Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 209

T.C.

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU HUKUKU ANABİLİMDALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAK ARAMA HÜRRİYETİ

Onur ÇETİN

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Oğuz ŞİMŞEK

2007
YEMİN METNİ

Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Hak Arama Hürriyeti” adlı çalışmanın;
tarafımdan, bilimsel ahlâk ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın
yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara
atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

...../....../.........

Onur ÇETİN

ii
YÜKSEK LİSANS TEZ SINAV TUTANAĞI

Öğrencinin
Adı ve Soyadı : Onur ÇETİN
Anabilim Dalı : Kamu Hukuku
Programı : Tezli Yüksek Lisans
Tez Konusu : Hak Arama Hürriyeti

Sınav Tarihi ve Saati :

Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün


…………………….. tarih ve ………. sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz tarafından
Lisansüstü Yönetmeliğinin 18.maddesi gereğince yüksek lisans tez sınavına alınmıştır.

Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini ………. dakikalık süre içinde


savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan
Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin,

BAŞARILI Ο OY BİRLİĞİİ ile Ο


DÜZELTME Ο* OY ÇOKLUĞU Ο
RET edilmesine Ο** ile karar verilmiştir.

Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır. Ο***


Öğrenci sınava gelmemiştir. Ο**

* Bu halde adaya 3 ay süre verilir.


** Bu halde adayın kaydı silinir.
*** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir.
Evet
Tez, burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fullbright vb.) aday olabilir. Ο
Tez, mevcut hali ile basılabilir. Ο
Tez, gözden geçirildikten sonra basılabilir. Ο
Tezin, basımı gerekliliği yoktur. Ο

JÜRİ ÜYELERİ İMZA

…………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……………..

…………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ………..........

…………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …. …………

iii
ÖZET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAK ARAMA HÜRRİYETİ

Onur ÇETİN

Dokuz Eylül Üniversitesi


Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Hukuku Anabilim Dalı

İnsan doğadaki varlıkların en akıllısıdır ve bu nedenle tabiattaki her kural


insan merkezli olarak ortaya çıkmıştır. Bu zamana değin ortaya atılan bütün insan
hakları teorilerinin ortak çabası insanı siyasal sistemin amacı haline getirmek,
onun onurlu bir hayat sürmesine imkan tanımaktır. Bunun sağlanabilmesi içinde
bireylerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin korunması, bu hak ve
hürriyetlerin ihlali durumunda da belli yolların kullanılarak söz konusu
haksızlıkların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu bakımdan hak arama
hürriyeti adalet, eşitlik, insan hakları kavramlarını açıklamakta ve bu kavramları
bünyesinde bulundurmaktadır.

Hak arama hürriyeti genel olarak kişilerin bir hukuk devletinde yargı
organları önünde davacı veya davalı olarak hak ve özgürlüğünü arayabilmek için
başvurabilmesi ve iddia, savunma ile adil, hakkaniyete uygun, uyuşmazlıktan önce
kurulmuş mahkemeler önünde yargılanma hakkının bulunması olarak
tanımlanabilir. Ancak hak arama hürriyeti yargı yolunun dışında farklı bir takım
yöntemlerin kullanılmasını da gerektirebilir. Ombdusman, direnme hakkı, sivil
itaatsizlik gibi hukuki olmayan bir takım yollar kullanılmak suretiyle de hak
arama özgürlüğü kullanılabilir.

iv
Hak arama faaliyetinin tam olarak gerçekleştirilebilmesi ve hak arama
yollarının herkese hiçbir engel olmadan tamamen açılabilmesi belli ilkelerin
varlığını gerektirmektedir. Hukuk devleti ilkesinin geçerli olmadığı devletin
kendini hukukla bağlı görmediği, rejimin demokratik usullere dayanmadığı temel
hak ve hürriyetlerin yeterince korunmadığı bir yerde hak aramadan ve böyle bir
özgürlükten bahsetmek de mümkün değildir. Bu nedenle çalışmamızda öncelikle
bu konulara yer verilmiş, hak arama bu kavramlar üzerine inşa edilmiştir.

Hak arama hürriyeti idari, siyasi ve yargısal tüm başvuru yollarını ifade
etmektedir. Bu bakımdan idari makamlara ve TBMM’ ye dilekçe ile yapılan her
türlü başvurular, mahkemelerde davalı veya davacı olarak bulunmak bu
hürriyetin ayrı görünümleridir. Bu yüzden hak arama hürriyeti açıklanırken
idareye yapılan başvurular, TBMM’ ye dilekçe ile yapılan istek ve dilekler, yargı
organlarındaki her türlü işlemler ayrı ayrı ele alınmalıdır.

Anahtar Kelimeler: 1) Hak Arama Yolları, 2) Hak Arama Hürriyeti,


3) Adil Yargılanma Hakkı

v
ABSTRACT

Master of Degree With Thesis


The Freedom Of Justice Demanding
Onur ÇETİN

Dokuz Eylül Üniversitesi


İnstitute of Social Sciences
The Programe of the Public Law

Human being is the most intelligent living being in the nature; thus, every
rule in the nature has been made human-oriented. The joint effort of ali the
human rights îheories put forth to date is to make the person the objective of the
political system and enable him/her to to lead an honorable life. in order to ensure
that, basic rights and freedom that the individuals have should be protected and
the injustice in question should be eliminated by using certain methods in the
event of the violation of these rights. in this respect, the freedom of seeking remedy
expresses the concepts of justice, eouaîity and human rights and include these
concepts.

Generally, the freedom of seeking remedy can be defîned as the individuals'


being abie to make an application as a tdefendant or plaintiff before the judicial
bodies in order to seek his/her rights and freedom and having the right to be tried
with allegation and plea before the fair courts conforming with equity and having
been established before the conflict. However, the freedom of seeking remedy may
require other different methods except for the judicial ways. The freedom of
seeking remedy can be exercised by some ways that are not judicial such as
ombudsman, right to resist, civil obedience ete,

vi
Realization of seeking remedy in full and making the ways of seeking
remedy available to every one without any obstacle requires the existence of
certain principles. it is impossible to seek remedy and mention such freedom in a
place where the rule of law is not valid, the government does not deem itself as
related to the Iaw, the regime is not based on demoeratic procedures and basic
rights and freedom cannot be protected suffîciently. Therefore, these topics are
primarily ineluded in our study and seeking remedy is based on these concepts.

Freedom of seeking remedy expresses ali the application methods ineluding


administrative, political and judicial ways. in this regard, any application made to
the a-dmmistrative authorities or TBMM (Turkish Grand National Assembly) by
petition, being present at the court as a defendant or plaintiff are different aspects
of this freedom. Therefore, while the freedom of seeking remedy is being defîned,
applications made to the administrations, requests submitted to TBMM by
petition and any kinds of proceedings carried out under the judicial bodies should
be dealt with severally.

Key Words : 1) The ways of Justice Demanding,


2) The freedom of Justice Demanding, 3) The right of fair trial

vii
HAK ARAMA HÜRRİYETİ

YEMİN METNİ .........................................................................................................ii


TUTANAK ................................................................................................................iii
ÖZET .........................................................................................................................iv
ABSTRACT...............................................................................................................vi
İÇİNDEKİLER ..........................................................................................................viii
KISALTMALAR .......................................................................................................xiv
GİRİŞ .........................................................................................................................xvi

BİRİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TEMELLERİ

I. TEMEL KAVRAMLAR ........................................................................................2


A. HAK KAVRAMI ............................................................................................2
B. ÖZGÜRLÜK KAVRAMI ...............................................................................3
C. HAK VE ÖZGÜRLÜK İLİŞKİSİ ..................................................................5
D. DEMOKRASİ .................................................................................................6
E. HUKUK DEVLETİ .........................................................................................8
1. Hukuk Devletinin Unsurları.......................................................................10
2. Hukuk Devleti ve Demokrasi İlişkisi.........................................................13
3. Hukuk Devleti Ve İnsan Hakları İlişkisi....................................................15
4. İnsan Onuru................................................................................................16
II. İNSAN HAKLARI................................................................................................18
A. GENEL OLARAK .........................................................................................18
B. İNSAN HAKLARININ TANIMI ...................................................................20
C. İNSAN HAKLARININ TARİHÇESİ VE FELSEFİ TEMELLERİ ...............23
1. Antik Çağlarda İnsan Hakları ....................................................................23
2. Orta Çağda İnsan Hakları ..........................................................................24
3. Yeni Çağda İnsan Hakları .........................................................................25
4. Bireyci Görüşün Etkisinde İnsan Hakları .................................................27
5. Günümüzde İnsan Hakları .........................................................................28

viii
D. İNSAN HAKLARININ DÜŞÜNSEL BOYUTLARI ....................................30
E. İNSAN HAKLARI İLE HAK ARAMA HÜRRİYETİ İLİŞKİSİ ..................32

İKİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA YOLLARI

I. HAK ARAMA FAALİYETİ ..................................................................................34


A. HAK ARAMA KAVRAMI ............................................................................35
B. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TARİHÇESİ .............................................36
C. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TANIMI ...................................................40
D. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN NİTELİĞİ VE ÖNEMİ ............................42
II. HAK ARAMA YOLLARI ...................................................................................44
A. HUKUKİ ALANDA HAK ARAMA YOLLARI ..........................................46
1. İdari Başvuru Hakkı ...................................................................................47
a) Tanımı ve Anlamı ................................................................................47
b) İdari Başvuru Hakkının Tarihsel Gelişimi...........................................48
(aa) Genel Olarak Tarihsel Gelişim ...................................................48
(ba) Türk Anayasa Mevzuatında İdari Başvurunun Gelişimi ............49
(ca) İdari Başvurunun Dilekçe Hakkı İçerisinde Düzenlenmesi........50
c) İdari Başvuru Hakkının Anayasal Mevzuatta Düzenlenmesi ..............51
(aa) 1876 Anayasasından Önceki Dönem .........................................51
(ba) 1876 Anayasa Dönemi................................................................52
(ca) 1921 ve 1924 Anayasaları Dönemi.............................................54
(da) 1961 Anayasası Dönemi .............................................................55
(ea) 1982 Anayasası Dönemi .............................................................56
d) İdari Başvuru Yolları ..........................................................................57
(aa) İYUK 10. Madde Anlamında İdari Başvuru ..............................58
(ba) İYUK 11. Madde Anlamında İdari Başvuru .............................60
2. Siyasi Başvuru Hakkı.................................................................................61
a) Tanımı ve Anlamı ................................................................................61
b) Dilekçe Hakkı ......................................................................................62
(aa) Tanımı .........................................................................................62

ix
(ba) Niteliği ........................................................................................64
(ca) Tarihsel Gelişimi.........................................................................66
(da) Dilekçe Hakkının Etkinliği .........................................................67
(ea) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Sonuçları .............................69
(fa) Dilekçe Hakkının Kullanılmasına
Dair Kanunun İncelenmesi...........................................................70
(ga) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Engellenmesi ......................71
3. Yargısal Başvuru Hakkı .............................................................................72
a) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyeti .....................................................73
(aa) Genel Olarak ..............................................................................73
(ba) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Kaynağı ........................75
(ca) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyeti İle İlgili Sorunlar ...............76
(i) Genel Olarak ...........................................................................76
(ii) Yönetimde Demokrasi............................................................77
(a) İdari Usul İlkesi ................................................................78
(b) Bilgi Edinme Hakkı Ve Hürriyeti.....................................80
(c) Açıklık İlkesi ....................................................................81
(d) Gerekçe İlkesi...................................................................84
b) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Sınırları ................................86
(aa) Anayasadan Kaynaklanan Kısıtlamalar ......................................87
(i) Cumhurbaşkanının Tek Başına Yapacağı İşlemler ................87
(ii) Yüksek Askeri Şura Kararları ................................................87
(iii) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararları....................88
(iv) Memur ve Kamu Görevlileri Hakkında Verilecek Uyarma ve
Kınama Cezaları.......................................................................89
(v) Sayıştay Kararları ...................................................................90
(ba) Anayasanın Yargının İşleyişine İlişkin Kısıtlamaları.................90
(i) Takdir Yetkisi..........................................................................90
(ii) Yerindelik Denetiminin Yapılamaması..................................91
(iii) Yürütmeyi Durdurma Müessesesi.........................................92
c) Anayasa Yargısında Hak Arama Hürriyeti ..........................................93

x
(aa) Hak Arama Hürriyetinin Anayasa Yargısı Açısından
Değerlendirilmesi .................................................................94
(ba) İtiraz (Somut Norm Denetimi) Yoluyla
Hak Arama Hürriyeti ...................................................................95
(ca) İptal Davası İle Hak Arama Hürriyeti.........................................96
(da) Anayasa Yargısında Hak Arama Hürriyetinin Sınırları .............97
(i) İtiraz Yoluyla Denetimdeki Sınırlar ........................................98
(ii) İptal Davası İle Denetimdeki Sınırlar.....................................99
d) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyeti .....................................................100
(aa) Adli Yargı Kavramı ....................................................................100
(ba) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Değerlendirilmesi ........101
(ca) Anayasanın 36. Maddesinin Uygulama Alanı ............................102
(da) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyetinin
Sınırları........................................................................................103
(i) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Hukuki Nedenler..............104
(a) Adli Yardım .....................................................................104
(b) Hak Arama Hürriyetinin Sağlanmasında
Avukatların Rolü...............................................................106
(c) Diğer Hukuki Nedenler.....................................................108
(ii) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Fiili Nedenler .................109
B. DİĞER HAK ARAMA YÖNTEMLERİ .......................................................111
1. Ombudsman ..............................................................................................112
2. Direnme Hakkı ...........................................................................................114
3. Sivil İtaatsizlik ...........................................................................................116
4. Pıcketıng.....................................................................................................117
5. Kamuoyu Baskısı .......................................................................................118

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ANAYASADA HAK ARAMA HÜRRİYETİ İLE İLGİLİ HÜKMÜN
İRDELENMESİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI

I. ANAYASANIN 36. MADDESİNİN ANLAMI ....................................................120


A. ANAYASANIN 36. MADDESİ .....................................................................121

xi
B. HERKESİN YARGI MERCİLERİNE BAŞVURMA HAKKI ......................122
C. MEŞRU VASITA VE YOLLARI KULLANMA HAKKI .............................123
D. İDDİA VE SAVUNMA HAKKI ....................................................................125
1. İddia Hakkı.................................................................................................126
2. Savunma Hakkı ..........................................................................................127
E. MAHKEMELERİN GÖREV VE YETKİSİ İÇİNDEKİ DAVAYA
BAKMAKTAN KAÇINAMAMASI ........................................................129
II. ADİL YARGILANMA HAKKI ...........................................................................131
A. GENEL OLARAK AVRUPA İNSAN HAKLARI
SÖZLEŞMESİ MADDE 6 (ADİL VEYA DÜRÜST YARGILANMA
GÜVENCESİNİN İHLALİ) ............................................................................132
B. KAVRAM, TANIM VE TÜRK ANAYASASINDA ADİL YARGILANMA
HAKKI............................................................................................................136
1. Kavram ve Tanım.......................................................................................136
2. Türk Anayasası’ Nda Adil Yargılanma Hakkı İle İlgili
Düzenlemeler ............................................................................................137
C. ADİL YARGILANMA HAKKININ UYGULANMASINA İLİŞKİN
KURALLAR ...................................................................................................138
1. Adil Yargılanma Hakkının Konusuna İlişkin Sınırlamalar........................138
2. Adil Yargılanma Hakkının Kişiye İlişkin Sınırlamaları ............................140
3. Adil Yargılanma Hakkının Yargı Yerleri Açısından Uygulama
Alanları Ve Sınırları...................................................................................141
D. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ MADDE 6’ DA
DÜZENLENEN ADİL YARGILANMA HAKKINA İLİŞKİN
GÜVENCELER ...............................................................................................145
1. Bir Yargı Yerine Başvuru Hakkı................................................................145
2. Davanın Hakkaniyete Uygun Dinlenmesini İstemek Hakkı .....................147
3. Duruşmanın Halka Açıklığı .......................................................................149
4. Makul Sürede Yargılanma Hakkı...............................................................151
5. Mahkemenin Bağımsızlığı Ve Tarafsızlığı ................................................154
a) Mahkeme Kavramı...............................................................................154
b) Kanuni Mahkeme.................................................................................155

xii
c) Bağımsız Mahkeme .............................................................................155
d) Tarafsız Mahkeme ...............................................................................157
E. AİHS M 6’ DA SANIĞA TANINAN GÜVENCELER .................................158
1. Masumiyet Karinesi(AİHS m 6/2) .............................................................158
2. Sanığa Tanınan Asgari Haklar(AİHS m 6/3) .............................................162
a) Şahsına İsnad Edilen Fiilin Mahiyet ve Sebebinden En Kısa Zamanda,
Anladığı Bir Dille, Ayrıntılı Olarak Haberdar
Edilmek Hakkı(AİHS m 6/3-a) ............................................................162
b) Savunmasını Hazırlamak İçin Gerekli Kolaylıklara ve Zamana Sahip
Olmak Hakkı(AİHS m 6/3-b) .............................................................164
c) Bizzat veya Müdafi Vasıtasıyla Savunma Hakkı( AİHS m 6/3-c) ......167
(aa) Sanığın Bizzat Kendisini Savunması ..........................................167
(ba) Sanığın Müdafii Yardımından Ücretsiz Yararlanması Suretiyle
veya Kendisinin Bizzat Seçeceği Müdafii Yardımıyla Savunma
Hakkını Kullanması .....................................................................168
d) Tanıkların Dinlenmesinde Eşitlikten Yararlanma
Hakkı(AİHS m 6/3-d) ..........................................................................171
e) Bir Tercümanın Yardımından Meccanen(=Ücretsiz) Yararlanma
Hakkı (AİHS m 6/3-e)..........................................................................173
f) Etkili Başvuru Hakkı(AİHS’nin 13.Maddesi)......................................176

SONUÇ ......................................................................................................................180
KAYNAKÇA ............................................................................................................184

xiii
KISALTMALAR

ABD : Ankara Baro Dergisi

A.B.D. : Amerika Birleşik Devletleri

AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

AMKD : Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi

AÜEHFD : Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi

AYM : Anayasa Mahkemesi

C : Cilt

CGK : Ceza Genel Kurulu

D : Daire

Dan.Kar.Der : Danıştay Kararlar Dergisi

D.D. : Danıştay Dergisi

DDGK : Danıştay Daireleri Genel Kurulu

Dn : Danıştay

E : Esas

GÜHFD : Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

HÜİİBFD : Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi

HSYK : Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

İHAS : İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi

İÜHFM : İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası

İYUK : İdari Yargılama Usulü Kanunu

İz.B.D. : İzmir Baro Dergisi

K : Karar

xiv
K.T : Karar Tarihi
Md. : Madde

No : Numara

RG : Resmi Gazete

S : Sayı

s : Sayfa

TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

TCK : Türk Ceza Kanunu

Y : Yıl

YHK : Yüksek Hakimler Kurulu

YKD : Yargıtay Kararlar Dergisi

YKY : Yapı Kredi Yayınları

Y.L. : Yüksek Lisans

Yay. : Yayınları

xv
GİRİŞ

İnsanoğlu çok uzun yıllar boyunca belli hakları elde edebilmenin savaşını
vermiştir. Bu uzun mücadele dönemi süresince elde edilen haklar ise zamanla
yetersiz kalmış ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak yeni bir takım haklar talep
edilir hale gelmiştir. Belli bir zamandan sonra hak taleplerinin yerine, bu hakların
korunması ve hak ihlallerine karşı mevcut hakların aranması çok daha önemli bir
durum arz etmiştir. Hakların bireylere tanınmasının yanı sıra bunların diğer bireylere
ve devlete karşı korunması ve haksızlığa uğrayanların haklarına en etkin ve kolay bir
şekilde ulaşabilmeleri hak arama yollarının açık olmasıyla mümkündür.

Bireylere tanınan temel hakların korunması ve hak ihlaline uğranıldığında


başvurulabilecek yolların tamamen açık olması o devletin demokratik insan haklarına
saygılı hak ve özgürlükleri koruyan, bir hukuk devleti olduğunun da göstergesidir.
Bu nedenle hak arama hürriyetinin anlamını ortaya koymak ve sınırlarını çizebilmek
için bu kavramların ortaya konulması zorunlu görülmektedir.

Hak arama hürriyeti başta Anayasamız olmak üzere gerek uluslararası


gerekse ulusal hukuk mevzuatımızda düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasanın 36.
maddesinde yer alan hak arama hürriyeti herkesin mahkeme önünde iddia, savunma
ve adil yargılanma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Bu bakımdan Anayasanın
36. maddesi hak arama hürriyetinin sadece yargısal yönünü ortaya koymaktadır.
Oysa hak arama hürriyeti yargı yolunu da içeren bir üs kavram olup, farklı hak arama
yollarını da bünyesinde barındırmaktadır.

Hak arama hürriyeti, hukuki olan bir takım yollar kullanılmak suretiyle
hakların aranması yanında, hukuki olmamakla birlikte temel hakların korunması için
gidilebilecek başka yolları da ifade etmek için kullanılan, kapsamlı bir özgürlüğü
çağrıştırmaktadır. Buna göre bireyler bir hak ihlaline uğradıklarını düşündüklerinde
bu ihlalin ortadan kaldırılması için değişik şekillerde davranabileceklerdir. Bireylerin
haklarını zedeleyen işlem ya da eylem bir idari birim tarafından yapılmışsa idareye
başvurularak bu konuda talepte bulunulabileceği gibi, bu idare organlarına veya idare

xvi
organlarını yönlendiren siyasi karar alma merci durumundaki parlamentolara dilekçe
ile de başvurulabilir. Bunun yanında bireylerin yargı mercilerine başvurarak
haklarının bu yargı organları tarafından tekrar tesis edilmesini isteme hakları da her
zaman mevcuttur.

Hukuki alanda hak arama, idari başvuru, dilekçe hakkını kullanmak suretiyle
siyasi başvuru ve Anayasa’nın 36. maddesiyle düzenlenmiş yargısal başvuru
olanaklarını içermektedir. Bu yollardan en önemlisi ve etkin olanı yargı yolunu
kullanarak hak arama faaliyetinin işletilmesidir. Bu nedenle hak arama özgürlüğü
denince akla ilk olarak hakların mahkemelere başvurmak suretiyle elde edildiği
düşüncesi gelmektedir. Oysa hak arama hürriyeti kavramı sadece yargı yoluna
inhisar ettirilemeyecek kadar geniş bir anlama sahiptir.

Günümüz açısından çok önemli bir fonksiyona sahip olan hak arama hürriyeti
konulu çalışmamızın ilk bölümü bu hürriyete kaynaklık eden temel kavramların
açıklanmasına ayrılmıştır. Çünkü belli bir takım kavramlar açıklığa kavuşturulmadan
hak arama hürriyetinin temel nitelikleri üzerinde konuşulamaz. Çalışmamızın ikinci
bölümünde hak arama kavramı, hak arama hürriyetinin önemi, mahiyeti, tarihçesi ve
hak arama yolları üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmaya çalışılacak, son bölümde
ise hak arama hürriyeti içerisinde değerlendirilen ve yargılama hukukunun en önemli
ilkesi olarak kabul edilen adil yargılanma hakkının unsurları ve içerdiği hak
kategorileri açıklanmaya gayret gösterilecektir

xvii
BİRİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TEMELLERİ

Uygarlık tarihinin başladığı günden itibaren insanlar hep bir takım haklara
sahip olabilmenin mücadelesini vermişlerdir. Bu mücadele ilk olarak temel haklara
sahip olabilmeyi hedefleyerek başlamıştır. İnsanlar bu hakların mücadelesini
yüzyıllar boyunca vermişler ve bu uğurda çok fazla kan akıtmışlardır. Bu
mücadeleler sonucunda, insanın insan olarak doğuştan elde ettiği devredemeyeceği,
yoksun kalamayacağı haklara sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak
bu hakların varlığı zamanla yeterli görülmemiş, ortaya çıkan fikir akımlarının
etkisiyle insanlar daha farklı hakları talep etmeye başlamışlardır. Bu talep de süreç
içerisinde olumlu gelişmelere sahne olmuş, günümüzdeki hak ve özgürlükler elde
edilmiştir. Hayat standardının her geçen gün artması ve teknolojinin gelişmesi yeni
hakların talep edilmesini sağlamaktadır. Ancak bundan daha önemlisi insanlar için
sahip oldukları hakları kullanma, haklarını arama olgusu olmuştur. Haksızlığa
uğradığını düşünen bir kişi, bu haksızlığı ne şekilde bertaraf edeceğini, yani hakkını
arayabilme olanaklarının açık olduğunu bilmek ister. İşte hak arama hürriyeti
insanlığın yüzyıllar boyunca savaşarak elde ettiği haklarını ne şekilde kullanacağını,
bu haklarını koruma yollarını somut bir biçimde gösterir.

Hak arama hürriyetinin tanımını yapabilmek, anlam ve önemini


açıklayabilmek için öncelikle bu terime kaynaklık eden birkaç çok önemli kavram
üzerinde durulmalıdır. Bu kavramlar açıklığa kavuşturulmadan konumuz olan hak
arama hürriyetinin felsefesi temelleri üzerine konuşulamaz. Bu temel kavramlar hak,
özgürlük, demokrasi, hukuk devleti, insan onuru ve insan haklarıdır. Ancak bu
kavramlar üzerinde durduktan sonra hak arama hürriyeti ile ilgili açıklamalara
geçilebilir. Bu temel unsurlar hakkında bilgi verilmeden konunun özüne geçilmesi
mümkün olamayacaktır.

1
I. TEMEL KAVRAMLAR

A. HAK KAVRAMI

Hak arama hürriyetinin içeriği hakkında bilgi verebilmek için “hak”


kavramının belirlenmesinin iki bakımdan önemi vardır. İlki; hak arama hürriyetinin
bizzati bir hak olması, bu haliyle hakkın hak arama hürriyetinin niteliğini göstermesi,
ikincisi ise; hak arama hürriyetinin konusunun hak arama anlayışı olması ve ancak
hak kavramının açıklanmasıyla sınırlarının çizilebilecek olmasıdır1. En güzel
anlamıyla hak; bireylerin talep edebileceği, ileri sürebileceği ve devletin hukuk
aracılığıyla güvence altına almış olduğu bir durumu ifade etmektedir2. Hakkın
niteliği dikkate alınacak olunursa, hak kavramını; hukuk düzeni tarafından toplanıp
korunan irade ve menfaatler şeklinde de tanımlayabiliriz3. Bu tanımlardan da
anlaşılacağı üzere “hak” ile “hukuk” arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.
Zaten köken olarak hukuk “haklar” anlamına gelmektedir. Bu da göstertmektedir ki;
hakların tümü hukuku oluşturmakta ve bir hak yok sayıldığında bu hak ile birlikte
hukuk mücadelesi de verilmektedir4.

Hakkın özünde o hakka sahip olan kimseye belirli yetkiler bahşedilmesi


vardır5. Yani insan sahip olduğu hak konusunda belirli yetkilerle donatıldığı inancını
taşımaktadır. Bu nedenle hakkının belli şekillerde zedelendiğini düşünen insan, sahip
olduğu yetkileri kullanarak bu saldırıyı bertaraf etmek ister.

Hak kavramı toplumsal yaşama geçiş ile ortaya çıkmış ve zamanla büyük
değişimler geçirmiştir6. Hak anlayışının ortaya çıkmasında devlet organizasyonunun
varlığı önemli rol oynamış ve devlet insanların sahip olduğu hakları koruyacağı
teminatını vermiştir. İlk olarak soyut biçimde değerlendirilen hak, zamanla daha elle

1
Çoban, Ali Rıza: Türk Hukukunda “Hak Arama Özgürlüğü”, İzmir 1995 (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi) s. 1.
2
Çeçen, Anıl: İnsan Hakları, Savaş Yayınları, Ankara 2000, s.9.
3
Akıllıoğlu ,Tekin: İnsan Hakları -1-, Ankara 1995, s.7; Öztan, Bilge: Medeni Hukukun Temel
Kavramları, Turhan Kitabevi, Ankara 2002, s.57.
4
Çeçen: s.12.
5
Donnely, Jack: Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, (Çeviren Mustafa Erdoğan – Levent
Korkut), Ankara 1995, s.19; Erdoğan, Mustafa: İnsan Hakları Öğretisine Giriş, H.Ü.İ.İ.B.F.D. , C.
11/1993, s.23; Çoban, s.13; Demircioğlu,Yaşar :Medeni Usul Hukukunda İnsan Hakları ve Adil
Yargılanma Güvenceleri, (Yayınlanmamış Y.L. Tezi) Ankara 2003, s.1.
6
Çeçen, s.11.

2
tutulur ve somut bir hale gelmiş, devlet de meydana gelen bu gelişmelerin dışında
kalamamış; hak konusunda daha dinamik bir tutum sergilemiştir7.

Hakkın diğer bir özelliği ise; yere, topluma ve zamana göre değişken bir
içeriğe sahip olmasıdır8. Bir toplumun daha önceleri hak olarak gördüğü bir durum
zamanla ortadan kalkabilir veya hak olmayan bir durum zaman içerisinde bu hale
gelebilir. Bu izah edilen durum hakkın değişken yapısıyla açıklanabilir.

Hakkın niteliği konusunda başlıca üç görüş vardır. İrade görüşüne göre hak;
kişilere hukuk düzeni tarafından tanınan irade kudreti, menfaat görüşüne göre hak;
hukukça tanınan bir çıkar, karma görüşe göre ise hak; hukuken korunan ve
yararlanılması bu hak sahibinin iradesine bırakımlaş menfaattir9.

Hak kavramının genel olarak tanımlanmasıyla, bu kavramın bünyesinde üç


unsuru barındırdığı sonucu çıkmaktadır. Buna göre hakkın özünde bir yetkinin
bulunduğu, bu yetkinin kişiye o hakkı talep etme imkanı verdiği ve bu talep edilen
yetkinin diğer kişilerce saygı gördüğünü söylemek mümkündür10. Yetki, talep ve
bunların diğer kişilerce tanınması birbirini tamamlar ve hak kavramını bütünlüğe
kavuşturur.

B. ÖZGÜRLÜK KAVRAMI

Hak arama hürriyetinin tam olarak anlaşılmasında açıklanması gereken diğer


önemli kavram “özgürlük” tür. Daha sonraki bölümde değinileceği üzere özgürlüğün
ihlal edildiği her durumda bir hak doğmaktadır. Hak arama hürriyeti ile özgürlüğe
yönelen bu saldırı ortadan kaldırılır11. Bu nedenle özgürlük üzerinde durmak gerekir.

Özgürlük kavramı en genel anlamıyla, kişinin istediği gibi olmakta, istediği


gibi hareket etmekte herhangi bir engel, baskı ile karşılaşmaması, kişinin kendi

7
Çeçen, s.11.
8
Çeçen, s.10.
9
Çoban, s.16; Toklu, Esat: İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi,
s.6; Baştuğ, İrfan: Hukukun Temel İlke ve Kavramları, İzmir, 1975; Bilge, Necip; Hukuk Başlangıcı,
Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş, 2. Bası, Ankara 2000, s. 206 – 208.
10
Erdoğan, “İnsan Hakları” s.25; Çoban, s.14; Uygun ,Oktay: İnsan Hakları Kuramı – İnsan Hakları
YKY Yay. , İstanbul 2002, s.13.
11
Kaboğlu, İbrahim Özden: Özgürlükler Hukuku, Afa Yay. , 4. Baskı, İstanbul 1998.

3
kendisinin efendisi olmasıdır12. Özgürlük; kişinin bulunduğu toplum içerisinde
sahip olduğu bağımsızlık alanı olup, bu alan toplumsal ve kamusal alanın sınırını
teşkil etmektedir13. Özgürlük kavramı da tıpkı hak kavramı gibi zaman ve yere göre
değişiklikler göstermekte ve dinamik bir yapıyı arzetmektedir14.

Özgürlük kavramından ayrılmaz olan ve onu tamamlayan “eşitlik” üzerinde


de durmak gerekmektedir. Eşitlik, hukuk düzeninin herkese benzer uygulamalar
yaparak, hiç kimseye ayrıcalık tanımaması, toplumda hiçbir kişi ya da grubun
diğerlerinin önüne geçmemesi demektir15. Şüphesiz özgürlük ve eşitlik demokrasinin
iki önemli unsurunu oluşturmaktadır. Asıl olan özgürlüğün tüm insanlara eşit olarak
tanınması, tüm insanların özgürlükten eşit olarak yararlanabilmesidir16. Aksi halde,
o toplumda özgürlüğün var olduğu söylenemez, dolayısıyla o toplum demokratik
ilkelerle yönetilmiyor demektir.

Özgürlük ve eşitlik kavramlarının her ikisi de insana değer vermesi, insan


onurunu en üst düzeye taşıması ve tarih boyunca uğruna birçok can verilmesi
açısından ortak özellikler gösterirler. Ancak bu yakın ilişkiye rağmen eşitlik ve
özgürlüğün her zaman birbirini bütünlediği ve aynı düzlemde kesiştiği söylenemez.
Yani özgürlüğün her zaman eşitliği beraberinde getirmediği, eşitlik sağlama isteğinin
özgürlük ile her zaman bağdaşmadığı görülmektedir17. Bu kavramlardan birinin
diğerine oranla daha önemli olduğu düşüncesi farklı siyasal sistemlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Marksist düşünce sistemi, eşitliğe kesin olarak öncelik
tanımakta, her ne pahasına olursa olsun inanların eşit olmasının gerekliliğine
inanmakta, hürriyetin eşitlik karşısında ertelenebilir olduğunu, eşitliğin bir süre sonra
hürriyeti getireceğini savunmakta; buna karşın liberal düşünce sistemi, hürriyetin
olmadığı bir eşitliğin yersiz olduğunu, hürriyetin zamanla eşitlik anlayışını

12
Sencer, Muzaffer: “Hak ve Özgürlük Kavramı”, İnsan Hakları Yıllığı, Cilt:14, 1992, s.3; Erdoğan,
“Anayasal Demokrasi” s.27; Çoban, s.19; Demircioğlu, s.2; Kapani, Münci: Kamu Hürriyetleri,
Yetkin Yay. , 7. Baskı, Ankara, 1993, s.3.
13
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku” s.11; Demircioğlu, s.2; Kapani, s.4.
14
Toklu, s.7.
15
Çeçen, s.41; Kapani, s.8; Sencer, s.9; Çoban, s.19; Ünal, Şeref : Temel Hak ve Özgürlükler ve
İnsan Hakları Hukuku, Yetkin Yay. , Ankara, 1997.
16
Kapani, s.8; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.10; Çoban, s.19.
17
Kapani, s.9.

4
beraberinde getireceğini vurgulamaktadır18. Anlaşılacağı üzere özgürlük ile eşitlik
arasında çok hassas bir denge vardır ve bu kavramlardan birinin arka planda kalması
en çok insanlara zarar verecektir19. Ancak özgürlüğün mutlaka eşitlik ile anlam
bulacağı, eşitliğin sağlanmadığı bir ortamda özgürlüklerin eksik kalacağı ve eşitliğin,
özgürlüğün tamamlayıcısı olduğunu söylemek de doğru olacaktır20.

Bağımsızlık kavramının özgürlük ile ilgisinin düşünülmesi gerekir. Başka bir


devletin boyunduruğunda bulunan toplumlarda insanlar kendi istedikleri şekilde
hareket edemezler. Bu nedenle bağımsızlığını kaybeden toplumlarda bireylerin özgür
olduğu ve kendi kendilerini tayin edebilme yetkisinin mevcut olduğu söylenemez21.

C. HAK VE ÖZGÜRLÜK İLİŞKİSİ

Hak ve özgürlük kavramları tarihsel süreç içerisinde çoğu kez iç içe ve birbiri
yerine kullanılmıştır. Bu kavramların aralarında nüans farkları bulunduğu, bunların
aynı anlama gelmediği söylenebilir. Ancak bu kavramlar birbirinden kesin çizgilerle
ayrılamayacak şekilde ilişki içerisinde bulunmaktadırlar. İki kavram arasındaki bu
yakın ilişki hak ve özgürlüklerin tümüne birden “kamu özgürlükleri” şeklinde
söylenmesini sağlamıştır. Kamu özgürlükleri, insan hakları düşüncesinin devlet
tarafından tanınarak, pozitif hukuk metinlerine yansıtılmasını ifade etmektedir22.

Söz konusu kavramlar Fransız İhtilaline kadar felsefi temelleri ile ortaya
konmuş, iki kavram geniş ölçüde eşanlamlı olarak kullanılmış ve hakka, kişi
özgürlüklerinin temel güvencesi olarak bakılmıştır23. Bu düşüncenin izleri
günümüzde de devam etmektedir. Yani her hakkın bir özgürlüğe karşılık geldiği, iki
kavramın tek bir gerçeğin iki yönü olduğu, biri olmadan diğerinin varlığından söz
edilemeyeceği, sonuç olarak her iki kavramın aynı anlamı taşıdığı fikri bugün için de

18
Kapani, s.11; Sencer, s.9-10; Çoban, s.19.
19
Kapani. s.13.
20
Kapani, s.12; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.15.
21
Tanilli, Server:Devlet ve Demokrasi, İstanbul,1993;Çoban,s.20.
22
Kapani, s.14; Tanör, Bülent: Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Bds Yay. , İstanbul, 1994, s.13;
Gözübüyük, Şeref: Anayasa Hukuku, 10. baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2002, s.93.
23
Sencer, s.3.

5
bazı yazarlarca savunulmaktadır24. Özgürlüğün soyut ve geniş kapsamıyla somut
olan hakkı ortaya çıkardığı, tüm hakların kökeninde özgürlüğün yer aldığı, anayasa
ve pozitif hukuk metinleri aracılığıyla özgürlüklerin kişilere hak olarak tanındığı
görüşü de bu iki kavram arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmaktadır25.

Bir diğer yaklaşıma göre ise; hak özgürlükten daha kapsamlı olup, onu da
bünyesinde taşımakta, özgürlüğün kullanılması için başkasının olumlu bir ediminin
gerekmemesine karşın, hakkın kullanılmasında etkin ve olumlu bir davranış tarzı söz
konusu olmakta, özgürlüğün bu nedenle herkese tanınmış olan bir insan hakkı olarak
kabulünün söz konusu olduğudur26. Özgürlük başlı başına bir hak olarak
algılanmaktadır.

Tüm bu görüşlere bakıldığında hak ve özgürlük kavramlarının özdeş


olmadığı, aynı anlama gelmediği gibi bu kavramların birbirleriyle kesin olarak
ayrılamayacağı sonucu çıkmaktadır. Özgürlük bireyin hiçbir baskıya maruz
kalmadan istediğini yapabilmesini ifade eder ve bu haliyle edilgen bir yapı arzeder.
Hak ise bu özgürlüklerin pozitif hukuk metinleri vasıtasıyla insanlara tanınan
yetkidir ve bu haliyle olumlu bir davranış tarzını gerektirir.

D. DEMOKRASİ

Hak arama hürriyetinin anlaşılmasında, irdelenmesi gereken bir diğer kavram


demokrasidir. Hak, özgürlük ve demokrasi arasında çok sıkı bir bağın mevcut olması
ve hak arama faaliyetinin demokratik rejimlerde mümkün olması nazara alınırsa,
demokrasi kavramının üzerinde durulmasının zaruri olduğu anlaşılır.

Demokrasi; üzerinde çok uzun yıllar tartışılan bir kavramdır. Demokrasi


terimine bir çok kişi içinde bulunduğu duruma veya bakış açısına göre farklı içerikler
yüklemiş, bu da söz konusu kavram üzerinde bir anlam kargaşasının ortaya

24
Kubalı ,H. Nail: Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Siyasal Rejimler, İstanbul, 1964, s.141.
25
Akın, İlhan F.: Kamu Hukuku, Beşinci baskı, Beta Yayını, İstanbul, 1987, s.264.
26
Kapani, s.13; Sencer, s.3; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.4.

6
çıkmasına neden olmuştur27. Bilindiği gibi demokrasi deyimi ilk olarak Eski
Yunan’da kullanılmış, “demos” yani halk ile “Kratos”, Hakimiyet – İktidar
köklerinden meydana gelmiştir. Kısaca “Halkın Hakimiyeti” anlamını taşımaktadır
ve aslında en yalın olarak da bu şekilde tanımlanabilir.

Demokrasiyi en güzel ve kolay biçimde A.B.D. başkanlarından Abraham


Lincoln “Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesi” olarak tanımlanmıştır.
Demokrasi egemenliğin halka ait olduğu, egemenlik hakkına sahip halkın bu hakkını
doğrudan doğruya veya kendi seçeceği kimseler aracılığıyla kullanabilmesini ifade
etmektedir28. Demokratik rejim, herhangi bir ideolojiye, dogmatik bir düşünceye
bağlı olmayan, farklı anlayışlara saygı gösteren, bir hoşgörü ortamını açıklamak için
kullanılır29.

Günümüzde demokrasi denilince akla gelen “Çoğulcu demokrasi” anlayışıdır.


Çoğulcu demokraside toplumun yönetimi çoğunluğun iradesine dayanmakla birlikte
bu irade mutlak ve sınırsız değildir. Çoğulcu demokrasi, azınlığın fikirlerine saygı
gösterir ve onlara çoğunluk haline geçme hakkını tanır. Fransız İhtilalinde ortaya
çıkan çoğunlukçu Demokrasi anlayışı ise halk çoğunluğun mutlak iradesine dayanır
ve bu demokrasi yönteminde azınlığın hiçbir söz hakkı bulunmamaktadır30. Buradan
anlaşıldığı üzere temel hak ve özgürlüklerin varlığını sürdürebileceği, dolayısıyla da
hak arama hürriyetinin mevcut olabileceği anlayış çoğulcu demokrasidir.

Demokrasi ve İnsan hakları kavramları birbirleriyle yakından ilişkilidir.


Demokrasi anlayışı, çok uzun yıllar boyunca sürdürülen insan hakları mücadelesinin
bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İnsan hakları demokrasilerin düşünsel temelini
oluşturmakta, demokrasiler insana bağlı temel hakların gerçekleştirildiği yönetim
biçimlerini göstermektedir31. Bu iki kavram birbirine paralel bir gelişim

27
Çeçen, s.55; Köktaş, M. Emin: “Demokrasi Ölçümleri Bağlamında Türkiye’de
Demokrasi”,Türkiye İdare Dergisi, Y.1974, S.435, Haziran 2002, s.117.
28
Çeçen, s.55; Gözübüyük, s.22; Gören, Zafer: Anayasa ve Sorumluluk, C.1, Dokuz Eylül
Üniversitesi Yay., İzmir 1999, s.10; Özer, Atilla: Türklerde Devle Anlayışı ve Demokratik Rejim,
Ankara 2002, s.60.
29
Özer, s.61.
30
Kapani, s.172; Gözübüyük, s.23.
31
Çeçen, s.53.

7
göstermiştir. İnsan haklarının olmadığı yerde demokrasiden, demokrasinin olmadığı
yerde insan haklarının varlığından söz edilemez32. Bu yüzden demokrasi rejimi
insanı en üst değer olarak görür ve insan haklarını en üst noktaya taşımaya çalışır.

Demokrasi rejiminin en önemli özelliği hiç şüphesiz toplum açısından


özgürlükleri temsil etmesidir. Demokrasi soyut olarak toplum ve kişi yönünden
özgürlük anlamına gelmektedir33. Bireyler hiçbir dış baskı olmadan istekleri
doğrultusunda serbestçe hareket ettiklerinde özgür davranmış oluyorlarsa toplumun
aynı şekilde kendi kararını alarak, kendisini yönetmesi durumunda da özgürlüğe
ulaşmış olmaları söz konusudur. Bu yönüyle demokrasinin amacının toplumun
olabileceği ölçüde özgürlüğe ulaşması oluğunu söyleyebiliriz34.

Tüm bu açıklamalardan sonra, demokrasinin insan hakları ve özgürlük fikrine


dayandığı, kamu özgürlüklerinin gerçekleşebileceği en ideal rejimin demokratik
rejim olduğu söylenebilecektir35. Hak ve özgürlükler en iyi şekilde demokratik
rejimlerde hayat bulmaktadır. Anti demokratik bir yönetimin olduğu yerde, bireylerin
hak ve özgürlükleri sadece görünüşte mevcuttur. Dolayısıyla da böyle bir yerde hak
arama hürriyetinin varlığından söz edilemez. Demokrasi, tüm bireylere hak arama
yollarını tamamen açan, hak ve özgürlükleri koruyan, ilerleme uygarlık ve çağcıl bir
yönetim anlayışını ifade eder36.

E. HUKUK DEVLETİ

Hukuk Devleti ilkesi, çok uzun yıllar boyunca bir takım aşamalardan geçerek
günümüzdeki anlamını kazanmış, üzerinde çok fazla durulmuş ve birçok yazar
tarafından tanımlanmaya, açıklanmaya çalışılmıştır. Hukuk Devleti ilkesi, üzerinde
genişçe durulması gereken apayrı bir çalışmanın konusudur. Bu yüzden konumuz

32
Türk, Hikmet Sami: Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, İkinci Baskı, Ankara 1999, s.32;
Selçuk, Sami: Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü, Yeni Türkiye Yay. , Ankara 2001, s.50.
33
Çeçen, s.58; Gözübüyük, s.22; Gören, s.19.
34
Çeçen, s.58; Gözübüyük, s.22.
35
Kapani, s.173.
36
Selçuk, s.50.

8
açısından önemli olan, hukuk devleti ile hak arama hürriyeti arasındaki bağı
kurmaktır.
Bilindiği gibi, 1982 Anayasasının 1. maddesinde Türkiye Devletinin bir
Cumhuriyet olduğu söylendikten sonra, 2. madde de Cumhuriyet’in nitelikleri
sayılmış ve bu nitelikler arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiştir. Cumhuriyet’in nitelikleri arasında sayılan Hukuk Devleti ilkesinin bir
tanımı Anayasa ve diğer pozitif hukuk metinlerinde yapılmamıştır. Bu tanım doktrin
ve içtihatlara bırakılmıştır. Bu kavram yer, zaman ve kişiye göre değişiklik
arzettiğinden farklı tanım ve yorumlar ortaya çıkmıştır.

Hukuk Devleti kavramı ilk defa 1860’lı yıllarda iki Alman hukukçu
tarafından kullanılmış, felsefi temelleri Fransız Devrimi ile atılmış ve Fransız İnsan
ve Yurttaş Hakları bildirgesi ile (1789) hayat bulmuştur37. Bu bildirgede hukuk
kurallarının üstünlüğü kabul edilmekte, temel haklar Anayasa ve yasalarda yer
almakta, yasalar hükümet ve idareyi bağlayan normlar haline gelmekteydi. Böylece
başta bulunan siyasal iktidarın keyfiliğine son verilip devlet iktidarı sınırlandırılmış
olacaktı. Fransız Devrimi ile ortaya çıkan bu kavram idari yargı denetiminin
gelişmesi ile, sistematik hale gelerek 19. yüzyılın sonunda birçok devlet bakımından
kabul gördü ve şimdiki anlamını kazandı38. Hukuk Devleti, devletin bütün eylem ve
işlemlerinin hukuk kurallarına dayandığı, ülkedeki hukuk düzenine yalnız bireylerin
değil, idarenin de uyduğu; vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulunduğu ve insan
haklarına saygıyı kendine amaç edinmiş bir sistemi ifade etmektedir39. Hukuk
Devleti ilkesinin açıklanmasında Anayasa Mahkemesi de kararlarında “Hukuk
Devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzenini
kuran ve bunu devam ettirmekle kendini hükümlü sayan, bütün davranışlarında

37
Kaboğlu, İbrahim Ö: Türkiye’de Hukuk Devletinin Gelişimi, İnsan Hakları Yıllığı, C. 12, 1990,
s.139; Atay, Ender Ethem: İnsan Haklarının Gerçekleştirilme Şartı Olarak Hukuk Devleti, Polis
Dergisi, Y. 9, S.36, Temmuz - Ağutos - Eylül, 2003, s.104.
38
Kaboğlu, Hukuk Devleti, s.140; Atay, s.105; Onar, Sıddık Sami: İdare Hukukunun Umumi
Esasları, C. 1, 3. Bası, İstanbul 1966, s.141.
39
Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku,Yetkin yay.,Ankara 2003, s.89; Akad, Mehmet: Teori ve
Uygulama Açısından 1961 Anayasasının 10.Maddesi.İstanbul, 1984,s.131; Özay, İlhan: Gün Işığında
Yönetim,Alfa yay.,İstanbul 1996,s.109-110; Atay,s.105; Gözübüyük, s163; Özer,s.91; Atar,
Yavuz:Türk Anayasa Hukuku,Mimoza yay.,Konya 2000,s.68;Boyacı,Ender Kamil: “Hukuk Devleti
ve Savunma Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.735; Tunga,Onur: “Hukuk Devleti ve Savunma
Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.704.

9
hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun, bütün eylem ve işlemleri yargı denetime
bağlı olan devlet demektir”40 şeklinde birçok tanım yapmıştır.

Hukuk devleti anlayışına gelinceye kadar olan süreçte, ülkenin hükümdarın


mülkü olarak kabul edilen mülk devlet, 17. ve 18. yüzyıllarda ise sınırsız yetkilerle
donatılmış olan devlet gücünün keyfilikle herkesin haklarına karışan polis devlet
anlayışlarından geçilmiştir. Bu devlet anlayışlarında devletin hukuk kuralları ile bağlı
olması söz konusu değildi. İşte Hukuk Devleti, bu anlayışların yarattığı zulüm ve
haksızlık ortamına son vermek için ortaya atılmıştır. Bu nedenle Hukuk Devletinin
amacının, yönetimin yetkisini keyfi kullanmasını önlemek, ,istikrarsız uygulamaları
ortadan kaldırmak, insan haklarını ve insan onurunu yüceltmek olduğunu
söyleyebiliriz41.

1. Hukuk Devletinin Unsurları

Hukuk Devletinin tanımı yukarıdaki şekilde yapıldıktan sonra anlaşılacağı gibi


bir devletin Hukuk Devleti olarak kabul görmesi için bir takım unsurları bünyesinde
bulundurması gereği kendiliğinden ortaya çıkar. Öncelikle tüm devlet organları,
hukukla bağlıdırlar ve hukuk düzenin gereklerine uymakla yükümlüdürler. Yasama,
yürütme ve yargı organları tarafından bölüşülen devletin yetkisi, devletin otoritesine
karşı bireyin korunmasını sağlar ve bu organlar hukuka uygun davrandıkları sürece
birey hukuki güvenlik içinde yaşamını idame ettirir42. Devlet organları Türk Pozitif
Hukuku içerisinde yer alan tüm kurallarla, bu arada milletlerarası antlaşmalar,
anayasa teamülleri, örf – adet kuralları ile diğer teamüller ve hukukun genel ilkeleri
ile bağlıdırlar ve faaliyetlerini yerine getirirken bu kurallara uyarlar43.

Hukuk Devletinin diğer özelliği ise, temel hak ve hürriyetleri garanti altına
almasıdır. Temel hak ve hürriyetler daha önce de belirttiğimiz gibi demokratik
rejimin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu hak ve hürriyetlerin tam olarak sağlanmadığı

40
E.1976/1,K.1976/28,K.T.25.05.1976,AMKD.,S.14,s.189.
41
Erdoğan, Mustafa: Anayasal Demokrasi, Ankara 1999, s. 83; Atar, s.68; Atay, s.106.
42
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku” s.143; Atay, s.106.
43
Özbudun, s.96; Atay, s.70 – 71; Çeçen, s.275.

10
veya bunların kullanılmasını engelleyecek derecede sınırlandırıldığı bir yerde hukuk
devleti vardır denemez. Hukuk Devleti’nin bir diğer özelliği ise; kanunların anayasa
uygunluğunun denetiminin yapılmasıdır. Türkiye’de hukuk devleti ilkesine geçişin
1961 Anayasası ile olduğu söylemi de bu özellikten kaynaklanmaktadır. Çünkü
kanunların Anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir kurum 1961 Anayasasından
önce oluşturulmamıştı. 1961 Anayasasıyla birlikte Anayasa Mahkemesi kurularak,
kanunların anayasaya uygunluğu konusundaki denetim görevini ifa etmeye başlamış
ve böylece hukuk devletinin bu gereği de sağlanmıştır.

Hukuk Devleti ilkesinin bir diğer şartı ise, idarenin her türlü eylem ve
işleminin kanunlarla düzenlenmiş olmasıdır. İdare yaptığı tüm faaliyetlerde
kanunlara uygun davranmakla yükümlüdür. İdare hukuk dışı hiçbir eylemde
bulunamaz. Hukuk Devleti ilkesinin belki de en önemli unsuru ise; idarenin her türlü
faaliyetinin yargı denetimine tabi olmasıdır. İdare her türlü eylem ve işleminde
hukuka uygun davranmakla yükümlü olmasına karşın, bu yükümlülüğü yerine
getirmek istemeyebilir ve hukuk dışı işlemlerde bulunabilir. İdarenin bu keyfiliği ise
bir kaos ortamının oluşmasına neden olabilir. Hukuk devletinin özü idarenin her türlü
davranışının yargı denetimi altında olmasıdır. Ancak bilindiği gibi, idarenin bir takım
eylem ve işlemleri değişik saiklerle yargı denetimi dışında bırakılmakta; böyle bir
denetim “sözde yargı denetimi”, böyle bir devlet anlayışı da “kendine özgü bir
hukuk devleti” olarak tanımlanmaktadır44. Etkin bir yargı denetiminin bulunmadığı
yerlerde, gerçek anlamda bir hukuk devletinin varlığından söz etmek de mümkün
olamaz. Ancak yargı denetiminin etkinliği ve kanunların Anayasa’ya uygunluğu da
önemli bir konudur. Kanunların kendisi Anayasa’ya aykırılık ihtiva ediyorsa, bu
durumda vatandaşların anayasal hakları ihlal edilmiş olacaktır45. Anayasa
Mahkemesi kararlarında da, idarenin yargısal denetiminin hukuk devleti için olmazsa
olmaz koşulu olduğu, hukuk dışı davranmakta ısrarlı olan idarelerin ancak yargı
erkinin gücü ile frenleneceği belirtilmiştir46.

44
Kaboğlu, Hukuk Devleti, s.143; Özay, s.110; Özer, s.98; Özbudun, s.97; Toklu, s.36.
45
Özbudun, s.100; Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.143 – 144
46
“Hukuka uymayan bir idareyi bu tutumundan vazgeçiren, onu meşruluk ve hukukilik sınırı içinde
kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve yetkisidir.” AYM. , 21.01.1977 gün ve E:
1976/43, K: 1977/4, AMKD, 1978, s.15.

11
Hukuk Devleti ilkesinin bir diğer şartı da, idarenin faaliyetleri sırasında
verdiği zararları karşılamak durumunda olmasıdır. İdare faaliyetlerini
gerçekleştirdiği esnada, herhangi bir özel şahsa veya kuruluşa zarar vermişse, bu
zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğünü yerine getirmek istemeyen
idareler bu zararı yargı yoluna başvurulması durumunda mecburi olarak karşılarlar.

Hukuk Devleti ilkesinin son şartı ise, yargı organının bağımsızlığı ve hakim
teminatının sağlanmış olmasıdır. Denetim faaliyetini gerçekleştirecek olan makamın
dış baskılara maruz kalması ve teminatsız bulunması, görevini yerine
getirememesine neden olacağı gibi, yargı denetiminin ciddi ve etkin olduğu da
söylenemeyecektir. Bağımsızlık deyimi bir organın diğer organların müdahalesi
olmadan faaliyetlerini yerine getirmesini ifade ederken, mahkemelerin bağımsızlığı
ise hakimlerin her türlü baskıdan uzak, tamamen hukuka ve vicdanlarına göre adil,
objektif kararlar vermesini anlatır47. Hakimler kararlarını hukuka aykırı olarak başka
kurumların telkinine göre veya davadaki taraflardan herhangi birinin etkisi ile
verirlerse, bu zamanla tüm toplumun adalete olan güvenini sarsacak, bu da temel hak
ve hürriyetlerin, demokrasinin, en önemlisi Hukuk Devletinin erozyona uğramasına
neden olacaktır48.

Anayasa Mahkemesi de yargı bağımsızlığını ve hakimlik teminatını


açıkladığımız şekilde anlamaktadır. Anayasa Mahkemesi bir kararında yargı
bağımsızlığını “ Yargı bağımsızlığı, yargının hiçbir organ ve makama bağlı olmadan,
emir ve talimat almadan görevlerinin özgür biçimde yerine getirebilmesidir. Yargı
görevine ilişkin olarak mahkemelere hiçbir telkin ve tavsiyede bulunulamaz ve
genelge gönderilemez. Herhangi bir baskının yapılması kadar yapılabilme olasılığı
da yargı bağımsızlığını zedeler. Yasama, yürütme ya da öteki güçlerin denetimine
bağlı ve etkisine açık olan yargı bağımsız olamaz”49 şeklinde açıklarken, hakimlik
teminatı için de “Hakimlik teminatı, hakimlere tanınan bir ayrıcalık değil, toplum
için kabul edilen ve hakimlerin görevlerini tam bir güven ve tarafsızlık içinde

47
Ünver, Yener: “Yargı Bağımsızlığı Açısından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”, İÜHFM,
C:53, S.1 – 4, 1988 – 1990, s.153; Özer, s.95.
48
Çeçen, s.118; Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.144; Özer, s.95.
49
2.10.1995 gün ve 22431 sayılı Resmi Gazete s.24 – 25, (27.4.1993 gün ve E: 1992/37, K: 1993/18)

12
yapabilmelerini sağlayan bir kurumdur. Burada söz konusu olan, hakimin kişisel
yararı olmayıp, kamunun yararıdır. Hakimlik teminatının amacı, hakimlerin kişisel
nüfuz ve itibarlarının yükseltilmesi ve huzurlarının sağlanmasından çok, hakimlerin
özgür ve tarafsız karar verebilmelerini sağlamak, dolayısıyla topluma, adaletin her
türlü baskı ve etkiden uzak olarak dağıtıldığı hususunda güven vermektedir”50
şeklinde karar vermiştir.

Yargının bağımsızlığı kısaca, bir mahkemenin yasama, yürütme ve diğer


yargı organları, basın yayın kuruluşları ve hiçbir kişi ile kuruluşun etkisi olmadan,
bağımsız bir şekilde, teminata sahip olan hakimler tarafından hukuka uygun ve adil
kararlar verilmesini amaç edinen anayasal bir ilke olarak açıklanabilir51.

Hukuk Devleti ilkesinin gerçekleşmesi için gerekli olan tüm bu şartların


incelenmesi neticesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu şartları bünyesinde
barındırdığı söylenebilir. Ancak bu şartların hepsi ayrı ayrı ele alındığında bir ülkede
bunların her an aranılması gerektiği sonucuna varılır. Yani bu unsurlardan herhangi
biri, belli bir zaman dilimi içerisinde işlemez hale gelir ise, o devlet hukuk devleti
olma niteliğini kaybeder. Bu yüzden yukarıda zikrettiğimiz unsurlar mevcudiyetlerini
kesintisiz olarak devam ettirmelidir. Hatta belirttiğimiz bu unsurların Türkiye’de
etkinliğinin yeterli olmadığı idarenin her eylem ve işleminin yargı denetiminde
bulunmadığı, yargı bağımsızlığı ile hakim teminatının tam olarak sağlanamadığı ileri
sürülerek, Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti
olduğunu belirtmiş olmasının sadece olması gerekeni anlatıp, gerçeklikten uzak
olduğu yolunda düşünceler de bulunmaktadır52.
2. Hukuk Devleti Ve Demokrasi İlişkisi

Hukuk Devleti ve demokrasinin anlamı, niteliği kavrandığında, ikisi arasında


birbiri ile örtüşen bir bağın varlığı görülebilir. Bir yerde demokrasi kültürünün

50
15.5.1963 gün ve E: 1963/125, K: 1963/112; AMKD, S.1, Ankara 1964, s.233.
51
Kunter, Nurullah: Muhakeme Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yay., İstanbul 1989,
s.320 – 326; Atar, s.267.
52
Özay, s.111 – 112, Yazar “ cüppe insanı papaz yapmayacağına göre” sırf Anayasa’da yazılmış
bulunmak bir düzeni Hukuk Devleti kılmaz şeklinde Frenkler zamanında söylenen bir özdeyişi
kullanmıştır.

13
gelişmesi ve kökleşmesi, o yerde idarenin keyfiliğini sınırlayan ve tamamen hukuka
uygun işlemler yapmasını sağlayan bir devlet anlayışının ortaya çıkmasını
sağlayacaktır53. Demokrasi temel hak ve hürriyetleri koruma altına alan, halkın kendi
kendini yönetmesini sağlayan, insan haklarını temel hedefi olarak gören bir rejim
olduğuna göre, demokratik yönetimin gelişmesi, hukuk devleti ilkesini beraberinde
getirecektir.

Demokrasi ve Hukuk Devleti ilkesinin birbiri ile örtüştüğü ve birbirine


paralel bir gelişim çizgisi gösterdiği sonucu, demokrasinin çoğunlukçu anlayışın
ürünü olduğu dönemler için söz konusu olamaz. Daha önce de değindiğimiz üzere,
çoğunlukçu demokraside, iktidarın gücü sınırsız kabul ediliyor ve azınlığa hiç bir söz
hakkı tanınmıyordu. Böyle olunca da, siyasal iktidar sınırsız olan gücünü, hukuku da
hiçe sayarak kullanabiliyordu. Halbuki hukuk devleti anlayışı, idarenin tamamen
hukuka bağlılığına dayanmaktadır. Çoğunlukçu demokrasi anlayışının geçerli olduğu
dönemlerde, hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilememiş olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır54.

Hukuk Devleti ilkesinin demokrasiye olan katkısını gözden kaçırmamak


gereklidir. Hukuk Devletinin temel amacı, demokrasiyi kurma, hukuk düzenine
demokratik değerleri yerleştirme ve azınlıkta kalan düşüncelerin özgürlüklerini
muhafaza ederek, muhalefet etmelerini sağlamaktır55.

Çoğunlukçu Demokrasi anlayışından çoğulcu anlayışa geçilmesi esasen,


hukuk devleti ilkesinin bir aracı olan Anayasa yargısı ile olmuştur. Anayasa
yargısıyla kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetlenmeye başlanmış, böylece
siyasal iktidar bu bakımdan sınırlanarak, mutlak demokrasiden hukukla sınırlı olan,
özgür halkın yönetimi anlayışı benimsenmiştir ki, bu demokrasi biçimine “Anayasal

53
Selçuk, s.144; Yazıcı, Serap: “Hukuk Devleti ve Demokrasi”, İstanbul Baro Dergisi, C.73, S.2,
s.259.
54
Kaplan, Gürsel: “Hukuk Devleti Açısından İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü ve Sınırları”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi,, İstanbul 1999, s.34.
55
Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.146.

14
Demokrasi” adı verilmiştir56. Anayasal demokrasi terimi için kısaca demokratik
hukuk devleti veya hukuk yoluyla demokrasi de denilebilir.

