Professional Documents
Culture Documents
Hak Arama Hürriyeti: T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilimdali Yüksek Lisans Tezi
Hak Arama Hürriyeti: T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilimdali Yüksek Lisans Tezi
Onur ÇETİN
DANIŞMAN
2007
YEMİN METNİ
Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Hak Arama Hürriyeti” adlı çalışmanın;
tarafımdan, bilimsel ahlâk ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın
yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara
atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.
...../....../.........
Onur ÇETİN
ii
YÜKSEK LİSANS TEZ SINAV TUTANAĞI
Öğrencinin
Adı ve Soyadı : Onur ÇETİN
Anabilim Dalı : Kamu Hukuku
Programı : Tezli Yüksek Lisans
Tez Konusu : Hak Arama Hürriyeti
iii
ÖZET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAK ARAMA HÜRRİYETİ
Onur ÇETİN
Hak arama hürriyeti genel olarak kişilerin bir hukuk devletinde yargı
organları önünde davacı veya davalı olarak hak ve özgürlüğünü arayabilmek için
başvurabilmesi ve iddia, savunma ile adil, hakkaniyete uygun, uyuşmazlıktan önce
kurulmuş mahkemeler önünde yargılanma hakkının bulunması olarak
tanımlanabilir. Ancak hak arama hürriyeti yargı yolunun dışında farklı bir takım
yöntemlerin kullanılmasını da gerektirebilir. Ombdusman, direnme hakkı, sivil
itaatsizlik gibi hukuki olmayan bir takım yollar kullanılmak suretiyle de hak
arama özgürlüğü kullanılabilir.
iv
Hak arama faaliyetinin tam olarak gerçekleştirilebilmesi ve hak arama
yollarının herkese hiçbir engel olmadan tamamen açılabilmesi belli ilkelerin
varlığını gerektirmektedir. Hukuk devleti ilkesinin geçerli olmadığı devletin
kendini hukukla bağlı görmediği, rejimin demokratik usullere dayanmadığı temel
hak ve hürriyetlerin yeterince korunmadığı bir yerde hak aramadan ve böyle bir
özgürlükten bahsetmek de mümkün değildir. Bu nedenle çalışmamızda öncelikle
bu konulara yer verilmiş, hak arama bu kavramlar üzerine inşa edilmiştir.
Hak arama hürriyeti idari, siyasi ve yargısal tüm başvuru yollarını ifade
etmektedir. Bu bakımdan idari makamlara ve TBMM’ ye dilekçe ile yapılan her
türlü başvurular, mahkemelerde davalı veya davacı olarak bulunmak bu
hürriyetin ayrı görünümleridir. Bu yüzden hak arama hürriyeti açıklanırken
idareye yapılan başvurular, TBMM’ ye dilekçe ile yapılan istek ve dilekler, yargı
organlarındaki her türlü işlemler ayrı ayrı ele alınmalıdır.
v
ABSTRACT
Human being is the most intelligent living being in the nature; thus, every
rule in the nature has been made human-oriented. The joint effort of ali the
human rights îheories put forth to date is to make the person the objective of the
political system and enable him/her to to lead an honorable life. in order to ensure
that, basic rights and freedom that the individuals have should be protected and
the injustice in question should be eliminated by using certain methods in the
event of the violation of these rights. in this respect, the freedom of seeking remedy
expresses the concepts of justice, eouaîity and human rights and include these
concepts.
vi
Realization of seeking remedy in full and making the ways of seeking
remedy available to every one without any obstacle requires the existence of
certain principles. it is impossible to seek remedy and mention such freedom in a
place where the rule of law is not valid, the government does not deem itself as
related to the Iaw, the regime is not based on demoeratic procedures and basic
rights and freedom cannot be protected suffîciently. Therefore, these topics are
primarily ineluded in our study and seeking remedy is based on these concepts.
vii
HAK ARAMA HÜRRİYETİ
BİRİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TEMELLERİ
viii
D. İNSAN HAKLARININ DÜŞÜNSEL BOYUTLARI ....................................30
E. İNSAN HAKLARI İLE HAK ARAMA HÜRRİYETİ İLİŞKİSİ ..................32
İKİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA YOLLARI
ix
(ba) Niteliği ........................................................................................64
(ca) Tarihsel Gelişimi.........................................................................66
(da) Dilekçe Hakkının Etkinliği .........................................................67
(ea) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Sonuçları .............................69
(fa) Dilekçe Hakkının Kullanılmasına
Dair Kanunun İncelenmesi...........................................................70
(ga) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Engellenmesi ......................71
3. Yargısal Başvuru Hakkı .............................................................................72
a) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyeti .....................................................73
(aa) Genel Olarak ..............................................................................73
(ba) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Kaynağı ........................75
(ca) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyeti İle İlgili Sorunlar ...............76
(i) Genel Olarak ...........................................................................76
(ii) Yönetimde Demokrasi............................................................77
(a) İdari Usul İlkesi ................................................................78
(b) Bilgi Edinme Hakkı Ve Hürriyeti.....................................80
(c) Açıklık İlkesi ....................................................................81
(d) Gerekçe İlkesi...................................................................84
b) İdari Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Sınırları ................................86
(aa) Anayasadan Kaynaklanan Kısıtlamalar ......................................87
(i) Cumhurbaşkanının Tek Başına Yapacağı İşlemler ................87
(ii) Yüksek Askeri Şura Kararları ................................................87
(iii) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararları....................88
(iv) Memur ve Kamu Görevlileri Hakkında Verilecek Uyarma ve
Kınama Cezaları.......................................................................89
(v) Sayıştay Kararları ...................................................................90
(ba) Anayasanın Yargının İşleyişine İlişkin Kısıtlamaları.................90
(i) Takdir Yetkisi..........................................................................90
(ii) Yerindelik Denetiminin Yapılamaması..................................91
(iii) Yürütmeyi Durdurma Müessesesi.........................................92
c) Anayasa Yargısında Hak Arama Hürriyeti ..........................................93
x
(aa) Hak Arama Hürriyetinin Anayasa Yargısı Açısından
Değerlendirilmesi .................................................................94
(ba) İtiraz (Somut Norm Denetimi) Yoluyla
Hak Arama Hürriyeti ...................................................................95
(ca) İptal Davası İle Hak Arama Hürriyeti.........................................96
(da) Anayasa Yargısında Hak Arama Hürriyetinin Sınırları .............97
(i) İtiraz Yoluyla Denetimdeki Sınırlar ........................................98
(ii) İptal Davası İle Denetimdeki Sınırlar.....................................99
d) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyeti .....................................................100
(aa) Adli Yargı Kavramı ....................................................................100
(ba) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyetinin Değerlendirilmesi ........101
(ca) Anayasanın 36. Maddesinin Uygulama Alanı ............................102
(da) Adli Yargıda Hak Arama Hürriyetinin
Sınırları........................................................................................103
(i) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Hukuki Nedenler..............104
(a) Adli Yardım .....................................................................104
(b) Hak Arama Hürriyetinin Sağlanmasında
Avukatların Rolü...............................................................106
(c) Diğer Hukuki Nedenler.....................................................108
(ii) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Fiili Nedenler .................109
B. DİĞER HAK ARAMA YÖNTEMLERİ .......................................................111
1. Ombudsman ..............................................................................................112
2. Direnme Hakkı ...........................................................................................114
3. Sivil İtaatsizlik ...........................................................................................116
4. Pıcketıng.....................................................................................................117
5. Kamuoyu Baskısı .......................................................................................118
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ANAYASADA HAK ARAMA HÜRRİYETİ İLE İLGİLİ HÜKMÜN
İRDELENMESİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI
xi
B. HERKESİN YARGI MERCİLERİNE BAŞVURMA HAKKI ......................122
C. MEŞRU VASITA VE YOLLARI KULLANMA HAKKI .............................123
D. İDDİA VE SAVUNMA HAKKI ....................................................................125
1. İddia Hakkı.................................................................................................126
2. Savunma Hakkı ..........................................................................................127
E. MAHKEMELERİN GÖREV VE YETKİSİ İÇİNDEKİ DAVAYA
BAKMAKTAN KAÇINAMAMASI ........................................................129
II. ADİL YARGILANMA HAKKI ...........................................................................131
A. GENEL OLARAK AVRUPA İNSAN HAKLARI
SÖZLEŞMESİ MADDE 6 (ADİL VEYA DÜRÜST YARGILANMA
GÜVENCESİNİN İHLALİ) ............................................................................132
B. KAVRAM, TANIM VE TÜRK ANAYASASINDA ADİL YARGILANMA
HAKKI............................................................................................................136
1. Kavram ve Tanım.......................................................................................136
2. Türk Anayasası’ Nda Adil Yargılanma Hakkı İle İlgili
Düzenlemeler ............................................................................................137
C. ADİL YARGILANMA HAKKININ UYGULANMASINA İLİŞKİN
KURALLAR ...................................................................................................138
1. Adil Yargılanma Hakkının Konusuna İlişkin Sınırlamalar........................138
2. Adil Yargılanma Hakkının Kişiye İlişkin Sınırlamaları ............................140
3. Adil Yargılanma Hakkının Yargı Yerleri Açısından Uygulama
Alanları Ve Sınırları...................................................................................141
D. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ MADDE 6’ DA
DÜZENLENEN ADİL YARGILANMA HAKKINA İLİŞKİN
GÜVENCELER ...............................................................................................145
1. Bir Yargı Yerine Başvuru Hakkı................................................................145
2. Davanın Hakkaniyete Uygun Dinlenmesini İstemek Hakkı .....................147
3. Duruşmanın Halka Açıklığı .......................................................................149
4. Makul Sürede Yargılanma Hakkı...............................................................151
5. Mahkemenin Bağımsızlığı Ve Tarafsızlığı ................................................154
a) Mahkeme Kavramı...............................................................................154
b) Kanuni Mahkeme.................................................................................155
xii
c) Bağımsız Mahkeme .............................................................................155
d) Tarafsız Mahkeme ...............................................................................157
E. AİHS M 6’ DA SANIĞA TANINAN GÜVENCELER .................................158
1. Masumiyet Karinesi(AİHS m 6/2) .............................................................158
2. Sanığa Tanınan Asgari Haklar(AİHS m 6/3) .............................................162
a) Şahsına İsnad Edilen Fiilin Mahiyet ve Sebebinden En Kısa Zamanda,
Anladığı Bir Dille, Ayrıntılı Olarak Haberdar
Edilmek Hakkı(AİHS m 6/3-a) ............................................................162
b) Savunmasını Hazırlamak İçin Gerekli Kolaylıklara ve Zamana Sahip
Olmak Hakkı(AİHS m 6/3-b) .............................................................164
c) Bizzat veya Müdafi Vasıtasıyla Savunma Hakkı( AİHS m 6/3-c) ......167
(aa) Sanığın Bizzat Kendisini Savunması ..........................................167
(ba) Sanığın Müdafii Yardımından Ücretsiz Yararlanması Suretiyle
veya Kendisinin Bizzat Seçeceği Müdafii Yardımıyla Savunma
Hakkını Kullanması .....................................................................168
d) Tanıkların Dinlenmesinde Eşitlikten Yararlanma
Hakkı(AİHS m 6/3-d) ..........................................................................171
e) Bir Tercümanın Yardımından Meccanen(=Ücretsiz) Yararlanma
Hakkı (AİHS m 6/3-e)..........................................................................173
f) Etkili Başvuru Hakkı(AİHS’nin 13.Maddesi)......................................176
SONUÇ ......................................................................................................................180
KAYNAKÇA ............................................................................................................184
xiii
KISALTMALAR
C : Cilt
D : Daire
Dn : Danıştay
E : Esas
K : Karar
xiv
K.T : Karar Tarihi
Md. : Madde
No : Numara
RG : Resmi Gazete
S : Sayı
s : Sayfa
Y : Yıl
Yay. : Yayınları
xv
GİRİŞ
İnsanoğlu çok uzun yıllar boyunca belli hakları elde edebilmenin savaşını
vermiştir. Bu uzun mücadele dönemi süresince elde edilen haklar ise zamanla
yetersiz kalmış ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak yeni bir takım haklar talep
edilir hale gelmiştir. Belli bir zamandan sonra hak taleplerinin yerine, bu hakların
korunması ve hak ihlallerine karşı mevcut hakların aranması çok daha önemli bir
durum arz etmiştir. Hakların bireylere tanınmasının yanı sıra bunların diğer bireylere
ve devlete karşı korunması ve haksızlığa uğrayanların haklarına en etkin ve kolay bir
şekilde ulaşabilmeleri hak arama yollarının açık olmasıyla mümkündür.
Hak arama hürriyeti, hukuki olan bir takım yollar kullanılmak suretiyle
hakların aranması yanında, hukuki olmamakla birlikte temel hakların korunması için
gidilebilecek başka yolları da ifade etmek için kullanılan, kapsamlı bir özgürlüğü
çağrıştırmaktadır. Buna göre bireyler bir hak ihlaline uğradıklarını düşündüklerinde
bu ihlalin ortadan kaldırılması için değişik şekillerde davranabileceklerdir. Bireylerin
haklarını zedeleyen işlem ya da eylem bir idari birim tarafından yapılmışsa idareye
başvurularak bu konuda talepte bulunulabileceği gibi, bu idare organlarına veya idare
xvi
organlarını yönlendiren siyasi karar alma merci durumundaki parlamentolara dilekçe
ile de başvurulabilir. Bunun yanında bireylerin yargı mercilerine başvurarak
haklarının bu yargı organları tarafından tekrar tesis edilmesini isteme hakları da her
zaman mevcuttur.
Hukuki alanda hak arama, idari başvuru, dilekçe hakkını kullanmak suretiyle
siyasi başvuru ve Anayasa’nın 36. maddesiyle düzenlenmiş yargısal başvuru
olanaklarını içermektedir. Bu yollardan en önemlisi ve etkin olanı yargı yolunu
kullanarak hak arama faaliyetinin işletilmesidir. Bu nedenle hak arama özgürlüğü
denince akla ilk olarak hakların mahkemelere başvurmak suretiyle elde edildiği
düşüncesi gelmektedir. Oysa hak arama hürriyeti kavramı sadece yargı yoluna
inhisar ettirilemeyecek kadar geniş bir anlama sahiptir.
Günümüz açısından çok önemli bir fonksiyona sahip olan hak arama hürriyeti
konulu çalışmamızın ilk bölümü bu hürriyete kaynaklık eden temel kavramların
açıklanmasına ayrılmıştır. Çünkü belli bir takım kavramlar açıklığa kavuşturulmadan
hak arama hürriyetinin temel nitelikleri üzerinde konuşulamaz. Çalışmamızın ikinci
bölümünde hak arama kavramı, hak arama hürriyetinin önemi, mahiyeti, tarihçesi ve
hak arama yolları üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmaya çalışılacak, son bölümde
ise hak arama hürriyeti içerisinde değerlendirilen ve yargılama hukukunun en önemli
ilkesi olarak kabul edilen adil yargılanma hakkının unsurları ve içerdiği hak
kategorileri açıklanmaya gayret gösterilecektir
xvii
BİRİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TEMELLERİ
Uygarlık tarihinin başladığı günden itibaren insanlar hep bir takım haklara
sahip olabilmenin mücadelesini vermişlerdir. Bu mücadele ilk olarak temel haklara
sahip olabilmeyi hedefleyerek başlamıştır. İnsanlar bu hakların mücadelesini
yüzyıllar boyunca vermişler ve bu uğurda çok fazla kan akıtmışlardır. Bu
mücadeleler sonucunda, insanın insan olarak doğuştan elde ettiği devredemeyeceği,
yoksun kalamayacağı haklara sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak
bu hakların varlığı zamanla yeterli görülmemiş, ortaya çıkan fikir akımlarının
etkisiyle insanlar daha farklı hakları talep etmeye başlamışlardır. Bu talep de süreç
içerisinde olumlu gelişmelere sahne olmuş, günümüzdeki hak ve özgürlükler elde
edilmiştir. Hayat standardının her geçen gün artması ve teknolojinin gelişmesi yeni
hakların talep edilmesini sağlamaktadır. Ancak bundan daha önemlisi insanlar için
sahip oldukları hakları kullanma, haklarını arama olgusu olmuştur. Haksızlığa
uğradığını düşünen bir kişi, bu haksızlığı ne şekilde bertaraf edeceğini, yani hakkını
arayabilme olanaklarının açık olduğunu bilmek ister. İşte hak arama hürriyeti
insanlığın yüzyıllar boyunca savaşarak elde ettiği haklarını ne şekilde kullanacağını,
bu haklarını koruma yollarını somut bir biçimde gösterir.
1
I. TEMEL KAVRAMLAR
A. HAK KAVRAMI
Hak kavramı toplumsal yaşama geçiş ile ortaya çıkmış ve zamanla büyük
değişimler geçirmiştir6. Hak anlayışının ortaya çıkmasında devlet organizasyonunun
varlığı önemli rol oynamış ve devlet insanların sahip olduğu hakları koruyacağı
teminatını vermiştir. İlk olarak soyut biçimde değerlendirilen hak, zamanla daha elle
1
Çoban, Ali Rıza: Türk Hukukunda “Hak Arama Özgürlüğü”, İzmir 1995 (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi) s. 1.
2
Çeçen, Anıl: İnsan Hakları, Savaş Yayınları, Ankara 2000, s.9.
3
Akıllıoğlu ,Tekin: İnsan Hakları -1-, Ankara 1995, s.7; Öztan, Bilge: Medeni Hukukun Temel
Kavramları, Turhan Kitabevi, Ankara 2002, s.57.
4
Çeçen: s.12.
5
Donnely, Jack: Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, (Çeviren Mustafa Erdoğan – Levent
Korkut), Ankara 1995, s.19; Erdoğan, Mustafa: İnsan Hakları Öğretisine Giriş, H.Ü.İ.İ.B.F.D. , C.
11/1993, s.23; Çoban, s.13; Demircioğlu,Yaşar :Medeni Usul Hukukunda İnsan Hakları ve Adil
Yargılanma Güvenceleri, (Yayınlanmamış Y.L. Tezi) Ankara 2003, s.1.
6
Çeçen, s.11.
2
tutulur ve somut bir hale gelmiş, devlet de meydana gelen bu gelişmelerin dışında
kalamamış; hak konusunda daha dinamik bir tutum sergilemiştir7.
Hakkın diğer bir özelliği ise; yere, topluma ve zamana göre değişken bir
içeriğe sahip olmasıdır8. Bir toplumun daha önceleri hak olarak gördüğü bir durum
zamanla ortadan kalkabilir veya hak olmayan bir durum zaman içerisinde bu hale
gelebilir. Bu izah edilen durum hakkın değişken yapısıyla açıklanabilir.
Hakkın niteliği konusunda başlıca üç görüş vardır. İrade görüşüne göre hak;
kişilere hukuk düzeni tarafından tanınan irade kudreti, menfaat görüşüne göre hak;
hukukça tanınan bir çıkar, karma görüşe göre ise hak; hukuken korunan ve
yararlanılması bu hak sahibinin iradesine bırakımlaş menfaattir9.
B. ÖZGÜRLÜK KAVRAMI
7
Çeçen, s.11.
8
Çeçen, s.10.
9
Çoban, s.16; Toklu, Esat: İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi,
s.6; Baştuğ, İrfan: Hukukun Temel İlke ve Kavramları, İzmir, 1975; Bilge, Necip; Hukuk Başlangıcı,
Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş, 2. Bası, Ankara 2000, s. 206 – 208.
10
Erdoğan, “İnsan Hakları” s.25; Çoban, s.14; Uygun ,Oktay: İnsan Hakları Kuramı – İnsan Hakları
YKY Yay. , İstanbul 2002, s.13.
11
Kaboğlu, İbrahim Özden: Özgürlükler Hukuku, Afa Yay. , 4. Baskı, İstanbul 1998.
3
kendisinin efendisi olmasıdır12. Özgürlük; kişinin bulunduğu toplum içerisinde
sahip olduğu bağımsızlık alanı olup, bu alan toplumsal ve kamusal alanın sınırını
teşkil etmektedir13. Özgürlük kavramı da tıpkı hak kavramı gibi zaman ve yere göre
değişiklikler göstermekte ve dinamik bir yapıyı arzetmektedir14.
12
Sencer, Muzaffer: “Hak ve Özgürlük Kavramı”, İnsan Hakları Yıllığı, Cilt:14, 1992, s.3; Erdoğan,
“Anayasal Demokrasi” s.27; Çoban, s.19; Demircioğlu, s.2; Kapani, Münci: Kamu Hürriyetleri,
Yetkin Yay. , 7. Baskı, Ankara, 1993, s.3.
13
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku” s.11; Demircioğlu, s.2; Kapani, s.4.
14
Toklu, s.7.
15
Çeçen, s.41; Kapani, s.8; Sencer, s.9; Çoban, s.19; Ünal, Şeref : Temel Hak ve Özgürlükler ve
İnsan Hakları Hukuku, Yetkin Yay. , Ankara, 1997.
16
Kapani, s.8; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.10; Çoban, s.19.
17
Kapani, s.9.
4
beraberinde getireceğini vurgulamaktadır18. Anlaşılacağı üzere özgürlük ile eşitlik
arasında çok hassas bir denge vardır ve bu kavramlardan birinin arka planda kalması
en çok insanlara zarar verecektir19. Ancak özgürlüğün mutlaka eşitlik ile anlam
bulacağı, eşitliğin sağlanmadığı bir ortamda özgürlüklerin eksik kalacağı ve eşitliğin,
özgürlüğün tamamlayıcısı olduğunu söylemek de doğru olacaktır20.
Hak ve özgürlük kavramları tarihsel süreç içerisinde çoğu kez iç içe ve birbiri
yerine kullanılmıştır. Bu kavramların aralarında nüans farkları bulunduğu, bunların
aynı anlama gelmediği söylenebilir. Ancak bu kavramlar birbirinden kesin çizgilerle
ayrılamayacak şekilde ilişki içerisinde bulunmaktadırlar. İki kavram arasındaki bu
yakın ilişki hak ve özgürlüklerin tümüne birden “kamu özgürlükleri” şeklinde
söylenmesini sağlamıştır. Kamu özgürlükleri, insan hakları düşüncesinin devlet
tarafından tanınarak, pozitif hukuk metinlerine yansıtılmasını ifade etmektedir22.
Söz konusu kavramlar Fransız İhtilaline kadar felsefi temelleri ile ortaya
konmuş, iki kavram geniş ölçüde eşanlamlı olarak kullanılmış ve hakka, kişi
özgürlüklerinin temel güvencesi olarak bakılmıştır23. Bu düşüncenin izleri
günümüzde de devam etmektedir. Yani her hakkın bir özgürlüğe karşılık geldiği, iki
kavramın tek bir gerçeğin iki yönü olduğu, biri olmadan diğerinin varlığından söz
edilemeyeceği, sonuç olarak her iki kavramın aynı anlamı taşıdığı fikri bugün için de
18
Kapani, s.11; Sencer, s.9-10; Çoban, s.19.
19
Kapani. s.13.
20
Kapani, s.12; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.15.
21
Tanilli, Server:Devlet ve Demokrasi, İstanbul,1993;Çoban,s.20.
22
Kapani, s.14; Tanör, Bülent: Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Bds Yay. , İstanbul, 1994, s.13;
Gözübüyük, Şeref: Anayasa Hukuku, 10. baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2002, s.93.
23
Sencer, s.3.
5
bazı yazarlarca savunulmaktadır24. Özgürlüğün soyut ve geniş kapsamıyla somut
olan hakkı ortaya çıkardığı, tüm hakların kökeninde özgürlüğün yer aldığı, anayasa
ve pozitif hukuk metinleri aracılığıyla özgürlüklerin kişilere hak olarak tanındığı
görüşü de bu iki kavram arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmaktadır25.
Bir diğer yaklaşıma göre ise; hak özgürlükten daha kapsamlı olup, onu da
bünyesinde taşımakta, özgürlüğün kullanılması için başkasının olumlu bir ediminin
gerekmemesine karşın, hakkın kullanılmasında etkin ve olumlu bir davranış tarzı söz
konusu olmakta, özgürlüğün bu nedenle herkese tanınmış olan bir insan hakkı olarak
kabulünün söz konusu olduğudur26. Özgürlük başlı başına bir hak olarak
algılanmaktadır.
D. DEMOKRASİ
24
Kubalı ,H. Nail: Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Siyasal Rejimler, İstanbul, 1964, s.141.
25
Akın, İlhan F.: Kamu Hukuku, Beşinci baskı, Beta Yayını, İstanbul, 1987, s.264.
26
Kapani, s.13; Sencer, s.3; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.4.
6
çıkmasına neden olmuştur27. Bilindiği gibi demokrasi deyimi ilk olarak Eski
Yunan’da kullanılmış, “demos” yani halk ile “Kratos”, Hakimiyet – İktidar
köklerinden meydana gelmiştir. Kısaca “Halkın Hakimiyeti” anlamını taşımaktadır
ve aslında en yalın olarak da bu şekilde tanımlanabilir.
27
Çeçen, s.55; Köktaş, M. Emin: “Demokrasi Ölçümleri Bağlamında Türkiye’de
Demokrasi”,Türkiye İdare Dergisi, Y.1974, S.435, Haziran 2002, s.117.
28
Çeçen, s.55; Gözübüyük, s.22; Gören, Zafer: Anayasa ve Sorumluluk, C.1, Dokuz Eylül
Üniversitesi Yay., İzmir 1999, s.10; Özer, Atilla: Türklerde Devle Anlayışı ve Demokratik Rejim,
Ankara 2002, s.60.
29
Özer, s.61.
30
Kapani, s.172; Gözübüyük, s.23.
31
Çeçen, s.53.
7
göstermiştir. İnsan haklarının olmadığı yerde demokrasiden, demokrasinin olmadığı
yerde insan haklarının varlığından söz edilemez32. Bu yüzden demokrasi rejimi
insanı en üst değer olarak görür ve insan haklarını en üst noktaya taşımaya çalışır.
E. HUKUK DEVLETİ
Hukuk Devleti ilkesi, çok uzun yıllar boyunca bir takım aşamalardan geçerek
günümüzdeki anlamını kazanmış, üzerinde çok fazla durulmuş ve birçok yazar
tarafından tanımlanmaya, açıklanmaya çalışılmıştır. Hukuk Devleti ilkesi, üzerinde
genişçe durulması gereken apayrı bir çalışmanın konusudur. Bu yüzden konumuz
32
Türk, Hikmet Sami: Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, İkinci Baskı, Ankara 1999, s.32;
Selçuk, Sami: Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü, Yeni Türkiye Yay. , Ankara 2001, s.50.
33
Çeçen, s.58; Gözübüyük, s.22; Gören, s.19.
34
Çeçen, s.58; Gözübüyük, s.22.
35
Kapani, s.173.
36
Selçuk, s.50.
8
açısından önemli olan, hukuk devleti ile hak arama hürriyeti arasındaki bağı
kurmaktır.
Bilindiği gibi, 1982 Anayasasının 1. maddesinde Türkiye Devletinin bir
Cumhuriyet olduğu söylendikten sonra, 2. madde de Cumhuriyet’in nitelikleri
sayılmış ve bu nitelikler arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiştir. Cumhuriyet’in nitelikleri arasında sayılan Hukuk Devleti ilkesinin bir
tanımı Anayasa ve diğer pozitif hukuk metinlerinde yapılmamıştır. Bu tanım doktrin
ve içtihatlara bırakılmıştır. Bu kavram yer, zaman ve kişiye göre değişiklik
arzettiğinden farklı tanım ve yorumlar ortaya çıkmıştır.
Hukuk Devleti kavramı ilk defa 1860’lı yıllarda iki Alman hukukçu
tarafından kullanılmış, felsefi temelleri Fransız Devrimi ile atılmış ve Fransız İnsan
ve Yurttaş Hakları bildirgesi ile (1789) hayat bulmuştur37. Bu bildirgede hukuk
kurallarının üstünlüğü kabul edilmekte, temel haklar Anayasa ve yasalarda yer
almakta, yasalar hükümet ve idareyi bağlayan normlar haline gelmekteydi. Böylece
başta bulunan siyasal iktidarın keyfiliğine son verilip devlet iktidarı sınırlandırılmış
olacaktı. Fransız Devrimi ile ortaya çıkan bu kavram idari yargı denetiminin
gelişmesi ile, sistematik hale gelerek 19. yüzyılın sonunda birçok devlet bakımından
kabul gördü ve şimdiki anlamını kazandı38. Hukuk Devleti, devletin bütün eylem ve
işlemlerinin hukuk kurallarına dayandığı, ülkedeki hukuk düzenine yalnız bireylerin
değil, idarenin de uyduğu; vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulunduğu ve insan
haklarına saygıyı kendine amaç edinmiş bir sistemi ifade etmektedir39. Hukuk
Devleti ilkesinin açıklanmasında Anayasa Mahkemesi de kararlarında “Hukuk
Devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzenini
kuran ve bunu devam ettirmekle kendini hükümlü sayan, bütün davranışlarında
37
Kaboğlu, İbrahim Ö: Türkiye’de Hukuk Devletinin Gelişimi, İnsan Hakları Yıllığı, C. 12, 1990,
s.139; Atay, Ender Ethem: İnsan Haklarının Gerçekleştirilme Şartı Olarak Hukuk Devleti, Polis
Dergisi, Y. 9, S.36, Temmuz - Ağutos - Eylül, 2003, s.104.
38
Kaboğlu, Hukuk Devleti, s.140; Atay, s.105; Onar, Sıddık Sami: İdare Hukukunun Umumi
Esasları, C. 1, 3. Bası, İstanbul 1966, s.141.
39
Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku,Yetkin yay.,Ankara 2003, s.89; Akad, Mehmet: Teori ve
Uygulama Açısından 1961 Anayasasının 10.Maddesi.İstanbul, 1984,s.131; Özay, İlhan: Gün Işığında
Yönetim,Alfa yay.,İstanbul 1996,s.109-110; Atay,s.105; Gözübüyük, s163; Özer,s.91; Atar,
Yavuz:Türk Anayasa Hukuku,Mimoza yay.,Konya 2000,s.68;Boyacı,Ender Kamil: “Hukuk Devleti
ve Savunma Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.735; Tunga,Onur: “Hukuk Devleti ve Savunma
Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.704.
9
hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun, bütün eylem ve işlemleri yargı denetime
bağlı olan devlet demektir”40 şeklinde birçok tanım yapmıştır.
Hukuk Devletinin diğer özelliği ise, temel hak ve hürriyetleri garanti altına
almasıdır. Temel hak ve hürriyetler daha önce de belirttiğimiz gibi demokratik
rejimin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu hak ve hürriyetlerin tam olarak sağlanmadığı
40
E.1976/1,K.1976/28,K.T.25.05.1976,AMKD.,S.14,s.189.
41
Erdoğan, Mustafa: Anayasal Demokrasi, Ankara 1999, s. 83; Atar, s.68; Atay, s.106.
42
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku” s.143; Atay, s.106.
43
Özbudun, s.96; Atay, s.70 – 71; Çeçen, s.275.
10
veya bunların kullanılmasını engelleyecek derecede sınırlandırıldığı bir yerde hukuk
devleti vardır denemez. Hukuk Devleti’nin bir diğer özelliği ise; kanunların anayasa
uygunluğunun denetiminin yapılmasıdır. Türkiye’de hukuk devleti ilkesine geçişin
1961 Anayasası ile olduğu söylemi de bu özellikten kaynaklanmaktadır. Çünkü
kanunların Anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir kurum 1961 Anayasasından
önce oluşturulmamıştı. 1961 Anayasasıyla birlikte Anayasa Mahkemesi kurularak,
kanunların anayasaya uygunluğu konusundaki denetim görevini ifa etmeye başlamış
ve böylece hukuk devletinin bu gereği de sağlanmıştır.
