisinde (Bükreş, 1937 {Kabalcı, 2002}) Hint,

temsilciler yarattıkları uygarlığın, verilen onca emeğe ve fedakârlığa Çin ve Babil simyaları konusundaki dosyanın esasını sunmuştuk. İlk

değip degmediğini sormalıdırlar kendilerine, çünkü bu uygarlık artık kitabın kimi parçaları Fransızcaya çevrildi ve Yoga konulu bir mo-

insanlığın tinsel zirvesi ya da XX. yüzyılda düşünülebilecek tek kültür nografide basıldı; 1 Babil Simyası ve Kozmolojisinin yeniden gözden geçi-

olarak görülmemektedir. rilip genişletilmiş bir kısmı 1 9 3 8 yılında İngilizce olarak Mettalurgy,
Magic and Alchemy başlığıyla (Zalmoxis, I, s. 85-129 ve ayrı olarak
Ancak bu aşağılık kompleksi, tarihin akışı içinde aşılmaktadır.
Cahiers Zalmoxis'in ilk cildinde) yayımlanmıştır. Bu kitapta önceki in-
Böylece tıpkı Avrupa dışındaki uygarlıkların kendi bakış açıları için-
celemelerimizde kullandığımız malzemenin çoğunu yeniden kullan-
de incelenip anlaşılmaya başlanması gibi, umarız Avrupa tinsel tarihi-
dık, bu arada 1937 yılından bu yana yapılan çalışmaları, özellikle Çin
nin geleneksel kültürlere yaklaşan ve bilimsel akim zaferinden sonra
simya metinlerinin çevirilerini, Ambix dergisindeki makaleleri ve
Batıda yaratılan her şeyden kopan kimi anları, XVIII. ilâ XIX. yüzyıl-
profesör C. G. Jung'un yayınlarını dikkate aldık. Bundan başka bazı
daki taraflı fikirler ışığında değerlendirilmeyecektir. Simya bu önbi-
bölümler ekledik ve kitabı konuyla ilgili şimdiki görüşlerimize uy-
limsel zihniyetin yaratımları arasında yer alır ve tarih yazıcısı, sim-
yayı kimyanın basit bir aşaması, yani kısaca dindışı bir bilim olarak
tasavvur etmekle büyük bir tehlikeyi göze almış olur. Bakış açısı çar-
Krş. Yoga. Essai sur les origines de la mystique indienne, Paris-Bükreş 1 9 3 6 , s.
pıtılmıştı, çünkü simya eserlerinde doğrulanan gözlem ve deney ör-
2 5 4 - 2 7 5 . Aynca bkz. he Yoga. lmmortalite et Liberte, Paris, 1 9 5 4 , s. 2 7 4 -
neklerini olabildiğince geniş biçimde sergilemeyi isteyen tarihyazıcısı
291.'

13
12
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

gun olarak baştan sona yeniden yazdık. Dipnotları olabildiğince azalt- İkinci Baskı için Not
tık. Temel kaynakçalar ve soruların son hali ve konunun kimi özel
yönleri hakkındaki tartışmalar kitabın sonunda kısa ekler olarak yer
almıştır.

Bu yapıtı New York'taki Bollingen Vakfının araştırma bursu saye- Uzunca bir süredir bu küçük kitabı yeniden gözden geçirip gün-
sinde bitirebildik. Kurumdaki mütevelli heyeti üyelerine şükranları- celleştirmek istiyorduk. Ancak bir yazar her zaman kendi yapıtına hâ-
mızı iletiyoruz. Ascona'da kurduğu Archiv für Symbolforschung'un kim olamayabiliyor. Daha iyisini yapamadığımız için eksik bilgileri
zengin koleksiyonunu cömertçe hizmetimize sunan dostumuz Olga tamamlamak ve birçok incelemedeki yeni tarihli kaynakça ile 1970 ve
Froebe-Kapteyn'e; araştırmalarımızı kolaylaştırıp belgeleri tamamla- 1975 yılında Chicago Üniversitesi'nde verilen iki seminerde yer alan
maya katkıda bulunan dostlarımız Dr. Henri Hunwald, Marcel Leibo- bilgileri 1 incelemekle yetindik. Bu araştırmaların sonuçları bu yeni
vici ve Nicolas Morcovescou'ya en içten teşekkürlerimizi bildiriyo- basıma eklendi.
ruz. Dr. Rene Laforgue, Delia Laforgue, Dr. Roger Godel ve Alice
Konuya teknikler ve bilimler tarihi açısından yaklaşmamış olsak
Godel sayesinde Paris'teki ve Val d'Or'daki evlerinde çalışabildik; bu-
da çok sayıda uzman yaklaşımımızı olumlu değerlendirdi. Bu uzman-
rada onlara şükranlarımızı sunmak istiyoruz. Nihayet bir kez daha bu
lar antik kimya tarihçileri olan R. P. Multhauf ve A. G. Debus, Çinbi-
yapıtın Fransızca el yazmasını okuyup düzeltme iyiliğinde bulunan
lim tarihçileri J . Needham ve N. Sivin, Batı simyası ve eczacılığı ta-
sevgili dostumuz Dr. Jean Gouillard'a, yıllardır metinlerimizi düzel-
rihçisi W. Schneider, İslam bilim tarihi uzmanı S. H. Nasr ve pan-
tip iyileştirmek için harcadığı çabaların karşılığında duyduğumuz
sofya* uzmanı W. E. Peuckert gibi çok çeşitli bilim adamları oldu-
minnettarlığı ifade etmekte zorlanıyoruz. Kitaplarımızın Fransızca
ğundan hoşnutluğumuz daha da artmaktadır.
olarak basılması kısmen onun sayesindedir.

Val d'Or, Ocak 1956 Chicago Üniversitesi, Kasım 1976

1 Bkz. History of Religions, VIII, 1968, s. 74-88; X, 1970, s. 178-182; "The


Myth of Alchemy."
Pansofya (pansojia [pan + sojhia f=hikmet(l): Evrensel ve ansiklopedik bilgi;
insan bilgisinin tümünü kuşatmayı hedefleyen eser - y n .

14 15
PH0EN1X BASKISINA ÛNSÖZ

Phoenix Baskısına Önsöz° kitabıdır; diğer önemli bir eser ise Joseph Needham'm, Science and
Civilization in Chma'sıdır (c. 5, kısım 2 ve 3, Cambridge, 1974 ve
1977). Ayrıca Rönesans ve Rönesans sonrası simyası üzerine bu tür-
den teşvik edici son kitapları da hatırlatmak isterim: Ailen G. Debus,
The Chemical Dream of the Renaissance (Cambridge, 1968); Peter J .
Bu kitabın Fransızca baskısı 1956'da yayımlandı ve İngilizce çevi-
French, fohn Dee: The World of an Elizabethan Magus (Londra, 1972);
risi 1962'de basıldı. Birkaç yıl sonra, History of Religions'da (sayı 8,
Frances Yates, The Rosicrucian Enlightenment (Londra, 1972), J. W.
1968, s. 74-88) "Demirciler ve Simyacılarda Ek" 52 başlıklı eleştirel ve
Montgomery, Cross and Crucible :fohann Valentin Andreae (1586-1654),
bibliyografik bir mise au point* yayımlandı. Bu makale 1968'deki Har-
Phoenix of the Theologians (Lahey, 1973); R. J. W. Evans, Rudolff II and
per Torchbook basımında yer almıştır. Kitabın bu yeni basımını
His World: A Study in Intellectual History, 1576-1612 (Londra, 1975) ve
birtakım baskı hatalarını düzeltmek için fırsat olarak değerlendirdik. 6
Betty J . Dobbs, The Foundation of Newton's Alchemy (Cambridge,
Son birkaç yıl içinde Çin simyasıyla ilgili olarak bazı önemli
1975). Ekler bölümündeki Not P'de* onların bulgularını tartıştım.
eserler yayımlandı; bunlardan ilki ve en önde geleni, Nathan Sivin'in
Konuya teknikler ve bilimler tarihi açısından yaklaşmamış olsak
Chinese Alchemy: Preliminaıy Studies (Cambridge, Mass., 1968; benim
da çok sayıda uzman yaklaşımımızı olumlu değerlendirdi. Bu uzman-
eleştirim için bkz. History of Religions 10 [1970]: 178-82) isimli
lar erken dönem kimya üzerinde çalışan tarihçiler olan R. P. Multhauf
ve A. G. Debus, Çinbilim tarihçileri J. Needham ve N. Sivin, Batı

° Bu bölüm, kitabın İngilizce baskısından alınmış ve (Not P ile birlikte) Ergun simyası ve eczacılığı tarihçisi W. Schneider, İslam bilim tarihi uzma-
Kocabıyık tarafından çevrilmiştir; bkz. The Forge and the Crucible. The Ori- nı S. H. Nasr ve pansofya uzmanı W. E. Peuckert gibi çok çeşitli bi-
gins and Structures of Alchemy, 2. baskı, Fransızcadan İngilizceye çeviren lim adamları olduğundan hoşnutluğumuz daha da artmaktadır.
Stephen Corrin, University of Chicago Press, Chicago 1 9 7 8 - y n .
a Bu makale Türkçe baskıya eklenmiştir bkz. s. 2 0 1 - y n .

* Sinema terminolojisine ait Fransızca bir teknik terim olan mise au point,
odaklama anlamına geliyor. Yazar b u terimle konuyla ilgili yeni kaynaklara
ilişkin yeni gelişmelere odaklanmaktan söz ediyor olsa gerek - y n .
6 Demirciler ve Simyacılardın Fransızca orijinal metnini İngilizce çevirisiyle kar-
şılaştınrken Eliade'nin baskı hataları dediği şeylerin ötesinde farklılıklar
olduğunu, ana metnin ve notlar bölümünün kimi paragraf ve cümlelerinin
çıkanldıgım ve Fransızca baskıda olmayan birkaç cümlenin eklendiğini ve
Not P'nin tümüyle yenilendiğini gördük; ancak b u değişikliklerin ne kada-
Bu ek bölümün İngilizce basımda tamamen yeniden yazılmıştır, biz de çevi-
n m n Eliade tarafından yapıldığıyla ilgili herhangi bir açıklamaya rastlaya-
ride t u yeni biçimini esas aldık; bkz. s. 2 5 3 - y n .
madık - y n .

16 17
i

Meteoritler ve Metalürji

eteoritlerin etkileyiciliği besbellidir: "Yukarıdan," gökten gel-


DEMİRCİLER VE SİMYACILAR M dikleri için göksel kutsallığa aittiler. Belli bir dönemde ve ki-
mi kültürlerde göğün taştan olduğu bile düşünülüyordu. 1 Avustralya
yerlileri günümüzde hâlâ gök kubbenin kaya kristalinden ya da gök
tanrının tahtının kuvarstan yapılmış olduğuna inanırlar. Öte yandan
göksel tahttan kopup geldiği düşünülen kaya kristalleri Avustralyalı-
larda, Malakka Negritolarında, Kuzey Amerika'da ve başka yerlerde
şamancı erginleme törenlerinde özel bir rol oynar. 2 Sarawaklı denizci
Dayakların dedikleri gibi bu "ışık taşları" yeryüzünde olup biten her
şeyi yansıtır; şamana hastanın ruhunda ne olup bittiğini, bu ruhun
nereye kaçtığını söyler. Şamanın "gören" kişi olduğunu, çünkü doğa-
üstü bir görüye sahip olduğunu söylemeye gerek yok: Şaman mekân-
da ve zamanda uzakları "görür;" ayrıca kutsiyeti olmayan kişilerin
göremeyeceklerini de ("ruhu," tinleri, tanrıları) görür. Erginleme sı-
rasında müstakbel şamanın içi kuvars kristalleriyle doldurulur. Başka
bir deyişle, görü yetileri ve "ilmi" kısmen de olsa gök ile girdiği

1 Kitabın sonundaki Not A'da bazı bilgiler vardır; burada meteorit ve meta-
lürjinin başlangıcına ilişkin başlıca kaynakçaya yer verdik.
2 Bu mitsel-ritüel komplekse ilişkin malzeme ve tartışmalar için bkz. Le Cha-
marıisme et les techniques archaiques de l'extase, s. 1 3 5 vd (Türkçesi için b k z .
Şamanizm, İlkel Esrime Teknikleri, çev. ismet Birkan, İmge Yayınlan, Ankara,
1 9 9 9 % . 1 6 5 vd).

19
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METEORİTLER VE METALÜRJİ

mistik bir dayanışmadan ileri gelir. 3 genitrixn geçmiştir; taşların bereketi motifini ileride işleyeceğiz.

Göktaşlarının dinsel açıdan ilk değerini ele alalım: Bu taşlar gök- Meteoritlerin göksel, yani eril nitelikleri de aynı ölçüde kesindir;
sel kutsallıkla yüklü olarak düşerler, yani göğü temsil ederler. Mete- çünkü sonraları insanlar kimi silekslere® ve neolitik gereçlere "yıldı-
oritlere bağlanan bunca tapım ve hatta bu taşların tanrıyla eş tutulma- rımtaşı," "yıldırım dişi" ya da "Tanrı'nm baltası" gibi isimler ver-
sı büyük bir olasılıkla buradan kaynaklanır: Taşlarda tanrının "ilk ha- mişlerdir; bunların bulundukları yerlere yıldırım düştüğüne inanılır-
lini," doğrudan tezahürünü görürler. Troya'daki palladion'un doğru- dı. 6 Yıldırım, Gök Tanrı'nm silahıdır. Bu tanrı fırtına tanrısı tarafın-
dan gökten düştüğüne inanılırdı ve kadim yazarlar ona tanrıça Athe- dan kovulunca, yıldırım, Kasırga Tanrısı ile Yer Tanrıçası arasındaki
na'nm heykeli diye bakarlardı. Yine Ephesos'taki Artemis heykelinin hierogami'nin işareti haline gelmiştir. Böylelikle Girit'teki yarıklar ve
ve Emesa'daki* Elagabalus* kozalağının 4 gökten geldiği düşünülürdü. mağaralarda bulunan çift ağızlı baltaların sayısının bu kadar çok ol-
Phrygia'daki Pessinus meteoriti Kybele'nin imgesi olarak yüceltilirdi; masını açıklayabiliyoruz. Tıpkı yıldırım ve meteoritler gibi bu balta-
bu taş sonradan, Delphoi kahinlerinin kehanetleri üzerine, II. Kartaca lar da yeri "yarıyorlardı;" başka bir deyişle gök ile yerin birleşmesi-
Savaşı'ndan çok kısa bir süre önce Roma'ya getirilmiştir. Thespiai'de, ni simgeliyorlardı. Eski Yunan'm en ünlü yarıklarından biri olan Del-
Eros un en eski temsili olan sert bir kaya kütlesinin yanında Praksite- phoi'un adı bu mitsel imgeye dayanıyordu; delphi kelimesi kadının
les'in yaptığı bir tanrı heykeli dururdu. 5 Başka örnekler de bulabiliriz üreme organı anlamına geliyordu. Daha ilerde göreceğimiz üzere,
kolaylıkla (en bilineni Mekke deki Kabe'dir). Bazı meteoritlerin tanrı- başka pek çok simge ve lakap yeryüzünü kadınla özdeşleştirir. Ancak
çalarla, özellikle (Kybele gibi) bereket tanrıçalarıyla bir tutulması bu benzetim, önceliği kozmosa veren bir tür arketipik model işlevi
dikkat çekicidir. Bu durumda kutsallığın aktarımıyla karşı karşıyayız: görüyordu. Platona göre 7 kavramsal olarak toprak kadına değil kadın
Göksel köken unutulmuş bunun yerine dinsel bir kavram olan petra toprağa öykünür.

"ilkeller" meteor demirini, yeryüzündeki demir içeren madenleri


kullanmadan çok daha önce işliyorlardı. 8 Öte yandan tarihöncesi halk-

3 Daha ileride başka bir kültürel düzeyde şamana ayncalıklannı kazandıran


şeyin kaya kristali değil metal olduğunu göreceğiz. Sibirya'da şamanın ergin- a petra genitrix: doğurgan kaya-yn.
lenmesi sırasında kemikleri demirle birleştirilir, hatta demirden kemikler ta- 0 Sileks: İlk kez paleolitik devirde kullanılan dayanıklı ve kolay işlenebilir taş
kılır (bkz. s. 8 9 ) -yn.
* Emesa: Suriye'de kent. Bugünkü Humus (veya Hims) kenti - y n . 6 Bkz. Not A'daki bazı kaynakça bilgileri.
Suriye'de Elagabal (el-Cebal, Yunan imlasıyla Heliogabalos) ismiyle bilinen 7 Menex., 238a.
güneş tanrı - y n . 8 Krş. G. F. Zimmer, "The Use of Meteoric Iron by Primitive Man," Journal oj
4 Herodianus, V, 3, 5. the Iron and Steel İnstitute, 1 9 1 6 , s. 3 0 6 vd. 1 9 0 7 yılında Zeitschift jür Ethno-
5 Pausanias, IX, 27, i. logie'de başlayan ve birkaç yıl süren, ilkeller ve eski halklann meteor demiri-

20 21
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METEORİTLER VE METALÜRJİ

larm eritmeyi keşfetmeden önce kimi madenleri taş gibi kullandıkla- metali" ya da "yıldız-metal" biçiminde çevrilir. Campbell Thompson
rı, yani onları taş aletlerin ham maddesi olarak gördükleri biliniyor. sözcüğü "(meteoritin) göksel şimşeği" biçiminde çeviriyor. Demirin
Metalürjiyi bilmeyen kimi halklar da çok yakın tarihe kadar benzer Mezopotamya'daki diğer adı Asurca parzillu'nun anlamı tartışmalı gö-
bir tekniği uygulamışlardır; meteor demirini sileks çekiçlerle işliyor- rünüyor. Kimi uzmanlar sözcüğün Sümerce "ulu metal" anlamına
lar ve biçimleri her açıdan taş aletlere benzeyen nesneler yapıyorlar- gelen BAR.GAL kelimesinden türediğini düşünüyor; 13 ancak çoğu da
dı. Örneğin Grönland Eskimoları bıçaklarını meteor demirinden ya- sözcüğün -ili ile bitmesi nedeniyle Asya kökenli olduğunu ileri sürü-
parlardı.Q Cortez, Aztek reislerine bıçaklarını nereden aldıklarım sor- 14
yor.
duğunda, ona gökyüzünü göstermişlerdi. 10 Yucatan Mayaları ve Peru Burada çok karmaşık bir konu olan eski Mısır'da metalürji konu-
İnkaları gibi Aztekler de yalnızca meteor demirini kullanıyorlardı: Bu suna eğilmeyeceğiz. Mısırlılar epeyce uzun bir süre yalnızca meteor
nedenle altından daha değerli sayıyorlardı. Maden eritmeyi bilmiyor- demirinden haberdardılar. Demir yatakları Mısır'da XVIII. hanedan ve
lardı. Arkeologlar Yeni Dünyanın tarihöncesi maden yataklarında de- Yeni İmparatorluk döneminden önce kullanılmışa benzemiyor. 15 Bü-
mirin izine rastlamamışlardır. 11 Orta ve Güney Amerika'ya metalürji yük Piramidin (MÖ 2 9 0 0 ) taş blokları arasında ve Abydos'ta VI. hane-
büyük bir olasılıkla Asya'dan gelmiştir: Son araştırmalara göre bu dana ait bir piramitte yer demirinden yapılmış nesnelere rastlanmış-
kaynak Çou dönemi (orta ve geç dönem, MÖ VIII.-IV. yüzyıllar) Gü- tır; ama bu nesnelerin Mısır kökenli oldukları kesin olarak belirlene-
ney Çin kültürüdür; kısaca söylersek bu köken aslında Tuna'dır, çün- memiştir. "Gök demiri" ya da daha doğrusu "gök metali" anlamında-
kü Tuna metalürjisi MÖ IX-VIII. yüzyıllarda Kafkasya yoluyla Çin'e ki biz-n.pt terimi doğrudan onların meteorit kökenine işaret etmekte-
kadar ulaşmıştı. 1 " dir. Öte yandan terimin önce bakır için kullanılmış olması muhte-
Doğudaki antikçağ halklarının da benzer görüşleri olduğu görülü- meldir. 16 Hititlerde de aynı durum vardır: XIV. yüzyıldan kalma bir
yor. Demir anlamını taşıyan en eski sözcük olan Sümerce AN.BAR, metinde Hitit krallarının "göğün kara demirini" kullandıkları belirti-
"gök" ile "ateş" piktogramlarmdan oluşur. Sözcük genellikle "gök lir. 17 Meteor demiri Girit'te Minos çağından (MÖ 2 0 0 0 ) beri bilin-

ni kullanmalan konusundaki tartışma, Montelius tarafından özetlenmiştir:


Prâhistorische Zeituııg, 1 9 1 3 , s. 2 8 9 vd. Krş. R. J. Forbes, Metallurgy in Anti- 13 W . Persson, "Eisen und Eisenbereitung in âltester Zeit," s. 113.
quity, Leyden, 1 9 5 0 s. 4 0 1 vd. 14 Forbes, s. 4 6 3 , Bork ve Gaertz Çerkezce bir kök önermişlerdir; bkz. Forbes,
9 Richard Andree, Die Metalle bei den Naturvölkem, s. 1 2 9 - 1 3 1 . a.g.y. Bütün bu konular ve Mısır'da metalürjinin başlangıcı konusu için bkz.
10 T. A. Rickard, Man and Metals, c. I, s. 1 4 8 - 1 4 9 . Not A.
11 R. G. Forbes, Metallurgy in Aııtiquity, s. 4 0 1 . 15 Forbes, s. 4 2 9 .
12 R. Heine-Geldern, "Die asiatische Herkunft der südamerikanischen Metall- 16 Krş. Forbes, s. 4 2 8 .
technik" (Paideuma, V, 1 9 5 4 ) , özellikle bkz. s. 4 1 5 - 4 1 6 . 17 Rickard, Man and Metals, I, s. 149.

22 23
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METEORİTLER VE METALÜRJİ

mekteydi ve Knossos mezarlarında demir nesneler bulunmuştur 18 De- yor olmasına karşın, demiri eritmenin sırrı Yakındoğu üzerinden Ak-
mirin "göksel" kökeni Yunanca sideros sözcüğünde bulunabilir; sözcük deniz ve Orta Avrupa'ya yayılmıştır. 1 9 Çok geç dönemlere kadar de-
"yıldız" anlamındaki sidus, -eriş ve Letonca "parlamak" anlamındaki mir işçiliği tunç çağı modelleri ve tarzlarına sadık kalmıştır (tıpkı
svidu ve "parlak" anlamındaki svideti ile ilişkilendirilmiştir. tunç çağının önce tarz olarak taş devrinin morfolojisini sürdürmesi

Bununla birlikte meteoritlerin kullanımı tam bir "demir çağını" gibi). Demir; süs eşyaları, muskalar ve heykelcikler biçiminde görü-

başlatacak kadar değildir. Bu süre boyunca metal çok nadirdi (altın lür. Birçok "ilkel" halkta hâlâ var olan kutsal değerini uzun süre ko-

kadar değerliydi) ve kullanımı da çoğunlukla ritüel amaçlıydı, insa- rumuştur.

noğlunun yaşamında yeni bir aşamanın, metal çağının başlaması için Ne antik metalürjinin çeşitli aşamalanndan ne de tarih boyunca
madenlerin eritilmesinin keşfedilmesi gerekmiştir. Özellikle demir uyguladığı etkiden söz edeceğiz; yalnızca metaller çağında ve özellikle
konusunda durum budur. Bakır ve tunçtan farklı olarak demir meta- demirin endüstriyel zaferinden sonra büyüsel-dinsel kompleksleri ve
lürjisi kısa sürede endüstrileşmiştir. Magnetiti ya da hematiti eritme- simgecilikleri belirlemeye çalışacağız. Çünkü insanoğlunun askeri ve
nin sırrı bir kez keşfedildiğinde ya da öğrenildiğinde büyük miktarda siyasi tarihine dahil olmadan önce "demir çağı" tinsel yaratımlara yol
metal elde edilmekte gecikilmedi; çünkü yataklar çok zengindi ve iş- açmıştır. Çoğunlukla olduğu gibi, simge, imge ve ayin bir keşfin işe
letilmesi kolaydı. Ancak yerden çıkarılan demir gibi işlenmiyordu; yarar uygulamalarını önceler ve kimi kez de, deyiş yerindeyse, müm-
ayrıca bu bakır ve tuncun eritilişinden farklı bir işlemdi. Demir an- kün kılar. Atlı savaş arabası, ulaşım aracı haline gelmeden önce ritüel
cak fırınlar keşfedildikten ve özellikle akkor haline getirilen metalin geçiş törenlerinde kullanılmıştır; üstünde güneşin simgesi ya da gü-
"sertleştirilmesi" tekniği geliştirildikten sonra öncelikli konuma geç- neş tanrısının imgesi taşınmıştır. Zaten savaş arabasının "keşfi" ancak
miştir. Bu metalürjinin endüstriyel çapta başlangıcını MÖ 1 2 0 0 - 1 0 0 0 , güneş çarkı simgeciliği anlaşıldıktan sonra mümkün hale gelmiştir.
yerini de Ermenistan dağlan olarak belirleyebiliriz. Biraz önce gör- "Demir çağı" dünyanın görüntüsünü değiştirmeden önce insanoğlu-
düğümüz gibi demirin kaynağı ister meteoritler olsun isterse yeryüzü nun tinsel tarihinde büyük yankılar bırakan çok sayıda ayini, miti ve
olsun, Mezopotamyada (Tel-Asmar, Tel-Çagar Bazar, Mari), Anadolu'- simgeyi doğurmuştur. Bilindiği gibi ancak demirin endüstriyel başa-
da (Alacahöyük) ve muhtemelen Mısır'da III. binyıldan itibaren bilini- rısından sonra insanlığın metalürji çağından söz edilebilir. Demirin
eritilmesi konusunda sonraki keşif ve ilerlemeler bütün geleneksel
metalürji tekniklerinin yeniden değerlendirilmesini sağlamıştır. De-
mirin günlük kullanıma uygun hale gelmesini sağlayan şey, yer altın-
18 Bkz. Not A Ancak demir endüstrisi Girit'te büyük bir öneme sahip olma-
dan çıkarılan demirin işlenmesidir.
mıştır. Girit'te demir işçiliğiyle ilgili Yunan mitleri ve efsaneleri muhtemelen
Girt'teki 1da Dağı ile aynı adı taşıyan ve gerçekten de ç o k eskiye dayanan
güçlü bir demir endüstrisine sahip Phrygia'daki dağın birbirine kanştınlma-
sından ileri gelmektedir; bkz. Forbes, a.g.y., s. 3 8 5 . 19 Forbes, s. 4 1 7 vd.

24 25
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METEORİTLER VE METALÜRJİ

Demek ki bu olayın çok önemli etkileri olmuştur. Meteoritlerin ge sunacağız. Öte yandan maden ve metalürji hakkındaki araştırmalar
göksel kutsallığının yanı sıra maden ve maden filizlerinin yersel kut- bizi Yeryüzü Ana, madenler âlemi ve bu âlemin aletlerinin cinsiyet-
sallıgıyla karşı karşıyayız. Demir metalürjisi doğal olarak bakır ve leri, metalürji, jinekoloji ve ebeliğin karşılıklı ilişkileriyle ilişkili
tunç metalurjisiyle ilgili teknik buluşlardan yararlanmıştır. Neolitik özgül tasavvurlara doğru götürüyor, ilk başta metalurjistin ve demir-
çağdan beri (VI.-V. binyıl) insanın yer yüzeyinde bulduğu bakırı za- cinin evrenini daha iyi anlamak için bu tasavvurlardan bazılarını se-
man zaman kullandığını, ama bunu taş ya da kemik gibi işlediğini, rimleyeceğiz. Metallerin kökenleriyle ilgili mitler konusunda, bir
yani metalin özelliklerinden henüz habersiz olduğunu biliyoruz. Çok tanrının kurban edilmesi ya da kendi kendini kurban etmesi yoluyla
daha sonraları bakırı ısıtarak işlediler; eriterek işleme tam olarak MÖ yaratılış kavramını, tarım mistisizmi, metalürji ve simya arasındaki
4000-3500'e kadar gider (el-Übeyd ve Uruk devirleri), ancak henüz ilişkileri ve nihayet doğal büyüme, hızlandırılmış büyüme ve "mü-
bir "bakır çağından" söz edemeyiz, çünkü çok az miktarda metal üre- kemmellik" fikirlerini kapsayan mitsel-ritüel bütünlerle karşılaşaca-
tilebiliyordu. ğa

Sonradan demirin ortaya çıkması, ardından da endüstride yaygın-


laşması metalürji ayinleri ve simgelerini çok etkiledi. Demirle ilgili
çok sayıda tabu ve demirin büyüsel kullanımı, bu yaygınlaşmanın ve
beraberinde başka "çağları" ve başka mitolojileri temsil eden tunç ve
bakırı geride bırakmasının sonucudur. Demirci öncelikle demiri işle-
yen biridir ve göçebelik hali - ç ü n k ü sürekli ham metal bulmak, sipa-
riş almak için yer değiştirir- sayesinde başka halklarla içli dışlı olur.
Demirci; mitolojileri, ayinleri ve metalürji sırlarım yayan başlıca
kişi haline gelmiştir. Bütün bu olgular bizi muazzam bir tinsel evrene
götürüyor, işte sonraki sayfalarda bu evreni sunmaya çalışacağız.

Genel bir görünümle başlamak hem zor hem de tehlikeli olacak-


tır; metalürji evrenine küçük adımlarla yaklaşacağız. Bağlaşık, koşut
ya da hatta karşıt büyüsel-dinsel tasavvurlarla ilişkili olan çok sayıda
ayini ve mysteria'yı göreceğiz. Araştırmamızın ana hatlarını belirle-
mek üzere bunları kısaca sıralayalım. Demir dökümünün ritüel işle-
vini, demircinin paradoksal durumunu ve büyü (ateşe hâkim olma),
demirci ve gizli topluluklar arasındaki ilişkileri gösteren bir dizi bel-

26 27
DEMİR ÇAĞİ MİTOLOJİSİ

2 yabancıdır, yani "aşkındır," "yukarıdan" gelmektedir: Bu yüzden gü-


nümüzde bir Arap için doğası gereği bir harikadır, mucizeler yarata-
Demir Çağı Mitolojisi
bilir. Belki de insanların yalnızca meteor demirini kullanabildikleri
çağa ait mitleşmiş bir anı söz konusudur ve bu, aşkınlığm bir imgesi
olarak görülmüştür; çünkü mitler insanların olağanüstü yetilerle ve
güçlerle donatıldıkları, neredeyse yarı tanrı oldukları o masalsı çağın
emirin kutsallığı konusu üstünde durmayacağız. Demir ister
D gökten düşmüş olsun isterse toprağın bağrından sökülüp alın-
mış olsun, her durumda kutsal güçlerle yüklüdür. Metale hürmet en
anısını korur. O zaman, mitsel "bir zamanlar" (illud tempus) ile tarih-
sel zamanlar arasında bir kesinti vardır ve geleneksel tinsellik düze-
yinde her tür kesinti "düşüş" sayıldığından, yok olan bir aşkmlığa
yüksek kültürlerin halklarında bile korunmuştur. Malezya kralları kı- işaret eder.
sa süre öncesine kadar "boşinanca dayalı bir korkuyla karışık olağa-
Demir epeyce ileri ve karmaşık bir kültür tarihine sahip olan
nüstü bir saygı" duydukları kutsal bir demir parçasını üzerlerinde ta-
halklarda bile olağanüstü bir büyüsel-dinsel öneme sahiptir. Plinius,
şırlardı. 1 Metalleri işlemeyi bilmeyen "ilkeller" için demir gereçler
demirin noxia medicamenta {zararlı ilaçlar} ve adversus nocturnas lim-
çok daha saygıdeğerdi: Hint'in arkaik halkı Bhiller, komşu kabileler-
phationes'e (gece buhranlarına) karşı etkili olduğunu yazıyordu. 4 Ben-
den edindikleri ok uçlarına ilk ürün sungusunda bulunurlardı. 2 Bir
zer inançlar Türkiye'de, İran'da, Hindistan'da, Dayaklarda ve diğer-
nesne "fetişizmi," kendi içinde ve kendisi için bir nesneye tapınma,
lerinde de vardır. 1907 yılında, J . Goldziher demirin demonlara karşı
kısaca bir boşinanç söz konusu değildi; burada tanıdık evrene ait ol-
kullanılmasıyla ilgili bir yığın belge topladı. Yirmi yıl sonra S. Se-
mayan, "başka yerlerden" gelen, dolayısıyla bir öte dünya işareti, aş-
ligmann kaynakların sayısını on kat artırdı; dosya uçsuz bucaksız ha-
kınlığın az çok bir imgesi olan yabancı bir nesneye duyulan saygı
le geldi. Özellikle bıçaklar demonları uzaklaştırır. Avrupa'nın kuzey-
vardır. Çok uzun süreden beri yer demirini kullanmayı bilen kültür-
doğusunda demir nesneler ekini hem kötü havaya hem de kem gözle-
ler için şurası kesindir: Onlarda o masalsı "göksel metal" anısı, meta-
re karşı korur.' "Metal çağları" arasında tarih olarak en sonuncu ol-
lin okült niteliklerine olan inanç süregelmiştir. Sinalı Bedeviler mete-
manın ayrıcalığıyla üstün gelen demir çağının büyük ölçüde kaybol-
or demirinden bir kılıç yapabilen kişinin savaşta yara almayacağına
muş mitolojisi; adetlerde, tabularda ve çoğunlukla hiç sorgulanmayan
ve bütün düşmanlarını alt edeceğine inanırlar. 3 "Göksel metal" yere

' Aktaran: W . Perry, A. C. Kruyt The Children of the Sun, Londra, 1 9 2 2 , s. 3 9 1 . 2 9 , 1 9 2 9 , s. 4 8 - 1 1 2 , s. 55.

2 R. Andree, Die Metalle bei den Naturvölkern, s. 4 2 .


4 Naturalis historia, XXXIV, 44.

3 W. E. Jennings-Bramley, The Bedouins of the Sinai-Peninsula, Filistin Keşif


5 Demirin büyüde, tarımda, halk hekimligindeki vs rolü hakkında bkz. Not

Fonu, 1 9 0 6 , s. 27. Aktaran: R. Eisler, "Das Qainzeichen," Le Monde Oriental, B'deki bilgiler.

28 29
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİR ÇAĞİ MİTOLOJİSİ

"boşinançlarda" hâlâ yaşamaktadır. Ancak tıpkı demirciler gibi, de- ler: Tıpkı yıldırım gibi çarpıyorlar, yaralıyorlar, kıvılcım çıkarıyor-

mir de paradoksal niteliğini korur; zira "şeytani" ruhu da somutlaş- lardı. Yıldırım gibi öldürücü ve iyilikçi olabilen taş silahların para-

tırabilir. Birçok yerde, belli belirsiz bir şekilde, demirin yalnızca uy- doksal büyüsü, metalden yapılmış yeni gereçlere aktarılmış ve yücel-

garlık yoluyla (yani tarım yoluyla) zaferi değil, savaş yoluyla üstün- ' tilmiştir. Taş devri zamanlarındaki baltanın mirasçısı olan çekiç, güç-

lüğü de temsil ettiği görülür. Kimi kez askeri zafer, şeytani zaferin lü tanrıların, fırtına tanrılarının simgesi haline gelir. Böylelikle fırtı-

yerini alır. Va Çaggalar için demir, içinde yaşam ve barışın düşmanı na ve tarımsal bereket tanrılarının neden demirci tanrılar olarak dü-

olan sihirli bir güç barındırır. 6 şünüldüğünü anlıyoruz. Kouang-si'li T'ou-jenler, tanrı Dântsien Sân'a

Demirci aletleri de kutsal alana aittir. Çekiç, körük, örs canlı, keçi kurban ederler; çünkü bu tanrı keçi kafalarını örs olarak kulla-

mucizevi varlıklar olarak görülür; bunların, demircinin yardımı ol- nır. Dântsien Sân fırtına sırasında demiri, kurban edilen hayvanın

madan kendi büyüsel-dinsel güçleriyle işleyebildiklerine inanılır. To- boynuzlan arasında döver; şimşekler ve kıvılcımlar sağanağı başlar

golu demirciler, aletleri için "çekiç ve ailesi" der. Angola'da çekice ta- ve demonları alt eder. Tanrı demirci kılığında insanları ve ekinleri

pılır, çünkü tarım için gerekli aletler çekiçle yapılır; çekiç bir prense korur. Dântsien Sân bir fırtına tanrısıdır ve Tibetli dam-can a, yani

gösterilen saygıyı, bebeğe gösterilen özeni görür. Demiri bilmeyen, bir keçiyi binek olarak kullanan ve kadim bir bon tanrısı gibi görü-

dolayısıyla işlemeyen Ogovveler, komşu kavimlerdeki demircilerin nen rDorje-legs(pa)'ya karşılık gelir; tapımı fırtınayla, tarımla ve ke-

körüklerine taparlar. Mossengereler ve Ba Sakateler demirci ustasının çiyle ilintilidir. 8 Dogonlarda benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Uy-

asaletinin körüğünün içinde yoğunlaşmış olduğuna inanırlar. 7 Ocakla- garlaştırıcı kahraman rolünü göksel demirci üstlenir; gökten tohum-

rın yapımı ise sırlarla doludur ve başlı başına bir ritüel oluşturur ları indirir ve insanlara tarımı öğretir.

(Bkz. daha ilerde, s. 61 vd). Şimdilik şu mitsel kesiti alalım: Fırtına tanrıları yeryüzünü "yıl-

Bütün bu inanışlar metallerin kutsal gücüyle sınırlı kalmaz, aletle- dırımtaşlarıyla" döverler; amblemleri çift taraflı balta ve çekiçtir;

rin büyüsünü de içerecek şekilde genişler. Alet yapma sanatı - y a tan- bunlar gök ve yerin kutsal evliliğinin işaretidir. Demirciler örslerin-

rı ya da demon olan- insanüstü bir varlığın işidir (çünkü demirci de de demir döverken, kudretli tanrının yaptığı ilk işe öykünürler; as-

öldürücü silahlar yapar). Taş devri zamanlarına ait eski mitoloji ka- lında onlar bu tanrının yardımcılarıdır. Tarımsal bereket, metalürji

lıntıları büyük bir olasılıkla metallerle ilgili mitolojiye eklenmiş, on- ve çalışma etrafında örülmüş bütün bu mitoloji yakın tarihlidir.

larla kaynaşmıştır. Taştan alet, el baltası gizemli güçlerle yüklüydü- Çömlekçilik ve tarımdan sonra gelişen metalürji, avcılık-toplayıcılık
evrelerinde de var olan gök tanrının, sonunda dölleyici Er, yeryüzü-

6 Walter Cline, Mining and Metallurgy in Negro A/rica, Paris, 1 9 3 7 , s. 117.


7 R. Anree, a. g.y., s. 42; W . Cline, Mining and Metallurgy in Negro A/rica, s. 1 2 4 ; 8 D. Schröder, "Zur Religion der Tujen," Anthropos, 1 9 5 2 , s. 8 2 8 vd; H. Hoff-
R. J . Forbes, Metallurgy in Antiquity, s. 83. mann, Qellen zur Geschichte der tibetischen Bon Religion, Mainz, 1 9 5 1 , s. 164.

30 31
DEMİRCİLER VF. SİMYACILAR DEMİR ÇAGl MİTOLOJİSİ

nün Ulu Anasının kocası, güçlü Tanrı tarafından kovulduğu, tinsel yaratmıştır. Benzer motiflere başka yerlerde de rastlarız: Cermen mi-
bir evrenin sistemi içine sokulur. Bu durumda söz konusu dinsel dü- tolojisindeki dev Ymir, tıpkı Çin ve Hint mitolojilerindeki P'anku ve
zeyde yüce bir göksel Varlık tarafından gerçekleştirilmiş yoktan var Puruşa gibi, ilksel maddeyi oluştururlar. Puruşa'nm anlamı "in-
etme fikri gölgede kalmış, yerine kutsal evlilik ve kanlı kurban yo- s a n d ı r , bu da gösteriyor ki, kimi Hint geleneklerinde "insan kurban
luyla yaratılış fikri geçmiştir; hatta yaratılış kavramının üreme kavra- etme" kozmogonik bir işleve sahipti. Ancak böyle bir kurban ilkör-
mına doğru evrildigini bile görebiliyoruz. Bu nedenle metalürji mito- nektir: Kurban edilen insan, ezeli, tanrısal Devadam'ı cisimleştiriyor-
lojisinde ritüel birleşme ve kanlı kurban motifleriyle karşılaşıyoruz. du. Kurban edilen hep bir tanrı, insan kılığmdaki bir tanrıdır. Bu

Yaratılışın bir kurban etme ya da kendini kurban etme eylemiyle simgecilik insanın yaratılışıyla ilgili mitolojik gelenekleri olduğu ka-

başladığı düşüncesinin "yeniliğini" iyi anlamak gerekiyor. Önceki dar yenebilir bitkilerin kökenine ilişkin mitleri de ortaya koyuyor.

mitolojiler özellikle tanrının biçimlendirdiği ezeli bir cevherden ya Marduk insanı yaratabilmek için kendini kurban eder: "Kanımı katı-

da yoktan yaratılma türünü içeriyorlardı. Bütün yaratılışın - h e m ev- laştıracağım, kemik yapacağım. İnsanı yapacağım, tastamam insan

renin hem de insanın yaratılışının- koşulu olarak kanlı kurbanın öne olacak... İnsanı yapacağım, yeryüzünde yaşayacak..." Bu metni ilk kez

geçmesi insan ile kozmos arasındaki eşleşmeyi güçlendirir (çünkü ev- çeviren King, metni Berosius'un (MÖ IV. yüzyıl, Yunanca kaleme alın-

ren de bir ilksel devden, bir Devadam'dan türemiştir); ama özellikle mış çok değerli, ama kaybolmuş bir Kaide tarihinin yazarı) aktardığı

yaşamın ancak kurban edilen başka bir yaşamla başlayabileceği fikrini Mezopotamya yaratılış geleneğine yaklaştırmaktadır: "Ve Bel toprağın

getirir. Bu tür kozmogoni ve antropogoni düşüncelerinin çok önemli ekinsiz ama verimli olduğunu görünce tanrılardan birine [Bel'in] kafa-

sonuçları olacaktır: Önceden bir kurban sunmadan hiçbir "yaratımın" sını kesmesini, akan kanı toprakla karıştırmasını, bundan havayı so-

ya da "üretimin" gerçekleşemeyeceği düşüncesine ulaşılacaktır. Örne- luyacak insanlar ve hayvanlar yapmasını emretti." 10 Benzer kozmogo-

ğin inşaat ayinlerini ele alalım; bu yolla kurbanın "yaşamı" ya da "ru- nik fikirler Mısır'da da vardır. Bütün bu mitlerin derin anlamı açık-

hu" binaya aktarılmış olur; bina da aynı nedenle sunulan kurbanın ye- tır: Yaratılış bir kurbandır. Yaratılana can vermek için ona kendi ya-

ni bedenidir, mimari bedenidir. 9 şamını (kanı, gözyaşını, ersuyunu, "ruhu," vb) aktarmak gerekir.

Marduk, evreni öldürdüğü deniz canavarı Tiamat'm bedeninden Bu motife bağlı başka bir mit dizisi, bir tanrının ya da tanrıçanın
kendini kurban etmesiyle oluşan yenilebilir bitkileri anlatır. İnsanın

9 Krş. M. Eliade, "Maıtre Manole et le Monastere;" De Zalmoxis â Cengiz-khan,


Paris, 1 9 7 0 , s. 162 vd. Bu fikir, çok önemli bir şeyi, çoğunlukla da kendi 10 King, The Seven Tablets of Creatioıı, s. 8 6 , aktaran: S. Langdom, Le Poeme du
bedenlerini kurban etmeden hiçbir şeyin yaratılamayacağı düşüncesi biçi- Paradis, du Deluge et de la Chute de l'homme, s. 3 3 - 3 4 . Aynca bkz. Edouard
minde hâlâ sürmektendir. Her tür uğraş nihayetinde kendini kurban etmeyi Dhorme, Les Religions de Babylonie et d'Assyrie, Paris, 1 9 4 5 , s. 3 0 2 , 3 0 7 . Bu
gerektirir. kozmogonik gelenekler ve koşutlukları konusunda bkz. Not C.

32 33
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

hayatta kalabilmesi için tanrısal bir varlık - b i r kadın, bir genç kız,
3
bir erkek ya da bir ç o c u k - kendini kurban eder: Gövdesinden farklı
türden besleyici bitkiler çıkar. Bu mit, dönemsel olarak kutlanması
Cinsiyet Kazanan Dünya
gereken ayinlerin modelidir. Ekinin bereketi için insan kurban etme
olgusunun anlamı budur: Kurban öldürülür, parçalanır, parçaları be-
reket sağlasın diye toprağa saçılır. 11 Şu halde -biraz sonra göreceği-
itki dünyasının "cinsiyet kazanmasından" söz ederken, terimin
miz g i b i - kimi geleneklere göre metaller de kurban edilmiş yarı tan-
rısal bir ezeli varlığın kanından ya da etinden çıkmıştır. B tam anlamını belirlemek gerekir: Bitkilerin üremesiyle
gerçek olgular değil, dünya ile mistik bir sempati deneyiminin sonu-
ilgili

Böylesi kozmolojik tasavvurlar insan-evren eşleşmesini güçlendi-


rir ve birçok düşünce bu eşleşmeyi farklı yönlere doğru yönlendirip cu ve ifadesi olan, "nitelikle ilgili" morfolojik bir sınıflandırma söz

derinleştirir. Bunun sonucunda bitkisel ve madensel dünya gibi çev- konusudur burada. Kozmos üzerine yansıdığında onu "cinsiyet sahibi

releyen dünyadaki araç gereçlerin "cinsiyet kazanması" olgusu gelir. yapan" Yaşam fikridir bu. Kesin, "nesnel," "bilimsel" gözlemler me-

Bu cinsel simgecilikle doğrudan ilişki içinde olmak üzere, yerin kar- selesi değildir, yaşam bakımından ve cinselliği, doğurganlığı, ölümü

nıyla, dölyatağıyla özdeşleştirilen maden yatağına ve embriyon biçi- ve dirilişi kuşatan antropokozmik kader bakımından çevremizdeki

mindeki madenlere ilişkin çok sayıda imgeyi anımsatmamız gereke- dünyanın değerini tespit edebilme meselesidir. Ayrıca arkaik toplu-

cektir: Bu imgeler madenciliğe ve metalürjiye eşlik eden ritüellere j i - mlarda insanlar bitkilerin yaşamım "nesnel olarak" gözlemleyemez-

nekolojik ve doğumsal bir anlam yükleyen imgelerdir. lerdi. Mezopotamya'da yapay döllemenin, hurma ve incir ağaçlarının
aşılanmasının keşfedilmesi buna kanıttır. Bunlar çok uzun süredir var
olan işlemlerdir; çünkü Hammurabi Yasaları'nda en az iki paragraf bu
konuyu yasaya bağlar. Bu tür faydalı bilgiler sonradan İbranilere ve
Araplara geçmiştir. 1 Ama meyve ağaçlarının yapay olarak döllenmele-
ri kendi başma etkili bir bahçecilik tekniği olarak görülmemişti: Bir
ritüeldi bu ve bitkisel verimliliği getirmesi nedeniyle insanın cinsel
katılımı da aynı şekilde söz konusuydu. Toprağın bereketiyle veya
özellikle tarımla ilişkili orjilere dinler tarihinde çok sık rastlanır. 2

11 Bu mitsel motifler ve bunlardan kaynaklanan ayinler için bkz. M. Eliade,


Dinler Tarihine Giriş, § 132. Aynca aynı yazar, "La Terre-Mere et les Hieroga-
mies cosmiques," Eranos-Jahrbuch, XXII, 1 9 5 4 , s. 8 7 vd; Mylhes, reves et 1 Not D'deki genel kaynakçaya bakınız.
nıysteres'te yeniden basılmıştır, Paris 1 9 5 7 . 2 Bkz. Eliade, Dinler Tarihine Giriş, § 122, § 139.

34 35
CİNSİYET KAZANAN DÜNYA
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

işlemin ritüel niteliğini göstermek için bir tek örnek yeterli ola- laylaştıran bir evrenden çok farklıdır. Doğunun diğer halkları gibi

caktır: Limon ve portakal ağaçlarının aşılanması. İbn Vahşiyye, Neba- Mezopotamyalılar da bitki türleri için "eril" ve "dişil" sözcüklerini

tîlerde Tarım' adlı kitabında Mezopotamya, İran ve Mısır köylülerinin kullanıyorlardı, ama böyle bir sınıflandırma görünürdeki biçimsel

adetlerini aktarır. Kitap kaybolmuştur ancak İbn Meymün'un aktardı- özelliklere (insan cinsel organlarıyla benzerlik) veya şu ya da bu bit-

ğı bölümlerden, Yakmdoğuda meyve ağaçlarının döllemesi ve aşılan- kinin büyü işlemlerinde tuttuğu yere göre yapılıyordu. Örneğin servi

ması konusundaki "boşinançlarm" niteliği anlaşılmaktadır, ibn Mey- ve adamotu (NAMTAR) "erildi", oysa rıikibtu çalısı (liquidambar orienta-

mûn, Yahudilerin komşu halkların zorunlu olarak aşılamayla birlikte lis) biçimine ya da ona verilen ritüel işleve göre "dişil" ya da "eril"

yaptıkları orjilerden uzak durmak amacıyla aşılı ağacın limonunu olarak belirtiliyordu. 4 Benzer tasavvurlar kadim Hint'te de vardır; ör-

kullanmayı yasakladıklarını belirtir. İbn Vahşiyye - b u tür imgeleri neğin Caraka, 5 bitkilerin cinsiyetliliğini bilir, ama Sanskrit termino-

yayan tek Doğulu yazar da değildir- çeşitli bitkiler arasındaki garip lojisi bu keşfe yol açan ilksel sezgiyi hayli açık olarak vermektedir:

ve "doğaya aykırı" aşılamalardan bile söz ediyordu (örneğin bir li- Bu, bitki türleriyle insanın üreme organları arasında kurulan benzer-

mon dalı defne ağacına ya da bir zeytin ağacına aşılandığında zeytin liktir. 6

kadar küçük limonlar elde edilebildiğini söylüyordu). Ama aşının ay Görüldüğü gibi burada Yaşam olarak anlaşılan ve bu nedenle de
ile güneş arasındaki belirli bir uyum sırasında ritüel olarak gerçek- cinsiyete sahip bir kozmik gerçekliğe dair genel bir kavramlaştırmay-
leştirilmesi durumunda tutabileceğini de belirtiyor. Ayini şöyle açık- la ilgileniyoruz; cinsellik tüm yaşayan gerçekliğin özel işaretidir. Belir-
lıyor: "Aşılanacak dal çok güzel bir kızın elinde olmalı, bu arada li bir kültürel düzeyden itibaren "doğal" dünya gibi nesneler ve insan
adam onunla utanç verici ve doğaya aykırı biçimde cinsel ilişkide bu- yapısı aletler dünyası, kısaca bütün dünya cinsiyetli olarak karşımıza
lunmalı; ilişki sırasında genç kız dalı ağaca aşılar." 3 Anlam açık: Bitki çıkar. Şimdi vereceğimiz örnekleri bu tür tasavvurların çok farklı
dünyasında "doğaya aykırı" bir bileşmeyi sağlamak için "doğaya ay- kültürel çevrelerde yaygın olduğunu göstermek üzere bilerek seçtik.
kırı" bir cinsel birleşme gerekli kılınmıştır. Kitaralar maden filizlerini "eril" ve "dişil" diye ikiye ayırırlar: Eril-
ler sert ve karadır ve yerin üstünde bulunur; dişiller yumuşak ve kır-
Burada belirtilmesi gereken şey şudur: Böyle bir zihinsel evren,
mızıdır ve yerin altından, maden ocağından çıkarılırlar; iki "cinsin"
bitkilerin yaşamının nesnel olarak gözlenmesine izin verip bunu ko-

El-Filâhatü'n-Nebati. Bu eser hakkında daha fazla bilgi için bkz. S. H. Nasr,


İslam ve İlim, çev. ilhan Kutluer, insan, 1 9 8 9 , s. 2 2 1 ; aynı yazar, Islamda
4 R. Campbell Thompson, The Assyrian Herbal, Londra, 1 9 3 4 , s. X1X-XX.

Bilim ve Medeniyet, çev. Nabi Avcı vd, İnsan, 1 9 9 1 , s. 1 1 1 - y n .


5 Kalpsthâna, V, 3.
3 S. Tolkowsky'nin derleyip yorumladığı metinler, Hesperides. A History of the
6 M. Eliade, "Cunostintele botanice in vechea Indie," Buletinul Societatii de Sti-

Culture and Use of Citrus Fruits, s. 56, 129-130. inte dîn Cluj, VI, 1 9 3 1 , s. 2 3 4 - 2 3 5 .

36 37
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR CİNSİYET KAZANAN DÜNYA

karışması verimli bir kaynaşma için kaçınılmazdır.7 Hiç kuşkusuz larında ve cevahirnamelerde de görülür: 11 Örneğin lapis judaicus "eril"
nesnel olarak keyfi bir sınıflandırma vardır burada; çünkü madenle-
ya da "dişil" olabilir.
rin ne renkleri ne de sertlikleri onların "cinsiyet" niteliklerine her za-
Yahudi mistiği ve tefsircisi Bahya ben Aşer ( 6 . 1 3 4 0 ) şunları yazı-
man birebir uyar. Ancak önemli olan gerçekliğe ilişkin bütünsel gö-
yordu: "Yalnızca hurma ağaçlarının erkeği ve dişisi değil, diğer bütün
rüştü; çünkü ayini, yani "metallerin evliliğini" doğruluyor, bu evlilik
bitki türlerinin, aynı şekilde madenlerin de erkeği ve dişisi vardır."
de bir "doğumu" olanaklı kılıyordu. Benzer fikirler eski Çin'de de be-
Madenlerin cinsiyetinden Sabatay Donnolo da (X. yüzyıl) söz eder.
lirlenmiştir: Büyük Yu, ilksel Dökümcü, eril metalleri dişillerden
Arap âlim ve mistik İbni Sina ( 9 8 0 - 1 0 3 7 ) şöyle yazar: "Romantik aşk
ayırmayı biliyordu. Bu nedenle kazanlarını, iki kozmolojik ilke olan
Çel-ışk) insan türüne özgü değildir; göksel, elementlere ait, bitkisel ve
yang ve yin'le eşleştiriyordu.8 Çin metalürji gelenekleri konusuna yeni-
madensel olan her şey için geçerlidir ve bunun anlamını ne anlayabi-
den döneceğiz; çünkü metallerin evliliği devam ettirilmiş ve simyada-
lir ne sezebiliriz; açıklama girişimleri de olguyu daha fazla karart-
ki mysterium conjunctionis'e doğru genişleyip bununla tamamlanmış es-
maktan başka bir işe yaramaz." 12 Metaller için düşünülen "romantik
ki bir güdüdür.
aşk" kavramı, daha önce de cinsiyetli oluşları ve evlenebilmeleri fik-
Maden filizleri ve metallerden başka taşlar ve değerli taşlar da riyle hazırlanmış bu "canlanma" düşüncesini mükemmel biçimde pe-
"cinsiyetli'ydi. Mezopotamyalılar bunları biçimlerine, renklerine ve
kiştirir.
parlaklıklarına göre "eril" ve "dişil" olarak ayırırlardı. Boson'un çe-
Aletler de cinsiyetliydi. İbn er-Rümî şöyle diyordu: "En iyi silah
virdiği bir Asur metninde "musa taşı eril (formda) ve bakır taşı dişil
hangisidir? Eril keskin ağzı ve dişil metal gövdesi olan iyice bilen-
(formda)" ifadesi yer alır. Boson'un belirttiğine göre, "eril taşların"
miş tek bir kılıç."13 Araplar sert demire "erkek" (zeker), yumuşak de-
daha canlı renkleri vardır; "dişil taşlar" daha soluktur. 9 (Bugün bile
kuyumcular taşların cinsiyetini parlaklıklarına göre belirlerler). Babil
ritüel metinleriyle birlikte tuzlar ve maden filizleri için de aynı sınıf- 11 Suriye simya metinlerinde "dişil magnezyadan" söz edilir, vorr Lippmann
landırmayı görürüz; bu sınıflandırma tıp metinlerinde korunmuş- (ed.), Entstehung und Ausbreitung der Alchemie, 1, s. 3 9 3 . Cevahirnamelerde
taşlann "cinsiyetliligi" için bkz. Julius Ruska, Das Steinbuch des Aristoteles, He-
tur. 10 Maden filizleri ile taşların "cinsiyet" ayrımı ortaçağ simya yazı-
idelberg, 1912, s. 18, 165. Klasik antikçag tasavvurlannda madenlerin cinsi-
yetliligi için bkz. Nonnos, Dionysiaca, (ed. Loeb, Classical Library), I, s. 81.
Antikçag ve Hıristiyan tasavvurlannda "canlı taş" konusunda bkz. J. C.
7 Cline, Mining and Metallurgy in Negro Africa, s. 117.
Plumpe, "Vivum saxum, vivi Lapides," Traditio, I, 1943, s. 1-14.
8 Marcel Granet, Danses et Legendes de la Chine ancienne, Paris, 1 9 2 6 , s. 4 9 6 . 12 Bkz. Salomon Gandz, Artificial Fertilization ojDate Palms in Palestine and Ara-
9 G. Boson, Les metaux et les pierres dans les inscriptions assyrobabyloniennes,
bia, s. 246.
Münih, 1914, s. 73.
13 F. W . Schvvartzlose, Die Waffen der alten Araber aus ihren Dichtem dargestellt,
10 R. E isler, Die chemische Terminologie der Babylonier, s. 116; Kunz, The Magic oj
s. 142; krş. E. von Lippmann, Entstehung und Ausbreitung der Alchemie, I, s.
Jewels and Charms, Philadelphia-Londra, 1 9 1 5 , s. 1 8 8 .
403.'Çin'de cinsiyetli kılıçlar için bkz. Granet, Danses et Legendes, s. 496.
38 39
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR CİNSİYET KAZANAN DÜNYA

mire de "kadın" (ünsa) derler. 14 Tanganyika demircileri ocağa çok sa- "Kozmik Sular'ı şöyle ayırır (53:9-10): "Üstteki su erkeğin işini gö-
yıda delik açarlar. En genişine "ana" (nyina) derler; "kızdırma sonun- recektir; alttaki de kadınmkini." Irmağın beslediği kuyu erkekle kadı-
da erimiş metal köpüğü, cüruf, kızgın maden filizi vs buradan çıkarı- nın birleşmesini simgeler.' 9 Vedalar dönemi Hindistan'ında kurban
lır. Karşısındaki delik f'si'dir (baba); en iyi körüklerden biri buraya sunağı (vedi) "dişi" olarak, ritüel ateş (agni) de "eril" olarak görülür-
yerleştirilir; ortada bulunanlara aana (çocuklar) denir." 15 Avrupa me- dü -"ikisinin birleşmesi döl verir"di. Bir tek başvuru noktasına in-
talürji terminolojisinde sır eritilen ocağa (Schmelzofen) "dölyatagı," dirgenemeyecek çok karmaşık bir simgecilik kompleksi karşısında-
"ana göğsü" (Mutterschoss) denirdi. Ateşi (metalürjide, dökümde, pi- yız; çünkü vedi, tastamam "merkezin" simgesi olan Yeryüzünün göbe-
şirmede vb) kullanan insanın bu uğraşı ile ana rahminde embriyonun ğiyle (nâbhi) bir tutulmuştu. Ancak nâbhi aynı zamanda Tanrıça'nm
büyümesi özdeş sayılmıştır; bu durum Avrupa söz dağarında varlığı- rahmi anlamına da geliyordu. 20 Ûte yandan ateş de cinsel birleşmenin
nı belli belirsiz sürdürmektedir (krş. Mutterkuchen, "plasenta;" Kuc- sonucu ("döl") olarak görülüyordu: Ateş, bir çubuğun (eril öğe) bir
hen, "pasta"). 16 Dölleyip doğurtan taşlarla ve yağmur taşlarıyla ilgili parça odun üstündeki yarıkta (dişil öğe) gidip gelmesiyle (birleşme)
inanışlar böyle bir zihinsel evrende ortaya çıkmıştır. 17 Bunlardan ön- ortaya çıkıyordu. 21 Ateşe ilişkin cinsel simgecilikle birçok arkaik top-
ce daha arkaik bir inanış vardı: Petra genitrix inanışı. lumda karşılaşırız. 22 Ancak bütün bu cinsel terimler kutsal evliliğe
Dayaklar sağanak yağmura "erkek" yağmur derler. 18 Hanok Kitabı dayanan bir kozmoloji tasavvurunu ifade eder. Dünyanın yaratılışı
"merkezden" (= "göbek") itibaren başlar ve diğer bütün "yapımlar" ve
"üretimler" bu görkemli ilk modele öykünerek, bir "merkezden" baş-

Davullar, çanlar da cinsiyetlidir; krş., Max Kaltenmark, "Le Dompteur des layarak ortaya koyulmalıdır. Ateşin ritüel olarak üretilmesi dünyanın
flots," Han-Hiue. Bulletin du Centre d'Etudes Sinologiques de Pekin, III, 1 9 4 8 , s. doğuşuna öykünür. Bu nedenle yıl sonunda bütün ateşler söndürülür
3 9 , not 1 4 1 .
(=kozmik gecenin yeniden yaratılması) ve Yeni Yıla girildiğinde yeni-
14 Leo VViener, Africa and the Discovery of America, Philedelphia, 1 9 2 2 , c. III, s.
den yakılır (=kozmogoninin yinelenmesi, dünyanın yeniden başlama-
11-12.
sı). Ateş paradoksal bir niteliğe sahiptir: kimi kez tanrısal kökenden
15 R. P. Wyckaert, "Forgerons pa'iens et forgerons chretiens au Tanganyika,"
Anthropos, 9, 1 9 1 4 , s. 3 7 2 . Maşona ve Alunda fınnlan kadın organı biçimin- kimi kez de "şeytani" kökenden kaynaklanır (çünkü kimi arkaik ina-
dedir; bkz. Cline, a.g.y., s. 41.
16 R. Eisler, Die chemische Terminologie der Babylonier, s. 115.
17 Bkz. Eliade, Dinler Tarihine Giriş'teki bazı kaynakça bilgileri, § 8 3 , 8 4 . J i n e -
kolojik (dogurtucu) taşlar konusunda bkz. G. Boson, "I metalli e le pietri bulunabilir.
nelle inscrizioni sumero-assiro-babilonesi," Rivista di Studi Orientali, 111, s. 19 Zohar, cüz. 14b, II, 152.
4 1 3 - 4 1 4 ; B. Laufer, The Diamond, Chicago, 1 9 1 5 , s. 9 vd. 20 Krş. Satapatha-Brâhmana, I, 9, 2, 21.
18 A Bertholet, Das Geschlecht der Gottheit, Tübingen, 1 9 3 4 , s. 2 3 . Maddi 21 Krş. Rig Veda, III, 2 9 , 2 vd; V, II, VI, 4 8 , 5.
dünyanın "cinsiyetliligi" ile ilgili dıger belgeler bu küçük hacimli kitapta , 22 Bkz. Not E'deki açıklamalar.

40 41
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR CİNSİYET KAZANAN DÜNYA

nışlara göre cadıların cinsel organlarında büyüsel olarak oluşuverir- nülürdü. Irmak kaynakları da Yer'in vajinası olarak görülmüştür. Ba-
ler); demircinin ayrıcalıklarını sunmadan önce bu bulanık niteliğe de- bil dilinde pû kelimesi hem "ırmağın kaynağını" hem de "vajina"yı
ğineceğiz. ifade eder. Sümercede buru, "vajina" ve "ırmak" anlamına gelir. Babil
En şeffaf cinsel ve jinekolojik simgeciliğin Yeryüzü Ana imgele- dilinde "kaynak" anlamındaki nagbu, İbranice "delme" anlamına gelen
rinde olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Burada insanların toprağın üze- nekebâ ile akrabadır, ibranice "kuyu" sözcüğü aynı biçimde "kadın,"
rine dogmalarıyla ilgili mitlerle efsaneleri anımsatmaya gerek yok. 23 "eş" anlamında da kullanılır. Mısır dilinde bi sözü "uterus" ve "maden
Kimi kez antropogoni embriyolojik ve doğumla ilgili terimlerle be- galerisi" anlamlarına gelir.25 Ayrıca mağara ve kovukların da Yeryüzü
timlenmiştir. Örneğin Zuni mitlerine göre, ilk insanlar (gök ile yerin Ana'nın rahmine benzetildiğini anımsatalım. Mağaraların tarihönce-
kutsal evliliğinden sonra) dört yeraltı "magara-rahimden" en derinde- sine uzandığı kanıtlanan ritüel rolü, anneye mistik bir dönüş olarak
kinde yaratılmışlardır. Mitsel ikizlerin rehberliğinde bir "mağara-ra- açıklanabilir; mağaralardaki mezarlan ve aynı yerlerde kutlanan er-
himden" diğerine geçerek yeryüzüne ulaşırlar. Bu tür mitlerde yer ginleme ayinlerini de aynı biçimde açıklayabiliriz. Bu tür arkaik ku-
imgesi ana imgesini tamamıyla kavrar ve antropogoni, ontojeni" te- rumlar uzun süreli olmuştur. Helenizmin en kutsal sunaklarından bi-
rimleriyle sunulur. Embriyonun oluşması ve doğum, en derindeki ri olan Delphoi'un adında delph (=uterus) kökü korunmuştur. W. F.
yeraltı mağara-rahminden yüzeye çıkma olarak düşünülen insanoğlu- Jackson Knight Sybilla kitaplarının bulunduğu yerde kırmızı toprağın
nun ilksel doğumunu yineler. 24 Benzer inanışlar; efsane, boşinanç ya olduğunu belirtiyordu: 26 Cumae, Marpessos kentleri yakınlarında ve
da basitçe eğretileme kılığı altında Avrupa'da da görülür. Her bölge- Epiros'ta. Şu halde Sybilla kitapları mağara kültlerine sıkı sıkıya bağ-
nin ve neredeyse her kentin, her köyün bebek "getiren" bir kayası, lıydı. Kırmızı toprak Tanrıçanın kanını simgeliyordu.
bir kaynağı vardır: Kinderbrunnen, Kinderteiche, Bubenquellen, vb 0
Benzer bir simge de üçgendi. Pausanias (II, 21, I) Argosun" delta
Ama bizim özellikle madenlerin jinemorfolojik doğumuna ilişkin diye adlandırdığı ve Demeter'in sunağı olarak görülen bir yerinden
inançları, yani, mağaralar ile maden ocaklarının Yeryüzü Ananın rah- söz eder. Fick ve Eisler "üçgeni" (delta) "vulva" anlamıyla yorumlar-
miyle özdeşleştirilmesini vurgulamamız gerekiyor. Mezopotamya'nın lar: Yorum bu terimin ilk değeri olan "ana rahmi" ve "kaynak" an-
kutsal nehirlerinin Ulu Tanrıçanın üreme organından doğduğu düşü- lamları korunmak koşuluyla geçerlidir. Deltanın eski Yunanlılarda
kadını simgelediğini biliyoruz; Pythagorasçılar üçgeni mükemmel bi-

23 Bkz. Eliade, Dinler Tarihine Giriş, § 87.


n Ontojeni: Bireyin kökeni ve gelişimi - y n . 25 W. F. Albright, "Some Cruces in the Langdon Epic," (Journ. Anıeric. Orient.
24 Zuni mitleri ve koşut versiyonlan konusunda, bkz. Eliade, La Terre- M ere et Soc., 3 9 , 1 9 1 9 , 6 5 - 9 0 ) , s. 6 9 - 7 0 .
les hieorogamies cosmiques, s. 6 0 vd. 26 Cumaean Gates, s. 56.
* Çocuk çeşmesi, çocuk gölü, oğlan pınarı - y n . a Argos: Tannça Hera'nın kutsal kenti - y n .

