Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 111

T.C.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
FRANSIZCA ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY’NİN
“KÜÇÜK PRENS” ESERİNDE EĞİTSEL ÖĞELER

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan
Esma ÇELİK (ŞENYÜZ)

Tez Danışmanı
Doç. Dr. Esma İNCE

Ankara – 2006
Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü’ne

Esma ÇELİK (ŞENYÜZ)’e ait “Antoine de Saint-Exupéry’nin “Küçük


Prens” Eserinde Eğitsel Öğeler” adlı tez çalışması, jürimiz tarafından Fransızca
Öğretmenliği Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan ….............................

Üye ......................................

Üye ......................................
i

ÖZET
ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY’NİN
“KÜÇÜK PRENS” ESERİNDE EĞİTSEL ÖĞELER
Esma ÇELİK (ŞENYÜZ)

Bu yüksek lisans tez çalışmasında, “Küçük Prens”in çocuk ya da yetişkin


ayrımı yapmaksızın, insan eğitimindeki işlevi ve kitabın eğitime olan katkıları
incelenmeye çalışılmıştır.

Bu çerçevede, çalışmada ilk olarak, kitabın ünlü Fransız yazarı Antoine de


Saint-Exupéry’nin kısa ama hareketli yaşam öyküsü ele alınmıştır. Daha çok uçuş
anılarından ve yaşadığı serüvenlerinden yola çıkarak kaleme aldığı eserlerine kısaca
değinilmiştir.

Sonra, “Küçük Prens” hakkında genel bilgilere geçildi. Kitabın Fransa’da,


dünyada ve ülkemizde oluşturduğu derin etkiden söz edilmiştir. Yazarların “Küçük
Prens” ile ilgili görüşlerine yer verilmiştir.

Daha sonra, eserdeki eğitsel öğeler olarak düşünülen çöl, kuyu, hayvan
masalları kitabı, yılan, baobaplar, volkanlar, gül, Küçük Prens’in ziyaret ettiği
gezegenlerde oturan kral, kendini beğenmiş, ayyaş, işadamı, fenerci, coğrafyacı gibi
tiplemelerle, pilot ve Küçük Prens incelenmiştir.

Son olarak mutluluk, sevgi, dostluk, sorumluluk, felsefe öğrenimi, dilsel


gelişim, insan ilişkileri ve hayal dünyasının gelişimi gibi “Küçük Prens”in eğitsel
işlevleri ele alınmıştır.

“Küçük Prens”, konusuyla, dilinin yalınlığıyla, yazarın kendisine ait olan


sevimli çizgi desenleriyle sadece çocuklara değil yetişkinlere de hitap eden bir kitap
olma özelliğini yayımlandığı günden beri korumaktadır.
ii

RÉSUMÉ

LES ÉLÉMENTS ÉDUCATIFS DANS “LE PETİT PRİNCE”


D’ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY
Esma ÇELİK (ŞENYÜZ)

Cette thèse de maitrise vise à révéler la mission du “Petit Prince” et ses


apports à l’éducation de l’homme qu’il soit enfant ou adulte.

Dans ce contexte, on a tout d’abord présenté la vie courte mais mouvementée


de Antoine de Saint-Exupéry, l’auteur français bien connu du livre. On a parlé
brièvement de ses oeuvres qui se basent sur ses souvenirs de pilote de ligne et ses
aventures.

Ensuite, on a passé aux informations générales sur “le Petit Prince”. On a


traité l’influence profonde que ce livre a exercéé en France, dans le monde et en
Turquie. Les opinions des écrivains sur “le Petit Prince” s’y trouvent leur place.

Plus loin, on a étudié le désert, le puits, le bestiaire, le serpent, les baobaps,


les volcans, la rose, le Petit Prince, le pilote et les personnes typiques qui habitent
chez les asteroites: le roi, le vaniteux, le buveur, le businessman, l’allumeur de
réverbères, le géographe interprétés comme les éléments éducatifs de l’oeuvre.

Finalement, on a présenté les missions éducatives du “Petit Prince”:


l’éducation du bonheur, de l’amour, de l’amitié, de la responsabilité, de la
philosophie, le développement linguistique, les relations humaines, et le
développement de l’imagination.

“Le Petit Prince” avec son histoire, avec la simplicité de sa langue, avec les
dessins charmants de l’auteur lui-même, maintient depuis sa publication, les
caractéristiques d’une oeuvre qui s’adresse tant aux adultes qu’aux jeunes.
iii

ÖNSÖZ

Bu yüksek lisans tez çalışmamın başından sonuna kadar verdiği destek ve


bilimsel katkıları için Doç. Dr. Esma İNCE’ye içten teşekkürlerimi sunmak
istiyorum. Tez çalışmamın farklı aşamalarında verdiği destek ve değerli katkıları için
Prof. Dr. Ayşe GÜLER’e ve Yrd. Doç. Dr. Bahattin SAV’a teşekkür borçluyum.

Bu çalışma boyunca bana her konuda yardımcı olan ve beni cesaretlendiren


dostlarım Fatma YILMAZ ve Gönül SÖNMEZ’e teşekkürlerimi sunuyorum.

Literatür taramasındaki katkılarının yanı sıra, her konuda destek ve


yardımlarıyla her zaman yanımda olan eşim Bülent ÇELİK’e sonsuz teşekkürlerimi
sunmak istiyorum. Ayrıca benim küçük prenslerim Burak ve Toprak’a bu çalışma
sırasında gösterdikleri anlayış ve sabır dolayısıyla sevgi ve teşekkürlerimi
gönderiyorum.
iv

İÇİNDEKİLER

ÖZET …………………………………………………………........................i
RÉSUMÉ…………………………………………………………………..…ii
ÖNSÖZ ……………………………………………………………………...iii
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………….......ıv
KISALTMALAR CETVELİ ………………………………………………..vı

GİRİŞ ……………………………………………………………………..….1

1. ANTOINE de SAINT-EXUPERY………………………………………..3
1. 1. Yaşamı ……………………………………………...………………..…6
1. 2. Eserleri …………………………………………………………….....…8

2. KÜÇÜK PRENS ………………………………………………………..12


2. 1. Fransa’da ..........................................................................21
Küçük Prens

2. 2. Dünyada Küçük Prens………………………………………………...22


2. 3. Türkiye’de ........................................................................24
Küçük Prens

3. KÜÇÜK PRENS ’TE EĞİTSEL ÖĞELERİN KULLANIMI …...….…...30


3. 1. Çöl …………………………………………………………………......31
3. 2. Kuyu ………………………………………………………………..….33
3. 3. Hayvan masalları kitabı …………………………………………….....34
3. 4. Yılan ……………………………………………………………….......37
3. 5. Baobaplar ………………………………………………………….......39
3. 6. Volkanlar ……………………………………………………..……..…40
3. 7. Gül …………………………………………………………..……...….41
3. 8. Gezegenlerde oturanlar ………………………………………….…….44
3. 8. 1. Kral ……………………………………………………………........44
3. 8. 2. Kendini beğenmiş …………………………………………….….....46
3. 8. 3. Ayyaş ……………………………………………………………….47
v

3. 8. 4. İş adamı ……………………………………………………..….…...49
3. 8. 5. Fenerci ………………………………………………………..…......50
3. 8. 6. Coğrafyacı ………………………………………………………......52
3. 9. Pilot ………………………………………………………………........56
3.10. Küçük Prens ……………………………………………..…..………..58

4.KÜÇÜK PRENS ’İN EĞİTSEL İŞLEVLERİ ………..…………….…....66


4.1. Mutluluk öğrenimi ………………………………………………..……69
4.2. Hayal dünyasının gelişimi ……………………………………………...71
4.3. Sorumluluk öğrenimi ...…………………………………………….......73
4.4. Sevgi öğrenimi ………………………………………………………....74
4.5. İnsan ilişkileri ………………………………………………………......83
4.6. Dilsel gelişim ………………………………………………………......86
4.7. Dostluk öğrenimi ………………………………………………………89
4.8. Felsefe öğrenimi…………………………………………………..….…93

SONUÇ ……………………………………………………………….….....95
KAYNAKÇA …………………………………………………………….…97
İNTERNET BAĞLANTILARI …………………………………………...100
vi

KISALTMALAR CETVELİ

c.---------------------- : Cilt

Çev.------------------ : Çeviren

S.--------------------- : Sayı

s.---------------------- : Sayfa

[ ]-------------------- : İnternet bağlantı numaraları

( )-------------------- : Mavibulut Yayınlarına ait, Yaşar Avunç’un


çevirisi ’ten yapılan alıntılar
Küçük Prens
GİRİŞ

Günümüzde gelişen teknolojiye koşut olarak eğitimde kullanılan araçlar da


değişiklikler göstermeye başlamıştır. Özellikle küreselleşen dünya ve teknolojik araç
ve gereçlerin gelişimiyle, önceden kullanılan kara tahtaların, tebeşirlerin yerini
birçok okulda bilgisayarlar, slayt makineleri, tepegözler almıştır.

Ama bu gelişen teknolojiye karşın, kitaplar, eğitimdeki yerini ve önemini


korumaya devam etmektedir. Bilgisayar ya da diğer teknolojik araç-gereçler belki
konuyu ve de iyi birer teknoloji kullanıcısı olmayı öğretmektedir; peki ya başka
değerleri… Eğitim sadece dersi ya da konuyu öğrenmenin ya da iyi bir makine
kullanıcısı olmayı sağlamanın dışında bir şey olmalı, başka şeyleri de kapsamalıdır.

İşte bu aşamada ders kitaplarının dışındaki kitaplar yani öykü ya da romanlar


devreye girmektedir. Bu tür kitaplar kişinin hayal gücünü, dilsel gelişimini, sözcük
dağarcığını geliştirirken arkadaşlık, sevgi, sorumluluk, yardımseverlik, özveri,
paylaşım, insan ilişkileri gibi konuların da ele alınmasına olanak sağlamaktadır.
Kişiye bilinmeyen bir dünyanın kapılarını açmaktadır. Her şeyin gerçekmiş gibi
anlatıldığı bu kurmaca dünyada, kişi yaşama hazırlanmaktadır.

Bu yüzden çok küçük yaştan itibaren çocuklara okullarda okuma sevgisi


aşılanarak, onların daha sağlıklı ve bilinçli bireyler olarak yaşama hazırlanmalarına
yardımcı olunmalıdır. Bu konuda en önemli görev, eğitimin her basamağında anne-
babalara düşmektedir.

Bu bağlamda, bu yüksek lisans tez çalışmasında, Küçük Prens’in çocuk ya da


yetişkin ayrımı yapmaksızın, insan eğitimindeki işlevi ve kitabın eğitime olan
katkıları incelenmeye çalışılmıştır.

Yapılan literatür incelemesi sırasında, Türkiye’de, Küçük Prens ile ilgili


Fransızca ya da Türkçe tez çalışması olmadığı görülmüştür. Çalışmanın özgün ve
literatüre katkıda bulunacak bir çalışma olması istendiğinden, Fransızca bir
2

çalışmadan sınırlı bir kesimin yararlanacağı düşüncesiyle, tezin Türkçe


hazırlanmasına karar verilmiştir.

Kaynak taraması sırasında, ulaşılabilen sınırlı sayıdaki çalışma kütüphaneler,


internet, gazete yazıları sayesinde derlenmiştir. Bütün çeviriler bizzat tarafımdan
yapılmıştır. Konunun çerçevesini aşmamaya dikkat ederek, kitabın orijinal metni ve
çevirisi birçok kez okunarak tez metni hazırlanmıştır. Çalışmada, Mavibulut
Yayınları’ndan Yaşar AVUNÇ’un Küçük Prens çevirisinden yararlanılmıştır.

Bu çerçevede, çalışmada ilk olarak, kitabın ünlü Fransız yazarı Antoine de


Saint-Exupéry’nin kısa ama hareketli yaşam öyküsü ele alındıktan sonra, daha çok
uçuş anılarından ve yaşadığı serüvenlerden yola çıkarak kaleme aldığı eserlerine
kısaca değinilmiştir.

Sonra Küçük Prens hakkında genel bilgilere geçildi. Kitabın Fransa’da,


dünyada ve ülkemizde oluşturduğu derin etkiden söz edilmiştir. Yazarların Küçük
Prens ile ilgili görüşlerine yer verilmiştir.

Daha sonra, eserdeki eğitsel öğeler olarak düşünülen çöl, kuyu, hayvan
masalları kitabı, yılan, baobaplar, volkanlar, gül, Küçük Prens’in ziyaret ettiği
gezegenlerde oturan kral, kendini beğenmiş, ayyaş, işadamı, fenerci, coğrafyacı gibi
tiplemelerle, pilot ve Küçük Prens incelenmiştir.

Son olarak mutluluk, sevgi, dostluk, sorumluluk, felsefe öğrenimi, dilsel


gelişim, insan ilişkileri ve hayal dünyasının gelişimi gibi Küçük Prens’in eğitsel
işlevleri ele alınmıştır.

Küçük Prens’te bu kadar kısa ve sade cümlelerle, karmaşık birçok kavramın


böylesine güzel, anlaşılır ve etkileyici bir biçimde ifade edilmesi insanı bugün bile
gerçekten şaşırtmaktadır. 100 sayfa bile olmayan küçük ve resimli bir kitapta,
sevimli kahramanımız Küçük Prens’le Saint-Exupéry bunu kesinlikle olağanüstü bir
şekilde başarmaktadır.
3

1. ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY

Saint-Exupéry, yaşamla pazarlık etmeden, tehlike ve kayıpları hesaba


katmadan yaşamış ve insanların dünyasından, çok büyük kahramanlara özgü bir
vakarla ayrılmıştır. Belki düşmüş, belki düşürülmüş, belki de kendi isteğiyle sessizce
çekilmiştir bu dünyadan.

İnsanın dünyadaki yerini ve ne için var olduğunu bilen Saint-Exupéry, her


oluşta bunu aramıştır ve insanlara sevgi ve kahramanlığı göstermek istemiştir.
İnsanları seven ve her biri için kendini ortaya koyan Saint-Exupéry şöyle demektedir:
“Kendileri ile paralelliğimiz olan insanların öz varlıklarını
korumak ve kurtarmak için seve seve makineli tüfeklerle
çevrilmiş bir alanda kurşun yağmuru altında ölmeye razı
olurdum” (Saint-Exupéry, 1967 :editör).

Saint-Exupéry, biçeme ait unsurlarla insan yapısının temelinde var olanları


gören ve gösterebilen bir yazardır. Onun yazılarında duygululuk bir sel kadar
coşkundur. Fakat edebiyat yaptığına pek rastlanmaz. Saint-Exupéry’e göre:
“İnsan yazmasını değil, görmesini öğrenmeli. Yazmak bir
sonuçtur” (Saint-Exupéry, 1967 :editör).

Saint-Exupéry her zaman yüce eylemleri, yiğit yürekleri, umudun ve inancın


yaratıcı gücünü ve yapıcı olmanın sevincini göstermeye çalışmıştır. İnsan ve insanlık
sözcüklerini her şeyin üstünde tutmuştur. Kişinin erdemlerini ve haklarını tanımış,
üslubun düzenini ve saydamlığını aramış, sözcük ve cümle seçimine çok özen
göstermiştir. O, bir klasik, titiz, hem de bilgeliği kahramanlığın düzeyine
götürebilecek kadar soylu bir insancı gibi görünür. Simon’a (1950 :126) göre, “Saint-
Exupéry’nin düşüncesini besleyen sezgi, insanın kişiliğinin sürekli ve trajik
duygusudur. Bu duygu, tutkulu bir süreklilik gereksinimiyle çarpışarak, eylemi
tabiatın ve zamanın aşındırıcı güçlerinin ne de olsa esirgediği nesnelere doğru
yöneten istemini esinler”.
4

Aristokrat bir aileden gelen Saint-Exupéry, ölümün yarattığı karanlık ve


yalnızlık duygusuyla, dört yaşında babası öldüğü zaman tanışmıştır. Eserlerinin odak
noktasını çocukluğu, anıları ve özlemleri oluşturmaktadır. Havacılığı kahramanca bir
eylem olarak gören ve mistik bir coşkuyla yücelten Saint-Exupéry, havacılığın
tehlikeli ve serüven dolu yanlarını şiirsel bir biçimde anlatarak, bu alanda yazınsal
bir tür yaratmıştır. Saint-Exupéry’e göre;
“İnsan, kendisinden daha sürekli, daha dayanıklı eserler ve
kurumlar yaratarak ölümü; içinde hayatın anlam kazandığı bir
düzen ve töreler kurarak da dünyanın ilk kargaşalığını yok
eder” (Saint-Exupéry, 1999 :IV).

Saint-Exupéry karamsar bir insan değildi; yaptıklarının değerine ve uğrunda


çalışmayı kabul ettiği bir düzenin gerçekleşebilirliğine inanıyordu. Eylem insanına
özgü iyimserlik, onu hiçlikçiliğin beğenisine, yıkımın lirizmine, yolunu şaşırmış
üstün insanın nedensiz kahramanlığına karşı koruyacaktı.

Saint-Exupéry, bunaltıcı ölüm duygusunu, yapıcı ve koruyucu bir eylem


ahlakıyla aştığı için, başlangıçta varoluşçularınkine yakın olan düşüncesini insanın
özüne doğru yöneltmiştir. Özellikle 1940’tan sonraki eserlerinde bir “katılma”
(participation), “ilişki” (relation) ve “var oluş felsefesi” (présence) olduğu görülür
(Saint-Exupéry, 1999 :V).

İnsanın katılma yoluyla keşfettiği şeyler, önce, kendisini dünya ve diğer


insanlarla birleştiren ‘ilişkiler’dir. Saint-Exupéry’nin düşünce dünyasında ‘ilişki’
kavramının önemi buradan gelmektedir. İnsan ancak bu tür ilişkileri çoğaltarak ve
bilincinde iyice aydınlığa çıkararak yalnızlıktan kurtulur, yaşamını zenginleştirir.
İnsan yaşamını dünya ve diğer insanlarla bir ilişkiler düğümü haline getiren bu
görüşe göre, her şeyin ilişkilerden ibaret olduğunu söylemek, gerçeğin özünü, bu
ilişkileri düşünen, yorumlayan ya da yaratan bilince bağlamak demektir. Her şey
ilişkiden ibaretse, dünya kişinin onunla kurduğu bağlar sistemi ise insanın dünya
hakkındaki bilgisi kendi bilincine bağlıdır denilebilir. İlişkiden var oluşa geçebilmek
5

için sevginin olması şarttır. Bazı anlara garip, ölçüye sığmaz bir ağırlık veren
sevgidir. Bir manzaranın veya varlığın gizli özelliğini içimize doğuran, kendi öz var
oluşumuzu yaşama bir anlam, eyleme bir sebep katarak aydınlatıveren şeydir sevgi.

Soylu ama kendini üstün görüp diğer insanları küçültmeden; insancıl ama
kuruntusuz ve aşırı duygulu olmadan; bireysel ama düzene bağlı; gerçekçi ve olgucu
olduğu kadar lirik ve gizemli ve her şeyden önce yiğit ve yükselen bir düşüncedir
Saint-Exupéry’nin düşüncesi. Benzeri görülmemiş bir şekilde dengeli ve bütün
zorunluluklara saygılıdır.

Antoine de Saint-Exupéry şöyle diyor: “Bir gün kaybolursam ölümümü


bildirmek için üç ay bekleyiniz” (Barjon, 1960 :119). Ailesi, arkadaşları, onu tanıyan
ve seven kişiler bu süreyi isterken bu büyük pilotun neyi anlatmak istediğini
biliyorlardı. İradesi sağlam bir insan eğer çölün ortasına, okyanusun dibine, çok ücra
bir yere canlı olarak düşerse, diğerlerine yeniden ulaşabilmek için sınırlarını
zorlayarak bütün gücüyle savaşırdı. Yaşamını korumayı biliyordu. Ölmek hiçbir
şeydi ama bekleyen kişileri ümitsizliğe, olacaklara boyun eğmeye mahkûm etmenin
nasıl bir şey olduğunun da farkındaydı.

Güvenilir arkadaşlığı, kusursuz kalbi ile Saint-Exupéry arkadaşları arasında


çok seviliyordu. Ona Saint-Ex diyorlardı. Bu iki hece onlar için sağlam ve sevecen
bir arkadaşlığın da göstergesiydi.

Asıl mesleği pilotluk olan Saint-Exupéry’nin romanlarının özgünlüğü, uçağı


ile göklerde uçarken karşılaştığı olaylara ve gökyüzü gibi alışılmamış bir konuya yer
vermesinden ve bu konuları, betimlemelerle sanki okuyucu o anı yaşıyormuşçasına
gerçekçi bir söyleyişle dile getirmesinden kaynaklanır. Saint-Exupéry asla yaşadığı
gerçekleri, gördüklerini veya görmediklerini kendine özgü usullerle, okuyucuda
heyecan uyandıracak biçimde anlatan bir macera romancısı değildir. Bu konuyla
ilgili görüşleri şöyledir:
“Ben şimdi havacılığı düşünüyor değilim. Havacılık bir amaç
değil, araçtır. İnsan yaşamını, uçak uğrunda tehlikeye
6

koymaz. Köylü de sapanının hatırı için çift sürmez. Ama


uçak sayesinde, insan kentleri, o ticaret yatağını terk eder, o
köylülere özgü gerçeğe kavuşur” (Saint-Exupéry, 1995 :127).

Antoine de Saint-Exupéry, birbirine bağlılık ve sorumluluk üstüne kurulmuş,


canlılık verici bir felsefeyi ve kahramanca bir ahlakı yüceltmiştir ve tehlikeli bir
mesleğin deneyiminden geçerek doğmuştur. Romanlarında, genellikle gerçek
kişilerden ve gerçek olaylardan esinlenen Saint-Exupéry, bazen kendi yaşamını
bazen de tanıdıklarının ve arkadaşlarının yaşamını isimleri değiştirmeden anlatmıştır.
Roman tekniğine çok az bağlı olan anlatıları, ölçülü bir göz alıcılık ve düşüncenin
yükselişinin bulduğu yücelik içinde coşkulu büyük bir nesir yazarına aittir. Bédier,
Hazard’ın (1949 :451) belirttiği gibi, “Uçak pilotu Saint-Exupéry, evrenin büyük
görünümlerine yeni bir yüz vererek, yazarların çok azının yapabildiği bir şeyi
başarmıştır: gökyüzü, okyanus, dağ, gece, çöl… Burada kişi, muhteşem bir yalnızlık
içinde, zorunlu iletişimle bilincini temizler ve doğanın engellerine karşı savaşır”.

Saint-Exupéry dünyadan ve insanlardan kendisi için beklediklerini, Küçük


Prens isimli eserinin sonunda en güzel şekilde anlatmaktadır:
“Bir gün yolunuz Afrika’ya, çöle düşerse, burayı
tanıdığınızdan emin olmak için dikkatle inceleyin bu resmi.
Ve buradan geçmeniz gerekecek olsa da, yalvarırım, acele
etmeyin, bir süre tam da yıldızın altında bekleyin! Eğer o
sırada karşınıza bir çocuk çıkarsa, gülerse, altın sarısı saçları
varsa, sorularınıza yanıt vermiyorsa, kim olduğunu elbette
anlayacaksınız. O zaman, ne olur, kırmayın beni! Öyle üzgün
bırakmayın beni! Yazın bana, geri döndü deyin…” (95)

1. 1. Yaşamı

1900 yılının 29 Haziran’ında, Lyon’da, Peyrat sokağındaki 8 numaralı evde;


Jean de Saint-Exupéry ve Marie de Fonscolombe çiftinin 5 çocuğundan üçüncüsü
7

olarak dünyaya geldi. Aristokrat bir ailede, oldukça rahat bir çocukluk geçiren Saint-
Ex, annesinin bütün itirazlarına karşın, ilk uçuş deneyimini 12 yaşındayken yaşadı.
Le Mans’ta, İsviçre’de ve Paris’te öğrenim gördü.
1921–1923 yılları arasında, Fransız Hava Kuvvetleri’ne havacı olarak katıldı.
Daha sonra ordudan ayrıldı ve hava postacılığı yaptı.
1926 yılında, ilk eseri olan L’Aviateur yayınlandı.
1927 yılında, Toulouse ve Dakar arasında uçuş görevine getirildi.
1928 yılında ise, Moritanya çöllerindeki görevde filonun şefliğine kadar
yükseldi. Burada geçirdiği günler boyunca Courrier-Sud (Güney Postası) adlı eserini
yazdı.
1931 yılında Paris’e dönen Saint-Exupéry, Vol de Nuit (Gece Uçuşu) adlı
eserini yazdı ve Fémina-Vie Heureuse ödülünü kazandı. Aynı yıl Arjantin’de
tanışmış olduğu Consuelo Suncin’le Fransa’da evlendi.
1935 yılında, Paris-Soir gazetesinin muhabiri olarak, Moskova’ya gitti.
Burada halkın oldukça ilgisini çeken altı makale yayınladı. Yine bu yıl içinde, Paris
ve Saygon arasındaki mesafeyi 5 gün, 4 saatten aza indirmek amacıyla yapılan bir
deneme uçuşuna, teknisyeni Prévot ile birlikte katıldı. 30 Aralık günü, saat 02.45’te
uçakları Libya çölüne çakıldı ve parçalandı. Böylece iki pilot çölde kayboldular.
Çölde üç günlük bir yürüyüşün ardından, bir kervan tarafından bulundular.
1939 yılında, yakın dostu André Gide’in ısrarı ile bir pilotun gözünden
yazdığı Terre des Hommes (İnsanların Dünyası) adlı yapıtı yayınlandı. Büyük ilgi
gören eser le Grand Prix de l’Académie Française (Fransız Akademisi Roman Büyük
Ödülü)’e lâyık görüldü.
1941 yılında, anılarına yer verdiği Pilote de Guerre (Savaş Pilotu) adlı yapıtı
henüz piyasaya çıkmıştı ki, savaş patlak verdi ve Saint-Exupéry, Amerika Birleşik
Devletleri’ne gönderildi. Orada, Amerikalıların Kuzey Afrika’ya yaptıkları
çıkartmaya kadar kaldı. Savaş hakkında yazmış olduğu makaleler Amerika’nın
savaşa katılması üzerinde etkili olacak nitelikteydi. Ayrıca burada, en çok ses
getirecek olan eseri Petit Prince’i yazdı.
1943 yılının şubat ayında Lettre à un Otage (Bir Rehineye Mektup)
yayınlandı. Aynı yıl, nisan ayında, New-York’ta yayınlanan Petit Prince (Küçük
Prens) inanılmaz bir ilgi gördü; dünya çapında 6 milyondan fazla kopyası satıldı.
8

Saint-Exupéry, yaş sınırını aşmış olmasına karşın birçok görevde yer almayı
sürdürdü.
1944 yılında Saint-Exupéry’nin bağlı olduğu birlik, Korsika’daki Borgo’ya
nakledildi. Buradan anavatan üzerine yapılan keşif uçuşları devam etmekteydi. Aynı
yılın 31 Temmuz sabahı, Saint-Ex, Fransa’nın Nazilerin işgali altındaki güney
bölgesi üzerinde uçmak üzere Korsika’dan uçağıyla göreve çıktı ve bu görevden bir
daha geri dönmedi. Ölüm sebebi hakkında kesin bir tespit yapılamadı.
1948 yılında, tamamlanmamış olan, politikaya ve diğer ideallerine yer verdiği
kitabı La Citadelle (Çölün Bilgeliği) yayınlanmıştır.

Saint-Exupéry, edebiyatın yanı sıra matematikle de ilgilenmiştir ve


aerodinamikle ilgili çalışmalar yapmıştır. Havacılık ve tepkimeli motorlarda itişle
ilgili birçok berat da almıştır.

1. 2. Eserleri

Saint-Exupéry, röportaj tekniğinden yararlandığı anlatılarında, mesleğinde


örnek oluşturabilecek nitelikteki deneyimlerini ortaya koyar. Pilotların yaşamını
işleyen Saint-Exupéry’nin yapıtları, bir eylem ahlakının geliştirilmesine dayanır;
insanın, yaptığı işin önemini bu eylem ahlakıyla kavrayabileceğini ileri sürer.

L’Aviateur (Pilot) (1926) : 1 Nisan 1926’da, Jean Prévost’un himayesinde,


Adrien Monnier’in dergisi Le Navire d’Argent’da yayımlanan basit bir anlatıdır. Bu
eserin Courrier-Sud’un ilk versiyonu olduğu söylenebilir. Gelecekteki kitapların
konusu ve üslubu henüz oluşmuştur ve tarzı kendini belli etmektedir.

Courrier-Sud (Güney Postası) (1929) : Juby’de, akşamları yalnız olduğu


zamanlarda tahtadan yapılmış barakasında yazdığı bu eserde, lirik bir yorumla
Toulouse-Dakar hattı arasındaki uçuş yolculuğunda bir pilotun anıları, onun
insanların dünyasıyla kurduğu duygusal bağlar anlatılmaktadır. Eserin Saint-
9

Exupéry’nin yaşamıyla ilgisi düşünüldüğünde, roman kahramanı pilot Bernis, Saint-


Exupéry’nin pilotluk mesleğindeki ilk yıllarının duygularını yansıtmaktadır.

Vol de Nuit (Gece Uçuşu) (1931) : Bu eserde, üç postanın Buenos Aires’te


bekleyişini ve bunlardan birinin Amerika’da geceleyin kaygı verici yol alışını dile
getirir. Paraguay’dan Arjantin’e gece uçuşları yapan kahraman pilotların dünyasında,
bir gecede yaşanan olaylardan yola çıkarak, insanın doğayla mücadelesini, ölüme
karşı duruşunu, amacına ulaşmak için göze aldıklarını destansı bir biçimde anlatır.
Eserde maceranın, uzayın, hava insanlarının dünyasıyla güvenliğin, evlerin ve
toprağın insanlarının dünyası yani sürekli kalanların ve gidenlerin dünyası karşı
karşıya gelir. Biçemi kapalı, imgeleri şiirsel ama genelinde güzel olan eser, sağlam
bir yapı üstüne kurulmuştur.

Terre des Hommes (İnsanların Dünyası) (1939) : Klasik güzellikteki bir


düzyazıyla kaleme alınmış olan ve değişik anlatı, değişik tanıklıklardan oluşan bu
eser, insanın içinde bulunduğu yaşama koşullarına ve modern dünyaya verilen
anlamı ortaya koyar. Kişisel anılardan, yaşanmış öykülerden, arkadaş portrelerinden,
farklı deneyimlerden doğmuş düşüncelerin devamı olan bu eser, bir roman değildir.
Yaşamının önemli aşamaları da dâhil olmak üzere büyük fikirlerin yöneticisi Saint-
Exupéry ile ilgili her şey bu kitapta bulunabilir.

