Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 17

Byung-Chul Han: Toplumsal Tipolojiler

Gözde Aykut1

Recep Bozkurt**

Giriş

İçinde yaşadığımız modern dünyayı herkes yaşar, görür, hisseder fakat birbirinden
farklı şeyler söylerler. Aynı şeye bakıp farklı şeyler söylemek gibi. Bu farklılığın altında yatan
en önemli nedenlerden biri metot, ikinci olarak ise ele almış olduğu toplumsal nesnenin farklı
olmasıdır.

Tarih üç döneme veya toplum tipine ayrılmaktadır. Bunlar; modernite öncesi, modern
ve geç modern adlandırmalardır. Chul Han günümüz toplumunu geç modern toplum olarak
adlandırmaktadır. Modern toplum sonrası birçok adlandırma ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir
kaçı postmodern toplum veya düşünümsel modernlik örnek verilebilir. Her dönemselleştirme
kendine ait “toplumsal, ekonomik, hukuki, siyasi, kültürel hatta iktidar” özelliğine sahiptir.
Bunlarında ötesinde modern ve geç modern toplumlar daha spesifik olarak toplumsal
tipolojilere ayrılmaktadır.

Chul Han tüm çalışmalarında bir iktidar analizi yapmaktadır. Günümüz neoliberal
iktidarın toplum üzerinde nasıl egemen olduğunu birçok farklı toplumsal tipolojilerle
yorumlamaktadır.

Şeffaflık Toplumu

Şeffaflık toplumu, neoliberal düşünce biçiminin üretmiş olduğu görünürlüğün en üst


düzeyde mümkün kılındığı yapısal sistemi temsil eder. Şeffaflık kelime anlamıyla şeylerin
apaçıklığını ifade ediyor olsa da, şeffaflık toplumu bunun dışında enformatik düzenle
apaçıklığın kontrol edildiği düzendir. Bu toplum yapısı her ne kadar bilineni mümkün
kılmanın bireylere karşı daha demokratik anlayışın mümkün kılınacağını iddia etse de
şeffaflık toplumu ile birlikte özgürlük anlayışı form değiştirmiştir. Form değiştiren özgürlük

1
Araştırma Görevlisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı,
gözde.aykut03@gmail.com. ORCID:
**Doktora Öğrencisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı,
recepbzkrt0163@gmail.com. ORCID: 0000-0003-2201-1758
dijital kontrol toplumdan bağımsız değildir. Böyle bir toplum sisteminde, bireyin gönüllü
olarak kendini servis etmesi beklenir. Bu önemli ölçüde özgürlüğün sömürüsü anlamına
gelmektedir. Bireyin kendini servis etme hali, aynı zamanda bulunma zorunluluğunda
hissetme hali Chul Han’a göre şeffaflık toplumunun ideolojik yönünü de simgeler.
Dolayısıyla bu denli ideolojik bir zemine oturan şeffaflık toplumunun şiddeti doğurması da
kaçınılmazdır.

Şeffaflık sözcüğü siyaset ve ekonomi olmak üzere hayatın tüm alanlarında kol
gezmektedir. Şeffaflıkla birlikte demokrasinin, enformasyon özgürlüğünün ve verimliliğinin
artması bekleniyor. Yeni doğma, şeffaflığın güven yarattığıdır. Doğmadır çünkü günümüz
toplumunda “güven” kelimesi büyük ölçüde zarar görmüştür. Enformasyon elde etmenin
kolay olduğu şeffaflık toplumunda, toplum düzeni güvenden kontrole dönüşür. Dolayısıyla
şeffaflık toplumu bir güven toplumu değil kontrol toplumudur. Chul Han’a (2019: 11-12) göre
şeffaflık neoliberal bir aygıttır. Enformasyona dönüştürmek amacıyla her şeyi içine girmeye
zorlar. Daha fazla enformasyon ve daha fazla iletişim, üretkenlik ve hızda artış demektir.
Buna karşılık gizlilik, yabancılık ve ötekilik sınırsız iletişime engel oluşturur. Bu nedenle
şeffaflık adına bunlardan kurtulmak gerekir.

Şeffaflık insanı camlaştırır, şiddeti de buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim


topyekûn kontrol ve gözetime dönüştürmektedir. Sosyal medya bu anlamda giderek
toplumsallığı disiplin altına alan ve sömüren dijital panoptikonlara benzemektedir. Disipline
edici toplumlarda panoptikonda bulunanlar daha etraflı bir gözetim amacıyla birbirlerinden
yalıtılır ve aralarında konuşmalarına izin verilmez. Dijital panopkinon sakinleriyse canlı bir
iletişime girer ve kendi arzularıyla her şeylerini açık ederler. Bu şekilde de dijital
panoptikonla aktif bir şekilde işbirliği yapmış olurlar (Chul Han, 2019: 12).

Chul Han, şeffaflık toplumu tipolojisinde “panoptikon”dan “dijital panoptikon”a


geçişi ele almaktadır. Bu iki kavramın ne olduğuna bakmamızda fayda var. Panoptikon
etimolojik anlamda “bütünü(pan)-gözlemlemek(opticon)” anlamına gelmektedir. Panoptikon,
J. Bentham’ın hapishane modelidir ve mimarisi şu şekildedir: “Çevrede halka halinde bir
bina, merkezde bir kule; bu kulenin halkanın iç cephesine bakan geniş pençeleri vardır; çevre
bina hücrelere bölünmüştür, bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını kastetmektedir;
bunların, biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen, diğeri de dışarı bakan ve ışığın hücreye
girmesine olanak veren ikişer pencereleri vardır. Görülmeden gözetim altında tutmaya olanak
veren düzenleme, sürekli görmeye ve hemen tanımaya olanak veren mekânsal birimler
oluşturmaktadır (Foucault, 1992: 295-296). Dijital panoptikonda iktidar, bireylerin
etkileşimini dijital teknolojiler üzerinden şeffaflaştırarak onlara dair veriler elde eder.
Panoptikon, mekân ile sınırlı iken dijital panoptikon mekân ötesidir. Dijital panoptikonda
birey bir mekânda veya aygıtlar içerisinde zorla bulunmamaktadır. Kendi rızası ile şeffaf olma
gayreti içerisindedir. Panoptikon ve dijital panoptikonu kısaca açıkladığımıza göre kaldığımız
yerden devam edebiliriz.

