Professional Documents
Culture Documents
Iccht 2018 Proceedings e Book 1 PDF
Iccht 2018 Proceedings e Book 1 PDF
Eğitim Yayınevi
Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf Ziya AYDOĞAN
yza@egitimyayinevi.com
Copyright © Bu kitabın Türkiye’deki her türlü yayın hakkı Eğitim Yayınevi’ne aittir.
Bütün hakları saklıdır. Kitabın tamamı veya bir kısmı 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre kitabı
yayımlayan firmanın ve yazarlarının önceden izni olmadan elektronik/mekanik yolla, fotokopi yoluyla ya
da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılamaz, yayımlanamaz.
Baskı Cilt
SAGE Yayıncılık Rek.Mat.San.Tic.Ltd.Şti
Kazım Karabekir Caddesi
Uğurlu İş Merkezi No: 97/24
İskitler - Ankara
Tel: 0 312 341 00 02
Matbaa Sertifika No: 14721
bilgi@bizimdijital.com
www.bizimdijitalmatbaa.com
T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayıncı Sertifika No: 14824
KASIM 2018
ISBN: 978-605-7557-24-7
EĞİTİM YAYINEVİ
Rampalı İş Merkezi Kat: 1 No: 121
Tel: 351 92 85 • Meram/KONYA
E-mail: bilgi@egitimyayinevi.com
ÖN SÖZ
Üniversitemiz Turizm Fakültesi tarafından, MDIS Taşkent Üniversitesi ile
birlikte Özbekistan Taşkent’te, 3-5 Mayıs 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş
olan, II. Uluslararası Kültürel Miras ve Turizm Kongresi’nin, Türk-İslam ve
bilim âlemine hayırlı olmasını temenni ediyorum. Türkiye ile Özbekistan arasında
kültürel ve bilimsel ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rol oynayacak olan bu
etkinliğimizin, Türk-İslam medeniyeti adına yeni ufuklar açacağına eminim. Hiç
şüphesiz bilimin gelişmesinde, İslam inancının sağlam temellere
dayandırılmasında, bu topraklardaki ilim ehlinin önemi tartışma götürmez bir
konudur. İmam Matüridi’den İmam Buhari’ye, Uluğ Bey’den İbn-i Sina’ya; inanç
ve ilim ehlinin, bilginlerin Orta Asya’dan Anadolu ve Avrupa’ya etkisi çok
büyüktür. Bu medeniyetin beşiğinde doğmuş olan Selçuk Üniversitesi olarak,
yaklaşık 20 yıl aradan sonra Özbekistan’da böyle uluslararası bilimsel bir etkinliği
Türkiye’den gerçekleştiren ilk kurum olmanın mutluluğu içerisindeyiz. Devletin
üreten, araştıran stratejik üniversitesi olma yolunda emeği geçen tüm
akademisyenlerimize ve diğer görevli arkadaşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyor,
bildiri kitapçığının yeni proje ve çalışmalara ışık tutmasını temenni ediyorum.
It is highly important to mention the role of strategic partnership between Uzbekistan and
Turkey in ways to develop strong economic and touristic relations. A three-day official visit
by Recep Tayyip Erdogan, the President of the Republic of Turkey, to the Republic of
Uzbekistan has strengthened our collaborations in different sectors, including in Tourism. The
International Congress on Cultural Heritage and Tourism held by Selcuk University in
cooperation with Management Development Institute of Singapore in Tashkent served as a
platform to foster discussions on international tourism and unveil its enormous potential to
stimulate economic growth. It has also contributed to enrich Turkic experience of inbound
and outbound tourism.
The statistics available on tourism and travel sector development shows that the sector
stimulates GDP growth greatly. It currently accounts for more than 10 percent of global GDP
and 30 percent of the world’s export volumes in services. It also increases international trade
volumes as it is the 3rd world’s largest global export item, boosts international investment as
it is the 2nd fastest-growing industry in terms of foreign direct investment in the world. It also
drives infrastructure development such as construction of airports, roads, water and energy
supply, rendering medical services, etc. It creates jobs and brings many other contributions to
the world economy. With a strong foundation and development plans for preparing key
personnel in travel and tourism area, this sector will further contribute the value to the
economy of our countries. The development of tourism is the embodiment of success, growth
and creativity. It is the opportunity to promote our common culture with a manifestation of
our best values, and traditions.
I strongly believe that the International Congress on Cultural Heritage and Tourism will add
substantial value to our further collaboration and plans for development of the tourism sector.
It will also serve as a benchmark to further creation of valuable knowledge and experience
that will be shared among experts and professionals engaged in the sector.
HONOR BOARD
Gülay SAMANCI, Chief Advisor of President/Turkey
Prof. Dr. Jasur SALIKHOV, Rector of MDIS Tashkent/Uzbekistan
Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN, Rector of Selcuk University/Turkey
Prof. Dr. Fahrettin TİLKİ, Rector of Artvin Çoruh University/ Turkey
Prof. Dr. Mehmet AKGÜL, Rector of Karamanoğlu Mehmetbey University/ Turkey
HEAD OF CONGRESS
Prof. Dr. Necmi UYANIK, Dean of Tourism Faculty, Selcuk University/Turkey
Prof. Dr. Tukhtaev BAKHTIER, Dean of Tourism Faculty, MDIS Tashkent
University/Uzbekistan
ORGANIZING COMMITTEE
Higher Institution of Ataturk Culture, Language
Derya ÖRS, Prof. Dr.
and History/Turkey
Abid HALIM, Prof. Dr. Jamia Millia Islamia University/India
Addis ABABA, Prof. Dr. Osun State University/Nigeria
Sarajevo University Oriental Institute/ Bosnia-
Adnan KADRİÇ, Prof. Dr.
Herzegovina
Ahmet CİHAN, Prof. Dr. İstanbul Medeniyet University/Turkey
Ahmet ÇAYCI, Prof. Dr. Necmettin Erbakan University/Turkey
Ahmet TAŞAĞIL, Prof. Dr. Yeditepe University/Turkey
Alikram ABDULLAYEV, Prof. Dr. Academy of Public Administration/Azerbaijan
Anisoara POPA, Prof. Dr. Danubius University/Romania
Benjamin FORTNA, Prof. Dr. University of Arizona/USA
Bilgin AYDIN, Prof. Dr. İstanbul Medeniyet University/Turkey
Charles WILKINS, Prof. Dr. Wake Forest University/USA
Claus SCHÖNİG, Prof. Dr. Berlin Freie University/German
Ferit DUKA, Prof. Dr. University of Tırana/Albania
Hajime TAKAMIZAWA, Prof. Dr. Josai International University/Japan
Harry PAPASOTIRIOU, Prof. Dr. Pantheon University/Greece
Hayati DEVELİ, Prof. Dr. İstanbul University/Turkey
Jasur SALIKOV, Prof. Dr. MDIS Tashkent University/Uzbekistan
Kosugi YASUSHI, Prof. Dr. University of Kyoto/Japan
M. Akif CEYLAN, Prof. Dr. Marmara University/Turkey
M. Akif ERDOĞRU, Prof. Dr. Ege University/Turkey
Head of UNESCO Turkey National
M. Öcal OĞUZ, Prof. Dr.
Commission/Turkey
Muhammed HEKİMOĞLU, Prof. Dr. Atatürk Culture Center/Turkey
M. Sabri KÜÇÜKAŞÇI, Prof. Dr. Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı/Turkey
M. Zainiy OTHMAN, Prof. Dr. University of Technology Malaysia/Malaysia
Muharrem TUNA, Prof. Dr. Gazi University/Turkey
Mustafa ÇİÇEKLER, Prof. Dr. İstanbul Medeniyet University/Turkey
Necmi UYANIK, Prof. Dr. Selçuk University/Turkey
Niyazi NİYAZOV, Prof. Dr. Saint Petersburg State University/Russia
Numan ARUÇ, Prof. Dr. Macedonia Science and Art Academy/Macedonia
Oh EUN-KYUNG, Prof. Dr. Dongduk Women’s University/S.Korea
i
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ii
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
iii
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
iv
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
v
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İÇİNDEKİLER
FESTİVALLER VE TURİZM
Festivals And Tourism
Tugay ARAT, Nargız HASANLI ........................................................................................................27
ÖZET
Bu çalışmada Konya kentinin kimliğinin oluşmasında önemli bir yeri olan Hz. Mevlana ve
Mevlevilik kültürünün bir eseri olan semazen figürlerinden esinlenilerek tasarlanan çok fonksiyonlu
kent mobilyası ve işlevleri hakkında bilgi verilecektir. Solarsem olarak isimlendirilen bu modül
tasarımının semazen siluetine sahip olması, güneş panelleri ile enerjisini sağlaması, üretilen enerjinin
anlık olarak veya akülerde depolanarak akşam saatlerinde kullanılabilmesi, bank ve sokak lambası
işlevlerini birlikte görmesi amaçlanmıştır. Üretilen enerji aydınlatmada kullanılabildiği gibi, akşam
saatlerinde siluetin belirginleşmesi için LED ışıklandırmasında, insanların bank üzerinde
dinlenirlerken telefon, bilgisayar vb. cihazlarını çalıştırma/şarj etme işlevlerini yapabilmelerinde veya
sisteme entegre kent bilgi sistemi gibi bilgilendirme ekranlarının enerjisinin sağlanmasında
kullanılabilecektir. Modülün konsepti; Mevleviliğe özgü olan semadan ve sağ eli ile haktan aldığını
sol eli ile halka veren anlayıştan gelmektedir. Solarsem'in her iki kolunun üst kısımlarına 150 W
gücünde esnek fotovoltaik panellerden (PV) iki adet yerleştirilecek, alt kısmına da aydınlatma amacı
ile 100 W gücünde iki adet LED lamba konulacaktır. Solarsem'in aydınlatılması için ana hatları
boyunca 6 W gücünde LED lambalar kullanılacaktır. Enerjinin depolanması için 12 V, 150 Ah
kapasiteye sahip bir akü Solarsem'in oturma grubunun altındaki hazneye yerleştirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kent kimliği, kent mobilyası, Yenilenebilir enerji
ABSTRACT
In this work, it will be informed about multifunctional urban furniture and its functions which
are inspired by whirling dervish (Semazen) figures of the Mevlana and Mevlevi cultures of the Konya
city. It is aimed that this module design which is called as "Solarsem" to be having Semazen
silhouette, to produce energy from solar panels, to be able to use the generated energy instantly or in
the evening by storing it in the battery, and to be perform together the functions of bench and street
lamp. The produced energy can be used for illumination, LED lighting for the silhouette to become
clear in the evening hours, for operating or charging telephone, computer etc. when people are
relaxing on the bench or to provide the energy of information displays such as the city information
system integrated into the system. The concept of the module comes from the Semazen which is
unique to the Mevlevi rituals. Solarsem will have two flexible 150 W photovoltaic (PV) panels on top
of both arms and two 100 W LED lamps on the lower part for lighting purpose. To illuminate
Solarsem, 6 W power LED lamps will be used along the outline. To store the energy, a battery with a
12 V, 150 Ah capacity will be placed in the chamber below the seating group of Solarsem.
Keywords: Urban identity, Urban furniture, Renewable energy
* Prof. Dr., Konya Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğabilimleri Fakültesi, Çevre Müh. Bölümü, argun@selcuk.edu.tr
** Mimar, Konya Teknik Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Mimarlık ABD, Mimarlık Bölümü
- 1-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
Kent kimliği
Şehirler inşa edilirken ve kentleşme politikaları üretilirken insan ve kentlerin bir birleri üzerinde
hakları olduğu ve kadim gelenek ve kültürün yarının insanlarından beklentilerinin olduğu düşünülerek
hareket edilmesi doğru olacaktır. Kentlere nasıl baktığımız ve koruduğumuz, gelecek nesiller
tarafından nasıl anılacağımızın da cevabıdır. Şehirler; ruhu insan olan ve yaşayan varlıklardır (Deniz
Topçu, 2011), resmetmeye değer olan şehirler “Kimlikli Kentler” olarak tanımlanabilir. Bu açıdan
kimlikli kent insanlarda aidiyet duygusu uyandırmalıdır (Bilsel, 1999; Lynch, 1960).
Bir Kentin kimliğinin oluşmasında aşağıdaki 5 temel faktör etkili olmaktadır (Suher vd., 1996;
Önem ve Kılınçaslan, 2005; Kaypak, 2010; Deniz Topçu, 2011; Akalın, 2015):
1. Coğrafyası ve iklimi
2. Tarihi ve yaşamış olduğu önemli olaylar,
3. Kadim medeniyet ve devletlerdeki rolü
4. Tarihe mal olmuş insanları yetiştirmesi veya barındırması
5. İnsanların yaşam biçimi ve hayata bakışları, belirler.
Konya'nın tarihi
Konya şehrinin kadim medeniyetlere beşiklik eden Anadolu’nun en eski yerleşim
merkezlerinden biri olması kent kimliğinin oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır (URL-1; URL-
2). Çumra’da yer alan Çatalhöyük M.Ö. 5500 yıllarına tarihlendirilmektedir. Çatalhöyük’te tarım ve
şehircilik uygulamaları hakkında özgün bilgiler bulunmaktadır.
M.Ö. XIII. yüzyıldan itibaren Hititler, Frigler, Kimmerler, Lidyalılar, Persler, Makedonya
Krallığı, Pontuslar, Romalılar, Sasaniler vb. bir çok uygarlık yöreye hâkim olmuştur.
Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra sultan Alparslan’ın komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah
Konya yöresini fethetmiş, Anadolu Selçukluları devletin başkentini I. Haçlı seferinden sonra
Konya’ya taşımışlardır. Başkent olduktan sonra mimari ve kültürel açıdan hızla gelişen kent,
Anadolu'nun en gelişmiş şehirlerinden biri haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu Devletinin 1097 -1308
arasında 211 yıl hüküm sürdüğü Konya, 1465 yılına kadar Karamanoğulları Beyliğinin, daha sonra da
Osmanlı’nın hakimiyeti altına girmiştir.
Konya Anadolu Selçukluları devrinde kent kimliği ve kültürü açısından en önemli dönemini
yaşamıştır. Sultan Alaeddin Keykubat (1219-1236) devri bu açıdan zirve olan bir dönem olmuş ve
sonrasında, Dünyanın ilim ve sanat merkezi özelliğini devam ettirmiştir. Bahaeddin Veled, Mevlâna
Celaleddin başta olmak üzere Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin
Sühreverdi, Muhyiddin Arabî gibi bilginler ve mutasavvıflar verdikleri eserlerle şehrin bir kültür
merkezi olmasında büyük katkıları olmuştur.
Alaeddin Camisi, Sahip Ata Külliyesi, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Sırçalı
Medrese Selçuklu döneminin önemli eserlerindendir. Osmanlı dönemine ait eserlerin en tanınmışı ise
Sultan Selim ve Aziziye Cami'leridir.
Kent mobilyaları
Bir şehirde kent kimliğinin soyut ve somut yansımaları olabilmektedir (Akalın, 2015). Somut
yansımaların göstergeleri arasında doğal ve yapay kimlik öğeleri yer almakta ve bunlar içerisinde kent
mobilyaları önemli bir yer tutmaktadır. Kent kimliğinin yansıtılmasında kullanılan bazı yaygın kent
mobilyası tipleri aşağıda verilmiştir (TUÇEV, 2017).
➢ Oturma birimleri
➢ Aydınlatma elemanları
➢ İşaret ve bilgi levhaları
➢ Sınırlandırıcılar
➢ Su öğesi
- 2-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
➢ Satış birimleri
➢ Sanatsal objeler
➢ Zemin kaplamaları
➢ Çöp Kutuları
➢ Toplu Taşıma Durakları
YÖNTEM
Çalışma alanı
Tasarım öğelerinin yerleştirilebileceği alan olarak eski Konya kimliğini yansıtan, tarihi doku ile
bezenmiş ve turistik açıdan da önem taşıyan bir kültür aksı belirlendi.
Kültür Aksı Mevlana müzesi ile başlayıp; Bedesten çarşısı, İplikçi camii, Karatay medresesi,
Kılıçaslan köşkü, İnce minare medresesini içine almaktadır (Şekil 1).
Tasarım öğeleri
1. Bu çalışmada Konya kentinin kimliğinin oluşmasında önemli bir yeri olan Hz. Mevlana ve
Mevlevilik kültürünün bir eseri olan semazen figürlerinden esinlenilerek ana tasarım öğesi olan ve
“SOLARSEM”/ “SOLARZEN” olarak isimlendirilen çok fonksiyonlu kent mobilyası tasarlanmıştır,
2. Manevi ve kültürel algımızda önemli bir yeri olan “vav” harfinden esinlenerek su öğesi
tasarlanmıştır,
Vav harfi;
➢ Allah’a kulluğu ve secdeyi,
➢ İnsanın cenin halini,
➢ Tevazuyu vb. temsil etmektedir
Yapılan tasarım ile aşağıdaki kent mobilyası öğelerinin karşılanması amaçlanmıştır;
➢ Oturma birimleri
➢ Sanatsal objeler
- 3-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
➢ Aydınlatma elemanları
➢ Su öğesi
➢ Toplu Taşıma Durakları
➢ Çöp Kutuları
TASARIM UYGULAMALARI
Tasarım 1: SOLARSEM Modülü
Tasarımının semazen siluetine sahip olması, güneş panelleri ile enerjisini sağlaması, üretilen
enerjinin anlık olarak veya depolanarak kullanılabilmesi, oturma birimi, aydınlatma elemanı, otobüs
durağı vb. işlevleri birlikte görmesi amaçlanmıştır (Şekil 2).
Modülün yüksekliği 3,95 m (Şekil 2) ve planda izdüşümü boyutları ise 3,25 m x 0,55 m olarak
planlanmıştır (Şekil 3).
Solarsem’in kollarına sokak aydınlatmasında kullanılmak üzere lambalar konulmuş ve yeşili
arttırmak adına modülün zemin döşemesine çim eklenmiştir. Oturma elemanının üstüne modern
çizgilerle tasarlanmış bir saçak eklenerek semazen konseptine uyum sağlanmıştır (Şekil 3). Olumsuz
hava şartlarından ve güneşten korunmak için tasarlanan bu saçak aynı zamanda modülle
bütünleşmiştir.
SOLARSEM'in kollarının üst kısmına güneş panelleri konularak enerjisini sağlaması
planlanmıştır. Paneller için gerekli eğim semazenlerin kol hareketleri soyutlanarak sağlanmış, böylece
hem estetik yeterlilik hem de teknik ihtiyaç karşılanmıştır. Oturma alanı, yerleştirilen akü ölçüsüne
göre boyutlandırılmıştır.
- 4-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Üretilen enerji;
➢ Aydınlatmada kullanılabildiği gibi,
➢ Akşam saatlerinde siluetin belirginleşmesi için LED ışıklandırmasında,
➢ İnsanların bank üzerinde dinlenirlerken telefon, bilgisayar vb. cihazlarını çalıştırma/şarj
etme işlevlerini yapabilmelerinde veya
➢ Sisteme entegre kent bilgi sistemi gibi bilgilendirme ekranlarının enerjisinin sağlanmasında
kullanılabilecektir.
- 5-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
➢ Solarsem silüeti için toplam 10 m şerit LED kullanılması durumunda 6 saatlik aydınlatma
süresinde toplam 0,36 kWh enerji ihtiyacı olacaktır.
➢ Sokak lambaları için kullanılan enerjiden sonra aküde kalacak olan 0,6 kWh’lık enerji
silüet aydınlatması için yeterli olacaktır. Ayrıca, bankta oturan kişilerin cep telefonu, tablet vb.
ekipmanları sarj edebilmeleri için aküde depolanan enerji kullanılacaktır.
Solarsem yerleşimi
Kültür Aksı içerisinde belli çekim ve toplanma alanları tespit edilmiştir. Bunlar Mevlana
meydanı, Kayalı park, Alaeddin tepesi ve Zafer meydanıdır. Modüler olarak tasarlanan kent
mobilyaları bu alanlara uyumlu olarak tasarlanmıştır.
Kent siluetine katkısı olması açışından Mevlana meydanı uygulama alanı olarak seçilmiştir
(Şekil 4).
- 6-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
amaçlanmıştır. Tasarıma ait plan çizimi Şekil 6'da ve kesit çizim Şekil 7'de verilmiştir.
- 7-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Geleceğin şehirleri planlanırken kent kimliğini yansıtan tasarımlarla donatılması önemlidir.
Ülkemizin şehircilik kapsamında 2023 vizyonu ve ilgili bakanlıkların eylemleri bu yönde bir anlayışın
olduğunu göstermektedir. Bu kapsamda yeni planlamalar yapılırken
• Kimlikli
• Akıllı
• Çevreci
• Yaşanabilir
• Güvenli
• Çocuk, yaşlı ve hayvan dostu
kentler tasarlanması ve oluşturulması önem kazanmaktadır. Yaptığımız çalışma bu vizyona
birkaç farklı alanda hizmet edebilme potansiyeli ile öne çıkmaktadır.
TEŞEKKÜR
Bu çalışmanın II. International Congress On Cultural Heritage And Tourism (ICCHT-2018)
isimli kongrede sunulmasında 18701051 nolu kongre projesi ile vermiş olduğu destekten dolayı S.Ü.
BAP koordinatörlüğüne teşekkür ederiz.
KAYNAKÇA
Akalın, M. (2015). Kentsel Dönüşüm Uygulamalarının Kentsel Kimlik Üzerindeki Etkileri:
İstanbul, Eskişehir ve Bursa Örnekleri, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 35, 47-
64.
Bilsel, G. (2002). Kent Kültürü-Kültürel Süreklilik-Kimlik Sorunsalı ve Yaşanılası Kentsel
Mekan Kavramı Üzerine, Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildirileri, Adana Kent
Konseyi Yerel Gündem 21 yay., no:5, Adana.
Deniz Topçu, K. (2011). Kent kimliği üzerine bir araştırma: Konya örneği. Uluslararası İnsan
Bilimleri Dergisi. 8(2), 1048-1072.
Kaypak, Ş. (2010). Antakya’nın Kent Kimliği Açısından İrdelenmesi, Mustafa Kemal
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7(14), 373-392.
Lynch, K. (1960). The Image of the City, The M.I.T Press, Cambridge.
Suher, H., Ocakçı, M., Karabay, H. (1996). İstanbul Metropoliten Kent Planlama Sürecinde
Kent Kimliği ve Kent İmgesi, Habitata Doğru İstanbul 2020 Sempozyumu-Bildiriler, İTÜ, İstanbul.
Önem, B., Kılınçaslan, İ. (2005). Haliç Bölgesinde Çevre Algılama ve Kentsel Kimlik, İTÜ
Dergisi/ Mimarlık, Planlama ve Tasarım, 4 (1), 115-125.
TUÇEV (2017). Kimlikli Kent Mobilyaları Fikir Tasarım Yarışması, Türkiye Çevre Koruma
Vakfı, Yarışma Şartnamesi, syf. 2.
URL-1: http://konyakutup.gov.tr/TR,144006/tarihi.html
URL-2: http://www.konya.gov.tr/genel-bilgiler-tarihi
- 8-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mahmut VURAL*
Gülmira ACIGULOVA**
Sabira OSMONGAZIEVA***
Kasiet ZHANYBEKOVA****
Burul BEKTUR KIZI*****
ABSTRACT
Along with today's changes and developments, the needs and expectations of consumers, their
lifestyles and preferences of life change as well. This development trend can be seen in every area as
well as in the housing preferences and expectations of the consumers. In this study, preferences in
purchasing houses in the future of the university students, continuing their education in Bishkek have
been examined. For his purpose, data collection was conducted through questioning of the students
from 5 universities in Bishkek. Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis H. nonparametric tests have been
used in the study and analyzed. According to the results of this study, it was determined that money
and infrastructure factors were important according to the gender of the participants, comfort varied
according to the person in the family, however, there were no differences in the housing preferences of
the students according to the region, faculty and family income.
Keywords: University students, multinominal logistic regression, housing choice
- 9-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Meral DOĞRU*
ÖZET
Bu çalışmanın amacı Türkiye’ye eğitim amaçlı gelmiş olan lisans, yüksek lisans ve doktora
öğrencilerinin Türkiye’ye, Türk kültürüne alışma süreçleri ve süreç esnasında dil, sosyo- kültürel ve
ekonomik alanda yaşamış oldukları problemleri ortaya koymaktır. Bu araştırmanın çalışma grubunu şu
an Selçuk Üniversitesinde eğitim almakta olan Özbek öğrenciler oluşturmaktadır. Veri toplamak için
de yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Köyden kente göçen bir okulu bitirip diğer
okula başlayan bir sınıftan diğerine geçen bir şehirden başka bir şehre taşınan öğrenciler bile çok
büyük sıkıntılar yaşarken dilini dahi bilmediği başka bir ülkeye okumak için gelen öğrenciler de
elbette bazı problemlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Çünkü her ülkenin, toplumun dili, kültürü,
yaşam şekli, insanları vb. hepsi birbirinden farklıdır. Bir kültürden başka bir kültüre giden bireylerin
yeni kültüre uyum sağlamakta karşılaştıkları güçlükler, sıkıntılar, bunalımlar ve gösterdikleri tepkilere
“kültür şoku” denmektedir (Bozkurt, 1984). Tanımadıkları ülkede sadece dil değil, aynı zamanda
yaşadıkları çevre, kıyafetler, yiyecekler, okul, arkadaşlar, yurt hayatı vb. her şey bu öğrenciler için
yabancıdır ve bunlara da uyum sağlamak zorundadırlar. Belli hayaller uğruna gelen bu öğrenciler hem
akademik anlamda başarı elde etmeye çalışırken hem de ailelerinin ve çevrelerinin kendilerinden olan
beklentilerini yerine getirme çabası gütmektedirler. Her ne kadar daha önceki yıllara oranla Özbek
öğrencilerin sayılarında azalma olsa da Türkiye’de şu an eğitim görmekte olan Özbek öğrenciler çok
büyük problemler yaşamamaktadırlar. Konya’da yaşayıp Konya’da eğitim alan öğrenciler de büyük
problem yaşamamakla beraber dil öğrenirken en çok konuşma problemi yaşadıklarını ve Türkiye
Türkçesinin zannettiklerinden daha karmaşık ve zor geldiğini ifade etmektedirler. Bunun en büyük
sebebi ise Özbek Türkçesi ve Türkiye Türkçesindeki bazı kelimelerin birbirine çok yakın olmasından
kaynaklandığını dile getirmektedirler. Yabancı kökenli öğrencilerin farklı ülkede, kültürde ve
öğretmende ders dinlemesi de öğrencinin çekingen tavırlar sergilemesinden dolayı derse zaman zaman
katılım gösterememesine sebep olmaktadır. Bu durum da öğrencinin ister istemez dil öğrenimini
yavaşlatmaktadır. Özbek öğrencilerin dil gelişimini olumsuz şekilde etkileyen başka problemler de
bulunmaktadır. Bunların başında kültür, yemek, aile özlemi, çevreye uyum vb. problemler yer
almaktadır. Bu çalışmamızda Özbekistan’dan Türkiye’ye öğrenim görmek üzere gelmiş öğrencilerin
dil gelişimini etkileyen tüm bu problemler de yer alacaktır.
Anahtar Kelimeler: Özbek öğrenciler, dil sorunları, sosyo-kültürel uyum
ABSTRACT
The aim of this study is to discover the adaptation process of the university, master and
doctorate students who have migrated to Turkey for education and the problems that they have
experienced in the linguistic, socio-cultural and economic areas during that process. The Uzbek
students who are now receiving education at Selcuk University constitutes the study group in this
* Selçuk University, Turkish Language Teaching, Application and Research Center, meraldogru@selcuk.edu.tr
- 10-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
research. Data collection was made using semi-structured interview technique. Even the students
migrating from their village to a city, graduated from their school to another, transmitting from their
classroom into another, or moving from their city into another, have much serious troubles, and of
course those who have migrated to a country whose language they does not even know would
naturally face some problems. That’s why every country or nation has differing characteristics such as
language, culture, living style, people, etc. Traumas, trials and tribulations in adapting to the new
culture facing the individuals passing from one culture to another and their responses are called
“cultural shock” (Bozkurt, 1984). In the country that they do not know, anything including not only
language but also their living environment, clothing, food, school, friends, dormitory life, etc. is
unfamiliar for them, and they have to make adaptation to all these factors. Having come with special
dreams, these students both are trying to attain academic achievement and make efforts to realize the
expectations of their family and vicinity from themselves. Despite the fact that the number of Uzbek
students has decreased compared to the previous years, the current ones in Turkey undergo not much
problems. Those living and educating in Konya have not much troubles either, however they
pronounce that they mostly experience speaking problems because Turkish of Turkey is more
complicated and difficult than they have expected. According to them, its major reason is why some
similar words in Turkish of Uzbek and Turkey are much closer to one another. The students of foreign
origin may not attend the lesson sometime due to their listening to the teacher from a different country
and culture and displaying shy behaviors. Also this situation is unavoidably retarding learning a
second language. There are other problems negatively influencing language development of the Uzbek
students. The major ones are of culture, food, family nostalgia, orientation, etc. Our study discusses all
these problems having effects on language development of the students who have migrated to Turkey
for education from Uzbekistan.
Key Words: Uzbek students, language problems, socio-cultural adaptation
GİRİŞ
Dünyamızda ve ülkemizde her alanda olduğu gibi eğitim alanında da büyük yenilikler ve
değişiklikler yapılmaktadır. Eğitim alanında gerçekleştirilen en büyük yenilik ise farklı ülkelerle
yapılan karşılıklı ya da karşılıksız öğrenci değişimleridir. Son yıllarda ülkemizde eğitim alan yabancı
uyruklu öğrenci sayılarında pek çok artış gözlemlenmektedir. Özellikle Türkçeye ve Türkiye’ye karşı
ilginin gün geçtikçe arttığı gözlemlenmektir. İnsanlar Türkiye’de eğitimlerine devam edebilmek,
Türkiye’de yaşayabilmek, turist olarak rahatça gezebilmek için, Türk dizilerinden etkilendiklerinden
dolayı Türk kültürünü öğrenebilmek, Türk biriyle evlilik gerçekleştirebilmek, Türkiye’yle ticaret
yapabilmek vb. sebeplerden dolayı Türkçeyi öğrenmek istemektedirler. Elbette Türkçeyi öğrenirken
de çeşitli sorunlarla ve zorluklarla karşılaşmaktadırlar.
Sovyetler Birliği’nin 1990’lı yılların başında dağılmasıyla Orta Asya Cumhuriyetleri ile Türkiye
Cumhuriyeti arasında siyasi, kültürel ve ekonomik anlamda ilişkiler gelişmeye başlamıştır (Kılıçlar,
Sarı, Seçilmiş, 2012: 158). Dili, kültürü, Ata’sı, tarihi aynı olan Türk boyları şimdi bağımsız birer
Türk Cumhuriyeti olmuştur. Bu milletlerle dilimiz ortaktır, fakat sadece farklı şivelerle konuşmaktayız
(Açık, 1995: 29). Bunlardan, geçmişten günümüze kadar devam eden tarihi, kültürel ve dini bağımız
olan Özbekistan’dan da ülkemize eğitim alabilmek ya da benzeri sebeplerle ülkemize gelen Özbek
öğrenciler de Türkiye Türkçesini öğrenmektedirler. Türkiye’ye geldikten sonra da dil öğrenme
konusunda dilden, çevreden, kültürden ve yaşam şeklinden dolayı çeşitli sorunlar yaşamaktadırlar.
Ülkemize eğitim almak için gelen öğrenciler genellikle Yurt Dışı Türkler ve Akraba
Toplulukları Başkanlığı (YTB), Erasmus Öğrenci Değişim Programları, Türk Diyanet Vakfı, İslam
Kalkınma Bankası, derneklerler ya da buna benzer kuruluşlar aracılığıyla burslu, yarı burslu şekilde
ülkemize gelip Türkçe öğrenmektedirler. Bunlardan çoğu da YTB aracılığıyla gelmektedir. Çöllü’nün
http://yeogm.meb.gov.tr adresinden aldığı bilgilere göre 1992- 2009 yılları arasında “Büyük Öğrenci
- 11-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Projesi” kapsamında Türkiye tarafından Özbekistan’a sunulan kontenjan sayısı 3016 iken
Özbekistan’dan Türkiye’ye 1783 öğrenci katılımı gerçekleşmiştir. Bunlardan da sadece 287 öğrenci
mezun olmuş 19 öğrenci de hala eğitimine devam etmektedir. 2008-2009 yılında ise Özbekistan’a
hiçbir kontenjan verilmemiştir (Çöllü, Öztürk 2007: 227). Mili Eğitim Bakanlığı vasıtasıyla da
Özbekistan’a 1992 – 1993 yılında toplam 1400 kontenjan verilmiş olup bunlardan 285 öğrenci
Türkiye’ye gelmiştir, 1993 -1994 yılında 600 kontenjandan 83 öğrenci gelmiş, 1994 – 1995 yılında
240 kontenjandan verilmesine rağmen hiçbir öğrenci Türkiye’ye okumak için gelmemiştir (Açık,
1995: 53).
YTB aracılığıyla son 2 yıldan beri Türkiye’ye eğitim almaya gelen öğrenci sayısında bir düşüş
olduğu gözlemlenmektedir. YTB’den alınan bilgilere göre geçen yıl ülkemize toplam 60 Özbek
öğrenci gelmesine rağmen bu yıl toplam 30 öğrenci gelmiştir. Şu an ülkemizde YTB’li toplam 94
öğrenci eğitim almaktadır. Bunlardan 1 kişi dil kursu, 12 kişi doktora, 57 kişi lisans, 24 kişi de yüksek
lisans eğitimi almaktadır.
Selçuk Üniversitesi’nde şu an toplam 12 öğrenci eğitim almaktadır. Bu öğrencilerin tamamı
YTB burslusu öğrencilerdir. Yapmış olduğumuz çalışmada diğer ülkelerden çok daha fazla öğrencinin
Türkiye’ye gelip okumalarına rağmen, Özbek öğrencilerin sayılarının az olmasının sebebi kendi
ülkelerinde YTB bursunu bilmemeleri ve YTB’nin yeterince Özbekistan’da tanıtım yapmadığından
kaynaklı olduğu tespit edilmiştir. Selçuk Üniversitesi’ndeki Özbek öğrencilerin tamamı ya
arkadaşlarından bu bursu duyup gelmiş ya da Türkiye’de yaşayan bir akrabası sayesinde bu burs
programını öğrenip gelmiştir. Başka bir sebep ise öğrenciler YTB bursunu kazansalar bile çok geç
haberleri olduğu için gerekli belgeleri tamamlayamadıklarından dolayı kayıt süresini kaçırıp
Türkiye’de eğitim hakkı kazanamamaktadırlar. Son yıllarda Türkiye hakkında yapılan asılsız ve yalan
medyanın yaptığı yanlış yorumlar ve anlatımlar yüzünden de Türkiye’de büyük bir savaş olduğu,
sokaklarda rahat yürümenin bile mümkün olamadığı, her an terör korkusuyla yaşayan bir ülke olarak
görüldüğü düşünüldüğünden özellikle aileler gönül rahatlığıyla evlatlarını Türkiye’ye göndermek
istemedikleri bilgisine ulaşılmıştır.
YÖNTEM
Bu çalışma Türkiye’de eğitim görmekte olan Özbek öğrencilerin dil problemlerini ve bunun
yanında yaşamış oldukları diğer problemleri de ortaya koymaktır. Onların ülkemizde daha iyi bir
yaşam sürmelerini sağlamak için önce sıkıntılarını, eksiklerini, etraflarında gelişen ve onları olumsuz
yönde etkileyen her türlü problemleri ortaya çıkarıp daha sonra da bu problemleri çözüm aşamasına
geçmek gerekmektedir. Öğrencilerin yaşamış oldukları sıkıntılar ise başlıklar halinde şu şekilde
sıralanmıştır:
❖ Dil problemleri
❖ Ekonomik problemler
❖ Barınma
❖ Ev özlemi
❖ Yemek
❖ Kültürel sorunlar
- 12-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Toplam 9
Kaynak: Selçuk Üniversitesi’nde Okuyan Özbek Öğrenciler
- 13-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
1. Dil Problemleri
Her ne sebeple olursa olsun Türkiye’ye okumaya gelen öğrenciler Türkçe öğrenmektedirler.
Türkiye’de okuyabilmek, yaşayabilmek, Türk kültürünü öğrenebilmek için en önemli şey dil
öğrenmektir. Asya Türk Cumhuriyetlerinden gelip ana dillerini de iyi bilen öğrenciler dilllerin cümle
yapısı ve gramerdeki benzerliklerle birlikte aynı olan birçok fiil ve ismi kolayca öğrenebildikleri gibi
kullanım farklılıkları ve anlam kaymalarının da etkisiyle Türkiye Türkçesine göre yanlış olan
kullanımlarda ısrar etmeleri, olumsuz aktarımlara yol açmaktadır (Barın, 2002: 78). Dil öğrenirken
elbetteki her milletin yaşadığı gibi Özbeklerin de yaşadıkları birtakım dilden kaynaklı sorunlar
olmaktadır. Dil problemlerini şu başlıklar altında incelemek gerekmektedir:
a) Alfabedeki farklılıktan kaynaklı dil problemleri
b) Dil bilgisi farklılığından kaynaklı dil problemleri
c) Anlam farklılıklarından kaynaklı dil bilgisi problemleri
a) Alfabedeki Farklılıktan Kaynaklı Dil Problemleri
Harfler konusunda en çok “ğ, I, ö, ü” seslerini çıkarmakta zorlanmaktadırlar. Özbekler
gırtlaktan ses çıkardıkları için Türkçe konuşurken de aynı şekilde harfleri gırtlaktan çıkarmaya
çalışmaktadırlar. Bu yüzden de daha sert bir şekilde Türkçe konuşmaktadırlar. Özellikle “-k, ğ” ünsüz
harflerini daha kalın ve gırtlağa daha yakın olarak seslendirmektedirler.
Türkiye Türkçesinde “-g” ile başlayan kelimeler, Özbek Türkçesinde “-k” ile başlamaktadır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
Giriş kiriş
Gel kel
Göç köç
Görmek ko’rmoq
Türkiye Türkçesinde “-d” ile başlayan kelimeler, Özbek Türkçesinde “-t” ile başlamaktadır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
Dur tur
Doğru toğrı
Türkiye Türkçesinde “-c” ile başlayan kelimeler, Özbek Türkçesinde “-ç” ile başlamaktadır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
Cengiz Çingiz
Türkiye Türkçesinde “-v” ile başlayan kelimeler, Özbek Türkçesinde “-b” ile başlamaktadır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
- 14-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Var bar
Varmak barmak
Diğer örnekler de şu şekildedir:
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
Yakın yaqın
Ben men
Okumak o’qımoq
Allah Olloh
Benim adım mening ismim
Oğul o’g’ıl
Kaşık koşık
Bıçak pıçok
Çay çoy
Hoş geldiniz huş kelibsiz
Selam salom
Kitap kitob
Bahar bahor
Satmak sotmoq
2. “-luk, -lu, -çu” yuvarlak şekilli halleri Özbekçede sadece düz şekliyle yer almaktadır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
Çokluk köplik
Sözsüz sözsiz
Üçüncü üçinçi
3. Türkçedeki “-î” sesi, Özbekçede “-iy” şeklinde yer almaktadır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
Hukukî hukukiy
4. Türkçedeki küçültme ekleriyle Özbekçedeki küçültme ekleri birbirinden farklıdır.
TÜRKÇE ÖZBEKÇE
-ginӓ azıcık ȧzginӓ
kızcağız kızginӓ
-çӓ kuşçuk kuşçӓ
-çӓk gelincik kelinçӓk
-lȧk kızcağız kızӓlӓm
(-ӓlӓk)
- 15-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şimdiki Zaman
Türkiye Türkçesi Özbek Türkçesi
Türkiye Türkçesinde şimdiki zaman eki “-yor, -(ı)yor” şeklinde çekimlenmektedir. Özbek
Türkçesinde ise bu ek “-yap, - (à)yàtir” şeklindedir.
“-yor, -(ı)yor “ 1. “-yap”
2. “-(à)yàtir”
Geliyorum kelyàpmàn
Kelàyàtirmàn
Okuyorum okıyàpmàn
Okıyàtirmàn
Gelecek Zaman
Türkiye Türkçesinde gelecek zaman eki olan “-(y)acak” , Özbek Türkçesinde “-(à)càk”
şeklindedir. Bu ek aynı aynı şekilde “Geniş Zaman” anlamı da taşımaktadır.
Türkiye Türkçesi Özbek Türkçesi
“-(y)acak, -(y)ecek” “-(à)càk ”
Geleceksin kelàcàkàn
Geleceksin kelàsàn
(gelirsin)
Okuyacaksın okıyàcàksàn
Okuyacaksın okıysan
(okursun)
- 16-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
çeken öğrenciler kelimelerin birbirine benzemesinden dolayı daha çok Özbekçe kelimeler kullanıp
Türkçe kelimelerle sık sık karıştırdığını ifade etmektedir.
Özellikle organ adları, sayılar vb. pek çok kelime, ya birbirine çok yakın ya da birbirinin
aynısıdır. Hatta öğrenciler kelime benzerliğinin de yaklaşık olarak % 60 şeklinde olduğunu ifade
etmektedirler. Kelime benzerliklerinin olması bir taraftan öğrencilerin daha çabuk öğrenmelerini
sağlarken diğer taraftan da bu kelimeleri birbirine çok fazla karıştırmaktadırlar. Bazı öğrenciler her iki
dilde de birbirine çok yakın kelimeleri çok karıştırmakta ve çok zor öğrenmektedirler. Bu yüzden dil
öğrenmeye başlayan öğrencilere A1 seviyesinden itibaren isim, sıfat, fiil, zarf hepsinin ayrı ayrı verilip
ortak kelimelerimiz de öğrencilere sunulmalıdır. Aradaki ses benzerlikleri ya da farklılıkları gösterilip
Eski Türkçeden de örnekler verilerek aynı dili kullandığımız öğrencilere hissettirilmelidir (Barın,
2002: 80).
Türkiye’ye gelen Özbek öğrencilerin çoğunluğu gelmeden önce hiçbir şekilde Türkçe
bilmemelerine ya da öğrenmemelerine rağmen Türkiye’ye geldikten sonra çok kısa bir zaman zarfı
içerisinde dil öğrenebilmişlerdir. Dil öğrenirken de ciddi anlamda zorlanmamışlardır.
Ana dil olarak Türkçe dışında farklı diller konuşup daha sonra Türkçe öğrenmek isteyen
öğrenciler de incelendiğinde Özbek öğrencilerin daha çabuk Türkçe öğrendikleri gözlemlenmektedir.
Öğrencilerin kendileri de Türkçe öğrenirken çok fazla zorlanmadıklarını dile getirmektedirler.
Dil öğrenirken gerekli olan dört temel beceriden (okuma, yazma, dinleme, konuşma) bazı
öğrenciler, yazma ve dinleme sıkıntısı yaşarken sadece bir öğrenci de konuşma becerisinde problem
yaşadığını ifade etmiştir.
Özbek öğrenciler dil öğrenirken dil bilgisi öğreniminden, bazı kelimelerin telaffuzundan
kaynaklı problem yaşamalarının yanı sıra barınma, yemek, kültür, iklim vb. durumlardan kaynaklı
çeşitli problemler de yaşadıklarını dile getirmişlerdir. Tüm öğrencilerin de ortak yaşamış oldukları en
büyük problem ise aile ve vatan özlemidir.
2. Ekonomik Problemler
Selçuk Üniversitesi’nde okuyan Özbek öğrencilerin tamamı YTB burslusudur. YTB tarafından
lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine farklı miktarlarda burs verilmektedir. Aylık aldıkları
bursun yanı sıra yemek ve yatak ücreti de yine YTB tarafından karşılanmaktadır. Konya’da
Büyükşehir Belediyesi tarafından da yabancı uyruklu öğrencilerin tramvaydan ücretsiz bir şekilde
yararlanmaları sağlanmaktadır. Öğrenciler aldıkları burslarla özel harcamalarını, kitap masraflarını ve
diğer okul giderlerini karşılamaktadırlar. Bu yüzden öğrencilerin hepsi de burslarının çok yeterli
olduğunu ifade etmektedirler. Sadece doktora yapan bir öğrenci evli olduğu için bursunun yeterli
olmadığını bunun akabinde eğer evli olmasaydı bursunun fazlasıyla yeteceğini de cümlelerine
eklemiştir. Yemek, yatak ve ulaşım masrafları olmadığı için Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilen
burslar öğrencilere yeterli gelmektedir. Zaten burslar yeterli gelmese de aileleri tarafından gönderilen
paranın asla Türkiye’de yeterli olamayacağını dile getirmektedirler. Öğrencinin bir tanesinin annesi
doktordur ve Özbekistan’da aldığı maaş sadece 150 dolardır. Annesi kazanmış olduğu paranın yarısını
bile gönderse 75 dolarla Türkiye’de okumak mümkün değildir. İki ülke arasında çok yüksek maaş
farklılıkları olduğu için ailelerinin gönderdikleri para hiçbir şekilde yeterli olmayacaktır. Almış
oldukları burs da onlar için yeterli olduğundan hiçbir öğrenci ailesinden yardım almamaktadır. Hatta
bazı öğrenciler burslarından biriktirip ailelerine de para göndermektedir.
3. Barınma
Araştırmaya katılan öğrencilerin bir tanesi hariç diğerleri Kredi Yurtlar Kurumu (KYK)’nda ya
da özel yurtlarda kalmaktadır. Yurtlarla ilgili araştırmacıların görüşleri şu şekildedir:
A1: “Yurtlarla ilgili hiçbir sıkıntı yaşamıyorum, her şey yolunda.”
- 17-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
A2: “Odalar sekiz kişilik olduğu için ilk geldiğimde problem yaşıyordum, doktora öğrencisi
olduğumdan dolayı sakin bir yere ihtiyacım vardı. Bu yüzden yurtlarda yapamadım ve ev kiralamak
zorunda kaldım.”
A3: “Yurtlarla ilgili hiçbir problemim yok.”
A4: “Kızlarla problem yaşıyorum. Çok gürültü ettiklerinden dolayı rahatsız oluyorum. Odam
altı kişilik ve çok kalabalık.”
A5: “Kaldığım yurttan çok memnunum.”
A6: “Yurdumuzda yemek yok. Yemek yiyeceğimiz yere gitmek için 30 dakika yürümemiz
gerekiyor. Yazın sıcakta, kışın da soğukta o kadar yol yürümek çok zor olabiliyor. Hafta içi öğlen,
hafta sonu da hiçbir öğün yemek verilmiyor. Bu durum da bizi maddi olarak da zorluyor aynı zamanda
sık sık dışarıdan doğal olmayan yiyecekler yemek zorunda kalıyoruz.
A7: “Kaldığım yurt yemekhaneye çok uzak.”
A8: “Bazen problem yaşayabiliyorum.”
A9: “Yurtla ilgili hiçbir problemim yok.”
Araştırmacıların da görüşleri incelendiğinde genel olarak öğrenciler yurtlarla ilgili büyük
problemler yaşamamaktadırlar. Bazıları odanın kalabalık olmasından ve oda arkadaşlarının gürültü
yapmasından şikayet ederken bazıları da yurdunda yemekhane bulunmaması ve bazı günler yemek
çıkmamasından şikayet etmektedir.
4. Ev Özlemi
Öğrencilerin tamamı ev, aile ve vatan özlemi çekmektedir. Her ne kadar kendi arzularıyla
Türkiye’ye gelip okumak isteseler de yine de bu durum ailelerini özlemelerine engel olmamaktadır.
Özellikle daha küçük yaştaki lisans öğrencileri bu durumu daha yoğun yaşamaktadır. En küçük bir
problem yaşadıklarında, özel günlerde (bayramlar, festivaller, anneler günü, babalar günü…)
içlerindeki bu özlemi daha yoğun hissetmektedirler. Türkiye’de okumanın en zorlu yanının da aile
özlemi olduğunu açıklamaktadırlar. Özellikle ülkesinde köylerde yaşayan öğrenciler doğayı,
özgürlüğü, sakinliği, sessizliği ve köy hayatını özlediklerini açıklamışlardır.
5. Yemek
Türk ve Özbek yemekleri her ne kadar aynı olmasa da benzer olanları da vardır. Yemekler
konusunda her öğrencinin fikirleri birbirinden çok farklıdır. Özbek öğrencilerin Türk yemekleri
hakkındaki görüşleri ise şöyledir:
A1: “Yemeklere henüz alışamadım. En çok Konya pilavı ve kavurmayı sevdim. Kuru fasulye,
alabalık ve bazı çorbaları beğenmiyorum.”
A2: “Yemeklere kolay alıştım. Konya düğün pilavını, etli ekmeği çok sevdim ama çiğ köfteyi
hiç sevmedim.”
A3: “Yemeklere zor alıştım. En çok yayla çorbasını sevdim.”
A4: “Yemeklere hala alışamadım.”
A5: “Türkiye’deki yemekler çok farklı. Bu yüzden sağlık problemleri bile yaşadım. Doğal
hiçbir şey yok. Özbekistan’da çok fazla tavuk yemeyiz. Burada sürekli sağlıksız tavuk yiyoruz.
Gerçekten yemeklerden defalarca kez hasta oldum. Ama mercimek çorbası ve etli ekmeği çok
seviyorum. Çiğ köfte, bamya çorbası ve kabak dolmasını asla yiyemiyorum.
A6: “Yemekleri çok ayırt etmem. Yaprak sarması ve patlıcan yemeğini çok seviyorum. İşkembe
çorbasını ise hiç sevmedim.”
A7: “Türk yemeklerine çabuk alıştım. Konya pilavı, etli ekmek, çiğ köfte ve mantarı çok
seviyorum.”
A8: “Sevdiğim yemekler kuzu pirzola, sevmediğim ise alabalık ve domates çorbası.”
- 18-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
A9: “Benzer yemeklerimiz var. Ama çorbalarımız çok farklı olduğu için ona hiç alışamadım. En
çok mercimek çorbası ve etli ekmeği seviyorum. Fakat çiğ köfte ve bulgur pilavını sevmiyorum.”
6. Kültürel Sorunlar
Öğrenciler, Özbek ve Türk kültürünün birbirine yakın olduğunu ifade etmişlerdir.
Araştırmacıların bu konu hakkındaki görüşleri ise şu şekildedir:
A1: Türk ve Özbek kültürü birbirine çok benzemektedir. Bizim gibi Türkler de misafirperverdir.
Türklerin evine giderseniz onların evinden bir bardak çay içmeden kesinlikle ayrılamazsınız. Fakat
Özbek kültüründe el öpme, kına gecesi ve Nevruz’da ateşten atlama kültürü yoktur.
A2: İki halk da aynı kökenden olduğu için toplumun yaklaşık her alanında benzerlikler
bulunmaktadır. Mesela yemekte, giyimde, dilde… Türk kültürü modern bir hale gelmiştir. Fakat
Özbek kültürü hala kültürüne sahip çıkmaktadır. Bizim bazı bölgelerimiz de modernleşmektedir.
A3: Türk ve Özbek kültürü yemeklerinde, düğünlerinde, değişik gelenek göreneklerinde
birbirinden çok farklıdır. İki kültür arasında pek benzerlikler yoktur.
A4: Her ne kadar bazı âdetlerimiz ve yaşam şeklimiz farklı olsa da iki kültürün de
misafirperverlikleri ve sıcakkanlılıkları aynıdır.
A5: İki ülke arasında kültür benzerlikleri çok fazladır. Nevruz Bayramı kutlamaları, insanların
misafirperverlikleri, düğünlerdeki oyunlar, hamur işlerinin her iki toplum tarafından da çok seviliyor
olması, insanların yabancı ülke vatandaşlarına olan merakları vb. durumlar birbirine çok
benzemektedir. Fakat büyüklerin ellerini öpmek, evlenmeden önce kızlara yapılan kına gecesi
merasimleri, düğünlerde havaya silah atılması, halay çekmek, kadınların rahat şekilde sigara
içebilmesi, ev ortamı olarak genelde balkonların bulunup orada insanların oturması gibi gelenekler
Özbek kültüründe yer almamaktadır.
A6: Özbeklerin de kökeni Türklere dayandığı için hemen hemen çoğu kültürümüz aynıdır.
Genel olarak büyüklere saygı, vatan, millet, bayrak sevgisi iki kültürde de çok kıymet verilen bir
durumdur. Türkiye’ye geldiğimden bu yana kültürel anlamda hiçbir farklılıkla karşılaşmadım.
A7: İki kültür de aşağı yukarı aynıdır. Türklerin sıcakkanlılığı, büyüklere saygı, bayramlar her
iki kültürde de birbirine çok yakındır. Fakat bayramlarda büyüklerin ellerinin öpülmesi, gençlerin,
kızların, annelerin sigara içmesi bizim kültürümüzde kesinlikle yoktur.
A8: Aileye karşı saygı ve bağlılık Türk kültürü ve Özbek kültüründe aynıdır. Fakat düğünlerde
geline altın takmak, damada gelin istemeye gidildiği zaman tuzlu kahve yapma kültürü Özbek
kültüründe yer almamaktadır.
A9: Türklerin misafirperverliği, sıcakkanlılığı, Nevruz kutlamaları, düğünlerde pilav verilme
âdeti, sağ eli göğse koyarak selamlaşma Türk ve Özbek kültüründe aynıdır. Fakat Özbekistan’da ateş
üzerinden atlamak, büyüklerin elini öpmek yoktur. Ayrıca Nevruz Bayramında Özbekistan’da pişirilen
“Sumalak” adlı yemek Türkiye’de yoktur. Bazı halk oyunlarımız da birbirinden farklıdır.
Genel olarak öğrenci yorumları da incelendiğinde ortaya çıkan tablo Özbek kültürünün ve Türk
kültürünün birbirine çok benzediği yönünündedir. En çok benzettikleri kültürel unsurlar ise her iki
ülkenin de misafirperver, sıcakkanlı, vatanını, milletini sevmesi, Nevruz Bayramının, yeme
alışkanlıklarının, düğünlerde yapılan bazı âdetlerin birbirine çok yakın ya da benzer olduğunu ifade
etmektedirler. Öğrencilere en garip gelen şeyin ise Türkiye’de kadınların, gençlerin rahat rahat her
ortamda sigara içebiliyor olmasıdır. Nevruz Bayramında ateşin üzerinden atlama geleneği ve
Türkiye’de kadınlar arasında yapılan kına gecesi geleneği de onlara göre çok farklıdır. Genel olarak
öğrenci yorumları iki kültürün birbirine çok benzediğini söylemelerine rağmen sadece bir öğrenci iki
kültürün de birbirinden çok farklı olduğunu ifade etmiştir.
- 19-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Son yıllarda ülkemize çeşitli sebeplerden dolayı gelen yabancı uyruklu kişilerin sayısı artmıştır.
Bunların varlığı da beraberinde bazı sorunları getirmiştir. Bu çalışmada Özbekistan’dan gelen Özbek
öğrencilerin dil problemlerinden yola çıkarak Türkiye’de yaşamış oldukları diğer sorunlar da ele
alınmıştır. Genel olarak ortaya çıkan sonuçlar ise şu şeklidedir:
a) Özbek öğrenciler dil öğrenirken çok büyük sıkıntılar yaşamamaktadırlar. Fakat “ğ, I, ö, ü”
harflerini söylemekte zorlanmaktadırlar. “k” harfini ise kalın bir şekilde söylediklerine
rastlanmaktadır. Dört temel beceri olan okuma, dinleme, yazma, konuşma bölümlerinden en çok
yazmada problem yaşadıkları görülmesine rağmen diğer becerilerde daha az zorlandıkları
görülmektedir. Çoğu kelimelerin birbirine yakın olması ya da aynı olması nedeniyle de farklı
milletlere göre daha çabuk dil öğrenebilmektedirler.
b) Selçuk Üniversitesi’nde okuyan Özbek öğrencilerin tamamı YTB burslusu olduğu için
maddi yönden de problem yaşamamaktadırlar. Sadece bir öğrenci evli olup evde kaldığı için maddi
yönden sıkıntı çektiğini ifade etmiştir. Fakat daha önceki yıllarda Selçuk Üniversitesi’nde okuyan
Asya Türk Cumhuriyetlerinden gelen öğrencilerde yapılan çalışmalarda ise öğrencilerin tamamı
burslarının yetersiz olduğundan bundan dolayı da ya çalışmak zorunda ya da ailelerinden para istemek
zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir (Çöllü, E. F. – Öztürk, Y.E. 2007: 237).
c) Barınma konusunda da öğrencilerin ciddi anlamda yaşadıkları büyük problemler yoktur.
Öğrencilerin çoğu, devlet yurdunda ya da özel yurtlarda kalmaktadır. Her öğrencinin yaşadığı gibi
onlar da oda arkadaşlarıyla ya da yurt yemekleriyle alakalı birtakım problemlerle karşılaşmaktadırlar.
d) Tüm öğrencilerin en büyük ortak problemi ise vatan, millet, aile hasretidir. Özellikle lisans
okuyan öğrenciler bu duyguyu daha yoğun yaşamaktadırlar. Öğrencilerin çoğu ilk defa ailelerinden
ayrı kaldıkları için aile özlemini fazlasıyla içlerinde hissetmektedir.
e) Yemek konusunda kesin bir genelleme yapmanın mümkün olmadığı yapılan araştırmalarda
görülmüştür. Bazı öğrenciler Türk ve Özbek yemeklerinin birbirine çok benzediğini söyleseler de bazı
öğrenciler yemeklerin birbirinden çok farklı olduğunu dile getirmektedirler. Özellikle öğrencilerin
çorba konusunda hemfikir oldukları görülmüştür. Türk çorbaları, Özbek çorbalarından çok farklıdır.
Türkler biraz daha sebze ve tavuk ağırlıklı beslenirken Özbekler de et ve hamur işi yiyeceklerle
beslenmektedir.
f) Türk ve Özbek kültürünün de birbirine çok benzer yanları olduğu gibi farklı yönlerinin de
bulunduğu tespit edilen bir diğer önemli unsurdur. Özellikle Nevruz Bayramı, aile yapısı,
misafirperverlikler, sıcakkanlı tavırlar her iki kültürde de ortak olmasına rağmen, düğünlerde yapılan
bazı âdetler, Nevruz Bayramında ateşten atlama, kız isteme merasimleri gibi gelenekler ve törenler
birbirinden çok farklıdır. Özbek öğrencilerin Türkiye’de en çok dikkatini çeken unsur da kızların ve
kadınların sigara içmesidir.
Genel olarak öğrenciler Türkiye’yi, Türk Devlet Topluluklarının bir parçası olarak gördükleri
için ve Türkiye, müslüman bir ülke olduğu için her türlü farklılığa çabuk uyum sağladıkları
gözlenmiştir. Zaten Türkiye’yi tercih etmelerinin başında da tarihsel ve kültürel bağların güçlü olması
gelmektedir. Bu gibi ortak sebeplerden dolayı Türk arkadaşlarına da daha çabuk alışıp onlara da kısa
sürede uyum sağlamışlardır. Tüm dünyada etkisini gösteren küreselleşme sayesinde farklı bir kültüre
alışmak o kadar da zor olmamaktadır.
Yabancı uyruklu öğrencilerin sorunlarıyla ilgili daha önceden yapılmış olan çalışmalarda
öğrencilerin ekonomik anlamda çok sorun yaşadıkları, almış oldukları bursun çok yetersiz olduğu
saptanmıştır (Kıroğlu, Kesten, Elma 2010: 34). Oysaki Selçuk Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerin
maddi konuda hiçbir sıkıntı yaşamadıkları görülmüştür.
Türkiye’de okuyan Özbek öğrenciler hallerinden memnun oldukları için daha fazla
arkadaşlarının Türkiye’de eğitim almalarını istemektedir. Bu yüzden onlara Türkiye’nin imkanlarını
anlatmak, buradaki yaşam şartlarının çok iyi olduğunu söyleyebilmek için de ülkelerinde farklı
- 20-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Açık, F. (1995). Özbekistan’dan Eğitim Öğretim Amacıyla Türkiye’ye Gelen Öğrencilerin Dil –
Kültür – Uyum Problemleri ve Çözüm Teklifleri. Yüksek Lisans Tezi Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Barın, E. (2002). Asya Türk Cumhuriyetlerinden Gelen Öğrencilere Türkiye Türkçesinin
Öğretimi. Sadık Tural Armağanı, Ankara (77-80).
Bozkurt, G. (1984). İnsan ve Kültür, İstanbul Remzi Yayınevi, İstanbul.
Çöllü, E. F., Öztürk, Y. E. (2007). Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklarından
Türkiye’ye Yüksek Öğrenim Amacıyla Gelen Öğrencilerin Uyum ve İletişim Sorunları (Konya Selçuk
Üniversitesi Örneği). (223-239).
http://eogm.meb.gov.tr/ikili/turk.htm#‟‟den 24. 04. 2009 alınmıştır.
Kılıçlar, A., Sarı, Y., Seçilmiş, C. (2012). Türk Dünyasından Gelen Öğrencilerin Yaşadıkları
Sorunların Akademik Başarılarına Etkisi: Turizm Öğrencileri Örneği. Bilig Türk Dünyası Sosyal
Bilimler Dergisi, Ankara.Sayı 61, Bahar (157-172).
Kıroğlu, K., Kesten, A., Elma, A. (2010). Türkiye’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Lisans
Öğrencilerinin Sosyo- Kültürel ve Ekonomik Sorunları. Mersin Üniversitesi Eğitim Fak. Dergisi,
Mersin. Cilt 6, Sayı 2, Aralık (26-39).
Mete, F. (1997). Özbek ve Azeri Öğrencilerin Türkçe Öğreniminde Ad Durum Ekleri ve Eylem
Çekimi Yanlışları. Yüksek Lisans Tezi Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
- 21-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
M. Cihangir DOĞAN**
Murat BAŞAR**
ÖZET
Çalışmanın amacı Kazak Türkeri’nin geleneksel konukseverliğini ve konuk ağırlama şekillerini
geçmişten günümüze doğru, tarihsel ve kültürel boyutuyla teorik olarak incelemek ve günümüzde
uygulanan konuk ağırlama şekillerine ilişkin bir durum tespiti yapmaktır. Bu noktadan hareketle
konuk severlik ve konuğa değer verme konusundaki çalışmamız için, Türk kültürünün ve
geleneklerinin önemli ölçüde korunduğu ve değişmediğini kabul ettiğimiz Orta Asya’nın Güney
Kazakistan yöresi (Türkistan-Çim kent) seçilmiştir. Bizim kaynak kitaplardaki ulaşabildiğimiz
misafirin değeri, misafiri karşılama ve ağırlama şekilleri, yemek yeme şekilleri, misafiri uğurlama ve
hediye verme, yemek duaları ve yemek sohbetleri Güney Kazakistan bölgesinde yaygın olarak
uygulanmakta ve canlılığını korumaktadır. Bu araştırma 2001-2015 yılları arasında Güney Kazakistan
yöresinde teorik bilgilerle birlikte, katılım, gözlem ve mülakat yoluyla gerçekleştirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Konuk, Konuğun Değeri, Konuk Çeşitleri
ABSTRACT
The purpose of this study was to investigate the traditional hospitality and the types of
welcoming the guests of Kazakh Turks using theoretical, historical, and cultural dimensions from past
to present and to discuss today's customs related to the hospitality. From this point, we have chosen
the southern Kazakhstan region (Turkistan-grass city) of Central Asia, which we consider that Turkish
culture and traditions have been quite preserved and did not change considerably, for the purpose of
our research on hospitality and the value of guest. In our resource books, the values of guests, the
types of guest reception and hospitality, dining patterns, farewell and gift presentation, giving thanks
and dinner talking are widely practiced and maintained in the southern Kazakhstan region. This
research was conducted through participation, observation and interview together with the theoretical
information in the Southern Kazakhstan region between 2001-2015.
Key Words: Guest, value of guest, types of guests
GİRİŞ
Türk toplumlarının vazgeçilmez karakteristik özelliklerinden biri, konuksever olmaları ve
konuğa değer vermeleridir. Bu nedenle Türk töresinde ve geleneğinde konuğu iyi karşılamak ve
ağırlamak, konuğa güler yüz göstermek ve onu memnun etmek her Türk insanı için önemli ve zorunlu
bir görev sayılır. Türklerde misafirperverlik ve davetler bazen o kadar abartılmıştır ki, ev sahibi
ziyafetten sonra eşini ve çocuklarını alır ve otağından çıkardı. Konuklar ziyafet sahibinin eşyalarını
ve mallarını yağma ederlerdi (buna yağmalı potlaç denilir). Bu nedenle eski Türkler arasında toy ve
şölenler sayesinde fazla fakirlik görülmez, insanlar güzel giyinir, güzel yer ve aralarında fazla
borçlu kimse bulunmazdı (Gökalp, 1978).
Türk insanı misafirperverliğe öylesine önem vermiştir ki; kendi imkanlarına göre, evinin en iyi
odasını, kullanıma hazır en kıymetli eşyasını, yatılmamış yatağını ve en önemli yiyeceğini misafir
için ayırır ve misafiri memnun etmeye çalışır (Doğan, 2005). Kazak Türklerinde konuk ağırlama
* Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü, mcdogan@marmara.edu.tr
** Doç. Dr.,Uşak Üniversitesi , Eğitim Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü, murat.basar@usak.edu.tr
- 22-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
geleneği geçmişte olduğu gibi, günümüzde de kısmi değişiklikler olmakla birlikte, önemli ölçüde eski
değerinin ve öneminin korunduğunu söyleyebiliriz. Kazak Türkü için misafir karşılama ve onu evinde
ağırlama hayati önem taşır. Bu nedenle Tanrı misafiri olarak eve gelen yabancının güler yüzle
karşılanması gerekir. Çünkü Kazak kültüründe eve gelen her misafire saygı ve hürmet göstermek
Kazak Türkünün başta gelen görevlerinden biridir.
Kazak Türklerinin kültüründe ve geleneğinde herhangi bir kimsenin evine misafir olmak için,
ev sahibiyle önceden tanış olmak gerekmez. Ayrıca konuğun ev sahibine uygun biri olması veya aynı
milletten ve dinden olması da gerekmez. Bu nedenle her herhangi bir yabancı veya yolcu istediği bir
Kazak Türkünün evine konuk olabilir. Kazak kültüründe misafirin herhangi bir eve yemeğe giderek
“bölünmeyen kısmetim” diyerek yemek istemeye hakkı vardır. Bu anlayış Kazak Türklerinde yaygın
olarak bilinmekte ve uygulanmaktadır (Argunbayev, 1996). Bu uygulamanın eski Kazak Hanlarından
Alaş’a kadar uzandığı bilinmektedir. Alaş yaşlanınca elindeki mal varlığını dört kısma ayırmış, üç
kısmını üç oğluna Ulu, Orta ve Küçük Cüz’e vermiştir. Dördüncü kısmı da misafir hissesi olarak
ayırmış ve misafirleri ağırlamak kaydıyla üç oğlunun ortak hizmetine bırakmıştır (Orazavliyev, 1994).
Kazak Türklerinin geleneğinde misafir ile ev sahibi arasındaki münasebetler açısından hukuk
daha çok misafirlerden yana gözükmektedir. Ev sahibi ve eve gelen misafirin konumuna ve durumuna
göre onun rızkını vermesi gerekir. Bir misafirin kısmetini (payını) iki misafire bölüştürmek
(paylaştırmak) ayıp sayılır. Bu nedenle bir misafirin rızkıyla iki misafiri ağırlayan kadınlar
cezalandırılır. Buna karşılık evde kocaları olmadığı zaman misafire karşı beyinin yokluğunu
aratmayan (hissettirmeyen) ve misafiri gerektiği şekilde ağırlayan kadınlar, hem kendi bölgelerinde,
hem de başka bölgelerde örnek kadın olarak takdir ve övgü ile anılırlar (Kaliyev vd., 1994). Kazak
Türklerinin en büyük hanlarından sayılan 18. yüzyılda yaşamış Tevke Han’ın yedi yasasından bir
tanesi konuk ağırlamakla ilgilidir. Bu yasaya göre; eve gelen konuk istenmez ve evde yatırılmazsa
onun yerine “ayıp tölemek” denilen bir tür ceza uygulaması yapılmıştır. Bu uygulamada misafiri evine
kabul etmeyen ev sahibi bir canlı hayvan ödemek zorundadır. Bu nedenle belirtilen yasaya göre ev
sahibinin misafirlere iyi davranması, iyi yemek hazırlaması ve misafiri memnun etmesi zorunludur.
Eğer ekonomik durumu müsait olan ev sahibi misafirleri iyi karşılamaz ve onları memnun etmezse, bu
durum Tevke Han’a bildirilir. O dönemin kanun adamları ceza olarak ev sahibinin en iyi bir hayvanını
(at, sığır veya koç gibi) alıp keser ve etin tamamı yoksullara dağıtılır. Hayvan sahibine hiç et
verilmezdi (Orazaliyev, 1996).
Kazak Türklerinde misafirin kırkta birinin Hızır İlyas olduğuna inanılır. Bu nedenle Kazak
geleneğinde eve gelen misafir kesinlikle geri çevrilmez. Misafir kabul edilmezse evin bereketi ve
huzuru kaçacağına inanılır. Misafirin birincisinden olmazsa, ikincisinden mutlaka eve huzur ve
bereket geleceği kabul edilir. Çünkü yolcu veya misafir olan kimse her zaman yiyeceğini yanında
taşıyamaz. Bu nedenle Kazak Türkü misafir nasıl olursa olsun evine gelen yabancıya ücretsiz yemek
vermek, sıcak ve uygun yer vermek zorunluluğunu hisseder. Kazak kültüründe misafir ağırlama ve
yemek vermekle ilgili çeşitli efsane ve hikâyeler vardır. Musa Şormanut’un zamanında bir halk adamı
Karkaralı bir toplantıya gelip, Mıngış adında tanınmış bir zenginin evine misafir olur. Ancak Mıngış
evinde olmaz. Bu nedenle karısı misafire gerekli hizmeti göstermez. İkinci gün Karkaralı Mıngışla
karşılaşır, Mıngış ona kendi köyünün durumunu (halini) sorar. Karkaralı Mıngışa köyde küçük bir
düşmanlığın olduğunu, bu nedenle köyde bir eksiklik olduğunu dombıra ile anlatır. Mıngış karısının
misafire iyi davranmadığını anlar ve karısını cezalandırır. Bu olay Kazak Türkleri arasında yüzlerce
sene söylenegelmiştir ve misafire önem verilmesi gerektiği belirtilir (Argunbayev, 1996).
- 23-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Konuğun değeri bakımından önemli bir nokta da Kazak kültüründe misafirin ev sahibinin
koruması altında olmasıdır. Misafir ev sahibinin düşmanı bile olsa, ev sahibi misafirine herhangi bir
zarar veremez. Misafirin her türlü mal ve can güvenliğinden ev sahibi sorunludur. Bu nedenle ev
sahibi evine gelen her misafiri evinden gidinceye kadar ne pahasına olursa olsun korumakla
yükümlüdür. Kazak geleneğinde bir kimse yabancı bir köye geldiğinde genellikle köyün en zengin ve
görkemli evini tercih etmeye çalışır. Çünkü zengin evlerinde misafire daha iyi beslenme ve barınma
imkânı sağlanır. Kazak Atasözünde “eve girinceye kadar misafir utanır, misafir eve girdikten sonra ev
sahibi utanır.” deyişi ile ev sahibi konuk ilişkisi anlatılmıştır.
Bolşevik devrimine kadar göçer Kazak Türklerinde geleneksel misafirperverlik hayati önem
taşımakta ve göçer gruplar için misafirperverlik birçok fonksiyonu üstlenmekteydi. Çevre bölgelerden
konuk olarak gelen Tanrı misafiri konuk olduğu eve öğrendiği, duyduğu, gördüğü ve bildiği çeşitli
konu ve olayları anlatmaktaydı (Argunbayev, 1996). Böyle olunca yaban ellerine konuk olan
misafirler civar bölgelerdeki çeşitli haberleri getiren bir haberci ve haber kanalı olarak önemli bir
fonksiyon üstlenmiş oluyorlardı. Çünkü birbirlerinden binlerce kilometre uzakta yaşayan uçsuz-
bucaksız bozkırlardaki konar-göçer gruplar, halk arasında ve ülkede olup biten olay ve haberlerin
önemli bir kısmını yolculardan ve konuklardan öğrenebiliyorlardı. Bu nedenle misafirin konuk olduğu
eve diğer komşularda gelir, ülkede ve dünyada olup-biten yeni haberleri konuktan öğrenirlerdi.
Böylece konuktan öğrenilen yeni haberler diğer göçer gruplara ve köylere de ulaşmaktaydı.
Kazak Türkü kendi evinde nasıl misafir ağırlamayı ve memnun etmeyi istiyor ve seviyorsa,
kendiside başkaları tarafından davet edilmeyi ve misafirliğe gitmeyi ister ve sever. Zaman zaman
Kazak dostlarımız bizi evine davet ettiğinde, ekonomik imkânlarının çok üstünde hediye ve ziyafet
verdiklerine şahit olduk. Hatta bazılarının borç alarak ziyafet verdiklerini öğrendik. Kazak Türklerinde
”Yemeğin varsa yedir, halkı tanı, atın varsa gez memleket tanı, yer gör.” anlayışı benimsenmiştir
(Kuralulı,1996). Kazak Türkü çocuğuna misafirperverliği ve konuk ağırlamanın önemini çok erken
yaşta öğretir. Bu nedenle çocuklar küçük yaşta misafir ağırlamanın ve karşılamanın kurallarını çok iyi
bilirler. Böyle olunca çocuklar misafirle karşılaştıklarında hiç yabancılık çekmez ve çekingen
davranmazlar. Misafiri önceden tanıyormuş gibi ona samimi ve içten davranırlar. Eğer misafir hünerli
birisi ise çocuklara dombıra çalar, şiir okur ve kıssalar anlatır. Ev sahibi çocuğunun misafire hizmet
etmesini ve ona yakınlık göstermesini teşvik eder. Bu uygulamanın erken yaşlarda başlaması bir
taraftan konukseverliğin önemini benimsetmekte, diğer taraftan yetişkinlik döneminde bu geleneğin
kalıcılığını ve devamını sağlamakta önemli katkı sağladığı söylenebilir. Bu nedenle bir Kazak Türkü
ile konukseverlik hakkında konuşmak isterseniz, ilk duyacağınız cümle “Konukseverlik Kazakların
kanında vardır” sözü olur.
- 24-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Orta tabak: Orta tabağa pişirilen hayvanın âşık kemiği ve bazen kalça kemiği konulur.
Ayak tabak: Bu tabağa kesilen hayvanın pişirilmiş diğer uzuvları konulur. Ayak tabak köy
halkına ikram edilir.
Küvey tabak: Bu tabak damada ikram edilmek için hazırlanır. Tabağa pişirilen hayvanın baldır
kemiği ve göğüs kemiği konulur.
Kelin tabak: Geline ikram edilmek için hazırlanır. Bu tabağa pişirilen hayvanın işkembesi ve
yüreği konulur.
Kızdar tabağı: Kızlara ikram edilmek için hazırlanır. Tabağa pişirilen hayvanın yüreği,
böbreği, çene ve dili konulur.
Kudagi tabak: Kayın valideye (hanımının annesi) ikram edilmek üzere hazırlanır. Kuda ve
Kudagi tabakalara pişirilen hayvanın kalça kemiği, âşık kemiği ve kaburga kemiğinin bele yakın olan
kısımları konulur.
Jerik asının tabağı: Hamile kadınlar için hayvan kesilip, aş verme yemeği yapılır. Jerik asının
tabağına hamile kadın yaşlı ise; pişirilen hayvanın kalça kemiği, hamile kadın genç ise; âşık kemiği,
göğüs kemiği ve işkembe konulur. Bu tabağın üzerine yeni yapılmış bıçak konularak hamile kadınlara
ikram edilir (Kuralulı,1998).
Sağımşı tabak: Hayvanı kesen ve soyan (yüzen) kimseye ikram edilen tabaktır.
Torunlar (nemere) ve çocuklar duruma göre ayak tabaktan veya anasının veya babasının
yardımıyla karınlarını doyururlar. Hayvanın ayağı statü bakımından en aşağı olan konuklara verilir
(Kuralulı, 1998) .
KONUK ÇEŞİTLERİ
Kazak Türklerinde geleneksel misafirperverliğin hayati önem taşımasının yanında, konukların
yaşına, statüsüne, akrabalık derecesine ve davet edilme şekline göre, konuklara değişik isimler
verilmekte ve bu isimlere göre konuk ağırlama kuralları uygulanmaktadır.
Arnay Konak: Eve özel olarak çağırılan değerli ve önemli misafirdir. Ev sahibi ekonomik
imkânına göre bu misafir veya misafirler için at, sığır, koyun gibi hayvan keser. Eve çağrılan Arnay
Konak bir kişi olabileceği gibi, birden çok sayıda da olabilir. Bu misafir istediği kadar evde yatılı
olarak kalabilir.
Arnay Konak doğum toyuna veya yaş gününe çağrıldığı gibi, sünnet toyuna katılmak için,
düğün törenini kutlamak için de çağrılabilir. Çocuğun büyüdüğünü, erkek olduğunu kutlamak için
(balaya bata vermek), kıza bata (dua) vermek için yaşlı adamlar ve kadınlar eve çağrılır ve yemek
verilir.
- 25-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kıdırma Konak: Uzaktan gelen kadın ve erkek tarafının akrabalarıdır. Bunlar evde ne kadar
misafir kalıp kalmayacaklarına kendileri karar verirler. Bu konuklar misafir olarak kaldıkları
akrabalarını kendileri belirler. Eğer bu misafirlerin bölgede başka akrabaları varsa, onların yanında
kalabilirler. İstedikleri zaman kendi evlerine dönerler. Kıdırma Konakların sayısı değişik olabilir.
Uzaktan gelen bu akraba misafirler için de hayvan kesilir.
Kuday Konak: Bu misafirler sahipsiz, kimsesiz, karnı aç ve yoksul kimselerdir. Kuday Konak
tanımadığı bir eve misafir olarak gelir. Yolda kalanlara yardım için durumu düzelinceye kadar evde
misafir olarak kalabilir. Kuday Konak hastaysa iyileşinceye kadar evde misafir olarak kalmasına
müsaade edilir. Ev sahibi imkânına göre bu tür misafirlere en iyi giyeceklerini ve yemeklerini verir.
Ev sahibi bu misafirlere evden gitmesini söyleyemez (Tolibayev, 2000).
SONUÇ
Türkü Türk yapan vazgeçilmez değer ve geleneklerin çıkış noktası Orta Asya olduğu gibi,
Türklerdeki geleneksel konukseverliğin ve konuğa verilen değerin çıkış noktasının da Orta Asya
olduğu görülmektedir. Ancak yüzyıllarca birbirinden ayrı yaşayan Türk gruplarının misafirperverlik
anlayışlarında özü aynı kalmakla birlikte uygulamada değişik tutum ve davranışlar oluşmuştur. Bizim
kaynak kitaplardaki ulaşabildiğimiz misafiri karşılama ve ağırlama şekilleri, yemek yeme şekilleri,
misafiri uğurlama ve hediye verme, yemek duaları ve yemek sohbetleri Güney Kazakistan bölgesinde
yaygın olarak uygulanmakta ve canlılığını korumaktadır.
KAYNAKÇA
Argunbayeu, H. (1996). Kazak Otbası, Almatı, Kaynar.
Bulatayeva D. (1992). Konuk Kütuv Desturu, Almatı.
Doğan, C. (2005). Yörüklerin Sosyal Hayatı, İstanbul: Kızılelma.
Doğan,C. (2000). Değişme Sürecinde Güney Kazakistan Köylerinde Yaşayan Aile Üyelerinin
Bazı Tutum ve Davranışları, Kazak Ün. Yayını, Almatı, 131–135.
Ergaliyev, J. & Şakuzadanlı, N. (2000). Kazak Kültürü, Almatı.
Eröz, M. (1983). Milli Kültürümüz ve Meseleleri, İstanbul: Doğuş Yay.
Gökalp, Z. (1976). Türk Medeniyet Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yay.
Kaliyef S., ve Diğerleri (1994). Kazak Halkının Salt Desturları, Almatı.
Kuralulı, A. (1996). Kazak Halkının Tıyımdarı men Irımdarı, Çimkent.
Kuralulı A. (1998). Kazak Desturlu Medeniyetinin Anıktamalığı, Almatı.
Kuralulı A. (1996). Kazak Halkının Salt Desturları, Çimkent.
Orazaliyev H. (1996). Kazak Halkının Salt Desturları, Çimkent.
Tolibayev, K. (2000). Babadan Kalan Bar Baylık, Almatı, Kazakistan.
- 26-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
FESTİVALLER VE TURİZM
Festivals And Tourism
Tugay ARAT*
Nargız HASANLI**
ÖZET
Festival turizmi son yıllarda yaygın olarak kullanılan kavramlardan biridir. Özellikle ülkemizde
bulunan doğal yapının iyi bir şekilde değerlendirilerek festivallerin çeşitlendirilmesi gerekmektedir.
Çünkü festivaller turistik ürün çeşitlerinin tanıtılmasını desteklemekte, turizmin nihai hedefi olan
turistlerin daha fazla yeme-içme, eğlenme ve geceleme yapmasını sağlayarak turizmi geliştirmektedir.
Bu da festival yapılan bölgenin ekonomik olarak canlanmasına yardımcı olmaktadır. Festivaller dini
festivaller, alışveriş festivalleri, çocuk festivalleri, kültür sanat, müzik gibi farklı kategorilerde
yapılmaktadır. Ayrıca nihai olarak bu festivaller dostluk, beraberliği geliştirmekte ve insanların hoş
vakit geçirmesini sağlamaktadır. Çalışmada Türkiye ve Dünya’da yapılan önemli festivallere yer
verilmiş ve Türkiye’de düzenlenen festivaller incelenmiştir. Düzenlenen festival sayısına göre,
Marmara Bölgesi ilk sırada, Karadeniz Bölgesi ikinci sıradadır. Doğu Anadolu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde ise festival sayısının az olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelime: Festival, Turizm
ABSTRACT
Festival tourism is one of the concepts commonly used in recent years. The festivals need to be
diversified, especially considering the natural structure of our country. Because festivals support the
introduction of touristic product varieties and develop tourism by ensuring the tourists have more
eating, drinking, entertaining and accommodate who are ultimately the target of tourism. Festivals are
held in different categories such as religious festivals, shopping festivals, children's festivals, cultural
arts, music, and these festivals are developing friendships and making people enjoy themselves at the
end. The important festivals made in Turkey and the world are examined in the study. The important
festivals made in Turkey are examined. According to the number of festivals held, Marmara Region is
in first place and Black Sea Region is in second place. It is seen that in Eastern Anatolia and
Southeastern Anatolia, the number of festivals is low.
Keywords: Festivals, Tourism
GİRİŞ
Festival kavramını Türk Dil Kurumu’na göre bir kaç farklı açıklaması bulunmaktadır. Genel
olarak festival, “dönemi, yapıldığı çevre, katılanların sayısı veya niteliği programla belirtilen ve özel
önemi olan etkinlik” şeklinde açıklanmaktadır (TDK, 2017). Buna dini festivaller, alışveriş
festivalleri, çocuk festivalleri örnek olarak verilebilir. Sanat festivali ise “belli bir sanat dalında oyun
ve filmlerin sunulması ve gösterilmesi sonunda ödül, derece verilmesi biçiminde düzenlenen ulusal
veya uluslararası gösteri dizisi, şenlik” olarak açıklanmaktadır (TDK, 2017). Ülkemizde bir çok
şehirde film festivalleri, tiyatro festivalleri, müzik festivalleri yapılmaktadır. Ürün olarak festivallere
bakıldığında, “bir bölgenin en ünlü ürünü ya da bölgenin önemli bir değeri için yapılan gösteri, şenlik”
şeklindedir (TDK, 2017). Anma festivalleri, kiraz festivali, yayla şenlikleri gibi türler bu
kategoridedir. Bu bağlamda festivaller, insanlarda yeni yerler görme isteği uyandırır ve dünya
*Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği Bölümü, tarat@selcuk.edu.tr
**Selçuk Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seyahat İşletmeciliği ve Turist Rehberliği Bölümü, hasanli.nergis@mail.ru
- 27-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
insanları arasındakı dostluğu sağlar, ayrıca yeni kültürlere merak duyulmasını sağlayarak turizmi
geliştirmektedir (Çulha, 2008:1828). Bu durum bir kente ait var olan kötü bir imajı düzeltmek için o
kenti ziyarete teşvik etmek amacıyla kullanılabilir (Avraham, 2004: 471-479). Festival ve kültürel
aktiviteler düzenlemek kent’e yerli ve yabancı turist çekmek için ideal bir yötemdir. Medyatik ve ünlü
kişilerin festivallere davet edilmesi ile kente ilgi artırılabilir. Ayrıca negatif bir imajı kaldırmakta etkili
olabilir. Bu sayede kent ile ilgili oluşan önyargıların ortadan kaldırılması ve turistik ziyaretlerin
artması sağlanabilir. Bu konuda bir çok festival düzenlenmektedir. Bazı ünlü olan festivaller; Cannes
Film Festivali, Altin Portakal Film Festivali, İstanbul Bienali, İstanbul Akbank Jazz Festivali,
Disneyland, Universal Park Studios, şeklindedir (Şahin, 2010: 47).
LİTERATÜR TARAMASI
Gül ve diğerlerinin 2013 yılında yaptığı, “Yerel Festivallerin Etkinliğine Bağlı Ziyaretçi
Kazanımları: Sındırgı Yağcıbedir Festivali Örneği” adlı çalışmasında günümüzde yerel festivaller,
ulusal ve uluslararası turizm hareketlerinin gelişmesinde oldukça önemli bir role sahip olduğu, yörenin
ticari potansiyelinin artmasında da önemli itici bir güç olduğunu belirmektedir. Ayrıca Sındırgı
Yağcıbedir Halı Festivali gibi öznesi nostaljik ve tarihsel değerlere dayalı olan festivallerin
programında ve organizasyonunda, özgünlüğe daha fazla vurgu yapılması gerektiğini ifade etmiştir.
Çulha’nın 2008 yılında yaptığı “Kültür Turizmi Kapsamında Destekleyici Turistik Ürün Olarak
Deve Güreşi Festivalleri Üzerine Bir Alan Çalışması” çalışmasındakı sonuçlarda ise deve güreşi
festivalleri son zamanlarda eski canlılığına ulaşmaya başlasa da istenilen seviyede olmadığı,
devletimizin turizm politikası ve turizm yatırımları içerisinde gerçek yerini aldığı takdirde çok önemli
yararlar sağlayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Quinn 2009 yılındaki “Problematising ‘Festival Tourism’:
Arts Festivals And Sustainable Development in Ireland” adlı çalışmasında ise festivallerin turizm ile
olan ilgisinin, festivallerde sosyal olarak sürdürülebilir işlevin teşvik edilmesi ve turizmin
geliştirilmesine yönelik sürdürülebilir yaklaşımların teşvik edilmesi amacıyla dikkatle yönetilmesi
gerektiğini belirtmektedir
Pavlukoviç ve diğerlerinin 2017 yılında yaptığı “Social impacts of music festivals: Does culture
impact locals' attitude toward events in Serbia and Hungary?” çalışmasında, sosyal etkilerinin altta
yatan boyutlarını tanımlamakta ve iki farklı ülkenin kültürel boyutlarının festivaller üzerindeki
etkilerini konut algısı ile nasıl ilişkilendirdiğini ortaya koymaktadır. Sonuçlar, büyük ölçekli müzik
festivallerinin iki ana (pozitif ve negatif) boyutlarını temsil eden altı faktörlü bir altyapı ortaya koyup;
ulusal kültürün, topluluklar üzerindeki festival etkilerinin yerel algılanmasını önemli derecede
etkilediğini önermektedir.
FESTİVALLER VE TURİZM
Bir turizm süreci olan festivaller; turizm ürünü oluşturup, ziyaretçi kitleleri, yeni talep formları,
gişe gelir kaynakları ve şöhretlerini artırmak için araçlar yaratmaktadır (Green, 2002). Turizm
sektörüne olumlu katkılar sağlayan festivaller, ülke ekonomisinde girdi sağlamaktadır. Festivaller
sadece ekonomik açıdan değil, sosyolojik açıdanda insanlara katkı sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığı
zaman festival turizmini türlerine ve işlevlerine göre inceleyip, anlamak gerekmektedir. Festivallerin
yedi işlevi bulunmaktadır, bunlar; turizm, eğlence, eğitim, sosyal etkileşim, iş, ticaret ve ilham
kaynağıdır (Houghton, 2001: 39). Bu işlevlerin yardımı ile festivaller ülkemize turist ziyareti sayısını
artırmakta ve turizm gelirine katkı sağlamaktadır (Litvin ve Fetter, 2006: 44). Festivaller kültürel ve
sosyal gelişimi teşvik ederek toplumun sosyalleşmesine katkı sağlamaktadır (Duffy, 2005: 680).
Festivaller turizmde yoğun ilgiye sahib kısa dönemli etkinlikleridir (Chhabra, 2001:143). Bu
etkinlikleri diğerler ekinliklerden farklı kılan başlıca neden (Çakır, 2009); yılda bir defa
gerçekleştirilmesi, kamuya açık olması, belli bir konunun kutlanması veya bir ürünün tanıtımının
yapılması olarak sıralanmaktadır (Çulha, 2008: 1830).
- 28-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 29-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
1.Hindistan: Farklı dinlerden insanların birlikte yaşadığı, zengin kültürü ve geleneklerinin var
olduğu bir festival cennetidir. Hindistan’da en ünlü beş festival şunlardır: Diwali, Holi, Dussehra,
Navratri Navratri Festivali, Durga Puja, Holi renk festivali, Diwali ışık festivalidir (Kulshrestha vd ,
2004 : 4421-4425).
2.Almanya: İnsanlar sürekli yeniliklere açık ve eğlenmeyi bilen kişiliğe sahiptir. Alman
vatandaşlarının merakla beklediği ailelerin aynı ortamda eğleneceği ve keyifli zaman geçireceği
festivaller vardır. Almanya’nın en çok sevilen festivali Oktoberfest Almanya’nın Münih kentinde
yapılan bir festivaldir. Münih şehrinin en gözde festivallerinden biri olan bu festival her yıl Eylül
ayının son günlerinde ya da Ekim ayının ilk günlerinde kurulan ve 2 hafta süreyle 6 milyon kişiyi
ağırlayan çok büyük bir festivaldir. Festivalin ana konusu Oktoberfest festivaline özel mayalanan
biralardır. Bu biralar diğer biralara göre daha sert ve lezzetli olduğu söylenmektedir (Yang vd , 2011 :
377-395).
3.İtalya:Tarih, sanat ve aşk denildiğinde akla ilk gelen şehir İtalyadır. Bu üç kelime ile tarif
edilen İtalya’nın en önemli ve en çarpıcı festivallerinden biri Pink Night (Mariani, Giorgio, 2017:89-
- 30-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
109) ve Umbria Jazz Festivalidir. Bu festival 35 yıldır düzenlenmektedir (Ferrucci vd, 2011: 1235-
1255).
4.İspanya: İspanya eğlence ve Festival merkezidir. Festivaller yılın hemen hemen her günü
İspanya için ayrı bir renk katmaktadır ve bir gelenek haline gelmiş durumdadır. Festivaller her şehrin
tarihini, yapısını, yaşam stilini, özel günlerini ve değer yargılarını tarif etme biçimidir. Bunu da
öylesine güzel yansıtırlar ki bir festival havası yaşanır, günler anlamlanır, değerler anımsanır. Domates
Festivali çocuklar arasında domates kavgası ile başlamıştır daha sonra bu festival 1945 yılından
başlayarak bu zamana kadar Ağustos ayında yapılmaktadır. Valensiya’nın Bunyol Kasabası’nda
kutlanan Domates Festivali Ağustos ayının son Çarşamba günü düzenlenmektedir. Sıradışı olan bu
festival milyonlarca katılımcıyı bir araya getirir ve insanlar gülmenin, iyi zaman geçirmenin ve
eğlencenin tadını birbirlerine domates fırlatarak alırlar. Festivalin konusu hareket eden herşeye
domates atmayı hedeflemekdir (Cook and Calkins, 2013: 51-76) .
5.Çin: Dragon Boat Festival, Winter Solstice Festival, Double Ninth Festival, Congee Festival
ve Eat Dog Festival yapılmaktadır. Çin'in bazı bölgelerinde 600 yıldan beri yapılan Köpek Yeme
Festivali insanlığı şaşkına çevirmektedir. Çin medyasına göre, ülkenin güney kenti Yulin'de yaşayan
insanlar 21 Haziran'daki gündönümünü kutlamak için köpek eti yeme festivali için tüm hazırlıkları
tamamlamaktadırlar. Çinlilerin köpek eti yeme festivali yüzünden Çin halkı ikiye bölmüş
durumundalar. Bir Kısmına göre köpek yeme festivali dünyanın en vahşi festivali, bir kısmına göre ise
yüzyılladır süren bir geleneğin parçasıdır. Hayvan severlerin büyük tepkisini çekmesine rağmen bu
tuhaf festival her yıl 21 Haziran’da yapılmaktadır (Chen vd., 2011: 1-56).
SONUÇ
Festivaller bütün dünyada bulundukları yerin ekonomisine önemli derecede katkı sağlamaktadır.
Bu kapsamda destinasyon yöneticileri düzenlenen festivallerin sayısını artırmalıdır. Daha fazla sayıda
düzenlenen festivaller ise Türk Turizmi’ne önemli düzeyde ekonomik katkı sağlayacağı muhakkaktır.
Türkiye ve Dünya’da yapılan önemli festivalleri irdeleyen bu çalışmanın önemli sonucu; Türkiye’de
festival çeşitliliğinin artırılması, turizmin gelişmesine katkı sağlayacaktır. Çeşitliliğin artmasıyla
beraber yabancı turist sayısının da artması muhtemeldir. Türkiye’de var olan festivallerin bölgelere
göre dağılımının dengesiz olduğu’da görülmektedir. Festival düzenlenme sayısına göre en yüksek oran
Marmara ve Karadeniz Bölgeleri’nde gerçekleştirilmekte en az sayıda festival ise Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgeleri’nde gerçekleştirilmektedir. Festival sayısı az olan bölgelerde, özellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bölgelere has yeni festivaller organize edilmesinin iyi olacağı
düşünülmektedir. Bazı illerimizde sadece bir ya da iki festival düzenlenmektedir, bu sayı son derece
azdır. Yapılan yerel etkinliklerin büyük çoğunluğu, yöresel özelliktedir. Bu etkinliklerin temelinde, yöre
halkının buluşması, eğlenmesi, alışveriş yapmaları, gelenek ve göreneklerinin unutulmaması amaçları
bulunmaktadır. Etkinlikler turizm amaçlı değerlendirilebilirse veya bu amaca yönelik çalışmalar yapılırsa
söz konusu etkinliklerin korunarak ve geliştirilerek devam ettirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması,
yöresel gelişimde ve turizmin geliştirilmesinde bir itici güç ve öneme sahip olacaktır.
KAYNAKÇA
Atkınson D., Laurıer, E. (1998). A sanitised city? Social exclusion at Bristol’s 1996
International Festival of the Sea. Geoforum, Cilt 29, 199-206.
Avraham E., (2004). Media Strategies For Improving An Unfavorable City Image, Cities,
Vol:21, no:6, pp:471- 479.
Bernadette Q., (2006). Problematising ‘Festival Tourism: Arts Festivals and Sustainable
Development in Ireland, Journal of Sustainable Tourism, 14:3, 288-306,
- 31-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
DOI: 10.1080/09669580608669060
Bruno B., Cecılıa C., Massımo C., Luca F., Marına G., M. Gıovanna R., (2011). The economic
impact of cultural events: the Umbria Jazz music festival, Tourism Economics, 17 (6), 1235–1255 doi:
10.5367/te.2011.0096.
Chhabra, D. (2001), Heritage Tourism: An Analysis of Perceived Authenticity and Economic
Impact of the Scottish Highland Games in North Caroline, (Doctorate Thesis: Umı.3030030).
Department Of Forestry, North Caroline State University.
Cook R., and Calkins S., (2013). More than recall and opinion: Using “clickers” to promote
complex thinking. Journal on Excellence in College Teaching, 24(2), 51-76.
Çakır, M. (2009). Festival Turizmi, http://m-cakir.blogspot.com/ 2009/02/festival-
turizmi_04.html.
Çulha, O. (2008), “Kültür Turizmi Kapsamında Destekleyici Turistik Ürün Olarak Deve Güreşi
Festivalleri Üzerine Bir Alan Çalışması”, Journal of Yasar University, 3 (12), s. 1827-1852.
Duffy, M. (2005). Performing Identity Within a Multicultural Framework, Social and Cultural
Geography, 6 (5), s. 677 – 692.
Gözde T. B., Turgay B., K. Nazan T., (2017). Bölge Gastronomi Turizmi Üzerine Yöresel
Ürün Festivallerinin Etkisi: Urla Örneği, Journal of Tourism and Gastronomy Studies.126
Green, G.L. (2002) Marketing the nation: Carnival and tourism in Trinidad and Tobago.
Critique of Anthropology 22, 283–304.
Houghton, M. (2001). The Propensity of Wine Festivals to Encourage Subsequent Winery
Visitation, International Journal of Wine Marketing, 13 (3), s. 32 – 41.
İbrahim G., Atınç O., Yakup K. Ö., (2015). Bir Turizm Çeşitliliği Olarak Festival
Etkinliklerinin Sınıflandırılması: Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme. OÜSBAD.
İsmail K (2006). Türkiye’de Düzenlenen Yerel Etkinliklerin Turistik Çekicilik Olarak
Kullanılmasına Yönelik Bir İnceleme, Sosyal Bilimler Dergisi, S15, s182-195.
Jennifer Laing, (2017) Festival and event tourism research: Current and future perspectives,
Tourism Management Perspectives 27, 2211-9736
Kudret G., Barış E., Melike G., (2013). Yerel Festivallerin Etkinliğine Bağlı Ziyaretçi
Kazanımları: Sındırgı Yağcıbedir Festivali Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi Y., C.18, S.2, s.213-239.
Kulshrestha, U. C., Nageswara Rao, T., Azhaguvel, S., Kulshrestha, M. J. (2004). Emissions
and accumulation of metals in the atmosphere due to crackers and sparkles during Diwali festival in
India. Atmospheric Environment, Cilt 38, 4421-4425
Lıtvın, S. W. And Fetter, E. (2006). Can a Festival be too Successful? A Review of Spoleto,
USA, International Journal of Contemporary Hospitality Management, 18 (1), s. 41-49.
Marcello M. Mariani, Lusia Georgio, (2017). The ‘‘Pink Night” festival revisited: Meta-events
and the role of destination partnerships in staging event tourism. Annals of Tourism Research 62
Şahin, Gözde, (2010). Turizmde Marka Kent Olmanın Önemi: İstanbul Örneği, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler Ve Tanıtım Anabilim Dalı, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara
TDK,(2017):HakkındaFestival,http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=FES
T%C4%B0VAL Erişim Tarihi :30.10.2017
Turizm Bakanlığı, (2017), Yerel Etkinlikler 2017, Ankara, Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel
Müdürlüğü Yayını.
U.C. Kulshrestha, T. Nageswara Rao, S. Azhaguvel, M.J. Kulshrestha, (2004). Emissions and
accumulation of metals in the atmosphere due to crackers and sparkles during Diwali festival in India.
Atmospheric Environment 38 4421–4425.
- 32-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Vanja P., Tanja A., Juan Miguel A.P., Social impacts of music festivals: Does culture impact
locals' attitude toward events in Serbia and Hungary? , Tourism Management 63 (2017) 42e53
Xiaoyang Y., Tobias R., Werner K., (2011) Cross-Cultural Perspectives on Promoting Festival
Tourism—An Examination of Motives and Perceptions of Chinese Visitors Attending the Oktoberfest
in Munich (Germany), Journal of China Tourism Research, 7:4, 377-395, DOI:
10.1080/19388160.2011.627009
Zhe Ch., Ping H., Lianping R., Yue H., (2011) Dragon Boat Festival And Tourism, Gttp
Research Competıtıon Internatıonal Conference, Monaco, Festival Tourism İn China.
- 33-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hamza AKENGİN*
ÖZET
İnsanlık tarihinde insanın yerleşik hayata geçmesi ile birlikte insanın çevresini hızla değişime
uğrattığı, kendisi için yaşanabilir bir alan oluşturmaya gayret ettiği bilinmektedir. Bu değişimin en
dikkate değer örneklerini tarihi süreç içerisinde kurulan şehirlerde görmek mümkündür. Sanayi
inkılabından sonraki süreçte insanların çevresini değiştirme konusunda ayrı bir dinamizm kazandığı
bilinmektedir. Bu süreç günümüzün modern yerleşme ve şehirlerini ortaya çıkarmıştır. Günümüzdeki
bazı modern şehirler bir taraftan modern hayat ve teknolojinin yansıması olan çok katlı yapılar veya
gökdelenleri bünyesinde barındırmaktadır. Diğer taraftan bu modern şehirler; taraftan da kuruluş
dönemi ve devamında şehre belirli bir dinamizm kazandıran ve aynı zamanda coğrafi şartların
yansıması ile şekillenen; yapı malzemesi, cadde-sokak sistemi, ticari faaliyetlerin sürdürüldüğü
çarşıları bütün canlılığı bünyesinde barındırmaktadır. Tarihi dönemde gerek konumu, gerek idari
statüsü ile cazibe merkezi olan bu şehirlerin kuruluş ve gelişme dönemindeki coğrafi şartların ortaya
çıkardığı görünüm, günümüzde aynı zamanda kuruluş ve gelişme döneminin kültürel miras unsurları
olarak özel bir önem sahiptir. Bu çalışmada günümüzün dünyasının bazı önemli şehirlerinin gelişim
döneminde coğrafi şartların şekillendirmesi ile ortaya çıkmış olan ve hem kültürel miras unsuru olan
hem de fonksiyonel olarak bir taraftan turizm faaliyetleri, diğer taraftan ticari faaliyetler bakımından
önemini koruyan bazı şehir örnekleri üzerinde durulacaktır. Arazi çalışmaları ve literatür taramasından
elde edilen verilerin, doküman analizine tabi tutulması ile kültürel miras unsuru olan şehrin morfolojik
yapısı, kullanılan yapı malzemesi, tarihi dönemde cazibe merkezi olan ticari faaliyetlerin sürdürüldüğü
çarşıların kuruluşunu ve şekillenmesini sağlayan coğrafi şartlar arasındaki ilişki incelenmiştir.
Anahtar Kelimler: Tarihi şehir, kültürel miras, coğrafya
ABSTRACT
Throughout history, humans have changed their environment while becoming more sedentary
and attempting to create a livable environment. The cities established throughout history are the most
significant examples of this change. During the period following the industrial revolution, people
gained a different kind of dynamism to change the environment they were living in. This period
created modern lodgments and cities. Some modern cities incorporate multi-story buildings and
skyscrapers, which are a reflection of modern life and technology. These modern cities, on the other
hand, reflect all vitality with their souk construction materials, street systems, and the commercial
activities carried out there. The markets have brought a certain dynamism to cities since their
establishment and are shaped by the geographical conditions. The aesthetics that the geographical
conditions influenced during the establishment and development period of these cities, which have
become attraction centers thanks to their location and administrative status, has a significant value in
terms of the cultural inheritance factors of the establishment and development period. This paper will
focus on specific city examples that were shaped by the geographical conditions during their
- 34-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
development period, focusing on some of the important cities in today’s world, which are cultural
heritage features and are functionally important for both touristic and commercial activities. The data
collected from field studies and the literature survey were subject to documentary analysis. We will
discuss the relationship between the geographical conditions, the construction materials, and the
morphological structure that enabled the establishment and shaping of the markets where the
commercial activities were carried out and which were attraction centers in the historic period of the
study.
Key words: Historic city, cultural heritage, geography
GİRİŞ
Medeni hayatın bir tezahürü olarak ortaya çıkan yerleşmeler, en küçük biriminden en büyük
birimine kadar hem coğrafi hem de tarihi bakımdan büyük bir çeşitlilik gösterir. Yerleşmeler
bulunduğu yere ve kurulduğu zamana göre önemli çeşitlilik ve farklılıklar göstermektedir.
Yerleşmenin en küçük birimi olan evden başlanarak, mahalle, köy, kasaba ve nihayetinde şehirler
insan faaliyetlerinin dayanak noktasını teşkil eden vaz geçilmez unsurlardır (Tanoğlu, 1966). İnsan
faaliyetlerinin dayanak noktası ve vaz geçilmez unsurlarından olan yerleşmelerin en gelişmiş şekli
olan şehirlerin kuruluş yeri ve gelişme süreçlerinde coğrafi şartların önemli bir etken olduğu
bilinmektedir. Şehirler üç farklı unsurun etkileşimi sonucu şekillenir. Bunlar; fiziki coğrafi özellikler,
insan ve kültürdür. Şehirler insan faaliyetleriyle biçimlenmiş yapay mekânlardır. Bu yapay mekânlar
sadece taş veya betondan ibaret değildir. “İçerisinde insanın faaliyet halinde olduğu bu mekânlar,
insanın çevresini düzenleme faaliyetlerini yürütürken kendi kültürel kimliğinin cisimleştiği alanlardır.
Bu bağlamda, kültürel genetik akım, bir kültürel alan veya bölgenin elemanları olarak kavranabilen
şehirlere yönelmektedir. Kültür, şehirleri etkilemektedir. Bu etki şehirlerin düzeninde ve bütün
özellikleri üzerinde görülmektedir. Şehirler farklı kültürel bölgelerde yer almakta, bu bölgenin
insanları tarafından iskân edilmekte ve o kültürel bölgeye özgü şehirsel özellikler kazanmaktadır
(Aliağaoğlu ve Uğur, 2016). Uğur ve Aliağaoğlu “Topografyanın şehirin gelişimini farklı şekillerde
etkilediğine dikkat çekerek; şehir planının belirlenmesi, yol eğimi ve ulaşım hatlarının şekillenmesi,
altyapının inşası, çeşitli alanların kullanımı, binaların konumu ile görsel formunun topografyadan
etkilendiğine işaret etmektedir (Aliağaoğlu ve Uğur, 2015). Tarihi dönemde kurulan şehirlerin yeri
seçiminde; savunma, liman kenarında olma, ticaret yollarının birleştiği noktalarda olma, dini bir
merkezi olma veya verimli bir ovanın toplama-dağıtma merkezi olma gibi özelliklerin etkili olduğu
anlaşılmaktadır. Kuruluş yerini belirleyen her ne olursa olsun, kuruluş yerinin coğrafi özellikleri şehri
oluşturan binaların yapı malzemesi, şehrin gelişim istikameti, şehri oluşturan cadde ve sokak
sistemlerinin yapısı, kısaca şehir morfolojisinin de belirleyicisi olmaktadır. Bu çalışmada tarihi
bakımdan önemli bazı şehirlerin kuruluş yerinin belirlenmesi, bu şehirlerin kuruluş ve gelişme
döneminde kullanılan yapı malzemesi ile coğrafi şartlar ve şehir morfolojisinin belirlenmesinde etkili
faktörlerden hareketle bir değerlendirme yapılacaktır.
Bu çalışmada, günümüzün dünyasının bazı önemli tarihi şehirlerinin kuruluş ve gelişim
döneminde etkili olan coğrafi şartlarla şekillenen ve bu coğrafi şartların şekillendirmesi sonucunda
bugün kültür mirası olarak kabul edilen şehirleri oluşturan binaların yapı malzemesi, şehrin gelişim
istikameti, şehri oluşturan cadde ve sokak sistemleri üzerinde durulacaktır. Amaç; coğrafi şartların
şekillendirdiği; hem kültürel miras unsuru olan, hem de fonksiyonel olarak bir taraftan turizm
faaliyetleri, diğer taraftan ticari faaliyetler bakımından önemini koruyan bazı şehir örneklerinde
kültürel miras ve coğrafi şartlar arasındaki ilişkiyi incelemektir.
YÖNTEM
Bu araştırmada gözlem, analiz ve sentez metodları kullanılmıştır. Bazı şehir örneklerinden
hareketle “kültürel miras ve coğrafi şartlar arasındaki ilişkiyi” incelemeyi amaçlayan bu çalışmada
- 35-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
kullanılan veriler; 20 yılı aşkın bir süredir yapmakta olduğumuz arazi çalışmaları sırasında çekilmiş
fotoğraflar ile literatür araştırmasından elde edilen metinlerden oluşmaktadır. Arazi çalışmaları
sırasında yapılan gözlemler ile doküman analizinden elde edilen bilgilerden hareketle, kültürel miras
unsuru olan şehrin; morfolojik yapısı, kullanılan yapı malzemesi, tarihi dönemde cazibe merkezi olan
ticari faaliyetlerin sürdürüldüğü çarşıların kuruluşunu ve şekillenmesini sağlayan coğrafi şartlar
arasındaki ilişki incelenmiştir. Şehir morfolojinin bileşenlerinden biri cadde ve sokak sistemidir
(Aliağaoğlu, 2003). Cadde ve sokak, kısaca yol sistemi başta coğrafi şartlar olmak üzere birçok
faktörün etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Kültürel miras ve coğrafi şartlar arasındaki ilişki incelenirken
Trabzon, Samsun, Barcelona, İstanbul, Halep, Şam, Doha (Katar), Yazd, Taşkent, Buhara ve
Semerkand örnek alınmıştır. Metin içinde kullanılan fotoğraflardan kaynak gösterilenler dışındakiler
araştırmacının kendi arşivindendir.
Şehrin kurulduğu yerin coğrafi şartlarından biri olan yüzey şekilleri, şehir morfolojisinin
oluşumunu da belirlemektedir (Uğur ve Aliağaoğlu, 2015, Göney, 2017.) Deniz kıyısında yer alan
şehirler; eğer kıyı şekli, boyuna kıyı ise genellikle dar kıyı şeridi boyunca gelişmektedir. Bu
- 36-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
konudaki en iyi örneklerden biri Türkiye’nin Trabzon şehridir (Foto 2). Fotoğraftan da anlaşılacağı
gibi Trabzon şehrinin ana gelişim doğrultusu kıyı boyundadır. Karadeniz kıyısındaki tarihi bakımdan
en önemli şehirlerden biri olan Trabzon’un, Sinop'tan gelen Miletli göçmenler tarafından MÖ
756'da kurulduğu görüşü genel olarak kabul görmektedir (Öksüz, 2005). Karadeniz
kıyısındaki en kalabalık nüfuslu şehir olan Samsun’da da cadde ve sokak sisteminin
şekillenmesinde coğrafi şartlardan biri olan yüzey şekillerinin etkisini görmek mümkündür. Özellikle
şehir merkezinde kıyıdan itibaren eğimin artması birbirine bağlanan cadde ve sokaklarda bağlantının
ancak merdivenlerle yapılabilmesine yol açmıştır (Uzuneminoğlu, 1992, Foto 3).
Foto 2. Trabzon'un Google Haritalardaki görüntüsü. Kaynak:
https://www.google.com/maps/place/Trabzon, Erişim:30 Nisan 2018.
Foto 3. Samsun şehrinde merdiven sokak örneklerinden biri. Kaynak: Uzuneminoğlu, 1992.
Şehrin bulunduğu yerin iklim şartları bir taraftan şehrin morfolojisini belirlerken bir taraftan
da şehri oluşturan cadde ve sokak sistemlerini, bunların yönü ve genişliğini de belirleyebilmektedir.
Bu konudaki tipik örneklerden biri İspanya’nın Akdeniz kıyısındaki şehirlerinden biri olan
Barceleona’dır. Barcelona Akdeniz kıyısında, tipik Akdeniz ikliminin görüldüğü bir şehirdir. Tarihi
Barcelona liman kıyısında kurulmuş ve limana bağlı olarak gelişmiştir. Bu şehrinin cadde ve sokakları
- 37-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
bir taraftan denize açılırken, bir taraftan da şehirde sıcak havalarda hava sirkülasyonunun sağlanması
için dar sokaklardan oluşmuştur (Foto 4, 5).
Foto 6. Barcelona’daki geniş sokaklara örnek Foto 7. Barcelona’daki geniş sokaklara örnek
Barcelona’nın 19. yüzyıldan sonra gelişen bölümlerinde ise cadde ve sokakların genişliği
dikkati çekmektedir (Foto 6, 7). Coğrafi faktörlerden biri olan iklimin, şehirlerin
şekillenmesinde etkileri konusunda çok sayıda örnek bulmak mümkündür. Orta Asya’dan
başlayıp Balkanlara kadar uzanan bölgede bazen çok kurak iklimler veya çöl ikliminin
getirdiği etkilerden, bazen de uzun süren soğuk iklimin etkilerinden esnafın korunabilmesi
amacı ile, günlük ticari faaliyetlerin sürdürülebilmesi için kapalı çarşılar yapılmıştır.
- 38-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İstanbul, Edirne, Şam, Halep, Doha kapalı çarşıları bu konuda akla gelen ilk örneklerdendir
(Foto 8, 9, 10, 11, 12, 13). Dolayısı ile kapalı çarşıları coğrafi şartlar ortaya çıkarmıştır.
- 39-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 40-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Foto13. Katar Doha Soug Wagıf (Doha Kapalıçarşı), Kaynak: Kurdoğlu, 2017.
Tarihi sit alanı olarak koruma altına alınmış olan bölgedeki binaların yapımında toprağın
samanla karıştırılması ile elde edilen kerpiç kullanılmıştır. Bu durum yapı malzemesinin
temin edilebilirliği ile ilgilidir. Yapı malzemesi olarak kullanılacak taşın temin edilememesi
veya söz konusu dönemde insanların taşı yapı malzemesi olarak kullanmaması, ana
malzemesi toprak olan kerpiç veya tuğlanın kullanımını zorunlu kılmıştır. Eski şehrin sokak
sistemi, evlerin bitişik yapılması ile oluşturulmuş, evlerin damlarında bulunan bacalar klima
işlevi görmektedir. Yer altından kanat sistemi ile getirilen suyun evden eve geçerek dağıtımını
yapacak bir sistemle oluşturulmuştur. Su dağıtım sistemi de evlerdeki hava sirkülasyonunu
sağlayacak şekilde yapılmıştır. Yazd kurulduğu yer itibarı ile taşın ve suyun olmadığı, yengeç
dönencesi içinde, alçalıcı hava hareketleri dolayısı ile oluşan çöl şartlarından dolayı yıl
boyunca sıcaklığın çok yüksek olduğu bir konumda bulunmaktadır. Dolayısı ile yerleşmenin
kuruluşu, şekillenmesi, yapı malzemesi, iç içe girmiş evlerin havalandırılması tamamen
coğrafi şartlarla ilgilidir. Yazd şehrinin maketini gösteren fotoğraftan da anlaşılacağı gibi
eski şehri hemen hemen ortadan ikiye ayıran bir cadde veya sokaktan başka görünürde
herhangi bir sokak yoktur (Foto 13). Ancak şehir içerisinde gezildiği zaman üzeri kapalı
sokaklar ile evler arasında bağlantı sağlandığı anlaşılmaktadır (Foto 14, 15, 16). Bu
şekillendirme iklimle ilgilidir ve şehirlerle iklim arasında çok yönlü ilişki bulunmaktadır
(Uğur ve Aliağaoğlu, 2015). Bugün Dünya Kültür mirasının en önemli eserlerinden olan tarihi
Yazd şehri UNESCO tarafından Dünya kültür mirası olarak korumaya alınmıştır. Bu şehrin
kuruluş yeri, kullanılan yapı malzemesi, cadde sokak sistemi, şehrin su ihtiyacının
karşılanması, çöl şartlarına sahip olmasından dolayı evlerin hem su drenajından hem
havalandırma sistemi ile havalandırılması tamamen coğrafi şartların sonucudur.
- 41-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Foto 15 . Tarihi Yazd Şehrinde Üstü Kapalı Sokaklar Foto 16. Tarihi Yazd Şehrinde Üstü Kapalı Sokak
Orta Asya’da yer alan Dünya kültür mirası bakımından çok önemli bir değere sahip olan
Taşkent, Buhara (Foto 17-18) ve Semerkand çok yönlü özellikleri ile kültürel miras ve coğrafi
şartları arasındaki ilişkiyi yansıtan şehirlerdir. Bu üç şehir bulundukları konum itibari ile
tarihi dönemde Dünyanın en önemli ticaret yolu olan “ipek yolu” üzerinde yer alıyordu.
Ticaretin ve özellikle de uluslararası ticaretin, devletlerin ekonomisinde ne denli önemli bir
gelir kaynağı olduğunu iyi kavrayan zamanın yöneticileri transit geçişlere, iç ve dış ticaret
faaliyetlerinin daha güvenli ve rahat bir şekilde gerçekleştirilebilmesine önem vermişler, bu
- 42-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Foto 17-18. Taşkent ve Buhara’da kubbesi mozaik kaplanmış tarihi binalara örnekler.
- 43-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
şehirlerin yerleşim düzenleri bazı yerlerde muhafaza edilmiş ve yanına Rusların geliştirdiği
planlar çerçevesinde eski şehre, radyal-konsantrik plan dâhilinde eklenmiş yeni kısımda yer
almaktadır. Böylece konsatrik ve radyal sistemlerden oluşan caddeleri temsil eden yerleşim
planı yerini, dama tahtası şeklinde biri birini dik açılarla kesen cadde sistemlerinden oluşan
yeni bir şehir düzeni ortaya çıkmıştır (Göney, 2017, Şekil 1). Şekil 1’de Semarkand’da tarihi
şehir dokusu ile Ruslar tarafından planlanan ve geliştiren şehir dokusu incelendiğinde
şehirleşme konusundaki kültürel farklılığın mekana yansıması bu açıkça görülmektedir.
Şehirlerin mekânsal bakımdan farklı organize edilmiş olmaları tarihsel süreçte farklı kültürel
değerlerinin etkisi altında şekillenmiş olmaları ile ilgilidir (Kubat ve Topçu, 2009).
Semerkand’da tarihi şehir ile Ruslar tarafından geliştirilen şehir dokusunun farklılığı farklı
kültürel değerlerle ilgilidir. Benzer durum Taşkent ve Buhara şehirleri için de söz konusudur.
Bu şehirlerde de geniş bulvar, cadde ve sokak sisteminin birbirini dik kesmesi Rus dönemi
şehirleşme politikalarını yansıtırken, nispeten dar sokaklardan oluşan sıkışık yapıyı yansıtan
sokak sistemi ise tarihi dönemi yansıtmaktadır.
SONUÇ
Günümüz dünyasında Kültürel Miras unsuru olan eserlerin önemli bir kısmı dikkate alındığında,
bunların yapımında kullanılan başta yapı malzemesi olmak üzere, birçok bakımdan bulundukları
bölgelerin coğrafi şartlarını yansıttıkları anlaşılmaktadır. İstanbul’daki tarihi yarımada veya sur içi
olarak adlandırılan bölgedeki mahallerde bulunan ahşap evler; bu evlerin yapıldığı dönemde mesken
yapımında kullanılan malzemenin İstanbul’un çevresindeki orman varlığı ile ilgilidir. Haliç çevresinde
Galata ve civarındaki sokakların darlığı ise, bu mahallelerin eğimli arazi üzerinde kurulması
dolayısıyla yüzey şekilleri ile ilgilidir. Orta Asya ve Ortadoğu’da yer yer iklimin şiddetli karasal
etkilere sahip olması ve bunun sonucunda gündüzleri çok yüksek sıcaklıklar görülmesi, zaman zaman
- 44-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
esen şiddetli rüzgâr veya sağanak yağmurların etkili olması, ticaretle uğraşan insanların dış etkilerden
korunarak faaliyetlerini sürdürebilmesi için kapalı çarşıların yapıldığı görülmektedir. Burada örnek
olarak üzerinde durulan İstanbul, Halep, Şam, Doha Kapalıçarşılarının hepsi coğrafi şartların
sonucunda zaman zaman meydana gelen olumsuz hava olaylarından esnafı korumak amacı ile
yapılmıştır. Dolaylısı ile günümüzde söz konusu şehirlerin en önemli kültürel miras unsuru olan bu
kapalı çarşılar coğrafi şartların sonucu olarak yapılmıştır. Çöl ortasında kurulmuş olan İran’ın tarihi
şehirlerinden olan Yazd şehri Dünya kültür mirası listesinde yer almaktadır ki, bu şehrin kurulduğu
yer, cadde sokak sistemi, binaların yapı malzemesi, su temini, havalandırma sistemlerinin tamamı
sahip olunan coğrafi şartlarla ilgilidir. Orta Asya’nın tarihi şehirleri ile bu şehirlerde yer alan kültür
mirası olarak kabul edilip korunan cami, medrese, türbe, han, kervansaray gibi unsurların yapımı veya
şekillendirilmesinde hem doğal hem de beşeri-kültürel faktörlerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Orta
Asya’daki tarihi şehirler Türk-İslam kültürünün izlerini taşımaktadır. Tarihi şehirlerde cadde sokak
sisteminin darlığı Türk kültürünü yansıtırken, birbirini dik kesen geniş bulvar, cadde ve sokaklar ile bu
bulvar, cadde ve sakaklar üzerinde yer alan geniş parklar, Ruslar tarafından şehrin geliştirilmesi
sürecinde takip edilen politikanın ürünüdür. Orta Asya’daki tarihi cami, minare, türbe, medrese, han
ve kervansaray gibi tuğla kullanılarak yapılmış eserlerin kubbesinin mozaikle kaplanmış olması da bu
bölgede görülen şiddetli karasal iklimle ilgilidir.
Sonuç olarak; günümüz Dünyasında Kültürel Miras unsuru olan eserlerin tamamı dikkate
alındığında, söz konusu kültürel miras unsurların büyük ölçüde oluşmasında ve şekillendirilmesinde
büyük ölçüde coğrafi şartların belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. Kültürel miras unsuru olan eserleri
şekillendiren coğrafi şartların bazen yüzey şekilleri ve yapı malzemesi, iklim gibi doğal şartlar
olurken, bazen de beşeri coğrafya şartlarının belirleyici olduğu anlaşılmaktadır.
KANAKÇA
Aliağaoğlu, A. (2003). Afyon’da Şehir Morfolojisinin İki Unsuru: Cadde-Sokak Sistemi Ve
Konutlar (Two Elements of Urban Morphology in Afyon: Street Layout and Houses), Coğrafi Bilimler
Dergisi, 2003, 1(2), 63-83
Aliağaoğlu, A & Uğur, A. (2016). Osmanlı Şehri. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Ağustos 2016, Sayı: 38, ss. 203-226 (SDU Faculty of Arts and Sciences Journal of Social
Sciences, August 2016, No: 38, pp. 203-226).
Göney, S. (2017). Şehir Coğrafyası, Beta, İstanbul.
Kubat, A. S. & Topçu, M. (2009). Antakya Ve Konya Tarihi Kent Dokularının Morfolojik
Açıdan Karşılaştırılması, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:6 Sayı:2 Yıl:2009
Kurdoğlu, H. (2017). Enerji Kaynaklarının Kullanımı İle Katar'daki Mekânsal Değişim
Arasındaki İlişki Ve Doha Örneği, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi /
Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü / Ortadoğu Coğrafyası ve Jeopolitiği Anabilim
Dalı.
Öksüz, M. (2005), “Kuruluşundan 19. Yüzyıla Kadar Trabzon Tarihine Kısa Bir Bakış (I)”
Karadeniz Araştırmaları Sayı 5. Bahar 2005, s. 11-25
Şahinalp, M. S. & Günal, V. (2012). Osmanlı Şehircilik Kültüründe Çarşı Sisteminin
Lokasyon Ve Çarşı İçi Kademelenme Yönünden Mekânsal Analizi (Spatial Analysis Of Bazaar
Systems: Their Location and Forms in the Ottoman Urbanism Culture). Millî Folklor, 2012, Yıl 24,
Sayı 93.
Uğur, A. & Aliağaoğlu, A. (2015). Şehir Coğrafyası, Nobel, Ankara.
Tanoğlu, A. (1966). Nüfus ve Yerleşme, İstanbul Üniversitesi Coğrafya enstitüsü Yayını,
İstanbul.
Uzuneminoğlu, H. (1992). Samsun: Bir Uygulamalı Şehir Coğrafyası. İstanbul Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Beşeri ve iktisadi Coğrafya Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi.
- 45-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Recep TUZCU*
ÖZET
Karahanlılar döneminde yaşayan Ebû Zeyd Debûsî (ö. 430/1039), fıkıh tarihinde önemli
şahsiyetlerden biri olup Mukayeseli İslam Hukukunun kurucusu kabul edilmektedir O, kendi
döneminde yaşanan tartışmaların içinde fiilen bulunmuş ve mezhepler arasında hem usul, hem de feri’
konularda karşılaştırmalar yapmıştır. Fıkhi külli kaideleri ilk olarak Te’sisü’n- Nazar adlı eseriyle
tespit etmiştir. Abbasi, Selçuklu, Endülüs’te İbn Arabî ve İbn Rüşd vasıtasıyla Avrupa hukuk sistemini
etkilemiş, Osmanlı’da yazılan mecelle ile etkileri devam etmektedir. Debûsî hadisleri yorumlamada;
Kur’an’ı, sabit sünneti, kıyasla elde edilen İslam’ın külli kaidelerini esas alarak istikrâ yöntemini
kullanmıştır. Hadisin söylendiği dönemin sosyal ve ekonomik şartlarını, bireysel ve toplumsal
maslahatları yani harici unsurları gözden uzak tutmamıştır. Fıkha ait hükmünde ihtilaf edilen
hadislerde yer alan kelimeleri, anlamlandırmada semantik ilminden yararlanmıştır. Bunlara ilaveten
hadis metninin anlamını etkileyen, vurud sebebi, ravinin fakihliği, mana ile rivayet edilmiş olması gibi
harici asıllara bakmıştır. Debûsî, hicri beşinci asrın ilk yarısında vefat etmiştir.
Anahtar Kelimeler-Ebû Zeyd Debûsî, Hadis, Yorum, İstikra, Semantik.
ABSTRACT
Abu Zayed Debûsî (d. 430/1039), who lived during the Karakhanids period as one of the most
important personalities in history of fiqh, is considered as the founder of comparative Islamic law. He
both actually took part in the discussions generated in his period and made comparisons between the
sects in both the procedural and practical problems. He was the first person to specify the kavaid-i
külliye (universal rules) of Islamic jurisprudence in his work “Tasisu’n-Nazar”. He influenced
European legal system by the virtue of Ibn Arabi and Ibn Ruşhd in Andalusia, and his influence has
been going on through Majalla written during the Ottoman period. Debusi used the method of istikra
(induction) based on Kuran, Sunnat and the universal rules of Islam obtained through kıyas. He kept in
view the external elements such as the social and economical conditions, individual and social benefits
of the period in which the hadith was said. He also applied to the semantics in explaining the words
used in the hadiths the jurisdictional provision of which is disputed. Furthermore, he examined the
external elements which influenced the meaning of the hadith such as the reason why the hadith was
said, the canonist quality of the narrator, and transmission of only the meaning of the hadith by the
narrator. Debûsî, died in the first half of the fifth century.
Key Words: Abu Zayd Debusi, Hadith, Interpretation, Induction, Semantics.
GİRİŞ
Ebû Zeyd Debûsî
Ebû Zeyd Abdullah (Ubeydullah) b. Ömer b. İsa ed-Debûsî (ö. 430/1039), Semerkant’ın
Debûsiye köyünde doğdu. Buhâra’da yaşamış, hilaf ilminin kurucusu kabul edilmiştir. Hayatı
hakkında fazla bilgi yoktur (İzmirli, 1912: 3-4). Meşhur Hanefî fakihi Ebû Ca‘fer b. Abdullah el-
Üsrûşenî’den ders alan Debûsî üstün zekâsı ve hukukî meseleleri tartışırken gösterdiği başarısı
sebebiyle Buhara ve Semerkant’ta yapılan ilmî münazaralarda darbımesel haline gelmiştir. Kadılık
görevinde bulunduğu için “Kadı Zeyd” lakabıyla da meşhur olan ed-Debûsî, Hanefîler’ce “el-
kudâtü’s-seb‘a” (yedi kadı) diye bilinen fakihler arasında yer alır. Altmış üç yaşlarında Buhara’da
* Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü Hadis Bilim Dalı, recep.tuzcu@selcuk.edu.tr
- 46-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
vefat etti. Kaynaklarda 430/1039 olarak bildirilen vefat tarihi bazısında 432/1041 olarak da
geçmektedir. (Akgündüz, 1994: 66-67)
Debûsî’nin Bilgi Teorisinde Akıl Ve Nakil Dengesi
Debusi’ye göre tartışılan şey, aklın vahiyden bağımsız olarak tek başına Allah’ı bilip
bilemeyeceği, eğer bilirse bu bilginin sorumluluk doğurup doğurmayacağı meseleleridir. O aklın
semiyat alanında yeni bilgi ortaya koyup koymayacağı ve bu bilginin doğuracağı sorumluluk
hakkındaki görüşleri dört grupta toplamaktadır. Bunlar:
a) Vahiy aklı teyit etmedikçe sadece aklın delâletiyle Allah bilinemez.
b) Akılla Allah bilinir fakat onunla istidlâl etmek gerekmez.
c) Akılla bilinir ve şer‘den önce istidlâlde bulunmak gereklidir.
d) Allah bizi akılla baş başa bırakmadığına göre bu tür tartışmaları gereksizdir.
Hükümleri belirlemede aklı sınırlandıran diğer bir durum ise hüküm verilecek konunun akıl
yoluyla anlaşılırlığıdır. Aklın anlayamadığı durumlarda yetki tamamen vahye aittir. (Debûsî, 2001:
449). Debûsî, aklın, din ve dünya hayatının her biri için zorunlu, yasak ve serbest olmak üzere üç
farklı biçimde hüküm verdiğini belirtmektedir. Can ve neslin korunması dünya hayatı için zorunlu
olan fiiller; yeme, içme gibi hayatı devam ettirecek fiillerdir. Dış tehlikelerden kendini koruyacak
fiiller. Neslin devamını sağlayacak fiiller; cinsel birleşme; neslin yaşamasını ve terbiyesini sağlayacak
fiillerdir. (Debûsî, 2001: 449). Dünya hayatı için aklen yasak olan fiiller; düşünmeden iş yapmak
(cehalet), bir işi bile bile olması gerektiğinden farklı yapmak (zulüm), boş işle meşgul olmak (abes),
zararlı işle meşgul olmaktır (sefihliktir). (Debûsî, 2001, 445).
Aklın dinî hayat için gerçekleştirilmesini zorunlu gördüğü fiiller; insanın kendi kulluğunu idrak
etmesi, ulûhiyeti idrak etmesi, dünyaya imtihan için geldiğini ve hayatından dolayı sorguya
çekileceğini idrak etmesi, dünyanın ve dünyada var olan şeylerin fayda içerdiğini idrak etmesidir.
Debûsî (2001: 451). Aklın dinî hayat için yasakladığı fiiller; şirk, dünyanın sadece açlık ve şehvet gibi
içgüdüleri tatmin için yaratıldığına inanmak, Allah’ı ve ahrette dirilişi inkâr etmek. Debûsî (2001:
456).
Debûsî’ye göre aklın dinî hayat için öngördüğü, değişmesini ve kesinleşmesini mümkün
gördüğü fiiller; bu tamamen vahyin düzenlediği alandır. Akıl bu alanda sadece bir takım öngörülerde
bulunabilir. Bunlar bazen isabetli olup vahiy tarafından kesinleştirilir, bazen de değiştirilir. Meselâ;
akıl duanın sessizce yapılması gerektiğini belirtmektedir. Bu hüküm, vahiy tarafından da
kesinleştirilmiştir. (Debûsî, 2001: 453).
Debûsî aklın verdiği bütün hükümleri uhrevî sorumlulukla ilişkilendirirken, sonucu konusunda
temkinli davranmaktadır. O, aklın fiillerin hükümlerini idrak etmesinin, marifetullah konusu müstesna,
diğer fiiller için eda vücubiyet doğurmayacağını kabul etmektedir. Aynı şekilde dünyevî fiillerde
maslahatın gözetildiği gerekçesi ile vahiy olmasa dahi aklın bu fiillerin mubahlığını idrak edeceğini
ifade eder. O, ibadet alanını ilgilendiren tafsilî durumlarda akla düşenin suskun kalmak olduğunu
belirtmekte ve akla sınırlama getirmektedir. Ona göre Kendi varlık amacını kavramayla başlayan idrak
süreci, halka halka genişleyerek uhrevî amaçları gözetmeye kadar ulaşacaktır. Bu sebeple Hz.
Peygamber’in “kendini bilen rabbini bilir” hadisinin buna delâlet ettiğini ifade eder. (Debûsî, 2001:
452). Debûsî, aklın insanın ölümüne kadar emir ve nehiylere uymakla imtihan olunduğu sonucuna
yaratılış amacını sorgulayarak ulaşacağını düşünmektedir. Debûsî’ye göre ahireti inkâr etmek Allah’a
bütün bu şeyleri boş yere yaratmayı isnat etmek anlamına gelmektedir. Bu ise, Allah’ın fiillerini boş
ve sefeh olarak nitelemektir. Allah için böyle bir şey düşünmek akla göre yasaktır (haramdır). (Debûsî,
2001: 258).
Debûsi’ye göre Allah’ın vahyi insanlığa kıyamete kadar rehber olması için gönderdiğinde bütün
âlimler hemfikirdir. Ancak vahyin sınırlı bir bölgenin ve yine belli bir zaman dilimine ait dil
kalıplarını kullanması onun evrensel mesaj olma özelliğini sorunlu kılmaktadır. Bu fiziksel sınırlılığın
- 47-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
yanı sıra içerdiği bilgi bakımından da sınırlı olması da onun aynı zamanda insanın bütün hayat için
rehber olduğu özelliğini de sorunlu kılmaktadır. Bu durumda ya vahyin, hayatın her alanı ve bütün
zamanlar için rehber olduğu, söyleminden vaz geçilmeli ya da evrensel bilgi vasıtalarından biri olan
aklın vahye müdahalesi kabul edilmelidir. Dini anlama ve yorumlamada aklın yeterliliği hakkında
âlimler tartışmamaktadır. Kur’an ve Sünnetin kaynaklığının temellendirilmesi ancak nazar ve istidlâl
yoluyla anlaşılabilir. (Debûsî, 2001: 391). Nübüvvetin ispatında olduğu gibi onun getirdiği vahyî
bilginin de hükümleri ancak aklın delâletiyle idrak edilmektedir. (Debûsî, 2001: 442).
Debûsî, “aklın kesin mubah gördüğü fiiller konusunda dinin aksi bir hükümle gelmeyeceğini”
ifade etmektedir. (Debûsî, 2001: 258). Aklın mubah olmasını caiz gördüğü fiiller ise, zamana ve
şartlara göre kulların maslahatlarını dikkate alarak vahyin hükümlerini yeniden düzenlediği fiillerdir.
Bu tür fiiller, haram olmaları konusunda aklî ya da şer‘î bir delil bulunması durumunda haram
hükmünü almaları mümkündür. Debûsî, hükümlerde asıl olanın kulun maslahatı olduğu görüşünü şu
şekilde temellendirmektedir: Kulların iyiliği sadece hakkında kesin delillerin bulunmadığı fiillerin
mubah kılınmasıyla değil, yasak (haram) hükmüyle de gözetildiğini belirtmektedir. Bu görüşünü teyit
eden şu örnekleri vermektedir: Zina fiili neslin terbiyesine mani olduğundan, içki aklı giderdiğinden,
kumar insanlar arasında kin ve nefreti yaydığından, domuz yenilmesi ondaki pisliğin insanlara
geçmesinden dolayı haram kılınmıştır. Bu fiillerdeki güzellik ve iyilik onların yasaklanmasındadır.
Ancak iyilik bunların yapılmasında olursa, o durumda bunların yapılması mubah olacaktır. Meselâ;
birisi ölüm tehdidiyle murdar eti yemeye zorlansa ve bu kişi onu yemediğinden dolayı öldürülse günah
işlemiş olacaktır. Çünkü burada iyilik o şeyi yemektedir. Bundan ötürü zaruret durumunda yasaklık
kalkmaktadır (Debûsî, 2001: 259). Namazdan önce temizlik şartı da yine vahiyle gelen bir emirdir. Bu
iki durumda semiyat aklın öngördüğü fiili kaldırmış ve yenisini getirmiştir. Dua konusunda ise durum
şöyledir: Akla göre asıl olan izin verilmedikçe ellerin kaldırılmaması ve sesin yükseltilmemesidir.
Vahiy bu konuda aklın öngördüğünü kesinleştirmiştir. (Debûsî 2001: 259).
Debûsî, aklın umumî ifadeleri tahsis etmesi konusunda aklın delâletinin kıyas ve haber-i vahid
gibi umumi ifadeleri tahsis edebileceğini kabul etmekte fakat tahsis konusundaki sınırlara
değinmemektedir (Debûsî 2001: 107). Netice olarak akıl dinî alanda nasları yorumlamada kıyas ve
içtihat yolunu takip etmektedir. Debûsî’nin Tesisün-Nazar adlı eserinde naslardan istinbat yoluyla
çıkardığı kavaidi külliyeler anayasa niteliğinde olup, döneminde ve daha sonraki dönemde
kanunlaştırmalarda Osmanlı döneminde hazırlanan Mecelle bunun tesiri ilk yüz madde de açıkça
görülmektedir. Buna aşağıdaki örnekleri verebiliriz:
Mecelle 4. Madde- Yakin, şek ile zevâl bulmaz.
Mecelle 54. Madde: Kasten sahip olmayanın, hükmen sahip olması caizdir.
Mecelle 63: Madde: Parçalanmayan bir şeyin bazısını tespit, bütünün varlığına delildir.
Mecelle 1454 Madde: Sonunda verilen icazet, işin başlangıcında verilen izin gibidir. Şam
Müftüsü Şeyh Hamza (ö. 1304/1886) Mecellenin bu maddelerinin Debûsî’nin eserinden alıntı
olduğunu nakletmektedir (İzmirli, 1912: 189-190; Özen, 1988, -48-49).
İbnü’l-Arabî Ebû-Bekr Muhammed b. Abdillah (ö. 543/1148), uzun yolculuklar yaparak,
Bağdat’ta okuduğu Debûsî’nin eserlerini Endülüs’e taşımıştır. Debûsî’nin külli kaidelere ait
görüşlerini, İbn Rüşd (ö. 595/1199) ve İbn Nüceym (ö. 970/1563); vasıtasıyla batı hukukuna da
etmiştir.
Debûsî’nin içtihat farklılıkları ve dayandıkları usul hakkında tartışmaların çok yüksek sesle
yapıldığı hicri IV.-V. asırda yaşamış olması, ilmi şahsiyetini, sünnet anlayışını ve hadis yorumunu
belirleyen en önemli unsurlardır. Debûsî, İslam âleminde yaşanan bu zihni durgunluğun hadis
metinlerine bağlı lâfzî yorumu ve lafzî kıyası esas alan bakış açılarından kaynaklandığı kanaatindedir.
Bu sebeple Şafiî’nin yöntemini ve bu yöntemle ulaştığı bazı görüşlerini eleştirmektedir.
Debûsî, vahyi ve Hz. Peygamber’in haberini dini sorumluluğun temel şartı görmekte ve şu
şekilde temellendirmektedir: “Abdullah b. Mesud (r.a.) “Akli delil zatı itibarı ile dini delilden önce -
- 48-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
insanda- olsa da dini delili bir derece daha üstün olmasıyla öne aldım. Dini delil gün ışığı gibi akli
delil ateşin ışığı mesabesindedir. Kalp ise göz mesabesinde olup nice göz lamba ışığında görmez.
Güçlü ışık ortaya çıktığında görür hale gelir. Onun anlayışı açık olana değil hafi olanadır” dedi.
Allah’ın kitabı, Hz. Peygamber’den duyulan ve icma ile tevatür olarak gelmiş haberi zorunlu ilim
gerektirir. (Debûsî, 2001: 19). Debûsîye göre her söz, haber vermek, bilgi almak, bir kişiye yapması
gerekeni veya bir kişiye yapmaması gerekeni beyan için söylenir. Bir kişinin görüşünün tercih
edilebilmesi için, şer’i asılları (Kur’an ve sünneti) bilmesi ve sahih kıyas (illet birliği olan konularda
Kur’an ve sünnette kesin nassa dayalı içtihat) yapabilme gücüne sahip olması gerekir. (Debûsî, 2001:
257).
Debûsî’nin te’vil ettiği hadislere baktığımızda; hadisleri, kat’î naslara, dil kaidelerine ve
döneminde kabul edilen tecrübî bilimin verilerine ve külli kaidelere uygun yorumladığını görürüz.
Debûsî’ye göre sünnetin kaynağı, bir beşer olan Hz. Peygamber’dir. Bunun açık göstergesi sünnetin
vahiyle düzeltilmiş olmasıdır. Ona göre, Hz. Peygamber her insan gibi bazen reyiyle verdiği kararlarda
zaman zaman da yanılmıştır. Bunun en barizi örneği olarak zihar konusunda verdiği hükmün
değiştirilmiş olmasını verir. Debûsî’nin hadisleri yorumunda şer’i asıllardan istidlal yöntemi ile elde
ettiği külli kaideleri kullanarak müçtehit sahabe ve Hanefi geleneğini esas aldığı görülmektedir.
Debûsî’ye göre vahiy öncesinde ulûhiyet konusu da dâhil akıl tek başına insanı sorumlu kılmaz.
Debûsî’nin akıl ile vahiy arasında kurduğu denge genel olarak klasikleşme sürecinde Hanefî usulünde
akıl-vahiy dengesi bağlamında yaşanan değişimi ortaya koymaktadır. Debûsî, muhaliflerinin delil
aldığı haberin te’vil edilebilir olması durumunda bunu; “te’vîlu ahbârihim, te’vîlu hadîs, te’vîlu
haber” ifadeleriyle yorumlar yapmaktadır. (Debûsî, 1997: I,130, 133,142; II, 493; III, 751, 782, 785,
822, 936, 1013; IV, 1019, 1175, 1181, 1214, 1285, 1218; V, 1295).
- 49-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İmam Ebû Yûsuf ve Şâfiî’ye göre bu kişiye bir şey gerekmez. Bu iki imam kıyası esas alarak sahabe
sözünü terk etmiştir. (Debûsî, 2002: 200-202).
2. Debûsî’ye göre Mecelle 4. ve ”Şek ile yakîn zâil olmaz” ve Te’sissü’n-nazar 4. Maddesi
Allah’ın “ فاقرءوا ما تيسر منهKur’an’dan kolayınıza gelen kadar okuyun” ayetin umum ifade etmektedir.