42 43
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

çimi nedeniyle, ama aynı zamanda evrensel verimliliğin arketipini


4
temsil etmesi nedeniyle arche geneseoas olarak görüyorlardı. Benzer
Terra Mater. Petra Genitrix
bir üçgen simgeciliği kadim Hint'te de vardı. 27

Şimdilik şunu aklımızda tutalım: Kaynaklar, maden galerileri ve


mağaralar Yeryüzü Ana'nın uterusuna benzetildiğinden, Toprağın
"karnında" yatan her şey canlıdır, ama henüz ana karnmdadır. Başka
aşlarla ilgili uçsuz bucaksız mitoloji içinde araştırmamızı ilgi-
bir deyişle ocaklardan çıkarılan maden filizleri bir tür embriyondur;
yavaşça büyürler, sanki bitkisel ve hayvansal organizmalannkinden T lendiren iki inanış var: Taşlardan doğmuş insanlarla ilgili mit-
ler ve taşlarla maden filizlerinin Yeryüzünün rahminde oluşup "ol-
farklı bir zamansal ritimleri vardır; yeraltmın karanlıklarında büyü-
mekle kalmaz olgunlaşırlar da. Demek ki topraktan çıkarılmaları, gunlaşmaları" ile ilgili inançlar. Her ikisi de taşın yaşam ve bereket

vakti gelmeden yapılan bir işlemdir. Gelişmeleri için süre (yani za- kaynağı olduğu, tıpkı kendisini doğuran toprak gibi onun da insana

manın jeolojik ritmi) verilse maden filizleri olgun, "mükemmel" me- yaşam verdiği, insanları doğurduğu fikrini içeriyor.

tallere dönüşeceklerdir. Minerallarin embriyon olarak görülmesi ko- Çok sayıda mitte ilk insanların taşlardan türedikleri söylenir. Bu

nusunda biraz sonra bazı kanıtlar sunacağız. Ancak şimdiden maden- motif Orta Amerika'nın büyük uygarlıklarında (İnkalar, Mayalar) ve

lerin gizemli gelişim sürecine müdahale eden madencilerin ve meta- ayrıca Güney Amerika'nın bazı kavimlerinin geleneklerinde, Yunan-

lurjistlerin üstlendikleri sorumluluğu tartabiliyoruz. Bu girişimlerini larda, Samilerde, Kafkasya'da ve genel olarak Anadolu'dan Okyanus-

her ne pahasına olursa olsun "haklı çıkarmak" zorundaydılar ve bu- ya'ya kadar her yerde belirlenmiştir. 1 Deukalion, dünyayı insanlarla

nun için de metalürji işlemleri yoluyla doğanın işini kendilerinin doldurmak için "annesinin kemiklerini" arkasına doğru atıyordu.

yaptıkları iddiasmdaydılar. Metalurjist, metallerin büyüme sürecini Yeryüzü Ana'nm bu kemikleri taşlardı: Bunlar Urgrund'u, yani sarsıl-

hızlandırarak zamanın ritmini hızlandırıyordu: Jeolojik tempo onun maz gerçekliği, yeni bir insanlığın çıkacağı rahmi temsil ediyorlardı.

tarafından yaşamsal bir tempo'ya dönüştürülmüştür. İnsanın, Doğaya Taşın hem mutlak gerçekliği, hem yaşamı hem de kutsallığı açıklayan

karşı tam bir sorumluluk içinde olduğunu savunan bu cüretkâr dü- arketipik bir imge olduğuna ilişkin kanıtlar, Ulu Tanrıçaya, matrix

şünce, simyacının uğraştığı işi biraz olsun sezdirir. mundi'yt eşdeğer sayılan petra genitrix'ten doğan tanrılara ilişkin çok
sayıdaki mitte bulunur. Eski Ahit, kadim Sami geleneğinde yer alan
insanların taşlardan doğuşuna ilişkin fikri koruyordu; ama Hıristiyan
dinsel folklorunun bu imgeyi çok daha üst bir anlamda Kurtarıcı'ya

27 Bkz. Not F.
1 Bkz. Not G.

44 45
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TERRA MATER. PETRA GENITRIX

uyguladığım görmek şaşırtıcıdır: Kimi Rumen Noel şarkılarında isa'- tıklarında ilk doğduklarmdaki renklerinden farklı bir renge sahip
nın taştan doğduğu söylenir. 2 olurlar." 7

Ancak bizim özellikle üzerinde durmamız gereken konu ikinci Rosnel'in "annesinin karnında annesinin kanıyla beslenen" çocuk
gruptaki, -yerin "karnındaki" taşlar ve maden filizlerine ilişkin- ina- imgesi ile maden yatağında olgunlaşan yakut imgesi arasında kurdu-
nışlardır. Kaya değerli taşları doğurur. Zümrüdün Sanskritçedeki adı ğu benzerlik bazı şamancı inanış ve ritüellerde beklenmedik şekilde
"kayadan doğma" anlamında açmagarbhaja'dır; madenlerle ilgili Hint doğrulanıyor. Örneğin Çeroki şamanları yılda iki kez bir hayvanın
risalelerinde zümrüdün tıpkı "anasının karnmdaymış" gibi, kayanın kanıyla beslenmesi gereken bir kristale sahiptiler. Bu olmazsa krista-
içinde olduğu söylenir." Cevahirnamenin (Değerli Taşlar Kitabı) yazarı lin havaya uçacağı ve insanlara saldıracağı düşünülüyordu. Kristal
elması kristalden yaş farkı ile ayırır; bu fark da embriyonolojik te- kan "içtikten" sonra uslu uslu uyurdu. 8
rimlerle ifade edilir: Elmas pakka'dır, yani "olgun," oysa kristal Antikçağda da belirlenen bir tasavvur olarak metallerin maden
kaccha'dır, yani "ham," tam gelişmemiştir. 4 Öte yandan benzer bir ta- yatağının rahminde "büyümesi" fikri madenlere ilişkin Batılı yazarla-
savvur Avrupa'da XVII. yüzyıla kadar var olmuştur. De Rosnel Le rın spekülasyonlarında uzun süre varlığını korumuştur. 0 Cardano*
Mercure indieride5 şunu yazıyor: "Özellikle yakut maden yatağında ya- şöyle yazıyor: "Dağlar için ağaçlar ne ise metal maddeler de bundan
vaş yavaş doğar; ilk olarak beyazdır, olgunlaştıkça yavaş yavaş kır- farklı değildir, onların da ağaçlar gibi kökleri, gövdeleri, dalları ve
mızılaşır; tamamen beyaz veya bir kısmı beyaz bir kısmı kırmızı ya- sayısız yaprağı vardır." "Bir maden yatağı toprakla kaplı bir bitki de-
kutun bulunmaması bu nedenledir... Tıpkı çocuğun ana kamında an-
nesinin kanıyla beslenmesi gibi yakut da öyle oluşur ve öyle besle-
nir." 6 Bernard Palissy de madenlerin olgunlaşmasına inanıyordu. Tıp-
kı yeryüzündeki meyveler gibi, diye yazıyordu, madenler "olgunlaş-
7 Aktaran: Gaston Bachelard, La Terre et les reveries de la volonte, Paris, 1 9 4 8 ,
s. 2 4 7 .
8 Krş. J. Mooney, Myths of the Cherokees, aktaran: Perry, The Children of the
Sun, s. 4 0 1 . Burada birçok inanışın birleşmesini görüyoruz: Şamana yardım
2 Bkz. Not G. işlediğimiz konu bakımından verimlilik getiren taşlarla ilgili ina- eden ruhlar düşüncesine, "yaşayan taş" düşüncesi ve şamanın gövdesinin
nışlan ve "taş kaydırma" ritüellerini bir yana bırakıyoruz. Bunların anlamı içine doldurulan büyülü taş kavramı ekleniyor; krş. Eliade, Le Chamanisme,
açıktır: Güç, gerçeklik, verimlilik, kutsallık kavramlan insanın çevresinde s. 1 3 3 vd ve birçok yerde.
gerçek ve mevcut görünen şeylerde cisimleşmiştir. 9 Özelikle krş., Robert Halleux, "Fecondite des mines et sexualite des pierres
3 R. Garbe, Die indische Mineralien, Leipzig, 1882, s. 76. dans l'antiquite greco-romaine," Revue belge de Philologie et d'Histire, 48,
4 G. F. Kunz, The Magic of]ewels and Charms, s. 134. 1 9 7 0 , s. 1 6 - 2 5 .
5 [Hint Merkürü,] 1 6 7 2 , s. 12. " Gerolamo Cardano ( 1 5 0 1 - 1 5 7 6 ) , italyan hekim, matematikçi ve filozof.
6 Aktaran P. Sebillot, Les travaux publics et les mines dans les traditions et les su- Dünyayı, dünyadaki nesneleri canlı sayan ama ruhun ölümsüzlüğünü kabul
perstitions de tous les peuples, Paris, 1 8 9 4 , s. 3 9 5 . etmeyen bir felsefi düşünceye sahipti - y n .

46 47
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TERRA MATER. PETRA GENITRIX

gil de nedir?" 10 Bacon ise şunları yazar: "Eskiler Kıbrıs adasında bir vardı, bu da Transvaal'daki eski maden ocaklarının ağzının kapatılma-
tür demirden söz ederler; bu küçük parçalara ayrılıp toprağa gömülür sını açıklıyor. 15
ve sık sık sulanırsa toprak altında gelişir ve her parça çok daha bü- Maden filizleri "büyürler," "olgunlaşırlar" ve toprak altındaki bu
yük hale gelir." 11 Metallerin büyümesiyle ilgili bu arkaik tasavvurla- yaşam bitkisel bir değere sahiptir. Glauber gibi bir kimyacı bile şöy-
rın süregelmesi yabana atılacak bir konu değildir; bunlar yüzyıllık le düşünüyordu: "Metal son olgunluk noktasına gelir de artık toprak-
teknik deneyimlere ve akılcı düşünceye direnirler (bu, Yunan bilmi- tan beslenemezse ve topraktan çıkarılmazsa bu hali kolaylıkla yaşlı,
nin kabul ettiği mineralojik kavramlarla düşünmekten başka bir şey bitkin bir insana benzetilebilir.... Doğa bitkilerde ve hayvanlarda ol-
değildir). Bu tür geleneksel imgeler, madenler âlemi üzerine kesin ve duğu gibi metallerde de aynı doğum ölüm döngüsünü işletir." 1 6 Ber-
tam gözlemlerin sonuçlarından daha doğru olamazlar mı? Daha doğ- nard Palissy'nin Recepte veritable par laquelle tous les hommes de la Fran-
ru, çünkü bunları aktaran ve bunlara önem veren, taş devrinin soylu ce pourraient apprendre â multiplier et augmenter leurs tresor'da17 yazdı-
mitolojisidir. ğı gibi: "Tanrı bütün bu şeyleri başıboş kalsınlar diye yaratmadı....
Benzer bir nedenden dolayı maden ocakları faal kullanımın Yıldızlar ve gezegenler başıboş değildir: Deniz sürekli hareketlidir ...
ardından dinlenmeye bırakılırdı. Maden ocağının, toprağın rahminin toprak da aynı şekilde başıboş değildir.... İçinde doğal olarak tüke-
yenileri doğurması için zamana gereksinimi vardı. Plinius, ispanya nen şeyleri yeniler ve tedavi eder; bir şekilde olmazsa başka bir şe-
galen* madenlerinin belli bir süre sonra "yeniden doğduklarını" yazı- kilde yeniden üretir.... Yerin üstündekiler dahil her şey, bir şeyler
yordu. 12 Strabon'da da benzer tespitler yapar; 13 XVII. yüzyıl İspanyol üretmek için çalışır; aynı şekilde toprağın içi ve rahmi, üretmek için
yazarı Barba aynı konuya değinir: Tükenmiş bir madenin ağzı iyice var gücüyle çalışır." 18
kapatılıp 10-15 yıl beklenirse yataklarını yeniden oluşturabilir. Çün- Şu halde tıpkı Yeryüzü Ana'nm verimliliğine bağlı olan tarım gibi
kü, der Barba, metallerin dünyanın yaratılışı sırasında yaratıldıklarını metalürji de insanda bir güven ve hatta bir kibir yaratmıştır: insan
düşünenler fena halde yanılıyorlar; metaller maden ocaklarında "bü-
yürler." 14 Büyük olasılıkla Afrika metalurjistlerinde de aynı düşünce
15 Cline, A/rican Mining and Metallurgy, s. 59.
16 Aktaran: G. Bachelard, a.g.y., s. 2 4 7 .
10 Les Livres de Hierome Cardanus, 1 5 5 6 çevirisi, s. 1 0 6 , 1 0 8 , aktaran: G. Bac- 17 Fransa'nın bütün ahalisinin servetlerine servet katmalarını sağlayacak hakiki re-
helard, s. 2 4 4 , 2 4 5 .
çete, La Rochelle, 1 5 6 3 .
11 Bacon, Sylva sylvarum, I I I , s. 153, aktaran G. Bachelard, s. 2 4 4 . 18 Metin parçalan şu eserde kopyalanmıştır: A Daubree, "La generation des
Doğal kurşun sülfür - y n . mineraux metalliques dans la pratique des mineurs du Moyen Age," (Journal
12 Nat. Hist., XXXIV, 49. des Savants, 1 8 9 0 , 3 7 9 - 3 9 2 ; 4 4 1 - 4 5 2 ) , s. 3 8 2 . Maden konusundaki folklor
13 Coğrafya, V, 2. ve mitoloji için bkz: Georg Schreiber, Der Bergbau in Geschichte, Ethos und
14 Aktaran: P. Sebillot, Les travaux publics et les mines, s. 3 9 8 . Sakrâlkultur, Köln ve Opladen, 1962.

48 49
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
TERRA MATER. PETRA GENITRIX

Doğanın işine karışabildiğini, yerin rahminde gerçekleşen büyümeyi


(der Bergverstanding) bilen Daniel ile genç madenci çırağı (Knappius
hızlandırabildiğini hisseder. İnsanoğlu yeraltındaki bu yavaş olgun-
der Junğ) arasındaki bir söyleşiydi. Daniel çırağa madenlerin doğuşu,
laşma sürecini değiştirip hızlandırabilmektedir; bir bakıma insan za-
yatakların yeri ve işletme teknikleriyle ilgili sırları açıklar. "Metal
manın yerine geçmiştir. Bu durum karşısında XVIII. yüzyıldan bir yazar
madeninin oluşup büyümesi için bir dölleyici ile doğurma işlemini
şunları yazar: "Doğanın ilk başta yaptığı şeyi, izlediği işlemleri takip
yapabilecek bir şey ya da maddenin gerekli olması dikkate değerdir." 0
ederek biz de yapabiliriz. Karanlık yeraltında yüzyıllar boyu yaptığı
Yazar ortaçağda çok yaygın olan maden filizlerinin iki ilkenin, kükürt
şeyi ona yardım edip daha iyi koşullar sağlayarak bir anda yaptırtabi-
ile cıvanın birleşmesinden doğduğu inancım anımsatır. "Başka yazar-
liriz. Ekmeği nasıl yapıyorsak madenleri de yapabiliriz. Biz olmasak
lar metallerin cıvadan doğmadığını, çünkü metal madeninin olduğu
ekinler tarlada olgunlaşmaz; değirmen olmasa buğday una dönüşmez,
birçok yerde cıva olmadığını ileri sürerler; cıva yerine nemli, soğuk,
un ise mayalanma ve pişirme yoluyla ekmeğe dönüşmez. Nasıl tarım-
sümüksü, kükürt içermeyen bir madde vardır ki, toprağın teri gibi-
da işbirliği yapıyorsak maden işinde de doğayla işbirliği yapalım, iş-
dir ve kükürtle çiftleştirildiğinde bütün metaller yapılabilir." 21 "Üste-
te o zaman önümüze hazineler serilecektir." 19
lik cıva ile kükürtün birleşmesinde, bir çocuğun oluşup dogmasmda-
Göreceğimiz gibi, simya aynı tinsel ufukta yer alır. Simyacı Do- ki gibi, kükürt eril tohum görevi görür, cıva da dişil tohumdur." 22
ğanın işini kaldığı yerden sürdürür ve tamamlar, aynı zamanda da Maden filizinin kolay doğması için "filizlerin döllendikleri maden da-
kendini "yaratmaya" çalışır. Ancak ortaçağ sonundaki metalürji ve marları gibi kendine özgü, doğal niteliği olan bir yer gereklidir." 23
simya geleneklerinin birbirine karışması ilginçtir. Bu konuda son de- "Ayrıca uygun yollar ve yaklaşımlar gereklidir, bunlar sayesinde me-
rece değerli bir belgeye sahibiz: Konuyla ilgili yayımlanmış ilk Al- tal ya da madenin gücü hayvan kılı gibi doğal bir kaba aktarılabi-
manca kitap olan ve 1505 yılında Augsburg'da basılmış Bergbüchlein. lir." 2 4 Damarların yönü ve eğimi ana yönlere göre belirlenir. Berg-
Agricola, Bergbüchlein'i saygın hekim -non ignabilis medicus- Colbus büchlein'de gezegenlerin metallerin oluşumuna etkisi anımsatılır. Gü-
Fribergius'a atfeder. Fribergius, Freiburg'da madenciler arasında ya- müş ayın etkisiyle oluşur. Damarları da ayın durumuyla belirlenen
şamış ve ilgilendiği inanç ve uygulamaları simyanın ışığı altında yo- "mükemmel yön'le ilgili olarak az ya da çok gümüş içerir." 3 Elbette
rumlamıştır. Bu son derece nadir ve gizlerle dolu küçük kitap (liber
admodum conjusus, diye tanımlıyor Agricola) A. Daubree tarafından
Coblenz madenlerinden bir mühendisin yardımıyla çevrildi ve 1890
20 A Daubree, a.g.y., s. 3 8 7 . Krş. W. Pieper, Ulrich Rülein von Calnn und seine
Bergbüchlein, Berlin, 1955.
tarihli Journal des Savants'ta yayımlandı. Bu mineralojik gelenekleri
21 A.g.y., s. 3 8 7 .
22 Ay.
23 Ay.
19 Jean Reynand, Etudes encyclopediques, c. IV, s. 487, aktaran: Daubree, La 24 Ay. ,
generation des mineraux metalliques, s. 3 8 4 . 25 A.g.y., s. 4 2 2 .

50 51
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TERRA MATER. PETRA GENITRIX

altın madeni güneşin etkisiyle oluşur: "Bilgelerin fikrine göre altın, nık yerlerdeki çok farklı geleneklerin, Doğanın amaçlı olduğu yolun-
olabilecek en temiz kükürtten doğmuştur ve toprakta uygun bir şekil- daki inanışı içermesi ilginçtir. Büyüme sürecine kimse engel olmazsa
de düzeltilip, göğün, özellikle de güneşin etkisiyle iyice arındırılmış- bütün maden filizleri zamanla altına dönüşür. Batılı bir simyacı şöyle
tır; öyle ki altın ateşin yakıp yok edebileceği hiçbir özelliğe sahip de- yazıyordu: "Doğa amaçlarına erişmesi için hiçbir engel olmasaydı bü-
ğildir, ayrıca ateşin buharlaştırabilecegi herhangi bir neme de sahip tün ürünleri üretirdi.... Bu nedenle olmamış metallerin doğumunu
değildir..." 26 Bergbüchlein ayrıca bakır cevherinin Venüs gezegeni, de- düşükler ve ucubeler olarak görmeliyiz; bunlar olgunlaşamamışlar-
mirin Mars, kurşunun da Satürn etkisiyle oluşmasından söz eder. 27 dır; çünkü Doğanın işlerini tersine çeviren bir şey olmuş, elini kolu-
Bu metin önemlidir. XV. yüzyılın ortasında bir yandan madeni nu bağlayan bir direnişle karşılaşmış, yapmaya alışık olduğu hareket-
embriyon olarak gören arkaik tasavvurdan, öte yandan da Babil astro- leri yapamamasına yol açan engeller baş göstermiştir.... Böylece yal-
loji kurgularından ileri gelen madencilik gelenekleriyle ilgili bir bü- nızca bir Metal üretmek istemiş olmasa da birçok metal yapmak zo-
tün sunmaktadır. Bunlar ise tıpkı Bergbüchlein'de sözü edilen cevherin runda kalmıştır." Bununla birlikte yalnızca altın "istediği gibi bir
kükürt ve cıva bileşiminden oluştuğu yolundaki simyacı düşüncede döl" olmuştur. Altın "onun meşru oğludur; çünkü hakiki üretim ola-
olduğu gibi, Yeryüzü Ana'nın bağrında metaller üretme inancından rak bir tek altın vardır." 28 Çin'de metallerin doğal olarak büyüdükle-
daha sonradır elbette. Bergbüchlein'de arkaik ve "halk" geleneğinin - rine olan inanç çok eskidir 29 ve aynı inancı Annam'da, Hindistan'da,
Yeryüzü Ana'nm verimliliği- payı ile Babil kozmolojik ve astrolojik Hint Adaları'nda da görürüz. Tonkinli köylüler "siyah tunç, altının
öğretilerinden kaynaklanan âlimane geleneğin payı açıkça belirlen- anasıdır" derler. Altın doğal olarak tunçtan doğmuştur. Ama bu baş-
mektedir. Oysa bu iki geleneğin birlikteliği İskenderiye ve Batı sim- kalaşım ancak tunç, yerin rahminde uzun süre kalırsa gerçekleşebilir.
yasında da görülmektedir. Başka bir deyişle simyanın "tarihöncesi- "Böylece Annamlılar maden yataklarında bulunan altının orada yüzyıl-
nin" en azından bir bölümünü Mezopotamya kaynaklı âlimane gele- lar boyunca yavaşça oluştuğuna ve toprak dibe doğru kazıldığında bu-
neklerde değil, arkaik mitlerde ve ideolojilerde aramak gerekiyor. gün altın olan yerde eskiden tunç olduğunun görüleceğine inanır-

Daha önce de söylediğimiz gibi, bu saygın miras maden filizleri- lar." 30 Metallerin hızla evrim geçirmelerine ilişkin fikir Çin'de MÖ

nin embriyon olarak tasavvurunu içeriyor. Uzam üzerinde çok dağı-

28 Bibliotheque des Philosophies chimiques, M. J . M. D. R., yeni basım, Paris, 1 7 4 1 ,


s. 1 7 4 1 . Aktaran G. Bachelard, La Terre et les reveries de la volonte, s. 2 4 7 .
26 A.g.y., s. 4 4 3 . 29 Bkz. özellikle Joseph Needham, Science and Civilisation in China, c. III, C a m b -
27 A Daubree, s. 4 4 5 - 4 4 6 . Gezegenlerin metallerin oluşması ve büyümesine ridge, 1 9 6 8 , s. 6 3 9 vd.
etkileri hakkında başka metinler için bkz. J o h n Read, Prelude to Chemistry, 30 Jean Przyluski, "L'or, son origine et ses pouvoirs magiques," Bull. Ec. Fr. E x -
Londra, 1 9 3 9 , s. 9 6 vd ve Albert-Marie Schmidt, La Poesie scientifique en
Or„ 14, 1 9 1 4 , 1 - 1 6 1 ) , s. 3. Annam'da taşlann yerden bittikleri ve büyü-
France au XVT sitcle, Paris, 1 9 3 8 , s. 3 2 1 vd.
dükleri inancı çok yaygındır; krş., R. Stein, Jardins en miniature d'Extreme-

52 53
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TERRA MATER. PETRA GENITR1X

122 tarihli bir metin olan Huay-nan-tzu'da mevcuttur. 11 Simyanın işi XIV. yüzyıla ait bir simya kitabı olan Summa Perfectionis'te şunları
yalnızca metallerin büyümesini hızlandırmaktı: Tıpkı Batılı meslekta- okuyoruz: "Doğanın çok uzun bir süre zarfında tamamlayamadığmı
şı gibi Çinli simyacı da zamanın ritmini hızlandırarak doğanın işine biz kısa sürede sanatımız sayesinde tamamlayabiliriz." 32 Aynı düşün-
yardım eder. Yeraltı rahminde öylece bırakılırlarsa bütün metaller al- ce, Ben Johnson tarafından The Alchemist adlı oyununda açıkça sergi-
tın olacaktır; ama bu yüzlerce, binlerce yüzyıl sürecektir. Tıpkı lenmiştir (II. perde, 2. sahne). Kişilerden biri olan Surly, metallerin
"embriyonları" (=maden filizlerim) metale dönüştüren metalurjist gi- büyümesini hayvan embriyonuna benzeten ve tıpkı yumurtadan çıkan
bi simyacı da Yeryüzü Ana'nın rahminde başlamış olan büyüme işle- civciv gibi, herhangi bir metalin de yerin rahminde başlamış olan ol-
mini hızlandırarak bu işlemi çabuklaştırmayı ve bütün "sıradan" me- gunlaşma süreci sayesinde altın olabileceği yolundaki simya düşünce-
talleri "soylu" metale, altına dönüştürmeyi hayal eder. sini pek kabul etmek istemez. Çünkü der Surly, "yumurta Doğa tara-
Bu arada altının olağanüstü öneminin dinsel nedenlere dayandığını fından belli bir sona yazgılı kılınmıştır ve potansiyel olarak bir piliç-
anımsatalım. Altın alet ya da silah olarak kullanılamaz olmasına kar- tir." Subtle ise şöyle karşılık verir. "Zamanları olsa altına dönüşebi-
şın insanın keşfedip kullandığı ilk metal olmuştur. Teknolojik dev- lecek kurşun ve başka metaller için de aynı şeyi söylüyoruz." Bir baş-
rimler tarihinde, yani taş devri teknolojisinin tunç üretimine, sonra ka kişi Mammon: "Bizim Sanatımız da bunu gerçekleştiriyor." 33
da demir ve ardından çelik endüstrisine geçişte altın hiçbir rol oyna- Demek ki altının "soyluluğu," "olgunlaşmış" olmasının ürünüdür:
madı. Dahası işletilmesi en zor madendi: 6-12 gramlık bir damar Diğer metaller "sıradan" metallerdir, çünkü "çiğ"dirler, "olgun de-
bulmak için bir ton kaya çıkarmak gerekiyordu. Gerçi nemli alüv- ğil"dirler. Şu halde Doğanın amacı maden âleminin tamamlanması,
yonları işlemek daha kolaydı ancak bunlar da çok az verimliydi: Bir nihai "olgunluğa" erişmesidir. Metallerin "doğal" olarak altına dönüş-
metreküp cüruf karşılığında birkaç gram elde edilebiliyordu. Birkaç mesi onların yazgılarında vardır. Başka deyişle Doğa mükemmelliğe
ons altın elde etmek için harcanan çabayla karşılaştırıldığında bir pet- erişmeye çalışır. Ancak Altın son derece tinsel bir simgesellikle yük-
rol yatağının işletilmesi daha basit ve kolaydı. Bununla birlikte Fira- lü olduğundan ("altın ölümsüzlüktür" diye geçer Hint metinlerin-
vunlar zamanından beri insanlar acı çekseler de altın aramayı sürdür- de") 34 kimi simyevi-soteriyolojik kurguların hazırladığı yeni bir dü-
müşlerdir. Simgesel değeri, dinsel değeri Doğanın ve insan varlığı- şüncenin doğması olağandır: Bu düşünce simyacının Doğanın kurtarı-
nın kutsallıktan arınmasına karşın yok olmadı.

32 Kitap uzun süre Câbir'e atfedilmiştir, ama Julius Ruska bu geleneğin yanlış
Orient, s. 76. olduğunu kanıtlamıştır. Bkz. J o h n Read, Prelude to Chemistry, s. 4 8 .
31 Bkz. Homer Dubs'un çevirdiği metinler: The Beginnings of Alchemy, s. 7 1 - 7 3 . 33 Bkz. Not H.
Bu metin Üstadin kendisine (Mencius'un çağdaşı, IV. yüzyıl) ait olmasa da 34 Maitrçyani-samhitâ, II, 2, 2; Satapata Brâhmana, III, 8, 2, 2 7 ; Aitareya-Brâh-
Tsou Yen okuluna ait olma olasılığı vardır; krş. Dubs, s. 74. mana, VII, 4, 6; vb.

54 55
DEMİRCİLER VE StMYACILAR

cı kardeşi olduğu düşüncesidir. Simyacı doğanın amacına ulaşmasına, 5


"ideal"ini gerçekleştirmesine yardım eder; bu ideal de dölünün -ma-
Metalürji Ayinleri ve Mysteria'lan
densel, hayvansal ya da insansal- en üst "olgunluğa, yani ölümsüzlü-
ğe ve mutlak özgürlüğe ulaşması demektir (altın egemenliğin ve
özerkliğin simgesidir).

Bu soteriyolojik simya spekülasyonları Batı simya tarihinde


ir maden yatağı ya da yeni bir damarı bulmak kolay değildir;
çoktur ve C. G. Jung bunun önemini ve kapsamım geniş ölçüde kanıt-
lamıştır. Biz burada bu simya soteriyolojisinin en eski izlerini vurgu-
B Bunların yerini göstermek ya da insanlara madenin nasıl işlene-
lamayı tercih ediyoruz. Her tür "embriyona" gebe olan Yeryüzü Ana
ceğini öğretmek tanrılara ve tanrısal varlıklara düşer. Bu inançlar Av-
imgesi "Doğa" imgesinden önce gelir, aynı biçimde Yeryüzü Ana im-
rupa'da yakın tarihlere kadar korunmuştur. XVI. yüzyılda Liege'i zi-
gesi Sophia imgesinden önce gelir. Demek ki Yeryüzünün, ana kar-
yaret eden bir Yunan seyyah Nukios Nikandros Kuzey Fransa ve Belçi-
nıyla, maden yataklarının rahmiyle, maden filizlerinin de "embriyon-
ka'da kömür madenlerinin bulunuşuna ilişkin efsaneyi aktarır: Saygı-
larla" eş tutulduğu o çok eski simgeciliğe dönmemiz gerekiyor.
değer bir yaşlı kılığında görünen melek, o güne kadar fırınını odunla
besleyen bir demirciye maden galerisinin ağzını göstermiştir. Finis-
tere'de bir perinin (groac'k) insanlara gümüşlü kurşunun varlığını öğ-
rettiğine inanılır. Madenlerin koruyucu azizi Peran da metalleri erite-
rek kaynaştırmayı bulmuştur. 1
Aziz Peran'ı konu alan kutsal yazılarda özümsenen ve yeniden de-
ğer kazanan mitolojik kökenlerin üzerinde durmayacağız. Başka gele-
neklerde de maden işleri ve metalürjinin kökeninde yine bir yarı tan-
rı ya da bir uygarlaştırıcı kahraman, bir Tanrı elçisi vardır. Bu du-
rum Çinlilerin "dağları delen" Büyük Yu efsanelerinde de açıkça orta-
ya çıkar. Yu "toprağı kirleten değil sağaltan mutlu bir madenciydi.
Mesleğin ayinlerini biliyordu." 2 Avrupa'da, "Dağdaki Keşiş" ya da or-

1 Paul Sebillot, Les Travaux publics et les mines dans les traditions et les supersti-
tions de tous les pays, s. 4 0 6 , 4 1 0 vd.
2 Marcel Granet, Danses et Legendes de la Chine ancienne, s. 4 9 6 . Krş. s. 6 1 0 vd.

56 57
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METALÜRJİ AYİNLERİ VE MYSTERIA'LARl

taya çıktığında yerleri titreten "Ak Kadın" adıyla da bilinen "Üstat Bu arada madenin "hayvansı" davranışını belirtelim: Maden canlı-
Hoemmerling" gibi gizemli varlıklara, sayısız cine, hayaletlere ve ye- dır, - a v hayvanının avcıya karşı takındığı tavırlar gibi- istediği gibi
raltı ruhlarına ilişkin zengin madenci folkloru üzerinde de durmaya-
hareket eder, saklanır, insanlara sevgi ya da düşmanlık besler. Ma-
cağız. 3
lezya'da İslam güçlü biçimde yerleşmiş olsa bile bu "yabancı" din ma-
Bir maden ocağının açılışının ya da bir fırının yapımının çoğun- denlerin başarısını sağlamada yetersizdir; çünkü madenleri gözeten ve
lukla şaşırtıcı bir arkaikliğe sahip ritüel işlemler olduğunu anımsat- maden filizlerini ellerinde tutanlar eski tanrılardır. Böylece eski din-
makla yerinelim. Madenci ayinleri Avrupa'da ortaçağ sonuna kadar den, İslamiyetin yerini aldığı dinden bir rahibin yardımına başvur-
korunmuştur: Her yeni madenin açılışı dinsel törenleri gerektiriyor- mak kesinlikle kaçınılmazdır. Maden törenlerini yönetmesi için Ma-
du. 4 Ancak bu geleneklerin eskiliği ve karmaşıklığını görmek için lezyalı bir pavang, kimi kez bir Sakay şamanı (yani en eski halkın,
başka yere bakmak gerekiyor. Çünkü ayinlerin eklemlenişleri, amaç- Malezya öncesi halkın şamanı) davet edilir. Bu pavang'lar en eski din-
ları, içerdikleri ideoloji bir kültür düzeyinden diğerine farklılık gös- sel gelenekleri korudukları için madenleri koruyan tanrıları yatıştıra-
terir. Öncelikle madenleri koruyan ya da orada bulunan ruhları yatış- bilir ve madenlerde kol gezen ruhlarla anlaşabilirler. 6 İçinde altın bu-
tırma amacını görüyoruz. A. Hale şunları yazar: "Malezyalı madenci lunan maden filizleri (kalayla birlikte Malezya'nın belli başlı maden
kalay ve kalayın marifetleri konusunda bazı özel düşüncelere sahiptir: zenginliğini oluşturur) için özellikle onlara başvurulur. Müslüman iş-
Öncelikle kalayın yatıştınlması gereken bazı ruhların korumasında ve çiler bazı işaretler ya da dua gibi şeylerle dinlerini belli etmemelidir-
idaresinde olduğuna inanır; ayrıca kalayın canlı olduğuna ve canlı bir ler. "Altının bir deva'nın ya da bir tanrının tasarrufunda ya da hâ-
maddenin birçok özelliğine sahip olduğuna inanır: Kalay bir yerden kimiyetinde olduğuna inanılır ve bu nedenle altın aramak kafirlik de-
bir yere kendi kendine gidebilir, üreyebilir ve kimi kişilere ya da mektir; çünkü madenciler Allah'ın adını anmamaya ya da Müslüman
şeylere karşı belli bir sevecenlik, yakınlık duyabilir ve bu karşılıklı- ibadetlerine ilişkin eylemlerde bulunmamaya özen göstererek deva'-
dır. Bu nedenle kalay madeni saygıyla işlenmelidir, rahat etmesi sağ- larla uzlaşmalı, onlara dualar etmeli, sungular sunmalıdır. Allah'ın
lanmalıdır ve belki de daha ilginci, maden yatağı işletilirken kalayın, egemenliğine ilişkin herhangi bir şeyin söylenmesi devaya bir küfür-
haberi yokken elde edilmesi sağlanmalıdır." 5 dür; yoksa "altını saklar" ya da "görünmez kılar." 7 Dinler tarihinde
dışardan gelen din ile yerel din arasındaki gerilim olgusu iyi bilinen
bir olgudur. Tıpkı dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi, yerle ilgili
tapımlarda Malezya'daki "yerin sahipleri" kendilerini hissettirirler.
P. Sebillot, a.g.y., s. 4 7 9 - 4 9 3 ve birçok yerde. Madenlerle ilgili edebi mitolo-
jiler ve imgelem için bkz. C. Bachelard, La Terre et les reveries de la volonte, s.
1 8 3 vd ve birçok yerde.
4 Sebillot, a.g.y., s. 4 2 1 . 6 A.gy„ s. 2 5 3 .
5 A. Hale'dan aktaran: W . W . Skeat, Malay Magic, Londra, 1 9 2 0 , s. 2 5 9 - 2 6 0 . 7 W . W . Skeat, Malay Magic, s. 2 7 1 - 2 7 2 .

58 59
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METALÜRJİ AYİNLERİ VE MYSTERIA'LARI

Yerin hazineleri - o n u n işleri, "çocukları"- yerlilere aittir ve yalnızca lü önlem alınır. İnsan varlığım ilgilendiren bir gizemin söz konusu
onların dini, bu hazinelere yaklaşmaya yetkili kılar. olduğu hissedilir; çünkü insan gerçekten de metallerin keşfiyle kendi-
Afrika'daki Bayekalar arasında, yeni bir galeri açılacağı zaman, et- ne geldi, madencilik ve metalürji işleri içine girdiğinde neredeyse bü-
rafında rahip ve işçiler bulunan şef, madende hâkim olan atasal "bakır tün varoluş tarzını değiştirdi. Maden ve dağlarla ilgili bütün mitolo-
ruhlarına" bir dua okur. Dağ ruhlarını rahatsız etmemek ve kızdırma- jilerde gördüğümüz o sayısız peri, cin, elf, hayalet, ruh yaşamın jeo-
mak için nereden kazılmaya başlayacağına karar veren kişi her zaman lojik düzeylerine girerken karşılaşılan kutsal varlık'm çeşitli tezahürle-
şeftir. Aynı şekilde Bakitara madencileri "yerin sahibi" ruhları yatış- ridir.
tırmak ve çalışmaları sırasında özellikle cinsel olmak üzere birçok ta- Bütün bu ürkütücü kutsallıkla yüklü olan maden filizleri, fırınlara
buya uymak zorundadırlar. 8 Ritüel arılık önemli bir rol oynar. Haiti- taşınır, işte o zaman en zor ve en maceralı işlem başlar. Zanaatkâr
li yerliler altın bulmak için iffetli olmak gerektiğine inanırlar ve ma- "büyümeyi" hızlandırıp tamamlamak için kendini Yeryüzü Ana'mn ye-
den aramaya uzun süre oruç tuttuktan ve cinsel perhiz yaptıktan sonra rine koyar. Fırınlar, maden filizinin büyümesini tamamladığı yeni,
başlarlar. Arama sonuç vermezse bunu arı olmamalarından ileri gel- yapay bir rahimdir. Eritme işlemi çevresindeki sonsuz sayıda önlem,
diğine inanırlar. 9 Metallerin alaşımı konusunda cinsel tabuların öne- tabu ve ritüelin kaynağı budur. Madenlerin yanına kamp kurulur,
mine biraz sonra değineceğiz. orada bütün mevsim potansiyel olarak arı bir şekilde (Afrika'da ge-
Madencilerde arılık halini, orucu, tefekkürü, duaları ve ibadetle nellikle aylarca, mayıs ve kasım arasında) yaşanır. 10 Açevalı maden
ilgili eylemleri görüyoruz. Bütün bu koşullar yapılması amaçlanan iş- eriticileri bütün bu zaman boyunca en katı cinsel perhizleri uygular. 11
lemin doğasınca belirlenir; çünkü kimsenin dokunamayacağı kutsal Bayekeler fırının etrafında kadın görmek istemezler. 12 Metalürji mev-
bir alana girilecektir; yeraltındaki yaşamın düzeni bozulacak, bu yaşa- simi boyunca inzivada yaşayan Baylalar daha da katıdırlar: Gece bo-
mı idare eden ruhlar rahatsız edilecek, bildik dinsel evrene ait olma- şalması yaşayan işçinin arınması gerekir. 13 Bakitaralarda da aynı cin-
yan, çok daha derin, çok daha tehlikeli bir kutsallıkla temasa geçile- sel tabular vardır: Körük ustası işi sırasında cinsel ilişkide bulunursa
cektir. insana hak olarak tanınmamış bir alana, Toprak Ananın kar- körükler sürekli suyla dolacak ve iş göremez hale geleceklerdir.
nında madenleri yavaşça, gizemli biçimde olgunlaştıran yeraltı dün-
yasına doğru maceraya atılma duygusu söz konusudur. Özellikle üs-
10 Cline, Mining and Metallurgy, s. 41.
tün bir yasanın yönettiği bir doğal düzen içine, gizemli ve kutsal bir
11 Cline, a.g.y., s. 119.
süreç içine girildiği izlenimi vardır. Böylece geçiş ayinleriyle her tür-
12 A.g.y., s. 120.
13 A.g.y., s. 121.
14 Bununla birlikte yine Bakitaralarda, "kendi körüğünü yapan demirci,
8 Cline, Mining and Metallurgy in Negro Africa, s. 117, 119.
körüğü bitirir bitirmez kansımn yanına gitmelidir; amaç körüklerin daha
9 P. Sebillot, Les Travaux publics et les Mines, s. 4 2 1 . sağlam olmasını, iyi çalışmasını sağlamaktır;" Cline, a.g.y., s. 117. Pa Nyanko-

60 61
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR METALÜRJİ AYİNLERİ VE MYSTERIA'LARI

Pangveler eritme işleminin sürdüğü süreler boyunca ve bundan iki ay Aynı düşünce düzeninde Afrika metalürji törenleri gerdek simge-
öncesinden cinsel perhize başlayarak ilişkiye girmezler. 15 Cinsel eyle- ciliğine ilişkin bazı öğeler sunuyor. Bakitara demircisi örse gelinmiş
min çalışmaların başarısına zarar vereceği düşüncesi bütün kara Afri- gibi davranır. Erkekler onu eve taşıdıklarında tıpkı bir düğün alaym-
ka'da yaygındır. İlişki yasağı çalışmalar sırasında söylenen ritüel şar- daymış gibi şarkılar söylerler. Demirci örsü aldığında üstüne "çok
kılarda bile ortaya çıkar. Örneğin Baylalarm şarkısı şöyledir: "Kong- çocuk doğurması için" su serper ve karısına, eve kuma getirdiğini
ve (klitoris) ve Kara Malaba (labiae feminae (kara dudaklar}) korkutur söyler. 17 Baylalarda fırın yapılırken bir erkek ve bir kız çocuğu içeri
beni! Ateşe üflerken buldum Kongve'yi. Kongve korkutur beni! Git, girerler ve bakla ezerler (ortaya çıkan çıtırtılar ateşin sesini simge-
uzaklaş benden, bir zamanlar sık sık birlikte olurduk, git şimdi, ler). Bu işi yapan çocuklar daha sonra evlenmek zorundadırlar. 18
uzaklaş benden!" 16 Daha kesin ve daha iyi işlenmiş gözlemlere ulaştığımızda, Afrika'-
Bu şarkılar ateş ve eritme işiyle cinsel etkinliğin birbiriyle özdeş- da metalürji işinin ritüel niteliğini daha iyi anlıyoruz. Tanganyika de-
leştirilmesini gösteren belirsiz izler taşıyor olabilir. Bu durumda ki- mircilerini daha yakından incelemiş olan R. P. Wyckaert önemli ay-
mi cinsel, metalurjik tabular eritmenin kutsal bir cinsel birleşmeyi, rıntılar sağlıyor. Demirci ustası kamp yerine gitmeden önce tanrıla-
kutsal beraberliği temsil etmesi olgusuyla açıklanabilir (krş. "eril" ve rın korumasını talep eder. "Siz, büyük atalarımız, bize bu işleri öğre-
"dişil" maden filizlerin karışımı); fırında gerçekleşmekte olan birleş- ten sizler, geçin önümüze (yani "nasıl yapacağımızı göstermek için
menin başarısını büyüsel olarak sağlamak için işçilerin bütün cinsel önümüzde olun"). Sen, merhametli, nerede olduğunu bilmediğimiz,
enerjileri korunmalıydı. Çünkü bütün bu gelenekler son derece kar- sen, bizi affet. Sen, güneşim, ışığım, beni koru. Hepinize minnetta-
maşıktır ve farklı simgeciliklerin kavşağında bulunur. Fırınlarda bü- rım." 1 9 Büyük fırınlara doğru hareket etmeden bir gün önce herkesin
yümelerini tamamlayan maden filizi-embriyon düşüncesine, madeni perhiz yapması gerekir. Sabah demirci ustası ilaç kutusunu çıkarır,
eritmek bir "yaratım" olduğu için, eril ve dişil öğelerin önceden bir- ona saygılarını sunar ve herkes bu kutunun önünden geçer, diz çöker-
leşmesini gerektirdiği düşüncesi eklenmiştir. Biraz sonra benzer bir ler ve alınlarına beyaz topraktan azıcık sürerler. Alay fırınlara doğru
simgeciliği Çin'de göreceğiz. yollanırken bir çocuk ilaç kutusunu, bir diğeri de bir çift tavuk taşır.
Kamp yerine gelindiğinde en önemli işlem ilaçların firma koyulması
ve beraberinde yapılan kurban törenidir. Çocuklar tavukları getirir,
demirci ustasının önünde kurban ederler ve ateşe, maden filizine, kö-
lelerde demirci kulübesine yeni bir çekiç getirildiğinde kansına gitmelidir
(a.g.y., s. 118). Burada farklı bir simgecilik görüyoruz: Alet, cinsiyetli hale
getirilişiyle ve insanlann üreme eylemine koşut bir işlev görerek "canlı" hale
gelir. 17 Cline, a.g.y., s. 118.
15 Cline, a.g.y., s. 125. 18 A.g.y.,s. 120.
16 Cline, a.g.y., s. 121. 19 R. P. Wickaert, Forgerons paiens et forgerons chretiens au Tanganyika, s. 3 7 3 .

62 63
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
METALÜRJİ AYİNLERİ VE MYSTERİA'LARI

müre kan akıtırlar. Sonra "içlerinden biri fırının içine girer, diğeri lar atarlar. 25 Şu halde, bir kılıca su verme işi su ile ateşin birleşmesi
dışarda kalır; burada birçok kere (kuşkusuz tanrıya yönelik olarak) olarak görüldüğüne; 26 alaşım, bir evlilik ayini 27 olduğuna göre aynı
şöyle söyler: "Yan kendiliğinden ateş, iyi yan!" 20 Şefin talimatlarıyla simgecilik metalin eritilmesi işleminde de zorunlu olarak geçerli ol-
içerde duran çocuk, ilaçları fırının dibinde kazılan çukura koyar, iki malıdır.
tavuğun başlarını da koyup üzerlerini toprakla örter. Eritme işlemi
Doğrudan cinsellik ve evlilik simgeciliğiyle ilişkili olmak üzere
bir horoz kurban edilmesiyle de kutsanır. Demirci içeri girer, kurba-
kanlı kurban törenini görüyoruz. "Kan-tsiang ve Mo-ye, eril ve dişil
nı sunar ve kam örsün üstüne akıtarak şöyle der: "Bu döküm demiri-
bir çift kılıçtır. Karı koca aynı zamanda demirden bir ailedir. Koca,
mi bozmasın! Bana zenginlik ve talih getirsin!" 21
Kan-tsiang iki kılıç dökme emri alınca işe koyulur ve üç ay uğraştık-
İki çocuğun ritüel işlevi ve fırınlara sunulan kurbanı ele alalım. tan sonra metali eritmeyi başaramaz. Başarısızlığının nedenini soran
Fırının içine gömülen tavuk başları bir bedel kurbanım temsil ediyor karısı Mo-ye'ye önce kaçamak cevaplar verir. Kadın ısrar eder, kutsal
olabilir. Çin gelenekleri bu konuda önemli açıklamalar sunuyor. Mut- maddenin (metalin) dönüşmesinin bir kişinin (kurban edilmesini) ge-
lu madenci Büyük Yunun Yukarı ile Aşağının birleşmesini sağladığı rektirdiğini anımsatır. O zaman Kan-tsiang da ustasının metali erit-
düşünülen Hia'nın dokuz kazanını da döktüğünü anımsayalım. 22 Ka- meyi ancak kendini ve karısını ateşe atarak başardığını anlatır. Kocası
zanlar sihirliydi: Kendi kendilerine hareket ediyorlar, ısıtılmadan kendi bedenini eritecekse eğer, Mo-ye de kendi bedenini vermeye ha-
içindekileri kaynatabiliyorlar ve Erdem'i tanıyabiliyorlardı (en büyük zır olduğunu bildirir." 2 8 Saçlarını keserler, tırnaklarını kısaltırlar,
işkencelerden biri suçluyu kaynatmaktı; 23 Yu'nun beş kazam yang ile "ikisi birden saçlarını ve kesik tırnaklarını ateşe attılar. Hepsini ver-
dördü de yin ile ilişki içindeydi. 24 Böylece bu çift, karşıtlıkların birli- mek yerine bir kısmını verdiler." 29 Başka bir versiyona göre "Mo-ye
ğini (Gök-Yer, Eril-Dişil, vb) ve aynı zamanda kozmik bütünün imge- metalin neden erimediğini sorunca, kocası şöyle dedi: 'Rahmetli us-
sini oluşturuyordu. Daha önce gördüğümüz gibi, maden filizleri ve tam (ya da Eski Ustam) dökümcü Ngeou bir kılıç dökmek isteyip de
metaller de eril ve dişil olarak sınıflandırılmıştır. Eritme işine bakir erime gerçekleşmeyince bir genç kızı Fırın çiniyle evlendirdi. Bunun
erkek ve bakire kız çocukları katılır: Kızgın metalin üstüne suyu on- üzerine Mo-ye kendini firma attı ve erime başladı." 30 İki "çengel ya da

25 A.g.y, s. 4 9 7 .
20 A.g.y., s. 3 7 5 . 26 A.g.y., s. 4 9 8 .
21 A.g.y., s. 3 7 8 . 27 A.g.y., s. 4 9 9 .
22 Marcel Granet, Danses et Legendes de la Chine ancienne, s. 4 8 9 - 4 9 0 . 28 Granet, a.g.y., s. 500.
23 Granet, s. 491, not. 2. 29 A.g.y., s. 501
24 A.g.y, s. 4 9 6 . • 30 A.g.y, "s. 501,'.' 'i 3.

66 67
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

tırpan biçiminde pala" üretimini anlatan Vou Yue tch'ouen ts'ieou (4. 6
bölüm) zanaatkarın bunları iki oğlunun kanıyla kutsadığını belirtir. 31
Fırınlara insan Kurban Etme
"Yue kralı Keou-tsien, sekiz sihirli kılıç döktüğünde metali elde etme-
den önce, Kouen-vou cinine öküzler ve beyaz atlar kurban etti. Kouen-
vou bir kılıç adıdır." 32

Bir döküm sırasında, bir insan (ya da bir çift) ile metallerin mis-
azı Orta Hindistan yerli kabilelerine ait bir grup mit, Asür de-
tik evliliğine ilişkin mitsel-ritüel motif olan kurban ya da kişisel kur-
ban teması özellikle önemlidir. Biçimsel olarak bu tema, kozmogonik B mircilerinin tarihini anlatır. Birhor'a göre Asürlar demiri eriten
ilk insanlardı. Ama fırınların dumanı Yüce Varlık Sing-bonga'yı ra-
mitte bir örnek modelini bulduğumuz o geniş "yaratılış" kurbanları
kategorisine dahil olur. Alaşımı, "metallerin evliliğini" gerçekleştir- hatsız ediyordu; çalışmanın durdurulması için haberci kuşlar gönder-

mek için canlı bir varlığın işlemi "canlandırması" gerekir ve bunun di. Asürlar metalürjinin en önemli uğraşları olduğunu söyleyip ha-

en iyi yolu da bir yaşamın aktarılması anlamında kurbandır. Kurba- bercileri yaraladılar. O zaman Sing-bonga yeryüzüne indi. Sezdirme-

nın ruhu onun tensel kabım değiştirir: insan bedeninden kurtulup ye- den Asürlara yaklaştı, onları firma girmeye ikna etti ve sonra da on-

ni bir "beden" kazanır; bir yapıyı, bir nesneyi, hatta bir işlemi "can- ları yaktı. Bu nedenle ölenlerin karıları Doğa ruhları haline geldiler. 1

landırır," "canlı" kılar. Alıntıladığımız Çin anlatıları metalürji işle- Mitin daha eksiksiz haline Mundalarda rastlanır. Başlangıçta insan-

minin başarısı için insan kurban edildiğinin anısını barındırıyor gibi- lar gökte Sing-bonga için çalışıyorlardı. Ancak suya yansıyan yüzleri-

dir. Soruşturmamızı başka kültürel alanlarda sürdürelim. Fırınlara ni görüp tanrılara benzediklerini, dolayısıyla tanrılara eşit oldukları-

sunulan kurbanların ne ölçüde kozmogonik mitlerin bir uygulaması nı anladılar ve tanrılara hizmet etmeyi reddettiler. Sing-bonga da on-

olduğunu ve geliştirdiği yeni değerleri oluşturduğunu göreceğiz. ları yeryüzüne attı. Demir cevherinin bulunduğu bir yere düştüler,
erkekler yedi fırın yaptılar. Duman Sing-bonga'yı rahatsız etti ve kuş-
ları haberci olarak gönderdi, ama bir işe yaramadı. Tanrı yaşlı, hasta
bir adam kılığında yeryüzüne indi. Kısa süre sonra fırınlar yıkıldı.
Sing-bonga'yı tanımamış olan demirciler ne yapmaları gerektiğini
sordular. O da "insan kurban etmelisiniz" diye yanıtladı. Gönüllü
31 A.g.y., s. 5 0 2 , not 2. kurban bulunamayınca Sing-bonga gönüllü oldu. Firma girip kor ha-
s- 4 9 3 . Mo-Ye ve Kan-tsiang efsanesinin diğer değişkeleri için bkz. Li-
32 A.g.y., line geldi ve üç gün sonra altın, gümüş ve değerli taşlarla çıktı. Tan-
enello Lanciotti, "Sword Casting and Related Legends in China," East and
West, IV, 1 9 5 5 , 1 0 6 - 1 1 4 , özellikle s. 1 1 0 vd ve "The Transformation of
Ch'ih Pi's Legend," a.g.y., s. 3 1 6 - 3 2 2 . Çin metalürji mitleri ve ritüelleri h a k -
kında bkz. Max Kaltenmark, Le lie-sien tchouan, s. 4 5 vd, 1 7 0 vd. • 1 Sarat Chandra Roy, The Birhors, Ranchi, 1 9 2 5 , s. 4 0 2 vd.

68 69
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR FİRİNLARA İNSAN KURBAN ETME

rı'nın yaptığına demirciler de öykündüler. Karıları ateşi körüklüyor san kurban motifini ele almamız gerekiyor özellikle. Şimdiki biçim-
ve demircilerse fırınlarda diri diri yanarken bağırıyorlardı. Sing-bon- leriyle bu mitler demir ve metalürjiye duyulan öfkeyi açığa vuruyor.
ga kadınları teselli etti: Kocaları bağırıyordu, çünkü hazineyi paylaşı- Komşu halkların yargısına göre, Asür demircileri fırınlarının yanan
yorlardı. Kadınlar, demirciler tamamen kül haline gelinceye kadar kömürlerinde hak edilmiş bir ölüm bulmuşlardır; çünkü yüce Tanrı'-
körüklemeye devam ettiler. Kadınlar kendilerine ne olacağını sorunca ya karşı gelmiş ve onu kızdırmışlardır. Demircilik uğraşma duyulan
Sing-bonga onları bhut'lara, tepe ve kayalık ruhlarına dönüştürdü. 2 bu nefrette, demir çağının diğer çağlar arasındaki en açması ve en
Son olarak Oraonlarda da benzer bir mit tespit edilmiştir. Hepsi faydasız çağ olduğu düşüncesindeki aynı olumsuz ve kötümser tutum
de ünlü demirciler olan, Asür'un oniki kardeşi ve Lodha'mn onüç kar- görülebilir. Böyle bir tutumun tarihsel temelleri olduğunun varsayıl-
deşi fırınlarının dumanıyla Bhagwan'ı (=Tann) kızdırırlar. Bhagwan masma itirazımız olmaz. Demir çağında, birbirini izleyen savaşlar ve
hasta, yaşlı bir adam kılığında yeryüzüne iner ve bir dulun yanma sı- katliamlar, kitle halinde kölelik ve genel anlamda bir yoksullaşma
ğınır; demirciler fırınlarının onarımı için ona danıştıklarında, tıpkı görülür. 5 Başka yerlerde olduğu gibi Hindistan'da da tüm mitoloji de-
Mundaların mitinde olduğu gibi diri diri yanarak ölürler. 3 mir işçilerini devler ve demonlarla ilgili kategoriler arasına yerleşti-
Asürlar büyük bir olasılıkla Pencab'm kuzeyinde yaşayan bir de- rir: Bunların hepsi de başka çağları ve başka gelenekleri temsil eden
mirci kabilesiydi. Ari işgalciler tarafından Çota Nagpur dağlarındaki tanrıların düşmanlarıdırlar.
yurtlarına sürülmüşlerdir. Walter Ruben Asürlar ile Veda ilahilerinde Bu "demir nefretine" ek olarak Asürlarm mitolojisi, fırınlara in-
sözü edilen ve tanrıların (deva) düşmanı ve onlarla sürekli savaşan san kurban edilmesi gerekliliğini bildirir. Hatta alıntılanan mitlerde
Asuralar arasındaki olası ilişkileri göstermiştir. 4 Asür demircileriyle insan kurban edilmesi metalürji işinin demonlara özgü yönü gibi gö-
ilgili komşu Munda ve Dravid (Oraon) halklannca korunan bu mito- rünmektedir. Metalin eritilmesi insan kurban edilmesini gerektiren
lojik geleneklerin ilginçliği ortaya çıkıyor. Konumuz açısından vur- korkunç bir işlem olarak görülür. 6 Metalürjide insan kurban edilme-
guladığımız mitlerde bir kısmı ortaya çıkan metalürjiye adanmış in- sine ilişkin izler Afrika'da bulunmuştur. Nyasalandlı Açevalarda fırın
yapmak isteyen kişi büyücüye (sing-anga) başvurur. Büyücü "ilaçlar"
hazırlar, bir mısır koçanı içine koyar ve küçük bir çocuğa bunu ha-
2 E. T. Dalton, Des criptive Ethnology ofBengal, Kalküta, 1 8 7 2 , s. 1 8 6 vd.
P. Dehon, "Religion and Customs of the Uranos," Memoirs of the Asiatic Soci-
ety ofBengal, Kalküta, 1 9 0 6 , s. 1 2 8 - 1 3 1 ; aynca bkz. R. Rahmann, " G o t t h e -
iten der Primitivstâmme im Nordöstlichen Vorderindien," Anthropos, 31, 5 Walter Ruben, E isenschmiede und Dâmonen in indien, s. 1 5 3 vd.
1 9 3 6 , s. 52 vd. 12 Asür ve 13 Lodha hakkında bkz. Walter Ruben, Ei- 6 Demir dökümden bir silahla bir insan öldürüldüğünde onun ruhunun
senschmiede und Dâmonen in İndien, Leyden, 1 9 3 9 , s. 102 vd. Aynca bkz:
efendisi olunduğu, bir tür "köle ruha," bir "ruhsal robota" sahip olunduğu
Anthropos, 56, 1 9 6 1 , s. 9 6 vd.
düşüncesi de aynı inanç küresine kaydolur; bkz. Chamanisme adlı kitabımız-
4 Bkz. E isenschmiede und Dâmonen in İndien, s. 3 0 2 - 3 0 3 ve birçok yerde. daki Batak büyücüleri örneği, s. 3 1 3 .

70 71
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR FIRINLARA İNSAN KURBAN ETME

mile bir kadına nasıl fırlatacağını öğretir; böylece kadın düşük yapa- ç a l ı ş m a n ı n e v r e s i n i ifşa e d e n o l a y ı n az ç o k s i m g e s e l y i n e l e n m e s i ol-

c a k t ı r . B ü y ü c ü d ü ş ü r ü l m ü ş e m b r i y o n u alır ve b a ş k a " i l a ç l a r l a " b i r l i k - d u ğ u n d a n m e t a l ü r j i işi i l k s e l k u r b a n ı n y i n e l e n m e s i n i g e r e k t i r i r . Koz-

te t o p r a ğ a a ç t ı ğ ı b i r ç u k u r i ç i n d e y a k a r . F ı r ı n b u ç u k u r u n ü z e r i n e k u - m o g o n i k mit k o n u s u n d a söylediklerimizden sonra (ezeli bir devin be-

rulur.' Antongalar plasentanın bir kısmını, demiri erimeyi güvence d e n i n d e n d o ğ a n d ü n y a , i n s a n ya da b i t k i l e r ) t a n r ı s a l b i r v a r l ı ğ ı n or-

altına a l m a k için fırının içine atarlar.8 D ü ş ü k simgeciliğini şimdilik ganlarından türeyen metaller de aynı m e r k e z i motifin bir değişkesi

b i r y a n a b ı r a k ı r s a k , A f r i k a ' d a n v e r d i ğ i m i z b u i k i ö r n e k s o m u t ya da o l a r a k g ö r ü l ü y o r . H a s a d ı d e s t e k l e m e k i ç i n s u n u l a n k u r b a n l a r ı n , tane-

s i m g e s e l i n s a n k u r b a n e d i l m e s i ( t ı r n a k l a r ve s a ç l a r ) ile b e d e l k u r b a n ı l e r i n o r t a y a ç ı k m a s ı n ı m ü m k ü n k ı l a n ab origine (başlangıçtan itibaren)

(örneğin Tanganyika demircilerinde tavuk kurban edilmesi için bkz. yüce varlığın k e n d i n i simgesel olarak k u r b a n edişini yinelemesi g i b i ,

s. 6 3 ) a r a s ı n d a b i r g e ç i ş i i f a d e e t m e k t e d i r . İ n s a n b e d e n i ile m a d e n fi- m e t a l ü r j i işi i ç i n b i r i n s a n ı n ( s o m u t ya da s i m g e s e l olarak) kurban

lizleri a r a s ı n d a k i m i s t i k i l i ş k i l e r d ü ş ü n c e s i b a ş k a a d e t l e r e d e b u l a ş - edilmesi de aynı şekilde mitsel bir m o d e l e ö y k ü n m e k t e n ibarettir.

mıştır. Ö r n e ğ i n Senegambialı Mandigolar bir kazadan sonra altın ma- G e r ç e k t e n de metallerin kökenine ilişkin birçok mitsel gelenek
d e n i n i b i r k a ç yıl t e r k e d e r l e r : B e d e n i n ç ü r ü r k e n z e n g i n b i r a l t ı n yata- v a r d ı r : M e t a l l e r b i r t a n r ı n ı n ya da b i r y a r ı - t a n r m m b e d e n i n d e n "bi-
ğını belirleyeceğini düşünürler.9 t e r l e r . " 1 1 İ n d r a ' n m " o r g a n l a r ı n ı n k e s i l m e s i " m i t i n d e aşırı soma nede-

B u m i t l e r , a y i n l e r ve a d e t l e r o n l a r d a n ö n c e g e l e n ve o n l a r ı doğru- n i y l e s a r h o ş o l a n t a n r ı n ı n b e d e n i n i n " a k m a y a " b a ş l a d ı ğ ı , b ö y l e c e de

l a y a n k ö k e n s e l b i r m i t s e l t e m a y ı ele v e r i r : 1 0 M e t a l l e r b i r t a n r ı n ı n y a her tür canlıyı, bitkiyi ve metali doğurduğu söylenir. "Göbeğinden

da kurban edilen doğaüstü bir varlığın bedeninden doğarlar. Ayrıca d ı ş a r ı y a ş a m s o l u ğ u ç ı k t ı ve d e m i r e d e ğ i l , g ü m ü ş e d e ğ i l k u r ş u n a dö-

a y i n l e r in illo tempore { b a ş l a n g ı ç t a k i } b i r d a v r a n ı ş ı b a ş l a t a n ya da b i r nüştü; ersuyundan biçimi aktı ve altına dönüştü."12 İranlılarda da

b e n z e r b i r m i t v a r d ı r . E z e l i İ n s a n G a y ö m a r t a y a r t ı c ı t a r a f ı n d a n katle-

dildiğinde "ersuyunun toprağa akmasına izin verdi ... Gayömart'm


7 A. G. O. Hodgson, "Notes on the Achewa and Angoni of the Dowa District
of the Nyasaland Protectorate,"Journ. Roy. Anthr. Inst., 6 3 , 1 9 3 3 , s. 1 6 3 .
8 Cline, Mining and Metallurgy in Negro Af rica, s. 119.
9 Cline, a.g.y., s. 12.
10 Zamandizinsel, tarihsel bir öncelik her zaman söz konusu olmayabilir; b u 11 Konumuz bağlamında, metallerin kökenlerine ilişkin mitlerin döküm işi için
öncelik merkezi mitsel temanın her "versiyonunda" potansiyel olarak bulu- insan kurban edildiğini gördüğümüz kültürel alanlardan farklı alanlarda da
nan düşünsel bir önceliktir. Şu ya da bu gelenek türedigi mitsel bütünün bi- görülmesi herhangi bir zorluk yaratmaz; bu aşamada herhangi bir mitsel-ri-
lincinde olmayabilir, üstelik ideolojiler tarih sayesinde dolaşıma sokulup ak- tüel senaryonun tarihini ortaya koymayı, değil büyük ölçüde kaybolmuş ya
tanlır ve çoğu zaman bir halk bir "sistemin" yalnızca birkaç kesitini alır ya da da dağılmış tinsel evrenlerin yapısını belirlemeyi amaçlıyoruz. Aynca mitsel-
korur. Bu nedenle bir simgenin anlamı çok sayıda "versiyonu" inceledikten ritüel bir senaryonun tarihi öyle birkaç sayfada ya da teknik bir uzmanlığa
sonra tam olarak ortaya çıkabilir. Şu halde değişkeler birbirleriyle hiçbir ta- girişmeden ortaya konulamaz; bu kitapta böyle bir çalışmadan kaçındık.
rihsel bitişiklik göstermez; bu da yorumlama işini daha da zorlaştınr. 12 Satapata Brâhmana, XII, 7,1, 7.

72 73
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR FIRINLARA İNSAN KURBAN ETME

bedeni metallerden yapıldığı için bedeninden yedi tür metal oluştu. 13 Biçimsel olarak bütün bu gelenekler örnek modellerini oluşturan koz-
Zath-sparam'a göre (X, 2) "öldüğünde metal nitelikli sekiz maden fili- mogonik mite bağlıdır. Ancak kimi dinsel düzeylerde kozmogoninin
zi çeşitli organlarından çıktı. Bunlar altın, gümüş, demir, pirinç, ka- embriyolojik bir simgecilikle bitişik olduğu unutulmamalıdır: Ezeli
lay, kurşun, cıva ve elmastı; altm mükemmel oluşu nedeniyle yaşa- bir varlığın bedeninden dünyanın yaratılışı kimi kez bir "embriyo-
mın ta kendisinden ve ersuyundan çıkmıştır." 1 4 Bu arada şunu da be- nun" biçimlendirilmesi gibi tasavvur edilip anlatılmıştır. Kozmos
lirtelim: ilk insan çifti r'ıvâs bitkisi biçiminde Gayömart'm daha önce embriyonik (şekilsiz) ve kaotik bir ilksel maddeden biçimlenir. Böy-
göğün dönme hareketiyle arındırılmış ersuyundan doğacaktır; bu mo- lece kurban edilen bedenin ilksel maddeye, dolayısıyla tohum
tif de İran geleneğini çok yaygın ve çok eski bir mitsel bütünlüğe evresindeki kitleye ve embriyona eşdeğer sayıldığı bir dizi denk ya
yerleştiriyor. da tamamlayıcı imgeye ulaşıyoruz. Benzer durumlar kimi Mezopo-
Benzer bir miti Yunanlar da paylaşırlar. P. Roussel, Zenobios'un tamya geleneklerinde de belirlenmiştir, inceleyeceğimiz olgular ma-
aktardığı bir Yunan meseline dikkati çekmişti: Bu meselde demirin den filizlerinin embriyonlar olarak değerlendirilmesi ile fırınlara su-
kökeninden söz edilir: "İki kardeş üçüncü kardeşlerini öldürürler; bir nulan kurbanlar arasındaki ilişkileri kavramamızı sağlayacaktır.
dağın altına gömerler; bedeni demire dönüşür." 15

13 Crand Bundahishn, Fr. çev. A. Christensen, Lepremier homme et le premier roi


daııs l'histoire legendaire des Iraniens, Uppsala, 1918, I, s. 2 2 . Krş. R.
Reitzenstein ve H. H. Schaeder, Studien zum antiken Synkretismus aus Iran und
Criechenland, Leipzig-Berlin, 1 9 2 6 , s. 2 2 5 - 2 2 9 ve özellikle 2 2 8 - 2 2 9 . sayfa-
ların dipnotlan. Burada İran geleneklerinde bedensel-madensel koşutlukları
irdeliyor.
14 A. Christensen, a.g.y., s. 25. Elmas bir metal olmadığından özgün yedi metal
dizisine ait değildir; bu yedi metal kuşkusuz Babil etkisini gösterir; krş.
Christensen, s. 52.
15 P. Roussel, keX|iiç iv oıönpcu, Revue de Philologie, 1 9 0 5 , s. 2 9 4 . Metalürjide
insan kurbanlar için bkz. Plutarkhos, Parall, 5, 3 0 6 vd. Metallerle tannlar
arasındaki ilişkilere Mısır geleneklerinde de rastlanır. Plutarkhos ile Diodo-
ros Mısırlılann "Seth'in dişleri" diye adlandırdıktan demirden nefret ettikleri-
ni aktarırlar. Plutarkhos De lsed'e'de (bölüm 6 2 ) "Seth'ten çıkmış demir"den
söz eder. Hematit "Horus'un kemikleri"ydi; bkz. Forbes, Metallurgy in
Antiquity, s. 4 2 7 . Öte yandan Mısırlılar tanrılann tenlerinin altından olduğu- ciligiyle karşılaşıyoruz. Altın mükemmel, şemsi, ölümsüzlüğe denk metaldir.

nu düşünüyorlardı. Ancak burada başka bir simgecilikle, ölümsüzlük simge- Bu nedenle tıpkı tanrılara olduğu gibi Firavuna da allın bir beden atfedilir.

74 75
BABİL METALÜRJİ SİMGECİLİĞİ VE RİTÜELLERİ

7 hayırlı bir gününü bekleyeceksin; işte o gün f m n m planını yere


sereceksin. Onlar fınm yaparlarken, [onlan] izleyecek ve sen de
Babil Metalürji Simgeciliği ve Ritüelleri [fmn evinde] çalışacaksın [?]: [zamanından önce doğmuş...]*
embriyonlan getireceksin, bir başkası [?], bir yabancı girmeme-
lidir, temiz olmayan bir kişi de onların önünden geçmemelidir;
önlerinde gereği gibi saçı saçmaksın: "madeni" fırına koyacağın
gün embriyonların önünde bir kurban keseceksin 3 ; çam tütsü-

1 9 2 5 yılında R. Campbell Thompson'un Asur kimya metinlerini


yayımlamasından sonra R. Eisler bir Babil simyasının varlığı hi-
potezini ortaya atmıştı. Eisler bunu ku-bu ("embriyon," "fetüs") teri-
sü ile bir tütsülük koyacaksın, önlerinde kurunna birası saça-
caksın.

Fırının altında bir ateş yakacaksın ve 'madeni' fırının içine


mine dayandırıyor; bunu simgesel olarak ana rahmine benzetilen fı- koyacaksın. Fınna bakmak için getireceğin adamlar annmalıdır
rındaki maden cevheri olarak anlıyordu. Daha önce gördüğümüz gibi ve [sonra] fınna bakmalan için oraya getireceksin. F m n d a ya-

böyle bir tasavvur birçok gelenekte de tespit edilmiştir. Ancak R. kacağın odun günlükağacı [sarbatu] odunu olmalıdır; kabukla-
n ayıklanmış, kalın, büyük odunlar olmalıdır, Ab ayında kesil-
Eisler için fazladan bir şey söz konusuydu: Babil inanışında metalle-
miş olmalı ve yığın yığın [dışanda] değil deriye sanlı olarak sak-
rin olgunlaşması ve mükemmelleşmesi fikriyle ilgili ilk tarihsel bel-
lanmış olmalıdır. Bu ağacı fınna koyacaksın.
geyi belirlediğini ve sonuç olarak da simyanın Mezopotamya'daki
köklerini açığa çıkarttığını düşünüyordu. Eisler'in hipotezi Abel Rey Thompson ile Meissner'in çevirilerinin gerektirdiği olası değişik-

tarafından kabul görmüş gibidir, ama Asurbilimci H. Zimmern ve lik ve düzeltmelere karşın metnin ritüel niteliği kesinlikle ortaya çı-

kimya tarihçileri Ernst Darmstaedter ve Julius Ruska tarafından red- kıyor. Düşündüğümüz gibi, Mezopotamya'da da metalürji uğraşı bir

dedilmiştir. Simya tarihçilerinin piri E. von Lipmann tarafsız kalmış- dizi törensel işlemi içeriyordu. Uğurlu bir ay ve gün seçiliyordu, fı-

tır. 1 rının etrafı kutsanıyor buraya arınmamışlar giremiyor, aynı zamanda


işçiler arınıyor, maden filizleri için saçılar saçılıyor, ardından kur-
R. Campbell Thompson'un İngilizce çevirisini temel alıp Zim-
banlar kesiliyor, ateş için özel bir odun gerekiyordu (ayrıntılar: Ka-
mern'in Almanca ve E. Eisler'in Fransızca versiyonlarıyla karşılaştır-
dığımız bu Assurbanipal kütüphanesine ait temel metin şöyledir:
2 Metinde bu nokta aydınlık değil; Thompson i n çevirisini izliyorum. Meissner
Maden fınnının [ku-bu] planı hazır olunca hayırlı bir ayın
bu bölümü soru işareti koyarak çeviriyor: "Fınna bakarlarken (?) ve onu ya-
parlarken sen de [tannsall embriyonlan saymalısın ( ? ) . . . " Fransızca çevirisin-
de Eisler zorluklardan kaçınmış gibidir: "Fınn uygun bir şekilde yerleştirilir
1 Tanışmaya ilişkin kaynakça için bkz. Not I. Belgeler şu kitapta çözümlenip yerleştirilmez ve sen de işbaşına geçtiğinde tanrısal "embriyonlan" fmnın
yorumlanmıştır: Martin Lewey, Chemistry and Chemical Terminology in Ancient kubbesi içine koy."
Mesopotamia, Amsterdam, 1 9 5 9 . 3 "Sıradan bir kurban" (Eisler); "kurban" (Meissner).

76 77
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR BABİL METALÜRJİ SİMGECİLİĞİ VE RITÜEI.LERI

bukları soyulmuş ve deriye sarılı olarak bekletilmiş odun "embriyon- ku-bu'nun firma koyulan maden filizlerini mi yoksa ruhları ya da bü-
larla" ilgili "büyülü bir sempati" ifade ediyor olabilir mi?). Metalürji yülü olmaları nedeniyle metalürji işinde kaçınılmaz olan düşükleri
işinin ne derece kutsal bir atmosfere bulaştığım ölçmek için Afrikalı mi ifade ettiğidir. Biz Mezopotamya filolojisini ilgilendiren bu tartış-
demircileri düşünmemiz yeterli olacaktır (bkz. s. 60 vd). Hatta oku- maya girmeyeceğiz. Bununla birlikte ku-bu terimi nasıl çevrilirse çev-
duğumuz Mezopotamya metninde Afrika'dan koşutluklar bile bulabili- rilsin her durumda "embriyolojik bir anlam" ifade ettiği bellidir.
riz. Uşi demircileri fırınlara tavuk kurban ediyorlardı; 4 Bakitalar ör- Thureau-Dangin'in açıkladığına göre yaratılış anlatısında," "ku-bu bir
sün üstünde bir koyun ve bir tavuk kurban ederler. 5 Fırınlara "ilaç- fetüse denk olan Tiamat'm canavarsı bedenidir; demiurgos dünyayı
lar" koyma adeti çok yaygındır. 6 Bira saçısı da yapılır: Baylalarda dö- bu bedenden yaratacaktır." 12 Ku-bu metalürji metinlerinde fırınlarda
küm için uygulanan ilk ritüel "ilaçlarla" karıştırılmış biranın fırının biçimlenecek olan maden cevherlerini, ham maddeyi, ilksel "embri-
altında açılmış dört delikten dökülmesinden ibarettir. 7 yolojik" maddeyi ifade eder. Daha yukarıda (s. 4 3 ) belirlediğimiz

Tartışma ku-bu, "embriyon," sözcüğünün anlamı konusuna kay- paleolitik Doğuda maden ile dölyolu (uterus) koşutluğu bu yorumu

mıştır. Yine Campbell Thompson'm yayımlayıp çevirdiği bir başka doğrulamaktadır. R. Eisler ku-bu'yu maden filizleri anlamında "emb-

metinde şu reçeteyi buluruz: "Embriyonları çıkar, [ölüler için] bir riyonlar" olarak çevirmekte haklıysa o zaman fırın, içinde maden fi-

kurban sun, işçiler için kurbanlar sun; kalanı [?] bir kalıpta topla, lizlerinin olgunlaştığı Toprak Ananın yerine geçmiş bir rahim olma-

[onu] fırına koy;" Robert Eisler ku-bu'yu "ilahi embriyonlar" olarak, lıdır. Bu vesilelerle sunulan kurbanların ise doğumla ilgili kurbanlara

Thureau-Dangin "bir tür demon" 8 olarak, Zimmern "düşük" 9 olarak benzediği düşünülebilir.