3. Hukuk Devleti Ve İnsan Hakları İlişkisi

Hukuk Devleti ve İnsan Hakları deyimlerinin birbirine yakın anlamlar ihtiva


ettiği, zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldıkları bilinmektedir. Bunun nedeni
ise iki kavramın birbirini tamamlar nitelikte olması ve birinin bulunmadığı yerde
diğerinin varlığını sürdürmesinin mümkün olmamasıdır. İnsan haklarının varlığı
Hukuk Devleti olmanın bir şartı olduğu gibi, hukuk devletinin insan haklarını
düzenlemesi ve koruması bu ilişkinin çift taraflı yönünü gözler önüne sermektedir57.
Zaten polis devlet anlayışından hukuk devletine geçilmesinin asıl sebebi, insan
haklarının tam olarak gerçekleştirilmesi gayesine dayanmaktadır.

Hukuk Devleti ilkesinin gerçekleşmesi için gerekli unsurlar, aynı zamanda


insan hakları öğretisinin de varlık sebebini oluşturmaktadır. Yani hukuk devleti için
gerekli olan siyasal iktidarın sınırlanması, idarenin ve yasama faaliyetlerinin yargı
denetimine tabi olması, hakimlik teminatının sağlanması ve diğer koşullar aynı
zamanda insan haklarının var olmasını ve gelişmesini kolaylaştırmıştır. Bu
bakımdan, hukuk devleti ile insan hakları kavramlarının eş zamanlarda ortaya
çıktığını ve birbirlerinin doğal sonucu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır58.

Bir siyasal rejimin demokrasi olmadığı ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesinin


gerçekleşmediği bir devlet düzeni otoriter yapıya sahip olacaktır. Bu şekildeki bir
otoriter yapı ise, insan haklarının geri kalmasına ve hatta yok olmasına neden olur.
Hukuk Devleti ilkesi yaşama geçirilmedikçe, insan hakları ilkesi varlığını
sürdüremez, devletin yapısı anti-demokratik bir yapıya dönüşür ve devletin bu
otoriter şekli zamanla insanlık ayıbı sayılan işkence uygulamalarına neden olur59.

56
Erdoğan, “Anayasal Demokrasi”, s.76; Kaplan, s.36.
57
Çeçen, s.102; Kaplan, s.37.
58
Çeçen, s.102; Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.145; Kaplan, s.37.
59
Çeçen, s.102 – 112;Demirbaş,Timur:Türk Ceza Hukukunda İşkence Suçu, D.E.Ü.H.F.Döner
Sermaye İşletmesi.yayın no:23, Ankara, 1992,s.1.

15
Bilindiği gibi, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, nasyonal – sosyalist
ve faşist akımların etkisiyle insan hakları ve insan onuru hiçe sayılmış, birçok insan
yok yere katledilmiştir. Bundan sonra insan hakları kavramı ve hukuk devleti
ilkesinin önem kazandığını görmekteyiz. İlk olarak 1919 Weimer Anayasası ve 1947
tarihli İtalyan Anayasaları’nda insanın dokunulmaz haklara ve aynı sosyal onura
sahip olduğu açıklanmış, bu görüş zamanla birçok ülkenin anayasasına ilham vermiş
ve siyasal iktidarların insan haklarını temel alarak düzenlemelerde bulunmasını
sağlamıştır60. Böylece insan hakları kavramı hemen hemen bütün devlet
Anayasalarında yer almış ve hukuk devleti ilkesinin çekirdeğini oluşturmuştur.

Zaman içerisinde insan hakları kavramı o kadar büyük bir öneme sahip
olmuştur ki, insan haklarının sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası platformda da
korunması ve böylece ortak bir hukuk düzeni yaratılması söz konusu olmuştur61.
İnsan hakları, evrensel normları ifade etmektedir. Bu yüzden uluslararası
mekanizmalar aracılığıyla bir denetim sistemi oluşturulmaya başlanmıştır. Böylece
devletlerin kendi vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmesi halinde,
oluşturulan bu evrensel hukuk, söz konusu devletlere gerekli yaptırımları
uygulayabilmektedir.

4. İnsan Onuru62

Hak arama hürriyetinin açıklanmasını sağlayan diğer önemli bir kavram da


“insan onuru” dur. İnsan onuru kavramı, hak arama hürriyetinin temel sebebini
oluşturmakta ve hak arama kavramı insanın hak ettiği bir şekilde haysiyetli bir yaşam
sürmesi amacı ile anlam kazanmaktadır. Anayasanın başlangıcında açık bir şekilde
“her Türk vatandaşının….hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi
ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu”
belirtilmektedir. Böylece anayasa insan hakları kavramının temel amacının insanın
varlığını ve insan onurunu korumak olduğunu kabul etmiştir.

60
Akad, s.24 – 30; Kapani, s.308; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.34.
61
Çeçen, s.128; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.43.
62
Şimşek, Oğuz : “Anayasa Hukukunda İnsan Onuru Kavramı ve Korunması”, ( Yayınlamamış
Doktora Tezi ), İzmir 1999

16
İnsan onuru insanın doğal eşitlik ve özgürlük haklarının varlık nedeni olup
insan için vazgeçilmez nitelikteki mutlak, dokunulmaz, yalnızca insan olmak hasebi
ile kazandığı temel değeri ifade etmektedir63. Her insan toplum içinde varlığının
diğer bireylerce tanınmasını saygı duyulmayı beklemektedir. Bu beklenti aynı
zamanda bir talep hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyler kendilerine saygı
gösterilmesini talep etme hakkına sahiptirler. İnsan onuru insanın özerkliğinin varlık
nedeninin özünü teşkil etmekte, insanın özüne dokunulamayacağı temel fikrine
dayanmaktadır 64.

Rejimini demokrasi kültürü olarak kabul etmiş olan devletlerde insan onuru
en üstün hak kategorisinde yer almaktadır. İnsan onuru en üst değer olarak kabul
edilmektedir. İnsan onuru ilkesi insanın bireysel ve toplumsal varlığının temel
koşullarını sağlayan ve devlete yükümlülük getiren bireylere saygı gösterilmesi
gerektiğini ifade eden bir anlayıştır65.

İnsan onuru kavramının hak arama hürriyeti ile ilişkisini kurmak çalışmamız
açısından asıl önemli olandır. Hak arama hürriyeti olarak ifade ettiğimiz temel insan
hakkının asıl hedefi bireylerin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin güvence
içerisinde bulunmasıdır. Bu nedenle hak arama hürriyetinin kaynağı insan onuru
kavramında saklıdır. Aynı şekilde hak arama hürriyetinin yargılama aşamasında
görünümü olan adil yargılanma hakkı ve daha özel olarak hukuki dinlenilme
hakkının da insan onuru kavramıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Adil yargılanma
ve hukuki dinlenilme hakkı ile yargılamada bireylerin yargılamanın objesi haline
getirilmesi, küçük düşürülmesi engellenmiş ve bireyin yargılama sujesi olarak ona
saygı gösterilmesi kendisini hiçbir baskı olmadan ifade etmesi böylece yargılamada
etkin olması sağlanmaktadır66.

63
Şimşek, s.3-7; Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Yetkin
Yay., Ankara 2003, s.43.
64
Şimşek, s.7; Özekes, s.45.
65
Şimşek, s.45
66
Pekcanıtez, Hakan: “Hukuki Dinlenilme Hakkı”, Seyfullah Edis’e Armağan, İzmir 2000, s.756;
Özekes, s.44; Şimşek, s.168-169.

17
İnsan onuru kavramının somut olarak ortaya koymak ve bir tanımını vermek
çok zor olarak görülmektedir. Bunun temel nedeni insan hakları kavramının anayasa
hukuku içerisinde en soyut konulardan biri olmasıdır. İnsan onuru kavramının kısaca
insanın doğasını, özünü insanın insan olması sebebi ile sahip olduğu değerleri, ifade
ettiğini söylemek mümkündür67.

Türk Anayasa Mahkemesi insan onuru kavramını “insan haysiyeti kavramı,


insanın ne durumda, hangi şartlar altında bulunursa bulunsun sırf insan oluşunun
kazandırdığı değerin tanınmasını ve sayılmasını anlatır. Bu öyle bir davranış
çizgisidir ki, ondan aşağı düşünce, muamele ona muhatap olan insanı insan olmaktan
çıkarır. İnsan haysiyeti kavramını, toplumların kendi görenek ve geleneklerine ve
topluluk kurallarına göre saygıya değer olabilmesi için bir insanda bulunmasını
zorunlu gördükleri niteliklerle karıştırmamak gerekir” 68 şeklinde anlamaktadır.

Hak arama hürriyetinin temel amacı, insan hakları kavramının özünü


oluşturan insan onurunu en üst değer olarak korumaktır. Hak arama yollarının
bireylere tanınması insan onurunun teminat altına alınmasına yönelik usulleri
gösterir.

II. İNSAN HAKLARI

A. GENEL OLARAK

İnsan hakları, içerisinde bulunduğumuz yüzyıla damgasını vuran, dünya


gündeminde ilk sıralarda yer alan en önemli konuların başında gelmektedir. Bu
kavram o kadar popüler bir değer kazanmıştır ki, hukuki, siyasi ve sosyal alandaki
hemen tüm kurum ve konular bu kavramla açıklanmaya çalışılır olmuştur. Her
konunun insan hakları ile ilgili bir boyutunun olması bu kavramı daha büyülü ve
tılsımlı bir hale getirmektedir69. İnsanın günlük hayatındaki her türlü faaliyeti, gerek
diğer insanlarla, gerekse devlet makamları ile olan her türlü ilişkileri, serbest bir

67
Şimşek, s.250;Özekes, s.40-42.
68
28.06.1966 tarih ve E.1966/132, K. 1966/29, RG 27.06.1967.
69
Çeçen, s.3.

18
şekilde hayatını sürdürebilmesi, aslında insan haklarının bir parçasını oluşturmakta
ve insan farkına varmadan bu haklarla iç içe yaşayıp, bu haklardan
70
yararlanmaktadır .

İnsan haklarının konusu bizatihi insanın kendisidir. İnsanların birbirinden


ayrılan yönleri, farklı tarafları bulunmaktadır. Ancak tüm insanlar benzer temel
anatomik ve fizyolojik özelliklere sahiptirler. Bu ortak özelliklerin bulunması
“insanlık” deyiminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dolayısıyla; insan hakları
kavramının doğuşunun, insanın ortaya çıktığı ilk güne kadar götürülebileceğini
söylemek yanlış olmaz71. İnsan hakları kavramı ile insanlığın ortaya çıkmasının
paralel bir gelişim göstermesi, bu hakların kaynağının insanlık doğasında yattığı ve
bunun karşımıza “insanlık onuru” olarak çıktığı sonucuna ulaşılabilir72.

İnsan haklarının günümüzdeki anlamını kazanması ve bu hakların insanlara


kayıtsız ve şartsız tanınması çok kolay olmamıştır. Tarihi süreç içersinde bu haklara
sahip olmanın mücadelesi insanlar tarafından sürekli olarak verilmiştir. İnsan
haklarının güvence altına alınması isteği insanlığın mevcut siyasal iktidarlara karşı
en güçlü ve en etkin çağrısı olmuş, birçok şerefli insan bu uğurda yaşamlarını
yitirmişlerdir73. Özellikle 20. yüzyılda insanlığın geçirdiği iki büyük savaş ve bu
savaşların çıkmasına neden olan totaliter rejimlerin insanlara yaşattığı soykırım,
işkence ve toplama kampları gibi olaylar, insanlığın ortak vicdanında derin tepkilerin
doğmasına neden olmuş ve insan onuru kavramının önemi artmıştır74. Bugün kabul
edilen anlayışa göre; insan haklarının en üstün ahlaki haklardan olduğunu ve bunun
temelinde insana verilen değerin yattığını, bu şekilde insan haklarının tüm insanlığın
ortak değeri ve paydası olduğunu söyleyebiliriz75.

İnsan hakları üzerine yapılacak bir çalışma hukuk biliminin sınırlarını aşar.
Hukuk dışında felsefe, siyaset bilimi, tarih v.b. gibi alanların bu kavramın

70
Çeçen, s.3; Ünal s.7.
71
Çeçen, s.3 – 4; Ünal, s.7; Donnely, s.22.
72
Donnely, s.22.
73
Ünal, s.9; Uygun. S.13; Demircioğlu, s..1.
74
Daver,Bülent: “İnsan Hakları ve Türkiye”, Prof. Dr. Fadıl H. Sur’ un Anısına Armağan, s.526;
Türk, s.3 – 4.
75
Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.133; Erdoğan, “İnsan Hakları”, s.32; Türk, s.3; Uygun, s.14.

19
açıklanmasında önemli katkısı olacaktır. İnsan hakları kavramı o kadar geniş
kapsamlıdır ki, başlı başına bir çalışmanın konusunu oluşturur. Bu nedenle; konumuz
açısından, insan haklarını belirli sınırlar çizerek açıklama gayreti içerisinde olacağız.
Bizim amacımız, insan hakları ile hak arama hürriyeti arasındaki bağı ortaya
koymaktır. Bilindiği gibi, hak arama hürriyetinin bizatihi kendisi bir insan hakkıdır.
Bu nedenle insan hakları için geçerli olan hemen tüm öğeler hak arama hürriyetinin
de konusunu oluşturmaktadır. Bu açıdan, insan haklarının tanımını yapmak, felsefi
temelleri ve düşünsel boyutları üzerinde durmak konumuzun aydınlatılması için
yararlı olacaktır.

B. İNSAN HAKLARININ TANIMI

İnsan hakları kavramının, insanlığın var oluşu kadar eski olması, başlı başına
insanların haklarını kazanmak için yaptıkları mücadeleyi tanımlaması ve
günümüzün en önemli temel konularında biri durumunda bulunması, bu kavramın
tam olarak açıklığa kavuşturulmasını gerektirmektedir. Tarih boyunca bu kavram
tanımlanmaya çalışılmış, insan haklarının farklı boyutları dikkate alınarak farklı
tanımlamalar yapılmıştır. Hatta belli kavramlar insan hakları ile yakından ilişkili
olması nedeniyle, sanki insan haklarıyla eş anlamlıymış gibi kullanılmıştır. Bu
yüzden öncelikle insan haklarına çok yakın olan birtakım kavramlar ortaya
konulmalıdır.

İnsan hakları ile karıştırılan ilk terimin “kişi hakları” olduğu söylenebilir. Bu
haklar 17. ve 18. yüzyılda özellikle Fransız Devrimi sırasında ortaya çıkan ve
ticaretle zenginleşen burjuvanın kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için ve feodal
düzeni yıkma amacıyla dünya literatürüne kazandırdığı hak kategorisini
göstermektedir. Klasik haklar olarak da adlandırılan bu hakların temel özelliği,
kişilerin diledikleri gibi hareket etmesi, devletin bireylere karışmaması, pasif bir
tutum sergilemesidir. İşte tarihi süreçte ilk olarak ortaya çıkan bu haklar, insan
haklarının ilk kategorisini oluşturmakla birlikte, bugün için bu haklar Anayasalarda

20
yalnızca negatif statü haklarını ifade etmek için kullanılmaktadır ve insan hakları
kavramını karşılamamaktadır76.

Yurttaş veya vatandaş hakları ise, yine insan hakları kavramının bir alt
kategorisini oluşturmakta ve yalnızca vatandaşlara özgü verilen, onlara tanınan
hakları ifade etmek için kullanılmaktadır77. Ancak zaman içerisinde vatandaş
haklarının, insan hakları gibi kabul gördüğü de belirtilmelidir. Oysa insan hakları,
vatandaş haklarına oranla daha kapsamlı bir içeriğe sahiptir ve vatandaş olan –
olmayan ayrımı bu haklar için yapılmamaktadır.

İnsan hakları ile karıştırılan bir diğer kavram ise kamu özgürlükleridir. Kamu
özgürlükleri, belli hak ve hürriyetlerin Anayasa ve kanunlar tarafından düzenlenip,
sınırlarının tespit edilerek, insanlara kullanım imkanının tanınmasını, bu hakların
idareye ve yasa koyucuya karşı ileri sürülebilmesini ifade eder78. Bu anlamda insan
haklarının devlet tarafından tanınarak, pozitif metinlere geçmesi ile kamu
özgürlükleri deyimi ortaya çıkmaktadır. Ancak, insan hakları, kamu özgürlükleri
kavramından daha geniştir. İnsan hakları sadece Anayasa, kanunlar yani pozitif
metinlerle insanlara tanınan hakları değil, insanların kullanabileceği her türlü hak ve
özgürlük ile olması gerekene dair ideal programlar listesini ifade etmektedir79.

İnsan haklarına çok yakın olan ve hatta insan haklarının yerine ikame edilen
bir diğer kavram ise temel haklardır. Temel haklar kavramı, devletin var oluşundan
önce mevcut bulunan hakların Anayasalarda somutlaşmasını, devlet güvencesinin bu
şekilde sağlanmasını ifade eder80. Türk Hukuku’nda da temel hakları anayasal
güvenceye bağlanan haklar olarak anlama eğilimi söz konusudur. Temel haklar
deyimi, diğer haklara temel teşkil eden esas haklar, diğer haklardan yararlanmanın
temeli olan haklar şeklinde de anlaşılmaktadır81. Temel hakların ifade ettiği son
anlam ise, ulusal ve uluslar arası tüm pozitif metinler ile uluslar arası sözleşmeler ve

76
Uygun, s.22; Çoban, s.25.
77
Uygun, s.16.
78
Kapani, s.14; Tanör, s.14; Uygun, s.16; Atar, s.89; Gözübüyük, s.93.
79
Kapani, s.14; Tanör, s.14; Demircioğlu, s.2.
80
Kapani, s.14; Gören, s.14; Uygun, s.16; Atar, s.89.
81
Donnely, s.49; Atar, s.89.

21
demokratik Anayasalar ile tanınmış hak ve hürriyetlerin insan tarafından
kullanılabilir olmasıdır82. Ancak bazı yazarların temel haklar – temel olmayan
haklar şeklinde bir sınıflandırmanın yapılmasının, hak ve özgürlüklerin bütünlüğünü
zedelediğini ve haklar arasında hiyerarşik kavramlara neden olup, sakıncalı bir
takım durumların ortaya çıkacağı yolunda görüşleri bulunmaktadır83.

Yukarıda zikredilen tüm kavramlar bir şekilde insan hakları ile yakından
ilgilidir. Ancak bu kavramlarla, insan hakları arasında nüanslar olduğu ve bu
kavramların insan haklarını tam olarak anlatamadığı da açıktır. Bu nedenle insan
haklarının daha kapsamlı ve soyut olduğu söylenebilir.

İnsan hakları, devlet tarafından güvence altına alınsın - alınmasın tarihsel


süreçte onurlu bir yaşam için gerekli olan pozitif hukukun üstünde bir anlam taşıyan,
yalnız olanı değil olması gerekeni de içine alan, insan değerini,insanı korumayı,
maddi – manevi varlığının gelişmesini amaç edinen, insanın içinde bulunduğu somut
tehlikelerden kaynaklanan özgürlük arayışı biçiminde kendini gösteren, temelinde
insan doğasını barındıran, tüm insanların sahip olduğu kabul edilen, insanların
doğuştan elde ettiği, devredilemez, vazgeçilemez, ödün verilmesi olanaksız olan,
ahlaki niteliği bulunan ideal hak ve hürriyetler bütününü ifade eder84. Bu tanım,
insan haklarının tüm özelliklerini dikkate alınarak yapılmıştır. Bu tanım içerisinde
bulunan özelliklerin herhangi birinin olmaması, insan hakkı kavramına tam olarak
ulaşılmamasına neden olur.

İnsan hakları dil, din, ırk, cinsiyet, sosyal durum gibi hiçbir statü ayrımı
gözetmeden ki tüm insanlara insan olmaları nedeniyle ve insanlık onurunu
gerçekleştirme amacıyla tanınan, ortak idealleri göstermektedir. İnsanlar için ortak
olan bu hakların ortaya çıkmasının asıl nedeni ise, devlete karşı ileri sürülerek,

82
Atar, s.89; Çoban, s.26.
83
Sencer, s.6.
84
Çeçen, s.3; Kapani, s.14; Tanör, s.13 – 14; Ünal, s.9; Uygun, s.16; Gören, s.13; Türk, s.3;
Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.133; Erdoğan, İnsan Hakları, s.32; Atar, s.89; Özden, s.371; Sulhi,
Dönmezer: İnsan Hakları ve Yargı Bildirimi’nden “İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi , Dünyadaki
ve Türkiye’de ki Durumu”, Haziran 1998, s.22; Akyılmaz, Bahtiyar: “İnsan Haklarının Gelişim
Süreci” , Türk Hukuk Enstitüsü Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 56, Temmuz 2000, s.3.

22
devletin sınırlanması, devlet politikasının değiştirilmesi istemidir85. Bu bakımdan
insan haklarının talep edilmesinin en önemli dayanağı siyasal niteliktedir.

Anlaşıldığı üzere, insan hakları birçok önemli kavramı bünyesinde


bulundurmakta ve her geçen gün hayatımızda daha fazla yer kaplamaktadır.
İnsanların, insan olarak haysiyet içerisinde, yaşayabilmeleri için bu haklar
vazgeçilmez niteliktedir.

C. İNSAN HAKLARININ TARİHÇESİ VE FELSEFİ TEMELLERİ

İnsan haklarının günümüzdeki anlamını kazanmasının uzun bir zaman dilimi


neticesinde gerçekleştiğini ve bu süreçte, büyük bir mücadelenin verildiğini daha
önce söylemiştik. İnsan hakları kavramı yavaş bir gelişim süreci izlemiş ve her
dönemde bu hakların temelleri farklı bir şekilde açıklamaya çalışılmıştır. İnsan
haklarının tarihçesi ve felsefi kökenleri, aynı zaman da konumuz olan hak arama
hürriyeti ile ortaktır. Yani insan haklarının tarihi, aynı zamanda hak arama
hürriyetinin tarihini göstermektedir. Bu bakımdan insan haklarının tarihi gelişimi
konusu üzerinde kısa bir şekilde durmak gerekmektedir.

1. Antik Çağlarda İnsan Hakları

Antik çağlarda, insan hakları anlayışının farklı toplumlarda, farklı şekillerde


bir çizgi izlediği söylenebilir. Ancak bu dönemde genel itibarıyla, temel hak ve
hürriyetlerin insanlara tanınmadığı ve insan haklarının bu dönemde önemli bir
gelişmeye sahne olmadığı ifade edilebilir. Bu dönemde Çin, Hint ve Mezopotamya
medeniyetleri insanların en yüksek uygarlıklarıydı. Bu sayılan uygarlıkların kendine
has özellikleri ve toplum yapıları olmasına karşın bunların hiçbirinde insan haklarının
temelini oluşturan eşitlik ve özgürlük anlayışları insanlara tam olarak tanınmamıştı86.
Bu yüzden bu uygarlıklarda insan haklarını ilgilendiren önemli bir gelişme
olmamıştır.

85
Uygun, s.15;Kuçuradi, Ionna; “İnsan Haklarına Dayalı Anayasa veya Devlet Kavramı”,Anayasa
Yargısı,S.8,Ankara,1991,s.137;Türk,s.3.
86
Ünal, s.10 – 11.

23
Bu dönemde insan hakları kavramının gelişmesi açısından özellik arzeden
uygarlık ise Eski Yunan olmuştur. Temel hak ve hürriyetlerin düşünsel köklerinin
Eski Yunan site devletleri ile birlikte ortaya çıktığı söylenebilir. Yunan site
devletlerinin birçoğunda, vatandaşlar doğrudan doğruya bir araya gelip, devlet
yönetimine katılmaktaydılar. Bu durum, demokrasi rejiminin de ilk örneği olarak
kabul edilmektedir. Ancak bu demokrasi anlayışı asıl olarak çok dar bir oligarşiyi
içeriyordu. Vatandaşların devlete karşı ileri sürebilecekleri herhangi bir hakları
olmayıp, kişi bütün benliği ile devlete aitti ve otoriter devlet yapısı bireyleri
köleleştiriyordu87. Egemenlik bu dönemde kesin biçimde yönetici otoritenin elinde
toplanmıştı ve kişilerin otoriteye karşı ileri sürebileceği hiçbir hakkı yoktu.

Eski Yunan’da insan hakları düşüncesinin ilk felsefi kaynağını Stoacılar


oluşturmuştur. Stoacılar, devletin her şeyin üzerinde olmadığını, devlet kanunlarının
üzerinde bir tabii kanun bulunduğunu, insanların bu kanunu akıl yoluyla
bulacaklarını, tüm insanların eşit ve kardeş olduklarını söylemişlerdir88. Bu düşünce
anlayışı ilk kez insanı bir manevi değer olarak görmekle birlikte, ortaya koydukları
tabii hukuk anlayışı siyasal alanda anlam kazanamamış ve bir ahlak felsefesi olarak
kalmıştır89.

2. Orta Çağ’da İnsan Hakları

Orta çağda, insan hakları konusunda önemli gelişmelerin olduğunu söylemek


mümkün değildir. Bu çağda, siyasi yapı feodalite düzenine göre oluşturulmuştu. Halk
yöneticilere hizmet ediyor, sadık kalıyor, yöneticiler de halkın can ve mal
güvenliklerini koruyordu. Bu düzen ile devletin mutlak kudreti sınırlanmış, merkezi
devlet parçalanmış, hatta devlet kavramı silinmeye adeta yüz tutmuştur90.

Bu dönemde din olgusunun ön plana geçtiği, devlet yönetiminin dinden


etkilendiği ve insanların bazı hak ve özgürlüklere sahip olduğu söylenebilir.

87
Kapani, s.18; Ünal, s.11; Çeçen, s.23.
88
Kapani, s.18 – 19; Çeçen, s.23; Ünal, s.12 – 13.
89
Kapani, s.19; Ünal, s.13.
90
Kapani, s.23.

24
Hıristiyanlık dini, devlet olgusunun karşısına insan faktörünü çıkarmış ve böylece
insan onuruna değer verme yolunda önemli adımlar atmıştır91. Bu şekildeki bir
gelişme, düşünce tarihi açısından önemli rol oynamıştır. Ancak belirtilen bu
gelişmelere rağmen ortaçağın, insan hakları konusunda aydınlık bir dönemi ifade
ettiği söylenemeyecektir.

Bu dönemde hak ve hürriyetler din olgusunun ağırlığı ile ortaya çıkmıştır. Bu


sebeple orta çağdaki demokrasi anlayışı “başına teokrasi tacı giydirilmiş bir
demokrasi” olarak nitelendirilmiştir92. Ortaçağda insanlar, bir taraftan devletin, diğer
taraftan kilisenin egemenliği altında kalmış, kilise zamanla insan haklarının temeli
olabilecek; hak, hürriyet, eşitlik gibi kavramları tamamen unutarak, kendi
mekanizmasını güçlendirmek için, kendi menfaatine uygulamalarda bulunmuştur93.
Başlangıçta Hıristiyanlık dini vicdan hürriyetini, insanların temel haklarını
savunurken, Hıristiyanlığın devlet tarafından resmi din olarak kabul edilişinden sonra,
elindeki büyük gücünü, kendi nüfuzunu arttırmak için kullanmış ve ortaçağın insanlar
için karanlık bir devir olarak yaşanmasına sebebiyet vermiştir.

Ortaçağda değinilebilecek önemli bir gelişme de İngiltere’de 1215 yılında


imzalanan, kişinin can ve mal güvenliğinin olduğu belirtilerek, kralın yetkilerini
kısıtlayan Magna Charta (Büyük Şart) dır. Magna Charta ile kralın yetkileri
kısıtlanmış, kişi hak ve özgürlükleri genişletilmiştir. Bu açıdan Magna Charta insan
hakları kavramının ilk ve en önemli belgesi sayılmaktadır94.

3. Yeni Çağ’da İnsan Hakları

Bu dönemin hemen başında, siyasi yapıda önemli değişmeler olmuştur.


Ortaçağda başlayan feodal beyler ile krallar arasındaki siyasi mücadele krallar lehine
sonuçlanmış ve Avrupa’da çok büyük mutlak monarşiler ortaya çıkmıştır. Feodalite
ile parçalanan siyasal iktidar, yeniden tek bir elde toplanmış ve merkeziyetçi bir yapı

91
Kapani, s.26; Çeçen, s.24; Ünal, s.13.
92
Kapani, s.25.
93
Kapani, s.27 – 28; Çeçen, s.25; Ünal, s.13.
94
Ünal, s.13.

25
oluşturulmuştur. Bu dönemde kralların iktidarlarını doğrudan tanrıdan aldıkları, bu
yüzden onları sınırlandıran hiçbir kuvvetin olamayacağına, kişi haklarının hiçbir
değerinin olmadığına inanılıyordu95. Bu çağın başlangıcında, insan hakları
konusunda olumlu bir gelişme olmamıştır. Ancak siyasi yapıdaki değişiklik gelecek
açısından önemli ve olumlu gelişmelerin adımı kabul edilmiştir.

İnsanın sırf insan olduğu için doğuştan elde ettiği, vazgeçemeyeceği,


devredemeyeceği haklara sahip olduğu ve devlet tarafından bu haklara
dokunulamayacağı anlayışı ilk defa 17. yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle,
bu yeni dönem insan haklarının felsefi temellerinin atıldığı zaman dilimini
göstermektedir. İnsan hakları alanında meydana gelen bu değişimin temel nedeni ise,
doğal (tabii) hukuk öğretisinde yatmaktadır. Doğal hukuk, yazılı hukuktan önce gelen
ve ondan üstün olan, insanın insan olması nedenine dayalı, doğuştan kazandığı, devlet
tarafından bahşedilmeyen, devletin tanıyıp korumak zorunda olduğu, dinsel kalıptan
sıyrılmış, en üstün nitelikli hakları ifade etmektedir96. Doğal hukuk öğretisi, insanı en
önemli değer olarak kabul eder ve insanlara tanınan hakların üstün nitelikte olduğunu
ve bu hakların devlet tarafından korunacağını belirtir. Doğal hukuk görüşü, bu
anlayışıyla insan hakları kavramının doğuşunu sağlamıştır. Bu görüşle birlikte otorite
sınırlandırılmış ve otoriter anlayışlara insan hakları ile cevap verilmiştir. Ayrıca bu
zamanda ortaya çıkan tabii haklar kavramı, ilk çağ anlayışının tersine dine ve dini
dogmalara değil, laikliğe ve insan aklına dayanmaktadır97.

Bu dönemde ortaya çıkan ve insan hakları kavramının felsefi alt yapısını


oluşturan diğer önemli yaklaşım ise doğal hukuka dayalı olarak ortaya çıkan
toplumsal (sosyal)sözleşme öğretisidir. Sosyal sözleşme teorisine göre; insanlar
birlikte yaşamaya başlamadan önce sınırsız hürriyetlere sahiptiler. Ancak can ve mal
güvenlikleri bulunmuyordu. Bu yüzden insanlar bir araya gelerek bir sözleşme
imzalamışlar, devlet adı verilen siyasal organizasyonu kurmuşlar ve kendilerine ait
olan özgürlüklerin bir kısmından vazgeçerek, devletin gücünü tanımışlardır. Fakat

95
Kapani, s.28; Ünal, s.14.
96
Kapani, s.30; Çeçen, s.26; Ünal, s.15; Akad, s.8; Uygun, s.17; Erdoğan, İnsan Hakları, s.35.
97
Kapani, s.30; Çeçen, s.29; Uygun, s.17; Erdoğan, İnsan Hakları, s.36.

26
kendi haklarının esaslı unsurlarını kendilerinde muhafaza etmişlerdir98. Bu sözleşme
ile insanlar hak ve özgürlüklerini koruyabilecek bir siyasal kurum yaratmak
istemişlerdir. Devlet kendisi tarafından bahşedilmeyen, kendi varlığından önce
mevcut olan haklar ile bağlıdır, ayrıca bu hakları korumak ve bu haklara saygı
göstermekle yükümlüdür99. Bu teori aynı zamanda, devletin kuruluşunu açıklama
bakımından önem arz etmektedir. Bu teoriye göre, devlet insanların can ve mal
güvenliklerini korumak üzere bizzati insanların kendi haklarından feragat etmeleri ile
oluşturulan organizasyonu tanımlamaktadır.

Tabii hukuk anlayışı, 17. ve 18. yüzyıllara damgasını vurmuş, insan hakları
kavramının düşünsel temellerini ortaya koymuştur. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın
ilk yarısında ise, tabii hukuk anlayışının karşısında, Tarihi hukuk okulu kurulmuştur.
Bu okul, doğal hukuk anlayışının aksine hakların başlangıcının ve kaynağının tarih
olduğunu, tarih üzerinde bir otorite olamayacağını, hukukun ve devletin insana dayalı
olarak yaratılamayacağını savunmuştur100. Bu düşünceye göre, insanların sahip
olduğu haklar devleti kısıtlayamayacaktır.

4. Bireyci Görüşün Etkisinde İnsan Hakları

Tabii hukuk öğretisi, insan hak ve hürriyetleri alanında yeni bir dönemin
başlamasını sağlamış olsa da, öğretinin temel aldığı esaslar zayıf temeller üzerinde
inşa edilmişti. Tabiat hali ve sosyal sözleşme kuramları bir varsayımdan öteye
gidemiyor, rasyonelci düşünce anlayışı karşısında gereksinimlere cevap
veremiyordu101.

Doğal hukuk öğretisin bu şekilde eleştirilere maruz kalması, onu dayanaksız


hale getirmiştir. Ortaya çıkan boşluğu gidermek için Fransız Devriminin fikir akımı
olan bireycilik (ferdiyetçi doktrin) dikkate alınmış, tüm değerler ve olgular birey
üzerine oturtulmuş, insanın daha fazla haklara sahip olması düşüncesi kabul

98
Kapani, s.30 – 31; Akad, s.8 – 9; Ünal, s.15; Uygun, s.17; Akyılmaz, s.4.
99
Kapani, s.31.
100
Ünal, s.17 – 18.
101
Kapani, s.39; Çeçen, s.30; Uygun, s.17.

27
görmüştür102. Bu doktrin merkez olarak insanı ele almış ve insanı doğadaki en yüce
varlık olması hasebiyle amaç haline getirmiştir. Bu düşünce sistemi de devleti
tanımakta ve devletin insanların menfaatlerini korumak için kurulacağını
belirtmektedir. Bu anlayışla, tabiat hali ve sosyal sözleşme gibi hayali kavramlar terk
edilerek, insan haklarının doğrudan insan ile açıklanması söz konusudur103.

Bireycilik anlayışı ile insan kavramı en üstün değer olarak nitelendirilmiş,


devlet insanların temel hak ve hürriyetlerini sağlama fonksiyonu ile donatılmıştır.
Ancak bireycilik anlayışının ortaya koyduğu bu yeni akımların zamanla yetersiz
olduğu anlaşılmıştır. Kişilere çok ileri haklar tanınmakla birlikte, birçok insanın ne bu
haklardan haberi olmuştur, ne de bu hakları kullanabileceği bir imkan yaratılmıştır.
Devlete yüklenen pasif görev nedeniyle, devlet bireylere karışmamış, ve bu durum,
insan haklarının sadece belli elit bir zümreye tanınması sonucunu beraberinde
getirmiştir104. Bireyci görüşün zamanla aşırılığa kaçtığı, toplum düzeninde
dengesizliklerin oluştuğu, seçkinlere daha fazla hak ve yetkinin tanınmaya başlandığı
görülmüştür. İnsan hakları kavramı belli insanlar için hiçbir anlam ifade etmemiş,
herhangi bir yenilik getirmemiştir.

Bireyciliğin belirtildiği şekildeki bir kesimin ezilmesine neden olan yaklaşım


toplumcu bir düşünce tarzı ilave edilerek, sosyal hak kavramı yaratılmıştır. Buna göre
artık devlet temel hak ve hürriyetlerin tüm insanlara tanınması için müdahalede
bulunacak, herkese bu haklardan yararlanmanın kapılarını açacak, bu hak ve
hürriyetleri seçkin kesimin ayrıcalığı olmaktan çıkartacaktır105. Böylece devlet sosyal
bir fonksiyonu gerçekleştirmiş ve bireyci yaklaşım yerini toplumcu bir anlayışa
bırakmıştır.
5. Günümüzde İnsan Hakları

İnsan hakları düşüncesi günümüzde her türlü felsefi, siyasi tartışmanın odak
noktasında yer almaktadır. İnsan haklarını hayata geçirmeyen, bu düşünceyi referans

102
Kapani, s.39; Çeçen, s.30.
103
Kapani, s.40; Çeçen, s.31; Uygun, s.18.
104
Kapani, s.51; Çeçen, s.32.
105
Kapani, s.52; Çeçen, s.34.

28
olarak kabul etmeyen, iç düzenini ve dış politikasını buna göre ayarlamayan hiçbir
devletin bugünün şartlarında ciddi alınması beklenemez, hatta bu devletlerin
meşrulukları sorunu karşımıza çıkar106. Modern insan hakları anlayışı ilke olarak
tabii hukuk öğretisini kendisine örnek almış ve insanlar için vazgeçilmesi mümkün
olmayan tüm hakları bünyesinde toplamıştır. Bugün için insan hakları tüm yaşamın
merkezinde kendini hissettiren en önemli olgu niteliğindedir.

Günümüzde insan haklarının kaynağı insan doğası ile temellendirilmeye


çalışılmaktadır. Buna göre insan özgür bırakılmalı, kendi hür yapısına göre
davranmalıdır. İnsanın bu kendine özgü yapısı rasyonel olmasından ileri gelir ve
insana tanınan haklar insan tabiatının, insanın insanca yaşaması için gerekli varlık
şartlarıdır107. Bu konuda bir diğer görüş de insan haklarının temelinde insan doğası
olduğunu ancak bunun insanın fiziki doğası olmayıp, ahlaki doğası olduğunu
vurgulamış ve insan haklarının “kişinin özündeki onur”dan kaynaklandığını
belirtmiştir108. Bu düşünceye göre insan haklarına onurlu bir hayat için ihtiyaç
duyulmaktadır ve insan haklarının kaynağı insanın ahlaki doğasında yatmaktadır.

İnsan hakları artık evrensel olarak kabul görmektedir. İkinci Dünya Savışına
kadar bu hakların her devletin münhasır yetkisine dahil olduğu anlayışı kabul
görürken, bu tarihten sonra insan haklarının tüm devletleri ilgilendiren ortak nitelikte
olduğu ve yükümlülüğünü yerine getirmeyen devlete, diğer devletlerce gerekli
müeyyidelerin uygulanabileceği kabul edilmiştir109. İşte uluslararası boyuta ulaşan,
insan hakları kavramını çoğu uluslararası belgede de olduğu gibi insan onuruna
dayandırmak yanlış olmayacaktır. İnsan onurunun temelinde kişinin özgürleştirilmesi
vardır ve bu görev devlete verilmiştir110. İnsan onuru, “bilinçli olma, kendi kaderini
tayin etme ve kendi çevresini şekillendirme yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan

106
Akyılmaz, s.4.
107
Erdoğan, İnsan Hakları, s.37; Çoban, s.29.
108
Donnely, s.27; Erdoğan, İnsan Hakları, s.37; Uygun, s.19.
109
Ünal, s.21; Akyılmaz, s.4; Kapani Münci: İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, Bilgi
Yayınevi, 1991 İstanbul, s.20; Uygun, s.25.
110
Akad, s.35 – 36; Özden, s.374.

29
kaldıran ruhtur, manevi güçtür, İnsanı obje haline gelmekten alıkoyan hür
iradedir”111.

D. İNSAN HAKLARININ DÜŞÜNSEL BOYUTLARI

İnsan Haklarının gelişmesinde ve günümüze gelmesinde düşünsel boyutların


çok önemli bir rolü bulunmaktadır. İnsan hakları deyimi statik bir yapıda olmayıp,
her geçen gün değişim göstermektedir. İnsan hakları bu değişimlere paralel olarak her
geçen gün yeni boyutlar ve içerikler kazanmaktadır. İnsan haklarının düşünsel
boyutları, insan haklarının temelinde yatan en önemli olguları anlatır. Bunlar insan
haklarının temel hedefidir. Bu anılan düşünsel boyutlara insan hakları kavramı ile
ulaşılmıştır. İnsan haklarının tanınmadığı bir yerde, ona dair temel niteliklerinde
ortaya çıkmayacağı doğaldır.

İnsan haklarının en temel düşünsel boyutu toplumda adaletin


gerçekleştirilmesidir. Adalet kavramı gibi soyut bir kavramı somutlaştırmak, adaleti
gerçekleştirmek, onun hukuk düzeninin en başına oturtmak ve toplumdaki
dengesizlikleri gidermek görevini ancak insan hakları kavramı yerine getirebilir112.
Adaletin yeterince gözetilmediği ve adalet duygusunun zedelendiği bir yerde insan
haklarına olan inanç azalır ve insan hakları toplumsal temellerinden yoksun kalır.
Adalet duygusu olmadan insan haklarının varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Adalet düşüncesini yerine getirecek, insanlara bunu sağlayacak yegane kurum ise
devlettir. Adalet kavramına yeteri derecede önem vermeyen devletler saygınlık
kazanamayacakları gibi, üzerlerine düşen fonksiyonları da yerine getirmemiş olurlar
ve bu devletlerin meşrulukları tartışılır hale gelir113.

İnsan haklarının diğer düşünsel boyutunu ise eşitlik ve özgürlük


kavramlarında görmekteyiz. Bu kavramlara daha önce değinildiği için, üzerinde
durulmayacaktır. Önemli olan insan haklarının en önemli amaçlarından birinin

111
Öztürk, Bahri/Erdem, Mustafa Ruhan/Özbek, V.Özer: Uygulamalı ve Ceza ve Emniyet
Tedbirleri Hukuku, 7. bası,Ankara, 2003. s.113.
112
Çeçen, s.39; Kuçuradi, s.138; Hayek, Friedrich A.: “Kanun,Yasama Faaliyeti ve Özgürlük
”(Çeviren: Mustafa Erdoğan) , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt.2, 1995, s.58.
113
Çeçen, s.40; Kuçuradi, s.138; Öztürk,s.125; Hayek, s.142 – 143.

30
bireylere eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum düzeni kazandırmak olduğunu
vurgulamaktır. Hukuk herkese eşit ve benzer uygulamalar yapmak suretiyle, eşitliği
sağlayacak ve kimseye ayrıcalık yapmayacaktır. Tabii ki bu görev yine devlete ait
olacaktır. Devlet herkesin gereksinmelerine eşit biçimde yaklaşıp, ilgi gösterecek ve
tüm imkanları dengeli bir biçimde kullanacaktır.

Eşitlik varlıkta olduğu kadar yoklukta da olmalıdır. Yani var olan eşit
paylaştırılacağı gibi, yokluk durumunda da insanlar bu külfete eşit oranla
katlanmalıdırlar114. Aksi takdirde toplumda dengesizliklerin meydana gelmesi
doğaldır.

Özgürlük ise bireyin faaliyetlerini kendi istekleri doğrultusunda


yönlendirebilmesini ifade eder ve insan haklarının özünü oluşturur. Yüzyıllar
boyunca verilen insan hakları mücadelesi aynı zamanda özgürlüğün mücadelesidir.
Özgürlüğün tam olarak gerçekleştirilmesi için her türlü baskı ortamının, anti-
demokratik düşünce anlayışının ortadan kaldırılması gerekir.

İnsan haklarının bir diğer düşünsel boyutu ise güvence kavramıdır. Bu boyut
diğerleri yanında en ilkel fakat belki de en gerekli olanıdır. Toplum düzeni, devlet
yapısı öyle örgütlenmelidir ki, bireylerin temel hak ve hürriyetleri sürekli korunsun,
bunlara kimse saldırmasın, temel haklara zarar gelmesin, gelirse de otorite bu zararı
kısa zamanda giderebilsin115. Yani insanlar sahip oldukları temel haklara bir saldırı
gelmesi ihtimali ile yaşamamalıdır. Korku içinde yaşayan toplumlarda, insan hakları
düşüncesi yeterince gelişmez.

İnsan haklarının sonuncu düşünsel boyutunun ise direnme kavramı ile


açıklandığını görmekteyiz. Despot ve kötü niyetli olan bir siyasal iktidar tüm hukuk
düzenini kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirip, anayasanın koyduğu yetki
sınırlarını aşabilir ve tüm temel hak ve hürriyetleri kısıtlayarak, baskıcı bir yönetim
anlayışı benimseyebilir. İşte böyle bir olayın vuku bulması halinde, fertlere baskı ve
zulüm karşısında haklarını koruyabilmeleri için son çare olarak gerektiğinde zor
114
Çeçen, s.41.
115
Çeçen, s.45.

31
kullanmak suretiyle direnme hakkı tanınmıştır116. Bu hak, doğal hukuk öğretisinden
başlayarak, günümüze değin gelmiştir. İnsan haklarını ortadan kaldırmak üzere
oluşturulan baskı ve zorbalığa karşı direnme söz konusu olabilecektir. Direnme hakkı
bugün için pozitif hukukta dahi yeri olan ve insan haklarını sürekli kılma amacına
yönelmiş en son çare niteliğindedir.

E. İNSAN HAKLARI İLE HAK ARAMA HÜRRİYETİ İLİŞKİSİ

İnsan hakları kavramı temel anlamıyla insanlar için gerekli olan, onların
ahlaki varlıklarını gerçekleştirmelerini sağlayacak her hakkı ifade etmektedir. Bu
açıdan insan haklarının çok geniş bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Konumuz
olan hak arama hürriyeti tam olarak bundan sonraki bölümde açıklanacaktır. Ancak
hak arama hürriyetinin insan haklarına nazaran daha dar anlama sahip olduğunu ve
onun önemli bir yönünü ifade ettiği tespitini yapabiliriz. Hak arama hürriyeti de başlı
başına bir insan hakkı niteliğindedir. Bu yüzden insan hakları olarak tanımladığımız
haklar için tüm unsurlar hak arama hürriyeti için de geçerli olacaktır. Bu bakımdan
aralarındaki ilişki için ilk olarak hak arama hürriyetinin insan haklarından birini
oluşturduğu, onun parçası olduğu söylenebilir.

Bir vatandaş anayasalarda veya normlar hiyerarşisi içinde düzenlenmiş bir


hakkını kullanırken herhangi bir engelle karşılaşırsa, anayasal ve yasal haklarının
gerçekleştirilmesini talep edecektir. Bu talep hak arama hürriyeti içinde
değerlendirilir. Kişi bu talepte bulunurken insan hakları deyimini kullanmaz. Çünkü
pozitif hukuk metinlerine dayanarak hakkını elde etme olanağı vardır. Gerçi bu halde
dahi, insan hakları kendi içinde mevcuttur ama yürürlükteki hukuk kuralları ile
hakkın aranması bu aşamada daha üst düzeydeki ahlaki hak iddialarını geçersiz
kılmaktadır117.

Diğer yandan, hukuk kuralları vatandaşın talep ettiği hak konusunda sessiz
kalıyorsa, yasak getiriyorsa veya hakkı koruması yetersizse, o durumda insan hakları

116
Kapani, s.301 vd; Çeçen, s.46.
117
Uygun, s.15.

32
talepleri ortaya çıkacaktır. Hak arama hürriyeti bu sonuncu durumda kendini insan
hakları olarak göstermiştir. Çünkü insan hakkı iddiası, haklar alanında başvurulacak
son çaredir. Hakkını bu şekilde arayan fakat cevap alamayan kişi için en üstün, en
etkili tek yol insan haklarını dile getirmektir. İnsan haklarının bu bakımdan, hak
arama faaliyetini kendi içerisinde barındırdığını ve gidilecek yol kalmadığında son
başvuru yeri olarak görüldüğünü söyleyebiliriz.

33
İKİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA YOLLARI

I. HAK ARAMA FAALİYETİ

İnsanlar var oldukları ilk günden itibaren elverişli ortamlarda toplu halde
yaşamışlardır. İnsanlar sosyal varlıklardır ve bu nedenle, gerek yaradılışları gerekse
içgüdüleri gereği devamlı surette toplu yaşamışlar, hiçbir zaman toplum dışı bir
hayat sürmeyi tercih etmemişlerdir. İnsanların en ilkel devirlerden bu yana getirdiği
diğer bir alışkanlığı ise olabildiğince özgür olma arzusudur. İnsanların, hem birlikte
bir toplum içerisinde yaşamak hem de özgürlüklerini olabildiğince serbest bir şekilde
kullanmak istemeleri, bu iki farklı olgunun aynı ortama taşınmasını gerektirmiştir.
Özgürlük ve toplu yaşam arasındaki dengeyi tesis etmek ise hiç de kolay olmamıştır.
Belirli bir zaman sonra bu dengenin sağlanması ve diğer temel ihtiyaçların
karşılanması amacıyla güçlü bir yapının varlığı hissedilir olmuştur. Devlet kavramı
bu zamanda ortaya çıkmış ve devletin, fertlere maddi ve manevi yeteneklerini
serbestçe geliştirmesine imkan tanıyacağı düşünülmüştür.

Devlet organizasyonunun ortaya çıkması, özgürlük talebinde olan ve toplu


halde yaşayan insanlar arasındaki ilişkilerin daha karmaşık bir hal almasına neden
olmuş, sonucunda ise bireyler gerek birbirleriyle, gerekse devletle ilişkilerinde
birtakım sorunlar yaşamıştır. Bu sorunlar insanların bazı hak ihlalleri ile karşı karşıya
kalmasına ve mağdur olmalarına sebebiyet vermiştir. Bu durum devletin,
vatandaşlarına adaleti eşit şekilde dağıtması işlevinin önemini ortaya çıkarmıştır.
Tarihsel süreç içerisinden geçilerek ulaşılan günümüz dünyasında artık insanlar
karşılaştıkları ihlaller karşısında haklarını savunabilmekte, bunları herkese karşı ileri
sürebilmektedirler. Bireyler bahsedilen faaliyetleri ise devletin kendine tanımış
olduğu hak arama yollarını kullanarak gerçekleştirmektedirler. Doğal sonuç olarak
ortaya çıkan hak arama kavramı ve bu kavramın beraberinde getirdiği özgürlük,
fertlerin sahip olduğu temel hakları serbestçe kullanabilmesi, bir haksızlıkla
karşılaştığında hiçbir engel söz konusu olmaksızın hakkını arayabilmesini ifade
etmektedir.

34
A. HAK ARAMA KAVRAMI

Daha önceki bölümlerde de belirtildiği üzere insan doğadaki varlıkların en


akıllısıdır ve sırf bu nedenle saygı duyulmaya layık görülmektedir. Bu gerçeklik
doğrultusunda tabiattaki her kural insan merkezli olarak ortaya çıkmıştır. Tüm insan
hakları teorilerinin çıkış kaynağı ve ortak çabası, insanı siyasal sistemin amacı haline
getirmek, onun onurlu bir hayat sürmesine imkan tanımak olmuştur118. Bireyin
onurlu bir hayat sürebilmesi, kendisine hak ettiği değerin verilmesi ile mümkün hale
gelir. Bu değer de ancak herkese eşit muamele yapılmasıyla ve adaletin tam
manasıyla gerçekleştirilmesi ile sağlanabilir. Hak arama kavramı da bu esnada
karşımıza çıkmaktadır. Bireyler kendilerine eşit davranılmayıp, başka kimseler
lehine ayrıcalık yapıldığını ve adaletin bu şekilde sağlanmadığını düşündüklerinde,
ileri sürebilecekleri iddia, “hak arama” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hak arama faaliyetinin ortaya çıkabilmesi için bireyin kendisine haksızlık


yapıldığı düşüncesinde olması gerekir. Böyle bir düşünce içerisinde olmayan kişi için
zaten her şey yolundadır. Yani hak arama olarak açıklayacağımız yolların işletilmesi
mutlaka bireye haksızlık yapılmasını veya yapılmasa bile kişinin bu düşünce
içerisinde olmasını gerektirmektedir.

Bir hak ihlaline uğrayan ya da uğradığı inancını taşıyan her birey farklı
çözüm yollarını denemek ister. Konumuz açısından kişinin hakkına ulaşması
önemlidir. Kişi bir haksızlığa uğradığını elindeki delillerle ispat edebilirse hakkına
tekrar kavuşacaktır. Ancak bireyin o konuda bir hak ihlaline uğramamış olması
ihtimali de bulunmaktadır. Bireye karşı herhangi bir haksızlık yapılmamıştır. Her
şey hukuka ve yasalara uygundur, ancak birey kendisine yapılan işlemin yanlış
olduğu kanaatini taşımaktadır. İşte konumuz açısından asıl önemli olan böyle bir
durumda dahi “hak arama” olarak tanımladığımız yolların işletilebilecek olduğudur.
Ancak bu şekilde kişi kendisine adil davranıldığı konusunda ikna edilebilecektir. Hak
arama kavramı bu nedenle toplumda mutluluğu ve huzuru sağlayan en önemli
unsurlardan biridir.

118
Donnely, s.57; Çoban, s.1.

35
Hak arama kavramı, hakkın ileri sürülmesini ifade ettiği için aslında çok
kapsamlıdır. Çünkü kullanılan her yol, yapılan her girişim bu kavram içerisinde
yorumlanır. Haklar hukuki yollar izlenerek aranabileceği gibi hukuk dışı bir takım
usuller uygulanarak da aranabilmektedir. Hukuki olarak idareye, yasama meclisine
ve yargı makamlarına başvurmak suretiyle hak arama ve onun bireylere bahşettiği
özgürlük, idari, siyasi ve yargısal olarak kullanılabilir119. Bunun dışında hukuki
olmayan ancak hak aramak için kullanılabilecek başka yollar da bulunmaktadır.
Ombdusman (Kamu Denetçisi), direnme hakkı, kamuoyu baskısı, sivil itaatsizlik gibi
bir takım kurumlar kullanılmak suretiyle de hak arama faaliyeti sürdürülebilir.

Hak arama faaliyetinin tam olarak gerçekleştirilebilmesi ve hak arama


yolarının herkese hiçbir engel olmadan tamamen açılabilmesi belli ilkelerin varlığını
gerektirir. Bunlar en başta hukuk devleti ilkesi, demokrasi ve insan haklarıdır. Hukuk
devleti ilkesinin işlemediği, devletin kendini hukukla bağlı görmediği, rejimin
demokratik usullere dayanmadığı, en yüksek değer olarak kabul edilen insanın
doğuştan elde ettiği vazgeçilmez, devredilmez haklarının kabul görmediği bir yerde
hak aramadan ve böyle bir hürriyetten de söz edilemez. Bu nedenle birinci bölüm
tamamen bu konulara ayrılmış ve hak arama hürriyetinin bu şekilde felsefi temelleri,
meşruluk zeminine oturtulmuştur.

B. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TARİHÇESİ

Hak arama hürriyetinin konumunu daha önce belirlemiş ve genel anlamıyla


bu hürriyetin insan haklarının bir parçası olduğuna işaret etmiştik. Bu sebeple, insan
haklarının tarihçesi ve gelişimi ile hak arama hürriyetinin tarihçesi paralellik arz
etmektedir. İnsan hakları tarihi aynı zamanda hak arama hürriyetinin tarihidir. İnsan
haklarının gelişim çizgisi ve gelişim sağlayan felsefi fikir akımlarına daha önce
değinildiği için genel olarak o bölüme atıf yapmakla yetiniyoruz. Ancak hak arama
hürriyeti için farklılık gösteren önemli bazı tarihi bilgilere yer vermek ve hak arama

119
Tanör, s.141; Kaboğlu, Özgürlük Hukuku, s.86; Tanör, Bülent / Yüzbaşıoğlu, Nemci: 1982
Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, s.186; İzgi Ömer / Gören
Zafer: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Yorumu, Cilt:1, Ankara 2002, s.415; Taşkın, Ahmet: Açlık
Grevleri ve Hak Arama Hürriyeti, A.Ü.E.H.F.D, C.VII, Sayı:3-4 Aralık 2003, s.518.

36
faaliyetinin özellikle ceza hukuku bakımından gelişimini ortaya koymak konumuzun
aydınlatılması açısından yararlı olacaktır.

İnsanoğlunun toplumsal yaşama geçtiği ilk günden itibaren sosyal düzeni


bozan ve toplumdaki bireylerin temel hak ve hürriyetlerini hiçe sayan bazı hareketler
olmuştur. Başlarda bu hareketlere karşılık vermek, hak ve hürriyeti ihlal edilen
bireyin bir sorunu olarak görülmüş ve bu kişi hakkını yok sayan diğer kimseyi
cezalandırma yoluna gitmiştir. Ancak öç alma veya intikam alma olarak
tanımlayacağımız bu karşılık şekli ölçüsüz davranışlara yol açmış ve sosyal barışın
korunması yerine daha da bozulması sonucuyla karşılaşılmıştır120.

Bu sonucun ortaya çıkmaması için bir otoritenin varlığı aranmış, bireylere


yönelen haksızlıkları cezalandırmak yetkisi ve görevi bu otorite sahibine
bahşedilmiştir121. Bu otoritenin sahibi başlarda o toplumdaki en güçlü olan
hükümdarken, daha sonraları tüm gücü kendi bünyesinde toplamış olan devlettir.
Devletin ortaya çıkması ile toplumda düzen sağlama, adaleti gerçekleştirme,
bireylerin temel hak ve hürriyetlerini koruma ve ceza verme konusunda tüm yetkiler
devlete geçmiştir. Haksızlığa uğradığı iddiasında olan her birey, artık bu haksızlığın
giderilmesi için devlete başvuracaktır. Ancak bu başvurma hakkını günümüz anlayışı
çerçevesinde anlamamak gerekir. Bir kere her bireyin böyle bir hakkı bulunmuyordu.
Mesela Roma Hukukunda köleler, kadınlar, çocuklar ve yabancıların devlete
başvurma veya dava açma hakları bulunmuyordu122. Çünkü bunların hukuki
kişilikleri yoktu. Diğer yandan devlete yapılan başvurularda devletin sınırsız takdir
yetkisi vardı ve istediği uygulamalarda bulunabiliyordu.

Ortaçağa gelindiğinde hak arama konusundaki ilk gelişmenin 1215 yılında


İngiltere’de kral ile nüfuzlu baronlar arasında imzalanan Magna Carta Libertatum
olduğu görülür. Bu fermanın 17. ve 24. maddelerinde yargı yetkisinin bağımsız

120
Öztürk, s.7; Çoban, s.4.
121
Dönmezer Sulhi / Erman Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.1, 12. Baskı, Beta Yay.,
İstanbul, 1997, s.33; Öztürk, s.7.
122
Umur, Ziya: Roma Hukuku Ders Notları, Beta Yay., 3. Bası, İstanbul 1999, s.576;Çoban, s.6;
Akıncı, Şahin: Roma Hukuku, Sayram Yay., Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 2. Baskı, Konya
2003.

37
mahkemelerce kullanılacağı, 36. maddesinde hayat ve vücut bütünlüğü ile ilgili
davalardaki kararların herkese parasız verileceği, 39. maddesinde eşit bireylere
memleket kanunu olmadan hürriyetlerinden hak ve mallarından yoksun
bırakılamayacakları, 40. maddesinde hak ve adaletin hiçbir zaman
reddedilemeyeceği hükümleri bulunmaktaydı123. Bu hükümlerin günümüz anlayışına
çok yaklaştığı ve oldukça modern bir hukuk tekniği ile oluşturulduğu söylenebilir.
Ancak Magna Carta’ya asıl olarak halka belli özgürlükler tanıyan bir belge olmaktan
çok, kralın yetkilerini sınırlandırıp bu oranda seçkin baronların yetkisini genişleten
bir misyon yüklenmişti124.

Orta çağın ilk yarısında ceza mahkemesinde uygulanan ilke itham sistemiydi.
İtham sistemi, bir kimsenin cezalandırılması için bir başka kişi tarafından bir ithamın
gerektiği ve itham eden kişinin kendisine zarar verdiğini iddia ettiği kişinin suçlu
olduğunu ispat ettiği ferdiyetçi bir düzen oluşturuyordu125. Otoriter devlet yapısına
geçilmesi ile orta çağın ikinci yarısında tahkik sistemi denilen, sadece yargılama
makamının bulunduğu, hakimin hem davacı hem de hüküm veren durumunda
olduğu, suçtan zarar görenin önemli bir tanık ve sanığın muhakeme kişisi değil, bir
muhakeme objesi olarak görüldüğü sisteme geçildi126. Bu sistemle birlikte insanlık
karanlık bir döneme girmiş ve otoriter rejimi korumak amacıyla yapılan işkence
olağan bir hareket tarzıymış gibi kabul edilmiştir. Bu sistemde tek amaç maddi
gerçeğe ulaşmak olarak görülmüş, ikrar en önemli delil sayılmış ve insanlardan ikrar
elde etmek amacıyla sistemli bir şekilde işkence uygulamasına yer verilmiştir127.

Belirtildiği gibi Orta çağın ikinci yarısından itibaren insanlık işkence


uygulamaları ile karşı karşıya kalmış ve insan onuru yok sayılmıştır. Kıta
Avrupası’nda durum böyle iken, İngiltere’de 1215 yılında Magna Carta ile başlayan
gelişim süreci 1628 tarihli Petition of Rights, 1679 tarihli Habeas Corpus Act, 1689
tarihli Bill of Rights ve 1701 tarihli Act of Settlement ile devam etmiş, halkın
özgürlüklerinin sınırları artırılmış, hükümetin iktidarı kanunla çerçevelenmiş ve

123
İlal, Ersan: “Magna Carta”, İ.Ü.H.F.M., C.XXXIV, S. 1-4, s.230.
124
Kapani, s.41; İlal, s.230.
125
Öztürk, s.68.
126
Öztürk, s.8-68; Demirbaş, s.1.
127
Öztürk, s.8; Demirbaş, s.1.

38
hükümdarın vatandaşların temel haklarına saygı göstermekle yükümlü olduğu
anlayışı belirmiştir128. Bu sayılan fermanların insan hakları ve hak arama hürriyetinin
sağlanması konusunda önemli hükümler ihtiva ettiği söylenebilirse de, tüm bunlar
İngiliz aristokrasisinin kralın mutlak iktidarını kısıtlamak yolunda vermiş oldukları
özgürlük mücadelesinin birer halkasını oluşturmaktadır129. Bu sayılan gelişmelerin
ardından, aydınlanma çağı olarak ifade ettiğimiz ve doğal hukuk öğretisinin
damgasını vurduğu döneme gelinmiştir. Bu dönemde Amerika ve Fransız insan
hakları bildirgeleri ortaya çıkmış, insanın değeri ve insan onurunun dokunulmazlığı
anlaşılmıştır.

İnsanlık tarihi için çok önemli olan bu gelişmelerden sonra, insanlık 1. ve 2.


Dünya Savaşlarına tanık olmuş ve yine bir çıkmaza girilmiştir. Özellikle 2. Dünya
Savaşı insanların nedensiz olarak infaz edildiği, soykırımların yaşandığı ve insan
onurunun kesinlikle dikkate alınmadığı bir dönemi ifade eder. 10 Aralık 1948 yılında
imzalanan İnsan hakları Evrensel Bildirgesi ile bir nebze de olsun bu insanlık
ayıbından uzaklaşılmıştır. Bu bildiride “Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış
temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir
yargı yoluna başvurma hakkı vardır.”(8. madde) denilerek hak arama hürriyeti bir
insan hakkı olarak kabul edilmiş, 10. madde ile de adil yargılanma hakkına yer
verilmiştir. Bu bildiri her ne kadar hukuki bağlayıcılıktan yoksun da olsa insanlığın
gelişme sürecinde bir dönüm noktasını simgelemekte ve manevi bir değer
taşımaktadır130.