Bu sebeple Hz. Peygamber’in: “ ال صالة إال بفاتحة الكتابNamaz ancak kitabın fatihası ile olur” hadisi ile
tahsis edilmez. Haber-i vahid olması sebebi ile ayet amm, haber has olsa da ayet esas alınır. Bu
âlimlerimizin de zahiri görüşüdür. (Debûsî, 2001: 96). Bu sebeple hadisin hükmü bağlayıcılık
açısından farz değil vacip olarak yorumlanır.
3. Mecelle 42. ve Te’sissü’n-nazar’ın 3, 38. Maddesi: “İtibar galibi şayiadır, nadire değildir”
göre Hanefiler göre meşhur ve mütevatir sünnet ve haber garib habere öncelenir. Bu sebeple Hanefiler
her yıl kurban kesmek ve vitr namazı meşhûr haberle Kur’an’a ziyade etmektedirler. Kadınların ziynet
eşyasından zekât vermeleri gerektiğini, ölen hayvanın derisinden istifade edilebileceğini ve ölülerin
yüzünün kapanmasını emreden haberleri meşhûr kabul etmekte ve hükümlerine uymak gerektiğine
hüküm vermişlerdir. Hanefiler bu meşhur mütevatir tearuz eden rivayetleri delil almamaktadırlar.
(Tuzcu, 2014: 79).
B.NASSA UYGUNLUK
Debûsî, Hanefileri genel prensibi “haber-i vahid usule (ana kaynaklar= Kur’an ve Sünnet) aykırı
olduğu zaman reddilir. Örnek olarak haber-i vahidde “tenasül uzvuna dokunanın, namaz abdesti
alması gerektiği” (Sanânî, 1403: I, 217) hükmü naslarda olmamasıyla reddetmektedir. (Debûsî, 2001:
251). Çünkü bu haber usule aykırı hüküm taşımaktadır. Zira uzuvlardan birine dokunmakla abdestin
bozulacağına dair bir nas yoktur. Aynı şekilde, “musarrât (sütü memesinde bekletilmiş) koyunun satışı
meselesinde bir sâ hurma verileceği” (Buhârî, 1987: III, 71) yolundaki ahad haberi bizzat diğer habere
aykırı düştüğü için Hanefilerce rivayet reddedilmiştir. Çünkü usulde feshedilip de taraflardan birinin
sermayeyi ve onun kat kat fazlasını alabileceği bir akit yoktur. Böyle bir şey buna götürür. Zira bir
kimse yarım sa’ hurma karşılığı bir koyun satın alsa ve onu musarrat olarak bulsa bu duruda şayet
koyunu bir sa’ ile geri verse -ki sa’ın kıymeti koyunun kıymetinden katkat fazladır- bunun naslarda bir
benzeri yoktur.
Debûsî Kur’an ve sünnet gibi bir asla dayanmayan umum belvâ olan uygulamaya aykırı haber-i
vahitleri delil olamayacağın ifade etmiştir. Bu anlamda Hanefilerin hadisleri terk ederek reyle amel
ettiklerine dair eleştiriler yöneltilmiştir. Bu durumu İmam Malik’e Medinelerin amelini esas alarak
haberi delil almadığı eleştirisi yapılmıştır.
- 50-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Debûsîye göre insanın dini sorumluluğu akılla değil vahiyle ile başlamaktadır. Hz.
Peygamber’in inanç ve ibadet alanında koyduğu prensipler genel olarak geçerliliğini sürdürmekle
birlikte nassın vasfı veya vasıfları değiştiği için sosyal hayatta dair bazı prensipler ve hükümlerin de
değişebileceği kanaatini izhar etmiştir. Bu sebeple bu alanlarda dini naslara dayanan içtihadı gerekli
görmüştür. Aklı, vahyi temellendirmede ve nassın illet ve vasfına bağlı kalarak güncel yorumunda
yorumlarında yetkili kılmaktadır.
Debûsî, rey ehlinin aklî illete dayanan istidlal usûlünden ayrılarak bunun yerine ehli hadisin
eleştirilerini de bertaraf edecek olan şer‘î illette ve vasfına uygun kıyas yöntemini yönelerek
döneminde Hanefilere yöneltilecek eleştirileri asgariye indirme çabasındadır. Debûsî hadisleri delil
almadığı konularda rey ekolüne ait olmakla kısmen eleştirilse de daima kendisinde hâkim olan çizgi
Ebû Hanife ve öğrencilerinin muhteva değerlendirmesi olan anlayışını döneminde temsil etmiştir.
Debûsî’nin haberi yorumunda, sadece metin olarak değil, selef âlimlerinin kullandığı istikra
yöntemiyle, metin dışı unsurları göz önünde bulundurarak, mantıklı bir yorum getirdiği görülmektedir.
Hadisleri lafzi yorum yerine dini naslardaki nasların maksadına uygun insana değer veren maslahatı
esas alan hikmetleri ifade eden yorumlar yapmıştır. Bazı hadislerden dini hükümde asıl kabul edilen
külli kaideleri elde etmiştir. Bazı hadisleri de dinin asıllarına aykırı bulduğu için reddetmiş veya
yorumlamıştır. Kur’an ve Sünnet’te bir aslı olmadığı gerekçesiyle haberi vahitleri rivayetleri Hz.
Peygamber’e isnadını reddetmiştir. Bazı konularda da İmam Malik ve Şafiî’yi sahih kıyası delil alarak
haberi terk ettikleri için eleştirmiştir. Sahabenin ihtilaf etmediği söz ve fiili sahih kıyasa aykırı da olsa
Hz. Peygamber’e ait olacağı gerekçesiyle delil almıştır.
Sonuç olarak Debûsî habere hüküm istinbat edilecek şer’i bir nas olarak bakmış, vasfı itibarı ile
devam edenleri dinin asıllarına ve akla aykırı olmadıkları durumda delil almış veya dinin asıllarına ve
akla uygun yorumlar getirmiştir. İslam’ın naslarının güncel yorumunda onun kullandığı istikrâ
yöntemi dinin doğru anlamakta hala geçerli önemli bir yöntem olduğunu ifade edebiliriz.
KAYNAKÇA
Akgündüz, A, (1994), Debûsî Ebû Zeyd Abdullah (Ubeydullah) b. Muhammed b. Ömer b. Îsâ.
Diyanet İslam Ansiklopedisi. İstanbul. (c. 9, ss. 66-67).
Buhârî, M. (1987), Sahihu’l-Buhârî, Thk. Mustafa Dîb el-Buga, 3. Baskı Beyrut.
- 51-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 52-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yahya FİDAN*
Canan YILDIRAN**
ÖZET
Toplumlarda kültürün oluşumu uzun süreçlere dayanmaktadır. Bu oluşum süreci içinde
bulunulan dönemlerden, kişilerden etkilenerek gelişen ve böylece dinamik bir hal alan değerler
topluluğudur. Kültür zamanla gelişerek değişime uğrasa da odak noktaların bulunduğu görülmektedir.
Kültürün rengini hayatımızın her alanında istisnasız olarak hissetmekteyiz. Bu anlamda kültür nefes
gibidir. Bunun yanı sıra; teknolojinin hızlı değişimi ve küreselleşme, toplumların kültürünü ve
algılanışını değişime uğratmaktadır. Bu değişimle birlikte birçok kavramın güncellenmesi zorunluluk
haline gelmektedir. Bu kavramlardan biri de girişimciliktir. İçinde bulunduğumuz dönemden ve
etkilerinden kaynaklı her alanda önceliğin insan olduğu ve her işleyişte ve sistemde insan merkezli
olunmasının gerekliliği görülmektedir. Bu nedenle girişimciliğin insan merkezli bir kültür olarak
incelenmesinin önemi açıktır. Bu çalışmada toplum önderlerimizin, değerlerimizin kültüre verdikleri
önemi vurgulamak, kültürlerin oluşumunda ve yayılmasındaki etkilerini görmek ve aslında
kültürlerimizin değerlerini ve önemini fark etmek oluşturmaktadır. Toplum önderlerimizden biri olan
ve merkezine insanı alan ünlü düşünür Mevlâna’nın eseri Mesnevi’de dile getirmiş olduğu beyitler
analiz edilmiştir. Yapılan analizler ve anket uygulaması sonucunda Mevlâna’nın öğretilerinde
girişimciliğe, girişimcilik kültürüne ve değerlere önem verdiği, bu önemin onu dikkate alan hemen her
kesimde etkiler oluşturduğu gibi girişimciler üzerinde de önemli bir etki oluşturduğu görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Kültür, Girişimcilik.
ABSTRACT
In society, the formation of the culture is based on a long processes. This formation process is a
collection of values that develops by being influenced by people from the existing periods and thus
becomes dynamic. But, it is seen that there are foundation stones exist even if the culture develops and
changes over time. We feel the color of culture in every area of our lives, without exception. In this
sense, culture is like breathing. And also; rapid change of technology and globalization is changing the
cultures and perceptions of societies. It is observed that many of the concepts need to be updated with
this change as it is a kind of neccessity. One of these concepts is entrepreneurship. It is seen that every
field priority that comes from the current period and its effects is human, and that it is necessary to be
human-centered in every function and system. For this reason, it is obvious that entrepreneurship
should be studied as a human-centered culture. In this study, our community leaders see our values
emphasizing the importance they attach to the cultural, seeing the effects on the formation and spread
of cultures, and in fact this constitutes to realize the value and importance of our cultures. One of our
community leaders and the famous thinker Mevlâna, who received people at the center, that have been
analyzed in his couplets Mesnevi. As a result of the analysis and questionnaire applied, it is seen that
Mevlâna places importance on entrepreneurship, entrepreneurship culture and values in the teachings
1 Bu çalışma 3-5 Mayıs 2018 tarihinde, İstanbul Ticaret Üniversitesi, YAPKO Biriminin desteğiyle II. Uluslararası Kültürel Miras ve Turizm
Kongresi’nde Sözlü Bildiri şeklinde sunulmuş tebliğin geliştirilmiş halidir.
* Prof. Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi, İşletme Fakültesi, yfidan@ticaret.edu.tr
** Arş. Gör. Dr., Karabük Üniversitesi, İşletme Fakültesi, cananyildiran@karabuk.edu.tr
- 53-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
of Mevlâna, and this effect has an important effect on the entrepreneurs as well as the effects on
almost every sector considering it.
Key Words: Mevlâna, Culture, Entrepreneurship.
GİRİŞ
Mevlâna Celâleddin Rumî Türk İslam dünyasının evrensel1 olmuş isimlerinden biridir (Ergül,
2015: 239). Tüm insanlık alemi Mevlâna’yı tanımakta, fikirlerinden ve düşüncelerinden
etkilenmektedir. Mevlâna’nın evrensel olmasının nedenlerinin biri insana vermiş olduğu değerdir.
Mevlâna Hazretleri Allah’ı (c.c.) merkezine alarak, sevginin birleştirici gücü üzerinde durmuştur.
İnsana bakışı sadece tasavvufî, dinî ya da ahlaki açılardan olmamıştır. Bu durum ise eserleri geniş bir
perspektif ile incelendiğinde fark edilmektedir. Mevlâna değişimin önemine, zamanın yönetimine,
girişimciliğe ve kişisel gelişim gibi birçok konu hakkında düşüncelerini asırlar önce dile getirmiştir.
Dile getirilen düşünceleri değerli kılan ise günümüzdeki insanlara hitap ediyor olmasıdır (Yeniterzi,
2007: 14). Hangi meslekten olursa olsun her insan Mevlâna’nın eserlerinde kendine özgü bir şeyler
bulabilmektedir.
Mevlâna ile ilgili çalışmalar yapan araştırmacıların, hemfikir oldukları konu ise; hangi bilim
dalıyla ilgilenilirse ilgilenilsin, Mevlâna’nın eserleri önyargısız ve duru bir düşünceyle okundukları
zaman kendi alanlarıyla ilgili mutlaka belirli düşüncelere sahip olunacağı şeklinde olmuştur (Esen,
2007: 13). Mevlâna birçok alanda fikirlerini beyan etmesine rağmen en çok üzerinde durduğu konu
insan olmuştur. Mevlâna insan merkezli olmuş ve insanların hayat amaçlarını düşünerek yaşamaları
gerektiğini vurgulamıştır. Para, mevki ve yemek için yaşamını harcıyorsan, hayvanlardan farkın
olmayacaktır, demiştir (Şimşekler, 2010: 24). Tarihsel açıdan baktığımızda, toplumlar üzerinde derin
etkiler bırakan hemen her düşünce önderinin, insanı merkezine aldığını görmekteyiz.
Mevlâna insanların çalışmasının önemini birçok beyitlerinde vurgulamıştır:
5. Cilt 2387 numaralı beytinde, “Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yoktur; istemeden almak,
vermek Allah’ın adeti değildir!” Bu beyitte Peygamber Efendimizin şu hadisine işaret edilmiştir:
“Rızıkların kapıları kilitlenmiştir; çalışmak, uğraşmak o kapıların anahtarlarıdır.” “İstemeden ekmek,
vermek Allah’ın adeti değildir.” Mısra’nın manası da, yalnız dua etmek, istemek, yalvarmak değildir;
buradaki istemek, uğraşmak, didinmek, ter dökmek anlamına gelmektedir. Necm Suresi’nin şu
mealdeki 39. ayetini unutmamalıyız: “Hakikaten insan için çalıştığından başka bir şey yoktur!”
Bu bilgiler ışığında, girişimciliğin, hayatı sürdürmek için gerekli olan rızkın aranmasının yolu
olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca Mevlâna’da araştırma konumuzun önemini de görmekteyiz:
6. Cilt 2616 numaralı beytinde, “Cenab-ı Hakk; “Dünyayı gezip araştırın, bahtınızı deneyin,
rızkınızı da arayın.” demiştir.
Mevlâna’nın eserlerinde insanları çalışmaya, üretmeye, yenilik yapmaya, düşünmeye, eyleme
geçmeye teşvik ettiği görülmektedir. Girişimciliğin ise kültürle ilişkili olduğu düşünüldüğünde,
Mevlâna kendi döneminde bunu fark edip insanları motive etmeye çalışmıştır. Üstelik girişimcinin,
yöneticinin, iş verenlerin özellikle davranışlarına dikkat etmelerini, örnek insanlar olmalarını ve
adalet-hak duygusu içerisinde işlerini yürütmeleri gerektiğini belirtmiştir.
Girişimcilik kavramı, ekonomik açıdan ele alınmasının yanı sıra sosyal ve kültürel açıdan da
incelenmesi gerekmektedir. Toplumların sosyal yapılarından ve kültürlerinden kaynaklı girişimcilik
olgusuna yaklaşımları ve destekleri değişmektedir. Kültürleri oluşturan unsurlar tarafından
desteklenen girişimcilik adı altında o ülkenin ekonomisi, sosyal gelişimi destekleniyor olmaktadır.
1 Fikirlerin dünyaca kabul görmesi demektir. Belli bir topluma hitap etmeyen ve zamanla kaybolmayan her zaman güncel kalan demektir.
Nuri Şimşekler, Mevlâna’yı Anlayabilmek (Konya: Rûmî Yayınlar, 2010), ss. 28.
- 54-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hem kişi hem de toplum üzerinde en etkin unsur kültür olduğuna göre, toplumdaki bireylerin
ortak özellikleri olup, kişiden kişiye aktarılarak öğrenilirken, ayrıca bu davranış kalıpları toplumları
birbirinden ayırmaktadır (Aytaç ve İlhan, 2007: 107, Güney ve Çetin, 2009: 191). Kültür, bireylerin
tutum ve davranış kalıplarını şekillendirdiğinden, girişimciye ait güdülerde kültür ortamında ortaya
çıkmaktadır. Coşkulu olma, risk alabilme, başarıya karşı tutum, cesur olma, tasarruf yapabilme bilinci
gibi girişimci özellikleri kültür tarafından bireye verilir. Değişen kültürler ve verilen değerler
sonucunda ya girişimsel davranışlar sergilenir ya da sergilenmez (Aytaç ve İlhan, 2007: 107). Hemen
her toplum, bireylerini daha girişimci yapmak için yöntemler geliştirir, teşvikler verir, esin kaynağı
olur. Bir toplumu bir başka toplumla karşılaştırırken de büyük çoğunlukla “çok girişimci bir toplum”
ya da “maalesef girişimcilik coşkusunu yitirmiş bir toplum” deriz.
1 Şefik Can, Mevlâna: Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi (İstanbul: Ötüken Yayınları, 2014).
2 Sayısallaştırılmak istenen bir olayla ilgili geliştirilmiş herhangi bir ölçme aracı bulunmuyorsa, eksikliği gidermek amacıyla özgün bir
ölçek geliştirme çalışması yapılabilir. Kazım Özdamar, Eğitim, Sağlık ve Davranış Bilimlerinde Ölçek ve Test Geliştirme Yapısal Eşitlik
Modellemesi (Eskişehir: Nisan Kitabevi, 2016), ss. 45.
- 55-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
uygulamanın gerçekleştirilmiş olması, zaman kısıtı, girişimcilerin yoğun olmaları ve anket formlarının
çoğunun yüz yüze uygulanmasının oluşturduğu söylenebilir.
Geniş kapsamlı bir doktora çalışması1 için yapmış olduğumuz araştırmanın özelde girişimcilik
kültürüne yönelik olanları seçilerek bu çalışma gerçekleştirilmiştir.
Tablo 4: Üye Olunan ve Aktif Destek Verilen Sivil Toplum Kuruluşların Sayısı Değişkenine
Göre Dağılım
1 Canan YILDIRAN, Konya İlindeki İşletmelerde Mevlâna’nın Yönetime Özgü Fikirlerinin Etkileri Üzerine Bir Araştırma, Danışman Prof.
Dr. Yahya FİDAN, Karabük Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Karabük, 2017.
- 56-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 57-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Tablo 8: Devam
Sor İfadeler Görev/Unvan N 1 (1-2) 2 3 (4-5)
u Olumlu (2) Olumsuz
No. (%) Nötr (%)
- 58-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
(%)
8 İşletmenin birinci önceliği kârdır ve Yönetici Değilim 45 60,0 20,0 20,0
bunu artırmak için ne gerekiyorsa Şef 33 66,7 12,1 21,2
yapılabilir. Md. Yrd. 51 68,6 7,8 23,6
Md. 78 62,8 6,4 30,8
Gnl. Md. 12 41,7 16,6 41,7
İşletme Sahibi 25 33,3 14,0 52,7
8
9 Gemisini yürüten kaptan misali, Yönetici Değilim 45 60,0 22,2 17,8
amaçların gerçekleştirilmesi için her Şef 33 66,7 18,1 15,2
yol denenmelidir. Md. Yrd. 51 84,3 13,7 2,0
Md. 78 64,1 19,2 16,7
Gnl. Md. 12 50,0 25,0 25,0
İşletme Sahibi 25 41,5 11,2 47,3
8
10 Yöneticiler, konuya ne kadar hâkim Yönetici Değilim 45 95,6 4,4 0,0
olurlarsa olsunlar, etrafındaki Şef 33 97,0 3,0 0,0
kişilerle istişare ederek davranmaları Md. Yrd. 51 100,0 0,0 0,0
gerekir. Md. 78 97,4 1,3 1,3
Gnl. Md. 12 83,4 8,3 8,3
İşletme Sahibi 25 96,1 2,7 1,2
8
11 Yenişim (inovasyon), gerek Yönetici Değilim 45 80,0 15,6 4,4
bireylerde gerekse işletmede her Şef 33 97,0 3,0 0,0
zaman gündemde olması gereken bir Md. Yrd. 51 92,2 7,8 0,0
kavramdır. Md. 78 92,3 7,7 0,0
Gnl. Md. 12 100,0 0,0 0,0
İşletme Sahibi 25 89,5 9,7 0,8
8
12 Asgari nitelikleri taşımayan bir ürün Yönetici Değilim 45 80,0 8,9 11,1
ve hizmet ne alıcısına ne de üretene Şef 33 81,8 12,1 6,1
yarar sağlamaz. Md. Yrd. 51 72,5 25,5 2,0
Md. 78 87,2 7,7 5,1
Gnl. Md. 12 75,0 25,0 0,0
İşletme Sahibi 25 91,9 7,0 1,1
8
Tablo 8’den de görüleceği üzere, “İyi iş adamı ve yönetici, karar vermeden önce sabırla her
türlü inceleme, araştırmayı yapar. (1)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda
%97,6’sı katılıyorum, %1,1’i kararsızım ve %1,3’ü katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu
oranlara göre deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine %97,6 ile katıldıkları görülmektedir.
“Kriz ve işlerin durgunlaştığı zamanlarda yeni pazarlar aramak gerekir. (2)” bu yargımızla
ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %70,0’ı katılıyorum, %17,4’ü kararsızım ve %12,6’sı
katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine
%70,0 ile katıldıkları görülmektedir.
“Plansız, programsız, fizibiliteye dayanmayan, herkesin yaptığını yapmaya çalışan bir işletme,
kaynaklarını boşa harcar, başarılı olamaz. (3)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin
toplamda %70,0’ı katılıyorum, %17,4’ü kararsızım ve %12,6’sı katılmıyorum seçeneğinde
- 59-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
“Yenilik yapmak için, insanların neye ihtiyaçlarının olduğunu, neyin yokluğunu çektiklerini
düşünmekle sürece başlanmalıdır. (4)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda
%95,0’ı katılıyorum ve %5,0’ı kararsızım seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre
deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine %95,0 ile katıldıkları görülmektedir.
“İnsanın en önemli sermayesi zamandır, ömrüdür. (5)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı
deneklerimizin toplamda %96,0’ı katılıyorum, %2,0’ı kararsızım ve %2,0’ı katılmıyorum seçeneğinde
toplanmışlardır. Bu oranlara göre deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine %96,0 ile katıldıkları
görülmektedir.
“İşletmenin geliştirdiği bir stratejinin sonucu olarak hedeflere ulaşılması ve kar elde etmesiyle
rakiplerin uyguladıkları yöntemleri taklit ederek kar etmesi arasında fark vardır. (7)” bu yargımızla
ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %86,0’ı katılıyorum, %10,0’ı kararsızım ve %4,0’ı
katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine
%86,0 ile katıldıkları görülmektedir.
“İşletmenin birinci önceliği kârdır ve bunu artırmak için ne gerekiyorsa yapılabilir. (8)” bu
yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %55,0’ı katılıyorum, %13,0’ı kararsızım ve
%32,0’ı katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bize göre bu yargıya katılmıyorum oranının daha
yüksek olması beklenirdi. Çünkü, işletmenin birinci önceliğinin kâr olarak görülmesi ve bunun için
gerekenin yapılması makyavelist bir düşüncedir. Niccola Makyavelli “amaçları gerçekleştirmek için
her yol mubahtır” diyerek, bu uğurda yapılacak her şeyi meşru görmüştür. Bizim kültürümüze göre bu
doğru değildir, amaçlara ulaşmak için her yol mubah değildir. İşletmenin birinci önceliği topluma,
insanlığa hizmet olmalıdır. Mevlâna’da tüm hayatı boyunca insanı, toplumu ele almış, onun refah ve
mutluluğuna yönelik gayret göstermiştir. Sonuç olarak bu yargı için katılmıyorum oranının %32,0
değil, çok yüksek olması beklenirdi ki, bu oran yüksekliği Mevlâna’nın öğretilerinin dikkate
alındığının bir göstergesi olurdu.
“Gemisini yürüten kaptan misali, amaçların gerçekleştirilmesi için her yol denenmelidir. (9)”
bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %61,0’ı katılıyorum, %18,0’ı kararsızım
ve %21,0’ı katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre katılmıyorum oranının daha
yüksek olması beklenirdi. Deneklerimizden %21,0’ı Mevlâna’nın öğretileri ile paralel düşündükleri
söylenebilir.
“Yöneticiler, konuya ne kadar hâkim olurlarsa olsunlar, etrafındaki kişilerle istişare ederek
davranmaları gerekir. (10)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %95,0’ı
katılıyorum, %3,0’ı kararsızım ve %2,0’ı katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre
deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine %95,0 ile katıldıkları görülmektedir.
- 60-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
“Yenişim (inovasyon), gerek bireylerde gerekse işletmede her zaman gündemde olması gereken
bir kavramdır. (11)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %92,0’ı
katılıyorum, %7,0’ı kararsızım ve %1,0’ı katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre
deneklerimizin Mevlâna’nın öğretilerine %92,0 ile katıldıkları görülmektedir.
“Asgari nitelikleri taşımayan bir ürün ve hizmet ne alıcısına ne de üretene yarar sağlamaz.
(12)” bu yargımızla ilgili olarak Konyalı deneklerimizin toplamda %82,0’ı katılıyorum, %14,0’ı
kararsızım ve %4,0’ı katılmıyorum seçeneğinde toplanmışlardır. Bu oranlara göre deneklerimizin
Mevlâna’nın öğretilerine %82,0 ile katıldıkları görülmektedir.
SONUÇ
İş adamının, yöneticinin, girişimcinin işleriyle ilgili olarak karar vermeden önce sabırlı
davranışlar sergileyerek gerekli olan araştırmaları ve incelemeleri yapmaları başarılı olmaları
önündeki en önemli aşamadır. Bize göre bu araştırma ve incelemeyi yaparken sadece işletmecilik
kaynaklarını değil, toplumda büyük etkiler bırakmış hemen her alandan filozofların, düşünürlerin,
gönül önderlerinin ve devlet yönetmiş kişilerin eserlerine, onların yakınlarında bulunmuş kişilerin
yazmış oldukların da bakmaları gerekir. Bu anlamda Mevlâna hem doğunun hem de batının dikkate
aldığı, fikirlerinden etkilendiği, istifade edildiği önemli bir şahsiyet olmuştur. Mevlana’nın eserleri bu
gözle incelendiğinde hem yöneticilere hem iş adamı ve çalışanlara yönelik birçok tavsiyede bulunduğu
görülecektir. Biz de bu çalışmayla, onun eserlerinden seçtiğimiz beyitlere karşılık olarak
oluşturduğumuz soru setini anket formuna çevirmiş, bunu Konyalı iş adamı ve yöneticilerden oluşan
deneklere uygulayarak, Konyalı bu grubun Mevlana’nın öğretileriyle ne kadar ilgili olduklarını
görelim istedik. Bu yolla literatüre, bu anlamda küçük bir katkı yapmayı hedefledik.
Yaptığımız çalışmadan elde ettiğimiz bilgiler, veriler ışığında kısaca şunları söyleyebiliriz:
Girişimcilerin ilgili oldukları işlerle ilgili sıkıntılar yaşamaları durumunda yeni pazarlar ya da iş
alanları aramaları konusunda ise yapılan görüşmeler esnasında yeni pazarlar ve iş alanları aramalarının
doğru olduğunu fakat mali durumların el verdiği müddetçe yapılabileceğini dile getirmişlerdir.
Girişimcilik coşkusuna sahip deneklerin taklitten uzak, yenilikçi ve özgün olunmasını belirtmişlerdir.
Bir girişimcilik hareketinde bulunmadan önce toplumda neye ihtiyacın olduğu düşünülmelidir.
Mevlana’da bu konuda tavsiyelerde bulunmuştur. Mevlâna’nın önemle vurguladığı bir başka konu ise
zaman unsurudur. Deneklerin verdikleri bilgiler analiz edildiğinde zamanın önemine vurgu yaptıkları
görülmektedir. Girişimcilerin hem taklit konusuna karşı oldukları hem de rakipleri başarılı kılan bir
faaliyetin kendileri için geçerli olmayacağının bilincinde ve farkındalığında oldukları görülmektedir.
İşletmelerinin kârını arttırmak için ne gerekiyorsa yapılabilir düşüncesine girişimcilerin çoğunun
katıldığı görülmektedir. Amaçların gerçekleştirilmesi konusunda her yolun denenmesi düşüncesine
girişimcilerin çoğunun katıldıkları görülmektedir. Bu durum ise ilgili maddede izah ettiğimiz gibi,
Makyevelist bir düşünce olup gerçekte Mevlâna ve onun öğretileriyle uyuşmamaktadır. İstişare
etmenin iş hayatında olması gereken bir davranış olduğu ve yeniliğe karşı tutumunda hem çalışanlarda
hem de işletmenin yapısında olmazsa olmazlar arasında olduğu görülmektedir. Ürün ve hizmetlerde
standart hale gelmiş kalitenin altında olunmasının hiç kimseye yarar sağlamayacağı düşüncesi ise
Konyalı girişimcilerde ortak fikir noktası ve tutumu olduğu görülmektedir.
Bu sonuçlar doğrultusunda denilebilir ki; gerçekleştirilen her bir yeniliğin, yaşamı kolaylaştıran
hizmetlerin, ürünlerin arka planında mutlaka bir girişimcinin olduğu bilinmektedir. Bazı insanlar
sadece var olanla yetinirken girişimci olanlar daima bir yeniliğin peşinde koşmaktadır. Girişimcileri
diğer insanlardan ayıran en önemli özellik ise girişimcilik coşkusudur (Fidan ve Çiftçi, 2010: 59). Her
ülkenin bu coşkuya ihtiyacı olduğu gibi ülkemizde de girişimcilik coşkusuna ihtiyaç bulunmaktadır.
Kültürümüzün zenginliğini göz önünde bulundurursak girişimciliğin de kültürle yakın bir ilişki
- 61-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Altunışık, R., Çoşkun, R., Bayraktaroğlu, S., & Yıldırım, E. (2005). Sosyal Bilimlerde
Araştırma Yöntemleri: SPSS Uygulamalı, Avcı Ofset, İstanbul.
Aytaç, Ö. & İlhan, S. (2007). Girişimcilik ve Girişimci Kültür: Sosyolojik Bir Perspektif, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (18), 101-120.
Can, Ş. (2014). Mevlâna: Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, Ötüken Yayınları,
İstanbul.
Ergül, E. (2015). Mevlânâ’nın Düşünce Dünyasının Siyasal ve Toplumsal Boyutları, 1. Türk
İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi, 239-256.
Esen, A. (2007). Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin İktisat Anlayışı, Rûmî Yayınları, Konya.
Fidan, Y. & Çiftçi, S. (2010). Farklı Fakültelerdeki İşletme Öğrencilerinin Girişimciliğe
Bakışları, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(4), 58-73.
Güney, S. & Çetin, A. (2009). Kültürün Girişimciliğe Etkisi ve Türkiye’de Girişimcilik Kültürü,
H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21(1), 189-210.
Özdamar, K. (2016). Eğitim, Sağlık ve Davranış Bilimlerinde Ölçek ve Test Geliştirme Yapısal
Eşitlik Modellemesi, Nisan Kitabevi, Eskişehir.
Sekaran, U. (2003). Research Methods for Business: A Skill Building Approach, John Wiley,
New York.
Şimşekler, N. (2010). Mevlâna’yı Anlayabilmek, Rûmî Yayınlar, Konya.
Yeniterzi, E. (2007). Mevlâna’nın Kişisel Değişim ve Gelişime Dair Düşünceleri, Mevlâna
Araştırmaları Dergisi, (2), 13-28.
- 62-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ender BİLAR*
Derman KÜÇÜKALTAN**
ÖZET
Dünyada turizm talebinin profili incelendiğinde, kültürel turizmin öne çıktığı görülür. Kültürel
turizm içersinde de bir destinasyondaki somut/somut olmayan kültürel miras ögeleri, yöresel
etkinlikler, gastronomik değerler, yerel halkın yaşam biçimi ziyaretçiler tarafından ilgi odağıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’na 92 yıl başkentlik yapmış, Yunanistan ve Bulgaristan gibi 2 Avrupa Birliği
ülkesiyle sınır olan Edirne’nin de, bu özelliğinden ve stratejik konumundan dolayı bünyesinde birçok
kültürel değer mevcuttur. Bu değerleri doğru ve kalıcı olarak gelecek kuşaklara aktarmanın en önemli
yöntemlerinden biri de sözkonusu değerlerin dijitalleştirilmesidir.
Anahtar Kelimeler: Turizm, Kültürel Miras, Somut Olmayan Kültürel Miras, Dijitalleştirme,
Kent Müzesi, Edirne İli.
ABSTRACT
When the profile of tourism demand around the world is examined, it may be seen that cultural
tourism comes to the forefront. The tangible and intangible cultural heritage items, local events,
gastronomic values and lifestyles of local community belonging to a destination become a focus of
interest for visitors within cultural tourism too. Edirne, which had been the capital city of the Ottoman
Empire for 92 years, and shares the borders with the two European Union countries such as Greece
and Bulgaria contains in itself a variety of cultural values owing to these qualities and its strategic
location. One of the most significant ways of transmitting these values accurately and perennially to
the next generations is the digitalisation of the mentioned values.
Keywords: tourism, cultural heritage, intangible cultural heritage, digitalisation, city museum,
Edirne
GİRİŞ
Özellikle 21.yüzyılda teknolojinin gelişimine bağlı olarak, yazılı, görsel, medya ve sosyal
medya kullanımının yaygınlaşması, toplumsal kültür düzeyinin yükselmesi, dünyada yaş ortalamasının
yükselişi gibi etkenler kültürel seyahatleri arttırmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren dünyada hızla artan
küreselleşme eğilimleri, “tek tip” tüketim kültürünü de beraberinde getirmiştir. Bu durum,
küreselleşmeye karşı “yöreselleşme” eğilimlerini de yaratmış, günümüzde yöresel kültürünü korumayı
başarabilmiş ülke veya bölgelerin turist sayılarını artırdıkları gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Çünkü
insanlarda “tek tip” yerine “çok farklı” kültür ögeleri ilgi uyandırmaya başlamıştır. İşte bu zengin
kültür ögelerinin en yoğun olduğu illerden biri de Edirne’dir.
* Daire Başkanı, İstanbul Arel Üniversitesi, Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, enderbilar@arel.edu.tr
** Prof.Dr., İstanbul Arel Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Turizm ve Otel, İşletmeciliği Bölümü,
dermankucukaltan@arel.edu.tr
- 63-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Edirne, Trak kavimlerinden olan Odryslerin önemli bir yerleşim yeri olarak kurulmuş, (Edirne
Belediyesi, 2015, s.8) M.Ö. II. yüzyıldan itibaren stratejik konumu bakımından, tarih sahnesinde
önemli yer tutan bir şehirdir. İlkçağlarda Roma İmparatorluğu, daha sonraları Bizans İmparatorluğu
gibi geniş coğrafyalara hükmetmiş olan imparatorlukların himayesine girmiştir. 1361 yılında Sultan I.
Murat tarafından feth edilen Edirne, 1453’te İstanbul’un fethedilip başkent yapılmasına kadar ki
süreçte imparatorluğun 92 yıl başkentliğini yapmıştır (Bozlak, 2008, III.). Bugün Balkanlar üzerinden
Asya’yı Avrupa’ya 6 sınır kapısı ile bağlayan, Türkiye’nin Marmara Bölgesi’nde Trakya adıyla anılan
bölümde yer alan Edirne, batısında Yunanistan, kuzeyinde Bulgaristan ve güneyde Ege Denizi ile
çevrilidir.
- 64-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Müteferrika tarafından İstanbul’da kurulurken, Yahudiler tarafından Edirne’de 1554 yılında ilk
matbaanın kurulması ve baskı yapması önemlidir(Bilar, 2006, 34). 1907 yılında ibadete açılan Edirne
Büyük Sinagogu, Avrupa'nın en büyüğü, dünyanın üçüncü büyük Musevi ibadethanesidir. 1869
yılında Sveti Konstantin-Elena, 23 Nisan 1880 yılında ibadete açılan Sv.Georgi Kilisesi ve Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren
Selimiye Camii Külliyesi kentin çok kültürlüğünü günümüze taşımaktadır. Kentin yaklaşık 8.300
yıllık tarihi geçmişinden gelen bu zenginlik, kentte inanç turizmin gelişmesine önemli katkı
sağlamaktadır.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)’nun 1972 yılında kabul ettiği
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşmeye bağlı olarak oluşturulan Dünya
Kültürel ve Doğal Mirası Listesinde 1073 miras yer almaktadır. Bunlardan 832’si kültürel, 206’sı
doğal ve 35’i karma (doğal ve kültürel) miraslardır. Türkiye’nin söz konusu listede 15’i kültürel, 2’si
karma olmak üzere 17 miras alanı, 17’de İnsanlığın Somut Olmayan Kültür Mirası bulunmaktadır
(UNESCO, 2018).
Konuya Edirne açısından yaklaşıldığında, Edirne Türkiye’de metrekare’ye en fazla tarihi eserin
düştüğü bir serhat şehridir (Şenol, 2016, s.145). Tablo 1’de görüldüğü gibi Tarih, kültür ve turizm
kenti Edirne ili taşınmaz kültür varlıklarının toplam sayısı 1.409’dur.
Kentin cadde ve sokaklarını taçlandıran kültür mirası değerleri kentin turizm potansiyelini
artırmaktadır. Bugün Edirne’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde 4 eseri bulunmaktadır.
Selimiye Camii ve Külliyesi 29 Haziran 2011 tarihinde Dünya Kültür Mirası Listesine, Kırkpınar
Yağlı Güreşleri Festivali 16 Kasım 2010 tarihinde, Ebru: Türk Kâğıt Süsleme Sanatı 2014 yılında,
Bahar: Kutlaması: Hıdrellez ve Kakava Festivali’de, 4-8 Aralık 2017 tarihinde “İnsanlığın Somut
Olmayan Kültür Miras Temsili Listesi”ne girmiştir. Bu bağlamda, Edirne’nin Uzunköprü Köprüsü’de
2015, Sultan II.Bayezid Külliyesi’de 2016 yılında geçici listeye dahil edilmiş olup yakın zamanda
listeye girmesi beklenmektedir. Ayrıca, coğrafi işaretlemeye dâhil edilmiş gastronomik zenginliğinin
yanında, Hıdrellez-Kakava ve Edirne Ciğeri gibi geleneksel festivalleri de Edirne’nin zengin kültürel
potansiyelini yansıtmaktadır. 2014 yılında Edirne Belediye Başkanlığının Türkiye’nin yüksek trajlı
gazetelerinden Hürriyet Gazetesi ve Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) ile bir araya
gelerek ‘Edirne’yi Keşfet’ adlı bir organizasyonu gerçekleştirmeleri, köşe yazarlarının gözlemlerini
- 65-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yerel kültür mirasının gerekliliğinin fark edilmesi sonucu, günümüz teknolojik gelişmelerin
katkılarıyla kültür mirası niteliğindeki eserlerin uzun süre korunması, çoklu erişimi ve paylaşım
üzerine farklı uygulamalar ve platformlar geliştirilmiştir (Külcü; 2013, s.875). Geliştirilen bu
uygulamalar ile günümüze ulaşabilen kültürel miraslar geleceğe taşınabilme ve korunabilme özelliğine
sahip olabilmiştir. Dolayısıyla, gelecekte küreselleşme rüzgârından kendini korumayı başarabilmiş
ülke veya bölgelerin, kültürel turizmde daha çok pay alacağı da açıktır. Gelişen teknolojik olanaklar,
kültür ürünlerine farklı kanallardan erişilmesine imkân tanımakta; toplumsal gelişmenin birikimli bir
şekilde gerçekleşmesine katkıda bulunmaktadır (Çakmak, 2017, s.13).
Edirne ağırlıklı olarak bir tarım şehridir. Nüfusunun yüzde 72’si tarımla ilgilenmektedir.
Türkiye’deki Ayçiçek üretiminin yüzde 20’sine yakını, buğday üretiminin yüzde 12’si, çeltik
üretiminin yaklaşık yüzde 50’si ilçelerde dâhil olmak üzere Edirne’de gerçekleşmektedir. (Ay, 2018.
s.1) Kent halkı, çevreci kimliğini öne çıkararak, verimli topraklarını korumak, tarıma dayalı
ekonomisini geliştirmek, kentin tarihi ve kültürel değerlerini bacasız sanayi olarak tanımlanan turizm
ile güçlendirmek için kamu kurumları, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte projeler
geliştirmiştir. Özellikle 1994 yılında başlayan tarihi eserlerin restorasyonu çalışmaları, kentin tarihi ve
kültürel eserlerinin onarılarak gün ışığına çıkarılıp insanlığın yaşamı ile kentin kültür ve turizm
hayatına kazandırılmıştır.
Edirne’nin en önemli kültür miraslarından birisi “Edirne Sarayı” dır. Edirne Sarayı ve Yerleşim
Planı’nın 1994 yılında Yrd.Doç.Dr.Ratip Kazancıgil’in kaleminden Türk Kütüphaneciler Derneği
Edirne Şubesince yayınlanması, bunun ardından Edirne Valiliği tarafından “Edirne Sarayı İhya ve İnşa
Vakfı”,’nın kurulması, Edirne Valiliği, Edirne Belediye Başkanlığı, İstanbul Üniversitesi ve Trakya
Üniversitesi işbirliği ile 25-27 Kasım 1995 tarihleri arasında I.Edirne Sarayı Sempozyumu’nun
düzenlenmesi, Edirne Sarayı’nın ayağa kaldırılması, kentin kültür miraslarının insanlığın yaşamına
kazandırılması adına gerçekleştirilen ilk uyanış hareketleridir.
- 66-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
başarılardan sonra kentte adeta müze açma yarışı başlamıştır. Bugün 1924 yılında kurulan Edirne
Müzesi ile birlikte 9 özel müze kentin tarihi ve kültürel değerlerini ziyaretçilerine sergilemektedir. Bu
bağlamda, Trakya Üniversitesi’nin Bölge Üniversitesi olarak kentte bulunması, Trakya Üniversitesi
Araştırma ve Eğitim Hastanesi’nin 1.100 yatak kapasitesiyle bölgede güçlü duruşu kentin eğitim ve
sağlık turizm potansiyelini artırmaktadır. Ayrıca kentin “Edirne Peyniri, “Edirne Ciğeri”, “Badem
Ezmesi”, “Edirne Ciğer Sarması” vb. gastronomi ve mutfak kültürün de güçlü olması, Enez ve Keşan
İlçe Köylerinin sahil ile bütünleşmesi, Enez İlçesi’nin tarihi Enez Kalesi, kentin turizm alanında
gelişmesine önemli kazanımlar sağlamaktadır.
Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün Edirne il ve ilçelerinde bulunan kültür mirası eserlere
2002 yılından bugüne 98 restorasyon, 95 basit onarım ve 60 esere de proje temin işi gerçekleştirmesi
(Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2018) kentin kültür mirası eserlerinin ayağa kalkması ve kültür
turizminin kentimizde hızla canlanması açısından önemlidir.
Tablo 2- 2017 Yılı İtibariyle Dünyadaki İnternet ve Sosyal Medya Kullanım Verileri
MOBİL AKTİF
SOSYAL
AKTİF SOSYAL
İNTERNET MOBİL MEDYA
TOPLAM NÜFUS MEDYA
KULLANICI KULLANICI KULLANICI
(MİLYAR) KULLANICI
SAYISI SAYISI SAYISI
SAYISI
- 67-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Dijital çağın öngördüğü toplum, e-yaşam tarzı ile başka bir deyişle “her türlü eylemi” bilgisayar
aracılığı ile üretilen projeler internet üzerinden paylaşılabilmektedir.
Bu bağlamda, 657 yıldır süregelen “Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri Festivali”
sayısallaştırılarak www.edirnekirkpinar.com adresinden tüm dünyaya açılmıştır. Yürütülen proje ile
Kırkpınar ile ilgili basılı ve dijital yayınlar, fotoğraflar, biyografiler, yıllara göre sonuçlar tümü
elektronik ortama atılmıştır. 1 Ağustos 2015 tarihinde açılan siteye bugüne kadar 129 ülkeden 149.331
kullanıcı ziyaret etmiş, 175.141 oturum açılmış, 349.518 sayfa görüntülenmiştir. Siteye bağlananların
% 69.42’si mobil telefon ile % 28,50’si masa üstü bilgisayar, % 2,08’si de tablet kullanarak
bağlanmıştır. Kırkpınar Yağlı Güreşleri sitesine bağlananları yaşlarına göre incelediğimizde ise; 18-24
yaş arası % 15,88; 25-34 yaş % 39.41; 35-44 yaş % 26,25; 45-54 yaş, % 9,04; 55-64 yaş % 6,78; 65
yaş üstünün de % 2,64 olduğu tespit edilmektedir. Bu çalışmalar neticesinde “Kırkpınar Yağlı
Güreşleri Festivali” her yaştaki güreş sever ile internet ortamında dünya ile buluşmaktadır. En önemli
veri de, analizin pazar içi sekmenler bölümünde ortaya çıkmaktadır. Siteye bağlanan sektörler içinde
% 14,07 si seyahat acentesidir. Yapılan çalışmalar şunu gösteriyor ki; Küreselleşmenin getirdiği
bilişim ve iletişim alanındaki yenilikler eyleme geçirildiğinde kentin kültürel miras öğelerini tüm
dünya ile buluşturabilme olanağına sahip olunabilmektedir.
Kentte gerçekleştirilen bu çalışmalar neticesinde, turist olarak gelenlerin ilgi ile gezdiği, Trakya
Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin istatistiki verilerini izlediğimizde kentteki
turizm potansiyelinin 2004 yılından sonraki artış oranını görebilmekteyiz. Yıllar itibariyle istatistiki
verileri incelediğimizde; 1998 yılında 12.800 olan ziyaretçi sayısının, 2000 yılında 27.777, 2004
yılında 94.672, 2005 yılında 111.273, 2011 yılında 207.452 olan ziyaretçi sayısı 2017 yılında
249.830’a ulaşmıştır. Kentte yer alan müzelerin ziyaretçi sayıları da Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 3- Yıllara Göre İl’deki Müze Ziyaret Verileri OSMAN İNCİ MÜZESİ
KÜLLİYESİ SAĞLIK
UZUNKÖPRÜ KENT
HEYKEL VE RESİM
ESERLERİ MÜZESİ
ESERLERİ MÜZESİ
SELİMİYE VAKIF
EDİRNE BÜYÜK
LOZAN MÜZESİ
ARKEOLOJİ VE
MÜCADELE VE
ETNOGRAFYA
EDİRNEKENT
TÜRK İSLAM
II. BAYEZİD
T.Ü. MİLLİ
SİNAGOG
TOPLAM
MÜZESİ
MÜZESİ
MÜZESİ
MÜZESİ
MÜZESİ
YILLAR
Kente gelen turist sayısının artması, turizm yatırımcılarının da ilgisini çekmiştir. Yıldızlı hotel
ve konaklama sayısının artırılması konusunda yatırımlar gerçekleşmeye başlamıştır. Edirne’de 1967
yılında 10 Hotel, 1 motel, 3 kamping ve 1 pansiyon yerli ve yabancı turistlere toplam 479 yatak
kapasitesi ile hizmet vermekteydi (Edirne Valiliği, 1967, s.139). Kentteki gelişmeler konaklama ve
yıldızlı hotel sayılarını da etkilemiş, bu sayılar da hızlı bir artış gözlenmiştir.
Ocak 2018 itibariyle; 176 otel, 5.134 oda, 10.481 yatak kapasitesi ile hizmet vermektedir. Şehir
merkezinde, 1 uluslararası otel markası, 24 yıldızlı otel (1 adet 5, 1 adet 4, 3 adet 3 yıldızlı olmak
- 68-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
üzere diğerleri Belediye Belgeli), 24 otel, 1.157 oda, 2.276 yatak kapasitesine ulaşılmıştır. 2017 yılı
içinde 550.000 geceleme gerçekleştirilmiştir. (T.C. Edirne Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, 2018)
2000 ile 2016 yılları arasındaki konaklayan kişi ve geceleme sayıları Tablo:4’de görülmektedir.
Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi Edirne’yi yerli ve yabancı ziyaret edenlerin sayısı artarken,
konaklama sayılarında bir artışın olmadığı görülmektedir. Bu durum Edirne’nin İstanbul gibi yoğun
nüfuslu merkeze yakın olması ve sınır şehri olduğundan dolayı yabancı ziyaretçilerin çoğunlukla
günübirlik ziyaretleri tercih etmektedir.
Bilgi teknolojilerinde yaşanılan gelişmeler tüm dünyada etkisini göstermiştir. Tablo 5’de yer
alan veriler incelendiğinde dünyada internet kullanıcı sayılarının kıtalar göre büyüme oranları
görülmektedir. Dünya’da 2000 ile 2018 yılları arasında 1.052 % oranında internet kullanıcılarının
arttığı görülmektedir.
- 69-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bağımsız stratejik pazar araştırmasında dünyanın önde gelen şirketi Euromonitor International,
yayınladığı rapora göre 2016 sırlamasında Edirne 68 nci sırada yer almaktadır. 2016 yılında 2.845.400
turist almıştır. Büyüme oranı %3,1’dir. Yine aynı şirketin dünyanın en çok turist alan 100 şehri’
raporunda Edirne’nin 2017 yılında 2.934.100 turist alacağı öngörülmüştür. Şirketin 2018 yılında
açıklanan 2017 yılı dünyanın en çok turist alan 100 şehri’ raporunda Edirne 3 milyon 190 bin 400
turist sayısı ile 61. sırada yer almıştır.
2015 yılında çalkantılı günler yaşayarak, özellikle terör olaylarının baş gösterdiği Türkiye’de;
Muğla ve Antalya’da turist sayısı 2014 yılına oranla düşüş yaşarken, Edirne turist sayısını bir önceki
yıla göre yaklaşık 100 bin daha attırmıştır (Euromonitor, 2018).
Edirne’nin 2020 yılında 3.185.300, 2025 yılında 3.851.900 turist geleceği öngörülmektedir.
Aşağıda Tablo 7’de 2016 yılı itibariyle Dünyanın en çok turist alan şehir sıralamasında Edirne’nin
sıralamadaki yeri ve verileri görülmektedir.
Tablo 7- Dünyanın En Çok Turist Alan Şehir Sıralaması
Şehir Destinasyon Sıralaması 66’dan 70’e Yıllara göre Tahmini Girişler
(‘000)
Yıllara göre
2016 Tahmini Girişler
Yılı
Şehir Ülke 2016 2017 Büyüme (‘000)
Sayıları
2020 2025
66 Heraklion Greece 2,885.2 3.208.3 11.2 % 3,487.5 4,141.9
67 Jerusalem Israel 2,860.5 2,888,6 1.0 % 3,267.2 4,061.4
68 Edirne Turkey 2,845.4 2,934,1 3.1 % 3,185.3 3,851.9
69 Phnom Penh Cambodia 2,806.4 3,016.9 7.5 3,753.2 5,435.8
70 St.Petersburg Russia 2,800.5 2,856.5 2.0 3,043.7 4,016.8
Kaynak: Euromonitor International, © Euromonitor International
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığınca, 2017'nin ocak ayında 1 milyon 55 bin 474 olan turist
sayısının, 2018'in aynı öneminde yüzde 38'lik artışla, 1 milyon 461 bin 570'e ulaştığı
açıklanmıştı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, 2018'in ilk
rakamları, son yıllarda yaşanan olumsuzlukların turizme etkilerinin ortadan kalktığını ve yılın turizm
açısından umut verici olduğunu göstermektedir. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre
2017'in Ocak ayında 1 milyon 55 bin 474 olan ziyaretçi sayısı, 2018'in aynı döneminde yüzde 38'lik
artışla, 1 milyon 461 bin 570'e yükseldi. Türkiye'ye bu yıl Ocak ayında en çok ziyaretçi gönderen
ülkeler sıralamasında birinci sırada 154 bin 296 kişiyle İran yer almıştır. Bunu, 150 bin 849 kişiyle
- 70-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gürcistan, 119 bin 296 kişiyle ise Bulgaristan takip etmiştir (Kültür ve Turizm Bakanlığı,
2018). Ziyaretçilerin en çok ziyaret ettiği iller sıralamasında ise İstanbul ilk sırada yer almıştır. Ocak
2018 ayında İstanbul'a gelen ziyaretçi sayısı 831 bin 307'yi olmuştur. İstanbul'u, 181 bin 451
ziyaretçiyle Edirne, 158 bin 684 ziyaretçiyle de Artvin takip etmiştir. Açıklamada, yurt dışındaki tur
otoritelerinden gelen erken rezervasyonlara ilişkin bilgilerin de 2018'de Türkiye'ye gelen turist
sayısının beklenenin çok daha üstüne çıkacağını gösterdiği belirtildi (Anadolu Ajansı, 2018). Tablo
8’de 2018 yılı ilk üç ayının en çok turist alan iller sıralaması görülmektedir. Tablo’da görüleceği gibi
Edirne 2018 yılının ilk üç ayında yabancı turist alan iller sıralamasında ilk üç sırada yerini almaktadır.
SIRA YABANCI
İLLER AYLAR Artış Oranı %
NO ZİYARETÇİ SAYISI
Oca.18 56,88 831.307
1 İstanbul Şub.18 55,56 848.510
Mar.18 50,15 1.073.002
Oca.18 12,41 181.451
Edirne
2 Şub.18 11,21 171.165
Antalya Mar.18 11,34 242.751
Oca.18 10,86 158.684
Artvin
3 Şub.18 10,81 165.077
Edirne Mar.18 9,77 209.149
Antalya Oca.18 4,78 69.901
4 Şub.18 5,55 84.733
Artvin Mar.18 8,84 189.075
Gerek Avrupa’nın turizm sektörünü inceleyen kuruluşların, gerekse T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Türkiye İstatistiki Verileri ile Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü verileri kentimizin özellikle
son 5 yıl içinde turizm alanında büyük bir atılım içinde olduğunu göstermektedir. Özellikle kültür
miraslarının korumak, geleceğe taşıyarak insanlığın yaşamına sunulması, kültür mirası öğelerinin
tanıtımlarının çağın teknolojileriyle basılı ve interaktif ortamdan dünya ile buluşturulmasının etkili
olduğu görülmektedir.
SONUÇ
Dünyada turizm talebinin profili incelendiğinde, kültürel turizmin öne çıktığı görülür. Kültürel
turizm içersinde de bir destinasyondaki somut/somut olmayan kültürel miras ögeleri, yöresel
etkinlikler, gastronomik değerler, yerel halkın yaşam biçimi ziyaretçiler tarafından ilgi odağıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’na 92 yıl başkentlik yapmış, Yunanistan ve Bulgaristan gibi 2 Avrupa
Birliği ülkesiyle sınır olan Edirne’nin de, bu özelliğinden ve stratejik konumundan dolayı bünyesinde
birçok kültürel değer mevcuttur. Bu değerleri doğru ve kalıcı olarak gelecek kuşaklara aktarmanın en
önemli yöntemlerinden biri de sözkonusu değerlerin dijitalleştirilmesidir.
Edirne’de kültürel mirasının dijitalleştirilmesinin turizme yansımalarını şöyle belirtmek
mümkündür:
1. Bir serhat şehri olan ve “şehirlerin sultanı, sultanların şehri” sloganıyla tanıtıma ağırlık
verilen Edirne’de, kültür mirasının gelecek kuşaklara aktarılması dijitalleşme yoluyla kalıcı olarak
sağlanacaktır.
2. Edirne’yi ziyaret etmeyi düşünen potansiyel ziyaretçiler ile, bizzat ziyaret eden aktif
ziyaretçiler için önemli bir rehber olacak, kolaylık sağlayacaktır.
- 71-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
ASLIYÜKSEK, M. K. (2017).Dijital Kültür Ortamında Bilgi Hizmetleri ve Kütüphaneciler.-
İstanbul: Hiperlink Yayınları, 2017. 267s.
ATABEK, S.Y. (2009). İstanbul Kıyılarında Mekânsal Dönüşüm: Güncel Projelerden
Örnekler.- İstanbul:2009.- İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek lisans tezi.-
185s.
AY, A. (2018) Edirne Turizm Raporu 2018 (yayınlanmamış), Edirne Belediye Başkanlığı.- s.32
BİLAR, E. (2006) Edirne’nin Basın-Yayın Tarihi (1361-2006) cilt1-2.-Edirne: Edirne Valiliği
Yayınları No:28
BOZLAK Y. (2008) XIX. Yüzyılda Edirne Sancağının Demografik yapısı ve iskan siyaseti,
Niğde: Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Estitüsü Yüksek Lisans tezi, 86s.
ÇAKMAK, T. (2017) Kültürel bellek kurumlarında dijitalleştirme ve dijital koruma politikaları
– İstanbul: Hiperyayın, 2017, 144 s. : tbl, şkl.; 19 sm. -- (Hiperyayın; 146)
KÜLCÜ, Ö. (2012) Dijitalleştirilen Kültürel Mirasın Arşivlenmesi, Korunması ve Devamlılığı.
Osmanlı Coğrafyası Kültürel Arşiv Mirasının Yönetimi ve Tapu Arşivlerinin Rolü Uluslararası
Kongresi, 21-23 Kasım 2012, İstanbul, Türkiye, Bildiriler. M.Yıldırır, S.Kadıoğlu (Yay. Haz/Eds.)
içinde (s.875-889). Ankara: Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü
ÖZGÜÇ, N. (2007) Turizm Cografyası özellikleri ve Bölgeler.- İstanbul:2007.-Çantay kitabevi,
543 s.
ŞENOL, F. (2016) Türkiye Turizm Coğrafyası ve Dünya Kültürel Miras.Ankara: Detay
yayıncılık, 344 s.
TAPSCOTT, D.(1998) Dijital Ekonomi-ağ üzerindeki akıl çağında umut ve tehlike.-çev.Ece
Koç.İstanbul:1998: Koçsistem Bilgi İletişim Hizmetleri A.Ş, 304 s.
TÖREN, E., KOZAK, N., DEMİRAL, G.N., (2012).-Eskişehir’in Kültürel Miras Varlıklarının
Korunmasında Kamu Kurumlarının Rolü.- Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, 4 (2), 69-88.
Trakya Kalkınma Ajansı
http://www.trakyaka.org.tr/haberdetay-1344-trakya_turizm_rotalarina_kavustu.html (Erişim:2
Mart 2018)
Edirne Belediye Başkanlığı (2015) T.C. Edirne Belediyesi Turizm Rehberi, Edirne: Edirne
Belediye Başkanlığı yayınları No.14, 1 harita+ 188 s.
Edirne Valiliği (1967) Edirne İl Yıllığı.-İstanbul: Dizerkonca matbaası.- 212s.
T.C. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Edirne İl Müdürlüğü
http://www.unesco.org.tr/dokumanlar/somut_olmayan_km/gecici_liste.pdf (Erişim: 21 Mart
2018)
https://aa.com.tr/tr/turkiye/turk-turizmi-2018e-yukselisle-basladi/1075970 (Erişim: 28. 02.
2018)
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/edirne/haberduyuru/turk-turizmi-2018-e-yukselisle-
basladi (Erişim:4 Mart 2018)
http://www.ismetinonu.org.tr/index.php/trakya-universitesi-lozan-aniti-meydani-ve-muzesi
(Erişim: 15 Mart 2018)
http://sgb.kulturturizm.gov.tr/TR,50930/istatistikler.html (20 Mart 2018)
- 72-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
https://blog.euromonitor.com/2017/01/top-100-city-destination-ranking-2017.html (Erişim: 6
Mart 2018)
https://www.internetworldstats.com/stats.htm (Erişim:18 Mart 2018)
http://www.hurriyet.com.tr/galeri-dunyanin-turistler-icin-en-populer-100-kenti-listesinde-
turkiyeden-4-sehir-var-40639670?p=4
https://www.statista.com/statistics/617136/digital-population-worldwide/ (Ocak 2018 verileri)
https://blog.natro.com/2017-yili-domain-sektoru-istatistikleri/ (1 Mayıs 2018)
https://www.slideshare.net/wearesocialsg/2017-digital-yearbook?qid=582e4085-06c9-4541-
bbd5-5e3691983abe&v=&b=&from_search=3 (Erişim:12 Mart 2018)
- 73-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mustafa GÖKÇE*
Tuba TOMBULOĞLU
ÖZET
Asya ve Avrupa kıtalarını asırlarca birbirine bağlayan İpek Yolu, Çin’den Akdeniz
havzasına kadar uzanan kervan yollarının oluşturduğu bir ticaret ağıdır. Aslında bir nevi yollar ağı
olan İpek Yolu’nda birçok güzergâh bulunmaktadır. Bunlardan biri de Kuzey İpek Yolu olarak
adlandırılan hattır. Kuzey İpek Yolu Çin ve Moğolistan sınırlarından başlayarak Güney Ural
bozkırlarından devamla Aşağı İtil bölgesini izleyerek Karadeniz’in kuzey limanlarına kadar
ulaşmaktadır. Tarihin ilk devirlerinden itibaren kültürlerarası etkileşimin de gerçekleşmesinde önemli
role sahip olan ticaret yolları hakkında çeşitli kaynaklarda bilgiler verilmektedir. Hazar döneminde ise
özellikle Arap kaynakları ve bölgeyi ziyaret eden seyyahlar Kuzey İpek Yolu’nda bulunan İtil şehri
hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu çalışmada bahsi geçen kaynaklara ilaveten Bizans ve Rus
kaynakları ile arkeolojik buluntular incelenerek İtil dolayısıyla Hazarların uluslararası ticari ve
kültürel etkileşime katkılarının ortaya konulması amaçlanmaktadır. Kuzey İpek Yolu, Gümüş Yolu
olarak adlandırılan yolla Hazar ülkesinde birleşerek devam ediyordu. Kuzey İpek Yolu’nun Kırım’dan
Hazar Denizi’ne kadar olan bölümü 10. yüzyılın sonlarına kadar Hazar hâkimiyetindeydi. Hazarların
başkenti ve uluslararası ticaret merkezi olan İtil şehri, Kuzey İpek Yolu’nun önemli kontrol
noktalarından biriydi. İtil ve çevresinin uluslararası ticaret merkezi olmasında Hazar Devleti’nin
uyguladığı politikaların etkisi çok büyüktür. Kuzey İpek Yolu’nun en önemli merkezlerinden birisi
olan İtil şehri, Bizans, Ortadoğu, Kafkasya ve hatta İskandinavya’dan gelen tüccarların mallarını
pazarladığı uluslararası ticaret merkezi olmuştur. Özellikle Arap tüccarlar, kürk aramak için buraya
gelirken Bulgar ve Viking tüccarların ise aldıkları kürkleri, Hazarların başkenti İtil’de bulunan
depolarda muhafaza ettikleri bilinmektedir. Bu açıdan şehir aynı zamanda kültürlerarası etkileşim
merkezidir.
Anahtar Kelimeler: Kuzey İpek Yolu, İtil, Hazarlar, Etkileşim
ABSTRACT
The Silk Road linking the Asia and Europe for centuries is a trade network formed by the
caravan routes that extend from China to Mediterranean basin. The Silk Route, actually a kind of road
network, has many routes, one of which is the line named Northern Silk Road. The Northern Silk
Road, starting from the borders of China and Mongolia and extending over the Southern Ural steppes,
follows the Sub-Atil Region and reaches to northern harbours of the Black Sea. Various sources
enshrine information on the trade routes that are of great importance in realizing the inter-cultural
interaction since the first times of the history. In Khazarian period, Arabic sources and travellers
having visited the region provide detailed information on the city of Atil located alongside the
Northern Silk Road. Along with the afore-mentioned sources, this paper also examines the Byzantine
and Russian sources, as well as the archaeological findings and aims to highlight the contributions of
Khazars over Atil to international trade and cultural interaction. The Northern Silk Road merges in the
country of Khazar over the road named as Silver Road and follows. A part of the Northern Silk Road
* Doç.Dr. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, gokce17@gmail.com
** Dr., İçişleri Bakanlığı, tubatombuloglu@hotmail.com
- 74-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ranging between Crimea and Caspian Sea was dominated by the Khazars till the end of 10th cc. The
city of Atil, capital of Khazars and the international trade centre, was one of the most significant
checkpoints of the Northern Silk Road. The policies of the Khazar State played essential roles in
turning Atil and its surroundings into an international trade centre. The city of Atil, one of the most
significant centres of the Northern Silk Road, turned into an international trade centre where the
merchants from Byzantium, Middle East, Caucasus and even Scandinavia commercialised their goods.
It is well-known that while the Arabic merchants, especially, came here in the search for furs, the
Bulgarian and Viking merchants maintained the furs that they bought into the storages in the Khazar
capital of Atil. In this respect, the city is also a centre of intercultural interaction.
Key Words: Northern Silk Road, Atil, Khazars, Interactio
GİRİŞ
İpek Yolu, tarihi M.Ö 2000’li yıllara dayanan Doğu ve Batı arasında kıymetli malların değiş
tokuş yapıldığı yollar ağıdır.1 Doğudan Batıya, Güneyden Kuzeye yaklaşık 7500-8000 km’yi bulan bu
ağ tali yollarla birlikte çok daha uzun bir mesafeyi bulmaktadır. İnsan organizmasındaki damarlara
benzeyen bu yollar ağını isimlendirmede en yaygın tabir Büyük İpek Yolu olmuştur. Büyük İpek
Yolu’nun güzergâhlarını üç kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan ikisi kara biri deniz yoludur. İlki,
esas yol olup Çin’in başkentinden başlayarak Türkistan ve İran Platosu üzerinden kurak çölleri ve dağ
geçitlerini geçerek Doğu Akdeniz’e uzanıyordu.
İkincisi okyanus yolu veya “Güney Yolu” Akdeniz limanlarından başlayarak Kızıl Deniz ve
Hint Okyanusu aracılığıyla Batı Hindistan’ın, eskiden Kuşan İmparatorluğu’nun deniz kapıları olan
limanlara bağlanıyordu. Daha sonra da ikiye ayrılıyordu Bunun dallarından biri İran Körfezi’ne
giderken, diğerleri ise daha doğuya, Hindistan’ın Malabar sahiline, Sri Lanka (Seylan)’ya, oradan da
Ganj nehri ağzına, Hindî Çin’e gidiyordu.
Üçüncü yol ise Kuzey (Bozkır) Yolu olup, Akdeniz’den Karadeniz limanlarına ulaşıp buradan
kara yoluyla devam etmekteydi. Yol, güney Rusya, Ön Kafkas, Ural, Güney Sibirya ve Altay
bozkırlarından güneyde Tanrı Dağlarıyla Cungar Dağ geçidine ve Çin’e kadar uzanmaktaydı.2 İpek
Yolu’nun kuzey hattı da bu ağın bir parçası olup İlk Çağ’dan itibaren öneminden çeşitli kaynaklarda
bahsedilmektedir. Milattan önce 5. yüzyılda yaşamış olan Herodot Kuzey İpek Yolu hakkında ilk
bilgileri vermektedir.3 Herodot eserinde, İskitli tüccarların ticaret yaparken yerel tercümanlar
yardımıyla uzak topluluklarla mal alış verişi yaptıklarını da aktarır.4 İpek Yolu’nun geçtiği yollar
hakkında bir diğer bilgiyi Herodot’tan sonra milattan sonra 1. yüzyılda yaşamış olan Tyrli Marinus’tan
öğrenmekteyiz. Onun verdiği bilgiler ise tüccar Maes Titianus’un Roma İmparatorluğundan Çin’e
uzanan kara yolu tasvirine dayanmaktaydı. Bir diğer bilgiyi de çağdaşlarından ve denizcilerden aldığı
verilerle harita çizen Ptolemy’den öğrenmekteyiz. Maes Titianus, İpek Yolu’nun menzillerini “mesafe
taşlarını” veya “taş kulelerini” araştırmak için Doğu’ya adamlarını göndermişti. Bu bilgileri coğrafya
adlı eserinde anlatan Ptolemy, en azından İpek Yolu’nun Milattan önce 1. Yüzyıldan Milattan sonra 2.
yüzyıla kadar olan döneminde Türkistan’daki yolun 3 kol’a ayıldığı bilgisini vermektedir.5
1 David Christian, “Silk Roads or Steppe Roads? The Silk Roads in World History” Journal of World History, 11, no. 1 (2000) s. 2.
2 Boris YA. Stavısky, “İpek Yolu ve İnsanlık Tarihindeki Önemi”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C.3, s.225; Anna
A. Ierusalimskaya, “İpek Yolunda Kafkaslar”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C.3, s.244.
3 Herodot, Herodot Tarihi, IV:18; Hans Wilhelm Haussing, İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul 2001, s.20
4 Herodot, a.g.e, IV:25
5 Claudius Ptolomy, Geography, Book 6, Middle East, Central and North Asia, China. Part 1. Text and English and German transl. By
Susanne Ziegler, Wiesbaden: Reichert, 1998, 11:13,; Igor Vasil’evich P’iankov, “Maes Tıtıanus, Ptolemy and The “Stone Tower” on the
Great Sılk Road, The Silk Road, 13 (2015):60-74; Mehmet Tezcan, “İpek Yolu’nun İran Güzergâhı ve İpek Yolu Ticaretine İran
Engellemesi” Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Sayı:3/1 2014 s.96-123; Kürşat Yıldırım, “İpek Yolu Mefhumundaki
Doğrular ve Yanlışlar” Yükselen İpek Yolu II, Türk Yurdu Yay. s.296
- 75-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kuzey Karadeniz bölgesinden güneybatı Sibirya’ya kadar uzanan Kuzey İpek Yolu’nun
gelişimi Kök Türk Kağanlığının güçlenmesi dönemine denk gelir. Bu dönemde Güney Batı Avrasya
pazarlarındaki kürk talebi artmıştır. İpek Yolu’nun batı kolu 560’lı yılların sonunda Türk kağanlığı ile
tüccar Soğdlular arasında doğrudan ticaret ilişkilerinin kurulmasıyla ortaya çıktı. Kuzey İpek Yoluna
Çin’den Bizans İmparatorluğu’na kadar Türklerin yaşadığı topraklardan geçerek ulaşılıyordu.
Türkistan sahasında Aral havzasından Hazar Denizi’nin kuzeyine doğru uzanan yol, buradan
Karadeniz limanlarına ulaşıyordu. Kuzey İpek Yolu’nda faaliyet gösteren ve batı Urallarda bulunan
Kürk Yolu 560’ların sonlarında kıtalar arası faaliyet gösteren tüccarların faaliyet sahasına girmiş
oldu.1
Kök Türk yöneticisi İstemi Yabgu tarafından gönderilen Maniakh’ın elçilik misyonu yeni
açılan, Harezm, Kuzey Hazar Denizi, Kafkaslar ve Kırım’ın Suğdak şehri üzerinden geçen ve bir İpek
Yolu kolu olan “Kürk Yolu” üzerinde trafiğin gelişmesi açısından bir başarıdır. Güney Ukrayna ve
Kuzey Kafkaslardaki Hazarların Kök Türkler tarafından kontrol altına alınması, Bizanslarla olan
ilişkileri kolaylaştırmış ve iki devleti doğrudan temasa geçirmiştir.2
Karadeniz’in kuzeyi, önceleri İpek Yolu’nun klasik güzergâhlarından biri olmasa da bölgenin
gerek coğrafi özelliklerinden dolayı gerekse Rus Knezlikleri, İskandinavya ve Batı Avrupa ile
geliştirdiği ticari münasebetler sebebiyle burası her zaman İpek Yolu ile bağlantılı olmuştur.3 Kuzey
İpek Yolu, Kök Türk döneminde, 560’lı yılların sonlarında daha aktif bir şekilde kullanılmaya
başladıktan sonra birçok rotaya sahip olmuştur. Bu rotaların üç kolu Uralların kuzey ve
kuzeybatısındayken en az üçü kolu da Uralların kuzey ve kuzeydoğusuna doğru yönelmiştir.4 Orta İtil-
Türkistan ana yolu batı Urallara götüren yolu “Kürk Yolu” olarak tanımlanır. 5 Kürk Yolu’nu daha
detaylı anlatmak gerekirse Güney Sibirya ormanlarının kıyısı boyunca devam ederek, İtil-Kama
nehirlerinin birleştiği yere kadar uzanan ticaret yolu diyebiliriz. Burası asırlar boyunca sincap, sansar,
tilki, kakum, samur, kunduz, vaşak, gelincik ve geyik gibi tüyleri güzel ve yumuşak olan hayvanların
deri ve postlarının sevk edildiği bir yoldur. Hayvan ve katırlarla İtil-Kama üçgeni içerisinde bulunan
Bulgar şehrine getirilen bu deri ve postlar, İtil nehri vasıtasıyla Hazar Devleti’nin merkezi Hanbalık’a
(İtil) ulaştırılıyor ve buradan da Bizans ve İslâm ülkelerine gönderiliyordu. Bu yol aynı zamanda
Hazar ülkesinde Kuzey İpek Yolu ile birleşip İtil nehrini geçtikten sonra Aral Denizi yanından doğuya
doğru, Altay ve Sayan dağlarından Türk devletlerinin merkezi olan Orhun bölgesinden Çin’e
iniyordu.6 Kürk Yolu diğer bir değişle Kuzey İpek Yolu’nun kuzey kısmını oluşturuyordu.
Kürk Yolu dolayısıyla Kuzey İpek Yolu’nda ticareti canlı tutmak için İskandinavya- Hazar
güzergâhı boyunca birçok şehir kurulmuştur. Bu durum İskandinavya, Rus toprakları, İtil Bulgar
Devleti ve Hazar Devleti için de geçerli idi. İtil Bulgarları ve Hazar Devleti tarafından kurulan Bulgar,
Bilyar, Suvar, Osel, İtil, Sarkel, Semender, Belencer şehirleri en önemli şehirlerdir.7 Şehirlerin dışında
Kuzey İpek Yolu boyunca geçitler ve kervanların dinlenmesini sağlayacak küçük yerleşim yerleri
bulunuyordu. Bu yerleşim yerlerinin bazı bölgeleri Hazarların kontrolü altındaydı. Hazar Devleti’nin
1 Roman K. Kovalev, “Commerce And Caravan Routes Along The Northern Silk Road: Part I: The Western Sector,” Achıvum Eurasıae
Medıı Aevı, 14 (2005), Wiesbaden, s.60-61
2 Matteo Comperati, “Sogdiyana Tarihine Giriş”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C.2, s.160.
3 İlyas Kemaloğlu, “Karadeniz’in Kuzeyinde İpek Yolu İle Bağlantılı Ticaret Yolları”, İpek Yolu, TİKA, İstanbul 2015, s.363
4 Kovalev, a.g.m., s.55.
5 TH. S. Noonan, “The Silk Road and the Fur Road: Central Asian Trade with Northern Russia in the 6th-7th Centuries” Kontakte zwischen
İran, Byzanz und der Steppe, ed. C. Balint (Varia Archaelogica Hungarica, Bd. IX) Vienna, 2000, s.285-301.
6 Salim Koca, “Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C.3, s.28-29; Gülçin
Çandarlıoğlu, “Uygur Devleti Tarihi ve Kültürü”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, , C.2, s. 212; Ierusalimskaya,
a.g.m., s.245.
7 Kemaloğlu, a.g.m, s.364.
- 76-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
esas merkezi ise Hazar Denizi’nin Kuzey doğu kıyılarıydı. Hazar ülkesi, Kuzey İpek Yolu sayesinde
Bizans’ta üretilen ipek kumaşların ve kıyafetlerin en önemli dış pazarını oluşturmaktaydı.1
Hazar ülkesinin ticaret rotasında bulunan en önemli şehirlerinden biri Sarkel diğeri de İtil
Şehriydi. Sarkel, Trans-Avrasya ticaret sisteminde önemli bir yere sahipti. İtil’in başlangıç kısmından
doğusundaki Sarkel’e doğru giden karayolu rotası, kuzeydoğuya doğru Kuzey Kafkasya ve Sançu
geçidi üzerinden Derbend’e doğru giderdi. Hazarların başkenti İtil’den Aşağı İtil’e giden kara yolunu
kontrol etmek amacıyla kurulmuş olan Sarkel, aynı zamanda Kuzey İpek Yolu üzerinde önemli bir
kontrol noktasıdır. Bu kale aracılığıyla güneye doğru Azak çevresine yapılan yolculukların da
denetlenmesi mümkündür.2
Hazarlar, ticaret yollarının kavşağında bulundukları için İtil ve Don nehirleri havzasında
ayrıntılı yerleşim ve kale sistemleri oluşturmuşlardır. Araştırmalarda Kuzey Donets, Oskol, Tikhaya
Sosna ve Orta Don bölgesinde 8. yüzyıldan günümüze kadar çeşitli tiplerde 24 kale tespit edilmiştir.
Tüm bu kaleler Kuzey Donets, Oskol ve Tikhaya Sosna nehir sistemindeki ana rotaları koruyan bir
savunma ağını kapsıyordu. Kalelerin büyük bir kısmı, sekizinci yüzyılın ikinci yarısı ve dokuzuncu
yüzyılda Hazarlar tarafından kurulmuştu. Bu kaleler arasındaki mesafe ortalama bir günlük yoldu.
Hazarlar yol güvenliği için de farklı kabilelerin askerlerinden yararlandılar. Bunlardan birisi de Kafkas
kökenli Alanlar’dır. Kuzey Kafkasya kökenli Alanlar, Orta Don bölgesine bu kalelerde
görevlendirilerek yolların kontrolü sağlandı. Böylece, bu kaleler kağanlık için yalnızca önemli bir
savunma sistemi değil, aynı zamanda bölgedeki ticareti kolaylaştıracak bir ağ sistemini
oluşturuyordu.3 Kaynaklarda en detaylı anlatılan Hazar şehri tabii ki başkent ve uluslararası ticaret
merkezi olan İtil’dir.
İTİL ŞEHRİ
Hazar Devleti, ticaret yolları üzerinde olmanın verdiği stratejik konumunun avantajı sonucunda
bir “ticaret devleti” haline gelmiştir. Burası sadece yollar üzerinde kurulmuş bir ülke değil aynı
zamanda kültürler bölgesidir. Artamonov, Hazarlarla ilgili şunları söyler: “Hazarların tarihteki rolleri
oldukça olumluydu. Arapların saldırısını durdurmuş, bölgede Bizans kültürüne kapıları açmış, Hazar
ve Karadeniz bozkırlarında düzen ve güvenliği sağlayarak bu coğrafyada bulunan ülkelerin
ekonomisinin gelişimine güçlü bir etkide bulunmuştur.”4 Doğu-batı hattında uzanan Kuzey İpek
Yolu’nun kolları Hazar Denizi ve çevresinden geçerken, kuzey-güney hattındaki yollar da
İskandinavya’dan İstanbul ve Bağdat’a kadar uzanmaktaydı. Bu yol güzergâhının bir kısmı karadan
önemli bir kısmı ise nehirler ve denizlerden yapılan yolculuklardan oluşmaktaydı. Hazar havzasının en
önemli nehirleri gemiyle ticaret yapılabilecek kadar geniş olan İtil, Kür ve Aras nehirleridir. Bunların
arasında ilk sırayı Avrasya bozkırlarını kat ederek Hazar Denizi’ne dökülen ticaret için doğal bir kanal
olan İtil Nehri alır. İtil, kuzeyde bulunan ülkelerle alış veriş yapabilmek amacıyla seyahat eden
tüccarların önemli bir rotasını oluşturmaktaydı. 3500 km uzunluğundaki İtil Nehri yaklaşık 70 kola
ayrılır ve ana kısmı Hazar denizine dökülür.5 İtil Nehri, Akdeniz ile Orta Türkistan şehirlerini ticaret
ağıyla buluşturan önemli bir konumdadır. İtil havzası yolları Batı’da Don-Donets havzasıyla birleşerek
Kiev’e ulaşan yollarıyla Batı Avrupa’ya ve Bizans’a; Kuzeyde, Dvina yoluyla gelen ürünleri İslam
coğrafyasına; Güneyde Hazar Denizi yoluyla İran ve oradan da Bağdat’a; Doğuda, Kama yoluyla
Urallar, Sibirya ve Harezm’i birbirine bağlar. Rusların Hazar bölgesiyle ticaretleri de bu nehir
- 77-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
vasıtasıyla gerçekleşirdi.1 Bizans ve Rus kaynaklarına göre ise İskandinavya’dan St. Petersburg’taki
Neva Nehri ve çevresindeki diğer akarsular aracılığıyla tüccar ve yağmacılar Ladoga gölüne oradan da
Volkhov nehri aracılığıyla İlmen gölüne ulaşıyorlardı. Buradan ise Lovat nehri ile İtil ve Özü
nehirlerinin kaynaklarının yer aldığı Okov ormanlarına ulaşarak güneye doğru yolculuklarına devam
ediyorlardı.2 İtil’e oradan da Hazar Denizi ya da karayoluyla Maveraünnehir veya Bağdat’a kadar
gidiyorlardı. Bu yolda İtil şehri önemli bir duraktı.
Hazarların başkenti İtil şehri Semender’in kuzeyinde, Astarhan civarında İtil’in Hazar’a
döküldüğü noktada bulunmaktadır.3 İtil ismi hem başkentin adı hem de şehrin kurulduğu nehrin
adıydı. İslam coğrafyacıları şehrin ismini eserlerinde İtil/Esil/Etil/Atil diye çeşitli şekilde
adlandırmışlardır.4 İbn Havkal ve İstahri’ye göre İtil iki bölgeye ayrılıyorken, Mesudi’nin kayıtlarında
ve Hazar Kağanı Yusuf’un yazdığı mektupta şehir üç bölgeye ayrılmaktadır. 5 Ancak hakanın ailesi,
yöneticiler ve Hazar ileri gelenlerinin yaşadığı şehrin batı kısmı olan Hazaran ile tüccarların,
zanaatkârların ve yabancıların ikamet ettiği, depoların bulunduğu doğu kısmı Hanbalık/ İtil veya
Hamlih6 kaynaklarda daha çok geçmektedir.7 Hazaran, kağanın ikametgâhı ve siyasi merkezi iken,
Hanbalık/İtil şehre gelen tüccarların ticareti yürüttüğü büyük bir pazar işlevi görmekteydi. Ayrıca İtil
nehrinin ortasında bir adacık bulunmakta olup şehrin üçüncü kısmını burası oluşturmaktaydı. Hazar
meliki Yusuf yazdığı mektupta bu adacıkta yaşadığını söylemektedir. Ayrıca bu adada tuğladan bir
Kale’nin bulunduğu adayla şehrin bir asma köprü ile birleştiği bilgisine de ulaşmaktayız.8 İtil şehri ile
ilgili ilk kesin bilgiler milattan sonraki ilk yüzyıllarda ortaya çıkmaktadır. Batıda bir kışlağın yerinde
kurulmuş olup, İtil deltası, pek çok nehir kolları bulunan sürüler için yeterli stok yapılabilecek bir
ambar haline gelen bol otlaklarla dolu adalarıyla, kışları sürüleri ve çeşitli hayvanlarıyla pek çok
insanı barındırıyordu.9 Rus Arkeoloğu Dimitriy Viktoroviç Vasilyev, İtil deltasında yer alan ve
Hazarlar zamanına ait tarihi kalıntıları olan Samosdelska şehrinin kağanlığın başkenti olan İtil’le aynı
yer olduğu görüşündedir.10Zira Samaosdelska’da bulunan şehrin iç kalesindeki üçgen tuğlalı yapıyla
İtil şehrinde bahsedilen tuğla kalenin varlığı birbiriyle örtüşmektedir. Artamonov da 12. yüzyılda
yeniden imar edilen Saksin şehrinin Hazar başkenti İtil’den başkası olmayacağını
söyler.11Samaosdelska veya Saksin veya İtil şehrindeki buluntuların çoğu Hazar Kağanlığının
yıkılışından sonra İtil deltası halkının çekirdeğini oluşturan Oğuzlarla bağlantılıdır. Özellikle
Samaosdelska’da bulunan 9. ve 10. yüzyıla ait inşa edilmiş çadır evler dikkate değerdir. Bu evler
İtil’den aşağı Tuna’ya, Orta Don’dan Kuzey Kafkasya’ya kadar geniş bir alanda yer almaktadır. Hazar
Kağanlığına ait bu evler konargöçerlerin bir yere yerleşme işareti olarak yorumlanmaktadır.12
İtil şehrinin iki yakası arasında ulaşım gemilerle sağlanıyordu. Balıkçılık faaliyetleri de oldukça
yaygındır. İtil’den ihraç edilen ürünlerin başında da kemikten imal ettikleri tutkal geliyordu.13
1 İbn Havkal, Suret’ül Arz, Yeditepe Yay. İstanbul 2014, s.301-302; Golden, Hazar Çalışmaları, s.125-126
2 Mualla Uydu Yücel, İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, TTK, Ankara 2007, s.80; Osman Karatay, Hazarlar, Kripto Yayınları, Ankara
2016, s.166; Gökçe-Kalkan, a.g.m., s.213.
3 Minorsky, Hudud’ül Âlem, (Çev. Murat Ağarı) Kitabevi Yayınları, 2008, s.123; İstahri, a.g.e., s.199.; İbn Havkal, a.g.e., s.302;
Mukkaddesi, Ahsenü’t-Takasim, (Çev. Ahsen Batur), Selenge Yayınları, İstanbul 2015, s.268;, s.302; İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler
Kitabı, Çevr. Murat Ağarı, Kitabevi Yayınları İstanbul, 2008 s.107.
4 Mukaddesi, a.g.e, s.363; Mesudi, a.g.e, s.146;İstahri, a.g.e, s.197;İbn Havkal, a.g.e, s.298.
5 İstahri, a.g.e, s.197; İbn Havkal, a.g.e, s.298; Mesudi, a.g.e, s.135; Golden, a.g.e,, s.257.
6 J. Marquart, Osteuropaische und ostasiatische Streifzüge, Leipzig, 1903, s.18.
7 İbn Havkal, a.g.e., s. 299; A.Y. Yakubovskiy, “K Voprosu ob İstoriçeskoy Topografii İtilya i Bolgar v IX i X Vekah”, Sovetskaya
Arheologiya X, Leningrad 1948, s.255-257; Noonan, Thomas S., “Some Observatıons on the Economy of the Khazar Khaganate” The
World of the Khazars, Ed. Peter Golden vd., Brill, Leiden 2007, s.210.
8 Yakubovsky, a.g.m., s.255; Artamonov, a.g.e, s.505; Dimitriy V. Vasiliyev, “Volga Deltasındaki Antik Şehir”, Çev: Mustafa Işık, SAÜ Fen-
Edebiyat Dergisi, 2008-1, s.18.
9 Artamonov, a.g.e, s.510, 516.
10 Vasiliyev, a.g.m., s.5-33.
11 Artamonov, a.g.e., s.572.
12 Vasiliyev, a.g.m., s.10-12.
13 Artamonov, a.g.e., s.510.
- 78-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Buradan başka ülkelere ihraç edilen belli başlı ürünler ise zamk, cıva, bal, mum, yumurta, miğfer, ipek
ve kürk, şaraptı.1 El- Cahiz, en değerli sincap derilerinden birisinin Hazarlar tarafından üretildiğini
söyleyerek tilki derilerinin en değerlisinin tüyleri sert boyanmamış siyah tilki derisi olduğunu ondan
sonrada kırmızı Hazar tilkisinin geldiğini belirtir.2 Hazarların ihraç ettiği sincap, tilki ve samur
kürkünün o dönem için en iyi kalite sayıldığı anlaşılmaktadır.
Rus ticaret gemileri de sürekli İtil’e gelirler, getirdikleri mallar için öşür gibi vergi öderlerdi.
Ticaret burada yoğun olarak yapıldığı için şehirde ticaret mahalleleri, çarşılar kurulmuştur. Kaynaklar
İtil nehri aracılığıyla gelen gemilerden 10/1 oranında vergi alındığından bahseder, buna göre burada
bir nevi gümrük merkezi de bulunmalıdır. 3 Ayrıca şehirde tüccarlar için ticaret mahkemesi de
bulunmaktaydı. Tüccarlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için 7 hâkim bulunuyordu. İkisi
Müslüman ikisi Musevi ikisi Hıristiyan ve birisi de Gök Tanrı inancındaydı. Hâkimler kararlarında
kağana danışırlardı.4
İtil şehrinde yaz aylarında ziraat yapmak için halk, merkezden 20 fersah uzaklıkta bulunan
yerlere gidiyordu. Burada yetiştirdikleri ürünleri de şehre nehir aracılığıyla naklediyorlardı.5
Hazarların İtil’deki bu faaliyetleri suyolu aracılığıyla taşımacılığın geliştiğinin bir göstergesidir. İtil
nehri onların birçok faaliyetinde doğrudan ya da dolaylı etkili olmaktadır. İtil nehri üzerinde Hazar
ülkesinden 15 günlük bir mesafede Hazarlara tabi olan Burtaslar, onların yukarısında da Bulgarlar
yaşıyordu.6 Hazar havzasından hem Bulgar ülkesine hem Harezm sahasına hem de İtil bölgesine
ulaşmak mümkündür.7 İbn Rüsteh de Bulgar şehrinin Hazarlar ile alışverişinin olduğundan, Rusların
da ticaret yapmak için bu bölgeyi ziyaret ettiklerinden bahseder. İbn Rüsteh, İtil Nehri’nin iki yakası
boyunca yerleşmiş olan halkın samur, kakım, sincap gibi hayvanların derisinin ticareti ile
uğraştıklarını, ayrıca çiftçiliğin de geçim kaynağı olduğunu söyler.8 İbn Fazlan da İtil nehrinin
kıyısında değerli eşyaların satıldığı çarşının bulunduğunu yazar.9
1Minorsky, Hududu, s.122; Mukkaddesi, a.g.e., s.356; İbn-i Havkal, Suret’ül Arz, 2014, 298; İstahri, a.g.e., 196-203; El-Cahiz, Mahfuz
Söylemez, “ Cahiz’in Et-Tebassur Bi’t-Ticare adlı Risalesi”, Ankara Üniversitesi Dergisi, s.322.
2 El-Cahiz, Mahfuz Söylemez, s.315.
3 İbn Havkal, a.g.e., s.301.
4 Minorsky, Hudud, s.122; Noonan, Some Observation, s.211-212.
5 Minorsky, a.g.e., s.122; Mukkaddesi, a.g.e., s.356; İbn-i Havkal, Suret’ül Arz, 2014, 298; İstahri, a.g.e., s 196-203.
6 Gerdizi, Zeynü’l- Ahbar, Neşr. A. Habibi, Tehran 1347, s.278-279.
7 Özdal, Özdal, A. N., Ortaçağ Ekonomisi ve Müslüman Tüccarlar, İstanbul, 2016, s,464.
8 Y.Z. Yörükan, Ortaçağ Müslüman Coğrafyacılarından Seçmeler, İstanbul, 2013. s. 172-75; İstahri, a.g.e., s.202; İbn Havkal, a.g.e.,
s.304; Mukaddesi, a.g.e., s.366.
9 İbn Fazlan, Seyahatname, çev. Ramazan Şeşen, Bedir Yayınları, İstanbul 1995, s.63.
10 Kovalev, Commerce, s.80-81.
- 79-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İpek Yolu ticaretinin 6. ve 9. yüzyıl boyunca kuzey- güney istikametine doğru gelişmesi ve
genişlemesi daha önce kuzey iç Avrasya’nın bu bölgesinde görülmemiş olan birçok yenilikle birlikte
alışılmadık hayvan ve emtiayı da beraberinde getirmiştir.2 Özellikle ticarette kullanılan deve ve
katırlar İskandinavya ve Rus ülkelerinde çok da yaygın olmayan hayvanlardı. Bununla birlikte 6.
yüzyılda Karadeniz bölgesinde keçeler önemli bir meta haline gelmiştir. 9. yüzyıl başında kürkler,
Bizanslılar arasında en değerli mallardan birisi olarak kabul edilmiştir. Abbasi halifesi Me’mun (813-
832) Bizans İmparatoruna diplomatik bir hediye göndermek istediğinde Bizans’ın en değerli
mallarının hangisi olduğunu sormuş misk ve samur olduğu yanıtını almıştır. Halife daha sonra, Bizans
imparatoruna 200 misk ve 200 samur gönderilmesini emretmiştir.3
“Yol bilen” anlamına gelen ve kaynaklarda Radaniye diye geçen Yahudi tüccarlar Mazdek
hareketinin bir sonucu olarak İran’dan kaçarak Bizans ve Hazar ülkesine yerleşmişlerdir. Hatta Bizans
ve İslam topraklarından gelen Yahudi tüccarlar Hazar ülkesine geldiklerinde Kırım’a yerleştirilip onlar
için Yahudi kolonileri kurulmuştur. Böylelikle kuzey İpek Yolu’nda daha etkin bir rol
oynayabilmişlerdir. İbn Hurdazbih’e göre Radaniyeler Arapça, Farsça, Rumca, Fransızca, İspanyolca
ve Slav dili konuşuyorlardı. Doğudan batıya, batıdan doğuya doğru yol alarak karadan ve denizden
yolculuk yapıyorlardı. İstanbul, Antakya ve Slav topraklarından Bizans ötesine Hazar ülkesine oradan
Hazar Denizi’ne ve Maveraünnehr’e giderlerdi. Batıdan esir, ipek kumaşlar, işlenmiş deri, yaban
eşeği, kürk ve kılıçlar getiriyorlardı. Çin’den misk, aromatik bitkiler ve tarçın getirirlerdi. Bu uzun
ticaret yollarında alış veriş yapılması ticari ortaklar olmadan mümkün olamazdı. Tüccarlar mallarını
ara istasyonlarda veya yol güzergâhlarının üzerinde kurulmuş şehirlerde bir birlerine satıyorlar,
buradan da daha büyük merkezlere giderek ürünlerin dağılması sağlanıyordu. Bu merkezlerde yapılan
alış veriş çok uluslu ticaret topluluklarının ve büyük ortaklıkların oluşmasına zemin hazırlıyordu.4
- 80-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kuzey-güney, doğu-batı rotaları boyunca uzanan Bulgarlar, Orta İtil bölgesindeki transit ticaretin
başlıca aracısı olmuştur. Kürk ticareti çok gelişmişti. Hazar kağanı vergi olarak bir samur kürkü talep
ederdi1. Samaosdelska şehrinde Bulgarlarla ilgili buluntular da onların şehirde ticareti organize eden
veya eşya getirip götüren kuryeler oldukları fikrini düşündürmektedir. Samaosdelska şehrindeki kazı
sonuçlarından şehrinin transit ticaret merkezi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bulgulardaki çömlek,
kazan, tencere, bardak, tabak, kapak, sürahi ve fincan örnekleri bunların yerli üretim olduğunu
kanıtlamaktadır. Ayrıca Harezm, aşağı Kafkasya ve Şirvan’dan ithal edilen seramiklerle Bulgarlar
tarafından üretilen 10-12. yüzyıla ait kapkacaklar birbirinden bariz şekilde ayrılmaktadır. Kazılarda
çıkan seramik miktarının fazlalığı Samaosdelska şehriyle İtil Bulgarları arasındaki sıkı kültürel ve
ticari bağı kanıtlar niteliktedir.2
Avrasya’daki ipeklerin çeşitliliği ve kaftanlarda kullanılan sincap kürkü bir araya geldiğinde
Kuzey İpek Yolu’nun renkli görüntüsü ve batı Urallardan geçen Kürk Yolu’nun birbiriyle bağlantısını
ortaya çıkmaktadır. 8. yüzyılın ortalarına kadar kuzeydeki kürkler Hazar ülkesinde mevcuttu ve İtil
Bulgarları aracılığıyla Orta İtil’den geçerek Kürk Yolu aracılığıyla getiriliyordu. Bununla birlikte ipek,
kuzey Kafkasya’yı kontrol altında tutan Hazarların ülkesine Kuzey İpek Yolu üzerinden getiriliyordu.
Kuzey İpek Yolu ile bağlantılı Kürk Yolu’nda bulunan Moschevaia Balka kurganında 8-9. yüzyıla
kadar uzanan bir mezarlıkta ipek giysiler ile birlikte kürk manto ve çeşitli kürkler bulunmuştur. Bunun
yanı sıra aynı yerleşim yerinde 8. yüzyılda kullanılan Soğd ipeğinden yapılmış kaftan bulunmuştur.
Moschevaia Balka’da bulunan bir diğer parça sedef zemin üzerine Yunanca yazıların işlendiği Bizans
ipek kurdelesidir. Moschevaia’ya Balka’dan çıkarılan ve belki de burada tesadüfen kalmış olan
Hıristiyan kandilleri ve Yahudi kapları, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin geliştiği Hazar ülkesine
gitmekteydi3. Günümüze kadar çok iyi korunmuş olan bu yerleşim yerinden çıkarılan arkeolojik
kanıtlar Kuzey İpek Yolu’nun sosyal ve ekonomik gelişimine en güzel örneklerden biridir.
Yapılan kazılarda 9. yüzyılda Hazar ülkesinde Orta Asya kökenli tüccarla ticari bağlantılara
rastlamaktadır. Bizans’a ait iki tabak, 6. yüzyıla ait Soğdca yazılmış bir kitabe ve 7. yüzyıl Harezm
yazıtı bu görüşü destekler. Bu yazıtların güney Rusya ve Hazar bozkırlarında bulunmuş olması Soğd
ve Harezmli tüccarların mevcudiyetini kanıtlamaktadır. Menander’in anlattığı gibi Kök Türk
elçilerinin de kuzey Kafkasya yolunu kullanarak Bizans’a gelip gitmeleri bu düşünceyi
desteklemektedir. Soğd ve Harezmli tüccarlar Kafkasya’da daha fazla görülmüş burada yaşayan yerli
ve konargöçer halkla temas içinde bulunmuş olmalıdırlar. Bu durum belki de daha sonra Kuzey İpek
Yolu üzerinde ticaret yapan bazı tüccarların Hazar ülkesine kalıcı olarak yerleşmelerine neden
olmuştur.
8. yüzyılda bir birine sınır olan Hazar ve Harezm arasındaki temaslar oldukça önemlidir. 8.
yüzyıldan sonra Harezmli ve Soğdlu tüccarlar Kuzey İpek Yolu’na hâkimlerdi. 9. yüzyılda İtil havzası
ve Orta Asya’daki arkeolojik buluntular bunu onaylamaktadır4.
İbn Havkal, Harezmli tüccarların zenginliğinin Türklerle ticaret yapmak ve hayvan alıp
satmaktan ileri geldiğini belirtir. Samur, tilki, sansar gibi hayvanların kürklerinin Harezm’e ihraç
edildiğini belirtir.5 Belazuri, soğd tüccarlarının Kafkasya’da Suqdabil adında ticaret merkezlerinin
bulunduğundan bahseder. Hazar hükümdarı Yusuf, Hasday ibn Şapurt’a yazdığı mektupta Hazar
şehirlerini sayarken Suqdeya (Sug-ray) ismini kullanmıştır. Bu şehrin Kırım’da bulunan Sudak olma
- 81-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ihtimali yüksektir. Hazar hâkimiyeti zamanında bölgeye gelen Soğdlu tüccarlar Kırım’da kendi ticaret
merkezlerini kurmuş olmalılardır.1
Abbasi Halifeliği ile Hazarlar arasındaki mücadelelerin 9. yüzyılın başlarında sona ermesiyle
Hazar havzasında istikrar sağlanmış, bu sayede ticari ve kültürel ilişkiler artmıştır. Barış döneminde
ticaret yolları Kafkaslarla bozkırı, Müslüman dünyayla birleştiren mükemmel bir güzergâh haline
gelmiştir. Kaynaklar Hazar ülkesinde oldukça yoğun Müslüman nüfusundan ve İtil ile Bulgar
şehirlerindeki Müslüman tüccarların faaliyetlerinden söz etmektedirler. İstahri, İtil şehrinde 10 bin
Müslümanın yaşadığını ve 300 civarında da mescidin bulunduğunu aktarmaktadır2. Bu şehirlerde
farklı dinler ve milletlerden tüccarlara rastlamak mümkündür. Bilhassa İtil, Bizans, Ortadoğu,
Kafkasya ve hatta İskandinavya’dan gelen tüccarların mallarını pazarladığı uluslararası ticaret
merkezidir. Arap tüccarlar, kürkün kaynağı olan Bulgar şehrine ulaşmak için nehir ya da kara yolunu
kullanıyorlardı. Bulgar ve Viking tüccarlarının kürkleri, Hazarların başkenti İtil’deki depolara kadar
götürdükleri bilinmektedir. Örneğin İbn Hurdazbih’e göre, 9. asırda Ruslar, İtil nehri yoluyla Hazar
Denizi’ne girip oradan Cürcan ve Bağdat’a kadar ulaşmaktaydı. Endülüs’ten yola çıkan tüccarlar ise
Bizans topraklarından geçerek Hazar başkentine uğradıktan sonra Hazar Denizi üzerinden Belh ve
Maveraünnehir’e, hatta Doğu Türkistan’a kadar gidiyorlardı.3 Tabii ki bu yolda ticari faaliyetler tek
taraflı olmuyordu. Kaynaklar İstanbul’da hatta İskenderiye’de Hazar ülkesinden gelen tüccarlardan
bahsetmektedir.4 Yine İslam kaynakları Hazar Denizi çevresinde faaliyet gösteren Müslüman ve Türk
tüccarlardan bahsetmektedir. Hazarların başkenti İtil’de ve Bulgar şehrinde konuşlanan Müslüman
tüccarlar buralardan Don-Özü arasında yaşayan Türk boylarının ülkelerine5 ya da İslam kaynaklarının
deyimiyle Karanlıklar Ülkesi ’ne doğru gidiyorlardı.
9. yüzyılda “Hazar barışı” Hazar kağanlığı ile Abbasi halifeliği arasında yoğun ticari temasların
yaşandığı bir dönemi başlatmıştır. Buna ilave olarak, Hazarların kontrolündeki Batı Ural Kürk Yolları
ve Hazar ülkesinden geçen Kuzey İpek Yolu, Hazar- Arap ilişkileri, kağanlığın yönetiminde diğer iki
yol ile kesişen kıtalar ötesi ticari bir yol olan “Gümüş Yolu”nu yaratmıştır. Bu yol, Rusya’nın orman
bölgelerine ve ormanlık steplerine Abbasilerden güney Kafkasya ve Hazar ülkesi yoluyla milyonlarca
dirhem getirdi.
Kuzey İpek Yolu kavşağında bulunan Hazar ülkesi ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılar ve
bu kazılar sonucu çıkarılan buluntular bizlere bu güzergâhta yapılan ticaretin canlılığını
göstermektedir. En önemli arkeolojik kanıtların başında paralar gelmektedir. Araştırmacılar Hazar
ülkesinde bulunan dirhem gömülerinin azlığını Hazar Kağanlığı topraklarında ticaretin azlığına
yorumlamaktadır. Ancak mevcut tüm kanıtlar, Hazar yurdunun, bilhassa 9. yüzyılda önemli bir ticari
güç merkezi olduğuna ve İslam Dünyası ile Kuzey Rusya arasındaki ticaretin, çoğunlukla, Hazar
yurdunun asıl topraklarından Kuzey Rusya üzerinden Baltık Denizine kadar tüm kıta boyunca uzanan
Kuzey İpek Yolu ticaret güzergâhı vasıtasıyla geçtiğine işaret etmektedir.6 Hazarlar aracılığıyla Yukarı
İtil’in İskandinavya sahasına yapılan ticaretin ve Arap gümüş paralarının kanıtlarından birisi İtil’in
önemli kollarından olan Oka nehri bölgesinde elde edilen sikkelerdir.7 Yine Orta Volga’nın İmen’kovo
bölgesinde az da olsa nümizmatik buluntular vardır. Bu kanıtlar Batı Urallardan geçen kürk yolu
boyunca ticarette aracı rol oynamıştır. Ayrıca orta İtil’de bulunan Samara Bend’de Sasanilere ait
1 Asadov, a.g.m., s. 219; Osman Karatay- Muvaffak Dumanlı, “Hazan Kağanı Yusuf’un Endülüs’e Mektubu”, Bilig, 2013, Sayı:64, s.213.
2 İstahri, a.g.e, s.197-198.
3 İbn Hurdazbih, a.g.e., s.131; Noonan, Some Observatıons, s. 229; Özdal, a.g.e., s.464.
4 The Itinerary of Benjamin of Tudela, İngilizce çev. Marcus Nathan Adler, London 1907, s. 20,76.
5Thomas S. Noonan, a.g.m, s.230.
6 Roman K. Kovalev, What Does Historical Numısmatıcs Suggest About The Monetary History of Khazaria in the Ninth Century?- Question
Revisited“, Archivum Eurasiae Medii Aevi, 13 (2004), s.106.
7 V. Petrukhin, “Khazar and Rus”, Ed. Peter Golden vd., Brill, Leiden 2007, s.252-254.
- 82-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
gümüşlerin kırık parçaları keşfedilmiştir. İmen’kovo halkının ithal gümüş sikkelerini takı yapmak için
kullandıklarına inanılmaktadır. Bu nedenle İmen’kovo halkına ait olan paralar mücevhere
dönüştürülmek için yeniden işlem görüyorlardı. Gümüşler en az onun kadar değerli olan keçeler
karşılığında Perm şehrine gönderilmek üzere kuzeye sevk edilirdi.1 Hazar topraklarında sikke
rezervlerinin azlığını ticari anlamda canlığın olduğuna yorumlamak daha doğru olacaktır. Çünkü
Hazar Barışı döneminde ticari canlılık normal zamanların çok üzerinde seyretmiş ve Hazar ülkesi
neredeyse kuzey, güney, doğu ve batı ticaretinin kalbi durumuna gelmiştir.
Gümüş Yolu’nda sadece dirhemler taşınmadı. Bazı ipekler muhtemelen batı ve doğu Baltık’a
kadar kuzeybatı yönünde taşındı. Bununla birlikte bazı ipekler, Hazar ülkesinin ormanlık stepleri
yoluyla kuzeybatıya oradan da Kuzey İpek Yolu’nun bir diğer yeni rotası aracılığıyla –Kuzey Don-
Orta Dinyeper- Aşağı Tuna- batı Avrupa ve orta Avrupa’ya gönderildi. Bu iki yol kağanlığın bozkır
topraklarını kesen Gümüş Yolu ile birlikte yalnızca bozkırlara Güney Avrasya’nın çeşitli mallarını
getirmekle kalmayıp, aynı zamanda bu malları taşıyan develeri ve katırları da getirmiştir. Arkeologlar
8-10. yüzyıllardan kalma yukarı Don nehri boyunca uzanan (Titchikha ve Bol’shoe Borshevo)
Borshevo kültürel sit alanlarında deve kemikleri bulmuştur. Arkeolojik kanıtlar Hazar topraklarında
develerin varlığını ve onların erken Hazar dönemi boyunca kullanıldığını onaylar. Ayrıca deve
kemikleri, Andreiau’sk2 tepede 6-8. yüzyıl sonlarına kadar uzanan katmanlarda keşfedilmiştir. Bu
yüzden, Hazar’ın ana topraklarında ve Hazar bozkırlarının kuzeyinde yer alan yollar arasında, malların
taşınması için bir kervan güzergâhının varlığına ve yük hayvanlarının kullanımına ilişkin çok güçlü
kanıtlar mevcuttur. Aşağı Don’dan nehrin en yukarı bölgesine kadar uzanan alanlarda bu yük
hayvanlarının varlığı tüccarların güney bozkır alanındaki Hazar’ın ana topraklarından orman-bozkır
kesimlerdeki kuzey kesimlerine ve oradan da – Kağanlığın hemen sınırları dışına- kuzeydeki dağlık
bölgeye kadar kullanılan güzergâha işaret etmektedir. Deve ve katır kemiklerinin bu bölge için tarihîn
herhangi bir dönemi için çok istisnai nadir bulgular olması dikkat çekicidir.3 Katırlar kuzey İpek
Yolu’nun Kuzey Kafkasya kesiminde yaygın olarak kullanılmış görülmektedir. 4 Bundan dolayı, bu
tür hayvanların varlığı, orman-bozkır kesimlerde ve Kağanlığın bozkır bölgesinde önemli istihkâmlar
gibi, Hazarların kuzey ile olan ticaretleri için oldukça gelişmiş bir altyapı kurmak ve sürdürmek için
olağanüstü önlemler aldıklarını gözler önüne sermektedir.
Son olarak Kuzey İpek Yolunu üzerinde kurulan ve bölgenin o dönem ev sahipleri olan Hazar
tüccarlardan bahsetmek gerekir. Kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamakla birlikte, Hazar
tüccarlarının yazmış olduğu Kiev mektubu dikkate değer bir belgedir. Bu belge Kiev’de yaşayan
Hazar Yahudi topluluk üyelerinden olan ve bir borç yüzünden tutuklanan bir vatandaştan bahseder ve
onun bu durumunun sonlandırılması için hükümdardan yardım istediklerini anlatır. Mektup çok iyi bir
İbraniceyle yazılmış ve 10 Yahudi cemaati üyesi tarafından imzalanmıştır. Mektuptaki en önemli
ayrıntılardan biri Yunanistan’dan Arabistan’a kadar ticaret yapılan pek çok ülkenin zikredilmesidir.
Bir diğer hususta mektupta bahsedilen tüccar topluluğundaki isimlerin Yahudi ve Hazar isimleri
olmasıdır. Bu da Omeljan Pritsak tarafından mektubun yazıldığı dönemin Hazarların Yahudiliğe geçiş
dönemine denk geldiği veya da Hazarlaşmış Yahudi bir tüccar topluluğunun yaşadığı şeklinde bir
yoruma sebep olmuştur.5
- 83-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Hazar Kağanlığı, Kök Türk Kağanlığının Batı Avrasya’daki gücünün azalmasıyla 7. yüzyılın
ikinci yarısında Hazar steplerinde ve Kuzey Kafkasya’da siyasi varlık olarak yerini almıştı. 670’lerde
Hazarlar, Bulgar Kağanlığını kontrol altına alarak Kuzey Kafkasya’nın ve Hazar bozkırlarının tek
hâkimi haline gelmişlerdir. Hazarların kuzey Kafkasya’daki toprakları arasında, başta başkentleri İtil
ve sonra Sarkel olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerine inşa ettikleri kaleler ve Alan, Adige ve
Bulgarların oturduğu dağlardan geçen Kuzey İpek Yolu bulunuyordu. Bu yolla Hazarlar, Kök Türk
Kağanlığı sonrası dönemde Kuzey İpek Yolu’nun batı kesiminde bulunan eski ticari geleneği
sürdürebilmişlerdir. Sonuç olarak hazarlar 7. ve 8. yüzyıl boyunca Orta İtil kürklerine ulaşmakla
birlikte Kuzey Kafkasya’da İpek Yolu’nun doğu batı rotası üzerindeki ticari yolları kontrol altında
tutmuştur. Ayrıca 8. yüzyılın son on yılında da Güney Kafkasya yolu ile İslami yakın doğuyla ticari
yakınlık kurmuşlardır. Dahası, Orta İtil üzerindeki kontrolleri, Hazarların, güney Urallardan Harezm'e
kadar uzanan step yoluna ve Orta Asya’nın geri kalanına sahip oldukları anlamına geliyordu. Kürk
Yolu, sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda tamamen faaliyete geçmişti. Ticaret yolları ağının kavşak
noktasında olan Hazarların başkenti İtil şehri de dönemin en önemli ticaret merkezlerinden biri olması
yanı sıra farklı milletlere mensup tüccarların bulunması sebebiyle sosyo-kültürel açıdan da kendine
has bir yapıya sahip olmuştu.
KAYNAKÇA
Artamonov, M.İ., Hazar Tarihi, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2008.
Asadov, F. , “İpek Yolu Ticaretinde Hazar Kağanlığının Ürünleri ve Tüccarları (IX-X
Yüzyıllar)” Yükselen İpek Yolu, Türk Yurdu Yay. Ankara 2016, s.217-222.
Christian, D., “Silk Roads or Steppe Roads? The Silk Roads in World History” Journal of
World History, 11, no. 1, 2000, s.2.
Comperati, M., “Sogdiyana Tarihine Giriş”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., 2002,
C.2, s.160.
Çandarlıoğlu, G., “Uygur Devleti Tarihi ve Kültürü”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye
Yay., Ankara 2002, C.2, s. 212.
Çetin, Ç.Z., Klasik Rus Kaynaklarında Büyük İpek Yolu, Yükselen İpek Yolu, C. 3, Türk
Yurdu Yay., Ankara 2016, s.232-234.
Gerdizi, Zeynü’l- Ahbar, Neşr. A. Habibi, Tehran 1347.
Gil, M., “The Radhanite Merchants and the Land of Radhan”, Journal of the Economic and
Social History of the Orient, Vol.17, No.3 1974, s.301-305.
Golb, N., Pritsak, O. “Khazarian Hebrew Documents of the Tenth Century”, ın:Revue d
l’histories des religions , tome 201, no:4, 1984, s.432-434.
Golden, P. B., Hazar Çalışmaları, Selenge Yayınları, 2006.
“The Peoples of the Sourh Russian Steppes”, The Cambrdige History of Early İnner Asia,
s.266-268.
Gökçe M.- Kalkan T, “Yolların ve Medeniyetlerin Buluşma Noktası Hazar Havzası
(9-13.Yüzyıllar)” Atsız Armağanı, Ankara 2017.
Herodot, Herodot Tarihi, IV:18.
Haussing, H.W., İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, Ötüken Yay, İstanbul 2001.
Ierusalimskaya, A. A. “İpek Yolunda Kafkaslar”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay.,
Ankara 2002, C.3, s.244-248.
İbn Havkal, Suret’ül Arz, Yeditepe Yay. İstanbul 2014.
İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, Çevr. Murat Ağarı, Kitabevi Yayınları İstanbul,
2008.
İbn Fazlan, Seyahatname, çev. Ramazan Şeşen, Bedir Yayınları, İstanbul 1995.
- 84-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İstahri, Ülkelerin Yolları, (Çev. Murat Ağarı), Ayışığı Yayınları, İstanbul 2015.
The Itinerary of Benjamin of Tudela, İngilizce çev. Marcus Nathan Adler, London 1907.
Karatay, O., Hazarlar, Kripto Yayınları, Ankara 2016.
“Karadeniz’de İlk Ruslar ve Şarkel’in İnşası”, Belleten, LXXIV/269 Nisan 2010.
Karatay, O. - Dumanlı, Muvaffak “Hazan Kağanı Yusuf’un Endülüs’e Mektubu”, Bilig
2013,Sayı:64, s.213-215.
Kemaloğlu, İ., “Karadeniz’in Kuzeyinde İpek Yolu İle Bağlantılı Ticaret Yolları”, İpek
Yolu, Tika, İstanbul 2015, s.363
Koca, S., “Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye
Yay. 200, C.3, s.28-29.
Kovalev, R. K .,“Commerce And Caravan Routes Along The Northern Silk Road: Part I:
The Western Sector,” Achıvum Eurasıae Medıı Aevı, 14 (2005), Wiesbaden.
What Does Historical Numısmatıcs Suggest About The Monetary History Of Khazarıa In The
Nınth Century?- Question Revisited, “Archivum Eurasiae Medii Aevi 13 (2004), s.106.
Ligeti, L. Bilinmeyen İç Asya (Çev. Sadrettin Karatay), Ankara 1986.
Marquart, J., Osteuropaische und ostasiatische Streifzüge, Leipzig, 1903.
Minorsky, V.F. Hudud’ül Âlem, (Çev. Murat Ağarı) Kitabevi Yayınları, 2008.
Mukkaddesi, Ahsenü’t-Takasim, (Çev. Ahsen Batur), Selenge Yayınları, İstanbul 2015.
Noonan, T. S. “The Silk Road and the Fur Road: Central Asian Trade with Northern Russia
in the 6th-7th Centuries” Kontakte zwischen İran, Byzanz und der Steppe, ed. C. Balint (Varia
Archaelogica Hungarica, Bd. IX) Vienna, 2000, s.285-301.
“Some Observatıons on the Economy of the Khazar Khaganate” The
World of the Khazars, Ed. Peter Golden vd., Brill, Leiden 2007.
Özdal, A. N., Ortaçağ Ekonomisi ve Müslüman Tüccarlar, İstanbul, 2016.
Petrukhin, V. “Khazar and Rus”, Ed. Peter Golden vd., Brill, Leiden 2007.
P’iankov, İ.V., “Maes Titianus, Ptolemy and The “Stone Tower” on the Great Sılk Road”, The
Silk Road 13, 2015, s.60-74.
Pritsak, O., “Arabic text of the trade route of the corporation of ar-Rus in the second half of the
ninth century”, Folia Orientalia, 1970, XII, s.241-259.
Pletneva, C.A., Sarkel i Şelkovıy Put’, 1996.
Ptolomy, Claudius, Geography, Middle East, Central and North Asia, China. Part 1. Text and
English and German transl. By Susanne Ziegler, Wiesbaden: Reichert, 1998, Book 6.
Schechter, S. “An Unknown Khazar Document” The Jewish Quarterly Review, 1912, 3(2),
181-219.
Söylemez, M., “ Cahiz’in Et-Tebassur Bi’t-Ticare adlı Risalesi” s.315- 322.
Stavısky, B. YA. İpek Yolu ve İnsanlık Tarihindeki Önemi, Türkler Ansiklopedisi, Yeni
Türkiye Yay., Ankara 2002, C.3, s.225.
Şeşen, R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara, 1998.
Tezcan, M., “İpek Yolu’nun İran Güzergâhı ve İpek Yolu Ticaretine İran Engellemesi”
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Sayı:3/1 2014 s.96-123.
Vaissière, E., Sogdian Traders, Brıll, 2005.
Dimitriy V. V., “Volga Deltasındaki Antik Şehir”, Çev: Mustafa Işık, SAÜ Fen-Edebiyat
Dergisi, 2008-1, s.18-32.
Yakubovskiy, A.Y., “K Voprosu ob İstoriçeskoy Topografii İtilya i Bolgar v IX i X Vekah”,
Sovetskaya Arheologiya X, Leningrad 1948.
Yörükan, Y. Z., Ortaçağ Müslüman Coğrafyacılarından Seçmeler, İstanbul, 2013.
Yücel, M.U. İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, TTK, Ankara 2007.
- 85-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Sherzod NORBAEV*
Muharrem AVCI**
ABSTRACT
Located on the historical Great Silk Road route, Uzbekistan connects Europe and Asia, attracts
many people with its historical monuments remaining from ancient times, as well as with other
cultural miracles. Uzbekistan is among the top 10 countries with the most antient monuments in the
world. The purpose of this research is to discuss participants’ views on the development of cultural
ties between Uzbekistan and Turkey and to share knowledge and information. In line with this
objective Uzbek and Turkish people living in Turkey and Uzbekistan, who visited or did not visit both
countries were interviewed. Besides, the analyzed data based on cross-tablings, devided by nationality,
were also used to determine the awareness about the saints and scholars from Uzbekistan, and what
came to mind when they first heard Uzbekistan. When we interviewed those who have visited
Uzbekistan before, we determined what sites they have visited, and found out that they desided to visit
Uzbekistan based on internet advertisements or on friends’ advice. When we interviewed those who
did not visit Uzbekistan before, it was determined that the participants' views on Uzbekistan was
formed via visual mass media, and we found out that they wanted to visit Uzbekistan, especially
thombs of the great saints and scholars of the region.
Keywords: Turkey, Uzbekistan, religious tourism, cultural tourism.
- 86-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bayram ÜREKLİ*
ÖZET
Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti ile Türkistan hanlıkları arasındaki münasebet bir
hayli artmıştır. Osmanlı Devleti’nin Orta Asya’da takip ettiği siyasette Buhara Hanlığına verdiği ehemmiyet
diğer Hanlıklara (Hive ve Hokand Hanlığı) göre daha fazladır. Bunun sebebi ise Buhara Hanlığını Türkistan’ın
hakim unsuru olarak görmesindendir. Buhara Hanı Muhammed Masum (Şah Murat) Han’dan (1785-
1800) önce Hanlık görevinde bulunan Ebu’l-Gazi Han Osmanlı padişahına gönderdiği mektubunda
Osmanlı ile eskiden beri gönül birliği içinde olduklarını vurgulayarak Türkistan şehirlerinin, dış
tehlikelere karşı korunması ümitlerini Osmanlıya bağladıklarını belirtmiştir. Bu sırada hastalanıp vefat
edince yerine geçen Muhammed Masum Han da aynı düşünceyi taşıyarak, Osmanlı padişahının
kendisinden istediği Rusya’ya karşı cephe açılması, Rusya ile olan ticaretin kesilmesi ve Kırgızlar ile
Kazak halkını buna teşvik etmesi yönündeki talebini yerine getireceği sözünü vermiştir. Muhammed
masum Han, bir yandan medrese ve kütüphanelerin yeniden düzenlenmesine ve yaygınlaştırılmasına
çalışarak ilmi faaliyetlere önem vermiş, diğer taraftan Osmanlı padişahına, Muhammed Bedî Bey
adında bir elçi gönderip ve bu elçi ile gönderdiği mektubunda Osmanlı padişahının isteği
doğrultusunda çaba sarfedeceklerini belirtmiştir. Bu mektupta belirtilen bir diğer husus ise eğer
Osmanlı Devleti, Rusya ile bir sulh yapacak olursa buna Türkistan Hanlıklarını da dahil etme isteğidir.
Ayrıca Türkistan’daki iç karışıklıkları yatıştırmak için Osmanlıdan bir şehzâdenin gönderilmesi şayet
bu olmazsa vezir sıfatına haiz birinin vezir olarak gönderilmesini dahi talep etmiştir. Bu çalışmada
Buhara elçisi Mehmet Bedî Bey ve İstanbul’daki faaliyetleri ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Türkistan, Buhara Hanlığı, Rusya, Elçi Muhammed Bedî
ABSTRACT
In the second half of the 18th century the relation between the Ottoman State and the Turkistan
khanates significantly increased. Within the politics that the Ottomans followed in the Middle Asia,
much more importance was given to the Khanate of Bukhara when compared to that of other Khanates
(Hive and Hokand Khanates). The reason is that the Ottomans regarded the Khanate of Bukhara as a
dominant element in Turkistan. Ebu’l-Ghazi Khan who was a khan before the Khanate of Bukhara,
Muhammed Masum (Shakh Murat) (1785-1800), emphasized in his letter to the Ottoman Sultan that
they had been in sympathy with the Ottoman Empire for a long time and stated that they had tied up
the hopes of protecting the Turkistan cities against external threats to the Ottoman Empire. Meanwhile
when he got sick and died, Muhammed Masum Khan, who took over the khanate and shared the same
idea with his predecessor, promised that he would fulfill the Ottoman Sultan’s requests on opening a
front against Russia, cutting off the trade with Russia and encouraging Kirghiz and Kazakhs to support
this cut off. On the one hand, the Khan has given importance to scientific activities by reorganizing
and spreading the madrasah and its libraries; on the other hand, he sent an envoy, Muhammad Bedi
Bey, with a letter to the Ottoman Sultan and stated that they would make an effort in the direction of
- 87-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
the Ottoman Sultan. Another point stated in this letter was that if the Ottoman State would make a
peace with Russia, the Khanates of Turkistan should be involved in this agreement as well. Also, he
requested that Ottoman Sultan send a Shahzade (Sultan’s son) as a Sultan to suppress the civil
upheavals in Turkistan and if it is not possible to send a vizier with twenty thousand soldiers. In this
context, this study aims to cover Muhammed Bedi Bey and some of his activities in Istanbul.
Key Words: Ottoman Empire, Turkistan, Khanate of Buhara, Russia, Delagate Muhammed Bedî
GİRİŞ
Bugün Orta Asya diye belirtilen ve Türk tarihinde önemli bir mevkii olan Türkistan’ın dar
anlamı ile coğrafi sınırları; Batı’da Hazar denizi ve Horasan dağları, Güneyde; Gürgân ırmağı, yine
Horasan dağları Küpet dağı, Mezduran, Ak (kûh-i sefîd) dağları, Hindikuş dağları, Doğuda; Şarkî
Türkistan’ın doğu sınırı, Sucav bölgesi ile Moğol Altay’ında Burucan geçidi ve kuzeyde;
Kazakistan’ın şimal sınırını teşkil eden Aral-İrtiş su tevzii hattının kuzey yamaçları arasında kalan ve
yaklaşık 5.340.000 km2’lik sahayı içine alan bir bölgedir (Barthold, 1988: 140-142; Devlet, 1993: 295-
299; Togan, 1947: 1). Bu bölgenin 3.836.500 km2’lik kısmına Batı Türkistan, 1.503.500 km2’lik
kısmına ise Doğu Türkistan denilmektedir.
Bu bölge önce Sakaların, Hunların (MÖ. 220 – MS. 216) Avarların (394-552) Kök Türklerin
(552-745) sonra Türgeş, Uygur, Kırgız ve Karlukların mücadelesine sahne olmuştur. Sonra
Karahanlılar (930-1130), Büyük Selçuklu, Harzemşahlar ve 1219’da Moğol hakimiyeti altına girdi.
Daha sonra da Timurluların (1372-1403) idaresine geçti. Timurlular hakimiyetine son vererek
Türkistan’a hakim olan Özbekler (Altın Orda Hanı Özbek’ten (1312-1340) dolayı Özbekler denildi)
ise çok geçmeden parçalandılar.
Buhara Şeybani (Şibanî) Han kumandasındaki Özbekler tarafından işgal edilerek Özbek
(Buhara) Hanlığı (1500) kuruldu. Şeybani Han Harezm, Belh ve Herat şehirlerini alarak (1507)
Maveraünnehir, Fergana ve Batı Türkistan’ın hakimi oldu ve 1510 yılında ise Safevilerle yaptığı
savaşı kaybederek öldü (Şeşen, 2010: 43-45). Şah İsmail Şeybani Han’ın başını kestirip kafatasını
Memluk Sultanı Kansu Gavri’ye başının derisini ise Osmanlı Sultanı II. Bayezid’e gönderdi. Sonra
Şeybanilerden Köçküncü Han başa geçti (1512-1530).
Ubeydullah Han (1533-1539) ile 1583’te büyük han olan Abdullah Han II (1583-1589) ise
merkezî otoriteyi yeniden tesis etti ve Buhara’yı devlet merkezi yaptı. Fakat 1598’de Safevi Şah
Abbas’a yenilmesi Özbek Hanlığı’nın parçalanmasına yol açtı. Astrahan Hanlığı’nın Rus istilasına
uğraması üzerine Buhara’ya kaçan Şeybanilerin anne tarafından akrabası olan Yar Muhammed oğlu
Can’ın oğlu (Tülüm Han diye meşhur) Baki Muhammed, Özbek Hanlığı dağılınca kendini Buhara ve
Semerkand Hanı ilan etti (1599) ve Buhara Hanlığı böylece Canoğulları hanedanının eline geçti.
Hive (Harezm) Hanlığı (1511-1920) ise 1511’de ortaya çıktı ve Hive Harezm bölgesinin
başkenti oldu. Hokand (Fergana) Hanlığı (1700-1876) ise daha sonra 1700’de kuruldu (Devlet, 1993:
296-300; Kafesoğlu, 1992: 452-454; Şeşen, 1992: 363-367; Togan, 1947: 123-126; Uzunçarşılı, 1977:
III/2, 252-256).
Bu hanlıkların nüfusu toplam 6 milyon civarında idi. 16. asırda bu hanlıkların iktisadî hayatı
zayıflamaya başladı, çünkü bu asır başından itibaren Avrupalıların denizlerde genişlemesiyle yeni
yollar bulup, Afrika’nın güneyinden Hindistan ve Çin’e ulaşarak Doğu-Batı ticaretindeki karadan
giden uzun mesafeli ve taşıma maliyeti fazla kervan yollarının önemini azalttı. Aynı zamanda Çin ve
Hindistan mallarını Karadeniz ve Akdeniz limanlarına ve Anadolu’ya ulaştıran ticaret yollarını Şii
İran’ın kapatması bu yollardan büyük ticarî kazanç elde eden Türkistan halkının fakirleşmesine ve
devletlerin gelir kaybına sebep olmuştur (Peter ve Golden, 2006: 396-398).
- 88-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İşte bu dönemden itibaren Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları arasındaki yakınlaşmanın
önemli sebeplerinden biri Şii İran (Safevi) Devleti’nin tutumu idi. şah İsmail’in (1500-1524) İran’da
hakimiyeti ele geçirerek şah olduktan sonra hem Türkistan hem de Anadolu taraflarında Şii
propagandası yaptırarak hakimiyetini genişletme çabası Sünni olan Anadolu ve Türkistan arasında
endişeye sebep olmuştur. Şah İsmail önce Özbeklerle 1510’da Merv’de savaşarak Özbekleri yenmiş,
sonradan Özbekler Safevileri ülkelerinden çıkarmayı başarsalar da İlbars Han’ın Harezm’de istiklalini
ilan ederek Hive Hanlığını kurmasını önleyememişlerdir. Bundan sonra Türkistan’da XVIII. Asra
kadar iki Özbek devleti hüküm sürmüş, bu da Türkistan’ın güç kaybına ve zayıf düşmesine sebep
olmuştur.
Şah İsmail sonra Osmanlılarla savaşa girmiş ve 1514’te Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim
karşısında mağlup olmuştur. Bu durum Osmanlı Devleti ile Türkistan hanlıklarını işbirliğine
sevketmiştir (Saray, 1994: 3-5; Uzunçarşılı, 1977: III/2, 253). Nitekim ilk resmi yazışmalar Yavuz
Sultan Selim’in 1516’da Özbek Hanı Köçküncü Han’a (1510-1530) gönderdiği Çaldıran galibiyetini
bildiren Farsça nâmesi ve aynı sene nâmeye verilen cevap ve yine aynı yıl tekrar Yavuz Sultan
Selim’in Türkçe gönderdiği nâmesidir (Ferid Bey, 1275: I/ 374-379, 415-416). Kanuni Sultan
Süleyman zamanında bu işbirliği daha da ileri seviyeye ulaşmıştır. Ubeydullah Han 1534’te Abdüllatif
Han 1540’ta elçi ve mektup göndererek İran’la yaptıkları mücadele için Kanuni’den yardım talep
etmişlerdir.
I. Şah Tahmasb (1524-1576)’ın Osmanlı Devleti’ne karşı hasmane tutumu dolayısıyla Kanuni,
Abdüllatif Han’a Ahmed Çavuş adlı bir elçi ile gönderdiği nâmesinde sözle değil fiilen İran üzerine
yürümesini tavsiye etmekte, Abdüllatif Han bunun üzerine 1551 yılında gönderdiği mektubunda
düşmana kesin darbenin indirilmesi için silah ve askeri yardım yapılmasını istemektedir (Uzunçarşılı,
1977: III/2, 253). Kanuni, Abdüllatif Han’ın bu isteğini olumlu karışlayarak üçyüz yeniçeri ile topçu
ve top yollamıştır. Fakat bu sırada (1552’de) Abdüllatif Han ölmüş, yerine geçen Nevruz Ahmed
Bahadır Han Kanuni’ye Kutluk Fuladî adında bir elçi ile yolladığı mektubunda gönderilen yardımın
geldiğini beyan etmiştir (Uzunçarşılı, 1977: III/2, 254; Howorth, 1880: 728; Seydi Ali Reis, 1999:
156-157).
Nevruz Ahmed Han 1556’da yine Nizameddin Ahmed Kuşbeği’ni İstanbul’a elçi göndererek bir
miktar daha yardım yapılması halinde İran’a karşı sefere hazır olduğunu belirtmiş, fakat Kanuni
İran’la Amasya Antlaşmasını (1555) imzaladığı için, kendisine şimdilik yardım gönderemeyeceğini
uygun bir lisanla bildirmiştir (Howorth, 1880: 728-729).
Yine 1556’da Astrahan’ı işgal eden Rusların Volga vadisine yerleşmeleri ve Türkistan tarafına
yayılmaya başlamaları dolayısı ile Türkistan’dan Osmanlı’ya elçi ve mektup göndererek yardım
istemişlerdir (İnalcık, 1948: 46/349-360).
Can hanedanından Bakî Muhammed Han 1599’da Şah Abbas’a karşı İstanbul’a elçi göndererek
top ve askerî malzeme gönderilmesini istemiştir (Fedidun Bey, 1275: II/73). Fakat Osmanlı Padişahı
III. Mehmed (1595-1603) İran’la sulh yapıldığı için iyi geçinmeye çalışarak, gelen elçiye 20 kadar
tüfenk ile hediyeler verip darbzenlerin de Şirvan’dan verilmesini emretmiştir (Orhonlu, 1970: 79).
Yine IV. Murad (1623-1640) Revan ve Bağdat seferleri sırasında İmam-Kulu Han’a birlikte hareket
için mektuplar göndermiştir (Yans, 1977: 94-95).
Bu karşılıklı elçi ve mektup teatisi XVII. yüzyılda bazı arada zaman fasılaları olsa da sürmüştür.
Bu mektuplaşma ya cülüs dolayısıyla ya İran gailesinden ya da Rus yayılmasından veyahut da iç
karışıklıklar dolayısıyla dostane bir şekilde devam etmiştir.
- 89-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
XVIII. asrın başından (1721’den) son çeyreğine kadar 1777’ye kadar Buhara Hanları ile
Osmanlı Devleti arasındaki mektuplaşmada bir boşluk görülmektedir. Bunda Osmanlı’nın İran’la
yaptığı anlaşmaların etkisi olduğu anlaşılmaktadır.
Nihayet Temmuz 1777’de Buhara Han’ı Seyyid Ebu’l Gazi Muhammed Han’a gönderilen
nâmede aradaki dostluktan bahsedildikten sonra Buhara Han’ı tarafından Rusya’ya elçi olarak 1774’te
gönderilen Molla Ernazari’nin Osmanlı elçisi Seyyid Abdülkerim Paşa ile görüştüğü ve Rusya’dan
geçerek hacca gidecek Buharalılara engel olunmaması için Osmanlı hükümetinin İstanbul’da bulunan
Rusya elçisi vasıtasıyla teşebbüste bulunmasını rica ettiği ve bunun için Muhammed Bedî isminde
birinin Molla Ernazarî tarafından İstanbul’a gönderildiği belirtilmiştir. Muhammed Bedî’ye yapılan
şifahi ifadelerin dikkate alınacağı bildirilip, Rus hududundaki Müslüman aşiretlerin Ruslara karşı
hareketi tavsiye edilmiştir (Uzunçarşılı, 1983: IV/2, 141-142).
Bunun üzerine Buhara Hanı Seyyid Ebulgazi Han 1780’de Molla Muhammed Ernazari ve
Muhammed Şerîfi adlarında baba oğul iki elçi ile dostluk mektubu göndermiştir. Elçiler bu
görevlendirmeden istifadeyle Sure-i Hümâyun ile hacca gitmek istemişler, fakat Muhammed Ernazarî
Konya’da vefat etmiştir. Mehmed Şerifi hac dönüşü İstanbul’dan ve Rusya üzerinden Buhara’ya
dönüşünde Padişah I. Abdülhamid Buhara Hanına Farsça bir nâme ve bazı hediyeler göndermiştir
(Uzunçarşılı, 1983: IV/2, 142; BOA NH.D. 9/106-107).
Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Buhara Hanlığı arasındaki dostluk daha da sıkılaşmıştır.
Bunun sebepleri ise;
Buhara tarafından bakıldığında, bir yandan Şii İran’ın Türkistan sınırlarına eskiden beri devam
eden tecavüzleri ve Sünni olan Türkistan halkı arasında Şiiliği yayma çabaları,
Yine İran üzerinden Osmanlı ülkesine veya hacca gitmek için Osmanlı topraklarından geçecek
hacılar için İran topraklarında zorluk çıkarması veya geçişlerinin engellenmesi, Bağdat üzerinden
gideceklere de aynı zorluğun çıkarılması.
Rusya’nın 1555’te Astrahan’ı işgal etmesinden sonra Türkistan Müslümanlarının Hazar’ın
kuzeyinden İstanbul’a veya Osmanlı topraklarından geçerek hacca gitmelerini engellemesi,
Türkistan’dan Osmanlı ülkesine gelecek tüccar taifesine de büyük güçlükler çıkarmaları,
Yine Rusya’nın Türkistan topraklarına doğru yayılma emelleri ve faaliyetleri.
Türkistan hanlıklarının ve bazı kabilelerin birbiri ile olan anlaşmazlıkları veya hanlık içindeki
saltanat kavgaları dolayısıyla Osmanlı Devleti’nden yardım talep etmeleri olarak zikredilebilir.
XVI. asrın başından itibaren Osmanlı Sultanları aynı zamanda İslam halifesi olmaları itibariyle
Türkistan hanlıkları arasında maddi ve manevî kuvvet ve nüfuzları ile önemli yere sahip olduklarından
bu nüfuzu kullanmaya çalışmışlardır.
Meseleye Osmanlı açısından bakıldığında ise,
Türkistan hanlıkları ile olan sıkı münasebet, Şii İran’a karşı olduğu halde, sonradan İran’ın
Osmanlı’ya karşı zayıf düşmesi ama bu arada Rusların tehlike arzetmesi ön plana çıkmıştır. Burada
Rusya’nın Türkistan coğrafyasına doğru yayılması ve yine Rusya’nın Karadeniz’in kuzeyinde
genişleme emelleri ve 1768’de Osmanlı-Rus savaşından sonra Rusya’nın Osmanlı için stratejik
ehemmiyeti çok önemli olan Kırım ve Ukrayna’yı işgal ederek Eflak ve Boğdan’ı ele geçirmeleri,
Osmanlı’nın Türkistan hanlıkları ile olan ilişkisini etkilemiştir.
1774’te Rusya ile yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması’na göre Kırım Hanlığı bağımsız
olacaktı, fakat çok geçmeden 1783 tarihinde Ruslar anlaşmaya uymayarak Kırım’ı işgal ettiler.
Rusya’nın Kırım’ı işgali Osmanlı için telafisi güç bir kayıp oldu. Bu durum, Osmanlı Devleti’ni
- 90-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 91-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
bağışladı. Han ünvanı yerine emir ünvanını kullandı ve adına para bastırmadı (Akbıyık, 2003: 570-
571; Howorth, 1880: 667-668; Şeşen, 1992: 363-367)1.
Muhammed Masum Han Buhara hükümdarı olunca iç karışıklıklar dolayısıyla Osmanlı
padişahından Alemdar Seyyid Mehmed Ağa’nın getirdiği nâme-i hümâyuna cevap verememişti. Bu
sırada Rusya ile harbin başlaması (1787) üzerine Osmanlı padişahı Buhara hanına ikinci bir nâme
göndererek Rusya’ya karşı Türkistan tarafından da bir cephenin açılmasını istemişti. Bunun üzerine
Muhammed Masum Han, Muhammed Bedî isimli elçisi ile biri padişaha diğeri sadrazama olmak üzere
iki adet mektup göndermiştir (Saray, 1994: 23; Uzunçarşılı, 1983: IV/2, 143-144; BOA HH.
0256/14620).
O dönemde Buhara elçileri İstanbul’a gelirken ya İran topraklarından geçerek Bağdat üzerinden
veya Erzurum üzerinden geliyorlardı. Bir diğer güzergah da Rusya topraklarından (Moskov
biladından) geçerek Anapa üzerinden Trabzon’a veya Anapa’dan Kırım’a oradan da Sinop’a geçip
İstanbul’a ulaşıyorlardı. Elçiler genelde Hacca gitmek niyetini ileri sürerek Moskov biladından
geçmekte veya tüccar taifesi içinde gizlice gelmekte idiler.
Elçi Muhammed Bedi Bey de Rusya üzerinden gelmiştir. Dolayısıyla yol emniyeti olmadığı için
getirmekte olduğu mektupları bir adet Kur’an-ı Kerim’in cildinin bir tarafına nâmeyi ve diğer tarafına
da sadrazama gönderilen mektubu yerleştirip üzerine kağıt yapıştırıp, onun üzerine de sahtiyan (deri)
yapıştırarak ciltleyip öylece getirmiştir. İstanbul’da cilt açılarak mektuplarla birlikte Kur’an’ın da
padişaha takdim edildiği belirtilmektedir (BOA HH. 0256/14620). Elçiler sadece mektup değil
bölgeye has hediyeler de getirmekte idiler. Bunlar çeşitli kitaplar, ipekli ve pamuklu kumaşlar, top
atlas, cins atlar, hüsn-i hatla yazılmış Kur’an, halis Altın para, top olarak Semerkand kağıdı, çeşitli
kürkler, misk, halı seccadeler gibi kıymetli eşyalardır (BOA HH. 0256/14620; BOA HH. 32100-D;
BOA NH.D. 10/346; BOA Y.PRK.M. 1/37; BOA İD. 49220). Osmanlı elçileri daha çok dini kitaplar
ve Kur’an-ı Kerim götürmekte idiler. Bir defasında istek üzerine beş yüz adet Kur’an-ı Kerim
gönderilmiştir. Bu hediyelerin listesi nâme-i hümayun defterlerinde ve belgelerde kayıtlıdır (BOA
NH.D. 6/186; BOA İD. 49220; BOA NH.D. 10/346).
Elçilerin İstanbul’a geldikten sonra kalmaları için güvenli bir yerde Bahçe kapıda bir konağın
tahsis edilmesi ya da kirası ödenmek kaydıyla Özbekler tekkesinde ikamet etmeleri sağlanmakta idi.
Kendilerine aylık iaşe ve diğer masrafları için ücret tahsis ediliyordu. Muhammed Bedî Bey için ise
me’külât, perakende, havlu, peşkir ücreti ile aşçı ve saka ücreti olarak şehriye 40.405 akçe ödenmesi
buyrulmuştur (BOA C.HR. 140-06971). Eğer tayinat kifayet etmezse ilaveten ücret verilmektedir. Bu
bazen aylık tayinat 250 kuruş, bazen aylık yine tayinat 5.000 kuruş olmaktadır ki bu durum elçilerin
beraberindeki kişilerin sayısı ile de alakalıdır (BOA. C.HR. 43/2105; BOA C.HR. 96/4796).
Muhammed Masum Han’ın Muhammed Bedî ile padişaha gönderdiği mektupta ise;
“Bundan evvel gönderilen nâme-i hümâyun 1202 (1787) senesinde geldiğinde pederimin yeni
vefat etmesiyle gayet üzgün ve çok perişandım. Gelen nâme bizlere kuvvet-i kalb oldu. onun gibi bu
defa dahi ikinci bir nâme-i şahâneleri ihsan buyurulup içinde 1188 (1774) senesinde Rusya ile sulh
yapılmışken bu defa Rusların andlaşmayı bozdukları beyan buyurulmuş hak teala onları mağlup
eyleye ve bu diyarda olan ulema, süleha ve bütün Müslümanların dua etmeleri ferman buyurulmuştur.
1 Howorth, “Şah Murad, babası Danyal’ın aksine mütevazi ve adaletli biri idi. Bunu halka ispat etmek için birkaç ay hamal olarak
çalışmıştır. Buhara’daki kötü uygulamaları kaldırıp, tütün kullanmayı ve fuhşu yasaklar. Babasının yaptığı yanlış uygulamalardan dolayı
halktan özür diledi. Babasından kalan miras payını almayarak hayır kurumlarına bağışladı. Babası ölmeden önce çağırıp kardeşlerini
öldürmeyeceği ve sürgüne göndermeyeceği konusunda Şah Murad’dan söz almıştır. Fakat kardeşi Toktamış Feridun adında birini Şah
Murad’ı öldürmek amacıyla kiralar bu kişi Şah Murad’a saldırır fakat öldüremez onu yaralar. Bunun üzerine Şah Murad kardeşi Toktamış’ı
sürgüne gönderir. İsyan eden diğer kardeşini de Buhara’da hapse attırır. Han ünvanını kullanmamış Vali’in-niam namıyla anılmış ve kendi
adına para bastırmamıştır. 1799 yılı sonunda ölmüştür. Oğlu Emir Haydar (1800-1826) başa geçince Buhara’ya “Tarhan” statüsü verdi.
