Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 346

DARIO AZZELLİNİ

(Derleyen)

EMEĞIN ALTERNATIF TARIHI

İşçi Denetimi ve İşyeri Demokrasisi


Amara Yayıncılık: 6

Baskı: Gün Matbaacılık Reklam Film Basım Yayın San. Tic. Ltd. Şti.
Beşyol Mah. Akasya Sok. No: 23/A Küçükçekmece/İstanbul
Tel: 0 212 580 63 81

Amara Basım Yayıncılık


Asmalımescit Mah. Şehbender Sok. No:18/3 Beyoğlu/İstanbul
Tel: 0 212 243 54 99 - Fax: 0 212 292 95 53
www.amarayayincilik.com
amarayayincilik@gmail.com

Bu kitabın Türkçe yayım hakları Amara Yayıncılık’a aittir.

Derleyen
Dario Azzellini

İngilizceden Çeviren
Yahya Deniz (Ajans J&J)

Editör
Amara Basım Yayıncılık

Kapak Resmi
Abdulkadir Avcı

Kapak Tasarımı
Amara Basım Yayıncılık

Kitabın Özgün Adı


An Alternative Labor History
Worker Control and Workplace Democracy

ISBN: 978-605-82847-0-8
1. Baskı: Ocak 2017, İstanbul Sertifika No: 17315
DARIO AZZELLİNİ
(Derleyen)

EMEĞIN ALTERNATIF TARIHI

İşçi Denetimi ve İşyeri Demokrasisi


DARIO AZZELLINI

Azzellini, Avusturya Linz Kepler Üniversitesi’nde Sosyoloji


Bölümünde öğretim görevlisi olmakla beraber bir yazar ve belge-
sel yapımcısıdır. Araştırmaları ve yazıları Latin Amerika ve Avru-
pa’daki sosyal dönüşüm, özyönetim, işçi hareketleri, halk hareketleri,
demokrasi ve toplumsal hareketler gibi kapsamlı konular üzerine
odaklanmaktadır. İtalya, Meksika, Kolombiya ve Venezuella’daki
toplumsal hareketler, ordunun özelleştirilmesi, göçmenlik ve ırkçı-
lık ve işçilerin mücadeleleri hakkında çeşitli kitaplar yayınlamıştır.
Askeri hizmetlerin özelleştirilmesi üzerin olan The Business Of War
(Assoziation A, 2002) dokuz farklı basıma çevrilmiş ve yayınlanmış-
tır. Azzellini, Ours to Master and to Own: Workers’ Control from the
Commune to the Present (Haymarket, 2011) kitabının editörlüğünü
yapmış ve Marina Sitrin ile birlikte They Can’t Represent Us: Rein-
venting Democracy from Greece to Occupy, Verso, 2014 (Onlar Bizi
Temsil Edemez: Yunanistan’dan İşgal Et Eylemlerine Demokrasi-
nin Yeniden Keşfi) kitabını yayınlamıştır.
Ayrıca Azzellini, The İnternational Encyclopedia of Revolution and
Protest: 1500 to the Present, 2009 (1500’den Günümüze Uluslararası
Devrim ve Protesto Ansiklopedisi) ve Cuadernos de Marte (Uni-
versity of Buenos Aires) için yardımcı editörlük yapmış ve worker-
scontrol.net sitesinin kurucularındandır. 5 Factories- Workers’ Control
in Venezuella (2007), Comuna under Construction (2010) filmlerinin
yönetmenlerinden biridir.
KATKIDA BULUNANLAR

Patrick Cuninghame, Autonomous Metropolitan Üniversite-


si Toplumsal İlişkiler Bölümü, Emek Çalışmaları ve sosyoloji
alanında öğretim görevlisidir. Temel araştırma alanı; 1970’ler-
de İtalya’daki işçi Otonomisi hareketinden Meksika’daki neo-
Zapatistalara kadar bir toplumsal hareket olarak otonomizm
üzerinedir. Şu anda Meksika ve İtalya’nın karşılaştırmalı araş-
tırması ekseninde bilişsel kapitalizm ile üniversite arasındaki
ilişkiler üzerine çalışmalar yürütmektedir.

Alex Demirovic, Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde profesör


ve Rosa Luxemburg Vakfı’nın üyesidir. Çalışmaları, toplum,
materyalist ve devlet kuramının eleştirel teorisine, siyaset teo-
risine ve demokrasi teorisine dayanmaktadır.

Mauricio Sarda de Faria, Brezilya Federal Paraiba Üniversi-


tesi’nde sosyoloji profesörüdür. Emek üzerine araştırmalarda
bulunduğu Federal Santa Catarina Üniversitesi’nde siyaset
sosyolojisinde yaptığı doktoranın yanı sıra, Brezilya Çalışma
Bakanlığı’nda Dayanışma Ekonomisi Sekreterliği’nde direk-
tör olarak görev yapmıştır.

Franck Gaudichaud, Fransa Grenbole 3 Üniversitesi, Latin


Amerika ve İber Araştırmaları Bölümü’nde Latin Amerika
tarihi alanında öğretim görevlisidir. Şili 1970-1973. Dün-
yayı Sarsan Bin Gün (Fransızca, 2013) kitabını yayınlamıştır.
Dissidences, Contre Temps dergilerinin ve rebbelion.org web
sitesinin yayın kurulunda yer almaktadır.

Peter Haumer, makine yapımı ve otomobil sektöründe bir


metal işçisi olarak çalışmış ve Avusturya’da çıraklık atölyesin-
de eğitmenlik yapmıştır. 15 yaşından beri politik, 19 yaşından
beridir de sendikal aktivite içinde bulunan Haumer, 12 yıldır
işçi temsilciliği görevini yürütmektedir.

Kimiyasu Irie, Toyo Üniversitesi, St Paul Üniversitesi ve Mu-


sashino Art Üniversite’lerinde sosyoloji, emek hareketi tarihi
ve toplumsal düşünce alanında öğretim görevlisidir. Neoli-
beralizm ve küreselleşmenin işçiler üzerindeki yıkıcı etkisini
konu edinen Uykusuz İşçiler ( Japonya, 2008) kitabının yazarı-
dır. Bu kitap, Japonya ve Japon devrimci emek hareketlerinin
tarihinde emek hareketi ile faşizm arasındaki ilişkiyi tartış-
maktadır.

Theodoros Karyotis, Yunanistan Thessaloniki’de bir sosyal


aktivisttir. Bristol’de sosyoloji öğrenimi gördü ve Granada
Üniversitesi’nde küresel adalet hareketleri üzerine hazırladığı
teziyle yüksek lisansını tamamladı. Şu anda bir çevirmen ola-
rak çalışmakla beraber, özyönetim, dayanışma ekonomisi ve
komünün müdafaası ekseninde gelişen toplumsal hareketlere
aktif olarak katılım sağlamaktadır. Ayrıca kapitalizme karşı
aşağıdan ve radikal bir alternatif için kollektiviteleri, aktivist-
leri ve akademisyenleri bir araya getiren uluslararası bir etkin-
lik olan Doğrudan Demokrasi Festivali’nin organizasyonunda
yer almaktadır.

Alexandros Kioupkiolis, Aristo Üniversitesi Siyaset Bilimleri


Bölümü çağdaş siyaset teorisi alanında öğretim görevlisidir.
Araştırmaları çağdaş demokrasi teorisi, post-Marksizm ve
anarşizm üzerine odaklanmaktadır. Özgürlük Siyaseti, Radikal
Demokrasi ve Post-Anarşist Ütopyalar ve Çokluğun Ortaya Çık-
ması kitaplarından bazılarıdır.
Henrique T. Novaes, Sao Paulo Devlet Üniversitesi ekono-
mi bölümünden mezun oldu. İşçilerin özyönetimi ve top-
rakların dağıtılması yanlısı sınıf mücadeleleri tarihi üze-
rine incelemelerde bulunduğu Brezilya Campinas Devlet
Üniversitesi(Unicamp)’nde master derecesi aldı. Doktora tezi
de Latin Amerika’da üniversite ile toplumsal hareketler ara-
sındaki ilişkileri konu edinen doktora tezini de Unicamp’tan
aldı. Novaes, Teknoloji Fetişi: Kurtarılmış Fabrikalar Deneyimi
(Expressao Popular-FAPESP, 2007) kitabının yazarıdır.

Anabel Rieiro, sosyoloji alanında doktora derecesini yap-


mıştır. Sosyal Bilimler Fakültesi’nde koordinatör ve Uruguay
Montevideo’daki Republic Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne
bağlı siyaset sosyolojisi alanında öğretim görevlisidir.

Elise Thurborn, Toronto İşçi Meclisi ve Feminist Eylem Ko-


mite’sinin de içinde olduğu işçi ve feminist hareketlerde akti-
vist ve organizatör olarak yer almaktadır. Upping the Anti der-
gisinin editörüdür. Şuanda Western Ontario Üniversitesi’nde
medya çalışmaları üzerine doktorasını yaparken, harika bir
çocuğu da büyütüyor.
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ............................................................................17
Özgürlükçü ve Anti-Kapitalist Bir Uygulama
Olarak İşçi Denetimi ve Özyönetim..........................21
Kooperatif Modelinin Kısıtlılıkları ve Çelişkileri........... 22
Sendikalara Karşı İşçi Otonomisi...............................27
Devlet Sosyalizminde ve Devrimde İşçi
Denetimi....................................................................29
İşçi Denetimi ve İnsanlığın Kurtuluşu.......................32
İşçi Ekonomisinin İnşası............................................34
Kitabın İçeriği............................................................37
Referanslar.................................................................44

BİRİNCİ BÖLÜM
Alex Demirovic
Yerel Demokrasi Ya Da Siyasetin Sonu..........................47
Liberal Demokrasinin Yetersizliği..............................49
Marx’ın Siyasi Anlayışı ve Paris Komünü
Değerlendirmeleri......................................................51
Konsey Demokrasisi Üzerindeki Tartışmanın
Bazı Yönleri................................................................64
Son Düşünceler..........................................................74
Referanslar.................................................................77

İKİNCİ BÖLÜM
Dario Azzellini
Modern Kriz ve İşçi Denetimi.......................................81
Fransa’da Islah Edilmiş Fabrikalar..............................84
Pilpa: La Fabriquedu Sud (Güneyin Fabrikası)..........84
Fralib: Filli marka.......................................................86
İtalya: Officine Zero ve Ri-Maflow............................88
Officine Zero.............................................................88
Maflow’dan Ri-Maflow’a...........................................90
Yunanistan: VioMe: Endüstriyel Yapıştırıcıdan
Organik Temizleyicilere.............................................93
Türkiye: Kazova Tekstil:
Halka Yüksek Kaliteli Kazak......................................95
Mısır: Çelik ve Seramik.............................................97
Şikago: New Era Pencereleri......................................99
İşçi Islahlarının Genel Zorlukları.............................102
İşçi Islahlarının Ortak Özellikleri............................104
Referanslar...............................................................109

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Elise Danielle Thorburn
İşçi Meclisleri: İşçi Örgütlenmelerinde Yeni
Oluşumlar ve Kapitalizme Karşı Mücadele..................113
Referanslar....................................................................131

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Peter Haumer
1918-1919 Alman (Avusturya) Devrimi ve İşçi
Sınıfının Özerkliği........................................................133
12 Kasım 1918.........................................................134
I. Dünya Savaşı ve Emek Hareketi...........................135
I. Dünya Savaşı ve İşçi Hareketleri...........................137
İşçi Komitelerinden İlk Konseylere:
1918 Ocak Genel Grevi...........................................139
Ocak Genel Grevinin Ortaya Çıkardığı
Konseyler Üzerine....................................................145
Burjuva Demokrasisinin Kuruluşundan
Toplumsal Devrim Aşamasına.................................148
Asker Konseyleri......................................................149
FRSI ve Konsey Sorunu...........................................151
Sosyal Demokrasi ve Avusturya Devrimi.................154
1919 İlkbahar ve Yaz: Devrim Bir Kez Daha
Kapıda......................................................................155
Gelişen İkili İktidar..................................................158
Son Sahne................................................................161
Referanslar...............................................................165

BEŞİNCİ BÖLÜM
Franck Gaudichaud
Şili: İşçi Öz-Örgütlenmesi ve Allende Hükümeti
Yönetiminde (1970-1973) Cordones Industriales
(Sanayi Kuşakları) ......................................................167
Dünyayı Sarsan 1000 Gün.......................................168
Şili Kızıl Ekimi: İşçi Öz-Örgütlenmesi ve
Kurucu Halk İktidarı................................................173
Cordones İndustriales ve Solun Kaderi....................180
Darbeye Doğru: “İşçiler Silah İstiyordu”...................184
Referanslar...............................................................187

ALTINCI BÖLÜM
Kimiyasu Irie
Üretim Denetimi Mi Yoksa Fabrika Sovyeti” Mi?
Japonya’da İşçi Denetimi..............................................191
Savaş Sonrası İşçi Hareketinin Yükselişi..................193
Çinli ve Koreli İşçiler...............................................193
Yomiuri Anlaşmazlığı...............................................194
Üretim Denetiminin Genel Şartları.........................199
İşçi Denetimlerinin Birleşmesi.................................201
Keisei Elektrikli Demiryolu: Ücretsiz Ulaşım
Mücadelesinden Üretimin Denetimine....................201
Değerli Mücadele – Nippon Kokan
Tsurumi Fabrikası Sendikası....................................204
Halk Mahkemeleri – Mitsubishi Bibai
Kömür Madeni Sendikası........................................207
Üretim Denetiminin Kısıtlılıkları ve Olanakları:
Komünistler, İşçi Sendikası ve İşçi Denetimi...........212
Üretim Denetiminin Zorlukları...................................212
Zorlukların Üstesinden Gelmek ve İşçi
Mücadelesini Siyasi Mücadeleye Dönüştürmek
İçin Birlik Olma...........................................................213
JKP’nin Rolü................................................................216
Üretim Denetimi Hareketi...........................................218
Referanslar....................................................................220

YEDİNCİ BÖLÜM
Henrique T. Novaes ve Mauricio S. De Faria
Brezilya’daki Fabrika Komisyonları ve
1964 Darbesi................................................................223
İşçi ve Entelektüel Mücadelesinin Yükselişi.............224
Kırsal Mücadeleler...................................................229
Reformlar, Darbe ve Baskı........................................230
Brezilya İşçi Sınıfının Oluşumu ve
Fabrika Komisyonları...............................................232
Askeri-Sivil Diktatörlük Döneminde
Fabrika Komisyonları (1968-1978)..........................238
Son Düşünceler........................................................241
Referanslar...............................................................244
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Patrick Cuninghame
Meksika’da Özyönetim, İşçi Denetimi ve
Neo-Liberal Karşı-Devrim ve Krize Karşı Direniş........... 249
Meksika 2012-2014: Neoliberal Karşı-Reformlar ve
Toplumsal Direniş....................................................252
Euzkadi-TRADOC: Fabrika Islahı İçin
1100 Günlük Direniş...............................................255
Pascual Boing: “Onları Öldürün ve
Bunu Bitirin!”...........................................................261
Ruta 100: Yozlaşmış Neoliberalizm Tarafından
Bastırılan Özyönetimli Toplu Taşıma Ağı................264
Chiapasta Zapatista Özerk Belediyelerinde
Özyönetimli Kooperativizm.....................................268
Sonuç: Meksika’daki Kooperativizmin ve
İktisadi Özyönetimin Sınırları.................................273
Referanslar...............................................................276

DOKUZ BÖLÜM
Anabel Rieiro
Kolektif Özyönetim ve Sosyal Sınıflar – Uruguay’da
İşçileri Tarafından Islah Edilmiş İşletmeler..................279
İşçilerin Profili ve Islah Sürecinin Özellikleri...........282
Kolektif Özyönetim: Sınıf Mücadelesi
Toplumsal Hareketliliğe Karşı..................................286
“Uysallaştırılmış” Kolektif Eylemler ve
Toplumsal Dokunun Yenilenmesi............................293
Son Düşünceler........................................................296
Referanslar...............................................................300
ONUNCU BÖLÜM
Alexandros Kioupkiolis ve Theodoros Karyotis
Çağdaş Yunanistan’da Özyönetimli Komünler.............303
Kooperatifler ve Üretici Denetimi:
Şu Ana Kadar ki Tarih.............................................305
Kooperativizm..........................................................305
İşçi Denetimi...........................................................308
Gelişmekte Olan Dayanışma Ekonomisinde
Taze Başlangıçlar.....................................................312
Neoliberal Kriz Yönetiminin Bir Sonucu Olarak
Toplumsal Bölünme.....................................................312
Yeni Sosyal Ekonomi, Biyopolitik İşçi ve
Komünler......................................................................313
Pagkaki: Kafeterya İşleten İşçi Kollektifi......................318
VioMe: İşgal Edilmiş Özyönetimli
Bir Fabrika...............................................................319
Micropolis: Hayal Edilen Deneyimin
Sosyal Alanı.............................................................322
Son(uçsuz) Düşünceleri...........................................326
Referanslar...............................................................329

KISALTMALAR....................................................335
DİZİN.....................................................................337
GİRİŞ

G ERIDE bıraktığımız 135 yılda, türlü tarihsel kesitlerde,


değişik siyasal sistemlerde vuku bulan siyasi ve ekono-
mik krizlerde, işçilerin işyeri denetimini ele geçirdikleri dö-
nemler olmuş ancak, işçilerin bu özyönetim süreçleri çok da
dile getirilmemiştir. Varlığını işçi sınıfının -emek gücü üze-
rindeki- sömürüsüne dayandıran kapitalistler, burjuva hükü-
metler ve benzeri sistemlerin yöneticileri, patronsuz olarak
bir fabrikayı başarılı şekilde işleten özörgütlemeli işçilerin
tarihini anlatmaya genellikle ilgi göstermemişlerdir. (Ga-
yet anlaşılır bir biçimde!) 20. yüzyılın başlarında Avusturya,
Almanya, Macaristan, İtalya, Rusya ve İspanya’daki sosyal ve
sosyalist devrimlerde ya da Yugoslavya, Polonya ve Macaristan
devlet sosyalizmindeki örneklerde olduğu gibi işçiler üretim
üzerinde denetim elde etmek için mücadeleler verdiler. Ar-
jantin, Cezayir, Endonezya ve Portekiz’deki anti-sömürgeci
mücadeleler ve demokratik devrimler sırasında da aynı çabayı
gösterdiler. 20. yüzyılın son üçte birlik diliminde, kapitalist
yeniden yapılandırmaya karşı Fransa, Birleşik Krallık, İtalya,
Kanada, Avusturalya ve diğer bazı yerlerde açığa çıkan işçi
mücadelelerinde, fabrikaların işçiler tarafından ele geçirilme-