Bu gelişmelerin ardından hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkının


günümüzdeki uluslararası güvenceye sahip olan ilkeler haline geldiğini görmekteyiz.
Görüldüğü üzere hak arama hürriyetinin tarihi gelişimi özellikle ceza hukuku
yönünden olmuştur. Çünkü insan doğası gereği ilk olarak canını ve hürriyetini
korumak ister. Bu yönden bireylerin haklarını arama yolundaki ilk adımları ceza
hukukunu ilgilendiren alanlarda söz konusu olmuştur.

128
Kapani, s.42; Demirbaş, s.13.
129
Kapani, s.42.
130
Kapani, s.62; Çoban, s.8.

39
C. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TANIMI

Hak arama hürriyetinin tanımı günümüzde net olarak yapılmış değildir. Böyle
bir tanımın yapılması da oldukça zordur. Çünkü bu özgürlük bünyesinde oldukça
önemli kavramları barındırmaktadır ve bu durum somut bir tanım yapılmasını
güçleştirmektedir.

Hak arama hürriyetinin tanımını yapabilmek için faydalanılabilecek en


önemli kaynağın Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olduğunu söyleyebiliriz.
Anayasanın “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi, “Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak
iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve
yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Anayasada
yapılan bu düzenleme doğrultusunda hak arama hürriyeti, kişilerin bir hukuk
devletinde yargı organları önünde davacı veya davalı olarak hak ve özgürlüğünü
arayabilmek için başvurabilmesi ve iddia, savunma ile adil ve hakkaniyete uygun,
uyuşmazlıktan önce kurulmuş mahkemeler önünde, yargılanma hakkının bulunması
olarak tanımlanabilir131. Anayasa dikkate alınarak yapılan bu tanımın söz konusu
özgürlüğün genel çerçevesini çizmek ve onun için gerekli olan özellikle iddia,
savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı gibi kavramlara yer vermesi açısından
doğru olduğu söylenebilirse de yetersiz ve eksik olduğu kabul edilmelidir. Bu
eksiklik, Anayasa’nın “temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40.
maddesi gösterilmek suretiyle ortaya konabilir. Anayasanın 40. maddesinin ilk
fıkrası “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.” şeklinde
düzenlenmiştir. Bu düzenleme hak arama hürriyeti konusunda yapılabilecek en genel
tanımı yapmıştır.

131
Ünal, s.168-173; İzgi/Gören, s.393; Yurtcan,Erdener: “Anayasamızda 2001 yılında Yapılan
Değişikliğin Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukukuna Etkileri”, TBMM Anayasa Hukuku, 1.
Uluslar arası Sempozyumu, s.76; Can,İsmet / Çelik ,Taşkın / Demir, Ömer / Özdemir ,Serpil /
Karabulut ,Şehnaz / Gürpunar, Nilüfer, “Hak Arama Özgürlüğü açısından İdari Yargı”, Türk
Hukuk Enstitüsü Dergisi, Haziran 1997, C.1-2, S.19, s.3; Toklu Esat, s.1.

40
Anayasanın 36. maddesi hak arama hürriyetini sadece yargı yolu ile
sınırlamakta, 40. madde ise söz konusu hürriyete daha geniş bir açılım
getirmektedir132. Yani Anayasanın 36. maddesindeki düzenleme ve düzenleme
doğrultusunda yapılan ilk tanım, hak arama hürriyetinin sadece bir yönünü ifade
etmektedir. Şüphesiz hak arama faaliyetinin yargı yoluna başvurmak suretiyle
yapılması ve hakların bu şekilde aranması karşımıza en sık çıkan durumdur. Ancak
hak arama hürriyetini sadece bu şekilde anlamak ve yargısal başvuru yoluna
hasretmek, bu hürriyetin alanını daraltacaktır. Bu yüzden hak arama hürriyetini
pozitif hukukça tanınan hakların korunmasını sağlamak üzere yetkili makama
başvurma, bu makamı harekete geçirmeye ilişkin her türlü yol olarak tanımlamak
daha doğru olacaktır. Yani hak arama hürriyetini yargısal başvuru yolunu da
bünyesinde barındıran üs bir kavram olarak algılamak yanlış olmaz.

Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında hak arama hürriyetine yer vermiş;


bu hürriyeti tanımlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Anayasa Mahkemesi de hak
arama hürriyetini bizim yukarıda anladığımız şekilde anlamaktadır. Bir kararında bu
hürriyet Anayasa Mahkemesince “ İnsanlık yaşamında yadsınamaz bir yeri olan hak
arama özgürlüğü, toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri olmakla birlikte,
bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme uğraşının uygar
yöntemidir. İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek amacıyla
hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda tüm yollardan yararlanma
hakkını içeren hak arama özgürlüğü, hukuk devletinin başlıca ölçütlerinden,
demokrasinin en çağdaş gereklerinden, vazgeçilmez koşullarından biridir”133
şeklinde ifade edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi hak arama hürriyetini bu şekilde açıklarken, bu


hürriyetin tam olarak kullanılmasının ve yaşama geçirilmesinin tek şartının etkin bir
yargı denetimi olduğunu vurgulamıştır134. Bu husus gerçekten çok önemlidir. Yargı

132
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.186; İzgi/Gören, s.414; Taşkın, s.520.
133
AYM, T.19.09.1991, E.1991/2, K.1991/30, A.M.K.D., S.28, C.1, s.116-117.
134
“Hukuk devleti niteliğinin en doğal gereği olan, hukuka uygunluğu sağlama, aykırılığı giderme için
yararlanılan hak arama özgürlüğünün gerçekleşmesi, yaşama geçirilmesi, yönetimin işlem ve
eylemlerinin kişisel değerlendirmelere bırakılmaması için bunların yargı yoluyla somut ve etkili bir

41
denetimi hem hak arama hürriyetine işlerlik kazandırmakta, hem de bu hürriyetin
gerçekleştirilmesi için devletin bir hukuk devleti kimliğinde bulunması gerektiğine
işaret etmektedir. Bu konu üzerinde ileriki bölümlerde daha fazla durulacaktır.

D. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN NİTELİĞİ VE ÖNEMİ

İnsanların ihlal edilen haklarına çok kısa bir zaman içerisinde hiçbir zorlukla
karşılaşmadan ve tam manasıyla kavuşma inancı içinde bulunması ve hak arama
konusunda hiçbir şüpheye düşülmemesi, bir yerdeki hak arama yollarının tamamen
açık olmasıyla mümkündür. Anlaşılacağı üzere hak arama hürriyeti doğrudan insanla
ilgilenmekte ve insanı merkez haline getirmektedir. Hak arama hürriyeti olmadan
gerçek anlamda insan onurundan söz edilemeyeceği gibi bu hakkın insan olması
dışında hiçbir şey dikkate alınmaksızın herkes için güvence altına alınması gerekir ve
buradan da hak arama hürriyetinin diğer hak ve hürriyetlerin korunmasını amaç
edinen bir insan hakkı niteliğinde olduğu sonucu çıkar135.

Hak arama hürriyeti kendi, başlı başına bağımsız bir nitelik arz etmektedir.
Ancak bu hakkın niteliği diğer haklara nazaran daha geniştir. Çünkü bu hak,
anayasada ve yasalarda düzenlenen diğer bütün hakları korumayı amaçlar ve bunun
için gerekli olan yolları gösterir. Bu bakımından hak arama hürriyetinin diğer
hakların korunmasını sağlayan, bağımsız ve fakat araç bir hak niteliğinde olduğu
söylenebilecektir136.

Hak arama hürriyetinin niteliğini ortaya koyabilmek için dikkat edilmesi


gereken bir diğer nokta bu hürriyetin Anayasa içinde işgal ettiği yerdir. Hak arama
hürriyeti (36. madde) ve temel hak ve hürriyetlerinin korunmasını (40. madde)
düzenleyen hükümler Anayasamızda Kişi hakları ve Ödevleri başlıklı bölümde yer
almaktadır. Hak aramayı temel olarak alan bu iki düzenleme ile bunları yakından
ilgilendiren ve başka bölümlerde yer alan düzenlemeler temel hak ve hürriyetlerin

denetime bağlı tutulmaları zorunludur. AYM, T.01.10.1991, E.1990/40, K.1991/33, A.M.K.D., S.27,
C.2, s.565.
135
Duman, İlker Hasan: 1982 Anayasasında İnsan Haklarına Saygılı Devlet, İnkılap Yay., Anayasa
Serisi:6, İstanbul 1997, s.209; Taşkın, s.518; Çoban, s.2.
136
Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku, s.90; Çoban, s.36.

42
korunması başlığı altında yeniden düzenlenerek toplanabilecektir137. Yani hak arama
özgürlüğünün sadece kişi hakları olarak ifade edilenler değil, Anayasanın tüm
bölümlerinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin güvenceleri
simgelediği söylenebilir.

Hak arama hürriyeti genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu
ve usuli güvencesi olarak anlaşılmaktadır138. Söz konusu hürriyet anayasada ve
yasalarda düzenlenmiş olan tüm hak ve özgürlüklerin sağlanmasına ve
gerçekleştirilmesine yöneliktir. Bu nedenle başlı başına bir teminat teşkil etmektedir.
Hak arama hürriyetinin, diğer hakların teminatı olarak nitelendirilmesi onun önemini
ortaya koymaktadır.

Hak arama hürriyetinin önemini açıklayabilmek için onunla, yakından ilişkili


olduğu adalet kavramı arasındaki bağa dikkat çekmek gerekir. Daha önce adalet
kavramının insan haklarının düşünsel açıdan en temel boyutunu ifade ettiğini ve
adalete güvenin toplumda birleştirici bir rol oynadığını belirtmiştik. Bu anlamda
devletin varoluş amaçlarından en önemlisi de toplumsal yaşamda adaleti
gerçekleştirmek ve onu en üstün değer haline getirmektir. Adaletin tam olarak
sağlanamadığı veya adalet duygusunun zedelendiği toplumlarda insan haklarına olan
inanç zayıflar ve devletin saygınlığı, itibarı tartışılır hale gelir. Bu durumda karşımıza
“adaletsizlik” deyimi çıkmaktadır. Adaletsizlik; bir devletin bir bölüm
vatandaşlarının temel haklarının başka vatandaşlarca çiğnendiği veya gözardı
edildiği zaman; etkili bir şekilde müdahale etmediği durumlarda ya da bu devletin
kendi organlarıyla sözkonusu hakları zedelediği veya bu hakların gereklerini yerine
getiremediği zaman ortaya çıkar ve hukuk devletinin maddi anlamda esasını
oluşturan adalet kavramı yozlaşmış olur139. İşte hak arama hürriyetinin toplumda
adaletsizliklerin baş gösterdiği ve bireylerin adalete olan inancının zayıfladığı
dönemde önemi artar. Kişiyi devletin adaletine ulaştıran yol, hak arama

137
Tanör/Yübaşıoğlu, s.186; İzgi/Gören, s.414; Çoban, s.35.
138
Gölcüklü, Feyyaz/Gözübüyük, A.Şeref:Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 3.
bası,Ankara,2002, s .299; İzgi/Gören, s.416; Taşkın, s.518; Çoban, s.34.
139
Çeçen, s.39; Kuçuradi, Ionna: “Adalet Kavramı”, ABD, C.50, S.1-3, 1993, s.84; Kanlıgöz, Cihan:
“Hukuk Devletinin Maddi (Siyasal ve Toplumsal) Boyutu Üzerine Bir Deneme, , ABD,S.1, 1997,
s.65.

43
hürriyetinden geçmektedir. Hak arama hürriyetinin bireylere tanıdığı başvuru yolları
ile kişinin ihlal edilen hakkına kolaylıkla ulaşması mümkün olacak ve böylelikle
adaletin tecelli etmesi sağlanacaktır. Hak arama hürriyeti adalete ulaşılmasını
sağlayan en etkin “haktır” diyebiliriz.

Hak arama faaliyeti genel olarak temel hak ve hürriyetlerin korunmasını amaç
edinmekte, hak ihlaline uğrayan bir kimsenin gidebileceği başvuru yollarını
göstermektedir. Bu anlamda, daha önce de belirttiğimiz gibi hürriyet ancak hukuk
devleti ilkesi ile hayat bulur. Fakat hak arama hürriyetinin amacının yalnızca
sözkonusu başvuru yollarının açık tutulmasından ibaret olduğu sanılmamalıdır.
Yargısal başvuru dışında; daha sonra üzerinde duracağımız siyasi ve idari başvuru
yolları hukuk devleti yanında demokrasinin de bir gereğidir. Bunlar siyasi katılma
ile doğrudan doğruya ilgili olan kişilerin yasama meclisini, hükümeti ve idareyi
etkilemesine, denetlemesine imkan veren yollar olup temel hak ve hürriyetlerin kağıt
üzerindeki garantiler şeklinde kalmayıp yaşama geçirilmesini sağlayan en önemli
unsurlardır140.

II. HAK ARAMA YOLLARI

Bir hukuk devletinin temel fonksiyonu vatandaşların temel hak ve


hürriyetlerini güvence altına almak, bu konuda yetersiz kaldığı takdirde ise, ortaya
çıkan hak ihlallerinin bertaraf edilmesi için gerekli tedbirleri almaktadır. Hukuk
devletinin bu belirtilen fonksiyonlarını yerine getirebilmesinde ona en faydalı olan da
hak arama hürriyetidir. Hak arama hürriyeti, bünyesinde bulunan farklı başvuru
yolları sayesinde bireylerin temel haklarını korumayı hedeflemekte ve ortaya
çıkabilecek hak ihlallerine karşı gidilebilecek tüm yöntemleri göstermektedir.

İnsanlara tanınan temel haklar kimi zaman gerek devlet organları, gerekse
özel ve tüzel kişiler tarafından ihlal edilebilmektedir. Böyle bir ihlalin kaldırılması,
kanuna aykırı işlemin iptali, zararın tazmini ve sözkonusu ihlalin cezalandırılmasını
sağlayacak temel esasların belirlenmesi yani hak ihlallerinin bir takım yaptırımlar
140
Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.108-109; Taşkın, s.519; Yenice, Kazım: “Hak Arama
Özgürlüğü ve Danıştay”, İnsan Hakları Yıllığı, Yıl:2, 1980, s.111.

44
uygulanmak suretiyle hakların garanti altına alınması gerekir141. Bu en az, hakların
korunmasını amaç edinmek kadar önemlidir. Çünkü hak korunamadıysa bile, hak
ihlalini telafi edecek yöntemlere başvurmak hukukun en önemli gereğidir. Bu
nedenle hakları ihlal edilenlere, bu hak ihlallerini gerçekleştirenlere karşı yaptırımlar
uygulanmasını istemek üzere bazı başvuru yolarının tanınması gerekir. Hak arama
hürriyetinin asıl olarak sağladığı da bu başvuru yollarıdır.

Bireyler kendilerine tanınan farklı başvuru yollarını kullanmak suretiyle


haklarını güvence altına almaya çalışmaktadırlar. Bu yolların büyük bir kısmının
hukuki çözüme yönelik olduğunu, bir kısmının ise hukuk dışında cereyan ettiğini
söyleyebiliriz. Asıl olan hakların hukuki başvuru yolları kullanılarak aranmasıdır,
ancak istisnai de olsa hukuk dışı yöntemler kullanmak suretiyle de hak arama
faaliyeti işletilebilir. Hukuki anlamda hak arama faaliyeti ile talepler yürürlükteki
hukuk normuna dayandırılarak gerçekleştirilirken, hukuk dışı hak aramada hak güce
dayalı olarak veya değişik davranış biçimleri ortaya koymak suretiyle elde edilmeye
çalışılır142.

Hukuki alanda, bireyler idare organları, yasama organı veya yargı mercilerine
başvurmak hakkına sahiplerdir. Özel ve tüzel kişilerin ihlallerine karşı yargı
mercilerine başvurularak talep ve dava hakkı kullanılabileceği gibi, sözkonusu bu
ihlallere karşı cezai hükümlerin uygulanması ve bu şekilde bir koruma sisteminin
uygulanması talep edilebilir.

İdarenin eylem ve işlemlerine karşı, idareye müracaat edilerek, sözkonusu


eylem ve işlemlerin kaldırılması, değiştirilmesi, yani bir işlem yapılması
istenebileceği gibi, yargı organına başvurularak yapılan haksızlığın giderilmesi ve
ortaya çıkan zararın tazmini istenebilecektir. Anayasanın 40. maddesinin ikinci
fıkrasında “Kişinin resmi göreliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı
zararlar kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin, sorumlu olan ilgili görevliye
rücu hakkı saklıdır” hükmüyle idarenin bu konudaki sorumluluğu düzenlenmiştir.

141
Kubalı, s.83; Taşkın, s.520; Çoban, s.64.
142
Özbilgin, Tarık: “Hukukun Sosyolojik Oluşum Prosesüsü Açısından Bir Örnekleme Olarak Hak
Arama Yolları”, Sosyoloji Konferansları, 13. Kitaptan ayrı basım, İstanbul 1976, s.52.

45
Bireyler yasama organının haklarını ihlal etmesi durumunda ise, yasama organına
doğrudan müracaat edememekte ancak Anayasanın 74. maddesinde düzenlenen
dilekçe hakkını kullanmak suretiyle, kısmen de olsa bu konuda faaliyette
bulunabilmektedir. Ancak bu konuda asıl görev Anayasa Yargısına düşmektedir.

Hukuk dışı alanda ise, bir takım yöntemler kullanılarak hakların aranması
sözkonusu olmaktadır. Bu yollar ile bireyler yukarıda sayılan makamlara
başvurmadan, bazı taleplerini ortaya koymaya ve bu şekilde haklara ulaşmaya
çalışırlar. İşte hak arama yolları, hukuki olsun olmasın kişilerin sahip oldukları
hakları hiçbir engel olmaksızın her şekilde aramasını amaç edinir. Bunun için de hak
arama hürriyetini sadece hukuki çözüm yollarına inhisar ettirmemek gerekir143.

A. HUKUKİ ALANDA HAK ARAMA HÜRRİYETİ

Çağdaş hukuk sistemlerinde kişilerin haklarını bizzat kuvvet kullanma ile


almaları kural olarak yasaklanmıştır. Hakkı zedelenen veya hak ihlaline uğrayan
kimse devlete başvurmalı ve hukuk düzeninin çizdiği sunular çerçevesinde hakkını
aramalıdır. Bunun için başvurulabilecek makamlar yukarıda ifade edildiği gibi idare
organları, yasama organı ve yargı mercileridir. Bu makamlara başvurular yapılarak,
hukuki sınır içinde bireylere ait hak arama hürriyeti kullanılabilir. Bunlar içerisinde
yargısal başvuru en önemli hak arama faaliyetidir. Ancak diğer yolların da önemi
yadsınamaz. Bu bakımdan her bir başvuru yolu üzerinde ayrı ayrı durulmalı ve hak
arama özgürlüğünün içeriği aydınlatılmalıdır.

143
Yazar genel olarak başvuru yollarını “hukuksal istemleme hakkı” olarak isimlendirmekte ve bu
konuda “Grev ve lokavt gibi hukuk dışı istemleme yollarının varlığı böyle bir deyimin kullanımını
zorunlu kılmakta; sadece hukuka dayanmakla kalmayıp başlangıcından sonuna dek hukuksal prosedür
içinde yürütülen istemleri dile getirecek daha uygun bir deyim de kuşkusuz bizim dağarcığımızda
bulunmamaktadır” şeklinde açıklama yapmaktadır. Özbilgen, s.158.

46
1. İdari Başvuru Hakkı

a) Tanımı ve Anlamı

Devlet sisteminin ortaya çıktığı tarihten başlayarak yönetilen kesim, zaman


zaman yönetim önüne gelmiş ve yönetimden bir takım taleplerde bulunmuştur. İdare
edilenler bu talepleri mevcut düzenden memnun olmakla birlikte, daha fazla hizmet
istediklerinde “dilek” şeklinde, idarenin sunduğu hizmetten hoşnut kalmadıklarında
ise “şikayet” şeklinde idareye bildirmişlerdir144. Fertlerin bu şekilde yönetime
başvurarak, bir takım dilek ve şikayetlerde bulunmaları insan doğasından ileri
gelmektedir. İnsan sosyal bir varlık olarak çevresinde olan bitene duyarsız kalamaz
ve arzularını bir şekilde dile getirir. Buna karşılık idare edenler kendilerine yapılan
başvuruları pek de hoş karşılamamışlardır. İdare bireylerin dileklerini bir dereceye
kadar dikkate alırken ve bunlara karşı hoşgörülü yaklaşırken yönetimden yakınmayı
ifade eden ve yönetimin huzurunu kaçıran şikayetlere karşı hoşgörülü
olmamışlardır145.

Fertlerin, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak idareye başvurarak bir takım


taleplerini sunmalarının asıl nedenini ortaya koyabilmek için idari başvurunun
niteliğini açıklamak gerekir. Buna göre; idareye yapılan başvurular insanın
yaradılışından kaynaklanır ve ferdin doğuştan sahip olduğu tabii bir hak niteliği
taşır146. İdareye yapılan başvurular, bireyin doğuştan kazandığı, devredemeyeceği,
vazgeçemeyeceği temel bir hak olarak görülmektedir ve bireyin idareye başvurmak
suretiyle bir takım taleplerde bulunması insan doğasının bir gereğidir.

İdareye yapılan dilek ve şikayetlerin niteliğini bu şekilde açıkladıktan sonra,


idari başvuru için bir tanım yapma gereği ortaya çıkmaktadır. İdari başvuruyu genel
olarak fertlerin menfaatleri bulunan konularda idare organları nezdinde vaki olan
kamu hukukuna ilişkin olan her türlü talep, iddia, itiraz ve istek olarak tanımlamak

144
Armağan, Servet: Dilekçe Hakkı ve 1961 Anayasası, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1972, s.1;
Tamer ,Mustafa: “Dilekçe Hakkı”, Türk İdare Dergisi, Y.62, Mart 1990, S.386, s.201,
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.186; Çoban, s.76.
145
Armağan, s.2; Tamer, s.201.
146
Armağan, s.1; Tamer, s.201.

47
mümkündür147. Bu bakımdan idarenin bir eylem işleminden zarar gördüğünü ya da
menfaatinin ihlal edildiğini düşünen bir birey idareye başvurabileceği gibi, herhangi
bir konuda idareye hareket ettirmek isteyen bir birey de idareye başvurabilecektir.

Bireylerin idareye başvurmak suretiyle sahip oldukları hakları korumaları ve


ihlal edilen haklarına ulaşmaları mümkündür. Bu nedenle idareye yapılan başvuru
hakkının, hak arama yollarından biri olduğu söylenebilir. Zira, bireylerin haklarını
alabilmek için başvurabilecekleri tek makam yargı organı değildir. Fertler idareye
başvurarak, bir takım hak ihlallerine uğradıklarını bildirebilirler. Bu nedenle, idareye
yapılan bu talep, dilek ve şikayetler hak arama hürriyeti içerisinde
değerlendirilmelidir. Kişiler, idari başvuru yoluyla haklarını arama serbestisine
sahiptirler.

b) İdari Başvuru Hakkının Tarihsel Gelişimi

aa) Genel Olarak Tarihsel Gelişim

İdare edilenlerin, idareye başvurarak, talep ve şikayetlerini sunmaları çok eski


zamanlara dayanmaktadır. Başvuru hakkının başlangıcı konusunda kesin bir tarih
verilmese de, bu hakkın yönetici-yönetilen ayrımının ortaya çıkışı kadar eski
olduğunu söylemek yanlış olmaz148. İdare önüne giderek, başvuruda bulunma hakkı
devlet organizasyonunun tarih sahnesinde görülmesiyle ve yönetim kesiminin
oluşmasıyla başlamaktadır.

Tarihin eski devirlerinde, insanlar tarafından yapılan dilek ve şikayetlere


cevap verme zorunluluğu bulunmuyordu. Bu müracaatlara karşılık vermek idarenin
bir merhameti, bir lütfu olarak görülüyordu149. İdare, bireylerin dilek ve şikayetlerini
hiç göz önünde bulundurmayabiliyordu. Çünkü bu devirde devlet ve onun
oluşturduğu idari birimlerin büyüklüğüne inanılıyordu.

147
Onar, s.1814; Ayaydın, Cem: “Hak Arama Hürriyeti ve Genel Olarak İptal Davası”, İstanbul
1992, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s.8; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.186; Armağan, s.1.
148
Armağan, s.2; Tamer, s.201; Çoban, s.76.
149
Armağan, s.2.

48
İlk dönemlerde sadece belirli bir sınıfa tanınan idari başvuru hakkı, asırlar
sonra pozitif hukukta bir hak olarak tüm şahıslara tanınmış ve fertler zamanla idareye
başvurma haklarını çok ileri dereceye götürerek, hak aramak için bu yolu kullanmaya
başlamışlardır150. Anlaşılacağı üzere, idareye başvurma hakkı tarihin ilk
devirlerinden başlayarak çok önemli değişim ve gelişimlere sahne olmuş ve bugünkü
halini almıştır.

İdari başvuru hakkının bireylere tanınması noktasında değinilmesi gereken bir


başka husus da, bu hakkın siyasi rejimin niteliğine göre farklılık arzetmesidir.
Devletin her türlü faaliyetlerinin kesin bir otorite altında bulunduğu, her işlemin
gizlilik içinde yapıldığı, bireyin tüm hareketlerinin de sıkı bir kontrole tabi tutulduğu
totaliter rejimlerde fertler tarafından idareye bildirilen dilek ve şikayetler hoş
karşılanmamış, bunlar rejimin devamına engel nitelikte görülmüş, dilek ve şikayetleri
dile getirenler cezalandırılmış ve hatta idareye başvurulması yasaklanmıştır151.
İdareye başvurmanın sonuçsuz kalacağı bu tür rejimler, aynı zamanda hak arama
hürriyetini kısıtlamaktadır. Buna karşılık demokratik ve hukuka bağlı siyasi
rejimlerde bireyler istedikleri gibi yetkili idari birimlere başvurabilmekte, böylece;
bireyler haklarını rahatlıkla arayabilirken, idare edenlerin hukuk dışına çıkmaları da
engellenmiş olunmaktadır.

ba) Türk Anayasa Mevzuatında İdari Başvurunun Gelişimi

Fertlerin haklarını koruma ve arama araçlarından biri olarak kabul edilen idari
başvuru hakkının, ülkemiz açısından Anayasacılık hareketinin başlangıcı ile
karşılaşılan bir kavram olduğu söylenebilir. İdari başvuru hakkı Anayasal bir metine
ilk olarak 1876 kanun-i Esasi ile girmiştir. Bu nedenle 1876 yılındaki ilk Anayasa
idari başvuru bakımından milat olarak kabul edilmektedir. İdari başvuru hakkının
pozitif gelişimini anlayabilmek için, bu hakkın Anayasal metinlerde ne şekilde
değerlendirilip, düzenlendiği konusuna eğilmek gerekir.

150
Armağan, s.2; Tamer, s.202.
151
Armağan, s.3; Tamer, s.202; Çoban, s.76.

49
ca) İdari Başvurunun Dilekçe Hakkı İçerisinde Düzenlenmesi

İdari başvuru hakkı, bu zamana kadar ki Anayasalarımızın hiçbirinde


müstakil bir madde olarak düzenlenmemiştir. Hak arama hürriyetinin bir boyutunu
teşkil eden idari başvuru hakkı, Anayasalarımızda siyasal başvuru ile birlikte
düzenlenmiş ve “dilekçe hakkı” başlığı altında kendine yer bulmuştur152 Bu hak 1982
anayasasında “Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri
hakkında, yetkili makamlara (…) başvurma hakkına sahiptir.” şeklinde
düzenlenmiştir ve “Dilekçe Hakkı” başlığı altında yer almaktadır. (Madde 74/1) Yani
dilekçe hakkı bünyesinde iki ayrı başvuru yolunu barındırmaktadır. Bunlardan ilki,
vatandaşların yetkili makamlara başvurmasını sağlayan idari başvuru hakkı, diğeri
ise vatandaşların Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkını
düzenleyen siyasal başvuru hakkıdır. İdari başvuru hakkı kaynağını doğrudan
Anayasadan, dilekçe hakkından almaktadır.

İdari başvuru hakkının, siyasal başvuru olarak kabul edilen dilekçe hakkının
içerisinde düzenlenmesi 1982 anayasasına münhasır değildir. Bu hakkın ilk olarak
düzenlendiği 1876 Anayasasından başlayarak, 1924, 1961 Anayasalarında da aynı
durum mevcuttur. Yani bireylerin idareye başvurmak suretiyle hak arama yolunu
kullanmalarını sağlayan idari başvuru hakkı Anayasalarımızın hepsinde (1921
Anayasası hariç), siyasal başvuru yolu olan dilekçe hakkı ile birlikte düzenlenmiştir.
Bu bakımdan dilekçe hakkı ile idari başvuru hakkının tarihi gelişim çizgisinin aynı
düzlemde buluştuğu söylenebilir.

Anayasalarımızda idari başvuru hakkının ne şekilde düzenlendiği açıklamaya


geçmeden üzerinde durulacak bir başka önemli nokta bulunmaktadır. İdari başvuru
hakkı, bu zamana kadar ki Anayasal metinlerde dilekçe hakkının içerisinde yer
aldığından, bu hak için söylenen herşey aynı zamanda dilekçe hakkı için de
geçerlidir. Dilekçe hakkı da, idari başvuru hakkı gibi, bireylerin idare ve devlet
organlarına ve bu arada yasama meclisine dilek ve şikayetlerini bildirmelerini
sağlayan bir hak arama yoludur. İdari başvuru hakkının niteliği için söylenenler,
152
Armağan, s.2; Tamer, s.201; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Taşkın, s.522; Alver, Cemil: İdari
Yargılama Usulü Kanunu, Ankara, 1993, s.108; Çoban, s.75-76.

50
dilekçe hakkı bakımından da geçerlidir. İdari başvuru hakkının tarihsel gelişim
çizgisi ve Anayasal metinlerde düzenleniş biçimi için açıklanacak her husus dilekçe
hakkı ile ortaklık gösterir. Dilekçe hakkına ileriki bölümlerde yer verilecektir. Ancak
bu bölümde yapılacak açıklamalar her iki hak bakımından ortaklık gösterdiğinden,
ileride bu konuya tekrar dönülmeyecektir.

c ) İdari Başvuru Hakkının Anayasal Mevzuatta Düzenlenişi

(aa) 1876 Anayasasından Önceki Dönem

İdari başvuru hakkı dolayısıyla dilekçe hakkı ilk yazılı Anayasamız olan
1876(1923) tarihli Anayasa ile Türk pozitif hukukuna girmiştir. Ancak bu tarihten
önce de bireyler idareye başvurarak veya dilekçe vererek dilek ve şikayetlerini yetkili
makamlara ulaştırmışlardır. Daha önce de belirtildiği gibi idari başvuru hakkı
insanlığın ortak ihtiyaçlarını gösterir.

Bu nedenle bu hakkın varlığı tarihin en eski devirlerine kadar uzanmaktadır.


Bu konuda yapılan ilk düzenlemeden önce de idari başvuru hakkı ve dilekçe hakkı
sözkonusuydu. Bu bakımdan ilk olarak, 1876 Anayasasında düzenleme yapılmadan
önceki devreye ilişkin açıklamalarda bulunmak gerekmektedir.

1876 Anayasasında ifadesini buluncaya kadar idari başvuru hakkı ve dilekçe


hakkı bugünkü manada kanun metinleri ile değil, diğer İslam ülkelerinde görülen
uygulamalara paralel olarak İslam dininin siyaset prensipleri doğrultusunda
yürütülmüştür153. Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından itibaren devlet anlayışına
yön veren olgu İslam dini ve buna bağlı olarak da İslam hukuku olmuştur. İdari
başvuru hakkının Anayasal bir düzenleme haline gelmesine kadar, İslam hukuku bu
hakka belirli bir içerik kazandırmıştır.

İdari başvuru hakkı ve dilekçe hakkı dört halife devrinden başlayarak ,


Selçuklu Devletinde ve ardından Osmanlı Devletinde İslam Hukukunun etkisiyle

153
Armağan, s.26; Tamer, s.206.

51
“adalet” kavramı ile özdeşleşmiş, yönetimden adalet istenmiş ve adaletsizlik zulüm
olarak görülmüştür154. İslam hukukunun temeli adalete dayandığı için, sözkonusu
hakların adalet kavramı ile yorumlanması normaldir. Bu dönemde, halkın yaptığı
başvurulara ve verdiği dilekçelere önem gösterilmesi, bunların geri bırakılmaması,
bir kenara atılmaması, dilekçelerin bir an önce görüşülmesi, bunların konunun
uzmanlarına havale edilmesi, devlet adamlarının dilek sahiplerine iyi davranması ve
cevaplarını onları kırmadan vermesi gerektiği, bunda sevap bulunduğu konusunda bir
inanç sözkonusudur155. Özellikle Osmanlı Devletinde merkezde Divan-ı Hümayun,
İkin Divanları, Cuma ve Çarşamba Divanları, Baş Defterdar Divanı ile taşrada
kurulan divanlarda halkın dilek ve şikayetleri dinlenir ve bunlara bir çözüm yolu
bulunurdu156.

Anlaşılacağı üzere 1876 anayasasında düzenleme yapılmadan önce idari


başvuru hakkının ve dilekçe hakkının kullanımı tamamen islami telakkiler
doğrultusunda sözkonusu olmuştur. İslam Hukukunun kuralları sayesinde bireyler
yetersiz de olsa, dilek, istek ve şikayetlerini belli ölçüde devlet adamlarına
ulaştırabilmişlerdir. Bu da, ilk Anayasadan önceki dönemde kısıtlı da olsa Osmanlı
Devletinde hak arama hürriyetinin mevcut olduğunu göstermektedir.

ba) 1876 Anayasası Dönemi

Daha önce de belirtildiği üzere idari başvuru hakkı ve dilekçe hakkı ilk olarak
1876 tarihli Kanun-i Esasi’de düzenlenmiştir. Bu Anayasa’nın 14. maddesi;
“Tebai Osmaniyeden bir veya birkaç kişinin gerek şahıslarına ve gerek
umuma müteallik olan kavanin ve nizamâta muhalif gördükleri bir maddeden dolayı
işin merciine arzuhal verdikleri gibi Mecli-i Umumiye dahi müddei sıfatı ile imzalı
arzuhal vermeğe ve memurinin ef’alinden iştiyake selahiyetleri vardır”157. hükmünü

154
Armağan, s.26; Tanör ,Bülent: Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, 8. Baskı, İstanbul,
2000, s.26; Armağan, Servet: İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yay., Ankara 1987, s.220.
155
Armağan, s.27-28; Tamer, s.206; Armağan, (İslam Hukuku…), s.220.
156
Armağan, “Dilekçe Hakkı” s.30-33; Tamer, s.206-207; Anayurt, Ömer: “1982 Anayasası ve
3071 sayılı Kanuna Göre Dilekçe Hakkı”, İnsan Hakları Yıllığı, C.23-24, 2001-2002, s.100-101.
157
Kanun metni için bkz. Kili ,Suna/ Gözübüyük, A.Şeref: Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., Ankara 1985, s.32.

52
taşımaktaydı. Bu maddeye göre, idari başvuru hakkı ve dilekçe hakkının yalnız
vatandaşlara tanındığı, vatandaşların bu haklardan hem tek başlarına hem de topluca
yararlanabilecekleri, yapılan başvuruların konusunun kendileri veya kanun ile ilgili
olabileceği, yapılacak başvuruların ve verilecek dilekçelerin yazılı olarak yetkili
makamlara ve Parlamentoya takdim edilebileceği, fertlerin idaredeki memurların
fiillerinden dolayı şikayette bulunabilecekleri düzenlenmiştir158.

1876 Anayasasının yukarıda zikredilen 14. maddesi açısından dile


getirilebilecek en önemli eksiklik, vatandaşların şikayet haklarının açıkça belirtildiği,
dileklerden ise hiç söz edilmemesidir. Bunun için her şikayetin olumsuz bir durumun
ortadan kaldırılması istenildiğinden zımni bir “dilek”in bu şikayetin bünyesinde
mevcut olduğu ileri sürülmüştür159.

1876 Anayasasında idari başvuru hakkını ve dilekçe hakkını ilgilendiren tek


hüküm 14. maddeden ibaret değildir. Bu Anayasanın 52. maddesinde sözkonusu
haklarla doğrudan alakalı olarak;
“Bir kimse şahsına müteallik davasından dolayı Meclis-i Umuminin İki
Devletinden birine arzuhal verdiği halde, eğer evvela ait olduğu memurin-i devlete
veyahut o memurların tabi bulundukları mercie müracaat etmediği tebayyün ederse
arzuhali reddolunur.”160 hükmü bulunmaktadır. Bu maddeye göre, eğer bir kimse
kendisiyle ilgili bir durum ya da bir talebi nedeniyle, iki ayrı meclisten oluşan
Meclis-i Umumiye başvurmuşsa veya bir dilekçe vermişse, öncelikle bu şahsın
gitmesi gereken idari bir birimin olup olmadığına bakılıp eğer böyle bir birim
mevcutsa, dilekçe reddedilecekti. Yani Parlamentoya başvurulmadan önce
gidilebilecek bir idari merci varsa, ilk olarak bu yol işletilecek, sözkonusu idari
başvuru yapılmazsa dilekçe reddedilecekti. Bu, bir nevi idare hukukunda “idari merci
tecavüzü” olarak adlandırılan kuruma benzetilebilir. Bu konuya daha sonra
değinilecektir.

158
Armağan, Dilekçe Hakkı, s.33; Tanör, “Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri”, s.146; Tamer,
s.207; Çoban, s.76.
159
Armağan, Dilekçe Hakkı, s.34, Tamer, s.207.
160
Kanun metni için bkz. Kili/Gözübüyük, s.36.

53
Anlaşılacağı gibi 1876 Anayasası idari başvuru hakkı konusunu iki madde ile
siyasi başvuru yolu olarak kabul edilen dilekçe hakkı içerisinde düzenlenmiştir. Bu
düzenleme biçimi diğer Anayasalarla da aynen devam ettirilmiştir. 1876
anayasasında yapılan düzenlemelerin günümüzdeki anlayışa çok benzediği, o
zamanın koşullarına göre ilerici hükümler içerdiği söylenebilir.

ca) 1921 ve 1924 Anayasaları Dönemi

1921 tarihli ve 85 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununda İdari başvuru hakkı ve


dilekçe hakkı ile ilgili bir hüküm yer almamaktadır. Bilindiği gibi bu Anayasa ferdi
haklar bölümünü içermeyen 24 maddeden oluşan, çok kısa olan, olağanüstü bir siyasi
dönemin Anayasasıydı ve bu hakların söz konusu Anayasa’da düzenlenmesi
beklenemezdi161. Ancak 1921 Anayasasının, 1876 Anayasasını ilga etmediğini, bu
nedenle 1876 Anayasasında mevcut olan 14. ve 52. maddelerin bu dönemde de
varlığını sürdürdüğünü belirtmek gerekir162. 1921 Anayasası döneminde idari
başvuru hakkı ve dilekçe hakkı, 1876 Anayasasına göre uygulama alanı bulmuştur.

20 Nisan 1924 tarihli ve 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunun 82. maddesi
idari başvuru ve dilekçe hakkı ile ilgili olarak ;
“Türkler, gerek şahıslarına gerek ammeye müteallik olarak kavanin ve
nizamata muhalif gördükleri hususatla mercine ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
münferiden ve müctemian ihbar ve şikayette bulunabilirler. Şahsa ait olarak vuku
bulan müracaatın neticesi müstediye tahriren tebliğ olunmak mecburidir.” hükmünü
düzenlemiştir. Bu madde 1876 anayasasının 14. maddesiyle benzerlikler
göstermektedir. Ancak bu Anayasa’da öncekinden farklı olarak şikayetin yanında
ihbarlara da yer verilmiştir. Ayrıca kişinin kendisiyle ilgili olarak verdiği dilekçelere
cevap verme mecburiyeti getirilmiştir. Önceki Anayasa hükmünde olan memurların
fiillerinden dolayı şikayet hakkının düzenleme dışı bırakılması, “kanun ve nizamata

161
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.36; Tamer, s.207; Çoban, s.77; Anayurt, s.101.
162
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.36.

54
muhalif hususat” kavramı içerisinde değerlendirildiğinden, herhangi bir değişiklik
sözkonusu değildir163.

1924 Anayasası döneminde uygulanan Türkiye Büyük millet Meclisi dahili


Nizamnamesinin 22. maddesinde “Meclis Vazifeleri ile Mütenazır Encümenler”
arasında, 25 aza, 2 muvazzaf katipten meydana gelen “Arzuhal Encümeni” sayılmış,
bu nizamnamenin 50-59. maddeleri arasında da bu encümenin çalışma şekli
düzenlenmiştir164. Böyle bir encümen kurulması, idari başvuru hakkına ve dilekçe
hakkına verilen değeri göstermesi bakımından ve bu hakların bir nevi
kurumsallaşmasını sağlaması açısından önem arzeder.

Bu konuda son olarak, Türkiye Cumhuriyeti Milli Birlik Komitesi


dönemindeki uygulamaya değinilecektir. Milli Birlik Komitesi tarafından 1. sayılı
Geçici Kanun 1924 Anayasasının 82. maddesini yürürlükte bıraktığı gibi, bu
komitenin içtüzüğünün 27-34. maddeleri arasında dilekçelerin, Türkiye Cumhuriyeti
Mili Birlik Komitesine verileceği ve bu komite tarafından görüşüleceği
düzenlenmiştir165. Bu olağanüstü dönemde dahi, sözkonusu haklar gözetilmeye
çalışılmıştır.

da) 1961 Anayasası Dönemi

1961 Anayasasının “Temel Haklar ve Ödevler” kısmında ve “Siyasi Haklar


ve Ödevler” bölümünde, 62. maddede yer alan söz konusu haklar “Dilekçe Hakkı”
bağlığıyla 1924 Anayasasına benzer bir şekilde;

“Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında,


tek başlarına veya topluca yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı
ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileri ile ilgili başvuruların sonucu, dilekçe
sahiplerine yazılı olarak bildirilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde genel

163
Armağan, Dilekçe Hakkı”, s.36; Çoban, s.77; Kargın, Baha: “Büyük Millet Meclisine Yapılacak
Müracaatlar”, İdare Dergisi, S.246, s.73.
164
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.37; Tamer, s.207; Kargın, s.74.
165
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.37; Kili/Gözübüyük, s.142; Tamer, s.207.

55
itibariyle, daha önceki Anayasa hükümlerine çok benzemekte ve söz konusu haklara
farklı bir yaklaşım getirmemektedir.

1961 Anayasasının 62. maddesinde düzenlenen dilekçe hakkı ve onun içinde


yer alan idari başvuru hakkının yabancı kaynağının Bonn Anayasasının 17.
maddesi166, yerli kaynağının ise Ankara tasarısının 36. maddesi167 olduğu
söylenebilir168.

1961 Anayasası döneminde dilekçe hakkı ve idari başvuru hakkı konusunda


ilk defa özel bir düzenleme yapılmıştır. Bu zamana kadar içtüzüklerle düzenlenen
dilekçelerin görüşülmesi, 1962 tarih ve 140 sayılı “Türk Vatandaşlarının Türkiye
Büyük Millet Meclisine Dilekçe ile Başvurmaları ve Dilekçelerin İncelenmesi ile
Karara Bağlanmasının Düzenlenmesine Dair Kanun” ile düzenlenmiştir. Dilekçe
hakkının sadece TBMM’yi ilgilendiren kısmı bu özel kanunda yer almıştır.

ea) 1982 Anayasası Dönemi

İdari başvuru hakkı, 1982 Anayasasında da siyasi başvuru hakkı ile birlikte
dilekçe hakkı içerisinde düzenlenmiştir. Anayasanın “Dilekçe Hakkı” başlıklı 74.
maddesi, 1961 Anayasasındaki düzenlemenin tekrarı niteliğindedir. 74. maddeye
sadece dilekçe hakkının kanunla düzenleneceğine dair bir hüküm eklenmiştir. 1982
Anayasasının sözkonusu haklara yeni bir özellik getirmediği ortadadır. Hatta bu
haklar konusunda iki olumsuz gelişmenin olduğu söylenebilir. İlk olarak bu
Anayasa’da “tek başına veya topluca … başvurma hakkı” ibaresi yer almamaktadır.
Bu ibare ile toplu başvurulara engel konmuştur. İdareye toplu dilekçe verilmesinin
engellenmesi, dilekçe hakkını düzenleyen eski Anayasa ve yasa maddelerinde toplu
başvuru hakkı da öngörülmüşken, yeni düzenlemelerde bunun olmaması, birlikte hak

166
“Herkes tek başına veya başkaları ile birlikte yetkili yerlere ve halk temsilciliğine yazılı dilek ve
şikayetler ile başvurmak hakkına haizdir.”
167
“Vatandaşlar gerek kendilerine, gerek kamuya ait hususlar için yetkili makamlara ve parlamentoya
fert olarak veya birlikte müracaat edebilirler. Kişiye ait müracaatların sonucu müracaat sahibine
bildirilir.”
168
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.39.

56
arama eylemlerinden ve kolektif özgürlüklerden korkulduğu, bireylerin
birbirlerinden kopartılmak istendiği yorumlarının yapılmasına neden olmuştur169.

Bu konudaki ikinci olumsuz gelişme ise, Anayasanın konunun kanunla


düzenleneceğine ilişkin hüküm doğrultusunda yapılan yasal düzenleme ile ilgilidir.
1984 yılında 3071 Sayılı “Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun” çıkarılmış
ve bu kanun, 1961 Anayasası dönemindeki 140 Sayılı Kanunu ilga etmiştir. Bu yeni
yasa, idari başvuruları da kapsamına aldığı halde, eski yasadan çok daha az hükümle
yetinmiş ve TBMM’ye başvuru hakkı yasamanın bir iç işi sayılarak içtüzükte
düzenlenmiştir170.

d) İdari Başvuru Yolları

İdareler, kendilerine mevzuatta verilen görevleri yerine getirirken gerek idari


işlemler, gerekse idari eylemler nedeniyle kişilerin menfaatlerine etki edebilir,
bireylerin sübjektif haklarına zarar verebilirler. İdarenin işlem ve eylemlerinden zarar
gören veya zarar görme tehlikesi altında bulunan kişiler için yargı yoluna başvurarak
bu zararı bertaraf etme olanağı her zaman vardır. Ancak yargı yoluna gitmeden
idareye başvurarak söz konusu işlem ve eylemler hakkında talepte bulunulması hem
bireylerin haklarına daha çabuk kavuşmasını sağlayacak hem de yargı mercileri bu
şekildeki davalara bakmak durumunda kalmayacaktır. Bu yönden idari başvuru,
yargı yoluna göre çok daha basittir ve kısa zamanda sonuç alınabilir.

İdari başvuru hakkı, bireylerin kendileri ile ilgili olan hususlarda idareye
müracaat ederek, bir takım taleplerde bulunmasını veya idare tarafından yapılan
işlemin kaldırılması, geri alınması, yenisinin yapılmasını ifade etmektedir. Bu
bakımdan idari başvuru hakkı, hak arama yollarından bir tanesini oluşturmaktadır.
Bireyler bu başvuruyu yapmak suretiyle, haklarını arama özgürlüklerini
kullanabilirler.

169
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.141; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Tamer, s.208;
Çoban, s.77; Anayurt, s.103-104; Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku”, s.95.
170
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.141; Tamer, s.208.

57
Bireylerin idareye başvurarak, belli taleplerde bulunmaları farklı şekillerde
sözkonusu olabilir. Bu nedenle, İdari Yargılama Usul Kanununda düzenlenmiş,
değişik başvuru yolları üzerinde kısaca durulmasında ve bunların hak arama hürriyeti
ile ilişkisinin açıklanmasında fayda bulunmaktadır.

(aa) İYUK 10. Madde Anlamında İdari Başvuru

Yukarıda değindiğimiz gibi, idari makamlar gerçekleştirdikleri idari işlem ve


eylemler sırasında bireylerin haklarını ihlal edebilirler ve onlara zarar verebilirler.
Ancak idari makamların bireylerin haklarına zara verme tehlikesi yaptıkları idari
işlem ve eylemlerle sınırlı olmayabilir. İdareye yapılan başvuru karşısında, idarenin
suskun ve hareketsiz kalması, başvuruyu yapmış olan kişiye herhangi bir cevap
vermemesi de, bireyin subjektif hakkını ihlal edebilir. İşte İYUK’un 10. maddesi
idarenin bu gibi durumlarda hareketsiz kalması halinde kişilere hak arama yolunu
açar171.

İYUK’un 10. maddesi “İdari Makamların Sükutu” başlığını taşımaktadır. Bu


maddenin konumuz için önem arzeden bölümü;
“İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin
yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

Altmış gün içinde bir cevap verilmezse, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer
altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre
Danıştaya, İdare ve Vergi Mahkemelerine dava açabilirler” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin ilk fıkrası, ilgililerin haklarında idari davaya konu edilebilecek bir işlem
ya da eylemin yapılması için idari mercilere başvuru hakları olduğunu belirtmektedir.
Burada düzenlenen başvuru, teknik anlamda bir idari başvuru olmayıp, ilgili
hakkında önceden yapılan bir işleme ya da eyleme karşı değil, idareyi harekete
geçirmek ve ilk olarak bir işlem ya da eylem yapmasını sağlamak amacıyla
gerçekleştirilmektedir172. Eğer ki ilgili hakkında daha önce tesis edilmiş bir işlem ya

171
Alver, s.108; Karavelioğlu, Celal: İdari Yargılama Usulü Kanunu, 2. Baskı, 1996, s.284.
172
Karavelioğlu, s.285; Erkut , Celal / Soybay, Selçuk: Anayasa ve İdari Yargılama Hukukuna
İlişkin Kanunlar, Genişletilmiş İkinci Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 1990, s.232-233.

58
da eylem varsa ve ilgili buna karşı bir talepte bulunmuşsa, İYUK’un 11. maddesi
kapsamında bir başvuru vardır ve bu konu 11. madde içerisinde açıklanacaktır.

İYUK’un 10. maddesinin ikinci fıkrasının ilk cümlesinde, kendisine


başvurulan idari makamın altmış gün içerisinde, bu başvuru hakkında suskun ve
hareketsiz kalması durumunda, yapılan başvurudaki isteğin zımnen reddedilmiş
sayılacağı ve dava açma süresi içinde yargı organlarına gidilebileceği düzenlenmiştir.
Böylece idarenin hareketsiz kaldığı durumlara da hukuksal bir sonuç bağlanmıştır.
Eğer böyle yapılmasaydı, idarenin bu şekildeki bazı idari eylem ve işlemleri yargı
denetimi dışında kalır ve hak arama hürriyeti kısıtlanmış olurdu173.

İYUK’un 10. maddesi kapsamında idareye yapılan başvuruların belirli bir


süreyle sınırlandırılıp sınırlandırılmadığı konusundaki tartışmaya değinmek de fayda
vardır. Buna göre; bir görüş, idareye yapılan başvurularda herhangi bir süre kaydı
getirilmediği, ilgililerin her zaman bu haklarını kullanabileceği, aksi bir anlayışın hak
aramanın süreyle sınırlandırılması anlamını taşıyıp, hakkın ihali olarak telakki
edilebileceğini belirtmiştir174. Diğer görüşe göre ise, bu başvurunun belli süreler
dahilinde gerçekleştirilmesi gerektiği, sonsuz hak arama anlayışının devletin
menfaatlerini zedeleyeceği, idarenin devamlı kendini yargı denetimi baskısı altında
görerek, icraat yapamaz duruma geleceği, idarede görev yapanların ürkek bir
karaktere bürünerek, toplum menfaatleriyle ters düşeceği ve bu şekildeki bir idarenin
topluma yük olacağı belirtilmektedir175. Kanımızca da, söz konusu başvuru idari
makamların işlevlerini serbest bir şekilde yerine getirebilmesi açısından belli süreler
dahilinde yapılmalıdır. Ancak bu süreler, hak arama hürriyetini kısıtlar biçimde kısa
olarak düzenlenmemelidir.

173
Karavelioğlu, s.284-285.
174
Karavelioğlu, s.285.
175
Alver, s.108-109.

59
(ba) İYUK 11. Madde Anlamında İdari Başvuru

Bazen idareler tarafından bireylerin menfaatlerini etkileyen bir takım idari


işlem ve eylemler yapılmış olabilir. Bireyler bu işlem ve eylemin kaldırılması, geri
alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması için, idari dava açmadan önce
o işlemi yapmış idareye başvurabilirler. Gerçi, fertlerin haklarında yapılmış olan
işlem ve eylemler için idareye başvurma zorunlulukları bulunmamaktadır. Doğrudan
yargı yoluna da gitmek mümkündür. Ancak sözkonusu işlem ve eylemi yapmış olan
idari makamın, bu işlem ve eylemleri kaldırması, geri alması veya yeni bir işlem tesis
etmesi her zaman olasıdır ve bu yol yargı yoluna oranla çok daha kolaydır.

İYUK’un 11. maddesi “Üst Makamlara Başvurma” başlığını taşımaktadır ve


bizi ilgilendiren ilk iki fıkrası;
“İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri
alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam
yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu
başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün
içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre, ilgili hakkında idare tarafından yapılan bir işlem ya da eylem
bulunmaktadır ve başvuru bu işlem ya da eylemin kaldırılması, geri alınması,
değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması amacıyla yapılmaktadır. Sözkonusu bu
başvuru, idari dava açma süresi içinde ya işlemi tesis etmiş olan idari makama ya da
o işlemi yapan idari makamın bir üstü olan makama yapılacaktır. Bu sonuncu hale
“hiyerarşik başvuru”176 da denir.

İYUK’un 11. maddesinin ikinci fıkrasında, İYUK’un 10. maddesinde olduğu


gibi sözkonusu başvuruya idare tarafından altmış gün içinde bir cevap verilmezse,
isteğin zımnen reddedilmiş sayılacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemede İYUK’un 10.
maddesinde olduğu gibi bireylerin haklarını aramalarını sağlayan, hak arama
yollarının tamamen açık bulunmasına olanak vermesi bakımından önemlidir.

176
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.139; Erkut/Soybay,
s.233-234; Taşkın, s.522.

60
İYUK 11. madde açısından önemli olan ve bu madde kapsamında
karşılaşılabilecek bir kavram da “idari merci tecavüzü”dür. İdari yargı yerlerinde
dava açılmadan önce, idari bir makama başvurulması kanunla177 öngörülmüşse, bu
başvuru yerine getirilmeden dava açılmasına “idari merci tecavüzü”178 denir. Bazen
kanunlar ile idari işleme karşı dava açılmadan önce, idareye başvurulması gerektiği
düzenlenir. İşte dava açabilmek için bu başvuru yolunun tüketilmesi gerekir. Bu
şekilde idareye başvurularak, idari başvuru yolu tüketilmeden dava açılırsa, yargı
yeri idari merci tecavüzü nedeniyle dosyayı ilgili idareye gönderecektir. (İYUK.
Md.15/1-b, e) Bu halde yargı yerine başvuru tarihi, idari mercie başvuru tarihi olarak
kabul edilir. (İYUK. Md.15/2) İYUK 11. madde açısından önemli olan, idari
başvurunun kanunla öngörülüp, öngörülmediğidir. Eğer kanunla öngörülmüş bir
başvuru sözkonusu ise, artık doğrudan yargı yoluna gitmek mümkün olmamakta ve
11. madde zorunlu olarak işletilmek durumunda kalınmaktadır.

2. Siyasi Başvuru Hakkı

a) Tanımı ve Anlamı

Hak arama kavramı temel olarak pozitif hukukça tanınan tüm hakların
korunmasını sağlamak üzere, yetkili makamlara ulaşma ve bu makamları harekete
geçirme özgürlüğünü ifade etmektedir. Buradan anlaşılacağı gibi, hak arama
hürriyeti temel hakların garanti altına alınması ve ortaya çıkabilecek hak ihlallerine
karşı gidilebilecek her türlü yolu göstermektedir. Bireylerin haklarını aramaları
konusunda başvurabilecekleri makamlardan biri de yasama organıdır. Bireyler
yasama organına başvurmak suretiyle hak arama hürriyetini kullanabilmektedirler.

177
“Mali müşavirlik ruhsatı verme yetkisi, birlik yönetim kuruluna ait olu, birliğin vereceği bu karara
karşı anılan yasada itiraz yolu düzenlenmemiştir. Bu durumda, yasada itiraz yolu düzenlenmediği
halde, yönetmelikle getirilen bu yola başvurulmamış olması istemi kusurlandıracak nitelikte
görülmemiştir. Başka bir anlatımla davacının yeminli mali müşavirlik ruhsatı verilmesi yolundaki
başvurusunun reddine ilişkin TÜRMOB işlemi doğrudan dava edilebilir.” DD, S.99, s.376 vd.; Dn.
8.D., 4/11/1998, E.1998/2534, K.1998/3508.
178
Gözübüyük, “Yönetsel Yargı”,s.350-351; Gözübüyük, A. Şeref / Dinçer, Güven: İdari Yargılama
Usulü Kanunu, Ankara, 1996, s.383; Yenice ,Kazım / Esin, Yüksel: Açıklamalı-Notlu İdari
Yargılama Usulü, Ankara, 1983, s.442; Kalabalık, Halil: “ İdari Yargılama Hukuku”, Değişim Yay.,
2003, s.335; Çağlayan, Ramazan: İdari Yargı Kararlarının Sonuçları ve Uygulanması, 2. Baskı,
Seçkin Yay., Ankara, 2001, s.63.

61
Siyasi başvuru yolu vatandaşlar tarafından devletin ve yüksek siyasal karar
organı olan yasama meclislerine yapılan başvuruları tanımlamaktadır179. Siyasi
başvuru hakkı, bireylerin yasama meclisine müracaat ederek dilek, öneri, istek ve
şikayetlerinin bir görünümüdür. Yasama organına başvuru yolu, pozitif hakların
korunmasının ötesinde, hak taleplerinin “hak” haline gelmesini amaçlamakta ve söz
konusu taleplerin normatif düzeye geçişini sağlamaya dönük etkinlikleri
içermektedir180.

Siyasal başvuru hakkı, daha önce de değinildiği gibi Anayasalarımızda idari


başvuru hakkı ile birlikte “dilekçe hakkı” içerisinde düzenlenmiştir. 1982
Anayasasının 74. maddesinin ilk fıkrası; “Vatandaşlar ve karşılıklılık esası
gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile
ilgili dilek ve şikayetleri hakkında … Türkiye Büyük millet Meclisine yazı ile
başvurma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir ve burada belirtilen Anayasa
maddesi dilekçe hakkının siyasi başvuruya yönelik kısmını göstermektedir. Siyasi
başvuru hakkının, dilekçe hakkı ile kullanılıyor olması nedeniyle, bundan sonraki
tüm açıklamalarımız dilekçe hakkına ilişkin olacaktır. Ancak dilekçe hakkını,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yapılan başvurular çerçevesinde ele alacağız. Zira,
daha önce idari makamlara dilekçe ile başvurma konusunu açıklamış bulunmaktayız.

b) Dilekçe Hakkı

(aa) Tanımı

Hak arama yollarından bir tanesini oluşturan, siyasi başvuru hakkı olarak
açıkladığımız dilekçe hakkının tanımını yapmak ve içeriği hakkında bilgi verebilmek
için öncelikle “dilekçe” terimine değinmek gerekmektedir.

Tarihi gelişim içinde dilekçe yerine “arzuhal” kelimesi kullanılmıştır.


Arzuhal, kelime anlamıyla durumu yetkililere arzetme, bildirme olarak

179
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Tanör, s.141; Armağan , “Dilekçe Hakkı”, s.86; Çağlayan, s.232;
Taşkın, s.522; Anayurt, s.95; Çoban, s.79.
180
Çoban, s.34-35.

62
anlaşılmaktadır. Daha sonraları dilekçe adını alan bu kavram, bireylerin resmi daire,
kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerinde kullandıkları ve bu sayılan makamlara dilek,
istek ve şikayetlerini yöneltmek için kullandıkları başvuru belgesini ifade
etmektedir181.

Dilekçe hakkı, bireylerin kendileriyle ve kamusal işlerle ilgili olarak tek


başlarına veya topluca yargı dışında kalan devlet organlarına ve kamu otoritelerine
sorunlarını, dilek ve şikayetlerini, uğradıkları haksızlıkları ileterek çözüm
bulmalarını istemelerinden ibaret olan, bir doğrudan demokrasi aracı niteliğindeki bir
insan hakkıdır ve hemen hemen bireyin resmi kurum ve kuruluşlarla olan
ilişkilerinde kullandığı şaşmaz ve ihmal edilemez bir başvuru yolunu ifade
etmektedir182. Bireylerin kendileri, başkaları ve kamu ile ilgili sorunları, dilek ve
şikayetlerini yargı organları dışında kalan idari ve siyasi makamlara sunmalarını
sağlayan araçlardan biri olan dilekçe hakkı, sırf bu tanımıyla dahi hak arama
hürriyetinin bir bölümünü teşkil etmektedir. Yöneten-yönetilen ilişkisinin var olduğu
her yer ve zamanda bireyler ile yönetim arasında bir takım sorunlar çıkmış, bireyler
kendileri ve yönetimle ilgili olan şikayetleri, beklentileri farklı biçim ve isim altında
yönetime sunmuşlardır. Buradan, dilekçe hakkının pozitif hukuka en erken geçmiş
olan temel haklardan biri olduğu söylenebilecektir183. Bunun asıl nedeni ise daha
önceden de vurguladığımız üzere insan doğasından kaynaklanmaktadır. Birey içinde
yaşadığı toplumda olan-bitene, çevresine kayıtsız kalamamış ve dileklerini,
isteklerini, şikayetlerini bir şekilde yetkili devlet organlarına ulaştırmak istemiştir.
Bu istek de, dilekçe hakkının ilk zamanlardan itibaren üzerinde düzenleme
yapılmasında lüzum olan bir kavram olarak görülmesini sağlamıştır.

181
Ervardar, Fehamettin: “Yurdumuzda Dilekçe Hakkı ve Kullanılması”, İstanbul Sanayi Odası
Dergisi, Y.22, S.262, 1987, s.58.
182
Armağan, “Dilekçe Hakkı” s.1; Tamer, s.202; Taşkın, s.523; Anayurt, s.96; Ervardar, s.58;
Yaşamış, Firuz Demir: “Yakınma Hakkının Kullanılma Biçiminin Düzenlenmesi Üzerine”, Amme
İdaresi Dergisi, Ankara, C.15 S.1, 1982, s.49.
183
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.1; Anayurt, s.97.

63
(ba) Niteliği

Dilekçe hakkı, farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir hak arama yoludur.
Dilekçe hakkının içerisinde yer alan değişik yönler, bu hakkın niteliğinin ortaya
konmasını gerektirmektedir. Çünkü dilekçe hakkı tek bir niteliği ile ortaya
çıkmamaktadır. Bu niteliklerin açıklanması, dilekçe hakkının özünün kavranması
açısından çok önemlidir.