Müesseseleri himaye etti ve Buhara hanları içinde kendi adına para bastıran son kişi oldu.” Bk. H.H. Howorth, History of the Mongol, II/2,
s. 767-774.
- 92-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Biz de bu fermana uyarak can-ı gönülden islamın galibiyeti için gerekeni yapmaya
çalışmaktayız. Çünkü devlet-i aliyye-i islama dua etmek bütün İslam alemi için vacip ve lazımdır.
Maveraünnehir’de ikamet eden halk ve özellikle Maveraünnehir ile Rusya arasındaki deşt-i
kebirde sakin olan Kırgız ve Kazak taifelerinin ve diğerlerinin Ruslarla muharebe etmeleri için sadır
olan fermân-ı âliye uyarak düşmanla vuruşmaları için o taraflardaki hanlara kabile reislerine defalarca
elçiler ve emirler gönderdim. Belki herkese farz olan küffar ile savaşmaya bizzat kendim gidip Allah
rızası için canımı feda ederdim, ama ne yapalım dünyada bütün isteklere ulaşmak mümkün değildir.
Bu ahirete mahsustur.
Duymuşsunuzdur ki dört tarafımız ehl-i küfr olan taife ile çevrili olup bunlarla aramız iyi
değildir. Özellikle üç dört kabile var ki muhalefet ederler onların fitnelerini teskin etmek meşgalesi
cihad ile uğraşmaya fırsat vermedi. Bu durumu bilgilerinize arz ederim. Bu zikredilen taifede intizam
ve birlik olmadığından ihtimaldir ki düşman ile savaşmak ve düşmanın mallarını yağmalamak için
emrime itaat ederler. Lakin kimseye zarar vermeyin, kimsenin malını almayın veya almışsanız geri
verin desem kabul etmezler. Ne çâre bu taifeler bu vaziyettedir. İnşallah bu taifelerin karşı çıkmaları
son bulup, bize itaat ederlerse sizin hizmetinizi yapmak için canımı feda ederim. Şu hususu ayrıca arz
ederim ki name-i hümayununuz gelinceye kadar bu diyarın halkı, tüccarı ve kazak taifesinin ekseriyeti
alış-verişlerini Ruslarla yapmakta iken bu defa Devlet-i aliyyeden Ruslarla savaşa memur edildikleri
için birbirlerine gelip gitmeleri kesilir ve alış-veriş gibi muameleleri tamamen kapanır.
Eğer Devlet-i aliyye, adı geçen kefere ile bir anlaşma yapar ise düşmanın bu taraflara taarruz
etmemesi ve zarar vermemesi için bu diyarın ahalisini de sulh andlaşmasına dahil buyurunuz. Zira
uzak ve yakın bütün Müslüman ahali Devlet-i aliyyenin sayesinde huzur ve rahat ümid ederler. Şu da
arz olunur ki Devlet-i aliyyelerine dua ile meşgul olan bu memleketin ahalisi, islamın beş rüknünden
olup, farz olan hacc-ı şerife gitmekten takriben 130 senedir rafiziler (İranlılar) dolayısıyla mahrum
kalmışlardır. Eğer Allah’ın yardımı ile düşmana galip gelinir veya arzu edilen şekilde sulh yapıldıktan
sonra Devlet-i aliyye vüzeradan biri ile İran tarafına büyük bir kuvvet gönderecek olursa bu
taraflardaki asayişsizlik ortadan kaldırılmış olur. Bu taraftaki bütün Müslümanlar Devlet-i aliyyeye
bağlanıp din ve devletleri yoluna canlarını feda ederler. Her husus merkum kulları Muhammed
Bedî’nin takririne havale olunmuştur (BOA N.HD. 9/228-229).
Buhara emiri Muhammed Masum Han Sadarete gönderdiği mektubunda ise, padişaha arzettiği
hususlardan ayrı olarak şu hususları belirtmektedir.
“…Eskiden beri bu memleketlerin padişahı eban an cedd Cengiz neslinden olup, Nadir Şah’ın
galebesinden sonra devlet erkanından pek çoğu hakaret gördü ve rezil kimseler makam ve mevki
sahibi oldu. hatta o zaman akrabamızdan Muhammed Rahim Han’a emrolunmuştu ki hakim-i vakt
olan Ebulfeyz’i hükümdarlıktan indirsin ve yerine yabancıdan biri han olmayıp, hanedana zarar
gelmemesi için yine Ebulfeyz’in evlâdından birini padişah yapsın. Nitekim böyle olmuşken yerine
padişah olan oğlu şeytana uyarak o zatı şehit etmiş ve Ebulfeyz’in çocuğu çok olduğundan
bozguncuların nifakıyla yedi evladını dahi şehit etmiştir.
Sonra kendisinin Abdülmü’min han ve Lütfullah sultan adlarında iki oğlu kalmış bir müddet
sonra da Muhammed Rahim Han dahi bu ikisini şehit etmiştir. Muhammed Rahim Han da ölünce bir
müddet Nadir Şah padişah olup, hutbeyi ve sikkeyi kendi adına okutup kestirmiştir. Sonra o da şehit
olunca velinimetimiz ve kıblegahımız Ammek Han gibi çok vasıflı bir zat bütün kumandanların
rızasıyla padişahlığa gelmiştir. Onun vefatından sonra biz emirlik ve hükümetten ictinab etmek
istediysek de zaruretten dolayı onun yerine hükümdar olduk. Bize kendinden memnun olduğum birini
kumandan ve vezir yaptılar.
- 93-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Buhara diyarı ilim ocağı, tasavvuf ehli ve Salih adamları çok olan bir memleket olup halk dahi
helal kazanç ve sünnet-i seniyye üzere oldukları malumdur. Hal böyle iken Kazaklar içinde birçok kişi
vardır ki kendilerinin Cengiz evladından olduğunu iddia ederler. Onlardan birini padişahlığa seçsem
din ve dünyanın kıymetini bilmez, ahali perişan olur. Halk da onları istemez ve hiçbir zaman onlardan
Maveraünnehir’e padişah olmuş da yoktur.
Sizlerden rica ederim ki padişah hazretlerinin boş bir zamanında Turan memleketlerinin hal ve
keyfiyetini padişaha ifade buyurunuz.
Bilgi ve dirayet sahibi, dini yönü kuvvetli bir halifezâdeyi en az yirmi bin kadar askerle
gönderirler ise gönderdikleri halifezâde Turan’a padişah olup, ben de hutbe ve sikkeyi onun namına
tahsis ederim. Eğer halifezâde olmaz ise Şam’da, Mısır’da veya Irak’da bir vezir olduğu gibi onların
evsafında birini vezir olarak göndersin, onu dahi can-ı gönülden kabul ederiz. Eğer bu iki halden biri
Turan ahalisinin bahtsızlığı yüzünden olmazsa aradaki mesafenin uzaklığı düşünülerek Turan
ahalisinin padişah (kayser) ve halifeye itaat etmeyeceği fikri akla gelebilir. Ancak siz İstanbul’da
sadrazamlık işleri ile nasıl mukayyed iseniz biz de burada padişahın dostuna dost düşmanına düşman
olup, onun isteğini kendi isteğimizden üstün tutmakta ve kendimizi padişah kullarından saymaktayız.
Gerek şevketli padişah hazretlerine olan arîzamızda ve gerek size gönderdiğimiz
mektubumuzda, Halife-i ruy-ı zemin hazretlerine “Sultan-ı Şark ve garb” tabiri kullanılmıştır. İnşallah
Şark’a mensup olan Turan ahalisi de padişah hazretlerinin fermanına uygun hareket edip, bağlılıklarını
gösterdikleri zaman gerçekten şark ve garb sultanlığı şanı gerçekleşmiş olur.
Bu memleket halifenin ülkesine göre köylük gibi olduğundan bu mektubumuzda eksik ve
ziyâde hususlar bulunması ihtimalden uzak değildir. Bu sebeple kusurumuz afv ola. Her husus
mektubu getiren Hacı Muhammed Bedî’nin takririne havale olunmuştur1. denilmektedir.
Burada dikkati çeken husus daha önceki mektuplarda olmayan Rusya ile Osmanlı’nın anlaşma
yapması durumunda Rusların Türkistan ahalisine zarar vermemesi için bir madde eklenerek onların da
antlaşmaya dahil edilmesi, yine daha önce hiç zikredilmeyen bir Osmanlı şehzadesinin idareci olarak
Türkistan’a gönderilmesi talebidir.
Buhara hükümdarı Muhammed Masum Han’ın name ve mektubundan başka elçisi Muhammed
Bedî de bir müddet geçtikten sonra durumu etraflıca sadarete izah etmiştir. Muhammed Bedî
bilistintak takririnde 2 özetle şunları ifade etmektedir:
“Ben Buhara’dan ayrılalı on yedi ay geçti, Moskov ülkesi bize kapalı olup geçmek imkanı
yoktur. İran ile de aramızda uzun zamandır düşmanlık olduğu için her zaman olduğu gibi normal
yollardan gelemiyerek çok meşakkate katlanarak Dersaadete sâlimen ulaştık.” Buradan anlaşıldığına
göre Muhammed Bedî yollarda gizlenerek ve bazı yerlerde çok bekleyerek gelebilmiştir.
“Ben Buhara’dan çıkmadan beş-on gün önce devlet-i aliyyeden Buhara Hanına nâme-i hümayun
ulaştı. Nâmenin muhtevasında sulhu bozarak Osmanlı’ya saldıran Rusya üzerine karadan ve denizden
muharebenin farz olduğu zikredilmiştir.
Bunun üzerine Buhara Hanı da derhal idaresi altında bulunan ve Rusya ile sınırı olup nüfusu
fazla olan Kırgız Tatarlarına özel yazılı emirler ve Kazak idarecilerine elçiler gönderdi. Onlara
Osmanlı padişahının Rusya üzerine seferi vardır. İçimizde her ne kadar Moskovlu tüccar var ise de
1 Mektubun başında “Hâlâ Buhâra hâkimi Muhammed Mâsum Han tarafından bu defa elçisi Muhammed Bedî vesâtatıyla Canib-i Sadaret
Penahiye vürud eden mektubun tercemesidir. Şevval 1203 (Haziran 1789) yazılıdır. BOA, Nâme-i Hümâyun Defteri nr. 9/140; Cevdet
Hariciye 7458.1; BOA, Nâme-i Hümâyun Defteri, 4/3-4.
2 Hala Buhara Hânı Muhammed Ma’sum Han cenapları tarafından bu esnalarda Sefaretle Deraliyye’ye tevârüd eden Muhammed Bedî
Beğin bi’l-istintak kaleme alınan takriridir. (29 Şevval 1203/23 Temmuz 1789); BOA, Nâme-i Hümâyun Defteri, 4/1; Belgelerle Osmanlı-
Türkistan İlişkileri, (BOA Yayını) Ankara 2004, s. 66-69.
- 94-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
onları kovup, onların her zaman ihtiyaç duyarak satın almaya mecbur oldukları beygir, koyun, koyun
yünü, gibi malları satmamalarını ve bütün ticarî ilişkilerini kesmelerini belirtmiştir. Yine Moskov
memleketlerine saldırıp mallarını yağmalayıp, savaş ganimeti olarak almalarını isteyerek bu taifeleri
Moskov üzerine tasallut etmiştir. Bu Kırgız ve Kazak taifesi Müslüman ve Hanefi mezhebindendir.
Dolayısı ile Han’ın sözünü tutup düşman ülkesini tahribe hazırdırlar. Fakat ileride Devlet-i Aliyye ile
Rusya sulh yaparsa bunlar aldıkları mal ve esirleri geri vermekte Han’ı dinlemezler ve hiçbir şeyi geri
vermezler. Eğer sulh olursa Rusya’nın bunların yapmış olduğu zararı geri ödetme konusunu ortaya
koyacağı açıktır. Buna Devlet-i Aliyye asla razı olmamalıdır. Çünkü bunun telafisi mümkün değildir.
Onun için Buhara Han’ı Devlet-i Aliyye’ye bunları ifade ve bu konuları şifahen müzakere için beni
gönderdi. Şayet ileride sulh olursa Buhara hanının da antlaşmada bulunmasını rica etmektedir. Ben
sulh oluncaya kadar burada ikamete memurum” demektedir.
Muhammed Bedî takririnin devamında durum böyle iken ben Buhara’dan çıktıktan sonra uzun
zaman geçtiği için şimdi o tarafta durum nedir bilemem, Devlet-i Aliyye’nin Rusya karşısındaki
durumundan Buhara Han’ı haberdar olmalı ki ona göre hareket etsin. Şimdi işlerin ne surette olduğunu
bilmediği için tereddüt üzeredir. Onun için bu taraftan uygun yollardan nâme ve tahrirat göndermek
gerekmektedir. Bunun yanında Devlet-i Aliyye’den bu işleri iyi bilen ve Han’la bu konuları yüz yüze
müzakereye liyakatli birinin elçi olarak Buhara’ya gönderilmesi yapılacak en iyi iştir, demektedir
(BOA N.HD. 4/1).
Muhammed Bedî bunun yanında eğer Buhara’ya elçi gönderilecek olursa o elçinin nasıl gitmesi
gerektiğini de anlatmaktadır. O takririnde, elçinin İstanbul’dan Bağdat’a Bağdat’tan da tüccar heyeti
ile İran içinden Buhara sınırına ve oradan da Buhara’ya ulaşabilir. Zaman olarak da Bağdat’a
vardıktan sonra 20 günde sınıra, oradan da 20-25 günde Deşt-i kebire ulaşır. Bu yol daha emniyetlidir
çünkü İran Osmanlı’dan gidenlere zarar vermez, onların taarruzu Buhara tarafından gelenleredir.
Diğer taraftan Bağdat’tan Buhara’ya her sene 30-40 civarında tüccar gelir-gider. Eğer elçinin açıktan
gitmesi İran tehdidi ile zor olursa tüccar kifayetinde gidebilir. Tüccar taifesinin gittiği bu mevsim tam
da elçi gönderme zamanıdır. Bundan sonra da peyderpey bu taraftan Han’a mektup gönderip
durumdan haberdar etmek ve o tarafların keyfiyetini de saltanat-ı seniyyenin bilgisine sunmak icap
eder. Bu haberleşme yol uzun olduğu için Bağdat üzerinden olmaz, benim kanaatime göre bu taraftan
Anapa’ya, oradan Dağıstan üzerinden Demükrapu’ya (Timurkapı) oradan da Ejderhan canibinden
Buhara’ya mektup göndermek ve Buhara’dan da aynı yoldan Dersaadete tahrirat irsali mümkündür.
Yine de Erbâb-ı vukuf ile müzakere buyurulsun demektedir. Devamında eğer bu defa Buhara’ya bir
kişinin alenen elçi olarak gönderilmesi istenirse ben de o heyetle gidip sonra tekrar geri dönerim.
Şayet elçi gizli gidecekse benim beraber gitmem olmaz, çünkü yolda tespit edilmem riski yüksektir.
Benim Rusya seferinin sonuna kadar görevlendirildiğim için burada ikamet etmem gerekmektedir diye
geniş bir takrirde bulunmuştur (BOA N.HD. 4/1).
Sadaret Muhammed Bedî’nin bu elçi gönderme teklifini uygun görmesine rağmen hemen cevap
vermemiş, sonra da I. Abdülhamid Han vefat etmiş onun yerine geçen Sultan III. Selim Dersaadetten
elçi gönderilmesine gerek duymamış, bu sırada Ma’sum Han’ın elçisi Muhammed Bedî de vefat
etmiştir. III. Selim’in Buhara hükümdarına yazdığı Aralık 1789 tarihli nâme-i hümâyûnu eskiden
olduğu gibi Bağdat üzerinden Bağdat Valisinin bir adamı ile gönderilmiştir (Saray, 1994: 27-28;
Uzunçarşılı, 1983: IV/2, 146).
III. Selim bu nâmesinde şu hususlara yer vermiştir.
Sultan Abdülhamid Han zamanında Rus gailesi sebebiyle sizlere gönderilen nâmenin cevabı
olarak, bir tanesi sefiriniz el-hac Muhammed Bedî vasıtasıyla ve biri de Bağdat valisi Süleyman Paşa
aracılığı ile gelen ve sefiriniz Muhammed Bedî’nin sözlü takriri gereğince Deşt-i kebir halkından
Kazak ve Kırgız cemaatinin Moskovluya karşı muharebeye girişmeleri için sizin tarafınızdan elçiler ve
- 95-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
mektuplar gönderildiği, ancak bu cemaatlerin Rusyalı ile aralarında ticarî senetleri olduğundan dolayı
ne zaman Rusya ile sulh hasıl olur ise onların da bu sulha dahil edilmesi hususundaki isteklerinizin
yerine getirileceği muhakkaktır. “Devlet-i Aliyye ile Rusyalu beyninde şan ü şukuh-ı saltanat-ı
seniyyeye lâyık bir musalâha vuku’unda Buhara tarafından Moskovlu ile muharebe eden tavâifin
te’minleri müsalahaya ithal olunacağı musemmen ve bahirdir.” (BOA NH. 4/13-15) denilmektedir.
III. Selim mektubunda devamla;
Allah’ın yardımı ile baharda büyük bir ordu ile düşman üzerine hücum edilmesi kararlaştırılmış
olup, Dağıstan hanları, Çerkez ve Abaza kabileleri ve Kabartay halkları birlikte bölge bölge hücuma
geçeceklerdir. Sizin de hazır bulunmanız ve Kazak, Kırgız cemaati ile diğer kabile hanlarına durumu
bildirmenizi ve muharebeye katılmalarını tavsiye etmenizi rica ediyorum. Bu taraftan lazım gelen
işlerin mutlaka yerine getirileceği malumunuzdur (BOA N.HD. 4/13-15; BOA HH. 56971).
III. Selim Buhara hanının Rusya’ya karşı birlikte hareket edilmesi dolayısıyla ileride sınırda
yaşayan ahali ile ilgili duyduğu endişeyi “Mutlaka Sulha dahil edileceği tabiidir” diyerek gidermiştir.
Fakat Osmanlı Devleti Rusya cephesinin yanında Avusturya cephesinde de savaşa girmek
mecburiyetinde kalmış, iki cephe dolayısıyla çok yıpranmış ve sonunda düşmanlarından sulh talebinde
bulunmuş, müzakerelerde Rusya harb ilan eden taraf olması dolayısıyla Osmanlı Devleti’nden
meydana gelen zararı ve harp tazminatını ısrarla talep etmiştir. Bu durum Osmanlı’yı büyük endişeye
sevk ettiği için Murahhaslar Buhara’nın sulh müzakeresine dahil edilmesini teklif dahi edememişlerdir
(Cevdet Paşa, 1309: 251). Fakat Fransız tehlikesi dolayısıyla Rusya tazminattan vazgeçmiş ama
Osmanlı murahhasları Buhara meselesini teklif edemeden Yaş Antlaşmasını imzalamışlardır. Böylece
Osmanlı Devleti içinde bulunduğu sıkıntılar yüzünden Buhara hanlığını sulha dahil ederek onları
Rusya’nın tecavüzüne karşı koruma vaadini yerine getirememiş, Muhammed Masum han ve elçi
Muhammed Bedî’nin çabaları da gerçekleşememiştir.
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti ile Türkistan hanlıkları arasındaki münasebet XVI. asrın ilk
çeyreğinden itibaren başlamıştır. Bu mektuplaşmanın birinci sebebi Şii İran (Safevi) Devletinin kendi
inancını Osmanlı’nın doğu bölgelerine ve Sünni olan Türkistan ülkesine yayma ya da bu bölgelere
yayılma tehlikesinden, ikincisi Rusya’nın hem Osmanlı hem de Türkistan hanlıkları topraklarına
yayılma ve Osmanlı ile ortaya çıkan savaş gailesindendir. Bir diğer husus da Türkistan’da yaşayan
toplulukların kendi aralarında çıkan iç karışıklıklar ve taht mücadelesinden dolayıdır.
Masum Han zamanında bu yardım isteği Osmanlı Devleti’nin Rusya ile sulh yapması halinde bu
sulh maddesine Türkistan’ın zarar görmemesi için ayrı bir madde ile eklenmesi, diğer yandan
Türkistan’daki iç karışıklıklara son verecek ve birliği sağlayacak bir Osmanlı halifezadesinin han
olması ya da tecrübeli bir eyalet valisinin Buhara hanlığına vezir olarak gönderilmesi isteğine kadar
gitmiştir.
Fakat Osmanlı Devleti Masum Han’ın bu isteklerinin hiçbirini yerine getirememiş, elçi
Muhammed Bedî’nin İstanbul’da ölümüne kadar yaptığı çabaları da gerçekleşmemiştir.
- 96-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
BOA, Cevdet Hariciye 140/06971.
BOA, Cevdet Hariciye 7458.1.
BOA, Hatt-ı Humâyun tasnifi, nu. 56971.
BOA, Hatt-ı Hümâyun 0256/14620.
BOA, Hatt-ı Hümâyun 32100-D.
BOA, İrade Dahiliye, 49220.
BOA, Nâme-i Hümâyûn Defteri, nr. 4, 6, 9, 10
BOA, Y.PRK.M. 1/37.
BOA.C.HR. 43/2105.
BOA.C.HR. 96/4796.
Ahmed Cevdet Paşa (1309). Tarih-i Cevdet, C. V., İstanbul,
Akbıyık, Hayrunnisa (2003). “Mangıtlar”, DİA, C. 27, Ankara, s. 570-571.
Barthold, W. (1988). “Türkistan”, İslam Ansiklopedisi, C. 12/II, İstanbul, s. 140-142.
Devlet, Nadir (1993). Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Ek Cilt, İstanbul.
Feridun Ahmed Bey (1275). Münşeâtü’s-Selâtîn, C. I, İstanbul.
Howorth, H.H. (1880). History of the Mongols, Londra, C. II/2.
İnalcık, H. (1948). “Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Teşebbüsü 1569”,
Belleten 12/46, s. 349-360.
Kafesoğlu, İbrahim (1992). Türk Dünyası El Kitabı, C. I, (Coğrafya-Tarih), Ankara.
Komisyon (2004). Belgelerle Osmanlı-Türkistan İlişkileri, (BOA Yayını) Ankara.
Orhonlu, Cengiz (1970). Osmanlı Tarihine Ait Belgeler, Telhisler (1597-1607), İstanbul.
Peter, H. – Golden, B. (2006). Türk Halkları Tarihine Giriş, (Çev. Osman Karatay), Çorum.
Saray, Mehmet (1994). Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları
Arasındaki Siyasi Münasebetler (1775-1875), Ankara.
Seydi Ali Reis (1999). Mirâtü’l-Memâlik (Mehmet Kiremitci, İnceleme-Metin-İndeks), Ankara.
Şeşen, Ramazan (1992). “Buhara”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 6, İstanbul, s.
363-367.
Şeşen, Ramazan (2010). “Şeybani Han”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.39,
İstanbul, s. 43-45.
Togan, Zeki Velidî (1947). Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul.
Uzunçarşılı, İ.H. (1977). Osmanlı Tarihi, C. III/2, Ankara.
Uzunçarşılı, İ.H. (1983). Osmanlı Tarihi, C. IV/2, Ankara.
Yans, K. (1977). IV. Murad Devrinde Osmanlı-Safevî Münasebetleri (1597-1607), (Doktora
Tezi), İstanbul.
- 97-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EKLER
EK-1
Hâlâ Buhâra hâkimi Muhammed Ma’sum Han tarafından bu defa elçisi Muhammed Bedî
vesâtatiyle atabe-i ûlyâ-yı hazret-i cihân-bânîye vâ- rid olan nâmesinin tercümesidir, Fî gurre-i
[Şevvâl] sene [1] 203 (25 Haziran 1789).
Ba’de’l-elkâb,
Bundan akdem gönderilen nâme-i hümâyûn ikiyüz iki senesinde vusûl ve pederim vefat etmekle
kemâl-i hüzn ile müte’essir ve gayet ile perîşânhâtır iken garîb-nevâzlık buyurulub nâme-i hümâyûn-ı
şehriyârî vârid olmağla bizlere kuvvet-i kalb olub cem’iyyet-i hâtıramıza bâdî olmuş idi. Ânın gibi bu
defa dahi bir kıt’a nâme-i şâhâneleri ihsân buyurulub derûnunda bin yüz seksen sekiz senesi tâife-i
Rusya ile akd-i müsâlâha olunmuş iken tâife-i mersûmenin bu defa nakz-ı ahd eyledikleri beyân buyu-
rulmuş Hakk ta’âlâ ol müşrikîni mağlûb ve mahkûr eyliye ve bu diyârda olan ulemâ ve sülahâ ve
kâffe-i ehl-i İslâm mansûriyet-i din-i mübîn içün du’âya iştigâl ve ihtimâm eylemeleri fermân
buyurulmuş. Fermân-ı lâzımü’l-ittiba’-ı mülûkâneyi istima’ ettikleri gibi cümlesi ez-cân ü dil
galibiyet-i İslâm içün da’vât-ı me’sûreye kıyâm eylemişlerdir. Nice du’â etmezler ki Devlet-i aliyye-i
islâmiyyeye du’â, âmme-i ehl-i islâma vâcib ve lâzımdır ve Mâverâünnehir’de sâkın olan tevâif
husûsan Mâverâünnehir ile Rusya beyninde Deşt-i Kebîr’de sâkin olan cemâ’atı Kazakiye ve
Kırgıziye ve gayrilerin kefere-i mesfûre ile muhârebe ve mukateleye iştigal eylemeleri bâbında sâdır
olan fermân-ı âlîlerine imtisâlen mukatele-i düşmana müteveccih olmalarıçün ol taraflarda olan hânân
ve rü’esâ ve kabâil-i ilâta müte’addid elçiler ve emirler gönderdim. Belki cümleye farz olan muharebe-
i küffara bi’n-nefs kendim gidüp rizâullah içün cânımı fedâ ederim. Amma ne işleyim cemî’ arzû
müyesser olmak dünyada olmayub ahrete mahsûsdur. Mesmû’-ı şerifleri olmuşdur ki, dört etrafımız
ehl-i küfr olan Özbekiyye tâifesi olub ve kendüleri ile beynimiz hoş olmayub husûsan üç dört kabîle ki
muhâlefet ederler. Anların fitnelerini teskin etmek gâilesi cihâd ile meşgûl olmağa fırsat vermemiştir.
Bu dahi atabe-i ulyâya arz olunur ki tâife-i merkûmede intizâm ve râbıta olmadığından ihtimâldir ki
düşman ile mukâtele ve muhârebe ve eşyâlarını ahz ve gâret içün emrime itâ’at ideler. Lâkin eğer
kimesneye dahi etmen ve kimesnenin mâlını alman veyâhûd tudduğunuzu verin desem kabûl etmezler.
Ne çâre özbekiyye ve Kazakkiyye ihtilâli işbu arz ettiğim vech üzeredir. Hakk ta’âlâ mestenid ve
müttekâ ve ehl-i İslâm tabîb-i hâzık olmağla eğer avn-ı hakla Özbekiyye’nin muhâlefeti muvâfakate
mübeddel olub bize itâ’at iderler ise hizmet-i me’mûre-i şâhânelerine cânımı fedâ ederim. Bu dahi
atabe-i ulyâya arz olunur ki nâme-i hümâyûnları vürûduna dek bu diyârın ahâli ve tüccârının ve tâife-i
Kazakiyyenin ekser bey’ü şirâ ve mu’âmelât-ı sâireleri Rusyalular ile olub' bu defa taraf-ı Devlet-i
aliyye’den kefere-i mesfûre ile mukâteleye me'mûr olmalariyle birbirlerine gelüb gitmeleri münkatî' ve
tarîk-i mu’âmele bi’l-külliye mesdûd olur. Eğer Devlet-i aliyye kefere-i mesfûre ile müsâlâhaya rağbet
buyururlar ise Devlet-i aliyye’leri ile sulh olub bu taraflara ta’arruz ve hasâret itmemek içün bu diyârın
ahâlisini dahi sulha dâhil buyuralar. Zira karîb ve ba'îd cümle ehl-i İslâm sâye-i Devlet-i aliyye’de
rahat ve âsâyiş ümmîd ederler. Bu dahi atabe-i ulyâya arz olunur ki Devlet-i aliyyeleri du’âsiyle
meşgûl olan bu diyârın ahâlisi erkân-ı hamse-i islâmdan olub farziyet-i müttefikün-aleyh olan ibâdet-i
hacc-ı şerîfden yüz otuz seneye karîbdir ki râfızî-i esed sebebiyle mahrûm olmuştur. Eğer Hakk
ta’âlânın inayetiyle düşmana galebe veyâhûd li-maslahate müsâlâha olunub Devlet-i aliyye semt-i
İran’a vüzerâdan birini leşker-i azîm ile ta’yîn buyurur ise bu taraflarda olan ihtilâl bertaraf olub ehl-i
islâmdan olanların cümlesi Devlet-i aliyye’lerine mülhak olub uğur-ı dîn ü devletlerinde cânlarını fedâ
ederler. El-hâletü hâzihi bende-i ihlâs-karînleri Hacı Muhammed Bedî hizmet-i sefâret ile atabe-i
ulyâlarına irsal olunub her husûs merkûm kulları takrîrine havâle olunmuşdur.
Başbakanlık Arşivi, Nâme-i Hümâyûn Defteri, Nr. 9, 228-229.
- 98-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-2
FÎ 29 L., sene [l]203
Hâlâ Buhara Hânı Muhammed Ma ‘sûm Hân cenabları
tarafından bu esnâlarda sefâretle Deraliyye'ye tevârüd eden
Muhammed Bedî' Beğin bi'l-istintâk kaleme alınan takrîridir.
Sureti ordu-yı hümâyûna irsâl olunmuşdur.
Bu dâ‘îleri Buhara'dan çıkalı on yedi mâh mikdârı zamân mürur eyledi. Moskov memâliki
mesdûd olup A‘câm ile dahi beynimizde müddet-i vâfıreden berü husûmet derkâr olduğundan doğru
yollardan gelemeyüp dolaşarak ve envâ‘-ı mihen ü meşâkkı ihtiyâr iderek fe-li'llâhi'l-hamd ve'l-
mennihî bu esnâda südde-i saâdet-karâr ve atebe-i adâlet-medâra sâlimen vusûlüm müyesser oldu.
Buhara'dan ben çıkmazdan beş on gün mukaddem taraf-ı Devlet-i Aliyye'den Hân-ı müşârun-ileyhe
irsâl buyrulan nâme-i hümâyûn vâsıl olup mefhûmunda Moskov keferesinin münâ- fî-i uhûd ve şurût
vâki‘ olan harekâtı takribiyle ber-mûceb-i fetvâ-yı şerife berren ve bahren kefere-i mesfure üzerine
muhârebe kapuları açılup icrâ-yı farîza-i gazâya kıyâm buyrulduğu münderic ve mastûr olduğundan
derhâl hân-ı müşârun-ileyh nüfus-ı kesîreden ibâret olup taht-ı itâ‘atinde ve Moskov memleketiyle
hem-hudûd olan Kırgız Tatarlarına mahsûs kâğıdlar ve Kazak hânlarına sefirler gönderüp Halîfe tü'.l-
Müslimîn olan Âl-i Osmân pâdişâhı hazretlerinin Moskov ile seferi var imiş. Küffar ile muhârebe ve
cihâd kâffe-i ehl-i îslâm üzerine farz olmuşdur içimizde her ne kadar Moskovlu tüccarı var ise
cümlesini tard ve def ve fi mâ ba‘d Moskovlunun her bâr ihtiyâçlarına mebnî ol taraflardan iştirâya
mecbur olduğu bârgîr ve koyun ve yapağı vesâir emti‘a ve eşyâyı bey‘ itmeyesiz ve muâmele-i ticâreti
külliyen kat edesiz ve Moskovlu memleketlerini her tarafdan urup tâht u târâc ve emvâl ve eşyâların
iğtinâm ve nisâ ve sıbyânların esîr iderek gereği gibi ahz-ı intikâm eyleyesiz ve Devlet-i Aliyye-i
dâimü'l-karârın Moskovlu ile hayırlu ve menfaatlü musâlahası tahakkuk itmedikçe onlar ile
husûmetden fariğ olmayasız deyü gereği gibi tavsiye ve te’kîd ile Moskovlu memleketleri üzerine zikr
olunan Kırgız ve Kazak Tatarlarını sevk ve taslît eyledi kırgız ve Kazak tâifesi bî-nihâye olup cümlesi
ehl-i İslâmdan ve Hanefiyyü'l-mezheb olmalarıyla muktezâ-yı salâbet-i diniyyeleri üzre hân-ı müşârun
ileyhin emr ü tenbîhi muktezâsınca bilâd-ı küffara akın idüp bir tarafdan memâlik-i a‘dâyı tahrîb itmek
üzredirler Bunların egerçi hân-ı müşârunileyhe tebe‘iyyetleri derkârdır Ancak kendülere muzırr ve
icrâsı gayr-ı mümkün olan mâddede hâna itâ‘at itmezler meselâ bu defa vâkı‘ olan emrine imtisâl ile
memleket-i a‘dâya hücum ve mallarını iğtinâm idiyorlar. Ba‘de'l-musâleha aldığınız emvâl ve üserâyı
yine redd edeceksiz Böyle kavil olundu ve musâleha bunun üzerinedir denilse bir vechile müfîd
olmayup aldıklarından hiç bir şey vermezler Ve bu bâbda söz dinlemezler,
Devlet-i Aliyye ile Moskov keferesi her ne zamân musâleha olur ise bunlardan vâki‘ olan
hasâreti yerine getirmek husûsunu Moskovlu teklif edeceği zâhirdir Moskovlunun bu eklifine taraf-ı
Devlet-i Aliyyeden kat‘â mümâşât olunmamalıdır zîra icrâsı mümkün değil dir Bu mülâhazaya mebnî
hân-ı müşârunileyh ol esnada nâme-i hümâyûnun vusûlünden sonraca bunları Devlet-i ebed-müddete
ifâde ve iktizâ eden husûsâtı şifâhen müzâkere zımnında beni bu tarafa gönderdi ve avn-i Bârî ile
Moskovludan gereği gibi ahz-ı intikam olundukdan sonra Devlet-i Aliyye musâlehaya rağbet
buyurduklarından musâlehada Buhara hânı dahi beraber olması şart kılınmasını mahsûs recâ eyledi
Ben musâleha mukadder oluncaya dek der-bâr-ı şevket-karârda ikâmete me’mûrum el-hâletü-hâzîhî
ben çıkdıkdan sonra ol taraflar ne sûret kesb eyledi bilemem. Zîra müddet-i vâfire mürûr eyledi İrâde-i
Devlet-i Aliyyeden Buhara hânı haberdâr olmak ve onlar şimdi ne keyfiyetdedir, bu tarafın ma‘lûmu
olmak lâzımdır bu tarafdan işler ne sûret kesb ider ise onlar dahi bilüp öylece hareket itmelidir Devlet-
i Aliyye'nin el-ân Moskovlu ile cihâd ve gazâya meşgûl olduğunu hân-ı müşârunileyh bilüp ol dahi
ona göre cihâd-ı gazâ esbâbını istihsâle ikdâm ider Şimdiki hâlde Devlet-i Aliyye ile Moskovlu
beyninde işler ne sûretde olduğunu bilemediğine binâ’en tereddüd üzre olmak gerekdir Binâ’enaleyh
bu tarafdan istihbâr ve ihbâr levâzımına ri'âyet ve münâsib tarîkden nâme ve tahrirât irsâline himmet
buyrulmak lâzımdır Bundan mâ‘adâ taraf-ı Devlet-i Aliyye’den umûr-âşinâ ve bi'l-müşâfehe iktizâ
- 99-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
eden husûsâtı hân-ı müşârunileyh ile müzâkereye liyâkati hüveydâ birinin alâ-tarîki's-sefâre Buhara
cânibine irsâl buyrulması gâyetü'l-gâye muhassenâtdan bir şey olup ol tarafların min- külli'l-vücûh
takviyetine ve inşâ'allâhu te‘âlâ fî’e-i müşrikînin gereği gibi izmihlâline sebeb-i müstakille olur.
Kaldı ki taraf-ı saltanat-ı seniyye'den bâlâda beyân olunduğu üzre bir sefir irsâline irâde-i aliyye
ta‘alluk eylediği sûretde bu tarafdan sefîr-i mûmâ-ileyh doğru Bağdâd'a varup ol tarafdan tüccâr
hey’etiyle A‘câm içinden Buhara hududuna duhûl ve ondan dahi yirmi nihâyet yirmi beş gün zarfında
hân-ı müşârun-ileyhin makarr-ı hükümeti olan Deşt-i Kebîre vusul müyesser olur Bu tarafdan
gidenlere A‘câm ta‘arruz itmezler Onların ta‘arruzu Buhara tarafından gelenleredir Bu sûretde gidecek
sefir bu tarafdan Bağdâd'a kaç günde varabilür ise Bağdâd’dan dahi yirmi gün zarfında nihâyet hudûd-
ı İran'a dâhil ve ondan yirmi ve yirmi beş gün zarfında Deşt-i Kebîr’e vâsıl olur Sefir irsali bu tarîk ile
ehven ve ensebdir Zîra Bağdad'dan beher sene Buhara'ya otuzar kırkar nefer tüccâr âmed-şûd iderler
Eger Devlet-i Aliyye sefirine İrâniyân taraflarından ta‘arruz olunmak mülâhazası vârid olur ise îrâd
eylediğim veçhile tüccâr sûretinde gidebilür Mâni‘ ve müzâhîm yokdur Ve Bağdâd tarîkından sefir
irsali mevsimi tamâm bu vakitlerdir Bundan mâ‘adâ peyder pey bu cânibden hân-ı müşârunileyhe
nâme-i hümâyûn ve tahrîrât irsaliyle iktizâ eden husûsât kendüye bildirilmek ve ol tarafların hâl ve
keyfiyetine dahi saltanat-ı seniyye'nin vukûfu hâsıl olmak lâzimeden olduğuna binâen aralık aralık
irsâl-i mürâselâta dahi bir tarîk-ı münâsib bulunmak iktizâ ider. Bu Bağdâd tarîkından olamaz. Benim
zannıma göre bu tarafdan Anapa'ya, ondan Dağıstan'a ve Dağıstan üzerinden Timurkapu'ya, ondan
dahi Ejderhân cânîbinden Buhara'ya tahrîrât irsâli ve Buhara'dan dahi bu tarîk ile der-bâr-ı şevket-
karâra kâğıd isticlâbı mümkün olmak gcrekdir, zann iderim. Yine erbâb-ı vukûf ile müzâkere ve
mülâhaza buyrulsun.
Kaldı ki bu defa Buhara'ya sühan-fehm bir kimesnenin sefaretle alenen irsâli irâde buyurulur ise
gidecek sefir ile bu dâ‘îleri dahi beraber gidüp yine bu tarafa avdet iderim ve eğer gidecek sefir tüccâr
hey’etinde sırran irsâl olunur ise benim beraber gitmem olamaz. Me’mûr olduğum veçhile hitâm-ı
sefere dek bu tarafda ikâmet iderim Her hâlde emrü irâde efendilerimizindir deyü ifade ider.
Hicri: 29 Şevval 1203 /Miladi: 23 Temmuz 1789
BOA, Nâme-i Hümâyûn Defteri, 4/1
(Bu belge Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü – Belgelerle Osmanlı Türkistan İlişkileri, Ankara,
2004, s. 66-69’da yayınlanmıştır)
- 100-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-3
(HH: Kaim-i Makam Paşa elçilik tertibi üzre riayet oluna sonra söyleşirüz)
Şevketlü kerametlü mehâbetlü kudretlü veliyy nimetim Efendim Padişahım.
Hâlâ Buhara Hakimi olan Muhammed Masum Han tarafından bu def‘a elçisi Muhammed Bedî
vesâtatıyla mübarek‘ atebe-i mülûkânelerine takdim olunmak üzere vârid olan bir kıt‘a Fârisi nâmesi
ve kezâlik sadr-ı a‘zam kullarına olan bir kıt‘a Fârisi mektûbu ba‘de’t-terceme pâye-i serîr-i a‘lâya
takdim olunacağı bundan akdemce huzûr-ı şahânelerine ifade olunmuşidi. El-hâletü hâzihi nâme-i
mezkûre ve mektûb-ı merkûm terceme olunmağla tercemeleriyle beraber ma‘rûz-ı atabe-i vâlâ-yı
dâverâneleri kılındığı ma‘lûm-ı hümâyûnları buyuruldukda emr ü ferman şevketlü keramütlü
mehabetlü kudretlü veliyy nimetim efendim Padişahım hazretlerinindir.
Nâme-res mümâ ileyhin tarîki ekser Moskov bilâdından olup emniyyet münselib olduğundan bir
kıt‘a Mushaf-ı şerîfin cildinin bir tarafına nâmeyi ve bir tarafına dahi mektubu vaz‘ ve üzerine kağıt ve
sahtiyan yapışdırup öylece getürmüş olmağla Mushaf-ı Şerîf dahi takdîm-i huzur-ı hümayûnları kılındı
ferman men lehü’l-emr hazretlerinindir.
Hatt-ı Hümâyûn: 0256/14620
EK-4
‘İzzetlü Defterdar Efendi Gönderesin diyü buyuruldı
fi 6 Şevval 1203
Berâ-yı masârıfât-ı Elçi-yi Buhara an 17 Ramazan’ın gayeti şehr
Masârıfat-ı me’kûlât ve perakende 35.696
Abdest makremesi ve peşkir ve havlı-i kadem 1.915
Taam makremesi adet 2 ve havlı adet 2 694
Mâhiye Tabbah nısf 1.800
Mahiye saka-i nısf 300
(yekün akçe) 40.405
Ale’l-hesâb bendelerine i‘ta buyurulan (akçe) 30.000
(akçe) 10.405
Devletlü inayetlü merhametlü sultanım hazretleri sağ olsun
Arzuhâl-i kullarıdır Bu def‘a Buhara Hakimi tarafından Devlet-i aliyye-i ebed olan Muhammed
Bedî Bey kullarının Bâlâ’da tahrîr olunduğu vech üzere me’kûlât ve sâir masârıfâtı yalınız kırkbin
dörtyüzbeş akçeye baliğ olup otuzbin akçesi ber vech ale’l-hesâb i‘tâ buyurulub fürû nihâde
olundukda bâki onbin dörtyüzbeş akçesi nakden hazine-i amireden buyurulup ve merkûmânın rûz
merre tayinât ve me’kûlâtlarına kâfi i‘tâ buyurulacak ne mikdar olur ise emr-i âlileri gurre-i şevvalden
ihsân buyrulmak bâbında emrü fermân devletlü inâyetlü merhametlü sultanım hazretlerinindir.
Bende-i Mustafa
C.HR.140.06971.001
- 101-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-5
- 102-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
METİNLER
EK-1
- 103-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-2
- 104-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-3
- 105-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-4
- 106-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-5
- 107-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-6
A.DVNS.NMH.d.00004
- 108-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 109-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 110-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EK-7
A.DVNS.NMH.d.00004
- 111-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 112-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 113-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Harita 1
Harita 2
- 114-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 115-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 116-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 117-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 118-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Saba JAHANLU*
Ali BAMDAD**
Muhammet ERBAY***
ABSTRACT
Human beings have the same perspective on war. In this article , there are explanations about
the shared view on war. Iran is country that has experienced many wars in its history. This has allowed
the people to have historic mindset on war. These recollections are like two ends of range: good
memories exist alongside bad memorie's , Good memories are those such as patriotism, pride, while
bad connotations are death, loss of loved ones, injuries, or martyrs. The meaning behind this research
is the construction of structure that displays these two views side by side and to create a place where
two completely opposing feelings are felt by the audience. As a result, the main topic of this research
is how to construct a museum in Shiraz to preserve the historic qualities of our past. This article
demonstrates how a museum of the history of war in Shiraz can be established. In addition, with a
balanced use of design elements and an appropriate construction in regards to the wholistic history of
Iran, it has a focus on enriching the awareness of the people. However, it is evident that each endeavor
requires a method of research appropriate for its subject. As a result, to create a quality thesis, two
factors both qualitative and quantitative are chosen and used within the research process. Results from
this article show that there is a strong and positive connection between the museum and the history of
war in accordance to the people of Iran.
Keywords: War, Museum, Identify, Iran
INTRODUCTION
War is undoubtedly the greatest human reality, and the museum is place in where emerge the
pure experiences of these events.Today, thousands of museums are trying to protect the valuable
cultural and artistic treasures of nations from destruction with artistic, historical, scientific and
economic themes around the world. Museums are considered to be permanent establishments which
open their doors to the public without any material purposes and serve the cultural development of the
community. The approach and orientation of modern war museums has been more humanistic than the
former, and therefore it is always the display of warfare hardware or geo-conquests in the background
of human affairs. In other words, it has made a fundamental change the plan of should and shouldn’t
and intellectual orientations in the concept of war museums. (Museums Magazine [MDB], 2015)
After the opening of the first official museum of war in Europe (especially the War Museum of
England and the Netherlands) and introducing it to the world more, we have witnessed an ever-
increasing rise of this category of museums in other continents, and especially in other nations
involved in the war. In this regard, it can be pointed out Including the Conqueror Museum of the North
Korean Motherland or the Hiroshima Island Peace Museum, the war Museum of the OTAJIMA Island
Marine Center (MDB, 2015).
- 119-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
The Museum of War today is a part of the life and social-political context of the world. Today,
the classification of military museums has a positive potential for breeding new branches. For
example, along with the expansion of traditional museums to public museums or the history of war, it
is increasing the Museum of Women and War, the martyrs of war, the Museum of Chemical Wars, or
even buildings and structures during the war, and so on in the world. Although it is difficult to provide
a comprehensive and complete classification of specialized war museum's , but in one general view,
these museums can be divided into five categories(MDB, 2015). Obviously a museum with a theme of
war can be a combination of two or more of the following: Historical museums (time periods of the
war), weapons museums and military equipment, museums based on spatial situations in the war,
museums of characters, commanders and martyrs, museum of artistic and visual arts (photographs,
posters, graphics, paintings). It must admit that each culture and nation make some elements of the
signs more prominent in accordance with their own ideology and beliefs. For example, in the war
museum of invader's , it is more seen the effects of victory and conquest not destruction (MDB, 2015).
In the epic war museum, the artworks of heroic and masculinity are more prominent. is the spirit
of religious works ourselves historical museums or The "Museum of British and Blond War" in the
religious-war museum, such as the museums of our recent warfare, is the climate of spirituality, the
memory of martyrs and religious slogans, such as the Kerman War Museum (H.Mazaheri,2014). The
elements of the museum can be categorized in two ways in terms of originality: those which are the
actual effects of the war (whether directly related to the war, such as a weapon, trench, documentary
film, and anything that is indirectly related to War relates such as the letters of soldiers to their
families, wartime coupons and stamps), and secondly, those that are the works of war, such as most
works of art or any other medium that could be a sign of war, are the purpose of this study
(H.Mazaheri,2014).
Table 1: chart 1
Research Questions How can it be designed the historical identity of
the Museum of War in Shiraz?
-Why is the war museum necessary for the
creation of identity for peoples?
Assumptions It seems that the design of the war museum can
help to enhance the Iranian identity.
It is possible to design the proper way by
designing the historic identity in the history of the
war with the proper pattern for designing the
memorial.
Objectives The design of the Museum of War History with
the approach of promoting the historical identity
in Shiraz has been chosen for the Iranian martyrs
as the main goals.
- Raising the level of public awareness through
the appropriate design of the elements and the
structure consistent with the historical identity of
the Iranian nation, has been chosen as a goal of
use.
Variables Museum, War , Soldier ,Historical Identify
Resource: By Author
- 120-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
WAR
The main load of wars has always been on the nations. In wars, soldiers who do not know each
other kill each other, and statesmen who know each other well, they peace and negotiate as soon as
they feel the danger. More than 200 wars have been occurred since World War II. Perhaps in a
definition , it can be known the battle or the same war due to the wrong policies of the statesmen in the
human society. Mental concepts of war are different for different people .Some know that the war is
the cause off fear and disappointment; some others do it the cause of production and wealth, some do
it in the sense of destruction and annihilation of infrastructures, and some do it in the sense of
construction and sacrifice.
What remains of the war are a bitter and disturbing stories that history keeps them for future
enthusiasts in own heart. Even though the war has a very naughty identity, it cannot be eliminated it,
and this conflict always goes away. It can be known the sequential presence of battles throughout
history a reason for those who think that war can be eliminated from human society, however, we
cannot just refer to history for proving this and the emergence of war may be for various reasons for
various reasons, such as political, religious, social, economic, and natural ones. And of course, this
statement should be accepted by politicians who know the war the stable and necessary in the human
life.
It can be said that the war has a very important role, and at the same time it is one of the main
factors of collective imitation. During the last century, the war has caused the closest communities to
open their gates, such as China, Morocco or Japan. Perhaps it is the war the most powerful and the
most effective way of establishing civilizations together, the existence of a war will eliminate the
mental isolation, and finally it can be said that war is the most important form of social transformation
and is a kind of "accelerated development" (Ramin Jahanbegloo, 2001).
Ibn Khaldun identified four types of warfare: the first type is a war that happens between
neighboring tribes and competing tribes. The second type is an aggressive and exploitative war. The
third type is jihad and ideological war, and the fourth one is the government's defensive war, fighting
with its fighters and those who somehow revolt against them. Two types of these wars are inimical and
aggressive ones, but two other types are defensive and liberator wars. Investigations conducted on the
history of the wars in Iran show that Iranians have done about 1,140 wars with foreigners since the
time of the Medes, the last of which has been the eight-year-old war imposed and sacred defense era
(Gaston butule,2008).
However, the study of the wars in Iran shows that most of the wars between Iran and other
countries have not been motivated to achieve wealth and have not looted and plundered, and these
- 121-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
wars either have been a defensive or power aspect, even the kings of ancient times, including the Great
Cyrus, who could have many conquests and many of his victories have taken place without any
violence and invading the financial resources of other countries, so that even the first human rights
statement has been known related to the order of Cyrus, a decree that has been written after defeating
Nabonid and the occupancy of Babylon country. Azizullah Alizadeh, a writer and researcher, who is
publishing the book "The Culture of Iran Wars," and addresses the history of Iran's wars from the time
of the Medes to the present day, tells Jam-e-Jam newspaper about Iran's wars: Iranians have been done
1140 wars on foreigners over the years 2720 and from the Medes to today.
He who is trying to cope with the countless and unexpected wars and its impact on the
backwardness of the country, adds: Since the year 84, we were looking for that examine the reasons
for some of Iran's backwardness in different historical period's , and we used 150 domestic and foreign
sources in this field. And we came to the conclusion that there were many wars in the political arena,
which is the cause of the backwardness of Iran, except for a few wars, many of them have been
happened unreasonable and just because of they wanted to fight and after the victory, even rulers and
kings did not use the treasury of those countries. Alizadeh with pointing to that it has been mentioned
the information such as the number of kings, the year of the wars, their time and the names of the
kings of the opposing side of the conflict in this book, said: "Another cause of Iran's backwardness
was the killing and the dismissal of many of its kings, so that out of 417 Iranian kings, 182 of them
were killed or deposed (Gaston butule,2008).
Alizadeh said about the motivation for the emergence of wars: In Marxist views, material
debates are the motive for the outbreak of war, but in Iran, except one or two kings like Nader Shah,
who was looking for the treasury of Indiain the war with India from the beginning ,many of the wars
in Iran, especially the pre-Islamic wars, have been more for proving ,conquest and Powerfulness to
prove that they are the emperor of the world, but after Islam, a number of wars also had a religious
aspect.
During the Qajar period, some wars have occurred because of the incompetence of kings. In this
book, Alizadeh mentions eight years of sacred defense, and has named from 30 martyrs Sardarin the
army and Corps, and says that these eight years, contrary to what has been happening in recent
centuries, show although Iranians have a peaceful spirit, but with this spirit, They do not come short in
the face of any violations, and if a country wants to surrender to the borders of the country and
endangers the interests of the country, every Iranian will stand against aggression and oppression to
preserve territorial integrity (Gaston butule,2008).
IDENTITY
According to Giddens, identity is actually what one knows about it. In other words, personal
identity is not something that has been entrusted to him as a result of the continuation of the
individual's social actions, but that's a thing that the person must create it continuously and routine and
protect and support in his reflective activities (Behzadfar, 2011).
TYPES OF IDENTITY
Erickson believes: "An individual who cannot find the sustainable positive values in his culture,
religion, or ideology will collapse his ideals. Such a person who suffers from the confusion of identity
can neither assess his past values nor possesses the values that they can freely plan for the future.
"However, in the question of this dear questioner, only three types of identities were asked, but It
should be said that there are seven types of identity that are: individual (personal) identity; Family
- 122-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
identity; National identity; Religious identity; social Identity; Cultural identity; Civilization identity
(Behzadfar, 2011).
HISTORICAL IDENTITY
The sense of belonging to the past and connecting with the links that connect human beings to
its cultural and historical origins is a beautiful and very pleasant feeling that gives man the peace of
mind and great confidence. This that man knows which is the first of his cradle, and whose roots have
fallen into the earth at which point in this globe, and who have been heroes and his historical and
home land patterns throughout the times, it is a vital thing that helps him in the midst of history.
The epic, historical and cultural patterns and myths give a common and identical identity to the
people of a nation so that the result of this identity is national unity and integrity against the aliens and
for this reason, it should not be taken away these heroes and myths and rooted beliefs from the people
because their destruction will lead to the destruction of the totality and integrity of the nation. A quick
overview of the history of the great human civilizations reveals the fact that the beginning of the
decline, the collapse and extinction of these civilizations, has been caused by self-alienation and
devotion to invaders! (Behzadfar, 2011)
Now, if we look at the content of the school textbooks from this perspective, our view will be
very different from what is currently being pursued in this area, and we will better understand which
way we go. When we turn the page ,the history of our schools, we are surprised to see that have left
only a few of all of heroes and national and historical myths of Iran-earth for us, and they are no other
than the moderates, Sheikh Fazlollah Noori and Ayatollah Kashani, and a few handful of the same,
and as soon as we become more precise, we see that the same characters have not also been accurately
and accurately introduced to the younger generation in these books. (Behzadfar, 2011)
From struggle and outstanding men such as Mossadeq and Bazargan on this date, only a ghost
has remained that has nothing to do with the original! A look at the ancient history of Iran; as much as
we try, as if there is no clear spot, all the kings are traitors and criminals without any exception and
distinction, and homeland-sellers; all the national gladiators and heroes of this country are wicked and
worthless, of course, except Puriya Vali! It seems that among the brave and heroic folk of the race, it
cannot be found the heroes such as Rustam, Kaveh Ahangar and Fereydoon and Arash Kanggir and
others to introduce them as a model for children and adolescents. And or, as if it were not as if there
was a prominent kingdom like Cyrus in this country, which under the rule of tolerance and peaceful
coexistence, half of the Earth has been living together for many years in peace, friendship and
tranquility, and the eternal charter of his human rights have been a model and example of a civilized
world in the symbiosis and respect for human rights! The result of this kind of look is that we destroy
all our capital and historical figures generously until instead of us and our children, the aliens enjoyed
this proud and glory, and they attribute them to themselves.
Be attributed to himself. Obviously, one day, our children will ask us, was it so brief and
meaningless the history of several thousand years of our ancient civilization indeed?! And will the
history be basically able to establish that strong and indestructible national identity in the spirit and
soul of our children? (Behzadfar, 2011). We should know that the young generation, in addition to its
religious and religious figures, which are the patterns beyond national and patriotic frontiers and not
only belong to Iranians, also they require the national and entirely Iranian patterns in order to properly
recognize their native nationality and their past and rely on it. Although we have been incapacitated in
the correct introduction of the same personalities and religious patterns, and now our children are in a
- 123-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
state where they feel absurd and lack of identity, and we have not only failed to create an Islamic
identity in them, but we have also taken the native past from them. How and based on what rationale
,do we expect these young people to stand up against the cultural and military invasions of foreigners
and to show fanaticism and dignity in order to protect their country's existence? (Behzadfar, 2011).
The valuation of such works is not limited to a single land. All countries of the world take care
carefully, even personalized appliances of their elite in various forms, including both movable and
immovable, as national and museum professor, and provide the plenty of facilities for preserving,
protect and displaying them optimally (Dr. Asgharian Jedi, 2001).
Celebrating the national honors or preserving the effects of ideological-military struggles for
nations is a preservation of the cultural and historical heritage of the country. Values constitute the
core of the culture of a society, since those are guides to the actions of individuals and societies, and
the foundation of the social system is based on their orbit. Values portray the identity of societies and
nations, and play a role in the field of fundamental social changes and developments. Values constitute
the foundation of the culture of societies, and are among the most important social categories in which
all the classical sociologists and philosophers, as well as their modern and postmodern descendants
have thought about it (some less and some more colorful). Some nations, having relied on the values
prevailing over their society, have left the profound transformation and through these changes, they
are moving toward the future, a future that has not had a gift except for progress and excellence for
their society (Hamid Mazaheri, 2005).
HISTORICAL MUSEUMS
All museums whose collections are formed and presented from the historical point of view are
counted the historical museums and their purpose is essentially to present a documentary of the time
sequence of an event or complex representing a moment from a changing page. The Museum of
French History was created in Versailles, and it offers events and prominent figures in the history of
this country with the help of pictures during more than 10 years. However, less a museum is the
specific mystery of a country, although this method has become commonplace in some countries that
have recently become independent, in order to stimulate the national consciousness and a sense of
cultural-historical unity.
The most modern of these museums display the entire history of a country, a region or a city
(with its natural and geographical history) from its inception to the present era, without neglecting the
real views of growth, such as access to land and urban growth. Those combine science and art, or help
from a variety of audiovisual equipment, and dedicate a significant place to written documents
,redevelopments, climatological models and maps. Their exhibitions often take place in an old
building, which is a historical symbol (MDB, 2015).
Other types of historical museums include museums in ancient artifacts, museums deployed in a
historical building or in a battlefield, and also memorial museums of characters. These museums
- 124-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
usually have educational aspects, as well as are included reconstructions and models. Sometimes,
especially with regard to memorial museums, those choose the visitor's emotions by paying tribute to
the real environment of a person's life and the simplest things that have belonged to him\her in that
place. This is a situation that home- museums have, such as the famous writer's house,"Ernest
Hemingway" in Cuba. Another type of historical museum that spans a period from a country's history
or an area includes anthropological museums that are named as the best museums of cultural history in
the Scandinavian countries. Regardless of whether those are traditionally built in a building or in the
open air, these museums reconstruct periods before the industrial age and the centuries of its
emergence, these museums are very interesting for people, especially when those are held in the open-
air, and play a significant role in recognition and encouragement of respect for the human environment
(MDB, 2015).
Developing countries are of great importance to them in their efforts to reconcile the remnants
of traditional values with the development of the industry. One of the most successful historical
museums is the Niame National Museum in Nigeria, which combines a zoological garden, an museum
in the open air and an anthropological exhibition in own. Issues that are arisen in the field of
presentation for historical-type museums have particular features, since objects are displayed for their
historical and functional significance, and written or recorded descriptions, the relationship between
object groups, program accuracy, and display flexibility are decisive importance.
In the same way, the reservoirs and study halls in these buildings occupy the vast spaces,
because the scope of the intended topics is so great that it progresses the knowledge associated with
them steadily. The frequent temporary exhibitions, delegation and changing of permanent exhibitions
and scientific activities in the museum area have a vital aspect except in highly specialized museums
such as memorials ones (MDB, 2015).
1- Integrity of the modulus in a particular society: Identities give a modest kind of coherence,
and thus those cause giving direction to then and giving the deep meaning to them.
2. Mental strength of individuals: Identity is one of the important elements in the psychological
unity of individuals, which makes the integration and unification of understanding themselves from
own and the world, which this in turn creates an incentive for unity.
3. Social unity: Integration with common identities is an important condition for participation
with the community. Integration in common values can lead to the social unity and, in general, create
social conflicts or at least social diversity.
- 125-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Lastly, we should add that some values, such as justice and freedom, are universal, and are
considered to be common values for all, and some values are directed at specific cultures and societies
that play a key role in the course of changes and developments in the culture of a community
(Behzadfar, 2011).
CONCLUSION
The results of this study indicate that the idea of designing the Museum of War History in
Shiraz has been largely homogeneous, which explains the explanation in relation to the five main
parameters, which showed that the main the most tendency towards the use of ideas and forms of
Deconstruction and the use of modern materials in the idea of designing this building, and neglecting
these categories and the superficial collision to the problem, will lead to get away from the past and it
is expected, this is a historical identity in the form (Writer).
Authors' suggestion is the use of indigenous patterns and using the traditional patterns, avoiding
the formal imitation and more accurate reflection on theoretical foundations, intellectual roots and
beliefs of the people until they be able to fill the gap between the act and the opinion and act in
realizing the goals better, by understanding the culture, needs, and desires of the people (Writer).
REFERENCES
Asgharian Jeddi, H.(2002). Shiites and Preservation of Works of War , Second Edition,
Allameh Tabatabaei University, Inc.
Behzadfar, M.(2015). Plans and Plans of Urban Development, Forth Edition ,Shahr Book
Publishing, Inc.
Dabiri Nezhad, R.(2015). Special Issue of Museum and Development , Journal of Museums
Magazine (22) ,7-8
Jahanbegloo, R.(2001). Clausewitz and War Theory, First Edition ,Hermes Book Publishing
,Inc.
Mazaheri, H.(2005). Preservation of Martyrs Museum's Works, First Edition , Islamic
Revolution Martyr Foundation,Inc .
Mazaheri,H.(2005). Shohada Museum , First Edition, Shahed Book Publishing, Inc.
- 126-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
M.Mert ASLAN*
Muhammet ERBAYb
ABSTRACT
The United States is a tremendous mosaic of ethnic and religious communities. American
Protective Association, Operation Rescue, Pax Christi, Evangelical Protestantism, mainline or
traditional Protestantism, Black Protestantism and Roman Catholicism are just some of them. It is
known that these different communities meeting under a strong and respected national identity have
certain political tendencies that have become almost stereotyped over time. In this sense, it would be
correct to note that ethnicity and religious affiliation greatly influence political preferences. In this
study, the literature review was used as a method of research, and general political tendencies of these
ethnic and religious communities were determined and certain results were reached.
Keywords: Etno-Religion, Religion, America
Apart from these, the main ethno-religious groups are Evangelical Protestantism, mainline or
traditional Protestantism, Black Protestantism and Roman Catholicism. The differences between the
Protestants are based on the historical development of Protestant clusters (Steensland et al., 2000: 291-
318). Historically, ethno-religious group memberships with these social movements are associated
with certain political attitudes (Guth et al., 2006: 233).
From the viewpoint of theoretical studies related to the subject, it should be emphasized that the
scientific research conducted by Ariel Malka and his colleagues in order to determine the origins of
conservative political attitudes in the United States has shown that political conservatism is closely
related to religiosity, in other words, religiosity leads voters to more conservative political preferences
(Malka et al., 2012: 275). From their point of view, citizens who are strictly religious in the United
States, a modern country, generally hold more conservative political positions than those who are less
religious (Kelly and Morgan, 2008: 236-263).
According to another study, there are two broad frameworks that explain the relationship
between religion and politics. One of them assumes that there is an organic relationship between the
high-intensity religiosity against the low and the conservative against liberal political attitudes
(Graham et al., 2009; 1038). In other words, some values and tendencies that characterize religiosity
- 127-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
naturally lead individuals to adopt conservative social policies. The other framework is based on the
assumption that there is a contextually evolving relationship between these structures. Specifically,
religious elites belonging to various sects and traditions suggest others to adopt conservative political
views, and when we look at the messages reflected in their political discourse, the coexistence of
religiousness and conservatism is quite natural and correct. The context of the accumulation of
knowledge here leads religious people to adopt more conservative political attitudes (Layman and
Green, 2005: 61-89).
However, these two perspectives do not completely exclude each other. Religiosity may be
related to political conservatism to some extent because of the organic relationship and the messages
coming from religious and political discourse; but this connection is mainly attributed to certain
segments of society that are integrated with political discourses that express natural closeness between
religiousness against secularism and conservatism against liberalism (Malka et al., 2012: 276).
Converse's study forming a basis for following studies has added the term “constraint” which
means the tendency to adopt a package of persistent liberal or persistent conservative attitudes and
maintain political attitudes consistent with ideological self-identity to most reliable findings in the
literature of political attitudes (Converse, 1964: 206-261).
Defining conservatism as a "resistance to change and quality", Jost and his colleagues have
proposed a framework to define the psychological relationship between political conservatism and a
range of non-political features, including features of religiosity (Jost, 2006: 651-670). According to
them, the underlying motivations of conservatism are also the basis for other features, including
religious tendency, which helps explain the clear historical continuity that exists between religiosity
and political conservatism (Jost et al., 2008: 133). Similarly, Alford and colleagues agree that
religiosity and conservative political preferences are related to cultural expressions of deep genetic
discrimination lines that exist in human behavioral tendencies and abilities (Alford et al., 2005: 165).
A study conducted by Fiorina, Abrams and Pope in 2011, which benefitted from the National
Election Survey, confirms the existence of a polar relationship between religiosity measured by the
rate of church attendance and voter preferences in the 1992 and 2004 elections. In the meantime, those
who frequently went to church were Republicans in the elections, while those who did not go
frequently or never went were pro-Democratic. In order to interpret their research results, Fiorina,
Abrams and Pope have emphasized a relevant analysis conducted by Bolca and DeMaio in relation to
the National Election Pilot Survey, which reports that the polarization between fundamentalist
Christians and secular voters, in particular the negative emotions and attitudes towards fundamentalist
- 128-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Christians, proportionately determine their party evaluation and preference. It can be said that this
study has shown that religious polarization has gained a "pulling force" in the political sphere at the
rate of its validity (Bolce and DeMaio, 1999, 63, 508).
Gelman has found evidence that religious opposition based on partisanism has characterized the
electorate formed by upper income groups where wealthy church frequenters are strong partisan
Republicans, whereas voters with high-income who are not church frequenters are strong Democratic
partisans. In contrast to this, it has been understood that low-income voters are not divided into groups
because of their religious observance. Gelman associates this finding with the binary structure of the
"red state / blue state", where the first concept symbolizes the elite riches who are church members
and the second symbolizes the secular elites. Some scholars reason that the two theories attempted to
describe the different aspects of the same process and combine them to make a more comprehensive
analysis. For example, in an analysis on 2004 Presidential Election, Guth, Kellstedt, Smidt and Green
combined ethno-religious theory with restructuring theory by producing mixed and experimental
measures of religious identity (Gelman et al., 2010: 36).
Guth's analysis is based on a national survey of 4,000 participants who were interviewed before
and after the 2004 elections and an analysis of voter preference predicted by mixed categories from
both theories. Thus, for example, there are various trends in the mainline Protestant tradition on the
line extending from "traditionalist", to "centralist" and "modernist". This inclination, which is of a
structure similar to the slope, includes more Republican, different, and lower levels based on
Evangelical Protestant tradition (Guth et al., 2006: 228). The results overlap with the propositions of
voter preferences that ethno-religious and restructuring theories suggest using different religious areas.
Thus, it has been understood that Hirschl, Booth and Glenna (2009) are proposing a mixed model
called HBG, which carries parts from both theories and is formulated with the initials of their own
names. This model is closer to the theory of religious reconstruction, since it suggests the submission
to biblical authority as a key to the consistency and integrity of religious affiliation. But the fact that it
is making reference to the legal and civil rituals, along with the Bible's visibility in all religious and
secular areas of American society causes that proximity not to be strange (Kramnick and Moore, 2005:
34).
The Religious reconstruction model also implies that the meaning of Biblical authority has
brought serious changes between sects, especially between the Catholics and the Protestants, which
have different institutional and historical heritages on religious authority in the process of religious
tradition, but that the answers of these changes must be sought more in ongoing internal conditions of
these two sects (Riesebrodt, 1993: 31; Weber, 1948: 27, Weber, 1985: 31) while HBG also benefits
from a "religious tradition" that is varied in integrity with the authority of the Bible.
The HBG experimental approach is an inductive and statistical model in which the voters
preference expresses an unlimited function related to the biblical authority, religious tradition and
social stratification categories. By making reference to Durkheim, incorporation of the social
stratification categorization into the study is carried to a point that can be seen as an excuse. According
to Durkheim, religious sentiments and rituals emerge in the material and mental dependence of the
individual to the society, so religious judgment categories must be associated with economic and
social categories. On the basis of practice, this theoretical structure can be used to the point where the
common symbolic system is effective in secular and sacred areas. Thus, the HBG model is based on
the common axis of the prevalent perception of the Biblical authority (Hirschl et al, 2009: 929).
Besides, Durkheim states that religious categorizations of religious sentiments and rituals are
absolutely linked to economic and social categories and that they must emerge in the process of
- 129-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
material and mental dependence of individuals to the society. This theory can be used and activated up
to the point of a common symbolic system that will be effective in practice in secular and sacred areas,
thus it is becoming clear that the HBG model has come and linked to a common perception axis about
biblical authority. Accordingly, the social dimension of the biblical authority must be scrutinized
before analyzing the attitudes of religious affiliation that are moving or proceeding under the influence
of voter preference.
Looking at the previous studies, it can be said that the roots of the ethno-religious perspective
extend to religious differences among communities migrating from Europe to America. In that
process, many groups who do not want to be assimilated within the new American culture are known
to turn to themselves and embrace their religious traditions to preserve the values and practices of their
country's origins. This turn back has led to the emergence of different groups within not only Catholics
and Protestants, but also the Protestant community itself. This large division between the groups has
been exaggerated by the American political system, and it has not left the electorate more than two
choices in every election in the following process. It seems that studies that examine the place of
religion in American politics have evolved from an "ethno-religious perspective" to a "restructuring"
approach. The evidence of this approach can be seen in the findings obtained in earlier studies and
researches on political behavior. Accordingly, the Mainline Protestants have constituted the
foundations of the Republican Party, and Catholics, Jews, and radical Evangelists from outside groups
predominantly supported the Democratic Party's candidates (Burge, 2011: 3 from Kleppner).
In the beginning of the 1970s, many sociologists observed that the indestructible walls of the
political structure based on proportional representation were beginning to collapse and the number of
people who changed their churches began to increase at a rapid pace (Ammerman and Farnsley, 1997:
451-461). In the light of this knowledge and evidence, there has been a very noisy conflict on the
subject known as the "war of cultures" in the social science literature (Burge, quoted from Wuthnow
and Hunter, 2011: 4).
Until 1960s when legislative acts approved by the Congress in the first period of President
Franklin D. Roosevelt to ameliorate the economy between 1933 and 1938, following the Great
Depression in the United States, and the New Deal program (Berkin; 2011: 629-632), which was
formulated as 3R (Relief, recover, reform) including presidential executive orders, aimed at restoring
the financial system to avoid the collapse and recover the economy by withdrawing it to normal levels,
provide relief for the unemployed and the poor are applied, White Catholics, White Evangelical
Protestants and Black Protestants supported the Democratic Party; whereas the white traditionalist
Prorestans were closer to the Republican Party. Later, especially since the 1960s, there have been
considerable changes in the political preferences of ethno-religious groups (Smidt et al., 2009: 3-42).
White Catholics and white traditionalist Protestants split more equally in their political affiliation,
white Evangelical Protestants headed to the Republican Party, and Black Protestants almost entirely
joined the side of Democratic Party (Malka et al., 2012: 277).
According to Schwartzman, normal, ordinary citizens may not have the consciousness of
political events and developments at the national level. Therefore, they tend to act under the influence
of local political groups, social identity icons, ethnic or religious affiliations. According to him, when
political divisions or separations begin to move on the line of religious, ethnic and regional subculture
elements, an identification or similarity emerges between political party and subculture. For example,
religious divisions in the Netherlands are more prevalent, while political parties in Guinea can
represent white, black and Indian populations. Even in places where such divergence does not exist,
- 130-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
minority groups tend to identify and integrate with the political parties offered to them. This is a good
example of the political attitudes of Catholics in the United States. Almost all the Catholics, Jews and
Blacks living there tend to support the Democratic Party, historically known as the party of "left"
(Schwartzman, 1968: 17).
From a different perspective, in the case of the United States, when Converse's research and
studies on how much the votes of Catholic electorates reflect the influence of the Catholic belief
tendency, based on the elections that Kenedy participated in are examined, the religious influence
seems to exist but is not very strong. The religious factor has a marginal effect on the mass of voters
who are initially undecided when political divisions do not follow religious lines and religious issues
are not emphasized during political campaigns. In terms of Catholic democrats, it is difficult to find
out how much of their beliefs gain weight from which identity; but the result is quite clear for typical
situations: Despite exceptions, the fact is that Protestant democrats are more inclined to behave in line
with the Democratic Party than normal Protestants, and that the Catholic republicans are more likely to
act in accordance with the Republican identity than other normal Catholics (Converse, 1966: 123 ).
The proximity between the Republican Party and the voters who care for religiosity rose sharply
in 1992 and has always been on top of that level since then. This increase may well reflect the
temporary changes in the candidate options presented to the citizens, rather than the temporary
changes that have taken place in the political preferences of religious people, against those who are
simply secular. It may be thought that this situation is strongly connected to the conservative self-
identity, though not necessarily religiosity (Fiorina et al., 2006: 132).
CONCLUSION
As a result, it will be correct to say that in accordance with the general rule for the ethnic and
religious communities in the United States, as the religiousness index increases, there is an increasing
trend towards conservative or at least traditional party orientations that display religious symbols and
discourses.
REFERENCES
Alford, J. R., Funk, C. L. ve Hibbing, J. R. (2005). “Are Political Orientations Genetically
Transmitted?”, American Political Science Review, S. 99, ss. 153-167.
Ammerman, N. ve Farnsley A. (1997). Congregation and community, Rutgers University Press,
Piscataway, U.S.A.
Berkin, C. (2011). “Making America, A History of the United States Since 1865”, Cengage
Learning, S. 2, ss. 629-632.
Bolce, L. ve DeMaio, G. (1999). “The Anti-Christian Fundamentalist Factor in Contemporary
Politics”, The Public Opinion Quarterly, S. 63, ss. 508-542.
Converse, P. E. (1964). Nature of Belief Systems in Mass Publics, In D. Apter (Ed.), Ideology
and Discontent, Free Press, New York, U.S.A.
Converse, P. E. (1966). “Religion and Politics-The 1960 Election”, in Campbell vd., 1966, ss.
96-124.
Fiorina, M. P., Abrams, S. J., ve Pope, J. C. (2006). Culture War? The Myth of a Polarized
America, (2nd ed), Pearson Longman, New York, U.S.A.
Gelman, A., Park, D, Shor, B. ve Cortina, J. (2010). Red State, Blue State, Rich State, Poor
State: Why Americans Vote the Way They Do, (Expanded paperback edition), Princeton University
Press, Princeton, N.J., U.S.A.
- 131-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Graham, J., Haidt, J., ve Nosek, B. A. (2009). “Liberals and Conservatives Rely on Different
Sets of Moral Foundations”, Journal of Personality and Social Psychology, S. 96, ss. 1029-1046.
Guth, J. L., Kellstedt, L. A., Smidt, C. E. ve Green, J. C. (2006). “Religious Influences in the
2004 Presidential Election”, Presidential Studies Quarterly, S. 36, ss. 223-242.
Hirschl, T. A., Booth, J. G., ve Glenna, L. L. (2009). “The Link Between Voter Choice and
Religious Identity in Contemporary Society: Bringing Classical Theory Back In”, Social Science
Quarterly, S. 90, ss. 927-944.
Jost, J. T. (2006). “The End of Ideology”, American Psychologist, S. 61, ss. 651-670.
Jost, J. T., Nosek, B. A. ve Gosling, S. D. (2008). “Ideology: Its Resurgence in Social,
Personality, and Political Psychology”, Perspectives on Psychological Science, S. 3, ss. 126-136.
Kelly, N. J. ve Morgan, J. (2008). “Religious Traditionalism and Latino Politics in the United
States”, American Politics Research, S. 36, ss. 236-263.
Kramnick, I. ve Moore, R. L. (2005). The Godless Constitution: A Moral Defense of the Secular
State, W.W. Norton, New York, U.S.A.
Layman, G. ve Green, J. C. (2005). “Wars and Rumours of Wars: The Contexts of Cultural
Conflict in American Political Behavior”, British Journal of Political Science, S. 36, ss. 61-89.
Malka, A., Lelkes, Y., Srivastava, S., Cohen, Adam B. ve Miller, Dale T. (2012). “The
Association of Religiosity and Political Conservatism: The Role of Political Engagement”, Political
Psychology, C. 33, S. 2, ss. 275-285.
Riesebrodt, M. (1993). Pious Passion: The Emergence of Modern Fundamentalism in the
United States and Iran, Berkeley: University of California Press, U.S.A.
Schwartzman, S. (1968). Voting Behaviour and Elections, University of California, Berkeley
Department of Political Science, California, U.S.A.
Smidt, E. C., Kellstedt, L. A. ve Guth, J. L. (2009). The Role of Religion in American Politics:
Explanatory Theories and Associated Analytical and Measurement Issues, In C. E. Smidt, L. A.
Kellstedt ve J. L. Guth (Eds.), The Oxford Handbook of Religion and American Politics, Oxford
University Press, New York, USA.
Steensland, B., Park, J. Z., Regnerus, M. D., Robinson, L. D., Wilcox, W. B. ve Woodberry, R.
D. (2000). “The Measure of American Religion: Toward Improving the State of the Art”, Social
Forces, S. 79, ss. 291-318.
Weber, M. (1948). Science As a Vocation, in H. Gerth and C. Wright Mills (eds), From Max
Weber: Essays in Sociology, Routledge and Kegan Paul, London, United Kingdom.
Weber, Max (1985). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Gümüş Basımevi, (Çev. Zeynep
Arıoba), İstanbul.
Williams, R. H. (2000). Social Movements and Religion in Contemporary American Politics,
Religion and American Politics, the 2000 Election in Context, (Ed. Mark Silk), The Pew Programme
on Religion and News Media Center for the Study of Religion in Public Life, Trinity Collage Hartford,
Connecticut, USA.
- 132-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Muhammet ERBAY*
M.Mert ASLAN
ABSTRACT
Religion is no doubt one of the oldest, deep-rooted and most important traditional institutions on
the face of the Earth. It is a divine reflection of mankind’s craving and effort to interrogate and
understand the reasons of creation of the universe, and the meaning of life on Earth. Religion is as the
most outstanding basis of tradition, law and politics at the same time. Therefore, having an important
influence on forming the individuals’ wordview in general and correspondingly their political
perception and identities, it is widely taken into consideration as an efficient factor in academic studies
and scientific researches on political issues.The main target of this study is to yield up whether
religion and religiosity have a considerable amount of influence on the formation of political identity
and political behaviors of voters and political figures in Europe. If it has an enormous effect on them
as a major instrument and actor, to what extent does it operate behind the individuals’ political
attitudes and political decision-making processes? The study looked for the answers to these questions
in an unprejudiced and objective way. In this study, the literature review is used as a method of
research.
Key words: Politics, Religion, Political Attitude, Electoral Behaviour, Voting Behaviour
The religiosity index in Europe has been steadily declining for the last hundred years (Voas and
Storm, 2013: 1). While, in a survey conducted in England, the rate of those who see themselves as
dependent on a religion was 72% (Horwath et al., 2008: 5), according to the results of a field survey
conducted by the World Values Survey, it was found that the rate of those who define themselves as
“religious” was 55% in England, 54% in West Germany and 48% in France. Another finding from the
survey is that the rate of those who participate in church services and rituals at least once a week was
18% in West Germany, 14% in Britain, 10% in France and 4% in Sweden. (Anonymous, 1995: 17-
18).
Although religious matters are not constantly mentioned in the political agenda of Europe, the
values of religion have always been at the forefront. Because they reflect the deeply felt human values
that have a strong potential to influence behavior that is linked to a range of social and political
beliefs. Undoubtedly, studies of religion's effects on voter preferences on a comparative level have
shown that despite the well-established secularism, religion has held a high degree of effectiveness in
party preference at a surprisingly high level, and that religious beliefs are more resistant and effective
than the connection of “social class” (Dalton, 1990: 73; Knutsen, 2004: 120).
From the establishment of the European Union to the present day, religion in Europe has not
been at the center of the attitude models, for example in party elections held in the European
* Dr., Selçuk University, Faculty of Tourism, Gastronomy and Culinary Arts Department merbay@gmail.com
** Dr., Selçuk University, School of Foreign Languages, mert2006@gmail.com
- 133-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Parliament. In European elections, while the religious element attracts a limited interest in the
literature, it does not reflect that the religion has a declining influence on the preference of the party.
According to Lipset and Rokkan (1967), the most important value conflicts arise during the most vital
socio-political divisions. Religious-based doctrines and values, which confront more secular values,
have produced the deepest and lasting divisions in Western European party systems (Lipset and
Rokkan, 1967: 35). Rose and Urwin argue that religious discrimination is a more important factor in
determining and directing voter behavior than class or social status (Rose and Urwin, 1969: 48).
Thomas' s statement is most likely the best expression to summarize this contradictory situation as a
process: "While Europe has evolved from one side to a more secular structure, observers on the other
side have claimed that the unification of the continent (EU) is a product of the imagination of
Christian democracy" Thomas, 2005: 167). According to Greeley's opinion, the European Union
project is a process to revive the religion, for example Turkey’s application for membership, which is
a religious country, provoked the reference made to the religious roots of the union. According to the
researches, sincere Catholics and the Protestants in Europe are closer to the European Union's thoughts
and ideals than those who go to church less. This means that they will potentially vote for the
Christian Democratic parties in European elections (Nelsen et al., 2001: 211). In the same way,
according to Dalton, although clear and definite religious matters are few and not used in most
campaigns, religious characteristics are the strongest factor and signal of the party preference (Dalton,
1996: 185). It is for this reason that religion continues to play a dominant role in the society, even
though religious affiliation and some of its clear or hidden expressions are not taken into account (Der
Brug et al., 2009: 1268, quoted from Casanova). Moreover, religious beliefs have the strongest
influence on political preferences, economic attitudes and political party clusters in stable and
prosperous societies (Bruce, 2003: 98). There is no doubt that religion as a social force can be re-
recognized these days (Minkenberg, 2003, 157).
Indeed, some researchers even claimed that religion turned back to society in European
countries due to arrival and rapid population growth of religious migrants (Kaufmann, 2007: 12).
However, it is clear that this makes religion an important factor in European political life, despite
extensive formal secularization. Religious people may be guided by their religious beliefs in their
political preferences and influenced by constitutional expectations, elites and representatives of their
religion. This is an effect caused by religiosity, as expressed by behavioral qualities such as continuing
the church and the feelings people have because of belonging to a certain sect or community. In this
context, it is important to underline the two key characteristics of religiosity: The first one is how
independent people can act about the beliefs and continuing rituals from the religious communities
religionists belong to and various religious communities in which people are members. Although some
have suggested that there is not a strict and clear relationship between participating in church rituals
regularly or considerably and an intrinsic religiousness feature (Ardelt, 2003: 57, Idler and Kasl, 1992:
1052-1079, Guy, 1982: 225-232; Morris, 1991: 83-96), the general trend is that the characteristics of
religiosity or religious behavior may be measured within the context of frequency of participation in
religious ritual and services in normal conditions.In general, it can be assumed that religious
disintegration has protected itself as an important factor in party choice for the last two decades. It is
known that the process of secularization in the European societies has obviously resulted in a smaller-
scale religious section. But religion will continue to make a significant impact on shaping party
preference since religious individuals protect their distinctive voting behavior, although they constitute
a smaller proportion of the electorate. In a special sense, it can be assumed that religious electorates
will be fervent supporters of the political parties that are attached to the defense of a religious value.
Most obviously, if Christian Democratic parties are voted with instinctive behavior since they
undertake the heritage of defending values of Christianity, religion reaches its most powerful level of
- 134-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
effect. However, in countries that do not have a Christian Democratic tradition, the religious values
orientation is often represented by conservative parties. For example, there is a very close association
and communication between the Conservative Party and the English Church in England (Rose, 1974:
531).
The view that religion has a strong influence and control on individuals' political attitudes and
voting behavior has also been examined and clearly demonstrated in other political systems (Liddle
and Mujani, 2007: 832-857). In recent years, when religion-centered issues have become increasingly
important and more frequent in electoral campaigns not only in Europe but throughout the world, the
relationship between religion and citizens' voting behavior seems to have regained public interest and
attention. In this context, although experimental data and evidence do not fully confirm the fact,
religion is thought to be the main cause of increasing polarization in European and American society
(Lehrer, 2004: 707-726).
The Christian Democratic Parties in Europe constitute a particular challenge in their work on
voter behavior. It is necessary to look for the attractiveness of these parties about voting, in the
religious division that exists between the mass of voters as usual. Undoubtedly this is a traditionally
dominant example. Most of these parties appeared in the 19th Century. Their obvious goal is to be
able to receive the votes of the religious community members (Knutsen 2004: 97-128); but empirical
studies show in a very convincing form and content that in the last decades people in the majority of
European countries are rapidly moving away from religion, the facts of religious identity and the
participation in religious life are losing more and more altitude each day. In the Protestant countries, as
in the Catholic countries, participation in church rituals has been greatly reduced since the 1960s
(Pollack, 2008: 168-186). Despite this secularization process, it is generally believed especially in
academia that religion is the most important factor in the formation of voter behavior. For example,
With various field surveys in Belgium, Canada, South Africa and Switzerland Lijphart has found that
religion plays a more active and functional role than language and social class factors in political
behavior and party preference (Lijphart, 1977: 442-458),.
Thus, the Christian Democratic Parties in Europe have managed to hold onto a mass of potential
voters over time. In the European Parliament elections held in June 2009, the European People's Party,
known as the "Confederation of Christian Democratic Parties", has become the largest parliamentary
- 135-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
group, taking 265 of the 736 seats in the European Parliament. If religion is still the dominant power
that provides vote for the Christian Democratic Party, it will not be easy to explain the electoral
success gained in the European Parliament as there are few religious people in the electorate, and it
will be necessary to look for other motivating factors for the electorate in order to clarify the situation
(Botterman and Hooghe, 2009 : 4).
Likewise, at the end of the field researches carried out by Kerbergen in Belgium, he has reached
strong evidence which shows that religious voters in the country tend to support the Christian
Democratic Party in general (Kersbergen, 2008: 259-279). According to him, despite the process of
religious disintegration and secularization, the Christian Democratic Party is still very successful in
Europe and in the Belgian case. In the European Parliament elections held in June 2009, the liberal
political parties in the country received 22.5% of the votes, while the two Christian Democratic Parties
who followed them received 20.6% of the votes together. This vote rate made them the second largest
political party family in the multi-part Belgian political system. It did not seem easy to solve the
contradictory situation that emerged after the election of whether or not Christian Democratic parties
could become the representative of all the social sectors in practice by overthrowing the position of
spokesmanship of the religious community segments and settling in the center (Kersbergen, 2008: 59).
Indeed, Brooks and his colleagues found that, not only in Belgium, but in Europe as a whole,
the electorate with strong religious affiliation tends to support Christian Democrats primarily, but in
reality, or when they are somehow excluded from their minds, they turn to conservative parties
(Brooks et al, 2006: 88-128). In this context, it is necessary to mention Wouter van Der Brug and his
colleagues who have reached similar results with the research conducted in the European scale that has
a more secular structure than America, (Der Brug et al., 2009: 1267), and comparative analyzes of
Oddbjørn Knutsen's study based on twenty-four European countries on the effects of class and religion
factors in party preferences (Knutsen, 2010: 32).
According to Botterman and Hooge, although there seems to be a contradiction between the
situation of Europe and the United States, where religious beliefs play a much stronger role in voter
preferences in elections, the factor of religious disintegration should necessarily be taken into
consideration in order to analyze the main dynamics of electoral behavior in Europe, a highly secular
region (Botterman and Hooghe, 2009: 19).
CONCLUSION
There is no doubt that religion, a universal phenomenon, affects the world on a broad scale from
the private life of individuals to international politics, and all the research on the subject clearly shows
that one of the areas on which religion is most effective is political life. Of course, this has changed
some things in the political arena. In other words, as it is understood that religion affects the political
attitudes of citizens, the efforts of political party candidates to appear religious are also
increasing.Undoubtedly, the influence of religion on political attitudes is a well-accepted reality.
European continent is not an exception. Indeed, numerous comparative analyzes of the data obtained
from field surveys in Europe or in specific European countries point to the same fact, indicating that in
many governments, religious separation or division is a much more effective factor than the other
divisions in understanding the social bases of voter clusters (Lijphart , 1979: 442-58; Mann, 1995: 14-
54).
REFERENCES
Anonymous (1995). “America and Religion: The Counter-Attack of God”, The Economist
336.7922, (Jul 8, 1995), s. 19-21.
- 136-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ardelt, M. (2003). “Effects of Religion and Purpose in Life on Elders’ Subjective Well-Being
and Attitudes Toward death”, Journal of Religious Gerontology, C. 14, S. 4, s. 57-59.
Botterman, S. ve Hooghe, M. (2009). “The Christian Democratic Vote and Religious
Belonging-The Relation between Religious Beliefs and Christian Democratic Voting and the
Individual and Community Level in Belgium”, Department of Political Science, Catholic University
Leuven (Belgium), Paper presented at the 5th General Conference of the European Consortium for
Political Research (ECPR), Potsdam, 10-12 September 2009, s. 4.
Brooks C., Nieuwbeerta P. ve Manza J. (2006). “Celavage Based Voting Behaviour in Cross-
National Perspective: Evidence from Six Post-War Democracies”, Social Science Research, C. 35, S.
1, s. 88-128.
Dalton, R. J. (1990). “Religion and Party Alignment”, in R. Sankiaho, V. Yhdistys, and P.
Pesonen (eds.), People and their Polities. Jyva¨skyla¨: Finnish Political Science Association, s. 66-88.
Dalton, R. J. (1996). Citizen Politics: Public Opinion and Political Parties in Advanced Western
Democracies, 2nd edition, Chatham House, Londan, England.
Der brug, W. v., Hobolt S. b. ve De Vreese, C. H. (2009). “Religion and Party Choice in
Europe”, West European Politics, C. 32, S. 6, s. 1266-1283.
Guy, R. F. (1982). “Religion, Physical Disabilities, and Life Satisfaction in Older Age
Cohorts”, International Journal of Aging and Human Developement, S. 15, s. 225-232.
Horwath, J., Lees, J., Sidebotham, P., Higgins, J. ve İmtiaz, A. (2008). Religion, Beliefs and
Parenting Practices, The Influence of religious beliefs on parenting, from the perspectives of both
adolescents and parents, A Descriptive Study, Joseph Rowntree Foundation, United Kingdom.
Idler, E. L. ve Kasl, S. V. (1992). “Religion, Disability, Depression, and the Timing of death”,
American Journal of Sociology, S. 97, s. 1052-1079.
Kaufmann, E. (2007). “Faith’s Comeback? The Demographic Revival of Religion in Europe”,
in Un Nuovo Umanesimo per L’Europa, University of San Pio V, Basilica de San Giovanni in
Laterano conference volume, s. 12.
Kersbergen, K. van (2008). “The Christian Democratic Phoenix and Modern Unsecular
Politics”, Party Politics, C. 14, S. 3, s. 259-279.
Knutsen, O. (2004). “Religious Denomination and Party Choice in Western Europe: A
Comparative Longitudinal Study from Eight Countries, 1970-97”, International Political Science
Review, C. 25, S. 1, s. 97-128.
Knutsen, O. (2010). “Religious Voting and Class Voting in 24 European Countries-A
Comparative Study”, Department of Political Science, University of Oslo, Presented at the XVII
International Sociological Association (ISA) World Congress of Sociology in Gothenburg, 11-17 (July
2010), Political Sociology, s. 32.
Lehrer, E. L. (2004). “Religion as a Determinant of Economic and Demographic Behavior in
the United States”, In Population and Development Review, C. 30, S.4, s. 707-726.
Liddle, R. ve Mujani, S. (2007). “Leadership, Party, and Religion. Explaining Voter Behavior
in Indonesia”, In Comparative Political Studies, C. 40, S. 7, s. 832-857.
Lijphart, A. (1977). “Religious vs. Ethnic vs. Class Voting: The ‘Crucial Experiment’ in
Comparing Belgium, Canada, South Africa and Switzerland”, The American Political Science
Review, S. 73, s. 400-455.
Lipset, S. M. ve Rokkan, S. (1967). “Cleavage Structures, Party Systems and Voter Alignments:
An Introduction”, in S.M. Lipset and Stein Rokkan (eds.), Party Systems and Voter Alignments:
Crossnational Perspectives, Free Press, New York, U.S.A., s. 1-64.
Minkenberg, M. (2003). “The West European Radical Right as a Collective Actor: Modeling
the Impact of Cultural and Structural Variables on Party Formation and Movement Mobilization”,
Comparative European Politics, C. 1, S. 2, s. 149-70.
- 137-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Morris, D. C. (1991). “Church Attendance, Religious Activities, and the Life Satisfaction of
Older Adults in Middletown”, U.S.A., Journal of Religious Gerontology, S. 8, s. 83-96.
Nelsen, B. F., Guth, J. L. ve Fraser, C. R. (2001). “Does Religion Matter? Christianity and
Public Support for the European Union”, European Union Politics, S. 2, s. 191-217.
Pollack, D. (2008). “Religious Change in Europe-Theoretical Considerations and Empirical
Findings”, Social Compass, C. 55, S. 2, s. 168-186.
Rose, R. ve Urwin, D. (1969). “Social Cohesion, Political Parties and Strains in Regimes”,
Comparative Political Studies, C. 2, S. 1, s. 7-67.
Rose, R. (1974). “Britain: Simple Abstractions and Complex Realities”, in Richard Rose (ed.),
Electoral Behaviour: A Comparative Handbook, Free Press, New York, U.S.A. s. 481-541.
Thomas, S. (2005). The Global Resurgence of Religion and the Transformation of International
Relations, Palgrave Macmillan, New York, U.S.A.
Voas, D. ve Storm I. (2013). “Religious and Secular Morality Across Europe”, in Anne-Laure
Zwilling (ed.), Proceedings of the Eurel Conference ‘Religion and Territory’, Ares, 25-26 October
2012, Manchester, United Kingdom, s. 1-3.
- 138-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
Based on thirty years academic research, cultural curating and curriculum design, the paper's
reflections contextualize the discipline of interpreting tangible and intangible heritage. Through
complexity of Ibn Sina’s legacy, (works cited: The Book of Healing -wisdom, The Canon of Medicine -
body) the paper explores possibilities of structured methodologies of presenting the meanings and
intentions as major aspects of general and cultural education within and outside educational
institutions. Communicating sensitively cultural ethos within the contemporary phenomenon of
tourism provides information and knowledge to everyone, regardless of their schooling level and
qualifications. The fact that Ibn Sina was professional, practicing physician, courtier, wisdom holder
and instructive writer is important in understanding Islamic Scientific Golden Age within everyday
life. Unlike Ibn Arabi whose contribution was as a spiritual teacher and interpreter of the
Muhammadan Revelation, Ibn Sina engaged and contributed to the well-being of social and communal
life of his time, places and people practically and intellectually with Islamic underpinnings and values.
Ibn Sina's social context and involvement can be understood through interpretative acknowledgment
of Anatolian and Central Asian institutions besides courtly life, the specific clusters like Çarşı, Pazar,
Kervansaraylar and formal and informal groupings similar to Esnaf cultures. The closing statements
reflect on the psychological underpinnings of the tourism phenomenon as wonder experiences not as
stimulus and entertainment only but also search for meaning and embodied experience. Strategies of
interpretation that acknowledge and attempt to understand the original motivations can enrich the
experiences of contemporary visitors.
Keywords: Ibn Sina, Islamic Heritage, Tourism Reprisal
* Prof., Director and Principal Researcher, Artship Foundation, San Francisco Visiting Professor, Anthropology-Cultural Studies Section,
Victor Babes University of Medicine and Pharmacy, Timisoara, Romania, sdpaich@artship.org
- 139-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bülent BAYRAKTAR*
Mehmet KARADENİZ**
Gulnara KARADENİZ***
Burmagul CANIBEKOVA****
ABSTRACT
Textile and ready-made clothing sector is an industry that plays an important role in the
economic development process of the countries. The textile and ready-made clothing sector, which is a
significant contributor to the industrialization process of the developed countries, plays a similar role
in the economic development of developing countries today as well. In the Kyrgyzstan economy the
ready-made clothing sector has an important place. In this study, the current situation of the garment
sector in the country has been examined. As the strengths of the ready-made clothing sector,
reasonable prices and high quality sewing processes were determined.
Keywords: Ready-made clothing sector, weaknesses, advantages.
* Doç. Dr., Balıkesir University, Faculty of Economics and Administrative Sciences, bbayraktar5@hotmail.com
** Kyrgyz Turkish Manas University, Faculty of Engineering, mehmet.karadeniz@gmail.com
*** Dr., Kyrgyz Turkish Manas University, Higher School of Vocational Education, gulnara.karadeniz@gmail.com
**** Kyrgyz Turkish Manas University, Higher School of Vocational Education
- 140-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gulnara KARADENİZ**
Cıldız SAYKEEVA**
Cibek MANAS KIZI***
ABSTRACT
Kyrgyzstan has experienced significant developments in many areas in recent years under the
new programs adopted by the government. Within the framework of these programs, detailed analysis
of the sector is needed in the health sector in the process of taking general strategy decisions.
Therefore, there is a growing need to examine the strengths and weaknesses of the Kyrgyzstan health
sector in terms of macro and sub-sectors. In this study, it was aimed to determine the strengths and
weaknesses of state and private hospitals and categorize them according to their importance. Among
the strengths options that yielded the highest weighting score from the conclusions: experienced
doctors for state hospitals, and quality services for private hospitals.
Keywords: Health, strengths and weaknesses, Bishkek.
* Dr., Kyrgyz Turkish Manas University, Higher School of Vocational Education, gulnara.karadeniz@gmail.com
** Kyrgyz Turkish Manas University, Higher School of Vocational Education, jik.027@mail.ru
***Kyrgyz Turkish Manas University, Higher School of Vocational Education, jibekumetkulova@mail.ru
- 141-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gulnara KARADENIZ**
Çıngız MATKADIROV*
Adilet KENEŞOV*
Aygerim İSMAILOVA*
Baktıgul TASHTANOVA**
ABSTRACT
The importance of thermal tourism, which is the first element of health tourism, is increasing
day by day. In addition, the use of thermal waters through modern facilities for treatment and
rehabilitation has become a scientifically increasingly widespread therapeutic approach in recent years
with the support of evidence-based research. In this way, thermal tourism is an attractive option for
our country which is new to health tourism and especially rich in thermal resources. There are about
100 mineral water sources, 30 carbonic water development sites, more than 50 hot greenhouse waters,
radon, sulphate, ferrugin and other water species in our country. Therefore, the purpose of this work to
make scientific contribution to the presentation of this natural richness of our country as a modern,
sustainable and competitive touristic product that will meet the needs of domestic and foreign tourists.
In this study, geographical presentation of existing thermal resources in Kyrgyzstan will be done and
the current structure of health centers in thermal sources will be examined and the advantages and
weaknesses of thermal tourism will be determined. The survey data will be gathered by consulting the
opinions of the personnel working in the thermal facilities with tourism operation certificate by
questionnaire method.
Keywords: Kyrgyzstan, health tourism, thermal facilities
- 142-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Polina ANANCHENKOVA*
ABSTRACT
In recent years, hotel business being part of hospitality business and being developed in parallel
with travel industry, demonstrates stable positive dynamics. In particular, in Russia number of
officially registered accommodation facilities for the past 15 years has increased more than twice.
Experts note that modern trends in hotel industry development, such as technological innovation and
appearance on market of new, often unexpected players affect level of competition pulling down part
of consumers demand. Thus, alternative types of accommodation are new form of hotel services
raising research interest.
Objective of work – is to discuss prospects for development of alternative types of
accommodation on hotel services market.
Research methods: content analysis of publications, questionnaire survey of tourists (number
of respondents is 280 persons), expert survey (number of experts is 64).
Key findings:
1. Customary types of accommodation start to experience significant competitive pressure from
so called alternative types of accommodation.
Alternative type of accommodation means such temporary accommodation when tourist is
provided with basic services, i.e. bed and some place for hygiene procedures, and/or is provided with
additional services, but said accommodation is not regulated by official regulatory and legal
documents, as well as not accounted for in official hotel statistics.
2. The following can be called alternative accommodations:
- accommodation at friends’ place;
- accommodation in rented apartments and houses;
- mutual exchange of homes, flats for a period of travel;
- accommodation in exchange for services provided to the host party;
- and others.
3. Since Internet has become part of daily activities of each person, development of alternative
accommodations is associated exactly with Internet-availability of information and possibility to book
such accommodation without use of typical rules and booking resources.
* Academy of Labour and Social Relations, Alternative Types of Accomodation as Factor of Hotel Services Market Transformation,
Department of Non-Productive Sphere and Social Technologies, ananchenkova@yandex.ru
- 143-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Anna EFSTATHIOU*
VERGOPOULOS**
ABSTRACT
Cultural Heritage has a significant role and a continuous, dynamic presence in the contemporary
innovative, creative design production. Designers working in any discipline from fine to applied arts
and architecture get inspired from forms, techniques and materiality from the never ending wealth of
cultural heritage and reinterpret past elements through contemporary approaches and procedures. This
process either as a conscious or subconscious action is not an imitation or a copying, but rather a
creative and honest process lost in the depth of human creativity. Humans in the evolution of their
productive presence in the world continuously create connecting the past with the future and relating
ideology, values and beliefs to the materials and techniques available, to shapes and forms, technology
and production methods that are provided by their context. As a result architectural and spatial
production is impregnated with information and incorporates parallel levels of perception and
interpretation, acting as signified of intangible values. A significant part of this information is based
on cultural heritage. Socioeconomic, political, technological and environmental context is also
embedded in spatial and formal manipulation. Cultural heritage is and should be one of the basic
factors behind any form of production. Contemporary architectural and design production and student
work discussed in this paper express the concept that spatial and design production can consciously
and effectively convey intangible as well as tangible elements, which can introduce cultural heritage to
public and tourists not in the forms of replicas but in a dynamic, innovative and creative way.
Keywords: cultural heritage, cultural signifiers, new technologies
INTRODUCTION
Design is always inseparable to the forces of a given society and its time, and as such it reflects
the social, cultural, environmental, technological, economic and political context of each designed
object and environment. Spatial Design is of major importance and it is related closely to the cultures
that create it. Therefore, in the tourist industry Design can be considered an active agent to promote
the culture, the values, the craftsmanship, and all the tangible and intangible characteristics of a region
or a place. Nowadays, cultural tourism increasingly becomes one of the major types of tourism
internationally. The cultural dimension of tourism is certainly linked to the great past and present
cultural vitality of a region, a nation, or a state that claims a rich historical and artistic heritage, and is
validated as much in popular traditions and in artistic creation as in contemporary design. Designers
explore the different aspects of culture and interpret them, creating so the visual vocabulary of their
era. In the present paper there will be reference to student design projects proposing solutions related
to cultural backgrounds and hospitality environments.
THEORETICAL FRAMEWORK
The framework of the present paper is expanded both in the Theory of Design, Design
Principles and Elements, as well as in Semiotics and the Theory of Signs related to the communicative
properties of the designed man-made environment in the contemporary post-industrial era. Design
*Associate Prof. Dr., University of Nicosia, School of Humanities and Social Sciences, Department of Architecture, efstathiou.a@unic.ac.cy
**Assoc. Prof. Dr., Aristotle University of Thessaloniki, Faculty of Engineering, School of Architecture, svergop@auth.gr
- 144-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
education and approaches related to the teaching of Design are indirectly related to the subject and
more specifically to the interpretation of Cultural Heritage.
LITERATURE REVIEW
Relevant literature on Cultural Heritage, the exhibits related to Cultural Heritage in the Leventis
Municipal Museum of Lefkosia (Nicosia), published material of conferences on Conservation of
Cultural Heritage and the proceedings of the 6th International Conference on
Tourism and Hospitality Management became significant reference material for the present
study. However, the most important study material is the outcome of the student works that are
presented and analysed here.
METHOD
Formal manipulations and materiality related to the cultural and artistic past, craftsmanship
methods and techniques, as well as vernacular architecture become the means to consciously introduce
design students to an interpretation of cultural heritage and an investigation of the communicative
aspects that can be related and applied to an appealing, innovative and contemporary hospitality
design. Outcomes from a number of design lessons from different levels of the Interior Design studies
provide the framework for discussing ways of understanding and appreciating cultural heritage while
designing for the present.
FINDINGS
Cultural Heritage as a Means of Inspiration for Design Students
The subject of Cultural Heritage and Tourism is investigated in the present paper through the
specific discipline of Architectural and Interior Design. The conscious rediscovery of past structures
promotes heritage as a marketing tool, something that seems to be very welcome by tourists.
(Efstathiou A. Ioannou K., 2017, p.6). Designers of hospitality have to readdress the ways to promote
culture through their work.
The recent Cultural Heritage Counts for Europe report declares that heritage creates jobs
encourages investment and can improve social cohesion. An estimated 300,000 people work directly
in the cultural heritage sector in the EU and as many as 7.8 million jobs are created indirectly by the
sector. A large percentage of them are related to tourism.
Culture is integrated in many expressions of art and design. This integration requires a broader
promotion of all alternative forms so the understanding of visitors will not be restricted to great
buildings, monuments and museums, but expand to include aspects of everyday living experience.
This can perfectly fit into the design of hospitality establishments.
Designers that are involved in such projects, along with the investors, should analyse the
parameters and synthesise hospitality environments in a responsible manner narrating cultural
- 145-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
experiences through their work. The different aspects of culture inspired the student works that are
presented in this paper. Through those one can explore the variety of interpretations of culture and the
vocabulary that is used in contemporary hospitality design in Greece and in Cyprus attempting to
create a cultural relevance.
The student works in the following example (fig. 1) are first year Interior Design exercises to
understand culture through the variety of senses and particularly texture. A printing stamp of patterns
for traditional textile decoration became the starting point for experimentations on the thematic. Their
application can be related to hospitality interiors among others.
Figure 1: Texture exercise. Textile printing stamp in the Leventis museum inspired student works.
UNIC student names: Cunha C., Erokhinia D., supervisor Efstathiou A.
Source Efstathiou 2016.
The real life student proposal for a renovation of a hotel and spa in Metsovon, in mountainous
Greece was inspired by the traditional embroidery of the local craftsmanship and created a building
skin that refers to the technique and its values (fig. 2). The skin creates interesting and challenging
environments in the interior spaces of the hotel, reflecting the light and creating shadows that provide
a calm and meditating environment. Traditional interior environment and antique objects have
nothing to do with the design; however the outcome is completely unique, related to its context and
conveying cultural relevance.
- 146-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Figure 2: Hotel lobby interior. AAS-UCLAN student name: Tsioni V., Supervisor Efstathiou A.
Source: Efstathiou 2013
The student project in the following case study proposes an interactive exhibition for the
History of the city of Thessaloniki in Northern Greece (fig. 3). The various curved screens on the
cylindrical dome are activated by the visitors to show a number of different events that took place in
the reach past of the city. At the same time an interactive glass floor raised over a three dimensional
map of the city relates the scenes and the moving images to the places they happened. Technology and
new media play an important role in this exhibition design.
Figure 3: Proposal for an interactive exhibition for the History of Thessaloniki. AAS-UCLAN student
name: Sansaridis D., Supervisor Efstathiou A. Source: Efstathiou 2010
Cultural Heritage is evident as the formal manipulation refers back to the Byzantine past of the
city and the domes of the Byzantine churches with their iconography. Additionally, a narrative attempt
- 147-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
is clearly seen, which is the bonding element between the past and the present of both cultural
expressions
Promotion of the Arab identity is the thematic of the next case study (fig. 4). The student project
participated in the International Student Design Competition RSA “Heritage by Design”. A hanging
structure in an airport of an Arab country reinterprets the perforated panels of the Arabic buildings
with their geometrical forms and shapes into a contemporary exhibition stand. It is an info kiosk and a
temporal exhibition that will host pictures, advertisements, inform visitors about events, cultural
heritage to experience and places to visit. Lightness, semi-transparent surfaces, shadow patterns,
indirect views are values that were inherited from the cultural heritage that the structure refers to.
Figure 4: “Heritage by Design”: Arab Heritage promoted in airport exhibition. UNIC student names:
Al Ghabra D., El Khaled R., Supervisor Efstathiou A.
Source: Efstathiou 2015
A workshop of one week in the University of Nicosia (Efstathiou, Vergopoulos 2014) had as
main subject the design of three dimensional spaces and installations referring to the work of the artist
Evgenia Vasiloudi that was inspired by cultural heritage (fig. 5). The concept of the workshop was to
interpret and explore the dynamics that are provided through a variety of creative forms in our
contemporary context.
Figure 5: The print work of the painter and printmaker Evgenia Vasiloudi as inspiration to the
workshop “Printed Spaces”.
Source: Efstathiou: 2014
- 148-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Participating students had to analyse the printings of the artist in terms of concept, techniques
and design principles. This was followed by explorations and experimentations of a variety of
processes based on the physical properties of materials. Layering, diagrammatic abstraction, material
intrusion among others, enabled students to visualize an outcome.
The emergence of new realities and organizational schemes led to spatial characteristics and
structural realities that exemplified new systems applied to architectural/interior spaces through the
design and construction of 3d structures. These structural systems were the outcome of a continuously
changing process offering a dynamic narrative background to a work of art.
A group of students started their visual investigation from a specific printing of the artist’s work
that represented an embroidery motif of a traditional lace textile (fig.6). The students analysed the
rules behind the technique, the negative and the positive forms, they experimented with other materials
and they were introduced to the complexity of the pattern and the weaving technique. The installation
they designed was based on this penetrating movement of the thread which was exaggerated in terms
of size and volume. The ribbons of the installation represent the cotton threads of the original craft.
Figure 6: “Printed Spaces” Student Proposal. UNIC student names: Koufopavlou C., Neofytou A.,
Nikola M. Supervisor: Anna Efstathiou
Source: Efstathiou 2014
The same pattern was used as initial inspiration in the following proposal too (fig.7).The
tension, the stretching and the flexibility related to the specific materiality of the original structure
becomes the main concept of the proposal. Analysis of the main shapes and forms, their geometries
and their properties lead to a simplified structure that is repeated in space imitating the repetition of
the patterns on the original designed object. A ring shaped patterned transparent surface in the middle
of the structure connects elastic ribbons in equal distances. The ends of the structures are supported in
various positions and embedded light fixtures project the patterns all over the place. The traditional
patterns are reproduced through another medium.
- 149-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Figure 7: “Printed Spaces” Student Proposal. UNIC student names: Georgiou S., Giannikouri M.
Supervisor: Anna Efstathiou
Source: Efstathiou 2014
- 150-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
cultural interest were divided into seven different categories. These categories are the Medieval Town
Landmarks, Museums and Galleries, the Acropolis sights, new Town sights, Gates and Walls, places
of Worship and the Mandraki Harbour sights. Specific kiosks are built to host activities and act as
intermediate points of reference.
The project aims to be helpful to every age and every culture. Families with children, friends,
and groups of people, elderly people or young couples should be able to take advantage of the routes
and the spaces that the “Touristall” offers. The paths of the “Touristall Project” connect the important
sites. Every path is like a “bridge” to the sights of the city. The routes like every path can be followed
or not. There is a destination but the visitor can choose where to go and when. If he wants he can
always stop. The visitors can use this route in parts, according to the days that they will spend on the
island.
A colour study and a material study were undertaken in order to add a visual coding system. A
colour that can be found around the island is the colour of the Bougainvillea, a plant that is very
common on the streets of Rhodes (fig.8). The nature of this plant resembles to the logic of the
information points. It appears in some sites on the back of houses, in small courtyards, buildings and
roofs and becomes a reference point.
Figure 8: the Bougainvillea plant as a reference element in the “Tourist all” project
Source Efstathiou 2018
This is what “Touristall” wants to be for the tourists. A sign that appears in the moment they
need it, to point them a place to rest, eat, shop or just get information for the next step or task. This
could also be a game for the children travelling with their parents. Finding the purple-pink spot means
that is the place to go, the reach of their task.
The route project offers a unique way of sightseeing that looks like a game. Like the game of
“treasure hunt”, the visitors discover one by one all the important places of the island. These points
have all a unique characteristic, the specific dark pink colour, that helps the tourist realize that they are
in a route of the “Touristall Project”. Besides the small sign bigger constructions are made to host:
- 151-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
• A lounge-relax space
• A traditional food space (both for sale and services)
• A shopping space of traditional products
• A cultural events- gallery space
• A central square/ meeting place.
In order to create the routes of the city of Rhodes nine spots in the modern town and six points
in the medieval town were determined (fig.9). The spots have been chosen taking in mind the
everyday movement of the vehicles and the pedestrians.
Figure 9: The positions of the proposed kiosks of the “Tourist all” project. AAS-UCLAN student name: Fokas
G. Supervisor: Efstathiou A.
Source: Efstathiou 2013
The design of the kiosks was at first indicated by the shapes on the map of the Medieval Town
(fig.10). In a later stage they were adjusted to more linear shapes. The kiosks created can become a
part of the built environment without ruining the scenery of the island. White surfaces combined with
wood, openings and open spaces, pass through gate-like paths, reference to the scale of the old city
buildings and the small roads were chosen as representation means. In the exterior of each kiosk and
also in the info point, decked paths guide the visitor to the entrance. The white walls in combination
with the blue colour of the sea and the Bougainvillea colour create traditional Greek island scenery.
Figure 10: Reference to the city of Rhodes map for the development of the form of the kiosks of the “Tourist
all” project. AAS-UCLAN student name: Fokas G. Supervisor: Efstathiou A.
- 152-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Figure 11: The development of the form of the kiosks of the “Tourist all” project. AAS-UCLAN
student name: Fokas G. Supervisor: Efstathiou A.
Source: Efstathiou 2013
Imposed by the surrounding sea and the views, the openings of the structures had a significant
value. They became necessary means to show the view to the tourists and to create small structures
that do not interfere with the scenery of the city. The main idea was to break a big cube into many
smaller ones. The aim to split the initial map-inspired structure to its smaller parts was another reason
for orthogonality.The paths-decks were used in order to determine the size and shape of each kiosk.
The initial complex breaks into nine smaller cubic structures that give shape to the final kiosks (fig.
12). The five different kiosks are a “Traditional Food kiosk”, a “Lounge kiosk”, an “Info” kiosk, a
“Traditional Products” kiosk and a “Cultural Events” kiosk. All the kiosks are created by combining
cubes, or parts of cubes.
- 153-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
c
Figure 12: a. The Information kiosk, b. the Traditional Food, Eat and Shop kiosk, c. the
Cultural Events kiosk. AAS-UCLAN student name: Fokas G. Supervisor: Efstathiou A.
Source: Efstathiou 2013
- 154-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Every kiosk except of being the intermediate point in a cultural route, offers different activities
and services to the users. However, they all have in common the basic purpose of the project, to make
the visitors “feel” and “experience” the island and its traditions both tangible and intangible.
CONCLUSION
Inspiring contemporary production is not reproducing forms by imitating past memories, but by
providing a new tool for understanding the past, a new vocabulary, where the new is the outcome of an
ever ending process of reconciliation and collaboration with it. Tradition and heritage should be within
us and around us, alive and continuously creative. The process of investigation of past forms should
not be a non-productive and non-creative aspect, but rather a process of interpretation of symbols,
patterns, forms and geometry in an attempt to give a significant participation of Heritage in the present
Design Production. Both locals and tourists are able to appreciate this and still understand the cultural
identity of a place and its people. Our fast changing times require from designers to be ready to
respond to the continuous alterations with adaptability and flexibility, to the increased needs of the
social groups with inventiveness and openness of mind and to the fragility of the environment with
respect and thoughtfulness. Technological innovation is here to support them, to expand their
boundaries and connect them in a global network of active contributors.
REFERENCES
Cornelissen, J. (2004). Corporate Communications: Theory and Practice. London, Sage
Publications.
Efstathiou A., & Ioannou Kazamia K. (2017). New Tourism Cultures in Reused Spaces in
Cyprus: An Investigation through Students’ Projects, Journal of Tourism Research, Vol. 16, 271-282.
Efstathiou A., & Shehade M., (2017). Experimenting with the Living Past, Catalyst Workshop,
Department of Architecture, University of Nicosia.
Efstathiou A., & Vergopoulos S. (2014). Printed Spaces, Catalyst Workshop, Department of
Architecture, University of Nicosia.
Hospitality and Leisure Group of PwC Cyprus & PwC’s Chair at the University of Nicosia
(2013), Opening the vault of tourism in Cyprus, a study on the competitiveness and prospects of
tourism in Cyprus, University of Nicosia
Navracsics T., (2018). EU Commissioner for Education, Culture, Youth and Sport. Retrieved
from https://ec.europa.eu/culture/news/20160830-commission-proposal-cultural-heritage-2018_en
(Accessed: 25/04/2018)
- 155-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Erkan SEZGİN*
Melik Onur GÜZEL**
ABSTRACT
The Cultural Heritage List, which has an important branding effect in the cultural tourism
market, was presented to the world by UNESCO in 1972. The Cultural Heritage List consists of
tangible and intangible heritage categories. The World Heritage List, which is also known as, has 10
criteria and candidates are expected to encounter at least one title to be included in the system. Today,
there are 1073 certain heritages from all over the world, while there are also 1683 candidates in the
temporary list (UNESCO, 2018). The application for The World Heritage List was made in 2011 for
Antakya St. Pierre Church citing two of the criteria (third and sixth criteria), and since then the church
is in the temporary World Heritage List. We believe the second criterion of the World Heritage List
should also have been cited during the application when three symbolic figures in Christian faith; St.
Paul, St. Petrus and St. Barnabas were directly involved in the construction and worship of the church,
and that is another research topic the church is still temporarily listed. In the study, taking the
mentioned three criteria of the World Heritage List into consideration for Antakya St. Pierre Church, a
scale will be developed and applied to tourist guides. The St. Pierre Church’s brand recognition was
also planned to be examined through the perceptions of tourist guides as important suppliers as well as
experts in the tourism industry. Keywords: Antakya, St. Pierre Church, Tourism, World Heritage List,
Tourist Guides
- 156-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Sedat KARATAS *
İlyas AKHISAR **
ABSTRACT
Grey Relational Analysis (GRA) is an important part of grey system in which part of
information is known and part of information is unknown. Grey theory uses to study the degree of
relationship between various criteria in an MCDM problem. Grey theory is a very useful mathematical
tool for dealing with system analysis with limited information The aim of this study is to determine
tourist preferences (choices) for the five star hotels in Antalya. To identify the factors that influence
the tourists' choice to a hotel and evaluates the preferences of tourists are important for the tourism
sector and the management of the hotels. Tourism sector in which Turkey comes at a particularly
attractive to tourists and tourist as a guest is the focus of the market. Hovewer preferences of tourist
are an important issue in tourism literature. Data is which are Cleanliness, Location, Comfort,
Facilities, Staff, Free Wi-Fi and Value for Money, taken from Booking.com five star hotels in Antalya
in 2015. Therefore tourists’ preferences are determined according to seven variables by ranking the
hotels in Antalya, using Grey Relational Analysis method. GRA is part of grey system theory, which
is suitable for solving complicated interrelationships between multiple factors and variables; in this
case, how influential, affecting factors and that rank the order of the grey relationship among
dependent and independent factors and gives information about market, customers and other hotels to
know reliable performance score.
Keywords: GRA, Antalya, tourism sector, tourist preferences, hotel ranking
INTRODUCTION
In the study, tourists’ preferences are determined according to seven variables by ranking the
hotels in Antalya. The variables used in the research and sample for hotels are obtained from website
called as Booking.com. And Grey Relational Analysis (GRA) method is used to rank the hotels
according to the variables.
Grey theory uses to study the degree of relationship between various criteria in an MCDM
problem. Grey theory is a very useful mathematical tool for dealing with system analysis with limited
information. In comparison with conventional methods, which require massive amounts of data, Grey
Analysis possesses the following advantages (1) it uses simple and easy calculations; (2) it requires a
only reasonable amount of sample data; (3) it does not require a typical distribution of samples; (4) the
quantified outcomes from the grey relational grade do not result in conclusions that are contradictory
with the qualitative analysis; (5) the grey relational grade model is a transfer functional model, which
is very suitable and effective in dealing with discrete data.
In order to find the preferences ranks of the hotels established in Antalya according to ranking
with seven variables such as Cleanliness, Location, Comfort, Facilities, Staff, Free Wi-Fi and Value
for Money for each hotels by using GRA method.
- 157-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
THEORETICAL FRAMEWORK
Data is taken from Booking.com five star hotels in Antalya in 2015. In the analysis of data is
used weighted of experts. It is referred to the geometric mean in the statistics when the proportionally
differences of observation's results are more important than the absolute differences. In other words, if
each observation is changing due to a previous observation and, if desired, to determine the rate of
change, geometric mean gives reliable results.
LITERATURE REVIEW
Centuries ago tourism destinations developed around unique natural features such as mineral
healing waters, beach and mountain resorts and sacred sites (Sheldon and Park, 2009). In recent times
hotels grow and vary in all aspects in a stepwise fashion. Literature explains that hotels are one of the
most important elements constituting to tourism and travel industry. In this context, the rapid
expansion of the hotel industry has produced an extremely competitive market (Lockyer, 2005).
Therefore tourists preferences are significant for the hotel managers in a competitive environment.
Fast developing technology has made it crucial that businesses establish one-to-one
communication with the customers to be leaders in the sector, even more than in the past. Today
various criteria is determined in Booking.com by tourists’ choices that carry vital importance for the
hotels. With the data obtained from this web site, the status of the hotels in Antalya preferred by
tourists may be revealed in this study.
Among the primary goals of businesses in the tourism industry is to provide quality services to
customers and thus satisfied consumers. The hotel industry was one of the factors affecting national
competitiveness (Cooper et al., 1998). This purpose is vital importance for businesses in the sector in
consideration of tourism sector’s characteristics. It is possible for the businesses to service faulty
instantaneous because of tourism services cannot be fully standardized. In addition, due to the unique
characteristics of services, service products are tend to be complaints more than tangible goods.
Today, with the advancement of internet technology online shopping has entered our lives and
quickly gained a significant place. Thanks to information and communication technologies of today's
consumers have become more knowledgeable and consciously. Consumers can find various
commends about different products on websites. Similarly, consumers of touristic product can learn
previous about the services and can have an idea about the services. Gooroochurn and Sugiyarto,
2005) noted that different regions may cause differences in the data collection and data inconsistency.
Therefore internet is both a opportunity and a threat for hotel managers. Managers and marketing
experts can reach to the consumers directly by internet however, internet allows the consumers to
transfer their experiences as they wish. Therefore, if hotels give enough importance to technology-
based approaches such as internet marketing (Lee and Hu, 2008:168), they can change the threat to the
opportunity Tourists evaluate the experiences about the services after the accommodation on the
internet. In this study the scores are obtained from Booking.com used for the analysis. Thus preferred
rate of the hotels are determined according to scores given by tourist about Cleanliness, Location,
Comfort, Facilities, Staff, Free Wi-Fi and Value for Money
Furthermore there are some characteristics for tourism industry such as challenges in service
standardization, simultaneous production and consumption, nondurable, heterogeneous and intangible
services (Haverila and Naumann, 2009:74). (Porter, 1990) proposed in his Diamond model that
national competitiveness meant to indicate that the business have the ability to compete in the
competitive markets. On the other hand in consideration of tourists usually communicate with each
- 158-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
other with worth of mouth or social media, the scores given by tourists on social media for the services
of the hotels may be changed the status of the hotel preferred by tourists.
METHOD
Sample
Data is taken from Booking.com five star hotels in Antalya in 2015. In the analysis of data is
used weighted of experts. It is referred to the geometric mean in the statistics when the proportionally
differences of observation's results are more important than the absolute differences. In other words, if
each observation is changing due to a previous observation and, if desired, to determine the rate of
change, geometric mean gives reliable results.
Data Analysis
The grey system method, as developed by (J.L.Deng, 1989), has been extensively applied in
various fields, including decision science. In this study, the GRA is applied to construct an evaluation
method for ranking the factors and hotels. The GRA is calculated as follows:
where represents the weight of j-th entity. If the weight does not need to be applied, take
i = 1 / K averaging , before calculating the grey relation coefficients, the data series can be
treated based on the following three kinds of situation and the linearity of data normalization to avoid
distorting the normalized data as follows:
where max xi ( j ) is the maximum value of entity j and min xi ( j ) is the minimum value of entity j.
j j
- 159-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
then
If max xi ( j ) x0b ( j ) then x ( j ) = (( xi ( j ) − min xi ( j )) / ( max xi ( j ) − min xi ( j )) then
*
i
j j j j
FINDINGS
The performance of the hotels, according to seven variables such as Cleanliness, Location,
Comfort, Facilities, Staff, Free Wi-Fi and Value for Money, are given below in the Table 1.
Preferences of the tourists are ranked for the hotels in Antalya with different variables by using GRA
method.
Table 1. Ranking of Hotels according to tourists’ preferences rating
Rank Name of Hotel Performance Rank Name of Hotel Performance
1 MaxxR 0,993 41 Ramada 0,748
2 Regnum 0,966 42 White City 0,744
3 Calista 0,9 43 Mardan 0,737
4 Fame Recidance Kundu 0,897 44 Utopia 0,733
5 Akra 0,895 45 Paloma Grida 0,727
6 Barut Hotel 0,886 46 Papillon Z 0,725
7 Robinson 0,875 47 Crystal Tat 0,719
8 Gloria 0,873 48 Crystal Hotel 0,711
9 Melas Lara 0,871 49 Royal Wings 0,71
10 Kaya Palazzo 0,866 50 Aura Palace 0,708
11 Voyage 0,865 51 Dinler Hotel 0,707
12 Ela Quality 0,861 52 Sentido Palace 0,703
13 Limak 0,857 53 Long Beach 0,702
14 Kempinski 0,855 54 Heaven Beach 0,698
15 Sealife Bu. 0,852 55 Royal Holiday 0,698
16 Titanic Beach 0,845 56 Hotel Su 0,685
17 Gloria Verde 0,844 57 Sherwood 0,684
18 Azura Deluxe 0,84 58 White Gold 0,683
19 Gloria Golf 0,838 59 Adam eve 0,682
20 Susesi 0,836 60 Sherwood D. 0,68
21 Limak Arc. 0,834 61 Crowne 0,676
22 Akka Antedon 0,832 62 Ali Bey Club 0,665
23 Robinson Club 0,826 63 Porto B. 0,664
24 Papillon B. 0,814 64 Adora Golf 0,663
25 Fame Residence 0,809 65 Akka 0,663
26 Baia Lara 0,808 66 Aventura 0,659
27 Aska Lara 0,807 67 Dionis Hotel 0,658
28 Otium 0,804 68 Falesia 0,651
Sentido Golden
29 Rixos Beldibi 0,796 69 0,649
Avsallar
- 160-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
It is important to see in these tables whether if the scores are different from the scores in
Booking.com belong to each hotel. For example; MaxxR Hotel is the first in all hotels with 0,999
performance score according to the findings of the research. On the other hand the general mean is
0,89 according to Booking.com with the all variables such as Cleanliness, Location, Comfort,
Facilities, Staff, Free Wi-Fi and Value for Money. For example, another hotel has 96th line in the
study with the performance score 0,616; but according to performance score of web site general means
(arithmetic mean) is 0,73 for the same hotel.
CONCLUSION
This approach is based on the level of similarity and variability among all factors to establish
their relation. The GRA suggest how to make prediction and decision, and generate reports that make
suggestions how to choose the affecting factors.
The findings are especially important for the management of hotels. Because they would take
the right position against to their competitors. While managers are taking strategic decision about
market, customers and other hotels it is important to know reliable performance score. Also it is
important not to fool the customers and to perform more quality services to the customers (tourists).
The results are also important in terms of actors who interested in the tourism sector in the
scope of macro and micro like economists, marketing and sales specialists, hotel businesses, travel
agencies, recreation and entertainment companies, health and medical businesses, hospitals and
shopping centers etc. Especially in the macro scope the politics and planning about tourism must be
formed according to this classification in the future.
REFERENCES
Deng, J. L. (1989) Introduction to Grey System, Journal of Grey System, Vol.1(1), 1-24
Gooroochurn, N., & Sugiyarto, G. (2005). Measuring competitiveness in the travel and tourism
industry. Tourism Economics, 11 (1), 25-43.
Haverila, J. M. and Naumann, E. (2009). Customer Satisfaction and Complaints: Is There a
Relationship?. Review of Business Research. Vol:9, No:1, 77-84.
Lee, C. C. and Hu C. (2008). Analyzing Hotel Customers’ E-Complaints from an Internet
Complaint Forum. Journal of Travel & Tourism Marketing, 17:2-3, 167-18.
Lockyer, T. (2005). The perceived importance of price as one hotel selection dimension.
Tourism Management 26 (4), pp. 529-537.
Rao, R.V. (2008). A decision making methodology for material selection using an improved
compromise ranking method. Materials and Design. 29, 10, pp. 1949–1954.
- 161-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Sheldon, P. and Park, S.-Y. (2009). Development of a sustainable wellness destination. In:
Bushell, R. & Sheldon, P.J. (Eds.) Wellness and tourism. Mind, Body, Spirit, Place (pp. 99- 113). New
York: Cogniznat Communication.
Tsaur, S. H. (2001). The operating efficiency of international tourist hotels in Asia Pacific
Journal of Tourism Research, 6 (1), 73-81.
- 162-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Berrin AKBULUT*
ÖZET
Kültür ve tabiat varlıklarının korunması, bir ülkenin geçmişinin, tarihinin korunması ve bunun
gelecek nesillere aktarılması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu değerler geçmişin geleceğe
aktarılması fonksiyonu gördüğü gibi, ülkede yaşayanların bir olması, beraber olması açısından da
büyük önem taşımaktadır. Kültür ve tabiat varlıkları hem o ülkenin mirası hem de tüm dünyanın,
insanlığın mirasıdır. Belirtilen varlıkların tahrip edilmesi kadar yurt dışına çıkarılması da toplumların
kültürel kimliğinin, milli varlığının zarar görmesine, ülke mirasının yok olmasına neden olmaktadır.
Türkiye de bu anlamda gerek tarihi geçmişi, gerekse coğrafi özellikleri nedeniyle kültür ve tabiat
varlıkları açısından zengin bir mirasa sahiptir. Bu özelliği nedeniyle de kişiler veya suç örgütleri kültür
ve tabiat varlıklarının yurt dışına götürülmesi için hukuka aykırı faaliyetler yürütmektedirler. Türkiye
de bu faaliyelerle mücadele etmek, ülke mirasını korumak için düzenlemeler yapmıştır. Şu an
yürürlükte olan Kanun 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunudur. Bu Kanunun 68.
maddesinde kültür ve tabiat varlıklarının kaçakçılığı suçu düzenlenmiştir. Kültür ve tabiat varlıklarının
kaçakçılığı suçu isimli bu çalışmada 2863 sayılı Kanunun 68. maddesi incelenecektir. Bu çerçevede
tarihi gelişim, suçun koruduğu hukuki değer, suçun unsurları, kültür ve tabiat varlıklarının neyi ifade
ettiği, kaçakçılık sayılmayan fiillerin neler olduğu ifade edilecektir. Ayrıca 2863 sayılı Kanunun 68.
maddesinde düzenlenen suç açısından teşebbüs, iştirak, içtima konularına değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kültür varlığı, tabiat varlığı, yurt dışı, maddi unsur, manevi unsur.
ABSTRACT
The protection of cultural and natural assets has a great importance in terms of the history of an
country, the preservation of its history, and its transfer to the next generations. These values are
important in terms of the coexistence of the people living in the country as well as the function of
transferring the past into the future. Cultural and natural assets are both the heritage of the country and
the whole world, the heritage of mankind. Besides destruction of stated assets, expulsion them cause
destruction of cultural identity and national assets of society and extinction of country’s inheritance.
Turkey has a rich inheritance in terms of cultural and natural assets thanks to both historical
background and geographical feature. People or criminal enterprises carry out illegal activities for the
transportation of cultural and natural assets to abroad because of this feature. Turkey legislate a
regulation to combat these activities and protect the country’s inheritance. At present, legislation
which is in force is Code of Protection of Cultural and National Properties, No.2863. The Crime of
Illegal Trafficking of Cultural Property is legislated in Article 68 of this Code.In this study named The
Crime of Illegal Trafficking of Cultural Property will be viewed Article 68 of the Law No.2863.
Within this scope, it will be expressed historical development, protected legal value, elements of
crime, what the mean of cultural and natural beings assets and which actions are not the smuggling. In
addition, it will be touched on attempt, participation and assembly in the sense of the crime of article
68.
Keywords: Cultural asset, natural asset, abroad, material element, moral element.
* Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı, bakbulut@selcuk.edu.tr
- 163-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
Üzerinde yaşadığımız ülke toprakları, binlerce yıllık geçmişe sahip olması nedeniyle, tarihi
uygarlıklara ve bir çok devlete tanıklık etmiştir. Bu özelliği nedeniyle ülkemiz, kültür varlıkları
bakımından hem nitelik hem de nicelik açısından oldukça zengin durumdadır. Anadolununun bu
zenginliğinin bir ilim olarak arkeolojinin doğuşunu hızlandırdığı belirtilmektedir (Mumcu, 1969: 45,
46). Ancak halkın ve devletin bu varlıklara ilgisizliği, vatandaşın eserleri tahrip etmesi, yabancıların
kültür varlıklarına ilgisi ve bunları ülke dışına çıkarmaları, kültür varlıklarının öneminin
anlaşılamaması ve devlet tarafından gerekli korumanın sağlanamaması ülkemizin eski özelliğini
kaybetmesi sonucunu doğurmuştur (Ceylan, 2008: 26, 27; Mumcu, 1969: 45, 46). Hatta Osmanlının
çöküş döneminde bazı sultanların ilgisizliğinin kazı yapan ekiplere “taş çıkarsa sizin altın çıkarsa
benim” dedirtecek kadar ileri boyutlara ulaştığı belirtilmektedir. Bir çok eserin padişah fermanlarıyla
yabancı müzelere bağış olarak verildiği ifade edilmektedir (Ergil, 1994:170).
Kültürel varlıklar, tarihin bir parçasını sembolize eden, tarih ile aramızdaki bağı sürdüren, bir
toplumun tarihini araştırmasına yardımcı olan, toplumların estetik değerlerinin gelişmesinde etken
olan, insanlık kültürü için önem arzeden mallardır (Mumcu, 1969: 50, 51). Ülkemizin yerleşim
açısından çok uzun geçmişe sahip olması ve coğrafi özellikleri, yaşadığımız bölgeyi tabiat varlıkları
açısından da önemli hale getirmektedir. Kültürel varlıklarda yaşanan olumsuz gelişmeler tabiat
varlıkları açısından da karşımıza çıkmaktadır. Kültür ve tabiat varlıklarının değerinin geç anlaşılması
önemli kayıpları beraberinde getirmiş, düzenlemelerin yapılmasını geciktirmişse de bu alanda zamanla
hukuki korumalar da sağlanmaya çalışılmıştır. Belirtilen malların harab edilmesini, yurt dışına
çıkarılmasını engellemek için diğer tedbirler yanında cezai düzenlemeler de yapılmıştır. İnceleme
konumuz olan kültür ve tabiat varlıklarının kaçakçılığı suçu da bunlardan biridir.
TARİHİ GELİŞİM
Kültür varlıklarının öneminin geç kavranması bu konuda yapılan çalışmaları da etkilemiştir
(Osmanlı dönemi için bkz.: Şimşek ve Dinç, 2009: 104 vd.). Batıda (bkz.: Mumcu, 1969: 53 vd.) daha
önceki dönemlerde çalışmalar yapılmışken tarihimizde bu alandaki düzenlemeler oldukça geç
olmuştur. İslamiyetin resim ve heykele bakışı, Osmanlı devletinde bu alandaki sanatın gelişmesini
engellediği gibi antik sanat eserlerine ilgisizliği de doğurmuş, dolayısıyla da bu eserlerin korunmasını
da engellemiştir (Şimşek ve Dinç, 2009: 104). Heykel ve resim dışındaki sanat alanlarında önemli ve
büyük eserler yaratılmışsa da bunların korunması konusunda da gerekenler yapılmamış, ilgisiz
kalınmıştır. 1846 yılına kadar eski eserleri koruma ve toplama konusunda girişime rastlanmamaktadır
(Mumcu, 1969: 65. Osmanlı İmparaotorluğundan günümüze kadar kaçırılan eserler için bkz.: Acun,
2016: s. 63 vd.). 1846 yılında Tophane-i Âmire Müşiri Fethi Ahmet Paşa, değişik sebeplerle elde
bulunan eski eserleri Aya İrini Kilisesi’nde toplayıp depo etmeye başlamıştır (Kilise ideolojik
sebeplerle seçilmiştir. Eski kilise bulunduğu yer itibariyle hem saraya hem de halka yakın olup, bu
özelliği nedeniyle kilisedeki eserler özellikle güç gösterisi ve şanlı bir geçmişin kalıntıları olarak
halka, elçilere, konsoloslara vs. diğer kişiler teşhir edilebilme imkanı taşımaktaydı: Şimşek ve Dinç,
2009: 103). Bu tarihten itibaren çalışmalar ve düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. ilk Nizamnameye
kadar eski eserlerin hukuki durumları tamamen Fıkıh esaslarına göre çözümlenmiştir (Mumcu, 1969:
66). 1869 yılında eski eserlerle ilgili ilk nizamname yapılmıştır. Ancak 1869 yılından önce eski
eserlerin tahrip edilmesi 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayun da suç olarak düzenlenmekteydi.
Osmanlı mevzuatında 1869 yılına kadar eski eserlerle doğrudan ilgili tek hüküm 1858 tarihli Ceza
Kanunname-i Hümayundur (Mumcu, 1969: 68). 1858 (1274) tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunun
133. maddesinde, kutsal ve anıtsal yapıları (süslü belediyeden yapılar ve iz bırakan konutları) harap
eden veya bazı kısımlarını kırıp zarara uğratan ve camilerdeki havlularda ve seyir yerlerinde, çarşı
pazar meydanlarındaki ağaçları kesen, yok eden olursa, zararlar tazmin ettirildikten sonra bir aydan bir
- 164-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
seneye kadar hapis ile cezalandırılacağı ve bir mecidiye altından on mecidiye altına kadar para cezası
alınacağı düzenlenmiştir (Gökcen, 1989: 141). Görüldüğü gibi söz konusu Kanunnamede yalnızca
eserlere tecavüz edilmesi cezalandırılmamış, aynı zamanda ağaçların kesilmesi, onlara zarar verilmesi
de cezalandırma kapsamında ifade edilmiştir. Ancak 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunda
tarihi eserlerin yurt dışına çıkarılmasıyla ilgili hüküm bulunmamaktaydı. Osmanlı Devletinde tarihi
eserlerin korunması için 4 Nizamname yapılmıştır. Bunlar, 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi,
1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi, 1884 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi ve 1906 tarihli Asar-ı
Atika Nizamnamesi’dir (Çal, 2005: 1).
Osmanlı döneminde eski eserlere “âsâr-ı atîka” adı veriliyordu. 1869 tarihli Nizamnamede
tanım verilmemiş, kişilerin buldukları ve devletçe kendilerinde kalmalarına izin verilen antikaları yurt
dışına çıkaramayacakları belirtilmiş (eski paralar-meskukat hariç), kazı şartları düzenlenmiştir
(Mumcu, 1969: 71). Nizamname ile ile eski eser kaçakçılığı önlenmeye çalışılmışsa da pek riayet
edilmemiş, görevlilerin keyfî davranışları, Osmanlı İmparatorluğunun büyük Avrupa devletleri
karşısındaki zayıflığı gibi nedenlerle İstanbul’daki elçilerin yaptıkları baskılar sonucunda
nizamnamenin bazı maddeleri zaman zaman istismar edilmiştir (Şimşek ve Dinç, 2009: 109, 110).
1874 tarihli Nizamnamede eski eser tanımlanmış (eski devirlerden kalmış ve insan eliyle yapılmış her
tür eşya), eski eserin kaça ayrıldığı belirtilmiştir (1. ve 2. madde). Nizamnameye göre kazı yapanlarda
kalan eserlerin ihracı mümkündü. Gümrükten kaçırılan eserlere el konuluyordu (m. 32, 33, 34). Ayrıca
Nizamnamede 1858 tarihli Ceza Kanununun 133. maddesinin yürürlükte olduğu belirtilmiştir
(Mumcu, 1969: 71). 1884 tarihli Nizamnamede de tanım verilmiş, örnekler yer almış, eski eserlerin
sanat değeri taşıma şartı kaldırılmış, yurt dısından eski eser getirmek, sadece ülke topraklarından
vaktiyle çıkmış olan eserlerle sınırlı olarak kabul edilmiştir (Çal, 2005: 3). Yurt dışına eski eser
çıkarılması istisnasız ve tamamen yasaklanmış ve yaptırıma (para cezasına) bağlanmıştır (m. 35)
(Ceylan, 2008: 54, 55; Mumcu, 1969: 73). Buna rağmen eski eserler çeşitli vesilelerle Nizamnameye
aykırı olarak yurt dışına çıkarılmıştır. Osmanlı yöneticileri, eski eserlerin yurt dışına çıkarılması
noktasında özellikle siyasî ve ekonomik yönlerden bağımlı olduğu ülkelerin baskılarına maruz
kalmaktaydılar (Şimşek ve Dinç, 2009: 112, 115). 1906 tarihli nizamnamede ise güzel sanatlar, bilim,
dinler, edebiyat, sanat gibi, eserlerin ait olduğu alanlar sıralanmış, örnekler çoğaltılmıştır. Yurt içine
her türlü eski eser sokulması serbest bırakılmıştır. Yurt dışına eser çıkarılması (izinle gelenler hariç)
ise tamamen yasaklanmıştır (m. 27, 28). Bu nizamname, eski eser ticaretini ilk defa düzenlemiştir.
Ancak getirilen düzenlemeler eski eserlerin kaçakçılığını önlememiştir. Aksine yurt dışına
çıkarılmaları kesin şekilde yasaklanmış olan eserlerin satışının serbest bırakılmış olmasının kaçakçılığı
kışkırtmaktan başka işe yaramadığı belirtilmektedir (Mumcu, 1971: 71).
