Professional Documents
Culture Documents
Byung-Chul Han: Toplumsal Tipolojiler: Giriş
Byung-Chul Han: Toplumsal Tipolojiler: Giriş
Gözde Aykut1
Recep Bozkurt**
Giriş
İçinde yaşadığımız modern dünyayı herkes yaşar, görür, hisseder fakat birbirinden
farklı şeyler söylerler. Aynı şeye bakıp farklı şeyler söylemek gibi. Bu farklılığın altında yatan
en önemli nedenlerden biri metot, ikinci olarak ise ele almış olduğu toplumsal nesnenin farklı
olmasıdır.
Tarih üç döneme veya toplum tipine ayrılmaktadır. Bunlar; modernite öncesi, modern
ve geç modern adlandırmalardır. Chul Han günümüz toplumunu geç modern toplum olarak
adlandırmaktadır. Modern toplum sonrası birçok adlandırma ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir
kaçı postmodern toplum veya düşünümsel modernlik örnek verilebilir. Her dönemselleştirme
kendine ait “toplumsal, ekonomik, hukuki, siyasi, kültürel hatta iktidar” özelliğine sahiptir.
Bunlarında ötesinde modern ve geç modern toplumlar daha spesifik olarak toplumsal
tipolojilere ayrılmaktadır.
Chul Han tüm çalışmalarında bir iktidar analizi yapmaktadır. Günümüz neoliberal
iktidarın toplum üzerinde nasıl egemen olduğunu birçok farklı toplumsal tipolojilerle
yorumlamaktadır.
Şeffaflık Toplumu
1
Araştırma Görevlisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı,
gözde.aykut03@gmail.com. ORCID:
**Doktora Öğrencisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı,
recepbzkrt0163@gmail.com. ORCID: 0000-0003-2201-1758
dijital kontrol toplumdan bağımsız değildir. Böyle bir toplum sisteminde, bireyin gönüllü
olarak kendini servis etmesi beklenir. Bu önemli ölçüde özgürlüğün sömürüsü anlamına
gelmektedir. Bireyin kendini servis etme hali, aynı zamanda bulunma zorunluluğunda
hissetme hali Chul Han’a göre şeffaflık toplumunun ideolojik yönünü de simgeler.
Dolayısıyla bu denli ideolojik bir zemine oturan şeffaflık toplumunun şiddeti doğurması da
kaçınılmazdır.
Şeffaflık sözcüğü siyaset ve ekonomi olmak üzere hayatın tüm alanlarında kol
gezmektedir. Şeffaflıkla birlikte demokrasinin, enformasyon özgürlüğünün ve verimliliğinin
artması bekleniyor. Yeni doğma, şeffaflığın güven yarattığıdır. Doğmadır çünkü günümüz
toplumunda “güven” kelimesi büyük ölçüde zarar görmüştür. Enformasyon elde etmenin
kolay olduğu şeffaflık toplumunda, toplum düzeni güvenden kontrole dönüşür. Dolayısıyla
şeffaflık toplumu bir güven toplumu değil kontrol toplumudur. Chul Han’a (2019: 11-12) göre
şeffaflık neoliberal bir aygıttır. Enformasyona dönüştürmek amacıyla her şeyi içine girmeye
zorlar. Daha fazla enformasyon ve daha fazla iletişim, üretkenlik ve hızda artış demektir.
Buna karşılık gizlilik, yabancılık ve ötekilik sınırsız iletişime engel oluşturur. Bu nedenle
şeffaflık adına bunlardan kurtulmak gerekir.
