Professional Documents
Culture Documents
Tasavvufa Giris I Kitap Tasavvuf Geleneginde Arayis PDF
Tasavvufa Giris I Kitap Tasavvuf Geleneginde Arayis PDF
Tasavvufa Giris I Kitap Tasavvuf Geleneginde Arayis PDF
kitabın içeriği Anka’nın Kanatları kitap serisinden alınmıştır.
Aslına uygun ve güncel içerik sadece resmi kanallar üzerinden edinilen e
kitaplarda güvence altındadır.
Anka’nın Kanatları
Çağrı Dörter
Smashwords Edition
Copyright 20142015 © Çağrı Dörter
Yazar Hakkında...
Hakikat’i arıyorsa eğer; insanın önce O’nu (yapabildiği oranda) tüm dinlerin,
manevi geleneklerin, felsefelerin, öğretilerin ve bilimin köklerinde ortak olarak
tespit edebilecek ilmi derinliğe ulaşması gerekir. Çünkü O’na ancak bütünsel
(kapsayıcı) bir anlayışla yaklaşılabilir. Ve ancak böylesi bir yürüyüş neticesinde,
birbirinden ayrı görünen parçaların (dinler, felsefeler, öğretiler, düşünceler,
yollar, bilim dalları) birleşerek bir pusula halini almaya başlaması mümkün
olabilecektir... Takiben, o pusulanın gösterdiği ‘Kapı’ya varılıp; o yaşantının
içinde yoğrulunması ve hakiki bir dönüşümün yaşanması elzemdir. Bu
süreçlerden birinin eksikliği, insanı ‘tek kanatlı bir kuş misali’ bırakacak ve onu
‘gökyüzüne uçurmak’ yerine hayatını ‘yerlerde bir çırpınma’ya çevirecektir...
Bu yaşantıları ve süreçleri içeren 20 seneyi aşkın bir yolculuğun açığa çıkardığı
“Anka'nın Kanatları” kitap serisi, onlardan süzülen özün konsantre olarak okura
sunulması ve disiplinler arası bir noktadan hepsinin merkezindeki ‘Hakikat’in
anlaşılması niyetiyle kaleme alınmıştır...
Başta; yanına en sevdiği şekilleri alıp evinden çıkar yolcu...
Ancak; “Şekilsiz”e yürürken, şekiller düşer, ellerinden...
Kendisi dahi fark etmeden...
Çağrı Dörter
1
Tohum; her ne kadar her meyvenin içinde varsa da, meyveden dışarı çıkıp
ereğine(1) varması için, önce uygun bir toprağa düşmesi, sonra uygun
şartlarda filizlenmesi, ardından uygun şartlarda büyümesi gerekir ki; sonunda
kendini ağaç olarak tekrar bulabilsin. Elbette bu süreçte dış kabuğun, yerini,
koruduğu özün açığa çıkan ifadesine bırakması gerekecektir...
Ancak çoğu meyve düştüğü yerde çürür. Kimini hayvanlar yer, kimini toprak
sahipleri... Kimi toplanıp satılırken, kimi dibine düştüğü ağaca tekrar gübre olur.
Bir fidan, onu doğuran ağacın dibi bir yana gölgesinde dahi büyüyemez...
Sanıldığından ince bir iştir, tohumun, önünde uzanan kıldan ince kılıçtan keskin
köprüden geçip, içindeki ağaca varması...
“Yere göğe teklif edilen ancak cahil olmasıyla birlikte beşere teslim edilen
emanet”(3), beşerin kendisine dahi kapalıdır. Ne taşıdığını bilmez... Beşer için
“emanet”in ne olduğunun keşfi, bir ucu kendinde bulunan ipi varoluşun
merkezine kadar takip etmesiyle mümkün olabilir. Ancak, “O çok zalim ve
cahildir”(4) ifadesi, bunun o kadar kolay olmayabileceğini gösterir... Cehaleti
ve sonuç olarak zulmü, başta kendisinedir... Her seferinde kendi taşıdığı
odunlarla kendini yakan beşer, göklerde ayrıca ateş yakılmasına gerek
kalmayacak şekilde kendi hesabını her gün ve her saniye görür... Kendi huy ve
yaklaşımlarından kaynaklanan tüm sıkıntılar için ötekileri suçlayan ve bu huy,
inanç ve davranışları üzerinden sürekli sıkıntı çekmesine rağmen kendini ve
doğru bildiğini sandıklarını sorgulamayı aklına getiremeyen beşerin bu hali için
tasavvuf geleneğinde “gözleri ve kulakları mühürlü” tabiri kullanılır. Bu mühürler
açılmadan; ne görmesi, ne gördüğünü tanıması, ne de kendi hakikatine ait
sözleri anlaması mümkün olacaktır. Erenlerin ereni ile aynı evde yaşasa dahi;
ne tanıyabilir onu, ne de lisanı hal(5) ile yapılan o daimi davete cevap
verebilir...