Pilote de Guerre (Savaş Pilotu) (1942) : Saint-Exupéry bu romanını 2/33.


Birlik’te beraber bulunduğu ve kendileriyle teması hiç kesmediği arkadaşlarına ithaf
etmiştir. Roman, Saint-Exupéry ve arkadaşlarının 1939–1940 Fransız-Alman savaşı
esnasındaki yaşantısını anlatmaktadır. Özyaşamöyküsel öğeleri ağır basan ve savaş
sonrası Fransası’nın en çok basılan eseri olan Savaş Pilotu, İkinci Dünya Savaşı’na
pilot olarak katılan Saint-Exupéry’nin dış dünyada gerçekleştirdiği keşif
uçuşlarından ziyade, kendi iç dünyasına yaptığı yolculuklara değinerek savaş ve
savaşanlar üzerinden yenme-yenilgi, özveri, sorumluluk ve yiğitlik kavramlarını ele
alır. Tehlikeli olduğu kadar gereksiz de olan bir keşif uçuşu için görevlendirilen
Savaş Pilotu’nun kahramanı, bu yolculuk sırasında havanın ve savaş gerçeğinin
dondurucu soğukluğuna çocukluk anılarını hatırlayarak karşı koyar. Fransa’nın
10

Almanlar tarafından işgal edildiği, İkinci Dünya Savaşı’nın en zor günlerinde keşif
uçuşuna gönderilen pilotların gözünden savaşın insanlık tarihinde yol açtığı
felaketleri dile getiren Saint-Exupéry, bu romanıyla, savaşın anlamsızlığını, yaşamın
anlamını, insanlığı sevmenin yüceliğini, ölüm karşısında hissedilen duyguları, savaş
kazanmanın getirdiği zafer duygusunun kaybettirdiği insanlık anlayışının ancak,
yenilgi sonucu tekrar farkına varılan sevgi yoluyla elde edilebileceğini anlatır.
Yardımseverlik ve sevgi erdemlerini tüm insanlığa adayan Saint-Exupéry, “Her insan
bütün diğer insanların günahını omzunda taşır” (Milliyet Kitap, Nisan 2006) diyerek
bir savaşın yol açtığı felâketlerin sonraki kuşakları ve tüm insan uygarlığını tahrip
ettiğini özellikle belirtir.

Lettre à un Otage (Bir Rehineye Mektup) (1943) : Bu eser, Amerika’da


bulunduğu sırada, işgal edilmiş memleketinin baskı altında olduğunu, vatandaşlarının
yokluk ve sıkıntı çektiğini düşünen Saint-Exupéry’nin, bir şey yapamamanın ezikliği
içinde, eski dostu Leon Werth’e yazmış olduğu mektubu, Lettre à un Otage adı
altında yayınlamasıyla ortaya çıkmıştır. Saint-Exupéry’nin kişisel anılarıyla, Leon
Werth ile olan ortak anılarını içeren bu eserdeki düşünceler, insana saygı ve insan
ilişkileri olarak birbirini tamamlayan iki ana temada toplanabilir.

Le Petit Prince (Küçük Prens) (1943) : Anlam evreni değişik yorumlara açık
olan Küçük Prens, temelde dostluk ve sevgi özlemini dile getirir. Dostu Leon
Werth’e ithaf ettiği bu eser, çocuklar için yazılmış bir öykü kitabıdır. Ama çoğu
zaman büyüklere özenen çocukların bu merakına cevap vermek için yazılmış olan
büyüklerle ilgili öykülerin aksine, Küçük Prens, büyükler için yazılmış bir çocuk
öyküsüdür ve kendi yarattıkları dünyalarda sıkışıp kalan insanları anlatır.

La Citadelle (Çölün Bilgeliği ) (Kale) (1948) : Ölümünden sonra yayınlanan


bu eseri, Saint-Exupéry 1936 yılından itibaren uzun seneler içinde yazmıştır. Bu
eserdeki konular önceki romanlarından daha geniş ve daha yoğun bir biçimde
işlenmiştir. Çölün Bilgeliği, Saint-Exupéry’nin diğer eserleri gibi, özyaşamöyküsel
bir eser değildir. Ama yazarın yaşamına da çok uzak olduğu söylenemez. Bu eserde
daha yoğun olan hatta zaman zaman felsefi bir görünüm alan düşünce, Saint-
11

Exupéry’de yıllar boyunca çeşitli olayların etkisi altında giderek olgunlaşmış daha
soyuta varan bir düşüncedir. Kutsal Kitap’tan da esintiler taşıyan bu eser, büyüklük
ve sonsuzluğa boyun eğme konularını işler.

Ölümünden sonra;

Carnets (Notlar) (1953)

Lettre de Jeunesse (Gençliğe Mektup) (1953) : Bu eser, Saint-Exupéry’nin


1923–1931 yılları arasındaki mektuplarını içermektedir.

Lettres à sa Mère (Annesine Mektuplar) (1955) : Bu eser, Sainte-Croix


Koleji’nde bulunduğu sıralardan başlayarak, 1910–1944 yılları arasında annesine
yazmış olduğu mektuplardan oluşmaktadır.

Un Sens à la Vie (Hayata Bir Anlam ) (1956) : Bu eserle, Saint-Exupéry’nin


çeşitli makale ve röportajları bir araya toplanmıştır.
12

2. KÜÇÜK PRENS

Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry’nin en ünlü eseri olan Küçük


Prens 1943’de yayınlanmıştır. New-York’ta bir otel odasında yazdığı bu kitabın
içinde ve kapağında yazarın kendi çizimleri bulunur.

Küçük Prens’i bir çocuğa ya da daha doğrusu olgun, ağırlaşmış, biraz da


yorgun kendisine serin sabahlar, sevinçli küçük hayvancıklar ve açan çiçekler
cennetini geri getirmek için yazar. 1940’ta, yenilgi ve bozgunun karışıklığında,
anlatmaktan asla vazgeçmediği çocukluk anılarına tutunan Saint-Exupéry,
düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:
“Çocukluk, der, herkesin çıktığı o büyük ülke (…)
Nereliyim? Bir ülkeliymişçesine, çocukluğumdan gelmeyim”
(Simon, 1950 :137).

Yazın dünyasının en güzel on masalından biri olarak kabul edilen Küçük


Prens, yoğun masal kurgusu nedeniyle, okuyucuda ilk bakışta sadece çocuklara
seslenen bir yapıt olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Ama okudukça, düşündükçe,
insan sevgisinin açıkça görüldüğü bu yapıtın, çocuklardan çok büyüklere seslendiği
hemen fark edilmektedir.

Küçük Prens sayısız gün batımı izleyebilmek için sandalyesini birkaç adım
çekmesinin yeterli olduğu küçücük bir gezegende oturur. Onu bazen melankoliye
sürükleyen çok kibirli bir gülün bakımını yapmak, baobapların sürgünlerini
temizlemek, gezegendeki üç volkanın temizliğini yapmak gibi işlerle uğraşır.
Çiçeğiyle ilgili yaşadığı sorunlar yüzünden diğer gezegenleri ziyaret etmeye karar
verir. Bu gezegenlerin birincisinde bir kral, ikincisinde bir kendini beğenmiş,
üçüncüsünde iç karartıcı bir ayyaş, dördüncüsünde işadamı, beşincisinde
yönetmeliğe sıkı sıkıya bağlı bir fenerci, altıncısında ise ona dünyaya gitmesini salık
veren bir coğrafyacı oturur. Dünyaya vardığında Küçük Prens önce hiç kimseyi
göremez. Sonra bir yılanla karşılaşır. Yılan ona çölde bulunduğunu ve insanlar
13

arasında da yalnız olunabileceğini açıklar. Daha sonra bir tilkiden evcilleştirerek


nasıl bir dost kazanılacağını; yani bağlar kurmayı öğrenir. Dost dünyada tektir, zira
insan ancak evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilir ve insan evcilleştirdiği şeyden
sorumludur. Yolcuları ayıran bir makasçı ve susuzluğa karşı haplar satan bir satıcıyla
karşılaştıktan sonra, uçağının yanında uyuyan pilotla karşılaşır. Ama Küçük Prens
gezegenine geri dönmek zorundadır. Yılanın onu ayak bileğinden ısırmasıyla
yavaşça kumlara düşer. Vücudu çölde yok olur ve pilot motorunun tamirini bitirince
artık yıldızlarda bir dostu olduğunu bildiği için, daha da yalnız olacağı dünyasına
geri döner.

Yazarla Küçük Prens arasındaki fiziksel ve düşünsel boyuttaki kimlik


benzerliği, masalsı yapıtla gerçek arasındaki benzerliği oluşturur. İnal’ın (1980 :5)
belirttiği gibi, “...altın saçlı Küçük Prens’in yazarı Saint-Exupéry de altın saçlı imiş;
altın saçlı Saint-Exupéry’i ailesi ‘güneş kral’ diye çağırırmış”. (Le Roi-Soleil: Louis
XIV’e verilen addır.) Çocukluğunu geçirdiği Saint-Maurice de Remens Şatosu’nda
babasız büyüyen bu sarışın çocuğun çevresinde, annesi, halaları, kız ve erkek
kardeşleri saray halkı olarak yer alırlarken, onu küçük bir prens olarak görürlermiş.
Sainte-Croix Koleji’ndeki arkadaşları da onu, biraz yukarı ka1kık burnundan dolayı
“kalkık burunlu” diye çağırırlarmış. Gökyüzü bir bilinmeyen olarak, altı yaşındayken
masalsı şiirler yazan, tren ve uçak resimleri de yapan Saint-Exupéry’nin ilgisini hep
çekermiş. Düşle gerçeğin farkını asla kabul etmeyen, bu masal ve serüven tutkunu,
gökteki gezegenlerin gezgincisi sarışın küçük prens Saint-Exupéry’nin de uçağıyla
göklerde, şiirli masallı özlemleri gerçeğe dönüştürdüğü görülür.

Küçük Prens’le Saint-Exupéry arasındaki başka bir benzerliğe gelince, Küçük


Prens, insan ve doğa sevgisiyle, yazın dünyasında, kötülüğün simgesi olarak kabul
edilen ve adı anıldığında bile insanda bir korku ve tiksinti uyandıran yılanla çölün
ortasında kurduğu dostlukla çölün tek hakimi olduğunu kanıtlamaktadır. Uzun süre
kuzey Afrika çöllerinde görev yapan ve bütün Kuzey Afrika insanıyla dostluk kuran
pilot Saint-Exupéry ile Küçük Prens, hiç şüphesiz bu konuda birbirlerine çok
benzemektedirler.
14

Küçük Prens, gerçek dışı ile gerçeği birleştiren masal dili ve anlatımıyla
dostluk, doğa sevgisi, sorumluluk, iyilik gibi insan duygularını ve özlemlerini dile
getirmektedir. Küçükten büyüğe herkesi sarmalayan bu insan sevgisi ve dostluk gibi
izlekler yani gerçeğin kendisi, bir masal havasında sevgi dolu bir dille ama birbirinin
içine girmiş simgelerle anlatılmaktadır:
“…sık sık bir leit-motif halinde dönüş yaptığı çocukluk
dönemi ile olgunluk ve yaşlılık dönemini birleştiren bir köprü
başıdır. Bu, çocuklukla olgun çağın ve yaşlılığın
ayrılmazlığıdır. Bu, aynı zamanda çocuk olduğunu unutmuş
olanlara duyulan sevimli ve insansı bir kızgınlıktır. İnsanın
bir bütün olarak ele alındığı, ona yaşamı sevdiren, yaşama
verilmesi gereken türlü değerlerin senfonik bir şiir biçiminde
anlatımıdır. Bu senfonik şiir, bütün öğeleriyle, yapıtta diyalog
biçiminde verilmiştir” (İnal, 1980 :6).

İnsan ve doğanın iç içe olduğu öyküde, Küçük Prens’i yılan sokarak öldürür.
Gözlerin bir şeyin özünü göremeyeceğini, insanın ancak yüreğiyle bakarsa bir şeyi
iyi göreceğini, iyi anlayacağını öğrenen pilot, ölüm gerçeğini kabul etmez. Ama,
ölümün acısını ve ağırlığını da daha çok duymaya başlamıştır ve altı yılın sonunda
bile bir dostun ölümünü unutmaz. Acısı doğal olarak azalsa da asla yok olmaz ve hep
içinde olan dostluk hiç eskimez.
“Burada Orfeus gibi bir mitos vardır, yapıtla okur arasında;
gerçeği bulandıran, kafaları gizil yollara saptıran bir mitostur
bu. Ölüm gerçeği yeryüzünden gökyüzüne, ölümden
ölümsüzlüğe, karanlık topraktan pırıl pırıl parlayan yıldıza
dönüşmüştür” (İnal, 1980 :7).

Bir gezegende başlayıp farklı farklı gezegenlerde devam eden ve dünyada son
bulan öyküde, Küçük Prens ve pilot bir kişinin ikili yansıması olması bakımından
masaldaki diyalog aslında sadece bir monologdur. İnsanın kendisiyle alışverişi daha
da açıkça söylemek gerekirse, insanın kendisiyle hesaplaşmasıdır. Bu yüzden,
masalın başından itibaren Küçük Prens’in sözlerine dikkat edilerek Küçük Prens’in,
15

pilota “Hangi gezegendensin?” sorusunun cevabının ikisinin de aynı gezegenden


yani dünyalı olduğu bilinmelidir. Yapıtın başında pilot, çocukluğunda duyduğu, ama
gerçeği gözleriyle açık seçik görmesini bilmeyen ailesinin baskısıyla bunalımlara
düşüp resim yapmaktan vazgeçtiğini uzun uzun anlatır ve Küçük Prens hemen bir
koyun resmi hakkındaki konuşmasına başlar. Saint-Exupéry’nin, Cezayir'de görevli
olduğu sıralarda, saatlerce sokak aralarında oynayan çocuklarla söyleştiği, onlara
resim ve kâğıttan oyuncaklar yaptığı bilinmektedir.

Yazın dünyasında ve çocuk dünyasında ulaşılamayan her şey ve her yer güzel
olarak düşlenir. Bu düşler simgelerle yazınsal yapıtın öğelerini oluşturur. Küçük
Prens de bu genel benzerlik içerisindedir. Gezegenlerin adı ne olursa olsun, sonunda
bütün gezegenler, bir tek gezegen olarak karşımıza çıkar. Ve bu gezegende insan-
doğa sevgisi sindirilmiş ve saygın bir sevgi olarak sunulur. Bu sevgi ne kadar
duygulu, bu masalsı anlatım ne kadar coşkulu olursa olsun, okuyucuyu gerçeğin
yolundan ayırmayarak duygulanmaktan çok düşünmeye çağırıyor. Böylelikle,
yaşamı, insanı ve yüce değerleri daha iyi değerlendirmeye yardımcı oluyor.
“Gökteki gezegenler, farklı yıldızlar bir cennet ülkesi gibi
sunulurken, küçücük bir gezegende bir çiçekle Küçük
Prens’in dostluğu ölümsüzleştirilirken, aynı sahne ve aynı
tablolar sayfalar değiştikçe yeryüzüne taşınır ve sonunda
yeryüzü, bir yeryüzü cennetine dönüştürülür. Bir tek çiçeğin
filizlendiği, yılanların cirit attığı çöller cennete dönüşür”
(İnal, 1980 :7).

Gerçek yaşamın, ölüm tehlikelerinin, ciddi çalışmaların ortasında birdenbire


ortaya çıkıveren Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’i oyalanmak amacıyla
yazılmayan ciddi bir öyküdür. Yazar, bu eserde, dostluk ve dayanışma özlemini
yapmacıksız simgelerle dile getirir. Bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyasının
anlatıldığı kitapta, Küçük Prens’in ağzından Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve
aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları çocuk bakışını tüm açıklığıyla ortaya
koyar. Mevcut olmayan bir koyun gerçeğinde başlayan Küçük Prens yine mevcut
olmayan bir vücut gerçeğinde noktalanır.
16

Pilot ve Küçük Prens arasındaki konuşmaların olaylar ve geri dönüşlerle


sürüp gittiği bu kitap; okuyanın dünyasını şu ya da bu derecede ama kesinlikle
değiştirmektedir. Küçük Prens hem bilim kurgu, hem masal, ama her şeyden önce
insan ruhunu okurun belleğine kazıyan benzersiz bir öyküdür.

Saint-Exupéry, Küçük Prens’i bir büyük insana, en iyi dostu Leon Werth’e
adadığı için çocuklardan özür diliyor. Çünkü o her şeyi hatta çocuklara yazılmış
kitapları bile anlayıp değerlendirebiliyor ve açlık çektiği, üşüdüğü Fransa’da
avutulmaya ihtiyaç duyuyor. Ama yine de bütün bu özürler yeterli gelmezse, o da bu
kitabı çocukluğundaki bu büyük adama adamak istiyor. Zira pek azı bunu anımsasa
da, tüm büyük insanlar önce çocuk olmuşlardır. Bu yüzden o da kitabını
çocukluğundaki Leon Werth’e adıyor. Bütün bunlar Saint-Exupéry’nin kalbindeki
insan sevgisini en güzel şekilde yansıtmaktadır.

Saint-Exupéry, Küçük Prens’te, yaşama anlam veren sorumluluk duygusu,


sadeliğin ve sabrın önemi, insanlık ilişkilerinde akıldan ziyade kalbin ön planda
tutulması gibi konulara değinmektedir. Eserin yazarın yaşamıyla olan ilişkisine
gelince; bu eserde, bundan önceki eserlerinde olduğu gibi, Saint-Exupéry ismen
mevcut değildir. Küçük Prens bir alegori görüntüsündedir. Bu düşünceyi;
“P. Chevrier: ‘Saint-Exupéry’nin kendisi hakkında bize
bırakmış olduğu en sadık portre, Küçük Prens adını verdiği
bu çocuğun portresidir.’ sözleriyle

Louis Barjon: ‘Gerçekten, az kitap bize Saint-Exupéry’nin


daha sadık daha derin bir imajını vermekte başarı göstermiş
olacaktır.’ sözleriyle ifade etmektedir” (Göker, 1972 :47).

İncil ve Kapital’den sonra en çok satan kitap olduğu da söylenen ve


zamanının gençlik sembolü James Dean’ın “Benim tek kitabım” dediği Küçük Prens
yüzden fazla dile çevrilmiştir. Küçük Prens’in üslubu açık, kolay anlaşılır ve
17

düzeylidir. Kitabın 27 bölümden ve kısa cümlelerden oluşması kolay ve zevkli bir


şekilde okunmasına olanak tanımaktadır.

Küçük Prens aslında bir çocuk kitabı gibi görünse de kırılgan ve temiz
anlatımıyla, her yaştan insan için bir başucu kitabı olmayı kesinlikle hak etmektedir.
Bu kitapla, okuyucu, altın sarısı saçlı ve temiz yürekli Küçük Prens’in diğer
gezegenlere ve dünyaya yaptığı yolculuğa tanık olurken, aynı zamanda sevgi,
dostluk, bağlılık, sorumluluk, bilgelik, önyargı, doğa sevgisi gibi kavramları
sorgulama fırsatı da bulmaktadır. Bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyasını
anlatan bu kitap, masal havasında kolay okunmasının yanında okuyucuya hiç de
hafife alınmayacak varoluşa ilişkin sorular sordurtarak değerleri düşünmesine
yardımcı olmaktadır. Mimar Emre Arolat, Radikal Kitap’ta bu konuyla ilgili
görüşlerini şöyle dile getirmektedir:
“…herkesin Meksikalı şapkasına benzettiği resmin, aslında
fil yutmuş bir yılan olmasıyla zihnimde sembolleşen
‘görüntünün arka planlarının farklılığı’ meselesini, ilk olarak
bu kitabı okuduğumda kavramaya başladığım da bir gerçek.
Hayatımın en uzun bölümünü ayırdığım mimarlık etkinliğini
sürdürürken ve bunun dışında kalan her anda, hala dünyayı
anlamaya, şeylerin arkasındaki hakikatı kavramaya çalıştığım
bugün, Küçük Prens’in önemli bir atlama taşı olduğunu
düşünüyorum” (2005 :17).

Eserdeki rolü anlatıcıya bilgi vermek olan Küçük Prens, ona derinlik ve
esneklik içinde birçok şey öğretir. Öncelikle Küçük Prens, çocukluk döneminin öğüt
verme heveslisi küçük bilgini değildir. Aksine içine kapalı, sakınma ve ihtiyatla
doludur. Bazen ders verir gibi görünürse de, bu, fırsatını bulduğunda ve yavaş bir
biçimde gerçekleşir. Hem anlatıcının hem de okuyucunun, çocukta olmayan bir şeyi
hayal etmek ya da boşlukları doldurmakta işi oldukça zordur. Genç kahraman
kendisine söylenmeyen birçok şeyi bilir. Kahramanına oynattığı zıt rol ve sese
verilmiş önemle, Saint-Exupéry’nin görünüşteki kişi olduğu çok açıktır.
18

Küçük Prens’te yazar, çocuk ve yetişkinler arasındaki uyuşmazlığı, bir başka


deyişle çocukların seçimlerinin, tercihlerinin ve zevklerinin büyüklerinkiyle
çeliştiğini belirtmektedir. Büyüklerin önemsediği anlamsızlıklara ve saçmalıklara
aldırmayan çocukların durumunu kurgulayarak, hoşgörülerini vurgulamaktadır.
Küçük Prens’in yönelttiği soruları, büyükler anlamsız bulsalar da, bu sorular insanın
temel sorunlarını kavramak için yöneltilmiş sorulardır. Büyükler, çocukların ciddi
sorularına dâhice, heyecan verici yanıtlar vermezler; çünkü ya soruları yanlış
yanıtlarlar ya da cevabı bilmezler. Oysa çocukların sorduğu soruların inceliklerini,
gizini keşfetmek gerekmektedir. Yazarın çocukluğu anlattığı bu kitapta,
karmaşıklığın, basitliğin yanında şiirselliğin ve öğreticiliğin iç içe olduğu
görülmektedir.

Küçük Prens, pilotun sorularını duymuyormuş gibi davranır. Soruları


yanıtlamakla zaman kaybetmek istemez, merak ettiklerini bir an önce öğrenmek
istemektedir. Pilot, Küçük Prens’in sorularından onun kim olduğu ve nereden geldiği
ile ilgili sonuçlar çıkarır. “Öyleyse sen de gökten geliyorsun!” (16) tümcesinden
onun gökyüzünden geldiğini; “Hangi gezegendensin?” (16) sorusundan, bir
gezegenden geldiğini; uçağını küçümseyerek “…bununla çok uzaktan gelmiş
olamazsın…” (16) deyişinden, çok uzaklardan geldiğini çıkarır. Aslında Küçük Prens
bunları doğrudan doğruya söylemiş değildir. Hatta pilotun “Sen nereden
geliyorsun?” (16) sorusuna bile doğrudan cevap vermez. Küçük Prens’in koyununu
bağlamak için bir ip istememesinden, koyununun kaybolma ihtimaline “...nereye
gider ki sence?” (18) sorusu ile karşılık vermesinden, onun küçük, aşağı yukarı bir ev
büyüklüğünde bir gezegenden geldiğini anlar.

Özkaya’ya göre (2005:101), “Uçaktan baktığımız zaman yeryüzündeki


insanların, evlerin ve kırların görünümü gibi, Küçük Prens’in gezegeninde de, olaylar
sanki gökyüzünden bakılıyormuş gibi sunuluyor”. Yazar, böylece, sanki uçaktan
bakılıyormuş gibi, bu dünyanın değerlerini bir bütün olarak görme olanağı
vermektedir. Hareketli bir çalışma yaşamı olan Saint-Exupéry, Küçük Prens’i
sevginin ve dostluğun önemini göstermek için yazmıştır. Dünyanın hemen hemen
bütün dillerine çevrilen ve yetişkin insanların da zevkle okuyabileceği bir kitap olan
19

Küçük Prens’te, yetişkinlerin çocukları yeterince anlayamadıklarından söz


edilmektedir. Yazar, bu anlatıda, bir gün Büyük Sahra üzerinde uçağı arızalanınca,
çöle zorunlu iniş yapan pilotun ve başka bir gezegenden gelen Küçük Prens’le
tanışmalarını anlatmaktadır. Yazarla küçük kahraman arasında filizlenen dostluk
ilişkisinde, yaşamın önemli gerçekleri görülebilir.

Neden çocuklar Küçük Prens’i okumalı sorusuna gelince. Çünkü Küçük


Prens, 9–14 yaş arası çocukların dilsel, bilişsel düzeyine en uygun kitaplardan
biridir. Şükran Kara Küçük Prens’i incelediği makalesinde kitabı şöyle
tanımlamaktadır:
“Küçük Prens Rönesans insanını ya da evrensel insanı
yansıtan bir kitaptır. Evrensel insan gibi “Küçük Prens” de,
insanı ve yaşamı tanımanın yollarını aramış ve yaşama anlam
vermeye çalışmıştır” (Cumhuriyet Kitap, 2005).

Küçük Prens’te önemli olan çiçeğin dalında dikenlerin olduğunu, çiçeklerle


koyunlar arasında sınırsız bir savaş olduğunu, sevdiği çiçeği koyunun oburca
yiyebileceğini, çiçeğin yok olabileceğini bilmektir. Çiçeği dikeniyle seven Küçük
Prens, çiçeğe karşı duyduğu sorumluluk yüzünden gezegenine geri dönüyor. Ona
göre, yaşam, insan sevdiği için zaman harcarsa anlamlıdır. Birbirimizi
evcilleştirdiğimizde, sevdiklerimizin sorumluluklarını yüklendiğimizde yaşam anlam
kazanır; yani insanın varlığı başkalarıyla ilişkisine dayandığı zaman anlam kazanır.

Küçük Prens’in büyüsü, gerçekler hakkında konuşmasından, aşk üzerine yüce


ve derin bir etki uyandırmasından ve nasıl ki anlatıcıya büyüdükçe unuttuğu,
kaybettiği şeyleri hatırlatmışsa, okuyan biz büyüklere de aynı şeyleri hissettirmiş
olmasından kaynaklanmaktadır. Hacmi küçük ama içeriği büyük bir kitap olan Küçük
Prens, düşünceyi harekete geçirerek zihinlerde, “İnsan yaşamını nasıl baştan sona
değerli kılabilir?” sorusunu uyandırmaktadır.

Küçük Prens’e göre, yetişkin insanların dünyasında, objelerle asla doğrudan


20

ilişki kurulamaz. Yetişkin insanların, gerçeği anlamasına olanak sağlayan rakamları


dolambaçsız bir şekilde vermek gerekir. Çocuklar, objelerin maddi değerlerini değil,
sadece renk, biçim gibi kullanım değerlerini bilirler. Çocuk, objeleri parasal
değerleriyle ölçmeye başlaması, onun büyümeye başladığını gösterir. Kitapta
büyüklerin rakamlara, görünüşe ne kadar önem verdikleri şöyle vurgulanmaktadır:
“Eğer size asteroit B 612 ile ilgili ayrıntıları anlatıp
numarasını da bildirmişsem, bunu büyük insanların yüzünden
yaptım. Bu insanlar rakamlardan hoşlanırlar. Onlara yeni bir
dosttan söz ederseniz, asıl önemli olan şeyleri sormazlar size;
hiçbir zaman “Sesinin tonu nasıl? En çok sevdiği oyunlar
hangileri? Kelebek koleksiyonu yapar mı?” diye sordukları
olmaz, “Kaç yaşında? Kaç erkek kardeşi var? Kilosu ne
kadar? Babası ne kadar kazanıyor?” diye sorar ve yalnızca o
zaman onu tanıdıklarına inanırlar. Büyüklere deseniz ki:
“Pembe tuğladan güzel bir ev gördüm, pencerelerinde
sardunyalar, damında güvercinler vardı…” Bu evi gözlerinin
önüne getiremezler. Onlara şöyle demek gerekir: “Yüz bin
franklık bir ev gördüm.” Bunun üzerine haykırırlar: “Ne
kadar güzel bir ev!”

Yine onlara deseniz ki: “Küçük Prens’in yaşamış olduğunun


kanıtı şudur: Çünkü o çok hoştu, güleçti ve bir koyun
istiyordu. İnsan bir koyun istiyorsa, bu, yaşadığını kanıtlar”,
o zaman omuz silkip sizi çocuk gibi göreceklerdir. Ama,
“Geldiği gezegenin adı asteroit B 612” derseniz, inanırlar ve
artık sorularıyla başınızı ağrıtmazlar. Böyledir onlar işte.
Onlara kızmamak gerekir. Çocuklar büyüklere karşı çok
hoşgörülü davranmalı.” (19–20)
21

2. 1. Fransa’da Küçük Prens

Kitabın yayınlanmasından altı yıl sonra Le Petit Prince adlı bir uçakla Sahra
Çölü’ne uçan, Küçük Prens’in yazarı Saint-Exupéry’den bir daha haber
alınamamıştır.

Küçük Prens Avrupa Birliği parası Euro piyasaya çıkmadan önce, 1992 ve
1999 yıllarında basılan 50 Fransız Frank’ının üzerinde bir tarafında portresi diğer
tarafında kendi çizdiği Küçük Prens olarak çoktan yerini almıştır.

Küçük Prens ayrıca 2003 yılında, Paris sahnelerinde müzikal olarak da


sergilenmiştir. İtalyan asıllı besteci Richard Cocciante’nin müziğini, ünlü Fransız
modacı Castelbajac’ın da kostümlerini yaptığı gösteri, Paris’te Clichy sokağındaki
Casino de Paris’te sahnelenmiştir. Büyük başarı gösteren müzikalde Küçük Prens’i
canlandıran ve seslendiren minik sanatçı Jeff, Fransızların ilgi odağı olmuştur [ 1 ].

Antoine de Saint-Exupéry’nin adı, geçtiğimiz yıllarda, doğum yeri olan


Lyon’da Lyon Havaalanı’na verilmiştir. Fransızların ünlü yazarının uluslararası üne
sahip yapıtı Küçük Prens, Fransa’da üzerinde en çok üretim yapılan roman olarak da
bilinmektedir. Küçük Prens meraklıları, onun desenleri ile süslü tişörtler, yemek
takımları, yatak örtüleri, mutfak gereçleri dâhil her şeyi bulabilmektedirler.

2005 yılında Fransa’da düzenlenen Calligramme (resim ve yazının ince bir


karışımı) yarışmasında, ya Küçük Prens’in bir cümlesinden esinlenmek, ya da bir
metni bulmak ve bir resim yaratmak için sözcükleri yerleştirmek gerekiyordu [ 2 ].