çeviriyor. Julius Ruska terimin "embriyonlar" değil "fetişleri" ya da Diğer yorum da (insan embriyonlarını ifade eden ku-bu) metalürji
"döküm işinin koruyucularını" kastettiğini düşünüyor. 10 Sorun, ritüellerinde yansımasını buluyor. Çağımızda, Kara Afrika'da dökü-
mün başarısı için büyücünün düşük yaptırma yolunu seçtiğini gördük
(s. 72). Bu davranış da maden filizlerinin embriyonlarla eşleştirildigi-
4 Cline, Mining and Metallurgy in Negro Africa, s. 119. ni gösteriyor. Çünkü bu acımasız ritüelin ancak iki "kuramsal doğru-
5 Cline, a.g.y., s. 118. lanması" olabilir:
6 A.g.y., s. 125.
(1) ya embriyonun içindeki dokunulmamış yaşam rezervi me-
7 A.g.y., s. 120.
talürji işlemine aktarılıp bu işlemin başarısı güvence altına alın-
8 Thureau-Dangin, "Notes assyriologique," XXXV, Revue d'Assyriologie, 19,
1 9 2 2 , s. 8 1 . maktadır;
9 H. Zimmern, "Assyrische chemisch-technische Rezepte," s. 1 8 0 : Fehlgeburt,
Missgeburt.
10 J. Ruska, "Kritisches zu R Eislers chemie-geschichtlicher Methode," s. 2 7 5 : 11 Enuma Eliş, IV, 136, satır 3.
Fetische oder Schutzpatrone der Schmelzarbeit. 12 A.g.y.'s. 82.

78 79
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
BABİL METALÜRJİ SİMGECİLİĞİ VE RITÜELLER1

(2) ya da metalin fırında "doğumu" çabuklaştırılmakta; tıpkı


laşma hızlandırılıyor ya da embriyonun dışarı çıkarılması sağlanıyor-
erken doğan bu düşük gibi metalin zamanından önce doğması sağ-
du. Bu nedenle matalürji işi bir düşükle aynı şey olarak, zamanından
lanmaktadır.
önce yapılan bir ebelik işlemi olarak hissedilmişti.
İlk durumda bir yetişkinden (ya da onun yerine bir hayvan kur-
İnsanın kozmik zamanın ritmine müdahale edebileceği, doğal bir
bandan) ziyade bir "embriyonun" seçilmesi Açeva demircilerinin ol-
süreci öne alabileceği, büyümeyi hızlandırabileceği düşüncesi işte bu
gunlaşmamış maden filizi ile embriyon arasında gizliden gizliye bir
metalurjik ve tarımsal tekniklerle ilişki içindeki ritüel deneyimlerden
eşitlik gördüklerini ifade ediyor. İkinci durumda metalürjinin ebelik
başlayarak yavaş yavaş belirginleşmiştir. Elbette burada açıkça dile
işlevi çok açıktır: Eritme, yani metalin "olgunlaşması," zamanında
getirilmiş düşünceler yoktu; daha çok önseziler, kehanetler vardı. Bu-
önce gerçekleşen bir doğumdur ve embriyonların büyüsel rolü de bu-
nunla birlikte insanın Zamanın işini üstlenebileceği gibi büyük bir
radan ileri gelir.
keşfin başlangıç noktası burasıydı; bu düşüncenin sonraki Batı metin-
Her iki varsayım metal işçilerinin sanatı sayesinde metallerin "bü-
lerinde açıkça dile getirildiğini görüyoruz (bkz. s. 50 vd). Yine iki
yümelerini" hızlandırdıklarını az çok bildiklerim gösteriyor. Daha
bin yıl boyunca felsefi imgelemi meşgul eden simyevi eser, opus alc-
önce gördüğümüz gibi, bu fikir evrensel olarak yaygındı. Metaller
hymicum'un temeli ve doğrulaması da burada bulunuyor: Bu felsefi
yerin karnında "büyürler." Tıpkı Tonkin köylülerinin hâlâ düşündük-
düşünce insanın ve Kozmos'un Filozof Taşı tarafından başkalaştırıl-
leri gibi, tunç gerektiği kadar toprak altında kalırsa altına dönüşecek-
ması düşüncesidir. Varoluşun mineral düzeyinde Taş şu mucizeyi
tir. Kısaca söylemek gerekirse metalürji işlerine eşlik eden simgeler
gerçekleştiriyordu: Taş "kusurlu" ("ham") bir metalin şimdiki hali ile
ve ayinlerde insanın Doğayla etkin olarak işbirliğine gittiği fikri or-
en son hali (altına dönüşmüş hali) arasındaki zamansal mesafeyi orta-
taya çıkıyor; buna belki de insanın çalışma sayesinde Doğa süreçleri-
dan kaldırıyordu. Taş başkalaşımı neredeyse anında gerçekleştiriyor-
nin yerini doldurabileceği düşüncesi demek gerekiyor. Canlı bir ham-
du: Zamanın yerine geçiyordu.
maddeden itibaren kozmogoninin örnek eylemi zaman zaman kozmik
bir embriyoloji olarak kavranmıştır: Tiamat'ın bedeni Marduk'un el-
lerinde bir "embriyon [fetüs]" gibiydi. Tıpkı her tür yaratımın ve ya-
pımın kozmogonik örneği izlemesi gibi insan da bir şey yapıp bir
şey yaratırken demiurgosun eylemine öykünüyordu. Ancak kozmogo-
nik simgelerin embriyolojik bir bağlamda ortaya çıkarken nesnelerin
yapımı çocuk doğurmaya eşdeğerdi; yer kaynaklı bir hammaddeden
her tür yaratım (bizim örneğimizde maden filizleri) ebelikle ilgili bir
değer kazanmaktaydı: Bir büyüme sürecine müdahale ediliyor, olgun-

82 83
"ATEŞİN EFENDİLERİ"

8 hafifçe dokunabiliriz. 1 Bununla birlikte kendi bedeninden "ateş çıkar-

"Ateşin Efendileri" mak" insanlık durumunu aşkmlaştıran bir belirtidir. Kimi arkaik
halkların mitlerine göre koca kanlar* ateşe, üreme organlarında "do-
ğal olarak" sahiptiler; yiyeceği pişirmek için bundan yararlanıyorlar
ama erkeklerden ateşi gizliyorlardı. Erkekler de en sonunda kurnazlık
yoluyla ateşi elde etmeyi başardılar. 2 Böylece bu mitler anaerkil bir

T ıpkı demirci, ondan da önce çömlekçi gibi, simyacı da "ateşin


efendisi"dir. Ateşi kullanarak maddeyi bir halden diğerine dö-
nüştürür. İlk başta kile verdiği "biçimleri" kor halindeki ateş yardı-
ideolojiden gelen anıştırmalara sahiptir; çünkü iki tahta parçasının
sürtünmesiyle, yani "cinsel birleşmeleriyle" oluşan ateşin dişiyi tem-
sil eden tahta parçasında "doğal olarak" bulunduğuna inanılıyordu. Bu
mıyla önemli ölçüde sertleştirmeyi başarmış olan çömlekçi bir demi-
simgecilik sayesinde böyle bir kültürel düzeyde kadın "doğal olarak"
urgosun sarhoşluğunu duymuş olmalı: Bir başkalaşım aracını keşfet-
cadıdır. Ancak erkekler ateşe hükmetmeyi başardılar ve erkek cadılar
mişti. Güneşin ya da yerin rahminin doğal ısısı yavaş yavaş olgunlaş-
kadın cadılardan sayıca fazla hale geldi. Dobu'da yerliler erkek ve ka-
tırdığı şeyi ateş akıl almaz bir hızla yapıyordu. Bu, demiurgosvari
dın büyücülerin geceleyin uçtuklarını ve arkalarında bıraktıkları ate-
coşku, büyük sırrın Doğadan "daha hızlı" yapmayı, başka bir deyişle
şin görülebileceğini söylerler. 3
-çünkü her zaman arkaik insanın tinsel deneyimlerine dayalı terim-
Evrensel olarak ilkeller büyüsel-dinsel kudreti "yakıcı" olarak dü-
lerle konuşmak gerekir- çevredeki kozmik yaşam süreçlerine tehlike-
şünürler ve bunu "sıcaklık," "yanık" "çok sıcak" vb terimlerle ifade
ye maruz kalmadan karışabilmeyi öğrenme olgusuna dair belirsiz ön-
ederler. Büyücüler ve cadılar bu yüzden tuzlu ve acı su içerler ve son
seziden kaynaklanır. Ateş "daha hızlı yapma," ama aynı zamanda Do-
derece acı bitkiler yerler: Böylece içerdeki sıcaklıklarını artırmak is-
ğada var olandan biraz farklı bir şey yapma aracı olarak ortaya çıkıyor-
terler. "Ateşin efendileri" olan şamanlar ve cadılar köz yutarlar, ak-
du: Demek ki ateş dünyayı değiştirebilecek büyüsel, dinsel bir gücün
dışavurumuydu ve sonuç olarak bu dünyaya ait değildi. Bu nedenle en
arkaik kültürler kutsallık uzmanını -şaman, büyücü-hekim, büyücü-
1 Bkz. M. Eliade, Le Chamanisme et les techniques archaiques de l'extase; burada
"ateşin efendisi" olarak hayal ederler. İlkel büyü ve şamanizm; büyü-
vereceğimiz örneklerin çoğunu bu kitaptan aldık.
cü-hekim gerek közleri rahatlıkla tutabildiği, gerekse kendi bedeninde
Goga'lar. Bkz. Sir James Frazer, Myths on the Origin of Fire, Macmillan, 1 9 3 0 ,
onu "yakıcı," "kızgın" hale getiren ve böylece onun aşırı soğuğa karşı s. 4 3 (lngilizceye çevirenin notu).
koymasını sağlayan bir "iç sıcaklık" yaratabildiği için "ateşe hâkimi- 2 Bkz. Sir James Frazer, Mythes sur l'origine du feu, Paris, 1 9 3 1 , s. 3 6 vd.

yeti" içeriyordu. (Avustralya), s. 5 9 vd. (Yeni Gine), s. 6 6 (Trobriand), s. 1 0 8 (Marquises Ada-


lan), s. 161 vd. (Güney Amerika), vb.
Burada başka bir kitapta incelediğimiz karmaşık bir konuya ancak 3 Le Chamanisme, s. 3 2 7 , R. F. Fortune'un kitabından: Sorcerers of Dobu,
Londra, 1 9 3 2 , s. 1 5 0 vd.

84 85
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR "ATEŞİN EFENDİLERİ"

k o r d e m i r e d o k u n u r l a r , ateş ü s t ü n d e y ü r ü r l e r . Û t e y a n d a n s o ğ u ğ a da ateş k ı v ı l c ı m l a r ı y l a çevrelenmiş demirden bir evde oturur. K'daai


b ü y ü k d i r e n ç l e r i v a r d ı r . K u z e y k u t u p b ö l g e s i ş a m a n l a r ı ve H i m a l a y a M a k s i n ü n l ü b i r u s t a d ı r ; k a h r a m a n l a r ı n k ı r ı l m ı ş ya d a k o p m u ş uzuv-
çilecileri "büyülü sıcaklıkları" ve "ateşe h â k i m olmaları" nedeniyle larını o tamir eder. Ö b ü r d ü n y a n ı n kutlu ş a m a n l a r ı n m erginlemesine
imgelemi aşan bir dirence sahiptirler, " B ü y ü l ü s ı c a k l ı ğ ı n " ve " a t e ş e k a t ı l d ı ğ ı da o l u r : Ç e l i ğ e s u v e r i r g i b i r u h l a r ı n a s u v e r i r . 8
h â k i m i y e t i n " gerçek anlamını b u l m a k zor değildir: Bu güçler belli bir
B i r b a ş k a g e l e n e ğ e g ö r e Y a k u t l a r ı n atası E l l i e i i l k d e m i r c i y d i . Bir
c e z b e d u r u m u n a ya da b a ş k a k ü l t ü r e l a l a n l a r d a ( ö r n e ğ i n H i n d i s t a n ' d a )
başka mitsel d e m i r c i olan Çiki de savaşçıların eğitmenidir: Onlara
k o ş u l s u z , t a m t i n s e l ö z g ü r l ü k d u r u m u n a g e ç i ş i ifade e d e r . " A t e ş e hâ-
a k ı l l ı c a ö ğ ü t l e r v e r i r k e n a y n ı z a m a n d a s i l a h l a r ı n ı k a l ı b a d ö k e r d i . Ya-
k i m i y e t " ve h e m s o ğ u ğ a h e m de k o r h a l i n d e k i ateşe d a y a n ı k l ı l ı k şa-
kutlar demircilere ş a m a n l a r m yaptığı gibi ruhların yardımıyla değil,
m a n ı n ya da y o g i n i n i n s a n l ı k d u r u m u n u a ş t ı ğ ı n ı ve " r u h l a r " âlemine
doğal araçlarla iyileştirme g ü c ü n ü atfederler. D o k u z u n c u k u ş a k t a n bir
katıldığını açık seçik gösteriyor.
d e m i r c i , e m r i altında bulunan doğaüstü güçlere sahiptir; ruhlardan
T ı p k ı şamanlar gibi demirciler de "ateşin efendileri" olarak ün k o r k m a z , b u n e d e n l e ş a m a n ı n giysisini s ü s l e y e n d e m i r n e s n e l e r i ö r s -
s a l m ı ş l a r d ı r . B ö y l e l i k l e k i m i k ü l t ü r e l a l a n l a r d a d e m i r c i ş a m a n d a n üs- te d ö v m e y e c e s a r e t e d e r ( ç ü n k ü d e m i r i n ç ı k a r d ı ğ ı ses kötü ruhları
t ü n o l m a s a da o n a eşit s a y ı l m ı ş t ı r . Bir Y a k u t a t a s ö z ü " d e m i r c i l e r l e şa- uzaklaştırır).9
m a n l a r aynı yuvadandır" şeklindedir. "Bir ş a m a n ı n karısı saygıdeğer,
B ü t ü n Sibirya halklarında demirci epey y ü k s e k bir toplumsal ko-
bir d e m i r c i n i n karısı h ü r m e t e lâyıktır" der bir başka atasözü.5 Üçün-
n u m a s a h i p t i r ; m e s l e ğ i t i c a r i b i r iş o l a r a k g ö r ü l m e z : E r g i n l e y i c i sır-
c ü b i r m e s e l : " İ l k d e m i r c i , i l k ş a m a n ve i l k ç ö m l e k ç i ö z k a r d e ş t i l e r .
lara s a h i p l i ğ i s e z d i r e n ve b a b a o ğ u l a a k t a r ı l a n b i r y e t e n e k s ö z k o n u -
D e m i r c i b ü y ü k k a r d e ş t i ve ş a m a n da o r t a n c a k a r d e ş . D e m e k ki de-
s u d u r . D e m i r c i l e r özel r u h l a r c a k o r u n u r l a r . Ş i g n a n ' d a ve P a m i r ' i n di-
mircinin ölümü şamanın elinden olamaz."6 Dolganlara göre şamanlar
ğer bölgelerinde demircilik "Davud peygamberin armağanı" olarak
demircilerin ruhlarım "yutamazlar," ç ü n k ü demirciler ruhlarını ateşte
g ö r ü l ü r ve b u s a y e d e d e m i r c i , m o l l a l a r d a n daha fazla s a y g ı görür.
k o r u r l a r ; a k s i n e d e m i r c i n i n b i r ş a m a n ı n r u h u n u a l ı p ateşte yakması
A n c a k d e m i r c i n i n h e m f i z i k s e l h e m de t i n s e l o l a r a k s a f o l m a s ı gere-
olasıdır.7 Yakut mitlerine göre, demirci mesleğini c e h e n n e m i n baş de-
k i r . D e m i r h a n e b i r i b a d e t y e r i d i r ve d u a l a r ve t o p l a n t ı l a r i ç i n özel
m i r c i s i , " k ö t ü " t a n r ı K ' d a a i M a k s i n d e n a l m ı ş t ı r . B u b a ş d e m i r c i etrafı
bir yer olmadığında d e m i r h a n e d e toplanılır.10

" P e y g a m b e r D a v u t " b i r g ö k s e l t a n r ı n ı n ya da yerli b i r Uygarlaştı-

r ı c ı K a h r a m a n ı n y e r i n i a l m ı ş t ı r . Bu d u r u m , B u r y a t l a r m inanışlarında
4 Le Chamanisme, s. 2 3 3 , 3 2 7 , 3 8 6 vd, 4 1 2 vd.
5 A.g.y., s. 4 0 8 .
6 A Popov, "Consecration Ritual for a Blacksmith Novice Among the Ya- 8 A. Popov, a.g.y., s. 2 6 0 - 1 ; Eliade, a.g.y., s. 4 0 9 .
kuts," Journal of American Folklore, 4 6 , 1 9 3 3 , s. 2 5 7 . 9 W . Jochelson, The Yakut, 1 9 3 1 , s. 172 vd.
7 A. Popov, a.g.y., s. 2 5 8 ; Eliade, Le Chamanisme, s. 4 0 9 . ' 10 Jochelson, a.g.y., J . Sarubin'e göre.

86 87
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR 'ATEŞİN EFENDİLERİ'

açıkça görülür. Anlattıklarına göre eskiden insanlar demiri kullanma- leme törenleri senaryolarında da ortaya çıkıyor. Müstakbel şamanlar,
yı henüz bilmezken hayvanları taşlarla öldürüyor, etini dişleriyle par- gördükleri erginleyici halüsinasyonlarda kendilerini erginlemenin
çalayarak yiyor ve derileriyle iyi kötü örtünüyorlardı vb. O zaman ak 'demon'-efendilerince paramparça edildiklerini görürler. Şu halde bu
Tengriler (iyi tanrılar) göksel demirci Boşintoy'u yeryüzüne, insanla- geleneksel senaryolar demircilik alanına ait hareketleri, araçları ve
ra metalürjinin yararlarını öğretsin diye kızı ve dokuz oğluyla birlik- simgeleri doğrudan ya da dolaylı olarak içerir. Bir Yakut şaman, er-
te gönderdi: ilk öğrencileri, demirci ailelerin ataları oldular. Başka ginleyici hastalığı sırasında demonların, uzuvlarım demirden bir kan-
bir efsanede söylendiğine göre Boşintoy'un oğulları yeryüzündeki kız- cayla koparıp bedeninden ayırdıklarını görmüştür; binbir türlü iş-
larla evlenip demircilerin ataları oldular: Eğer bu aileden gelmiyorsa lemden sonra (kemiklerin temizlenmesi, etlerin kazınması vb) de-
hiç kimse demirci olamazdı. Buryatların, tıpkı panteonlarını "ak tan- monlar kemikleri yan yana getirip demirlerle tutturmuşlardır. Bir
rılar" ve "kara tanrılar" olarak bölmeleri gibi "kara demircileri" de başka şamanın bedeni de demirden gagalı, çengel gibi pençeli ve de-
vardır; şamanları "ak" ve "kara" (iyi ve kötü) olmak üzere ayrılır. mir telekli Yırtıcı Anne Kuş tarafından küçük parçalara ayrılmıştır.
Kötü ruhların koruması altındaki "kara demirciler"den halk çok kor- Bir başkası erginleyici halüsinasyonunda demirden bir beşiğe yatmış
kar: insanların "ruhlarını" yiyebilirler. Törenleri sırasında yüzlerini olarak görmüştür kendini. Son olarak bir Ava-Samoyed şamanmm
isle boyarlar. uzun bir özyaşamöyküsel anlatısından şu bölümü aktaralım: Müstak-

Buryat demircilerinin koruyucu tanrı ve ruhları insanlara yalnızca bel şaman erginlenme hastalığı sırasında bir dağın içine girdiğini

işlerinde yardımcı olmakla kalmaz, onları kötü ruhlara karşı da ko- gördü; burada bir körüğü çalıştıran çıplak bir adam gördü. Ateşin üs-

rurlar. Demircilerin kendilerine özgü ayinleri vardır: Bir at kurban tünde bir kazan vardı. Çıplak adam şaman adayını devasa bir maşayla

edilir, karnı açılır ve kalbi çıkarılır; bu özellikle bir şaman ayinidir. yakaladı, kafasını kesti, bedenini küçük parçalara ayırdı ve hepsini

Atın ruhu göksel demirci Boşintoy'a ulaşacaktır. Dokuz delikanlı kazana atıp üç yıl pişirdi. Mağarada ayrıca üç örs vardı ve çıplak

Boşintoy'un dokuz oğlunun yerine, bir adam da bizzat demircinin ye- adam en iyi şamanlar için ayrılmış üçüncü örsün üstünde adayın kafa-

rine geçer; bu adam cezbeye düşüp uzunca bir monologa başlar ve in sını dövdü. Sonra kemikleri topladı bir araya getirdi ve etle kapladı.

illo tempore oğullarını insanları uygarlaştırsınlar diye nasıl Yeryüzüne Bir başka bilgiye göre bir Tunguz şamanımn erginleme sırasında ka-

gönderdiğini anlatır. Sonra diliyle ateşe dokunur; eski adetlerde fası kesildi ve madeni parçalarla yeniden örste dövüldü. 12 Nihayet şa-

Boşintoy'u temsil eden kişi eline erimiş demiri almaktaydı; 11 bunu Si- man kostümünün kimileri kemiklere benzeyen ve böylece bir iskelet

birya ve Kuzey Amerika şamanları hâlâ yapıyor. görüntüsü yaratan demirden nesnelerle süslü olduğunu ammsaya-

Şamanizm ile demircilik arasındaki dayanışma kimi şaman ergin-

11 Eliade, Le Chamanisme, s. 4 0 9 - 4 1 0 , Sandschejew'e göre. 12 Eliade, Le Chamanisme, s. 4 8 vd, G. W . Ksenofontov ve A. Popov'a göre.

88 89
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR "ATEŞİN EFENDİLERİ"

hm. 1 3 göğüs zırhıdır. Kimi kez demirciler krallığa kadar yükselirler. Bazı
Söylediklerimizden anlaşıldığına göre şamanın bedenindeki de- anlatılara göre Cengiz Han eskiden basit bir demircidir, ayrıca Mo-
mirin rolü Avustralya, Okyanusya ve Güney Amerika'daki büyücü- ğolların boy efsaneleri demirciliği hükümdar hanedanına bağlar. 16
hekimlerin kullandıkları kristallerin ya da başka büyülü taşların oy- Iran geleneğinde demirci Kavi, Kavya hanedanının atasıydı; bir gün
nadığı role benzer. Şamanın üstünde bulunan kaya kristallerinin "deri önlüğünü bir mızrağın ucuna asmış ve ejder-krala karşı isyan
Avustralya ya da Okyanusya'daki şamanın ruhları ve tinleri "görebil- bayrağını açmıştı. Basit bir deri önlük İran'ın bayrağı haline gelmiş-
mesini," havada uçabilmesini vb sağladığını biliyoruz; çünkü gök ti." 17
kubbeden düşen kristallerin kutsallığı şamanda özümsenmiştir (bkz. Birbiriyle ilintili bütünlükleri yineleyelim: "Ateşin efendileri," şa-
s. 19 vd). Bazı Sibirya şamanizmlerinde, bu kez demirle benzer bir manlar, demirciler, kahramanlar, mitsel krallar (hanedan kurucuları).
özdeşleştirmeye rastlanır. 14 Bu durum bazı sonuçlar doğurur; demir "Büyülü sıcaklık," kahramanın (askeri olarak) erginlenmesi ile demir-
demircinin koruyucusu olduğundan, demircinin büyüsel-dinsel gücü-
ci arasındaki kimi ilişkilere yeniden değineceğiz. Şimdilik demircinin
nü artırır. Şamanlarla demircilerin kutsallıklarının "ateşe hâkim ol-
başka kültür alanlarındaki dinsel ve toplumsal konumunu inceleye-
malarıyla" kanıtlandığını gördük. Kuramsal terimlerle söylersek, bu
lim.
"hâkimiyetin" anlamı insanlık durumundan daha üstün bir durumun
elde edilmesidir. Üstelik demirci, kahramanların silahlarım da yapar.
Söz konusu olan yalnızca silahların maddi olarak yapımları değil, on-
lara yüklenen "sihir"dir de; bunları sihirli araçlara dönüştüren şey
demircinin gizemli zanaatıdır. Destanlarda demirciler ile kahramanlar
arasında ortaya çıkan ilişkiler de buradan kaynaklanır. F. Altheim ne-
redeyse bütün Moğol boylarının destansı şiirlerinde, ayrıca Türklerde 16 F. Altheim, a.g.y., s. 128, Ohsson ve Sandschejew'e göre. Tibetli demircilerin
"demirci" (tarkhan) sözünün aynı zamanda "kahraman" ve "yalnız, dinsel işlevleri, ritüelleri, mitolojileri ve şamanlarla ilişkileri hakkında bkz.
Rene de Nebesky-Wojkowitz, Oracles and Demons of Tibet, Lahey, 1 9 5 6 , s.
atlı savaşçı" anlamı taşıdığına işaret eder. 15 Aynı yazar şaman davulu
1 5 3 vd, 3 3 7 vd, 4 6 7 , 5 3 9 ; R.-A. Stein, Recherches sur l'epopee et le barde au
ve giysisinin askeri önemini vurgular; şaman giysisi metalden bir tür
Tibet, Paris, 1 9 5 9 , s. 8 1 , 1 5 0 - 1 5 1 , 189, 3 6 1 vd, vb.; Siegbert Hummel, "Der
götliche Schmied in Tibet," Folklore Studies, XIX, 1 9 6 0 , s. 2 5 1 - 2 7 2 . F.
Altheim, Geschichte der Hunen, I, Berlin, 1959, s. 1 9 5 - 2 1 5 .
17 Altheim, Attila. Avesta dilindeki kavay sözcüğü de "bilge" anlamına gelir;
13 Bkz. Le Chamanisme, s. 1 4 4 3 vd, 152 vd.
a.g.y., s. 126. Snorri, kral tnge'nin bir "demirci kulübesinde" doğduğunu an-
14 Zorunlu olarak ilkel bağlar söz konusu değildir; çünkü başka şamanizmler-
latır; krş. H. Ohlhaver, Der Gemıanische Schmied, Leipzig, 1 9 3 9 , s. 13. Aynca
de (Okyanusya, Amerika) demir önemli bir rol oynamaz.
bkz. Kari Jettmar, "Schmiede brauchtum im ötlische Hindukush," Mitteilun-
15 F. Altheim, Attila, Fr. çev., Paris, 1 9 5 2 , s. 33. gen der Anthropologische Gellschaft in Wien, LXXXVII, 1 9 5 7 , s. 2 2 - 3 1 .

90 91
TANRISAL DEMİRCİLER VE UYGARLAŞTIRICI KAHRAMAN1.AR

9 mantra'lar okunur. Bali'de pande-wesi'\ehn, onlara meslekleri için ge-

Tanrısal Demirciler ve rekli olan şakti'yi, gizemli gücü veren Brahma'nın aracılığıyla yaratı-

Uygarlaştırıcı Kahramanlar ldıklarını anlatan yazılı bir gelenekleri vardır."


Yakın tarihli Hindu etkiler ( m a n t r a , Brahman, şakti) ayıklandığın-
da Endonezyalı demircinin kökenine ilişkin kompleksi ortaya çıkar-
mak kolaydır: Tanrısal köken miti ve soyağaçlarmın geleneksel ya da
yazılı olarak aktarılması (destansı şiirlerde olduğu gibi başlangıç),
ünümüzün Cava demircileri yoksul ve mütevazı insanlardır,
G ama bazı işaretler onların hâlâ özel bir yerleri olduğunu göste-
rir. Demirci iseler adları pande'dir (uzman), silah ustası iseler onlara
mesleğin kutsal niteliği ve erginleme ayinleri, krallarla mistik kar-
deşlik ve ayrıcalıklı toplumsal konum. Bu özgül notlardan çoğu Si-
birya ve Orta Asya demircisinin mitsel-ritüel komplekslerine dikkati-
empu ya da kyai (efendi, usta) denir. Ancak kadim Cava'da metallerin
mizi çekmişti. Burada uzun bir sözlü geleneğin varlığını haber veren
eritilmesi gizemli bir iş olarak görülürdü ve çoğunlukla bir hüküm-
yazılı soyagaçlarıyla ilgili bilgileri vurgulayalım. Şu halde soyağaçla-
dar gibi onurlandırılan fcris-demirci figürü çevresinde başlı başına bir
nnı bilmek ve ezberden saymak, aynı zamanda rahip-şaman ile şairin
edebiyat oluşmuştur. Demirci eskiden sarayda saygın bir yere sahipti
işini yapmak demektir. Şamanlar, kahramanlar ve demirciler arasın-
ve kimi durumlarda bütün topluluğu temsil edebiliyordu. Kadim Ca-
daki ilişkiler, Orta Asya destansı şiirinde ağırlıklı bir yere sahiptir
va'da demirci ile hükümdar arasındaki ilişkiler kardeşler arasındaki
ve Kari Meuli kimi Yunan destan temalarının şamancı yapısını göster-
ilişkiler gibiydi. Hükümdarlarınki gibi demircilerin soyagaçları da
dikten sonra Finlerin Kaîevala'sında demirci ile şaman kahramanlar
tanrılara kadar uzanırdı. Bugün hâlâ, silah ustası bir kris demiri dök-
arasındaki özdeşleşmeyi açıkça otaya koymuştur. 1 Demircilik mesleği
meye başlamadan önce atölye bir kay on gibi, yani kutsal bir yer gibi
ile destansı şiir arasındaki bu akrabalığın kimi yönleri, günümüzde
süslenir; işe başlamadan önce getirilen sungular sünnet ya da düğün
demircilerin ve kalaycı Çingenelerin genellikle soyağacı okuyucuları,
törenlerinde sunulan sunulara benzer. 1 Bali'de demirci çırakları için
ozan ve şarkıcı oldukları Yakın Doğu ile Doğu Avrupa'da hâlâ görüle-
erginleme ayinleri vardır ve iş sırasında her alet kullanımından önce
bilir. 4 Burada uzun uzun açıklamalar gerektirecek bu karmaşık ve il-

1 R. J. Forbes, Metallurgy in Antiquity, s. 7 9 - 8 0 , W. H. Rassers'e göre. Aynca 2 Forbes, a.g.y., s. 6 5 , R. Goris ve P. de Kat Angelino'ya göre. Balili demircilerin
bkz. R. Goris,' "The Position of the Blacksmiths," Bali Studies in Life, Thought çoğu XV. yüzyılda Cava'dan gelmiştir.
and Ritual, Lahey, 1 9 6 0 , s. 2 8 9 - 3 0 0 ; D. Veerkamp's, "Stummer H a n d e ! in 3 Kari Meuli, "Scythica," Hermes, 70, 1 9 3 5 , s. 175. Demirciler, büyücüler ve
Schmiedesagen Europas und Südasiens," Zeitschrift jür Ethnologie, c. LXXX, şairler arasındaki bag hakkında bkz. H. Ohlhaver, Der germanische schmied
1 9 5 5 ; O'Connor, "Iron Working as Spritual Inquiry in the Indonesian Arc- und seme werkzeug, s. 9 5 vd.
hipelago," History of Religions, 14, 1 9 7 5 . • 4 Krş. R. Eisler, D as Qainzeichen, s. 111.

92 93
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TANRISAL DEMİRCİLER VE UYGARLAST1R1CI KAHRAMANLAR

ginç konu üzerinde duramayacağız, ama demircinin mesleğinin kutsal çıkarıyordu:


niteliği, barındırdığı mitolojiler ve soyağaçları, şamanlar ve savaşçı- (1) Kuzey Afrika'nın doğusundaki çimenli düzlüklerde demirci-
larla kurduğu işbirliği sayesinde destansı şiirin yaratılıp yayılmasın- ler küçümsenen bir kasttır ve işleri belirli bir ritüel niteliğe sahip
da rol oynamış olduğunu belirtmek gerekiyor. değildir;
1880'ler gibi erken bir tarihte, Richard Andree, o zamanlar mev- (2) aksine Batı Afrika'da demirciler erkeklere özgü gizli toplu-
cut olan belgelere dayanarak metal işçilerinin hemen her yerde ayrı luklarla işbirliği içindedir; büyücü ayrıcalıklarına sahiptirler ve
bir grubu oluşturduklarını belirtmiştir: Onlar toplumun geri kalanın- kapalı gruplar oluştururlar;
dan yalıtılması gereken gizemli varlıklardır.' Demircilerin Colombus (3) Kongo ve civar yerlerde demirciler loncalar halinde grup-
öncesi Amerika'daki toplumsal konumları ve büyüsel-dinsel işlevleri laşmışlardır; rahipler ve şeflerle (bazen bunlar aynı kişidir) işbir-
henüz pek iyi bilinmiyor. 6 Demirciler Kuzeybatı Amerika kabilelerin- liği içindedirler ve demircilik işi büyük bir tinsel desteği, ilaçları
de ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler ve mesleğin gizli gelenekleri gerektiren bir ritüel oluşturur. Yine Cline'e göre bütün kara Afri-
yalnızca aile bireylerine aktarılır. 7 Bu konu Afrika'da özellikle Walter ka'nın, demircinin büyüsel-dinsel özellikleriyle, erginleyici gizle-
Cline ve Griaule Misyonunun çalışmaları sayesinde çok daha iyi be- ri, cinsel tabuları, çekiç ve örsün kişileştirilmesi, mesleğin baba-
lirlenebilmiştir. 8 1936 yılında Cline araştırmalarından şu sonuçları dan ogula geçmesi gibi olguları bildiğini eklemek gerekiyor.
Yerleşik demirci loncalan dışında gezgin demirciler de vardır;
kudretli büyücüler olmalarıyla ünlüdürler. 9 Beyaz Nil'deki Bariler
5 R. Andree, Ethnographische Parallelen und Vergleiche, s. 1 5 3 ; aynı yazar, Die
Metalle bei den Naturvölkern, s. 4 2 vd. Aynca bkz. Fredrick W. Robin, The gezgin demircileri parya olarak görürlerken 10 Kongo'daki Balololar
Smith. The Tradition and Lore of an Ancient Craft, Londra, 1 9 5 3 ; R. J. Forbes, onlara büyük saygı duyarlar ve hatta onların kral soyundan ya da
Metallurjy in Antiquity, s. 6 2 - 1 0 4 , "The Evolution of the Smith His Socail and
aristokrat bir soydan geldiklerini düşünürler. 1 '
Sacred Status;" şu yapıtta yeniden yayımlanmıştır: Studies in Ancient Techno-
logy, c. 8, Leyden, 1 9 6 4 , s. 5 4 - 1 0 4 . Zenci demircinin mesleğindeki bu belirsizlik büyük ölçüde Afri-
6 Bkz. Forbes, a.g.y., s. 68. ka'nın kültürel tarihiyle açıklanır. Herman Baumann'm gösterdiği gi-
7 R. Andree, Die Metalle bei Naturvölkern, s. 1 3 6 vd.
8 Bkz. aşağıda 28. ila 35. dipnotlarda belirtilen yapıtlar. Aynca M. D. W.
Jeffries, "Stone-Age Smiths," Archiv J. Völkerkunde, III, 1 9 4 8 , s. 1-8; Luc de
Heusch, "Le symbolisme du forgeron en Afrique," Rejlets du Monde, no. 10,
delle religioni, XXVII, 1 9 5 6 , 8 7 - 1 0 1 ; E. C. Lanning, "Genital Symbols o n
Temmuz 1 9 5 6 , s. 5 7 - 7 0 ; Germaine Dieterlen, "Contribution â l'etude des
Smiths' Bellows in Uganda," Man, LIV, no 2 6 2 , s. 1 6 7 - 1 6 9 .
forgerons en Afrique occidentale," Ecole Pratique des Hautes Etudes. Section
des Sciences Religieuses: Annuaires 1964-1965, LXXIII, Paris, 1 9 6 5 , 3-28,
9 Krş. Forbes, s. 6 4 .

özellikle s. 16-18. Afrikalı demircinin erginlenmesi konusunda bkz. Ernesta


10 R. Andree, Die Metalle, s. 9, 42.

Cerulli, "L'iniziazione al mestiero di fabro in Africa," Studi e materiali di storia 11 Cline, a.g.y., s. 22.

94 95
DEMİRCİLER VE S1MYACIİJ\R TANRISAL DEMİRCİLER VE UYGARLAŞTIRICI KAHRAMANLAR

bi 12 paleolitik zenci uygarlığı (Kongo'un kuzeyi, Habeşistan'a kadar yen bir kast olan tl-Konnonolara bırakmışlardır. 16 Massailerin inan-
Yukarı Nil, Doğu Afrika'nın ortaları ve güneyini içerir) gerçek Afrika cında "bir demirci kraaVıyla yakınlık diğer kraal'lara ölüm, hastalık
demir uygarlığını temsil eder; demirci en çok burada hürmet görür ya da başka talihsizlikler getirir. Demirci kasttan bir kadınla evlilik
ve önemli bir dinsel görev üstlenir: Mitsel demirci toprak kültürü dışı bir hayat süren bir erkek aklını kaybedecek, sakat çocukları ola-
için gerekli olan aletleri getiren kişi olarak bilinir ve bu nedenle "Uy- cak ya da ilk dövüşte ölecektir. Ol kononi ("demirci") demirci olmayan
garlaştırıcı Kahraman," tanrısal yaratıma katılan biri sayılır. Demirci birine söylendiği zaman bir küfür sayılır; bu sözcüğü gün battıktan
tıpkı çömlekçiler ve altın bulmak için toprağı kazan kadınlar gibi sonra söylemek aslanların ya da düşmanların gece baskınına davetiye
kutsal toprakla ilişkilendirilir ve birçok yerde (örneğin Yukarı Nijer çıkarmak demektir. Demircilik mesleği murdar bir meslektir." 17
kültürel çevresinde) demircilerin karıları kabilenin çömlekçileridir. 13 Demircinin saygı gördüğü Afrika topluluklarına gelelim. Va Çag-
Buna karşılık bozkırlardaki avcı uygarlıkta ve Ham! çoban uygar- galarda (tarım işçileri, Hamî Bantular), demirciler hem korku hem de
lıklarında demirciler küçümsenirler ve ayrı bir kast oluştururlar. De- saygı uyandırırlar. Evlilik konusunda madalyonun öbür yüzü de var-
mir ve demircinin yaptığı aletlerin paleolitik zenci kültürlerinde ol- dır. "Kızım demirciye kimse vermek istemez; çünkü boşandığında
duğu gibi uygarlaştırıcı işlevi yoktur. Örneğin demircilerin küçüm- büyük bir tehlike içine girer. Boşanma kaçmılmazsa demirci karısının
sendikleri ve kendi içinden evlenen parya sınıfını oluşturdukları Ha- bedenini annesinin ya da başka bir kadının huzurunda yağlayarak bu
beşlerin, Somalilerin (ki burada Toumal demircileri dokunulmaz bir bedene bagışlıklık kazandırabilir - b u , Massailerin yeni bir demir alet
kasttır) ve Tedalarm (Çad'ın kuzeyinde, özellikle orta Sahra'da) duru- yoluyla demirciden gelebilecek herhangi bir bulaşmayı engellemek
mu böyledir. 14 Va-Ndorobolar da (Nil Vadisi'nin avcı Hamî yerleşim- için kullandıkları yöntemi anımsatıyor- ayrıca boşanmayı ilan etme-
cileri) demircileri küçümserler; demirciler toplumda hiçbir hakka sa- den önce ona bir baston verir. 18 Çekiçte ise özel bir güç vardır. De-
hip değildirler ve üstleri tarafından öldürülebilirler. 15 Komşuları mirci bir çekiç yapmaya girişmeden önce müşterisinden bir teke ve
Massailer (Nil Vadisi'nin göçer ve sığır yetiştiricisi Ham! yerleşimci- bir miktar bira alır. Bir hırsıza ya da kişisel bir düşmana büyü
leri) demiri eritme, demiri işleme mesleğini büyük ölçüde küçümse- yoluyla çekiçle vurabilir. 19 Genel olarak demirciler güçlerini kara bü-
yü için kullanmazlar ve çoğu ak şaman olarak tanınır. Demir, muska-

12 H. Baumann ve D. Westermann, Les peuples et les Civilisations de l'Afrique, Fr. 16 Baumann, s. 259.
çev. L. Homburger, Paris, 1948. 17 Cline, a.g.y., s. 114.
13 Baumann, a.g.y., s. 498. 18 Cline, s. 115; B Guttmann, "Der Schmied und seine Kunst im ammistischen
14 Baumann, s. 283-431. Denken," Zeitisch.f. Ethnologie, 4 4 , 1 9 1 2 , s. 89.
15 Cline, s. 114. 19 B. Guttmann, a.g.y., s. 83 vd.

96 97
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
TANRISAL DEMİRCİLER VE UYGARLA$TIRICI KAHRAMANIAR

ların etkisini artırır ve m ü k e m m e l bir ilaçtır. Batı Va Tçagga kadınla-


larm üstünde yer aldıkları Baholohololarda vb. durum böyledir." 2 5
rı boyunlarında demir kolye, kollarında demir bilezik taşırlar, çünkü
Kuzey Nijeryalı Tivler demirin ölüler ile canlılar arasında bağ kur-
bu nesnelerin doğurganlık verdiğine ve hasta çocukları iyileştirdiğine
mayı sağladığını düşünürler; ayrıca demir aletlerin dökümcülükte bu-
inanılır. 2 0
lunan ve demirciye nüfuz edip özellikle yıldırımla ortaya çıkan büyü-
Katangalılarda (Güney Kongo kültür bölgesi) metalleri işleyenler,
lü güce sahip olduğuna inanırlar. 26
kendilerine özgü bir erginlemeye ve tapıma sahip gizli dinsel toplu-
Afrikalı demircinin ayrıcalıklı yerini ve dinsel işlevini özellikle
luk ( b v a n g a ) oluştururlar. 21 BaYekelerin demirci ustası (Güney Kongo
kozmogonik mitler ve köken mitleri açığa çıkarır. Marcel Griaule ve
kültür bölgesindeki Nyamvezi kabilesi) bir şamanla işbirliği yapar;
yardımcıları sayesinde Dogonlarda (Volta kültürel alam) ve Bambara-
Ballalarda (Zambezi kültür bölgesindeki tarımcı topluluk) "demir
lardaki (Yukarı Nijer alanı) ilk Demirci hakkında oldukça geniş bir
doktoru" döküm işlemini yönetir. 2 2 Güney Kongo'da demirciler baba-
belge bütününe sahibiz. Dogonlarda demircilik mesleği çok gözdedir
dan oğula süren bir lonca oluştururlar; bu loncanın "üyeleri neredey-
ve araç gereçleri de tapımda önemli bir yer tutar; çünkü İlk Demirci
se şamanlarmkine eş bir konuma sahiptirler ve kimi kez ocim banda
mitolojide önemli bir yere sahiptir. Yüce Tanrı Amma'dan ekilebilir
[büyücü-hekim] veya ocivinda [demirci] olarak adlandırılırlar." 2 3 Mo-
tohumları almış ve bunları balyozunun içine koymuş, sonra demir
sengereler ve BaSakatalarda (Güney Kongo çevresi) demirci ustası ge-
bir ipe tutunmuş, Tanrı da onu yeryüzüne indirmiştir. Bir başka
nellikle köyün kurucusudur ve mesleği babadan oğula geçer. 2 4 "Kon-
versiyona göre demirciler önceleri gökte yaşıyor ve Amma için çalı-
go bölgesindeki birçok diğer grupta ve öncelikle demircilerin her za-
şıyorlardı. 2 7 Ancak demircilerden biri Tanrı'nm darısını çalıp bal-
man büyücü ve çoğunlukla da şef oldukları yukarı Ogove'de demirci-
yozuna saklayınca Amma onu yeryüzüne indirdi: Yerle temas edince
lik ile şeflik işlevlerinin birleştiği görülür; ulusal kutsal ateşin bir
saflığım kaybetti ve bunun sonucunda yeniden göğe çıkamadı. En ek-
rahip demircinin koruması altında olduğu Loango'da; demircilerin
siksiz olan üçüncü değişkeye göre Ata Demirci, gökte, insanın temel
şeflerden hemen sonra geldikleri BaSonguelerde; hiyerarşik olarak
organlarını temsil eden sekiz odalı bir zahire ambarı yaptırdı; her
şeflerin ve avcıların hemen altında ve şeflerin kurmaylarının şaman-
odaya ekilebilir bir tohum koydu. Göksel topraktan yapılan bu ambar
İlk Demirci tarafından yeryüzüne indirildi ve dağılıp burada ilksel saf
tarlayı oluşturdu; daha sonra insanlar onun çevresinde örgütlendi-

20 Cline, a.g.y., s. 116.


21 A.g.y., s. 119.
25 A.g.y, s. 125.
22 A.g.y., s. 120.
26 A.g.y., s. 126.
23 A.g.y, s. 122.
27 Bu Dggon miti ile gökten gelen İlk Demircilere ilişkin Munda ve Buryat mit-
24 A.g.y, s. 124.
leri arasındaki simetri dikkat çekicidir; bkz. s. 6 9 vd, 8 8 .
98 99
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TANRISAL DEMİRCİLER VE UYGARLAŞTIRICI KAHRAMANLAR

ler." 8 Yine ateşi bulan, insanlara tarımı, hayvanları evcilleştirmeyi öğ- di ve insanlara ateşi kullanmayı, hayvan yetiştirmeyi ve tarımı öğret-
reten de İlk Demircidir. 29 Diğer mitlere göre Dogonlarm Uygarlaştı- ti; demirci dinsel ve toplumsal yaşamda büyük bir işleve sahiptir ve
rıcı Kahramanı, Yol Gösterici Cin Nommo, Demirci kılığına girip erginleme törenlerinin baş eğitmenidir; ayrıca kahin ve peygamber-
Yeryüzüne indi ve insanlara uygarlığı gösterdi. Gökyüzünde Nom- dir, vb 3 3 ) ve Bambara balıkçıları Somonlarda (kozmogonik bir mit
mo'nun faaliyetleri fırtına sırasında görülebilir: Tıpkı T'ou-jenlerin Ezeli Demirciye yaratılışta işbirlikçi bir rol yükler; "Koruyucu su
Dântsien Sân'ı gibi (bkz. s. 3 1 ) yıldırımlar gönderip gök gürlemesi ruhu tapımmdaki kurbancı, ataları Gökten inmiş demirciler olması
taşları fırlatır. 30 gereken bir aileye aittir" 3 4 ) da buluyoruz. Bambaralarda büyük rahip
Dinsel işlevi bakımından göksel Demirci ile Uygarlaştırıcı Kahra- neredeyse her zaman bir demircidir ve gizli topluluklar genellikle de-
man, tarım ve demirci arasındaki bağlar yalnızca Dogonlara özgü de- mirciler tarafından yönetilir. Tauxier aynı durumun diğer Mandeler-
ğildir. Aynı şeyi biraz eksik de olsa Savadogalarda; 31 Gurunsilerde de, Malinkelerde, Uassulonkelerde vb gözlemlendiğini belirtmişti. 3 5
(İlk Demirci=Uygarlaştırıcı Kahraman; demirci ateş ve yıldırım rahi- Bir Açanti mitine göre demirci, Tanrı tarafından bir düzine insan ve
binin işlevini üstlenir 32 ); Voltanın en arkaik toplumlarından biri olan hayvan yapmak için görevlendirilerek Yeryüzüne indirilir. 3 6 Evelerde
Bololarda (mitlere göre Yüce Tanrının oğlu İlk Demirci yeryüzüne in- demirci ve demircilik aletleri dinsel yaşamda önemli bir yer tutar.
Çekicin ve örsün gökten düştüğüne inanılır ve bu iki nesnenin önün-
de yemin edilir; demirci yağmur yağdırır ve bir savaşı zaferle sonuç-
landırabilir. Mitlere göre İlk Demirci - k i m i kez Yüce Tanrının Öz
28 Mitin farklı versiyonlan için bkz. Marcel Griaule, Masques Dogons, Paris,
1938, s. 48; aynı yazar, Dieu d'eau, 1949, s. 52 vd; aynı yazar, "Descente du Oğlu olarak kabul edilir- Tanrı tarafından yaratılışı tamamlamak ve
troisieme verbe," Psyche, 13-14, 1947, s. 13-36 vd; G. Dieterlen ve S. de mesleğin sırlarını insanlara vermek için gönderilmiştir. 3 7 Yorubalar-
Ganay, "Le genie des Eaux chez les Dogons," Miscellanea AJricam, V, Paris, da ilk silahları yapan, avcılığı öğreten ve Ogboni gizli topluluğunu
1 9 4 2 , s. 6 vd; M. Griaule ve G. Dieterlen, Le Renard pâle, c. I; Le mythe
cosmogonique, Paris, 1965; Genevieve Calame-Griaule, Ethnologie et langage:
La parole chez les Dogon, Paris, 1965, s. 275 vd, vb; Harry Tegnaeus, Le
Heros Civilisateur. Contribution â l'etude ethnologique de la religion et de la soci-
ologie Ajricaines, Uppsala, 1950, s. 16 vd. 33 A.g.y., s. 42 vd.
Griaule, Masques dogons, s. 1 5 7 ; aynı yazar, Descente du troisieme verbe, s. 13- 34 A.g.y., s. 47.
35 vd; Dieterlen & de Ganay, Le Genie des eaux, s. 7.; H. Tegnaeus, a.g.y., s. 35 Tegneaus, s. 47; L. Tauxier, Histoire des Bambara, Paris, 1942, s. 276 vd; G.
18 vd.
Dieterlen, Essai sur la religion Bambara, Paris, 1951, s. 143 vd.
30 Griaule, Masques Dogons, s. 4 9 ; aynı yazar, Dieu d'eau, s. 1 3 0 vd; H. 36 Tegnaeus, s. 55.
Tegnaeus, a.g.y., s. 20 vd. 37 Özellikle Batı Evelerinin ve Doğu Evelerinin gelenekleri arasında elbette de-
31 A.g.y., s. 35. ğişkeler de içeren çok sayıda mit vardır. En önemlilerini Tegnaeus'tan alıp
32 A.g.y., s. 40. özetledik: Le Heros Civilisateur, s. 61-63.

100 101
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR TANRISAL DEMİRCİLER VE UYGARLAŞTIRICI KAHRAMANLAR

kuran İlk Demirci Ogün'dür. 38 Mbulalarm Uygarlaştırıcı Kahramanı


la kullanır. Yeryüzündeki en eski metalürji merkezlerinden ikisinin
Nzeanzo hem demirci, hem hekim hem de eğitmendi: Bütün yararlı
(Taurus ve Yenisey) yakınlığına karşın Slavlar metallerin hiçbir işleve
teknikleri öğretti ve demirciler loncasını kurdu. 39 Tçambalarda, Da-
sahip olmadığı bir maddi kültüre sahiptirler. 44
kalarda, Durrularda ve diğer komşu kabilelerde Demirci-Uygarlaştı-
Demek ki demircinin işlevini anlamak için mitolojilere ve dinsel
rıcı Kahraman mitolojisi son derece zengindir: İlk Demirci bu kavim-
ideolojilere bakmak gerekiyor. Biraz önce de gördük ki, Göksel De-
lere hem ateş yakmayı, hem yiyecekleri pişirmeyi hem de ev yapma-
mirci yüce Tanrı'nm oğlu, habercisi ya da işbirlikçisidir: Tanrı'nm
yı, çocuk sahibi olmak için cinsel birleşmeyi, doğurtmayı, sünneti,
işini tamamlar ve çoğunlukla da işi onun adına yapar. Göksel Demir-
ölü gömme biçimlerini vb öğretmiştir. 4 0 Başka bir deyişle Durrular-
cinin getirdiği "uygarlık" yalnızca dünyanın düzenlenmesine indirge-
da ve diğer kabilelerde demirci kraldan daha fazla toplumsal ve dinsel
nemez (bu, neredeyse bir kozmolojidir); uygarlık aynı zamanda tinsel
bir işleve sahiptir. 41 Kikuyularm mitolojisi üç kardeşten, üç Uygar-
düzeydedir: Eğitmen-Demirci, insanı gizleri anlayabilecek hale getire-
laştırıcı Kahramandan söz eder: İlki hayvanların evcilleştirilmesini,
rek Tanrının işini tamamlar ve kusursuzlaştırır. Dolayısıyla demirci-
ikincisi tarımı ve üçüncüsü de metalleri işleme sanatını öğretmiştir. 4 2
nin, ergenlerin erginlenmesindeki ve gizli demeklerdeki rolü, toplu-
Rivayete göre ilk Angola kralının Demirci Kral olduğunu anımsata-
luğun dinsel yaşamındaki önemi buradan kaynaklanır. Kimi bölgeler-
rak Afrika'daki olgulara ilişkin bu özeti noktalayalım.
de eş tutulduğu şefler ve egemenlerle kurdukları ilişkileri bile dinsel
Bütün paleolitik zenci kültür alanı, Göksel Demirci-Uygarlaştırıcı
düzeydedir.
Kahraman mitinde ideolojik temellerini bulan demirciyle ilgili dinsel
Massailerde ve diğer Hami halklarda demircinin küçümsenmesine
faaliyetler bütününü ortaya koyuyor. Bununla birlikte demircinin ri-
gelince, bu toplulukların tarımcı olmadıklarını, öte yandan demirin
tüel olarak değerli sayılmasını yalnızca tarım aletleri yapmadaki ro-
büyüsel ve dinsel bir anlam belirsizliğine sahip olduğunu hesaba kat-
lüyle değerlendirirsek yanılırız. Demirci ile demir yalnızca tarımcı
mak gerekiyor; bütün kutsal nesneler gibi metal hem tehlikeli hem de
uygarlıklarda yüceltilmiş değildir. Slavların uygarlığı gibi tamamıyla
yararlıdır. Metaller ve demirci konusundaki bu belirsiz tutum dünya-
tarımcı bir uygarlık demiri yalnızca kötü ruhlardan korunma amacıy-
nın her yerinde gözlenmektedir.

38 Tegnaeus, a.g.y., s. 82 vd.


39 A.g.y., s. 102.
40 A.g.y., s. 104.
44 Evel Gasparini, L'Ergologia degli Slavi, Venedik, 1951, s. 172 vd, 179.
41 A.g.y„ s. 105.
42 a.g.y., s. 142 vd.
43 A.g.y., s. 172.

102 103
DEMİRCİLER, SAVAŞÇILAR, ERGİNLEME USTALARI

10 cak silahları yapmıştı. Aynı biçimde Ejder Vritra ile savaş İndra'nm

Demirciler, Savaşçılar, Erginleme Ustaları silahlarını tanrısal demirci Tvaştri yapmıştı; Hephaistos Zeus'un Ty-
phon'u yenmesini sağlayan yıldırımı yapmıştı; Thor yılan Midh-
gardhsormr'ı, Kykloplarm İskandinav muadili olan cücelerin yaptığı
çekiç, Mjölnir'le ezmiştir.

Ancak, tanrısal demirci ile Tanrılar arasındaki işbirliği, dünya

T anrısal demirciler ile Tanrı arasındaki ilişkinin tümüyle farklı


bir düzeyde olduğu başka bir mit grubuna değinmeden geçeme-
yeceğiz: Göksel Tanrı (daha doğrusu Kasırga Tanrısı) ile su Ejderi
egemenliği için yapılan savaşta demircinin yaptığı ortak çalışmayla
sınırlı değildir. Demirci aynı zamanda Tanrıların mimarı ve zanaat-
karıdır. Köşar Tanrıların yaylarını yapar, Baal sarayının yapımını
arasındaki savaşı konu alan ünlü mitoloji teması. Savaşın konusu
idare eder ve diğer tannlarm sunaklarını donatır. Bundan başka The-
dünya egemenliğidir; ama her zaman kozmolojik bir yönü vardır:
odore Gaster'in belirttiğine göre, bu demirci tanrı müzik ve şarkıyla
Tanrı, canavarı yendikten sonra dünyayı kendi bedeninden çıkarır
da ilişkilidir. Sanchoniaton, Çusör'un "güzel konuşma" sanatını ve
(Marduk-Tiamat teması) ya da diğer versiyonlarda canavarı "bağla-
dualar ve şarkılar besteleme sanatım da bulduğuna işaret eder. Ugarit
yıp," yeraltınm karanlıklarına fırlatarak dünyayı düzenler, sağlam te-
metinlerinde şarkıcıların adı kötarât'tır. Demircilik mesleği ile şarkı
meller üzerine oturtur. 1 Oysa bu mitin versiyonlarının çoğunda Ka-
arasındaki işbirliği Sami sözdagarmda da açıkça belirtilmiştir; Arapça
sırga Tanrısı ona zaferi sağlayan silahlan bir demirci-tanrıdan alır.
k-y-n "(demiri) dövmek, demirci olmak," "şarkı söylemek, bir cenaze
Bir Kenan metni olan Baal'ın Şiirinde tanrı Köşar-va-Hasis (kelime
ağıtı yakmak" eylemini belirten ibranice, Süryanice ve Etiyopya di-
anlamıyla "becerikli" ve "kurnaz") Baal için iki sopa yapar; Baal bun-
lindeki terimlerle akrabadır. 4 Şair sözcüğünün Yunanca kökeni olan
ları kullanarak yeraltı sulan ile denizlerin Efendisi Yam'ı alt eder. 2
poietes'in "yaratıcı," "yapıcı" anlamına geldiğini ve "zanaatkar" ile "sa-
Ugarit mitolojisinde Köşar tanrısal demirci statüsündedir. Sanchoni-
natçı" arasında anlamsal bir yakınlık bulunduğunu belirtmeye gerek
aton'un aktardığı anlatıma göre demiri ilk bulan Çusör'du. 3 Bir Mısır
bile yok. Sanskritçedeki takş, "yaratmak," Rig Veda şarkılarının 5 bes-
versiyonunda Ptah (Çömlekçi Tanrı), Horus'a Set'i yenmesini sağlaya-
telenmesini ifade etmek üzere kullanılır. Eski İskandinav dilinde "de-
mirci-şarkı" anlamında lotha-smithr ve Rhin dilindeki "şair bozuntu-
su," "şair müsveddesi" anlamlarına gelen reimschmied, daha açık bi-
1 Bu mit üzerine bkz. M. Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, c. I, çev.
Ali Berktay, Kabalcı, 2 0 0 3 , s. 1 8 4 vd.
çimde demircilik mesleği ile şair ve müzisyenin sanatı arasındaki sıkı

Metnin çevirisi ve uzunca yorumu için bkz. Teodore H. Gaster, Thespis, Eski
Yakındoğ'da Ritüel, Mit ve Drama, çev. Mehmet H. Doğan, Kabalcı, 2 0 0 0 , s.
2 2 4 vd. 4 Ginsburg, aktaran: T. H. Gaster, Thespis, s. 2 2 5 .
3 Gaster, Thespis, s. 2 2 4 , yorum. , 5 I, 6 2 , ' l 3 ; V, 2, II.

104 105
DEMİRCİLER VE SİMYACI U R DEMİRCİLER, SAVAŞÇILAR. ERGİNLEME USTALARI

bağları ortaya koyuyor. 6 Snorri'ye göre Odin ve rahipleri "şarkı de- "meslek sırlarını" içeren, kutsal gizemle yüklü bir atmosfer içinde
mircileri" adını alıyorlardı. 7 Demircinin kahramanlarla, ozanlarla ve aktarılmış görünmektedir. Bu karmaşık ritüel kompleksin düzenleniş-
şairlerle bir tutulduğu Türk-Tatarlar ile Mogollarda da aynı ilişkiler lerini ve bütün yönlerini anlamaktan henüz uzağız ve bunlardan bazı-
dikkati çekmektedir (bkz. yukarıda s. 90). Yine demirci, kalaycı, mü- larını da asla anlayamayacağız. Gözden geçirdiğimiz birkaç metalur-
zisyen, şifacı ve falcı olan göçer Çingeneleri de anmak gerekiyor. jik mit ve ritüel grubu, bunların ne denli karmaşık oldukları hakkın-
Çingeneler kendilerine Avrupa'da Rom, Ermenistan'da Lom, iran'da da bir fikir ve içerdikleri çeşitli dünya tasavvurları hakkında bir işa-
Dom, Suriye'de Dom ya da Dum adlarını verirler. Jules Bloch'un yaz- ret verir bize. Bununla birlikte bir öğe vardır ki daimidir: Metalin
dığına göre ilginçtir ki, "Hindistan'da dom eski zamanlarda çok yay- kutsallığı ve bir de her tür madencilik ve metalürji işindeki çelişik,
gın ve ünlü bir kabilenin daha doğrusu bir kabileler grubunun adı- ayrıksı, gizemli özellik. Daha önce anımsattığımız gibi (s. 3 0 vd), taş
dır." 8 Sanskrit metinlerinde Çingeneler müzisyendirler, dokunulmaz- devirlerinden kalma kimi mitolojik temalar, metaller çağı mitolojile-
dırlar* ama özellikle demirci ve müzisyendirler. Asür dökümcüleri ve ri içinde erimiştir. Fırlatılan silahları, taş atan silahları yıldırımla eş-
demircileri ile -onlara daha önce de değinmiştik (bkz. s. 6 9 ) - dom leştiren "yıldınmtaşı" simgeciliğinin metalürji mitlerinde çok yaygın
arasında ilişkilerin olduğunu belirtmek ilginç olacaktır: Şimdiki ha- olması da özellikle anlamlıdır. Demirci tanrıların ya da tanrısal de-
nedanlıktan önce Asürlara belki de kuzeyden gelmiş olan bir Dom ha- mircilerin gök tanrıları için yaptıkları silahlar gök gürültüsü ve şim-
nedanlığı egemendi. 9 şektir. Örneğin Tvaştri'nin İndra'ya sunduğu silahlar böyledir. Ni-
Demek ki çeşitli kültürel düzeylerde (ki bu, çok eski olduğunun nurta'nın sopalarına "dünya çatırdatan," "dünya-ufalayan" denir ve
göstergesidir) demircilik sanatı, okült bilimler (şamanizm, büyü, bunlar gök gürültüsü ve şimşeğe benzetilmiştir. Aynı şekilde gök
şifacılık vb) ile şarkı, dans ve şiir sanatı arasında ilişkiler bulunmak- gürültüsü ve şimşek Zeus'un silahlarıdır; Thor'un çekici de (mjölnir)
tadır. Bu birbirine geçmiş teknikler erginlemeleri, özgül ritüelleri, yıldırımdır. Sopalar Baal'in elinde "sıçrar," çünkü Köşar, örsünde
onun için çok uzaklara fırlatılabilen silahlar dövülmüştür. 10 Zeus yıl-
dırımım uzaklara fırlatır.
6 Gaster, a.g.y.
İmgelerin birbiri içine girdiğini görüyoruz: Yıldırım, "Yıldınm-
1 Ohlaver, Die germanische Schmiede, s. 11.
taşı" (taş devrinden kalma bir mitolojik anı), uzun mesafeden vuran
8 Jules Bloch, Les Tsiganes, Paris, 1 9 5 3 , s. 28.
(ve kimi kez de bir bumerang gibi sahibine geri dönen) sihirli silah
Dokunulmazlar: Hindu kast sisteminin (bu, dört kasttan oluşan bir sistem-
dir: din adamlan, öğretmenler; kşatriya'lar [yöneticiler, askerler], vaisya'lar (örneğin Thor'un çekici). Burada belli bir homo faber mitolojisinin
[esnaflar, tüccarlar], sudra'ter [işçiler]) dışında kalan açuta'lar. Murdar izlerini bulmak, yapılan aletin büyülü aurasını, zanaatkarın ve işçinin
sayılırlar ve toplumdaki en "pis" işleri yaparlar - y n .
W . Ruben, Einschmiede und Dâmonen in indien, s. 9; Jules Bloch, Les Tsiganes,
s. 30.
10 Gaster, a.g.y., s. 229.

106 107
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER. SAVAŞÇILAR, ERGİNLEME USTALARI

ve özellikle metal ve demir çağında demircinin büyük ayrıcalığını sel-ritüel bütünlüklerin kaynağını, bu ezeli deneyim kategorisinde
sezmek olasıdır. Bununla birlikte gök Tanrının doğal yaptırım aracı bulacağımıza ikna olmuş durumdayız. Bu ayrıcalıklardan her biri "be-
olarak yıldırımı ve diğer bütün meteorolojik epifanilen" kullandığı ceri" ile, yani "üretimin" ve "yapımın" okült gizlerine sahip olmakla
tarım ve metalürji öncesi mitolojilerinden farklı olarak tarihsel halk- ilgili büyük mitolojinin farklı bir yönünü aydınlatmaktadır. Bir şar-
ların (Mısır, Yakındoğu, Hint-Avrupa) mitolojilerinde Kasırga Tanrı- kının sözlerinin büyük bir yaratıcı gücü vardır: Nesneler gerekli söz-
sının silahlarını - g ö k gürültüsü ve şimşek- bir tanrısal demirciden lerin "söylenmesiyle" yaratılır. Vâinâmöinen bir tekne "terennüm
alması anlamlı görünüyor. Burada homo faber'in mitleşmiş zaferini eder," yani büyülü sözlerden oluşan bir şarkı söyleyerek onu inşa
görmemek elde değil; bu onun gelecekte, endüstri çağlarmdaki ege- eder; son üç söz eksik kalınca akıl danışmaya ünlü büyücü Antero Vi-
menliğini haber veren bir zaferdir. Tanrılara yüceliklerini garantile- punen'e gider. Bir şeyi "yapmak" onu "icat etmeyi" ya da kendiliğin-
melerinde yardım eden demircilerle ilgili bu mitlerden net bir şekil- den "ortaya çıkmasını" sağlayacak büyülü sözleri bilmek demektir.
de çıkan sonuç, bir aletin yapımı'na büyük önem verildiğidir. Elbette Böylelikle zanaatkar sırları bilir, bir büyücüdür - b u yüzden bütün
böyle bir yapım uzun süre büyüsel ya da tanrısal bir niteliğe sahip ol- mesleklerde bir erginlenme vardır ve içrek bir gelenekle aktarılırlar.
muştur; çünkü her "yaratım," her "yapım" ancak insanüstü bir iş ola- Etkili şeyler yapan kişi bunları yapmanın sırlarını bilen, bu sırları ta-
bilirdi. Alet yapımcıları mitolojisinin son bir yönünü daha belirtmek nıyan kişidir.
gerekiyor: İşçi tanrısal modelleri taklit etmeye çalışır. Tanrıların de- Mitsel Afrikalı demircinin Uygarlaştırıcı Kahraman olarak işlevi
mircisi yıldırım ve şimşekle eş tutulan silahları örste döver (metalür- de büyük ölçüde bu yolla anlaşılır: Yaratımı tamamlaması, dünyayı
ji öncesi mitolojilerin gök tanrılarının doğal olarak sahip oldukları düzenlemesi ve bundan başka insanları eğitmesi, yani onlara kültürü
"silahlar'dır bunlar); insan demirciler de üstün insan koruyucularının sunması için Tanrı tarafından görevlendirilmiştir. Afrikalı demirci-
işine öykünürler. Ancak mitolojik düzeyde tanrısal modellere öykün- nin ergenlerin erginlenmelerinde ve gizli cemiyetlerde sahip olduğu
menin yeni bir temaya doğru gelişerek kaybolduğunu da belirtmek rolü özellikle belirtmek gerekiyor: Her iki durumda da gizlerin ifşa
gerekiyor: İşçinin üretim çalışmasına verilen önem ve işçinin demi- edilmesi, başka deyişle yüce gerçeklerin bilinmesi söz konusudur.
urgosvari yetileri; son olarak faber'in, nesneler "yaratan" kişinin ilah- Demircinin bu dinsel işlevinde göksel Demircinin Uygarlaştırıcı Kah-
laştırılması. raman olarak rolünü görebiliyoruz: Gençlerin tinsel olarak "yetişme-

Demirci ve tanrısal ya da yarı tanrısal zanaatkarın hem mimar, lerine" yardım eder, bir tür rehberdir, in illo tempore Gökten inmiş İlk

hem dansçı, hem müzisyen hem de büyücü-hekim olduğu bütün mit- Eğitmenin yeryüzündeki yansımasıdır.

Arkaik Yunan'da kimi mitsel kişiliklerin oluşturduğu grupların -


Telkhinler, Kabirler, Kuretalar, Daktyller- hem gizemlerle ilişki ku-
Epifani (epiphany): Yun. epiphaneia, "tezahür", ilahi veya yüce bir varlığın
ran gizli loncalar hem de metal işçileri kurulları olduğuna dikkat
görünmesi - y n .

108 109
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER, SAVAŞÇILAR, ERGİNLEME USTAL\R1

etmek gerekir." Çeşitli geleneklere göre, Telkhinler demiri ve tuncu fasını Olympos dağına gömerler. Gizemlerin kökenine ilişkin bu ef-
ilk kez işleyen insanlardı, Idalı Daktyller demiri eritmeyi bulmuş, sane, daha önce de gördüğümüz gibi (bkz. s. 73) metallerin kökenine
Kuretalar ise tuncu işlemişlerdir. Kuretalar ayrıca silahlarını şaklata- ilişkin mitle bağlantılıdır.
rak yaptıkları özel danslarıyla ünlüydüler. Kuretalar gibi Kabirler de Şu halde bu mitsel metalurjistler, büyüyle (Daktyller, Telkhinler,
"fırın ustaları," "ateşle güçlü" olarak bilinirler ve tapımları Dogu Ak- vb), dansla (Korybantlar, Kuretalar), gizemlerle (Kabirler, vb) ve
denizin her yanına yayılmıştır.'2 Daktyller, dağların ve aynı zamanda ergenlerin erginlenmesiyle (Kuretalar) ilişkilidir. 16 Demek ki burada
maden ocakları ile mağaraların tanrıçaları olan ve dağların içinde otu- demirci loncalarının gizemler ve erginlemelerde rol oynadıkları daha
ran Kybele rahipleriydi.13 "Kimilerine göre Daktyller iki gruba ayrı- eski bir duruma ilişkin mitolojik izlerle karşı karşıyayız. H. Jeanma-
lırlar; sağda 20 eril solda 32 dişil Daktyl. Ya da aynı şekilde soldaki ire, erginlenenlerin yaş gruplanyla ilişkili kuretaların erginleme tö-
Daktyller büyücüydüler ve sağdaki Daktyller de onların büyülerini renlerinde "eğitmenlerin" işlevini vurgulamıştır: Eğitmenler ve er-
bozarlardı. Ocağı çevreleyen ... ve iki karşıt cinsten oluşan "yarı-ko- ginleme ustaları olan Kuretalar bazı yönleriyle Afrikalı Demirci-Uy-
ro," her daim Çin kurbanları ve hierogamos'larına benzeyen kimi kut- garlaştırıcı Kahramanın işlevini anımsatırlar. Kültürün sonraki ve
sal evlilik ya da kutsal savaş ayinlerini ... anımsatır." 14 iskenderiyeli çok daha karmaşık bir düzeyinde demirci ve nalbantın erginleyici iş-
Clemens'in aktardığı bir rivayete göre, 15 yine Kabirler adı da verilen levinin açık biçimde süregittiğini görmek anlamlıdır. Nalbant hem
Korybantlar üç erkek kardeştiler; iki kardeş üçüncüsünü öldürüp ka- demircinin ayrıcalıklarına sahiptir hem de at etrafında billurlaşmış
simgeciliklerde yer alır. Burada savaş arabalarında kullanılan at değil,
Orta Asya'daki göçebelerin buluşu olan binek atı söz konusudur. İşte
11 L. Gemet ve A. Boulanger,Le genie grec dans la religion, Paris, 1932, s. 7 8 vd. bu kültürel bağlamda at çok sayıda mitolojik yaratımı tetiklemiştir.
Bkz. Eliade, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi, c. 1, § 10.
At ve binici "erkek topluluklarının" (Mânnerbünde) ideoloji ve ritüel-
12 J. de Morgan, La Prihistoire orientale, Paris, 1927, c. III, s. 173 vd. Bütün bu
lerinde önemli bir yer tutar; burada nalbanta da rastlıyoruz. Hayalet
konularda bkz. Pauly ve Wissowa'nın Real-Enzyklopâdie'sinin ilgili maddele-
ri. Metinsel ve yazıtsal kaynaklann kapsamlı dökümü içim bkz. Bengt at, Odin'le ya da "öfkeli ordu'nun askerleri veya "zalim avcı" (Wilde
Hemberg, Die Kabiren, Uppsala, 1950. Heer) ile birlikte nallanmak için atölyeye gelirdi.17 Almanya'nın ve Is-
13 Bkz. Radet, La Lydie et le monde grec au temps des Mermnades, Paris, 1 8 9 2 , s.
2 6 9 , vb; Hugo Gressmann, Die orientalischen Religionen in hellenistisch-römisc-
herZeit, Berlin, 1930, s. 59; Bengt Hemberg, "Die idaiischen Daktylen," Era-
nos, 50, 1952, s. 41-59. Daktyller ile Akdeniz Tannçalan arasındaki ilişkiler 16 Bkz. H. Jeanmaire, Courol et Couretes, Lille, 1939; R. Pettazzoni, 1. M isteri,
hakkında bkz. U. Pestalozza, Religione Mediterranea, Milano, 1951, s. 188 Bologna, 1924, s. 71 vd; K. Kerenyi, "Mysterien der Kabiren," Eranos-Jahr-
vd. 202 vd. Daktyllerin dogurtucu özellikleri için bkz. a.g.y., s. 204. buch, XI, 1944, s. 11-60.
14 Gabriel Germain, Genese de l'Odyssee, Paris, 1954, s. 164. 17 Otto Höfler, Geheimbünde der Germanen, Frankfurt A M., 1934, s. 53 vd.
15 Propreptikos, II, 20. Bkz. H. Olhaver, Der germanische Schmied, s. 95, vd.