Kendi hakikatiyle ilgili bir sorgulaması olmaksızın, “derin bir uyku” olarak tabir
edilen şekilde varlığını sürdüren ve dünyada en yaygın halde bulunan bu akıl
tipine tasavvuf geleneğinde “Aklı Meaş”(6) adı verilir.
Nice badireler atlatmış, nice aşamalardan geçmiş ve tüm varlıkların koştuğu
ama pek azının dahil olduğu, “farkında olduğunun farkında olması” ile
diğerlerinden ayrılan “beşeriyet alemi”ne “insan” olabilme potansiyeli
(tohumu) ile doğmuştur. Ancak “Aklı Meaş”; bu potansiyelin gerçekleştirilmesi
ile ilgili herhangi bir yönelime sahip olmadığından, beşeriyet aleminin renkleri
ve çekim odaklarına kapılacak, kurbanını onlara verecek ve yatırımını sadece
o aleme yapacaktır. Enerjisini beden ve bedensel tatminler yolunda
harcamayı tercih ederek “insan tohumu” yerine, “tohumun kabuğu”nu
beslediği bu alanda, “sorgulama” sürecine girmedikçe, içindeki “insan”
potansiyel olarak kalacak ve çoğunlukla doğamadan devredecektir(7)...
Kabuğa yapılan yatırım ve güçlendirme çalışmalarının sürekliliği, bir noktada,
kabuğu, o yaşam süresi içinde artık özü tarafından kırılması olanaksız bir hale
getirecektir... İşte “insanın kırkına gelmesi” budur... Bu sembolik aktarım, nasıl
insan fiziksel olarak belirli bir yaştan sonra belirli sporlar için eğitilemeyecek
duruma geliyorsa, nefsinin katılaşma sürecinin belirli bir aşamasından sonra,
esnekliğini kaybeden o nefsin artık dönüştürülmesi ve saflaştırılmasının da aynı
derecede zor hale geleceğine işaret etmektedir...
Kimi otuz yaşında gelir kırkına, kimi altmış... Kimi içine doğar kırkının, kimi hiç
görmez kırkını... “Kırkına gelmek”; kendini ekşitmektir... Bu aşamadan sonra,
“kendi varlığı” ile ilgili her türlü yaklaşım veya duyum, beşerin yüzüne de
“ekşime” olarak vuracak, canını sıkacak ve onu uzaklaştıracaktır... Bu nedenle;
“sirkeden şarap olmaz”(8) denmiştir... Bu nedenle “Ehli, kimseyi söz ile davet
etmez...”(9) denmiştir... Bu nedenle “Ehli, terki dava etmiştir”(10) denmiştir... Bu
nedenle “Ehlinin, kimseye satacak bir şeyi yoktur...”(11) denmiştir...
Biraz daha hassas olanlar “Nerede o Yunus’lar, Mevlana’lar” diye yakınabilir
arada sırada... Geçmişte de aynı şeyleri bizzat Yunus’lara, Mevlana’lara
söylemiştir, bugün yaptığı gibi... Kıyafetler değişmiş, devir değişmiş ancak
“hal”ler(12) değişmemiştir... Tarihin ve zamanın içinde iz sürerken yanı
başındakini ıskalama hali, ebedi ve ezeli bir haldir...
Öte yandan, yaratılışın yasaları işlemeye devam etmektedir... Mekanizması; bir
bilmeanlamaolma varlığı olan insana, yürümek üzere yaratıldığı yol üzere
adım atmaya karar verene kadar onay vermez... Ve onaylamadığını,
yaşamına eşlik eden sürekli bir iç sıkıntısıyla ona bildirir... O öyle bir iç sıkıntısıdır
ki; günlük yaşamın normlarından biri olarak kabul edilmiş ve nedeninin “boş
oturmak” olduğu gibi bir sonuç çıkarılmıştır. Oysa işin gerçeği “boş oturmak”
değil, “bir an dahi kendisiyle yalnız kalamamak”tır... Bu nedenle de “bir an
dahi duramamak, nefes alamamak”tır... Kimsenin hoşuna gitmez; her ne
kadar kılları daha az ve duruşu daha dik bir bedene sahip olsa da, içinde
sürekli ağaçlardan ağaçlara atlayan bir maymun olduğunu kabul etmek... O
maymun, henüz ağaçlardan inmemiştir... Ve kolay kolay da inmeye niyeti
yoktur...