Benjamin’e göre güzellik, örtü ile örtülenin çözülmez bağını gerektirir. Çünkü güzel
olan ne örtü ne de örtülmüş olan nesne değil örtülü nesnedir. Örtünün açılması yok olmasına
yol açar. Yani çıplak güzellik yoktur (Chul Han, 2019: 37). Güzel olan saklıdır. Gizleme
güzellik için aslidir. Şeffaflık, güzellik ile anlaşamaz. Şeffaf güzellik, bir oksimorondur, yani
zıtların birleşimidir. Güzellik zorunlu olarak bir görünümdür. İçinde opaklık barındırır. Opak
gölgeli demektir. Örtüyü kaldırma ise büyüyü bozar ve onu tahrip eder. Bu yüzden güzel,
doğası gereği örtüsü açılamayandır. Güzel, görünmekten tereddüt eder. Güzel olmak esasında
örtülü olmaktır. (Chul Han, 2019d: 29-31).
Hijyenik aklın ışığında her müphemlik, her gizem kirli olarak algılanır. Saf olan
şeffaflıktır. Şeyler enformasyon ve data akımlarının içine sokulduğunda şeffaf hale gelirler.
Datalar pornografik ve müstehcen şeylere sahiptir. İçsellikleri, arka tarafları yoktur; yani
muğlak değillerdir. İşte bundan dolayı dilden ayrılırlar, tam bir odaklanmaya izin vermezler.
Data ve enformasyon kendilerini tam görünürlükte iletirler ve her şeyi görünür yaparlar (Chul
Han, 2019d: 11).
Chul Han (2019: 26-28), fotoğraf ve sosyal medya üzerinden bir okuma ile teşhirciliği
açıklamaktadır. Kült değeri taşıyan insan siması fotoğraftan çoktan kaybolmuş durumdadır.
Facebook ve Photoshop çağı “insan siması”nı tamamen sergi değerinde kendini bulan bir face
haline dönüştürür. Face, teşhir edilen bir yüzdür. Teşhircilik toplumunda her özne kendi
reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu pornografik
toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa edilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, ortaya serilmiş
durumdadır. Teşhir etmenin aşırılığı her şeyi tüm sırlardan arınmış olarak derhal tüketilmeye
açık bir meta haline getirir.
‘‘Tümüyle görsel olan beden imgesi tümüyle yüzeylerinden ibarettir. Çünkü toplumsal
kabul ve aidiyet örüntülerine dâhil olma, yüzeyin bitmeyen revizyonuna bağlıdır. Bugün ideal
bireyden anlaşılması gereken, büyük oranda ideal bedendir. Kişinin bedeniyle yüzleşmesi,
varoluşsal manada kendi kendisiyle yüzleşmesi demektir. Bu, bir çeşit ontolojik değiş-
tokuştur. Çünkü çağdaş ten algısı tini de cismanileştirmiş ve kendi içine hapsetmiştir’’
(Demir, 2019: 14). ‘‘Deri insan öyküsünün sismografıdır. Dünyayla ilişkisi bağlamında
anlamın geçiş yeridir’’ (Le Breton, 2016: 26). Sergi değeri her şeyden önce göze, görünüşe
bağlıdır. Sergileme zorlaması böylelikle güzellik ve dinçlik zorlamasını ortaya çıkartır.
“Operasyon güzellik” sergi değerini en yüksek düzeye getirmeyi hedefler. Chul Han (2019:
29), operasyon güzellik ile (çevirenin yorumuna göre) estetik ameliyatın ötesinde askeri
harekât çağrışımı anlamında kullanmaktadır. Günümüzün örnek kişilerinin içsel değerleri
değil, gerekirse zora başvurularak uyulmaya çalışılan dışsal ölçüleri sunar. Bireyin kendini
sergilemeden, teşhir etmeden önce şeffaf bir şekilde sunması, bedenini beğenmemesi ve
estetik ameliyata girme istenci bir şiddettir. Her şeyin bu denli çıplaklaştırılıp şeffaflaştırıldığı
bir toplumu Chul Han pornografik bir toplum olarak adlandırır. Şeffaflık toplumu,
tanımlamak ve görünür kılmak ister. Bunun içinde kendi ürettiği olumluluğu önemser. Fakat
görünürlüğün bu denli olduğu bir toplum şiddet üretmeye başlar.