25 Eylül 2005 Pazar günü, Lyon-Bron Havaalanı’nda “Küçük Prens’in


Kanatları” harekâtının beşincisi yapılmıştır. 1998’den beri bu dernek, hasta
çocukların, o zamana kadar onlar için erişilmez olan bir dünyaya dokunmalarına ve
ilk defa uçağa binmelerine fırsat vermektedir. 61 çocuk, gün boyunca bir helikopter
ve iki uçakla Lyon semalarında uçma şansını elde etmiştir. Ayrıca havacılıkla ilgili
efsanelere konu olan uçaklardan birkaçının olduğu bir sergi açılmıştır [ 3 ].
22

2. 2. Dünyada Küçük Prens

Kitapta B 612 gezegenini 1909 yılında keşfeden bir Türk astronomdan


bahsedilmektedir. Ne yazık ki 1909 yılında keşfedilen böyle bir gezegen yoktur.
“Fransızca B 612’nin okunuşundan esinlenerek daha sonradan bir gezegene 46610
Bésixdouze, ardından 2003’te keşfedilen bir başkasına Le Petit Prince adı verilmiştir.
1998’de keşfedilen bir başka gezegenin adı ise, yazarın adından esinle 2578 Saint-
Exupéry’dir” [ 4 ].

Sualtı Arkeolojik Araştırmalar Merkezi (DRASSM), Saint-Exupéry’nin 31


Temmuz 1944’te, Fransa’nın Nazilerin işgali altındaki güney bölgesi üzerinde uçmak
üzere Korsika’dan kalktıktan sonra kaybolan Lightning P 38 tipi uçağının
parçalarının 60 yıl sonra Marsilya açıklarında bulunduğunu açıklamıştır. P 38’in bir
parçası, 1998’de bir balıkçının, yazarın adını taşıyan bileziği bulduğu bölgedeki Riou
adasının doğusunda önceki sonbaharda bulunmuştu. Bileziğin gerçekten yazara ait
olup olmadığı konusunda bir tartışma başlamasına karşın, Saint-Exupéry’nin
uçağının Riou açıklarında düştüğü kesinlik kazanmıştı. Uçağın düşüp düşmediği,
pilotun intihar edip etmediği ya da bir düşman ateşine maruz kalıp kalmadığı bugüne
kadar aydınlanmadı. Saint-Exupéry’nin ölen annesi Marie de Saint-Exupéry uçağın
aranmasına her zaman karşı olduğunu açıklamış ve arama çalışmaları için
kendilerinden izin alınmamasını bir skandal olarak nitelendirmişti [ 5 ].

160’dan fazla dile çevirisi yapılan ve dünyada 80 milyon adetten fazla satılan
Küçük Prens, uluslararası bir eser olma unvanını kesinlikle hak etmektedir [ 6 ].
“Journal français d’Amérique’te (Aralık 1990 :12) yayınlanan bir makaleye göre, ‘bu
küçük öykü, 21.yüzyıla yaklaşmada en önemli olduğuna karar verilmiş Fransız
edebiyatı ürünü on kitaptan birisidir’. Le Parisien Aujourd’hui tarafından
gerçekleştirilen ‘Yüzyılın Anketi’’nde ‘Yüzyılın kitabı hangisidir?’ sorusuna verilen
cevaba göre ise (Kasım 1999), Küçük Prens “Yüzyılın Kitabı” seçilmiştir” [ 7 ].
23

Japonya’da, Fuji Tepesi’nin yakınında, 15.000 nüfuslu küçük bir şehir olan
Hakon’da, Küçük Prens’in Müzesi bulunmaktadır. 1999’da kurulmuş olan ve Küçük
Prens’in babasına adanan bu müze, Saint-Exupéry’nin dünyasına ve onun dönemine
gerçek bir dalış niteliği taşımaktadır. 10.000 metrekarelik bu alana, önce gezegeninin
üstünde Küçük Prens’in heykelinin olduğu, Saint-Maurice de Rémens şatosunun
aynısının yeniden meydana getirildiği büyük kapısından girilmektedir. Saint-
Exupéry’nin 1900’de doğduğu sokağa gelinmektedir. Burada çocukluğunu ve Juby
burnu, Arjantin, New-York vs gibi hava postacılığı yaptığı yerleri tanıtan farklı
salonlarda pilotun yaşamıyla ilgili birçok kesite yer verilmektedir. Duvarlar dönemin
belgeleri ve çeşitli fotoğraflarla olduğu kadar yazarın elyazmalarıyla da dikkat
çekmektedir. Ziyaret, Küçük Prens’in çevirilerinin bulunduğu bir sergiyle devam
etmektedir. Sonra dış yüzeyinin Saint-Maurice de Rémens şatosunun gerçek
görüntüsü büyüklüğünde bulunduğu Fransız Kadınlı Bahçe’ye varılmaktadır.
Bunların, şatonunkine ilham veren küçük kiliseyi ya da Saint-Exupéry’nin
Consuelo’su gül bahçesini de unutmadan, Hakon’daki Küçük Prens Müzesi’nde
korunan sayısız gizemden sadece birkaçı olduğu söylenebilir. Altı yılda bir
milyondan fazla kişinin ziyaret ettiği bu müzeyi, 1999 yılında, Antoine de Saint-
Exupéry’nin doğumunun yüzüncü yıldönümü dolayısıyla kuran Madame Akiko
Torri, Küçük Prens’i, birçok kişi gibi çocukluğunda keşfetmiştir. Bu kitaptaki pilot,
onda gerçek bir tutku oluşturduğu için, çok geçmeden Saint-Exupéry’nin mirasının
Japonya’daki tanıtımcısı olmuştur [ 8 ].

Küçük Prens’in bir tiyatro uyarlaması ise, Brezilya’da São Paulo’da 11 Mart
2006’da ilk defa gösterime girmiştir. Önemli teknik araçların kullanıldığı çok orijinal
olan bu uyarlama, João Falcão tarafından sahneye konmuştur. Küçük Prens rolü,
2003 yılında gençlere yönelik başka büyük bir öykünün uyarlamasındaki büyük
başarısıyla tanınan Luana Piovani tarafından yorumlanmıştır [ 9 ].

Almanya’da koreograf ve yapımcı Gregor Seyffert, 20inci yüzyılın varoluşla


ilgili en dokunaklı kitabı olarak düşündüğü Küçük Prens’i sahneye koyarak,
izleyiciyi fantezinin sonsuzluğunda bir yolculuğa davet etmekte ve içimizdeki
ölümsüz çocuğu keşfetmeye çalışmaktadır. Seyffert kitabı hemen çabucak
24

bitirmemek için her seferinde birkaç sayfa okuduğunu belirterek şöyle demektedir:
“Sözcükler, cümleler ve imajlar o kadar değerli ki…” [ 10 ].

Küçük Prens’in opera versiyonu, Hollywood oscarlarına sahip Rachel


Portman tarafından meydana getirilmiş ve Francesca Zambello tarafından sahneye
konmuştur. İngiltere’de Sony Classical ve BBC tarafından ortak yapılan yapıt 29
Kasım 2004’te televizyonda yayınlanmış ve BBC 2’de Noel kutlamaları için yeni bir
yayın öngörülmüştür. İngiltere’deki seçmelere 25.000’den fazla çocuk katılmış ve ön
elemeleri geçen 7–16 yaş arası 6.500 çocuk içinde, şans sadece birkaçına gülmüştür.
Gösteri Blue Peter tarafından filme alınmıştır [ 11 ].

2. 3. Türkiye’de Küçük Prens

Milli Eğitim Bakanlığı, 2005 yılında, uzmanların önerilerinin ışığında,


Antoine De Saint-Exupéry’nin Küçük Prens adlı kitabını Tavsiye Edilen 100 Temel
Eser listesine koymuştu. Kısa bir süre sonra, Türk Eğitim-Sen Genel Sekreteri İsmail
Koncuk yaptığı açıklamada “Bir Türk Diktatörü” sözünü gündeme getirince,
bakanlık, tepkilerden çekinerek Küçük Prens’i listeden çıkarmıştır. Kitabın 100
Temel Eser arasından çıkarılma gerekçesi, Atatürk’ü bir diktatör, bir yasa
uygulayıcısı gibi; Kılık Kıyafet Devrimi’ni de insanları zorbalık ve ölüm cezasıyla
korkutarak yaşama geçirilen bir uygulama olarak göstermesidir.

“100 Temel Eser” arasında 71. sırada yer almasına karşın, Küçük Prens’in
listeden çıkarılmasına neden olan bölümler şöyledir:
“Küçük Prens’in geldiği gezegenin asteroit B 612 olduğunu
sanmam için ciddi kanıtlarım var. Bu asteroit 1909’da bir
Türk gökbilimci tarafından bir kez teleskopla görüldü. O
zaman bu keşfini büyük bir gösteriyle Uluslararası Astronomi
Kongresi’nde tanıtmış, ne var ki kıyafeti nedeniyle hiç kimse
ona inanmamıştı. Büyük insanlar böyledir işte. Asteroit B
25

612’nin ünlenmesi için ne mutlu bir olay ki, bir Türk lideri
halkına Avrupalılar gibi giyinme zorunluluğu getirdi; aksine
davranan ölüm cezasına çarptırılacaktı. Bizim gökbilimci
gösterisini 1920’de çok şık bir giysi içinde yineledi. Ve bu
kez herkes onun düşüncesini paylaştı.” (18–19)

Orijinal metin ise şöyledir:


“J’ai de serieuses raisons de croire que la planète d’où venait
le petit prince est l’astéroide B 612. Cette astéroide n’a été
aperçu qu’une fois au télescope, en 1909, par un astronom
turc.

Il avait fait alors une grande démonstration de sa découverte


à un Congrès International d’Astronomie. Mais personne ne
l’avait cru à cause de son costume. Les grandes personnes
sont comme ça.

Heureusement pour la réputation de l’astéroide B 612 un


dictateur turc imposa à son peuple, sous peine de mort, de
s’habiller à l’éuropéenne. L’astronom refit sa démonstration
en 1920, dans un habit très élégant. Et cette fois-ci tout le
monde fut de son avis” (Saint-Exupéry, 1988 :19).

Fransa’da yayın hakkı Gallimard Yayınevi’nde, Türkiye’de ise Mavibulut


Yayınları’nda olan Küçük Prens’in, Türkiye’de farklı zamanlarda yapılmış yaklaşık
10 ayrı çevirisi bulunmaktadır. Ancak bu kitapların her birinde “un dictateur turc”
sözcüğü, çevirmenin ve yayınevinin takdirine göre farklı ifadelerle çevrilmiştir.
Küçük Prens’in Mavibulut, Can ve Cem Yayınları’ndan çıkan çevirilerinde “Türk
önderi” ifadesi yer alırken, Engin Yayıncılıktan çıkan Nihal Yeğinobalı’nın
çevirisinde “Türk hükümdarı”, Barış Dağıtım’dan yayınlanan Emine Erendor’un
çevirisinde “bir Türk yöneticisi”, Bilgi Yayınevi’nden yayınlanan Selim İleri’nin
26

çevirisinde “sınırsız yetkili Türk başkanı”, Emel Tanvar’ın çevirisinde ise “büyük ve
değerli kumandan” ifadelerine rastlanmaktadır.

Küçük Prens’in Tavsiye Edilen 100 Temel Eser listesinden çıkarılmasıyla


ilgili olarak görüşlerine başvurulan yazarlar şöyle demişlerdir:
Oya Baydar (Yazar) : “… Listede Küçük Prens’i görünce
‘Yine de iyi’ demiştim kendi kendime. Çünkü gerçekten de
çağımızın başyapıtlarından biridir. Onu anlayarak okuyan
çocuk, genç, ergin kişi dünyaya da edebiyata da başka türlü
bakmaya başlar” [ 12 ].

Atilla Birkiye (Yazar) : “Küçük Prens çocukların düş


dünyasına yönelik bir eser. Bu işin olmazsa olmazlarındandır.
Bu eseri listeden çıkarmakla çocukların düşleri zedelenmiş
oluyor” [ 12 ].

Ülkü Tamer (Yazar) : “… Kendi çocuğum olsa herhalde eline


ilk vereceğim kitaplardan biri Küçük Prens olurdu” [ 12 ].

SKY Türk televizyon kanalında, 13.08.2006 tarihinde saat 15.30’da


yayınlanan “Yazar Yazara” programında, yazar Buket Uzuner, Dostoyevski, Atilla
İlhan, Virginia Wolf’u edebiyat akrabaları arasında sayarken Antoine de Saint-
Exupéry’i de unutmamıştır. Ayrıca, Saint-Exupéry’nin portresinin 50 frankların
üstüne basılmasına dayanarak, Yaşar Kemal ya da ünlü başka bir yazarın portresinin
ülkemizde böyle bir uygulamayla niye basılmadığını anlayamadığını belirtmiştir.

Küçük Prens’in Türkiye’deki yayın haklarını elinde bulunduran Mavibulut


Yayınları’nın sahibi, yazar Dr. Fatih Erdoğan’la yapılan röportaj ise şöyledir:
“Küçük Prens gerçekten Türklere hakaret içeriyor mu?
Kitapta Türklere yönelik bir hakaret söz konusu değil. 4.
bölümde bir Türk astronot, Uluslararası Astronomi
Kongresi’ne gidiyor. Ancak şalvar ve fesi nedeniyle kimse
27

onu dinlemiyor. Daha sonra modern kıyafetler giyip tekrar


gidiyor. O zaman herkes ona inanıyor. Aslında Exupéry bu
bölümde insanları dış görünüşleri ile yadırgayan Avrupalıları,
belki de kendini eleştiriyor. Bu bölümde 1920 yılından
bahsediliyor. O zaman kılık kıyafet kanunu zaten yoktu.
Ayrıca bu kitap fantastik edebi bir metindir. Bu şekilde
değerlendirilmesi daha doğru olur.

Kitabın listeden çıkarılması hakkında ne düşünüyorsunuz?


Çocukların hayal dünyasına önemli katkılar sağlayabilecek
bir kitap. Buna rağmen MEB, tepkileri düşünerek kitabı
listeden çıkardı. Büyük bir olasılıkla “Atatürk’e hakaret eden
bir kitabı nasıl listeye koyarsınız” gibi baskılardan çekindiler.

Küçük Prens’in özelliği, önemi nedir?


Küçük Prens listeye alınması gereken ilk kitaptı. Bu
gerçekten özel bir kitaptır. Ama birtakım tartışmalar uğruna
feda edildi. Herkes bir yerinden yararlanmak istedi. Kitabı
kendi yayınevlerine almak isteyenler rant için olayı farklı
yönlere çekti. Kaçak baskı yapan bazı yayınevleri öyle
çeviriler yaptı ki kitap tartışılır hale geldi.

Diktatör sözcüğü için ne diyeceksiniz?


Lider olumlu, diktatör ise olumsuz bir çağrışım yapıyor. Ama
dünyaca ünlü bir kitabı iki kelimesi ile değerlendirip zararlı
bulmak yanlış. Bu kitap Fransa’da her yıl bir milyon,
Türkiye’de de yirmi bin satıyor.

Siz nasıl çevirdiniz?


‘Türk lideri’ dedik. Geçen yıl çevirmenimiz, orijinalliğini
bozmamış ve ‘Türk diktatörü’ olarak çevirmiş. Ama tepki
oldu. Yeniden ‘Türk lideri’ ifadesine döndük” [ 13 ].
28

Saint-Exupéry’nin çok sevilen ve çok okunan Küçük Prens’i yıllardan beri


izinsiz ve telifsiz basılmıştır ve halen basılmaya da devam edilmektedir. Kitap
Türkiye’de, 1952 yılından 1988’e kadar pek çok kez basılmışsa da, uzunca bir süre
Türkiye’de geçerli olan yasaya göre Saint-Exupéry’e telif ödenmesi
gerekmediğinden, hiçbir yayınevi kitabın telif haklarını almak için, Fransız
yayımcısına başvuruda bulunmamıştır. 1988’de Fatih Erdoğan’ın sahibi olduğu
Mavibulut Yayınları kitabın Türkiye haklarını almış, ama Küçük Prens’i korsan
prenslikten kurtaramamıştır. Yıllarca yayınevlerinin elindeki izinsiz baskıların
tükenmesini beklediklerini söyleyen Fatih Erdoğan, hala bu tür kitap basanlara artık
yasaların çok sıkı olduğunu hatırlatarak “Bırakın basanı, dağıtan, satan bile
suçludur!” [ 14 ] demektedir.

Bugüne kadar Küçük Prens’i yayımlayanlar arasında Nehir, Gün, Parıltı,


Yaba, Ekin, Can, Gendaş, Nurdan, Esin, Bilgi, Erdem, Cem, Oda, İnkılap, Yapı
Kredi ve Engin Yayınevleri sayılabilir. 1996’da değişen Telif Hakları Yasası ile
yazarın ölümünden 70 sonrasına kadar telif ödenmesi zorunlu kılınınca, Mavibulut
Yayınları dışındaki yayıncılar yasadışı duruma düşüp piyasadan çekilmişlerdir.
Mavibulut’un tüm çabalarına karşın Nehir, Gün ve Parıltı Yayınevleri Küçük Prens’i
izinsiz basmaya devam etmektedir.

Kitabın tüm yayın haklarını elinde bulunduran Gallimard Yayınevi’nden


Anne-Solange Noble yaptığı açıklamada, Türkiye’de yasal olarak Küçük Prens’i
yayımlama hakkını elinde bulunduran tek kurumun Mavibulut Yayınları olduğunu,
Türkiye’den uzak oldukları için yasal olmayan baskılar konusunda girişimde
bulunamadıklarını belirtmiştir [ 14 ].

Küçük Prens, birçok okul tarafından öğrencilere yaz tatilinde okunması


gereken kitap olarak tavsiye edilmektedir. Çocuklara yönelik çok sayıda internet
sitesi de, kitabı resimli olarak yayımlamaktadır. Yayınevleri gibi, internet
sitelerindeki çevirilerde de Atatürk farklı sıfatlarla yer almaktadır.
29

Antoine de Saint-Exupéry, Batı aydınının ve uygarlığının Doğu’ya bakışını,


Doğu’yla ilgili peşin hükümlü görüşlerini, bilim adamlarını bile görünümleri ve
giysileriyle değerlendirdiğini anlatırken, aslında Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi kabul
edip etmeme gerçeğinin bu cümleler arasında saklı olduğunu anımsatmaktadır. Onun,
Atatürk ve devrimlerini yeterince değerlendiremediği, işgal edilmiş bir
imparatorluktan doğan Türkiye Cumhuriyeti ve bunun mimarı konusunda yeterince
bilgi sahibi olmadığı bir gerçektir. Ama yine de bugün Avrupa Birliği gerçeğini ve
onların Doğu’ya bakışını bize aktarması açısından bu cümleler oldukça önemlidir.

Küçük Prens, gerçek dünyaya gönderme yapan özyaşamsal değil, kurgusal bir
kitaptır. Bu kitapta yazar çocukluğunu değil çocukluğu anlatmakta ve çocuk
duyguları ile yaşam sorunları arasında sıkı bağlar kurmaktadır. Ayrıca ısrarla yazarın
kurgusal dünyasını gerçek dünyaya gönderme yapmak isteyenlerin de bildiği gibi,
1920’de henüz kıyafet yasası da çıkmamıştı. Üstelik yazar, bu kişiye olumlu bir
anlam yükleyerek, onun sayesinde kıyafet yasası çıktığını, şalvar ve fesinden dolayı
projesi Kurultay’da kabul görmeyen Türk gökbilimcinin, çağdaş kıyafetiyle aynı
projeyi sununca projesinin kabul gördüğünü ifade etmektedir. Yazar, kıyafeti
yüzünden sözüne kulak asmayan Uluslararası Gökbilimciler Kurultayı’ndakilere de
olumsuz anlam yüklemekte ve onları da çocukların duygularını anlamayan,
önemsemeyen, görünüşe ve rakamlara önem veren büyüklere benzetmektedir.

Küçük Prens, 2000 yılında İstanbul’da Eski Tiyatro’da sahneye konmuştur.


Oyunun başrollerini Hale Soygazi, Nihat İleri ve çocuk oyuncu Ozan Bora
paylaşmıştır. Dekorları Nurullah Tuncer’e, kostümleri ise Tuba Unat’a ait olan
oyunu Şehir Tiyatroları’ndan Kemal Kocatürk yönetmiştir [ 15 ].

Ayrıca Beko’nun “Teknoloji ve Sanat Evrenseldir” sloganı ile sanat


etkinliklerine verdiği destekle, Küçük Prens, 1998 yılında Gencay Gürün’ün
çevirisiyle sahneye konmuştur. Ülkü Ayvaz’ın oyunlaştırdığı eseri, Beko Sanat
Tiyatrosu’nda Cebrail Keleş sahneye koymuştur [ 16 ].
30

3. KÜÇÜK PRENS’TE EĞİTSEL ÖĞELERİN KULLANIMI

Öyküde olay, uçağı bozulan Pilot’un çölde başına gelenleri geriye dönük
anlatmasıyla başlar. Sahra Çölü’ne düşen Pilot, tamamen olağanüstü, bilmece gibi,
küçük, iyi bir adamla yani Küçük Prens’le karşılaşır. Küçük Prens ona öyküsünü ve
diğer gezegenlere yaptığı ziyaretleri anlatır. O, gittiği gezegenlerde tamamen farklı
görünen ama aslında birbirine de benzeyen çeşitli insanlarla karşılaşmıştır. Bunlar
sırasıyla hükmetmeye meraklı bir kral, kendisine hayranlık duyulmasını isteyen bir
kendini beğenmiş, içmek için kendince bahaneler üreten bir ayyaş, sürekli çok
meşgul olan ciddi bir işadamı ve işgüzar bir fenercidir. Son ziyaret ettiği gezegen
olan dünyada ise pilottan önce bir tilki ve bir yılanla karşılaşır. Pilota gezegeninden,
kaprisli çiçeğinden, yanardağlarından, baobaplardan bahseder. Pilotun uçağını tamir
etmesinin ardından, Küçük Prens, gezegenine dönmek için yılana kendini sokturur.

Küçük Prens, kendisini, çocuklar için hazırlanmış diğer öykü ya da macera


yazınlarından ayıran bazı özelliklere sahiptir. Bunlar:

Yalnız, çölün ortasında, alışılmış yaşamsal gereksinimlerin hiç birisi olmayan


bir çocuğun varlığı, küçük bir gezegende bir fenercinin olması, çölde bir kuyunun,
bir tilkinin bulunması gibi tuhaf nesnelerin varlığı, konuşan hayvanların varlığı gibi
inanılmaz, mantığa aykırı unsurlar ve durumlardır.

Ve “İnsan ancak yüreğiyle bakarsa bir şeyi iyi görür, iyi anlar.” (74) gibi
eğretilemeli ifadeler ya da “—Oysa aradıkları şey bir tek gülde ya da biraz suda
bulunabilir.” (80) gibi paradoksal doğrulamalardır. Daha da ilginç olanı ise, bu
inanılmaz imaj ve temaların çok ciddi bir tonda verilmiş olmasıdır.

Bu öykü, “Bir zamanlar kendisinden ancak biraz daha büyük bir gezegende
oturan ve bir dosta gereksinimi olan …” (20) küçük bir prensin öyküsüdür. “Bu
öyküye peri masallarındaki gibi başlamak isterdim.” (20) diyor Saint-Exupéry daha
ilk sayfalarda. “Yaşamı bilenlere bu çok daha gerçek gibi görünebilirdi.” (20) Ama o
31

bu kitabı onlar için yazmadı. Bu kitabı “çocukluğundaki bu büyük adama adamak”


(7) istiyor. Onun için bir dostun varlığı o kadar önemliydi ki.

Yazar “Çünkü ben kitabımın baştan savma okunmasını istemem.” (20) diye
okuyucuyu kitabının nasıl okunması gerektiği konusunda uyarmayı ihmal etmemiştir.
Çünkü bu macera dış olaylarla geçiyor ama aslında yazar gibi, Küçük Prens’in de iç
deneyimlerinin öyküsüdür. Her ikisi de dostluğu sonunda bulurlar. Saint-Exupéry, bu
eseri, akılla algılanabilen gerçeklerin, sırların dünyasını bulmak ve bu iç imajları
daha yakından tanıtmak için yazmıştır. Küçük Prens, insanüstü özellikleri olan, bilge,
kahraman, ışıklarla donatılmış, gerçek insanın imajıdır.

Küçük Prens’i daha iyi kavrayabilmek için, kitapta yer alan eğitsel öğelerin
işlenişine göz atmak yerinde olacaktır.

3. 1. Çöl

Çöl; susuz, kurak ve sıcak olması nedeniyle aslında insan yaşamı için uygun
bir yer değildir. Bu yüzden de tehlikelerle doludur. İnsanlardan uzak bir yer olan çöl,
yalnızlık duygusuyla başa çıkmanın oldukça zor olduğu bir yerdir.

Küçük Prens’in dost aramak amacıyla geldiği dünyada, çölü seçmesi bir
tesadüf değildir. Şehirleri, caddeleri, sokakları olmayan bir yer olan çöl, diğer
yerleşim yerlerine benzememektedir. İnsanların kirlettiği yerleşim yerleri karşısında,
çöldeki gökyüzünün temizliği, el değmemiş kumların parlaklığı çölün çekiciliğini
arttırmaktadır.

Çöl, kahramanın varlığının yeni bir devresinin başlaması yani yeniden doğuş
için seçtiği yer olması açısından da önemlidir. Kahramanın Sahra’da bulunması,
düşüncesini yücelterek meditasyon yeri olarak çölü seçmesine yol açmıştır. Yazara
göre, çöl, suyun yokluğu yüzünden hayatta kalmak için, insanın savaşmak zorunda
32

olduğu, ölüm kalım savaşını içinde barındıran ve bir an önce kaçılması gereken bir
yerdir.

Çöl yalnızlıktır. Çöl ölüm tehlikesinin, ruhun kurtuluşu için vücudun,


ölümün, susuzluğun, ruhsal solunumun simgesidir. Çöl sadece kumla örtülmüş bir
alan değildir, aynı zamanda bir yokluk, boşluk, yalnızlıktır.

Saint-Exupéry’nin çölle ilgili olarak yazdığı şu cümleler de büyülü bir


dünyadaymış izlenimi uyandırmaktadır:
“Çöl önceleri insana bomboş, sessiz gelir. Çünkü bir günlük
sevdalılara kendini bırakmaz. İnsan orada en basit köyümüze
bile veda etmelidir. Çöl uğruna, dünyadan elimizi ayağımızı
çekmezsek, geleneklerini, törelerini, yarışmalarını
benimsemezsek, bazılarına neden yurt olduğunu hiçbir zaman
anlayamayız” (Saint-Exupéry, 1995 :65).

“…insan çölde her zaman özgürdür. Bu adam gözle görünür


zenginlikleri savunmuyor, çünkü çöl çırılçıplaktır”
(Saint-Exupéry, 1995 :79).

“Ben çölü hep sevmişimdir. Bir kum tepesinin üstüne


oturursunuz. Hiçbir şey görmez, hiçbir şey duymazsınız.
Yine de bu sessizlik içinde bir şey ışıldar.” (78)

Tekdüzelik çölün dinidir. “Çölü güzelleştiren şey, burada bir yerde bir
kuyunun saklı oluşudur…” (78) Küçük Prens’in bu düşüncesi, kendi yaşam
felsefesini çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. “Kumdaki bu gizemli ışıltıyı ansızın
kavramak beni şaşırtmıştı… ister yıldızlar ya da çöl söz konusu olsun, bunların
güzelliği göze görünmez!” (78)
33

Çöl, Küçük Prens’te kişiselleştirilmemiştir. Monin’e (1975 :28) göre, çöl,


“Küçük Prens ve pilot arasında bağdır: yazar ve uçak arasında bağlar kurar;
endişenin, ölümün, yıldızların, yılanın, kuyuya doğru yürüyüşün nedenidir”.

Çöl, belli belirsiz görüntülere canlılık vererek gizemli bir anlatımla öyküyü
canlandırmaktadır. Hiçliği ve sessizliği ile duyarlılığı arttırmakta ve günlük yaşamın
sıradanlıklarını ışıklandırmaktadır.
“Çöl, pilot için, yaşamın tesadüfen kabul etmeye zorladığı
ama aynı zamanda istediği bir dinlenme anıdır, bir mola
yeridir. İnsanın orada yaşamının önemli bir anı durur,
olayların, görünümlerin ötesinde, aşırı isteklerden uzak bir iç
yaşamın olduğunu ve bir tanrıyı hisseder” (Monin, 1975 :29).

Çöl, aynı zamanda okuyucuyu ikinci bölüme hazırlamakta ve görüntü


yavaşça yalnızlık ve sessizlikle birleşmektedir.

3. 2. Kuyu

Küçük Prens’le pilotun vardığı kuyu köy kuyularına benzememektedir. Zira


çöl kuyuları yazara göre, kumların içinde açılmış basit deliklerdir. Oysa bu kuyu bir
köy kuyusunu andırmakta, ama orada köy falan olmadığı için yazar, bu köy kuyusu
önünde düş gördüğünü sanmaktadır ve Küçük Prens’e “—Ne tuhaf, her şey hazır:
çıkrık, kova ve ip” (79) der.

Bu betimleme ve köyün niteliksel anlatımı ile bu kuyu basit bir obje olmaktan
çıkıp bir simge halini almaktadır. Köy kuyusu yaşamın merkezidir, evin kalbidir.
İnsanlar, yaşamın penceresi bu kuyunun etrafında toplanırlar, köy ahalisi orada
karşılaşır ve aynı günlük eylem içinde birleşir. Susuz bir yaşam da
düşünülemeyeceği için, özellikle çölde suyun olması, bir kuyunun bulunması insan
için yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bu kuyu, insanlar ve su arasında bir bağdır.
34

Kuyunun betimlenmesi okuyucuyu sevinç, bekleyiş ve armağan gibi kavramlara


doğru sürüklemektedir:

“—…kuyuyu uykudan uyandırdık, o da şarkı söylüyor...” diye sevinir Küçük


Prens. (80) “Çıkrığın ezgisi”, “titreşen suda güneşin de titreşmesi” suyun
sürekliliğini, ümidi, köy yaşamının, toplumsal yaşamın, günlük basit yaşamın
ötesinde manevi yaşamı ifade etmektedir.
“Kuyu değer arttırıcıdır, suya tapınmadır, Tanrıdır, Sudur.
Kuyu çölde yürümenin sonucudur, Yaşamdır.
Kuyu insanlar arasında bağdır, armağandır, Aşktır”
(Monin, 1975 :41).