Hukuk Devleti ilkesinin bir diğer şartı ise, idarenin her türlü eylem ve
işleminin kanunlarla düzenlenmiş olmasıdır. İdare yaptığı tüm faaliyetlerde
kanunlara uygun davranmakla yükümlüdür. İdare hukuk dışı hiçbir eylemde
bulunamaz. Hukuk Devleti ilkesinin belki de en önemli unsuru ise; idarenin her türlü
faaliyetinin yargı denetimine tabi olmasıdır. İdare her türlü eylem ve işleminde
hukuka uygun davranmakla yükümlü olmasına karşın, bu yükümlülüğü yerine
getirmek istemeyebilir ve hukuk dışı işlemlerde bulunabilir. İdarenin bu keyfiliği ise
bir kaos ortamının oluşmasına neden olabilir. Hukuk devletinin özü idarenin her türlü
davranışının yargı denetimi altında olmasıdır. Ancak bilindiği gibi, idarenin bir takım
eylem ve işlemleri değişik saiklerle yargı denetimi dışında bırakılmakta; böyle bir
denetim “sözde yargı denetimi”, böyle bir devlet anlayışı da “kendine özgü bir
hukuk devleti” olarak tanımlanmaktadır44. Etkin bir yargı denetiminin bulunmadığı
yerlerde, gerçek anlamda bir hukuk devletinin varlığından söz etmek de mümkün
olamaz. Ancak yargı denetiminin etkinliği ve kanunların Anayasa’ya uygunluğu da
önemli bir konudur. Kanunların kendisi Anayasa’ya aykırılık ihtiva ediyorsa, bu
durumda vatandaşların anayasal hakları ihlal edilmiş olacaktır45. Anayasa
Mahkemesi kararlarında da, idarenin yargısal denetiminin hukuk devleti için olmazsa
olmaz koşulu olduğu, hukuk dışı davranmakta ısrarlı olan idarelerin ancak yargı
erkinin gücü ile frenleneceği belirtilmiştir46.
44
Kaboğlu, Hukuk Devleti, s.143; Özay, s.110; Özer, s.98; Özbudun, s.97; Toklu, s.36.
45
Özbudun, s.100; Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.143 – 144
46
“Hukuka uymayan bir idareyi bu tutumundan vazgeçiren, onu meşruluk ve hukukilik sınırı içinde
kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve yetkisidir.” AYM. , 21.01.1977 gün ve E:
1976/43, K: 1977/4, AMKD, 1978, s.15.
11
Hukuk Devleti ilkesinin bir diğer şartı da, idarenin faaliyetleri sırasında
verdiği zararları karşılamak durumunda olmasıdır. İdare faaliyetlerini
gerçekleştirdiği esnada, herhangi bir özel şahsa veya kuruluşa zarar vermişse, bu
zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğünü yerine getirmek istemeyen
idareler bu zararı yargı yoluna başvurulması durumunda mecburi olarak karşılarlar.
Hukuk Devleti ilkesinin son şartı ise, yargı organının bağımsızlığı ve hakim
teminatının sağlanmış olmasıdır. Denetim faaliyetini gerçekleştirecek olan makamın
dış baskılara maruz kalması ve teminatsız bulunması, görevini yerine
getirememesine neden olacağı gibi, yargı denetiminin ciddi ve etkin olduğu da
söylenemeyecektir. Bağımsızlık deyimi bir organın diğer organların müdahalesi
olmadan faaliyetlerini yerine getirmesini ifade ederken, mahkemelerin bağımsızlığı
ise hakimlerin her türlü baskıdan uzak, tamamen hukuka ve vicdanlarına göre adil,
objektif kararlar vermesini anlatır47. Hakimler kararlarını hukuka aykırı olarak başka
kurumların telkinine göre veya davadaki taraflardan herhangi birinin etkisi ile
verirlerse, bu zamanla tüm toplumun adalete olan güvenini sarsacak, bu da temel hak
ve hürriyetlerin, demokrasinin, en önemlisi Hukuk Devletinin erozyona uğramasına
neden olacaktır48.
47
Ünver, Yener: “Yargı Bağımsızlığı Açısından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”, İÜHFM,
C:53, S.1 – 4, 1988 – 1990, s.153; Özer, s.95.
48
Çeçen, s.118; Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.144; Özer, s.95.
49
2.10.1995 gün ve 22431 sayılı Resmi Gazete s.24 – 25, (27.4.1993 gün ve E: 1992/37, K: 1993/18)
12
yapabilmelerini sağlayan bir kurumdur. Burada söz konusu olan, hakimin kişisel
yararı olmayıp, kamunun yararıdır. Hakimlik teminatının amacı, hakimlerin kişisel
nüfuz ve itibarlarının yükseltilmesi ve huzurlarının sağlanmasından çok, hakimlerin
özgür ve tarafsız karar verebilmelerini sağlamak, dolayısıyla topluma, adaletin her
türlü baskı ve etkiden uzak olarak dağıtıldığı hususunda güven vermektedir”50
şeklinde karar vermiştir.
50
15.5.1963 gün ve E: 1963/125, K: 1963/112; AMKD, S.1, Ankara 1964, s.233.
51
Kunter, Nurullah: Muhakeme Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yay., İstanbul 1989,
s.320 – 326; Atar, s.267.
52
Özay, s.111 – 112, Yazar “ cüppe insanı papaz yapmayacağına göre” sırf Anayasa’da yazılmış
bulunmak bir düzeni Hukuk Devleti kılmaz şeklinde Frenkler zamanında söylenen bir özdeyişi
kullanmıştır.
13
gelişmesi ve kökleşmesi, o yerde idarenin keyfiliğini sınırlayan ve tamamen hukuka
uygun işlemler yapmasını sağlayan bir devlet anlayışının ortaya çıkmasını
sağlayacaktır53. Demokrasi temel hak ve hürriyetleri koruma altına alan, halkın kendi
kendini yönetmesini sağlayan, insan haklarını temel hedefi olarak gören bir rejim
olduğuna göre, demokratik yönetimin gelişmesi, hukuk devleti ilkesini beraberinde
getirecektir.
53
Selçuk, s.144; Yazıcı, Serap: “Hukuk Devleti ve Demokrasi”, İstanbul Baro Dergisi, C.73, S.2,
s.259.
54
Kaplan, Gürsel: “Hukuk Devleti Açısından İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü ve Sınırları”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi,, İstanbul 1999, s.34.
55
Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.146.
14
Demokrasi” adı verilmiştir56. Anayasal demokrasi terimi için kısaca demokratik
hukuk devleti veya hukuk yoluyla demokrasi de denilebilir.
56
Erdoğan, “Anayasal Demokrasi”, s.76; Kaplan, s.36.
57
Çeçen, s.102; Kaplan, s.37.
58
Çeçen, s.102; Kaboğlu, “Hukuk Devleti”, s.145; Kaplan, s.37.
59
Çeçen, s.102 – 112;Demirbaş,Timur:Türk Ceza Hukukunda İşkence Suçu, D.E.Ü.H.F.Döner
Sermaye İşletmesi.yayın no:23, Ankara, 1992,s.1.
15
Bilindiği gibi, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, nasyonal – sosyalist
ve faşist akımların etkisiyle insan hakları ve insan onuru hiçe sayılmış, birçok insan
yok yere katledilmiştir. Bundan sonra insan hakları kavramı ve hukuk devleti
ilkesinin önem kazandığını görmekteyiz. İlk olarak 1919 Weimer Anayasası ve 1947
tarihli İtalyan Anayasaları’nda insanın dokunulmaz haklara ve aynı sosyal onura
sahip olduğu açıklanmış, bu görüş zamanla birçok ülkenin anayasasına ilham vermiş
ve siyasal iktidarların insan haklarını temel alarak düzenlemelerde bulunmasını
sağlamıştır60. Böylece insan hakları kavramı hemen hemen bütün devlet
Anayasalarında yer almış ve hukuk devleti ilkesinin çekirdeğini oluşturmuştur.
Zaman içerisinde insan hakları kavramı o kadar büyük bir öneme sahip
olmuştur ki, insan haklarının sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası platformda da
korunması ve böylece ortak bir hukuk düzeni yaratılması söz konusu olmuştur61.
İnsan hakları, evrensel normları ifade etmektedir. Bu yüzden uluslararası
mekanizmalar aracılığıyla bir denetim sistemi oluşturulmaya başlanmıştır. Böylece
devletlerin kendi vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmesi halinde,
oluşturulan bu evrensel hukuk, söz konusu devletlere gerekli yaptırımları
uygulayabilmektedir.
4. İnsan Onuru62
60
Akad, s.24 – 30; Kapani, s.308; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.34.
61
Çeçen, s.128; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.43.
62
Şimşek, Oğuz : “Anayasa Hukukunda İnsan Onuru Kavramı ve Korunması”, ( Yayınlamamış
Doktora Tezi ), İzmir 1999
16
İnsan onuru insanın doğal eşitlik ve özgürlük haklarının varlık nedeni olup
insan için vazgeçilmez nitelikteki mutlak, dokunulmaz, yalnızca insan olmak hasebi
ile kazandığı temel değeri ifade etmektedir63. Her insan toplum içinde varlığının
diğer bireylerce tanınmasını saygı duyulmayı beklemektedir. Bu beklenti aynı
zamanda bir talep hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyler kendilerine saygı
gösterilmesini talep etme hakkına sahiptirler. İnsan onuru insanın özerkliğinin varlık
nedeninin özünü teşkil etmekte, insanın özüne dokunulamayacağı temel fikrine
dayanmaktadır 64.
Rejimini demokrasi kültürü olarak kabul etmiş olan devletlerde insan onuru
en üstün hak kategorisinde yer almaktadır. İnsan onuru en üst değer olarak kabul
edilmektedir. İnsan onuru ilkesi insanın bireysel ve toplumsal varlığının temel
koşullarını sağlayan ve devlete yükümlülük getiren bireylere saygı gösterilmesi
gerektiğini ifade eden bir anlayıştır65.
İnsan onuru kavramının hak arama hürriyeti ile ilişkisini kurmak çalışmamız
açısından asıl önemli olandır. Hak arama hürriyeti olarak ifade ettiğimiz temel insan
hakkının asıl hedefi bireylerin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin güvence
içerisinde bulunmasıdır. Bu nedenle hak arama hürriyetinin kaynağı insan onuru
kavramında saklıdır. Aynı şekilde hak arama hürriyetinin yargılama aşamasında
görünümü olan adil yargılanma hakkı ve daha özel olarak hukuki dinlenilme
hakkının da insan onuru kavramıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Adil yargılanma
ve hukuki dinlenilme hakkı ile yargılamada bireylerin yargılamanın objesi haline
getirilmesi, küçük düşürülmesi engellenmiş ve bireyin yargılama sujesi olarak ona
saygı gösterilmesi kendisini hiçbir baskı olmadan ifade etmesi böylece yargılamada
etkin olması sağlanmaktadır66.
63
Şimşek, s.3-7; Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Yetkin
Yay., Ankara 2003, s.43.
64
Şimşek, s.7; Özekes, s.45.
65
Şimşek, s.45
66
Pekcanıtez, Hakan: “Hukuki Dinlenilme Hakkı”, Seyfullah Edis’e Armağan, İzmir 2000, s.756;
Özekes, s.44; Şimşek, s.168-169.
17
İnsan onuru kavramının somut olarak ortaya koymak ve bir tanımını vermek
çok zor olarak görülmektedir. Bunun temel nedeni insan hakları kavramının anayasa
hukuku içerisinde en soyut konulardan biri olmasıdır. İnsan onuru kavramının kısaca
insanın doğasını, özünü insanın insan olması sebebi ile sahip olduğu değerleri, ifade
ettiğini söylemek mümkündür67.
A. GENEL OLARAK
67
Şimşek, s.250;Özekes, s.40-42.
68
28.06.1966 tarih ve E.1966/132, K. 1966/29, RG 27.06.1967.
69
Çeçen, s.3.
18
şekilde hayatını sürdürebilmesi, aslında insan haklarının bir parçasını oluşturmakta
ve insan farkına varmadan bu haklarla iç içe yaşayıp, bu haklardan
70
yararlanmaktadır .
İnsan hakları üzerine yapılacak bir çalışma hukuk biliminin sınırlarını aşar.
Hukuk dışında felsefe, siyaset bilimi, tarih v.b. gibi alanların bu kavramın
70
Çeçen, s.3; Ünal s.7.
71
Çeçen, s.3 – 4; Ünal, s.7; Donnely, s.22.
72
Donnely, s.22.
73
Ünal, s.9; Uygun. S.13; Demircioğlu, s..1.
74
Daver,Bülent: “İnsan Hakları ve Türkiye”, Prof. Dr. Fadıl H. Sur’ un Anısına Armağan, s.526;
Türk, s.3 – 4.
75
Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.133; Erdoğan, “İnsan Hakları”, s.32; Türk, s.3; Uygun, s.14.
19
açıklanmasında önemli katkısı olacaktır. İnsan hakları kavramı o kadar geniş
kapsamlıdır ki, başlı başına bir çalışmanın konusunu oluşturur. Bu nedenle; konumuz
açısından, insan haklarını belirli sınırlar çizerek açıklama gayreti içerisinde olacağız.
Bizim amacımız, insan hakları ile hak arama hürriyeti arasındaki bağı ortaya
koymaktır. Bilindiği gibi, hak arama hürriyetinin bizatihi kendisi bir insan hakkıdır.
Bu nedenle insan hakları için geçerli olan hemen tüm öğeler hak arama hürriyetinin
de konusunu oluşturmaktadır. Bu açıdan, insan haklarının tanımını yapmak, felsefi
temelleri ve düşünsel boyutları üzerinde durmak konumuzun aydınlatılması için
yararlı olacaktır.
İnsan hakları kavramının, insanlığın var oluşu kadar eski olması, başlı başına
insanların haklarını kazanmak için yaptıkları mücadeleyi tanımlaması ve
günümüzün en önemli temel konularında biri durumunda bulunması, bu kavramın
tam olarak açıklığa kavuşturulmasını gerektirmektedir. Tarih boyunca bu kavram
tanımlanmaya çalışılmış, insan haklarının farklı boyutları dikkate alınarak farklı
tanımlamalar yapılmıştır. Hatta belli kavramlar insan hakları ile yakından ilişkili
olması nedeniyle, sanki insan haklarıyla eş anlamlıymış gibi kullanılmıştır. Bu
yüzden öncelikle insan haklarına çok yakın olan birtakım kavramlar ortaya
konulmalıdır.
İnsan hakları ile karıştırılan ilk terimin “kişi hakları” olduğu söylenebilir. Bu
haklar 17. ve 18. yüzyılda özellikle Fransız Devrimi sırasında ortaya çıkan ve
ticaretle zenginleşen burjuvanın kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için ve feodal
düzeni yıkma amacıyla dünya literatürüne kazandırdığı hak kategorisini
göstermektedir. Klasik haklar olarak da adlandırılan bu hakların temel özelliği,
kişilerin diledikleri gibi hareket etmesi, devletin bireylere karışmaması, pasif bir
tutum sergilemesidir. İşte tarihi süreçte ilk olarak ortaya çıkan bu haklar, insan
haklarının ilk kategorisini oluşturmakla birlikte, bugün için bu haklar Anayasalarda
20
yalnızca negatif statü haklarını ifade etmek için kullanılmaktadır ve insan hakları
kavramını karşılamamaktadır76.
Yurttaş veya vatandaş hakları ise, yine insan hakları kavramının bir alt
kategorisini oluşturmakta ve yalnızca vatandaşlara özgü verilen, onlara tanınan
hakları ifade etmek için kullanılmaktadır77. Ancak zaman içerisinde vatandaş
haklarının, insan hakları gibi kabul gördüğü de belirtilmelidir. Oysa insan hakları,
vatandaş haklarına oranla daha kapsamlı bir içeriğe sahiptir ve vatandaş olan –
olmayan ayrımı bu haklar için yapılmamaktadır.
İnsan hakları ile karıştırılan bir diğer kavram ise kamu özgürlükleridir. Kamu
özgürlükleri, belli hak ve hürriyetlerin Anayasa ve kanunlar tarafından düzenlenip,
sınırlarının tespit edilerek, insanlara kullanım imkanının tanınmasını, bu hakların
idareye ve yasa koyucuya karşı ileri sürülebilmesini ifade eder78. Bu anlamda insan
haklarının devlet tarafından tanınarak, pozitif metinlere geçmesi ile kamu
özgürlükleri deyimi ortaya çıkmaktadır. Ancak, insan hakları, kamu özgürlükleri
kavramından daha geniştir. İnsan hakları sadece Anayasa, kanunlar yani pozitif
metinlerle insanlara tanınan hakları değil, insanların kullanabileceği her türlü hak ve
özgürlük ile olması gerekene dair ideal programlar listesini ifade etmektedir79.
İnsan haklarına çok yakın olan ve hatta insan haklarının yerine ikame edilen
bir diğer kavram ise temel haklardır. Temel haklar kavramı, devletin var oluşundan
önce mevcut bulunan hakların Anayasalarda somutlaşmasını, devlet güvencesinin bu
şekilde sağlanmasını ifade eder80. Türk Hukuku’nda da temel hakları anayasal
güvenceye bağlanan haklar olarak anlama eğilimi söz konusudur. Temel haklar
deyimi, diğer haklara temel teşkil eden esas haklar, diğer haklardan yararlanmanın
temeli olan haklar şeklinde de anlaşılmaktadır81. Temel hakların ifade ettiği son
anlam ise, ulusal ve uluslar arası tüm pozitif metinler ile uluslar arası sözleşmeler ve
76
Uygun, s.22; Çoban, s.25.
77
Uygun, s.16.
78
Kapani, s.14; Tanör, s.14; Uygun, s.16; Atar, s.89; Gözübüyük, s.93.
79
Kapani, s.14; Tanör, s.14; Demircioğlu, s.2.
80
Kapani, s.14; Gören, s.14; Uygun, s.16; Atar, s.89.
81
Donnely, s.49; Atar, s.89.
21
demokratik Anayasalar ile tanınmış hak ve hürriyetlerin insan tarafından
kullanılabilir olmasıdır82. Ancak bazı yazarların temel haklar – temel olmayan
haklar şeklinde bir sınıflandırmanın yapılmasının, hak ve özgürlüklerin bütünlüğünü
zedelediğini ve haklar arasında hiyerarşik kavramlara neden olup, sakıncalı bir
takım durumların ortaya çıkacağı yolunda görüşleri bulunmaktadır83.
Yukarıda zikredilen tüm kavramlar bir şekilde insan hakları ile yakından
ilgilidir. Ancak bu kavramlarla, insan hakları arasında nüanslar olduğu ve bu
kavramların insan haklarını tam olarak anlatamadığı da açıktır. Bu nedenle insan
haklarının daha kapsamlı ve soyut olduğu söylenebilir.
İnsan hakları dil, din, ırk, cinsiyet, sosyal durum gibi hiçbir statü ayrımı
gözetmeden ki tüm insanlara insan olmaları nedeniyle ve insanlık onurunu
gerçekleştirme amacıyla tanınan, ortak idealleri göstermektedir. İnsanlar için ortak
olan bu hakların ortaya çıkmasının asıl nedeni ise, devlete karşı ileri sürülerek,
82
Atar, s.89; Çoban, s.26.
83
Sencer, s.6.
84
Çeçen, s.3; Kapani, s.14; Tanör, s.13 – 14; Ünal, s.9; Uygun, s.16; Gören, s.13; Türk, s.3;
Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.133; Erdoğan, İnsan Hakları, s.32; Atar, s.89; Özden, s.371; Sulhi,
Dönmezer: İnsan Hakları ve Yargı Bildirimi’nden “İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi , Dünyadaki
ve Türkiye’de ki Durumu”, Haziran 1998, s.22; Akyılmaz, Bahtiyar: “İnsan Haklarının Gelişim
Süreci” , Türk Hukuk Enstitüsü Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 56, Temmuz 2000, s.3.
22
devletin sınırlanması, devlet politikasının değiştirilmesi istemidir85. Bu bakımdan
insan haklarının talep edilmesinin en önemli dayanağı siyasal niteliktedir.
85
Uygun, s.15;Kuçuradi, Ionna; “İnsan Haklarına Dayalı Anayasa veya Devlet Kavramı”,Anayasa
Yargısı,S.8,Ankara,1991,s.137;Türk,s.3.
86
Ünal, s.10 – 11.
23
Bu dönemde insan hakları kavramının gelişmesi açısından özellik arzeden
uygarlık ise Eski Yunan olmuştur. Temel hak ve hürriyetlerin düşünsel köklerinin
Eski Yunan site devletleri ile birlikte ortaya çıktığı söylenebilir. Yunan site
devletlerinin birçoğunda, vatandaşlar doğrudan doğruya bir araya gelip, devlet
yönetimine katılmaktaydılar. Bu durum, demokrasi rejiminin de ilk örneği olarak
kabul edilmektedir. Ancak bu demokrasi anlayışı asıl olarak çok dar bir oligarşiyi
içeriyordu. Vatandaşların devlete karşı ileri sürebilecekleri herhangi bir hakları
olmayıp, kişi bütün benliği ile devlete aitti ve otoriter devlet yapısı bireyleri
köleleştiriyordu87. Egemenlik bu dönemde kesin biçimde yönetici otoritenin elinde
toplanmıştı ve kişilerin otoriteye karşı ileri sürebileceği hiçbir hakkı yoktu.
87
Kapani, s.18; Ünal, s.11; Çeçen, s.23.
88
Kapani, s.18 – 19; Çeçen, s.23; Ünal, s.12 – 13.
89
Kapani, s.19; Ünal, s.13.
90
Kapani, s.23.
24
Hıristiyanlık dini, devlet olgusunun karşısına insan faktörünü çıkarmış ve böylece
insan onuruna değer verme yolunda önemli adımlar atmıştır91. Bu şekildeki bir
gelişme, düşünce tarihi açısından önemli rol oynamıştır. Ancak belirtilen bu
gelişmelere rağmen ortaçağın, insan hakları konusunda aydınlık bir dönemi ifade
ettiği söylenemeyecektir.
91
Kapani, s.26; Çeçen, s.24; Ünal, s.13.
92
Kapani, s.25.
93
Kapani, s.27 – 28; Çeçen, s.25; Ünal, s.13.
94
Ünal, s.13.
25
oluşturulmuştur. Bu dönemde kralların iktidarlarını doğrudan tanrıdan aldıkları, bu
yüzden onları sınırlandıran hiçbir kuvvetin olamayacağına, kişi haklarının hiçbir
değerinin olmadığına inanılıyordu95. Bu çağın başlangıcında, insan hakları
konusunda olumlu bir gelişme olmamıştır. Ancak siyasi yapıdaki değişiklik gelecek
açısından önemli ve olumlu gelişmelerin adımı kabul edilmiştir.
95
Kapani, s.28; Ünal, s.14.
96
Kapani, s.30; Çeçen, s.26; Ünal, s.15; Akad, s.8; Uygun, s.17; Erdoğan, İnsan Hakları, s.35.
97
Kapani, s.30; Çeçen, s.29; Uygun, s.17; Erdoğan, İnsan Hakları, s.36.
26
kendi haklarının esaslı unsurlarını kendilerinde muhafaza etmişlerdir98. Bu sözleşme
ile insanlar hak ve özgürlüklerini koruyabilecek bir siyasal kurum yaratmak
istemişlerdir. Devlet kendisi tarafından bahşedilmeyen, kendi varlığından önce
mevcut olan haklar ile bağlıdır, ayrıca bu hakları korumak ve bu haklara saygı
göstermekle yükümlüdür99. Bu teori aynı zamanda, devletin kuruluşunu açıklama
bakımından önem arz etmektedir. Bu teoriye göre, devlet insanların can ve mal
güvenliklerini korumak üzere bizzati insanların kendi haklarından feragat etmeleri ile
oluşturulan organizasyonu tanımlamaktadır.
Tabii hukuk anlayışı, 17. ve 18. yüzyıllara damgasını vurmuş, insan hakları
kavramının düşünsel temellerini ortaya koymuştur. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın
ilk yarısında ise, tabii hukuk anlayışının karşısında, Tarihi hukuk okulu kurulmuştur.
Bu okul, doğal hukuk anlayışının aksine hakların başlangıcının ve kaynağının tarih
olduğunu, tarih üzerinde bir otorite olamayacağını, hukukun ve devletin insana dayalı
olarak yaratılamayacağını savunmuştur100. Bu düşünceye göre, insanların sahip
olduğu haklar devleti kısıtlayamayacaktır.
Tabii hukuk öğretisi, insan hak ve hürriyetleri alanında yeni bir dönemin
başlamasını sağlamış olsa da, öğretinin temel aldığı esaslar zayıf temeller üzerinde
inşa edilmişti. Tabiat hali ve sosyal sözleşme kuramları bir varsayımdan öteye
gidemiyor, rasyonelci düşünce anlayışı karşısında gereksinimlere cevap
veremiyordu101.
98
Kapani, s.30 – 31; Akad, s.8 – 9; Ünal, s.15; Uygun, s.17; Akyılmaz, s.4.
99
Kapani, s.31.
100
Ünal, s.17 – 18.
101
Kapani, s.39; Çeçen, s.30; Uygun, s.17.
27
görmüştür102. Bu doktrin merkez olarak insanı ele almış ve insanı doğadaki en yüce
varlık olması hasebiyle amaç haline getirmiştir. Bu düşünce sistemi de devleti
tanımakta ve devletin insanların menfaatlerini korumak için kurulacağını
belirtmektedir. Bu anlayışla, tabiat hali ve sosyal sözleşme gibi hayali kavramlar terk
edilerek, insan haklarının doğrudan insan ile açıklanması söz konusudur103.
İnsan hakları düşüncesi günümüzde her türlü felsefi, siyasi tartışmanın odak
noktasında yer almaktadır. İnsan haklarını hayata geçirmeyen, bu düşünceyi referans
102
Kapani, s.39; Çeçen, s.30.
103
Kapani, s.40; Çeçen, s.31; Uygun, s.18.
104
Kapani, s.51; Çeçen, s.32.
105
Kapani, s.52; Çeçen, s.34.
28
olarak kabul etmeyen, iç düzenini ve dış politikasını buna göre ayarlamayan hiçbir
devletin bugünün şartlarında ciddi alınması beklenemez, hatta bu devletlerin
meşrulukları sorunu karşımıza çıkar106. Modern insan hakları anlayışı ilke olarak
tabii hukuk öğretisini kendisine örnek almış ve insanlar için vazgeçilmesi mümkün
olmayan tüm hakları bünyesinde toplamıştır. Bugün için insan hakları tüm yaşamın
merkezinde kendini hissettiren en önemli olgu niteliğindedir.
İnsan hakları artık evrensel olarak kabul görmektedir. İkinci Dünya Savışına
kadar bu hakların her devletin münhasır yetkisine dahil olduğu anlayışı kabul
görürken, bu tarihten sonra insan haklarının tüm devletleri ilgilendiren ortak nitelikte
olduğu ve yükümlülüğünü yerine getirmeyen devlete, diğer devletlerce gerekli
müeyyidelerin uygulanabileceği kabul edilmiştir109. İşte uluslararası boyuta ulaşan,
insan hakları kavramını çoğu uluslararası belgede de olduğu gibi insan onuruna
dayandırmak yanlış olmayacaktır. İnsan onurunun temelinde kişinin özgürleştirilmesi
vardır ve bu görev devlete verilmiştir110. İnsan onuru, “bilinçli olma, kendi kaderini
tayin etme ve kendi çevresini şekillendirme yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan
106
Akyılmaz, s.4.
107
Erdoğan, İnsan Hakları, s.37; Çoban, s.29.
108
Donnely, s.27; Erdoğan, İnsan Hakları, s.37; Uygun, s.19.
109
Ünal, s.21; Akyılmaz, s.4; Kapani Münci: İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, Bilgi
Yayınevi, 1991 İstanbul, s.20; Uygun, s.25.
110
Akad, s.35 – 36; Özden, s.374.
29
kaldıran ruhtur, manevi güçtür, İnsanı obje haline gelmekten alıkoyan hür
iradedir”111.
111
Öztürk, Bahri/Erdem, Mustafa Ruhan/Özbek, V.Özer: Uygulamalı ve Ceza ve Emniyet
Tedbirleri Hukuku, 7. bası,Ankara, 2003. s.113.
112
Çeçen, s.39; Kuçuradi, s.138; Hayek, Friedrich A.: “Kanun,Yasama Faaliyeti ve Özgürlük
”(Çeviren: Mustafa Erdoğan) , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt.2, 1995, s.58.
113
Çeçen, s.40; Kuçuradi, s.138; Öztürk,s.125; Hayek, s.142 – 143.
30
bireylere eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum düzeni kazandırmak olduğunu
vurgulamaktır. Hukuk herkese eşit ve benzer uygulamalar yapmak suretiyle, eşitliği
sağlayacak ve kimseye ayrıcalık yapmayacaktır. Tabii ki bu görev yine devlete ait
olacaktır. Devlet herkesin gereksinmelerine eşit biçimde yaklaşıp, ilgi gösterecek ve
tüm imkanları dengeli bir biçimde kullanacaktır.
Eşitlik varlıkta olduğu kadar yoklukta da olmalıdır. Yani var olan eşit
paylaştırılacağı gibi, yokluk durumunda da insanlar bu külfete eşit oranla
katlanmalıdırlar114. Aksi takdirde toplumda dengesizliklerin meydana gelmesi
doğaldır.
İnsan haklarının bir diğer düşünsel boyutu ise güvence kavramıdır. Bu boyut
diğerleri yanında en ilkel fakat belki de en gerekli olanıdır. Toplum düzeni, devlet
yapısı öyle örgütlenmelidir ki, bireylerin temel hak ve hürriyetleri sürekli korunsun,
bunlara kimse saldırmasın, temel haklara zarar gelmesin, gelirse de otorite bu zararı
kısa zamanda giderebilsin115. Yani insanlar sahip oldukları temel haklara bir saldırı
gelmesi ihtimali ile yaşamamalıdır. Korku içinde yaşayan toplumlarda, insan hakları
düşüncesi yeterince gelişmez.
31
kullanmak suretiyle direnme hakkı tanınmıştır116. Bu hak, doğal hukuk öğretisinden
başlayarak, günümüze değin gelmiştir. İnsan haklarını ortadan kaldırmak üzere
oluşturulan baskı ve zorbalığa karşı direnme söz konusu olabilecektir. Direnme hakkı
bugün için pozitif hukukta dahi yeri olan ve insan haklarını sürekli kılma amacına
yönelmiş en son çare niteliğindedir.
İnsan hakları kavramı temel anlamıyla insanlar için gerekli olan, onların
ahlaki varlıklarını gerçekleştirmelerini sağlayacak her hakkı ifade etmektedir. Bu
açıdan insan haklarının çok geniş bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Konumuz
olan hak arama hürriyeti tam olarak bundan sonraki bölümde açıklanacaktır. Ancak
hak arama hürriyetinin insan haklarına nazaran daha dar anlama sahip olduğunu ve
onun önemli bir yönünü ifade ettiği tespitini yapabiliriz. Hak arama hürriyeti de başlı
başına bir insan hakkı niteliğindedir. Bu yüzden insan hakları olarak tanımladığımız
haklar için tüm unsurlar hak arama hürriyeti için de geçerli olacaktır. Bu bakımdan
aralarındaki ilişki için ilk olarak hak arama hürriyetinin insan haklarından birini
oluşturduğu, onun parçası olduğu söylenebilir.
Diğer yandan, hukuk kuralları vatandaşın talep ettiği hak konusunda sessiz
kalıyorsa, yasak getiriyorsa veya hakkı koruması yetersizse, o durumda insan hakları
116
Kapani, s.301 vd; Çeçen, s.46.
117
Uygun, s.15.
32
talepleri ortaya çıkacaktır. Hak arama hürriyeti bu sonuncu durumda kendini insan
hakları olarak göstermiştir. Çünkü insan hakkı iddiası, haklar alanında başvurulacak
son çaredir. Hakkını bu şekilde arayan fakat cevap alamayan kişi için en üstün, en
etkili tek yol insan haklarını dile getirmektir. İnsan haklarının bu bakımdan, hak
arama faaliyetini kendi içerisinde barındırdığını ve gidilecek yol kalmadığında son
başvuru yeri olarak görüldüğünü söyleyebiliriz.