110 111
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER, SAVAŞÇILAR. ERGİNLEME USTALARI

kandinavya'nın bazı bölgelerinde nalbant çok kısa süre öncesine kadar temelen erginleyici sakatlamaları çağrıştıran ya da erginleme ustala-
Mânnerbünde türünde erginleme törenlerine katılırdı: Styria'da "savaş rının görünüşlerini (kısa boylu, cüce, vb) betimleyen bir Mâ nner-
atını" veya "süvari atı'nı (yani değnekten atı) nallar; bunun için onu bünde senaryosudur. Bir sakatlığı olan tanrılar "yabancılarla," "dağ
önce "öldürür" sonra "diriltir." 1 8 İskandinavya'da ve Almanya'nın adamlarıyla," "yeraltı cüceleriyle" yani gizemlerle çevrili ve genellik-
kuzeyinde nallama, gizli erkek topluluğuna girme amaçlı bir erginle- le korkutucu metal işçileri olan dağlı, ayrıksı kişilerle ilişki içinde-
me ayini, aynı zamada bir evlilik ayinidir. 19 Otto Höfler'in gösterdiği dir. İskandinav mitolojilerinde cüceler hayranlık duyulan demirciler
gibi (özellikle s. 54), evlilik törenleri sırasında (binicili ya da binici- olarak ün salmışlardı; kimi periler de aynı ayrıcalığa sahipti. 24 Başka
siz haldeki) "atın" nallanması, ölümü ve dirilişine ilişkin ritüel, ni- yerlerde de tamamıyla metalürji işiyle uğraşan ve yerin derinliklerin-
şanlının hem bekârlar topluluğundan ayrılışım hem de evli erkekler de yaşayan kısa boylu bir halka ilişkin efsane belirlenmiştir. Dogon-
topluluğuna katılışını belirtir. lara göre bölgenin ilk mitsel sakinleri yeraltında kaybolmuş olan
Demirci ve nalbant Japon "erkek toplulukları" ayinlerinde de ben- Negrillolardır: Yorulmak bilmez demirciler olan bu kişilerin çekiç
zer bir role sahiptir. 20 Demirci-tanrmm adı Ame no ma-hitotsu no ha- sesleri hâlâ duyulabilmektedir. 25 Avrupa'nın, Orta Asya'nın ve Uzak
mıdır, yani "Göğün tek gözlü tanrısı." Japon mitolojisi Mânner- Doğu'nun (Japonya) savaşçı "erkek topluluklarında" demircinin ve
bünde'den ayrı düşünülemeyecek bir dizi tek gözlü ve tek bacaklı tan- nalbantm yer aldıkları erginlenme ritüelleri vardı. Kuzey Avrupa'nın
rıya sahiptir: Bunlar yıldırım ve dağ tanrıları ya da insan yiyen de- Hıristiyanlaştırılmasından sonra Odin ve "Zalim Avcı"mn Şeytanla ve
monlardır. 21 Şu halde Odin de ya iyi göremeyen, tek gözlü ihtiyar ya lanetliler sürüsüyle özdeşleştirildiği biliniyor. Bu demirci ile nalbantı
da kör olarak tasavvur ediliyordu. 22 Öte yandan nalbantm atölyesine Şeytanla özdeş kılma yolunda bir adımdır. 26 Büyücüde, şamanda ve
gelen hayalet at da tek gözlüydü. Burada inceleyemeyeceğimiz denli demircide ortak olan "ateşe hâkim olma" yetisi Hıristiyan folklorun-
karmaşık bir mitsel-ritüel motif söz konusudur. 23 Bizi ilgilendiren da şeytansı bir iş olarak görülmüştür: En yaygın bir halk imgesine
konu, kişilerin sakatlıklarının (tek gözlülük, tek bacaklılık, vb) muh- göre Şeytan ateş kusar. Belki de burada "Ateşin Efendisi"nin arketipik
imgesinin son mitolojik dönüşümüyle karşı karşıyayız.

Odin-Votan wut'un, furor religiosus'un efendisiydi ÇWotan, id estfu-


18 Höfler, s. 54.
19 A.g.y., s. 5 4 - 5 5 .
20 Alexandre Slawick, "Kultische Geheimbünde der Japaner und Germanen," 24 Bkz. Stith Thompson'm derlediği kaynaklar: Subject-lndex of Folk-Literature,
Wiener Beitrâge zur Kulturgeschichte, IV Salzburg-Leipzig, 1 9 3 6 , s. 6 9 7 vd.
Helsinki, 1 9 3 2 , c. III, s. 87 (demirci cüceler), c. III, s. 3 9 (metalürjisi periler).
21 Slawik, s. 6 9 8 . 25 H. Tegnaeus, Le Heros Civilisateur, s. 16.
22 Höfler, s. 181, dipnot 56. 26 Bkz. Bachtold-Staubli, Handwöterbuch des deutschen Abenglaubens, "Schmi-
23 Büyücülerin ve demircilerin eriginlenme sırasında sakatlanmaları k o n u s u n - ed," "Teufel" maddeleri; Hedwig von Beıt, Symbolik des Mârchens, Bern,
da bkz. Marie Delcourt, Hephaistos ou la leğende du magfcien, Paris, 1 9 5 7 .
1952', s. 1 1 8 vd.

112 113
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER, SAVAŞÇILAR, ERGİNLEME USTALARI

ror {Votan, yani öfke} diye yazıyordu Adam von Bremen). Şu halde vut sih demirciden bu işi yapmak için izin alır; atın toynaklarım sırayla
tıpkı Hint-Avrupa sözdagarmdaki diğer terimler gibi (furor, ferg,
kaldırır, örsün üstüne koyar, nalı ısıtır, toynağa yerleştirir ve mıh-
menos) "öfkeyi" ve kutsal gücün aşırı hoşnutsuzluğunun yol açtığı
lar. Daha sonra fırının ateşine yaşlı bir kadını (demircinin karısı, ka-
"aşırı sıcaklığı" ifade eder. Savaşçı, erginlenme dövüşü sırasında "ısı-
yınvalidesi, vb) atar ve onu örs üstünde döverek çok güzel bir genç
nır," şamanlarla yogilerin ürettikleri "büyülü ısıyı" anımsatan bir
kız haline getirir. Demirci aynı şeyi denemek ister, sonucun ne oldu-
"ısı" üretir (bkz. s. 89 vd). Bu düzlemde savaşçı diğer "ateş efendile-
ğunu biliyoruz. 28
rine" -büyücülere, şamanlara, yogilere veya demircilere- benzer. Yu-
Bu halk masalları ateşin erginleyici sınav aracı olduğu, temizlen-
karıda savaşçı tanrılar (Baal, Indra vb) ile tanrısal demirciler (Köşar,
me ve dönüşme aracı haline geldiği mitsel-ritüel senaryonun anısını
Tvaştr, vb) arasında belirtilen ilişkiler yeni bir yorumla verilebilir:
hâlâ barındırırlar (ilk Hıristiyanlıkta ve Gnostisizmde ateşle vaftiz
Tanrısal demirci ateşle çalışır, savaşçı Tanrı da furor'u sayesinde bü-
böyle bir senaryonun en gelişmiş örnekleridir). 29 Isa bu folklorik ya-
yüsel olarak kendi bedeninden ateş çıkarır. Bu denli farklı büyüsel-
dinsel deneyimleri birleştiren ve şaman, demirci, savaşçı ve mistik ratımlarda tam anlamıyla "Ateşin Efendisi" olarak sunulmuştur; nal-

gibi değişik uğraşları bağdaştıran şey ateş ile olan bu yakınlık, bu bant da "büyüsel" ayrıcalıklara sahip biridir, bu ise dolaylı olarak

sempatidir. yadsınamaz bir antikçag inancı etkisini kanıtlar. Ateşin kendisi gibi
"ateşin efendisi" de farklı değerlendirmelere uğramıştır: Tanrısal ya
Fırın ateşiyle gençleşmeyi içeren bir Avrupa folklor temasını da
da şeytani olabilmektedir. Tanrının tahtının önünde göksel bir ateş
belirtmemiz gerekiyor. 27 İsa Mesih (ya da Aziz Pavlus, Aziz Nicholas,
vardır ve cehennemde ateş yanar. Ortaçağın dinsel ve dindışı folklo-
Aziz Eloi) sıcak bir firma koyarak ya da bir örs üstünde döverek has-
runda hem Isa hem de Şeytan "ateşin efendileri"dir. Konumuz bakı-
taları iyileştiren ve yaşlıları gençleştiren bir nalbant rolü oynar. Bir
mından demirci ve nalbanta ilişkin mitsel imgelerin halk imgelemin-
asker, bir rahip (ya da Aziz Pavlus, vb) ya da bir demirci mucizeyi
de uzun süre egemen olduğunu ve bu anlatıların erginleyici anlamlar-
bir yaşlı kadında (kayınvalidesi, vb) yinelemeyi dener: Hüsrana uğ-
la yüklü olduklarını aklımızda tutmamız gerekiyor. (Gerçi masalları
rarlar. Ama Isa Mesih kurbanı kemiklerinden ya da küllerinden yeni-
dinleyenler için açık ya da anlaşılabilir gelen anlamlar hakkında tartışı-
den dirilterek dikkatsiz demirciyi kurtarır. Çok sayıda masalda İsa
labilir, ama sorunu bu şekilde sınırlandırmak akılcılığı aşırıya kaçır-
Mesih "Burada efendilerin efendisi oturuyor" yazılı olan bir demirci
mak demektir. Bir masal açık, dünyevileşmiş bir bilince hitap etmez:
atölyesine gelir. Atını nallattırmak isteyen biri içeri girer ve İsa Me-
Egemenliğini psykhe'nin derin alanlarında sürer, imgelemi besler ve

27 Bu tema C. Manstrander tarafından 1 9 1 2 yılında ve Carl-Martin Edsman ta- 28 Edsman, Ignis Divinus, s. 40, 82 vd.
rafından da 1 9 4 9 yılında kapsamlı olarak incelenmiştir: Ignis Divinus, s. 3 0
vd.
29 Bkz. C. M. Edsman, Le bapteme de feu, Uppsala, 1 9 4 0 , özellikle s. 9 3 vd,

1 3 4 vd.
114 115
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

uyanr. Ateşe ve döküme ilişkin, ölümle ve ateşi kullanarak, örs üs-


II
tünde dövmekle dirilişe ilişkin erginleyici s.mgecılıkler şaman mitle-
ri ye rıtüellerinde açıkça belirlenmiştir (bkz. yukarıda s. 89 vd) Ma- Çin Simyası
salların uyandırdığı benzer imgeler, bilinçli olarak şu ya da bu sim-
genin ilk anlamının ne olduğunu bılmeseler bile, doğrudan doğruya
dinleyenlerin psykhe'si üzerinde etkili olur.

Ç in'de mistik metalürji ile simya arasında kopma olmadığım bir


ölçüde söyleyebiliriz. Marcel Granet'in dikkat çekmiş olduğu
gibi "Taoculuk büyülü sanatların ve ilk güçlerin sırlarını ellerinde tu-
tan en ayrıcalıklı kişiler olan demirci loncalarına kadar gider." 1 Şu
halde simya teknikleri Taocu ve Yeni Taocu çevrelerde yayılmıştır.
Bilindiği gibi "Taoculuk" diye adlandırdığımız şey anımsanamayacak
kadar eski zamanların tinsel geleneklerinin çoğunu benimsemiş ve ye-
niden öne çıkarmıştır. Bir örnek vermek gerekirse, "Hayvan Yaşamı-
nın" kendiliğindenliğine ve mutluluğuna ulaşmayı amaçlayan arkaik
yöntemler Taocu önderler tarafından benimsenmiş ve özenle korun-
muştur; bu tür uygulamalar avcı halkların ön şamanizminden ileri
gelmektedir, dolayısıyla ne denli eski oldukları ortadadır."

Elbette süreklilik ile aynılığı birbirine karıştırmamak gerek. Çinli


simyacının "durumu" arkaik demirci ya da mistiginkiyle * aynı ola-
mazdı. "Simya fırınını antik demircilikten miras alan Taocularda, ö-
lümsüzlük artık (en azından ikinci Han hanedanından beri) büyü bir
aracın dökülmesinin bir sonucu değildi (böyle olunca demirci ocağı
için bir kurban sunulması gerekirdi), ölümsüzlük "tanrısal zincifreyi"
üretebilene aitti. O andan sonra yeni bir tanrısallaşma aracı elde edil-

1 Marcel Granet, Danses et Legendes de la Chine ancienne, Paris, 1 9 2 8 , s. 6 1 1 .


2 Bkz. Chamanisme, s. 4 0 2 vd
116
117
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÇİN SİMYASI

di: Tanrılara benzemek için sıvı altın ya da zincifre içmek yeterliy- evrensel mitolojiler ve folklorlar alanına aittir. "Ölümsüzlük otu,"
di." 3 Özellikle Yeni Taocu dönemde simyacı Çin toplumunun dönüşü- "yaşam" yüklü ve ebedi gençlik iksiri içeren hayvansal ya da bitkisel
mü nedeniyle sakatlanmış ya da bozulmuş bir "eski hikmeti" yeniden cevherler gibi kavramlar, ayrıca Ölümsüzlerin oturduğu, girilemeyen
bulmaya çabalıyordu. Simyacı hem bir zanaatkar hem de bir okurya- bölgelere ilişkin mitler, Çin'in sınırlarını aşan bu arkaik düşünceye
zardı: Öncülleri -avcılar, çömlekçiler, demirciler, dansçılar, tarımcı-
aittir. Ancak burada bunları incelememiz söz konusu değil (Birkaç ör-
lar, esrikler- erginlenme ve "meslek sırlarıyla," sözlü olarak aktarı-
nek için bkz. Not K). Burada yalnızca dökümcü ve demirci mitleri ve
lan geleneklerin tam ortasında bulunuyordu. Taoculuk yüzünü kısa
ayinlerinde temel düzeyde bulduğumuz önsezilerin simyacılarca nasıl
sürede bu geleneklerin temsilcilerine sempatiyle, hatta coşkuyla dön-
ele alınıp yorumlandığını belirteceğiz. Maden filizlerinin büyümesi,
müştü; bu durum Taocuların "halka ait boşinançlara" hayranlığı ola-
metallerin doğal olarak altına dönüşmesi, altının mistik değeri konu-
rak ifade edildi; perhiz, beden eğitimi, koreografi, nefes alıp verme,
larını ilgilendiren birkaç temel fikrin sonraki gelişimini aydınlatmak
esrime, sihir teknikleri, ayrıca şamanizm ve ruhçu vb tekniklerdi
oldukça öğretici olacaktır. Demirci birlikleri ve erginleyici meslek-
bunlar. Bütün bunların araştırıldığı halk düzeyinde kimi geleneksel
sırlarmı içeren ritüel bütüne gelince bunun yapısıyla ilgili bazı bilgi-
uygulamaların uzun süre öncesinden çok sayıda değişikliğe uğramış
ler Çinli simyacılara aktarılmıştır, ve yalnızca onlara da değil. Bir us-
olduğunu düşünüyoruz: Kimi şamancı esrime tekniklerinin şaşırtıcı
ta tarafından erginlenme ve gizlerin erginleme sırasında aktarılması
değişkelerini anımsamak yeterlidir. 4 Öte yandan Taocular bu tür "bo-
uzun süre simya öğretimi için bir kural olmayı sürdürmüştür.
şinançlarm" kabuğu altında "eski hikmete" ait halis kesitler görebili-
Uzmanlar Çin simyasının kökenleri konusunda hemfikir değiller;
yorlar, bunları toparlamaya ve sonuçta benimsemeye çalışıyorlardı.
simya işlemlerinden söz eden ilk metinlerin tarihlerini tartışıyorlar.
İşte izleri silinmeyen bir antikçağdan kalma geleneklerin kol gez-
H. Dubs'a göre ilk belgenin tarihi MÖ 144'tür. O yıl sahte altın ya-
diği kültür tarihinin kusurlarına aldırış etmeyen arkaik önseziler ve
panların halk önünde idam edileceğine ilişkin bir kraliyet emri çıka-
geleneklerin tutunabildigi bu belirlenmesi zor alanda, Taoculuk usûl-
rılmıştır." 5 Joseph Needham'm da gösterdiği gibi sahte altın yapımı
leri, sırları, reçeteleri topladı. (Bu gelenekler çok eski tinsel durum-
tam anlamıyla simya "yöntemi" değildir 6 Başka yerlerde olduğu gibi
lardan, av büyüsüyle çömlekçiliğin esrime ve deneyimlerle bağlantılı
Çin'de de simya ikili bir inançla betimlenir:
durumlardan türemiştir.) Dolayısıyla Taocu simyacıların kaçınılmaz
(1) metallerin altına dönüştürülmesi
yeniliklere karşın öntarihsel bir geleneği ele alıp sürdürdüklerini
söyleyebiliriz. Uzun ömür ve ölümsüzlük hakkındaki fikirleri yarı

5 Metin H. Dubs tarafından basılmıştır: Beginnings of Alchemy, s. 6 3 . Çin simyası


hakkında temel kaynakça için bkz. Not I.
3 Max Kaltenmark, le Lie-Sien Tchouan, Pekin, 1 9 5 3 , s. 18.
6 Science et Civilisation in China, c. V, 2, s. 4 7 . J o e p h N e e d h a m i n simya k o n u -
4 Bkz. Chamanisme, s. 3 9 8 vd.
sundaki görüşleri Not J'de belirtilmektedir.

118 119
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÇİN SİMYASI

(2) bu sonucu elde etmek üzere yapılan işlemlerin "soteriyolo- tına dönüşecek; sarı altın elde ettikten sonra bundan yiyecek ve içecek
j i k " değeri.
kapları yapabileceksiniz, böylelikle ömrünüz uzayacak. Ömrünüz u-
Bu iki inanca ilişkin kesin kaynaklar Çin'de MÛ IV. yüzyıldan iti- zarken denizlerin ortasında, P'ong-lai Adası'ndaki kutluları (hsien) gö-
baren belirlenmiştir. Mencius'un {Mengzi} bir çağdaşı olan Tsou Yen rebileceksiniz. Onları görünce ve fong ve çan kurbanlarını sunduğu-
herkes tarafından simyanın "kurucusu" olarak tanınmaktadır. 7 MÖ II. nuzda artık ölmeyeceksiniz." 10 Bir diğer ünlü kişi olan Liu Hsiang
yüzyılda simya altınının hazırlanması ile uzun ömrün, ölümsüzlüğün (MÖ 7 9 - 8 ) "altın yaptığını" iddia ediyordu ama başarısızlığa uğradı."
elde edilmesi arasındaki bağ Liu An ve diğer yazarlar tarafından açık- Birkaç yüzyıl sonra en ünlü Çinli simyacı Pao Pu'tzu (Ko Hung'un
ça belirtilmiştir. 8
takma adı, 254-334) Liu Hsiang'ın başarısızlığım; "gerçek ilaca"
Çin simyası özerk bir disiplin haline gelirken şunları kullanmış- ("filozof taşı") sahip olmadığını, tinsel olarak gerekli hazırlıkları
tır: yapmadığını (çünkü simyacı yüz gün oruç tutmalı, kokularla arınma-
( 1 ) geleneksel kozmolojik ilkeler; lıdır vb) söyleyerek açıklamaya çalışır. Pao Pu'tzu'nun söylediğine
(2) ölümsüzlük iksiri ve ölümsüz ermişlerle ilişkili mitler; göre dönüşüm bir sarayda gerçekleştirilemez: İnzivada, ruhbandan

(3) hem ömrü uzatmayla, hem mutlulukla ve hem de tinsel iç- olmayanlardan uzakta yaşamak gerekir. Kitaplar yetersizdir; kitaplar-
tenlikle ilgili teknikler. da bulunan şeyler yalnızca yeni başlayanların işine yarar, gerisi sırdır

Bu üç öğe —ilkeler, mitler ve teknikler— öntarihin kültürel mira- ve yalnızca sözlü olarak aktarılır, vb. 12

sıydı ve bunları ilk belgelerin tarihine bakarak değerlendirmek yanlış Demek ki iksir arayışı "Ölümsüzlerin" yaşadığı uzak ve gizemli

olur. "Altın hazırlanması," "ölümsüzlük içkisinin" elde edilmesi ve adalar arayışıyla ilgilidir: Ölümsüzlerle karşılaşmak insanlık duru-

Ölümsüzlerin "anılması" arasındaki işbirliği açıkça görülür: Luan Tai munu aşmak ve zaman dışı ve kutlu bir varlığa kavuşmak demektir.
imparator Wu'nun huzuruna çıkar ve bu üç mucizeyi gerçekleştirebi- Uzak adalarda ölümsüzleri aramak Tsin hanedanının ilk İmparatorla-
leceğine yemin eder ama yalnızca Ölümsüzleri "maddeleştirmeyi" ba- rını (MÖ 219) 1 3 ve Han hanedanlığından İmparator Wu'yu meşgul et-
O
miştir (MÖ 110). 1 4
şarır. Büyücü Li Çao-Kiun Han hanedanlığından imparator Wu Ti'ye
şunu önerir: "Fırına (tsao) kurban sunun (doğaüstü) varlıkları çağıra-
bileceksiniz; (doğaüstü) varlıkları çağırdığınızda zincifre tozu sarı al-
10 Sse-ma-Ts'ien, c. III, s. 4 6 5 .
11 Metinler Dubs'un kitabında, s. 74.
7 Bkz. Dubs, s. 77; J. Needham, s. 12. 12 Bkz. Dubs'un verdiği özet, s. 7 9 - 8 0 ve Eliade, Yoga'daki ek kaynakça bilgi-
8 Needham, s. 13. leri, s. 2 8 7 , dipnot 1. Pao Pu'tzu çevirileri için bkz. Not J .
9 Edouard Chavannes, Les Memoires historiques de Se-ma-Ts'ien, Paris, 1 8 9 7 , 13 Sse-ma-Ts'ien, Hatıralar, II, 143, 152; III, 4 3 7 .
c. III, s. 4 7 9 . 14 A.g.y., c. III, s. 4 9 9 ; Dubs, s. 66.

120 121
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÇİN SİMYASI

Altın arayışı aynı zamanda tinsel bir arayıştı. Altın üstün nitelik- rümesin diye incilerle, yeşim kılıflarla süslenmiş giysilerle birlikte
lere sahipti: Yeryüzünün "Merkezinde" bulunuyordu ve çüe (arsenik gömülürler." 1 7 Aynı nedenlerle simya altınından yapılmış sürahilerin
sülfürü ya da sülfür) ile sarı cıva ve ötedünya hayatı ("sarı kaynak- özel güçleri vardır: Ö m r ü sonsuzca uzatırlar. Ko Huang şöyle yazar:
lar") ile mistik bir biçimde bağlantılıydı. Böylece M Ö 122 tarihli b i r "Eğer bu simya altınından tabak çanak yaparsanız ve bunlarla yiyip
metin olan ve yine metallerin hızlandırılmış dönüşümüne olan inancı içerseniz uzun yaşarsınız." 1 8 Aynı yazar başka bir yerde: "Gerçek in-
içeren Huai-nan-tzu'da altından söz edilir. 1 5 Bu metin Üstat Tsou Yen'- san altın yapar, çünkü onu ilaç gibi kullanarak (yani besin gibi sindi-
e değilse de okuluna aittir. 1 6 Daha önce gördüğümüz gibi (s. 54), rerek) ölümsüz olmak ister" 1 9 diye yazar. Ancak etkili olmak için al-
Çin'de metallerin doğal olarak dönüşüme uğramaları inancı yaygındı. tın "hazırlanmalı," "yapılmalı"dır. Simyevi süblimasyon ve dönüştür-
Simyacının yaptığı şey yalnızca metallerin büyümelerini hızlandır- me yoluyla üretilen altının üstün bir canlılığı vardı, bu sayede ölüm-
maktır: Tıpkı Batılı meslektaşı gibi Çinli simyacı da Zaman'm ritmi- süzlük elde edilebilirdi.
ni hızlandırarak Doğa'mn işine yardım eder. Ancak unutmamak gere-
Madem çü-şeng otu ömrü uzatır,
kir ki, metallerin altına dönüşmelerinde aynı zamanda "tinsel" b i r
İksiri ağzına koymayı neden denemiyorsun?
yön de vardır; altın "kusursuz," kirlerden "arınmış" bir metal oldu-
Doğası öyledir, altın zarar vermez;
ğundan simya işlemi örtük olarak D o ğ a n ı n mükemmelleşmesini, ya-
Bu yüzden en değerlisidir her şeyin.
ni sonuç olarak özgürlüğünü amaçlar. Metallerin yerin derinliklerin-
Sanatçı (simyacı) yediklerine altın katarsa
de büyümesi, insanı tensel ve düşkün durumuna "bağlayan" aynı za-
Ömrü sonsuzca uzar...
mansal ritimlere uyar: Simya işlemiyle metallerin büyümelerini hız-
Yaldızlı toz beş iç organa girince
landırmak demek metalleri Zaman yasasından azat etmek demektir.
Sisler rüzgânn dağıttığı yağmur bulutlan gibi kaybolur ...
Kozmolojik ilke yang'a dahil olduklanndan altın ve yeşim bedeni
Beyaz saçlar siyah olur yeniden;
çürümeye karşı korur. "Ölünün dokuz deliğine altın ve yeşim koyu-
Dökülmüş dişlerin yerine yenileri çıkar.
lursa çürümeye karşı dayanıklı olacaktır," diye yazar simyacı Ko
Hung. T'ao Hung-Çing de (V. yüzyıl) şu belirlemelerde bulunur: "Es-
ki bir mezar açıldığında içindeki ceset canlı gibi duruyorsa bilin ki, 17 B. Laufer, Jade, aStudyin Chinese Archeology and Religion, Chicago, 1 9 1 2 , s.
2 9 9 . Krş. Ware, Nei Pien, s. 6 2 . Tch'e-song tseu sıvı yeşim içiyordu: Ateşin
bedenin içinde ve dışında fazla miktarda altın ve yeşim vardır. Han
içinden geçer, yanmazdı, böylece ölümsüzlüğe kavuştu; krş. M. Kaltenmark,
hanedanlığının kurallarına göre hükümdarlar ve beyler bedenleri çü-
Le Lie-sien Tchouan, s. 3 5 vd; a.g.y., s. 37., dipnot 2; yeşim içmeyle ilgili diğer
kaynaklar. Aynca bkz., Yoga, s. 2 8 4 , dipnot 1.
18 İngilizceye çev. A. Waley, Notes on Chinese Alchemy, s. 4.
15 Dubs'un çevirdiği fragman, s. 7 1 - 7 3 . 19 İngilizceye çev. Johnson. A Study of Chinese Alchemy, s. 71. "İçilebilir altın"
16 A.g.y., s. 74. konusunda bkz. Needham, a.g.y., cilt V, s. 14, 6 8 vd, 107 vb.

122 123
ÇİN SİMYASI
d e m i r c i l e r v e S1MYAC1Ij\R

Pörsümüş ihtiyar ihtiras dolu bir delikanlı olur; ki patikaların da o kadar ulaşılmaz olmasıdır. Boşu boşuna göğe ba-

Çökmüş yaşlı kadın da gencecik bir kız. kar, oraya nasıl ulaşacağımı bilemezdim. Ateşte cevherleri döngüsel

Kim ki biçimini değiştirip yaşamın tehlikelerinden kurtulmuştur olarak dönüştürüp sağlamlaştırarak İksir hazırlama tekniklerini, ayrı-
işte onun adı Gerçek tnsan'dır. 2 0 ca içilebilir yeşim ve sıvı altın yapımını sağlayabilecek diğer formül-
leri denemeye başladım. Ancak bu teknikler gizemli ve çok zor, anla-
Lie Hsien Ç'üan çuan'da ("Bütün Ölümsüzlerin Yaşamöyküleri") be-
şılmaz ve sonu belirsiz. İçrek yetileri olmayan biri bunları nasıl anla-
lirtilen bir rivayete göre, İksire düzülen bu methiyenin yazarı Wei
sın ki?" 23 Ancak önsözün biraz ilerisinde Sun okuyucuya güvence ve-
Po-yang "ölümsüzlük haplarım" yapmayı başarmıştı: Çömezlerinden
riyor: "Bu kitapta topladığım simya formüllerinin çoğunu şahsen de-
biri ve köpeğiyle birlikte bu haplardan içtiler ve Yeryüzünü etleriyle
nedim ve hep de en iyi sonuçları elde ettim. Bundan başka gerekli bü-
kemikleriyle terk edip diğer ölümsüzlerin arasına karıştılar. 21
tün bilgileri de verdim. Eğer bunlar dikkatlice izlenirse başarı kesin-
Taocu üstatların en son amaçları olan "bedensel ölümsüzlük" ge-
dir" (s. 150).
nellikle laboratuvarda hazırlanmış iksirler içilerek elde ediliyordu. 22
Son yıllara kadar Avrupalı bilginler "dış simyayı" ya da iyatro-
"Dış simya" (wai tan) uzmanı VII. yüzyıldaki büyük iyatrokimyacı 0
kimyayı (wai-tan) "dışrak" olarak, "iç simyayı" ya da yogacı simyayı
Sun Ssu-mo, iksirlerin etkisini ve bunların geleneksel reçetelerle ya-
(nei-tan) "içrek" olarak bilmekteydi. Bu karşıtlık sonraki bazı yazarlar
pılabileceğini yadsımaz. Tan çing yao çueh (Klasik Simyacıların Temel
için doğru olsa da (krş. s. 132) ilk başta wai-tan da "yogi benzeri gibi
Formülleri) adlı yapıtının Önsöz'ünde Sun şöyle yazıyor: "Eski zaman-
içrekti." 24 Gerçekten de daha önce gördüğümüz gibi "dışrak simya-
ların kitaplarını bir bir okudum: Hepsi de iksirin etkisiyle çömezin
nın" ünlü temsilcisi Sun Ssu-mo tamamıyla Taocu içrek gelenek için-
bedeninde kanatların çıktığı ve çömezin havaya yükseldiği konusunda
de yer alıyor.
hemfikir. Böyle şeyleri okurken içimde hep dayanılmaz istekler uyan-
Simya Çin düşüncesinin çok iyi tanıdığı mikrokozmos ile makro-
mıştır. Tek üzüntüm Tanrısal Yol'un o kadar uzak, bulutlar arasında-
kozmos arasındaki geleneksel eşleştirmeyi benimser. Evrensel beşli
wu-hsing (su, ateş, odun, altın, toprak) insan bedenindeki organlarla
20 Ts'an T'ung Ç'i, bölüm: XXVII, İngilizceye çev. Waley, Notes on Chinese Alc- eşleştirilir: Kalbin esası ateştir, karaciğerinki odun, akciğerinki me-
hemy, s. 11. Tamamıyla simyayı konu alan bu ilk risale MS 1 4 2 yılında Wei tal, böbreklerin esası su, midenin esası topraktır. 25 İnsan bedeni olan
Po-yang tarafından yazılmıştır, ingilizceye Lu-Ç'iang W u tarafından çevril-
mikrokozmos da simya terimleriyle yorumlanmıştır. "Kalbin ateşi
miş, kitaba Renney L. Davis de bir giriş yazmıştır; bkz. Not J ve Yoga, s. 2 8 5 ,
dipnot 1.
21 Krş. Lionel Giles, Chinese Immortals, s. 6 7 vd.
22 Krş. Needham, V, 2, s. 9 3 vd.
23 İngilizceye çev. Sivin, Chinese Alchemy, s. 1 4 6 - 1 4 8 .

® lyatrokimya: Tıp ve fizyolojinin kimya terimleriyle anlaşılabileceğine ilişkin


24 Sivin, s. 15, dipnot 18.

bir kuram - y n . • 25 Metinler J o h n s o n , s. 102'de.

124 125
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÇIN SİMYASI

zincifre gibi kırmızıdır, böbreklerin suyu kurşun gibi karadır" diye yuttu ve tanrısal hafif zincifre karını elde etti. Bundan da beş yıl tü-
yazıyor, ünlü simyacı Lü Tsu'nun yaşamöyküsünün yazarı (MS VIII. kettikten sonra artık uçarak dolaşabiliyordu." 2 " Tch'e-fou "cıva yapa-
yüzyıl). 26 Makrokozmosla eşleştirilen insanın bedeninde, kozmosu bilmişti ve potasyum nitrat ile yuttuğu zincifreyi arıtmıştı (bu per-
oluşturan bütün öğeler ve kozmosun döngüsel yenilenmesini sağlayan hizden) otuz yıl sonra bir delikanlıya dönmüştü, kılları ve tüyleri
bütün yaşamsal güçler vardır. Yalnızca bazı özleri güçlendirmek ye- kıpkırmızıydı." 30
terli olacaktır. Zincifrenin önemi buradan gelir; yalnızca rengiyle de- Ancak zincifre özellikle ersuyunun damıtılması yoluyla insan be-
ğil (kan rengi, yaşam ilkesi) ateşe koyulduğunda cıvaya dönüşmesi deninde de üretilebilirdi. "Taocu hayvanlara ve bitkilere öykünerek
bakımından da önemlidir, içinde ölüm yoluyla yeniden türemenin kendini baş aşağı asar, ersuyunun özünü beynine akıtmaya çalışır." 31
sırrını barındırır (çünkü yanma ölümü simgeler). Sonuçta insan bede- Ünlü zincifre tarlaları, tan-t'ien'ler beynin ve karnın en gizli yerinde
ninin sürekli yenilenmesini sağlayabilir; kısaca ölümsüzlüğe ulaştıra- bulunur: Ölümsüzlük embriyonu simyevi olarak buralarda hazırlanır.
bilir. Pao Pu'tzu; yaklaşık birbuçuk kilo zincifre ile yarım kilo bal Bu "zincifre tarlalarının" bir diğer adı K'un Lun'dur. K'un Lun hem
karıştırılıp güneşte kurutulursa, bundan bir kenevir tohumu büyüklü- ölümsüzlerin evi olan Batı Denizinin Dağı'dır hem de "bir mağarayı
ğünde haplar yapılırsa, yıl boyunca alman on tanesi beyaz saçları ye- andıran odaya" (tong-fang, aynı zamanda gerdek odasını ifade eden te-
niden siyahlaştıracak, düşmüş dişlerin yerine yenilerini çıkaracak ve rim) ve "nirvanaya" (ni-wan) sahip beynin gizli bir bölgesidir. "Bura-
eğer bir yıldan da fazla alınırsa ölümsüzlüğü sağlayacaktır. 27 ya mistik tefekkür yoluyla girmek amacıyla," yaratılmamış dünyanın
Taocu Ölümsüzlerle ilgili efsanevi yaşamöyküsü derlemesi olan ezeli, cennetsi, "bilinçsiz" haline benzeyen bir "Kaos" durumuna
Lie-sien Tchouan -Lieou Hiang'a atfediliyor (MÖ 77-6), ama miladın (houen) geçilir. 32
ilk yüzyılında değişikliğe uğradığı kesindir- zincifreyi ömür iksiri İki öğeye özellikle dikkate etmek gerek:
olarak zikreden en eski metinlerden biridir. "Han hanedanından ilk (1) mitsel K'un Lun Dağı ile beynin ve karnın gizli bölgeleri-
imparatorların iktidarları sırasında simyacılar zincifreyi altın elde et- nin eşleştirilmesi;
mek için kullanıyorlardı (altın tüketilmiyordu ama sihirli kapkacak (2) tefekkür yoluyla gerçekleştiğinde bu gizli "zincifre tarlala-
yapılıyordu, ki bu da ara aşamaydı). Ancak milattan sonra ilk yüzyıl- rma"na girişi ve böylelikle ölümsüzlük embriyonunun simyevi
lardan sonra zincifre yutulmasıyla bedenin kıpkırmızı olacağına ina- olarak hazırlanmasını sağlayan "Kaos" durumuna yüklenen rol.
nılır oldu." 28 Lie-sien Tchouan'a göre bir vali "üç yıl boyunca zincifre

29 Kaltenmark, s. 146-147.
26 Akt.: W. A. Martin, The Lore of Cathay, New York ve Chicago, 1901, s. 60. 30 A.g.y., s. 271.
27 Johnson'ın metni, s. 63'tedir; bkz. Ware, The Nei P'ien, s. 74 vd. 31 Rolf Stein Jardins en miniature d'ExtrSme-Orient, s. 8 6 .
28 Max Kaltenmark, Le Lie-sien Tchouan, s. 18-19. 32 R. Stein, a.g.y., s. 54.

128 129
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR CİN SİMYASI

insan bedeninin mitsel K'un Lun Dağı ile eş tutulması birçok kez ğmda "varlığın en gizli yurduna girer, ki burası topu topu tırnak ka-
söylediğimiz şeyi doğruluyor: Taocu simyacı uzun ömür reçeteleri ve dardır." 36 Oysa bu iç mekân bir sukabağı biçimindedir.
mistik fizyoloji teknikleri içeren, tarih ötesi bir geleneği üstlenir ve
Simya işlemleri için kaçınılmaz olan meditasyonun yarattığı "Ka-
devam ettirir. Gerçekten de Batı Denizi Dağı, Ölümsüzlerin yurdu
os" durumu ise bizim konumuzla birçok bakımdan ilgili görünüyor.
olan, "küçük dünya"nm, minyatür bir evrenin geleneksel ve çok eski
Öncelikle bu "bilinçdışı" durum (embriyonun ya da yumurtanın du-
bir imgesidir. K'un Lun Dagı'nm iki katı vardır: Dik bir koni, ters
rumuna benzetilebilir) ile üzerinde daha sonra (s. 167 vd) duracağı-
çevrilmiş başka bir koninin üzerindedir, 33 tıpkı simyacıların fırınları
mız Batı simyasındaki materia prima {ilksel madde), massa confusa
gibi. Ama sukabağımn da üst üste binmiş iki küresi vardır; sukabağı
(katışık kitle} arasındaki benzerlik. Materia prima yalnızca cevherin
kozmosun minyatürüdür ve Taocu ideoloji ve folklorda önemli rol
ilk hali olarak değil simyacının iç deneyimi olarak da anlaşılmalıdır.
oynar. Sukabağı biçimindeki bu mikrokozmosta Yaşam'ın ve Gençli-
Maddenin mutlak belirsizlik biçimindeki ilk haline indirgenmesi iç
ğin kaynağı yer alır. Sukabağı biçimindeki Evren temasının eskiliği
deney düzeyinde doğum öncesi duruma, embriyon durumuna dönüşe
tartışılmaz bir gerçektir. 34 Demek ki bir simya metninde geçen şu
denk düşer. Regressus ad uterum (rahme geri dönme) yoluyla yeniden
sözler anlamlıdır: "zincifre (yani ölümsüzlük hapı) yetiştiren kişi
gençleşme, ömrün uzaması teması Taoculuğun ana motiflerinden biri-
Gök' ü örnek alıp Yeryüzünü biçimlendirir. Bunları kendi içine döne-
dir. En çok kullanılan yöntem "embriyon soluması"dır (t'ai-si). Ama
rek arar ve o zaman birden bedeninde sukabağı biçiminde bir Gök
simyacı embriyon durumunu, fırınında malzemeleri katıp katıştırarak
bulur." 35 Gerçekten de simyacı bilinçsizliğin "Kaos" durumuna ulaştı-
da elde edebilir. Bağdaştırmacı bir çağdaş Taocu metinde şöyle söyle-
nir: "Bu nedenle, bağışlayıcı (Budha) Jou-lai (=Tathâgata), insanlara
ateşle çalışmanın (simyevi) usûlünü gösterdi ve onlara kendi (gerçek)
33 Bu simgeciliğin öntarihi için bkz. Cari Hentze, Tod, Auferstehung, Weltor- doğalarını ve yaşam paylannı(n bütünlüğünü) yeniden yapmak üzere
dnung, Zürih, 1 9 5 5 , s. 3 3 vd, 1 6 0 vd ve birçok yerde.
tekrar ana rahmine girmeyi öğretti." 37
34 Krş. R. Stein Jardins en miniature, s. 45. vd. Cennetsi, kutlu ve büyüsel olarak
etkili yurt teması en eski çağlardan beri sukabağı ya da dar ağızlı sürahiyle Şunu da ekleyelim: Hem Taocuların hem de Batılı simyacıların
bir tutulmuştur; a.g.y., s. 55. Büyücüler, simyacılar akşamları bir sukabağımn yücelttikleri bu "rahme dönüş" (s. 168 vd) aslında kültürün henüz ar-
içine çekilirler; a.g.y., s. 57 vd. Sukabağımn örnek modeli Ölümsüzlerin yur-
kaik katmanlarında belirlenen daha eski ve daha yaygın bir tasavvu-
du ve gizli sığınak olan mağaradır. Çömez mağaranın karanlığında erginle-
run gelişmiş halidir: Dünya'nm kökenlerine doğru simgesel olarak
nir, sırlan öğrenir. "Erginlenme temalan mağaraya o denli bağlıdır ki tong
("mağara") en sonunda "gizemli, derin, aşkın" bir anlam taşır olmuştur" (R. inme yoluyla, yani kozmogoninin yeniden canlandırılması yoluyla sa-
Stein, s. 44). "Mağaralara (apayrı bir cennetsi dünya) girilmesi zordur. Ağızla-
rı dardır, tombul gövdeli sürahilerdir bunlar, sukabağına benzerler" (s. 4 5 ) .
"Gök mağara" konusunda bkz. M. Sormie, "Le Lo-Feou Chan," s. 8 8 - 9 6 . 36 R. Stein, s. 59.
35 P'ei-wen yun-fou da geçen bir yorum, İngilizceye çev. R. Stein, s. 59. 37 Aktaran: R. Stein, s. 97.

130 131
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR CİN SİMYASI

ğaltma. 38 Çok sayıda arkaik terapi, dünyanın yaratılışının ritüel ola- nefes ve güç onunla aynı anda hareket ederler. Böbrekler şiştiğinde
rak yinelenmesini içerir; bu da hastanın yeniden doğmasını ve içinde ersuyu ve kan aynı zamanda akar." 40
dokunulmamış yaşam güçleriyle yeni bir varlığa kavuşmasını sağlar.
Simyanın çileci ve tefekkürcü bir tekniğe dönüşmesi, Zen okulla-
Çinli Taocular ve simyacılar bu geleneksel yöntemi ele almış ve ta-
rının gelişimi sırasında XIII. yüzyılda doruğa ulaşır. Tao-Zen simya-
mamlamışlardır: Bunu kimi özel hastalıkların sağaltımında kullan-
cısının önemli temsilcisi, Po Yu-Çuan adıyla da bilinen Ko Çang-
mak yerine öncelikle insanı zamanın yarattığı aşınmalardan, yani yaş-
Keng'dir. İçrek simyanın üç yöntemini bakın nasıl açıklıyor: 41 İlkinde
lılık ve ölümden korumak için kullandılar.
beden kurşun görevi görür, kalp cıva görevi; "meditasyon" (dhyâna)
Belirli bir çağdan sonra dış simya (wai-tan) dışrak olarak görül- (simya işine) gereken sıvıyı, zekâ kıvılcımları da gereken ateşi verir.
müş ve yogacı türdeki (nei-tan) ve tek "içrek" simya olarak belirlenen Ko Ç'ang-Keng şunları ekler: "Bu yöntemle genelde on ay süren bir
iç simyayla zıtlaştırılmıştır. Nei-tan içrek hale gelmiştir, çünkü sim- gebelik göz açıp kapayıncaya kadar geçebilir." Kesinlik anlamlıdır;
yacı iksiri mistik fizyoloji yöntemleriyle, bitkisel ya da madensel Waley'in de belirttiği gibi Çinli simyacı çocuk yapma sürecinde Filo-
cevherleri kullanmadan kendi bedeninde üretir. IX. yüzyıl sonu X. zof Taşı'nı üretebileceğine inanır. Doğurma ile Taş'm üretimi arasın-
yüzyıl başında yaşamış olan Peng Hsiao, Ts'an T'ung Ç'i risalesiyle il- daki benzerlik Batı simya yazılarında örtük olarak vardır (örneğin
gili yorumunda, somut cevherlerle uğraşan dışrak simya ile yalnızca ateşin kabın altında kırk hafta yanması gerektiği söylenir ki, bu süre
bu cevherlerin "ruhlarını" kullanan içrek simya arasında açık bir ay- insanlarda embriyonun rahimde kalma süresidir).
rım yapar. w Ayrım çok daha önce Hui-ssu (MS 515-577) tarafından
Ko Çang-Keng'in ileri sürdüğü yöntem birkaçı erken antikçağa ka-
da yapılmıştı. Su Tung-P'o'nun MS 1110'da yazdığı Ejder ve Kaplan Ri-
dar giden çok sayıdaki geleneksel tasavvurun bir karışımıdır: Her
salesi'nde "içrek" simya açıkça sergilenmektedir. "Saf," aşkın metaller
şeyden önce cevherler ve metaller Toprakta ana karnındaki embriyon
bedenin çeşitli kısımlarıyla özdeş sayılır ve simya süreçleri de labo-
gibi "büyüyen" organizmalarla eşleştirilmiştir; sonra İksirin (=Filo-
ratuvar yerine deneycinin bedeni ve bilincinde yapılır. Su Tung-P'o
zof Taşı) hem bir metalin hem de bir embriyonun özelliklerine sahip
şöyle söyler: "Ejder cıvadır. Ersuyu ve kandır. Böbreklerden gelir,
olduğu düşüncesi gelir; son olarak her ikisinin de (metalin ve embri-
karaciğerde korunur ... Kaplan kurşundur. Nefestir ve bedensel güç-
yonun) büyüme süreçlerinin mucizevi biçimde hızlandırılması ve bu-
tür. Zihinden çıkar ve akciğerlerde korunur.... Zihin kımıldadığında
nun sonucunda da hem varlığın madensel düzeyinde (yani altın üreti-

38 Bkz. M. Eliade, "Kosmogonische Mythen und magische Heilung," Paideuma, 40 Aktaran: Waley, Notes on Chinese Alchemy, s. 15; aynca krş. Lu-Ç'iang W u ve
6, 1 9 5 6 , s. 1 9 4 - 2 0 4 . Aspects du myhe, s. 3 7 vd. Veda ritüelindeki regressus ad
T. L. Davies, An Ancient Chinese Treatise on Alchemy, s. 2 5 5 (Ts'an T'ung Ç'i'-
uterum ve Hint hekimliği konusunda bkz. s. 138.
nin LIX. bölümü)
39 Waley, a.g.y., s. 15. 41 Waley, Notes, s. 16 vd.

132 133
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ÇİN SİMYASI

lerek) hem de insansal düzeyinde ölümsüzlük İksiri üretilerek olgun- racı tekniklerin kaynaşması (hem nefesi durdurmayı hem de "ersuyu-
luğa ve kusursuzluğa ulaşma fikri vardır; çünkü önce de gördük, nu tutmayı" içerirler) iki yönde ilerlemiştir: Çinli simyacılar Tantra-
mikrokozmos makrokozmos eşliği sayesinde iki düzey -madensel ve cı ayrıntılara sahip Taocu yöntemleri alırlarken, Taocular da simya
insansal- birbirine denktir. Simya süreçlerinin bizzat çömezin bede- simgeciliğini kullanmışlardır (örneğin kadım simyacıların potasına
ninde olup bittiği için metallerin "kusursuzlaşması" ve dönüşmesi as- benzeterek, vb). 43
lında insanın kusursuzlaşıp dönüşmesine denktir. İçrek simyanın bu Solumayı durdurmanın en son aşamasına ulaşarak ritim kontrolü
pratik uygulaması geleneksel Çin sisteminde Insan-Evren eşleşmesi- çalışmalarına gelince, birkaç yüzyıldan beri Çinli simyacının disipli-
nin örtük anlatımıdır: Belirli bir düzey üzerinde çalışıldığında diğer nine girmiş bulunuyordu. Pao Pu'tzu yeniden gençleşmenin bin kalp
bütün denk düzeylerde sonuçlar alınıyordu. atımı boyunca nefesin durması sonucu elde edildiğini yazar: "Bir yaş-
Ko Ç'ang-Keng'in önerdiği diğer içrek simya yöntemleri benzer lı bu aşmaya geldiğinde delikanlıya dönüşecektir." 44 Hint etkisiyle ki-
bir sürecin değişkelerini temsil eder. İlk yöntemde beden kurşuna, mi Yeni Taocu mezhepler, tıpkı "sol el" Tantracıları gibi nefesin dur-
kalp cıvaya benzetilmiş ve temel simya öğeleri insanın fiziksel ve ana- durulmasını, ersuyunu ve psiko-mental akışı tutmanın bir yolu ola-
tomik düzeyinde uyandınlmışken, ikinci yöntemde bunlar fizyolojik ve rak görüyordu; Çinlilere göre hem nefesin hem de ersuyunun tutul-
psişik düzeylerde gerçekleşir: Gerçekten de kurşun öğesinin yerini ne-
fes, cıva öğesinin yerini de ruh alır. Bunun anlamı şudur: Simya ya-
pıtı nefes alıp verme ve psişik aşamalarda çalışarak gerçekleşir, yani 43 Bkz. Eliade, Le Yoga, s. 3 9 6 . R H. Van Gulik, Erotic Color Prints, s. 1 1 5 vd.
j o n g Tch'eng Kong "tamir etme ve sürme" yöntemini (Taocu sevişme tek-
bir tür yoga (nefesin tutulması, psiko-mental sürecin denetlenip dur-
niklerini ifade etmek için sıkça kullanılan deyim, "yatak odasında halvet")
durulması) yaparak. Nihayet üçüncü yöntemde ersuyu kurşunun, kan
çok iyi biliyordu. "Gizemli Dişi'deki özü alıyordu; ilkesi, Vadi'de oturan ya-
cıvanın, böbrekler suyun, tin de ateşin yerini tutar. şamsal Tinlerin ölmedikleri, çünkü yaşamın onlar sayesinde sürdüğü ve ne-
fesin beslendiğiydi. Beyaz olan saçlan siyahlaştı, dökülmüş dişlerinin yerine
Çin içrek simyasının bu son iki yönteminde bazı Yogacı-Tantracı
yenileri çıktı. Uygulamaları Lao-tseu'nunkilerle aynıydı. Ayrıca Lao-tseünun
Hint teknikleriyle çarpıcı benzerlikleri görmezden gelebilir miyiz?
ustası olduğu da söylenir" (Max Kaltenmark, Le Lie-sien Tchouan, s. 5 5 - 5 6 )
Ko Ç'ang bunlan örtük olarak onaylar: "Bu yöntemin tamı tamına Lao-tseu'da gizemli Dişi dünyanın içinden çıktığı Vadiyi ifade eder; krş. R
Zen Budistlerinin yöntemi olduğunu söyleyip itiraz ederseniz, verece- Stein, a.g.y., s. 9 8 . Ancak andığımız metinde bu deyim mikrokozmosa ve

ğimiz yanıt şu olacaktır: Gök altında iki yol yoktur ve bilgelerin her kesin bir fizyolojik anlama aittir (M. Kaltenmark, s. 56, dipnot 3). Uygula-
ma, ilişki kurulan kadınlardaki yaşamsal eneıjiyi emmekten ibaretti: "Yaşa-
zaman kalbi birdir." 42 Özellikle cinsel öğenin Hint kökenli olduğu
mın kaynağından gelen bu enerji, ömrü büyük ölçüde uzatıyordu" (a.g.y., s.
düşünülebilir. Şunu da ekleyelim: Simya yöntemleri ile Yogacı-Tant- 57). "Ko Hung Taocu sevişme tekniklerini uygulayan ondan fazla yazar ol-
duğunu ve bütün bu yöntemlerin özünün "özün gelip beyni tamir etmesini
sağlamak" olduğunu belirtir" (a.g.y.). Aynca Bkz. a.g.y., s. 8 4 - 1 8 2 .
42 Waley, s. 16. 44 tng. çev. Johnson, A Study of Chinese Alchemy, s. 48. Bkz Ware, a.g.y., s. 59.

134 135
DEMİRCİLER VE StMYACILAR

ması ömrü uzatıyordu. 43 Ama Lao-tseu ve Tchouang Tseu daha o za- 12


manlar "yöntemli soluma'yı bildiklerine ve "embriyon solumasını"
Hint Simyası
başka Taocu 46 yazarlar da yücelttiğine göre nefesle ilgili tekniklerin
yerelligi sonucuna varabiliriz: Bunlar tıpkı diğer birçok Çin tekniği
gibi burada göndermede bulunduğumuz öntarihsel gelenekten geli-
yorlardı (s. 118); bunlar ayrıca kusursuz kendiliğindenliği ve hayat
insel teknik olarak simya Hindistan'da da belirlenmiştir. Hatha-
veren sonsuz mutluluğu elde etmek için reçeteleri ve talimleri içeri-
yorlardı. "Embriyon solumasının amacı embriyonun ana rahmindeki
nefes alıp verişine öykünmekti. "Kaynağa, kökene dönerek insan yaş-
T yoga ve Tantracılıkla birlikte bu konunun çok sayıdaki ayrıntı-
sını başka bir kitapta incelemiştik. 1 Bunlardan yalnızca en önemlileri-
lılıktan kurtulur, embriyon durumuna döner" diye yazar T'ai-hsi K'eou ni anımsatacağız. Yogi-simyacılarla ilgili Arap ve Avrupalı gezginle-
Kiue'nin (Embriyon Soluması İçin Sözlü Formüller) önsözünde. 47 Şu halde rin belirttiği "halk" geleneği vardır: Bunlar nefesi ritimli hale getire-
önce de gördüğümüz gibi simyacı başka yollarla da bu "kökene dön- rek ( p r â n â y â m a ) ve bitkisel ve madensel ilaçlar kullanarak gençlikle-
me" etkinliğini uygulamaktaydı. rini sonsuzca uzatabilmekte, sıradan metalleri de altına dönüştürebil-
mekteydiler. Çok sayıda efsane simyacıların, yogi-fakirin keramet-
lerinden söz eder: Havada uçarlar, görünmez olurlar, vb. 2 Bu arada
simyacıların "kerametlerinin" tamamıyla yogi "güçleri" (siddhi) oldu-
ğunu belirtelim.

Tantracı yoga ile simyanın sembiyozu Sanskritçe ve yerel dildeki


metinlerin yazılı geleneğinde açıkça belirtilir. Ünlü mâdhyamika fel-
sefecisi Nâgârcuna'nın çok sayıda simya risalesi yazdığı söylenir; yo-
gilerin elde ettikleri siddhi'ler arasında metallerin altına dönüştürül-
mesi de vardır; en kutlu Tantracı siddha lar (Capari, Kamari, Vyali,
vb) aynı zamanda ünlü simyacılardır; Nâtha Siddha okuluna özgü bir
45 Bkz. Le Yoga, s. 3 9 5 vd. teknik olan somarasa simyevi bir anlama sahiptir; nihayet Mâdhava
46 Yoga'da derlediğimiz metinlere bakınız: s. 71 vd. Çin'de soluma teknikleri- Sarva-darşana-samgraha adlı eserinde simyanın (raseşvara darşana,
nin eskiliği yakın zamanlarda Çou çağına ait bir yazıtla da kanıtlanmıştır:
Bkz. Hellmut VVilhelm, "Eine Chou-Inschrift über Atemtechnik," Monument-
ta Serica, 12, 1948, s. 385-388.
47 Fr. çev. H. Maspero, "Les procedes de 'Nourrir le Principe vual' dans la religi- 1 Le Yo^a. Immortalite et Libertt, s. 2 7 4 vd.
on tao'iste ancienne." Journal asiatique, 1937, s. 177-252: 353-430, s. 198. • 2 Bkz. Le Yoga, s. 2 7 6 ; bkz. Not L.

136 137
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR HİNT SİMYASI

sözcük anlamı "cıva bilimi") Hathayoganın bir kolu olduğunu meyi sonra da daha üst bir tinsel düzeyde yeniden doğmayı ("tanrısal-
gösterir: "Cıva sistemi (rasâyana) yalnızca metale methiye olarak gö- laşma," "ölümsüzleşme") gerçekleştiren eski bir erginleme ritüeli, ge-
rülmemelidir; çünkü yüce hedefe, yani kurtuluşa -bedeni koruyarak- leneksel hekimlikte bir gençleşme aracı olarak yorumlanmış, bu yo-
ulaşmanm en kestirme yoludur." Simya risalesi olan ve Mâdhava'nın rum sonradan simya anlamını taşıyacak bir terimle ifade edilmiştir.
alıntı yaptığı Rasasiddhanta'da şöyle denir: "Yaşamsal ruhun [cıva] Çin'de olduğu gibi Hint simyası da arkaik "ölümsüzleştirme" ve "tan-
kurtuluşu cıva sisteminde açıklanmıştır." 3 rısallaştırma" ritüelleri, bitkiler ve madensel cevherler yoluyla genç-
Rasâyana, ("simya") teriminin tarihi özellikle öğreticidir. Rasâ leştirme yöntemleriyle ilişkilidir.
sözcüğünün sözcük anlamı "öz, su"dur; sonradan cıvayı ifade etmeye Doğal olarak Yoga ile, özellikle Tantracı Hathayoga ile simya ara-
başlamıştır. El-Birünî bunu yanlışlıkla "altın" olarak çevirmişti); de- sındaki kimi çakışmalar akla geliyor. Öncelikle kendi bedeninde ve
mek ki rasâyana'ran anlamı "cıvanın yolu"dur (ya da aracıdır). Öte psiko-mental yaşamı üzerinde çalışan yogi ile maddeler üzerinde
yandan geleneksel Hint hekimliğinde (Ayurveda) gençleşmeyle ilgili çalışan simyacı arasındaki benzerlik oldukça açıktır: Her ikisi de bu
bölümün adı da rasâyana'dır. Üstelik hastaların iyileştirilmesini "arı olmayan malzemeleri" "arıtmayı," "kusursuzlaştırmayı" ve niha-
amaçlayan bakım ve özellikle yaşlıların gençleştirilmesi, esas olarak yet "altına" dönüştürmeyi hedeflerler. Çünkü daha önce de gördüğü-
hastanın karanlık bir odaya belli sayıda gün boyunca kapatılmasından müz gibi (s. 55), "altın ölümsüzlük demektir": Kusursuz metaldir;
ibarettir. Karanlığa kapatılma sırasında hasta regressus ad uterum'a simgeciliği, yoginin çile yoluyla "arı olmayan," köleleştirici psiko-
maruz kalır ve bu da onun "yeniden doğmasını" sağlar. Aslında bu mental yaşamdan "çıkarmaya" çabaladığı özgür ve ölümsüz arı tinin
hekimlik ritüeli bazı arkaik erginlenme törenlerinin, özellikle diksâ'- simgeciliğiyle birleşir. Başka deyişle simyacı, çilecigini maddeye
nın ("kutsanma") bir uzantısıdır. Kurban sunan kişi özel bir yere ka- "yansıtarak" yoginin ulaştığı sonuçlara ulaşmaya çalışır: Simyacı
patılır, burada "rahipler onu embriyon haline getirirler"; 4 amaçları Tin'i (puruşa) cevher (prakrti) alanına ait bütün deneyimlerden ayır-
göksel dünyada yeniden dogmasını sağlamak 5 ve "tanrılara denk kıl- mak için bedenini ve psiko-mental yaşamım yoganın güçlüklerine ta-
m a k t ı r (a.g.y., I, I, 8). 6 Kısaca simgesel olarak embriyon haline dön- bi kılmak yerine metalleri "arınma" ve çileci "işkenceler"e karşılık
gelen kimyasal işlemlerden geçirir. Çünkü fiziksel madde ile insanın
psikosomatik bedeni arasında tam bir dayanışma vardır: Her ikisi de
3 Bkz. Yoga'daki metinler, s. 281-282.
ezeli cevherin (prakrti) ürünleridir. En adi metal ile en rafine psiko-
4 Aitereya Brâhmana, I, 3.
mental deneyim arasında bir kopukluk yoktur. Ayrıca Veda sonrası
5 Satapatha Br., VII, 3,1, 12.
6 Bkz. Eliade, Naissances mystiques, s. 1 1 5 vd ve Dinsel İnançlar ve Düşünceler dönemle birlikte fizyolojik işlemlerin (beslenme, cinsellik, vb) "içsel-
Tarihi, c. I, § 70. Bkz. Arion Rosu, "Consideration sur une technique du ra- leştirilmesinden" insanın tinselliğini ilgilendiren sonuçlar beklenme-
sâyana âyurvedique," İndo-Iranian Journal, 17, 1 9 7 5 , s. 1 - 2 9 , özellikle s. 4 - 5 . ye başlandığına göre buradan mantıksal olarak madde üzerinde uygu-
Taoculukta regressus ad uterum konusunda bkz. yukarıda s. 131.

138 139
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR HİNT SİMYASI

lanan işlemler içselleştirilerek benzer sonuçlara ulaşılacağı umulmuş- ti'nin bir bölümünü serbest bırakır; çünkü bedenini, fizyolojik ve psi-
tu: Simyacının maddeye yansıttığı çilecilik aslında laboratuvarda ger- ko-mental yaşamını oluşturan maddenin kendi kendini emmesini, Do-
çekleştirilen işlemlerin bir "içselleştirilmesi"dir. ğanın ezeli biçimine katılmasını, başka deyişle mutlak dinginliğe
İki yöntem arasındaki bu benzerlik yoganın bütün biçimlerinde ulaşmasını sağlar. Şu halde simyacının gerçekleştirdiği dönüşüm Do-
hatta klasik Patanjali yogasında bile doğrulanmaktadır. Çeşitli Tant- ğanın (prakrti) yavaş dönüşümlerinin ritmini hızlandırır ve bunu ya-
racı yoga türlerine gelince, simya ile benzerlikleri daha da açıktır. parak onun kendi yazgısından kurtulmasını çabuklaştırır; tıpkı kendi-
Gerçekten de Hatha-yogiler ile Tantracılar bedenleri çürümeyecek ne "tanrısal bir beden" oluşturarak Doğanın yasalarını aşan yoginin
"tanrısal beden"e (divya-deha), "irfani bedene" (jnâna-deha) ya da yaptığı gibi: Gerçekten de ontolojik statüsünü değiştirmeyi, Doğanın
"kâmil bedene" (siddha-deha) ya da başka bağlamlarda, "hayattayken yorulmak bilmez "oluşumunu" paradoksal ve akıl almaz bir edimsiz-
kurtulmuş kişi"nin (jivan-mukta) bedenine dönüştürmeyi hedeflerler. liğe dönüştürmeyi başarır; çünkü edimsizlik, zihnin varlık kipine
Simyacı da bedenin dönüşümünü hedefler ve gençliğini, gücünü ve aittir, yaşamın ve yaşayan maddenin kipliklerine değil.
esnekliğini sonsuza kadar uzatmak ister. Her iki durumda -Tantra- Bütün bunlar simya ideolojisini, simgeciliğini ve tekniklerini yo-
Yoga ve simya- bedenin dönüştürülmesi işlemi, erginleyici ölüm ve gi-Tantracı bağlamları içinde incelersek ve insan-tanrılara, büyücülere
diriliş deneyimini içerir. 7 Bundan başka, hem simyacı hem de Tantra- ve ölümsüzlere inanan bir Hint tinsel tarihöncesini hesaba katarsak
cı "maddeye" egemen olmaya çalışır: Çileci ya da metafizikçi gibi daha iyi anlaşılır. Tantracı yoga ve simya bu mitleri ve özlemleri
dünyadan el etek çekmezler, tersine dünyayı fethetmeyi ve ontolojik Çin'de Taoculuk ve simyanın çok sayıda eski geleneği benimsemesi
düzeni değiştirmeyi hedeflerler. Kısaca Tantracı sâdhana'da ve simya- gibi özümsemiş ve bu mitlere ve özlemlere yeni anlamlar katmıştır.
cının faaliyetinde zamanın yasalarını aşma, varlıklarını "bağlardan Yakın tarihli bir çalışmada çeşitli Hint "mistik" teknikleri arasındaki
koparma" ve mutlak özgürlüğü elde etme yolunda koşut çabalar bu- örtük bağlantıyı incelemiştik, 8 burada bu konuya artık dönmeye ge-
lunmaktadır. rek yoktur.
Metallerin dönüştürülmesi simyacının keyfine vardığı "özgürlük- Hint simyasının tarihsel kökenleri sorunu henüz kesin bir çözüme
lerden" biri olarak görülebilir: Doğa'nm (prakrti) süreçlerine etkin ulaştırılmamıştır. Kimi şarkiyatçılara (A. B. Keith, Lüders) ve bilim
olarak müdahale eder ve bir bakıma "kurtarılmasına" (bu terimin Hı- tarihçilerinin çoğuna göre (J- Ruska, Stapleton, Renhardt Müller, E.
ristiyan ilahiyatında içerdiği anlamların hepsini içermediğini söyle- von Lippmann), simya Hindistan'a Araplarca getirilmiştir: Bu yazar-
memize gerek yok) yardım ettiğini bile söyleyebiliriz. Sâmkhya-Yoga lar özellikle cıvanın simyadaki önemini ve metinlerde geç ortaya çıkı-
açısından özerkliğini kazanmış her ruh (puruşa) aynı hamleyle prakr-

7 Bkz. Le Yoga, s. 2 7 2 vd. • 8 Le Yoga, s. 292 vd ve birçok yerde.

140 141
HİNT SİMYASI
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

şını vurgulamışlardır. 9 Ancak kimi yazarlara göre (örneğin Hoernle), larma rastlanır. Özellikle Islamın çok az girdiği bölgelerde, Nepal'de
cıva MS IV. yüzyıla ait "Bower Yazması"nda zaten belirtilmişti. Öte ve Tamil ülkesinde simyacı Tantracılar vardır. Cıvanın Hindistan'a
yandan II. ve V. yüzyıl arasında konumlanan birçok Budhacı metinde Müslüman simyacılar tarafından getirildiği varsayılsa bile bu Hint
metallerin ve cevherlerin altına dönüştürülmesi konusundan söz edi- simyasının kökenini oluşturmaz: Simya Tantracı yoga teknikleri ve
lir. Avatamska Sütra'da (II.-IV. yüzyıl) şöyle denir: "Hataka diye bir ideolojilerine paralel olarak yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Cıva,
öz vardır. Bu çözeltinin bir liang'ı, bin liang'hk tuncu saf altına dönüş- Hintli simyacıların zaten bildikleri ve kullandıkları cevherler listesi-
türebilir." Mahâprajnâpâramitopadeşa'da ( 4 0 2 - 4 0 5 yıllarında Çinceye ne dahil edilmiştir. Öte yandan cıva ile yapılan deneyler geleneksel
çevrilmiştir) şöyle denir: "ilaçlar ve büyüsel sözlerle tunç altına dö- Hint simyasının yanında yavaş yavaş gelişen iğreti bir ön-kimyaya
nüştürülebilir. İlaçlar ustaca kullanılırsa gümüş altına, altın gümüşe yol açmış olmalıdır.
dönüştürülebilir. Manevi güç sayesinde bir insan kili ya da taşı altına Doğrudan birkaç simya metnini inceleyelim; görünüşe göre Batı
dönüştürebilir." Son olarak, Nâgârcuna'nın Mahâprajnâpâramitüşâs- simyasına ait eserlerden daha az karanlık olmakla birlikte bu metinler
tra'sı Kumârajlva (MÖ 344-13) tarafından Çinceye çevrilmiştir ve işlemlerin gerçek sırlarım sergilemez. Ancak simya deneylerinin yer
Câbir ibn Hayyân'la (y. 760) başlayan Arap simyasının en parlak aldığı düzlemi aydınlatmaları ve güttükleri amacı anlamamızı sağla-
devrinde tam üç yüz yıl önce siddhi'ler ("mucizevi güçler") arasında maları yeterli olacaktır. Nâgârcuna'ya atfedilen risale olan Rasaratnâ-
"taşın altına altının taşa" dönüştürülmesinden söz eder. Nâgârcuna kara'da çömez şöyle tanımlanır: "Zeki, işine kendini adamış, günah-
cevherlerin dönüştürülmesinin hem şifalı otlar (osadhi) yoluyla hem sız, tutkularını dizginleyen." 11 Rasaratnasamuccaya (VII, 30) daha da
de samâdhi gücü, yani yoga yoluyla elde edilebileceğini açıklar. 10 kesindir: "Kim ki hakikati sever, günahlara kendini kaptırmaz, tanrı-

Kısacası, insan yaşamını sonsuza kadar uzatabilme inancı gibi dö- lara tapar, işte yalnızca o kişi kendine hâkimdir ve bir oruç ve uygun

nüşüm inancı da Hindistan'da Arap simyacıların etkisinden önce de bir perhizle yaşamaya alışmıştır; işte yalnızca böyle kişiler simya iş-

vardı. Nâgârcuna'nın risalesi bunu açıkça belirtiyor: Dönüşüm gerek lemlerine girişebilirler." 12 Laboratuvar saf olmayan her tür nesneden

ilaçlar gerekse yoga sayesinde gerçekleşebilir. Simya daha önce gör- uzakta, ormanda olmalıdır. 13 Aynı metin (Kitap VI) öğrencinin ustası-

düğümüz gibi doğal olarak en sahici "mistik" teknikler arasında yer na saygı duyması, Şiva'ya tapması gerektiğini, çünkü simyanın bizzat

alıyordu. Hint simyasının Arap kültürüne bağımlılığı kesin değildir:


Müslümanların Hindistan'ı istilası sırasında Islamdan çok az etkilen-
11 Praphula Chandra Ray, A History of Hindu Chemistry, II, s. 8. Herki sayfalarda
miş olan çileci ve yogi çevrelerinde simya ideolojisine ve uygulama- Sor P. C. Ray'in derleyip yayımladığı metinleri kullanıyoruz. Bizzat ünlü bir
kimyacı ve Marcelin Berthelot'nun öğrencisi olan P. C. Ray'in ön-kimya ile
yakınlığı olan eserleri yeğlediğini de belirtmemiz gerekiyor.
9 Bkz. Le Yoga'daki kaynakça, s. 2 7 8 vd, 3 9 8 vd. Ayrıca bkz. Not L. 12 P. C. Ray, I, s. 117.
10 Eliade, Le Yoga, s. 2 7 8 - 2 7 9 . , 13 Rasarâtnasamuccaya'dan aktaran Ray, I, s. 115.