3. 3. Hayvan Masalları Kitabı

Yazarın öyküde hayvanlara sık sık yer vermesi ve onlara önemli anlamlar
yüklemesi yazarın bu hayvanları rasgele değil, bilinçli bir şekilde seçtiğini
göstermektedir.

—Kuş: Jung’a göre kuş, “hayal gücünün ani yükselişlerinin, düşüncelerin,


meleklerin ya da ruhların temsilcisi yararlı bir hayvandır. Hindu geleneğine göre ise
kuşlar, insanların en yukarıda bulunma durumunu temsil ederler”
(Aktaran :Monin, 1975 :47).

Pilot, Küçük Prens’in gezegeninden uzaklaşmak için bir kuş sürüsünün


göçünden yararlandığını düşünmektedir. Bir kuş kümesi ise, düşüncenin yüceliğinin,
ruhsal bir isteğin, şiddetli bir hareket arzusunun simgesidir.
“Kuş: Uçuş, özgürlük, yükselme, temiz hava, zarafet, hafiflik.
Vahşi: Evcil olmayan, özgürlük, kurtuluş, fantezi.
Göç: Kontrolsüzlük, doğallık, değişim, keşif.
Kaçış: Kontrol, gereklilik, kurtuluş, değişim, keşif”
(Monin, 1975 :46).
35

—1.bölümün fili: Yumuşak huylu, ağırkanlılığının içinde sakin, tatlı,


olumlu, pratik zekalı bir hayvan olan fil, aynı zamanda bilgeliğin, ılımlılığın,
sonsuzluğun, acımanın, gücün, kanaatkarlığın da simgesidir.

—Boa yılanı: Vahşi ormanda, boa yılanlarının avlarını çiğnemeden bütün


olarak yutması oldukça sıradan bir durumdur. Yazarın daha ilginç, daha egzotik ve
daha bilinen ağaçlar varken baobapları seçmesi, baobaplar ve boa yılanı arasında bir
ses uyumu elde etmek için çabaladığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

—Koyun: Küçük Prens gezegenine götürmek için bir koyun istiyor. Koyun
genellikle saflık, masumiyet, sevinç ve tatlılık arayışını temsil eder. Ama buradaki
koyun, çiçeği yiyebilen, tehlikeli, yıkımın simgesi, zayıf görünüşlü ama boyunluk
takılacak kadar da inatçı bir hayvandır.

“—Dostum olun, yalnızım,” (64) diye bağırıyor Küçük Prens boşluğa.


“—Ben dost arıyorum.” (68) diye mırıldanıyor tilkiye Küçük Prens.
“—İnsanın, ölecek olsa da, bir dostu olması yine de hoş bir şey.” (77) diyor
pilota.
“—Dostlar bulmam, çok şey tanımam gerekiyor.” (69) diyor tilkiye.

Bu cümlelerin ışığında, Küçük Prens’in dünyaya geliş amacı, çok açık bir
şekilde görülmektedir: O kendisine bir dost aramaktadır. Ayrıca, dünyaya indikten
sonra, pilotla karşılaşmasındaki ilk isteğinden de “Bana bir koyun çiz” (11) bu sonuç
çıkarılabilir.

Küçük Prens duygusal yalnızlıktan kaçmak, bir şeylerle meşgul olmak ve


sevilmek ihtiyacıyla arkadaşının özellikle tüylü bir hayvan olmasını tercih ediyor.
Öyleyse bu hayvan için, “geçmişin, annenin, fetüsün anne karnında aldığı içe
kapanma şeklinin tatlılığının, sıcaklığın simgesidir” (Monin, 1975 :52) denilebilir.
Küçük Prens’e ilk başlarda istediği koyun resmi sonradan yetmemeye başlıyor.
Cebine koyduğu koyun resmini tekrar cebinden çıkarmayacak olan Küçük Prens,
36

daha sonra tilkinin dostluğunu, pilotun anlayışını, çiçeğini, suyu istiyor. Ama pilotu
ya da tilkiyi yanında götüremeyeceği için onlarla ilgili olarak sadece anıları kalıyor.
Bu anılar buğday tarlalarında ya da geceleyin yıldızları seyrederken yeniden
belirecek.

—Tilki: Genel anlamda efsanevi kurnazlığı ile tilki şiddeti, nadiren


yumuşaklığı temsil eder. Yaşamı çok tekdüze olan tilki, tavukları avlar insanlar da
onu. Küçük Prens’in tilkisi sadece konuşmakla kalmaz, aynı zamanda iyi bir
dinleyicidir de. Küçük Prens tilkiye üç kez “evcilleştirmek ne demek” diye sorduktan
sonra ancak cevap alabilir. Tilkiye göre “evcilleşmek”, “insanlarla bağlar kurmak”
(68) anlamına geliyor.

Tilkinin bir felsefesi, bir konu üstünde uzun uzun görüşleri, giriş ve çıkışları
var. Onun için, ağırbaşlılığın, bilgeliğin, ölçülülüğün simgesi denilebilir. Yazarın çok
değer verdiği bu tuhaf hayvan diğer tilkilere benzememektedir.

Tilkinin sözleri tavuklar, avcılar, gelenekler, evcilleştirmek gibi simgelerle


yüklüdür. Fikirlerinin uzun uzun olgunlaştırılmış olması, aşırı duyarlılığı, neden-
sonuç arasında mükemmel bir bağ kurması, insanları ve gerçekliği çok iyi tanıması
oldukça şaşırtıcıdır.

“—Ağlayacağım. (ama) … başakların rengi yüzünden...” (72)


“—Hiçbir şey tam istenildiği gibi değil…” (68)
“—…İnsanlar artık hiçbir şeyi tanımaya vakit ayırmıyorlar.” (69)
“—Ancak evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin…” (69)
“—…Sen dost olmak istiyorsan, evcilleştir beni!” (69)
“—Gözler bir şeyin özünü göremez.” (74)
“—…gelenekler gerekiyor.” (70)

Bir usta, bir öğretmen olan tilki aynı zamanda mütevazı, dostluk ihtiyacı
duyan, acı çekebilen insansı bir varlıktır: “—Lütfen, evcilleştir beni!” (69) diyor.
37

Ama bununla birlikte bencil olmayan bir varlık: “—Sonra geri gelip bana veda
edersin; o sırada sana armağan olarak bir sır vereceğim.” (72)

Öyleyse bu tilki acının önünde kararlılığı, iyi tavsiyeleri, bilgeliği elinde


bulundurmaktadır. Ama onun dostluğa susamış, üzgün bir hali de vardır. Gelenekleri,
evcilleştirme duyusunu unutma, tanımanın zaman almasını reddetme gibi kusurlara
da sahip olan tilki yaşamı ve bilgeliği bilmektedir.

3. 4. Yılan

Dünyaya vardığında, Küçük Prens’in karşılaştığı ilk canlı bir yılandır. Yılan,
bilmecemsi bir şekilde konuşuyor. Küçük Prens, çiçeğin ve diğer hayvanların dilini
anladığı gibi, yılanın da dilini anlıyor.
“—Peki insanlar nerede, diye sordu yeniden sessizliği
bozarak Küçük Prens. Çölde insan biraz yalnız gibi de…
—İnsanlar arasında da yalnızlık duyulur, dedi yılan.
(…) Küçük Prens’in ayak bileğine bir altın bilezik gibi
dolandı:
—Ben dokunduğumu gelmiş olduğu yere, toprağa geri
gönderirim, diye ekledi. Ama sen tertemizsin ve bir yıldızdan
geliyorsun...” (60)

“—Gezegenini çok özlersen bir gün sana yardım edebilirim.”


(62) diyor yılan.

“Ayak bileğinin yanında sarı bir parıltı ortaya çıktı.” (91) der
pilot Küçük Prens’in ölümü sırasında.

Konuşma esnasında yılan ona kişinin insanlar arasındayken de yalnız


olabileceğini anımsatmıştır. “—İnsanlar arasında da yalnızlık duyulur…” (60)
Direk’in (2002 :106) belirttiği gibi, “Bu tür bir yalnızlık, oldukça felsefi bir anlam
38

taşır. Düşünsel ve duygusal iletişim kuramamak, bu açıdan kendine elverişli bir


ortam bulamamak anlamına gelir”.

Yılan hakkında daha önceden hiçbir bilgiye sahip olmayan Küçük Prens,
onun dış görüntüsü karşısında, yılanın inceliği ve yerde sürünmesi yüzünden ona
karşı bir acıma duymaktadır. Onun zehirleyerek insanları öldürebileceğini
bilmediğinden yılanın ne kadar tuhaf ve acınacak bir yaratık olduğunu
düşünmektedir. Yılan da karşılaşacağı tehlikelerin farkında olmadığı ve tanımadığı
dünyada yapayalnız olduğu için ona acımaktadır.

Yılan genellikle olumsuz, yıkıcı, şiddet içeren, bulduğunu öldüren korkunç


bir hayvandır. Saint-Exupéry’nin yılanı, Monin’e (1975 :57) göre ise, “her şeyden
önce olumlu ve ilahi bir anlam taşımaktadır. Eğer korku yarattıysa, bu tabulara ve
yasaklara dokunduğu için değil, ölümün ve dünyevi yaşamın kavramı olduğu
içindir”.

Öyküde yılan altın bir bilezik şeklinde çöreklenmiş; bir yılana özgü özellikler
göstermektedir. “Oradaydı, Küçük Prens’in karşısında dikilmişti, sizi otuz saniyede
öldüren o sarı yılanlardan biriydi.” (84) Bu ölüm aracı güneş ışığı gibi sarıdır ve
Küçük Prens’in “—Tuhaf bir hayvansın sen, bir parmak kadar kalınsın…” sözüne
“—Ben bir kral parmağından daha güçlüyümdür…” diye cevap vermektedir.

Yılan, gizemin, verimsizliğin, soğukluğun, ölümün, yaşama yön veren sınırın,


kuralların simgesidir. Kaderi kabullenme ve acı çekmenin insani korkusunu, ölüm
önünde insan davranışını en güzel şekilde ifade etmektedir:
“—Evet, evet, elbette bugün, oysa yer burası değil… Kumda
ayak izlerimin nerede başladığını göreceksin. Beni orada
beklersin, o kadar. Bu gece orada olacağım.” (84)

Yazar yılanla Küçük Prens’i konuşturmuyor. Sadece Küçük Prens yılanın


sesini duyuyor: “Bir başka ses yanıt vermiş olmalıydı… Ne kimseyi görüyor ne de
kimseyi duyuyordum.” (83–84)
39

Yılanın önseziye sahip olduğunu Küçük Prens bilmektedir. “—Bugün ben de


ülkeme dönüyorum…” (86) Yılan biliyor ve susuyor. Pilotu ısırmıyor ama yazar
yılanın kendisini ısırabileceğinin farkında ve pilot ona şöyle diyor: “—Ama ikinci
kez soktuklarında artık zehirleri kalmaz…” (89)

Buradaki yılan çok üzgün ruhların kurtuluşunu sağlayan ve iki dünya


arasında köprü kuran özgürlükçü bir hayvandır. Öyküde yılan acımasız ölümle,
dünyevi planda kaderle kişiselleştirilmiştir. “Ben bütün bilmeceleri çözerim.” (62)

3. 5. Baobaplar

Baobaplar, kötü bitkilerin gözle görülmeyen kötü tohumlarından doğuyorlar.


Filizlerin zararlı bir bitki olduğu fark edilir edilmez hemen kökünden sökülüp
atılması gerekiyor. Eğer önlem almakta geç kalınırsa baobaplardan asla kurtulmak
mümkün olmuyor. Baobaplar bütün gezegeni kaplayarak, kökleriyle toprağı delik
deşik ediyorlar ve bütün gezegeni parçalıyorlar.

Baobaplardan korunmak, onlara dikkat etmek ve onları düzenli olarak özenle


temizlemek için insanın kendisini zorlaması gerekmektedir. Bu çok sıkıcı ve zor işi
dikkatli, disiplinli ve tembel olmayan bir kişinin bıkıp usanmadan yapması şarttır.
“Çok küçükken gülfidanlarına çok benzer baobaplar. Bunları bu fidanlardan ayırt
eder etmez düzenli olarak söküp atmak gerekir.” (24) Küçük Prens baobapların
tohumlarını yemesi için bir koyun istemektedir ve özellikle çocukların baobaplara
daha çok dikkat etmesi gerektiğini düşünmektedir:
“Ders verir gibi bir tonla konuşmaktan hiç hoşlanmam, ama
baobapların tehlikeli oldukları o kadar az bilinir, bir asteroitin
içinde kaybolacak birinin riskleri o kadar büyüktür ki bir kez
için kuralımı bozuyorum: Çocuklar baobaplara dikkat edin!”
(24)
40

Zira baobaplar o kadar büyük bir hızla çoğalıyorlar ki insanda acelecilik hissi
uyandırıyorlar. Konunun aciliyetine dikkat çekmek için en iyi yolun bu olduğu
düşünüldüğünden, baobaplar, kitaptaki diğer resimlerden daha büyük çizilmiştir.
“Baobapları çizdim, çünkü bu işin ivedi olduğu duygusu beni yönlendirmişti.” (24)

Oldukça dayanıklı olan baobaplar, kötü özelliklere sahiptirler. Bütün


gezegeni sarıp insanları öldürerek ya da zihinsel hastalığa sebep olarak bir katliama
yol açabilirler.
“Baobaplar kötü, olumsuz fikirlerin, önyargıların simgesidir.
Gezegenin günlük baobap temizliği ise, ruhun bu kötü ve
olumsuz fikirlerden arınması olarak düşünülebilir”
(Monin, 1975 :68).

3. 6. Volkanlar

Volkanlar, yeryüzü aracılığı ile gökyüzü ve yeraltı arasındaki bağlardır. Onlar


eskiden beri korkunç ve tehlikeli, bilinmeyen güçler, yakın felaketlerin görünmeyen
tohumları olarak bilinirler. Aynı baobaplardaki gibi, biraz özen ve disiplinli bir
çalışma onların felaketlerinden korunmak için yeterlidir. “Yanardağlar, iyi
süpürülürlerse, yavaş ve düzenli bir biçimde, püskürmeden yanarlar.” (34)

Küçük Prens’in gezegeninde volkanların insansı bir önemi vardır. Monin’e


(1975 :72) göre, “volkan yaşamsal ateşin, temel gücün ulu bir simgesidir. Ayrıca
volkan güç ve büyüklüktür. Bu durumda coşkulardan doğmuş ruhsal enerji, doğanın
temel gücü, yaşamın ateşi olan volkanlar düzenli olarak patlamak zorundadırlar. Bu
yaşamsal ateş düzenli bir yaşama yol açmaktadır”. “Püskürmekte olan iki yanardağı
vardı. Bu yüzden sabah kahvaltısını ısıtması çok kolaydı.” (34)

Eğer bu yaşamsal ateş sönseydi, Küçük Prens, yaşama tamamen açılamazdı.


Bu volkan çocukluk gereksinimini simgelemektedir. O bu sönmüş volkana güvensiz,
baobaplardan yoksun, gezegenine dönmeyi başaramamış, gülünün
41

mükemmelliğinden ve aşktan yoksun bir haldedir. Bu yüzden Küçük Prens’in


umudun ve yaşamsal gücün simgesi olan bu volkanları koruması ve bakımını
yapması gerekmektedir.

3. 7. Gül

Kitapta milyonlarca yıldızdan yalnızca birinde sadece Küçük Prens’in


gezegeninde bulunan, başka hiçbir yerde bulunmayan eşsiz bir çiçekten uzun uzun
bahsedilmektedir. Çiçeğin varlığı, Küçük Prens’in yola çıkışının, üzgünlüğünün,
keşfinin, dönüşünün daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Çiçeğin varlığının
bu öykünün temeli olduğu söylenebilir. Gülü önemli kılan özellikler şöyle
sıralanabilir:

— Dünyada onun kişiselliği için:


“—…daha önemli değil, öyle mi? …gezegenim dışında, tek
olan, başka hiçbir yerde bulunmayan…” (30) bir çiçek.

— Kırılganlığı için:
“—Çiçekler narindir…” (28) “…küçük bir koyunun ne
yaptığının farkına varmadan, bir sabah, böyle ansızın
yutuverdiği bir çiçek tanıyorsam, bu önemli değil ha!” (30)

— İçtenliği için:
“—…kötülük düşünmez, ellerinden geldiğince içlerini rahat
ettirirler. Dikenlerine bakıp kendilerini müthiş sanırlar…”
(28)

— Uzaklığı ile:
“—Çiçeğim orada, bir yerde…” (30)

— Gezegende tek oluşu ile:


42

“Küçük Prens’in gezegeninde, her zaman, bir sıra taç


yapraklı, pek süssüz, yer kaplamayan ve kimseyi tedirgin
etmeyen çiçekler vardı… Oysa Küçük Prens’in çiçeği
nereden getirildiği bilinmeyen bir tohumdan filizlenmiş,
Küçük Prens de başkalarına benzemeyen bu filizi çok
yakından izlemişti.” (31)

— Kişiliği için:
Başkalarına benzemeyen bu filiz kocaman bir tomurcuk oluşturarak çiçek
vermek için hazırlıklara başlıyor. Güzel görünme merakı yüzünden hazırlıklarını bir
türlü bitiremiyor. O hiç de alçak gönüllü değil ama coşkulu. Can sıkıcı
düşünceleriyle, ürkek övünmesiyle ve aşırı istekleriyle (kahvaltı, paravan, fanus)
Küçük Prens’in canını sıkıyor. “—Sizin burası çok soğuk. Kötü bir yer.” (33)
Kendini beğendirme çabasıyla “—Saçım başım darmadağınık…”(31) diyor. Küçük
Prens’in “—Ne kadar güzelsiniz!” sözüne “—Öyleyimdir… Hem güneşle aynı
zamanda doğdum…”(32) diye karşılık veriyor. Onun zavallı kurnazlıkları, öylesine
öksürüğü, Küçük Prens’e acı çektirme çabaları, övüngenliği Küçük Prens’i çileden
çıkarıyor. “—Kaplanlar pençeleriyle gelsinler de görelim!... Kaplanlardan hiç
korkmam.” (32)

Niçin bu çiçek Küçük Prens’e bu kadar sorun çıkarıyor?


“Küçük Prens… çiçekten çabucak kuşkulanmıştı.” (33)

“Önemsiz sözcükleri ciddiye almış ve çok mutsuz olmuştu.”


(33)

“Benim çiçeğim gezegenimi güzel kokularla dolduruyordu,


ama bundan sevinç duymayı bilemedim. Beni çok
sinirlendiren kaplan pençeleriyle ilgili o söze gelince, bu da
aslında bende acıma duygusu uyandırmalıydı…” (33–34)
43

Nereden geldiği bilinmeyen bir tohumdan üreyen, gezegendeki diğer


çiçeklere benzemeyen ve uzun bir bekleyişin sonunda çiçek açan bu gizemli çiçeğin
güzelliğinin ışıklar saçması, taç yapraklarını teker teker düzenlemesi, renklerini
özenle seçmesi, uzun uzun hazırlanması, muhteşem görüntüsü, olağanüstü
tomurcuğunun açılması, dış görüntüsünün zenginliği ve gözalıcılığı, ilk kez tam
güneşin doğduğu saatlerde ortaya çıkması, güzelliği ile dikkat çekmek isteyen bir
“kadın”ı anımsatmaktadır. Bütün bunlardan sonra bu çiçeğin “kadın” ile özdeşleşen
insansı özelliklere sahip canlı gerçekliğini kabul etmek gerekir. Saint-Exupéry
onların sonsuz aşkını, ayrılığını, uzaklaşmalarını buna göre anlatmaktadır. Çiçek olan
kadın, ruhsallık statüsüne yükselmiş, cinsiyet özelliği bulunmayan bir kadın
olmaktadır. Çiçeğin güzelliğine düşkün bir kadın edasında kişiselleştirilmesi çiçeğin
gelişiminin ve de Küçük Prens’te yarattığı duyguların etkili bir şekilde sunulmasına
olanak vermektedir. Görüldüğü gibi, Küçük Prens’in gizemli gülü aşk temasıyla
bütünleşmektedir.

Küçük Prens, sadece sevince yol açan sıradan ve uygulamaya dayalı bu


arayışı izlemek zorunda olduğunu fark etmeden önce kalp gözüyle aramayı, kör
gözlerle görülmeyeni görmeyi, onu görmeyi reddecek:
“—O tek başına topunuzdan önemli. Çünkü suladığım o.
Çünkü fanusun içine koyduğum o. Çünkü rüzgârdan
koruduğum o. Çünkü tırtıllarını öldürdüğüm o. (iki üç kez
kelebek olsunlar diye bıraktıklarım dışında). Çünkü
sızlandığı ya da böbürlendiği hatta kimi zaman sustuğu sırada
kulak kesildiğim o. Çünkü benim gülüm o…(gülümü değerli
kılan) Gülüm için harcamış olduğum zamandır.” (74)

O, tilkinin cümlesini unutmayıp hep hatırlamak için, pekiştirmek için,


uygulamaya koymak ve böylece çiçeğinden sorumlu olduğunun bilincinde olmak
için tekrarlıyor: “—Gülümden sorumluyum...” (74)

Evrende yolculuk, Küçük Prens’e, çiçeğinin yanında gezegeninde bulmayı


reddettiği şeyi yani, sevilen bir varlıktan sorumlu olmadan mutlu olmanın
44

olanaksızlığını öğretecek. “Oysa insanların aradıkları şey bir tek gülde ya da biraz
suda bulunabilir.” (80)

Saint-Exupéry’nin aynı zamanda bir öncü ve Kadın olan bu çiçeği, aşkı


tanıma ve sunma olanağı vermektedir.

3. 8. Gezegenlerde Oturanlar

Küçük Prens’in yedi gezegeni ziyareti, anlatılması zor kavramları tiplemeler


sayesinde örnekleyerek daha kolay anlaşılır hale getirip öyküye akıcılık katmak, ve
akılda kalmasını kolaylaştırmak için kullanılmıştır.

3. 8. 1. Kral

Kral 325 numaralı küçük bir gezegende oturuyor. Bütün krallar gibi, erguvan
kırmızısı ve ermin kürkünden giysiler giyinmiş ve süssüz ama görkemli bir tahta
oturmuş. Biraz çıkarcı ve geleneksel düzenin bir parçası olan kral hızlı ve anlaşılmaz
bir biçimde konuşuyor.

Kral kibirli ve insani sınırlarını kabul etmeyen hiç kimseyi tanımıyor. Kendisi
de başkaları gibi, gerçek durumunu, gerçek yeteneklerini gizliyor. Krallığının
eksiklerini ve zayıflığını bir an kabul ediyor.
“…kral her şeyden önce otoritesine saygı gösterilmesini
istiyordu. Karşı gelinmesini hoş göremezdi.” (39)

“—Çok yaşlıyım, saltanat arabası için yer de yok, dolayısıyla


yürümek yoruyor beni.” (41)
45

“—Henüz tüm krallığımı dolaşmadım.” (41) diyerek


gezegenini büyük ve kendisini önemli birisiymiş gibi
göstermeye çalışıyor.

Kral zaten esnemekte olan Küçük Prens’e esnemesini emrederek, gayet doğal
bir olayın iktidarını zedeleyici bir görüntü oluşturmasını kendince engellemeye
çalışıyor. Küçük Prens’in kralı, itiraza, itaatsizliğe, disiplinsizliğe tahammül etmeyi
bilmiyor. Başkalarının fikirlerine önem vermiyor ve kararlarına da saygısızca
davranıyor. Emirlerinin yerine getirilebilmesi için onları duruma uygun hale getiren
kral, böylece otoritesini korumaya çalışıyor ve akla uygun buyruklar veriyor. Her
şeyi yargılamaya izin veren akılcı ve eleştirel düşünceden yararlanıyor. “Halkına
kendisini denize atmasını buyurursan, başkaldıracaktır. Buyruklarım mantıklı
oldukları için bunlara uyulmasını istemek hakkımdır.” (40)

Gezegeninde kendinden başka kimsesi bulunmayan kral, var olmayan şeyler


üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışır. Tüm otoritesi, dünyanın kendi süreci içinde
oluşan doğal kurallarına hükmetmekten ibarettir. Yalnız kendi ülkesinin kralı değil,
evrensel bir kral olduğundan bahsederek, diğer gezegenleri ve yıldızları da
yönettiğini söyler. Küçük Prens krala, öğle vaktinde, bir gün batımı görmek
istediğini söyleyince, kralın yanıtı ilginç olur:
“—Hımm! Hımm! dedi kral büyük bir takvime baktıktan
sonra, hımm! hımm! Bu… Şeye doğru… Şeye doğru, bu
akşam yedi kırka doğru olacak! Ve göreceksin bana nasıl
boyun eğildiğini.” (41)

Efsanevi bir kralı oynayan 325 numaralı gezegenin kralı, mutlak güç ve
egemenlik istiyor. Ama kendisinden ve yaşlı bir fareden başka hiç kimsenin
yaşamadığı bu küçücük gezegende bu mümkün değil. Hazır hükmedecek birisini
bulmuşken onu kaybetmek istemeyen kral, onun gitmesini engellemek için ona
vaatlerde bulunuyor: “—Gitme, seni bakan yaparım!” (41) “—Seni büyükelçim
yaparım.” (42)
46

Saint-Exupéry aşağılık kompleksini daha iyi açıklayabilmek ve tanıtabilmek


için kral figüründen yararlanıyor:
“—Tanınmış olmak amacıyla üstünlük düşüncesi ya da
birileri için kral olma,
—Saldırganlık “Karşı gelinmesini hoş göremezdi” (39) ya da
cömertlik “—Seni büyükelçim yaparım” (42),
—Yalan söyleme hastalığı ya da üstünlük hastalığı
(yıldızlar) “—Her buyurduğuma hemen boyun eğerler.”(40),
—Diğer mülkiyetleri ya da konuları biriktirme (gezegeni
çepeçevre saran hermin kürkünden mantonun sonsuzluğu)”
(Monin,1975:85).

Kötü takılmış kral maskesine, kırılgan görünümüne rağmen, saldırı


durumunda onun kendisini savunmaya hazır olduğu görülmektedir. Rahatsız olduğu
için, kelimeleri çocuk gibi hızlı ve anlaşılmaz bir biçimde söylüyor. Bu görüntüsünün
altında aslında o alıngan, saf ve temiz; kendisine bir arkadaş arıyor ve de çok yalnız.
Ama o bunu kabul etmeyi ve teslim olmayı bilmiyor. Kendi kanıtlarına inanarak,
kendi gücüne inanmış, Küçük Prens’in de geri döneceği ortaya çıktığında, akılla
koruma mekanizmasını devreye sokamıyor. Sadece kesin gerçekliklere odaklanmış
egosuyla, konuları sadece kendi etrafında görüyor. Dış dünya ve kendi bilinçsizliği
arasına bir karanlık koyuyor.

Buradaki kral, kendini beğenmiş, gururlu, abartılı, coşkulu, soylu, bağışlayıcı,


temsili durumları ve onurları seven kişilik özellikleri sergilemektedir. Öyküdeki kral
için, “görünüşlerin kralı, kral maskesi altında yalnız yaşayan kılık değiştirmiş çocuk,
kompleksli, megaloman” (Monin,1975 :86) denilebilir.

3. 8. 2. Kendini beğenmiş

Küçük Prens’in evrende yolculuğu sırasında uğradığı ikinci gezegende


kendini beğenmiş oturmaktadır. O, Küçük Prens’i “İşte bir hayranım beni görmeye
47

gelmiş!” (42) diyerek karşılıyor. “Çünkü kendini beğenmişlere göre, herkes


kendilerine hayrandır.” (42) Onlar başkalarının övgüleri ve alkışları ile egolarını
güçlendiriyorlar.

Kendini beğenmiş rolüne kralınkinden daha yakın ve o da kral gibi rolünün


kölesi olmuş. Ama kralın zekâsını ve aklını kullandığı yerde, o, iyi insan özelliğini
kullanıyor ve konuşulanları duymazdan geliyor. Zira “Kendini beğenmişler her
zaman yalnızca övgüleri duyarlar.” (44) Kendini beğenmiş, kendisinin “gezegenin en
yakışıklısı, en iyi giyimlisi, en zengini ve en akıllısı” (44) olduğunu düşündüğü için,
kendisine hayranlık duyulmasını istiyor.

Aslında kendini beğenmiş de kral gibi, biraz dostluk, biraz tanışma arıyor.
“—Kırma beni, yine de hayran ol sen!” (44) diye Küçük Prens’e yalvarıyor. Yine
kral gibi, o da insan ilişkilerinde biraz hata yapıyor. Küçük Prens’in “—Ama
gezegeninde senden başka kimse yok ki!” (44) sözünü duymazdan geliyor. Bu
düşünce tarzı, onu, yaşamın gerçeklerinden uzaklaştırıp bilinçsizliğe sürüklüyor.

Kendini beğenmiş, hoşa gitmemekten endişeli, neşeli, melankolik, uyumlu,


yalnız yaşamayı beceremeyen, yaşam sahnesinde bilinçlidir. Kral dış dünyanın
görünümlerine, anlama yeteneğine karşı kendini korumuyordu. Kendini beğenmiş
ise, sözde değeri, temiz görünümü korumuyor. Monin’e (1975 :86) göre, kendini
beğenmiş, “entelektüel, büyük bir komedyen ve bir şıklık düşkünü” olarak
tanımlanabilir.

3. 8. 3. Ayyaş

Küçük Prens’in ziyaret ettiği üçüncü gezegende bir ayyaş oturmaktadır.


Dünyayı kendi malı mülkü sanan bir kral ve dünyasını kendine hayran kişilerle
sınırlayan bir kendini beğenmişten sonra kendisiyle artık sadece içki şişesiyle
iletişim kurulabilen bir ayyaş. İçki bağımlısı bu kişi durumunun farkındadır ve
48

kendisi için üzülmektedir. Onun bu içki karşısındaki çaresizliği, insanların nasıl bu


hale düştüğünü anlayamayan Küçük Prens’i kederlendiriyor.