İlk olarak dilekçe hakkının doğuştan varolan, tabii bir hak niteliğinde
olduğunu söylemek gerekir184. Siyasi bir çevre içinde yaşayan bireyin yaşadığı yerle
ilgili bir takım dilek ve şikayetleri çok eski zamanlardan itibaren sözkonusu olmuştur
ve bu insanın yaradılışının bir gereğidir. Tabii bir hak olarak kabul edilen, doğuştan
kazanılan dilekçe hakkının başkalarına ve devlet organlarına karşı ileri sürülmesi ve
isteklerine çözüm bulunmasının beklenmesi son derecede doğaldır. Yani bu hak,
insanoğluna doğuştan bahşedilmiştir ve bunun nedeni onun ahlaki varlığının, insan
olmasının bir sonucudur. Bu haktan vazgeçmek ya da feragat etmek mümkün
değildir.

Dilekçe hakkının niteliğini açıklama konusunda dikkate alınan bir kaynak da


temel hak ve özgürlükleri sistematize eden ve devletin bireye karışma ölçütüne
dayalı olarak yapılan üçlü tasniftir. Buna göre, dilekçe hakkının bireyin devlet
yönetimine katılma imkanı veren haklar içerisinde kabul edilebileceği gibi; söz
konusu hakkın ilgili mercileri ve yasama organını dilekçenin gereği konusunda bir
takım yükümlülüklere sokması nedeniyle olumlu statü haklarından biri olarak
sayılmasının da doğru olacağı söylenmektedir185. Anayasa Mahkemesi, dilekçe
hakkını bir siyasal hak olarak değerlendirmektedir186.

Bir bireyin yetkili makamlara sunduğu dilekçe ile iki ayrı sonuç doğmaktadır.
Birincisi birey verdiği dilekçe ile ilgili olarak, bir beklenti içerisine girmekte, ikinci

184
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.2; Tamer, s.201; Çoban, s.79.
185
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.52-53; Tamer, s.203; Anayurt, s.97-98.
186
“657 sayılı Kanunun müracaat, şikayet ve dava açma hakkını düzenleyen 21. maddesi siyasal bir
hak olan dilekçe hakkından farklı özelliklere sahiptir.”, E.1986/15, K:1987/1, 06/01/1987, AMKD,
S.23, s.9.

64
olarak da kendisine dilekçe verilen merciler bu dilekçe gereğince işlem yapmak,
harekette bulunmak durumunda kalmaktadırlar. Bu nedenle dilekçe hakkı iki cephesi
olan bir hak niteliğindedir. Dilekçe hakkı, bir cephesi ile dilekçeyi veren şahsın
kendisini veya toplumun menfaatlerini korumaya çalışan, diğer cephesi ile devletin
kendisine sunulan dilekçeleri kabul, muhtevasını tetkik ve sonucu dilekçe verene
bildirmek görevi altına sokan subjektif-kamusal bir haktır187. Bu hakkın subjektif
olması, toplu veya münferiden bireyler tarafından kullanılmasından, kamusal olması
ise bu hakkın kullanılmasıyla kişilerin taleplerini resmi makamlara iletme olanağı
elde etmesinden kaynaklanmaktadır188.

Bu konuda son bir görüş ise, dilekçe hakkının gerçekten iki farklı yönünün
bulunduğu, bu farklı yönlerin Anayasa’daki “dilek ve şikayetler” ibaresine
dayandığı, şikayet amaçlı dilekçelerin bireysel niteliğinin ağır bastığı, bireylerin
karşılaştıkları haksızlıkları kamu birimlerine sunma imkanı tanıdığı ve bunun için
olumsuz statü haklar içerisinde değerlendirilmesi gerekirken buna karşılık, dilek
amaçlı dilekçelerin kamusal çıkarlara yönelik olup, bireyin kamu gücüne katılımını
sağlayan bir siyasi hak niteliğinde olduğunu189 savunmaktadır. Yani bu görüş,
şikayet amaçlı dilekçelerin kişisel menfaatlere ilişkin olması nedeniyle bir kişiye
özgü hak, dilek amaçlı dilekçelerin kamu alanına ilişkin kullanımının ise bir siyasal
hak niteliğinde olduğuna işaret etmektedir.

Dilekçe hakkının niteliği konusunda üzerinde durulacak son konu, onun temel
bir hak olma özelliğidir. Dilekçe hakkı, diğer haklardan müstakil olan, anayasal
temel bir insan hakkı niteliğindedir190. Gerçekten dilekçe hakkı, bireyin kendisi ve
toplumla ilgili olan dilek, istek ve şikayetleri yetkili mercilere ve yasama meclisine
ulaştırma görevini ifade etmekte, insanın daha iyi şartlar altında yaşamasını sağlama
amacını gütmektedir. Ayrıca dilekçe hakkı ile birlikte, fertler yasama organına
başvurabilmekte ve haklarını burada da arayabilmektedirler. Sözkonusu hak,

187
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.53; Tamer, s.203-204; Özgenç, İzzet: Türk Ceza Kanunu, Gazi
Şerhi (Genel Hükümler), Adalet Bakanlığı, Eğitim Daire Başkanlığı, Üçüncü Bası, Ankara 2006,
s.829; Özgenç, İzzet / Şahin, Cumhur: “İddia ve Savunma Hakkı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C.III, S.1-2, Y:1999, s.85.
188
Özgenç, s.829; Özgenç/Şahin, s.85.
189
Anayurt, s.98; Taşkın, s.523.
190
Tamer, s.204; Anayurt, s.96; Çoban, s.79.

65
insanların bir haksızlıkla karşılaştıklarında gidebilecekleri bir yolu göstermektedir.
Hak arama yollarının tamamen açık olmasını amaç edinen bu hak, açıklanan tüm bu
nedenlerden dolayı bir “insan hakkı” olarak nitelendirilmelidir.

(ca) Tarihsel Gelişimi

Daha önceki bölümlerde birkaç defa tekrarlandığı üzere, dilekçe hakkı ilk
olarak ortaya çıktığı tarihten başlayarak, bünyesinde hem idari başvuru hem de siyasi
başvuru yolunu barındırmıştır. Gerek dünyada, gerek ülkemizde dilekçe hakkının
tarihsel gelişim çizgisi, idari başvuru hakkında olduğu gibi cereyan etmiştir. Bu
hakkın tarihsel süreçte geçirdiği değişim ve gelişime ilişkin açıklamalar idari başvuru
kısmında yapıldığından, o bölüme atıf yapmakla yetiniyoruz. Ancak burada, 1982
Anayasası döneminde kısmen değinilen tartışmalı olan bir konu üzerinde daha
detaylı durmak gereklidir.

1982 Anayasasının 74. maddesinde düzenlenen dilekçe hakkının kullanımı


konusunda önceki Anayasalardan farklı olarak “tek tek” veya “topluca” ibaresine yer
verilmemiştir. Böyle bir ibareye yer verilmemesi bir görüşe göre Anayasanın toplu
dilekçe hakkının kullanımını yasakladığı anlamına gelmektedir. Bu görüş sahiplerine
göre, daha önceki Anayasalarda yer alan sözkonusu ibarenin, 1982 Anayasasında
bulunmaması, topluca başvuru hakkının anılmaya ve anayasal güvenceye
kavuşturulmaya layık görülmediğini, dilekçe hakkının yalnızca bireysel hakka
indirgendiğini, siyasal bir hak olarak kabul edilen bu hakkın değerini büyük ölçüde
yitirdiğini ve böylelikle dilekçe hakkının hukuk güvencesinden yoksun kaldığını dile
getirmişlerdir191.

Bunun karşıtı olan görüşe sahip olanlar ise; 1982 Anayasasının kendinden
önceki Anayasalar gibi “tek başlarına” ya da “topluca” başvuru biçiminde açık bir
ayrıma gitmediğini, ancak toplu başvuruları yasaklamadığını, bu ibarelerin
Anayasada yer almamasından toplu dilekçe yasağı sonucu çıkartılamayacağı, böyle

191
Tanör, “Türkiyenin İnsan Hakları Sorunu” s.141-142; Kaboğlu, s.102; Tanör/Yüzbaşıoğlu,
s.187.

66
bir yorumun anlamsız olacağı ve amacı aşacağı, kaldı ki meclise toplu dilekçelerin
verildiği ve bunların reddedilmediğini belirtmişlerdir192.

Kanımızca 1982 Anayasası topluluklar karşısında bir güvensizliğin ve


korkunun etkisiyle hazırlanmıştır. Bu nedenle, bu Anayasa otoriteyi esas almakla,
kolektif özgürlükleri dar bir alanda tutma gayreti içinde olmaktadır. Her ne kadar
“tek tek veya topluca” ibaresinin Anayasa’da yer almaması, toplu dilekçe verme
yasağı olarak kabul edilmese de, buna Anayasa’da yer verilmemesi ve bugüne kadar
Anayasa değişikliği ile anayasal metne bir ekleme yapılmaması karşısında dilekçe
hakkının toplu olarak kullanılmasının mümkün olduğunu söylemek güç olacaktır.

(da) Dilekçe Hakkının Etkinliği

Dilekçe hakkının nihai amacı, devlet karşısında güçsüz durumdaki vatandaşa


devlet teşkilatının harekete geçmesini sağlamak, noksan veya yanlış bir işlem
karşısında olduğunu düşünen bireye işin gerçek yüzünü araştırma imkanı vermek ve
düşündüğü gibi bir yanlışlık veya noksanlık sözkonusuysa, bunu düzelttirme
imkanını tanımaktır193. Dilekçe hakkının açıklanan bu amacı gerçekleştirebilmesi
için ne kadar etkin olduğu konusuna eğilmek gerekmektedir.

Siyasi başvuru yolu olarak ortaya çıkan dilekçe hakkı hukuki bağlayıcılığı ve
hukuksal açıdan etkisi pek fazla olmayan ancak psikolojik bir baskı aracı durumunda
bulunan etkin bir koruma sağlamaktan uzak bir hak arama yöntemidir194. Gerçekten
dilekçe hakkının bireylerin haklarını korumak ve ihlal edilen haklarını aramak
konusunda etkin bir sistem yarattığını söylemek güç olacaktır. Çünkü verilen
dilekçeler yönetimin huzurunu kaçırıcı bir özellik gösteremezler ve genelde yönetim
ya da yasama organı sözkonusu dilekçelere sessiz kalırlar. Bu bakımdan dilekçe
hakkının hak arama yolunu açması bakımından yumuşak bir başvuru yöntemi
olduğunu söylemek yanlış olmaz.

192
Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul 1998, s.225; Anayurt, s.104; Çoban, s.81.
193
Ervardar, s.58.
194
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.172; Tamer, s.216; Anayurt, s.96; Çoban, s.79.

67
Dilekçe hakkının etkin bir hak arama yolu olmadığı bu şekilde açıklansa da
bu yolun bireylere hiçbir getirisinin olmadığını söylemek yanlış olacaktır. Özellikle
bizim ülkemizde olduğu gibi kitle iletişim araçlarından herkesin yararlanamadığı,
basının bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin korunmasında işlevini yerine tam
olarak getiremediği, sivil toplum örgütlerinin yetersiz olduğu, yargısal yolların uzun,
sıkıntılı, pahalı olduğu, ombdusman gibi denetim kurumlarının bulunmadığı yerlerde
bu hak toplumun ekonomik açıdan güçsüz, alt ve orta kesimin ümit kapısı olma
özelliğini taşımakta, bireylerin uğradıkları haksızlıklar dilekçe hakkı vasıtasıyla
ortaya konulmaya çalışılmaktadır 195.

Dilekçe hakkı ile yasama organına yapılan başvurularla bir takım hususların
dikkate alınması, yasama organı üzerinde etki yapılmak suretiyle bu konuların
kamuoyuna duyurulması ve gündeme taşınması, giderek belli konularda kanunların
çıkartılması sağlanabilmekte, dilekçede bir şikayet dile getirilmişse, şikayet konusu
hakkında hükümete soru sorma, meclis araştırması, genel görüşme ve gensoru
isteyerek yürütmenin kontrol edilmesi mümkün olabilmektedir196. Yani dilekçe hakkı
ile bireyler yasama organını belli bir ölçüde etkileme ve bu konuda bir yasal
düzenleme yapılmasını sağlayabilmektedirler. Zaten dilekçe hakkının siyasi bir
başvuru yolu olarak tanınmasının da asıl nedeni budur.

Sonuç olarak dilekçe hakkının etkin bir hak arama sistemi oluşturmadığı,
hukuksal açıdan pek fazla etkinliğinin bulunmadığı, ancak psikolojik ve manevi bir
baskı unsuru olarak kabul edilebileceği gibi, yasa teklifi yapmaya yetkili yasama
organına başvurarak bir takım talepleri, buraya ulaştırarak, halkın dilekleri
konusunda meclisin bilgi sahibi olmasını ve bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin
yapılmasını sağlamaya yönelik bir hak arama yöntemi olduğu söylenebilir.

195
Anayurt, s.96; Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.144.
196
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.145; Tamer, s.219; Teziç, s.226; Anayurt, s.97; Taşkın, s.523;
Çoban, s.80; Çağlayan, s.233,; Kubalı, s.176.

68
(ea) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Sonuçları

Bir muhataba sunulan dilekçe ile bu muhatap bakımından bir takım neticeler
ortaya çıkmaktadır. Dilekçe hakkı açısından konuya yaklaşırsak, muhatap yetkili
makamlar ya da yasama meclisidir. Dilekçe hakkının kullanılmasının sonuçları
olarak belli başlı sayılabilecek “tesellüm mecburiyeti”, “intikal mecburiyeti”, “tetkik
etme mecburiyeti”, “cevap verme mecburiyeti” doğmaktadır197.

Dilekçe hakkının sebep olduğu ilk sonuç, muhatap durumundaki organları


kendilerine sunulan bir dilekçeyi kabul etmekle yükümlü olmalarıdır198. Bu hükme
“tesellüm mecburiyeti” denmektedir. Kendisine dilekçe verilen bu makam dilekçeyi
kabul etmeye mecburdur. Dilekçe kabul edildikten sonra, kendisine dilekçe sunulan
makam, eğer kendini yetkili görmüyorsa, dilekçeyi yetkili yerlere iletmek ve bu
durumu dilekçeyi veren kişiye bildirmek mecburiyeti altındadır199. Bu yüküm
genelde alt mercilerin aşılarak, üst mercilere dilekçe verilmesinde ortaya çıkmaktadır
ve “intikal mecburiyeti” olarak anılmaktadır. Dilekçe yetkili makama ulaştıktan
sonra bu dilekçe hakkında menfi veya müspet bir karar verilebilmesi için dilekçenin
tetkik edilmesi gereklidir200. “Tetkik etme mecburiyeti” olarak adlandırılan bu
yüküm verilen dilekçelerin yetkili makamlarca incelenmesini ifade etmektedir ve
dilekçenin nihai amacı yerine gelmiş olur. Yasama organında dilekçeyi inceleyecek
makam, “dilekçe karma komisyonu”dur. İncelenen dilekçelerin sonuçlarının
dilekçeyi veren şahsa ulaştırılması gerekmektedir. Bu “cevap verme” yükümü
Anayasa’da düzenlenmiştir. Diğer organların dilekçeye cevap vermemesi bir davanın
konusu olabilirken, yasama organının dilekçeye cevap vermemesi, kayıtsız kalması
durumunda yapılacak bir şey yoktur201.

Dilekçe komisyonu kararının, bir yargı kararı gibi görülmesi ve bu şekilde


kabul edilmesi sözkonusu olamaz202. Bu bir defa kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır.

197
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.99; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232.
198
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.100; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232.
199
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.101; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232.
200
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.102; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232-233.
201
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.118; Çağlayan, s.233.
202
Çağlayan, s.233.

69
Dilekçe komisyonunun kararları bir mahkeme kararı niteliğinde değildir, bu nedenle
de kendiliğinden icra kabiliyeti yoktur. Bu komisyonun kararları idare açısından da
bağlayıcı değildir, ancak idarenin bu kararlara uymaması bir siyasi sorumluluk
sebebi olabilir203.

(fa) Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanunun İncelenmesi

Anayasanın 74. maddesi, Türk Vatandaşlarının ve karşılıklılık esası


gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileriyle ve konuyla
ilgili dilek ve şikayetleri için TBMM’ye ve yetkili makamlara yazı ile başvurma
haklarının olduğu açıklandıktan sonra, son fıkrada dilekçe hakkının kullanılma
biçiminin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Anayasanın bu hükmü gereği
01.11.1984 kabul tarihli 3071 Sayılı “Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun”
çıkartılmıştır. Bu kanunun en önemli özelliği dilekçe hakkının kullanılma şeklini
sadece TBMM’ye yapılan başvurulara inhisar ettirilmemesi, düzenlemelerin genel
nitelikli olarak yapılmasıdır204.

3071 Sayılı Kanunun 1. maddesinde kanunun amacı, 2. maddesinde bu


hakkın kapsamı düzenlenmiştir. Bu ilk iki madde, Anayasa hükmünü tekrarlar
niteliktedir. 3. maddede ise dilekçe hakkının tanımına yer verilmiştir. Bu haktan Türk
Vatandaşları hiçbir şartlara tabi olmadan, serbestçe yararlanabileceklerdir.
Yabancıların kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikayetlerini TBMM’ye ve yetkili
idari makamlara ulaştırılması, Türkiye’de ikamet etmeleri, karşılıklılık esasının
mevcut olması ve dilekçelerin Türkçe yazılması ile mümkün olmaktadır.

3071 Sayılı Kanunun 4. maddesi “Dilekçede Bulunması Zorunlu Şartlar”


başlığını taşımaktadır. Bu hakkı kullanan herkes, dilekçede asgari olarak, adı-
soyadını, imzasını, iş veya ikametgah adresini yazmak zorundadır, aksi takdirde 6.
maddede açıklandığı üzere dilekçe incelenmeyecektir. Bunun dışında belli bir
konuyu ihtiva etmeyen ve yargı mercilerinin görevine giren konularla ilgili olan
dilekçeler de yetkili makamlarca incelenmeyecektir. Ayrıca dilekçenin hata sonucu
203
Çağlayan, s.233.
204
Anayurt, s.106 vd; Toklu, Esat: s.20.

70
ilgili olmayan bir idari makama verilmesi durumunda, dilekçenin yetkili idari
makama gönderileceği ve dilekçe sahibine konuyla ilgili bilgi verileceği 5. maddede
düzenlenmiştir.

Dilekçenin incelenmesi ve sonucunun bildirilmesi iki ayrı maddede


düzenlenmiştir. 7. maddede yetkili makamlara verilen dilekçelerin sonuçları veya
yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde
gerekçeli olarak cevap verileceği, işlemin safahatının bildirilmesi durumunda alınan
sonucun ayrıca dilekçe sahibine haber verileceği açıklanmıştır. 8. madde ise
TBMM’ye yapılan başvuruların incelenmesi ve sonucun bildirilmesini
düzenlemektedir. Buna göre, TBMM’ye verilen dilekçeler, Dilekçe Komisyonunda
en geç altmış gün içinde incelenecek ve karara bağlanacaktır. Dilekçe
Komisyonu’nun belli bir konuda bilgi almak için bir dilekçeyi ilgili olan kamu
kurum ve kuruluşlarına göndermesi mümkündür. Bu durumda, sözkonusu kamu
kurum ve kuruluşları dilekçeyi otuz gün içinde, Dilekçe Komisyonuna göndermekle
yükümlüdürler. Bu konudaki düzenlemeler 9. madde ile içtüzüğe bırakılmış
durumdadır.

(ga) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Engellenmesi

5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesine kadar olan süre içerisinde, dilekçe
hakkının kullanılmasının engellenmesi suç olarak düzenlenmemişti. 5237 sayılı Yeni
TCK’nın 121. maddesi “Kişinin belli bir hakkı kullanmak için yetkili kamu
makamlarına verdiği dilekçenin hukuki bir neden olmaksızın kabul edilmemesi
halinde, fail hakkında … cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir. Böylece
sözkonusu hakkın hukuki bir neden olmaksızın engellenmesi, dilekçenin kabul
edilmemesi suç olarak tanımlanmıştır.

Konusu dilekçe olan bu suç tanımıyla, dilekçe hakkının hiçbir engelle


karşılaşılmadan serbestçe kullanılması, güvence alınması amaçlanmıştır. Dilekçe
şeklindeki yazılı başvuruların hukuki bir neden olmaksızın kabul edilmemesi, süreli

71
olan işlemlerde dilekçenin süresi içinde verilmesine rağmen, kabulünün kasten
geciktirilmesi durumunda, sözkonusu suç oluşacaktır.

Dilekçenin hukuki bir nedene dayanılarak kabul edilmesi halinde veya ispat
zorluğu karşısında sözlü başvuruların kabul edilmemesi durumunda TCK.nın 121.
maddesinin uygulanması sözkonusu olmayacaktır.

3. Yargısal Başvuru Hakkı

Bundan önce üzerinde durduğumuz idari ve siyasi başvuru yolunda bireyler


kendileri veya kamuyla ilgili dilek, şikayetlerini idari mercilere ve Türkiye Büyük
Millet Meclisine iletip, kendi lehlerinde işlem tesis edilmesini sağlamaya gayret
göstermektedirler. Bu bakımdan idareye ve siyasal karar alma organına yapılan
talepler ve müracaatlar bireylerin haklarını korumalarını ve aramalarını sağlayan
yöntemlerdir. Ancak “ hak aranması “ kavramı ile akla ilk olarak hakların yargısal
yollara başvurularak elde edilmesi gelmektedir.Çünkü yargı organının varoluş nedeni
hakların korunmasıdır ve bu varoluş nedeni yargısal başvuru yolunu diğerlerinden
daha etkin bir hale getirmektedir205.

Anayasanın hak arama hürriyeti başlığını taşıyan 36. maddesinde herkesin


meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olunduğu
açıklanmıştır. Anayasanın 36. maddesi, hak arama yollarından sadece biri olan
yargısal başvuru hakkını göstermektedir. Bu bakımdan, zikredilen Anayasa
maddesinin hak arama hürriyetini bütünüyle yansıttığını söylemek imkansızdır. Bu
madde hak arama hürriyetinin sadece yargısal başvuru yoluna işaret etmektedir.
Ancak yargısal başvuru yolu, hak arama hürriyetinin en önemli ve temel esasını
ortaya koyduğu için yargısal başvuru yolu hak arama hürriyeti olarak tanımlanmıştır.

Hak arama hürriyetini genel olarak ele alan anayasa maddesi” temel hak ve
hürriyetlerin korunması “ başlığını taşıyan 40. maddedir. Bu madde “anayasa ile

205
Çoban, S.82; Kaplan. S.4

72
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir” hükmünü içermektedir ve
hak aramayı yargı organına başvuru ile sınırlamamaktadır. Buradan anayasanın
40.maddesinin genel olarak hak arama hürriyetine gösterdiği, 36. maddenin ise özele
indirgenerek bu hürriyetin yargı organı tarafından sağlanmasını ifade ettiği sonucu
çıkmaktadır.

Belirtildiği gibi, Anayasanın 36. maddesi, hak arama hürriyetinin, yargı yolu
ile kullanılmasını ifade etmektedir.1924 Anayasasının aynı konu ile ilgili olarak
düzenlenmiş olduğu 59. maddesinde başvurulacak yer olarak “ mahkemeler” den söz
ederken, 1961 ve 1982 Anayasalarında “ yargı mercileri “ ifadesinin kullanılmasının
bir anlamı ve amacı olsa gerektir. ”Yargı mercileri “ ifadesinin kullanılmış olmasının
nedeni, adli, idari, askeri yargıyı ve anayasa yargısının tümünü kapsar şeklinde
kullanılması ve bu kavramın içine yalnızca ilk derece mahkemelerinin değil, kanun
yolu mercilerinin giriyor olmasıdır206.

Bu açıdan yargı mercileri deyiminin kullanılması hak arama hürriyetinin tüm


yargı organlarında tanınmasını göstermesi bakımından daha doğru olmuştur.

Yargısal başvuru yolu ile hak arama hürriyetinin kullanılmasını daha iyi
açıklayabilmek için her yargı yolunu ayrı ayrı ele almakta fayda bulunmaktadır.
Böylece her yargı yolunun kendine has özellikleri ve kuralları içerisinde hak arama
hürriyetinin ne şekilde kullanılabileceği net bir şekilde anlaşılabilecektir.

a) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyeti


(aa) Genel Olarak

İlk bölümde hak arama hürriyetine ulaşılması için gerekli olan ilkeler
açıklanırken hukuk devleti kavramına değinmiş ve hukuk devleti ilkesinin geçerli
olmadığı bir devlet anlayışında hak arama yollarının da açık olamayacağını, var olan
hakların yeterince aranamayacağını belirtmiştik. Hukuk devleti olmak için de bir
206
Çınar, Uğurcan Sevinç:“Temel Hakları Koruma Yöntemlerinden Biri Olarak Hak Arama
Hürriyeti” Yayınlanmamış Doktora Tezi Konya 1998,s.78.

73
takım unsurların gerektiğini, bunların en başında idarenin yargısal denetiminin
geldiğini söylemiştik. Gerçekten de yargı denetimi eylem ve işlemlerinde hukuki
olmayan, insan haklarını hiçe sayma girişiminde bulunan yönetimin önündeki en
büyük güçtür. Yargı denetimi devlet organlarının yetkilerini suistimal etme ihtimali
bakımından yönetilenleri bu kötüye kullanmalara karşı koruyan en önemli
olgudur207.

Kamu otoriteleri, üzerlerine düşen görevleri yerine getirirken bir takım eylem
ve işlemler gerçekleştirmektedirler. Zaman zaman yönetimlerin bu eylem ve
işlemleri, bireylerin temel haklarını zedeleyip, onların zarar görmesine neden
olabilir. Bu durumda bireyler, yönetime başvuruda bulunarak,yapılan eylem veya
işlemle ilgili taleplerde bulunabilirler. Ancak daha önce de üzerinde durulduğu gibi,
yönetimlerin kendilerine gelen talepler, dilek ve şikayetler hakkında hassas
davrandıklarını söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, yönetilenleri idarenin keyfi
hareketlerinden koruyan en önemli ve kesin yolun yargısal başvuru yolu olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır208. İdarelerin bu şekilde yargısal denetimi de idari
yargı mercileri tarafından yerine getirilmektedir.

İdari işlem ve eylemlerin, yargısal denetime bağlı olması anlayışı, herkes


tarafından kabul görmüş, genel bir hukuk prensibidir. Danıştay da çok uzun yıllar
önce verdiği bir kararında “Bütün idari tasarrufların kazai murakabeye tabi tutulması
hukuka bağlı devlet prensibinin en mütebariz ve karakteristik vasfı icabındadır”
diyerek, bu genel hukuk prensibini kabul ettiğini açıkça göstermiştir209.

İdarenin yargısal denetiminin gerekliliği üzerinde bu şekilde durulduktan


sonra yargısal hak arama yollarından bir tanesi olan idari yargı ile hak arama
hürriyetini kullanabilmek bakımından, bu yargı kolunun kendine has özelliklerinin
değerlendirilmesi gerekmektir.

207
“Devlete hukuk devleti vasfını ve güvencesini veren en önemli esas, yargı denetimi, gücü ve
yetkisidir.”Danıştay.3.D.,22.11.1978 gün ve E.1978/1158, K.1978/1213 D.D., S.34-35, s.194.
208
Çoban, S.96, Taşkın, S.525; Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpunar, S.3. Kalabalık,
Halil: İnsan Hakları Hukuku Ders Notları, Değişim Yay., İstanbul-Ankara, Y.2003, s.238.
209
Danıştay D.D.G.K, 30.03.1950 gün ve E.1950/128, Dan.Kar.Der.S.50-53, s.112.

74
(ba) İdari Yargıda Hak Aramanın Kaynağı

İdari yargı alanında hak arama yollarının tamamen açık olmasını sağlayan ve
hak arama hürriyetini güvencesi niteliğinde olan ilk madde Anayasa’nın 40.
maddesidir. Anayasa’nın 40. maddesi genel olarak, temel hak ve hürriyetlerin
korunması için yetkili makama başvurma hakkını düzenlerken, idari yargı yerlerini
de bu kapsama almaktadır. Anayasa’nın bahsedilen maddesinde, hak arama hürriyeti
en genel anlamıyla ele alınırken, hakları yönetim tarafından ihlal edilen bireylerin
idari yargı mercilerine başvurmak suretiyle haklarına tekrar ulaşma hakkı da zımni
olarak güvence altına alınmıştır.

İdari yargı alanında hak arama hürriyetini düzenleyen diğer bir Anayasa
maddesi konumuzun esasını teşkil eden “ Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36.
maddedir. Bu madde ile yargısal başvuru hakkı düzenlenirken, idari yargı
organlarına başvurma hakkı da bu kapsama dahil edilmiştir. Burada herkesin yargı
mercileri önünde davalı veya davacı olabileceği açıklanırken, yargı mercileri içinde
idari yargı yolu da anlatılmak istenmiştir.

İdari yargı alanında hak arama hürriyeti, bu iki genel nitelikteki Anayasa
maddesi dışında, idari yargıya has nitelikte olduğu açık olan Anayasa ’nın 125.
maddesi ile de koruma altına alınmıştır. Bu bakımdan Anayasa ‘nın 125/ 1
maddesindeki “ İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”
hükmü hak arama hürriyetinin idari yargı alanına münhasır olan bölümünü ifade
etmektedir210.

İdari yargı alanında hak arama hürriyeti, kaynağını yukarıda açıkladığımız


gibi Anayasa ’nın 36, 40 ve özel olarak 125. maddesinden almaktadır. Anayasa ‘nın
125. maddesinde “ İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”
düzenlemesiyle, idarenin gerçekleştirdiği her faaliyetin yargı denetimi altında olduğu

210
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.141; Tanör-Yüzbaşıoğlu, s.187; İzgi/Gören, s.415;
Kaplan,Gürsel: Uyarma ve Kınama Cezalarına Karşı Yargı Yoluna Başvurmayı Engelleyen
Düzenlemelerin Hukuk Devleti Prensibi Açısından Değerlendirilmesi, AÜEHFD.C.Vll, S.3-4 (Aralık
2003), s.310; Taşkın, s.525.

75
açıklanmıştır. Anayasa’nın 36, 40 ve 125 maddesi ile, idarenin haksız işlem ve
eylemi neticesi hak ve hürriyeti ihlal edilen bireyin hakkını yasama, yürütme ve yargı
organı önünde başvuru ve hak arama özgürlüğü bulunmaktadır.

Hak arama hürriyetinin idari yargı alanındaki boyutunu ortaya koyan


Anayasa’nın 125.maddesinin değişim çizgisi üzerinde kısaca durmak da fayda
vardır.1982 Anayasasının 125. maddesi, 1961 Anayasasının 114. maddesinde“
İdarenin hiçbir eylem ve işlemi hiçbir halde yargı mercilerinin denetimi dışında
bırakılamaz” şeklinde düzenlenmiştir. 1961 Anayasasındaki düzenleme ile idari
yargı denetiminin olağan ve olağan üstü dönemlerde hiçbir istisnasının olamayacağı
bildirilirken, 1971 Anayasa değişikliği ile bu kesin olan hükümden bilinçli bir
şekilde kısmen dönülmüş, Anayasa’nın 125. maddesi düzenlemesi ile idarenin
eylem ve işlemlerinin bir kısmına karşı hak arama yolları kapatılmış, böylece hukuk
devleti prensibine aykırı şekilde yargı denetimi zedelenmiştir211. Bu bakımdan, 1961
Anayasasında konu ile ilgili ifade ile, 1971 Anayasa değişikliği ve 1982
Anayasasındaki ifade arasındaki anlam farkının olmadığı212, iki düzenlemenin aynı
şeyi ifade ettiği doğrultusundaki görüşe katılmak kanımızca da mümkün değildir213.

İdari yargıda hak arama hürriyetinin sınırları üzerinde dana sonra durulacağı
için, şimdilik 1961 ve 1982 Anayasaları arasındaki bu anlam farkına bu şekilde işaret
etmenin yeterli olduğunu düşünüyoruz.

(ca) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyeti İlgili Sorunlar

(i) Genel Olarak

İdari yargı alanında hak arama hürriyetine ulaşılması açısından özellik


arzeden birtakım temel konular bulunmaktadır. Bu temel konular bizzat idari
yargının kendi iç işleyişinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi istisnai haller
211
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” .142; Boyacı, Ender Kamil: “ Anayasalarımızda Hak
Arama Özgürlüğü”,Yeni Adalet, Y:5, S.32 Temmuz-Ağustos-Eylül, 1994 , s.8; Kaplan, “ Uyarma ve
Kınama Cezaları …, s.310.
212
Özbudun, “Anayasa Hukuku” s.91.
213
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.142.

76
dışında, idari yargıda, davalı olan taraf daima bir idaredir. İdari yargı, idarelerin
hukuka aykırı olarak, eylemler ve işlemler gerçekleştirmeleri neticesinde bireylerin
haklarını ve menfaatlerini ihlal etmeleri noktasında yargılama sürecine
başlamaktadır. Kamu gücüne sahip olan idarelerin işlem ve eylemleri kişilerin
hukuki durumlarında tek yanlı bir biçimde bir takım olumlu veya olumsuz
değişiklikler meydana getirmektedir. Bu işlem ve eylemler bazı kişilere haklar,
imkanlar kazandırırken, bazılarına yükümlülükler ve yasaklar getirmektedir. İşte
idari yargının ortaya çıkış sebebi kamu makamlarının otoritesini ve yetkisini hukukla
bağlamak ve bir sınır koymaktır.

İdarelerin hukuka aykırı eylem ve işlemler gerçekleştirmesi birçok nedenden


kaynaklanmaktadır. Hukuka aykırı işlem ve eylemleri ile bunların artış nedeni,
idarenin temel faaliyetleri sırasında meydana gelmektedir. Bu hukuka aykırılıkların
asıl nedeni idarelerin işleyiş usulüyle ilgilidir.

İdarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olması ve kişilere


yönetim aleyhine idari yargı mercilerinde davacı olarak bulunma yetkisinin
tanınması hak arama hürriyeti bakımından çok önemli olmakla birlikte, hak arama
hürriyetinin etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamaya yönelik olarak idarenin eylem
ve işlemlerini gerçekleştirirken bazı usul gereklerine ve temel ilkelere uyması
gerekmektedir214. İşte bu usul ilkeleri ve temel kaideler idari yargıda, hak arama
hürriyetine ulaşılması bakımından önem arz etmektedir ve bir ön mesele teşkil
etmektedir. Bu nedenle bu temel ilkeler üzerinde durmak gerekmektedir.

(ii) Yönetimde Demokrasi

Yukarıda açıklandığı gibi idari yargı alanında hak arama hürriyetinin tam
olarak sağlanabilmesi için ön mesele teşkil eden bir takım temel ilkeler mevcut
bulunmaktadır. Bu temel ilkeler üç ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki usul
ilkesi, ikincisi vatandaşların bilgi edinme hakkına sahip olması ve sonuncusu
bireylerin idarenin karar alma mekanizmasına katılması, bu katılımın bireylere açık

214
Kaboğlu, “ Özgürlükler Hukuku” , s.91; Çoban, s.96.

77
olmasıdır. Bunlarla ilgili olan birtakım daha ilkeler bulunmaktadır. Temel olarak
sayılan bu üç ilke yönetimde demokrasi adını taşımaktadır215.

(a) İdari Usul İlkesi

İdari usul ilkesi bütün idari işlemlerin, yönetimin karar alma mekanizmasının,
aynen yargı yerlerinde olduğu gibi önceden belli usul kuralları ile belli olmasını,
idarenin tüm işlemlerini yaparken uyması gereken kuralların tek ve genel bir
kanunda saptanıp, tüm toplum tarafından bilinmesini ifade etmektedir216.

İdarenin kararlarının oluşturulmasında izlenmesi gereken süreçleri ifade eden


idari usul kavramı en başta hukuki güvenlik ilkesini bireylere sağlaması açısından
önem arz etmektedir217. Hukuki işlemlerin belirli bir şekle ve usule bağlanması
hukuki güvenlik ilkesinin geçekleşmesine yardım etmektedir.

İdarenin yapacağı tüm işlemler için geçerli usul kurallarını düzenleyen


kanunun bulunması ilk olarak idarenin işlemlerinde keyfi davranmasını
engelleyecek, bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin korunmasını sağlayacak,
idareler yaptığı işlem ve eylemlerde hukuka uygun hareket etmeye çalışacaktır 218.

Böyle bir kanunun bulunması vatandaşlara, yönetim tarafından


gerçekleştirilen eylem ve işlemlerin hukukiliği ve meşruluğu açısından fikir
edinmelerini ve haklarını koruma olanağı tanımaktadır. Ayrıca böyle bir kanun
idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetiminin çok daha kolay bir şekilde
yapılmasını sağlama görevini yerine getirebilir.

İdari usul, yönetimlerin kamu gücünü kullanırken ve dolayısıyla yürütme


faaliyetlerini ifa ederken yerine getirmesi aşamasında ortaya çıkan, somut bir olaya,

215
Özay, s.5; Kalabalık, s.239; Hız,Yüksel / Yılmaz, Zekeriya: Açıklamalı-Notlu-Gerekçeli Bilgi
Edinme ve Dilekçe hakkı, Seçkin yay., Ankara 2004, s.38; Bereket, Zuhal: Hukukun Genel İlkeleri
ve Danıştay, Ankara, 1996 , s.18.
216
Özay, s.5; Kalabalık, “İnsan Hakları”s.239; Hız/Yılmaz, s.39; Çoban,s.96; Duran, Lütfi:
“İdari Usulün İlkeleri ve Kapsadığı Konular” AİD, C.31, No.1-2, 1998, s.3; Günday, Metin: İdare
Hukuku, 9.baskı, İmaj yay., Ankara 2004 s.30.
217
Duran,s.3; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.240.
218
Çoban , s.96, Duran, s.14.

78
maddi hukukun uygulanma esaslarını gösteren temel kuralları ifade etmesini
açıklamaktadır219.

Türk mevzuatında idari usul kavramı, bu açıklanan anlamı ile her hangi bir
kanuni düzenleme içerisinde yer almadığı halde, İYUK ‘un 2/1-a bendinde, idari
işlemin öğeleri arasında bulunan “ şekil “ unsuru içinde saklı bir biçimde bulunduğu
kabul görmektedir. Bu bakımdan şekil kavramı “ usul “ deyimini kapsar şekilde üst
kavram olarak algılanmakta, idari işlemin öğeleri arasında sayılan şekil şartının
esasen usul-şekil olarak anlaşılmasının bir gereklilik olduğu vurgulanmaya
çalışılmaktadır220.

İdari usul ilkesinin içerisinde, bu ilkeyi tanımlayan birçok alt kavram


olduğunu söylemek yanlış olmaz. Açıklık ilkesi, katılım ilkesi, inceleme ve araştırma
ilkesi, dürüstlük ve içtenlik ilkesi, hukuki güvence ilkesi, denge ilkesi çok geniş bir
alanı kapsayan idari usulün alt başlıkları olarak karmaşık konu ve sorunları içermekte
olup, Türk bürokrasisinin teamüllerini büyük bir farklılığa zorlar nitelik arz
etmektedir221.

İdari usulün temel amacı, yönetimin saydamlaşması, vatandaşların yönetim


işlerine katılmalarını sağlamak, vatandaşların insan hakları ve temel hürriyetlerini,
idare karşısında daha etkin ve güçlü bir şekilde savunup, koruyabilmeleridir. İdari
usulün bu belirtilen amaçları, bu ilkenin aynı zamanda hak arama hürriyeti ile bağını
kurmaktadır. İdarelerin, gerçekleştirdikleri tüm eylem ve işlemleri tek ve genel bir
kanun dahilinde yerine getirmeleri, en başta hukuki güvenlik ilkesini ve hak arama
hürriyetini sağlama bakımından birincil önem taşımaktadır. Günümüzde dünyada ve
özellikle ülkemizde yönetimlerin hukuka aykırı işlem ve eylemler yapmasının temel
nedeni, idarenin idari kararları alırken nasıl davranacağı konusunda her hangi bir
genel düzenleme bulunmamasıdır. İdari usulün varlığı bireylerin temel hak ve

219
Kalabalık, “İnsan Hakları”s .240; Akyılmaz, Bahtiyar:İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin
Yapılış Usulu, Yetkin.Yay.,Ankara 2000, s.65.
220
Duran, s.4; Kalabalık s.240-241
221
Duran,s.13

79
hürriyetlerini teminat altına alacak ve hak arama hürriyetinin idari yargı alanında
daha etkin bir hal alması sağlayacak en önemli ilkedir.

(b) Bilgi Edinme Hakkı ve Hürriyeti

Bilgi edinme hakkı ve hürriyeti hak arama hürriyetinin temelini teşkil etmesi
ve hak arama hürriyetinin başlangıç noktasını oluşturması bakımından önem
taşımaktadır. Hak arama hürriyeti bireylerin bilgi niteliğindeki verilere sahip
olabildiği şartlar dahilinde bir anlam ifade edeceğinden, bilgi edinme hak ve hürriyeti
hak arama hürriyetinin olmazsa olmaz koşulunu oluşturmakta ve böylece iki hürriyet
arasında temel bir bağ en başta kurulmaktadır222.

Bilgi edinme hakkı, vatandaşların yönetimin kararları, eylem ve işlemleri


konusunda resmi açıklamalarını beklemeye gereksinim duymaksızın ilgili bilgi ve
belgelere ulaşılmasını, idarenin karar alma süreci içerisinde yapılacak olanların
önceden kanunlarla belirlenmesi ile elinde bulunan ve gizliliği olmayan tüm bilgilere
sahip olunmasını ifade etmektedir223. Bilgi edinme hakkı ile bireyler idareye olan
ilgilerini artırmakta ve bir nevi idareyi kontrol edebilme imkanına sahip
olmaktadırlar. Vatandaşlar bu hakkı kullanmak suretiyle yönetimin keyfi
davranışlarına bir sınır çizebilmektedirler.

İdarenin kararları, gerçekleştirdiği eylem ve işlemleri hakkında, vatandaşların


bilgi edinmesini, belgelere ulaşmasını ifade eden bilgi edinme hakkı temel bir “insan
hakkı “ niteliğindedir ve insan haklarının evriminde dayanışma hakları olarak bilinen
üçüncü kuşak haklar arasında yer almakta olup bu hak 20. yüzyılın ikinci yarısında
ortaya çıkan yeni bir aşamadır224. Bilgi edinme hakkı demokratik hukuk devletinin,
demokratik yönetim anlayışının doğrudan ilişkili olduğu temel bir insan hakkıdır. Bu

222
Güran,Sait: “ Yönetimde Açıklık”, İHİD 3/1-3, s.102-103; Güran,Sait: “ Hak Arama
Özgürlüğünün İki Boyutu” , Anayasa Yargısı, C.9, No.27, 1993, s.29;Çoban, s.100.
223
Özay, s.5; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.241; Hız/Yılmaz, s.38; Bereket, s.24; Kaya, Cemil: İdare
Hukukunda Bilgi Edinme Hakkı, Seçkin Yay., Ankara 2005, s. 24 – 25.
224
Tezcan, Durmus / Erdem, Mustafa R./ Sancakdar, Oğuz :Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu
2.Bası, Ankara 2004, s.61; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.243; Hız/Yılmaz, s.39.

80
hak bireylerin haklarını anlamlı bir şekilde kullanmalarını doğrudan sağlamayı amaç
edindiği için, insan hakları sisteminin özünü teşkil etmektedir.
Bilgi edinme, bunu talep eden bireyler açısından bir “ hak” niteliğini taşırken,
bu talebi yerine getirmek durumunda olan idareler açısından ise bir ödev, bir
yükümlülüktür225 .

Ülkemizde bilgi edinme hakkı ile ilgili olarak 09.10.2003 tarihinde 4982
sayılı Bilgi Edinme Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun 31. maddesi uyarınca Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin esas ve usuller hakkında
yönetmelik 27.04.2004 tarihinde çıkarılmıştır. Zikredilen bu kanun ve yönetmelik
hükümleri üzerinde durulmayacaktır. Ancak 4982 sayılı kanunla ilgili olarak en
önemli nokta bu kanunun 4. maddesinde bu haktan yararlanabilecekleri için “herkes“
kavramının kullanılmış olmasıdır. “Herkes” kavramı bilgi alma hakkının genelliğini
ifade ederken, bu kavrama bireyler, birey toplulukları, gerçek ve tüzel kişiler, özel
hukuk tüzel kişileri, devlet ve diğer kamu tüzel kişileri ile belirli koşullar dahilinde
yabancılar da girmektedir226.

(c) Açıklık İlkesi

İdari yargı alanında hak arama hürriyeti bakımından diğer önemli bir konu da
idarede açıklık anlayışıdır. Bu ilke diğer ilkeler gibi yönetimde demokrasinin bir
unsurunu oluşturmaktadır ve diğer ilkelere nazaran daha ön plandadır. Bu ilke çok
geniş açıklamaların yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu yüzden, idarenin açıklığı
konusunu hak arama hürriyeti bakımından önemli olan noktaları üzerinde durulmakla
yetinilecektir.

İdarede açıklık, tek yanlı karar alma sürecinde kapalılığın kaldırılması,


açıklığa gidilerek idari faaliyetlerin yapılmasının saydamlığa kavuşturulmasını,
perdelerin kaldırılarak arkasında olan her şeyin görünmesini, aleniliğin sağlanmasını,
somut olarak idarenin karar alma sürecine vatandaşların katılabilmelerini, böylece
225
Bereket, s.24; Yürük, Ayşe Tülin: “ Bilgi Edinme Hakkının Niteliği ve Amacı” , Eskişehir Baro
Dergisi, S.7, Haziran 2005, s.40; Hız/Yılmaz, s.38.
226
Tanör/ Yazbaşıoğlu, s.158 ; Kalabalık, “İnsan Hakları”,s.245; Yürük, s.47-48.

81
idarenin almış olduğu kararların kolayca denetimden geçirilmesini ifade
227
etmektedir . Açıklık kavramı, yönetimin etkinliklerinin görülebilmesini, idareden
her türlü belge ve bilginin alınmasını, yönetimle ilgili her yerin gezilebilmesini,
yönetimdeki karışık işlerin düzenlenmesini, gizli kalan hukuk dışı davranışların açığa
çıkarılmasını, böylece bilgi toplumunun yaratılmasını anlatmaktadır228. İdarenin açık
olması ile idarenin aldığı tüm kararlar, gerçekleştirdiği tüm eylem ve işlemler kapalı
kapılar ardında değil, vatandaşların gözü önünde cereyan edecek ve böylece vatandaş
ile idare arasındaki olumsuzluklar ortadan kalkacak, karşılıklı güven ortamı
oluşacaktır.

İdari karar alma sürecinde saydamlığın hayata geçirilmesi yönetimin daha


sağlıklı karar almasını sağlayacak, işlem ve eylemin yapılış aşamasını gören, izleyen
vatandaşların yönetime olan güveni artacak, yönetime duyulan kuşkular azalacak,
böylece yeni yönetimdeki işleyişte objektiflik, dürüstlük, adalet ve etkinlik
artacaktır229. İdarenin açıklığı fikri, genel olarak idarenin demokratikleşmesini
sağlamaya yönelik her türlü çabayı bünyesinde topladığı için çok geniş bir
muhtevaya sahiptir.

Açıklığın temel hedefi, yönetimin işleyiş ve faaliyetlerini iyileştirmek,


toplumla idare arasındaki ilişkileri yumuşak ve canlı tutmak, yönetime daha
demokratik bir nitelik kazandırarak, yönetimin denetimini sağlamaktır230.

Yönetimde açıklık kavramının karşıtı gizliliktir. Gizlilik, idaredeki bilgi,


belge ve diğer verilerin açıklanmamasını, kapalılık ise yönetimlerin dıştan gelen her
türlü etki ve tepkiye duyarsız kalarak, idare tarafından gerçekleştirilen birçok eylem
ve işlemlerin vatandaşlarca görülememesini, alınan kararların gerekçesinin
açıklanmamasını ifade etmektedir231. Gizlilik ve kapalılık anlayışları bu zamana
değin, kamu yönetiminde esas alınmış ve toplum ile yönetim birbirine yabancılaşmış,

227
Özay, s.8; Güran, “ İdarede Açıklık “, s.102; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.239-240; Duran, “
İdare Usul…” s.5;Eken, “ Kamu Yönetiminde Gizlilik Geleneği ve Açıklık İhtiyacı” AİD,C.27S.2,
s.39; Hız/Yılmaz, s.38 ; Bereket, s.18 ; Yürük, s.39; Kaya, s. 27.
228
Güran, “ Yönetimde Açıklık”, s.105; Bereket , S.18-19; Eken, s.40; Hız/Yılmaz, S.40.
229
Güran, “ Yönetimde Açıklık”, s.105; Bereket, s.19; Eken, s.41; Duran, “ İdari Usul…”,s.5.
230
Bereket, s.19; Eken, s.43; Hız/Yılmaz, s.43; Kaya, s. 28.
231
Eken, s.26; Yürük, s.39.

82
arada bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Ancak özellikle 19. yüzyılın ikinci
yarısından, ikinci dünya savaşından itibaren bu anlayışlar terk edilerek yönetimin
kendini halka yaklaştırması, faaliyetlerini topluma açmak gerekliliği yönündeki fikir
ağırlık kazanmaya başlamıştır. Tarihsel gelişme süreci içerisinde yönetimde gizliliğin
uzun süre egemen olduğunu, günümüzde ise açıklık anlayışının önem kazandığını
söyleyebiliriz.

Günümüzde yönetim anlayışında, kamu yönetiminde saydam bir yapının


hakim olması asıl olandır. Kural idarenin açıklık ilkesi doğrultusunda faaliyetlerini
sürdürmesidir. Ancak açıklığın sınırsız olduğu düşünülmemelidir. Sınır ötesi
bilginin toplumsal sistemi sarsma ihtimali bulunduğundan, açıklık ilkesinin idarenin
faaliyetlerini aksatmayacak ölçüde belirlenmesi gerekmektedir232. Yönetimde belli
bilgi ve belgelerin gizli kalması gerekli olabilir. Ancak gizlilik konusunda yetki
idareye değil, yargı organına verilmelidir. Bir bilginin veya belgenin idare tarafından
gizli olarak nitelendirilmesi, o belge veya bilgiye bu niteliği kazandırmayacak, bu
nitelik ancak idari yargı mercilerinin gerekli incelemeyi resen yaparak belge ve
dosyanın gizli olup, olmadığını bizzat saptaması ile tespit olunacaktır233.

Yönetimin açıklığı, saydamlığı ilkesi tüm vatandaşların idarenin karar alma


sürecine doğrudan katılabilmesini, bireylerin yönetiminden kolayca her türlü bilgi ve
belgeyi almasını anlatmaktadır. Bu ilkenin tam olarak gerçekleştirmesi ile bireylerin
hak arama hürriyetlerine kavuşması da önemli ölçüde sağlanabilecektir. Çünkü
vatandaşlar idare tarafından yapılan işlem ve eylemlere doğrudan muhatap oldukları,
idareden her türlü dökümanı alabildikleri için hak arama faaliyeti çok etkin bir
şekilde gerçekleşebilecektir. Böylece hak arama yolları bireylere tamamen
açılacaktır. Dahası bireyler kendilerine haksızlık yapıldığını veya adil şekilde
davranıldığı konusunda doğrudan fikir sahibi olabilecek ve haklarını zaman
kaybetmeden arama hürriyetine erişebilecektir. Bu yönden, hak arama hürriyeti ile
yönetimin açıklığı arasında doğal, koparılmaz bir bağ mevcuttur.

232
Güran, “ Yönetimde Açıklık” , s.103; Bereket, s.19; Hız/Yılmaz, s.42; Duran “ İdari Usul” s.5;
Eken, s.53
233
Bereket, s.21

83
(d) Gerekçe ilkesi

Gerekçe kavramı, hak ve özgürlükleri etkileyen ve idari işlem ve eylemler


açısından en önemli idari usul ilkelerinden biridir. Gerekçe, idari işlemlerin özlü bir
şekilde bildirilmesi, işlemini yapılış nedeninin işlem metninde gösterilmesi, yargısal
olarak ise hakimin vardığı sonuçların sebeplerin doğru ve çelişki olmaksızın
açıklayarak adil yargılanmayı sağlayan temel kavram olarak tanımlanabilir234.
Gerekçe ilkesi, hakkında işlem yapılan kimselerin istemeleri halinde, idarenin işlem
kurma nedeni bildirmesinin ayrıca ve açıkça bir kurala gerek olmadan ödev olarak
düzenlenmesini ifade eder.

Gerekçe kavramı ile idari işlemin yapılış nedeni aynı anlamı taşımamaktadır.
Bir işlemin nedeni (sebebi) idareyi işlem yapmaya yönelten etkenleri belirtirken,
gerekçe işlemin şekil unsuru ile ilgili olup, işlem metninin bir unsurudur ve işlemin
nedeni, gerekçe olarak gösterilmek durumundadır235. Bu bakımdan, iki kavram
arasındaki bağlılık iki kavramın özdeş olarak algılanmasına yol açmıştır. Oysa
gerekçe ilkesi işlemin muhatabına, ilgisine yönelik olmakla birlikte sebep unsuru ise
hakime yönelik bulunmaktadır236.

Gerekçe ilkesi ile idare bir işlemi niçin yaptığını, hangi yolu izlediğini neden
işlemi bu şekilde gerçekleştirdiğini ortaya koyarak, işlemin yapıldığı bireyin doğru
bir işlemin yapıldığı konusunda ikna edilmesini sağladığı gibi, idare gerekçe
göstererek, kendini işlem yapmaya sevk eden temel düşünceleri açıklayarak, hukuk
devleti ilkesini tam manasıyla hayata geçirmiş olmaktadır237.

234
Akılloğlu, Tekin: “ Yönetsel İşlemlerde Gerekçe ilkesi”, AİD , C.15, S.2 Haziran 1982 s.7;
Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251; Aşçıoğlu, Çetin: “ Yargı Kanunlarında Gerekçe “, Ticaret Hukuk
ve Yargıtay Kararları Sempozyumu IX, Ankara, 1992, s.43-48; Alp, Mustafa: “Anayasa Hukuku
Açısından Mahkeme Kararlarında Sözde (günümüzde) Gerekçe”, Prof.Dr.M.Tevfik Birtek Armağan,
s.427.
235
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi”, s.7; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251.
236
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi”, s .9; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251.
237
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi”, s.9; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251; Akyılmaz, “ İdari İşlemin
Yapılış Usulü” , s.203.

84
Gerekçenin üç önemli işleve sahip olduğunu ve bu işlevlerin ayrı kurumlara
yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu kurumlardan birincisi işlemi yapan idarenin
kendisi, ikincisi işlem yapılan muhatap, üçüncüsü ise idarenin işlemini denetleme
yetkisine haiz olan idari yargı yeridir. Gerekçe ile idari işlemi yapmış olan idare öz
denetim yapmakta, gerçekleştirmiş olduğu işlemin hukuka uygun olup olmadığını
kontrol etmektedir. İşlemin muhatabı, işlemin geçerliliğine ilişkin değerlendirme
yapma imkanına sahip olup, savunma hakkını ve hak arama hürriyetini serbestçe
kullanabilmektedir. Söz konusu işlemin yargı konusu olması durumunda ise yargı
denetimi kolaylaşmakta, idari yargı yeri kararın oluşturma sürecini algılama
imkanına sahip olabilmektedir238.

Konumuz açısından önemli olan husus, idari işlemin gerekçesinin


gösterilmesinin ve ilgililere bu gerekçenin bildirilmesinin, bireylerin dava açma
hakkı ve hak arama hürriyeti kapsamında değerlendiriliyor olmasıdır. Gerekçe ilkesi,
bu açıdan hak arama hürriyetinin sağlanması ve hak arama yollarının açık olmasını
amaçlayan temel bir konu niteliğindedir.

Gerekçe ilkesi içerisinde değerlendirilmesi gereken diğer önemli bir konuda


idari usulü sona erdiren işlemin hukuki yollara başvurabilme açısından
gösterilmesidir. 03.02.2001 tarih ve 4709 sayılı kanunla 1982 Anayasasının bazı
maddeleri değiştirilmiş ve bazı maddelerine de yeni bir takım hükümler eklenmiştir.
Anayasasının “ Temel Hakların Korunması” başlılığını taşıyan 40. maddesine ilk
fıkradan sonra gelmek üzere, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve süreçlerini belirtmek zorundadır.” hükmü
eklenmiştir. Bu hüküm hak arama hürriyetinin tanınması açısından çok önemlidir ve
bu hürriyetin somuta indirgenmesi amacına yöneliktir. İşlem metninde başvuru
yollarının gösterilmesi, ilgili kişilerin kendilerine hukuk kuralları ile tanınmış kanuni
hakları kullanabilmelerine yardım edecektir. İdari işleme karşı nereye, hangi süre
içinde başvuruda bulunabileceğinin, başvurunun zorunlu olup olmadığının bilinmesi
işlemin yönelmiş olduğu kişilerin uğrayabileceği olası mağduriyetleri en başta

238
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi “, s.9; Kalabalık, “İnsan Hakları”s.251; Akyılmaz, “ İdari İşlemin
Yapılış Usulü “, s.203; Çoban, s.97-98; Alp,s.429.

85
gidermektedir239. Bu durum hak aramayı kolaylaştırarak bireylerin temel hak ve
özgürlüklerini etkin bir şekilde korunmalarını sağlar.

b) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Sınırları

İdari yargı mercilerinin temel işlevi idarenin hukuk dışı karar ve işlemlerini
iptal etmek, idarenin bu eylem ve işlemlerinden zarar gören kimselerin, bu zararlarını
ödetmek suretiyle hak ve hürriyetlerin korunmasını sağlamaktır. Böyle olmakla
birlikte, ülkemizde özellikle idari yargı alanında hak arama hürriyeti bakımından söz
konusu olan güçlükler ve engeller hiçbir zaman eksik olmamıştır. İdarenin
belirtildiği şekilde her türlü eylem ve işleminin yargısal denetimi kolayca
gerçekleşmemektedir. Anayasal ve yasal düzenlemeler bazı idari işlemlerin yargı
denetiminin dışında kalmasına dolayısıyla hak arama hürriyetinin sınırlanmasına
neden olmaktadır.

Yargı denetimi açısından denetimin “yaygınlığı” ve “ derinliği “ önemli


kavramlardır ve bu kavramları hak arama hürriyeti açısından değerlendirmek gerekir.
Denetimin yaygınlığı hiçbir idari işlem ve eylemin yargı denetimi dışında
bırakılmamasını, idarenin tüm faaliyetlerinin yargı denetimine tabi olmasını ifade
eder ve bir kısım işlemlerin yargı denetimi dışında bırakılması hukuk devleti
ilkesinin zedelenmesine neden olur240. Denetimin “ yoğunluğu” veya “derinliği” ise
idari yargı hakiminin yargısal denetim esnasında sahip olduğu yetkilerin genişliğini
ifade etmekte olup, takdir yetkisi ve yerindelik denetimi kavramları, idare yargıcının
denetim alanını etkilemesi ve sınırlaması bakımından önem taşımaktadır241.

İdari yargı bakımında, hak arama hürriyetini kısıtlayan temel bazı konular
bulunmaktadır. Bu kısıtlamaların bir kısmı idari yargı yolunu, genel anlamda yargı
yolunu kapatmaktadır ve doğrudan Anayasasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir

239
Kalabalık, “İnsan Hakları”s.255; Akyılmaz, “ İdari İşlemin Yapılış Usulü “, s.214; İyimaya,
Ahmet:“2001 Anayasa Reformu Perspektifinde 36. ve 40. Maddelerdeki Değişikliklerin Anlamı”
TBMM Anayasa Hukuku 1.Uluslararası Sempozyumu,Ankara 2003, s .71-72.
240
Özbudun, “Anayasa Hukuku” s.97; Kaboğlu, “ Özgürlükler Hukuku” , s.93; Çoban, s.105; Can
/Çelik/Demir/Özdemir/Karubulut/Gürpınar, s.6; Yenice, “Hak Arama”s.112.
241
Kaboğlu, “ Özgürlükler Hukuku”, s.93; Çoban, s.105.

86
kısım kısıtlamalar ise Anayasa tarafından doğrudan kaynaklanmamakla birlikte,
yargının işleyişi sırasında ortaya çıkan bir takım sınırlandırmalardır. Bu iki ana
grupta toplayabileceğimiz hak arama hürriyetinin sınırlarını gösteren konular
üzerinde kısaca durmak da fayda görmekteyiz.

(aa) Anayasadan Kaynaklanan Kısıtlamalar

(i) Cumhurbaşkanının Tek Başına Yapacağı İşlemler

Anayasanın 104. maddesinde Cumhurbaşkanı’nın tek başına yapacağı


işlemler yasama, yürütme ve yargıya ilişkin olarak ayrı ayrı sayılmıştır. Bu Anayasa
maddesinin son fıkrasında Cumhurbaşkanı’nın Anayasada ve kanunlarda verilen
seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getireceği ve yetkileri kullanacağı
açıklanmıştır. Anayasanın 105. maddesinde ise, Cumhurbaşkanı’nın sorumsuz
olduğu ve re’sen imzaladığı kararlar aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil hiçbir yargı
merciine başvurulamayacağı belirtilmiştir. Bu hükümler ilk kez 1982 Anayasası ile
hukuk sistemine girmiştir.

Cumhurbaşkanı’nın tek başına yapacağı idari işlemleri insan hakları alanını


etkileme olasılığının olmadığı, Anayasa’nın 104. maddesinde sayılan işlemlerin
insan hak ve hürriyetini zedelemesinin zor bir ihtimal olarak görüldüğü
söylenmektedir242. Hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu bir devlet anlayışında bir
makamın yetki sahibi olup, sorumluluk taşıması düşünülemeyeceğinden, bu yönde
ki hükümlerin değiştirilmesinde yarar görülmektedir.

(ii) Yüksek Askeri Şura Kararları

Anayasanın 125. maddesinin ikinci fıkrasında yüksek askeri şura kararlarının


yargı denetimi dışında olduğu açık bir şekilde gösterilmiştir. Bu kararların yargı

242
Tanör “İnsan Hakları Sorunu”, s.142, Yazar bu düşünceyi ileri sürmekle beraber Turgut Özal
dönemini göstererek “Tercih ve Kararlarını Hükümetin arkasına saklanarak, bu organa dayatarak ve
bu organ eliyle resmileştiren bir Cumhurbaşkanı. “ tek başına yapılabilecek işlemler kategorisinin
istismar karakterlerinin de bozup gerçekleştirmekle, dolaylı yoldan yürütmenin bütün önemli
yetkilerini kullanır hale gelmekteydi.” demektedir.