33
İKİNCİ BÖLÜM
HAK ARAMA YOLLARI
İnsanlar var oldukları ilk günden itibaren elverişli ortamlarda toplu halde
yaşamışlardır. İnsanlar sosyal varlıklardır ve bu nedenle, gerek yaradılışları gerekse
içgüdüleri gereği devamlı surette toplu yaşamışlar, hiçbir zaman toplum dışı bir
hayat sürmeyi tercih etmemişlerdir. İnsanların en ilkel devirlerden bu yana getirdiği
diğer bir alışkanlığı ise olabildiğince özgür olma arzusudur. İnsanların, hem birlikte
bir toplum içerisinde yaşamak hem de özgürlüklerini olabildiğince serbest bir şekilde
kullanmak istemeleri, bu iki farklı olgunun aynı ortama taşınmasını gerektirmiştir.
Özgürlük ve toplu yaşam arasındaki dengeyi tesis etmek ise hiç de kolay olmamıştır.
Belirli bir zaman sonra bu dengenin sağlanması ve diğer temel ihtiyaçların
karşılanması amacıyla güçlü bir yapının varlığı hissedilir olmuştur. Devlet kavramı
bu zamanda ortaya çıkmış ve devletin, fertlere maddi ve manevi yeteneklerini
serbestçe geliştirmesine imkan tanıyacağı düşünülmüştür.
34
A. HAK ARAMA KAVRAMI
Bir hak ihlaline uğrayan ya da uğradığı inancını taşıyan her birey farklı
çözüm yollarını denemek ister. Konumuz açısından kişinin hakkına ulaşması
önemlidir. Kişi bir haksızlığa uğradığını elindeki delillerle ispat edebilirse hakkına
tekrar kavuşacaktır. Ancak bireyin o konuda bir hak ihlaline uğramamış olması
ihtimali de bulunmaktadır. Bireye karşı herhangi bir haksızlık yapılmamıştır. Her
şey hukuka ve yasalara uygundur, ancak birey kendisine yapılan işlemin yanlış
olduğu kanaatini taşımaktadır. İşte konumuz açısından asıl önemli olan böyle bir
durumda dahi “hak arama” olarak tanımladığımız yolların işletilebilecek olduğudur.
Ancak bu şekilde kişi kendisine adil davranıldığı konusunda ikna edilebilecektir. Hak
arama kavramı bu nedenle toplumda mutluluğu ve huzuru sağlayan en önemli
unsurlardan biridir.
118
Donnely, s.57; Çoban, s.1.
35
Hak arama kavramı, hakkın ileri sürülmesini ifade ettiği için aslında çok
kapsamlıdır. Çünkü kullanılan her yol, yapılan her girişim bu kavram içerisinde
yorumlanır. Haklar hukuki yollar izlenerek aranabileceği gibi hukuk dışı bir takım
usuller uygulanarak da aranabilmektedir. Hukuki olarak idareye, yasama meclisine
ve yargı makamlarına başvurmak suretiyle hak arama ve onun bireylere bahşettiği
özgürlük, idari, siyasi ve yargısal olarak kullanılabilir119. Bunun dışında hukuki
olmayan ancak hak aramak için kullanılabilecek başka yollar da bulunmaktadır.
Ombdusman (Kamu Denetçisi), direnme hakkı, kamuoyu baskısı, sivil itaatsizlik gibi
bir takım kurumlar kullanılmak suretiyle de hak arama faaliyeti sürdürülebilir.
119
Tanör, s.141; Kaboğlu, Özgürlük Hukuku, s.86; Tanör, Bülent / Yüzbaşıoğlu, Nemci: 1982
Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, s.186; İzgi Ömer / Gören
Zafer: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Yorumu, Cilt:1, Ankara 2002, s.415; Taşkın, Ahmet: Açlık
Grevleri ve Hak Arama Hürriyeti, A.Ü.E.H.F.D, C.VII, Sayı:3-4 Aralık 2003, s.518.
36
faaliyetinin özellikle ceza hukuku bakımından gelişimini ortaya koymak konumuzun
aydınlatılması açısından yararlı olacaktır.
120
Öztürk, s.7; Çoban, s.4.
121
Dönmezer Sulhi / Erman Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.1, 12. Baskı, Beta Yay.,
İstanbul, 1997, s.33; Öztürk, s.7.
122
Umur, Ziya: Roma Hukuku Ders Notları, Beta Yay., 3. Bası, İstanbul 1999, s.576;Çoban, s.6;
Akıncı, Şahin: Roma Hukuku, Sayram Yay., Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 2. Baskı, Konya
2003.
37
mahkemelerce kullanılacağı, 36. maddesinde hayat ve vücut bütünlüğü ile ilgili
davalardaki kararların herkese parasız verileceği, 39. maddesinde eşit bireylere
memleket kanunu olmadan hürriyetlerinden hak ve mallarından yoksun
bırakılamayacakları, 40. maddesinde hak ve adaletin hiçbir zaman
reddedilemeyeceği hükümleri bulunmaktaydı123. Bu hükümlerin günümüz anlayışına
çok yaklaştığı ve oldukça modern bir hukuk tekniği ile oluşturulduğu söylenebilir.
Ancak Magna Carta’ya asıl olarak halka belli özgürlükler tanıyan bir belge olmaktan
çok, kralın yetkilerini sınırlandırıp bu oranda seçkin baronların yetkisini genişleten
bir misyon yüklenmişti124.
Orta çağın ilk yarısında ceza mahkemesinde uygulanan ilke itham sistemiydi.
İtham sistemi, bir kimsenin cezalandırılması için bir başka kişi tarafından bir ithamın
gerektiği ve itham eden kişinin kendisine zarar verdiğini iddia ettiği kişinin suçlu
olduğunu ispat ettiği ferdiyetçi bir düzen oluşturuyordu125. Otoriter devlet yapısına
geçilmesi ile orta çağın ikinci yarısında tahkik sistemi denilen, sadece yargılama
makamının bulunduğu, hakimin hem davacı hem de hüküm veren durumunda
olduğu, suçtan zarar görenin önemli bir tanık ve sanığın muhakeme kişisi değil, bir
muhakeme objesi olarak görüldüğü sisteme geçildi126. Bu sistemle birlikte insanlık
karanlık bir döneme girmiş ve otoriter rejimi korumak amacıyla yapılan işkence
olağan bir hareket tarzıymış gibi kabul edilmiştir. Bu sistemde tek amaç maddi
gerçeğe ulaşmak olarak görülmüş, ikrar en önemli delil sayılmış ve insanlardan ikrar
elde etmek amacıyla sistemli bir şekilde işkence uygulamasına yer verilmiştir127.
123
İlal, Ersan: “Magna Carta”, İ.Ü.H.F.M., C.XXXIV, S. 1-4, s.230.
124
Kapani, s.41; İlal, s.230.
125
Öztürk, s.68.
126
Öztürk, s.8-68; Demirbaş, s.1.
127
Öztürk, s.8; Demirbaş, s.1.
38
hükümdarın vatandaşların temel haklarına saygı göstermekle yükümlü olduğu
anlayışı belirmiştir128. Bu sayılan fermanların insan hakları ve hak arama hürriyetinin
sağlanması konusunda önemli hükümler ihtiva ettiği söylenebilirse de, tüm bunlar
İngiliz aristokrasisinin kralın mutlak iktidarını kısıtlamak yolunda vermiş oldukları
özgürlük mücadelesinin birer halkasını oluşturmaktadır129. Bu sayılan gelişmelerin
ardından, aydınlanma çağı olarak ifade ettiğimiz ve doğal hukuk öğretisinin
damgasını vurduğu döneme gelinmiştir. Bu dönemde Amerika ve Fransız insan
hakları bildirgeleri ortaya çıkmış, insanın değeri ve insan onurunun dokunulmazlığı
anlaşılmıştır.
128
Kapani, s.42; Demirbaş, s.13.
129
Kapani, s.42.
130
Kapani, s.62; Çoban, s.8.
39
C. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN TANIMI
Hak arama hürriyetinin tanımı günümüzde net olarak yapılmış değildir. Böyle
bir tanımın yapılması da oldukça zordur. Çünkü bu özgürlük bünyesinde oldukça
önemli kavramları barındırmaktadır ve bu durum somut bir tanım yapılmasını
güçleştirmektedir.
131
Ünal, s.168-173; İzgi/Gören, s.393; Yurtcan,Erdener: “Anayasamızda 2001 yılında Yapılan
Değişikliğin Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukukuna Etkileri”, TBMM Anayasa Hukuku, 1.
Uluslar arası Sempozyumu, s.76; Can,İsmet / Çelik ,Taşkın / Demir, Ömer / Özdemir ,Serpil /
Karabulut ,Şehnaz / Gürpunar, Nilüfer, “Hak Arama Özgürlüğü açısından İdari Yargı”, Türk
Hukuk Enstitüsü Dergisi, Haziran 1997, C.1-2, S.19, s.3; Toklu Esat, s.1.
40
Anayasanın 36. maddesi hak arama hürriyetini sadece yargı yolu ile
sınırlamakta, 40. madde ise söz konusu hürriyete daha geniş bir açılım
getirmektedir132. Yani Anayasanın 36. maddesindeki düzenleme ve düzenleme
doğrultusunda yapılan ilk tanım, hak arama hürriyetinin sadece bir yönünü ifade
etmektedir. Şüphesiz hak arama faaliyetinin yargı yoluna başvurmak suretiyle
yapılması ve hakların bu şekilde aranması karşımıza en sık çıkan durumdur. Ancak
hak arama hürriyetini sadece bu şekilde anlamak ve yargısal başvuru yoluna
hasretmek, bu hürriyetin alanını daraltacaktır. Bu yüzden hak arama hürriyetini
pozitif hukukça tanınan hakların korunmasını sağlamak üzere yetkili makama
başvurma, bu makamı harekete geçirmeye ilişkin her türlü yol olarak tanımlamak
daha doğru olacaktır. Yani hak arama hürriyetini yargısal başvuru yolunu da
bünyesinde barındıran üs bir kavram olarak algılamak yanlış olmaz.
132
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.186; İzgi/Gören, s.414; Taşkın, s.520.
133
AYM, T.19.09.1991, E.1991/2, K.1991/30, A.M.K.D., S.28, C.1, s.116-117.
134
“Hukuk devleti niteliğinin en doğal gereği olan, hukuka uygunluğu sağlama, aykırılığı giderme için
yararlanılan hak arama özgürlüğünün gerçekleşmesi, yaşama geçirilmesi, yönetimin işlem ve
eylemlerinin kişisel değerlendirmelere bırakılmaması için bunların yargı yoluyla somut ve etkili bir
41
denetimi hem hak arama hürriyetine işlerlik kazandırmakta, hem de bu hürriyetin
gerçekleştirilmesi için devletin bir hukuk devleti kimliğinde bulunması gerektiğine
işaret etmektedir. Bu konu üzerinde ileriki bölümlerde daha fazla durulacaktır.
İnsanların ihlal edilen haklarına çok kısa bir zaman içerisinde hiçbir zorlukla
karşılaşmadan ve tam manasıyla kavuşma inancı içinde bulunması ve hak arama
konusunda hiçbir şüpheye düşülmemesi, bir yerdeki hak arama yollarının tamamen
açık olmasıyla mümkündür. Anlaşılacağı üzere hak arama hürriyeti doğrudan insanla
ilgilenmekte ve insanı merkez haline getirmektedir. Hak arama hürriyeti olmadan
gerçek anlamda insan onurundan söz edilemeyeceği gibi bu hakkın insan olması
dışında hiçbir şey dikkate alınmaksızın herkes için güvence altına alınması gerekir ve
buradan da hak arama hürriyetinin diğer hak ve hürriyetlerin korunmasını amaç
edinen bir insan hakkı niteliğinde olduğu sonucu çıkar135.
Hak arama hürriyeti kendi, başlı başına bağımsız bir nitelik arz etmektedir.
Ancak bu hakkın niteliği diğer haklara nazaran daha geniştir. Çünkü bu hak,
anayasada ve yasalarda düzenlenen diğer bütün hakları korumayı amaçlar ve bunun
için gerekli olan yolları gösterir. Bu bakımından hak arama hürriyetinin diğer
hakların korunmasını sağlayan, bağımsız ve fakat araç bir hak niteliğinde olduğu
söylenebilecektir136.
denetime bağlı tutulmaları zorunludur. AYM, T.01.10.1991, E.1990/40, K.1991/33, A.M.K.D., S.27,
C.2, s.565.
135
Duman, İlker Hasan: 1982 Anayasasında İnsan Haklarına Saygılı Devlet, İnkılap Yay., Anayasa
Serisi:6, İstanbul 1997, s.209; Taşkın, s.518; Çoban, s.2.
136
Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku, s.90; Çoban, s.36.
42
korunması başlığı altında yeniden düzenlenerek toplanabilecektir137. Yani hak arama
özgürlüğünün sadece kişi hakları olarak ifade edilenler değil, Anayasanın tüm
bölümlerinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin güvenceleri
simgelediği söylenebilir.
Hak arama hürriyeti genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu
ve usuli güvencesi olarak anlaşılmaktadır138. Söz konusu hürriyet anayasada ve
yasalarda düzenlenmiş olan tüm hak ve özgürlüklerin sağlanmasına ve
gerçekleştirilmesine yöneliktir. Bu nedenle başlı başına bir teminat teşkil etmektedir.
Hak arama hürriyetinin, diğer hakların teminatı olarak nitelendirilmesi onun önemini
ortaya koymaktadır.
137
Tanör/Yübaşıoğlu, s.186; İzgi/Gören, s.414; Çoban, s.35.
138
Gölcüklü, Feyyaz/Gözübüyük, A.Şeref:Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 3.
bası,Ankara,2002, s .299; İzgi/Gören, s.416; Taşkın, s.518; Çoban, s.34.
139
Çeçen, s.39; Kuçuradi, Ionna: “Adalet Kavramı”, ABD, C.50, S.1-3, 1993, s.84; Kanlıgöz, Cihan:
“Hukuk Devletinin Maddi (Siyasal ve Toplumsal) Boyutu Üzerine Bir Deneme, , ABD,S.1, 1997,
s.65.
43
hürriyetinden geçmektedir. Hak arama hürriyetinin bireylere tanıdığı başvuru yolları
ile kişinin ihlal edilen hakkına kolaylıkla ulaşması mümkün olacak ve böylelikle
adaletin tecelli etmesi sağlanacaktır. Hak arama hürriyeti adalete ulaşılmasını
sağlayan en etkin “haktır” diyebiliriz.
Hak arama faaliyeti genel olarak temel hak ve hürriyetlerin korunmasını amaç
edinmekte, hak ihlaline uğrayan bir kimsenin gidebileceği başvuru yollarını
göstermektedir. Bu anlamda, daha önce de belirttiğimiz gibi hürriyet ancak hukuk
devleti ilkesi ile hayat bulur. Fakat hak arama hürriyetinin amacının yalnızca
sözkonusu başvuru yollarının açık tutulmasından ibaret olduğu sanılmamalıdır.
Yargısal başvuru dışında; daha sonra üzerinde duracağımız siyasi ve idari başvuru
yolları hukuk devleti yanında demokrasinin de bir gereğidir. Bunlar siyasi katılma
ile doğrudan doğruya ilgili olan kişilerin yasama meclisini, hükümeti ve idareyi
etkilemesine, denetlemesine imkan veren yollar olup temel hak ve hürriyetlerin kağıt
üzerindeki garantiler şeklinde kalmayıp yaşama geçirilmesini sağlayan en önemli
unsurlardır140.
İnsanlara tanınan temel haklar kimi zaman gerek devlet organları, gerekse
özel ve tüzel kişiler tarafından ihlal edilebilmektedir. Böyle bir ihlalin kaldırılması,
kanuna aykırı işlemin iptali, zararın tazmini ve sözkonusu ihlalin cezalandırılmasını
sağlayacak temel esasların belirlenmesi yani hak ihlallerinin bir takım yaptırımlar
140
Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.108-109; Taşkın, s.519; Yenice, Kazım: “Hak Arama
Özgürlüğü ve Danıştay”, İnsan Hakları Yıllığı, Yıl:2, 1980, s.111.
44
uygulanmak suretiyle hakların garanti altına alınması gerekir141. Bu en az, hakların
korunmasını amaç edinmek kadar önemlidir. Çünkü hak korunamadıysa bile, hak
ihlalini telafi edecek yöntemlere başvurmak hukukun en önemli gereğidir. Bu
nedenle hakları ihlal edilenlere, bu hak ihlallerini gerçekleştirenlere karşı yaptırımlar
uygulanmasını istemek üzere bazı başvuru yolarının tanınması gerekir. Hak arama
hürriyetinin asıl olarak sağladığı da bu başvuru yollarıdır.
Hukuki alanda, bireyler idare organları, yasama organı veya yargı mercilerine
başvurmak hakkına sahiplerdir. Özel ve tüzel kişilerin ihlallerine karşı yargı
mercilerine başvurularak talep ve dava hakkı kullanılabileceği gibi, sözkonusu bu
ihlallere karşı cezai hükümlerin uygulanması ve bu şekilde bir koruma sisteminin
uygulanması talep edilebilir.
141
Kubalı, s.83; Taşkın, s.520; Çoban, s.64.
142
Özbilgin, Tarık: “Hukukun Sosyolojik Oluşum Prosesüsü Açısından Bir Örnekleme Olarak Hak
Arama Yolları”, Sosyoloji Konferansları, 13. Kitaptan ayrı basım, İstanbul 1976, s.52.
45
Bireyler yasama organının haklarını ihlal etmesi durumunda ise, yasama organına
doğrudan müracaat edememekte ancak Anayasanın 74. maddesinde düzenlenen
dilekçe hakkını kullanmak suretiyle, kısmen de olsa bu konuda faaliyette
bulunabilmektedir. Ancak bu konuda asıl görev Anayasa Yargısına düşmektedir.
Hukuk dışı alanda ise, bir takım yöntemler kullanılarak hakların aranması
sözkonusu olmaktadır. Bu yollar ile bireyler yukarıda sayılan makamlara
başvurmadan, bazı taleplerini ortaya koymaya ve bu şekilde haklara ulaşmaya
çalışırlar. İşte hak arama yolları, hukuki olsun olmasın kişilerin sahip oldukları
hakları hiçbir engel olmaksızın her şekilde aramasını amaç edinir. Bunun için de hak
arama hürriyetini sadece hukuki çözüm yollarına inhisar ettirmemek gerekir143.
143
Yazar genel olarak başvuru yollarını “hukuksal istemleme hakkı” olarak isimlendirmekte ve bu
konuda “Grev ve lokavt gibi hukuk dışı istemleme yollarının varlığı böyle bir deyimin kullanımını
zorunlu kılmakta; sadece hukuka dayanmakla kalmayıp başlangıcından sonuna dek hukuksal prosedür
içinde yürütülen istemleri dile getirecek daha uygun bir deyim de kuşkusuz bizim dağarcığımızda
bulunmamaktadır” şeklinde açıklama yapmaktadır. Özbilgen, s.158.
46
1. İdari Başvuru Hakkı
a) Tanımı ve Anlamı
144
Armağan, Servet: Dilekçe Hakkı ve 1961 Anayasası, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1972, s.1;
Tamer ,Mustafa: “Dilekçe Hakkı”, Türk İdare Dergisi, Y.62, Mart 1990, S.386, s.201,
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.186; Çoban, s.76.
145
Armağan, s.2; Tamer, s.201.
146
Armağan, s.1; Tamer, s.201.
47
mümkündür147. Bu bakımdan idarenin bir eylem işleminden zarar gördüğünü ya da
menfaatinin ihlal edildiğini düşünen bir birey idareye başvurabileceği gibi, herhangi
bir konuda idareye hareket ettirmek isteyen bir birey de idareye başvurabilecektir.
147
Onar, s.1814; Ayaydın, Cem: “Hak Arama Hürriyeti ve Genel Olarak İptal Davası”, İstanbul
1992, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s.8; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.186; Armağan, s.1.
148
Armağan, s.2; Tamer, s.201; Çoban, s.76.
149
Armağan, s.2.
48
İlk dönemlerde sadece belirli bir sınıfa tanınan idari başvuru hakkı, asırlar
sonra pozitif hukukta bir hak olarak tüm şahıslara tanınmış ve fertler zamanla idareye
başvurma haklarını çok ileri dereceye götürerek, hak aramak için bu yolu kullanmaya
başlamışlardır150. Anlaşılacağı üzere, idareye başvurma hakkı tarihin ilk
devirlerinden başlayarak çok önemli değişim ve gelişimlere sahne olmuş ve bugünkü
halini almıştır.
Fertlerin haklarını koruma ve arama araçlarından biri olarak kabul edilen idari
başvuru hakkının, ülkemiz açısından Anayasacılık hareketinin başlangıcı ile
karşılaşılan bir kavram olduğu söylenebilir. İdari başvuru hakkı Anayasal bir metine
ilk olarak 1876 kanun-i Esasi ile girmiştir. Bu nedenle 1876 yılındaki ilk Anayasa
idari başvuru bakımından milat olarak kabul edilmektedir. İdari başvuru hakkının
pozitif gelişimini anlayabilmek için, bu hakkın Anayasal metinlerde ne şekilde
değerlendirilip, düzenlendiği konusuna eğilmek gerekir.
150
Armağan, s.2; Tamer, s.202.
151
Armağan, s.3; Tamer, s.202; Çoban, s.76.
49
ca) İdari Başvurunun Dilekçe Hakkı İçerisinde Düzenlenmesi
İdari başvuru hakkının, siyasal başvuru olarak kabul edilen dilekçe hakkının
içerisinde düzenlenmesi 1982 anayasasına münhasır değildir. Bu hakkın ilk olarak
düzenlendiği 1876 Anayasasından başlayarak, 1924, 1961 Anayasalarında da aynı
durum mevcuttur. Yani bireylerin idareye başvurmak suretiyle hak arama yolunu
kullanmalarını sağlayan idari başvuru hakkı Anayasalarımızın hepsinde (1921
Anayasası hariç), siyasal başvuru yolu olan dilekçe hakkı ile birlikte düzenlenmiştir.
Bu bakımdan dilekçe hakkı ile idari başvuru hakkının tarihi gelişim çizgisinin aynı
düzlemde buluştuğu söylenebilir.
50
dilekçe hakkı bakımından da geçerlidir. İdari başvuru hakkının tarihsel gelişim
çizgisi ve Anayasal metinlerde düzenleniş biçimi için açıklanacak her husus dilekçe
hakkı ile ortaklık gösterir. Dilekçe hakkına ileriki bölümlerde yer verilecektir. Ancak
bu bölümde yapılacak açıklamalar her iki hak bakımından ortaklık gösterdiğinden,
ileride bu konuya tekrar dönülmeyecektir.
İdari başvuru hakkı dolayısıyla dilekçe hakkı ilk yazılı Anayasamız olan
1876(1923) tarihli Anayasa ile Türk pozitif hukukuna girmiştir. Ancak bu tarihten
önce de bireyler idareye başvurarak veya dilekçe vererek dilek ve şikayetlerini yetkili
makamlara ulaştırmışlardır. Daha önce de belirtildiği gibi idari başvuru hakkı
insanlığın ortak ihtiyaçlarını gösterir.
153
Armağan, s.26; Tamer, s.206.
51
“adalet” kavramı ile özdeşleşmiş, yönetimden adalet istenmiş ve adaletsizlik zulüm
olarak görülmüştür154. İslam hukukunun temeli adalete dayandığı için, sözkonusu
hakların adalet kavramı ile yorumlanması normaldir. Bu dönemde, halkın yaptığı
başvurulara ve verdiği dilekçelere önem gösterilmesi, bunların geri bırakılmaması,
bir kenara atılmaması, dilekçelerin bir an önce görüşülmesi, bunların konunun
uzmanlarına havale edilmesi, devlet adamlarının dilek sahiplerine iyi davranması ve
cevaplarını onları kırmadan vermesi gerektiği, bunda sevap bulunduğu konusunda bir
inanç sözkonusudur155. Özellikle Osmanlı Devletinde merkezde Divan-ı Hümayun,
İkin Divanları, Cuma ve Çarşamba Divanları, Baş Defterdar Divanı ile taşrada
kurulan divanlarda halkın dilek ve şikayetleri dinlenir ve bunlara bir çözüm yolu
bulunurdu156.
Daha önce de belirtildiği üzere idari başvuru hakkı ve dilekçe hakkı ilk olarak
1876 tarihli Kanun-i Esasi’de düzenlenmiştir. Bu Anayasa’nın 14. maddesi;
“Tebai Osmaniyeden bir veya birkaç kişinin gerek şahıslarına ve gerek
umuma müteallik olan kavanin ve nizamâta muhalif gördükleri bir maddeden dolayı
işin merciine arzuhal verdikleri gibi Mecli-i Umumiye dahi müddei sıfatı ile imzalı
arzuhal vermeğe ve memurinin ef’alinden iştiyake selahiyetleri vardır”157. hükmünü
154
Armağan, s.26; Tanör ,Bülent: Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, 8. Baskı, İstanbul,
2000, s.26; Armağan, Servet: İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yay., Ankara 1987, s.220.
155
Armağan, s.27-28; Tamer, s.206; Armağan, (İslam Hukuku…), s.220.
156
Armağan, “Dilekçe Hakkı” s.30-33; Tamer, s.206-207; Anayurt, Ömer: “1982 Anayasası ve
3071 sayılı Kanuna Göre Dilekçe Hakkı”, İnsan Hakları Yıllığı, C.23-24, 2001-2002, s.100-101.
157
Kanun metni için bkz. Kili ,Suna/ Gözübüyük, A.Şeref: Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., Ankara 1985, s.32.
52
taşımaktaydı. Bu maddeye göre, idari başvuru hakkı ve dilekçe hakkının yalnız
vatandaşlara tanındığı, vatandaşların bu haklardan hem tek başlarına hem de topluca
yararlanabilecekleri, yapılan başvuruların konusunun kendileri veya kanun ile ilgili
olabileceği, yapılacak başvuruların ve verilecek dilekçelerin yazılı olarak yetkili
makamlara ve Parlamentoya takdim edilebileceği, fertlerin idaredeki memurların
fiillerinden dolayı şikayette bulunabilecekleri düzenlenmiştir158.
158
Armağan, Dilekçe Hakkı, s.33; Tanör, “Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri”, s.146; Tamer,
s.207; Çoban, s.76.
159
Armağan, Dilekçe Hakkı, s.34, Tamer, s.207.
160
Kanun metni için bkz. Kili/Gözübüyük, s.36.
53
Anlaşılacağı gibi 1876 Anayasası idari başvuru hakkı konusunu iki madde ile
siyasi başvuru yolu olarak kabul edilen dilekçe hakkı içerisinde düzenlenmiştir. Bu
düzenleme biçimi diğer Anayasalarla da aynen devam ettirilmiştir. 1876
anayasasında yapılan düzenlemelerin günümüzdeki anlayışa çok benzediği, o
zamanın koşullarına göre ilerici hükümler içerdiği söylenebilir.
20 Nisan 1924 tarihli ve 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunun 82. maddesi
idari başvuru ve dilekçe hakkı ile ilgili olarak ;
“Türkler, gerek şahıslarına gerek ammeye müteallik olarak kavanin ve
nizamata muhalif gördükleri hususatla mercine ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
münferiden ve müctemian ihbar ve şikayette bulunabilirler. Şahsa ait olarak vuku
bulan müracaatın neticesi müstediye tahriren tebliğ olunmak mecburidir.” hükmünü
düzenlemiştir. Bu madde 1876 anayasasının 14. maddesiyle benzerlikler
göstermektedir. Ancak bu Anayasa’da öncekinden farklı olarak şikayetin yanında
ihbarlara da yer verilmiştir. Ayrıca kişinin kendisiyle ilgili olarak verdiği dilekçelere
cevap verme mecburiyeti getirilmiştir. Önceki Anayasa hükmünde olan memurların
fiillerinden dolayı şikayet hakkının düzenleme dışı bırakılması, “kanun ve nizamata
161
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.36; Tamer, s.207; Çoban, s.77; Anayurt, s.101.
162
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.36.
54
muhalif hususat” kavramı içerisinde değerlendirildiğinden, herhangi bir değişiklik
sözkonusu değildir163.
163
Armağan, Dilekçe Hakkı”, s.36; Çoban, s.77; Kargın, Baha: “Büyük Millet Meclisine Yapılacak
Müracaatlar”, İdare Dergisi, S.246, s.73.
164
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.37; Tamer, s.207; Kargın, s.74.
165
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.37; Kili/Gözübüyük, s.142; Tamer, s.207.
55
itibariyle, daha önceki Anayasa hükümlerine çok benzemekte ve söz konusu haklara
farklı bir yaklaşım getirmemektedir.
İdari başvuru hakkı, 1982 Anayasasında da siyasi başvuru hakkı ile birlikte
dilekçe hakkı içerisinde düzenlenmiştir. Anayasanın “Dilekçe Hakkı” başlıklı 74.
maddesi, 1961 Anayasasındaki düzenlemenin tekrarı niteliğindedir. 74. maddeye
sadece dilekçe hakkının kanunla düzenleneceğine dair bir hüküm eklenmiştir. 1982
Anayasasının sözkonusu haklara yeni bir özellik getirmediği ortadadır. Hatta bu
haklar konusunda iki olumsuz gelişmenin olduğu söylenebilir. İlk olarak bu
Anayasa’da “tek başına veya topluca … başvurma hakkı” ibaresi yer almamaktadır.
Bu ibare ile toplu başvurulara engel konmuştur. İdareye toplu dilekçe verilmesinin
engellenmesi, dilekçe hakkını düzenleyen eski Anayasa ve yasa maddelerinde toplu
başvuru hakkı da öngörülmüşken, yeni düzenlemelerde bunun olmaması, birlikte hak
166
“Herkes tek başına veya başkaları ile birlikte yetkili yerlere ve halk temsilciliğine yazılı dilek ve
şikayetler ile başvurmak hakkına haizdir.”
167
“Vatandaşlar gerek kendilerine, gerek kamuya ait hususlar için yetkili makamlara ve parlamentoya
fert olarak veya birlikte müracaat edebilirler. Kişiye ait müracaatların sonucu müracaat sahibine
bildirilir.”
168
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.39.
56
arama eylemlerinden ve kolektif özgürlüklerden korkulduğu, bireylerin
birbirlerinden kopartılmak istendiği yorumlarının yapılmasına neden olmuştur169.
İdari başvuru hakkı, bireylerin kendileri ile ilgili olan hususlarda idareye
müracaat ederek, bir takım taleplerde bulunmasını veya idare tarafından yapılan
işlemin kaldırılması, geri alınması, yenisinin yapılmasını ifade etmektedir. Bu
bakımdan idari başvuru hakkı, hak arama yollarından bir tanesini oluşturmaktadır.
Bireyler bu başvuruyu yapmak suretiyle, haklarını arama özgürlüklerini
kullanabilirler.
169
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.141; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Tamer, s.208;
Çoban, s.77; Anayurt, s.103-104; Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku”, s.95.
170
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.141; Tamer, s.208.
57
Bireylerin idareye başvurarak, belli taleplerde bulunmaları farklı şekillerde
sözkonusu olabilir. Bu nedenle, İdari Yargılama Usul Kanununda düzenlenmiş,
değişik başvuru yolları üzerinde kısaca durulmasında ve bunların hak arama hürriyeti
ile ilişkisinin açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
Altmış gün içinde bir cevap verilmezse, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer
altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre
Danıştaya, İdare ve Vergi Mahkemelerine dava açabilirler” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin ilk fıkrası, ilgililerin haklarında idari davaya konu edilebilecek bir işlem
ya da eylemin yapılması için idari mercilere başvuru hakları olduğunu belirtmektedir.
Burada düzenlenen başvuru, teknik anlamda bir idari başvuru olmayıp, ilgili
hakkında önceden yapılan bir işleme ya da eyleme karşı değil, idareyi harekete
geçirmek ve ilk olarak bir işlem ya da eylem yapmasını sağlamak amacıyla
gerçekleştirilmektedir172. Eğer ki ilgili hakkında daha önce tesis edilmiş bir işlem ya
171
Alver, s.108; Karavelioğlu, Celal: İdari Yargılama Usulü Kanunu, 2. Baskı, 1996, s.284.