17
sine ve işçi denetimi perspektifiyle oluşan pratiklere tanıklık
etti. 1990’dan beri Arjantin başta olmak üzere birçok Güney
Amerika ülkesinin yanı sıra Hindistan ve Avrupa ülkelerinde
de işyeri işgalleri ve işçi özyönetim modeli, kendini güçlü bir
şekilde his ettirdi. Küresel kapitalist krizlerin sonuçlarına karşı
mücadele eden işçiler ve yerel örgütlenmeler yüzlerce fabrika
ve iş yerinin yönetimini ele geçirdi(Ness ve Azzelini, 2011).
Bütün bu örneklerden, üretimin demokratik denetimi için ge-
nel işçi mücadelesini görüyoruz. Aynı şekilde, geçmişteki işçi
denetimi girişimlerinden habersiz veya belirgin bir sosyalist
bilinç olmadan bile, doğal eğilimin sonucu olarak kolektif iş-
yeri yönetim anlayışının, işçi sınıfı arasında nasıl ortaya çıktı-
ğını anlıyoruz. İşçi konsey ve meclisleri yatay ve doğrudan de-
mokratik şekillerde tartışır, karar alır ve çalışırlar. İşçi denetimi
uzun vadede, geniş bir ölçekte uygulamaya konumlamamıştır.
Medya ve konu uzmanlarının tezleri, işçi denetimindeki iş-
yerlerinin karşılaştıkları birçok iç sorunun, genellikle işçilerin
kendi başarısızlığından ötürü ortaya çıktığını ileri sürerler.
İşçi denetimi gerçekleştiremez ya da güya işçilerde heyecan
kaybı gibi iddialara ve işçileri çevreleyen kötü kapitalist koşul-
lara rağmen, işçi denetiminin neredeyse her zaman başarısız
olmasının sebebi, söylenenin aksine, maruz kaldıkları tehdit
ve şiddetli baskılardır.
Görüldüğü üzere işçilerin üretimdeki denetimi; toplumu
dönüştürmenin ve “insanın insanı sömürmesi” anlamına ge-
len kapitalizmin üstesinden gelmeye doğru atılmış gerekli
adımlardan sadece biridir(Marx’ın dediği gibi; “erkeğin kadı-
nı sömürmesi” demek lazım buna.). Kapitalizmin üstesinden
gelecek bir perspektif için, üretimin denetimini elde etmek
zaruridir. Ancak, arzulanan dönüşüm sürecini güçlendirmek
için toplumun bütün kesimlerine devrimci örgütlenme ve öz-
yönetimi yaymak gerekir.
İşçi denetiminin doğasında buna benzer bir eğilim zaten
mevcut. Alex Demirovic’in I. Bölümde belirttiği gibi yerel
demokrasi sadece ekonomi ile sınırlı değil. Yerel demokrasi,
“toplumsal iş bölümüne, siyaset ile ekonominin birbirinden
ayrılması ve düzenlenmesine, günlük ev işlerine, toplumsal

18
karar verme sürecine ve özel ile kamusal alana meydan okur”
ayrıca, devlete de meydan okur(S. XX). “Bu bakış açısından”
Demirovic şöyle der:

Demokrasi artık sadece bir siyasi rejim değildir. Aynı za-


manda her alanı belirleyen bir yaşam tarzı oluşturur ve böy-
lelikle, Marx’ın özgür bireyler topluluğu olarak tanımladığı
farklı bir topluluğu oluşturur(S. X).

İşçi denetimini bu denli ilginç ve önemli kılan ve diğer


yandan da birçok düşmanın olmasına sebep olan şey işte yu-
karıda bahsedilen özelliğidir.
Son 15 yıldaki işçi denetimi meselesi, esasen Latin Amerika-
daki gelişmelerle ilgiliydi. Özellikle 1990’larda Latin Amerika’yı
vuran kapitalizm krizi ve bölgenin maruz kaldığı neoliberal
model krizi, bölge genelinde fabrika yönetimlerinin ele geçi-
rilmesine yol açmıştır. Bunun en iyi bilinen örneği Arjantin’dir.
Orada yaşanan ekonomik ve siyasi çöküntü, işverenlerin ve
geleneksel sendika stratejilerinin işsizlik ve yoksullaşmaya
çözüm geliştirmedeki yetersizlikleri, değişik sektörlerden iş-
çilerin kendi işyerlerini işgal ederek, yönetimi ele geçirmesine
yol açmıştır(Sitrin, 2013). Bugün 15.000 işçi, sanayi üretimi
yapan işyerleri haricinde, otel, restoran ve matbaaların da ara-
larında olduğu 350 tane ıslah edilmiş şirketi yönetiyor. Buna
benzer olarak Brezilya ve Uruguay’da da işçilerin ıslah ettiği
şirketler bulunmaktadır. Venezüella’da 2001-2002’deki “giri-
şimci grevi” ve solcu hükümete karşı çıkan fabrika sahipleri-
nin bilinçli olarak yatırımları azaltması, işçilerin düzinelerce
fabrikanın yönetimini ele geçirmesine yol açmıştır. İşçilerin ve
halkın hareketliliğine karşılık vermek için aynı şekilde düzi-
nelerce fabrika da hükümet tarafından kamulaştırılmıştır. Bu
dönemden beri sahipleri tarafından terkedilen birçok şirket
işçiler tarafından ıslah edilmiştir. Böylece ıslah edilen fabri-
ka sayısı yaklaşık olarak 100 civarına ulaşmıştır(Kesin sayıları
elde etmek zor. Azzellini, 2011, 2012, 2013, 2014)
Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda, İtalya, İspanya, İs-
koçya, Kanada, ABD, Güney Kore, Rusya, Türkiye, Mısır, Tu-

19
nus, Venezuella, Brezilya ve yine bir kez daha Arjantin gibi ül-
kelerde baş gösteren küresel ekonomik kriz; yeni işçi denetimi,
işçi militanlığı ve radikal protesto şekillerine yol açmıştır. Bu
kriz kapsamında ABD ve Avrupa’da bile işçiler işyerlerini iş-
gal edip ıslah etmeye başladı. ABD, Chicago’da önceki adıyla
Republic Pencere ve Kapıları –şimdiki adıyla New Era Pence-
releri– Mayıs 2013’te işçi denetiminde üretime başladı. İşçiler
Yunanistan’da otel, hastane, gazete ve radyo ile birlikte fabrika-
ların da yönetimlerini ele geçirerek, bu yerleri kendi başlarına
işletme girişiminde bulundular. Endüstriyel yapıştırıcı üretimi
yapan VioMe adlı bir fabrika, 2013 Şubat ortalarında, işçi dene-
timinde organik temizlik ürünlerinin üretimine başladı(bkz. 10.
Bölüm). Ayrıca işçiler, İtalya’da en az iki, Fransa’da ve Türkiye’de
de birer fabrikayı ıslah etmiştir(bkz. Bölüm 2). Sanayileşmiş ül-
kelerdeki fabrika ıslahları dışında, 2009’dan beri Arjantin ve
diğer Latin Amerika ülkelerinde işçiler, yaklaşık 50 tane daha
şirketi denetim altına aldılar. Bu sayede işçi denetimi tekrar
gündeme gelmiştir.
Elinizdeki derlemeyi hazırlama amacım; özyönetimin ta-
rihsel önem ve gerekliliği, işçi denetimi, işçi konsey ve meclisle-
rinde işçilerin toplu karar alma süreçleri gibi konularda, bilim
insanlarının ve işçilerin bilgilerini ve takdirlerini bir adım ileriye
taşımaktı. Kitabın oluşmasında katkı sağlayan yazarlar, tarihin
bize sürekli gösterdiği üzere, işçilerin çalıştıkları işyerlerini ken-
di başlarına yönetebileceği görüşünü ortaya koyuyor. Kapita-
lizmin yapısal bir krizden geçiyor olması, konuyu hem önemli
hem de uygun bir zemine oturtuyor. Bu yönüyle kitap, çağdaş
işçi sınıfı mücadelelerini, işçilerin ve halkın kendi çalışma alan-
larının denetimini ele geçirmesiyle ilgili mevcut tartışmaları an-
lamaya katkı sağlıyor. Derlemenin bölümleri, işçi denetiminin
koşullarının birçok kişinin iş ve yaşam belirsizliği sonucu olarak
nasıl ortaya çıktığına dair gerçek örnekler sunuyor. Derlemenin
tüm yazarları, işyerlerinde mücadele gösteren en alt kademede-
ki işçilerin bakış açısıyla meseleye yaklaşıyor. Umarım bahsedi-
len örnekler, işçilerin daha çok denetimi ele geçirmesine ilham
kaynağı olur. Eğer sendikalar ve siyasi partiler sermayeye karşı
koyamıyorlarsa, onunla işyerlerinde mücadele edilir.

20
Özgürlükçü ve Anti-Kapitalist Bir Uygulama Olarak İşçi
Denetimi ve Özyönetim
Emek Tarihine Farklı Bir Bakış: Üretimde İşçi Denetimi ve
Demokrasi kitabı, önemli tarihi ve çağdaş işçi direnişi ve işçi
denetimi üzerine örnek olay incelemeleri ile bilim insanları
ve aktivistler arasında cereyan eden tartışmalara katkı sağlıyor.
Diğer taraftan kitap, halk mücadeleleri, toplumsal hareketler,
alt sınıf, alternatif-dayanışmacı ekonomiler ve alternatif ör-
gütlenmeler üzerine yazılmış yayınların yanında yerini bulu-
yor. Kitapta, dünyanın her yerinden örnek olay incelemeler
bulunmakta. Kitap, güney yarım küreden kuzey yarım küreye
kadar işçi denetimleriyle alakalı uluslararası, kültürel, ulusal ve
bölgesel analizler içeriyor. Kitabın bazı bölümleri derinleme-
sine teorik ve felsefi gözlemler de sunuyor.
Bu derlemede verilen örnekler, geleneksel kooperatif ve
kurumsallaşmış işçi katılım deneyimlerinin dışında bir alanı
kapsıyor.
İşçi sınıfının çıkarlarının ciddi bir temsilcisi olmak için,
işçi konseyleri ve komitelerinin önlerinde yapmaları gereken
iki şey var. Birincisi, işyerlerindeki mevcut iş bölümünün güç-
lendirdiği otorite ilişkilerine meydan okumaları; ikincisi ise
özgürlük ve otorite, çalışma ve eğlence arasındaki ilişkilere
yönelik yeni bir anlayışla yönetimi ele geçirip işyerlerini dö-
nüştürmeleri. Sendikaların ve bürokratik kurumların aracı ha-
line gelen işçi talepleri, sadece işçilerin güçsüzleşmesine sebep
olur. Çünkü sendikalar ve bürokratik kurumlar, işçilerin kendi
kendilerini gerçekten yönettiği bir toplum öngörüsünü başar-
ma ihtimalini hor görürler(Aronowitz1991: 426-7).
Kitapta esas olarak, kısa süreliğine de olsa, gerçekleşen ka-
tılımcı yöntemler ve hiyerarşisiz demokratik özyönetim şe-
killerinde vücut bulan konsey ve meclisleri ele alır. Bu kitap,
işçilerin işyerlerini ele geçirme suretiyle kapitalist sisteme baş-
kaldırı eylemlerinin incelmesinden oluşmaktadır. Aynı şekil-
de bu kitap, işçilerin açıkça veya zımmi bir şekilde kapitalist
sistem ilişkilerini sorgulayıp bu duruma itirazları hakkındadır.
Bahsedilen itiraz ve sorgulamalar Milan’da ele geçirilmiş Ri-
Maflow adlı fabrikanın işçilerinin “çatışmacı özyönetim” de-

21
dikleri yöntemle yapılır(bkz Bölüm 2). “Mücadele yoksa iler-
leme de yoktur” der Frederick Douglas ve şöyle devam eder:

Özgürlüklerden yana olduğunu söyleyip ama bu uğurda


zorluklara göğüs gelmeyenler, toprağı sürmeden hasat iste-
yenlere benzer; yıldırım ve şimşek olmadan yağmurun yağ-
masını isterler. Devasa su kütlesinin gürlemesi olmadan okya-
nusu isterler… Talep yoksa iktidar hiçbir şey vermez(Martin
1986:175).

Bu kitapta, örgütlenme şekilleri ve faaliyetleriyle mülkiyet


haklarını, hiyerarşileri ve kapitalist iş bölümünü sorgulayan iş-
çilerden bahsedilmiştir. Sadece kendi özel sorunlarını çözme-
yi hedeflemezler, aynı zamanda kendilerini değişim için daha
büyük bir mücadelenin parçası olarak görürler. Diğer mücade-
leleri destekler ve işçilerin denetimindeki başka şirketler, top-
luluklar ve hareketlerle ilişki ağı oluştururlar. Buna rağmen, iş-
çilerin denetimindeki ıslah edilmiş fabrikalar da farklı bir top-
lum formunu hedefleyen daha büyük bir hareket anlayışının
parçası olarak görülmelidir. Bu hareket, kooperatifleri, küçük
üreticileri, takas ticareti ağlarını, dayanışma ekonomisini inşa
çabaları, halkı harekete geçiren mücadeleler ve baskının her
türlüsüne karşı özgürlük ve kurtuluş mücadelesi veren bütün
mücadele şekillerini kapsar. Ancak, işçi denetimi ve çatışmacı
özyönetim, işçilerin üretime katılım sağladığı diğer yöntem ve
yönetimlerin (ister kooperatif, ortak yönetim modelleri, sen-
dikaların yönetim katılmaları olsun ister orta ve kuzey Avrupa
şirket konseyleri (Betriebsrate, Almanya ve Avusturya’daki)
olsun) sahip olmadığı farklı bir karakteristiği var.

Kooperatif Modelinin Kısıtlılıkları ve Çelişkileri


İşçi konseylerini, doğrudan demokratik ve kolektif özyö-
netim modellerini ve kooperatifleri birbirinden açık bir şekil-
de ayırt etmek gerekir. Daha önce de bahsedildiği gibi, ilki,
kapitalist zihniyet ve hegemonyaya nerdeyse kendiliğinden ve
doğrudan itiraz ederken -tabi eğer bu yapılar kurumsal ve
bürokratik temsilciliklere değil de işçilerin otonomisine da-

22
yanıyorsa- ikincisi, kapitalist verimlilik ve karlılık mantığı
çerçevesinde davranmaya eğilim gösterir. Elbette bu genel
eğilimin de bazı istisnaları var. Bu istisnalar genellikle küçük
işçi kooperatiflerinde olmakla birlikte kapitalist işletme zih-
niyetini benimsemeye yönelik devasa bir baskı var. Bu baskıya
göğüs gelmek genellikle büyük bir irade ister. Diğer yandan,
kapitalist toplumda kolektif mülkiyet ve yönetim yapılarının
neredeyse tek yasal yolunun işçi kooperatifleri şeklinde ol-
masından dolayı kitapta incelenen çeşitli örnekleri de içeren
(özellikle çağdaş örnekler) ıslah edilmiş işletmeler, yasal olarak
işçi kooperatifleri görünümündedir. Ancak kapitalist ortamda
geleneksel kooperatif modeli, kooperatiflerin kurtuluş potan-
siyelini kısıtlayan, temel yönelim ve genel eğilimleri barındır-
maktadır.
Kooperatifler, üretim araçlarının özel mülkiyetini pek sor-
gulamazlar. Onlar, bu tekil kavramı, yönetime ve onun fayda-
larına katılma hakkının bir kaynağı olarak görürler. Bu fikir ve
zihniyet, kapitalizmde de esastır. Bu yüzden, kooperatifler her
ne kadar kapitalist ekonomi kapsamında işletmelerin mülki-
yetini demokratikleştirmede olumlu bir adımı temsil ediyor-
larsa da, esasen doğrudan alternatif kurumsal bir yol değiller.
Son 100 yılda kurulmuş tüm kooperatifler, kapitalist fi-
kirler olmadan varlıklarını devam ettirebilseydiler ne olurdu?
Muhtemelen ekonominin büyük bir kısmını oluştururlardı.
Ama böylesine bir gerçeklik ortada yok. Birçok kooperatifin
gayesi üyelerinin yaşlarıyla birlikte eskiyip gidiyor. Kurallarına
tabi olmadan, kapitalist bir ekonomide hareket etmek oldukça
zordur. Kapitalizm bir girdaptır. Birçok kooperatif büyük ga-
yelerle işe koyulur ama zamanla hem ideolojik hem de mad-
den, bu gayeleri unuturlar. Kooperatifler belirli bir büyüklüğe
eriştiklerinde, genellikle şirketlere ya da yatırımcılara satılırlar.
Kooperatiflerin ayrı mülkiyet anlayışı bu durumu mümkün
hale getiriyor. Rosa Luxemburg’un belirttiği gibi;

Kooperatifler, özellikle üretim alanındaki kooperatifler, ka-


pitalizmin ortasında karışık bir hal alırlar. Kooperatifler, ka-
pitalist piyasa içerisinde küçük kamusal üretim birimleri ola-

23
rak tanımlanabilir. Ama kapitalist ekonomide piyasa, üretime
hükmeder. Rekabetin sonucu olarak, sermayenin çıkarlarına
uygun tam bir üretim süreci egemenliği -yani amansız sö-
mürü- her bir işletmenin ayakta kalabilmesi için bir koşula
dönüşüyor. Sermayenin üretim süreci üzerindeki egemenliği
şu şekillerde ortaya çıkıyor. İşgücü arttırılıyor. Piyasanın duru-
muna göre iş saatleri kısaltılıp uzatılıyor. Bununla birlikte pi-
yasanın ihtiyaçlarına göre istihdam ve işten atılmalar gerçek-
leşiyor. Başka bir deyimle, piyasadaki rakiplerine karşı ayakta
kalmaya çalışan bir işletme kullanabileceği bütün yöntemleri
devreye sokuyor. Böylelikle üretim alanında bir kooperatif ku-
ran işçiler, son derece katı mutlakiyetçi piyasa ve kendilerini
yönetme gerekliliği arasında bir çelişkiyle yüzleşiyorlar. İş-
çiler, kapitalist girişimci rollerine bürünmeye zorlanıyor. Bu
çelişkili durum, üretim kooperatiflerinin başarısızlığına sebep
oluyor. Bu şekilde kooperatifler, ya tam bir kapitalist işletme-
ye dönüşüyor ya da işçilerin çıkarları baskın gelirse kooperatif
dağılır(Luxemburg, 1900).