142 143
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR HİNT SİMYASI

Şiva tarafından açıklandığını söylüyor; bundan başka Şiva'ya cıvalı simyacının idrarı ve dışkısı bile bakın altına çevirebilir. 17 Kâkacan-
bir fallus yapmak ve kimi erotik ritüellere katılmak gerekir, 14 bu da deSvarimata Tantra'da "öldürülmüş" cıvanın kendi miktarının bin katı
simya-Tantra sembiyozunu açıkça göstermektedir. kadar altın üretebileceği ve bakırla karıştırıldığında bakırı altına dö-
Rudrayamâlâ Tantra Şiva'ya "cıva tanrısı" adını verir. 15 Kubjika nüştürdüğü söylenir. lb Rudrayamâlâ Tantra'da (I, 40) nasta-pista pa-
Tantra'da Şiva cıvadan dölleyici ilke olarak söz eder ve cıvanın altı rıltısız, akışkan olmayan, cıvadan daha parlak, renkli vb diye tanım-
kez "sabitlendiğinde" (yani "öldüğünde") ortaya çıkan verimini över. lanır. Aynı yapıtta cıvayı öldürme gibi simyevi bir sürecin Şiva tara-
Maheşvara'da (XII. yüzyıl) cıva için Harablja (tam olarak: Şiva'nm er- fından ifşa edildiği ve bir öğrenci kuşağından diğerine gizlice aktarıl-
suyu) terimi kullanılır. Bazı Tantralarda cıva bütün yaratıkların dölle- dığı belirtilir. 1 " Rasaratnasamuccaya'ya göre (I, 26) cıvayı alan insan
yici ilkesi olarak kabul görmüştür. Birçok Tantra Şiva'ya sunulan cı- önceki varlığındaki günahları yüzünden yakalanacağı hastalıklardan
va fallusun nasıl yapılacağını kurallara bağlar. 16 korunur. 20 Rasaratnâkara (III, 3 0 - 3 2 ) cıvadan yapılmış ve insan bede-
Cıvanın "sabitlenmesi" (ya da "öldürülmesi") gibi kimyasal bir nini tanrısal bedene çevirmeye yarayan bir iksirden söz eder."1 Aynı
anlamın yanında kuşkusuz tamamıyla simyevi bir anlam, yani Hin- metinde Nâgârcuna "kırışıklıkların kaybolması, ak saçların kararması
distan'da yogi-Tantracı bir anlam da vardır. Cıvanın akışkanlığını ve diğer yaşlılık belirtilerinin giderilmesi" için ilaçları olduğunu ile-
azaltmak, psiko-mental akışın, hiçbir "değişimin" ve dolayısıyla "olu- ri sürer. 22 "Madenlerden yapılan ilaçlar metallerde olduğu gibi insan
şumun" olmadığı bir "durağan bilinç" haline paradoksal dönüşümüne bedeninde de aynı etkiyi gösteririler." 2 3 Hint simyacılarının çok sev-
eşdeğerdir. Simya terimleriyle cıvayı "sabitlemek" ya da "öldürmek" dikleri bu eğretileme temel tasavvurlarından birini gösteriyor: İnsan
cittavrittinirodha'yı (bilinç durumlarının bastırılmasını) elde etmekle bedeni gibi metaller de cıva içeren ve Şiva'nm sağaltıcı erdemlerini
birdir, ki bu da yoganın nihai amacıdır. Sabitlenmiş cıvanın sınırsız
tesiri de buradan ileri gelir. Suvarna Tantra'da insanın "öldürülmüş
17 Ray'in yayımladığı metin, II, s. 2 8 - 2 9 . Le Yogatattva Upanisad (s. 7 3 vd) yogi
cıva" (nasta-pista) yiyerek ölümsüz olabileceği söylenir; bu "öldü-
siddhi'leri arasında "demiri ya da başka metalleri dışkıyla kanştırarak altına
rülmüş cıvanın" küçük bir parçasıyla bir miktar civa kedisinden dönüştürme" yetisinden söz eder; bkz. Le Yoga, s. 1 3 8 . Nasta-pista konu-
100.000 kat daha fazla altına dönüşebilir. Böyle bir cıvayla beslenen sunda bkz. Rasârnava, XI, 2 4 , 1 9 7 - 1 9 8 (Ray, I, s. 7 4 - 7 5 ) ve Rasendracintâ-
mani (a.g.y., II, s. 16).
18 Ray'in alıntıladığı metin, II, s. 13.
19 Bkz. Ray'in yayımladığı metin parçası: II, s. 21. Bkz. Yoga'da Tantra siddha'-
14 Ray, I, s. 1 1 5 - 1 1 6 . lannda "öğreti aktarımı" miti, Eliade, Le Yoga, s. 3 0 5 vd.
15 Ray, II, s. 19. 20 Ray, I, s. 78.
16 P. C. Ray, I, s. 7 9 (Giriş). Cıvanın "antılması" ve "sabitlenmesi" k o n u s u n d a 21 Ray, II, 6.
bkz. a.g.y., I, s. 1 3 0 vd; genel anlamda metalleri "öldürmek" k o n u s u n d a 22 Ray, II, 7.
bkz. a.g.y., s. 1, s. 2 4 6 vd. 23 Ag.y'

144 145
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR HİNT SİMYASI

taşıyan ilaçlarla "armdınlabilir" ve "tanrısallaştırılabilir;" çünkü Şiva Hatha-yoga'nm basmakalıp sözlerini kimya terimleri haline getiriyor.
bütün Tantracı dünyada kurtuluşun tanrısıdır. Rasârnava cıvayı önce Bunun anlamı elbette Hinduların "bilimsel" keşifler yapamadıkları
metallerde sonra da insan bedeninde uygulamayı önerir. 24 Rasahrdaya değildir. Tıpkı Batılı meslektaşı gibi Hintli simyacı da tam geleneksel
Tantra'ya göre simya cüzamı bile iyileştirir ve yaşlılara gençlik ve- başvuru düzlemini terk ederek olguları nesnel olarak gözlemlemeye
. 25
rır. ve maddenin özellikleri konusunda bilgilerini tamamlamak amacıyla
Başka birkaç örneğini bulabileceğimiz bu birkaç alıntı Hint simya- deney yapmaya başladığı anda bir ön-kimyanın öğelerini oluşturmuş-
sının niteliğini yeterince aydınlatıyor: Hint simyası bir ön-kimya de- tur. Hindu bilginler kesin gözlemler yapabiliyor, bilimsel düşünce
ğildir, ama Hatha-yoga'nın ve Tantracılığın geliştirdiği, aynı amacı üretebiliyordu ve keşiflerinden çoğu Batılılarmkilerden öncedir. Bir-
(bedenin dönüştürülmesi ve özgürlüğün elde edilmesi) güden diğer kaç ömek vermek gerekirse, Hindular XII. yüzyıldan beri metallerin
"latif fizyolojik" yöntemler gibi aynı usûlün bir tekniğidir. Bu durum analizinde alevin renginin önemini biliyorlardı. 27 P. C. Ray'e göre
"ölü cıvanın" hazırlanıp kullanılması konusunda en fazla bilgiyi veren metalurjik işlemler Agrippa ve Paracelsus'tan üçyüz yıl önce Hindu
Rasendracintâmani gibi bir risalede bile görülür. İşte esas bölüm: yazarlar tarafından tanımlanmıştı. Hindular ilaç yapımı konusunda et-
"Cıva eşit miktarda arıtılmış kükürt ile öldürülünce, yüz kez daha te- kileyici sonuçlara ulaşmışlardı: Avrupalılardan çok daha önce, yüksek
sirli olur; iki kat kükürtle öldürülürse cüzamı iyileştirir; üç kat kü- derecede ısıtılarak toz haline getirilmiş metallerin dahili kullanımım
kürtle öldürülürse ruh yorgunluğunu alır; dört kat kükürtle öldürü- önermişlerdi. İlk kez Paracelsus, cıva sülfürünün dahili kullanımını
lürse beyaz saçları siyaha çevirir ve kırışıklıkları giderir; beş kat kü- yerleştirmeye çalıştı; bu ilaç ise Hindistan'da daha X. yüzyılda kulla-
kürtle öldürülürse veremi iyileştirir; altı kat kükürtle öldürülürse in- nılmaktaydı. 28 Altının ve diğer metallerin dahili kullanımı ise Vâgb-
sanın bütün azaplanna iyi gelecek bir ilaç olur." 2 6 Bütün bu işlemle- hata'dan itibaren Hint hekimliğinde geniş ölçüde yer almıştır. 2 "
rin "mistik" değerini hemen ayrımsıyoruz. Bunların bilimsel ve kim-
P. C. Ray'e göre Vrinda ve Cakrâpâni, Hint tıbbına geçiş dönemini
yasal hiçbir değerleri yoktur; cıvanın kükürtle en fazla karıştırılma
başlattılar ve bu dönemde maden cevherlerinin kullanımı önceki dö-
oranı 4'e 25'tir. Bu oranın üzerindeki kükürt miktarı birleştirmeden
nemde bitkisel madde kullanımının yerini aldı. Bu iki yazarın yapıtla-
süblimasyona uğrar. Rasendracintâmani'nin yazarı alıntıladığımız bö-
rında yine de Tantracı etkiler bulunur: Tantracı tapıma has hareket ve
lümde evrensel ve gençleştirici ilaçlar konusunda büyüsel tıbbın ve

24 Madhava'mn Sarva-darSana-samgraha'da alıntıladığı metin (Anndâşram Series 27 Krş. Rasârnava'dan alıntılar için bkz. P. C. Ray, a.g.y., I, s. 6 8 . Rasârnava'nın
yayımı), s. 80. tam metni Ray tarafından Bibliotheca İndiea'da yayımlanmıştır.
25 Ray, II, s. 12'deki metin. 28 Bkz. Ray, a.g.y., I, s. 59, hekim Vrinda'nın Siddha Yoga metni.
26 Ray'in yayımladığı metin, II, s. 5 5 - 5 6 . • 29 Bkz. Ray'in alıntıladığı metinler, I, s. 55.

146 147
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR HİNT SİMYASI

duaları önerirler. 30 Daha "bilimsel," yani daha empirik uğraşların or- cağım. 38 Deneylerin tamamıyla kimyasal işlemler mi yoksa yalnızca
taya çıkması Tantracı dönemden sonra gelen ve Ray'in iyatrokimyasal Tantracı-simyacı işlemler mi olduğu sorusu akla geliyor doğal ola-
dediği çağdadır. İksir arayışı ve diğer "mistik" uğraşlar kaybolur ve rak; çünkü bütün bir Hint çileci ve mistik geleneği deneye dayandığı
yerlerini teknik laboratuvar reçetelerine bırakır. 31 Rasaratnasamucca- iddiasındadır. Metafizik ve soyut diyebileceğimiz bir yola zıt olarak
ya (XIII.-XIV. yüzyıllar) bu çağın tipik bir ürünüdür. Bu türden bir Yogayı da içeren büyük bir tinsel hareket olan Tantracılık ve özellikle
yapıtta geleneksel simyadan izler bulmak çok anlamlıdır. Rasaratna- Hatha-yogi okulları "deneye" önemli bir değer atfederler: Yogi onu
samuccaya insanları yaşlılıktan, hastalıktan ve ölümden koruyan Tan- yavaş yavaş kurtuluşun eşiğine getirecek sonuçlara ancak fizyolojik
rı'yı selamlayarak başlar; 32 sonra aralarında Tantracı üstatların bulun- ve psiko-mental yaşamının farklı düzeylerinde "faaliyet göstererek"
duğu simyacıların listesi gelir; 33 risalede metalleri "arıtmaya" yara- ve "çalışarak" ulaşacaktır. Hint tinsel seçkinlerinin önemli bölümü en
yan formüller aktarılır, 34 "ölümü alt eden" elmastan, 35 altının dahili erken antikçağdan beri "deney yapmaya" yönelmiştir; bunun anlamı
kullanımından vb söz edilir. 36 Bütün bunlar simyanın aynı zamanda insan bedeninin ve psiko-mental yaşamın temellerini ve süreçlerini
çok sayıda kesin belirlemeye ve bilimsel olarak doğru tanımlara yer oluşturan her şeyle deney yoluyla ilişkiye girmek, bunları deneyle
veren sonraki döneme ait yapıtlarda bile süregittiğini kanıtlıyor. 37 anlamak demektir. Yogilerin bitkisel sistemin denetimi ve psiko-men-

Zaman zaman simya metinlerinde şu türden belirlemeler bulunu- tal akışın dizginlemesi konusunda elde ettikleri önemli sonuçları

yor: "Yalnızca kendi deneylerimle doğrulayabildigim işlemleri anlata- burada tekrar anımsatmaya gerek yoktur.

Şu halde daha önce de gördüğümüz gibi simya bu pan-Hint çerçe-


ve içine yerleşiyor. Buna göre, yalnızca deneyin önemini vurguladı di-
ye simyacının sözcüğün çağdaş anlamıyla "bilimsel bir anlayış" sergi-
30 Ray, I, s. LVI.
lemiş olduğunu söyleyemeyiz elbette; yaptığı şey yalnızca skolastik
31 Ray, I, s. XCI.
ya da spekülatif geleneğe karşı olarak büyük Hint geleneğini benimse-
32 Ray, I, s. 76.
33 A.g.y., s. 77. mekten ibaretti. Simya işlemlerinin gerçekliğine ilişkin hiçbir kuşku
34 Bu tür büyülü sözlerin söylenmesi ayn bir simya işlemidir; bu işlem Rasarat- yoktur; bunlar spekülasyonlar değil, laboratuvarlarda, çeşitli maden-
nasmuccaya' da bu işlemi, ele alacağı konular arasında gösteriyor. sel ve bitkisel maddeler üzerinde gerçekleştirilen somut işlemlerdi.
35 Oysa mücevher (vajra) "yıldınmla" ve Budha'nm özüyle eşleştirilmiştir ve Ancak bu deneylerin doğasını anlayabilmek için hem simyacının ama-
Tantra simgeciliğinde büyük yer tutar; bkz. Yoga, s. 254 vd, 261 vd ve
cı ve davranışım hem de Hintlilerin gözünde "cevherlerin" ne anlama
başka sayfalarda.
36 Ray, I, s. 105. geldiğini hesaba katmak gerekir: Cevherler cansız varlıklar değildir,
37 Örneğin İran simyasının dolaşıma soktuğu ve büyük Câbir ibn Hayyân'm
benimsemesiyle Arap simyasında yaygın hale gelen amonyağın güzel bir tanı-
mını verebilirz; bkz. Not M. ' 38 Bkz. Rasendracintâmani, P. C. Ray, II, s. LXIV; başka metinler a.g.y.

150 151
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR HİNT SİMYASI

ezeli maddenin (prakrti) bitmek bilmez tezahürlerinin aşamalarım ma ve kaydetme) olanaklı kılacaktır. Çünkü çağdaş bilginlerin çok
temsil ederler. Daha önce de söyledik: Bitkiler, taşlar, metaller, in- sevdiği aksiyoma göre olguları yaratan şey ölçeklerdir.'
sanların bedenleri, fizyolojileri ve psiko-mental yaşamları yalnızca
aynı kozmik sürecin çeşitli anlarıdır. Demek ki bir aşamadan diğeri-
ne geçmek, bir biçimden diğerine dönüşmek olanaklıdır.

Dahası, işlemler sayesinde cevherler ile temasa geçmek tinsel dü-


zeyde de bazı sonuçlara yol açmıyor değildir; Batıda bilimsel kimya-
nın kuruluşuyla birlikte bu sonuçlar beklenmez olmuştur. Cevherler
ve metaller üzerinde etkin olarak çalışmak, prakrti'ye ulaşmak, biçim-
lerini değiştirmek, süreçlere müdahale etmek demekti. Oysa simyacı-
nın üzerinde çalıştığı Tantracı ideolojik evrende prakrti yalnızca
klasik Sâmkhya'nm ve Yoga'mn kozmolojik ilkesi değildir; prakrti
Tanrıçanın, Şakti'nin ezeli kipidir. Tantracılığm geliştirdiği simgeci-
lik ve teknikler sayesinde prakrti doğrudan deneyime açık hale gel-
miştir: Tantracı için her çıplak kadın prakrti'nin bedenlenmiş halidir
ve onu açığa çıkarır. Elbette erotik ya da estetik bir deneyim söz ko-
nusu değildir; böyle deneyimlerle ilgili olarak Hindistan'da uzun sü-
redir geniş bir külliyat vardı. Ama Tantracılık uygun psiko-somatik
ve tinsel talim sayesinde insan bir kadının çıplak bedeninin tefekkür
edilmesiyle Doga'nın ezeli kipini açığa çıkarabilirdi.

Bütün bunların anlamı Hintli simyacıya göre maden filizleri üze-


rindeki işlemlerin basit kimyasal işlemler olmadığı, olamayacağıdır:
Bunlar karma durumunu ilgilendiriyor, diğer bir deyişle kesin tinsel
sonuçlara yol açıyorlardı. Tam olarak kimya biliminin olanaklı hale
gelmesi madensel cevherin kozmolojik değerinden arındırılmasından
ve cansız maddeler haline gelmesinden sonradır. Bakış açılarındaki
böyle kökten bir değişiklik yeni bir değerler ölçeğinin yaratılmasını
- Yazarın bu konuda ne demek istediğini daha iyi anlayabilmek için Dinler
sağlayacak ve kimyasal olguların ortaya çıkmasını (yani gözlem yap-
Terihine Giriş'te yer alan önsözüne (s. 3) bakınız - y n .

152 153
SİMYA VE ERGİNLEME

neylerinde aramak gerekiyor. "Maddenin fethi" çok önceleri, belki de

Simya ve Erginleme paleolitik çağdan beri, yani insanın hem taş aletler yapmayı başardığı
hem de maddenin biçimini değiştirmek için ateşi kullanabildiği çağ-
lardan beri başlamıştı. Her durumda kimi teknikler - i l k olarak tarım
ve çömlekçilik- neolitik çağdan itibaren geniş ölçüde geliştirilmişti.

T ) urada iskenderiye, Arap ve Batı simyasının ilkeleri ve yöntemle- Oysa bu teknikler aynı zamanda gizemliydiler; çünkü bir yandan koz-

1 J rini incelemeye girişmeyeceğiz; uçsuz bucaksız bir konudur bu. mosun kutsallığım içeriyor, diğer yandan da erginleme yoluyla akta-

Marcelin Berthelot ve Edmund von Lippmann'ın klasikleşmiş yapıtla- rılıyordu ("meslek sırları"). Daha sonraları madencilik ve metalürji

rına, Julius Ruska, J. R. Partington, W. Gundel, A. J. Hopkins, F. çalışmaları gibi, kilin işlenmesi ya da pişirilmesi arkaik insanı kut-

Sherwood Taylor, John Read, W. Ganzenmüller, R. P. Multhauf sallıkla dolu bir evrene götürüyordu. Bu deneyleri yeniden yapmanın

vb'nin araştırmalarına başvurulabilir; bu yazarların simyayı kimya- anlamı yoktu; çok zaman önce, özellikle deneysel bilimlerin zaferin-
nın embriyon hali olarak gördüklerini gözden kaçırmamak gerekir el- den sonra kozmos kutsallıktan arındırılmıştır. Modernler madde ile
bette. Öte yandan simyanın hem işleme dönük hem de tinsel bir tek- olan ilişkilerinde kutsallığı deneyimleyemezler; en fazla düşsel ya da
nik olarak görüldüğü çalışmalar da yok değildir. Geleneksel anlayışı estetik düzeyde bir deneyim sahibi olabilirler. Madde onlara göre ol-
görmek isteyen okuyucu, yüzyılın son çeyreğine ait ve geleneksel sa olsa "doğal bir görüngü" olarak tanımlanabilir. Ancak böylesi bir
simya öğretisini benimseyen birkaç yayın arasından Fulcanelli'nin, arkaik dinsel deneyim ile "doğal görüngülere" ilişkin modem deneyi-
Eugene Canseliet'nin, J. Evola'nın, Alexander von Bernus'un, Rene Al- mi birbirinden ayırmak için yalnızca ekmek ve şarapla sınırlı kalma-
leau'nun kitaplarına başvurabilir. C. G. Jung'un psikolojik yorumu yan ama "cevherin" her türüyle temas kuran bir efkaristiya hayal et-
ise simya tarihinde ayrı bir bölüm oluşturur. 1 mek yeterlidir.
Burada çok kısa biçimde bazı simya simgeciliklerini ve işlemle- Arkaik toplum insanının, Doğanın sayısız "mistik katılımcıların-
rini tanıtıp bunların maddenin süreçlerine bağlı arkaik simgecilik ve dan" kendini ayırt edemeyerek "Doğa içine gömülü" kaldığını, kısaca
tekniklerle nasıl bağlantılı olduklarını göstermek yeterli olacaktır. mantıksal düşünceden ya da bugün bizim anladığımız anlamda faydalı
Simyanın temel kaynaklarından birini bize göre Yeryüzü Ana, maden işten yoksun olduğunu söylemek istemiyoruz. O çağların "ilkelleri"
filizi ve metaller konusundaki tasavvurlarda ve özellikle madencilik hakkında bildiklerimiz bu keyfi imgeleri ve yargıları geçersiz kılı-
işlerine, eritme ve dökme gibi işlemlere girişmiş arkaik insanın de- yor. Ancak kozmolojik simgeciliğin egemen olduğu bir düşüncenin
modern insanın sahip olduğu bir "dünya deneyiminden" farklı bir de-
neyim yaratması doğaldır. Simgesel düşünceye göre dünya hem "can-
lıdır" hem de "açık": Bir nesne asla yalnızca kendisi değildir (modern
1 Bkz. simya tarihiyle ilgil temel kaynakça, Not N.

154 155
demirciler ve simyacılar simya ve e r g i n l e m e

bilinç de öyledir), başka bir şeyin, nesnenin varlık düzlemini aşan bir meslek ayinleri yoluyla belirli aralıklarla yeniden canlandırılmıştır.
gerçekliğin göstergesi ya da zarfıdır. Bir tek örnek vermek gerekirse, Madencilerde, dökümcülerde ve demircilerde erginleyici aktarım a-
sürülen toprak yalnızca bir toprak parçası değildir, aynı zamanda Yer- yinleriyle karşılaşırız; onlar Batıda ortaçağa kadar, ayrıca dünyanın
yüzü Ananın bedenidir; bel bir fallustur, ama aynı zamanda bir tarım başka yerlerinde günümüze kadar, maden filizleri ve metaller konu-
aletidir; ırgatlık hem "mekanik" bir iştir (insanın yaptığı aletlerle ic- sundaki arkaik kalıpları korumuşlardır.
ra edilir) hem de Yeryüzü Ananın kutsal evlilik yoluyla döllenmesine
Arkaik kültür insanının maddeyi tanıyıp ona egemen olduğunu,
yönelik bir cinsel birleşmedir.
kadim Doğudaki metalürji ve kuyumculuk ürünlerinden anlıyoruz.
Bu tür deneyimleri yeniden yaşamamız olanaksız olsa da en azın- Çok sayıda teknik reçete günümüze ulaşmıştır; bunlardan kimileri
dan bu deneyimleri yaşayanlar üzerindeki izlerini hayal edebiliriz. MÛ XVI. yüzyıldandır (örneğin Ebers papirüsü). Alaşım yaparak,
Kozmos bir kutsal evlilik olduğundan, insan varlığı kutsal olduğun- renklendirerek ve sahte altın üretilmesiyle ilgilidir (örneğin MÛ III.
dan, çalışma çağdaş Avrupa'nın kırsal halklarında içten içe hâlâ var yüzyıla tarihlenen Leyden ve Stockholm papirüsleri). Bilim tarihçileri
olan liturjik bir değer taşımıştır. Burada özellikle belirtilmesi gere- bu reçeteleri yazanların nicelikleri ve sayıları kullandıklarını, bunun da
ken şey arkaik toplum insanının homo jaber olarak çalışmasıyla, alet- işlemlerin bilimsel niteliğini gösterdiğini özellikle vurgulamışlardır.
leri yapıp kullanmasıyla kutsallık içine dahil olabilmesidir. Bu temel Antik Doğudaki dökümcülerin, demircilerin ve kuyumcu ustalarının
deneyimler "meslek sırları" sayesinde kuşaklar boyunca aktarılıp ko- nicelikleri hesaplamayı ve döküm ile alaşımın fiziksel-kimyasal süre-
runmuştur. Dünyaya ilişkin genel deneyim, kentleşmiş bir uygarlığın cini yönlendirmeyi bildikleri kesindir. Dahası onlara göre metalurjik
kurulmasına bağlı olarak ortaya çıkan teknik ve kültürel yenilikler ya da kimyasal bir işlem, sözcüğün tam anlamıyla bir teknik ya da
sayesinde, sözcüğün tam anlamıyla "tarih" dediğimiz olgu halini aldı-
ğında, 2 kutsal bir kozmosa bağlı en eski deneyimler, erginlemeler ve
muştur. Bu sonuçlar kimi kez binlerce yıl sonra ortaya çıkıyördu, ama
bunlardan kaçınmak elde değildi: Tarihsel yazgının olaylanydı bunlar. Tan-
2 Bir bakıma insan - e n arkaik olanı bile - her dönemde tarihsel bir varlık ol- mın keşfinden sonra insanlığın tarımcı olmaya mahkûm olduğunu ya da en
muştur; çünkü kendi geleneğine özgü ideoloji, sosyoloji ve ekonomiyle sı- azından tarım sayesinde olanaklı hale gelen sonraki bütün buluş ve yenilik-
nırlıydı. Ancak biz bu haliyle, zamansallık ve kültürle sınırlanmış bir varlık lerin etkilerini üstlenmeye mahkûm olduğunu söyleyebiliriz: Hayvanların
olarak insanın tarihselliğinden değil, daha yakın tarihli ve ç o k daha karma- evcilleştirilmesi ve çobaml toplumlar, .kent uygarlıktan, askeri örgütlenme,
şık bir olgudan söz etmek istiyoruz: Belli bir andan sonra yerkürenin ç o k sı- imparatorluk, yayılmacılık, kitle savaşlan vb. Başka deyişle, bir kısmı edilgen
nırlı bölgelerinde olup bitmiş tarihsel olaylarla bütün insanlığın dayanışma de olsa bütün insanlık birbiriyle dayanışma içine girmişti. Demek ki Yakın-
içine girmesi. Tarımın keşfedilmesinden ve özellikle Antik Yakındoğu'da ilk doğu'da ilk kent uygarlıklanmn çıkmasına denk gelen bu çağdan sonra söz-
kentsel uygarlıklann ortaya çıkmasından sonra durum budur. O andan cüğün tam anlamıyla tarihten, yani kimi toplumların (tam olarak bu t o p -
sonra bütün insanlık kültürü ne kadar uzakta ve aynksı olursa olsun "mer- lumların bazı özel üyelerinin) yaratıcı iradeleriyle evrensel boyutta yaptıkları
kezde" olup biten tarihsel olaylann sonuçlarına katlanmaya m a h k û m ol- değişikliklerden söz edebiliyoruz.

156 157
demirciler ve simyacılar simya ve e r g i n l e m e

bir bilim söz konusuydu. Benzer reçeteleri, bildiğimiz pratik sonuç- dönem belirlememizi sağlar:
larla birlikte uygulayan Afrikalı ve Asyalı demirciler işlemlerin yal- (1) teknik reçeteler dönemi;
nızca kullanıma dönük yönünü hesaba katmazlar: işlemlerin yanında (2) felsefi dönem; büyük olasılıkla Mendesli Bolos (MÛ II. yüzyıl)
ritüelleri de vardır. Demek ki Yunan-Mısır simyasının başlarında tarafından başlatılmış ve Demokritos'a atfedilen Physika kai
"metalleri renklendirme" reçetelerini ayrı tutmamak gerekir: Geç Mystika'da ortaya çıkan olan felsefe çağı;
antikitede bile hiçbir meslek yalnızca basit bir teknik olarak görül- (3) tam anlamıyla simya yazıları dönemi; Zosimos'un (MS III.-IV.
mez. Kozmosun kutsallıktan arındırılması ne denli ilerlemiş olursa yüzyıl) ve yorumcuların (IV.-VII. yüzyıl) çağı. 4
olsun, hatta reçetelerde kutsallık bağlamı belirtilmemiş bile olsa,
İskenderiye simyasının tarihsel kökeni sorunu henüz çözülmüş ol-
meslekler ritüel niteliklerini hep korumuşlardır. 3
masa da simya metinlerinin Hıristiyanlık döneminde aniden ortaya
Yine de tarihsel belgeler Yunan-Mısır simyasının başlangıcında üç çıkmasını mysteria'hr, Yeni Pythagorasçılık, Yeni Orpheusçuluk, ast-
roloji, "vahyolunmuş Doğu hikmeti," Gnostisizm vb -özellikle ay-
dınların, intelligentsia'nm uğraştığı batini akımlardır bunlar- ile çok
3 Sırf "kimyasal" reçeteler içeren Leyden ve Stockholm papirüsleri, Thebai'de
eski büyüsel tekniklerini ve meslek sırlarını içeren "halk" gelenekle-
XII ve XIII numaralı büyü papirüslerinin yanında (Preisendanz tarafından
yayımlanmıştır) bir mezarda bulunmuştur (bkz. Multhauf, The Origins of rinin karşılaşmasının sonucu olarak açıklayabiliriz. 5 Benzer bir olgu
Chemistry, s. 96 vd, yakın tarihli bir kaynakçayla birlikte). R. G. Forbes, Me- Taoculuk ve yeni Taoculuk konusunda Çin'de, Tantracılık ve Hatha-
zopotamya'da cam yapımı (daha MÖ. XVII. yüzyıl), yapay lapis lazuli yoga ile Hindistan'da da vardır. Akdeniz dünyasında bu "halk" gele-
{laciverttaşı} reçetelerinin, aynca hekimlik reçetelerinin yazımında kullanı-
nekleri İskenderiye çağma kadar arkaik yapıdaki tinsel bir davranışı
lan "gizli dile" ilişkin çok sayıda örnek veriyor; bkz. Studies in Ancient Techno-
logy, c. I, s. 125. MÖ. VII. yüzyıl Mezopotamya tıp metinlerinde çok kez
tekrarlanan uyan: "Bilenler bilenlere anlatsın, bilmeyenlere değil" -bu uyan
iki yüzyıl öncesinden Kassit döneme ait cam üretimi reçetelerinde de bulu- 4 R. P. Festugiere'in açıklayıcı çalışması La Revelation d'Hermes Trismegis-
nur; bkz. Forbes, a.g.y., s. 127. İskenderiye simya külliyatında içrek haki- te'inde konunun aynntılan ve bir metin seçkisi bulunacaktır: I, s. 217 vd.
katleri meslek dışı kişilere aktarmayı yasaklayan çok sayıda dua ve yemin Bkz. R. P. Multhauf, The Origins of Chemistry, s. 103-116. H. E Stapleton,
bulunur. Ostanes "gözkapaklarım kapatır gibi, özenle gizemlerin üstünü "The Antiquity of Alchemy" ve Not N'deki kaynakça.
örttü; layık olmayan öğrencilere verilmemesini emretti vb;" diğer örnekler 5 H. E. Stapleton İskenderiye simyasının kökenini Helenistik Mısır'da değil,
için bkz. J. Bidez ve F. Cumont, Les Mages helknises, c. II, s. 315 vd. Opus Suriye'de, Harran'da aramak gerektiğini düşünür; olasılıkla MÖ 200'de ya-
alchymicum'un gizli olma zorunluluğu antik dünyanın sonundan günümüze zılmış metin olan Agathodaimon Risalesi'nin yazan oradadır; böylece Staple-
kadar korunmuştur. Öte yandan "meslek sırlannın" yazı yoluyla aktanlması ton'a göre bu Physika kai Mystika'dan öncedir; bkz. "The Antiquity of Alc-
modem tarihyazımının yanılsamalanndan biridir. "Sırlan ifşa" ettiğini ileri sü- hemy," Ambix, V, 1953, s. 1-43. Arap simyasının yükselişini açıklayan bu var-
ren bir külliyat varsa işte bu Tantracı külliyattır. Oysa bu bir yığın yazı ara- sayıma hâlâ karşı çıkılıyor. H. J. Shepard yakın tarihli bir araştırma dizisinde
sında sâdhana için kaçınılmaz olan pratik öneriler bulunmaz: Karar anlann- Gnostisizmde simya mistiğinin temel kaynağını belirlemiştir; bkz. "Gnosti-
da deneyin halisliğini ölçmek için bile olsa bir ustanın bulunması gerekir. cism and Alchemy," Ambix, VI, 1957, s. 86-101 ve Not N'deki kaynakça.

158 159
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA VE ERGİNLEME

sürdürmüştür. "Doğu hikmetleri" ve cevherler, değerli taşlar, bitki- herhangi birine imada bulunulmamıştır. Burada klasik Yunan bili-
ler konusundaki geleneksel teknik ve bilimlere karşı gittikçe artan il- minin zihniyetiyle öylesine bir karşıtlık var ki, simyacıların amaçla-
gi, Franz Cumont ve R. P. Festugiere'in başarıyla inceledikleri bütün rına hizmet etmeyen doğal görüngülerle uğraşmadıklarını açıkça gö-
antikiteyi niteler. rürüz. Bununla birlikte onları yalnızca altın arayıcıları olarak görmek
Simya uygulamalarının doğuşunu hangi tarihsel nedenlere bağla- de yanlıştır; çünkü özellikle sonraki yapıtlardaki dinsel ve mistik ha-
malıyız? Bunları hiç kuşkusuz asla bilemeyeceğiz. Ancak simyanın va zenginlik peşinde koşan insan fikriyle pek uyuşmuyor.... Simyada
sahte ya da taklit altın yapma amaçlı reçetelerden hareketle özerk bir bilime ilişkin herhangi bir başlangıç bulamayız.... Simyacı bilimsel
disiplin haline geldiği kuşkuludur. Helenistik Doğu bütün metalürji işlemleri asla kullanmaz." 6 Eski simyacı metinleri "bu insanların al-
tekniklerini Mezopotamya ve Mısır'dan almıştı ve MÖ XIV. yüzyıldan tın yapmayla ilgilenmediklerini ve aslında gerçek altından söz etme-
başlayarak Mezopotamyalılar altın yapma işini geliştirmişlerdi. Batı diklerini gösterir. Bu yapıtları inceleyen kimyacılar bir masonluk ki-
dünyasının 2 0 0 0 yıl boyunca aklını kurcalayan bir disiplini sahte al- tabından pratik bilgiler elde etmek isteyen bir duvarcının edineceği
tın yapma yolunda harcanmış çabalara bağlamak eskilerin metaller ve izlenimlerin aynısını edinir." 7
alaşımlar hakkındaki olağanüstü bilgilerini hiçe saymak, ayrıca zihin-
Simya sahte altın yapma isteğinden (altına dönüştürme denemeleri
sel ve tinsel kapasitelerini küçümsemek demektir. İskenderiye simya-
en az oniki yüzyıldır biliniyordu) ya da Yunan bilimsel tekniğinden
sının temel hedefi olan dönüştürme o çağdaki bilim için bir saçmalık
(simyacıların tam olarak fiziksel-kimyasal olgulara karşı ilgisizliğini
değildi; çünkü maddenin birliği uzun zamandan beri Yunan felsefesi-
gördük) doğmadığına göre bu nevi şahsına münhasır disiplinin "köken-
nin dogmalarından biriydi. Ama simyanın bu dogmayı haklı çıkar-
lerini" başka yerde aramak zorundayız demektir. Maddenin birliğine
mak ve maddenin birliğini kanıtlamak amacıyla yapılan deneylerden
ilişkin felsefe kuramından da ötede, yapay bir dönüşüme, yani labora-
doğduğuna inanmak zordur. Tinsel bir tekniğin ve bir soteriyolojinin
tuvarda gerçekleştirilecek bir dönüşüme olan inancı ortaya çıkaran
kaynağını bir felsefe kuramında bulmak zordur.
şey, büyük olasılıkla rahminde embriyon halindeki maden filizlerini
Öte yandan Yunan zihniyeti bilime uyarlandığında olağanüstü bir barındıran şu eski Yeryüzü Ana tasavvurudur. Görünüşe göre ilk sim-
gözlem ve düşünme yeteneği ortaya çıktı. Oysa Yunan simyacılarının ya işlemlerini doğuran şey madenciler, dökümcü ve demircilerin
metinlerini okurken gözümüze çarpan şey bunların fiziksel-kimyasal simgecilikleri, mitolojileri ve teknikleriyle karşılaşmaları olmuştur.
olgulara ilgisiz kalması, yani bilimsel zihniyetten yoksun olmasıdır. Ancak kesin rolü, zanaatkârlann duyumsadıklan biçimiyle yaşayan
Sherwood Taylor'un belirttiği gibi: "Kükürtü kullanan kişi erimesin-
den ve ardından sıvının ısıtılmasından sonra ortaya çıkan ilginç
görüngüleri görmemiş olamaz. Öte yandan kükürtün adı yüzlerce kez 6 Sherwood Taylor, A Survey of Greeh Alchemy, s. 110. Bkz. F. S. Taylor, Origins
geçse de onun metaller üstündeki etkisi dışında bu özelliklerinden of Greek Alchemy, s. 4 2 vd.
•7 Sherwood Taylor, a.g.y., s. 138.

160 161
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA VE ERGİNLEME

Cevhere ilişkin deneysel keşif oynamıştır. Gerçekten de simyanın kla- simyacı Maddeye, mysteria'lara Tanrı'ya davranıldığı gibi davranır:
sik Yunan bilimi karşısında özgünlüğünü sağlayan şey Maddenin kar- Maden cevherleri "çile çekerler," "ölürler" ve varlığın başka bir kipi-
maşık ve dramatik Yaşamına ilişkin kavrayıştır. Dramatik yaşam deneyi- ne doğarlar, yani dönüşürler. Jung, ünlü simyacı Zosimos'un düşün-
mi, Yunan-Doğu mysteria'larının tanınmasıyla olanaklı hale geldiğini deki bir görüntüyü anlattığı bir metnine dikkat çekmişti: 8 lon adında
düşünebiliriz. bir kişi kılıç darbesi aldığını, parçalara ayrıldığını, kafasının kesildi-
Mysferia'lardaki erginlenmenin temelinde bir tanrının çilesine, ğini, derisinin yüzüldüğünü, ateşte yakıldığını ve bütün bu acıları
ölümüne ve dirilişine katılma olgusunun yer aldığını biliyoruz. Bu "bedenini ruha dönüştürmek amacıyla" çektiğini açıklar. Zosimos
katılımın kipliklerini bilmiyoruz, ama erginlenecek çömezin mit ola- uyanınca düşünde gördüklerinin suyun simyevi bileşimiyle ilgili ola-
rak, otantik tarih olarak bildiği tanrının çilesi, ölümü ve dirilişinin bileceğini, lon'un da suyun bir görünümü, örnek bir imgesi olabile-
erginleme sırasında "deneysel" olarak aktarıldığını varsayabiliriz. ceğini düşünür. Jung'un da gösterdiği gibi bu su, simyacıların aqua
Mysteria'ların anlamı ve hedefi insanın dönüştürülmesiydi. Mit ergin- permanens'idir ve ateşle yapılan "işkenceleri" de separatio işlemine
leyici ölüm ve diriliş deneyimi sayesinde ontolojik düzenini değişti- denk düşer. 9
riyordu ("ölümsüz" hale geliyordu). Zosimos'un tanımlaması yalnızca mysteria'larda Dionysos ile diğer
Şu halde maddenin "çilesinin," "ölümünün" ve "dirilişinin" dra- "ölen tanrıların" parçalanmasını anımsatmakla kalmıyor ("çilelerini"
matik senaryosu Yunan-Mısır simya külliyatında ilk baştan itibaren bir anlamda bitkisel döngünün belli anlarıyla, özellikle "Buğday Ru-
belirlenmiştir. Dönüşüm, Filozof Taşıyla tamama eren opus magnum, hunun" işkenceleri, ölümü ve dirilişiyle ilişkilendirilebilir, aynı za-
maddenin içinde bulunan malzemelerin renklerine göre adlandırılan manda şamanların erginlenme görüleriyle ve genel anlamda bütün ar-
dört evreden geçerek elde edilirdi: Melansis (siyah), leukosis (beyaz), kaik erginlemelerin temel şemasıyla çarpıcı benzerlikler sunuyor.
xanthosis (sarı) ve iosis (kırmızı). "Siyah" (ortaçağ yazarlanndaki nigıe- Her erginlemede erginlenecek kişinin ölümünü ve dirilişini simgele-
do) "ölümü" simgeler; simyanın bu gizemine yeniden döneceğiz. An- yen bir dizi ritüel sınavın bulunduğunu biliyoruz. Şaman erginleme-
cak şunu belirtmek gerekiyor: Sahte-Demokritos'a ait Physika kai Mys-
tika'da (Zosimos'un koruduğu fragman), yani tam anlamıyla ilk
simyevi metinde (MÛ II.-1. yüzyıl) bu opus'un dört evresi belirlen- 8 Sanat Hakkında Risale, III, 1 , 2 - 3 .
miştir. Sayısız değişkelerle birlikte yapıtın dört (ya da beş) evresi 9 G. G. Jung, "Die Visionen des Zosimos," Von den Wurzeln des Bewusstseins

(nigredo, albedo, citrinitas, rubedo, bazen viriditas, kimi kez de cauda içinde, s. 1 5 3 vd. Söz konusuyla görüntüyle ilgili metin için bkz. M.
Berthelot, Collection des Alchimistes grecs (Metinler), s. 1 0 7 - 1 1 2 , 115-118;
pavonis) bütün Arap ve Batı simya tarihinde korunmuştur.
bkz. F. Sherwood Taylor'un yeni tngilizce çevirisi, Ambix, I, s. 8 8 - 9 2 . Separa-
Dahası da var: Maddeyi dönüştürme amacıyla madde üzerine yan- tio insan bedeninin parçalanması gibi kimi simyevi işlemlerde ifadesini bulur

sıtılan şey tanrının mistik dramı; çilesi, ölümü, dirilişidir. Kısaca bkz. Jung, a.g.y., s. 154, dipnot: 127. Elementlerin "işkencesi" k o n u s u n d a
• bkz. a.g.y., s. 2 1 1 .

162 163
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA VE ERGİNLEME

lerinde "ikinci haldeyken" maruz kalman bu sınavlar kimi kez son de- düğünü söyledik: Rahme düşmelerinden, büyümelerinden, doğumla-
rece acımasızcadır: Müstakbel şaman düşünde kendi parçalanışını, ka- rından, hatta evliliklerinden söz ettik (bkz. s. 37 vd). Yunan-Doğu
fasının kesilişini ve ölümünü görür. 10 Bu erginleme örüntüsünün ev- simyacıları bütün bu arkaik inanışları benimsemiş ve yeniden kullan-
renselliğini, ayrıca metal işçileri, demirciler ve şamanlar arasındaki mışlardır. Kükürt ile cıvanın simyevi birleşimi hemen hemen her za-
dayanışmayı hesaba katarsak; kadim Akdeniz metalurjist ve demirci man "evlilik" terimiyle ifade edilmiştir. Ancak bu evlilik aynı zaman-
loncalarının büyük bir olasılıkla kendi mysteria'lanna sahip oldukları- da iki kozmolojik ilkenin mistik birleşmesidir. Simya anlayışının ye-
nı düşünürsek Zosimos'un rüyetini önceki sayfalarda çözmeye ve kav- niliği buradadır: Maddenin hayatı artık arkaik insanın gördüğü biçi-
ramaya çalıştığımız tinsel bir evrene yerleştirebiliriz. Aynı anda sim- miyle "yaşamsal" hiyerofanilerle ifade edilmez, ama "tinsel" bir bo-
yacıların getirdikleri büyük yeniliği görebiliyoruz: Simyacılar çilenin yut kazanır; başka bir deyişle madde, dramın ve çilenin erginleyici
erginleyici işlevini Madde üzerine yansıtmışlardır. Erginlenenin çektiği anlamını üstlenerek aynı zamanda ruhun yazgısını da üstlenmiştir.
"işkenceye," "ölümüne" ve "dirilişine" denk sayılan simya işlemleri Ruh düzeyinde özgürlüğe, aydınlanışa ve ölümsüzlüğe götüren "er-
sayesinde cevher dönüştürülür, yani aşkın bir varlık kipine kavuşur: ginleyici sınavlar" maddi düzeyde dönüşüme, Filozof Taşına ulaştırır.
"Altın" olur. Bir kez daha söylersek altın ölümsüzlüğün simgesidir. Turba Phiolosophorum çok açık biçimde metallerin "işkencesi" gibi
Mısır'da Tanrıların teninin altın olduğuna inanılırdı: Tanrı olan Fira- tinsel bir anlamı ifade eder; "eo quod cruciata res, cum in corpore sub-
vunun teni de altın olmuştu. Demek ki simyevi dönüşüm maddenin mergitur, vertit ipsum in naturam inalterabilem ac indelebilem"'2 {"bu şey
arındırılmasına, Hıristiyanlık terimleriyle söylersek kurtuluşa denk- işkenceye uğramış olduğundan, bedene işlerken, onu birbirinden
tir. 11 ayırmaz, sonsuz bir yapıya dönüştürür"} Ruska'ya göre Yunan simya-
Maden filizlerinin ve metallerin canlı organizmalar olarak görül- cılarında "işkence" henüz gerçek bir işleme denk düşmüyordu; daha
çok simgeseldi; "işkencenin" kimyasal işlemleri ifade etmeye başla-
ması Arap yazarlarla birliktedir. Câferü's-Sâdık'ın Ahdînde ölü beden-
lerin, yeniden dirilebilmeleri için ateşle ve çile çektirme sanatının bü-
10 Krş. M. Eliade, Le Chamanisme, s. 52 vd ve birçok yerde. C. G. Jung şaman
erginlemelerini simya simgeciligiyle daha önce de ilişkilendirmişti; krş. Von tün hünerleriyle işkence görmesi gerektiğini okuyoruz; çünkü çile
den Wurzeln aes Bevvusstseins, s. 1 5 7 dipnot 38. veya ölüm olmadan ebedi yaşam elde edilemezdi. 13 "İşkence" hep
11 C. G. Jung simya işlemiyle madde içinde tutsak olan anima mundi'nin "ölürn'le -mortificatio, putrefactio, nigredo- birlikte anılmıştır. "Öl-
kurtanlmasından (bkz. not P) söz eder: Pscyhologie und Alchemie, s. 416 vd.
Gnosisçi köken ve yapıdaki bu tasavvur kuşkusuz bazı simyacılarca da be-
nimsenmişti: Aynca kozmik kurtuluş tasavvuruna ulaşacak eskatalojik dü-
şünce akımına katılmıştır. Ancak simya en azından başlangıçta her ne kadar 12 Julius Ruska, "Turba Philosophorum," Ein Beitrag zur Geschichte der Alche-
madde içten içe Terra Mater olarak hissedilmiş olsa bile anima mundi'nin mie, s. 168.
madde içinde tutsaklığını ön kabul olarak benimsemiyordu. - 13 Julius Ruska, Arabische Alchemisten, II, s. 77.

164 165
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

meden," aşkın bir varlık kipinde "dirilmek" kesinlikle olanaklı değil-


14
di (yani dönüşüme ulaşma şansı yoktu), işkence ve ölümün simyevi
Arcana Artis
simgeciliği kimi kez de çift anlamlıdır; işlem hem insana hem de bir
madensel cevhere ait olarak anlaşılabilir. Allegoriae süper librum Turba-
e'de şöyle söylenir: "İnsanı al, törpüle, taşa ger ... ta ki bedeni ölün-
ceye kadar" (accipe hominem, tonde eum et trahe süper lapidem ... donec
corpus eius moriatur).1* Bu çift anlamlı simgecilik bütün opus alchymi- C C / ^ V lüm," genellikle karışımdaki maddelerin aldığı renge, yani

cuma nüfuz etmiştir. Demek ki bunu iyi anlamak gerekiyor. V ^ y işlem olarak nigredo'ya denk düşüyordu. Cevherlerin materia
prima'ya, massa confusa'ya,' yani -kozmolojik düzeyde- ilk duruma,
kaosa denk düşen şekilsiz kitleye indirgenmesiydi bu. Ölüm, biçim-
sizliğe geri dönmeyi, kaosa yeniden katılmayı temsil eder. Su simge-
ciliğinin bu denli önem kazanmasının nedeni de budur. Simyacıların
sık kullandıkları sözlerden biri şuydu: "Her şey suya dönüşmeden
önce hiçbir işlem yapma." 2 Bu, işlem düzeyinde aqua regia içindeki
saf altın çözeltisine denk düşer. Aürea Catena Homeri'yi (1723) -genç
Goethe'nin üstünde büyük etki bırakmış bir yapıttır b u - yazdığı var-
sayılan Kirschweger şöyle der: "Bütün doğanın ilk başta sudan ibaret
olduğu, her şeyin sudan doğduğu ve yine her şeyin su yüzünden yı-
kıldığı açık ve kesindir" 3 Maddenin sıvı hale dönüşü kozmolojilerde
ezeli kaotik duruma ve erginleme ritüellerinde de erginlenenin "ölü-
müne" denk düşer.
Simyacı da cevherleri cıva içine sokarak çözeltileri elde ediyordu.
Starkey'in (=Eirenaeus Philalethes) yazdığı gibi "dönüşümün mümkün

1 Örnekler için bkz. Jung, Psychologie und Alchemie, s. 442 vd.


2 Bkz. J o h n Read, Prelue to Chemistry, s. 132. Aqua permanens konusunda
Jung'un alıntıladığı metinler, a.g.y., s. 320 vd.
14 Artis Aurijerae, Basilae, 1 5 9 3 , c. I, s. 139, aktaran Jung, Psychologie und Alche- 3 R. D. Gray'in alıntıladığı metin, Goethe the Alchemist, Cambridge, 1952, s.
mie, s. 455, dipnot 3.
14.

166 167
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTIŞ

olmasının temeli bütün metalleri ve madeni temelli bütün mineralleri kişi önce bedeniyle annesine girmeli ve orada ölmelidir." Yine Para-
ilksel hallerine, yani cıvaya dönüştürmektir." 4 "Portekiz Kralı Alfon- celsus'a göre bütün dünya ebediyete ulaşmak için "annesine girmeli-
so"ya atfedilen bir risalede şöyle yazar: "Çürümemiz, aslında bedeni dir," bu da prima materia, massa conjusa'dır, atyssus'dur." 9 John Por-
neme maruz bırakmaktan başka bir şey değildir.... Bu işlemin ilk so- dage'a göre Meryem Banyosu, "kökeninden ve kaynağından ilahi
nucu bedenin su haline, yani cıva haline getirilmesidir ve işte Filozof- tentürün çıktığı bir matrix, bir merkezdir." 10 Georg von Welling'in
ların çözelti dedikleri ve bütün Eserin temelini oluşturan şey bu- Opus Mago-Cabbalisticum et Theosophicum ( 1 7 3 5 ) kitabının ekinde veri-
dur." 5 Bazı yazarlara göre çözelme ilk işlemdir; kimilerine göreyse len dizelerde şunlar okunur: "Çünkü ikinci kez doğmazsam Göksel
kireçleştirme, ateş yoluyla biçimsiz hale gelmektir. Her durumda so- Krallığa ulaşamam. Bu nedenle yeniden doğmak için Annemin karnına
nuç aynıdır: "ölüm." dönmek istiyorum; bunu pek yakında yapacağım." 11 Regressus ad ute-
Simyevi olarak prima materia'ya indirgeme işlemi sayısız yorum- rum kimi zaman anne ile ensest ilişki olarak sunulmuştur. Michael
lara yol açmıştır: Yine regressus ad uterum, yani doğum öncesi evreye Maier şunu söyler: "Adı bilinmeyen bir filozof, Delphinas, Secretus
geri dönüş olarak yorumlanabilir. Örneğin Carbonelli'nin incelediği Mcucimus adlı risalesinde doğal bir zorunluluk gereği oğluyla birleş-
bir kodekste ersuyu simgeciliği belirlenmiştir; kodekste altının opus'- mek zorunda olan anneden söz eder açık açık" (cum filio ex necessitate
ta kullanılmadan önce "ersuyu haline getirilmesi gereklidir" diye ya- naturae conjungenda).12 Ancak "Annenin" bu çeşitli bağlamlarda ilk
zar." 6 Kadın peygamber Maria'nın bütün simya sırlarının içinde oldu-
ğunu ileri sürdüğü vas mirabile, "bir tür rahim ya da karındır, bura-
9 Aktaran: Gray, Goethe the Alchemist, s. 31.
dan mucizevi Taş, filius philosophorum doğacaktır." 7 "Kap, Tanrının
10 Bkz. J o h n Pordagein ( 1 6 0 1 - 1 6 8 1 ) soror mystica'sı Jane Leade'ye opus h a k -
tanrısal dölleme sırasında kullandığı kabın işçiliğine benziyor" diye
kında yazdığı mektup; bu mektup C. G. Jung tarafından Die Psychologie der
yazar Dorn. 8 Paracelsus'a göre "Tanrı'nm Krallığına girmek isteyen JJbertragung içinde basılmıştır (İng. çeviri: The Practice of Psycholterapy için-
de, New York, 1 9 5 9 ; bkz. s. 2 9 5 vd).
11 Aktaran: Gray, Goethe the Alchemist, s. 32, 2 6 8 . Genç Goethe'yi 1 7 6 8 yılın-
da Opus Mago-Cabbalisticum'u okumaya zorlayan kişi Frâulein von Kletten-
4 G. Starkey, Ripley Reviv'd, Londra, 1 6 7 8 , s. 3, aktaran: Gray, Goethe the Alc-
berg olmuştur; Goethe kitabı "karanlık ve anlaşılmaz" bulmuştur; bkz. Gray,
hemist, s. 16.
s. 4. Ama kuşkusuz ekini okumuştur (Bkz. a.g.y., s. 3 1 ) ve "Anneye dönüş"
5 Bkz. J o h n Read, a.g.y., s. 16.
biçimindeki simya simgeciliği Goethe'nin sonraki şiirlerinde yer alacaktır;
6 Et in che l'oro si vogli mettere in opra e necessario che si riduchi in sperma; G. bkz. Gray, s. 2 0 2 vd. Aynca bkz. Alexander von Bernus, Alchymie und Heil-
Carbonelli'nin alıntıladığı metin: Sullefonti storiche della chimica e dell'alchimia
kunst, s. 1 6 5 vd. Goethe'deki Gang zu den Müttern simgeciliği k o n u s u n d a
in Italia, Roma, 1 9 2 5 , s. 7.
bkz. M. Eliade, Mitul Reintegrarii, Bükreş, 1942, s. 16 vd.
' Jung, Psychologie und Alchemie, s. 3 2 5 . 12 Maier, Symbola aureae mensae duodecim nationum, Frankfurt, 1 6 1 7 , s. 3 4 4 ;
8 Dom, "Physica Trismegisti," Theatrum Chemicum, c. I, Ursellis, 1 6 0 2 , s. 4 3 0 , aktaran: Jung, Psychologie und Alchemie, s. 4 5 3 , dipnot 1. Aynca bkz. J.
aktaran: Jung, Psychologie und Alchemie, s. 3 2 5 , dipnot 1. Evola' La Tradizione ermetica, s. 7 8 vd (l'incesto filosofale).

168 169
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTİS

halindeki doğayı, simyacıların prima materia'smı simgelediği ve "An- ğılması ve tekrar bütünleşmesinin bağlamı ne olursa olsun birbirine
neye dönüşün" zamanı "aşmayla," başka deyişle kökensel bir duruma bağlı en az iki anlam taşıdığım belirtmek gerekiyor: Kozmolojik an-
yeniden dönmeyle eş tutulan bir tinsel deneyimi ifade ettiğine kuşku lam ve erginlemeci anlam. Her tür "ölüm" aynı zamanda hem kozmik
yoktur. Materia prima içinde çözülme, uterusun içinde kaybolmakla geceyle hem de kozmos öncesi kaosla bütünleşmektir; çeşitli düzey-
sonuçlanan bir cinsel birleşmeyle de simgelenir. Rosarium Philosopho- lerde karanlıklar her zaman biçimlerin çözülmesini, varlığın tohum
rum'da şöyle yazar: "Beya, Gabricus'un üstüne çıktı ve onu rahmine düzeyine dönüşünü ifade eder. Her "yaratım," biçimlerin her türlü
öyle bir aldı ki görünürde ondan geriye hiçbir şey kalmadı. Onu öyle görünümü ya da başka bir bağlamda aşkın bir düzeye her geçiş, koz-
aşkla kucakladı ki kendi doğasına kattı..." (Nam Beya ascendit süper molojik bir simgeyle ifade edilir. Birçok kez şunu yineledik: Bir do-
Gabricum, et includit eum in suo utero, quod nil penitus videri potest de eo. ğum, bir inşaat, tinsel düzeyde bir yaratım hep aynı örneği izler:
Tantoque amore amplexata est Gabricum, quod ipsum totum in sui natu- kozmogoni. Birçok farklı kültürde kozmogonik mitlerin yalnızca Yeni
ram concepit...).13 Böyle bir simgecilik doğal olarak çok sayıda değer- Yıl günü (dünya simgesel olarak yeniden yaratıldığında) yeni bir kra-
lendirmeye neden olmuştur. Meryem Banyosu yalnızca "tanrısal ten- lın tahta çıkışında, bir evlilik ya da savaş vb durumunda değil, aynı
türün döl yatağı" (bkz. yukarıda s. 169) değildir. Ayrıca İsa'nın doğ- zamanda tehdit altındaki bir hasadı kurtarmak ya da bir hastalığı iyi-
duğu ana karnını da ifade eder. Demek ki Rabb'in çömezde beden- leştirmek için ezberden okunması şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bütün
lenmesi, Meryem Banyosunun simyevi malzemesinin kaynaşıp mad- bu ritüellerin derin anlamı aydınlığa kavuşuyor: Bir şeyi iyi yapmak
denin ilksel haline döndüğü andan itibaren başlar. Ezeli maddeye geri ya da hastalık tehdidi altındaki yaşamsal bütünlüğü yeniden kurmak
dönüş olgusu isa'nın hem doğumuyla hem de ölümüyle ilişkilendiril- için önce ad originem {kökene} dönmek, sonra da kozmogoniyi yinele-
. 14
mıştır. mek gerekir. 16 Erginleyici ölüm ve mistik karanlıkların da kozmolo-

Farklı bakış açıları benimseyen J. Evola ve C. G. Jung, nigredo'da, jik bir anlamı vardır: Maddenin ilksel, tohumsal biçimine geri dönü-

putrefactio'dan, dissolutio'da göründüğü biçimiyle erginleyici ölüm lür ve "diriliş" de kozmik yaratıma denk düşer. Modern terminoloji-

simgeciliğini büyük bir yetkinlikle yorumlamışlardır. 15 Kaosun da- yi kullanmak gerekirse, erginleyici ölüm Yaratımı ve Tarihi yok
eder, bütün başarısızlıklardan, bütün günahlardan kurtarır; yani so-
nuçta insanlık durumunun ayrılmaz parçası olan yıpranmadan kurta-
13 Rosarium Philosophorum (Artis Auriferae, I, s. 2 0 4 - 3 8 4 ) , s. 2 4 6 ; aktaran: Jung,
a.g.y., s. 459, dipnot 1. Beya, Gabricus'un kızkardeşi olduğundan rahim
içinde kaybolma burada da simgesel "felsefi ensest" değeri taşıyor. Bu motif
konusunda bkz. C. H. Josten, "NVilliam Backhouse of Swallowfield," Ambix,
IV, 1949, s. 13-14. mie, s. 451 vd; aynı yazar, The Psychology of the Transference, s. 256 vd.
14 R. D. Gray, Goethe the Alchemist, s. 32-33. 16 Bkz. Mythe de l'Eternel retour, s. 8 3 vd ve birçok yerde; aynca bkz. Dinler
15 J . Evola, La Tradizione ermetica, s. 1 1 6 vd; C. G. Jung, Psychologie und Alche- Tarihine Giriş, § 158, s. 3 5 0 vd.

170 171
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTİS

Simya işleminin hangi düzeyde olup bittiğini kavramak çok


Bu bakımdan, simyacının yaptığı şey yeni bir şey değildir: Mate- önemlidir. Hiç kuşku yok, İskenderiye simyacıları daha en başında
ria prima'yı arayarak cevherlerin kozmogoni öncesi durumuna dön- "metallerin olgunlaştırılmasım" hedefleyerek kendilerini olgunlaştıra-
mesini hedefliyordu. Zamanın yıprattığı "biçimleri" başlangıç noktası bileceklerini düşünüyorlardı. 1 " Liber Platonis quartorum (Arapça oriji-
olarak almazsa dönüşümü başaramayacağını biliyordu. Erginleme nali X. yüzyıldan daha sonrasına tarihlenemez), opus alchymicum ile
bağlamında "çözelmek" erginlenecek adayın kutsal olmayan, yıpran- çömezin içsel deneyimi arasındaki eşzamanlılığın önemini belirtir.
mış, düşük varlığını "öldürmesi" anlamına geliyordu. Kozmik gece- "Şeyler benzerleri sayesinde olgun hale geldiler ve bu yüzden işlemi
nin hem Ölüme (=karanlık) hem de ad uterum'a dönmeyle eş sayılma- yapan da işleme katılmalıdır" (opportet operatorem interesse öperi).10
sı olgusunu hem çok sayıda dinin tarihinde hem de alıntıladığımız Aynı metin bir kafatasının dönüşüm kabı olarak kullanılmasını öğüt-
simya metinlerinde görebiliyoruz. Batılı simyacılar simgeciliklerini ler; çünkü kafatası düşüncenin ve anlağın zarfıdır (os capitis ... vas
Hıristiyan ilahiyatına yedirmişlerdir: Maddenin "ölümü," aynı za- mansionis cogitationis et intellectus).21 Çömezin kendisi Filozof Taşma
manda o maddenin kurtarılmasını sağlayan isa'nın ölümüyle kutsan- dönüşmelidir. "Kendinizi ölü taşlardan, yaşayan filozof taşlarına dö-
mıştır. C. G. Jung, Isa-Filozof Taşı ve içerdiği kapsamlı ilahiyat ara- nüştürünüz," diye yazar Dorn (transmutemini de lapidibus mortuis in vi-
sındaki koşutluğu zekice açıklamıştır. 18 vos lapides philosophicos).22 Morienus da Kral Kallid'e şöyle seslenir:
"Çünkü bu cevher (yani tanrısal sırrı içeren cevher) sizden çıkarıldı
ve siz onun madenisiniz (yani hammaddesi); onlar [çömezler] bunu
sizde bulurlar ve daha doğrusu, sizden alırlar." 23 Yine Gichtel de albe-
17 Bkz. M. Eliade, Naissances mystiques, Paris, 1 9 6 9 .
18 Özellikle bkz. Psychologie und Alchemie, s. 4 6 9 vd. Albert-Marie Schmidt, Isa-
Filozof Taşı koşutluğunu güzel ifadelerle ortaya koyuyordu: "Magnum
19 Bkz. Anhur J o h n Hopkins, Alchemy, Child of Greek Philosopy, s. 2 1 4 - 2 1 5 .
Opus'u (maddenin yeniden doğumu) tamamlamak için, kendi ruhlannın
Hopkins'e göre, iskenderiyeli ilk simyacılar sıradan metalleri, bir "uçucu
yeniden dogmasını saglamalan gerektiği inancına sahiptirler. Bu irfani bigi,
r u h ' ü (metallerin) "bedenleri" üzerine damgalayarak gümüş ve altının
Hıristiyanlığa özgü bir görünüm almaya çalışır. Tıpkı mühürlü kaplarındaki
asaletine yükseltebileceklerine inanıyorlardı (a.g.y., s. 6 9 vb). Cevherlerin
maddenin ölüp yeniden doğması gibi ruhlannın da mistik bir ö l ü m d e n
"bedenlerinin" üzerine bir "uçucu ruh"un yüklenmeye çalışıldığının açık
sonra Tanrı'da cezbeli bir hayat sürebilmesi için yeniden doğmasını isterler.
olduğu bu varsayım, hakkında ne düşünülürse düşünülsün maddenin din-
Her şeyde İsa'nın örneğini izlerler, Isa ölümü yenmek için ölümü yaşamış,
sel olarak değerli sayıldığını, dolayısıyla opus alchymicum'un soteriyolojik bir
daha doğrusu bu deneyimi kabul etmiştir. Böylece İsa'ya öykünme yalnızca
anlama sahip olduğunu da peşinen kabul eder.
tinsel bir yaşam biçimi değil, gizli ilacı yaratacak olan maddesel işlemlerin
akışını düzenlemek için bir yoldur, incil'deki ünlü söz, "tohum yere düşüp öl-
20 Aktaran: Jung, Psychologie und Alchemie, s. 3 6 3 .

mezse," hem madde hem de ruh için geçerlidir. Tann'mn lütfü ve aynı okült 21 Aktaran: Jung, a.g.y., s. 3 6 5 , dipnot 3.
yaşamsallık her ikisini de hareketlendirir" (La poesie scientifique en France au 22 Aktaran: Jung, s. 3 6 7 , dipnot 1.
XVf siecle, s. 3 1 9 ) . Aynca bkz. J . Evola, La Tradizione ermetica, s. 1 6 8 vd. • 23 Aktaran: Jung, s. 4 2 6 , dipnot 1.

172 173
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTIŞ

do işlemi (kimi bağlamlarda ilk Hermetik dönüşümü, yani kurşun ya bu, "dönüşümün" gerektirdiği düzey farklığım oluşturabilecek tek
da bakırın gümüşe dönüşmesini ifade eder) hakkında şöyle yazar: "Bu yöntemdir.
yeniden doğuşla yalnızca yeni bir Ruh almış olmuyoruz, aynı Hemen söyleyelim, simyacının Filozof Taşım ya da iksiri elde et-
zamanda yeni bir Bedene de sahip oluyoruz.,.. Bu Beden Tanrısal mesine denk sayılan temel deneyimin tam niteliğini bilmiyoruz. Sim-
Kelam'dan ya da göksel Hikmet'ten çıkmadır.... Havadan daha ya külliyatı opus'un hazırlıkları ve sonraki aşamalarını fazlaca anlat-
tinseldir, bütün bedenlere nüfuz eden güneş ışınları gibidir; parlak makta ama mysterium magnum'a çoğunlukla anlaşılamayan şifreli gön-
Güneş karanlık Yeryüzünden nasıl farklıysa o da yaşlı bedenden öyle dermelerde bulunmaktadır. Mineralojik simgecilik, ritüeller, ateş bü-
farklıdır; yaşlı Bedenin içinde kalsa bile kimi kez onu hisseder ama yüsü ile Doğanın ve Zamanın işlemlerinin yerine geçen işlemlerle ya-
onu kavrayamaz." 24 pay olarak metalleri altına dönüştürme konusundaki inanışlar arasın-

Kısaca Batı simyacısı tıpkı Hintli ve Çinli meslektaşı gibi labora- da var olan ilişkiler ve dayanışmaya işaret etmekte haklıysak ve Çin

tuvarmda kendi üstünde, psikofizyolojik yaşamı üstünde ve ayrıca simyası ile yeni Taocu teknikler arasında, Hint simyası ile Tantracı-

manevi ve tinsel deneyimi üstünde çalışıyordu. Metinlerin hepsi sim- lık arasında sıkı bağları hesaba katıyorsak; özetle İskenderiyeli sim-

yacının erdemleri ve niteliklerini ısrarla vurguluyor: 25 Simyacı sağ- yacıların mysteria'larm erginleyici senaryosunu, madeni cevherlere

lıklı, onurlu, sabırlı, namuslu olmalıdır; özgür düşünceli, yaptığı iş- uyguladıklarını biliyorsak, o zaman simya deneyiminin sırrını arala-

le uyum içinde olmalıdır; zeki ve âlim olmalı, hem çalışmalı hem dü- mamız olanaklıdır. Hint simyacısı bize bir karşılaştırma noktası su-

şünmeli, hem dua etmelidir vb. Burada yalnızca laboratuvar çalışma- nuyor: Simyacı kendi kendini "arıtmak" ve "uyandırmak" için, yani

larının söz konusu olmadığı görülüyor. Simyacı kendini bütünüyle bedeninde uyumakta olan bu tanrısal cevherleri ele geçirmek için ma-

işine adar. Ama bu nitelikler ve erdemler yalnızca manevi anlamda den cevherleri üstünde çalışır. Batılı simyacı bileşenleri "öldürüp"

alınmamalıdır. Simyacıda bunlar Tantracı sâdharıa'da ya da mysteria'- materia prima haline getirmeye çalışarak cevherin "patetik durumları"

lara erginleme öncesindeki acemilik evresinde olduğu gibi sabır, ile kendi deruni varlığı arasında bir sympatheia yaratır. Başka deyişle

zekâ, itidâl vb gibi aynı işleve sahiptir. Bunun anlamı hiçbir erdemin bazı erginleyici deneyimler yaşar; bunlar da opus ilerledikçe ona

ve hiçbir bilgeliğin erginleme deneyiminden ayrı tutulamayacağıdır; sınavlarından başarıyla çıkan kişininkine benzeyen yeni bir kişilik
kazandırır. Onun Opus'un evrelerine katılması, örneğin rıigredo'da
olduğu gibi, erginlenme törenleri esnasında kendini canavarın kar-
nında "yutulmuş" ya da " toprağa gömülmüş" veya maskeler ve er-
24 Gichtel, Theosophia Practica, III, 13, 5, aktaran: Evola, La Tradiziorıe ermetica,
ginleme üstatları tarafından simgesel olarak "öldürülmüş" olarak du-
s. 1 6 4 . "Çürümeyen ve göksel" beden hakkında, bkz. C. Della Riviera, II
Mondo Magico degli Heroi, Bari, 1 9 3 2 , s. 123 vd. yumsayan erginlenme adaymmkine benzer bir deneyim kazandırır
25 Bkz. Jung, a.g.y., s. 3 6 7 vd. Çin ve Hindu simyacılarda benzer talimatlar dik- ona.
kat çekiyor; bkz. daha yukarıda, s. 1 2 5 , 1 4 5 vd.