172
Karavelioğlu, s.285; Erkut , Celal / Soybay, Selçuk: Anayasa ve İdari Yargılama Hukukuna
İlişkin Kanunlar, Genişletilmiş İkinci Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 1990, s.232-233.
58
da eylem varsa ve ilgili buna karşı bir talepte bulunmuşsa, İYUK’un 11. maddesi
kapsamında bir başvuru vardır ve bu konu 11. madde içerisinde açıklanacaktır.
173
Karavelioğlu, s.284-285.
174
Karavelioğlu, s.285.
175
Alver, s.108-109.
59
(ba) İYUK 11. Madde Anlamında İdari Başvuru
176
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.139; Erkut/Soybay,
s.233-234; Taşkın, s.522.
60
İYUK 11. madde açısından önemli olan ve bu madde kapsamında
karşılaşılabilecek bir kavram da “idari merci tecavüzü”dür. İdari yargı yerlerinde
dava açılmadan önce, idari bir makama başvurulması kanunla177 öngörülmüşse, bu
başvuru yerine getirilmeden dava açılmasına “idari merci tecavüzü”178 denir. Bazen
kanunlar ile idari işleme karşı dava açılmadan önce, idareye başvurulması gerektiği
düzenlenir. İşte dava açabilmek için bu başvuru yolunun tüketilmesi gerekir. Bu
şekilde idareye başvurularak, idari başvuru yolu tüketilmeden dava açılırsa, yargı
yeri idari merci tecavüzü nedeniyle dosyayı ilgili idareye gönderecektir. (İYUK.
Md.15/1-b, e) Bu halde yargı yerine başvuru tarihi, idari mercie başvuru tarihi olarak
kabul edilir. (İYUK. Md.15/2) İYUK 11. madde açısından önemli olan, idari
başvurunun kanunla öngörülüp, öngörülmediğidir. Eğer kanunla öngörülmüş bir
başvuru sözkonusu ise, artık doğrudan yargı yoluna gitmek mümkün olmamakta ve
11. madde zorunlu olarak işletilmek durumunda kalınmaktadır.
a) Tanımı ve Anlamı
Hak arama kavramı temel olarak pozitif hukukça tanınan tüm hakların
korunmasını sağlamak üzere, yetkili makamlara ulaşma ve bu makamları harekete
geçirme özgürlüğünü ifade etmektedir. Buradan anlaşılacağı gibi, hak arama
hürriyeti temel hakların garanti altına alınması ve ortaya çıkabilecek hak ihlallerine
karşı gidilebilecek her türlü yolu göstermektedir. Bireylerin haklarını aramaları
konusunda başvurabilecekleri makamlardan biri de yasama organıdır. Bireyler
yasama organına başvurmak suretiyle hak arama hürriyetini kullanabilmektedirler.
177
“Mali müşavirlik ruhsatı verme yetkisi, birlik yönetim kuruluna ait olu, birliğin vereceği bu karara
karşı anılan yasada itiraz yolu düzenlenmemiştir. Bu durumda, yasada itiraz yolu düzenlenmediği
halde, yönetmelikle getirilen bu yola başvurulmamış olması istemi kusurlandıracak nitelikte
görülmemiştir. Başka bir anlatımla davacının yeminli mali müşavirlik ruhsatı verilmesi yolundaki
başvurusunun reddine ilişkin TÜRMOB işlemi doğrudan dava edilebilir.” DD, S.99, s.376 vd.; Dn.
8.D., 4/11/1998, E.1998/2534, K.1998/3508.
178
Gözübüyük, “Yönetsel Yargı”,s.350-351; Gözübüyük, A. Şeref / Dinçer, Güven: İdari Yargılama
Usulü Kanunu, Ankara, 1996, s.383; Yenice ,Kazım / Esin, Yüksel: Açıklamalı-Notlu İdari
Yargılama Usulü, Ankara, 1983, s.442; Kalabalık, Halil: “ İdari Yargılama Hukuku”, Değişim Yay.,
2003, s.335; Çağlayan, Ramazan: İdari Yargı Kararlarının Sonuçları ve Uygulanması, 2. Baskı,
Seçkin Yay., Ankara, 2001, s.63.
61
Siyasi başvuru yolu vatandaşlar tarafından devletin ve yüksek siyasal karar
organı olan yasama meclislerine yapılan başvuruları tanımlamaktadır179. Siyasi
başvuru hakkı, bireylerin yasama meclisine müracaat ederek dilek, öneri, istek ve
şikayetlerinin bir görünümüdür. Yasama organına başvuru yolu, pozitif hakların
korunmasının ötesinde, hak taleplerinin “hak” haline gelmesini amaçlamakta ve söz
konusu taleplerin normatif düzeye geçişini sağlamaya dönük etkinlikleri
içermektedir180.
b) Dilekçe Hakkı
(aa) Tanımı
Hak arama yollarından bir tanesini oluşturan, siyasi başvuru hakkı olarak
açıkladığımız dilekçe hakkının tanımını yapmak ve içeriği hakkında bilgi verebilmek
için öncelikle “dilekçe” terimine değinmek gerekmektedir.
179
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187; Tanör, s.141; Armağan , “Dilekçe Hakkı”, s.86; Çağlayan, s.232;
Taşkın, s.522; Anayurt, s.95; Çoban, s.79.
180
Çoban, s.34-35.
62
anlaşılmaktadır. Daha sonraları dilekçe adını alan bu kavram, bireylerin resmi daire,
kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerinde kullandıkları ve bu sayılan makamlara dilek,
istek ve şikayetlerini yöneltmek için kullandıkları başvuru belgesini ifade
etmektedir181.
181
Ervardar, Fehamettin: “Yurdumuzda Dilekçe Hakkı ve Kullanılması”, İstanbul Sanayi Odası
Dergisi, Y.22, S.262, 1987, s.58.
182
Armağan, “Dilekçe Hakkı” s.1; Tamer, s.202; Taşkın, s.523; Anayurt, s.96; Ervardar, s.58;
Yaşamış, Firuz Demir: “Yakınma Hakkının Kullanılma Biçiminin Düzenlenmesi Üzerine”, Amme
İdaresi Dergisi, Ankara, C.15 S.1, 1982, s.49.
183
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.1; Anayurt, s.97.
63
(ba) Niteliği
Dilekçe hakkı, farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir hak arama yoludur.
Dilekçe hakkının içerisinde yer alan değişik yönler, bu hakkın niteliğinin ortaya
konmasını gerektirmektedir. Çünkü dilekçe hakkı tek bir niteliği ile ortaya
çıkmamaktadır. Bu niteliklerin açıklanması, dilekçe hakkının özünün kavranması
açısından çok önemlidir.
İlk olarak dilekçe hakkının doğuştan varolan, tabii bir hak niteliğinde
olduğunu söylemek gerekir184. Siyasi bir çevre içinde yaşayan bireyin yaşadığı yerle
ilgili bir takım dilek ve şikayetleri çok eski zamanlardan itibaren sözkonusu olmuştur
ve bu insanın yaradılışının bir gereğidir. Tabii bir hak olarak kabul edilen, doğuştan
kazanılan dilekçe hakkının başkalarına ve devlet organlarına karşı ileri sürülmesi ve
isteklerine çözüm bulunmasının beklenmesi son derecede doğaldır. Yani bu hak,
insanoğluna doğuştan bahşedilmiştir ve bunun nedeni onun ahlaki varlığının, insan
olmasının bir sonucudur. Bu haktan vazgeçmek ya da feragat etmek mümkün
değildir.
Bir bireyin yetkili makamlara sunduğu dilekçe ile iki ayrı sonuç doğmaktadır.
Birincisi birey verdiği dilekçe ile ilgili olarak, bir beklenti içerisine girmekte, ikinci
184
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.2; Tamer, s.201; Çoban, s.79.
185
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.52-53; Tamer, s.203; Anayurt, s.97-98.
186
“657 sayılı Kanunun müracaat, şikayet ve dava açma hakkını düzenleyen 21. maddesi siyasal bir
hak olan dilekçe hakkından farklı özelliklere sahiptir.”, E.1986/15, K:1987/1, 06/01/1987, AMKD,
S.23, s.9.
64
olarak da kendisine dilekçe verilen merciler bu dilekçe gereğince işlem yapmak,
harekette bulunmak durumunda kalmaktadırlar. Bu nedenle dilekçe hakkı iki cephesi
olan bir hak niteliğindedir. Dilekçe hakkı, bir cephesi ile dilekçeyi veren şahsın
kendisini veya toplumun menfaatlerini korumaya çalışan, diğer cephesi ile devletin
kendisine sunulan dilekçeleri kabul, muhtevasını tetkik ve sonucu dilekçe verene
bildirmek görevi altına sokan subjektif-kamusal bir haktır187. Bu hakkın subjektif
olması, toplu veya münferiden bireyler tarafından kullanılmasından, kamusal olması
ise bu hakkın kullanılmasıyla kişilerin taleplerini resmi makamlara iletme olanağı
elde etmesinden kaynaklanmaktadır188.
Bu konuda son bir görüş ise, dilekçe hakkının gerçekten iki farklı yönünün
bulunduğu, bu farklı yönlerin Anayasa’daki “dilek ve şikayetler” ibaresine
dayandığı, şikayet amaçlı dilekçelerin bireysel niteliğinin ağır bastığı, bireylerin
karşılaştıkları haksızlıkları kamu birimlerine sunma imkanı tanıdığı ve bunun için
olumsuz statü haklar içerisinde değerlendirilmesi gerekirken buna karşılık, dilek
amaçlı dilekçelerin kamusal çıkarlara yönelik olup, bireyin kamu gücüne katılımını
sağlayan bir siyasi hak niteliğinde olduğunu189 savunmaktadır. Yani bu görüş,
şikayet amaçlı dilekçelerin kişisel menfaatlere ilişkin olması nedeniyle bir kişiye
özgü hak, dilek amaçlı dilekçelerin kamu alanına ilişkin kullanımının ise bir siyasal
hak niteliğinde olduğuna işaret etmektedir.
Dilekçe hakkının niteliği konusunda üzerinde durulacak son konu, onun temel
bir hak olma özelliğidir. Dilekçe hakkı, diğer haklardan müstakil olan, anayasal
temel bir insan hakkı niteliğindedir190. Gerçekten dilekçe hakkı, bireyin kendisi ve
toplumla ilgili olan dilek, istek ve şikayetleri yetkili mercilere ve yasama meclisine
ulaştırma görevini ifade etmekte, insanın daha iyi şartlar altında yaşamasını sağlama
amacını gütmektedir. Ayrıca dilekçe hakkı ile birlikte, fertler yasama organına
başvurabilmekte ve haklarını burada da arayabilmektedirler. Sözkonusu hak,
187
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.53; Tamer, s.203-204; Özgenç, İzzet: Türk Ceza Kanunu, Gazi
Şerhi (Genel Hükümler), Adalet Bakanlığı, Eğitim Daire Başkanlığı, Üçüncü Bası, Ankara 2006,
s.829; Özgenç, İzzet / Şahin, Cumhur: “İddia ve Savunma Hakkı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C.III, S.1-2, Y:1999, s.85.
188
Özgenç, s.829; Özgenç/Şahin, s.85.
189
Anayurt, s.98; Taşkın, s.523.
190
Tamer, s.204; Anayurt, s.96; Çoban, s.79.
65
insanların bir haksızlıkla karşılaştıklarında gidebilecekleri bir yolu göstermektedir.
Hak arama yollarının tamamen açık olmasını amaç edinen bu hak, açıklanan tüm bu
nedenlerden dolayı bir “insan hakkı” olarak nitelendirilmelidir.
Daha önceki bölümlerde birkaç defa tekrarlandığı üzere, dilekçe hakkı ilk
olarak ortaya çıktığı tarihten başlayarak, bünyesinde hem idari başvuru hem de siyasi
başvuru yolunu barındırmıştır. Gerek dünyada, gerek ülkemizde dilekçe hakkının
tarihsel gelişim çizgisi, idari başvuru hakkında olduğu gibi cereyan etmiştir. Bu
hakkın tarihsel süreçte geçirdiği değişim ve gelişime ilişkin açıklamalar idari başvuru
kısmında yapıldığından, o bölüme atıf yapmakla yetiniyoruz. Ancak burada, 1982
Anayasası döneminde kısmen değinilen tartışmalı olan bir konu üzerinde daha
detaylı durmak gereklidir.
Bunun karşıtı olan görüşe sahip olanlar ise; 1982 Anayasasının kendinden
önceki Anayasalar gibi “tek başlarına” ya da “topluca” başvuru biçiminde açık bir
ayrıma gitmediğini, ancak toplu başvuruları yasaklamadığını, bu ibarelerin
Anayasada yer almamasından toplu dilekçe yasağı sonucu çıkartılamayacağı, böyle
191
Tanör, “Türkiyenin İnsan Hakları Sorunu” s.141-142; Kaboğlu, s.102; Tanör/Yüzbaşıoğlu,
s.187.
66
bir yorumun anlamsız olacağı ve amacı aşacağı, kaldı ki meclise toplu dilekçelerin
verildiği ve bunların reddedilmediğini belirtmişlerdir192.
Siyasi başvuru yolu olarak ortaya çıkan dilekçe hakkı hukuki bağlayıcılığı ve
hukuksal açıdan etkisi pek fazla olmayan ancak psikolojik bir baskı aracı durumunda
bulunan etkin bir koruma sağlamaktan uzak bir hak arama yöntemidir194. Gerçekten
dilekçe hakkının bireylerin haklarını korumak ve ihlal edilen haklarını aramak
konusunda etkin bir sistem yarattığını söylemek güç olacaktır. Çünkü verilen
dilekçeler yönetimin huzurunu kaçırıcı bir özellik gösteremezler ve genelde yönetim
ya da yasama organı sözkonusu dilekçelere sessiz kalırlar. Bu bakımdan dilekçe
hakkının hak arama yolunu açması bakımından yumuşak bir başvuru yöntemi
olduğunu söylemek yanlış olmaz.
192
Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul 1998, s.225; Anayurt, s.104; Çoban, s.81.
193
Ervardar, s.58.
194
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.172; Tamer, s.216; Anayurt, s.96; Çoban, s.79.
67
Dilekçe hakkının etkin bir hak arama yolu olmadığı bu şekilde açıklansa da
bu yolun bireylere hiçbir getirisinin olmadığını söylemek yanlış olacaktır. Özellikle
bizim ülkemizde olduğu gibi kitle iletişim araçlarından herkesin yararlanamadığı,
basının bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin korunmasında işlevini yerine tam
olarak getiremediği, sivil toplum örgütlerinin yetersiz olduğu, yargısal yolların uzun,
sıkıntılı, pahalı olduğu, ombdusman gibi denetim kurumlarının bulunmadığı yerlerde
bu hak toplumun ekonomik açıdan güçsüz, alt ve orta kesimin ümit kapısı olma
özelliğini taşımakta, bireylerin uğradıkları haksızlıklar dilekçe hakkı vasıtasıyla
ortaya konulmaya çalışılmaktadır 195.
Dilekçe hakkı ile yasama organına yapılan başvurularla bir takım hususların
dikkate alınması, yasama organı üzerinde etki yapılmak suretiyle bu konuların
kamuoyuna duyurulması ve gündeme taşınması, giderek belli konularda kanunların
çıkartılması sağlanabilmekte, dilekçede bir şikayet dile getirilmişse, şikayet konusu
hakkında hükümete soru sorma, meclis araştırması, genel görüşme ve gensoru
isteyerek yürütmenin kontrol edilmesi mümkün olabilmektedir196. Yani dilekçe hakkı
ile bireyler yasama organını belli bir ölçüde etkileme ve bu konuda bir yasal
düzenleme yapılmasını sağlayabilmektedirler. Zaten dilekçe hakkının siyasi bir
başvuru yolu olarak tanınmasının da asıl nedeni budur.
Sonuç olarak dilekçe hakkının etkin bir hak arama sistemi oluşturmadığı,
hukuksal açıdan pek fazla etkinliğinin bulunmadığı, ancak psikolojik ve manevi bir
baskı unsuru olarak kabul edilebileceği gibi, yasa teklifi yapmaya yetkili yasama
organına başvurarak bir takım talepleri, buraya ulaştırarak, halkın dilekleri
konusunda meclisin bilgi sahibi olmasını ve bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin
yapılmasını sağlamaya yönelik bir hak arama yöntemi olduğu söylenebilir.
195
Anayurt, s.96; Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.144.
196
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.145; Tamer, s.219; Teziç, s.226; Anayurt, s.97; Taşkın, s.523;
Çoban, s.80; Çağlayan, s.233,; Kubalı, s.176.
68
(ea) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Sonuçları
Bir muhataba sunulan dilekçe ile bu muhatap bakımından bir takım neticeler
ortaya çıkmaktadır. Dilekçe hakkı açısından konuya yaklaşırsak, muhatap yetkili
makamlar ya da yasama meclisidir. Dilekçe hakkının kullanılmasının sonuçları
olarak belli başlı sayılabilecek “tesellüm mecburiyeti”, “intikal mecburiyeti”, “tetkik
etme mecburiyeti”, “cevap verme mecburiyeti” doğmaktadır197.
197
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.99; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232.
198
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.100; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232.
199
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.101; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232.
200
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.102; Tamer, s.215; Çağlayan, s.232-233.
201
Armağan, “Dilekçe Hakkı”, s.118; Çağlayan, s.233.
202
Çağlayan, s.233.
69
Dilekçe komisyonunun kararları bir mahkeme kararı niteliğinde değildir, bu nedenle
de kendiliğinden icra kabiliyeti yoktur. Bu komisyonun kararları idare açısından da
bağlayıcı değildir, ancak idarenin bu kararlara uymaması bir siyasi sorumluluk
sebebi olabilir203.
70
ilgili olmayan bir idari makama verilmesi durumunda, dilekçenin yetkili idari
makama gönderileceği ve dilekçe sahibine konuyla ilgili bilgi verileceği 5. maddede
düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesine kadar olan süre içerisinde, dilekçe
hakkının kullanılmasının engellenmesi suç olarak düzenlenmemişti. 5237 sayılı Yeni
TCK’nın 121. maddesi “Kişinin belli bir hakkı kullanmak için yetkili kamu
makamlarına verdiği dilekçenin hukuki bir neden olmaksızın kabul edilmemesi
halinde, fail hakkında … cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir. Böylece
sözkonusu hakkın hukuki bir neden olmaksızın engellenmesi, dilekçenin kabul
edilmemesi suç olarak tanımlanmıştır.
71
olan işlemlerde dilekçenin süresi içinde verilmesine rağmen, kabulünün kasten
geciktirilmesi durumunda, sözkonusu suç oluşacaktır.
Dilekçenin hukuki bir nedene dayanılarak kabul edilmesi halinde veya ispat
zorluğu karşısında sözlü başvuruların kabul edilmemesi durumunda TCK.nın 121.
maddesinin uygulanması sözkonusu olmayacaktır.
Hak arama hürriyetini genel olarak ele alan anayasa maddesi” temel hak ve
hürriyetlerin korunması “ başlığını taşıyan 40. maddedir. Bu madde “anayasa ile
205
Çoban, S.82; Kaplan. S.4
72
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir” hükmünü içermektedir ve
hak aramayı yargı organına başvuru ile sınırlamamaktadır. Buradan anayasanın
40.maddesinin genel olarak hak arama hürriyetine gösterdiği, 36. maddenin ise özele
indirgenerek bu hürriyetin yargı organı tarafından sağlanmasını ifade ettiği sonucu
çıkmaktadır.
Belirtildiği gibi, Anayasanın 36. maddesi, hak arama hürriyetinin, yargı yolu
ile kullanılmasını ifade etmektedir.1924 Anayasasının aynı konu ile ilgili olarak
düzenlenmiş olduğu 59. maddesinde başvurulacak yer olarak “ mahkemeler” den söz
ederken, 1961 ve 1982 Anayasalarında “ yargı mercileri “ ifadesinin kullanılmasının
bir anlamı ve amacı olsa gerektir. ”Yargı mercileri “ ifadesinin kullanılmış olmasının
nedeni, adli, idari, askeri yargıyı ve anayasa yargısının tümünü kapsar şeklinde
kullanılması ve bu kavramın içine yalnızca ilk derece mahkemelerinin değil, kanun
yolu mercilerinin giriyor olmasıdır206.
Yargısal başvuru yolu ile hak arama hürriyetinin kullanılmasını daha iyi
açıklayabilmek için her yargı yolunu ayrı ayrı ele almakta fayda bulunmaktadır.
Böylece her yargı yolunun kendine has özellikleri ve kuralları içerisinde hak arama
hürriyetinin ne şekilde kullanılabileceği net bir şekilde anlaşılabilecektir.
İlk bölümde hak arama hürriyetine ulaşılması için gerekli olan ilkeler
açıklanırken hukuk devleti kavramına değinmiş ve hukuk devleti ilkesinin geçerli
olmadığı bir devlet anlayışında hak arama yollarının da açık olamayacağını, var olan
hakların yeterince aranamayacağını belirtmiştik. Hukuk devleti olmak için de bir
206
Çınar, Uğurcan Sevinç:“Temel Hakları Koruma Yöntemlerinden Biri Olarak Hak Arama
Hürriyeti” Yayınlanmamış Doktora Tezi Konya 1998,s.78.
73
takım unsurların gerektiğini, bunların en başında idarenin yargısal denetiminin
geldiğini söylemiştik. Gerçekten de yargı denetimi eylem ve işlemlerinde hukuki
olmayan, insan haklarını hiçe sayma girişiminde bulunan yönetimin önündeki en
büyük güçtür. Yargı denetimi devlet organlarının yetkilerini suistimal etme ihtimali
bakımından yönetilenleri bu kötüye kullanmalara karşı koruyan en önemli
olgudur207.
Kamu otoriteleri, üzerlerine düşen görevleri yerine getirirken bir takım eylem
ve işlemler gerçekleştirmektedirler. Zaman zaman yönetimlerin bu eylem ve
işlemleri, bireylerin temel haklarını zedeleyip, onların zarar görmesine neden
olabilir. Bu durumda bireyler, yönetime başvuruda bulunarak,yapılan eylem veya
işlemle ilgili taleplerde bulunabilirler. Ancak daha önce de üzerinde durulduğu gibi,
yönetimlerin kendilerine gelen talepler, dilek ve şikayetler hakkında hassas
davrandıklarını söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, yönetilenleri idarenin keyfi
hareketlerinden koruyan en önemli ve kesin yolun yargısal başvuru yolu olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır208. İdarelerin bu şekilde yargısal denetimi de idari
yargı mercileri tarafından yerine getirilmektedir.
207
“Devlete hukuk devleti vasfını ve güvencesini veren en önemli esas, yargı denetimi, gücü ve
yetkisidir.”Danıştay.3.D.,22.11.1978 gün ve E.1978/1158, K.1978/1213 D.D., S.34-35, s.194.
208
Çoban, S.96, Taşkın, S.525; Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpunar, S.3. Kalabalık,
Halil: İnsan Hakları Hukuku Ders Notları, Değişim Yay., İstanbul-Ankara, Y.2003, s.238.
209
Danıştay D.D.G.K, 30.03.1950 gün ve E.1950/128, Dan.Kar.Der.S.50-53, s.112.
74
(ba) İdari Yargıda Hak Aramanın Kaynağı
İdari yargı alanında hak arama yollarının tamamen açık olmasını sağlayan ve
hak arama hürriyetini güvencesi niteliğinde olan ilk madde Anayasa’nın 40.
maddesidir. Anayasa’nın 40. maddesi genel olarak, temel hak ve hürriyetlerin
korunması için yetkili makama başvurma hakkını düzenlerken, idari yargı yerlerini
de bu kapsama almaktadır. Anayasa’nın bahsedilen maddesinde, hak arama hürriyeti
en genel anlamıyla ele alınırken, hakları yönetim tarafından ihlal edilen bireylerin
idari yargı mercilerine başvurmak suretiyle haklarına tekrar ulaşma hakkı da zımni
olarak güvence altına alınmıştır.
İdari yargı alanında hak arama hürriyetini düzenleyen diğer bir Anayasa
maddesi konumuzun esasını teşkil eden “ Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36.
maddedir. Bu madde ile yargısal başvuru hakkı düzenlenirken, idari yargı
organlarına başvurma hakkı da bu kapsama dahil edilmiştir. Burada herkesin yargı
mercileri önünde davalı veya davacı olabileceği açıklanırken, yargı mercileri içinde
idari yargı yolu da anlatılmak istenmiştir.
İdari yargı alanında hak arama hürriyeti, bu iki genel nitelikteki Anayasa
maddesi dışında, idari yargıya has nitelikte olduğu açık olan Anayasa ’nın 125.
maddesi ile de koruma altına alınmıştır. Bu bakımdan Anayasa ‘nın 125/ 1
maddesindeki “ İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”
hükmü hak arama hürriyetinin idari yargı alanına münhasır olan bölümünü ifade
etmektedir210.
210
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.141; Tanör-Yüzbaşıoğlu, s.187; İzgi/Gören, s.415;
Kaplan,Gürsel: Uyarma ve Kınama Cezalarına Karşı Yargı Yoluna Başvurmayı Engelleyen
Düzenlemelerin Hukuk Devleti Prensibi Açısından Değerlendirilmesi, AÜEHFD.C.Vll, S.3-4 (Aralık
2003), s.310; Taşkın, s.525.
75
açıklanmıştır. Anayasa’nın 36, 40 ve 125 maddesi ile, idarenin haksız işlem ve
eylemi neticesi hak ve hürriyeti ihlal edilen bireyin hakkını yasama, yürütme ve yargı
organı önünde başvuru ve hak arama özgürlüğü bulunmaktadır.
İdari yargıda hak arama hürriyetinin sınırları üzerinde dana sonra durulacağı
için, şimdilik 1961 ve 1982 Anayasaları arasındaki bu anlam farkına bu şekilde işaret
etmenin yeterli olduğunu düşünüyoruz.
76
dışında, idari yargıda, davalı olan taraf daima bir idaredir. İdari yargı, idarelerin
hukuka aykırı olarak, eylemler ve işlemler gerçekleştirmeleri neticesinde bireylerin
haklarını ve menfaatlerini ihlal etmeleri noktasında yargılama sürecine
başlamaktadır. Kamu gücüne sahip olan idarelerin işlem ve eylemleri kişilerin
hukuki durumlarında tek yanlı bir biçimde bir takım olumlu veya olumsuz
değişiklikler meydana getirmektedir. Bu işlem ve eylemler bazı kişilere haklar,
imkanlar kazandırırken, bazılarına yükümlülükler ve yasaklar getirmektedir. İşte
idari yargının ortaya çıkış sebebi kamu makamlarının otoritesini ve yetkisini hukukla
bağlamak ve bir sınır koymaktır.
Yukarıda açıklandığı gibi idari yargı alanında hak arama hürriyetinin tam
olarak sağlanabilmesi için ön mesele teşkil eden bir takım temel ilkeler mevcut
bulunmaktadır. Bu temel ilkeler üç ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki usul
ilkesi, ikincisi vatandaşların bilgi edinme hakkına sahip olması ve sonuncusu
bireylerin idarenin karar alma mekanizmasına katılması, bu katılımın bireylere açık
214
Kaboğlu, “ Özgürlükler Hukuku” , s.91; Çoban, s.96.
77
olmasıdır. Bunlarla ilgili olan birtakım daha ilkeler bulunmaktadır. Temel olarak
sayılan bu üç ilke yönetimde demokrasi adını taşımaktadır215.
İdari usul ilkesi bütün idari işlemlerin, yönetimin karar alma mekanizmasının,
aynen yargı yerlerinde olduğu gibi önceden belli usul kuralları ile belli olmasını,
idarenin tüm işlemlerini yaparken uyması gereken kuralların tek ve genel bir
kanunda saptanıp, tüm toplum tarafından bilinmesini ifade etmektedir216.
215
Özay, s.5; Kalabalık, s.239; Hız,Yüksel / Yılmaz, Zekeriya: Açıklamalı-Notlu-Gerekçeli Bilgi
Edinme ve Dilekçe hakkı, Seçkin yay., Ankara 2004, s.38; Bereket, Zuhal: Hukukun Genel İlkeleri
ve Danıştay, Ankara, 1996 , s.18.
216
Özay, s.5; Kalabalık, “İnsan Hakları”s.239; Hız/Yılmaz, s.39; Çoban,s.96; Duran, Lütfi:
“İdari Usulün İlkeleri ve Kapsadığı Konular” AİD, C.31, No.1-2, 1998, s.3; Günday, Metin: İdare
Hukuku, 9.baskı, İmaj yay., Ankara 2004 s.30.
217
Duran,s.3; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.240.
218
Çoban , s.96, Duran, s.14.
78
maddi hukukun uygulanma esaslarını gösteren temel kuralları ifade etmesini
açıklamaktadır219.
Türk mevzuatında idari usul kavramı, bu açıklanan anlamı ile her hangi bir
kanuni düzenleme içerisinde yer almadığı halde, İYUK ‘un 2/1-a bendinde, idari
işlemin öğeleri arasında bulunan “ şekil “ unsuru içinde saklı bir biçimde bulunduğu
kabul görmektedir. Bu bakımdan şekil kavramı “ usul “ deyimini kapsar şekilde üst
kavram olarak algılanmakta, idari işlemin öğeleri arasında sayılan şekil şartının
esasen usul-şekil olarak anlaşılmasının bir gereklilik olduğu vurgulanmaya
çalışılmaktadır220.
219
Kalabalık, “İnsan Hakları”s .240; Akyılmaz, Bahtiyar:İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin
Yapılış Usulu, Yetkin.Yay.,Ankara 2000, s.65.
220
Duran, s.4; Kalabalık s.240-241
221
Duran,s.13
79
hürriyetlerini teminat altına alacak ve hak arama hürriyetinin idari yargı alanında
daha etkin bir hal alması sağlayacak en önemli ilkedir.
Bilgi edinme hakkı ve hürriyeti hak arama hürriyetinin temelini teşkil etmesi
ve hak arama hürriyetinin başlangıç noktasını oluşturması bakımından önem
taşımaktadır. Hak arama hürriyeti bireylerin bilgi niteliğindeki verilere sahip
olabildiği şartlar dahilinde bir anlam ifade edeceğinden, bilgi edinme hak ve hürriyeti
hak arama hürriyetinin olmazsa olmaz koşulunu oluşturmakta ve böylece iki hürriyet
arasında temel bir bağ en başta kurulmaktadır222.
222
Güran,Sait: “ Yönetimde Açıklık”, İHİD 3/1-3, s.102-103; Güran,Sait: “ Hak Arama
Özgürlüğünün İki Boyutu” , Anayasa Yargısı, C.9, No.27, 1993, s.29;Çoban, s.100.
223
Özay, s.5; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.241; Hız/Yılmaz, s.38; Bereket, s.24; Kaya, Cemil: İdare
Hukukunda Bilgi Edinme Hakkı, Seçkin Yay., Ankara 2005, s. 24 – 25.
224
Tezcan, Durmus / Erdem, Mustafa R./ Sancakdar, Oğuz :Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu
2.Bası, Ankara 2004, s.61; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.243; Hız/Yılmaz, s.39.
80
hak bireylerin haklarını anlamlı bir şekilde kullanmalarını doğrudan sağlamayı amaç
edindiği için, insan hakları sisteminin özünü teşkil etmektedir.
Bilgi edinme, bunu talep eden bireyler açısından bir “ hak” niteliğini taşırken,
bu talebi yerine getirmek durumunda olan idareler açısından ise bir ödev, bir
yükümlülüktür225 .