TBMM’nin ilan edilmesinden sonra 1921 tarihinde Asar-ı Atika Nizamnamesi Layihası
(Tasarısı), 1944 Tarihli Eski Eserler Kanun Tasarısı, 1961 Tarihli Eski Eserler Kanunu Tasarısı
hazırlanmışsa da kanunlaşmamışlar, 1906 sayılı Nizamname 1973 yılına kadar yürülükte kalmıştır
(Çal, 2005: 3, 8, 10).
Cumhuriyet döneminde ilk Kanun 1973 tarih ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunudur (bu Kanun
yürürlüğe konana kadar yaşanan gelişmeler için bkz.: Akçura, 1972: 40 vd.). Kanunun 1. maddesinde
eski eserin ne olduğu tanımlanmış, taşınır ve taşınmaz eserlerin neler olduğu sayılmak suretiyle
belirtilmiştir. 1. maddede ayrıca eski eserlerden, sit, anıt, külliye gibi kavramların ne anlama geldiği de
açıklığa kavuşturulmuştur. Maddede kültür ve tabiat varlığı ayrımı yapılmamış, hepsi eski eser olarak
nitelendirilmiştir. 1973 tarihli Eski Eserler Kanununun 51. maddesinde, eski eser kaçakçılığı yapanlar
veya eski eser kaçakçılığını teşvik edenlere iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve 5 000 liradan 10 000
liraya kadar ağır para cezası verileceği hükme bağlanmıştır. Suçu işleyen kişilerin eski eserlerin
- 165-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
korunmasında görevli kişiler olmalarında ise cezalarının bir misli artırılacağı düzenlenmiştir. Yine
Kanunun 22. maddesinde, yurt içindeki eski eserlerle müze ve özel ve resmî koleksiyonlarda bulunan
eserlerin, değiştirme suretiyle dahi olsa hiçbir surette yurt dışına çıkarılamayacağı belirtilmiş, ancak
Türkiye'deki kordiplomatik mensuplarının, Türkiye'ye girişlerinde deklare etmek suretiyle
beraberlerinde getirdikleri yabancı menşeli eski eserleri, çıkışlarında da beraberinde götürebilecekleri,
bu eserlerin giriş ye çıkışlarında yapılacak muameleler, istenecek belgeler ve ilgili diğer hususların
Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlanacak özel bir yönetmelikte gösterileceği düzenlenmiş, 50.
maddesinde ise, bu hükümlere aykırı hareket edenlerin üç yıldan beş yıla kadar hapis, 5 000 liradan 30
000 liraya kadar ağır para cezasına mahkûm edileceği, suçu işleyenlerin eski eserlerin korunmasında
görevli kişiler olmasında ise cezalarının bir misli artırılacağı hükme bağlanmıştır. Kanunun 25.
maddesinde ise eski eser ticaretine yer verilmiş, ancak sayılan eserlerin dışında hiç bir müzelik eserin
Milli Eğitim Bakanlığının izni olmadan yerli veya yabancılar tarafından yurt dışına çıkarılamayacağı
düzenlenmiş, 50. maddesinde ise buna aykır hareket edenlerin üç yıldan beş yıla kadar hapis, 5 000
liradan 30 000 liraya kadar ağır para cezasına mahkûm edileceği, suçu işleyenlerin eski eserlerin
korunmasında görevli kişiler olmasında ise cezalarının bir misli artırılacağı ifade edilmiştir. Bu Kanun
da beklentileri karşılamadığı için 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
23.07.1983 yılında yürürlüğe konulmuştur. Kanunla eski eser kavramı yerine kültür ve tabiat varlığı
ifadesi kullanılmıştır. Kanunda 1987, 2004 (iki defa), 2006, 2007, 2008, 2009 (iki defa), 2011 (iki
defa), 2013, 2014, 2016, 2017 yıllarında değişiklikler olmuştur. İnceleme konumuzun düzenlendiği
68. madde ise 23.01.2008 tarihinde 5728 sayılı Kanunla değiştirilmiştir. 1973 tarihli Eski Eserler
Kanununda düzenlenen yurt dışına çıkarmaya ilişkin farklı maddelerde cezalandırılan fiiller, 68.
maddede yurt dışına çıkarma yasağına aykırı hareket edenler başlığıyla tek hüküm halinde
düzenlemeye kavuşturulmuştur.
SUÇUN UNSURLARI
Maddi Unsur
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununun 68. maddesi, “kültür ve tabiat varlıklarını bu
Kanuna aykırı olarak yurt dışına çıkaran kişi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar
adlî para cezası ile cezalandırılır” hükmünü taşımaktadır.
Bu düzenlemeye göre suçun faili herhangi bir kişi olabilir. Zira suç tipinde suçu işleyecek
kişiyle ilgili özelleştirmeye gidilmemiş, kişi ibaresi kullanılarak herhangi bir kişinin suçu
işleyebileceği belirtilmiştir. Failin kamu görevlisi olması halinde TCK m. 266 gereğince kamu
görevlisinin cezası artırılacaktır (Ceylan, 2008: 259; Dülger, 2014, 120).
- 166-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
belirli kişi veya kişilere ait olması durumunda toplumu oluşturan kişilerin dışında bu kişilerin de
mağdur olduğuna ilişkin olarak bkz.: Ceylan, 2008: 261). Kültür ve tabiat varlıkları belirli kişi veya
kişilerin zilyetliğinde veya mülkiyetinde olabilmektedir (m. 24, 25, 26, 27). Bununla beraber bu
varlıkların sahibi olan kişiler tarafından 2863 sayılı Kanunun izin verdigi haller dısında yurt dışına
çıkarılması halinde m. 68’deki suç oluşacaktır (Ceylan, 2008: 261). Bu kişiler m. 68’in faili olup,
mağdur konumunda değildirler. Kültür ve tabiat varlıklarının, hukuka uygun şekilde elinde bulunduran
kişilerden rızası olmaksızın alınması durumunda ise hırsızlık suçu oluşur ve söz konusu kişiler mağdur
konumundadırlar (Dülger, 2014: 120). Ayrıca hırsızlık yapan kişiler bu varlıkları yurt dışına
çıkarmışlarsa 2863 sayılı Kanunun 68. maddesini de işlemiş olacaklardır. Ancak 68. maddedeki suç
açısından kültür ve tabiat varlıklarını hukuka uygun olarak elinde bulunduran kişiler mağdur
değildirler. Hırsızlık yapan kişi, varlığı hukuka uygun şekilde elinde bulunduran kişilere ayrıca bir
zarar vermemiş, hırsızlık suçu dışında yurt dışına çıkarmayla ilgili ayrıca mağdur etmemiştir. Bu
nedenle 2863 sayılı Kanunun 68. maddesindeki suçun mağdurunun toplumu oluşturan kişi dışında
belirli kişi veya kişilerin olduğu görüşüne katılmamaktayız.
Suçun konusu kültür ve tabiat varlıklarıdır. 2863 sayılı Kanuna göre yurt içinde korunması
gereken kültür ve tabiat varlıkları yurt dışına çıkarılamaz. Dolayısıyla yurt içinde korunması gereken
kültür ve tabiat varlıkları suçun konusunu oluşturmaktadır. Bu varlıklar kural olarak taşınır varlıklardır
(taşınır eski eserler için bkz.: Mumcu, 1971: 45 vd.). Ancak taşınmaz varlıklar da sökmek, parçalamak
vb. davranışlarla taşınabilir hale getirildiklerinde suçun konusunu oluşturacaklardır. Ayrıca bu halde
2863 sayılı Kanunun 65. maddesinden cezalandırma söz konusu olabilecektir (gerçek içtima) (Ceylan,
2008: 264). Suçun oluşması için kültür ve tabiat varlığının tescil ve tasnifinin yapılmış olup olmaması
önemli değildir (Dülger, 2014, 121). 2863 sayılı Kanunun 68. maddesinde, kültür ve tabiat varlığı
ifadesi kullanılmakla beraber, varlığın hem kültür hem de tabiat varlığı olması gerekmez. Yalnızca
birinin olması yeterlidir. Aksine belirleme düzenlemenin amacına ve gerçeğe uygun düşmeyecektir.
“Kültür varlıkları; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili
bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel
açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz
varlıklardır” (2863 sayılı Kanun m. 3/a-1).
"Tabiat varlıkları; jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları
veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında
bulunan değerlerdir” (2863 sayılı Kanun m. 3/a-2).
Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları şunlardır: “a) (Değişik: 17/6/1987 - 3386/9
md.) Jeolojik, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait, jeoloji, antropoloji, prehistorya, arkeoloji ve sanat
tarihi açılarından belge değeri taşıyan ve ait oldukları dönemin sosyal, kültürel, teknik ve ilmi
özellikleri ile seviyesini yansıtan her türlü kültür ve tabiat varlıkları; Her çeşit hayvan ve bitki
fosilleri, insan iskeletleri, çakmak taşları (sleks), volkan camları (obsidyen), kemik veya madeni her
türlü aletler, çini, seramik, benzeri kab ve kacaklar, heykeller, figürinler, tabletler, kesici, koruyucu ve
vurucu silahlar, putlar (ikon), cam eşyalar, süs eşyaları (hülliyat), yüzük taşları, küpeler, iğneler,
askılar, mühürler, bilezik ve benzerleri, maskeler, taçlar (diadem), deri, bez, papirus, parşümen veya
maden üzerine yazılı veya tasvirli belgeler, tartı araçları, sikkeler, damgalı veya yazılı levhalar,
yazma veya tezhipli kitaplar, minyatürler, sanat değerine haiz gravür, yağlıboya veya suluboya
tablolar, muhallefat (religue'ler), nişanlar, madalyalar, çini, toprak, cam, ağaç, kumaş ve benzeri
taşınır eşyalar ve bunların parçaları, halkın sosyal heyetini yansıtan, insan yapısı araç ve gereçler
dahil, bilim, din ve mihaniki sanatlarla ilgili etnografik nitelikteki kültür varlıkları. Osmanlı
Padişahlarından Abdülmecit, Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat ve Vahidettin ve
- 167-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
aynı çağdaki sikkeler, bu Kanuna göre tescile tabi olmaksızın yurt içinde alınıp satılabilirler. Bu
madde kararına girmeyen sikkeler bu Kanunun genel hükümlerine tabidir. b) Milli tarihimizdeki
önemleri sebebiyle, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna ait tarihi değer taşıyan
belge ve eşyalar, Mustafa Kemal ATATÜRK'e ait zati eşya, evrak, kitap, yazı ve benzeri taşınırlar”
(2863 sayılı Kanun m. 23).
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ise şunlardır: “a) Korunması gerekli
tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar, b) Belirlenen tarihten sonra
yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek
görülen taşınmazlar, c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları, d) Milli tarihimizdeki
önlemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşunda büyük tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tesbit edilecek alanlar ile
Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kullanılmış evler. Ancak, Koruma Kurullarınca mimari, tarihi,
estetik, arkeolojik ve diğer önem ve özellikleri bakımından korunması gerekli bulunmadığı karar
altına alınan taşınmazlar, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı sayılmazlar. Kaya mezarlıkları,
yazılı, resimli ve kabartmalı kayalar, resimli mağaralar, höyükler, tümülüsler, ören yerleri, akropol ve
nekropoller; kale, hisar, burç, sur, tarihi kışla, tabya ve isihkamlar ile bunlarda bulunan sabit
silahlar; harabeler, kervansaraylar, han, hamam ve medreseler; kümbet, türbe ve kitabeler, köprüler,
su kemerleri, su yolları, sarnıç ve kuyular; tarihi yol kalıntıları, mesafe taşları, eski sınırları belirten
delikli taşlar, dikili taşlar; sunaklar, tersaneler, rıhtımlar; tarihi saraylar, köşkler, evler, yalılar ve
konaklar; camiler, mescitler, musallalar, namazgahlar; çeşme ve sebiller; imarethane, darphane,
şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke ve zaviyeler; mezarlıklar, hazireler, arastalar, bedestenler,
kapalı çarşılar, sandukalar, siteller, sinagoklar, bazilikalar, kiliseler, manastırlar; külliyeler, eski anıt
ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar, mozaikler, peri bacaları ve benzeri taşınmazlar; taşınmaz
kültür varlığı örneklerindendir. (1) Tarihi mağaralar, kaya sığınakları; özellik gösteren ağaç ve ağaç
toplulukları ile benzerleri; taşınmaz tabiat varlığı örneklerindendir” (2863 sayılı Kanun m. 6).
Fiil, kültür ve tabiat varlıklarının 2863 sayılı Kanuna aykırı olarak yurt dışına çıkarılmasıdır.
Yurt dışına ne şekilde çıkarıldığının önemi bulunmamaktadır. Serbest hareketli bir suçtur. Yurt dışına
çıkarmak yeterli olup, suçun oluşması için bir neticenin gerçekleşmesi aranmamıştır.
Yurt dışına çıkarmak için, varlıkların gümrük kapıları veya gümrük kapıları dışında kalan
yerlerden geçirilmesi gerekir. Yurt dışına çıkarmak, ülke dışına çıkarmak anlamına gelmektedir. Bu
nedenle yurt dışı kavramı TCK m. 8 ve 4458 sayılı Kanunun 2. maddesine göre belirlenecektir.
Gümrük kapılarından yurt dışına çıkılması için, gümrük hattının geçilmesi gerekmektedir (Yargıtay da
gümrük hattının geçilmediği, gümrük sahasında eserlerle yakalanan kişinin fiilini teşebbüs aşamasında
kabul etmiştir: 12. CD, E. 2014/4686, K. 2015/4145, 05.03.2015, www.kazanci.com.tr).
Havalimanlarında, herkesin girip çıkabildiği yolcu bekleme salonlarına X-Ray cihazından geçilerek
girilmesi suçun tamamlanması için yeterli değildir. Bu durumda icra hareketlerinin başlamadığı kabul
edilmekte ve 2863 sayılı Kanunun70. maddesindeki suçun oluşacağı ifade edilmektedir. Kişinin yurt
dışına gitmek üzere check-in islemlerini yaptırıp kültür ve tabiat varlıklarının içinde bulundugu
bagajın teslim edilmesi ile başlayan icra hareketleri bagajın uçağa yüklenmesi ile tamamlanır. Fail
bagajı teslim etmeyip yanına almışsa pasaport kontrolünden geçip “çıkıs” kaydının düşülmesinden ve
son X- Ray kontrolünün (Yargıtay da X-Ray kontrolünden geçiş sırasında yurt dışına çıkarılması
yasak olan eşyanın ele geçirilmesi durumunda suçun teşebbüs aşamasında kaldığını kabul etmektedir:
12. CD, 12.03.2014, E. 2013/21732, K. 2014/6116; 12. CD, 14.11.2014, E. 2013/27589. K.
2014/22906; 12. CD, 14.11.2014, E. 2013/27759, K. 2014/22905; 11. CD, 02.05.2002, E. 2002/2708,
K. 2002/3781, T. 2.5.2002, www.kazanci.com.tr) tamamlanmasından sonra arındırılmış “transit alana”
girmesiyle suç tamamlanacaktır. Yurt dışına çıkarmanın posta veya kargo aracılıgıyla
- 168-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
gerçeklestirildiği durumlarda icra hareketleri paketin ilgili posta veya kargo sirketine teslimi ile
baslamakta paketin yurt dısına çıkmasıyla suç tamamlanmaktadır (Ceylan, 2008: 268-271).
Suçun oluşması için yurt dışına çıkarmanın 2863 sayılı Kanuna aykırı olarak gerçekleştirilmesi
gerekmektedir. 2863 sayılı Kanunun 68. maddesinde belirtilen kanuna aykırılık tipikliğe ait bir
unsurdur. Suçun oluşması açısından failin Kanuna aykırı olarak kültür ve tabiat varlığını yurt dışına
çıkardığını bilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde TCK m. 30/1 gereğince maddi unsurlarda hata
kuralları uygulanacaktır (2863 sayılı Kanunun 68. maddesindeki kanuna aykırılık belirlemesinin
hukuka aykırılık kapsamında değerlendirilmesi için bkz.: Ceylan, 2008: 276 vd.; Dülger, 2014: 122).
2863 sayılı Kanunun 32. maddesinin 1. fıkrasına göre, milli çıkarlarımız dikkate alınarak, kültür
ve tabiat varlıkları her türlü hasar, zarar, tehdit veya tecavüz ihtimaline karşı, gideceği ülke
makamlarından teminat almak ve sigortalanmak şartı ile, yurt dışında geçici olarak sergilenmek
amacıyla (geri getirilmek amacıyla) çıkarılabilecektir. Bunun için Kültür ve Turizm Bakanlığınca
teşkil edilecek yükseköğretim kurumlarının Arkeoloji ve Sanat Tarihi bilim dallarının başkanlarından
oluşan bilim kurulunun kararı ve Kültür ve Turizm Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunun
kararı gerekmektedir. Dolayısıyla belirtilen şartlar çerçevesinde sergi için yurt dışına çıkarılan
varlıklar 68. maddedeki suçu oluşturmayacaktır. Yine 32. maddenin 2. fıkrasına göre, Türkiye'deki
kordiplomatik (TDK’ya göre, bir yerde bulunan elçi ve elçilik görevlilerinin topluluğu) mensupları,
Türkiye'ye girişlerinde beyan ederek beraberlerinde getirdikleri yabancı kökenli kültür varlıklarını,
çıkışlarında beraberlerinde götürebilecekler ve bu fiilleri suç oluşturmayacaktır. Etnografik (TDK’ya
göre, kavimleri karşılaştırarak inceleyen, kültür oluşumlarını araştıran bilimle, budun betimiyle,
kavmiyatla ilgili) nitelikteki kültür varlıklarının yurt dışına çıkarılmasında sakınca görülmeyenler de
yurt dışına çıkarılabilecek, dolayısıyla cezalandırma kapsamında olmayacaktır (2863 sayılı Kanun m.
24/5). Etnografik Nitelikteki Taşınır Kültür Varlıkları Hakkında Yönetmeliğin 5. maddesinde, 4.
madde kapsamı dışında kalan etnografik nitelikteki taşınır kültür varlıklarının yurtdışına
çıkarılabileceği düzenlenmektedir. Yönetmeliğin 4. maddesine göre, “Jeolojik, tarih öncesi ve tarihi
devirlere ait olup; Jeoloji, antropoloji, prehistorya, arkeoloji ve sanat tarihi açılarından belge değeri
taşıyan ve ait oldukları dönemin sosyal, kültürel, teknik ve ilmi özellikleri ile seviyesini yansıtan her
türlü taşınır kültür varlıkları ile Osmanlı İmparatorluğu Dönemi sonuna kadar olan Türk Milletinin
gelenek ve göreneklerini, dini inançlarını sembolize eden, nadir olan, müze koleksiyonlarını
tamamlayıcı nitelikte bulunan, belge değeri taşıyan Etnografik nitelikteki kültür varlıkları ile Milli
Mücadeleye, Türk Cumhuriyeti Tarihine ve Atatürk'e ait korunması gerekli taşınır kültür varlıkları,
yurtdışına çıkarılamaz”. Yapılan kontrol sonunda yurt dışına çıkmasında sakınca görülenler tespit
edilerek değerlendirilmeleri yurt içinde yapılmak şartıyla, sahiplerine iade edilecektir (2863 sayılı
Kanun m. 24/5). Dolayısıyla yurt dışına çıkarılmasında sakınca görülmeyen varlıkların yurt dışına
çıkarılması m. 68’deki suçu oluşturmayacaktır. Yurtdısına çıkarılmak istenen ve 2863 sayılı Kanunun
24. maddesi kapsamına giren eserlerin kontrolü, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müzelerce veya
bazı gümrük çıkıs kapılarında bulundurulacak ihtisas elemanlarınca (arkeoloji, etnoloji, sanat tarihi
gibi bilim dallarında öğrenim görmüş) yapılabilecektir. İhtisas elemanlarının görev yapacakları
gümrük kapıları ve çalışma şartları Bakanlık ile Maliye ve Gümrük Bakanlığı arasında yapılacak bir
protokolle belirlenecektir (2863 sayılı Kanun m. 24/4, Etnografik Nitelikteki Taşınır Kültür Varlıkları
Hakkında Yönetmelik m. 5).
Yurt dışından kültür varlığı getirmek ise suç teşkil etmemektedir (2863 sayılı Kanun m. 33).
Manevi unsur
Kültür ve tabiat varlıklarının kaçakçılığı suçu kasten işlenebilir. Suçun oluşması için failin
kültür ve tabiat varlıklarını 2863 sayılı Kanuna aykırı olarak yurt dışına çıkardığını bilmesi gerekir.
- 169-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Aksi halde hata hükümleri uygulanacaktır (TCK m. 30/1) (Yargıtay eski metal para koleksiyonu yapan
kişinin aldığı eski paranın yurt dışına çıkarılmasının yasak olduğunu bilmemesini hata kapsamında
kabul etmemiştir: 12. CD, 14.11.2014, E. 2013/27589, K. 2014/22906, www.kazanci.com.tr). Failin
kanuna aykırı olarak yurt dışına çıkardığını bilmesi gerektiği için suç olası kastla işlenemez (aksi
görüş Dülger, 2014: 122). Suçun oluşması için failin doğrudan kastı bulunmalıdır.
Kanunda fiilin taksirli şekli öngörülmediğinden, suç taksirli şekilde işlenemez (manevi unsur
açısından bkz.: Akbulut, 2017: 349 vd.; Koca/Üzülmez, 2017: 144 vd.)
Suç tipi açısından iştirak mümkündür. Faillik ve şeriklik şekilleri gerçekleşebilir. Suçun daha
çok örgütlü şekilde işlenmesi söz konusudur. Bu suç aynı zamanda TMK’nun m. 4/1-e gereğince terör
amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda terör suçu sayılmaktadır.
Bazı terör örgütleri tarihi eser kaçakçılığını örgüt için kazanç sağlayıcı faaliyet olarak yürütmektedirler
(ahaber, 2018; euronews, 2015).
Kültür ve tabiat varlıklarının kaçakçılığı suçuna ihmali şekilde iştirak mümkündür. Garantör
olan kamu görevlileri yurt dışına çıkarılmak istenen eserleri görmesine rağmen kasten müdahale
etmiyorlarsa m. 68’den iştirak hükümleri gereğince sorumlu olacaklardır. İhmali davranan kişi ile icrai
davranan kişi arasında müşterek faillik gerçekleşmez (Özgenç, 1996: 292. Ayrıca bkz.: LK-Jescheck,
2003: § 13, kn. 53). Kastı olmak şartıyla yardım eden olacaktır.
İçtima ilişkisi de gerçekleşebilir. Fail, bir suç işleme kararıyla sahip olduğu kültür ve tabat
varlıklarını değişik zamanlarda yurt dışına çıkarmışsa zincirleme suç kuralları uygulanabilecktir.
Gerçek içtima da gerçekleşebilecektir. 2863 sayılı Kanunda yer alan diğer fiilleri
gerçekleştirdikten (örneğin izinsiz kazı yaptıktan) sonra ayrıca yurt dışına çıkarmışsa her iki filden de
cezalandırılacaktır. Kültür ve tabiat varlığının yurt dışına çıkarılmasına müdahale etmeyen kamu
görevlisi bunun için menfaat de sağlamışsa kamu görevlisi m. 68 dışında ayrıca araç suç olan rüşvet
suçundan da sorumlu olacaktır.
YAPTIRIM
Kültür ve tabiat varlığının kaçakçılığı suçunun cezası beş yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin
güne kadar adlî para cezası olarak öngörülmüştür. Kanun koyucu kaçakçılık suretiyle ekonomik
kazanç sağlandığından hapis cezasının yanında adlî para cezasının verilmesini de öngörmüştür. Adlî
para cezasının üst sınırı belirtilmiş alt sınırı öngörülmemiştir. Alt sınır TCK’nın 52. maddesi gereğince
5 gün olarak kabul edilecektir.
Suçun, TMK’nun 1. maddesinde belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş
bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde fail hakkında TMK m. 5 gereğince ilgili
kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak
hükmolunacaktır. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için
muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilecektir (TMK m. 5).
- 170-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Ülkemizde kültür varlıklarının öneminin geç kavranması bu varlıkların korunması yönündeki
çalışmaları da etkilemiştir. Bu durum ülkemizde bulunan bir çok eserin yurt dışına çıkarılması
sonucunu doğurmuştur. Türkiye, tarihi eser kaçakçılığını önlemek için yoğun çaba sarfetmektedir.
Ancak ülkemizin bulunduğu coğrafi konum, topraklarımızın bir çok medeniyete ev sahipliği yapması
ve hala ülkemiz insanının olaya bakış açısı ne yazık ki bu fiillerin işlenmesini engellememektedir.
Ayrıca ülkemizin sınır komşularında yaşanan olaylar ve terör örgütlerinin bu alandaki faaliyetleri de
ülkemizi etkilemektedir. Kanun koyucu bu suçla mücadele etmek için suçun cezasının alt sınırını beş
yıldan başlatmıştır. Suçun oluşması için kültür veya tabiat varlığından birinin yurt dışına çıkarılması
yeterlidir. Ancak fiilin suç olarak düzenlenmesi caydırıcı olabilirse de ortak mirasımız olan eserlere
sahip çıkma bilincine, onları koruma bilincine, gelecek nesillere aktarma bilincine sahip olmamız da
önemlidir.
KAYNAKÇA
Acun, M. (2016). Osmanlı’dan Günümüze Eski Eserlerle İlgili Hukuki Düzenlemeler ve Kaçırılan
Milli Servetimiz, Tarih ve Gündem, Nisan 2016, 62-73.
Akbulut, B. (2017), Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara.
Akçura, N. (1972). Türkiye ve Eski Eserler, Mimarlık, S. 8, 39-42.
Ceylan, Ü. (2008). Tasınır Kültür ve Tabiat Varlıkları Kaçakçılığı Suçu (Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu m.32, 68), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul, Erişim tarihi: 10.03.2018,
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp,
Çal, H. (2005). Osmanlı’dan Cumhuriyete Eski Eserler Kanunları, Prof. Dr. Kazım Yaşar
Kopraman’a Armağan, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 234-270, Erişim tarihi: 17.03.2018,
http://www.academia.edu/9937578/Osmanl%C4%B1_dan_Cumhuriyete_Eski_Eserler_Kanunlar%C4%B1.
Dülger, M.V. (2014). Kültür Varlıklarının ve Sanat Eserlerinin Hukuki Açıdan Korunması, İstanbul
Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (1), C. 1, S.1, 107-161.
Ergil, T. (1994). Eski Eser Kaçakçılığı ve Basındaki Yeri, Marmara İletişim Dergisi, S. 5, Ocak
1994, 169-191.
Gökcen, A. (1989). Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza
Müeyyideleri, Yayınevi Yok, İstanbul.
Koca, M. & Üzülmez, İ. (2017). Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara.
Leipziger Kommentar zum Strafgesetzbuch (Erster Band) ( 11., neu bearbeitete Auflage), De
Gruyter, Berlin 2003 (LK).
Mumcu, A. (1969). Eski Eserler Hukuku ve Türkiye, AÜHFD, C. 26, S. 3-4, 45-78.
Mumcu, A. (1971). Eski Eserler Hukuku ve Türkiye, AÜHFD, C. 28 S. 1-4, 41-76.
Özgenç, İ. (1996). Suça İştirakin Hukuki Esası ve Faillik, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hukuk
Müşavirliği Yayın No: 2, İstanbul.
Şimşek, F. & Dinç, G. (2009). XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Eski Eser Anlayışının
Doğuşu ve Bu Alanda Uygulanan Politikalar, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Y. 10,
S. 16, 101-127.
https://www.ahaber.com.tr/gundem/2018/01/26/tarihi-eser-kacakciliginda-deas-ve-pyd-izi (E.T.18
Mart 2018).
http://tr.euronews.com/2015/12/10/isid-in-en-onemli-gelir-kaynagi-tarihi-eserler (E.T.18 Mart
2018).
- 171-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yüksel GÜRSOY*
ABSTRACT
Depending on the growing studies on Giresun’s cuisine culture recently, it is clearly
understood that Giresun’s cuisine is a vegetarian cuisine. Cherry laurel which is growing on natural
place in Giresun is both a fruit and an ornamental plant. Cherry laurel is used as edible and brine in the
vicinity. Brine; by making cherry laurel salting and then braised cherry laurel is consumed as meal. İn
this study, braised cherry laurel as a meal is determined as the main topic. Cherry laurel, the basic
vegetable of braised cherry laurel meal which is one of cultural valves Giresun, its production and
presentation are examined. In the conclusion part of the study we make some recommendation for
Giresun’s gastronomy tourism about cherry laurel.
Key words: Gastronomy Tourism, Local Foods, Giresun Foods, Braised Cherry Laurel
* Dr., Selçuk University, Beyşehir Ali Akkanat Faculty of Tourism, Department of Tourism Guidance, ygursoy@selcuk.edu.tr
- 172-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yüksel GÜRSOY*
ÖZET
Giresun yöresinde mutfak kültürü ile ilgili yapılan araştırmaların artmasına bağlı olarak Giresun
Mutfağının bir diyet / vejetaryen mutfağı olduğu anlaşılmıştır. Giresun yöresinde doğal ortamlarda
yetişen taflan, hem meyve hem de süs bitkisi özelliklerine sahiptir. Taflan bölgede daha çok sofralık
ve salamura olarak değerlendirilmektedir. Salamura; taflan tuzlaması yapılarak daha sonra taflan
kavurması yemek olarak tüketilmektedir. Bu çalışmada Giresun yöresinde yapılan taflan kavurması
yemeği, çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Giresun yöresinin kültürel değerlerinden biri olan
taflan kavurması yemeğin hammaddesi olan meyvesi, üretimi ve sunumu irdelenmekte ve araştırmanın
sonuç ve öneriler kısmında ise Giresun gastronomi turizmi için değerlendirilmeler bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Gastronomi Turizmi, Yerel Yemekler, Giresun Yemekleri, Taflan
(Karayemiş) Kavurması
Komple silinecek. Yukarıda var zaten
* Dr., Selçuk University, Beyşehir Ali Akkanat Faculty of Tourism, Department of Tourism Guidance, ygursoy@selcuk.edu.tr
- 173-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Cemal İNCE*
Gülmira SAMATOVA**
ABSTRACT
Authentic products and cultural elements are increasing values in terms of tourism and they are
the main targets in tourists' selection of destinations. Cuisines, a cultural element, are an important
source of cultural tourism and have become extremely effective in selecting tourists destinations.
Local cuisine, which preserves authentic features and sheds light on the civilization of the societies
from past to present, is very important for tourism. For this reason, local cuisine is an important
marketing element for countries that want to attract tourists. In order for national cuisines to be
regarded as touristic products, it is firstly necessary for the public to have awareness about the tourism
value of their own cuisines and to be aware of the marketing of local cuisines for tourism purposes.
People who do not have knowledge about their own tourist resources should not expect it to be used
for tourism purposes. Based on the results of present study, It is observed that the awareness level of
Kyrgyz students about Kyrgyz kitchen is high, and the tasting and enjoyment rates of Kyrgyz kitchen
products are also very high. The students approve Besparmak and boorsok as symbolic foods to
represent Kyrgyz cuisine in gastronomic tourism. Furthermore it is seen that the motivation of students
for vacation is also very high.
Keywords: Cultural Heritage, Tourism, Kyrgyz Cuisine, Tourism Students, Awareness.
* Dr., Kyrgyzstan-Turkey Manas University / University College of Tourism and Hotel Management, Gastronomy and Culinary Arts
Department, cemal.ince@gop.edu.tr
** Lec., Kyrgyzstan-Turkey Manas University, School of Hospitality and Tourism, Gastronomy and Culinary Arts Department,
gul29@mail.ru
- 174-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Murat YAKAR *
Ali ULVİ **
Fatih VAROL ***
Abdurahman Yasin YİĞİT****
Yunus KAYA ****
Adem KABADAYI ****
Kader ÇIKIKCI ****
Seda Sultan CATİN ****
ÖZET
İnsanoğlu yerleşik hayata adapte olmaya başladığından beri çeşitli yerleşim alanları kurmuştur.
Bu alanlarda barınma ve sosyal aktiviteler için çok sayıda yapı inşa etmişlerdir. Bu yapıların bazıları
halen günümüzde de kullanılmaktadır fakat çoğu doğal ya da doğal olmayan çeşitli sebeplerden dolayı
yeraltında bulunmayı beklemektedirler veya ilgisizlikten dolayı tahribata maruz kalmışlardır.
Yüzyıllardır ayakta kalmayı başarabilen veya arkeolojik kazı çalışmaları sırasında bulunan kültürel
mirasların belgelenmesi, korunması ve gelecek nesillere aktarılmasında rölöve çalışmaları önemli bir
yer almaktadır. Geçmiş toplumlardan bizlere aktarılan kültür miras herkesin menfaati için
korunmalıdır. Küreselleşme döneminde, kültürel miras kültürel çeşitliliğimizi hatırlamamıza yardımcı
olur ve anlayışı farklı kültürler arasında karşılıklı saygı ve yenilenmiş diyalog geliştirir. Geçmişten
günümüze kadar gelmeyi başaran kültürel mirasların bizlerden sonra yaşayacak olan toplumlara
özünde değişiklik yapılmadan restorasyon çalışmaları ile aktarılması hem bir ülkenin gelişmesine hem
de yeni yapılacak çalışmalara katkı sağlamaktadır. Bir ülkenin ekonomik olarak büyümesi ve
toplumsal anlamda ilerlemesi, kültürel mirasların korunması için hem zorluklar hem de fırsatlar
sunmaktadır. Yirmi birinci yüzyılın başından bu yana, kültürel mirasların korunması için teknolojinin
de bu alanda etkin bir rol üstlenmesi ile birlikte eski uygulamalara ek olarak yeni ve daha iyi
uygulamalar, daha fazla teorik çalışma ve yapılan çalışmaların uluslararası bir öneme sahip olması için
belgeleme çalışmalarının çok iyi bir şekilde yapılması gerekmektedir. Kültürel mirasların bakımı,
onarımı ve restorasyon projelerinde alt yapı oluşturacak verilerin toplanmasında fotogrametrik
metotlar yıllardır tercih edilmektedir. Bunun için yersel fotogrametri en çok tercih edilen yöntemdir.
Bu çalışmada Erzurum ilinde bulunan, eskiden kilise olarak kullanılan ve şuan Fetih Camii olarak
bilinen yapının belgelemesi ve rölöve örneği çalışması yapılmıştır. Belgeleme çalışması için yapının
çeşitli açılardan çekilen resimlerle yersel fotogrametri yazılımında 3 boyutlu modeli elde edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Kültürel Miras, Yersel Fotogrametri, 3B model, Cami, Belgeleme
- 175-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
Since the beginning of mankind's built-in philosophy, he has established various settlement
areas. In these areas, they have built a large number of structures for housing and social activities.
Some of these constructions are still in use today, but many expect to be underground due to a variety
of natural or unnatural causes, or they have been subject to destruction due to indifference. It takes an
important role to document, preserve and transfer of the cultural heritage that has survived for
centuries or during archaeological excavations, to future generations. Cultural heritage transferred to
us from past societies must be protected for the benefit of all. In the era of globalization, cultural
heritage helps us to remember our cultural diversity, and understanding develops mutual respect and
renewed dialogue among different cultures. Transferring cultural heritages that have managed to come
from the past to the present day to the societies that will live after us through restoration works without
modification is contributing both to the development of an country and to the new works to be done.
The economic growth and social progress of an country presents both challenges and opportunities for
the preservation of cultural heritage. Since the beginning of the twenty-first century, as technology has
taken an active role in the preservation of cultural heritage, new and better practices in addition to old
practices, more theoretical work, and documentation work in order to have international pre- it needs
to be done. Photogrammetric methods have been preferred for years in the collection of data that will
form the infrastructure in the maintenance, restoration and restoration projects of cultural heritage. For
this, close range photogrammetry is the most preferred method.In this study, the documentary of the
building which was used as a church in the city of Erzurum and which is now known as Fetih Mosque
and the study of the sample of the building were done. For documentation work, 3D models were
obtained in the close range photogrammetry software with the pictures taken from various angles.
Keywords: Cultural Heritage, Close Range Photogrammetry, 3D Model, Mosque,
Documentation
GİRİŞ
Kültürel Miras, bir topluluk tarafından geliştirilen ve geleneklerini içeren, uygulama, mekân,
nesne, sanatsal ifade ve değerler de dâhil olmak üzere nesilden nesille aktarılmış yaşam biçimlerinin
bir ifadesidir. Kültürel Miras, genellikle somut ya da somut olmayan kültürel miras olarak ifade
edilir(ICOMOS, 2002). Somut olan kültürel mirasın en önemli örnekleri, bir toplumun yaşam biçimini
yansıtan mimari eserlerdir.
Belgeleme, özellikle kültürel eserleri belgelemek amacıyla, tarihi bir yapının gerekli durumlarda
incelenmesi ve onarılması sırasında elde edilen, gerek yazılı gerekse görsel biçimdeki tüm bilgileri
toplama ve kaydetme işlemidir. Belgeleme, fiziksel olarak kültürel bir nesneyi korumamızı sağlar ve
daha da önemlisi, geçmişi anlamamızı ve onun hakkında çıkarım yapmamıza olanak tanır. Zamanla
deformasyona uğrayan eserler üretildiği dönemin ve kültürel çevrenin, fiziksel olarak yapı üzerindeki
etkisini gelecek nesillere aktarılabilmesi için belgeleme çalışmaları oldukça önem arz etmektedir.
Bunların yanı sıra, söz konusu kültürel mirasların belgelenmesi ile eserin ait olduğu dönemin kültürel
anlayışını günümüz insanlarına yansıtmaya yardımcı olmaktadır. Kültürel miras insanların, büyüleyici
dünyada kim olduklarını nasıl göründüğünü anlatan harika bir bakış açısı sağlar. Bu anlamda kültürel
mirasların belgelenmesinin önemi her geçen gün artmaktadır.
Kültürel mirasın korunması ve aslına uygun bir şekilde gelecek nesillere aktarılabilmesi için,
belgeleme ve rölöve çalışmaları ilk ve en önemli adımdır. Rölöve, bir yapının kent dokusunun veya
arkeolojik kalıntının yakından incelenmesi, belgelenmesi, mimarlık tarihi açısından değerlendirilmesi
ve restorasyon projeleri hazırlanabilmesi için binanın iç ve dış mimarisine, özgün dekorasyonuna ve
taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine ait mevcut durumunun ölçekli çizimlerle anlatımıdır.(URL-1)
- 176-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
kaynaklanmaktadır.
(b)
(a) (c)
- 177-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yersel fotogrametri yöntemi ile yapılan rölöve projelerinde objenin düzgün resim çekimi,
hatasız ve doğru sonuçlar elde etmede önemli adımlardan biridir. Klasik ölçüm yöntemlerinde binaya
ilişkin sayısal verilerin alımı yapılırken objenin aynı anda birden fazla yüzeyinin görüntülenmesi
amaçlanırken, yersel fotogrametri tekniğinde modellenecek olan objenin paralel hattı çekim
merkezinin tam karşısında yer alması gerekmektedir.
Ş
ekil
2.
(A)
Klas
ik
Alım
Yönt
emi
(B)
Foto
gra
metrik Alım Yöntemi
Bir objenin alımı yapılırken klasik yöntemlerin yanında fotogrametrik olarak resmedilmesi
yapının mevcut fiziki durumu ve her bir detayın görsel olarak tespit edilmesinde önemli avantajlar
sağlar. Topladığımız resimlerden fotogrametrik yazılımlar yardımıyla oluşturulan stereoskopik model
üzerinden her türlü metrik ölçü alınabilmektedir.
Bu sayede bilinen ölçme metotları ile elde edilecek detayla kıyaslanamayacak sayıda çok bilgi
elde edilebilir. Yeterli veri, tarihi bina ve yapıların resimlerinden, bilgisayar ortamındaki üç boyutlu
koordinatlarından yeniden oluşturulması, koruma ve restorasyon amaçları için elde edilir. Tarihi
yapılarda bulunan karmaşık şekil ve motiflerin ölçekli çizimleri klasik yöntemle çoğu kez
yapılamazken, fotogrametrik yöntemler bu şekilleri gerçek konumlarında ve bütün ayrıntıları ile
istenen ölçekte vermektedir (Marangoz, 2001).
Uygulama Alanları;
3B Kent Modeli
Kadastro
Harita
Arkeoloji
Mimarlık
Jeoloji
Ormancılık
Topografya
Deformasyon Çalışmaları
- 178-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÇALIŞMA ALANI
Erzurum İli Merkez Yakutiye ilçesi Demirciler Çarşısı’nda bulunan ve 16.yüzyılda yapıldığı
tahmin edilen Demirciler Kilisesi bir dönem askeriye tarafından el konularak askeri depo olarak
kullandı. Daha sonra 1997-98 yıllarında bir süre İl Kültür Turizm Müdürlüğü himayesinde bulunan
kilise herhangi bir restorasyon projesine dahil edilmeyip mevcut yapısıyla Fetih Camisi’ne
çevrilmiştir. Kilisenin tavan ve duvarlarında oluşan tahribatlara rağmen günümüze kadar ulaşan figür,
fresko, kabartma ile motifler bulunmaktadır. Demirciler Kilise’si Fetih Camii’sine dönüşümünden
sonra kilisedeki bazı kullanım alanları İslam dinine göre dizayn edilmiştir. Bu duruma örnek olarak
kilisede yapılan ibadetler sırasında yakılan mumlar için ayrılan yerler, camii olarak kullanılmaya
başlandıktan sonra İslam dinene uygun olarak, ezan ve imamın vaazının daha rahat duyulması
amacıyla ses sistemi yerleştirilmiştir.
YÖNTEM
Bir tarihi yapının belgelenmesi ve bu belgelemenin restorasyon projelerine altlık oluşturmasının
en kolay ve kalıcı yolu yapının 3 boyutlu modeliile sağlanmaktadır. Bir objeye ait 3 boyutlu modelinin
oluşturulması için çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Elde edilen verilerin gerçek ölçülerinde olması
ve fotoğraflama ile görsel olarak desteklenmesi belgelemenin kalitesini artırmaktadır. Fotoğraflar
üzerinden 3 boyutlu model elde edebilen hassas, hızlı ve ekonomik bir yöntem olması sebebiyle bu
- 179-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
projede yersel fotogrametri tekniği tercih edilmiştir. Yapıya ait fotoğraf verilerinin elde edilmesinde
dijital el kamerası kullanılmıştır.
Samsung/WB200F
Ağırlık 226 gr
Türkçe Menü / Dijital ekran Var / Var
Video Kayıt / Vifi Var / Var
Megapiksel 14.2 MP
Maks. görüntü çözünürlüğü 4320 x 3240
Optik /Dijital yakınlaştırma 18x / Evet
Sensör genişliği 6.16 mm
Sensör çözünürlüğü genişliği 4346 piksel
Piksel aralığı 1.42 μm
Piksel yoğunluğu 49.78 MP / cm²
Depolama türü SD/SDHC/ SDXC
Şekil 5. Dijital El Kamerası ve Temel Özellikler (Url-
3)
Görüş alanı 1 ° 30 ×
Min. Odak Mesafesi 1,3 m (4,29 ft.)
Ölçüm aralığı 1,5 ila 250m (5 ila 820 ft.)
Ölçüm Gösterimi 11 basamak
Lazer Sınıfı Sınıf 1 (disntaj ölçümü için)
Sınıf 2 (Lazer İşaret Açık)
Batarya 4400 mAH
Maksimum çalışma Mesafe ölçümü dahil: Yaklaşık. 5 saat
süresi Sadece açı ölçümü: Yaklaşık. 10 saat
Şarj Süresi 4 saat
Ölçüm Doğruluğu
Prizmasız 1,5 m veya daha fazla (5 ft ± (5mm) mse
veya daha fazla)
Prizmalı 25m'ye (82 ft.) ± (3mm + 2ppm
· D *) mse
25 m veya daha fazla (82 ± (2mm + 2ppm
- 180-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
3B MODELLEME ÇALIŞMASI
Arazi çalışması, Fetih Cami’sinin her bir detayının en ince ayrıntısına kadar bulunduğu
fotoğraflarının bindirmeli olarak çekilmesi ve yapının karakteristik özelliklerini barındıran
noktalarının 3 boyutlu (x,y,z) koordinat verilerinin toplanması kapsamaktadır. Dijital el kamerası ile
yapının 90 adet fotoğrafı çekilerek, bu fotoğraflardan 28 adedi 3 boyutlu fotogrametrik değerlendirme
yazılımında kullanılmıştır. Ayrıca objenin karakteristik özelliklerini barındıran 29 adet koordinat
verilerinin ölçümü yapılmıştır. Bu nokta verileri yazılımda, fotoğrafların birleştirilme aşamasında
referans olması amacıyla kullanılmıştır. Ölçüm, fotoğraflama ve kontrol işlemleri için 3 saatlik bir
zaman ayrılmıştır. Bu süre, yersel fotogrametri yöntemi kullanılarak yapılacak olan belgeleme
çalışmasında arazi adımı için ayrılacak olan vaktin klasik yöntemlere göre daha uygun olduğu
görülmektedir.
- 181-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 182-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şekil 10.) Fetih Camii’nin yüzey geçirilmemiş Detay Çizimini gösteren 3B Modeli
- 183-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şekil 15.Fetih Camii’ne ait yüzey ile detay çizimin birlikte gösterimi
SONUÇ
Tarihi eserlerin belgelenmesinde en etkili yöntem olan yersel fotogrametri tekniği zaman,
maliyet ve doğruluk açısından klasik yöntemlere üstünlük sağlamaktadır. Arazi verilerinin basit bir el
kamerası ile toplanabilmesi ve klasik ölçme tekniklerinin de destekleyici olması bu yöntemin tercih
edilmesinde büyük rol oynamaktadır. Fetih Cami’nin belgelenmesinde kullanılan bu yöntemle elde
- 184-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
edilen verilerden oluşturduğumuz 3 Boyutlu model ile yapıya ait her bir detay gerçek ölçüsünde
çizilmiştir. Daha sonra bu çizimlerin yüzey kaplaması yapılarak arazide çekilen fotoğraflar yardımıyla
yüzeyin gerçek görüntüsü olan 3 Boyutlu model olarak elde edilmiştir.
KAYNAKÇA
ICOMOS (2002). International Cultural Tourism Charter. Principles And Guidelines For
Managing Tourism At Places Of Cultural And Heritage Significance. ICOMOS International Cultural
Tourism Committee.
Marangoz, A. M. (2001). Sayısal Kameralarla Tarihsel Yapıların Rölevelerinin Çıkarılması
Olanakları, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, istanbul.
Uslu, A. (2016). Kültürel Mirasın Üç Boyutlu Modellenmesi ve Web Ortamında
Sunulması, Yüksek Lisans Tezi Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Afyonkarahisar, 83.
Korumaz, A., Dülgerler, O. ve Yakar, M. (2011). Kültürel Mirasın Belgelenmesinde Dijital
Yaklaşımlar. Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dergisi, 26(3), 67-83.
Somuncu, M., Kurtar, C., 2013, Kentsel Kültürel Mirasın Korunması ve
Sürdürülebilirliği:Ankara Hamamönü Örneği, Ankara Araştırmaları Dergisi
http://savingantiquities.org/the-importance-of-documenting-cultural-heritage/
URL1-http://www.mimarimedya.com/rolove-nedir-cesitleri-nelerdir/
URL2 -http://www.motifharita.com/careers/
URL3- https://www.digicamdb.com/specs/samsung_wb200f/
URL4-http://www.usasurveyingsupplies.com/index.php?route=product/product&product_id=77
- 185-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Murat YAKAR *
Ali ULVI **
Fatih VAROL ***
Abdurahman Yasin YIĞIT ****
Yunus KAYA ****
Adem KABADAYI ****
Kader ÇIKIKCI ****
Seda Sultan CATIN ****
ABSTRACT
Today, in the various architectural and engineering projects, 3 dimensional models obtained in
digital medium have a highly more contribution to user in terms of the visual quality, accuracy, and
precision. There are many visual based techniques for 3 dimensional modelling. Photogrammetry is a
leading model among the most preferable methods of the main geometrical techniques. Since satellite
photogrammetry and aerial photogrammetry are not available to easily use for every people, its use by
every people is not easy. It is quite easy to obtain data by close space technique (Terrestrial
photogrammetry technique). It is possible to obtain the images by a digital camera for any purpose.
For this, main elements are cost and time. Together with the developing technology, UAV technology
that has been begun to be used in many areas has become integrated into photogrammetry, and its use
has increased every passing day. In order to form a highly accurate 3 dimensional model from the
images obtained by means of Terrestrial digital camera and UAV (Unmanned Aerial Vehicle), it is
necessary to process images in combined photogrammetrically. In this sense, the coordinates of the
marked lines of objects whose model to be formed should be determined so that they can become
reference later in image matching by using classical measuring methods. Forming 3 dimensional
models of the cultural heritages in the current cases, catching the fine geometric and view details, and
modeling digitally require a search for powerful method. Due to, still ongoing wars, natural disasters,
climatic changes, and human negligence, architectural works expose to the various destructions.
Therefore, digitally recording and documenting works have a great importance. The aim of this study,
combining the methods of Terrestrial photogrammetry that has been used for years and UAV
technology whose use increases every passing day, is to document historical Üç Kumbets (three
domes), located in Erzurum City, and obtain its 3 dimensional model
Keywords: Terrestrial Photogrammetry, UAV, Documents, 3D Model, Cultural Heritage
- 186-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
INTRODUCTION
Conserving cultural assets, which were formed by the past generations, which have universal
values, and which are accepted as common heritage of all humankind; publicizing them; providing
the consciousness to adopt cultural heritage in the society; making contribution to the formation of
information and cultural accumulation of the society for surviving, documenting, and transferring
cultural values to the next generations, undergone to destructions and expired by the various
impacts, and carrying out the necessary self-sacrificing works are of the most important duties of
individuals (Uslu, 2016).
In the formation of relieves used as a base in restoration projects and 3 dimensional models
belonging to the building, there are various methods in many different professional branches. The
photogrammetric technique presenting the various details to user visually and technically is preferred
in the various areas for long years. We can put in order the various reasons for the way
photogrammetry is not so preferred as follows:
• Since the collected data are obtained via photographing, they do not create any effect on the
object.
• It is an effective technique in terms of time and cost. The time elapsing in the field is short
and office work is more remarkable.
• The obtained photographs belonging to the object have a quality of document.
• After the photographic documents obtained are processed by the various CAD software,
every sort of metrical measurement can be taken.
• It is possible to make the details difficult to reach by the traditional measurement methods
detailed by photogrammetry
Photogrammetry, besides its various superiorities like these, being affected from every area
of technological developments, proves its superiority in terms of that it is a technique, which is its
mathematical model remains the same and which is developing itself in the different forms.
Nowadays, the data produced by remote sensing and photogrammetric techniques are used
in many areas. Together with the developing technologies, remote sensing, photogrammetric sensors,
and transportation platforms rapidly develop and change. Many transporter platforms such as the
helicopters, airplanes, and satellites are successfully used for obtaining the images belonging to the
earth in accordance with its purpose. However, when the small areas are under consideration, some
problems are faced with collecting data by this kind of manned transporter platforms and
satellites (Eisenbeiss, 2009).
Photogrammetric documenting the small areas and, when desired to be made 3 dimensional
model or map, using UAVs placing in this area with the development of technology together with
Terrestrial photogrammetry technique makes important advantage from both time and material point
of view. As seen, photogrammetry technique has many sorts of use. In the areas such as
architecture, engineering, and archeology, selecting suitable photogrammetry technique will provide
important easiness to user from time and financial point of view. For Example, in Erzurum three
Kumbets Study we have carried out, due to the fact that the building cowers a small area and
weather conditions are taken into consideration, Terrestrial photogrammetry and UAV technology,
which are two technique complementing each other, were chosen.
- 187-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
STUDY AREA
According to the epitaph of the tomb, it is guessed that Emir Saltık, ruler of Saltuklu, had it
built in the late 12th Century or the early 14th Century . (URL-1)
Kumbet; A tomb, which is made in the era of Seljuks, which has an idiosyncratic cylindrical
base, and whose upper parts in a conical structure (URL-2). The examples of kumbet in Turkey are
mostly in Kayseri, Erzurum, Konya, Bitlis ve Ahlat. All of Üç Kumbets located in Erzurum City
have the characteristics different from each other.
- 188-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Third Kumbet (Cephanelik),. Of three kumbets, known with the name of Üç Kumbets in
Erzurum, this kumbet accepted the third one is considered to be used as arsenal. Its distinctive
feature from the other kumbets is that the sand is used on its roof as material and, therefore, the
herbs are spring up on this kumbet. The third kumbet, built from local keyek stone architecturally,
has 12 fronts and four windows. The gate is in the direction of North and there is a fine-decorated
mihrab in its interior.
Terrestrial Photogrammetry
Photogrammetric technique used by directing the camera used during taking photographic data
belonging to the object to be carried out on it from a fixed point on the earth to the object is called
as Terrestrial photogrammetry or close picture photogrammetry.
Besides that Terrestrial photogrammetry technique provides the various advantages in
identifying objects, to which its nearby place cannot be gone due to the various reasons but whose
photographic information can be received; identifying the forms and positions of the fixed and
dynamic objects; documenting and archiving cultural heritages; and rebuilding originally the objects
in their original cases in case of that they are not suitable for use due to the natural and unnatural
reasons, it is often used in the different areas such as engineering, architecture, archeology,
medicine, chronology, 3 dimensional urban planning, surveying, and mine surveying.
After collecting the data belonging to the study area by means of Terrestrial photogrammetry,
all processes actualize in the office media. The photographic data obtained can be easily stırred in
digital medium and used when desired. 3 dimensional model of every kind of object, whose image is
taken, can be made. Terrestrial photogrammetry, in parallel with the technological developments;
develops data obtaining and assessing system. It works in compatible with laser scanning and
UAV technology, whose uses has highly increased in the recent years.
UAV Technology
UAV is a whole of integrated systems consisting of three components as unpiloted aerial
vehicle system, remote pilotage control system and command control communication medium
between these two systems (Torun, 2017)
- 189-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
METHOD
In Terrestrial photogrammetry, in order to be able to acquire information about the name, there
is a need for the points, whose 3 dimensional coordinates are known. For this aim, the points are
installed to be used in orientation processes. In measurement, the instrument of Topcon-gpt-7003i-
imaging-total-station was used from every front of kumbets, in order to be used in orientation
operations.
- 190-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Topcon-Gpt-7003i-İmaging-Total-Station
Figure 6. Measurement Device Used in the Field and ıts Main Features (URL-6)
From the polygon points installed around the building, targeting the remarkable corner points
of kumbet building, 3 dimensional coordinates were obtained through the building. These points
were used to help to the stage of balancing the installations. Later, using Samsung wb200f camera
and Phantom 3 Professional UAV, overlapped pictures covering all object of the building were
taken from the various angles and distances.
- 191-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Samsung/WB200F
Weight 226 gr
Turkish Menu / Digital Display Available / Available
Video Recording / Vi-fi Available / Available
Megapixel 14.2 MP
Maximum . Image Solubility 4320 x 3240
Optic zooming /Digital Zooming 18x / Yes
- 192-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
PHOTOGRAMMETRIC STUDY
In this study, in order to obtain 3 dimensional model from 2-dimensional picture, a digital
photogrammetry software was used. For being able to use the pictures taken from the various
angles and distances in overlapped way in the stage of balancing, calibration processes were
automatically done in the relevant software and mounted to the program. Then, control points are
processed on 2-dimensional pictures and, combining the images, the detailed drawings of the
building were made through 3 dimensional model.
In the project, 79 photographs, taken by means of 19 UAVs and 60 digital cameras, were
used. For taking photos by means of UAV, photographs which cover all area and also includes three
kumbets and the ones, which are not especially possible to be seen in the photographs taken from
ground and include details such as roof parts of kumbets were chosen. The photographs taken by
digital camera from the ground were mostly preferred in the detailed drawings of the window, door,
and fine engravings. Using the photographs obtained by means of Terrestrial photogrammetry and
UAV technology together makes the user advantageous from many aspects.
- 193-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
(A) (B)
Figure 14. I. Kumbet: (A) Solid Model & (B) Texture Covered 3 Dimensional Model
- 194-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
(A) (B)
Figure 15. II. Kumbet: (A) Solid Model & (B) Texture Covered 3 Dimensional Model
(A) (B)
Figure 16. III. Kumbet: (A) Solid Model & (B) Texture Covered 3 Dimensional Model
CONCLUSION
Due to the reasons for the desire of people to modernize unconsciously, unplanned
urbanization, and not giving importance adequately to the works inherited to us from history,
conservation of cultural heritages being obliged to expire is one of the important issues for history
of humanity. For being able to conserve and restore these, conducting documentation works and
archiving them in digital medium is a reality whose importance increases every passing days.
Photogrammetry technique is also quite effective and efficient method preferred in documentation of
cultural heritages. Using the drawing of the object to be documented in the real size and
photographs belonging to this object, quickly and precisely forming a high quality 3 dimensional
model are of the major factors making photogrammetry technique advantageous over the other
methods. Photogrammetry is divided into subheadings like many techniques about obtaining data.
Terrestrial photogrammetry is much more preferred due to their advantages of these techniques such
as being easy, being cost free, and not endangering human health. In photographic data, collected
from the ground, by means of Terrestrial photogrammetry, it is seen that there are deficiencies in
upper parts like roof . Therefore, in taking photos made by UAV, it revealed that the parts
remaining under the fringe and the details in the fronts were not clearly seen due to the fact that
photographs are taken away from the building. Rather than Terrestrial photogrammetry and UAV
- 195-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
techniques are the ones providing advantages to each other, it is seen that using them together
eliminates many disadvantages.
REFERENCES
Uslu, A. (2016). Kültürel Mirasın Üç Boyutlu Modellenmesi ve Web Ortamında Sunulması.
Yüksek Lisans Tezi Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Afyonkarahisar, 83.
Eisenbeiss, H. 2009. UAV Photogrammetry, ETH Zurich for the degree of Doctor of Science,
ISNN 0252-9335 . ISBN: 978-3-906467-86-3
Zongjian, L. 2008. UAV for mapping—low altitude photogrammetric survey. International
Archives of Photogrammetry and Remote Sensing, Beijing, China.
J.A.Cannataci, R. Rivenc, N.P.Zammit, C.Borg, G.Guidi, G.A.Beraldin,,2003, “E-
Herıtage:_The Future For Integrated Applıcatıons In Cultural Herıtage” New Perspectives To
Save Cultural Heritage".Antalya, Turkey, 30 Sept. - 4 Oct. 2003
Torun, A. (2017, 5 3-6). İnsansız Hava Aracı (İHA) Sektörü Ve İHA Fotogrametrisinin Ölçme
Bağlamında Konumlandırılması. TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, 16. Türkiye Harita
Bilimsel ve Teknik Kurultayı, Ankara.
ÖZEMİR, I., & UZAR, M. (2016). İHA İLE FOTOGRAMETRİK VERİ ÜRETİMİ.
UZAKTAN ALGILAMA-CBS SEMPOZYUMU (UZAL-CBS 2016), 5-7 Ekim 2016, (s. 245-253).
Adana.
URL1- http://www.gezilmesigerekenyerler.com/erzurum/uc-kumbets-nerede-tarihi-ve-gezi-
bilgileri-erzurum.html (01.31.2018)
URL2- http://www.lafsozluk.com/2014/08/kumbet-nedir-ne-demektir-anlami.html (01.31.2018)
URL3- http://erzurumansiklopedisi.com/uc-kumbets/ (01.31.2018)
URL4- http://www.mekan360.com/360fx_erzurumuckumbets-erzurum-merkez.html
(01.31.2018)
URL5- https://www.dji.com/phantom-3-pro/info#specs (05.02.2018)
URL6- https://www.digicamdb.com/specs/samsung_wb200f/
URL7-
http://www.usasurveyingsupplies.com/index.php?route=product/product&product_id=77
- 196-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Muhammet ŞAHAL *
Ahmet Şükrü ÖZDEMİR **
ABSTRACT
Algebra, which is one of the learning domains of mathematics, is one the most difficult one for
students as operative and semantic. For this reason, it is necessary to emphasize required importance
on teaching algebra from early periods. Teachers have major roles in this process. The courses, taken
by pre-service teachers in undergraduate, about teaching algebra in learning environments and studies
done with them about teaching algebra have importance. In order to deal with the difficulties about
teaching and learning algebra, Bottoms (2003) claims that students should become ready for further
topics about algebra from middle school terms to until the duration of high school period. For this
view, 5 different process indicators and 12 different content indicators were determined. Three levels
were determined for the indicators as basic, proficient and advanced (SREB, 2008). The purpose of
this study is to examine of activities and problems oriented toward algebra readiness indicators
proposed by pre-service mathematics teachers in terms of levels introduced by SREB (2008). The
study is based on qualitative research methodology. Participants of the study are 23 pre-service
mathematics teachers in a public university in Turkey. The study was done in 2017-2018 fall term.
The data was analyzed with respect to content analysis and descriptive statistics. Findings showed that
whereas 65.22% of pre-service mathematics teachers proposed activities in the level of basic and
proficient, 56.23% of them developed activities in advanced level. Besides it was also reached that
pre-service teachers proposed at least one activity for each level. Yet, proposed activities and problems
were not related to daily life contexts.
Keywords: Algebra teaching, readiness to algebra, mathematics education, mathematical
activities.
* Res.Assist., Yıldız Technical University, Faculty of Education, Department of Mathematics and Science Education, msahal@yildiz.edu.tr
** Prof. Dr., Marmara University, Atatürk Faculty of Education, Department of Mathematics and Science Education,
ahmet.ozdemir@marmara.edu.tr
- 197-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ahmet Ş. ÖZDEMİR *
Satı CEYLAN **
ABSTRACT
EnderunMektebi has been collecting on the interest of researchers both in Turkey and abroad
and many studies have been done especially about abroad. EnderunMektebi especially emphasized the
training of the talented children. In this research which was made for the purpose of examining the
books used as sources of mathematics in the EnderunMektebi, it was found that the data collected in
Enderun and written in Arabic in the 15th century by GıyâseddinCemşîd and Miftahü'l -Hisab's study
of three Ottoman Turkish phrases. Of these three works, Ahmet TevhidEfendi'sNuhbat al-Hisâb is the
"account" part of the original work; The "geometry" part of Ibrahim Kami's Maftûh, and finally the
"algebra" part of Al-Salvat al-Jabriyye of Jabizâde Khalil Faiz. The works in question were abstracted
without any changes in mathematical terms. As a result of the research, the number concept, basic
arithmetic operations (cem ', taz'îf, tefrik, tensif, dârb and uzmet), root (tajzîr) and base (ref') are taken
in the calculus part of Miftahü'l-Hisâb which was taught in EnderunMektebi operations (fractions),
operations with fractions (fractions) and fractions of decimals; In the algebra part, unknown (x-thing-
dil '), square taking (mâl), cubing (kab'), solution of equation; In the Mesaha section, headings such as
basic geometric definitions (point, line, surface, surface, sidewall, etc.), polygons, object geometry and
drawing are drawn attention and framed in detail in the research.
Keywords:Enderun School, Miftâhü'l-Hisâb, Mathematics Teaching
- 198-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÖZET
Turizm sektörü bir hizmet sektörüdür ve istihdamı olumlu etkiler. Sektörün kendine özgü
özellikleri nedeniyle iş sözleşmesi ile çalışan işçilerin iş ilişkisinin hukuki niteliğinin belirlenmesi
gerekir. Turizme ilişkin her alanda faaliyette bulunan işyerlerinde çalışan işçilerin çalışma koşulları
açısından korunabilmesi için özellikle işin niteliğinin ve sözleşmenin türünün belirlenmesi önemlidir.
Nitekim işin niteliğinden dolayı bazı işkollarında mal ve hizmet üretimi sadece yılın belirli
dönemlerinde yoğun bir şekilde gerçekleşir. Bu dönemlerin belirlenmesi turizm açısından genel olarak
mevsimlerle bağlantılı olduğu için yapılan iş mevsimlik iş olarak kabul edilir. Mevsimlik işler sadece
yılın belli bir döneminde sürdürüldüğü veya tüm yıl boyunca çalışılmakla birlikte yılın belirli
dönemlerinde faaliyetin yoğunlaştığı işyerlerinde yapılan işlerdir. Turizm işçisi açısından özellikle
işyerinde faaliyet, tekrarlayan bir şekilde dönem dönem artmakta, azalmakta veya durmakta ise,
işçinin yaptığı iş mevsimlik iş olarak kabul edilmelidir. Mevsimlik işte kurulan iş sözleşmesi belirli
veya belirsiz süreli olabilir. Mevsimlik işler niteliği gereği belirli bir süre iş yapılmasını gerektirse de
faaliyetin bu şekilde olması geçici nitelik taşımayıp, her dönem sürekli tekrarlanan bir şekilde aynı
çalışmanın yapılmasını gerektiriyorsa ve işçinin işgücüne ihtiyaç duyuluyorsa, baştan itibaren belirsiz
süreli kabul etmek işçinin korunması ilkesine daha uygundur. Çalışmamızda özellikle turizm işinin
mevsimlik iş niteliğinde olması halinde bu durumun, sözleşmenin belirli süreli yapılabilmesi için İş
Kanunun aradığı objektif neden olarak kabul edilip edilemeyeceği hususu değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Turizm, turizm işçisi, mevsimlik iş, iş sözleşmesi
ABSTRACT
Tourism sector is a service sector and affects employment positively. Due to the specific
characteristics of the sector, the legal nature of the work relationship of the workers working with the
employment contract must be determined. It is especially important to determine the nature of the
work and of the contractor in order to ensure that the working conditions of the working places in
tourism are protected in every area of tourism. As a matter of fact, the production of goods and
services in some workplaces is intensified only at certain periods of the year. Since the determination
of these periods is generally related to the seasons in terms of tourism, the work done is regarded as
seasonal work. Seasonal works are works carried out only at the workplaces where they are active
during a certain period of the year or during the whole year, but at certain periods of the year. In terms
of tourism worker, the work done by the worker should be regarded as seasonal work, especially if the
activity in the workplace is repeatedly increasing, decreasing or stopping in the period. The
employment contract established for seasonal work may be specific or indefinite duration. It is more
suitable for the protection of the worker to accept the indefinite period from the beginning if the
worker's labor force is needed if the activity is required to be done in a certain period of time
according to seasonal works and the work is not temporary. In the case of our seasonal business,
especially in tourism, this will will be considered as an objective reason for the labor law to be able to
be fulfilled for a certain period of time.
Keywords: Tourism, tourism worker, seasonal work, labor contract
* Dr. Öğr. Üyesi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Özel Hukuk Bölümü, bbsarihan@yahoo.com
- 199-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra dünya genelinde hızla gelişen turizm sektörü hem gelişmiş̧
hem de gelişmekte olan ülkelerin ekonomik, kültürel ve sosyal kalkınmasına büyük katkı
sağlamaktadır. Turizm, bu alandan elde edilen payın artması, internet aracılığıyla yapılan
rezervasyonlar ve turizm acentelerinin sunduğu iyi hizmetler ile ulaşım ve konaklama alanlarındaki
iyileşmeler sayesinde dünya genelinde hızla yayılmaya ve gelişmeye devam etmektedir. Emeğin
yoğun olduğu sektör olması sebebiyle turizmin geliştiği bir ülkede, bunun etkileri hem ekonomik hem
de sosyo-kültürel alanda kendini göstermektedir. Turizmdeki canlılık sektöre ait altyapı-üstyapı
yatırımlarının arttırılmasında oldukça etkili olduğu gibi istihdam imkanları yaratılarak işsizlik
probleminin azaltılmasında önemli etkilere sahiptir.
Turizmden önemli gelir sağlayan ülkelerde, turizm işletmelerinin sundukları hizmetlerde,
sektördeki global teknolojik ve sosyolojik gelişmeleri takip etmeleri gerekir. Bu anlamda en önemli
görev turizm çalışanlarına düşmektedir. Turizm çalışanlarının hizmetleri, ülkelerin kültürlerinin,
yaşam tarzlarının yansıtılması açısından da oldukça önemlidir. Turizm çalışanlarının çoğalması ile
güçlü işverenler karşısında daha zayıf konumda olan bu kişilerin korunması ihtiyacı doğmuştur.
Turizme ilişkin her alanda faaliyette bulunan işyerlerinde çalışan işçilerin çalışma koşulları açısından
korunabilmesi için özellikle işin niteliğinin ve sözleşmenin türünün belirlenmesi önemlidir. Nitekim
işin niteliğinden dolayı bazı işkollarında mal ve hizmet üretimi sadece yılın belirli dönemlerinde
yoğun bir şekilde gerçekleşir. Bu dönemlerin belirlenmesi turizm açısından genel olarak mevsimlerle
bağlantılı olduğu için yapılan iş mevsimlik iş olarak kabul edilir. Mevsimlik işte kurulan iş sözleşmesi
belirli veya belirsiz süreli olabilir. Mevsimlik işler niteliği gereği belirli bir süre iş yapılmasını
gerektirse de faaliyetin bu şekilde olması geçici nitelik taşımayıp, her dönem sürekli tekrarlanan bir
şekilde aynı çalışmanın yapılmasını gerektiriyorsa ve işçinin işgücüne ihtiyaç duyuluyorsa, baştan
itibaren belirsiz süreli kabul etmek işçinin korunması ilkesine daha uygundur. Çalışmamızda, turizm
işçilerinin iş sözleşmesinin niteliğinin tespiti ile, çalışma şartları, karşılaşılabilecek hukuki sorunlar ve
çözüm yollarının açıklanması, özellikle turizm işinin mevsimlik iş niteliğinde olması halinde bu
durumun, sözleşmenin belirli süreli yapılabilmesi için İş Kanunun aradığı objektif neden olarak kabul
edilip edilemeyeceği hususu değerlendirilecektir.
- 200-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 201-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kanunu’nun 10. maddesine göre, “Nitelikleri bakımından en çok otuz iş günü süren işlere süreksiz iş;
bundan fazla devam edenlere sürekli iş denir.” Bir işin sürekli ya da süreksiz oluşu tarafların
iradesinden bağımsız olup, işin niteliği esas alınarak objektif bir ölçüte bağlanmıştır. Sürekli-süreksiz
iş ayrımında yapılan işin objektif olarak ne kadar süreceği esas alınmaktadır. İşin fiilen kaç gün
sürdüğü, sürekli-süreksiz iş ayrımında önem taşımamaktadır (Eyrenci vd., 2004: 58; Tulukçu, 2012:
290; Süzek, 2017: 198.). Yılın belirli dönemlerinde çalışılması veya belli dönemlerinde iş
yoğunluğunun artması ve görülen işin niteliğinden dolayı, mevsimlik iş ve kampanya işlerinde süre
sınırlaması vardır. Kural olarak iş sözleşmesinin tarafları, sözleşmeyi Kanun hükümleri ile getirilen
sınırlamalar saklı kalmak koşuluyla ihtiyaçlarına uygun türde düzenleyebilirler (İşK.m.9/1). Bu
doğrultuda iş sözleşmesini belirli veya belirsiz süreli olarak da yapabilirler (İşK.m.9/2).
- 202-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bazı durumlarda, işgücü ihtiyacının artması işin niteliği gereği belirli döneme ilişkin olarak
geçici nitelik taşıyorsa, bu ihtiyacın karşılanması amacıyla mevsim veya kampanya işinde belirli süreli
iş sözleşmesi yapılması için objektif koşulun varlığı kabul edilmelidir. Örneğin kış turizm sezonunda
açık olan veya bütün yıl açık olmakla beraber bu dönemde iş yoğunluğu arttığı için sadece kış
mevsimi için alınan işçilere belirli süreli sözleşme yapılabilmesi mümkündür. Ancak bu tür
çalışmalarda işçi ile işveren arasında belirsiz süreli iş sözleşmesi de yapılabilir; bu durumda mevsimin
veya kampanyanın sona ermesi ile birlikte işgücüne olan ihtiyaç da ortadan kalkacağı için, bir sonraki
döneme kadar iş sözleşmesinden doğan iş görme ve ücret ödeme borçları askıya alınacak, gelecek
mevsim ya da kampanyanın başlangıcı ile tekrar yürürlüğe girecektir (Akı, 2000:254; Alpagut, 2004:
81; Büyüktarakçı, 2010: 47; Çelik vd., 2012: 91; Eroğlu, 2007: 88; Eyrenci vd., 2004: 81; Kar, 2006:
73; Tunçomağ ve Centel, 2013: 177; Tulukcu, 2012: 291).
Ayrıca işveren mevsimlik olarak çalışan işçiye yılın belli dönemlerinde sürekli bir biçimde
ihtiyaç duyuyorsa ve sürekli tekrarlanan bir nitelik taşıyorsa artık mevsimlik iş ya da kampanya işinin
sürekli bir iş olma niteliği ön plana çıktığından belirli süreli iş sözleşmesi geçerli kabul edilmeyerek,
baştan itibaren belirsiz süreli mevsimlik iş sözleşmesi olarak kabul edilmelidir. Her ne kadar bir
mevsim için yapılan iş akdi niteliği gereği belirli süreli ise de her yıl yenilenmek suretiyle yıllar içinde
devam edip giden bir sözleşme artık belirli süreli bir sözleşme olarak addedilemez. Örneğin her yıl kış
ya da yaz turizm mevsiminde çalışan bir otelin faaliyeti İşK.11/1 gereğince belirli süreli bir iş
olmayıp, zaman içinde sürüp giden devamlı bir iştir. Her yıl mevsimlik işte çalışan turizm işçisi, ne
zaman sona ereceği belli olmayan bir işte çalıştırılmış olmaktadır. Turizm işinde her yıl zincirleme
mevsimlik iş akdi yapan turizm işçisi ile işveren arasında tek bir belirsiz iş sözleşmesi bulunmaktadır.
Mevsim sonuna kadar çalışan işçinin sözleşmesi sona ermeyecek, gelecek mevsime kadar askıda
kalacak, izleyen mevsim başında işçi işe alınmazsa veya mevsim içinde iş akdi işverence geçerli ve
haklı bir neden olmaksızın sona erdirilirse, bu fesih belirsiz süreli iş akdinin geçersiz ve haksız feshi
halini oluşturacak ve işçinin işverene karşı bu fesihten doğan tüm haklarını talep hakkı doğacaktır. İşçi
duruma göre ihbar ve kıdem tazminatı isteyebileceği gibi, şartları varsa iş güvencesi hükümlerinden de
faydalanabilecektir (Süzek, 2017: 262). Böylelikle belirli süreli sözleşmelerin art arda yapılmasıyla
ortaya çıkan dürüstlük kuralına aykırı uygulamaları da önüne geçilecektir (Barnard, 2006:432; Şengül,
2007:1043).
Sonuç olarak, mevsimlik işler ve kampanya işlerinde işçi ile işveren arasında doğrudan belirsiz
süreli iş sözleşmesi kurulması da mümkündür. Mevsimin ya da ihtiyacın sona ermesiyle ertesi yılın
sezon başına kadar iş sözleşmesi askıya alınır ve tarafların iş görme ve ücret ödeme borcu ertelenir.
Gelecek mevsim ya da kampanyanın başlangıcı ile her iki borç tekrar yürürlüğe girer. Birbiri ardına
yenilenen belirli süreli iş sözleşmelerinin baştan itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi sayılması veya
doğrudan belirsiz süreli iş sözleşmesi yapılması halinde, işçinin işyerinde yaptığı işin devamlılık
niteliği taşıyıp taşımadığına bakılmalıdır. Mevsimlik işin yapıldığı işyerlerinde mevsim dışında kalan
dönemde veya askı döneminde, işçi başka bir şekilde çalıştırılıyorsa, yapılan çalışma devamlı nitelikte
olarak kabul edilmelidir.
SONUÇ
Turizm sektörü hızla gelişen ve istihdamı etkileyen bir hizmet sektörüdür. Turizm işi genel
olarak mevsimlerle bağlantılı olduğu için yapılan iş mevsimlik iş olarak kabul edilir. Mevsimlik işler
sadece yılın belli bir döneminde sürdürüldüğü veya tüm yıl boyunca çalışılmakla birlikte yılın belirli
dönemlerinde faaliyetin yoğunlaştığı işyerlerinde yapılan işlerdir. Mevsimlik işte kurulan iş
sözleşmesi belirli veya belirsiz süreli olabilir. Mevsimlik işler niteliği gereği belirli bir süre iş
yapılmasını gerektirse de özellikle yaz ve kış dönemlerinde yoğun bir şekilde karşımıza çıkan turizm
faaliyetinin geçici nitelik taşımayıp, her dönem sürekli tekrarlanan bir şekilde aynı çalışmanın
yapılmasını gerektirmesi ve işçinin işgücüne ihtiyaç duyulması sebebiyle, baştan itibaren belirsiz
- 203-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
süreli kabul etmek işçinin korunması ilkesine daha uygundur. Her turizm döneminde belirli sürelerle
tekrarlanan turizm işçilerinin iş sözleşmelerinin baştan itibaren belirsiz süreli kabul edilmesi ile
mevsim ve kampanyanın sona ermesi durumunda mevsimlik ya da kampanya işçilerinin sözleşmeleri
sona ermemekte aksine bir sonraki mevsim ya da kampanya başına kadar askıda kalmaktadır.
KAYNAKÇA
Akı, E. (2000). “Mevsimlik İşlerde Çalışma Sorunları”, Prof. Dr. Turhan Esener’e Armağan,
Ankara.
Alpagut, G. (2004). “4857 Sayılı Yasa Çerçevesinde Belirli Süreli İş Sözleşmesi”, Mercek
Dergisi, S.1.
Ayan, S. (2005). “Belirli Süreli İş Sözleşmesi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
C.54., S.4, Ankara.
Balkır, Z. (1997). “Her Yönüyle Mevsimlik İşler”, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, S.1, Kocaeli.
Barnard, C. (2006). EC Employment Law, Oxford University Press, UK.
Başterzi, S. (2006). “Avrupa Birliği Konseyinin 99/70 Sayılı Yönergesi Işığında Belirli Süreli İş
Sözleşmesi Yapma Koşulları Ve 4857 Sayılı İş Kanununun Öngördüğü Sistem”, İş Hukuku ve Sosyal
Güvenlik Hukuku Türk Milli Komitesi 30. Yıl Armağanı, Ankara.
Büyüktarakçı, S. (2010). İş Hukukunda Mevsimlik İşler ve Kampanya İşleri, Ankara.
Caniklioğlu, N. (2001). “İşçinin yıllık Ücretli İzin Hakkı ve İznin Kullandırılmamasının
Sonuçları”, Prof.Dr. Nuri Çelik’e Armağan, İstanbul.
Centel, T. (2003). “Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Yenilenmesi”, Tekstil İşveren Dergisi,
İstanbul.
Çelik, N. (2011). İş Hukuku Dersleri, 24.B., İstanbul.
Çelik, N./Caniklioğlu, N./Canbolat, T. (2017). İş Hukuku Dersleri, 30.B., Ankara.
Çenberci, M. (1986). İş Kanunu Şerhi, 6.B., Ankara.
Çöğenli, T. (1983) Türk İş Hukukunda Yıllık Ücretli İzin, İstanbul.
Ekonomi, M. (2006). “4857 Sayılı Kanun Hükümlerine Göre Belirli Süreli İş Sözleşmelerinin
Hukuka Uygunluğu”, Legal İş Hukuku Ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, C.3., S.9, Ankara.
Eroğlu, S. (2007). “Mevsimlik İş Sözleşmelerinde Askı Hali ve Toplu İş Sözleşmesi Yapma
Yetkisinin Tespitine Etkisi”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S.9, Ankara.
Esener, T. (1978). İş Hukuku, 3.B., Ankara.
Eyrenci, Ö./Taşkent, S./Ulucan, D. (2004). Bireysel İş Hukuku, İstanbul.
Kar, B. (2006). “Mevsimlik İş”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S.4, Y.1, Türkiye Metal Sanayicileri
Sendikası, Ankara.
Mollamahmutoğlu, H./Astarlı, M. (2011), İş Hukuku, 4.B., Ankara.
Mollamahmutoğlu, H./Astarlı, M./Baysal, U. (2017). İş Hukuku Ders Kitabı, Ankara.
Narmanlıoğlu, Ü. (2013). İş Hukuku, I, Ferdi İş İlişkileri,4.B., İstanbul.
Okur, Z. (2008). “Mevsimlik İşlerde Yıllık Ücretli İzin”, Kamu-İş Dergisi, C.10., S.2, Ankara.
Soyer, M. P. (1999). “Ferdi İş İlişkisinin Kurulması ve İşin Düzenlenmesi Açısından
Yargıtay’ın 1997 Yılı Kararlarının Değerlendirmesi”, Yargıtay’ın İş Hukuku Kararlarının
Değerlendirilmesi 1997, İstanbul.
Sümer, H.H. (2017), İş Hukuku, 22.B., Ankara.
Sümer, H.H. (2016), İş Hukuku Uygulamaları, 6.B., Ankara.
Süzek, S. (2017). İş Hukuku, 14.B., İstanbul.
- 204-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şengül, M. (2007). “4857 Sayılı İş Kanunu Çerçevesinde Objektif Esaslı Bir Neden Olmaksızın
Belirli Süreli İş Sözleşmesi Yapılması- Karar İncelemesi”, Çetingil ve Kender’e 50’inci Birlikte
Çalışma Armağanı.
Taşkent, S. (1976). “Mevsim ve Kampanya İşleri”, İstanbul Barosu Dergisi (İş Güvencesi),
S.11/12., İstanbul.
Tulukcu, N.B. (2012). İş Hukukunda Dinlenme Hakkı, Ankara.
Tuncay, A.C. (2003). “İş Sözleşmesinin Türleri ve Yeni İstihdam Biçimleri”, Yeni İş Yasası
Sempozyumu, İstanbul Barosu Çalışma Hukuku Komisyonu, İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik
Hukukuna İlişkin Sorunlar ve Çözüm Önerileri 2003 Yılı Toplantısı:2, İstanbul Barosu Yayınları,
İstanbul.
Tunçomağ, K. /Centel, T. (2013). İş Hukukunun Esasları, 5.B., İstanbul.
Ulucan, D. (2003). “4857 Sayılı Kanuna Göre Sözleşme Türleri”, Yeni İş Yasası Sempozyumu,
İstanbul.
- 205-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Osman KABADAYI*
ÖZET
Kütüphane külliyatında yer alan nadir ve el yazması eserlerin kataloglanması ile bu eserlerin
dijital ortama aktarılması başta bilim adamları olmak üzere çeşitli araştırmacıların bilgiye daha hızlı
ulaşma ve araştırma yapma şekillerini değiştirmektedir. Gelişen teknolojiyle birlikte ortaya çıkan
kataloglama ile dijitalleştirme çalışmaları bir milletin sahip olduğu ortak kültürel mirasın gelecek
nesillere aktarılmasında önemli bir rol üstlenmektedir. Kazakistan’ın Almatı şehrinde bulunan
Kazakistan Millî Kütüphanesi Nadir ve Yazma Eserler Bölümü’nde çeşitli Türk lehçe ve şivelerinde
yazılmış çok sayıda el yazması ve matbu eser bulunmaktadır. Söz konusu bu eserler arasında Tarihî
Türk lehçelerinden Ali Şir Nevaî’nin çeşitli eserleri, Saykali Divanı, Rahatu’l-Kulub, Tezkiretü’l-
Evliyâ, çeşitli şiir mecmuaları gibi Çağayatca yazılmış el yazması eserler ile Süleyman Nazif’in El-
Cezire mektupları, Ahmed Cevdet’in Kısas-ı Enbiyâ (ve Tevârih-i Hulefa), Ahmet Cevdet’in Belagât-ı
Osmaniyye, Ahmed Mithad’ın romanları gibi matbu Arap harfli Osmanlıca eserler de yer almaktadır.
Bu Osmanlıca eserlerin bir kısmı Kazan (Tataristan), Kahire (Mısır), Taşkent (Özbekistan), Orenburg
(Rusya), St.Petersburg (Rusya) ve İstanbul (Türkiye) gibi yerlerde basılmıştır. Kazakistan Millî
Kütüphanesi Nadir ve Yazma Eserler Bölümü’nün ise belli başlı bir kataloğu bulunmamaktadır ve
buradaki nadir eserler üzerinde bir dijitalleştirme çalışması yapılmamıştır. Bu çalışmada kültürel
mirasın kuşaklar arası aktarımında kataloglama ve dijitalleştirme çalışmalarının önemi üzerinde
durulacak, üzerinde çalışmakta olduğumuz Kazakistan Millî Kütüphanesindeki nadir eserlerin
niteliklerinden bahsedilecek ve kültürel miras konusuna vurgu yapılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Kültürel miras, kataloglama, dijitalleştirme, sayısallaştırma, Kazakistan
Almatı Millî Kütüphanesi.
ABSTRACT
The cataloguing of rare and manuscript works in the library corpus and the transfer of these
works to the digital platforms have changed the way that various researchers, especially scientists,
access and research the information fast. With the developing technology, digitalization studies with
cataloguing plays an important role in transferring the common cultural heritage of a nation to future
generations. There are a large number of manuscripts and printed works written in various Turkish
dialects and carvings in the Rare and Written Works section of the Kazakhstan National Library
located in the city of Almaty in Kazakhstan. Among these works are the manuscript works written in
Chagatai, such as various works of Ali Şir Nevaî, The Diwan of Saykali, Rahatu'l-Kulub, Tezkiretü'l-
Evliyâ, various poetry magazines, and there are also printed Arabic-Ottoman works such as the letters
of al-Cezire of Süleyman Nazif, Ahmed Cevdet's Kisas-ı Enbiyâ (and Tevârih-i Hulefa), Ahmet
Cevdet's Belagât-ı Osmaniyye, Ahmed Mithad's novels. Some of these Ottoman works were published
in places such as Kazan (Tatarstan), Cairo (Egypt), Tashkent (Uzbekistan), Orenburg (Russia),
St.Petersburg (Russia) and Istanbul (Turkey). There is no specific catalogue of the Kazakhstan
* Lect., Abai Kazakh National Pedagogical University, Institute of Philology and Multilingual Education, Chair of Oriantal Languages and
Translation (Almaty/Kazakhstan), kabadayiosman@yandex.com
- 206-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
National Library Rare and Written Works section, and no digitization work has been done on these
rare works so far. In this study, the importance of cataloguing and digitalization in the transfer of
cultural heritage from generation to generation will be explained, the unique qualities of the rare works
in the Kazakhstan National Library, which we are working on, will be mentioned and the cultural
heritage will be emphasized.
Keywords: Cultural heritage, cataloguing, digitalization, quantification, Kazakh Almaty
National Library
GİRİŞ
Kütüphane külliyatında yer alan nadir ve el yazması eserlerin kataloglanması ile bu eserlerin
dijital ortama aktarılması başta bilim adamları olmak üzere çeşitli araştırmacıların bilgiye daha hızlı
ulaşma ve araştırma yapma şekillerini değiştirecektir. Kütüphaneler toplumun istekleri ve
akademisyenlerin beklentileri doğrultusunda ihtiyaçlara cevap vermelidir. Günümüzde artık genel ağ
(internet), coğrafi uzaklıkların, ekonomik koşulların, siyasi sınırların ve kültürel hassasiyetlerin
oluşturduğu engelleri ortadan kaldırmış durumdadır. Araştırmacılar, çoğunlukla farklı alanlardan gelen
araştırma kaynaklarını sıralayan ve yeni yöntemlerle dijital metinleri ve görüntüleri işleyen yeni
teknolojilerin beraberinde getirdiği olanakların etkisiyle yeni araştırma alanları geliştirmektedir. Nadir
ve el yazması eserler için dijitalleştirme, söz konusu eserlerin keşfedilebilirliğini ve kullanımını genel
kütüphane materyallerine göre büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Bu eserler erişebilir olduklarında ise
temel kaynaklar haline gelmektedir. Kataloglanmamış ve dijitalleştirilmemiş nadir ve el yazması
eserler bilinmemekte ve gizli kalmaktadır (Özel 2015: 4). Kataloglama ve dijitalleştirme aynı zamanda
ciddi bir finansal kaynağa da ihtiyaç duymaktadır. Bununla beraber gelişen teknolojiyle birlikte ortaya
çıkan kataloglama ile dijitalleştirme çalışmaları bir milletin sahip olduğu ortak kültürel mirasın
gelecek nesillere aktarılmasında oldukça önemli bir rol üstlenmektedir. Kültürel mirasın korunması
açısından bu türden nadir eserlerin kataloglanması ve dijital ortama aktarılması gerekmektedir.
- 207-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
El yazması ise el ile yazılmış kitaplardır. Orta çağlarda matbaa icat edilmeden önce kitaplar el
ile yazılmış, bunların çoğu da tezhip ve minyatürle süslenmiştir. El yazması sözünün karşılığı olarak
Arapçada mahtutat, Farsçada nüsha-yı hatti, İngilizcede manuscript, Almancada handschrift, Rusçada
рукопись kullanılmaktadır (Kara 2009: 9).
Kataloğu bulunmayan bir nadir ve yazma eserler kütüphanesinde çalışmak bir akademisyen için
oldukça zor bir iştir. Çünkü nadir eser barındıran kütüphanelerden en verimli şekilde yararlanabilmek
için kütüphane katalogları büyük bir öneme sahiptir. Bir kataloğun hazırlanmasında ise en önemli
adım bibliyografik künye fişinin hazırlanmasıdır. Künye fişi, nadir ve el yazması eserin künyesini
tespit etmekle uğraşan kişinin doldurduğu, bir nadir ve yazma eser kataloğunda bulunması gereken
künye bilgilerini ihtiva eden çeşitli boyutlarda hazırlanmış fişlerdir. Bu fişler sıralanarak gerekli
kontroller yapıldıktan sonra hazırlanacak katalog tarzına uygun şekilde baskıya hazır hale getirilir.
Kütüphanenin bulunduğu yer ile koleksiyon adı, kayıt numarası (varsa eski kayıt bilgisi), eserin
müellifi, eserin adı, dili, türü, yazının ve kâğıdın cinsi, konusu, cilt sayısı, tarihi ve yeri, varak (sayfa)
sayısı, satır sayısı, kitabın iç ve dış ölçüleri, kitabın kütüphaneye satın alınma bilgileri, fiziki durumu
ve eserle ilgili bilgilerin yer aldığı açıklamalar bölümü gibi kısımlar katalog tespit fişinde bulunması
gereken temel niteliklerdir (Babaarslan 2016: 3). Hazırlanan kataloglar sistematik bir şekilde
konularına göre sıralanmalı ve araştırmacının aradığı eseri kolayca bulabilmesini sağlayacak dizinlere
sahip olmalıdır. Bununla birlikte bir kütüphane kataloğu hazırlamak uzmanlık gerektiren ciddi bir iştir.
Bu nedenle kataloğu hazırlayan kişinin alanında uzman, el yazması eserleri okuyabilen, yazı türleri ve
kâğıt cinsleri hakkında bilgi sahibi olması beklenmektedir.
DİJİTALLEŞTİRME
Dijitalleştirme, doküman kopyalamasına izin veren bir bilgi kodlama prosedürüdür ve en genel
ifadeyle kâğıt belge, fotoğraf ya da grafik malzemeler gibi fiziksel ya da analog materyallerin
elektronik ortama ya da elektronik ortamda depolanan görüntülere dönüştürülmesi veya genel olarak
elektronik sistemlerce algılanamayan yapılandırılmamış formdaki bilginin elektronik ortamca
algılanabilecek yapılandırılmış forma çevrilmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Bezirci vd. 2012: 131).
Amaç olarak ise dijitalleştirme kavramı görsel ya da işitsel öğelerin, bilgisayarlar tarafından
tanınabilmesi, işlenebilmesi ve saklanabilmesi amacıyla sayısal kodlara dönüştürülmesi işlemidir
şeklinde tanımlanmıştır (Ülger-Külcü 2016: 43).
Dijitalleştirme ile görünmeyenler görünür hâle gelmekte, kütüphane kaynaklarına erişim
artmaktadır. Kaynaklara sadece bir grup araştırmacı değil, herkes erişebilmekte, kullanıcılar
kaynaklara daha hızlı bir şekilde erişim olanağına sahip olmaktadır ve birden fazla kullanıcı bir
kaynağı aynı anda kullanabilmektedir. Ayrıca dijitalleştirme ile mekân ve zaman sorunu ortadan
kalkmaktadır. Dijitalleştirme, yazılı metin kültürünü görsel kültürle bütünleştirme sürecini de
hızlandırmaktadır (Bezirci vd. 2012: 131).
Dijitalleştirmenin bilgi taşıyıcısının aslının korunması, bilgi taşıyıcısının yıpranmasının
önlenmesi ve bilgi taşıyıcısının kullanımının yaygınlaştırılması gibi temel amaçları bulunmaktadır.
Nadir eserlerin dijitalleştirilmesinde ise amaç bunlara ek olarak kültürel mirasın korunması ve gelecek
nesillere güvenli bir şekilde aktarılmasıdır. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, dijital çağ olarak
adlandırıldığından yaşanan sürekli ve hızlı değişim, yerel kültür ögelerinin kayıt altına alınabilmesi
- 208-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
için dijitalleştirmeyi zorunlu kılmaktadır (Bezirci vd. 2012: 131; Ülger-Külcü 2016: 44).
Dijitalleştirme aynı zamanda sermaye gerektiren pahalı ve de zaman isteyen bir iştir. Bununla beraber
kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasında önemli bir unsur olması nedeniyle nadir ve el
yazması eserlerin dijitalleştirilmesi gerekmektedir.
- 209-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
harfli metinlerin okunma bilgilerinin sağlıklı ve doğru olmadığı tespit edilmiştir. Buradan hareketle
Sovyet döneminin bir kalıntısı olarak Arap harfli metinlerin okunması ve araştırılmasına yönelik
Kazakistan coğrafyasında konuyla ilgili uzman kadroların yetiştirilmesi işinde yetersiz kalındığı da
göze çarpmaktadır. Bunların dışında bir de Nahide Şimşir tarafından hazırlanmış olan Almatı
Kütüphanelerindeki Arap Harfli Türkçe Kitaplar Bibliyografyası isimli bir çalışma bulunmaktadır
(Şimşir 2008). Söz konusu çalışmada belirtildiğine göre bazı bürokratik engellerden dolayı
kütüphanelerdeki nadir eserler görülememiş, çalışma sadece Сирек Кездесетін Кітаптар мен
Қолжазбалар Бөліміндегі Шығыстық Кітартар isimli defterle çekmece fişlerindeki bibliyografik
bilgilerin Türkiye Türkçesine aktarılması ile sınırlı kalmıştır. Şimşir tarafından hazırlanan
bibliyografya kitabı bir katalog çalışması olmayıp kitapta birçok yerde eser ve yazar adlarıyla ilgili
okuma yanlışları ve eksiklikler tespit edilmiştir.
Kazakistan Millî Kütüphanesinin “Сирек Кездесетін Кітаптар мен Қолжазбалар
Бөліміндегі Шығыстық Кітартар” (Nadir Görülen Kitaplar ile El yazmaları Bölümündeki Doğuya
Has Kitaplar) başlıklı 1981 yılına ait elle yazılmış defterdeki bilgilere göre nadir eserler iki gruba
ayrılmıştır: Bunlardan birinci grubu Sovyet Halklarının Dilindeki Kitaplar (s.1-225) oluştururken
ikinci grup Yabancı Dildeki Kitaplar (s.226-696) bölümünden oluşmakta ve Osmanlı Türkçesi ile
yazılmış nadir eserlere bu grupta yer verilmektedir.
Buna göre nadir eserlerin sayısal olarak dağılımı şu şekildedir: Sovyet Halkının Dilindeki
Kitaplar bölümünde Kazakça 121, Tatarca 207, Özbekçe 54, Çağatayca 50, Kırım Tatarca 44, Azerice
22, Kırgızca 21, Başkurtça 10, Urduca 10, Tacikçe 4, Uygurca 4, toplamda 547; Yabancı Dildeki
Kitaplar bölümünde ise Arapça 792, Türkçe (Osmanlı Türkçesi) 404, Farsça 207 olmak üzere bu
bölümde toplamda 1403 nadir eser bulunmaktadır. Arap harfleriyle ve Osmanlı Türkçesiyle yazılmış
nadir eserlerin büyük çoğunluğu matbu olmakla birlikte taşbaskı eserler de göze çarpmaktadır. Bu
defterde kayıtlı kitapların toplam sayısı 1950’dir. Bütün tarihî ve modern lehçeleri birlikte
düşünüldüğünde Türkçeye ait nadir kitap sayısının ise 937 olduğu görülmektedir (Сауытбеков 1981).
Bunlardan başka Kazakistan Millî Kütüphanesinde Arapça, Farsça ve Türkçe gibi dillerde yazılmış,
karışık vaziyette bulunan el yazması eserlerin listelerinin yer aldığı bir de çekmece fişleri
bulunmaktadır ve burada çoğu
Çağatayca olan Türkçe el yazması eserlerin sayısı bilinmemektedir.
Bir proje çerçevesinde tarafımızdan hazırlanması düşünülen Kazakistan Millî Kütüphanesindeki
Arap harfli Türkçe nadir ve el yazması eserler kataloğu ve bu eserlerin dijital ortama geçirilmesi, başta
Türkologlar olmak üzere tarihçi, dil bilimci, etnolog, antropolog, kültür tarihçileri gibi çeşitli bilim
adamlarının araştırma alanlarını genişletmesine büyük katkı sağlamayı hedeflemektedir. Ayrıca
kütüphanenin genel ağ (internet) sayfasında da Arap harfli Türkçe nadir ve el yazması eserlerle ilgili
bir metadata (üst veri) hazırlanıp araştırmacıların hizmetine sunulması plânlanmaktadır. Bununla
birlikte projenin bir çıktısı olarak hazırlanacak kataloğun Türkçe ve Kazakça bir yayımının yapılması
da öncelikli hedefler arasındadır. Böylece kitap şeklinde de yayımlanması düşünülen nadir eserler
kataloğu araştırmacıların işini kolaylaştıracaktır.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Avrasya Araştırmaları Enstitüsüne takdim edilen projemizin hayata
geçirilmesi durumunda Orta Asya’daki diğer bağımsız Türk cumhuriyetlerinin merkez veya millî
kütüphanelerine de bu proje bir örnek oluşturacak, bu vesileyle Türk dünyası üzerine çalışma yapan
bir akademisyen dijital ortamdan çalışmak istediği nadir veya el yazması eserlerin katalog bilgisine ve
dahi eserin dijital kopyasına ulaşmış olacaktır.
- 210-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
katalogları taranmak suretiyle bir örneklem oluşturulacak, bu süreçte basılı katalog kitaplarından da
yararlanılacaktır. Dolayısıyla araştırma, gözlem teknikleri de başvurulacak teknikler arasındadır. Daha
sonra Almatı’daki Kazakistan Millî Kütüphanesi Nadir ve Yazma Eserler Bölümü’nde yer alan başta
tarihî lehçelerden Çağatayca ve Osmanlıca olmak üzere diğer Türk lehçelerinde kaleme alınmış nadir
eserler ele alınarak bu eserlerin detaylı bilgiler içeren bir kataloğu hazırlanacaktır. Ardından
dijitalleştirme işlemi için dijitalleştirilmesi planlanan eserlerin seçimi yapılarak eserler konularına göre
tasnif edilecektir. Seçme işlemini seçilmiş materyallerin uygun tarama yöntemleri belirlenerek
dijitalleştirilmesi takip edecektir. Böylece kütüphanedeki nadir ve el yazması eserler kaliteli bir
tarayıcı yardımıyla dijital ortama geçirilecektir. Ardından dijital ortamdaki bilgi ve belgenin
düzenlenmesi için bir metadata (üst veri) oluşturulacaktır.
SONUÇ
Düzgün ve güvenilir bir kataloğu bulunmayan bir kütüphanede çalışmak araştırıcılar için
oldukça zor bir durum oluşturmakta, yapılacak bilimsel çalışmalar da buna bağlı sorunları beraberinde
getirmektedir. Özellikle nadir ve el yazması eserlere sahip kütüphanelerin bu türden eserler için
mutlaka detaylı bir kataloğunun bulunması gerekmektedir. Aynı zamanda bu katalog ağ ortamında da
kullanıcıların hizmetine sunulmalı, dünyanın her yerinden araştırıcıya açık olmalıdır.
Kültürel miras, gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması gereken önemli bir kavram
olduğundan doğru ve güvenli bir şekilde saklanmalıdır. Hızla gelişen teknolojiyle birlikte kültürel
mirasın saklanması hususunda dijitalleştirme çalışmaları büyük önem kazanmış durumdadır. Dünyanın
en önemli ve prestijli kütüphanelerinde artık kitap şeklinde katalogların hazırlanması dışında nadir ve
el yazması eserler dijital ortama aktarılmış ve araştırmacıların hizmetine ücretsiz sunulmuş
durumdadır.
Almatı’da bulunan Kazakistan Millî Kütüphanesindeki Arap harfli Türkçe nadir ve el yazması
eserlerin kataloglanması ve bu eserlerin dijitalleştirilmesi projesi neticelendiğinde kültürel mirasın
korunumu ve gelecek kuşaklara aktarımı sağlanmış olacak ve söz konusu eserlerden araştırmacıların
faydalanması mümkün olacaktır. Kazakistan Millî Kütüphanesi için uygulanacak bu projenin Orta
Asya’daki bağımsız Türk cumhuriyetlerine de örnek teşkil etmesi beklenmektedir. Proje, ileride Türk
Dünyası kütüphanelerinin birleşerek ortak bir veri tabanında buluşmalarına da bir katkıda bulunabilir.
KAYNAKÇA
Babaarslan, G. (2016). Bir Yazma Eser Kataloğunda Bulunması Gereken Nitelikler ve
Arnavutluk Devlet Arşivleri Osmanlı Yazmalar Kataloğu’nun Bu Açıdan İncelenmesi, Journal of
Turkish Language and Literature, 2 (2), 1-18.
Bezirci P. vd. (2012, 19-21 Eylül). Nadir Eserlerin Dijitalleştirilmesi ve İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Kütüphanesi Nadir Eserleri Dijitalleştirme Projesi Örneği, 3rd International
Symposium on Information Management in a Changing World - 3. Uluslararası Değişen Dünyada
Bilgi Yönetimi Sempozyumu, Ankara, Türkiye: 130-137.
Kara, N. (2009). Türkiye’de Yazma Eser Kataloglama Çalışmaları: Türkiye Yazmaları Toplu
Kataloğu Projesi (TÜYATOK) Örneği, Uzmanlık Tezi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve
Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara.
Kaya, E. (2011). Türkiye’deki Nadir Eser Kütüphanelerinde Sayısallaştırma ve Süleymaniye
Kütüphanesi Uygulamaları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Kazakistan Millî Kütüphanesi /Almatı, Erişim Tarihi: 11.03.2018, https://nlrk.kz/
Kitaplıkbilim Terimleri Sözlüğü (1974). Erişim Tarihi: 11.03.2018,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts
- 211-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 212-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ceren KABADAYI*
ÖZET
Türkülerimizde Türk milletinin sevinçlerini, acılarını, hüzünlerini, mutluluklarını ve kültürel
özelliklerini bulmak mümkündür. Bölgesel özellik taşıyan türkülerin ortak hislere tercüman olması
dolayısıyla evrensel tarafları da bulunmaktadır. Türk kültüründe de bu evrensel değerleri taşıyan
türküler arasında somut olmayan kültürel miras listesine girmiş olan Abdallık geleneğinin önde gelen
temsilcisi Neşet Ertaş’ın türküleri önemli bir yere sahiptir. Neşet Ertaş türkülerinde görülen duygu
aktarımında oldukça güçlü ifadeler dikkat çekmektedir. Söz konusu bu duyguların aktarımında da
metafor kullanımı önemli bir rol oynamaktadır. Çeşitli kaynaklarda mecaz, istiare, eğretileme
şekillerinde adlandırılan metaforu anlatılmak istenen kavram ya da düşüncenin dile aktarımında başka
bir kavrama başvurma ve bu yolla anlatımı somutlaştırma biçiminde özetlemek mümkündür. Bu
çalışmada, Neşet Ertaş türkülerinden yola çıkılarak türkülere konu olmuş sevginin tarafı olan kadının
anlatımında başvurulan metaforik örnekler ve bunların türkülerde ele alınış şekilleri ortaya konulmaya
çalışılacaktır. Çalışmada, Neşet Ertaş’ın sadece sözlerini yazdığı türküler değil, aynı zamanda icra
ettiği türkülerden bir derlem oluşturulacak, bu derlemde yer alan türkülerdeki kadınla ilgili metaforlar
tespit edilecektir. Böylelikle türkülere konu olan sevgi teması üzerinden, kadın ekseninde bir ifade
unsuru olarak metaforların kullanımına ve taşıdığı öneme dikkat çekilecektir.
Anahtar Sözcükler: Kültürel Miras, Metafor, Türkü, Neşet Ertaş türküleri, Kadın.
ABSTRACT
It is possible to find the joys, sorrows, sadness, happiness and cultural characteristics of the
Turkish people in the folk songs. There are also universal sides of folk songs with regional
characteristics because they are the interpreters of common feelings. The folk songs of Neset Ertaş, the
prominent representative of the tradition of the Abkhazian tradition, which have entered the list of
intangible cultural heritage among the folk songs which bear these universal values in Turkish culture,
have an important place. The very strong expressions are seen in the transmission of emotions in the
folk songs of Neset Ertaş. The use of metaphors plays an important role in the transfer of these
mentioned feelings. Metaphor is called differently as simile, figure of speech. It can be summarised
as using another concept in the transfer of the concept or idea to the language and thus embodying the
narrative. In this study, it will be tried to put forth the metaphorical examples used in the narration of
the woman who is the subject of the folk songs and the party of love, and the way they are handled in
folk songs based on the folk songs of Neşet Ertaş. In the study, a compilation will be made of the folk
songs both that Neşet Ertaş wrote the lyrics himself and that he performed, and the metaphors related
to the women in those songs will be determined. Thus, the use of metaphors as an expression element
and the importance that metaphors carry will be pointed out through the love subject of folk songs in
the axis of woman.
Keywords: Cultural heritage, metaphor, folk songs, folk songs of Neşet Ertaş, woman.
- 213-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
Müzik, kültürden dolayısıyla insandan ayrı düşünülemeyecek bir kavramdır. Aynı zamanda
kültür de müziği beslemekte; toplumun sahip olduğu kültürel farklılıklar, müziğe yansıyarak
birbirinden farklı bir müzik anlayışının bu bağlamda müzik zenginliğinin ortaya çıkmasına olanak
sağlamaktadır. Bizim türkülerimizde de Türk milletinin sevinçlerini, acılarını, hüzünlerini,
mutluluklarını ve kültürel özelliklerini bulmak mümkündür. Bu bakımdan müzik bize çok kuvvetli bir
dil malzemesi sunmaktadır. Bu kültürel farklılıkların arasında Abdallık geleneği önemli bir yer
tutmaktadır. Neşet Ertaş da hem müzik kültürümüzün hem de Abdallık geleneğinden doğarak halka
mal olmuş türkülerin temsil edilmesinde şüphesiz ki en önde gelen isimlerden biri, hatta belki de en
önemlisidir. Bölgesel özellik taşıyan türkülerin ortak hislere tercüman olması dolayısıyla evrensel
tarafları da bulunmaktadır. Bizim kültürümüzde de bu evrensel değerleri üstlenmiş türkülerimiz
arasında Neşet Ertaş türküleri büyük önem taşımaktadır. Neşet Ertaş’tan bahsetmeden önce muhakkak
Abdallık geleneğine değinmek gerekir.
ABDALLIK GENELEĞİ
Abdallık geleneği, yaratıcı hariç her şeyden vazgeçmeyi, görünüşe (zahir) değil görünüşün
ardındaki öze (batın) kıymet vermeyi, gönül kırmamayı, can incitmemeyi ve insan ruhuna zarar
verecek her türlü olumsuz duygu, düşünce ve davranışlardan kaçınmayı merkeze alan bir düşünce
sistemi ve yaşam biçimidir (Keskin, 2014: 100). Bu gelenekte varlık gösterenler de Abdal adıyla
anılmaktadır. Abdallar, Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya gerçekleştirdikleri yolculuklarında, bu
yolculuk süreci ve sonrasındaki gelenek aktarımlarında genel olarak kültürel, özel olarak da müziksel
anlamda çok önemli işlevler yüklenmişlerdir (Keskin, 2014: 101). Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan
bu geleneğin bugün başta Neşet Ertaş olmak üzere birçok temsilcisi ile Kırşehir’den başlayarak önce
Türkiye’ye ve oradan da dünyaya yayıldığını söylemek mümkündür.
Günümüzde Abdal toplulukları ağırlıklı olarak Kırşehir, Kırıkkale-Keskin, Mersin-Silifke,
Afyon-Sultandağı ve Emirdağ, Antalya, Adana, Gaziantep, Yozgat, Tokat, Çorum, Konya, Kayseri,
Sivas, Malatya, Karaman, Isparta, Denizli ve Amasya’da yaşamaktadırlar. Son dönemlerde İzmir,
Aydın ve Manisa taraflarına yapılan göçlerle bu yerleşim yerlerinde de Abdal yaşam alanları
oluşmuştur (Bekki, 2012: 11).
Bin yıllık Anadolu-Türk tarihinde belli bir yeri olan Abdalların çoğunluğu, elekçilik, sepetçilik,
kalaycılık, sünnetçilik ve müzisyenlik gibi benzer zanaatlarda yoğunlaşmışlardır. Abdalların
günümüzde birçok çalışmaya konu olması, onların yaşadıkları bölgelerde evlenme ve düğün
gelenekleri etrafında teşekkül etmiş olan eğlencelerin icrasında başlıca rolü üstlenmeleridir. Abdalların
sanatlarını icra ettikleri mahallerin başında düğünler gelir. Bir Abdal için düğün, -buna en ünlüleri
Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan vd. de dâhil- hem geçimini sağlayacağı bir iş
ortamı hem de hünerlerini sergileyebileceği bir gösteri alanıdır. (Bekki, 2012: 12).
İlk kez 2008 yılında seçilen “Türkiye’de Yaşayan İnsan Hazineleri” listesine 2009 yılında
“Abdallık Geleneği Temsilcisi – Halk Ozanı” olarak giren Neşet Ertaş1, bu geleneğin 21. yüzyıldaki
en önemli temsilcisidir.
NEŞET ERTAŞ
1938’de Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Kırtıllar Köyü’nde dünyaya gelen Neşet Ertaş,
içine doğduğu Abdalık kültürü ve babası Muharrem Ertaş vasıtasıyla küçük yaşta müzik ile
tanışmıştır. Bekki, bu durumun Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan iki unsur olduğunu şöyle ifade
etmektedir: Bunlardan birincisi Neşet Ertaş’ın içine doğduğu doğal konservatuvar ortamı; ikincisi ise
ona Tanrı tarafından verilen üstün yeteneklerdir. İlk başta, Neşet Ertaş, kökleri Orta Asya’ya dayanan
1 Bu bilgi http://www.unesco.org.tr/Home/Page/184?slug=T%C3%BCrkiye%E2%80%99de-Ya%C5%9Fayan-%C4%B0nsan-Hazineleri
sayfasından alınmıştır.
- 214-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da dal budak salıp günümüze kadar gelen müesseseleşmiş bir kültürün
içine doğmuştur. Bu müessese, yukarıda tarihi gelişim süreci anlatılmaya çalışılan “Abdallık
geleneği”dir. Bu geleneğin izlerini, Neşet Ertaş’ın yaşayışında, söylemlerinde ve yaktığı türkülerde
sürmek mümkündür (Bekki, 2012: 13).
Bakıldığında Neşet Ertaş’ın türkülerinin yöreselliğin çok üzerinde ulusal bir boyutta olduğu
açıkça görülürken bu durum için evrensellikten bahsetmek bile mümkündür. Abdallık geleneğinin ve
Türk halk müziğinin temsilcisi olması sadece gözle tartılan bir durum değil, aynı zamanda yapılan
çalışmalar da bunu ortaya koymaktadır. Kırşehir yöresi üzerine yapılan bir çalışmada ortaya çıkan 453
eserin 168’inin Neşet Ertaş’a, 99’unun Âşık Sâid’e, 35’inin Muharrem Ertaş’a, 33’ünün Hacı Taşan’a,
20’sinin Çekiç Ali’ye ve geriye kalan 98 eserin ise diğer yaratımcılara atfedildiği ifade edilmektedir
(Yöre, 2012: 571).
Neşet Ertaş türküleri, sadece sevgi konusunda yazılanlardan ibaret değildir, insana hitap eden
birçok duyguyu işlemektedir. Bunlar arasında gariplik, “Şirin Kırşehir” türküsünde anlatıldığı gibi
memleket sevgisi, “Mehmet Ali”de olduğu gibi yakın dostuna sesleniş ve başka birçok temanın
yanında babası Muharrem Ertaş için yazıp seslendirdiği türküler de vardır. Aşk/sevgi temalı
şiirler/türküler muhakkak ki eser içinde kadına yer açmaktadır. Kadın isimlendirmeleri ve
anlamlandırmaları, fiili ve sosyal durumlarına göre, Türk dilinin ve Türk edebiyatının tüm tarihi
dönemleri boyunca zengin bir sözvarlığı ile karşılanmıştır. Yazıcı Şahin, Türkçenin bilinen ilk yazılı
eserleri olan Orhun Yazıtları’nda kimi tarihi süreç içerisinde kullanımdan düşmüş olmakla birlikte
kadına ait on yedisi isim, biri fiil ve ikisi ikileme olmak üzere yirmi sözcüğün varlığını göstermiştir
(Yazıcı Şahin, 2013: 106). Bugün de gerek standart dilde gerek ağızlarda doğrudan kadına atfedilen
sözcüklerin yanında, çeşitli yollarla anlam ilişkisi kurularak ilgili bağlam içinde sayısız anlatım
görebilmekteyiz. Çalışmamızda da bu anlatımların arasında yer alan metaforlar işlenecektir.
METAFOR
Metafor kavramı klasik anlayışta karşımıza bir söz sanatı olarak çıkmaktadır. Ancak modern
anlayışın kaynaklarına bakıldığında metaforun dil ile düşünceyi ilgilendiren bir kavram olduğunu
görülmektedir. Bu bağlamda metafor kavramını şöyle tanımlamak mümkündür: Metafor, bir kavramı
daha farklı, belirgin ve canlı bir şekilde ifade etmek için başka bir kavramın kaynak olarak
belirlenmesi ile iki kavram arasında benzerlik, karşılaştırma, çağrışım veya yakınlaştırma ilgisi
kurulması sonucu meydana gelen anlam ilişkisidir (Koca Sarı, 2012: 1). Lakoff ve Johnsen ise
metaforun “düşünce veya eylemden ziyade sözcükler meselesi” olduğunu ifade etmekte ve
çalışmalarında bir kişinin kavramsal sisteminde metaforların varlığından bahsederken metaforun
mecazi bir kavram olduğunu vurgulamaktadırlar (Lakoff ve Johnsen, 1980: 5).
Kısaca şöyle örnekleyebiliriz. “You’re wasting my time.” (Zamanımı harcıyorsun.) örneğinde
zamanın sınırlı ve değerli bir kaynak olması bakımından hedef ve kaynak arasında “Time is money.”
(Zaman paradır.) şeklinde bir metaforik bir ilişki kurulmuştur (Lakoff ve Johnsen, 1980: 8).
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi dil düşünce ilişkisine dayalı metafor kavramından söz
edebilmek için metaforu muhakkak bağlam içinde değerlendirmek gerekmektedir.
- 215-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 216-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Neşet Ertaş türkülerinde en çok karşılaştığımız kadın metaforlarından birisinin ateş olduğunu
söylemek mümkündür. Bu durum şu türkülerle örneklenebilir.
Bir nazar eyledim hoş cemaline
Yaktın bu bağrımı nara sevdiğim
Kemiğim tarak ak zülfün teline
Aklına getirip tara sevdiğim
Bir Nazar Eyledim türküsünde sevgilinin yüzüne bir bakış ile aşığın gönlünün yanması
anlatılarak sevgili, ateş ile ilişkilendirilmiş, buradan doğan hisler ateş metaforu ile somutlaştırılmıştır.
Benzer bir kullanım, Kendim Ettim Kendim Buldum adlı türküde de görülmektedir.
Karadır bu bahtım kara
Sözüm yar etmiyor yâre
Yaktı yüreğimi nara eyvah
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum.
Yine kadının sebep olduğu üzüntü durumu, kadına yüklenen ateş metaforu ile ifade edilmiş, bu
yolla şiire bir anlam derinliği kazandırılmıştır. “Nar” kullanımı Ertaş’ın farklı türkülerinde de
görülmektedir.
Gözümün ışığı söndü gidiyor
Bu sinemin narı sen olmayınca
…
Çalar söyler senden başka diyemem
Gönlümün efkarı sen olmayınca
Sen Olmayınca türküsünde bölüm sonlarında tekrarlanan “Bu sinemin narı sen olmayınca”
ifadesindeki kadın-ateş kullanımının yanında efkar da kadın ile ilişkilendirilmiştir.
Derin anlamların ince işçilikle sunulduğu bir başka türkü de Evvelim Sen Oldun’dur. Burada
neredeyse şarkının her bölümünde bir anlam derinliği yakalamaya yardımcı olan metafor unsurları
görülmektedir. Burada da yine kadının hissettirdiği zor duyguların ifadesinde bu tip ifadelere sıkça
başvurulduğunu söylemek mümkündür.
Yakmak bağlayıcısıyla ateş metaforu Neşet Ertaş türkülerinde sıkça karşımıza çıkmakta, bir
diğer kullanım ise Gözleri Sürmeli adlı türküde dize sonlarında tekrarlanan bir redif olarak
örneklenmektedir.
Bir seher vaktinde derya yüzünde
Yaktı beni gözleri sürmeli
Can alıcı bakış vardı gözünde
Yaktı beni bir gözleri sürmeli
Aynı dörtlükte geçen ve insanın ölümüne sebebiyet verecek derecede güzel olan gözleri
anlatmak için kullanılan “can alıcı” ifadesi ise TDK Çevirimiçi Güncel Türkçe Sözlükteki 2. anlamı
“kahredici, kendinden geçirici, aşırı çekici” ile kullanılmış olmasına rağmen yine aynı maddenin bir
sonraki anlamı olarak gördüğümüz “Azrail”i de akla getirmektedir. Ancak sözlükteki ikinci anlamın
yine bir Neşet Ertaş türküsüne ait olan “Dane dane benleri var yüzünde / Can alıcı bakışları gözünde”
dizeleri ile örneklendirilmesi bu görüşü zayıflatmaktadır. Dane Dane Benleri Var adlı türkünün
devamında geçen “Tatlı sözler şeker olmuş dudaktan / Dünyada yardan tatlı var mola…” dizelerinde
de kadının sözleri “şeker” metaforu ile somutlaştırılmıştır.
Aynı türkünün son dörtlüğünde kadının tasviri için yine metaforik kullanımlara başvurulmuştur.
Karaydı gözleri hilaldi kaşı
Tığ gibi kirpikler inciydi dişi
Yandı yine yandı yüreğim başı
Yaktı beni bir gözleri sürmeli
- 217-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bu dörtlükte ilerleyen örneklerde ok metaforu ile karşımıza çıkacak olan “kirpik”in burada tığa
benzetilmek suretiyle teşbih ile anlatıldığı görülmektedir. Ancak aynı dörtlükte kadının kaşları ve
dişleri; sırasıyla şekli bakımından “hilal”, güzelliği bakımından “inci” metaforları yardımıyla tasvir
edilmektedir.
Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiği zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sesin
Türkünün bu bölümünde yukarıda bahsettiğimiz zor duygular ölüme sebep olacak zehir ile
somutlaştırılmış ve bu sıfat doğrudan kadına yüklenmiştir. Devamında ise zaman kavramı gibi görünse
de “evvel” ve “ahir” ifadeleriyle baştan sona uzanan bir zaman dilimi ile bütün bir ömür anlatılmak
istenmiş ve kalıcılığı bakımından bu kavramlar doğrudan kadın unsuruna atfedilmiştir. Bu dize
türkünün her bölümünün sonunda tekrarlanmıştır.
Sözüm yok şu benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığına
Gönlüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahırım sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Bir önceki bölümde zehir ile tasvir edilen sevgili, burada acı ile vücut bulan gözyaşı ve
“kahrından ölmek” deyiminde olduğu gibi yine ölümü çağrıştıran “kahır” kavramı ile anlatılmıştır.
Garibim can yakıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekan kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Buraya kadar umutsuz söylemlerle ilerleyen türkü son bölümde öncekilerden farklı olarak
olumlu çağrışım değerine sahip kavramlar metaforik birer unsur olarak kullanılmıştır. TDK Çevirimiçi
Büyük Türkçe Sözlük’teki tanımlarına göre “gizli, görünmeyen” anlamında batın ve “açık, belli”
anlamındaki zahir ile zıtlıkları ve aynı evvel-ahir ilişkisinde olduğu gibi bu zıtlıklardan doğan
bütünlüğü bu yol ile kadın kavramında somutlaştırmıştır. Evvel-ahir zıtlığından doğan bütünlüğün
kadına atfedildiği bir başka türkü de Güneş Gözlüm’dür.
Evvelim ahirim gönül güneşim
Nolur ahvalimi bil güneş gözlüm
Sensiz bu dünyada zaten ölmüşüm
Yetiş bu gönlümü al güneş gözlüm
Yukarıdaki dörtlükte ve türkünün diğer bölümlerinde de tekrar edilen “güneş gözlüm” ifadesi de
başvurulan diğer bir metaforik kavramdır. Burada da kadına ait bir unsur olan gözler kaynak
durumunda olup aydınlığı ve sıcaklığı bakımından hedef olan güneş ile ilişkilendirilmiştir. Aynı
zamanda bu dörtlükte geçen “güneş gözlüm” ifadesinde ise kadına ait bir özellik olarak kadının
gözleri, parlaklığı ve sıcaklığı bakımından güneş ile özdeşleştirilmiştir.
- 218-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Neşet Ertaş türkülerinde kadını tasvir ederken ok sözcüğüne de başvurulmuş, Gönül Dağı’nın
son dörtlüğünde de şöyle örneklenmiştir.
Seher vakti garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle alem uykusunda yatarken
Kimseler görmeden gel gizli gizli
Burada kirpikler bir ok olarak tasvir edilmiş ve bir mazmun olan ok unsuru kaynak olma
yoluyla hedef kadının bir özelliğini ifade etmede kullanılmıştır.
Kadının güzelliğinin tasvir edildiği bir başka örnek de Şu Garip Gönlüm’de karşımıza
çıkmaktadır:
Olmalı cilveli nazlı
Hoş bakışlı ceylan gözlü
Tatlı dilli güler yüzlü
Bulunur mu bulunur mu
Türkünün bu dörtlüğünde geçen “ceylan gözlü” ifadesi ile gözlerinin güzelliği ile tanınan
ceylanların bu özelliği metaforlar yoluyla kadına atfedilmiştir. Aşina olduğumuz “ceylan gözlü” tasviri
elbette ki akıllara Neredesin Sen adlı türküyü getirmektedir.
Şu garip halimden bilen işveli nazlım
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Burada da yine aynı bağlayıcı ile kadının gözlerinin güzelliği ceylan gözü metaforu ile ifade
edilmiş ve bu tasvir kadında tarif edilen “tatlı dil” ve “güler yüz” ifadeleriyle birlikte kullanılmıştır.
Aynı türkünün devamında ise daha önce de değindiğimiz Neşet Ertaş türkülerinde başvurulan bir diğer
metaforik kavram olan “derman”ı görüyoruz.
Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor
Hiçbir tabip bu yarama melhem olmuyor
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Türkünün ilk iki bölümünde de geçen redif “Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” dizesi,
dörtlüğün bağlamında değerlendirildiğinde kişinin gönlünde açılmış yaraya hiçbir doktorun çare
olamadığı ve burada sevgilinin bu dize ile aranması yine ancak sevgilinin bu yaraya çare olacak bir
ilaç olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla bu iyileştirici olma özelliğinin bağlayıcısı olduğu bir
kadın-ilaç ilişkisi ortaya çıkmaktadır.
Neşet Ertaş denilince akla ilk gelen türküler arasında yer alan Yalan Dünya’da da derin bir
metafor göze çarpmaktadır.
Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boşuna kandım
Irengi gözümde solan dünyada
Bu dörtlükte seslenilen sevgiliye ait bir unsur olan gözyaşının ustalıkla işlendiğini söylemek
mümkündür. Sevgilinin ağlamasının ortaya çıkan gözyaşı, sevgilinin ağlamasının kişide yarattığı
üzüntü halini anlatması bakımından bir ateş olarak nitelendirilmiş ve bu yolla söyleyeni yaktığı ifade
edilmiştir.
Neşet Ertaş türkülerinden büyük üne kavuşanlar arasında yer alan Yazımı Kışa Çevirdin adlı
türkünün ikinci dörtlüğünde de somutlaştırma yoluyla başvurulmuş metaforik bir kullanım
görülmektedir:
- 219-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Söz ve müziği Neşet Ertaş’a ait olan türkülerle sınırlandırılan örneklemin kadın metaforu
bakımından incelendiği bu çalışmadan elde edilen bulgular şöyledir: Ertaş’ın yaşamı da göz önüne
alındığında kendisini “garip” olarak niteleyecek kadar sıkıntılarla dolu bir yaşam sürmüş olması
türkülerinde fazlasıyla hissedilmektedir. Özellikle aşk konulu türkülerde, türkünün muhatabı olan
kadının farklı sözcükler yardımıyla tasvir edilişini kadın ateştir, ilaçtır, güldür, zehirdir vd.
kullanımlarda olduğu gibi doğrudan kadına atfedilen birincil kaynaklar ve cemalinin şavkı, ceylan
gözlü vd. kullanımlarda olduğu gibi kadının yalnız bir özelliğine dayalı ikincil kaynaklar şeklinde iki
başlık altında toplayabiliriz.
Özellikle birincil diye adlandırdığımız kaynaklarda olumsuz çağrışım değeri yüksek
kullanımlarla karşılaşılmaktadır. Bunlar arasında en çok dikkat çekenler ateş ve ilaç kavramlarıdır.
Biri yanmak eylemi ile ve diğeri yara ve hastalık kavramları ile doğrudan ilişkilidir. Her iki metafor da
akla acıyı getirmektedir. Örneklemimizde geçen kahır ve zehir sözcükleri de bu kategoriye dahildir.
Buna karşın kadını tarif etmede olumlu anlam taşıyan sözcüklere de metaforik görevler yüklenmiştir.
- 220-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bal, çiçek, gül, nimet gibi kavramlar kimi zaman kadını doğrudan isimlendirmek için kullanılırken
kimi zaman ihtiyaç duyulan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneklemin bütününde somut
kavramların metafor unsuru olarak kullanımının çoğunlukta olduğu dikkat çekicidir. Kadın,
ilişkilendirildiği bu kavramlara da genellikle benzetme ve somutlaştırma ilgisi ile bağlanmaktadır.
Elbette ki çok geniş duygulara hitap ve hizmet eden Neşet Ertaş türküleri bugüne değin farklı
disiplinlerce farklı açılardan incelenmiştir. Bu çalışmada da türkülerde işlenen temalar arasında önemli
bir yer tutan kadın, sadece dar bir anlamsal çerçevede işlenmeye çalışılmıştır. Ancak bu zenginlik,
ilgili alanlarda yeni çalışmaların yapılmasına hem imkan sağlamakta hem de ihtiyaç duymaktadır.
KAYNAKÇA
Bekki, S. (2012). Abdallık Geleneği ve Neşet Ertaş, Ahi Evran Aktüel, Bilim Kültür ve Sanat
Dergisi, S. 3, s. 10-13.
Keskin, A. (2014). Geleneksel Abdal Müziğinin Temsili ve Neşet Ertaş, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, S. 34, s. 99-112.
Koca Sarı, S. (2012). Kutadgu Bilig’de Metafor, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Lakoff G. & Johnsen M. (2003). Metaphors we live, The university of Chicago press, London.
TDK Büyük Türkçe Sözlük, Erişim Tarihi: 25.04.2018,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts.
TDK Güncel Türkçe Sözlük, Erişim Tarihi: 25.04.2018,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts.
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Türkiye’de Yaşayan İnsan Hazineleri, Erişim Tarihi:
25.04.2018, http://www.unesco.org.tr/Home/Page/184?slug=T%C3%BCrkiye%E2%80%99de-
Ya%C5%9Fayan-%C4%B0nsan-Hazineleri.
Yamaner Yamak, H. (2003). Neşet Ertaş’ın Hayatı ve Eserleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yazıcı Şahin, S. (2013). Orhun Yazıtlarında Kadınla İlgili Sözvarlığı, Kadın Kitabı (Ed.
Münevver Tekcan), Umuttepe Yayınları, Kocaeli, s. 93-114.
Yöre, S. (2012). Kırşehir Yöresi Halk Müziği Kültürünün Kodları ve Temsiliyeti, Uluslararası
İnsan Bilimleri Dergisi, S. 1, ss. 563-584.
- 221-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ali YILMAZ*
ÖZET
Orta Asya’da yaşayanlar, İslam ışığının kendilerine ulaşmasından sonra bu dinin öğrenilmesi ve
öğretilmesi yolunda çok üstün bir gayret göstermişlerdir. İlim ehlini her yerde arayıp bulmuşlar ve
onların bilgilerini alarak öğrenmişler ve hayatlarında uygulamışlardır. Bilgileri uygulamak için
almaları onları daha gayretli kılmıştır. İlmi seyahatler başlamış, arıların çiçekten bal topladığı gibi
talipleri İslam coğrafyasının her tarafından ilim sahiplerini bulmuşlar, elde ettikleri bilgileri yazma ve
öğretme yoluna gitmişlerdir. Bu usulle yetişen birçok âlim, eserler yazmış, öğrenciler yetiştirmiştir.
Özellikle Moğol tahribatı sonrası oluşan yıkımın ardından Timur Han devriyle bir toparlanma dönemi
yaşanmış, Maveraünnehir ilim dünyası tekrar canlanmıştır. Bilhassa bu devre damgasını vuran Seyyid
Şerif Cürcani, Sa’deddin Teftazani, Şahı Nakşibend Bahaeddin-i Buhari gibi âlimler, talebeleri ve
eserleri yoluyla Anadolu’yu etkilemeye devam etmişler, özellikle ilk ikisinin eserleri Osmanlı
medreselerinin ders kitapları arasında ilk sıraları almıştır. Bahaeddin-i Buhari’nin yolu ise değişik
kolları ile güçlü bir tasavvuf ekolu olarak halen tesirlerini sürdürmektedir. Kadızade-i Rumi
Anadolu’dan gitmiş, Uluğ Bey gibi bir üstadı yetiştirmiş, onun talebesi Ali Kuşçu da Fatih Sultan
Mehmed Han’ın daveti üzerine Anadolu’yu şenlendirmiştir. Bu çalışma kaynak taraması sonrası
doküman analizi yapılarak hazırlanmıştır. Özbekistan/Türkistan/Maveraünnehir/Horasan gibi farklı
coğrafyalarda yetişmiş birçok bilim insanının Anadolu/Rumeli/Balkanlar ve diğer Ortadoğu
ülkelerinde etkili oldukları görülmüştür. Yazdıkları eserler ve yetiştirdikleri öğrencilerle bu bölgelerin
eğitim sistemlerini asırlarca etkilemişlerdir.
Anahtar Kelimeler: İlim, âlim, Özbekistan, Anadolu, Timur Han, Eğitim, Etkileşim
ABSTRACT
After the Islamic light reached them, they had exerted a great effort to learn and teach this
religion. They had searched everywhere, learned and taught their knowledge and practiced it in their
lives. It had made them more diligent to apply the information they gathered. As scientific travels
started and bees gathered honey from the flowers, their tales had found scholars from all over the
Islamic geography and gone to the way of writing and teaching the information they had acquired.
Many scholars who were nurtured with this method have written works and educated students.
Especially, after the demolition following the destruction of the Mongol, a period of recovery took
place under the influence of Timur Khan and the scientific world of Transoxiana had risen up again. In
particular, Seyyid Sharif Cürcani, Seadidin Teftezani, Shah Naqshibend Bahaeddin-i Bukhari, who
continued to impress that era, continued to influence Anatolia through their students and works.
Especially, the works of the first two were among the textbooks of the Ottoman schools. The way of
Bahaeddin-i Bukhari still continues to influence with its various branches as a powerful sufism ecol.
Kadızade-i Rumi went from Anatolia and raised a master like Uluğ Bey. His student Ali Kuşçu also
fascinated Anatolia upon the invitation of Sultan Mehmed the Conqueror. This study was prepared
using document analyses after the review of the literature. The influences of many scholars who had
grown up in Uzbekistan / Turkistan / Transoxania / Khorasan were seen in Anatolian / Rumeli /
* Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, ayilmaz@marmara.edu.tr
- 222-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Balkans and other Middle East countries. The books they wrote and the students they taught had
affected the education systems of those regions for centuries.
Keywords: : Science, scholar, Uzbekistan, Anatolia, Education system, Timur Khan, Interaction
- 223-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
birçok alim yetişti. Onlardan biri de Muhammed Baba Semmasî ve Emir Gilal’in talebesi Seyyid
Muhammed Bahaeddin Buhari hazretleridir. Yaşadığı dönemde nakış işleri ile meşgul olduğu için
kendisine bu isim verilmiştir. Allah sevgisini gönüllere nakşettiği için bu isimle anıldığı da söylenir.
Buharî ismi ise doğduğu yer olan Buhara’dan gelmektedir. Pek çok insanı ilme yönelterek İslam
medeniyetinin gelişmesine katkılarda bulunmuştur. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşmıştır. Tıpkı
diğer birçok büyük İslam âlimi gibi nefsini arındırarak almayı değil vermeyi zevk edinmiştir. İkram ve
ihsanda eli bol, cömertlikte zirveydi. Kendisine gelen hediyelere mutlaka iki katı miktarda hediye ile
karşılık verirdi. Günlük hayatındaki en küçük ayrıntıda dahi İslami ölçütlere dikkat ederdi. Yenilecek
yemeklerin huşu içinde Allah’ı hatırlayarak hazırlanması gerektiğini söylerdi. Yemek yerken Allah’ın
huzurunda olduğunu unutmadan yenilmesi gerektiğini çevresindekilere öğütlemişti.
Maveraünnehir altın çağlarından birini Emir Timur Devleti hâkimiyeti döneminde yaşadı.
Timur Han, tarih sahnesinde yansıtıldığının aksine gaddar bir yöneticiden çok farklı bir kişilikti. Yıllar
boyunca savaşıp birçok ülkeye seferler düzenlemiş olduğu doğru olabilir ancak bilim, kültür ve
medeniyet anlamında İslam’a sunduğu hizmetler de göz ardı edilmemelidir. Bir hükümdar olarak ülke
topraklarını en geniş sınırlara ulaştırmak için savaşsa da ömrü sadece kanlı mücadelelerle geçmedi.
Her şeyden önce Timur Han bir kültür adamıydı. Kültürel birikimine dayanan sosyolojik yorumlarına
İbn-i Haldun bile şaşırmıştı. Sanat ve mimariye önem veren Timur’un âlimlere de büyük sevgisi ve
hürmeti vardı. Ele geçirdiği Irak, İran, Suriye ve Anadolu gibi İslam bölgelerinde bulunan zamanın
ileri gelen âlimlerini Semerkant’ta toplamış ve büyük bir ilim denizi meydana getirmişti(Tuncay,
2016: Çoruhlu, 2012).
Bir dönem, Moğolların İslam dünyasında yaptığı tahribatlar Türkistan’da ilmi faaliyetleri durma
noktasına getirmişti. Yakılıp yıkılan hatta yağmalanan yerlerde neredeyse hiç ilim erkânı kalmamıştı.
Timur Han, doğduğu yer olan Şehrisebz’de sanatkârları toplayıp onların tasarladığı turkuaz kubbelerle
Semerkant ve Buhara gibi önemli merkezleri yeniden imar etti. Gittiği yerlere yanında âlimleri de
götürüp ele geçirdiği İslam beldelerinin bilginleri ile münazara ettirir, âlimi galip gelen beldeyi
vergiden muaf tutardı. Hoşuna giden âlimi de Semerkant’ta, Buhara’da yaptırdığı medreselere alıp
getirirdi. Sadeddin-i Taftazanî de bu tarzda Semerkant’a getirilmişti. Sadeddin-i Taftazani bölgede
adetâ yok olmaya yüz tutan İslam medeniyetine bir ışık oldu. İlme dair önemli çalışmalar yaptı, eserler
kaleme aldı ve İslam medeniyetini yeniden canlandırdı. Birçok talebe yetiştirerek sonraki dönemlerde
tesirlerini sürdürmeyi başardı. Kendinden önce gelenlere “Mütekaddimîn”, kendinden sonra gelenlere
“Müteahhirîn” denilmiştir. İsmini doğduğu kasaba olan Taftazan’dan almıştır. Henüz on altı
yaşındayken ilk eserini kaleme almış olduğunu bilmek, onu anlamaya yardımcı olacaktır. Adudüddin
el-Îcî, Kutbüddin er-Râzî, Ziyâeddîn Abdullah ibni Sa‘dullâh el-Kazvînî gibi alimlerin talebesi oldu.
Mevlânâ Celâleddin Yûsuf el-Evbehî, Şehâbeddin Muhammed el-Câcermî, Hüsâmeddin Hasan ibni
Ali el-Ebîverdî, Burhâneddin Haydar ibni Muhammed el-Hâfî el-Herevî, Muhammed ibni Atâullâh el-
Herevî, Alâeddin Muhammed ibni Muhammed el-Buhârî, Ebü’l-Hasan Alâeddin Ali ibni Mûsâ er-
Rûmî gibi âlimlere hocalık yaptı. İslam ilimlerinde ve mantık gibi alet ilimlerinde de başarı gösterdi.
Timur tarafından Semerkant’a davet edildi. İlk daveti kabul etmedi ancak ikinci davete icabet gösterdi.
Timur Han, onu Semerkant’ta büyük bir hürmetle karşıladı. (Çiftçioğlu, 2008 ).
Timur Han, 1387 yılında Şiraz’ı ele geçirdi. Burada Seyyid Şerif Cürcani’ye büyük hürmet
gösterdi. Kapısına bir ok astırarak bu hürmetini nişane etti. Seyyid Şerif Cürcani ve onun evine sığınan
herkese eman verdi. Onu da Sadeddin-i Taftazani gibi Semerkant’a davet etti. Büyük âlim bu daveti
geri çevirmedi (Heiderzadeh, 1998).
Timur Han, Sadedin-i Taftazani ve Seyyid Şerif Cürcani’ye huzurunda ilmi münazaralar
yaptırarak İslam medeniyetinde ilim seviyesini çok ilerilere taşıdı. Timur Han bu iki âlime de büyük
hürmet gösterirdi. Ancak Seyyid Şerif Cürcani Peygamber efendimizin soyundan geldiği için onu bir
derece daha üstün tutardı (Karlığa, 1999: 33).
- 224-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Seyyid Şerif Cürcani, ilim öğrenmeye çok küçük yaşlarda doğduğu ve ismini aldığı yer olan
Cürcan’da başladı. Peygamber efendimizin hadisi olan “İlim Çin’de olsa bile olsa gidip alınız.”
sözünü tuttu ve ilim öğrenmek için seyahatlere çıktı. Tasavvuf ilmini hocası Alaüddin-i Attar’dan
öğrendi. Çetin geçen kış günlerinde dahi medresesinin kapısından ayrılmazdı. Kendisi ilim
insanlığının yanında tasavvufta ulaştığı ileri mertebeye hocası sayesinde kavuştuğunu şöyle ifade eder:
“Hocam Alâüddîn-i Attâr’ın sohbetine kavuşunca, Rabbimi tanıyabildim.” Ölümünden sonra dahi
İslam’ı kucaklayan tüm coğrafyalarda eserlerine itimat edilen bir âlim oldu. Talebelerinden ilim almak
bile İslam dünyasında önemli bir mertebe haline geldi. Oğlu Nureddin Muhammed’in de hocası oldu.
Kendi ışığı ile yolunu aydınlattı. Din ve fen ilimlerinin önde gelen âlimlerinden Musa Paşa Kadızade
Rumi onun bir diğer talebesiydi. Gıyaseddîn Cemşid, Uluğ Bey, Mu’înüddîn-i Kâşî ve Alâüddîn-i Tûsî
gibi âlimler ona “Üstâd-ül-beşer vel-akl-ül-hâdî aşer” unvanını vermişlerdir. Bu söz dizisi insanların
üstadı manasına gelmektedir. Kendisine verilmiş başka bir unvan ise onun ilimdeki yüksek derecesine
ithafen “Es-Seyyid-üs-Sened”dir. Medreselerdeki icazet geleneğinde Seyyid Şerif Cürcani icazet
zincirinin en önemli halkalarından biriydi. Engin ilmi birikimiyle yüzü aşkın eseri olduğu söylenir.
Bunlardan en bilinenleri; Hâşiye-i Keşşâf, Tercümân-ül-Kur’ân, Mişkat-fll-Mesâbîh haşiyesi, Şerh-us-
Sirâciyye, Hidâye haşiyesi, Şerhu Mevâkıf, Hâşiyetün alâ şerhi Metâli’i’l-envâr, Risâletün fî’l-mantık,
Ta’rîfât’tır. “Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamağa
çok yardım eder.” sözü onun hem dini hem fenni ilimlere verdiği önemi göstermektedir.
Seyyid Şerif Cürcani ve Saadüddin-i Taftazani arasındaki ilmi tartışmalar tüm Osmanlı uleması
tarafından ilgi görmüştür. Öyle ki, Osmanlı medrese geleneği bu münazaralar sonucunda şekillenmeye
başlamıştır. Fatih Sultan Mehmet de, bu ilmi tartışmaları yakından takip etmiştir. Bu iki âlimin
görüşlerini küçümseyen şahısların muhabbetinden hoşnut olmamıştır.
Cürcani ve Taftazani, Osmanlı medreselerine evvela eserleri vasıtasıyla ulaşmıştır. Eserler
Osmanlı topraklarına getirilmiş, ulema tarafından kabul ve hürmet görünce de yaygınlık kazanmıştır.