Birçok kooperatifin, kapitalist ekonomi bünyesine saplan-


ması ve kar elde etme mantığıyla kapitalist piyasada rekabet
etmeleri; geliştirdikleri şirket modeli için ciddi sonuçlar ortaya
çıkarır. Birçok kooperatifte, kooperatif üyesi olmayan işçi ve
kazanç farklılıkları görülür. Her ne kadar bu kazanç farklılığı
özel bir teşebbüsteki kadar olmasa da bir kooperatif yönetici-
sinin kazancı bir işçinin kazancından birkaç kat fazla olabili-
yor. Bununla birlikte, birçok kooperatif işçi mülkiyeti olsa bile,
özellikle büyük kooperatiflerde olduğu gibi nadiren işçiler ta-
rafından yönetilir.
Çünkü ekonominin birçok alanında kapitalist işletmelerde
rekabet etmek imkânsızdır. Böylece kooperatif sektörü kapi-
talizmin kurallarına sıkı bir şekilde bağlı olan özel iş sektörle-
rinden daha yavaş büyüyecek. Bu durum avantajlı koşullar al-
tında bile meydana gelir ve buna örnek olarak Venezüela’daki
son 15 yıllık uygulamalar gösterilebilir(Azzellini, 2012). Or-
tak mülkiyet anlayışı olmadan kooperatif dayanışması zarar
görür. Ne diğer kooperatiflerle bağlantı ne onlara bir destek

24
sunmadan ne de onlar tarafından desteklenmeden her koope-
ratif kendini ayrı bir firma olarak görüyor. “Kurumsal bilinç”
denilen şey, gerçek anlamda işçi ve halk denetiminde ekonomi
oluşturmak ve bunu sürdürme hayaline üstün gelecek.
Bask bölgesinde, bahsedilen bu eğilim ve gelişmelere uyan
ve sıkça övgüyle bahsedilen ünlü Mondragon kooperatif
kompleksleri iyi bir örnek teşkil ediyor. 1956 yılında kurulan
bu kooperatif, 1990 yılında Mondragon Kooperatif Şirketi’ne
(MKŞ) dönüşnüştür. MKŞ’nin kurulma amacı, uluslarara-
sı şirketlerle rekabet olarak savunulmuştur. Ve MKŞ giderek
daha çok geleneksel kapitalist teşvik ve yönetim uygulama-
larını kabul etmeye başlamıştır(Huet, 1997). MKŞ mülkiyet
olarak işçilere ait ama onlar tarafından işletilmiyor. Bir hayli
rekabetçi piyasalar da ayakta tutunabilmek için üretimin, di-
ğer Avrupa, Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerine kaydır-
mıştır. 2014 yılı itibariyle, aralarında Brezilya, Şili, Kolombiya,
Meksika, Fas, Türkiye, Tayland, Tayvan, Hindistan, Romanya,
Slovakya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Çin (18 fabrika!), Vi-
etnam, birkaç Batı Avrupa ülkesi, Avusturalya ve ABD’nin
(Mondragon, n.d.) de bulunduğu farklı ülkelerde 105 üretim
fabrikası bulunmaktadır. Buralardaki fabrikaların hiç birisi ne
işçilere ait ne onlar tarafından yönetiliyor ve de hiçbir çalışan
MKŞ’nin üyesi değildir. Bask Bölgesinde bile MKŞ’nin ka-
pitalist ortaklarla birlikte veya çoğunluğu ortaklık olan ama
kooperatif yapısı dışında işleri var.
Mondragon kooperatifinin esası olan, asla üye olmayan-
lardan % 10 istihdam taahütünün aksine, 1997 yılı itibariyle,
Mondragon çalışanlarının üçte biri kooperatife üye olmayan-
lardan oluşmaktadır(Huet, 1997).
MKŞ’nin sanayi alanında 2012’deki rekor satış rakamları
beyan etti. Bu rakamlar kriz öncesindeki rakamları geçmiş-
tir ve 11 yeni uluslararası bağlı üretim kuruluşu açmıştır(TU
lankide MKŞ Şirket Haberleri, 2013). Ancak, MKŞ işletme-
lerinin en büyüklerinden, beyaz eşya üreticisi Fagor Elect-
rodomesticos -kaderin cilvesi olarak 1956’da Mondragon’da
kurulan ilk kooperatif- 2013 Ekim’de iflas başvurusunda bu-
lundu. Mondragon Topluluğu Genel Konseyi, kötü finansal

25
yönetim ve kriz dönemindeki ağır kayıplarından dolayı çok
ağır borç altında bulunan şirketi kurtarmama kararının ar-
dından, bu başvuru gerçekleşti. Kitabın hazırlanışı esnasında,
Bask bölgesindeki fabrikaların 5600 işçisi işini kaybetmekle
karşı karşıyaydı. Bask’ta, Fagor’a tedarik sağlayan 50’den fazla
şirkette, birçok işçi de işini kaybetme tehlikesi yaşıyor. 2013
Kasım ayında, yüzlerce işçi fabrikayı işgal etti. Birikimlerini
bu fabrikaya yatıran işçilerin taleplerinden bir tanesi, bireysel
yatırımcının cezalandırılmaması. Özel sektördeki herhangi bir
özel şirketin vereceği karardan farklı bir karar vermeyen MKŞ
ağır eleştirilere maruz kalıyor(Bibby, 2013). Fakat Mondragon
Kooperatif kompleksinden öğrenilecek olumlu dersler de var.
Somut üretim faaliyetleri dışında da bağımsız bir banka yapısı,
iş eğitimi sistemi ve sosyal güvenlik sistemi, kooperatifin sağ-
lam bir şekilde genişlemesini sağlamıştır.
Bir zamanlar İtalya’da devasa kooperatif ağlarıyla ünlü ko-
operatif modeli, şimdilerde istikrarsız işçi örgütlenmesine yeni
bir emsal olmuştur(Curcio,2015, Azzellini, D. Ve Kraft, MD
(editörler). “Sınıfsal Grevler Geri Döndü. 21. Yüzyılda Kendi
Başına Örgütlenen İşçilerin Mücadeleleri”, Amsterdam: Brill
çıkmak üzere). Örneğin lojistik sektöründe;

Birikmiş artı değer, düşük profilli işgücünün sömürüsüne


dayanır(daha doğrusu düşük ücretli). Bu işçilerin faaliyeti,
yasa dışı koşullarda faaliyet gösteren denetimsisko-op siste-
mince yönetiliyor.

Uluslararası şirketlere bağlı taşeron kooperatiflerde istih-


dam edilen işçilerin yaklaşık % 98’i ağır bir şekilde sömürülen
göçmen iş gücünden oluşmaktadır.
Kooperatifler, Ulusal Toplu İş Sözleşmesinin (UTİS) zo-
runlu uygulamalarına tabi olmadıklarından, kooperatiflerce
işe alınan işçilerin ne bir sosyal güvenlik koruması ne de her-
hangi bir iş güvencesi mevcuttur. İtalyan Kamu Hukuku’na
göre işçi/işveren ilişkileri düzenlenmeli, fakat kooperatif iş-
çileri işe “ortak işçi” olarak işe alınıyor. Hem bağlı işçi statü-
sündeler ama hem de aynı zamanda koopertafin ortaklarıdır.

26
Böylece, bağlı işçi olduklarından, kara ortak olamıyorlar. Üye
olmalarından dolayı da olması gereken iş güvenceleri yok-
tur ve bütün iş risklerini üstlenirler. Bununla birlikte, işçiler,
bordro kesintisi olarak yılda 5000 Euro’ya kadar, kooperatifler
sermaye payları için ödeme yapmak zorundalar(Curcio, 2015).

Sendikalara Karşı İşçi Otonomisi


Sözde işçi temsilcileri olan sendikalar ve siyasi partiler, işçi
konseylerine şüpheyle yaklaşmıştır. Parti ve sendikalar kendi
yapıları olmadan da, işçilerin kendi kendilerine örgütlenebil-
mesini, otoritelerine karşı bir meydan okuma olarak görüyor-
lar. Dahası, 20. yüzyılın başlarında Karl Korsch ve diğer kon-
sey komünistlerinin belirttiği gibi, işçiler kendi ihtiyaç, istek
ve stratejilerini iş yerlerindeki meclislerde tartışmaya başladığı
anda, artık partiye bağlılık gereği kalmıyor; çünkü işçi oto-
nomisi baş gösteriyor. Bu durum mevcut temsilcilik meka-
nizmasına ve partiler ile sendikaların temel mantığına açıkça
meydan okuyor. Temsili politikalar artık mümkün değildir.
Bir sendika, işçilerin kabul etmediği hiçbir anlaşmayı, sadece
sendika liderlerinin stratejik olarak en iyi seçenek olduğunu
düşünerek, imzalayamaz. Tarihsel tecrübelerin bize gösterdiği
gibi, otonom işçiler, sendikalardan daha fazla sorgulayıp başarı
elde edebilir. Bu durumun gerçekleşmesi, işçi çıkarları ve ser-
maye arasındaki pazarlıkta “güvenilir ortak” olmak için, genel-
likle önceden belirlenmiş resmi kurallar bütünlüğüne bağlıdır.
2000’den beri Arjantin’de işçilerin ele geçirdiği yaklaşık 350
tane işletmenin neredeyse tümü, otonom işçiler tarafından ya-
pılmıştır. Bu netice, sendikaların, anlaşmazlıkları düzenleyen
yasal bir çerçeve ya da başarılı bir sonuç ve anlaşmalı sükûnet
garantisi verilmeden çatışmalara çok fazla müdahil olmama-
larından kaynaklanıyor.
Diğer taraftan -kendi bakış açılarına göre- sendikalar, is-
tihdam edilmiş işçileri temsil eder. İşçiler işsiz kalır kalmaz,
sendikaların geleneksel temsil araçları olan mücadele ve mü-
zakere pek etkili olmaz. Hele bir de ele geçirilmiş fabrikalar
örneğinde olduğu gibi, işçiler fiilen veya resmen bir fabrikanın
sahibi veya işletmecisi olursa bu araçlar tümden işlevsiz kalır.

27
Tabi ki sendikalar arasında da istisnalar mevcuttur. Bazıları,
ücretler ve iş koşulları pazarlıkları dışında siyasi ve sosyal bir
bakışla işçi sınıfının gerçek örgütlenmesidir. Bazıları da resmi
anlaşmazlık ve anlaşmazlık çözümü belgelerine bağlı olmazlar.
Fakat böylesi sendikalar küçük bir azınlıkta kalmaktadır. Ba-
zen de geleneksel sendikalar, Fransa’daki komünist Genel İşçi
Konfederasyonun, yakın zamanda ele geçirilen Fralib fabrikası
örneğinde yaptığı gibi önceden belirlenmiş rolleri dışında, işçi
sınıfının karalarını ve mücadelelerini destekler. Böylesi du-
rumlarda işgal ve işçi denetimindeki üretim ile ilgili herhangi
bir öneri sunmazlar, sadece işçi insiyatiflerine uyarlar. Ancak,
sendika desteği bir istisnadır. Yunanistan’da Komünist Parti ve
ona bağlı sendika işletmelerin ele geçirilmesine karşı çıktılar
ve işgal edilen VioMe fabrikasının işçilerini, işçi denetiminde
üretime başladıklarında, küçük burjuvalar ve kapitalistler ola-
rak suçladılar(Bkz.Bölüm 12).
Fakat sendikaların, işçi kararlarına saygı duyduğu sınırlı
örneklerde, iş yerlerindeki işçi otonomisi daha bir hızlı geli-
şiyor. 1960 ve 1970’lerdeki işçi mücadeleleri ve başarılarının
kanıtladığı üzere, işyerlerindeki meclislerde karar alan otonom
işçiler, sendikalardan daha hızlı tepki, daha güçlü bir şekil-
de değişiklik ve tehditlere tepki verebiliyor ve sendikalardan
daha çok başarı elde ediyorlar. Otonom işçiler, sendikaların
yapamadığı (yasalara ve daha önceden belirlenmiş anlaşmaz-
lık mekanizmalarına bağlı olmalarından dolayı) mücadele ve
ittifak mekanizmaları geliştirebiliyorlar. Ayrıca, otonom işçi-
ler, sendikaların daha geniş bir seviyede kabul ettiği veya uz-
laşmayla ile ilgili sıkıntılardan dolayı karışmadığı meselelerle
etrafında mücadele gösterebilirler:

İşçi sendikalarının amacı, işçilere emek güçlerini olabildi-


ğince avantajlı bir şekilde satmalarına yardımcı olmaktır. Sendi-
kalara her zaman bu amaç için ihtiyaç duyulacaktır. Fakat sendi-
kalar gerekli olduğu kadar yetersizdir(Lyndand Lynd, 2000:1).

Devlet Sosyalizminde ve Devrimde İşçi Denetimi


Paris Komünü işçi denetimleri arasında bilinen en iyi ör-

28
nek ve en eskilerindendir. Paris’in kısa süren devrimci sosya-
list yönetimi (18-28 Mart 1871) aslında, karar alma ilkesiyle
birlikte, işçilerin yerel demokrasi anlayışına dayanan bir işçi
hükümetiydi. Karl Marx (1871a, 1871b) Paris Komünün öne-
mini hemen farkeder ve şöyle der:

Komün esasen bir işçi sınıfı hükümeti, üreten sınıfın gasp


eden sınıfa karşı mücadelesinin ürünü, emeğin iktisadi kurtu-
luşunun gerçekleşmesini sağlayan nihayet keşfedilmiş siyasal
biçim idi.

Ancak sosyalist ve komünist partiler, Marx’tan sonra işçi


denetimi fikrini çok az desteklediler ve manifestosuna karşı
sık sık mücadele ettiler. Lenin’in, devrimciler tarafından, dev-
let kurumlarına ve iktidara paralel oluşturulan yapıları tari-
hi “ikili iktidar’ı” devrimci mücadeleler esnasında inşa etmek
için, komünist partiler işçi denetimlerini genellikle hoşgörür-
dü. Mücadele sırasında kendi kendine örgütlenme ve özyöne-
tim gerekli görülürdü, ama “parti” devleti ele geçirdikten sonra
ikili iktidarın artık gerekli olmadığı söylenirdi, çünkü gerçek
iktidar, devlet, artık devrimci yönetim altındaydı ve parti bü-
tün proleteryanın ortak çıkarını temsil ediyordu. Mevzuya
daha derinlemesine bakıldığında, işçi denetimi için mücadele
veren işçiler, genellikle karşı-devrimci olmakla bile suçlanırdı,
çünkü devrim önderliğine karşı çıkıp bireysel ya da grup çı-
karlarını savunacaklardı.
Rusya’da Bolşevikler devlet gücünü ele geçirip iktidarlarını
sağlamlaştırdıktan sonra konseyleri ortadan kaldırdılar(Mandel,
Nessand Azzellini, 2011). İtalyan Sosyalist Partisi (İSP, Ko-
münist Partisinin öncülü) ve partinin lideri Antonio Grams-
ci, İtalya’da 1919-1920 yılları arasında sanayileşmiş kuzeydeki
fabrikalarda gerçekleşen büyük konsey hareketini desteklemiş-
tir. İşçi denetimi üzerine yapılan inceleme ve tasvirler arasın-
da hala en çok ilgi uyandıranlar, Gramsci’nin L’Ordine Nuovo
(Yeni Düzen) gazetesindeki açıklama ve analizleridir. Fakat
İSP’nin kuzey İtalya’nın sanayileşmiş Piedemont bölgesinde-
ki grevi ulusal boyuta taşımayı ret etmesi ve müzakereler için

29
tam bir vekâlet talebi, şüphesiz işçilerin yenilgisine sebep oldu;
bu yüzden, İSP, birçok işçi tarafından hain olarak görüldü(Di
Paola, 2011). Almanya’da, Alman devriminin bel kemiği olan
ve örgütlemenin başını çeken devrimci işyeri temsilcileri, hem
reformist bir anlayışı uygulamaya koymak isteyen Sosyal De-
mokratik Parti’ye hem de konseylerde kendi çizgilerini seçtirip
uygulamak isteyen farklı komünist partilere karşı çok mücadele
ettiler. Bir partiye katılım kararı aldıklarında, bir işçi örgütlen-
mesi olarak otonomilerini sürdürmek için ağır bir mücadele
vermek zorundaydılar(Hoffrogge, 2014). Buna benzer şeyler
Avusturya devriminde de oldu(bkz. Kitaptaki 4. bölüm).
İşçilerin işçi denetimini “devlet sosyalizmi” altında kurma
girişimi, ya iktidar partisi tarafından önlenirdi, ya da iktidar
partisi işçilerin taleplerini kabul etmesi durumunda Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), işçilerin bu talepleri-
ni siyasi veya askeri yöntemlerle önleme yoluna giderdi. Sov-
yet-destekli politikalara karşı 1956 yılındaki Macar başkaldı-
rısında işçiler, devlet sosyalizmini “toplumsallaştırma” ve kapi-
talist restorasyon ve iktidar partisinin müdahalelerini önleme
vizyonuna uyarak konseyler kurdu. 23 Ekim 1956’da başlayan
başkaldırı, SSCB’nin 4 Kasım’da Macaristan’ı işgal etmesiyle
tamamen bastırıldı. Macar isyancılar ve Sovyet Ordusu ara-
sında her iki taraftan yüzlerce ölüme sebep olan çatışmalar
10 Kasım’a kadar sürdü. İşçi konseyleri, Ocak 1957’de kesin
olarak yenilene kadar sahada varlıklarını sürdürdüler.
Çekoslovakya’daki Prag Baharı sırasında, Alex Dubceck
liderliğindeki hükümet, alttan gelen sosyalist reform talep ih-
tiyacını 1968 yılının Şubat ayında kabul etti ve Nisan ayında
bir reform Eylem Programı yürürlüğe koydu. İşçiler, konsey-
ler kurup fabrika denetimlerini ele geçirdiler. Ancak, 20-21
Ağustos 1968 tarihinde Varşova Paktından beş ülkenin or-
duları (SSCB; Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan,
Polonya ve Macaristan) Çekoslovak Sosyalist Cumhuriyeti’ni
işgal edip reform hareketini bastırdı. Polonya’da (1944-1989)
birçok işçi konseyi hareketi gerçekleşti. Hatta 1956’da güçlü
bir işçi hareketi, işçi konseyleri ile ilgili bir yasa geçirmeyi bile
başardı. Fakat Aralık 1958 tarihinde bu yasanın yerini, tekrar-

30
dan konseylerin rolünü ve gücünü azaltan yeni bir yasa aldı.
1970’teki kitlesel işçi protestolarında, konseyler tekrar yükse-
lişe geçti
Sonra, 1980-1981 yıllarında Polonya bağımsızlık birli-
ği hareketi, Dayanışma, tekrardan o kadar güçlendi ki ordu
ve iktidardaki Polonya Birleşik İşçi Partisi 13 Kasım 1981’de
darbe yaptılar:

Ordu, “seferberlik” ve sıkıyönetim ilan etti. On Binlerce


Dayanışma aktivistini toplama kamplarında hapsetti, işgal
edilmiş tüm işletmeleri tanklarla kuşattı ve Polonya işçi sınıfı
hareketini bastırdı(Kowalewski, 2011: 205).