Şeffaflık toplumsal süreçlerin tümünü kapsayan ve onlara köklü bir değişikliğe


uğratan sistemik bir zorlamadır. Ayrıca şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak
sisteme istikrar ve hız kazandırır. Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu hizaya getirilmiş
bir toplum haline getirir. Totaliter yanı buradadır: “Hizaya getirmenin yeni adı: Şeffaflık’tır.”
Şeffaflık toplumu aynının cehennemidir (Chul Han, 2019: 16). Şeffaf kelimesi kulağa hoş
gelen yani açık, belirli, korku uyandırmayan bir anlam taşımaktadır. Fakat Chul Han
şeffaflığın bir ideoloji olduğunu, toplumu hizaya getirme, onlara dair her şeyi bilme isteğini
karşılayan ve toplumu aynının cehennemi içine koyan gibi olumsuz anlamlarda
kullanmaktadır.

Şeffaflığın zorlaması bizzat insanı sistemin işlevsel bir öğesi düzeyine


indirgemesinden dolayı Chul Han, şeffaflığın “şiddet” olduğunu savunur. Sadece makineler
şeffaftır. Hayatı hayat yapan kendiliğindenliktir, olay doluluk ve özgürlük şeffafına izin
vermez (Chul Han: 2019: 17). Tümden şeffaflık zorunluluğu, insanı, kendisini düzleştirerek
bir sistemin işlevsel bir unsuru olmaya zorluyor. İşte şeffaflığın şiddeti budur (Chul Han,
2018: 104). Sistemin, bireyi her an her saniye takip altına alması özgürlük karşıtıdır. Hayat
bir belirsizlikler bütünüdür. Her şeyin çıplak bir şekilde bilinme istenci masum değildir. Bu
anlamda Chul Han şeffaflığın olumlu algılanmasına itiraz etmektedir. Hayat pornografik
olmaktan ziyade erotiktir. Fakat şeffaflık aşkınlığı, gizemi, perdeyi ortadan kaldırarak her şeyi
pornografik hale getirmektedir. Önemli bir faktör de şudur (Chul Han, 2019b: 19): birey
gönüllü bir şekilde soyunur. Herhangi bir zorlama yoktur. Güzel için de durum bundan farklı
değildi. Şeffaf toplum içerisinde güzellik de hem varoluşsal anlamda hem de var olduğu
şekilde form değiştirmiştir. Şeffaflık güzelin ortamı değildir.

Benjamin’e göre güzellik, örtü ile örtülenin çözülmez bağını gerektirir. Çünkü güzel
olan ne örtü ne de örtülmüş olan nesne değil örtülü nesnedir. Örtünün açılması yok olmasına
yol açar. Yani çıplak güzellik yoktur (Chul Han, 2019: 37). Güzel olan saklıdır. Gizleme
güzellik için aslidir. Şeffaflık, güzellik ile anlaşamaz. Şeffaf güzellik, bir oksimorondur, yani
zıtların birleşimidir. Güzellik zorunlu olarak bir görünümdür. İçinde opaklık barındırır. Opak
gölgeli demektir. Örtüyü kaldırma ise büyüyü bozar ve onu tahrip eder. Bu yüzden güzel,
doğası gereği örtüsü açılamayandır. Güzel, görünmekten tereddüt eder. Güzel olmak esasında
örtülü olmaktır. (Chul Han, 2019d: 29-31).

Hijyenik aklın ışığında her müphemlik, her gizem kirli olarak algılanır. Saf olan
şeffaflıktır. Şeyler enformasyon ve data akımlarının içine sokulduğunda şeffaf hale gelirler.
Datalar pornografik ve müstehcen şeylere sahiptir. İçsellikleri, arka tarafları yoktur; yani
muğlak değillerdir. İşte bundan dolayı dilden ayrılırlar, tam bir odaklanmaya izin vermezler.
Data ve enformasyon kendilerini tam görünürlükte iletirler ve her şeyi görünür yaparlar (Chul
Han, 2019d: 11).

Toplumun görünür olmasının ve olumluluk istencinde bulunması bireyleri teşhirci bir


yaşam içinde olmaya itmiştir. Bir şeyin sergilenmesi onun meta değerini arttırır. Bir sanat
eserini kıymetli kılan ondaki keşfedilmeyen şeylerden kaynaklanmaktadır. Bir sanat eseri
üzerindeki örtü onun gizemini korur. Fakat teşhir edilen yani örtüsü kaldırılan nesne sırrını ve
gizemini kaybetmiştir. Her şeyin sergi değeri taşıyabilecek noktaya gelmesi, ondaki tüm
büyüyü ortadan kaldırır. Artık sergilenen şeyin değeri yoktur. Teknolojinin bu denli ilerlediği
ve her şeyin sosyal medya aracılığıyla gözler önüne serildiği enformasyon çağında bir şeyin
sergilenmesi için özel bir çabaya ihtiyaç duyulmamaktadır. Enformasyon toplumunun
problemi sadece nesnelerin sergilenmesi değildir. Aynı zamanda mahremiyet algısının
çürütülerek insan bedenin de ifşa edilmesidir. Bedenin bir parçası olarak yüz, teşhir
toplumunda kaybolmuştur. Beden artık teşhir toplumunun istediği parametreler çerçevesinde
şekillenen meta haline gelmiştir.

Chul Han (2019: 26-28), fotoğraf ve sosyal medya üzerinden bir okuma ile teşhirciliği
açıklamaktadır. Kült değeri taşıyan insan siması fotoğraftan çoktan kaybolmuş durumdadır.
Facebook ve Photoshop çağı “insan siması”nı tamamen sergi değerinde kendini bulan bir face
haline dönüştürür. Face, teşhir edilen bir yüzdür. Teşhircilik toplumunda her özne kendi
reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu pornografik
toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa edilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, ortaya serilmiş
durumdadır. Teşhir etmenin aşırılığı her şeyi tüm sırlardan arınmış olarak derhal tüketilmeye
açık bir meta haline getirir.