Ülkemizde bilgi edinme hakkı ile ilgili olarak 09.10.2003 tarihinde 4982
sayılı Bilgi Edinme Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun 31. maddesi uyarınca Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin esas ve usuller hakkında
yönetmelik 27.04.2004 tarihinde çıkarılmıştır. Zikredilen bu kanun ve yönetmelik
hükümleri üzerinde durulmayacaktır. Ancak 4982 sayılı kanunla ilgili olarak en
önemli nokta bu kanunun 4. maddesinde bu haktan yararlanabilecekleri için “herkes“
kavramının kullanılmış olmasıdır. “Herkes” kavramı bilgi alma hakkının genelliğini
ifade ederken, bu kavrama bireyler, birey toplulukları, gerçek ve tüzel kişiler, özel
hukuk tüzel kişileri, devlet ve diğer kamu tüzel kişileri ile belirli koşullar dahilinde
yabancılar da girmektedir226.
İdari yargı alanında hak arama hürriyeti bakımından diğer önemli bir konu da
idarede açıklık anlayışıdır. Bu ilke diğer ilkeler gibi yönetimde demokrasinin bir
unsurunu oluşturmaktadır ve diğer ilkelere nazaran daha ön plandadır. Bu ilke çok
geniş açıklamaların yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu yüzden, idarenin açıklığı
konusunu hak arama hürriyeti bakımından önemli olan noktaları üzerinde durulmakla
yetinilecektir.
81
idarenin almış olduğu kararların kolayca denetimden geçirilmesini ifade
227
etmektedir . Açıklık kavramı, yönetimin etkinliklerinin görülebilmesini, idareden
her türlü belge ve bilginin alınmasını, yönetimle ilgili her yerin gezilebilmesini,
yönetimdeki karışık işlerin düzenlenmesini, gizli kalan hukuk dışı davranışların açığa
çıkarılmasını, böylece bilgi toplumunun yaratılmasını anlatmaktadır228. İdarenin açık
olması ile idarenin aldığı tüm kararlar, gerçekleştirdiği tüm eylem ve işlemler kapalı
kapılar ardında değil, vatandaşların gözü önünde cereyan edecek ve böylece vatandaş
ile idare arasındaki olumsuzluklar ortadan kalkacak, karşılıklı güven ortamı
oluşacaktır.
227
Özay, s.8; Güran, “ İdarede Açıklık “, s.102; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.239-240; Duran, “
İdare Usul…” s.5;Eken, “ Kamu Yönetiminde Gizlilik Geleneği ve Açıklık İhtiyacı” AİD,C.27S.2,
s.39; Hız/Yılmaz, s.38 ; Bereket, s.18 ; Yürük, s.39; Kaya, s. 27.
228
Güran, “ Yönetimde Açıklık”, s.105; Bereket , S.18-19; Eken, s.40; Hız/Yılmaz, S.40.
229
Güran, “ Yönetimde Açıklık”, s.105; Bereket, s.19; Eken, s.41; Duran, “ İdari Usul…”,s.5.
230
Bereket, s.19; Eken, s.43; Hız/Yılmaz, s.43; Kaya, s. 28.
231
Eken, s.26; Yürük, s.39.
82
arada bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Ancak özellikle 19. yüzyılın ikinci
yarısından, ikinci dünya savaşından itibaren bu anlayışlar terk edilerek yönetimin
kendini halka yaklaştırması, faaliyetlerini topluma açmak gerekliliği yönündeki fikir
ağırlık kazanmaya başlamıştır. Tarihsel gelişme süreci içerisinde yönetimde gizliliğin
uzun süre egemen olduğunu, günümüzde ise açıklık anlayışının önem kazandığını
söyleyebiliriz.
232
Güran, “ Yönetimde Açıklık” , s.103; Bereket, s.19; Hız/Yılmaz, s.42; Duran “ İdari Usul” s.5;
Eken, s.53
233
Bereket, s.21
83
(d) Gerekçe ilkesi
Gerekçe kavramı ile idari işlemin yapılış nedeni aynı anlamı taşımamaktadır.
Bir işlemin nedeni (sebebi) idareyi işlem yapmaya yönelten etkenleri belirtirken,
gerekçe işlemin şekil unsuru ile ilgili olup, işlem metninin bir unsurudur ve işlemin
nedeni, gerekçe olarak gösterilmek durumundadır235. Bu bakımdan, iki kavram
arasındaki bağlılık iki kavramın özdeş olarak algılanmasına yol açmıştır. Oysa
gerekçe ilkesi işlemin muhatabına, ilgisine yönelik olmakla birlikte sebep unsuru ise
hakime yönelik bulunmaktadır236.
Gerekçe ilkesi ile idare bir işlemi niçin yaptığını, hangi yolu izlediğini neden
işlemi bu şekilde gerçekleştirdiğini ortaya koyarak, işlemin yapıldığı bireyin doğru
bir işlemin yapıldığı konusunda ikna edilmesini sağladığı gibi, idare gerekçe
göstererek, kendini işlem yapmaya sevk eden temel düşünceleri açıklayarak, hukuk
devleti ilkesini tam manasıyla hayata geçirmiş olmaktadır237.
234
Akılloğlu, Tekin: “ Yönetsel İşlemlerde Gerekçe ilkesi”, AİD , C.15, S.2 Haziran 1982 s.7;
Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251; Aşçıoğlu, Çetin: “ Yargı Kanunlarında Gerekçe “, Ticaret Hukuk
ve Yargıtay Kararları Sempozyumu IX, Ankara, 1992, s.43-48; Alp, Mustafa: “Anayasa Hukuku
Açısından Mahkeme Kararlarında Sözde (günümüzde) Gerekçe”, Prof.Dr.M.Tevfik Birtek Armağan,
s.427.
235
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi”, s.7; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251.
236
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi”, s .9; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251.
237
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi”, s.9; Kalabalık, “İnsan Hakları” s.251; Akyılmaz, “ İdari İşlemin
Yapılış Usulü” , s.203.
84
Gerekçenin üç önemli işleve sahip olduğunu ve bu işlevlerin ayrı kurumlara
yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu kurumlardan birincisi işlemi yapan idarenin
kendisi, ikincisi işlem yapılan muhatap, üçüncüsü ise idarenin işlemini denetleme
yetkisine haiz olan idari yargı yeridir. Gerekçe ile idari işlemi yapmış olan idare öz
denetim yapmakta, gerçekleştirmiş olduğu işlemin hukuka uygun olup olmadığını
kontrol etmektedir. İşlemin muhatabı, işlemin geçerliliğine ilişkin değerlendirme
yapma imkanına sahip olup, savunma hakkını ve hak arama hürriyetini serbestçe
kullanabilmektedir. Söz konusu işlemin yargı konusu olması durumunda ise yargı
denetimi kolaylaşmakta, idari yargı yeri kararın oluşturma sürecini algılama
imkanına sahip olabilmektedir238.
238
Akıllıoğlu, “ Gerekçe İlkesi “, s.9; Kalabalık, “İnsan Hakları”s.251; Akyılmaz, “ İdari İşlemin
Yapılış Usulü “, s.203; Çoban, s.97-98; Alp,s.429.
85
gidermektedir239. Bu durum hak aramayı kolaylaştırarak bireylerin temel hak ve
özgürlüklerini etkin bir şekilde korunmalarını sağlar.
İdari yargı mercilerinin temel işlevi idarenin hukuk dışı karar ve işlemlerini
iptal etmek, idarenin bu eylem ve işlemlerinden zarar gören kimselerin, bu zararlarını
ödetmek suretiyle hak ve hürriyetlerin korunmasını sağlamaktır. Böyle olmakla
birlikte, ülkemizde özellikle idari yargı alanında hak arama hürriyeti bakımından söz
konusu olan güçlükler ve engeller hiçbir zaman eksik olmamıştır. İdarenin
belirtildiği şekilde her türlü eylem ve işleminin yargısal denetimi kolayca
gerçekleşmemektedir. Anayasal ve yasal düzenlemeler bazı idari işlemlerin yargı
denetiminin dışında kalmasına dolayısıyla hak arama hürriyetinin sınırlanmasına
neden olmaktadır.
İdari yargı bakımında, hak arama hürriyetini kısıtlayan temel bazı konular
bulunmaktadır. Bu kısıtlamaların bir kısmı idari yargı yolunu, genel anlamda yargı
yolunu kapatmaktadır ve doğrudan Anayasasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir
239
Kalabalık, “İnsan Hakları”s.255; Akyılmaz, “ İdari İşlemin Yapılış Usulü “, s.214; İyimaya,
Ahmet:“2001 Anayasa Reformu Perspektifinde 36. ve 40. Maddelerdeki Değişikliklerin Anlamı”
TBMM Anayasa Hukuku 1.Uluslararası Sempozyumu,Ankara 2003, s .71-72.
240
Özbudun, “Anayasa Hukuku” s.97; Kaboğlu, “ Özgürlükler Hukuku” , s.93; Çoban, s.105; Can
/Çelik/Demir/Özdemir/Karubulut/Gürpınar, s.6; Yenice, “Hak Arama”s.112.
241
Kaboğlu, “ Özgürlükler Hukuku”, s.93; Çoban, s.105.
86
kısım kısıtlamalar ise Anayasa tarafından doğrudan kaynaklanmamakla birlikte,
yargının işleyişi sırasında ortaya çıkan bir takım sınırlandırmalardır. Bu iki ana
grupta toplayabileceğimiz hak arama hürriyetinin sınırlarını gösteren konular
üzerinde kısaca durmak da fayda görmekteyiz.
242
Tanör “İnsan Hakları Sorunu”, s.142, Yazar bu düşünceyi ileri sürmekle beraber Turgut Özal
dönemini göstererek “Tercih ve Kararlarını Hükümetin arkasına saklanarak, bu organa dayatarak ve
bu organ eliyle resmileştiren bir Cumhurbaşkanı. “ tek başına yapılabilecek işlemler kategorisinin
istismar karakterlerinin de bozup gerçekleştirmekle, dolaylı yoldan yürütmenin bütün önemli
yetkilerini kullanır hale gelmekteydi.” demektedir.
87
denetimi dışında bırakılmasının gerekçesi olarak, Askeri Hiyerarşinin gerekleri, Türk
Silahlı Kuvvetlerinde görevli personelin terfi ve emeklilik işlemleri ile ilgili
kararların özellikle önem arz etmesidir. Ancak böyle bir gerekçe söz konusu
kararların yargı denetimi dışında bırakılmasını haklı kılmamaktadır. Askeri
hiyerarşinin gerekleri kavramı bu kadar önemli ise, o zaman Askeri Yargı ve Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin niçin var olduğu sorusu karşımıza çıkmaktadır243.
Askeri Şura Asker kişileri ilgilendiren, Askeri personel konusunda çok önemli
kararlar vermektedir. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri personel kanununun 50.
maddesinde Askeri Şura’nın belli şekillerde hareket eden kişilerin silahlı
kuvvetlerinden ayrılmasına karar verebileceği, üst rütbeli askeri personelin terfi
işlemlerin gerçekleştirileceği açıklanmıştır. Bu işlemler bireylerin temel hakları ile
yakından ilgili olup, bu kanundaki kararların yargı denetimi dışında bırakılması
telafisi imkansız mağduriyetlere yol açabilmektedir244.
Anayasanın 159/4. maddesi HSYK ’un tüm kararlarını yargı denetimi dışında
bırakmıştır. Hakimler ve Savcılara HSYK tarafından verilen özellikle özlük işleriyle
ilgili kararlar karşısında, hakim ve savcılar bu kararlara kayıtsız bağlı kalmakta,
kararların hatalı, açıkça hukuka aykırı olması durumunda dahi hak arama
özgürlüklerini kullanamamaktadırlar. Böyle bir düzenlemenin insan hakları, hukuk
devleti ilkesi ve temel anayasa kuralları ile bağdaşmadığı açıkça ortadadır245.
243
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.142; Çoban, s.115;
Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpunar, s.7.
244
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.142; Çoban, s.115.
245
Yenice, “Hak Arama” s.113; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”.142; Çoban, s.115;
Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpunar, s.7; Ünver, s.189.
246
27.01.1977 tarihli 1976/43 E., 1977/4 K. AYMKD, S.15, s.106 v.d.
88
YHK kararıyla meslekten çıkabilecek, fakat hakim bu kanuna karşı yargı yerine
başvurmayacaktır. Bunun hukukla bağdaşır bir yönü yoktur…Yargı yerine
başvurulması Cumhuriyetin Hukuk Devleti niteliğine ters düşer…Özetlemek
gerekirse, YHK kararlarına karşı Yargı yoluna başvurmayı engelleyen (Bu kararlar
aleyhine başka mercilere başvurulmaz.) tümcesi Türkiye Cumhuriyeti niteliğinden
olan insan hakları ve hukuk devlet ilkesini bozmakta olduğundan… Anayasa’ ya
aykırıdır.” şeklindeki kararı ile iptal edilmiştir. Kararda insan hakları açısından
AİHS’nin 6. maddesine dayanılmış olması, aynı şekilde olan 1982 Anayasasının
Uluslararası normları ihlal ettiğini gösterir niteliktedir247.
247
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.143; Ünver, s.190.
248
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Kaplan, Gürsel: “ Uyarma ve Kınam Cezalarına Karşı Yargı
Yoluna Başvurmayı Engelleyen Düzenlemelerin Hukuk Devleti Prensibi Açısından
Değerlendirilmesi”, AÜEHFD, C.VII, S.3-4 (Aralık 2003), s.309 vd.
249
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.143; Kaplan, “ Uyarma ve Kınama Cezaları”,
s.311; Çoban, s.116.
250
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”, s.143; Kaplan, “ Uyarma ve Kınama Cezaları”,
s.313; Çoban, s.116.
89
görünen bu disiplin cezaları kamu görevlileri için ileri aşamada çok önemli hak
kayıplarına neden olabilmektedir. Bu itibarla Anayasa’nın öngördüğü Hukuk
Devleti İlkesi ile onun olmazsa olmaz gereklerinden biri olan hak arama hürriyeti ve
idarenin yargısal denetimine sınırlama getiren bu hükmün mutlaka değiştirilmesi
gerekmektedir.
Sayıştay Anayasa ‘nın 160. maddesinde genel ve katma bütçeli dairelerin tüm
gelir ve giderleri ile mallarını T.B.M.M. adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak için oluşturulmuş Anayasal bir kurumdur.
Sayıştay ’ın kesin hükümleri hakkında ilgililerin yazılı bildirim tarihinden itibaren on
beş gün içinde bir defaya mahsus karar düzeltme isteminde bulunma hakları olup, bu
kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamamaktadır. Bu hüküm hak arama
hürriyetini açıkça engeller niteliktedir. Sayıştay ‘ın yargısal bir niteliğe sahip olması
ve Anayasa ‘da “ Yüksek Mahkemeler “ başlığı altında yer almış olması dahi bu
durumun yaratabileceği sakıncaları ortadan kaldırmaya yetmemektedir251.
İdarenin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması ilkesi genel bir
hukuk prensibidir. Bu genel anlayış geçerli olmakla birlikte, kamu hizmetleri giderek
çoğalmakta, teknik niteliğe haiz olan hizmetler ortaya çıkmakta, bu durum idareye
karşılaştığı yeni gelişmeler paralelinde hizmetlerini yürütebilmesi için bazı
serbestliklerin tanınmasını gerekli kılmaktadır252. Belirtildiği gibi idareye sağlanması
gereken serbestliğin temel nedeni kamu hizmetlerindeki artış, hizmetlerin işleyiş
şeklidir.
251
Tanör, “Türkiye’ninİnsan Hakları Sorunu”,
s.143.;Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabulut/Gürpınar, s.7
252
Yenice, “Hak Arama” s.121; Çoban, s.106; Akılloğlu,T.ekin: “ Danıştay Kararlarına Göre
Uygulamada Temel Haklar”, AİD, C.16 S.3 Eylül 1983, s.44.
90
Takdir yetkisi üç önemli unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Takdir yetkisi
için yetkinin nasıl kullanılacağının hukuki düzenlemede açık bir şekilde
gösterilmemiş olması, idarenin gerçekleştireceği eylem ya da işlemler için hukuka
uygun olan alternatif yolların bulunması ve idarenin bu alternatifler arasında
dilediğini seçme hakkının tanınmış olması gerekmektedir253. Kamu hizmetlerinin
gereklerine en uygun çözümün üretilebilmesi için yönetimlere takdir yetkisinin
verilmesi konusu tartışılamaz bir gerçeklik taşımaktadır. Ancak bu yetkinin
kullanılma biçimi önem taşımaktadır. Takdir yetkisi kamu yararı gözetilerek, kanun
dahilinde, eşitlik ilkesine uygun biçimde, objektif nitelikte, keyfi davranışlardan uzak
bir şekilde kullanılmalıdır254.
Hukuk Devleti İlkesinin geçerli olduğu bir yerdeki idarede, idare takdir
yetkisini kamu yararı için, keyfilikten tamamen uzak bir biçimde kullanır. Ancak en
önemli husus tüm idari işlem ve eylemlerin takdire de dayalı olarak yapılsalar, yargı
denetimi altında bulunmalarıdır. Takdir yetkisine dayanılarak yapılan tüm
faaliyetlerin özellikle sebep, konu ve amaç yönlerinden denetiminin yapılması bir
zaruret olup, bu yetkinin idarelerce mutlak veya sonsuz olarak kullanılması mümkün
değildir255.
Takdir yetkisinin, idari yargı tarafından denetlenmesi açısından her hangi bir
duraksama yoktur. İdarenin yaptığı tüm faaliyetler denetim altında tutulabilecek,
takdir yetkisinin farklı bir amaçla kullanıldığı anlaşılırsa, söz konusu idari işlem veya
eylem iptal edilecektir. Takdir yetkisinin denetimi, genelde Hukuk Devleti İlkesine
veya Anayasal kurallara dayanılarak yapılmaktadır.
253
Yenice, “Hak Arama” s.120-121; Karatepe, Şükrü: “ İdarenin Takdir Yetkisi”, Türk İdari
Dergisi, C.63, s.392, Eylül 1991, s.71; Çoban, s.106.
254
Yenice, “Hak Arama” s.121; Çoban, s.106.
255
Yenice, “Hak Arama” s.121; Akıllıoğlu, “ Temel Haklar”, s.44; Çoban, s.106: Karatepe, s.107.
91
hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yerindelik denetimi ile idare tarafından
gerçekleştirilen bir eylem ya da işlemin yerinde olup, olmadığı, ihtiyaca uygun bir
faaliyetin oluşturulup, oluşturulmadığı araştırılır. İdarenin faaliyetlerinin yerinde
olması konusunda karar alma yer ve zaman seçme ile belli bir yönde hareket etme ya
da etmeme gibi iki önemli ölçüt belirleyici rol oynamaktadır256.
Anayasa ’nın 125/5. maddesinde, İYUK ’un 27. maddesi ile yürütmenin
durdurulması kararı verilebilmesi oldukça güç şartlara bağlanmıştır. Buna göre idari
işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari
256
Karatepe, s.83; Çoban, s.107; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.94; Tanör, “Türkiye’nin İnsan
Hakları Sorunu”, s.174.
257
Çoban, s.107.
258
Yenice, “Hak Arama” s.126; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.143;
Can/Çelik/Demir/Özdemir/Karabuluk/Gürpınar, s.7.
92
işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda
gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilecektir. Görüldüğü
üzere, bu iki şartın birlikte gerçekleşmesi halinde, idarenin işlem veya eyleminin
yürütmesi durdurulacaktır. Oysa bu sayılan şartlardan biri dahi için bu karar
verilebilmelidir. Çünkü bu iki koşul gerçekten ağır durumları ihtiva etmektedir. Aksi
halde, bireylerin haklarının yerine getirilmesi bazen imkansız, bazen anlamsız hale
gelebilir259.
Anayasa ‘nın yukarıda değindiğimiz 36., 40., ve 125 maddeleri hak arama
hürriyetinin esasını teşkil etmektedirler ve bu maddelerin doğrudan Anayasa kuralı
olarak düzenlenmesi isabetli olmuştur.Çünkü diğer hak ve hürriyetlerin korunmasını
259
Yenice, “Hak Arama”s.126.
93
amaç edinen bir insan hakkı durumunda olan bir “ hak “ kın Anayasa dışındaki bir
kanunla düzenlenmesi, bu önemli hürriyetin en baştan zedelenmesine neden olurdu.
Anayasa yargısı, temel olarak iki ana yol ile kanunların anayasaya
uygunluğunu ve dolayısıyla hak arama hürriyetinin bireylere tanınmasını
sağlamaktadır. Bu yollardan ilki itiraz yolu da denilen mahkemelerde görülmekte
olan bir dava sırasında uygulanacak bir kuralın Anayasa’ya aykırılığının ileri
260
Aliefendioğlu, Yılmaz: Anayasa Yargı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin Yay.Ankara 1996,
s.199; Kaplan, “ İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü”, s.40; Taşkın, s.525.
261
Çınar, s.117-118; Taşkın, s.528.
262
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.144; Aliefendioğlu, s.200.
94
sürülmesidir. Diğeri ise belli bir zümreye verilmiş olan iptal davası yoluyla, bu
hakkın kullanılmasıdır.
Anayasal yargıda, diğer yargı kollarından farklı olarak hak arama yolları
bireylere daha sınırlı olarak tanınmıştır. Bu nedenle farklı iki yol bakımından,
inceleme yapılmasında fayda bulunmaktadır.
Anayasa ‘nın 152. maddesine göre, “ Bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa
‘ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi
olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar
davayı geri bırakır.” Mahkemede taraflardan birisinin, uygulanan kanun hükmünü
Anayasa‘ya aykırı görerek, bunu ileri sürmesi, mahkemenin de bu iddiayı ciddi
bularak, işi bekletici sorun yapmak suretiyle Anayasa Mahkemesine göndermesi,
Anayasa Mahkemesinin bu kanun hükmünün Anayasa‘ya aykırı olduğuna karar
vererek, bu hükmü iptal etmesi durumunda davacı ya da davalı taraf bundan
doğrudan faydalanmakta, böylece hak arama hürriyeti Anayasa Yargısında somut bir
şekilde güvence altına alınmış olmaktadır264.
263
Teziç, s.195; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.145; Taşkın, s.528.
264
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”,s.145; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.187-188.
95
davalara bakarak nihai hüküm veren her derecedeki mahkemede görülmekte olan bir
dava bulunmalıdır265.
Anayasa ‘nın 152. maddesindeki düzenleme teknik anlamda bir defi değil,
itiraz niteliğindedir. Anayasa’ya aykırılığın bir dava sırasında ileri sürülmesi kamu
düzeni ile ilgili olarak görüldüğünden, süren bir dava sırasında, taraflar uygulanan
kanunun Anayasa‘ya aykırılığını iddia etmeseler bile, dava mahkemesi kendiliğinden
bunu ileri sürebilmektedir266.
İptal davası ile belli sıfata haiz kimseler veya belli niteliğe sahip gruplar,
kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, TBMM içtüzüğünün, bunların
tamamının veya belirli maddelerinin Anayasa aykırı olduğunu ileri sürerek, bu
sayılan düzenlemelerin iptal edilmesini sağlayabilmektedirler. İptal davası yolu ile
Anayasa’ya aykırı olan düzenlemeler ortadan kaldırılmakta, bireyler bu Anayasa ’ya
aykırı olan hükümler ile hak kayıplarına uğrama ihtimalinden sıyrılmaktadırlar.
İptal davası ile hak arama hürriyetinin birbirine yakından bağlı olduğu
söylenemez. Ancak iki kavram arasında yine de bir ilişki bulunmaktadır. İptal davası
açma yetkisi, dolaylı bir şekilde kişilerin hak arama hürriyetlerini ilgilendirmektedir.
Milleti temsil eden parlamenterlerin belli bir sayısının, ya da seçmenlerin dileklerini
yansıtan siyasal partilerin dava açarak, Anayasa ‘ya aykırı olan bir kanunu iptal
ettirmeleri bu bağlamda düşünülmelidir267.
265
Teziç, s.200; Taşkın, s.528-529.
266
Teziç, s.196-197.
267
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.144; Teziç,s.201;Taşkın,s.528.
96
Anayasa ‘da iptal davası 150. madde de “Kanunların, kanun hükmündeki
kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya bunların belirli
madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasa‘ya aykırılığı iddiasıyla
Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı,
Cumhurbaşkanına, iktidar ve ana muhalefet partisi meclis grupları ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir, iktidar da
birden fazla siyasi partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma
haklarını en fazla üyeye sahip olan parti kullanır” şeklinde düzenlenmiştir. Bu
Anayasa maddesi ile iptal davasının açılma usulü, bu davayı açabilecek merciler ve
bu davanın hangi işlemlere karşı açılabileceği ortaya konulmuştur.
Anaya Yargısında hak arama yolları diğer yargı kollarına oranla daha az
niteliktedir. Bireyler her istedikleri konuyu ya da Anayasa ‘ya aykırı olduğunu
düşündükleri bir kanun hükmünü doğrudan Anayasa Mahkemesine
götürememektedirler. Bu nedenle Anayasa yargısında hak arama faaliyeti belirtildiği
üzere daha sınırlı bir biçimde ilerlemektedir.
Zaten kısıtlı bir şekilde hak arama hürriyetinin tanındığı Anayasa yargısında
da aynı idari yargıda olduğu gibi bir takım sınırlar mevcuttur. Bu sınırlar bizzat
Anayasa‘dan kaynaklanmaktadır ve önceki Anayasa döneminde geçerli olan
uygulamaların yeni Anayasa döneminde uygulamadan kaldırılması da bir“ sınırlama”
olarak kabul edilmektedir.
268
Çınar, S.117-118, Taşkın, S.528.
97
(i) İtiraz Yoluyla Denetimdeki Sınırlar
İtiraz yolu ile Anayasa yargısının işletilmesi konusunda hak arama hürriyetini
kısıtlayan üçüncü husus, Anayasa Mahkemesi ‘nin 1961 Anayasasından farklı olarak
olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı karar verme imkanının kaldırılmış
olmasıdır. 1961 Anayasası, Anayasa Mahkemesi ‘ne olayla sınırlı ve yalnız tarafları
bağlayıcı iptal kararı verebilme yetkisini tanımıştı. Bu yetkinin kaldırılmış olması,
somut olaylar açısından kişi haklarının korunmasını ve bireylerin hak arama
özgürlüklerini serbestçe kullanmalarını engellemektedir270.
Bu konuda son sınırlama Anayasa ‘ya aykırılık iddiasını ciddi bularak, işi
Anayasa Mahkemesi ’ne gönderen mahal mahkemesine yöneliktir. Eski sistemde,
269
Aliefendioğlu, s.130; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.145.
270
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.145.
98
Anayasa Mahkemesi kararının gecikmesi durumunda mahal mahkemesi Anayasa
Mahkemesi ‘ne gönderdiği işi kendi kanısına göre, yani Anayasa ‘ya aykırı gördüğü
hükmü dikkate almadan çözerken, yeni sistemde, Anayasa Mahkemesi ‘nin kendisine
gelen aykırılık iddiasıyla ilgili beş ay içinde karar vermemesi durumunda mahal
mahkemesi söz konusu işi, yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandıracaktır.
Yani mahal mahkemesi, Anayasa ‘ya aykırı olduğunu düşündüğü kanun hükmünü
uygulamak zorunda kalacaktır. Bu önemli sakıncaları beraberinde getirebilir. En
başta mahkeme, inanmadığı, hukuka ve Anayasa ‘ya aykırı olduğunu düşündüğü bir
hükmü uygulayarak karar verme zorunluluğunda bırakılarak, mahkemelerden
beklenen adil yargılama gerçekleşmemiş olur. Diğer taraftan mahkeme bu işi
yürürlükteki kanun hükümlerine göre çözdükten sonra Anayasa Mahkemesi bu işle
ilgili olan kanun hükmünü Anayasa ‘ya aykırı bulup, iptal edebilir. Böylece davanın
tarafı olan kimseler bu iptal kararına kadar, Anayasa ‘ya aykırı olan bu kanun
hükümlerine katlanmak durumunda kalabilirler.
99
üye tam sayısının beşte biri tutarında üye bu hakka sahip olarak gösterilmiştir.
Böylece üye sayısı artırılarak, bu yolun işletilmesi güçleştirilmiştir. Yeni sistemde
dava açma hakkı Cumhurbaşkanı, TBMM üye tam sayısının beşte biri, iktidar ve ana
muhalefet meclis gruplarına verilmiştir. İktidar partisinin meclisteki çoğunluğuna
dayanarak çıkardığı kanunlara karşı bu yola gitmesi düşünülemeyeceği gibi, ana
muhalefet partisi de ileride iktidar olabilme ihtimalini dikkate alarak , kendi
menfaatine gördüğü kanunlar aleyhine bu yolu kullanmayabilir271.
1961 Anayasında iptal davası açma yetkisine haiz olan zümre “ kendi varlık
ve görevlerini ilgilendiren alanlarda” dava açma hakkını kullanıp, kendi
mensuplarına yönelmiş olan durumlarda iptal davası yoluna giderken, bu hüküm de
yeni Anayasa’da yoktur.
Genel olarak, “ yargı” dendiği zaman akla gelen adli yargıdır. Toplumda
hukukçular dışında insanlar arasında kullanılan “ yargı, mahkeme, hakim, dava”
deyimleri hep adli yargıyı kastedilerek kullanılmaktadır. Çünkü bilinen en yaygın ve
eski yargı kolu adli yargıdır. Bu zamana değin her türlü ihtilafın çözümünde görevli
yargı yeri adli yargı olmuştur. Diğer yargı kolları belli konulardaki uyuşmazlıkları
çözmek için sonradan oluşturulmuşlardır. İhtiyaçlar nedeni ile, adli yargı içinde yer
alan idari yargı, askeri yargı, anayasa yargısı zamanla bağımsızlıkları kazanarak, adli
271
Tanör,“Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.145-146.
272
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.146.
100
yargıdan ayrılmışlar ve kendilerine özgün bir yargılama usulü ve kurumsallaşma
içine girmişlerdir.
Adli yargı dendiği zaman, iki temel yargı fonksiyonu akla gelmektedir.
Bunlardan ilki bireyler arası özel hukuk ilişkilerinden kaynaklanan hak ihlalleri ve
uyuşmazlıkları çözmekle görevli hukuk yargısı, diğeri ise bireylerin diğer bireylerin
her yönden haklarına saldırı teşkil eden ve kamu düzenini bozan, kanunun suç
saydığı fiillerden dolayı ceza sistemini oluşturan ceza yargısıdır273. Adli Yargı, hem
hukuk, hem ceza yargısı anlamında olup, kişinin haklarını hukuki ve cezai olarak
güvence altına almaktadır.
Bir başka kimse tarafından her ne şekilde olursa olsun, bir hak ihlaline
uğradığını iddia eden bir kişi Adli yargı yoluna gidebileceği gibi, temel hak ve
özgürlüklerine bir saldırı olduğunu düşünen kişi de, bu saldırıyı bertaraf etmek için
adli yargı yoluna başvurabilecektir. Adli Yargı, en geniş yargı örgütlenmesini ifade
etmektedir.
Yargı kolları arasında en eski bilinen ve yaygın olanın adli yargı olduğunu
yukarıda belirtmiştik. Kapsamı açısından diğer yargı yerlerinden ayrılan adli yargının
temel fonksiyonu adaleti sağlamaktır. Adaleti sağlama amacı güden adli yargıda hak
arama hürriyeti diğer yargı kollarına nazaran daha da önem taşımaktadır. Bir kere
hak arama hürriyetinin sağlanması dendiği zaman ilk akla gelen hak arama
faaliyetinin adli yargı içerisinde gerçekleştirilmesidir. Hak arama yollarından olan
yargısal başvuru yolu öncelikle ve özellikle adli yargı yolu olarak anlaşılmalıdır.
273
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188; Akad, s.216; İzgi/Gören, s.415; Taşkın, s.583; Çoban, s.117.
101
yargı açısından ilk önemli kuraldır274. Bu mercilere davacı olarak başvuru hakkının
yanında, itiraz, temyiz, yeniden yargılanma, karar düzeltme talebiyle başvuru
imkanları da hak arama hürriyeti içerisinde mütalaa edilmekte ve 36. maddenin
kapsamı bu şekilde genişlemektedir275.