174 175
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTIŞ

Opus alchymicum'un ayrıntılı bir tarifi birkaç sayfada yapılacak gi- refactio, yani omne genus est formam'ı {her tür şekli) yok eden ölüm),
bi değildir; üstelik işlemlerin sırası konusunda da yazarlar ayrılmak- ölüm deneyimini henüz hayattayken tatmış olanlara özgü bu
tadır. Ancak coniunctio ve ondan kaynaklanan ölümün kimi kez hieros "hikmet"te müneccimlerin ve simyacıların şu ünlü "Saturnus melan-
gamos'la ifade edilmesi dikkat çekicidir: iki ilke -Güneş ve Ay, Kral koli'sini" görür gibi olmuyor muyuz. 29 Hangisi olursa olsun Basil
ve Kraliçe- cıva banyosu içinde birleşirler ve ölürler (rıigredo budur); Valentine'in vitriol (sülfat) akrostişinin descendus ad inferos'un {cehen-
ruhları onlardan ayrılır, daha sonra yeniden dönecek ve jilius philosop- neme inmenin) gerekliliğini vurguladığım unutmamak gerekir: Visita
horum'u, Filozof Taşma ulaşmanın yakın olduğunu bildiren erdişi Interiora Terrae Rectificarıdo Invenies Occultum Lapidem ("Yerin içini
varlığı (=Rebis) doğuracaktır, işlemlerin bu sırası Rosarium Philosop- Ziyaret Et Arınarak Gizli Taşı Bulacaksın").
horum'da bir dizi gravürle açıklanır; Jung bunların yorumunu Psycho- Nigredo'yu izleyen evre, yani "beyazlı iş" leukosis, albedo görünüşe
logie der Übertragung'da yapmıştır. Simyacıların "karanlık," manevi göre tinsel düzlemde erginlenmemişin erişemeyeceği belli bir bilinç
ölüm, cehenneme iniş gibi "korkunç" ve "ürkütücü" deneyimlere ver- halinin varsayılmasıyla ifade edilen "dirilişe" denk gelir. (Laboratu-
dikleri önemi vurgulamak gerek. Bunlar yalnızca sürekli olarak me- var düzeyinde ilk baştaki putrefactio'dan sonra gelen "pıhtılaşma" ola-
tinlerde almtılanmamıştır, aynı zamanda simyadan esinlenen ikonog- yıdır bu). Simya işlemim taçlandırıp Filozof Taşma ulaştıran son iki
rafi ve sanatta da görülebilir; burada bu tür deneyimler Saturnus sim- evre olan citrinitas ve rubedo bu yeni erginleyici bilinci daha da geliş-
geciliği ile "melankoli" ile, kafataslan üzerinde düşünmeyle vb dile tirip güçlendirir. 30
getirilir. 20 Kronos-Saturnus figürü Büyük Yıkıcıyı, Zamanı, yani aynı Opus alchymicum'un başı ve sonundaki paradoksal niteliği vurgu-
şekilde ölümü (=putrefactio) ve yemden doğumu simgeler. Zamanın lamalıyız. Filozof Taşma ulaşmak için materia prima'dan hareket edi-
simgesi Saturnus çoğunlukla elinde bir terazi ile temsil edilir ve her- lir, ama her iki "cevher" de yazarların açıklama yapmamasından de-
metizm ile simyada Terazi simgesinin önemini biliyoruz: 27 Ünlü Ge- ğil, aksine çok şey ifade ettiklerinden herhangi bir tanımlamaya gel-
ber de (=Câbir ibn Hayyân) Teraziler Kitabı adında bir kitap yazmış- mezler. Gerçekten de materia prima için kullanılan eşanlamlı sözcük-
tır. 28 Bu "Teraziye hâkim olma" olgusunda (onları her şeyi bilen ve ler son derece fazladır: Martin Ruland Lexicon Alchemiae sinde (Frank-
durugörülü hale getiriyordu), Zamanın işiyle olan bu yakınlıkta (put-

29 F. Saxl ve Panowski'nin aynntılanyla inceledikleri Dürer'in Melancholia'-


26 Bkz. G. F. Hartlaub, Arcarıa Artis. Spuren alchemistischer Symbolik in der Kunst sındaki Hermetik simgeciliğine ilişkin şerhi izleyen Hartlaub'un söylemek is-
des 16Jahrhunderts (Zeit. f. kunstgeschichte, VI, 1 9 3 7 , s. 2 8 9 - 3 2 4 ) , s. 3 1 6 tediği budur; a.g.y., s. 3 2 2 .
vd. Bkz. Not R. 30 Albedo ve rubedo konusunda geleneksel bakış açısıyla yapılmış bir açıklama
27 Bkz. Resim, s. 34, Read, Prelude to Chemistry. için bkz. J . Evola La Tradizione ermetica, s. 1 5 6 vd. Jung'un Psychologie der
28 Câbir'deki Terazi simgeciliği hakkında bkz. Henri Corbin, "Le Livre du Übertragung (Amerikan baskısı, s. 2 7 1 vd). Aynca bkz. Albert-Marie
Glorieux Jâbîr ibn Hayyân," Eranos-Jahrbuch, 18, 1 9 5 0 , s. 7 5 vd. Schmi'dt, La Poesie scientifique en France au XV1C siecle, s. 3 3 1 vd.

176 177
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
ARCANA ARTIŞ

furt, 1 6 1 2 ) elliden fazla sözcük sayar ve bu sayı bile kesin değildir. miz ondan çıkar." 33 Gloria Mundi'de yayımlanan 1526 tarihli bir met-
Materia prima'mn tam "doğası" ise hiçbir tanıma sığmaz. Zekarya ne göre Taş "bütün insanlar için bildiktir, kırda, köyde, kentte, Tan-
"maddemizi" tinsel olarak nitelemenin hata olmayacağını, ama cisma- rı'nm yarattığı her yerde ve her şeyde bulunur; yaşlı, genç herkesçe
ni olarak nitelemekle de yalan söylemiş olmayacağımızı yazar; "gök- bilinir; ama aynı zamanda herkesçe hor görülür. Her gün zenginin de
sel" desek tam adıdır, yersel desek, o da doğrudur. J. Evola'nm haklı elinden geçer yoksulun da. Hizmetçiler onu sokağa atar. Çocuklar
olarak bu metin konusunda belirttiği gibi, felsefi kavram değil bir onunla oynarlar." 34 Bununla birlikte insan ruhundan sonra yeryüzün-
simgedir: Simyacının sub specie interioritatis Doğayı benimsediği söy- deki en mucizevi ve en değerli şey olsa da hiç kimse ona değer ver-
lenmek istenir. 31 Materia prima'yı ifade eden eşanlamlı sözcüklerin mez ve Kralların ve Prenslerin düşmesine neden olur. Bununla birlik-
çok sayıda olması buradan ileri gelir. Bazı simyacılar- bunun cıva, kü- te yeryüzündeki en aşağılık, en sefil şeyler arasında sayılır...." 3 5 Bir
kürt, kurşun olabileceğini diğerleri ise su, tuz, ateş vb olduğunu söy- köşe taşı olmasına karşın hiç kimsenin istemediği bu Taşa ilişkin
lerler; yine kara, kan, Gençlik Suyu, Gök, deniz, ay, ejder, Venüs, zengin simgeciliği bir yana bırakıp Lapis Philosophorum'un her yerde-
kaos ve hatta Filozof Taşı ya da Tanrı olduğunu söyleyenler de var- ligi ile evrenselliğinin simya edebiyatının temel bir izlegi olduğunu
dır. 32 ekleyelim. Londra'da 1652'de yayımlanmış bir kitap olan The Name of
Materia prima'mn her yerde hazır ve nazır olması bütün açılardan the Philosophers Stone'da taşın 170'ten fazla adı verilmiş; bunlar arasın-
Filozof Taşı'mn özelliğine denk düşüyor. Çünkü Taş akıl almaz bir da Bakire'nin Sütü, Güneşin Gölgesi, Kuru Su, Ayın Salyası vb var.
işlemin sonunda elde edilir ("bil ki bu çok uzun bir yoldur," longssi- Dictionnaire mytho-hermetique'te (Paris 1787) Pernety 6 0 0 adlık alfabe-
ma via, diye yazar Rosarium'da), ama aynı zamanda son derece kolay tik bir liste veriyor, ama bu bile tam bir liste değil. Zosimos'a atfedi-
bulunur: Gerçekten de her yerde vardır. Ripley (y. 1415-1490) şunla- len bir bölümde bu "taş olmayan, değeri olmayan değerli şey, bu bin-
rı yazıyor: "Filozoflar kuşların ve balıkların Taşı getirdiğini, her in- bir biçimli biçimsiz şey, bu herkesin bildiği bilinmeyen şey"den söz
sanın ona sahip olduğunu, her yerde olduğunu, sizde bende, her şey- edilir. 36 Ama Rosarium Philosophorum'da belirtildiği üzere Hortula-
de, zamanda ve mekânda bulunduğunu söylerler. Hor görülecek bir
kılıkta (vili figür a) kendiliğinden çıkıverir. Ve bizim aqua permanens'i-
33 Aktaran Jung, Psychologie und Alchemie, s. 4 4 2 .
34 Bu hermetizmde önemli bir simgecilik olan ludus puerorum'a açık bir gönder-
medir, bkz. Hartlaub, Arcana Artis, s. 2 9 6 vd. "Doğal olarak" bir ç o c u k oyu-
nu gibi olup bitmesi gereken opus alchymicum kendiligindenligi ve kolaylığı
31 Ag.y., s. 32. söz konusudur. Simya simgeciliğinde lncillerki bebek imgesinin yerini tutar.
32 Prima materia'mn Tann ile bir tutulması ve bu paradoksun Aristoteles'teki 35 A. E. Waite, The Hermetic Museum. Restored and Enlarged, Londra, 1 8 9 3 , c. I,
kökeni hakkında bkz. Jung, Psychologie der Übertrangung, Amerikan baskısı, s. 1 8 0 ; Read, Prelude to Chemistry, s. 129.
s. 3 1 4 , dipnot 2 3 .
• 3 6 Aktaran: Read, Prelude to Chemistry, s. 130.

178 179
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTIŞ

n u s ' u n dediği gibi "yalnızca Filozof T a ş ı n ı n nasıl yapabileceğini bilen y i n d e o r t a y a ç ı k ı ş ı , k o z m o s u n , k u t s a l ı n ifşasıyla d ö n ü ş ü m ü n e d e s t e k


k i ş i l e r o n u n l a ilgili s ö z l e r i a n l a y a b i l i r . " 3 7 Rosarium şu uyarıda bulu- o l a n homo religiosus'un d e n e y i m i n e b e n z e t i l e b i l i r . H i y e r o f a n i n i n para-
n u y o r : " B u s o r u l a r m i s t i k o l a r a k a k t a r ı l m a l ı (talis materia debet tradi d o k s u , kutsalı göstermesi ve aşkının "hor görülen bir şeyde" cisim-
mystice), t ı p k ı m a s a l l a r ı v e m e s e l l e r i k u l l a n a n şiir g i b i . " 3 8 B a z ı l a r ı n a lenmesi gerçeğine dayanır; b a ş k a deyişle düzeyler arasında bir k o p m a
bakılırsa "sırrı kitaplarla a ç ı k l a m a m a k üzere yapılan bir y e m i n " bile o l u ş t u r u r . A y n ı p a r a d o k s F i l o z o f T a ş ı n d a da v a r d ı r : Erginlenmemiş-
vardı.39 lerin idrakinin ötesindedir, oysa çocuklar onunla oynayabilirler, hiz-

Büyük bir olasılıkla burada yine arkaik şamanlar ve gizli top- metçiler sokağa atar o n u ; h e r yerdedir ama elde edilmesi en zor şey-

luluklar arasında, geleneksel dinlerin mistikleri arasında g ö r d ü ğ ü m ü z dir.

g i b i b u r a d a b i r "gizli d i l " s ö z k o n u s u d u r . Bu "gizli d i l , " g ü n l ü k d i l S i m y e v i d e n e y i m v e b ü y ü s e l - d i n s e l d e n e y i m o r t a k ya da b e n z e r


a r a c ı l ı ğ ı y l a a k t a r ı l a m a y a c a k d e n e y i m l e r i n i f a d e s i n i n ve a y n ı z a m a n d a öğeler içerirler. Batı s i m y a c ı l a r m c a dinsel terimlerin k u l l a n ı m ı , kili-
simgelerin gizli anlamlarının şifreli aktarımının aracıydı.40 Ayrıca senin sansürüne karşı bir ö n l e m değildi yalnızca. Opus alchymicum
F i l o z o f T a ş ı n ı n p a r a d o k s a l b i r ş e k i l d e h e m h e r y e r d e o l m a s ı h e m de mistik yaşamla önemli benzerlikler içeriyordu. Georg von Welling
ulaşılamaz oluşu bir bakıma genel anlamda kutsal şeylerin diyalekti- şöyle yazar: "Niyetimiz altının nasıl yapıldığını ö ğ r e t m e k değil, çok
ğ i n i a k l a g e t i r i y o r . H i y e r o f a n i l e r y a l n ı z c a k u t s a l ı dışa v u r d u k l a r ı için daha y ü c e bir şey: D o ğ a n ı n Tanrı'dan nasıl türediği ve D o ğ a d a Tanrı'-
nesnelerin ontolojik düzenini değiştirirler: D e ğ e r s i z ya da a n l a m s ı z n m nasıl görüleceği."41 Paracelsus'un bir öğrencisi olan Oswald Croll
b i r taş, b i r a ğ a ç ya da b i r k a y n a k k u t s a l l a k a y n a ş t ı ğ ı anda b u d i n s e l simyacıların "tanrılaşmış ruhlarının erdemiyle daha b u hayattayken
deneyime katılanların gözünde paha biçilemez hale gelir. Bir anlamda Dirilişin ilk meyvelerini tatmış ve Göklerin Krallığının tadım a l m ı ş
s i m y a c ı n ı n F i l o z o f Taşının yardımıyla başka bir tinsel varlık düze- azizler" olduğunu onaylar.42 Çoğu simyacının zihninde Filozof Taşı-

nın edinilmesi T a n r ı ' n m tam olarak bilinmesi anlamına gelir. Zaten

b u n e d e n l e T a ş k a r ş ı t l ı k l a r ı n ö z d e ş l e ş m e s i n i m ü m k ü n k ı l a r . B a s i l Va-

37 Aktaran: Jung, Psychologie der Übertrangung (Amerikan baskısı), s. 2 8 8 . lentin'e göre, " k ö t ü l ü k tıpkı iyilik gibi olmalıdır." Starkey, Taşı "zıt-

38 Jung, a.g.y., s. 2 8 6 , dipnot 15. lıkların uzlaşımı, düşmanlar arasında dostluk k u r m a k " olarak tanım-
39 Zadith Senior, aktaran: Jung, a.g.y., s. 2 1 5 , dipnot 7. Agrippa de Netteshe-
im, "suskunluk yemini"nden söz eder, a.g.y., s. 2 1 5 ve dipnot 7. "Gizli dil"
MÖ XVIII. yüzyıl Mezpotamya teknik reçetelerinde de kullanılıyordu: Bkz.
R . J . Forbes, Studies in Ancient Technology, Leyden, 1 9 5 5 , I, s. 1 2 5 . "Meslek
sırlan" konusunda bkz. a.g.y., s. 127. 41 Opus Mago-Cabbalisticuma Giriş, aktaran: R. D. Gray, Goethe the Alchemist, s.
40 Bkz. Eliade, Le Chamanisme, s. 9 9 vd; Le Yoga, s. 2 5 1 vd; 3 9 4 vd ve 19.
Techniques de l'extase et Langages Secrets. Bkz. Rene Alleau, Aspects de l'alchi- 42 Oswald Croll, Pilosophy Reformed and Improved, Londra, 1657, s. 2 1 4 ,
mie traditionnelle, s. 9 1 vd. aktaran: Gray, a.g.y., s. 21.

180 181
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR ARCANA ARTİS

lar. 43 Burada çok eski, evrensel olarak bilinen, kültürün arkaik düzey- sen, mayıs ayında olgun üzüm çıkacaktır. 47
lerinde bile belirlenen ve hem temel gerçek Urgrund'u ve hem de bü- Taşa sağaltıcı özellikler atfeden ilk simyacılar Arap siyacılar ol-
tünlüğün, olgunluğun paradoksal durumunu, böylece Tanrının kut- muştur, ayrıca Batıya Elixir Vitae'nin gelişi Arap simyası yoluyladır. 48
sallığını tanımlayan o çok eski coincidentia oppositorum simgeciliğiyle Roger Bacon, Taş ya da İksir ifadesini kullanmadan, Opus Mcyus'unda
karşılaşıyoruz. bir "ilaç"tan söze eder: "En değersiz metalin kusurlarını, eksiklikleri-
Bununla birlikte Taşın ilk erdemi metalleri altına çevirmektir. ni gideren, bedenin kirlerini yıkayabilen bir ilaç; bu bedenin çürüme-
Villanova'h Amold'm dediği gibi "Doğada Sanatla keşfedilip olgun- sini öyle iyi engeller ki ömrü yüzyıllarca uzatır." Villanova'h Ar-
laştırman, değdiği bütün kusurlu bedenleri kendine dönüştüren tam nold'a göre "Filozof Taşı bütün hastalıkları iyileştirir. Bir ay sürebi-
olarak saf bir madde vardır." 44 Burada Taşın ya da İksirin Doğanın lecek bir hastalığı bir günde, bir yıl sürecek bir hastalığı oniki gün-
işini tamamlayıp bitirdiği yolundaki son derece canlı arkaik düşünce- de, çok daha uzun sürecek hastalığı da bir ayda iyileştirir. Yaşlılara
yi buluyoruz. Colonia'lı Frate Simone, Speculum minus alchimiae'de gençliği verir." 49 Batıya Arap yazarların getirdiği simyevi İksir kavra-
şunları yazar: "Bu sanat iksir denilen bir ilaç yapmamızı sağlar; bu mının yerini mucizevi bir bitki ya da ölümsüzlük içkisi miti almış-
ise olgunlaşmamış metallerin üstüne döküldüğünde bunları tamamıy- tır; bu mit en erken antikçağdan beri bütün Hint-Avrupa halklarında
la olgun hale getirir, eksiklerini giderir ve işte bu amaçla icat edil- tespit edilmiştir, dolayısıyla arkaikliğine hiç kuşku yoktur. Bu neden-
miştir." 4 5 Carbonelli'nin incelediği bir simya kodeksinde şunlar yazı- le iksir Batıda simya eserinin ve Filozof Taşının bir dengi sayıldığı
lıdır: "Bu maddenin Doğa tarafından yerin iç organlarına gönderildiği için bir yenilik değildi.
ve pisliklerle kazayla da olsa hiç karışmamış olduğu için Kutsal Gü-
Nereye varacağımız baştan belli aslında: Taş en sonunda bütün es-
neş ve Ay olduğu düşünülebilir." 46 Taşın, bütün organizmaların za-
ki inançları bünyesine katmıştır: Taşı taşıyan kişinin dokunulmazlık
mansal ritmini hızlandırdığı ve büyümeyi çabuklaştırdığı fikri Lully'-
kazandığı söylenirdi ve En Kutsal Teslis Kitabı şunları belirtir: "Avuç
in Pratique inde de bulunur: "ilkbaharda Taş büyük ve mucizevi sıcak-
içinde tutulan Taş görünmezlik kazandırır. İnce bir beze dikildiğinde
lığıyla bitkilere can verir; bu taştan tohum kadarını suda eritip bu
ve bu bez Taşın iyice ısınmasına yetecek kadar bedene sıkıca sarıldı-
fındık kabuğunu dolduracak kadarını alıp bir asmanın dibine döker-

47 W. Ganzenmüller'in yeniden yayımladığı kısım: L'Alchimie au Moyen Age, s.


43 Gray'in alıntıladığı metinler, a.g.y., s. 34.
159.
44 Aktaran J . Read, a.g.y., s. 119. 48 Bkz. R. P. Multhauf, The Origins of Chemistry, s. 135 vd. Batı simyasında altın
45 Bologna Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki el yazması; aktaran: G. Carbonelli, iksiri konusunda bkz. J. Ruska, Das Buch der Alaun und Salze, s. 6 4 vd. Le
Sulle fanti storiche della chimica e dell'alchimia in İtalia, s. 7. Livre des Alauns et des Sels İbn Râzi'ye atfedilen bir XII. yüzyıl Arap metnidir.
46 A.g.y., s. 7. 49 Ganzenmüller'in alıntıladığı metinler, a.g.y., s. 158.

182 183
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

gında istenildiği kadar yukarıya y ü k s e l m e k olasıdır, i n m e k için bezi

yavaşça gevşetmek yeterlidir."50


Simya, Doğa Bilimleri ve Zamansalhk
Y o g i l e r i n v e H i n t s i m y a c ı l a r ı n ı n ü n l ü siddhi'sini biliyoruz: G ö r ü n -

m e z l i k , h a v a y a y ü k s e l m e , b ü y ü s e l u ç u ş ( b k z . y u k a r ı d a s. 1 3 7 v d ) ; ev-

r e n s e l ş a m a n i z m g i b i y o g a d a b u n l a r ı "ateşe h â k i m o l m a ' y l a birlikte

" m u c i z e v i g ü ç l e r " olarak sıralar.51 A n c a k b u Avrupalı b ü y ü c ü ve s i m -

y a c ı l a r ı n m a h a r e t l e r i n i n k a y n a ğ ı illa ki D o ğ u d u r d e m e k i s t e m i y o r u z .

Fakirlerin kerametleri Avrupa'da biliniyordu; bunlar büyük olasılıkla


B u k a d a r az s a y f a d a b i r ç o k y ö n ü h e n ü z a ç ı l m a m ı ş , u ç s u z b u c a k s ı z

b i r k o n u n u n ö z ü n ü s ö y l e d i ğ i m i z i ileri s ü r m ü y o r u z . Z a t e n b u n e -

d e n l e k o n u m u z u Asya v e B a t ı n ı n m e t a l ü r j i v e s i m y a tarihini özetle-


b ü y ü y l e ilgili bir yerel gelenekten kaynaklanıyorlardı.52 Burada yine
mekle sınırlamıştık. Amacımız yalnızca insanların madde karşısında
s i m y a , Elixir Vitae'de olduğu gibi, köklerini tarihöncesinden alan çok
g i t t i k ç e a r t a n b i r s o r u m l u l u k ü s t l e n m e l e r i n i s a ğ l a y a n b u a r k a i k tek-
eski inançların yerine g e ç m e k t e n öteye gitmemiştir.
niklerden kaynaklanan bazı simge ve mitlerin gelişimini izlemekti.

Ç ö z ü m l e m e l e r i m i z v e y o r u m l a r ı m ı z d a h a k l ı y s a k , s i m y a n ı n homo fa-

ber'in en eski düşünü sürdürüp tamamlar: Maddenin olgunlaştırılma-

s ı n a k a t k ı d a b u l u n m a , b u arada k e n d i k u s u r s u z l u ğ u n u s a ğ l a m a düşü.

Bu işbirliğinin birkaç başat evresini tanımladık: Artık bu konulara

dönmeyeceğiz. Bütün b u girişimlerde ortak bir nokta belirginleşiyor:

İ n s a n o ğ l u D o ğ a y ı d e ğ i ş t i r m e s o r u m l u l u ğ u n u ü s t l e n i r k e n k e n d i n i za-

manın yerine koymuştur: Yerin derinliklerinde "olgunlaşmak" için

b i n l e r c e yıl ya da b i r ç o k e o n b o y u n c a b e k l e m e s i g e r e k e n ş e y l e r i me-

t a l ü r j i s i v e ö z e l l i k l e s i m y a c ı b i r k a ç h a f t a d a elde e d e b i l e c e k t i r . T o p r a -

ğ ı n r a h m i n i n y e r i n e fırın g e ç m i ş t i r : E m b r i y o n - m a d e n l e r b u r a d a bü-

yümelerini tamamlarlar. Simyacının vas mirabile'si, fırınları, im-

b i k l e r i ç o k d a h a i d d i a l ı r o l l e r o y n a r l a r : B u a l e t l e r e z e l i k a o s a g e r i dö-

nüşün, kozmogoninin yinelenmesinin tam merkezinde yer alır;


50 Aktaran: Ganzenmüller, a.g.y., s. 1 5 9 . Bu metin hakkında bkz. Deniş
c e v h e r l e r b u r a d a ö l ü r ve s o n r a d a n altına d ö n ü ş m e k ü z e r e y i n e b u r a d a
Duveen, "Le livre de la Tres Sainte Trinite," Ambix, III, 1948, s. 2 6 - 3 2 .
dirilir. Maddenin değiştirilmesine yönelik bir çaba olarak simya
51 Bkz. Yoga, s. 2 7 6 vd, 3 2 4 vd ve Chamanisme, s. 3 6 5 vd.
i ş l e m i n i n t i n s e l y ö n ü n ü y e t e r i n c e b e l i r l e d i k . B u a ç ı d a n s i m y a işi, do-
52 Bkz. Le Chamanism, s. 3 8 0 . Bkz. Mephistopheles et L'Androgyne, 1 9 6 2 , s. 2 0 0
vd ("ip mucizesi" konusunda). ğayı d e ğ i ş t i r m e k , y e n i b i ç i m l e r y a r a t m a k , k ı s a c a Y a r a t ı c ı y l a işbirliği

184 185
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA, DOÛA BİLİMLERİ VE ZAMANSALLIK

y a p ı p o n u n y a r a t ı m ı n ı t a m a m l a m a k a m a c ı y l a ateşi k u l l a n a n , t a r i h ö n - sonuçta zamanın yerine geçer. Elbette simyacıların t ü m ü " e s e r l e r i n i n

c e s i ç a ğ l a r ı n artifex'inin özlemlerinin bir devamıydı. Afrika'daki mit- z a m a n ı n eserinin yerini aldığının bilincinde değildi kuşkusuz. Ancak

sel D e m i r c i - U y g a r l a ş t ı r ı c ı Kahraman figürü metalürji işinde dinsel b u n u n ö n e m i yok: Esas olan eserlerinin, dönüştürme işinin herhangi

a n l a m ı m h â l â k o r u m a k t a d ı r : D a h a ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i Göksel b i r b i ç i m a l t ı n d a Z a m a n ı n y o k e d i l m e s i o l gu s u n u i ç e r m e s i d i r . Ben

D e m i r c i yaratılışı tamamlar, dünyayı düzenler, kültürü yerleştirir ve J o h n s o n ' u n y a r a t t ı ğ ı b i r k a h r a m a n ı n d e d i ğ i gibi " k u r ş u n ve d i ğ e r m e -

i n s a n l a r a sırları t a n ı m a l a r ı n d a r e h b e r l i k e d e r . t a l l e r z a m a n l a r ı o l s a a l t ı n o l a b i l i r l e r d i . " D i ğ e r b i r s i m y a c ı da ş ö y l e

e k l e r : " İ ş t e b i z i m s a n a t ı m ı z da b u n u b a ş a r ı y o r " ( b k z . s. 4 3 ) .
" D o ğ a n ı n değiştirilmesi" özellikle ateş sayesindedir, ayrıca ateşe

h â k i m i y e t i n h e m m e t a l ü r j i d e n ileri g e l e n k ü l t ü r e l i l e r l e m e l e r d e hem A n c a k simyacılar çalışırlarken T a n r ı ' n m yardımını aldıklarına ina-

d e e n e s k i b ü y ü l e r ve b i l i n e n ş a m a n c ı m i s t i s i z m l e r i oluşturan psiko- n ı y o r l a r d ı ve b u y ü z d e n o n l a r a g ö r e y a p t ı k l a r ı iş T a n r ı ' n m t e ş v i k et-

fizyolojik tekniklerde bulunması anlamlıdır. Ateş kültürün bu arkaik tiği d e ğ i l , a m a izin v e r d i ğ i b i r D o ğ a y ı k u s u r s u z l a ş t ı r m a etkinliğiydi.

evresinden itibaren " d ö n ü ş t ü r m e " aracı olarak kullanılır: Şamanların E s k i m e t a l u r j i s t l e r d e n v e d e m i r c i l e r d e n ç o k u z a k o l s a l a r da o n l a r ı n

yanmamaları onların insanlık d u r u m u n u aştıklarını, "ruhların" duru- Doğa karşısındaki tavırlarını sürdürüyorlardı: Arkaik madenci için

muna geçtiklerini gösterir (ritüel ateş numaralarının sahnelenmesi o l d u ğ u g i b i Batılı s i m y a c ı için de Doğa bir hiyerofanidir. Yalnızca

buradan kaynaklanır: Şamanın itibarını dönemsel olarak doğrulayıp " c a n l ı " o l m a k l a k a l m a z , a y n ı z a m a n d a t a n r ı s a l d ı r ya da e n azından

geçerli kılar). D ö n ü ş t ü r m e aracı olarak ateş Y u n a n mitleri ve efsanele- tanrısal bir b o y u t u vardır. Zaten simyacı D o ğ a n ı n b u kutsal niteliği -

r i n d e b i l e izleri b u l u n a n b a z ı e r g i n l e m e t ö r e n l e r i i ç i n d e d e a y n ı i ş l e v i cevherlerin "latif' görünümünde belirmiştir- sayesinde dönüştürme

görür. K i m bilir belki de y a k m a ayini bile ateş yoluyla dönüşüm aracı olan Filozof Taşını ve Ö l ü m s ü z l ü k İksirini elde etmeyi umar.

u m u d u n u i ç e r i y o r d u ? B ü t ü n b u b ü y ü s e l - d i n s e l b a ğ l a m l a r d a " a t e ş e hâ- Opus alchymicum'un e r g i n l e y i c i y a p ı s ı n a y e n i d e n d ö n m e y e c e ğ i z . Bura-

kimiyet," adına yaklaşık olarak "tinsellik" diyeceğimiz olguya duyu- da D o ğ a n ı n Z a m a n y a s a s ı n d a n k u r t u l m a s ı n ı n ç ö m e z i n k u r t u l u ş u ile

l a n ilgiyi d e g ö s t e r i y o r : Ş a m a n , d a h a s o n r a da y o g i ya da m i s t i k ; ru- koşut olduğunu anımsatalım. Doğanın kurtuluşu çok sonraları Batıda

h u n , z i h n i n , iç y a ş a m ı n u z m a n l a r ı d ı r . S o n d e r e c e k a r m a ş ı k b i r s i m - s i m y a s ı n d a J u n g ' u n g ö s t e r d i ğ i g i b i İsa tarafından i n s a n ı n kurtarılma-

g e c i l i k , k o r k u n ç a t e ş - t e o f a n i l e r i n i m i s t i k a ş k ı n e n tatlı a l e v l e r i n e , ila- sıyla tamamlamıştır.4'

h i n i n ışık saçan tezahürlerine ve r u h u n sayısız "yanışına" ve "tutku- Batılı s i m y a c ı , homo faber'in ç e ş i t l i a ç ı l a r d a n k u t s a l ya da t a n r ı s a l


s u n a bağlar. Ç o k çeşitli düzeylerde ateş, alev, göz kamaştırıcı ışık, g ö r ü n ü m haline getirilebilecek bir Doğayı dönüştürme işine girişti-
iç ısısı; t i n s e l d e n e y i m l e r i , k u t s a l l ı ğ ı n i ç s e l l e ş t i r i l m e s i n i , t a n r ı n ı n y a -

k ı n l ı ğ ı n ı ifade e d e g e l m i ş t i r .

* Bu son cümle yalnızca kitabın İngilizce çevirisinde vardır; bkz. The Forge
D ö k ü m c ü l e r ve d e m i r c i l e r s i m y a c ı l a r g i b i "ateşin efendileri"dir,
and the Crucible, The Origins and Structures of Alchemy, lngilizceye çev.
h e p s i de D o ğ a n ı n işine y a r d ı m e d e r e k z a m a n s a l r i t m i h ı z l a n d ı r ı r v e
Stephen Corrin, 2. baskı, University of Chicago Press, s. 1 7 1 - 1 7 2 - y n .

186 187
demirciler ve simyacılar simya, d o c a b i l i m l e r i ve z a m a n s a l l i k

ginde başlattığı o çok eski programın son aşamasını tamamlar. Sim- tıpkı isa'nın ölerek ve dirilerek insanlığı bütün günahlardan kurtar-

yevi dönüşüm kavramı, Doğayı insanın çalışmasıyla (unutmayalım ması gibi opus alchymicum'un Doğanın günahlarını üstlenebileceğini

bu çalışma her zaman dinsel bir anlamla yüklüdür) değiştirebileceği doğruluyorlardı. XVI. yüzyıldan ünlü bir Hermesçi, Heinrich Khun-

inancının masalsı taçlandırmışıdır. rath Filozof Taşını İsa ile, "Makrokozmosun Oğlu" ile özdeşleştiri-
yordu; ayrıca tıpkı İsa'nın insana, yani mikrokozmosa tinsel tamlığı
* vermesi gibi, Taşın keşfinin de makrokozmosun gerçek doğasını or-
taya çıkaracağını düşünüyordu. 2 Opus alchymicum'un hem insanı hem
'Maden filizlerinin büyümesi, metallerin dönüştürülmesi, iksir ve
de Doğayı kurtaracağı inancı kökten bir renovatio özlemini besliyor-
sır tutma zorunluluğu gibi geleneksel simya ilkeleri Rönesans ve Re-
du; bu özlem Fiore'li Gioacchino'dan beri Batı Hıristiyanlığını terk
form döneminde sorgulanmamıştır. Hatta XVIII. yüzyılda bile bilgin-
etmemiştir.
ler maden filizlerinin büyümesi olgusunu sorgulanıyorlardı. Bununla
birlikte simyanın Doğaya bu süreçte yardım edip edemeyeceğini ve İmparator II. Rodoplhe'u dönüşümün sırrım bildiğine ikna etmiş

özellikle "bunu daha önce yaptığını ileri sürenlerin onurlu insanlar ünlü simyacı, matematikçi ve ansiklopedici John Dee (doğ. 1527)

mı, aptallar mı yoksa sahtekârlar mı" 1 olduklarını soruyorlardı. Za- dünya çapında bir tinsel reformun "okült işlemlerle," ilk başta da

manının en büyük "akılcı" kimyacısı olarak görülen ve sırf empirik simyevi işlemlerle açığa çıkacak güçler sayesinde olanaklı olduğunu
düşünüyordu. 3 Aynı biçimde İngiliz simyacı Elias Ashmole simyayı,
deneyleriyle ünlü Herman Boerhaave ( 1 6 6 4 - 1 7 3 9 ) metallerin dönüştü-
astrolojiyi ve magia naturalis i bütün bilimlerin "Kurtarıcısı" olarak
rülebileceğine hâlâ inanıyordu. Simyanın, Newton'm yaptığı bilimsel
görüyordu. Gerçekten de Paracelsus ve Van Helmont taraftarlarına
devrimde oynağı rolün önemine de tanık oluyoruz.
göre Doğa ancak "kimya felsefesiyle" (yani yeni simyayla) ya da "ha-
Bununla birlikte ortaçağ simyasının ufku Yeni Platonculuk ve Her-
kiki Tıpla" anlaşılabilirdi. 4 Gök ile Yerin gizlerini çözecek anahtarı
metizm nedeniyle değişmiştir; bu iki felsefi irfan Marsilio Ficino ile
astronomi değil simya verecekti. Yaratılış kimyasal bir süreç olarak
Pico della Mirandola tarafından yeniden keşfedildikten sonra son de-
açıklandığına göre göksel ve yersel öğeler ancak kimya terimleriyle
rece etkili olmuştur. Simyanın, Doğanın işine yardım edebileceğine
olan tam inanç Hıristolojik* bir anlam kazanmıştır. Simyacılar artık

2 Bkz. a.g.y., s. 54.


3 Bkz. Peter French, John Dee: The World of An Elizabethan Magus, Londra,
' Buradan itibaren bir sonraki * işaretine kadarki bölüm İngilizce baskıda 1972; R. J . W . Evans, Rudolf 11 And His Worls: A Study of lntellectual History,
çıkanlmıştır - y n . 1 9 5 7 , s. 2 1 8 . J o h n Dee'nin Khunrath üzerindeki etkisi hakkında bkz.
1 Betty J . Teeter Dobbs, The Foundations o/Newton's Alchemy, 1 9 7 5 , s. 4 4 . Frances Yates, The Rosicrucian Enlightment, Londra, 1 9 7 2 s. 3 7 - 3 8 .

* Hıristoloji: Hıristiyan ilahiyatında İsa Mesih'in kişiliğini araştıran, özellikle 4 A C. Debus, "Alchemy and the Historian of Science," History of Science, 6,

ondaki ilahi ve insani doğalann niteliğini ve yapısını inceleyen bilgi dalı - y n . 1 9 6 7 , ' s . 134.

188 189
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA, DOGA BİLİMLERİ VE ZAMANSALL1K

yorumlanabilirdi. MakrokoZmos-mikrokozmos ilişkilerini hesaba ka- lentin Andrea 1619 yılında Christianopolis'i yayımladı; bu yapıt olası-
tan "kimyacı filozof' Yerin ve Göksel bedenlerin gizlerini değerlendi- lıkla .Bacon'un Yeni Atlantis'ini etkilemişti. 7 Andreae "kimyasal felsefe-
rebilirdi. Böylece Robert Fludd kan dolaşımına ilişkin kimyasal bir ye" dayalı bir eğitim yöntemi oluşturmak için bir bilginler topluluğu
tanımlamayı güneşin dairesel hareketine göre açıklamıştı. 5 oluşturma fikrini ortaya attı. Ütopik Christianopolis'te araştırma mer-

Tıpkı birçok çağdaşları gibi Hermesçiler ve "kimyacı filozoflar" kezi laboratuvardı: Burada "Gök ile Yer evlendiler" ve "ülkenin yüze-

bütün dinsel, toplumsal ve kültürel kurumlarda genel ve köklü bir yindeki tanrısal izlerin gizemi burada çözüldü." 8 Fama Fratemitatis'in

reform bekliyordu -kimileri de bu reformu yoğun bir çalışmayla ha- talep ettiği bilgi reformunun hayranları arasında Royal College of

zırlıyordu. Bu evrensel renovatio'nun ilk ve kaçınılmaz aşaması bilgi Physicians üyesi Rober Fludd da vardı; o da mistik simyanın ateşli

reformuydu. 1614 yılında yayımlanmış yazarı belirsiz bir küçük ki- taraftarlarından biriydi. Fludd doğa felsefesine okült bilimleri derin-

tap olan Fama Fraternitatis yeni bir eğitim sistemi istiyordu. Yazar lemesine incelemeden hâkim olunamayacağını düşünüyordu. Fludd'a

gizli bir topluluğun, Gülhaç adlı tarikatın varlığım belirtiyordu. Ku- göre "hakiki tıp" tastamam doğa felsefesinin temeliydi. Mikrokozmo-

rucusu ünlü Christian Rosenkreutz "tıbbın" ve böylece de diğer bütün su -yani insan bedenini- bilmek bize evrenin yapısını gösterecek ve

bilimlerin "hakiki sırlarına" hâkim olmuştu. Daha sonra birçok kitap sonuçta Yaratıcının yanma götürecektir. Ayrıca evreni ne kadar iyi ta-

yazmıştı ama bu kitaplar yalnızca Gülhaç tarikatı üyelerinin anlayaca- nırsak özbenliği tanımada o derece ilerleyecektik. 9

ğı biçimdeydi. 6 Fama Fraternitas'm yazarı Avrupa'nın bütün bilginle- Daha birkaç yıl öncesine kadar Nevvton'm Avrupa dini ve kültürü-
rine sesleniyor ve bilgi reformunu gerçekleştirmek için, başka deyiş- nün okült gelenekler ile doğa bilimleri arasında cesur bir sentez so-
le Batı dünyasının renovatio'sunu hızlandırmak için tarikata katılmala- nucu yeniden diriltilmesini amaçlayan bu genel hareket içindeki ro-
rını istiyordu. Bu çağrı eşi görülmemiş bir yankı uyandırdı. On yıl- lünden kimse kuşku duymuyordu. Newton simya deneylerinin sonuç-
dan az bir süre içinde gizemli Gülhaç topluluğunun önerdiği program larını, bazılarının başarılı olduğunu açıklamış olsa da asla yayımla-
yüzerce kitap ve risalede tartışıldı.

Kimi tarihçilere göre Fama Fraternitatis'in yazarı olan Johann Va-


7 Bkz. Christianopolis, an ideal State of the Seventeenth Century, ingilizceye çevi-
ren: Felix Emil Held, New York ve Londra, 1 9 1 6 . Aynca bkz. F. Yates, The
5 A. C. Debus, The Chemical Dream of Renaissance, Cambridge, 1 9 6 8 , s. 7, 1 4 - Rosicrucian Enlightment, s. 1 4 5 - 1 4 6 ; Debus, The Chemical Dream, s. 1 9 - 2 0 ; ve

15. Not R.
6 Bkz. Debus, The Chemical Dream of Renaissance, s. 1 7 - 1 8 . Fama ve Gülhaç
8 Christianopolis, (İngilizceye çev. Helm), s. 1 9 6 - 1 9 7 .

edebiyatı konusunda bkz. Not R. Burada şunu belirtelim: XVII. yüzyıl başın- 9 Robert Fludd, Apologia Compendiaris Fraternitatem de Rosea Cruce Suspicioııis
da Çin, Tantracı ve Helenistik metinlerde sık geçen eski senaryoyu buluyo- et İnfamiae Maculis Aspersam, Vertitatis quasi Fluctibus abluens et abstergens,
ruz: Kısa süre önce keşfedilmiş ama yalnızca erginlenmişlere aynlmış ilksel Leyden, 1 6 1 6 , s. 8 8 - 9 3 , 1 0 0 - 1 0 3 ; aktaran: Debus, The Chemical Dream, s.

bir ifşa. 22-23."

190 191
demirciler ve simyacılar SİMYA, DOGA BİLİMLERİ v e ZAMANSALL1K

madı. 1940 yılma kadar kimsenin bilmediği çok sayıda simya yazıla- burada hakiki sırların olabileceğini umuyordu. Modern mekaniği ku-
rını Prof. Betty Teeter Dobbs The Foundations of Newton Alchemy ran kişinin ilksel ve gizli bir ifşa geleneğini yadsımamış olması, ay-
(1957) adlı kitabında ayrıntılarıyla incelemiştir. Pof. Dobbs New- rıca dönüşüm ilkesini de geri çevirmemiş olması anlamlıdır. "Beden-
ton'm uçsuz bucaksız simya külliyatının tanımladığı işlemleri "ken- lerin Işığa Işığın da Bedene dönüşmesi Doğa Yasasına tastamam uyar,
dinden önce kimsenin yapmadığı kendinden sonra da yapamayacağı çünkü Doğa Dönüşümle idare ediliyor gibidir." 13 Dobbs'a göre "New-
ölçülerde" denemiştir. 10 Newton simya yardımıyla mikro evrenin ya- ton'm simya düşüncesi öylesine güçlü temellere sahipti ki, simyanın
pısını keşfedip bunu kozmolojik sistemine uyarlamayı umuyordu. genel anlamda geçerli olduğunu asla yadsımadı. Newton'm 1675 yı-
Yerçekiminin, gezegenleri yörüngelerinde tutan gücün keşfi onu tam lından sonraki bütün meslek yaşamım simya ile mekanik felsefeyi
olarak tatmin etmemişti. Ancak deneylerini 1669'dan 1696'ya kadar birbirine yedirmeyi hedefleyen büyük bir çabalama dönemi olarak da
bıkmadan sürdürmesine karşın cisimleri yöneten güçleri keşfetmeyi yorumlayabiliriz." 14
başaramadı. Bununla birlikte 1679-1680 yıllarında yörünge hareketi Principia'mn yayımlanmasından sonra düşmanları Newton'ın "güç-
dinamiğini incelemeye başladığında çekimle ilgili "kimyasal" tasav- lerinin" aslında "okült nitelikli" olduğunu açıklamışlardı. Prof.
vurlarını evrene uyarladı." Dobbs eleştirmenlerin bir bakıma haklı olduğunu kabul ediyor:
McGuire ve Rattansi'nin gösterdikleri gibi Newton ilk başta "Tan- "Newton'm güçleri, Rönesans'ın okült külliyatının sözünü ettiği sem-
rının doğa felsefesinin ve dinin sırlarını birkaç ayrıcalıklı kişiye" ak- patiler ve antipatilerine çok benziyordu. Bununla birlikte Newton
tardığına inanıyordu. "Bu bilgi daha sonra kayboldu; ancak daha son- güçlere madde ve harekete verilen düzene eşdeğer bir ontolojik düzen
ra yeniden bulundu ve erginlenmemişlerin anlayamayacakları masal- kazandırmıştı. Güçlerin nitelik kazanmasıyla artan bu denklik saye-
lar ve mitsel ifadeler içine gizlendi. Ancak günümüzde bu bilgi de- sinde mekanikçi filozofların "çarpma mekanizması," imgelem ötesine
neyle daha da kesin biçimde yeniden elde edilebilir." 12 Bu nedenle geçmelerini sağlamıştır" (s. 211). Newton'm güç kavramım inceleyen
Newton özellikle simya külliyatının en içrek bölümlerini inceledi, Richard Westfall modern bilimin Hermetik gelenek ile mekanik biliminin
evliliğinin sonucu olduğunu söylemektedir. 15
"Modern bilim" o gösterişli yükselişinde Hermetizmden aldığı
10 A.g.y., s. 88.
11 Richard S. Westfall, "Newton and the Hermetic Tradition," Science, Medecine
and Society in the Renaissance. Essays to Honor Walter Pagel, (ed. Ailen G. De-
bus) New York, 1 9 7 2 , c. II, s. 1 8 3 - 1 9 8 , özellikle s. 1 9 3 - 1 9 4 ; Bkz. D o b b s , 13 "Doğa... Dönüşüm ile kıvançlanmış gibi görünüyor": Opticks, Londra, 1704,
a.g.y., s. 2 1 1 . New York 1 9 5 2 , 4. Basım, 1 7 3 0 , s. 3 7 4 ; aktaran: Dobbs, s. 2 3 1 .
12 Dobbs, s. 9 0 . A McGuire'in ve P. M. Rattansi'nin makalesinden alıntı: 14 A.g.y., s. 2 3 0 .
"Nevvton and the 'Pipes of P a n , ' " Notes and Records of the Royal Society of 15 Richard S. Westfall, Eorce in Newton's Physics. The Science of Dynamics in the
London, 2 1 , 1 9 6 6 , s. 1 0 8 - 1 4 3 . Seventeeth Century, Londra ve New York, 1 9 7 1 , s. 3 7 7 - 3 9 1 ; Dobbs, s. 2 1 1 .

192 193
demirciler ve simyacılar
simya, d o G a b i l i m l e r i v e z a m a n s a l l i k

mirası görmezden geldi ya da yadsıdı. Başka bir deyişle Newton me- yılsa da gerçek simyacı zihniyetini yansıtmayan empirik keşifleri kul-
kaniğinin zaferi kendi bilimsel idealini yok etmeye neden oldu. Ger- lanır yalnızca. Deneye dayalı bilimlerin zaferinin simyacıların düşle-
çekten de Newton ve çağdaşları bambaşka tür bir bilimsel devrim is- rini ve idealini yok ettiğini düşünmemek gerekir. Tam aksine sonsuz
tiyorlardı. Rönesans'ın yeni simyacı umut ve hedeflerini, öncelikle de ilerleme miti çevresinde berraklaşan ve deneye dayalı bilimlerin, en-
Doğanın kurtarılması fikrini sürdürüp geliştiren Paracelsus, John düstrileşmenin değerli kıldığı yeni çağın ideolojisi, bütün XIX. yüz-
Dee, Comenius, J . V. Andreas, Fludd ya da Newton gibi çok farklı yıla hâkim ve esin kaynağı olan bu ideoloji, köktenci dünyevileşmeye
zihniyetler simyada epey tutkulu bir girişimin, yani insanın yeni bir karşın simyacının binlerce yıllık düşünü yeniden ele alır ve üstlenir.
bilgi yöntemiyle kusursuzluğa ulaşması modelini görüyorlardı. Onla- Simyacıların düşlerinin devamını XIX. yüzyılın özgül dogmasında -
ra göre böyle bir yöntem dinsel olmayan bir Hıristiyanlığa Hermetik insanın gerçek davasının Doğayı değiştirmek olduğu, Doğadan daha
geleneği ve doğal bilimleri, yani tıbbın, astronominin ve mekaniğin iyisini daha hızlı yapabileceği, Doğanın efendisi haline gelebileceği
yedirilmesini içermelidir. Aslında bu sentez Platonculugun, Aristote- dogmasında- aramak gerekir. Doğanın kusursuzlaşması ve bunun so-
lesçiliğin ya da Yeni Platonculugun birbirine yedirilmesi sonucu elde nucunda günahlardan arınmasına ilişkin soteriyolojik mit, Doğanın
edilen çarpıcı başarılara benzeyen yeni bir Hıristiyan yaratımı oluştu- tamamıyla "değişmesini," "enerjiye" dönüştürülmesini amaçlayan en-
ruyordu. XVIII. yüzyılda düşlenen ve kısmen geliştirilen bu "bilgi" düstri toplumlarının duygusal programında örtük olarak yaşamakta-
türü Hıristiyan Avrupa'da kalkışılan son "bütünsel" girişimdir. Bu dır. Fizik ve kimya bilimlerinin ve endüstriyel patlamanın hâkim ol-
tür "bütünsel bilgi" dizgeleri Eski Yunan'da Pythagoras ve Platon ta- duğu XIX. yüzyılda insan Doğayla olan ilişkilerinde kendini Zamanın
rafından önerilmiştir; bu arada bunlar geleneksel Çin kültürünü de yerine koyabilmiştir, insanın madenleri, kömür ocaklarını, petrol
nitelerler; bu kültürde hiçbir sanat, hiçbir bilim ya da teknik kozmo- kaynaklarını gittikçe daha hızlı ve daha etkili biçimde işleterek za-
lojik, ahlaki ve "varoluşsal" ön tasarımları ve karışımları olmadan mansal ritmi inanılmaz boyutlara ulaştırması bu yüzyıldadır; yine ay-
anlaşılabilir değildi." 16 nı dönemde Yaşamının mineral köklerinin gizini ele geçirmek için se-
ferber olan organik kimya çok sayıda "sentetik" ürünün yolunu aç-
* mıştır; ayrıca sentetik ürünler ilk kez Zamanı yok etmenin, Doğanın

Simyacının ideolojisinin sürekliliğini, simyanın tarihsel güncel- binlerce yılda elde edebileceği cevherleri laboratuvarlarda ve fabrika-

likten çıktığı ve kimya açısından geçerli olan ampirik birikimi kimya larda çok sayıda ve kısa sürede yaratmanın olanaklılıgını kanıtlamış-

bilimine katıldığı zamanlarda ya da bu yeni bilimde aramamak gere- tır. Birkaç basit protoplazma hücresi de olsa "yaşamın sentetik olarak

kir. Yeni kimya bilimi ne kadar çok sayıda ve önemli olduğu varsa- oluşturulması" XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılın başında bi-
limin düşlerini ne ölçüde süslediğini biliyoruz: Bu düş, yapay insan
düşü, h^lâ simyanın bir düşüdür.
16 Bu sorunlara Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi'nin 3. cildinde değiniyoruz.

194 195
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA, DOĞA BİLİMLERİ VE ZAMANSALLIK

Kültür tarihi düzeyinde simyacıların Z a m a n ı n yerine g e ç m e k is- t o p l u m l a r m e s l e k a y i n l e r i y l e b a ğ l a ş ı k , d i n e dayalı b i r ç a l ı ş m a y ı sür-


terken m o d e m dünyanın esas ideolojisini önceledikleri söylenebilir. d ü r e m e z d i . B u t ü r ç a l ı ş m a f a b r i k a d a işe y a r a m a z , g e r e k l i b i r e r g i n l e -
Kimya, simya mirasının yalnızca anlamsız parçacıklarım toplamıştır. m e n i n olmayışından değil, endüstride böyle bir "geleneğin" olmayı-
Bu mirasın b ü t ü n ü başka yerlerde, Balzac'ın, Victor Hugo'nun, doğal- şından.
cıların ideolojilerinde, kapitalist, l i b e r a l ve M a r k s i s t iktisat siyaset
B i r b a ş k a o l g u y u d a a n ı m s a t m a k g e r e k i y o r : S i m y a c ı Z a m a n ı n ye-
dizgesinde, dünyevileşmiş materyalist ilahiyatlarda, pozitivizmde,
rine geçiyor a m a o n u üstlenmiyordu; zamansal ritimleri hızlandırma-
s o n s u z i l e r l e m e f i k r i n d e , k ı s a c a homo faber'e olan sınırsız inancın yer
yı, D o ğ a d a n daha hızlı a l t ı n y a p m a y ı i s t i y o r d u ; a m a iyi " f i l o z o f ' ya
aldığı h e r y e r d e , ç a l ı ş m a n ı n , t e k n i ğ i n , d o ğ a n ı n b i l i m s e l o l a r a k işletil-
da m i s t i k o l d u ğ u n d a n s i m y a c ı Zamandan korkuyordu, kendini esas
m e s i n i n d i n s e l a n l a m ı n ı n y ü z e y e ç ı k t ı ğ ı h e r a l a n d a y e r alır. İyice dü-
olarak zamansal bir varlık olarak görmüyordu; cennetin mutlulukla-
ş ü n d ü ğ ü m ü z d e b u ateşli t u t k u n u n b i r k e s i n l i k t e n d o ğ d u ğ u n u görü-
r ı m a r z u l u y o r , e b e d i y e t i d ü ş l ü y o r , ö l ü m s ü z l ü ğ ü n , Elbcir Vitae'nin pe-
rüz: İnsanoğlu Doğaya fiziksel-kimyasal bilimlerle hâkim olarak o-
ş i n d e n k o ş u y o r d u . Y i n e b u a ç ı d a n da s i m y a c ı , g e r e k k o z m o g o n i y i y i -
n u n l a r e k a b e t e d e c e ğ i n i s a n ı r , h e m d e hiç Zaman yitirmeden. Zamanın
neleyip zamanı dönemsel olarak "yeniden yaratarak," gerek zamanı
y a p t ı ğ ı işi a r t ı k b i l i m ve ç a l ı ş m a y a p a c a k t ı r . M o d e m i n s a n bildiği
dinsel olarak kutsayarak, gerekse "unutarak," yani anlamlı (bu yüzden
e s a s ş e y l e b i r l i k t e , t a l i m l i z a k â s ı ve ç a l ı ş m a k a p a s i t e s i y l e b i r l i k t e za-
de kutsal) iki e y l e m arasındaki dünyevi mesafeleri dikkate almayı
m a n s a l s ü r e n i n işlevini üstlenir, b a ş k a deyişle z a m a n ı n yerine geçer.
reddederek Z a m a n ı n geri döndürülemez oluşuna ilişkin bilinci her

X I X . ve X X . y ü z y ı l l a r ı n homo jab er i d e o l o j i s i v e i n a n ı ş ı n a i l i ş k i n fırsatta h i ç e s a y a n m o d e m ö n c e s i i n s a n g i b i d a v r a n ı y o r d u . Özellikle

bazı gözlemleri burada genişletip açıklayamayacağız. Yalnızca şunu simyacının aletleriyle ilksel k a o s u ve kozmogoniyi yenilediğinde

bilmek gerekiyor: Simyacıların düşlerini insanoğlunun deneysel bili- ( b k z . s. 1 7 1 ) , a y r ı c a e r g i n l e y i c i " ö l ü m ve d i r i l i ş " a ş a m a l a r ı n d a n geç-

m e o l a n i n a n c ı n d a ve b ü y ü k e n d ü s t r i y e l t a s a r ı l a r ı n d a a r a m a k g e r e k i r . tiğinde "Zamana h â k i m o l d u ğ u n u " anımsamak gerekir. Her tür ergin-

S i m y a m o d e r n d ü n y a y a iğreti b i r k i m y a d a n daha fazlasını bırakmış- leme ö l ü m e karşı, yani zamana karşı kazanılmış bir zaferdir: Erginle-

tır: D o ğ a n ı n d ö n ü ş t ü r ü l e b i l e c e ğ i n e o l a n i n a n c ı n ı ve Z a m a n a hâkim nen kendini "ölümsüz" bilirdi, artık y o k edilemeyeceğine inandığı

olma tutkusunu aktarmıştır. Ama bu mirasın m o d e m insan tarafından post mortem bir varoluşa kavuşurdu.
s i m y a c m m k i n d e n ç o k farklı b i r d ü z l e m d e a n l a ş ı l m ı ş v e gerçekleşti-
A n c a k s i m y a c ı n ı n d ü ş ü b ü t ü n b i r t o p l u m a y a y ı l ı p da k o l e k t i f hale
r i l m i ş o l d u ğ u d a a ç ı k t ı r . S i m y a , d o ğ a y ı b i r h i y e r o f a n i l e r k a y n a ğ ı , ça-
g e l d i ğ i , y a n i fizikte, k i m y a d a ve e n d ü s t r i d e g e r ç e k l e ş t i ğ i g ü n , z a m a n a
l ı ş m a y ı d a b i r ritüel o l a r a k g ö r e n a r k a i k i n s a n ı n d a v r a n ı ş ı n ı d a h a da
karşı savunma olanağı kalmamıştır. M o d e r n insanın trajik büyüklüğü
ileriye g ö t ü r ü y o r d u . M o d e r n b i l i m ise D o ğ a y ı k u t s a l l ı k t a n a r ı n d ı r d ı -
D o ğ a y a göre Z a m a n ı n işini i l k ö n c e üstlenme yürekliliğini göstermiş
ğında ortaya çıkabilmiştir; geçerli bilimsel olgular yalnızca kutsal
o l m a s ı n a b a ğ l ı d ı r . B a ş k a b i r d ü z l e m d e g ö z alıcı z a f e r l e r i n i n simyacı-
görünümlerin kaybolmasından sonra ortaya çıkmıştır. Endüstriyel
l a r ı n ö z l e m l e r i n i g e r ç e k l e ş t i r d i ğ i n i g ö r d ü k . A n c a k d a h a s ı da v a r d ı r .

196 197
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR SİMYA, DOGA BİLİMLERİ VE ZAMANSALLIK

Modern toplumların insanı Zamanı yalnızca Doğayla olan ilişkilerin- mn rolünü üstlendiğini, Zamanın yerine çalışarak kendini tükettiğini,
de değil, sonuçta kendi açısından da benimsemiştir. Felsefi düzlemde sırf zamansal bir varlık haline geldiğini söyleyebiliriz. Zamanın geri-
kendini esas olarak hatta kimi kez yalnızca zamansal, tarihselliğe yaz- ye döndürülemez ve boş oluşu bütün modern dünya için (yani, kendi-
gılı bir varlık olarak görmüştür. Bütünü itibariyle modern dünya ni artık Yahudi-Hıristiyan ideolojisiyle bağlaşık hissetmeyen herkes
kendi büyüklüğünü ilan edip dramım üstlendiği ölçüde Zamanla ken- için) bir dogma haline geldiğinden, insanın üstlenip deneyimlediği
dini denk görmüştür; XIX. yüzyılda bilimler ve endüstriler de buna zamansallık felsefi düzlemde her tür insan varoluşunun boşunalıgı ile
bağlıdır; insanın zekâsı yoluyla Doğanın sırlarına erişilebileceği, ça- ifade edilir. İyi ki bu trajik bilinci felsefe düzleminden farklı yerlere
lışma yoluyla da Zamanın yerini alabileceği, Doğanın işini tamamla- çekecek -modern insanın tinsel ufkunda yer almayan dini bir yana bı-
yabilmek için gerektirdiği çok değişik zamansal süreleri (jeolojik, rakırsak- tutkular, imgeler, mitler, oyunlar, eğlenceler, düşler var.
bitkisel, hayvansal ritimleri) ikâme edebileceği, böylece Doğadan daha
Bu gözlemler arkaik ya da egzotik toplulukların bir övgüsü olma-
iyisini daha kısa sürede yapabileceği inancıdır bu. Girişim akılları çe-
dığı gibi modern dünyanın da bir eleştirisi değildir. Şu ya da bu top-
lecek kadar büyüktü: İnsanlar binlerce yıl Doğadan daha hızlı olmayı
lumun çeşitli yönleri eleştirilebileceği gibi modern toplumun da kimi
düşlediler. Keşifleri sağlayan o masalsı fikirlerin karşısında insanoğ-
yönleri eleştirilebilir - a n c a k bu bizim konumuz değil. Biz yalnızca ön
lunun geri adım attığı görülmüş şey değildir. Ancak kaçınılmaz bede-
tarihe kök salmış simyanın temel düşüncelerinin XIX. yüzyıl ideoloji-
li de gizlememek gerekir: insanoğlu Zamanın yerini alırken, kendini
sinde nasıl bir yönelim içine girdiğini ve ne gibi sonuçlara yol açtığı-
onunla eşleştirmeye, artık isteği kalmasa bile başladığı işi sürdürme-
nı göstermek istedik. Modern dünyanın buhranlarına gelince, bu dün-
ye mahkûm olmuştu.
yanın yepyeni bir uygarlık türünü başlattığını hesaba katmak gerekir.
Zamanın işi ancak zihinsel ve bedensel çalışma ile, özellikle çok Gelecekte nasıl gelişeceğini öngörmek olanaklı değil. Ancak insanlık
daha fazlasıyla gerçekleştirilebilirdi! Kuşkusuz zamanın varlığından tarihinde bu ideolojiyle karşılaştırılabilecek tek devrim tarımın keşfi
beri insanlar çalışmak zorundaydılar. Ama burada temel bir fark var: olduğunu, bunun da tinsel altüst oluşları ve kaymaları yarattığını, ay-
XIX. yüzyılın düşlerine ve tutkularına gereken enerjiyi sağlamak için rıca bu durumun önemini zorlukla tartabildigimizi unutmamak gere-
çalışmanın dünyevileşmesi gerekliydi, insan, tarihinde ilk kez "Doğa- kir. Göçebe avcıların saygın dünyası dinleri, mitolojileri, manevi ta-
dan daha iyi ve çabuk yapabilmek için" bu işi üstlenmiştir; bunu ya- savvurlarıyla akıp gidiyordu. Tanm nedeniyle ölmeye yüz tutan "eski
parken de başka toplumlarda çalışmayı tahammül edilebilir kılan din- dünyanın" temsilcilerinin yakınmaları binlerce yıl sürmüştür. Ayrıca
sel boyut bir yana atılmıştır. İnsanın zamansal süreyi, onun yavaşlı- insanın yerleşmek ve ekili toprağa bağlanma kararıyla oluşan derin tin-
ğını ve ağırlığını ancak bu tamamen dünyevileşmiş işte duyumsamış- sel buhranın tamamıyla özümsenmesi için de yüzyılların geçmesi ge-
tır; saate ve harcanan enerjiye göre ölçülen, salt çalışmadır bu. Kısa- rektiğini varsayıyoruz. Göçebelikten yerleşik yaşama geçişin neden
cası modern toplumların insanının, kelimenin tam anlamıyla Zama- olduğu "bütün değerlerin alt üst oluşunu" tasavvur edebilmemize ola-

198 199
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

n a k y o k t u r ; p s i k o l o j i k ve t i n s e l y a n s ı m a l a r ı n ı da b i l e m i y o r u z . DEMİRCİLER VE SİMYACILAR'A EK*


İşte a y n ı b i ç i m d e m o d e r n d ü n y a n ı n t e k n i k k e ş i f l e r i , Zamana ve

M e k â n a hâkimiyeti benzer çapta bir devrimi gösteriyor; bu devrimin Mircea Eliade


sonuçlarını henüz ö z ü m s e m i ş değiliz. Özellikle çalışmanın kutsallık-

tan a r ı n m a s ı m o d e r n t o p l u m l a n n b e d e n i n d e k a n a y a n b i r y a r a d ı r . Bu-

nunla birlikte hiçbir şey gelecekte yeniden kutsallaşmanın gerçekleş-

m e y e c e ğ i n i d e k e s i n l e y e m e z . İ n s a n l ı k d u r u m u n u n z a m a n s a l l ı g ı n a ge- " D İ N S E L " B İ R G Ö R Ü N G Ü OLARAK


l i n c e , b u ç o k d a h a c i d d i b i r keşiftir. A n c a k d a h a d o ğ r u b i r Z a m a n ta- M E T A L Ü R J İ VE S İ M Y A
savvuru sayesinde zamansallıkla uzlaşılabilir. Ama burada bu sorun-
H i ç b i r y a z a r h e r o n ya da y i r m i y ı l d a b i r k i t a p l a r ı m y e n i d e n yaz-
ları ele a l m a n ı n s ı r a s ı değil. A m a c ı m ı z y a l n ı z c a m o d e r n d ü n y a n ı n t i n -
mayı göze alamayacağından hiç değilse okuyucusunu yapılan en son
sel b u h r a n ı n ı n ilerdeki yazgısına ilişkin verdiği ipuçlarmda metalur-

j i s t l e r i n , d e m i r c i l e r i n ve s i m y a c ı l a r ı n d ü ş l e r i n e y e r v e r d i ğ i n i göster- a r a ş t ı r m a l a r l a ilgili g e l i ş m e l e r d e n h a b e r d a r e t m e k l e y ü k ü m l ü d ü r . Şa-

m e k t i . Batı i n s a n ı n ı n t a r i h y a z ı m s a l b i l i n c i n i n ç o k e s k i a t a l a r ı n ı n ey- manizm* adlı k i t a b ı m ı n i k i n c i b a s k ı s ı n ı n h a z ı r l ı k l a r ı sürerken böyle

l e m l e r i v e i d e a l l e r i n d e n k o p m a m ı ş o l m a s ı iyi b i r ş e y d i r ; b u m i t l e r i n b i r e l e ş t i r e l ve b i b l i y o g r a f i k mise au point'a kalkışmıştım.1 İlerleyen

ve b ü t ü n b u d ü ş l e r i n m i r a s ç ı s ı o l a n m o d e r n i n s a n b ü t ü n b u n l a r ı an-

cak kökensel anlamlarını bir yana bırakarak gerçekleştirebilmiş olsa


Bu bölüm, kitabın Stephen Corrin tarafından The Forge and the Crucible.
bile...
The Origins and Structures of Alchemy ismiyle çevrilen İngilizce baskısında
(University of Chicago Press, Chicago ve Londra, 1978 [birinci baskı
1 9 6 2 ] ) yer almaktadır ve Ergun Kocabıyık tarafından çevrilmiştir - y n .
' Le Chamanisme et les techniques de l'extase, Payot, 1 9 5 1 . Shamanism. Archaic
Techniques of Ecstasy, İngilizceye çeviren Willard R. Trask. ABD'deki ilk
baskısı Pantheon Books tarafından 1964'te, ingiltere'deki ilk baskısı ise
Routledge yayınevi tarafından 1988'de yapılmıştır. Dilimize Şamanizm. İlkel
Esrime Teknikleri ismiyle İsmet Birkan tarafından çevrilmiştir (İmge Yayınevi,
1 9 9 9 ) . Şamanizm konusunda yayımlanan ilk eser olma ayncalıgma sahip
bu eser hâlâ en önemli başvuru kaynağıdır. Eliade kitabının İtalyanca, Al-
manca ve İspanyolca çevirileri sırasında kitabında birtakım düzeltmeler ve
iyileştirmeler yapmıştır; ancak en köklü değişiklikleri ve eklemeleri 1 9 6 4 ' -
teki ABD baskısında yapmıştır - y n .
1 Mircea Eliade, "Rescent Works on Shamanism: A Review Arıicle," History of
Religions, c. I, sayı 1, Yaz 1 9 6 1 , s. 1 5 2 - 8 6 .

200 201
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER VE SİMYACILARA EK

sayfalarda yer alan notlarda, arkaik ve geleneksel metalürji uygulama- ğa kavuşturmaya çalışmıştım. Başka bir deyişle, benim çabam, bitki-
larının dinsel anlamları ve simyanın başlangıçtaki önemiyle ilgili ola- ler âlemine artık "büyüsel ve mitolojik olarak" bakılmadığı, ama he-
rak benzer bir mise au point yapmayı düşündüm. 1935'ten itibaren bir- nüz Linneaus 6 sonrası dönemlerdeki gibi bilimsel çalışmanın nesnesi
kaç kez bu meseleleri ele almıştım, 2 ancak burada çoğunlukla Demir- de olmadığı bir zamanda Hint düşünce tarihindeki bir evreyi çözüm-
ciler ve Simyacılar'^3 gönderme yapacağım. lemekti. Uluslar arası Tarihçiler Kongresinin (Bükreş, 1932) Bilim

Konuya din tarihçisinin bakış açısından yaklaşarak, metalürji tek- Tarihi bölümünde "le caractere qualitatif de la physique indienne" ("Hint

nikleri ve kadim kimya konusunda çalışan tarihçilerin yayımladıkları fiziğinin niteliksel özelliği") dediğim şeyi, yani nicelikleri neredeyse

muazzam külliyatın üzerinde pek durmayacağım. Bu tür metinler ara- ihmal ederken niteliklerin sınıflandırılmasını ve sistematik olarak ta-

sından yalnızca Demirciler ve Simyacılar'da ele alman temalarla doğ- nımlanmasını temel alan bir fizik bilimi kurmak üzere Sâmkhya ve

rudan ilgili materyal ve bilgi içerenlere başvuracağım. Aslında benim Vaiseşika'mn gösterdiği çabaları Masson-Oursel'in ardından tartışma-

madencilik, metalürji ve simyanın erken dönem tarihi hakkındaki so- ya açmıştım. 5

ruşturmalarım kısmen, teknikler ve doğa bilimleri tarihçilerinin a- Ancak asıl çaba, metalürji ve simyanın büyüsel-dinsel bağlamda
raştırmalarınm sonuçlarına dayansa da onların çabalarıyla ilgisi ol- incelenmesi üzerinde yoğunlaşmıştır (F.&C.'de yer alan önceki yayın-
mayan çok daha tutkulu bir projenin parçası olmuştur yalnızca. Kısa- ların bir özeti için bkz. s. 13-14 ve D.&S. s. 13-14). Metallerin keş-
cası, homo faber'in mitolojisini, bilimsel düşüncenin yükselişinden finin somut, "nesnel" sonuçlarım, madencilik ve metalürji uygulama-
önce onun maddi dünyayı fethetmesinin önemi ve işlevini anlamak larının gelişimini -bilim tarihçilerince hayranlık verici bir biçimde,
için incelemek istedim. Gençliğimde yazdığım bir monografi olan ancak başka her şeyi dışarda tutarak inceledikleri sonuçlan- yadsı-
Cunoştintele botanice İn vechea lndie'de4 eski ve ortaçağ Hindistan'ında madan, genellikle ihmal edilmiş ya da küçümsenmiş bu akıl almaz
bitkilerle ilgili gözlem ve sınıflandırmaların yapısı ve amacını açıklı-

6 Linneaus: Linne isminin Latinceleştirilmiş biçimi; modern sistematik b o t a -


niğin ve zoolojinin kurucusu İsveçli doğa bilimci Cari von Linne (1707-
2 Bkz. M. Eliade, Alchimia Asiatica, c. I, Bükreş, 1 9 3 5 [Asya Simyası, çev. Lale 1778) -yn.
Arslan, Kabalcı, 2 0 0 2 ] ; Cosmologie si Alchimie babiloniana, Bükreş, 1 9 3 7 [Ba- 5 Tekniklerin ve doğa bilimlerininkini değil, sanatlann "tarihöncesi"ni soruş-
bı! Simyası ve Kozmolojisi, çev. Mehmet Emin Özcan, Kabalcı, 2 0 0 2 ] ve "Me- turmakla bağlantılı böyle bir çözümleme, lirik ve epik şiirin esrimeyle ilgili
tallurji, Magic and Alchemy," Zalmoxis, c. I, 1 9 3 8 , s. 8 5 - 1 2 9 . "kökenleri" hakkında ("Techniques de l'extase et langages secrets," Confe-
3 Mircea Eliade, Demirciler ve Simyacılar (bundan sonra "D.&S." olarak renze, Instituo İtaliano per il Medio ed Estremo Oriente, c. II [Roma, 1 9 5 3 ] ;
anılacak), çev. Mehmet Emin Özcan, Kabalcı, 2 0 0 3 ; The Forge and the "Litterature orale," Histoire des litteratures, Encyclopedie de la Pleiade, 1 [Paris,
Crucible (bundan sonra "F.&C." olarak anılacak), çev. Stephen Corrin, New 1 9 5 6 ] , 3 - 2 6 ) ve mimari ile şehir planlamanın dinsel kökenine dair ("Centre
York ve Londra, 1 9 6 2 . du monde, temple, maison," Le symbolisme cosmique des monuments religieıoc
4 Buletinul Societâtii de Ştiin(e, Cluj, V ( 1 9 3 1 ) , 2 2 1 - 3 7 . [Roma, 1 9 5 7 ] , s. 5 7 - 8 2 ) yazdığım bir dizi monografidir.