‘‘Tümüyle görsel olan beden imgesi tümüyle yüzeylerinden ibarettir. Çünkü toplumsal
kabul ve aidiyet örüntülerine dâhil olma, yüzeyin bitmeyen revizyonuna bağlıdır. Bugün ideal
bireyden anlaşılması gereken, büyük oranda ideal bedendir. Kişinin bedeniyle yüzleşmesi,
varoluşsal manada kendi kendisiyle yüzleşmesi demektir. Bu, bir çeşit ontolojik değiş-
tokuştur. Çünkü çağdaş ten algısı tini de cismanileştirmiş ve kendi içine hapsetmiştir’’
(Demir, 2019: 14). ‘‘Deri insan öyküsünün sismografıdır. Dünyayla ilişkisi bağlamında
anlamın geçiş yeridir’’ (Le Breton, 2016: 26). Sergi değeri her şeyden önce göze, görünüşe
bağlıdır. Sergileme zorlaması böylelikle güzellik ve dinçlik zorlamasını ortaya çıkartır.
“Operasyon güzellik” sergi değerini en yüksek düzeye getirmeyi hedefler. Chul Han (2019:
29), operasyon güzellik ile (çevirenin yorumuna göre) estetik ameliyatın ötesinde askeri
harekât çağrışımı anlamında kullanmaktadır. Günümüzün örnek kişilerinin içsel değerleri
değil, gerekirse zora başvurularak uyulmaya çalışılan dışsal ölçüleri sunar. Bireyin kendini
sergilemeden, teşhir etmeden önce şeffaf bir şekilde sunması, bedenini beğenmemesi ve
estetik ameliyata girme istenci bir şiddettir. Her şeyin bu denli çıplaklaştırılıp şeffaflaştırıldığı
bir toplumu Chul Han pornografik bir toplum olarak adlandırır. Şeffaflık toplumu,
tanımlamak ve görünür kılmak ister. Bunun içinde kendi ürettiği olumluluğu önemser. Fakat
görünürlüğün bu denli olduğu bir toplum şiddet üretmeye başlar.

Porno toplumunun inşa edilmiş bedeni pürüzsüz ve benzerliklerle doludur. Çünkü


beden artık benliğin önemli bir parçası olarak kendi başına bırakılan değildir. Pornografi,
topluma uygun bir şekilde yeniden dizayn edilendir. ‘‘Beden artık özdeş, kişinin kaderi
değildir; kendi üzerinde ufak tefek tadilatlarda bulunan ve bedenini tam da kendi kişiliğini
ortaya koymanın asli unsuru kabul eden bireyin el altında bulundurduğu, gerektiğinde
sökülebilen bir parçalar toplamına, bir tür alet kutusuna dönüşmüştür’’ (Le Breton) Bedenin
bu denli dizayn edilmek istenmesi porno toplumunun arzu ettiği bir husustur. ‘Gizemi ve
anlatımı olmayan, sadece sergileniyor oluşuna indirgenmiş çıplak yüz müstehcen ve
pornografiktir. Kapitalizmin her şeyi bir meta olarak düzenleyip görücüye çıkardığı ölçüde
toplumun pornografikleşmesi sürecini şiddetlendirir. Cinselliğin başka bir kullanımını
tanımaz. Eros’u pornoya dönüştürerek kutsallığını bozar’’ (Chul Han, 2019e: 38).

Porno toplumunda sadece beden değil, her şey fazlasıyla lütufkârdır. Hiçbir şey örtülü
değildir. Bir sinema filminde, bir sanat eserinde örtünün kaldırıldığını ve şeffaflaştırılarak
gizeminin kaybolduğunu görmek mümkündür. ‘‘Sanatın her yerde çoğaldığını görüyoruz.
Sanat üzerine söylem ise daha hızlı çoğalmaktadır. Fakat sanatın ruhu önemini kaybetmiştir.
Macera olarak sanat; yanılsama yaratma gücüne sahip sanat; şeylerin daha üstün bir oyunun
kuralına boyun eğdiği, gerçekliğe karşıt bir ‘‘başka sahne’’ kuran sanat; bir tuvalin üstündeki
çizgi ve renkler gibi, varlıkların anlamlarını yitirip kendi varlık nedenlerini aşarak bir baştan
çıkarma süreci içinde ideal biçimlerine (bu, onların kendi yok olmuş biçimleri olsa bile)
ulaşabilecekleri aşkın bir figür olarak sanat yok oldu’’ (Baudrillard, 2018: 20).

Chul Han’a göre, şeffaflık toplumunun devamlılığının önemli parametrilerinden biri


psikolojik formülleştirmelerdir. Bu psikolojik formülleştirmelerden biri ise şeffaflık
toplumunun teşhirci yönüyle var olmuştur. Burada önemli olan bireylerin ruhlarını anlamaya
çalışarak, psişik ihtiyaçlarına yönelik uygun cevaplar verebilmek ve bu hususta güveni
sağlayabilmektir. Ruhun bu şekilde tam anlamıyla bilinmek ve anlaşılmak istenmesi Chul
Han’ın neoliberal dönemle ilgili en önemli söylemlerinden biri olan psikopolitikanın da
temelini oluşturmaktadır. Çünkü teklifsiz toplum, ruhu yalın hali ile ortaya koymak istemekle
birlikte bireyde mahrem olanı da ele geçirmek ister. Mahrem olan en kolay şeffaflığın bir
parçasını oluşturan enformasyon algısıyla dizayn edilir. Çünkü enformasyon toplumunda
hakikat söz konusu değildir. Enformasyon toplumunda hakikat söz konusu değildir.
Enformasyon toplumundaki medya aygıtları hakikatin yok olmasında önemli araçlardır.
(baudrillard’a atıf yapılacak) Hakikatin ve gerçekliğin yerini artık simulkra almıştır. Chul
Han’a göre bu toplum sadece hakikat ile değil, aynı zamanda görünenin kendisinden de
uzaktır. Dolayısıyla tüm gerçeklik aslında bir hiçlikten ibarettir. Enformasyon toplumunun en
önemli özelliklerinden biri iletişimin çokluğudur. Şeffaflık toplumunda iletişimin artması,
toplumsal iletişimin kuvvetlenmesi anlamına gelmez. Çünkü iletişimde bu denli bir yoğunluk,
şeffaflık toplumunda bireyin tam anlamıyla bilinmek istemesinden kaynaklıdır. Bu da
şeffaflık toplumunun, enformasyon toplumu kadar önemli bir parçası olan ifşa toplumu ile
yakından ilgilidir. İfşa toplumu, dijitalleşmiş enformasyon toplumunun önemli bir ayağını
oluşturarak, şeffaflık anlayışının içinde yer alır. Böyle bir toplum yapısında, sistemin
kendisinden ahlaki bir beklenti olmayacaktır.