Anayasa’nın 36. maddesinde yargı yerleri arasında her hangi bir ayrım
yapılmaksızın, yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkından bahsedilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılama
başlıklı 6. maddesi esas olarak hak arama hürriyetini ele almakta ve adil yargılanma
hakkını “ medeni hak ve vecibelerle ilgili nizalar ve kendisine karşı cezai sahada
sarfedilen bir isnat” hakkında tanıyarak, bizim hukukumuzdaki adli yargı kolunu
işaret etmektedir. Buradan adli yargı da görülen davaların Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkının uygulama kapsamı içinde
olduğu ve adli yargıda herhangi bir kimseye hak arama yolundan belli hakların
kullandırılmaması durumunda bireysel başvuru hakkını kullanmak suretiyle, hakkını
uluslararası platformda arayabileceği sonucu çıkmaktadır.
Hak arama faaliyeti asıl olarak adli yargı alanında ve adli yargı yerlerinde
gerçekleşmektedir. Hak arama yollarından en etkini olan yargısal başvuru hakkı,
diğer yargı kollarında da geçerli olmakla birlikte, özellikle adli yargıyı ifade
etmektedir.
274
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188; İzgi/Gören, s.415; Taşkın, s.524; Çoban , s.117
275
Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188; İzgi/Gören, s.415; Taşkın, s.524.
102
Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen herkesin yargı merci önünde davacı
olarak iddia, davalı olarak savunma haklarının bulunması adli yargıya yönelik
yapılmış bir düzenlemedir. Bu hüküm geneldir. Tüm yargısal başvurular için
geçerlidir ancak maddenin amacı adli yargı alanında hak arama hürriyetinin
sağlanmasıdır. Anayasa’nın 36.maddesinde söz edilen kavramların hepsi üzerinde
ayrı ayrı durulması, adli yargı da hak arama hürriyetinin açıklanması bakımından
gereklidir. Bu konudaki açıklamalar son bölümde yapılacağı için burada sadece bu
şekilde kısaca zikretmeyi yeterli görüyoruz.
276
Kaboğlu , “ Özgürlükler Hukuku “ , s. 89 ; İzgi / Gören , s. 417 ; Çoban , s. 146
103
(i) Hak Arama Hürriyetini Kısıtlayan Hukuki Nedenler
277
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.147; Çelebi, Hüsamettin: “ Hak Aramanın Maliyeti”,
ABD, 1989/2, Y.46, s.260-261; Taşkın, Alim: “Adli Yardımın İşlevi ve Yardım Giderlerinin Geri
Alınma Zamanı” , TBBD, Y.2, S.3, 1999/3, s.835: Taşkın, .525; Çoban, s.153; Çınar, s.200.
278
Kuru, Baki / Arslan ,Ramazan / Yılmaz ,Ejder: Medeni Usul Hukuku, 2003, s.552; Gözübüyük,
“Yönetsel Yargı” s.475; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.147; Çoban, s.155; Alim
Taşkın, S.832.
104
uyandırması gerekmektedir279. Bu iki şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda, adli
yardım müessesesinden faydalanmak mümkündür.
Adaletten yararlanmanın pahalı hale gelmesi, gelir düzeyi düşük olan bireyler
için hak arama hürriyetinin parasal bir engelle karşılaşması anlamına gelmektedir.
Bu durumda maddi imkanlara sahip olanlar haklarını özgürce ve serbest bir şekilde
arayabilirken, bu imkana sahip olmayanların hak arama faaliyetini
gerçekleştiremeyecekleri sonucu çıkmaktadır. Sosyal bir hukuk devletinde tüm
bireyler, hak arama özgürlüğünü ucuz, sürekli, eşit koşullarda kullanması, yargı
önünde taraflar arasında hakkaniyetin gereği olarak, ekonomik dengenin sağlanması
ve yargılamanın sonuna kadar bu dengenin tesis edilmesi, maddi olanaklardan
yoksun vatandaşların, ekonomik güçsüzlüğü nedeniyle, temel bir insan hakkı
niteliğindeki hak arama özgürlüklerinin kısıtlanmaması temel olandır280.
279
Kuru/Arslan/Yılmaz, s.537; Gözübüyük, “Yönetsel Yargı” s.476; Taşkın, Alim: s.839; Çoban,
s.155
280
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”.147; Çelebi, s.259; Taşkın, Alim: s.835; Çoban,
s.153; Alan, Nuri: “ Savunma Hakkı “, D.D. s.87, Y.23, 1993, s.26.
105
temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi
ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” şeklinde
açıklanmıştır. Buna göre, adli yardım, sosyal hukuk devletinin yargı alanındaki
boyutunu teşkil etmektedir. Sosyal devlet, adalet ve güvenliği sağlamak ve tüm
bireyler için insan onuruna uygun asgari bir yaşam standardı gerçekleştirmekle
yükümlü devlet anlamındadır281. Anayasa Mahkemesi de sosyal devlet anlayışını
bizim tanımını yaptığımız şekilde ortaya koymaktadır282.
281
Özbudun, “Anayasa Hukuku”s.126; Gözler, Kemal: Ekin Yay., Bursa 2000, s.138.
282
21.10.1986 tarih, 1986/16 E., 1986/25 K., AMKD, s.22, s.290-291; 26.10.1988 tarih, 1988/19,
1988/33 K., AMKD, s.24, s.451-452.
106
bölümde durulacaktır. Burada savunma hakkına tam olarak işlerlik kazandıran
avukatların rolüyle ilgili açıklamalar yapılacaktır. Zira bir yargılama faaliyetinde
avukatın bulunmaması aynı zamanda bireylerin haklarını serbest ve kolay bir şekilde
aranması konusunda engel olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ceza yargılamasında ise 3842 Sayılı kanunla 1992 yılında yürürlükte bulunan
CMUK ’a eklenen hükümle şüphelilere müdafi verilmesi konusunda dolayısıyla hak
arama özgürlüğü açısından çok önemli düzenlemeler getirilmiştir. Buna göre,
yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse
talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilecek, yakalanan kişi
veya sanık on sekiz yaşını bitirmemiş, sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak
durumda ise talebine bakılmaksızın bir müdafii görevlendirilecekti. Yani bu sistem
107
belli koşullarda mecburi müdafilik sistemi getiriyor, belli koşullarda ise müdafiliği
talebe bağlı kılıyordu. Bu sistem şüphesiz önceki döneme oranla önemli yenilik ve
gelişme olarak değerlendirilmiştir.
108
Adli yargıda hak arama hürriyetini sınırlayan bir neden de, 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanuna ilişkindir.
Bu kanuna göre, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre
yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında
izin vermeye yetkili mercilerden soruşturma yapabilmek için izin almak gereklidir.
Bu bakımdan suç işleyen bir memurun veya kamu görevlisinin yargılanması oldukça
zor olup, Cumhuriyet Savcılarının suç işleyen memur ya da kamu görevlisi hakkında
doğrudan doğruya soruşturma yaparak, dava açamamaları memur güvenceleri
açısından olumlu, mağdur kişilerin hak arama özgürlüğü açısından ise olumsuz
niteliktedir283.
Adli yargıda hak arama hürriyetini hukuki açıdan sınırlayan diğer önemli bir
unsurda mevzuat kümelenmesine yöneliktir. Yakın zamana kadar temel konulardaki
bir çok kanunun eski tarihlerde yabancı ülke hukuklarından iktibas edilerek, Türk
hukukuna uygulanması, bu kanunların değiştirilerek yeni kanunlar yapılması, yeni
yürürlüğe giren kanunlardaki birçok düzenlenmenin yeniden yapılması mevzuat
bolluğuna ve karmaşasına yol açmakta olup, çoğu kurallar uygulayıcılar tarafından
dahi belirlenememekte, bireyler hukuk kurallarına ulaşamamakta, ulaşsa bile bu
hukuk kuralının mahiyetini anlayamamaktadır284. Bu durumda bireyler haklarını
kolaylıkla arayıp, koruyamamaktadırlar.
Adli yargıda hak arama hürriyetini kısıtlayan fiili nedenler hukuki nedenlere
göre çok daha fazladır. Çünkü hukuki nedenler, hukuka ve hukukun işleyişine
yöneliktir. Oysa fiili nedenler uygulamanın ortaya çıkarttığı sorunları yansıtmaktadır.
Unutulmamalıdır ki kanunlar ne kadar iyi olursa olsun, uygulama içerisinde önemli
sorunlar çıkıyorsa, iyi olan kanunun pek de anlamı olmamaktadır.
283
Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”,s.147; Tanör/Yüzbaşıoğlu, s.188-189; İzgi/Gören,
s.416; Taşkın, Ahmet: s.524.
284
Çınar, s.199, Çoban,s.161
109
Adli yargıda hak arama faaliyetini sınırlayan fiili nedenlerden ilki nüfusu 70
milyona ulaşan bir ülkede görev yapan hakim ve C.Savcısının sayısının çok az
olmasıdır. Bu durumda her bir hakim ve C.Savcısına düşen iş anormal ölçüde olup,
davalar ve soruşturmalar bir oldu-bittiye getirilmektedir. Sağlıklı bir soruşturma ve
kovuşturma safhası söz konusu olmayıp, iş yükü nedeniyle maddi gerçeğe ulaşma ve
adil karar verme imkanı en baştan ortadan kalkmaktadır. Son yıllarda hakim ve
C.Savcısı ihtiyacı nedeniyle bu konuda yapılan sınavlar sıklaştırılmış ve bir nevi bu
açıdan bir gelişme sağlanmıştır. Ancak sırf yargı mensuplarının sayısının artırılması
hedef olmamalıdır. Aksi halde, hakim ve C.Savcısı niteliğine haiz olmayan, meslek
için yetersiz olan kişilerin alınması söz konusu olur ki bu ortaya çıkabilecek en kötü
sonuçtur.
285
Çoban, s.160.
110
Hak arama hürriyetini kısıtlayan diğer önemli bir fiili neden de yargı
yerlerinin fiziki durumlarının yetersizliğiyle ilgilidir. Hak arama özgürlüğünün
gerçekten kullanılabilmesi için hak arama faaliyetinin sağlanmaya çalışıldığı
mekanların hak aramaya elverişli, gerekli teknolojiye, gerekli araç ve malzemeye
sahip yerlerden olması gerekmektedir. Ülkemizde son yıllarda bu konuda bir
gelişmenin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bu gelişmenin yeterli olduğu
söylenemez. Yargıya tahsis edilen kaynakların yetersizliği nedeniyle, teknolojinin
geliştirdiği yeni malzemeler adliyelere girememektedir. Bu konuda asıl sorumluluk
ise devlete düşmektedir
.
B. DİĞER HAK ARAMA YÖNTEMLERİ
Daha önceki bölümlerde, hak arama kavramının temel olan hakların ileri
sürülmesini ifade ettiği için kapsamının çok geniş olduğunu, kullanılan her yolun,
yapılan tüm girişimlerin bu kavram içerisinde değerlendirilebileceğini söylemiştik.
Bu konuda ikili bir ayrım yaparak, hak arama faaliyetinin hukuki yollar kullanılarak
veya hukuk dışı bir takım prosedürlerle yapabileceğini açıklamıştık. Gerçekten hak
arama hürriyeti denince ilk akla gelen temel hakların yargısal başvuru yolunun
kullanılarak, mahkeme önünde aranmasıdır. Ancak hak arama hürriyetini sadece
yargısal başvuru hakkına özgülemek ve Anayasa’nın 36. maddesindeki düzenlemeyi
ölçü almak, bu hürriyetin kapsamını çok fazla daraltacaktır. Çünkü hakların,
mahkeme önünde aranmasından başka idari ve siyasi başvuru yolları da mevcut
bulunmaktadır.
111
Hukuk dışılık ile hak arama hürriyeti kavramlarının birlikte bulunamayacağı
ve çelişki içerisinde bulundukları düşünülebilir. Ancak bu doğru değildir. Öyle bazı
yollar vardır ki bunlar hukuk ile düzenleme altına alınmamakla birlikte, bireylerin
duygu ve düşüncelerini ortaya koymaya ve dolaylı olarak da olsa hak arama
özgürlüklerini serbestçe kullanmayı teminat altına almayı amaçlamaktadır.
Hukuk dışı hak arama yolları hukukça tanınmakla birlikte hukuk dışı bir
şekilde ortaya çıkar ve aslında doğrudan bir hak arama yolu olmayıp, buna imkan
tanıyan ve ortam hazırlayan usulleri ifade eder286. Bu yollar, bireylerin hukuki
anlamda hak arama özgürlüklerini tam olarak kullanamadıkları veya hukuki alandaki
yollar yetersiz kaldığında önemli bir işleve sahip olmaktadır.
Hukuk dışı hak arama yolları olarak adlandırılan yöntemler aslında çok
sayıdadır. Bu yollardan önemli görülenleri kısaca açıklamak, hak arama
özgürlüğünün kapsamını ortaya koymak bakımından faydalı olacaktır. Ancak bu
yollar konusunda yapılacak açıklamalar kendi başlarına ayrı bir çalışma konusu
olabilecek niteliğe haiz olduklarından, ayrıntılarına girilmeden verilmeye
çalışılacaktır.
1. Ombudsman
286
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.27-28; Özbilgen, s.56; Çoban, s.72.
287
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.115; Tanör “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.177;
Kalabalık, “İnsan Hakları” s.270-271.
112
Ombudsman kurumu, idarenin yaptığı hukuka aykırılıkları ortaya çıkarmak,
takdir yetkisini suistimalle kullanılmasını önlemek, hukuk kurallarına uyulmasını
sağlamak, bağlayıcı nitelikte olmayan tavsiyelerde bulunmak, kamu hizmetlerinin
daha iyi ve hakkaniyetli bir şekilde görülmesi amaçlarını güden, geniş araştırma
yetkisine sahip olan, araştırdığı konular hakkında objektif bir çözümü idareye
ileterek, yöneten-yönetilen ilişkilerini yumuşatan genel yetkili, yansız ve bağımsız
bir devlet organı olarak tanımlanabilir288.
288
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.115; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” s.177;
Kalabalık, “İnsan Hakları”s.270.
289
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.115; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.177;
Kalabalık, , “İnsan Hakları” s.270.
290
Kalabalık, , “İnsan Hakları”s.271-272.
113
yapması, masrafsız oluşu nedeniyle geniş kitlelere şikayetlerini duyurma gücüne
sahip olması, bu kurumun en yararlı tarafını oluşturmaktadır291.
2. Direnme Hakkı
291
Kaboğlu,” Özgürlükler Hukuku”,S.115; Tanör, “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu”, s.177:
Kalabalık, “İnsan Hakları” s.273.
292
Kubalı, s.179; Kapani, “Kamu Hürriyetleri”, s.313; Çoban, s.73.
293
Kubalı, s.179; Kapani, “Kamu Hürriyetleri”, s.313; Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.141;
Çoban, s.73.
114
Baskıya karşı direnme hakkının kökenleri oldukça eskilere dayanmaktadır.
1789 tarihli Haklar Bildirgesinin 2. maddesinde “baskıya karşı direnme hakkı” doğal,
zaman aşımına uğramaz ve kutsal bir hak olarak tanınmıştır. 1961 Anayasası’nın
başlangıç bölümünde açıkça direnme hakkından ve vatandaşların uyanık
bekçiliğinden söz edilerek, direnme hakkına hukuki bir meşruiyet zemini
oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi de bir kararında 1982
Anayasası’nın hiçbir yerinde bulunmamasına rağmen direnme hakkını bireysel bir
hak olarak nitelendirmek suretiyle, bu hakkı zımnen de olsun tanıdığını
göstermiştir294.
Direnme hakkı kavramı bir bütün olarak ele alındığında, bu kavramın hukuk
devleti ilkesi açısından bir sorun teşkil etmeyeceği kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Direnme hakkı, hukuk devleti anlayışından önce, onun özünde, temelinde, üzerinde
olması nedeniyle hukuk devleti düzeninde pozitifleştirilemeyecek bir hak olarak
görülmektedir295.
Görüldüğü üzere, direnme hakkı tehlike arz etmesi açısından hukuki bir hak
arama yolu olarak kabul edilemez. Ancak hukuk dışı hak arama yolu olarak,
meşruiyet zeminine oturtulmaya çalışılmaktadır. Direnme hakkının içerisinde
bulunan sivil itaatsizlik kavramı hukuk dışı hak arama faaliyeti bakımından daha
önemli bir yoldur.
294
08.12.1988 gün ve E.1982/2, K.1988/1, AYMKD, S.24, s.601.
295
Ökçesiz, Hayrettin: Sivil İtaatsizlik, Afa yay., İstanbul 1994, s.155; Yokuş, Sevtap: Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasasında Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yay.,
Ankara 2002, s. 63.
296
Ökçesiz, s.156; Yokuş, s.63 – 64.
115
3. Sivil İtaatsizlik 297
297
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ökçesiz.
298
Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku”, s.141-142; Ökçesiz, s.12.
299
Ökçesiz, s.130; Çoban, s.74; Yokuş, s. 59.
300
Ökçesiz, s.114-129; Çoban, s.74-75.
116
Sivil itaatsizliğin meşru sayılıp, hak arama hürriyeti açısından değer taşıyıp
taşımadığı, sivil itaatsizlik eylemleri ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerini
koruma imkanlarının bulunup, bulunmadığı üzerinde durulması gereken diğer bir
noktadır. Şiddet unsuru taşımayan belli eylemlerin yerine getirilmesi suretiyle belli
düşüncelerin ortaya koyulmasını sağlayan sivil itaatsizlik, demokratik hukuk
devletlerinde bireylere “birey olmanın” etkinliğini kazandıran, bireylerin sahip
oldukları temel hak ve özgürlükleri dile getirmelerini sağlayan bir hak arama yolu
olarak görülebilir301. Bu yönüyle de sivil itaatsizlik altında değerlendirilen birçok
protesto ediminin en azından gayri meşru nitelik arz etmediği söylenebilir.
4. Pıcketıng
301
Ökçesiz, s.154-162; Çoban, s.75; Yokuş, s. 60 – 61.
302
Güran, “ Hak Arama Özgürlüğün İki Boyutu”, s.23.
303
Güran, “ Hak Arama Özgürlüğün İki Boyutu”, s.26.
117
yayılmakta, bireyler kendileriyle ilgili bir konuyu kamu oyuna aktarmaktadırlar304.
Böylece belli konularda seslerini duyurarak kamu makamlarının bu konularda
duyarlı olmalarını sağlayabilmektedirler.
Picketing ’de bu bölümde yer verilen diğer kavramlar gibi hukuk dışı bir hak
arama yöntemidir. Picketing’ e burada yer verilmesinin asıl nedeni ise ülkemizde yer
almayan ancak dünya için uygulaması bulunan bir hak arama yolunun
değerlendirilmesinin çalışmamız için gerekli olduğu düşüncesidir.
5. Kamuoyu Baskısı
Hukuk dışı olarak kabul edilebilecek bir diğer hak arama faaliyeti de
kamuoyu vasıtasıyla, temel hak ve hürriyetlerin korunmasına çalışılmasıdır.
Kamuoyu oluşturulmak suretiyle hak arama özgürlüğüne ulaşmaya çalışılması söz
konusu olabilir. Gerçi kamuoyu baskısının bir hak arama yolu olarak görülüp,
görülemeyeceği tartışılabilir. Bizce kamuoyu oluşturmak ile dolaylı da olsa hak
arama faaliyeti sürdürülebilir.
Kamuoyu, toplumda genel değer yargısını ifade etmek için kullanılan bir
kavramdır. Toplumu oluşturan bireylerin bir konuda dikkatlerinin çekilerek o
konuda düşünmelerinin sağlanması, tartışma ortamının oluşması, o konuyla ilgili
soruların sorulması ve çözümler aranması durumunda “ kamuoyu” oluşturulmuş
demektir. İşte, toplumdaki bireylerin dikkatinin bir konuda çekilmesinin ve bu konu
üzerinde tartışmaların yapılması, toplumun büyük bölümünün o konu hakkında
benzer düşüncelerinin bulunması durumunda bir kamuoyu baskısı oluşur ve bu baskı
o konuyla ilgili olan kişiler açısından psikolojik bir etkiye sahip olur. Böylece kamu
oyunun ilgisini çekmeyi başaran birey ya da bireylerin o konudaki hakları bir nevi
korunmuş olmaktadır.
304
Güran, “ Hak Arama Özgürlüğün İki Boyutu”, s.26.
118
şekli olarak da karşımıza çıkar. Kamu yönetiminin her geçen gün genişlemesi, yapı
ve işleyiş itibarı ile karmaşık bir niteliğe bürünmesi, günlük hayatta oranının artması
etkin bir kamuoyu denetimini gerekli kılmaktadır. Böyle bir denetimin gerçekleşmesi
için de daha önce üzerinde durulduğu gibi idarenin kendisini dışa açması,
kamuoyunun, idarenin eylem ve işlemleri hakkında bilgi sahibi olmasıyla mümkün
olabilecektir305. Böylece kamuoyu hak arama faaliyetini sağlama yanında denetim
fonksiyonu da görmektedir.
305
Eken, s.25.
119
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Daha önce de üzerinde tekrar tekrar durduğumuz gibi, hak arama hürriyeti,
diğer hürriyetlerin korunmasını amaçlayan bir insan hakkı niteliğindedir ve kapsamı
çok geniştir. Diğer temel hak ve özgürlüklerin teminatı olan bir hürriyetin
kapsamının geniş olarak belirlenmesi doğaldır.
Hak arama hürriyeti daha önce ayrımını yaptığımız gibi hukuki hak arama
yolları, hukuki olmamakla birlikte hak arama faaliyeti için kullanılabilecek diğer
yollar olarak bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Bireyler haklarını hukuki açıdan idareye
başvurmak suretiyle, idari başvuru şeklinde, dilekçe hakkını kullanmak ile siyasi
başvuru ile ve en önemlisi yargı organları önünde yargısal biçiminde başvuru
yaparak koruyabilirler. Bu sayılan idari, siyasi ve yargısal başvuru yolları bireylerin
haklarını korumak için gidilebilecek yolları göstermesi hasebiyle önem taşımaktadır.
Bunun yanında bireyler sivil itaatsizlik, kamuoyu baskısı yaratma, ombudsman
kurumundan faydalanma ve benzeri yolları işletmek suretiyle de temel hak ve
özgürlüklerini koruma amacı güdebilirler. Tüm bu zikredilen kurumlar hak arama
yolları olarak adlandırılır.
306
Erem, Faruk: “Savunma Hakkının Kökeni”, ABD, S.1984/5, Yıl:41, s.689; Eren, Muhsin
:“Sağlıklı Yaşam ve Hak Arama Özgürlüğü” , ABD, S.4, Y.47 1990-Ağustos, s.606;
Boyacı,“Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü” , s.8-9.
120
faaliyeti dar bir alanda ele alınır ve bireylerin insan olarak sahip oldukları temel
hakları her an ihlal edilme tehdidi altında kalırdı.
Anayasanın 36. maddesinde bahsedilen unsurların her biri üzerinde ayrı yarı
durarak, maddeyi tahlil etmek, hak arama hürriyetinin yargısal başvuru için
kapsamını belirleme açısından yararlı olacaktır.
121
B. HERKESİN YARGI MERCİLERİNE BAŞVURMA HAKKI
307
Çınar,s.77; Toklu, Esat: s.32; Boyacı “ Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü”, s.8
308
Çınar, s.77-78; Boyacı, “Anayasalarımızda Hak Arama Özgürlüğü”, s.8-9: Duman, s. 204;
İyimaya, s.71-72.
122
seçildikleri sonucu çıkmaktadır. Bu kavramlar basit gibi görünmekle birlikte
bunların yerlerine farklı deyimlerin kullanılması, söz konusu hakkın kapsamının
daralmasına neden olabilirdi. Bu yönüyle hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddenin
bu şekilde düzenlenerek, hak arama faaliyetine geniş şekilde olanak tanınması
olumlu bir nokta olarak göze çarpmaktadır.
Yargısal başvuru yolu ile hak arama hürriyetini açıklayan Anayasanın 36.
maddesinde herkesin “meşru vasıta ve yolları” kullanmak suretiyle haklarını
arayabilecekleri belirtilmiştir . Bu ifade ile anlatılmak istenen, hak arama faaliyetinin
ancak meşru olan yolları, yöntemleri, usulleri kullanmak ile mümkün olabileceğidir.
Çünkü bizzati hak arama faaliyeti meşru bir amaca yöneldiğinden, bu konuda ortaya
konulacak davranış tarzının da meşru olması bu özgürlüğün doğasından
kaynaklanmaktadır.
123
konduğu anlaşılmaktadır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak
kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve
savunmalarını kaygıya kapılmadan, serbestçe yapmaları gerekir......Anayasanın
öngördüğü meşru ve vasıta ve yollara ancak böylelikle kavuşulmuş olur.”311 şeklinde
meşru vasıta ve yollar kavramının genişliği üzerinde durmuştur.
1961 Anayasasının 31. maddesi hak arama hürriyetini “Herkes meşru bütün
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlerken, 1982 Anayasasının
36. maddesi aynı hükmü 1961 Anayasasından farklı olarak “bütün” ifadesini
kullanmadan düzenlemiştir. 1982 Anayasasındaki düzenlemede 1961 Anayasasından
farklı olarak “meşru” ve “vasıta” sözcükleri arasında “bütün” nitelemesinin
bulunmamasıdır. Ancak, bu anlamı değiştirecek nitelikteki bir eksiklik değildir. 1982
Anayasasının 36. maddesinin gerekçesinde, üzerinde bir ilke olarak durulan “adil ve
hakkaniyete uygun” yargılamanın” meşru bütün vasıta ve yolları kullanmak
suretiyle” anlam ve bütünlük kazanacağı kuşkusuz olup, madde de düzenlenmeyen
“bütün” kelimesine yorum yolu ile ulaşılmaktadır313. Açıklandığı üzere hak arama
hürriyeti içerisinde kullanılan “meşru vasıta ve yollar” deyimi bireylerin hiçbir
sınırlama olmadan bütün yolları kullanmasını ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi
“bu konuda yapılacak her hangi bir kısıtlama ve sınırlama bu hakkın doğrudan
doğruya özüne dokunur.”314 şeklinde kararlar vermek suretiyle bu durumu dile
getirmeye çalışmıştır.
311
08/06/1965 gün ve E.1963/163, K.1965/36, R.G: 04/10/1965, S.12117.
312
İzgi/ Gören, s.402.
313
İzgi/Gören, s.401-402; Duman, “1982 Anayasası”, s.205; Özgenç/Şahin, s.88.
314
31/03/1992 gün ve E.1991/18, K.1995/20, AMKD, S.28, C.1, Ankara, 1993, s.232; E.1944/43,
K.1977/84, AMKD.15, s.401.
124
Anlaşılacağı üzere Anayasanın hak arama hürriyetini düzenleyen 36.
maddesinde yer alan meşru vasıta ve yollar ibaresi hukukun üstünlüğü ilkesine
dayanan hukuk düzenine uygun tüm vasıta ve yolları açıklamak suretiyle, söz konusu
hakkın kapsamının genişliğini ortaya koyma amacı taşımaktadır.
315
Yavuz, Nihat: “Hukuk Davalarında Davalının Savunma Vasıtaları”, AD. Y.66-1975, S.5-6, s.638.
316
19 /09/1991 gün ve E.1991/2, K.1991/30 AMKD, S.28 C.1, Ankara, 1993, s.108.
317
Özgenç/Şahin, s. 88- 89; Ahmet Taşkın, s.527; Duman, “1982 Anayasası”, s.206.
125
Birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan iki hak üzerinde ayrıca
durarak, iki hakkın neleri ifade ettiğini ortaya koymak hak arama özgürlüğünün
kapsamını kavramak için yararlı olacaktır.
1. İddia Hakkı
318
Özgenç/ Şahin ,s.87;İzgi /Gören,s.394;Yerli,Fahrettin Kemal: “Kutsal Bir Hak:Savunma Hakkı”,
ABD, C.78,S.2004/3,s. 869.
319
Yavuz Nihat,s.638;Özgenç /Şahin,s.88.
320
Özgenç/Şahin,s.89;Yerli,s.869.
126
talep etmektedir. Mahkeme önünde ister ceza yargılamasında, ister hukuk
yargılamasında olsun iddiada bulunan taraf genel olarak “davacı” adını alır ve
iddiasını ispatlamaya çalışır. Ceza yargılamasında iddiada bulunan taraf “şikayetçi”,
“mağdur”, “müşteki”, “müdahil” ismini almakla birlikte, tüm bunlar aslında davacı
olmayı dile getirmektedir.
İddia ve daha sonra üzerinde durulacak savunma hakkının mutlaka bir yargı
merci önünde kullanılması gerekmez. Bir hukuki uyuşmazlığın çözümü açısından
yetkili olan bir idari kurul, ya da makam önünde bu haklar kullanılabilir. Bu
anlamda iddia ve onun karşıtı savunma hakkının teknik olarak bir dava kapsamında
kullanılması şart olmayıp, bir disiplin soruşturmasında dahi iddia ve savunma
hakkının kullanılması mümkündür321.
İddia hakkının ileri sürülmesi ile bireyler, iddiayı ileri sürdükleri makamdan
bir talep de bulunmaktadırlar. Bu talep hukuki himaye arzusudur. Hak arama
hürriyetinin sağlanması açısından, bir iddiada bulunan kişinin söylediklerini ciddiye
alarak gerekli araştırmayı yapmak, bu şahsın ileri sürdüklerini ispat etmesi için o
kişiye imkan sağlamak çok önemlidir. Sadece bu şekilde bir yol izlenerek hak arama
özgürlüğü hayata geçirilebilir.
2. Savunma Hakkı
Anayasanın 36.maddesinde hak arama hürriyeti açıklanırken davacı olarak
iddia, davalı olarak savunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Ancak daha önce de
ifade edildiği üzere, savunma hakkı hemen her zaman ön planda yer almıştır. Bunun
321
Erem,s.183;Özgenç/Şahin,s.110.
127
temel nedeni savunma hakkının ihlal edilen ve yüzyıllarca mücadelesi verilen bir hak
olmasıdır322.
Savunma hakkı, hukuki olarak bir iddia karşısında karşı bir iddia anlamını
taşıyan, tüm hak ve özgürlüklerin, somut olarak belirlenmesinde, çelişki ve
aykırılıklar söz konusu olduğunda kendiliğinden doğan, başka bir hak içinde
düşünülemeyecek kadar sınırsız olan, bireyin kendisine yöneltilen bir isnadı bertaraf
etmesini sağlayan kutsal bir hak konumundadır323. Bu anlamda savunma, iddiaya
yönelik olarak ortaya çıkar. Nerede iddia varsa orada savunma, nerede savunma
varsa orada iddia bulunmaktadır. Bu durum savunma hakkının genişliğini gözler
önüne sermektedir.
322
Özgenç/Şahin,s.89; Erem,s.689; Bayram, Mehtap: “Hukuk Devleti ve Savunma
Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.772.
323
Erem,s.689;Özden,s.381; Özgenç/Şahin,s.110; Hafızoğulları,Zeki: “Genel Çizgileriyle Savunma
Hakkı”,ABD,Y.51S.1,Mart 1994,s.20;Yavuz Nihat, s.638;Çoban,s.124.
324
Erem, s.689; Hafızoğulları, s.20; Sarıhan Şenel: “Hukuk Devleti ve Savunma
Hakkı”,ABD,Y.1987,S.5-6,s.711; Tunga, s.709; Çoban, s.129;Yerli, s.870.
325
Erem, s.690; Hafızoğulları, s.22; Yerli, s.875.
128
Savunma, suçlamaya karşı suçlanan bireyin yararına yürütülen, onu hukuki
ve fiili açıdan korumayı amaçlayan bir faaliyet olduğundan, savunma hakkı sanık
konumunda olan birey için önemli olduğu kadar, sanık durumuna düşebilecek
herhangi bir kişi, toplum ve yine adaleti sağlamakla görevli devlet açısından da önem
taşır. Savunma hakkı, yargılamanın sonunda verilen ve iddia ile savunmanın
değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan kararın doğru olmasını sağlamakta, ceza
adaleti bu şekilde hakkıyla yerine getirilmiş olmakta, böylece temeli adalete dayanan
Devlet korunmuş olmaktadır326. Savunma hakkı bu yönüyle sadece bireyler
açısından değil, toplum ve daha geniş anlamda Devlet açısından da önem arzeden
temel, dokunulmaz bir haktır.