Ancak, kurulu çarklara verimli hizmet edebilmesi için, beşerin, kendi varlığı
konusunda cahil kalması ve ihtiyacı olmayan hapları alabilmek için koşturarak
bu çarkların dönmesine hizmet etmesi gerekmektedir. Üstelik bu hapları
alabildiği için bir de kendini özgür sanmalıdır ki, “çarklardan kurtulmak”,
“hayatını dönüştürmek” veya “evrilmek” fikri aklının ucundan dahi geçmesin...
Tohumun filizlenmesi; kimi zaman, sonunda koca bir hiç olacak hedeflerin
peşinde kendini kaybetmişçesine koştururken, düşünmesine yol açan ani ve
şaşkınlık verici bir olayla başlayabilir. Kimi zaman; içinde hep o sezgiyi taşıyan
birey, belirli bir olgunluğa geldiğinde, hayatı boyunca gerçek olan soruları
aslında sadece çocukken sorduğunu ve büyümüş görünürken aslında hep
yerinde saydığını anlayarak, hayatını bu anlayışın gösterdiği yön üzerine
kurmayı seçebilir. Kimi zaman, doğduğu andan itibaren bu sezgiyi taşıyıp, en
ufak fırsatları bile bu yönde kullanarak, o tohumu ağaç yapmaya adayabilir
hayatını. Ancak eninde sonunda, zamanının gelmiş olması gerekir... Zamanı
gelmeden diğer tüm şartlar uygun olsa dahi baki kalan ve artan iç sıkıntısına
rağmen, bu yönde bir adım atma iradesini kendinde bulamaz... Yanı başında;
alıştığı, bildiği ve güvendiği haplar hep daha çekici görünecektir ona...
Ancak, haplarla ilgili önemli gerçek, hemen hepsinin bir süre sonra eski
etkilerini kaybetmeye mahkûm olmalarıdır. Haplar etkilerini kaybettikçe, artan
iç sıkıntısı yine duyulur hale gelecektir. Bundan, ancak “daha güçlüsü”yle
kurtulmak mümkündür... Motosikletle iki takla atmışsa, üçüncü taklayı
denemelidir... Turistik ülkelerin hepsini gezmişse, artık savaşın olduğu yerlere
gitmelidir... Tek hapla eskisi gibi hissetmiyorsa, dozu iki katına yükseltmelidir...
Ve elbette renkli ekranlarda “daha fazlası”nı yapma bağımlılığı, “bir başarı”
gibi sunulur... Çocuklar “uykudan önce”yi izledikten sonra yatarlarken,
ebeveynler için farklı isimler altında “ebedi uyku ve onun yüceltilmesi” vardır...
“Kölelik” “özgürlük”, “ağaçlararası atlama” ise “başarı” ve “dinamizm”
olmuştur...
Maddi dünyanın tüm nimetlerine sahip olan hemen her bireyin adeta intihar
meyilli veya tamamen uyuşturulmuş bir yaşamı seçmeleri, haplarla nereye
kadar gidilebileceğinin göstergesidir... Ancak, bu yaşamlara dışarıdan
bakanlar, o hayatların nasıl sıkıntılı, karanlık ve depresif olabileceğini hayal
dahi edemez ve kısa fragmanlarını görerek “cennet” sandıkları o yaşamları
kurabilmek için hayatlarını “cehennem”e çevirir ve enerjilerini o yolda
tüketirler...
Kendi derinliklerinden kendine bildirilen o şüphesiz mesaja kulak kabartan ve
bir şeylerin eksik olduğunu hisseden bir birey, sadece yaşamın bu dinamiklerini
görmekle kalmaz, bu iç meseleyi halletmeden hiçbir insan için gerçek bir
rahatlama veya ferahlama olamayacağını da kavrar... O varlıksal sıkıntı;
sonunda ölümün olduğu bu yaşamın ne olduğu üzerine gerçek bir cevap
bulmadan her şeyin temelde anlamsız ve her eylemin temelde boş olacağının
sezgisi olarak, evini bulana kadar varlığını sürdürecektir...