Şeffaflık toplumu enformasyon toplumudur. Enformasyon, kendi başına, her türlü


olumsuzluktan yoksun olduğu ölçüde bir şeffaflık fenomenidir. Olumlulaştırılmış,
işlemleştirilmiş bir dildir. Enformasyon insan konuşmasını konumlandırır. Şeffaflık toplumu
sadece hakikatten değil görünüşten de yoksundur. Ne hakikat ne de görünüş şeffaftır.
Tümüyle şeffaf olan tek şey boşluktur. Bu boşluğu bertaraf etmek için bir enformasyon yığını
devreye sokulur. Enformasyon ve resim yığını, içinde boşluğun kendini hala gösterdiği bir
bolluktur. Enformasyon ve iletişimin artması kendi başına dünyaya aydınlık getirmez.
Şeffaflık kâhinliğe yol açmaz. Enformasyon yığını hakikat oluşturmaz. Ne kadar çok
enformasyon serbest kalırsa dünya o kadar karmaşıklaşır. Hiper-enformasyon ve hiper-
iletişim karanlıkta bir ışık olamaz (Chul Han, 2019: 60-61).
Disiplin Toplumunun Ötesinde: Kontrol Toplumu

Chul Han, kontrol toplumu tartışmasını Baudrillard ve Bentham’ın panoptikon


yaklaşımı üzerinden ele almaktadır. Baudrillard’ın 1978’de “Gerçek Olanın Can
Çekişmesi”nde “perspektife dayanan uzayın ve panoptikonun sonunu yaşamaktayız” yazısına
Chul Han eleştirel olarak yaklaşmaktadır. Baudrillard tezlerini televizyondan yola çıkarak
geliştirmekteydi. Chul Han’a göre “televizyonun gözü mutlak bakışın çıkış noktası ve
şeffaflık da kontrolün amacı değildir” artık. Bu eleştirisini Baudrillard’ın dijital ağ ile
tanışmamasına bağlamaktadır. Chul Han yeni olarak şunları söylemektedir: Şu an
panoptikonun başlangıcını yaşıyoruz. 21. yüzyılın dijital panoptikonu artık tek bir merkezden,
despotik bakışın her şeye kadir gücü tarafından gözetlenmiyor olması ölçüsünde
perspektifsizdir. Chul Han’a göre Bentham’ın panoptikonunun temel öğesi durumdaki
merkez-çevre ayrımı tümüyle yok olmuştur. Dijital panoptikon herhangi bir perspektife
dayanan optik olmaksızın iş görmektedir. Verimliliğini de buna borçludur (Chul Han, 2019:
67).

Panoptikon ile dijital panoptikon arasındaki en önemli fark şudur: panoptikonun


içinde yer alanlar gözcünün sürekli varlığının farkında iken dijital panoptikonun sakinleri
özgür olduklarını zannederler. Günümüzün kontrol toplumu özel bir panoptik yapıya sahiptir.
Dijital panoptikonun sakinleri yoğun bir iletişimde bulunur ve ağlar kurarlar. Burada şeffaflığı
garantileyen yalıtılmışlığın getirdiği yalnızlık değil hiper-iletişimdir. Dijital panoptikonun
kendine has yanı, kuruluşunda ve sürdürülmesinde sakinlerinin soyunma ve kendilerini teşhir
etme yoluyla aktif olarak yer almalarıdır. Kendilerini panoptik pazarda sergilerler.
Pornografik kendini teşhir ve panoptik kontrol arasında keskin bir sınır yoktur. Kontrol
toplumu, öznesi dış bir zorlama sonucu değil kendi ihtiyacı nedeniyle soyunduğunda, özel ve
mahrem alanını yitirme korkusu bunları utanmazca teşhir etme ihtiyacına yenik düştüğünde
mükemmelliğe ulaşır (Chul Han, 2019: 68).

“Günümüzde yerkürenin bütünü bir panoptikon durumuna doğru gelişme gösteriyor. Panoptikonun dışı
diye bir şey mevcut değil. Bir topyekûnlük söz konusudur. İçerisini dışarıdan ayıran bir duvar da yoktur.
Kendilerini özgürlük alanları olarak sunan Google ve sosyal ağlar panoptik biçimlere bürünüyorlar. Bugün
gözetleme, genelde sanıldığı şekliyle özgürlüğe saldırı şeklinde gerçekleşmiyor. İnsanlar panoptik bakışa
kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyorlar, kendilerini soyarak teşhir ederek dijital panoptikonun
oluşuna bilerek katkıda bulunuyorlar. Dijital panoptikondaki mahkûm aynı zamanda hem kurban hem faildir
(Chul Han, 2019: 72).”
Big Data/Büyük Veri ile birlikte toplumun tüm bilgisine şeffaf bir şekilde ulaşılmaya
çalışılır. Chul Han bu bağlamda panoptikonun yanında birde “Bannoptikon”dan bahseder.
Panoptikon sistemin içindekileri gözetler. Bannoptikonsa elde edilmiş olan bilgiler ile dijital
sınıflı toplum oluşturur. Yani bannoptikon, sisteme yabancı ya da düşman gördüklerini
istenmeyen kişiler olarak saptayarak bunları dışarda bırakan bir aygıttır. Panoptikon disiplin
etmeye yararken bannoptikon sistemin güvenliğini ve verimliliğini sağlar (Chul Han, 2019b:
73).

Chul Han’a göre günümüz toplumu artık Foucault’nun bahsetmiş olduğu hastaneler,
tımarhaneler, hapishaneler, kışlalar ve fabrikalardan oluşanlardan değil, gökdelenler,
bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri ve gen laboratuvarları bunların yerini almıştır. 21.
yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur. Sakinleri de “itaatkar
özne” değil, performans öznesidir. Bu özneler kendi kendilerinin müteşebbisleridir (Chul
Han, 2019a: 17). Disiplin toplumu ile kontrol toplumu arasındaki en önemli fark; iktidarın,
disiplin toplumunda zor kullanması iken kontrol toplumunda böyle bir zorlama yoktur. Çünkü
şeffaf toplum kendi kendini ifşa ederek, iktidarın kontrol sağlamasına zemin hazırlar.