Molla Fenari medresede hocalık yaptığı sırada Taftazani’nin eserlerini bulmakta zorluk çekmiş ve
öğrencilerine bu eserlerin örneklerini çoğaltmaları için görev vermiştir. Bu görevin uzun zaman
alacağını bildiği için de, pazartesi gününü de tatil vermiştir. Salı ve cuma günlerine pazartesi de
eklenince talebe haftada üç gün tatil yapmıştır. (Mecdî, 1269: 51; Hoca Sadeddin, 1992, V: 23)
Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar içerisinde oluşturduğu ve sürdürdüğü eğitim geleneğinde bu
âlimlerin etkisi büyüktür. Sözleri, fikirleri, yetiştirdikleri talebe ve kaleme aldıkları eserler vasıtası ile
Osmanlı eğitim hayatında bir akım meydana getirmişlerdir. Orta Asya’dan çıkıp Anadolu ve Balkan
topraklarına bir çığ gibi ulaşmışlardır. Yüzyıllar boyu bu âlimlerin eserleri Osmanlı medreselerinde
okutulmuştur. Birçok âlimin hoca silsilesinde yer almışlardır.
Seyyid Şerif Cürcani’den dersler alan talebesi Kadızade-i Rumi, diğer âlimler gibi Türkistan’a
gelerek burada oluşturulan bilim atmosferinin bir parçası olmuştur. Eğitimini Bursa Medresesi’nde
tamamlamış, Bursa kadısı Mahmud Çelebi’nin oğludur. Türkistan ve Horasan’a gelme sebebi
matematik ve astronomi bilgilerini ilerletmekti. Yine aynı amaç doğrultusunda Uluğ Bey’in yanına
Semerkant’a geldi. Çalışmalarını Semerkant Gözlemevi’nde sürdürdü. Gıyasüddin Kaşi’nin vefatından
sonra matematik medresesi de olan Semerkant Gözlemevi’nin baş müderrisi oldu. Orta Çağ’ın en
büyük bilim insanları arasındadır. Sadece kendi coğrafyasını etkilememiş, Anadolu’nun bilim, kültür
ve medeniyetine öğrencileri Ali Kuşçu ve Fethullah Şirvani sayesinde katkı sağlamıştır. Öyle büyük
bir Türk âlimi idi ki, ölümünden sonra sultanların kabristanına defnedilen ilk ve tek bilim insanı
olmuştur. Muhtasar-ı Fi’l-Hisab, Risale Fi-istihracı’l-Ceyb Derece-i Vahide: (Bir Derecenin Sinüsünü
Elde Etme Üzerine Bir Risale), Şerh el-Mülahhas Fi’l-Hey’e, Eşkâl-i Te’sis Şerhi kaleme aldığı
önemli eserlerdir (Çiftçioğlu, 2008).
Maveraünnehir bölgesinden sorumlu Timur’un torunu, Mirza Şahruh’un oğlu Uluğ Bey hem bir
bilim adamı hem de bir hükümdar olarak tarihin nadir şahsiyetlerinden biri sayılmaktadır. Bilim insanı
kimliğinden kopmadan yönetimi sağlayıp; matematik, astronomi ve diğer pozitif bilimlerde birçok
- 225-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
çalışmaya öncülük yapmıştır. Tıpkı dedesi gibi ilme büyük önem vermiştir. Semerkant’ta oluşan bilim
medeniyeti o dönemde yaşayan ünlü matematikçi Gıyasüddin Kaşi’nin babasına gönderdiği mektup
vasıtasıyla ispatlanmıştır. Mektuptan elde edilen bilgilere göre 70 civarında matematikçi Uluğ Bey’in
kurdurduğu rasathanelerde görev almaktaydı. Bu denli büyük bir topluluğu bir araya toplayarak
bilimin hizmetine sunmak her hükümdarın harcı değildi. Tarihsel empatiden uzak düşünenler için
Uluğ Bey, bugünün şartlarında bile yadsınamaz bir başarı elde etmiştir. Bu başarı elbette sönük
kalmadı. Uluğ Bey ve çağdaşı bilim insanları bir ekol meydana getirdiler. İslam medeniyetine altın
çağını yaşattılar. Yüzyıllar boyunca tüm İslam coğrafyasına etki ederek kendilerinden sonraki
nesillerin bilim, kültür ve eğitim anlayışlarının zeminini oluşturdular (Unat, 2012).
Kadızade-i Rumi ile Uluğ Bey’in talebesi olan Ali Kuşçu, yine aynı coğrafyada, Semerkant’ta
dünyaya gelmiştir. El Kaşi ve Kadızade Rumi’nin ölümleri sebebiyle Uluğ Bey’in Zic’ini tamamlama
görevi ona kaldı. Uluğ Bey Zic’in giriş bölümlerinde Ali Kuşçu’ya sevgili oğlum şeklinde hitap
etmiştir. Hayatında ona hitap ettiği gibi hassasiyetle yakın davranmış, korumuş ve kollamıştır. Ancak
Uluğ Bey öldükten sonra Ali Kuşçu zor zamanlardan geçmiştir. Bu zor günler Fatih Sultan Mehmet’in
büyük hediyeler ile Ali Kuşçu’yu kendi ülkesine davet etmesine kadar sürmüştür. Ali Kuşçu,
içerisinde bulunduğu zor durumdan Osmanlı Devleti topraklarına giderek çıkmıştır. Ayasofya
Medresesi’nde hocalık görevi üstlenerek o güne değin edindiği birikimi öğrencilerine aktararak, Orta
Asya’dan Balkanlara bir bilim köprüsü vazifesi görmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nda bilim ve
astronomi alanında ilk çalışmaları yürütmüştür. Birçok eser kaleme almış, eserleri sayesinde Osmanlı
Devleti’nde bilimin ilerlemesinde büyük rol oynamıştır (Unat, 2005).
Bursa’da meşhur Emir Sultan, İstanbul’da Emir Ahmed Buharî, Baba Haydar Semerkandî,
Murad-i Münzevî Buharî gibi birçok âlim Orta Asya’dan Anadolu’ya gelip şenlendirmiş, Balkanlara
ve daha ötelere iyiliği, güzelliği yaymak için gayret göstermişlerdir.
Sonuç olarak, Orta Asya’da yetişmiş âlimler bir yapbozun parçaları gibidirler. İçlerinden birisi
tarih sahnesinde olmasa; büyük resim, yani İslam medeniyeti, açık bir şekilde görülemeyecektir. Bu
âlimlerin her biri yetiştirdikleri talebeler vasıtasıyla zincirlerine yeni halkalar eklemiş ve günümüze
kadar gelen bir anlayışın temelini sağlamlaştırmışlardır. İslam’ın ulaştığı her bir toprak parçasında, bu
büyük ilim insanlarının izleri vardır ve olmaya devam edecektir.
- 226-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Çetinkaya, B. A. (1999), Bir Anadolu Ereni Hacı Bektaş-I Veli: Hayatı, Eserleri Ve İnsan
Anlayışı: Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 3, 345-356.
Çiftçioğlu, İ.(2008), XV. Yüzyıl Osmanlı İlim Hayatında Sâdeddin Taftâzânî ve Seyyid Şerif
Cürcânî Etkisi, 38. ICANAS, Bildiriler, Ankara.
Çoruhlu, Y.(2012), Semerkant, TDV İSAM İslam Ansiklopedisi, 36, 486.
Heiderzadeh, T. (1998), İran Âlimlerinin Osmanlı Devletine Gelişi ve Osmanlı Bilimine
Katkıları (Timur Döneminin Başından Safevi Döneminin Sonuna Kadar), Osmanlı Bilimi
Araştırmaları, 2.
Hoca Sadeddin, (1992). Tâcü’t-Tevârih, V, (haz. İ. Parmaksızoğlu), Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Karlığa, B. (1999), Osmanlı Düşüncesinin Oluşumu. H. C. Güzel (ed.) Osmanlı, VII, Ankara:
28-37
Mecdî Mehmed Efendi (1269), Terceme-i-Şakâ’ik. İstanbul
Özgüdenli, O.G., Maveraünnehir, TDV İSAM İslam Ansiklopedisi 28, 179.
Tuncay, R.(2016), Timur Rönesansı, İzmir.
Unat, Y.(2005), Timurlular Devri ve Uluğ Bey’in Bilimsel Çabaları, Bilim ve Ütopya, 131,
2005.
Unat, Y. (2012) Uluğ Bey, TDV İSAM İslam Ansiklopedisi, 42, 127-129.
İslam Tarihi Ansiklopedisi (04.10.2018)http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-
Ansiklopedisi/Detay/SEYYID-SERIF-CURCANI/628.
- 227-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Malatya’dan Ortaasya’ya gidip orada Yusuf-i Hemedanî’ye talebe ve Hoca Ahmed Yesevî’ye
arkadaş olan Abdülhalık Goncdüvanî’nin Buhara’da açık türbesi.
- 228-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 229-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 230-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 231-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
The Ottomans, who spread over three continents at one time in history, was very influential in
the fields of culture, politics and literature in many geographies. There has been a huge interest among
literary circles notably in the field of poetry in Istanbul, the administrative center, and in the Ottomans
in Egypt, with which we were under the same umbrella for some time. Many poets have made positive
or negative remarks about both pre-Republican Ottoman era and post-Republic era Turkey. In this
area, especially three poets whose ancestors are based on Turks come forward. especially Ahmet
Şevki, who was called Emiru’ş Şuara/ Prince of Poets by all Arab authorities, Mahmud Sami al-Barudi
and Hafız Ibrahim wrote valuable poems. In general, the subjects discussed were the governance of
the caliph and the rulers. Some of the poets following current events sometimes praised and sometimes
criticized Abdülhamid or Atatürk. Intellectuals who saw the brutality of the West on those days of
Egypt understand the value of Turkey more. Moreover, Turkey’s natural beauties, primarily İstanbul,
have been the subject of poetry. They have written the beauty of the Bosphorous and the magnificence
of the Göksu River flowing here. Some of the poets who talked about some daily issues except from
politics and nature, also made criticism about the subjects like the price of Galata Bridge, the
unfortunate situation of the bridge and waif animals wandering in İstanbul. In addition to these three
poets, Ahmed Muharrem whose origins were based on Turks and Veliyuddin Yeken, who spent his
exile years in Sivas, wrote valuable poems. Veliyuddin Yeken, who staked against the British
occupation, wrote expats and sıla poems in Sivas, where he exiled, like the Turkish poets who were
exiled to Malta and Crete.
INTRODUCTION
The Ottomans, who spread over three continents at one time in history, was very influential in
the fields of culture, politics and literature in many geographies. There has been a huge interest among
literary circles notably in the field of poetry in Istanbul, the administrative center, and in the Ottomans
in Egypt, with which we were under the same umbrella for some time. Many poets have made positive
or negative remarks about both pre-Republican Ottoman era and post-Republic era Turkey.
In this regard, Ahmet Shewki, who has been named the best poet by literary authorities of all
Arab countries and nicknamed “Prince of Poets, rises to prominence. He expressed natural beauties of
Turkey, especially those in Istanbul, in his poetry. He wrote about the beauty of the Bosporus and the
splendor of the river Goksu, which flows into it. Also touching on some current issues apart from
politics and nature, Shewki sometimes directed criticism at the fees levied for crossing the
GalataBridge and its deplorable condition and sometimes stray animals strolling in the streets of
Istanbul.
Ahmed Shewki is not alone in writing poems about Turkey and Turks. Some poets of the period
wrote some poems in the same vein, though not as many as Shewki. We have identified the following
among them: Mahmûd Sâmî el-Bârûdî, Hâfız İbrâhîm, İsmâ’ilSabrî(1854-1923), Ahmed
Muharrem(1877-1945), Ahmed el-Kâşif, Ahmed Nesîm(1878-1938), Muhammed Tevfîk el-Bekrî,
* Prof. Dr., Selçuk University, Faculty of Letters, Department of Arabic Language and Literature, ahmetkazim@selcuk.edu.tr
- 232-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
The poet describes in these odes the incidents in the wars in which he himself participated and
reflects the conditions the soldiers were in. The most prominent quality of his which distinguished him
from his contemporaries was that he did not imitate old poets closely; instead, he made mention of
himself in the wars and journeys in which he participated.
Hâfızİbrâhim (1871-1932) wrote more poems about Turkey and Turks compared with el-
Bârûdî. The fact that he was of Turkish descent like Shewkî led him to take an interest in Turkey.
Turkey and Turks are his major themes in his divan titled ‘Tehnietu’s-Sultan ‘Abdülhamîdbi ‘îd
Culûsih (Celebration of Sultan Abdülhamîd’s Enthronment)’, ‘Risâ’ Fethî and Sâdık (Eulogy for Fethi
and Sadık), ‘İstikbâlu’t-Tayyâri’l-’OsmânîFethîBek (Meeting Ottoman Pilot Fethi)’ ‘el-İnkılâbu’l-
’Osmânî (The Ottoman Revolution)’, ‘‘İdu’d-Dustûri’l-‘Osmânî (Festival of The Constitutional Era)’,
‘Tahiyyeten li’Ustûli’l-’Osmânî (Salute to the Ottoman Navy)’, ‘HarbTrablus (The Tripolis War)’,
‘Ayasofya’ (The Hagia Sophia), ‘el-İhfakBa’de’l-Kedd (Failure after a lot of Pains) ‘İd Te’sisi’d
Devleti’l-’Aliyye (Festival of the Establishment of the Ottoman State)’.
As we stated before, İsmâ’il Sabrî, who is regarded as one of the milestone figures in the
transformation of the Arab poetry, was not indifferent to the Tripoli War, which was fought right
beside them. In his poem titled ‘The Tripoli War’, he expresses the extent of the regret he feels about
the defeat of the Ottomans despite their heroic feats during the war (ez-Zeyn, 1938, p. 183-185). In
addition, like Hâfız and Shewkî, he wrote a dramatic account of the crash of a airplane flown by two
Turkish pilots, namely Fethi and Nuri who were on a test flight in his ode titled ‘Fakîdu’t-Tayyârân(el-
Kassas et. al., trs, p.150).
Ahmed Muharrem begins his divan with a eulogy he wrote for Abdülhamîd. He states, in his
poems about Turkey and Turks, that there are no nations similar to Turks and Arabs in the world and
expresses his wish that the crescent always fly in the heavens and the Ottoman administration should
never wane and perish. In his ode about the Tripoli War, he describes the war and heroism of those
fighting in the war like all the poets of the period. According to him, Turks are a nation that best
protects Islam from threats and therefore Turks deserve caliphate more than Arabs. However, his
poems lack originality as he strictly adheres to the principles of eulogistic movement revived by
Bârûdî.
Another poet of the period, Ahmed el-Kâshif was initially exiled from Cairo to his village on
grounds of attempting to establish an Arabic Caliphate, but he was granted forgiveness when a poem
of his in which he professed his adherence to the existing administration was published in the daily el-
Ahrâm and allowed to return to Cairo. Ahmed el-Kâshif quit politics on his return to Cairo and
dedicated himself to literature, above all to poetry. He dealt with the theme of liberation of the country
in his poems which he wrote with a pessimistic point of view as a natural consequence of the
conditions they were in. However, reflections of the poet’s former political stance could unavoidably
be seen in these poems, where he resembled a party leader.
- 233-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
In a poem which he wrote in 1903 on the anniversary of Abdulhamid’s accession to the throne,
he dealt with the demand that the Ottoman State back down with regard to Egypt and the conflict that
arose between Abdulhamid and Khedive Abbas concerning the island of Thasos. In the poem, he
likened the Turks to a bow and the Egyptians to the arrow and the catgut of this bow. Further, he
likened the Turks to a lion and the Egyptians to the lion’s paw and nails, thereby implying that Turkey
and Egypt are an intertwined whole that is impossible to separate from one another(el-Kassas et. al.,
trs, p.150).
On the other hand, in expressing his feelings about the suppression of the “Urabi Uprising” by
the British, he demanded that Egypt and other nations should unite under the banner of Islam and
caliphate(el-Kassas et. al., trs, p.150).In his ode where he dealt with the declaration of Constitutional
Period, he lashed at the rebellion launched by the people of Hejaz and Yemen demanding that
caliphate to the Arabs. According to him, Muslims are equal within the framework of Islamic laws.
Caliphate does not belong to any single nation. Turks has this right deservedly as they are the nation
that best protects caliphate (Huseyn, 1980, I/35-36).
In his ode about the Tripoli War of 1911, he stated that all the Egyptians in general and Khedive
Abbas in particular should continue their adherence to the Ottoman State, and hence to the caliphate
center (el- Kâşif,1914, II/22). He vehemently opposed the allegations with regard to a possible alliance
with Turkey which claimed that this would mean moving from one colonist to another and that even if
the British were expelled, Germans, Turkey’s ally, could not be persuaded from invading Egypt(el-
Kâşif,1914, II/40).
Another poet who wrote poems about Turkey and Turks is Ahmed Nesîm. He wrote poems
mostly on Abdulhamid. When we look at his divan, we see that in his ode to the Caliph on the
occasion of Eid al Fitr titled ‘Emîru’l-Mü’minîn Bi ’îdi’l-Fıtr (The Emir of Muslims on the Occasion
of Eid el Fitr), he likened the war the Turkish army waged under his command to the Uhud War
fought by the Muslim Army under the command of Prophet Muhammad. Other poems of his about
Turkey involve odes titled ‘Talebu’d-Dustûr’, ‘İlâEmîri’l-Mu’minîn’ and ‘Tehni’etu’l-Emîr’(Ahmed
Nesîm, [w.date], I/16-18).
MuhammedTevfîk el-Bekrî (born 1870), a poet from a generation that preceded Shewki’s, used
laudatory remarks about Abdulhamid in a long ode titled ‘Emîru’l-Mu’minîn’ which he wrote after the
war with Greece. He wrote, ‘if it had not been for you, the country could have been shared like game
meat at the hands of the enemy of the nation’(Muhammed Sabrî, 1961, I/196-97).
Yet another poet who wrote poems about Turkey and Turks is Muhammad ‘Abdu’l-Muttalib
(died 1931). He was nicknamed ‘şâ’iru’l-bedv (poet of the desert)’ as he imitated the style ofbeduin
poets. He wrote odes whose titles could be translated as ‘Turkish Italian War on the Tripoli Front’, ‘(in
1908) Congratulating Abdulhamid on the Occasion of his Adoption of the Constitution’, “Eulogy for
the two Pilots’, and ‘The Turkish-Greek War’(Muhammed ‘Abdu’l-Muttalib, [w.date], p. 25,
285;(Muhammed Sabrî, 1961, I/159-174).
Abdu’l-Halîm el-Mısrî (born 1887), who enriched his poetic world by reading el-Bârûdî’s
poem, wrote poems on heroism of Turks in wars, Abdulhamid’s “consistent” understanding of
administration and the siege of Yıldiz (Muhammed Sabrî, 1961, I/228-29). He expressed his praise for
Abdulhamid like many other poets in two of his poems titled ‘MahmûdŞevketBâşâ’ and
‘Dethronement of Abdulhamîd’’.
- 234-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
In his ode titled ‘Emîru’l-Mu’minîn’, which he wrote on the occasion of Abdulhamid’s adoption
of the Constitution, ‘Alî el-Gayâtî described Turks as the protectors of Islam in the person of
Abdulhamid and argues that no nation would face abasement under the tutelage of Turks (Alî el-
Gayâtî, 1910, p.55).
Known predominantly as a man of letters and seen by el-Menfalûti as a hope of light for the
stagnant Arab poetry,Mustafâ Sâdıker-Râfi’î, too, used the ode, which is the oldest form of the Arab
poetry, frequently like the poets of the period and wrote three laudatory poems about Abdulhamid
(Brockelmann, 1942, III/71; er-Râfi’î, 1331-32, I/32-36, I/46, II/69-71).
‘Aişe et-Teymûriyye (1840-1902), daughter of İsmâ’il Paşa Teymûr, who was a member of the
Egyptian Khedive dynasty of Turkish descent, was well-versed in Turkish as well as in Arabic and
Persian. She had an Arabic divan titled Hilyetu’t-Tırâz and a Turkish divan titled Şukûfe (Zeydân, trs,
IV/224). We did not encounter a poem of hers entirely dedicated to Turkey in her Arabic divan.
However, she dwelt on matters concerning Turkey in some lines. Although the poet, who had an ode
about the enthronement of Sultan Abdulhamid in her Turkish divan, was born and raised in Egypt and
wrote many of his poems in Arabic, he was a Turk in terms of his thinking, feeling and expression. It
is argued that influence of Turkish poetry is clearly visible in his Arabic poems (Saraç, 1995, p.134-
35).
While all the poets we have dealt with so far wrote laudatory poems about Abdulhamid,
Veliyyu’d-DînYeken, unlike them, wrote anti-Abdulhamid poems. Veliyyu’d-DînYeken (1873-1921),
who is understood to be of Turkish descent thanks to his name, was born in Istanbul but spent his
childhood and youth in Egypt.He was involved in the political conflicts of Egypt and participated in
the struggle for independence with his pen. He was banished from Istanbul to Sivas between 1902 and
1909 due to his anti-Abdulhamîd poems.During this period of exile, Yeken wrote a eulogy praising
Edhem Pasha to convince him to make efforts in the presence of Abdulhamid to ensure his own
release. In addition, although he wrote a short eulogic poem of six lines concerning the caliphate of
Abdulhamid, he was released on when Abdulhamid was dethroned (Muhammed Sabrî, 1961, I/232-
40; Mendûr, 1955, p.5).
After Abdulhâmid’s death, like many other people, he, too, grieved over his death and
reminisced his period with gratitude owing to the unfavorable conditions the country were in (Yeken,
1978, p. 130-31). He wrote numerous poems on themes such as members of the Union and Progress
movement, his days in exile in Sivas, the opening of the Ottoman Parliament, his departure by ship
from İstanbul bound for Cairo in 1902, a winter night at the Bosporus, the Ciragan Palace, which
served as a prison for Sultan Murad V and workers in the Ottoman State. In his poems on İstanbul, he
mentioned parts of the city where poverty prevailed, unlike Shewki, who mostly described natural
beauties of the city. Love for the homeland is more prominent in him compared with Shewki. He is
more in love with İstanbul. Avoiding use of bombastic language despite his mastery of the literary
language, Yeken did not stick to classical examples as much as Shewki. There were many poets within
- 235-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
the generation following that of Ahmed Shewki’s, notably Huseyin Mucîb el-Mısrî, who wrote poems
about Turkey and Turks.
CONCLUSION
It was the subject of poets of the end of the Ottoman Empire and its capital, İstanbul, in the
modern period of Egypt, where we shared the same fate that we were under the same roof for a period
of time. Some of the poets, who were pro-Ottoman in general, followed an anti-Ottoman attitude. The
interest of the poets was mostly Ottoman sultans and administration procedures. Apart from that,
poems have been told about Istanbul’s social and structure.
REFERENCES
Abdu’l-Muttalib Muhammed (w.date). Divân ‘Abdu’l-Muttalib. ed. by. el-Herevî, Muhammed-
el-Ebyârî, İbrahîm and Selebî, Abdu’l-Hâfız). Cairo: Matbaatu’l-İ’timâd.
Brockelmann, C. (1942). GAL, III. Leiden.
el-Bârûdî, Mahmûd Sâmî (1953). Divânu’l-Bârûdî, I-II, ed. by. ‘Alî el-Cârim, Muhammed
Şefik Ma’rûf. Cairo: el-Matba’atu’l-Emîriyye.
el-Fâhûrî, Hannâ (1986). el-Câmi’ Fî Târîhi’l-Edebi’l-’Arabî, II. Beyrut: Daru’l-Cîl.
el-Gayâtî, Alî (1910). Vataniyyetî.. Cairo: Cerîdetu’l- ‘İlm.
el-Kassâs Muhammed and others (trs). Divân İsmâ’il Sabrî,
el-Kâşif Ahmed (1914). Divân Ahmed el-Kâşif, II. Kahire: Matbaatu’t-Terakkî.
el-Makdisî, Enîs (1960). el-İtticâhâtu’l-Edebiyye. Beyrut.
er-Râfi’î, Mustafâ Sâdık (1331-32). Divân MustafâSâdık er-Râfi’î. Cairo: el-Matbaatu’l-
‘Umûmiyye.
et-Teymûriyye, A’işe (1952). Divân Aişe et-Teymûriyye. ed. by en-Nâbiga el-Anistemî. Cairo:
Matba’at Dâri’l-Kutubi’l- ‘Arabî.
ez-Zeyn Ahmed (1938). Divân İsmâ’îl Sabrî Bâşâ. Kahire: Matbaat Lecneti’t-Te’lif ve’t-
Terceme ve’n-Neşr.
Huseyn M. Muhammed (1980). el-İtticâhâtu’l-Vataniyye Fi’l-Edebi’l-Mu’âsır.Kahire:
Mektebetu’l-Adâb
Mendûr, Muhammed- Yeken, Veliyu’d-Dîn (1955). Kahire: Ma’hadu’d-Dirâsâti’l-
’Arabiyyeti’l-’Aliyye.
Nesîm Ahmed (w.date). Divân Ahmed Nesîm. Cairo: Cairo University Library.
Sabrî Muhammed (1910). Şu’arâ’u’l- ‘Asr, I. Kahire: Matba’atu’l-Umme.
Saraç, M. A. Yekta (1995). Türk Edebiyatının Mısır’da Unuttuğu Bir Şâir: Aişe İsmet Teymûr.
İlmi Araştırmalar. nr. 1. İstanbul: İlim Yayma Cemiyeti.
Yeken, Veliyyu’d-Dîn (1978). et-Tecârîb. Beyrut: Beytu’l-Hikme.
Zeydân, Corcî (trs). TârîhAdâbi’l-Lugati’l- ‘Arabiyye, IV. Kahire: Dâru’l-Hilâl.
- 236-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gülnar KARA*
ÖZET
Kazak Türklerinin ilk bilim adamlarından Çokan Valihanov (1835-1865) kısa süren hayatına
Türkistan ve İpek Yolu şehirleri araştırmaları konusunda önemli çalışmalar sığdırmıştır. Çarlık
Rusya’sı adına 1855 yılında Tarbagatay ve Yedisu bölgesine, 1856-1857 yıllarında Kırgızistan’a,
1858-1859 yıllarında o dönem Avrupalıların giremediği Kaşgar’a yaptığı seyahatleri neticesinde
Türkistan’ın tarihi, kültürü ve etnografisi ile ilgili muazzam materyaller toplamıştır. Onun “Kırgızlar
hakkında Notlar”, “Issıkgöl Seyahati Günlüğü”, “Çin İmparatorluğu’nun Batı Bölgeleri ve Kulca
şehri”, “Altışehir veya Çin’in Nan-lu Eyâletine (Küçük Buhara) Bağlı Altı Şehrin Vaziyeti Hakkında”
vs. çalışmaları, seyahatleri esnasında çizdiği haritalar ve yaptığı resimler, topladığı bilgiler paha
biçilmez niteliktedir. Araştırmaları genelde İpek Yolu üzerindeki kadim şehirler ve halklarla ilgili
olmasından dolayı ayrı bir önem arz etmektedir. Valihanov, seyahat ettiği bölgeleri iyi analiz etmiş,
gözlemlerini diğer kaynaklarla karşılaştırarak ortaya koymuştur. Çalışmamızda Çokan Valihanov’un
seyahat raporlarında kaydettiği Türk kültür mirasları değerlendirilmiş ve Türkiye’de yeteri kadar
bilinmediği tespit edilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu eksikliği gidermek ve Türkistan’daki tarihi
eserlerin tarihsel önemine dikkat çekmektir.
Anahtar kelimeler: Valihanov, Türkistan, Issıkgöl, Kaşgar, Kulca.
ABSTRACT
The first scientist of Kazakh Turks, Çokan Valihanov (1835-1865), has completed his short life
with important studies on the Turkestan and Silk Road cities. He collected enormous material on
Turkestan's history, culture and ethnography as a result of his travels to Tarbagatay and Yedisu region
in 1855, to Kyrgyzstan between 1856-1857 and to Kashgar which was not allowed by Europeans in
1858-1859. The maps he draws and the pictures he makes, the ethnografic information he collects
during his travels and his works such as “Notes about the Kyrgyz”, “The Voyage to Issyk-Kul”,
“Western Regions of the Chinese Empire and Kulca City”, “About of Altyshar or Six Cities of China's
Nan-lu Province” are very important for researchers of Turkestan history. Valihanov has analyzed the
regions he has traveled well and tried to reveal his observations by comparing them with other
sources. In this study, the cultural heritage of Çokan Valihanov recorded in travel reports was
evaluated.
Keyword: Valikhanov, Turkestan, Issyk-Kul, Kashgar, Kulca.
GİRİŞ
18. yüzyılın ortasından itibaren Kazak topraklarının Rusya İmparatorluğu’na dahil olmasıyla bu
coğrafyada önemli değişimler meydana gelmiştir. Çarlık hükümetin 1822-1824 yıllarında yayınladığı
bir takım kararnameler doğrultusunda Kazak Cüzlerinde1 Rusya’nın etkisi daha da güçlenmeye
başlamıştır. Çokan Valihanov, Orta Cüz Hanı Abılay’ın neslinden olup, dedesi Vali Han Orta Cüz’ün
son hanıydı. Çokan’ın babası Şıngıs (Cengiz) da Rus eğitim kurumlarında eğitim almış, Rusya
* Dr. Öğretim Üyesi., Bitlis Eren Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, gulnarkara06@gmail.com
1 Kazak boylarının içtimaî-siyasî örgütlenmeleri üç Ordadan (Büyük, Orta, Küçük) müteşekkildi ve bunlar “Cüz” diye adlandırılırdı.
- 237-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
hükümetine sadık hizmet eden Sultanlardan biriydi1. Çokan’ın (asıl ismi Muhammed Hanafiya)
çocukluğu da babasının idare ettiği Kuşmurun’da geçmiştir. Burada Kazak okulunda eğitim almış,
Arap ve Uygur yazısını öğrenmiştir. Oğlunun Rusça eğitim almasını isteyen babası onu 1847 yılında
11 yaşında Omsk şehrindeki Askeri Okul’a (Kadetskiy Korpus) kaydettirmiştir. Okula başladığında
Rusça bilmeyen Çokan, kısa sürede bu zorluğu aşarak zekâsı ve çalışkanlığıyla hocalarının sevgisini
kazanmıştır. Okulda askeri disiplinlerin yanı sıra Rus tarihi, matematik, kimya, fizik, coğrafya, Batı ve
Doğu dilleri öğretilmiştir. Çocuk Çokan tatile köyüne döndüğü zamanlarda gördüğü manzaraları kara
kalemle resmeder, duyduğu efsaneler ve destanları, Kazak halkının gelenek göreneklerini yazıya
dökmeyle meşgul olurdu. Hatta daha sonra ünlü Rus araştırmacılarından biri olan okul arkadaşı G. N.
Potanin’in de Kazak etnografisine ilgisini uyandırmıştı. Hocalarının gelecekte yetenekli bir bilim
adamı olarak gördüğü Çokan Valihanov, 1853 yılında okuldan mezun olduğunda 18 yaşındaydı.
Sibirya Kozak Ordusu’nun 6. süvari birliğine subay olarak tayini çıkmasına rağmen, Batı Sibirya
Askeri Valisi General Gasfort’un yanında çalışmaya başlamış ve bir yıl sonra onun yaveri olarak
görevlendirilmiştir. Çokan’ın bilimsel araştırmalarının en yoğun olduğu dönem bu sırada başlamıştır.
1854 yılında General Gasfort’un Yedisu, Tarbagatay ve Kazakistan’ın bazı bölgelerine seyahatine
eşlik eden Çokan, Kazak halkının yaşam tarzı, tarihi, gelenekleri, dini inançları, sözlü edebiyatı
konusunda materyaller toplamıştır. Onun çalışmasından memnun kalan General Gasfort seyahat
dönüşünde Çokan’ın ödüllendirilmesini istemiş, onun hakkında övgüler düzmüştür (Valihanov, 1958:
32). 1856 yılında Homentovskiy’nin başkanlığındaki askerî-bilimsel heyetin çalışmalarına katılmıştır.
Bu seyahatin amacı, Issıkgöl civarında yaşayan Kırgızlar hakkında materyaller toplamaktı. Bu seyahat
esnasında Rus coğrafyacı P. P. Semenov Tyan-Şanskiy ile birlikte çalışmış, iki ay boyunca Kırgız
sözlü edebiyatı ve gelenekleri hakkında materyaller toplamış, Yedisu ve Tanrı Dağlarında keşfettiği
kültürel eserleri incelemiştir. Özellikle Issıkgöl kıyısındaki eski şehrin kalıntıları, sulama kanalları
izleri, taş balballar Çokan’ın çok ilgisini çekmiştir. Kırgız avullarını (köylerini) dolaşarak Bugu,
Sarıbağış, Soltu kabilelerinin yaşam tarzları, destanları ve şecerelerini toplamıştır. Çokan, 1856 yılının
yazında resmi seferle Kulca şehrini ziyaret etmiştir. Yol boyunca Batı Çin’in sınır bölgelerindeki
kasabalar ve köyler hakkında gördüklerini günlüğünde kaydetmiştir. Üç ay boyunca Kulca’da Çin ve
Rusya arasındaki ticaret anlaşmalarını düzenlemeye katılmıştır. 1857 yılında tekrar Aladağ
Kırgızlarını ziyaret ederek, Rus hükümetinin Kırgızların Bugu kabilesi ile görüşmelerine katılmıştır.
Bu seyahat hakkında General Gasfort kendi raporunda şöyle bildirmektedir: “…Teğmen Sultan
Valihanov, Batı Çin’deki durumu, Kaşgar isyanı ve Çin hükümetinin bu isyanı bastırma girişimlerini,
Kulca ve Aksu civarında yaşayan halkların, özellikle Çin’deki Kırgızlar ve Sartların ruh hallerini
öğrenmek için Kırgız avullarına gönderilmiştir” (TsGVİA, f. VUA, d. 35-695, l. 114). Bu seyahatinde
Çokan Valihanov, Kırgızların ünlü destanı “Manas” hakkında bilimsel tespitler yapmış, onun bazı
kısımlarını Rusçaya çevirmiştir. 1856-1857 yıllarında yaptığı seyahat raporları daha sonra “Issıkgöl’e
Seyahat”, “Çin İmparatorluğu’nun Batı eyaleti ve Kulca Şehri”, “Kırgızlar hakkında Notlar” adıyla
yayınlanan çalışmalarını oluşturmuştur. 1857 yılında Semenov Tyan-Şanskiy’nin teklifi ile Rusya
Coğrafya Kurumu’nun üyesi olarak kabul edilmiştir. Çokan’ın en önemli seyahati, 1858-1859
yıllarında Kaşgar’a yaptığı seyahat olmuştur. O dönem Doğu Türkistan’a Avrupalı araştırmacılarının
girmesi mümkün değildi, çünkü burada tüm Avrupalılar casus olarak görülmekteydi. Çokan’dan bir yıl
önce Kaşgar’a giden ünlü Alman araştırmacı Adolf Schagintweit, Kaşgar hükümdarı Valihan Töre
tarafından idam edilmişti. Dolayısıyla Kaşgar’a girmek Avrupalı araştırmacılar için çok tehlikeliydi.
Çokan’ın Kaşgar’a seyahat etmesi fikri Semenov Tyan-Şanskiy’den gelmiştir. O, General Gasfort’u
Çokan Valihanov’un bu görev için en uygun kişi olduğuna ikna ederek, Rus hükümeti ve bilim
camiasının bu seyahate destek vermesini sağlamıştır. Rusya Dış İşleri Bakanlığı Asya Departmanı’nın
Başkanı ünlü şarkiyatçı Ye. P. Kovalevskiy de bu seyahatin ilmî ve siyasî önemi konusunda dönemin
1 Sultan, Cengiz Han soyundan gelenlere verilen bir unvandır. Şıngıs Valiyev, 1827 yılında girdiği Sibirya Askeri Okulu’ndan mezun
olduktan sonra Rus hükümeti tarafından kurulan Amankaragay vilâyetinin (sonraki ismi Kuşmurun) Ağa Sultanı olarak görev yapmıştır.
- 238-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Dış İşleri Bakanı Gorçakov’a rapor sunarak Çokan Valihanov’un Kaşgar seyahati için Rusya
hükümetinden onay ve destek verilmesini sağlamıştır. 10 ay 14 gün süren bu tehlikeli seyahatini
başarılı bir şekilde tamamlayan Çokan, 12 Nisan 1859 yılında birçok elyazması, sikkeler, çeşitli
botanik ve etnografi materyalleri, haritalar ve resimler ile dönmüş ve bu seyahatini “ Altışar veya
Çin’in Nan-lu Eyaletindeki (Küçük Buhara) Altı Şehrin Durumu” adıyla rapor etmiştir. Bu seyahati
için Çokan Valihanov nişan ile ödüllendirilmiş, ona Yüzbaşı rütbesi verilmiştir. Ayrıca Rusya Dış
İşleri Bakanı Gorçakov’un aracılığıyla Dış İşleri Bakanlığı Asya Departmanı’na hizmete alınmıştır.
Petersburg’ta iken, Rusya Coğrafya Kurumu toplantısında seyahati ile ilgili rapor sunmuş, Kurum’un
dergisinde Türkistan ve Batı Çin’in tarihi ve etnografisi hakkında çalışmalarını yayınlamıştır.
Maalesef zorlu seyahati esnasında sağlığı iyice bozulan Çokan Valihanov, raporlarını düzenlemekte
olduğu Petersburg’u 1861 yılında terk ederek ülkesine geri dönmüştür. Bu sırada da Rus bilim
adamları ile yazışmalarına devam etmiştir. 1864 yılında tercüman olarak General Çernyayev’in
Hokand’a seferine katılmıştır. 1865 yılının Nisan ayında ağır hastalıktan kurtulamayarak 30 yaşında
hayata gözlerini yummuştur. 1904 yılında N. İ. Veselovskiy’nin editörlüğünde Çokan’ın çalışmaları,
Rusya Coğrafya Kurumu’nun dergisinde yayınlanmıştır. Ç. Valihanov’un çalışmaları, 1961-1972
yılları arasında Kazakistan’da beş cilt şeklinde neşredilmiştir.
- 239-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Çokan, Issıkgöl ve Tanrı Dağlarında yaptığı seyahatinde kendisinin bozkır insanının “İlyada”sı
dediği (Koç, 2010: 372) “Manas” destanının bir parçası olan “Köketay Han’ın Aşı”nı ilk defa yazıya
geçirmiş, bir kısmını da Rusçaya tercüme etmiştir. Araştırmacı, Kırgız dilinin Doğu Türkistan’da
konuşulan dile yakın bir şive olduğunu ve Arapça ve Farsça kelimelerin neredeyse hiç olmadığını,
tersine Moğolca ve eski Türkçe kelimelerin bolca bulunduğunda dikkat çekmiştir (Valihanov, 1984:
115). Araştırmacı, bunların dışında Edige, Ekgökçe, Orak, Mamay, Şora gibi Nogay Ordası döneminin
ünlü kahramanları hakkında destanların değerli yönlerini ortaya koymuştur (Derviş, 2016: 130).
Bununla birlikte hocası N. F. Kostyletskiy’nin aracılığıyla tanıştığı ünlü bilim adamı İ. N. Berezin ile
mektuplaşarak onun Altın Orda Hanlarının yarlıklarının tercümesinde zorlandığı kısımlarına yardımcı
olmuştur (Valihanov, 1984: 163-173). Çokan, Kaşgar’a seyahati sırasında “Tezkere-i Sultan Satuk
Buğra Han”, “Tezkere-i Tuğluk Temur Han”, “Rişahat”, “Ebu Müslim Mevrezi” gibi yazma eserleri
toplayarak bu değerli kaynakların araştırılmasına öncülük etmiştir.
Çokan, Kazak-Kırgız topraklarına yaptığı seyahatlerinde çok sayıda tarihi eserleri incelemiş,
özellikle eski kurganlar ve kaleler, türbeler ve mezar taşları hakkında önemli bilgiler vermiştir.
Raporlarında Türkistan’daki türbeler ve mezar taşlarının çok çeşitliliğinden bahsetmekle beraber,
bazılarının resimlerini de eklemiştir. Onun notlarından türbeler ve mezar taşlarının bazılarının taş
yığınları şeklinde, bazılarının ise grimsi-pembe renkteki kumtaşlarından yapıldığını anlamak
mümkündür. Türbeler ve mezarlar genelde nehir kıyıları ve kervan yolu kenarlarına yapılmaktaydı.
Bunun sebebi buralardan geçen yolcuların ölülere dua etmesini sağlamaktı. Bunların dışında İli Nehri
Vadisinde çok sayıda harap halde kurganların varlığını bildirmiştir: “Onlardan birisi Talgar Irmağı
yakınında bulunan Kurgan-töbe’dir1. Yapının etrafı derin hendeklerle çevrelenmiştir. Yüksekliği 15
sajen2, alanı yaklaşık bir km’dir. Kurgan-töbe’nin tepesinde kale kalıntıları bulunmaktadır ve yerli
Kazaklar kalıntıların Toktamış döneminde ait olduğunu söylemektedirler” (Valihanov, 1984: 180).
Çokan, Büyük Cüz topraklarında karşılaştığı en büyük türbenin Talgar Irmağı kıyısında, Kaşgar yolu
üzerindeki Kulan Han’ın3 Türbesi olduğunu yazmıştır. Araştırmacının tasvirine göre (1984: 191),
türbenin köşelerinde kuleler, sade süslenmiş bir kapısı bulunmaktadır ve oldukça büyük bir yapıdır.
Kazak mezar taşlarının kil kerpiçten yapılmış ince ve sağlam olduğunu kaydeden Çokan, Sultan
Süyek’in (Abılay Han’ın oğlu) Türbesi’nin yanında kerpiçlerin hazırlandığı fırın kalıntılarına
rastladığını bildirmiştir. Bu fırın, Taşkentli ustalara aitti ve Rus fırınlarından hiç eksik tarafı yoktu.
Süyek Sultan’ın Türbesi 1853 yılında yapım aşamasında yıkılmıştır ve kalıntıları Karatal Irmağı’nın
10 verst kuzeyinde bulunmaktadır” (Valihanov, 1984: 192). Çokan, Küçük Cüz’ün Hanı Ebülhayır’ın
türbesini kendi gözüyle görmediyse de, Rus araştırmacı Ryçkov’un tasvirleriyle4 (1771) karşılaştırarak
1 Kurgan-töbe, Talgar şehir kalıntılarının bir parçasıdır. Günümüzde bu kalıntılar kaybolmuştur (Valihanov, 1984: 378, not. 10).
2 Eski Rus ölçü birimidir, 1 sajen, 2,13 metredir.
3 Kazak Hanı Abılay’ın torunudur. 1831 yılında vefat etmiştir, Kazakların Alban ve Suvan boylarının lideridir
(Valihanov, 1984: 380, not. 2.)
4 Ryçkov’un bildirdiğine göre (1771: 43-45), Barak Sultan tarafından öldürülen Küçük Cüz Hanı Ebülhayır Han’ın mezarı maktul olduğu
Ölkeyek Irmağı’nın 2 vesrt uzaklığındadır. Han’ın türbesi dikdörtgen şeklinde çiğ tuğladan yapılmış olup, beyaz kille sıvanmış kubbeli bir
- 240-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
buna benzer yapıların Büyük Cüz’deki Ataç Batır Türbesi ve Baygazı Türbesi olabileceğini
bildirmiştir. Bu iki türbenin içine ucuna at kılları takılmış mızraklar koyulmuştur (Valihanov, 1984:
192). Diğer ünlü mezarlardan birisi Çokan’ın Mangıt Ordası’nın kurucularından dediği (1984: 193)
Edige’nin Uludağ’ın zirvesindeki mezarıdır. Onun mezarı taş yığıntılarından ibarettir. Muhtemelen ilk
başta belli bir şekli vardı, ancak zamanla yıkılmıştır. Dağ zirvesi bu mezardan dolayı Edige’nin adını
taşımaktadır. Çokan, Uludağ civarında Kara-kengir Irmağı’nın kıyısında çok sayıda türbelerin
bulunduğunu bildirmiş ve isimleri vermiştir. Özellikle hayret verici büyüklükteki Kamur Han 1, Alaşa
Han, Dombaul Evliya, Bulgan Ana vs. türbelerin2 hepsinin kerpiçten yapıldıklarını ve dışlarının renkli
tuğlalarla dekore edildiğini kaydetmiştir (1984: 195). Çokan’ın resmettiği türbeler ve mezarların
arasında Sarısu Irmağı ve Nura Irmakları kıyısında bulunan Juban Ana Türbesi, Aytbolat Türbesi ve
Botagay Türbesi vs. ayrıntılı detaylarıyla dikkat çekmektedir (Zolotareva, 2014: 33-36). Çokan, Kazak
mezar şekillerinden birini “piramit mezarlar” olarak adlandırmış ve bunların doğal taşlardan
yapıldığını kaydetmiştir. Ayrıca bunlardan üç tanesinin isimlerini vermiştir: Togızak Irmağı
kıyısındaki Kaşana3, Aksu ve Baskan Nehirleri arasında Karasu menzilinin yakınında bulunan
Ordabay mezarı ve Ayagöz Irmağı kıyısındaki Kozı-Körpeş Bayan Sulu’nun mezarı. Çokan, bu
mezarların yanında balbal taşların bulunduğuna da dikkat çekmiştir. Arkadaşı N. İ. Potanin’in Hokand
Hanlığına seyahati notlarına4 da atıfta bulunan Çokan, Potanin’in de Kızılray Dağı eteklerinde birkaç
balbal taş ve mezar taşları gördüğünü bildirmiştir (Valihanov, 1984:195-197).
Büyük Cüz’ün Hokand Hanlığı egemenliği altında bulunduğu dönemlere ait yapıların varlığı da
Çokan’ın seyahat notlarından görülmektedir. Bunlar Taşkent Kuşbegi’sinin Büyük Cüz ve Kırgızlara
saldırılar düzenlemek için yaptırdığı kalelerdir. Onlardan birisi 1778 yılında Taşkent Binbaşısı
tarafından Kaskelen Irmağı kıyısında yaptırılan Taşkent Kalesi’dir. Çokan’ın derlediği hikâyelere
göre, “…kale sonrasında Rüstem Sultan tarafından tamamıyla yıktırılıp, kalede bulunan askerler
öldürülmüştür. Bu kalenin kalıntıları hâlâ görülmektedir. Bu kalelerden sadece Toyşıbek Kalesi ayakta
kalabilmiş ve yenilenmiştir. Toyşıbek Kalesi’nde eskiden sürekli 50 civarında asker bulunurdu ve
bölgede asayişi sağlamanın yerine kervan yağmacılığıyla uğraşırlardı. Buradan Hokand ve Taşkent
hükümdarları Büyük Cüz Kazaklarından zekât vergisi topluyordu5. 1851 yılında Toyşıbek Kalesi de
Rusya’nın gönderdiği Karbyşev başkanlığındaki Kozak birlikleri tarafından yıkılmıştır” (Valihanov,
1984: 182-183).
Çokan, Issıkgöl’e seyahati esnasında yazdığı notlarında Kuşmurun’dan biraz ötede Manasın
Boztöbe isimli kurganın olduğundan bahsetmiş ve yerlilerin burada Cungarlarla (Kalmuk) savaştığı
dönemde Manas’ın karargâhının olduğunu söylediklerini bildirmiştir (1984: 321-322). Araştırmacının
tasvir ettiği tarihi yapılardan birisi de Santaş’tır. Notlarında bunun hakkında şöyle yazmıştır (1984:
325-326): “Santaş, “sayılan taş” anlamını vermektedir. Bu geçit, ismini bir oba şeklinde yığılmış
taşlardan almıştır. Obanın yüksekliği 3 sajen, alanı 35 sajen’dir. Rivayetlere göre, Emir Timur Çin’e
yapıdır. Rivayetlere göre, Ebülhayır Han geleneklere uygun olarak giysileri ve silahları ile birlikte defnedilmiştir. Türbenin yanında çitle
çevirmiş kurban kesim alanı bulunmaktadır.
1 Günümüzdeki kaynaklarda ismi Ayak-Hamır Türbesi olarak geçmektedir (Gerasimov, 1957: 9-13). Cezkazgan madeninin 50 km. kuzey-
batısında bulunmaktadır. Ancak kime ait olduğuna dair malumat yoktur. Türbenin 15-16 km. yakınında Temir-Kutluk ismini taşıyan diğer bir
türbenin kalıntıları bulunmaktadır.
2 Bu türbeler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gerasimov, 1957.
3 Kaşana, Kesene, Keşen şeklinde de telaffuz edilen bu yapı, günümüzde Rusya sınırları içinde kalmaktadır. Bu yapı hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz. http://e-history.kz/ru/publications/view/3243 (erişim tarihi: 06.10.2018).
4 Potanin, kendi notlarında (Puteviye Dnevniki, 2007) Temirçi Dağı’nın yakınında 3 arşin (1 arşin yaklaşık 71 sm.’dir) yüksekliğinde insan
yüzlü taş direk gördüğünü, Kızılray Dağı eteklerinde Begatibulak kaynağının kıyısında ayrıca birkaç balbal taş ve dikdörtgen mezar taşları
gördüğünü ve balbal taşlardaki insan yüzlerinin oldukça iyi bir şekilde yapıldığına dikkat çekmiştir.
5 Bugu kabilesi dışındaki diğer Kırgız boyları Rus egemenliğini tanımaktaydı, Kaşgar’ın Taşmalık şehri civarlarında yaşayan Torıaygır-
Kıpçak boyu resmi olarak Çin egemenliği altında ise de Hokand Hanlığı’na bağlıydılar ve her 100 attan 1 at zekat ödüyorlardı. Hokand
Hanı Kırgızları idare etmek için onların topraklarında Pişpek, Tokmak, Merke, Eyliya-ata, Talas, Kurtka ve Toguz-tarau, Ketmen-tepe,
Cumgal, Bostan-terek ve Taşkurgan Kalelerine sahiptiler (Valihanov, 1958: 116).
- 241-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
sefere çıktığı zaman askerlerinin her birinin birer taş alarak bir yere yığmasını söylemiştir. Seferden
dönüşünde askerlerinden bu yığıntıdan taşlarını geri almalarını ve başka bir yere bırakmalarını istemiş,
alınmayan taşlara bakarak ne kadar asker kaybettiğini öğrenmiştir. Eski obanın kalıntıları şimdi de
diğerinin yanında bulunmaktadır. Ancak tarihi kayıtlar bu rivayetin aksini göstermektedir. Timur’un
Çin’e sefere çıktığı doğru ise de, oraya varamadan Otrar şehrinde vefat etmiştir. Kırgızlar, Santaş
yığıntısının Kırgızların İşim Hanı tarafından Kalmuklara (Cungarlar) karşı zafer kazanmasından dolayı
yaptırıldığını söylüyorlardı. İşim Han gerçekten de buralarda Kalmuk Huntaycısını yenilgiye
uğratmıştır”. Kırgız mezarlarının Kazaklarınkine göre daha sade olduğunu kaydeden Çokan, burada
mezarların genelde küçük taş yığınlarından oluştuğunu ve üzerlerine direk saplandığını bildirmiştir.
Bununla birlikte Tüp Irmağı kıyısında bulunan Kaşgarlı ustaların elinden çıkan Nogay Batır’ın
mezarının1 çok görkemli olduğunu da bildirmiştir (Valihanov, 1984: 330-331). Talgar Dağlarının
zirvesinde yerlilerin Rüstem Kurganı dediği harabelerin sağlam yapılı ve derin hendeklerle çevrili
olduğundan bahseden Çokan, bu tür kurganların burada çok olduğunun da altını çizmiştir (Valihanov,
1984: 349). Yolculuğu sırasında bölgedeki Sarıbulak Irmağı yakınlarında yere yarı gömülmüş Moğol
tipli balbal taşlar gördüğünü, ancak balbalların yanında mezarların olmadığına dikkat çekmiştir.
Çokan, balbalların uzun bıyıklı ve ellerinde kâse olduğunu kaydetmiştir2 (Valihanov, 1984: 342).
Valihanov, Ayagöz’den Issıkgöl’e kadarki yolculuğunu ayrıntılı tarif etmiş, notlarını harita
çizimleri ile zenginleştirmiştir. Onun bu raporunu Isssıkgöl bölgesinin doğası ve Yedisu’da yaşayan
halklarının ilk profesyonel tarifi diyebiliriz. Bölgenin hayvan ve bitki örtüsü, coğrafî bilgileri ile
birlikte yer isimlerini tek tek sıralayan araştırmacı, bu dönemde İli Vadisi bölgesinde hâlâ yabanî
kulanların (yabani bir at türü) olduğuna dikkat çekmiştir. Hatta yerli halkın Yedisu (Cungar)
Aladağları eteklerinde kazılmış olan hendek izlerinin Canibek Han tarafından kulanları yok etmek için
kazıldığını söylediklerini kaydetmiştir. Yerli halktan derlediği hikâyelere göre, Han, Tarbagatay ve İli
arasında derin hendekler kazdırmış, oğlunun vefatına sebebiyet vermesinden dolayı hayvanları oraya
çekerek tamamıyla yok etmiştir (Valihanov, 1958: 92). Kazakistan topraklarında günümüzde bu
hayvanlar bulunmamaktadır. Çokan, Çin ve Müslüman kaynaklarında isimleri geçen Issıkgöl bölgesi
şehirlerinden bahsetmekle birlikte, burada Hıristiyanlığın geliştiğini bildirmiştir. Ancak Hıristiyanlığa
ait dinî yapıları bulamadığını, sadece Almalık şehri kalıntılarından altın eşyalar ve sikkeler bulduğunu
kaydetmiştir. Kapçagay Gölü civarında ise, kayalıklara resmedilmiş Buda resimleri ve yazıların
varlığını bildirmiş ve onları resmetmiştir (Valihanov, 1958: 93). Çokan, günümüzdeki Şengeldi
kasabası civarında eski su borularına rastlamış ve kilden yapılmış bir su borusunu kendisiyle birlikte
getirmiştir.
1 Ünlü Rus araştırmacı P. P. Semenov Tyan-Şanskiy (1946: 183), bu türbe hakkında ilginç bir bilgi vermiştir: “Kırgızların Bugu boyundan
olan Nogay Batır’ın türbesi akrabaları tarafından Kaşgarlı ustalara yaptırılmıştır ve bunun için iki jambı gümüş, iki deve, 3 at ve 300 koyun
ödeme yapmıştır”.
2 Yedisu balbal taşları için ayrıntılı bilgi için bkz. Şer, 1966.
- 242-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kaşgar’a yaptığı seyahati aslında bir casusluk görevi olmuştur. Bu dönem Kaşgar’da durum oldukça
karışıktı ve Avrupalıların bölgeye girmesi yasaktı. Dolayısıyla Doğu Türkistan’ın durumu hakkında
bilgi toplamak için dil bilgisi ve Asyalı görüntüsü ile şüphe çekmeyen Çokan en uygun adaydı. Rus
yetkilileri Kaşgar’a ticaret kervanı süsü vererek gönderdiği heyetin güzergâhını ayrıntılı şekilde
hazırlamışlardır. Hokand Hanlığı toprağından geçmek tehlikeli olduğundan heyet, Issıkgöl üzerinden
önce Kulca’ya, oradan da Kaşgar’a gitmişlerdir. Çokan, Hokand uyruklu ve Margilan tüccarının oğlu
olarak Alimbay Abdillayev adıyla heyete 28 Haziran 1858 yılında Kapal kasabası yakınındaki
Karamula isimli yerde katılmıştır. Tüccar Alimbay (Çokan), sözde kervanbaşı Musabay’ın akrabasıydı
ve Türkistanlılar gibi kafasını kazıtmış, Türkistanlı kıyafetlerini giymiştir. Dış görüntüsüyle
kervandaki diğer tüccarlardan farkı yoktu. Kervan, 43 kişiden oluşmaktaydı ve 18.300 rublelik mal
taşıyordu. Kaşgar’da bulunduğu zamanda çok dikkatli olmak zorundaydı, çünkü kervan heyetinde Rus
subayının varlığı konusunda söylentiler yayılmıştı. Tehlikelere rağmen, Çokan buradaki görevini
başarıyla tamamlamış ve bölgenin siyasî durumu hakkında önemli bilgiler toplamıştır. Çokan’ın
Kaşgar seyahati hakkındaki raporları o dönemin zamanki bilim camiası için bir keşif mahiyetinde idi
(Togan 1981: 544). Onun raporlarına göre, Kaşgar, Çin’in Nan-lu (Güney Yol) eyaletine bağlı
şehirlerden biriydi ve çay ticareti, her yabancının geçici olarak muta evliliği yapabileceği kadınları,
dansözleri, şarkıcıları, müzisyenleri ve Yenişehir (Yenişar) esrarıyla ünlüydü (Valihanov, 1958: 85-
86). Kaşgar’da Türkler dışında da her milletten insanlar yaşıyordu: Tibetliler, Afganlar, Ermeniler, İtil
Tatarları, Yahudiler, Çingeneler, İranlılar, Hintliler vs. Çokan’ın Kaşgar’a geldiği sırada Çin hükümeti
burada patlak veren isyanları yeni bastırmış, ama şehrin giriş kapısı idam edilenlerin kafalarının
geçirildiği uzun sırıklarla doluydu (1958: 86). Çokan, Kaşgar’da burada konuşulan Uygur dilini
öğrenmeye çalıştığını kaydetmiştir. Ayrıca dikkat çekmemek için buradaki geleneklere uyarak muta
evliliği yapmıştır. Araştırmacı notlarında: “Kaşgar’da, genel olarak altı şehrin (Kaşgar, Turfan, Hoten,
Yenihisar, Aksu, Yarkent) hepsinde yabancıların yerli kadınla muta evliliği yapma geleneği vardır. Bu
gelenekler dışına çıkmamak adına, tanıdıklarımın da ısrarıyla biz de bu geleneği uyguladık” diye
yazmıştır (Valihanov, 1958: 462). Araştırmacı, Kaşgar şehri hakkında şu bilgileri vermektedir: “Eski
şehir yüksek bir kayalık üzerindedir, yeni şehir ise, daha aşağıda yer almaktadır. Şehrin merkezi Aytga
Meydanı’dır1 (Cuma Camisi Meydanı). Eski şehir iki mahalleden: Çarsu ve Ambarçi, yeni şehir dört
mahalleden: Urdaaldı, Üstünbuy, Yumalak-şaar ve Andcan-kuşa’dan oluşmaktadır” (İminov, 2016:
24). Kaşgar’daki Satuk Buğra Han’ın Türbesi hakkında da bilgiler veren Valihanov: “Kaşgar’dan 60
verst2 mesafede Satuk Buğra Han Gazi’nin mezarı üzerinde yapılmış türbe ve mescidi ile ünlü Astın-
artuş köyü bulunmaktadır” diye kaydetmiştir (İminov, 2016: 119). Valihanov, o dönem idari
merkezlerin biri olan Yenihisar’da da bulunmuştur. Burada eski Darbaz Aldıd Camisini ziyaret
etmiştir. Kaşgar’daki tarihi eserler onun Rusya şehirlerinden gördüklerinden çok farklıydı. Kaşgar
hükümdarlarından Appak Hoca’nın türbesini ziyaret eden Çokan notlarında “Appak Hoca’nın türbesi,
Kaşgar’daki en iyi yapıdır, şehrin 6 verst kuzey-doğusunda, Tümen Nehri’nin sağ sahilinde
bulunmaktadır. Kaşgar’da olduğum sırada birkaç defa bu türbeyi ziyaret ettim. Bir zamanlar türbe eski
Kaşgar’ın dışında bulunuyordu, şimdi ise çoktan şehrin içinde kalmıştır. Türbe, Appak Hoca’nın
türbesi, Cuma Camisi ve medreseden oluşan bir külliyedir. Bu külliye, 1640 yılında Kaşgarlı
ustalarında elinden çıkan Uygur mimarisinin başyapıtlarındandır. Appak Hoca külliyesi, güzelliği ve
orijinalliği ile dikkat çekmektedir. Türbe’nin merkezinde görkemli kubbe, köşelerinde yeşil ve mavi
renkli desenlerle süslenmiş dört minare bulunuyor. Kubbenin üzerinde altın hilal parlıyor. Türbenin
içinde beyaz üzerine mavi desenler yapılmış seramiklerle kaplı yüksek bir platform görülmektedir. Bu
platformda yetmiş iki kişinin mezarı bulunmaktadır. Bunlar, Appak Hoca’nın kendisi, yakın
1 “Bayram Yeri” anlamını veren Iydgah Camisi tahminen 1442 yılında Sasız Mirza tarafından inşa edilmiştir. Sonraki dönemler yapıya
eklemeler yapılarak genişletilmiştir.
2 Eski Rus uzunluk ölçü birimidir. Bir verst, 1, 06 km’dir.
- 243-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
akrabalarıdır. Arasında Appak Hoca’nın torunu olan Uygur halkının kahraman kızı İparhan’ın1 mezarı
da vardır. İparhan’ın mezarının üzeri pembe ipekle örtülmüş. Türbenin yanında birçok ünlü şair, âlim
ve din adamlarının eğitim aldığı eski bir medrese vardır. Külliyenin sınırları içinde küçük yapay bir
göl bulunmaktadır, Cama camisine gelenler onun suyundan yararlanmaktadırlar” diye yazmıştır
(İminov, 2016: 23-24). Çokan’ın tüccar olarak en çok zaman geçirdiği yer, elbette Kaşgar pazarı
olacaktı. Burada diğer tüccarlarla sohbet eden seyyah, önemli bilgiler toplamıştır. Büyük bir ihtimal
Kaşgar seyahatinde elde ettiği “Tezkere-i Sultan Satuk Buğra Han”, “Tezkere-i Tuğluk Temur Han”,
“Rişahat”, “Ebu Müslim Mevrezi” gibi yazma eserleri de buradan almıştır. Kaşgar şehrinde yaklaşık 5
ay kalan Çokan, kimliğinin açığa çıkması tehlikesi bulunduğundan heyetiyle birlikte geri dönmek
zorunda kalmıştır. Araştırmacı, Kaşgar seyahatinden dönüşünde yol üzerinde gördüğü Taş Rabat
hakkında bilgi vermiş ve tasvirini yapmıştır. Bununla Birlikte Taş Rabat’ın Buhara Hanlarından
Abdullah Han tarafından yaptırıldığı söylendiğini kaydetmiş, binanın iç duvarlarında motifli
süslemeler ve Arapça yazıların bulunduğunu bildirmiştir2 (Valihanov, 1985: 27-28). Çokan’ın bazen
kara kalem, bazen fırçayla resmettiği altı şehrin sakinlerinin resimleri de dönemin Doğu Türkistan
halklarının görüntüsü hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Onun “Kaşgar Kadını”, “Uygur ve Uygur
kadının Başları”, “Kadınların Saç Modelleri ve Başlıkları”, “Erkeklerin Tipleri”, “Şehrin Kapıları”
gibi resimleri oldukça ilginçtir. Bu seyahatinin raporlarının kısaltılmış hali 1861 yılında Rusya
Coğrafya Kurumu’nun dergisinde (Zapiski) yayınlanmış ve İngilizce, Fransızca ve Almancaya
tercüme edilmiştir. Kaşgar görevini başarılıyla tamamlamasından dolayı Ç. Valihanov’a Rus hükümeti
tarafından nişan ve 500 ruble gümüş parasal ödül verilmiştir (Valihanov, 1968: 343). Kaşgar
seyahatinde sağlığı iyice bozulan Çokan, çok geçmeden verem hastalığından 1865 yılında çok genç
yaşında vefat etmiştir.
SONUÇ
Çokan Valihanov’un seyahat raporları günümüzde de önemini kaybetmiş değildir. Kısa süren
hayatına muazzam çalışmalar sığdıran Çokan’ın seyahat raporlarının kaynak olarak değeri çok
büyüktür, çünkü Türkistan coğrafyası ve tarihi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Valihanov’un
seyahat raporları gelecekte de Türkistan coğrafyasına dair tasavvurumuzu zenginleştirecek önemli
kaynaklardan biri olmaya devam edecektir. Günümüzde hızla gelişmekte ve değişmekte olan İpek
Yolu şehirlerinde Çokan Valihanov’un raporlarında kaydedilen tarihi eserlerin birçoğu kaybolmuş, bu
süreç gelecekte de devam edecektir. Bunun önünü almak tarih karşısında bir sorumluluğumuzdur. Bu
konuyla ilgili araştırmaların artması hem tarih, hem kültürel miras turizmi açısından fayda
sağlayacaktır. Bunun için öncelikle bir çalışma planı hazırlanarak konu üzerinde bilimsel kurumların
düşünceleri alınabilir. Çokan Valihanov ve onun gibi araştırmacıların seyahat haritaları, raporları
ayrıntılı incelenerek bir “Seyahatnameler Rotası” çizilebilir ve geliştirebilir.
KAYNAKÇA
Arhiv AN SSSR, f. 23, op. 1, d. 17, l. 1-2.
Buyar, Cengiz. (2014). Kırgızistan’da Efsane ile Gerçek Arasında Kalan Bir Tarihi Eser: Taş
Rabat, Gazi Türkiyat, sayı: 14, 105-126.
Ceylan, Ecem. (2017). Çin Sarayında Bir Uygur Cariye: İparhan, Toroslardan Tanrı Dağlarına
Genel Türk Tarihi Araştırmalarına Adanmış Bir Ömür: Prof. Dr. Gülçün Çandarlıoğlu 75. Yaş
Armağanı, ed. Erman Şan, İstanbul, 251-268.
Derviş, Leyla & Dervişeva, Halida. (2016). XIX. Yy. Kazak Türklerinin Aydını Çokan
Velihanov: Hayatı ve Eserleri, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı: 40, 127-133.
- 244-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 245-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İshak KESKİN*
Mehmet Fahri FURAT
Ceyhan GÜLER
ÖZET
Kültürel miras turizmi farklı kültürler hakkında bilgi edinilmesini sağlayan ve tarihsel-kültürel
bilincin güçlendirilmesini amaçlayan entelektüel, nitelikli ve romantik bir etkinliktir. Somut kültürel
miras grubu içinde yer alan arşivler de, oluşturuldukları, ait ve ilişkili oldukları toplumlar hakkında -
gizemli- tarihi kaynaklara sahip olan kurumlardır. Bu kurumlar; kültürel, bilimsel, teknik, diplomatik,
sosyolojik, politik, idari, ticari, askeri, vb. konularda tarihi merakı karşılar. Kısa süreli ziyaretler veya
zamana yayılmış araştırma etkinlikleri kültürel merakın giderilmesinde rol oynar. Türkiye’nin sahip
olduğu önemli kültürel miraslardan Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerine ait arşivler,
Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde/sınırları içerisinde yaşamış topluluklar için önemli bir
tarihi kaynaktır. Bu bildiride; kültürel miras turizmi, arşivlerin kültürel miras turizmi için önemi ve
Türkiye’nin sahip olduğu arşivlerin kültürel miras turizmi bağlamında işlevi değerlendirilecektir. Bu
bildirinin amacı ise; arşivlerin kültürel miras turizmi için önemine işaret etmek, Türk arşivlerinin
kültürel miras turizmine olası/potansiyel katkılarını vurgulamak, karar vericilerin dikkatlerini bu
konuya çekmek ve yerli-yabancı kültürel miras turistinin ilgisini Türk arşivlerine yöneltmektir. Bu
bildiri hazırlanırken nitel araştırma yönteminden yararlanılmış, veriler doküman incelemesi
yöntemiyle elde edilmiş, elde edilen veriler içerik analizi ile değerlendirilmiştir. Araştırmanın
bulguları ise şu şekildedir: Türk arşivleri kültürel miras turistinin ilgisini çekecek potansiyele sahip
olmasına rağmen, Türkiye’nin kültürel miras turizminde arşivlerin payı düşüktür, arşivlerin
tanıtımlarının doğru ve iyi yapılması halinde bu oranın artması mümkündür, arşiv yönetimleri kültürel
miras bakımından kapasitelerini anlamak ve tanımlamakta sıkıntılar yaşamakta ve etkin şekilde
değerlendirememektedir. Karar vericilerin bu konuda nitelikli ve kaliteli
bilgilendirilmeleri/yönlendirilmeleri önemlidir, kültürel miras turistinin satın alma ve paylaşım karar
sürecinin etkilenmesi için arşivlerin farklı alanlarda tanıtımlarının yapılması şarttır, doğru
değerlendirilmesi halinde arşivlere yönelen kültürel miras turisti yerel işletmelerin kazançlarını
artırmaktadır, arşivlerin milli kültür politikaları içindeki rolü tekrar değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Turizm, kültür turizmi/kültürel miras turizmi, kültürel etkinlik, arşivler,
Türkiye
ABSTRACT
Cultural heritage tourism is an intellectual, qualified and romantic activity aimed at learning
about other cultures and strengthening historical-cultural consciousness. Archives as physical cultural
heritage are also institutions that have mysterious historical resources about the societies they are
formed in, belong to and are related to. These institutions meet historical curiosity in cultural,
scientific, technical, diplomatic, sociological, political, administrative, commercial, military, etc.
* Prof.Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü, ishakkeskin@gmail.com
** Yard. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü, m.f.furat@gmail.com
*** Araş. Gör., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü, ceyhan.guler@istanbul.edu.tr
- 246-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ways. Short-term visits and time-consuming research activities play a role in eliminating cultural
curiosity. Archives of the Ottoman Empire and the Republic of Turkey are the important parts of
Turkey’s cultural heritage. This cultural heritage also is an important historical resource for the
communities that lived under the rule of the Ottoman Empire. In this paper the importance of archives
for cultural heritage tourism and how Turkish archives could be functional in terms of cultural heritage
tourism will be evaluated. The main purpose of this paper is to emphasize the importance of archives
for cultural heritage tourism, to emphasize the potential contributions of Turkish archives to cultural
heritage tourism, to draw the attention of decision makers to this issue and to direct the interest of
domestic and foreign cultural heritage tourists to Turkish archives. Qualitative research method
was used, data was obtained by document examination and the obtained data was evaluated by content
analysis. The findings of the study are as follows: the share of archives in Turkey’s cultural heritage
tourism is low; Turkish archives, however, have the potential to attract more cultural heritage tourists;
it is possible to increase this ratio if the promotions are done well; archive administration do not use
their full potential for cultural heritage; decision-makers should be informed on this subject; it is
highly essential for archives to make promotional activities at various levels to influence consuming
behaviour of cultural heritage tourists; cultural heritage tourists visiting archives are increasing the
benefits of local businesses; the role of archives in national cultural policies should be evaluated.
Keywords: Tourism, cultural tourism/cultural heritage tourism, cultural activity, archives,
Turkey.
GİRİŞ
İçeriği itibariyle merak uyandıran ve artık somut kültürel miras olarak kabul gören arşivler
kültürel miras turizmi için odak noktalarından birini oluşturmaktadır. Geçmişi ve geçmişe ait
toplumsal değerleri öğrenme, kendini ve içinde bulunduğu toplumu tanıma ve tanımlama, milli ve
milletlerarası ortak değerler ve kavramlar ancak arşivler yoluyla öğrenilebilecek konulardır. Farklı
fiziksel yapıya, estetik tasarıma ve bilgi içeriğine sahip arşiv belgelerinin entelektüel merakın ve
ilginin giderilmesinde önemli rol oynaması mümkündür. Arşivlerin belli eğitim ve kültür seviyesine
sahip bireyler tarafından ziyaret edilmeleri, kişisel bilgilenme ihtiyacının giderilmesi arzusu,
vatandaşlara sağlanan araştırma hizmetleri, bu yolla sağlanan kişisel entelektüel birikimin
geliştirilmesi imkânı ve bireylerin arşivlerden kazandıkları bilgi ile kendilerini diğer bireyler arasında
ayrıcalıklı konuma taşımaları, şüphesiz etraflarındaki diğer bireylerin ilgisini çekecektir. Bu da,
arşivlerin kültürel miras turizmi merkezli politikaların aracı haline dönüştürülmesinin temel nedenini
oluşturmaktadır.
- 247-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
edilmesi bu gelişme içinde kendisine ayrı bir yer edinmiş ve kültürel mirasla ilgilenen turistlerin ilgi
alanına kaçınılmaz olarak “kültürel miras turizmi” girmiştir.
Alternatif Turizm, Özel İlgi Turizmi ve Kültürel Miras Turizmi
Alternatif turizm doğal çevre ve insan ürünü eserlerle/mirasla ilgilenir. Bu turizm türünde doğal
çevrenin yanı sıra kültürel yapılar/değerler ön plandadır. Alternatif turizm doğal kaynakların
korunması, gelişme sınırlarının dikkate alınması, yerel kültüre ve toplumu ilgilendiren konulara dikkat
edilmesi gibi anlayışları kabul eder. Alternatif turizmde münferit ziyaretler daha ön plandadır. Bu
yüzden, alternatif turizm kitlesel yoğunlaşmanın görülmediği bir alandır (Metin, 2006: 315).
Alternatif turizmin eko-turizm, sürdürülebilirlik, toplum temelli turizm, fuar turizmi, yoksulluğu
önleme turizmi, yerli özgün turizm, gönüllü turizm, eğitim turizmi gibi farklı formları vardır
(Leksakundilik, 2004). Özel ilgi kapsamına dâhil olan kültürel değerleri/mirası ilgilendiren turizm de
söz konusudur. Kültüre özgü bir unsuru merak eden ve onunla ilgili bilgi edinmek arzusunda olan
kültürel miras turistinin mirasa/soyut ve somut kültürel miras değerlerine yönelik özel ilgisi nedeniyle
“özel ilgi turizmi” meraklısı olduğu belirtilebilir (Kozak ve Bahçe, 2009:147; akt.: Uluçeçen, 2011:
83).
Kültürel miras turisti tarihi, kültürel ve doğal cazibe merkezleri de dâhil olmak üzere geçmişin
ve günümüzün hikâyelerini, kurumlarını ve insanlarını gerçek anlamda temsil eden yerleri ve
etkinlikleri deneyimlemek için seyahat etmektedir. Kültürel miras, bir toplum tarafından geliştirilen ve
gelenek, üretim, mekân, nesne ve sanatsal ifadeler gibi nesilden nesle aktarılan yaşam biçimlerinin bir
görünüşüdür. Bunun dışında kültürel miras da maddi olmayan veya somut kültürel miras olarak ifade
edildi. Kültürel miras, üç türe ayrılabilir; yapılı çevre (binalar, kasabalar, arkeolojik kalıntılar); doğal
çevre (kırsal manzaralar, kıyılar ve sahil şeritleri, tarımsal miras); eserler (kitaplar ve belgeler,
nesneler) (Ismail vd., 2014: 3).
- 248-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
arşivler, el yazmaları, bilimsel açıdan önemli koleksiyonlar gibi sanatsal, tarihi ve arkeolojik öneme
sahip taşınabilir kültür varlıkları olarak ele alınmıştır (Aksoy ve Enlil, 2012: 3).
Konu ile ilgili önemli gelişmelerden birisi 1980 yılında yaşanmıştır. Bu gelişme, söz konusu
yılda UNESCO’nun Kayıt ve Arşiv Yönetim Programı (Records and Archives Management
Programmes, RAMP) ile gerçekleşmiş, belgelerin korundukları devlet arşivlerini devletlerin kültürel
varlıkları olarak kabul etmesi ile başlamıştır (Ketelaar, 2007: 344; Ketelaar, 2009: 148). Bundan iki yıl
sonra toplanan ve 1982’de Meksika’da düzenlenen Meksika Kültür Politikaları Konferansı’nda
kültürel mirasın kapsamı genişletilmiştir. Bu gelişmenin bir sonucu olarak kültürel mirasın
bulundukları ve korundukları yerlerin arşiv ve kütüphane gibi kültür kurumları olduğu doğrudan ve
ismen zikredilmiştir. Kültür kurumlarının kültürel miras kavramının içinde zikredildiği söz konusu
Konferans’ın 23. maddesi şu şekildedir: “Bir halkın kültürel mirası, sanatçılarının, mimarlarının,
müzisyenlerinin, yazarlarının ve bilim adamlarının eserlerini ve aynı zamanda anonim sanatçıların
çalışmalarını, insanların maneviyatının ifadelerini ve hayata anlam katan değerleri ve içerir. İnsanların
yaratıcılığının ifadeleri bulduğu somut ve soyut olmayan eserleri içerir: diller, ayinler, inançlar, tarihi
yerler ve anıtlar, edebiyat, sanat eserleri, arşivler ve kütüphaneler” (UNESCO, 2018). UNESCO, bu
konuda şu tavsiyelerde de bulunmaktadır: “UNESCO ve Üye Devletlerin, eski el yazmalarını ve
arşivleri kültürel mirasın bir parçası olarak dâhil etmek için gerekli adımlar atmalıdır” (UNESCO,
2010). Bundan sadece iki yıl sonra (1984) Federal Almanya Cumhuriyeti’nin eski başkenti Bonn’da
- 249-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
18.-19. yüzyılın gelişmelerinin bir sonucu sayesinde olsa gerek, Alman arşivci Adolf Brenneke
(1875-1946) (1953), Amerikalı kütüphaneci Judith M. Panith (1996: 30-47) ve Fransız kültür tarihçisi
Jean-Michel Leniaud (2002) gibi bazı yazarlar, eserlerinde, 19. yüzyılı arşivlerin kültürel rollerine
beşiklik yapan bir zaman dilimi olarak görmüşlerdir (Ketelaar, 2007: 344). Hatta 18. ve 19. yüzyıl
boyunca Avrupa’nın okur-yazar, kültürlü ve paralı sınıfı için geçmişe/arşive yönelen merak oldukça
ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durum antikacılık ve koleksiyonculuk temelinde sit alanlarına,
arkeolojik kazı ürünlerine (Bideci, 2014: 21) ve efemera vb. türü kaynaklara yönelme şeklinde
kendisini göstermiştir.
- 250-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
coğrafyaların geçmişlerine yönelmesini tetiklemiş (Ersanlı, 2003: 29-33) ve Avrupa’da giderek daha
demokratik hale gelen toplumsal, idari ve siyasi atmosfer arşiv belgelerinden yararlanmayı mümkün
hale getirmiştir (Menne-Haritz, 1994: 401). Bu gelişmeler, 19. yüzyıla yaklaşırken arşiv depolarının
tarihi araştırmaların laboratuvarları olmalarına zemin hazırlamıştır (Mykland, 1992: 4).
Aslında arşivler kültürel değerleri nedeniyle uzun zamandır kullanılmaktadır. Herodotos (M.Ö.
482-425), Herodot Tarihi’nin ikinci cildinde Mısır ile ilgili bilgilerin bir kısmını Mısır arşivlerine
dayandırmıştır (Demir, 2012: 318). Aristotheles (M.Ö. 384-322) gibi bazı düşünürler de Hellenistik
Atina’nın arşivi Metroon’dan zaman zaman yararlanmışlardır (Sickinger, 1999: 159, 185; Keskin ve
Kutluoğlu, 2013: 189). Sadece bu bilgiler bile arşivlerin araştırmacılar tarafından erken tarihlerden
beri kullanıldığını gösterir. Aynı şekilde Yeniçağ Avrupası’nın devlet, şehir, kurum ve kilise
yöneticileri resmi tarihin yazılmasında kurumsal ve devlet arşivlerinden; ailelerin önde gelenleri de
aile tarihlerinin yazılmasında özenle korudukları aile arşivlerinden yararlanmışlardır (Ketelaar, 2007:
346-348). Hollandalılar, 1800 yılında milli tarihlerini inşa etmek ve ortak kimlik unsurlarını
belirlemek için arşivler dâhil olmak üzere bütün tarihsel kaynaklara şartsız erişim imkânı veren bir
çalışma yapmışlardır (Burke, 2001: 121; Ketelaar, 2007: 353). Benzer bir yaklaşım İngiltere için de
söz konusudur (Ketelaar, 2007: 353-354).
- 251-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Schmoller, ulusal tarih yazımında devletlerin merkezi rolünün yanı sıra arşiv kaynaklarının
kullanılmasının da gerekli olduğunu bu yüzden savunmuştur (Iggers, 2000: 37).
Yukarıda anlatılanlar, arşivlerin siyasi örgütlenmelere ait sınırlardan bağımsız bir değer
olduğunu ifade etmektedir. İmparatorluklardan geriye kalan arşivler, imparatorlukların geniş sınırları
içinde yaşamış bütün toplumlar için artık ortak kültürel bir mirastır (Kecskeméti, 2003: 39-40). Roma
İmparatorluğu, Habsburglar, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Çarlık Rusya’sı, Osmanlı
İmparatorluğu, Birleşik Krallık (İngiltere) ve Çin gibi ülkelerin hatta faaliyetleri doğal olarak sınırları
dışına taşan Vatikan gibi devletlerin arşivleri, aynı zamanda siyasi sınırları dışında kalan diğer
ülkelerin tarihleri için de önemlidir. Dolayısıyla arşivler, -milliyetçi ve üstün kültür bilincine dayanan
tarih anlayışının aksine- özellikle karmaşık toplum yapıları arasında ortak kültür ve tarih bilincinin
inşasında yararlanılabilecek önemli bir araç olarak da değerlendirilmektedir. Amerika Birleşik
Devletleri’nde 1890’lardan itibaren göçlerle oluşan Amerikan toplumunda vatandaşlar arasında uyumu
artırmak gayesiyle ortak tarih bilinci geliştirilmesi ve bu nedenle arşivlerin öğretimde kullanılması
düşüncesi (Safran ve Ata, 2003: 339), arşivlerin bu konuya yönelik öneminin resmen kabulünden
başka bir şey değildir. Günümüz devlet anlayışının ve toplumsal ihtiyaçların, dolayısıyla günümüz
tarih anlayışının bu bakış açısını destekler nitelikte olması da, arşivlerin bu yönünü kuşkusuz giderek
daha da önemli hale getirmektedir (Keskin, 2014).
SONUÇ
- 252-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Somut kültürel miras olarak arşivler, merak uyandırması ve romantik beklentilere cevap olması
bakımından entelektüel beklentileri karşılar. Bireyin geçmişi ve geçmişe ait toplumsal değerleri
öğrenmesi, kendisini ve içinde bulunduğu toplumu tanıması ve tanımlaması, milli ve milletlerarası
ortak değerleri ve kavramları öğrenilebilmesi bakımından öneme sahip olan arşivler entelektüel
merakın daha da canlı kalmasında etkilidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, farklı fiziksel yapıya,
estetik tasarıma ve bilgi içeriğine sahip arşiv belgelerinin entelektüel merakın ve ilginin
giderilmesinde önemli rol oynamasının mümkün olduğu söylenebilir. Bununla birlikte arşivlerin daha
çok belli kültür seviyesine sahip bireyler tarafından ziyaret edildiği, kişisel bilgilenme ihtiyacının
giderilesi arzusunu karşıladığı, vatandaşlara tanınan araştırma hizmeti yoluyla kişisel entelektüel
birikimin geliştirilmesine imkân tanıdığı ve arşivlerden kazanılan bilginin bireylere ayrıcalık sağladığı
ifade edilebilir. Bütün bu kazanımlar arşivlerin kültür turizmi merkezli politikaların aracı haline
dönüştürülmesinin temel nedenlerini oluşturmaktadır.
Günümüzde arşivler kültür turizmi temelinde turist çekmektedir. Aile geçmişi ve soy bilimi,
savaşlar, iç asayiş sorunları, ihtilal ve devrim hareketleri, göç, yerleşim davranışları gibi konular
gelişmiş ülkelerde arşivlerin turizm maksatlı ziyaret edilmesi için önemli nedenler olarak ortaya
çıkmış durumdadır. Arşivler; vergilerini ödeyen, vatandaşlarının vergilerini ödeyen, eğitim görmüş,
orduda görev yapmış, oy kullanmış ve çeşitli nedenlerle hükümetle karşılaşmış olanların hikâyelerini
barındırmaktadır. Bu nedenle kamu kayıtları ilgisi ve merakı olan insanlar için somut, ulaşılabilir
yollarla geçmişe bağlantılar sağlamaktadır. Diğer yandan arşivlere yönelik ziyaretler farklı sektörler
için mali kazanç anlamına gelmektedir. Kültür turizmine konu olan arşiv ziyaretleri sayesinde ulaşım,
alışveriş, beslenme, gezi gibi nedenlerle önemli bir girdi sağlamaktadır.
KAYNAKÇA
Ahmad, Y. (2006). The Scope and Definition of Heritage: From Tangible to Intangible,
International Journal of Heritage Studies, 12 (3), 292-300.
Aksoy, A. & Enlil, Z. (2012). Kültürel Miras Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar. İçinde A.
Aksoy & D. Ünsal (Eds.), Kültürel Mirasın Yönetimi, (ss. 2-28). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi ve
Açıköğretim Fakültesi Yayınları.
Bideci, Ç. (2014). Turizmde Ürün Farklılaştırılmasında Sualtı Kültürel Miras Alanlarının
Turizm Ürünü Olarak Kullanımı, Replika Gemi Batığı Projesi: Side Örneği, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya.
Brenneke, A. (1953). Archivkunde: Ein Beitrag zur Theorie und Geschichte des Europaischen
Archivwesens, Wolfgang Leesch (Ed.), Leipzig: Koehler & Amelang.
Burke, P. (2001). Bilginin Toplumsal Tarihi, Mete Tuncay (Çev.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları.
Cox, R. J. (1993). International Perspectives on the Image of Archivists and Archives: Coverage
by The New York Times, 1992-1993, International Information & Library Review, 25, 195-231.
Crane, S. (2000). Collecting and Historical Consciousness in Early Nineteenth-Century
Germany, Ithaca: Cornell University Press.
Demir, M. (2012). Herodotos ve Yabancı Kültürler: Mısır Örneği, Ege Üniversitesi Tarih
İncelemeleri Dergisi, XXVII (2), 315-338.
Enders, G. (1987). Probleme der Archivgeschichte und der Archivgeschichtsschreibung: Ein
Historischer Uberblick, Archivmitteilungen, 37, 63-67.
Ersanlı, B. (2003). İktidar ve Tarih. Turkiye’de “Resmi Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937),
İstanbul: İletişim Yayınları.
Federation of Genealogical Societies, (2018). Erişim tarihi: 03.10.2018,
https://fgs.org/about/our-history/.
- 253-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gürçayır, S. (2011). Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi Üzerine Eleştirel
Bir Okuma, Milli Folklor, 23 (92), 5-12.
ICOMOS. “Atina Tüzüğü”, Erişim tarihi: 01.08.2012,
http://www.icomos.org/en/component/content/article/179-articles-enfrancais/ressources/charters-and-
standards/167-the-athens-charter-for-the-restoration-ofhistoric-monuments.
ICOMOS. “Venedik Tüzüğü”, Erişim tarihi: 10.12.2014,
https://www.icomos.org/charters/venice_e.pdf.
Iggers, G. G. (2000). Bilimsel Nesnellikten Postmodernizme. Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı,
Gül Çağalı Güven (Terc.). İstanbul.
Ismail, N., Masron, T. and Ahmad, A. (2014). “Cultural Heritage Tourism in Malaysia: Issues
and Challenges”, Erişim tarihi: 03.10.2018,
https://www.thefreelibrary.com/Cultural+tourism+%3A+the+hot+ticket+to+cool+meetings.-
a055777707.
Kecskemeti, C. (1998, 10-12 Aralık). Arşivler ve Ortak Bir Avrupa Mirası, İçinde Tarih
Oğretiminde Çoğulcu ve Hoşgörülü Bir Yaklaşıma Doğru Sempozyumu, Brüksel-Belçika (ss. 35-46).
İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2003.
Keskin, İ. (2007, 24-26 Ekim). Gelişmelerin Şekillendirdiği Bir Bilim Olarak Arşivcilik ve
Arşivcilik Eğitimi, İçinde Değişen Dunyada Bilgi Yönetimi Sempozyumu, –Uluslararası Sempozyum-
(ss. 82-91). Ankara, Bildiriler, S. Kurbanoğlu, Y. Tonta ve U. Al (Haz.), Ankara: H. U. Edebiyat
Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü.
Keskin, İ. ve Kutluoğlu, M. H. (2013). Hellenistik Donem Grek Arşivciliği Üzerine Bazı Notlar.
İçinde Feridun M. Emecen, İshak Keskin ve Ali Ahmetbeyoğlu (Yay. Haz.), Osmanlı’nın İzinde. Prof.
Dr. Mehmet İpşirli Armağanı C. 2, (ss. 177-204). İstanbul: TİMAŞ.
Keskin, İ. (2014). Arşivlerin Eğitim ve Kültür Hizmetleri, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı.
Ketelaar, E. (2007). Moniments and Monuments: The Dawn of Archives as Cultural Patrimony,
Archival Science, 7(4), 343-367.
Ketelaar, E. (2009). Tanıttan Anıta: Kulturel Miras Olarak Arşivlerin Ortaya Cıkması, İçinde
Fatma Kılıç-Denman (Çev.), İshak Keskin, Muhammet Hanefi Kutluoğlu ve Sevil Pamuk (Yay.
Haz.),Tülin Aren Armağanı, (ss. 147-164). İstanbul: Pamuk Yayınları.
Kozak, M. A. ve Bahçe, A. S. (2009). Özel İlgi Turizmi. Ankara: Detay Yayıncılık.
Körmendy, L. (2007). Changes in Archives’ Philosophy and Functions at the Turn of the
20th/21st Centuries, Archival Science, 7 (2), 167-177.
Leksakundilok, A. (2004). Community Participation in Ecotourism Development in Thailand,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, University of Sydney, School of Geosciences, Faculty of Science,
Sydney. Erişim Tarihi: 20.07.2018, https://ses.library.usyd.edu.au/bitstream/2123/668/2/adt-
NU20050909.15473601front.pdf.
Leniaud, J.-M. (2002). Les Archipels du Passe: Le Patrimoine et Son Histoire, Paris.
Lenz, F. (2009). Internationale Zusammenarbeit Zwischen Archiven in der Europaischen
Union, Diplomarbeit der Fachhochschule Potsdam, Berlin.
M’Bow, A.- M. (1984). “Acılış konuşması”, X. Uluslararası Arşiv Kongresi, Paris: UNESCO.
Erişim Tarihi: 06.12.2013, http://unesdoc.unesco.org/images/0006/000610/061008eb.pdf.
Menne-Haritz, A. (1994). Archival Training in Germany: A Balance Between Specialization in
Historical Research and Administrative Needs, The American Archivist, 57, 400-408.
Metin, E. (2006). Turizm Destekli Tarih Eğitimi, Sosyal Bilim Araştırmaları Dergisi, 8, 307-
333.
Mills, E. S. (2003). Genealogy in the ‘Information Age’: History’s New Frontier?, National
Genealogical Society Quarterly, 91 (December), 260–277.
- 254-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mykland, L. (1992, 6-11 Eylül). Arşivcilikte Bütünlük ve Muhafaza. İçinde Necla Olsa (Çev.),
Bilge Kaya, Murat Şener ve Mehmet Torunlar (Yay. Haz.), XII. Milletlerarası Arşiv Kongresi (ss. 1-
12). Montreal, Sunulan Tebliğler – II, Ankara: DAGM Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı.
Panitch, J. M. (1996). Liberty, Equality, Posterity? Some Archival Lessons from the Case of the
French Revolution, American Archivist, 59, 30-47.
Rumschottel, H. (2000). Die Entwicklung der Archivwissenschaft als Wissenschaftliche
Disziplin, Archivalische Zeitschrift, 83, 7-21.
Safran, M. ve Ata, B. (2003). Öğrencilerin Tarih Metinlerinden Anlam Çıkarmalarına Yönelik
Araştırmalara Bir Bakış. İçinde C. Şahin (Yay. Haz.), Konu Alanı Ders Kitabı İnceleme Kılavuzu
Sosyal Bilgiler (ss. 339-355). Ankara: Gündüz Yayınları.
Sickinger, J. P. (1999). Public Records and Archives in Classical Athens, Chapel Hill.
Smith, W. I. (1985). Archives and Culture: An Essay. İçinde Peter Walne (Ed.), Modern
Archives Administration and Records Management: A RAMP Readers (ss. 427-441). Paris: UNESCO.
Şahin, A. S. (2013). Kültürel Miras Alanlarının Dönüşümünde Yeni Bir Yaklaşım: Yel
Değirmeni Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kültür Yönetimi Anabilim Dalı, İstanbul.
Şahin, B., Poyraz, T., Öktem, P. ve Şimşek, A. (2003). Bir Popüler Kültür Ürünü Olarak Asmalı
Konak Dizisinin Yöre Turizmine Etkisi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü e-dergisi, (Ekim),
1-39.
Şahin, Y. E. (2009). Küreselleşme ve İnsan Hakları, Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik
Fakültesi Elektronik Dergisi DEUHYO ED, 2 (4), 174-178.
Schellenberg, T. R. (1956). Modem Archives Principles and Techniques, Chicago: University of
Chicago Press.
Şahin, A. S. (2013). Kültürel Miras Alanlarının Dönüşümünde Yeni Bir Yaklaşım: Yel
Değirmeni Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kültür Yönetimi Anabilim Dalı, İstanbul.
Turhan, M. (2004). Sinemada Kültürel Mirasın Korunması ve Devletlerin Tutumu.
Yayımlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Uluçeçen, T. H. (2011). Özel İlgi Turizmi: Kapsamı, Çeşitleri ve Türkiye’de Uygulanabilirliği,
Uzmanlık Tezi,: T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı, Dış İlişkiler Ve Avrupa Birliği Koordinasyon
Dairesi Başkanlığı, Ankara.
UNESCO (1982). “World Conference On Cultural Policies: Final Report”, Paris. Erişim tarihi:
03.10.2018, http://unesdoc.unesco.org/images/0005/000525/052505eo.pdf.
UNESCO (2010). “Lahey Sözleşmesi”, Erişim tarihi: 01.01.2018,
http://unesdoc.unesco.org/images/0018/001875/187580e.pdf.
Weil, F. (2003). Family Trees: A History of Genealogy in America, Cambridge: Mass.: Harvard
University Press.
Weil, F. (2007). John Farmer and the Making of American Genealogy, New England Quarterly,
80 (3), 408-434.
Yeşilbursa, C. C. (2013). Altıncı Sınıf Öğrencilerinin Somut Kültürel Mirasa Yönelik Görüşleri,
Kastamonu Eğitim Dergisi, 21 (2), 405-420.
- 255-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hilal ŞAHİN*
Alpay ÇIVGIN**
Kutay OKTAY***
İbrahim GÜNDOĞDU****
ÖZET
İpek yolu tarihin ilk çağlarından itibaren Asya’nın en doğusundan Avrupa’nın en batısına kadar
ticari malların, bilgi ve kültür birikiminin mübadelesinin yapıldığı çeşitli kolları olan önemli bir yaşam
rotasıdır.15. ve 16. yüzyıldan başlayarak deniz yollarının keşfi ile İpek Yolu zamanla önemini yitirmiş
ve eski canlılığını kaybetmiştir.1990’lı yılların başında Sovyet Birliğinin dağılmasıyla İpek Yolu
üzerinde bulunan ülkeler bağımsızlıklarını kazanmış ve İpek Yolu’nun yeniden canlanması gündeme
gelmiştir. Bu canlanma, ticari açıdan henüz çok önemli boyutlara ulaşmamış olsa da, siyaset, enerji,
turizm ve kültür anlamında etkisini artırarak hissettirmeye başlamıştır. Özellikle İpek Yolu’nun geçtiği
ülkelerde tarih boyunca ortaya konulmuş eserler, yapılar, kültürel miras, özgün ortam ve macera
arayışı, günümüzde turizm açısından İpek Yolu’nu çekici hale getirmektedir. İpek Yolu turizmine
karşı olan talebin her geçen gün yükselmesi, bu yol üzerinde bulunan ülkelerin, turizmden elde
edebilecekleri faydaların maksimize edilmesi ve İpek Yolu’nun kültürel değerlerinin korunması
bakımından dikkate alınmasını gerektirmektedir. Bu nedenle İpek Yolu üzerinde bulunan özellikle
Türk dünyası ülkeleri açısından İpek Yolu turizmine ilişkin geleceğe yönelik eğilimlerin öngörülmesi
ve bu öngörüler doğrultusunda önlemlerin alınması önem arz etmektedir. Bu noktada İpek Yolu
üzerinde bulunan ve Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan Türk dünyası ülkelerinde günümüzde
turizm talebinin ihtiyaçları doğrultusunda dünyada kültür turizminin markası olabilecek bir İpek Yolu
hedeflenebilir. Bu hedefe ulaşabilmek için, İpek Yolu turizmine yönelik öngörülerin araştırılması,
ortaya koyulması ve bu çerçevede gerçekleştirilebilecek çabalara yön verici önerilerin geliştirilmesi bu
çalışmanın amacıdır.
Anahtar Kelimeler: İpek Yolu, Kültür Turizmi, Türk Dünyası
ABSTRACT
The Silk Way is an important life course with various arms from the early ages of history to the
most western parts of Asia to the western part of Europe, where commercial goods, knowledge and
cultural accumulation are exchanged.15. and with the discovery of sea routes starting from the 16th
century, the Silk Road lost its significance over time and lost its former vitality. At the beginning of
the 1990s, with the disintegration of the Soviet Union, countries on the Silk Road gained their
independence and the Silk Road was revived. Although this revival has not yet reached a very
important dimension in commercial terms, it has begun to feel its effect in terms of politics, energy,
tourism and culture. In particular, the monuments, structures, cultural heritage, unique environment
and search for adventure throughout the history of the Silk Road make the Silk Road attractive in
terms of tourism today. The demand for the Silk Road tourism increases day by day and the countries
on this road need to be taken into consideration in terms of maximizing the benefits that can be
* Kastamonu Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü ABD YL, sahinhilal37@hotmail.com
** Kastamonu Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü ABD YL, alpay.civgin@gmail.com
*** Prof. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü, koktay@kastamonu.edu.tr
**** Arş. Gör., Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Turizm ve Otelcilik YO, ibrahim.gundogdu@manas.edu.kg
- 256-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
obtained from tourism and preserving the cultural values of the Silk Road. For this reason, it is
important to foresee the trends towards the future of the Silk Road tourism in terms of the countries of
the Turkish world especially on the Silk Road and to take measures in line with these predictions. At
this point, a Silk Road on the Silk Road and extending from Central Asia to Anatolia can be targeted
as a brand of cultural tourism in the world in line with the needs of tourism demand today. In order to
achieve this goal, it is the aim of this study to search for and propose the forecasts of Silk Road
tourism, and to develop suggestions that can be carried out in this frame.
Keywords: Silk Road, Cultural Tourism, Turkish World
GİRİŞ
Turizm, 1900’lü yılların başından beri dünyada önemini giderek arttırarak, insanların
geçimlerini sağladığı bir sektör haline gelmiştir. Turizmi sadece ekonomik faaliyet kolu olarak
nitelemek yanlış olabilir. Önceleri sadece ekonomik boyutu ön planda yer alırken yavaş yavaş diğer
boyutları da önemsenmeye başlanmıştır. Sektör geliştikçe alternatif arayışlara gidilmiş, doğal
güzelliklerin yanı sıra kültürel unsurlarda önemsenmeye başlanmıştır. Bunun sonucu olarak geçmişten
kalma mimari eserler, toplumların kültürlerini yansıtan her türden eser hatta farklı kültürlerin yaşam
tarzları bile turizme konu olmaya başlamıştır. Bunların başında da İpek Yolunun önemi giderek
artırmaktadır (Karakuş, 2016). Dolayısıyla, tarihin en eski ticaret yolu durumundaki İpek Yolunda,
iktisadi, kültürel ve dini pek çok etkinin karşılıklı oluştuğu görülmektedir (Ableyeva, 2013).
İpek yolları boyunca yolcular sadece ticaretle değil, aynı zamanda İpek Yolu üzerinde bulunan
çoğu kültür ve öğrenim merkezi haline gelmiş şehirlerde gerçekleşen entelektüel ve kültürel alışverişle
de ilgilenmişlerdir. Başka bir deyişle, pek çok farklı güzergâhtan oluşan ve geniş bir coğrafyaya
uzanan İpek Yolu, yalnızca refah ve ticaret ilişkileri kaynağı olmakla kalmayıp aynı zamanda farklı
topluluklar arasında kültürel etkileşimin yanı sıra bilgi ve deneyim değişimini de teşvik eden eşsiz bir
yol olmuştur (Yetiş ve Kaygısız, 2017).
Türk tarihinde ve Türk kültürünün temel unsurlarında İpek Yolu’nun önemi büyüktür. Türklerin
yaşadığı geniş coğrafi bölgeleri bir birine bağlayan ulaşım yolu olan Büyük İpek Yolu, ticari
ilişkilerini geliştirmiş, Türklerin birlik ve beraberliklerini sağlamıştır. İpek Yolu döneminin kültür
seviyesi çok yüksek büyük yerleşik birimlerinin kurulmasında ana rol oynamıştır. İpek Yolu, Türk
halklarının Çin, Kafkasya, Rusya, Hindistan ve Arap ülkelerinin halkları ile iktisadi ilişkilerin
meydana gelmesinde ve geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca bu yol Türk halklarının
yeni topraklara yerleşmesine neden olmuştur. Neticede bu halklar arasında ilim ve medeniyetin
karşılıklı olarak gelişmesine yol açmıştır (http://www.turksam.org, Erişim Tarihi:03.04.2018).
- 257-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İpek Yolu günümüzde daha çok turistik bir anlam taşımaktadır. Batı, İpek Yolu üzerindeki
Doğu mistisizmini kitaplar yoluyla tanımaya başladıktan sonra Batı’nın Doğu’ya olan ilgisi ve buna
bağlı olarak turistik faaliyetler artmıştır. Genelde “Marko Polo’nun Peşinden” adı altında düzenlenen
gezilerle bölgeye sürekli turist gelmektedir. Çin, yabancı turistlere kapılarını 1970 yılların sonuna
doğru açması ile büyük turizm fırsatının farkına vararak, İpek Yolu üzerinde bulunan görülmeye
değer bir çok yer ve kültür anıtı restore edilmiş ve resmi makamlarca koruma altına alınmıştır
(http://www.turksam.org, Erişim Tarihi:03.04.2018).
Birçok kültür ve uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, birçok ticari yolun güzergâhında yer
almıştır. Anadolu, önce Hitit, Asur ticaret kolonilerinin yolları, Pers Kral Yolu, Roma Yolu ve Bizans
yol ağı olarak bilinen ticaret yolları ve daha sonra İpek Yolu güzergâhı olmuştur. İpek Yolu
Anadolu’da üç kol üzerinden işlemektedir. Güney’de Cizre-Hasankeyf, ortada Doğubayazıt-Erzurum,
Erzincan, Sivas, kuzeyde Kars-Trabzon yoluyla gitmektedir. Ancak Anadolu Selçuklu döneminde
kuzeyden giden kol Erzurum, Erzincan, Tokat, Amasya, Sinop ve Kastamonu üzerinden Karadeniz
limanlarına; güneyden giden yol ise Bitlis, Malatya, Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Konya, Isparta,
Antalya yolundan Akdeniz limanlarına doğru güzergâhını değiştirmiştir (Günel, 2010: 135).
İpek Yоlu’nun meşhur hâle gelmesinde Türk devletlerinin de büyük rоlü оlmuştur. Türklerin bu
yоla ne kadar büyük önem verdikleri bir Özbek atasözünde şöyle ifade edilmiştir: “Kâinatta iki büyük
yоl vardır: Gökyüzünde Samanyоlu, Yеryüzünde İpek Yоlu.”
İpek Yоlu, Türk halklarının Çin, Kafkasya, Rusya, Hindistan ve Arap ülkeleri ile iktisadi
ilişkilerin meydana gelmesinde ve geliştirilmesinde önemli bir rоl оynamıştır. Türk halklarının yеni
arazilere yerleşmesine sebep olmuş, böylece оnlar arasında ilim ve medeniyetin karşılıklı olarak
geliştirilmesine büyük tesir göstermiştir (Budaqоv, 1998: 65).
- 258-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kültür Turizmi
Kültür turizmi, doğal ve tarihsel kültür varlıklarını, kültürel etkinlikleri, güncel sanat eserlerini
ve bazı sosyo-ekonomik olguları turistik bir ürün biçiminde gezginlerin hizmetine sunan bir turizm
anlayışıdır. Tüm doğal ve kültürel miras, (somut ve somut olmayan) arkeolojik, tarihsel kültür
varlıkları, müzeler, örenyerleri, anıtsal yapılar, dinsel yapılar, kırsal ve kentsel sivil mimari örnekleri,
saraylar, kaleler, bahçeler, temalı parklar, mezarlar, türbeler ve her türlü güncel sanat eseri ve etkinliği
her türlü kültür ürünü bu tanımın içindedir. Kültür turizminin gelişmesinde ana odak noktalar; yerel
ekonomileri canlandırmak, ev sahibi toplumun yasam standartlarını arttırmak, kültür bölgesine
turistleri çekebilmek, kültür hakkındaki bilgileri yaymak ve kültürel mirasın yıkımlara karsı
korunmasını sağlamaktır. Kültür turizmi kapsamında İpek Yolu ise, ticaretin yanı sıra kültürlerin de
taşınmasını sağlamıştır.
YÖNTEM
Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi tekniği kullanılmıştır. Varolan kayıt
ve belgeleri inceleyerek veri toplamaya belgesel tarama denir. Tarananlar: Geçmişteki olguların
anında iz bıraktığı resim, plak, ses ve resim, araç, gereç, bina, heykel vb. kalıntılarla; olgular hakkında,
sonradan yazılmış ve çizilmiş her türlü mektup, rapor, kitap, ansiklopedi, resmi ve özel yazı ve
istatistikler, tutanak, anı, yaşam öyküsü vb.leridir. Olguya en yakın, onu en yakından yansıtan ve hatta
onunla bütünleşen belgeler, kalıntılardır. Yazılı ve basılı belgeler ise, sonradan oluşturulduklarından,
kalıntılara oranla, gerçekten, daha uzak olabilirler. Birçok araştırmacı bu tekniği, “belgesel gözlem”,
“doküman metodu”, “mevcut kayıt ya da belgelerin, veri kaynağı olarak, sistemli incelenmesi ”,
olarak farklı şekilde tanımlanmaktadır (Akbaş, 2005). Bu kapsamda gerçekleştirilen araştırmada, 30
tane ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarına ait internetten yayın yapan siteleri, 5 akademik makale,
4 sempozyum bildiri metnine konu olmuştur.
Bilimsel araştırmalara konu olan “İpek Yolu”, bir çok alanda farklı yönleri ile ele alınmış,
bilimin gerektirdiği ilimi usul ve kaideler çerçevesinde konu ile ilgili kitaplar ve makaleler yazılmış,
sempozyumlarda, kongrelerde ve konferanslarda çeşitli bildiriler sunulmuştur. Bu bağlamda bilimsel
araştırmalara konu olan İpek Yolu teması; tarih, edebiyat ve sosyoloji, iktisat gibi çeşitli disiplinler
tarafından sosyal, iktisadi ve kültürel boyutları ile ele alınmış ve incelenmiştir.
- 259-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
inanç, müzik gibi çeşitli konularda tebliğlerin sunulduğu bir bilimsel platform olmuştur
(http://www.turksoy.org: 01.05.2018).
İpek Yolu Koridorunda Kültürel Miras Sempozyumu
Unesco ve Kültür Turizm Bakanlığı tarafından Akdeniz Üniversitesinde “İpek Yolu
Koridorunda Kültürel Miras Sempozyumu” adı altında düzenlenen sempozyum, 15-16 Ekim 2010
tarihleri arasında yapılmıştır. Sempozyumda; söz konusu konu ile ilgili çeşitli bildiriler sunulmuştur.
Sempozyum, iki gün planlanmıştır. Programın ilk gününde İpek Yolu ilgili önemli araştırmalar yapan
Fahri ATASOY açılış konuşmalarının yapmıştır. Ayrıca İpek Yolu ile ilgili 20 dakikalık
dokümantasyon gösteriminin yapılması ve Fuayede İpek Yolu ile ilgili kitaplar sergisinin olması
sempozyumun mahiyetini ve zenginliğini daha da arttırmıştır.
BULGULAR
Bulgu 1
21.yy itibari ile Çin dünyada global bir güç haline gelmiştir. Çin bu gücünü dünyanın mal ve
ürün üretim üstü haline gelmesine ve ucuz iş gücüne sahip olmasına borçludur.
Çin ürettiği bu ürünleri Avrupa ve Dünya pazarına sunmak için ticari yolları kullanmakta ve bu
yolların başında tarihi ipek yolu en önde gelen alternatif haline dönüşmektedir.
Bu güçlü alternatif hem geçtiği ülkeleri ticari açıdan geliştirmekte hem de bu gelişmekte olan
ülkeleri dünyaya tanıtmakta ve bu yolu iş turizmi açısından dünyanın en önemli rotası haline
getirmektedir. Ayrıca gelecekte bu rotayı yüz binlerce kişi iş turizmi ve üretim merkezi olan Çin’e
ulaşmak için kullanacaktır.
Bulgu 2
Sovyetler birliğinin 90’lı yılların başında dağılması ile Orta Asya ülkeleri bağımsızlıklarını
kazanarak ekonomik ve kültürel açıdan dış dünyaya açılmaya başlamışlardır. Bu değişimden itibaren,
hem ekonomik hem kültürel açıdan dış dünya ile olan ilişkiler bu ülkelerde gelişerek yeni stratejiler ve
- 260-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ekonomik adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu adımların arasında döviz kaynağı olarak kabul edilen
turizm de yer almaktadır.
Orta Asya’nın mistik ve yıllarca dış dünyaya ekonomik ve siyasal olarak kapalı olan bu ülkeleri
turizm ile kendilerini dış dünyaya tanıtmaya çalışmaktadırlar. Bu yönde sahip oldukları kültürel ve
tarihi birikimi gün yüzüne çıkarmak amaçlı tarihi İpek Yolu güzergâhı üzerinde olan yüzlerce eseri dış
dünyaya açmışlardır. Henüz tam olarak bir varış noktası haline gelmeseler de bu mistik ve kültürel
birikim, ulaşım imkânlarının artması ile İpek Yolu güzergâhının bir turizm yolu olarak tüm dünya
vatandaşlarının ilgisini çekmeye başlayacaktır.
Bulgu 3
Turizm trendleri her geçen yıl değişmekte ve farklı şekillerde gelişmektedir. Avrupa ve
Amerika günümüzde en çok turist olan kıtalar olsalar dahi artık yeni macera ruhlu turist kitlesi daha
çok kültürel ve mistik duygular peşinden gitmektedirler. Öncelikle Afrika’ya kayan kitle burada
macera ruhu ve farklı bir turizm çeşidini popüler hale getirmişlerdir.
Safari ruhu turizme dinamizm ve macera ruhu katarak turizmi evrimleştirmiştir. Daha sonra
uzak doğu ile insanlar, farklı kültür, inanış ve yaşam biçimleri görmek amaçlı macera içerisine merak
duygusunu entegre etmişlerdir.
Uzak Doğu, merak ve macera duygusu ile gelen turistlere kucak açarken dünyanın en bakir
bölgeleri olan Orta Asya’da bu merak duygusundan nasibini almaya başlamıştır. Bu yeni coğrafya
artık hem Uzak Doğuya uzanan yolun başlangıcı hem de merak ve macera duygusu olan turistlerin
uğrak yeri haline gelmeye başlamıştır.
Siyasi alanda yaşanan gelişmeler ile bu bölge dış dünyaya gelecekte macera ve merak duyguları
yanında bir de gezgin ruhu katarak turizme yeni bir pencere açacak en yeni nokta haline gelecektir.
Bulgu 4
Çin’in Avrupa’ya ulaşmak için son yıllarda üzerinde en fazla durduğu ulaşım stratejisinin İpek
Yolu rotasını kullanarak Avrupa’ya demir yolu ulaşımı kurmak olduğu düşünülmektedir.
Bu yeni tren yolu Çin’den İpek Yolu rotası ile Londra’ya kadar ulaşmaktadır. Bu şekilde hem
ulaşım maliyetleri düşmekte, ulaşım daha güvenli hale gelmekte ve ulaşım süresi 6 kat daha
kısalmaktadır. Bu yeni tren rotası ticari olarak Batıyı Doğuya bağlamanın yanında Orta Asya için de
bir dış dünyaya açılma umudu oluşturacaktır.
Avrupa artık Orta Asya’ya tek bir yol ile bağlanarak Avrupa ile Orta Asya arasında bir bağ
oluşacaktır. Bu şekilde Avrupalı turistler için Orta Asya hem iş hem de turizm açısında kolay bir nokta
haline gelecektir.
Bulgu 5
Avrupa Birliği, NATO ve BM gibi uluslararası siyasi ve ticari ortaklık amaçlı kurulan örgütler,
bu örgütlere katılan ülkelere ekonomik ve siyasi güç anlamında pek çok avantajlar sağlamaktadır.
Batılı ülkelerin öncülüğünde kurulan bu örgütler dünyaya her zaman örnek teşkil etmiştir. Batı
dünyası bu şekilde pek çok alanda daha güçlü hale gelmiştir.
Doğu dünyasında ise henüz bu şekilde bir oluşum gerçekleşememiştir. Bunun başlıca sebepleri
arasında çok fazla farklı kültür ve medeniyetler içeren bu coğrafyanın birleşememesi oluşturmaktadır.
- 261-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ancak son yıllarda Türk Devletleri aralarında kurdukları yakınlaşma ve siyasi işbirlikleri ile
organik bir bağ kurma eğilimindedirler. Buradaki siyasi ve ekonomik yakınlaşmada ortak kültür ve
geçmiş temel oluşturmaktadır.
Bu şekilde bir ortak çatı altında birleşmenin sınırları ve siyasal engelleri kaldırılması sonucu bu
ülkeler arasında bir özgür dolaşım hakkı doğmasının önü açılarak kültür paylaşımı ile turist değişimi
artarak gerçekleşecektir.
SONUÇ
İpek yolu turizmi geleceğine yönelik öngörüler, ticaret yolunun gelişimi ile turizm
hareketlerinin de artacağının sinyallerini vermektedir. Ticari yol gelişimi ile ulaşım ağı güçlenecek ve
turistler için varış noktası haline gelebilmesinin önü açılacaktır. Daha sonraki süreçte siyasi gelişmeler
ve iş birliği ile ülke sınırları ve geçişler kolaylaşarak serbest dolaşım bu turizmi popüler hale
getirecektir. Turizm tarzı ve şeklinin bu yönde gelişmesi ve coğrafyanın bu tarza uygun olması buraya
gelecek olan talebi arttıracaktır. Bu coğrafya kendi talebini kendisi oluşturacak arzı da kültürel
birikim ve ulaşım ağı ile sağlayacaktır. Gelecekte ticari açıdan da değerli hale gelmesi buraya gelen
turist tipini değiştirerek iş ve macera turizm merkezi haline getirecek ve kültürel zenginliği ile
kendisine gezgin turist bir portfoyü oluşturacaktır.
KAYNAKÇA
Ablayeva, A. (2013). “Kazakistan Turizminde İpek Yolu’nun Yeri ve Önemi”, Yüksek lisans
Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü,
İstanbul.
Ahmet Burçin YERELİ, Yeniden Canlanan İpek Yolu’nda Ekonomik Stratejiler.
Akbaş, S., (2005). Spor Bilimleri Araştırma Yöntemleri. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Sunum Raporu. Bolu.
Atasoy, F. (2010). "Küreselleşme Çağında Yeniden İpek Yolu", Bir Kültür Koridoru Olarak
İpek Yolu Sempozyumu, UNESCO TMK-Kültür ve Turizm Bakanlığı, 16 Ekim 2010 Antalya.
Baş, T. ve Akturan, U. (2008). Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Besculides, A., Lee, M.E. and Mc Cormick, P.J. 2002. Residents’ Perceptions of the Cultural
Benefits of Tourism. Annals of Tourism Research, 29(2): 303–319.
Budaqоv B. Büyük İpek (kervan) yоlu // Tarih ve оnun prоblеmleri dergisi, 1998, №3, s.64-70
Binoy, T.A. 2011. Archaeological and Heritage Tourism Interpretation a Study. South Asian
Journal of Tourism and Heritage. 4 (1):100-105.
Çağatay Uluçay ‘Kırgızlar’, Tarih Ansiklopedisi, İstanbul; Doğan Kardeş Yayınları, 1961,s.257.
Günel, G. (2010). “Anadolu Selçuklu Dönemi’nde Anadolu’da İpek Yolu- Kervansaraylar-
Köprüler”, Kebikeç İnsan Bilimleri için Kaynak Araştırmaları Dergisi, 15(29): 133-146.
Hansеn, D. & Kariz, R. (2004). Turfan’ın yeraltı su kaynakları. (Çеviren: Doğa Konukman).
Bilim ve Ütopya Dergisi, 19-21.
İsayev, E. ve Özdemir, M. (2011), "Büyük İpek Yolu ve Türk Dünyası", Zeitschrift für die Welt
der Türken Journal of World of Turks, Cilt: 3, Sayı: 1, Sayfa: 111-120.
Qumilyоv L.N. Eski türkler. Bakı: Genrlik, 1993, 536 s
Social Sciences Studies Journal (SSSJournal) Vol:3 Issue:8 pp:584-596
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (5. Baskı).
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
http://www.turksam.org/tr/makale-detay/1608-ipek-yolu-ve-turk-dunyasinin-tarihi-bugunu,
erişim tarihi: 03.04.2018.
https://atauni.edu.tr/ipek-yolu-ulkelerinin-kultur-diyalogu-sempozyumu, 01.05.2018)
http://www.festtravel.com/kultur-turizmi-nedir ,erişim tarihi: 01.05.2018
- 262-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Zubaida ŞADKAM*
ABSTRACT
In the last century, new ideologies in economic development and technological progress make
different countries look the same image. This rapid progress towards an unknown direction and
ideology has increased the danger of losing nations' identity and cultural challenge. The unlimited
importance and excess value given to technological and economic development will create indifferent
societies towards themselves and their own cultures and have terrible consequences in the future. This
situation has been happening in the majority of Asian countries for many years and has made them
economic opponents against each other, despite the deep historical and cultural ties of the inhabitants
of the land. Our aim in this article is to talk about common cultural heritages which are common
among Asian countries but which have been forgotten for the last hundred years, especially from the
cultural heritage of Silk Road, which is seen in the language, clothing, belief and life philosophy of
people living in this region. there are also language elements in these culturel heritage. Kazakh has not
been in direct contact with Persian, but Persian words have also been included in Kazakh by various
ways. These words have got changed over time in terms of both phonetics and meaning. In our work
we will try to make determinations about the quotation times of these items and reveal the traces of the
integration phenomenon which preserved national identity during many centuries by making
ethnolinguistic and semantic analyzes, showing Kazakh words and language units taken from Persian
language with examples.
Keywords: Kazakh, Persian, ethnolinguistic, analysis
- 263-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mustafa ORÇAN*
ABSTRACT
Kyrgyz society exercises different marriage custom and establish special family tradition, which
are not common in other societies in the globe. In addition to their mother and father, young people in
the verge of marriage process, they choose ‘Ökül Ata’ (Ökül father) and ‘Ökül Apa’ (Ökül mother).
The relationship between new parent and married couple is unique practices in that they come and
visit each other and give present when their special days, such as religious festival, birthday, ant etc.
Ökül parents consider their ‘ökül children’ as they are their own children. For instance, when they are
faced with any problem, their Ökül parents solve their new children’s personal problem. The issues
between couple can be solved by them without giving any information to their own parents and going
to the court cases. In the Kyrgyz culture and tradition, the tradition of ‘Ökül’ father / mother plays
essential role as family consultancy, which regulate family relations among the families. In a sense
that we will try to find out the implementation of Ökül tradition as it is defined ‘buffer mechanism’,
which prevents vulnerable and conflictual relations among families of couple in this research. This
study examines the positive and negative affects of tradition of ‘Ökül’ parents in various cities and
counties of Kyrgyzstan and then open the discussion into functionality of ‘Ökül’ tradition in the
society.
Keywords: Ökül Parent, Ökül Father, Ökül Mother, Ökül Children, Kyrgyz Culture, Kyrgyz
Family And Marriage Custom In Kyrgyzstan
* Prof. Dr., Kyrgyz-Turkish Manas University, Faculty of Humanities, Department of Sociology, mustafaorcan@yahoo.com
- 264-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ayşe ARAT*
ABSTRACT
Package tour contracts are contracts that the organizer or intermediary promises to provide
services such as transportation and accommodation to consumers. The holiday intellection led by
intense work of modern life led to the emergence of a sector in this field. People's travel, the desire to
rest, the curiosity of places that they have not seen reveal the demand to reach this service easily.
Package tours, which are shaped in the direction of these requests, offer services to people about
travel, accommodation, sightseeing, even eating and drinking. Traveling through varied and popular
package tours also causes a number of problems. Therefore, taking into account the EU Directives, in
particular, the rights that the consumers have if they sign package tour contracts, the characteristics
that the contract must carry, the consequences if the service cannot be performed as promised, are
detailed in Article 51 of the Law on the Protection of Consumers. In addition, Package Tour Contract
Regulations are issued. In our work, the package tour contract was assessed based on the rights that
the consumer has for this contract.
Keywords: Package tour contracts, Consumer
- 265-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Canan BOZKAYA*
İlyas YAVUZ**
ABSTRACT
Development of geometrical thinking is predicated on the ability to associate and conceptualize.
Transformation is one of the most challenging subjects of geometry. Transformation geometry refers
to a subject theme whereby students, with the aid of Cabri II Plus software, learn to make inference
through observation and experiment. This study aims to examine the effects of the use of Calibri II
Plus software on the success of the 8th graders in their comprehension of geometry and assess their
self-report on how their learning experience is affected with the involvement of such software. For the
purposes of this study, a group of 25 students of a secondary school in Istanbul province of Turkey
received Cabri II Plus-aided instruction on the subject of transformation geometry for 10 hours of
class time in total. First, the students were introduced the software. Next, they were taught the subject
through activities designed with the help of the Cabri II Plus software. Another group of 25 students
with comparable average scores, on the other hand, were taught the same subject in conventional
methods. Upon completion of the sessions, both groups were given a questionnaire, the results of
which were then compared. Those students in the Cabri II Plus group were also interviewed, during
which they answered questions such as what they thought of the Cabri Plus-II aided learning and
whether or not they believed it was helpful in their efforts to understand the subject. Preliminary
findings of the study suggest that those in the Cabri II Plus-aided learning environment were better at
understanding the subject of transformation geometry and better at conceptualizing the questions they
are assigned to. The assessment of the interviews support the proposition that the use of dynamic
software motivates and help students develop positive attitudes towards mathematics.
Keywords: Cabri II Plus, Transformation geometry, Geometry Education
* Graduate Student, Marmara University, Atatürk Faculty of Education Department of Mathematics Education,
cananbozkaya35@gmail.com
** Prof. Dr., Marmara University, Atatürk Faculty of Education Department of Mathematics Education, iyavuz@marmara.edu.tr
- 266-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hüseyin BAYDEMİR*
ÖZET
Efsaneler, mitlerden sonra en eski sözlü edebiyat ürünleridir. Efsaneler mitik, tarihi, dini ve
günlük yaşamla ilgili motiflerden oluşurlar. Bu sebeple herhangi bir milletin mitik, tarihi, dini ve
günlük hayatla ilgili tasavvurlarını öğrenmenin yollarından biri de o millete ait efsanelere göz
atmaktır. Farklı kültürlerin kesişme noktası olan Özbekistan, sözlü edebiyat ve bu cümleden efsaneleri
yönüyle de büyük bir zenginlik ve çeşitlilik arz etmektedir. Türkistan’ın kadim kültürünü daha iyi
okuyabilmek, bu kültürel zenginliği dünyaya tanıtabilmek için efsanelerden de yararlanmak gerekir.
Efsane tasnifleriyle ilgili çalışmalarda genellikle “Belli yerlerle ilgili efsaneler” başlığı altında verilen
efsaneler, belli coğrafi şekiller, örenler, ziyaret yerleri ve tarihi eserler ile ilgili olanlarıdır. Bu tür
mekanlar genellikle turistlerin de gezip görmek istedikleri öncelikli yerlerdendir ve Özbekistan coğrafi
konumu ve de tarihten gelen miras dolayısıyla bu bağlamda çok zengin bir ülkedir. Ülkeye gelen
turistlere bu tür yerlerle ilgili efsanelerin anlatılması, Özbek kültürünü tarihi derinliğiyle birlikte
dünyaya tanıtmaya yardımcı olacaktır.Bu bildiride, daha önce yayımladığımız “Özbek Efsaneleri” adlı
kitabın hazırlık aşamasında topladığımız yaklaşık bin efsaneden “Belli yerlerle ilgili” olanları
mekanlara göre tasnif edilecek; bu anlatılardaki kültürel zenginlik ortaya çıkarılacak ve bu sözlü
ürünlerin Özbek kültürünü tanıtmadaki rolü ve önemi üzerinde durulacaktır. Efsanelerin turizm
sektöründe daha verimli kullanılması için öneriler geliştirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Efsaneler, Özbekistan
* Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, hbaydemir@atauni.edu.tr
- 267-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mehmet ULUTAŞ*
ÖZET
Öz-yeterlilik, kişinin amaçlarına ulaşabilmek bakımından kişisel becerilerin duyduğu güven
olarak tanımlanmaktadır. Öz-yeterlilik, kişinin gerçekten yetenekli olmasını değil, aslında yetenekli
olduğuna dair inancını ifade etmektedir. Öz-yeterliliğe sahip işgörenlerin, işlerini başarmada
motivasyonları ve kararlılıkları daha yüksek ve bu sebeple iş performansları da daha yüksektir. Bir çok
araştırmacı, işgörenlerin öz-yeterliliklerinin, performans, iş doyumu, işten ayrılma eğilimi vb bir çok
faktör üzerindeki etkisi üzerine çalışmalar yapmıştır. Araştırmada, genel öz-yeterlilik ve sosyal öz-
yeterlilik olmak üzere iki boyutta ele alınan kişisel öz-yeterlilik ile iş doyumu arasındaki ilişki
incelenmiştir. Çalışmada örneklem olarak, Kırgızistan’ın başkenti olan Bişkek’te faaliyet gösteren
seyahat acentaları seçilmiştir. Verilere faktör analizi, korelasyon analizi ve regresyon analizi
yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar, kişisel öz-yeterlilik algısının her iki alt boyutunun da, çalışanların iş
doyumu ile anlamlı ve pozitif yönde ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler: Kişisel Öz-yeterlilik, Genel Öz-yeterlilik, Sosyal Öz-yeterlilik, İş Doyumu
ABSTRACT
Self-efficacy is defined as the confidence that one have individual skills in terms of achieving
one's goals. Self-efficacy is the one's belief that have talent, not whether one is truly talented.
Employees with self-efficacy are more motivated and determined to succeed in their work and
therefore have higher business performances. Many researchers have studied on the effects of the self-
efficacy on many factors such as performance, job satisfaction, turnover intention. In the research,
the relationship between self-efficacy which is examined in two dimensions as general self-efficacy
and social self-efficacy, and job satisfaction has been examined. As a sample in the study, travel
agencies operating in Bishkek, the capital city of Kyrgyzstan, were selected. Factor analysis,
correlation analysis and regression analysis were conducted on the data. The results showed that both
subscales of personal self-efficacy perception were significantly and positively correlated with
employee job satisfaction.
Keywords: Self-efficacy, General Self-efficacy, Social Self-efficacy, Job Satisfaction
GİRİŞ
Öz-yeterlilik, kişilerin, yaptıkları iş ya da mesleklerinde yeterli beceriye sahip olduklarıyla ilgili
olarak kendilerine güvenmeleri olarak tanımlanmaktadır. Kişinin kendine güvenmesi, yeteneklerine
inanması, gerekirse başkalarını da buna inandırması, başarının anahtarıdır denilebilir. Literatürde, öz-
yeterlilik’ten bahsedilirken, kişinin gerçekten yetenekli olup olmasıyla ilgilenilmediği anlaşılmaktadır.
Bu kavram çerçevesinde ele alınan, birtakım kabiliyetleri olduğu hususunda insanların kendi
kendilerini ikna etmiş olmasıdır.
* Dr., Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi – Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu, Necmettin Erbakan Üniversitesi – Havacılık ve Uzay
Bilimleri Fakültesi, mehmet.ulutas@manas.edu.kg, mulutas@konya.edu.tr
- 268-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kendine güven sorunu yaşayan ve bir şekilde kendilerini toplumdan soyutlayan bireyler, silik ve
başarısız bir kariyere sahip olmakla karşı karşıyadırlar. Çünkü, büyük başarılara imza atanlar,
genellikle kendine güvenen ve risk alabilen insanlardır. Sınıfta, öğretmeninin sorduğu sorunun
cevabını bildiği halde, “ya yanlışsa” diyerek parmağını kaldırma cesareti gösteremeyen öğrenci, öz-
yetersizlik davranışının bir örneğini sergilemektedir ve bu yetersizlik zincirini kırmadan hayatta
başarılı olma şansı olmayacaktır.
LİTERATÜR TARAMASI
Öz yeterlik kavramı, “yetkinlik beklentisi”, “öz yeterlik beklentisi”, “öz yeterlik inancı”, “öz
yeterlik algısı” gibi çeşitli biçimlerde Türkçe’ye çevrilmiştir (Azar, 2010). Çalışmada, İngilizce “self-
efficacy” kavramı, “kişisel öz-yeterlilik” şeklinde kullanılacaktır. Kişisel öz-yeterlilik, birçok
araştırmacı tarafından incelenmiş ve literatürde çeşitli değişkenlerle ilişkisi ortaya konmuştur. Bu
bölümde, kişisel öz-yeterlilik alt boyutlarıyla ele alınacak ve iş doyumu ile arasındaki ilişkiye dair,
daha önce literatürde yapılmış olan araştırmaların sonuçlarına yer verilecektir.
Kişisel Öz-yeterlilik
Bandura (1994), öz-yeterliliği, kişinin kendi hedeflerine ulaşma yeteneklerine duyduğu güven
ve inanç olarak tanımlamıştır. Sosyal-bilişsel öğrenme kuramına (Social-cognitive theory of learning)
göre, bir kişinin öz-yeterliliği, davranışsal, çevresel ve bilişsel faktörlere bağlıdır. Öz-yeterlilik
kavramı, kişinin sahip olduğu gerçek kabiliyetlerini değil, yetenekli olduğuna dair kişisel inancının
derecesini gösterir. Yüksek öz-yeterliliğe sahip insanlar, başarısızlık durumunda dahi çabalamaktan
vazgeçmezken, düşük öz-yeterliliğe sahip insanlar, küçük hayallere sahiptirler, her yeni durumu tehdit
olarak dikkate alır ve bundan kaçınmaya çalışır, zorluklar karşısında hedeflerine ulaşma
uğraşılarından vazgeçebilmektedirler (Bandura, 1994; Gkolia vd., 2014)
İnsanlar, kişisel ajans (personal agency) mekanizmaları aracılığıyla kendi işleyişlerine nedensel
katkılar yaparlar. Kişisel ajans mekanizmalarından hiçbiri, insanların kendi işleyiş düzeylerini ve
yaşamlarını etkileyen olayları kontrol etme yetkinlikleri hakkındaki inançlarından daha merkezi veya
yaygın değildir. Yeterliliğe dair inanç, insanların duygu, düşünce, motivasyon ve davranışlarını
etkilemektedir (Bandura, 1993).
Bandura (1990)’ya göre, işlevsel olarak insanlarda öz yeterlilik dört ana süreç çervesinde
düzenlenmektedir. Bunlar, bilişsel (cognitive), motivasyonel (motivational), duygusal (affective) ve
seçim (selection) süreçleridir. Bilişsel süreçler, yeterli olduğuna dair kişilerin kendine güven duyma
süreçleridir ve bu düşünce kalıpları performansın yükselmesinde ya da düşmesinde etkilidir.
Motivasyonel süreçler, kişinin kendi kendisini güdülemesi, hedef belirlemesi ve hedeflerini
gerçekleştirmek üzere eylem planları hazırlayarak kendisini bu eylemlere yönlendirmesidir. Duygusal
süreçler, insanların kendi yeteneklerine duydukları inancın, stres ve depresyona sebep olan çevresel
birtakım tehditlerle başa çıkma kararlılığını ifade etmektedir. Seçim süreçleri ise, insanların
kendileriyle ilgili bir değerlendirme yaparken, kendi seçtikleri ya da kendileri sebep oldukları
çevrelerinin etkisinde kalmalarıdır. İnsanlar, üstesinden gelemeyeceklerine inandıkları durumlar ve
- 269-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Telef (2011), öğretmenler ile ilgili olarak yaptığı çalışmada öğretmenler için geliştirdikleri öz-
yeterliğin alt boyutlarından öğrenci katılımını sağlama, öğretim stratejileri ve sınıf yönetimi
yeterliklerinin, öğretmenlerin iş doyumları ve yaşam doyumları ile pozitif, tükenmişlikleri ile negatif
ilişkili olduğunu tespit etmişlerdir. Buluç ve Demir (2015), Ankara Büyükşehir Belediyes il sınırları
içerisindeki ilk ve ortaokul öğretmenleri üzerinde yaptıkları araştımada, öğretmen öz-yeterlikleri ile iş
doyumu arasında pozitif yönde ve anlamlı ilişki bulmuşlardır.
YÖNTEM
Bu bölümde, araştırmanın amacı ve modeline yer verilecek, araştırmanın sonucunda elde edilen
bulgular ortaya konacaktır.
Bu amaçla, öncelikle literatür taranmış ve konu ile ilgili olarak çok sayıda çalışma ve bulguların
olduğu tespit edilmiştir. Bunlardan, Klassen ve Chiu (2010), Federici ve Skaalvik (2012), Duggleby
vd. (2009), Gkolia vd. (2014), Telef (2011), Buluç ve Demir (2015) vb araştırmacılar, çalışmalarında
kişisel öz-yeterlilik algısı ile iş doyumu arasındaki ilişkiyi araştırma konusu edinmiş ve anlamlı
ilişkiler tespit etmişlerdir.
Literatürde genel olarak kişisel öz-yeterlilik değişkeni; genel öz-yeterlilik ve sosyal öz-yeterlilik
olmak üzere iki alt boyutta ele alınmıştır. Sherer ve Maddux (1982), genel öz-yeterliliğin de (a)
harekete geçme / sebat etme ve (b) olumsuzluk karşısında öz-yeterlilik şeklinde iki alt boyuta
ayrılabileceğine dair kanıtlar olduğunu da ileri sürmektedirler. Sosyal öz-yeterlilik, kolay arkadaş
edinebilme, sosyal ilişkiler geliştirme noktasında kendine güven duyma, sosyal toplantılar içinde
bulunmaktan kaçınmama, sosyal ilişkiler kurmada ilk harekete geçen kişi olma gibi davranışlarla
- 270-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
tanımlanmaktadır. Çalışmada literatürdeki geniş kabul göre “genel öz-yeterlilik” ve “sosyal öz-
yeterlilik” sınıflandırmasına uyulacaktır.
Yukarıda belirtilen literatür taramasının sonuçları doğrultusunda, araştırma için aşağıdaki
hipotezler geliştirilmiştir;
H1: İşgörenlerin genel öz-yeterlilik algısı ile iş doyumları arasında anlamlı bir ilişki vardır
H2: İşgörenlerin sosyal öz-yeterlilik algısı ile iş doyumları anlamlı bir ilişki vardır
Araştırma modeli olarak aşağıdaki gibi simgesel bir model kullanılmıştır.
Genel
Öz-yeterlilik
Sosyal
Öz-yeterlilik
Araştırmanın Yöntemi
Yapılan bu çalışmada örneklem olarak Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te faaliyet gösteren
seyahat acentaları çalışanları seçilmiştir.
Araştırmada bir anket formu kullanılmıştır. Anket sorularına verilen cevaplar, 5’li Likert tipi (1:
Kesinlikle katılmıyorum; …..; 5: Kesinlikle katılıyorum) ölçek vasıtasıyla alınmıştır. Araştırmanın
kavramsal modelinden yola çıkılarak soru listesi hazırlanmıştır. Listede yer alan soruların tamamı
literatürde önceden kullanılmış olan sorulardan oluşturulmuştur.
Kişisel öz yeterlilik algısı değişkenini ölçen sorular, (Sherer ve E.Maddux, 1982) tarafından
kullanılmış olup şu şekildedir; “Bir şeyleri planladığımda, gerçekleştireceğime eminim”, “En büyük
problemlerimden biri, çalışmam gerektiğinde ciddi şekilde işe başlayamamam”, “İşi ilk seferde
yapamazsam, yapıncaya kadar uğraşmaya devam ederim”, “Başarmak için kendime koyduğum
hedeflere nadiren ulaşırım”, “Daha tamamlayamadan hedeflerimden vazgeçerim”, “Zorluklarla yüz
yüze gelmekten kaçınırım”, “Çok karmaşık görünen şeyleri, deneme zahmetine bile girmem”,
“Hoşlanmayacağım bir işi yapmak zorunda kalsam, o işi bitirmeden bırakmam”, “Bir şey yapmaya
karar verdiğimde, o şeyi yapmak için hemen harekete geçerim”, “Yeni bir şeyler öğrenmeye
çalıştığımda, başlangıçta başarılı olamazsam, kısa bir süre sonra pes ediyorum”, “Beklenmeyen
sorunlar ortaya çıktığında, onlarla başa çıkmakta zorlanıyorum”, “Benim için çok zor olduğunu
gördüğüm yeni şeyleri öğrenmekten kaçınıyorum”, “Başarısızlıklar beni daha çok çalışmaya sevk
ediyor”, “İşleri yapma yeteneğim konusunda kendimi güvensiz hissediyorum”, “Ben kendine güvenen
bir insanım, Kolayca pes ediyorum”, “Hayatta ortaya çıkan çoğu problemle başa çıkabilecek
kapasiteye sahip görünmüyorum”, “Yeni arkadaşlar edinmek benim için zor”, “Eğer tanışmak
istediğim birini görürsem, onun bana gelmesini beklemek yerine ben o kişiye giderim”, “Arkadaş
olunması zor biriyle tanışırsam, çok geçmeden o kişiyle arkadaş olmaya çalışmayı bırakırım”, “İlk
başta ilgisiz görünen biriyle arkadaş olmaya çalıştığımda, kolay kolay vazgeçmem”, “Sosyal
toplantılarla aram iyi değil”, “Dostlarımı, arkadaş edinmedeki kişisel becerilerim sayesinde
kazandım”.
- 271-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İş doyumu değişkenini ölçen sorular ise (Macdonald ve Maclntyre, 1997) tarafından kullanılmış
olup şunlardır; “Yaptığım iyi işler takdir ediliyor”, “Kendimi iş yerindeki diğer çalışanlara yakın
hissediyorum”, “Bu şirkette çalışmak konusunda iyi duygulara sahibim”, “İşim ile ilgili olarak
kendimi güvende hissediyorum”, “Yöneticilerimin beni düşündüğüne inanıyorum”, “İşimin, genel
olarak, fiziksel sağlığım açısından iyi olduğunu düşünüyorum”, “Aldığım ücret beni tatmin ediyor”,
“Tüm yeteneklerimi işimde kullanabiliyorum”, “Yöneticilerimle iyi geçiniyorum”, “İşimden
memnunum”.
BULGULAR
Katılımcıların demografik özellikleri şu şekildedir; Ankete 41’i bay (% 36,3), 72’si bayan (%
63,7) olmak üzere toplam 113 kişi katılmıştır. Ankete katılanlar; yaş durumlarına göre % 96,5’i (109
kişi) 18-35, % 3,5’i (4 kişi) 35-50 yaş grubunda olup; 50 yaş üstü gruba giren katılımcı
bulunmamaktadır. Ankete katılanların % 96,5’i (109 kişi) 18-35, % 3,5’i (4 kişi) bekardır. Eğitim
durumlarına göre, ankete katılanlar arasında en yüksek oran % 99,1 (112 kişi) ile üniversite
mezunlarına aittir. Üniversite mezunlarını %0, 9 (1 kişi) ile lise mezunları takip etmektedir.
Katılımcıların % 85,8’i (97 kişi) mavi yaka işçi; % 9,7’si (11) idari görevlerde bulunan beyaz yaka
özel sektör çalışanlarından oluşmakta; % 4,4’ü (5 kişi) ise yönetici grubunu temsil etmektedir.
Katılımcıların % 73,5’i (83 kişi) 1 yıldan az süredir; % 20,4’ü (23 kişi) 1-6 yıl arası; % 6,2’si (7 kişi)
ise 6 yıldan fazla süredir işletmelerinde görevini sürdürmektedir.
Faktör Analizi
Faktör analizinde, bağımlı ve bağımsız değişkenler ayrı ayrı ele alınarak analiz edilmiştir.
Bağımsız değişken olan kişisel öz-yeterlilik algısı ölçeğinin faktör analizi sonuçları Tablo 1’de
verilmiştir.
Kişisel öz yeterlilik algısına ilişkin olarak yapılan ilk faktör analizi sonucunda, faktör sayısı dört
çıkmıştır. Ancak çıkan tabloda faktör yüklerinin uygun bileşenlere dağılmadığı görülmüştür. Bu
sebeple, faktör yükü uygun bileşenlere dağılmayan, “Başarmak için kendime koyduğum hedeflere
nadiren ulaşırım”, “Hoşlanmayacağım bir işi yapmak zorunda kalsam, o işi bitirmeden bırakmam”,
“Arkadaş olunması zor biriyle tanışırsam, çok geçmeden o kişiyle arkadaş olmaya çalışmayı
bırakırım”, “Dostlarımı, arkadaş edinmedeki kişisel becerilerim sayesinde kazandım” ifadeleri
ölçekten çıkarılmıştır.
Sonuç itibariyle, kişisel öz-yeterlilik bağımsız değişkeni, genel öz-yeterlilik ve sosyal öz-
yeterlilik olmak üzere iki alt boyut çerçevesinde ele alınmıştır. Bunlardan, genel öz-yeterlilik
faktörünün öz değeri 6,036’dır ve toplam varyansın %31,770’ini açıklamaktadır. Faktörün güvenirliği
0,904 olarak tespit edilmiştir. Kişisel öz-yeterlilik algısının diğer alt boyutu olan sosyal öz-yeterlilik
faktörünün öz değeri 3,590’dır ve toplam varyansın %18,897’sini açıklamaktadır. Faktörün güvenirliği
0,822 olarak tespit edilmiştir. Ölçeklerin Bartlett Testi için ki-kare 947,093ve p anlamlılık değeri
0,001 olarak gerçekleşmiştir. Kaiser-Meyer-Olkin örneklem değeri 0,860’dır. Test sonucu elde edilen
değerler, verilerin faktör analizi için uygun olduğunu göstermektedir.
- 272-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Araştırmada bağımlı değişken olan iş doyumu ölçeğinin faktör analizi sonuçları Tablo 2’de
verilmiştir.