Ayyaş “—Neden içiyorsun” (44) diye soran Küçük Prens’e, “içmenin


utancını unutmak için” içtiğini söylüyor. Ve kendi yazgısıyla ilgili bu sözlerden
sonra, tam bir sessizlik içine gömülüyor. Ayyaş bu durumda, bilinçaltında, içmek
için kendi kendine bahaneler üretmekte, yaşamla arasına aşılmaz duvarlar
örmektedir. Yaşadığı kısırdöngüyü görmeyi reddetmekte ve bu kötü alışkanlığının
bilincinde olmayı kabul etmemektedir. Genellikle bir süreç içinde düzenli olarak içki
içme sonucunda ortaya çıkan alkol bağımlılığının nedeni, kişinin kendinden ve kendi
dünyasının baş edemediği sorunlarından kaçma isteğidir. Ama bu kaçış sorunları
çözmek yerine ayılınca unutmak için yeniden içmeyi gerektirmektedir. Sürekli
içmenin sonucunda gelişen bağımlılık artarak devam etmektedir. Yaptıklarının kötü
olduğunu bilseler de, artık bu kişiler içmeden yaşamaya devam edemezler. Kişilikleri
giderek yok olan bu kişiler için içmek artık bir yaşam tarzı olmuştur. Sonunda her
şeylerini, tüm değerlerini ve en sonunda da yaşamlarını kaybederler.

Kendine karşı söylediği bu yalan, ayyaşın akıl sağlığını koruyor ve yaşamı


kabullenmesini sağlıyor. O belki de gerçekten içmenin utancını unutmayı istiyor ama
hiç şüphesiz her şeyden önce, yalnızlığını, hiç arkadaşının olmayışını unutmak
istiyor. Düşünce olarak kral ve kendini beğenmişe çok yakın olması ve onun da bir
kısırdöngü içinde bulunması insanda akraba oldukları şüphesini uyandırıyor. Ayyaş
da diğerleri gibi kendisine verilen hiçbir tavsiyeyi duymamakta ısrarlı davranıyor.

Monin’e (1975 :88) göre, “anlaşılmaz, ağırkanlı, kavgacılığı olmayan,


yaralanabilirliğinin arkasına gizlenen, unutulmayı arayan bu kişi gevşeklik, nadir
arkadaşlar arasında kendini önemli görme, nefsine çok düşkünlük ve içki gibi şeylere
zafiyet gösterme gibi özelliklere sahiptir ve aynı zamanda kör, asosyal ve
uyuşuktur”.
49

3. 8. 4. İşadamı

Küçük Prens’in gittiği dördüncü gezegende işiyle çok meşgul bir işadamı
oturmaktadır. Zira “O denli işine dalmıştı ki, Küçük Prens geldiğinde başını bile
kaldırmadı.” (46) İşadamı matematiğin daha doğrusu toplamaların içinde kaybolmuş
bir şekilde sürekli hesaplamalar yapıyor. Artık hesaplamalar dışında her şey ona
sıkıntı veriyor. İşadamı sözcük bilgisinden yararlanarak düşüncelerini ifade etmek
yerine, basit sözcüklerle onları anlatmaya çalışıyor. “Yıldızlar” demek yerine o
şairane bir şekilde şöyle demektedir:

“—Kimi zaman havada görülen milyonlarca küçük şey” (47)


“—...parlayan küçük şeyler” (47)
“—Tembel insanlara olmayacak düşler kurduran küçük parlak şeyler” (47)

İşadamı da, kral gibi, mülkiyeti, zenginliği seviyor. Bu da onun bulunduğu


yerden ayrılmasına engel oluyor. “(Yıldızlara sahip olmak) —Zengin olmama
yarıyor.” (48) Aynı zamanda işadamı, hareketsiz bir yaşam sürüyor ve bu yüzden
romatizmadan muzdarip. “…bir romatizma krizi yüzünden. Yeterince hareket
yapamıyorum.” (47) Yıldızlara sahip olmayı zengin olmasına, zengin olmayı da eğer
birisi başka yıldızlar bulacak olursa bunları satın almasına yaraması için istiyor.
Aslında onun için önemli olan şey, sadece nesneye sahip olmaktır. O yıldızlara sahip
olmak istiyor, sürekli hesaplar yapıyor ama daha onların adını bile bilmiyor.

Kral, kendini beğenmiş, işadamı gibi kişiler, eşyaya sahip olma gibi dış
zenginliklerle iç fakirliklerini unutmak istiyorlar. İşadamı zamanın para olduğu bir
dünyada hayalindeki çocukça coşkuyu bastırıyor ve sürekli ciddi bir adam olduğunu
dile getirerek tabiatının derinliklerindeki çocuksu masumiyeti böylece bastırmaya
çalışıyor: “Ciddi adamım ben! Düş kuracak zamanım yok.” (47).

Ama o Küçük Prens’in soruları karşısında kendini ele veriyor. Açıklık,


ciddiyet, düzenin bozulmasından kaçınmak, düş kurmak ya da gezip tozmakla zaman
50

kaybetmemek, mülkiyet, zenginlik, bir düşüncenin ilk kez onun aklına gelmesi,
bankaya yatırmak işadamı için söylenebilecek anahtar kelimelerdir.

İşadamı entelektüel, felsefi tartışmalara yatkın bir kişidir. “—Krallar sahip


olmazlar, ‘egemen olurlar’. Çok farklıdır bu iki şey.” (48) Toplumun robot adamı ya
da bilimsel işadamı şiirsel duygusunu bir an bile kaybetmediği için, kendi
gerçekliğinin yakınında olduğu söylenebilir.

Yıldızları düzenleyen, onları sayan ve aklı başında bir adam olduğunu


söyleyen bir iş adamının, yıldızları sayıp bir kâğıda yazması, sonra bu kâğıdı bir
çekmeceye koyup kilitlemesi, Küçük Prens’e eğlenceli fakat önemsiz bir iş olarak
görünür. Zaten önemli şeyler konusunda, yetişkinlerin görüşleriyle kendi görüşleri
hiç uyuşmaz. Bu nedenle, Küçük Prens işadamına çiçeğini sulamak ve yanardağlarını
süpürmek gibi işlerin onlara yararlı olduğunu ama işadamının yıldızları saymasının
yıldızlara hiçbir yararının olmadığını söylüyor. Ve buna dayanarak “işadamı ağzını
açtı, ama söyleyecek bir şey bulamadı, Küçük Prens de çekip gitti.”(49) Onun bu
tavrı, sahip olunan şeylere karşı bazı sorumlulukların bulunduğunu anımsatır. Küçük
Prens’in bu sözlerinin işadamının kafasında soru işaretleri oluşturması ve yaşamında
yeni ufuklar açmış olması muhtemeldir. “Yararlı” sözcüğünün burada anahtar kelime
olduğu söylenebilir. İşadamı, inatçı, çalışkan, dengeleyici, düşünen, sebatkar, sabırlı,
mülkiyete düşkün kişilik özellikleri göstermektedir:
“Küçük Prens’in öyküsündeki bu tip, hayatta yalnız sahip
olduğu para, mal ve zenginliklerle ilgilenen, bunların bir
şeyler yapmak için araç olduğunu unutup amaç olarak bu
maddi değerlere yönelen insanların bir parodisidir”
(Direk, 2002 :87).

3. 8. 5. Fenerci

Küçük Prens’in gördüğü gezegenler içinde en küçüğü olan bu gezegende, bir


fener ve fenerciye ancak yer vardır. Kural ve yönetmeliklerle belirlenmiş görevine
51

rutin bir şekilde çok bağlı olan bu fenerci “emir emirdir” sözünü kendine ilke
edinmiştir. Kuralların mantıklı olup olmadığını sorgulamadan gözü kapalı bir şekilde
görevini yerine getirmektedir:
“—Eskiden akla yakındı. Sabah söndürür, akşam yakardım…
Gezegen yıldan yıla gitgide daha hızlı dönmeye başladı, ama
yönetmelik değişmedi!” (52)

Fenerci bu korkunç işe uyumu reddetme, yeniliği reddetme, alışkanlıklara


gözü kör bir şekilde bağlılık gibi nedenler yüzünden hala devam etmektedir.
Hiyerarşik bir düzende kendisinden daha üst konumdaki bir kişinin baskısı altında
olmamasına karşın, kurallara ve düzene aşırı bir bağlılık göstermektedir. Bütün
bunların sorumlusu da o gizemli yönetmeliktir. Burada Saint-Exupéry, bir sisteme
körü körüne bağlılığın eleştirisini yapmaktadır.

Fenerci ast durumda olmanın kompleksiyle, işinde çok da mantıklı değildir.


Kendisinden bile gizlediği bir güven eksikliği duymaktadır. Özeleştiri yapmadan,
korkarak aldığı kararlar yüzünden edilgen bir kişilik özelliği göstermektedir.
Eyleminden ziyade gerçekten yani feneri yakıp söndürmeyi bırakırsa, kendisinin ya
da yaptığı işin çok da gerekli ve önemli olmadığının farkına varmaktan
korkmaktadır. Zira böyle bir durumda yaşamına yeni bir yön vermesi ve yaşamında
yeni kararlar alması kaçınılmaz olacaktır. Ama o böyle bir şeye hazırlıklı değildir.

Fenercinin işini mükemmel bir şekilde, hiç aksatmadan yaptığı tartışılmaz bir
gerçek. Küçük Prens de çok olumlu bir perspektiften bakarak onun için şöyle
düşünüyor: “…bu adamı tüm ötekiler, kral, kendini beğenmiş, ayyaş, işadamı
küçümserdi. Ama yine de bana gülünç gibi görünmeyen tek kişi o… Belki de kendisi
dışında başka bir şeyle uğraştığı için.” (53) Kendisine dost olmaya en yakın kişi
olarak da onu görüyor: “Ötekilere kıyasla, dost olabileceğim tek kişi oydu.” (53)
Küçük Prens gezegenden ayrılırken üzgündür. Zira “Bu kutlu gezegenden, özellikle
yirmi dört saatte 1440 günbatımı izleyemediği için ayrıldığına hayıflanıyordu
aslında!” (53)
52

“—İşin feci yanı da bu ya!” (52) diyerek gerilimi artırıyor. İnsani dengenin
zararına çalışma inancının, üretimin hızlanmasının, serinin veriminin ya da toplumsal
rutinin gönüllü bir kurbanı bu fenerci basmakalıp işlerin arkasında gerçekliği
çarpıklaştırıyor: şans, yönetmeliğe bağlılık. Asla söz konusu hiçbir değeri, hiçbir
iddiayı, hiçbir geleneği, hiçbir alışkanlığı ertelemiyor. Bir makine, robot, köle,
ilkelerin insanı, eskiye dönük bir kişi olan bu fenerci kendisinin ve dünyanın
değişimini reddediyor.

Fenercinin ağırkanlı ama kurallara candan bağlı, kararları reddeden, sürekli


üzgün, şair ruhlu, kendine acı çektirmeyi seven bir kişi olduğu söylenebilir.

3. 8. 6. Coğrafyacı

Küçük Prens’in ziyaret ettiği, diğerlerinden on kat daha büyük bu görkemli


gezegende, kocaman kitaplar yazan, kâşiflerin eksikliğini hisseden yalnız bir insan
olan yaşlı bir coğrafyacı oturmaktadır. Diğer gezegenlerin sakinleri gibi, bürosundan
dışarı çıkıp gezmeyen bu çok önemli kişi de çok da normal davranış özellikleri
göstermiyor. Kâşiflerin yokluğu ona sıkıntı veriyor. İçinde kayıtların çok açık bir
şekilde, araştırma düzeyindeki gibi tutulduğu bir yönetmeliği var. İşinin ehli bir insan
olan ve bütün kitapların içinde de coğrafya kitaplarının ne kadar değerli olduğunun
bilincindeki bu coğrafyacı, bürosunda kâşifleri kabul ederek onlara sorular
yönelterek kâşiflerin hatıralarını not ediyor. Eğer ilginç bulursa, o kâşifin ahlakı ile
ilgili soruşturma yaptırıyor. Ahlakı iyi görünüyorsa, keşfi hakkındaki soruşturmayı
derinleştiriyor. Örneğin, büyük bir dağın keşfi söz konusu ise delil olarak o dağdan
koca koca taşlar getirmesini istiyor.

Küçük Prens’e göre, coğrafyacının yaptığı iş, kral ve işadamının yaptığı işten
daha az gülünçtür. Küçük Prens, onu önce sonsuz bilgi kaynağı olarak görür, çünkü
coğrafyacı kendini denizlerin, ırmakların, kentlerin, dağların ve çöllerin nerede
olduğunu bilen bir bilgin olarak tanıtır. Küçük Prens, büyük bir merakla sorular
sormaya başladığında, coğrafyacının içinde yaşadığı dünyanın güzelliklerini
53

bilmediğini anlar.

Rolünün kölesi, üstelik dış olaylara ve kâşiflerin yokluğuna uyum sağlamayı


bilmiyor. Fenerci geçmişte yaşıyordu, coğrafyacı ise gelecekte. “Belki”, “bilemem”,
“hiç belli olmaz” onun çok sık kullandığı sözcüklerdir. Coğrafyacı kendi
gezegenindeki dağları, ırmakları, okyanusları, çölleri, kentleri bilmiyor yani
gezegeniyle ilgili hiçbir coğrafi bilgiye sahip değildir. Bu bilgisizliğinin nedeni
olarak da kendisinin kâşif olmamasını gösteriyor ve bunların kâşiflerin işi olduğunu
iddia ediyor. Bu tespitleri yapacak kâşif de olmadığı için kendi gezegeninin coğrafi
özelliklerinden habersiz bir yaşam sürüyor. Kendi görevinin araştırmak değil,
kaydetmek olduğunu düşünüyor.

Bir kitapta bütün dünyayı tespit etmeyi hayal ederken onun amacı aylaklık
yapmak değildir. Kaybolup gitmek korkusuyla bilinmemeyi isteyen bir kişidir
coğrafyacı. Sonra o ciddiyetinin, öneminin, sorumluluğunun arkasına sığınıyor.
Yazılarının sürekliliği, bürosu, incelemeleri ile kişisel görüşünün simgesi olmuştur.

Coğrafyacı az konuşur, sebatkâr ve mantıklıdır. O ne hayalci, ne orijinal, ne


de sosyaldir ama işinde son derece başarılıdır. “Bürokrat, başka yazarların kitaplarını
kendininmiş gibi gösteren, kişisel yaşamı olmayan, kendi kendini bilgi yönünden
yetiştirmiş, büyük bilgin, otorite” (Monin, 1975 :93) onun için söylenebilecek
anahtar sözcüklerdir.

Yukarıda kısaca değinilen, kral, kendini beğenmiş, ayyaş, işadamı, fenerci,


coğrafyacı gibi tiplemeler, çeşitli sosyal insan tiplemelerinden sadece birkaçıdır.
Monin’e (1975 :93) göre, “yalnızlık, isteyerek yalnız olma; kendiliğinden tepkiler,
hesap denkleştirmenin saçmalığı; ruhsal ve sosyal değerden yoksun tekdüze çalışma;
yaşamsal içsel isteklerin reddi: dostluk ve toplumsal bağlar; kölelik, kişisel
memnuniyet kazanmak için dış nesnelere bağlılık, üzgün yaşamlar ve yüzler bu
tiplemelerin dikkat çekici özellikleridir”.

Kazanım, bu kişilerin eylemlerinin her birinin tek amacıdır:


54

“—Neyin nesidir, merak ederim şu esnemeleri. Haydi! Bir daha esne. Bu bir
buyruktur.” (37)
“—Ellerini çırp da gör… Kırma beni, yine de hayran ol sen!” (43–44)
“—Onlara sahibim. (yıldızlara)” (48)
“—Bana gezegenini anlatacaksın!” (56)

Bütün bu benmerkezci kişiler arasında, coğrafyacı Küçük Prens’e anahtar


kelime olarak “geçici” sözcüğünden söz edecek ve çok yararlı bir tavsiyede
bulunacak: “— (git) Dünya gezegenine. İyi ün yapmış bir gezegendir…(58)

Bu kişilerin meşguliyetleri “yararlı” şeyler değildir. Örneğin, fenerci, gezegen


eski ritmine göre daha hızlı dönmeye başladığı için, ona ayak uydurmaya çalışır.
Yine coğrafyacı için iş, güzelliği yüzünden gerçekten yararlı bir yıldız hayal etmek,
aynı şekilde çöllerin, dağların, denizlerin, nehirlerin, şehirlerin nerede bulunduğunu
bilmektir. Zira birinde içini zenginleştirirken, diğerinde seyirci ama yaratıcı değildir.
Küçük Prens’in bakış açısıyla ona gülünç görünmeyen tek kişi, bu portreler
galerisinde, başka şeyden ziyade kendisiyle meşgul olan kişi olacaktır.

Bu benmerkezci insanlar yalnız ve mutsuzlar ve toplumsal görünüşlerinin


örtüsü altında insan gerçeğini buluyorlar. Kralın bir diğer kişiye, bir dosta; kendini
beğenmişin onu alkışlayacak birisine; ayyaşın içki şişesini unutturacak ve teselli
edecek bir dosta; işadamının yıldızlara; coğrafyacının kâşiflere; fenercinin ise fenere
ihtiyacı var. Hepsi de, doğrudan ya da değil, itiraf edilmemiş ya da dile getirilmemiş
bir dostluk için dışa bağlanıyorlar.

Aşırı farklı ve karışık bir dünyanın ortasında, bu insanlar çok garip


davranıyorlar. Konulara, unutulmuşluğa, manzaraya, saygınlığa, yıldızlara, bir
yönetmeliğe bağlılığa sahip olmayı arıyorlar. Ama konular bulundukları yerden
ayrılıyor, unutulmuşluk utanca yol açıyor, manzaralar mutlu etmiyor, saygınlık
kibirli kişiler tarafından kimseye geçmediği için reddediliyor, yıldızlar sadece sayıca
fazla ve bağlılık yorgun ve mutsuz kılıyor. Aradıkları şeyi bulamadıkları için de
darmadağınık ve de hareketliler. Onların arayışı tamamen boşuna görünüyor. Bütün
55

bunlar bencillerin hak olarak istedikleri bu yaşam, bu maddeci dünyada yalnızlık,


üzgünlük ve can sıkıntısına neden oluyor.

Eylemlerin ya da olayların kaynağında onları genel olarak güdüleyen tek şey


dostluktur. Bu hareketliliklerin anlamı sinirsel bir hesap denkleştirme; bu hesap
denkleştirmenin nedeni ise onların çocuksu, gerçek, derin isteklerinden korkmaları
yani isteklerini bastırmalarıdır.

Küçük Prens’in ziyaret ettiği gezegenlerdeki kişiler, kendisiyle, ilgi alanları


dışında bir kişi olarak ilgilenmiyorlar. Küçük Prens’in nasıl bir kişi olduğunu merak
etmiyorlar, onu anlamıyorlar ama katlanamayacakları bir yalnızlık içinde oldukları
için gitmesini de istemiyorlar. Hepsi de tekdüze tutkuların, tekdüze uğraşların,
tekdüze düşüncelerin aynı zamanda kalıplaşmanın tutsağı olan bu kişileri Küçük
Prens de anlamıyor. Çünkü kendini beğenmişlik, krallık, ayyaşlık, işadamlığı
çocukların değil, erişkinlerin özellikleridir ve bunlar, büyükleri çocuklardan
uzaklaştırarak yalnızlığa ve doyumsuzluğa iterler.

Ayyaş ya da kral gibi belirli bir rolün, sınırlı bir yaşam alanının dışına
çıkamayan kişilere rastlamak için, Küçük Prens gibi gezegenleri dolaşmak
gerekmiyor. Dar bir alana hapsolmuş, hep bir şeyin peşinde koşan, sürekli koşuşan,
belirli bir rolün tutsağı kişiler toplumda her zaman vardır. Bu tutsaklık, bu koşuşma,
bu tekdüzelik ise başkalarının bağımsız bireyler olarak algılanmasını, onların iyi ya
da kötü özelliklerinin, varsa erdemlerinin farkına varılmasını engellemektedir.
Ayyaş, kral, kendini beğenmiş, iş adamı Küçük Prens’i onları algılayan, onları
merakla dinleyen bir kişi olarak algılamıyor ve onun bireyselliğinin farkına
varamıyorlar. Kral emirlerine uymasını, kendisine emir verilecek olanaklar
sağlamasını, kendisini beğenmiş ona hayran olunmasını bekliyor. İkisi de Küçük
Prens’e belli bir görev veriyor, onun bireyselliğini tanımak yerine ondan yalnızca
belirli bir görevi üstlenmesini bekliyorlar. İş adamı işine, ayyaş içkisine öylesine
bağımlılar ki, tüm yalnızlıklarına karşın, Küçük Prens’in gelişini algılayamıyorlar.
56

3. 9. Pilot

Küçük Prens nihayet ziyaret için dünyaya geliyor. Dünyada oturan kişiler de
diğer gezegendekilere benzer özellikler gösteriyorlar. Makasçı ve satıcıdan sonra
Küçük Prens pilotla karşılaşıyor ve ona başından geçen bütün olayları anlatmaya
başlıyor. Bu uçak pilotu aynı zamanda öykünün de anlatıcısıdır. Monin’in
(1975:100) vurguladığı gibi, pilotluğu meslek olarak seçen Saint-Exupéry sadece bir
eylem adamı olmakla kalmayıp aynı zamanda bir öncü (uçak filosunda öncü, rehber,
yazar, kitap ressamı, mucit), bir analizci (çocuklar için doktor, nükteciliği, renklerden
ve sözcüklerden yararlanması ile bir sanatçı, insan incelemeleri ile alışılmış aktif bir
grup), adı ve lakabı (Saint-Ex) ile yazar olarak bilinmektedir.

Psikanaliz aracılığı ile bilinmektedir ki, sıradanlığın üstünde yükselmeyi


isteyen kişi pilot olmak ister. Bir yükselme aracı olan uçak, aynı zamanda hareket ve
ilerlemenin de simgesidir.
“Jung’a göre, kişinin hareket özellikleriyle, düşüncesinin ya
da iç hayatının özellikleriyle taşıtın özdeşleştirilmesidir; uçuş
ve uçağın bozulması simge yoluyla kahramanının ve bu eseri
düşünen kişinin ruhsal derinlik isteğini ve mantıklı bir
yaşamın kabulünden sonra onların maneviyatını bulmada bir
anlık beceriksizliğini hatırlatıyor”
(Aktaran :Monin, 1975 :101).

Pilot uzun bir yalnızlığın başlangıcında, “…karşılıklı konuşabileceğim bir


kimse olmadan, yalnız yaşadım.” (11) “…yerleşim bölgesi olan her yerden bin mil
uzaklıkta…” (11) diyerek Sahra çölündeki yalnızlık ve yoksulluğunun boyutlarını
göstermeye çalışıyor.

Bu bozulan motorla birlikte pilotta bir vazgeçiş baş gösteriyor. “Yanımda ne


teknisyen ne yolcu olduğu için, güç bir onarımı tek başıma başarmayı denemeye
kalkıştım. Bu benim için bir yaşam ve ölüm sorunu idi. Ancak sekiz gün yetecek
kadar suyum kalmıştı.” (11) Burada heyecanların merkezinde olan kalbin
57

duyarlılığını kaybetmesi görülmektedir. Büyük kişiler tarafından cesareti kırılmış


olağanüstü bir ressamlık kariyeri olan bu pilot gerçekten bugünkü kişi mi?
Çocukluğunda onu vazgeçiren büyük bir kişi yoksa kendisi mi? “Dolayısıyla başka
bir meslek seçmek zorunda kaldım ve uçak kullanmayı öğrendim.” (10) Onlara ayak
uydurmayı ve ciddi insanlarla iletişim kurmayı kabul eden bir kişi ve artık bundan
sonra mantıklı bir insan oluyor.

Pilot dünyada yaşayan binlerce pilottan sadece birisidir. Onun ufuğu kumla,
kuyuyla, uçakla; ilişkileri ise sarışın küçük bir çocukla sınırlı görünse de aslında
sürekli böyle değil. O diğer insanlardan bahsetmeyi biliyor ve büyük insanlarla çok
sık bir arada yaşadığı için onları çok yakından tanıyor. Uçakla dünyanın aşağı yukarı
her yerine gittiği için her yeri az çok biliyor. Artık oraya buraya gidip gelmiyor.
Tanıdığı dünyada o kadar çok hayal kırıklığına uğramış ki, insanlar artık düşüncesini
değiştiremiyor.

“O ne arıyor” sorusuna “hiçbir şey” diye cevap verilebilir. Kader onu çölde
yakalıyor. Onu yönlendiren koruma içgüdüsünü unutarak zor bir tamiratı tek başına
başarmayı deniyor. Çölde yürümenin, bir kuyu keşfetmenin, Küçük Prens’i
dinlemenin, onun için resim yapmanın mutluluğunu tadıyor. Korumak, kazanmak
istediğinde, Küçük Prens’in bu gülmesini artık işitemeyeceği fikrine tahammül
edemeyeceğini anladığında, gerçeklerin ve olayların aksine, fenerciye ya da krala
yakışır bir cümle kurarak üç kere tekrarlıyor: “Bırakmayacağım seni…” (88) .

Pilot kimsenin oturmadığı, tüketim toplumu olmayan ve üstelik medeniyetten


uzak bir dünyadan, hükümdarlığın, gücün ve karmaşıklığın dünyasına geçiş yapıyor.
Bu bilgelik aşığının, bu gerçek filozofun bir dostu, dinlenecek öyküleri, kara kalemle
çizilmiş resimleri, çölde yapılmış bir yürüyüşü kısacası bir varoluş nedeni var. Bütün
arayışlarının boşuna olduğunu ve saçma bir yürüyüş sonrası kuyu keşfetmeyi biliyor
sadece. O aramaksızın alıyor, fethetmek istediği şeyin iz bırakmadan kaybolup
gidişini görüyor.
58

Uçağın motorunun tamiratı zor görünse de Küçük Prens uçağın motorunun


tamir edildiğini öngörüleri sayesinde fark eder farketmez, gezegenine dönmeye karar
veriyor. Pilotun artık kendisine ihtiyacının olmadığını düşünerek pilotu şaşırtıyor.

Çölde uçağın bozulması, ısı, çölde meditasyon, inanç birliği ihtiyacı gibi
konuların önem kazanmasına yol açıyor. Küçük Prens’ten daha kahraman olan bu
pilot, motorunu bu içsel yolculuk esnasında onararak, yeniden yola çıkmaya hazır
hale geliyor.
“Bozuk uçaklı pilot, yüzeyselliğe ve günlük yaşamın
sıradanlığına artık tahammül edemeyen ve manevi rehberin,
ilahi pilotun, insani ısıyı taşıyıcı elçinin, bütün insanların
bütün eylemlerinin sorumlusunun, kılavuz insanların rolüne,
çocukluğa, varlığın gerçek değerlerinin anlaşılmasına,
dostluğa doğru ilerleyen insanı simgeleştirmiştir”
(Monin, 1975 :105).

3. 10. Küçük Prens

Öykünün sadece merkezinde olmakla kalmayıp, ona adını da vererek önemini


iyice ortaya koyan küçük çocuk kahraman, büyük şef yani; Küçük Prens.

Küçük Prens her şeyden önce bir çocuktur. Ama çölde bulunuşu, söyledikleri,
davranışları akılla ve mantıkla açıklanamadığı için oldukça gizemli bir çocuktur da.
O da diğer bütün çocukların gösterdiği tepkilere benzer tepkiler verir. Kitabın daha
ilk sayfalarında “— Lütfen… Bana bir koyun çiz!” (11) diyor pilota çocukça bir
tepkiyle. Küçük Prens sağlıklı ve genç bir hayvan resmi elde etmeye uğraşıyor. Ardı
arkası gelmeyen sorularla ifade edilen merak, sürekli olarak benmerkezci davranış ve
onu mükemmel kılan bilgilere duyulan istek pilotun her sorun önünde sessizliğini
gidermiyor. “Bana bir sürü soru soran Küçük Prens hiç de benim sorularımı
duyuyormuş gibi görünmüyordu.” (15) Bunların küçük çocukların belirgin
özelliklerinden oldukları söylenebilir. “Ve gördüm ki tümüyle olağanüstü, küçük bir
59

adam beni ciddi ciddi süzüyor… Çölün ortasında, her türlü yerleşim bölgesinden bin
mil uzakta kaybolmuş bir çocuğa benzeyen hiçbir yanı yoktu.” (12) Bu çocuk ciddi
bir şekilde konuşuyor. Ayrıca küçük bir çocuk için biraz fazla ahlakçı bir tarza ve
melankoliye olduğu kadar mizah yeteneğine de sahiptir: “Kimi zaman bugünkü işini
yarına bırakmakta sakınca yoktur” (24) diyor baobaplarla ilgili konuşurken. “Bu bir
disiplin sorunudur… Çok küçükken gülfidanlarına benzer baobaplar. Bunları bu
fidanlardan ayırt eder etmez düzenli olarak söküp atmak gerekir.” (23)

Küçük Prens yazardan çocukların kafasında iyice yer etsin diye güzel bir
resim yapmasını istiyor. Küçük Prens, ziyaret ettiği gezegenlerde karşılaştığı kişilerin
varlığının anlamı, pilot, tilki, çiçeğin sözleri, çalılar kısacası her şey üstüne derin
derin düşünüyor. Bu da yaşı ne olursa olsun, bu çocuğun düşüncesini ifade etme
tarzının basitliği içinde, yaşından daha olgun olduğunun göstergesidir. Ayrıca
kasaların içindeki koyunları görmeyi ya da aynı şekilde boaların içindeki filleri
görmeyi ancak bir çocuk başarabilir.

Hayvanların dilini yani yılan ve tilkininkini sadece Küçük Prens anlıyor.


Olağanüstü bir önseziye sahip olan Küçük Prens bu yönüyle masal kahramanlarına
benzemektedir. Onların beni ile derin bir iletişim kurabiliyor. “Uçağındaki arızayı
giderdiğine sevindim” (86) diye konuştuğunda Küçük Prens, pilot ona “Nereden
biliyorsun ki sen?” (86) diye şaşırarak soruyor.