Olumluluk Toplumu

Olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edilerek yerine


olumluluğun konduğu topluma dönüşmektedir. Şeyler, her türlü olumsuzluktan arındıklarında,
pürüzsüzleştiklerinde, düzleştirildiklerinde, sermayenin, iletişim ve enformasyonun pürüzsüz
akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar. Eylemler işlevsel hale
geldiklerinde hesaplanabilir, yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir süreçlere tabi olduklarında
şeffaflaşırlar. Zaman, elimizin altındaki bir şimdiler dizisi kertesine getirildiğinde şeffaflaşır.
Böylelikle gelecek de olumlulaştırılarak optimize edilmiş bir şimdi haline gelir (Chul Han,
2019: 15). Şeffaflık bir olumluluk durumudur. Fakat Chul Han şeffaflığın olumluluğunu bir
şiddet olarak görmektedir.

Olumluluk toplumu hiçbir olumsuz duyguya izin vermez. Böylece insanlar eziyet ve
acıyla başa çıkma, buna biçim verme becerisini yitirirler. Chul Han (2019: 20), aşk üzerinden
bir örnek vermektedir. “Acı çekmeden âşık olmak çok kolay.” Bu söz eş bulma hizmeti veren
Meetic adlı şirketin sloganıdır. Burada aşkın, tüketim ve rahatlık formülü haline gelecek
şekilde evcilleştirilip olumlulaştırılması söz konusudur. Olumsuzluğu temsil eden eziyet ve
tutku yerlerini olumsuzluktan arınmış keyfe bırakırken öte yandan aşırı olumluluktan
kaynaklanan bitkinlik, yorgunluk, depresyon gibi psişik bozukluklar ortaya çıkartır.
Diyebiliriz ki olumlu gibi görünen birçok şey gerçekte olumsuzluk barındırmaktadır. Hatta
olumluluk, yorgunluk, bitkinlik gibi depresif durumları ortaya çıkardığından dolayı şiddet
olarak görülmektedir. Buradaki şiddet ile kastedilen fiziksel şiddetin ötesinde psişik bir
şiddetin varlığı söz konusudur.

İçinde yaşadığımız ve Chul Han’ın tasvir etmeye çabaladığı neoliberal toplum,


Foucault’nun içinde yaşadığı ve tasvir etmeye çalıştığı modern toplumun çok ötesindedir.
Bedenin idare ve sevkinin yapılmaya çalışıldığı disiplin toplumundan, ruhun idare ve sevkinin
yapılmaya çalışıldığı disiplinden bağımsız olmayan bir şeffaflık toplumuna geçilmiştir. Chul
Han’a göre bu toplumun en büyük yargısı ‘‘Like/Beğendim’’dir. Bu sebeple enformasyon
toplumunun önemli bir parçası olan sosyal medya bazı platformlarda dislike/beğenmedim
tuşunu kullandırtmaz. Olumluluk toplumunun bir uzantısı olarak “like/beğeni” toplumunun
oluşması başarısızlığın hiçbir konu da kabul görmeyeceği kadar başarı ve performans
odaklıdır.

Olumluluk toplumu, her şeyi yapabilme arzusunu beslediğinden dolayı modern özneyi
başarı ve performansa yönelik eyleme geçirmektedir. Herkesin ciddi bir performans
göstererek başarılı olmasının beklenmesi, başarısızlığı en uca iterek insanlar arasında sürekli
karşılaştırmanın yapıldığı önemli bir ölçüt haline gelmiştir. Ayrıca toplumun içinde yer alan
ve birbirinden farklı sınıf ve hiyerarşilerden oluşan grupların farklılıkları dikkate alınmaksızın
çok güçlü performanslar ve üst düzey başarılar beklenmektedir. Bu durum tam olarak Chul
Han’ın üzerinde durduğu ruhun şekillendirilmesi hususunu ifade etmektedir. Öyle ki
neoliberal dönem, insanların nasıl başarılı olabileceklerini onlara anlatan yayınları okumaya,
programları izlemeye özendirilir hale gelmiş ve başarısızlık tabusu yıkılmaya çalışılmıştır.
‘‘Başarısızlık, en büyük modern tabusu. Başarıya ulaşma reçeteleriyle dolu olan popüler
kitaplar, başarısızlıkla baş etme konusunda büyük ölçüde sessiz. Kişinin başarısızlıkla
yüzleşmesi ve başarısızlığa yaşamöyküsünde yer vermesi meselesi, bizi için için kemiren ama
başkalarıyla nadiren tartıştığımız bir konu’’ (Sennet, 2017: 135). Başarılı olmaya yönelik
kitapların, dergilerin vs olması bireyi başarı ve performans sağlamasına itmemektedir, sadece
bireyi daha fazla başarı ve performans sağlamasına odaklamaktadır. Yani bireyin başarılı
olma arzusu bireyi bu kaynaklara yöneltmektedir. Kişisel gelişim uzmanlarının artması da
yine olumluluk toplumunun bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Günümüz toplumunda
neredeyse her konuda uzmanın ortaya çıkmasının temelinde başarı ve performans öznesinin
arzusu yatmaktadır. Uzmanlaşma, olumluluk toplumunun bir ürünüdür.

Başarı ve Performans Toplumu


Disiplin toplumu bir negativite toplumudur. Yasağın negatifliğiyle belirlenmiştir.
Hükmü altında tuttuğu olumsuzluk kipi-ebilememektir. –Meli/-malı gereklilik kipinin bu
oyununa da negatifin zarureti yapışmıştır. Performans toplumu yakasını negatiflikten adım
adım kurtarır. Denetimin azalmasının artışı –ebilmek, performans toplumunun kipidir. Tasdik
etmenin topluluk ismi olan “Yes, we can” (Evet, yapabiliriz) performans toplumunun pozitif
karakterini dile getirir. Yasak, emir veya kaidenin yerini proje, girişim ve motivasyon alır.
Disiplin toplumu hala hayır’ın hükmü altındadır. Disiplin toplumunun negatifliği deliler ve
caniler doğurmuştur. Performans toplumuysa depresif ve mağluplar yaratır (Chul Han,
2019a:18).