Tablo 2: İş Doyumu Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları
Açıklanan Güvenirlik
Eş Faktör
Sorular Özdeğer Varyans Ortalama (Cronbach
Kökenlilik Yükü
% Alfa)
İş Doyumu 4,932 54,796 3,6932 ,894
Sat_4 ,695 ,833
Sat_3 ,661 ,813
Sat_9 ,635 ,797
Sat_10 ,626 ,791
Sat_5 ,555 ,745
Sat_2 ,505 ,711
Sat_7 ,476 ,690
Sat_1 ,452 ,672
Sat_8 ,328 ,573
Faktör çıkarma metodu: Temel bileşenler analizi; Döndürme metodu: Varimax; Kaiser-Meyer-Olkin Örneklem
Yeterliliği: %89,7; Bartlett’s Küresellik Testi için Ki- Kare: 487,279; df: 36; p<0,001
- 273-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İş doyumu için yapılan faktör analizi sonucunda iki faktör çıkmış olup, faktör yükü uygun
bileşenlere dağılmayan, “İşimin, genel olarak, fiziksel sağlığım açısından iyi olduğunu düşünüyorum”
ifadesi ölçekten çıkarılmıştır. Faktörün öz değeri 4,932’dir ve toplam varyansın %54,796’sını
açıklamaktadır. Faktörün güvenirliği 0,894 olarak tespit edilmiştir. Bartlett Testi için ki-kare 487,279
ve p anlamlılık değeri 0,001 olarak gerçekleşmiştir. Kaiser-Meyer-Olkin örneklem değeri 0,897’dir.
Test sonucu elde edilen değerler, verilerin faktör analizi için uygun olduğunu göstermektedir.
İşgörenlerin Kişisel Öz-yeterlilik Algısı ile İş Doyumu Arasındaki İlişki
İşgörenlerin kişisel öz-yeterlilik algısı ile iş doyumu arasında bir ilişki olup olmadığını
belirlemek için korelasyon analizi yapılmıştır. Tablo 3’de korelasyon analizine ilişkin sonuçlar yer
almaktadır.
Std.
N Ortalama 1 2 3
Sapma
**p<0,01
1. “Genel Öz-yeterlilik” ile “iş doyumu” arasında pozitif yönde anlamlı (p=0,01) bir ilişki (r =
,309) olduğu görülmektedir ve bu sonuca göre “H1 İşgörenlerin genel öz-yeterlilik algısı ile iş
doyumları arasında anlamlı bir ilişki vardır” hipotezi kabul edilir.
2. “Sosyal Öz-yeterlilik” ile “iş doyumu” arasında pozitif yönde anlamlı (p=0,01) bir ilişki (r =
,489) olduğu görülmektedir ve bu sonuca göre “H2 İşgörenlerin sosyal öz-yeterlilik algısı ile iş
doyumları arasında anlamlı bir ilişki vardır” hipotezi kabul edilir.
Korelasyon analizinin yanısıra, sözkonusu değişkenler arasındaki ilişkinin niteliğinin
belirlenmesi amacıyla doğrusal regresyon analizi de yapılmıştır.
Bağımlı Değişken: İşten doyumu; R: ,309; R²: ,096; Düzeltilmiş R²: ,087; Model İçin F: 11,738, p<0,001
- 274-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bağımlı Değişken: İş doyumu; R: ,489; R²: ,239; Düzeltilmiş R²: ,232; Model İçin F: 34,813, p<0,0001
SONUÇ
Araştırmada, yapılan korelasyon ve regresyon analizlerinde aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır;
1. Genel öz-yeterlilik algısı ile iş doyumu arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki tespit
edilmiştir. Klassen ve Chiu (2010), Federici ve Skaalvik (2012), Duggleby vd. (2009), Gkolia vd.
(2014), Telef (2011), Buluç ve Demir (2015) vb de yaptıkları çalışmada benzer sonuçlara
ulaşmışlardır.
2. Sosyal öz-yeterlilik algısı ile iş doyumu arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki tespit
edilmiştir.
Sonuçlar, kişisel öz-yeterlilik algısının işgörenlerin iş doyumu üzerinde önemli bir etkiye sahip
olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır.
Kişilerin yaptıkları işleri hususunda yetenekli olduklarına dair inançlarının bir derecesi olarak
tanımlanmış olan kişisel öz-yeterlilik, kişilerin hayatlarını olumlu etkilemeye önce kişisel tatmin
düzeyini iyileştirerek başlamaktadır. Yani öz-yeterliliğe sahip olan kişi, öncelikle kendi
yeteneklerinden memnun, kendisiyle barışık demektir.
Kendisiyle barışık işgörenlerin, işleriyle ve işverenleriyle de barışık olabilecekleri varsayılabilir.
Ancak, kendisine aşırı güvenen ve yeteneklerine uygun iş, ücret vb koşullara sahip olmadığını
düşünen işgörenlerin, sözkonusu fazla öz-yeterlilik sebebiyle işinde tatminsizlik yaşayabileceği de
dikkate alınmalıdır.
Ayrıca, kişinin öz-yeterlilik inancı, kişinin kendisini geliştirmesini, yeni bilgi ve becerilerle
donanma ihtiyacını durduruyorsa, kişisel öz-yeterliliğin hızla öz-yetersizliğe dönüşeceği dikkate
alınmalıdır. Çünkü, Drucker’ın ifadesiyle, bilgi çağında, belirli bir beceriye sahip olan kişilerin,
kendilerini geliştirmemeleri halinde yetersizlikle (obsolesence) karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz
olacaktır.
Bu sebeple, gelecek araştırmacılara, öz-yeterliliğin öğrenme davranışıyla ilişkisini araştırmaları
tavsiye edilebilecektir.
- 275-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Sınırlılıklar
Araştırmanın temel kısıtı, nispeten küçük bir örneklem üzerinde yapılmış olmasıdır ve bu
sebeple sonuçlar genellenemeyecektir. Ayrıca, farklı dillerden çevirilmek suretiyle oluşturulan anket
sorularının farklı milletlerden katılımcılar tarafından çeviri farklılıkları sebebiyle tam anlaşılamamış
olabileceği ya da kişilerin eğitim düzeyindeki farklılıkları çerçevesinde farklı algılamaların sözkonusu
olabileceği dikkate alınmalıdır.
KAYNAKÇA
Azar, A. (2010). Ortaöğretim Fen Bilimleri Ve Matematik Öğretmeni Adaylarının Öz Yeterlilik
İnançları. ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 6(12), 235–252.
Bandura, A. (1990). Perceived Self-Efficacy İn The Exercise Of Personal Agency. Journal Of
Applied Sport Psychology, 2(2), 128–163. Https://Doi.Org/10.1080/10413209008406426
Bandura, A. (1993). Perceived Self-Efficacy-İn-Cognitive-Development-And-Functioning.
Educational Psychologist, 28(2), 117–148.
Bandura, A. (1994). Bandura Self-Efficacy Defined. Encyclopedia Of Human Behavior.
Retrieved From Http://Www.Uky.Edu/~Eushe2/Bandura/Banency.Html
Buluç, B., & Demir, S. (2015). İlk Ve Ortaokul Öğretmenlerin Öz - Yeterlik Algıları İle İş
Doyumları Arasındaki İlişki. Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD),
16(1), 289–308.
Duggleby, W., Cooper, D., & Penz, K. (2009). Hope, Self-Efficacy, Spiritual Well-Being And
Job Satisfaction. Journal Of Advanced Nursing, 65(11), 2376–2385. Https://Doi.Org/10.1111/J.1365-
2648.2009.05094.X
Federici, R. A., & Skaalvik, E. M. (2012). Principal Self-Efficacy: Relations With Burnout, Job
Satisfaction And Motivation To Quit. Social Psychology Of Education, 15(3), 295–320.
Https://Doi.Org/10.1007/S11218-012-9183-5
Gkolia, A., Belias, D., & Koustelios, A. (2014). Teacher’S Job Satisfaction And Self- Efficacy:
A Review. European Scientific Journal August, 10(22), 1857–7881.
Klassen, R. M., & Chiu, M. M. (2010). Effects On Teachers’ Self-Efficacy And Job
Satisfaction: Teacher Gender, Years Of Experience, And Job Stress. Journal Of Educational
Psychology, 102(3), 741–756. Https://Doi.Org/10.1037/A0019237
Macdonald, S., & Maclntyre, P. (1997). The Generic Job Satisfaction Scale Development And
Its Correlates. Employee Assistance Quarterly, 13(2), 1–16. Https://Doi.Org/10.1300/J022v13n02_01
Sherer, M., & E.Maddux, J. (1982). The Self-Efficacy Scale-Construction And Validation.
Psychological Reports, 51, 663–671. Https://Doi.Org/10.2466/Pr0.1982.51.2.663
Telef, B. B. (2011). Öğretmenlerin Öz-Yeterlikleri, İ Doyumları, Yaşam Doyumları Ve
Tükenmişliklerinin İncelenmesi. Elementary Education Online, 10(1), 91–108.
- 276-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ayhan GÖKTEPE*
Hilal KIVANÇ**
ABSTRACT
Cultural heritage can be described as archaeological sites, architectural works, historical
buildings. Attention is paid to the study of documenting the protection of cultural heritage and its
transfer to future generations. Mapping activities also play an important role in documentation of
cultural heritage. Various methods have been used in the past to document day-to-day cultural
heritage. Traditional and modern methods are examined in two parts. The methods used in the
developments in technology, traditional methods are beginning to give way to modern methods.
Documentation studies of cultural heritage are frequently resorted to using modern methods, laser
scanning and photogrammetric methods. Technological developments in laser scanning and
photogrammetric methods are favored with advantages (cost, speed, time) and give good results in
documentation studies.
Keywords: Photogrammetry, Archeology, Cultural Heritage
- 277-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÖZET
Türklerin uzun yıllar göçebe yaşam sürdürdükleri elimizdeki kaynaklar ve yapılan araştırmalar
sonucunda bilinmektedir. Türklerin göçebelik kavramı üzerinden eleştirilere hedef yapılması içinde
bulundukları göçebe yaşam tarzının hangi özellikleri barındırdığının bilinmediğini göstermektedir.
Türkler yaşamlarında her zaman nizamı gözetmiş ve başıboş yaşam anlayışından uzak durmuş bir
kavimdir. Bu bağlamda göçebeliği kötü bir durum olarak gören ve toplumun yaşayış tarzını değersiz
kılmaya çalışan tüm anlayışlar, yapılan son araştırmalarla geçerliliğini yitirmiştir. Yapılan arkeolojik
kazılar Türk toplumunun göçebe yaşadığı dönemlerde dahi geniş bir kültür yelpazesine sahip
olduğunu gözler önüne sermektedir. Geçmişte benimsemiş olduğumuz konar-göçer yaşam tarzı
kültürümüzün gelişmesine ve çeşitlenmesine de katkı sağlamıştır. Bizi biz yapan bu değerlerin ve
kavramların oluşumunda çadır yaşantımızın, hayvancılığın ve ardından yerleşik yaşamın ve tarımın
etkileri görülmektedir. Tüm bunlar düşünüldüğünde kelime ve kültür aktarımında bu kavramların
kullanılması kültürümüzün ve dilimizin en doğru şekilde tanıtılmasına katkı sağlayacaktır. Bu
çalışmada; göçebe ve yerleşik yaşam ile ilgili kavramların derlenmesi sonucunda kültürümüzün en
doğru şekilde aktarılmasının önünü açmak hedeflenmiştir. Yapılan çalışmada betimsel yöntem
kullanılmıştır. Bu çalışmada; Türklerin göçebe ve yerleşik yaşamını anlatan kavramların kültür
aktarımı ilesöz varlığı zenginliğinin saptanması hedeflenmiştir. Bu çalışma sonunda ortaya çıkan
bulgular şu şekilde özetlenebilir: Literatürde konar-göçer ve göçebe kavramları, edebi kaynaklarda göç
kavramının kullanılması, şehir ve köy hayatıyla ilgili bazı kavramlar, Türklerde şehir anlayışı.
Anahtar Kelimler: Türklerde göçebe yaşam, Türk Kültürü, Yerleşiklik
- 278-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÖZET
Özbeklerle Mısırlılar arasında doğrudan tanışma Ahmed İbn Tolun zamanında başlamış ve bu
birlikteliğin Mısır'da kurulan Memlükler devleti sonuna kadar devam etmiştir. Osmanlılar döneminde
de Mısır'da Özbeklerin kültür ve mimâri faaliyetleri devam ettiği tarihi bir gerçektir. Bilindiği üzere
Özbeklerin Mısır'a girişleri Tolunoğullarıdöneminde başlamıştır. Fakat Tolunoğulları devleti
kurulmadan birkaç yıl önce Mısır'da Özbeklerin ilk mimâri eseri FerganalıEbu'l-Abbas Ahmed El-
Fergânî tarafından inşa edilen Nilölçer'dir. Tarihi kaynaklara göre 861 yılında Abbasî Halifesi El-
Mütevekkil Özbek asıllı büyük astronomi âlimi FerganalıEbu'l-Abbas Ahmed El-Fergânîyi
أبوالعباسأحمدالفرغانىKahire'ye gönderiyor ve bu büyük Özbek âlimi Nil Nehrinin yüksekliğini ölçemede
kullanılan Nilölçeri Roda Adasında inşa ediyor. 868 yılında Mısır'a gelen Buharalı Ahmedİbn Tolun,
Mısır'da ilk Müslüman-Türk sülâlesini kurmağa muvaffak oldu (868-905). Ahmedİbn Tolun halk
hizmetlerine yarayacak muazzam imar faaliyetletinde bulundu. El-Katâ'i القطائعadı verilen yeni bir
şehir kurdu. Burada bir saray ve kendi ismiyle anılan büyük bir cami ve dâr El-İmâre (hükümet
konağı) yaptırdı. Ayrıca 873 yılında bir hastane (mâristan) ve bugün hâlâ duran bir su kemeri inşa
ettirmişti. İbn Tolun'un en büyük eseri olan cami 876-879 yılları arasında tamamlanmış ve bugün de
varlığını sürdürmektedir. Mısır’da İhşidiler, Tolunoğulları kadar görkemli olmasa da, Roda Adasında
bir bahçe, hükümet binası, iki cami, Saray ve hastahane inşa ettiler. Özbeklerin büyük mimarî
eserlerinden biri de Kahire'de bulunan "Özbekiyye Semti" ve " Özbekiyye Bahçesi"’dir. Bildirimizde
Mısır'daki Özbeklerin kültür ve mimâri izlerini inceledik. Bu çalışmada betimsel yöntem
kullanılmıştır.
Anahtar kelimeler: Memlükler, Özbekiye, İhşidiler, mimari, Nilölçer, su kemeri
- 279-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hasan BAHAR*
ÖZET
Dünyanın en büyük kıtası olan Asya’da insana dair araştırmalar XIX. Yüzyıldan itibaren
yoğunlukla sürdürülmektedir. Eski Dünya olarak da bilinen bu büyük toprak parçasında yüzlerce
kavim ve onların ortaya koyduğu uygarlık tarih sahnesinde yer almıştır. Batıdan doğuya doğru Asya
topraklarında Anadolu, Karadeniz, Levant(Doğu Akdeniz), Mezopotamya, İran, Kafkasya, Rusya,
Arabistan, Türkistan, Hindistan, Çin, Moğolistan, Sibirya, Kore, Japonya, Filipinler ve Malaya Takım
Adaları gibi coğrafyalar uygarlıkların beslendiği alanlar olmuşlardır. Asya’nın merkezinde yer
almasından günümüzde daha çok Orta Asya olarak adlandırılan Türkistan Eski Dünya uygarlıklarının
kesişme noktasında idi. Türkistan’ın kalbinde ise Özbekistan yer alır. Bu özelliğinden dolayı
Özbekistan’da tarih öncesinden itibaren birçok kültürle karşılaşılmıştır. XIX. Yüzyılın sonlarında
gezgin ve araştırmacıların dikkati çeken bölgede XX. Yüzyılda arkeolojik kazılar yoğunluk
kazanmıştır. Günümüzde sürdürülen bu yüzey araştırmaları ve kazılarda Özbekistan Tarihöncesi ve
Tarihine ışık tutan bir çok yerleşme gün ışığına çıkarılmıştır. Burada Özbekistan ve insanlık tarihinin
erken evrelerine ait bölgedeki belli başlı yerleşmelerden söz edilecektir. Bunlar arasında Paleolitik
Çağ’a ait Teşik Taş Mağarasında bulunan çocuk mezarı ve son yıllarda önemli sonuçları olan Obi
Rakhmat buluntularından özellikle söz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Tarih öncesi, Özbekistan, Teşik Taş, Obi Rahmat, Paleolitik, Orta Asya
ABSRACT
The researches on mankind in Asia, the largest continent in the world has been carried out
extensively since the XIX. Century. In this large piece of land, known as the Old World, hundreds of
tribes and the civilizations developed by them have appeared on the stage of history. In the Asian
territory, spanning from the west to the east, the following geographies such as Anatolia, Black Sea,
Levant (East Mediterranean), Mesopotamia, Iran, Caucasus, Russia, Arabia, Turkistan, India, China,
Mongolia, Siberia, Korea, Japan, Philippines and Malay Archipelago are the areas in which the
civilizations are fed. Turkestan is located in the center of Asia and therefore today it is called as
Central Asia. Turkistan was at the crossroads of Ancient Civilizations depending on its location. And
at the heart of Turkistan one country is located called as Uzbekistan. Many cultures have been
emerged in Uzbekistan since the beginning of history related with its position. Travelers and
researchers were seen at the end of the XIX. Century and afterwards the archaeological excavations
intensified in the XX. Century. Many settlements that shed light on prehistory of Uzbekistan and
history of Uzbekistan were discovered following these surface surveys and excavations. In this paper,
the main settlements dated to the early stages of Uzbekistan and human history will be mentioned
especially focusing on the child grave in Teshik Tash Cave and findings at Obi Rakhmat.
Keywords: Prehistory, Paleolithic, Uzbekistan, Teshik Tash, Obi Rakhmat, Central Asia
- 280-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
Dünyanın en büyük kıtası olan Asya’da insana dair araştırmalar XIX. Yüzyıldan itibaren
yoğunlukla sürdürülmektedir. Eski Dünya olarak da bilinen bu büyük toprak parçasında yüzlerce
kavim ve onların ortaya koyduğu uygarlık tarih sahnesinde yer almıştır. Batıdan doğuya doğru Asya
topraklarında Anadolu, Karadeniz, Levant(Doğu Akdeniz), Mezopotamya, İran, Kafkasya, Rusya,
Arabistan, Türkistan, Hindistan, Çin, Moğolistan, Sibirya, Kore, Jponya, Filipinler, Malaya Takım
Adaları ve Çin Hindi gibi coğrafyalar uygarlıkların beslendiği alanlar olmuşlardır.
Asya’nın merkezinde yer almasından günümüzde daha çok Orta Asya olarak adlandırılan
Türkistan Eski Dünya uygarlıklarının kesişme noktasında idi. Türkistan’ın kalbinde ise Özbekistan yer
alır. Bu özelliğinden dolayı Özbekistan’da tarih öncesinden itibaren birçok kültürle karşılaşılmıştır.
XIX. Yüzyılın sonlarında gezgin ve araştırmacıların dikkati çeken bölgede XX. Yüzyılda arkeolojik
kazılar yoğunluk kazanmıştır. Bu çalışmalarda Özbekistan Tarihöncesini olduğu kadar Türkistan
coğrafyasının tarihöncesine de ışık tutmaktadır.
Erken Pleistosen döneminde, özellikle Doğu Asya'da, hominin yayılımının kronolojisi iyi
bilinmektedir. Bununla birlikte, iç Asya'daki yayılımı ve bu alanların hominin kolonileşme sürecinin
açıklanması henüz tam yeterli olduğu söylenemez. Orta Asya'nın geniş toprakları, Avrasya'da daha
uzak doğudaki yayılmanın meydana gelebileceği bir yolu tanımlar. Bölgeden gelen arkeolojik ve
insana paleontolojik kanıtlar, Orta Asya'nın, Orta Paleolitik dönemde modern insan popülasyonlarını
batıdan göç eden Neandertallerin yaşadığını göstermektedir. Yeni keşfedilen Obi-Rakhmat hominin'in
morfolojik analizleri, hem önceden bilinen Teshik-Tash çocuğunun yeniden değerlendirilmesini
sağlarken, hem de Özbekistan'daki her iki modelin testini sağlar. Sonuçlar, tipik olarak Avrupa'daki
Neandertalleri tanımlayan morfolojik örüntünün kanıtlarının Orta Asya'da eşit olduğunu
göstermektedir. Ancak, her ne kadar Obi-Rakhmat ve Teshik-Tash, bazı Neandertal özellikleri ifade
etseler de, morfolojileri de, yerel popülasyonlar ve / veya Kuzey ve Doğu'dan Orta Asya'ya göç eden
unsurları önermektedir(Glantz 2010). Teshik Tash(Deşik Taş) Mağarasında bulunan çocuk
mezarı(Okladnikov 1949) ve Obi Rakhmat’teki kültürel tabakalanma bölgedeki hominin varlığı ve
Geç Paleolitik kronolojisi için önemli sonuçlar vermiştir (Krivoshapkin vd.2010).
- 281-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Teşik Taş sadece kutsal bir alan değil yakınında bulunan bir mağaradaki 9-10 yaşlarındaki
Neandertal çocuk iskeleti ile dünyada ün kazanmıştır. 30-40 bin yıl önce burada bir törenle gömülen
çocuğun cesedi onlarca yaban keçisi boynuzu ile örtülmüştür. Dünyadaki ilk dinsel törenlerden biri
olan bu mezar uygulamasının benzeri günümüzde Kazakistan’da mezar şahidelerine bağlı yaban keçisi
boynuzları ve Konya’da eski Sızma yerleşmesinde bir türbe üzerindeki ahşap kirişe çakılmış yaban
keçisi boynuzunda tezahür eder. Hominin fosilleri ilk üst kültür seviyesinin hemen altında
bulunmuştur. Teşik Taş mezarı 1938 yılında Michael E. Masson tarafından bulunduğu günden itibaren
bir çok bilimsel yayına konu oldu (Okladnikov 1949). Buradaki çocuğa ait kafatasının üzerinde geniş
bir delikle açılması, bu dönemde İtalya Cincerro’da görüldüğü gibi burada da bir yamyamlığın
olabileceği tartışmasını beraberinde getirmiştir.
- 282-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ayrıca buradaki kafatası ile Avrasya’nın en batısındaki İspanya Cebelitarık’ta bulunan kafatası
ile benzerlikleri üzerinde durulmuştur. Böylece Neandertal insanın en batıdaki sınırı İber Yarımadası
görülürken en doğudaki sınırı Özbekistan Taşik Taş görülmektedir.
Neandertal 350 000 yıl önce Afrika’dan çıkıp 200 000 yıl önce doğuda Türkistan’a ve batıda
İber yarımadasına kadar yayılmıştır( Parker 2017).
.
O sıradaki arkeologlar, insan kalıntılarının bu kültür seviyesinde bulunan bir ocak yakınında
bulunduğunu iddia ettiler. Kafatası, kapamada bulunan yüzlerce parçanın üzerinde yatan maddeyle
ezildi. Teshik-Tash homini, yaklaşık 150 parçadan yeniden yapılandırılarak tam bir tam
kranyum(kafatası) içerir. Çocuğun vücut bölümlerinin çoğunun kaybının mağara terk edildiğinde
etobur faaliyete geçtiği ileri sürülmüştür. Teshik Taş çocuk cesedi üzerine konulan çok sayıda yaban
keçisi boynuzları ritüel bir seremoniyi göstermektedir.
İlk önceleri yerleşim burada bulunan Mosteriyen taş endüstrisi ve insan iskelet kalıntılarındaki
morfolojik yapıya bağlı olarak Orta Paleolitik döneme tarihlenmişti. Faunal(hayvansal) kalıntıların
modern örneklere benzerliğinden tarihlenmede kullanılmasının yararlı olamayacağı kanısına
varılmıştır. Bu nedenle mağara yerleşiminin, Orta Asya iklimin günümüze benzer bir koşulda, en son
buzullar arası dönemden biri olan, muhtemelen Mindel-Riss döneminde gerçekleşmiş olabileceği
varsayılmıştır.
- 283-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
sahiptir. Bu nedenle Gremiatsky, Neandertallerin modern insan çocuklarından daha hızlı bir büyüme
hızına sahip olduğunu öne sürdü
- 284-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
.
Şekil 4. Teşik Taş Çocuğuna ait kafatası(https://anthropology.net).
O zamandan beri, bilimsel topluluğun çoğunluğu Teshik-Tash iskeletini bir Neandertal olarak
yorumlamışlardı. Bununla birlikte, bazıları Teshik-Tash kafatasının morfolojisinin, Doğu
Akdeniz’deki Skhūl ve Qafzeh'de temsil edilenler gibi fosil modern insanlara veya Üst Paleolitik
modern insan alt-gruba daha çok benzemesine dikkat çektiler. Modern insanlar, Neandertaller ve erken
modern insanlarda gelişimsel şekil değişiklikleri bağlamında Teshik-Tash frontal kemiğinin 3B
geometrik morfometrik analizinde. Teshik-Tash kranyumunun(kafatası) nispeten daha uzun olmasına
ve frontal kemiğinin yetişkin Neandertallerine göre daha kavisli, çok yüksek yüz, büyük dişler ve
köpek dişi yokluğu görülmüştür.
- 285-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
OBİ-RAKHMAT
Obi-Rakhmat Grotto, Orta Asya'nın en önemli Paleolitik alanlarından biridir. 413408.8K,
700800.3D; Deniz seviyesinden 1250 m yüksekliktedir) Taşkent’in 100 km kuzey doğusundadır.
Batı Tanrı Dağları'nın Talassky Alatau Sırası'nın güneybatı ucunda, Özbekistan'ın doğusunda sığ bir
karstik oyuktur. Chatkal ve Pskem Nehirlerinin kavşağının yakınında yer alır. Mağara boşluğu girişte
20 m, genişlik, 9 m uzunluk ve 11.8 m yüksekliğindedir. Neanderthal fosil kalıntılarının bulunduğu bir
Orta Paleolitik paleoantropolojik mağara yerleşimidir (Krivoshapkin 2004, fig.1).
Bu dönem, yapılan kazıların sistemli bir hale gelen kazıların kültürel tabakaların daha hassas bir
şekilde kazıldığı ve çok disiplinli yaklaşımlarla incelendiği bir araştırma evresine girmiştir. Elde
edilen sonuca göre; Obi-Rakhmat taş endüstrilerinin bölgesel Paleolitik kültürel gelişimindeki rolünün
önemi artmış ve Orta Asya'nın en önemli Paleolitik alanlarından biri haline gelmiştir. 2003 yılında
Paleolitik insan fosillerinin bulunması Eski
- 286-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bura bulunan insana ait diş morfolojisi Neanderthal’e yakınlığı göstermiştir(Bailey vd. 2008).
Kafatası kalıntılarının gözlemlenebilir morfolojisi modern insana çok yakın benzerliktedir. Obi-
Rakhmat'ın başlıca kültürel bileşenleri için kesin yaş vermesi önemli görülmektedir(Krivoshapkin vd.
2004).
Obi-Rakhmat Grotto, Orta Asya'daki önemli Paleolitik sitelerden biridir. Arkeolojik kazılarda
arkeolojik malzemeler içeren 22 tabaka ortaya çıkarılmıştır. Tüm kültürel katmanlardan gelen litik taş
toplulukları, Güneybatı Asya ve Sibirya Altay dağlarındaki Orta Paleolitik bıçak endüstrileri ve erken
Üst Paleolitik komplekslere benzer özellikler göstermektedir; Bu, Orta Asya'da Orta-Yukarı-Üst
Paleolitik bir geçişin meydana geldiğini düşündürmektedir. Obi-Rakhmat'ta bulunan hominid
kalıntıları (katman 16) arkaik ve modern özelliklerin bir karışımını göstermektedir. Sahadaki tortulara
farklı kronometrik yöntemler (radyokarbon, optik uyarımlı lüminesans [OSL], U-serisi ve elektron
spin rezonansı [ESR]) uygulanmıştır.
Orta Asya Paleolitik ve komşu bölgelerin genel çerçevesine uyum açısından 14 C tarihin daha
güvenilir olduğu ve kritik analizler ve aykırı değerlerin silinmesinden sonra, bölgenin kültürel
sırasının üst kısmının 36.000 arasında tarihlendirilebileceği görülmektedir. –GÖ 41,400 (katman 7) ve
GÖ ∼48,800 (katman 14.1). U-serilerinden elde edilen sonuçlar, yüksek uranyum içeriği ve tarihli
çökelleri (traverten) kirleten döküntünün varlığı nedeniyle daha az güvenlidir. OSL tarihlemesi, tüm
kültürel ardıllık için (∼8 m tortu) düzgün bir yaş verdi ve çok hızlı bir çökelme oranını doğruladı. ESR
tarihlemesinin sonuçları büyük ölçüde alım modeli seçimine bağlıdır. Erkene alım için hesaplanan
tarihler bir dereceye kadar 14 C veriye karşılık gelir. Skinner ve ark. (2007), 14 C tarihiyle çelişen ve
bölgesel arkeolojik yapıya uymayan çok yaşlı çökeller (yaklaşık 55.000–90.000 yıl önce) üzerinde
durmuşlardır. (Krivoshapkin vd. 2010). Obi-Rakhmat arkeolojik materyallerinin analizi aşamalı bir
süreç öneren veri sağlar Orta Paleolitikten Üst Paleolitik'e geçişi sergiler.
- 287-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 288-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Özbekistan’da geçen yüz yılın başlarından itibaren yapılan arkeolojik araştırmalarda 150
civarında tarihöncesi yerleşmesi tespit edilmiştir. Ancak 1930’larda Teshik Taş ve 1990’larda ortaya
çıkarılan insan iskeletleri bölge tarihi olduğu kadar Avrasya arkeolojisinde önemli bir yere sahiptirler.
Asya’nın batısından doğuya geçiş yönündeki yollarda yer alan Türkistan, tarihi dönemlerde nasıl
İpekyolu ağının omurgasını oluşturmuşsa tarih öncesinde ilk insanlar için bu rolünü üstlenmişti. Teşik
Taş ve Obi Rakhmat homininlerine ait iskelet kalıntıları insanlığın gelişme safhalarında önemli yer
- 289-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
işgal etmektedir. Binlerce yıl önceki Teşik Taş mezarında örtü olarak kullanılan yabankeçisi
boynuzlarının değişik zamanlarda Türk dünyasının farklı coğrafyalarında uygulanması, Teşik Taş’tan
geçirme ritüellerinin Özbekistan ve Anadolu’da yaygınlığı, 30-40 bin yıl önce kutsanan bir mezar
yanında kutsal delik taş ritüellerinin canlı şekilde sürdürülmesi etnologların araştırması gereken bir
husustur.
Türk kültür tarihi bakımından Türkistan coğrafyası arkeolojik, etnoğrafik ve tarihi özellikleri ile
ele alınmalıdır. Batılı araştırmacılar bölgede 200 yıldır sistematik oalarak araştırmalar yaparken Türk
bilim dünyasının bölgeden uzak durması düşünülemez.
KAYNAKÇA
Bailey S, Glantz M, Weaver TD, & Viola B. (2008). The affinity of the dental remains from
Obi-Rakhmat Grotto, Uzbekistan. Journal of Human Evolution 55(2):238– 48.
Derevianko, A.P., Krivoshapkin, A.I., Anoikin, A.A., Wrinn, P.J., & Islamov, U.I., (2004).
The lithic industry of Obi-Rakhmat grotto, Obi-Rakhmat Grotto. Institute of
Archeology and Ethnography of the Siberian Branch of the Russian Academy of Sciences,
Novosibirsk, pp. 29 – 33.
Glantz M, Viola B, Wrinn P, Chikisheva T, Derevianko A, Krivoshapkin A, Islamov U,
Suleimanov R, & Ritzman T. (2008). New hominin remains from Uzbekistan. Journal of
Human Evolution 55(2):223–37.
Glantz MM (2010), The history of hominin occupation of Central Asia in review. Norton
CJ,Braun DR(eds) Asian paleoantropology:from Africa to China and beyond. Springer
Science+Business Media B.V.Dordrecht: 101-102
Gunz & Bulygina (.2012), Gunz P, & Bulygina E., The Mousterian Child from Teshik-Tash
is a Neanderthal: a geometric morphometric study of the frontal bone.
Douka, K., Slon, V., Stringer, C., Potts, R., Hübner, M., Meyer, M., Spoor, F., Pääbo,
S., & Higham, T. (2017). Direct radiocarbon dating and DNA analysis of the Darra-i-Kur
(Afghanistan) human temporal bone. Journal of Human Evolution, 107, 86–93.
Krivoshapkin,A.I.,&Brantingham,P.J.(2004). The Lithic Industry of Obi-Rakhmat Grotto,
Uzbekistan. In Actes du XIV Congres UISPP,2-8 september 2001. BAR International
1240:203-214.
Krivoshapkin,A.I., Anoikin, A.A. , &Brantingham,P.J.(2006). The Lithic Industry of Obi-
Rakhmat Grotto, Uzbekistan. Indo-Pacific Prehistory Association Bulletion 26:5-19.
Krivoshapkin, Kuzmin, A.,Y.&Jull,A.J.T.,(2010).Chronology of the Obi-Rakhmat Grotto
(Uzbekistan):First Results on the Dating and Problems of the Paleolithic Key Site in Central
Asia, Proceedings of the 20th International Radiocarbon Conference, edited by A J T Jull
RADIOCARBON, 52, ( 2–3), 2010: 549–554© 2010 by the Arizona Board of Regents on behalf of
the University of Arizona
Parker, P., 2017, World History: From the Ancient World to the Information Age,Penguin
Random House, DK Delhi.www.dk.com
https://anthropology.net/2008/08/20/an-attempt-at-a-morphological-reassessment-of-the-teshik-
tash-neandertal-child/missing-parts-of-teshik-tash/(Erişim 10.07.2018).
http://uzbek-travel.com/about-uzbekistan/monuments/teshik-tash/(10.07.2018).
- 290-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÖZET
Din, tarih öncesi çağlardan itibaren insanlığın ve toplumun etkin bir parçası olarak ortaya
çıkmıştır. İnsanın içinde bulunduğu coğrafyayı ve karşılaştığı olayları “niçin” ve “nasıl” sorularıyla
sorgulaması onu anlam arayan ve bulduğu anlamı sembolleştiren bir varlığa dönüştürmüştür.
İnsanoğlunun anlam arama karakteristiği medeniyet inşa etmesinde ona yardım etmiş, toparlayıcı ve
birleştirici bir unsur olarak şehir ve devlet kurmasında yardımcı olmuştur. Dinin medeniyetin
temelinde var olan bu özelliğinden dolayı din, medeniyetin rahmi olarak tanımlanmıştır. Diğer tüm
toplumlarda olduğu gibi Eski Türklerde de kurucu unsur olarak din vardır. Bozkır coğrafyası içinde
Orta Asya’da tarihe adım atan Türklerin medeniyete demir, at, hayvancılık, teşkilatçılık vb. unsurları
kazandırmasında ve devlet geleneğinin kadim bir unsur olarak yer almasında dinin katkısı yadsınamaz.
Çalışmamızda Eski Türklerin din ve mitoloji temelleri üzerinde durarak Türklerin ilk çağlardaki
düşünce hayatı ile ilgili vermeye çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Eski Türkler, Din ve Mitoloji, Medeniyet.
ABSTRACT
Religion has arisen as an active part of human race and society since prehistoric times. The
investigation and research exertion of human beings around its geography and the events they
encountered with the question of "why" and "how" converted them meaning seeking beings and
animal symbolicum. The meaning-seeking characteristic of human beings assisted to the construction
of a civilization and a formation of a state as an unifying element. Religion has been considered as the
mother of civilization based on the aforementioned characteristic. Religion was a dominant character
as a founding element in Ancient Turks as in all other societies.The contribution of religion for the
Ancient Turks in Central Asia in the steppe geography was undeniable when we consider the
following contributions to the world civilization such as horse breeding, iron, animal breeding,
organization and ancient state tradition. In our study, we will try to give knowledge on the world of
thought in Ancient Turks by stating the religious and mythological roots.
Key Words: Ancient Turks, Religion and Mythology, Civilization.
GİRİŞ
İnsan, tahayyül gücüne sahip bir varlıktır. Bu özelliği ile insan “doğum ile ölüm” arasında
kendini anlamlandırma çabasına girerek kendi bilincini oluşturmuştur. Bu iki unsur
anlamlandırılmadıkça, insan hakkında söylenen her şey eksik kalır. Doğum geçmişi, ölümde geleceği
temsil etmektedir. İnsanoğlu hayatı boyunca bu iki bilinmeyenli denklemi çözmeye çalışmıştır.
İnsanın doğum ve ölüm gibi zor denklemleri çözmeye çalışarak kendini tanıma çabası, yaşadığı evreni
kendi inşa ettiği kültürel düzen içinde yeniden kurmasıyla sonuçlanmıştır. Bu düşünce süreci evren
tasavvurunu ortaya çıkarmıştır. Bu süreç içinde evrenin oluşumu, insanın yaratılışı, insanın hangi
ilkelere göre yaşayacağı, öldükten sonra ne yapacağı, Tanrı’nın yerinin ne olduğu vb. soruların
cevabını arama çabası içinde olmuştur (Bıçak, 2013: 35). Bu çaba ile oluşturulan kültürün temelinde
din yatmaktadır (Duralı, 2014: 65).
- 291-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İnsan olmak, dini bir varlık olmak demektir (Eliade, 2015: 14). Akılla donatılan aynı zamanda
varlığını akıl dışı şeylere bağlayabilen tek varlıktır (Bergson, 2013: 92). Tarih boyunca insanın yani
inanan bir varlığın hikayesi, din ve tarih araştırmalarını ortak noktalara çekmiştir. Bilimi, sanatı,
felsefesi olmayan toplumlar tarihin her döneminde ortaya çıkmıştır ama hiçbir zaman dinsiz bir
toplum tarihte var olmamıştır. (Bergson, 2013: 91). Din, medeniyetlerin ruhudur. Bir toplumun gücü,
ve zayıflığının sanayileşme seviyesinden öte dinsel inanışın toplumda oluşturduğu etkiye dayanır
(Reed, 2011: 111). İnsanlık tarihini ve yaşamını anlamak için dini anlamak gerekir (Smart, 1969: 11).
E. Cassier’e göre insan ruhu kendine meydan okumuş ve mit, dil, sanat, din, tarih ve bilim gibi
sembolleri kullanarak dünyayı algılamaya çalışmıştır. O’na göre Aristoteles’in “İnsan sosyal bir
hayvan” sözü yanlıştır, çünkü sosyallik yalnızca insana has bir özellik değildir, tabiatta arı ve karınca
gibi sosyallik özelliği gösteren diğer varlıklar da vardır. Bu bağlamda, E. Cassier insanoğlunu animal
symbolicum (sembolleştiren hayvan) olarak tanımlar. İnsanın ayırt edici özelliği sembolik sistemi
yaratması ve kullanmasıdır. Mit, dil, sanat, din, tarih ve bilim toplumun yüksek formunun asli
unsurlarıdır. İnsan, hayatı tanımlayamadan yaşayamaz. Tanımlamanın çeşitli yönleri ile zihninde yeni
bir yerküre yaratır. Eric Voegelin’e göre ise dünyaya gönderilen ve dünyanın bir parçası olan insan,
dışarıdan bir izleyici olmayıp, evrenin bir parçasıdır ve umutsuz bir şekilde evreni yorumlamaya
çalışmaktadır (Hankiss, 2001: 54-55).
İnsan “homo narrans”tir. Yani kendisini ve dünyasını öykülendirerek şekillendirir (Niles, 1999:
1) Anlam arayan ve düşünen bir varlık olarak insan, tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar bu
arayışını devam ettirmiştir. Tarihsel süreçte edindiği bilinç sayesinde evreni yorumlamada farklı
sonuçlara ulaşmıştır. İnsanlık tarihine baktığımız zaman en erken dönemlerden itibaren tarih boyunca
insanların yaşamlarında üstün güç ya da güçlere yer verdikleri, inançlarını, düşüncelerini, tavır ve
davranışlarını bu üstün güç/güçler doğrultusunda belirledikleri görülmüştür. Bu üstün güç, metafizik
yapıya sahip aşkın bir varlık ya da varlıklar olabileceği gibi insanın içinde yaşadığı fakat üstün bir
değer atfettiği bir unsur da olabilir. Tek tanrılı dinler ortaya çıkmadan önce insanlar aşk tanrıları, güç
ve kuvvet tanrıları, savaş ve barış tanrıları, kral tanrı, kahraman tanrı ve benzeri tanrılara aşkınlık
ithaf ederek adet ve göreneklerini bu şekilde şekillendirmişlerdir (Gündüz, 1998: 15-17).
- 292-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Atalar kültü, ölmüş ataları tazim ve onlar için kurbanlar sunma inanç ve âdetidir. Ölen ataların
ve özellikle babaların ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülüklerinin dokunabileceği inancı
onlara karşı duyulan minnet duygusu, atalar kültünün temelini oluşturmaktadır. (Güngör, 2002: 264).
Bu inanca göre, ölüm hayatın bitişi değildir. Ataların, öldükten sonra da ruhlarının yaşadığına ve
toplumla ilişkilerini devam ettiğine inanılır. İnsan, ölümle bedenini kaybetmekte fakat manevi varlığı
yeryüzünde kalmaktadır. Sosyal hayat içinde dönemin ekonomisinin temel unsurları olan tarım ve
hayvancılığın bereketli olması için bitkilerin ve hayvanlardan verim almak isteyen insanlar gizemli
güçleri olan bu insanların gönüllerini hoş tutmak için kurban vb. ritüeller düzenleyerek dualarının
kabul olunmasını isterler (Örnek, 1988: 94-95). Atalara ait hatıraların kutlu sayılması, Türk
mezarlarına yapılan tecavüzlerin ağır şekilde cezalandırılmasından da anlaşılmaktadır.
Göğün kendisi doğrudan bir aşkınlık, güç ve kutsallık kaynağıdır. Yalnızca göğe bakmak bile
ilkel insana dinsel duygular verir. İlkel toplulukların gök tanrılarından hiç biri safkan değildir ve
belirgin bir orijinal biçime sahip değildir. Göğün yüce tanrısı yerin ve insanoğlunun yaratıcısıdır.
Görünen ve görünmeyen şeyleri yaratandır ve toprağı bereketlendiren odur. (Eliade, 2009:75-80).
Türkler tarih sahnesinde adım attığı ilk dönemlerde göğün yüce ve ululuğunu keşfetmiş ve ona aşkın
bir güç atfederek Gök-Tanrı inancını benimseyen ilk toplumlardan olmuşlardır.
Gök, Türk evren tasavvurunun en önemli sembollerinden birisidir. Göğün önemi Tanrı anlamı
yüklenmesinden ve Tanrı’nın gökte olduğuna dair olan inançtan kaynaklanır. Tanrı’nın devlet
yönetimi üzerindeki etkisi çok açıktır. Özellikle Orhun Yazıtlarında hükümdarın Gök Tanrı tarafından
tahta oturtulduğu sıkça belirtilmiştir (Bıçak, 2013: 38).
Eski Türk Kitabelerine göre Tanrı, kâinatın ilk sebebi yani yaratıcıdır. Göktürklerin bir hakanlık
kurması Tanrı’nın isteği ile olmuştur. Hakan, Türklere Tanrı tarafından gönderilmiştir. Tanrı, hayatın
her safhasında vardır. Savaşlarda Tanrı’nın yardımı ile zafer elde edilir. Tanrı, insanların hayatına
vasıtasız müdahale eder. Tanrı, canı verdiği gibi istediği zaman alır (Kafesoğlu, 2015: 296).
"Türkiye Türkçesindeki "Tanrı " sözcüğü elimizdeki en eski kaynak olan Orhun yazıtlarında
"Tenri. / Tengri" biçimindedir ve bu biçim aynı kavramda, az çok ses değişimleriyle, bütün Türk
lehçelerinde kullanılmıştır. Sözcükteki "n" &"ng" sesleri, sözcüğün ince sıradan kalın sıraya
geçmesinde etkili olmuş, sözcük Türkiye Türkçesinde "Tanrı ", Yakutça'da ses ayrışımı
(archiphoneme) olayı ile "Tangara" biçimini almıştır (Tanyu, 1980, 7).
- 293-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İ. Kafesoğlu Bozkır Türk toplumunun dinleri olarak sayılan totemizm, şamanizn ve animizm
gibi inançlardan ziyade Gök-Tanrı dinini asıl din olarak kabul eder. Tengri, en yüksek varlık olarak
Türklerin temel itikadının merkezinde yer almıştır. Tengri, yaratıcı ve tam iktidar sahibidir. Gök-Tanrı
inancının tarım toplumlarından daha çok göçebe ve hayvancılıkla uğraşan avcı-çoban toplumlarına
özgü olduğu ve bu nedenle kökeninin Bozkır toplumlarında aranması gerektiği pek çok bilim insanı
tarafından dile getirilmiştir (Kafesoğlu, 2015: 295). M. Eliade’ye göre Orta ve Kuzey Asya
toplulukları için karakteristik olan Gök-Tengri (Eliade, 2009:78) R.Giraud’a göre “bütün Türklerin
ana kültüdür” (Kafesoğlu, 2015: 295).
Gök-Tengri inancının Türklere özgü bir inanç olduğu Tanrı kelimesinden de anlaşılır. Tanrı
kelimesi bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi Türkçe’den pek çok Asyalı toplumun diline de geçmiştir
(Gömeç, 2016: 158). Moğolların yüce tanrısının adı “tengri”dir ve gök anlamına gelmektedir.
Buryatların “tengeri”, Volga Tatarlarının “tangere”si, Beltirlerin “tingir”i, Yakutların “tangara”sı,
Çuvaşların “tura”sı Orta Asya toplumlarında Gök-Tengri isimlerinen bir kaçıdır. (Eliade, 2009:80).
Gök-Tanrı inancının esasları eski Çin kayıtlarından, Orhun kitabelerinden ve diğer Türk ve
yabancı vesikalardan elde edilen bilgilere dayandırılır. Asya Hun tanhusu Mo-tun M.Ö. 176’da Çin
İmparatoru’na gönderdiği mektupta kendisinin Tanrı tarafından tahta çıkarıldığını kaydederek, askeri
zaferlerini önce “Gök-Tanrı’nın inayeti” ile kazandığını belirtmiştir. Tanhu Kün-çin (M.Ö. 160-126)
Çin İmparatoru tarafından M.Ö. 133’de Mai’de hazırlanan tuzaktan kurtulunca “Tanrı takdir
buyurduğu için kendini koruduğunu” söylemiş ve başarısını “Tanrı’nın işi” olarak açıklamıştır. M.S.
IV. Yüzyılda bir Hun devleti kuran Liu Yüan’ın yiğitliği karşısında genç yeğeni “Gök-Tengri bu kişiyi
Hunları düşünerek dünyaya getirdi” demiştir. Liu Yüan’da hin prenslerinin birbirleriyle mücadeleri
karşısında “Gök’ün iradesine karşı gelinemeyeceğini” belirtmiştir. 328 yılında diğer bir Türk
hükümdarı başarısını “Ey Gök Tanrı, sana şükürler olsun” diyerek duygularını ifade etmiştir. Avar
Hakanı Bizans ile yapılan bir antlaşma metninde Gök-Tanrı adına yemin etmiştir. Çin kaynaklarında
hakan Tardu, 590’da savaşta atından inerek Tanrı’ya niyazda bulunmuştu (Kafesoğlu, 2015: 296).
Tanrı’nın yaratıcılığını gösteren en açık örnek Göktürklerdeki gök, yer ve insanın yaratılışına
ilişkin inanıştır. Göktürk yazıtlarında “Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında
insanoğulları yaratılmıştır” ifadesinde evrenin iki temel unsuru olan gök ve yer ile insanın Tanrı
tarafından yaratıldığı açıkca görülmektedir. Dönemin inancına göre, evrensel düzen, dünyanın ve
toplumun örgütlenmesi, insanların yazgısı Tanrı’ya bağlıdır ve Tanrı ebedidir. Türklerin Tanrı
inancında yaratıcı Tanrı fikri vardır fakat yaratma işleminin nasıl yapıldığı belirsizdir. Gezginlerin
verdikleri bilgiler incelendiği zaman Türklerin tek Tanrı fikrine sahip oldukları ve İslam’ın Allah’ına
denk geldiği söylenebilir (Bıçak, 2013: 36).
İlk Dönemin inancına göre Tanrı yeryüzünün tamamına egemendir. Tanrı’dan geldiğine
inanılan şey kut’tur. Tanrı’nın verdiği kut sayesinde hükümdar olan kişi, Tanrı ile uyum içinde
olmalıdır. Tanrı’nın buyruklarını (yarlık) ne şekilde verdiğine dair bir bilgi yoktur “Yarlık” kelime
anlamı olarak “ilke-buyruk-emir” anlamlarına geldiğini gösteren belgeler mevcuttur. Türklerin evren
tasavuruna devletin merkezi bir role sahip olmasında dolayı Tanrı’nın evreni, dünyayı ve insanı nasıl
yarattığı üzerinde durulmamış, Tanrı’nın devlete nasıl müdahale ettiği üzerinde durulmuştur. Tanrı’nın
ahlaki karakteri açıktır. Ahlaka aykırı davranışlar sergileyenler Tanrı tarafından cezalandırılmaktadır
(Bıçak, 2013: 37).
Türklerde iki tapınma biçimi vardır. Birincisi, devlet ve hükümdarı ilgilendiren ve Gök-
Tengri’ye dayanan resmi tapınmadır. Göktürklerde görülen bahar ve güz aylarında yapılan tapınmalar
bu kategoriye girer. İkinci tapınma biçimi ise boy ya da aileye dayanan özel tapınmadır. Bu iki
- 294-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
tapınma biçiminde kurban ve dua unsurları vardır. İkinci tür tapınmada kamlar ön plana çıkar. Kamlar,
geleceği tahmin etme, hastalıkları iyileştirme, ölene öteki dünya yolculuğunda refakat etme, hayvan ve
bitkilerle insanlar arasındaki ilişki kurma, avın başarılı olması, sürülerin çoğalması ve ürünün bol
olması gibi görevleri vardır. Bütün bu mistik tavırların altında metafizik bir tavır vardır (Bıçak, 2013:
59).
İlk dönem inanç sistemi temel birkaç ilke üzerine oturmuştur. Bu ilkelerin başında Tanrı’nın
emirlerine uymak gelir. Bu emirlere uymayanın cezalandırılacağını bilirler. İkinci ilke çeşitli ruhlarla
ilişki içinde kendini gösterir. Üçüncü ilke, ölüm törenlerinde görülür. Ölüm töreni ile ölen kişinin ruhu
başka bir boyutta var olan hayata gönderilir (Bıçak, 2013: 60).
SONUÇ
Tarihin ilk dönemlerinde insanların dinle ilişkisinin olmadığı ve Tanrı ile ilişkinin tek tanrılı
dinler ile başladığı görüşü tartışamaya açık bir düşüncedir. Aslında tarih öncesi tüm kültür ve
medeniyetlerde farklı şekillerle de olsa aşkın bir güce inanış vardır. 1500 yıllara kadar dünya
üzerindeki bütün kültür ve medeniyetler Tanrı’dan beslenmişlerdir. Tanrı ile bağlantıyı ilk koparan
Aydınlanma ve Hümanizm ile birlikte Yeni Çağ Avrupa’sıdır.
Türkler gerek tarih öncesi inanç ve düşünce sistemleri bağlamında ve gerekse tek tanrılı dinler
sürecinde İslam dini ile birlikte kültür ve medeniyetlerinde din ile iç içe olmuşlardır. Semavi dinlerden
olan İslam ile tanıştıktan sonra medeniyete yaptıkları katkı sadece Türk tarihinde değil Avrupa
tarihinde de yerini almıştır. Müslüman denilince ilk akla gelen toplumun Türkler olması bunun en
somut göstergesidir. Müslüman Türklerin dünya tarihte bilinirliğinin yansıra İslam öncesi Türklerin de
dünya tarihte bilinirliği de oldukça yüksektir. Bu tarih öncesi bilinirlikte Türkleri özgün yapan
unsurlardan birisi de dinsel anlayışları ve bunun devlet felsefelerine yansıması ve Gök-Tengri inancı
bağlamında tek tanrılı dinlerin inandığı Allah inancına benzeyen bir inanca sahip olmalarıdır.
Türklerin tarih boyunca varlıklarını koruma nedenleri arasında teşkilatçı ve askeri bir gelenek
ile iç içe olmalarının yanı sıra dinle olan ilişkileri de önemlidir. Toplumsal düzeni sağlarken metafizik
bir unsurdan beslenmeleri özellikle devleti yöneten hükümdarların dikkatli davranmalarına neden
olmuş ve neticesinde devletin adalet temeli Tanrısal bir buyruğun tesiriyle inşa edilmiştir. Dinin tarih
boyunca var olan yadsınamaz gücü Türk kültür ve medeniyetinde yerini tarih öncesi çağlardan itibaren
almış ve Türk Devlet felsefesinin şekillenmesinde öncü rol oynamıştır.
KAYNAKÇA
Armstong, K. (2014). Mitlerin Kısa Tarihi, (Çev. D. Şendil), Alfa Yayınları, İstanbul.
Bergson, H. (2013). Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı (Çev. M.M.Yakupoğlu), Doğubatı Yayınları,
Ankara.
Bıçak, A. (2014). Tarih Metafiziği ya da Kendilik Bilinci, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Bıçak, A. (2013). Türk Düşüncesi –I- Kökenler, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Cave, D. (1993). Mircea Eliade'sVision for a New Humanism, Oxford University Press, New
York.
Duralı, Ş.T. (2014). Omurgasızlaştırılmış Türklük, Dergah Yayınları, İstanbul.
Eliade, M. (2015). Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, Yaratılış Özlemi, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul.
Eliade, M. (2009). Dinler Tarihine Giriş, , Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Hankiss, H. (2001). Fears and Symbols: An Introduction to the Study of Western Civilization,
Central European University Press, Budapest.
- 295-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gömeç, S.Y. (2016). Şamanizm ve Eski Türklerde Din, Berikan Yayınevi, İstanbul.
Gündüz, Ş. (1998). “İnsanlığın Din Tecrübesi ve İnancın Önemi Üzerine”, Mitoloji İle İnanç
Arasında, Etüt Yay, Samsun.
Güngör, H. (2002). Eski Türklerde Din ve Düşünce, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara.
Kafesoğlu, İ. (2015). Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayıncılık, İstanbul.
Niles, J. D. (1999). Homo Narrans:The Poetics and Anthropology of Oral Literature, University
of Pennsylvania Press.
Örnek, S. V. (1988). 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Gerçek Yayınları,
İstanbul.
Reed, Gloria J. (2011). Nothing Gold Can Stay, West Bow Press, Bloomington.
Smart, N. (1969). The Religios Experience of Mankind, Collins, New York.
Tanyu, H. (1980. İslam’dan Önce Türklerde Tek Tanrı, AÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları,
Ankara.
- 296-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hasan BAHAR*
Necmi UYANIK
ÖZET
Türkistan Orta Asya coğrafyası açısından önemli bir bölgedir. XIX. yüzyılda Batılı gezginler
tarafından Türkistan’a bir takım ziyaretler olmuştur. Bu ziyaretlerden biri de A. Vambery’nin
ziyaretidir. Vambery, Türkistan’dan İstanbul’a ve oradan da Hive için Tahran’a gider. Buradan
Türkistan’a dönen hacı kafilesine hacı kimliği ile katılır. 1863’de derviş kılığında Hive, Semerkant,
Buhara ve Herat’a gider. Bu kafile ile geçen yolculuğunu, Türkistan’daki anılarını daha sonra
yayınlamıştır. Bu bildiride, dönemin şartları da dikkate alınarak, bu anılar üzerine değerlendirmeler
yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türkistan, Vambery, Hive, Buhara, Türkoloji, Gezgin
ABSTRACT
Turkestan is an important region in term of Central Asian geography. In the 19th century
several Western travellers visited Turkestan. A. Vambery's visit is one of them. Vambery went from
Turkestan to Istanbul and from there to Tehran in order to go Hive. From here, he joined to a pilgrims
group with pilgrim identities who were returning to Turkestan. In 1863 he went to Hive, Samarkand,
Buhara and Herat in a dervish costume. Later on, the journey of this convoy and his memories in
Turkestan were published. In this study, considering the conditions of the period, evaluations will be
made on these memorials.
Keywords: Turkestan, Vambery, Hive, Buhara, Turkology, Traveller
GİRİŞ
Seyahat olgusunun birçok nedeni vardır. Bütün canlılar gibi neslini sürdürme mücadelesi veren
insanın ilk seyahati besinlerini sağlayacak alanları keşfetmekle başlamıştır. Antropolojik araştırmalar
insana ait iskelet kalıntılarının, 3,5 milyon yıl olduğunu Doğu Afrika’daki bulgular ortaya koymuştur.
Zamanla değişen doğal ve sosyal koşullardan dolayı bulunduğu alanın yetersizlikleri insanı dünyanın
başka coğrafyalarına göçmesine yol açmıştır. İnsanların tarihöncesindeki göçleri, onlara ait iskeletler
ve kullanmış oldukları eşyalardan bunu öğrenmekteyiz. MÖ. 3000 yıllarında yazının keşfiyle birlikte
daha detaylı bilgilere ulaşılmaktadır.
Eski Çağ Mezopotamya çok tanrılı inançlarında tanrılarla insanların yaşayışları iç içe görülür.
Sıkça, Sümer mitosları ve etkilemiş olduğu bölgedeki mitoslarda tanrıların ve tanrılaştırılmış
kahramanlıkların öbür dünya ve bu dünyadaki yolculuklarından sıkça söz edilir. Bu etkilenmeyi
yüzlerce yıl sonra Batı’da Yunan mitoslarında da görürüz.
- 297-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
MÖ. VI. yüzyılda Batı Anadolu’da başlayan pozitif bilim anlayışı ile insan ve çevresine ait
kaynaklar görülmeye başlar. Henüz tam mitoslardan arınmamakla birlikte bu dönemle ilgili
Herodot’un tarihi (Historia) örnek verilebilir. Herodot dokuz kitaptan oluşan eserinde zaman zaman
gerçekle mitosu, gözlemle duyumu karıştırır.
Buna rağmen o zamanın bilinen dünyası güney ve doğu Avrupa, Kuzey Afrika ve batı Asya
hakkında kapsamlı bilgiler vererek “tarihin babası” sıfatını hak etmiştir. Ancak Herodot insanlık tarihi
ile ilgili tarihçilere bıraktığı birçok faydalı bilgilerle birlikte, belki de onun kötü niyetle söylemediği,
sadece dili farklı yabancı uluslar için söylediği “Barbaros” kelimesi onu takip eden dönemlerde
ötekileştirme aracı olmuştur. Herodot, Yunanlıların dilini anlamadığı Ege Denizi’nden itibaren Persler
de dâhil bütün doğu dünyasını, yabancı yani onun terimi ile barbar görmüştü.
Herodot, Türkistan ile ilgili ilk bilgi veren tarihçiydi. Onun dünyasında Hazar denizinden ötesi
bilinmiyordu. Bu nedenle bu bölge hakkındaki bilgileri görgüden çok duyumlarına bağlıydı. Buradaki
İskit kabilelerinden Massagetlerle Perslerin mücadelelerine geniş yer vermiştir. Pers Kralı Büyük
Kyros’u savaş meydanında bozguna uğratan Massaget kraliçesi Tomris’i (Demir Katun) ondan
öğrenmekteyiz. Perslerin barbar görüldüğü Herodot’un algısında Massagetler yabancıların da
yabancısıdır. Modern batı tarih yazıcılığında yazılı ve arkeolojik kaynaklar objektif bir şekilde
dikkatle ele alındığından kuşkumuz yoktur. Fakat bazen terimlerin ortaya çıkardığı algıları ortadan
kaldırmak mümkün olmadığı gibi yeni terimlere zemin hazırlar.
Yunanlılar, Herodot’un barbar olarak gördüğü doğu topraklarına “güneşin doğduğu yer”
anlamında, “Anatolia” diyorlardı. Roma’da ise doğu Adriyatik’ten başlıyordu. Çünkü bütün
uygarlıklar kendini dünyanın merkezinde görürdü. Grek ve Roma dünyasında doğu, genellikle
barbarların ülkesi olmakla birlikte güneşin doğduğu zenginlikler ülkesi olarak da görüldü.
Büyük İskender, Perslerden intikam için yola çıktı. Doğu’nun ihtişamını görünce kayboldu.
Türkistan içlerine kadar uzanan İskender’in Asya Seferinde yanında bulunan coğrafyacı ve tarihçiler
bölge hakkında geniş yazılar kaleme aldılar. Batıda bu yazılar daha sonraki dönemlerde Romalı
yazarlar tarafından alıntılar halinde kullanıldı.
MS. VI. yüzyılın ortalarında Orta Asya’da büyük bir güç hâline gelen Göktürkler, batı sınırında
ipek ticareti konusunda İran’la sorunlar yaşamaktaydılar. Bunun üzerine İran’a karşı ticari bir
müttefiklik kurmak isteyen Göktürk Kağanlığı ve Bizans Devleti arasında karşılıklı elçiler heyetleri
gelip gitti. Türkistan’da yolculuk yapan Bizans elçisi Zemarkos’un verdiği bilgiler bölgenin, VI.
yüzyılı ile ilgili en önemli kaynağı olmuştur (Ligeti 1970,84).
Arabistan’da kurulan İslam devletinin, VII. yüzyılda Suriye, İran ve Mısır’ı, VIII. yüzyılda
İspanya’yı ve XII. yüzyılda Anadolu’nun büyük bir kesimini ele geçirmeleri üzerine Batı’da Haçlı
Seferlerini başlattı. Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki çarpışmalar bölgede siyasal olarak bir
zayıflamaya yol açtığı söylenebilir. Zira bu seferler sonunda Yakındoğu irili ufaklı Müslüman
- 298-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
devletler ve Haçlı kontluklarına bölündü. Bu sırada büyük bir güç haline gelen Moğollar bölgeye
girdiler.
Başlangıçta Müslüman devletlere karşı yapılan seferler Batı’da sempati ile karşılanabilir. Ancak
tehlike kuzeyden Macar Ovalarını geçip Adriyatik kıyılarına dayandığında Papalık, 1245 yılında Lyon
Synode”unda papa IV. İnnocentius’un Moğollara bir elçi heyeti göndermesi ve onların saldırılarındaki
niyetlerinin öğrenilmesi, dine davet edilerek hak dine çevrilmesinin mümkünse sağlanması
kararlaştırıldı. Alınan karar üzerine elçi heyetinin başına Johannes Plano Carpini getirildi. Carpini ve
arkadaşları ile birlikte, 1245 Nisan ayında Lyon’dan ayrıldı. 1246 Şubatında Kiev’de idi. Donmuş
Dyneper üzerinden günlerce yol aldı. Altın Orda ülkesini geçti. Moğol yöneticileri ile görüştü. Taht
değişimlerine şahit oldu. Moğolların örf, adet geleneklerini kaleme aldı ve dönüşte Papalığa rapor
olarak sundu.
Birincisinde, 1254’te Venedik’ten ticaret için yola çıkan Marco’nun babası ve amcası olan
Nicolo ile Mafeo Polo kardeşler o sırada Latinlerin işgali altında olan İstanbul’a gelmişlerdi. Buradan
1260 yılında ayrılıp İstanbul’dan Kırım’a, oradan İtil (Volga) nehri üzerinden üç yıl kalacakları
Buhara’ya ulaştılar. Resmi bir elçilik heyetine katılarak 1265 yılında Çin’e vardılar.
Dünya seyahat tarihinde önemli bir yere sahip olan Marco Polo, daha sonra seyyahlarının
simgesi olmuştur. Matbaa ve makarna gibi doğuda keşfettiği bir çok bilgiyi Batı’ya aktaran Marco
Polo’nun çalışmaları bilim dünyasında en önemli kaynakların başında gelir. O, Anadolu’dan
Moğolistan’a kadar uzanan 24 yıla yaklaşan bu uzun gezisinde Türkistan’a da uğramıştır.
Marco Polo, izinden doğuya giden seyyahlardan biri de XIX. Yüzyılın ikinci yarısında
İstanbul’dan Türkistan’a giden Vambery’dir. Vambery’inin anlatımlarında Marco Polo’dan fazla söz
edilmez ancak gezilerindeki güzergâh oldukça yakın görünmektedir (Vambery 1968). Güzergâh aynı
görünse de Marco Polo’nun gezdiği çağ ile Vambery’inin gezdiği çağ arasında kronolojik olduğu
kadar siyasal ve sosyal farklılıklar bulunmaktadır.
Marco Polo zamanında Türkistan, Çin, Kafkasya, İran ve Hindistan Moğol devletlerinden
oluşan siyasal bir istikrar vardı. Vambery’inin gezisi sırasında doğuda hanlıklara bölünmüş kendileri
aralarında mücadele eden bir Türkistan; batıda Osmanlılar ile İranlılar arasında şii-sünnî ayrımından
kaynaklı mezhep kavgaları sürüp gelmişti. Bu durumdan faydalanan kuzeyden Ruslar güneyde sıcak
- 299-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
denizlerine ulaşma hayallerini gerçekleştirmek için Azerbaycan’ın kuzeyini işgal etmişti. 1828
Türkmençay Antlaşması ile Aras’ın kuzeyi Rus hakimiyetine girmiştir. Rusların bu bölgeye girişi
fasılalarla günümüze kadar sürecektir. Aynı zamanda Ruslar doğuda Türkistan’ın kuzeyini ele
geçirmiş, merkezi Türkistan için güneyde Hindistan’ı elinde bulunduran İngilizlerle ajanlar
mücadelesine girmiştir. Ajanlar birçok kılığa girmekle birlikte çoğunlukla bilimsel araştırmacılar
olarak görüldüler.
Türkistan’da değişik amaçlı araştırmalara çıkan bazı Batılı gezginler ajan oldukları gerekçesiyle
yakalanıp öldürülmüştü. XIX. yüzyılda Türkistan’da Batılı biri için gerçek kimliği ile araştırmalar
yapmak oldukça ciddi bir işti. Bu durumun farkında olan Vambery kendisini bu yolculuğa görülmemiş
bir planlama ile hazırlamıştı (Vambery Life and Adventures of Armenius (Vámbéry 1993).
Türkistan hakkında araştırmalar yaparak oraya gidebilmenin en iyi yolunun bir derviş kılığına
girerek Mekke dönüşü İstanbul’a gelip buradan Türkistan’a giden hacı kafilesine katılmayı düşündü.
İslami konularda kendisini geliştiren Vambery’iye yakın çevresi Hoca Reşit/Raşid Efendi adını verdi.
İstanbul’da devlet yönetiminde birçok dostları oldu. Birçok dil bilmesinden dolayı devlet
bürokrasisinde memuriyetler teklif etti. Kafasına Türkistan’ı koyduğu için bunları kabul etmedi.
Düşüncesinde olduğu gibi Türkistanlı bir hacı kafilesi ile deniz yoluyla Trabzon, oradan İran’a geçti.
Burada dört aya yakın tekkelerde derviş yaşayışını pratik etti. Kendisini Türkistan koşullarına dil,
inanç ve yaşayış olarak hazırlayıp bir hacı kafilesiyle meşakkatli bir yolculuktan sonra Türkistan’a
ulaştı.
Buhara ve Hive’de kendisi hakkında ajan olduğuna dair şüpheler oluşmuştu. Ancak derin İslami
bilgisi sayesinde burada yapılan sınavları başarı ile geçti. İki yıla yakın Türkistan kentlerinde kaldı ve
Türkistan hakkında bilgiler topladı. Gezdiği dönem Rus yayılmasının arifesinde olması bakımından
önemlidir. Devrinde araştırmacıların büyük oranda ajan olması, onun ülkeler arasında dolaşıp durması,
değişik ülkelere ajanlık yaptığı konusunda şüpheleri artırmıştır. Yusuf Akçura, onu bir yazısında
İngilizlere hizmet etmiş bir ajan olarak ele almıştır:
Eserlerinin Osmanlı Türkleri arasında tesiri biraz daha sonra görünmeye başlayan Macar
Vambery’nin Asya seyahatleriyle İngiliz ve Osmanlı siyasetlerinin bağlantılarını görmek o kadar zor
değildir: Müşteşrik Vambery, dört sene kadar İstanbul’da kaldıktan ve o zaman Osmanlı vekillerinin
konaklarında hayli misafirlik ettikten sonra 1861 senesinde meşhur Asya seyahatine çıkmıştı.
Vambery, Raşid Efendi adıyla ve derviş kıyafetiyle Orta Asya’da üç yıl dönüp dolaştıktan sonra, yine
İstanbul üzerinden Macaristan’a dönmüş ve oradan Londra’ya gitmiştir. Sahte derviş, ilim ve fen
araştırmalarının semerelerini ilk önce Macarlara değil, İngilizlere arzetti. İngilizlerin kendisine
gösterdikleri yakınlık, Vambery’e Budapeşte Darûlfûn’unun “Şark Lisanları” müderrisliğini
(profesörlüğünü) temin etti(Akçura 1981)., demektedir.
- 300-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Renkli kişiliği ile bilim dünyasında yer almış Vambery’nin Türklük bilimine kazandırdıkları
dikkate alınmalıdır. Barthold gibi bazı Türkologlar tarafından beğenilmese de Türkoloji biliminin
kurucusu kabul edilmektedir (Akpınar 2012). Türk olmamakla birlikte Osmanlının son zamanında
ortaya çıkan Türkçülük akımının oluşmasında etkileri görülmüştür.
Bilim dalı olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında filizlenen bir bilim dalı Türkolojinin
öncülerindendi. 1850’li yıllarda Türkoloji Arap, Fars ve Türk Dilleri Doğu dillerinde ayrı değildi.
Arap Filoloji araştırmaları Sami filolojisi ve İslamiyet’e olan ilgiden başlamıştı.
Fars Filoloji Araştırmaları ise Hint-Avrupa dil bilimi çalışmalarına olan ilgiden başlamıştı.
Türklere ve Türkçeye olan ilgi de Osmanlı Türkleri ile Avrupalıların komşu olması ve onlarla olan
münasebetinden ortaya çıkmıştı. Bu nedenle Osmanlıca üzerine daha çok araştırmalar yapılmaktaydı.
Türkçe dil eğitimi daha çok Osmanlı Devletinde hizmet etmek isteyen diplomatlar ve tercümanlarla
ilgiliydi.
Kuşkusuz onun Türk diline olan ilgisi Macarların Türklerle olan akrabalığı tezidir.
Macaristan’da József Budenz ve Pál Hunfalvy’nin başını çektikleri grup Macarcanın Fin Ugor
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Macaristan’da günümüzde bu konuda ortak bir görüş hakimdir. Ancak
Vambery Macarca’nın Türkçe ile olan tarihi akrabalığına ve Türkçe etkisine dikkat çekmiştir. Macar
bilim insanları bu akrabalığın Türkçeden sonradan alınan ödünç kelimeler olarak görmektedirler. Bu
nedenle etnik kökenle dilin bir kökenli olmayıp Macar dil yapısının Türkçeden aldıkları,
şekillenmesindeki katkıları göz ardı edilememektedir (Vásáry 2017, 112-122). Vambery Türkistan’da
geçirdiği zaman zarfında bölgedeki halk hikayeleri ve dil yadigarlarını toplayıp daha sonra bunları
batıda değişik yayınlarda yayımladı. Üniversitelerde ders olarak anlattı. Batı Dünyasında tanınmasına
hizmet etti.
- 301-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Akçora, Y.(1981). Yeni Türk Devletinin Öncüleri, Ankara. Kültür Bakanlığı.
Akpınar, T.(2012), VÁMBÉRY, Arminius, Macar Türkoloğu, 42. Türkiye Diyanet Vakfı,
İslam Ansiklopedisi. İslam Araştırmaları Merkezi. İstanbul:501-502
Komroff, M. (1953), Travels of Marco Polo, Copyright 1926 by Boni & Liveright, Inc.
Copyright renewed 1953 by Manuel Komroff Copyright 1930 by Horace Liveright, Inc. All
rights reserved Printed in the United States of America Manufacturing by the Maple-Vail Book
Manufacturing Group
Ligeti, L.,(1970). Bilinmeyen İç Asya,I. Çev.S.Karatay.Ankara. Milli Eğitim
Basımevi.İstanbul.
Öke, M.K.(1991), Gizli Belgelerle II. Abdülhamid Devri ve İngiliz Yahudi
Vambery:Saraydaki Casus, İstanbul. Hikmet Neşriyat.
Paidar, A. & Pourqarip, B. (2017), The Study of the Hungarian as the Anti-Orient in
Vambery‘s,Travels in Central Asia International Academic Journal of Humanities Humanities,
4, (1), 49-54.ISSN 2454-2245, International Academic Institute for Science and Technology
Vámbéry, Á.( 1864). Travels in Central Asia, being the account of a journey from Teheran
across the Turkoman Desert on the Eastern shore of the Caspian to Khiva, Bokhara, and
Samarcand, performed, with an introduction by Rudolf Abraham, Cambridge Scholars Press Ltd.
London
Vámbéry, Á.(1868), Sketches of Central Asia: additional chapters on my travels, adventures,
and on the ethnology of Central Asia. London, 1868.
Vámbéry, Á., (1993). Life and Adventures of Armenius Vambery
Vásáry, İ., (2017). Bilim Adamı Ármin Vámbéry,
Arminus Vámbéry As a Scholar, Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi / Journal of Turkish History
Researches, . Çev.A.Duran, 2(1).
- 302-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
The aims of this proceeding are determining the mosques and masjids built in the capital city
Istanbul during the Sultan Bayezid II period (1481-1512), which is the beginning and the preparatory
of the classical period in Ottoman architecture, and introducing the plan typology from these
examples. It was determined that 88 mosques or masjids were built in Istanbul during the 31 years of
the reign of Bayezid II from 1481 until his death in 1512, and 13 Byzantine period structures were
converted into a mosque by adding a mihrab, minbar, minaret or a portico. Due to fire and
earthquakes, many works have been demolished and some of the mosques and masjids have lost their
original architectural features due to the changes they have made with repairs. The plan types of these
mosques and masjids built during this period will be evaluated with determining their original
situations according to archival documents and our inspections.
Keywords: Sultan Bayezid II, Mosque, Masjid, Ottoman Architecture
- 303-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Abdurrahman DİNÇ *
Şadiye ŞENGÖZ **
ÖZET
Eğitim tüm alanlarda olduğu gibi turizm alanında da çok önemlidir ve bu önemini
korumaktadır. Türkiye turizminde eğitimli ve kalifiye eleman ihtiyacı son yıllarda giderek artmaktadır.
Dünyada hızla gelişen turizm sektörü, ekonomik ve sosyal boyutlara sahip potansiyel bir gelir
kaynağıdır. Turizm işletmelerinin sektörden en yüksek düzeyde kazanç elde etmelerinin yolu kaliteli
hizmet üretmek ve müşteri memnuniyetini sağlamaktan geçmektedir. Sektörünün yapısı gereği üretim
ve tüketimin eş zamanlı olmasından dolayı insan unsuru ön plana çıkmaktadır. İnsan unsurunun ön
plana çıktığı bu sektörde hizmet kalitesinin arttırılması ancak nitelikli personel ile mümkündür.
Turizm işletmelerinin, sektörün ana unsuru olan insan faktörüne dikkat etmeleri ve bu konuda insan
kaynaklarına yatırım yapmaları gerekmektedir. Bu çalışma, Türkiye’de turizm eğitimi alan
öğrencilerin aldıkları eğitimi ve eğitim veren kurumları inceleyerek Türkiye’de turizm eğitimine olan
bakış açısını ve önemini vurgulamak amacıyla yapılmıştır. Farklı bilimsel yöntemlerin kullanıldığı bu
çalışmada turizm eğitiminin yapısı ve sorunları çok yönlü bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
Çalışma sonucunda ortaya çıkan en önemli bulgu ise turizm sektörüne uygun nitelikte ve sayıda
personel yetiştirilemediği, var olan turizm eğitim kurumlarının da bu ihtiyacı karşılamakta güçlükler
yaşadığı yönündedir. Farklı önerilerin sunulduğu bu çalışmada turizm ve eğitim başlıklarının
birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu gözlemlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Turizm Eğitimi, Türkiye’de Turizm, Turizm ve Eğitim
ABSTRACT
As it is in all areas, tourism is also very important and it will keep its importance. The need for
trained and qualified personnel in tourism in Turkey has increased in recent years. The rapidly
developing tourism sector in the world, having economic and social dimensions, is a potential income
source. The way to gain the highest level of profit in the sector of tourism enterprises is to produce
quality service and provide customer satisfaction. Due to the simultaneous production and
consumption of the sector, the human element is at the forefront. The proportion of service providers
in the workplace has increased. It is necessary to invest in human resources in order to pay attention to
the human factor which is the main factor of the tourism operation. This study is a survey to look at
and educate the field of tourism education in Turkey. In this study where different scientific methods
are used, the structure and problems of tourism education are subjected to a multi-dimensional
evaluation. Working expenses, customer satisfaction, customer satisfaction, customer satisfaction,
customer satisfaction, customer satisfaction. In this study, where different proposals were presented, it
was observed that the titles of tourism and education were inseparably integrated.
Keywords: Tourism Education, Tourism and Education, Tourism in Turkey
- 304-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
Turizm eğitiminin yapı ve sorunlarından genel olarak söz edilirken saptanan bulgulardan birisi;
turizm sektörüne uygun nitelikte ve sayıda personel yetiştirilemediği, varolan turizm eğitim
kurumlarının da bu ihtiyacı karşılamakta güçlükler yaşadığı yönündedir. Kuşkusuz bu konu, Türkiye
için de geçerlidir ve ülkedeki turizm eğitiminin yapı ve sorunları üzerinde sıcak bir tartışma zemini
oluşmasını da beraberinde getirmektedir. Türkiye’de mevcut eğitim sisteminin iş yaşamının isteklerine
yeterince duyarlı olmaması, iş hayatının ihtiyaçlarına beklenilen hızda ve çeşitlilikte cevap
verememesi, eğitimin etkinliğini azaltan en önemli unsurdur. Meslek eğitiminin işgücü piyasasının
taleplerine uygun nitelik ve nicelikte işgücü yetiştirememesi ve eğitim sonucu verilen belgelerin
geçerliliklerinin tatmin edici ölçülere dayanmaması da çözülmesi gereken sorunların başında
gelmektedir. Ülkedeki turizm eğitim sisteminin; mevcut eğitim sistemi içerisinde hatırı sayılır bir yere
sahip olması, çok yönlü bir değerlendirmeye tabi tutulmasını elzem kılmaktadır. Bu çalışma,
Türkiye’deki turizm eğitimini konu edinmektedir.
Türkiye’de düzenli olarak turizm eğitimi, 1953 yılında Ankara ve İzmir Ticaret liselerinde
turizm meslek kurslarının açılmasıyla ve bazı turizm derneklerinin de tercüman rehberlik kurslarını
düzenlemeleriyle ile devam etmiştir. Yine İstanbul’da 1955 yılında ve İzmir’de 1960 yılında turist
rehberliği kursları faaliyete geçirilmiştir. Bunların yanında, “7334 Sayılı İktisadi ve Ticari İlimler
Akademileri Kanunu’’ gereğince bir ihtisas dalı olarak turizm bölümlerinin kurulması ve 1961-1962
öğretim yılında Ankara Otelcilik Okulu’nun açılması, planlı dönemin hazırlık safhasında oluşan
gelişmelerdir (Boylu, 2002: 66).
Planlı dönem içerisinde ise, yine “otelcilik okulu” adıyla 1967-68 öğretim yılında İstanbul’da,
1975-76 öğretim yılında Kuşadası’nda okullar açılmış, bu okulların adı 1975 yılında “Otelcilik ve
Turizm Meslek Lisesi” olarak değiştirilmiştir. 1984-85 öğretim yılında bir kısım derslerin öğretimini
yabancı dille yapan “Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Liseleri” açılmıştır. Bu okullar; 1975-76
öğretim yılında “resepsiyon”, “servis” ve “mutfak” bölümleri olmak üzere, 1987-88 öğretim yılında
“resepsiyon”, “servis”, “mutfak” ve “kat hizmetleri” olmak üzere, 1993-94 öğretim yılından itibaren
ise, “resepsiyon”, “servis”, “mutfak”, “kat hizmetleri” ve “seyahat acenteciliği” bölümleri olmak üzere
bölümlere ayrılmıştır (Aksu ve Bucak, 2012: 10).
Üniversite düzeyinde turizm eğitimi ise ilk olarak, Ankara Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu’na
1965-66 öğretim yılından itibaren turizm bölümünün ilave edilmesi ile kurulan Ankara Ticaret ve
Turizm Yüksek Öğretmen Okulu’nda verilmeye başlanmıştır. Bu okulun amacı, orta dereceli ticaret ve
turizm okullarına öğretmen yetiştirmek olup, halen Gazi Üniversitesi Ticaret Turizm Eğitim Fakültesi
adıyla faaliyet göstermektedir. Bu tarihten itibaren 1969 yılında Ege Üniversitesi bünyesinde, 1974
- 305-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
yılında Hacettepe Üniversitesi bünyesinde, 1975 yılında Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi
bünyesinde, 1980 yılında Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi bünyesinde, 1982 yılında,
Erciyes Üniversitesi bünyesinde ön lisans ve lisans düzeyinde turizm eğitimi veren birimler kurulmuş
ve zaman içerisinde sayıları artmış, isimleri değişmiş ve binlerce mezun vermişlerdir (Ünlüönen ve
Boylu, 2005: 14).
Ülkedeki turizm eğitimi faaliyetleri, 1953 yılında Ankara ve İzmir Ticaret Liselerinde turizm
meslek kurslarının açılması ve bazı turizm derneklerinin de tercüman rehberlik kurslarını
düzenlemeleri ile devam etmiştir. Yine, İstanbul’da 1955 yılında ve İzmir’de 1960 yılında turist
rehberliği kursları açılmıştır. Bunların yanında, “7334 Sayılı İktisadi ve Ticari İlimler Akademileri
Kanunu” gereğince bir ihtisas kolu olarak turizm bölümlerinin kurulması ve 1961–62 öğretim yılında
Ankara Otelcilik Okulu’nun açılması, planlı dönemin hazırlık safhasında gerçekleşen gelişmelerdir
(Ünlüönen ve Boylu, 2009: 956).
Turizm meslek liselerinden mezun olanlar doğrudan sektörde istihdam edilmekte veya
öğrenimlerine devam ederek üniversitelerde ilgili bölümleri okumaktadırlar. Bu liselerin genel amacı
mesleki ve teknik bilgiye sahip nitelikli iş gücü yetiştirmektir. Bu çerçevede bu alanda eğitim veren
okullar (Çimen, 2006: 71):
• Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi,
• Anadolu Kız Meslek ve Anadolu Meslek Lisesi,
• Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi,
• Anadolu Aşçılık Meslek Lisesi,
• Özel Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi olarak sıralanabilir.
Türkiye ekonomisinin büyümesindeki yeri ve önemi nedeniyle turizm sektörüne artarak devam
eden ilgi sonucunda tüm düzeylerde olduğu gibi ortaöğretim kurumlarında da eğitime ağırlık
verilmiştir. Özellikle son yıllarda sayıları her geçen gün artan özel okullar turizmde de kendini
göstermiş ve birçok yerde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel turizm okulları açılmıştır (Dağdeviren,
2007: 23).
2012-2013 öğretim yılı itibariyle Otelcilik ve Turizm Meslek Liseleri’nde yeterliliğe dayalı
modüler çerçeve öğretim programları içerisinden 60 alan ve 226 dal programı uygulanmaktadır (MEB,
2013).
- 306-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu çerçevesinde 2002-2003 öğretim yılına kadar, Türkiye’de
yükseköğretim kurumları bünyesinde; “turizm ve otelcilik”, “turizm işletmeciliği”, “otel yöneticiliği”,
“turizm işletmeciliği ve otelcilik”, “turizm rehberliği”, “turizm yönetimi”, “mutfak yönetimi”,
“yiyecek içecek işletmeciliği”, “seyahat işletmeciliği”, “seyahat işletmeciliği ve tur operatörlüğü”
“seyahat ve tur işletmeciliği” vb. isimlerde turizm ön lisans programları yürütülmüştür (Boylu ve
Arslan, 2013: 543).
2002 yılında bünyesinde turizm programı bulunduran meslek yüksekokulu sayısı 87 iken, 2014
yılında bünyesinde turizm programı bulunduran meslek yüksekokulu sayısı 140’ı devlet, 20’si özel ve
biri de Anadolu Üniversitesi Açıköğretim programı olmak üzere toplam 161’e ulaşmıştır. Bu
programların 2014 yılı toplam yeni kayıt öğrenci kontenjanı 17.380’dir. Açılan bu kontenjanlara
yerleşen öğrenci sayısı ise 16.175’dir (ÖSYM, 2014).
- 307-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
gerektirdiği bilgi ve yeteneğe sahip, planlama ve yönetim konularına vakıf, araştırmacı, yönetici ve
eğitici adayların yetiştirilmesini amaçlamaktadır. Asıl amaç ise, turizm sektörünün ihtiyaç duyduğu üst
düzey yöneticileri yetiştirmek ve eğitmektir (Aymankuy ve Aymankuy, 2002: 34).
Timur (1992)’ye göre lisans düzeyinde verilen turizm eğitiminin amacı ise, modern turizmin
sosyal, ekonomik ve teknik özellikteki karmaşık sorunlarını çözebilecek, teorik ve pratik bilgilerle
donatılmış, turizm sektöründe istihdam edilmek üzere yetenekli, yabancı dil bilen ve yüksek düzeyde
bilgi, beceri, sevk ve idare yeteneği olan elemanların yetiştirilmesi ve sektöre kazandırılmasıdır
(Timur, 1992: 50).
Türkiye’de lisans düzeyinde turizm eğitimi 2014 Merkezi Yerleştirme ile Öğrenci Alan
Yükseköğretim Lisans Programları Kılavuzu’na göre, “Turizm İşletmeciliği”, “Turizm ve Otel
İşletmeciliği”, “Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik”, “Turizm ve Otelcilik”, “Konaklama İşletmeciliği”,
“Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği”, “Yiyecek-İçecek İşletmeciliği”, “Seyahat İşletmeciliği”,
“Turizm Rehberliği”, “Gastronomi ve Mutfak Sanatları”, “Gastronomi”, “Rekreasyon Yönetimi”
olmak üzere toplam 12 bölümde verilmektedir (ÖSYM, 2014).
Yükseköğretim düzeyinde ilk resmi turizm eğitimi 1965 yılında Ticaret ve Turizm Öğretmen
Okulu olarak ismi değiştirilen Ankara Ticaret Öğretmen Okulunda verilmiştir. Okulun temel amacı
ortaöğretim düzeyinde ticaret ve turizm okullarında öğretmen yetiştirmekti. Bu okulun adı 1982
yılında Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi olarak değiştirilmiştir. 1960’lı yılların sonunda, 1970’li
yılların başlarında Ege, Boğaziçi, Uludağ ve Hacettepe gibi üniversiteler kendi meslek
yüksekokullarında turizm ön lisans programlarını sunmaya başlamışlardır. Hacettepe üniversitesi
programı dışında, bu programlar dört yıllık programlara çıkarılmış ve her üniversite Turizm ve Otel
İşletmeciliği Yüksek Okulu kurmuştur. Ayrıca 1980’lerin başında Çukurova Üniversitesi ve Erciyes
Üniversitesi de turizm lisans programları sunmaya başlamıştır (Okumuş ve Yağcı, 2008: 94).
1975 ve 1980 yılları arasında kurulup, 1992 yılına kadar çeşitli ticari ilimler akademilerine ve
üniversitelere bağlı olarak faaliyette bulunan turizm bölümleri, zaman içerisinde isimleri değişmiş ve
çeşitli evreler geçirerek bugünkü şekillerine bürünmüşlerdir (Ünlüönen ve Boylu, 2005: 20).
Türkiye’de 1992 yılından itibaren yeni üniversitelerin açılması, turizm lisans programlarının
sayılarında adeta bir patlama yaşanmasına neden olmuştur. Öyle ki, 2003 yılı itibariyle Türkiye’de
15’i devlet üniversitesi, 8’i de vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 23 üniversitede 33 lisans
düzeyinde turizm programı uygulanmaktayken (Ünlüönen ve Boylu, 2005: 21), bu sayı 2006-2007
eğitim ve öğretim yılında 30’a yükselmiştir (Öncüer, 2006: 169).
2014 yılına gelindiğinde ise, 2014 Merkezi Yerleştirme ile Öğrenci Alan Yükseköğretim Lisans
Programları Kılavuzu’na göre toplam 61 üniversitede lisans düzeyinde turizm eğitimi verilmektedir.
Bunların 44’i devlet üniversitesi, geriye kalan 16’sı da vakıf üniversitesidir. Toplam okul sayısı
69’dur. Bunların 15 tanesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, 24 tanesi Turizm Fakültesi,
7 tanesi İşletme Fakültesi, 9 tanesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, 3 tanesi Turizm ve Otelcilik
Yüksekokulu, 4 tanesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 1 tanesi İktisat fakültesi, 2 tanesi Ticari
Bilimler Fakültesi, 1 tanesi Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksekokulu, 1 tanesi Uygulamalı
Bilimler Fakültesi ve 2 tanesi de İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi bünyesinde faaliyet
göstermektedir (Orhan, 2015: 20).
Merkezi Yerleştirme ile Öğrenci Alan Yükseköğretim Lisans Programları Kılavuzu’na göre,
44’ü devlet ve 15’i vakıf olmak üzere lisans düzeyinde turizm eğitimi veren okullara yerleşen öğrenci
- 308-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
sayısı 8882’dır. Öğrencilerin 8372’si devlet okullarına geriye kalan 510 öğrenci ise vakıf
üniversitelerine yerleşmişlerdir (ÖSYM, 2014).
Lisansüstü düzeyde verilen turizm eğitiminin amacı, modern turizmin sosyal, iktisadi ve teknik
özellikteki karmaşık problemlerini çözebilecek, değişik faktörlerin etkinliğini değerlendirerek
soyutlama, sentez ve karar verme gücüne sahip yönetici ve araştırmacıları yetiştirmektir (Olalı, 1984:
206).
Yüksek lisans düzeyindeki turizm eğitiminin iki genel amacı vardır. Bunlardan birincisi;
öğrencilere kariyer kazandırmak, ikincisi ise turizm sektöründe orta ve üst düzey yönetici, eğitimci,
danışman ve araştırmacı yetiştirmektir. Doktora düzeyindeki turizm eğitiminin temel amacı ise; bir
disiplin olarak turizmle ilgili akademik araştırmalar yapmak, problem çözmek ve öğretim iletişim
yeteneklerini geliştirmektir (Olsen ve Khan, 1989: 16).
2013 yılı itibariyle Türkiye'de turizm alanındaki lisansüstü programların sayısı 41'dir. Bu
programların 27'sinde yüksek lisans ve 14'ünde de doktora düzeyinde turizm eğitimi verilmektedir
(YÖK, 2013).
1982–1983 öğretim yılında yalnızca yüksek lisans programında 41 öğrenci mevcut iken, 2012–
2013 öğretim yılında 973’ü yüksek lisans ve 291’i de doktora düzeyinde olmak üzere 1264 öğrenci
turizm alanında lisansüstü eğitim almaktadır. 1982–1983 öğretim yılı sonunda sadece 1 öğrenci
yüksek lisans derecesi alırken 2011–2012 öğretim yılı sonunda 119’u yüksek lisans ve 16’sı da
doktora olmak üzere toplam 135 öğrenci lisansüstü derece almıştır (Boylu ve Arslan, 2014: 89).
SONUÇ
Mesleki eğitimin başlıca amacı iş piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücünü yetiştirmektir.
Nitelikli işgücü ülkelerin kalkınması, daha kaliteli ürünlerin ya da hizmetlerin ortaya çıkması
açısından önemlidir. Nitelikli işgücü tüm sektörler için olduğu kadar turizm sektörü açısından da göz
ardı edilemez bir sorundur. Türkiye’de turizm sektörü temsilcileri özellikle nitelikli eleman
bulamamaktan şikâyetçi olmaktadırlar. Öte yandan sektörde çalışma şartları, ücret azlığı ve çalışma
saatlerinin uzunluğu gibi bazı nedenler de nitelikli personeli sektörden uzaklaştırmaktadır (ÇSGB,
2011, 12).
- 309-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yükseköğretimde özellikle öğrenci sayısındaki artışın öğretim elemanı sayısından daha hızlı
olduğu göze çarpmaktadır. Bu durum özellikle öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısında
olumsuz bir tabloya sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla turizm alanında daha fazla öğretim elemanına
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle YÖK tarafından açılan akademik kadrolarda turizme daha fazla
önem vermesi gerekmektedir.
Son olarak lisansüstü düzeyde turizm alanında eğitim alanların sayısı hızla artarken derece
alanların sayısı aynı hızda artmamaktadır. Hiç şüphesiz ilerleyen yıllarda derece alanların sayısı da
artacaktır. Ancak bu artışın paralel bir şekilde sürdürülmesi ve turizm alanındaki akademik kadro
ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde sürdürülmesi önemlidir. Bunun için lisansüstü eğitim alan
öğrencilere daha nitelikli araştırma yapabilecekleri imkânlar sunulmalıdır.
KAYNAKÇA
Aksu, M. Ve Bucak, T. (2012). ‘‘Mesleki Turizm Eğitimi”, Aksaray Üniversitesi İibf Dergisi,
Cilt: 4, Sayı: 2.
Aymankuy, Y. ve Aymankuy, Ş. (2002). “Önlisans ve Lisans Düzeyindeki Turizm Eğitimi
Veren Yükseköğretim Kurumlarının Bulundukları Yerlerin Analizi ve Turizm Eğitimi İçin Öneri Bir
Model”, Turizm Bakanlığı Turizm Eğitimi Konferansı, Ankara.
Boylu, Y. (2002). “Türkiye’deki Örgün Turizm Eğitiminin Sistematik Olmayan Bir Açıdan
Değerlendirilmesi”, Doğu Akdeniz Üniversitesi Turizm Araştırmaları Dergisi, KKTC.
Boylu, Y. ve Arslan, E. (2014). Türkiye’deki Turizm Eğitiminin Rakamsal Gelişmeler
Açısından Değerlendirilmesi. Gazi Üniversitesi Turizm Fakültesi Dergisi.
Boylu, Y. ve Arslan, E. (2013). ‘‘Türkiye'deki Turizm Eğitiminde Son Rakamsal Gelişmeler’’,
14. Ulusal Turizm Kongresi, Kayseri.
Çetinkaya, G. (2011). ‘‘Türkiye’de Rekreasyon Alanında Yapılan Lisansüstü Tezlerin
İncelenmesi’’, E-Journal Of New World Sciences Academy Sports Sciences, Sayı: 6.
Çimen, H. (2006). ‘‘Konaklama İşletmeleri Yöneticilerinin Lisans Düzeyinde Turizm Eğitimi
Almış İşgörenleri İle İlgili Değerlendirmeleri: Ankara’daki Dört Ve Beş Yıldızlı Otellerde Bir
Uygulama’’, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Turizm Ve Otel İşletmeciliği
Anabilim Dalı, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), Bolu.
Çsgb, 2011: Turizm Sektöründe Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programlı Teftişi Sonuç
Raporu, 2011.
Dağdeviren, A. (2007). ‘‘Lisans Düzeyinde Turizm Eğitimi Veren Kurumların Ders
Programlarının Fonksiyonel Açıdan Değerlendirilmesi’’, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi),
Balıkesir.
Meb, 2013: Otelcilik Ve Turizm Meslek Liseleri Programları.
Okumuş, F. ve Yağcı, Ö. (2008). ‘‘Tourism Higher Education In Turkey’’, Journal Of Teaching
In Travel & Tourism, Cilt: 5, Sayı: 1-2.
Olalı, H. (1984). The Framework And Problems Of Tourism Education İn Turkey. Tourism
Education Congress, İstanbul.
Olsen, M. & Khan, M. (1989). Mission And Philosophy: Graduate Programs. Educators.
- 310-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Orhan, A. (2015). Türkiye’de Lisans Düzeyinde Turizm Eğitimi Alan Öğrencilerin Turizm
Sektörü İle İlgili Algılarının Çalışma Niyetleri Üzerindeki Etkisinin Belirlenmesi. Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir.
Öğrenci Seçme Ve Yerleştirme Merkezi, Merkezi Yerleştirme İle Öğrenci Alan Yükseköğretim
Lisans Programları, 2014.
Öncüer, M.E. (2006) ‘‘Avrupa Birliği Eğitim Politikasında Mesleki Turizm Eğitimi Yaklaşımı
Ve Türk Turizm Eğitimine Uygulanabilirliği’’, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Yayınlanmış Doktora Tezi), İzmir.
Timur, A. (1992). “Türkiye’de Turizm Eğitiminin Yapısı, Uygulanan Politikalar Ve Sonuçları”,
Turizm Bakanlığı Turizm Eğitimi Konferansı, Ankara.
Tüylüoğlu, T. (2003). ‘‘Türkiye’de Turizm Eğitiminin Niteliği’’. Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler Ve Tanıtım Anabilim Dalı, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi),
Ankara.
Ünlüönen, K. & Boylu, Y. (2009). Türkiye’deki Örgün Turizm Eğitimine İlişkin Rakamsal
Gelişmelerin Değerlendirilmesi. 10. Ulusal Turizm Kongresi, Mersin.
Ünlüönen, K. ve Boylu, Y. (2005). ‘‘Türkiye’de Yükseköğretim Düzeyinde Turizm
Eğitimindeki Gelişmelerin Değerlendirilmesi’’, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 12.
Üzümcü, T.P. ve Bayraktar, S. (2004). “Türkiye’de Turizm Otel İşletmeciliği Alanında Eğitim
Veren Yükseköğretim Kuruluşlarındaki Eğitimcilerin Turizm Mesleki Eğitiminin Etiksel Açıdan
İncelenmesine Yönelik Bir Alan Araştırması”, 3. Ulusal Bilgi, Ekonomi Ve Yönetim Kongresi Bildiri
Kitabı.
Yeşiltaş, M.; Öztürk, Y. ve Hemmington, N. (2010). “Tourism Education In Turkey And
Implications For Human Resources”, Anatolia: An International Journal Of Tourism And Hospitality
Research, Cilt: 21. No: 1.
- 311-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
The tomb architecture that evolved from the life style and religious practices of the Turks
constitutes the most important source of information on the Central Asian art and civilization from the
early periods. In the Islamic period of the Turkish art, this deep-rooted tradition continues with the
construction of tomb monuments. The basic building material of architectural monuments such as
mosques, madrasas, palaces and tombs in Central Asia develops depending upon adobe and brick due
to regional factors. The architectural design in this building group, which reaches monumental
dimensions, contains fine examples of creative and rich brick ornaments. The use of bricks as building
and ornamentation material in Anatolian Turkish architecture continues despite the dominant use of
stone. However, a limited number of tomb monuments in Kemah, Niksar, Tokat, Kastamonu, Kayseri,
Konya, Aksehir and Afyonkarahisar from the 12th and 13th centuries exhibit different stylistic features
with the larger use of brick as the main building material compared to the other structures of the same
period. In this respect, the structures identified in the aforementioned cities were evaluated in terms of
plan, architecture and ornamentation and their traditional connection with Central Asian Turkish tomb
monuments was examined.
Keywords: Anatolian art, tomb monumental, brick, ornament
* Dr, Muğla Sıtkı Koçman University, Faculty of Letters, Department of Art History, zdemircanaksoy@mu.edu.tr
** Assoc. Prof. Dr., Muğla Sıtkı Koçman University, Faculty of Letters, Department of Art History, gokbenayhan@mu.edu.tr
- 312-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÖZET
İşçinin iş ilişkisinin devamı sırasında işverene hukuki ve ekonomik olarak bağımlı olmasının
sonucunda, işveren tarafından işçinin kişiliği, ücreti ve sağlığı korunmalıdır. Bu nedenle işçinin fiziki
bütünlüğü, yapılan işten ve çalışma koşullarından oluşabilecek her türlü iş kazası ve meslek hastalığı
gibi tehlikelere karşı etkili bir şekilde korunma altına alınmalıdır. Çalışma süreleri hukuki anlamda
işçinin iş sözleşmesinden doğan işgörme borcunu ifa ettiği ve ifa etmiş sayıldığı süreyi ifade eder.
Çalışma süreleri, işçinin sağlığıyla dolayısıyla fiziksel ve ruhsal iyilik hali ile doğrudan bağlantılıdır.
Kanun ile belirlenen sınırlamaların üstünde işçinin çalıştırılması hem sağlık durumunu hem de
verimini etkiler. Turizm sektöründe çalışan işçilerin çalışma süreleri açısından korunması, yapmış
oldukları normal ve fazla çalışmanın karşılığını alabilmeleri, işin niteliği esnek çalışma sürelerini
gerektirdiğinden, çalışılan sürenin belirlenmesi, gece ve vardiyalı çalışmanın uygulanması, turizm
sektöründe çalışan işçiler açısından büyük öneme sahiptir. Turizm sektöründe günlük ve haftalık
çalışma süresinin üstünde çalışma yapılması, işyerinin haftanın yedi günü açık olması ve hafta tatili ve
ulusal bayram ve genel tatillerde işçilerin çalışmak zorunda kalmaları, sektör açısından yaygın bir
uygulama haline gelmiştir. Turizm sektörü, dünyadaki en büyük sektörlerden biridir; yeni istihdam
olanakları yaratılmasına, işsizliğin önlemesine ve ülke ekonomisine pozitif yönde destek olur. Bununla
birlikte sektörde çalışanların özellikle çalışma süreleri, çalışma koşullarının en önemli unsurunu
oluşturmaktadır. Nitekim çalışma ve dinlenme süreleri, işçinin sağlığını ve güvenliğini doğrudan
etkiler. Çalışmamızda turizm sektörü açısından özellikle çalışma sürelerine ilişkin ortaya çıkan
sorunlar belirlenecek, buna ilişkin genel ve özel düzenlemeler esas alınmak suretiyle değerlendirme
yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İşçinin korunması, turizm sektörü, çalışma süreleri, fazla çalışma, gece
çalışması
ABSTRACT
As a result of the employer being legally and economically dependent on the employer during
the course of the employment relationship, the employer must protect the employee's personality,
wages and health. For this reason, the physical integrity of the worker must be effectively protected
against such hazards as occupational accidents and occupational diseases that may occur due to work
and work conditions. Working time refers to the period in which the worker's employment contract
arising from the employment contract is executed and deemed to have been fulfilled. Working time is
directly related to the health of the worker and therefore to physical and mental well-being. Above the
limitations set by law, employment of workers affects both health status and productivity. Because the
workers working in the tourism sector need to be protected in terms of working time, to be able to
receive normal and overworked work they have done and to have flexible working hours, the
application of night and shift work has great importance for the workers working in the tourism sector.
It has become a common practice for the sector to work on the daily and weekly working hours in the
tourism sector, the workplace being open seven days a week and the workers having to work for
weekly holidays and national holidays and public holidays. The tourism sector is one of the largest
* Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Özel Hukuk Bölümü, btulukcu@selcuk.edu.tr
- 313-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
sectors in the world; to create new employment opportunities, to prevent unemployment and to
support the country's economy in a positive way. However, the working time of the employees in the
sector is the most important factor of the working conditions. Indeed, working and rest periods directly
affect the health and safety of workers. In our work, problems arising in terms of tourism sector,
especially working periods, will be determined and evaluation will be made based on general and
special regulations related to this.
Keywords: Worker's protection, tourism sector, working hours, overwork, night work
GİRİŞ
Dünyadaki endüstriyel gelişmelere paralel olarak turizm sektörü, hızlı bir gelişim ve değişim
göstermiştir. Global ekonomi içinde önemli sektörlerinden birisi hâline gelen turizm, reklam, internet,
sosyal medya, halkla ilişkiler ve iletişim gibi yöntemlerin uygulanması ile birlikte, hizmet sektörü
içerisinde ilk sırada yer almaktadır. Turizm büro ve seyahat acentaları ile ulaştırma tesis ve araçları,
reklam ve propaganda sanayisini de içine alan turistlik vasıfları taşıyan oteller, pansiyonlar, gazino ve
lokantalar, plajlar, kamplar, eğlence yerleri, spor ve avcılık tesisleri, kaplıcalar, dinlenme ve tedavi
kurumları ve bunlara eşdeğer tesisleri ifade eden turizm endüstrisi; ülkelerin döviz girdisini artıran,
yatırım istihdam gelir açısından ekonomik gelişmeye ivme kazandıran en önemli sektörlerden biri
olmuştur (Oktay, 1997: 6; Kayıhan, 1998: 42).
Türkiye’de özellikle başta konaklama olmak üzere her alanda çeşitli imkânların ve
alternatiflerin sunulması sonucu turizm sektörü önemli ölçüde büyümüştür. Turizm, genel olarak
ekonomiye olan katkısının yanı sıra, aynı zamanda istihdam bakımından son yirmi yılda önemli
gelişim gösteren sektörlerden biri olmuştur. Nitekim turizm sektörü en az elliye yakın alt sektörün de
faaliyetine sebep oluşturmakta ve istihdam imkânlarını artırmaktadır. Ülkemizin turizm açısından
tercih edilen ülkeler arasında yer alabilmesi ve bu konumunun devamı, sektördeki hizmetin kalitesi ile
yakından ilgilidir. Bu açıdan da sektörde hizmeti yerine getiren çalışanların, fiziksel ve ruhsal olarak
çalışmaya elverişli olması, hukuki olarak korunması ve sözleşmeden kaynaklanan işgörme borçlarını
en uygun şekilde yerine getirebilmelerinin sağlanması gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Çalışma süresi, çalışan kişinin bağlı olduğu işverenin emrine girdiği andan çıktığı ana kadar
işgörme borcunu yerine getirmek zorunda olduğu zaman dilimini ifade eder. Emeğini kullanarak
işgören kişinin günün tamamında aralıksız çalışması imkânsızdır. Verimli çalışma ancak sınırlı bir
çalışma gerektirmektedir. Çalışan kişinin kendisine, ailesine ve sosyal çevresine vakit ayırması,
kişiliğini geliştirmesi ve bedensel ve ruhsal sağlığını koruması için çalışma sürelerinin
sınırlandırılması gerekir (Arıcı, 1992: 183; Astarlı, 2008: 54; Özevren, 1987: 18-29; Tulukcu, 2012:
19 vd.; Sümer, 2017: 133 vd.). İşçi ile işveren arasındaki ilişkileri düzenleyen iş hukukunun en önemli
konusu, işçilerin öncelikle iş sağlığı ve güvenliği açısından korunmasıdır. Genel olarak çalışma
sürelerinin düzenlenmesi, sınırlandırılması ve dinlenme hakkının tanınması, iş sağlığı ve güvenliği
içinde değerlendirilmektedir.
Ulusal düzeyde koruyucu tedbirleri içeren çalışma mevzuatının oluşturulmasının yanı sıra,
zaman içinde küreselleşmenin etkisiyle uluslararası alanda da çalışma sürelerinin düzenlenmesine
ilişkin önemli çalışmalar yapılmıştır. Çalışmamızda özellikle turizm sektöründe çalışan işçiler
açısından çalışma sürelerinin iş ilişkilerindeki önemi vurgulandıktan sonra, gelişim süreçleri
- 314-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
çerçevesinde Türk Hukukundaki gelişmeler ve düzenlemeler ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. İşçinin
sağlığı ve güvenliği için önemli bir yere sahip olan çalışma sürelerine ilişkin işçilerin sahip oldukları
hakların kapsamını ve sınırlarını belirlemek, buna ilişkin eksikliklerin giderilmesi konusunda
önerilerde bulunmak amacıyla böyle bir konu üzerinde çalışma yapılmıştır.
İşçinin iş sözleşmesi ile işverene hem hukuki hem de ekonomik olarak bağımlı olması, onun
çeşitli açılardan korunmasını gerekli kılar. İşçinin sadece maddi açıdan korunması yeterli değildir.
Ayrıca, kişiliği, ücreti ve sağlığı da korunmalıdır.
Çalışarak yorulan işçinin, günlük, haftalık ve yıllık olarak belirli aralıklarla dinlendirilmesi,
böylece çalışarak kaybettiği enerjisini tekrar kazanması, iş hayatının verdiği yorgunluğun fiziksel ve
ruhsal olarak giderilmesi için dinlenme ihtiyacının karşılanması da gerekir. İşçinin dinlendirilmesi,
sosyal devlet anlayışı ve modern İş Hukukunun kabul ettiği ilkeler çerçevesinde, işçilerin sağlığının ve
özel hayatının korunması, böylece işgücünün yenilenmesi ve verimin artması düşüncesiyle bir hak
olarak kabul edilmiştir (Odaman, 2006: 880 vd.; Ertürk, 2002: 52 vd.; Kaboğlu, 1993: 239 vd.;
Kurucu, 1987: 176 vd.; Mollamahmutoğlu vd., 2017: 459; Slade, 1997: 215; Süzek, 2017: 840; Çelik
vd., 2017: 676 vd.). Nitekim çalışma sürelerinin azami olarak belirlenip sınırlandırılmasının temel
amacı, işçinin günlük hayatında dinlendirilmesi ve kendisine ve ailesine ayıracağı zamanın
artırılmasıdır (Köseoğlu, vd., 2011: 970; Richards, 1998: 15 vd.). Böylece, sürekli iş ilişkisi ile oluşan
monoton, yıpratıcı ve yorucu ortamdan belirli aralıklarla uzaklaşması, sosyal ilişkilerini
sürdürebilmesi imkânı sağlanmaktadır.
Çalışma koşullarının önemli bir kısmını çalışma süreleri oluşturmaktadır. Çalışma süreleri
hukuki anlamda işçinin iş sözleşmesinden doğan işgörme borcunu ifa ettiği ve ifa etmiş sayıldığı
süreyi ifade eder. İşçi işgörme borcunu, emeğini belirli olan veya olmayan bir süre içinde işverenin
emrine tahsis etmek suretiyle yerine getirecektir. Bu süreler, işçinin çalışma sürelerini meydana
getirmektedir. Çalışma süresi ile işçinin kıdem süresi birbirinden farklıdır. Kıdem süresi, işçinin iş
ilişkisinin devamında çalışma süreleri ile birlikte dinlenme ve tatil sürelerinin de dâhil olduğu süredir.
Çalışma süresi ise, iş ilişkisi içinde, sadece işçinin işgörme borcunu ifa ettiği süredir. İş sözleşmesinin
unsurlarından biri olan iş, çalışma süreleri içinde işçi tarafından ifa edilmedikçe, işçinin çalışmaya ara
vermesinden yani dinlenme hakkından bahsedilmesi mümkün değildir. İş ilişkisinin devamında işçinin
çalıştığı süreler ile birlikte dinlenme hakkı kapsamında çalışmaya ara verdiği dinlenme, tatil ve izin
süreleri söz konusu olmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu’nda çalışma süresine ilişkin esaslar ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş
olmasına rağmen, çalışma süresinin tanımı yapılmamıştır. Buna ilişkin tanım İş Kanununa İlişkin
Çalışma Süreleri Yönetmeliği’nin 3. maddesinde yapılmıştır. Buna göre, “Çalışma süresi, işçinin
çalıştırıldığı işte geçirdiği süredir. İş Kanunu’nun 66 ncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı süreler de
- 315-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
çalışma süresinden sayılır.”. Dolayısıyla çalışma süresi kavramı, sadece işçinin fiilen çalıştığı süre ile
sınırlı değildir; işçinin iş sözleşmesine dayanarak işgörme borcu kapsamında işverenin emir ve talimatı
altına girdiği andan çıktığı ana kadar geçen sürenin çalışma süresi olarak kabul edilmesi gerekir. Bu
süre içinde işçinin fiilen çalıştırılıp çalıştırılmaması önemli olmayıp, işçinin işverenin emir ve talimatı
gereğince işgörmeye hazır olması yeterlidir.
Çalışma süresi, işçinin sadece fiilen çalıştığı süreyi ifade etmez. İşçinin işverenin emir ve
talimatı altına girdiği andan çıktığı ana kadar geçen süre, çalışma süresi olarak kabul edilir (Ulucan,
2007: 5 vd.; Subaşı, 2005: 42; Sümer, Uygulama, 2016: 349 vd.). İşverenin bu sürede işçiyi fiilen
çalıştırıp çalıştırmamasının bir önemi yoktur; işçinin işgücünü işverenin emrinde hazır tutması
yeterlidir. Çalışma süresi içinde işçinin işverenin emrinde bulunmakla birlikte, çalışmadığı veya başka
işte geçirdiği süreler, “Çalışma süresinden sayılan haller” başlığını taşıyan m.66’da düzenlenmiş ve
belirtilen sürelerin işçinin günlük çalışma süresinden sayılacağı hükme bağlanmıştır. Bu süreler
şunlardır:
• Madenlerde, taşocaklarında yahut her ne şekilde olursa olsun yeraltında veya su altında
çalışılacak işlerde işçilerin kuyulara, dehlizlere veya asıl çalışma yerlerine inmeleri veya girmeleri ve
bu yerlerden çıkmaları için gereken süreler.
• İşçilerin işveren tarafından işyerlerinden başka bir yerde çalıştırılmak üzere gönderilmeleri
halinde yolda geçen süreler. İş ilişkisi içinde işveren tarafından işçinin çalışmak üzere başka bir yere
gönderilmesi sırasında fiilen çalışmadığı halde yolda geçen süreler, çalışma süresinden sayılır. İşçinin
günlük çalışma süresi içinde çalıştırılmak üzere asıl işyerinden başka bir yere gönderilmesi halinde bu
hüküm geçerlidir. Ancak işçi, çalıştığı işyerinden başka bir yere çalıştırılmak üzere günlük çalışma
süresini tamamladıktan sonra gönderiliyorsa, bunun için geçen sürelerin çalışma süresinden
sayılmaması gerekir.
• İşçinin işinde ve her an iş görmeye hazır bir halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın ve
çıkacak işi bekleyerek boş geçirdiği süreler. Fiilen çalışmak için işverenin yetki alanına girmiş
olmasına rağmen, işçinin işveren tarafından çalıştırılmaması veya çıkacak işi beklemesi sırasında
geçirilen süre, çalışma süresinden sayılır. Bunu için işçinin çalışmamasının sebebi kendisinden
kaynaklanmamalı, ya işin niteliğinden ya da işverenin yönetim hakkı içinde verdiği emir ve
talimatlardan dolayı işçinin çalışmadan hazır beklemesi söz konusu olmalıdır.
• İşçinin işveren tarafından başka bir yere gönderilmesi veya işveren evinde veya bürosunda
yahut işverenle ilgili herhangi bir yerde meşgul edilmesi suretiyle asıl işini yapmaksızın geçirdiği
süreler. Hükümde belirtildiği gibi asıl işini yapmadan işveren tarafından başka bir işte çalıştırılıyorsa,
bu sürelerin çalışma süresinden sayılması gerekir. İşçinin işveren tarafından çalıştırılmak üzere başka
bir yere gönderilmesi halinde, m.66/b’de belirtildiği gibi yolda geçen süreler de çalışma süresinden
sayılacaktır. Dolayısıyla işçinin asıl işinin dışında çalıştırılacağı iş için belirli bir mesafeye gidilmesi
gerekiyorsa, bu durumda yolda geçen süre ve işçinin asıl işi dışında yaptığı çalışma için geçen süre,
çalışma süresinin hesabına dâhil edilecektir. Ayrıca hükmün uygulanabilmesi için işçinin işverence
gönderildiği yerin veya gönderilme amacının bir önemi yoktur; işverenin evinde, bürosunda veya
işveren ile ilgili herhangi bir yerde çalıştırılması mümkündür. Bunun hakkaniyet denetimi
çerçevesinde değerlendirilmesi ve sadece işçinin asıl işini yapmasını engelleyecek nitelikte olması
yeterlidir.
• Çocuk emziren kadın işçilerin çocuklarına süt vermeleri için belirtilecek süreler. İş
Kanunu’nun m.74/son hükmüne göre, kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için
günde toplam bir buçuk saat süt izni verilir. Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek
- 316-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
kullanılacağını işçi kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır. Aynı husus m.66’nın
kapsamına alınmak suretiyle tekrarlanmıştır.
• Demiryolları, karayolları ve köprülerin yapılması, korunması ya da onarım ve tadili gibi,
işçilerin yerleşim yerlerinden uzak bir mesafede bulunan işyerlerine hep birlikte getirilip götürülmeleri
gereken her türlü işlerde bunların toplu ve düzenli bir şekilde götürülüp getirilmeleri esnasında geçen
süreler.
Çalışma ve dinlenme süreleri, işçinin sağlığıyla dolayısıyla fiziksel ve ruhsal iyilik hali ile
doğrudan bağlantılıdır. Çalışma, işçinin emeğini işverenin belirlediği bir amaç uğruna kullanmasıdır.
İş sözleşmesinden doğan işgörme borcunun ifasında, işverenin emrine bırakılan işgücünün
kullanılabilme süresi, işin yoğunluğu ve zorluk derecesi, işçinin yorgunluğunun seviyesini
değiştirmektedir. Çalışma sürelerinin artması veya azalması, dinlenme sürelerinin uzunluğu ve
konumundaki değişiklikler, işgücünün kullanımına bağlı olarak işçinin sağlık durumunu ve verimini
etkiler.
Günlük, haftalık ve yıllık olarak yapılan çalışmaların sonunda işçinin işgücünü yeniden
biriktirebilmesini sağlayacak dinlenme ve izin sürelerinin tanınmaması, işgücünün aşırı ve dengesiz
kullanılmasının sonucu olarak fiziksel ve ruhsal iyilik halinin bozulmasına yol açar. Bu olumsuzluk ve
yorgunluk, işçinin emeğine ilişkin motivasyonunu ve konsantrasyonunu düşürür, işin tehlikelerine
karşı dikkatini kaybeder; mesleki risklere yani iş kazası ve meslek hastalıklarına maruz kalma
ihtimalini artırır. Tüm bu nedenlerle işinin haftalık ve günlük çalışma süreleri Kanun ile
sınırlandırılmış ve işçinin bu süreler üzerinde çalıştırılması yasaklanmıştır.
- 317-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İş Kanunu’na göre işçinin haftalık çalışma süresi en çok 45 saattir; aksi kararlaştırılmamışsa bu
süre, haftanın çalışılan günlerine eşit bölünerek uygulanır (İşK.63/1). Bu durumda haftada altı gün
çalışılan işyerleri açısından günlük çalışma süresi yedi buçuk saat, beş gün çalışılan işyerleri açısından
ise dokuz saattir. Haftanın işgünlerinden birinde kısmen çalışılması halinde, bu süre haftalık çalışma
süresinden düşüldükten sonra, kalan süre çalışılan gün sayısına bölünerek günlük çalışma süresi
belirlenir (ÇSY.4/2). Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanın
çalışılan günlerine, günde on bir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Günlük çalışma
11 saatlik çalışma süresine ilişkin sınırlama, aynı zamanda fazla çalışma ve fazla sürelerle yapılacak
çalışmayı da kapsar. Nitekim işçinin günlük normal çalışmasının 11 saat olması halinde fazla çalışma
yapılamaz.
Günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatleri işyerlerinde işçilere duyurulur,
işin niteliğine göre işin başlama ve bitiş saatleri işçiler için farklı şekilde düzenlenebilir (İşK.67).
Farklı işçi grupları için farklı çalışma süreleri uygulanabilir.
İş Kanunu’nda yer alan işçinin günlük ve haftalık çalışma süresini belirleyen ve sınırlayan
düzenlemeler nispi emredici niteliktedir; bu sürelerin üstünde çalışma süresi kararlaştırılamaz, ancak
bu süreler azaltılabilir. İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliği’nin 11. maddesine göre,
çalışma süreleri ile ilgili olarak öngörülen sınırlamalar, işyerleri ya da yürütülen işlere değil, işçilerin
şahıslarına ilişkindir. Bunun sonucu olarak, işin niteliğine göre faaliyetin işyerinde aralıksız olarak
devam etmesi mümkündür; ancak işçinin Kanun’da öngörülen sürenin üstünde çalıştırılması yasaktır.
Postalar haline çalışmanın uygulandığı işyerlerinde faaliyet aralıksız devam etmekle birlikte, işçiler
postalar halinde normal çalışma süresine ilişkin sınırlamaya uygun olarak çalışmaktadır.
İşçinin kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışması halinde, haftalık 45 saatlik çalışma süresinin
aşılmaması kaydıyla, birden çok işyerinde çalışması mümkündür.
Denkleştirme süresine ilişkin uygulamanın bir istisnası turizm sektörü açısından hükme
bağlanmıştır. Nitekim turizm sezonunun dört aydan uzun sürmesi ve yoğun bir şekilde faaliyetin
devam etmesi nedeniyle, bu sektöre ilişkin özel bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre denkleştirme
- 318-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
süresi kural olarak dört ay olarak belirlenmiş; toplu iş sözleşmesi ile altı aya kadar artırılabileceği
hükme bağlanmıştır. Hükümde düzenlenen iki, dört ve altı aylık denkleştirme süreleri,
yoğunlaştırılmış iş haftasının uygulandığı ilk günden başlayarak, aynı güne rastlayan iki, dört veya altı
ay sonraki gün esas alınarak belirlenmelidir.
Yoğunlaştırılmış iş haftasına ilişkin iki, dört ve altı aylık süreler, bu uygulamanın başladığı ilk
günden itibaren aynı güne rastlayan iki, dört veya altı ay sonraki gün esas alınarak belirlenir.
Yoğunlaştırılmış iş haftası uygulamasının hangi sıklıkla uygulanabileceği veya buna ilişkin bir
uygulamanın sona ermesinden ne kadar süre sonra tekrar uygulanabileceği konusunda kanunda bir
düzenleme bulunmamaktadır. Ancak hükmün getiriliş amacı esas alındığında, ihtiyaç ve gereklilikler
göz önünde tutulmak suretiyle yılda birden çok defa bu uygulamanın yapılabileceğinin kabulü gerekir.
Her ne kadar kanunda süreye ilişkin bir sınırlama olmakla birlikte, bu uygulamaya ilişkin gereklilik
devam ettiği sürece, işçilerin dinlenme hakkına uygun olmak ve bu konuda işçinin yazılı onayını
almak şartıyla makul bir süre sonrasında yeni bir yoğunlaştırılmış iş haftası uygulaması yapılması
mümkündür.
- 319-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
saat ve haftada on bir saat olabilir. Okulun kapalı olduğu dönemlerde çalışma süreleri günde yedi ve
haftada otuz beş saati aşamaz. On beş yaşını tamamlamış çocuklar için bu süre günde sekiz ve haftada
kırk saate kadar artırılabilir (İşK.71/4,5).
İş Kanunu’nda fazla çalışma, haftalık kırk beş saati aşan çalışma olarak tanımlanmıştır
(İşK.41/1). Ancak Yargıtay tarafından, kırk beş saatlik haftalık çalışma süresini aşmayan ancak günlük
on bir saati aşan çalışmaları da fazla çalışma kabul edilmektedir.
Yargıtay gece döneminde yedi buçuk saati geçen çalışmaları da fazla çalışma olarak kabul
etmektedir: “Yine işçilerin gece çalışmaları günde yedi buçuk saati geçemez (İş Kanunu, Md. 69/3).
Bu durum günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın sınırını oluşturur. Gece çalışmaları
yönünden, haftalık kırk beş saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde yedi buçuk saati
aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir.” .
İş Kanunu’nun m.69/3 hükmünde 04.04.2015 tarih 6645 sayılı Kanun’un 37. maddesi ile
değişiklik yapılmıştır. Bu hükme göre, turizm, özel güvenlik ve sağlık hizmeti yürütülen işlerde işçinin
yazılı onayının alınması şartıyla yedi buçuk saatin üzerinde gece çalışması yaptırılabilir.
Her bir fazla çalışma için verilecek ücret çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde
elli (İşK.41/2); fazla sürelerle çalışmalarda ise, her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal
çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş yükseltilmesiyle ödenir (İşK.41/3).
Kanun’daki bu düzenleme nispi emredici nitelikte olup sözleşmelerle artırılabilir.
İş sözleşmesi ya da toplu iş sözleşmesi ile işçinin fazla çalışma karşılığı ücretinin asıl ücrete
dâhil olduğunun kararlaştırılması halinde, Yargıtay bu ücretin yasal sınır olan yıllık iki yüz yetmiş
saatlik çalışmaya karşılık olduğu ve bunu aşan çalışması için fazla çalışma ücreti isteyebileceği
görüşündedir.
İşçinin, günlük normal çalışma süresini veya haftalık çalışma süresini aşan çalışmasının fazla
çalışma olarak kabul edilebilmesi için, bu çalışmanın işverenin açık veya örtülü bir isteği ile yapılması
gerekir. İşverenin bu yolda bir talebi veya bilgisi olmadan işçinin normal çalışma süresini aşan çalışma
yapması, fazla çalışma olarak kabul edilemez.
İşçinin normal çalışma süresini aşan çalışmasının, fazla çalışma olarak nitelendirilebilmesi için,
işverenin bu yöndeki isteğinin açık olması zorunlu değildir. İşverenin bilgisi dışında, işyerinde normal
günlük çalışma süresinden sonra da çalışmaya devam eden işçinin fazla çalışma ücreti istemesi
yerinde değildir.
- 320-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
İşyerinde fazla çalışma yapılmasına karar verecek kişi, işveren veya işveren vekilidir. İşverenin,
işyerinde işçileri normal çalışma süresinden sonra da çalıştırabilmesi için, işçinin buna onay vermesi
gerekir. Bir diğer ifade ile işçinin onayı olmaksızın, işveren işçiyi fazla çalışma yapmaya zorlayamaz.
İşyerinde fazla çalışmanın uygulanmasını isteyen işverenin işçinin onayını alması şarttır
(İşK.41/7). Bu onay, eskiden olduğu gibi, işçinin işe girişinde veya sonradan alınabilir. Ancak,
Kanun’un belirtilen hüküm aşılarak, Fazla Çalışma Yönetmeliği’ne konulan bir hükme göre, fazla
çalışma ihtiyacı olan işverence onay her yılbaşında işçilerden yazılı olarak alınır ve işçi özlük
dosyasında saklanır (FÇY.9/2).
Yönetmeliğe göre, sadece fazla çalışmada değil fazla sürelerle çalışmada da işçinin onayının
alınması gerekir (FÇY.9/1). Yargıtay’a göre de işçinin iş sözleşmesi ile verdiği onay ilk yıl için
geçerlidir.
İşçi yılın başında fazla çalışma onayı verdikten sonra artık, her fazla çalışma öncesinde işçinin
onayının alınmasına gerek yoktur. Bununla birlikte, işçinin fazla çalışma yapmamasını haklı kılan
makul özrünün bulunması halinde, işçi fazla çalışma yapmaya zorlanamaz. İşçinin sağlığının fazla
çalışmaya elverişli olmaması ve bu hususu doktor raporu ile belgelenmesi halinde durum böyledir.
İşçinin fazla çalışma yapmaya önceden onay vermesine rağmen, haklı bir mazereti olmaksızın fazla
çalışma yapmaktan kaçınması, iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil eder. Bu durumda işveren, işçinin iş
sözleşmesini İşK.25/II,e uyarınca feshedebilir. İşçinin fazla çalışmaya katılmamasının haklı bir nedene
dayanıp dayanmadığı hususu, her olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Fazla çalışma yaptığını ileri süren işçi bunu ispatla yükümlüdür. İşçi fazla çalışma yaptığını
diğer delillerin yanı sıra tanıkla da ispatlayabilir. Fazla çalışma ücretinin ödendiğinin ispat yükü ise
işverenin üzerindedir. Fazla çalışma ücretinin ödenip, ödenmediğinin ispatında ücret bordroları da
önemli yere sahiptir. Bordroların fazla çalışmanın ispatındaki rolü Yargıtay’ın çeşitli kararlarında
esasa bağlanmıştır. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil
niteliğindedir. Bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda yer alan fazla
çalışma ücretinin ödendiği kabul edilir. Bordroda fazla çalışma bölümünün boş olması ya da
bordronun imza taşımaması halinde işçi fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte
daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının
daha fazla olduğu yönündeki ön koşulunun (ihtirazi kaydının) bulunması halinde, bordroda
görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Bordroların imzalı ve ön
koşulsuz olması durumunda bile işçi bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille
kanıtlayabilir.
Geçmişe dönük olarak fazla çalışma ücreti talebinde, her fazla çalışma karşılığının ait olduğu
dönemdeki ücrete göre hesaplanması gerekir. Özellikle uygulamada mahkemelerde yazılı delil
olmaması halinde fazla çalışma tespitlerinin çoğuna tanık beyanları ile hükmedildiği görülmektedir.
Yargıtay’a göre fazla çalışmanın takdiri delille ispatlanması halinde hakkaniyet indirimi yapılmalıdır.
GECE ÇALIŞMASI
Çalışma hayatında gece, en geç saat 20.00’de başlayarak en erken saat 06.00’ya kadar geçen ve
her halde en fazla on bir saat süren dönemdir (İşK.69/1). Bazı işlerin niteliğine ve gereğine göre yahut
yurdun bazı bölgelerinin özellikleri bakımından, çalışma hayatına ilişkin gece başlangıcının daha
- 321-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
geriye alınması veya yaz ve kış saatlerinin ayarlanması yahut gün döneminin başlama ve bitme
saatlerinin belirtilmesi suretiyle gece döneminin başlama ve bitme zamanları değişik şekilde
belirlenmelidir (İşK.69/2) (Saracel, 1987: 4 vd.; Okur, 2010: 512; Ekmekçi, 2006: 50 vd.; Mülayim,
2016: 131 vd.).
Günlük kanuni çalışma süresinin yarısından çoğu gece dönemine rastlayan iş, gece işi sayılır.
(Pos.Y.7/2). Gündüz ve gece döneminde çalışma sürelerinin eşitliği halinde bu çalışmayı gece
çalışması olarak kabul etmek gerekir. Gece işinde çalışan işçileri korumak amacıyla, bazı koruyucu
düzenlemelere yer verilmiştir. Gece işinde çalışan işçilerin normal günlük çalışma süresi yedi buçuk
saattir (İşK.69/3). Bu süre üst sınır olduğu için daha uzun çalışma süresi belirlenemez ve işçiye fazla
çalışma yaptırılamaz. Ancak fazla çalışmaya ilişkin yasak, genel sebeplerle fazla çalışmaya ilişkindir;
zorunlu sebeplerle veya olağanüstü sebeplerle fazla çalışmalar gece döneminde de yaptırılabilir.
Gece işlerinde gece dönemindeki yedi buçuk saatlik çalışma süresi sınırına 6645 sayılı Kanun
ile bir istisna getirilmiştir. Buna göre, turizm, özel güvenlik ve sağlık hizmeti yürütülen işlerde işçinin
yazılı onayının alınması koşuluyla yedi buçuk saatin üzerinde gece çalışması yaptırılabilir (İşK.69/3).
Hükmün uygulama alanının belirlenebilmesi için, istisnai nitelikte belirlenen bu sektörlerin
kapsamının öncelikle belirlenmesi gerekir (Kesici, 2015: 223). Turizm sektörü açısından sunulan
hizmetin kapsamı oldukça geniş olduğu için, bu hizmetin sunulduğu tüm işyerlerinde çalışan işçilere,
bu istisnai nitelikteki hükmün uygulanması büyük önem taşımaktadır. 2634 sayılı “Turizmi Teşvik
Kanunu” (RG., 16.03.1982, 17635) m.3/e hükmüne göre, turizm işletmesi, Türk ve yabancı uyruklu,
gerçek ve tüzel kişilerce birlikte veya ayrı ayrı gerçekleştirilen ve turizm sektöründe faaliyet gösteren
ticari işletmelerdir. “Turizm Tesislerinin Belgelendirilmesine ve Niteliklerine İlişkin Yönetmelik”
(RG., 21.06.2005, 25852), turizm tesislerine turizm yatırımı ve turizm işletmeleri belgelerinin
verilmesini, bu tesislerin yönetim ve işletme özellikleri ile uymak zorunda oldukları fiziki şartlara,
işletmecilik esaslarına, uygulanacak fiyat tarifelerinin hazırlanmasına ve onaylanmasına ilişkin
hükümleri içermektedir. Yönetmeliğin “tanımlar” başlığını taşıyan dördüncü maddesine göre ise,
turizm işletmesi, Türk veya yabancı uyruklu, gerçek veya tüzel kişilerce, birlikte veya ayrı ayrı
gerçekleştirilen ve turizm tesislerinde faaliyet gösteren ticari işletmeleri; turizm tesisi ise, turizm
yatırımı kapsamında bulunan veya turizm işletmesi faaliyetinin yapıldığı tesisleri ve bunların
ayrıntıları ile tamamlayıcı unsurlarını ifade eder. Hükümde belirtilen niteliklere sahip olan turizm
işyerlerinde çalışan işçiler, gece çalışmasına ilişkin getirilen istisnai düzenlemenin kapsamında olup,
gece yedi buçuk saatin üzerinde çalışabilirler.
SONUÇ
İşçinin çalışma koşulları açısından korunması, İş Hukukunun bağımsız bir bilim dalı olarak
ortaya çıkmasının ve bunun için devletin müdahalesi suretiyle hukuki düzenlemeler yapılmasının
temel amacını oluşturmaktadır. Özellikle, işçinin yapacağı iş için ayrılan sürenin uzunluğu, çalışma
sürelerinin sınırlandırılması ve belirli dönemlerde sağlığının korunabilmesi için dinlendirilmek
suretiyle tekrar çalıştırılması işçinin korunması açısından önemlidir. İşçinin dinlenmesini ve diğer
ihtiyaçları için zaman ayırmasını sağlamak amacıyla, haftalık ve günlük çalışma süreleri kanun ile
sınırlandırılmış, kural olarak işçinin bu süreler üzerinde çalıştırılması yasaklanmış, çalışma süresinin
ortalama bir zamanında, hafta tatilinde, belirli günlerde ve yıl içinde belirli zamanlarda
dinlendirilmelerine ilişkin hukuki düzenlemelere yer verilmiştir. Çalışma ve dinlenme hakkının
devletin müdahalesi ile düzenlenmesinin hukuki açıdan önemli sonuçlarının olmasının yanı sıra,
sosyal ve ekonomik temellerinin olduğunu kabul etmek gerekir.
İş Hukukunun işçiyi koruma ilkesi çerçevesinde çalışarak yorulan işçinin, günlük, haftalık ve
yıllık olarak belirli aralıklarla dinlendirilmesi, böylece çalışarak kaybettiği enerjisini tekrar kazanması,
- 322-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
iş hayatının verdiği yorgunluğun fiziksel ve ruhsal olarak giderilmesi için dinlenme ihtiyacının
karşılanması da gerekir. İşçinin dinlendirilmesi, sosyal devlet anlayışı ve modern iş hukukunun kabul
ettiği ilkeler çerçevesinde, işçilerin sağlığının ve özel hayatının korunması, böylece işgücünün
yenilenmesi ve verimin artması düşüncesiyle bir hak olarak kabul edilmiştir. Nitekim çalışma
sürelerinin azami olarak belirlenip sınırlandırılmasının temel amacı, işçinin günlük hayatında
dinlendirilmesi ve kendisine ve ailesine ayıracağı zamanın artırılmasıdır. Böylece, sürekli iş ilişkisi ile
oluşan monoton, yıpratıcı ve yorucu ortamdan belirli aralıklarla uzaklaşması, sosyal ilişkilerini
sürdürebilmesi imkânı sağlanmaktadır.
İş ilişkisinin konusunu oluşturan işçinin emeğinin üretim süreci içinde olması, işçinin sağlığı ve
güvenliği için fizyolojik risk niteliğindedir. Dolayısıyla işçinin korunması öncelikle, emeğini işverenin
emrine arz ettiği tüm sürede, sosyal, fiziksel ve ruhsal iyilik halinin sürekli kılınmasına ilişkin pozitif
düzenlemelerin somut ve mutlak olarak yapılması anlamına gelir.
İşçinin iş ilişkisinin devamı sırasında çalışma hakkı açısından nasıl korunacağı konusunda, her
ülkenin politik, sosyal ve ekonomik durumu ile bağlantılı farklı yöntemlerin uygulandığı
görülmektedir. Farklı uygulamalara rağmen, işçinin sağlığının korunabilmesi için, uluslararası belgeler
ile bu konuda asgari standartlar oluşturulmuştur. Dinlenme hakkının hukuki açıdan güvence altına
alınması, iş hukukunun ortaya çıkma sebebi ile paralellik göstermektedir. Böylece işçinin çalışma
gücünün korunması, performansını devam ettirebilmesi, geleceğine güvenle bakması, sağlığını ve
dolayısıyla işini kaybetme, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlayan gelirinden mahrum kalma
kaygısının olmaması gibi güvenceleri beraberinde getirmektedir.
Çalışma hayatında işçinin öncelikli ihtiyacı, emeğini kullanmaya elverişli olma halinin devam
edebilmesi için uygun koşulların ve ortamın sağlanmasıdır. Anayasal güvenceler yanında, iş
hukukundaki sözleşme serbestîsinin sınırlandırılması, hukuk normlarının işçi lehine değiştirilebilen
nispi emredici nitelikte olması, işçi lehine yorum ilkesi ve toplu iş sözleşmesi özerkliği, iş
hukukundaki pozitif düzenlemelerin önemini ortaya koymaktadır. İşçiye bu korumanın sağlanmasında
özellikle çalışma sürelerinin sınırlandırılmasına ve dinlenme hakkına ilişkin nispi emredici nitelikteki
düzenlemelere yer verilmelidir. Dinlenme hakkının da hukuk normları ile düzenlenmesi, öncelikle
işçinin sağlığının korunması ve böylece iş ilişkisinin devamının sağlanması açısından önemlidir.
İşçinin yaptığı iş, işçinin ve ailesinin yaşamı ile yakından ilgilidir. İşçinin ülke ekonomisi içinde
istihdamdaki yeri, sosyal kimliğini de ortaya koymaktadır. Özellikle sözleşme serbestîsini sınırlayan,
- 323-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
doğrudan çalışma ve dinlenme hakkını düzenleyen emredici hukuk normlarının varlığı, bu olguların
işçi ve toplum açısından bir anlam kazanmasını sağlamaktadır. İş ilişkisinin konusunu oluşturan
işçinin emeğinin devamının sağlanmasında işverene tam bir serbestlik tanınmaması, işçinin
korunmasının temel koşuludur. Turizm sektörü açısından özellikle sunulan hizmetin niteliğinin
çalışma sürelerin belirlenmesinde ve sınırlandırılmasında mutlak suretle esas alınması önemlidir.
Özellik işin niteliğinin bazı işletmeler açısından sezonluk veya mevsimlik nitelik taşıması halinde,
yoğun çalışma süresi uygulaması özellikle işçilerin fiziksel ve ruhsal sağlığını bozucu niteliktedir. Bu
durumda Kanun ile getirilen sınırlamalara uyulması, turizm sektöründe çalışan işçilerin korunması ve
sektör açısından daha nitelikli hizmetin sunulması açısından büyük öneme sahiptir.
KAYNAKÇA
Arıcı, K. (1992). Çalışma Sürelerinin Hukuki Gelişimi ve Yeterliliği Açısından 1475 Sayılı İş
Kanunu’nda Çalışma Süreleri, Ankara.
Astarlı, M. (2008). İş Hukukunda Çalışma Süreleri, Ankara.
Bahar, O./Kozak, M. (2006). Turizm Ekonomisi, Ankara.
Caniklioğlu, N. (2005). “4857 Sayılı İş Kanunu’nun Çalışma Sürelerine İlişkin Düzenlemeleri”,
Toprak, Seramik, Çimento ve Cam Sanayi İşverenleri Sendikasınca Düzenlenen “III. Yılında İş
Yasası” Semineri, İstanbul.
Çelik, N./Caniklioğlu, N./Canbolat, T. (2017). İş Hukuku Dersleri, 30.B., Ankara.
Ekmekçi Ö. (2006). “4857 Sayılı İş Kanununda Postalar Halinde Çalışma ve Gece Çalışması”,
ÇEİS. Dergisi, Ankara.
Ertürk, Ş. (2002). İş İlişkisinde Temel Haklar, Ankara.
Eyrenci, Ö. (1993). “İş Sürelerinin Esnekleştirilmesi ve Türk İş Hukuku”, Münir Ekonomi’ye
Armağan, Ankara.
Günay, C.İ. (2004). “Çalışma Sürelerinde Esneklik”, Kamu-İş Dergisi, C.7., S.3, Ankara.
Kaboğlu, Ö.İ. (1993). Özgürlükler Hukuku, İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine, 3.B.,
İstanbul.
Kayıhan, Ş. (1998). "Türk Hukukunda Acentelik Sözleşmesi", Marmara Üniversitesi SBE,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
Mahmut, K. (2015). “Turizm, Özel Güvenlik ve Sağlık Hizmeti Yürütülen İşlerde Gece
Çalışması”, Çalışma ve Toplum Dergisi, S.47.
Köseoğlu, A.C./Kabül, S. (2011). “Türk İş Hukukunda Çalışma Süreleri”, Prof. Dr. Sarper
Süzek’e Armağan, C.I, İstanbul.
Kurucu, O. (1987). İş Süreleri- Dinlenmeler, Fazla Çalışma, Ankara.
Mccann, D. (2005). Regulating Working Time Needs and Preferences Working Time and
Workers Preferences in Industrialized Countries Finding The Balance, Ed.Messenger, J.C., New
York.
Mollamahmutoğlu, H./Astarlı, M./Baysal, U. (2017). İş Hukuku Ders Kitabı, Ankara.
Mülayim, B.O. (2016). İş Hukukunda Gece Çalışması, Ankara.
Odaman, S. (2006). “İş Sağlığı ve Güvenliği Açısından Tarafların Önemli Hak ve
Yükümlülükleri ile Uluslararası Standart”, Legal İHD., S.11, İstanbul.
Oktay, S. (1997). Gezi Sözleşmesi, 1.B., İstanbul.
Okur, Z. (2010). “İş Hukukunda Gece Çalışması”, Prof. Dr. Ali Güzel’e Armağan, İstanbul.
Özevren, M. (1987). İşletmelerde Çalışma Saatleri Programları ve Marmara Bölgesinde
Uygulama, İstanbul.
Richards, G.W. (1998). İşin Doğasında Değişimler ve İşçilerin Korunması, İş Hukukuna İlişkin
Sorunlar ve Çözüm Önerileri, 1.B., Galatasaray Üniversitesi Yayını, İstanbul.