Gerçekçi planda, Küçük Prens’in sadece bir betimlemesi değil, yazarın onu
tanıtan birçok resmi var. Yazar Küçük Prens’i tek tip çizmek yerine değişik ve farklı
renkli kıyafetler içerisinde çizmiş. Elbisesi açık kahverengi, yeşil, açık yeşil, fıstık
yeşili, haki, açık sarı, altın sarısı gibi renk değişiklikleri gösterirken, fil ayağı
şeklinde genişleyen paçalarıyla denizci pantolonlarına benzeyen pantolonu oldukça
dikkat çekici görünüyor. Yeşil, mavi ya da griye benzer mavi bir renkte olan
ayakkabılarının tabanının tamamı toprağın bütün yüzeyine nadiren değiyor.
Genellikle değişik renklerde olan giysisinin kemeri, bazen de giysisinin kendi
tonunda olduğu için pek görünmüyor. Genellikle rüzgârda dalgalanan eşarba, bazen
de papyona dönüşen ünlü boyun atkısı ara sıra da kayboluyor.
60

Yazarın kişisel görüş açısından, bilinçli ya da bilinçsizce, Küçük Prens’in


giysileri ile psikolojisinin sıkı sıkıya bağlı olduğu söylenebilir: “Denizci
pantolonlarının aynısı olan pantolonlar macera ve yolculukları, koni biçimleriyle ise
uçuşu öyleyse ruhsallığa doğru hareketi; palyaçolarınkine benzer pantolonlar şair,
hayalci, sezgili, duygulu kişileri anımsatmaktadır. Küçük Prens iki hava arasında
dalgalanmadığı zaman, toprağa öylesine yavaşça basmış ayakkabılar, hava gibi hafif,
periler dünyasıyla ilgili, uçucu, ruhani bir kişi havası veriyor. Kemerinin renginin
giysisiyle uyumu ya da giysiyi ayırması Küçük Prens’in üzüntü yaratan psikolojik
bölünmesi üzerine etki ediyor, hareketi ve arayışı güdülüyor. Yıldızların altında
olduğunda zaman giysisinin kemeri tamamen kayboluyor ya da iki büyük sevinçli
anında (ölüm günü ve kuyunun önünde) giysinin rengini alıyor ve artık onu
bölmüyor. Buna karşılık, asteroite gitmeden önce, kriz anında (sakinken ve günlük
çalışmalar esnasında değil), yeniden birleşme dönüşü için henüz hazır olmadığı,
kovduğu yılanla konuşması esnasında o hep orada. Sevinçli anlarında dalgalanan
boyun atkısı, üzgün anlarında boynunda asılı duruyor ve ölümünde boynunda
kayboluyor. Dalgalanan boyun atkısının rüzgârı çağrıştırarak, ruhani bir dünyayı ya
da güneşin birleştirdiği bir güneş ışığını, kırılganlığı, koruma ihtiyacını temsil ettiği
söylenebilir” (Monin, 1975 :109-110). Yazar bu boyun atkısını Küçük Prens’le bir
baba gibi meşgul olduğu sırada çözecek. “Boynundan hiç çıkarmadığı sarı atkısını
gevşettim.” (84)

Yazar çizdiği Küçük Prens’in resimleriyle ilgili olarak ise şöyle demektedir:
“Kuşkusuz, olabildiğince asıllarına benzeyen resimler
çizmeye çalışacağım. Ama başaracağımdan da tümüyle emin
değilim. Bakarsınız biri güzel olmuştur, bir başkası aslına
benzememiştir. Boy konusunda da biraz yanılıyorum. Birinde
Küçük Prens fazla uzun boylu, bir başkasında da fazla küçük
olmuştur. Giysisinin rengi konusunda da duraksıyorum. O
zaman şöyle böyle, iyi kötü deneyerek işi yürütüyorum.
Kısacası, daha önemli ayrıntılarda da yanıldığım olacak. Ama
bağışlanmam gerekir. Arkadaşım hiç açıklama yapmıyordu
61

bana. Belki beni kendisi gibi sanıyordu. Oysa ben, ne yazık


ki, sandıkların içindeki koyunları görmeyi beceremem.” (21)

Başı güneşin sembolü, Tanrı ile ruhani bağı ima eden, ilahi, altın sarısı
saçlarla süslenmiştir. Atkısında ve boynunda yer alan gizemli çiçek ise, “çiçeğini
gördüğü her şeyde hatırlamasının yanında aşkın, gelişmenin, hayranlıkla
seyretmenin, hayallere dalmanın”, boynundaki gül ise, “dostluğa bilinçsizce
bağlılığın” (Monin, 1975 : 112-114) simgesidir.

Küçük Prens gezegenleri ziyaretinden sonra vardığı çölde, pilotla ve tilkiyle


karşılaşmadan ve çiçeğine dönmenin gerekliliğini anlamadan önce bir çocuk olarak
görünmektedir.

Pilot için Küçük Prens kim? Gün doğumunda ortaya çıkan bir hayalet mi?
Gerçek ya da hayal mi? Düş ya da hayal mi? Hayal ya da halüsinasyon mu? Çölde
ölme korkusuna bağlı halüsinasyon ya da güneşin altında serap mı? Hiç şüphesiz bu
yabancı kişi pilota birçok kere yeniden görünüyor günler boyunca. Ama bunlar da
aynı şekilde serap mı, hayal mi asla bilinemeyecek. Öyle ya da böyle Küçük Prens
çölde, pilotun hareketsiz yaşamında önemli bir yer tutuyor:

Küçük Prens’le karşılaşmadan önce, yazar, yalnız, gerçekten konuşacak


kimsesi olmayan, sessizlik ve yalnızlık içinde kaybolmuş, ölümün eşiğinde bir
haldeydi.

Küçük Prens’le karşılaştıktan sonra, yazar, çölün güzelliğini görmeyi,


insancıl bir heyecanı hissetmeyi, geleceği, görünmezliğin önemini algılamayı,
bozulan motorunu tamir etmeyi biliyor.

Küçük Prens’in gidişinden sonra, yazar, mutlu olma, mutlu bir anı hatırlama,
kederlendirici ölüm kavramını aşma yeteneğine sahip bir hale geliyor ve gerçek
dostluğu öğreniyor.
62

Küçük Prens, pilotun özverisine izin veriyor. Onun için, kendini merkezde
görme endişesini unutarak pilot Küçük Prens’e şöyle diyor:
“— … hala uçağımı onaramadım, hiç içecek suyum kalmadı;
ben de senin gibi yavaş yavaş bir çeşmeye doğru yürüseydim
mutlu olurdum!” (77)

“Bu cıvata hala diretirse, çekiçle bir vuruşta söküp atacağım onu… Laf olsun
diye söyledim. Ben ciddi şeylerle uğraşıyorum şimdi!” (28) Bir çiçeğin dikenlerinden
bahsedildiğini dinlemek için, bir “mantar” gibi davranmaktan vazgeçen pilot, alet
edevatını bir kenara bırakarak ağlayan Küçük Prens’i avutmaya çalışır. “Çekicim,
cıvatam, susuzluk, ölüm adamakıllı vız geliyordu bana.” (30) Sonra Küçük Prens’in
istediği kuyuyu bulmak için çölde yürümeye koyulur ve onu kollarına alarak yola
devam eder. Özveri eylemi, koruma ve bağış hareketleri: aşk.

Bu Küçük Prens, mantar gibi davranan insanları, ciddi insanları, büyük


kişileri ayırt ediyor; kasanın içindeki koyunu, boa yılanının içindeki fili görüyor.
Ciddi insanlarla aynı temaslar, onların arkadaşlığından mutluluk duymanın
olanaksızlığı, onların varlığının sıradanlığı önünde aynı eleştirel davranışlar yazarın
gençliğindekiyle benzerlikler gösteriyor.

Yazar, bununla beraber, büyük kişilerin olduğu tarafa geçiyor ve aklı başında
insanı oynuyor. Onun asosyalliğini sadece Küçük Prens kabul ediyor. “O uzlaşmayı
reddeden, hoşuna gitmeyen şeylerden kaçan, sahte görünüşün ikiyüzlülüğünü, uyumu
kabul etmeyen başka bir gezegenden gelmiş bir yabancıdır” (Monin, 1975 :119).

Küçük Prens, klasik temsili resimlerdeki gibi sarışınlığıyla ve uçma


yeteneğine sahip olmasıyla bir meleğe benzemektedir. Vücudu o kadar az ona
benziyor ki, sanki bir yıllığına ödünç alınmış gibi duruyor. “Eğer o sırada karşınıza
bir çocuk çıkarsa, gülerse, altın sarısı saçları varsa, sorularınıza yanıt vermiyorsa,
kim olduğunu elbette anlayacaksınız.” (95) diyor pilot.
63

Kuyunun suyu, koyun resmi, sorular ve olmayan cevaplar, gezegenler arası


yolculuk, yılan, tilki, çölde kabuk, gül, yıldızlar… Bütün bunlardan şunlar
çıkarılabilir:

—Yaşamın amacı, eylemde ve cömertliktedir.


—Sahip olmak, çok can sıkıcı ve tehlikeli olabilir.
—Gerçek görmek istediğimiz şeydir.
—Dinlemeyi, soru sormayı ve susmayı bilmek gerekir.
—Bilgilerin biriktirilmesi zararlıdır.
—Köklerle mutlu olunur.
—Ölüm bir zorunluluktur.
—Sadece kalp gözüyle görülebilir.
—Her insanın olduğu gibi bilge kişinin de dostluğa ihtiyacı vardır.
—Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sen sorumlusun.
—İnsanların artık hiçbir şeyi tanımak için vakti yok.
—Dil yanlış anlamaların asıl nedenidir.
—Onu o kadar önemli yapan şey için bu zaman kaybıdır.
—Olan şeyden mutluluk duymayı bilmek gerekir.
—Herkes bir şeyden sorumlu olma ihtiyacı duyar.
—Dostluk da aşk da ölümsüzdür.

Küçük Prens kendisiyle baş başa kalmak için çöldedir. Kavrayışının,


yalnızlığının, bilincinin onu götürdüğü yaşamın çölünde, Küçük Prens, pilota,
tilkinin de aracılığı ile temel bilgiler vermek için bir elçi sıfatıyla bulunuyor.

Sürekli serüvenden serüvene atılmakla Küçük Prens okuyucuya yaşamın


önemini ve anlamını duyumsatıyor. Böylece ölümün, arkadaşlığın derin anlamı daha
iyi fark ediliyor. Dostluk, ölüm ve yaşam üstüne insana geniş ufuklar açıyor.
Monin’e (1975 :124) göre, “Aslında o, her insanın temiz ve derin benliği ve her
insanın egosu ve görünen benidir; yani denilebilir ki, onun serüveni herkesin
serüvenidir. O bütün gösterilerde ya da gizli güçlerdedir… Küçük Prens sıklıkla
64

davranışını haklı göstermek, boşluğunu doldurmak, sıkıntılarını dengelemek için


sağduyuyu seçiyor”.

Küçük Prens’in terk ettiği gezegen, biraz cennete benzemektedir. Zira orada
insan güzel gün batımlarını hiç kaçırmadan seyredebiliyor. Üstelik yaşam, orada çok
sakin ve dingindir. Küçük Prens öykünün sonunda aslında ölmüyor, bu cennet
gezegene geri dönüyor. Yolculuğu ise sadece başka bir ülkeye ya da başka bir
bedene göç olarak da düşünülebilir:
“—Ölmüş gibi görüneceğim, ama gerçekte ölmeyeceğim…
Çok uzak yolum. Bu bedeni taşıyamam. Çok ağır.” (89)

“—Bırakılmış eski bir ağaç kabuğu gibi olacağım.” (90)


diyor Küçük Prens pilota.

“Ama Küçük Prens’imin gezegenine döndüğünden eminim,


çünkü gün doğarken bedeni yoktu ortada. Öyle ağır bir beden
de değildi hani onunkisi…” (91) diyor pilot.

Küçük Prens de her şeyi kabul ediyor. Pilot gibi, o da ülkeler gördü ve aynı
zamanda çeşitli gezegenler arasında seyahat etti. Ama insanlarla konuşmakla
yetinmedi. Çiçekler, hayvanlar da onun tanıdıkları arasındaydı. Güleç, hayalci,
ahlakçı, yargıç, üzgün, öfkeli, hıçkıra hıçkıra ağlayan ya da kahkahalarla gülen bir
Küçük Prens… Karşılaştığı dünyalara, dış dünyaya çeşitli fiziksel tepkiler sundu.

Küçük Prens aradığı şeyi gayet iyi biliyordu ve bunu, dostlar aradığını
karşılaştığı herkese söylüyordu. İnsanlar sahip olmada isteklerinin cevabını
bulamıyorlar. Pilot altı yıl önce bir dostunu kaybettiği için biraz teselli bulmuş olsa
bile yine de üzgün olacak. Küçük Prens ise “—İnsanın, ölecek olsa da, bir dostu
olması yine de hoş bir şey.” (77) diyor. Yani Küçük Prens’in amacı duyulardan
kaynaklanan, bir eşyaya sahip olur gibi bir dosta sahip olmak değil. Onunki insani
varlıklar arasında yaşayarak manevi, içsel, doğal bağı elinde bulundurmakla
eşanlamlıydı. Küçük Prens, birçoklarının arasından seçilmiş, bir varlığın yanında
65

olsa bile, hala sadece varlığını dileyen bir kişidir. Öyküde, durgun insanın, sahip
olmanın ve eylemlerin boşluğunun bilincinde olan pilot, yavaş yavaş Küçük Prens’in
düşüncesine doğru yol alıyor. Özgürleştirme, gelenekleri öğrenmiş olma,
evcilleştirme, dostluk gibi kavramların da bunda oldukça etkili olduğu söylenebilir.

Çölde meditasyon sırasında, insanlık ve eylemleri üstüne bu gezide, artık


pilot da Küçük Prens de yaşamı ve ölümü tanıyorlar ve ruhun ölümsüz olduğunu; her
hoşluğun ve her acının gömüldüğünü; bir vücut toprağa konduğu zaman üzgün
olmak gerekmeyeceğini; insanın bir arkadaşını kaybettiğinde onun için değil kendisi
için ağladığını biliyorlar.
66

4. KÜÇÜK PRENS’İN EĞİTSEL İŞLEVLERİ

Küçük Prens’te Saint-Exupéry, tilki, gül, yılan, baobaplar, gezegenlerde


oturanlar gibi eğitsel öğelerden yararlanarak, gizemli konuşmalarla mutluluk, sevgi,
insan ilişkileri, dostluk, sorumluluk, felsefe öğrenimi gibi konulara değinirken
çocukların hayal gücünü ve dilsel gelişimini gizemli anlatımı, gizemli kahramanı ve
gizemli kişileriyle zenginleştirmektedir.

İsmi, yaşı ve nereden geldiği bilinmeyen bir kahraman olan Küçük Prens,
yaşamdaki tekdüze olayların birtakım ayrıntılarını ortaya koymaktadır. Büyük
insanların arasında, ciddi olmayı öğrenen Küçük Prens’in ne ailesi, ne de akrabaları
vardır.

Küçük Prens’e göre, tüm insanlar, modern dünyanın gerektirdiği


sorumlulukları ihmal etmeden, dostluk bağı kurarak, kalp gözüyle görerek, buğday
tarlalarının rengini, çölün ortasında bir kuyunun varlığının önemini, koyunların ve
güllerin gerekliliğini daha iyi anlayabilirler.

Küçük Prens, masalı ciddiye almayan, onun altında neler yattığını gözleriyle
göremeyen, dünyevi tutkularla kör olan büyükleri, altın sarısı saçlı, başka bir
gezegenden gelmiş bu masal kahramanı aracılığıyla sorumluluk duygusu üzerinde
düşünmeye davet etmektedir.

Saint-Exupéry, bir masal havası içerisinde küçüklerden çok büyüklerin


okuduğu bir yapıtta küçüklere seslenirken, gerçekte büyüklere seslenmektedir.
İnsanlar olduğu sürece her çağda var olacak olan, insansal anlayışlar ve davranışlar
konusunda, dostluk, sorumluluk gibi duyguları, okuyucuya, çocukluğun o saf ve
temiz dünyasına açılan bir pencereden aktarmaktadır. Öğüt vermeden, ders vermenin
sıkıcı, bezdirici ve kızdırıcı havasına girmeden çocukluk günlerini az yaşayan hatta
anımsamayan, meslekleri ne olursa olsun bütün büyük insanlara seslenerek, herkesi
çocukluk dünyasının tatlı, taze ve saf havasına çağırmaktadır.
67

Küçücük gezegeninde hüküm süren Küçük Prens’in öyküsünü, uzaydaki


yolculuğunu ve dünyadaki serüvenlerini hemen hemen bütün dünya biliyor.
Deneyimden deneyime koşarak her şeyi öğrenen, gizleri anlayan Küçük Prens
dünyaya varmadan önce birkaç büyük kişiyi gözlemleme fırsatı elde ediyor. Böylece
onların “hatalarını, niteliklerini, garip fikirlerini, bayağı durumlarını ve nesneleri
görmedeki yetersizliklerini, hesap yapmadaki tuhaf alışkanlıklarını ve küçük
gezegenlerinden çıkarak küçük kişisel ilgilerini unutmanın onlar için olanaksızlığını
yakından görüyor” (Ancy, 1965 :61).

Küçük Prens erişkin Saint-Exupéry’nin içinde taşıdığı çocukluğudur,


Antoine’dır. Büyükler tarafından anlaşılmamış, onların mantığı ile kafası karışan,
büyükleri tuhaf bulan çocuğun, çocuk Saint-Exupéry’nin bir simgesidir. Aslında bu
tuhaflık, bu anlaşılmazlık pilot Exupéry ile briçten, golften konuşmak isteyen sığ
kişiler arasında sürer. Büyükleri anlayamayan, onlarla anlaşamayan ve onlarla
konuşacak ortak bir konu bulamayan Küçük Prens, Büyük Sahra Çölü’nde Saint-
Exupéry ile karşılaşır.
“Bu çocuk ve erişkin Exupery’nin bir birlikteliğidir. Küçük
Prens öyküsü bu birlikteliğin bir ürünüdür, çocuk ve erişkin
Exupery’nin doğurganlığıdır, tek olmuş (birlenmiş) ikilinin
ortak bir yapımıdır. Ruh çözümsel açıdan içindeki çocuğa
yaşama hakkı veren, çocukluğuyla bütünleşmiş, çocuk ve
erişkin kendiliklerini bireşim (sentez) yapabilmiş bir yazarın
yaratısıdır öykü” (Odağ, 2004 :82).
.
Bütün insanlar aynen çocukluklarını taşıdıkları gibi büyükler ile yaşadıkları
sorunlarını, anlaşmazlıklarını, düş kırıklıklarını da kendi içlerinde taşırlar. Yalnız
kaldığı, güç durumda olduğu, destek ve dayanak aradığı, büyüklerin yaptıkları
saçmalıklarla karşılaştığı durumlarda, bu nedenle her yetişkinin içinde yaşayan
Küçük Prens yani çocukluğu canlanır. Saint-Exupéry’nin kazadan sonra Küçük Prens
ile karşılaşması bir tesadüf değildir. Canlılığın, bozulmamışlığın, sevginin, insanı
insan yapan değerlerin simgesi izlenimi veren Küçük Prens’in ince sesi, aslında
68

içindeki çocuğa, genelde çocukların sesine kulak verilmesi yönünde büyükleri


uyarıyor. Özkaya’ya (2005 :109) göre, “Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’indeki tek
gerçek çocuk, pilottur. Anlatıdaki Küçük Prens ise hayatın acılarını tanıyan bir bilge
çocuk görünümündedir. Yazar, yetişkinler arasında, dostluk ve dayanışma
duygusunun yok oluşunu, manevi değerlerin değişmesini dile getiriyor. Değişmeyen
şeyler ise gökyüzü, yıldızlar, sessizlik ve gecedir”.

Küçük Prens, sık sık yetişkin insanların tuhaf olduklarından, yaşama kalp
gözüyle bakamadıklarından yakınmaktadır. Yazar, bu anlatıda, yetişkin insanların
uygar bir dünyada ilerlerken, dostluk ve dayanışma duygularından uzak kalmamaları
gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. Bu öyküdeki basit ama derin anlamlar içeren
simgelerle yazar, kendini yeniden keşfederken, okuyucuya da düşüncesinin özünü
sunmaktadır. Yazara göre, yetişkinler istedikleri ve de aradıkları şeyi bilmedikleri
için sürekli yanılıyorlar. İnsanların yaşamını ve özgürlüğünü tehdit eden modern
dünyaya karşı mücadele etmek için, Saint-Exupéry geçmişin yanında yer alarak
çözüm aramaktadır.
“Exupéry, böylece günlük halinin ona getirdiği her şeyden bir
süre için de olsa uzaklaşarak ruhunun ve düşüncesinin biraz
dinlenmesini sağlıyor: Tasa, karmaşıklık, bıkkınlık, endişe,
keder, ahlaki sorunlar ve şüphelerden biraz olsun kaçarak
tamamen doğal bir sığınak olan çocukluğa yöneliyor. Aslında
orada olmayı asla bırakmadığı genç Tonio’yu buluyor ve
gerçeğe doğru onun sayesinde yürüyor” (Ancy,1965 :61).

Saint-Exupéry’nin kahramanı ne yapmak istediğini, ne yaptığını bilen, daima


bir amaç uğrunda çaba sarfeden bir kişidir. Bu görüş içinde insan ve insanlık
ilişkileri, dostluk, mutluluk, sorumluluk, sevgi, felsefe gibi konular yer almıştır.
69

4. 1. Mutluluk Öğrenimi

Mutluluk, sadece elde edilmiş olan nimetlerden yararlanmak, ya da bir amaç


için savaşmak değil aynı zamanda, daha iyiye ve güzele doğru atılan adımın, yapılan
mücadelenin, harcanan çabanın bir ödülüdür. Mutluluğun şartı da mutluluğu aramak
değil mücadele etmek, güçlüğü yenmek, tahammül etmektir. Mutluluk olmuş bitmiş
bir durumun değil devamlı şekilde değişen ve gelişen bir durumun ifadesidir:
“—Milyonlarca, ama milyonlarca yıldızdan yalnızca birinde
bulunan eşsiz bir çiçeği seven bir insan varsa, bu insanın
yıldızlara bakarken mutlu olması yeterlidir. Kendi kendine
şöyle der: “Çiçeğim orada, bir yerde…” (30)

“—…öğleden sonra saat dörtte geleceksen, ben saat üçte


mutlu olmaya başlarım. Vakit ilerledikçe, ben de kendimi o
ölçüde mutlu hissederim. Saat dört oldu mu kıpırdanmaya,
kaygılanmaya başlarım şimdiden; mutluluğun değerini
anlamışımdır!” (70)

Uzun arayışlarının sonunda Küçük Prens ve pilotun buldukları kuyu ipiyle,


çıkrığıyla, kovasıyla tam bir mucizedir. Suya kavuşmanın verdiği mutluluk, güneşin
pırıltısında, çıkrığın sesinde, su içen Küçük Prens’in bedeninin tüm hareketlerinde
betimlenmektedir:
“… kuyuyu uykudan uyandırdık, o da şarkı söylüyor…” (80)
der Küçük Prens.

“Kulaklarımda hala çıkrığın ezgisi vardı ve hala titreşen suda


güneşin de titreştiğini görüyordum.” (80)

“Bir şenlik kadar hoştu içişi. Bu su bir içecekten çok çok


farklı bir şeydi. Yıldızların altında yürüyüşten, çıkrığın
70

ezgisinden, kollarımdaki güçten geliyordu. Bir armağan gibi


yürek ferahlatıcıydı.” (80)

Küçük Prens’e göre mutluluk ne aradığına bağlıdır. Bu bir damla su da


olabilir, bir çiçek de. Küçük Prens insanların doyumsuzluklarına şaşırarak bir
bahçede beş bin gül yetiştirebilen birisinin neden aradığı mutluluğu bulamadığına bir
türlü akıl erdiremez. Küçük Prens’e göre mutlu olmak için çok fazla şeye gerek
yoktur. Asıl sorun dünyada değil, insanların dünyayı görme biçimindedir:
“—Senin dünyandaki insanlar, dedi Küçük Prens, aynı
bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, ama yine de aradıklarını
bulamıyorlar orada...
—Doğru bulamıyorlar, dedim.
—Oysa aradıkları şey tek bir gülde ya da biraz suda
bulunabilir.
—Elbette, dedim.
Küçük Prens ekledi:
—Ama kördür gözler. Yürekle aramak gerekir.” (80–82)

“—İnsanlar hızlı trenlere doluşuyorlar, ama ne aradıklarını


bildikleri yok. Dolayısıyla da koşuşturuyor, dört
dönüyorlar…” (79)

Aradan altı yıl geçtikten sonra pilot, Küçük Prens’in gezegenine geri
döndüğünü, gezegeninde çiçeği, koyunu ve yanardağlarıyla mutlu bir yaşam
sürdüğünü ve oradan kendisine gülümsediğini düşünerek mutlu olur.

Küçük Prens’e göre, bu dünyada dostça ve mutlu yaşamanın yolu, kalp


gözüyle bakmasını bilmektir. Bu dünyada karşılaşılan sorunların üstesinden
gelebilmek için sahip olunan değerlerin kıymetini bilmek gerekir.
71

4. 2. Hayal Dünyasının Gelişimi

Öyküde Küçük Prens ile gizemli çiçeği arasında diyalog yani karşılıklı
konuşma, birbirini anlama vardır. Bu, çocukların yaşadığı düşsel dünyanın olağan bir
parçasıdır. Çocukların dünyasında, büyüklerin dünyasında olduğu gibi kesin ayrımlar
yoktur. Saint-Exupéry, çiçeği kişiselleştirerek çocukların hayal dünyasının gelişimine
katkıda bulunmuştur.

Küçük Prens’in öyküsü oldukça gizemlidir. Küçük Prens’in gezegeni, ziyaret


ettiği diğer gezegenler, tilkiyle ve yılanla konuşması, dünyada geçirdiği bir yıl,
gezegenine dönüş şekli, ölümü, kişiliği sırlarla doludur. Pilot geceleri yıldızları
dinleyerek beş yüz milyon çıngırak sesi duyduğunu iddia etmektedir. Pilot için
gökyüzünde parlayan herhangi bir yıldız, artık bundan sonra Küçük Prens’in ona
gülümsediği bir yıldız, Küçük Prens için ise pilot çıkrığı paslı bir kuyudan çıkan taze
su olacaktır.

Üzerinden altı yıl geçtiği halde, yaşadığı olayların gerçek üstü olduğunu
düşünen pilot, bu gizemli öyküyü kimselere anlatmamıştır. Pilot, belki de
başkalarının onu eleştirmesinden ya da alaya almasından ya da normal olmadığını
düşünmelerinden korktuğu için, kendisini bu kadar çok etkileyen bir öyküden
kimseye bahsetmemiştir. Küçük Prens’in ortadan kayboluşundan gezegenine
döndüğü sonucunu çıkararak, onun gezegeninde neler yaptığını merak eder,
koyununa tasma için kayış çizmeyi unuttuğuna üzülür, koyunun çiçeği yiyeceğinden
korkar, sonra Küçük Prens’in fanusla onu örtmeyi unutmayacağını hatırlayarak
rahatlar.

Saint-Exupéry, konuşan çiçekleri, düşünen hayvanları, sandığın içinde


uyuyan görünmez koyunu gerçekmiş gibi anlatmaktadır. Oysa asıl gerçek olan, kral,
işadamı, coğrafyacı, susuzluk giderici hap satıcısı gibi insanların yaptıkları
tuhaflıklardır. İnsanların dünyasındaki her şey, küçülüp gözden kaybolmaya, silik bir
72

şekilde görünmeye başlıyor.

Saint-Exupéry’de tasavvuf ve eylemin ötesinde, yeniden bulunmuş


çocukluğun ya da masumluğun efsanesi vardır. Ibert’e (1960 :79) göre,
“Gençliğinden beri Exupéry kendisini ‘çocukluğunu sürgün etmiş’ gibi hissediyordu
ve eserlerinde sık sık nostaljiyle düşüncesini açıklayarak hayallerle dolu bu yılları
kaygısızca canlandırıyordu. Onun için çocuk, görünüşle alay eden, nesnelerin içini
kalbiyle görebilen kişiydi ve böylece her şeyin apaçık kendisine benzediği hayali bir
dünya yaratıyordu”.

Saint-Exupéry, büyükler için büyüleyici bir öykü olan Küçük Prens’le, asla
kaybetmediğine inandığı bu çocukluk dünyasını yeniden yaşatmaktan hoşlanıyor ve
teselli edilmeye ihtiyacı olan bir arkadaşına böylece yaklaşmayı ümit ediyordu.
Yazar, diğer kitaplarında bahsetmeyi alışkanlık haline getirdiği çok derin problemleri
unutturmadan, ondan daha gerçekçi ve daha temiz olan bir şeye koyuldu. Küçük
Prens’in gelişigüzel okunmasını da istemeyen yazar bunu nasıl başaracağının
yollarını aramaya başladı. Ama küçük kahraman o kadar sevimliydi ki, heyecan
verici bir ciddiyet ve zarif bir hayal gücünün birlikte olmasıyla eser, okuyucuyu
hemen baştan çıkarmaktadır.

Küçük Prens, genellikle anlamı açık olmayan bir konuşmalar dizisi gibi
görülmektedir: gökyüzünden düşmüş, sürekli sorular soran ve oturanlardan binlerce
mil uzaklıktaki çölde uçağı bozulmuş pilota başından geçenleri anlatan tamamen
olağanüstü küçük saf bir adamın yani eserin baş kahramanının sesine bağlıdır eser.

Küçük Prens dünyaya indikten sonra, çıktığı dağdan boşluğa “Kimsiniz?”


diye sesleniyor. Sesin yankılanarak dönmesine “İnsanlarda hayal gücü diye bir şey
yok. Kendilerine her söyleneni yineliyorlar… Gezegenimde bir çiçeğim vardı: Her
zaman söze o başlardı…” (64) diye insanların hayal gücünün olmayışından
yakınıyor.
73

Küçük Prens insanı yatıştırıyor, hayallere daldırıyor, gerçeği güzelleştiriyor,


düzenle alay ediyor, olduğu şeyden başka şey olmaktan endişe etmeksizin yaşamın
kırılganlığını kabul ediyor.

Dünya edebiyatını alt üst eden ve gerçekte ise bir pilot olan Saint-Exupéry,
Küçük Prens’te çocuksu saflığın ve hayal gücünün günlük yaşamın karmaşası içinde
nasıl kirlendiğini sade ama çarpıcı bir dille anlatmaktadır.

4. 3. Sorumluluk Öğrenimi

Saint-Exupéry’e göre, varolmak için ortak bir işte görev almak, bir
sorumluluk yüklenmek gerekir. Küçük Prens’te tilki bunu en güzel şekilde
açıklamaktadır:
“—Senin gülünü bu denli önemli kılan, onun için harcamış
olduğun zamandır.
—Gülüm için harcamış olduğum zamandır… dedi Küçük
Prens unutmamak için.
—İnsanlar bu gerçeği unuttular, dedi tilki. Ama sen
unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sorumlu
oluyorsun. Gülünden sorumlusun…
—Gülümden sorumluyum… diye yineledi Küçük Prens
unutmamak için.” (74)

Pilot, dostlarını ve çocukları uyarmak ve tehlikenin boyutuna dikkat çekmek


için, Küçük Prens’in söylediğini yerine getirerek onun tanımına uygun bir şekilde
baobapların resmini çizer. Buradan insanların yaptıkları kadar yapmadıklarından da,
sadece kendilerinden değil, başkalarından da sorumlu oldukları sonucu çıkarılabilir.
Ayrıca ortak bir işte sorumluluk almak, birbirine tam bir bağlılığın da ifadesidir.