202 203
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER VE SİMYACILARA EK

girişimin bazı yönlerini vurguladım. Yalnızca bilimsel ilerlemeyi de- minolojiyle ifade e t m i ş t i ; dilimizde, metaforlanmızda ve simgeci-

ğil, i n s a n o ğ l u n u n tüm kültürel tarihini anlamak üzere araştırma ya- liğimizde hâlâ k ı s m e n b u a r k a i k mirası taşıyoruz.

p a r k e n , m e t a l l e r i n k e ş f i y l e o r t a y a ç ı k a n imgesel dünyayı da (univers Din tarihçisi, e m p i r i k keşiflerle m e y d a n a getirilen bütün b u tinsel

imaginaire) soruşturmaya giriştim. Bu imgesel dünyayı - k i b u aslında değerler ve univers imaginaire'lerle ilgilenir, çünkü bunlar insan

bir anlam d ü n y a s ı d ı r - i h m a l eden bir tarih, yalnızca eksik değildir; zihninin tarihinde ö n e m l i bir rol oynamışlardır. Tarihte ilk "zincir

m a d e n l e r e , m e t a l l e r e ve m e t a l ü r j i y e salt e m p i r i k ya da rasyonalist m u c i d i " n e o l i t i k i n s a n ı y a r a t a n y a l n ı z c a t a r ı m s a l ve m e t a l ü r j i tek-

y a k l a ş ı m , Batı kültürünün e v r i m i n d e k i en son aşamayı temsil ettiği n i k l e r i d e ğ i l , a y n ı z a m a n d a t a r ı m ve m e t a l ü r j i n i n keşfiyle mümkün

i ç i n a y n ı z a m a n " ö z n e l " v e b u n e d e n l e b i l i m s e l l i k d ı ş ı d ı r da. A s l ı n d a h a l e g e l e n d i n s e l v e m i t o l o j i k y a r a t ı m l a r d ı r da. B u t e k n o l o j i k k e ş i f -

metallerin keşfi ve m e t a l ü r j i n i n gelişimi, insanın e v r e n d e k i varlık ki- lere eşlik e d e n simgecilikler, m i t o l o j i l e r ve ritüeller, tarihin ilk "zin-

pini k ö k t e n değiştirdi. Metallerin belli amaçlar doğrultusunda kulla- cir m u c i d i " neolitik sonrası insanın biçimlenişinde e m p i r i k keşifler-

nılması insanın maddi dünyayı fethine büyük ölçüde katkıda bu- d e n d a h a az b i r rol o y n a m a m ı ş l a r d ı r .

l u n m a k l a k a l m a d ı , aynı z a m a n d a o n u n a n l a m d ü n y a s ı n ı da d e ğ i ş t i r d i . Bu tür sebepler yüzünden, simya bir ön-kimyaya indirgenemez.


Metaller ona yeni bir m i t o l o j i k ve dinsel evrenin kapılarını açtı. Aslında, o ilkel k i m y a haline geldiğinde, simyasal a n l a m dünyası y o k

B e n z e r , h a t t a daha da r a d i k a l b i r d e ğ i ş i k l i k t a r ı m ı n k e ş f i y l e başa- olmanın eşiğindeydi. Simyayı b u l d u ğ u m u z her yerde, daima "mistik"

rılmıştır. Bu örneği veriyorum, çünkü insana yeni bir manevi dün- bir gelenekle yakından ilişkilendirilmiş durumdadır: Çin'de Taocu-

y a n ı n k a p ı s ı n ı " a ç a n " ö n e m l i b i r t e k n o l o j i k k e ş i f d i y e ifade ettiğim lukla, Hindistan'da Yoga ve Tantracılıkla, Helenistik Mısır'da gnosis'lt

ş e y i ç o k daha iyi r e s m e d i y o r . T a r ı m ı n k e ş f i n i n d e v r i m c i ö z e l l i ğ i v e {irfan}, M ü s l ü m a n ü l k e l e r d e H e r m e t i k ve b â t m i m i s t i k o k u l l a r l a , Ba-

e k o n o m i k , teknolojik ve toplumsal sonuçları konusunda ısrar etmek tıda o r t a ç a ğ ve R ö n e s a n s H e r m e t i z m i y l e H ı r i s t i y a n l ı k l a ve m e z h e p s e l

y a r a r s ı z d ı r . B u n l a r a ş i k â r o l a n ş e y l e r d i r v e k o n u y l a ilgili b ü t ü n e s e r - m i s t i s i z m l e ve K a b a l a ile. S o n u ç o l a r a k , s i m y a n ı n i ş l e v i v e a n l a m ı n ı

lerde ve ders kitaplarında b ü y ü k bir gayretle tekrarlanır durur. Ne k a v r a m a k için simya metinleri hakkında, içermeleri mümkün olan

k i , t a r ı m ı n k e ş f i n i n " t i n s e l " s o n u ç l a r ı daha az ö n e m l i d e ğ i l d i r . ' 1 Ta- k i m y a y a ö z g ü s e z g i l e r e b a k a r a k b i r y a r g ı y a var manialıyız. Böyle bir

rımsal çalışmayla yeni bir anlam dünyası yakalanmıştı. "Doğal ola- değerlendirme b ü y ü k şiirsel yaratıları, içerdikleri bilimsel verilere

r a k " a k ı l l a r a p e k ç o k b e n z e ş i m l e r v e ö z d e ş l i k l e r g e t i r d i : ö r n e ğ i n ka- veya tarihsel doğruluklarına bakarak yargılamakla -ve sınıflandır-

d ı n l a r , tarla, c i n s e l y a ş a m , i n s a n d o ğ u r g a n l ı ğ ı , t a r ı m , a y ı n e v r e l e r i , m a k l a - aynı şey olurdu.

ö l ü m v e y e n i d e n d o ğ u m vs a r a s ı n d a k i i l i ş k i l e r . İlk çiftçi, kendisinin Simyacıların doğa bilimlerinin gelişimine de katkıda bulundukları


d ü n y a d a k i ö z e l v a r l ı k k i p i n i , b i t k i s i m g e c i l i ğ i v e b i t k i l e r l e ilgili ter- k e s i n l i k l e d o ğ r u d u r . A n c a k b u k a t k ı y ı , dolaylı o l a r a k ve y a l n ı z c a m a -

d e n c e v h e r l e r i ve y a ş a y a n m a d d e y l e i l g i l e n m e l e r i n i n b i r s o n u c u ola-

r a k y a p m ı ş l a r d ı r ; ç ü n k ü o n l a r " d e n e y c i l e r " d i , s o y u t d ü ş ü n ü r l e r ya da
6 Bkz. M. Eliade, Dinler Tarihine Giriş, çev. Lale Arslan, Kabalcı, 2 0 0 3 , § 125.

204 205
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR DEMİRCİLER VE SİMYACILARA EK

bilgiçlik taslayan âlimler değildiler. Ne var ki, "deney"e eğilimleri Chemistry'si (Londra, 1966).

doğal âlemle sınırlı değildi. Demirciler ve Simyacılar'da göstermeye ça- Simyanın kökeni ve önemi hakkında son zamanlarda yapılmış bazı

lıştığım gibi, madensel veya bitkisel maddelerle yapılan deneyler, da- çalışmalar hakkında bir değerlendirme, Wolfgang Schneider tarafın-

ha büyük bir hedefi gerçekleştirmeye çalışmıştır: simyacının kendi dan yayımlanmıştır: "Probleme und neuere Ansichten in der Alchemi-

varlık kipini değiştirmesi. egeschichte," Chemiker-Zeitung/Chemische Apparatur, LXXXV, sayı 17,

Bu birkaç başlangıç izlenimi, kitabımın bir özeti ya. da yöntem- 1961, 6 4 3 - 5 1 ; aynca bkz. aynı yazar, "Die geschichtlichen Beziehun-

biliminin bir savunması olarak tasarlanmamıştır. 7 Yalnızca, din gen der Metallurgie zu Alchemie und Pharmazie," Archiv für das

tarihçisi için bu tür araştırmaların yararını bir kez daha vurgulamayı Eisenhüttenwesen, XXXVII, sayı 7, Temmuz 1966, 533-38. Pek çok
başka eser arasında Lexicon Alchemistische-Pharmazeutisches Symbole'yi
istedim, yoksa bu ek bölümün sonunda ima edilen tarihyazımsal
(Weinheim, 1962) yayımlamış olan Dr. Schneider, Demirciler ve Sim-
gelişmeyi özümseyecek olan cesur bilginden, yeni kuşak kültür tarih-
yacıların yaklaşımım ve vardığı sonuçları kabul eden kimya tarih-
çisinden bahsetmeyi değil.
çilerinden birisidir. Maurice P. Crossland'ın Historical Studies in the
Language of Chemistry'sinde (Cambridge, Mass., 1962) simya termi-
SİMYA VE "KÖKENLERİ" SORUNU nolojisinin anlaşılmasına yönelik önemli katkılar bulacaksınız. W.
Ganzenmüller'in daha önemli katkılarından bazıları ise onun Beitrâge
Simya ve erken dönem kimya ile ilgili en son yapıtlar (F,&C. s.
zur Geschichte der Technologie und der Alchemie (Weinheim, 1956)
195 vd; D.&S. s. 2 1 8 vd), Ailen G. Debus tarafından şu eserde uygun
isimli kitabında bir araya getirilmiş bulunuyor.
bir şekilde sunulmuştur: "The Significance of the History o f . E a r l y
Chemistry," Cahiers d'histoire mondiale, IX, sayı 1, 1965, s. 39-58. J .
R. Partington'un son derece zengin kaynakçalara sahip anıtsal eseri METAL İŞÇİLERİ VE DOĞAÜSTÜ M O D E L L E R İ
dört ciltlik History of Chemistry (Londra 1961), özel bir ilgiyi hak
etmektedir; ayrıca bkz. H. M. Leicester'in The Historical Backgrourıd of Demir işçileri hakkında folklor (F.&C. s. 87 vd; D.&S. s. 9 2 ) için

Chemistry'si (New York, 1956), John Read'in Through Alchemy to Frederick W. Robins'in The Smith. The Traditions and Lore of an

Chemistry'si (Londra, 1957), E. J. Holmyard'ın Alchemy'si (Penguin Ancient Craft'ma (Londra, 1953) bakınız. Demir işçisinin büyüsel

Books, 1957) ve özellikle Robert P. Multhaufun The Origin of becerisi Aziz Patrick'in ilahisinde bile kabul edilmiştir: "Çağırıyorum
şimdi herkesi ... demirciler ve büyücüler ve kadınların büyüsüne
karşı benimle (bu kötülükler) arasına (Tanrının) erdemlerini" (The
7 En kapsamlı ve sempatik eleştiriler arasında S. H. Nasr'ın Isis, XLIX ( 1 9 5 8 ) , s. Tripartite Life of Patrick'den, E. E. Hlinger'in şu eserinde alıntı-
450-53'deki ve W.-E. Peuckert'in Zeitschrift fiir Volkskunde, LVII, sayı 1
lanmıştır.' "Magic Weapons in Celtic Legends," Folklore, LVI [1945], s.
( 1 9 6 1 ) , s. 146-48'deki değerlendirmelerini anmak isterim.

206 207
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
DEMİRCİLER VE S/MYACJLAR'A EK

Ekim, 1955 (Annales de l'Est, Memoire sayı 16 [Nancy, 1955], özellikle


Alchemical and Hermetic Symbolism," Ambix, VIII, 1960, 35-41;
Jean Leclant'm şu makalesi: "Le fer dans l'Egypte ancienne, le Soudan
"The Ouroboros and the Unity of Matter in Achemy: A Study in
et l'Afrique," s. 85-91).
Origins," Ambix, X, 1962, 8 3 - 9 6 .
Madencilik ve madencilik mitolojisi ve folkloru (F.&C. s. 4 3 vd;
İslam simyası (F.<SC. s. 196-97; D.&S. s. 244) hakkında
D.&S. s. 45 vd) hakkında bkz. Georg Schreiber, Der Bergbau in
Debus'daki (a.g.y., s. 45, dipnot 17) kaynak göndermelerine bakınız.
Geschichte, Ethos und Sakralkultur, Cologne ve Opladen, 1962.
Ayrıca şu eserler özel bir öneme sahiptir: H. E. Stapleton, "Two
Bergbüchlein (F.&C. s. 4 4 vd; D.&S. s. 50 vd) hakkında bkz. W. Alchemical Treatises Attributed to Avicenna," Ambix, X, 1962, 41-82;
Pieper, Ulrich Rülein von Calw und seine Bergbüchlein, Berlin, 1955; Henry Corbin, Avicenna and the Visionary Recital, Fransızcadan çev.
ayrıca bkz. Dorothy Wyckoff, "Albertus Magnus on Ore Deposits," Willard R. Trask, New York, 1960, özellikle s. 2 1 2 vd.
Isis, XLIX, 1958, s. 109-122; Lazarus Ercker, Treatise on Ores and
P. C. Ray'in The History oj Hindu Chemistry'si (F.&C. s. 192; D.&S.
Assaying, çev. A. G. Sisco ve C. S. Smith, Chicago, 1951; ve Berg-
s. 238) 1956'da yeniden basılmıştır (Kalküta, Hindistan Kimya
werk- und Probierbüchlein, çeviren ve notlandıran A. G. Sisco ve C. S.
Cemiyeti); ayrıca J. Filliozat'm Zsis'deki (XLIX, 1958, s. 362-63) de-
Smith, New York: Amerikan Madencilik ve Metalürji Mühendisleri
ğerlendirmesine bakınız.
Enstitüsü, 1949.
Demirciler ve Simyacılar'ı hazırlarken, Maung Hsin Aung'un
Mezopotamya belgeleri (F.&C. s. 71 vd; D.&S. s. 76 vd) sistematik
"Alchemy and Alchemist in Burma," (Folklore, XLIV, 1933, s. 346-54)
bir şekilde Martin Levy tarafından incelenmiştir: Chemistry and
isimli makalesinden haberdar değildim. İnsan bedeninin içine cıva
Chemical Technology in Ancient Mesopotamia, Amsterdam, 1959; ayrıca veya demirden yapılmış uygun metal bileşikleri sokarak bir zawgyee
bkz. aynı yazar, "Gypsum, Salt and Soda in Ancient Mesopotamian (yogi kelimesinden türetilmiş bir terim) haline gelir; eğitiminin yarı-
Chemical Technology," Isis, XLIX, 1958, s. 3 3 6 - 3 4 1 . sına geldiğinde aday "canlı metal taşı"nı elde eder. Ona sahip olmak
kişiye havada uçma ve yeraltında seyahat etme yeteneği kazandırır;
dışarıdan gelecek saldırılara karşı korunmuş bir hale gelir ve yüzyıl-
HELENİSTİK VE İSLAMİ SİMYA HAKKINDA
larca yaşayabilir. Bu taş, ona dokunulunca tüm hastalıkları iyileştirir
EN S O N ÇALIŞMALAR
ve pirinç veya gümüşü altına dönüştürür. Aday, gerekli bileşikleri
H. J. Shepard, Gnostisizme simya mistisizminin temel kaynağı edinene kadar denemeye devam eder. Taşı yutunca, yedi gün boyunca
olarak bakmaktadır; bu yazarın şu eserlerine bakınız: "Gnosticism bilincini yitirir. Genellikle bir mağaraya çekilir ve yedi gün sonra
and Alchemy," Ambix, VI, 1957, s. 86-101; ayrıca "Egg Symbolism bir zawgyee olarak çıkar. Bundan sonra bir tanrı gibidir: milyonlarca
in Alchemy," Ambix, VI, 1958, s. 140-148; "The Redemption Theme yıl yaşayabilir, ölüye hayat verebilir ve görünmez olabilir (s. 346-
and Hellenistic Alchemy, Ambix, VII, 1959, 42-76; "A Survey of 47). Bir "zavvgyee'nin et yemesi ve sarhoşluk verici içkiler içmesi ya-

210 211
DEMİRCİLER VE S1MYACIİJ\R DEMİRCİLER VE SIMYACILAR'A EK

s a k t ı r . K a d ı n l a r l a değil, a n c a k g e n ç b a k i r e l e r i n b o y u n d a ve b i ç i m i n - m a k a l e l e r i n d e ele a l m ı ş t ı r : "The Yeoman's Canon's Silver Citrina-


d e k i b e l i r l i m e y v e l e r l e c i n s e l ilişkiye g i r m e s i s e r b e s t t i r . Zawgyee on- c i o u n , " Modern Philology, X X X V I I , 1 9 4 0 , s. 2 4 1 - 6 2 ; " D o n n e ' s Alche-
lara h a y a t v e r i r , o n l a r ı karısı y a p a r . Ayrıca b k z . M a u n g H s i n A u n g , m i c a l F i g u r e s , " ELH, I X , 1 9 4 2 , s. 2 5 7 - 8 5 ; " T h e A l c h e m y in J o n s o n ' s
"Burmese Alchemy Beliefs," Journal of the Burmese Research Society, Mercury Vindicated," Studies in Philology, XXXIX, 1942, s. 625-37.
XXXV, s. 8 3 - 9 1 . H i n t y o g i - s i m y a c ı s ı y l a b e n z e r l i k a ç ı k t ı r ; b e n i m şu G e n e l b i r i n c e l e m e i ç i n b k z . H. F i s c h , " A l c h e m y ve E n g l i s h Litera-
kitabıma bkz.: Yoga. Immortalitiy and Freedom, New York, 1958, s. türe," Proceedings of the Leeds Philosophical and Literary Society, VII,
2 7 4 vd. 123-36.

L u t h e r ' i n s i m y a y a y ö n e l i k t u t u m u ve L u t h e r c i ilahiyat ile simya

a r a s ı n d a k i i l i ş k i l e r şu m a k a l e d e i n c e l e n m i ş t i r : J . W . Montgomery,
r ö n e s a n s v e r e f o r m ç a ğ ı n d a s i m y a
"Cross, Constellation, and Crucible: Lutheran Astrology and Alchemy

P a r a c e l s u s ve R ö n e s a n s i y a t r o k i m y a c ı l a r ı (F.&C. s. 1 9 8 ; D.&S. s.
in the Age of the Reformation," Transactions of the Royal Society of

246) hakkında bkz. Walter Pagel, Paracelsus: An Introduction to Canada, c. I, seri 4 , H a z i r a n , 1 9 6 3 , b ö l . II, s. 2 5 1 - 7 0 0 ; ayrıca Fran-

Philosophical Medicine in the Era of the Renaissance, Basel, 1958; aynı sızca ç e v i r i s i n e bakınız: "L'astrologie et l ' a l c h i m i e lutheriennes â

yazar, Das Medizinische Weltbild des Paracelsis, seine Zusammenhânge mit l'epoque de la Reforme," Revue d'histoire et de philosophie religieuses,

Neuplatonismus und Gnosis, Wiesbaden, 1 9 6 2 , ve "Paracelsus and the 1 9 6 6 , s. 3 2 3 - 4 5 . Luther'in k o n u h a k k ı n d a k i e n y o ğ u n ifadesini alıntı-

N e o p l a t o n i c a n d G n o s t i c T a r a d i t i o n , " Ambix, V I I I , 1 9 6 0 , s. 125-60; l a m a s ı b a k ı m ı n d a n değerlidir:

Ailen G. D e b u s , The English Paracelsians, Londra, 1 9 6 5 ; aynı y a z a r , Simya ilmini (ars alchimica) çok severim ve gerçekten eskilerin
" T h e S i g n i f i c a n c e o f t h e H i s t o r y o f E a r l y C h e m i s t r y , " s. 4 8 vd (zen- tam manasıyla doga felsefesiydi o. Bu ilmi yalnızca metalleri süsle-
gin b i r k a y n a k ç a y a s a h i p t i r ) ; W o l f g a n g S c h n e i d e r , " P a r a c e l s u s und mede ve şifalı bitkileri ve içkileri damıtma ve sümlimleştirmede pek

die E n t w i c k l u n g der p h a r m a z e u t i s c h e n C h e m i e , " Archiv der Paı mazie, çok kullanımı olmasından değil, aynı zamanda Kıyamet Gününde
ölülerin dirilişine temas eden bu son derece hoş metafor ve gizli
C C X C I X , sayı 9 , 1 9 6 6 , 7 3 7 - 4 6 .
anlam yüzünden de seviyorum. Çünkü, demirci fınmnm içinde
J o n s o n ' u n Alchem/sf'ine g e l i n c e (F.&C. s. 5 4 vd; D.&S. s. 55),
murdar madde, tortu tıpkı bir ölü ve değersiz bir ceset gibi dipte
E d g a r Hill D u n c a n ' m m ü k e m m e l b i r m a k a l e s i n e b a k m a m a k l a hata kalırken ateşin bir cevherden diğer kısımlan ayınp geri alması ve
e t t i m : " J o n s o n ' s Alchemist a n d t h e Literatüre o f A l c h e m y , " PMLA, LXI, ruhu, hayatı, özsuyunu, gücü yukanya taşıması gibi [Luther ayrıca

Eylül, 1 9 4 6 , s. 6 9 9 - 7 1 0 . Bu yazar J o n s o n ' u n s i m y a h a k k ı n d a k i dikkat burada şarap, tarçın ve küçük hindistan cevizi kanşımının resim-

ç e k i c i b i l g i s i n i , " C h a u c e r ve D o n n e dahil, h e r h a n g i b i r b a ş k a b ü y ü k lerini kullanır] Tann da hesap günü ateşle böyle ayıracak her şeyi,
kâfirlerle salih olanlan [Tischreden, Weimar basımı, I, 1 1 4 9 , akta-
ingiliz e d e b i ş a h s i y e t i n i n k i n d e n daha g e n i ş b i r b i l g f ' y i bol bol ör-
ran: Montgomery, a.g.y., s. 263]
n e k l e g ö s t e r i r . Aynı yazar (Geoffrey) C h a u c e r ' i n s i m y a b i l g i s i n i şu

212 213
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
demirciler ve simyacılara EK

Yazar, Andreas Libavius'un (1550-1616) ve Khunrath'm (1560-


SİMYANIN KÖKENLERİ
1605) simya eserlerinde ve J . V. Andreae'nın (1586-1650) Chymical
Wedding'inde saklı Lutherci fikirlere dikkat çeker. Simyanın kökenleri hakkında bkz. Wolfgang Schneider, "Über den
G. F. Hartlaub, kısa bir tebliğ olan "Prima materia. Das Geheim- Ursprung des Wortes 'Chemie'," Pharmazeutische Industrie, XXI,
nis eines Gemâldes von Giorgione"de (Die BASF. Aus der Arbeit der 1959, 79-81; aynı yazar, "Probleme und neuere Ansichten in der
Badischen Anilin und Soda Fabrik, IX, 1959, 50-54) Giorgione'nin "Üç Alchemiegeschichte," ve Homer H. Dubs, "The Origin of Alchemy,
Filozof' isimli ünlü resminin simyevi bir yorumunu öneriyor. Yazar Ambix, IX, 1961, 23-36. Bir dizi makalede, S. Mahdihassan kimia ke-
bu üç şahsiyette, Dogu'dan gelen üç Müneccim'i değil, gizli bir cemi- limesinin kökeninin Çinceden geldiğini kanıtlamaya çalışmıştır. Şunu
yetteki makamların kişileştirilmiş hallerini görüyor. Ona göre, resim iddia etmektedir: "Güney Çin'de, Altın (yapan)-taze bitki suyu anlamı-
muhtemelen, prima materia'mn arandığı yeryüzünün iç kısımlarına na gelen Kim-Iya kelimesi vardır. İslam öncesi dönemin Arapları bu
(visita interiora terrae, vs.) duyulan simgesel bir saygıyı temsil etmek- kelimeyi Çin'den dönemin ticaret merkezi İskenderiye'ye taşıdılar;
te. Ayrıca bkz. aynı yazar, Der Stein der Weisen, Münih, 1959; burada kimiy, chemia şeklinde yazıldı ancak kimiya diye telaffuz edildi"
"Chymische Mârchen," BASF, c. IV, sayı 2 ve 3, 1954; c. V, sayı 1, (S. Mahdihassan, "A Triple Approach to the Problem of the Origin of
1955; "Symbole der Wandlung," BASF, IX, 1959, 123-28. Alchemy," Scientia, LX, 1966, 444-55, özellikle s. 445). Ayrıca bkz.

Batılı simya eserlerinin eski basımlarının pek çok fotografik tekrar aynı yazar, "Chinese Origin of Alchemy," United Asia, V, 1953, 241-

basımları arasında (F.&C. s. 198-199; D.&S. s. 2 2 1 - 2 2 3 ) ; bkz. Debus, 44; "Alchemy and Its Connections with Astrology, Pharmacy, Magic

"The Significance of the History of Early Chemistry," s. 46, dipnot and Metallurgy," Janus, XLVI, 1956, 81-103; "Alchemy and Its

21-26), Milan'daki Arche yayınevinin 110 adetlik sınırlı basımlarını Chinese Origin as Revealed by its Etymology, Doctrines and

yaptığı metinler dizisi, özel olarak bahsedilmeyi hak ediyor. Özel- Symbols," Iqbal Review, Karaçi, Ekim 1966, s. 22-58. Yazar, bahse-

likle ilginç olanlar, Giovan Battista Nazari'nin Della tramutatione me- dilen bu tebliğlerin sonuncusunda simyanın kökenleri hakkındaki

tallica sogni tre'si (Brescia, 1599); Giovanni Braccesco'nun La espositione görüşlerini özetlemektedir: "İlkel toplum, yiyecek maddelerinin sı-

di Geber filosofo, Seguito da îl legno della vita Dialoghi due'su (1562 nırlılığından dolayı zor bir hayatla başa çıkmak zorundaydı. Yaşlı

Venedik basımının tıpkıbasımı); ve Huginus â Barmâ'nın Le regne de erkekler, aileyi geçindirenlerin sırtında birer yük olarak hissedilmiş

Saturne change en Siecle d'Or'udur ( 1 7 8 0 Paris baskısının tıpkıbasımı). ve kötü muamele görmüşlerdir. Hindistan'da ... ormanın yalnız sa-

Bu sonuncusu, Paracelsusçu bir eser olan Saturnia regna in aurea kinleri olarak evi terk etmek zorundaydılar. Ancak insan zihni ölüme

saecula conversa'mn çok nadir bulunan ve ilk basımı Paris'te 1657'de boyun eğmeye istekli olmayışı, bu çilecileri gençleşme düşleri kur-

yapılmış Fransızca çevirisidir. Arche yayınevinin basımlarına kısa maya zorlamıştır.... Taze bitkiler tüketmek o zamanlarda bir tıp yön-

sunuşlar, kaynakçalar ve tarihsel açıklamalar eşlik etmektedir. temi olmuştur.... Çinli otacılar ... yalnızca animizme değil, bundan
daha çok dualizme inanıyorlardı" (s. 23). Başka göndermeler de

214
215
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR demirciler ve sımyacılar'a EK

yapılabilirdi, ancak bu alıntılar yazarın yöntembilimsel yaklaşımını l'deki alıntı), I, 15 vd). İnsan, aşağıdaki alıntının bir yorum olmak-
göstermek açısından yeterlidir. sızın nasıl olup da anlaşılabileceğine şaşar:

İksiri al ve bütünlüğü koru:


T ü m gökle bir arada sonu.
ÇİN SİMYASI
Geriye döndür ersuyunu, fetüs gibi solu:

Joseph Needham'm ve onunla birlikte çalışanların Çin simyasını Uzat sonsuzca ömrü 8

(F.&C. s. 109 vd; D.&S. s. 117 vd) anlamakta önemli katkıları olmuş- Ersuyunun geri döndürülmesi ve embriyon soluması denilen şey,
tur. Needham'm Science and Civilization in China'sının beşinci cildi her Çin ve Hindistan'da uzun bir tarihi -hatta "tarihöncesi" denilebilir-
ne kadar Çin kimyasının tarihine ve endüstriyel kimyaya ayrılmış olan anlaşılması güç tekniklerdir (F.&C. s. 124 vd; D.&S. s. 134 vd).
olsa da, henüz yayımlanmış değildir; elimizde ilgiye değer iki mo- Solukların çevrimine yönelik bu anıştırma (Ware [çev. ve ed.], a.g.y.,
nografi var: Ho Ping-Yü ve Joseph Needham, "The Laboratory s. 69), H. Maspero'nun bu metinlerle ilgili inceleme ve çevirilerinden
Equipment of the Early Medieval Chinese Alchemist," Ambix, VII, bazı alıntılar yapılmadan anlaşılamaz (bkz. M. Eliade, Le Yoga, Paris,
1959, 5 7 - 1 1 5 ; Ts'ao T'ien Ch'in, Ho Ping-Yü ve Joseph Needham, "An 1955, s. 75 vd; Yoga. Immortality and Freedom, s. 59 vd; F.&C. s. 125
Early Medieval Chinese Alchemical Text on Aqueous Solutions," vd; D.&S s. 135 vd). Ayrıca altının ve yeşimtaşınm cesedi korumada-
Ambix, VII, 1959, 122-58. Ayrıca bkz. Josehp Needham, "Remarks on ki rolü (Ware [çev. ve ed.]'a.g._y., s. 62; bkz. Eliade, Asya Simyası (Ru-
the History of Iron and Steel Technology in China," Lefer â travers les mencesi), I, s. 18 vd; F.&C. s. 119 vd; D.&S s. 131 vd) ve simyada
âges, Nancy, 1956, s. 93-102. olduğu kadar Taoculukta zincifrenin önemi (Ware [çev. ve ed.] a.g.y.,
Klasik bir simya risalesi olan Ko Hung'un (Pao-p'u-tzu) Nei P'ien'in s. 74; F.&C. s. 117 vd; D.&S s. 130 vd) hakkında yeterince yorum
tam çevirisi önemlidir; bu güne kadar yalnızca Tenney L. Davis ve yapılmış olmalı.
Eugen Feifel'in parçalar halindeki çevirisiyle (F.&C. s. 188 vd; D.&S. Ümit ediyorum, bir gün Çin simyasıyla ilgili metinler hakkında
s. 216) biliniyordu; bkz. James R. Ware (çev. ve ed.), Alchemy, kapsamlı ve onları geniş kitleler için ulaşılabilir kılan notlarla dolu
Medicine and Religion in the China of A. D. 320: The Nei P'ien of Ko Hung, bir kitaba sahip olacağız. Kültür tarihçisi için Çin simyasının merak
Cambridge, Mass., 1966. Profesör Ware, bu ünlü risaleyi Ko Hung'- uyandıran temel özelliklerinden birisi onun kullanımı pek çok arkaik
un otobiyografisiyle birlikte sunmaktadır (a.g.y., s. 6-21). Ne var ki, ve "popüler" tekniğin yeniden yorumlanmasına dayalıdır (beslenme
açıklayıcı notların ve yorumların olmayışı üzücüdür. Okur, kaplum- yöntemleri, hayatı uzatmak için cinsel soluma teknikleri ve meditas-
bağalar ve turnalarla ilgili geniş folklor ve Çin simyacılarının bu ko-
nudaki yorumlan hakkında sözümona bir şeyler öğreneceğini sanır
(a.g.y., s. 53 vd; bkz. Eliade, Asya Simyası {Rumence baskı) (dipnot 8 Ware (çev. ve ed.), a.g.y., s. 59.

216 217
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR demirciler ve simyacılara EK

yon metotları). Rolf Stein ve Max Kaltenmark 9 pek çok Taocu ve limsel önkabülleri bulacaklar: Jung, bir ruhbilimci olarak ve kendi-

simyevi uygulamanın "tarihöncesini" incelemiş ve bunların Hindiçi- sinden kırk yıl önce Herbert Silberer gibi simya simgeciliğini ve tek-

ni'ndeki koşutlarını göstermiştir (bkz. F.&C. s. 117 vd; D.&S s. 130 niklerini bilinçdışmda meydana gelen bir sürecin izdüşümü olarak

vd). Büyücüler ve simyacıların erginlenmek üzere çekildikleri küçük görür. Söz konusu kitabın konusunu oluşturan mesele, karşıtları bir-

mağara (veya sukabağı) temasım R.-A. Stein'in "jardins en miniature leştirmenin simyevi yoludur. Jung, bu fazlasıyla karmaşık ve muam-

d'Extreme-Orient" isimli monografisinde parlak bir şekilde incele- malı işlemi, bireyleşme süreci dediği şeyin bir temsili olarak yorum-

miştir; ayrıca bkz. Michel Soymie'nin "Le Lo-Feou Chan, etüde de lar, "şöyle önemli bir farkla ki, hiçbir tekil birey simya simgeciliği-

geographie religieuse," Bulletin de l'Ecole Française de l'Extreme Orierıt nin sahasına ve zenginliğine ulaşamaz" (a.g.y., s. 555).

[Saygon], XLVIII [1956], s. 1-139, özellikle s. 88-96 ["La grotteciel"] Bu tamamen psikolojik yaklaşım ister kabul edilsin ister edilmesin
ve s. 9 7 - 1 0 3 ["Le soleil de minuit]). -analitik psikoloji hakkında kişisel olarak bilgi sahibi olmayan bazı
okurlar bu yaklaşımı kabul etmekte zorlanabilirler- önemli değildir.
Çünkü Mysterium coniunctionis, anlaşılması ve edinilmesi güç simyevi,
SİMYA VE DÜŞÜNCELER TARİHİ Gnostik ve mistik metinlerden oluşan şaşırtıcı bir toplamı bir araya
getiren zengin ve değerli bir kitaptır; ve daha da önemlisi, karşılaş-
C. G. Jung'un araştırmalarının, simyayı modern kültür için anlam-
tırmalı dinler ve analitik psikolojinin ışığında onların simgecilikleri-
lı kılmada önemli katkıları olmuştur (F.&C. s. 199-209; D.&S s. 218
ni açıklamasıdır. Mysterium coniunctionis'in kültürel etkisi, Jung'un
vd). Jung'un tamamlamak için on yıldan fazla zamanını alan en son
psikolojik kuramının bağımsız olduğunu kanıtlayabilir. Sonunda
önemli eseri yakınlarda İngilizceye çevrilmiştir: Mysterium coniunc-
böyle bir eser simya simgeciliğinin cazibesini yeniden keşfetmekte ve
tionis. An Inquiry into the Separation and Synethesis oj Psychic Opposites in
simyacıların düşünün tarihsel önemini kavramakta halka yardımcı
Alchemy, Londra ve New York, 1963; Almanca aslının iki cildi Zürih'-
olabilir.
te 1 9 5 5 - 5 6 arasında yayımlanmıştı. Jung'un simyaya ayrılmış önceki
Mysterium coniunctionis'in 1957'de Zürih'te yayımlanan üçüncü
eserlerini 10 iyi bilen okurlar, Mysterium coniunctionis'te aynı yöntembi-
cildi, geleneksel olarak Aquinalı Thomas'ya atfedilen XIII. yüzyıla ait
bir metin olan ve Jung'un yeniden keşfettiği Aurora consurgens'in bir
9 Aynca Max Kaltenmark'm parlak bir özetine bakınız: Lao Tseu et le taoisme, basımını ve Marie-Louise von Franz bu metinle ilgili bir incelemesini
Paris, 1 9 6 5 , s. 1 6 5 - 7 4 .
içermektedir. Bu eser, yakınlarda R. F. C. Hull ve A. S. B. Glover ta-
10 Bkz. F.&C. s. 1 9 9 - 2 0 0 ; D.&S s. 2 1 8 . Jung'un toplu eserlerinin İngilizce
rafından İngilizceye çevrilmiştir: Aurora consurgens. A Document
çevirisinin XIV. cildi, Alchemical Studies (New York, 1 9 6 7 ) ismini taşır ve
diğer metinler arasında şimdiye kadar çevrilmemiş incelemeleri olan Attributed to Thomas Aquinas on the Porblem oj Opposites in Alchemy
"Paracelsus as a Spiritual P h e n o m e n o n " ( 1 9 4 2 ) ve "Arbor Philosophica"'yı (Londra ve New York, 1966). İngilizce çeviri, yalnızca çeşitli hatala-
da ( 1 9 4 5 / 1 9 5 4 ) içerir.

218 219
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR demirciler ve simyacılara EK

rm düzeltilmiş olması yüzünden değil, aynı zamanda Marie-Louise olarak bilimsel değeri üzerine yoğunlaşan bilim tarihçilerinin yakla-

v o n F r a n z ' ı n k ı s a a m a ö n e m l i ö n s ö z ü y ü z ü n d e n de A l m a n c a a s l ı n d a n şımıyla kökten bir karşıtlık içindedir. Sonuçta hâlâ, simyanın bir

daha üstündür. " g e l e n e k s e l b i l i m " (ars regia) olduğunu düşünen m o d e r n yazarlar var-

Aurora consurgens, simya risaleleri arasında eşsizdir. Simya dır: O n l a r eliksir i ve lapis'i h e m b i r e r simge h e m de s o m u t cevherler

"klasikleri"nin yalnızca yarım düzine kadarı almtılanmıştır ve bunlar- o l a r a k a n l a r l a r ((F.&C. s. 1 9 8 ; D.&S s. 2 2 1 ) . F a k a t d a h a g e n i ş v e d a h a

da t e k n i k t a l i m a t l a r ve k i m y a r e ç e t e l e r i y e r a l m a z (a.g.y., s. 4 0 0 ) . Ö t e kapsamlı bir yaklaşıma, yani simyacıların k e n d i n d e ve k e n d i s i için

y a n d a n m i s t i k u n s u r ısrarla v u r g u l a n m ı ş t ı r . B a z ı y a z m a e s e r l e r d e b u - anlam evrenini incelemeye ihtiyaç vardır. Ö r n e ğ i n S t e i n ve Kalten-

nun Aquinas'mn yazdığı bir eser olduğundan söz edilmiştir, ancak m a r k ' m a r a ş t ı r m a s ı , Ç i n s i m y a c ı l a r ı v e T a o c u l a r m ı n univers imagina-

bilginler bu rivayeti reddetmişlerdir. Thomas'mn hocası Albertus ire' s i n i a ç ı k l a m ı ş t ı r . Onların keşifleri yalnızca Çin zihnini anlamak

Magnus'un öğrencisiyle tanıştığı yıllarda ( 1 2 4 5 - 5 0 ) simya ve okül- için değil, aynı zamanda insanın tarihsel d ö n ü ş ü m l e r i n i n müstakil

t i z m l e u ğ r a ş t ı ğ ı ç o k iyi b i l i n m e k t e d i r . T h o m a s ' y a g e l i n c e , o simya- a n l a m dünyasını ortaya ç ı k a r m a k açısından taşıdıkları değerin anlaşıl-

nın "hakiki bir sanat [olduğunu], a m a göksel güçlerin okült etkilerini m a s ı için de s o n derece önemlidir. Başka bir ifadeyle, b u tür çalışma-

anlatmanın zor" olduğunu düşünüyordu (a.g.y., s. 418). Dr. von lar, h e r m e n ö t i k o l a r a k s u n u l a n b e l l i b i r univers imaginaire'nin tarihsel

F r a n z , Aurora consurgens'in T h o m a s ' m n Fossanova'daki Azize M e r y e m bağlamını dikkate almayarak insan h a k k ı n d a k i anlayışımızı genişletir.

manastırında ölüm döşegindeyken söylediği son sözlerinin, yani H e r m e t i z m ile R ö n e s a n s d ö n e m i n i n b i l i m i , s a n a t ı v e f e l s e f e s i ara-


verdiği s o n " d e r s i n " yazıya g e ç i r i l m i ş bir nüshası olabileceğini dü- sındaki ilişkiler hakkında yakın zamanlarda yazılmış bazı eserler,
şünme eğilimindedir. Böylece risale Thomas'mn Naples'deki Aziz Batının tarihsel bilinçliliğinin genişletilmesi açısından ç o k ö n e m l i ve
Nicholas şapelindeki vecd deneyiminin ardından gerçekleşen aydm- a n l a m l ı d ı r . F r a n c e s Y a t e s ' i n o l a ğ a n ü s t ü m o n o g r a f i s i Giordano Bruno
lanmasıyla ilişkilendirilir ve T h o m a s ' m n ö n c e k i e s e r l e r i n d e büyük and the Hermetic Tradition'ı (Chicago, 1 9 6 5 ) örnek verebiliriz; b u eser
bir gayretle kurduğu ama "saman çöpü kadar değersiz" olduğunu e s k i k u ş a ğ ı n R ö n e s a n s tarzı t a r i h y a z ı m ı n m i h m a l ettiği ya da k ü ç ü m -
düşündüğü raptus'unun {vecd hali} ardından üzerinde düşünmeye sedigi bir anlam dünyasını anlamakta son yıllarda gerçekleştirilmiş
b a ş l a d ı ğ ı felsefi v e t e o l o j i k s i s t e m i n i y a n s ı t m a z . ilerlemeyi parlak bir şekilde resmeder. Kopernikçi güneşmerkezcili-

Büyük bir ihtimalle b u varsayım uzmanlarca kabul edilmeyecektir. ğin zaferinde ve İtalyan R ö n e s a n s felsefesinin gelişiminde Hermetik

F a k a t y i n e de b u m e t n e d u y u l a n ilgi a z a l m a y a c a k t ı r . Ü s t e l i k u z u n b i r univers imaginaire'nin ö n e m i ç o k büyüktür. Benzer bir gelişme edebi-

y o r u m (a.g.y., s. 1 5 3 - 4 3 1 ) , s i m y a v e m i s t i k s i m g e c i l i ğ i n anlaşılması yat tarihinin anlaşılmasında kaydedilmiştir. Ö r n e ğ i n Auguste Viatte'-

i ç i n ç o k â l i m a n e b i r k a t ı d a ifade e d i l m i ş t i r . Daha önce belirttiğimiz n i n okültizmin, ezoterizmin ve simyanın ö n e m i m göstererek Fransız

g i b i , J u n g ' u n s i m y a y a ilgisi t e m e l d e p s i k o l o j i k s e b e p l e r l e o r t a y a ç ı k - Rönesans şiirini (Albert-Marie S c h m i d t ) ve Fransız Romantizmini

mıştır. Yaklaşımı, o n u n bir ö n k i m y a o l d u ğ u n u düşündüğü şeyin özel ( A l b e r t B e g u i n , L'Ame romantique et le reve, [Marsilya, 1937]) yorum-

220 221
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR

lanmasıru tümüyle yenileyen, XIX. yüzyılın ikinci yarısının edebi- Ekler


yatıyla Illuminizm, Gülhaçcılık, Farmasonluk arasındaki ilişkilerin
keşfedilip aydınlatılmasında pek çok katkısı olan bir dizi çalışmaya
yol açan eseri Les sources occultes du romantisme: illuminisme-Theosophie'i
NOT A
(Paris, 1 9 2 7 ) hatırlayabiliriz.
M E T E O R İ T L E R , YILDIRIMTAŞLARI,
Bu tür çalışmalar, modern Batı zihninin şekillenmesinde univers
METALÜRJİNİN BAŞLANGICI
imaginaire nin rolüne inanılmamış olsa da onunla ilgili bir dizi kitaba
yol açmıştır. Simyacıların anlam dünyasının yakın bir gelecekte, Rö-
Taştan gökkube konusunda bkz. Uno Holmberg, "Der Baum des
nesans Hermetizmi ve Fransız Romantizmi konusunda yapılan son
Lebens" (Annales Academiae Scientiarum Fennicae, Dizi B., c. XVI, Hel-
araştırmalarla ortaya konulanlara benzer bilgi, feraset ve duygudaşlık
sinki, 1 9 2 2 - 1 9 2 3 ) s. 40; H. Reichelt, "Der Steinerne Himmel," (Indo-
taşıyan bir anlayışla incelenip kavranılacağım umabiliriz.
germanische Forschungen, 32, 1913, s. 23-57): Yazar taş ve metal gök
tasavvurunun Hint-Avrupalılarda ortak olduğunu dogrulayabilecegini
savunur. R. Eisler, "Zur Terminologie und Geschichte der jüdischen
Alchemie" (Monatschrifi jür Geshichte und Wissenschaft des Judentums,
1926, N. F., c. 26, s. 194-201): Bu yazıda yazar, meteoritlerin çeşitli
metallerden (demir, bakır, altın, gümüş vb) oluşmuş gök tasavvuruna
yol açtığını savunur. Gök, metaller, renkler arasındaki ilişkiler konu-
sunda bkz. Holmberg, a.g.y., s. 49: A. Jeremias, Handbuch der altori-
entalischen Geisteskultur (2. basım, Berlin, 1929), s. 180 vd. "Yazar bu-
rada metaller, renkler ve gezegenler arasındaki çağrışımlara yapılan
kesin göndermelerin, yaygınlıkla inanıldığının aksine hatta Babil ça-
ğında bile, nadir olduğunu belirler.

"Yıldınmtaşları" konusunda bkz. Richard Andree, Etnographische


Parallelen, Neue Folge (Leipzig, 1889), s. 30-41 (Der Donnerkeil); P.
Sebillot, Le Folklore de France, c. I (Paris, 1904), s. 104-105; W. W.
Skeat, "Snakestones" (Folk-Lore, 23, 1912, s. 45-80); P. Saintyves,
Corpus de Folklore prehistorique en France et dans les coloniesfrançaises, c.

222 223
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

II (Paris, 1934); Le Folklore des outils de l'âge de la pierre, s. 107-202; si, Münih, 1914). s. 11-12; Axel W. Persson, "Eisen und Eisenbere-
Georg Holtker, "Der Donnerkeilglaube vom steinzeitlichen Neugu- itung in âltester Zeit, Etymologisches und Sachliches" (Bulletin de la
inea ausgeschen" (Açta Tropica, I (1944), 30-51; zengin bir kaynak- societe Royale de Lettres de Lund, 1934, s. 111-127), s. 114; Forbes,
çayla birlikte, s. 4 0 - 5 0 ) . Metallurgy inAntiquity, s. 4 6 5 .
Meteoritler konusunda ayrıca bkz. G. F. Kunz, The Magic ojJevvels Parzillu konusunda: Persson, a.g.y., s. 113; Forbes, s. 465.
and Charms (Philadelphia-Londra, 1915), s. 94-117. Eski Yakındoğu'da bakır ve tunç ticareti konusunda bkz. R. Duss-
İlkellerin yaşamında ve dininde metallerin yeri konusunda her za- aud, La Lydie et ses voisins aux hautes epoques (Paris, 1930), s. 76 vd.
man başvurulabilecek zengin bir kaynak: Richard Andree, Die Metalle Tunçla ilgili söz dağarı konusunda, Georges Dossin, "Le vocabu-
bei den Naturvölkern mit Berücksichtigung prâhistorischer Verhâltnisse (Le- laire de Nuzi Smn" (Revue d'Assyriologie, 1 9 4 7 - 1 9 4 8 ) , s. 26 vd.
ipzig, 1884). Kurşuna ilişkin folklor konusunda bkz. Leopold Eski Mısır'da demir sorunu ve biz-n.pt kelimesi konusunda bkz.
Schmidt, "Das Blei in seiner volkstümlichen Geltung" (Mitt. d. Che- G. A. Wainwright, "Iron in Egypt" (The Journal oj Egyptian Archeology,
mischen Forschungsinstitutes der Industrie Oesterreiches, II, 4-5, 1948, s. 18, 1932, s. 3-15; Persson'un makalesinde özetlenmiştir, s. 2-3); aynı
9 8 vd). Metalürji tarihi ve kültürel yönleri konusunda bkz. T. A. yazar, "The Corning of Iron" (Antiquity, 10, 1936, s. 5-25); E.
Rickard, Man and Metals. A History oj Mining in Relation to Development Wyndham Hulme, "Early Iron-Smelting in Egypt" (Antiquity, II,
ojCivilisation (New York, 1932, 2 cilt; ayrıca Fransızca baskısı da var- 1937, s. 222-223); Forbes, Metallurgy in Antiquity, s. 4 2 5 vd. H.
dır); J. R. Partington, Origins and Development oj Applied Chemistry Quiring, makalesinde araştırmalarını özetlemiştir: "Die Herkunft des
(Londra, 1935) ve özellikle, Leslie Aitchison, A History oj Metals, 2 cilt altesten Eisens und Stahl" (Forschungen und Fortschritte, 9, 1933, s.
(Londra, 1960). Antikçağda metalürjiyle ilgili en son araştırmaların 126-127): Çok daha sonraları Mısırlıların kullandıkları demir filizi-
durumu R. J. Forbes tarafından akıllıca belirlenmiştir: Metallurgy in nin, % 60'tan fazla demir içeren magnetite sahip Nübye kumundan
Antiquity. A Notebook jor Archaeologists and Technologists (Leyden, 1950), kaynaklandığını kanıtladığını ileri sürer. Ayrıca bkz. Jean Leclant, "Le
zengin kaynakçalarla birlikte. Aynca bkz. yine aynı yazar: Bibliograp- fer dans l'Egypte ancienne, le Sudan et L'Afrique" (Le Fer a travers les
hia Antiqua, Pihlosophia Naturalis (I. Bölüm: Madenler; Leyden, 1940; âges: Actes du Colloques International, Nancy, 3-6 Octobre 1955, Annales
2. Bölüm, Metalürji; Leyden, 1942). Yakın tarihli bir çalışma: Charles de l'Est, Tez no: 16, Nancy, 1955, s. 85-91).
Singer, E. J. Holmyard ve A. R. Hail, A History oj Technology, c. 1
Minos dönemi Girit'inde demir konusunda: H. R. Hail, The Civili-
(Oxford, 1955).
sation oj Greece in the Bronze Age (Londra, 1928), s. 253; A. W.
AN.BAR konusunda: Hommel, Grundriss der Geographie und Gesc- Persson, s. 111; Forbes, s. 4 5 6 vd.
hichte Vorderasiens (Berlin, 1908-1922), s. 13; G. G. Boson, Les
metaıvc et les pierres dans les inscriptions assyro-babyloniennes (açılış der-

224 225
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

n o t b Fr. çeviri: C. Virolleaud), s. 2 2 - 2 3 , 31-32; aynı yazar, Semitic Mytho-


logy (Boston, 1931), s. 1 1 1 - 1 1 2 ; Okyanusya geleneklerinde, bkz. R. B.
d e m i r m i t o l o j i s i
Dixon, Oceanic Mythology (Boston, 1916), s. 107 (tanrının kanıyla ka-
rışan tozdan türeyen insan); ayrıca bkz. Sir James Frazer, Folk-Lore oj
Demonlardan ve ruhlara karşı koruma sağlayan demir konusu: I.
the Old Testament (Londra, 1919), c. I, s. 3-44; aynı yazar, Creation
Goldziher, "Eisen als Schutz gegen Dâmonen" (Archiv jür Religionswis-
and Evolution in Primitive Cosmogonies (Londra, 1935), s. 3-35 ( 1 9 0 9 ta-
senschaft, 10, 1907, s. 41-46); S. Seligmann, Der Böse Blick (Berlin,
rihli inceleme, ancak önceki kadar zengin değil). Mısır gelenekleri
1910), c. I s. 2 7 3 - 2 7 6 ; c. II, s. 8-9, vb; aynı yazar Die magischen Heil-
konusunda bkz. E. A. Wallis Budge, From Fetish to God in Ancient Egypt
und Schutzmittel (Stuttgart, 1927), s. 161-169 (bu kitap Der Böse
(Oxford, 1934), s. 143, 4 3 4 (tanrının gözyaşından yaratılmış insan);
Blick'in bazı bölümlerinin genişletilmiş halidir); Frazer, Tabu and the
Adolf Erman, Die Religion der Aegypter (Berlin, 1934), s. 66; Maj
Perils oj the Soul, s. 2 3 4 vd (Fr. çeviri, s. 195 vd); Tawney-Penzer, The
Sandman Holmberg, The God Ptah (Lund-Kopenhag, 1946), s. 31, vd;
Ocean ojStory, c. II (Londra, 1924), s. 166-168; J. J. Meyer, Trilogie
Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, c. I, § 26.
altindischer Mâchte und Feste der Vegetation (Zürih-Leipzig, 1937), c. I,
s. 130 vd, c. II, s. 118 vd; G. Dumezil, "Labrys" (Journal Asiatique, Antropogonik motiflere genel bir bakış: Stith Thompson, Motij-
1929, s. 2 3 7 - 2 5 4 ) , s. 247 vd (demir bıçaklar demonları uzaklaştırır; Indes oj Folk-Literature, c. I (Helsinki, 1932, FF Communicaitons, no.
Çerkez inanışları); J . Filliozat, Le Kumâratantra (Paris, 1937), s. 64 106), s. 150-159.
(bıçağın büyüsel rolü). Ayrıca bkz. Handwörteıbuch der Deutsche Babil Yaratılış Şiiri'nin sonraki çevirileri konusunda bkz. G.
Aberglauben, "Eisen" maddesi. Furlani, II Poema della Creazione (Bologna, 1934), s. 100 vd (Bkz. s.

Mahsülün koruyucusu olarak demir (Kuzeydoğu Avrupa): A. V. 3 4 - 3 5 , Mezopotamya'da benzer gelenekler); R. Labat, Le Poeme babylo-

Rantasalo, Der Ackerbau im Volksaberglauben der Finnen und Esten mit nien de la Creation (Paris, 1935) ve şu kitapta belirtilen kaynakçalar:

entsprechenden Gebrâuchen der Germanen verglichen (5 cilt, FF Com- M. Eliade, Histoire, c. I, s. 4 0 4 vd. Metalürji problemiyle doğrudan

munications, Sontavala-Helsinki, 1 9 1 9 - 1 9 2 5 ) , c. III, s. 17 vd. ilişkili olarak bkz. Toradja'larda belirlenen gelenek: Tanrı Pue ne Pa-
laburu her çocuğu kendi demirhanesinde yapar (Kruyt, alıntılayan: J .
W. Perry, The Children oj the Sun, 2. basım, Londra, 1927, s. 207).

NOT C

a n t r o p o g o n i k m o t i f l e r

insanın kil ya da çamurdan yaratılması: S. Langdon, Le Poeme


sumerien du Paradis, du Deluge et de la Chute de l'homme (Paris, 1919,

226 227
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

n o t d vd). Modern Hindistan'daki gelenekler konusunda bkz. W. Crooke,


Religion and Folk-Lore of Northern İndia (Oxford, 1926), s. 336; J .
YAPAY D Ö L L E M E VE ORJİ AYİNLERİ
Abbot, The Keys of Power. A Study of Indan Ritual and Belief (Londra,
Mezopotamya'da yapay dölleme konusunda, bkz. A. H. Pruessen, 1932), s. 176.
"Date Culture in Ancient Babylonia" (Journal of the American Oriental Ûntarih kültürlerinde ocak (=vulva) simgeciliği konusunda bkz.
Society, 36, 1920, s. 2 1 3 - 2 3 2 ) ; Georges Sarton, "The Artificial Fertili- Oscar Almgren, Nordische Felszeichnungen als religiöse Urkunden
sation of Date-Palms in the Time of Ashur-Nasir-Pal" (Isis, 21, no: 60, (Frankfurt a. M., 1934), s. 2 4 4 vd. Eski Germenlerde Kuzey Avrupa'-
Nisan 1934, s. 8-14); aynı yazar, "Additional Note on Date Culture in da: J. Grimm, Deutsche Mythologie (4 £ Ausgabe, 1876), c. III, s. 175.
Ancient Babylonia" (a.g.y., no: 65, Haziran 1935, s. 251-252; bu iki "İlkellerde" ateşin üretilmesiyle ilgili cinsel simgecilik konusunda
makale konuyla ilgili tam bir kaynakça sunuyor); Helene Danthine, bkz. Sir James Frazer, The Magic Art and the Origin of Kings, c. II, s.
Le palmier-dattier et les arbres sacres dans l'iconographie de l'Asie occiden- 2 0 8 vd; aynı yazar, Mythes sur l'origine du feu (Fr. çeviri, Paris, 1931),
tale ancienne (Paris, 1937), s. 111-121. s. 62 vd. Ateşin törenle yakılması sırasındaki cinsel orjilerden örnek-
Araplarda ve İbranilerde benzer gelenekler konusunda bkz. Salo- ler, a.g.y., s. 6 4 (Wirz'e göre Marind-Anim'lerde).
mon Gandz, "Artificial Fertilization of Date-Palms in Palestine and Ateş yakmanın kozmolojik simgecelliği ve Zamanın yeniden
Arabia" (Isis, 33, no: 65, Haziran 1935, s. 2 4 5 - 2 5 0 ) . doğumuna ilişkin kavramlar konusunda bkz. M. Eliade, Le Mythe de
Limon ağaçlarının aşılanmasıyla ilişkili orji uygulamaları konu- l'Eternel Retour (Paris, 1 9 4 9 ) s. 107 vd.
sunda İbn Vahşiyye'nin söyledikleri için bkz. S. Tolkowsky, Hesperi- "Merkez" simgeciliği konusunda a.g.y., s. 3 0 vd; aynı yazar, Ima-
des. A History of the Culture and Use of Citrus Fruits (Londra, 1938), s. ges et symboles (Paris, 1952), s. 33 vd.
56, 129 vd.

n o t f
n o t e
ÜÇGENİN CİNSEL SİMGECİLİĞİ
ATEŞİN CİNSEL SİMGECİLİĞİ
Delta ile ilgili cinsel simgecilik konusunda bkz. R. Eisler, Kuba-
Eski Hint'te ateşin simgesel cinselliği şu yazarlarca incelenmiştir: Kybele, s. 127, 135 vd ve Uberto Pestalozza, Religione Mediterranea
K. F. Johansson, Über die altindische Göttin Dhisanâ (Skrifter utgifna (Milano 1951), s. 246, not 65. "Üçgen" = "kapı" = "kadın" denkliği
Vetenskapssafundent i Uppsala, Uppsala-Leipzig, 1917), s. 51-55; J. konusunda bkz. H. C. Trumbull, The Threshold Covenant (New York,
Gonda, "Gods," and "Powers" in the Veda (Lahey, 1957, s. 23 vd, 38 1892, s. 252-257 (Yunan, Çin, Yahudi vb konuları). Arche geneseoas

228 229
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

n o t ı R. Eisler'in hipotezini Abel Rey kabul etmiştir: La Science orientale

babil "simyası" avant les Grecs (Paris, 1930), s. 193 vd; ayrıca bkz. R. Berthelot, La
Pensâe de l'Asie et l'astrobiologie (Paris, 1938), s. 4 3 vd.
Asur belgeleri R. Campbell Thompson tarafından çevrilmiştir: On Edmund von Lippmann'ın Entstehung und Ausbreitung der Alchemie
the Chemistry of the Ancient Assyrians (Londra, 1925, 158 daktilo sayfa- (Berlin, 1931) isimli eserinin ikinci cildinin s. 51 ve devamında yazar
sı); Bruno Meissner, Babylonien undAssyrien, c. II (Heidelberg, 1925), kategorik olarak düşüncelerini açıklamadan bir ölçüde olumsuz bir
s. 3 8 2 vd; Robert Eisler, "Der babylonische Ursprung der Alchimie" tutum takmıyor; ayrıca bkz. c. III (Weinheim, 1954), s. 40. Onun
(Chemiker-Zeitung, no: 83, 11 Temmuz 1925, s. 577 vd; no 86, 18 kapsamlı eseri Metallurgy in Antiquity de Forbes'in ele aldığı problemi
Temmuz 1925, s. 6 0 2 vd); aynı yazar, "Die chemische Terminologie görmek hoş olurdu.
der Babylonier" (Zeitschrift für Assyriologie, Bd. 37, Nisan 1926, s.
109-131); aynı yazar, "L'origine babylonienne de l'alchimie" (Revue de
Synthese Historique, 1926, s. 1-25). Madenler ve kimyayla ilgili terim- n o t j
ler konusunda bkz. R. C. Thompson, A Dictionnary of Assyrian Che-
çin simyası
mistry and Geology (Oxford, 1936). R. C. Thompson araştırmalarını
makalesinde özetlemiştir: "A Survey of the Chemistry of Assyria in
Bilimin evrensel tarihi içinde Çin bilimsel düşüncesinin tarihine
the VII. cent. B.C." (Ambix, II, 1938, s. 3-16).
ilişkin genel durum konusunda bkz. George Sarton, An Introduction to
Robert Eisler'in yorumu bazı Asurbilimciler tarafından çeşitli ne-
the History of Science, c. I-III, beş cilt (Washington, 1926-1948) ve
denlerle reddedilmiştir: H. Zimmern "Assyrische chemisch-technisc-
özellikle Joseph Needham, Science and Civilisation in China, c. I-V
hen Rezepte, insbesondere für Herstellung farbigen glasierter Ziegel,
(Cambridge, 1956).
in Umschrift und Übersetzung" (Zeitschift für Assyriologie, Bd. 36, Ey-
Eski Çin'de metalürji ve kimya sanatının tarihi konusunda bkz. Li
lül 1925, s. 177-208); aynı yazar, "Vorlâufiger Nachtrag zu den assy-
Ch'iao Ping, The Chemical Arts of Old China (Easton, 1948). B. Laufer
rischen chemisch-technischen Rezepten" (a.g.y., Bd. 37, Eylül 1926, s.
hem liu li hamurunun (vitray yapımında kullanılıyordu) hem de kaoli-
213-214); bilimtarihçisi Emst Darmstaedter, Vorlâufige Bemerkun-
nin ilk kez Taocu simyacılar tarafından denendiğini göstermiştir:
g e n z u d e n assyrischen chemisch-technischen Rezepten" (Zeitschift für
Bkz. The Beginnings of Porcelain in China (Chicago, 1917, Field Muse-
Assyriologie, 1925, s. 302-304); aynı yazar, "Nochmals babylonische
um), s. 142, 118, vb. Simyacıların kullandıkları arsenik tuzlan ta-
Alchemie" (a.g.y., 1926, s. 205-213); Arap bilgin ve bilim tarihçisi
nmda ve çeşitli endüstrilerde yerini bulmuştur; bkz. M. Muccioli,
Julius Ruska, "Kritisches zu R. Eisler's chemie-geschichtlicher Metho-
"L'arsenico presso i Cinesi" (Archivo di Storia della Scienza, VIII, s. 65-
de" (Zeitschift für Assyriologie, Bd. 37, 1926, s. 2 7 3 - 2 8 8 ) .
76, özellikle, s. 70-71). Simya keşiflerinin seramik ve matalurji tek-

232 233
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

niklerine uygulanması konusunda bkz. E. von Lippmann, Entsehung 6, 1941, s. 113-211 (bkz. a.g.y., c. 9, 1944, IV. bölümün yeni bir çe-
und Ausbreitung der Alchemie, I, s. 156; II, s. 45, 66, 178, vb. virisi yine Feifel tarafından yapılmıştır), VII. ve XI. bölümler de T.
Çin simyası konusunda temel kaynakça için bkz. M. Eliade, Le Yo- L. Davis ve K. F. Chen tarafından çevrilmiştir: "The Inner Chapters
ga. Immortalite et Liberte (Paris, 1954), s. 3 9 9 - 4 0 0 ve özellikle of Pao-pu-tzu" (Proceedings of the American Academy of Arts and Science,
Needham, Science and Civilisation in China, V. I (Cambridge, 1974), s. c. 74, 1940-1942, s. 287-325). T. L. Davis ve katkıda bulunanların
2 vd, 3 8 7 vd. En önemli yapıtları belirtelim: O. Johnson, A Study of değeri konusunda bkz. J. Needham, Science and Civilisation, V, I, s. 6
Chinese Alchemy (Şangay, 1928; ayrıca bkz. B. Laufer'in sunuş, Isis, ve Nathan Sivin, Chinese Alchemy, s. 15. James R. Ware, Ko Hung'un
1929, c. 12, s. 330-332); A. Waley, "Notes on Chinese Alchemy" Nei P'ien'inin tam çevirisini yapmıştır: Alchemy, Medecine and Religion
(Bulletin of Oriental School of London, VI, 1930, s. 1-24); W . H. Barnes, in the China of A. D. 320: The Nei P'ien of Ko Hung (Cambridge, Mass.,
"Possible Reference to Chinese Alchemy in the Fourth or Third Cen- 1966; bkz. bizim History of Religions'taki gözlemlerimiz, 8, 1968, s.
tury B. C." (The China Journal, c. 23, 1935, s. 75-79); Homer H. 84-85). Sivin'in yapıtı olan Chinese Alchemy (s. 145-214), Sun Ssu-
Dubbs, "The Beginnings of Alchemy" (Isis, c. 38, 1947, s. 62-86); Ho mo'ya (MS VI. yüzyıl) atfedilen Tan ching yao chueh'in ("Essentials
Ping-Yü ve Joseph Needham, "The Laboratory Equipment of the Early Formulas from the Alchimical Classics") açıklamalı çevirisini içerir.
Medieval Chinese Alchemist" Ambix, VII, 1959, s. 5 7 - 1 1 5 ; T'sao T'ien Ayrıca bkz. Roy C. Spooner ve C. H. Wang, "The Divine Nine Turn
Ch'in, Ho Ping-Yü ve Joseph Needham, "An Early Medieval Chinese TanSha Methode, a Chinese Alchemical Recipe" (Isis, 1947, c. 38, s.
Alchemical Text on Aqueous Solutions," a.g.y., s. 122-158; Nathan 235-242.)
Sivin, Chinese Alchemy: Preliminary Studies (Cambridge, Mass, 1968; H. H. Dubs simyanın kökenlerinin MÛ IV. yüzyıl Çin'inde ara-
bkz. M. Eliade nin sunuş, History of Religions, 10, 1970, s. 178-182); mak gerektiğini düşünür. Yazara göre simya, altının pek bilinmediği,
Joseph Needham, Science and Civilisation, V, I, (simya tarihi şu anda ayarını ölçmenin bilinmediği bir uygarlıkta doğabilir; öte yandan
hazırlanmakta olan sonraki dört ciltte devam edecektir). Mezopotamya'da bu yöntemler MÖ XIV. yüzyıldan beri yaygınlaşmış-
Simya metinlerinin çevirileri arasında özellikle belirtilmesi gere- tı, bu da simyanın Akdeniz kökenli olduğu konusunda kuşkuya açıyor
kenler: Lu-Ch'iang W u ve Tenney L. Davis, "An Ancient Chinese Tre- (Dubs, s. 8 0 vd). Ancak bu kam simya tarihçileri tarafından kabul
atrise on Alchemy Entitled Ts'an T'ung Ch'i, written by Wei Po-Yang görmemiştir (bkz.F. Shervvood Taylor, The Alchimists, New York,
about 142 A. D." (Isis, 1932, c.18, s. 2 1 0 - 2 8 9 ) ; aynı yazar, "Ko Hung 1949, s. 75). Dubs simyanın Batıya Çinli gezginler tarafından sokul-
on the Yellovv and the White" (Proceedings of the American Academy of duğunu düşünür (a.g.y., s. 84). Bununla birlikte Laufer'a göre "bilim-
Arts and Sciences, c. 70, 1935, s. 2 1 8 - 2 8 4 ) : Bu çalışma Ko Hung (Pao sel" simyanın Çin'de yabancı bir etkiyi temsil etmesi de olasılık dı-
P'u Tzu) risalesinin IV. ve VI. bölümlerinin çevirisini içerir; I.-III. şında değil (bkz. Laufer, Isis, 1929, s. 330-331). Akdeniz kaynaklı dü-
bölümler Eugen Feifel tarafından çevrilmiştir: Monumenta Serica, c. şüncelerin Çin'e girmesi konusunda bkz. Dubs, a.g.y., s. 8 2 - 8 3 , dip-

234 235
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

notlar, 1 2 2 - 1 2 3 . Çin simya ideolojisinin olası Akdeniz kökeni konu- daire s des Immortels tao'iste de l'antiquite), çeviri ve notlar (Pekin, 1953)
sunda bkz. H. E. Stapleton, "The Antiquity of Alchemy" (Ambix, V, s. 41, 54, 82, 146, 154.
1953, s. 1-43), s 15 vd. Simyanın Çin kökenli oluşunu kısaca gözden Ölümsüzlük ve ona ulaşma konusundaki çok eski mitler ve inanış-
geçiren Sivin (s. 19-30) Dubs'un varsayımım yadsır (s. 22-23). Bam- ların büyük bölümü Çin simyasında ele alınıp değerlendirilmiştir.
başka nedenlerle de olsa simyanın bir Çin ürünü olduğunu savunma- Kaplumbağa ve turna ölümsüzlüğün simgesi olarak görülürdü. Antik-
sına karşın en kökten eleştiri Needham'dan gelir (c. I, s. 4 4 vd). Ne- çag yazarları turnayı hep Ölümsüzlerin yanında tasvir ederler 0 . J . de
edham'a göre eski Çin kültürü, kimyacının en yüce işi olarak ölüme Groot, The Religious System oj China, Leyden, 1892, c. IV, s. 232-233,
karşı bir iksir geliştirme inancının berraklaşacağı tek yerdir (s. 71, 295); cenaze arabalannın üstüne ölümsüzlüğe geçişi simgelemek üze-
82, 1 1 4 - 1 1 5 ) . iki tasavvur -iksir ve altının simyevi olarak yaratılma- re turna resmedilir (a.g.y., c. IV, s. 359). Doğaüstü adaya doğru yola
s ı - tarihte ilk kez Çin'e MÛ IV. yüzyılda girmiştir (s. 12 vd, vb). An- çıkmış sekiz Ölümsüz u resmeden tablolarda gemiyi havada götüren
cak Needham altın ile ölümsüzlük arasındaki ilişkinin MÖ IV. yüzyıl- kuş turnadır (bkz. Werner, Mythe and Legends oj China, Londra, 1924,
dan önce Hindistan'da bilindiğini kabul eder (s. 118 vd; bu konuyla s. 302). Öte yandan, Pao Pu'tzu (=Ko Hung) turna yumurtası ve kap-
ilgili gözlemlerimiz için bkz. yukarıda s. 55, 139). lumbağa kabuğuyla hazırlanmış içecekler içilerek ömrün uzatılabile-

Nefes alıp verme ve cinsel edimin simyevi simgeciliği konusunda ceğini kesinler (Johnson'un alıntıladığı metin: Chinese Alchemy, s. 61).

bkz. R. H. van Gulik, Erotic Colour Prints oj the Ming Period with an Es- Gelenek çok eskidir: Liensien Tchouan Kouei fou'nun kaplumbağa bey-

say on Chinese Sex Lije jrom the Han to the Ch'ing Dynasty, B.C. 206- niyle karıştırdığı tarçın ve ayçekirdeğiyle beslendiğini anlatır (M.

A.D. 1 6 4 4 (kırk kopya özel basım, Tokyo, 1951), s. 115 vd. Kaltenmark, s. 119).

Ömrü uzatabilecek bitki türleri arasında Çin geleneği çih ("ölüm-


süzlük otu"), çam, servi ve şeftali ağacını öne çıkarır. Çam ve servide
NOT K yang cevherinin bol bulunduğuna inanılır (bkz. J. J. de Groot, a.g.y.,
s. c. IV, s. 2 9 4 - 3 2 4 ) . Yo Ts'iuan çam tohumu yiyerek havaya uçmayı
çin b ü y ü g e l e n e k l e r i
başarmıştır. "O zamanın insanları bunu alıp yediler ve hepsi de iki ya
ve simya f o l k l o r u
da üç yüzyıl yaşadı" (M. Kaltenmark, Le Lien-sien Tchouan, s. 54; bkz.

Yogiler ve simyacıların büyü yoluyla uçmaları konusunda bkz. M. a.g.y., s. 81, 136, 160). Ömrü uzatan çam ağaçları konusunda bkz.

Eliade, Le Yoga, s. 3 9 7 . Çin'de "büyülü uçuş" konusunda bkz. Eliade, Rolf Stein, Jardins en miniature d'Extreme-Orient, Le Monde en petit,
Bulletin de l'Ecole française d'Extreme-Orient, 42, Hanoi, 1943, s. 1-
Le Chamanisme, s. 2 9 4 vd; Taocu ölümsüzlerin uçuşu konusunda bkz.
104, özellikle s. 84 vd). Pao Pu'tzu ise, eğer bir kişi topuklarına servi
Lionel Giles, A Gallery oj Chinese Immortals (Londra, 1948), s. 22, 40,
suyu sürerse "batmadan su üstünde yürüyebilir" diye yazar; bütün
43, 51, vb; Max Kaltenmark, Le Lie-sien Tchouan (Biographies legen-

236 237
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

vücuduna sürerse görünmez olur. Kurutulan, öğütülen ve bir meşale- neksel simyaya ilişkin çok sayıda metinden alıntılar var. Simyacı
ye konulan servi kozalağı görülmemiş bir parlaklıkla yanar ve eğer siddha öğretisinin sunumu için bkz. V. V. Raman Sastrî, "The Doctri-
yakında altm ya da yeşim varsa alevler maviye dönüşür, toprağa doğ- nal Culture and Tradition of the Siddhas" (Cultural Heritage oj India,
ru yönelir. Servi kozalağı tozuyla beslenen kişi bin yaşma kadar ya- Sri Ramakrishna Centenary Memorial, Kalküta, tarihsiz, c. II, s. 303-
şar (De Groot'un bastığı metin, c. IV, s. 287). Yyine Pao Pu'tzu'nun 319); Shashibbusan Dasgupta, Obscure religious Cults as background oj
dediğine göre şeftali ağacı reçinesi insan bedenini ışıltılı olmasını Bengali Literatüre (Kalküta, 1946), s. 2 8 9 vd; Mircea Eliade, Le Yoga.
sağlar. İmmortalite et Liberte, s. 2 9 9 vd.