Porno toplumunda sadece beden değil, her şey fazlasıyla lütufkârdır. Hiçbir şey örtülü
değildir. Bir sinema filminde, bir sanat eserinde örtünün kaldırıldığını ve şeffaflaştırılarak
gizeminin kaybolduğunu görmek mümkündür. ‘‘Sanatın her yerde çoğaldığını görüyoruz.
Sanat üzerine söylem ise daha hızlı çoğalmaktadır. Fakat sanatın ruhu önemini kaybetmiştir.
Macera olarak sanat; yanılsama yaratma gücüne sahip sanat; şeylerin daha üstün bir oyunun
kuralına boyun eğdiği, gerçekliğe karşıt bir ‘‘başka sahne’’ kuran sanat; bir tuvalin üstündeki
çizgi ve renkler gibi, varlıkların anlamlarını yitirip kendi varlık nedenlerini aşarak bir baştan
çıkarma süreci içinde ideal biçimlerine (bu, onların kendi yok olmuş biçimleri olsa bile)
ulaşabilecekleri aşkın bir figür olarak sanat yok oldu’’ (Baudrillard, 2018: 20).
“Günümüzde yerkürenin bütünü bir panoptikon durumuna doğru gelişme gösteriyor. Panoptikonun dışı
diye bir şey mevcut değil. Bir topyekûnlük söz konusudur. İçerisini dışarıdan ayıran bir duvar da yoktur.
Kendilerini özgürlük alanları olarak sunan Google ve sosyal ağlar panoptik biçimlere bürünüyorlar. Bugün
gözetleme, genelde sanıldığı şekliyle özgürlüğe saldırı şeklinde gerçekleşmiyor. İnsanlar panoptik bakışa
kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyorlar, kendilerini soyarak teşhir ederek dijital panoptikonun
oluşuna bilerek katkıda bulunuyorlar. Dijital panoptikondaki mahkûm aynı zamanda hem kurban hem faildir
(Chul Han, 2019: 72).”
Big Data/Büyük Veri ile birlikte toplumun tüm bilgisine şeffaf bir şekilde ulaşılmaya
çalışılır. Chul Han bu bağlamda panoptikonun yanında birde “Bannoptikon”dan bahseder.
Panoptikon sistemin içindekileri gözetler. Bannoptikonsa elde edilmiş olan bilgiler ile dijital
sınıflı toplum oluşturur. Yani bannoptikon, sisteme yabancı ya da düşman gördüklerini
istenmeyen kişiler olarak saptayarak bunları dışarda bırakan bir aygıttır. Panoptikon disiplin
etmeye yararken bannoptikon sistemin güvenliğini ve verimliliğini sağlar (Chul Han, 2019b:
73).
Chul Han’a göre günümüz toplumu artık Foucault’nun bahsetmiş olduğu hastaneler,
tımarhaneler, hapishaneler, kışlalar ve fabrikalardan oluşanlardan değil, gökdelenler,
bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri ve gen laboratuvarları bunların yerini almıştır. 21.
yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur. Sakinleri de “itaatkar
özne” değil, performans öznesidir. Bu özneler kendi kendilerinin müteşebbisleridir (Chul
Han, 2019a: 17). Disiplin toplumu ile kontrol toplumu arasındaki en önemli fark; iktidarın,
disiplin toplumunda zor kullanması iken kontrol toplumunda böyle bir zorlama yoktur. Çünkü
şeffaf toplum kendi kendini ifşa ederek, iktidarın kontrol sağlamasına zemin hazırlar.
Olumluluk Toplumu
Olumluluk toplumu hiçbir olumsuz duyguya izin vermez. Böylece insanlar eziyet ve
acıyla başa çıkma, buna biçim verme becerisini yitirirler. Chul Han (2019: 20), aşk üzerinden
bir örnek vermektedir. “Acı çekmeden âşık olmak çok kolay.” Bu söz eş bulma hizmeti veren
Meetic adlı şirketin sloganıdır. Burada aşkın, tüketim ve rahatlık formülü haline gelecek
şekilde evcilleştirilip olumlulaştırılması söz konusudur. Olumsuzluğu temsil eden eziyet ve
tutku yerlerini olumsuzluktan arınmış keyfe bırakırken öte yandan aşırı olumluluktan
kaynaklanan bitkinlik, yorgunluk, depresyon gibi psişik bozukluklar ortaya çıkartır.