87
denetimi dışında bırakılmasının gerekçesi olarak, Askeri Hiyerarşinin gerekleri, Türk
Silahlı Kuvvetlerinde görevli personelin terfi ve emeklilik işlemleri ile ilgili
kararların özellikle önem arz etmesidir. Ancak böyle bir gerekçe söz konusu
kararların yargı denetimi dışında bırakılmasını haklı kılmamaktadır. Askeri
hiyerarşinin gerekleri kavramı bu kadar önemli ise, o zaman Askeri Yargı ve Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin niçin var olduğu sorusu karşımıza çıkmaktadır243.
Askeri Şura Asker kişileri ilgilendiren, Askeri personel konusunda çok önemli
kararlar vermektedir. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri personel kanununun 50.
maddesinde Askeri Şura’nın belli şekillerde hareket eden kişilerin silahlı
kuvvetlerinden ayrılmasına karar verebileceği, üst rütbeli askeri personelin terfi
işlemlerin gerçekleştirileceği açıklanmıştır. Bu işlemler bireylerin temel hakları ile
yakından ilgili olup, bu kanundaki kararların yargı denetimi dışında bırakılması
telafisi imkansız mağduriyetlere yol açabilmektedir244.

(iii) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararları

Anayasanın 159/4. maddesi HSYK ’un tüm kararlarını yargı denetimi dışında
bırakmıştır. Hakimler ve Savcılara HSYK tarafından verilen özellikle özlük işleriyle
ilgili kararlar karşısında, hakim ve savcılar bu kararlara kayıtsız bağlı kalmakta,
kararların hatalı, açıkça hukuka aykırı olması durumunda dahi hak arama
özgürlüklerini kullanamamaktadırlar. Böyle bir düzenlemenin insan hakları, hukuk
devleti ilkesi ve temel anayasa kuralları ile bağdaşmadığı açıkça ortadadır245.

Aynı kural 20.09.1971 tarihli ve 1488 sayılı Anayasa değişikliğiyle 1961


Anayasası ’nın öngördüğü Yüksek Hakimler Kurulu için konmuş, ama Anayasa
Mahkemesi tarafından 246 “Hakimi yargı yoluna başvurma hakkından yoksun olan bir
devlete, bireylerin hukuksal güvenceye sahip olduğu savunulamaz………hakim

243
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.142; Çoban, s.115;
Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpunar, s.7.
244
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.142; Çoban, s.115.
245
Yenice, “Hak Arama” s.113; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”.142; Çoban, s.115;
Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpunar, s.7; Ünver, s.189.
246
27.01.1977 tarihli 1976/43 E., 1977/4 K. AYMKD, S.15, s.106 v.d.

88
YHK kararıyla meslekten çıkabilecek, fakat hakim bu kanuna karşı yargı yerine
başvurmayacaktır. Bunun hukukla bağdaşır bir yönü yoktur…Yargı yerine
başvurulması Cumhuriyetin Hukuk Devleti niteliğine ters düşer…Özetlemek
gerekirse, YHK kararlarına karşı Yargı yoluna başvurmayı engelleyen (Bu kararlar
aleyhine başka mercilere başvurulmaz.) tümcesi Türkiye Cumhuriyeti niteliğinden
olan insan hakları ve hukuk devlet ilkesini bozmakta olduğundan… Anayasa’ ya
aykırıdır.” şeklindeki kararı ile iptal edilmiştir. Kararda insan hakları açısından
AİHS’nin 6. maddesine dayanılmış olması, aynı şekilde olan 1982 Anayasasının
Uluslararası normları ihlal ettiğini gösterir niteliktedir247.

(iv) Memur ve Kamu Görevlileri Hakkında Verilecek Uyarma Ve


Kınama Cezaları 248

Anayasanın 129. maddesinin 3. fıkrasındaki düzenleme ile memur ve kamu


görevlileri hakkında verilen uyarma ve kınama cezaları yargısal denetim dışına
çıkarılarak, uyarma veya kınama cezası alan kamu görevlilerinin hak arama
hürriyetleri kısıtlanmıştır. Uyarma ve kınama cezalarının disiplin cezaları arasında
en hafif nitelikte oldukları, memuriyette yükselmek ve bazı görevlere gelebilmek
bakımından diğer disiplin cezalarından farklı olarak her hangi bir engel teşkil
etmedikleri, bu nedenle söz konusu cezalar için yargı organını basit sayılabilecek bu
özellikteki disiplin cezalarıyla işe boğmamak düşüncesinin yattığı söylenmektedir249.

Ancak uyarma ve kınama cezalarının tekerrürü durumunda izleyen disiplin


cezasının bir derece ağır olarak verileceği ihtimalinin her zaman bulunması, ceza
alan kamu görevlisinin başka işlemler bakımından sorun yaşaması veya en azından
cezayla muhatap olan kişinin manevi ve psikolojik olarak etkilenmesi bu cezaların
çok da önemsiz olmadığını göstermektedir250. Görüldüğü gibi aslında basit gibi

247
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.143; Ünver, s.190.
248
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Kaplan, Gürsel: “ Uyarma ve Kınam Cezalarına Karşı Yargı
Yoluna Başvurmayı Engelleyen Düzenlemelerin Hukuk Devleti Prensibi Açısından
Değerlendirilmesi”, AÜEHFD, C.VII, S.3-4 (Aralık 2003), s.309 vd.
249
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.143; Kaplan, “ Uyarma ve Kınama Cezaları”,
s.311; Çoban, s.116.
250
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.143; Kaplan, “ Uyarma ve Kınama Cezaları”,
s.313; Çoban, s.116.

89
görünen bu disiplin cezaları kamu görevlileri için ileri aşamada çok önemli hak
kayıplarına neden olabilmektedir. Bu itibarla Anayasa’nın öngördüğü Hukuk
Devleti İlkesi ile onun olmazsa olmaz gereklerinden biri olan hak arama hürriyeti ve
idarenin yargısal denetimine sınırlama getiren bu hükmün mutlaka değiştirilmesi
gerekmektedir.

(v) Sayıştay Kararları

Sayıştay Anayasa ‘nın 160. maddesinde genel ve katma bütçeli dairelerin tüm
gelir ve giderleri ile mallarını T.B.M.M. adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak için oluşturulmuş Anayasal bir kurumdur.
Sayıştay ’ın kesin hükümleri hakkında ilgililerin yazılı bildirim tarihinden itibaren on
beş gün içinde bir defaya mahsus karar düzeltme isteminde bulunma hakları olup, bu
kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamamaktadır. Bu hüküm hak arama
hürriyetini açıkça engeller niteliktedir. Sayıştay ‘ın yargısal bir niteliğe sahip olması
ve Anayasa ‘da “ Yüksek Mahkemeler “ başlığı altında yer almış olması dahi bu
durumun yaratabileceği sakıncaları ortadan kaldırmaya yetmemektedir251.

(ba) Anayasa’ nın Yargının İşleyişine İlişkin Getirdiği Kısıtlamalar

(i) Takdir Yetkisi

İdarenin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması ilkesi genel bir
hukuk prensibidir. Bu genel anlayış geçerli olmakla birlikte, kamu hizmetleri giderek
çoğalmakta, teknik niteliğe haiz olan hizmetler ortaya çıkmakta, bu durum idareye
karşılaştığı yeni gelişmeler paralelinde hizmetlerini yürütebilmesi için bazı
serbestliklerin tanınmasını gerekli kılmaktadır252. Belirtildiği gibi idareye sağlanması
gereken serbestliğin temel nedeni kamu hizmetlerindeki artış, hizmetlerin işleyiş
şeklidir.

251
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”,
s.143.;Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpınar, s.7
252
Yenice, “Hak Arama” s.121; Çoban, s.106; Akılloğlu,T.ekin: “ Danıştay Kararlarına Göre
Uygulamada Temel Haklar”, AİD, C.16 S.3 Eylül 1983, s.44.

90
Takdir yetkisi üç önemli unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Takdir yetkisi
için yetkinin nasıl kullanılacağının hukuki düzenlemede açık bir şekilde
gösterilmemiş olması, idarenin gerçekleştireceği eylem ya da işlemler için hukuka
uygun olan alternatif yolların bulunması ve idarenin bu alternatifler arasında
dilediğini seçme hakkının tanınmış olması gerekmektedir253. Kamu hizmetlerinin
gereklerine en uygun çözümün üretilebilmesi için yönetimlere takdir yetkisinin
verilmesi konusu tartışılamaz bir gerçeklik taşımaktadır. Ancak bu yetkinin
kullanılma biçimi önem taşımaktadır. Takdir yetkisi kamu yararı gözetilerek, kanun
dahilinde, eşitlik ilkesine uygun biçimde, objektif nitelikte, keyfi davranışlardan uzak
bir şekilde kullanılmalıdır254.

Hukuk Devleti İlkesinin geçerli olduğu bir yerdeki idarede, idare takdir
yetkisini kamu yararı için, keyfilikten tamamen uzak bir biçimde kullanır. Ancak en
önemli husus tüm idari işlem ve eylemlerin takdire de dayalı olarak yapılsalar, yargı
denetimi altında bulunmalarıdır. Takdir yetkisine dayanılarak yapılan tüm
faaliyetlerin özellikle sebep, konu ve amaç yönlerinden denetiminin yapılması bir
zaruret olup, bu yetkinin idarelerce mutlak veya sonsuz olarak kullanılması mümkün
değildir255.

Takdir yetkisinin, idari yargı tarafından denetlenmesi açısından her hangi bir
duraksama yoktur. İdarenin yaptığı tüm faaliyetler denetim altında tutulabilecek,
takdir yetkisinin farklı bir amaçla kullanıldığı anlaşılırsa, söz konusu idari işlem veya
eylem iptal edilecektir. Takdir yetkisinin denetimi, genelde Hukuk Devleti İlkesine
veya Anayasal kurallara dayanılarak yapılmaktadır.

(ii) Yerindelik Denetiminin Yapılamaması

İdari Yargı açısından, yargının işleyişine yönelik diğer bir kısıtlama


yerindelik denetimidir. Anayasa ‘ya göre yargı yetkisi idari eylem ve işlemlerin

253
Yenice, “Hak Arama” s.120-121; Karatepe, Şükrü: “ İdarenin Takdir Yetkisi”, Türk İdari
Dergisi, C.63, s.392, Eylül 1991, s.71; Çoban, s.106.
254
Yenice, “Hak Arama” s.121; Çoban, s.106.
255
Yenice, “Hak Arama” s.121; Akıllıoğlu, “ Temel Haklar”, s.44; Çoban, s.106: Karatepe, s.107.

91
hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yerindelik denetimi ile idare tarafından
gerçekleştirilen bir eylem ya da işlemin yerinde olup, olmadığı, ihtiyaca uygun bir
faaliyetin oluşturulup, oluşturulmadığı araştırılır. İdarenin faaliyetlerinin yerinde
olması konusunda karar alma yer ve zaman seçme ile belli bir yönde hareket etme ya
da etmeme gibi iki önemli ölçüt belirleyici rol oynamaktadır256.

Takdir yetkisinde, idareye tanınan serbestlik içerisinde hareket edip etmediği


araştırılırken, yerindelik de idarenin eylem ve işlemlerin ihtiyaca uygun şekilde
yapılıp, yapılmadığına bakılmaktadır. Bu bakımdan takdir yetkisinin denetimi bir
kere yapılmakla tükenirken, yerindelik denetimi daha uzun bir zaman dilimine
yayılmaktadır257. Bu bakımdan idarenin işlemlerinin yerindeliğinin denetimi de belli
bir ölçüye kadar yapılabilmeli ve idare ihtiyaca uygun olmayan faaliyetlerden bu
denetim nedeni ile kaçınmalıdır.

(iii) Yürütmenin Durdurulması Müessesesi

Yürütmenin durdurulması, özellikle iptal davalarına etkinlik kazandıran,


idarelerin kamu gücüne dayanarak tek taraflı kararlar alıp, bunları hemen
uygulamaya geçirmesinin ortaya çıkarabileceği hak kayıplarının önüne geçmeyi
amaçlayan, vazgeçilmez bir idare usul ilkesi durumundadır258. Yürütmeyi durdurma
kurumu, haklarında hukuka uygun olmayan bir karar verilip, temel hak ve
hürriyetleri tehlike altında bulunan bireyler için önemli bir hukuksal güç durumunda
olduğu kadar, işlemi yapmış olan idareyi iptalle sonuçlanacak hatalı davranışını
ortadan kaldırma, bu işlem nedeni ile bireye tazminat ödeme ve benzer hukuksuz
girişimleri yenilememe imkanı tanıması açısından da çok önemlidir.

Anayasa ’nın 125/5. maddesinde, İYUK ’un 27. maddesi ile yürütmenin
durdurulması kararı verilebilmesi oldukça güç şartlara bağlanmıştır. Buna göre idari
işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari

256
Karatepe, s.83; Çoban, s.107; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.94; Tanör, “Türkiye’nin İnsan
Hakları Sorunu”, s.174.
257
Çoban, s.107.
258
Yenice, “Hak Arama” s.126; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.143;
Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabuluk/Gürpınar, s.7.

92
işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda
gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilecektir. Görüldüğü
üzere, bu iki şartın birlikte gerçekleşmesi halinde, idarenin işlem veya eyleminin
yürütmesi durdurulacaktır. Oysa bu sayılan şartlardan biri dahi için bu karar
verilebilmelidir. Çünkü bu iki koşul gerçekten ağır durumları ihtiva etmektedir. Aksi
halde, bireylerin haklarının yerine getirilmesi bazen imkansız, bazen anlamsız hale
gelebilir259.

Ayrıca, Anayasa’nın 125/6. maddesine göre, kanunun olağanüstü hallerde,


sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel
sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin sınırlanabileceği
açıklanmıştır. Bireyler için bu kadar önemli bir müesseseye bu madde ile böyle bir
sınır getirilmesi hak arama özgürlüğüne vurulmuş bir darbe niteliğindedir.

c) Anayasa Yargısında Hak Arama Hürriyeti

Hak arama hürriyeti, Anayasa yargısı bakımından da önemli bir işleve


sahiptir. Bir kere, hak arama hürriyeti kaynağını doğrudan Anayasa‘dan almaktadır.
Daha önce değindiğimiz ve konumuzun esasını oluşturan Anayasa ’nın 36.
maddesindeki hüküm yargı yoluna inhisar ettirilmiş olsa da, hak arama kavramını
açıklaması yönünden önemli bir düzenleme durumundadır. Aynı şekilde, Anayasa
’nın 40. maddesinde Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin,
yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkının
bulunduğunu belirtirken, hak arama hürriyetinin daha geniş bir görünümü karşımıza
çıkmaktadır. Anayasa ‘nın 125. maddesindeki hüküm, idari yargı yolu açısından hak
arama hürriyetini açıklamaktadır.

Anayasa ‘nın yukarıda değindiğimiz 36., 40., ve 125 maddeleri hak arama
hürriyetinin esasını teşkil etmektedirler ve bu maddelerin doğrudan Anayasa kuralı
olarak düzenlenmesi isabetli olmuştur.Çünkü diğer hak ve hürriyetlerin korunmasını

259
Yenice, “Hak Arama”s.126.

93
amaç edinen bir insan hakkı durumunda olan bir “ hak “ kın Anayasa dışındaki bir
kanunla düzenlenmesi, bu önemli hürriyetin en baştan zedelenmesine neden olurdu.

(ba) Hak Arama Hürriyetinin Anayasa Yargısı Açısından


Değerlendirilmesi

Çağdaş Anayasal düşünce, temel hak ve özgürlükler ile devletin yetkileri


arasında bir denge tesis edilmesi, bireylerin, devletin karışmayacağı kendisine ait bir
alanın oluşturulması, tüm kanunların Anayasa’ya uygun olması, çoğunluğun azınlığa
baskı yapmasının engellenmesi, insanların temel hak ve özgürlüklerini koruma
amacını gütmesi anlayışına dayanmaktadır260. Anayasa Yargısında esas olan
Anayasa ‘ya uygunluğun sağlanmasıdır. Anayasa ‘ya aykırı kanunların yürürlükten
kaldırılmasının temel nedeni Anayasa yargısının işlev alanı ile ilgilidir.

Anayasa Yargısının temel fonksiyonu, içerisinde temel hak ve


özgürlüklerinin, bunları koruma yöntemlerinin ve ihlalleri durumunda hak arama
yollarının bulunduğu Anayasa‘yı korumaktır261. Anayasa yargısı, bünyesinde
barındırdığı hak arama hürriyeti ve hak arama yollarının tanındığı temel Anayasal
kurumların devamlılığını sağlamak üzere kurumsallaştırılmıştır. Anayasa yargısı bu
konudaki faaliyetlerini Anayasa Mahkemesi aracılığı ile yerine getirmektedir.
Anayasa Mahkemesi, uyguladığı yargısal yol ile sadece hukukun ve Anayasa’nın
üstünlüğünü sağlamak için değil, hak arama hürriyetinin tam olarak bireylere
tanınması noktasında faaliyet göstermektedir262.

Anayasa yargısı, temel olarak iki ana yol ile kanunların anayasaya
uygunluğunu ve dolayısıyla hak arama hürriyetinin bireylere tanınmasını
sağlamaktadır. Bu yollardan ilki itiraz yolu da denilen mahkemelerde görülmekte
olan bir dava sırasında uygulanacak bir kuralın Anayasa’ya aykırılığının ileri

260
Aliefendioğlu, Yılmaz: Anayasa Yargı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin Yay.Ankara 1996,
s.199; Kaplan, “ İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü”, s.40; Taşkın, s.525.
261
Çınar, s.117-118; Taşkın, s.528.
262
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.144; Aliefendioğlu, s.200.

94
sürülmesidir. Diğeri ise belli bir zümreye verilmiş olan iptal davası yoluyla, bu
hakkın kullanılmasıdır.

Anayasal yargıda, diğer yargı kollarından farklı olarak hak arama yolları
bireylere daha sınırlı olarak tanınmıştır. Bu nedenle farklı iki yol bakımından,
inceleme yapılmasında fayda bulunmaktadır.

(ba) İtiraz(Somut Norm Denetimi) Yoluyla Hak Arama Hürriyeti

Mahkemelerde görülmekte olan bir dava sırasında, taraflardan birinin, söz


konusu uyuşmazlığın çözülmesinde uygulanacak kanunun Anayasa‘ya aykırı
olduğunu ileri sürmesi durumunda, mahkeme öncelikle bu aykırılık iddiasını ele
alıyorsa, itiraz (defi yoluyla) denetimi uygulanıyor demektir263.

Anayasa ‘nın 152. maddesine göre, “ Bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa
‘ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi
olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar
davayı geri bırakır.” Mahkemede taraflardan birisinin, uygulanan kanun hükmünü
Anayasa‘ya aykırı görerek, bunu ileri sürmesi, mahkemenin de bu iddiayı ciddi
bularak, işi bekletici sorun yapmak suretiyle Anayasa Mahkemesine göndermesi,
Anayasa Mahkemesinin bu kanun hükmünün Anayasa‘ya aykırı olduğuna karar
vererek, bu hükmü iptal etmesi durumunda davacı ya da davalı taraf bundan
doğrudan faydalanmakta, böylece hak arama hürriyeti Anayasa Yargısında somut bir
şekilde güvence altına alınmış olmaktadır264.

Anayasa yargısı bakımından itiraz yolu ile hak arama hürriyetini


kullanabilmek için iki kişi arasında çıkan bir ihtilaf veya kendi üzerine suç atılan bir
kimsenin cezalandırılması talebiyle Cumhuriyet Savcısı tarafından belli bir kimseye
karşı ortaya çıkarılan uyuşmazlık durumu mevcut olmalı ve adli, askeri veya idari

263
Teziç, s.195; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.145; Taşkın, s.528.
264
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”,s.145; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187-188.

95
davalara bakarak nihai hüküm veren her derecedeki mahkemede görülmekte olan bir
dava bulunmalıdır265.

Anayasa ‘nın 152. maddesindeki düzenleme teknik anlamda bir defi değil,
itiraz niteliğindedir. Anayasa’ya aykırılığın bir dava sırasında ileri sürülmesi kamu
düzeni ile ilgili olarak görüldüğünden, süren bir dava sırasında, taraflar uygulanan
kanunun Anayasa‘ya aykırılığını iddia etmeseler bile, dava mahkemesi kendiliğinden
bunu ileri sürebilmektedir266.

İtiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine başvurulması bireylerin ve mahkemede


karar vermekle yükümlü yargı görevlileri açısından önemli bir uygulama
niteliğindedir. İtiraz yolu ile davadaki tarafların hak arama hürriyetleri güvence
altına alınırken, diğer taraftan yargı görevlileri, Anayasa‘ya aykırı bir düzenlemeyi
uygulamak zorunda kalmamaktadırlar.

(ca) İptal Davasıyla Hak Arama Hürriyeti

İptal davası ile belli sıfata haiz kimseler veya belli niteliğe sahip gruplar,
kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, TBMM içtüzüğünün, bunların
tamamının veya belirli maddelerinin Anayasa aykırı olduğunu ileri sürerek, bu
sayılan düzenlemelerin iptal edilmesini sağlayabilmektedirler. İptal davası yolu ile
Anayasa’ya aykırı olan düzenlemeler ortadan kaldırılmakta, bireyler bu Anayasa ’ya
aykırı olan hükümler ile hak kayıplarına uğrama ihtimalinden sıyrılmaktadırlar.

İptal davası ile hak arama hürriyetinin birbirine yakından bağlı olduğu
söylenemez. Ancak iki kavram arasında yine de bir ilişki bulunmaktadır. İptal davası
açma yetkisi, dolaylı bir şekilde kişilerin hak arama hürriyetlerini ilgilendirmektedir.
Milleti temsil eden parlamenterlerin belli bir sayısının, ya da seçmenlerin dileklerini
yansıtan siyasal partilerin dava açarak, Anayasa ‘ya aykırı olan bir kanunu iptal
ettirmeleri bu bağlamda düşünülmelidir267.

265
Teziç, s.200; Taşkın, s.528-529.
266
Teziç, s.196-197.
267
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.144; Teziç,s.201;Taşkın,s.528.

96
Anayasa ‘da iptal davası 150. madde de “Kanunların, kanun hükmündeki
kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya bunların belirli
madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasa‘ya aykırılığı iddiasıyla
Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı,
Cumhurbaşkanına, iktidar ve ana muhalefet partisi meclis grupları ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir, iktidar da
birden fazla siyasi partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma
haklarını en fazla üyeye sahip olan parti kullanır” şeklinde düzenlenmiştir. Bu
Anayasa maddesi ile iptal davasının açılma usulü, bu davayı açabilecek merciler ve
bu davanın hangi işlemlere karşı açılabileceği ortaya konulmuştur.

Yasama işlemleri uygulamaya girip, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini


olumsuz yönde etkilemeye başladığında, bu işlemler nedeniyle hakları zedelenen
kişilerin iptal talebine yetkilerinin olması Anayasa yargısının varlık sebebidir. Hak
arama faaliyeti, bir hakka ulaşma kadar bir haksızlığın giderilmesi anlamına da
geldiğinden, Anayasa Mahkemesine açılan iptal davaları bir hak arama yolu olarak
kabul görmektedir268.

(da) Anayasa Yargısında Hak Arama Hürriyetinin Sınırları

Anaya Yargısında hak arama yolları diğer yargı kollarına oranla daha az
niteliktedir. Bireyler her istedikleri konuyu ya da Anayasa ‘ya aykırı olduğunu
düşündükleri bir kanun hükmünü doğrudan Anayasa Mahkemesine
götürememektedirler. Bu nedenle Anayasa yargısında hak arama faaliyeti belirtildiği
üzere daha sınırlı bir biçimde ilerlemektedir.

Zaten kısıtlı bir şekilde hak arama hürriyetinin tanındığı Anayasa yargısında
da aynı idari yargıda olduğu gibi bir takım sınırlar mevcuttur. Bu sınırlar bizzat
Anayasa‘dan kaynaklanmaktadır ve önceki Anayasa döneminde geçerli olan
uygulamaların yeni Anayasa döneminde uygulamadan kaldırılması da bir“ sınırlama”
olarak kabul edilmektedir.

268
Çınar, S.117-118, Taşkın, S.528.

97
(i) İtiraz Yoluyla Denetimdeki Sınırlar

Önceki Anayasa döneminde, itiraz yoluyla şekil yönünden denetimi sağlama


imkanı varken, 1982 Anayasa’sı bu denetimi ortadan kaldırmıştır. Artık itiraz yolu
ile bir kanunun, KHK ’nın şekil bakımından Anayasa ‘ya aykırılığı ileri
sürülememektedir.

Bu konuda ikinci sınırlama Anayasa‘nın 152/4 maddesindeki “Anayasa


Mahkemesi”nin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmi Gazetede
yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe, aynı kanun hükmünün Anayasa ‘ya
aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.”hükmü ile getirilmiştir. Her ne
kadar bu düzenleme aynı kanun hükmünün tekrar tekrar Anayasa Mahkemesi’nin
karşısına getirilip, mahkemeyi aynı konuyla ilgili bir yargılama yaparak, iş
yoğunluğu içerisinde kalmasını engellemesi bakımından mantıklı olsa da on yıl gibi
uzun bir zaman diliminin konulmuş olması toplumun dinamizmine ve diğer
yapılarındaki değişime uygun olmaması hasebiyle bireylerin hak arama hürriyetlerini
kısıtlar niteliktedir269. Özellikle toplumsal değişimlerin çok hızlı bir şekilde yaşanan
ülkemizde, bugün Anayasa‘ya aykırı olmayan bir kanunun birkaç yıl sonra, bu şekle
dönüşmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle on yıl gibi bir sürenin konmuş olması,
hak arama faaliyetini zedelemektedir.

İtiraz yolu ile Anayasa yargısının işletilmesi konusunda hak arama hürriyetini
kısıtlayan üçüncü husus, Anayasa Mahkemesi ‘nin 1961 Anayasasından farklı olarak
olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı karar verme imkanının kaldırılmış
olmasıdır. 1961 Anayasası, Anayasa Mahkemesi ‘ne olayla sınırlı ve yalnız tarafları
bağlayıcı iptal kararı verebilme yetkisini tanımıştı. Bu yetkinin kaldırılmış olması,
somut olaylar açısından kişi haklarının korunmasını ve bireylerin hak arama
özgürlüklerini serbestçe kullanmalarını engellemektedir270.

Bu konuda son sınırlama Anayasa ‘ya aykırılık iddiasını ciddi bularak, işi
Anayasa Mahkemesi ’ne gönderen mahal mahkemesine yöneliktir. Eski sistemde,
269
Aliefendioğlu, s.130; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.145.
270
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.145.

98
Anayasa Mahkemesi kararının gecikmesi durumunda mahal mahkemesi Anayasa
Mahkemesi ‘ne gönderdiği işi kendi kanısına göre, yani Anayasa ‘ya aykırı gördüğü
hükmü dikkate almadan çözerken, yeni sistemde, Anayasa Mahkemesi ‘nin kendisine
gelen aykırılık iddiasıyla ilgili beş ay içinde karar vermemesi durumunda mahal
mahkemesi söz konusu işi, yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandıracaktır.
Yani mahal mahkemesi, Anayasa ‘ya aykırı olduğunu düşündüğü kanun hükmünü
uygulamak zorunda kalacaktır. Bu önemli sakıncaları beraberinde getirebilir. En
başta mahkeme, inanmadığı, hukuka ve Anayasa ‘ya aykırı olduğunu düşündüğü bir
hükmü uygulayarak karar verme zorunluluğunda bırakılarak, mahkemelerden
beklenen adil yargılama gerçekleşmemiş olur. Diğer taraftan mahkeme bu işi
yürürlükteki kanun hükümlerine göre çözdükten sonra Anayasa Mahkemesi bu işle
ilgili olan kanun hükmünü Anayasa ‘ya aykırı bulup, iptal edebilir. Böylece davanın
tarafı olan kimseler bu iptal kararına kadar, Anayasa ‘ya aykırı olan bu kanun
hükümlerine katlanmak durumunda kalabilirler.

Görüldüğü gibi, itiraz yoluyla Anayasa Yargısının işletilmesi kurumu


özellikle 1961 Anayasasına nazaran önemli kısıtlamalarla karşı karşıya kalmış, bu da
dolaylı yoldan hak arama hürriyetini etkilemiştir..

(ii) İptal Davasıyla Denetimdeki Sınırlamalar

İptal davası yoluyla Anayasa Yargısına başvuru konusunda 1961 Anayasası


dönemine bakıldığında, itiraz yoluna oranla daha yoğun bir sınırlama anlayışının
ortaya çıktığı görülür. 1961 Anayasasın‘da TBMM ‘de temsilcisi bulunan partilerin
dava açma hakkı bulunuyordu. Ayrıca 1961 Anayasası döneminde, son genel
seçimlerde %10 oy alan partilerin iptal davası açma hakkı varken, yeni Anayasa bu
hakkı vermemiştir. Bu olumsuz yöndeki gelişme ile bu partileri destekleyen ve oy
veren bireylerin, oy verdikleri partiler vasıtasıyla hak arama yollarını kullanmaları
dolaylı bir şekilde ortadan kaldırılmıştır.

Eski Anayasa döneminde yasama meclislerinin birinin üye tam sayısının en


az altıda biri tutarındaki üyelerinin dava açma hakkı varken, yeni sistemde TBMM

99
üye tam sayısının beşte biri tutarında üye bu hakka sahip olarak gösterilmiştir.
Böylece üye sayısı artırılarak, bu yolun işletilmesi güçleştirilmiştir. Yeni sistemde
dava açma hakkı Cumhurbaşkanı, TBMM üye tam sayısının beşte biri, iktidar ve ana
muhalefet meclis gruplarına verilmiştir. İktidar partisinin meclisteki çoğunluğuna
dayanarak çıkardığı kanunlara karşı bu yola gitmesi düşünülemeyeceği gibi, ana
muhalefet partisi de ileride iktidar olabilme ihtimalini dikkate alarak , kendi
menfaatine gördüğü kanunlar aleyhine bu yolu kullanmayabilir271.

1961 Anayasında iptal davası açma yetkisine haiz olan zümre “ kendi varlık
ve görevlerini ilgilendiren alanlarda” dava açma hakkını kullanıp, kendi
mensuplarına yönelmiş olan durumlarda iptal davası yoluna giderken, bu hüküm de
yeni Anayasa’da yoktur.

Bu sayılanlar dışında iptal davasının ve itiraz yolunun kullanılamadığı bir


diğer konu “denetlenemez norm” olarak kabul edilen, olağanüstü dönemlerde
çıkartılan KHK‘lara yöneliktir272. Anayasa‘ya göre “ Olağanüstü hallerde, sıkı
yönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas
bakımından Anayasa ‘ya aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesine dava açılamaz.”
hükmüne göre, bu dönemde çıkarılan KHK ‘lar için yapılabilecek hiçbir şey yoktur.

d. Adli Yargıda Hak Arama Hürriyeti

(aa) Adli Yargı Kavramı

Genel olarak, “ yargı” dendiği zaman akla gelen adli yargıdır. Toplumda
hukukçular dışında insanlar arasında kullanılan “ yargı, mahkeme, hakim, dava”
deyimleri hep adli yargıyı kastedilerek kullanılmaktadır. Çünkü bilinen en yaygın ve
eski yargı kolu adli yargıdır. Bu zamana değin her türlü ihtilafın çözümünde görevli
yargı yeri adli yargı olmuştur. Diğer yargı kolları belli konulardaki uyuşmazlıkları
çözmek için sonradan oluşturulmuşlardır. İhtiyaçlar nedeni ile, adli yargı içinde yer
alan idari yargı, askeri yargı, anayasa yargısı zamanla bağımsızlıkları kazanarak, adli
271
Tanör,“Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.145-146.
272
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.146.

100
yargıdan ayrılmışlar ve kendilerine özgün bir yargılama usulü ve kurumsallaşma
içine girmişlerdir.

Adli yargı dendiği zaman, iki temel yargı fonksiyonu akla gelmektedir.
Bunlardan ilki bireyler arası özel hukuk ilişkilerinden kaynaklanan hak ihlalleri ve
uyuşmazlıkları çözmekle görevli hukuk yargısı, diğeri ise bireylerin diğer bireylerin
her yönden haklarına saldırı teşkil eden ve kamu düzenini bozan, kanunun suç
saydığı fiillerden dolayı ceza sistemini oluşturan ceza yargısıdır273. Adli Yargı, hem
hukuk, hem ceza yargısı anlamında olup, kişinin haklarını hukuki ve cezai olarak
güvence altına almaktadır.

Bir başka kimse tarafından her ne şekilde olursa olsun, bir hak ihlaline
uğradığını iddia eden bir kişi Adli yargı yoluna gidebileceği gibi, temel hak ve
özgürlüklerine bir saldırı olduğunu düşünen kişi de, bu saldırıyı bertaraf etmek için
adli yargı yoluna başvurabilecektir. Adli Yargı, en geniş yargı örgütlenmesini ifade
etmektedir.

(ba) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Değerlendirilmesi

Yargı kolları arasında en eski bilinen ve yaygın olanın adli yargı olduğunu
yukarıda belirtmiştik. Kapsamı açısından diğer yargı yerlerinden ayrılan adli yargının
temel fonksiyonu adaleti sağlamaktır. Adaleti sağlama amacı güden adli yargıda hak
arama hürriyeti diğer yargı kollarına nazaran daha da önem taşımaktadır. Bir kere
hak arama hürriyetinin sağlanması dendiği zaman ilk akla gelen hak arama
faaliyetinin adli yargı içerisinde gerçekleştirilmesidir. Hak arama yollarından olan
yargısal başvuru yolu öncelikle ve özellikle adli yargı yolu olarak anlaşılmalıdır.

Konumuzun en önemli maddesini oluşturan Anayasa’nın “hak arama


hürriyeti” başlıklı 36. maddesindeki “ herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkı ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü genel niteliktedir, ancak özellikle adli

273
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188; Akad, s.216; İzgi/Gören, s.415; Taşkın, s.583; Çoban, s.117.

101
yargı açısından ilk önemli kuraldır274. Bu mercilere davacı olarak başvuru hakkının
yanında, itiraz, temyiz, yeniden yargılanma, karar düzeltme talebiyle başvuru
imkanları da hak arama hürriyeti içerisinde mütalaa edilmekte ve 36. maddenin
kapsamı bu şekilde genişlemektedir275.

Anayasa’nın 36. maddesinde yargı yerleri arasında her hangi bir ayrım
yapılmaksızın, yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkından bahsedilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılama
başlıklı 6. maddesi esas olarak hak arama hürriyetini ele almakta ve adil yargılanma
hakkını “ medeni hak ve vecibelerle ilgili nizalar ve kendisine karşı cezai sahada
sarfedilen bir isnat” hakkında tanıyarak, bizim hukukumuzdaki adli yargı kolunu
işaret etmektedir. Buradan adli yargı da görülen davaların Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkının uygulama kapsamı içinde
olduğu ve adli yargıda herhangi bir kimseye hak arama yolundan belli hakların
kullandırılmaması durumunda bireysel başvuru hakkını kullanmak suretiyle, hakkını
uluslararası platformda arayabileceği sonucu çıkmaktadır.

Hak arama faaliyeti asıl olarak adli yargı alanında ve adli yargı yerlerinde
gerçekleşmektedir. Hak arama yollarından en etkini olan yargısal başvuru hakkı,
diğer yargı kollarında da geçerli olmakla birlikte, özellikle adli yargıyı ifade
etmektedir.

(ca) Anayasa’ nın 36.Maddesinin Uygulanma Alanı

Daha önce de birçok defalar değindiğimiz gibi hak arama hürriyeti


Anayasa’nın 36. maddesi ile etkinliğini göstermektedir. Kuşkusuz hak arama
hürriyeti sadece yargısal başvuru yoluna indirgenemez. Hak arama kavramı yargı
yolunu bünyesine alan üs bir kavram niteliğindedir. Ancak yargı organına başvurarak
ihlal edilen bir hakkın aranması çoğu zaman karışımıza çıkan yoldur ve tüm hak
arama yolları arasında en etkili olanıdır.

274
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188; İzgi/Gören, s.415; Taşkın, s.524; Çoban , s.117
275
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188; İzgi/Gören, s.415; Taşkın, s.524.

102
Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen herkesin yargı merci önünde davacı
olarak iddia, davalı olarak savunma haklarının bulunması adli yargıya yönelik
yapılmış bir düzenlemedir. Bu hüküm geneldir. Tüm yargısal başvurular için
geçerlidir ancak maddenin amacı adli yargı alanında hak arama hürriyetinin
sağlanmasıdır. Anayasa’nın 36.maddesinde söz edilen kavramların hepsi üzerinde
ayrı ayrı durulması, adli yargı da hak arama hürriyetinin açıklanması bakımından
gereklidir. Bu konudaki açıklamalar son bölümde yapılacağı için burada sadece bu
şekilde kısaca zikretmeyi yeterli görüyoruz.

(da) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Sınırları

Anayasa ‘ da hak arama özgürlüğünü düzenleyen ve özellikle adli yargıyı


ilgilendiren 36, 40 ve 74. maddelerin ortak özelliği söz konusu hakların kullanımında
kamu düzeni ihlalinden bahsedilemeyecek olması ve sınırlamanın dışlanmasıdır276.

Hak arama özgürlüğüne yönelik Anayasal hükümlerin sınırlamayı dışlamış


olmalarına rağmen, idari yargı ve Anayasa yargısında söz edildiği gibi birçok madde
ile hak arama hürriyeti zedelenmiş ve hak arama yolları bireylere kapatılmıştır. Bu
nedenle idari yargıda ve Anayasa yargısında bahsettiğimiz sınırlama nedenleri adli
yargı açısından da geçerlidir ve bu sebepler hak arama faaliyetine darbe vurarak,
hukuk devleti ilkesinden uzaklaşılmasına neden olmaktadır.

Hak arama hürriyetinin gerçekleşmesini engelleyen nedenler adli yargı


yolunda, diğer iki yargı yoluna göre çok daha fazla olmakla birlikte diğer iki yargı
yolunun aksine, bu yargı yolunda hak arama hürriyetini engelleyen ya da zorlaştıran
sebeplerin çoğu, doğrudan Anayasa’dan kaynaklanmamaktadır. Adli yargıda
Anayasa’da yer almamakla birlikte hak aramayı zorlaştıran birçok neden vardır. Bu
nedenler temel olarak iki başlık altında toplanabilir. Hukuki ve Fiili nedenler olarak
sayabileceğimiz bu engeller çok sayıda olmakla birlikte, bunların en önemlileri
üzerinde durulacak, diğerlerinden kısaca söz edilecektir.

276
Kaboğlu , “ Özgürlükler Hukuku “ , s. 89 ; İzgi / Gören , s. 417 ; Çoban , s. 146

103
(i) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Hukuki Nedenler

(a) Adli Yardım

Adli yargıda hak arama hürriyetini kısıtlayan en önemli hukuki nedenin


bireylerin çoğunun haklarını yargı mercileri önüne götürebilecek, kendilerini
savunabilecek maddi imkanlara sahip olmamaları, bu nedenle çaresizlik içerisinde
kalarak, adalet ümitlerini kaybetmelerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz277. Adli
yardım müessesesi adil yargılanma hakkını gerçekleştirmek amacına yönelik temel
bir insan hakkı olarak nitelendirilebilecek hak arama hürriyetinin kulanımını
güçleştiren ekonomik ve sosyal engellerin ortadan kaldırılması için oluşturulmuş
önemli bir kurumdur.

Devlet yargılama görevini yerine getirirken bireylerden bir takım giderleri


zorunlu olarak, bu hizmetleri devam ettirmek adına bedeller almaktadır ki bu
bedeller yargılama harçları ve giderleri olarak adlandırılmaktadır. Bireylerin yargı
hizmetini katılım payı olarak harç pulu olarak ödediği bedeller yargılama harcı iken,
hak talebinde bulunan tarafların davanın görülmesi ve sonuca bağlanması için
ödedikleri bedeller yargılama giderlerini oluşturmaktadır. İşte adli yardım kurumu,
yoksulluğu nedeni ile yargılama harç ve giderlerini kısmen veya tamamen
ödeyemeyeceği durumda olan bireyin bu belirtilen masraflardan geçici olarak muaf
tutulmasını sağlamaktadır278.

Adli yardım kurumu HUMK’un 465- 472 maddeleri arasında düzenlenmiştir.


Bu kurumdan yararlanabilmek için bir kişinin kendisiyle ailesinin geçimini
sarsmadan, gerekli yargılama giderlerini ödemekten yoksun olması ve aynı zamanda
adli yardım talebinde bulunanın, hakimde ilk bakışta haklı olduğu yönünde bir kanı

277
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.147; Çelebi, Hüsamettin: “ Hak Aramanın Maliyeti”,
ABD, 1989/2, Y.46, s.260-261; Taşkın, Alim: “Adli Yardımın İşlevi ve Yardım Giderlerinin Geri
Alınma Zamanı” , TBBD, Y.2, S.3, 1999/3, s.835: Taşkın, .525; Çoban, s.153; Çınar, s.200.
278
Kuru, Baki / Arslan ,Ramazan / Yılmaz ,Ejder: Medeni Usul Hukuku, 2003, s.552; Gözübüyük,
“Yönetsel Yargı” s.475; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.147; Çoban, s.155; Alim
Taşkın, S.832.

104
uyandırması gerekmektedir279. Bu iki şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda, adli
yardım müessesesinden faydalanmak mümkündür.

Adli yardım kurumunun özellikleri, kanunda düzenlenmiş biçimi, bu


kurumdan faydalanma şartları çok önemli olup, başlı başına bir çalışmanın
konusudur. Bizim için önemli olan adli yardım kurumuyla hak arama hürriyeti
arasındaki bağı kurmak ve adli yardımın yetersiz işlemesinin hak arama faaliyetini
kısıtlamasına işaret etmektir.

Adaletten yararlanmanın pahalı hale gelmesi, gelir düzeyi düşük olan bireyler
için hak arama hürriyetinin parasal bir engelle karşılaşması anlamına gelmektedir.
Bu durumda maddi imkanlara sahip olanlar haklarını özgürce ve serbest bir şekilde
arayabilirken, bu imkana sahip olmayanların hak arama faaliyetini
gerçekleştiremeyecekleri sonucu çıkmaktadır. Sosyal bir hukuk devletinde tüm
bireyler, hak arama özgürlüğünü ucuz, sürekli, eşit koşullarda kullanması, yargı
önünde taraflar arasında hakkaniyetin gereği olarak, ekonomik dengenin sağlanması
ve yargılamanın sonuna kadar bu dengenin tesis edilmesi, maddi olanaklardan
yoksun vatandaşların, ekonomik güçsüzlüğü nedeniyle, temel bir insan hakkı
niteliğindeki hak arama özgürlüklerinin kısıtlanmaması temel olandır280.

Yargılama giderlerinin ödenmesinin davacı veya davalı bakımından çok zor


olduğu durumlarda, haklarını kaybetme ihtimalinin bulunmasından, ekonomik
zayıflık nedeniyle dava açılamaması veya avukatlık hizmetinden yararlanamaması
nedeniyle, haklı olunan bir davanın kaybedilmesinin söz konusu olması, tarafların bu
giderlerden muaf tutularak haklarını serbestçe arama gereğini ortaya koymaktadır.

Adli yardım müessesesi kaynağını doğrudan Anayasa‘dan almaktadır.


Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti
olduğu düzenlenmiş, 5. maddesinde de devletin temel amaç ve görevleri “kişinin

279
Kuru/Arslan/Yılmaz, s.537; Gözübüyük, “Yönetsel Yargı” s.476; Taşkın, Alim: s.839; Çoban,
s.155
280
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”.147; Çelebi, s.259; Taşkın, Alim: s.835; Çoban,
s.153; Alan, Nuri: “ Savunma Hakkı “, D.D. s.87, Y.23, 1993, s.26.

105
temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi
ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” şeklinde
açıklanmıştır. Buna göre, adli yardım, sosyal hukuk devletinin yargı alanındaki
boyutunu teşkil etmektedir. Sosyal devlet, adalet ve güvenliği sağlamak ve tüm
bireyler için insan onuruna uygun asgari bir yaşam standardı gerçekleştirmekle
yükümlü devlet anlamındadır281. Anayasa Mahkemesi de sosyal devlet anlayışını
bizim tanımını yaptığımız şekilde ortaya koymaktadır282.

Adli yardım, vatandaşların sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerini tam


olarak korumalarını sağlayan, hak arama yollarını ceplerindeki para ile
sınırlanmasını engelleyen, adalet mekanizmasının vazgeçilmez anayasal kaynağı
bulunan temel bir kurum niteliğindedir.

(b) Hak Arama Hürriyetinin Sağlanmasında Avukatların Rolü

Yargılama faaliyetinin temel olarak bir diyalektik niteliğinde olduğu


söylenebilir. Yani yargılama faaliyeti ceza yargılaması açısından bir iddia, hukuk
yargılaması için bir taleple başlamakta, iddianın veya talebin yöneltildiği bireyin
savunmasını yapmak veya bu taleplere karşı diyeceklerinin dinlenmesi konusunda
gerekli olanakların sağlanması ile sürmekte ve mahkeme tarafından verilen hükümle
sona ermektedir. Bu nedenle yargılama faaliyeti tez yani iddia, anti-tez yani savunma
ve sentezin yani yargılamanın yer aldığı bir süreci kapsamaktadır. Bu sayılan
öğelerden birinin bulunmadığı veya yetersiz olduğu yerde bir yargılamadan söz
edilemez.

İddiaya karşı savunma veya kendisine karşı yöneltilen taleplere olan


diyeceklerinin dinlenmesi için bireylere imkan sağlanma işi genel anlamıyla
savunma hakkı kavramıyla açıklanmaktadır. Savunma hakkı yargılama faaliyetinin
olmazsa olmaz unsurlarından birisidir. Savunma hakkı ve önemi üzerinde diğer

281
Özbudun, “Anayasa Hukuku”s.126; Gözler, Kemal: Ekin Yay., Bursa 2000, s.138.
282
21.10.1986 tarih, 1986/16 E., 1986/25 K., AMKD, s.22, s.290-291; 26.10.1988 tarih, 1988/19,
1988/33 K., AMKD, s.24, s.451-452.

106
bölümde durulacaktır. Burada savunma hakkına tam olarak işlerlik kazandıran
avukatların rolüyle ilgili açıklamalar yapılacaktır. Zira bir yargılama faaliyetinde
avukatın bulunmaması aynı zamanda bireylerin haklarını serbest ve kolay bir şekilde
aranması konusunda engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birey davasını kendi açabileceği, savunmasını bizzat yapabileceği gibi baroya


kayıtlı bir avukat vasıtasıyla davaları takip ettirme yetkisine haizdir. Dava takip
etmek oldukça teknik bir iş olup, ayrıntılı hukuk bilgisine sahip olmayı
gerektirmektedir. Hukukta esas kadar usul kuralları da önem taşımaktadır. Bir kişi
esas itibariyle haklı olsa bile, her hangi bir işlemi zamanında veya usulüne uygun
yapmadığı takdirde davayı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle
özellikle re’sen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı hukuk davalarında pek çok hak
kayıpları meydana gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında avukatların bireylerin temel
hak ve özgürlüklerini koruma konusunda ne kadar önemli bir meslek grubunu
oluşturdukları anlaşılır.

Hukuk yargılamasında genel ilke taraflarca getirilme ilkesidir. Hakim,


tarafların kendisine sunduğu deliller ve verilerle bağlı durumdadır. Bu nedenle usul
ile ilgili birçok işlem söz konusudur ve usul eksikliklerinin bulunması bireylerin
davayı kaybetmesine neden olabilmektedir. Hukuk yargılamasında, ceza
yargılamasının aksine bireylere talepleri halinde veya belli durumlarda mecburi
müdafii sistemi bulunmamaktadır. Ancak maddi imkanı bulunmayan kişilere
yukarıda açıkladığımız adli yardım kurumu sayesinde avukat görevlendirilmek
suretiyle bireylerin hak arama hürriyetleri korunmaya çalışılmaktadır.

Ceza yargılamasında ise 3842 Sayılı kanunla 1992 yılında yürürlükte bulunan
CMUK ’a eklenen hükümle şüphelilere müdafi verilmesi konusunda dolayısıyla hak
arama özgürlüğü açısından çok önemli düzenlemeler getirilmiştir. Buna göre,
yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse
talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilecek, yakalanan kişi
veya sanık on sekiz yaşını bitirmemiş, sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak
durumda ise talebine bakılmaksızın bir müdafii görevlendirilecekti. Yani bu sistem

107
belli koşullarda mecburi müdafilik sistemi getiriyor, belli koşullarda ise müdafiliği
talebe bağlı kılıyordu. Bu sistem şüphesiz önceki döneme oranla önemli yenilik ve
gelişme olarak değerlendirilmiştir.

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Usulu Kanunu’nun 150. maddesinin birinci ve


ikinci fıkrasında 3842 sayılı kanundaki sistem aynen korundu. Ancak üçüncü fıkrada
bunlara ek olarak üst sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan
soruşturma ve kovuşturmalarda mecburi müdafilik sistemi benimsendi. Bu hüküm
aslında şüpheliler açısından hak arama hürriyeti yönünden olumlu olarak
gözükmekteydi. Ancak kanundaki ifade de “üst sınırın” dikkate alınması, TCK’daki
birçok suçun bu kapsamda kalması nedeniyle büyük bir yoğunluk yaşanmasına
neden oldu. Görevlendirilen avukatların gördükleri işin karşılığı olan ücretlerini
alamamaları, bu nedenle birçok kez eylemlerin yapılmasına ve kanundaki bu hükmün
uygulanamamasına neden olmuştur. Bu hüküm soruşturmaların uzamasına ve hak
arama hürriyetinin esasını teşkil eden adil yargılanma hakkının bir ölçüde
zedelenmesine sebebiyle vermiştir. Bu nedenle 26381 numaralı 19.12.2006 tarihinde
resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı kanunun 21. maddesi ile
değişikliğe uğrayarak alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan
mecburi müdafiliğin geçerli olduğu belirtilmiştir. Böylece bahsettiğimiz sakınca
ortadan kaldırılmıştır. Bu değişikliğe uğrayan hüküm kanımızca hak arama
hürriyetinin unsurları yönünden dengeyi tesis etmesi açısından olumlu olduğu
söylenebilir. Ayrıca 5271 sayılı CMK’da mağdurlara vekil atanması, şüpheli ile
mağdur arasında silahların eşitliği ilkesinin tam olarak sağlanması yönünden yerinde
olmuştur.

(c) Diğer Hukuki Nedenler

Adli yargıda hak arama yolları önündeki en önemli engel yukarıda


belirttiğimiz iki temel kuruma ilişkindir. Ancak adli yargıda hak arama özgürlüğünü
kısıtlar nitelikte hukuki nedenler mevcuttur. Adli yargı alanında hak arama faaliyetini
sınırlayan nedenler diğer yargı kollarına oranla çok daha fazladır.

108
Adli yargıda hak arama hürriyetini sınırlayan bir neden de, 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanuna ilişkindir.
Bu kanuna göre, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre
yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında
izin vermeye yetkili mercilerden soruşturma yapabilmek için izin almak gereklidir.
Bu bakımdan suç işleyen bir memurun veya kamu görevlisinin yargılanması oldukça
zor olup, Cumhuriyet Savcılarının suç işleyen memur ya da kamu görevlisi hakkında
doğrudan doğruya soruşturma yaparak, dava açamamaları memur güvenceleri
açısından olumlu, mağdur kişilerin hak arama özgürlüğü açısından ise olumsuz
niteliktedir283.

Adli yargıda hak arama hürriyetini hukuki açıdan sınırlayan diğer önemli bir
unsurda mevzuat kümelenmesine yöneliktir. Yakın zamana kadar temel konulardaki
bir çok kanunun eski tarihlerde yabancı ülke hukuklarından iktibas edilerek, Türk
hukukuna uygulanması, bu kanunların değiştirilerek yeni kanunlar yapılması, yeni
yürürlüğe giren kanunlardaki birçok düzenlenmenin yeniden yapılması mevzuat
bolluğuna ve karmaşasına yol açmakta olup, çoğu kurallar uygulayıcılar tarafından
dahi belirlenememekte, bireyler hukuk kurallarına ulaşamamakta, ulaşsa bile bu
hukuk kuralının mahiyetini anlayamamaktadır284. Bu durumda bireyler haklarını
kolaylıkla arayıp, koruyamamaktadırlar.

(ii) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Fiili Nedenler

Adli yargıda hak arama hürriyetini kısıtlayan fiili nedenler hukuki nedenlere
göre çok daha fazladır. Çünkü hukuki nedenler, hukuka ve hukukun işleyişine
yöneliktir. Oysa fiili nedenler uygulamanın ortaya çıkarttığı sorunları yansıtmaktadır.
Unutulmamalıdır ki kanunlar ne kadar iyi olursa olsun, uygulama içerisinde önemli
sorunlar çıkıyorsa, iyi olan kanunun pek de anlamı olmamaktadır.

283
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”,s.147; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188-189; İzgi/Gören,
s.416; Taşkın, Ahmet: s.524.
284
Çınar, s.199, Çoban,s.161

109
Adli yargıda hak arama faaliyetini sınırlayan fiili nedenlerden ilki nüfusu 70
milyona ulaşan bir ülkede görev yapan hakim ve C.Savcısının sayısının çok az
olmasıdır. Bu durumda her bir hakim ve C.Savcısına düşen iş anormal ölçüde olup,
davalar ve soruşturmalar bir oldu-bittiye getirilmektedir. Sağlıklı bir soruşturma ve
kovuşturma safhası söz konusu olmayıp, iş yükü nedeniyle maddi gerçeğe ulaşma ve
adil karar verme imkanı en baştan ortadan kalkmaktadır. Son yıllarda hakim ve
C.Savcısı ihtiyacı nedeniyle bu konuda yapılan sınavlar sıklaştırılmış ve bir nevi bu
açıdan bir gelişme sağlanmıştır. Ancak sırf yargı mensuplarının sayısının artırılması
hedef olmamalıdır. Aksi halde, hakim ve C.Savcısı niteliğine haiz olmayan, meslek
için yetersiz olan kişilerin alınması söz konusu olur ki bu ortaya çıkabilecek en kötü
sonuçtur.

Hak arama faaliyeti açısından önemli olan unsurlardan birisi de yargılamaya


katılan tüm elemanların yeterli bilgi ve yeteneğe sahip olmalarının önemidir. Sonuç
olarak kanunları uygulayarak, adaleti sağlayacak olanlar yargılamanın her
safhasından görev yapan yargı mensuplarıdır. Yargı görevlisi olan hukukçuların hak
arama hürriyetinin tam olarak sağlanması bakımından büyük önemleri vardır.
Kanunlar iyi, kurumlar uygun bir şekilde işliyor olsa bile, kanunu uygulayacak olan
hukukçulardır ve hukuk nosyonunu almak kolay gerçekleşecek bir durum değildir.

Hukuku uygulayarak, adaleti tesis edecek olan yargı görevlilerinin hukuk


fakültelerinden başlayarak, staj dönemlerinde ve meslek içinde yeterli şekilde
eğitimleri sağlanmamakta, kendisinden adalet beklenen hukukçular bilgiden,
becerinden ve hatta hukuk etiğinden yoksun kalmaktadırlar. Yetersiz hakim
uyuşmazlığı kısa sürede ve adil bir çözüme kavuşturmamakta, yetersiz C.Savcısı
eksik soruşturma yaparak, dava açıp mahkemelerin iş yüklerini çoğaltmakta ve
suçsuz insanlar ceza tehdidi altında kalmakta, yetersiz avukat ise hakim ve
C.Savcısına uyuşmazlığın çözümünde yardımcı olmayarak, bu sayılan kişilerin
işlerini zorlaştırmaktadır285. Dolayısıyla eksik ve bilgisiz elemanlardan oluşan bir
yargılama faaliyetinden hakların elde edilmesi beklenemez.

285
Çoban, s.160.

110
Hak arama hürriyetini kısıtlayan diğer önemli bir fiili neden de yargı
yerlerinin fiziki durumlarının yetersizliğiyle ilgilidir. Hak arama özgürlüğünün
gerçekten kullanılabilmesi için hak arama faaliyetinin sağlanmaya çalışıldığı
mekanların hak aramaya elverişli, gerekli teknolojiye, gerekli araç ve malzemeye
sahip yerlerden olması gerekmektedir. Ülkemizde son yıllarda bu konuda bir
gelişmenin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bu gelişmenin yeterli olduğu
söylenemez. Yargıya tahsis edilen kaynakların yetersizliği nedeniyle, teknolojinin
geliştirdiği yeni malzemeler adliyelere girememektedir. Bu konuda asıl sorumluluk
ise devlete düşmektedir
.
B. DİĞER HAK ARAMA YÖNTEMLERİ

Daha önceki bölümlerde, hak arama kavramının temel olan hakların ileri
sürülmesini ifade ettiği için kapsamının çok geniş olduğunu, kullanılan her yolun,
yapılan tüm girişimlerin bu kavram içerisinde değerlendirilebileceğini söylemiştik.
Bu konuda ikili bir ayrım yaparak, hak arama faaliyetinin hukuki yollar kullanılarak
veya hukuk dışı bir takım prosedürlerle yapabileceğini açıklamıştık. Gerçekten hak
arama hürriyeti denince ilk akla gelen temel hakların yargısal başvuru yolunun
kullanılarak, mahkeme önünde aranmasıdır. Ancak hak arama hürriyetini sadece
yargısal başvuru hakkına özgülemek ve Anayasa’nın 36. maddesindeki düzenlemeyi
ölçü almak, bu hürriyetin kapsamını çok fazla daraltacaktır. Çünkü hakların,
mahkeme önünde aranmasından başka idari ve siyasi başvuru yolları da mevcut
bulunmaktadır.

Yargısal, idari ve siyasi başvuru yolları hak arama hürriyetinin hukuki


zeminine yönelik süreçleri ifade etmektedir. İdare makamlara başvurarak, belli
konularda taleplerde bulunulması, dilekçe hakkının kullanılarak parlamentoyu
etkileme çabası, yargısal hukuki koruma kadar etkili olmasa da, gidilebilecek ve
denenebilecek hak arama yöntemleri arasında sayılır. Ancak hak arama hürriyetinin
kapsamının sayılan bu yollarla sınırlı olduğu sonucuna varılmamalıdır. Hak arama
kavramı o kadar kapsamlıdır ki hukuk dışı bir takım usullerde, bu kavramın
içerisinde mütalaa edilebilir.

111
Hukuk dışılık ile hak arama hürriyeti kavramlarının birlikte bulunamayacağı
ve çelişki içerisinde bulundukları düşünülebilir. Ancak bu doğru değildir. Öyle bazı
yollar vardır ki bunlar hukuk ile düzenleme altına alınmamakla birlikte, bireylerin
duygu ve düşüncelerini ortaya koymaya ve dolaylı olarak da olsa hak arama
özgürlüklerini serbestçe kullanmayı teminat altına almayı amaçlamaktadır.

Hukuk dışı hak arama yolları hukukça tanınmakla birlikte hukuk dışı bir
şekilde ortaya çıkar ve aslında doğrudan bir hak arama yolu olmayıp, buna imkan
tanıyan ve ortam hazırlayan usulleri ifade eder286. Bu yollar, bireylerin hukuki
anlamda hak arama özgürlüklerini tam olarak kullanamadıkları veya hukuki alandaki
yollar yetersiz kaldığında önemli bir işleve sahip olmaktadır.

Hukuk dışı hak arama yolları olarak adlandırılan yöntemler aslında çok
sayıdadır. Bu yollardan önemli görülenleri kısaca açıklamak, hak arama
özgürlüğünün kapsamını ortaya koymak bakımından faydalı olacaktır. Ancak bu
yollar konusunda yapılacak açıklamalar kendi başlarına ayrı bir çalışma konusu
olabilecek niteliğe haiz olduklarından, ayrıntılarına girilmeden verilmeye
çalışılacaktır.

1. Ombudsman

Ombudsman kurumu, idare hukukuna ilişkin olan ülkemizde hukuken


düzenlenmemiş olan ancak hukuken tanınan dolaylı da olsa bir hak arama faaliyeti
olarak görülmektedir. Ombudsman şikayet üzerine veya kendiliğinden harekete
geçerek, idarenin faaliyetleri üzerinde hukuka aykırılık ve yerindelik denetimi
yaparak, hukuka ayrı veya yerinde görmediği faaliyetlerden doğan zararların
giderilmesi, bireylere yönelen uygun olmayan davranışların düzeltilmesi için idare
bünyesinde girişimlerde bulunmaya veya hukuki açıdan bağlayıcı olmayan kararlar
almaya yetkili bağımsız bir devlet organıdır287.

286
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.27-28; Özbilgen, s.56; Çoban, s.72.
287
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.115; Tanör “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.177;
Kalabalık, “İnsan Hakları” s.270-271.

112
Ombudsman kurumu, idarenin yaptığı hukuka aykırılıkları ortaya çıkarmak,
takdir yetkisini suistimalle kullanılmasını önlemek, hukuk kurallarına uyulmasını
sağlamak, bağlayıcı nitelikte olmayan tavsiyelerde bulunmak, kamu hizmetlerinin
daha iyi ve hakkaniyetli bir şekilde görülmesi amaçlarını güden, geniş araştırma
yetkisine sahip olan, araştırdığı konular hakkında objektif bir çözümü idareye
ileterek, yöneten-yönetilen ilişkilerini yumuşatan genel yetkili, yansız ve bağımsız
bir devlet organı olarak tanımlanabilir288.

Ombudsman kurumunda önemli olan, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini


ilgilendiren idari eylem ve işlemler alanında, ilgililerin başvurusunu dikkate alarak,
gerekli bilgileri toplayarak, bu bilgileri bu idari eylem ve işlemi gerçekleştiren
kuruma ileterek, bu kurumdan söz konusu davranışını değiştirmesini istemek,
böylece idare ile bireyler arasındaki ilişkiden kaynaklanan ihtilaflarda, kişilerin
temel hak ve hürriyetlerine koruma amacı güdüyor olmasıdır289.

Ombudsman kurumunun her ülkeye göre değişen farklı uygulama şekilleri


bulunmaktadır. Bu özellikler farklılık arz etmekle birlikte belli asgari şartlar vardır ki
bu şartlar bu kurumun yapısında bulunması gereken temel öğeleri göstermesi
bakımından önem taşımaktadır. Ombudsman için öncelikle idareyi denetleyen bir
kurumun teşkilatlandırılmış olması, bu kurumun ve personelinin bağımsız, tarafsız
olması, kurumun aldığı kararların hukuken bağlayıcı nitelikte olmaması
gerekmektedir290. Bu sayılan üç öğe ombudsman kurumunun temelini
göstermektedir.

Ombudsmanın temel işlevi, bağımsız bir makam olarak, şekilci hareket


etmeden, halka açık, gerektiğinde halkla birlikte harekete geçip, bireylerin idarenin
denetlenmesine, katılımını sağlamaktır. Hiçbir şekil kuralına bağlı olmadan tamamen
ücretsiz olması, hukuka uygunluk denetiminden başka, yerindelik denetimi de

288
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.115; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.177;
Kalabalık, “İnsan Hakları”s.270.
289
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.115; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.177;
Kalabalık, , “İnsan Hakları” s.270.
290
Kalabalık, , “İnsan Hakları”s.271-272.