Küçük Prens gezegeninde yalnız olmasına karşın, yine de kendisine yaşamı


ile ilgili kurallar, birtakım düzenlemeler koymuştur. Örneğin, her gün baobaplardan
74

gezegenini temizlemesi, yanardağlarını süpürmesi. Hatta gezegeninden ayrılacağı


gün bile, tekrar geri dönüp dönmeyeceğini bilmemesine karşın yine de bu günlük
işleri yapmaktan geri kalmamıştır. Kendisini hala gezegeninden ve bir zamanlar
yaşadığı yerden sorumlu hissederek yükümlülüklerini yerine getirmiştir.

Dünyada dolaştığı zaman içinde ve tilkiyle kurduğu dostluktan, dostluk ve


sorumluluk duygusuyla tanıştıktan sonra, Küçük Prens geçmişin özlem dolu ve görev
yüklü havasından kurtulamaz. Dostunu tepelerde, bir gezegende yapayalnız bıraktığı
için hüzün doludur ama yine de umutlu ve mutludur. Dostluğun ve sorumluluğun ne
kadar yüce bir değer olduğunu öğrenen Küçük Prens, kendisini o sorumluluğu,
tarlalardaki beş bin gülden insana dek herkese, her şeye yaymakla yükümlü
hissetmektedir.

4. 4. Sevgi Öğrenimi

İnsanın eğitiminde ve kişiliğinin gelişiminde sevginin çok büyük bir


katkısının olduğu inkâr edilemez. Çocuklar sevgi dolu bir ortamda daha iyi büyür ve
de gelişir. Sevginin bulunduğu ortamda düşmanlık ve çatışma olmaz. Seven insan
sevdiğini saygı ile yüceltir ve ona karşı kendisini sorumlu hisseder.

İnsana en çok yakışan, ona iyiye, güzele ve mutluluğa yönelme isteği veren
bir duygu olan sevgi, seven ile sevilen arasında duygulara dayalı bir iletişim kurar.
Seven kişinin gözünde her şeyi olduğundan daha değerli kılar. Hem seven hem de
sevilen için, güvenli bir dünya yaratır. Seven kişi sevgisinin gücüyle mutlu olur.
Gerçek sevgi sevdiğini seyretmekten, onunla ilgilenmekten, ona emek vermekten haz
duyulmasına yol açar. Sahiplenmeyi amaçlamaz, tüketici değil üreticidir.
“—O zaman hiçbir şey anlayamamışım! Onu sözlerine değil,
eylemlerine bakarak değerlendirmeliydim. Beni güzel
kokulara boğuyor, bana ışık saçıyordu. Hiçbir zaman onu
bırakıp kaçmamalıydım! O küçük hilelerinin ardındaki
sevgisini görmeliydim. Çiçekler öyle değişik ki! Ama ben o
75

sıralar onu sevmeyi bilemeyecek kadar küçüktüm.” (34)

Yazar sevgi hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirmektedir:


“Ancak ortak ve çıkarsız bir amaçta, benzerlerimize
bağlandığımız zaman rahat bir soluk alabiliriz. Deneylerimiz
bize göstermiştir ki, sevmek birbirini seyretmek değil, bir
arada aynı yöne bakmaktır. Aynı yüksek amaçta birleşmeden
hiç bir arkadaşlık olamaz… Düşüncelerimizin meyvesi olan
yöntemlerde birbirimizden ayrılıyoruz. Yoksa amaçlarda
değil. Amaçlar hep aynıdır” (Saint-Exupéry, 1995 :145).

Öyküdeki kişiler aşkın, dostluğun, iletişimin olanaksızlığı ve istekten doğmuş


huzursuzluk ve yalnızlık içinde, sosyal kabuklarının altında, rollerinin,
alışkanlıklarının arkasında titriyorlar. Bu gezegenlerdeki insanlarda, pilotta, Küçük
Prens’te, gülde, tilkide fark edilmektedir. Hepsi de yalnız olan bu varlıklar sadece
sevilmek, kabul görmek, evcilleştirilmek istiyor. Bunların bir kısmı bu gereksinimi
bilerek “—Dostum olun, yalnızım…” (64) —Gel benimle, oynayalım…” (67) —
…evcilleştir beni!” (69) diyor. Diğer bir kısmı da bilinçsizce, yerinde duramayarak
yıldızları kaydediyor, kendini beğeniyor ya da yalvarırcasına ondan kalmasını istiyor.

Küçük Prens, kendi küçücük gezegeninden, yetişkin insanların yürekten


bakmayı ve sevmeyi unuttukları varlıkları, yeniden öğretmek amacıyla dünyaya
gelmiştir. İnsanların çocukluk dönemlerinde yaşayıp da, sonra yavaş yavaş
kaybetmeye başladıkları saflık ve içtenlik duygusunu geri vermeye çalışır.
“—Yalnızca çocuklar bilirler ne aradıklarını, dedi Küçük
Prens. Bir bez bebek uğruna zaman harcarlar, bebek de çok
kıymetli olur, ellerinden alırsanız ağlamaya başlarlar…” (75)

Küçük Prens ile çiçeği arasında bir sevgi ilişkisi olduğu görülmektedir. Yoksa
Küçük Prens, sevmediği bir çiçeğin kaprislerine ve sitemlerine neden katlansın, ya da
ona niye hala ilgi göstersin, bakımına devam etsin? Eğer ayrılık sözkonusu
olmasaydı, çiçek hala kaprislerine devam edecek, Küçük Prens de onun bakımını
76

devam ettirecekti. Ama çiçeğin sevdiğini kaybetme korkusunu yaşaması, kendisiyle


bir iç hesaplaşma yaşamasına yol açmıştır. Hatalarını fark eden çiçek, kaprislerinden
vazgeçerek Küçük Prens’e olan ilgi ve sevgisini açıkça göstermeye çalışır. Ama
bunu Küçük Prens’in gitmesini engellemek için yapmaz, onun özgürlüğünü
kısıtlayacak, suçluluk duymasına neden olacak davranışlarda bulunmaz, yanında
ağlamaz. Çiçeğin sevgisi, sevdiğini baskı altına almaya çalışan bir sevgi olmaktan
ziyade sevdiğini özgür bırakan bir sevgidir.

Sevdiği çiçeğini, gezegenini özleyen, artık sevgiyi tanıyan Küçük Prens, bunu
cömertçe sunmaya hazırdır. Dünyaya ait önyargılardan habersiz olan Küçük Prens,
bu yüzden tilkiye de, yılana da önyargıyla yaklaşmamıştır. Yüreği sevgiyle dolu olan
küçük kahraman, çiçeğine özenle bakmış, onun için emek harcamıştır. Onu korumak
için harcadığı çabadan ve sorumluluktan mutluluk duymuştur. Başka insanların
korku ve düşmanlık beslediği yılana ve tilkiye dostça yaklaşarak onlarla iyi ilişkiler
kurmuş, onların sevgisini kazanmış, onlarda iyi izlenimler bırakmıştır. Küçük Prens’i
tanıdıktan sonra evcilleşen tilki, dünyaya daha başka anlamlar yüklemiştir ve tilki
ona ait anılarla zenginleşmiştir.

Küçük Prens’in etkisinde kalan pilot, dış görünümlerin etkisi altında


kalmamayı öğrenmeye başlamıştır. Bir evi, yıldızları ya da çölü gizemli kılan şeyin,
içinde yaşanılan mutluluklar, dostluklar olduğunu öğrenmiştir. Küçük Prens’e göre,
yetişkin insanlar sadece meyvenin kabuğunu görebiliyorlar, içindeki meyvenin tadına
varamıyorlar. Pilot, kollarında uyumuş Küçük Prens’le uzun bir süre yıldızların
altında yürürken beklenmedik bir olayla karşılaşır. Çölün ortasında susuzluktan
ölmek üzereyken bir çöl kuyusuyla karşılaşmanın, dünyadaki bütün hazinelerden
daha değerli olduğunu düşünür. Küçük Prens ve pilotun çölde buldukları su, artık
sadece fiziksel bir yaşam aracı değildir, sevgi ve umutla çabalayarak ulaştıkları,
kalplerini ferahlatan bir içecektir. Kuyudan su içtikleri sahnede çocuk Saint-Exupéry
ile erişkin Saint-Exupéry’nin konuşması sevgi dolu, doyulmaz bir sıcaklığı
iletmektedir:
“Kovayı dudaklarına kaldırdım. İçti, gözlerini kapatarak. Bir
77

şenlik kadar hoştu içişi. Bu su bir içecekten çok çok farklı bir
şeydi. Yıldızların altında yürüyüşten, çıkrığın ezgisinden,
kollarımdaki güçten geliyordu. Bir armağan gibi, yürek
ferahlatıcıydı.” (80)

Sevgi ve dostluğun güçlü duygulara sahip kişiler arasında yükseldiği görülür.


Şüphesiz sevgi dostlukla aynı şekilde açığa vurulmaz. Ouellet (1971 :148) “Sevgi,
Saint-Exupéry’de her şeyden önce gizemdir. Varlıkların gizemli olması aynı
zamanda sevgiyi de daha gizemli yapacaktır” der. Küçük Prens’in gezegeninde
çiçeğin ortaya çıkışı, uzun ve gizli bir hazırlık sürecini kapsıyordu. Gezegenini istila
eden iyi ve kötü bitkileri ayırmaya alışık olan “… Küçük Prens’in çiçeği nereden
getirildiği bilinmeyen bir tohumdan filizlenmiş, Küçük Prens de başkalarına
benzemeyen bu filizi çok yakından izlemişti.” (31) Ama “filiz çok geçmeden boy
atmayı durdurup çiçek vermek üzere hazırlanmaya başladı.” (31) Gizem sevgiyi
doğuracak olan hoşlanmaya zemin hazırlar. İyice kafası karışan “kocaman bir
tomurcuğun oluştuğunu gören Küçük Prens bu tomurcuktan ortaya olağanüstü bir
şeyin çıkacağını pekâlâ seziyordu.” (31) Onun ortaya çıkacağı günü, bu gizemli
açılmayı sabırla ve dikkatle beklemişti. Ve sonunda gül güzelliğiyle baş döndürücü
bir şekilde ortaya çıktı. “Küçük Prens hayranlığını gizleyemedi: —Ne kadar
güzelsiniz!” (31–32) dedi.

Sevginin dikkatle incelemekle doğması olanaksızdır. Ouellet’e (1971 :150)


göre, “Sevgi ve dostluğun ana kuralı olan zaman kavramı, Saint-Exupéry’nin bütün
eserlerinde önemli rol oynar. Gerçekten bir hoşlanmayla da doğabilen sevgi yavaş
yavaş oluşur. Zaman olumlu duyguların bu ilerleyen gelişimine destek olur. Zira
sevgi ve dostluğu ilerleten ve kök salmasına izin veren, zamandır… Sevgiden önce
sevgiye yaklaşım vardır ve bu yaklaşım da belli töreleri kapsar. Küçük Prens’teki
tilkinin sevimli ifadesine göre ‘evcilleştirmek istenen varlık bağlanmak istenilen
varlıktır’”.
“—(…) Sen dost olmak istiyorsan, evcilleştir beni!
—Ne yapmalıyım? diye sordu Küçük Prens.
78

—Çok sabırlı olmalısın, diye yanıt verdi tilki. Önce benden


biraz uzakta, şöyle, otların üstüne oturacaksın. Ben sana göz
ucuyla bakacağım, sen hiç ağzını açmayacaksın. Çünkü dil
yanlış anlamaların asıl nedenidir. Ama her gün bana biraz
daha yakın bir yere oturacaksın…
Ertesi gün Küçük Prens yine geldi.
—Aynı saatte gelseydin daha iyi olurdu, dedi tilki.
Sözgelimi, öğleden sonra saat dörtte geleceksen, ben saat
üçte mutlu olmaya başlarım. Vakit ilerledikçe, ben de
kendimi o ölçüde mutlu hissederim. Saat dört oldu mu
kıpırdanmaya, kaygılanmaya başlarım şimdiden; mutluluğun
değerini anlamışımdır! Oysa sen herhangi bir saatte gelirsen,
yüreğimi gelişin için hazırlayamam… Bunun için gelenekler
gerekiyor.” (69–70)

Ouellet’e (1971 :150) göre, “Derin hislerle bağlanmaya istekli olan Saint-
Exupéry, böylece önemli karakteriyle, sadakatiyle, yarattığı hissin otantikliğiyle
aşkın törensel kuruluşunu sağlamaktadır”.
“—Senin gülünü bu denli önemli kılan, onun için harcamış
olduğun zamandır.” (74) dedi tilki Küçük Prens’e.

Sevgi objesini keşfetmek gerekir. “Oysa Küçük Prens’in bütün duygusal


dramı, sevginin gerçek doğasını bilmemesinden kaynaklanır. Saint-Exupéry’nin
gülün karakteri ile simgeleştirdiği sevginin gerekleri, ikilemleri, anlaşılmazlığı ve
karmaşıklığı karşısında henüz tecrübesiz olan Küçük Prens, sevgi karşısında
başarısızlığa uğruyor ve gülünü terk ederek kaçıyor” (Ouellet, 1971 :153). Şu da bir
gerçek ki, çiçeği anlaşılmaz ve çok karmaşık, sevimliliğinin baştan çıkarıcılığı içinde
kendi gücünden emin, gururlu, kendini beğenmiş, kendine güvenen ve kırılgan bir
varlıktı. Ve artık işveli ve kendini beğenmiş gül, çılgın bir âşık gibi, Küçük Prens’e
dayanılmaz ızdırap veriyordu:
79

“İşte Küçük Prens sevgisinde iyi niyetliydi ama çiçekten


çabucak kuşkulanmıştı. Önemsiz sözcükleri ciddiye almış ve
çok mutsuz olmuştu.” (33)

Sonunda karar kıldığı düşüncelerin ışığı altında, gezegenden gezegene


giderken ve yetişkinlerin dünyasını keşfederken, özellikle tilkinin önemli bilgileri
sayesinde Küçük Prens hatasını fark ediyor ve pilotla dertleşiyor:
“Onu dinlememeliydim, dedi bana bir gün itirafta bulunarak,
çiçekleri hiçbir zaman dinlememek gerekir. Onları
seyretmeli, koklamalı. Benim çiçeğim gezegenimi güzel
kokularla dolduruyordu, ama bundan sevinç duymayı
bilemedim. Beni çok sinirlendiren kaplan pençeleri ile ilgili o
söze gelince, bu da aslında bende acıma duygusu
uyandırmalıydı...”
Şöyle eklemişti:
“—O zaman hiçbir şey anlayamamışım! Onu sözlerine değil,
eylemlerine bakarak değerlendirmeliydim. Beni güzel
kokulara boğuyor, bana ışık saçıyordu. Hiçbir zaman onu
bırakıp kaçmamalıydım! O küçük hilelerinin ardındaki
sevgisini görmeliydim. Çiçekler öyle değişik ki! Ama ben o
sıralar onu sevmeyi bilemeyecek kadar küçüktüm.” (33–34)

Ouellet’in (1971 :154) de belirttiği gibi, “Sevmek önce bir işe yaramaktır,
hizmet etmektir ve hizmet ederek sevgi bir anlam kazanır”. Küçük Prens, yıldızlara
sahip olduğunu iddia eden işadamının kendisini teslim ettiği soğuk hesaplara
bakarken, mülkiyetin kendisi için yararsızlığını fark ediyor:
“—Benim, dedi, bir çiçeğim var, onu her gün sularım. Üç de
yanardağım var, onları her hafta süpürürüm. Sönmüş olanı da
süpürürüm, ne olur olmaz diye. Bu işler, sahip olduğum
yanardağlara ve çiçeğime yararlıdır. Ama senin yıldızlara bir
yararın yok.” (49)
80

“Onlarla aynı olan, birinin karşısına tamamen diğerinin yerleştiği iki varlık
arasında, yaşamsal bir bağ gelişir. Onlarda dolaşan aynı özsu onları besler. Onların
karşılıklı yarattığı bu gereklilikler, birini diğerine zorunlu kılar” (Ouellet, 1971 :155).
Küçük Prens kendisininkine benzer sonsuz çeşitlilikte güllerle dolu bahçeyi
gördükten sonra büyük bir acı ve şaşkınlık yaşar: “Eşsiz bir çiçeğim var diye kendimi
zengin sanıyordum, ne var ki sıradan bir güle sahipmişim.” (66) Küçük Prens sevgi
hakkındaki gerçeği dostu tilkiden öğrenir. Tilki onu sevgi mucizesinin yeri
doldurulamaz, tek ve değerli olduğu konusunda bilgilendirerek sevgi objesini
güzelleştirmekte ısrar eder. Küçük Prens’in de inandığı gibi, bu sevgi objesinin
dünyada türünün tek örneği olması gerekli değildir. Zira sevilen değerli varlığı
derinleştiren tek oluşu değil, onu bize yavaşça bağlayan binlerce bağdır, yavaş yavaş
iki yaşamın birlikte karışması ve aynı ritimde çarpmasıdır. Varlıkların tekliğine
adanan karşılıklı bu bağların yaratılması tilkinin Küçük Prens’e açıkladığı gibidir:
“—… Sen benim için tıpkı yüz binlerce oğlan çocuğu gibi bir
küçük oğlan çocuğusun şimdi. Ve benim sana gereksinimim
yok. Senin de bana gereksinimin yok. Ben de senin için tıpkı
yüz binlerce tilki gibi bir tilkiyim. Beni evcilleştirirsen
birbirimize gereksinimimiz olur. Sen benim için dünyada tek
olursun. Ben de senin için dünyada tek olurum.” (68)

Güllerin yanına dönen Küçük Prens’in tilkiden aldığı bilgilerle zenginleşmiş


olarak söylediği sözlerde, tek olduğu düşünülen bir varlığa adanmış inanç içinde bir
duygu bütünlüğü, zenginliği ve coşkusu açıkça görülmektedir:
“—Güzelsiniz, ama bir şeye yaramazsınız, dedi onlara ayrıca.
İnsan sizin için canını veremez. Elbette yoldan geçen biri
benim gülümün size benzediğini sanabilir. O tek başına
topunuzdan önemli. Çünkü suladığım o. Çünkü fanusun içine
koyduğum o. Çünkü rüzgârdan koruduğum o. Çünkü
tırtıllarını öldürdüğüm o. (iki üç kez kelebek olsunlar diye
bıraktıklarım dışında). Çünkü sızlandığı ya da böbürlendiği
hatta kimi zaman sustuğu sırada kulak kesildiğim o. Çünkü
81

benim gülüm o…(gülümü değerli kılan) Gülüm için harcamış


olduğum zamandır.” (72–74)

Küçük Prens, büyük bir acıdan kaçmak için, nesnelerin içsel görünüşünü
tamamen değiştirmeye çalışmaktadır:
“—…Bir yıldızda bir çiçeği seviyorsan, geceleyin gökyüzünü
seyretmek ne hoştur! Tüm yıldızlar çiçek açmış gibidir.” (87)

“—…Geceleyin yıldızları seyredeceksin. Benim ülkem o


kadar küçük ki yıldızımın nerede olduğunu sana gösteremem.
Böylesi daha iyi. Benim yıldızım senin için yıldızlardan biri
olacak. Öyle ki tüm yıldızları seyretmekten hoşlanacaksın…
Tümü senin dostun olacak. Bak, sana şimdi bir armağan
vereceğim…” (87)

“—Yıldızları vardır insanların, ama birbirlerine benzemezler.


Yolcular için kılavuzdur bunlar; kimileri için yalnızca birer
küçük ışıktır, bilginler için sorundur her biri. Benim iş
adamıma göre altın değerindedirler. Ama tüm bu yıldızların
sesi sedası çıkmaz. Senin öyle yıldızların olacak ki
kimseninkine benzemeyecek…
—Ne demek istiyorsun?
—Geceleyin gökyüzüne baktığında, ben bunlardan birinde
olacağım, bunlardan birinde güleceğim için, sanki tüm
yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek sana. Gülmesini bilen
yıldızların olacak.” (87–88)

Ama zaten tilki bu uyum çeşidinin yasalarını, Küçük Prens’e açıklamıştı:


“—…Ama beni evcilleştirirsen yaşamım güneş gibi
parlayacak, sevince, mutluluğa boğulacak. O zaman
tanıdığım tüm ayak seslerinden farklı bir ayak sesi
duyacağım. Çünkü tanıdığım o ayak sesleri beni yerin altına
82

kaçırtır. Senin ayak sesin beni inimden dışarıya çağıracaktır,


bir müzik gibi. Hem sonra, baksana! Orada, buğday
tarlalarını görüyor musun? Buğdayın bana yararı yoktur.
Buğday tarlaları bana bir şeyi anımsatmıyor. Bu da ne kadar
üzücü! Ama senin saçların altın renginde. Beni
evcilleştirirsen, bu ne harika bir şey olur! Altın rengindeki
başaklar seni bana anımsatır. Ve başaklarda rüzgârın sesini
duymak hoşuma gider…” (69)

Tilki de, veda anında alt üst olmuş bir şekilde, büyük bir sevecenlikle, Küçük
Prens’in sarı saçlarının altın sarısı buğday başaklarına benzediğini söylüyor:
“—Ama bak ağlamaklısın! dedi Küçük Prens.
—Doğru, dedi tilki.
—Öyleyse bundan hiç bir kazancın olmadı!
—Oldu, oldu, dedi tilki, başakların rengi yüzünden…” (72)

Pierre-Henri Simon sevgiyle ilgili olarak görüşlerini şöyle dile getirmiştir:


“Bir varlığı dünyada tek olduğu için sevmiyoruz, ama onu
sevdiğimiz zaman o dünyada tek oluyor: Bu öyle bir keşif ki,
Saint-Exupéry bunu küçük kahramanı ile sağlıyor”
(Ancy, 1965 :65).

“Saint-Exupéry’e göre, sevmek kalp gözüyle aramaktır. O asla tensel aşktan


bahsetmez. Bağlanan şey hislerdir ve sadece ölümlü yıldızlarda olmadan, var olmak
için yaşamın onlara ihtiyacı vardır” (Albérès, 1961 :161).
“Dudakları gülümseyecekmiş gibi yarı aralıkken, kendi
kendime yine diyordum ki: ‘Bu uyuyan Küçük Prens’in beni
en çok heyecanlandıran yanı, bir çiçeğe olan bağlılığı,
uyurken bile bir lamba alevi gibi içinde ışıldayan bir gül
görüntüsü…’ Ve onun daha da nazik olduğunu anladım.
Lambaları iyi korumak gerekir, ufak bir esinti söndürebilir
onları…” (78–79)
83

Sevgiyi soylu kılmak için özgür bırakmak gerekir. Çiçek, Küçük Prens
gezegenden ayrılırken çok üzülmesine rağmen asla ona kalmasını, kendisini
bırakmamasını söylemez, gidişine engel olmak istemez. Onu kendisiyle kalması için
zorlamaz, ona kendi başının çaresine bakabileceği izlenimi vermeye çalışır. Onu çok
sevmesine rağmen onu özgür bırakır:
“—Boşuna dolaşıp durma öyle, sinir bozucu bir şey bu.
Gitmeye karar vermişsin. Çek git.
Çiçek Küçük Prens’in onu ağlarken görmesini istemiyordu
çünkü. O kadar gururlu bir çiçekti ki…” (36)

Küçük Prens’in serüvenlerinin her birisi, okuyucuya, anlamı açık olmayan


görüntüler düşündürtür. Tilki ve gülünki şüphesiz en çok anlamla yüklü olanlardır.
Çiçeği tarafından evcilleştirilmiş Küçük Prens, onu kurtarmak için yaşamını
sunmaya, kendini adamaya, vücudunu değiştirmeye hazırdır. Eğer gezegenine geri
dönmezse, zayıf ve kırılgan olan çiçeğini sulamak ve korumak için orada kimse
olmadığından çiçeği zavallı bir şekilde solacak. Kendisini ondan sorumlu hissettiği
için, “ölmüş gibi olma” zorunluluğunu da kabul ediyor ve yılan onu ısırarak geldiği
toprağa geri gönderiyor. Eğer tilki sırrını ona söyleyerek: “İnsan ancak yüreğiyle
bakarsa bir şeyi iyi görür, iyi anlar. Gözler bir şeyin özünü göremez.” (74) diyerek
aşkın ve dostluğun töreleri arasındaki anlam hakkında onu aydınlatmasaydı, Küçük
Prens yaşamın ne olduğunu anlayamayacaktı.

Öykünün bu iki cümlesine yerleşen ahlak, onları yalnız varlıklar olmaktan


kurtarma yeteneğine sahip sevgi ve dostluktur. Saint-Exupéry’nin diğer tüm
eserlerinde de yükselen düşünce budur.

4. 5. İnsan İlişkileri

İnsanların kendi aralarında, basit çıkarların ötesinde ilişkiler kurması, Saint-


Exupéry’nin önem verdiği konuların başında gelmektedir. İlişkiler kurmak, bir
84

şeyleri paylaşmakla mümkündür ancak. İlişkiden doğan ve asıl önemli olan sonuç bir
“günaydın” sözüyle bile mümkün olabilir. İşte insan yaşamının zenginliğini
oluşturan bu ilişkilere Küçük Prens’te şöyle değinmektedir:
“İşte o sırada göründü tilki.
—Günaydın, dedi.
—Günaydın, dedi Küçük Prens kibarca, ama geriye dönüp
baktığında kimseyi göremedi.
—Buradayım, dedi o ses, elma ağacının altındayım…
—Kimsin sen? dedi Küçük Prens. Pek de güzelmişsin.
—Ben tilkiyim.
—Gel benimle, oynayalım, öyle canım sıkılıyor ki…
—Seninle oynayamam. Evcil değilim.
—Ya! Özür dilerim, dedi Küçük Prens.
İyice düşündükten sonra ekledi:
— “Evcil” ne demek?
—Anlaşılan buralı değilsin, dedi tilki, ne arıyorsun burada?
—İnsanları arıyorum, dedi Küçük Prens. “Evcil” ne demek?
—İnsanların, dedi tilki, tüfekleri vardır. Avlanırlar.
Hayvanlar için çok sıkıcı bir şey! Tavuk da yetiştirirler.
Başka şeyle de ilgilenmezler. Sen tavuk mu arıyorsun?
—Hayır, dedi Küçük Prens. Ben dost arıyorum. “Evcil” ne
demek?
—Bu, insanların pek aldırmadığı bir şey. “İnsanlarla bağlar
kurmak…” demektir evcilleşmek.
—Bağlar kurmak mı?
—Elbette, dedi tilki. Sen benim için tıpkı yüz binlerce küçük
oğlan çocuğu gibi bir küçük oğlan çocuğusun şimdi. Ve
benim sana gereksinimim yok. Ben de senin için tıpkı yüz
binlerce tilki gibi bir tilkiyim. Beni evcilleştirirsen
birbirimize gereksinimimiz olur. Sen benim için dünyada tek
olursun. Ben de senin için dünyada tek olurum…” (66–68)
85

Tilki hiç tanımadığı Küçük Prens’i “Günaydın” diye selamlar. Bu “Ben


buradayım, seni tanımak ve seninle bir ilişki kurmak istiyorum” anlamına
gelmektedir. Direk’e (2002 :129) göre, “Tanışma esnasında tilki de Küçük Prens de
kim olduklarını, ne istediklerini, orada bulunma nedenlerini ve amaçlarını söylerler
yani tanışmak için birbirlerine sorular sorarak tanışma fırsatı yaratırlar”.

İlişkiyi tanışmanın da ötesine götürmek isteyen Küçük Prens, tilkiye birlikte


oynamayı teklif eder. İnsanların besledikleri tavukları yiyen tilkiyi de avcılar
avlamaya çalıştığı için, o zamana kadar insanlarla hiç dostluk kurmamış olan tilki
evcil olmadığını söyler. “Evcil” sözcüğünün anlamını soran Küçük Prens’e tilki
bunun “insanlarla bağlar kurmak” olduğunu söyler.

Estang’a (1956 :104) göre, Saint-Exupéry, arkadaşlar, dünyadaki tek


varlıklar, başkaları için birileri derken bütün insanlığı insan ilişkileri ağının içine
dâhil etmektedir. O eylemleriyle, diğer insanlarla, onların yarattığı ilişkilerle insani
ilişkileri kurmaktadır.

Tilkiyle Küçük Prens’in karşılaşması oldukça önemli bir andır. “Saint-


Exupéry’nin çizimleri tilkinin özellikle bir çeşidini yapmayı çalıştığını
göstermektedir: kum tilkisi. Hayvanları çok seven Saint-Exupéry, kırlangıçları, ada
tavşanlarını, salyangozları, fındık farelerini ve hatta beyaz bir sıçanı toplamıştır”
(Ancy, 1965 :62).

Saint-Exupéry gerçek yaşamında da, Rio de Oro’da bu küçük kum


tilkilerinden birini büyütmüştür. Çok sonraları, teknisyeni Prévot ile Libya çölünde
uçağı bozulduğunda, kumda, uçağın düştüğü yere çok da uzak olmayan küçük
yuvalar keşfetmiştir. Orada kum tilkilerinin bulunduğunu hemen tahmin etmiştir. Bir
an her şeyi unutarak, aşırı büyük süslü kulaklı ve ada tavşanı gibi iri, bu küçük
hayvanların yaşamı üstüne bilinebilecek her şeyi coşkuyla öğrenmiştir. Onların
izlerini kolayca inceleyerek “Yan yana zıplamışlar. Bu sabah gezintisinin izleri içime
tuhaf bir sevinç salıyor. Hoşuma gidiyor bu yaşam izleri. Susuzluğumu bir nebze
unutuyorum…” (Saint-Exupéry, 1995 :113) demiştir.
86

Saint-Exupéry, 1927 yılında, Cap Juby’den annesine yazdığı bir mektupta ise
şöyle demektedir: “Bir bukalemunu evcilleştirdim. Zaten işim bu. Ayrıca hoşuma
gidiyor evcilleştirme sözcüğü” (Saint-Exupéry, 1972 :50). Bu ‘evcilleştirme’
sözcüğü, onun Küçük Prens’te işaret ettiği tilkiyi açıklamaktadır: Sadece yakın dost
olacak varlıklar arasında değil ama diğerlerinden birine ihtiyacı olacağında da bağlar
yaratmaktır. Var olan evcilleştirme merakını böylece gidererek, ondan bir varlığın
nasıl evcilleştirileceğini ve Küçük Prens’in tilkiyi evcilleştirmek için ne yapması
gerektiğini; yani bir dost kazanmayı öğrenmiştir.