Kıblesini(14) bulan bireyin o yönde atacağı “bir adım”ın bile boşa gitmeyeceği
söylenir... Her adım, olumsuz davranışlarına kaynak olan bir düğümü daha
çözer ve onu sağaltırken(15); anlayışının genişlemesiyle birlikte huzuru ve tatmini
de artacak; içsel gökyüzü, her yeni anlayışın hayata geçirilmesiyle biraz daha
aydınlanacaktır. Anlayışının kapsamının genişlediği, maneviyatının derinleştiği
her an, o gözlerin arkasında duran varlık daha güzel bir hal almaya
başlayacak, o gözlerle gördükleri de daha başka bir görünüme bürünmeye
başlayacaktır... Ve ancak o zaman "nefes alma”nın nasıl bir şey olduğunu
idrak edecektir... Bir kez bu “nefes”in ferahlığını duyumsadıktan sonra, daha
evvel nasıl nefessiz yaşayabildiğine şaşarken, aynı zamanda ilk defa dışarıdan
bakabildiği o alemin(16) karanlığını da görebilmeye başlayacaktır... Perdeleri
kapalı bir evin içinde, güneşin varlığından habersiz yaşayan birinin, ilk kez
kapıdan çıkıp gökyüzünü gördükten sonra, içinden çıktığı kafese bakması
gibi... Veya bir bebeğin çıkmamak için başta direndiği, ancak hayallerinde
dahi göremeyeceği o aleme çıktıktan bir müddet sonra daha evvelki
yaşantısını hayal dahi edemeyeceği gibi... Yolcu, o dar ve karanlık
hapishanesine bir kez daha bakacak ve ardından önünde uzanan patikada
yürümeye başlayacaktır...
Bu akıl, beşerin içindeki “insan” tohumunun suyunu sağlamak üzere faaliyet
gösterir. Faaliyeti, ikinci nefs mertebesi olan “Nefsi Levvame”(18) ile başlar. Tüm
alemleri kapsayacak idraki doğrumak üzere düzenlemiş, ancak bir çocuğun
idaresinde sağa sola çarpılarak tüketilen bedenin dümeni, bu aşamada,
olgunluğa yönelmiş bir kaptan tarafından teslim alınmıştır. Bu kaptanın nihai
hedefi, kullandığı muazzam makinayı tam kapasitesine yükselterek, içindeki
yolcunun evine ulaşmasını sağlamaktır...
Bir zaman sonra anlayacaktır ki, en başından beri ona eşlik ederek bu yola
girmesini sağlayan o içsel sıkıntı, aslında doğmaya çalışan ama sürekli
boğulan “insan”ın açığa çıkma çabalarıdır. Ve, gerçek varoluşu hakkında
hiçbir şey bilmediği bu denizde, ona atılmış tek can simididir...
Tasavvuf ve diğer batıni gelenekler(19), irfan öğretileri(20), bilgelik yolları, dinler,
düşünce ve felsefe tarihi, insaniyete ait ifade bulmuş kadim(21) değerler,
keşifler, anlamlar ve gelenekte bahsi geçen diğer akıl mertebeleri(22), “aklı
mead”ın ereğine(23) yolculuğunun meyveleridir...
Açıklamalar ve Notlar
(Anka’nın Kanatları serisinin başlangıç bölümü, bu bölümü takiben yer
almaktadır)
(1)
Yaratılış amacına, hedefine, açılımına. (geri)
(2)
Dış görünümü ve potansiyeliyle “insan” olmasına rağmen; içi henüz çiğ ve
olgunluktan uzak olan. Kendi varlığının kökenine ve anlamına dair bilgi ve
anlayışa sahip olmayan. İnsansı. (geri)
(3)
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu
yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi.” Ahzab Suresi
(72. Ayet) (geri)
(4)
“O çok zalim ve cahildir.” Ahzab Suresi (72. Ayetin devamı) (geri)
(5)
Bir varlığın o anki varoluş hali üzerinden sessiz ve sözsüz olarak dile getirdikleri.
(geri)
(6)
Maddeye yönelmiş akıl. (geri)
(7)
Açığa çıkmamış halde kalacaktır. (geri)
(8)
Tasavvuf geleneğinde, dönüşme potansiyelini harcamış ve böyle bir niyete
de sahip olmayanlar için “ekşidikten sonra tatlanmaz” manasında kullanılan
bir tabirdir. (geri)
(9)
Sessiz ve sözsüz (lisanı hal ile) yapılan bir davetin ötesinde, içsel geleneklerin
çoğunda “açıkça davet etmek” yoktur. Bu bir yandan kişinin özgür iradesine
ve sürecin doğal akışına nefsi bir müdahale olurken, öte yandan, “davet
eden”in hala bir dava peşinde olduğunun da bir göstergesi olarak kabul edilir.