113
yapması, masrafsız oluşu nedeniyle geniş kitlelere şikayetlerini duyurma gücüne
sahip olması, bu kurumun en yararlı tarafını oluşturmaktadır291.

Ombudsman sayılan tüm bu özellikleri ve faydaları nedeniyle esasen hak


arama hürriyetinin bilhassa idare hukuku ve idari yargıdan sağlanması açısından
önem taşımaktadır. Bu kurumun tesis edildiği ülkelerde bireylerin idareden başka
başvurabilecekleri bağımsız kurumlar bulunmaktadır. Bu kurumun varlığı sayesinde
bireyler idari yargı alanında hak arama faaliyetlerini daha rahat ve kolay bir şekilde
kullanabilmektedirler.

2. Direnme Hakkı

Direnme Hakkı hakların korunmasını kanun dışı bir yöntemle


gerçekleştirilmesinin meşruiyeti üzerine doğmuş bir kavramdır. Direnme hakkı
meşruluğunu kaybederek, zulme sapan yönetimlere karşı, bireylerin güç kullanarak
yönetimden alınmasını ve en son çare olarak gidilebilecek yolu gösteren hukuk dışı
bir hak arama faaliyetidir. Hukuk dışı olmasına rağmen direnme hakkının bir hak
arama yolu olarak ele alınmasının temel nedeni, hukuka, ahlaka ve adalete aykırı
davranışların önüne geçmenin belli zamanlarda ancak zaruri olarak güç kullanmak
ile mümkün olmasıdır292.

Direnme hakkı kavramı aslında üst bir kavram niteliğindedir. Direnme


denildiğinde temel olarak iki direniş şekli akla gelmektedir. Buna göre, direnmenin
pasif biçiminde, haksız olan kanuna ya da uygulamalara itaat etmeme, yasal olmayan
bir hareketin kendisine zorla kabul ettirilmesine boyun eğmeme varken, aktif
direnmede haksız olduğuna inanılan kanunu yapan yönetimi değiştirme anlayışı
mevcuttur293. Pasif direniş direnme hakkı içerisinde gelişip, “sivil itaatsizlik“
kavramı ile ortaya çıkmıştır. Aktif direniş ise, burada sözünü ettiğimiz güç
kullanmak suretiyle zalim idareyi ortadan kaldırmayı ifade etmektedir.

291
Kaboğlu,” Özgürlükler Hukuku”,S.115; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.177:
Kalabalık, “İnsan Hakları” s.273.
292
Kubalı, s.179; Kapani, “Kamu Hürriyetleri”, s.313; Çoban, s.73.
293
Kubalı, s.179; Kapani, “Kamu Hürriyetleri”, s.313; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.141;
Çoban, s.73.

114
Baskıya karşı direnme hakkının kökenleri oldukça eskilere dayanmaktadır.
1789 tarihli Haklar Bildirgesinin 2. maddesinde “baskıya karşı direnme hakkı” doğal,
zaman aşımına uğramaz ve kutsal bir hak olarak tanınmıştır. 1961 Anayasası’nın
başlangıç bölümünde açıkça direnme hakkından ve vatandaşların uyanık
bekçiliğinden söz edilerek, direnme hakkına hukuki bir meşruiyet zemini
oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi de bir kararında 1982
Anayasası’nın hiçbir yerinde bulunmamasına rağmen direnme hakkını bireysel bir
hak olarak nitelendirmek suretiyle, bu hakkı zımnen de olsun tanıdığını
göstermiştir294.

Direnme hakkı kavramı bir bütün olarak ele alındığında, bu kavramın hukuk
devleti ilkesi açısından bir sorun teşkil etmeyeceği kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Direnme hakkı, hukuk devleti anlayışından önce, onun özünde, temelinde, üzerinde
olması nedeniyle hukuk devleti düzeninde pozitifleştirilemeyecek bir hak olarak
görülmektedir295.

Direnme hakkının kötü niyetle ve hatalı bir şekilde kullanılması durumunda


geriye dönülemez sonuçların ortaya çıkması olasıdır. Bu yüzden bu hak, devlet
gücünü çok büyük bir derecede kötüye kullanılması durumunda, tüm kanuni yollar
kullanıldıktan sonra, mevcut haksızlığı giderebilecek ölçüde kullanılmalı ve
direnmenin başarılı olacağı konusunda bir güvencenin bulunması gerekmektedir296.
Bu belirtilenler, direnme hakkının şartlarını oluşturmaktadır.

Görüldüğü üzere, direnme hakkı tehlike arz etmesi açısından hukuki bir hak
arama yolu olarak kabul edilemez. Ancak hukuk dışı hak arama yolu olarak,
meşruiyet zeminine oturtulmaya çalışılmaktadır. Direnme hakkının içerisinde
bulunan sivil itaatsizlik kavramı hukuk dışı hak arama faaliyeti bakımından daha
önemli bir yoldur.

294
08.12.1988 gün ve E.1982/2, K.1988/1, AYMKD, S.24, s.601.
295
Ökçesiz, Hayrettin: Sivil İtaatsizlik, Afa yay., İstanbul 1994, s.155; Yokuş, Sevtap: Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasasında Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yay.,
Ankara 2002, s. 63.
296
Ökçesiz, s.156; Yokuş, s.63 – 64.

115
3. Sivil İtaatsizlik 297

Sivil İtaatsizlik yukarıda üzerinde durulan direnme hakkı içerisinde ortaya


çıkarak, sonradan kendi başına bağımsız kimliğini kazanan bir kavramdır. Direnme
hakkı içerisinde aktif nitelikte olmayıp, pasif direniş olarak algılanan bir takım
davranışlar vardır ki bu davranışların hepsi “ sivil itaatsizlik” kavramı ile karşılanır.

Kanuni olmayan bir davranışın kendisine zorla kabul ettirildiğini, empoze


edildiğini düşünen bir kişinin, bu davranışa boyun eğmeyip, tepki göstermesi, itaat
etmemesi, sivil itaatsizliğin temelinde yatan ana temadır298.

Sivil itaatsizlik kavramı son dönemlerde çok fazla kullanılmaya başlanmış,


popüler bir deyim haline gelmiştir. Bu kavramın öneminin artması, sivil itaatsizlik
içerisinde değerlendirilen davranış şekillerinin bireylere hak arama özgürlüklerine
serbestçe kullanma imkanı vermesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten sivil
itaatsizlik olarak kabul edilen birçok edim, haksızlığa uğradığını iddia eden
insanların seslerini duyurmasını ve böylece kamuoyu desteğini arkalarında
hissetmelerini sağlayan önemli bir mekanizma halini almıştır.

Sivil itaatsizlik kavramı daha önce birçok yazar tarafından tanımlanmıştır. Bu


kavramın içerdiği özellikler dikkate alındığında sivil itaatsizlik, hukuk devleti
anlayışının kapsadığı üstün değerler uğruna, kamuya açık ve kanuna aykırı olarak
gerçekleştirilen, üçüncü kişilerin daha üstün haklarını çiğnemeyen, barışçıl bir
protesto sistemi olarak tanımlanabilir299. Bu tanıma bakılarak sivil itaatsizliğin
özellikleri ortaya konulabilir. Buna göre sivil itaatsizlikte en azından belli sayıda
veya bir adet yasaklayıcı hukuk kuralı çiğnenmiş olmalı, hukuk devleti ilkesi ile
çelişki içermeyen siyasal-ahlaksal güdülenme mevcut olmalı, kuralı çiğneyen kişi
çiğnediği pozitif hukuk normunun yaptırımına katlanma tutumu içerisinde
olmalıdır300.

297
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ökçesiz.
298
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.141-142; Ökçesiz, s.12.
299
Ökçesiz, s.130; Çoban, s.74; Yokuş, s. 59.
300
Ökçesiz, s.114-129; Çoban, s.74-75.

116
Sivil itaatsizliğin meşru sayılıp, hak arama hürriyeti açısından değer taşıyıp
taşımadığı, sivil itaatsizlik eylemleri ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerini
koruma imkanlarının bulunup, bulunmadığı üzerinde durulması gereken diğer bir
noktadır. Şiddet unsuru taşımayan belli eylemlerin yerine getirilmesi suretiyle belli
düşüncelerin ortaya koyulmasını sağlayan sivil itaatsizlik, demokratik hukuk
devletlerinde bireylere “birey olmanın” etkinliğini kazandıran, bireylerin sahip
oldukları temel hak ve özgürlükleri dile getirmelerini sağlayan bir hak arama yolu
olarak görülebilir301. Bu yönüyle de sivil itaatsizlik altında değerlendirilen birçok
protesto ediminin en azından gayri meşru nitelik arz etmediği söylenebilir.

4. Pıcketıng

Bireylerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri korumaları, hakları ihlal


edildiğinde ise haklarını serbestçe arayabilmek için ülkemizde bilinmeyen ancak
özellikle İngiltere ve ABD’de kullanılabilen etkin bir hak arama faaliyeti de
“picketing”dir. Picketing, “bir grubun, topluluğun, yaya ve araç trafiğini
engellemeden, kaldırımlarda, meydanlarda, parklarda oval bir çember çizerek,
durmadan sürekli yürümeleri, bu sırada ellerinde pankartlar bulundurarak, el çırpmak
suretiyle kısa sloganlar söylemeleri şeklindeki bir eylem türü” olarak
302
tanımlanabilir . Picketing, adı verilen eylemler ile bireyler fikir ve düşüncelerini
açıklama, yayma, diğer insanları aydınlatma, etkileme, kamu makamlarını uyarma,
kınama şansı bulmakta, bu eylemler ile diğer insanlar harekete geçmeye veya
hareketsiz kalmaya yöneltilmekte, bu şekilde kamu oyunun oluşumu
sağlanmaktadır303.

Türkiye’de kullanılmayan bu sözcük aslında “boykot” olarak dile getirilebilir.


Çünkü picketing olarak adlandırılan eylemlere Türkçe’de toplu şekilde “boykot”
deme eylemi bulunmaktadır. Picketing veya boykot denen hareketlerin
gerçekleştirilmesi ile kamu çeşitli konularda aydınlatılmakta, farklı görüşler

301
Ökçesiz, s.154-162; Çoban, s.75; Yokuş, s. 60 – 61.
302
Güran, “ Hak Arama Özgürlüğün İki Boyutu”, s.23.
303
Güran, “ Hak Arama Özgürlüğün İki Boyutu”, s.26.

117
yayılmakta, bireyler kendileriyle ilgili bir konuyu kamu oyuna aktarmaktadırlar304.
Böylece belli konularda seslerini duyurarak kamu makamlarının bu konularda
duyarlı olmalarını sağlayabilmektedirler.

Picketing ’de bu bölümde yer verilen diğer kavramlar gibi hukuk dışı bir hak
arama yöntemidir. Picketing’ e burada yer verilmesinin asıl nedeni ise ülkemizde yer
almayan ancak dünya için uygulaması bulunan bir hak arama yolunun
değerlendirilmesinin çalışmamız için gerekli olduğu düşüncesidir.

5. Kamuoyu Baskısı

Hukuk dışı olarak kabul edilebilecek bir diğer hak arama faaliyeti de
kamuoyu vasıtasıyla, temel hak ve hürriyetlerin korunmasına çalışılmasıdır.
Kamuoyu oluşturulmak suretiyle hak arama özgürlüğüne ulaşmaya çalışılması söz
konusu olabilir. Gerçi kamuoyu baskısının bir hak arama yolu olarak görülüp,
görülemeyeceği tartışılabilir. Bizce kamuoyu oluşturmak ile dolaylı da olsa hak
arama faaliyeti sürdürülebilir.

Kamuoyu, toplumda genel değer yargısını ifade etmek için kullanılan bir
kavramdır. Toplumu oluşturan bireylerin bir konuda dikkatlerinin çekilerek o
konuda düşünmelerinin sağlanması, tartışma ortamının oluşması, o konuyla ilgili
soruların sorulması ve çözümler aranması durumunda “ kamuoyu” oluşturulmuş
demektir. İşte, toplumdaki bireylerin dikkatinin bir konuda çekilmesinin ve bu konu
üzerinde tartışmaların yapılması, toplumun büyük bölümünün o konu hakkında
benzer düşüncelerinin bulunması durumunda bir kamuoyu baskısı oluşur ve bu baskı
o konuyla ilgili olan kişiler açısından psikolojik bir etkiye sahip olur. Böylece kamu
oyunun ilgisini çekmeyi başaran birey ya da bireylerin o konudaki hakları bir nevi
korunmuş olmaktadır.

Kamuoyu, sadece yukarıda belirtildiği şekilde hak arama faaliyeti içerisinde


yer almaz. Kamuoyu aynı zamanda özellikle idare hukuku anlamında bir denetim

304
Güran, “ Hak Arama Özgürlüğün İki Boyutu”, s.26.

118
şekli olarak da karşımıza çıkar. Kamu yönetiminin her geçen gün genişlemesi, yapı
ve işleyiş itibarı ile karmaşık bir niteliğe bürünmesi, günlük hayatta oranının artması
etkin bir kamuoyu denetimini gerekli kılmaktadır. Böyle bir denetimin gerçekleşmesi
için de daha önce üzerinde durulduğu gibi idarenin kendisini dışa açması,
kamuoyunun, idarenin eylem ve işlemleri hakkında bilgi sahibi olmasıyla mümkün
olabilecektir305. Böylece kamuoyu hak arama faaliyetini sağlama yanında denetim
fonksiyonu da görmektedir.

Kamuoyu oluşturulmak suretiyle hak arama faaliyetinin sürdürülmesi


mümkün görülmektedir. Bu nedenle kamuoyu baskısının bir hak arama yolu olduğu,
bu yolun dolaylı bir şekilde kullanılabileceği vurgulanmalıdır.

305
Eken, s.25.

119
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ANAYASANIN HAK ARAMA HÜRRİYETİ İLE İLGİLİ HÜKMÜNÜN


İRDELENMESİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI

I. ANAYASANIN 36.MADDESİNİN ANLAMI

Daha önce de üzerinde tekrar tekrar durduğumuz gibi, hak arama hürriyeti,
diğer hürriyetlerin korunmasını amaçlayan bir insan hakkı niteliğindedir ve kapsamı
çok geniştir. Diğer temel hak ve özgürlüklerin teminatı olan bir hürriyetin
kapsamının geniş olarak belirlenmesi doğaldır.

Hak arama hürriyeti daha önce ayrımını yaptığımız gibi hukuki hak arama
yolları, hukuki olmamakla birlikte hak arama faaliyeti için kullanılabilecek diğer
yollar olarak bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Bireyler haklarını hukuki açıdan idareye
başvurmak suretiyle, idari başvuru şeklinde, dilekçe hakkını kullanmak ile siyasi
başvuru ile ve en önemlisi yargı organları önünde yargısal biçiminde başvuru
yaparak koruyabilirler. Bu sayılan idari, siyasi ve yargısal başvuru yolları bireylerin
haklarını korumak için gidilebilecek yolları göstermesi hasebiyle önem taşımaktadır.
Bunun yanında bireyler sivil itaatsizlik, kamuoyu baskısı yaratma, ombudsman
kurumundan faydalanma ve benzeri yolları işletmek suretiyle de temel hak ve
özgürlüklerini koruma amacı güdebilirler. Tüm bu zikredilen kurumlar hak arama
yolları olarak adlandırılır.

Hak arama hürriyetinin bu çizilen geniş kapsamına rağmen bu hürriyet sadece


“yargı mercilerine başvuru” olarak düşünülmektedir. Yani hak arama denince hemen
her zaman bu faaliyetin yargısal başvuru ile mümkün olabileceği gibi bir düşünce
hasıl olmaktadır. Oysa hak arama hürriyeti sadece yargı organlarına başvurmayı
amaç edinen bir özgürlük sistemi olarak öngörülemez306. Böyle olsaydı, hak arama

306
Erem, Faruk: “Savunma Hakkının Kökeni”, ABD, S.1984/5, Yıl:41, s.689; Eren, Muhsin
:“Sağlıklı Yaşam ve Hak Arama Özgürlüğü” , ABD, S.4, Y.47 1990-Ağustos, s.606;
Boyacı,“Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü” , s.8-9.

120
faaliyeti dar bir alanda ele alınır ve bireylerin insan olarak sahip oldukları temel
hakları her an ihlal edilme tehdidi altında kalırdı.

Hak arama hürriyetinin yargı mercilerine başvuru ile sınırlı olmadığını


göstermek için Anayasamızda 36. maddenin dışında, temel hak ve özgürlüklerin
genel olarak korunmasını sağlayan 40. madde, hak aramanın dilekçe ile
gerçekleştirilmesini sağlayan 74. madde, idari yargıda hak arama özgürlüğünü
düzenleyen 125. madde ve bu madde doğrultusunda İYUK’ da yapılan düzenlemeler
yer almıştır. Hak arama faaliyetinin yargı mercileri dışında da gerçekleştirilmesi
doğrudan Anayasa’dan kaynaklanmaktadır.

A. ANAYASANIN 36. MADDESİ

Yukarıdaki bölümde anlatılmak istenen, konumuzun sınırlarını çizmek ve hak


arama hürriyetinin yargısal başvuru ile kısıtlamamak gerektiğini açıklamaktı. Hak
arama hürriyeti, yargı mercilerine başvurmadan ibaret olmamakla birlikte, bu yol en
çok kullanılan ve etkin olan hak arama mekanizmasıdır. Bu nedenle hak arama
denince, hakların yargı mercileri önünde, daha özel olarak mahkeme önünde
aranabileceği düşüncesi yaygınlaşmıştır.

Hak arama hürriyetinin temelini oluşturan, hak arama özgürlüğünün yargı


organınca sağlanması anlayışı, Anayasa’nın 36. maddesi ile teminat altına alınmıştır.
Konumuzun özü olan Anayasa’nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesi “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme
görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu
madde, Türk hukukunda, yargı mercileri önünde ne şekilde hak arama faaliyetinin
uygulanacağını göstermektedir.

Anayasanın 36. maddesinde bahsedilen unsurların her biri üzerinde ayrı yarı
durarak, maddeyi tahlil etmek, hak arama hürriyetinin yargısal başvuru için
kapsamını belirleme açısından yararlı olacaktır.

121
B. HERKESİN YARGI MERCİLERİNE BAŞVURMA HAKKI

Anayasa, bir haktan sadece Türk Vatandaşlarını yararlandırmak istediğinde,


bunu ifade etmek için ilgili Anayasa maddelerinde “ vatandaşlar” veya “her Türk”
gibi deyimler kullanmakta, böylece o haktan Türk Vatandaşları dışında birinin
yararlanamayacağı sonucu kendiliğinden çıkmaktadır. Anayasa’da yargı yoluyla hak
arama hürriyeti “herkes” e tanınmıştır. Böylece Anayasa ile yargısal başvuru yolu
kullanılarak hak arama özgürlüğünün kullanılması hakkı “vatandaş olma” ya da
“karşılılık” gibi bir şarta bağlanmamış olup, temel hak ve hürriyetlerinin ihlal
edildiği inancında olan herkes, ilgili yargı yolunda hakkını arayabilecektir307.

Hak arama hürriyetinin düzenlendiği tüm Anayasalarımızda ve Anayasa Ön


Tasarılarının tümünde bu kurala yer verilmiştir. Çünkü hak arama hürriyeti bizzat
bir insan hakkı niteliğindedir. Anayasa’da düzenlenen diğer hakları koruma amacına
yönelmiş olan bir hürriyetin, sadece vatandaşlara tanınması, bu özgürlüğün amacıyla
çelişir. İnsan hakkı olarak kabul edilen hak arama özgürlüğünün yalnızca
vatandaşlara tanınmayıp, herkesi bu kapsama alması oldukça isabetli olmuştur.

Yine Anayasa’nın 36. maddesinde, başvurulacak yer olarak “mahkeme” ya


da “ hakimlik” deyimlerine değil, “yargı mercilerinin” gösterilmiş olmasının bir
anlamı olsa gerektir. 1924 Anayasasının konuya ilişkin hükmünde “mahkemelerden”
bahsedilirken, 1961 ve 1982 Anayasalarında ”yargı mercileri” kavramı tercih
edilmiştir. “Yargı mercileri” kavramının kullanılmasının nedeni bu ibarenin daha
kapsayıcı olması, tüm yargı yollarını bünyesinde toplaması ve bu deyimin ilk derece
mahkemeleri dışında kanun yolu mercilerini de hatta bu alanda oluşturulmuş uluslar
arası kurumları gösteriyor olmasıdır308. Bu bakımdan yargı mercileri deyiminin
kullanılması isabetli olarak görülmektedir.

Üzerinde durulan bu konulardan Anayasa’nın 36. maddesinde zikredilen


“herkes” ve “yargı mercileri” kavramlarının Anayasa koyucu tarafından özenle

307
Çınar,s.77; Toklu, Esat: s.32; Boyacı “ Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü”, s.8
308
Çınar, s.77-78; Boyacı, “Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü”, s.8-9: Duman, s. 204;
İyimaya, s.71-72.

122
seçildikleri sonucu çıkmaktadır. Bu kavramlar basit gibi görünmekle birlikte
bunların yerlerine farklı deyimlerin kullanılması, söz konusu hakkın kapsamının
daralmasına neden olabilirdi. Bu yönüyle hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddenin
bu şekilde düzenlenerek, hak arama faaliyetine geniş şekilde olanak tanınması
olumlu bir nokta olarak göze çarpmaktadır.

C. MEŞRU VASITA VE YOLLARI KULLANMA HAKKI

Yargısal başvuru yolu ile hak arama hürriyetini açıklayan Anayasanın 36.
maddesinde herkesin “meşru vasıta ve yolları” kullanmak suretiyle haklarını
arayabilecekleri belirtilmiştir . Bu ifade ile anlatılmak istenen, hak arama faaliyetinin
ancak meşru olan yolları, yöntemleri, usulleri kullanmak ile mümkün olabileceğidir.
Çünkü bizzati hak arama faaliyeti meşru bir amaca yöneldiğinden, bu konuda ortaya
konulacak davranış tarzının da meşru olması bu özgürlüğün doğasından
kaynaklanmaktadır.

“Meşru vasıta ve yollar” deyimindeki “meşru” sözcüğü hukuk alanını aşan,


sosyolojik-politik bir kavram niteliğinde olup, meşru vasıta ve yollar ibaresi ile
hukuk düzeniyle çelişmeyen, hukukun izin verdiği ve koruduğu tüm vasıta ve
yöntemler anlaşılmaktadır309. Hukuk meşru olan bir hakkı yine kendi çizdiği meşru
olan usuller ile korur. Bireylerin haklarına ulaşmalarını sağlayan hukuka uygun tüm
yollar esas ve usul bakımından meşruiyet kavramıyla ortaya çıkmaktadır. Haklı bir
istek veya talebin haksız, usulsüz yöntemlerle aranılması hak arama özgürlüğü ile
bağdaşmadığı gibi, hukuk düzeniyle de bağdaşmaz.

Yukarıda söylendiği gibi Anayasa Mahkemesi de madde metnindeki “ meşru”


sözcüğünü hukukun üstünlüğü ilkesine dayanan tüm hukuk düzenindeki vasıta ve
yollar olarak anlamaktadır310. Anayasa Mahkemesi bir kararında “Anayasanın kabul
ettiği esasa göre iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle olacaktır. Buradaki “meşru” kelimesinin, kanunda
gösterilen usuller deyiminden daha geniş anlamı ifade etmek maksadıyla metne
309
İzgi/Gören, s.395; Taşkın, Ahmet s.526; Duman, “ 1982 Anayasası”, s.205; Çınar, s.79
310
20/01/1986 gün ve E.1986/23, K.1986/2, S.22, s.18.

123
konduğu anlaşılmaktadır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak
kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve
savunmalarını kaygıya kapılmadan, serbestçe yapmaları gerekir......Anayasanın
öngördüğü meşru ve vasıta ve yollara ancak böylelikle kavuşulmuş olur.”311 şeklinde
meşru vasıta ve yollar kavramının genişliği üzerinde durmuştur.

Meşru vasıta ve yollar ibaresini dar şekilde anlamamak da fayda


bulunmaktadır. Hakların hukuk düzeni içerisinde kalındığı sürece, hakka ulaşma
amacı ile yapılan her hareket, her davranış hak arama özgürlüğü içinde mütalaa
edilir. Bu nedenle, hak arama hürriyetini sadece ulusal bir faaliyet alanı ile
sınırlandırmayıp, bu hürriyet içerisine insan hakları, hukuk devleti ilkesine de alarak,
meşru vasıta ve yollar kavramını genişletmek gerekmektedir312.

1961 Anayasasının 31. maddesi hak arama hürriyetini “Herkes meşru bütün
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlerken, 1982 Anayasasının
36. maddesi aynı hükmü 1961 Anayasasından farklı olarak “bütün” ifadesini
kullanmadan düzenlemiştir. 1982 Anayasasındaki düzenlemede 1961 Anayasasından
farklı olarak “meşru” ve “vasıta” sözcükleri arasında “bütün” nitelemesinin
bulunmamasıdır. Ancak, bu anlamı değiştirecek nitelikteki bir eksiklik değildir. 1982
Anayasasının 36. maddesinin gerekçesinde, üzerinde bir ilke olarak durulan “adil ve
hakkaniyete uygun” yargılamanın” meşru bütün vasıta ve yolları kullanmak
suretiyle” anlam ve bütünlük kazanacağı kuşkusuz olup, madde de düzenlenmeyen
“bütün” kelimesine yorum yolu ile ulaşılmaktadır313. Açıklandığı üzere hak arama
hürriyeti içerisinde kullanılan “meşru vasıta ve yollar” deyimi bireylerin hiçbir
sınırlama olmadan bütün yolları kullanmasını ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi
“bu konuda yapılacak her hangi bir kısıtlama ve sınırlama bu hakkın doğrudan
doğruya özüne dokunur.”314 şeklinde kararlar vermek suretiyle bu durumu dile
getirmeye çalışmıştır.

311
08/06/1965 gün ve E.1963/163, K.1965/36, R.G: 04/10/1965, S.12117.
312
İzgi/ Gören, s.402.
313
İzgi/Gören, s.401-402; Duman, “1982 Anayasası”, s.205; Özgenç/Şahin, s.88.
314
31/03/1992 gün ve E.1991/18, K.1995/20, AMKD, S.28, C.1, Ankara, 1993, s.232; E.1944/43,
K.1977/84, AMKD.15, s.401.

124
Anlaşılacağı üzere Anayasanın hak arama hürriyetini düzenleyen 36.
maddesinde yer alan meşru vasıta ve yollar ibaresi hukukun üstünlüğü ilkesine
dayanan hukuk düzenine uygun tüm vasıta ve yolları açıklamak suretiyle, söz konusu
hakkın kapsamının genişliğini ortaya koyma amacı taşımaktadır.

D. İDDİA VE SAVUNMA HAKKI

Anayasanın 36. maddesinde tüm ilgililerin meşru vasıta ve yolları kullanarak


yargı mercilerinin önünde davacı olarak iddiada bulunma, davalı olarak savunmada
bulunma hakkının olduğu açıklanmıştır. Bu bakımdan iddia ve savunma arasında
çok fazla fark bulunmamaktadır. Her iki kavram da olumlu veya olumsuz bir olayın
tanınmasını isteyen ve ihlal olduğunu ileri sürdükleri hukuk düzeninin korunmasını
yargı mercilerinden, özel olarak hakimden talep etme anlamını taşır315.

İddia ve savunma esasen, bireylerin yargı mercileri önünde hak arama


faaliyetlerini serbestçe yerine getirmelerini sağlayan iki temel kavramdır. Nasıl ki bir
kişi yargı merci önünde, diğer bir kişiye karşı bir isnad da bulunarak, kendisinin
koruma altına alınmasını istiyorsa, kendisine karşı bir iddia da bulunulan taraf da,
bu iddiaya yönelik iddialar ileri sürerek kendisini savunmaya çalışır. Bu açıdan
bakıldığında iddia ve savunma hakkının birbirini tamamlayan ve birbirinden
ayrılması olanaksız bir kavram niteliğiyle hak arama hürriyetinin temelini teşkil
ettiği söylenebilir316.
Anayasa’da ön plana çıkmakla birlikte yalnızca savunma hakkı değil, aynı
zamanda iddia hakkı da teminat altına alınmış durumdadır. İddia ve savunma hakkı,
iki ayrı hak niteliği taşımakla birlikte, birbirleriyle olan güçlü ilişkileri nedeni ile
birlikte mütalaa edilmektedir ve birbirlerinden ayrı olarak düşünülmesi diğerinin
fonksiyonunu azaltmaktadır317.

315
Yavuz, Nihat: “Hukuk Davalarında Davalının Savunma Vasıtaları”, AD. Y.66-1975, S.5-6, s.638.
316
19 /09/1991 gün ve E.1991/2, K.1991/30 AMKD, S.28 C.1, Ankara, 1993, s.108.
317
Özgenç/Şahin, s. 88- 89; Ahmet Taşkın, s.527; Duman, “1982 Anayasası”, s.206.

125
Birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan iki hak üzerinde ayrıca
durarak, iki hakkın neleri ifade ettiğini ortaya koymak hak arama özgürlüğünün
kapsamını kavramak için yararlı olacaktır.

1. İddia Hakkı

Anayasanın 36.maddesinde hak arama hürriyetinin içeriği düzenlenirken,


herkesin davacı olarak iddiada bulunma hakkının var olduğundan bahsedilmiştir.
Hak arama özgürlüğü, hem iddiada bulunma, hem de savunma yapabilme hakkını
bünyesinde toplamaktadır. Ancak gerek tarih boyunca suç işlediği şüphesi ile sanık
konumuna düşmüş şahıslara yapılan haksızlıklar ve işkenceler nedeniyle, gerekse
savunma hakkının kutsal niteliğini ortaya koyma çabaları nedeniyle savunma hakkı
hemen her zaman iddia hakkının bir adım önünde yer almıştır. Oysa bu iki hakkın
birbirinden ayrılması mümkün olmayan, birbirini tamamlayan bir kurum niteliğiyle
hak arama hürriyetinin temeli olduğu kabul edilmektedir318.

İddia, bireylerin kendilerine karşı başka bir birey, kurum ya da devletin


haksız, hukuka aykırı bir şekilde davranarak kendi haklarının çiğnendiğini, öne
sürmelerini ifade etmektedir. Bu anlamda iddia bir tez halindedir. Bir iddiayı ileri
süren kişi, olumlu ya da olumsuz bir olayın tanınmasını isteyerek, ihlal olduğunu öne
sürdüğü olayın hukuk düzenince korunmasını mahkemeden talep etmektedir319.
İddia, kendine karşı bir suç işlendiğini bildirmek şeklinde olabileceği gibi, hukuken
korunması gereken ancak suç teşkil etmeyen bir eylemin kendisine doğru yöneldiği
şeklinde de gerçekleşebilir.

Ceza yargılamasında iddia, başlangıçta bir isnat durumundadır, yani bir


kimsenin eyleminin suç teşkil ettiğini ileri sürmektir ki bu davranış “ihbar” ya da “
şikayet” adını alır320. Hukuk yargılamasında ise, bir hakkının çiğnendiğini ileri
süren taraf mahkemeden hukuki olarak korunmayı ve hakkının kendisine verilmesini

318
Özgenç/ Şahin ,s.87;İzgi /Gören,s.394;Yerli,Fahrettin Kemal: “Kutsal Bir Hak:Savunma Hakkı”,
ABD, C.78,S.2004/3,s. 869.
319
Yavuz Nihat,s.638;Özgenç /Şahin,s.88.
320
Özgenç/Şahin,s.89;Yerli,s.869.

126
talep etmektedir. Mahkeme önünde ister ceza yargılamasında, ister hukuk
yargılamasında olsun iddiada bulunan taraf genel olarak “davacı” adını alır ve
iddiasını ispatlamaya çalışır. Ceza yargılamasında iddiada bulunan taraf “şikayetçi”,
“mağdur”, “müşteki”, “müdahil” ismini almakla birlikte, tüm bunlar aslında davacı
olmayı dile getirmektedir.

İddia ve daha sonra üzerinde durulacak savunma hakkının mutlaka bir yargı
merci önünde kullanılması gerekmez. Bir hukuki uyuşmazlığın çözümü açısından
yetkili olan bir idari kurul, ya da makam önünde bu haklar kullanılabilir. Bu
anlamda iddia ve onun karşıtı savunma hakkının teknik olarak bir dava kapsamında
kullanılması şart olmayıp, bir disiplin soruşturmasında dahi iddia ve savunma
hakkının kullanılması mümkündür321.

İddia hakkının ileri sürülmesi ile bireyler, iddiayı ileri sürdükleri makamdan
bir talep de bulunmaktadırlar. Bu talep hukuki himaye arzusudur. Hak arama
hürriyetinin sağlanması açısından, bir iddiada bulunan kişinin söylediklerini ciddiye
alarak gerekli araştırmayı yapmak, bu şahsın ileri sürdüklerini ispat etmesi için o
kişiye imkan sağlamak çok önemlidir. Sadece bu şekilde bir yol izlenerek hak arama
özgürlüğü hayata geçirilebilir.

Savunma hakkı ve bu hakkın kullanılabilmesi için gerekli ortamı yaratmak ne


kadar önemliyse, iddia hakkı için de aynı dengeyi tesis etmek o kadar önemlidir.
Savunma hakkının kutsallığı ve vazgeçilmezliği uğruna, bir iddia ortaya koyan
kişinin söylediklerinin ikinci plana atılması düşünülmemelidir. Ancak bu şekilde
Anayasanın 36. maddesinde belirtildiği haliyle hak arama yolları tüm bireylere açık
hale getirilebilir.

2. Savunma Hakkı
Anayasanın 36.maddesinde hak arama hürriyeti açıklanırken davacı olarak
iddia, davalı olarak savunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Ancak daha önce de
ifade edildiği üzere, savunma hakkı hemen her zaman ön planda yer almıştır. Bunun

321
Erem,s.183;Özgenç/Şahin,s.110.

127
temel nedeni savunma hakkının ihlal edilen ve yüzyıllarca mücadelesi verilen bir hak
olmasıdır322.

Savunma hakkı, hukuki olarak bir iddia karşısında karşı bir iddia anlamını
taşıyan, tüm hak ve özgürlüklerin, somut olarak belirlenmesinde, çelişki ve
aykırılıklar söz konusu olduğunda kendiliğinden doğan, başka bir hak içinde
düşünülemeyecek kadar sınırsız olan, bireyin kendisine yöneltilen bir isnadı bertaraf
etmesini sağlayan kutsal bir hak konumundadır323. Bu anlamda savunma, iddiaya
yönelik olarak ortaya çıkar. Nerede iddia varsa orada savunma, nerede savunma
varsa orada iddia bulunmaktadır. Bu durum savunma hakkının genişliğini gözler
önüne sermektedir.

Savunma hakkının niteliği üzerinde durmak, bu hakkın önemini ortaya


koymak açından faydalı olacaktır. Genel hukuk sistemi içerisinde savunma hakkı,
subjektif kamu hakkı niteliğinde olan, temel, dokunulmaz bir insan hakkıdır324. Bu
hakkın kullanılmasının önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır. Bu hakkın
aleyhine olan tüm baskılar, savunma hakkını kısıtlayıcı tüm hadiseler bir bir bertaraf
edilmeli, subjektif kamu haklarının kullanılmasını sağlamakla görevli olan devlet bu
konuda üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.

Savunma hakkı, bütünlük arzetmekle birlikte, bir yandan “maddi” şekilde


yani bizzat savunma hakkı kendisine tanınan tarafça kullanılabilen diğer yandan
“teknik” olarak bir müdafi tarafından kullanılan biçimsel bir hak niteliğindedir325.
Savunma hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı olduğu için kişi tarafından ferdi olarak
kullanılabileceği gibi, vekalet ilişkisi içinde teknik hukuk bilgisine sahip avukatların
bilgisinden yararlanmak suretiyle de kullanılabilir.

322
Özgenç/Şahin,s.89; Erem,s.689; Bayram, Mehtap: “Hukuk Devleti ve Savunma
Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.772.
323
Erem,s.689;Özden,s.381; Özgenç/Şahin,s.110; Hafızoğulları,Zeki: “Genel Çizgileriyle Savunma
Hakkı”,ABD,Y.51S.1,Mart 1994,s.20;Yavuz Nihat, s.638;Çoban,s.124.
324
Erem, s.689; Hafızoğulları, s.20; Sarıhan Şenel: “Hukuk Devleti ve Savunma
Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.711; Tunga, s.709; Çoban, s.129;Yerli, s.870.
325
Erem, s.690; Hafızoğulları, s.22; Yerli, s.875.

128
Savunma, suçlamaya karşı suçlanan bireyin yararına yürütülen, onu hukuki
ve fiili açıdan korumayı amaçlayan bir faaliyet olduğundan, savunma hakkı sanık
konumunda olan birey için önemli olduğu kadar, sanık durumuna düşebilecek
herhangi bir kişi, toplum ve yine adaleti sağlamakla görevli devlet açısından da önem
taşır. Savunma hakkı, yargılamanın sonunda verilen ve iddia ile savunmanın
değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan kararın doğru olmasını sağlamakta, ceza
adaleti bu şekilde hakkıyla yerine getirilmiş olmakta, böylece temeli adalete dayanan
Devlet korunmuş olmaktadır326. Savunma hakkı bu yönüyle sadece bireyler
açısından değil, toplum ve daha geniş anlamda Devlet açısından da önem arzeden
temel, dokunulmaz bir haktır.

Savunma hakkı, hak arama hürriyetinin tam olarak gerçekleşmesi noktasında


çok önemli bir görev ifa etmektedir. Hak arama içerisinde davalı olarak savunma
yapılabileceği Anayasa’da açıkça belirtilmiştir. Hak arama denince sadece bir
iddiayı ortaya atma, bir talebi yetkili makamlar önünde dile getirme
anlaşılmamalıdır. Aynı şekilde kendisine karşı yönlenen, haksız bir isnadı veya
suçlamayı bertaraf edecek yolların bireylere tanınması da gerekmektedir. Savunma
hakkı tanınmayan bir iddia hüküm anlamını taşır ki savunma verilmeden ortaya
çıkacak bir hükmün hukuki değeri yoktur327.

E. MAHKEMELERİN GÖREV VE YETKİSİ İÇİNDEKİ DAVAYA


BAKMAKTAN KAÇINAMAMASI

Anayasa’nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinin ilk fıkrasında hak
arama özgürlüğünün temelini oluşturan ve bireylerin haklarını en etkin şekilde
koruma ve aramasını öngören yargısal başvuru hakkı düzenlenmiştir. Burada iddia
savunma ve adil yargılanma hakkının tüm bireylere tanınması neticesinde hak arama
özgürlüğünün hayata geçirileceği açıkça gösterilmiştir. Bu nedenle Anayasa’nın 36.
maddesinin ilk fıkrası temel hak ve hürriyetler açısından vazgeçilmezdir. Hak arama
faaliyeti en etkin biçimde bu maddede sayılan unsurların varlığı ile
gerçekleştirilebilir.

326
Erem, s.692; Hafızoğulları, s.22; Yerli, s.870.
327
Erem, s.691;Çoban,s.126.

129
Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında ise yargılama usulü hukukunun
temeli sayılan “Mahkemelerin hakkın alınması görevini yerine getirmekten
kaçınamayacakları” genel ilkesine yer verilmiştir. Bu ilke yargılama usulünün en
önemli kurallarından birisidir ve hak arama hürriyeti içerisinde değerlendirilmesinin
bir nedeni bulunmaktadır. Öncelikle mahkemelerin görev ve yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamaması, temel hak ve hürriyetlerin en iyi görevli ve yetkili
mahkeme nezdinde korunabileceği düşüncesinde dayanmaktadır. Çünkü
mahkemeye götürülen bir talep, iddia ve bunun karşısındaki savunmaya ilişkin
deliller ve emareler görev ve yetki kurallarının geçerli olduğu mahkemede en iyi
şekilde değerlendirilebilir.

Yargılama usulünde görev deyimi, açılacak bir davanın konu yönünden hangi
yargı yerinde ve hangi mahkemede görüleceği ile ilgili usul sorununu ifade ederken,
yetki deyimi ise bir davaya görevli mahkemelerden hangi yerdeki mahkemenin
bakacağı sorunu ile ilgilidir328. Görev ve yetki kuralları uygulanmak suretiyle bir
davanın hangi yargı kolundaki mahkemede ve hangi yerdeki mahkemede bakılacağı
sorusuna yanıt verilir. Görev ve yetki kavramları üzerinde uzun açıklamalar
yapmayı gerekli kılmakta olup, konumuz açısından önemli olan görevli ve yetkili
mahkemenin, bakması gereken davadan kaçınamaması kuralının hak arama
özgürlüğü açısından değerlendirilmesidir.

Bu temel usul hukuku ilkesine göre mahkemeler önlerine getirilen davaya


bakma ve bu davayı sonuçlandırmaya mecburdurlar. Bu mecburiyet kuvvetler
ayrılığı ilkesinden ve hukuk devleti anlayışından kaynaklanmaktadır. Demokratik
bir hukuk devletinde, devletin yetkileri yasama, yürütme ve yargı olarak
bölüştürülmekte, yargı yetkisi tüm dünyada ve ülkemizde Anayasa’nın 9. maddesi ile
bağımsız mahkemelere verilmiş durumdadır. Yargı mercilerinin temel işlevi adaleti
tecelli ettirmektir. Bu nedenle mahkemeler önlerine gelen, görevli ve yetkili
oldukları tüm işlere bakacaklar, bunları sonuçlandıracaklar ve böylece hak arama
hürriyetinin tam olarak sağlanmasını garanti altına alacaklardır. Bireylerin

328
Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder:Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Yetkin yay.,
Ankara 2003, s.108-137. ; Gözübüyük, A.Şeref/Tan,Turgut:İdare Hukuku-İdari Yargılama
Hukuku,Turhan Kitabevi, C.2,Ankara 2003, no.537.

130
mahkemeden talep ettikleri temel hak ve hürriyetlerinin himaye edilmesi ile ihlal
edilen haklarına yeniden kavuşma arzuları ancak mahkemenin doğru, adil,
hakkaniyete uygun bir hüküm kurması ile mümkün olabilir.

Mahkemelerin tarafsızlığının tehlikeye düşüren bir sebepten dolayı, hakimin,


hakimlik görevini yerine getirmekten alıkonulduğu ve yargılama usulü kanunlarının
öngördüğü haller, “Davaya bakmaktan kaçınma” yasağının dışında kalan bir durumu
ifade etmektedir329.

Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hüküm hak arama
hürriyetinin yargısal başvuru yoluna özgü olan, mahkeme önünde adaletin
sağlanmasına yönelik usulleri göstermesi hasebiyle önem taşımaktadır. Bu hüküm
tabii hakim güvencesi ve kanunla kurulmuş, bağımsız, tarafsız mahkeme kavramları
ile bütünlük taşımakta ve bu kavramların açıklanması ile gerçek değerini
bulmaktadır. Bu bahsedilen deyimlere adil yargılanma hakkı içerisinde yer
verileceğinden, bu konudaki açıklamalarımıza burada son veriyoruz.

II. ADİL YARGILANMA HAKKI

Adil yargılanma hakkı, özellikle hukuksal metinlerde tanınan temel insan


haklarının uygulamada etkin bir şekilde korunmasını sağlayan yargısal bir temel
haktır. Bu hakkın tanınması ile insan haklarının mevzuatta öngörülerek onlara teorik
bir çerçeve çizilmesinin ötesinde bireyin hissedip göreceği bir tarzda korunmasının
sağlanması istenmektedir. Bu temel özelliği itibariyle adil yargılanma hakkının
hukukun üstünlüğü( hukuk devleti) ilkesinin vazgeçilmez bir genel şartı olduğu
söylenebilir. Zira gerçekten bir hukuk devletinde insan haklarının sadece hukuksal
metinlerde öngörülmesi yetersizdir. Bunun yanında mevzuatta öngörülen temel
hakların uygulamada etkin bir korumasını sağlayacak yargısal muhakeme yol ve
yöntemlerinin öngörülmesi gerekir. Bu anlamıyla adil yargılanma hakkının hukuk
devletlerinin özellikle ceza yargılamalarında vazgeçilmez bir temel insan hakkı
olarak kabul edilmesinin gerekliliği ortadadır.

329
İzgi/Gören, s.393; Taşkın, Ahmet, s.526.

131
Anayasa’nın 36. maddesinin ilk fıkrasına 3.10.2001 tarihinde 4709 sayılı
kanunun 14. maddesi ile savunma hakkı sözcüğünden sonra gelmek üzere adil
yargılanma hakkının olduğu söz konusu maddeye eklenmiştir. Bu değişiklik ile
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de teminat altına
alınan adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyetinin düzenlendiği maddeye dahil
edilerek hak arama özgürlüğü daha etkin bir hale getirilmiştir. Anayasa’nın 36.
maddesinde yapılan düzenleme uluslararası sözleşmelerde çok önemli haklar
arasında sayılan adil yargılanma hakkının Anayasa’ya girmesinin, sağlaması
bakımından çok önemlidir. Gerçi adil yargılanma hakkının Anayasa’da yer almadığı
dönemde dahil bu hakkın varlığı kabul edilmekteydi.

Anayasa maddesine dahil edilen adil yargılanma hakkının temel hakların


korunup gelişmesine, devletin saydamlaştırılmasına ve demokratikleşme yönünde
önemli bir adım olarak değerlendirilmesi mümkündür. Yapılan bu değişiklik insan
hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi standartlarının yükseltilmesi ve hak arama
hürriyetine etkinlik kazandırılması açısından çok önemli bir yenilik olarak
değerlendirilmelidir. Hak arama hürriyetine işlerlik kazandıran ve bu hakkın önemini
bir derece daha arttıran adil yargılanma hakkının düzenlenmiş olduğu Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi bağlamında incelenmesi, bu konuda daha geniş açıklamaların
yapılması bir zarurettir.

A. GENEL OLARAK AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ


MADDE 6 (ADİL VEYA DÜRÜST YARGILANMA
GÜVENCESİNİN İHLALİ)

İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre


“Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık oturumda karar verilir; ancak demokratik bir toplumda
genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya
davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık
oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda,

132
mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya
kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit olununcaya kadar
suçsuz sayılır.

Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:

a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedenlerinden en kısa


zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının
yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali
olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa,
mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından
yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da
iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenmesinin
sağlanmasını istemek;
e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı ve konuşmadığı takdirde bir
tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.”

Kişiler kanun karşısında cins, ırk, din, dil, yaş, tabiiyet, düşünce farkı
gözetmeksizin eşit ve insan olmak sıfatıyla vazgeçilmez ve devredilmez bir takım
doğal haklara sahiptir. Bu hukuksal eşitliğe sahip olunan doğal haklara insan hakları
dendiğini başlangıç bölümünde açıklamıştık330. AİHS bu hakların korunmasını
ulusal düzeyden uluslararası düzeye geçmesinde, bireyi uluslararası hukukta söz
sahibi yapmada çok önemli rol oynamıştır. İnsan haklarının yargı alanındaki
görünümü adil yargılanma olarak karşımıza çıkar. Özü itibariyle mahkemelerin iyi

330
Uzunoğlu İsmet M: Emniyet Teşkilatında İnsan Hakları, www.düzce.org/insanhaklari/rapor
02.html.

133
çalışmasını isteme hakkı olan adil yargılanma hakkı331 yalnızca ulusal hukuklarda
yer almakla kalmamış aynı zamanda uluslararası hukuk metinlerinde de yer almıştır.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 10. maddesinde herkesin hak ve


yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç yüklenirken tam bir
eşitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça ve açık bir yargılanma
hakkı olduğu belirtilmiştir.

Yine Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşmenin 14. maddesinde de yargı


önünde eşitlik ilkesi vurgulanmaya çalışılmıştır. Buna göre “Herkes mahkeme ve
yargı önünde eşittir. Aleyhine bir suça hükmedilirken ya da bir hukuk davasında hak
ve yükümlülükleri karara bağlanırken herkesin yasayla kurulmuş yetkili bağımsız bir
mahkemede yansız olarak yargılanmaya hakkı vardır.”

Söz konusu hak Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nda332 “Yargısal Haklar”
başlığı altında dört madde de düzenlenmiştir. Şartın 47. maddesi etkili hukuki bir
yola başvurma ve adil yargılanma hakkını, 48. maddesi masumiyet karinesi ve
savunma hakkını, 49. maddesi cezayı gerektiren suçların ve cezaların orantılı olması
ve yasada tanımlanması ilkelerine ve 50. maddesi cezayı gerektiren aynı suçtan iki
kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkını düzenlemiştir. Temel hakları
ortaya koyan ve şuana kadar siyasi bağlayıcılığı bulunmadığını söyleyebileceğimiz
Temel Haklar Sözleşmesi 29 Ekim 2004 tarihinde 25 üye ülkenin kabul ettiği Avrupa
Birliği Sözleşmesi Anayasasının ikinci bölümünü oluşturmuş durumdadır. Temel
kahlar sözleşmesi böylece Avrupa Birliğinin yapılarını şekillendiren ve geride
bıraktığımız yaklaşık 50 yıl boyunca imzalanan çok sayıda anlaşmanın yerine geçen
Avrupa Birliği Anayasasının ayrılmaz bir bölümü haline gelmiştir.

Adil yargılanma hakkı son olarak İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin


Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 numaralı Protokol’un 2., 3. ve 4, maddelerinde

331
Er Deniz Erol: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında Hukukumuzda Sanık Hakları, Ankara
2002.
332
Ayrıca bkz. Dağ, Rıdvan: Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ve Türkiye,
www.juna.unisb.de/turkish/RDag.html, s1 ve 46-51.

134
de düzenlenmiştir. Adı geçen maddeler sırasıyla cezai konularda iki dereceli
yargılanma hakkını, adli hata halinde tazminat hakkını, aynı suçtan iki kez
yargılanmama ve cezalandırılmama hakkını düzenlemektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil


yargılanma hakkının önemini sözleşmedeki anlamıyla şu şekilde açıklayabiliriz:

Demokratik bir toplumda bu hak öyle üstün bir konumdadır ki söz konusu
maddenin daraltıcı biçimde yorumlanması maddenin amaç ve konusuna aykırı düşer
ve bu madde aynı zamanda hukukun üstünlüğünü temel ilke edinmiştir333. Böylece
bu madde değişik yönleriyle geniş kapsamlı bir biçimde düzenlenmiş olup kapsamı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarıyla sürekli genişletilmektedir334.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin inceleme konusu yaptığımız 6. maddesi


esas itibariyle 3 fıkradan oluşmaktadır. 1. fıkranın ilk cümlesi “kanuni bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme”, “makul bir süre içinde davanın sona erdirilmesi”, “aleni
surette yargılama” ve “davanın hakkaniyete uygun dinlenmesini” içermektedir. Yine
bu cümlenin yorumundan ortaya çıkan zımni bir takım hakların varlığı vardır. Bunlar
“mahkeme önünde hak arama özgürlüğü”, “taraflar arasında silah eşitliği” ve
“yargılamada vicdanilik”tir335. Maddenin ikinci cümlesi aleniyet ilkesinin
istisnalarına yer vermiştir. Maddenin ikinci fıkrasında “masumluk karinesi”, üçüncü
fıkrasında ise sanığa tanınan haklardan bahsetmiştir. Bu maddeden sanığın haklarının
yalnızca bu fıkrada sayılan haklardan ibaret olmadığını “ez cümle” kavramından
anlayabiliriz. Dolayısıyla adil yargılamadan söz edebilmek için yargılamanın bütünü
dikkate alınacak ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çeşitli nedenlerle yargı
organına başvuru hakkının engellenmesi halinde de adil yargılanma hakkının
engellendiği kararına varabilecektir336.

333
Gölcüklü, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Divanı İçtihadına Göre Doğru Yargılama ve Kanıtların
Değerlendirilmesi, İHMU, C.II, S.2, Ekim 1994, s.2 vd.; Tezcan Durmuş, Erdem, Mustafa Ruhan,
Sancakdar Oğuz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu,
Ankara 2002, s.222.
334
Tezcan/Erdem/ Sancakdar, s.222.
335
Er, s.31; Gölcüklü, Doğru Yargılama, s.3.
336
Er, s.31

135
B. KAVRAM, TANIM VE TÜRK ANAYASASINDA ADİL
YARGILANMA HAKKI

1. Kavram Ve Tanım

“Fair trial” yani adil yargılama Common Law için geçerli bir hukuki
kavramdır. Köklerinin 1215 tarihli Magna Charta’ya kadar uzandığı bilinen337 bu
kavram ilk olarak ceza ve idari yargıda kabul edilmiş, daha sonraları medeni yargıda
da geçerliliği benimsenmiştir338.

Adil yargılama ilkesi Avrupa ve Amerikan hukuklarında ve uluslararası


sözleşmelerde yer almış olmasına karşılık Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde
düzenlenmesinden sonra ayrı önem kazanmıştır. Öyle ki sözleşmedeki bu maddenin
ihlali temel hak olan kişi özgürlüğünün ihlali olarak algılanmıştır339.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi adil yargılanma hakkının tanımını vermiş


değildir. Aynı konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de genel bir tanımlamaya
gitmemiş her olayın somut özelliklerini dikkate alarak adil yargılamanın var olup
olmadığını değerlendirme yolunu seçmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu
yolu izlemesi mantıklı gelmektedir340. Nitekim mahkeme adaletten yararlanma
hakkının da adil yargılama kavramı içinde düşünmüş çeşitli nedenlerle yargı
organına başvurma hakkının engellenmesine yol açabilecek düzenlemelerin
sözleşmenin 6/1. maddesinin ihlaline neden olabileceği kararına varmıştır. Yine buna
göre usuli işlemlerin çok pahalı olmasının başvuruyu engeller niteliğine
dönüştürülmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal edici bir unsur olarak
kabul etmiştir341.

Adil yargılanma hakkının sınırını çizebilecek bir tanım vermek gerekirse


şöyle bir tanım uygun olacaktır: “Uyuşmazlığın tarafları arasında fiili ve hukuki
337
Pekcanıtez Hakan: “Medeni Yargıda Adil Yargılama”, İz.B.D., S.2, Nisan 1997, s.36 vd; İlal,
s.231.
338
Pekcanıtez Hakan: “Medeni Usul Hukuku” Ankara 2001, s.250.
339
Pekcanıtez , “Medeni Usul Hukuku”, s.250.
340
Er, s.22;, Medeni Usul Hukuku, s.250.
341
Er, s.32. (6202/73, 6958/75 Decisions 1, s.66 ve 3, s.156)

136
herhangi bir fark gözetilmeksizin iddia ve savunmaların eşit ölçülerde ve karşılıklı
olarak yapıldığı dürüst bir yargılamadır342.” Adil yargılanma hakkına ilişkin başka
bir tanımda şöyledir: “Adil yargılanma hakkı genel olarak herkesin, uyuşmazlığın
aleni biçimde, makul bir sürede, bağımsız ve tarafsız mahkemeler önünde
hakkaniyete uygun karar verilmesini talep hakkını ifade etmektedir343.”

Tanımlardan da anlaşılacağı üzere adil yargılanma öncelikle kamusal gücün


bizzat sınırlandırılmasıdır344. Yine bu hak kişileri yargı önünde koruyan yargının
sonucuna etki eden, yargılamanın kanuna, hakkaniyete uygun olarak yapılmasını
sağlayan bir görev ifa etmektedir. Bu fonksiyonlar sonucunda Anayasada yer alan
temel haklar mahkeme önünde gerçekleşmiş olur. Bu nedenle adil yargılanma hakkı
yargılamanın her aşamasında taraflara sağlanmalı ve temel haklara uygun ve hukuk
devletine yakışır bir şekilde mahkemelerce uygulanmalıdır. Nitekim Divan’a göre 6.
madde aynı zamanda demokratik yönetimin temel öğelerinden biri olan hukukun
üstünlüğü ilkesini de içermektedir.

2. Türk Anayasası’ Nda Adil Yargılanma Hakkı İle İlgili Düzenlemeler

Burada ilk olarak 38. maddeden bahsedilmelidir. Anayasa 38. maddesi


şöyledir:”Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez.”
Yine aynı maddede adil yargılanma hakkı ile ilgili doğrudan ilişkili maddeler de
vardır.

- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir


fiilden dolayı cezalandırılamaz.
- Kimseye suçu işlediği konusunda o suç için konulmuş olan cezadan daha
ağır bir ceza verilemez.
- Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da
aynı kural uygulanır.
- Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
- Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
342
Er, s.32.
343
Özekes s.56.
344
Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, s.250.

137
- Hiç kimse kendini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda
bulunmaya ve bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
- Ceza sorumluluğu şahsidir.
- Genel müsadere cezası verilemez.
- İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide
uygulayamaz.
- Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez.
- Buna karşılık Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir.

Bundan başka Anayasa’nın 36. ve 37. maddeleri de adil yargılanmanın


Anayasa’daki güvenceleridir. 36. madde hak arama hürriyetini, 37. madde ise kanuni
hakim güvencesini düzenlemektedir.

C. ADİL YARGILANMA HAKKININ UYGULANMASINA İLİŞKİN


KURALLAR

1. Adil Yargılanma Hakkının Konusuna İlişkin Sınırlamalar

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temel hakları belirtmekle beraber bazı


kısıtlamalar da getirilmiştir. Sözleşme güvence altına aldığı özgürlüklerin demokratik
bir toplumda sınırsız olarak kullanamayacağı ilkesini benimsemiştir. Her madde
koruduğu temel hak ve özgürlüğün niteliğine göre ulusal güvenliğin, kamu
düzeninin, ekonomik çıkarlarının korunması vs. gibi nedenlerle bazı genel
kısıtlamalar getirirken aynı zamanda o hakka getirilebilecek özel kısıtlamaları da
getirmiştir.

Bu genel açıklamalar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki


“Adil Yargılanma Hakkının İhlali” içinde geçerlidir. Sözleşmenin bu maddesinin
kısıtlanabilmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14., 15., 17. ve 18.
maddelerini incelemek gerekmektedir. Sözleşmenin 14. maddesi ayrımcılık yasağını,
15. maddesi savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden olağanüstü durumlarda
sözleşmeden doğan yükümlülüklerin askıya alınabileceğini, 17. maddesi

138
özgürlüklerin yok edilmesi özgürlüğünün yasaklanmasını, 18. maddesi kısıtlamaların
amaç dışında kullanılmasının yasaklanmasını düzenlemektedir.

AİHS’nin 14. maddesine bakılacak olursa, sözleşme kurallarının


uygulanmasında ayrım yapılmaması gerektiğinin düzenlendiği görülür. Ayrım
yapmama aynı zamanda kısıtlamaların uygulanmasını da içerir345. Bu maddeye göre
bu sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma cinsiyet, ırk, renk, dil, din,
siyasal veya diğer kanaatler ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk,
servet veya herhangi bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan
sağlanmalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi adil yargılanma hakkının


olağanüstü hallerde askıya alınmasını belli sınırlar dahilinde kabul etmiştir. Bu
maddeye göre sözleşmeci tarafın bazı koşullarda sözleşmede öngörülen
yükümlülüklere aykırı tedbirleri alabileceği belirtilmiştir.

- Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlikenin varlığı
halinde,
- Ancak durumun gerektirdiği ölçüde,
- Uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek
koşulu halinde adil yargılanma hakkının askıya alınabileceği
düzenlenmiştir346.

Aynı maddenin ikinci fıkrası meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen
ölüm hali dışında ikinci maddedeki yaşama hakkına, üçüncü maddedeki işkence
yasağına, 4/1. maddedeki kölelik ve zorla çalıştırma yasağına ve 7. maddedeki
cezaların yasallığı ilkelerine aykırı olarak hareket edilemeyeceğini düzenlemiştir.

Sözleşmeci devlet adil yargılanma hakkının kısıtlanmasına ilişkin kararını


aldıktan sonra bu kararın içeriğini oluşturan tedbirleri ve kararın sebepleri hakkında

345
Gölcüklü, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre Doğru Yargılama, İHMD no 11,
Mart Haziran 1995, S.2-3.
346
Gölcüklü, Feyyaz: s.302.

139
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tam bilgi verir. Ayrıca tedbirlerin yürürlükten
kalkış tarihini de bildirmelidir.

Söz konusu hakkın sınırlamasına ilişkin diğer bir durum Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesinde düzenlenen hakların kötüye kullanımı
durumudur. Sözleşme hakkın kötüye kullanımını yasaklamıştır. Buna göre sözleşme
hükümlerinin hiçbirisi bir devlete, topluluğa ya da kişiye sözleşmede tanınan hak ve
özgürlüklerin yok edilmesine veya öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara
uğratılmasına yönelik bir faaliyette bulunma hakkını içerecek şekilde yorumlanamaz.
Maddeye göre sözleşme ile sağlanan hakların kötüye kullanılması durumunda bazı
haklar devletçe kısıtlanabilecektir. Burada önemli olan diğer bir konu devletin de bu
maddeyi kötüye kullanmasının önlenmesidir347. AİHS’de bu hüküm düzenlenmemiş
olsaydı adil yargılanma hakkı ve onun temelini teşkil eden hak arama hürriyeti
sadece kağıt üzerinde kalmış olurdu. Bu nedenle sözleşme 17. maddesinin
düzenlenmiş olması ve maddenin düzenleniş biçimi isabetli olarak nitelendirilebilir.

Son olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi sözü edilen
özgürlüklere getirilen sınırlamaların ancak öngörülen amaçlar için
uygulanabileceğine hükmetmiştir.

2. Adil Yargılanma Hakkının Kişiye İlişkin Sınırlamaları

Bu maddenin sağladığı güvenceleri geçek ve tüzel kişiler, bu arada özel


hukuk tüzel kişileri de dahil olmak üzere ileri sürebilecektir348. Hemen belirtelim ki
burada önemli olan yargılama güvenceleri ile ilgili devletlerin bu yükümlülüklere
uyup uymadığıdır. Yoksa gerçek veya tüzel kişilerin bu maddeden yararlanması
madde açısından önem taşımaz.

Ancak genel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne maddenin ihlali için
başvurabilecek kişilere baktığımızda bu kişilerin gerçek kişi, hükümet dışı kuruluşlar

347
Gözübüyük, Şeref: Anayasa Hukuku, Ankara 2002, s.302.
348
Gözübüyük, s. 302

140
ve insan toplulukları olduğu görülür. Yine bireysel başvuru hakkı yalnız vatandaşlara
değil tüm yabancılara ve uyruksuz kişilere de sağlanmıştır. Zira sözleşmeci devlet
kendi yetki alanında bulunan “herkese” sözleşmeyle güvence altına alınmış olan hak
ve özgürlükleri tanımakla yükümlüdür. Sonuç olarak sözleşmenin 6. maddesindeki
adil yargılanma hakkını ileri sürebilecek kişiler yukarıda sayılan tüm kişileri
içermektedir.