Diyebiliriz ki olumlu gibi görünen birçok şey gerçekte olumsuzluk barındırmaktadır. Hatta
olumluluk, yorgunluk, bitkinlik gibi depresif durumları ortaya çıkardığından dolayı şiddet
olarak görülmektedir. Buradaki şiddet ile kastedilen fiziksel şiddetin ötesinde psişik bir
şiddetin varlığı söz konusudur.
Olumluluk toplumu, her şeyi yapabilme arzusunu beslediğinden dolayı modern özneyi
başarı ve performansa yönelik eyleme geçirmektedir. Herkesin ciddi bir performans
göstererek başarılı olmasının beklenmesi, başarısızlığı en uca iterek insanlar arasında sürekli
karşılaştırmanın yapıldığı önemli bir ölçüt haline gelmiştir. Ayrıca toplumun içinde yer alan
ve birbirinden farklı sınıf ve hiyerarşilerden oluşan grupların farklılıkları dikkate alınmaksızın
çok güçlü performanslar ve üst düzey başarılar beklenmektedir. Bu durum tam olarak Chul
Han’ın üzerinde durduğu ruhun şekillendirilmesi hususunu ifade etmektedir. Öyle ki
neoliberal dönem, insanların nasıl başarılı olabileceklerini onlara anlatan yayınları okumaya,
programları izlemeye özendirilir hale gelmiş ve başarısızlık tabusu yıkılmaya çalışılmıştır.
‘‘Başarısızlık, en büyük modern tabusu. Başarıya ulaşma reçeteleriyle dolu olan popüler
kitaplar, başarısızlıkla baş etme konusunda büyük ölçüde sessiz. Kişinin başarısızlıkla
yüzleşmesi ve başarısızlığa yaşamöyküsünde yer vermesi meselesi, bizi için için kemiren ama
başkalarıyla nadiren tartıştığımız bir konu’’ (Sennet, 2017: 135). Başarılı olmaya yönelik
kitapların, dergilerin vs olması bireyi başarı ve performans sağlamasına itmemektedir, sadece
bireyi daha fazla başarı ve performans sağlamasına odaklamaktadır. Yani bireyin başarılı
olma arzusu bireyi bu kaynaklara yöneltmektedir. Kişisel gelişim uzmanlarının artması da
yine olumluluk toplumunun bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Günümüz toplumunda
neredeyse her konuda uzmanın ortaya çıkmasının temelinde başarı ve performans öznesinin
arzusu yatmaktadır. Uzmanlaşma, olumluluk toplumunun bir ürünüdür.
Depresif kişi, yalnızca ve yalnızca kendini ait kılabilmek için, toplumsal buyruğu
yerine getirmelidir. Onun için depresyon, geç-modern insanın kendi olmak hususundaki
başarısızlığının patolojik bir dışa vurumudur. Fakat aynı zamanda, kişiyi depresyona
sürükleyen şey toplumsalın gitgide atomlara ayrılması ve parçalanmasına mahsus ilişki
yorgunluğudur. Depresif insan, kendi isteğiyle de olsa, herhangi bir dış kısıtlama olmaksızın
kendini sömüren animal laborans’tır (çalışan hayvan). Hem avcı hem de avdır. Performans
öznesinin –ebilme’yi –ebilemediği anda birdenbire parlar. Her şeyden önce depresyon, bir
yapabilme ve edebilme yorgunluğudur. Depresif bireyin hiçbir şey mümkün değil çığlığı
ancak her şeyin mümkün olduğuna inanılan bir toplumda mümkündür. –Ebilme’yi
ebilememe, kendini suçlama ve kendine zarar vermeyi tetikler. Performans öznesi kendisini
kendiyle savaş eder halde bulur. Depresif kişi bu içselleştirilmiş savaşta yaralanmış kişidir
(Chul Han, 2019a: 20-21).