Anayasa’nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinin ilk fıkrasında hak
arama özgürlüğünün temelini oluşturan ve bireylerin haklarını en etkin şekilde
koruma ve aramasını öngören yargısal başvuru hakkı düzenlenmiştir. Burada iddia
savunma ve adil yargılanma hakkının tüm bireylere tanınması neticesinde hak arama
özgürlüğünün hayata geçirileceği açıkça gösterilmiştir. Bu nedenle Anayasa’nın 36.
maddesinin ilk fıkrası temel hak ve hürriyetler açısından vazgeçilmezdir. Hak arama
faaliyeti en etkin biçimde bu maddede sayılan unsurların varlığı ile
gerçekleştirilebilir.
326
Erem, s.692; Hafızoğulları, s.22; Yerli, s.870.
327
Erem, s.691;Çoban,s.126.
129
Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında ise yargılama usulü hukukunun
temeli sayılan “Mahkemelerin hakkın alınması görevini yerine getirmekten
kaçınamayacakları” genel ilkesine yer verilmiştir. Bu ilke yargılama usulünün en
önemli kurallarından birisidir ve hak arama hürriyeti içerisinde değerlendirilmesinin
bir nedeni bulunmaktadır. Öncelikle mahkemelerin görev ve yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamaması, temel hak ve hürriyetlerin en iyi görevli ve yetkili
mahkeme nezdinde korunabileceği düşüncesinde dayanmaktadır. Çünkü
mahkemeye götürülen bir talep, iddia ve bunun karşısındaki savunmaya ilişkin
deliller ve emareler görev ve yetki kurallarının geçerli olduğu mahkemede en iyi
şekilde değerlendirilebilir.
Yargılama usulünde görev deyimi, açılacak bir davanın konu yönünden hangi
yargı yerinde ve hangi mahkemede görüleceği ile ilgili usul sorununu ifade ederken,
yetki deyimi ise bir davaya görevli mahkemelerden hangi yerdeki mahkemenin
bakacağı sorunu ile ilgilidir328. Görev ve yetki kuralları uygulanmak suretiyle bir
davanın hangi yargı kolundaki mahkemede ve hangi yerdeki mahkemede bakılacağı
sorusuna yanıt verilir. Görev ve yetki kavramları üzerinde uzun açıklamalar
yapmayı gerekli kılmakta olup, konumuz açısından önemli olan görevli ve yetkili
mahkemenin, bakması gereken davadan kaçınamaması kuralının hak arama
özgürlüğü açısından değerlendirilmesidir.
328
Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder:Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Yetkin yay.,
Ankara 2003, s.108-137. ; Gözübüyük, A.Şeref/Tan,Turgut:İdare Hukuku-İdari Yargılama
Hukuku,Turhan Kitabevi, C.2,Ankara 2003, no.537.
130
mahkemeden talep ettikleri temel hak ve hürriyetlerinin himaye edilmesi ile ihlal
edilen haklarına yeniden kavuşma arzuları ancak mahkemenin doğru, adil,
hakkaniyete uygun bir hüküm kurması ile mümkün olabilir.
Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hüküm hak arama
hürriyetinin yargısal başvuru yoluna özgü olan, mahkeme önünde adaletin
sağlanmasına yönelik usulleri göstermesi hasebiyle önem taşımaktadır. Bu hüküm
tabii hakim güvencesi ve kanunla kurulmuş, bağımsız, tarafsız mahkeme kavramları
ile bütünlük taşımakta ve bu kavramların açıklanması ile gerçek değerini
bulmaktadır. Bu bahsedilen deyimlere adil yargılanma hakkı içerisinde yer
verileceğinden, bu konudaki açıklamalarımıza burada son veriyoruz.
329
İzgi/Gören, s.393; Taşkın, Ahmet, s.526.
131
Anayasa’nın 36. maddesinin ilk fıkrasına 3.10.2001 tarihinde 4709 sayılı
kanunun 14. maddesi ile savunma hakkı sözcüğünden sonra gelmek üzere adil
yargılanma hakkının olduğu söz konusu maddeye eklenmiştir. Bu değişiklik ile
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de teminat altına
alınan adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyetinin düzenlendiği maddeye dahil
edilerek hak arama özgürlüğü daha etkin bir hale getirilmiştir. Anayasa’nın 36.
maddesinde yapılan düzenleme uluslararası sözleşmelerde çok önemli haklar
arasında sayılan adil yargılanma hakkının Anayasa’ya girmesinin, sağlaması
bakımından çok önemlidir. Gerçi adil yargılanma hakkının Anayasa’da yer almadığı
dönemde dahil bu hakkın varlığı kabul edilmekteydi.
132
mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya
kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit olununcaya kadar
suçsuz sayılır.
Kişiler kanun karşısında cins, ırk, din, dil, yaş, tabiiyet, düşünce farkı
gözetmeksizin eşit ve insan olmak sıfatıyla vazgeçilmez ve devredilmez bir takım
doğal haklara sahiptir. Bu hukuksal eşitliğe sahip olunan doğal haklara insan hakları
dendiğini başlangıç bölümünde açıklamıştık330. AİHS bu hakların korunmasını
ulusal düzeyden uluslararası düzeye geçmesinde, bireyi uluslararası hukukta söz
sahibi yapmada çok önemli rol oynamıştır. İnsan haklarının yargı alanındaki
görünümü adil yargılanma olarak karşımıza çıkar. Özü itibariyle mahkemelerin iyi
330
Uzunoğlu İsmet M: Emniyet Teşkilatında İnsan Hakları, www.düzce.org/insanhaklari/rapor
02.html.
133
çalışmasını isteme hakkı olan adil yargılanma hakkı331 yalnızca ulusal hukuklarda
yer almakla kalmamış aynı zamanda uluslararası hukuk metinlerinde de yer almıştır.
Söz konusu hak Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nda332 “Yargısal Haklar”
başlığı altında dört madde de düzenlenmiştir. Şartın 47. maddesi etkili hukuki bir
yola başvurma ve adil yargılanma hakkını, 48. maddesi masumiyet karinesi ve
savunma hakkını, 49. maddesi cezayı gerektiren suçların ve cezaların orantılı olması
ve yasada tanımlanması ilkelerine ve 50. maddesi cezayı gerektiren aynı suçtan iki
kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkını düzenlemiştir. Temel hakları
ortaya koyan ve şuana kadar siyasi bağlayıcılığı bulunmadığını söyleyebileceğimiz
Temel Haklar Sözleşmesi 29 Ekim 2004 tarihinde 25 üye ülkenin kabul ettiği Avrupa
Birliği Sözleşmesi Anayasasının ikinci bölümünü oluşturmuş durumdadır. Temel
kahlar sözleşmesi böylece Avrupa Birliğinin yapılarını şekillendiren ve geride
bıraktığımız yaklaşık 50 yıl boyunca imzalanan çok sayıda anlaşmanın yerine geçen
Avrupa Birliği Anayasasının ayrılmaz bir bölümü haline gelmiştir.
331
Er Deniz Erol: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında Hukukumuzda Sanık Hakları, Ankara
2002.
332
Ayrıca bkz. Dağ, Rıdvan: Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ve Türkiye,
www.juna.unisb.de/turkish/RDag.html, s1 ve 46-51.
134
de düzenlenmiştir. Adı geçen maddeler sırasıyla cezai konularda iki dereceli
yargılanma hakkını, adli hata halinde tazminat hakkını, aynı suçtan iki kez
yargılanmama ve cezalandırılmama hakkını düzenlemektedir.
Demokratik bir toplumda bu hak öyle üstün bir konumdadır ki söz konusu
maddenin daraltıcı biçimde yorumlanması maddenin amaç ve konusuna aykırı düşer
ve bu madde aynı zamanda hukukun üstünlüğünü temel ilke edinmiştir333. Böylece
bu madde değişik yönleriyle geniş kapsamlı bir biçimde düzenlenmiş olup kapsamı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarıyla sürekli genişletilmektedir334.
333
Gölcüklü, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Divanı İçtihadına Göre Doğru Yargılama ve Kanıtların
Değerlendirilmesi, İHMU, C.II, S.2, Ekim 1994, s.2 vd.; Tezcan Durmuş, Erdem, Mustafa Ruhan,
Sancakdar Oğuz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu,
Ankara 2002, s.222.
334
Tezcan/Erdem/ Sancakdar, s.222.
335
Er, s.31; Gölcüklü, Doğru Yargılama, s.3.
336
Er, s.31
135
B. KAVRAM, TANIM VE TÜRK ANAYASASINDA ADİL
YARGILANMA HAKKI
1. Kavram Ve Tanım
“Fair trial” yani adil yargılama Common Law için geçerli bir hukuki
kavramdır. Köklerinin 1215 tarihli Magna Charta’ya kadar uzandığı bilinen337 bu
kavram ilk olarak ceza ve idari yargıda kabul edilmiş, daha sonraları medeni yargıda
da geçerliliği benimsenmiştir338.
136
herhangi bir fark gözetilmeksizin iddia ve savunmaların eşit ölçülerde ve karşılıklı
olarak yapıldığı dürüst bir yargılamadır342.” Adil yargılanma hakkına ilişkin başka
bir tanımda şöyledir: “Adil yargılanma hakkı genel olarak herkesin, uyuşmazlığın
aleni biçimde, makul bir sürede, bağımsız ve tarafsız mahkemeler önünde
hakkaniyete uygun karar verilmesini talep hakkını ifade etmektedir343.”
137
- Hiç kimse kendini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda
bulunmaya ve bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
- Ceza sorumluluğu şahsidir.
- Genel müsadere cezası verilemez.
- İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide
uygulayamaz.
- Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez.
- Buna karşılık Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir.
138
özgürlüklerin yok edilmesi özgürlüğünün yasaklanmasını, 18. maddesi kısıtlamaların
amaç dışında kullanılmasının yasaklanmasını düzenlemektedir.
- Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlikenin varlığı
halinde,
- Ancak durumun gerektirdiği ölçüde,
- Uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek
koşulu halinde adil yargılanma hakkının askıya alınabileceği
düzenlenmiştir346.
Aynı maddenin ikinci fıkrası meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen
ölüm hali dışında ikinci maddedeki yaşama hakkına, üçüncü maddedeki işkence
yasağına, 4/1. maddedeki kölelik ve zorla çalıştırma yasağına ve 7. maddedeki
cezaların yasallığı ilkelerine aykırı olarak hareket edilemeyeceğini düzenlemiştir.
345
Gölcüklü, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre Doğru Yargılama, İHMD no 11,
Mart Haziran 1995, S.2-3.
346
Gölcüklü, Feyyaz: s.302.
139
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tam bilgi verir. Ayrıca tedbirlerin yürürlükten
kalkış tarihini de bildirmelidir.
Söz konusu hakkın sınırlamasına ilişkin diğer bir durum Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesinde düzenlenen hakların kötüye kullanımı
durumudur. Sözleşme hakkın kötüye kullanımını yasaklamıştır. Buna göre sözleşme
hükümlerinin hiçbirisi bir devlete, topluluğa ya da kişiye sözleşmede tanınan hak ve
özgürlüklerin yok edilmesine veya öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara
uğratılmasına yönelik bir faaliyette bulunma hakkını içerecek şekilde yorumlanamaz.
Maddeye göre sözleşme ile sağlanan hakların kötüye kullanılması durumunda bazı
haklar devletçe kısıtlanabilecektir. Burada önemli olan diğer bir konu devletin de bu
maddeyi kötüye kullanmasının önlenmesidir347. AİHS’de bu hüküm düzenlenmemiş
olsaydı adil yargılanma hakkı ve onun temelini teşkil eden hak arama hürriyeti
sadece kağıt üzerinde kalmış olurdu. Bu nedenle sözleşme 17. maddesinin
düzenlenmiş olması ve maddenin düzenleniş biçimi isabetli olarak nitelendirilebilir.
Son olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi sözü edilen
özgürlüklere getirilen sınırlamaların ancak öngörülen amaçlar için
uygulanabileceğine hükmetmiştir.
Ancak genel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne maddenin ihlali için
başvurabilecek kişilere baktığımızda bu kişilerin gerçek kişi, hükümet dışı kuruluşlar
347
Gözübüyük, Şeref: Anayasa Hukuku, Ankara 2002, s.302.
348
Gözübüyük, s. 302
140
ve insan toplulukları olduğu görülür. Yine bireysel başvuru hakkı yalnız vatandaşlara
değil tüm yabancılara ve uyruksuz kişilere de sağlanmıştır. Zira sözleşmeci devlet
kendi yetki alanında bulunan “herkese” sözleşmeyle güvence altına alınmış olan hak
ve özgürlükleri tanımakla yükümlüdür. Sonuç olarak sözleşmenin 6. maddesindeki
adil yargılanma hakkını ileri sürebilecek kişiler yukarıda sayılan tüm kişileri
içermektedir.
349
Gözübüyük, s. 302
350
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.225
141
onanan nihai karar üzerine, Yargıtay incelemesinde duruşma yapılmaması ve
başsavcılığın 17.10.1996 tarihli tebliğnamesinin başvurana bildirilmesinin bu kişinin
yazılı cevap hakkının elinden aldığı gerekçesiyle GÖÇ konuyu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine götürmüştür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 09.10.2000 tarihinde
sözleşmenin 6/1. maddesinin ihlal edildiğine oybirliği ile karar vermiştir351.
351
Gölcüklü, Feyyaz/ Gözübüyük Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulanması, 5.Bası
Ankara 2004, s.265vd.
352
7 No’ lu protokol madde 2:”Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi,
mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz
olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere yasayla
düzenlenir. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle az önemli suçlar bakımından, ya
da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini
müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.”
353
Teczan/Erdem/Sancakdar s.226.
354
Gölcüklü, / Gözübüyük, s.207.
142
sınırlı tutmuştur355. Bununla beraber mahkeme maddedeki “medeni hak” ve “suç
isnadı” sözcüklerini geniş yorumlamıştır. Bunun sonucunda idari davalar ya da
disiplin hukuku ve Anayasa’ya aykırılık iddiaları kural olarak madde kapsamı
dışında olsalar dahi uyuşmazlığın özü itibariyle medeni haklara ilişkin dava kabul
edilerek madde kapsamına sokulmuştur356. Bu nedenle sözleşme organları bu
kavramların tanımını yapmamış ve somut olaylara bakarak durumu değerlendirmeyi
uygun bulmuştur357.
355
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.6; Teczan/Erdem/Sancakdar , s.227.
356
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.6; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.227.
357
Teczan/Erdem/Sancakdar s.227.
143
Könıg’i madde 6/1 nedeniyle haklı bulmuş ve Alman Hükümeti’ni tazminat ödemeye
hükmetmiştir358.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre bu türden sayılan, yani idari işlem
ve eylemlerin ister genel mahkemede ister idari mahkemede bakılsın, devlet ister
kamu tüzel kişisi olsun ister özel hukuk kişisi gibi davranmış olsun, madde 6’daki
medeni hak ve yükümlülüklerinden sayılması halinde bu durumun Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne götürülebilecektir. Bu türden sayılan işlemler arasında:
358
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.3.
359
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.8.
360
Doğru, Osman: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları”, Ankara 2003, C.I, S.356 vd.
144
Niza kavramı ise geniş anlamda “iddia” olarak yer almalıdır. Yine bu kavramın
gerçek ciddi (savunulabilir) olması gereklidir361.
361
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, Ss9.
362
Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, s.213.
363
Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, s.214; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.235.
364
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.235.
145
tanımadığını tartışmıştır. Sonuçta herkesin medeni hak davalarıyla ilgili bir davanın
bir mahkeme tarafından çözümü hakkını tanımaktadır kararına varmıştır.
Sözleşmeye göre hak arama yolunun fiilen geçici de olsa kapatılması veya
kullanımını tamamıyla engelleyecek şekilde koşullara bağlanması söz konusu
maddenin ihlali anlamına gelir365.
365
Buradaki durum Türkiye açısından özellikle 02.12.2000 tarihinde 4483 sayılı MDKGYHK’le
yürürlüğe girmeden önceki dönemlerde ceza davalarında ön soruşturma aşamasında adli yargının
devre dışı bırakılıp idarenin etkin bir konuma sahip olması nedeniyle MMK’nın sözleşmedeki hakları
ihlal ettiği yönündeki iddialar için geçerlidir.
366
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.15; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.245.
146
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Aksoy / Türkiye davasında
davadaki özel şartların varlığı nedeniyle AKSOY’un iç hukuk yollarını tüketme
mecburiyetinin olmadığına karar vermiştir. Gerekçesinde ise AKSOY Türk adli
makamlarına başvursaydı mahkemelerin AKSOY’un iddiasını kabul edip
etmeyeceklerini bilmenin mümkün olmayacağını vurgulamıştır.
367
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.16; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.246.
368
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.18; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.246.
147
sağlaması konusunda uyuşmazlık olduğunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce
incelenir. Eğer mahkeme önemli ve karara etkisi olacak olan delillerin
değerlendirilmesini yapmamış ya da tarafa savunma hakkını sağlamamışsa bu durum
AİHS’nin 6. maddesine aykırı olarak nitelendirilir.
369
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.32; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.249; Özekes, s.59;
Pekcanıtez, “Medeni Usul Hukuku”, s.255.
370
Pekcanıtez Hukuki Dinlenilme, s.759.
371
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.32.
372
Pekcanıtez, “Medeni Usul Hukuku”, s.257.
148
reddini, sanığın gerçek ve etkili bir savunmadan mahrum bıraktığı için adil yargılama
ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır373.
Bu konuda üzerinde durulması gereken son iki nokta Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6/3. maddesinde asıl olarak ceza yargısını esas olarak düzenlenen
avukat yardımından yararlanma hakkı ve mahkeme dilini bilmeyen tarafa
mahkemenin ücretsiz tercüman sağlama yükümlüğüdür. Bu hakların özel hukuk
davalarında uygulanıp uygulanmayacağı, maddenin içeriğinden anlaşılamamaktadır.
Sözleşmenin 6/3 maddesinden ileride detaylı olarak bahsedileceğinden burada
üzerinde durulmayacaktır.
373
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.33.
374
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.34.
375
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.247.
149
Hukuk devleti prensibinin önemli bir unsuru olan aleniyet ilkesinin amacı,
mahkemelerin ve yargılamanın kamu tarafından kontrol edilmesidir. Diğer bir
deyişle halkın yargılamaya katılması, izlemesi ve bu yargılamanın kontrolünün
sağlanmasıdır ki bu da aleni yargılamanın demokratik karakteridir376.
376
Pekcanıtez Hakan: “Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesi”, Faruk Erem armağanı, Ankara
1999, s.636.
377
Er, s.86.
378
Pekcanıtez, “Aleniyet İlkesi”, s.640.
150
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde söz konusu ilke her ne kadar
yargılamanın her aşamasında geçerli ise de istinaf ve temyiz aşamalarında duruma
biraz daha toleranslı yaklaşmak gerekmektedir. İstinaf ve temyiz incelemelerinde ilk
derece mahkemesine yapılan itirazın konusuna göre ilkeye uyulup uyulmayacağı
önem taşır379. Yani istinaf ve temyiz aşamalarında “açık duruşma” gereğine uyulup
uyulmadığına karar verilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ilk derece
mahkemesi kararına yapılan itirazın konusuna, önemine ve her derece mahkemesinin
yargılamada oynadığı role bakılarak karar vermek gerekecektir380. Eğer istinaf ve
temyiz mahkemesi sadece hukuki yönlerle sınırlandırılmışsa duruşma yapılmasına
gerek yoktur. Dava dosya üzerinden inceleneceği için düzeltme talebinin bu
durumda aleniyet ilkesi söz konusu olmaz. Ancak istinaf ve temyiz incelemelerinde
davanın maddi yönü de inceleme kapsamı içinde ise, ilgilinin katılımı ile duruşma
yapılması gerekir ve aleniyet ilkesi burada geçerli olmalarıdır. Sonuç olarak Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi 6. maddesinde temyiz aşamasında sözlü duruşma
öngörülmüş ise bunun halka açık olması gerekir. Ancak aynı hükümden temyiz
aşamasının mutlaka duruşmalı olması gibi bir zorunluluk ortaya çıkmamaktadır381.
Yine Divan sözleşmeye taraf devletler, sözü edilen hükmün konu ve amacına
uygun olmak koşuluyla ve yargılama usulünün özelliklerine göre bu aleniyet şeklini
kendilerinin takdir edeceğini belirtmiştir. Mahkeme bir kararında ilgilinin bilgi
edinmesi amacıyla mahkeme kalemine bırakılması ve kolayca görülebilecek şekilde
mahkeme binasının uygun bir yerine asılması halinde de aleniyetin sağlanacağına
karar vermiştir382.
379
Er, s.89.
380
Er, s.89.
381
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.30.
382
Er, s.88; Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.30; Pekcanıtez, “Aleniyet İlkesi”, s.546.
151
gereklerinden her birini yerine getirecek şekilde düzenlemeye mecbur tutmaktadır383.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan devletler ceza ve hukuk davalarını
makul sürelerde bitirecek şekilde yargı mekanizmalarını geliştirmek, yargı
teşkilatlarını örgütlemek ve düzenli olarak çalışmalarını sağlamak zorundadırlar384.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki her dava konusu, her olay için geçerli, her
ihtimali standart bir makul süre tespiti imkansızdır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi organları her somut olayın ayrıntılı özelliklerini göz önünde tutup
değerlendirerek sonuca varmaktadır385. (Divan kararı Buchholz / Federal Almanya).
Başka bir deyişle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. maddenin ihlali olarak
nitelendirilebilecek belirli bir süre sınırı tespit edilmiş değildir. Bunun için söz
konusu organ makul sürenin değerlendirilmesinde 3 ölçüt kabul edip bu ölçütler
çerçevesinde araştırma yapmaktadır386. Birinci ölçüt dava konusunun niteliğidir.
Burada hukuki sorunun çözümündeki güçlük, delillerin toplanması ve bağlar
arasındaki zorluk anlaşılır. Yani basit bir tahliye davası ile büyük bir şirketin feshi
aynı sürede bitirilmeyecektir.
383
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.249.
384
PRETTO ET AUTRES / İTALYA, 08.12.1983; Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.32.
385
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.24.
386
Bıçak, Vahit: “Türkiye’nin Güncel Sorunları:Demokrasi ve İnsan Hakları”,
www.özgürada.com/about-mak-32.htm.
152
(şikayetçilerin) kötü niyetli manevralarını da hesaba katmaktadır387. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin bu konuda MANSUR / TÜRKİYE davasında (08.06.1991)
başvurucunun tavrının davayı yavaşlatması durumunun tek başına yargılamanın uzun
sürmesini açıklayamayacağını belirtmiştir. Somut olayda, uyuşturucu madde
kaçakçılığı dolayısıyla Edirne 1. ve 2. Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanan
şikayetçinin davası her iki mahkemede birbirinden habersiz 2 yıl sürmüştür. Aynı
zamanda dosyadaki Rumca belgeler İstanbul’da çevirmen bulunmadığı için
Ankara’ya gönderilmiş ve sonuçta orada da bulunmaması nedeniyle geriye
gönderilmiştir388.
387
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.24; Teczan/Erdem/Sancakdar, s.249; Pekcanıtez, Adil
Yargılama, s.42.
388
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.24; Gölcüklü, Feyyaz: “Yargılama Makamları Önünde” “makul
süre” İHMD, C.III, S.2, Nisan 1995, s.10.
389
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.27.
390
Şentuna, Mustafa Tarık: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ceza Yargılama Yasamız
Tutuklulukta” “makul süre”, www.hukukcu.com/bilimselkitaplar/tutukluluk-makulsure.htm
153
Makul süre içinde yargılamanın ihlal edildiğini gösteren sürenin tespiti
oldukça zordur. Burada medeni ve ceza davalarında süre olarak ikili bir ayrıma
gidilmelidir. Özellikle medeni hak davalarında süre başlangıcı mahkemeye başvuru
tarihidir. Ancak bazı hallerde mahkemeye başvurmadan önce uyuşmazlık konusunda
karar almaya yetkili idari bir mercie başvuru da sürenin başlangıcı kabul
edilmiştir391. Ceza davalarında ise bu süre ilgilinin suç şüphesi altında olmasıdır.
Yani bu süre kişinin hakim önüne çıkarıldığı andan itibaren değil polis yada savcılık
soruşturmasına başladığı tarihte işlemeye başlayacaktır392.
Sürenin sonu ise mümkün ve olası kanun yolları dahil, yargılamanın kesin
hükümle sonuçlandığı tarihtir.
a) Mahkeme Kavramı
391
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.28.
392
Pekcanıtez, “Adil Yargılama”, s.42.
393
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.250.
154
- Görevine giren konularda belli bir usule uyarak ve hukuk kurallarına göre
karar veren,
- Bu kararı cebri icra yolu ile gerekirse zorla yerine getiren mercilerdir394.
b) Kanuni Mahkeme
c) Bağımsız Mahkeme
394
Teczan/Erdem/Sancakdar, s.251.
395
Er, s.102.
396
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”, s.18.
397
Pekcanıtez, “Adil Yargılama”, s.40.
398
Gölcüklü, “Doğru Yargılama”,s.20.
155
Anayasamızın 9. maddesi yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce Türk
Milleti adına kullanacağını belirtmiştir. Yine Anayasa’nın 130., 139. ve 140.
maddeleri de sırasıyla mahkemelerin bağımsızlığı, hakimlik ve savcılık teminatı ve
hakimlik savcılık mesleği başlıkları altında bağımsız bir mahkemeden bahsetmiştir.
Divan mahkeme üyelerinin bir bakan ya da hükümet kararı veya tavsiyesi ile
atanmasının her zaman ve muhakkak bağımsızlık yokluğuna gelmediğine karar
verirken başka bir kararında bir memurun üye olarak katıldığı bir yargı makamı
önünde amirin davacı olarak görev üstlenmesini bu merciin, yeterli bağımsızlık
görüntüsü vermediği için “mahkeme” sayılmasına engel olacağını belirtmiştir399.
399
Er, s.42.
156
d) Tarafsız Mahkeme
Sübjektif tarafsızlık aksi sabit oluncaya kadar var sayılır. Eğer hakimin
tarafsızlığını şüpheye düşüren bir hal varsa hakimin davaya bakmaktan çekinmesi
gerekir. Objektif tarafsızlıkta ise önemli olan kişilerin mahkemeye olan güven
hisleridir.
157
ispat edilecek olan sübjektif tarafsızlığın yetmediği, zira demokratik toplumlarda dış
görünüşler bakımından da hakimden şüphe edilmemesi, yani objektif tarafsızlık
arandığı, bu nedenle de hazırlık soruşturmasında belli bir rol almış olan savcının
sonradan hakim olarak davaya bakmaması gerektiği belirtilmiştir404.
404
Er, s.68.
405
Gölcüklü, Doğru Yargılama, s.23.
406
Tezcan/Erdem/Sancakdar , s. 265.
407
Yargıtay CGK, 8.7.1991, E.1991/200, K.1991/231, YKD, Haziran 1992, s. 931.
408
Er, Deniz Erol,: “AİHS Işığında Hukukumuzda Sanık Hakları”, Ankara 2002, s. 216-217.
158
Masumiyet karinesinin kaynağını 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş
Hakları Bildirgesi’nden aldığı kabul edilir409. Gerçekten bu bildirgenin 9. maddesi
“herkes suçlu olduğu anlaşılıncaya dek” diye devam etmektedir. Bildirge bir haklar
bildirgesi olduğuna göre bu hükmün sanık için bir “masumiyet karinesi hakkı”
tanıdığı söylenebilecektir. İlk bakışta masumiyet karinesi, doğrudan sanık haklarının
korunması ile ilgili değil gibi görünse de bir ceza muhakemesi işlemi ile karşı karşıya
olan sanık hakkında yargılama ve koğuşturma makamlarının suçlu olduğu
varsayımından hareketle işlem yapmalarının önüne geçmesi bakımından sanık için
ciddi bir güvence teşkil eder410.
AİHS m 6/2’ de aynen şöyle denilmektedir: “Bir suç ile itham edilen her
şahıs kanunen suçluluğu sabit oluncaya kadar masum sayılır”. Bu hükümde geçen
suç deyimi teknik bir deyim olarak müeyyidesi ceza olan ve kanun tarafından
yasaklanan fiileri ifade etmektedir411. Fakat belirtilmeli ki burada belirtilen suç
iddiasının adli veya idari makamlar tarafından yapılmasının maddenin uygulanması
bakımından farkı yoktur412. Ayrıca sözleşme organları da verdiği kararlarda ne
zaman suç isnadının söz konusu olduğunu denetlerken bu ilkenin koruma alanını
genişletmektedirler413. Suçluluğun kanunen sabit olması ise kesinleşmiş bir
mahkumiyet kararı ile sanığın cezaya maruz bırakılmasıdır. O halde yerel mahkeme
tarafından verilen mahkumiyet kararının temyiz merci tarafından onaylanmasına
kadar geçen sürede de sanık masum sayılacak ve temyiz mercinin de bu ilkeye aykırı
olarak sanığın suçlu olduğu varsayımından hareket etmesi sözleşmenin 6.
maddesinin ihlal edildiği anlamına gelecektir. Suçluluğun ise kanunen nasıl ispat
edileceği, sözleşme organlarının denetim görevinin dışında olduğu ve esas olarak
bunun her bir devletin kendi iç sorunu olduğu kabul edilmektedir414. Burada ayrıca
belirtilmeli ki sözleşmede öngörüldüğü şekliyle masumiyet karinesi ilkesinin geçerli
409
Donay,Süheyl: “İnsan Hakları Açısından Sanık Hakları ve Türk Hukuku”, İstanbul, 1982, s. 112;
Er, s. 210; Feyzioğlu, Metin: “Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve AİHS”,
AÜHFD, C. 48, 1998, S. 1-4, s. 135.
410
Donay, s. 111; Er, s. 211; Öztürk, Bahri: “Şüpheli ve Sanık Hakları: Özellikle Savunma Hakkı”,
Yargı Reformu 2000 Sempozyumu, İzmir, 2000, s. 675
411
Gözübüyük / Gölcüklü, no. 533; Feyzioğlu, s. 141 ve 145
412
Akbulut, Olgun, “Adil Yargılanma Hakkı”, Kemal Oğuzman’a Armağan, GÜHFD, Ocak 2002,
Yıl:1, S. 1, İstanbul, s. 188;Demirbaş, Timur, “Sanığın Hazırlık Soruşturmasında İfadesinin
Alınması”, İzmir, 1996, s. 69.
413
Feyzioğlu, s. 141.
414
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 265.
159
olması için ceza davası açılmış olması gerekli değildir. Zira 6. maddenin genel
amacı savunmanın haklarını güvence altına almaktır ve bu amacın sağlanması için de
bu ilkenin geçerliliği ceza davasından önce başlamalıdır415.
AİHM 1995 yılında verdiği bir kararda masumiyet karinesinin sadece adliye
makamları tarafından değil diğer kamu makamları tarafından da ihlal edilebileceğini
415
Feyzioğlu, , s. 145; Demirbaş, s. 69.
416
Feyzioğlu s. 149;Dönmezer, Sulhi: “Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler”, Nurullah Kunter’e
Armağan, İstanbul, 1998, s.70;Donay, s. 113-114.
417
Çavuşoğlu, Naz: “İHAS ve AT Hukuku’nda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine”, Ankara, 1994,
AÜSBF, İHM Yayınları, s. 39Donay, s. 113.
418
Dönmezer, “ Suçsuzluk Karinesi” ,s. 68; Demirbaş, s. 68Donay, s. 114.
419
Dönmezer, “ Suçsuzluk Karinesi” , s. 69.
420
Susma hakkı kavram ve içeriği için bkz.Demirbaş, s. 104 vd.
421
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 266; Feyzioğlu, s. 155-156; Dönmezer “ Suçsuzluk Karinesi”, s.
70-71.