3. Adil Yargılanma Hakkının Yargı Yerleri Açısından Uygulama


Alanları Ve Sınırları

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin sağladığı güvenceler


esas itibariyle tek dereceli mahkemeler açısından söz konusudur. Ancak bizim
ülkemizde de olduğu gibi bazı ülkelerde yargılama birden fazla dereceli olarak
düzenlenmiş olabilir. Örneğin istinaf mahkemeleri ya da temyiz mahkemeleri gibi.
Sözleşme kapsamına bu mahkemelerin türü ve derecesi ne olursa olsun ilgili kişilerin
her mahkeme ve derecede adil yargılanma hakkından yararlandırılması girmektedir.
Bu nedenle Ülkemizdeki adli ve idari mahkemelerle ve/veya ilk ve üst derece
mahkemeleriyle ilgili kişilerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin
sağladığı güvencelerden yararlandırılması gereklidir349. Ancak şunu belirtmek
gerekir ki sözleşme, taraf devletleri çok dereceli bir yargılama sistemi kurmaya
mecbur etmez. Ancak bir devlet istinaf ya da temyiz yargılamasını da öngörmüş ise
6. maddeye tüm yargılama aşamalarında uyulması gerekecektir. Çünkü ilk dereceden
başlayarak son yargılama aşamasına gelene kadar sanığın ya da tarafların durumunu
etkileyecektir350.

Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 4. Dairesinin 09.11.2000 tarihli


GÖÇ kararı (BN. 36590197) incelenmelidir. Karara göre haksız yere gözaltında
tutulduğu iddiasıyla 466 Sayılı Kanuna göre hazine aleyhine dava açan GÖÇ ile ilgili
olarak anılan mahkemece verilen haksız tutuklama tazminatı kararının taraflarca
temyiz edilmesi nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17.10.1996 tarihi
tebliğnamesi doğrultusunda Yargıtay 6. Ceza Dairesince incelenip 07.10.1996 ‘da

349
Gözübüyük, s. 302
350
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.225

141
onanan nihai karar üzerine, Yargıtay incelemesinde duruşma yapılmaması ve
başsavcılığın 17.10.1996 tarihli tebliğnamesinin başvurana bildirilmesinin bu kişinin
yazılı cevap hakkının elinden aldığı gerekçesiyle GÖÇ konuyu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine götürmüştür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 09.10.2000 tarihinde
sözleşmenin 6/1. maddesinin ihlal edildiğine oybirliği ile karar vermiştir351.

Mahkeme sözleşmedeki 6. maddenin ihlal edilip edilmediğine karar verirken


ulusal hukuk düzeyindeki yargılamanın bütününe bakarak karar vermektedir. Ulusal
yargı organları yargılamanın herhangi bir aşamasında yaptığı ihlalleri ileri
aşamalarda tabii ki düzeltebilecektir352. Yine maddenin uygulama alanına giren
davalarda olağan mahkemelerin verdiği kararları etkileme koşuluyla söz konusu
madde hükmü Anayasa Mahkemelerini de bağlamaktadır. Bu durumlarda yapılan
değerlendirmelerde Anayasa Mahkemeleri’nde bakılan davaların özel niteliği göz
önünde tutulacaktır353.

Sözleşme kapsamına dahil olan başka bir durumda özgürlüğü bağlayıcı


olmayan cezaların idare tarafından doğrudan cezalandırılabilmesine ilişkindir. Böyle
davalarda mahkemece, idare tarafından verilen bu tür cezalara karşı adli ve idari
yargı yerlerine karşı itiraz edebilme hakkının varlığı sebebiyle adil yargılanma
hakkına aykırılığı ortadan kaldıran bir sebebin olmadığı sonucuna varılmıştır354.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre adil yargılanma


hakkından yararlanabilme bakımından uyuşmazlığın türü de önem taşır. Sözleşme,
kişinin adil yargılama isteme hakkını medeni hak ve vecibelerle ilgili nizalar ve cezai
sahada serdedilen ceza davalarına inhisar ettirmek suretiyle söz konusu hakkı kısmen

351
Gölcüklü, Feyyaz/ Gözübüyük Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulanması, 5.Bası
Ankara 2004, s.265vd.
352
7 No’ lu protokol madde 2:”Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi,
mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz
olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere yasayla
düzenlenir. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle az önemli suçlar bakımından, ya
da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini
müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.”
353
Teczan/Erdem/Sancakdar s.226.
354
Gölcüklü, / Gözübüyük, s.207.

142
sınırlı tutmuştur355. Bununla beraber mahkeme maddedeki “medeni hak” ve “suç
isnadı” sözcüklerini geniş yorumlamıştır. Bunun sonucunda idari davalar ya da
disiplin hukuku ve Anayasa’ya aykırılık iddiaları kural olarak madde kapsamı
dışında olsalar dahi uyuşmazlığın özü itibariyle medeni haklara ilişkin dava kabul
edilerek madde kapsamına sokulmuştur356. Bu nedenle sözleşme organları bu
kavramların tanımını yapmamış ve somut olaylara bakarak durumu değerlendirmeyi
uygun bulmuştur357.

Sözleşmenin 6/1. maddesindeki “medeni hak ve vecibelerle ilgili nizalar”dan


kasıt bireyler arasındaki ya da özel kişi ile özel kişi sıfatıyla hareket eden (özel
hukuka tabi) kamu tüzel kişileri arasındaki özel hukuk ilişkisine dayanan davalardır.
Örneğin haksız fiilden doğan tazminat davaları, mülkiyet davaları, aile hukuku
ilişkileri gibi (21.02.1975, Golder 1, İngiltere / Divan Kararı). Buradaki asıl problem
ve güçlük kamu hukukundan kaynaklanıp bireyi etkileyen tasarruf ve işlemler
konusunda belirmiştir. Örneğin idarenin kanun tarafından kişinin hak ve
menfaatlerini etkileyen tasarruflarda bulunmakla yetkili kılındığı hallerde olduğu
gibi. Komisyon burada görüldüğü gibi davanın şekli ve kaynağına değil konusuna
bakarak 6. madde hükmünün uygulanacağına karar vermiştir. Bu uygulamayı özel
nitelikteki hak ve borçları etkileyen her türlü davada uygulamıştır. Görüldüğü gibi 6.
maddenin uygulanmasında davayı çözmek için yetkili olan organın niteliği önemli
değildir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 28.06.1978 tarihli Almanya’ya
karşı “Könıg” kararında klinik açma yetkisinin iptal edilmesine ilişkin davanın
makul süre içinde sonuçlanmamasını ve doktorun kliniğinin kapatılmasını doktorluk
mesleğinin yürütmesinden yoksun bırakılmasını medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin olduğunu kabul edip sözleşmenin 6/1. maddesinin ihlali saymıştır. 1949
yılından beri doktorluk yapan Könıg 1960’da bir klinik açmıştır. Hükümet başkanı
teknik ve idari yönden yetersiz olduğu gerekçesiyle klinik açma yetkisini iptal
etmiştir. Könıg idari mahkemeye başvurmuş (1967) mahkemede davayı 1977 yılında
reddetmiştir. 1971 yılında buna karşı açılan dava da 1976 yılında reddedilmiştir.
Könıg 1973 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştur. Mahkeme

355
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.6; Teczan/Erdem/Sancakdar , s.227.
356
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.6; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.227.
357
Teczan/Erdem/Sancakdar s.227.

143
Könıg’i madde 6/1 nedeniyle haklı bulmuş ve Alman Hükümeti’ni tazminat ödemeye
hükmetmiştir358.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre bu türden sayılan, yani idari işlem
ve eylemlerin ister genel mahkemede ister idari mahkemede bakılsın, devlet ister
kamu tüzel kişisi olsun ister özel hukuk kişisi gibi davranmış olsun, madde 6’daki
medeni hak ve yükümlülüklerinden sayılması halinde bu durumun Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne götürülebilecektir. Bu türden sayılan işlemler arasında:

- Malvarlığına ve kişisel haklara zarar veren işlemler,


- Bir meslek, sanat veya başka bir iktisadi faaliyetin yürütülmesi ile ilgili
idari kararlar,
- Reşit olmayan çocukların anne babadan ayırarak korunması amacıyla
idari önlemlerin alınması,
- Çalışma hayatı, sosyal sigorta, iş sözleşmesinin bozulması, işten çıkarta
ile ilgili işlemler,
- İdarenin kusurundan doğan zararlar,
- Taşınmaz devrine ilişkin işlemin yetkili idari makamca araması hakkına
ilişkin uyuşmazlıklar yer alır359.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 6.


maddenin kapsamını genişletmiş olsa da “kamusal niteliği” ağır basan bazı
tasarruflara ilişkin davları kavram dışında tutmuştur360. Bu uyuşmazlık arasında –
siyasi haklar, - devlet memurluğuna girme ve memurluk düzeni, - yabancıların
ülkeye kabulü, sınır dışı etme, - vergilendirme, - kişi özgürlüğünü kısıtlama, - kamu
fonlarından yapılan ödemeler.

6. maddenin uygulanabilmesi için “hak” ve “niza” koşullarının oluşmuş


olması gereklidir. Buradaki hak kavramı ulusal hukukun tanıdığı haktır. Aksi halde
bir ulusal mercii önünde hak sıfatıyla sayılamayan hak 6. madde kapsamına girmez.

358
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.3.
359
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.8.
360
Doğru, Osman: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları”, Ankara 2003, C.I, S.356 vd.

144
Niza kavramı ise geniş anlamda “iddia” olarak yer almalıdır. Yine bu kavramın
gerçek ciddi (savunulabilir) olması gereklidir361.

Sözleşme organları bazı idari işlem ve eylemleri suç isnadı niteliğinde


sayıp 6. madde kapsamına almıştır. Bunlar şu şekilde sınırlandırılabilir362:

- Vergi cezaları gibi idari cezalar,


- Davacının inşaat yapma hakkını ortadan kaldıran süreklilik arz eden
yasaklamalar,
- Hava alanının yakınında oturanların gürültü kirlilik nedeniyle ilgili
idareye karşı ileri sürdükleri kişisel ve ayni hak iddiaları,
- Likit gaz işletmeciliği ile ilgili uyuşmazlıklar,
- Toplu taşımacılıkta ruhsatın idarenin iznine bağlı olması,
- İçki satma ruhsatı,
- Meslekten çıkarma sonucunu doğuran disiplin cezalarında 6. madde
kapsamında ele alınması,
- Takdir hakkının kötüye kullanılması,
- Kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkemeye başvurma hakkı363.

D. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ MADDE 6’ DA


DÜZENLENEN ADİL YARGILANMA HAKKINA İLİŞKİN
GÜVENCELER

1. Bir Yargı Yerine Başvuru Hakkı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında “Her şahıs


........... bir mahkeme tarafından .......... dinlenmesini istemek hakkına sahiptir”
ibaresiyle bir yargı yerine başvuru hakkından bahsetmektedir. Bu hak sözleşmede
zımni olarak kabul edilmiş bir haktır364. Divan Golder / İngiltere davasında 6/1.
maddesinin herkese hak aramak için mahkemeye gidebilme hakkının tanıyıp

361
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, Ss9.
362
Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, s.213.
363
Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, s.214; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.235.
364
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.235.

145
tanımadığını tartışmıştır. Sonuçta herkesin medeni hak davalarıyla ilgili bir davanın
bir mahkeme tarafından çözümü hakkını tanımaktadır kararına varmıştır.

Doğaldır ki adil yargılanma hakkından bahsedebilmek için özellikle kişilere


bir yargı yerine başvurma hakkının tanınması gereklidir. Aksi halde sözleşmede yer
alan adil yargılanma hakkının diğer unsurlarından bahsetmek mümkün olmaz.

Nitekim Anayasa’nın 36. maddesi herkesin meşru vasıta ve yollardan


yararlanmak suretiyle yargı organları önünde davalı ya da davacı olarak yargılanma
hakkına sahip olacağını açıkça ifade ederek hak arama özgürlüğü yanında hukuki
dinlenilme hakkına da kaynaklık etmiştir.

Sözleşmeye göre hak arama yolunun fiilen geçici de olsa kapatılması veya
kullanımını tamamıyla engelleyecek şekilde koşullara bağlanması söz konusu
maddenin ihlali anlamına gelir365.

Sözleşmeci devlet bu hakkı sadece mevzuatında yer vererek değil aynı


zamanda uygulamada gerçekten ve fiilen kullanılabilmesini sağlamak zorundadır.
Bazı nedenlerle kişilerin bu haktan etkin şekilde yararlanamaması kişinin kusuru
olmamak koşuluyla 6. maddenin ihlali anlamına gelecektir.

Hak arama özgürlüğü mutlak yani koşulsuz ve sınırsız değildir. Devletler


hakkın kötüye kullanımını engellemek için bazı tedbirler alabilirler. Ancak alınan
tedbirler hiçbir zaman hakkın özüne dokunmamalı ve haklara getirilen bu
sınırlamalar amaca uygun ve orantılı olmalıdır366. Bu sebeple sözleşmeci devletler
kişilere yargı önüne gidebilme olanağı verecek ve bu konuda gerekli tedbirleri alacak
gerektiğinde hak arama özgürlüğüne ilişkin sınırlamalar koyabileceklerdir. Ayrıca
hakkın kullanımını fiilen engelleyecek gereksiz sınırlamaları ortadan kaldırmakla
yükümlüdürler.

365
Buradaki durum Türkiye açısından özellikle 02.12.2000 tarihinde 4483 sayılı MDKGYHK’le
yürürlüğe girmeden önceki dönemlerde ceza davalarında ön soruşturma aşamasında adli yargının
devre dışı bırakılıp idarenin etkin bir konuma sahip olması nedeniyle MMK’nın sözleşmedeki hakları
ihlal ettiği yönündeki iddialar için geçerlidir.
366
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.15; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.245.

146
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Aksoy / Türkiye davasında
davadaki özel şartların varlığı nedeniyle AKSOY’un iç hukuk yollarını tüketme
mecburiyetinin olmadığına karar vermiştir. Gerekçesinde ise AKSOY Türk adli
makamlarına başvursaydı mahkemelerin AKSOY’un iddiasını kabul edip
etmeyeceklerini bilmenin mümkün olmayacağını vurgulamıştır.

2. Davanın Hakkaniyete Uygun Dinlenmesini İstemek Hakkı

Adil yargılanma hakkına ilişkin bu unsur silahların eşitliği, kararların


gerekçeli olması, yargılama dilini anlama (ayrıca tercüman hakkı), duruşmada şahsen
hazır bulunma hakkı, hukuka uygun delillerden yararlanma yükümlülüğü, hakimin
savunma makamlarına samimi davranması ve onu hataya düşürmemesi yükümlülüğü
gibi kurallardan oluşmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre tarafların mahkeme önünde sahip


oldukları haklar bakımından tarafların tam bir eşitlik içinde olması gerekir367. Adil
bir yargılamanın sağlanabilmesi için yargılama hakkaniyete uygun olarak
yapılmalıdır. Az önce sözünü ettiğimiz tarafların eşitliği diğer bir deyişle hakların
eşitliği tüm yargılama boyunca devam etmelidir. Bu hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olduğu gibi aynı zamanda genel eşitlik ilkesinin de bir sonucudur. Burada
bahsedilen eşitlik tarafların davada eşit tutulması yanında, esasta da eşit olmalıdır.
Yani sadece şekli eşitlik değil esas bakımından da eşit olmak gerekir368.

Ülkemizde silahların eşitliği ilkesi Anayasa’da konumuzun özünü oluşturan


hak arama hürriyeti başlıklı yargısal başvuru hakkını düzenleyen 36. madde
içerisinde yer almıştır. Silahların eşitliği içerisinde yer alabilecek durumlar her somut
olayın özelliğine göre değişmektedir. Başka bir deyişle muhakeme sırasında yapılan
her işlem incelemeye tabidir. Örneğin hakimin iddia ve savunmanın ileri sürdüğü
delilleri değerlendirmesi, tarafların delilleri incelemesinin sağlanması, her iki tarafa
bu konuda eşit haklar tanınması gibi bazı usulü işlemlerin yerine getirilmesini

367
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.16; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.246.
368
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.18; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.246.

147
sağlaması konusunda uyuşmazlık olduğunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce
incelenir. Eğer mahkeme önemli ve karara etkisi olacak olan delillerin
değerlendirilmesini yapmamış ya da tarafa savunma hakkını sağlamamışsa bu durum
AİHS’nin 6. maddesine aykırı olarak nitelendirilir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Schluer – Zgregen / İsviçre davasında


davacının dava dosyasını inceleyebilme ve dosyadan bazı belgelerin fotokopisini
alabilme, mahkeme kararına dayanarak teşkil raporların kendisine gösterilmesini
istemesini silahların eşitliği ilkesi çerçevesinde değerlendirmiştir369.

Burada hemen şunu belirtelim ki hakkaniyete uygunluk ulusal mahkeme


kararlarının doğru olup olmadığı değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunu
araştırmaz370. Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ulusal mahkemeleri bir üst
derece mahkemesi olarak denetim organı olmayıp muhakeme faaliyetinin tüm
işlemlerini adil olarak yapılıp yapılmadığını inceleyen organ durumundadır371.
Yukarıda da bahsedildiği gibi ulusal mahkemeler iddia ve savunmanın delillerini
inceler, değerlendirir, kabul ya da reddeder. Bunu kendi ulusal mevzuatına göre
yapar. Burada tartışılan tarafın iddialar karşısında yeterince kendini savunmasına
imkan verilip verilmediğidir. Örneğin tarafların davadaki bilgi ve belgeleri
incelemesine eleştirmesine imkan sağlanmaması adil yargılanma ilkesine aykırılık
teşkil eder.

Mahkemece verilen kararların gerekçeli olması da davanın hakkaniyete


uygun denetlenmesini isteme hakkının diğer bir unsurudur. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi bu konuda ulusal mahkemeleri kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü
altına sokmaktadır. Bu durum özellikle kanun yollarının mevcut olduğu durumlarda
önem arz etmektedir372. Nitekim komisyon gerekçeli karar hükümle birlikte tebliğ
edilmediği için, ilgili tarafından gerekçe gösterilmeden yapılan temyiz başvurusunun

369
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.32; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.249; Özekes, s.59;
Pekcanıtez, “Medeni Usul Hukuku”, s.255.
370
Pekcanıtez Hukuki Dinlenilme, s.759.
371
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.32.
372
Pekcanıtez, “Medeni Usul Hukuku”, s.257.

148
reddini, sanığın gerçek ve etkili bir savunmadan mahrum bıraktığı için adil yargılama
ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır373.

Anayasanın 141. maddesinde ve Hukuk Usulü Muhakeme Kanunu’nun 388.


maddesinde kararların gerekçeli olacağı belirtilmiştir. Mahkemelerin verdiği
kararların gerekçeli olmaması keyfilik anlamına gelir. Bu da adil yargılanma
hakkının ihlalini oluşturur. Gerekçeli karar verme aynı zamanda hukuka uygunluğu
denetleme imkanı verir. Bu nedenle hakimler kararlarını yeteri kadar açıklıkla
belirtmek zorundadır. Gerekçenin denetiminin dayanağını bir mahkeme tarafından
dinlenilme hakkı ve tarafsız bir mahkeme hakkı oluşturmaktadır374.

Bu konuda üzerinde durulması gereken son iki nokta Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6/3. maddesinde asıl olarak ceza yargısını esas olarak düzenlenen
avukat yardımından yararlanma hakkı ve mahkeme dilini bilmeyen tarafa
mahkemenin ücretsiz tercüman sağlama yükümlüğüdür. Bu hakların özel hukuk
davalarında uygulanıp uygulanmayacağı, maddenin içeriğinden anlaşılamamaktadır.
Sözleşmenin 6/3 maddesinden ileride detaylı olarak bahsedileceğinden burada
üzerinde durulmayacaktır.

3. Duruşmanın Halka Açıklığı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1. maddesi davanın taraflar


huzurunda yapılacak açık duruşma ile görüleceğini belirtmektedir. Yargılamanın
evrensel ilkelerinden biri olan ve yargının en önemli teminatı olan aleniyet ilkesi
yargılamanın kapalı kapılar arkasında değil, egemenliğin gerçek sahibi olan halkın
göz önünde yapılması amacıyla kabul edilmiş bir ilkedir. Herkes için geçerli olan
aleniyet ilkesi yargılama sonunda verilen hükmün de aleni olarak tefhim edilmesini
içerir. Öyleyse yargılamanın aleni olması, yargılamaya katılması zorunlu olan
kişilerin dışında kalanların da yargılamaya katılma olanağına sahip olmaları
anlamına gelir375.

373
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.33.
374
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.34.
375
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.247.

149
Hukuk devleti prensibinin önemli bir unsuru olan aleniyet ilkesinin amacı,
mahkemelerin ve yargılamanın kamu tarafından kontrol edilmesidir. Diğer bir
deyişle halkın yargılamaya katılması, izlemesi ve bu yargılamanın kontrolünün
sağlanmasıdır ki bu da aleni yargılamanın demokratik karakteridir376.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1. maddesi “Herkesin ............. açık


yargılanma hakkı” olduğunu belirttikten sonra 6/2. maddesinde bazı koşullarda
açıklığın kaldırılabileceğini belirtmiştir. Buna göre demokratik bir devletin kamu
düzeninin, ulusal güvenliğin, ahlak kurallarının veya küçüğün yararlarının veya
duruşmaya katılan tarafların özel yaşamlarının gerektirdiği veya adaletin selametine
zarar verecek özel durumlarda ve mahkeme tarafından buna gerek görüldüğü ölçüde,
açıklığın adalet yararlarını zedeleyecek nitelikte olması nedeniyle basın ve halk için
duruşma salonuna giriş tamamen veya kısmen yasaklanabilir.”

Buradaki mahkemece verilen gizlilik kararı demokratik devlet kriterine aykırı


olmayacaktır. Nitekim bu maddedeki istisnaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
bazı kararlarında ihlal eder nitelikte bulmamıştır.

Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde aleniyet ilkesi yalnızca duruşma


yani soruşturma aşamasında mümkündür. 6. madde bunu “duruşma salonu”,
“davalının açık olarak dinlenmesi” kavramlarını kullanarak belirtmiştir377.

Hukukumuzda aleniyet ilkesi medeni yargı, ceza yargısı ve idari yargıda da


geçerlidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde bu ilke yalnızca
medeni haklara ilişkin uyuşmazlıkların çözümlendiği yargı organları önünde görülen
duruşmalarla, ceza yargılamalarında uygulama alanı bulur. Bu nedenle idari
organların bir uyuşmazlığı çözmeleri halinde dahi, sözleşmenin 6/1. maddesi
uygulanmaz378.

376
Pekcanıtez Hakan: “Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesi”, Faruk Erem armağanı, Ankara
1999, s.636.
377
Er, s.86.
378
Pekcanıtez, “Aleniyet İlkesi”, s.640.

150
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde söz konusu ilke her ne kadar
yargılamanın her aşamasında geçerli ise de istinaf ve temyiz aşamalarında duruma
biraz daha toleranslı yaklaşmak gerekmektedir. İstinaf ve temyiz incelemelerinde ilk
derece mahkemesine yapılan itirazın konusuna göre ilkeye uyulup uyulmayacağı
önem taşır379. Yani istinaf ve temyiz aşamalarında “açık duruşma” gereğine uyulup
uyulmadığına karar verilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ilk derece
mahkemesi kararına yapılan itirazın konusuna, önemine ve her derece mahkemesinin
yargılamada oynadığı role bakılarak karar vermek gerekecektir380. Eğer istinaf ve
temyiz mahkemesi sadece hukuki yönlerle sınırlandırılmışsa duruşma yapılmasına
gerek yoktur. Dava dosya üzerinden inceleneceği için düzeltme talebinin bu
durumda aleniyet ilkesi söz konusu olmaz. Ancak istinaf ve temyiz incelemelerinde
davanın maddi yönü de inceleme kapsamı içinde ise, ilgilinin katılımı ile duruşma
yapılması gerekir ve aleniyet ilkesi burada geçerli olmalarıdır. Sonuç olarak Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi 6. maddesinde temyiz aşamasında sözlü duruşma
öngörülmüş ise bunun halka açık olması gerekir. Ancak aynı hükümden temyiz
aşamasının mutlaka duruşmalı olması gibi bir zorunluluk ortaya çıkmamaktadır381.

Yine Divan sözleşmeye taraf devletler, sözü edilen hükmün konu ve amacına
uygun olmak koşuluyla ve yargılama usulünün özelliklerine göre bu aleniyet şeklini
kendilerinin takdir edeceğini belirtmiştir. Mahkeme bir kararında ilgilinin bilgi
edinmesi amacıyla mahkeme kalemine bırakılması ve kolayca görülebilecek şekilde
mahkeme binasının uygun bir yerine asılması halinde de aleniyetin sağlanacağına
karar vermiştir382.

4. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

Davaların yargılama makamları önünde uzun süre uzaması birçok ülkede


şikayetlere neden olmaktadır. Geciken adalet, adalet değildir. Divan, sözleşmeyi
onaylamış olan devletleri, kendi hukuk sistemlerini, mahkemelerin m.6/1’in

379
Er, s.89.
380
Er, s.89.
381
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.30.
382
Er, s.88; Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.30; Pekcanıtez, “Aleniyet İlkesi”, s.546.

151
gereklerinden her birini yerine getirecek şekilde düzenlemeye mecbur tutmaktadır383.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan devletler ceza ve hukuk davalarını
makul sürelerde bitirecek şekilde yargı mekanizmalarını geliştirmek, yargı
teşkilatlarını örgütlemek ve düzenli olarak çalışmalarını sağlamak zorundadırlar384.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki her dava konusu, her olay için geçerli, her
ihtimali standart bir makul süre tespiti imkansızdır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi organları her somut olayın ayrıntılı özelliklerini göz önünde tutup
değerlendirerek sonuca varmaktadır385. (Divan kararı Buchholz / Federal Almanya).
Başka bir deyişle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. maddenin ihlali olarak
nitelendirilebilecek belirli bir süre sınırı tespit edilmiş değildir. Bunun için söz
konusu organ makul sürenin değerlendirilmesinde 3 ölçüt kabul edip bu ölçütler
çerçevesinde araştırma yapmaktadır386. Birinci ölçüt dava konusunun niteliğidir.
Burada hukuki sorunun çözümündeki güçlük, delillerin toplanması ve bağlar
arasındaki zorluk anlaşılır. Yani basit bir tahliye davası ile büyük bir şirketin feshi
aynı sürede bitirilmeyecektir.

İkinci olarak yargılama sırasında bireysel başvuruda bulunan tarafın


tutumunun araştırılmasının gerekli olduğudur. Tarafların dava süresince
yargılamanın gecikmesini önlemek konusunda birçok hakları vardır. Eğer şikayet
eden taraf kendi isteği ile yargılamanın gecikmesine sebep olmuşsa makul sürenin
aşımından söz edilemez, dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlalinden söz
edilemez. Ancak her ne kadar hukuk davalarında iş takibi taraflarına ait bir sorun
olmasına karşılık mahkeme davaları süratle yürütmelidir. Bu durum ceza davalarında
da geçerlidir. Her ne kadar sanık yargılama aşamasında mahkeme ile işbirliği
yapmak zorunda olmayıp, süre aşımında sadece mahkemenin sorumlu tutulması söz
konusu olabilse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bazı durumlarda sanıkların

383
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.249.
384
PRETTO ET AUTRES / İTALYA, 08.12.1983; Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.32.
385
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.24.
386
Bıçak, Vahit: “Türkiye’nin Güncel Sorunları:Demokrasi ve İnsan Hakları”,
www.özgürada.com/about-mak-32.htm.

152
(şikayetçilerin) kötü niyetli manevralarını da hesaba katmaktadır387. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin bu konuda MANSUR / TÜRKİYE davasında (08.06.1991)
başvurucunun tavrının davayı yavaşlatması durumunun tek başına yargılamanın uzun
sürmesini açıklayamayacağını belirtmiştir. Somut olayda, uyuşturucu madde
kaçakçılığı dolayısıyla Edirne 1. ve 2. Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanan
şikayetçinin davası her iki mahkemede birbirinden habersiz 2 yıl sürmüştür. Aynı
zamanda dosyadaki Rumca belgeler İstanbul’da çevirmen bulunmadığı için
Ankara’ya gönderilmiş ve sonuçta orada da bulunmaması nedeniyle geriye
gönderilmiştir388.

Buradaki üçüncü ölçüt yargılama makamlarının tutumudur. Avrupa İnsan


Hakları Mahkemesi devleti bu konuda ancak ihmal ve kusuru nedeniyle sorumlu
tutmaktadır. Yine yargı organlarının görevlerinin tam yapmış olmalarına karşın dış
nedenler, örneğin hakim açığı, siyasi ortam, ulusal hukuktaki boşluklar nedeniyle
devletin gerekli tedbirleri almadığı gerekçesiyle sorumlu tutmuştur389. (Zimmerman
Steiner / İsviçre, 13.07.1983). Nitekim mahkeme bir kararında İsviçre Federal
Mahkemesi’nden basit bir uyuşmazlığın, layihalar teatisinden sonra 3 yıl sürenin
aşırı iş yükü sebebiyle haklı görmemiş ve makul süre içinde bitirilmemiş olarak
kabul etmiştir390. Yine mahkeme 15 yıl süren Mitap ve Müftüoğlu davasında (20
Mart 1996) bunca yıl süren bir yargılamanın makul olduğundan
bahsedilemeyeceğine işaret etmiş ve sözleşmenin ihlal edildiğini tespit etmiştir. 25
Kasım 1997 Zana kararında şikayetçinin bir günlük gazete ile PKK’yı övücü
söyleyişi yaptığı için DGM’de 3 yıl 11 ay yargılanmasını mahkeme basit bir davanın
bu kadar sürmesini sözleşmeye aykırı bulmuştur. Bu davaların tümünde sanıklar
tutuklu olarak yargılanmışlar tahliye talepleri suçun niteliği, tutukluluk süresi, kaçma
tehlikesi gibi kısa ifadelerle reddedilmiştir. Mahkeme bu şekilde kalıplaşmış
ifadelerle kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağını vurgulamıştır.

387
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.24; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.249; Pekcanıtez, Adil
Yargılama, s.42.
388
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.24; Gölcüklü, Feyyaz: “Yargılama Makamları Önünde” “makul
süre” İHMD, C.III, S.2, Nisan 1995, s.10.
389
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.27.
390
Şentuna, Mustafa Tarık: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ceza Yargılama Yasamız
Tutuklulukta” “makul süre”, www.hukukcu.com/bilimselkitaplar/tutukluluk-makulsure.htm

153
Makul süre içinde yargılamanın ihlal edildiğini gösteren sürenin tespiti
oldukça zordur. Burada medeni ve ceza davalarında süre olarak ikili bir ayrıma
gidilmelidir. Özellikle medeni hak davalarında süre başlangıcı mahkemeye başvuru
tarihidir. Ancak bazı hallerde mahkemeye başvurmadan önce uyuşmazlık konusunda
karar almaya yetkili idari bir mercie başvuru da sürenin başlangıcı kabul
edilmiştir391. Ceza davalarında ise bu süre ilgilinin suç şüphesi altında olmasıdır.
Yani bu süre kişinin hakim önüne çıkarıldığı andan itibaren değil polis yada savcılık
soruşturmasına başladığı tarihte işlemeye başlayacaktır392.

Sürenin sonu ise mümkün ve olası kanun yolları dahil, yargılamanın kesin
hükümle sonuçlandığı tarihtir.

Davada uygulanacak hükmün Anayasa Mahkemesine götürülmüş olması


halinde süre hesaba katılmaz. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararı asıl davanın
esasını doğrudan doğruya etkiler cinsten ise bu mahkeme önünde geçen sürenin de
makul sürenin hesabında göz önüne alınması gerekir. Yine idari yargıda verilen karar
sonrasında idarenin işlem tesis etmesi halinde de bu aşamada geçen sürede makul
sürede yargılanma süresinden sayılır393.

5. Mahkemenin Bağımsızlığı Ve Tarafsızlığı

a) Mahkeme Kavramı

Adil yargılanma güvencesinin temel ve yapıcı unsurlarından biri olan


mahkeme deyimi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1., 2. ve 5. maddelerinde
yer almıştır. Divan içtihatlarına göre mahkeme terimi, kanunla kurulan, yürütme
organı ve taraflar önünde tarafsız ve bağımsız yargılama usulü güvencesine sahip bir
makamı ifade etmektedir. Sözleşmedeki anlamıyla “mahkeme” :

- Yargısal rol ve adli fonksiyona sahip bulunan,

391
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.28.
392
Pekcanıtez, “Adil Yargılama”, s.42.
393
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.250.

154
- Görevine giren konularda belli bir usule uyarak ve hukuk kurallarına göre
karar veren,
- Bu kararı cebri icra yolu ile gerekirse zorla yerine getiren mercilerdir394.

Öyleyse yalnızca mütalaa veren merciler mahkeme sayılmazlar. Yine


hükümetin veya bakanın mahkeme sayılması mümkün olamayacağı gibi tam yargı
yetkisine sahip olmayan mercilerde mahkeme sayılamazlar.

b) Kanuni Mahkeme

Bu terim mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyeceği yargılama


usulünün, idare tarafından değil yasama tarafından uyuşmazlık çıkmadan önce
saptanmış olması anlamına gelmektedir395. 1982 Anayasası’nın 142. maddesinde de
bu durum “mahkeme kuruluşu kanunla düzenlenir” şeklinde düzenlemiştir.

Komisyona göre kuruluş şekli ve madde bakımından görevi kanun tarafından


belirlenmiş olan mahkemenin yer bakımından yetkisinin tayininin yürütmeye
bırakılmış olması adil yargılanma hakkının ihlali olarak görülmemiştir396.

c) Bağımsız Mahkeme

Mahkemede çalışan kişilerin özellikle hakimlerin bağımsız olması gereklidir.


Yargıcın bağımsızlığı uyuşmazlığı çözecek olan yargı organının her hangi bir şekilde
yasama ve yürütme organına bağlı olmaması anlamını taşır397. Diğer bir ifade ile
hakimin yargı dışında her türlü yabancı organdan etkilenmesine karşı bir korumadır.

Mahkemelerin bağımsızlığı araştırılırken üyelerinin atama ve görevden alma


usulü, görev süresi, üyelere emir verme yetkisine sahip bir makamın mevcut olup
olmadığı, üyelerinin her türlü etkiden korunmasını sağlayacak önlemlerin alınıp
alınmadığı ve mahkemenin bağımsız bir görünüm verip vermediğine bakılır398.

394
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.251.
395
Er, s.102.
396
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.18.
397
Pekcanıtez, “Adil Yargılama”, s.40.
398
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”,s.20.

155
Anayasamızın 9. maddesi yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce Türk
Milleti adına kullanacağını belirtmiştir. Yine Anayasa’nın 130., 139. ve 140.
maddeleri de sırasıyla mahkemelerin bağımsızlığı, hakimlik ve savcılık teminatı ve
hakimlik savcılık mesleği başlıkları altında bağımsız bir mahkemeden bahsetmiştir.

Mahkemelerin bağımsızlığı kavramı o kadar önemlidir ki, uluslararası


metinlerde de ayrıca ve özellikle yer almıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesinde (m. 10) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (m. 6)
yer almıştır.

Divan mahkeme üyelerinin bir bakan ya da hükümet kararı veya tavsiyesi ile
atanmasının her zaman ve muhakkak bağımsızlık yokluğuna gelmediğine karar
verirken başka bir kararında bir memurun üye olarak katıldığı bir yargı makamı
önünde amirin davacı olarak görev üstlenmesini bu merciin, yeterli bağımsızlık
görüntüsü vermediği için “mahkeme” sayılmasına engel olacağını belirtmiştir399.

Avrupa İnsan Hakları Divanı’nın Askeri Mahkemeler bakımından temel


yaklaşımı bir askeri mahkeme üyelerinden bazıları dahi bağımsız hakim niteliğinde
ise bu durum söz konusu Askeri Mahkemeyi bağımsız kılmaya yeterli bir özelliktir,
şeklindedir. Nitekim Divan’ın “Ergel ve Diğerleri” adıyla bilinen kararında Hollanda
Yüksek Askeri Mahkemesi’nin bağımsız bir mahkeme olduğuna karar vermiştir.
Karara konu olan olayda komisyona başvuran bir Norveç vatandaşı, düşmanla
işbirliği yapmak suçundan mahkum edilmiştir. Yargılamanın yenilenmesi talebi
reddedilen dilekçe sahibi Norveç Mahkemeleri’nin bağımsız, yansız bir yargı organı
gibi görev yapmadıklarını, zira bunların uluslararası hukukta Norveç’in yerini
belirleyen daha önceki içtihatlarındaki ilkelere dayandıklarını iddia etmiştir.
Komisyon ise yargı organının daha önce uygun biçimde yerleşmiş içtihatlara
dayanarak karar vermesinin bağımsızlık ve yansızlıkla ilgili olmadığını ileri sürerek
talebi reddetmiştir.

399
Er, s.42.

156
d) Tarafsız Mahkeme

Bağımsızlığın tamamlayıcısı tarafsızlıktır400. Tarafsızlık davanın çözümünü


etkileyecek bir önyargı yokluğu; özellikle mahkemenin yani mahkeme üyelerinin
bazılarının taraflar düzeyinde onların leh ve aleyhinde bir duyguya ya da çıkara sahip
olmaması demektir401. Diğer bir deyişle tarafsızlık taraf makamlarında aynı durumda
başkaları da olsa aynı kararın verilmesidir.

1982 Anayasası’nda tarafsızlığın açıkça düzenlendiği söylenemez. Ancak


138. maddede hakimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm vereceklerini düzenlemektedir. Bu madde kapsam itibariyle
zımni tarafsızlık ilkesini içerir. Bu nedenledir ki hakimler kararlarını kanun ve hukuk
anlayışı içinde vermelidirler. İşte taraflardan birini diğerine üstün tutan hakim 138.
maddeye aykırı davranmış olur. Yani tarafsızlık ilkesini ihlal etmiş olur402.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafsızlığı


önyargı sahibi olmamak şeklinde tanımlamaktadır. Divan’a göre tarafsızlığın objektif
ve sübjektif olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Sübjektif tarafsızlık, mahkeme
üyesi hakimin birey olarak tarafsız olmasıdır. Objektif tarafsızlık ise mahkemenin bir
kurum olarak kişide bıraktığı güven verici izlenim ve tarafsız görünümüdür403.

Sübjektif tarafsızlık aksi sabit oluncaya kadar var sayılır. Eğer hakimin
tarafsızlığını şüpheye düşüren bir hal varsa hakimin davaya bakmaktan çekinmesi
gerekir. Objektif tarafsızlıkta ise önemli olan kişilerin mahkemeye olan güven
hisleridir.

Divan Pierseck Davası’nda (01.10.1982) Avrupa İnsan Hakları


Sözleşmesi’nin 6/1. maddesinde bahsedilen tarafsızlığın iki yönü olduğunu
belirtmiştir. Kararda tarafsızlık, genellikle peşin hüküm sahibi olmamak diye tarif
edilmiş fakat bunun da sübjektif ve objektif iki yönü olduğu, bulunmaması delillerle
400
Er,s.11.
401
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.265.
402
Pekcanıtez, “Adil Yargılama”,s.21.
403
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.11.; Er, s.69.

157
ispat edilecek olan sübjektif tarafsızlığın yetmediği, zira demokratik toplumlarda dış
görünüşler bakımından da hakimden şüphe edilmemesi, yani objektif tarafsızlık
arandığı, bu nedenle de hazırlık soruşturmasında belli bir rol almış olan savcının
sonradan hakim olarak davaya bakmaması gerektiği belirtilmiştir404.

Yine mahkemeye göre bu sübjektif ve objektif tarafsızlığın somut olayda yani


uygulamada nasıl işleyip uygulandığına da bakmak gerekir405.

E. AİHS M 6’ DA SANIĞA TANINAN GÜVENCELER

1. Masumiyet Karinesi(AİHS m 6/2)

AİHS’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında, sanığa çok önemli bir güvence


sağlanarak; bir suç ile itham edilen her şahsın suçluluğu kanunen sabit oluncaya
kadar masum addedileceği belirtilmiştir. Masumiyet karinesinin bütün hukuk
devletlerinin kabul ettiği ortak ilkelerden biri olduğu söylenmektedir406. İkinci
maddesinde cumhuriyetin niteliklerinden biri olarak hukuk devleti ilkesini sayan
1982 Anayasası da masumiyet karinesini temel bir ceza hukuku ilkesi olarak kabul
etmiştir. Gerçekten Anayasa’nın 38. maddesinin 4. fıkrasına göre “suçluluğu sabit
oluncaya kadar hiç kimse suçlu sayılamaz”. Hatta bu ilke sanığa olağanüstü hallerde
dahi ihlal edilemeyecek bir hak bahşetmektedir. Zira olağanüstü hallerde temel hak
ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabileceğini düzenleyen Anayasanın
15. maddesinin son fıkrasında bu hallerde dahi kimsenin hükmen sabit oluncaya
kadar suçlu sayılamayacağını kesin bir ifadeyle belirtmiştir. Yargıtay da bu ilkeyi
birçok kararında407 kullanarak şüpheden sanığın yararlanacağını birçok defa
tekrarlamıştır408.

404
Er, s.68.
405
Gölcüklü, Doğru Yargılama, s.23.
406
Tezcan/Erdem/Sancakdar , s. 265.
407
Yargıtay CGK, 8.7.1991, E.1991/200, K.1991/231, YKD, Haziran 1992, s. 931.
408
Er, Deniz Erol,: “AİHS Işığında Hukukumuzda Sanık Hakları”, Ankara 2002, s. 216-217.

158
Masumiyet karinesinin kaynağını 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş
Hakları Bildirgesi’nden aldığı kabul edilir409. Gerçekten bu bildirgenin 9. maddesi
“herkes suçlu olduğu anlaşılıncaya dek” diye devam etmektedir. Bildirge bir haklar
bildirgesi olduğuna göre bu hükmün sanık için bir “masumiyet karinesi hakkı”
tanıdığı söylenebilecektir. İlk bakışta masumiyet karinesi, doğrudan sanık haklarının
korunması ile ilgili değil gibi görünse de bir ceza muhakemesi işlemi ile karşı karşıya
olan sanık hakkında yargılama ve koğuşturma makamlarının suçlu olduğu
varsayımından hareketle işlem yapmalarının önüne geçmesi bakımından sanık için
ciddi bir güvence teşkil eder410.

AİHS m 6/2’ de aynen şöyle denilmektedir: “Bir suç ile itham edilen her
şahıs kanunen suçluluğu sabit oluncaya kadar masum sayılır”. Bu hükümde geçen
suç deyimi teknik bir deyim olarak müeyyidesi ceza olan ve kanun tarafından
yasaklanan fiileri ifade etmektedir411. Fakat belirtilmeli ki burada belirtilen suç
iddiasının adli veya idari makamlar tarafından yapılmasının maddenin uygulanması
bakımından farkı yoktur412. Ayrıca sözleşme organları da verdiği kararlarda ne
zaman suç isnadının söz konusu olduğunu denetlerken bu ilkenin koruma alanını
genişletmektedirler413. Suçluluğun kanunen sabit olması ise kesinleşmiş bir
mahkumiyet kararı ile sanığın cezaya maruz bırakılmasıdır. O halde yerel mahkeme
tarafından verilen mahkumiyet kararının temyiz merci tarafından onaylanmasına
kadar geçen sürede de sanık masum sayılacak ve temyiz mercinin de bu ilkeye aykırı
olarak sanığın suçlu olduğu varsayımından hareket etmesi sözleşmenin 6.
maddesinin ihlal edildiği anlamına gelecektir. Suçluluğun ise kanunen nasıl ispat
edileceği, sözleşme organlarının denetim görevinin dışında olduğu ve esas olarak
bunun her bir devletin kendi iç sorunu olduğu kabul edilmektedir414. Burada ayrıca
belirtilmeli ki sözleşmede öngörüldüğü şekliyle masumiyet karinesi ilkesinin geçerli
409
Donay,Süheyl: “İnsan Hakları Açısından Sanık Hakları ve Türk Hukuku”, İstanbul, 1982, s. 112;
Er, s. 210; Feyzioğlu, Metin: “Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve AİHS”,
AÜHFD, C. 48, 1998, S. 1-4, s. 135.
410
Donay, s. 111; Er, s. 211; Öztürk, Bahri: “Şüpheli ve Sanık Hakları: Özellikle Savunma Hakkı”,
Yargı Reformu 2000 Sempozyumu, İzmir, 2000, s. 675
411
Gözübüyük / Gölcüklü, no. 533; Feyzioğlu, s. 141 ve 145
412
Akbulut, Olgun, “Adil Yargılanma Hakkı”, Kemal Oğuzman’a Armağan, GÜHFD, Ocak 2002,
Yıl:1, S. 1, İstanbul, s. 188;Demirbaş, Timur, “Sanığın Hazırlık Soruşturmasında İfadesinin
Alınması”, İzmir, 1996, s. 69.
413
Feyzioğlu, s. 141.
414
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 265.

159
olması için ceza davası açılmış olması gerekli değildir. Zira 6. maddenin genel
amacı savunmanın haklarını güvence altına almaktır ve bu amacın sağlanması için de
bu ilkenin geçerliliği ceza davasından önce başlamalıdır415.

Ceza yargılamalarında genel kabul gören, kişinin üzerine atılı suçu


işlemediğini ispatlı hüküm olmaması ilkesi masumiyet karinesinin doğal bir uzantısı
olarak görülmektedir416. Buna göre bir kimsenin bir suçu işlemekle itham edilmesi
halinde suçun işlendiğini ispatlama görevi iddia makamınındır. Yoksa sanık, iddia
edilen suçu işlemediğini ispat zorunda değildir417. Bunun doğal bir sonucu olarak da
iddia makamının iddia konusu suçun işlendiğini ispat edememesi halinde şüpheden
sanık yararlanır ilkesi gereğince, sanığın salıverilmesi gereklidir418. Sözleşme
organları da verdiği kararlarda bu ilkeye sadık kalarak sanığın suçunun şüpheye yer
vermeyecek şekilde ispatının mümkün olmadığı durumlarda beraat ettirilmesi
gerektiğini içtihat etmiştir. Aynı şekilde ispat yükümünün iddia makamında olması
dolayısıyla sanığın susma hakkının da olduğu kabul edilecektir419. Zira susma
hakkının420 tanınmamasının ve sanığın susması sebebiyle bundan sanık aleyhine bazı
hukuki sonuçların çıkarılmasının masumiyet karinesini işlevsiz kılacağı açıktır. Buna
karşın İnsan Hakları Mahkemesi, belirli nedenlere dayanmak koşuluyla sanık
aleyhine bazı karinelerin kabul edilmesinin mümkün olduğunu ve sadece bu sebepten
dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edilmiş sayılamayacağını belirtmektedir421.
Fakat yukarıda belirttiğimiz gibi bu gibi karineler sanığın susma hakkına halel
getirmemeli ve bu karinelere bağlanan hukuki sonucun iddia yükümünü iddia
makamından alarak karşı tarafa yüklememesi gerekir.

AİHM 1995 yılında verdiği bir kararda masumiyet karinesinin sadece adliye
makamları tarafından değil diğer kamu makamları tarafından da ihlal edilebileceğini

415
Feyzioğlu, , s. 145; Demirbaş, s. 69.
416
Feyzioğlu s. 149;Dönmezer, Sulhi: “Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler”, Nurullah Kunter’e
Armağan, İstanbul, 1998, s.70;Donay, s. 113-114.
417
Çavuşoğlu, Naz: “İHAS ve AT Hukuku’nda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine”, Ankara, 1994,
AÜSBF, İHM Yayınları, s. 39Donay, s. 113.
418
Dönmezer, “ Suçsuzluk Karinesi” ,s. 68; Demirbaş, s. 68Donay, s. 114.
419
Dönmezer, “ Suçsuzluk Karinesi” , s. 69.
420
Susma hakkı kavram ve içeriği için bkz.Demirbaş, s. 104 vd.
421
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 266; Feyzioğlu, s. 155-156; Dönmezer “ Suçsuzluk Karinesi”, s.
70-71.

160
belirtmiştir422. İlgili karara konu olan olayda mahkeme, aralarında İçişleri bakanının
da bulunduğu bir grup üst düzey memurun henüz kesin bir hükümle mahkumiyeti
söz konusu olmayan başvurucuyu demeçleriyle suçlu gibi ilan etmeleri ve
kamuoyunu bu yönde etkilemelerinin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna
varmıştır. Bu karardan anlaşılıyor ki masumiyet karinesi yalnızca ceza davasının
sonucuyla ilgili olmayıp suçlama anından itibaren bütün muhakeme safhalarında
geçerli bir ilke olmasının yanında tamamen muhakeme işlemleri dışında devletin
bütün resmi makamları karşısında da geçerli, etkin bir temel ilkedir423. Bu cümleden
olarak bu ilkeye özel hukuk kişilerinin de riayet etmesi gerektiği aksi halde bunun
bazı özel hukuk sonuçlarının olacağı da söylenebilir. Aynı şekilde masumiyet
karinesinin resmi makamlar tarafından, kitle iletişim araçları yoluyla verilen
demeçlerle de ihlal edilmesi ihtimal dahilindedir424.

Masumiyet karinesinin asıl uygulama alanı sanığın suçlanması ile ilgilidir,


yoksa sanığın cezalandırılması ile alakası yoktur. Bu yüzden sanığın cezalandırılması
ile ilgili olarak sanığın geçmiş yaşantısının ya da kişiliğinin gözönünde tutulması
masumluk karinesinin ihlali anlamına gelmemektedir425. Zira bu durum sanığın
hüküm giymeden önce suçlu olarak gösterilmesi ile değil sanığa verilecek cezanın
bireyselleştirilmesi ile ilgilidir. Aksi halde mesela sanığın ahlaksız yaşantısından
veya kötü kişiliğinden bazı suçları işlediği sonucunun çıkarılması doğrudan
masumiyet karinesinin ihlali sonucunu verecektir426. Diğer taraftan sanık hakkında
hükümden önce bazı güvenlik önlemlerinin alınması (mesela sanığın kelepçeli olarak
dolaştırılması) da tek başına masumiyet karinesini ihlal etmez427. Aynı şekilde
sanığın hazırlık soruşturması sırasında zorunlu muayeneye tabii tutulması da
masumiyet karinesini ihlal etmez. Komisyon verdiği bir kararda, Alman asıllı

422
Feyzioğlu, s. 141-149; Demirbaş, s. 69.
423
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 534; Feyzioğlu, s.145; Tartışmalar için bkz. Dönmezer, “ Suçsuzluk
Karinesi” s. 69-70 ; Çavuşoğlu, s. 39-40.
424
Teczan/Erdem/Sancakdars. 266-267; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 534;Üzülmez, İlhan:
“Suçsuzluk Karinesi ve Basın Özgürlüğü”, Fehiman Tekil’in Anısına Armağan, İstanbul, 2003, s. 829.
vd.
425
Donay, s. 116-117.
426
Donay, s. 118; Er, s. 215;Gözübüyük/Gölcüklü, no. 535/a
427
Er, s. 216.

161
başvurucu hakkında cinsel eğilimlerinin saptanması hakkında yapılan tıbbi
muayenenin suçsuzluk karinesini ihlal etmediğine karar vermiştir428.

2. Sanığa Tanınan Asgari Haklar(AİHS m 6/3)

a) Şahsına İsnad Edilen Fiilin Mahiyet ve Sebebinden En Kısa Zamanda,


Anladığı Bir Dille, Ayrıntılı Olarak Haberdar Edilmek Hakkı(AİHS m 6/3-a)

Sözleşmenin 6. maddesinin 3 fıkrasının (a) bendinde düzenlenen bu hak,


sanığın savunma hakkını güvence altına alan bir haktır. Zira sanığın savunma hakkını
gerektiği gibi kullanabilmesi için isnad edilen fiiller hakkında yeterli bir bilgiye
ihtiyacı vardır429. Sanığın üstüne atılı suç hakkında bilgilendirilmesini öngören diğer
bir düzenleme de tutuklama sebepleri ve şahsına dönük bütün isnadlar hakkında
bilgilendirilmesini öngören AİHS m 5/2’ dir. Fakat adil yargılanma hakkının bir
unsuru olarak m6/3-a’ de öngörülen düzenleme daha ayrıntılı ve kapsamlı bir
bilgilendirme yükümlülüğü getirmektedir430. Zira 5/2’deki hükmün amacı daha çok
sözleşmenin m5/4’ te öngörülen itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanabilmesini
sağlamaktır431. Buna karşın 6. maddenin 3. fıkrasının (a) bendinde öngörülen
aydınlatma yükümlülüğü daha çok sanığın etkili savunma yapmasını sağlamayı amaç
edinmiştir. O yüzden de bu maddedeki aydınlatma yükümlülüğünün ayrıntılı olacağı
hükme bağlanmıştır. Çünkü ancak ayrıntılı bir bilgilendirmenin savunmayı etkili
kılacağı düşünülmüştür.

Maddenin açık düzenlemesi gereği sanığa yöneltilen suç iddialarının hem


sebepleri hem de iddia konusu suçların mahiyeti hakkında sanığa bilgi verilecektir432.
Suçların mahiyeti deyimi burada işlendiği iddia edilen suçun hukuki nitelendirmesini
ifade etmektedir. Sanığa isnad edilen fiilin hukuki vasfının daha sonra değişmesi
halinde insan hakları komisyonu, sanığa ek bir savunma hakkının verilmesi

428
Donay, s. 117.
Donay, s. 131; Demirbaş,, s. 101..
430
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 538; Çavuşoğlu, s. 40-41.
431
Er, s. 126.
432
Belirtelim ki bu maddenin öngördüğü bilgilendirmenin, ne şekilde yapılacağının bir önemi yoktur.
Amaç, etkili savunmayı sağlamak olduğuna göre somut olayın özelliklerine göre bu amacı sağlayacak
bir sözlü bilgilendirmede yeterlidir.

162
gerektiğini düşünmektedir433. Öyle ki mahkeme Sadak, Zana, Dicle ve Doğan/Turkey
Davasında suç niteliğinin, karardan hemen önce sanıkların öngörüp savunmalarının
etkili bir şekilde hazırlayabilmelerine olanak vermeksizin son duruşmada
değiştirilmesinin sözleşmeye aykırı olduğuna karar vermiştir434. Buna karşın aynı
türden ve fazla önem arzetmeyen başka suçlar hakkında ek savunma hakkının
tanınmasına ihtiyaç duymaksızın verilen mahkumiyet kararlarını da komisyon,
sözleşmeye uygun görmüştür435. Kapsamlı bir bilgilendirme yükümlülüğü öngören
bu maddenin davanın dayandığı delillerin de sanığa ilk bilgilendirmede belirtilmesi
gereğini ortaya koyduğu söylenemez436.

Maddenin açık düzenlemesi gereği sanığın, hakkındaki suç iddialarının sebep


ve mahiyetinden haberdar edilmesi anladığı bir dilde olmak gerekir437. Buradaki
anladığı dil ifadesini sanığın konuştuğu lisan olarak anlamak gerekir. Yoksa sanığın
söyleneni anlayabilecek zihni kapasitesi bu maddenin düzenlemesi dışındadır438.
Buna karşın maddenin amacı gözönünde tutulursa sağır ve dilsizlerin
bilgilendirilmesinde de bir tercümanın yardımından faydalanılması lüzümludur. Zira
sağır ve dilsizlerin de bir insan olarak sanık haklarından yararlandırılmaması
düşünülemez. Bu madde düzenlemesi gereği işlediği iddia edilen suçların sebep ve
mahiyetlerini ayrıntılı bir şekilde sanığa aktaracak şekilde dava dosyalarının gereken
yerleri tercüme edilecektir. Yani bu hak dava dosyasının tamamının tercümesini
gerektirmemektedir439. Hatta AİHM 1989 yılında verdiği bir kararında440 sanığın
tercüman huzurunda yapılan sorgusu sırasında yeterince aydınlatılmış olması halinde
ve sanığın sunduğu savunma, davanın içeriğini yeterince kavradığını gösteriyorsa
iddianamenin tercüme edilmesinin dahi gerekmediğini belirtmiştir.

Bu düzenlemeyle ilgili olarak bir de maddede geçen “en kısa bir zamanda”
deyimine yer vermekte fayda vardır. Şu ana kadar sözleşme organlarının bu deyimi

433
Donays. 132.
434
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 538/a
435
Er, s. 125.
436
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267
437
Demirbaş s. 101.
438
Donay, s. 135; Er, s. 127.
439
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 539; Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 267.
440
Kamasinski- Avusturya- 168 (19-12-1989) Aktaran Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267.

163
somutlaştıracak objektif bir kriter saptadıkları söylenemez441. Çünkü deyim somut
olayın şartlarına göre değişebilen göreceli bir kavram içermektedir. Buna rağmen
denilebilir ki bilgilendirmenin en kötü ihtimalle kovuşturmaya geçildiği an veya hiç
olmazsa sanığın hakim önüne çıkarıldığı anda olması gerekir442. Doktrinde buradaki
kısa süre deyiminin “derhal, hemen” olarak anlaşılamayacağı, bu sürenin makul bir
süre olarak anlaşılması gerektiği ileri sürülmüştür443.

Maddenin açık düzenlemesi gereği sanığın bilgilendirilmesinin ayrıntılı


olması gerekir. Adil yargılanma ilkesinin bir unsuru olarak sanığın hakkındaki
isnadlardan haberdar edilmesi hakkının amacı sanığın savunma hakkını gereği gibi
kullanmasını temin etmek olduğuna göre buradaki ayrıntılı olma deyimini de
savunmayı etkili kılacak ölçüdeki bilgilendirme yükümlülüğü olarak anlamak
gerekir444. Yani sanığın savunmasını etkili kılmayı sağlayacak ölçüde; sanığın,
şahsına tevcih edilen isnadın mahiyet ve sebebinden haberdar edilmesi gereklidir..

b) Savunmasını Hazırlamak İçin Gerekli Kolaylıklara ve Zamana Sahip


Olmak Hakkı(AİHS m 6/3-b)

AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen diğer bir sanık hakkı sanığa


savunmasını hazırlamak için gerekli kolaylık ve zamanın sağlanmasıdır. Bu
düzenleme de bir önceki düzenleme gibi sanığın savunma hakkını güvence altına
alan ve pekiştiren bir hükümdür. Gerçekten sanığın hakkındaki isnadı öğrenmesinden
sonra savunmasını en iyi şekilde hazırlayabilmesi için sanığın yeterli bir süreye ve
hakkındaki iddiaların ayrıntılı bir dökümanına ihtiyacı vardır. İşte sözleşmenin 6/3-
b’deki düzenlemesi sanığın savunmasını bir önceki bendin de ötesinde güvence
altına alarak sanığa bu kolaylıkların sağlanmasını öngörmektedir. Söz konusu
maddede açıkça öngörülmemekle beraber sanığa tanınacak kolaylık ve zamanın aynı
şekilde sanığın avukatına da tanınmasının kabul gördüğü söylenebilir. Zira sanık
savunmasını bizzat yapabileceği gibi bir müdafii yardımıyla da mahkemeye

441
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267.
442
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 539.
443
Er, s. 127; Buna karşın Donay, maddede geçen en kısa zamanda deyiminin “derhal” olarak
anlaşılması gerektiği görüşünü serdetmektedir. Donay, s. 134; Aynı şekilde Akbulut, s. 188.
444
Donay, s. 132.

164
sunabilir. Bu halde sanığa tanınacak kolaylığın müdafiiye tanınmaması dolaylı olarak
sanığın da savunmasına sınırlandırma getirebilir. AİHM’in verdiği kararlarda bu
hükmü böyle yorumlamış ve sanığa tanınacak kolaylık ve zamanın müdafiiye de
tanınması gerektiğini çeşitli kararlarında vurgulamıştır445.

Maddede öngörülen “zaman ve kolaylık” kavramları değerlendirilirken


yargılama faaliyetinin bütünü ve yargılama konusu işin kapsam ve derecesinin
gözönünde tutulacağı söylenmelidir. Özellikle olayın karmaşık olduğu durumlarda
bu kavramların daha az esnek değerlendirilmesi somut olayın özellikleri gereğidir446.

Sanığa savunmasını hazırlamak için yeterli zaman ve olanağın


sağlanmadığından bahisle bu bent hükmünün ihlal edildiğinin kabul edilebilmesi için
ortaya çıkmış bir zararın bulunması gereklidir. Gerçekten komisyon da verdiği bir
kararında, itham edildiği bir suç nedeni ile yargılandığı suçtan beraat eden bir kişinin
artık savunmasını hazırlamak için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip kılınmadığını
ileri süremeyeceğini isabetli bir şekilde belirtmiştir447.

Bunları böylece belirttikten sonra artık maddede geçen yeterli olanak ve


zaman kavramlarını daha fazla açmakta fayda bulunmaktadır. Öncelikle maddede
geçen gerekli kolaylık deyiminden sözleşme organlarının ne anladığını belirtmemiz
gerekirse; örnekleme şeklinde. sanığın dava dosyasını inceleyebilmesi448, gerektiği
ölçüde avukatıyla görüşebilmesi, gerekçeli mahkeme kararının sanığa tebliği ve
ücreti devlet tarafından ödenen müdafiinin geç görevlendirilmesi449sayılabilir.
Bunlardan sanığın dosyayı inceleme hakkının sınırı konusunda kesin bir ölçüt
verilemez. Fakat bunun en geç kamu davasının açılmasından sonra olması gerektiği
doktrinde ileri sürülmüştür450. Sözleşmenin 6. maddesi gereği sanığa muhakemeye
başlandıktan sonra avukatı ile görüşebilme olanağının da sağlanması gerekir. Bu
hakkın sanığın ilk sorgusunda da sağlanıp sağlanmayacağı somut olayın özelliklerine

445
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 540/a; Donay, s. 139; Er, s. 138.
446
Akbulut, s. 189; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 540; Donay, s. 139.
447
Donay,s. 139-140;Er, s. 138-139.
448
Çavuşoğlu, s. 41.
449
Er s. 139; Gözübüyük/Gölcüklü,no. 540; Akbulut, s. 189; Donay, s. 142.
450
Teczan/Erdem/Sancakdar, s, s. 268.

165
göre belirlenir. Murray/England Kararında(8-2-1996) AİHM polis tarafından
yapılan ilk sorguda avukat bulundurulmamasını sözleşmeye aykırı bulmuştur451.

Burada ayrıca belirtelim ki sanığın savunmasının yargıcın önünde olmasının


da adil yargılanma hakkının kapsamında olduğunun, Zana/Turkey Davasında452
mahkemenin yaptığı yorumdan çıktığını söyleyebiliriz453. Zira mahkeme, davaya
konu olayda Mehdi Zana’nın savunmasının Aydın’daki mahkeme tarafından istinabe
suretiyle alınmasını savunma hakkının tam olarak kullanılamadığı noktasından adil
yargılanma hakkına aykırı bulmuştur. Mahkeme verdiği bu kararda sanığın
savunmasının hükmü verecek yargıç tarafından bizzat alınması ve sorgusunun bu
hakim tarafından bizzat yapılmasının adil yargılanma hakkının kapsamında olduğunu
içtihat etmiştir454. Bütün bu söylenenlerden sanığa sağlanacak bu hakların mutlak
olacağı ve hiçbir sınırlandırmaya tabii olmadığı gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır.
Çünkü bütün bu kolaylıkların dava konusu olayın gerektirdiği ihtiyaç sebebiyle
savunma hakkına makul olmayan ölçüde sınırlandırma getirmemek kaydıyla
sınırlandırılması sözleşmeyi ihlal etmemektedir455. Örneğin sanığın avukatı ile olan
görüşmesinin denetimi eğer AİHS m 8/2’deki sebeplere uygunsa bu durum 6.
maddenin ihlali sonucunu doğrumaz. Aynı şekilde bu görüşmeye getirilecek süre
sınırlandırması da makul olmak koşuluyla adil yargılanma hakkına aykırı
olmayacaktır456.