Geç modernitenin başarıya ve performansa odaklı öznesi, kendi dışındaki bir iktidar
kurumunun baskısına maruz kalmadığı ölçüde özgürdür. Fakat gerçekte bir kul kadar da
özgürlükten yoksundur. Dış baskı nihayet aşıldığında, içerideki basınç devreye girer. Başarıya
ve performansa odaklı özne, bir depresyon geliştirir. Bu durumda şiddet azalmadan
sürmektedir. Yalnızca ağırlık noktası içeri kaymıştır. Egemenlik toplumundaki kelle alıcı güç,
yani dekapitasyon, disiplin toplumundaki deformasyon, başarı ve performans toplumundaki
depresyon, şiddetin topolojik dönüşümünün birer parçasıdır (Chul Han, 2018: 10-11). Yine
modernitede şiddet, ruhsallaştırılmış, psikolojikleştirilmiş, içselleştirilmiş biçimlerde ortaya
çıkar. Psikolojiye içkin şekiller alır. Yıkıcı enerji dolaysızca, fevri boşalmaz, psişik emekle bir
yüzleşme ve uğraş gerektirir. Modernite öncesi ise şiddet her yerde hazır ve nazırdır, gündelik
hayatın bir parçasıdır ve alenidir. Hatta toplumsal pratiğin ve iletişimin önemli bir parçasıdır
(Chul Han, 2018: 15-16).
Modernite öncesi egemenlik toplumunun kan toplumu olarak sona erişi, şiddeti
topolojik bir dönüşüme maruz bırakmıştır. Şiddet artık politik ve toplumsal iletişimin bir
parçası değildir. İletişimin satır aralarına, derinin altına çekilir, kılcal damarlara, ruhun iç
mekânlarına sinmeye başlar. Görünürden görünmeze, apaçıktan mahreme, fizikten psişiğe,
askeri olandan medyatik olana ve cephesel karşılaşmadan viral buluşmaya kaydırmıştır.
Modernitenin başarıya ve performansa endeksli öznesi hiç kimsenin kulu değildir. Aslında her
hangi bir zorlamalara tabi de değildir. Kendini olumlar, hatta özgürleşerek bir proje haline
getirir. Subject’ten/özneden projeye dönüşüm yine de şiddeti ortadan kaldırmaz. Dışsal
şiddetin, yabancıdan gelen zorun yerine özgürlükmüş gibi görünen bir kendine yönelik zor
geçmiştir. Kısacası başarı ve performans toplumu bir kendini sömürme toplumudur (Chul
Han, 2018: 18-20).
Başarı ve performans toplumuna damgasını vuran fiil, “yapmak zorunda olmak” fiili
değil, “yapabilmek” fiilidir. Nihai anlamda ise modern özne, red, bastırma ve sınırlamadan
yoksundur (Chul Han, 2018: 35). Chul Han (2018: 40), günümüzün depresyon, burnout
(tükeniş) ya da dikkat eksikliği-hiperaktivite sendromu gibi ruhsal hastalıkların, bastırma ve
reddiye süreçlerinin payı olmadığını aksine aşırı bir olumluluğa, yani reddiyeye değil daha
ziyade “hayır diyememe” haline, yapma yasağına değil her şeyi yapabilirliğe işaret eder.
Başarı ve performans öznesi “nihai sonların imkânsızlığı” ile karşı karşıyadır. Özneyi
Kendi’nin narsistik tekrarına iten; bu yüzden hiçbir şekilde, kendi hakkında hiçbir istikrarlı
imgeye, hiçbir karaktere kavuşamaz (Chul Han, 2018: 38). Mücadele Kendi’ne dönüktür.