- 324-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 325-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Semih BÜYÜKİPEKÇİ **
Gamze ŞENEL **
Fatih VAROL***
ÖZET
Post-Modern yönetim tekniklerinden biri olan benchmarking tekniği işletmelerin kendisinde
zayıf gördüğü alanları belirleyip o alanda en iyi işletme ile kendi işletmesini kıyaslaması ve kendi
işletmesine uygulamasıdır. İşletmelerin zayıf yönlerini belirleyerek, üstün yönlerini daha da ileriye
taşımak için kullanılabilecek teknik olan benchmarking işletmelere müşteri memnuniyeti, beklenti ve
isteklerine de olumlu bir şekilde cevap verebilmektedir. Bu çalışmanın amacı; İzmir ilinde faaliyet
göstermekte olan 2 ulaştırma işletmesi, 5 konaklama işletmesi ve 3 yiyecek içecek işletmesi olmak
üzere 10 turizm işletmesinde benchmarking tekniği hangi oranda ve hangi alanlarda gerçekleştiği
belirlenmiştir. Mülakat yapılırken, turizm işletmelerindeki üst düzey yöneticiler (genel müdür gibi)
bilimsel araştırma yapılacağı konusunda bilgilendirilmiştir. Katılımcılara yöneltilen sorular,
benchmarking konusunda ki literatür incelenerek ve genel kabul görmüş sorular arasından seçilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kıyaslama, Kıyaslama Türleri, Turizm İşletmeleri.
ABSRACT
One of the post-modern management techniques, benchmarking technique, is to identify areas
where businesses see weaknesses and apply them to the best business to benchmark and operate their
own business. Benchmarking businesses, which are techniques that can be used to move forward the
superior aspects by determining the weaknesses of the businesses, can also positively respond to
customer satisfaction, expectations and requests. The purpose of this study is; It has been determined
in which areas and in which areas the benchmarking technique is carried out in 10 tourism operations
including 2 transportation operators, 5 accommodation operators and 3 food and beverage enterprises
operating in İzmir province. When an interview was held, senior managers (such as the general
manager) in tourism businesses were informed that scientific research would be conducted. Questions
addressed to the participants were selected from among the generally accepted questions by reviewing
the literature on benchmarking.
Key Words: Benchmarking, Types of Benchmarking, Tourism Organizations.
GİRİŞ
1950’ler den sonra hızla gelişen turizm sektörü emek-yoğun bir sektör olmakla beraber
ülkelerin gelirlerine önemli ölçüde katkı sağlayan bir sektördür. Turizm sektörü; inşaat sektörü, gıda
sektörü, tarım sektörü, ulaştırma sektörü başta olmak üzere 54 sektörü doğrudan etkilemektedir.
Turizm sektörünün milli gelire, ödemeler dengesine, istihdama olan katkısı her geçen gün artmaktadır.
Devletlerde teşvik ve projelerle turizm yatırımcılarına çeşitli destekler sağlamaktadır.
- 326-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Benchmarking Kavramı ve Türleri
Amerika ve Avrupa başta olmak üzere tüm batı ülkelerini etkisi alan kalite devrimi ilk olarak
Japonya’da ortaya çıkmaktadır. Kalite devriminin etkisi ile birlikte kendilerini sürekli geliştiren
işletmeler sonucunda benchmarking kavramı ortaya çıkmıştır (Topuz, 2016:216). Benchmarking, ürün
ya da hizmet olan bir işletmenin uygulamalarını ve çıktılarını belirli alanlardaki endüstrinin önde gelen
işletmeleriyle yada en iyi rakip işletmelerle ölçme çalışmalarının devamlı izlendiği bir süreçtir (Gülcan
ve Kayaman, 1999:48). Ünver(2012)’e göre: “bir kurumun rekabet gücünü yükseltmek amacıyla
başarılı performansa sahip işletmelerin çalışmalarını inceleyerek kendi çalışmalarıyla kıyaslamak ve
kıyaslamadan elde ettiği sonuçları kendi işletmesine uygulaması anlamına gelmektedir.”
Doğru koşullar altında yapılan kıyaslama işlemi performans arttırmanın önemli bir aracı haline
gelmektedir (Helgason, 1997:1). Kaynaklarda da belirtildiği üzere temel yaklaşımı ile benchmarking;
bir işletmenin kendi sektöründe ya da başka sektörlerdeki başarılı işletmeleri, başarıya ulaşabilmek
için neler yaptığını incelemesi, analiz etmesi ve bulduğu analizleri kendi işletmelerine uygulayarak
başarıyı elde etme sürecidir. Erdem(2006), benchmarking amaçlarını; işletme performansını arttırarak
rekabet edebilme gücünü sağlamakta, stratejik palanlar yapmak, müşteri tatmini sağlamak, yeni
fikirler edinmek ve fikirleri uygulamak olarak belirtmektedir. Literatüre bakıldığı zaman
benchmarking uygulamalarının türleri farklı şekillerde sınıflandırılmaktadır. İşletme faaliyetlerinin
hepsi kıyaslama konusu olabilmektedir. Benchmarking türlerini iki grupta ele almak mümkündür.
Benchmarking
Türleri
Odaklanılan
Seçilen
Noktaya
Ortağa Göre
Göre
Genel Süreç
İçsel Rekabetçi Fonksiyonel Ürün Odaklı
(jenerik) Odaklı Stratejik
Yukarıda ki tablo da benchmarking türleri seçilen ortağa göre ve odaklanılan noktaya göre iki
grupta ele alınmıştır.
- 327-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
içerisindeki işletmelerin farklı faaliyet alanında olan yada farklı büyüklükteki işletmelerle kıyaslama
çalışmaları yapması rekabetçi benchmarking türünü oluşturmaktadır (Kaya ve Topaloğlu, 2008:36).
Fonksiyonel benchmarking; Üretim, pazarlama, mühendislik yada insan kaynakları gibi fonksiyonel
alanlarda işletmelerin ürünlerinin, hizmetlerinin, iş süreçlerinin rakibi olan veya olmayan işletmelerle
kıyaslama türüne fonksiyonel kıyaslama denilmektedir (Topuz, 2016:221). Genel (Jenerik)
benchmarking ise; bir işletmenin süreçleri en iyi uygulayabilen işletmelerle kıyaslanmasına genel
kıyaslama türü denilmektedir (Erdem 2006:79) ve dünya çapında başarısını kanıtlamış işletmelerin
yapı, süreç, sistem ve uygulamaları hakkında bilgi sahibi olan işletmeler elde edilen bilgileri kendi
işletmelerine uygulamaktadır (Eryılmaz, 2009:49).
Odaklanılan Noktaya Göre Benchmarking türlerinden Ürün odaklı benchmarking; bir işletmenin
başka bir işletme ürünlerini parçalara ayırıp, derinlemesine incelemesi ve bulduğu sonuçları kendi
işletmesine uygulanabilir hale getirmesini içeren eski bir uygulama tekniğidir(Eryılmaz, 2009:49).
Süreç odaklı benchmarking; birbirinden ayrı işlemler ve iş süreçleri üzerine odaklanmayı ifade
etmektedir(http://ismaildalay.blogspot.com). Stratejik benchmarking ise; orta ve uzun vadeli
faaliyetlerini sürdürmek isteyen işletmelerin hedeflerine ulaşabilmek ve temel kararlarını alabilmek
için, başarılı işletmelerin uyguladığı stratejileri incelemesine denilmektedir (Koçel 2005:412).
Stratejik benhmarking turizm işletmeleri açısından riskli görülebilmektedir çünkü turizm sektörü
çevresel faktörlerden hızlı etkilenebilen hassas yapıda bir sektördür (Kaya ve Topaloğlu 2008).
- 328-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
LİTERATÜR TARAMASI
Topaloğlu ve Sekmen (2002) , benchmarking süreç çalışmalarının işletmelerin zayıf yönlerini
tespit ederek zayıf olan yönleri konusunda aynı sektörde veya farklı sektörlerde faaliyet gösteren en iyi
işletmeleri belirleyerek, işletme kıyaslama takımını oluşturup hedef şirketi ziyaret ederek öğrenme
sürecini başlatmaları edinilen bilgileri kendi faaliyetlerine uygulayarak sonuçları değerlendirmeleri ve
ana uygulamalara geçmeleri şeklinde gerçekleşmesi gerektiğini belirtmektedir.
Anand ve Kodali (2008), belirli bir kıyaslama türünün gerçekleştirilmesi için geliştirilen bir
model kullanıcılar arasında yalnızca belirli tür için geliştirilen benzersiz karşılaştırma modelini
kullanıp kullanmamaları gerektiği konusunda karışıklığa neden olmaktadır. Yazarlar, yöneticilerin
benchmarking çeşidini kullanması gerektiğinde zorluk yaşaması nedeniyle temel sınıflandırma
şemasını sorgulamayı ve herkes için uygulanabilen evrensel bir kıyaslama modeli önermeyi
amaçlamaktadır.
Cooper vd. (2010), MapReduce sistemlerinin (Hadoop gibi) ve Bulut OLTP sistemlerinin
çalışma prensiplerini incelemiş ve karşılaştırmışlardır. Geliştirilen sistemlerin sayısının arttığını tespit
etmiş ve bu yeni sistemlerin genellikle "bulut OLTP" uygulamalarını ele alarak, genellikle ACID
işlemlerini desteklemediği sonucuna varmışlardır. Yeni nesil bulut veri sunma sistemlerinin
performans karşılaştırmalarını kolaylaştırmak amacıyla "Yahoo! Bulut Hizmet Göstergesi" (YCSB)
çerçevesini ortaya koymuşlardır.
YÖNTEM
Bu çalışma; Turizm işletmeleri kapsamında, ulaştırma işletmeleri, konaklama işletmeleri ve
yiyecek içecek işletmelerinde benchmarking tekniğinin hangi amaçlarla ve ne şekilde uygulandığını,
sürecin nasıl işlediğini ve yöneticilerin nasıl bechmarking sürecini gerçekleştirdiklerini, sonuçları nasıl
değerlendirdiklerini, müşterilerin ihtiyaç ve beklentilerini hangi oranda karşılayabildiğini belirlemeyi
amaçlamaktadır. İzmir ilinde faaliyet göstermekte olan 2 ulaştırma işletmesi, 5 konaklama işletmesi ve
- 329-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
3 yiyecek içecek işletmesi olmak üzere 10 turizm işletmesinde benchmarking tekniği hangi oranda ve
hangi alanlarda gerçekleştiği belirlenmiştir. Mülakat yapılırken, turizm işletmelerindeki üst düzey
yöneticiler (genel müdür gibi) bilimsel araştırma yapılacağı konusunda bilgilendirilmiştir.
Katılımcılara yöneltilen sorular, benchmarking konusunda ki literatür incelenerek ve genel kabul
görmüş sorular arasından seçilmiştir.
BULGULAR
Benchmarking tekniğinin uygulanmasının belirlenmesinde gözlem yapılan turizm işletmeleri
kapsamında 5 otel işletmesinden, 3’ü şehir oteli 2 si oberj niteliğindedir. Ulaştırma işletmelerinin ikisi
de seyahat acentasıdır. Yiyecek içecek işletmelerinin ise ikisi kafeterya biri restorandır. Araştırma
sonucunda görüşme sorularına alınan cevaplar özetlenerek tablo halinde aşağıda verilmiştir:
İzmir ilinde ki turizm işletmelerine post modern yönetim yaklaşımlarının bilinirlik durumu
nedir? Sorusu yöneltilmiş ve verilen cevaplar üzerine; Tablo 4.1.’de görüldüğü üzere A şehir oteli
işletmesi post-modern yönetim yaklaşımlarının hepsini kullanmaktadır. B şehir oteli işletmesi ve E
oberj işletmesi 5, F seyahat acentası 4, D oberj işletmesi, G seyahat acentası, H ve I kafeterya işletmesi
3, C şehir oteli ve J restaurant işletmesi ise Post-modern yönetim yaklaşımını kullanmaktadır. Post-
modern yönetim yaklaşımları genel olarak bilinmektedir. Benchmarking yönetim yaklaşımını ise
sadede C şehir oteli işletmesi kullanmamaktadır, diğer turizm işletmeleri kullanmaktadır.
- 330-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 331-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Rekabetçi kıyaslama X X X X
Fonksiyonel benchmarking X
Süreç odaklı benchmarking X X X
Turizm işletmeleri tarafından benimsenen benchmarking türlerine bakıldığında; ulaştırma
işletmeleri işletme içi(sektörel) kıyaslama yöntemini, konaklama işletmelerinin stratejik benchmarking
yöntemini, yiyecek içecek işletmelerinin ise rekabetçi benchmarking yöntemini daha çok kullandıkları
belirlenmiştir.
SONUÇ
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işletmeler küreselleşen dünyada yaşamlarını devam
ettirebilmek için yeni yönetim yaklaşımlarını kullanmaktadır. Yeni yönetim yaklaşımlarından biri olan
benchmarking ise özellikle 1970’lerden sonra işletmeler tarafından sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır.
Kıyaslama sadece rakipleri karşılaştırma değil aynı zaman da işletmelerin uygulamalarını, süreçlerini,
stratejilerini benimseyerek amaçlanan hedeflere ulaşmak ve rekabet üstünlüğü sağlayan bir yöntemdir.
Araştırma kapsamında yapılan incelemeler sonucunda;
Turizm işletmeleri genel olarak post-modern yönetim yaklaşımlarını bilmekte ve artan rekabet
ortamında rakiplerine avantaj üstünlüğü sağlayabilmek amacıyla outsourcing, toplam kalite yönetimi,
benchmarking, insan kaynakları yönetimi, müşteri ilişkileri yönetimi ve inovasyon, personel
iyileştirme gibi diğer post modern yönetim yaklaşımlarını kullanmaktadırlar.
Bulunan sonuçlar doğrultusunda; Turizm işletmeleri hizmetler sektörü içerisinde yer alması ve
gerek dünya gerekse ülkemizdeki yaşanan gelişmelerden çabuk etkilenmesi sebebiyle sürekli
kendilerini geliştirmeli, yeni yönetim süreçlerini belirlemelidirler. Benchmarking uygulamasını
yapacak olan işletme öncelikle kendi iç problemlerini göz önünde bulundurmalı, ekibini belirlemeli ve
hangi benchmarking uygulamasını hangi işletmelerle nasıl bir süreç izleyerek gerçekleştireceğini
belirlemelidir.
- 332-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Akova O. Kızılırmak İ. ve Tanrıverdi H. (2015), Turizm İşletmeciliği Temel Kavramlar ve
Uygulamalar, Detay Yayıncılı, Ankara.
Anand, G. Kodali R. (2008), “Benchmarking the benchmarking models” Benchmarking: An
International Journal Vol. 15 No. 3, 2008 pp. 257-291.
Cooper, B.F. Silberstein A. Tam E. Ramakrishnan R. Sears R. (2010), “Benchmarking cloud
serving systems with YCSB” Indianapolis, Indiana, USA.
Erdem, B. (2007), “İşletmelerde Yeni Bir Yönetim Yaklaşımı: Kıyaslama (Benchmarking).”
Balıkesir Üni. Sosyal Bilimler Dergisi, C.9, Sayı 15, Ss. 65, 94.
Eryılmaz, B. (2009), “Kıyaslama(Benchmarking) yönetimi ve otel işletmelerinde kullanımına
ilişkin teorik bir çalışma, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(1), 41-79.
Gülcan, B. Kayaman, R. (1999), Benchmarking: En İyinin İyisi Olmak. Ticaret ve Turizm
Eğitim Fakültesi Dergisi, 47(63).
Helgason, S. (11997), Organisation for Economic Co-operation and Development Public
Management Service: International Benchmarking Experiences from OECD Countries 1-8.
İçöz, O. (2006), Seyahat Acenyacılığı ve Tur Operatörlüğü Yönetimi. Tuthan Kitabevi. Ankara.
Kaya, U. ve Topaloğlu C. (2008), Benchmarking (kıyaslama): turizm işletmeleri açısından
kuramsal bir değerlendirme, Ekonomik ve Sosyal Arastırmalar Dergisi, Bahar 2008, Cilt:4, Yıl:4,
Sayı:1, 4:23-50.
Koçel, T. (2005), İşletme Yöneticiliği, Arıkan Yayıncılık, 10. Baskı, Ankara.
Topaloğlu, M. ve Sökmen, A. (2002), ‘Kıyaslama (Benchmarking) kavramı ve otel
işletmelerinde uygulanabilirliği üzerine kavramsal bir inceleme’, Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm
Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara.
Topuz, Ç.(2016), Turizm İşletmelerine Benchmarking (Kıyaslama) Uygulamaları. Turizm
Paradigmaları. Editör: Akgöz E. Detay Yayıncılık. Ankara.
Vorhies, D. W. Morgan N. A. (2005), “Benchmarking Marketing Capabilities for Sustainable
Competitive Advantage” Journal of Marketing Vol. 69 (January 2005), 80–94.
Yalçınkaya A. ve Adiller L. (2011), Havayolu İşletmelerinde Benchmarking: Türkiye’de
Faaliyet Gösteren Havayolu İşletmelerinde Bir Uygulama. Uluslar Arası 9. Bilgi, Ekonomi ve
Yönetim Kongresi Bildirileri. Saray Bosna/ Bosna Hersek.
http://ismaildalay.blogspot.com.tr/2013/11/benchmarkingkyaslama.htm
- 333-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
The Islamic scholars have disputed the offer of Allah taâla to the powerless work. Hüman is
liable to do what he cannot afford? May Allah offer to His servants the things they cannot afford?
What is the verdict of the fetret? Answers to questions like searched. In this regard, the views of the
İmam Maturidi and the İmam Eş’ari , who were Sunnah, differed. Some people say that God is
permissible to keep his servant's power over powerless, others suggest that God's servant is not
allowed to be liable to be liable for work that is not capable of power. A comparison of the opinions,
arguments, differences of opinion and opinions between the two parties was given to the definitions of
bidders and equals, and the opinions of the nominees and arbitrators. First of all, the person who is
responsible for the dictionary means the person responsible; arabic “teklîf” is the ism-i mefuldur. He
is the one who is bound with something that is tormented. ”As the Islamic legal term, the taxpayer is
the person who is directed to him by his address, and is obliged by this address, who is attached to the
legal provisions in his words and behaviors, and who is mentally mature and mature.“ It is for this
reason that the mentally ill and the children who have not entered the clinic are not liable. It is possible
to collect things in three groups.
1. Things that God knows will not happen, and which he will not do, although it is possible to
(literally) occur in terms of reason and natural laws.
2. Things that are mental and impossible as two opposing things are united at once and at the
same place.
3. What is practically impossible, even if it is in the wise of the human being, such as flying
out of the vehicle.
Ebu Nasr Tâceddin es-Sübkî Tabakâtü’ş-Şâfi’iyyeti’l-Kübrâ in his book says that the conflicts
between the Maturidi and the Ash'ari were thirteen. Seven of these thirteen issues are lafzi conflicts.
Only six of them are related to meaning. In the literature, since the concepts of bidding and taxpayers
differ between the Islamic and Islamic imams, this issue has emerged. As a result, according to the
islamic imams of baccarat 286 verses in the word, the word refers to the same meaning with the word
bid and Allah said, May Allah have the servant of his servant with whom no power is available.
According to the Maturidi, it is not permissible for God to offer to his servant the power which is
different because the notions of offer and offer are different concepts. It is like making a blind person
obliged to see a blind business that cannot be intubated. The last mentioned fetret period is Hz. .isâ
(as) and Hz. Muhammad (peace be upon him) is used for the term of the notification. The
communities living in this period are called ehli-fetret Bu. The provision of the people living in the
period mentioned differed according to the mâturidi and the equals.
However, this difference arises from the fact that the definition of taxpayer is different.
Anahtar Kelimeler: Proposal, Taxpayer, Eş’ari, Maturidi, Fetret, Fetret Ehli
*
M.Sc., Fatih Sultan Mehmet Foundation University, Faculty of Islamic Sciences, Department of Basic Islamic Sciences,
anozdemr@gmail.com
- 334-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Alaattin BAŞODA*
Fatih VAROL
ABSTRACT
The Turkish World has various, unique and wealthy cultural heritages. This fascinating
inventory is indicative of a great civilization in the world. Most of the heritages in this inventory are
also under the UNESCO protection by adding them to the World Heritage List. Therefore, Cultural
Heritage of the Turkish World is a field that requires special attention and expertise for tourist guides
in the Turkish World. Consequently, this field of specialization makes tourist guides have special
skills and knowledge in all concrete and abstract values of the Turkish identity, culture and history
(briefly Cultural Heritage of Turkish World) for guidance. To gain this expertise, various applied
training programs about cultural heritages should be organized for tourist guides in the Turkish World.
The results of acquiring this expertise are important in many respects such as gaining a new expertise
in tourist guidance profession, improving guidance service quality in the Turkish World, and
contributing to the promotion of the Turkish cultural heritage and the development or service quality
of the Turkish World tourism.
Keywords: Tourist Guides, Field of Specialization, Cultural Heritage, Turkish World
* Dr., Selcuk University, Faculty of Tourism, Department of Travel Management and Tourist Guidance, alabasoda@gmail.com
** Dr., Selçuk University, Faculty of Tourism, Department of Tourism Management, fvarol@selcuk.edu.tr
- 335-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mustafa ORAL*
ÖZET
Türkiye’nin kültürel coğrafyasında çok sayıda kestel adı vardır. Bu kelimenin dağılım alanına
bakınca Osmanlı döneminde Rumeli’nin, Türkiye döneminde Akdeniz bölgesinin yoğunlukta olduğu
görünüyor. Bu adların sıkça geçtiği yerlerin aynı zamanda ticaret yolları üzerinde bulunması sözcüğe
evrensel bir nitelik kazandırıyor. Yaptığımız etimolojik araştırmada sözcüğün, önce kale anlamına
geldiğini tespit ettik. Tarihsel kaynaklarda kestel adının Latince kökenli bir kelime olduğunu,
Latinceden bütün Batı dillerine geçtiğini ortaya koyduk. İşte kestel adının Rumeli ve Akdeniz
bölgesinde etkinlik yapan Ceneviz ticaret kolonisi aracılığıyla küçük kale ve hisarlara verildiği
anlaşılıyor. Kelimenin diğer anlamları bölgesel ağızlarda farklılık arz ediyor. Ancak antik Yunan
mitolojisinde kutsal kaynak ve pınarlara (su) işaret etmesi bakımından kastalia biçiminde kullanıldığı
tarihen sabittir. Bu makalede kelimenin beş anlamını etimolojik kanıtları ile birlikte ortaya koyduk.
Anahtar kelimeler: Osmanlı, Türkiye, Yunan, Kestel, Ceneviz, Rumeli, Akdeniz, Anadolu
ABSTRACT
There are a lot of castel names at the Turkey’s culturel geographgy. When to view distribution
area of this word seems to be Rumelia in the Ottoman period and Meditterranean region in the Turkey
period intensity. This name gains also universal character due to presence on the trade routes. We have
determined that the castle was the first meaning of this word in etymological research. We propounded
that the kestel name was a word of Latin origin name in historical sources and passed to all Western
languages from the Latin language. Here is understood that the place name kestel given to a small
castle and fortress through activity in Rumelia and Genoese trading colony in the Meditterranean
region. Other meanings of the word differ in regional dialects. But it’s constant historical that used
form of kastalia indicating the spiritual water spring and fount at ancient Greek mythology. In a brief,
propounded word's five meanings with the etymological evidences in this etymological article.
Keywords: Ottoman, Turkey, Greek, Castel, Genoese, Rumelia, Meditterranean, Anatolia
GİRİŞ
17. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı coğrafyasını gezip gören Evliya Çelebi, eserinde kayda
geçirdiği Kestel/Kastel adlarını şu şekilde gösteriyor (Koz, 2003: 274): 1. İstanbul’da Kestel sekisi
(Edirne Kapısı haricinde EÇS I, 177), 2. Bursa’da Kestel nahiyesi, kalesi (EÇS II, 9, 11, 23), 3. Saray
sancağında Kastel kalesi (EÇS, V, 293), 4. Nemçe yöresinde Kastel kalesi (EÇS VI, 225), 5. Pulya
vilayetinde Kastelye kaleleri (EÇS VI, 268), 6. Nemçe’de Rapçe nehrinin kenarında Kastel kalesi
(EÇS VII, 85), 7. Selanik yöresinde kıyıda Kastel kalesi (EÇS, VIII, 66), 8. Mora kasteli veya İnebahtı
kasteli (EÇS VIII, 130), 9. Koron limanı kenarında Kastel kalesi (EÇS VIII, 151), 10. Mora’da
Anabolu körfezinde Kastel kalesi (EÇS VIII, 166), 11. İnebahtı körfezinin Rumeli tarafında Kastel
kalesi (EÇS VIII, 274) ve 12. Süveyş kıyısında Kastal menzili (EÇS IX, 417). Bu geniş coğrafyadaki
dağılımda Balkan/Rumeli bölgesinin ağırlıkta olduğu görünüyor.
* Prof. Dr., Aksaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü must.oral@hotmail.com
- 336-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Evliya Çelebi, seyahat kitabının Mora yarımadası bahsinde bölgede böyle küçük kal’alara kastel
derler diyerek eserinde geçen kelimenin yöresel anlamını da açıklıyor. (Koz, 2003: 274)
1946’da yayınlanan iki ciltlik Meskûn Yerler Kılavuzu kitabında Kestel adındaki yerleşim
yerlerini şöyle görüyoruz: Alanya/Antalya, Nazilli/Aydın, Bucak/Burdur, Kestel/Bursa,
Kadınhanı/Konya, Simav/Kütahya, Seyhan/Adana. Bundan başka İzmir ile Manisa-Salihli/Adala’da
Kestelli adında birer mahalle vardır. (İçişleri Bakanlığı, 1946: 675). Aynı kılavuzda Kestel adının
türevi olan kastal/kastel adındaki meskûn yerleri şuralarda görüyoruz: Elbistan/Maraş (m),
Ceyhan/Adana (k), Andırın/Maraş (k), Bismil/D. Bakır (k). Kastel adındaki meskûn yerleri, özellikle
mahalleleri ise şuralarda görüyoruz: Cingife/Gazi Antep (m), Musabeyli/Kilis (k), Of-
Kadakor/Trabzon (m), Sürmene/Trabzon (m). (İçişleri Bakanlığı, 1946: 639).
Bu ikinci kitaptaki kayıtlara bakınca ise Kestel toponomik yadigârının özellikle Akdeniz ve Batı
Anadolu’da yoğunluk kazandığını, özellikle kıyılara yakın yerlerde odaklandığını görüyoruz. Bu
durumda etimolojik ve mitolojik olarak Yunan ve Roma kültür yadigârı ve çeşitli şekillerde kültürel
varlığını sürdürdüğü söylenebilir. Bu kültür bağını ortaya koyabilmek için tarihsel ve etimolojik bir
yaklaşım gerekiyor.
Kestel adının kökenine gelince: İtalyanca kökenli bir sözcük olan kestel, küçük hisar veya kale,
kasır anlamında kullanılır. Bu durumda Evliya Çelebi’nin yukarıda halktan aktardığı anlamı tam
doğrudur. Bu sözcük İtalyanca castello kökenli olup okunduğu biçimiyle dilimize girmiş, yalnızca
Türkçeye değil Fransızca, İngilizce gibi başlıca Batı dillerine de castel şeklinde geçmiştir. (Gövsa,
1951: 1434). Bu tarihî adın hangi dönemden kaldığına ilişkin elimizde somut bir belge ve bilgi
bulunmuyor. Selçuklu öncesine ait olduğu kesin olmakla birlikte Roma/Bizans veya Ceneviz/Venedik
yadigârı olabilir.
Yetkin bir sanat tarihçisi, daha çok Rumeli’de görülen tahkim edilmiş evlere veya âyân
konaklarına bazen kale veya kule denildiğini, bu konaklara Batı Anadolu’da Manisa dolaylarında
benzerlerinin yanısıra Trabzon-Rize arasında kestel adının verildiğini, kestel sözcüğünün şato
anlamındaki İngilizce castle ile yakınlığına dikkat çekiyor, kelimenin buralara nasıl geldiğinin ise
anlaşılamadığını belirtiyor. (Eyice, 2001: 234).
Semavi Eyice’nin yukarıdaki son yargısına katılmak mümkün değildir. Çünkü İngilizcenin genç
dil bir olduğunu bildiği halde E. Çelebi’nin seyahat hatıratındaki kayıtları görmemesi gibi bir durum
olamayacağına göre bir dalgınlık saysak yeridir.
Evliya Çelebi’nin eserinde Mora yarımadasını anlatırken bu diyârda böyle küçük kal’alara
kastel derler diyerek kelimenin yöresel anlamını verdiğini yukarıda vermiştik.
Şu halde Osmanlı kültür coğrafyasında küçük kalelere veya kulelere kestel adının verildiğini
söylemek mümkündür. Bu kayıtlar yalnızca 17. yüzyılın resmi kayıtlarında değil, 18. yüzyılın
kayıtlarında da geçiyordu. 18. yüzyılın sonlarında kale kethüdası anlamında kestel kethüdası tabiri
geçiyor. Düzenin yeniden kurulmaya çalışıldığı, düzeni bozan yerel beyleri temsil ettiği için kaza ve
kasabalarda âyân sözünün kaldırılıp halkın işini görmek için şehir kethüdası seçmesi konusunda
Sadrazam tarafından yazılan yazının görüşüldüğü Kandiye’de yapılan toplantıda (5 Eylül 1785),
kazalarında eskiden âyân bulunmadığı, raiyet işlerinin divân tercümanı, Rumi Yazıcısı ve her
nahiyenin Kestel Kethüdası olan zımmî tarafından görüldüğü belirtiliyor. (Özkaya 1994: 284). Burada
Kale Kethüdası deyimi yerine açıkça Kestel Kethüdası deniliyor. Şu durumda yine hemen aynı
coğrafyada Kale tabiri yerine Kestel deyimi kullanılıyordu.
- 337-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Buna göre Kestel Kethüdası söz konusu nahiyenin savunmasını üstelenmiş görevli demektir.
İşte bu durumda kestel sözcüğü, Osmanlı resmi yazışma sisteminde yerini almıştır. Yerini aldığına
göre bir süre sonra Anadolu yönünde de yayılmıştır.
Kestel’in belli başlı aileleri arasında bulunan âyânlar, Kestel’in savunmasını üstlenmiş
görevliler arasında olmalıdır. Eskiköy olarak bilenen yerin biraz üstünde bir kale vardır. Kestel’in
sonraki kalesinin nerede olduğunu bulmak kolaydır, Asar derler. Köyün eskiden hatırlı aileleri
arasında su kenarında oturan âyânlar da vardır
William M. Leake, 1800 yılının ilk aylarında gezip gördüğü Karaman sahilini anlatırken,
Karaman sahilindeki diğer sağlam kaleler (strong hols) gibi, Alanya’nın eski haritalarda Venedik veya
Ceneviz kökenli dediği Castel Uboldo diye yazıldığını, Kaş’ın karşısındaki Meis’e İtalyanlar ve
Yunanlıların Castel Russo dediğini belirtiyor. (Leake, 1976: 126,127).
Şu halde Osmanlı coğrafyasındaki Kestel adları bir Ceneviz kültür yadigârıdır.
II
Kestel sözcüğü ile ilişkili olduğunu düşündüğüm Yunan kökenli Kastalia ise şu anlama geliyor:
Yunanlıların kâhinlik tapınaklarının en önemlisi, Delphoi’deki kutsal kaynak/pınardır. Burası şarkı,
müzik, oyun, dans, şiir ve bilimden anlayan Zeus’un kızlarının, tanrısal perilerin (nymphe) oturduğu
kaynaklar arasında. Bazı kaynaklar ise bu kızların babasının ırmak tanrıları olduğunu anlatıyor.
(Necatigil, 1957: 59,75,79). Efsaneye göre Kastalia, Apollon tapınağının yanında Tanrının saldırısına
uğrayınca kendini orada fışkıran pınar/kaynağın sularına atıyor. Kaynak Tanrı Apollon’a adanmış
Kastalia pınarıdır. (Erhat, 2008: 169).
Bu mitolojik durum Türk kültüründe de görülüyor: Beylerin kız ve oğlanları genelde farklı
yerlerde hayatlarını devam ettirirlerdi. Kızlar su kenarlarında (kuy’da), oğlanlar suyun tam kaynağında
(öz’de), yani daha yüksek yerlerde yaşarlardı. Kızın durduğu yer ile oğlanın oturduğu yer farklı
olunca, kulede, kalede, şehirde ikili bir hayat biçimi ortaya çıkıyordu; işte bu durum da ikili bir
oluşuma neden oluyordu. (Baykara, 2004: 107). Şu halde Kestel’in ikinci anlamı kutsal kaynak veya
kutsal pınar (su) demektir.
III
Kestel sözcüğü Türkçede yalnızca kale anlamına gelmez; halk ağzında şu anlamlarda da
kullanılır: 1. Kınnap kalınlığında kıldan eğilmiş ip, kıl ipliği, kumaş dokunduktan sonra kesilerek geri
sarılan ipler (İstanbul); 2. Barut (Muğla); 3. Tazı ile köpeğin birleşmesinden doğan cins köpek (Kilis,
Maraş) ve 4. Ağaç parçası (İpsala). (Türk Dil Kurumu [TDK], 1941)
Alanya ve Selinti yöresinde ise Mısır püskülü anlamına da geldiğini Seyfeli Ali Yıldız söylüyor.
Tarama sözlüğünde sözcüğün bu anlamına rastlamadım ama bu yörenin bence en yetkin araştırmacı
adamının bunu söylemesi dayanaksız değildir.
Kestel’in bir diğer anlamının saydığımız yerlerde konar-göçer hayatı yaşayan yörükân taifesine
Kestelli, Kestel Yörüğü şeklinde adının verilmiş olması iddiası. Kestel adında bir Türkmen cemaatinin
adını sanıp bir tez olarak ileri sürenler vardır.
C. Türkay (Türkay, 1979: 509) gibi kendi alanında meşhur bir Osmanlı tarihçisinin bu gibi çok
açık bir yanlış yapmasını kabul etmek zordur. İşte belgede yazan her kaydı kritize etmeden eserine
aktaran veya yöntemsiz bir tarihçilik merakını kişisel uğraşısı haline getiren, kendini eski tarzın tarihî
eseri durumuna getiren kişiler bu yanlışa düşebilir.
- 338-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Osmanlı zamanında Rumeli’nde yoğun bir kullanımı bulunan kestel adındaki toponomik
yadigâr, etimolojik açıdan küçük kale ve hisar anlamına geliyordu. Bu kale ve hisarları Osmanlı
coğrafyasında daha geniş bir alanda görmek mümkündür, ama kestel adıyla anılan yerler belirli bir
alanda yoğunlaşmıştır. Bu ad, Akdeniz bölgesinde seyahat ederek hatıratını kaleme alan Batılı
yazarların eserlerine de yansımıştır. Batılı yazarların belirttiğine ve bizim de tespit ettiğimize göre,
kestel adının vakti zamanında bölgede ticaret yapan veya hâkim olan Ceneviz ticaret kolonisinin bir
toponomik yadigârı olması kuvvetle muhtemeldir. Hatta 18. yüzyıl Osmanlı kayıtlarında kale
kethüdası tabiri yerine kestel kethüdası deyimi kullanılırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun ahfadı Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde ise özellikle Akdeniz bölgesinde yoğunlaşan kestel adındaki yerleşim
yerlerinin Ceneviz ticaret kolonisinin bir hatırası olduğu tarihen sabittir. Kestel adının Türkçede
kullanılan diğer anlamları şöyledir: Kutsal kaynak veya kutsal pınar ile bazı yöresel anlamlar (sarma
ipler, barut, bir cins köpek/katır gibi), ağaç parçası ve mısır püskülü.
KAYNAKÇA
- 339-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Celaleddin ÖZTÜRK *
Sinan ALKAN **
Gıyasettin KAŞIK ***
ÖZET
Anadolu farklı kültüre sahip kavimlerin yaşadığı ve çeşitli alanlarda farklı kültüre sahip yaşam
örneklerinin verildiği bir yurttur. Kültürel açıdan bakıldığında yerleşim, davranış, toplumsal hayat,
hayvanlar ve bitkilerle ilgili olarak belirli bir bilgi birikimi ile kendilerine özgü bir hayat tarzı elde
etmişlerdir.Anadolu’da araziden toplanan mantarlar besin olarak, taze, salamura şeklinde veya
kurutmak, dondurmak veyahut konserve yapmak suretiyle değerlendirilir. Bazı türler ise ticari olarak
değerlendirilmek için taze veya kurutulmuş olarak pazarlara götürülmektedir.Özellikle bahar
mevsimlerinde semt pazarlarında belli mantar türlerine sıkça rastlandığını görmek mümkündür.
Pazarlarda görülen mantarların dışında sadece kişisel ihtiyaçlarında değerlendirmek için ormanlardan
ve diğer yetişme ortamlarından toplanan mantarlar da mevcuttur. Bu şekildeki faydalanılan tüm
mantarların tür sayısı bölgelere göre değişiklik göstermekte ise de yaklaşık 100 civarındadır.
Çoğunlukla da Terfezia, Morchella, Boletus, Lactarius, Tricholoma, Lepista, Macrolepiota, Amanita,
Agaricus, Pleurotus, Cantharellus, Craterellus, Hydnum, lentinula, Ganoderma, Tuber gibi başlıca
mantar cinslerine aittir. Bunun yanında özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde sıkça
rastlanan ve halkın kahvaltı sofralarında yer alan küflü peynir önemli bir kültür öğesidir. Ancak küflü
peynir kullanımı yaygın olmakla birlikte herhangi bir patent veya isimlendirme yapılamamıştır.
Anadolu’da bazı bölgelerde mantar kültürü gelişmiş olmasına ragmen, özellikle şehirleşmenin
getirdiği kısıtlamalar ve olumsuzluklar sonucu diğer bölgelerde mantar tüketimi oldukça düşüktür.
Özellikle belli bölgelerde meydana gelen zehirlenmeler halkı mantarlardan uzak durmaya itmektedir.
Mantarlar konusunda gerek küçük el kitapları, gerekse sosyal medya aracılığı ile halkımızın
mantar kültürü geliştirilebilir ve yaşanabilecek olumsuzluklar orta yerden kaldırılabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Mantar kültürü, Yenen mantarlar, Mantar tüketimi, Kültür mantarcılığı,
Anadolu
ABSTRACT
Anatolia is a homeland where tribes with different cultures live, and in different areas, different
cultures are given. From a cultural point of view, they have achieved a lifestyle with a certain
knowledge of settlement, behavior, social life, animals and plants. The fungi collected from the field
in Anatolia are evaluated as nutrients, fresh, in brine or by drying, freezing or preserving. Some
species are taken to markets as fresh or dried for commercial use. Particularly in spring months,
certain types of fungi can be frequently encountered in the neighborhood markets. Apart from the
mushrooms seen in the markets, mushrooms are collected from forests and other habitats only for
personal evaluation. The number of species of all such mushrooms used varies by region to region, but
is totally around 100. It mainly belongs to the main fungal genera such as Terfezia, Morchella,
Boletus, Lactarius, Tricholoma, Lepista, Macrolepiota, Amanita, Agaricus, Pleurotus, Cantharellus,
Craterellus, Hydnum, Lentinula, Ganoderma, Tuber. Besides, moldy cheese, which is frequently seen
- 340-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
in the Central Anatolia and Eastern Anatolia regions and at the breakfast tables of the people, is an
important cultural element. However, although the use of moldy cheese is widespread, no patent or
nomenclature has been made.Although some mushroom culture has been developed in some regions in
Anatolia, the consumption of mushrooms in other regions is quite low, especially due to the
constraints and disadvantages of urbanization. In particular, poisoning in certain areas pushes the
public to avoid fungi. About the fungi with the help of small handbooks and social media, knowledge
of mushrooms can be developed and the negative effects of the mushrooms can be eliminated.
Keywords: The culture of mushroom, Edible mushrooms, Mushroom consumption, Mushroom
culture, Anatolia
GİRİŞ
Kültür; “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde oluşturulan bütün maddi ve manevi değerler
ile bunları oluşturmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine
egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü”, bazen “Bir topluma veya halk topluluğuna özgü
düşünce ve sanat eserlerinin bütünü”, bazen “Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve
yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi”, bazen “Bireyin kazandığı bilgi”, bazen “Tarım” bazen de
“Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme” şeklinde
tanımlanmaktadır(www.tdk.gov.tr,2018).
Anadolu’da birçok insan, mantar denince çoğunlukla ilk aklına gelenin kültür mantarı olduğunu
veya ormanlarda, tarlalarda doğal olarak yetişen ve ağaçlar üzerinde bulunan çeşitli formda
makroskobik yapıda fruktifikasyon organı oluşturan şemsiye, raf veya yastık formunda veyahut ta puf
mantarı olarak bilinen dokunulduğunda etrafa toz şeklinde spor yayan mantarlar ile nemli yerlerde
ağaç döküntüleri üzerinde çanak formundaki mantarlar olduğunu söylemektedir. Her ne kadar
makroskobik mantarlar dikkat çekici özellikte olsa da mantarlar sadece bunlardan ibaret değildir.
Evlerde hamuru mayalandırmak, içki ve şarap yapmak için mantarlar kullanılır. Yine birçok bitkide
hastalık nedenidirler. Bitkilerin yanı sıra insan ve hayvanlarda da hastalık unsuru olarak bulunurlar.
Bazıları da diğer organizmalarla ortak yaşama uyum göstermiştir. Yani mantarlar diğer canlılarla
ilişkilerinde zararlı oldukları gibi faydalı da olan bir canlı grubudur(Kaşık, 2010).
Anadolu halkının mantarlara olan ilgisi diğer canlılara olan ilgisinden az değildir. Anadolu’da
bilimsel anlamda mantarlar konusunda çalışmalar yabancılar eliyle 1900 yıllara, kendi
araştırmacılarımız açısından ise 1970’lere kadar ancak gider. Oysa halkın mantarlarla ilişkisi
Anadolu’nun Türkler tarafından yurt edinmesiyle birlikte başlar. Gerek kültür mantarcılığı gerekse
araştırıcıların doğal mantarlarla ilgilenilmesi oldukça yakın zamanda başlamıştır. Bununla birlikte
belli bölgelerde, özellikle Karadeniz ve Marmara ile Ege bölgelerinde oldukça gelişmiş bir mantar
kültürü oluşmuştur.
Ülkemizde kültür mantarcılığı 1960’ lı yıllarda başlamasına rağmen önemli gelişmeler
göstermiştir. 1973 yılında 80 ton olan Türkiye beyaz kültür mantarı üretim miktarı, 2014 yılında
45.000 tona yükselmiştir. Bireysel mantar tüketimi ise 2014 yılı için yıllık kişi başına düşen mantar
tüketim miktarı 579.2 gram olarak, hala çok düşük seviyededir. Doğadan toplanan mantarların ise bu
orandan daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de kültür mantarı üretiminde Akdeniz Bölgesi
(%61.5), tüketimde ise Marmara Bölgesi (%40) birinci sırada yer almaktadır(Eren ve Pekşen, 2016).
Üretimin artması kültür mantarlarının pazarlarda sıkça görülmesine neden olmuştur(Şekil 1).
- 341-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 342-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 343-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mantarı), Macrolepiota procera (Şemsiye Mantarı), Amanita caesera (İmparotor Mantarı, Sezar
Mantarı, Yumurta Mantarı), Agaricus campestris (Çayır Mantarı), Pleurotus ostreatus (Kavak
Mantarı, Kayın Mantarı, Ceviz Mantarı, İstridye Mantarı, Yaprak Mantarı v.b.), Cantharellus cibarius
(Tavuk Bacağı, Cüce Kız Mantarı), Craterellus cornucopiodes (Trompet Mantarı, Borazan Mantarı),
Hydnum repandum (Dişli Mantar, Geyik Mantarı) gibi mantar türleri görülmektedir. Bu mantarlara
bazen köylü pazarlarında rastlanmakla beraber daha çok kendilerinin besin ihtiyaçlarının
giderilmesinde kullanıldığı görülmektedir.
Son yıllarda sağlıklı beslenme ve tıbbi açıdan değerlendirilen ve pazarlanan bazı mantar türleri
de ülkemizde kısmen üretilmeye başlanmıştır. Özellikle Lentinula edodes (Meşe Mantarı)(Şekil 3) ve
Ganoderma lucidum (Reşii Mantarı, Ölümsüzlük Mantarı) türleri bunların yanında Hericium
ercinaceus (Yele Mantarı), Trametes vercicolor (Tilki Kuyruğu) türleri de tıbbi açıdan
değerlendirilmek veya satılmak üzere az da olsa üretilmekte, aynı zamanda doğadan da az miktarda da
olsa toplanabilmektedirler.
Son yıllarda mantarlar içinde Reşii mantarından sonra en çok konuşulan Trüf olarak bilinen
Tuber türleridir. Bu mantarlar Anadolu’da doğal olarak bulunmasına rağmen tespit edilmeleri yakın
zamanda olmuştur(Alkan vd. 2018). Bu mantarların toprak altında yetişmeleri tespitlerinde zorluk
oluşturmaktadır. Ayrıca bulunmaları da kokusuna alıştırılmış genellikle köpeklerle veya nadiren
domuz ve dış gözlem ile yapılmaktadır. Mantarın taze kilogram fiyatının mantar türüne ve özelliğine
göre 300 ile 1500 avro arasında değişmesi mantarı çok kıymetli hale getirmektedir. Anadolu’da son
yıllarda yetiştirilmesi ile ilgili yarı kültür çalışmaları ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ülkemizdeki
trüf yetişen doğal ormanlık sahalar ve yenilerinin oluşturulması ile ilgili “Trüf Eylem Planı” sayesinde
mantar halk arasında bilinir hale gelmiştir. Kişisel girişimlerle de bu konuda gelişmeler
sağlanmaktadır.
Bunun yanında özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde sıkça rastlanan ve halkın
kahvaltı sofralarında yer alan küflü peynir önemli bir kültür öğesidir. Ancak küflü peynir kullanımı
yaygın olmakla birlikte herhangi bir patent veya isimlendirme yapılamamıştır. Bu da küflü peynir
kültürünün gelişmesini engellemektedir.
Anadolu’da bazı bölgelerde mantar kültürü gelişmiş olmasına rağmen, özellikle şehirleşmenin
getirdiği kısıtlamalar ve olumsuzluklar sonucu diğer bölgelerde mantar tüketimi oldukça düşüktür.
Özellikle belli bölgelerde meydana gelen zehirlenmeler halkın mantarlardan uzak durmaya itmektedir.
- 344-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mantarlar konusunda gerek küçük el kitapları, gerekse sosyal medya aracılığı ile halkımızın
mantar kültürü geliştirilebilir ve yaşanabilecek olumsuzluklar orta yerden kaldırılabilecektir.
Anadolu’da son yıllarda gerek kültür mantarcılığı gerekse doğal mantarlara ilişkin gelişmeler ve
bilgi birikimi oldukça artmıştır.
- 345-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Anadolu’da mantar kültürünün gelişmesi ve yerleşmesi bu konuda gerek bilimsel gerekse
kurumsal olarak yapılacak olan aktivitelere bağlıdır. Özellikle üniversitelerimizde bu konuda
kongreler, festivaller ve kursların düzenlenmesi, ayrıca doğrudan halka yönelik olarak düzenlenecek
olan eğitim toplantılarında mantarların tanıtılması ve kullanım alanlarına ait bilgilerin aktarılması, yine
üniversitelerimizde bu konuda çalışma yapan bilim insanlarının halka yönelik olarak hazırlayacakları
küçük renkli el kitaplarının hazırlanması için çalışmaların yapılması büyük önem arz etmektedir.
Kurumsal olarak kültür mantarcılığı ve doğal mantar toplayıcılığının belli kurallara ve
sertifikaya bağlanması bu konuda atılacak önemli bir adımdır. Sonrasında da bu alanı geliştirebilecek
politikalar takip etmek suretiyle desteklenecek projeler yardımı ile halkın mantarlar konusunda bilgi
- 346-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Alkan S., Aktaş S., Kaşık G., 2018, Türkiye’deki Tuber Türleri ve Tuber aestivum İçin Yeni Bir
Lokalite. Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Fen Dergisi,44 (1)25-29.
Eren E., Pekşen A.,2016,Türkiye’de Kültür Mantarı Sektörünün Durumu ve Geleceğine Bakış.
Tür-Tarım-Gıda Bilim Ve Teknoloji Dergisi, 4(3):189-196.
Allı H., 2018, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi.
Muğla.
Kaşık G., 2010. Mantar Bilimi. Marifet ofset ve matbacılık. Konya.
Fethiye Belediyesi, 2018, http://mantarfest.com/ (Ziyaret Tarihi 25/04/2018)
Burhaniye Belediyesi, 2018, http://www.burhaniye.bel.tr/haberler/haber-arsivi/2636-burhaniye-
de-1-kazdaglari-yaban-mantarlari-egitim-festivali-yapilacak.html(Ziyaret Tarihi 25/04/2018)
Türk Dil Kurumu, 2018,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK. GTS.
5bb3572c346bd5.59402966(Ziyaret Tarihi 25/04/2018)
- 347-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Gıyasettin KAŞIK *
Sinan ALKAN **
Celaleddin ÖZTÜRK ***
ÖZET
Anadolu’da geçmişten günümüze çok fazla medeniyet kendi kültür birikimini bu topraklara
miras olarak bırakmıştır. Bu medeniyetlerin kendinden bir sonraki medeniyetlere devrettiği çok fazla
bilgi birikimi mevcuttur. Bu bilgi birikiminin bir konusunu da doğadan direkt olarak temin edilen
besinler oluşturmaktadır. Özellikle de mantarlar insanların tecrübeleri doğrultusunda doğadan toplayıp
öncelikli besin maddesi olarak kullandıkları gıdalardandır. Atalardan gelen mantar konusundaki bu
bilgi birikimleri zamanla ticari getiriler için bir alt yapı oluşturmuştur. Dünya’da ve Anadolu’da
insanlar mantarların lezzet, besin değeri ve mantar avcılığının verdiği hazın yanı sıra maddi olarak
gelir elde etmenin de yollarını bulmuşlardır. Ülkemizde de özellikle yörelere bağlı olarak farklı mantar
türlerini semt pazarlarında temin etmek mümkündür. Anadolu’da semt ve köy pazarlarında özellikle
Ascomycota ve Basidiomycota bölümlerine ait türler satılmaktadır. Ascomycota’dan Morchella cinsine
ait M. deliciosa, M. esculenta ve M. elata ve Terfezia cinsine ait T. boudieri ve T. claveryi türleri,
Basidiomycota’dan ise Lactarius cinsine ait L. deliciosus, L. salmonicolor ve L. sanguifluus ve
Tricholoma cinslerine ait T. anatolicum türleri satılan mantarlara örnek olarak verilebilir. Bu
çalışmamızda semt pazarlarında satılan bu cinslere ait türlerin ayrıntılı deskripsiyonları ve fotoğrafları
verilecektir. Ayrıca mantarların türüne göre hangi bölgelerde yetiştikleri, ticari açıdan ne kadar ücretle
satıldıkları ve insanların bu mantarlardan yemek kültürlerinde nasıl kullandıkları ile ilgili ayrıntılı
bilgiler verilecektir.
Anahtar kelimeler: Anadolu, Mantar ticareti, Deskripsiyon, Ascomycota, Basidiomycota
ABSTRACT
Many civilizations in Anatolia from past to present have left their cultural heritage to this land
as a legacy. There is a lot of knowledge that these civilizations have transferred to the next
civilizations. One subject of this accumulation of knowledge is the nutrients provided directly from
nature. Especially, mushrooms are collected from nature in accordance with the experiences of people
and they are the foods that they use as the primary nutrients. This knowledge has formed an
infrastructure for commercial returns over time. In the world and in Anatolia, people have found ways
to obtain income from mushrooms, as well as the pleasure of fungus flavor, nutritional value and
mushroom hunting. In our country, it is possible to supply different types of mushrooms depending on
the regions in the neighborhood markets too. Species belonging to the Ascomycota and Basidiomycota
especially in the districts and villages of Anatolia are sold in the neighborhood market. From the
division of Ascomycota; M. deliciosa, M. esculenta and M. elata species belonging to the genus
Morchella, and T. boudieri and T. claveryi species belonging to the genus Terfezia, from the division
of Basidiomycota; L. deliciosus, L. salmonicolor and L. sanguifluus species belonging to the genus
Lactarius, and T. anatolicum species belonging to the genus Tricholoma are given as examples of the
- 348-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
fungi sold. In this study, detailed descriptions and photographs of the species belonging to these
species sold in the district markets will be given. In addition, according to the type of fungi in which
they grow, how much they are sold commercially and how people use these mushrooms in food
culture will be given detailed information about.
Keywords: Anatolia, Mushroom trade, Description, Ascomycota, Basidiomycota
GİRİŞ
Anadolu’da geçmişten günümüze çok fazla medeniyet kendi kültür birikimini bu topraklara
miras olarak bırakmıştır. Bu medeniyetlerin kendinden bir sonraki medeniyetlere devrettiği çok fazla
bilgi birikimi mevcuttur. Bu bilgi birikiminin bir konusunu da doğadan direkt olarak temin edilen
besinler oluşturmaktadır. Özellikle de mantarlar insanların tecrübeleri doğrultusunda doğadan toplayıp
öncelikli besin maddesi olarak kullandıkları gıdalardandır. Bu nedenle ülkemizin farklı bölgelerinde
yetişen özellikle yenir özellikteki mantarların tespiti ülkemiz biyoçeşitliliği(insanların gıda başta
olmak üzere, ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir yere sahip canlı kaynaklar) açısından
önemlidir.
Atalardan gelen mantar konusundaki bu bilgi birikimleri zamanla ticari getiriler için bir alt yapı
oluşturmuştur. Dünya’da ve Anadolu’da insanlar mantarların lezzet, besin değeri ve mantar avcılığının
verdiği hazın yanı sıra maddi olarak gelir elde etmenin de yollarını bulmuşlardır. Özellikle doğadan
mantar toplama da eğlenceli ve gelir getiren bir aktivite olmaya başlamıştır. Kırsal kesimde fazla
işgücü gerektirmeden ve düşük masraflı üretim ve doğadan toplama bazı ailelerin geçim kaynağı
olabilmektedir (Chang ve Miles, 2004; Demir ve Uzun 1998). Ülkemizde de özellikle yörelere bağlı
olarak farklı mantar türlerini semt pazarlarında temin etmek mümkündür. Anadolu’da semt ve köy
pazarlarında özellikle Ascomycota ve Basidiomycota bölümlerine ait türler satılmaktadır.
Ascomycota’dan Morchella cinsine ait M. deliciosa, M. esculenta ve M. elata ve Terfezia cinsine ait T.
boudieri ve T. claveryi türleri, Basidiomycota’dan ise Lactarius cinsine ait L. deliciosus, L.
salmonicolor ve L. sanguifluus ve Tricholoma cinslerine ait T. anatolicum türleri satılan mantarlara
örnek olarak verilebilir.
Bu çalışmamızda semt pazarlarında satılan bu cinslere ait türlerin deskripsiyonları (ayrıntılı
makroskobik ve mikroskobik özellikleri) ve fotoğrafları verilecektir. Ayrıca mantarların türüne göre
hangi bölgelerde yetiştikleri, ticari açıdan ne kadar ücretle satıldıkları ve insanların bu mantarlardan
yemek kültürlerinde nasıl kullandıkları ile ilgili ayrıntılı bilgiler verilecektir.
YÖNTEM
Bu araştırmada materyal olarak tercih edilen makrofungus örnekleri yağışların çok olduğu
zamanlarda ormanlık alanlardan yöre halkı tarafından toplanılmaktadır. Ancak mantarları iyi tanımak
gerekir. Mantarlar konusunda yapılan sistematik çalışmaları ile mantarları tanımak daha
kolaylaşmıştır. Bu çalışmaları iki ana başlıkta incelemek gerekirse;
a- Arazi çalışmaları b- Laboratuvar çalışmaları
A- Arazi Çalışmaları
Fotoğraf makinesi, GPS cihazı, çapa, balta, çakı, alüminyum folyo, taşıma kasaları, kurşun
kalem ve kağıtlar vs., arazide yanımızda bulunması gereken malzemelerdir. Arazide mantar toplarken
yapılan işlemler sırasıyla şu şekildedir:
Çalışma yapılacak arazide toplanacak mantar örneklerinin lokaliteleri tespit edilir (GPS
yardımı ile).
Arazide bulunan örneklerin hem morfolojik özelliklerini, hem de bulundukları ekolojilerinin
özelliklerini yansıtan resimleri çekilir.
Uygun bir alet yardımı ile örnek yerinden çıkarılır
Örneğin morfolojik, ekolojik, substrat ve habitat bilgileri not edilir.
- 349-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
B- Laboratuvar Çalışmaları
Makromantarlar konusunda yapılan sistematik çalışmalarda diğer önemli bir aşama ise
laboratuvar çalışmasıdır. Yoğun ve titiz bir şekilde yapılması gerekmektedir. Düzgün ve net bir mantar
türü teşhisi için de laboratuvarda bulunması gereken teknik ve kimyasal malzemelere ihtiyaç vardır.
Sırasıyla laboratuvarda yapılan işlemlere bakılacak olursa;
➢ Örneklerin farklı dokularından kesitler alınır.
➢ Kesitler mikroskop altında incelenir.
➢ İnceleme ortamı olarak Melzer, KOH, NaOH, Kongo Red, Anilin Mavisi, Demir Sülfat vb.
kullanılır.
➢ Mikroskopta incelenen yapıların resimleri çekilir.
➢ Laboratuvar ve arazi çalışmalarından elde edilen veriler ile birlikte mevcut literatür
yardımıyla tür tespiti yapılır.
➢ Teşhis edilen örnekler fungaryum materyali olarak kayıt edilir.
Makromantarlar ile ilgili arazi ve laboratuvar çalışmalarının sonucunda elde edilen veriler teşhis
anahtarları( Bretenbach ve Kränzln, 1984-2000, Kränzln, 2005), resimli deskripsiyon kitapları
(Hansen ve Knudsen 1992-1997-2000; Ryvarden ve Glbertson 1993, Medardi, 2006), internet (Index
Fungorum ve Mycobank) ve mantar sistematiği konusunda yayımlanmış çalışmalar (Akata, 2017;
Akata ve Uzun, 2017; Alkan ve ark., 2016; Allı ve ark., 2016; Doğan ve Kurt, 2016; Sesli ve Denchev
2008; Sesli ve Topçu Sesli, 2016, 2017;) kullanılarak elimizdeki örneğin dünya sistematik
literatüründe yeni tür olup olmadığı veya hangi tür olduğu konusunda bize bilgi verir.
BULGULAR
Son yıllarda doğal mantarların besin ve drog olarak kullanımı istatiksel olarak bir artış
göstermektedir. Doğal yenilebilir mantarlar yetiştikleri yöre halkının, toplanan mantarları depolayıp
ihraç eden aracı firmaların ve bu nedenle ülkemizin önemli bir gelir kaynağı haline gelmiştir.
Ülkemizde bolca yetiştiği ve ticari olarak kullanıldığı tespit edilen bazı türler mevcuttur. Bu türlerin
deskripsiyonları (ayrıntılı makroskobik ve mikroskobik özellikleri) ve fotoğrafları verilmeye
çalışılacaktır. Türlerin sistematik dizilişi Index Fungorum (URL-1) ve Mycobank'a (URL-2) göre
hazırlanmıştır.
Fungi
Ascomycota
Pezizomycotina
Pezizomycetes
Pezizomycetidae
Pezizales
Morchellaceae
1- Morchella deliciosa Fr.
2- Morchella elata Fr.
3- Morchella esculenta (L.) Pers.
1- Morchella deliciosa Fr. (Kuzu göbeği)
Askokarp 3-7 cm yüksekliğinde, 2-3 cm çapında, tepe kısmı hafif kavisli, küt ve koniktir.
Mantar üzerinde görülen alveoller düzenli olarak aşağı doğru iner. Alveoller dikdörtgenimsidir.
Şapkanın sapla birleştiği kısım belirli şekilde genişleme meydana getirir. Genç mantarların
girinti kısımları sarımsı beyaz, gelişmişlerde ise açık kahverengi-krem kahverengidir.
Sap 3-5 x 1-2 cm çapında silindirik, içi boş. Genç mantarlarda beyaz, gelişmiş mantarlarda
sarımsı beyazdır.
- 350-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Etli kısım beyaz, kırılma veya kesilme ile pembe renk alır, genç mantarlarda yumuşak ve
elastik, gelişmiş olanlarda serttir.
Sporlar genişçe elipsoit, hiyalin, yüzey düz ve 18-24 x 10-14 µ dur.
İlkbaharda çam ve ibreli ormanlarda, asitli ve yanık topraklarda yetişmektedir.
Pezizaceae
1- Terfezia boudieri Chatin
2- Terfezia claveryi Chatin
1- Terfezia boudieri Chatin (Domalan, Keme)
Askokarp patates yumrusu gibi, 3–10 x 5–7 cm boyutlarında, genellikle üst kısımdan basık ve
yüzeyi dalgalı. Taban kısmı T. clavery ‘deki gibi konik değil; bu kısımda beyaz renkli bazal misel
püskülüne sahiptir.
Peridium 0.3–1 mm kalınlıkta, başlangıçta bej sonra kırmızımsı ve sonunda siyahımsı
kahverengi, yüzeyi düzgün ya da hafifçe pürüzlüdür.
Gleba etli, sıkı ve sulu, beyazımsı renkte steril damarlar arasında kalan fertil kısımlar,
başlangıçta beyazımsı sonra kırmızımsı sarı ve olgun halde kakao renginde; tatlımsı ve meyvemsi
kokudadır.
Askus 60–80 x 45–65 μm boyutlarında, elipsoidal ve septalı kısa bir pedisel (sapçık) mevcut;
genellikle renksiz ve 8(6) sporlu; KOH’de renksiz ve Melzer reaktifinde turuncu kahverenginden
kırmızımsı kahverengine kadar renk alırlar.
- 351-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 352-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 353-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şubat-Mayıs ayları
Akdeniz, Karadeniz, Ege, İç
arasında.
Morchella deliciosa Fr. Kuzu göbeği Anadolu, Marmara ve Doğu
En fazla Mart
Anadolu
ve Nisan ayları
Şubat-Mayıs ayları
Akdeniz, Karadeniz, Ege, İç
arasında.
Morchella elata Fr. Kuzu göbeği Anadolu, Marmara ve Doğu
En fazla Mart
Anadolu
ve Nisan ayları
Şubat-Mayıs ayları
Akdeniz, Karadeniz, Ege, İç
Morchella esculenta (L.) arasında.
Kuzu göbeği Anadolu, Marmara ve Doğu
Pers. En fazla Mart
Anadolu
ve Nisan ayları
SONUÇ
Ülkemizde yapılan arazi ve laboratuvar çalışmaları sonucu, literatüre göre kırkın üzerinde doğal
mantar insanlar tarafından toplanıp tüketilmekte ve ticari ürün olarak kullanılmaktadır.
Ülkemizde yukarıda özellikleri verilen türlerden başka türler de hem doğadan toplanabilir hem
de kültürü yapılmaktadır. Bunlar herkesin de bildiği beyaz kültür mantarı (Agaricus bisporus),
istiridye mantarı (Pleurotus ostreatus) ve şitake (Lentinula edodes) mantarlarıdır.
Ayrıca ülkemizde oran olarak diğerlerine göre daha az bulunan türler de mevcuttur. Bunlara da
örnek olarak karabacak (Xerula pudens), güz mantarı (Volvopluteus gloiocephalus), ayı mantarı
(Boletus türleri), saçak mantarı (Ramaria türleri) vb. gibi.
- 354-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Yurt içi ve yurt dışında ticareti yapılan tıbbi ve yenilebilir mantarların tam bir listesi, toplayıcı,
aracı, ihraç eden firma ve ilgili devlet kurumlarıyla birlikte hazırlanmalı ve bir veri tabanı
oluşturulmalıdır (Faydaoğlu ve Sürücüoğlu, 2011).
Mantar ticaretinin oldukça önem kazandığı günümüzde küresel rekabet ortamında firmalar bir
adım öne çıkabilmek için modern ihracat pazarlaması yöntemlerine başvurmaktadır. Bunlardan en
önde geleni e-pazaryerlerini kullanarak ihracat ve ithalat yapabilmektir(Metin vd 2013).
Kuzu göbeği mantarının etnomikolojik açıdan Anadolu insanının yemek kültürüne de etkisi
olmuştur. Kuzu göbeğinin yer aldığı farklı yemek çeşitleri ile mutfaklarına zenginlik kazandırdığı
araştırmalar neticesinde tespit edilmiştir.
Bunlara birkaç örnek verecek olursak,
- 355-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ülkemiz doğal mantarlar açısından zengin bir makro mantar çeşitliliğine sahiptir. Doğal
mantarlar insanlar için gıda olmasının yanında geçim kaynağı olarak da büyük önem taşımaktadır.
İhracatı yapılan mantarlar ülke ekonomisine önemli döviz sağlamaktadır. Bu ve benzeri getirilerinin
yanı sıra mantarlar Anadolu’nun yemek kültürüne de önemli katkılar sağlamaktadır. Ancak bu konuda
insanların geçmişten günümüze doğal mantarları nasıl ve ne konuda kullandıklarını ayrıntılı olarak
çalışılarak yani etnomikolojik çalışmalar yapılarak daha farklı türlerin insanların ve ülke ekonomisinin
faydasına sunmak gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Akata, I. (2017). Macrofungal Diversty of Belgrad Forest (İstanbul), Kastamonu Ünverstesi
Orman Fakültesi Dergsi, 17(1)150-164.
Akata, I. & Uzun Y. (2017). Macrofungi determined in Uzungöl Nature Park (Trabzon), Trakya
Universty Journal of Natural Sciences, 18(1)(DOI: 10.23902/trkjnat.295542).
Alkan, S., Kaşık, G., Öztürk C. & Aktaş S., (2016). Çorum İli'nin Yenir Özellikteki
Makromantarları, Türk Tarım Gıda Bilim ve Teknoloji Dergsi, 4 (3): 131-138.
Allı, H., Şen, İ. & Altuntaş D. (2016). Macrofungi of İznik Province, Commun. Fac.
Sci.Univ.Ank.Series C, 25(1-2)7- 24.
Breitenbach, J. & Kränzlin, F. (1984). Fungi of Switzerland, Vol: 1, Ascomycetes. Verlag
Mykologia CH-6000 Luzern 9, Switzerland.
Breitenbach, J. & Kränzlin, F. (1986). Fungi of Switzerland, Volume 2, Nongilled Fungi, Verlag
Mykologia CH-6000 Luzern 9, Switzerland.
Breitenbach, J. & Kränzlin, F. (1991). Fungi of Switzerland, Volume 3, Boletes and Agarics 1.
Part, Verlag Mykologia CH-6000 Luzern 9, Switzerland.
Breitenbach, J. & Kränzlin, F. (1995). Fungi of Switzerland, Volume 4, Agarics 2. Part, Verlag
Mykologa CH-6000 Luzern 9, Swtzerland.
Breitenbach, J. & Kränzlin, F. (2000). Fungi of Switzerland, Volume 5, Agarics 3. Part,Verlag
Mykologa CH-6000 Luzern 9, Swtzerland
Chang, S.T. & Miles, P.G. (2004). Mushrooms: Cultivation, Nutritional Value, Medicinal
Effect, and Environmental Impact, CRC Press, Boca Raton.
Demir, Y. & Uzun, A. (1998). Karadeniz Bölgesi Kültür Mantarı (Agaricus bisporus)
Yetiştiriciliğinin Mevcut Durumu, Sorunları ve Üretim Tesislerinin İyileştirilmesine Yönelik Öneriler
Tr. J. of Agriculture and Forestry, 22, 273-279.
Doğan, H.H. & Kurt, F. (2016). New macrofungi records from Turkey and macrofungal
diversty of Pozantı-Adana, Turkish Journal of Botany, 40(2)209-217.
Faydaoğlu, E. & Sürücüoğlu, M.S. (2011). Geçmişten Günümüze Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin
Kullanılması ve Ekonomik Önemi, Kastamonu Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, 11,52-67.
Hansen, L. & Knudsen, H. (1992). Nordic Macromycetes, Volume 2, Polyporales, Boletales,
Agaricales, Russulales. Nordsvamp, Copenhagen, Denmark.
- 356-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 357-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Muhammed SARI*
ÖZET
1912 tarihinde Osmanlı’nın Balkan savaşlarına gebe olduğu günlerde kurulmuş olan Milli
Meşrutiyet Fırkası’nın en önemli yönü, bu dönemde kurulmuş olan ve Türkçülük iddiasını seslendiren
ilk fırka olmasındandır. Fırkanın kuruluşunda yine eski ittihatçılar daha doğrusu muhalefete geçmiş
ittihatçılar olan Ahmet Ferit (Tek), Cami (Baykurt) gibi isimler vardır. Fakat onların eskiden
ittihatçıların safında yer almasına rağmen ne ittihatçılar, ne de Hürriyet ve İtilafçılar bu partiyi
kabullenememişlerdir. Her iki taraftan da eleştirilere uğramaktan kurtulamayan bu fırka, ilk eğitimin
ücretsiz olması, ayrıca zorunlu hale getirilmesi, adliyenin tanzimi, vergilerin herkesin mali kudretine
göre adil bir biçimde alınması gibi çeşitli hususları ihtiva eden program hazırlamışlardır. Bu fırka
birkaç yıllık siyasi hayatında pek varlık gösterememiş ve bundan sonra da kapanmıştır.
Anahtar kelimeler; Milliyetperver, Milli Meşrutiyet Fırkası, Ahmet Ferit Tek, Cami Baykurt
ABSTRACT
National Monarchy Party was founded in 1912 in the eve of Balkan War. The most important
feature of the Party was that they were the first party announced the of Turkism. Some of the founder
of the party were Ahmet Ferit(Tek), Cami (Baykurt) who were old unionist, in fact unionist took place
opposition. Although, they were old unionist, neither unionist nor ententes and freedom parties didn’t
accept them. The Party which was criticized by two parts prepared some new programs; such as free
and compulsory primary education for all, renovation of the court, fair taxation system. This part was
closed down after a few years without leaving trace.
Key Words: Nationalist, National Constitutional Monarchy Part, , Ahmet Ferit Tek, Cami
Baykurt
GİRİŞ
II. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte, İttihat ve Terakki ismi yarı korku, yarı saygıyla
anılmaya başlanmış ve onun adına söylenen sözler dikkate alınır olmuştu. 31 Mart Olayı’na kadarki
süreçte siyasi güç padişah, ittihatçılar ve basının arasında sahipsiz kalmış bir görüntü veriyordu. Bu
arada “yeni idare yeni adamlar ister” formülüyle gençlerin işbaşına geçmeleri hiçin zemin
hazırlanmaktaydı. İttihat ve Terakki, iktidarla iç içe olduğu nispette tekelci tavırlarını da artırmış,
“ittihat kuvvettir” diyerek hemen herkesi kendisine tabi olmaya davet etmeye başlamıştı. Bilhassa
1908 seçimlerinde kendini gösteren tekelci tavırlarının, kolay bir biçimde gazetecileri katletmelerinin
Makedonya komiteciliğinden ilham aldığı da söylenmekteydi1.
Gittikçe İttihat ve Terakki’den uzaklaşan aydınların, ona yönelttiği suçlamalardan biri,
hükümetin her işine hem de her hususta karıştığı şeklinde olmuştur. Bir diğeri ise memurların
Avrupa’daki gibi belli bir oranda yeni iktidarlar tarafından değiştirilebileceği, fakat bu hususta
* Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi Eğitim Fakültesi,Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, m.sari@hotmail.com
1 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergâh Yayınları, İstanbul 1990, s.31-32.
- 358-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Avrupa’yı taklitte aşırı gittiğimiz yolundaydı1. Rıza Nur, cemiyet ile ilgili olarak onun hem askeri hem
siyasi yönden hükümet işlerine müdahale ettiğini, ayrıca cemiyet azalarının yakınlarının devletin
çeşitli kademelerine yerleştirildiğini söyler. Konuşmasında cemiyetin varlığının gerekli olduğundan
bahisle; “Cemiyetin vücuduna bir müddet daha lüzum vardır. Şimdilik ilgası uyamaz. Fakat milletin
başına da bela olmaması lazımdır. Efkarı milliyeye hükmetmemeli. Bir idareyi meşrutada efkarı millet
hakim”2 olduğunu ve bunun için ona tabi olmak gerektiğini söyler.
Türk siyasi tarihinde 1912 seçimleri ilk yapılan erken seçim olarak bilinmektedir. 1912
seçimleri, ülke çapındaki vilayetlerin çoğunda Ocak-Mart aylarında yapılmıştır. Ancak bazı yörelerde
seçim süreci Mayıs ayına kadar sürmüştür. Bu seçimlere iki fırka; İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve
İtilaf Fırkası katılmıştır. İktidarda bulunan İttihatçılar, seçimleri kazanabilmek için var gücüyle
çalışmışlardı. İttihat ve Terakki, seçimlerde siyasal tahammülsüzlük göstermiş ve muhalefeti
küçümsemişti. Ülkenin çeşitli bölgelerinde seçim esnasında bazı olaylar yaşanmış, seçimlerde
seçmenler yer yer fiili tecavüzlere uğramışlardı. Eskişehir’de, Trabzon’da ve daha pek çok yerde ciddi
olaylar çıkmış, Gümülcine’de Rıza Tevfik Bey dövülmüştü. Bu nedenle 1912 seçimleri “Sopalı
Seçim” ya da “Dayaklı Seçim” olarak adlandırılmıştır. Seçimler İttihat ve Terakki’nin ağır baskısı
altında geçmiştir. Çünkü askerî, mülkî ve idarî amirlerin neredeyse tamamı İttihat ve Terakki
mensubuydu7.
1 Age., s. 34-35.
2 Rıza Nur, “Biz de Görüyoruz ki İş Fena Gidiyor”, Volkan, 2 Mart 1325, s. 3.
3 II. Meşrutiyet döneminde kurulan fırka ve cemiyetler şunlardır: Fedakaran-ı Millet Cemiyeti (1908), Ahrar Fırkası (1908), İttihad-ı
Muhammedi Cemiyeti (1909), Mutedil Hürriyetperveran Fırkası (1909), Osmanlı Islahat-ı Esasiye Fırkası (1909), Osmanlı Demokrat
Fırkası (1910), Osmanlı Sosyalist Fırkası (1910), Ahali Fırkası (1910), Hürriyet ve İtilaf Fırkası (1911). Bkz, Birinci, age., s. 36-41; Fevzi
Demir, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet Dönemi Meeclis-i Mebusan Seçimleri, İmge Kitabeevi, Ankara 2007, s. 129-132; Hamit Erdem,
Osmanlı Sosyalist Fırkası ve İştirakçi Hilmi, Sel Yayınları, İstanbul 2012.
4 Kanun-ı Esasi tadilatı mevzusu 21 Ağustos 1909’dan itibaren, Padişahın hukukî statüsündeki değişiklikler, Padişahın umumî af ilânı,
Padişahın Meclisi akd, tatil ve fesih salahiyeti gibi hususlar üzerinde toplanmıştır. Bkz: Burhan Gürdoğan, “II. Meşrutiyet Devrinde
Anayasa Değişiklikleri”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, S.1., 1959, s. 191-205.
5 Bağımsız mebusların arabuluculuğu ile iki fırka 23 Aralık 1911 tarihinde bir araya gelmiştir. Burada; sıkıyönetimin kaldırılması,
memuriyetlerin sadece cemiyet üyelerine verilmemesi, 35. Maddede yapılacak değişikliklerin ertelenmesi, kabinenin çoğunluk ve muhalefet
fırkası mensuplarından veya tarafsız şahıslardan oluşturulması, siyasi mahkumların affı gibi konular görüşülmüş ancak bir netice elde
edilememişti. Bkz. Kenan Olgun, 1908-1912 Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının Faaliyetleri ve Demokrasi Tarihimizdeki Yeri, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2008, s. 358-359.
6 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler I, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988, s. 274-275.
7 Muzaffer Tepekaya, “1912 Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimlerinde Saruhan (Manişsa) Sancağı İttihat ve Terakki Fırkası Adayı Yusuf
Rıza Bey ve Seçim Beyannamesi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIII/27 (2013-Güz/Autumn), s. 38-39.
- 359-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
1912 seçim dönemi boyunca Divan-ı Harbi Örfiler birçok kısıtlamalarla gündeme gelmiştir.
Mesela “memleketimizin sükûn ve asayişe son derece muhtaç olduğu böyle bir zamanda gazetelerin,
hükümeti gerek halk nazarında ve gerek efkâr-ı hariciyede pek fena bir vaziyette bırakacak ve çeşitli
şekillerde halk hareketlerine sebep olacak yayınlara devam etmeleri”1 yasaklanmıştı. Bu şartlar
altında seçimler başlamış, Ocak-Mart arasında tamamlanması ve Nisan ayında açılması planlanan
Meclis-i Mebusan henüz seçimler tamamlanamadığı için açılmamıştı. Öyle ki, 18 Nisan tarihinde
başkentte bile seçimler yeni tamamlanabilmişti2. Aslında Meclis’in dağıtıldıktan sonra üç ay içerisinde
yeniden toplanması Kanun-ı Esasi’nin gereklerindendi. Eski Meclis 5 Kânunusani’de feshedildiğine
göre yeni meclisin 5 Nisan’da (Miladi 18 Nisan) açılması gerekiyordu. Ancak Osmanlı Devleti gibi
geniş toprakları olan ve buna karşın ulaşım araçlarından mahrum bulunan bir memlekette, 3 ay
içerisinde seçim yapılıp mebusların toplanması çok zor gözüküyordu3.
Bu yüzden Meclis’in 18 Nisan 1912’de sadece 56 mebusun hazır bulunduğu açılışı göstermelik
olmuş ve reis seçmek için gerekli çoğunluk ancak 13 Mayıs 1912’de sağlanabilmişti 4. Bu arada İkinci
Mebusan Meclisi seçimlerinde, 27 Mart 1328 tarihli mazbataya göre Fırkanın kurucularından olan
Cami Bey, Fizan mebusu olarak seçilirken, Ahmet Ferit Bey, daha önceden İttihat ve Terakki’ye
muhalefet ettiğinden bu seçimde meclise girememiştir5. 1912 seçim sonuçları İttihat ve Terakki’nin
çoğunluğu elde etmesiyle sonuçlanmıştı. Babanzade İsmail Hakkı’ya göre İttihatçıların bu başarısını
muhalefet içine sindirememiş ve hükümetin İttihatçıların elinde olduğunu söylemişlerdir 6. Süleyman
Nazif de, yeni seçimin bir kere daha cemiyetin gücünü gösterdiğini, İttihat ve Terakki’nin milletin
samimiyetine ancak bu kez mazhar olduğunu ifade etmiştir7. Buna karşı Rıza Nur, seçimlerde İttihat
ve Terakki’nin her türlü baskı ve yıldırma politikasını uyguladığını, hiçbir şekilde şikayette dahi
bulunamadıklarını ve işin silah kullanma merhalesine geldiğini söyleyerek8 sopalı seçim iddiasını
doğrulamıştır. Bu gelişmelerin hemen ardından artık yeni bir muhalif fırka etkisiz de olsa kendini
gösterecektir.
- 360-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Meşrutiyet Fırkası, basın alanında kendi yayın organı olan İfham1 gazetesiyle sesini duyurmaya
çalışmıştır. Bazı gazeteler örneğin Tercüman-ı Hakikat, fırkanın kuruluşunu ve milliyetçi bir parti
oluşunu sevinçle karşılarken, bazı gazeteler de böyle bir fırkanın kuruluşunu yersiz bulmuşlardır2.
Kütahya mebusu olan Ahmet Ferit Bey, ikinci seçimde mebus olamamış ancak siyasetten
çekilmemiştir. Bazı arkadaşlarıyla “Milli Meşrutiyet” siyasi fırkasını kurarak fırkanın genel
sekreterliğini yürütmüştür. Bunun yanında “İfham” gazetesini yayınlamaya başlayarak bu gazetenin
başyazarlık görevini de yürütmüştür3. Siyasi temelinde, meşruti saltanat taraftarı, iç siyasette Türk-
Arap itilafına dayalı bir Türk milliyetçiliği, dış siyasette kuvvete dayanmaktan ziyade, diplomasiye
müracaatı ilke kabul etmişlerdir4. Bunun yanı sıra açıktan açığa Türkçülük yapan ilk siyasal partidir.
Ancak ekonomik sorunlara da milliyetçilik açısından eğilmiş ve bu alanda devlete bazı görevlerin
yüklenmesini öngörmüştür5.
Cami Baykurt’un da kurucuları arasında olduğu Milli Meşrutiyet Fırkası, ilk Türkçü parti olarak
tarihe geçmiştir6. Aslında bu fırkanın kuruluşundaki adı Milliyetperver Türk Fırkası’dır. Ancak,
basında Milliyetperver Türk Fırkası veya buna benzer bir isimle fırka kurulmasının düşünülemeyeceği,
bunun vatanın ve milletin yararına zarar vereceği düşüncesi ileri sürülmüştü. Aleyhteki yayınların da
tesiriyle olsa gerek, kurucular nihayet Milli Meşrutiyet Fırkası isminde karar kılmışlardır7. Sabah
gazetesi, Milli Meşrutiyet Fırkası’nın kurulmasını şu şekilde duyurmuştur; “Bu sahada hakikatten
ziyade müphem, hayali ve suni gayeler takip olunarak, Osmanlı Devlet ve milletinin menafi-i
hakikiyesinden inhiraf olundu. İşte bu hakiki menafianın takibi maksadıyladır ki, Milli Meşrutiyet
Fırkası tesis olundu”8. Milli Meşrutiyet Fırkası’nın kurulması Türk Yurdu dergisinde de
duyurulmuştu. Burada, fırkanın beyanname ve programının 25 Ağustos tarihinde gazetelere verildiği
bildirilmiştir. “Biz bu milli fırkanın hâkimiyet-i ahaliden mütevellid milliyet esasına istinat edeceğini
tahmin ediyoruz” ifadelerini kullanan Türk Yurdu, parti programından çıkarılan sonucu şöyle sıralar9:
1. Hakk-ı tarih taraftarlarıdır. Yani, Osmanlı Devleti hâkimiyet-i milliyenin, genel
oyların değil, asırların tarihin tesis ettiği bir padişahlıktır.
2. Bir uzv-ı kemal tarihi teşkil eden bu heyet, siyasi sahada şahıslardan önce devlet,
hukuk-ı devlet müesses ve payidardır.
3. Ananat ve tekâmül-i tarihiyeye müstenit bu saltanat bir saltanat-ı meşruta olabilir.
Fakat asla hâkimiyet-i milliye müddeasına müstenit bir saltanat-ı avam olamaz.
Bu görüşlere dayanarak Türk Yurdu, Milli Meşrutiyet Fırkası ile İttihat ve Terakki
Fırkası’nın arasında bir fark olmadığını söyler. Ancak, bu fırka padişaha en geniş yetkileri
tanıyor ve devlet şekli olarak meşruti bir saltanat idaresini benimsiyordu. Bu bakımdan da İttihat ve
Terakki’nin parlamentarizme yol açan anayasa düzenlemelerine de karşı çıkıyor ve padişah gerekli
gördüğünde herhangi bir mercie dayanmaksızın meclisi feshedebilir tezi ileri sürülmekteydi10.
1 Milli Meşrutiyet Fırkası’nın yayın organı olarak 22 Eylül 1912’den itibaren Ahmet Ferit Tek tarafından çıkarılmıştır. Bu dönemde yazı
işleri müdürlüğünü Mustafa Suphi yapmıştır. Mahmut Şevket Paşa’nın katli ile ilgili bir haber yüzünden 1913’te kapatıldı. İkinci yayın
dönemi 23 Temmuz 1919’da başlamıştır. Gazete bu yayın döneminde de Milli Türk Fırkası’nın yayın organı olarak faaliyet göstermiştir.
Ünal, age., s. 82-83.
2 Tunaya, age., s.352.
3 Nevsal-ı Milli (1330), Dersaadet, Artin Asadoryan ve Mahdumları Matbaası, s. 186.
4 Age., s. 186.
5 Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s.328.
6 Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm Kurtuluş Savaşı Stratejisi, İleri Yayınları, İstanbul 2005, s.243.
7 Birinci, age., s.181.
8 “Milli Meşrutiyet Fırka-i Siyasiyesinin Beyannamesidir”, Sabah, 25 Ağustos 1328, s.3.
9 “Türklük Şuunu”, Türk Yurdu, Yıl: 1, Sayı.22, 6 Eylül 1328, s. 695.
10 Birinci, age., s.184.
- 361-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Diğer partilerden farklı olarak, Milli Meşrutiyet Fırkası bir bakıma iki ateş arasında İttihatçı ve
İtilafçı cephelerle olan ilişkilerini saptamak zorunda kalmıştır. Fırka kurulduğu tarihlerde İttihatçılar
hem muhalefete geçmişlerdi ve hem de çok belirgin olmamakla beraber ideolojik bakımdan Türkçü-
İslamcı bir çizgiye kaymaktaydılar. Bu açıdan fırka ideolojik bakımdan İttihatçıların rakibi olarak
görülebilir. İdeolojik rekabetin yanı sıra, Fırka üyeleri “Kanun-ı Esasi Tadilatı”nda fırkadan kopmuş
olan eski ittihatçılardı2. Ahmet Şerif, Tanin’deki makalesinde Milli Meşrutiyet Fırkası’nın
kurulmasına gazetenin iyi gözle bakmadığını, ancak kendilerinin bu noktada partiye karşı husumet
beslemediklerini ve bu nedenle de aleyhlerinde bir neşriyatta bulunmadıklarını söyler. Buna karşı
Hürriyet ve İtilaf taraftarı gazetelerin, bu partiyi bir uzlaşma partisi olarak gördüklerini ve İttihatçıların
bir kolu olduğu noktasında haksız eleştirilere uğradıklarını yazar3.
- 362-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hürriyet ve İtilaf taraftarı Lütfi Fikri, Tanzimat gazetesindeki makalesinde yeni kurulan Milli
Meşrutiyet Fırkası’nı kendilerinin bir muhalifi olarak kurulduğunu ve buna rağmen böyle bir partinin
kurulmasından memnun olduklarını yazar. Bunun üzerine partiye yönelik eleştirilerini sıralayan Lütfi
Fikri, partinin başındaki milli kelimesine aldanmamak gerektiğini ve bunun Fransızcadaki “national”
değil, “nationaliste” yani milliyetçi kelimesinin mukabili olarak kullanıldığını yazar. Ayrıca İttihat ve
Terakki’nin komiteciliği bırakarak bir fırka haline dönüşmesi gerektiğini ve bunu da Milli Meşrutiyet
Fırkası’nın kurulmasıyla gerçekleştiğini söyleyerek, bu fırkayı İttihat ve Terakki’den ayrı olarak
düşünmemektedir1.
19 Ağustos tarihli Tanzimat gazetesinde Lütfi Fikri Bey, Milli Meşrutiyet Fırkası’nı kuranların,
Türklüğü ayırmak gibi bir maksadı takip ettiklerini söyler. Bu sırada Cahid Bey’i de eleştirerek fırka
kurucuları ile onun arasında bir fark olmadığını ve her ikisinin de Türklük ve İslamlığın diğer unsurlar
üzerinde galebe çalmasının, kurtuluş yolu olarak gördüklerini belirtir 2. Yine Lütfi Fikri bu fırkanın,
İttihat ve Terakki’den başka bir şey olmadığını, İttihat ve Terakki’nin halkın hiddetini üzerine
çektiğinden böyle bir yol tuttuklarını söyler. Ayrıca parti programındaki maddeleri ele alarak
bunlardaki yanlışlıklara temas etmiştir3. Başka bir yazısında da, Milli Meşrutiyet Fırkası’nın
kurulmasından çekinmediklerini ve seçimlerde onunla yarışmaktan kaçınmadıklarını, ancak bunun
İttihat ve Terakki şeklinde tekrar hortlamasından korktuklarını yazar. Ona göre her iki fırka, yani Milli
Meşrutiyet ile İttihat Terakki ruh ikizleridir. Eğer bu fırka iktidara gelirse, İttihatçıların bir şekilde bu
fırkanın yönetimini ele geçireceklerini de iddia eder4.
Milli Meşrutiyet Fırkası, İttihatçıların muhalefete geçtikleri bir sırada meclissiz ve seçimsiz bir
siyasal yaşam içerisinde kurulmuştu. Parti, Meclis’in açılış yılı olan 1914 tarihine kadar varlığını
sürdüremediğinden, Meclis içerisinde görülmemiş, ayrıca seçimlere de katılamayarak kısa süreli bir
siyasi parti olarak tarihteki yerini almıştır5.
Kısa ömürlü bir parti olan Milli Meşrutiyet Fırkası, bir aydın partisi olarak Osmanlı bürokrasisi
ve orta sınıfı dışına çıkamamış, bir ünlüler partisi olmaktan öteye gidememiştir. Çok karışık bir
dönemde ortaya çıkan fırkanın, bu sıkıntılı dönemde büyüyüp gelişmesi çok zordu. Ayrıca daha
Balkan harplerinden evvel milliyetçilik ideolojisine dayanan ve Osmanlılığı reddeden böyle bir parti,
aykırı bir görünüm sergilemekteydi. Türk Ocağı ile ilişki kuran parti, “İstihlak-ı Milli Cemiyeti”nin
kuruluşuna katılmış ancak bir parti olarak etkinlik ve gelişim gösterememiştir6.
Siyasi tarihimiz içerisinde ilk milliyetçi parti olarak yerini alan “Milli Meşrutiyet Fırkası”,
eleman yokluğu ve maddi problemler sebebiyle kapanmak zorunda kalmıştır. Nitekim 1912 yılının
zorluklarını da göz önüne aldığımız zaman, böyle bir sonuç şaşırtıcı olmasa gerektir. Bundan sonra
mütareke döneminde kurucularından bazıları “Milli Ahrar” ve “Milli Türk” fırkalarında görev
almışlardır7.
SONUÇ
Balkan Savaşlarının hemen öncesinde kurulmuş olan Milli Meşrutiyet Fırkası, her ne kadar
birkaç yıllık ömrü olsa da bu dönemde etkili iki fırka olan İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf
1 Lütfi Fikri, “Yeni Bir Fırka Hazırlığı”, Tanzimat, 16 Ağustos 1328, s.1.
2 Lütfi Fikri, “Osmanlılık”, Tanzimat, 19 Ağustos 1328, s.1.
3 Lütfi Fikri, “Üç Katlı Bir Fırka”, Tanzimat, 25 Ağustos 1328, s.1.
4 Lütfi Fikri, “Tehlikeli Bir Oyun”, Tanzimat, 31 Ağustos 1328, s.1.
5 Tunaya, age., s. 351.
6 Age., s. 353.
7 Age., s. 354.
- 363-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Fırkası’nda farklı olarak milliyetçi bir parti olarak kendini göstermiştir. İttihat ve Terakki ile
benzerliğinin bu noktada olduğu söylenmesine rağmen aslında ortak hareket ettikleri bir nokta
olmamıştır. Zaten İttihatçılar da bu fırkayı çeşitli biçimlerde eleştirmişlerdir. Bununla birlikte Hürriyet
ve İtilaf Fırkası da bu fırkayı eleştirmekten geri kalmamış ve ittihatçıların yan kolu olmakla
suçlamışlardır.
KAYNAKÇA
“İstanbul Mebusları”, (1912) Tanin, 18 Nisan, ss.1.
“Milli Meşrutiyet Fırka-i Siyasiyesinin Beyannamesidir”. (1328). Sabah, 25 Ağustos, ss.3.
“Milliyetperver Türk Fırkası”. (1328). Tanin, 21 Ağustos, ss.3.
“Türklük Şuunu”. (1328). Türk Yurdu, Yıl: 1, Sayı.22, 6 Eylül, ss. 695.
“Yeni Meclis”, (1912) Tanin, 13 Nisan, ss.1.
A.Y. (1329). “Tanzimatçılık Aleyhine”, Türk Yurdu, Yıl: 2, Sayı: 11, C. 3, Mart, ss.350.
Ahmet Şerif. (1328). “Milli Meşrutiyet Fırkası Münasebetiyle”, Tanin, 13 Eylül, ss.1.
Babanzade, İ. H. (1912), “İntihabatta Muvaffakiyetin Esbabı”, Tanin, 9 Nisan, ss.1.
Birinci, A. (1990). Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Demir, F. (2007). Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet Dönemi Meeclis-i Mebusan Seçimleri,
İmge Kitabeevi, Ankara.
Erdem, H. (2012). Osmanlı Sosyalist Fırkası ve İştirakçi Hilmi, Sel Yayınları, İstanbul.
Gürdoğan, B. (1959). “II. Meşrutiyet Devrinde Anayasa Değişiklikleri”, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, S.1., s. 191-205.
İleri, R. N. (2005). Atatürk ve Komünizm Kurtuluş Savaşı Stratejisi, İleri Yayınları, İstanbul.
Lütfi Fikri. (1328). “Osmanlılık”, Tanzimat, 19 Ağustos, ss.1.
Lütfi Fikri. (1328). “Tehlikeli Bir Oyun”, Tanzimat, 31 Ağustos, ss.1.
Lütfi Fikri. (1328). “Üç Katlı Bir Fırka”, Tanzimat, 25 Ağustos, ss.1.
Lütfi Fikri. (1328). “Yeni Bir Fırka Hazırlığı”, Tanzimat, 16 Ağustos, ss.1.
Nazif, S. (1912) “Meclisin Küşadı”, Hak, 10 Nisan, ss. 1.
Nevsal-ı Milli (1330), Dersaadet, Artin Asadoryan ve Mahdumları Matbaası.
Nur, R. (1325). “Biz de Görüyoruz ki İş Fena Gidiyor”, Volkan, 2 Mart. ss. 1.
Nur, R. (1335). Hürriyet ve İtilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü?, İstanbul.
Olgun, K. (2008). 1908-1912 Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının Faaliyetleri ve Demokrasi
Tarihimizdeki Yeri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara.
TBMM Arşivi, Osmanlı Meclis-i Mebusanı, D. 1,2 ve 4, sıra nu: 246.
Tepekaya, M. (2013). “1912 Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimlerinde Saruhan (Manişsa)
Sancağı İttihat ve Terakki Fırkası Adayı Yusuf Rıza Bey ve Seçim Beyannamesi”, Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIII/27 (Güz/Autumn), ss. 33-61.
Tunaya, T. Z. (1988). Türkiye’de Siyasal Partiler I, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul.
Tunçay, M. (2009). Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul.
Ünal, Y. (2009). Ahmet Ferit Tek, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul.
- 364-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Mehmet YILMAZ*
ÖZET
XVI. yüzyıldan beri Osmanlı ile Türkistan Hanlıkları arasında iyi ilişkiler kurulmuştur. Bunun
sonucu olarak Mekke’ye gitmeden önce İstanbul’a uğrayan Türkistanlı hacılar, zamanla hac için
padişahtan izin almaları gerektiğine inanmaya başlamışlardır. Önce Eyüp Sultan’ı ziyaret edip,
padişahın bulunduğu bir camide Cuma namazı kıldıktan ve böylece Halife’den sembolik olarak izin
aldıktan sonra hac yolculuklarına devam etmişlerdir. Yine içlerinden bazıları dönüşlerinde de
İstanbul’a uğramışlardır. Hac yolculuğu sırasında yoksul düşen hacılara Osmanlı Devleti tarafından
yardım yapılmaya başlanmış ve zamanla bu usul bir gelenek halini almıştır. Ayrıca Türkistanlı
hacıların çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için, hac yolu güzergâhı üzerinde Özbek Tekkelerinin açılması
teşvik edilmiştir.
Birinci Dünya Harbi’nin ilanıyla yollar kapandığından 40 kadar Türkistanlı hacı memleketlerine
dönememiştir. Bunların memleketlerine dönüşleri için Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirdiği dış
temaslardan da bir sonuç alınamamış ve savaş sonuna kadar memleketlerine dönemeyerek İstanbul’da
mahsur kalmışlardır. Ticaret ve tahsil için Osmanlı topraklarında bulunanların da katılımıyla
İstanbul’da mahsur kalan Türkistanlıların sayısı 50’yi aşmıştır. Savaşın getirdiği bütün imkânsızlıklara
rağmen Osmanlı Devleti Türkistanlı fukara hacılara dört yıl boyunca el uzatmış ve onlara gerekli
yardımları yapmaya devam etmiştir. Bu tebliğimizde arşiv belgelerine dayanılarak, I. Dünya
Savaşı’nın Türkistanlı hacılar üzerindeki olumsuz etkileri ve karşılaştıkları güçlükler ile Osmanlı
Devleti’nin bunlara yaptığı yardımlar ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Hac, Türkistanlı Hacılar, İstanbul, Özbek Tekkeleri.
ABSTRACT
Since the sixteenth century, good relationships have been established between Ottoman and
Turkistan Khanate. As a result of this, the pilgrims from Turkistan who drop by in İstanbul prior to
their travel to Mecca started to believe that they had to get permission from the Sultan as the time
passes by. First of all, they visited the tomb of Eyüp Sultan, they performed their Friday praying in a
mosque where the Sultan also existed and then they received a symbolic permission from the khalif
before they continued their pilgrimage. Again, some of them also visited İstanbul when they return
back. Ottoman State started to provide financial support to the pilgrims who became impoverished
during their pilgrimage and those contributions turned into a custom. In order to satisfy the various
needs of the pilgrims from Turkistan, moreover, opening the Uzbek Lodges on the route of Mecca was
encouraged.
Since the roads were blocked upon the declaration of the World War I, approximately 40
pilgrims from Turkistan failed in returning their homes. The efforts of Ottoman State for external
contacts related to their return to their homes failed and they stayed in İstanbul as a result of their
failure in returning their homes until the end of the war. When the people who existed in Ottoman
lands for commerce and education were added, the number of people from Turkistan who were stuck
in İstanbul exceeded 50 people. Despite all the impracticability of the war, Ottoman State encroached
the poor pilgrims from Turkistan for four years and continued providing necessary contributions.
* Dr. Öğr. Üyesi, Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, m.yilmaz@selcuk.edu.tr, myilmaz32@gmail.com
- 365-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Based on the archive documents, the negative effects of World War I on the pilgrims from Turkistan
in our paper and the problems they encountered were discussed in addition to the financial
contributions of Ottoman State to those pilgrims.
Keyword: World War One, Pilgrimage, Khanates of Turkistan, İstanbul, Uzbek Tekkes.
GİRİŞ
Coğrafi bir terim olarak günümüzde Türklerin anavatanı anlamında kullanılan Türkistan, genel
hatlarıyla Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Doğu Türkistan, Kuzey Afganistan ve
Sibirya’nın güney kesimlerini kapsamaktadır. Merkezi Asya’da yaklaşık 5.300.000 km2’lik bir alana
sahip olan bu geniş coğrafya, Doğu ve Batı Türkistan olmak üzere ikiye ayrılır. Önceleri bu ayrılığın
nedeni coğrafi iken, XIX. yüzyıl sonlarından itibaren daha çok siyasidir (Togan, 1981:1).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’ya bağlı olan Batı Türkistan’ın güneyinde “Türkistan
Genel Valiliği”, kuzeyinde ise “Step Genel Valiliği” yer alır. Batı Türkistan’da İslâm kültürünün en
güçlü olduğu tarihi Maveraünnehir bölgesinde yer alan Hive Hanlığı ile Buhara Emirliği, Türkistan
Genel Valiliği’ne bağlı vassal hanlıklardandır. Başka bir ifade ile kuzeydeki Step Genel Valiliği daha
çok eski Kazak Hanlığı topraklarını, güneydeki Türkistan Genel Valiliği ise Özbek, Tacik, Kırgız ve
Türkmenlerin yaşadıkları bölgeleri kapsar (Hayit, 1975:157-75).
Uygurların ata yurdu olarak bilinen ve yaklaşık 1.800.000 km2 alanı kapsayan Doğu Türkistan
ise, 1759 yılından beri Çin egemenliğinde bulunmaktadır (Adıbelli, 2008:27). Mançu hanedanı
zamanında kuzeyi “Cungarya”, güneyi de “Kaşgarya” eyaletlerine ayrılmışken (Hayit: 1975:137),
1884 yılında Yakup Bey Hanlığı’nın1 yıkılmasından sonra bu iki eyalet birleştirilmiş ve yeni ülke
anlamında “Şin-cang” adıyla yeni bir eyalet kurulmuştur (Cengiz, 1997:1405). 1911 yılında yıkılan
Mançu Hanedanı’nın yerine kurulan Cumhuriyet idaresi, eyaletin statüsünde önemli bir değişiklik
yapmamıştır (Demirağ, 2014:238). Fakat bu sırada merkezi otoritesinin zayıflamasından faydalanan
Vali Yang Zengxin, Doğu Türkistan’ı sanki özerk bir eyaletmiş gibi başına buyruk ve otoriter bir
anlayışla yönetmiştir (Hayit, 1975:149).
İslâmiyet Türkistan’a çok erken dönemlerde girmiş ve özellikle Maveraünnehir bölgesi
yetiştirdiği Ahmet Yesevi, İmam Buhari, İbni Sina, Farabi, İmam Maturidi ve Muhammed Bahauddin
Nakşibend gibi âlimler ile İslâm dünyasında müstesna bir yere sahip olmuştur. Ayrıca Buhara, Hive,
Semerkand, Yesi ve Kaşgar gibi şehirler, sahip oldukları yüzlerce cami ve medrese ile uzun yıllar
İslâm dünyasının ilim ve çekim merkezleri olmuşlardır (Çiftçi, 1996:21 vd).
Türkistanlı Müslümanlar, Hicaz’ın uzaklığına ve yollarda karşılaşabilecekleri onlarca tehlikeye
rağmen yüzyıllar boyunca hacca gidip gelmeyi sürdürmüşlerdir. Bu zor yolculukta, Maveraünnehir
bölgesinde yaşanan yoğun İslâmî kültürün verdiği manevi güçten destek aldıkları muhakkaktır.
Harita I: I. Dünya Savaşı Yıllarında Türkistan’ın Siyasi yapısı
1 1864-1878 yılları arasında Kaşgarya bölgesini ele geçiren Yakup Bey’in kurduğu devlete “Yakup Bey Hanlığı” adı verilmiştir (Demirağ,
2014:233-37).
- 366-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 367-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
XVI. yüzyılda Hicaz bölgesini hâkimiyet altına alan Osmanlı, kutsal topraklara yapılan zorlu
yolculukta, Türkistanlıların en büyük güvencesi olmuştur. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan
vesikalara dayanan bu tebliğde, I. Dünya Savaşı sırasında Türkistanlı hacılara yapılan yardımlar ele
alınmıştır. Ancak çalışmanın hacmi, bir tebliğ boyutunu hayli aşacağından, sadece başkent İstanbul’da
yapılan yardımlarla sınırlı tutulmuştur. Mecburi olarak diğerleri, başka bir çalışmaya bırakılmıştır.
XIX. yüzyıl sonlarında Türkistanlıların tercih ettikleri ikinci güzergâh ise, Hindistan yoludur.
Bu güzergâhı kullanan hacılar, önce Semerkant’tan Peşaver’e at sırtında, buradan Bombaya kadar
trenle ve nihayet Bombay’dan bindikleri vapurla da uzun bir deniz yolculuğu yaparak Cidde’ye
ulaşmaktadırlar2. 1896 yılının rakamlarına göre, yaklaşık 45 gün süren hac yolculuğunun maliyeti 75
ruble kadardır (Andican, 2009:273-74). Gidişte Rusya veya Hindistan güzergâhlarından birisini tercih
eden hacılar, dilerlerse karşı güzergâhtan dönerek yolculuklarını ring şeklinde
tamamlayabilmekteydiler (HR.TH:162/59). Rusların çıkarttıkları vize problemleri yüzünden, Doğu
Türkistanlıların bu hattı daha sık kullandıkları anlaşılmaktadır (HR.HMŞ.İŞO:186/11-2).
1908 yılından sonra hac dönüşünde Medine’yi ziyaret emek isteyen hacıların bir başka tercihleri
de Hicaz Demiryolu olmuştur. Ancak Şam’dan başlayıp Medine’ye kadar uzanan bu hat tamamen
çölden geçtiğinden, trenin hareketli parçaları arasına kum dolmuş ve bu yüzden sık sık arızalar
meydana gelmiştir. Ayrıca gecenin ayazı ve gündüzün yakıcı güneşi altında ve sık tekrarlayan kum
fırtınaları arasında yapılacak yolculuk, konfor bakımından biraz zahmetlidir. Hacıların şikayeti üzerine
bazı vagonların üzerleri tente ile kapatılmıştır (DH.İD:52/11-3,41,63,102). Trablusgarp Savaşı
1 Nadir de olsa, Doğu Türkistanlı hacılar Rusya topraklarından geçerken, Rus çeteleri tarafından soyularak ellerinden zorla paraları ve
eşyaları alınabilmektedir (DH.MUİ:140/10).
2 1923 yılında Peşaver, Lahor, Bombay yoluyla Cidde’ye giden Zeki Velidi Togan, XVII. yüzyıldan beri bu yolu kullanan hacıların Hind
Okyanusu’nu geçtikten sonra Yemen kıyılarında Hadramud Dağlarını görünce hep birlikte tekbir getirdiklerinden bahseder (Togan
1969:532).
- 368-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Karşılaşılan Sorunlar
XVI. yüzyılda ortaya çıkan âdet gereğince, Eyüp Sultan ile birlikte, birçok türbe ve camiyi
ziyaret eden hacı adaylarının, sembolik olarak Halife’den izin alma gelenekleri, Kaşgar, Hive ve
Buhara gibi yerlerden gelen Türkistanlılar arasında oldukça revaç bulmuştur. İstanbul’u ziyaret
etmeden yapılacak olan haccın, sanki eksik kalacağına inanılmıştır. Bu sembolik izin için, sürre alayı
yola çıkmadan önce cuma selamlığı düzenlenecek olan camide, Halife ile birlikte Cuma namazı
kılmak yeterlidir (Okutucu, 2017:92). Hacıların yanı sıra, Buhara, Semerkant ve Hive’den gelen
tüccarların çoğalmasıyla her geçen yüzyıl Türkistanlıların sayısı artmıştır. Bunların bir takım
ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için II. Mustafa tarafından 1757 yılında Üsküdar Özbekler Tekkesi inşa
ettirilmiştir. Fakat zamanla bu tekke yetersiz kaldığından Eyüp ve Sultanahmet’te de yeni tekkeler
açılmıştır (Yılmaz, 2007:4 vd).
XX. yüzyıl başlarında hâlâ devam eden eski geleneklerin etkisiyle, Türkistan şehirlerinden yola
çıkan hacı adayları, kendilerini dinen Halife’ye bağlı hissettiklerinden, hacdan evvel Hilâfet merkezi
- 369-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
1 Bu aile Niyazi Bibi Hatun, Edhem Han Bibi Hatun ile Ayşe Bibi Hatun ve oğlu Hacı İbrahim ve Hacı İbrahim’in kerimesi Tuba Nisa
Zıybünnisa hanımlardan oluşmaktadır.
- 370-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
vize harçlarının ödenmesi bir hayli zaman almıştır. Çünkü hiç pasaportları olmayanlar1 ile
pasaportlarını zayi eden 2 kişinin bürokratik işlemleri günlerce sürmüştür (DH.SN.THR:33/66-
2,4,7,9). Çin’in İstanbul’da sefareti olmadığından, karşılarında hiçbir zaman resmi bir muhatap
bulamayan hacılar (ZB:318/10), aracı görünümlü bazı Rus simsarlar tarafından tuzağa düşürülerek
soyulmuşlardır (BEO:2920/218938).
Osmanlı açısından Türkistanlı hacılarla ilgi yaşanan sorunların sonuncusu ise, hac dönüşü
yaşanan problemlerdir. Çünkü hac dönüşü kendilerini zar zor İstanbul’a atabilen hacıların çoğunda
para kıt, vakitleri boldur. Her hac dönüşünde sokaklar fukara düşen hacılar ile dolmaktadır. Barınacak
bir yer bulamayan hacılar, çaresiz cami avlularına sığınmaktadırlar2. Fakat onlarca han ve otelin
bulunduğu İstanbul’da barınacak bir yer bulamayan Türkistanlı hacıların yiyecek ve içecek sıkıntıları
yoktur (MV:199/139). Çünkü aile mahremiyeti açısından yabancı birisini hanelerine sokmayı pek
uygun görmeyen halk, yemek ve yiyecek dağıtma konusunda cömerttir. Fukara düşen hacılar için asıl
mesele, dönüş için kendilerine devlet eli uzatılıncaya kadar geçecek zamanda, barınabilecek bir yer
bulabilmektir. Devlet elinin uzanması için geçecek olan süre bazen çok kısa olabileceği gibi, bazı
senelerde de bir hayli zaman alabilmektedir. 1910 yılında 150, 1911 senesinde de 70 kadar hacı,
yukarıda özet ile anlatmaya alıştığımız sorunları ziyadesiyle yaşadıktan sonra devlet eliyle
memleketlerine gönderilmişlerdir (DH:İD:77/9-21,35; BEO:3904/292730-2).
Yapılan Yardımlar
XVI. yüzyıldan beri Türkistanlı hacıları koruyup himaye ettiği bilinen Osmanlı Devleti, en zor
şartlarda bile elini onların üzerinden çekmemiştir. Her zamanki düşüncesine göre, hac görevini ifa
etmek için çok uzak diyarlardan gelip fukara düşmüş olan Müslümanların, Hilafet merkezi İstanbul’da
yabancılara karşı sokaklarda perişan bırakılmaları caiz değildir. Ayrıca Devlet-i Aliyye’nin şanına da
yakışmayacaktır (DH:İD:77/9-16).
Daha önceki yüzyılların aksine, XIX. yüzyıl sonlarından itibaren Türkistanlı hacıların
karşılaştıkları maddi problemlerin tamamı, her sene ihtiyaca göre yeniden oluşturulan ve ‘Masarıf-ı
Gayr-i Melhuz’ adı verilen fondan karşılanmaya çalışılmıştır (DH.İD:77/9-35). Bu fonun en önemli
kusuru, bürokratik işlemlerin çokluğundan biraz yavaş işlemesidir. Alınacak dilekçeler için önce
yollardaki hacıların arkasının kesilmesi beklenilmekte, daha sonra ihtiyaca göre Dahiliye, Hariciye ve
Maliye Nezaretleri ile Şura-yı Devlet gibi kurumlardan görüş istenmektedir. Nihayet o sene yapılacak
olan yardımın miktarı, bu kurumlardan gelen görüşler dikkate alınarak, Meclis-i Vükelâ (Bakanlar
Kurulu) tarafından karara bağlanmaktadır (DH:İD:77/9-35). 1911-1915 yılları arasında her sene
Türkistanlı hacıların memleketlerine dönüşlerinde kullanılmak üzere oluşturulan 15.000’er kuruşluk
fon, yukarıdaki usule göre hazırlanmıştır. Fonun yetmediği yıllarda gerektiği kadar ilaveler yapılırken,
harcanamayan paralar her mali sene sonunda hazineye devredilmiştir (MV:180/8; 185/7; 187/65;
BEO:4278/320846-2).
İhtiyaca göre fondan çekilecek olan paranın miktarı, yukarıdaki kurumlar tarafından bazı ön
araştırmalar yapıldıktan sonra tespit edilmektedir. Mesela 1910 yılında Rusya üzerinden Doğu
Türkistan’a gönderilecek olan 65 hacıya, vapur ücreti, tren bileti, vize harcı, ekmek parası ve 20’şer
kuruş yol harçlığı olmak üzere, kişi başına toplam 400 kuruş verilmesi kararlaştırılmıştır
(BEO:3750/281183-2). Yine 1911 yılında aynı istikamete gidecek beher nüfus için Odesa’ya kadar
vapur navlunu 125, aynı şehirde bir gece handa konaklama ve yemek bedeli 15, Odesa’dan Andican’a
kadar tren ücreti 13 manat 50 kapik karşılığı olmak üzere, Türk parası ile toplam 309 kuruş olarak
tespit edilmiştir. Ayrıca hacıların, ellerine verilecek olan paraları çarçur etmelerinden korkulduğundan
navlun bedelleri doğrudan kumpanya veznesine yatırılmıştır (DH:İD:77/9-16).
1 Hiç pasaportu olmayanların hac sırasında doğmuş olan çocuklar olduğu düşünülmektedir (DH.SN.THR:33/66-4). Genelde 50 yaş ve üzeri
olan hacıların arasında, 20’li yaşlarda gençlerin de olduğu görülebilmektedir (DH.İD:77/9-16).
2 1911 yılına ait bir listede bulunan 14 hacıdan 9’u Fincancı Hanı’nda, 5’inin de Yeni Cami avlusunda kaldıkları kaydedilmiştir. Yeni
Cami’de kalan hacıların tamamı Doğu Türkistanlıdır (DH.İD:77/9-17).
- 371-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Öte yandan çok hareketli geçen 1910, 1911 ve 1912 hac mevsimlerinin aksine, Balkan ve I.
Dünya Savaşları nedeniyle 1913 ve 1914 dönemleri oldukça sönük geçmiştir (BEO:4247/318452-2;
MV:201/62). 1915 yılından itibaren hac da yapılamamıştır. Bu nedenle, I. Dünya Savaşı sırasında
İstanbul’a uğrayan Türkistanlı hacıların sayılarında önemli miktarda düşüş görülmüştür.
28 Haziran 1918 Saraybosna suikastından sonra, büyük bir savaş çıkacağını anlayan varlıklı
hacılar, hemen İstanbul’u terk etmişlerdir. Bu sırada fukara hacılardan çok azı, devlet eliyle
memleketlerine gönderilebilmişlerdir. Fakat bunlar için ayrılan bütçe yetmediğinden, yoksul hacıların
tamamını göndermek mümkün olamamıştır. Özellikle Doğu Türkistanlı hacılar, vize problemlerine
takılmışlardır. Bazılarının da yollarda aheste hareket ettikleri muhakkaktır. Sonuç olarak I. Dünya
Savaşı başlarında İstanbul’da şöyle bir manzara hâkimdir. Hac mevsimi geçeli neredeyse dokuz ayı
geçmesine rağmen, henüz memleketlerine dönemeyen 40 kadar yoksul hacı mevcuttur
(DH.MB.HPS:149/21-8; MV:187/65). Çoğu 1913 hacılarından olmak üzere, içlerinde 1911 yılında
gelenler bile vardır. Ayrıca arkadan gelecek olanlarla birlikte bu sayının 50 kişiyi geçmesi
beklenilmektedir (BEO:4385/328864-2). Hâlihazırda İstanbul’da bulunan 40 hacıdan 20’si Doğu
Türkistanlı olup, Eyüp Özbekler Tekkesi’ne sığınmışlardır. Buhara ve Hive civarından gelen Batı
Türkistanlılar ise, çoğunlukla Fatih, Süleymaniye ve Sultanahmet gibi şehir merkezindeki semtlerde,
birkaçı da Üsküdar Özbekler Tekkesi1 civarındaki mahallelerde kalmaktadırlar. Bunlar için işin en
kötü tarafı, 1 Ağustos 1914’de savaş gongunun çalmasıyla, Boğazların trafiğe kapatılması olmuştur.
Artık yollar tamamen kapandığından ülkelerine dönmeleri çok zordur (BEO:8387/328958-1,2). Cidde
ve Hindistan güzergâhlarında da durum pek farklı değildir (DH.İ.UM:42/3; BEO:4348/326078-2). Bu
sırada İstanbul’da ticaret yapan Türkistanlılar da fukara hacılar kervanına katılmışlardır (DH.EUM.
5.Şb:64/42-3,7).
Hacıların Ülkelerine Gönderilmeleri
Boğazların kapatılması ve Rusya’nın geçişlere izin vermemesi yüzünden İstanbul’da mahsur
kalan hacıların ülkelerine gönderilebilmeleri için bir takım çareler arayan Hariciye Nezareti, bunları
Balkanlar üzerinden göndermeyi denemiştir. Bu düşünceye göre pasaportları İtalya sefareti aracılığı ile
vize ettirilecek olan hacılar, Trakya üzerinden Romanya’ya gönderileceklerdir. Anlaşılan odur ki,
15.000 kuruş bütçe ayrılan bu düşünceye göre, yine Rusya güzergâhı kullanılacaktır. Fakat Batı
Türkistanlılar için de vize istenen bu teşebbüsten bir sonuç çıkartılamamıştır (BEO:4341/325519;
MV:196/131). Keza bu sırada bitaraf devletlerden olduğundan Çin’in Viyana sefareti kanalıyla,
Kuomintang Hükümeti ile temasa geçilmek istenilmiş, ne var ki Çin yönetimi ile bir bağ
kurulamamıştır (BEO:4382/328615-2). Bütün bu gelişmelere bakılacak olursa, Rusya’nın Türkistanlı
hacıların memleketlerine gönderilmelerine pek sıcak bakmadığı anlaşılır. Zira 5 Ocak 1915 günü 12
kişilik maiyetiyle beraber Mekke’den dönen Buhara Müftüsü Molla Mehmet Beka Haydar Efendi,
devlet adamlarına görünmeksizin ve âdeta bir şeylerden kaçarcasına bir Otele yerleşmiştir. Burada
hiçbir Türk yetkili ile temasa geçmeden bir hafta kadar kaldıktan sonra, memleketine dönmek üzere
aceleyle Sirkeci istasyonundan Bulgaristan’a doğru hareket ettiği görülmüştür (DH.EUM.2. Şb:4/2-
2,6). Aynı zamanda bu olay, Rusya ile arası iyi olanlar için bazı yolların hâlâ açık olduğunu
göstermektedir.
Diğer taraftan yolların tamamen kapandığının anlaşılması üzerine, Türkistanlı hacıların savaş
sonuna kadar kolay kolay memleketlerine gönderilemeyecekleri kesinleşmiştir. 20 kadar Doğu
Türkistanlı hacı, I. Dünya Savaşı sonuna kadar Eyüp Sultan’daki Özbekler Tekkesi’nde kalmaya
devam etmiştir (DH.EUM 5. Şb:82/15). Daha önceki yıllarda Mekke, Medine ve Şam gibi yerlerde
yerleşmiş olan Türkistanlılar işlerini kaybedince, birer ikişer İstanbul’a dönmeye başlamışlardır. Yine
bunlara, tahsil için İstanbul medreselerinde bulunan talebeler ile savaştan sonra Osmanlı ordusundan
terhis edilen birkaç Türkistan asıllı askerin de katıldığı anlaşılmaktadır. Savaş boyunca İstanbul’da
1 İki odalı bir binadan oluşan bu tekkenin, pek fukara hacıları misafir edemediği anlaşılmaktadır (ŞD:3174/26).
- 372-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
yaşamak zorunda kalan Türkistanlıların, resmi işlemlerde güçlük çekmemeleri için, nüfusa
kaydedilmeksizin yerli kabul edildikleri görülmektedir (4571/342798).
İstanbul’da geçinemeyeceklerini anlayan Türkistanlılardan bazıları Anadolu’ya gitmeyi tercih
etmişlerdir. Bunlardan birisi olan Maksud oğlu Recep ve Mehmet Kabil oğlu Rahmetullah ile
arkadaşları, Fatih Çarşamba’da mukim iken, çiftçilik yapmak maksadıyla Yozgat’taki hemşerilerinin
yanına gitmişlerdir (DH.ECB:29/41-5).
Gerek İstanbul ve gerekse Anadolu’da yaşayan Türkistanlıların, Mondros Mütarekesi’nden
sonra uzunca bir müddet ülkelerine dönemedikleri anlaşılmaktadır. Nihayet 1919 başlarında
memleketlerine dönmeleri için tekrar çalışma başlatılmış ve ülkelerine dönecek olan Türkistanlılara
Osmanlı hududuna kadar vapur veya tren ücreti, huduttan memleketlerine kadar da saat hesabıyla belli
bir harcırah verilmesi kararlaştırılmıştır (MV:214/58). Fakat 1917 İhtilali sebebiyle olsa gerektir ki,
İstanbul’da Yaşayan Türkistanlı hacılardan bazıları memleketlerine dönmeyerek Osmanlı
vatandaşlığına geçmeyi tercih etmişlerdir (DH.EUM.ECB:32/59-5).
SONUÇ
İslâm’ın beş temel şartından birisi olması sebebiyle, çok erken dönemlerden beri kutsal
topraklara gitmeye başlayan Türkistanlı hacıların yolları, daha fetihten itibaren İstanbul ile kesişmeye
başlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’nden sonra Mekke ve Medine’nin Osmanlı
hâkimiyetine geçmesiyle birlikte bu kesişim, güçlü bir bağa dönüşmüştür.
XVI. yüzyılda İstanbul’a bazı ipekli kumaşlar ile İmam-ı Buharî ve Nakşibendî Hazretlerinin
İslâmî yorumlarını taşıyan hacılar, XIX. yüzyıl sonlarından itibaren karşı tarafa kitap, gazete, mektup
ve bazı Batılı fikirleri taşımaya başlamışlardır. Bu nedenle XX. yüzyıl başlarında Boğaz’daki balıkçı,
Kaşgarlı deveciden haberdardır.
İstanbul’un daima itibarlı konukları arasında yer alan Türkistanlı hacılar, her zaman Osmanlının
maddi ve manevi desteğini arkalarında hissetmişlerdir. I. Meşrutiyet dönemine kadar İstanbul’a gelip
ekonomik bakımdan dara düşen Buharalı hacıların bazıları Osmanlı Devleti tarafından hacca
gönderilmiştir. Bazılarının da maaşa bağlandıkları görülmektedir. Zamanla Türkistanlılar arasında bu
durum, nasıl olsa dara düşersek Osmanlı bize yardım eder kanaatinin yaygınlaşmasına sebep olmuştur.
Teknolojik gelişmelere paralel olarak, eskiye göre XIX. yüzyıl sonlarından itibaren
Türkistanlıların İstanbul’a ulaşımları kolaylaşmıştır. Fakat İstanbul’u ziyaret eden hacılardan önemli
bir kısmı, hac için güçleri yetmediği halde Osmanlı’ya duydukları güvenle yola çıktıkları
görülmektedir. Ekonomisinin en kötü olduğu savaş yıllarında bile Osmanlı Devleti, bunları sokaklarda
aç ve sefil bırakmanın Devlet-i Aliyye’nin şanına yakışmayacağını düşündüğünden yardım elini geri
çekmemiştir. Fakat I. Meşrutiyet öncesinde olduğu gibi, adamına ve zamanına göre farklı farklı
uygulamalara gidilmemiştir. Her sene hacılara yapılacak yardımlar, Meclis-i Vükela tarafından
‘Masarıf-ı Gayr-i Melhuz’ adıyla oluşturulan bir fondan sağlanmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında da
korunan bu fon, daha çok fukara düşen hacıların memleketlerine geri dönüşleri için kullanılmıştır.
28 Haziran 1914 Saraybosna suikastından hemen sonra, İstanbul’da bulunan Türkistanlı
hacılardan bazıları savaş çıkacağını anlayınca hızla memleketlerine dönmüşlerdir. Fakat içlerinden
fukara olan 40 hacı İstanbul’da kalmıştır. Daha I. Dünya Savaşı’nın ilk haftasında Boğazların
kapatılması yüzünden, âdeta İstanbul’da dört yıl boyunca mahsur kalmışlardır. İçlerinden bazıları ise
Anadolu’ya gitmeyi tercih etmiştir. İstanbul’da kalanlar, barınma konusunda bazı güçlükler çekseler
de yiyecek ve içecek konusunda çok fazla sıkıntı yaşamamışlardır. Bunlardan çoğunun memleketlerine
dönmeleri 1919 yılı başlarına kadar mümkün olmamıştır. İçlerinden bazıları da ülkelerine
dönmeyerek, Türkiye’de kalmayı tercih etmişlerdir.
- 373-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
BEO, nr.2920/218938; nr.3750/281183-2; nr.3904/292730 (2); nr.4247/318452 (2);
nr.4278/320486 (2); nr.4341/325519; nr.4348/326078 (2); nr.4382/328615 (2); nr.4385/328864 (2);
nr.4387/328958 (3); nr.8387/328958 (1,2).
DH.ECB, nr.29/41-5.
DH.EUM 5.şb, nr.8215; nr.64/42 (3,7).
DH.EUM 2.Şb, nr.4/2 (2,6).
DH.EUM.ECB, nr.32/59 (2,5).
DH.İD, nr.52/11 (3,16,41,51,63,102,104); nr.77/9 (14,16,17,21,35,50).
DH.MB.HPS, nr.149/21(8).
DH.MB.HPS.M, nr.10/50.
DH.MUİ, nr.40/10; nr.53/34 (2,3); nr.93/43.
DH.SN.THR, nr.33/66 (2,4,7,9); nr.43/20 (35,38,43,85).
HR.HMŞ.İŞO, nr.186/11-2.
HR.SFR 04, nr.278/59.
HR.TH, nr.162/59.
MV, nr.180/8; nr.185/7; nr.187/65; nr.196/131; nr.201/62; nr.214/58.
ŞD, nr.3174/26.
Y.PRKJ, nr.51/71.
ZB, nr.318/10.
Kitap ve Makaleler
Adıbelli, Barış. (2008). Doğu Türkistan, IQ Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul.
Andican, A. Ahat. (2009). Andican, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya, Doğan
Kitap, İstanbul.
Armağan, A. Latif, (2000). “XVllI. Yüzyılda Hac Yolu Güzergâhı ve Menziller (Menâzilü'l-
Hacc)”, Osmanlı Araştırmaları, Enderun Kitabevi, XX, İstanbul, 74-118.
Cengiz, İsmail. (1997). “Doğu Türkistan’ın Hukuki Durumu ve Temel Sorunlar”, Yeni Türkiye
Türk Dünyası Özel Sayısı II, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
Çiftçi, Faruk. (1996). Mâveraunnehir ve Horasan Bölgesinde Yetişen Dilci ve Edipler, Yüksek
Lisans Tezi, Erzurum.
Demirağ, Yelda. (2014). “1755-1949 Yılları Arasında Doğu Türkistan”, Uluslararası Uygur
Araştırmaları Dergisi, (3), 229-245.
Hayit,
Baymirza. (1975). Türkistan Rusya ile Çin Arasında, Otağ Yayınevi, İstanbul.
Okutucu, Nuray. (2017). Hac Güzergahı Olarak İstanbul’un İnanç Turizmine Konu Çekim
Unsurları (19.Yüzyıl Sonu ve 20.Yüzyıl Başı), Yüksek Lisans tezi, İstanbul.
Togan, A. Zeki Velidi. (1981). Bugünkü Türkili: Türkistan ve Yakın Tarihi, 2. Baskı, Enderun
Kitabevi, İstanbul.
________
, (1969). Hâtıralar: Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin Millî Varlık ve
Kültür Mücadeleleri, Tan Matbaası, İstanbul.
Vurgun, Seda Yılmaz. (2013). XIX. Yüzyılda Seyahatnamelerin Işığı Altında Buhara Emirliği
(Hanlığı), Doktora tezi, Sakarya.
Yılmaz, Seda. (2007). Özbek Tekkeleri, Yüksek Lisans tezi, Sakarya.
- 374-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EKLER
Vesika I: BOA, BEO, nr.4538/340294 (2).
- 375-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 376-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Melek ÇOLAK*
ÖZET
Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan dünyaca ünlü
İpek Yolu, doğu ile batı arasında kültürleri kaynaştıran bir köprü vazifesi görmüş; güzergahları
üzerinde kurulan birçok şehir çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiştir. Tarih boyunca Batılı seyyahlar,
elçiler misyonerler bu yolu kullanarak Asya’ya gitmişlerdir. Doğu ve batıyı birleştiren Orta Asya
kendi köklerini arayan Macarlar açısından çok önemli bir araştırma alanı olduğundan, İpek Yolu’nu
izleyen birçok Macar araştırmacı ve seyyah da Orta Asya’ya gitmiştir. Bunlardan biri olan Macar
Türkolog Ármin Vámbéry Macar dilinin köklerini araştırmayı hedefleyerek 28 Mart 1863’de
Tahran’dan başladığı Orta Asya yolculuğunu, Köhne Ürgenç, Buhara, Semerkand ve Herat üzerinden
giderek, yaklaşık bir yılda tamamlamıştır. Vámbéry’nin izlediği güzergâh, tarihi İpek Yolu şehirleri
idi. Dönüşte kaleme aldığı Orta Asya Seyahatnamesi’nde İpek Yolu şehirlerinin sosyo-kültürel,
ekonomik durumları hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Bu çalışmanın amacı; tarih biliminin yöntemini
kullanarak Vámbéry’nin geçtiği İpek Yolu şehirleri hakkında verdiği bilgilerden hareketle; yemek
kültüründen gündelik yaşama, ticaretten ,zanaata kadar pek çok kültür ögesini tasnife tabi tutarak ;
tarihi İpek Yolu’nun kültür tarihimiz açısından bir hazine olduğu ve Vámbéry’nin verdiği bilgilerin,
İpek Yolunu demiryolu gelmeden, Ruslar Türkistan’ı işgal etmeden önce gören son Avrupalı seyyah
olduğu için büyük önem taşıdığı gibi muhtemel bulguları İpek Yolu şehirlerinin XIX. yüzyıl
sonundaki sosyo-kültürel, ekonomik durumlarını değerlendirerek ortaya koymaktır. Ayrıca İpek Yolu
şehirleri ile ilgili orijinal fotoğraflardan örnekler sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: İpek Yolu, Macar, Vámbéry, Orta Asya, Seyahat.
ABSTRACT
The famous Silk Road, starting from China and extending to Anatolia and the Europe through
Mediterranean, served as a bridge merging the cultures of East and West and many cities built on its
routes have become cradles of various civilizations. Throughout history, Western travelers, elite
missionaries have gone to Asia using this route. Since Central Asia, which combines East and West, is
a very important research area in terms of Hungarians looking for their roots, many Hungarian
researchers and travelers following the Silk Road went to Central Asia. Being one of them, the
Hungarian Turcologist Ármin Vámbéry started his Central Asia travel from Tehran on March 28,
1863, aiming to investigate the roots of the Hungarian language and visited the cities of Köhne
Urgenç, Buhara, Samarkand and Herat in about a year. Vámbéry's route was the historic Silk
Road cities. He gave detailed information about the socio-cultural and economic conditions of Silk
Road cities in his travelogue written after his return. The purpose of the current study; by using the
method of science of history, is to evaluate and reveal the socio-cultural and economic conditions of
the Silk Road cities in late 19 th century on the basis of the information provided by Vámbéry as the
* Prof, Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, tunam10@gmail.com
- 377-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
last European to see the Silk Road before Russians invaded Turkistan and railway was constructed. In
this evaluation, many cultural elements ranging from food culture to daily life, from trade to
artisanship were analyzed. Moreover, the original photographs of the Silk Road cities are also
presented
Keywords: Silk Road, Hungarian, Vámbéry, Central Asia, Travel.
GİRİŞ
İnsanlık ve ekonomi tarihinin en eski kurumsal yapılarından biri ve belki de en önemlisi olan
İpek Yolu (Yereli, 2014: 301) Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar
uzanan dünyaca ünlü ticaret yoludur (Özey, 2014: 328; Özkeçeci, 2014: 191). İlkçağ ve Orta çağda
Çin ile Orta Doğu ve Batı ülkeleri arasında kullanılan ve ana güzergahı Çin’i Orta Asya, İran
üzerinden, Mezopotamya, oradan da Akdeniz kıyısındaki Antakya’ya bağlayan kara yolu olan bu yol
(Artıkbayev, 2014: 245) Alman coğrafyacı Ferdinand von Richthofen tarafından Çin’den Batı’ya
yönelen ticarette en çok aranan madde, en değerli dokumacılık ürünü ipek olduğundan “İpek Yolu”
olarak adlandırılmıştır (Aksoy, 2014: 21; Frye, 2009: 165).
Macarların ise bu dünya ile bağlantısı çok eski bir geçmişe dayalı olarak kesintisiz devam etmiş,
köklü tarihi ilişkiler nedeniyle (Çolak, 2012: 527-528), onlar açısından “Doğu”, hiçbir zaman sadece
coğrafi bir kavram olmadı (Macaristan’dan Olgular, 2014:1). Doğu ile Batıyı birleştiren
(Macaristan’dan Olgular, 2014: 10) ve İpek Yolu’nun geçtiği Orta Asya (Çakan, 2008: 217) kendi
köklerini arayan Macarlar açısından çok önemli bir bölge idi (Macaristan’dan Olgular, 2014: 10). Öte
yandan doğulu oluş geleneğine bağlı olarak Macaristan’da ortaya çıkan Türkoloji ve fikir akımı olarak
Turancılık birbirlerinin itici gücü oldu (Çolak, 2017: 462-464) ve çok Macar araştırmacı, seyyah
yönünü Orta Asya’ya çevirerek Macar tarihi ve dilini araştırmak için bu bölgeye gitti (Macaristan’dan
Olgular, 2014: 16). İç Asya’daki Uygurları ve dil akrabalığını araştırmak isteyip 1819’da Asya
yolculuğuna çıkan (Dilbaş, 2008: 222), ancak 1822’de Kaşmir sınırında karşılaştığı İngiliz ajanı
William Moorcraft’ın tavsiyeleriyle Tibet’e gidip, Tibetçe gramer kitabı ve sözlüğünü hazırlayan
(Ligeti, 2011: 179-180; Marácz, 2010: 124-125) İpek Yolu’nun Macar seyyahı Sándor Csoma Kőrösi
(1784-1842) (Dilbaş, 2008: 225-226) ile Marco Polo’nun yolunu izleyerek Çin’in kuzeybatı sınırına
- 378-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ulaşan (MTA, Kézirattar, Ms 5234/221)1 ve 1900’de başlayıp 1916’da son bulan üç Merkezi Asya
gezisinde bir keşif ve arkeolog olarak İngilizlere hizmet veren, bu üç gezide İpek Yolu’nda ve Merkezi
Asya’da kaybolmuş olduğu düşünülen eski kültürlere ait olan pek çok hazineyi keşfederek ve Merkezi
Asya kaşifi olarak ün kazanan Macar Áurel Stein (Marácz, 2010: 60) bunlardan sadece ikisidir.
Bir diğer Macar seyyah Macar dilinin köklerinin Orta Asya’da olduğuna inanan Ármin
Vámbéry’dir (Çolak, 2016: 886). ( Bkz. Ek.3)
Miklós Sárközy’ye göre Vámbéry’nin amacı “Rus Çarı’nın işgali öncesinde son saatlerini
yaşamakta olan Orta Asya’ya bir seyahat yapmak, oradaki koşullar hakkında yön tayin etmek ve
Macar kadim tarihiyle ilgili olarak, bir ihtimal oradaki münasebetlerin bir haritasını çıkarmaktı.”
(Sárközy, 2013: 935).
Vámbéry bu amacını gerçekleştirmek için İstanbul’da bir ön hazırlık devresinden sonra Osmanlı
pasaportu ve ’’Reşid Efendi” adıyla Ocak 1863’te geldiği Tahran’da, Mekke’den dönen bir hacı
kafilesine derviş kıyafeti ile katılarak İngilizler hesabına yola çıktı. Seyahatnamesinde ’’seyahatini
büyük badireler atlatarak” gerçekleştirmiş imajını verse de Osmanlın’ın Hanlıklar üzerindeki itibarı,
yol güzergahında tekkeler zinciri, Mollaların yardımları sayesinde onu güvenlik içinde gerçekleştirdi
(Çolak, 2016: 886-895). Yolculuğu sırasında Hanlık merkezleri olan Hiyve, Buhara, Semerkant’a
uğrayan, Semerkant’tan Herat’a, oradan da Tahran’a geçerek yolculuğunu tamamlayan Vámbéry’nin
(Özalp, 2011: 18) güzergahı İpek Yolu’nun şehirleri idi ( Bkz. Ek.4).
1 Magyar Tudományos Akadémia (MTA), Kézirattar (El Yazmaları Arşivi), 218. f., Ms 5234/221, Áurel Stein’ın Hindistan’dan Vámbéry’ye
yazdığı 12 Ocak 1908 tarihli mektubu.
- 379-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Nüfus-Halk
Vámbéry’ye göre “Orta Asya’nın kadim ahalisini oluşturanlar, Hiyve’de Sart, Buhara’da Tacik
denilen halktır. Tacik’ler Buhara’da her yerden daha çoktur. Buhara halkının en büyük bölümünü
Türkler yeni Turanlılar oluşturmaktadır. Bunlardan sonra, Özbekler’den başlayarak Kırgızlara
varıncaya dek Tatar ulusunun çeşitli soyları görülüyordu. Buradaki Özbekler Hiyvelilerden çok farklı
değillerdi. Yalnız Taciklerle karışmaktan onlar kadar kaçınmadıklarından uluslarına özgü çehre ve
simaları bir hayli değişmişti. Bunlar hanlık içindeki ulusların en kalabalığı idiler. Buhara’da bir
miktarda Türk soyundan Mervliler vardı. Kırgızlar, Buhara’ya geliyorlardı. Ama hiçbir zaman burada
yerleşmiyorlardı.” (Özalp, 2011: 164-165).
Vámbéry Kırgızların sayısı öğrenmek istemiş, ama onlar “önce çölün kuralarını sayınız, sonra
Kırgızların sayısını hesap edebilirsiniz” demişlerdi (Özalp, 2011: 165).
Buhara’da Hz. Osman’ın halifeliği zamanında Türkistan’ı fetheden Arapların soyundan da bir
miktar insan bulunuyordu. Ayrıca birçok Yahudi bulunsa da Orta Asya halkına karışanlar çok azdı.
Sayısı 500’ü geçmeyen Hintlilere Multanî deniliyordu (Özalp, 2011: 165-166).
Vámbéry’nin tahminine göre üçte ikisi Özbek, üçte biri Tacik olmak üzere Semerkant’ın yerli
halkının tümü on beş-yirmi bini aşmıyordu.
Herat halkının ise büyük bölümünü İranlılar oluşturuyordu. Ancak göçler, İranlılara Türk ve
Tatar kanı karıştırmıştı. Kentin son istilasından önce İranlılarla kaynaşan Afganlılar bunlarla bir
ölçüde birleşmişlerdi (Özalp, 2011: 216).
Yönetim
Vámbéry’ye göre Buhara’da rütbe ve makam sahibi kimseler, bir hayli nüfuzlu idiler. Ama
Emir hem imam hem de hükümdar niteliklerini taşıdığından zorbalığı son dereceye vardırmıştı. Emirin
nüfuz ve otoritesini sağlayan baş etken halkın yapısı bakımından boyun eğmeye, kulluğa olan genel
eğilimiydi. Muzaffereddin Han’ın müstebit hükümeti kadar sağlam kurulmuş, halk tarafından körü
- 380-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
körüne boyun eğilmiş ikinci bir hükümet yok gibiydi. Han’ın kullandığı en tehlikeli silah casusluktu.
İlahi emir ve yasaklara son derece saygı gösteren Muzaffereddin Han, adaletten ayrılmamıştı. Ancak
bu adalet Doğu halkına özgü bir adaletti. Emir’in çevre İslam ülkelerindeki yaygın manevi nüfuzunun
baş nedeni medrese ve yardımlardı (Özalp, 2011: 170-175).
Orta Asya’nın kilidi olan ve stratejik konumu nedeniyle İngilizlerin göz koyduğu Herat’ta
kendisinin kılık değiştirmiş bir İngiliz olduğu kanısına varan genç Mehmet Yakup Han tarafından
kabul edilen Vámbéry (Çolak, 2016: 888), seyahatnamesinde, Yakup Han’ın sarayında “hergün halkı
huzuruna kabul ederek onlarla dört-beş saat görüştüğünü” nakletmektedir (Özalp, 2011: 219).
Din ve İnanış
Vámbéry Türkmenler hakkında bilgi verirken bu konuda şu yorumu yapmaktadır (Özalp, 2011:
72):
“İslam dininin sekiz yüz yıldan beri bu halk arasında gelenek denilen eski alışkanlıkları yok
edemediğine, din bilginlerinin öğütlerine karşın, dinin yasakladığı birçok adetlerin geçerliliğini
bugüne kadar sürdürdüğüne dikkat edilmelidir. Buna göre İslamiyet, Türkmenler ve Orta Asya’nın
diğer göçebe ve yörükleri arasında yalnız tapınma biçiminin değişmesine neden olabilmiş, başka bir
etki yapamamıştır. Başka bir deyişle Türkmenler bir zamanlar günşe, ateşe ve diğer doğal güçlere
ettikleri kulluk ve ibadeti, şimdi Hz. Muhammed’in belirlediği biçimde gerçek Tanrı’ya yapıyorlar.
Buna karşılık, tarihin bildirdiği kendilerine özgü ahlak ve eski gelenekler hala varlığını sürdürüyor;
bunların ev ve yurtları bir yerde sabitleştirilmedikçe, göçebelikleri yerleşikliğe döndürülmedikçe yok
olmayacağı kesindir.”
Thierry Zarcone “Yasak Kent Buhara” adlı eserinde (2013: 136), “XIX. yüzyılda Batı
dünyasından neredeyse tamamen kopuk bir İslam uygarlığı adacığı oluşturduğunu söylediği Buhara
Hanlığı’nda “Yasak Kent Buhara” için Vámbéry “pek çok mecliste “Buhara İslam’ın omuz gücüdür”
denildiğini duyduğunu, bu sözde abartı olmadığını” belirterek bu kenti “İslam’ın Roma’sı”
saymaktadır. Vámbéry’ye göre Buhara halkı, diğer İslam uluslarından üstün olduklarını
savunuyorlardı. Osmanlı Sultanı, Batı etkilerinin ülkeye girişine izin verdiği için, belki ölçüler içinde
eleştiriye uğramaktan kurtulamıyordu. Her kentte, dinsel buyrukların halk tarafından korunmasını ve
yerine getirilmesini gözetlemekte yükümlü “Reis” ünvanlı bir görevli bulunmaktaydı (Özalp, 2011:
175-176).
Şehircilik-Mimari
Türkmen çadırları ’’belleğinde güzel bir etki bırakan” Vámbéry (Özalp, 2011: 78) İpek Yolu
şehirleri ve mimarisi hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Buna göre Eski (Köhne), Ürgenç, Hiyve
şehrinin 40 saat kadar kuzeybatısında bulunup memleketin eski başkenti idi (Özalp, 2011: 139). Ancak
bir günde dolaşılabileceği söylenen Buhara’nın çevresi ise dört İngiliz milini aşmıyordu. Buhara
Hanlığı on iki kaza ya da nahiyeye bölünmüştü. Buhara şehri, İran’ın en küçük bir kentinin bile
altındaydı. Evleri kerpiçtendi. Biçimleri görünüşleri çok düzensizdi (Özalp, 2011: 161-163).