Depresif kişi, yalnızca ve yalnızca kendini ait kılabilmek için, toplumsal buyruğu
yerine getirmelidir. Onun için depresyon, geç-modern insanın kendi olmak hususundaki
başarısızlığının patolojik bir dışa vurumudur. Fakat aynı zamanda, kişiyi depresyona
sürükleyen şey toplumsalın gitgide atomlara ayrılması ve parçalanmasına mahsus ilişki
yorgunluğudur. Depresif insan, kendi isteğiyle de olsa, herhangi bir dış kısıtlama olmaksızın
kendini sömüren animal laborans’tır (çalışan hayvan). Hem avcı hem de avdır. Performans
öznesinin –ebilme’yi –ebilemediği anda birdenbire parlar. Her şeyden önce depresyon, bir
yapabilme ve edebilme yorgunluğudur. Depresif bireyin hiçbir şey mümkün değil çığlığı
ancak her şeyin mümkün olduğuna inanılan bir toplumda mümkündür. –Ebilme’yi
ebilememe, kendini suçlama ve kendine zarar vermeyi tetikler. Performans öznesi kendisini
kendiyle savaş eder halde bulur. Depresif kişi bu içselleştirilmiş savaşta yaralanmış kişidir
(Chul Han, 2019a: 20-21).

İş ve performans toplumu kesinlikle bir özgürlük toplumu değildir. Bu toplum yeni


zorunluluklar üretir. Efendi ve hizmetkâr diyalektiği, her bir insan tekinin hem özgür hem de
aylak olabildiği o toplumu sona erdirmez. Diyalektik efendinin de çalışma kölesi olduğu
topluma doğru götürür. Bu zorunluluk toplumunda her bir insan teki, çalışma kampını da
yanında taşır. Bu çalışma kampının alamet-i farikası, kişinin aynı anda hem tutuklu hem
gardiyan, hem katil hem maktul olmasıdır. Böylelikle kişi kendini sömürür (Chul Han, 2019a:
33-34).

Chul Han’a göre günümüz toplumu giderek Öteki’nin veya Yabancı’nın


olumsuzluğunu üzerinden atıyor. Günümüzde öteki ve yabancı düşmanlığı kendini gösterse de
Chul Han’ın kasti olumsuzluğun şiddetinin yanında olumluluk şiddetinin üzerinde durmasıdır.
Ona göre bu şiddet her türlü düşman ve iktidardan yoksun olarak gerçekleşmektedir. Yeni
şiddet olumluluğun kitleselleşmesi, aşırı performans, aşırı üretim, aşırı iletişim şeklinde ortaya
çıkmaktadır. Ve kendini hiper dikkat ve hiper aksiyon şeklinde gösterir (Chul Han, 2018: 10).

Geç modernitenin başarıya ve performansa odaklı öznesi, kendi dışındaki bir iktidar
kurumunun baskısına maruz kalmadığı ölçüde özgürdür. Fakat gerçekte bir kul kadar da
özgürlükten yoksundur. Dış baskı nihayet aşıldığında, içerideki basınç devreye girer. Başarıya
ve performansa odaklı özne, bir depresyon geliştirir. Bu durumda şiddet azalmadan
sürmektedir. Yalnızca ağırlık noktası içeri kaymıştır. Egemenlik toplumundaki kelle alıcı güç,
yani dekapitasyon, disiplin toplumundaki deformasyon, başarı ve performans toplumundaki
depresyon, şiddetin topolojik dönüşümünün birer parçasıdır (Chul Han, 2018: 10-11). Yine
modernitede şiddet, ruhsallaştırılmış, psikolojikleştirilmiş, içselleştirilmiş biçimlerde ortaya
çıkar. Psikolojiye içkin şekiller alır. Yıkıcı enerji dolaysızca, fevri boşalmaz, psişik emekle bir
yüzleşme ve uğraş gerektirir. Modernite öncesi ise şiddet her yerde hazır ve nazırdır, gündelik
hayatın bir parçasıdır ve alenidir. Hatta toplumsal pratiğin ve iletişimin önemli bir parçasıdır
(Chul Han, 2018: 15-16).

Modernite öncesi egemenlik toplumunun kan toplumu olarak sona erişi, şiddeti
topolojik bir dönüşüme maruz bırakmıştır. Şiddet artık politik ve toplumsal iletişimin bir
parçası değildir. İletişimin satır aralarına, derinin altına çekilir, kılcal damarlara, ruhun iç
mekânlarına sinmeye başlar. Görünürden görünmeze, apaçıktan mahreme, fizikten psişiğe,
askeri olandan medyatik olana ve cephesel karşılaşmadan viral buluşmaya kaydırmıştır.
Modernitenin başarıya ve performansa endeksli öznesi hiç kimsenin kulu değildir. Aslında her
hangi bir zorlamalara tabi de değildir. Kendini olumlar, hatta özgürleşerek bir proje haline
getirir. Subject’ten/özneden projeye dönüşüm yine de şiddeti ortadan kaldırmaz. Dışsal
şiddetin, yabancıdan gelen zorun yerine özgürlükmüş gibi görünen bir kendine yönelik zor
geçmiştir. Kısacası başarı ve performans toplumu bir kendini sömürme toplumudur (Chul
Han, 2018: 18-20).

Başarı ve performans toplumuna damgasını vuran fiil, “yapmak zorunda olmak” fiili
değil, “yapabilmek” fiilidir. Nihai anlamda ise modern özne, red, bastırma ve sınırlamadan
yoksundur (Chul Han, 2018: 35). Chul Han (2018: 40), günümüzün depresyon, burnout
(tükeniş) ya da dikkat eksikliği-hiperaktivite sendromu gibi ruhsal hastalıkların, bastırma ve
reddiye süreçlerinin payı olmadığını aksine aşırı bir olumluluğa, yani reddiyeye değil daha
ziyade “hayır diyememe” haline, yapma yasağına değil her şeyi yapabilirliğe işaret eder.

Başarı ve performans öznesi “nihai sonların imkânsızlığı” ile karşı karşıyadır. Özneyi
Kendi’nin narsistik tekrarına iten; bu yüzden hiçbir şekilde, kendi hakkında hiçbir istikrarlı
imgeye, hiçbir karaktere kavuşamaz (Chul Han, 2018: 38). Mücadele Kendi’ne dönüktür.
Fakat insanın kendini yenmesi, kendini geçmesi çabası ölümle sonuçlanır. Kendiyle rekabet,
kendi gölgesini geçme isteğine benzer ve ölümcüldür (Chul Han, 2018: 46).

Başarı ve performans toplumu yalnız kadınların veya işçi sınıfının değil, bütün
üyelerinin maruz kaldığı bir zor yaratmaktadır. Güzellik ameliyatına sadece kadınlar değil
erkeklerde yatmaktadır. Vücudun optimizasyon zorunluluğu istisnasız herkes için geçerlidir.
Başarı ve randıman toplumu, sınıf ya da cinsiyet farkı gözetmeyen bir doping toplumu
yaratmaktadır (Chul Han, 2018: 87).