Sosyalist devlet ülkeleri arasında tek istisna, Haziran 1956


tarihinde, “işçilerin özyönetimi” ile ilgili yeni bir doktrini ya-
sallaştıran ve devlet politikası haline getiren Yugoslavya’dır.
Ama aslında özyönetim konseyleri, demokratik organlar ola-
rak muhalefet etmek ve farklı fikirleri tartışma işlevini yerine
getiremediler, çünkü onların başlıca amacı, firmaların işlet-
mesinde yönetimsel bir işlevi yerine getirmekti, işçi sınıfının
siyasi organları olarak görev yapmak değil(Music,2011: 189).
Sözde işçiler tarafından yönetilen işletmeler, çoğunlukla parti
delegeleri aracılığıyla iktidar bürokrasisi tarafından yönetili-
yordu.
Ve büyük ölçekte, bir fabrikanın veya bir bölgenin kendi
çıkarları ile bir bütün olarak toplumun çıkarları arasındaki ba-
riz çelişki, işçi sınıfı tarafından tüm iktisadi hayatın merkezi
demokratik kontrolü yoluyla çözülemiyor(Music, 2011: 189).
Buna rağmen, konsey komünizminden, Troçkizme, İtal-
yan operaismo’dan, erken Marx, Antonio Gramsci ve Rosa
Luxemburg’un yazılarından etkilenen sosyalistlere, otonomist
hareketlerden, sosyal devrimci akımlara (birkaç Latin Ame-
rikan Marxist ve devrimciler), anarko-sendikalizmden ve di-
ğer “gelenek dışı” solcu akımlara kadar uzanan Soldaki birçok
işçi ve azınlık akımı, işçi denetimini ve konseyleri her zaman,
kendi kendini yöneten sosyalist bir toplumun temeli olarak
görürler.

31
İşçi Denetimi ve İnsanlığın Kurtuluşu
İşçilerin kendi kendine örgütlenmesi ve üretim alanlarının
denetimini ele geçirmesinin 135 yıllık tecrübe birikimi, özgür-
leştirici politikalar için muazzam bir hazinedir ve bu birikim,
işçilerin üretimi örgütlemek için patronlara hiç de ihtiyaçları
olmadığını tekrar tekrar ispatlamıştır ve işçiler genelde pat-
ronsuz daha iyisini bile yapıyorlar. Pek çok kişi bugün kapita-
list iktisadi evrelere evrensel ve tarih-ötesi geçerlilik atfetse de,
bu evreler sadece kapitalizmin parçalarıdır. Kapitalist evreler,
kapitalist toplumlardaki kuralların yapısı ve insanoğlunun ta-
rihsel olarak geçirdiği toplumsal yapılardır(Agnoli, 1999). El-
bette bu evreler bu toplumları da dışarıda bırakabilir.
İşçi denetimi ve kolektif demokratik özyönetimler, kapita-
lizmin yenilgisine doğru bir yol inşası için bir takım unsurlar
ortaya koydular. Immanuel Wallerstein’ın dediği gibi, “kapita-
lizm her şeyin metalaştırılması için bir programdır… Sosya-
lizm de her şeyin meta olmaktan çıkarılması için bir program
olmalı ancak, kast edilen metanın tedavülden kaldırılması de-
ğil sadece kar yönün çıkarılması”(Wallerstein, 200: 157). Buna
yönelik ciddi bir teşebbüs ancak toplumun ve iktisadi hayatın
doğrudan işçiler tarafından yönetilmesiyle mümkün olacak.
Derlemenin bölümlerinde bahsedilen uygulamalara baktığı-
mızda, meta olmaktan çıkarmaya (decommodification) doğru
atılan adımları görürüz. İşyerlerinde demokratik tartışma ve
karar alma kardan daha önemli hale geliyor ve bunlara yeter-
li zaman ayrılıyor. İşçilerin sosyal ilişkileri ve boş zamanları
gibi işçi sağlığı, eğitim, dayanışma, ekolojik sürdürülebilirlik
vb. şeyler kardan önce gelmektedir. Özellikle çağdaş şirket ıs-
lahları örneklerinde olduğu gibi, iş niteliği ve ekolojik öğeler
merkezi rol oynuyor. Arjantin, Venezuela veya İtalya’da işçiler,
diğer mücadelelere destek için izin kullanıyorlar. Venezuela’da
işçiler, eğitsel programlara katılmak için izin kullanırken İtal-
ya, Yunanistan ve Venezuela’da ekolojik öğeler, üretim seçe-
neklerinde önemli rol oynuyor. Anlamsızca tüketim ve üretim,
birçok çağdaş vakada sorgulanıyor ve diğer işçi ve topluluklara
nitelikli ürün erişimi önemli bir konu haline geliyor(Azzellini,
2012; Azzelliniand Ressler, 2014; Nessand Azzellini, 2011;

32
Sitrin, 2013, ayrıca derlemenin 2. Bölümüne bakınız).
Kendi emeklerinin ürünü üzerindeki kolektif denetimi
tekrar ele geçiren işçiler, Ernest Mandel’in -Marx’ın yaban-
cılaşma üzerine erken dönem yazılarına dayanarak- toplumsal
dönüşümün önemli bir öğesi olarak tarif ettiği “ilerici yabancı-
laşmadan-kurtulma” sürecine dâhil olurlar(Mandel,1971:187-
210).1 İnsanlığın uzun tarihi ışığında, ücretli işçilerin kendi
emekleriyle ürettiği ürüne sahip olmadıkları gerçeği oldukça
yeni bir durumdur. Burjuva toplumunun bir ürünüdür. Orta
Çağa kadar zanaatkârlar ve çiftçiler, yöneticilere bir kısmını
vermek zorunda kalsaydılar bile hala üretim sürecini yöne-
tip emeklerinin birçok karşılığının sahipleriydiler. Yaptıkları
iş kendi denetimlerinde ise, çalışmak işçiler için kendilerini
ifade etme aracı olur. İnsanın doğasında var olan yaratıcı ka-
pasite, emek faaliyetinde dışa vurur.
Kapitalistin, işçiler ve onların zamanı, faaliyetleri ve emek-
lerinin ürünü üzerindeki yönetimi ve yabancılaşma anlamına
gelen ücretli işçilik, (“bağımsız” iş ilişkileri gibi modern ücretli
emekte bile) böyle bir durum söz konusu değildir. Emek, artık
kendini ifade etme aracı değil de, sadece maddi ihtiyaçları kar-
şılamak için para kazanma yöntemidir. Bu arada işçi öznelliği-
nin önemi de kapitalistler tarafından fark edildiğinde hemen
yok edilmiştir. Katı örgütlenmiş Fordist üretim sürecinde işçi
öznelliği rahatsız edici bir etken iken, üretimin Post-Fordist
hali ise, üretimi etkinleştirmek için işçi öznelliğini içine çek-
meye çalışıyor. Sermaye, bu şekilde yabancılaşmayı daha da
derinleştiriyor, çünkü sadece işçinin iş esnasındaki emek gü-
cünü gasp etmekle kalmıyor, aynı zamanda öznelliğini de gasp
ediyor.
Victor Wallis doğru bir şekilde şu tespiti yapıyor: “İşçi de-
netimi, üretimi örgütlemenin yeni bir yönteminden daha fazla
bir şeye işaret ediyor. İşçi denetimi, insan yaratıcılığının ener-
jisinin geniş bir ölçekte açığa çıkması da demektir”(Wallis,

1. Frantz Fanon (1952) yabancılaşmadan kurtulma (disalienation) kavramını, Siya-


hiler üzerinde sömürgeci boyun eğdirmenin olumsuz psikolojik sonuçlarını incele-
diği Black Skin, White Masks (Siyah Deri, Beyaz Maskeler) adlı kitabında kullanıyor.
Mazlumun aşağılanmayı içselleştirmesi, kurtuluş yolunun aslında yabancılaşmadan
kurtulma sürecinden geçtiği anlamına gelir.

33
2011: 11). Bu derlemedeki gerçekçi deneyimler ve olay ince-
lemeleri, işçilerin; yeni ürünler, yeni örgütlenme şekilleri, yeni
üretim yöntemlerini icat ettiğini ve hepsinden daha önemli-
si yeni toplumsal ilişkiler inşa ettiğini kanıtlamıştır. Kitabın
asıl amacı, bu dikkat çekici hikâyeleri ve olayları gün yüzüne
çıkarmaktır. Kitaptaki birçok bölüm, iş yeri yönetimlerini ele
geçirme tarihini anlatmanın ötesinde, bu ele geçirmelerin, ka-
tılımcıların bilinci ve aralarındaki ilişkiler üzerindeki etkisini
ve bunun çevresindeki toplumu nasıl etkilediğini anlatıyor. Bu
bölümler, işçi denetimi üzerine var olan sadece bir kaç esere
önemli katkılar sağlıyor.

İşçi Ekonomisinin İnşası


Islah edilmiş fabrikalar daha görünür hale gelirken, iş yeri
yönetimlerinin ele geçirilmesi de işçi mücadelelerinde gide-
rek bir seçenek haline geliyor. Mevcut ıslah edilmiş fabrika-
lar sonucunu doğuran mali, iktisadi, siyasi ve toplumsal krizi
göz önünde bulundurursak, daha fazla iş yeri işgalinin arkası
geleceği muhtemeldir. Bu işgallerden hangisinin süreceğini,
hangisinin diğer işgallere olumlu bir emsal olacağını, hangi-
sinin polis tarafından bastırılacağını, hangisinden ekonomik
zorluklardan dolayı vazgeçileceği veya hangisinin işçiler ara-
sındaki uluslararası anlaşmazlıklar sonucu başarısız olacağını
kestirmek mümkün değil. Burada verilen çok sayıdaki alterna-
tif modelin çok kısa süreliğine ayakta kalabildiği ve bu sonuca
bakarak, başkaldırıların verilen özveriye değmediği ile ilgili
itirazlar yapılabilir. Ama Michel Foucault ‘nun 1979’da vur-
guladığı gibi:

“İsyan etmek gereksizdir, her zaman aynı şey olacak” di-


yenlere katılmıyorum. Hiç kimse, iktidara karşı hayatını tehli-
keye atanlara dikte edemez. İsyan etmek hak mı değil mi? Bu
sorunun ucu açık kalsın. Şu bir gerçektir ki insanlar isyan eder
ve bu isyanın sonucunda bir öznellik (öyle büyük adamaların
öznelliğinden bahsetmiyoruz sıradan birinin öznelliği) tarihe
geçer ve tarihe yaşamını verir(Foucault, Afray ve Anderson’da,
2005: 266).

34
Her bir tecrübe, insanlar tarafından ve insanlar için yeni
bir toplum ve ekonomi geliştirmemize yardımcı olabilir. Bu
yüzden, bu derlemedeki örnekler birer ilham kaynağı olarak
görülmeli.
İtalyan Ri-Maflow fabrikasının işçisi ve iştirakçısı Gigi
Malabarba der ki:

Daha büyük bir mücadelenin parçası olursak ve başka bir


ekonominin mümkün olduğu fikrini büyütmek için buna ben-
zer onlarca, yüzlerce deneyimi arttırırsak kazanabiliriz. Eğer
patronların ekonomisi krizdeyse, başka bir iktisat fikri geliş-
tirmeye ihtiyacımız var(Azzellini ve Ressler 2014).

Bu bağlamda şu soru da sorulmalı: dağıtımın hangi yeni


halleri gerçekleştirilebilir? Eğer ıslah edilmiş, işçi denetimin-
deki fabrikalar kapitalizme boyun eğmek ve bürokratik plan-
lamanın başarısızlığını tekrarlamak istemiyorsa, planlamaya
ya da pazara karşı alternatifler geliştirilmek zorunda.
Demokratik karar verme fikrini, tüketim alanına ve üretici
ile tüketici arasındaki koordinasyona doğru geliştiren teorik
çalışmalar arasında Michael Albert’in (2003) kitabı en iyi ki-
taplardandır. Uluslararası deneyimlere yakından bakıldığında,
uygulamaların ve deneyimlerin zaten var olduğu görülür. En
eskilere uzanan deneyimler, Latin Amerika’da görülür. Kapi-
talizmin Ötesinde adlı kitabında sosyalizme geçiş için temel
fikirlerini belirten Istvan Meszaros’un (István Mészáros)
etkisi, Brezilya, Arjantin ve Venezuela’da önemli bir teorik
başvuru kaynağı olmuştur. Meszaros’un ilk dönem sosyaliz-
me temel eleştirisi şu şekildedir; “ortak üreticilerin özyöneti-
mi kanalıyla, sosyalist denetim şeklini” oluşturmakta başarısız
olmuştur(Meszaros 1995, xvii). Kendisi, komünal üretim ve
tüketim çarklarını içeren komünal bir sistem öneriyor. Bu fikir
Venezuela’da, toplum meclisleri tarafından kolektif ve doğru-
dan demokratik şekilde yönetilen kurumlarla, doğrudan de-
mokratik şekilde yönetilen komünlerin oluşturulması suretiyle
gerçekleştirilmiştir(Azzelini, 2012, 2013; Azzellini ve Ressler,
2011). Arjantin’de ıslah edilmiş şirketler kendi aralarında ve

35
toplumla ilişki halindeler(Sitrin, 2013).
İlk Avrupa ve Akdeniz İşçi Ekonomisi toplantısı, 2014’ün
başlarında, Marsilya yakınlarında bulunan ıslah edilmiş Fra-
lib fabrikasında yapıldı. Aralarında aktivistlerin, beş tane ıslah
edilmiş fabrikadan işçilerin ve Avrupa, Meksika, Brezilya ve
Arjantin’den araştırmacıların olduğu yaklaşık 200 kişi toplan-
tıya katıldı. Toplantı fikri, son 8 yıldır buna benzer bir takım
toplantıların organize edildiği Arjantin’den geldi. Ulusal sevi-
yeden başlayarak, ardından Latin Amerika için bölgesel sevi-
yeye ulaşan toplantılar, dünya çapında Brezilya ve Meksika’da
gerçekleşti. Bir sonraki dünya toplantısı, 2015’in ikinci yarı-
sında Venezuela’da yapılması planlanıyor.
Bu toplantıların amacı:

1. Islah edilmiş şirketlerin karşılaştıkları benzer ve farklı


zorlukları.
2. Çeşitli deneyimleri, kendi aralarında ve diğer alternatif,
kendi kendine örgütlenen demokratik üretim şekilleri arasın-
da bir ağ oluşturmak için nasıl kullanabilecekleri.
3. İşçilerin ve halkın hizmetinde bir ekonomiyi oluştur-
mak için ama tersine olmayan bir özyönetimi tartışmak üzere
kendi kendine örgütlenen bir alan oluşturmaktır.

İşgal edilmiş fabrikaların karşılaştıkları zorluklar; devlet


baskısı, bürokratik engeller, kurumsal bir yapı eksikliği, siyasi
partiler, bürokratik sendikalar ve fabrikaların eski sahiplerinin
düşmanca tutumlarını içeriyor. Bu işletmeler genelde, zaten
büyük bir durgunluk içerisinde bulunan ekonomik koşullarda
faaliyet gösteriyorlar (21. Yüzyılın başlarında Çoğu Arjantin
Fabrikası ve VioMe örneklerine benzer) ve böylece, pazara
tekrar girmek, gelir temin etmek, başarılması zor beceriler
oluyor.
Ekonomik başarı durumunda, tehlikeler de yok değil. İş-
çiler, bu tecrübenin radikal karakterini nasıl koruyup, ücretli
işçiliği kullanarak veya kar ilkesiyle yönlendirilen kapitalist
işletmelerin “alternatif ” çoklu hissedarları olmaktan nasıl
kaçınabilecekler? Birçok iştirakçi bu soruya cevaben, top-

36
lumun geniş kesimleriyle yakın bir ilişkiyi göstermektedir.
Üretimin işçi denetiminde olması yetmez, ama kapitalist sö-
mürünün ahlaksız çarkını kırmak için gerekli bir ilk adımdır.
Üretim ayrıca toplumsal denetimin de altında, çevre ve siya-
set bakımından sağlam, saygı ve dayanışma değerleri üzerinde
olmalıdır(Karyotis, 2014).
Toplantı, yakın zamanda ıslah edilmiş fabrikalar, kâr paylı
kooperatifler ve araştırmacılar arasında fikir ve tecrübe akta-
rımı için olağanüstü fırsatlar sunmanın yanı sıra, ıslah edilmiş
fabrikaların ve ürünlerinin tanıtımından, fabrikalar arası ürün
değişimine, oradan kendi başına örgütlenen araştırma ağına ve
birçok tarihsel ve çağdaş deneyimi derlemek ve tanıtmak için
workerscontrol.net kullanımına kadar çeşitli somut projeleri
ortaya çıkardı. Toplantıdan çıkan bu temas ağı, işyerlerindeki
tecrübelerin aktarımı ve görüşmelerin devamı için, yoğun kar-
şılıklı alıp vermeyi ve farklı fabrikaların işçileri arasında çok
sayıda ziyareti teşvik etti.