160
belirtmiştir422. İlgili karara konu olan olayda mahkeme, aralarında İçişleri bakanının
da bulunduğu bir grup üst düzey memurun henüz kesin bir hükümle mahkumiyeti
söz konusu olmayan başvurucuyu demeçleriyle suçlu gibi ilan etmeleri ve
kamuoyunu bu yönde etkilemelerinin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna
varmıştır. Bu karardan anlaşılıyor ki masumiyet karinesi yalnızca ceza davasının
sonucuyla ilgili olmayıp suçlama anından itibaren bütün muhakeme safhalarında
geçerli bir ilke olmasının yanında tamamen muhakeme işlemleri dışında devletin
bütün resmi makamları karşısında da geçerli, etkin bir temel ilkedir423. Bu cümleden
olarak bu ilkeye özel hukuk kişilerinin de riayet etmesi gerektiği aksi halde bunun
bazı özel hukuk sonuçlarının olacağı da söylenebilir. Aynı şekilde masumiyet
karinesinin resmi makamlar tarafından, kitle iletişim araçları yoluyla verilen
demeçlerle de ihlal edilmesi ihtimal dahilindedir424.
422
Feyzioğlu, s. 141-149; Demirbaş, s. 69.
423
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 534; Feyzioğlu, s.145; Tartışmalar için bkz. Dönmezer, “ Suçsuzluk
Karinesi” s. 69-70 ; Çavuşoğlu, s. 39-40.
424
Teczan/Erdem/Sancakdars. 266-267; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 534;Üzülmez, İlhan:
“Suçsuzluk Karinesi ve Basın Özgürlüğü”, Fehiman Tekil’in Anısına Armağan, İstanbul, 2003, s. 829.
vd.
425
Donay, s. 116-117.
426
Donay, s. 118; Er, s. 215;Gözübüyük/Gölcüklü, no. 535/a
427
Er, s. 216.
161
başvurucu hakkında cinsel eğilimlerinin saptanması hakkında yapılan tıbbi
muayenenin suçsuzluk karinesini ihlal etmediğine karar vermiştir428.
428
Donay, s. 117.
Donay, s. 131; Demirbaş,, s. 101..
430
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 538; Çavuşoğlu, s. 40-41.
431
Er, s. 126.
432
Belirtelim ki bu maddenin öngördüğü bilgilendirmenin, ne şekilde yapılacağının bir önemi yoktur.
Amaç, etkili savunmayı sağlamak olduğuna göre somut olayın özelliklerine göre bu amacı sağlayacak
bir sözlü bilgilendirmede yeterlidir.
162
gerektiğini düşünmektedir433. Öyle ki mahkeme Sadak, Zana, Dicle ve Doğan/Turkey
Davasında suç niteliğinin, karardan hemen önce sanıkların öngörüp savunmalarının
etkili bir şekilde hazırlayabilmelerine olanak vermeksizin son duruşmada
değiştirilmesinin sözleşmeye aykırı olduğuna karar vermiştir434. Buna karşın aynı
türden ve fazla önem arzetmeyen başka suçlar hakkında ek savunma hakkının
tanınmasına ihtiyaç duymaksızın verilen mahkumiyet kararlarını da komisyon,
sözleşmeye uygun görmüştür435. Kapsamlı bir bilgilendirme yükümlülüğü öngören
bu maddenin davanın dayandığı delillerin de sanığa ilk bilgilendirmede belirtilmesi
gereğini ortaya koyduğu söylenemez436.
Bu düzenlemeyle ilgili olarak bir de maddede geçen “en kısa bir zamanda”
deyimine yer vermekte fayda vardır. Şu ana kadar sözleşme organlarının bu deyimi
433
Donays. 132.
434
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 538/a
435
Er, s. 125.
436
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267
437
Demirbaş s. 101.
438
Donay, s. 135; Er, s. 127.
439
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 539; Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 267.
440
Kamasinski- Avusturya- 168 (19-12-1989) Aktaran Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267.
163
somutlaştıracak objektif bir kriter saptadıkları söylenemez441. Çünkü deyim somut
olayın şartlarına göre değişebilen göreceli bir kavram içermektedir. Buna rağmen
denilebilir ki bilgilendirmenin en kötü ihtimalle kovuşturmaya geçildiği an veya hiç
olmazsa sanığın hakim önüne çıkarıldığı anda olması gerekir442. Doktrinde buradaki
kısa süre deyiminin “derhal, hemen” olarak anlaşılamayacağı, bu sürenin makul bir
süre olarak anlaşılması gerektiği ileri sürülmüştür443.
441
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 267.
442
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 539.
443
Er, s. 127; Buna karşın Donay, maddede geçen en kısa zamanda deyiminin “derhal” olarak
anlaşılması gerektiği görüşünü serdetmektedir. Donay, s. 134; Aynı şekilde Akbulut, s. 188.
444
Donay, s. 132.
164
sunabilir. Bu halde sanığa tanınacak kolaylığın müdafiiye tanınmaması dolaylı olarak
sanığın da savunmasına sınırlandırma getirebilir. AİHM’in verdiği kararlarda bu
hükmü böyle yorumlamış ve sanığa tanınacak kolaylık ve zamanın müdafiiye de
tanınması gerektiğini çeşitli kararlarında vurgulamıştır445.
445
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 540/a; Donay, s. 139; Er, s. 138.
446
Akbulut, s. 189; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 540; Donay, s. 139.
447
Donay,s. 139-140;Er, s. 138-139.
448
Çavuşoğlu, s. 41.
449
Er s. 139; Gözübüyük/Gölcüklü,no. 540; Akbulut, s. 189; Donay, s. 142.
450
Teczan/Erdem/Sancakdar, s, s. 268.
165
göre belirlenir. Murray/England Kararında(8-2-1996) AİHM polis tarafından
yapılan ilk sorguda avukat bulundurulmamasını sözleşmeye aykırı bulmuştur451.
451
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 268.
452
Case of Zana v. Turkey, 25-11-1997, (69/1996/688/880), par.69,70,71,72,73; Aktaran Akbulut,
s. 189.
453
Akbulut, s. 189-190.
454
Akbulut, s. 190.
455
Gözübüyük/Gölcüklü ,no. 540.
456
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 268.
457
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 540.
166
tarihi arasındaki zaman aralığı önem arzeder. Aynı şekilde verilen hükme karşı
temyiz süresinin de bu madde kapsamında savunmayı hazırlamaya yeterli bir süre
olması gerekmektedir458. Bunların dışında yargılama faaliyeti devam ederken suçun
hukuki nitelendirmesinde meydana gelecek değişme veya sanığın başka bir suç
işlediğinin ortaya çıkması halinde sanığa ek savunma süresinin verilmesi ve bu
sürenin de uygun bir süre olması da bu madde kapsamında değerlendirilebilecek
konulardır459.
AİHS’ nin 6. maddesinde düzenlenen bir diğer sanık hakkı belki de sanık
haklarından en önemlisi olan “savunma hakkı” dır. İlgili maddeye göre bir suç isnadı
ile ceza muhakemesinde sanık sıfatını alan şahıslar “kendi kendini mudafaa etmek
veya kendi seçeneği bir müdafii tayini için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve
adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın
meccani yardımından istifade etmek” hakkına maliktirler.(AİHS m 6/3-c) Gerçekten
ceza muhakemesi hukukunun kurulduğu üç temel ayaktan biri de sanığın savunması
hakkıdır. Hukuk devletlerinin en temel ilkelerinden biri olan ve günümüzde en ilkel
toplumlarda bile kutsal olduğu kabul edilen savunma hakkı, doktrinde çeşitli
şekillerde tanımlanmış olmakla beraber460bu konu üzerinde daha önce durulduğu ve
savunma hakkı konusunda tanım verildiği için bir tanım yapma gereği duymuyoruz.
167
sanığa mahkeme tarafından bir müdafii atanacaktır. Bunlardan ilk ihtimal olan
savunmanın bizzat sanık tarafından yapılabilmesi durumu, üzerinde fazla durmayı
gerektirmeyecek kadar açıktır. Sanığın savunma hakkını bizzat kullanmasına bireysel
savunma hakkı da denilmektedir. Sanığın savunmasını müdafii dışında yasal
temsilcileri eliyle kullanması da bireysel savunma hakkının kapsamına girer461.
Sanığa tanınmış bu hak, onun sözlü duruşmalara bizzat iştirak ettirilmesi gereğini
ortaya koymaktadır462. Aksi durum adil yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilecektir. Fakat sanığa tanınan bu hak mutlak nitelikte olmayıp, sözleşme
organlarının da verdiği kararlarla sabit olduğu üzere eğer sanık duruşmaya katılmak
için üzerine düşen görevi yerine getirmezse ve bu suretle kendi kusuru ile
duruşmaya katılmazsa bu durum savunma hakkının ihlali olarak düşünülemez463.
Yani böyle durumlarda davaya sanık yokluğunda devam olunabilir ve dava
sonuçlandırılabilir.
461
Donay, s. 153; Er, s. 155.
462
Gözübüyük/Gölcüklü, no.
463
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 542.
464
Er, s. 156; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 543.
465
Donay, s. 153-154.
168
bu hak iki şartın gerçekleşmesi koşuluna bağlanmıştır. Birincisi, sanığın müdafii
tutmaya yeterli mali olanağı bulunmamalı; ikinci, olarak adaletin selametinin bunu
gerektirmesi söz konusu olmalıdır. Bu iki şartın tahakkuku halinde mahkeme sanığa
bir avukat tayin edecektir. Sanığa müdafii atanmasında sağlanacak fayda, özellikle
sanığın savunmasının etkin kılınması olacağından; dava konusu olayın karmaşık
olması ve dolayısıyla hukukçu olmayan bir sanığın savunmasının etkisiz ve iddia
makamı karşısında eşitsiz kalacağı durumlarda veya sorunun çözümünde bir avukatın
yardımına ihtiyaç duyulması hallerinde adaletin selametinin müdafii tayinini
gerektirdiği söylenebilecektir466.
466
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 270-271.
467
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 270; Donay, s. 162.
468
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 270; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 545/c; Donay, s. 163.
169
mümkündür. Bu son halde sanığa mahkeme tarafından müdafii atanmasına gerek
yoktur469.
469
Er, s. 238.
470
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 531/a.
471
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 545/b-531/a.
472
Akbulut, s. 190.
473
Akbulut, s. 190.
474
Bkz. Dipnot 34; AİHM’nin bu kararının özeti için bkz. Gözübüyük/Gölcüklü, s. 322-323
475
Akbulut, s. 190.
476
Donay, s. 154-155
477
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 545.
170
d) Tanıkların Dinlenmesinde Eşitlikten Yararlanma
Hakkı(AİHS m 6/3-d)
Sanığa, ceza muhakemesi içinde savcı ile aynı hak ve yetkilere sahip olma
hakkını bir ölçüde tanıyan 6. madde hükmünün bu bendinin, sanığa istediği her kişiyi
tanık olarak dinletme hak ve yetkisini de verdiği söylenemez. Zira Mahkeme, verdiği
kararlarda savunma tanıklarının dinlenmesinin gerekliliği ve faydalı olması
konusundaki takdir yetkisinin ulusal mahkemelerde olduğunu belirtmektedir480.
Mahkeme, ulusal mahkemenin bu tür savunma tanıklarının dinlenilmesi istemini
reddetmesi halinde mahkemenin ciddi ve doyurucu bir gerekçe sunmasını
aramaktadır481. Mahkeme bu noktada işlevini, yargılamanın bütünü bakımından adil
olup olmadığını incelemekle sınırlandırmaktadır482.
478
Akbulut, s. 191..
479
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 546.
480
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 546-547; Donay, s. 181; Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271;
Çavuşoğlu, s. 41.
481
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 549.
482
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 547.
171
Mahkeme verdiği muhtelif kararlarda savunma hakkının genel olarak sanığa
bir iddia makamının beyanını red ile ona en geç onun beyanı sırasında sorular
yöneltebilmek için uygun bir zaman ve fırsatın verilmesini gerektirdiğini söylemiştir.
Bu hakkın sanığa ifadesinin alındığı veya daha sonraki bir zamanda tanınmış olması
fark yaratmaz. Yeter ki sanığın savunma hakkı gerçek anlamda sağlanmış olsun483.
Zana, Dicle ve Doğan/Turkey davasında Mahkeme, mahkumiyet hükmünün
savcılıkta ifade veren ve fakat sonradan sözlü duruşmada dinlenilmeyen tanıkların
ifadelerine dayanılarak verildiğinden bahisle 6/3-d hükmünün ihlal edildiğine karar
vermiştir484. Buna karşın Mahkeme, Asch/Avusturya kararında hazırlık
soruşturmasında ifade veren ve tanıklıktan çekinerek duruşmada bulunmayan bir
tanığın ifadesiyle mahkumiyet kararı verilmesini sözleşmeye aykırı bulmamıştır. Zira
Mahkeme bu kararında maddede geçen tanıklık deyimini otonom bir şekilde
yorumlamış ve bu kavramın ulusal mevzuatlardaki tanık kavramından ayrı ve
bağımsız bir içeriğe sahip olduğunu belirtmiştir485. Sözleşmenin 6/3-d madde
hükmünün bu anlamda her zaman yargılamanın vicahiliğini öngörüp öngörmediği
tartışmaya değerdir. Zira maddede sanığın iddia şahitlerini sorguya çekmek hakkı da
düzenlenmiştir. Bunun da ancak yargılamanın yüzyüze yapılarak sağlanabileceği
açıktır. Fakat Mahkeme, 1996 tarihli Pullar/England kararında bir tanığın savcılıkta
alınan ifadesinin duruşmada okunması ile yetinilmesinin her zaman için tek başına
sözleşmenin ihlali anlamına gelmeyeceğini içtihat etmiştir486. Aynı şekilde
Artner/Avusturya kararında Mahkeme, savunmanın haklarına riayet edilmesi şartıyla
polis ve sulh yargıcı önünde yapılan açıklamalardan yararlanılmasını 6. madde
hükmüne aykırı görmediğini açıklamıştır487. Bu da gösteriyor ki bir ceza
yargılamasında her zaman mutlaka tanıkların sözlü duruşmada hazır bulunması
gerektiği gibi kural yoktur. Önemli olan sanığın tanık beyanlarına karşı savunma
yapabilme hakkının yargılamanın herhangi bir safhasında tanınmış olmasıdır488.
Mahkeme bu gibi durumlarda özellikle sanığın savunma hakkının adil yargılanmayı
imkansız kılacak ölçüde sınırlandırılması kriterini kullanmaktadır. Bu kriteri
483
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271.
484
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 548
485
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271; Ayrıca bkz. Gözübüyük/Gölcüklü, no. 549.
486
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 550.
487
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271.
488
Teczan/Erdem/Sancakdars, s. 271.
172
kullanan Mahkeme, Kostovski/Netherland(Hollanda) davasında polis ve sorgu
yargıcına ifade veren ve kimlikleri sanıktan gizlenen iki tanığın beyanlarının
mahkumiyet kararına esas tutulmasını sözleşmeye aykırı bulmuştur489.
489
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 551; Akbulut, s. 191; Çavuşoğlu, s. 41-42.
490
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 551.
491
Er, s. 203; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 552.
492
Atanacak tercümanın nitelikleri konusunda bkz. Demirbaş, s. 232-233; Donay, s. 189.
493
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 271-273; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 553; Donay, s. 189.
173
Görüldüğü üzere bu bentteki tercümandan yararlanma hakkı, aynı fıkranın (a)
bendindeki anladığı bir dille isnaddan haberdar edilmek hakkına benzemektedir.
Fakat bu iki bent arasında bir fark vardır. Bir kere (a) bendinde sanığın yalnızca
hakkındaki isnaddan haberdar edilmesi söz konusu iken (e) bendinde sanığa duruşma
safahatiyle ile ilgili ayrıntılı bir bilgi verme durumu söz konusudur. İkinci olarak (a)
bendinde sanığa hakkındaki suç isnadının anladığı bir dille anlatılması söz konusu
edilirken bunun bir tercüman marifetiyle yapılacağı belirtilmemiştir. Buna karşın (e)
bendinde sanığın duruşmanın cereyan tarzından bilgilendirilmesinin ücretsiz
sağlanacak bir tercüman vasıtasıyla yapılacağı açıkça belirtilmiştir494.
494
Donay, s. 186-187.
495
Pekcanıtez, “Medeni Yargıda Adil Yargılama”, s.
496
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 274.
174
insan hakkı olarak savunma hakkını asıl olarak kullanan sanığın kendisidir. Fakat
burada belirtilmeli ki sanığın duruşmada kullanılan dili bilmediğini tartışmaya yer
bırakmayacak şekilde ortaya koyması gerekir. Bu konuda milli yargı yerinin bunu
değerlendirme yetkisi vardır. Bu değerlendirme yetkisini kullanan mahkemenin her
halükarda bir tercüman atayabilmesi için bundan yararlanacak olan sanığın bu
yöndeki talep ve isteğini hakime bildirmesi gerekir497.
497
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 275.
498
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 553; Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 275; Akbulut, s. 192; Çavuşoğlu,
s. 42.
499
Akbulut, , s. 192.
500
Donay, s. 187 ;Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 275-276; Gözübüyük/Gölcüklü, no. 554.
501
Teczan/Erdem/Sancakdar, s. 276.
175
ve tanıklar için de tanınması maddenin amacıyla bağdaşır niteliktedir. Çünkü
bunların bu fiziki imkansızlıklarının sebep olacağı şey nihayetinde soruşturma ve
yargılamada kullanılan dili anlamamak ve savunma haklarını gereği gibi
kullanamamaktır. Bunun da vatandaşlarına adil bir yargılama hakkı tanıma vaadinde
bulunan devletin yükümlülüklerine uygun olmayacağı kuşkusuzdur. Bütün bunlardan
dolayı adil bir yargılanmanın gereği olarak ücretsiz tercüman hakkından sağır ve
dilsizlerin de (sanık-tanık ayrımı yapılmaksızın) yararlanacakları söylenebilir502.
502
Gözübüyük/Gölcüklü, no. 553; Donay, s. 188; Teczan/Erdem/Sancakdar,
503
Akbulut, s. 192.
504
Donay, s. 190; Çavuşoğlu, s. 42.
505
Gölcüklü/Gözübüyük, s.344; Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.303;Ergül, Ergin:Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi ve Uygulaması, 2. baskı, Yargı yay.,Ankara 2004, s.180-181; Özdek, Yasemin;
Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, TODAİE,Ankara 2004, s.198;Altıparmak, Kerem:
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin Uygulama Alanı” , AÜSBF,C.53,Ocak- Aralık
1998, No1-4, s.1-2.
176
düzenlenen etkili başvuru hakkının üzerinde kısacada olsa durmak ve hak arama
hürriyetinin yargısal boyutunu oluşturan adil yargılanma hakkına işlerlik kazandıran
etkili başvuru hakkının önemini dile getirmekte fayda bulunmaktadır.
506
Gölcüklü/Gözübüyük s.344; Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.520; Özdek, s.318;Ergül, s.181.
177
AİHS’nin 13. maddesinin önemli bir özelliği başka hükümlerle birlikte ileri
sürülebilip, tek başına etkin başvuru hakkının ihlal edildiği gerekçesine
dayanılamamaktadır507. Etkin başvuru hakkının ihlali sözleşmede yer alan diğer
maddelerin ihlali ile birlikte göz önünde bulundurulmakta ve başka ihlaller ile
birlikte etkin başvuru hakkının da ihlal edildiği değerlendirilmektedir. Bu anlamda
etkin başvuru hakkı genelde adil yargılanma hakkının ihlali ile birlikte karşımıza
çıkmaktadır. AİHM verdiği kararlarda hak arama hürriyetinin görünümü
niteliğindeki adil yargılanma hakkının herhangi bir nedenle ihlalini aynı zamanda
etkin bir hukuki sürecin işletilmediği ilkesine dayandırmaktadır.
507
Gölcüklü/Gözübüyük, s.345; Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.520; Özdek, s.318.
508
Tezcan /Erdem/Sancakdar, s.521; Özdek, s.318-320.
178
AİHS’nin etkin başvuru hakkını düzenleyen 13. maddesi adil yargılanma
hakkı ile hayat bulmakta, adil yargılanma hakkı da, etkin başvuru hakkı ile güvence
altına alınmış olmaktadır.
179
SONUÇ
1. İnsanlar tarih boyunca bir takım temel hak ve özgürlüklere sahip olabilmenin
mücadelesini vermişler, bu mücadeleler sonucunda insan onuru ile bağdaşan temel
hak ve hürriyetler kazanılmıştır. İnsanlar insan olarak doğuştan elde ettikleri
devredemeyecekleri, vazgeçemeyecekleri, temel haklarını herkese karşı ileri sürmek
istemektedirler. Yani belli bir zaman sonra temel hak ve hürriyetlerin kazanılması
değil, korunması ve bu hakların ihlali durumunda bu haklara yeniden kavuşmanın
gayreti içerisine girilmiştir. Bunun için bireylerin haklarını serbestçe arayabilecekleri
yolların açık olması bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
3. Hak arama hürriyeti ona kaynaklık eden hukuk devleti, demokrasi, özgürlük, hak
ve en önemlisi insan haklarının anlamı ile bütünlük kazanır. Hak arama hürriyeti
ancak hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu, rejimin demokratik usullere dayandığı,
temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, insan haklarına saygılı bir ortamda gelişebilir.
Görüldüğü üzere söz konusu hürriyet belirtilen kavramlar ile açıklanabilmektedir. Bu
kavramlar olmadan hak arama hürriyetinin pratik bir değeri yoktur.
180
5. Hak aramak için kullanılan her yol, yapılan her girişim hak arama hürriyeti
içerisinde değerlendirilmektedir. Haklar hukuki yollar izlenerek aranabileceği gibi
bir takım usuller izlenerek de aranabilmektedir. Hukuki olarak idareye, yasama
meclisine ve yargı makamlarına başvurmak sureti ile hak arama ve onun bireylere
bahşettiği özgürlük idari, siyasi ve yargısal olarak kullanılabilir. Bunun dışında
hukuki olmayan ancak hak aramak için kullanılabilecek ombudsman, kamuoyu
baskısı, direnme hakkı, sivil itaatsizlik gibi yollara da başvurulabilir.
6. Anayasamızın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesi sadece yargısal başvuru
hakkına yönelik bir hak arama yöntemini ifade etmektedir. Anayasanın 36.
maddesinde herkesin davacı olarak iddia, davalı olarak savunma ve adil yargılanma
hakkının olduğunu vurgulamaktadır. Bu hüküm yargı mercileri önünde hak arama
hürriyetini güvence altına almaktadır. Oysa hak arama hürriyeti yargısal başvuru
hakkına inhisar ettirilemeyecek kadar geniş bir özgürlük alanını ifade etmektedir.
Hak arama yolları arasında yargısal başvuru dışında idare mercilere başvuru ve
parlamentolara dilekçe hakkını kullanmak sureti ile başvurmak mümkündür. İdari,
siyasi ve yargısal başvuru hakları hak arama hürriyetinin temelini teşkil etmektedir.
181
9. Anayasanın 74. maddesinde siyasi başvuru hakkı olarak tanımlanan dilekçe
hakkına yer verilmiştir. Bireyler dilekçe hakkını kullanmak suretiyle idari mercilere
ve siyasi karar alma makamı olan parlamentoya dileklerini ve şikayetlerini
iletebilmektedirler. Dilekçe hakkı her ne kadar hukuki bağlayıcılığı ve etkinliği fazla
olmayıp yumuşak bir hak arama yolu olarak görülse de psikolojik ve manevi
etkilerinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
10. Hak arama hürriyetinin temeli ve en önemli yolu bu hakkın yargı mercileri
önünde dile getirilmesidir. Yargı organı doğrudan bu amaç için oluşturulmuştur ve
en etkin şekilde hakların aranması yargı mercilerinin karşısında söz konusu olabilir.
Yargı mercileri kavramından hak arama hürriyetinin idari yargı, adli yargı ve
anayasa yargısında mevcut olduğu kabul edilmektedir.
11. İdari yargıda hak arama hürriyeti anayasasın 36. , 40. , 74, maddelerinin dışında
özel olarak 125. madde de düzenlenmiştir. Bu maddeye göre hiçbir idari eylem ve
işlem yargı denetimi dışında bırakılamaz. İdari yargıda hak arama hürriyetinin tam
olarak açıklanmasında idari usul, bilgi edinme hakkı, açıklık ilkesi gibi ilkelere yer
verilmesi gerekmektedir. Ancak bu kavramlar doğrultusunda idari yargı alanında hak
arama hürriyeti bireylere tam olarak sağlanmış olur. Ayrıca her ne kadar anayasanın
125. maddesi idarenin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimi dışında
bırakılamayacağını belirtmiş ise de bu konuda birçok sınırlamanın olduğu, bu
sınırlamaların doğrudan anayasadan kaynaklandığı hak arama özgürlüğünü
zedelemektedir.
12. Anayasa yargısında hak arama hürriyeti diğer yargı mercilerinde olduğu gibi söz
konusudur ancak daha dar bir alanda işlev görmektedir. Anayasa yargısı ile sadece
hukukun ve anayasasının üstünlüğü değil aynı zamanda hak arama hürriyetinin
bireylere tam olarak sağlanması amaçlanmaktadır. Anayasa yargısında itiraz yolu ve
iptal davası yolu ile hak arama hürriyeti sağlanmaya çalışılmakta olup, bu konularda
dahi sınırlamaların olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
182
13. Adli yargı alanında hak arama hürriyeti en geniş hak arama yolu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Anayasanın 36. maddesindeki yargısal başvuru hakkı adli
yargı düşünülerek düzenlenmiştir. Anayasanın hak arama hürriyeti başlıklı bu
maddesi içerisinde geçen deyimlerin ayrı ayrı ele alınması söz konusu özgürlüğün
tam olarak anlaşılmasını sağlar.
14. Adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyetinin yargısal görünümünü ifade
etmektedir ve AİHS’ nin 6. maddesinde düzenlenerek sadece ulusal değil uluslararası
bir anlama sahip olmaktadır. Adil yargılanma hakkı o kadar önemlidir ki hak arama
hürriyeti dendiğinde akla ilk gelen kavramı oluşturmaktadır. Adil yargılanma hakkı
içerisinde medeni ve cezai alanla ilgili olarak birçok hürriyet düzenlenmiştir. bu hak
içerisinde yer alan tüm unsurlar özenle seçilmiş durumdadır. Bu haklardan herhangi
birinin dikkate alınmaması veya bu hakların herhangi birinin ihlal edilmesi
durumunda adil yargılanma hakkı zedelenmiş olacaktır.
15. AİHS’ nin 13. maddesindeki etkili başvuru hakkı adil yargılanma hakkıyla
yakından ilgili olup, hak arama hürriyetinin sözleşme içerisindeki güvencesi
durumundadır. Etkili başvuru hakkı, hak arama hürriyetinin ulusal mevzuatlarca
dikkatli bir şekilde göz önünde bulundurulmasını sağlar.
183
KAYNAKÇA
AKIN, İlhan F.: Kamu Hukuku, Beşinci baskı, Beta Yayını, İstanbul, 1987.
ANAYURT, Ömer: “1982 Anayasası ve 3071 sayılı Kanuna Göre Dilekçe Hakkı”,
İnsan Hakları Yıllığı, C.23-24, 2001-2002.
184
ARMAĞAN, Servet: İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yay., Ankara 1987.(İslam Hukuku)
ATAY, Ender Ethem: İnsan Haklarının Gerçekleştirilme Şartı Olarak Hukuk Devleti,
Polis Dergisi, Y. 9, S.36, Temmuz.
AYAYDIN, Cem: “Hak Arama Hürriyeti ve Genel Olarak İptal Davası”, İstanbul
1992, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s.8.
185
ÇINAR, Uğurcan Sevinç:“Temel Hakları Koruma Yöntemlerinden Biri Olarak Hak
Arama Hürriyeti” Yayınlanmamış Doktora Tezi Konya 1998.
ÇOBAN, Ali Rıza: Türk Hukukunda “Hak Arama Özgürlüğü”, İzmir 1995
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
DAVER, Bülent: “İnsan Hakları ve Türkiye”, Prof. Dr. Fadıl H. Sur’ un Anısına
Armağan.
DOĞRU, Osman: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları”, Ankara 2003, C.I,
S.356 vd.
DUMAN, İlker Hasan: 1982 Anayasasında İnsan Haklarına Saygılı Devlet, İnkılap
Yay., Anayasa Serisi:6, İstanbul 1997.
DURAN, Lütfi: “İdari Usulün İlkeleri ve Kapsadığı Konular” AİD, C.31, No.1-2,
1998.
186
EKEN, “ Kamu Yönetiminde Gizlilik Geleneği ve Açıklık İhtiyacı” AİD, C.27S.2,
s.39;
ER, Deniz Erol: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Hukukumuzda Sanık
Hakları, Ankara 2002.
ER, Deniz Erol,: AİHS Işığında Hukukumuzda Sanık Hakları, Ankara 2002.
EREN, Muhsin :“Sağlıklı Yaşam ve Hak Arama Özgürlüğü” , ABD, S.4, Y.47 1990-
Ağustos.
GÖREN, Zafer: Anayasa ve Sorumluluk, C.1, Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir
1999
GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yay., Bursa 2000.
187
GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref: Anayasa Hukuku, 10. baskı, Turhan Kitabevi, Ankara,
2002.
GÜRAN, Sait: “ Hak Arama Özgürlüğünün İki Boyutu” , Anayasa Yargısı, C.9,
No.27, 1993. (Hak Arama)
KALABALIK, Halil: İnsan Hakları Hukuku Ders Notları, Değişim Yay., İstanbul-
Ankara, Y.2003. (İnsan Hakları)
188
KAPANİ, Münci: İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, Bilgi Yayınevi, 1991
İstanbul.
KAPLAN, Gürsel: “Hukuk Devleti Açısından İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü
ve Sınırları”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,, İstanbul 1999.
KARATEPE, Şükrü: “ İdarenin Takdir Yetkisi”, Türk İdari Dergisi, C.63, s.392,
Eylül 1991.
KAYA, Cemil: İdare Hukukunda Bilgi Edinme Hakkı, Seçkin Yay. Ankara 2005.
189
ÖZBİLGİN, Tarık: “Hukukun Sosyolojik Oluşum Prosesüsü Açısından Bir
Örnekleme Olarak Hak Arama Yolları”, Sosyoloji Konferansları, 13. Kitaptan ayrı
basım, İstanbul 1976.
ÖZGENÇ, İzzet: Türk Ceza Kanunu, Gazi Şerhi (Genel Hükümler), Adalet
Bakanlığı, Eğitim Daire Başkanlığı, Üçüncü Bası, Ankara 2006.
190
SENCER, Muzaffer: “Hak ve Özgürlük Kavramı”, İnsan Hakları Yıllığı, C.14,
1992.
TAMER, Mustafa: “Dilekçe Hakkı”, Türk İdare Dergisi, Y.62, Mart 1990, S.386.
TANÖR, Bülent: Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Bds Yay. , İstanbul, 1994.
TOKLU, Esat: İdari Yargıda Hak Arama Özgürlüğü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi.
TÜRK, Hikmet Sami: Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, İkinci Baskı, Ankara
1999.
UMUR, Ziya: Roma Hukuku Ders Notları, Beta Yay. 3. Baskı, İstanbul 1999.
UYGUN, Oktay: İnsan Hakları Kuramı – İnsan Hakları YKY Yay. , İstanbul 2002.
191
UZUNOĞLU, İsmet M: Emniyet Teşkilatında İnsan Hakları,
www.düzce.org/insanhaklari/rapor 02.html.
ÜNAL, Şeref : Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, Yetkin Yay. ,
Ankara, 1997.
YAZICI, Serap: “Hukuk Devleti ve Demokrasi”, İstanbul Baro Dergisi, C.73, S.2.
YENİCE, Kazım: “Hak Arama Özgürlüğü ve Danıştay”, İnsan Hakları Yıllığı, Y.2,
1980.
YÜRÜK, Ayşe Tülin: “ Bilgi Edinme Hakkının Niteliği ve Amacı” , Eskişehir Baro
Dergisi, S.7, Haziran 2005.
192