“Rikistan” dan, “Emir’in sarayından, Gilan Camiinden” söz eden Vámbéry “Buhara’da 8 gün
kaldıktan sonra kendini vatanında gibi görmeye başlamıştı. Kent halkı ünlü yapıların sayısının yılın
gün sayısına eşit olduğunu öne sürüyordu.” Vámbéry bir-iki yüz cami ve mescid ile seksen kadar
medreseden fazlasını görüp sayamadığını bildirmektedir (Özalp, 2011: 174). Seyahatnamesinde
Buhara’dan “Şerefli Buhara” diye söz etmektedir (Özalp, 2011: 161).
- 381-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Doğunun hemen tüm kentleri gibi yeni ve eski bir takım kalıntıları barındıran Herat merkezi ise
harap olmuştu.” (Özalp, 2011: 215).
Ekonomi
Semerkant çevresini kuşatan toprakların bereket ve verimliliğine vurgu yapan Vámbéry (Özalp,
2011: 190) artık küçük bir köy gibi kalan Eski Ürgenç yerine Hiyve’den güney doğu yönünde on bir
saat uzaklıktaki Yeni Ürgenç’ten ve Hiyve topraklarının verimliliğinden de söz etmektedir. Başlıca
ürünleri buğday, pirinç, -özellikle Göklen adı verilen türü- ,en iyi cinsi Şahbad ve Yeni Ürgenç ipeği
olan ipekti. Ayrıca pamuğu ve kökünden çok değerli bir tür kırmızı boya çıkarılan Ruyan adlı fidan da
önemliydi. Meyvelerinin lezzeti hem İran’da hem de Türkistan’da, hatta Avrupa’da bile kabul
ediliyordu. Özellikle Hezaresb’in elması, Hiyve’nin şeftalisi ve narı ünlü idi. Kavunu ise hiçbir şeyle
kıyas kabul etmezdi. Ürgenç kavunu Rusya’da da çok değerliydi. Bunun bir yükü, kışın orada
ağırlığına şekerle değiştirilirdi (Özalp, 2011: 139-140). Çok sayıda sulama kanalı ve ark açılmış öbek
öbek birçok köyün bulunduğu güzel ve geniş bir ova olan Herat ovası da çok bereketliydi (Özalp,
2011: 214).
Sanat dalı olarak Türkmen halı ve kilimlerini öven Vámbéry (Özalp, 2011: 77) yörenin başlıca
dokuma atölyelerinin de Ürgenç ve Hiyve’de bulunduğunu nakletmektedir. Ancak Hiyve’deki
dericilik Buhara’ya oranla daha geri (Özalp, 2011: 141), Buhara’nın meşini de çok ünlü idi. Vámbéry
ipek dokuma sanatının çok ileri gittiğini belirterek Hiyve, Buhara ve Hokant şehirlerindeki elbise
fiyatlarını kalitesine göre karşılaştıran bir cetvel hazırlayarak fiyat karşılaştırması yapmaktadır (Özalp,
2011: 167). Semerkant’ta ise meşin işleri ve ağaçtan yapılmış süslü at eyerleri çarşılarda çok fazla
satılmakta idi. Burada imal edilen ipek kağıtları da ün ve güzellik bakımından Buhara’nınkinden aşağı
kalmıyordu (Özalp, 2011: 190).
Vámbéry ticaret konusunda ayrıntılı bilgiler vermektedir. Buna göre Hiyve’de yapılan giysiler
Herat’ta yüksek fiyatlarla satılmakta, Hiyve’nin başlıca pazarlarından birini Buhara oluşturmaktadır.
Buhara’ya daha çok giysi ve örtü gönderilerek oradan kağıt, hediyelikler, çeşitli eşyalar, uzak
yerlerden gelen baharat, ıtriyat ve çay getirilmektedir (Özalp, 2011: 141).
Afgan vergi sistemleri de ticaret düşüncesini pek teşvik edici olmadığından Herat’ta ticari hayat
güçlüklerle karşı karşıya idi (Özalp, 2011: 216).
Vámbéry’nin bu yolculuğu sırasında Şahrud’da pamuk ve keten satın almak üzere bekleyen
Birminghamlı İngiliz ve ünlü Kafkas adlı ticaret şirketinin oradaki tesilcisi olan Rus’la karşılaşması
gözönüne alınırsa (Özalp, 2011: 223) Orta Asya üzerinde Rus-İngiliz rekabeti veya zaman zaman
ittifakı daha iyi göze çarpmaktadır (Çolak, 2016: 885-896).
Kıyafet
Ürgenç çapanı kumaşı ipek ketenden dokunan bir ürün idi. En çok dokunan alaca kumaşı hem
erkek hem kadınlar kullanıyordu. Bu giysi bütün Orta Asya’da çok makbuldu. Alaca, ipekten ve
- 382-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
yıkanmamış pamuktan dokunuyordu. Çarşı ve pazarlar bunlarla dolu idi (Özalp, 2011: 140-141).
Buhara’da Yahudiler ise başlarına Lehistan Yahudilerinin kalpağına benzeyen bir başlık giyiyorlardı.
Daha yayvanca olan kadın ayakkabıları genelikle ipek işlemelerle süsleniyordu (Özalp, 2011: 166-
167). Vámbéry’nin yazdıklarından giyim konusunda Buhara’nın itibarının fazla olduğu anlaşılıyor
(Özalp, 2011: 216-217).
Yiyecek-İçecek
“Orta Asya’da sıradan bir ziyarette bile” misafirin önüne konulan ikramdan ona verilen değer
anlatılmak istenmektedir. Yemekten kaçınmak, adetlerine aykırı bir durumdu. Ve bu ziyafet sahibine
bir tür hakaret sayılıyordu (Özalp, 2011: 130). Ekmek kelimesi ise Kırgızlara yabancı idi. Onlar yalnız
et ve sütle besleniyorlardı (Özalp, 2011: 165). Vámbéry Buhara’yı anlatırken Han’ın mutfak
giderlerinin çok az olduğunu,bunun sebebini onun da halkının en yoksulları gibi iç yağıyla pişmiş
pilavdan başka birşey yememesine bağlamaktadır (Özalp, 2011: 171). Çay şekersiz ve mısır unuyla iç
yağından yapılmış bir tür çörekle birlikte içiliyordu. Çayı üflemek edebe aykırı sayılıyor; bu nedenle
soğutmak için kasenin içinde sallayıp çalkalamak gerekiyordu. Vámbéry Buhara’da bulunduğu süre
içinde her yemeğinde haşlanmış et, en iyisinden ekmek, çay ve meyveler bulunduğundan söz
etmektedir (Özalp, 2011: 177).
Kadın
Türkmen kadınlarının toplum içindeki görevlerini sayan Vámbéry onların “resim ve nakış
sanatındaki ustalıklarından, halı kilim dokuyuşlarından” uzunca ve hayranlıkla söz etmektedir. Ancak
evlilik törenlerini “garip” olarak nitelendirmektedir (Özalp, 2011: 77).
Buhara’da kadınları şöyle anlatmaktadır (Özalp, 2011: 176-177):
“Kadınlar sokağa çıktıklarında başlarını örtüyorlar ve koyu mavi renkli, yakalı, uzun feraceler
giyiyorlardı. Yüzlerini bellerine kadar uzanan, beygir kılından örülmüş, elek olmaya bile elverişli
olmayan kaba bir peçeyle örtüyorlardı... Önemli ailelerden olan kadınlar, çarşı ve pazar gibi
kalabalık yerlere kesinlikle gitmiyorlardı. Evlerinden çıkmaya mecbur olurlarsa, yoksul ve yaşlı
kadınlar gibi giyinerek çıkıyorlardı. Hatta on sekiz-yirmi yaşındaki genç kızlar bile, tanınmamak için,
iyice örtünüp sarınarak, ellerine koca karılar gibi birer asa alıp ona dayanarak titreye titreye
yürüyorlardı. Kentin güzel kadınlarını görmek isteyenlerin, alafranga saat ondan öğleye kadar,
Rikistan ile büyük cami arasındaki caddede bulunmaları gerekiyordu.”
Demiryolu yapılmadan önce Orta Asya’ya gitmek isteyen yolcu, genellikle müslüman
tüccarlardan oluşan, kimi zaman hacıların da eşlik ettiği ve erken antikçağlardan beri bilinen yolları
- 383-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
izleyen kervanlara katılmak zorundaydı (Zarcone, 2013: 74). Vámbéry’nin Orta Asya seyahatinden
hemen sonra (Çolak, 2016: 888) Rus ordularının 1865’te Taşkent’i, 1868’de Semerkant’ı alması,
Buhara’da Rus protektorasının kurulması Orta Asya’nın mnzarasını değiştirdi. Tren, Buhara’ya
1888’de geldi. Ve Orta Asya’da yolculuk kavramı bile altüst oldu (Zarcone, 2013: 69). Örneğin
Buhara’ya açılan demiryolu artık herkese açılan şehre ölümcül bir darbe indirdi (Zarcone, 2013: 137).
Trenin hizmete girdiği 1888’den itibaren Buhara yolculuğu değişti. Bu durum şehrin çekiciliğinin bir
bölümünü alıp götürdü. Artık bir çok Avrupalı seyyah açısından Buhara bir hedef oluşturmaktan çıktı.
Örneğin Fransız G. Bonvalot’nun ilgisini Buhara’dan çok, Karakurum çölünü demiryolu ile değil deve
sırtında geçmek ve henüz keşfedilmemiş Pamir dağları çekiyordu. Bonvalot Buhara’ya bir göz bile
atmadan Semerkant’a geçmişti (Zarcone, 2013: 141).
Jules Joseph Leclercq Kafkasya ve Orta Asya’da Rus egemenliğinin kurulmasından sonra
,1890’da bu bölgenin görünümünü bir Batılının gözlemiyle aktardığı seyahatnamesinde, kendisinden
yaklaşık yirmi yıl sonra gelen Vámbéry için şöyle demektedir (Leclercg, 2015: 50):
“Bu derviş eğer 20 yıl önce yaptığı gezisini şimdi yapsaydı inanın hiç kimse onu tanımayacaktı.
Yirmi yıl önce bir kervanın içinde perişan bir hacı kılığında bin bir meşakkatle bu yolculuğu yapmak
yerine, ıssız çölün sessizliğini bozan keskin ve kaygılandırıcı siren sesli bir trenin içinde olacaktı.”
Leclercq seyahati sırasında gördüğü ve artık “Rus şehri” olarak betimlediği Taşkent’te bulunan
’’Vali General Rosenberg’in Vámbéry’yi tanıdığını ve onun tren hattından önce Orta Asya’yı dolaşmış
olmasını bir şanssızlık olarak değerlendirdiğini” nakletmektedir (Leclercq, 2015: 179). Zarcone ise
(2013: 69) Vámbéry’nin’’ böyle bir macera yaşayan son insanlardan biri, belki de sonuncusu
olduğunu bildiğini” belirtirken Buhara Tarihi (Histoire de Boukhara) gibi çalışmalarının çoğunun artık
yararlı olmasa da seyahatnamesinin, kendi deyimiyle “vahşi ve esrarengiz Orta Asya’nın son anları
üzerine değerli bir tanıklık” olduğu görüşündedir (Zarcone, 2013: 70).
Vámbéry Orta Asya’nın bu “son anları” konusunda gelenek ile değişimin karşılaştırmasını
yaparak “kaçınılmaz sonu” tespit etmektedir (Özalp, 2011: 80). Şöyle ki:
SONUÇ
Orta Asya’dan geçen İpek Yolu şehirleri birçok seyyahı ağırlamış, onlar aracılığı ile Batı, Orta
Asya ve Türk kültürü hakkında bilgi sahibi olmuştur. Bunlardan biri Macar Türkolog Ármin
Vámbéry’nin Orta Asya seyahati ve onun üzerine yazdığı seyahatnamesidir. Vámbéry’nin Orta Asya
seyahati ve yol güzergahındaki İpek Yolu şehirleri hakkında verdiği bilgiler, Rus istilasından önce
bölgeye giden son kişi olduğundan, bazı olağanüstü olaylar ve anlatım tarzı arındırıldığında, İpek Yolu
şehirlerinin sosyo-kültürel ekonomik durumu üzerine tanıklık ettiği için önem arz etmektedir.
Tarih boyunca Doğu ile Batı dünyasını birbirine bağlayarak medeniyetlerin buluşma noktası
olarak önemli görevler üslenen İpek Yolu güzergahında kültür unsurlarımızın izini sürmek mümkün
- 384-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
KAYNAKÇA
Arşiv Belgeleri
Magyar Tudományos Akadémia, Kézirattar (MTA, K) Macar Bilimler Akademisi, El Yazmaları
Arşivi,: Ms 5234/221.
Kitaplar
Árminius Vámbéry Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi. (2011). A. S. Abdülhalim (Çev.), N. A.
Özalp (Haz.), İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Frye, R. N. (2009). Antik Çağlardan Türklerin Yayılmasına Orta Asya Mirası (2.Baskı), Füsun
Tayanç, Tunç Tayanç (Çev.), Ankara: Arkadaş Yayınevi.
Leclercq, J. J. (2015). Avrupalı Gözüyle Kafkaslar ve Orta Asya (1890), Transkafkasya-Buhara-
Fergana-Tanrı Dağları, H. Birsel (Çev), İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Ligeti, L. (2011). Bilinmeyen İç Asya (3. Baskı), Sadrettin Karatay (Çev.), Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Macaristan’dan Olgular, Doğu Kaşifi Macarlar. (2014). Macaristan Dışişleri Bakanlığı,
Budapeşte: Pharma Press.
Zarcone, T. (2013). Yasak Kent Buhara 1830-1888 (I. Basım), Ali Berktay (Çev.), İstanbul: İş
Bankası Yayınları.
Makaleler
Aksoy, B. (2014). İpek Yolu Güzergahı, 03-06 Ekim 2013 tarihinde İpek Yolunda Türk Kültür
Mirası, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni’nde sunulan bildiri,
F.Atasoy (Ed.), Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 21-28.
Artıkbayev, K. (2014). İpek Yolu’nun Maveraünnehir’deki Hadis Çalışmalarına Etkisi, 03-06
Ekim 2013 tarihinde İpek Yolunda Türk Kültür Mirası, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak
Kültür Mirası Bilgi Şöleni’nde sunulan bildiri, Ankara, Türkiye. F. Atasoy (Ed.), Ankara: Türk Yurdu
Yayınları, 244-254.
Çolak, M. (2012). Türk-Macar İlişkileri Çerçevesinde Macar Türkolojisi ve “Ugor-Türk
Savaşı”, 22-24 Aralık 2011 tarihinde IV. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda sunulan
bildiri, Muğla, Türkiye. I. Cilt, Ankara: Muğla Üniversitesi, 527-542.
Çolak, M. (2016). Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya Açısından Vámbéry’nin Orta
Asya Gezisi Üzerine Düşünceler, Belleten, LXXX (289), 885-900.
Çolak, M. (2017). Macaristan’da Türkoloji, Turancılık ve Türk Dünyası (XIX. yüzyıldan XX.
yüzyıla), 11-12 Eylül 2017 tarihinde 15. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi’nde
sunulan bildiri, Komrat-Gagavuzya Özerk Bölgesi, Moldova. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, 461-465.
Çakan, V. (2008). Dünden Bugüne İpek Yolu Beklentiler ve Gerçekler. İçinde Tarihi Süreç
İçerisinde Kaşgar’ın İpek Yolu Üzerindeki Konumu, (Ss. 208-220). İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Dilbaş, G. (2008). Dünden Bugüne İpek Yolu Beklentiler ve Gerçekler. İçinde İpek Yolunda Bir
Macar Seyyahı: Kőrösi Sándor Csoma (1784-1842), (Ss. 222-226). İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Diyarbekirli, N. (2008). Dünden Bugüne İpek Yolu Beklentiler ve Gerçekler. İçinde İpek Yolu
ve Türkler: Sanat, Kültür ve Mimariye Doğu-Batı Yolunda Yaptıkları Katkılar, (Ss. 15-33). İstanbul:
Ötüken Neşriyat.
Kırbaş, G. (2008). Dünden Bugüne İpek Yolu Beklentiler ve Gerçekler. İçinde Kültür
Turizminde İpek Yolu’nun Yeri, (Ss. 70-76). İstanbul: Ötüken Neşriyat.
- 385-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kudat, A. (2014). Medeniyetler Güzergahı İpek Yolu. İçinde M. Bulut (Ed.), İbn-i Cezeri’nin
İpek Yolu Coğrafyasına Bıraktığı İlmi Miras, (Ss. 37-54). İstanbul: Sabahattin Zaim Üniversitesi
Yayınları.
Marácz, L. (2010). XVI. Türk Tarih Kongresi. İçinde The 'Other', Less Known Arguments In
The 'Ugric-Turkish War' And Its Consequences, I. Cilt, (Ss. 121-158). Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Özey, R. (2014). İpek Yolu’nda Türk Dünyasının Coğrafyası ve Jeopolitiği, 03-06 Ekim 2013
tarihinde İpek Yolunda Türk Kültür Mirası, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür
Mirası Bilgi Şöleni’nde sunulan bildiri, F.Atasoy (Ed.), Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 328-358.
Özkeçeci, Ş. B. (2014). Medeniyetler Güzergahı İpek Yolu. İçinde M. Bulut (Ed.), İpek
Yolu’nun Geri Bildirimi: Modernleşme, (Ss. 37-54). İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Yayınları.
Sárközy, M. (2013). Vámbéry Ármin és Perzsia, Magyar Tudomány, (81), 934-943.
Yereli, A. B. (2014). Yeniden Canlanan İpek Yolu’nda Ekonomi Stratejiler, 03-06 Ekim 2013
tarihinde İpek Yolunda Türk Kültür Mirası, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür
Mirası Bilgi Şöleni’nde sunulan bildiri, F.Atasoy (Ed.), Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 301-307.
- 386-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
EKLER
E
k 2:
Seme
rkant
(1898
)
K
ayna
k: :
Magy
ar
Népr
ajzi
Múze
um
Levél
tára: Macar Etnografya Müzesi Arşivi
Budapeşte/MACARİSTAN
- 387-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 388-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Tugay ARAT*
B. Oğuzhan YİĞİT**
ÖZET
Ahlaki hareketlerin ve kaidelerin dayandıkları temelleri ve yöneldikleri değerleri anlatan etik,
iyinin ve kötünün ayrımını yaparak, mesleki profesyonelleşmeyle ilgili işletmelerin taşıması gereken
idealleri anlatmaktadır. Bütün sektörler bakımından önemli olan etik, turizm sektörünün hizmet veren
sektörler arasında bulunması ve hem üretim hem de tüketimin meydana geldiği işletmelerde ortaya
çıkması sebeplerinden dolayı ayrı bir önem arz etmektedir. Bu sebeple etik değerlerin iyi anlaşılması,
turizm işletmelerinde yaşanan problemlerin en aza indirilmesinde son derece etkilidir. Bu çalışmanın
amacı, turizm sektörü çalışanlarının turizm pazarlamasında, etik davranış bilinç düzeylerinin tespitidir.
Bunun için turizm işletmelerinde çalışanların etiksel yaklaşımlarını ölçmek için anket tekniği
kullanılmıştır. Araştırma sonucuna göre, Konya şehir merkezinde bulunan turizm işletmelerinin, etik
değerler konusundaki bilinç düzeylerinin yüksek olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Turizmde Etik, Turizm İşletmeleri
ABSTRACT
The ethical theory that describes the moral movements and the bases they are based on and the
values they are faced with, describes the ideals that the businesses related to occupational
professionalization should carry by distinguishing between good and bad. Ethical theory, which is
important for all sectors, has particular importance because of the facts that the tourism sector is
among the serving sectors and they emerges in businesses where both production and consumption
take place. For this reason, a good understanding of ethical values is very effective for minimizing the
problems experienced in tourism enterprises. The aim of this study is to determine the level of ethical
behavior consciousness in tourism marketing of tourism sector employees. For this, survey technique
was used to measure the ethical approach of employees in tourism enterprises. According to the results
of the research, it is seen that the tourism enterprises located in the city center of Konya have high
consciousness levels regarding ethical values.
Keywords: Ethic In Tourism, Tourism Businesses
GİRİŞ
Günümüzde, etkinlik alanı ne olursa olsun bütünüyle işletmeler, ortaya koymuş oldukları
faaliyetleri bakımından bir hayli etik sorunla karşılaşmaktadır. İşletmeler bilhassa pazarlama
uygulaması anındaki etkinlikleri, etik konusunda en çok istismar edilen konuların başında gelmektedir.
Bilhassa baskıcı satış veya ücret farklılaştırılması, aldatıcı reklam vb. uygulamalar etik açısından
karşımıza çıkan problemlerin yalnızca belirli bir bölümünü meydana getirmektedir. Bu durum hizmet
pazarlaması açısından irdelendiğinde, hizmet pazarlamasının, hizmetlerin üstlendikleri bir takım
özelliklerden ötürü etik dışı bazı pazarlama uygulamalarına başvurdukları görülmekte ve geleneksel
mal pazarlamasına nispeten daha fazla fırsat verdiği genel bir düşüncedir (Zengin ve Kuyucu,
2008:261).
* Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği Bölümü, tarat@selcuk.edu.tr
** Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Seyahat İşletmeciliği ve Turist Rehberliği Bölümü, boguzhanyigit@gmail.com
- 389-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Hizmetin yoğun olduğu, çeşitli kültürü içinde barındıran hem çalışan hem de müşteri olarak
milletlerarası normlara göre hareket etmek zorunda olan turizm sektöründe etik, çok önemli bir
konudur (Sarıışık vd., 2006:24).
Turizm alanındaki gelişmelere paralel olarak, tatile çıkmanın zaruri bir ihtiyaç haline
gelmesiyle birlikte artan turizm hareketleri endüstrinin yapısı gereği sürekli insan ilişkilerinin
kurulması, yanında etik ile alakalı birçok problem de getirmiştir (Zengin ve Kuyucu, 2008:262).
“Tour” sözcüğü dairesel hareket etmeyi, iş maksadıyla veya eğlenmek amaçlı yapılan yer
değiştirmeyi ifade etmektedir. “Touring” kelimesi ise eğlenmek amaçlı yapılan yolculuklar için
kullanılan bir tabirdir. Bu sözcükler yolculuğa başladıkları yere dönmek üzere çıkılan yolculukları
ifade etmektedir (Dolmacı ve Bulgan, 2013:4857) ve tatil yapmak, eğlenmek ve yeni yerler keşfetmek
amacıyla yapılan bireylerin sürekli ikamet ettiği yer dışına seyahat etmesi ve konaklama hizmetinden
yararlanmasıyla yapılan aktivitedir (Şahiner,2012:7). Ayrıca çalışanların, yoğun iş temposu sonucunda
psikolojik olarak rahatlamak isteği sonucunda meydana gelen yer değiştirmek değişikliğe ihtiyaç
duyma isteğidir (Aydın,2012:91). Bütün sektörler tarafından önemli olan etik ilkelerinin turizm
endüstrisinin bir hizmet alanı olması nedeniyle tüketimin ve üretimin gerçekleştiği işletmelerde ortaya
çıkması önemini kat kat arttırmaktadır (Dolmacı ve Bulgan, 2013:4858).
Turizm Pazarlaması, uygun pazarlama konseptlerini, ülke, şehir, tatil beldesi gibi hedeflere
çekmek için kullanılan stratejiyi planlamak için kullanılmaktadır (Bonita ve Kolb, 2006:2). UNWTO
turizm pazarlamasını, turizm ürün ve hizmetini tüketiciyle buluşturan işletmenin satışlarından
maksimum kazanç sağlamayı hedefleyen ve tüketicinin arz ve talebine uygun bir şekilde düşünerek
pazarlanan turistik ürünle alakalı, araştırma, tahmin ve seçim yapmayı amaç edinen bir yönetim
felsefesi şeklinde tanımlamıştır (Kılıç ve Demir, 2017: 73).
Pazarlama, her bir bireyin ve grupların arz ve taleplerini karşılamak amacıyla bir değer ortaya
koyan malların üretilmesi, müşterinin hizmetine sunulmasını ve değişimini içeren toplumsal ve
yönetimsel bir süreçtir. Turizm pazarlaması ise turistik mal ve hizmetlerin doğrudan veya dolaylı
olarak turizm aracıları vasıtasıyla üreticiden nihai tüketici olan turiste sunulması ve yeni kullanım
alanlarının ve isteklerin ortaya konulması ve bunları sattığı hizmetle karşılanması ile ilgili etkinliklerin
tümünü kapsamaktadır. Turizm pazarlamasının ilk basamağını turistik ürün oluşturmaktadır. Turizm
işletmelerinin ürettiği mal ve hizmetler diğer sektörlerde üretilen ürünlerden çok daha farklıdır.
Turistik ürün; turistlerin seyahatleri süresince faydalandıkları konaklama, yeme- içme, ulaşım, eğlence
ve turizmle alakalı birçok bölümün sentezinin sonucunda ortaya çıkan üründür. Turizm işletmesi bir
- 390-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ETİK KAVRAMI
Bütün sektörler bakımından önemli olan etik, turizm sektörünün hizmet veren sektörler arasında
bulunması ve hem üretim hem de tüketimin meydana geldiği işletmelerde ortaya çıkması
sebeplerinden dolayı ayrı bir önem arz etmektedir. İşletmelerin bazı sorumlulukları bulunmaktadır, en
önemlileri sosyal değerler, ekonomi ve etiktir (Dolmacı ve Bulgan, 2013:4856). Etik, doğruyla
yanlışın birey tarafından ahlaki öğeler ve değerleri göz önünde bulundurarak düşünmesi olarak
bilinmektedir (Zengin ve Kuyucu,2008:262). İşletmelerin aldığı kararlar ve gösterdiği davranışların
etiksel öğelere uygun olması, onların ahlaklı kuruluş ve temiz kuruluş açısından işletmenlerin iç ve dış
çevrelerindeki kurumsal itibarlarının ve imajlarının yükselmesinde etkiye sahiptir (Saylı vd.,
2009:173). Etik, bilimsel anlamda felsefenin bir dalı olarak ortaya çıkmıştır. Etik, düşünsel ve
uygulama alanlarında birçok farklı şekilde yorumlanmıştır. Etik, doğru ve yanlışın ne olduğu hakkında
toplum içindeki her bir birey için geçerli kaideler bütünüdür (Gül ve Gökçe, 2008:378). Etik, ahlaki
tutum, hareket ve yargılarla biçimlenen felsefe ve ilmin mühim parçası ve hatta çalışma alanıdır
(Dolmacı ve Bulgan, 2013:4855). Etik, ahlaki hareketlerin ve kaidelerin dayandıkları temelleri ve
yöneldikleri değerleri anlatan disiplindir, iyinin ve kötünün ayrımını yapar. Etik, tutumlara felsefi bir
olguymuş gibi bakarak anlam kazandırarak, doğruyu - yanlışı, ödevlerimizi - yükümlülüklerimizi ve
toplumsal sorumluluklarımızı sorgular (Usta, 2011:40).
Dünya Turizm sektörün de önemli bir yere sahip olan ve turizm sektörüne yön verecek olan
''Küresel Turizm Etik İlkeleri’nin (Global Code of Ethics) ilk somut adımları Türkiye'de atılmıştır.
İstanbul da 1997 yılında Dünya Turizm Örgütü (WTO) tarafından düzenlenen genel kurulda küresel
etik ilklerinin hazırlanması için komite kurulmuştur. Temelleri 1997 yılında atılan küresel etik ilkeleri
1998 yılında hazırlanmış ve 1 Ekim 1999 'da Şili'nin Santiago kentinde düzenlenen toplantıda
onaylanmıştır (Aslan ve Kozak, 2006:51). Turizm endüstrisinde gerek pazarlama çevresinde gerekse
endüstriyi ilgilendiren diğer çevrelerde (Yönetsel, çevresel, toplumsal vb.) etik dışı uygulamaların
önüne geçmek en aza çekmek amacıyla özünde bireye, doğal ve kültürel unsurlara saygı anlayışı yatan
ve Dünya Turizm Örgütü aracılığıyla 1 Ekim 1999’da Santiago’da 10 maddelik bir Küresel Turizm
Etik ilkeleri, sektörde profesyonelleşmiş kadroları, çalışanları, hizmeti alan tüketicileri, bölgede
- 391-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
yaşayan yerli halkı ve turizmin şekillendiği doğal alanı beraber ele alarak yüksek standartlı bir
uygulama konsepti oluşturmayı amaçlamıştır (Zengin ve Kuyucu, 2008:265). Dünya Çapında
Yayımlanmış Turizm Etik İlkeleri şöyledir; 1.Turizmin Toplumlararası Karşılıklı Anlayışa Katkısı,
2.Turizmin Bireysel ve Kollektif Yönleri, 3.Sürdürülebilir Gelişmenin Unsuru Olarak Turizm,
4.Kültürel Mirası Kullanan ve Zenginleştiren Unsur Olarak Turizm, 5.Ülke ve Toplumların Refahını
Artıran Bir Faaliyet Olarak Turizm, 6.Turizmin Geliştirilmesinde Tarafların Yükümlülükleri,
7.Turizme Katılma Hakkı, 8.Turizm Hareketinde Özgürlük, 9.Turizm Sektöründe Çalışanların ve
Girişimcilerin Hakları, 10.Turizmde Global Etik İlkelerin Uygulanması şeklindedir WTO.(2018)
(http://ethics.unwto.org/sites/all/files/ docpdf/ turkey .pdf)
Geçmişteki etik değerlerin günümüzdeki etik değerlere nazaran daha dominanttır. Günümüzde
yazılı olarak taahhüt edilen anlaşmalar bile yerine getirilmezken geçmişte sözlü anlaşmaların
geçerliliği ve gücü günümüze göre verilen sözlere sadakati daha fazladır. Bununla birlikte geçmişteki
değerlerin kaybedildiği görülmektedir (Şahin, 2011:157).
Uygulamada etik kodlarının değişik fonksiyonları vardır. Etik kodlar, mesleki
profesyonelleşmeyle ilgili taşımaları gereken bütün idealleri anlatmakta, işletmelerin daha yasal bir
yapıya bürünmesi için yardım etmekte, üyelerin kullanacakları uygulamaları düzenlemekte ve belirli
bir standarda oturtmaktadır. Ayrıca profesyonelleşenlerin arasındaki ilişkileri ana hatlarıyla ortaya
koymaktadır (Zengin ve Kuyucu, 2008:265). Sektörde Globalleşmeyle beraber işletmelerde etik
kavramı ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte işletmeler ve çalışanlar neyin doğru neyin yanlış hangi
durumlarda olaylara nasıl yaklaşması gerektiği de ortaya çıkmıştır. İşletmelerde etik konusunun
gündeme gelmesiyle birlikte, doğru davranışın ne olduğu, işletmenin ve çalışanlarının hangi durumda
ne şekilde davranmasının gerektiği konusu da gündeme oturmuştur (Şahin,2011:172).
YÖNTEM
Araştırmanın yöntemi betimleyicidir. Betimleyici yapıdaki bu araştırmanın evreni Konya şehir
merkezi otel işletmeleri ve seyahat acentalarıdır. Örneklemi ise seksen iki turizm işletmesidir.
Örneklem belirlemede Kolayda örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çalışmanın amacı, turizm sektörü
çalışanlarının turizm pazarlamasında, etik davranışlar hakkındaki tutumlarını belirlemek ve bazı
değişkenlere göre tutumlar arasındaki ilişkiyi tespit etmektir. Bunun için turizm işletmelerinde
çalışanların etik konusundaki tutumlarını ölçmek için anket tekniği kullanılmıştır. Anketin ilk
bölümünde, işletme çalışanlarının pazarlama faaliyetlerinde uyguladıkları etiksel yaklaşımları ölçmek
üzere yirmi dört soru bulunmaktadır. Sorular beşli likert ölçeğine göre (1-Hiçbir zaman, 2-Nadiren, 3-
Bazen, 4-Çoğunlukla, 5-Her zaman) hazırlanmıştır. Araştırmada kullanılan anket Zengin Burhanettin
ve Kuyucu Sezer’in “Sakarya’daki Turizm İşletmelerinin Turistik Pazarlama Faaliyetlerinde Etik
Davranışları Algılama Biçimleri” adlı çalışmalarından aynı şekilde alınarak uygulanmıştır.
- 392-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
BULGULAR
Tablo 1. Güvenirlik Katsayıları
Cronbach Alfa
Güvenirlik Katsayısı
24 Maddelik Anket 0,92
Anketin güvenirlik derecesi Alpha = 0,92 olarak bulunmuştur. Bu değerler anketin güvenilir
olduğunu göstermektedir.
Tablo 2. Demografik Yapı
Medeni Durum Sayı Yüzde Eğitim Durumu Sayı Yüzde
Evli 46 56,1 İlköğretim 3 3,7
Bekâr 36 43,9 Lise 9 11
Yaş Ön Lisans 28 34,1
18-25 18 22 Lisans 38 46,3
26-33 28 34,1 Lisansüstü 4 4,9
34-41 17 20,7 Deneyim
42 ve üzeri 19 23,2 1-5 yıl 30 36,6
Cinsiyet 6-10 yıl 29 35,4
Kadın 18 22 11-15 yıl 9 11
Erkek 64 78 16-20 yıl 6 7,3
Toplam 82 100 21 ve üzeri yıl 8 9,8
- 393-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ürün tasarım aşamasından başlayarak konukların çıkarı ve iyi niyet gözetilir. 4,5366 ,78873
Her aşamada konuklar vazgeçme hakkına sahiptir. 4,2561 ,87222
Taahhüt edilen fakat konuklar tarafından beğenilmeyen ürün konukların istekleri doğrultusunda
4,2195 ,81687
değiştirilir.
Satış sırasında yapılan vaatler tam olarak karşılanmaktadır. 4,6707 ,60969
İşletmeler verilen reklamlarda gerçekçi olmayan ve yanıltıcı unsurlara yer vermemektedir. 4,5366 ,83437
Reklam ve broşürlerde gereken tüm bilgilendirme yapılır. 4,6220 ,71389
Konuklara hak ve menfaatleri gerekli şekilde bildirilmektedir. 4,6707 ,68592
Fiyatlar tüm konuklar için eşit ve adildir. 4,6463 ,80694
Fiyat belirlenirken, fiyat kapsamında verilecek hizmetin tam karşılığı olması gözetilir. 4,7439 ,56242
Konuklar ödediği fiyatın karşılığında ne alacağını tam olarak bilir. 4,7317 ,68581
Araştırmaya katılan turizm çalışanlarının etik ile ilgili yargılara katılımları Tablo 3’de
gösterilmektedir. En yüksek katılım 4.74 ortalama ile “Fiyat belirlenirken, fiyat kapsamında verilecek
hizmetin tam karşılığı olması gözetilir” ve “Turizm işletmelerinde konukların memnuniyetini
karlılığın üzerinde gören bir anlayış hakimdir” yargılarıdır. Buna göre Konya’da bulunan turizm
işletmesi çalışanlarının müşteri memnuniyeti odaklı hizmet verdikleri, hizmet – fiyat dengesini iyi bir
şekilde muhafaza ettiklerini söylemek mümkündür. Genel olarak tüm yargılara katılım yüksek
düzeydedir. Ancak “bazen” şeklinde görüş belirtilen, katılımın düşük olduğu yargılar da
bulunmaktadır. Bunlar; Turizm işletmelerinde, etik ilkelerin personele bildirilmesi, etik kural ve
ilkelerin yazılı listesinin bulunması ve işletmeye ya da konuklara karşı etik dışı davranış gösteren iş
görenin cezalandırılması konusundadır. Etik kuralların yazılı hale getirilmesi ve bu kurallara
uyulmasının sağlanması gerekmektedir.
Tablo 3. İşletmelerin Etik Davranışları
Etik Tutumlar
Deneyim Pearson Correlation 1 -,072
Sig. (2-tailed) ,517
N 82 82
Eğitim Durumu Pearson Correlation 1 -,229 (*)
Sig. (2-tailed) ,039
N 82 82
Yaş Pearson Correlation 1 ,046
Sig. (2-tailed) ,679
N 82 82
Cinsiyet Pearson Correlation 1 -,029
Sig. (2-tailed) ,799
N 82 82
*p<0,05
Araştırmaya katılan turizm çalışanlarının deneyimleri ile etik tutumları arasında bir ilişkinin
tespiti için Pearson Correlation analizi yapılmıştır. Buna göre anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Aynı
şekilde yaş ve cinsiyete göre de etik tutumlar arasında bir ilişki yoktur. Ancak turizm çalışanlarının
eğitim durumuna göre, etik tutumları arasında anlamlı pozitif yönlü zayıf korelasyon bulunmaktadır.
SONUÇ
Dürüstlük ve adalet olgularına dayanmakta olan etik değerlerin, en üst yöneticilerden en alt
kademedeki çalışanlara kadar herkes tarafından doğru bir şekilde algılanması, içselleştirilmesi ve
- 394-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
davranışlara yansıtılması gereklidir. Etik, turizm sektörünün hizmet veren sektörler arasında
bulunması ve hem üretim hem de tüketimin meydana geldiği işletmelerde ortaya çıkması
sebeplerinden dolayı ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü turizm sektöründe özellikle misafir
ilişkilerinde çıkan problemlerde etik ihlalleri görmek mümkündür. Bu ilişkilerinin kalıcı ve sağlıklı
olması için, belirli bir etik temele dayılı olarak gerçekleşmesi gereklidir.
Araştırma sonucuna göre Konya’da bulunan turizm işletmesi çalışanlarının etik tutumlarının
yüksek olduğu görülmektedir. Turizm işletmesi çalışanlarının görüşüne göre; müşteri memnuniyetine
önem verdikleri, konuklara hak ve menfaatleri çerçevesinde gereken bilgilendirmeyi yaptıkları, bu
sayede konukların ödediği fiyatın karşılığında ne alacağını tam olarak bildikleri, satış sırasında
yapılan vaatleri tam olarak karşıladıkları belirtilmektedir. Turizm çalışanlarının eğitim durumuna göre,
etik tutumları arasında anlamlı pozitif yönlü zayıf korelasyon bulunmaktadır. Bu sebeple alanında
eğitim görmüş kişilerin istihdam edilmesi de önemli bir husustur.
Turizm işletmeleri çalışanlarının pazarlama faaliyetleri sırasında etik kurallarına uymamaları
kısa süre zarfında işletmeler açısından herhangi bir sorun teşkil etmese de uzun vadedeki hedeflerde
işletmelerin hem karlılığını düşürecek hem de müşteri kaybetmesine neden olacaktır. Tam tersi
durumda işletmelerin pazarlama faaliyetleri sırasından çalışanların etik kurallarına uyması müşteri
memnuniyetinin artmasını sağlayacaktır. Bununla birlikte müşterilerin işletme ve çalışanlarından
memnun kalması kulaktan kulağa pazarlama yoluyla işletmelerin müşteri kazanması ve turizm
pazarında elde etmesini sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
Aslan A, Kozak M. (2006). Turizmde Gelişme ve Etik Sorunları: Üniversite Öğrencileri
Üzerinde Bir Araştırma, Ege Akademik Bakış Dergisi, 6(1),s: 49-61.
Aydın O.(2012). Türkiye’de Alternatif Bir Turizm; Sağlık Turizmi, KMÜ Sosyal ve Ekonomik
Araştırmalar Dergisi, 14 (23),s: 91- 96.
Aydın U.(2011). Kuramdan Uygulamaya Kamu Yönetiminde Etik ve Ahlak. Kahramanmaraş
Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 1(2), s:39-50.
Bonita M, Kolb P.(2006).Tourism Marketing For Citiesand Towns,Routledge Yayınları
Newyork-London ,s: 2.
Dolmacı N, Bulgan G. (2013). Turizm Etiği Kapsamında Çevresel Duyarlılık, Journal of Yaşar
University, 29(9), s: 4853-4871.
Gül H, Gökçe H. (2008). Örgütsel Etik ve Bileşenleri. Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi, 13,(1), s: 377-389.
Kılıç S, Demir S. (2017). Turizm Pazarlamasında Yerli Turistlerin Turizm Talebini Etkileyen
Faktörlerin Belirlenmesi: Sinop İli Örneği, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 10,
Sayı 1, Haziran 2017, s: 71-98.
Payne D, Dimanche F.(1996).Towards a Code of ConductfortheTourismIndustry: An Ethics
Model Journal of Business Ethics 15: 997-1007, 1996 KluwerAcademicPublishers. Printed in the
Netherland, s:997-998
Sarıışık M , Akova O. Çontu M.(2006). Otel Yöneticilerinin Etik Politika ve Yöntemlere
Yaklaşımları Üzerine Ampirik Bir Araştırma. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 17(1), s:22-34.
Saylı H, Ağca V, Kızıldağ, D, Uğurlu Ö Y. (2009). Etik, Kurumsal İtibar Ve Kurumsal
Performans İlişkisini Belirlemeye Yönelik İlk 500 İşletme İçinde Yapılmış Bir Araştırma. Süleyman
Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi Fakültesi Dergisi, 14 (2), s: 171-180.
Şahin, B. (2011), “Seyahat Acentalarının Pazarlama Faaliyetlerinde Etik Karar Verme Süreci:
İstanbul Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Balıkesir.
- 395-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şahiner, T. (2012). İnanç Turizm Potansiyeli ve Halkın İnanç Turizmine Bakışı Açısından
Karaman,(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)Kahraman Oğlu Mehmet Bey Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı. Karaman.
Uyar.(2014).PazarlamaEtiği,http://www.tevfikuyar.com/2014/blog/fikir-yazilari/makale-
pazarlama-etigi.html(E .T 25.04.2018).
WTO.(2018).http://ethics.unwto.org/sites/all/files/docpdf/turkey.pdf(E.T.22.04.2018).
Zengin,B, Kuyucu,S.(2008).Sakarya’daki Turizm İşletmelerinin Turistik Pazarlama
Faaliyetlerinde Etik Davranışları Algılama Biçimleri, Geçmişten Günümüze Sakarya Turizmine
Akademik Bir Bakış Kitabı, Melisa Matbaacılık, s:261-272.
- 396-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ÖZET
Bu bildiride, Buhara, Semerkand, Hive ve Hokand gibi Türkistan hanlıklarından İstanbul’a
gönderilen elçiler, Osmanlı-Türkistan hanlıkları arasındaki münasebetler çerçevesinde, Osmanlı arşiv
belgelerine göre incelenmektedir. Yavuz Sultan Selim devrinde, Çaldıran zaferinden sonra,
Semerkand hakimliği ile başlayan bu sağlam ve derin ilişkilerin esası, İran’da on beşinci yüzyıl
sonlarında kurulan Safevi devletinin resmi ideolojisini oluşturan Şiiliğe karşı ortak bir ittifak
oluşturmaktı. Zamanla bu ittifak Çarlık Rusyasına karşı da yapıldı. İstanbul, Türkistan’dan gelen tüm
insanlara açık kaldı. Osmanlı Sultanları, bunlara her türlü maddi ve manevi desteği verdiler. Hem
Maveraünnehir bölgesinde hem de Osmanlı coğrafyasında, Sünniliğin yayılması için hem Hanlar hem
de Sultanlar birlikte hareket etmek istediler. Bu sebeple, Türkistan’dan pek çok elçi İstanbul’a geldi.
Bunlar Osmanlı Divanında kabul edildiler. Gereken saygıyı Osmanlı yöneticilerinden gördüler.
Anahtar Kelimeler: Semerkand, Buhara, Hive, Hokand, Özbekistan, Şeybaniler, Maveraünnehir
ABSTRACT
Uzbeqi Envoys from Turkistani Khanate to Ottoman Istanbul in the Ottoman period In this
paper, according to Ottoman archival documents of Istanbul of Turkey, Uzbeqi envoys sent from
Turkistani Khanate to Ottoman Istanbul will be discussed from Ottoman-Turkistan Khanate relations
point of view. In the reign of Yavuz Sultan Selim, Ottoman Sultan, Ottoman-Samarqand diplomatic
relations began after the victory of Chaldiran from the beginning of the sixteenth century. The basis
and heart of these relations was to found a common alliance against Shi’a that was official ideology of
Safawid Empire of Iran. This alliance will contain also against Czardom Russia in future. Ottoman
government accepted all Muslim Turkistani people from Central Asia in Istanbul, the center of Islamic
Caliphate. Ottoman Sultans supported them in material and in moral in Istanbul. Both Khans and
Sultans aim to spread Sunnism over their countries. Because of the Sunnism sect of Islam, many
Uzbeqi envoys came to Istanbul from the center of Central Asian Muslim Khanate. They were
respectfully accepted by Ottoman Sultans in the divan of Istanbul and received many of worthy gifts
given by Ottoman Sultans and his viziers.
Key words: Samarqand, Bukhara, Hiwa, Khoqand, Uzbekistan, Mawaraunnahr, Sheybanids
Buhara Hanlığı1 (1500-1868), Hive Hanlığı2 (1512-1873) ve Hokand Hanlığı3 (1710-1865) gibi
Türkistan hanlıklarından, on altıncı yüzyıl başlarından itibaren, çeşitli amaçlar için pek çok kişi
Osmanlı Devleti’nin başkenti ve hilafet merkezi İstanbul’a gelmiştir. İstanbul, Türkistan
Müslümanlarına daima açık bırakılmıştır.
- 397-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Bu bildirimde, Osmanlı Devletinin, Türkistan’da asıl muhatabı olan önce Semerkand, sonra
Buhara Hanlığı ile olan diplomatik ilişkilerinin mahiyeti üzerinde özet olarak duracağım. Buhara ve
Semerkand ile İstanbul arasında, her iki taraftan, hacılar, elçiler, seyyahlar, tacirler, dervişler, hocalar
ve askerler geldiler ve geri döndüler. İstanbul’a gelenlerin bir kısmı geri ülkelerine dönerken, bir kısmı
dönmedi, bir kısmı ise İstanbul’da vefat etti ve burada defnedilmiştir.
Buhara Hanları, önce Safevilerin (Şah İsmail) Maveraünnehir’e tecavüzlerine karşı, daha sonra
da Çarlık Rusya’sının saldırılarını önleyebilmek için, Osmanlı Devletinin askeri ve fikri desteğini
kazanmak istediler. Bunun için her iki taraf Sünni esasa dayalı bir ilişki kurdular. İstanbul’da
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde, Özbek Hanlığından İstanbul’a gönderilmiş olan elçiler ile
İstanbul’dan Buhara Hanlığına gönderilmiş olan elçiler ile ilgili Farsça, Arapça ve Osmanlı Türkçesi
ile yazılmış arşiv belgeleri bulunmaktadır. Bu belgeler, Özbek-Osmanlı diplomatik ilişkileri açısından
ciddi biçimde henüz değerlendirilmiş değildir. Ayrıca, Türkistan’da bulunan Özbek hanları, Osmanlı
Sultanlarına hitaben nameler kaleme almışlar ve çeşitli hediyelerle birlikte bu nameleri elçileri
vasıtasıyla İstanbul’a göndermişlerdir. Aynı usul, Osmanlı bürokrasisinde de vardı. Yavuz Sultan
Selim döneminden itibaren Osmanlı Sultanları ve vezirleri, Semerkand ve Buhara’ya nameler ve
mektuplar gönderdiler. Bunlar, Arapça, Farsça veya Osmanlı Türkçesi olarak kaleme alındı. Bu
diplomatik yazışmalar ile Osmanlı bürokrasisinin tutmuş olduğu arşiv belgeleri, Türkistan
Hanlıklarıyla Osmanlı Devleti arasında çok sıkı ve samimi münasebetlerin olduğu görülmektedir.
Bildiğimiz kadarıyla, şimdilik, Osmanlılar açısından ilk ciddi münasebet, yazılı belge, Yavuz
Sultan Selim’in, Semerkand Hanı Ubeydullah’a (1533-39) gönderdiği, Mart 1514 (Muharrem 920)
tarihli Arapça mektuptur.1 Bu mektupta, Safeviler (dale-i Rafaza) aleyhine ittifak kurulmasından söz
edilir. Şeybani Hanı Ubeydullah Han, Nizameddin Muhammed beyi elçi olarak İstanbul’a
göndermiştir. Bu mektupta, Yavuz Selim Selim, Ubeydullah hanı ‘ izzet, devlet, refet, saadet, sıyadet
ve emaret sahibi melik’ olarak tanımlar ve kendisini, ‘önde gelen milletlere sahip, çok uzak ülkelere
yönelmiş, Kubbe-i Hadra’ya kadar kamet getirilmesini sağlayan, İslam’ın sancağını yükselten,
emniyet ve amanı gözeten, adalet ve ihsanı yayan, tariften ve tavsiften uzak, İslam ve Devlet’in büyük
kişisi ve uhuvveti destekleyen’ kişi olarak tanımlar.2 Ubeydullah Han, Ağustos 1524 (920
Cemaziyelahir) tarihli bir mektup ile, Sultan Selim’in bu mektubuna cevap vermiştir. Arapça olarak
yazılan bu mektupta, Safeviler aleyhinde (zenâdıka-i evbâş ve melâhide-i Kızılbaş) ifadeler bulunur ve
Yavuz Sultan Selim, ‘halife, sultan, hakan, padişah, şah, melik, hudavendigar, hidiv, şehriyar’ olarak
tanımlanır. Ayrıca, ‘Müslümanların ve gazilerin sığındığı kişi, müşrikler ile kafirlerin katili, mülhid ve
fecereleri (Safeviler) ortadan kaldıran kişi, fetih ve kurtuluşun babası’ olarak kabul edilir.3 Yavuz
Sultan Selim, Edirne’de yazılan 10 Eylül 1515 (evahir-i Recep 921) tarihli Arapça başka bir mektubu
Ubeydullah Han’a göndermiştir. Bu mektupta, Çaldıran zaferinden sonra, Safevilerin bastırıldığı ifade
edilir: ‘Kızılbaş-ı evbaş ile mabeynde vaki olan ahval ve macera mufassalen ruşen ve zahir olduğu’
beyan edilerek, Şeriat’in yayılması ve bu zulmün (Rafaza) ortadan kaldırılması için İslam
Sultanlarının yapmaları gerekenin ‘farz-ı ayn’ olduğu belirtilir. Bu mektubuna Hace-i Isfahanî, bir
‘manzume-i tazarru’’ ile karşılık vermiştir. Bu şiirde, Hace-i Isfahanî, Yavuz Selim’i ‘muzaffer şah,
sultan, halife, Rum-ı kayser, melik-i kerim ve İskender-i sani’ sıfatlarıyla övmektedir.4
Özbek Hanları ile olan diplomatik ilişkiler, Kanuni Sultan Süleyman döneminde de devam
etmiştir. Ubeydullah Han, Kanuni Sultan Süleyman’a 941 tarihli bir name göndermiştir. Ubeydullah
Hanın, vezir İbrahim Paşa’ya hitaben 941 tarihli bir mektubu vardır. Abdüllatif Han, Buhara tahtına
- 398-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
oturduğunu bildiren 947 tarihli bir nameyi Kanuni Süleyman’a göndermiştir. 1Azerbaycan ve Irak-ı
Acem’i fethetmesi münasebetiyle Sultan Süleyman, Semerkand hakimi Abdüllatif Hana (1540-1551)
hitaben bir name kaleme aldırmıştır. Bu namede, Yavuz döneminde Semerkand hanı Ubeydullah hana
hitap edildiği gibi, Abdüllatif Han ‘saadet, izzet, devlet ve memleket sahibi olarak’ tanımlanmış ve
‘adaleti gözeten, emniyet ve amanı sağlayama çalışan, din ve İslam dünyasının yiğit kişisi’ olarak
belirtilmiştir.2 Abdüllatif Han, Baba Şeyh isimli bir elçiyi name ile İstanbul’a göndermiştir. Kanuni
Süleyman’ın daha sonra Ahmed Çavuş ile bir name daha yolladığı anlaşılmaktadır.3 Kanuni
Süleyman, 1560 yılında, Pir Muhammed’e, 300 yeniçeri ile bir topçu birliği göndermiştir.4 Buhara
hâkimi Nevruz Ahmed Bahadır, İstanbul’a Kutluk Fuladi isimli elçisini göndermiştir.
Veziriazam Mehmed Paşa tarafından Özbek hâkimi Abdullah Han’a Farsça bir mektup
gönderilmiştir. Bu mektubun Müezzinzade’nin hattıyla yazıldığı belirtilir ve ‘ihya-i din-i mubin ve
ihraz-ı rıza-i Rabbü’l-âlemin oluna’ temennisiyle bitirilir.5
Osmanlı Sultanı tarafından Maveraünnehir hakimi Bahadır İmam Kulu Han’a Arapça bir name
gönderilmiştir. Bu namede ‘Tatar ülkelerinin sultanlarının önde geleni, Ehl-i sünnet ve cemaat
beldesinin hamisi, Din-i Mubin’in kurucusu, Şeriat’ın rükünlerini oluşturan, Rafaza ve Mülhidlerin
başlarını kesen, Müslüman ve İslam askerlerinin muzafferi’ gibi sıfatlarla övülmüştür. Amcası Ay
Muhammed Han’ın İstanbul’a geldiği bildirilerek, Safevilerin (Kızılbaş) elinde sekiz sene esir
kaldığı, Bağdat muhasarasında kurtularak Bağdat’a geldiği ve buradan İstanbul’a ulaştığı bildirilir. Bir
seneden fazla İstanbul’da kalarak, hacca gittiği, Hindistan yoluyla vatanına (vatan-ı me’luf) döndüğü
yazılır. Kendisine de dostluk ifade eden bir name verilmiştir. Şah Abbas üzerine sefer açıldığı,
‘memleket-i İslamiyenin kurtulması için’ iki taraftan ‘ittifak ve ittihad’ yapılması gerektiği ifade
edilmiştir.6
Osmanlı veziriazamı Hadım Ali Paşa, Özbek hakimi Abdullah Han’a bir mektup göndermiştir.
Mektupta, Özbek elçisinin görevini yerine getirdiğinden söz edilir:’elçi-i mumaileyh paye-i serir-i
alaya ruymal ve memur olduğu emaneti kemal-i istikametle mahalline isal edüp hedayası nazar-ı
kabul ile manzur ve hidmeti kema hu hakka meşkur olup şol ki vazaif-i adab-ı risalet ve dakaik-i
şerait-i sefaretdir hasbe’l-meri icra ve eda etmekle...’.7
Serdar Ferhad Paşa, Özbek hakimi Abdullah Han’a 1594 Ocak tarihli bir mektup göndermiştir.
Bu mektupta iki İslam ülkesi arasındaki dostluk ve dayanışmadan söz edildikten sonra, Özbek elçisi
Hafız Hatayî’nin elçilik görevini yaptığından ve Sultan’ın namesi ile geri gönderildiğinden söz edilir.
‘size (Özbek hakimi) muhalefet eden bu canibe (Osmanlı) dahi adem-i itaat etmiş olur. Her vechle bu
canibden dahi ianet ve müzaheret olunur’. 8 Buna cevap olarak, Abdullah han, Addaş isimli bir elçiyi
aynı yıl içinde İstanbul’a göndermiştir.9
Cerrah Mehmed Paşa, Özbek hakimi Abdullah Han’a, Maveraünnehir’den Osmanlı ülkesine
ulaşan ticaret ve hac yolunun güvenliği ile ilgili bir mektup göndermiştir. Bu mektupta Özbek elçisi
- 399-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Şeyh Hace İshak hacca davet edilmiştir. Mektubun konusu, Harizm ve Mangışlak bölgelerinden gelen
hacılar ile tacirlerin, güvenlik içinde yollarda seyahat etmelerinin sağlanmasıdır. Ahmed Çavuş ile
Özbek hakimine gönderilen mektupta bu konu işlenir: ‘vilayet-i Harezm ve Mankışlak canibleri
Haçim Han tasarrufunda iken diyar-ı Maveraünnehr ve Türkistan’ın hususan makarr-ı saltanat-ı
aleyhleri olan Semerkand ve Buhara’nın hüccac ve tüccarı ferağ-bal ve refah-hal üzere Kabe-i Şerif’e
ve Memalik-i Mahrusa’ya bî-gayri münazaa ve müdayaa amed-şüd ederler ki hala ol memalik
tasarruf-ı nüvvab-ı kamyablarına dahil olmağla tüccar ve züvvarı ferağ-bal ile dahi ziyade gelüp
girmeleri memul iken şimdi ol tarik metruk ve gayri mesluk olduğuna bais malum olmamışdır
mekarim-i alem şümullerinden memuldur ki tarih-i mezburda bir haciz ve mani varsa def’ ve izale
edüp hüccac-ı Beytülharam ve tüccar-ı memalik-i İslam adet-i kadime üzere gelüp gitmek babında
mesa-i cemile mebzul buyurula ki varidîn ve sadirîne mesubat-ı uhrevî ve menafi-i dünyevî husulüyle
zat-ı sütude-sıfatlarının dahi ceraid-i hasenatlarına sevab-ı bi-hisab sebt olunub zikri hayrları aktar
ve emsarda iştihad bula baki hemişe zıll-ı zalil-i âli ber mufarık-ı adani ü eali memdud ü mesbut bad’
denilmiştir.1
Buhara’nın ileri gelen hocalarından biri olan Şeyh Hace İshak’a hac ziyareti için izin verilmesi
temennisiyle Abdullah Hana hitaben Osmanlı veziri tarafından Osmanlı Türkçesi ile bir mektup
yazılmıştır: Bu mektupta, Şeyh Hace İshak’ın halifelerinden Şeyh Ahmed Sadık’ın, Sultan III. Murad
zamanında, Deşt-i Kıpçak yoluyla İstanbul’a geldiği, burada beş altı ay dervişleriyle birlikte kaldığı;
kendisinin burada korunduğu ve saygı gösterildiği; III. Murad’ın bu şeyhin hayır duasını aldığı
bildirilmiştir. Hac mevsimi geldiği zaman, onun için özel bir gemi hazırlanmış ve dervişleriyle birlikte
Mısır’a gönderilmiştir. Mısır beyi de Sultan’ın emri üzerine Şeyh Ahmed’i Mekke’ye ulaştırmıştır.
Dervişleriyle bir yıl burada kalan şeyh, geri İstanbul’a dönmüş ve burada vefat etmiştir. Oğlu Hoca
Ziyaeddin, İstanbul’da Emir Buharî zaviyesinde şeyh olmuştur. Tüm bunlar hatırlatılarak, tüm
bunların hocası olan Şeyh Hace İshak’a hac için izin verilmesi Abdullah Han’a bildirilmiştir. 2
Abdullah Han’dan, Hasan Muhammed vasıtasıyla İstanbul’a bir name gelmiştir.3 Safevilerin yaptıkları
kötülüklerden söz edilerek, Maveraünnehir hacılarının hac yolların güvenliğinin sağlanmasını
istedikleri, Herat kalesini ellerinde tutan Safevilerin Buharalılardan pek kişiyi öldürdükleri, ama bu
kalenin kendileri tarafından alındığını; kale içindekilerin öldürüldükleri, askerin güvenlik nedeniyle
Meşhed’e çekildiklerini bildirilmiştir.Tebriz, Van ve Şirvan’ın alındığının duyulduğu belirtilmiştir. 4
Özbek Hanı ile oğlunun arasının bulunması için 12 Mayıs 1649 (Evahir-i Rebiülahir 1059)
tarihli bir name Hindistan padişahı Şah Cihan’a gönderilmiştir.5 Buhara’dan gelen açıklamalar üzerine,
R.ahir 1059 tarihli başka bir name, Buhara’ya gönderilmiştir. 6 Aynı hana hitaben yazılan tarihsiz
başka bir mektupta: ‘ittihad-ı mezheb ü millet ve ittisak-ı ıtrad-ı din ü şecaat için ‘dostluğa binaen’ bir
namenin yazıldığı ve Buhara’ya gönderildiği belirtilmiştir.7 Buhara ile İstanbul arasında gidiş-gelişler
devam etmiştir. Abdülaziz Han’ın elçisi Muhammed Emin Han, 1677 yılında İstanbul’a ulaşmıştır.
Yine 1689 yılında, Kırım hanı ile Özbek elçisinin İstanbul’da olduğu görülür. Kırım Hanı Selim
Giray, Özbek Hanı Abdülaziz’e name göndererek, Osmanlı Sultanı II. Süleyman’a, Ruslara karşı,
İslam adına yardım edilmesi gerektiğini söylemiş, Buhara Hanı İstanbul’a asker göndermeyi kabul
etmiş ama mesafenin uzaklığı nedeniyle, askerin yorgun olacağı düşünülerek asker kabul
edilmemiştir.8 Özellikle Özbek elçisinin Edirne’de, deve ve at üzerinden top attıklarını beyan etmesi
- 400-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
üzerine, bu tür top kullanımı Osmanlılarca kabul edilmiştir. III. Ahmed’in cülusunu tebrik için Subhan
Kulu Han’ın elçisi Abdülmümin, İstanbul’a gelmiştir.1 Bundan sonra da ilişkiler devam etmiştir.
1801 (1216) yılında Buhara müftüsü Kalender Hace, İstanbul Sultan’a Farsça bir mektup
göndererek, Sultan’ın desteğiyle, Mekke’ye hacca gitmek istediğini belirtmiştir. Yine, Buharalı iki
Müslüman, İstanbul’dan Mekke’ye hacca gitmek için Anapa’ya kadar gelmişler, buradan, İstanbul
yoluyla, Mekke’ye hacca gitmek istiyorlardı. Başka bir misal, Buharalı Hacı Ahmed, Dağıstanlı
Hacı Hüseyin ve Hacı İsmail isimli kişiler, İstanbul’a Sultan’a dilekçe yazarak, Mekke’ye hacca
gittiklerini, ama hac dönüşünde Şam’da Şam valisinin kendilerinden Şia oldukları gerekçesiyle, para
aldığını şikayet ettiler. Üstelik Hacı Ahmed, Buharalı ve Abdülkadir Geylanî’nin neslindendi.
İstanbul’da Kalenderhane Dergâhı dervişlerinden Hacı Abdullah Efendi, aslen Buharalı idi. Bir
müddet İstanbul’da kaldıktan sonra, Bağdat yoluyla, Buhara’ya dönmek istedi ve Sultan’dan yol
esnasında koruma istedi. 1799’da (1214) Buharalı olduklarını ve seyahat ettiklerini söyleyen altı kişi
Sultan’dan dilekçe ile harçlık talep ettiler.2
İstanbul’da Buhara’dan gelenlere karşı ciddi bir ilginin her zaman gösterildiği ileri sürülebilir.
İstanbul’a gelen Buharalılar ile sadece Osmanlı memurları ilgilenmiyorlar, aynı zamanda bunlar
dönemin tarihçilerinin de ilgi alanına giriyordu. Tarihçi Naima Efendi, 1626 yılından önce, Buhara
Hanı Bahadır İmam Kulu Han’ın Safevilere esir düştüğünü (1618-1626), ( 8 yıl), bir şekilde kurtularak
Bağdat’a geldiğini, oradan da İstanbul’a gelerek İstanbul’da bir seneden fazla kaldığını, Safeviler ile
mücadele ettiği için kendisine çok iltifat edildiğini, daha sonra Kahire yoluyla Mekke’ye giderek,
oradan da Hindistan tarafına gittiğini yazar. 3 Cani Han neslinden gelen ve Din Muhammed Han’ın
oğlu olan bu han, fasılalar ile, 31 yıl Buhara hanlığı yapmış (1611-1642) ve nihayet 1650 yılında vefat
etmiştir. Osmanlıların ‘Maveraünnehir hakimi’4 dedikleri bu han, IV. Murad’ın elini öpmüştür.5 Yine,
Osmanlı tarihçisi Mütercim Asım Efendi, son dönem, on dokuzuncu yüzyıl başlarındaki Buhara
hanları hakkında özet bilgi vererek, Abdürrahim Han’ın 1790’da (1205) öldüğünü; yerine Mir
Masum’un han olduğunu belirterek, Mir Haydar’ın elçisi Muhammed Yusuf’un büyük elçi sıfatıyla
İstanbul’a geldiğini, Sultan’a name ve hediyeler getirdiğini yazar. Kendisi İstanbul’da Divan’da kabul
edilmiş, hilat6 giydirilmiş ve samur kürk hediye edilmiştir.7 Kendisiyle hediye teatisinde
bulunulmuştur. Ayrıca, dönemin sadrazamı, şeyhülislamı ve kaptan paşa ile İstanbul’un güzel yerlerini
dolaşmış, mesireleri gezmiş ve kendisine ziyafet çekilmiştir. Netice’de hacca gideceğini beyan ederek
Hicaz’a gitmiştir.8
- 401-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Teati edilen name ve mektuplarda her iki tarafın belirtikleri ana mesaj, İslam dini adına gaza ve
cihat yaptıklarıydı. Bu gaza, önce Safevilere karşı; sonra da Çarlık Rusyasına karşı olacaktır. Buhara
bölgesindeki Müslümanların ve aşiretlerin, Çarlık Rusyasına (Moskovlu diyarı) akın yaparak gaza ve
cihat yaptıklarını beyan ederlerdi. Bu gaza ve cihada Kırgız halkının da katılması istenirdi. 1 Kırgızlar
genellikle Özbeklerden ayrı İstanbul’a elçi göndermek isterlerdi. Ancak, kimi zaman İstanbul’da
bunların sözcülüğünü Buhara Hanları yapardı. Bazen elçiler, İran ile ilgili olarak yolda yaşadıklarını
veya duyduklarını rapor halinde sunarlardı. Özbek Hanının elçisi Yar Muhammed Bek, Safeviler ile
yaşadıkları üzerine bir rapor sundu. 1732 yılında (1145) İran’a (Vilayet-i Rafıza-i Şom) gaza
yapacaklarını; Kirmanşah ve Hemedan’ı Safevilerin elinden kurtarmak istediklerini beyan etti. Nadir
Kulu, Horasan Safevileri ile birlikte hareket ederek Hemedan’ı ele geçirmiş, İslam askerlerinin çoğunu
Meşhed’e götürmüş ve Horasan sınır boylarına dağıtmıştır.
Buhara hanları ile Osmanlı Sultanları arasında her türlü bilgi paylaşımı yapılıyordu.
Tahran’daki Osmanlı maslahatgüzarı, 1866 (1283) yılında, aslında Karslı olup bir şekilde Ruslara esir
düşerek, Sir’e kadar götürülen, daha sonra kaçarak Buhara yoluyla Tahran’a ulaşan on askerin Buhara
Hanlığı ile Rusya arasındaki savaşları, İstanbul’a aktarmıştır: ‘Cizak kasabasında, Buharalı ile Rusyalı
arasında savaş olmuş, Buharalı yenilmiş, Ağustos 1857’ye (1273 Zilhicce) kadar iki taraf arasında
mütareke imzalanmış. Rusya, Zak kasabası ile Ura Tepe şehrini ele geçirmiş. Daha önce ele geçirdiği
Çimkend ile Taşkend şehirlerinde Rusya askeri konuşlanmış. Biz orada iken, Bombay yoluyla Hacı
Rasim Efendi, İstanbul’a gönderildi. Elçinin görevi, Buhara askeri için fes, elbise ve harp
malzemeleri temin etmekti.
Yeni bir han veya padişah tahta geçtiği zaman, tebrik maksatlı yazışmalar yapılırdı. Özbek hanı,
Yar Muhammed Han’ı, Farsça bir mektup ile yeni tahta oturan Sultan’ı tebrik etmesi için gönderdi.
Bu bir eski devlet geleneği (düstur-ı kadîm) idi. Bu Farsça mektuplar İstanbul’da Türkçeye tercüme
edilir, Sultan’a sunulurdu. Buhara elçisi Osmanlı topraklarına girince, geçeceği güzergahtaki Osmanlı
idarecilerine elçinin eşkıyalardan korunması amacıyla yazılar yazılırdı. Kendilerinin uygum
mekanlarda konaklatılması, harçlık ve yiyeceklerinin verilmesi, tehlikeli yerlerden geçerken koruma
sağlanması, halktan kişilerin herhangi bir gerekçe ile kendilerine eziyet etmemeleri tembih edilirdi.
Osmanlı idaresi, dostluğun nişanesi olarak, İstanbul’a ulaşan Özbek elçilerine veya
ziyaretçilerine nakit para ödedi. Buhara hakiminin ileri gelenlerinden biri olan Hayr Baba, üç
adamıyla İstanbul’a geldi. Ancak, yolda parasının büyük kısmını harcadığı için, parasız kaldı.
Durumunu Bab-ı Ali’ye bildirdi, kendisine 2.000 kuruş sadaka kabilinden hediye (atıyye) verildi.
1801 (1216) yılında Buhara müftüsüne, elçi ile 1500 kuruş gönderildi. 1804’de (1219) gelen
Mangıtlardan Buhara veziri Muhammed Danyal Bek, Molla Seyyid Mir Şüca’yı elçi olarak
İstanbul’a gönderdi. Mir Şuca’ kendisinin aynı zamanda bir şair (edip) olduğunu söyledi. Kendisine
2500 akça verildi. 1709 yılında (1121) gelen Buhara elçisi, İstanbul’da seksen dokuz gün kaldı ve
kendisine 14.240 akça masraf yapıldı.2
Buhara ile İstanbul arasında teati edilen hediyelerden biri de İslamî kitaplardı. Tezhipli Ruhü’l-
Beyan ve Delail-i şerif4 ve Mumya-i Ademî5 isimli kitaplar Buhara âlimleri tarafından talep edilince,
3
Osmanlı hazinesi tarafından satın alınarak, Buhara hakimine gönderildi. Bazı Müslüman alimleri,
- 402-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Buhara şehrinin ‘İslam’ın Kubbesi’ olduğu, İslam alimlerinin yatağı olduğu, burada pek çok medrese
bulunduğunu söyleyerek, genellikle kendi medreselerinde okutulacak kitap isterlerdi. Zira, İran’dan
kitap tedarik edemiyorlardı. Osmanlı idaresi, bazen bu kitapların bedelini ödeyemiyor veya ödemek
istemiyordu. Bedelini İstanbul’da çalışan Buharalı tacirlere ödetmek istedi. Ancak, İstanbul’da çok az
Buharalı tacir vardı. Buharalılara İstanbul’dan Mekke’ye hacca giderken veya Buhara’ya dönerken
hediye verilmesi Osmanlı devlet geleneğiydi. İstanbul’da bu masrafları karşılayacak Özbek tüccar
bulunamadığı zaman, bu masraf Osmanlı tacirlerine yüklenirdi. Talep edilen ama kütüphanelerde
bulunmayan fıkıh ve tefsir kitapları sahaf çarşısında aratılır, bu işte şeyhülislam gayret gösterirdi.
Öncelikle Enderun Kütüphanesine bakılırdı.1
Buhara’dan İstanbul’a gelen elçiler veya ileri gelenler, Sultan’ın desteği ile mutlaka hacca
gitmek, Beytullah’ı ziyaret etmek isterlerdi. İran Orta Asyalı Müslüman hacıları kendi topraklarından
geçirmediği için, Dest-i Kıpçak yolunu kullanarak İstanbul’a gelirler, buradan da deniz veya kara
yoluyla Mekke’ye giderlerdi. Buhara Hanı Haydar Şah’ın elçisi, 1802 (1217) yılında Kırım’a geldi.
Kırım’dan İstanbul’a haber gönderdi. Kendisi gemi ile İstanbul’a ulaştırıldı.2 Osmanlı topraklarına
girdikten sonra, hem yol hem de iaşe ve ibate masraflarının Sultan tarafından karşılanmasını talep
ederlerdi. Bunların talepleri hep kabul edilmiştir. Zira, onlar, uzak bir mesafeden İstanbul’a
geldiklerini, Sultan’ın Müslümanların halifesi ve Sultan’ı olduğunu ifade ederek talepte bulunurlardı.
1781 (1195) yılında İstanbul’dan hacca gitmek isteyen Buhara elçisine, Şam şehrine kadar iki
tahtırevan, on dört uşak, çadır, hayvanlar, yiyecek ve bir miktar ulufe verildi. Hacca gitmek isteyen
başka bir Buharalı Müslüman erkek, Rus memleketinden geçerken, kendisinin seyahatine etmesine
engel olunmaması için (Ruslar, bunları casus sanıyorlardı) Sultan’dan bir yazı istedi. Haksız değildi.
Osmanlı idaresi, Rusya topraklarından geçen Müslüman hacılardan Rusya’nın durumu ile ilgili bilgi
alırdı. Örneğin, Buharalı Hace Muhammed Ahund’dan bilgi alındı. 1784 (1199) yılında,
Muhammed Zakir, Buhara veziri Danyal bekin namesini getirdi ve hacca gitmek istediğini belirtti.
Osmanlı idaresi, Orta Asya hac yolunu açık tutmak, İran ve Rusya’nın engellemelerini asgariye
indirmek için çaba harcadı.
İstanbul’a gelen Buhara elçilerine Osmanlı hazinesinden harcırah ödenirdi. Bunların çoğu,
hacca gidecekleri için verilen harcırahı genellikle az bulurlar, geri ödeyeceklerini vaat ederek fazladan
para isterlerdi. Harcırah sadece Özbek elçilerinde değil, Orta Asya’dan gelen diğer devletlerin
Müslüman elçi veya temsilcilerine de ödenirdi. 1837 (1253) yılında İstanbul’dan Hoten’e dönmek
isteyen Hoten hanzâdelerinden Abdülaziz Han’a 500 kuruş harcırah ödendi. 1780 (1194) yılında
İstanbul’a gelmiş olan gelen Unazar Bek ve oğlu Şerif Muhammed ile birlikte otuz kişiye yakındılar.
Her birine harçlık verildi. 1711 (1123) yılında Seyyid Abdurrahman Sultan-ı Uzbekî, İstanbul’da,
iki adamıyla, otuz gün kaldı. Kendisine tayinat baha adı altında para verildi. 1739 (1152) yılında
İstanbul’a gelen Buhara sefiri Balta Kulu Bek’e, çocuğu ile kendisine, elbise baha ve atıyye olarak,
altın verildi.3
İstanbul’a gelen elçilere bir mihmandar tayin edilirdi. 1780 (1194) yılında, Buhara’dan bir bey,
maiyetinde otuz kişi ile İstanbul’a geldi. Bunlar Ali Ağa’nın evine yerleştirildiler. Kendilerine tayinat-
ı ruz-merre tayin edildi. İçecekleri, yemekleri ve kullanacakları malzemeler Ali Ağa tarafından
karşılandı. Ali Ağa, daha sonra, bu masrafları bir deftere yazarak, Saray’a takdim etti. 1788 (1203)
yılında gelen Muhammed Bedii Bek’e4, Divan hocalarından Mustafa, mihmandar tayin edildi.
- 403-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Ramazan ayı boyunca, on kişilik maiyeti ile Mustafa beyin evinde kaldı. 1714 (1126) yılında gelen
Buhara elçisine, Abdurrahman ağa, mihmandar tayin edildi. Kendisine on beş günlük mihmandarlık
ücreti ödendi.1
Elçi ve maiyetindekilerin kullanması için pek çok yeni malzeme alındığı görülür: sofra peşkiri,
işlemeli abdest havlusu, şamdan, kaşık, tepsi, billur bardak, sahan, fincan, mum, kandil, iskemle, satır,
balta, ekmek tablası, kaba hasır, kıyma tahtası, cam fanus, faraş, yemek havlusu, su fıçısı, peştamal,
hoşaf kasesi, hoşaf kaşığı, kahve ibriği, desti, toprak bardak, mutfak malzemeleri.2 Tabii ki tüm bu
malzemeyi taşımak için hem hamal lazım hem de Anadolu kıyısına geçirmek için de kayık (mavna)
kiralanması gerekiyordu. Bu masraf listeye bakıldığında en fazla masrafın, yemek malzemeleri olduğu
görülür. 1788 (1203) yılında Buhara hakiminin elçisi olarak İstanbul’a gelen Muhammed Bedii Bek
için, ayak havlusu, peşkir, abdest makraması, taam makraması, yiyecek ve içecek alındı Ramazan
ayından Şevval ayına kadar, 40.400 akçalık bir masraf yapıldı. 1802’de (1217) gelen Özbek elçisine,
Saray’dan aşçı, odun, kömür, saman, arpa ve aylık verildi.3 1804 (1219) yılında gelen elçiye çok
malzeme verildiği görülüyor: has ekmek, pirinç, sade yağ, kahve, bal, şeker, tavuk, süt, kömür, odun,
arpa, kuşüzümü, fıstık, badem ve çekirdeksiz üzüm. Osmanlı idaresi, bu elçileri İstanbul’da en iyi
konaklarda ağırlamaya çalışırdı. 1816 (1231) yılında gelen Buhara elçisi, İstanbul’da, Baruthaneler
müdürü Sadullah Efendi’nin Bahçekapısı’nda bulunan konağında ikamet etti. Elçi ne kadar gün
konaklamışsa, gün olarak hesaplanır ve konağın kira parası Osmanlı hazineden ödenirdi. 1801 (1216)
yılında gelen Buhara elçisi, on altı adamı ile geldi. 1694 (1106) yılında gelen elçi için İstanbul’da
uygun bir yer arandı. Zira, Kazancılar çarşısı içindeki Osman Ağa’nın evi, davarları olduğu
gerekçesiyle, uygun görülmesi. Edirne kadısına daha uygun bir yer bulması için talimat verildi.4
Diplomatik ilişkilerin en önemli tarafı, taraflar arasındaki hediye teatisiydi. 1782 (1196) yılında
gelen Özbek elçisine kırmızı atlas kese5, sarı diba yaşmak verildi.6 1850’de (1267) İstanbul’da bulunan
Buhara elçisine, üzerinde tuğra bulunan süslü bir kutu, harçlık, İstanbul-Trabzon arası vapur ücreti,
hamam harçlığı ve atıyye adı altında nakit para verilmiştir.71782’de (1196) gelen elçiye, İstanbul
tellileri verildi. Bunlardan tak yapıldı. Çok değerli olduğu anlaşılıyor. Zira, 40.600 kuruş
değerindeydi.8
Eylül 1805’te (Cemaziyelahir 1220) İstanbul’a gelen Buhara elçisi, samurdan bir kürk getirmiş,
Bab-ı Ali’ye takdim etmiştir. Bunun karşılığı olarak, kendisine 425 kuruş ödendi. Pahalı hediyelerin
değeri ödeniyordu. 1850 (1267) yılında İstanbul’a gelmiş olan Buhara elçisinin getirdiği hediyelerin
reddedilmemesi, zira kendisinin kırılabileceği gerektiği özellikle belirtilmiştir.9
KAYNAKÇA
Erdoğru, M. Akif (2006), ‘‘Başbakanlık Osmanlı Arşivinden Osmanlı Devleti ile Orta Asya
Devletleri Arasındaki İlişkiler Üzerine Osmanlı Arşiv Belgeleri I’, Tarihin İçinden, Doğumunun 65.
Yılında Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a Armağan, ed. M. Akif Erdoğru, İstanbul, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, s. 250-271.
- 404-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Erdoğru, M. Akif (2008), ‘Başbakanlık Osmanlı Arşivinden Osmanlı Devleti ile Orta Asya
Devletleri Arasındaki İlişkiler Üzerine Osmanlı Arşiv Belgeleri II’, Prof. Dr. Yavuz Ercan’a Armağan,
ed. S. Sertçelik, H. Eroğlu, M. Sarı Güven, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, s. 375-389.
Feridun Bey (1268), Münşeat el-Selatin, 2 cilt, İstanbul 1268.
Mütercim Asım Efendi (2015), Asım Efendi Tarihi (Osmanlı Tarihi 1218-1224/ 1804-1809),
Haz.: Ziya Yılmazer, İstanbul.
Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair
Arşiv Belgeleri (1687-1908 Yılları Arası), Ankara 1992, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları.
Öztuna, Yılmaz (2005), Devletler ve Hanedanlar, Ankara.
Taneri, Aydın (1978), Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık Kurumunun
Gelişmesi ve Saray Hayatı-Teşkilatı, Ankara.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1983), Osmanlı tarihi, II. cilt, Ankara.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1982), Osmanlı tarihi, III. cilt, Ankara.
- 405-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
Kitab al-Müntahab is the first medicine book written in Ancient Turkish in 1420 by
Abdulvahhab bin Yusuf bin Ahmad al- Mardânî and dedicated to the name of Chalabi Mehmed, son of
Yıldırım Bayazid, the Ottoman sultan. It is widely believed that al-Mardânî, settled in Egypt in the 13th
century, was from the Kipchak or the Caucasian Mamluk Turks. al-Mardani, a physician who felt the
lack of a Turkish medical book, stated that he wrote his book in Ottoman Turkish to make up for it.
Al-Mardânî collected the medical information under ten main chapters each of which was composed
of subchapters. In the first chapter; the principles and boundaries of medicine, humoral pathology,
organs and body strengths are mentioned. In the second chapter; anatomy, in the third; health, disease,
and reasons of diseases; in the fourth; pulse and urine examination, in the fifth; proposals to preserve
health and the medicines of the patients, in the sixth; primary diseases, in the seventh; chest and
abdominal disorders, in the eighth; diseases and treatments of other minorities, in the ninth; skin
diseases and their treatments and in the tenth chapter; cereals, meat, eggs, milk, vegetables, fruits,
sherbets and oils are explained. In this paper, Kitab al-Muntahab fi’t-Tıbb, written by Abdulvahhab
bin Ahmad al-Mardânî will be examined; and some proposals related to cereals, meat, eggs, milk,
water cresses, fruits, fragrant plants, spices used in foods, drinks, oils, and health recommendations
will be mentioned.
Key Words: al-Muntahab fi’t-Tıb, Ahmad al-Mardanî, Medicine of Islam
* Dr., Meram Medical School, University of Necmettin Erbakan, Dept of Medical History and Ethics, berrinokka@gmail.com
- 406-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
S. Hakan YILMAZ*
Muhammet ERBAY**
ÖZET
Selçuk Üniversitesi, Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden biri olarak 1975 yılından
beriKonya’da eğitim ve öğretimhizmeti vermektedir. 2017-18 eğitim döneminde 95.672 öğrenci
sayısıyla farklı toplumsal kesimlere ulaşan bir üniversite Selçuk Üniversitesi. Özellikle son beş
yıllıkdönem içinde üniversite eğitimi amacıyla kapılarını dünyanın farklı coğrafyalarına
açarkenözellikle Afrika kökenli öğrencilerin yoğun tercihiyle karşılaşmış bulunmakta. Afrikakıtasında
yer alan birçok farklı ülkeden gelen öğrenciler ülkemizde farklı bir kültürütanırken aynı zamanda
üniversite eğitimi almakta, eğitimleri süresince farklı hayattecrübeleri edinmekteler. Afrika kökenli
öğrenciler hem geldikleri kıtanın hem de geldikleriülkenin kültürünü Türkiye’ye taşırlarken bir
taraftanda öğrencilik dönemlerinde Türkkültürüyle tanışmakta, gündelik hayat pratikleri içinde başta
Konya halkı olmak üzereTürkiye’de toplumla da farklı boyutlarda gündelik hayat ilişkileri
kurmaktadırlar. Bu süreç basitbir iletişimin ötesinde aynı zamanda farklı kültürler arasında yaşanan
iletişim süreçlerinedönüşmektedir. Kültürlerarası iletişim örneklerinin yoğun olarak ortaya çıktığı bu
süreç kimizaman da iletişim problemlerinin yaşanmasına neden olmaktadır. Biz bu
çalışmamızdaSelçuk Üniversitesi’nde eğitim alan bir grup öğrenciyle yaşadıkları iletişim sorunları
üzerine bir focus grup çalışması gerçekleştirdik. Çalışmada Afrika kökenli öğrencilerin Konya’da
veSelçuk üniversitesinde yaşadıkları iletişim süreçlerinden yola çıkarak farklı kültürlerarasında
yaşanan iletişim problemlerini analiz ettik.
Anahtar sözcükler: İletişim, kültür, kültürlerarası iletişim.
ABSTRACT
Selçuk University, which is one of the Turkey's largest university gives educational services in
Konya since 1975. Selçuk University is a university that reaches to different social sectors with the
number of 95.672 students in 2017-18 education period. Especially in the last five years, it has opened
its doors to different geographies of the world for university studies. High numbers of African origin
students preferred Selçuk University for higher education studies. Students from many different
countries of the African continent recognized a different culture in our country while at the same time
receive university education and gain different life experiences during their education. African
students carry both their continents and countries culture to Turkey. At the same time they meet with
Turkish culture. They set up daily life relations primarily with people in Konya and Turkish society
within everyday life practices from different aspects. This process is beyond simple communication
and turns into a communication processes between different cultures. These processes, where
examples of intercultural communication occur intensively, sometimes cause communication
problems. In this study, we conducted a focus group on communication problems with a group of
students studying at Selçuk University. In this study, we analysed the communication problems
between different cultures, based on the communication processes of students of African origin in
Konya and Selçuk University.
Keywords: Communication, Culture, Intercultural Communication.
- 407-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
GİRİŞ
Biz bu çalışmamızda kültürler arasındaki iletişim süreçlerini merkeze yerleştirdik.
Farklıkültürlerin farklı zaman ve mekanlarda karşılaşması, iletişime geçmesi insanlık tarihi kadareski
bir olgudur. Kültürler arası iletişim bağlamında ülkemizde Selçuk Üniversitesi’ndeeğitim almak
amacıyla bulunan Afrika kıtasında yer alan farklı ülkelerden gelmiş bir grupöğrenciyle ülkemizde
yaşamış oldukları tecrübeleri ve bu tecrübeler doğrultusunda farklıbir kültürden gelmiş olmaktan
kaynaklananiletişim problemlerini inceledik.
Çalışmamızda focus grup yöntemi kullanılmış olup bu çalışma da altı farklı Afrika ülkesinden
ülkemize eğitim amaçlı gelen öğrencilerle gerçekleştirilmiştir. Focus grup görüşmesine Senegal’den
AssaneDıop, Kamerun’dan Makwen Male Aichetöu, Uganda’dan Farouk Magabi, Zimbabve’den
Reason Moses Runyanga, Ruanda’dan Byukusenge Jean Paul ve Moritanya’dan Elghoutoub Hamdi
adlı öğrenciler katılmıştır.
Yöntem olarak çalışmamızda seçilen ve uygulanan focus grup görüşmesi kalitatif yaninicel
verilerin analizine yönelik bir yöntemdir. Bu yöntemde nicel veriler toplanır, kategorizeedilir ve
analize tabi tutulur. (Özdemir:2010:323-343) Focus grup görüşmesi ise yaklaşık 6-7 kişilik grup
görüşmeleri şeklinde gerçekleştirilmektedir. Bizde çalışmamızda görüşmegrubu üye sayısını 6 ile
sınırlı tutarak bu ilkeyi gerçekleştirmek istedik. Yine genel olarak bir moderatör öncülüğünde
gerçekleşen görüşme 1-1.5 saatle sınırlıdır bu kuralçerçevesinde çalışma görüşmemizde 1.5 saatle
sınırlandırılmıştır. Görüşme sırasında isegeldikleri ülkelerin kültürleri, Türkiye’de gündelik hayat
pratikleri, bu pratikler içindegözlemlerine dayalı olarak Türk kültürü ile ilgili gözlemleri ve kendi
kültürleriyle Türkkültürünün karşılaşma süreçlerinde yaşamış oldukları iletişim problemleri
katılımcıöğrencilere sorulmuştur.
Bu süreç bir iletişim süreci olmanın yanı sıra aynı zamanda bir toplumsallaşma, kültür edinme,
kültürel bir kimliği kurma sürecidir de aynı zamanda. Yine yaşanan sürece baktığımızda iki kavramın
öncelikli olarak öne çıktığını ve belirleyici olduğunu görürüz. Bu iki kavram, iletişim ve kültürdür.
Toplumsal hayat iletişimin ve toplumsal hayatın bir sonucu olarak kültürün etkisinde şekillenir.
Öncelikli olarak bir toplumsal süreç olarak iletişimi tanımlamamız gerekmektedir. Dilimizde
uzun süre yer almış olan haberleşme kavramının yerini alan iletişim kavramı, Latince kökenlidir
Communication sözcüğüne dayanmaktadır. Batı dillerinde yer alan Communication kavramının
karşılığında kullanılmaktadır. Bu ön bilginin ışığında iletişim kavramı, içerik olarak tüm canlılar
arasındaki ilişkiyi, etkileşimi kapsamaktadır.(Gökçe:1998:6)
İletişim kavramı sadece insanlar arasındaki etkileşimi anlatmamasına rağmen biz çalışmamız
kapsamında iletişimin bireyler arası ve toplumsal boyutunu ele alıp bu doğrultuda yapılmış kavramsal
çerçeveyi kullanacağız.
Yine Yüksel’e göre iletişim bilgi, düşünce, duygu, tutum ve kanılarla, davranış biçimlerinin
kaynak ile alıcı arasındaki bir ilişki yoluyla bir insan ya da insanlardan diğerine bazı kanallar
kullanılarak, anlam olarak üzerinde uzlaşılan simgeler aracılığıyla değişim ve aktarılma
sürecidir.(Yüksel:2010:119)
- 408-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde ise iletişim maddesi şu şekilde tanımlanmaktadır;
Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim,
haberleşme, komünikasyon.
(http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a9af09f2afa4
7.71765553)
İletişim bireysel boyutuyla da farklı alanlarda ve biçimlerde oluşma şekliyle de her şeyden önce
toplumsal ve kültürel bir süreçtir. Toplumdan bahsedildiği her durumda aynı zamanda kültüre de işaret
edilmektedir. Toplumsal yaşam, bir toplumun hangi tarihsel süreçlerden geçtiği kısacası öznesi olduğu
hikayesi o toplumun kültürel kodlarının oluşmasını dasağlar. Bu toplumsal hikayenin içinde dinsel
tercihler, ekonomik ilişkiler, yaşanılan coğrafyanın özellikleri, iklimsel şartlar, gelenek ve görenekler,
toplumsal ilişkiler, diğer uluslarla ilişkiler vb. şeyler bulunmaktadır. Kültür toplumların zaman içinde
ortaya çıkan, değişime uğrayan ve kalıtsal yanlarının saklı olduğu genetik özelliklerine benzer.
Kültürü kavramsal olarak tanımlarsak en basit şekliyle kültür bireyin gündelik yaşamını
etkileyen ve doğanın verdikleri dışında kalan her şeyi kapsamaktadır. Soyut ve somut olarak insanın
ürettiği her şey kültür kavramı içinde ele alınmaktadır. (Kartarı:2014:15) Kültür doğayla ilişkimiz
çerçevesinde geliştiği gibi toplumsal hayatın sonucunda ortayaçıkan bir yaşama alışkanlıkları
bütününü de işaret eder.
Kültür özünde araç olan bir aygıttır: insan çevresinde ve ihtiyaçlarının giderilmesi sürecinde
karşılaştığı özel, somut problemleri onun sayesinde daha iyi çözme durumunda olur. Kültür bir
nesneler, eylemler ve zihniyetler sistemidir, bu sistem içerisinde her parça bir amaca hizmet eden bir
araç olarak bulunur. Kültür, çeşitli unsurları karşılıklı birbirine bağlı olan bir bütündür.
(Malinowski:1992:21)
Bir başka tanımda ise kültür, toplumun üyesi olarak kişilerin yaşamları boyunca eğitim
süreciyle öğrendiklerinin tümüdür.(Güvenç:1997:29) Kültürler, tarih boyunca varlık bulmuş, farklı
coğrafyalarda farklı zamanlarda gelişmiş toplumların yaşama pratikleri sonucuoluşmuş ortaya
çıkmıştır. Her toplum varlığını sürdürürken kendi değerlerini, yaşam anlayışlarını, yapıp etme
biçimlerini, geleneklerini oluşturmuştur. Bu süreçte kültürler izole olmadan farklı kültürlerle de
ilişkilere girmiş etkileşim süreçleri yaşamışlardır.
Farklı kültürler arasında yaşanan etkileşim süreçlerinde göçler, karşılıklı ödünç almalar, ticari
alışverişler, savaşlar, vb. şeyler etkili olmuştur. Bu süreçte hiçbir kültür diğerinden hiyerarşik olarak
bir üstünlüğe sahip olmamıştır. Kültürler izole olamadıkları gibi diğer kültürlerle sürekli olarak
etkileşim halinde olmuşlardır. Aralarındaki geçişkenlikleri sağlayan da budur. (Levi-Strauss:1997:54)
Farklı kültürler arasında tarih boyunca görülen bu etkileşim süreçleri kültürlerarası iletişim
kavramının ortaya çıkıp gelişmesine zemin hazırlamıştır. Kültürlerarası iletişimden bahsedildiği
zaman hem kültüre ait hem de iletişime ait tüm bileşenlerden bahsedilmektedir.(Güven:2015:105-111)
Kültürlerarası iletişim, iki farklı insan grubunun manevi ve maddi kültürel öğeleri yardımıyla
temasa geçmesi, birbirini algılaması, anlamaya çalışması, kabul etmesi, saygı göstermesi ve birlikte
yeni manevi ve maddi değerler üretmesine imkân sağlayan disiplinler arası bilimsel faaliyetler
bütünüdür. Bir grubun sahip olduğu dil, din, ahlak yapısı, değerleri, adet ve geleneklerini kapsayan
manevi kültür öğeleriyle; teknolojik varlığı, üretim araçları, sanat ve ekonomik-sosyal altyapısını
oluşturan maddi kültürel öğeleri bu faaliyetler bütünü içerisinde yer almaktadır. İnsan davranışlarını
dil ve inancın yönlendirdiği düşünülürse manevi öğelerin maddi öğelerden daha kuvvetli bir şekilde
- 409-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Görüşme
Görüşmenin konu başlığı ülkelerinden Türkiye’ye ilk geldiklerinde izlenimleri nasıl bir kültürle
karşılaştılar ve kültürel bir şok yaşadılar mı?
Ugandalı olan Farouk ilk kez Türkiye’ye geldiğinde yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkeye
geldiğinin farkında olarak kafasında buna göre bir imaj oluştuğunu söylemekte ve geldiği ülkenin açık
bir toplum olduğunu vurgularken kadın erkek ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerininTürkiye’de
gördüklerine göre daha rahat olduğunu vurgularken bu ilişkilerin ülkesine göre ülkemizde farklı ve
daha kapalı olduğunu gözlemlediğinin altını çizmekte. Örnek olarak da Uganda’da bir kızla
evlenmenin Türkiye’de evlenmekten daha kolay olduğunu söylüyor ve durumun onun için bir şok
olduğunun vurgusunu yapıyor.
Özellikle kadın erkek ilişkilerinde geldikleri kültürle Türk kültürü arasında kültürel kodlar,
davranış biçimleri ve iletişim şekilleri arasında önemli farkların bulunduğunu söylerlerken bu konuda
Türkiye’de önemli zorluklar yaşadıklarını kimi zaman ise iletişim kazalarının gerçekleştiğini
vurgulamaktalar.
Yine katılımcı öğrencilerin şaşkınlık yaşadıkları bir alan yemek kültürü. Yemek kültürü derken
bazı yemekleri ilk kez bizim kültürümüzde görmüş olmaları bir de yemek yeme ritüelleri açısından
farklılıklar gözlemlemeleri. Özellikleri yemek kültürünün oluşmasında etkili olan malzeme kullanımı
aradaki temel farklılıkları oluşturmakta. Bazı sebzelerin ülkelerinde olması ya da ülkemizde
bulunması, bazı malzemelerin örneğin balık çeşitliği açısından farklı çeşitler gibi. Örneğin
Moritanya’dan gelen Hamdi çeşitlilik ve zengin kullanım açısından balığın ülkesinde farklı bir
beslenme kültürünün parçası olduğunu vurgulamakta. Bazı öğrenciler ise baklava, etli ekmek, döner
gibi Türk mutfak kültürüne ait yemek çeşitleri karşısında yaşadıkları şaşkınlığı ve ardından da
beğeniyi anlatmaktalar.Yine ritüel açısından ise kendi kültürlerinde çorbanın bir başlangıç yemeği
olmadığını ancak ülkemiz kültüründe bir başlangıç yemeği olmasının karşısında şaşırdıklarını
vurguluyorlar.
Ruanda’dan gelen Jean Paul ve Kamerun’dan gelen Aiichetou Türkiye’ye gelirken Türklerin
İngilizce bildiklerini İngilizcenin gündelik hayatta yaygın olarak kullanıldığı düşüncesine sahip
olduklarını ancak bunun böyle olamadığını görünce hem bir şaşkınlık yaşadıklarını hem de iletişim
kurmakta uzun süre zorlandıklarına vurgu yapmaktalar. Ortak olarak uyum problemlerinin başında
dilsel problemleri göstermekteler.
Ortak tespitleri ise ülkelerinin ortak sömürgeci geçmişlerinden dolayı İngilizcenin eğitim dili
olarak kullanıldığı Türkiye’de bunun farklı olduğu şeklinde. Yine Türk eğitim sisteminin daha fazla
maddi olanağa sahip olmasına rağmen kendi ülkelerine göre daha zayıf olduğu vurgusunu yapmaları.
Burada altını çizdikleri temel nokta ise farklı sömürgeci ülkelerin (İngiltere, Fransa, Hollanda vb.)
ülkelerinde kurdukları eğitim ve devlet sistemlerini bozmadan bugüne kadar sürdürmüş olmalarının
Türkiye’deki sisteme göre olumlu anlamda farklılık yarattığını belirtmeleri. Eğitim konusunda bir
önemli tespitte Türklerin coğrafya bilgilerinin zayıf olduğuna yönelik. Jean Paul Türkiye’de
- 410-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
karşılaştığı birçok kişinin ülkelerinin nerede olduğunu bilmedikleri gibi birçok kolay coğrafya
bilgisinden de yoksun olduğunun altını çizmekte. Kendilerine genel olarak Afrikalı olarak bakıldığın
oysa kiAfrika’da kırktan fazla ülkenin olduğunun altını çiziyor Kamerunlu Aiichetou.
Afrikalı öğrencilerin eğitim sistemiyle ilgili gözlemlerinin bir boyutunda ise Türklerin başka
kültürlere ve dünyanın farklı bölgelerine yönelik ilgisiz oldukları şeklinde. Türklerin kendi tarihleri ve
kültürleri dışında kalan tarihlere ve kültürlere ilgisiz olduklarını vurgulamaktalar. Sınıf arkadaşlarının
geldikleri ülkelere ve bu ülke kültürlerine ilgi duymadıklarını söylerken kendileriyle başka bir kültürü
ve ülkeyi öğrenmek için ilişki kuma konusunda ilgisiz olduklarının altını çizmekteler. Burada dikkat
çektikleri bir başka nokta da kendilerinin genel olarak İngilizce bildikleri Türk öğrencilerin İngilizce
pratik yapma fırsatını dadeğerlendirme konusunda ilgisiz olduklarını söylemekteler. Buradaki kültürel
farklılığımızın toplum olarak dışa dönük olmamamızdan kaynaklandığı şeklinde bir tespitte
bulunuyorlar. Bir başka tespitse başka kültürlere karşı ilgisizliğin nedeni konfor alanlarından çıkmama
isteği. Ugandalı Mugabi’nin bu tespiti ise oldukça dikkat çekici.
Geldikleri kültürle ülkemiz kültürü arasındaki önemli bir farka ise Kamerun’dan ülkemize
okumak için gelen Aiichetou söylüyor. Kamerun’da burada gördüğü milliyetçiliğin olmadığını,
çevreye asılan Türk bayraklarını gördükçe mutlu olduğunu bu milliyetçiliği ülkesinde de görmek
istediğini belirtiyor. Moritanyalı Hamdi ise bu durumu bizim tarihimizde devletin önce gelmesine ve
tarihinin eski olmasına bağlıyor. Hamdi’ye göre onların toplumlarında önce halk varken devletler
sonra kurulmuş bizde ona göre devlet toplumdan öncede vardı. Bu analiz bizdeki milliyetçiliğin
gücünü ve kaynağını anlatan önemli bir vurguya sahip. Yine Hamdi modernlik açısından da Türk
toplumu için önemli bir gözlemini bizlerle paylaşıyor; Hamdi’ye göre Türk toplumu batılı görünen
ancak doğulu bir toplum.
Özellikle insan ilişkilerinde kendi ülkelerinin samimiyeti kaybetmediğini vurgularlarken
insanların yollarda birbirlerini tanımasalar da selamlaştığını, konuştuğunu ilişkilerin daha sıcak
olduğunu söylüyorlar. Oysa Türkiye’de insanların yolda, koridorlarda, açık alanlarda birbirlerini
selamlamadıklarını söylerlerken özellikle tramvay gibi ortak mekanlarda insanların sürekli olarak
diğerleriyle iletişim kurmaktan çekinip cep telefonlarıyla uğraştıklarını vurguluyorlar. Katılımcı
öğrencilerin geldikleri ülkelerin Türkiye’ye göre modernleşme süreçlerini geç yaşadıkları düşünülürse
bizim yaşadığımız bazı modern toplumsal problemlerin henüz öğrencilerin gelmiş oldukları Afrika
ülkelerinde yaşanmadığı görülmektedir.
Yine toplumsal ilişkiler ve iletişim açısından iki kültür arasındaki önemli bir farkı
belirtmekteler. Kendi kültürlerinde insanların bir başkasına yeni ya da daha eski tanıyor olsa da özel
sorular sormadığını, sorduğu taktirde bunun kaba bir şekilde algılanacağının altını çizmekteler. Örnek
olarak baba mesleği, aile ilişkileri gibi. Oysa ki Türkiye’de tanıştıkları birçok kişinin kısa süre sonra
bu soruları sorduklarını bu sorular karşısında küçük çaplı şoklar yaşadıklarını söylemekteler.
- 411-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
daha zengin ve insanları birçok olanağa sahip olmasına karşın bu olanakları yeterince verimli şekilde
kullanmamakta.
SONUÇ
Kültür toplumların kuşaktan kuşağa aktarılan yaşama pratikleri sonucunda oluşturdukları birçok
bilgi, davranış biçimi, yapıp etme şeklinde oluşmakta. Küreselleşmenin benzer birkültürü dayattığı
günümüzde yerel kültürler bir şekliyle varlıklarını sürdürme mücadelesi vermekte. Ülkemize Afrika
kıtasının farklı ülkelerinden üniversite eğitimi almak için gelen öğrenciler burada kendi kültürleriyle
geldikleri ülkenin kültürü arasında bir karşılaştırma, öğrenme kimi zamanda kültürel şoklarla örülmüş
bir tecrübe edinmekteler. Eğitimleri bir başka ülkenin kültür zenginliği içinde daha çok
zenginleşmekte, hayata yönelik tecrübeleri açısından önemli birikimler edinmekteler. Farklı kültürleri
karşılaşma olanağının bulduğu bu süreç hem bizler için hem de onlar için kültürlerarası iletişim, temas
kurma, diyalog oluşturma açısından önemli bir fırsat. Bu fırsat içinde çoğu zaman birçok iletişim
kazası yaşansa da kültürlerin temas kurarak zenginleşmesi ve bu temasla barış süreçlerinin
şekillenmesi için önemli bir tecrübe olduğu da dikkatlerden kaçmamakta.
KAYNAKÇA
Aktan C, Tutar H (2007) “Bir Sosyal Sabit Sermaye Olarak Kültür” Pazarlam İletişim ve
KültürDergisi, Cilt 6, Sayı 20.
Gökçe O (1998) İletişim Bilimine Giriş, Turhan Kitapevi Yayınları, Ankara.
Güven M S (2015) “Kültürlerarası İletişim Engelleri:1991’den Günümüze Türkiye-Ermenistan
İlişkileri Örneği” İnternationalJournal of ScienceCultureAndSport, August.
Güvenç B (1997) Kültürün ABC’si, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Kartarı A (2014) Kültür, Farklılık ve İletişim, İletişim Yayınları, İstanbul.
Levi-Strauss C (1997) Irk, Tarih ve Kültür, Metis Yayınları, İstanbul.
Malinowski B (1992) Bilimsel Bir Kültür Teorisi, çev: Saadet Özkal, Kabalcı Yayınları,
İstanbul.
Özdemir M (2010) “Nitel Veri Analizi sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı Üzerine Bir
Çalışma”Eşkişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:1, S:323-
341.
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a9af09f2afa4
7.7176 5553 (erişim 10.04.2018)
- 412-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Muhammet ERBAY*
Yulduz Yokubova RUSTAM QIZI**
ABSTRACT
Uzbekistan occupies an important place in terms of regional peace and stability with its nearly
33 million population, geostrategic position, deep-rooted history, rich cultural values and economic
potential. Turkey has kept close relations with Central Asian Turkic states because of linguistic,
historical and cultural ties with the region. Turkey is the first country to have recognized the
independence of the Republic of Uzbekistan. The Turkish International Cooperation and
Coordination Agency (TİKA) has the best experience and strongest institutional links in Central Asia
so the agency’s activities may open a new phase with the better institutional capacities in Uzbekistan.
To date, the Turkish Cooperation and Coordination Agency has already implemented 700 grant
projects in Uzbekistan for $ 23.6 million. On December 19, Shavkat Mirziyoyev received Serdar
Cham, the President of the Turkish Cooperation and Coordination Agency (TIKA) who arrived in our
country. The meeting noted the importance of further expanding the activities of TIKA in our country
and bringing it to a new level. With the deepened Turkish-Uzbek cooperation based on a common
history, religious practices, language, culture and traditions would serve both two countries to build a
long-awaited steady relationship.
Keywords : TIKA, Public Diplomacy, Turkey, Uzbekistan
INTRODUCTION
Given the geopolitical importance of Central Asia, Uzbekistan serves as a central node in the
region, as well as the cultural cradle of Turco-Islamic history with its glorious cities of Samarkand and
Bukhara. Lying on the traditional silk route between East and West, Uzbekistan has also been the
center of commercial and economic activities attracting the attention of great empires throughout
history. With its historical legacy, favorable geographic location and rich in resources, Uzbekistan has
once again emerged as a “geographical pivot” in the post-Soviet transitional era. Uzbekistan’s central
location between Turkmenistan, Afghanistan, Tajikistan, Kyrgyzstan and Kazakhstan geographically
renders the country as the single most important actor in conflict resolution. The security outlook in
the region shows that without stability in Uzbekistan, Central Asia is vulnerable to several sources of
instability namely terrorism, separatism and foreign interventions.
With a population of 33 million, Uzbekistan is a comparably large consumer market. Its status
as a developing country means that foreign direct investment is needed for economic growth. The
country’s natural gas and gold reserves are reportedly the fourth largest in the world. Together with a
remarkable amount of uranium and copper deposits, Uzbekistan represents a significant economic
opportunity.1
- 413-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
universities. Turkey also provided the Central Asian state with monetary aid and loans. Between 1999
and 2012, relations were at a virtual standstill. However, relations stated to reignite in 2012, when
then-foreign minister of Turkey, Ahmet Davutoglu met with his Uzbek counterpart during a UN
General Assembly meeting. At this meeting, the two ministers prepared a cooperation plan that
covered the period from 2013 to 2015.1
The first high-level meeting between the countries took place during the 2014 Sochi Olympics,
when then-Prime Minister Recep Tayyip Erdogan took steps to normalizing relations by meeting with
Karimov. After this meeting, Turkey once again appointed an ambassador in Tashkent. This meeting
was followed by a historic visit to Uzbekistan by Davutoglu in July 2014, where he declared that “A
new era [is beginning] in Turkey-Uzbekistan relations. The contribution of the Turkish citizens who
consider this country as their own is actually contribution to Turkey. Uzbekistan’s success is our
success.” This visit marked the opening of communication channels between the two countries.
Turkey also intensified diplomatic efforts with Uzbekistan during this period, stating that there had
been “misunderstandings between the two countries since 2006” but that there would be steps to mend
relations. Turkey’s actions against the Fetullah Terrorist Organization (FETO) deemed to be a
common threat to both countries also sped up the rapprochement for the last couple of years.
Uzbekistan had already shut down FETO-related schools in 2001, and acquiesced to Turkey’s requests
regarding the FETO-associated institutions in the country. 2
On November 17, 2016, Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdogan grabbed the attention of
Central Asia watchers by making a state visit to Uzbekistan. Even though Turkey-Uzbekistan relations
have been strained in recent years, Erdogan’s decision to lay flowers at late Uzbek President Islam
Karimov’s grave site and meeting with Uzbekistan’s acting president Shavkat Mirziyoyev represented
a major step toward normalizing ties between Ankara and Tashkent. Turkey’s decision to thaw its
relationship with Uzbekistan after Karimov’s death can be explained by a mixture of economic
aspirations and security imperatives. As Western investor confidence in the Turkish and Uzbek
economies has declined precipitously in recent months, the leaders of both countries have been forced
to place their long-standing economic disputes to the side.
Relations of Uzbekistan and Turkey are consistently developing, and the tendency of positive
growth is noticeable in all spheres. Today there are about 500 Turkish companies in Uzbekistan.3 If in
2016 the trade turnover volume between the two countries was 1,2 billion US dollars, then in nine
months of 2017 it has increased by 29 percent. Only last year, more than 20 enterprises have been
organized with participation of investments of businessmen from Turkey. Representative offices of 53
companies of this country are accredited in Uzbekistan. These figures clearly demonstrate huge
prospects of the Uzbek-Turkish relations. The state visit of the President of the Republic of Uzbekistan
Shavkat Mirziyoyev to Turkey on October 25-26, 2017 became a logical continuation of this dialogue.
During the visit, issues of cooperation between Uzbekistan and Turkey in political, trade-economic,
investment, transport and communication spheres, agriculture, transport, tourism, science and others
were discussed in detail.4
As a result of the negotiations between Uzbekistan and Turkey, more than 20 documents
relating to various areas were signed. A special place among them is the Joint Statement signed by the
Presidents. President Shavkat Mirziyoyev noted that the agreement reached to bring the volume of
trade turnover between the two countries in the coming years to 3-4 billion dollars opens wide
opportunities for entrepreneurs of the two countries. The planned visit of Turkish President Recep
1
Relations between Turkey and Uzbekistan.
http://www.mfa.gov.tr/relations-between-turkey-and-uzbekistan%20.en.mfa
2
Esref Yalinkilicli. A new era in Turkish-Uzbek relations. 26 October, 2017
https://www.trtworld.com/opinion/a-new-era-in-turkish-uzbek-relations-11649
3
Relations between Turkey and Uzbekistan.
http://www.mfa.gov.tr/relations-between-turkey-and-uzbekistan%20.en.mfa
4
Mehmet Seyfettin Erol. A Period of Strategic Partnership in Turkey-Uzbekistan Relations. 30 October, 2017
https://ankasam.org/en/period-strategic-partnership-turkey-uzbekistan-relations/
- 414-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Tayyip Erdogan to Uzbekistan will serve to raise the level of relations between the two countries to an
even higher level. The documents and agreements to be signed undoubtedly will further strengthen the
friendship between fraternal peoples. 1
Turkey’s soft power capacity comes from its history, culture and geography. Rather than seeing
them as obstacles or burdens, the Turks are now turning them into strategic assets in both domestic
and foreign policy. The new Turkish public diplomacy is building on Turkey’s expanding soft power
in the Balkans, the Middle East and the Caucasus. As Turkey engages new regions and emerging
actors as well as continues relations with its old allies, it develops new capacities for the various
elements of soft power and strategic communication in regional and global contexts. The new Turkey
that is emerging is also creating a new Turkish narrative with multiple dimensions and faces. The task
of the new Turkish public diplomacy is to tell the story of the new Turkey to a wide ranging audience
across the globe. As Turkey overcomes its old fears and builds a new identity for itself, the process of
change transforming the country will have a deep impact on Turkish domestic and foreign policy.2
1
Bakhrom Sotiboldiyev. Uzbekistan – Turkey: new page in bilateral relations. 6 April, 2018.
http://uza.uz/en/business/uzbekistan-turkey-new-page-in-bilateral-relations-06-04-2018
2
İbrahim Kalin. Soft Power and Public Diplomacy in Turkey. 2011
http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/01/ibrahim_kalin.pdf
3
İbrahim Kalin. Soft Power and Public Diplomacy in Turkey. 2011
http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/01/ibrahim_kalin.pdf
- 415-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
This conceptual framework should be considered as the backdrop for the public diplomacy that
Turkey is implementing via its various institutions. Many public institutions perform this role directly
or indirectly. TİKA (Turkish International Cooperation and Development Agency), Kızılay (The
Turkish Red Crescent), the Ministry of Tourism and Culture, the Ministry of Foreign Affairs, TRT
(The Turkish National TV), the Yunus Emre Foundation, the Agency for Investment and Support, the
Press Information Office and other institutions are all active in public diplomacy through political,
diplomatic, economic and cultural activities. In order to increase the effectiveness of these efforts,
these institutions need to have a well-coordinated relationship among themselves. This task is
currently undertaken by the Office of Public Diplomacy under the Prime Minister’s Office.1
CONCLUSION
Turkey managed its relations with Uzbekistan and the rest of Central Asia through the Turkish
Agency for International Cooperation (TIKA), which was subordinated to the Ministry of Foreign
Affairs but with a direct line to the Turkish prime minister. Expectations in Turkey and the West,
especially in the United States, were high for how Turkey’s ethnic, linguistic, religious, and
civilizational connections to Central Asia could be the perfect transmission mechanism for democratic
pluralism, a vibrant press, and free markets throughout the stagnant post-Soviet region. Turkey would
be the leading edge of a long-awaited strategic paradigm.
The Turkish International Cooperation and Coordination Agency (TİKA) has the best
experience and strongest institutional links in Central Asia so the agency’s activities may open a new
phase with the better institutional capacities in Uzbekistan. To date, the Turkish Cooperation and
Coordination Agency has already implemented 700 grant projects in Uzbekistan for $ 23.6 million. On
December 19, Shavkat Mirziyoyev received Serdar Cham, the President of the Turkish Cooperation
and Coordination Agency (TIKA) who arrived in our country. The meeting noted the importance of
further expanding the activities of TIKA in our country and bringing it to a new level. With the
deepened Turkish-Uzbek cooperation based on a common history, religious practices, language,
culture and traditions would serve both two countries to build a long-awaited steady relationship.
REFERENCES
Anvar Boboev, Anvar Samadov. Uzbekistan-Turkey: new opportunities for cooperation. 21
November, 2016.
http://uza.uz/en/politics/uzbekistan-turkey-new-opportunities-for-cooperation-21-11-2016
Samuel Ramani. The Turkey-Uzbekistan Rapprochement. 21 December, 2016
https://thediplomat.com/2016/12/the-turkey-uzbekistan-rapprochement/
Mehmet Seyfettin Erol. A Period of Strategic Partnership in Turkey-Uzbekistan Relations. 30
October, 2017
https://ankasam.org/en/period-strategic-partnership-turkey-uzbekistan-relations/
Esref Yalinkilicli. A new era in Turkish-Uzbek relations. 26 October, 2017
https://www.trtworld.com/opinion/a-new-era-in-turkish-uzbek-relations-11649
Bakhrom Sotiboldiyev. Uzbekistan – Turkey: new page in bilateral relations. 6 April, 2018.
http://uza.uz/en/business/uzbekistan-turkey-new-page-in-bilateral-relations-06-04-2018
FATIMA TAŞKÖMÜR. How did Turkey-Uzbek relations improve after two decades of
stagnation? 26 October, 2017.
https://www.trtworld.com/turkey/how-did-turkey-uzbek-relations-improve-after-two-decades-
of-stagnation--11677
Nadir Devlet. Turkey and Uzbekistan: A Failing Strategic Partnership. 5 January, 2012.
http://www.gmfus.org/publications/turkey-and-uzbekistan-failing-strategic-partnership
İbrahim Kalin. Soft Power and Public Diplomacy in Turkey. 2011
http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/01/ibrahim_kalin.pdf
Relations between Turkey and Uzbekistan.
http://www.mfa.gov.tr/relations-between-turkey-and-uzbekistan%20.en.mfa
1
İbrahim Kalin. Soft Power and Public Diplomacy in Turkey. 2011
http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/01/ibrahim_kalin.pdf
- 416-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Çetin TOPUZ*
ÖZET
Somut olmayan kültürel miras, sanat, şölen, bilgi ve becerilerinden meydana gelen ortak
bellektir. Eko köyler kırsal kesim turizminin bir uygulama alanı olmaktadır. Bu amaçla bu tez
çalışmasında belirlenen Güneşköy Kooperatifi, Kapor çiftliği ve Hindiba doğa evi örnekleri Somut
Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’nde üzerinde durulan sürdürülebilirlik yaklaşımı ile
değerlendirilmiştir.
Anahtar sözcükler: kültürel miras, sürdürülebilirlik, eko-köyler
ABSTRACT
Intangible cultural heritage is the collective memory of art, feast, knowledge and skills. Eco
villages comprise a part of eco-tourism in rural regions. In this study, it identified four examples of
Güneşköy Cooperative, Kapor farm, and Hindiba natüre houses of Intangible Cultural Heritage was
assessed as described in the sustainability approach.
Key words: cultural heritage, sustainability, ecovillage
GİRİŞ
Toplumları geçmişten günümüze ayakta tutan en önemli değer kültürdür. Kültür, bir toplumun
ortak ürünüdür. İnsanlar yaşam biçimlerini ve farklılıklarını nesilden nesil’e aktarmış ve kültürel
birikim beraberinde kültürel mirası oluşturmuştur. Kültürel miras somut ve somut olmayan birikimler
olarak toplumda yer etmiştir. Somut olmayan kültürel miras ilk olarak UNESCO tarafından 2003
yılında ifade edilmiş ve “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” ile birlikte kavram
olarak kullanılmaya başlanmıştır. Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi
(SOKÜM), korumacı yaklaşımlarıyla kültürlerin yaşaması ve gelecek nesillere aktarılması maksadıyla
sürdürülebilir olmasını amaç edinmektedir. Özellikle ekonomik gelişmeler, kültürel alanda meydana
gelen hızlı değişimler, nüfusun hızla artış göstermesi ve sanayi şehirlerine yapılan göçler kültürel
değişimi hızlandırmıştır. Sanayileşmiş toplumlarda görülen kültürel farklılık ve çeşitlilik geleneksel
kültürün önemini daha da arttırmıştır. Geleneksel kültürün sürdürülmesi ve yaşatılması için eko-köy
yerleşimleri dünyada ve ülkemizde hızla yaygınlaşmaktadır. Günlük yaşamın monotonluğundan
uzaklaşmak isteyen insanların köy hayatı içerisinde yer almak istemeleri köy toplum hayatının
hareketlenmesine imkan tanımıştır. Hızla artan eko-köy yerleşimleri ile ilgili çok fazla bilimse çalışma
olmaması bu alanda çalışma yapmayı gerekli hale getirmiştir. Eko-köylerin oluşumu bulunduğu
coğrafi alanın özelliklerine göre farklılık göstermektedir. Eko- köy kurulumunda, binaların kültürü
yansıtması, inşası ve köyde yaşayacak kişilerin seçilmesi önemlidir. Somut olmayan kültürel miras
ürünleri yaşatıldıkça varlığını sürdürebilmektedir. Bu kültürün sürdürülebilir olması ve yaşatılması
için geleneksel yaşam alanları eko-köyler öne çıkmaktadır. Bu çalışmada somut olmayan kültürle
mirasın korunması ölçeğinde Dünyada ve Türkiye’de bulunan eko- köyler incelenerek kültürel
değerlerin gelecek nesillere nasıl aktarıldığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Somut Olmayan Kültürel Miras geçmişte yaşanmış günümüze aktarılmış, kültürlerin yaşam
biçimlerini, mimari yapılarını içerisine almaktadır. Bu kültürün bir parçası olan Eko-köylerin bu
kültürleri yeniden yaşatmak, insanların tekrar geçmişe ait kültür içerisinde zaman ve mekan
kullanımını sağlamak amacı vardır. Bu çalışmanın amacı; Türkiye’de bu kültüre hizmet eden Eko-
köylerin incelenmesi ve eko- köy yerleşimlerine yol göstermesini sağlamaktır.
- 417-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
YÖNTEM
Çalışmada araştırma teknikleri yöntemlerinden nitel araştırma tekniği kullanılmıştır. Literatür,
kaynak araştırması yapılarak önce somut olmayan kültürel miras kavramı ve SOKÜM sözleşmesi
incelenmiştir. Eko-köy ve sürdürülebilir eko-köy kavramları ele alınarak Türkiye’de ki eko-köy
örnekleri incelenmiştir.
Somut olmayan kültürel mirasın korunması sözleşmesi 17 Ekim 2013 tarihinde kabul edilmiştir.
Türkiye’de 20 Nisan 2006 tarihinde yürürlüğe giren uluslararası bir sözleşmedir. Somut olmayan
kültürel mirasın korunması sözleşmesi koruma yaklaşımı ile korumanın sürekli olmasını sağlamıştır.
Kültürel mirasın korunması ile ilgili ilk çalışma 1964 yılında yapılan Venedik Tüzüğü’dür. Tüzüğün
birinci maddesinde üzerinde durulan “Tarihi anıt kavramı sadece bir mimari eseri içine almaz, bunun
yanında belli bir uygarlığın, önemi bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da
kırsal bir yerleşmeyi de kapsar. Bu kavram yalnız büyük sanat eserlerini değil, ayrıca zamanın
geçmesiyle kültürel anlam kazanmış eserleri de içine alır” (Aksoy ve Enlil, 2012: 4). Bu tüzükle
bereber kültürün sadece tarihi eser olmadığı ortaya konmuştur. UNESCO’nun 16 Kasım 1972
tarihinde imzaladığı “Dünya Kültürel ve Mirasının Korunması Sözleşmesi” ile tarihsel yapıların, sit
alanlarının ve doğal zenginliklerin korunması amaçlanmıştır. UNESCO’nun kültürel mirasın
korunması için yaptığı projelerden bir diğeri de 1993 yılında Kore Cumhuriyeti’nin önerisiyle
başlatılan “Yaşayan İnsan Hazinesi” sistemidir. Bu sisteme göre, kültürel mirası üreten ve gelecek
kuşaklara aktarmakta olan usta kişiler insan hazineleri olarak adlandırılmakta ve sürdürülebilir
kalkınma hedeflerine zarar vermeden kültürün korunmasına ve gelecek kuşaklara aktarılmasına
yapacakları katkıya vurgu yapılmaktadır (Oğuz, 2008 :6). Kültürel mirasın sürdürülebilir olmasını
sağlayan bireyler kültürü aktarmakla kalmamış korudukları da görülmüştür. Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması Sözleşmesi 17 Ekim 2003 tarihinde imzalanarak, Venedik tüzüğü ile farkındalık
kazanan kültürel miras, SOKÜM sözleşmesi ile bu çalışmanın son adımı olmuştur. “Somut olmayan
kültürel miras” toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası
olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar,
gereçler ve kültürel mekânlar anlamına gelir (SOKÜM Sözleşmesi, 2003: 2). Ayrıca; somut olamayan
kültürel miras, insanların doğa ve tarihle etkileşmelerine bağlı olarak yeniden meydana getirilir ve
devamlılık gösterir. Somut olmayan kültürel miras alanları SOKÜM sözleşmesine göre şu şekilde
belirtilmiştir:
➢ Somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi olan dille birlikte sözlü
gelenekler ve anlatımlar,
➢ Gösteri sanatları,
➢ Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler,
➢ Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar,
➢ El sanatları geleneği
- 418-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Sürdürülebilir Eko-Köy
Eko köylerde sürdürülebilirlik, yerel düzeyde yaşanabilir imkanların ve yaşam standartlarının
sağlanması ile gerçekleştirilir. Sürdürülebilir Eko-köylerde insanların ihtiyaç duyduğu yeşili ve doğayı
korumak, insanları sessiz, sakin ve geleneksel mimarideki yapılarda ağırlamak gerekmektedir.
Eko köylerde sürdürülebilir gelişmeyi yönlendirecek ve uygulama başarısının yansımasının
gözleneceği Wheler’in 9 temel çalışma alanını “Tuğun ve Karaman” şu şekilde aktarmışlardır.
1- Kompakt, dengeli arazi kullanımı; Arazi, insan yaşamındaki gelişmelerin sınırlı
kaynaklarından biri olarak tüketilmekte ve tüm dünyada gerek kentsel gerekse kırsal kesimlerde bu
durum artan bir şekilde devam etmektedir. Arazi kullanım talepleri mevcut yerleşim alanlarının
içindeki potansiyellere yönlendirilmeli, verimli bir planlama dahilinde kullanılarak gelişme süreci
içindeki büyüme ve ihtiyaçlar karşılanabilir olmalıdır. Eko köyler ekolojik kırsal yerleşimler olarak
korunmalı, rekreasyon ve gelişme alanlarında aşırı büyüme denetim altına alınmalıdır.
2- Araç kullanımının azaltılması; Kirli bir atmosferin oluşumunu önlemek ve dolayısıyla insan
sağlığını tehdit edecek her türlü kirlenme için önlemler alarak yaşam kalitesini yükseltmek, kaliteli bir
çevre yaratmak, eko köylerin sürdürülebilir olması için mutlaka çözümlenmesi gereken unsurlar
olmalıdır.
3- Kaynakların akılcı kullanımı, atıkların azaltılması, çevre kirliliğinin önlenmesi; Eko köylerde
enerji ve doğal kaynak kullanımında planlı ve akılcı kullanım önemlidir. Yenilenemeyen enerji
- 419-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
- 420-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Kapor Çiftliği
Nevşehir Avanos’ta bulunmaktadır. Kapor çiftliğinde çanakçılık, çömlekçilik, tarım,
hayvancılık ve el sanatları gibi iş alanları ile ilgili çalışmalar yürütülmektedir.
- 421-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
SONUÇ
Kültürel çevrenin tahrip edilmesi ile uluslararası duyarlılığın artması somut olmayan kültürel
mirasın korunması gerçeğini daha da öne çıkarmıştır. UNESCO’nun çalışmaları ile imzalanan
SOKÜM (Somut Olmayan Kültürel Miras) sözleşmesi ile dünyada farkındalık oluşturulmuş ve
kültürel geçmiş ve yaşam günümüze nesilden nesile aktarılmıştır. Kültürel mirasın sürdürülebilir
olması sosyal, kültürel ve çevresel gelişmeleri yeniden üreterek devamlılığını sağlamaktır.
Sürdürülebilir kültürel mirasın korunması için kullanılarak geleceğe aktarılması gerekmektedir. Somut
olmayan kültürel mirasın kullanılarak sürdürülebilir olmasını sağlayan en önemli faktör yerel halktır.
Kırsal kesim de yaşayan toplulukların geleneksel köy hayatını yaşatmak için oluşturdukları yaşam
alanına Eko-köyler denmektedir. Eko-köyler toplulukların sosyalleşmesine katkı sağlayan birçok
farklılığı ve zenginliği bir arada sunmaktadır. Özellikle mimari özelliği ile öne çıkan yapıların
geleneksel köy yaşamı ve kültürü ile bütünleşmesi, lokasyonu ziyaret eden insanların beklentilerini
karşılamaktadır.
KAYNAKÇA
Aksoy, A.ve Enlil Z. (2012). Kültürel Miras Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar, Kültürel Miras
Yönetimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No: 2573.
Asımgil, B. (2017). XVI. Yüzyıldan Günümüze Eko- Köylerin Tanımlama Yaklaşımlarına Göre
Karakteristik Özelliklerinin Saptanması, http://dergipark.gov.tr/tujes Trakya University Journal of
Engineering Sciences, 18(2): 95-111, 2017 ISSN 2147–030
Beyhan, G. (2003). Kültürel Süreklilik ve Çağdaş Gereksinimler Bağlamında Sürdürülebilir
Turizm ve Sürdürülebilir Kimlik. Yayınlanmamış Doktor‟a Tezi, İstanbul: İstanbul Teknik
Üniversitesi.
Demir, E.S. (2015). Türkiye’de Somut Olmayan Kültürel Mirasın Eko Turizm Bağlamında
Değerlendirilmesi, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek lisans Tezi, Ankara
Geleneksel Yayıncılık, s. 7-65.
İnternet: UNESCO (2003). Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi, Paris, 17
Ekim 2003, , http://www.unesco.org/culture/ich/doc/src/00009-TR-PDF.pdf. 27.10.2018.
Köşklükkaya, N. (2013). Mimarlık Disiplininin Halk Mimarisi ve Somut Olmayan Kültürel
Miras Bağlamında Halkbilimi Disiplini ile İlişkisi. Bilim ve Kültür Uluslararası Kültür Araştırmaları,
1(1), s. 126-140.
Oğuz, Ö. (2009). Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir ?, Ankara: Geleneksel Yayıncılık.
Oğuz, Ö. (2008). UNESCO ve Geleceğin Ustaları, Millî Folklor, (77), 5-10.
Oğuz, Ö. (2009). Somut Olmayan Kültürel Miras ve Kültürel İfade Çeşitliliği, Millî Folklor,
(82), 6-12.
Oktay, D., (2007). Büyükkonuk Eko Köyünde Aktivite Binaları Dağılımı Turizm Uygulama
Planlaması için Analiz ve Sentez Haritaları Çalışması, Bearing Point-DAÜ.
Özünel, E. (2013). Somut Olmayan Kültürel Miras İçin Yenilikçi Bir Bağlam: Sürdürülebilir
Kalkınma, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Geleceği Türkiye Deneyimi, Ankara: Grafiker Yayınevi.
Tuğun, Ö ve Karaman, A. (2014). Çekirdek Köylerin Eko Turizme Kazandırılması İçin
Sürdürülebilirlik Kavramı Çerçevesinde Bir Model, Megaron Dergisi, cilt:9, sayı:4. Uluslararası
Kultur Araştırmaları, 1(1), s. 126-140.
Tuğun, Ö., Özsoy K., Ş., Arcan, E., F. (2013). Eko Köy Planlamasına Bir Mimari Planlama
Bakışı İle Yaklaşım, 1.Ulusal Eko Turizm, Eko Üretim ve Eko Köy: Bağlıköy Örneği Sempozyumu, 23-
24 Mayıs 2013, Bağlıköy, s.1-20.
- 422-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Menşure AŞÇI*
ABSTRACT
In the chronological order of historical Turkic dialects, Khwarazm Turkic (13th and 14th
centuries) positioned between Qarakhanid Turkic (13th and 14th c.) and Chagatai Turkic (15th and
20th c.) was used as written language in Central Asia during about 200 years. Out of the important
written sources in Turkic language, Nahcu’l Faradis by Mahmud ibn ʻAlī al-Sarāī, a piece of Kısasu’l
Enbiya by Nasıruddin bin Burhaneddin er Rabguzi, a translation of Husrev u Sirin by Qutb, Muîn ul-
Murid by Sheikh Seref Hodja with the ekename of Islam, Muhabbetnâme by Khuarizmi, and Mirac-
name by Malik Bahsi were penned in written Khwarazm. Uzbek is the official language of
Uzbekistan. It is reported that the population has reached up to 32,512 thousands as of 1 October 2017,
whose about 50.6% live in urban cities and 49.4% (corresponding to 16,060 thousand inhabitants) in
rural regions. Among commonwealth of independent states, Uzbekistan is very young and has rapidly
growing population, whose nearly 45 percent constitutes children and adolescents below 18 years old
and 60 percent workable population. Uzbek has very old writing tradition with its being direct follow-
up of Chagatai written language. Included in the Southeastern Qarluq group under general Turkic,
Uzbek written language was based on northern dialects between the years of 1930 and 1937. From
1937, Taşkent and Fergana Valley dialects were preferred to use. Uzbek was written in Arabic letters
until 1930 and in Latin alphabet from 1930 to 1940 as well as in Kyril letters between the years of
1940 and 1993. Following the collapse of Soviet Republic, Uzbeks decided on transmission to Latin
letters on 2 September 1993 and began to use Latin alphabet officially adjusted to Uzbek in 2010. This
poster aims to investigate the situation of a group of derivational morphemes in historical Khwarazm
Turkic in modern Uzbek and reveal similarities and differences with examples. Under such
comparison, the trends and changes of wording symbols in Uzbek from 13th and 14th centuries upto
today are tried to identify as specific to a set of such affixes.
Key Words:Khwarazm Turkic, Uzbek, Uzbekistan, Derivational Morphemes
- 423-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
The Republic of Kyrgyzstan is a republic with the population of 6,083 thousand inhabitants
(2016), founded within the territory of 199 190 km2 landlocked on the north by Kazakhstan, on the
east and north-east by China, on the south and south-west by Tajikistan and on the west by
Uzbekistan. Out of the population, 64% are Kyrgyzs, 12% Uzbeks, and 12% Russians. In addition,
Kazakhs, Tatars, Uyghurs, and Ukrainians live in small minorities in this country. As understood from
the demographic structure, Uzbeks constitutes the most crowded group after Kyrgyzs in Kyrgyzstan.
They live in southeastern Kyrgyzstan, particularly in the states of Jalal-Abad, Osh and Batken. The
Uzbeks have had significant effects upon Kyrgyzs in the region of the mentioned states with either
living styles and customs or dialects of theirs so that Kyrgyzs in southern Kyrgyzstan, namely in the
south of Ala-Too, resemble Uzbeks that even they pronounce this fact. Southern Kyrgyzs have been
considerably influenced by Uzbeks in every aspects ranging from apparel to religious life to customs
to eating and drinking habits. In addition, Southern Kyrgyz dialects have significantly remained
under the impact of Uzbek. Of Jalal-Abad and Osh dialects in Kyrgyz, many properties of voice and
symbol contain traces from Uzbek. Furthermore, Uzbek has higher impact in regional vocabulary. In
our study, the aim is to determine in what respect the Uzbeks in Kyrgyzstan affect the living styles and
dialects of Kyrgyzs. The findings are the product of one-year study that we performed in Jalal-Abad
during the years of 1994 to 1995.
Key Words: Southern Kyrgyzstan, Southern Kyrgyzs in Kyrgyzstan, Kyrgyzstan Uzbeks, Dialect,
Culture
- 424-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
S. Hakan YILMAZ*
Muhammet ERBAY**
Meithiana Indrasari***
ABSTRACT
Intercultural communication takes place in the process of interaction of different cultures,
communication on different symbols, comparison of cultures, sometimes forming new experiences as
a result of conflicts. Each culture has emerged and evolved over the long years of living practices of
societies. However, cultures are not independent of other cultures but are in constant interaction. This
interaction can sometimes be in the form of commercial relations, sometimes wars, sometimes tourism
movements, and sometimes educational activities. In this study, the results of a cultural convergence
for education are discussed. Especially in recent years cadres of the ruling governing follows the
policy of rapprochement to African continent. Within the framework of these policies, economic,
cultural and political relations are developed and mutual visits and agreements are made for different
purposes. In line with these policies, students come from Africa countries in order to receive
university education. These students, who come from different cultures, often make contact with
Turkish culture for the first time in our country. Six students who came from different countries of
Africa to learn in Konya at Selçuk University attended to our study. The focus group students who
formed the interview team were the citizens of Senegal, Cameroon, Zimbabwe, Rwanda and
Mauritania. African students emphasize that the way they look at the world has changed into the way
that they look at other cultures and lifestyles more concerned and warmly. The Students emphasised
that Turkey will always be their second country after their university education in Turkey. It is
obvious that this exchange program has been successful. The importance of the geography of the two
countries in terms of transitions between cultures and cultures is once again revealed. The cultural
characteristics of the African continent and cultural reflections of the African continent and their
reflections on the communication processes were examined with focus group method.
Keywords: Intercultural communication, African students, Culture, Focus group, Education
- 425-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Murat BAŞAR*
M. Cihangir DOĞAN**
ÖZET
Üniversiteler ile Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullar arasındaki kopukluk yıllardan beri dile
getirilen bir sorundur. Eğitim fakültelerinin görevlerinden biri öğretmen adayı yetiştirmektir. Diğer
görevi de eğitimle ilgili bilim üretmek, üretilen bilgilerin eğitim alanına yansıtılmasını sağlamaktır.
Teorinin üretildiği üniversiteler ile uygulamanın yapıldığı okulların işbirliği içinde olması birbirlerini
tamamlaması öğretmenlerin mesleki gelişimine katkı sağlayacak, akademisyenlerin de uygulama ile iç
içe olmalarını sağlayacaktır. Okul gelişimlerinin sağlanması için okul danışmanlığının bir modelin
geliştirilmesinin amaçlandığı bu çalışmada nitel eylem araştırması yöntemiyle yapılan bu çalışmada
düşük, orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip üç okullarda çalışma yürütülmüştür. Çalışmada
maksimum çeşitlilik sağlanmıştır. Araştırmaya katılmaya istekli 15 öğretmen ile görüşme yapılmıştır.
Çalışma kapsamında Uşak Milli Eğitim Müdürlüğü ile Uşak Üniversitesi arasında işbirliği protokolü
imzalanmıştır. Çalışmaya katılmaya gönüllü akademisyenlere danışmanı olmak istediği düşük orta ve
yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip üç okul belirlemesi istenmiştir. Belirlenen okullar Milli Eğitim
Müdürlüğüne bildirilmiştir. Danışman akademisyenler hafta bir gün danışma olduğu okullara giderek
okul yönetimi ve öğretmenlerle görüşülmüştür. Okul yönetimi ve öğretmenler danışmanlara
sorunlarını ve ihtiyaçlarını belirtmiştir. Danışman eğitim fakültesindeki öğretim elemanlarıyla diyalog
kurarak sorunları gidermeye, okul gelişimine katkı sağlamıştır. Çalışmada okul danışmanlığının teori
ile uygulamanın yakınlaşmasını sağladığı tespit edilmiştir. Kendisini geliştirmek isteyen öğretmenler
akademik çalışma yapmaya yönelmiştir. Okulların gelişiminde veli eğitiminin gerekli olduğu tespit
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Okul danışmanlığı, mesleki gelişim, öğrenme öğretme
* Doç. Dr., Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü, murat.basar@ usak.edu.tr
** Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü, mcdogan@marmara.edu.tr
- 426-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Murat BAŞAR*
M. Cihangir DOĞAN**
ÖZET
Türkiye’nin gelişmesi PISA, TIMS, PIRLS gibi uluslararası sınavlarda hak ettiği yeri almasında
eğiticilerin eğitimi önemli bir yer almaktadır. Yapılan görüşmelerde öğretmen lisesi, eğitim
yüksekokulu, fakülte veya enstitülerden mezun olduktan sonra mesleki gelişim alanında hiçbir kitap
okumamış öğretmenlere rastlanılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığının öğretmenlerin mesleki gelişimini
sağlamak için düzenlediği sistem okul kapanışından ve açılışından önceki seminerlerdir. Bu
dönemlerde öğretmenlerin dönem sonu itibariyle tükenmişlik yaşamaları, dönem başında ise tatilden
gelmenin verdiği isteksizlikle pek etkinlik gerçekleştirilmeden tamamlanmaktadır. Bu durum da
öğretmenlerin, programları tanımaları, sınıf yönetimi, çağdaş yöntem ve teknikler, ölçme
değerlendirme gibi alanlardaki gelişimleri takip etmelerinde sorun yaşamalarına neden olabilmektedir.
Okul bazında hizmetiçi eğitimin öğretmenlerin mesleki gelişimine etkisinin incelendiği bu çalışmada
nitel eylem araştırması yöntemiyle yapılan bu araştırmanın çalışma grubunu düşük, orta ve iyi üç
ilkokulda görev yapan doksan iki sınıf öğretmeni yer almıştır. Öğretmenlere kendi okullarında ihtiyaç
olarak belirttikleri sınıf yönetimi, ilk okuma yazma öğretimi, yapılandırmacı öğrenme felsefesi, Etkili
okuma çağrışımları, drama etkinliklerinin öğrenme öğretmede kullanılması, sosyal bilgiler programı
ve öğrenme etkinlikleri, hayat bilgisi programı ve öğrenme etkinlikleri, matematik programı ve
öğrenme etkinlikleri öğrenci davranışlarını değerlendirme konularında 2016-2017 öğretim yılı
boyunca eğitim verildi. Üç okulda görev yapan öğretmenlerden 15 öğretmenin okul bazında mesleki
gelişime yönelik görüşleri alınmıştır. Böylelikle maksim çeşitlilik sağlanmıştır. Araştırmada
öğretmenler, öğretim elemanlarına daha rahat sorunlarını iletebildiklerini, sorular sorduklarını,
okullarına özgü sorunları paylaşabildiklerini, seminerde öğrendiklerini görevli oldukları sınıflarda
hemen uyguladıklarını, öğrenme öğretme etkinliklerine zenginlik sağladığını belirtmiştir. Okul
bazında mesleki gelişim etkinliklerin genel seminerlere göre öğretmenlere daha çok katkı sağladığı
sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Okul, mesleki gelişim, öğrenme öğretme
*
Doç. Dr., Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü, murat.basar@ usak.edu.tr
**
Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü, mcdogan@marmara.edu.tr
- 427-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
ABSTRACT
Some of the important works of our cultural heritage are books on domestics. The first scientific
works put forth by the Turks were written during the Uygur period. However, we do not yet know
whether or not there is a written work about domestics in this period. All of the works about domestics
that fall into our cultural heritage were written after Islam.In historical texts, when we say a
“domestic”, the first thing comes to mind is a horse. The works written on the horses are Furusiyye,
Hayl-nâme, Feres-nâme, Esb-nâme, Baytar-nâme. All of these works are based on Arabic translation
and copyright works written in the early periods of Islam. Beginning from the 4th century A.D., the
scientific development in the West gradually came to a halt in the 6th century. Contrary to the
regression in the West, we see that in the Islamic world, from the 7th century, scientific development
increased at an extraordinary rate. Especially since the time of the Abbasi caliph Mansur, many works
in ancient Greek, Hindi and Syriac have been translated into Arabic. The translation period is followed
by the royal period in the 9th century.In this paper, horse culture, horse characteristics and education
which are mentioned in the books Furusiyye, Hayl-nâme, Feres-nâme, Esb-nâme, Baytar-nâme that
are the most important works of our cultural heritage and effective in the Islamic world from the 7th
century to the 19th century will be covered.
Key words: horse breeding, horse training, horsemanship, cultural heritage
- 428-
International Congress on Cultural Heritage and Tourism
Zehra ODABAŞI*
ABSTRACT
Seljuk Bey, who was a subaşı (high ranking security officer) in Oghuz Yabgu State, relocated to
the city of Cend with the tribe of Kınık because of a conflict. Seljuk Bey, declared to his followers that
unless they converted to Islam; which is the religion of the people of Cend, a buffer zone city between
Muslims and Non-Muslims, they would remain as an isolated small community and he declared his
decision of Conversion of Islam. Later, he sent emissaries to the Samanid rulers in Bukhara and
requested scholars who would teach Quran and Islam. By these scholars, which were sent with various
gifts, Islam expanded quickly among the Oghuz people of Seljuk Bey and because of that, Seljuk Bey
and his family migrated to Khorasan from Bukhara and founded their State in Khorasan, over time
also Anatolia, a state that carried their family name. In this study, the Islamization of Seljuk dynasty in
Bukhara and their relations with Samanids would be covered with the help of the primary sources at
that time.
Key Words: Seljuks, Islamization, Samanids, Bukhara
*
Selçuk University, Faculty of Letters, Department of History, ze.odabasi17@gmail.com
- 429-