Kitabın İçeriği
Kitaptaki ilk üç makale, işçi denetiminin üç esas yönünü
anlatıyor. Alex Demirovic “Yerel Demokrasi veya Siyasetin
Sonu” başlıklı 1. Bölümde, işçiler tarafından ortaya çıkarılan
yerel demokrasinin önemi ve çözmekte başarısız olduğu prob-
lemleri açıklıyor. Alex Demirovic, bir dizi kavramsal kargaşa
ve temsili demokrasinin, demokrasi teorisi açısından kısıt-
lılıklarını işaret ederek başlangıcı yapıyor ve yerel (konsey)
demokrasi şeklinin toplumsal kargaşalar döneminde sürekli
yükselişe nasıl geçtiğini belirtiyor. Yazarın belirttiği gibi, yerel
demokrasi sadece şirketler ya da fabrikalarla alakalı değil, yerel
demokrasi burjuva toplumunun ve kapitalizmin kurumlarını
da sorguluyor. Demirovic, Paris Komünü üzerine analizi ile
Marx’ın ilk dönem yazılarını bir birine bağlıyor. 1918-1919
Alman Devrimi deneyimine dayanan yazıları esas alarak, yerel
demokrasiye farklı yaklaşımları inceliyor. Demirovic, son ola-
rak yerel demokrasi üzerine şimdiye kadar daha incelenmeyen
ya da ne kısa dönemli yerel demokrasi tecrübeleri uygulama-
larında çözülen ne de yerel demokrasi kuramcıları tarafından

37
tatmin edici şekilde cevaplanabilen, bir takım sorunlara işaret
ediyor: işyerleri dışında konseyler nerede oluşturulmalı? Kim-
lerin seçme ve seçilme hakkı olacak? Demokratik katılım nasıl
güvence altına alınabilir ve bu katılım, siyasetin toplumdan
ayrımına bir kez daha yol açan bir uzmanlaşma ve “etkiden”
nasıl kaçınabilecek?
Ben, “Modern Krizler ve İşçi Denetimi” başlıklı 2. Bölüm-
de mevcut krizde fabrika ıslahlarını ve işçi denetimini ele alı-
yorum. Yedi tane vaka incelemesi, ABD, Fransa, Yunanistan,
İtalya, Türkiye ve Mısır’da son zamanlarda keşmekeşle ele
geçirilmiş fabrikaları kapsıyor. Bu örnekler, gerek iç mekaniz-
maları, gerek yaklaşımları ve gerek özyönetim bağlamındaki
yönleriyle olsun, geleneksel kooperatif modelinden farklı iken,
Latin Amerika’daki ıslah edilmiş fabrikalarla daha çok ortak
yönleri var. Hepsi de daha büyük bir hareketten etkilenmiş ve
kendilerini o hareketin bir parçası olarak görürler. Bu vakalar,
yazarın işaret etiği üzere; sürdürülebilir ve çevre dostu üre-
tim değişikliği, işçilerin özyönetimi ve yetkililer ile patronlarla
kavgalı ilişki gibi ortak özellikleri paylaşır.
Elise Danielle Thorburn, “İşçi Meclisleri: Emeğin Örgüt-
lenmesinde Yeni Oluşumlar ve Kapitalizme Karşı Mücadele”
başlıklı 3. Bölümde, çalışmanın artık işçileri birleştiren ve ho-
mojenize eden bir etken olmadığını belirtiyor. Aksine işçile-
ri ayrıştıran ve bölen bir rol oynadığını belirir ve modern ve
post-Fordist kapitalizm şartları altında işçi denetiminin na-
sıl örgütleneceğine dair önemli bir sorunu ele alıyor. İşgal Et
(Occuppy), 2012’de Kanada’daki mahalle ve işçi meclisleri ve
Toronto İşçi Meclisi örnekleri gibi yeni küresel özellikli ha-
reketlerin, “uzun ve belirleyici bir ayrıştırma sürecinden sonra,
Kuzey Yarımküredeki işçi sınıfının birleşmesinin başlangıç
aşamalarına” (S. XX) katkı sunduğunu belirtiyor. Thorburn,
Toronto İşçi Meclisi örneğine odaklanıyor ve bu sıra dışı öz
örgütlenme örneğinin deneyimlerini ele alıyor.
Bu bölümleri takip eden yedi vaka incelemesi; dönemler,
kapsam ve sosyo-politik bağlam üzerine geniş çaplı deneyim-
ler aktarıyor. Peter Haumer, “1918-1919 Avusturya Devrimi
ve İşçi Sınıfının Özerkliği” başlıklı 4. Bölümde, ekonomik

38
verimliliğin örgütlenmesinde işçi konseylerinin olağanüstü
potansiyeli ve işçilerin kurtuluşuyla birlikte baskı ve işçilerin
yenilgisine sebep olan siyasi hataları (sosyal demokrat refor-
mizm ve sınıf işbirlikçiliği vb) belirtiyor. Avusturya Devrimi,
20. yüzyılın başlarındaki devrim zamanlarında işçi konseyleri
ve özyönetim bakımından önemli bir örnektir. Modern işçi
konseyi hareketlerinin doğduğu anın, Rusya, Almanya, Ma-
caristan ve İtalya’daki konsey hareketleriyle birlikte Avusturya
Devrimi olduğu söylenebilir.
“Şili: İşçilerin Öz Örgütlenmesi ve Allende Hükümeti Yöne-
timinde Cordones Industriales (1970-1973)” başlıklı 5. Bölüm,
demokratik bir devrimde işçi denetimi için verilen mücadele-
leri ele alıyor. Franck Gaudichaud ilk önce, “değişimin; mevcut
yasal düzeni rahatsız etmeden, üretim ilişkilerini halkın bü-
yük çoğunluğunun hareketliliği ve solun birliğine dayanarak
dönüştürmeye doğru aşamalı siyasi-kurumsal bir yol olarak
görüldüğü” Şili tarzı sosyalizmin tarifini yapıyor (S. XX). Bu
reformist ortamda işçi mücadeleleri arttı ve üretimle dağıtımı
güvence almak için işçiler fabrikaların yönetimini ele geçirdi.
Vaka incelemeleri, işyerlerinde işçi denetimi mücadelelerin
nasıl gerçekleştiğini gösteriyor. Ekim 1972’deki geniş çaplı lo-
kavt sonrası işçilerin yönetimi ele geçirmesi zirveye ulaştı ve
işçiler gerici saldırıyı püskürtmede kararlıydılar. Gaudichaud,
sendikalar, solcu partiler, devlet ve öz örgütlü işçiler arasındaki
ilişki ve çelişkileri analiz ediyor. Gaudichaud, işçilerin öznel
fikirlerini sunuyor ve 11 Eylül 1973 darbesine niye karşı çıka-
madıklarını anlatıyor.
Kimiyasu Irie, “Üretimin Denetimi” mi yoksa “Fabrika Sov-
yeti” mi? Japonya’da İşçilerin Denetimi” başlıklı 6. Bölümde,
işçi denetiminde üretimin farklı aşamalarını kapsayan, II.
Dünya Savaşı (1945-1947) sonrası Japon “üretimin denetimi
mücadelelerinin” iç yüzünü gösteriyor. Üretimin denetimi, II.
Dünya Savaşının sonrasındaki ilk yılda ortaya çıktı ve Japon
işçiler tarafından büyük ölçekte sahiplendi. Tamamen çökmüş
bir savaş ekonomisi ve durma noktasına gelmiş üretim şartla-
rında, Japon burjuvası, daha büyük karlar elde etmek için üre-
timi sistematik şekilde sabotaj edip yokluğa sebep oluyordu.

39
Bu yüzden, grevler yeterli bir mücadele yöntemi olamıyordu.
Bunun aksine üretimin denetimi hem etkili bir mücadele yön-
temi hem de şirketlerin aşırı derecede hiyerarşik iç yapılarını
demokratikleştirmeye yarıyordu. İşçiler, “üretim planları, ücret
seviyeleri, zaman yönetimi ve diğer meseleler” üzerinde nüfuz
elde ettiler(S. XX). Japon Komünist Partisi, üretimin denetimi
için mücadele başlatmadı ama işçilerin mücadeledeki özerkli-
ğini kabul ederek bu mücadeleleri temel siyaset olarak benim-
sedi. Ancak bu mücadelelerin kısıtlı etkisi ve devlet baskısı
işçilerin yenilmesine sebep oldu.

Henrique T. Novaes ve Mauricio S. De Faria, “Brezilya’da-


ki Fabrika Komisyonları ve 1964 Darbesi” adlı 7. Bölümde,
1960 ve 1970’lerdeki Brezilyalı işçilerin kapitalist yeniden ya-
pılanmasına karşı mücadelelerini anlatıyor. Bu bölüm, 1950
ve 1960’lardaki işçi, öğrenci, tarım işçileri ve devrimci kültür
hareketleri özellikle de film yapımcılarının toplumsal mücade-
lelerine geri dönerek fabrika komisyonlarına ve işçi denetimi
mücadelelerine daha geniş sosyokültürel bir bağlamda odak-
lanıyor. Fabrika komisyonları, patronlar, hükümet yetkilileri ve
pragmatik sendika yöneticileri tarafından direnişle karşılaştı.
Özyönetimli sosyalizme bir eğilim olarak, aslında tarihteki çe-
şitli fabrika konseylerinden ilham alan fabrika komisyonları,
sonunda asimile edildi ve şirket anlaşmazlıklarının uzlaşı alanı
haline getirilerek entegre işyeri temsilciliklerine dönüştürüldü.
Kitabın son üç bölümü, modern zamanlardaki yani 1990’lar-
dan günümüze işçi denetimlerini ele alıyor. Patrick Cuningha-
me 8. Bölümde -“Özyönetim, Krize Karşı Direniş ve Meksi-
ka’daki Neoliberal Karşı-reformlalar”- Meksika’daki çeşitli işçi
denetimi ve özyönetim örneklerini, neoliberalizm ve özelleştir-
meye karşı mücadele bağlamında ele alıyor. Cuninghame, bir-
kaç örnek veriyor. Vaka incelemeleri, daha önceden uluslarara-
sı Continental Lastikleri şirketinin bir parçası olan ve Jalisco
eyaletinde bulunan lastik üreticisi Euzkadi fabrikasını kapsıyor.
Euzkadi fabrikasının işçileri, 2001 ve 2005 yılları arasında 1100
gün süren bir emek mücadelesi sonucu fabrikanın denetimini
tekrar ele geçirdiler. İşçi denetimli kooperatif şeklinde tekrar

40
üretime başladılar. Buradaki işçiler, ikinci vaka incelemesini
teşkil eden alkolsüz içecek üretici kooperatifi Pascual Boing
tarafından da desteklendiler. Bahsi geçen kooperatif, 3 yıldan
fazla süren bir mücadelenin ardından 1985 yılından beri faa-
liyet gösteriyor. Meksika’dan üçüncü örnek ise, Mexico City
hükümetinin yönetiminde, kısmen işçi denetimli yerel bir yapı
olan Şehir İçi Motorlu Taşıt Yolcu Taşıma Hattı 100 veya namı
diğer R-100’dür. R-100, 1981’den 1995’e kadar faaliyet göster-
dikten sonra iflasını açıklayıp ortadan kalktı. Sonuncu ve en
kapsamlı örnek ise Chiapas eyaletindeki Zapatista özerk bele-
diyelerin özyönetimli kooperativizmine aittir. Cuningham şöyle
bir sonuca varıyor; Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu koope-
ratifleri ve diğer kırsal ve yerli girişimleri, birçok diğer işçinin
aksine, anti-kapitalist bakış açılarıyla birlikte en simgesel ve en
kapsamlı örneklerdir.

Anabel Rieiro, “Kolektif Özyönetim ve Sosyal Sınıflar:

Uruguay’da İşçiler Tarafından Islah Edilmiş İşletmeler”


başlıklı 9. Bölümde, toplamda yaklaşık 1500 işçisi bulunan ve
çoğunlukla sanayi şirketi olan 20’nin üzerinde farklı fabrika
ıslahını analiz ediyor. Urugay’lı şirketlerin yüzde 35-40’ının
kapanmasına sebep olan 2002 krizinin ardından fabrika ıslah-
ları gerçekleşiyor. Fakat Rieiro’nun belirttiği gibi, “hücum-
dan çok savunmacı amaçlardan ilham alınarak gerçekleşen bu
kolektif faaliyetler, faaliyetlere katılan işçiler için öznel dönü-
şümleri derinleştirmeye sebep olan çarpıcı deneyimler olmak-
tan kurtulamıyorlar”(S. XX). Fabrika ıslahları, artan bireysel-
leşme sürecine karşı kolektif bir direnişi temsil ediyor. İşçiler,
meclislere dayalı ve kolektif bir yönetim şeklini seçiyorlar. İşte
bu yüzden, fabrika ıslahları sınıf mücadelelerini canlandırabi-
lir ve dışarda tutma yöntemlerini yıldırabilir.

Alexandros Kioupkiolis ve Theodoros Karyotis 10. Bölümde


-“Çağdaş Yunanistan’da Halkın Özyönetimi”,- Yunanistan’da
kırsal kooperativizmin uzun tarihini anlatmak için 18. yüzyıla
doğru geriye giderler ve 20. yüzyılın başlarında işçi denetimleri

41
ile ilgili örnekleri veriyorlar. 1980’lerde “sosyalist” Panhelenik
Sosyalist Hareket hükümeti kooperatifleri desteklediğini iddia
etti ve sanayi şirketlerinde işçi denetimini ve ortak yönetim şe-
killerini ortaya koydu. Sonuç olumsuzdu. Hükümetin müdaha-
lesi, birçok kooperatifi ve işçi denetimine yönelik girişimlerini
ortadan kaldırdı. Ancak yazarların belirttiği gibi, bazı durum-
larda, işçiler mücadeleler, somut işçi denetim şekillerini ve yö-
netime katılımı geliştirdiler. Yunan işçileri için yıkıcı sonuçları
olmasına rağmen, günümüz iktisadi krizi; ticarette, alışverişte,
üretim ve sosyal hizmetlerde faaliyet gösteren bir öz örgütlü ko-
lektifler ağının ortaya çıkmasına yol açtı. Bu yeni özyönetimli
faaliyetlerin önemli bir özelliği de, kendilerini diğer hareketler-
le ilişkilendiriyorlar ve son zamanlardaki toplumsal hareketlerle
alakalı olarak kendilerini daha geniş çaplı bir direniş bağlamına
oturtuyorlar. Yazarların, toplu işletilen bir kafe ve ıslah edilmiş
VioMe fabrikasından Micropolis sosyal merkezine kadar uza-
nan üç tane vaka incelemesinde belirttiği gibi, bu faaliyetler;
özerk öz örgütlülük, toplumsal dayanışma, işbirliği ve neo li-
beral kapitalizme karşı başkaldırı konularına önemli bir vurgu
yapıyorlar.
Emeğin Tarihine Farklı Bir Bakış: Üretimde İşçi Denetimi ve
Demokrasi, bir dizi tarihi dönemden alınmış bir derleme ola-
rak oluşturulmuştur fakat çok da geniş kapsamlı değil. Kitap,
workerscontrol.net adlı web sitesi (çeşitli işçi denetim tecrü-
belerinin malumatını düzenlemek ve paylaşmak maksadıyla,
Alan Tuckman, Ralf Hoffrogge ve bendeniz tarafından kuru-
lan, işçi denetimi üzerine çok dilli ve sanal bir arşiv) ve de ken-
dim ve Immanuel Ness tarafından yayına hazırlanan Oursto
Master andto Own (Bizden Efendi’ye ve Kendimize?) (Hay-
market,2011) kitabını da içeren daha büyük bir külliyattan or-
taya çıkıyor. workerscontrol.net özerk düğümlerle özörgütlü
bir iletişim ağıdır ve İngilizce, Fransızca, Almanca, Yunanca,
İtalyanca, Portekizce, İspanyolca ve Hırvatça dillerinde yayın
alanlarıyla büyümüştür. Buna rağmen, bütün önemli işçi de-
netim tecrübelerini belgelemenin çok uzağındayız. Hala daha
iyi ve daha az bilinen birkaç işçi denetimi örnekleri mevcut
ve erişilebilir hale gelmeye ihtiyaç duyuyor. Bunlardan birkaç

42
örnek vermek gerekirse; Macaristan (1919 ve 1956), Bolivya
(1950’ler), Çekoslovakya (1968), Avusturalya, İsviçre ve Fran-
sa (1960 ve 1970’lerin sonu) ve Güney Kore (1980) akla gelir
ve umarım daha birçoğu da ortaya çıkar.

43
Referanslar

Afary, J. And Anderson, K.B. (2005) Foucault and the Ira-


nian Revolution: Genderand the Seductions of Islamism. Chica-
go: University of Chicago Press.
Agnoli, J. (1999) Subversive Theorie. Die Sache selbst und
ihre Geschichte. Gesammelte Werke. Vol. 3. 2nd edn. Freiburg:
Cairá.
Albert, M. (2003) Parecon. Life after Capitalism. Lon-
don: Verso. Aronowitz, S. (1991) False Promises. New York:
McGraw Hill.
Azzellini, D. (2011) Workers’ controlunder Venezuela’s
Bolivarian revolution. In Ness, I. And Azzellini, D. (eds)
Oursto Master andto Own: Workers’ Councilsfrom the Commu-
neto the Present. Chicago: Haymarket.
Azzellini, D. (2012) From cooperatives to enterprises of
direct social property in the Venezuelan process. In Harnec-
ker, C.P. (ed.) Cooperatives and Socialism. A View from Cuba.
Basing stoke: Palgrave Macmillan.
Azzellini, D. (2013) The communal system as Venezuela’s
transitionto socialism. In Brincat, S.K. (ed.) Communism in
the 21st Century. Vol. II: Whither Communism? The Challenges
Facing Communist States, Partiesand Ideals. Westport: Praeger.
Azzellini, D. (2014) Venezuela’s social transformation and
growing class struggle. In Spronk, S. andWebber, J.R. (eds)
Crisisand Contradiction: Marxist Perspectives on Latin America
in the Global Economy. Leiden: Brill Press.
Azzellini, D. And Ressler, O. (2011) Comuna Under Cons-
truction. Film. 96 minutes. Berlin, Caracas and Vienna: Azzel-
lini and Ressler self-production.
Azzellini, D. And Ressler, O. (2014) Occupy, Resist, Produce
– Ri-Maflow. Film. 34 minutes. Berlin and Vienna: Azzellini
and Ressler self-production.
Bibby, A. (2013) Workers occupy plant as Spanish co-
operative goes under. The Guardian. 25 November. Available at
http://www.theguardian.com/socialenterprisenetwork/2013/

44
nov/15/spanish-co-opworkers-occupy-plant (accessed 28
November 2014).
Di Paola, P. (2011) Factory councils in Turin, 1919–1920
“The sole and authentic social representatives of the proleta-
rian class”. In Ness, I. And Azzellini, D. (eds) Oursto Master
and to Own: Workers’ Councils from the Communeto the Present.
Chicago: Haymarket.
Fanon, F. (1952) Black Skin, White Masks. Paris, Galli-
mard. Hoffrogge, R. (2014) Working-Class Politics in the Ger-
man Revolution. Richard Müller, the Revolutionary Shop Ste-
wards and the Origins of the Council Movement. Amsterdam:
Brill.
Huet, T. (1997) Can coopsgo global? Mondragón is trying.
Dollarsand Sense (November December). Available at http://
www.dollarsandsense.org/archives/1997/1197huet.html (ac-
cessed 28 November 2014).
Karyotis, T. (2014) Report fromthe “Workers’ Economy”
international meeting, January 31 and February 1, occupi-
ed factory of Fralib, Marseille. Available at autonomias.net.
http://www.autonomias.net/2014/02/report-from-workers-
economy.html (accessed 28 November 2014).
Kowalewski, Z.M. (2011) Give us back our factories! Bet-
ween resisting exploitation and the struggle for workers’ po-
wer in Poland, 1944–1981. In Ness, I. And Azzellini, D. (eds)
Ours to Master and to Own: Workers’ Councils from the Commu-
neto the Present. Chicago: Haymarket
Luxemburg, R. (1900) Co-operatives, unions, democracy.
In Luxemburg, R. Reform or Revolution. Available at www.
marxists.org/archive/luxemburg/1900/reform-revolution/
ch07.htm (accessed 28 November 2014).
Lynd, S. And Lynd, A. (2000) The New Rank and File. It-
haca and London: Cornell University Press.
Mandel, E. (1971) The Formation of the Economic Thought of
Karl Marx. 1843 to Capital. New York and London: Monthly
Review Press.
Martin, W. (1986) The Mind of Frederick Douglass. Chapel
Hill, NC: University of North Carolina Press.