Ancak bu alanda her zaman istisnaların ve benzersiz durumların olduğu ve
olabileceği de hatırdan çıkarılmamalıdır. (geri)
(10)
Bu yolda önce “dünyaya yönelik arzu ve emeller”ini terk eden (terki
dünya) insanda, boşalan yerleri “ahirete yönelik arzu ve emeller” alır. Bunların
bir yönünü “ahirete yönelik hesaplar”, bir diğer yönünü de “manevi bir dava
sahibi olmak ve insanları bu yola çağırmak” oluşturur. Ancak yeterli olgunluk
sağlandığında tüm bunların da nefsin bir diğer yanı (oyunu) olduğu
anlaşılacaktır. Kemalât (olgunluk) ve safiyet için bu “arzu ve emeller”le birlikte
“davanın da terk edilmesi” gerekir. Davanın terk edilmesi ve bu terk edişin
tamamen sindirilmesine “terki dava etmek” adı verilir. Bundan dolayı bu
yolda ne gidene “gel”, ne de gelene “git” denmez. (geri)
(11)
“Terki dava” eden için en yakınında bulunanlar ve aile bireyleri dahil
olmak üzere kimseyi davet etmek, kendi yolunu övmek veya talep
edilmeden yol göstermek söz konusu değildir. (geri)
(12)
Hal kavramı tam manasıyla ancak o yaşantı içinde anlaşılabilecek bir
kavramdır. Ancak genel anlamıyla; kişinin manevi kokusu, anlayışı, yaşantı
şekli, titreşimi vb. kavramların hepsinin içerildiği, insanın o anki alemini işaret
eden bir kavramdır. (geri)
(13)
Bir rahatsızlığın veya hastalığın kaynağını değil, ancak verdiği sıkıntıların
geçici olarak duyumsanmasının önlenmesine yönelik tedbir, tedavi ve
uygulamalar. Bu süreçte hastalık devam eder ancak verdiği sıkıntılar gerekli
haplar alındığı sürece geçici olarak engellenmiş veya azaltılmış olur. (geri)
(14)
Yön, yönelme. (geri)
(15)
Şifa buldurmak, iyileştirmek, rahatsızlıklarından kurtarmak, saflaştırmak,
arındırmak. (geri)
(16)
Eskiden kendisinin ve halihazırda da nicesinin içinde bulunduğu haller. (geri)
(17)
Manaya, öznesine, kendine, varoluşun kaynağına yönelmiş akıl. (geri)
(18)
Tasavvuf geleneğinde yedi nefs mertebesinin ikincisi olan “nefsi levvame”;
vicdanı uyanan, yaptıklarının farkına varmaya başlayan, özeleştiri yapabilen,
pişmanlık hissedebilen ve kendini kınayabilen nefsin aldığı isimdir. (geri)
(19)
İnsanın öznesine yaptığı yolculuğu konu alan içsel gelenekler ve yollar. (geri)
(20)
Bilginin yaşantıya geçirilerek “bilgelik” haline dönüştürülmesini konu edinen
içsel gelenekler ve yollar. (geri)
(21)
Başlangıcı hakkında bilgi sahibi olunamayacak kadar eski ve köklü. (geri)
(22)
Tasavvuf geleneğinde “yedi akıl mertebesi” bulunur. (geri)
(23)
Yedinci ve son akıl mertebesi olan “aklı safiye”. (geri)
Bu kitabın içeriği Anka’nın Kanatları kitap serisinden alınmıştır.
Aslına uygun ve güncel içerik sadece resmi kanallar üzerinden edinilen e
kitaplarda güvence altındadır.
Anka’nın Kanatları
Çağrı Dörter
Copyright 2014
“O; önce, senin şeklini alır...
Sonra da senin, şeklini alır...”
Hiçbir şey anlamadığı bu yankıyla uyandı...
Dışarısı karanlıktı...
Seslerin inlerine çekildiği o vaktin sükûneti, üzerinde yaşadığı kürenin yol aldığı
ebedi boşluğun sessizliğini hatırlattı ona... Dünya, daha evvel hiç
deneyimlemediği bir algı üzerinden gösterirken yüzünü; uzun zaman evvel
unutmuş olduğu bir “şey” dokundu ruhuna... Evinden uzun süre uzak kalan
insanlarda oluşan türden bir özlemle doldu içi, o biricik anda... Gözlerinden;
bildiği ve yaşadığı dünyaya yabancı bir varlığın yaşları boşaldı...