Bir müddet sonra, Küçük Prens tilkiyi evcilleştirdiğinde, ondan şunları


öğreniyor:
“İnsanlar artık hiçbir şeyi tanımaya vakit ayırmıyorlar.” (69)
“Dil yanlış anlamaların asıl nedenidir.” (69)
“İnsan ancak yüreğiyle bakarsa bir şeyi iyi görür, iyi anlar.” (74)
“Gözler bir şeyin özünü göremez.” (74)
“Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sorumlu oluyorsun.” (74)

Gezegeninde yasasız, bağsız, yalnız olan Küçük Prens’in yaşamak için


dünyayı evcilleştirmesi, çiçeğinin bakımını yapması, dostlar, aşklar, yasalar
yaratması gerekmektedir.

4. 6. Dilsel Gelişim

Büyük bir bilgelik, derin bir hümanizma, çok derin bir iç anlatım taşıyan
Küçük Prens’in dili, oldukça basit, anlaşılır, içten ve sadedir. Öyküyü oluşturan
cümleler kısa olmalarına karşın, çok derin anlamlar ifade etmektedir.

Öyküde kullanılan terimler, betimlemelerle o kadar güzel anlatılmıştır ki,


çocukların hayal güçlerini harekete geçirerek, dili kullanmanın farklı yolları çok açık
bir şekilde gözler önüne serilmiştir:
87

“Ve gerçekten Küçük Prens’in gezegeninde, tüm


gezegenlerde olduğu gibi, iyi bitkiler ve kötü bitkiler vardı.
Öyleyse iyilerin iyi tohumları, kötülerin de kötü tohumları
olmalıydı. Ama tohumlar görülmez. Bunlardan biri uyanma
hevesine kapılıncaya dek toprağın derinliklerinde uyurlar…
O zaman, uyanan bu tohum gerinir ve önce çekine çekine
güneşe doğru, narin, çok hoş, küçük bir filiz sürer. Eğer bir
turp ya da gül filizi söz konusuysa, istediği gibi filizlenmeye
bırakılır. Ama zararlı bir bitkiyse, fark eder etmez kökünden
sökülüp atılmalıdır. Oysa Küçük Prens’in gezegeninde
korkunç tohumlar varmış… Bunlar baobap tohumlarıymış.
Gezegenin toprağı bu tohumlarla dolup taşarmış. Ne var ki
baobaptan, eğer geç davranırsanız, hiçbir zaman
kurtulamazsınız. Tüm gezegeni kaplar, kökleriyle delik deşik
eder toprağını. Gezegen çok küçük, baobapların sayısı da
fazlaysa, bu ağaçlar parçalarlar gezegeni.” (22-23)
diye anlatmaktadır baobapları Küçük Prens.

Küçük Prens’in gizemli ve güzel görünmeye meraklı çiçeğinin ortaya çıkışı


da öyküde önemli bir yer tutmaktadır. Yazar çiçeğin filizlenmesinden ve ortaya çıkıp
kendini göstermek için hazırlık aşamasından uzun uzun bahsetmektedir:
“Oysa Küçük Prens’in çiçeği nereden getirildiği bilinmeyen
bir tohumdan filizlenmiş, Küçük Prens de başkalarına
benzemeyen bu filizi çok yakından izlemişti… Ne var ki filiz
çok geçmeden boy atmayı durdurup çiçek vermek üzere
hazırlanmaya başladı. Kocaman bir tomurcuğun oluştuğunu
gören Küçük Prens bu tomurcuktan ortaya olağanüstü bir
şeyin çıkacağını pekâlâ seziyordu. Öte yandan çiçek yeşil
odasına sığınıp güzelleşme hazırlığını bir türlü bitiremiyor,
bu arada renklerini özenle seçiyordu. Yavaş yavaş giyiniyor,
taç yapraklarını teker teker düzenleyip duruyordu. Gelincikler
gibi bumburuşuk giysiler içinde görünmek istemiyordu. Tek
88

isteği güzelliğinin doruğunda parıldayarak ortaya çıkmaktı…


Güzel görünmeye pek meraklıydı! Bu yüzden gizemli
süslenme hazırlığı günlerce, günlerce sürmüş ve sonra, bir
sabah tam da güneş doğarken kendini göstermişti.” (31)

Yine Küçük Prens’in ziyaret ettiği gezegendeki işadamı, kendinden hiç


beklenmeyecek kadar edebi bir dille yıldızları anlatmak için şu sözcükleri
kullanmıştır:
“—Kimi zaman havada görülen milyonlarca küçük şey” (47)
“—...parlayan küçük şeyler” (47)
“—Tembel insanlara olmayacak düşler kurduran küçük parlak şeyler” (47)

Tilkinin Küçük Prens’e “evcilleştirme” sözcüğünü anlatmak için yaptığı


açıklama öykünün en dikkat çekici bölümlerinden birisidir. Bu sözcük kelimelerle
ancak bu kadar güzel bir şekilde açıklanabilirdi:
“—…Sen benim için tıpkı yüz binlerce küçük oğlan çocuğu
gibi bir küçük oğlan çocuğusun şimdi. Ve benim sana
gereksinimim yok. Ben de senin için tıpkı yüz binlerce tilki
gibi bir tilkiyim. Beni evcilleştirirsen birbirimize
gereksinimimiz olur. Sen benim için dünyada tek olursun.
Ben de senin için dünyada tek olurum…” (68)
“—Ama beni evcilleştirirsen yaşamım güneş gibi parlayacak,
sevince, mutluluğa boğulacak. O zaman tanıdığım o ayak
seslerinden farklı bir ayak sesi duyacağım. Çünkü tanıdığım o
ayak sesleri beni yerin altına kaçırtır. Senin ayak sesin beni
inimden dışarıya çağıracaktır, bir müzik gibi… Buğdayın
bana yararı yoktur. Buğday tarlaları bana bir şeyi
anımsatmıyor. Bu da ne kadar üzücü! Ama senin saçların
altın renginde. Beni evcilleştirirsen, bu ne harika bir şey olur!
Altın rengindeki başaklar seni bana anımsatır. Ve başaklarda
rüzgârın sesini duymak hoşuma gider…” (69)
89

Ayrıca Küçük Prens ziyaret ettiği son gezegen olan dünyayı okuyucuya daha
iyi tanıtmak için, gittiği diğer gezegenlerle kıyaslama yolunu seçmiştir.
“Dünya sıradan bir gezegen değildir! Orada yüz on kral
(elbette, zenci kralları sayarsak), yedi bin coğrafyacı, dokuz
yüz bin işadamı, yedi buçuk milyon ayyaş, üç yüz on bir
milyon kendini beğenmiş, yani aşağı yukarı iki milyar büyük
insan vardır.” (58)

Küçük Prens insanların dünyada çok az yer kapladıklarını düşünmektedir.


Ona göre, dünyada yaşayan on milyar insan mitinglerdeki gibi yan yana ayakta biraz
sıkışık durumda durduğunda, yirmi mil uzunluğunda ve yirmi mil genişliğinde
Büyük Okyanus’taki en küçük ada gibi bir meydana rahatlıkla sığabilirdi. Yine
elektriğin bulunuşundan önce, dünyadaki altı kıtanın tümünde dört yüz altmış iki bin
beş yüz on bir adet sokak fenercisinin görev yapması gerekiyordu.

Bütün bu karşılaştırmalarla, Küçük Prens, dünyanın iyi ya da kötü her


bakımdan diğer gezegenlere göre çok büyük olduğu ve dünyada birçok milletten
insanın uyum içinde bir arada yaşadığı sonucuna varmıştır.

Aslında Küçük Prens, verdiği bu sayılara dayalı bilgilerle, sayılardan


hoşlandıkları için sürekli eleştirdiği büyükler gibi davranmaktadır. Ama dünyanın
büyüklüğünü açıklamanın en iyi yolunun bu olduğunu düşünmektedir.

Bütün bunlarla yazar, betimlemelerle sözcükleri en iyi şekilde anlatarak dilin


kullanımına yardımcı olurken, karşılaştırmalar yoluyla da bir şeylerin
anlatılabileceğini göstermektedir.

4. 7. Dostluk Öğrenimi

Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens’te, bir pilot ve gizemli küçük bir


çocuk arasındaki dostluktan bahsetmektedir. Ağırbaşlı yetişkin insanlar arasında
90

ciddi olmayı öğrenen Küçük Prens, tekdüze yaşamın birtakım ayrıntılarını


göstermektedir. Yetişkinlerin tuhaf davranışlarını, insanlar arasında dostluk ve
dayanışmanın olmayışını dile getirmektedir. Başkalarıyla dostluk bağı kuran kişinin,
bilimin ve modern dünyanın sorumluluklarına önem vererek yaşamın gerçek
değerlerini daha iyi görebileceğini düşünmektedir.

Küçük Prens kendisini gezegenine bağlayan tek şey olan bahçesinde


yetiştirdiği gülünü ve evrende kaybolmuş küçücük gezegenini terk ederek, özlemini
duyduğu dostluğu bulmak için dünyaya gelmiştir. Dünyaya gelinceye kadar,
gezegenden gezegene dolaşmıştır. Yetiştirdiği gülünün kaprisleri yüzünden, kırılan
kalbini teselli etmeye çalışırken, ziyaret ettiği gezegenlerdeki yetişkin insanların
tuhaflıklarıyla karşılaşmıştır. Karşılaştığı tilki, Küçük Prens’e basit bir sırrı
olduğunu, insanın ancak yüreğiyle bakarsa bir şeyi iyi görüp iyi anlayacağını,
gözlerin bir şeyin özünü iyi göremeyeceğini söylemiştir. Tilkinin sözlerine inanan
Küçük Prens onu evcilleştirmeye çalışmakla zaman kaybettiğini kabul etmiş ve
aralarında kurulan dostluk bağının her şeyden önemli olduğuna karar vermiştir.

Gerçek yaşamda da dostlara ve dostluklara çok önem veren Saint-Exupéry bu


konuyla ilgili olarak şöyle demiştir:
“Hiçbir şey, bunca ortak anıların, bir arada yaşanan bunca
güç anıların, bunca kavgaların, barışmaların, içten coşkuların
yerini tutamaz. Böylesine dostluklar iki kez kurulamaz. Bir
meşe fidanı dikip az sonra geçip gölgesine oturmak ne
mümkün!” (Saint-Exupéry, 1995 :29).

Pilot ile Küçük Prens arasındaki dostluk bağının nasıl kurulduğuna bakılacak
olunursa; onlar önce karşılaştılar, sonra konuşmaya başladılar. Böylece aralarında bir
ilişki kuruldu ve bu ilişki iletişime yol açtı. Aralarında bir anlayış ortaklığı, nesnelere
anlam vermede bir benzerlik olduğu ortaya çıktı. Pilotun onun istediklerini anlamak
ve istediklerini yerine getirmek için gösterdiği çaba, sonuçsuz kalmayarak aralarında
bir dostluğun temellerinin atılmasını sağladı.
91

Dostluk kurmak, karşındaki kişiyi tanımayı ve onu anlamak için emek ve


zaman harcamayı gerektirmektedir. Küçük Prens dostluk kurmak uğruna çiçeğin
kaprislerine, pilot da Küçük Prens’inkilere katlanmak zorunda kalmıştır. Her ikisi de
dostluk adına çaba göstermiştir. Çiçek kelebeklerle dostluk kurmak için tırtıllara
katlanmak gerektiği gerçeğini kabul etmiştir. Tilki ise dostlar ve dostluklar için
zaman da gerektiğini şöyle belirtmiştir:
“—Ancak evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin, dedi tilki.
İnsanlar artık hiçbir şeyi tanımaya vakit ayırmıyorlar. Hazır
şeyleri satın alıyorlar tacirlerden. Dost satan tacir olmadığı
için, insanların da dostu olmuyor hiç. Sen dost olmak
istiyorsan, evcilleştir beni!” (69)

İnsanlarla dostça ilişkileri olmayan tilkinin Küçük Prens’le ilişki kurmak


istemesi onun evcilleşmesi anlamına gelmektedir. Tilki karışık duygular
içerisindedir. Öteki insanlar gibi davranmayan Küçük Prens ile dost olması,
arkadaşlık etmesi çok yakın ve çok sıkı bir ilişki kurmasını gerektirmektedir.

Saint-Exupéry, uçağı bozularak Libya çölüne düştüğünde, çölde kum


tilkilerinin izini sürmüş ve onlara “Benim minnacık tilkiciğim, ben yitik bir insanım.
Ama yine de senin huyun suyunla, törelerinle ilgileniyorum. Ne tuhaf değil mi?”
(Saint-Exupéry, 1995 :114) diyerek seslenmiştir. Bu seslenişte, Küçük Prens’le
tilkinin konuşması arasında benzerlikler vardır. Her ikisi de çöldedir ve bir tilkiyle
dostluk kurmak için çaba sarfetmekte, onun töreleriyle, alışkanlıklarıyla
ilgilenmektedirler.

İkisi de gökten yere düşen, yedi gün süresince birlikte olan, birlikte olmanın
süresi arttıkça dostlukları enginleşen iki dost, dostluklarının son gününü yaşarlarken,
önce Küçük Prens dostluğa en saygılı ve en yüce örneğini sunmuştur. Yedinci günün
bitiminde uçağını onaran pilota ayak bağı olmamak, giderek ağırlaşan vücudunu
kızgın çölde bir gün boyu ona taşıtmamak ve çiçeğine bakmak için ondan ayrılmıştır.
Pilot özgür olacaktır, ülkesine ve ailesine ulaşacaktır.
92

Sonra da pilot, dostluğa en saygılı ve en yüce örneği sunmuştur. Pilot hüzün


doludur, ama soylu bir dost ile tanıştığı için de övünçlüdür, dostluğun yüce anısına
saygılıdır. Küçük Prens, beş yüz milyon çeşmesi olacağını, kendisinin de beş yüz
milyon çıngırağı olacağını söyleyen küçük dostunu, aradan altı yıl geçmesine karşın
yine saygıyla ama hüzünle anımsayacaktır:
“Kuşkusuz altı yıl oldu bile... Döndüğümde rastladığım
arkadaşlar beni yeniden hayatta gördüklerine çok sevindiler.
Üzgündüm, ama onlara “Yorgunum” diyordum… Küçük
Prens’imin gezegenine döndüğünden eminim, çünkü gün
doğarken bedeni yoktu ortada. Öyle ağır bir beden de değildi
hani onunkisi... Geceleri yıldızları dinlemek hoşuma gidiyor.
Beş yüz milyon çıngırak sesi duyuyorum sanki...” (91)

Küçük Prens’e göre, yetişkin insanlar, kalp gözüyle görme yeteneğinden


yoksun kişilerdir. Onun ziyaret ettiği altı gezegenden üçü, siyasi güç, para gücü ve
akıl gücüne sahip insanlar tarafından işgal edilmiştir. Küçük Prens’in ziyaret ettiği altı
gezegenin üçünde, kendince sürekli buyruklar veren tuhaf bir kral, yıldızların sayısını
bir kâğıda yazıp çekmeceye kilitleyen tuhaf bir işadamı, bir bilgin olduğunu söyleyen
ama gezegeninin dağlarını, kentlerini bilmeyen tuhaf bir coğrafyacı vardır. Diğer üç
gezegendeki yetişkin insanlar da Küçük Prens'in dostluk arayışına cevap
veremeyecek niteliktedirler. Gezegenlerden birisinde, gezegenin en zengininin ve en
akıllısının kendisi olduğuna inanan bir kendini beğenmişle karşılaşan Küçük Prens,
büyüklerin hep böyle garip olduklarını düşünerek hemen oradan uzaklaşır. Diğer
gezegende, içmekten utandığını unutmak için içen bir ayyaşla karşılaştığında,
yetişkinlerin garip davranışlı olduklarını daha iyi anlamıştır. Ziyaret ettiği
gezegenlerin en küçüğü olan ve ne evin ne de insanın bulunduğu diğer gezegende ise
bir fenerci vardır. Burada bir sokak feneriyle fenercinin ne işe yarayabileceğini
kavrayamayan Küçük Prens, yine de bu fenerciyi, yaptığı işin hem anlamlı hem de
yararlı olduğunu düşündüğü için, karşılaştığı diğer yetişkinlerden daha az gülünç
bulmuştur:
“—Hepsinin arasında bir tek onunla dost olabilirdim. Ama
gezegeni gerçekten çok küçük. İki kişiye yer yok...” (58)
93

Aradığı dostluğu karşılaştığı yetişkin insanlarda bulamayan Küçük Prens,


gezegeninde emek vererek yetiştirdiği gül ve karşılaştığı bir tilkiyle bağlar
kurmuşturr. Tilki, aralarında bir bağ oluşabilmesi için, Küçük Prens’ten kendisini
evcilleştirmesini istemiştir. Satın alınamayacak bir şey olan sevgi, özveri, emek ve
sabır gerektirmektedir. Saint-Exupéry’e göre, insanları birbirinden uzaklaştıran
uygarlık, insanlar arasındaki dayanışma ve dostluk bağlarını koparmaktadır. Tilki,
Küçük Prens’e, insanların her şeyi hazır aldıklarından, emek harcamadıklarından
yakınmaktadır:
“İnsanlar artık hiçbir şeyi tanımaya vakit ayırmıyorlar. Hazır
şeyleri satın alıyorlar tacirlerden. Dost satan tacir olmadığı
için, insanların da dostu olmuyor hiç. Sen dost olmak
istiyorsan, evcilleştir beni!” (69)

Eserin ana teması, dostluk karşısında yenik düşen yalnızlıktır. Ondan bir
koyun resmi isteyen bu gizemli, saf küçük adamın görünümüne kadar gerçekten
konuşacak hiç kimse olmadan yapayalnız yaşadığını açıklar. Ibert’in (1960 :81)
vurguladığı gibi, “Küçük Prens’in, sadece mantığa, kanıtlamalara, şifrelere inanan
büyük, aptal bir kişi olmaktan sürekli kaçarak yaşayan bir çocuk olan Saint-
Exupéry’nin kopyası olduğu hemen fark edilir”.

IV. 8. Felsefe Öğrenimi

Modern klasiklerden sayılan kitap, çocuklar için yazılmış gibi görünse de


okuyan herkesi derinden etkileyen felsefi bir masaldır aslında.

“Çocuklar İçin Felsefe” çalışmaları, eleştirel düşünme eğitimi aracılığıyla


çocukların, temellendirilmemiş savlara ve önyargılara karşı kendilerini korumalarına
yardımcı olmayı amaçlamaktadır (Direk, 2002 :4). Bu çalışmalarda Küçük Prens’ten
yola çıkılmıştır.
94

“Çocuklar İçin Felsefe” programı, birlikte düşünme ve tartışma yöntemiyle


metinlerden yola çıkarak çocukların kendiliğinden ortaya koydukları felsefi
kavramlar ve sorular üzerinde düşünmelerini sağlayan bir eğitimdir (Direk, 2002 :3).
Bu programda, neden başka bir kitabın değil de Küçük Prens’in tercih edildiği şöyle
açıklanmaktadır:
“Küçük Prens her yaşta okurun her defasında ayrı tatlar
alarak okuyacağı olağanüstü güzellikte bir öyküdür. Bunun
yanında zengin felsefi açılımlara olanak tanımaktadır. Bu tür
uygulama için seçilecek öykünün, çocukları düşünmeye
yönelten bir nitelik taşıması, çeşitli kavramları tartışma
olanağı yaratmaya elverişli olması gerekir. Küçük Prens,
çocuk öykülerinin alışılmış kalıplarının tuzağına düşmez.
Örneğin; tilki ve yılan kötü olarak betimlenmez.

Sevgi, dostluk, değer gibi kavramlardan başlayarak


ayrımcılığa, insan haklarına kadar uzanan geniş bir
kavramsal tabana oturur. İçinde yaşadığımız dünyayı çocuk
bakış açısıyla eleştirir. “Çocuklar İçin Felsefe” programı için
çok elverişli bir tartışma ortamı hazırlar” (Direk, 2002 :6).
95

SONUÇ

Çocuk ya da yetişkin fark etmeksizin, eğitimde, kitapların çok önemli bir yer
tuttuğu inkâr edilemez. Küçük Prens de içerdiği eğitsel mesajlarla bu kitaplar içinde
oldukça büyük bir alanı işgal etmektedir. Kuran ve İncil’den sonra en çok okunan
kitap olma rekorunu elinde bulunduran Saint-Exupéry’nin bu ünlü eserinin, aynı
zamanda en çok dilde çevirisi yapılan eser olması ne kadar değerli olduğunun da
göstergesidir.

Mutluluk, harcanan çabanın, yapılan mücadelenin sonucunda elde edilen bir


ödüldür, aynı zamanda sürekli değişen ve gelişen bir durumun ifadesidir. Mutlu
olmak için çok fazla bir şeye gerek yoktur. Mutluluk insanların ne aradığına bağlıdır
ve tamamen insanların dünyayı görme biçimiyle ilgilidir.

Konuşan bir çiçek, felsefi konuşmalar yapan hayvanlar, tek kişinin oturduğu
gezegenler, çocukluğunu hayal eden ve unutmak istemeyen Saint-Exupéry’nin
yarattığı hayali dünyanın kahramanlarıdır. Yazar, çocuksu saflık ve hayal gücünün
günlük yaşamın karmaşası içinde kaybolup gitmesine izin vermek istemez.

İnsan bir işte sorumluluk aldığı sürece var olur. Ortak bir işte sorumluluk
almak birbirine tam bir bağlılığı da ifade eder. Ayrıca insanlar yaptıkları kadar
yapmadıklarından da sorumludurlar.

Sevgi seven ve sevilen arasında duygulara dayalı bir iletişim kurar. Seven kişi
sevdiğini saygı ile yücelterek kendisini ondan sorumlu hisseder. Sahiplenmeyi
amaçlamaz, özgürlüğünü kısıtlamaz. Sevgi her şeyden önce gizemdir ama sevginin
ilerlemesine ve kök salmasına izin veren ise zamandır. Sevgi belli töreleri içerir ve
sevilen kişiyi keşfetmeyi gerektirir. Sevgi hizmet verilerek bir anlam kazanır. Sevilen
varlığı değerli kılan, onun dünyada tek oluşu değil, onu diğerine bağlayan binlerce
bağdır. Sevildiğinde onun tek olmasıdır. Sevmek kalp gözüyle aramaktır.
96

İnsanların kendi aralarında basit çıkarların ötesinde ilişkiler kurması ancak bir
şeyleri paylaşmakla mümkündür.

Küçük Prens kısa cümlelerle de çok derin anlamların ifade edilebileceğinin


bir kanıtıdır. Belli kavramlar betimlemelerle çok güzel bir şekilde açıklanmış ve
karşılaştırmalarla okuyucunun dilsel beceri kazanmasına yardımcı olunmuştur.

Dostluk kurmak karşıdaki kişiyi tanımayı ve onu anlamak için emek ve


zaman harcamayı gerektirir. Dostluk satın alınabilir bir şey değildir, özveri ve sabırla
mümkündür ancak.

Kişileri düşünmeye yönelten bir nitelik taşıması ve çeşitli kavramları tartışma


olanağı yaratması açısından eser felsefe öğreniminde bir ilk adımdır.

Küçük Prens, bugün bile hala, okuyanda derin bir etki bırakmaktadır. Bunu
da bir yandan okuyucuyu, manevi değerlerle zenginleştirerek; diğer yandan ise
ilginç öyküsüyle ona ümit verip rahatlamasını sağlayarak yapmaktadır.

İşte bu nedenlerle Küçük Prens, yalnız küçüklerin değil, çocukların dünyasına


girebilmek koşuluyla büyüklerin de, özellikle de 100 Temel Eser kitap listesinden
Küçük Prens’i çıkaranların da okuması gereken bir kitaptır.
97

KAYNAKÇA

ALBÉRÈS René Marill. (1961). Saint-Exupéry. Paris: Albin Michel.

ANCY, Jacqueline. (1965). Saint-Exupéry L’Homme et Son Oeuvre. Paris:


Librairie Didier.

AROLAT, Emre. (2005). Hiç Düşünmeden Küçük Prens. Radikal Kitap, (250)
(Aralık 2005), 17.

BARJON, Louis. (1960). Mondes D’Écrivains Destinées D’Hommes. Casterman.

BÉDİER, Joseph, P.HAZARD. (1949). Littérature Française. Paris: Librairie


Larousse.

DİREK, Nuran. (2002). Küçük Prens Üzerine Düşünmek. İstanbul: Pan Yayıncılık.

ESTANG, Luc. (1956). Saint-Exupéry par lui-même. Paris: Éditions de Seuil.

GÖKER, Cemil. (1972). Antoine de Saint-Exupéry’de İnsanların Dünyası.


Ankara Üniversitesi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları No:228. Ankara
Üniversitesi Basımevi.

İBERT, Jean Claude. (1960). Antoine de Saint-Exupéry. Paris: Éditions


Universitaires.

İNAL, Tuğrul. (1980). A. De Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’i Üzerine Bir İnceleme.


Oluşum, (36/78), 5–8.

KARA, Şükran. (2005). Konuk Sihirli Değnek. Cumhuriyet Kitap, (810), (Ağustos
2005), 26.
98

KIZILASLAN, Yeliz. (2006). Yetişkinlerin Savaşında Bir Çocuk Pilot. Milliyet


Kitap, (Nisan 2006), 20.

MONİN, Yves. (1975). L’Ésotérisme du Petit Prince. Paris: Éditions A.-G.Nizet.

ODAĞ, Celal. (2004). Çocukluğumuzun Sesi, İçimizdeki Çocukluğumuz, Çocuk


Kendiliğimiz: Küçük Prens. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 11 (2), 82–88.

OUELLET, Réal. (1971). Les Rélations Humaines Dans L’Oeuvre de Saint-


Exupéry. Bibliothèque des Lettres Modernes 19. Paris: Lettres Modernes Minard.

ÖZKAYA, Emel. (2005). Saint-Exupéry’nin Küçük Prens Anlatısında Dostluk


Arayışı. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 29 (1), 101–110.

SAİNT-EXUPÉRY, Antoine de. (1967). Kanayan İspanya. (Çev. Burhan ARPAD),


İstanbul: Yankı Yayınları.

SAİNT-EXUPÉRY, Antoine de. (1972). Mektuplar. (Çev. Bertan ONARAN),


İstanbul: Yankı Yayınları.

SAİNT-EXUPÉRY, Antoine de. (1988). Le Petit Prince. Paris: Éditions Gallimard.

SAİNT-EXUPÉRY, Antoine de. (1995). İnsanların Dünyası. (Çev. Vedat


GÜNYOL), İstanbul: Doğan Yayın Holding A.Ş.

SAİNT-EXUPÉRY, Antoine de. (1999). Gece Uçuşu. (Mukadder SEZGİN, Fuat


PEKİN), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

SAİNT-EXUPÉRY, Antoine de. (2004). Küçük Prens. (Çev. Yaşar AVUNÇ),


İstanbul: Mavibulut Yayınları.
99

SİMON, Pierre-Henri. (1950). L’Homme En Procès. Malraux. Sartre. Camus.


Saint-Exupéry. Nauchatel: Baconnière.
100

İNTERNET BAĞLANTILARI

1.
Ayral, C. (2001, Ocak 8), SANATHABER.NET.
<http://www.sanathaber.net/haber.asp?HaberID=416&KategoriAdi=Tiyatro-Sahne>
(2006, Mayıs 27)

2.
Antoine de Saint-Exupéry-actualités.
Grand Concours de Noel. Dessine ton Calligramme.
<http://www.saint-exupery.org/agenda/actu.php?ident=10> (2006, Nisan 24)

3.
Antoine de Saint-Exupéry-actualités.
Opération les Ailes du Petit Prince.
<http://www.saint-exupery.org/agenda/actu.php?ident=26> (2006, Nisan 24)

4.
Yamaner, B. (2005, Ağustos 17), Turkla:Los Angeles’te Yaşayan Türklerin Portali.
Küçük Prens Tartışması.
<http://turkla.com/yazar.php?yid=30> (2006, Nisan 24)

5.
(2004, Mayıs 24), Afacan Çocuk Gazete.
Saint-Exupéry’nin Uçağının Parçaları Bulundu.
<http://www.afacancocuk.com.tr/gazete/yazilar_detay.asp?id=535>
(2006, Mayıs 27)

6.
Antoine de Saint-Exupéry-actualités.
Conférence de Presse pour le programme célébrant les 60 ans du Petit Prince en
France.
101

<http://www.saint-exupery.org/agenda/print.php?ident=31> (2006, Ağustos 8)

7.
(2004, Ocak 19), Le quartier français du village planétaire.
Activitées, fiches et ressources pour accompagnerla lecture du Petit Prince.
<http://www.richmond.edu/~jpaulsen/petitprince/petitprince.html>
(2006, Mayıs 27)

8.
Antoine de Saint-Exupéry-actualités.
À la Decouverte du Musée du Petit Prince au Japon.
<http://www.saint-exupery.org/agenda/print.php?ident=27> (2006, Ocak 10)

9.
Antoine de Saint-Exupéry-actualités.
O Pequeno Principe. Une Adaptation du Petit Prince au Brésil.
<http://www.saint-exupery.org/agenda/actu.php?ident=35> (2006, Nisan 24)

10.
Antoine de Saint-Exupéry-actualités.
Der Kleine Prinz. Le Petit Prince un Ballet Fantastique en Deux Actes.
<http://www.saint-exupery.org/agenda/actu.php?ident=34> (2006, Nisan 24)

11.
The Little PrinceOpera.
L’univers de l’allumeur de réverbères. The Little Prince.
<http://www.lepetitprince.com./fr/REVERB/opera_uk.php> (2006, Nisan 24)

12.
(2005, Ağustos 3), Radikal İnternet Baskısı.
Küçük Prens Out Necip Fazıl İn.
<http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=160404> (2006, Nisan 24)
102

13.
(2005, Ağustos 10), Haber Vitrini.
Küçük Prens’te Atatürk’e Eleştiri Yok.
<http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=184570> (2006, Mayıs 27)

14.
Atmaca, E. (2005, Ağustos 15), Radikal-çevrimiçi/Kültür/Sanat.
Küçük Prens Korsanlara Karşı.
<http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=161469> (2006, Mayıs 27)

15.
Çobankent, Y. (2000, Mart 20), Hürriyetim.
Hale Soygazi İlk Kez Tiyatro Sahnesinde.
<http://arsiv.hurriyetim.com.tr/istanbul/turk/00/03/20/isthab/03ist.htm>
(2006, Ocak 10)

16.
(1998, Şubat 22), Teknonet.
Evrensel Kültür Teknolojidir.
<http://arsiv.hurriyetim.com.tr/tekno/turk/98/02/22/internet/16int.htm>
(2006, Ocak 10)
103

You might also like