Fakat insanın kendini yenmesi, kendini geçmesi çabası ölümle sonuçlanır. Kendiyle rekabet,
kendi gölgesini geçme isteğine benzer ve ölümcüldür (Chul Han, 2018: 46).
Başarı ve performans toplumu yalnız kadınların veya işçi sınıfının değil, bütün
üyelerinin maruz kaldığı bir zor yaratmaktadır. Güzellik ameliyatına sadece kadınlar değil
erkeklerde yatmaktadır. Vücudun optimizasyon zorunluluğu istisnasız herkes için geçerlidir.
Başarı ve randıman toplumu, sınıf ya da cinsiyet farkı gözetmeyen bir doping toplumu
yaratmaktadır (Chul Han, 2018: 87).
Chul Han (2019b: 11-12), başarı ve performans toplumunun öznesi ile özgürlük
arasındaki ilişki üzerinde durmaktadır. “Özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendine has bir
tarihsel dönemde yaşıyoruz. Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasaklar dile getiren
yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor. Çünkü yapmalısının bir sınırı vardır. Yapabilme
ise sınır tanımaz. Bu yüzdende yapabilmeden kaynaklanan zorlamanın sınırı yoktur. Böylece
kendimizi bir ikilem içinde buluruz. Özgürlük aslında zorlamanın karşıtıdır. Özgür olmak
zorlamalardan arınmış olmak demektir. Fakat zorlamanın karşıtı olması gereken bu
özgürlüğün kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ya da ruhsal tükeniş özgürlüğün pek çok
açıdan zorlamaya dönüşmekte olduğunun patolojik işaretleridir.” Daha açık bir şekilde şöyle
ifade eder: kendini özgür sanan performans öznesi aslında köledir. Efendisi olmaksızın
kendini sömürmesi mutlak köledir.
Kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm işçiyi bir girişimci haline
getirir. Başkası tarafından sömürülen işçi sınıfını komünizm değil neoliberalizm ortadan
kaldırmıştır. Yapmak zorunda olmaktan yapabilme anlayışı bu durumu ortadan kaldırmıştır.
Herkes birey olarak hem efendi hem köledir. Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı
haline dönüşmektedir. Neoliberal rejimlerde üretim araçlarının sahipleri tarafından sömürülen
bir proletarya, yani bir işçi sınıfı da mevcut değildir. Neoliberal performans toplumunda
başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini
sorumlu tutar ve utanç duyar. Sisteme karşı direnişe izin vermez. İnsanın kendine yönelttiği
bu saldırganlık sömürüleni devrimci değil depresif yapar (Chul Han, 2019b: 15-16).
Heyecan kapitalizmi verimlilik artışı sağlamak için emeğin ötekisi olması gereken
oyunu ele geçirmiştir. İş dünyasını ve yaşam alanını oyunlaştırır. Oyun işe heyecan katar,
hatta işi dramatikleştirir, böylelikle de motivasyonu yükseltir. Çabuk elde edilen başarı
deneyimi ve ödüllendirme sistemi sayesinde performansın ve kazancın artmasını sağlar (Chul
Han, 2019b: 57). Başarı ve performans öznesinin en büyük çığlığı (Chul Han, 2019b: 25):
“istediğim şeyden koru beni”
Yorgunluk Toplumu
Chul Han, her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları olduğunu söyler. Nihai olarak
antibiyotiğin keşfiyle sona eren bakteriyel hastalıklar çağı gibi. Gribal salgın karşısında
duyulan endişeye rağmen bizler bugün viral bir çağda yaşamıyoruz (Chul Han’n Yorgunluk
Toplumu çalışmasının covid-19 pandemi öncesi yayınlandığını unutmamakta fayda var).
Hastalık veçhesinden bakılacak olursa, başlamakta olan 21. yüzyıl ne bakteriyel ne de viral;
bilakis sinirsel (neural) olarak belirlenmiştir. Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu (DEHB), sınırdaki kişilik bozukluğu (SKB) veya tükenmişlik sendromu (TS) gibi
sinirsel hastalıklar başlamakta olan 21. yüzyılın patoloji manzarasını tayin etmektedir (Chul
Han, 2019a: 7).