Chul Han (2018: 93), günümüz toplumunun disiplin toplumundan başarı ve


performans toplumuna geçtiğini savunur. Hapishanelerden, hastanelerden, ıslah evlerinden,
garnizonlardan ve fabrikalardan oluşan disiplin toplumunun günümüzü yansıtmadığını iddia
eder. Bunların yerini çoktan “camdan ofis kuleleri, alışveriş merkezleri, fitness merkezleriyle
yoga stüdyoları ve güzellik klinikleri almıştır. Bu nedenle 21.yüzyılın toplumunun disiplin
toplumu değil, başarı performansa endeksli bir çalışma ve yaşama toplumu olduğu
düşüncesindedir. Becerebilirsin, performans öznesinin düpedüz bin bir parçaya ayrılmasına
yol açan muazzam baskılar üretir. Kendi kendine uyguladığı baskı ona özgürlük olarak
görüneceğinden, aslında ne olduğunun farkına varamaz. Becerebilirsin, becermelisin’den bile
daha çok baskı üretir. İnsanın kendi kendine uyguladığı baskı, bir başkasının uyguladığı
baskıdan çok daha ölümcüldür, çünkü kişinin kendine karşı koyması mümkün değildir (Chul
Han, 2019e: 18).

Chul Han (2019b: 11-12), başarı ve performans toplumunun öznesi ile özgürlük
arasındaki ilişki üzerinde durmaktadır. “Özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendine has bir
tarihsel dönemde yaşıyoruz. Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasaklar dile getiren
yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor. Çünkü yapmalısının bir sınırı vardır. Yapabilme
ise sınır tanımaz. Bu yüzdende yapabilmeden kaynaklanan zorlamanın sınırı yoktur. Böylece
kendimizi bir ikilem içinde buluruz. Özgürlük aslında zorlamanın karşıtıdır. Özgür olmak
zorlamalardan arınmış olmak demektir. Fakat zorlamanın karşıtı olması gereken bu
özgürlüğün kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ya da ruhsal tükeniş özgürlüğün pek çok
açıdan zorlamaya dönüşmekte olduğunun patolojik işaretleridir.” Daha açık bir şekilde şöyle
ifade eder: kendini özgür sanan performans öznesi aslında köledir. Efendisi olmaksızın
kendini sömürmesi mutlak köledir.

Kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm işçiyi bir girişimci haline
getirir. Başkası tarafından sömürülen işçi sınıfını komünizm değil neoliberalizm ortadan
kaldırmıştır. Yapmak zorunda olmaktan yapabilme anlayışı bu durumu ortadan kaldırmıştır.
Herkes birey olarak hem efendi hem köledir. Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı
haline dönüşmektedir. Neoliberal rejimlerde üretim araçlarının sahipleri tarafından sömürülen
bir proletarya, yani bir işçi sınıfı da mevcut değildir. Neoliberal performans toplumunda
başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini
sorumlu tutar ve utanç duyar. Sisteme karşı direnişe izin vermez. İnsanın kendine yönelttiği
bu saldırganlık sömürüleni devrimci değil depresif yapar (Chul Han, 2019b: 15-16).

Heyecan kapitalizmi verimlilik artışı sağlamak için emeğin ötekisi olması gereken
oyunu ele geçirmiştir. İş dünyasını ve yaşam alanını oyunlaştırır. Oyun işe heyecan katar,
hatta işi dramatikleştirir, böylelikle de motivasyonu yükseltir. Çabuk elde edilen başarı
deneyimi ve ödüllendirme sistemi sayesinde performansın ve kazancın artmasını sağlar (Chul
Han, 2019b: 57). Başarı ve performans öznesinin en büyük çığlığı (Chul Han, 2019b: 25):
“istediğim şeyden koru beni”

Yorgunluk Toplumu

Chul Han, her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları olduğunu söyler. Nihai olarak
antibiyotiğin keşfiyle sona eren bakteriyel hastalıklar çağı gibi. Gribal salgın karşısında
duyulan endişeye rağmen bizler bugün viral bir çağda yaşamıyoruz (Chul Han’n Yorgunluk
Toplumu çalışmasının covid-19 pandemi öncesi yayınlandığını unutmamakta fayda var).
Hastalık veçhesinden bakılacak olursa, başlamakta olan 21. yüzyıl ne bakteriyel ne de viral;
bilakis sinirsel (neural) olarak belirlenmiştir. Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu (DEHB), sınırdaki kişilik bozukluğu (SKB) veya tükenmişlik sendromu (TS) gibi
sinirsel hastalıklar başlamakta olan 21. yüzyılın patoloji manzarasını tayin etmektedir (Chul
Han, 2019a: 7).

Şiddet yalnızca negatiflikten değil, pozitiflikten de meydana çıkar. Yalnızca başka


veya yabancıdan değil aynıdan da doğar. Aşırı üretim, aşırı performans veya aşırı iletişimden
doğan pozitifliğin gücü, artık “viral” değildir. Bağışıklık ona erişim sağlamaz. Pozitifliğin
ifratı karşısındaki tepki immünolojik savunmadan ziyade sidirimsel-sinirsel bir boşalma ve
reddi ifade eder. Keza ifrat karşısındaki halsizlik, yorgunluk ve boğulma da immünolojik
reaksiyon sayılamaz. Bunlar viral olmadıkları için bağışıklık mantığıyla örgütlenmiş bir
negatifliğe dayandırılamayacak, yeni bir sinirsel şiddetin tezahürleridir (Chul Han, 2019a: 12-
13).
Chul Han, düşmanlık soykütüğüyle şiddetin soykütüğünün birbiriyle ötüşmediğini
söyler. Pozitiflik şiddeti, düşmanlığı şart koşmamaktadır. Pozitif şiddet müsamahakâr ve
teskin edilmiş bir toplum içinde serpilmiştir. Viral şiddet gibi görünmez olmasının sebebi de
budur. Pozitiflik şiddeti mahrum edici değil, doyurucu; dışlayıcı değil kapsayıcıdır. Bu
sebeple pozitif şiddet, “ulaşılamayan” dolaysız idraktir. Kısaca söyleyebiliriz ki “her şeyin
pozitif anlamda olması ve nihayetinde doyuma ulaşılamaması bir pozitif şiddettir. Chul Han,
bu pozitif şiddeti “depresyon gibi dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu veya
tükenmişlik sendromunu da pozitiflik veçhesinden aşırılığa işaret eder. Tükenmişlik
sendromu, aynının aşırılığından gelip Ben’in fazla hararetle kor gibi yanmasıdır.
Hiperaktivitedeki hiper, bir bağışıklık kategorisi değildir. Yalnızca pozitif yığılmayı gösterir
(Chul Han, 2019a: 15-16).