Ne kadar sürdüğünü söyleyemeyeceği bir süre geçtikten sonra aradan, başını
tekrar yastığa koydu...
Sabah uyandığında bunların hiçbirini hatırlamayacaktı...
Tıpkı; yaşama uyandığında, Kendi’ne dair hiçbir şeyi hatırlamadığı gibi...
O gecenin üzerinden seneler geçti...
Üzerinde yaşadığı maviyeşil küre, defalarca döndü güneşinin etrafında...
İçinde yaşayanlar da onun gibi dönmeye devam ettiler, kendi inşa ettikleri
çemberlerin içinde... Kimi düşerek, kimi kalkarak... Kimi gülerek, kimi
ağlayarak...
Kürenin kendine has sırları vardı...
Bunlardan en bilineni, “zamanı geldiğinde tohumları uyandırması”ydı...
Fazlaca bilinmeyeni ise, bunu sadece bitkiler için yapmadığıydı...
Zamanı geldiğinde, onları, “Aşk”a düşürürdü...
“Aşk”; haritalarda yer almayan bir “kapı”ya giden yolun pusulasıydı...
Her şey “o kapı”nın ardında başlamıştı...
Ve varolan her zerre, bilerek ya da bilmeyerek, O’nu arıyordu...
O başlangıç ki; O’nsuz hiçbir şey anlamlı değildi...
Köklerinden koparılan çiçekler, ne kadar uzağa gidebilirdi?
I
KAPI
– Sahte baharları bittikten sonra, dökülür yaprakları insanların... Nasıl çiçek
açacaklarını bilemediklerinden, yerden toplar ve bir bir yapıştırmaya çalışırlar
dallarına, sararmış yaprakları... Her seferinde kısa bir an için iyi hissetseler de
kendilerini; derinlerde bilirler, çabalarının nafileliğini...
– ...
– Küreler evreninde milyarlarca yıl... Her seferinde bir âlemden ötekine savrul
dur... Tam oluyor görünürken, kayıp düş... Savrulmaktan unutmuşken nefes
almayı, bir gün aniden teklesin ritmin... Ve kaymaya başlasın gözlerin, dökülen
yaprakların ardındaki sonbaharın gizemine... O hüzün tutsun ellerinden bir
ebeveyn gibi ve getirsin kapısına, Aradığı’nın...
Buldun sonunda...
Hoş geldin...
– Hoş bulduk...
– Okumak ayrı bir şey, aramak ayrı... Görmek ayrı bir şey, tanımak ayrı...
Bulmak ayrı bir şey, yürümek ayrı... Çoğu zaman ne yapacağını şaşırır insan...
Ama en azından kelimeyle derdini anlatabilmeli... Söyle bakalım, ne birkaç
istiyorsun bizden?
– Hatırlamak...
– Buğdaya doydun mu yeterince?
– ...
– Ve sen... Sıkıldın mı, bu bitmez tükenmez oyunları oynamaktan? Diğerlerinin
sıkı sıkı yapıştığı oyuncakların renkleri, cezbetmiyor mu artık seni? Filmin sonuna
uyandın da; en canlı renkleriyle karşına çıkanların, sararıp solmuş hallerini mi
görmeye başlar oldun, daha başından? Söyle... Ne istiyorsun, gerçekten?
– O’nun bile evreni yaratmasının altı gün aldığını söylüyorlar...
O buluşmadan kısa bir süre sonra, oraya gitmemek üzere tutamaz
olmuştu kendini...
Ve eline geçen ilk fırsatta, tekrar gitti...
* * *
– Ne yapmam gerekiyor?
– “Yapma”nın geçersiz akçe olduğu topraklarda, “ne yapman gerekiyor”?..
– Her yerde o kadar farklı şeyler söylüyorlar ki... Ve hemen hepsi “yapmak”la
ilgili...
– ...
– Bu kapıya bunlarla doymayan, tatmin olmayanlar varabilir ancak... Buranın
kokusu, sadece bu derde sahip olanları çeker... Gerçek soruları sorma cüreti
göstermeyeni, kendi putlarını kırmaya ve kendi yalanlarıyla yüzleşmeye hazır
olmayanı, ruhsal oyuncaklarla oynamaya müptela olanlarıysa kaçırır
yanından... Sözde Hakikat’i isteseler de gerçekte ayakları geri geri gider...