Aktiflik toplumu olarak yorgunluk toplumu kendini yavaş yavaş bir doping toplumuna
dönüştürdü. Bu arada, negatif bir ifade olan beyin dopinginin yerini de neuro-enhancement
aldı (çevirenin notuna göre, her iki doping türü de, zihnin işleyişini çeşitli kimyasal maddeler,
uyarıcılar veya elektrikli aletlerle hızlandırarak, beynin fiziği ve kimyası üzerinde oluşturulan
birtakım etkilerden faydalanıp, “düşünme” kabiliyetini geliştiren/hızlandıran yöntem veya
verilen ad, başarıyı arttıran ilaçtır). Doping adeta performanssız performansı mümkün
kılmıştır. Haliyle yalnızca beden değil insan varlığının tamamı, engelsiz ve işler durumda
olup etkinliği azamileştirecek bir performans-makinesine dönüşür (Chul Han, 2019a: 51-52).
Chul Han’a göre (2019c: 10), günümüzün zaman krizinin en önemli nedenlerinden
biri, vita activa’nın (insan etkinliklerinin tümü) eylemlilik yaşamının mutlaklaştırılmasıdır. Bu
mutlaklaştırma, insanı bir animal laborans, yani “çalışan hayvan” derekesine indiren bir
çalışma buyruğuna yol açıyor. Dolayısıyla gündelik hayattaki hiperkinezi, aşırı hareketlilik,
insan yaşamındaki tefekkür unsurunu, durma becerisini ortadan kaldırıyor. Bu da dünyanın ve
zamanın kaybına yol açıyor. Hızlanma stratejileri bu zaman krizini bertaraf edemiyor, hatta
esas sorunun da üzerini örtüyor. Bu durumun aşılması için vita contemplativa (kendi üzerine
derin düşünme)’nın canlandırılması ve kendi krizinin tam ortasında vita contemplativa’yla
tekrar birleştirildiğinde ancak aşılabilir.
Kaynakça
Baudrillard, Jean (2018). Kötülüğün Şeffaflığı, (Çev, Işık Ergüden), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Chul Han, Byung (2018). Şiddetin Topolojisi, (Çev. Dilek Zaptçıoğlu), İstanbul: Metis
Yayınları.
Chul Han, Byung (2019). Şeffaflık Toplumu, (Çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis
Yayınları.
Chul Han, Byung (2019a). Yorgunluk Toplumu, (Çev. Samet Yalçın), İstanbul:
Açılımkitap.
Chul Han, Byung (2019c). Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir
Deneme, (Çev. Şeyda Öztürk), İstanbul: Metis Yayınları.
Chul Han, Byung (2019d). Güzeli Kurtarmak, (Çev, Kadir Filiz), İstanbul: İnsan
Yayınları.
Chul Han, Byung (2019e). Eros’un Istırabı, (Çev. Şeyda Öztürk), İstanbul: Metis
Yayınları.
Demir, Sertaç Timur (2019). Ten Medeniyeti: Modern Kültürde Beden ve Ötesi,
İstanbul: Açılım Kitap.
Foucault, Michel (1992). Hapishanenin Doğuşu, (Çev, Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara:
İmge Kitabevi.
Le Breton, David (2014). Bedene Veda, (Çev, Aziz Ufuk Kılış), İstanbul: Sel
Yayıncılık.
Le Breton, David (2016). Ten ve İz, (Çev, İsmail Yavuz), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Sennett, Richard (2017). Karakter Aşınması, (Çev. Barış Yıldırım), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Şeffaflık Toplumu
Yorgunluk Toplumu
Olumluluk Toplumu
Apaçıklık Toplumu
Porno Toplumu
İvme Toplumu
Enformasyon Toplumu
Teklifsizlik Toplumu
İfşa Toplumu
Kontrol Toplumu
Disiplin Toplumu