Maddenin öngördüğü savunmanın hazırlanması için gereken süre deyimi ise


oldukça muğlak olup her somut olayın özelliklerine göre değişebileceğinden bu
sürenin sabit bir sınırı bulunmamaktadır. Mesela mahkeme Campbellet Fell/England
Davasında verdiği kararda sanıklara savunmalarını hazırlamaları için tanınan 5
günlük süreyi yeterli bulmuştur457. Burada savunma hazırlamak için tanınacak
süreyle ilgili olarak ulusal hukukta özellikle iddianamenin sanığa tebliği ile duruşma

451
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 268.
452
Case of Zana v. Turkey, 25-11-1997, (69/1996/688/880), par.69,70,71,72,73; Aktaran Akbulut,
s. 189.
453
Akbulut, s. 189-190.
454
Akbulut, s. 190.
455
Gözübüyük/Gölcüklü ,no. 540.
456
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 268.
457
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 540.

166
tarihi arasındaki zaman aralığı önem arzeder. Aynı şekilde verilen hükme karşı
temyiz süresinin de bu madde kapsamında savunmayı hazırlamaya yeterli bir süre
olması gerekmektedir458. Bunların dışında yargılama faaliyeti devam ederken suçun
hukuki nitelendirmesinde meydana gelecek değişme veya sanığın başka bir suç
işlediğinin ortaya çıkması halinde sanığa ek savunma süresinin verilmesi ve bu
sürenin de uygun bir süre olması da bu madde kapsamında değerlendirilebilecek
konulardır459.

c) Bizzat veya Müdafi Vasıtasıyla Savunma Hakkı( AİHS m 6/3-c)

AİHS’ nin 6. maddesinde düzenlenen bir diğer sanık hakkı belki de sanık
haklarından en önemlisi olan “savunma hakkı” dır. İlgili maddeye göre bir suç isnadı
ile ceza muhakemesinde sanık sıfatını alan şahıslar “kendi kendini mudafaa etmek
veya kendi seçeneği bir müdafii tayini için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve
adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın
meccani yardımından istifade etmek” hakkına maliktirler.(AİHS m 6/3-c) Gerçekten
ceza muhakemesi hukukunun kurulduğu üç temel ayaktan biri de sanığın savunması
hakkıdır. Hukuk devletlerinin en temel ilkelerinden biri olan ve günümüzde en ilkel
toplumlarda bile kutsal olduğu kabul edilen savunma hakkı, doktrinde çeşitli
şekillerde tanımlanmış olmakla beraber460bu konu üzerinde daha önce durulduğu ve
savunma hakkı konusunda tanım verildiği için bir tanım yapma gereği duymuyoruz.

(aa) Sanığın Bizzat Kendisini Savunması

Maddede öngörüldüğü üzere sanık yetkili makamlar önünde savunma hakkını


iki şekilde kullanabilir. 1- Sanık ya savunmasını bizzat yapacaktır 2- Veya sanık bu
hakkını bir savunman vasıtasıyla istimal edecektir. Müdafiinin de seçimi konusu iki
şekilde olabilir. Sanık, yeterli mali olanağa sahipse ve savunmasını bir avukat
yardımıyla yapmak istiyorsa müdafiiyi kendisi seçebilir. Aksi halde yani kendisi
yeterli mali olanağa sahip değilse ve ayrıca adaletin selameti de bunu gerektiriyorsa
458
Er, s. 140.
459
Er, s. 144 -149.
460
Savunma hakkı konusunda doktrinde yapılan tanımlar için bkz. Centel, Nur: “Ceza Muhakemesi
Hukukunda Müdafii”, İstanbul 1984, s.11; Hafızoğulları s. 20-21.

167
sanığa mahkeme tarafından bir müdafii atanacaktır. Bunlardan ilk ihtimal olan
savunmanın bizzat sanık tarafından yapılabilmesi durumu, üzerinde fazla durmayı
gerektirmeyecek kadar açıktır. Sanığın savunma hakkını bizzat kullanmasına bireysel
savunma hakkı da denilmektedir. Sanığın savunmasını müdafii dışında yasal
temsilcileri eliyle kullanması da bireysel savunma hakkının kapsamına girer461.
Sanığa tanınmış bu hak, onun sözlü duruşmalara bizzat iştirak ettirilmesi gereğini
ortaya koymaktadır462. Aksi durum adil yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilecektir. Fakat sanığa tanınan bu hak mutlak nitelikte olmayıp, sözleşme
organlarının da verdiği kararlarla sabit olduğu üzere eğer sanık duruşmaya katılmak
için üzerine düşen görevi yerine getirmezse ve bu suretle kendi kusuru ile
duruşmaya katılmazsa bu durum savunma hakkının ihlali olarak düşünülemez463.
Yani böyle durumlarda davaya sanık yokluğunda devam olunabilir ve dava
sonuçlandırılabilir.

Bu konuyla ilgili son olarak şunu belirtelim ki sanığın savunma hakkını


bizzat kullanabilmesi ile ilgili bu hüküm bazı durumlarda sanığa iradesine aykırı
olarak devletçe müdafii atanmasına engel değildir464. Bu anlamda özellikle ulusal
mevzuatta temyiz aşamasında sanığın kendi kendini savunamayacağına, savunmasını
bizzat avukat aracılığıyla yapması zorunluluğuna ilişkin öngörülecek bir hüküm
sözleşmeye aykırı olmayacaktır465.

(ba) Sanığın Müdafii Yardımından Ücretsiz Yararlanması Suretiyle veya


Kendisinin Bizzat Seçeceği Müdafii Yardımıyla Savunma Hakkını
Kullanması

Sanığın savunmasını hukuki yardımından yararlanmak suretiyle yapacağı


müdafiinin seçimi konusundaki birinci yol müdafiinin mahkeme tarafından re’sen
tayinidir. Sözleşmeye göre sanığa müdafii atanmasına ilişkin hüküm mutlak olmayıp

461
Donay, s. 153; Er, s. 155.
462
Gözübüyük/Gölcüklü, no.
463
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 542.
464
Er, s. 156; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 543.
465
Donay, s. 153-154.

168
bu hak iki şartın gerçekleşmesi koşuluna bağlanmıştır. Birincisi, sanığın müdafii
tutmaya yeterli mali olanağı bulunmamalı; ikinci, olarak adaletin selametinin bunu
gerektirmesi söz konusu olmalıdır. Bu iki şartın tahakkuku halinde mahkeme sanığa
bir avukat tayin edecektir. Sanığa müdafii atanmasında sağlanacak fayda, özellikle
sanığın savunmasının etkin kılınması olacağından; dava konusu olayın karmaşık
olması ve dolayısıyla hukukçu olmayan bir sanığın savunmasının etkisiz ve iddia
makamı karşısında eşitsiz kalacağı durumlarda veya sorunun çözümünde bir avukatın
yardımına ihtiyaç duyulması hallerinde adaletin selametinin müdafii tayinini
gerektirdiği söylenebilecektir466.

Sanığın ceza muhakemesi boyunca soruşturma makamları karşısında müdafii


yardımından yararlanmasının adil yargılanma hakkının bir parçası olduğu sonucu, bu
aktarılanlardan kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ayrıca sözleşme organları verdiği
kararlarda sözleşmenin 6. maddesinin savunma hakkı ile ilgili fıkra 3-c
düzenlemesinin sanığın müdafiisi ile üçüncü bir kişinin duyma mesafesi dışında
görüşebilmesini de içerdiği sonucuna varmıştır467. Hatta mahkeme, Golder/England
Kararında sanığın avukatı ile görüşmesinin önüne geçilmesini 6. maddenin 1.
fıkrasında yer alan bir mahkemeye gidebilme hakkını da ihlal ettiğini belirtmiştir.
Fakat sanığın bu hakkı da makul sebeplerle sınırlandırılabilir. Örneğin delilleri
karartma şüphesi sebebiyle sanık ile avukatı arasındaki görüşmenin bir görevli
denetiminde yapılabilmesi hüküm altına alınabilir468.

Sanığa savunmasını yapmak üzere hukuki yardımda bulunacak müdafiinin


seçimi konusundaki ikinci yol da birincide belirtilen şartların gerçekleşmediği
durumlarda müdafiinin iradi olarak sanığın kendisi tarafından seçilmesidir. Bu halde
sanığın müdafii seçmeye maddi gücü yetmektedir ve sanık da savunmasını müdafii
aracılığıyla yapmak istemektedir. Eğer mali gücü yoksa sanığın sanığa mahkemenin
müdafii atayacağını yukarıda belirttik. Fakat şunu belirtmeliyiz ki sanığın mali gücü
olmasa dahi müdafii ücretinin bir başkası (örneğin sanığın bir yakını) tarafından
ödenmesi suretiyle de avukatın bizzat (veya kanuni temsilcisi tarafından) seçilmesi

466
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 270-271.
467
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 270; Donay, s. 162.
468
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 270; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 545/c; Donay, s. 163.

169
mümkündür. Bu son halde sanığa mahkeme tarafından müdafii atanmasına gerek
yoktur469.

Sanığın yukarıdaki iki usulden biriyle atanacak bir müdafii tarafından


savunmasında hukuki yardım görmesi de adil yargılanma hakkının kapsamındadır.
Bu hukuki yardımın kapsamına yukarıda belirttiğimiz üzere sanıkla avukatın gizli ve
özel görüşmeleri de dahildir. Çünkü bu görüşme de savunma hakkının bir parçasıdır.
Sanığın müdafii yardımından yararlandırılması sadece son soruşturma safhası için
değil muhakemenin tüm safhaları için değişik yoğunlukta da olsa geçerlidir. Bu,
özellikle polis soruşturması safhasına yargılamada özel önem ve ağırlık veren
sistemlerde böyledir. Öyle ki Mahkeme 1996 tarihli Murray/England Kararında470
sorgulama safhasında sanığa kırksekiz saat boyunca avukatla görüşme imkanı
vermeyen İngiltere’yi m 6/3-c hükmüne aykırılıktan tazminata mahkum etmiştir471.
Fakat belirttiğimiz üzere soruşturmanın bütün safhalarında müdafii bulundurulması
ile ilgili yorumun genel geçer bir mutlak sonuç öngörmemektedir. Nitekim
472
Mahkeme, Dikme/Turkey Kararında başvurucu bay Dikme’nin gözaltı süresince
avukatının olmamasının tüm yargılama prosedürünün adilliğini bozan bir durum
olmadığı gerekçesiyle m 6/3-c’ye aykırılık olmadığını saptamıştır473. Buna karşın
Mahkeme, mahkeme önünde yargılamada sanığın avukatı aracılığıyla savunmasını
yapmasına özel önem vermektedir. Mesela Mahkeme, yukarıda anılan Zana/Turkey
Kararında474 bay Zana’nın avukatının Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde yapılan
yargılamada bulunmamasını savunma hakkının ihlali olarak görmüştür475. Fakat
bütün bunlar devletin savunma hakkının kullanılmasını düzenleyen kurallar
getirmesine engel değildir476. Örneğin sanıklarla suç ortaklığı içindeki avukatın
savunuculuk görevinden yasaklanması bu mahiyettedir ve adil yargılanma hakkına
aykırı değildir477.

469
Er, s. 238.
470
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 531/a.
471
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 545/b-531/a.
472
Akbulut, s. 190.
473
Akbulut, s. 190.
474
Bkz. Dipnot 34; AİHM’nin bu kararının özeti için bkz. Gözübüyük/Gölcüklü, s. 322-323
475
Akbulut, s. 190.
476
Donay, s. 154-155
477
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 545.

170
d) Tanıkların Dinlenmesinde Eşitlikten Yararlanma

Hakkı(AİHS m 6/3-d)

6. maddenin 3. fıkrasının (d) bendinde de sanığın savunma hakkını güvence


altına alan ve koruyan diğer bir düzenleme bulunmaktadır. İlgili hükme göre her
sanık iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla aynı şartlar altında davet edilmesinin ve dinlenmesinin sağlanmasını
istemek hakkına sahiptir. Görüldüğü üzere hüküm, düzenlemesi ile ceza
yargılamasında iddia makamı olan savcı ile savunma makamı olan sanık arasında
eşitliğin tesisine bir ölçüde hizmet etmektedir. Bundan dolayı bu hükmün “silahların
eşitliği” ilkesinin bir uzantısı olduğu söylenmektedir478. Gerçekten silahların eşitliği
ilkesini ceza yargılamasında savcı ile sanığın usuli işlemlere tabii tutulmasındaki
eşitlik olarak tanımlarsak AİHS m 6/3-d hükmünün de bu ilkeyi tamamlayan ve ifade
eden bir içeriğe sahip olduğu görülecektir. Aynı tespiti yapan Mahkeme de bu
maddeyi geniş yorumlayarak maddedeki eşitliği bilirkişileri ve hatta tüm ispat
araçlarını da kapsar şekilde uygulamaktadır479.

Sanığa, ceza muhakemesi içinde savcı ile aynı hak ve yetkilere sahip olma
hakkını bir ölçüde tanıyan 6. madde hükmünün bu bendinin, sanığa istediği her kişiyi
tanık olarak dinletme hak ve yetkisini de verdiği söylenemez. Zira Mahkeme, verdiği
kararlarda savunma tanıklarının dinlenmesinin gerekliliği ve faydalı olması
konusundaki takdir yetkisinin ulusal mahkemelerde olduğunu belirtmektedir480.
Mahkeme, ulusal mahkemenin bu tür savunma tanıklarının dinlenilmesi istemini
reddetmesi halinde mahkemenin ciddi ve doyurucu bir gerekçe sunmasını
aramaktadır481. Mahkeme bu noktada işlevini, yargılamanın bütünü bakımından adil
olup olmadığını incelemekle sınırlandırmaktadır482.

478
Akbulut, s. 191..
479
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 546.
480
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 546-547; Donay, s. 181; Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271;
Çavuşoğlu, s. 41.
481
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 549.
482
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 547.

171
Mahkeme verdiği muhtelif kararlarda savunma hakkının genel olarak sanığa
bir iddia makamının beyanını red ile ona en geç onun beyanı sırasında sorular
yöneltebilmek için uygun bir zaman ve fırsatın verilmesini gerektirdiğini söylemiştir.
Bu hakkın sanığa ifadesinin alındığı veya daha sonraki bir zamanda tanınmış olması
fark yaratmaz. Yeter ki sanığın savunma hakkı gerçek anlamda sağlanmış olsun483.
Zana, Dicle ve Doğan/Turkey davasında Mahkeme, mahkumiyet hükmünün
savcılıkta ifade veren ve fakat sonradan sözlü duruşmada dinlenilmeyen tanıkların
ifadelerine dayanılarak verildiğinden bahisle 6/3-d hükmünün ihlal edildiğine karar
vermiştir484. Buna karşın Mahkeme, Asch/Avusturya kararında hazırlık
soruşturmasında ifade veren ve tanıklıktan çekinerek duruşmada bulunmayan bir
tanığın ifadesiyle mahkumiyet kararı verilmesini sözleşmeye aykırı bulmamıştır. Zira
Mahkeme bu kararında maddede geçen tanıklık deyimini otonom bir şekilde
yorumlamış ve bu kavramın ulusal mevzuatlardaki tanık kavramından ayrı ve
bağımsız bir içeriğe sahip olduğunu belirtmiştir485. Sözleşmenin 6/3-d madde
hükmünün bu anlamda her zaman yargılamanın vicahiliğini öngörüp öngörmediği
tartışmaya değerdir. Zira maddede sanığın iddia şahitlerini sorguya çekmek hakkı da
düzenlenmiştir. Bunun da ancak yargılamanın yüzyüze yapılarak sağlanabileceği
açıktır. Fakat Mahkeme, 1996 tarihli Pullar/England kararında bir tanığın savcılıkta
alınan ifadesinin duruşmada okunması ile yetinilmesinin her zaman için tek başına
sözleşmenin ihlali anlamına gelmeyeceğini içtihat etmiştir486. Aynı şekilde
Artner/Avusturya kararında Mahkeme, savunmanın haklarına riayet edilmesi şartıyla
polis ve sulh yargıcı önünde yapılan açıklamalardan yararlanılmasını 6. madde
hükmüne aykırı görmediğini açıklamıştır487. Bu da gösteriyor ki bir ceza
yargılamasında her zaman mutlaka tanıkların sözlü duruşmada hazır bulunması
gerektiği gibi kural yoktur. Önemli olan sanığın tanık beyanlarına karşı savunma
yapabilme hakkının yargılamanın herhangi bir safhasında tanınmış olmasıdır488.
Mahkeme bu gibi durumlarda özellikle sanığın savunma hakkının adil yargılanmayı
imkansız kılacak ölçüde sınırlandırılması kriterini kullanmaktadır. Bu kriteri

483
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271.
484
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 548
485
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271; Ayrıca bkz. Gözübüyük/Gölcüklü, no. 549.
486
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 550.
487
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271.
488
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271.

172
kullanan Mahkeme, Kostovski/Netherland(Hollanda) davasında polis ve sorgu
yargıcına ifade veren ve kimlikleri sanıktan gizlenen iki tanığın beyanlarının
mahkumiyet kararına esas tutulmasını sözleşmeye aykırı bulmuştur489.

Yargılamanın vicahiliği ilkesi ile bağlantılı diğer bir husus da bu ilkenin


sanığın mutlaka sözlü bir duruşmada bulunmasını gerekli kılıp kılmadığıdır.
Mahkemenin verdiği kararlar izlendiğinde bunun, sanığın özellikle ilk derece
yargılamasında mutlaka sözlü duruşmada bulundurulması gerektirdiğini
söyleyebiliriz490.

6. madde hükmünde savunma hakkını güvence altına alan ilkelerin


yargılamanın her safhasında ve bu arada temyiz aşamasında da geçerli olduğu
tartışmasızdır491. Bundan dolayı temyiz ve istinaf yargılaması aşamalarında da sanık
ile savcı makamlarının temsil ettiği savunma ve iddia taraflarının eşitliğini bozacak
usuli işlemler yapılması, adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracaktır.

e) Bir Tercümanın Yardımından Meccanen(=Ücretsiz) Yararlanma


Hakkı(AİHS m 6/3-e)

Ceza yargılamasında sanığın iddia makamı karşısındaki eşitliğini sağlamaya


dönük diğer bir düzenleme de sözleşmenin 6.maddenin 3. fıkrasının son bent
hükmüdür. Buna göre her sanık duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya
konuşamadığı taktirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak istifade etme
hakkına sahiptir. Aşağıda belirteceğimiz şartların mevcudiyeti halinde hakim
tarafından bir tercüman atanacaktır492. Bu düzenlemenin tek bir amacı vardır ki o da
adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yargılamada konuşulan dili anlamama
sebebiyle doğacak eşitsizliği önlemektir. Bundan dolayı bu haktan yargılama dilini
bilmeyenler yararlanabilir. Yoksa duruşma dilinin anadili olmadığı gerekçesi ile bu
haktan yararlanma talepleri bu maddeye dayandırılamaz493.

489
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 551; Akbulut, s. 191; Çavuşoğlu, s. 41-42.
490
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 551.
491
Er, s. 203; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 552.
492
Atanacak tercümanın nitelikleri konusunda bkz. Demirbaş, s. 232-233; Donay, s. 189.
493
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 271-273; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 553; Donay, s. 189.

173
Görüldüğü üzere bu bentteki tercümandan yararlanma hakkı, aynı fıkranın (a)
bendindeki anladığı bir dille isnaddan haberdar edilmek hakkına benzemektedir.
Fakat bu iki bent arasında bir fark vardır. Bir kere (a) bendinde sanığın yalnızca
hakkındaki isnaddan haberdar edilmesi söz konusu iken (e) bendinde sanığa duruşma
safahatiyle ile ilgili ayrıntılı bir bilgi verme durumu söz konusudur. İkinci olarak (a)
bendinde sanığa hakkındaki suç isnadının anladığı bir dille anlatılması söz konusu
edilirken bunun bir tercüman marifetiyle yapılacağı belirtilmemiştir. Buna karşın (e)
bendinde sanığın duruşmanın cereyan tarzından bilgilendirilmesinin ücretsiz
sağlanacak bir tercüman vasıtasıyla yapılacağı açıkça belirtilmiştir494.

Maddenin 3. fıkrası “her sanık” diye başladığına göre ücretsiz tercüman


hakkından yalnızca cezai takibata uğrayan ve bu takibat işlemleri çerçevesinde
ifadesine başvurulan sanıkların yararlanacağı söylenebilir. Alman doktrininde de
hükmün bu şekilde yorumlanması ve bu hakkın yalnız ceza davalarında uygulanması
gerektiği yolunda baskın bir görüş mevcuttur495. Ancak AİHM’nin de çeşitli
kararlarında belirttiği üzere maddede geçen sanık deyiminin yalnız ceza davalarına
taraf olan bireylerle sınırlanması mümkün değildir. Bunun dışında cezai konulardaki
diğer davalarda da somut olayın özelliklerine nazaran bu maddenin uygun olduğu
ölçüde uygulanması adil bir yargılanmanın gereğidir. Bu konuyla ilgili bir örnek
dava AİHM’nin 1984 yılında karara bağladığı Öztürk/Germany(Almanya) davasıdır.
Bu davaya konu olan olayda Almanya’da yaşayan başvurucu, düzene aykırı bazı
hareketlerden dolayı Alman makamlarınca kovuşturmaya tabii tutulmuştur. AİHM,
verdiği kararda olayda her ne kadar idari yaptırımı gerektiren bir fiil sözkonusu olsa
da bu fiilerin bir çok ülkede cezai takibata konu olduğu ve bundan dolayı cezai
konulara yaklaşan bir durum olması sebebiyle davada adil yargılanma hakkının bir
parçası olarak ücretsiz tercüman hakkının uygulanması gerektiğine hükmetmiştir496.

Ayrıca tercümandan yararlanma hakkının müdafiinin duruşmada konuşulan


dili bilmesi sebebiyle sınırlanamaz. Yani avukatın yargılamada kullanılan dili
bilmesi devleti sanığa tercüman atama yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira temel bir

494
Donay, s. 186-187.
495
Pekcanıtez, “Medeni Yargıda Adil Yargılama”, s.
496
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 274.

174
insan hakkı olarak savunma hakkını asıl olarak kullanan sanığın kendisidir. Fakat
burada belirtilmeli ki sanığın duruşmada kullanılan dili bilmediğini tartışmaya yer
bırakmayacak şekilde ortaya koyması gerekir. Bu konuda milli yargı yerinin bunu
değerlendirme yetkisi vardır. Bu değerlendirme yetkisini kullanan mahkemenin her
halükarda bir tercüman atayabilmesi için bundan yararlanacak olan sanığın bu
yöndeki talep ve isteğini hakime bildirmesi gerekir497.

Bent hükmünde bu hakkın yalnızca duruşma safhasında tanınacağı


belirtilmekle beraber bunun yargılamanın tüm aşamaları şeklinde anlaşılması
maddenin amacı ile bağdaşır. Zira tercüman hakkının sağlanmasındaki amaç
muhakeme boyunca sanığı savcı karşısında eşit olmayan bir konumdan kurtarmaktır.
Sanığa bu hakkı yalnızca son soruşturma safhasında tanımak ise bu amacın gerektiği
gibi sağlanamayacağı anlamına gelir. Nitekim sözleşme organları da verdikleri
birçok kararlarda maddeyi böyle anlamış ve yorumlamışlardır498. Yine bentte
kullanılan ifade tercüme yükümlülüğünün yalnızca duruşmada geçen sözlü ifadeler
için geçerli olduğu gibi bir intiba vermektedir. Fakat aynı şekilde hükmün geniş
yorumlaması tercih edilerek hükmün sadece duruşmadaki sözlü ifadeler için değil
aynı zamanda sanığı suçlayan veya sanığın savunması için önem arzeden bütün yazılı
belgeler için de geçerli bir tercüman hakkını zorunlu kıldığı söylenebilir499. Zira
gerçek bir adil yargılanma hakkı ancak böyle tesis edilebilir. Fakat Mahkemenin de
isabetli olarak belirttiği üzere maddenin geniş yorumlanması dahi dosyadaki bütün
belgelerin tercüme edilmesi gibi bir sonucu tazammun etmez500.

Ayrıca belirtilmeli ki sanığa tanınan bu hak gerçeğin ortaya çıkmasında


oynadıkları rol sebebiyle tanıklar için de kabul edilmelidir. Zira tanığın açıklayacağı
şeylerin delil olarak değerlendirilebilmesi için anlaşılabilir olması ve maddenin açık
hükmüne nazaran bunun bedava olması gerekir501. Yine ücretsiz tercüman hakkının
muhakeme dilini anlamayan ve konuşamayanların dışında sağır ve dilsiz olan sanık

497
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 275.
498
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 553; Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 275; Akbulut, s. 192; Çavuşoğlu,
s. 42.
499
Akbulut, , s. 192.
500
Donay, s. 187 ;Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 275-276; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 554.
501
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 276.

175
ve tanıklar için de tanınması maddenin amacıyla bağdaşır niteliktedir. Çünkü
bunların bu fiziki imkansızlıklarının sebep olacağı şey nihayetinde soruşturma ve
yargılamada kullanılan dili anlamamak ve savunma haklarını gereği gibi
kullanamamaktır. Bunun da vatandaşlarına adil bir yargılama hakkı tanıma vaadinde
bulunan devletin yükümlülüklerine uygun olmayacağı kuşkusuzdur. Bütün bunlardan
dolayı adil bir yargılanmanın gereği olarak ücretsiz tercüman hakkından sağır ve
dilsizlerin de (sanık-tanık ayrımı yapılmaksızın) yararlanacakları söylenebilir502.

Bu konuyla ilgili olarak son olarak şu noktaya değinmek uygun olacaktır.


Maddedeki düzenlemesi itibariyle bu haktan sanıkların yararlandırılması bir şarta
bağlanmamıştır. Bundan dolayı ülke mevzuatlarında bu hakkın sınırlandırılması
sonucunu doğuran şartlar adil yargılanma hakkının ihlaline sebep olacaktır. Örneğin
milli mahkemenin masraflı olacağını gerekçe göstererek tercüman atanması istemini
reddetmesi sözleşme organlarının kararlarına göre sözleşmenin ihlali sebebidir503.
Aynı şekilde atanan tercümanın ücretinin yargılama sonunda mahkum olan sanığa
yükletilmesi de sözleşmenin ihlali anlamındadır504. Zira m 6/3-e’ de açıkça tercüman
hakkının bedelsiz olacağı belirtilmiş ve bunda sanığın beraatı gibi bir şart da
aranmamıştır.

f) Etkili Başvuru Hakkı(AİHS’nin 13.Maddesi)

Konumuz olan hak arama hürriyetinin yargısal görünümü olan adil


yargılanma hakkı tek başına sayıca en fazla ihlal iddiasına konu hükmü olması
nedeniyle, hayati önem taşımakta, AİHM sözleşmenin 6. maddesinde düzenlenmiş
olan adil yargılanma hakkını genişletici şekilde yorumlayarak, demokrasinin işleyişi
için temel bir öneme sahip olduğunu bir çok kararında yinelemektedir505. Adil
yargılanma hakkı ile yakından ilişkili olan ve aynı şekilde AİHS’nin 13. maddesinde

502
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 553; Donay, s. 188; Teczan/Erdem/Sancakdar,
503
Akbulut, s. 192.
504
Donay, s. 190; Çavuşoğlu, s. 42.
505
Gölcüklü/Gözübüyük, s.344; Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.303;Ergül, Ergin:Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi ve Uygulaması, 2. baskı, Yargı yay.,Ankara 2004, s.180-181; Özdek, Yasemin;
Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, TODAİE,Ankara 2004, s.198;Altıparmak, Kerem:
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin Uygulama Alanı” , AÜSBF,C.53,Ocak- Aralık
1998, No1-4, s.1-2.

176
düzenlenen etkili başvuru hakkının üzerinde kısacada olsa durmak ve hak arama
hürriyetinin yargısal boyutunu oluşturan adil yargılanma hakkına işlerlik kazandıran
etkili başvuru hakkının önemini dile getirmekte fayda bulunmaktadır.

AİHS’nin 13. maddesi “iş bu sözleşmede tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal


edilen her şahıs ihlal fiili resmi vazifelerini ifa eden kimseler tarafından bu
vazifelerin ifası sırasında yapılmış da olsa, milli bir makama fiilen müracaat hakkına
sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde ile AİHS ile güvence altına alınan
temel hak ve özgürlüklerin korunmasının öncelikle ulusal makamların görevi olduğu,
ulusal makamların kendi hukuk sistemleri içinde ihlali düzeltme imkanının
bulunduğu, iç hukuk yollarından bir sonuç alınamadığı takdirde AİHS’nin getirdiği
koruma mekanizmasının işletileceği vurgulanmaya çalışılmıştır. Sözleşmenin
getirdiği koruma sistemi ikincil (tali) olup, ulusal egemenlik ilkesi çerçevesinde
temel hak ve özgürlüklerin korunması öncelikle ulusal mevzuata bırakılmıştır506.

İç hukuk yollarına etkili başvuru hakkını düzenleyen AİHS’nin 13. maddesi


iç hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla yakından bağlantılı olup, sözleşmedeki hak
ve hürriyetlerin ihlali iddialarına karşı ulusal sistemde etkili bir hukuk yolunun
bulunmasını gerektirir. Bu madde o kadar önemli olarak görülmüştür ki AİHM’nin
bir başvurunun kabul edilmesi için kural olarak öngördüğü iç hukuk yollarının
tüketilmiş ve bu yollardan bir sonuç alınamamış olmasının bir istisnası olarak iç
hukuk yollarının etkisiz olması kabul edilmiştir. Yani iç hukuk yolları tüketilmeden
yapılan kimi başvurular bu istisna kapsamında değerlendirilerek kabul edilip
incelenmektedir. Bu bakımdan sözleşmenin 13. maddesi iç hukuk yollarının etkisiz
olması durumunda temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen ya da adil yargılanmadığını
ileri süren bireylerin başvurması neticesinde etkili bir başvuru hakkının ihlal edildiği
gerekçesiyle, bu hükme uymayan devleti mahkum edebilecektir. 13. madde hak
arama hürriyetinin AİHS’deki görünümü ve güvencesi niteliğindedir.

506
Gölcüklü/Gözübüyük s.344; Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.520; Özdek, s.318;Ergül, s.181.

177
AİHS’nin 13. maddesinin önemli bir özelliği başka hükümlerle birlikte ileri
sürülebilip, tek başına etkin başvuru hakkının ihlal edildiği gerekçesine
dayanılamamaktadır507. Etkin başvuru hakkının ihlali sözleşmede yer alan diğer
maddelerin ihlali ile birlikte göz önünde bulundurulmakta ve başka ihlaller ile
birlikte etkin başvuru hakkının da ihlal edildiği değerlendirilmektedir. Bu anlamda
etkin başvuru hakkı genelde adil yargılanma hakkının ihlali ile birlikte karşımıza
çıkmaktadır. AİHM verdiği kararlarda hak arama hürriyetinin görünümü
niteliğindeki adil yargılanma hakkının herhangi bir nedenle ihlalini aynı zamanda
etkin bir hukuki sürecin işletilmediği ilkesine dayandırmaktadır.

Türkiye’nin AİHM tarafından mahkum edildiği hükümlerden en


önemlilerden biride bu madde kaynaklı olarak karşımıza çıkmaktadır. “Akdıvar ve
diğerleri”, “Menteş ve diğerleri”, “Selçuk ve Asker”, “Dulaş” kararlarında ,AİHM
güneydoğu da bulunan köylerin güvenlik güçleri tarafından tahrip edilme olayları ile
ilgili olarak iç hukuk yolları tüketilmeden yapılan başvuruların reddedilmesine ilişkin
hükümetin ilk itirazlarını kabul etmemiş ve bu konularda 13. maddenin ihlal
edildiğini ileri sürerek, Türkiye’yi mahkum etmiştir508.

AİHS’nin 13. maddesinde düzenlenen etkin başvuru hakkı adil yargılanma


hakkının ve dolayısıyla hak arama hürriyetinin bir güvencesi olarak sözleşmede yer
almıştır. İnsan hakları ve temel özgürlüklerin sağlanıp korunmasında ilk ve asıl
görev egemenlik yetkisine sahip olan devlete aittir. Devletin hakimiyet alanı
içerisinde etkin bir şekilde hak arama faaliyetini sağlamadığı, hak arama yollarının
bireylere tamamen açılmasına imkan vermediği durumlarda hak arama hürriyeti, adil
yargılanma hakkı ve etkin başvuru hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Sözleşmenin 13.
maddesi özellikle yargısal başvuruya yönelik olan durumlarda yargılama faaliyetinin
gereği gibi yerine getirilmediği süreçte uluslararası makam olan AİHM’nin
müdahalesi söz konusu olabilecektir.

507
Gölcüklü/Gözübüyük, s.345; Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.520; Özdek, s.318.
508
Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.521; Özdek, s.318-320.

178
AİHS’nin etkin başvuru hakkını düzenleyen 13. maddesi adil yargılanma
hakkı ile hayat bulmakta, adil yargılanma hakkı da, etkin başvuru hakkı ile güvence
altına alınmış olmaktadır.

179
SONUÇ

1. İnsanlar tarih boyunca bir takım temel hak ve özgürlüklere sahip olabilmenin
mücadelesini vermişler, bu mücadeleler sonucunda insan onuru ile bağdaşan temel
hak ve hürriyetler kazanılmıştır. İnsanlar insan olarak doğuştan elde ettikleri
devredemeyecekleri, vazgeçemeyecekleri, temel haklarını herkese karşı ileri sürmek
istemektedirler. Yani belli bir zaman sonra temel hak ve hürriyetlerin kazanılması
değil, korunması ve bu hakların ihlali durumunda bu haklara yeniden kavuşmanın
gayreti içerisine girilmiştir. Bunun için bireylerin haklarını serbestçe arayabilecekleri
yolların açık olması bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.

2. Hak arama hürriyetinin tanımını yapabilmek, anlam ve önemi hakkında bilgi


sahibi olabilmek için bu terime kaynaklık eden, çok önemli bazı kavramlara yer
verilmesi bir zarurettir. Hak arama hürriyetinin felsefi temellerinin inşası için
öncelikle bu hürriyetin somuta indirgenmesini sağlayan hak, özgürlük, hukuk devleti,
demokrasi ve insan hakları kavramlarının açıklığa kavuşturulmasında fayda
bulunmaktadır. Hak arama hürriyetinin değeri ancak bu kavramlar ortaya
konulduktan sonra pratik olarak anlam kazanır.

3. Hak arama hürriyeti ona kaynaklık eden hukuk devleti, demokrasi, özgürlük, hak
ve en önemlisi insan haklarının anlamı ile bütünlük kazanır. Hak arama hürriyeti
ancak hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu, rejimin demokratik usullere dayandığı,
temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, insan haklarına saygılı bir ortamda gelişebilir.
Görüldüğü üzere söz konusu hürriyet belirtilen kavramlar ile açıklanabilmektedir. Bu
kavramlar olmadan hak arama hürriyetinin pratik bir değeri yoktur.

4. Hak arama hürriyetinin tanımını yapmak oldukça güçtür. Bu konuda geniş


olarak pozitif hukukça tanınan hakların korunmasını sağlamak üzere yetkili makama
başvurma, bu makama harekete geçirmeye ilişkin her türlü yolun hak arama hürriyeti
içerisinde değerlendirilebileceği şeklinde bir tanım yapılabilir. Hak arama kavramı
hakların ileri sürülmesini ifade ettiği için çok kapsamlıdır ve tarihçesi insanlığın var
olduğu ilk güne kadar uzanmaktadır.

180
5. Hak aramak için kullanılan her yol, yapılan her girişim hak arama hürriyeti
içerisinde değerlendirilmektedir. Haklar hukuki yollar izlenerek aranabileceği gibi
bir takım usuller izlenerek de aranabilmektedir. Hukuki olarak idareye, yasama
meclisine ve yargı makamlarına başvurmak sureti ile hak arama ve onun bireylere
bahşettiği özgürlük idari, siyasi ve yargısal olarak kullanılabilir. Bunun dışında
hukuki olmayan ancak hak aramak için kullanılabilecek ombudsman, kamuoyu
baskısı, direnme hakkı, sivil itaatsizlik gibi yollara da başvurulabilir.

6. Anayasamızın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesi sadece yargısal başvuru
hakkına yönelik bir hak arama yöntemini ifade etmektedir. Anayasanın 36.
maddesinde herkesin davacı olarak iddia, davalı olarak savunma ve adil yargılanma
hakkının olduğunu vurgulamaktadır. Bu hüküm yargı mercileri önünde hak arama
hürriyetini güvence altına almaktadır. Oysa hak arama hürriyeti yargısal başvuru
hakkına inhisar ettirilemeyecek kadar geniş bir özgürlük alanını ifade etmektedir.
Hak arama yolları arasında yargısal başvuru dışında idare mercilere başvuru ve
parlamentolara dilekçe hakkını kullanmak sureti ile başvurmak mümkündür. İdari,
siyasi ve yargısal başvuru hakları hak arama hürriyetinin temelini teşkil etmektedir.

7. Hak arama hürriyeti anayasanın yargısal başvuru hakkını düzenleyen 36.


maddenin dışında anayasanın temel hak ve hürriyetlerin korunması başlıklı 40.
madde ile de teminat altına alınmıştır. Bu madde hak arama hürriyetinin yargısal
boyutunun dışında daha geniş bir alana sahip olduğunu ve amacının yargısal başvuru
dışında hakların genel olarak aranması olduğunu göstermektedir.

8. Bireyler idare makamlarına başvurmak suretiyle idareden kendi menfaatlerini


zedeleyen idari bir eylem veya işlem hakkında talep de bulunabilirler. Bireylerin
idareye yapacakları dilek, istek ve şikayetleri idari başvuru olarak dikkate
alınmaktadır. Bireyler bu şekilde idareyi kendi talepleri doğrultusunda
hareketlendirmeye çalışırlar. Bu yol her ne kadar idare organlarının insiyatifine
kalmış ise de yargı yoluna oranla daha kolay ve ucuz durumdadır. İdari başvuru
hakkı tarih boyunca siyasi başvuru olarak adlandırılan dilekçe hakkı içerisinde yer
almıştır.

181
9. Anayasanın 74. maddesinde siyasi başvuru hakkı olarak tanımlanan dilekçe
hakkına yer verilmiştir. Bireyler dilekçe hakkını kullanmak suretiyle idari mercilere
ve siyasi karar alma makamı olan parlamentoya dileklerini ve şikayetlerini
iletebilmektedirler. Dilekçe hakkı her ne kadar hukuki bağlayıcılığı ve etkinliği fazla
olmayıp yumuşak bir hak arama yolu olarak görülse de psikolojik ve manevi
etkilerinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

10. Hak arama hürriyetinin temeli ve en önemli yolu bu hakkın yargı mercileri
önünde dile getirilmesidir. Yargı organı doğrudan bu amaç için oluşturulmuştur ve
en etkin şekilde hakların aranması yargı mercilerinin karşısında söz konusu olabilir.
Yargı mercileri kavramından hak arama hürriyetinin idari yargı, adli yargı ve
anayasa yargısında mevcut olduğu kabul edilmektedir.

11. İdari yargıda hak arama hürriyeti anayasasın 36. , 40. , 74, maddelerinin dışında
özel olarak 125. madde de düzenlenmiştir. Bu maddeye göre hiçbir idari eylem ve
işlem yargı denetimi dışında bırakılamaz. İdari yargıda hak arama hürriyetinin tam
olarak açıklanmasında idari usul, bilgi edinme hakkı, açıklık ilkesi gibi ilkelere yer
verilmesi gerekmektedir. Ancak bu kavramlar doğrultusunda idari yargı alanında hak
arama hürriyeti bireylere tam olarak sağlanmış olur. Ayrıca her ne kadar anayasanın
125. maddesi idarenin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimi dışında
bırakılamayacağını belirtmiş ise de bu konuda birçok sınırlamanın olduğu, bu
sınırlamaların doğrudan anayasadan kaynaklandığı hak arama özgürlüğünü
zedelemektedir.

12. Anayasa yargısında hak arama hürriyeti diğer yargı mercilerinde olduğu gibi söz
konusudur ancak daha dar bir alanda işlev görmektedir. Anayasa yargısı ile sadece
hukukun ve anayasasının üstünlüğü değil aynı zamanda hak arama hürriyetinin
bireylere tam olarak sağlanması amaçlanmaktadır. Anayasa yargısında itiraz yolu ve
iptal davası yolu ile hak arama hürriyeti sağlanmaya çalışılmakta olup, bu konularda
dahi sınırlamaların olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

182
13. Adli yargı alanında hak arama hürriyeti en geniş hak arama yolu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Anayasanın 36. maddesindeki yargısal başvuru hakkı adli
yargı düşünülerek düzenlenmiştir. Anayasanın hak arama hürriyeti başlıklı bu
maddesi içerisinde geçen deyimlerin ayrı ayrı ele alınması söz konusu özgürlüğün
tam olarak anlaşılmasını sağlar.

14. Adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyetinin yargısal görünümünü ifade
etmektedir ve AİHS’ nin 6. maddesinde düzenlenerek sadece ulusal değil uluslararası
bir anlama sahip olmaktadır. Adil yargılanma hakkı o kadar önemlidir ki hak arama
hürriyeti dendiğinde akla ilk gelen kavramı oluşturmaktadır. Adil yargılanma hakkı
içerisinde medeni ve cezai alanla ilgili olarak birçok hürriyet düzenlenmiştir. bu hak
içerisinde yer alan tüm unsurlar özenle seçilmiş durumdadır. Bu haklardan herhangi
birinin dikkate alınmaması veya bu hakların herhangi birinin ihlal edilmesi
durumunda adil yargılanma hakkı zedelenmiş olacaktır.

15. AİHS’ nin 13. maddesindeki etkili başvuru hakkı adil yargılanma hakkıyla
yakından ilgili olup, hak arama hürriyetinin sözleşme içerisindeki güvencesi
durumundadır. Etkili başvuru hakkı, hak arama hürriyetinin ulusal mevzuatlarca
dikkatli bir şekilde göz önünde bulundurulmasını sağlar.

183
KAYNAKÇA

AKAD, Mehmet: Teori ve Uygulama Açısından 1961 Anayasasının 10.Maddesi.


İstanbul, 1984.

AKBULUT, Olgun: “Adil Yargılanma Hakkı”, Kemal Oğuzman’a Armağan,


GÜHFD, Ocak 2002, Yıl:1, S. 1, İstanbul.

AKILLIOĞLU, Tekin: İnsan Hakları -1-, Ankara 1995.

AKILLIOĞLU, Tekin: “ Yönetsel İşlemlerde Gerekçe ilkesi”, AİD , C.15, S.2


Haziran 1982. ( Gerekçe İlkesi)

AKILLIOĞLU, T.ekin: “ Danıştay Kararlarına Göre Uygulamada Temel Haklar”,


AİD, C.16 S.3 Eylül 1983. ( Temel Haklar)

AKIN, İlhan F.: Kamu Hukuku, Beşinci baskı, Beta Yayını, İstanbul, 1987.

AKINCI, Şahin: Roma Hukuku, Sayram Yay., Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş


2. Baskı, Konya 2003.

AKYILMAZ, Bahtiyar: “İnsan Haklarının Gelişim Süreci” , Türk Hukuk Enstitüsü


Dergisi, Y.5, S.6, Temmuz 2000. (İnsan Hakları)

AKYILMAZ, Bahtiyar:İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin Yapılış Usulü,


Yetkin.Yay.,Ankara 2000. ( İdari İşlemin Yapılış Usulü)

ALAN, Nuri: “ Savunma Hakkı”, D.D. s.87, Y.23, 1993.

ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: Anayasa Yargı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin


Yay.Ankara 1996.

ALP, Mustafa: “Anayasa Hukuku Açısından Mahkeme Kararlarında Sözde


(günümüzde) Gerekçe”, Prof.Dr.M.Tevfik Birtek Armağan.

ALVER, Cemil: İdari Yargılama Usulü Kanunu, Ankara, 1993.

ALTIPARMAK, Kerem: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin


Uygulama Alanı” , AÜSBF,C.53,Ocak- Aralık 1998, No1-4.

ANAYURT, Ömer: “1982 Anayasası ve 3071 sayılı Kanuna Göre Dilekçe Hakkı”,
İnsan Hakları Yıllığı, C.23-24, 2001-2002.

ARMAĞAN, Servet: Dilekçe Hakkı ve 1961 Anayasası, Fakülteler Matbaası,


İstanbul, 1972. (Dilekçe Hakkı)

184
ARMAĞAN, Servet: İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yay., Ankara 1987.(İslam Hukuku)

AŞCIOĞLU, Çetin: “ Yargı Kararlarında Gerekçe”, Ticaret Hukuk ve Yargıtay


Kararları Sempozyumu IX, Ankara, 1992.

ATAR, Yavuz:Türk Anayasa Hukuku,Mimoza yay.,Konya 2000.

ATAY, Ender Ethem: İnsan Haklarının Gerçekleştirilme Şartı Olarak Hukuk Devleti,
Polis Dergisi, Y. 9, S.36, Temmuz.

AYAYDIN, Cem: “Hak Arama Hürriyeti ve Genel Olarak İptal Davası”, İstanbul
1992, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s.8.

BAŞTUĞ, İrfan: Hukukun Temel İlke ve Kavramları, İzmir, 1975.

BAYRAM, Mehtap: “Hukuk Devleti ve Savunma Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6.

BEREKET, Zuhal: Hukukun Genel İlkeleri ve Danıştay, Ankara, 1996.

BIÇAK, Vahit: “Türkiye’nin Güncel Sorunları:Demokrasi ve İnsan Hakları”,


www.özgürada.com/about-mak-32.htm

BİLGE, Necip; Hukuk Başlangıcı, Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş, 2. Bası,


Ankara 2000.

BOYACI, Ender Kamil: “Hukuk Devleti ve Savunma Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6.

BOYACI, Ender Kamil: “ Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü”,Yeni Adalet,


Y:5, S.32 Temmuz-Ağustos-Eylül, 1994. ( Hak Arama)

CAN,İsmet / ÇELİK ,Taşkın / DEMİR, Ömer / ÖZDEMİR ,Serpil /


KARABULUT, Şehnaz / GÜRPUNAR, Nilüfer, “Hak Arama Özgürlüğü açısından
İdari Yargı”, Türk Hukuk Enstitüsü Dergisi, Haziran 1997, C.1-2, S.19.

CENTEL, Nur: “Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafii”, İstanbul 1984.

ÇAĞLAYAN, Ramazan: İdari Yargı Kararlarının Sonuçları ve Uygulanması, 2.


Baskı, Seçkin Yay., Ankara, 2001.

ÇAVUŞOĞLU, Naz: “İHAS ve AT Hukuku’nda Temel Hak ve Hürriyetler


Üzerine”, Ankara, 1994, AÜSBF, İHM Yay.

ÇEÇEN, Anıl: İnsan Hakları, Savaş Yayınları, Ankara 2000.

ÇELEBİ, Hüsamettin: “ Hak Aramanın Maliyeti”, ABD, 1989/2, Y.46.

185
ÇINAR, Uğurcan Sevinç:“Temel Hakları Koruma Yöntemlerinden Biri Olarak Hak
Arama Hürriyeti” Yayınlanmamış Doktora Tezi Konya 1998.

ÇOBAN, Ali Rıza: Türk Hukukunda “Hak Arama Özgürlüğü”, İzmir 1995
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).

DAĞ, Rıdvan: Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ve Türkiye,


www.juna.unisb.de/turkish/RDag.html,

DAVER, Bülent: “İnsan Hakları ve Türkiye”, Prof. Dr. Fadıl H. Sur’ un Anısına
Armağan.

DEMİRBAŞ, Timur, “Sanığın Hazırlık Soruşturmasında İfadesinin Alınması”,


İzmir, 1996. (Hazırlık Soruşturması)

DEMİRBAŞ, Timur: Türk Ceza Hukukunda İşkence Suçu, D.E.Ü.H.F.Döner


Sermaye İşletmesi.yayın no:23, Ankara, 1992. (İşkence)

DEMİRCİOĞLU, Yaşar: Medeni Usul Hukukunda İnsan Hakları ve Adil


Yargılanma Güvenceleri, (Yayınlanmamış Y.L. Tezi) Ankara 2003.

DOĞRU, Osman: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları”, Ankara 2003, C.I,
S.356 vd.

DONAY, Süheyl: “İnsan Hakları Açısından Sanık Hakları ve Türk Hukuku”,


İstanbul, 1982.

DONNELY, Jack: Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, (Çeviren


Mustafa Erdoğan – Levent Korkut), Ankara 1995.

DÖNMEZER, Sulhi: “Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler”, Nurullah Kunter’e


Armağan, İstanbul, 1998. (Karine)

DÖNMEZER, Sulhi, İnsan Hakları ve Yargı Bildirimi’nden “İnsan Haklarının


Tarihsel Gelişimi , Dünyadaki ve Türkiye’de ki Durumu”, Haziran 1998.

DÖNMEZER, Sulhi / ERMAN, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.1,


Yeniden Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Beta Yay., İstanbul, 1997.

DUMAN, İlker Hasan: 1982 Anayasasında İnsan Haklarına Saygılı Devlet, İnkılap
Yay., Anayasa Serisi:6, İstanbul 1997.

DURAN, Lütfi: “İdari Usulün İlkeleri ve Kapsadığı Konular” AİD, C.31, No.1-2,
1998.

186
EKEN, “ Kamu Yönetiminde Gizlilik Geleneği ve Açıklık İhtiyacı” AİD, C.27S.2,
s.39;

ER, Deniz Erol: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Hukukumuzda Sanık
Hakları, Ankara 2002.

ER, Deniz Erol,: AİHS Işığında Hukukumuzda Sanık Hakları, Ankara 2002.

ERDOĞAN, “Mustafa: İnsan Hakları Öğretisine Giriş”, H.Ü.İ.İ.B.F.D. , C. 11/1993.


( İnsan Hakları)

ERDOĞAN, Mustafa: Anayasal Demokrasi, Ankara 1999.

EREM, Faruk: “Savunma Hakkının Kökeni”, ABD, S.1984/5, Y.41.

EREN, Muhsin :“Sağlıklı Yaşam ve Hak Arama Özgürlüğü” , ABD, S.4, Y.47 1990-
Ağustos.

ERGÜL, Ergin:Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uygulaması, 2. baskı, Yargı


yay.,Ankara 2004.

ERKUT, Celal / SOYBAY, Selçuk: Anayasa ve İdari Yargılama Hukukuna İlişkin


Kanunlar, Genişletilmiş İkinci Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 1990.

ERVARDAR, Fehamettin: “Yurdumuzda Dilekçe Hakkı ve Kullanılması”, İstanbul


Sanayi Odası Dergisi, Y.22, S.262, 1987.

FEYZİOĞLU, Metin: “Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve


AİHS”, AÜHFD, C. 48, 1998, S. 1-4.

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Divanı İçtihadına Göre Doğru


Yargılama ve Kanıtların Değerlendirilmesi, İHMU, C.II, S.2, Ekim 1994.

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre Doğru Yargılama,


İHMD no 11, Mart Haziran 1995, S.2-3. (Doğru Yargılama)

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: “Yargılama Makamları Önünde” “makul süre” İHMD, C.III,


S.2, Nisan 1995. (Makul Süre)

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz/GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi


ve Uygulaması, 5. Bası, Ankara 2004.

GÖREN, Zafer: Anayasa ve Sorumluluk, C.1, Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir
1999

GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yay., Bursa 2000.

187
GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref: Anayasa Hukuku, 10. baskı, Turhan Kitabevi, Ankara,
2002.

GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref / DİNÇER, Güven: İdari Yargılama Usulü Kanunu,


Ankara, 1996.

GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref/TAN,Turgut:İdare Hukuku-İdari Yargılama


Hukuku,Turhan Kitabevi, C.2,Ankara 2003.

GÜNDAY, Metin: İdare Hukuku, 9.baskı, İmaj yay., Ankara 2004.

GÜRAN, Sait: “ Yönetimde Açıklık”, İHİD 3/1-3. (Açıklık)

GÜRAN, Sait: “ Hak Arama Özgürlüğünün İki Boyutu” , Anayasa Yargısı, C.9,
No.27, 1993. (Hak Arama)

HAFIZOĞULLARI, Zeki: “Genel Çizgileriyle Savunma Hakkı”, ABD, Y.51, S.1,


Mart 1994.

HAYEK, Friedrich A.: “Kanun,Yasama Faaliyeti ve Özgürlük ”(Çeviren: Mustafa


Erdoğan) , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt.2, 1995.

HIZ, Yüksel / YILMAZ, Zekeriya: Açıklamalı-Notlu-Gerekçeli Bilgi Edinme ve


Dilekçe hakkı, Seçkin yay., Ankara 2004.

İLAL, Ersan: “Magna Carta”, İ.Ü.H.F.M., C.XXXIV, S. 1-4.

İYİMAYA, Ahmet:“2001 Anayasa Reformu Perspektifinde 36. ve 40. Maddelerdeki


Değişikliklerin Anlamı” TBMM Anayasa Hukuku 1.Uluslararası Sempozyumu,
Ankara 2003.

İZGİ, Ömer / GÖREN, Zafer: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Yorumu, Cilt:1,


Ankara 2002.

KABOĞLU, İbrahim Özden: Özgürlükler Hukuku, Afa Yay. , 4. Baskı, İstanbul


1998. (Özgürlükler Hukuku)

KABOĞLU, İbrahim Ö: Türkiye’de Hukuk Devletinin Gelişimi , İnsan Hakları


Yıllığı, C. 12, 1990, Ağutos - Eylül, 2003. (Hukuk Devleti)

KALABALIK, Halil: “ İdari Yargılama Hukuku”, Değişim Yay., 2003.

KALABALIK, Halil: İnsan Hakları Hukuku Ders Notları, Değişim Yay., İstanbul-
Ankara, Y.2003. (İnsan Hakları)

KANLIGÖZ, Cihan: “Hukuk Devletinin Maddi (Siyasal ve Toplumsal) Boyutu


Üzerine Bir Deneme, , ABD,S.1, 1997.

188
KAPANİ, Münci: İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, Bilgi Yayınevi, 1991
İstanbul.

KAPANİ, Münci: Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yay. , 7. Baskı, Ankara, 1993.

KAPLAN, Gürsel: “Hukuk Devleti Açısından İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü
ve Sınırları”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,, İstanbul 1999.

KAPLAN, Gürsel: Uyarma ve Kınama Cezalarına Karşı Yargı Yoluna Başvurmayı


Engelleyen Düzenlemelerin Hukuk Devleti Prensibi Açısından Değerlendirilmesi,
AÜEHFD.C.Vll, S.3-4 (Aralık 2003). (Uyarma ve Kınama Cezaları)

KARATEPE, Şükrü: “ İdarenin Takdir Yetkisi”, Türk İdari Dergisi, C.63, s.392,
Eylül 1991.

KARAVELİOĞLU, Celal: İdari Yargılama Usulü Kanunu, 2. Baskı, 1996.

KARGIN, Baha: “Büyük Millet Meclisine Yapılacak Müracaatlar”, İdare Dergisi,


S.246.

KAYA, Cemil: İdare Hukukunda Bilgi Edinme Hakkı, Seçkin Yay. Ankara 2005.

KİLİ, Suna/ GÖZÜBÜYÜK ,A.Şeref: Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası


Kültür Yay., Ankara 1985.

KÖKTAŞ, M. Emin: “Demokrasi Ölçümleri Bağlamında Türkiye’de


Demokrasi”,Türkiye İdare Dergisi, Y.1974, S.435, Haziran 2002.

KUBALI, H. Nail: Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Siyasal Rejimler,


İstanbul, 1964.

KUÇURADİ, Ionna: “Adalet Kavramı”, ABD, C.50, S.1-3, 1993.

KUÇURADİ, Ionna; “İnsan Haklarına Dayalı Anayasa veya Devlet


Kavramı”,Anayasa Yargısı,S.8,Ankara,1991.

KUNTER, Nurullah: Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku,


Beta Yay., İstanbul 1989.

ONAR, Sıddık Sami: İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. 1, 3. Bası, İstanbul


1966.

ÖKÇESİZ, Hayrettin: Sivil İtaatsizlik, Afa yay., İstanbul 1994.

ÖZAY, İlhan: Gün Işığında Yönetim,Alfa yay.,İstanbul 1996.

189
ÖZBİLGİN, Tarık: “Hukukun Sosyolojik Oluşum Prosesüsü Açısından Bir
Örnekleme Olarak Hak Arama Yolları”, Sosyoloji Konferansları, 13. Kitaptan ayrı
basım, İstanbul 1976.

ÖZBUDUN, Ergun: Türk Anayasa Hukuku,Yetkin Yay., Gözden Geçirilmiş 4. Bası,


Ankara 2003..

ÖZDEK, Yasemin:Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, TODAİE,Ankara


2004.

ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Ankara


2003.

ÖZER, Atilla: Türklerde Devle Anlayışı ve Demokratik Rejim, Ankara 2002.

ÖZGENÇ, İzzet: Türk Ceza Kanunu, Gazi Şerhi (Genel Hükümler), Adalet
Bakanlığı, Eğitim Daire Başkanlığı, Üçüncü Bası, Ankara 2006.

ÖZGENÇ, İzzet / ŞAHİN, Cumhur: “İddia ve Savunma Hakkı”, Gazi Üniversitesi


Hukuk Fakültesi Dergisi, C.III, S.1-2, Y.1999.

ÖZTAN, Bilge: Medeni Hukukun Temel Kavramları, Turhan Kitabevi, Ankara


2002.

ÖZTÜRK, Bahri: “Şüpheli ve Sanık Hakları: Özellikle Savunma Hakkı”, Yargı


Reformu 2000 Sempozyumu, İzmir, 2000.

ÖZTÜRK, Bahri/ERDEM, Mustafa Ruhan/ÖZBEK, V.Özer: Uygulamalı ve Ceza


ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, 7. Bası, Ankara,2003.

PEKCANITEZ, Hakan: “Medeni Yargıda Adil Yargılama”, İz.B.D., S.2, Nisan


1997. (Adil Yargılama)

PEKCANITEZ, Hakan: “Medeni Usul Hukuku” Ankara 2001. (Medeni Usul


Hukuku)

PEKCANITEZ, Hakan, Hukuki Dinlenilme Hakkı, Seyfullah Edis’e armağan, İzmir


2000. (Hukuki Dinlenilme)

PEKCANITEZ, Hakan: “Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesi”, Faruk Erem


Armağanı, Ankara 1999. (Aleniyet İlkesi)

SARIHAN, Şenel: “Hukuk Devleti ve Savunma Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6.

SELÇUK, Sami: Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü, Yeni Türkiye Yay. , Ankara


2001.

190
SENCER, Muzaffer: “Hak ve Özgürlük Kavramı”, İnsan Hakları Yıllığı, C.14,
1992.

ŞENTUNA, Mustafa Tarık: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ceza Yargılama


Yasamız Tutuklulukta” “makul süre”,
www.hukukcu.com/bilimselkitaplar/tutukluluk-makulsure.htm

ŞİMŞEK, Oğuz : “Anayasa Hukukunda İnsan Onuru Kavramı ve Korunması”,


(Yayınlamamış Doktora Tezi ), İzmir 1999.

TAMER, Mustafa: “Dilekçe Hakkı”, Türk İdare Dergisi, Y.62, Mart 1990, S.386.

TANÖR, Bülent: Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Bds Yay. , İstanbul, 1994.

TANÖR, Bülent: Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, 8. Baskı, İstanbul,


2000. (Osmanlı - Türk Anayasal Gelişmeleri)

TANÖR, Bülent / YÜZBAŞIOĞLU, Nemci: 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa


Hukuku, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2001.

TANİLLİ, Server:Devlet ve Demokrasi, İstanbul,1993.

TAŞKIN, Ahmet: Açlık Grevleri ve Hak Arama Hürriyeti, A.Ü.E.H.F.D, C.VII,


Sayı:3-4 Aralık 2003.

TAŞKIN, Alim: “Adli Yardımın İşlevi ve Yardım Giderlerinin Geri Alınma


Zamanı” , TBBD, Y.2, S.3, 1999/3.

TEZCAN, Durmus / ERDEM, Mustafa R./ SANCAKDAR, Oğuz : Avrupa İnsan


Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Gözden Geçirilmiş
2.Baskı, Seçkin yay., Ankara 2004.

TEZİÇ, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul 1998.

TOKLU, Esat: İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi.

TUNGA, Onur: “Hukuk Devleti ve Savunma Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6.

TÜRK, Hikmet Sami: Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, İkinci Baskı, Ankara
1999.

UMUR, Ziya: Roma Hukuku Ders Notları, Beta Yay. 3. Baskı, İstanbul 1999.

UYGUN, Oktay: İnsan Hakları Kuramı – İnsan Hakları YKY Yay. , İstanbul 2002.

191
UZUNOĞLU, İsmet M: Emniyet Teşkilatında İnsan Hakları,
www.düzce.org/insanhaklari/rapor 02.html.

ÜNAL, Şeref : Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, Yetkin Yay. ,
Ankara, 1997.

ÜNVER, Yener: “Yargı Bağımsızlığı Açısından Hakimler ve Savcılar Yüksek


Kurulu”, İÜHFM, C:53, S.1 – 4, 1988 – 1990,

ÜZÜLMEZ, İlhan: “Suçsuzluk Karinesi ve Basın Özgürlüğü”, Fehiman Tekil’in


Anısına.

YAŞAMIŞ, Firuz Demir: “Yakınma Hakkının Kullanılma Biçiminin Düzenlenmesi


Üzerine”, AİD, Ankara, C.15 S.1, 1982.

YAVUZ, Nihat: “Hukuk Davalarında Davalının Savunma Vasıtaları”, AD. Y.66-


1975, S.5-6.

YAZICI, Serap: “Hukuk Devleti ve Demokrasi”, İstanbul Baro Dergisi, C.73, S.2.

YENİCE, Kazım: “Hak Arama Özgürlüğü ve Danıştay”, İnsan Hakları Yıllığı, Y.2,
1980.

YENİCE, Kazım / ESİN, Yüksel: Açıklamalı-Notlu İdari Yargılama Usulü, Ankara,


1983.

YERLİ, Fahrettin Kemal: “Kutsal Bir Hak:Savunma Hakkı”, ABD, C.78,S.2004/3.

YOKUŞ, Sevtap: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasasında Hak


ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yay., Ankara 2002.

YURTCAN, Erdener: “Anayasamızda 2001 yılında Yapılan Değişikliğin Ceza


Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukukuna Etkileri”, TBMM Anayasa Hukuku, 1.
Uluslar arası Sempozyumu.

YÜRÜK, Ayşe Tülin: “ Bilgi Edinme Hakkının Niteliği ve Amacı” , Eskişehir Baro
Dergisi, S.7, Haziran 2005.

192

You might also like