Önlerine engeller çıkar... Bu engeller onlara her an geri dönmeleri için mazeret
sunan eleklerdir... İçinde yeterli samimiyet ve aşk olmayanlar o eleklere takılır
durur... Bir süre sonra da; her şeyi unutur...
– Her hastanın ilacı farklıdır... Bir diğerine şifa olan ilaç, sana yaramaz... Seni
ihya edecek ilaç da diğerini yataklara düşürebilir... Tüm beşeriyet tarihi, “birine
iyi gelen ilacın herkese iyi geleceği düşüncesi”nin yol açtığı yanılsama sonucu
harcanan hayatlarla doludur... Aynı şey, yürümeye niyet ettiğin bu yolda da
geçerlidir... Yürüyeceksek, sana en uygun patikadan yürümeye
başlayacağız...
– Nasıl?
– Doğrudan cevap verilse, daha net ve yanlış anlamalara kapalı olmaz mı?
– Hikâyeler dışında okumalara devam etmemin bir sakıncası var mı?
– Niyeti ciddi olanlar için bu sorduğun hayati bir konudur... Nefsin, bilgi
toplamayı alışkanlık haline getirdiğinde, bu değerli süreci tam tersine
çevirecektir... Bir oyalanma aracına! Bu nedenle, okumalarına devam etsen
dahi, “işlevsel okumalar”la, “yürüyüşünü erteleme aracı olmaya başlamış
okumalar” arasındaki ince çizgiyi kaçırmamaya dikkat etmenin önemi,
kelimelerin ötesindedir...
– Hikâyelerle, doğrudan bilgi aktarımı arasındaki temel farkı nedir?
– Yani... Hiç kural yok mu?
– Yok.
– … ?
– Ektiklerini biçecek olan senden başkası değilken, neden ihtiyaç olsun ayrıca
kurallara? Muhatabını şuursal olarak çocuk kabul eden ekoller, yollar,
ideolojiler elbette kurallara, şekillere, şablonlara ihtiyaç duyarlar ki bu, o şuur
mertebesine hitap edilebilmesi için son derece yerindedir... Bazen yolunu
şaşırıp buralara zamansız düşenlere biz de bunları o dille söyleriz elbet...
Ancak, bunlardan geçmiş ve kemalâta (olgunluk) yönelmiş samimi ruhları,
kendi sorumluluklarını alma ve özgürleşme yolundan da geri bırakmayız...
Her sebep, bir sonuç doğurur... Yerçekimi yasası yürürlüktedir ve sen çatıdan
aşağı atlamak istersen, bunu yapmakta özgürsündür... Ancak bunun
sonuçlarını bu yasa dahilinde yaşayacak olan da sensindir... Aynı dinamikler
en soyut alanlarda da geçerlidir... Bu subtil (ince, yüksek, derin) alanlarda bir
‘sonuç’ doğuracak ‘sebep’ kimi zaman bir düşüncedir, kimi zaman bir tavır...
Kimi zaman bir sözdür, kimi zaman bir mimik... Bir anlamın açılması, bir
farkındalığın oluşması, bir hal değişimi veya içsel bir evrimin başlayabilmesi için
belirli bir edebe, disipline, sebata ve en önemlisi ‘aşk’a ihtiyaç vardır... Bunlar
yoksa, bunlarla açılabilecek olan kapılar da kapalı kalır...
Kısacası; hayır dostum... Ezeli ve ebedi kanunlar tek zerreyi bir an bile es
geçmezken, burada sonradan konmuş ve bir gün yok olmaya mahkûm hiçbir
kural yoktur... Her şekil, her yöntem, her şablon; değişen, dönüşen ve gelişen
bir âlemde doğası gereği eskimeye, ihtiyaçlara cevap verememeye ve
ortadan kalkmaya mahkûmken; bunların hiçbirinin olmadığı “yol”un daimi
kalıcılığı bundandır... Varoluş hangi dinamikler üzerinde duruyorsa, burası da
aynı dinamikler üzerinde durur... Bu dinamiklerle ilişkin, bizzat senin yaşam ve
anlam kaliteni belirler, bir başkasının değil... Kendini neye layık görüyorsan, bu
ilişkiyi de ona göre kurar ve ona göre yaşarsın...