45
Marx, K. (1871a[1986]) First draft of ‘The Civil War in
France. In Karl Marx, Friedrich Engels: Collected Works. Vol.
22. Moscow: Progress Publishers.
Marx, K. (1871b[1977]). The Civil War in France. In
McLellan, D. (ed.) Karl Marx: Selected Writings. Oxford: Ox-
ford UniversityPress.
Mondragón, (n.d.) Home page Available at http://www.
mondragoncorporation.com/eng/ (accessed 23 February
2014).
Music, “G. (2011) Yugoslavia. workers’ Self-management
as state paradigm. In Ness, I. And Azzellini, D. (eds) Oursto
Master and to Own: Workers’ Councils from the Commune to the
Present. Chicago: Haymarket.
Mészáros, I. (1995) Beyond Capital: Towards a Theory of
Transition. London: Merlin Press.
Ness, I. And Azzellini, D. (eds) Oursto Master and to Own:
Workers’ Councils From the Commune to the Present. Chicago:
Haymarket.
Sitrin, M. (2013) Everyday Revolutions. London and New
York: Zed Books.
TU lankide. Mondragón Corporation’s News (2013) Inter-
nationalisation consolidates Mondragon’s industrial business
with sales abroad in excess of e4bn. 17 June. Available at
http://www.mondragoncorporation.com/eng/internationali-
sationconsolidates-mondragons-industrial-business-with-sal
es-abroad-in-excess-of-e4bn (accessed 28 November 2014).
Wallerstein, I. (2000) A left politics for the 21st century?
Or, the oryand praxis once again. New Political Science, 22 (2)
143–59.
Wallis, V. (2011) Worker’s control and revolution. In Ness,
I. And Azzellini, D. (eds) Oursto Master and to Own: Workers’
Councils from the Commune to the Present. Chicago: Haymar-
ket.

46
BİRİNCİ BÖLÜM

Yerel Demokrasi Ya Da Siyasetin Sonu


Alex Demirovic

B ILINDIĞI gibi demokrasi, parlamentolar, periyodik se-


çimler, partiler ve temsiliyet ile özdeşleşmiştir. Liberal de-
mokrasinin bu şekli, 19. yüzyıldan beri sürekli çıkmazda, ama
kendini mütemadiyen işler hale getirebilmiş ve üstelik git gide
daha da yaygınlık kazanmıştır. Parlamenter demokrasinin, son
yıllarda bir kez daha giderek aşındığı ve kriz halinde olduğu
belirlenmiştir: siyasetteki ticari çıkarların ağırlığı, partilerin ve
parlamentoların kamuoyundan kopuk olması, kamuoyunun
halkın çıkarlarına duyarsız kalması, kurumsal yatırımcıların
menfaati için alınan yürütme kararları, yolsuzluğun yaygınlaş-
ması ve sağcı popülizm ve milliyetçilik; bu sayılanların hepsi
bahsedilen aşınmanın belirtileridir. Eleştirmenler, genellikle
doğrudan demokrasi biçimleri üzerine umutlarını dile geti-
riyorlar, ancak, bu terimin öne sürdüğünün aksine, katılım ve
fail oluşturma noktasında çok düşük potansiyel sunmaktadır.
Doğrudan demokrasi, kanunları oylamak için çoğunluğu bul-
maya ve bu yüzden de, nihayetinde evet hayır dikotomisine
(ikilik) dayanan liberal demokrasi sistemi çerçevesinde işler.
Sonuç olarak, sosyal ilişkilerin kendisi, doğrudan demokratik

47
bir yöntemle oluşturulmaz. Doğrudan demokrasi, bunun ye-
rine, daha çok parlamentonun tamamlayıcısı başka bir yönte-
mi ortaya çıkarır.
Yerel demokrasi (Council Democracy) geleneği, bahsedi-
len duruma bir alternatif teşkil eder. İlk başta, böyle bir şey
müzelik gibi durabilir, ama toplumsal hareketlerin, hâkim
sınıf tarafından yürürlüğe koyulan parametrelere yönelme-
diği ve bu standartların artık kuvvetlendirilmesini talep et-
mediğinde; bunun yerine kurucu faaliyete yöneldiği dönem-
lerde, radikal demokratik bir seçenek için taleplerini sürekli
güncellemiştir(bkz. Arendt 1963). Bu talep çeşitli şekillerde
ortay çıkmıştır; üretim üzerinde denetim, mülkiyetin dağılı-
mında değişiklikler, özerklik, üretimin ve dağıtımın koope-
ratif şeklinde yönetimi, otorite karşıtlığı ve evde, okulda, iş-
yerindeki bütün sosyal ilişkilerin kendi kaderini tayin hakkı.
Şu şekilde de ifade edilebilir; “Farklı çalış, farklı yaşa”. Yerel
demokrasinin öncülleri, Fransız ve İngiliz devrimleridir; te-
mel itici kuvvetini de Paris Komünü, I. Dünya Savaşı sonrası
Rusya, Almanya, Macaristan, Avusturya ve İtalya’daki yerel
(konsey) komünist hareketlerden alır(bkz. Azzellini ve Ness,
2011). Yerel demokrasi, 1956’da Macaristan’daki başkaldırı,
1968’den beri meydana gelen toplumsal protesto hareketle-
ri ve nihayet, Latin Amerika’da son zamanlarda gelişen yeni
girişimlerle tekrar canlanmıştır. Marx, Troçki, Gramsci, Max
Adler, Karl Korsch, Hannah Arendt ve Cornelius Castoriadis
gibi kendi zamanlarındaki toplumsal hareketlerden etkilenen
entelektüeller, değişik zamanlarda yerel demokrasi meselesini
ele almışlardır.
Bu makalede, yerel demokrasinin bazı yönlerini ele ala-
cağım. Maksadım, ne eski tartışmaların üzerine yorum yap-
madan, onları günümüz koşullarına uyarlama, ne de eski
tartışmaların günümüzde doğrudan uygulanabilir olduğunu
söylemek. Niyetim bunun yerine, yerel demokrasi üzerine yü-
rütülen tartışmada kayda değer bir probleme dikkat çekmek
ve bu sebepten, eski metinleri demokrasi kuramı açısından yo-
rumlamak. Eğer yerel demokrasiye duyulan arzu baskın tarihi
ihtilaflarda kendini sürekli yenilemişse, o zaman bu türden bir

48
yorumlama üç şekilde faydalı olacaktır. İlk olarak daha eski
tartışmaları anımsatacak, sonra yerel demokrasinin, bugünkü
toplumsal hareketler için faydalı olan kökten demokratikleş-
me arayışında önemli fikirler barındırdığını gösterecek ve son
olarak yerel demokrasi talepleriyle ilgili problemleri gün yü-
züne çıkaracak. İlk bölümde şunu belirtmek istiyorum; liberal
demokrasi, doğası gereği radikal bir seçenek ihtiyacını ortaya
çıkarıyor. İkinci bölümde, Marx’ın incelemeleri ve Paris Ko-
münü tecrübesine dayanarak, yerel demokrasi üzerine geliştir-
diği önemli bakış açılarının desteğiyle, bu ihtiyacın sebeplerini
açıklıyorum. Üçüncü bölümde ise; demokrasi teorisinin tüm
yeni fikirleri için öğretici olan I. Dünya Savaşı sonrasındaki
yerel demokrasi hareketlerinde baş gösteren sıkıntıları ince-
liyorum.

Liberal Demokrasinin Yetersizliği


Yerel demokrasi, liberal temsili demokrasiye karşı bir se-
çenektir. Yerel demokrasi bakış açısına göre, parlamenter de-
mokrasi, burjuva sınıfıyla mücadele etmeyen bir ilkedir. Parla-
mentarizm daha ziyade, burjuva egemenliğinin bir şekli olarak
görülmelidir(bkz. Adler, 1919:134-5; Pannekoek, 1946: 67-8,
266-8). Bu sebepten parlamenter demokrasinin noksanlıkları/
yetersizlikleri sadece ona arızi değil: sistematik bir şekilde bur-
juva egemenliğine ve ona ait belirli mülkiyet yapılarına katkı
sağlıyor. Liberal demokrasi, iki bin yıllık demokrasi anlayışı
bağlamında etkisini gösteriyor. Bu siyasal örgütlenme anlayı-
şında demokrasi; bir çeşit taviz olarak, halkın belirli bir ölçüde
bahsedilen egemenliğe zenginlerle birlikte katılım sağladığı
bir rejimdir. Bu bakış açısına göre demokratik kurumlar bu se-
bepten, ortak çıkarlar ve ortak yaşam koşullarının ortak üreti-
minde, eşit ve ortak katılım yoluyla yönetilmiyor. Eğer liberal
demokrasinin mekanizmaları alttan gelen iradeyi engellemeyi
açık bir şekilde amaçlamıyorsa, o zaman işbirlikçi toplumsal
ilişki oluşumlarıyla birlikte geliştirilen mekanizmalar bu ira-
deyi; bozmak, ertelemek, filtrelemek ve seçici bir şekilde kabul
etmek ve yasallaştırmak için tasarlanıyor. Bahsedilen durum,
temsîliyet, meclis kurumu ve siyasal partiler, yasama ve yü-

49
rütmenin ayrılması ve devletin halkı yönettiği belirli formlar
yoluyla gerçekleşiyor.
Liberal demokrasi, siyasi alandan ekonomiyi, özel alandan
kamusal alanı ve toplumsal alandaki özeli genelden ayırıyor.
Genel çıkarlar, siyasetle temsil ediliyor. Siyasi alan, tüzel özne
konumu, özerk özgür iradesi, genellik ve temsiliyet ilkesi va-
sıtasıyla kendi özel mantığıyla hareket ediyor. Yani siyasi alan,
kendisine toplumdan ayrı genel bir irade oluşturuyor. Buna
karşın evde, okulda ve işteki yaşam ise, özel ve mahrem olarak
görülüyor. Devletin bu özel alanların özgürlüklerini kısıtlama-
sını engellemek için, ancak bireyin haklarını koruduğu müd-
detçe bu özel alanlarda bağlayıcı genel koşullar oluşturmasına
müsaade ediliyor. Gündelik yaşama ait yapının müşterekliği
ve paylaşım planlaması dikkate alınmıyor. Devlet genellikle,
üretim, teknoloji ve aile alanlarında bütün toplumu etkileyen
kararlar aldığında, devlet suretinde bir bütün olarak toplumun
içine çıkarları yaygınlaştırılmış nüfuz sahibi belirli grupların
çıkarlarına hizmet ediyor.
Yerel demokrasi ise bunun aksine, kolektif kendi geleceğini
tayin hakkını yalnız ekonomik alanda değil, başka birçok ala-
na doğru genişletiyor. Daha da önemlisi yerel demokrasi, hem
bütün toplumsal emeği hem de toplumsal iş bölümünü kap-
sıyor. Böylelikle, hem siyasetin ve ekonominin, hem günlük
ev işleri ve toplumsal karar vermenin hem de kamusal ve özel
alanın birbirinden ayrıştırılıp yapılandırılmasını reddediyor.
Bu karşı çıkış, sırf tek tek işyerlerinin ve bölgelerin çıkarları
için değil, toplumsal yaşamı bütünlüğü çerçevesinde yeniden
düzenleyerek ve demokratikleştirerek inşa etme amacıyla ya-
pıyor. Görünürde, toplum üzerinde tarafsız bir otorite olarak
muktedir olan devlet, sonunda gereksiz hale geliyor, çünkü
toplumdaki planlanmış üretim ve dağıtım yönetimi, tabandan
örgütleniyor(bkz. Korsch, 1919a: 164). Bu açıdan, demokrasi
artık sadece bir siyasal rejim olmaktan çıkıyor ve onun yeri-
ne, her alanı belirleyen bir yaşam şekli oluşturuyor. Böylelik-
le, Marx’ın özgür bireylerin birliği olarak tarif ettiği farklı bir
toplum şekli ortaya çıkıyor.

50
Marx’ın Siyasi Anlayışı ve Paris Komünü Değerlendirmeleri
Devlet ve siyaset ile ilgili fikirleri bakımından, Marx’ın
1871 Paris Komünü analizleri ve ilk dönem yazıları büyük
ölçüde örtüşüyorlar. Marx, komün tarafından alınan karar-
ları, 1840’larda ifade ettiği amaçlara doğru adımlar olarak
görür. Marx, temsili devlet ya da millet egemenliğine daya-
nan demokratik cumhuriyet manasına gelen siyasal devleti,
kendi ilkeleri düzeyinde eleştirdiği yazısında bu gelişmelere
değindi(bkz. Marx, 1843:352, 1875: 29). Marx, eleştiri me-
todunu, bahsi geçen temsili sistemi irdelemek için kullandı.
Marx’a göre siyasal, temsili devlet; doğum, statü eğitim veya
meslek gibi toplumsal farklılıkları belirterek kendini toplum-
dan soyutlayan hür bir devlettir. Kendini siyasal olarak da şöy-
le beyan ediyor: “ulusun her bir üyesi, millet egemenliğinde
eşit paya sahiptir.” Devletin özel olarak gördüğü bu özelliklere
aykırı olarak, daha sonra genellik iddiasını ileri sürer. Sonuç
olarak, modern yaşam iki alana bölünüyor: biri ruhani diğeri
dünyevi. Birinde siyasal topluluk içerisinde insanlar vatandaş
konumunda, öbüründe ise sivil toplum içinde özel bireyler
olarak davranırlar.
Marx bir kelime oyunu fark ediyor. Bireyler, somut ger-
çekleri içinde sadece kişisel ve özel olarak görülür ama bu
görüş yanlış. Çünkü bu yaklaşımda bireyler, bir topluluğun
üyesi olarak ve devlet açısından da vatandaş olarak (“gerçek
yaşamları gasp edilmiş ve yapay bir genellikle doldurulmuş”
(Marx, 1843: 406)) bir türsel varlık olarak görülür. Bu yüzden,
temsili devlet daha yüksek bir tarihi düzlemde, dinin yerini
alarak işlev görür. Devlet vasıtasıyla birey, diğer tüm bireylerle
ilişkilendirilir. Bu da demek oluyor ki, bireyler birbiriyle kısıt-
lı, kısmi bir temelde ilişkilenir ve yaşamlarının birçok tarafı,
özellikle de kişisel yaşamları, ister istemez ihmal edilir. Böy-
lelikle siyasi devlet, halk ve -sadece devletin yasaları aracılı-
ğıyla yapılabilen- halkın özgürlük talepleri arasında aracı olur.
Marx, bu devlet şeklini dini ve Hristiyan olarak tarif eder:
Siyasi demokrasiyi Hristiyan yapan şey şu şudur; Hristi-
yanlıkta insan, sadece tek bir kişi değil, herkes tek başına bir
varlık olarak görülür, ama aynı zamanda bu kişiler, eğitimsiz

51
ve asosyal, kazara var olmuş, gelip geçici olarak da görülür,
ezcümle bu kişiler artık gerçek bir türsel varlık değil(Marx,
1843: 50).
Siyasi devlet yapısı değişikliklerle, sivil toplumu devletten
ayırır, tüm siyasi ve egemenlik formlarını bir araya toplar ve
bireyin özel hayat faaliyetlerine karşılık bunları toplumun ala-
nı olarak belirler. Bu siyasi değişiklik devletin kendi mantığı
açısından otoriterdir. Çünkü devlet, siyasi kurtuluşu yürürlüğe
koymak için hayatın özel alanlarını bertaraf etmeye ve “ken-
dini insanlığın gerçek, uyumlu yaşam alanı olarak” göstermek
için girişimde bulunacaktır. Sivil toplumun özel yaşamı olan
toplumsal koşullarına dayanan devlet kalıcı olabilmek, bu
koşullara karşı devrim ilan eder. Ancak devlet bu durumu en
fazla kısa bir süreliğine ve yalnızca zorla başarabilir. Bu uğraş-
ları boşunadır çünkü Marx’ın belirttiği gibi, Jakoben Terörün
ardından, ister istemez “dinin yeniden tesisi, özel mülkiyet ve
sivil toplumun diğer bütün unsurları” gelir(Marx, 1843: 47).
Bu düşünce, dört sonuca yol açar.

1. Gerçek bireyler, soyut vatandaşlığı içselleştirdiğinde “işte


o zaman insanlığın kurtuluşu tamamlanacaktır”(Marx, 1843:
57). Başkalarıyla bilinçli işbirliği yapabilen gerçek bireyler, bir-
birinden izole bireyler topluluğu demek olan devlet olmadan,
toplumsal dinamikler olarak güçlerini fark edip bu gücü örgüt-
lerse, o zaman özgürleşirler. Bu özgürlük, kamu refahının aracı
olarak toplumsal sınıflar ve bireylerin üzerinde yer alan devlet
ve sınıflar olmadan; gerçek, ortak toplumun ürünüdür.

2. Marx, bu içselleştirme fikrini sürekli ifade eder. Fakat


bahsini ettiği şey, devletin ve siyasetin toplumda yer bulması
değildir. Çünkü bir kurum olarak sivil toplumun amacı, sivil
toplumu devletten ayırmaktır. Esasında, devletin kendisi de-
ğiştirilmelidir. Bu değişimden kasıt, devletin istekleri ve daha
da önemlisi devletin toplumsal yapısını değiştirip alt etmektir.
Özel burjuva tarzında, özel bireyin ve soyut toplumun alanları
olarak belirtilen sivil toplum ve devlet tanımları sorunludur.
Bu yüzden Marx, bu iki alanı birbirinden ayıran kurucu çiz-

52
giyi alt etmeye çalışıyor. Fakat bu ayrım toplumun kendisin-
de de oluşuyor. Toplum, önceden ret edilmiş toplumsal emek
şekilleri (ücretli ve günlük ev işi yapan işçilerin artı emeğinin
gizlice gasp edilmesi) etrafında düzenlendiği için, siyasi ikti-
darın uygulamaları giderek gereksiz hale gelecek:

Bir iktidardan diğerine, toplumsal ilişkilere devlet müda-


halesi gereksizleşiyor ve ardından devlet kendiliğinden orta-
dan kalkıyor. İnsanların yönetimi, yerini, işlerin yönetimine ve
üretim sürecinin yönetimine bırakır. Devlet “lağvedilmiyor”,
ortadan kalkıyor(Engels, 1882: 70).
Kapitalist üretim şekli, kendine yer bulduğu toplumun be-
lirli çelişkileri kaldırılıyor. Çelişkiler şunlardır: özel ve genel,
gerçek üretken birey ve türsel varlık; özel ve kamusal.