Diğer bitki ve otlar ömrü uzatmalarıyla ve büyülü güçler sağla- Birmanya'da simyacı yogilerle ilgili benzer inanışlar vardır. Cıva
malarıyla ünlüdürler. Lie-sien Tschouan armutu (s. 97), tarçını (s. 82, ya da demirle hazırlanmış cevherleri tüketerek zagwy (yogi'den türetil-
119), çayırmantarını (s. 82), boganotunu (s. 154), melekotunu (s. miş sözcük) olunur. Kişi daha uygulamanın yarısında "canlı metal ta-
154) ayçiçeğini (s. 119) vb sayar. Folklor gelenekleri, taoculuk ve şım" elde eder. Ona sahip olunca havada uçabilir, toprak altından gi-
simyanın sürekliliğinde hiçbir kopma yoktur: Taocu simyacı, çok es- debilir; dokunulmazlık kazanır ve yüzlerce yıl yaşayabilir. Bu taş her
ki zamanlardan beri bir sukabağı ile büyülü tohumlar ve bitkiler top- tür hastalığı iyileştirir; sarı bakıra ya da gümüşe degdirildiginde
lamaya dağlara giden otacının ardılıdır. Bu konuda bkz. R. Stein, Jar- bunlan altına dönüştürür. Kişi taşı yuttuğunda yedi gün kendini kay-
din en miniature, s. 56 vd ve başka sayfalar. Ayrıca bkz. Michel beder. Genellikle bir mağaraya çekilir ve yedinci günün sonunda
Soymie "Le Lo-Feou Chan, etüde de geographie religieuse" (Bulletin de Zdgwy olarak geri gelir. Artık bir tanrı gibidir; milyonlarca yıl yaşa-
l'Ecole Française de l'Extreme-Orient [Saigon], 9 7 - 1 0 3 ["Le soleil de mi- yabilir, ölüleri diriltebilir, görünmez olabilir. Kadınlarla değil ama
nuit"]). bir genç kız boyunda ve biçiminde olan kimi meyvelerle cinsel ilişki-
ye girebilir. Zagwy bu meyveleri canlandırır ve onlarla evlenir. Bkz.
Maung Hsin Aung, "Alchemy and Alchemist in Burma," Folklore, 44,

n o t l 1933, s. 3 4 6 - 3 5 4 , özellikle s. 3 4 6 - 3 4 7 ve "Burmese Alchemy Beliefs,"


Journal oj the Burmese Research Society, 35, s. 83-91.
h i n t simyası
Simya, Tantracılık ve Hatha-yoga arasındaki ilişkiler konusunda

Hint simyası ve ön-kimyası konusunda bkz. P. C. Ray, A History oj bkz. M. Eliade, Le Yoga, s. 274, vd, 3 9 8 vd (kaynakçalar). Aynca bkz.

Hindu Chemistry, c. I (2. basım, Kalküta, 1903), c. II (2. basım, Kal- A. Waley, "References to Alchemy in Buddhist Scriptures" (Bulletin oj

küta, 1925); ayrıca bkz. Rasacharya Kaviraj Bhudeb Mookerjee, Rasa- the School oj Oriental Studies, Londra, c. VI, s. 1 1 0 2 - 1 1 0 3 ) . Mahâyâna-

jala-nidhi or Ocean oj Indian Medicine, Chemistry and Alchemy, 2 cilt samgrahabhasya'da simyaya göndermeler bulunmaktadır (Nanjio,

(Kalküta, 1926-1927): Değeri olmayan bir derleme, ama içinde gele- 1171; Çipceye çeviren: Hüsang-tsang, 656-659). Ayrıca bkz. O. Stein,

238 239
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

"Reference to Alchemy in Buddhist Scriptures" (Bull. School Orient. Stu- n o t m

dies, VII, 1933, s. 2 6 2 vd).


DOĞU SİMYASINDA AMONYAK TUZU
Simyacı Nâgârcuna konusunda bkz. Yogada sorunlar ve kaynakça-
lar, s. 3 9 8 . Amonyak tuzunun Sanskritçedeki adı navasâra, Farsça nûşâdur.
El-Birûnî konusunda J. Filliozat, Albîmnî et l'dlchimie indienne (Al- H. E. Stapleton bu terimleri Çince nau-sha ile açıklamayı denemiştir:
Bîrunî Commemoration Volume, Kalküta 1951, s. 101-105). bkz. "Sal-Ammoniac. A Study in Primitive Chemistry" (Memoirs of the

Hint simyasında cıvanın rolü konusunda bkz. P. C. Ray, a.g.y., I, Asiatic Society of Bengal, c. I, No: 2, s. 25-42, Kalküta, 1905); Bkz.

s. 105, Giriş; E. von Lippmann, Entstehung und Ausbreitung der Alche- Stapleton ve R. F. Azo, "Chemistry in lraq and Persia in the X m Cen-

mie (Berlin, 1919), s. 435; c. II (Berlin, 1931), s. 179; Julius Jolly, tury A. D." (Memoirs of the Asiatic Society of Bengal, c. VIII, No: 61,

"Der Stein der Weisen" (Windisch Festschrift, Leipzig, 1914), s. 98- 1927), s. 346, dipnot 1). B. Laufer bu varsayımın geçersizliğini gös-

106. Tamil sittar'lan konusunda bkz. A. Barth, Oeuvres, I (Paris, termiştir: Bkz. Sino-Iranica (Field Museum, Chicago, 1919), s. 505.

1914), s. 185; J. Filliozat, Journal Asiatique, 1934, s. 111-112: Sittar Amonyak tuzu ilk kez İran simyasında kullanılmış ve buradan Çin,

sarakku lan (cevherler, malzemeler) ân ve pensarakhu, yani eril ve di- Hint ve Arap simyacılarına geçmiştir. Bu konuda bkz. Julius Ruska,

şil malzemeler olarak ayırır; bu ayırma Çin düşüncesindeki yin-yang Sal ammoniacus, Nusâdir und Salmiak (Sitzungsberichte der Heidelber-

ikiliğini anımsatıyor. L. Wieger (Histiore des croyances religieuses et des ger Akademie der Wissenschaften, Heidelberg, 1925); aynı yazar, Das

opinions philosophiques en Chine, 2. basım, Hien-hien, 1927, s. 395) Buch der Alaune und Salze (Berlin, 1931), s. 111, 192 vd. Arapça te-

MÖ III. yüzyıldan Taocu simyacı Ko Hung'un (Pao-p'u-tzu) Nâgârju- rim olan nişâdır Farsçadaki nûşâdur'dan türemiştir. Amonyak tuzu

nâ'ya atfedilen Rasaratnâkara risalesine öykündüğünü düşünür. Bu olasılıkla "Sasani İmparatorluğu döneminden bir simya okulu" tara-

durumda MÖ VII. ya da VIII. yüzyıla ait olduğu düşünülen Rasarat- fından keşfedilmiş ve simyada kullanılmıştır; bkz. Henri Corbin, "Le

nâkara'nin (bkz. E. Lamotte, Traite de la Grande Vertu de Sagesse, I, livre du Glorieux de Jâbir ibn Hayyân" (Eranos-fahrbuch, XVIII, Zü-

Louvain, 1944, s. 383, dipnot 1), "aslında II. yüzyıldan budist Nâgâr- rih, 1950, s. 4 7 - 1 1 4 ) , s. 53, dipnot 15. Amonyak tuzu Asur çiviyazı

cuna çağma ait olduğu söylenebilir" 0- Filliozat, La Doctirne classique metinlerinde de geçer; bkz. Campbell Thompson, Dictionairy of Assyri-

de la medecine indienne, Paris, 1949, s. 10). Ancak Tamil simyasının an Chemistry and Geology, s. 12. Ayrıca bkz. J. R. Partington, Origins

Çin simyasından etkilenmiş olma olasılığı da vardır (Bkz. J. Filliozat, and Development of Applied Chemistry (Londra, 1935), s. 147, 317; H.

"Taoisme et Yoga," Dân viet-Nam, No: 3, Ağustos 1949, s. 113-120, E. Stapleton, "The Antiquite of Alchemy" (Ambix, V, 1953, s. 1-43),

özellikle s. 120). s. 34, dipnot 68. E. von Lippmann, Enstehung und Ausbreitung der Alc-
hemie, III (Weinhein, 1954), s. 116.
Cordier Fonunun simya el yazmaları konusunda bkz. J . Filliozat,
Journal Asiatique, 1934, s. 156 vd.

240 241
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

n o t n wesen, XXXVIII, no. 7, Temmuz 1966, s. 533-538) ve özellikle Lexi-

simya tarihi üzerine genel bilgiler con Alchemistische-Pharmazeutisches Symbole (Weinheim, 1962).

yunan-mısır, arap v ebatı simyaları Maurice P. Grossland simya terminolojisinin aydınlatılmasını e-


peyce ileri götürmüştür: Historical Studies in the Language oj Chemistry
TEMEL KAYNAKÇA
(Cambridge, Mass, 1962). W. Ganzenmüller'in çok önemli katkıları

Simya konusunda yakın tarihli külliyat ve kimyanın başlangıcı G. şu kitapta bir araya getirilmiştir: Betrâge zur Geschichte der Technolo-
Debus tarafından "The Significance of the History of Eary Chemistry" gie und der Alchemie (Weinheim, 1956).
adlı incelemede sunulmuştur (Cahiers d'histoire mondiale, IX, No: 11, Yunan simya metinlerinin çoğu Marceline Berthelot tarafından
1965, s. 3 9 - 5 8 ) . J. M. Partington'm dört ciltlik anıtsal yapıtı History çevrilip yayımlanmıştır: Collection des anciens alchimistes grecs, 3 cilt
oj Chemistry'nin yalnızca II. cildi (Londra 1961) ve III. cildi ( 1 9 6 2 ) ya- (Paris, 1887). Berthelot'nun Collection'a. almadığı metinler yakın tarih-
yımlandı. Ayrıca bkz. H. M. Leicester, The Historical Background oj te F. Sherwood Taylor tarafından İngilizceye çevrildi: "The Alchemi-
Chemistry (New York, 1956); John Read, Through Alchemy to Chemistry cal Works of Stephanos of Alexandria" (Ambix, I, 1937, s. 116-139;
(Londra, 1957); E. J. Holmyard, Alchemy (Penguin Books, 1957); ve II, 1938, s. 39-49). Kimya konulu papirüsler O. Lagercrantz (Papyrus
özellikle Robert P. Multhauf, The Origins oj Chemistry (Londra, 1966). Graecus Holmiensis, Uppsala, 1913) ve Marcelin Berthelot, (Archelogie

George Sarton'ın (An Introduction to the History oj Science, 5 cilt) ve et Histoire des Sciences, Paris, 1906) tarafından yayımlanmıştır. Yazma
Lynn Thordike'm yapıtlannda (A History oj Magic and Experimental Sci- eserlerinin dökümü konusunda bkz. Le Catalogue des manuscrits alchi-
ence, 6 cilt, New York, 1921-1941) zengin kaynakçalar var. Ayrıca miques grecs (Brüksel, 1924).
bkz. Zsis'te yayımlanan eleştiri yazıları (kurucusu George Sarton). iskenderiye simyası tarihi ve buna ilişkin dosya için bkz. M.

Gerard Heym "Introduction to the Bibliography of Alchemy" adlı Berthelot, Les Origines de L'Alchimie (Paris, 1885); aynı yazar, Introduc-

bir yazıyla başlangıç yapmış ama ne yazık ki gerisini getirememişti tion a letüde de la Chimie des Anciens et du Moyen Age (Paris, 1889); Ed-

(.Ambix, I, 1937, s. 48-60). mund von Lippmann, Enstehung und Ausbreitung der Alchemie, I (Ber-

Simyanın kökeni ve anlamı konusunda yakın tarihli birkaç çalış- lin, 1919), II (Berlin, 1931), III (Weinheim, 1954); Arthur John

manın çözümlemesi için bkz. "VVolfgang Schneider, "Über den Ursp- Hopkins, Alchemy, Child oj Greek Philosophy (Columbia University

rung des Wortes, Chemie" (Pharmazeutische Industrie, XXI, 1959, s. Press, New York, 1934); R. P. Festugiere, O. P., "Alchymica" (L'Anti-
quite Classique, VIII, 1939, s. 71-95); aynı yazar, La Revelation d'Her-
7 9 - 8 1 ) ve "Probleme und neuere Ansichten in der Alchemiegescihich-
mes Trismegiste, I (Paris, 1944), s. 2 1 6 - 2 8 2 ; F. Cumont ve J. Bidez, Les
te" (Chemiker Zeitung-Chemische Apparartur, LXXXV, No: 17, 1961, s.
Mages hellenises (Paris, 1938), I, s. 170 vd, 198 vd; II, 3 0 9 vd; F.
6 4 3 - 6 5 1 ) ; ayrıca bkz. aynı yazar, "Die geschichlichen Beziehungen der
Sherwood Taylor, "The Origins of Greek Alchemy" (Ambix, I, 1937,
Metallurgie zu Alchemie und Pharmazie" (Archiv jür das Eisenhütten-

242 243
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

" A v i c e n n e et l ' a l c h i m i e , " a.g.y., s. 2 8 5 - 3 4 1 . ( L o n d r a , 1 9 6 5 ) ; aynı y a z a r , The Chemical Dream of the Renaissance

Burada o r t a ç a ğ ve R ö n e s a n s s i m y a s ı n a i l i ş k i n m u a z z a m külliyata ( C a m b r i d g e , 1 9 6 8 ) ; aynı y a z a r , " T h e C h e m i c a l P h i l o s o p h e r s : Chemi-

y e r v e r m e y e o l a n a k b u l u n m u y o r . M . B e r t h e l o t ' n u n ü ç ciltlik yapıtına cal M e d i c i n e f r o m P a r a c e l s u s to van H e l m o n t " (History of Science, II,

(La Chimie au Ki oy en Age, Paris, 1 8 9 3 ) E d . v o n L i p p m a n n ' m k l a s i k ya- 1 9 7 4 , s. 2 3 5 - 2 5 9 ) ; " T h e S i g n i f i c a n c e o f the H i s t o r y o f Early Che-

pıtına, W . G a n z e n m ü l l e r ' i n y a p ı t ı n a (Die Alchemie im Mittelalter, Pa- m i s t r y , " s. 4 8 v d ( z e n g i n b i r k a y n a k ç a y l a b i r l i k t e ) ; W o l f g a n g Schne-

d e r b o r n , 1 9 3 8 ; Fr. ç e v . , Paris 1 9 4 0 ) , R. P. M u l t h a u f a (The Origins of ider, " P a r a c e l s u s u n d die E n t w i c k l u n g der p h a r m a z e u t i s c h e n C h e m i e "

Chemistry, s. 1 1 6 - 2 0 0 ) b a ş v u r u l a b i l i r . Ayrıca b k z . A l d o M i e l i , Pagine (Archiv der Pharmazie, C C X C I X , N o : 9 , 1 9 6 6 , s. 7 3 7 - 7 4 6 ) .

di Storia della Chimica (Roma, 1922); John Read, Prelude to Chemistry. " G e l e n e k s e l " a ç ı d a n g ö r ü l e n simya k o n u s u n d a b k z . F u l c a n e l l i , Les
An Outline of Alchemy, its Literatüre and Relationship (Londra, 1939); F. demeures philosophales et le symbolisme hermetique dans ses rapports avec
Sherwood Taylor, The Alchemists (New York, 1949); Albert-Marie l'Art sacre et l'esoterisme du Grand-Oeuvre (Paris, 1930); J. Evola, La
Schmidt, La Poesie sicientifique en France au XVf siecle (Paris, 1938), s. Tradizione ermetica (Bari, 1 9 3 1 ; genişletilmiş ikinci basım, 1948);
3 1 7 vd ( Ü ç s i m y a c ı şair: B e r o a l d e de V e r v i l l e , C h r i s t o f l e de G a m o n , E u g e n e Canseliet, Deux logis alchimiques (Paris, 1 9 4 5 ) ; A l e x a n d e r v o n
C l o v i s Hesteau de N u y s e m e n t ) ; L y n n T h o r n d i k e , " A l c h e m y During B e r n u s , Alchymie und Heilkunst ( N ü r n b e r g , 1 9 4 0 ) ; R e n e Alleau, Aspects
t h e First H a l f o f the S i x t e e n t h C e n t u r y " (Ambix, II, 1 9 3 8 , s. 26-38); de l'Alchimie traditionnelle (Paris, 1 9 5 3 , s. 2 2 3 - 2 3 6 , k a y n a k ç a l a r ) ; Ma-
R o b e r t A m a d o u , Raymond Lulle et l'Alchimie (Paris, 1 9 5 3 : L e o n c e Bo- u r i c e A n i a n e , " N o t e s s u r l ' a l c h i m i e , " y o g a " c o s m o l o g i q u e de la chre-
u y s s o n tarafından y a k ı n l a r d a ç e v r i l e n Codicille'in giriş b ö l ü m ü d ü r ) . tiente m e d i e v a l e " (Yoga. Science de l'homme integral i ç i n d e , J a c q u e s Ma-

P a r a c e l s u s ve i y a t r o k i m y a k o n u s u n d a b k z . E r n s t Darmstaedter, sui y ö n e t i m i n d e d e r l e n i p y a y ı m l a n a n m e t i n l e r ve i n c e l e m e l e r , P a r i s ,

Arznei und Alchemie, Paracelsus Studien (Leipzig, 1931); A. F. Titley, 1953, s. 243-273); Claude d'yge, Nouvelle Assemblee des Philosophes
" P a r a c e l s u s . A r e s u m e o f s o m e c o n t r o v e r s i e s " (Ambix, I, 1938, s. Chymiques. Aperçus sur le Grand-Oeuvre des Alchimistes (Paris, 1954:
1 6 6 - 1 8 3 ) ; C . G. J u n g , Paracelsica ( Z ü r i h , 1 9 4 2 ) ; T . P. S h e r l o c k , " T h e B e r n a r d Le T r e v i s a n ' m La Parole delaissee'sinin ve G o b i n e a u de M o n t -

C h e m i c a l W o r k o f P a r a c e l s u s " (Ambix, III, 1 9 4 8 , s. 3 3 - 6 3 ) ; A. K o y r e , l u i s a n t ' m L'Explication tres curieuse'ünün tam metnini içerir; s. 225-

Mystiques, Spritules, Alchimistes du XVf siecle allemand (Paris, 1955), s. 2 3 2 , kaynakça).

45 vd; Walter Pagel, Paracelsus: An Introduction to Philosophical Medeti-


ne in the Era of the Renaissance (Basel ve N e w y o r k , 1 9 5 8 , Fr. çev.

1963); aynı yazar, Das Medizinische Weltbild des Paracelsus, seme Zusam- n o t o
menhânge mit Neuplatonismus und Gnosis (Wiesbaden, 1962); aynı
c. g . j u n g v e s i m y a
yazar, "Paracelsus and the Neoplatonic and Gnostic Tradition"

(Ambix, VIII, 1 9 6 0 , 1 2 5 - 1 6 0 ) ; Ailen G. D e b u s , The English Paracelsians


C . G. J u n g ' u n araştırmaları k i m y a tarihine gösterdiği ilgiye ya da

246 247
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

k e n d i i ç i n d e H e r m e t i k s i m g e c i l i k l e u ğ r a ş m a s ı n a h i ç b i r ş e y b o r ç l u de- Psychologie der Übertragung (Zürih, 1946), anıtsal Mysterium Coniuncti-


ğildir. H e k i m ve a n a l i s t o l a r a k psifce'nin y a p ı l a r ı v e d a v r a n ı ş ı n ı yal- onis'in kapsamlı ö n s ö z ü , I-II (Zürih, 1 9 5 5 - 1 9 5 6 ) ; " D e r Philosophische

n ı z c a t e d a v i a m a ç l ı i n c e l e m i ş t i r . Z a m a n l a m i t o l o j i l e r i ve d i n l e r i , irfa- B a u m " ( i l k h a l i şu y a p ı t t a d ı r : Verhandlungen der Naturforschenden Ge-

n i b i l g i l e r i v e a y i n l e r i i n c e l e m e y e y ö n e l m e s i psike s ü r e ç l e r i n i d a h a iyi sellschaft, B a s e l , B d . L V I , 1 9 4 5 , s. 4 1 1 v d ; t a m a m ı y l a e l d e n g e ç i r i l e n

anlama a m a c ı m gütmekteydi; yani amacı son çözümlemede hastaları- m e t i n ş u y a p ı t t a y e n i d e n b a s ı l m ı ş t ı r : Von den Wurzeln des Bewusstseins,

nın iyileşmesine yardım etmekti. Ote yandan bir süre sonra düş s i m - s. 3 5 3 - 4 9 6 ) .

g e c i l i ğ i v e b a z ı h a s t a l a r ı n ı n s a n r ı l a r ı ile s i m y a s i m g e s e l l i ğ i arasında- J u n g simya araştırmalarına başladığında b u k o n u n u n derinlik psi-


ki b e n z e r l i ğ e t a k ı l m ı ş t ı . J u n g d ü ş l e r i n a n l a m ı v e i ş l e v i n i a n l a m a k i ç i n k o l o j i s i a ç ı s ı n d a n ele a l ı n d ı ğ ı c i d d i ve d e r i n b i r t e k y a p ı t v a r d ı : Fre-
simyacıların yazılarını ciddiyetle incelemeye başladı. Araştırmalarını ud'un en parlak öğrencilerinden biri olan Herbert Silberer'in yazdığı
o n b e ş yıl s ü r d ü r m ü ş , a m a b u n d a n n e h a s t a l a r ı n a n e d e y a k ı n ç a l ı ş m a Probleme derMystik und ihre Symbolik (Viyana, 1914). Jung araştırmala-
arkadaşlarına söz etmemişti. H e r t ü r d ı ş ve iç t e l k i n d e n kaçınmak rının başında psikolojik düzeyi aşmayı kesinlikle istememiştir: Kimi
i ç i n ö n l e m a l ı y o r d u . 1 9 3 5 y ı l ı n d a A s c o n a ' d a Eranos için düşler ve bi- s i m y a s i m g e s i ve i ş l e m l e r i y l e b a z ı u y u ş u m l a r ı n ı k e ş f e t t i ğ i " p s i ş i k o l -
rey o l m a süreçleri konusunda bir konferans vermiştir ("Traumsym- gularla" uğraşıyordu. D a h a sonraları " H e r m e s ç i l e r " ve "gelenekçiler"
bole des Individuations-prozesses," Eranos-Jahrbuch, III, Zürih, J u n g ' u n k e n d i v a r o l u ş tarzı n e d e n i y l e p s i ş i k ö t e s i o l a n b i r s i m g e c i l i ğ i
1 9 3 6 ) ; b u n u 1 9 3 6 y ı l ı n d a b a ş k a b i r k o n f e r a n s izledi: " D i e Erlösungs- ve işlemi psişik terimlerle ifade e t m e s i n d e n yakındılar. Kimi ilahiyat-
v o r s t e l l u n g e n in d e r A l c h e m i e " ( E r a n o s - J a h r b u c h , I V , 1937). Birinci ç ı l a r ve f i l o z o f l a r da J u n g ' a b e n z e r y a k ı n m a l a r d a b u l u n d u l a r : Dinsel
konferansta J u n g birey olma süreçlerinin aşamalarını belirleyen bir ya da metafizik olguları p s i k o l o j i terimleriyle y o r u m l a m a s ı eleştiril-
dizi d ü ş ü opus alchymicum'un sıralı işlemleriyle karşılaştırır; ikinci- di. B u i t i r a z l a r a J u n g ' u n y a n ı t ı b i l i n i y o r : Psikoloji-ötesi, psikologun
sinde simyanın bazı merkezi simgelerini ve ö z e l l i k l e m a d d e n i n gü- işi d e ğ i l d i r ; h e r t ü r t i n s e l d e n e y i m d e p s i ş i k b i r g ü n c e l l i k v a r d ı r ve
nahtan arındırılmasına ilişkin simgesel karmaşayı psikolojik olarak b u g ü n c e l l i k p s i k o l o g u n u ğ r a ş a b i l e c e ğ i , u ğ r a ş m a s ı g e r e k t i ğ i b a z ı içe-
y o r u m l a m a y ı d e n e r . B u i k i k o n u ü z e r i n d e ç a l ı ş ı l ı p b ü y ü k ö l ç ü d e ge- r i k l e r ve b a z ı y a p ı l a r l a o l u ş m u ş t u r .
nişletildikten sonra 1 9 4 4 yılında kitap halinde yayımlanmıştır: Psyc-
O t e y a n d a n J u n g ' u n a r a ş t ı r m a l a r ı n ı n y e n i l i ğ i v e ö n e m i şu o l g u y u
hologie und Alchemie (Zürih, Rascher, gözden geçirilmiş 2. basım,
ortaya k o y m u ş olmasından kaynaklanıyor: Bilinçdışı simya simgecili-
1 9 5 2 ) . Ascona konferanslanndan beri Jung'un yazdıklarında simyaya
giyle ifade bulan.ve Hermetik işlemlerin sonuçlarına benzetilebilecek psi-
g ö n d e r m e l e r g i t t i k ç e s ı k l a ş m ı ş t ı r ; a n c a k ö z e l l i k l e ş u i n c e l e m e l e r i be-
şik sonuçlara kayan süreçleri izlemektedir. Böyle bir keşfin kapsamı-
lirtmek gerekiyor: "Die Visionen des Z o s i m o s " ( E r a n o s - J a h r b u c h , V,
nı k ü ç ü m s e m e k olanakdışıdır. Jung'un önerdiği sırf p s i k o l o j i k yoru-
1 9 3 7 , s. 1 5 - 5 4 ; g e n i ş l e t i l m i ş b i r d e ğ i ş k e s i şu c i l t t e y e r a l ı y o r : Von
m u b i r y a n a b ı r a k ı r s a k y a p t ı ğ ı k e ş i f esas o l a r a k ş u n u kanıtlamakta-
den Wurzeln des Bewusstseins, Z ü r i h , R a s c h e r , 1 9 5 4 , s. 139-216; Die
dır: Bilinçdışmm derinliklerinde kutsal olmayan deneyim dünyasında ve-

248 249
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

rili olmayan, aksine kutsal olmayan dünyadan k ö k t e n aynlan bir tinsel bir "erginlenmenin" aşamalarından geçer: Ancak b u erginlemenin so-

eserin - i r f a n , mistisizm, s i m y a - aşamalarına şaşırtcı derecede benze- n u c u , i ş l e v s e l o l a r a k e ş o l s a da, h e r h a n g i b i r r i t ü e l ya da m i s t i k er-

yen süreçler olup biter. Başka deyişle "bilinçdışımn" ürünleri ile g i n l e n m e n i n s o n u c u y l a a y n ı o l m a y a c a k t ı r . G e r ç e k t e n d e d ü ş l e r ve b i -

( d ü ş l e r , u y a n ı k g ö r ü l e n d ü ş l e r , s a n r ı l a r v b . ) d i n d ı ş ı ve kutsallıktan linçaltının diğer süreçlerinde "dindışı" kişiye göre, ritüel ve mistik

arınmış dünyanın ulamlarını aşmaları nedeniyle bir "biliç-ötesine" d ü z e y d e " e r g i n l e n m e " ile a y n ı ö n e m d e o l a n b i r t i n s e l k a y n a ş m a g ö r ü -

( m i s t i k , s i m y e v i d e n e y i m l e r v d ) ait g ö r ü l e b i l e c e k d e n e y i m l e r a r a s ı n - yoruz. H e r tür simgecilik ç o k yönlüdür. J u n g "simyevi" ve " m i s t i k "

d a t u h a f b i r i ş b i r l i ğ i ile k a r ş ı k a r ş ı y a y ı z . A n c a k J u n g araştırmalarının işlemler için de b e n z e r b i r ç o k y ö n l ü l ü k belirlemiştir: B u n l a r ç o k çe-

başından itibaren simyevi simgeciliğini keşfetmekte olduğu düşler ve şitli d ü z e y l e r e u y g u l a n a b i l i r l e r v e b e n z e r s o n u ç l a r a u l a ş ı r l a r . İmge-

uyanıkken görülen düşler dizisinin psişik bir katılım sürecine eşlik lem, düşler, sanrılar simyevi simgeleri yeniden keşfederler -böyle-

ettiğini belirlemişti; J u n g b u sürece birey olma süreci diyordu. De- l i k l e d e h a s t a y ı s i m y e v i b i r d u r u m i ç i n e d a h i l e d e r l e r - v e p s i ş i k dü-

m e k ki b i l i n ç d ı ş ı m n b u t ü r ü r ü n l e r i a n a r ş i k ya da k e y f i d e ğ i l d i ; bun- z e y d e s i m y e v i i ş l e m i n s o n u c u n a d e n k d ü ş e n b i r i y i l e ş t i r m e sağlarlar.

ların belirli bir amacı vardı: Jung'a göre bu a m a ç her insanın yüce J u n g kendi keşiflerini farklı değerlendirir. J u n g bir psikanalist

i d e a l i o l a n , k e n d i B e n ' i n i n k e ş f i ve h â k i m i y e t i n i o l u ş t u r a n b i r e y olma olarak b ü t ü n simgeciliği ve b ü t ü n işlemleriyle simyayı kolektif bilin-

i d i . A n c a k s i m y a c ı l a r a g ö r e opus'u, elixir vitae'yi v e lapis'i ele g e ç i r m e - çaltının arketiplerinin ve süreçlerinin Madde üzerine yansıtılması bi-

yi, y a n i ö l ü m s ü z l ü ğ ü ve m u t l a k ö z g ü r l ü ğ ü e l d e e t m e y i a m a ç l a d ı ğ ı n a ç i m i n d e d e ğ e r l e n d i r i r . Opus alchymicum a s l ı n d a i n s a n ı B e n h a l i n e ge-

göre ("filozof taşının" elde edilmesi diğer kazanımlarm yanında "altı- t i r e n b i r e y o l m a s ü r e c i d i r . Elixir vitae de Ben'in elde edilmesi olacak-

n a d ö n ü ş m e y i " y a n i d ü n y a y ı d e ğ i ş t i r m e , " k u r t a r m a " ö z g ü r l ü ğ ü n ü de tır; ç ü n k ü J u n g ş u n u g ö z l e m l i y o r d u : " B e n ' i n , y a n i B e n ile b a ğ l a ş ı k k i -

i ç e r i y o r d u ) , b i l i n ç a l t ı t a r a f ı n d a n b i l i n c i n " i z n i " o l m a d a n ve b ü y ü k ç o - m i simgelerin ortaya ç ı k m a s ı b e r a b e r i n d e bilinçaltının zamandışılığı-

ğunlukla ona rağmen üstlenilen bu birey olma süreci, insanı kendi n ı getirir, b u d a b i r e b e d i y e t ve ö l ü m s ü z l ü k d u y g u s u y l a i f a d e s i n i b u -

m e r k e z i n e , B e n ' i n e d o ğ r u g ö t ü r e n b u s ü r e ç , opus alchymicum'un ö n ta- l u r " ( P y s c h o l o g i e der Übertragung). D e m e k ki simyacıların ölümsüzlük

s a r ı m ı o l a r a k g ö r ü l m e l i ya da d a h a k e s i n s ö y l e r s e k , s o n d e r e c e z o r v e a r a y ı ş ı p s i k o l o j i k d ü z e y d e b i r e y o l m a s ü r e c i n e , B e n ile kaynaşmaya

b u y ü z d e n d e az s a y ı d a t i n s e l v a r l ı ğ ı n b a ş a r a b i l e c e ğ i b i r erginlenme d e n k düşüyor. Simyacıların düşledikleri "filozof taşma" gelince, J u n g

s ü r e c i n i n b ü t ü n v a r l ı k l a r ı n k u l l a n a c a ğ ı ş e k i l d e , " b i l i n ç d ı ş ı o l a r a k tak- b u simgecilikte birçok anlam bulur. Öncelikle Jung'a göre simya iş-

lit" e d i l m e s i o l a r a k g ö r ü l m e l i d i r . B u n u n s o n u c u n d a b i r ç o k t i n s e l g e r - l e m l e r i n i n gerçek o l d u ğ u n u b e l i r t e l i m : A n c a k b u g e r ç e k l i k fiziksel de-

ç e k l e ş m e d ü z e y i o l d u ğ u , a m a b u d ü z e y l e r i n b e l l i b i r g ö n d e r g e düzle- ğil psişiktir. S i m y a h e m k o z m i k h e m de t i n s e l b i r d r a m ı n " l a b o r a t u -

m i n d e , ş i m d i k i d u r u m d a p s i k o l o j i k d ü z l e m d e ele a l ı n d ı k l a r ı n d a b i r - v a r " t e r i m l e r i y l e y a r a t ı l m a s ı d e m e k t i r . Opus magnum un amacı hem

b i r l e r i n e b a ğ ı m l ı ve b a ğ l a ş ı k o l d u k l a r ı s o n u c u n a v a r a b i l i r i z . Simyevi i n s a n r u h u n u n k u r t u l u ş u h e m de k o z m o s u n i y i l e ş t i r i l m e s i d i r . B u an-

d ü ş l e r g ö r e n v e p s i ş i k b i r k a t ı l ı m a y a k l a ş a n " e r g i n l e n m e m i ş " k i ş i de l a m d a ş i m y a H ı r i s t i y a n l ı ğ ı y e n i d e n ele alır ve o n u s ü r d ü r ü r . Simya-

250 251
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

cılara göre, der J u n g , Hıristiyanlık insanı kurtarmıştır, ama D o ğ a y ı n o t p

değil. Ö t e y a n d a n simyacı Dünyayı, b ü t ü n olarak iyileştirmeyi amaç- RÖNESANS VE R E F O R M ÇAĞINDA SİMYA


lar: F i l o z o f T a ş ı , d ü n y a y ı i y i l e ş t i r e n Filius Macrocosmi olarak tasavvur

e d i l i r , b u a r a d a s i m y a c ı l a r a g ö r e İsa M i k r o k o z m o s ' u n , y a n i y a l n ı z c a İki y ü z y ı l b o y u n c a d e v a m e t m i ş o l a n İtalyan R ö n e s a n s ' ı n ı n b a ş l a n -

insanın Kurtancısıdır. Opus'un en son amacı Kurtulma'dır, yani koz- g ı c ı n d a Y e n i P l a t o n c u l u k ve H e l e n i s t i k H e r m e t i z m i n y e n i d e n k e ş f i b i r

mik Kurtuluş: Bu nedenle hapis philosophorum Isa ile eşleştirilir. c o ş k u y a y o l açtı. Y e n i P l a t o n c u ve H e r m e t i k ö ğ r e t i l e r i n , felsefe v e sa-

Jung'a göre simyacıların " M a d d e " dedikleri aslında B e n d i r . Simyacı- n a t l a r ü z e r i n d e d e r i n ve y a r a t ı c ı b i r e t k i y e s a h i p o l d u ğ u n u v e a y n ı za-

l a r ı n spiritus mercurius olarak tanımladıkları "dünyanın ruhu," anima m a n d a s i m y e v i k i m y a , tıp, d o ğ a b i l i m l e r i , e ğ i t i m v e s i y a s a l kuramın

mundi, " m a d d e " n i n içinde hapsolmuştu. Bu nedenle simyacılar "mad- gelişiminde b ü y ü k bir rol oynadıklarını biliyoruz.1

d e n i n " gerçekliğine inanıyorlardı; ç ü n k ü " m a d d e " gerçekten de kendi Simyaya gelince, - m a d e n filizlerinin büyümesi, metallerin dönü-
p s i ş i k y a ş a m l a r ı y d ı . Ö t e y a n d a n opus'un a m a c ı b u " m a d d e y i " azat et- ş ü m ü , e l i k s i r ve s ı r s a k l a m a n ı n z o r u n l u l u ğ u g i b i - b a z ı t e m e l önka-
m e k , " k u r t a r m a k , " t e k s ö z c ü k l e Filozof Taşını, yani "muzaffer bedeni," bullerinin ortaçağdan Rönesans ve Reform çağma taşındığını aklımı-
corpus glorificationis'ı elde etmekti. zın bir k e n a n n d a tutmalıyız. Örneğin XVII. yüzyıl bilginleri, metal-

J u n g v e s i m y a k o n u s u n d a m a k a l e (Le Disque Vert, 1 9 5 5 , s. 9 7 - 1 0 9 ) lerin d o ğ a l b ü y ü m e s i n d e n ş ü p h e d u y m a m ı ş l a r d ı r ; t e r s i n e s i m y a c ı b u

bakınız. Bilim tarihçilerinin Jung'un simya konusundaki tezlerini süreç içinde Doğaya yardım etmeli midir, "böyle yapılmasını isteyen-

o l u m l u karşıladıklarını belirtelim; bkz. W a l t e r Pagel, "Jung's Views l e r d ü r ü s t i n s a n l a r m ı d ı r , y o k s a b u d a l a l a r ya da s a h t e k â r l a r m ı d ı r " 2

o n A l c h e m y " (Isis, 3 9 , 1 9 4 8 , s. 4 4 - 4 8 ) v e G e r a r d H e y m ' i n d e ğ e r l e n - b u n u s o r g u l a m a l a r d ı r . G e n e l l i k l e ilk b ü y ü k r a s y o n a l i s t k i m y a c ı o l a -

d i r m e y a z ı s ı , Ambix, III, 1 9 4 8 , s. 6 4 - 6 7 ) . r a k k a b u l e d i l e n ve e m p i r i k o l a r a k y a p t ı ğ ı d e n e y l e r i y l e ü n l ü H e r m a n

1 9 5 7 y ı l ı n d a y a y ı m l a n a n Mysterium Coniuctionis'in üçüncü cildinin Boerhaave (1664-1739), dönüşüme olan inancını hâlâ koruyordu.

bütünüyle Dr. Marie-Louise von Franz tarafından yazıldığını belirte- Ayrıca Newton'm bilimsel devriminde simyanın ö n e m i n i de k ı s a c a

l i m ; X I I . y ü z y ı l m e t n i o l a n ve A q u i n a s ' l ı T h o m a s ' y a a t f e d i l e n Aurora e l e a l a c a ğ ı z . A n c a k g e l e n e k s e l s i m y a , y a n i A r a p ve Batı o r t a ç a ğ s i m y a -

consurgens'in ç e v i r i s i v e b a s ı m ı n ı i ç e r i y o r , h e m e n a r d ı n d a n da uzun sı, Y e n i P l a t o n c u l u k ve H e r m e t i z m i n e t k i s i a l t ı n d a r e f e r a n s ç e r ç e v e s i -

b i r y o r u m v a r . B u y a p ı t R. F . C . H u l l v e A. S . B. G l o v e r tarafından

İngilizceye çevrildi: Aurora Consurgens. A Document Attributed to Tho-


mas Aquinas on the Problem of Opposites in Alchemy (Londra ve New 1 Bkz.-W. Ragel, Paracelsus, Londra, 1 9 5 8 ; Frances Yates, Giordano Bruno and
York, 1 9 6 6 ) . Kapsamlı y o r u m u simya simgeciliği tefsirine ö n e m l i bir the Hermetic Tradition, Chicago, 1 9 6 4 ; aynı yazar, The Rosicrucian Enlighten-
ment (Chicago, 1 9 7 2 ) .
katkıdır (İngilizce çevirinin 1 5 3 - 1 5 4 . sayfaları).
2 Betty J. Teeter Dobbs, The Foundation of Newton's Alchemy, Cambridge,
1976,*s. 4 4 .

252 253
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

n i g e n i ş l e t m i ş t i r . İ n s a n l a k o z m o s v e Y ü c e T a n r ı a r a s ı n d a k i t i n s e l ara- gılar," insanın kirli ve değişime tabi olan kısmına karşılık gelen "ö-

cıların r o l ü n ü vurguayan Yeni Platoncu m o d e l , Aristotelesçi modelin l ü m " a t e ş e d a y a n a m a z v e b ö y l e c e c e h e n n e m d e y o k edilir.

y e r i n i a l m ı ş t ı r . S i m y a c ı l a r ı n D o g a ile i ş b i r l i ğ i y ö n ü n d e k i e s k i v e ev- Rönesans'tan itibaren, h e m eski işleme dayalı s i m y a h e m de bu

rensel olarak yaygln inançları şimdi Hıristolojik bir anlam kazanmış- daha yeni "mistik" ve Hıristolojik yeniden y o r u m , endüstri devrimi-

tı. S i m y a c ı l a r , t ı p k ı İ s a ' n ı n , ö l e r e k v e t e k r a r d i r i l e r e k i n s a n l ı ğ ı kur- n i n ve d o ğ a b i l i m l e r i n i n z a f e r i n i m ü m k ü n h a l e g e t i r e n h a y r e t v e r i c i

t a r m a s ı g i b i , opus alchymicum'un da D o g a ' y ı k u r t a r a c a ğ ı n a inanmaya k ü l t ü r e l b a ş k a l a ş ı m d a k e s i n b i r rol o y n a m ı ş t ı r . S i m y a opus'u ile i n s a -

başlamışlardı. XVII. yüzyıl Hermesçisi Heinrich Khunrath, Filozof n ı n ve d o ğ a n ı n k u r t a r ı l m a s ı u m u d u , G i a c c h i n o da F i o r e ' d e n b e r i Batı

T a ş ı m " M a k r o k o z m o s u n O ğ l u " M e s i h İsa ile ö z d e ş l e ş t i r d i v e onun H ı r i s t i y a n â l e m i n i n a k l ı m k u r c a l a m ı ş k ö k t e n c i b i r renovatio özlemini

keşfinin, isa'nın mikrokozmos insana bütünlüğü bahşetmesi gibi, sürdürmüştür. Yeniden doğum, yani "manevi doğum", tam manasıyla

m a k r o k o z m o s u n gerçek doğasını göstereceğine inandı.3 bir Hıristiyan hedefiydi; ancak birçok nedenle kurumsallaştırılmış

C. G. J u n g , haklı olarak R ö n e s a n s ve R e f o r m çağı simyasının bu d i n s e l h a y a t t a k e n d i n e p e k az y e r b u l m u ş t u r . T e r s i n e , b u h a k i k i " m a -

y ö n ü ü z e r i n d e ı s r a r e t m i ş t i r . Ö z e l l i k l e d i k k a t l i b i r ş e k i l d e İsa ile F i - n e v i d o ğ u m " ö z l e m i , b i r k o l e k t i f metanoia ve t a r i h i n d ö n ü ş ü m ü u m u -

l o z o f T a ş ı a r a s ı n d a k i k o ş u t l u ğ u s o r u ş t u r m u ş t u r . 4 X V I I I . y ü z y ı l d a , Be- du, ortaçağ ve Rönesans devrinin binyılcı halk hareketlerine, peygam-

n e d i k t e n k e ş i ş D o n P e r n e t y , H ı r i s t i y a n Mysterium'unun simyevi yoru- ber teolojilerine ve mistik g ö r ü l e r e ve d e H e r m e t i k G n o s i s ' e esin

m u n u ş u ş e k i l d e ö z e t l e m i ş t i r : 5 " O n l a r ı n e l i k s i r l e r i asıl o l a r a k B a k i r e kaynağı olmuştur.

yeryüzünde bedenlenmiş, Dünyanın evrensel Ruhunun bir parçasıdır; D a h a da ö n e m l i s i , b e n z e r b i r u m u d u n opus alchymicum'un kimya
hedefe, yani harika ve değişmez m ü k e m m e l l i ğ e u l a ş m a d a n ö n c e ge- a ç ı s ı n d a n y e n i d e n y o r u m u d e n i l e b i l e c e k şeyi e s i n l e m i ş o l d u ğ u g e r ç e -
rekli t ü m işlemlere katlanmak için ondan R u h u n çıkarılması gerek- ğ i d i r . İ m p a r a t o r II. R u d o l f u , d ö n ü ş ü m ü n s ı r r ı n ı b i l d i ğ i n e i k n a eden
lidir. ilk işlemde [ p r e p a r a t i o ] Ruh, kanı akıncaya kadar işkence gö- ü n l ü s i m y a c ı , m a t e m a t i k ç i ve a l l â m e J o h n D e e (d. 1 5 2 7 ) , d ü n y a r e f o r -
r ü r ; putrefactio [ a ş a m a s ı n d a ] ö l ü r ; b e y a z r e n k [albedo] siyaha [nigredo] m u n u n okült - ö z e l l i k l e de s i m y e v i - işlemlerle serbest bırakılan ma-
d ö n d ü ğ ü n d e , m e z a r ı n ı n k a r a n l ı ğ ı n d a n dışarı ç ı k a r ve i h t i ş a m içinde nevi güçlerle başarılabileceğini düşünmüştür.6 ingiliz simyacı Elias
dirilir, saf c e v h e r olarak göğe yükselir; oradan hayatı ve ö l ü m ü yar- A s h m o l e , çağdaşlarının pek ç o ğ u gibi, simya, astroloji ve doğal bü-

yüyü k e n d i zamanlarının bilimlerinin kurtarıcıları olarak görmüştür.

A s l ı n d a , P a r a c e l s u s ve v a n H e l m o n t ' u n y a n d a ş l a r ı i ç i n , y a l n ı z c a " k i m -

3 Ag.y.,s. 54.
4 Krş. özellikle Psychology and Alchemy, çev. R. F. C. Hull, ikinci basım, Prince-
ton, 1 9 6 8 , s. 3 4 5 vd. 6 Krş. Peter French, John Dee, Londra, 1 9 7 2 ; R. J. Evans, Rudolf II and His
5 Dom A. J . Pemety, Dictionnaire mytho-hermetique, Paris, 1 7 5 8 ; tekrar basım, World, Oxford, 1 9 7 3 , s. 2 1 8 - 2 8 . J o h n Dee'nin Khunrath üzerindeki etkisi
Archfe koleksiyonu, Milan, 1 9 6 9 , s. 3 4 9 . için bkz. Frances Yates, The Rosicrucian Enlightenment, s. 3 7 - 3 8 .

254 255
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

ya f e l s e f e s i ' n i n ( y a n i y e n i s i m y a ) a r a ş t ı r ı l m a s ı y o l u y l a v e y a " g e r ç e k k a r ş ı k a r ş ı y a y ı z : e f s a n e v i b i r ş a h s i y e t i n k a y d e t t i ğ i ve y ü z y ı l l a r d ı r sır

t ı p " ile D o ğ a a n l a ş ı l a b i l i r d i . 7 K i m y a ve a s t r o n o m i g ö k l e y e r i n s ı r l a r ı - o l a n , s o n r a l a r ı y e n i d e n k e ş f e d i l i p y a l n ı z c a e r g i n l e n m i ş gizli b i r g r u b a

nı açacak bir anahtar olarak görülmüştür. Simya ilahi bir anlama a k t a r ı l m ı ş ezeli v a h i y . P e k ç o k Ç i n c e , T a n t r a c ı ve H e l e n i s t i k metin

sahipti. Yaratılış kimyasal bir işlem olarak görüldüğü için, h e m yer- örneğindeki gibi ezeli v a h y i n y e n i d e n k e ş f i , r u h b a n d a n olmayanlar

sel h e m de göksel görüngüler kimya terimleriyle yorumlanmıştır. i ç i n h â l â e r i ş i l m e z olsa da, h a k i k a t i v e k u r t u l u ş u d ü r ü s t b i r ş e k i l d e a-

Makrokozmos-mikrokozmos ilişkileri temelinde, "kimya filozofu" raştıranlarm dikkatini ç e k m e k için dünyaya bildirilmiştir. Fama Fra-

yersel ve göksel gövdelerin sırlarını öğrenebilirdi. Böylelikle Robert ternitatis'in yazarı A v r u p a ' n ı n bütün derin âlimlerinden sanatlarını

Fludd güneşin döngüsel hareketine koşut bir kan dolaşımının kimya- g ö z d e n geçirmelerini ve bilgi reformunda Gülhaç Biraderliğine katıl-

sal tarifini vermiştir.8 m a l a r ı m ; b a ş k a d e y i ş l e t o p y e k ü n renovatio için acele etmelerini iste-

H e r m e s ç i l e r ve "kimya filozofları", çağdaşlarının çoğu gibi bütün m i ş t i . B u ç a ğ r ı y a y a n ı t m ü t h i ş t i v e o n y ı l d a n az b i r s ü r e i ç i n d e b u

dinsel, sosyal ve kültürel k u r u m l a r d a k ö k t e n ve genel bir r e f o r m ya- gizli g r u b u n faziletlerini e l e a l a n y ü z l e r c e k i t a p v e m a k a l e y a z ı l d ı .

p ı l m a s ı n ı u m u y o r , i ç l e r i n d e n b a z ı l a r ı ise e t k i n b i r b i ç i m d e bunun Bazı t a r i h ç i l e r i n F a m a ' n m y a z a r ı o l d u ğ u n u i d d i a e t t i k l e r i Johann

i ç i n h a z ı r l ı k y a p ı y o r d u . B u e v r e n s e l renovatio'nun ilk, z a r u r i a ş a m a s ı Valentin Andreae, 1 6 1 9 ' d a , m u h t e m e l e n B a c o n ' m Yeni Atlantis'inden

b i l g i r e f o r m u y d u . G ü l h a ç h a r e k e t i n i b a ş l a t m ı ş ve 1 6 1 4 ' t e yayımlan- e t k i l e n m i ş b i r k i t a p o l a n Christianopolis'i yayımladı.10 Andreae Chris-

m ı ş , y a z a r ı b e l i r s i z k ü ç ü k b i r k i t a p o l a n Fama Fraternitatis, bilginin tianopolis'te, " k i m y a f e l s e f e s i ' n e dayalı y e n i b i l g i y ö n t e m i n i daha ay-

yeni tipini talep ediyordu. Tarikatın mistik kurucusu Christian Ro- rıntılı bir hale g e t i r m e k için u y g u n bir cemaat o l u ş t u r u l m a s ı n ı öner-

s e n k r a n t z , t ı b b ı n v e d o l a y ı s ı y l a b ü t ü n b i l i m l e r i n g e r ç e k s ı r l a r ı n a hâ- miştir. Bu ütopik kentte, b u tür araştırmaların merkezi, bir laboratu-

k i m o l m a k l a ü n l ü y d ü . D a h a s o n r a l a r ı sır o l a r a k s a k l a n a n v e y a l n ı z c a v a r o l a c a k t ı ; " g ö k l e y e r i n e v l e n d i ğ i " ve " y e r e i l a h i s ı r l a r ı n mührünün

Gülhaç tarikatının müritlerinin okuduğu birtakım kitaplar yazdı.9 vurulduğunun anlaşıldığı" bir yer.11 Fama Fraternitatis'i ve Gülhaç

Böylece XVII. yüzyılın başında yine o eski, bildik mistik senaryoyla tarikatını savunanlar arasında Kraliyet Fizikçiler Koleji'nin öğretim

üyesi, a m a aynı zamanda bir mistik simya ustası da o l a n Robert

F l u d d vardı. O k ü l t bilimlerde ciddi bir eğitimden g e ç m e d e n hiç k i m -


7 A. G. Debus, "Alchemy and the Historian of Science," s. 134.
8 A. G. Debus, The Chemical Dream of the Renaissance, Cambridge, 1 9 6 8 , s. 7,
14*15. 10 Krş. Andreae, Christianopolis: An İdeal State of the Seventeenth Century, çev.
9 Debus, The Chemical Dream of..., s. 1 7 - 1 8 . Fama Fraternitatis, Yates'in The Felix Emil Held (New York ve Londra, 1916). Aynca bkz. Yates, The
Rosicrucian Enlightenment'ı içinde yeniden basılmıştır, s. 2 3 8 - 5 1 . Fama'nm Rocicruciaıı Enlightenment, s. 1 4 5 - 4 6 ; Debus, The Chemical Dream, s. 1 9 - 2 0 ;
Fransızca çevirisi Confessio Fraternitatis R. C. (1615) ve J. V. Andreae'nin J o h n Warwick Montgomery, Cross and Crucible: fonathan Valentin Andreae
(1586-1654) The Chymical Marriage of Christian Rosencreutz'u Bernard (1586-1654), Phoenixof the Theologians, I-II (Lahey, 1 9 7 3 ) .
Gorceix'in La Bible des Rose-CroıYsmda (Paris, 1 9 7 0 ) bir araya getirilmiştir. . 11 Christianopolis, (çev. Held), s. 196-97.

256 257
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR
EKLER

senin doga felsefesinin yüksek bilgisine ulaşmasının mümkün olma-


Akademisi Sekreterine b u meselelerde "âli sükûtunu" koruması gerek-
dığını üzerine basa basa söylemiştir. Ona göre "hakiki tıp" doga fel-
tiğini yazmıştı. 1 4 Newton, deneylerinden bazılarının başarılı olduğu-
sefesinin temeliydi. Mikrokozmos, yani insan bedenine dair bilgimiz
nu bildirmişse de simya araştırmalarının ve deneylerinin sonuçlarını
bize evrenin yapısını öğretecek ve böylece bizi Yaratıcımıza götüre-
asla yayımlamadı. Ne ki, ona ait sayısız simya yazması - 1 9 4 0 ' a kadar
cekti. Aynı şekilde evren hakkında daha fazlasını öğreneceğiz, kendi-
ö n e m s e n m e m i ş l e r d i r - The Foundation of Newton's Alchemy15 isimli ki-
miz hakkında daha fazlasını bileceğizdir. 1 2
tabında Prof. D o b b s tarafından adamakıllı soruşturulmuştur. Dobb's
En son çalışmalar, özellikle Debus ve Frances Yates'inkiler, "felse- göre, Newton, "engin eski simya küliyatını daha önce hiç araştırılma-
fi kimya"ya ve okült bilimlere dayalı yeni bilgiye ilişkin bu araştır- dığı kadar" derinlemesine incelemiştir (s. 8 8 ) .
maların sonuçlarına yeni bir ışık tutmuştur. Simya formüllerinin do-
Newton simyadaki k ü ç ü k dünyanın yapısını kendi kozmolojik sis-
nanımlı laboratuvarlarda deneysel olarak araştırılması hakkında gö-
temiyle eşleştirmeyi denedi. Gezegenleri yörüngelerinde tutan gücün
rüş alışverişinde bulunmanın önemi, rasyonel bir kimyanın yolunu
keşfi onu tam olarak tatmin etmemişti. Ancak 1668'den 1696'ya ka-
açmıştır. Okült bilimlerin pratisyenleri arasında sürekli sistematik
darki yoğun deneylerine karşın küçük kütlelerin hareketini yöneten
bilgi alışverişi, pek çok akademinin ve eğitimli cemiyetin kurulma-
güçleri bulmayı başaramadı. Bununla birlikte 1 6 7 9 - 8 0 ' d e yörünge ha-
sına neden olmuştur. Ancak "hakiki simya" miti etkisini yitirmemiş-
reketinin dinamikleri üzerinde ciddi bir şekilde çalışmaya başladığın-
tir, bilimsel devrimin yazarları üzerinde bile. 1 6 5 8 ' d e yayımlanan bir
da, çekim gücüyle ilgili kimyevi fikirlerini evrenlere uyguladı. 1 6
denemede, Robert Böyle, simyasal ve tıbbi sırların serbest bir şekilde
McGuire ve Rattans'm gösterdiği gibi, Newton şuna inanmıştı ki,
aktarımım desteklemiştir. 1 3 Öte yandan Newton simya sırlarını ka-
"Tanrı doğa felsefesinin ve gerçek dinin sırlarım seçilmiş birkaç kişi-
muya açmanın güvenli olmadığını düşünüyordu ve Böyle, Kraliyet
ye vermişti. Bu bilgi sonradan kayboldu, fakat daha sonra, avamdan
saklı tutulan masallarda ve mitsel sözlerde biraraya getirildiğinde

12 Robert Fludd, Apologia Compendiaris Fraternitatem de Rosea Cruce Suspicionis


kısmen de olsa yeniden keşfedilmişti. Günümüzde bu daha eksiksiz

et Infamiae Maculis Aspersam, Veritatis quasi Fluctibus abluens et abstergens


(Leyden, 1 6 1 6 ) , s. 8 9 - 9 3 , 1 0 0 - 1 0 3 ; aktaran: Debus, a.g.y., s. 2 2 - 2 3 .
13 Margaret E. Rowbottom'ın şerhiyle tekrar basılan bu deneme için bkz. "The 14 Dobbs (a.g.y., s. 195), H. Oldenburg'a gönderilmiş 2 6 Nisan 1 6 7 6 tarihli b u
Earliest Published Writting of Robert Fludd," Annals of Science, 6 (1950): mektuptan parçalar (= Newton, Correspondence, II, s. 1-3) almtılamıştır.
3 7 6 - 8 9 . "Eğer Eliksir bir sır olmuşsa ... bunu kendi endüstrimize değil 15 Newton'm simya yazmalanmn J o h n Maynard Keynes tarafından 1936-39
bütünüyle İfşa Ediciler'imize borçluyuz, bana öyle geliyor ki, kazanmak arasında kısmen yeniden ele geçirilmelerine kadarki hikâyesi Dobbs tara-
için çaba harcamadığımız şeyi vermekten bu kadar geri durmamalıyız; fından anlatılmıştır (s. 6 0 .
çünkü kurtancılanmızm benzer bir durumdaki buyruğu şuydu: Kolayca 16 Richard S. Westfall, "Newton and the Hermetic Tradition," Science, Medicine
aldın, kolayca ver" vb; Rowbottom, s. 3 8 4 . Yukandaki alıntı Dubbs tarafın-
and Society in the Renaissance: Essays to Honor Walter Pagel (ed. Ailen G.
dan kopyalanmıştır, The Fouııdations of Newtoıı's Alchemy, s. 6 8 - 6 9 .
Debus), New York, 1 9 7 2 , II, s. 1 8 3 - 9 8 , özellikle s. 1 9 3 - 1 9 4 ; Dobbs, s. 2 1 1 .

258 259
DEMİRCİLER VE SİMYACILAR EKLER

bir şekilde yaşatıdan tekrar elde edilebilir." 17 Bu nedenle Newton, ge- Physics adlı kitabında, kendi dölü olarak modern bilimi üretmiş olan
nellikle oraya gizlenmiş gerçek sırlan öğrenmeyi umut ederek, simya şeyin, mekanik felsefe ile Hermetik geleneğin evliliği olduğu sonucuna
külliyatının en içrekçi dallarına başvurmuştu. Modern mekanik bili- ulaştı. 20 "Modern bilim" gözalıcı gelişimi içinde, Hermetik mirasını
minin kurucusunun ne ezeli gizli vahyin teolojisini ne de tüm simya- görmezden gelmiş ya da reddetmiştir. Başka bir ifadeyle, Newton me-
ların temeli olan dönüşüm ilkesini reddetmemesi çok anlamlıdır. kaniğinin zaferi, Nevvton'm kendi bilimsel idealini yok etti. Aslına
Opticks isimli incelemesinde şöyle yazmıştır: "Kütlelerin Işığa, Işığın bakılırsa, Newton ve çağdaşları, bilimsel devrimin oldukça farklı bir
Kütlelere çevrilmesi, Doğanın gidişatına çok uygundur, Doğa bu Dö- tipini ummuşlardı. Rönesans'ın neo simyacısının amaçlan ve umutla-
nüşümden hoşnut görünmektedir." 18 Prof. Dobbs'a göre, "Newton'm rını -yani Doğanın kurtarılması çabasını- sürdüren ve bunu gelişti-
simyayla ilgili düşünceleri, ana esasları üzerine öyle sağlam bir şekil- ren Paracelsus, John Dee, Comenius, J. V. Andreae, Ashmole, Fludd
de oturtulmuştur ki, asla onların genel olarak geçerliliklerini inkâr ve Newton gibi birbirinden çok farklı insanlar, simyada daha tutkulu
etmesi sözkonusu olmamıştır ve bir bakıma 1675'ten sonra meslek bir girişimin modelini görüyorlardı: yani yeni bilgi yöntemiyle insa-
hayatının bütünü simya ve mekanik felsefeyi bir bütün halinde birleş- nın kemâlatı. Onların görüşüne göre, böyle bir yöntem Hermetik ge-
tirmeye yönelik uzun süreli bir çaba olarak görülebilir." 19 lenek ve doga bilimleri, yani tıp, astronomi ve mekanik ile mezhep-

Principia yayımlandığında, Newton'ın muhallifleri Newton'm güç- üstü bir Hıristiyanlığı bütünleştirecekti. Bu tutkulu sentez aslında

lerinin, aslında okült nitelikler olduğunu özellikle vurgulamışlardır. yeni bir dinsel, özellikle Hıristiyan yaratımıydı ve Platoncu, Aristota-

Prof. Dobbs, eleştirilerinin doğru olduğunu kabul eder: "Newton'm lesçi ve Yeni Platoncu metafizik kavramların eski bütünleştirilmesinin

güçleri, Rönesans döneminin okült külliyatının büyük bölümünde bu- sonuçlarıyla uyumluydu. XVII. yüzyılda daha da ayrıntılandırılan bu

lunan gizli sempatiler ve antipatilere çok fazla benziyordu. Fakat "bilgi" tipi, Hıristiyan Avrupa'daki son bütünsel girişim olmuştur.

Newton güçlere, madde ve hareketinkilere denk bir ontolojik statü Böylesi bütünsel bilgi sistemleri Pythagoras ve Platon tarafından eski

vermişti. Böyle yaparak ve güçleri rakamsal ifadeler haline getirerek, Yunanda ileri sürülmüşse de daha çok Çin kültürünün tipik özelliği-

onların mekanik felsefenin hayali etki mekanizması düzeyine yüksel- dir; burada sanat, bilim veya teknoloji, söz konusu kültürün kozmo-

melerini sağladı" (s. 211). Prof. Richard Westfall, Force in Newton's lojik, ahlaki ve "varoluşsal" önkabülleri ve olası etkileri hesaba katıl-
madan anlaşılamaz.

17 Dobbs, s. 9 0 , E. McGuire ve P. M. Rattansi'nin şu eserine gönderme yapıyor:


"Newton and the 'Pipes of Pan"' Notes and Records of the Royal Society of
London 2 1 ( 1 9 6 6 ) : s. 1 0 8 - 4 3 .
18 Newton, Opticks (Londra, 1704; dördüncü edisyonun tekrar basımı
[17301, New York, 1 9 5 2 ) , s. 3 7 4 ; aktaran: Dobbs, s. 2 3 1 . 20 R. S. Westfall, Force in Newton's Physics: The Science of Dynamics in the Seven-
19 A.g.y., s. 2 3 0 . teenth Century (Londra ve NY, 1 9 7 1 ) , s. 3 7 7 - 9 1 ; Dobbs, a.g.y., s. 2 1 1 .

260 261
DİZİN

fetüs, 7 6 , 79, 8 2 , 2 1 7 kalay, 5 8 , 5 9 , 7 4 , 9 3 , 1 0 6


DİZİN
Filozof Taşı, 10, 8 3 , 1 3 3 , 1 6 2 , kaya kristali, 19, 2 0 , 9 0
1 6 5 , 172, 1 7 3 , 1 7 5 - 1 7 8 , 1 8 0 , kazan, 8 9
Abydos, 2 3 cıva, 51, 52, 74, 122, 1 2 8 , 1 2 9 ,
181, 183, 187, 189, 249, 2 6 1 kimya, 9 - 1 3 , 15, 17, 4 9 , 7 6 , 1 2 4 ,
Alacahöyük, 2 4 132-134, 138, 141-147, 165,
Fırın, 6 1 , 6 2 , 6 6 - 6 9 , 72, 77, 78, 1 2 5 , 1 3 9 , 143, 1 4 4 , 1 4 6 , 1 4 7 ,
altın, 2 2 , 5 2 - 5 4 , 5 9 , 6 0 , 69, 7 2 - 167, 168, 176, 178, 211, 2 4 0
114, 120, 185 150-152, 154, 157, 158, 160,
7 4 , 1 1 8 - 1 2 3 , 1 2 5 , 128, 1 3 3 ,
161, 165, 1 8 8 - 1 9 2 , 1 9 4 - 1 9 7 ,
137, 142, 144, 145, 147, 150, çekiç, 2 2 , 3 0 , 3 1 , 6 2 , 9 5 , 9 7 , 1 0 5 ,
Gayömart, 73, 7 4 202, 205-207, 212, 216, 220,
1 5 7 , 1 6 0 , 1 6 1 , 1 6 4 , 167, 1 6 8 , 113
Girit, 2 1 , 2 3 232, 233, 236, 238, 242, 246,
175, 181, 185, 197, 211, 215,
Göktaşı, 2 0 248, 250-253, 257
Çingeneler, 1 0 6
217, 223, 235, 236, 238, 239
Grönland Eskimolan, 2 2 kimya filozofu, 2 5 1
Artemis, 2 0
Delphoi, 2 1 kuvars kristali, 19
Asur, 3 8 , 76, 2 3 2
demir, 2 1 - 2 4 , 2 8 - 3 0 , 5 4 , 6 9 , 71, Hermetizm, 1 8 8 , 1 9 3 Kybele, 2 0
Asür, 6 9 - 7 1 , 1 0 6
87, 89, 90, 96-99, 102, 225, hierogami, 21
Asuralar, 7 0
226 Hititler, 2 3 magnetit, 2 4 , 2 2 5
ateş, 2 2 , 2 6 , 4 1 , 5 2 , 6 2 , 6 3 , 6 7 ,
demir çağı, 24, 2 5 , 29, 71, 1 0 8 , homofaber, 1 0 7 , 108, 1 5 6 , 1 8 5 , Malakka Negritoları, 19
70, 77, 8 4 - 8 6 , 8 8 , 9 0 , 9 8 , 1 0 0 ,
209 1 8 7 , 196, 2 0 2 Malezya, 2 8 , 5 9
101, 110, 113-115, 125, 128,
demiurgos, 79, 8 2 , 8 4 Marduk, 3 2 , 3 3 , 8 2 , 1 0 4
131, 133, 134, 155, 163, 165,
Dökümcü, 3 8 , 1 8 6 İbn er-Rûmî, 3 9 Massailer, 96, 9 7 , 1 0 3
168, 175, 178, 184, 186, 191,
İbn Meymûn, 3 6 materia prima, 1 3 1 , 1 6 7 , 175,
196, 208, 213, 228, 229, 250, eliksir, 2 2 1 , 2 4 8 , 2 4 9 , 2 5 3
İbn Vahşiyye, 36, 2 2 8 177, 2 6 2
263 Elixir Vitae, 10, 183, 1 8 4 , 1 9 7
İndra, 73, 105, 1 0 7 , 1 1 4 mağara, 21, 4 2 - 4 4 , 8 9 , 1 1 0 , 1 2 9 ,
el-Übeyd, 2 6
Isa, 4 6 , 1 1 4 , 115, 1 7 0 , 1 7 2 , 1 8 7 - 211, 218, 239
Baal, 1 0 4 , 1 0 5 , 1 0 7 , 1 1 4 embriyon, 8, 9, 34, 4 0 , 4 4 , 4 6 ,
189, 231, 249, 261 merkez, 11, 4 1 , 1 2 2 , 1 6 9 , 2 2 9
Baal'm Şiiri, 1 0 4 5 2 , 5 4 - 5 6 , 6 2 , 72, 7 5 - 7 9 , 8 2 ,
metalürji, 7 - 9 , 19, 2 2 - 2 7 , 3 1 , 32,
Bahya ben Aşer, 3 9 8 3 , 129, 1 3 1 , 1 3 3 , 1 3 6 , 1 3 8 ,
J o h n Dee, 1 8 9 , 1 9 4 , 2 5 0 , 2 5 6 , 34, 3 8 , 4 0 , 4 4 , 4 8 - 5 0 , 5 4 , 5 7 ,
bakır, 2 3 , 2 4 , 2 6 , 3 8 , 52, 145, 154, 161, 2 1 7
263, 264 6 1 - 6 3 , 6 8 - 7 1 , 7 3 , 77, 7 9 , 8 2 ,
174, 223, 225, 239 Endonezya, 7, 9 3
Jung, C. G., 10, 13, 56, 154, 163, 83, 88, 103, 107, 108, 111,
Bergbüchlein, 50-52, 210 Ephesos, 2 0
164, 166-174, 1 7 6 - 1 8 0 , 187, 1 1 3 , 117, 1 4 7 , 1 5 5 , 1 5 7 , 1 6 0 ,
Bhiller, 2 8 Eros, 2 0
218-220, 249, 257-261 164, 185-187, 2 0 0 - 2 0 3 , 205,
ersuyu, 3 3 , 73, 74, 1 2 9 , 1 3 3 - 1 3 5 ,
224, 233
Câbir ibn Hayyân, 142, 176, 2 4 5 144, 168, 2 1 7
Kâbe, 2 0 meteorit, 2 0 , 2 1 , 2 6 , 2 2 4
Kafkasya, 2 2

262 263
D E M İ R C İ L E R V E SİMYACILAR

Mezopotamya, 2 3 , 2 4 , 3 3 , 3 5 - 3 8 , puruşa, 139, 140


4 2 , 5 2 , 7 5 - 7 9 , 1 5 8 , 160, 2 1 0 ,
227, 228, 235 Regressus ad uterum, 131, 138,
Mundalar, 6 9 , 7 0 168, 169
mysteria, 8, 26, 159, 162-164,
174, 175 sülfür, 4 8 , 1 2 2 , 1 4 7
Mısır, 2 3 , 2 4 , 3 3 , 36, 4 3 , 74, 1 0 4 ,
108, 158-160, 162, 164, 205, Şeytan, 113, 1 1 5
225, 227 Şiva, 1 4 3 - 1 4 6
şaman, 19, 4 7 , 59, 8 5 - 9 1 , 9 3 , 9 7 ,
Nâgârcuna, 1 3 7 , 1 4 2 , 1 4 3 , 1 4 5 , 9 8 , 113, 1 1 4 , 1 1 6 , 1 6 3 , 1 8 0
240
nalbant, 1 1 1 - 1 1 5 , 2 0 9 Tantracılık, 1 3 7 , 1 5 1 , 1 5 2 , 1 5 9 ,

Newton, 17, 1 8 8 , 1 9 1 - 1 9 4 , 2 4 8 , 175, 205, 2 3 9

253-256, 264 Taoculuk, 8, 1 1 7 , 1 1 8 , 1 3 8 , 1 4 1 ,

nigredo, 162, 165, 167, 170, 175, 159, 205, 2 1 7

176, 2 4 9 Tiamat, 32, 79, 8 2 , 1 0 4

Odin, 1 0 6 , 1 1 1 - 1 1 3
opus magnum, 162 üçgen, 4 3 , 4 4 , 2 2 9 , 2 3 0

örs, 3 0 , 3 1 , 6 3 , 6 6 , 78, 8 7 , 8 9 , yeşim, 1 2 2 , 1 2 3 , 1 2 5 , 2 1 7 , 2 3 8

9 5 , 101, 1 1 5 Yeni Platonculuk, 1 8 8 , 2 4 8 , 2 4 9


Yer Tannçası, 2 1

palladion, 20 Yeryüzü Ana, 27, 4 2 , 4 4 , 4 5 , 4 9 ,

Paracelsus, 1 4 7 , 168, 169, 1 8 1 , 5 2 , 54, 56, 6 1 , 1 5 4 , 1 5 6 , 161

189, 194, 212, 214, 218, 246, Yucatan Mayalan, 22

248, 251, 256 yıldmm, 2 1 , 3 1 , 9 9 , 1 0 0 , 105,

Pessinus meteoriti, 2 0 107, 108, 112

petra genitrix, 21, 40, 45, 230 yıldınmtaşı, 2 1 , 3 1 , 1 0 7 , 2 0 9 , 2 2 3

Phrygia, 2 0
Platon, 2 1 , 1 9 4 , 2 5 6 zincifre, 117, 1 1 8 , 1 2 0 , 128-130,
Plinius, 29, 4 8 217
prakrti, 139-141, 152

264

You might also like