“Dışarıda yaptıkların” ve “içeride yaptıkların” diye bir ayrım yoktur... “Burada”
her nasılsan, hemen olmasa bile zamanla kapının dışında da aynı niteliği
göstermeye başlamandır marifet... “Dışarısı” dediğin yer, buradan ayrı
değildir... Burası, “tüm dışarısı”nın konsantre halini, özetini sunar, içeri kabul
ettiğine... Buna bağlı olarak, buradaki zaman da konsantredir... Burada bir an,
kimi zaman dışarıda geçirilecek bin yıla eşdeğerdir... Tek bir bakış, tek bir
mimik, tek bir sözle çözülür kimi zaman, binlerce yaşamda kendi kendine
çözülemeyecek düğümler...
Burada yaşanan, deneyimlenen, hissedilen ve konuşulan her şey, o “yasa”nın
akışı üzerindendir... Hepsinin, “dışarıda” karşılığı vardır... Çünkü Hakikat’te,
bildiğin anlamda bir “dışarısı” yoktur...
– Bu sözler...
O’na kavuşmak isterler ama gereğini yapmadan...
Gökyüzünü görmek isterler ama kulübeden çıkmadan...
Ne dersin? Girer mi sence bir gün içeri?..
Hayatı boyunca tanıdığı herkesle yaptığı konuşmaları, sohbetleri toplasa;
sadece o gün kendine kattıkları yanında ancak bir damla olabilirlerdi belki...
Sohbetin yoğunluğundan başı dönüyordu... Sarhoş olmuştu adeta... Ne
zamanın nasıl geçtiğinden, ne de akşamın nasıl geldiğinden haberi vardı...
Geçen saatler boyunca susuzluğu gibi açlığı da yanına uğramamış, “kelam”ın
bitmesini beklemişti...
İçinde daha evvel hiç tatmadığı bir zevk ve huzurun eşliğinde uzun uzun
yürüdü... Duyduğu değerli sözleri ve içlerindeki hikmetleri düşündü...
Eve vardığında yatağına uzandı ve düşünmeye devam etti... Yaşadığı dünya,
eskiden bildiği dünya değildi sanki... Bir şeyler değişmişti... Henüz tam olarak
kestiremiyordu ama; bir şeyler değişmişti...
Şöyle devam etmişti, bir yandan onu hayretler içinde bırakırken, öte yandan
zamanı ve mekanı unutturan sözlerine: “Bilerek veya bilmeyerek yaptığın her
şeyin, dışında olduğu kadar içinde de bir sonucu ve bir karşılığı vardır...
Madem İsimsiz’e ulaşmak için seni isimsiz bir kapıya getirebilecek denli uyandı
sezgilerin; biraz daha dikkatli dinlediğinde duyabilirsin, sana ‘daha evvel
bildiklerinin kapının dışında kaldıklarını’ fısıldadıklarını...
O şekil ve şemallerin yokluğunda bir garip kalır insan; ‘onlarsız bir öğrenme’den
bihaber olduğundan... Ne gariptir ki, gerçek anlamda öğrenme, onların
yokluğunda gerçekleşebilir ancak...
Bir şeyden daha bihaberdir: O’na yaklaştıkça, işler hiç de daha az
garipleşmeyecektir...”
“Anka’nın Kanatları” ve “Aşk ve Ejder”i aşağıdaki kanallardan
indirimli olarak temin edebilirsiniz:
Avrupa'dan Sipariş:
http://www.kitapavrupa.com/yazar/cagridorter/170377.html
ABD’den Sipariş:
http://www.amazon.com/AnkaninKanatlariCagr%C3%BD
Dorter/dp/605148275X/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1433149947&sr=8
1&keywords=Cagr%C3%BD+Dorter
Kitabevinden Alım (Özel Sipariş)
Tüm iller ve bölgelerde en yakınınızdaki D&R, Remzi, Kabalcı, Dost, İmge vb.
kitabevinde bulamamanız halinde isminize (12 gün içinde) getirtebilir veya
kitapçınızdan, en yakındaki stoklu şubeyi öğrenebilirsiniz.
Anka’nın Kanatları Resmi Sayfası :
https://www.facebook.com/ankaninkanatlari
NOTLAR
Yabancı Dilde Baskı: Wings of The Phoenix
“Anka’nın Kanatları” serisi, “Wings of The Phoenix” ismiyle İngilizce’ye
çevrilerek tüm dünyada baskılı ve e-kitap formatlarında okurlarıyla buluşmaya
başlamıştır.
E-Posta
ankaninkanatlari@gmail.com