3. Marx, düşüncesinin merkezine insanlığın kurtuluşunu


yerleştirir. Marx için mesele, dünya tarihi boyunca toplumsal
sınıfların oluşmasına sebebiyet veren ana koşulları alt etmek-
tir:

Gelişim esnasında, sınıf farklılıkları ortadan kalkar ve tüm


üretim ortak bireylerin eline geçerse, kamu iktidarı siyasi ka-
rakterini kaybedecektir(Marx ve Engels, 1848: 237-8).

Ayrıca, bir sınıfın başka bir sınıfı baskı altına almasına


yarayan ve örgütlü bir güç olarak kamu iktidarının kendisi
gereksiz hale geliyor. Marx’a göre, proleter sınıf artık siyasal
özgürlük ve siyasal devrim peşinden gitmemeli. Böylesi bir
özgürlük, toplumun yapısını değiştirmeden otoriter sonuçlar
doğuracaktır. Devrim alttan gelmeli ve bu da insanların ya-
şamlarını ve çalışma koşullarını değiştiren bir toplumsal deği-
şim olarak uygulanmalı.
Tek bir sanayi bölgesiyle sınırlı olsa bile, toplumsal bir dev-
rim, bütün toplumun bakış açısını içermeli. Çünkü bu dev-
rim, insanlıktan çıkarılmış yaşama karşı insani bir itirazdır. Bu
devrim, gerçek bireyin bakışıyla başlıyor. Bireyin kendisini ay-
rıştıran duruma karşı işbirliği içerisinde geliştirdiği tepki, in-

53
sanın gerçek işbirliğidir ve bu işbirliği insanlığın özüdür. Dev-
rimin siyasi ruhu ise devletin üst düzey mevkileriyle sınıfların
izolasyonlarını sonlandıracak siyasi etkisi olmadan, sınıfların
eğiliminden mevcut. Bu sınıfların devlet ile ilgili bakışları şöy-
ledir: devlet, sadece gerçek hayattan ayrışmayla var olan so-
yut bir bütündür. Oysa örgütlü muhalefet, genel insanlık fikri
ve bizatihi insanlık olmadan böyle bir şey akıl dışıdır(Marx,
1844: 126).

4. Ancak sorun şu ki, insanlığın kurtuluşu doğrudan elde


edilemez. Her bir bireyin insanlığı için yapılacak talep so-
nuç vermez. Çünkü insan hakları, mevcut mülkiyet yapısını
benimsediğinden, kapitalist esaretin ötesine geçemez. Diğer
bütün sınıflarla bağlantısı çerçevesinde işçi sınıfının gerçek
temellerini ve sembolik önemini dile getiren Marx, işçi sınıfın
değişimi örgütlemesi gereken sınıf olarak görür. Marx bu de-
ğişimi “proletarya diktatörlüğü” olarak tarif eder(Marx,1875:
565). İşçi sınıfı tümel sınıftır, çünkü genel çileyi temsil eder.
Marx işçi sınıfını, belirli bir şekilde emeğiyle toplumu besle-
meye katkı veren sınıf olarak görür. Diğer yandan, işçi sınıfı
sermaye kapsamına alındı ve geçimini sağladığı emek gücü,
birkaç insanın özel mülkiyeti olarak sömürüldü ve gasp edil-
di. Bu insanlar, iktidarlarını bu gaspa dayanarak sürdürüyor.
İşçi sınıfı kurtuluşa ermek istiyorsa, bunu ancak kendisinden
ve işçi sınıfı olarak tanımlandığı toplumsal ilişkilerden kur-
tularak yapabilir. Bu da demek oluyor ki işçi sınıfı, herkesin,
yönetimi altında ızdırap çekmek zorunda olduğu burjuva top-
lumunu ortadan kaldırmalı. “Toplumun bu çözülmesi, mevki
olarak prolateryadır”(Marx, 1844b: 73). Bu sebeple işçi sınıfı
ikili ve çelişik tanımlanıyor. Bir taraftan, işçi sınıfı özel kimli-
ğini kapitalist üretim tarzından alıyor ve -demokrasi kuramı
açısından- belirli çıkarları olan bir gruptur. Öbür taraftan,
tümel bir şeyi simgeliyor. Doğası gereği kendi yüceliği, radikal
bir öteki olarak varlığı ve insanlığın kurtuluşu için söz veriyor.
Ama böylesine bir vaat sivil toplumda gerçekleştirilemez. So-
nuç olarak insanlığın kurtuluşu demek, popüler iktidar mev-
kilerinin (devletin temelini oluşturan tekil bireyleri kapsayan)

54
ve sınıfların olmaması demektir.
Bu dört sonuç Marx’ın 1871 Paris Komünü’nün kararlar
ile ilgili analizini de destekliyor. Bu analizde Marx, ekonomi
ve siyaset arasındaki bölünmeyi dönüştürmekle ilgili ilk aşa-
maları anlatıyor. Son olarak bu analiz, “Marxist düşüncenin
konseylerle ilgili tarihi gelişimi” ile ilgili birçok tartışmaya
önemli bir dayanak oluyor(Bermbach, 1973: 19).
Marx’a göre, hükümet şekli olarak cumhuriyet ile ilgi-
li hayal kırıklığı yaratan tecrübeler gösteriyor ki cumhuriyet
toplumsal olmalı. Paris Komünü, toprak sahibi sınıf ve kapita-
listlerin elinden devlet aygıtını alma suretiyle sosyal cumhuri-
yet uygulamasını devreye sokmuştur. Komün bu uygulamada,
Cumhuriyetin yüce gayesinin “dürüstçe toplumsal kurtuluş
olarak beyan etmiş ve böylece Komünal örgütlenme tarafın-
dan toplumsal dönüşümünün teminatını vermiştir”(Marx,
1871a: 497, 1871b: 541). Bu sürecin destekleyicisi artık çeşitli
burjuva fraksiyonları değil, “üretici kitleler”di(Marx, 1871a:
261). Önceki devrimlerden farklı olarak, ulus (işçiler, küçük ve
orta burjuvalar ve çiftçilerin bileşimi (Marx,1871a: 259, Marx
1871b: 214) “kendi Devriminin gerçek yönetimini ele geçirdi.
Devlet mekanizması ve egemen sınıfın hükümet mekanizma-
sını yerini ulusun kendi hükümet mekanizması aldı”( Marx,
1871a: 261). Bu mekanizma, işçi girişimin üzerinde bir ye-
rel idarenin tesis edilmesiyle oluştu. Ama öte yandan bu yerel
idare, sadece bir mekanizmanın öbürüyle yer değişikliğinden
ibaret değildi. Yerel idare, devleti yeniden absorbe etme ama-
cını karşılamıştır. Marx’ın belirttiği gibi:

Komün, devlete karşı bir devrimdi. Komün, insanların


kendi toplumsal yaşamlarını kontrolünü kendileri ele geçir-
diği mucizevî ama başarısız bir hareketti. Komün, toplumun
egemen bir sınıf kesiminden diğerine bırakılacak bir devrim
değildi. Bizatihi sınıf egemenliğinin korkunç mekanizmasını
yıkacak bir Devrim’di(Marx, 1871a: 249; ayrıca bkz. 241-2,
250-1).
Marx, komünün siyasi konumunu tarif etmek için Abra-
ham Lincoln’ün demokrasi tanımına başvurmuştur; Halk için,

55
halk tarafından bir halk yönetimi şekli. Esas mesele, halkın
ve özellikle de işçi sınıfının, kendilerini komünlerde gerçek-
ten yönetmesi(Marx, 1871a: 261). Ancak komün, toplumsal
kurtuluşa doğru atılan ilk adımdır. Siyasi örgütlemenin ko-
münal hali, “ kendileri (işçi sınıfı) ve insanlık için” bir hare-
kete doğru uzun adımların atılmasını çabucak mümkün hale
getiriyor(Marx, 1871a: 254). Komün siyasi bir formdur fakat
hala ne “insanlığın genel bir yenilenmesi” ne de “sınıfların
ortadan kaldırılması” hareketidir. Bunun sebebi komünün
belirli bir çıkarı temsil ediyor olmasıdır. Bahsedilen çıkar:
“Emeğin, emek araçlarının (işçiler tarafından oluşturulan veya
doğanın bir nimetine şekil vererek) tekelcilerinin gaspından
kurtuluşudur”(Marx,1871a:252). Komün, hala sınıf mücade-
lesi demektir. “Ama komün, bu mücadeleye ait çeşitli evreleri,
en mantıklı ve insani şekilde boşa harcayacak yatkın bir or-
tam ortaya çıkarıyor”(Marx, 1871a:253). Ekonomik reform-
lar, üretimin dağıtımı ve yeniden düzenlenmesi ve “birleşik ve
özgür emeğin toplumsal ekonomisinin yasalarının kendiliğin-
den çalışması ” (Marx, 1871a: 253-4) için durumlar oluştur-
mak; bunların hepsi epey zaman alır.
Marx, komün tarafından alınan bir dizi kararı ele alıyor.
Usta fırıncıların gece çalışmasının kaldırılması ve kapalı işyeri
ve fabrikaların toplumsal tedbir olarak işçi gruplarına devre-
dilmesini dile getiriyor(Marx, 1871a: 236, 1871b: 217). Ama
onun için en önemli taraf, siyasi tedbirlerdir. Çünkü Marx
komünü, “sınıfların varlığı ve dolayısıyla sınıf egemenliğinin
dayandığı ekonomik temelleri kökünden kazıyacak bir ma-
nivela” (Marx, 1871b: 212) olarak görürdü. “Milli üretimin
büyük bir kısmını alan devletin verimsiz ve zararlı işleri” ge-
rekli görüldüğü kadarıyla ortadan kaldırıldı ve bunlar yerel ile
ulusal yönetime devredildi. Demek istenilen, halktan kopuk
ordu gibi maliyetli askeri aparatları, kadrolu memurları, po-
püler askerlerin pahalı bir şekilde silahlandırılması ve benze-
ri şeylerin değiştirilmesi. Bağımsız polis teşkilatı kaldırılıyor,
asayiş ve güvenlik faaliyetlerini vatandaşların kendisi yapıyor.
Bu durum kararsızlık tehdidi yaratabilirdi. Ama Marx, bu tür-
den tedbirlerin alındığı demokratik siyasetin koşullarının üze-

56
rinde duruyor. Genel oy hakkı genişletilmiş ve ilk defa halka
hizmet etmiştir(Marx, 1871a: 251, 1871b: 210-11). Temsilci-
lerin seçimi, parlamenter sistemindekine benzer şekilde artık
birkaç yılda bir oy vermeyle sınırlandırılmıyor. Komün çeşit-
li bölgelerde, genel oy hakkına dayalı özyönetim kurullarına
milletvekillerini seçerdi. Şehir konseyleri yasama ve yönetim
faaliyetlerini yerine getirirdi. Bu konseyler sorumluydular ve
istendiğinde feshedilebilirlerdi. Kamu mevkileri artık, işlev-
sel yetkileri olan makamları atayan merkezi yönetimin “özel
mülkiyeti” değildi. Bütün devlet işleri komün görevlileri tara-
fından ve komünlerin denetiminde yapılırdı. Ülkenin genel
ve yaşamsal işleri, toplumun üstünde sabit hiyerarşik bir kamu
hizmeti sağlamak için bir sebep değillerdi. Aksine bu işler de
komün makamları tarafından yürütülürdü:

Merkezi hükümete kalan birkaç önemli görev, kasten yan-


lış söylendiği gibi ortadan kaldırılmayacak ama Komün ta-
rafından yapılacak. Bu sebepten bu işler, sorumluluğunu tam
bir şekilde yerine getiren temsilciler tarafından yapılacaktı.
Ulusun birliği bozulmayacaktı. Aksine, Komünal Anayasa ta-
rafından düzenlenecektir. Bu birliğin cisimleşmiş hali olduğu-
nu iddia eden devlet iktidarının yok edilmesiyle birlik gerçeğe
dönüşürdü. Çünkü devlet, ulustan bağımsız ve ondan üstün
davranır ama aslında parazit bir urdur(Marx, 1871b: 210).
Devlet ve resmi sırlar ortadan kaldırıldı. Komünal kon-
seylerin maaşları, nitelikli bir işçinin maaşına karşılık
gelecekti(Marx, 1871a: 251-2, 1871b: 209).
Demokrasi teorisi açısından, komünün kendi kendini yö-
netmesi ve hem yasama hem de yürütme faaliyetlerini bir-
leştiren komiteleri seçmesi oldukça önemlidir. Komün, ya da
komünün birleşik milletvekilleri, “parlamenter değil, çalışan
bir kurul” olmalıydı(Marx, 1871a:537, 1871b: 209). Ama bu
kurulun kendisinden ayrı seçilmiş, hesap veren ve denetle-
nebilen bir yargısı da olmalıdır. Liberal demokrasi açısından,
yasam ve yürütme faaliyetlerinin birleştirilmesi gerici bir ha-
reket olarak görülebilir. Belirli demokratik hak ve özgürlük
ölçüsü sağlaması beklenen güçler ayrılığı ilkesinden daha ilkel

57
bir duruma doğru gidiş olarak da görülebilir. Diğer yandan
yerel demokrasi açısından, kuvvetler ayrılığı anti demokratik
bir ilke olarak görülürken, “halkın elinde bütün kuvvetlerin
birleştirilmesi” gerekli görülür(Adler, 1919: 60-11). Kuvvetler
ayrılığı ilkesine karşı birçok fikir mevcuttur:

1. Bizatihi demokrasi teorisi üzerindeki görüşler, kuvvetler


ayrılığının nasıl oluşturulacağına dair tam bir açıklama yapa-
mıyor. John Locke’a göre, seçilmiş parlamento insanların en
yüksek temsil kuruludur, ama halk böylelikle iktidardan da
vazgeçmiyor(Locke, 1689: II. Kitap, 149). Böylece, halkın
gücü kendisinde baki kalır ve iktidar yasama, yürütme ve yargı
arasında bölünmüyor. Almanya’nın Grundgesetz (uygulmada
Almanya Anayasası) veya kanun-i esasi açısından bu uygula-
ma tam aksidir.

2. Birleşik Devlerin Anayasa taslağı üzerinde yürütülen


kuvvetler ayrılığı tartışmasının tarihsel analizleri gösteriyor ki
kuvvetler ayrılığı ilkesi, halkın özgür iradesini ortay koymasını
engellemek için burjuva tarafından bir araç olarak geliştirilmiş
vehalkın anayasal kurumlara ve daha önemlisi özel mülkiyete
karşı anayasal bir itiraz ortaya koyma ihtimalini bertaraf et-
mek istemişler(bkz. Beard, 1913).

3. Materyalist siyasal sosyoloji açısından kuvvetler ayrılığı,


devlet aygıtı içerisindeki çeşitli egemen sınıf gruplarına ikti-
dar paylaşımı sağlama yöntemidir. Sonuç olarak devlet, alt sı-
nıflara karşı egemen sınıfları çıkarını gözetir(bkz. Poulantzas,
1974: 303).

4. Kuvvetler ayrılığı, devlet egemenliği uygulamasında


sadece stratejik bir faktör olarak var. Grup ve parti çıkarları
devlet kurumları üzerinde nüfuz sahibidir. Örneğin, savcılar,
hâkimler ve maliye müfettişleri çeşitli bakanlıklar tarafından
siyasetçi ve işverenleri soruşturmaları engellenir. Bazı durum-
larda bu kamu görevlilerin yerleri değiştirilir veya mahke-
me, polis ve psikiyatrik kurumlar marifetiyle baskıya uğrar-

58
lar. Öbür taraftan emniyet teşkilatının veya istihbaratın bile
denetçisi olan temsilcilerin kendisi takibe alınır. Emniyet ve
ordu, bu kişilerin parti ilişkileri, yasama ve bütçe ile ilgili mec-
lis kararlarının yönetimdeki hükümetin standartlarına uyup
uymadığını gözetlerler. Bu durumda kuvvetler ayrılığı ilkesi
altında bir hükümet yetkilisi, siyasal uyuşmazlık durumlarında,
devletin sınırlama ve yetkilerini egemen sınıf gruplarının çıkarı
doğrultusunda stratejik olarak kullandığında bağımsız olabilir.