Aktiflik toplumu olarak yorgunluk toplumu kendini yavaş yavaş bir doping toplumuna
dönüştürdü. Bu arada, negatif bir ifade olan beyin dopinginin yerini de neuro-enhancement
aldı (çevirenin notuna göre, her iki doping türü de, zihnin işleyişini çeşitli kimyasal maddeler,
uyarıcılar veya elektrikli aletlerle hızlandırarak, beynin fiziği ve kimyası üzerinde oluşturulan
birtakım etkilerden faydalanıp, “düşünme” kabiliyetini geliştiren/hızlandıran yöntem veya
verilen ad, başarıyı arttıran ilaçtır). Doping adeta performanssız performansı mümkün
kılmıştır. Haliyle yalnızca beden değil insan varlığının tamamı, engelsiz ve işler durumda
olup etkinliği azamileştirecek bir performans-makinesine dönüşür (Chul Han, 2019a: 51-52).

Chul Han’a göre (2019c: 10), günümüzün zaman krizinin en önemli nedenlerinden
biri, vita activa’nın (insan etkinliklerinin tümü) eylemlilik yaşamının mutlaklaştırılmasıdır. Bu
mutlaklaştırma, insanı bir animal laborans, yani “çalışan hayvan” derekesine indiren bir
çalışma buyruğuna yol açıyor. Dolayısıyla gündelik hayattaki hiperkinezi, aşırı hareketlilik,
insan yaşamındaki tefekkür unsurunu, durma becerisini ortadan kaldırıyor. Bu da dünyanın ve
zamanın kaybına yol açıyor. Hızlanma stratejileri bu zaman krizini bertaraf edemiyor, hatta
esas sorunun da üzerini örtüyor. Bu durumun aşılması için vita contemplativa (kendi üzerine
derin düşünme)’nın canlandırılması ve kendi krizinin tam ortasında vita contemplativa’yla
tekrar birleştirildiğinde ancak aşılabilir.

Modernite oluşsallıktan çıkarma ve özgürlük çağıdır. Fırlatılana veya tasarımcısına


tanrı denilen o fırlatılmışlıktan özgürleşir. Oluşsallıktan çıkarma ve sekülerleşme aynı öncülde
temellenir. İnsan kendini tarihin öznesi konumuna yükseltir, dünyayı üretebilecek bir nesne
olarak karşısına alır. Üretim, tekrarın yerini alır. Özgürlük oluşsallık üzerinden tanımlanmaz.
Modern öncesi zamanlarda, insan önceden belirlenmiş bir yolda, semavi cisimlerin
yörüngeleri gibi ebediyen tekrarlanan bir yolda ilerlerdi. Modern öncesi insan, içine fırlatılmış
olduğu verili durumu kabul eder veya ona katlanırdı, yani oluşsallık ve tekrarın insanıydı.
Chul Han özgürlük ve bağımlılık kavramları arasındaki ilişkiyi irdelemektedir. Ona göre;
özgür olmak bağlanmamış olmak veya bağlayıcı olmamak anlamına gelmez. Bağlarını
koparmak ve iliştirilmişlikten çıkmak değil, içerilmek ve iliştirilmek özgürleştirir. Tam bir
ilişkisizlik kaygı ve huzura yol açar. “Özgür”, “barış” veya “huzur” ve “arkadaşlık” gibi
sözcüklerin kökeni fri, “sevmek” anlamına gelir. Dolayısıyla “özgür”ün esas anlamı
“arkadaşlara veya sevilen insanlara bağlı olmak”tır. Bizi özgür kılan şey bağların yokluğu
değil, bağlı olmaktır. Özgürlük en mükemmel haliyle, ilişkilere mahsus bir sözcüktür, daha
açık bir ifadeyle “dayanak olmadan özgürlük” olmaz (Chul Han, 2019c: 41-42).

Kaynakça

Baudrillard, Jean (2018). Kötülüğün Şeffaflığı, (Çev, Işık Ergüden), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.

Chul Han, Byung (2018). Şiddetin Topolojisi, (Çev. Dilek Zaptçıoğlu), İstanbul: Metis
Yayınları.

Chul Han, Byung (2019). Şeffaflık Toplumu, (Çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis
Yayınları.

Chul Han, Byung (2019a). Yorgunluk Toplumu, (Çev. Samet Yalçın), İstanbul:
Açılımkitap.

Chul Han, Byung (2019b). Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri,


(Çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis Yayınları.

Chul Han, Byung (2019c). Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir
Deneme, (Çev. Şeyda Öztürk), İstanbul: Metis Yayınları.

Chul Han, Byung (2019d). Güzeli Kurtarmak, (Çev, Kadir Filiz), İstanbul: İnsan
Yayınları.

Chul Han, Byung (2019e). Eros’un Istırabı, (Çev. Şeyda Öztürk), İstanbul: Metis
Yayınları.
Demir, Sertaç Timur (2019). Ten Medeniyeti: Modern Kültürde Beden ve Ötesi,
İstanbul: Açılım Kitap.

Foucault, Michel (1992). Hapishanenin Doğuşu, (Çev, Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara:
İmge Kitabevi.

Le Breton, David (2014). Bedene Veda, (Çev, Aziz Ufuk Kılış), İstanbul: Sel
Yayıncılık.

Le Breton, David (2016). Ten ve İz, (Çev, İsmail Yavuz), İstanbul: Sel Yayıncılık.

Sennett, Richard (2017). Karakter Aşınması, (Çev. Barış Yıldırım), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.

Şeffaflık Toplumu

Yorgunluk Toplumu

Olumluluk Toplumu

Apaçıklık Toplumu

Porno Toplumu

İvme Toplumu

Enformasyon Toplumu

Teklifsizlik Toplumu

İfşa Toplumu

Kontrol Toplumu

Disiplin Toplumu

Başarı ve performans toplumu

You might also like