5. Kuvvetler ayrılığı, totaliter hak ihlallerine karşı bir ko-


runma yöntemi olarak görülür. Ancak yasama kuvvetinin, yü-
rütme tarafından denetlenip uzlaştırılması fikri mantıksızdır.
Çünkü vatandaşların hak ihlalleri, yürütme erkinin kurumları
(polis, idari yetkililer ve ordu) tarafından görmezden gelinir.
Aslında başına buyruk bürokratik işlemleri mümkün kılan,
kuvvetler ayrılığıdır. Yerel demokraside yasama ve yürütme
erklerinin aynı yerde toplanması yasamanın, yürütme üzerin-
deki denetimini zayıflatacağı endişesine sebep olabilir. Böy-
lelikle, siyasi kararların şiddet yoluyla uygulanması ve istik-
rarsızlığa yol açacağı korkusu oluşabilir. Hâlbuki kararların
yürürlüğe konması için kendi memurları olan ayrı ve sürekli
bir kurumun olmaması, bu korkuları yersiz kılar. Çünkü genel
kamuoyunu temsilen sorunlarla ilgilenenler bu türden kurum-
lara ihtiyaç duymaz. Bu türden kurumların yerine, komünal
konseylerin kararlarına bağlı kalmaları gerekir ve karar alıcılar,
genel kamuoyunun şartlarına bağlı olarak tabandan doğrudan
seçilir ve buna göre davranırlar. Böylesi bir durumda, mevcut
bürokratik egemenlik şeklinden daha az istikrarsızlık ve şid-
det vakaları görülebilir. Olası olumsuz bir durum oluşsa bile,
yasal devlet kurumlarının gizliliği ve resmi kanallarla böyle bir
durum ört bas edilmez. Aksine, kamu skandalı konusu olurdu.
Ayrıca, demokrasi teorisi açısından kuvvetler ayrılığı için
zorlayıcı bir sebep bulunmamaktadır. Rousseau’ya göre, halk
egemenliği ve iradesi ayrılamaz(Rousseau, 1762: 170-1). Kuv-
vetler ayrılığı lehine şu söylenebilir; yasama ve yürütme erkle-
rinin ayrılığı yoluyla ulus kendi kararlarına bağlı kalır. Çünkü
yasamayı, kanun yapıcılıkla sınırlandırmak ve yürütmeyi de

59
hükümet ve idare diye ikiye ayırmak, yasa koyucuları mev-
cut durumda olduklarından daha nüfuzlu olmalarını engeller.
Ortak irade, yürütme tarafından sağlanır. Fakat demokrasi
teorisi bunu problemli bir durum olarak değerlendirir. Bah-
sedilen anlayışa göre, halk egemenliği huysuz bir çocuk olarak
görülür. Fakat halk egemenliğinin neden yeni anlayış ya da
tercih değişikliğine bağlı olarak, önceki kararlarını tamamen
değiştirmesine izin verilmediği meselesi açıklanmıyor. Yürüt-
me halk egemenliğine mani olduğunda, parlamentoya karşı
kendisi yüce bir güç, siyasi parti veya bir parti şekli olur. Hem
deneysel kanıtlar hem de demokrasi teorisi üzerine tartış-
malar, kuvvetler ayrılığının çok az seviyede faydalı olduğunu
ortaya koyuyor. Yasama ve yürütme erklerinin birleştirilmesi,
iktidar gruplarının devlet kurumları içinde örgütlenmesini ve
yetkilerini genişleterek iktidarlarını büyütmelerini engeller.
Marx’ın komün anlayışında, bütün komiteler seçmenler tara-
fından tabandan denetlenir. Konseyler, görevlerini halka açık
ve devlet sırlarına başvurmadan icra eder. Vekiller, sorumludur
ve istendiğinde vekillikleri feshedilir. Bu yüzden demokrasi,
siyasi iktidarın gelişimine mani olacak sosyo-politik koşulları
yaratma işidir. Bunu yaratmak mümkün, çünkü halk egemen-
liği adına konuşan iktidar, artık siyasi bir mecrada temerküz
etmiyor. Bu önemli hususu kısaca incelemek istiyorum.
Marx’ın söylemi müphemdir: oy verme hakkı olan komün-
lerden hem “vatandaşlar” hem de “işçiler” ve “halk kitleleri” ola-
rak bahseder. Bu değişik kategoriler arasındaki ilişkilerin nasıl
anlaşılacağını açıklamaz. Demokratik işleyiş çerçevesinde oy
verme hakkı tanınan grup, meşru bir yapı olmalı. Marx, kime
oy hakkı tanınacağını belirtmez. Belli bir yaşın üzerindeki tüm
yetişkinler mi? Göçmenler buna dâhil mi? Sadece işçiler mi?
Ya da hala veya eskiden üretim araçlarına sahip olanlar mı?
Yoksa diğerlerinin emeğini sömürmeyenler mi? Siyasi demok-
rasiler, merkezi devletin iktidarını ve organlarının meşruluğu-
nu halk egemenliğinden sağlar. Marx, devlet yönetiminin daha
geniş meşruluğu konusuyla pek ilgilenmemiş, daha çok devleti
alt etmekle ilgilenmiş. Bu sebepten, mantıken halk egemen-
liği fikrine karşı koymak zorundaydı. Kendisi açık bir şekilde

60
bu konu üzerinde yorumda bulunmamış; ancak Marxist bir
yaklaşım şöyle olurdu. Halk egemenliği siyasi bir yapıdır. Sta-
tüsünü, ulus devlet varlığından alıyor ve karşılığında bu devlet
şekline meşruiyet sağlıyor. Her ne kadar halk egemenliği bü-
tün devlet iktidarının ortaya çıktığı demokratik cumhuriyetin
özü için nihai otorite olsa da, bu egemenlik gerçekleştirile-
mez. Çünkü devlet iktidarı denen şeyi ortaya çıkaran devletin
kendisini kuran halk, mantıken devletten önce gelmeli. Ama
devlet öncesi koşullar altında, halkın kimlerden oluştuğu tam
olarak belirlenemez. Çünkü bir halka veya vatandaşlığa tabi
olmak sadece devletle belirlenebilir. Halk egemenliği ve de-
mokratik devlet ancak döngüsel bir temelde kurulabilir.
Sonuç olarak halk egemenliği fikrinin mantıksız bir kate-
gori olduğu ortaya çıkıyor. Halkı, ortak ata, ortak kader, or-
tak dil ve ortak kültür birliği olarak tanımlayan siyaset öncesi
fikirlere dayanarak, halkın oluşumunu bulmaya çalışmak, bu
fikrin saçma olduğunu gösteriyor(bkz. Balibar, 2002). Böylesi
durumlarda halk, tamamen efsanevi bir karakter hayal eder.
Marxist teori açısından, hem burjuva ekonomisi hem de de-
mokratik temsili cumhuriyet, kanıtlayamadıkları bir dayanak-
tan istifade eden akıl dışı ve dini sosyal formlardır.
Ekonomi de ise, ürün fiyatlarının mantıklı olduğu sanılır:
fiyat değere karşılık gelmeli. Ama burjuva ekonomisi, değeri
ne belirleyebilir ne de açıklayabilir. Bir ürünün değeri, özel
üretimin toplumsal koşullarını simgeler. Burjuva toplumunda
değer, harcanan emeğin miktarına göre belirlenir. Ama üret-
ken emek gücü de tıpkı diğer kullanım değerleri gibi ufak bir
gerçek değere sahip. Nitekim bir ürün olarak emeğin değeri,
ancak kapitalist üretim ilişkilerinde görülebilecek akıldışı bir
ifadedir. Tekil bireyin iradesi üzerinde genelin akıldışı-dini
formu olarak demokratik cumhuriyet, halkın egemenliği şek-
linde kurulmalı. Ama böyle bir halk egemenliği yoktur. Halk
egemenliği kurulmaz, onun yerine siyasi devlet tarafından icat
edilir. Buna karşın Marx insanlıktan önce, insanlık açısından
konuya yaklaşıyor. Marx insanlığı; toplumsal sınıflar, siya-
set ve devlet ötesinde bir kategori olarak açıkça tarif ediyor.
Amaç, özgür bireylerin birliğidir. Marx, halk egemenliğinin

61
siyasi kategorisinin geçersiz olduğunu belirtir. Bu düşünce
Sol gelenekte büyük bir farklılığa işaret ediyor. Rousseau’nun
düşüncelerini takip eden bir eğilim, ortak halk bütünlüğünü
sağlamak için ortak iradeyi içeren gerçek ve birleşik halk ege-
menliği ile uğraşır(bkz. Adler, 1919:137-8). Bu eğilime göre
işçi sınıfı, toplumun yaşamını güvence altına alan üretken işi
temsil eder ve halkın (nispeten) çoğunluğunu oluşturur. Bu
yönleriyle işçi sınıfı, birleşik halk iradesinin temeli olarak gö-
rülür. Diğer eğilim, böylesi bir ortak irade için artık uğraşmı-
yor. Çünkü bu iradeyi, üstesinden gelmeye çalıştığı her şeyin;
devletin, siyasetin ve hükümetin türemesini sağlayan bir daya-
nak olarak görür:

Siyasi demokrasi, konsey örgütlenmesi altında ortadan kal-


kar, çünkü siyasetin kendisi ortadan kalkar ve toplumsal eko-
nomi ile yekvücut olur… Konseyler hükümet değil; merkezi
konseyler katiyen bir hükümet karakteri almazlar çünkü irade-
lerini kitlelere empoze edecek araçlara erişemezler(Pannekoek
1946, 70-1).

Pannekeok (1946: 271) demokrasinin, konseyler için uy-


gun bir tabir olup olmadığını doğru bir şekilde sorar, çünkü
konseylerde halk kendi kendini yönetir. Fakat halk artık siyasi
bir yapı değil çünkü onları yöneten ve birleştiren bir devlet
yoktur. Bahsedilen halk, geniş çapta dağılmış, uzamsal olarak
sınırsız, toplumsal olarak geçişken yatay bir hale gelir. Bu yapı,
bir halk şekli almadan; üretim- dağıtım grupları ve komün-
lerden oluşan çeşitli yapılarda, özerk kuruluşlar şeklinde ge-
lişen bir tür işbirliği ağıdır. Bu yüzden çokluk demek daha
uygun olur(bkz. Hardt ve Negri 2002: 377ff; bkz. Korsch,
1920: 225). Jürgen Habermas, konseylerin; toplumun kendi-
sini, siyasi bir toplum ve yenilenmiş vatandaşlık yoluyla bir
bütünlük oluşturmak olduğunu düşünen Hannah Arendt’i
eleştirmiştir(Habermas, 1992: 360). Habermas, bu durumun
modern toplumun görevsel farklılaşması ışığında artık yeterli
olmadığına inanır. Çünkü artık bu toplumun bir merkezi ya
da siyasi zirvesi yoktur. Habermas, siyasi iktidarın bölünmesi

62
sistemini savunur. Buna karşın konsey sistemi, kendini tüm
toplumun üzerinde konumlandıran siyasetin kibirli yayılımı-
na bir son vermek ister. Konseyler, kamusalın özelle ve siyasi
faaliyetin toplumsal faaliyetle bütünleştiği tamamen yeni bir
tür çeşitlilik oluşturur. Bu faaliyetlerin bir merkezi yoktur, ama
aynı zamanda gerektiğinde hem yatay hem de dikey olarak
geniş çapta birleşebilirler. Yerel hiyerarşik yetkililer yoktur.
Marx’ın önemli bir konu üzerindeki analizleri muğlâktır.
Toplumun gerçek üretiminde devletin kenara nasıl çekildiğine
dair pek bir şey söylememiştir. En önemli tezi şu olmuştur;
halk yığınları ve bütün işçi sınıfı, insiyatifi ele geçirir ve dev-
let işlerini kendileri yapar. Bu açıdan komün, “nihayet emeğin
ekonomik kurtuluşunun başarıldığı bir formdu”(Marx, 1871b:
544). Sonuç olarak, demokrasi sorunu tam olarak bir sınıf teo-
risi sorunu oluyor. Toplumsal ilişkiler, halk yığınları kendileri-
ni yönettiğinde demokratikleşir. Bu önemli bir aşamadır ama
demokrasinin, herkesin özyönetime katılması talebini karşıla-
mıyor. Katılım da işçi sınıfı üyeleri için bile belirsizdir. Çünkü
komünal işçi hükümeti, ekonomi ve siyaset arasındaki emek
bölümünün üstesinden hemen gelineceği anlamına gelmiyor.
Pratik anlamda, işçi sınıfı üyeleri büyük ihtimalle birçok
görevi yerine getirecek. Epey bir işçi mevcut, ama her şeyi
yapmak zorundalar: üretim, karar verme ve bu karaları uy-
gulama. Komüne değişik özyönetim şekillerini denemek için
yeterince fırsat sağlanmazsa, sonuç uzun dönemde kaldırama-
yacakları ağır bir iş yükü olur. Belki de ayrı ayrı insanların veya
grupların, özyönetim kurulları içerisinde kamu yönetiminde
siyasi uzman olması sonucu ortaya çıkar. Böylelikle bu kişi-
ler halk yığınları ve işçi sınıfı adına yönetimi sağlardı. Kent
konseyleri için daimi gözlem ve liyakat, zaman israfı olduğu
anlaşılacaktır. Daha sonra, verimlilik ve etkinliğin artmasıyla
bütün katılımcıların iç rahatlığıyla destekleyecekleri bağımsız
siyasi karar verme şekilleri meydana çıkabilir. Aksi durumda,
özyönetim iddiası baya zayıflardı. Yerel demokrasi destekle-
yicileri, Marx’ın ölümünden sonraki yıllarda bu sorunları ele
aldı. Aşağıda cevaplarından bir kaçını özellikle de Almanya’da
ortaya çıkanları ele alacağım.

63
Konsey Demokrasisi Üzerindeki Tartışmanın Bazı Yönleri
I. Dünya Savaşının sonunda konseyle ilgili düşüncelerde
işçi sınıfı, devlet iktidarı ve otorite için dayanak olarak gö-
rülürdü. Gelişmeler Marx’ın belirlemelerine benzer bir şekil-
de cereyan ediyordu. Ancak önemli bir farklılık vardı. Marx,
konseyleri komün seviyesinde konumlandırırdı. Ancak Al-
manya’daki devrim, başlangıçta işçi ve asker konseylerinden
oluşuyorken, 1919’da durum sadece işçi konseylerine indir-
gendi. Buna göre, Berlin İşçi ve Asker Konseyi Yürütme Kon-
seyi -resmi olarak Ocak 1919 tarihine kadar Almanya Reich
hükümeti- tarafından yayınlanan 23 Kasım 1918 tarihli bir
bildiride, “Siyasi otorite, Alman Sosyalist Cumhuriyeti işçi
ve asker konseylerinin elindedir” açıklaması yapıldı(Müller,
1921). Ernst Daumig konsey örgütlenmesini “pratik sosya-
lizm” olarak tanımlar ve şöyle söylerdi:

Konsey örgütlenmesi, cumhuriyetçi bir görünüşte bile,


proleter ve sosyalist bir araçtır. Bu örgütlenme modeli aynı
zamanda, kapitalist üretime dayanan devlet otoritesi ve kapi-
talist üretimin kendisini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
Konsey örgütlenmesi, sosyalist üretim ve toplumun özyöneti-
mi için mücadele eder(Daumig, 1920: 51).

Konsey fikrinin destekleyicileri için toplumu oluşturan bi-


rimin işçilere doğru yer değiştirmesi nihai bir bakış açısıdır:
Yalnız proletarya, yani yaşamak için emeğini sermayeye
satmaya zorlanan beden ve fikir işçileri, konsey fikrinin ge-
reğini yerine getirebilir. Vatandaşları birleşik bir kitle olarak
düşünen genel demokratik fikrin aksine konsey fikri belirgin
ve doğal bir tutum alabilir(1920: 52).
Anton Pannekeok (1946, 269-70), devrim döneminde
geniş bir Alman işçi kesiminin bu önemli bakış açısını an-
lamadığını düşünüyordu. Çünkü bu kesimler, yıllarca sosyal
demokrat işçi hareketi öncülüğünde, demokrasi teorisinin eşit,
genel oy hakkı ve demokratik cumhuriyeti kurma hedefine
yönlendirilmişti. Sosyal demokratik açıdan, iktidarın konsey-
lerde tekelleşmesi, siyasi kararlar vermek için iktidar gaspı ola-

64
rak görülmüş olabilir. Pannekoek’e göre (1946: 271) bu bakış
açısının tersine, işçiler “konsey örgütlenmesinin, daha yüksek
ve daha tekmil eşitlik şekli sunduğuna derin bir inanç” geliş-
tirecekti. Pannekoek şöyle devam eder; denilebilir ki konsey
sistemi demokrasinin en üstün formudur ve bu form da “kendi
üretiminin ve yaşamının efendisi olan topluma aittir”(ayrıca
bkz. Adler,1919: 144).
Ancak demokrasi kuramı bağlamında, bu fikirler zor bir
sorunu ortaya çıkarttı. Oy kullanma hakkı ayrıcalığı verilenler
belirlenir belirlenmez, şu sorunun cevabı aranır: işçi kim? Bu
sınıf teorisi sorusu, büyük siyasi önem taşıyor. İşçiler sadece
büyük fabrikalardaki beden emekçileri mi? Bu durumda ka-
dınlar, çıraklar ve göçmenler kendileri ile ilgili karar verme
süreçlerine katılabilir peki ya mühendisler ve büro çalışanları?
Dar bir tanımlama, ücretli işçiler, ilgili sendikalar ve sosyalist
eğilimler gibi geniş grupları ekonomik özyönetime katılımdan
dışarda bırakma tehlikesi oluşturabilir. Marx’ın aklında geniş
bir konfederasyon fikri vardı. Ernst Daumig ise (1920: 58),
beden ve zihin işçileri arasında bir ittifak düşünüyordu. Bu
ittifaka, karar verme süreçlerine katılabilen ve emeğini serma-
yeye satanlar; mühendis, teknisyen, muhasebeci, bilim insanı
ve diğer kesimlerin de dâhil olabileceğini belirtiyordu(Ayrıca
bkz. Korsch, 1919b). Max Adler de buna benzer işçi grupları
tanımlaması yapıyordu; “ekonomik olarak önemli tüm kat-
manların” dâhil olması gereken. Adler gibi Daumig de güçlü
azınlık gruplarının oluşumunu önleme ihtiyacının farkınday-
dı. Bu güçlü azınlık grupları kendi iradelerini uygulamaya
sokmak için şöyle oluşabilir: ezilen sınıfın bir kesiminin baş-
ka bir kesimine veya bir sosyalist eğilimin başka bir eğilime
karşı terör kullanımına başvurması. Bu düşünürlerin yaptığı
gibi işçi tanımlaması, toplumsal emeği üretenlerin ve burjuva
azınlığına karşı çıkanların çoğunluğunu içermeli. Ayrıca, karar
vermek için yetkilendirilmiş sınıfın kimlerden oluştuğu kalı-
cı, değiştirilmez esaslarla tanımlanamaz. Konseylerin amacı
herkesin toplumsal emekten bir payı üstleneceği şekilde üre-
timi ve toplumu tekrar düzenlemektir. “Emeğin kurtuluşuy-
la birlikte, her insan çalışan olacaktır ve üretken emek sınıf

65
özelliği olmaktan çıkacaktır”(Marx, 1871: 544). Böylece daha
önceden dışarıda tutulmuş bireyler de karar verme süreçleri-
ne katılabilecektir(Pannekoek, 1946: 272). Ancak bu durum
da bir soruna yol açıyor. Mühendisleri, teknisyenleri ve yö-
neticilerin karar verme süreçleri dışına bırakılmasını önlemek
için onları işçi olarak tanımlamak, kalıcı sınıf farklılıklarının
örtbas edilmesine yol açabilir. Bu kategorideki insanlar bilgi
ve uzmanlık üzerinde tekellerini kullanabilir. Böylece üretim
sürecine tabi olur ve bu süreci çıkarlarına uygun şekilde dü-
zenleyebilirler. Bu yüzden Gramsci ve Korsch bedensel ve zi-
hinsel üretim arasındaki “eski burjuva tarzı işbölümünün” sü-
reç ilerledikçe üstesinden gelinmesini de istemişlerdir(Korsch,
1919b: 173).
Bahsedilen sorun, işçi ve asker konseylerinin kurumların-
dan ve “tüm iktidar konseylere!” isteğinden kaynaklı başka bir
sorunla ilintilidir. Özellikle Max Adler şu soruyu öne sürer:
işçiler, işçi olarak toplumsal ihtiyaçlar ve üretim üzerinde
yegâne otorite mi olmalı? Bu durumda Hannah Arendt’in
belirttiği gibi, her toplumsal alan ve meslekte konseyler mi
oluşturulmalı? İnşaat işçileri, mimarlar, öğrenciler, terziler,
memurlar ve çiftçiler için ayrı konseyler mi? Bu noktada şu
tehlike baş gösterir: işçi konseyleri sistemi, “kapitalist toplumu
yok etme aracı olmaktan çıkıp toplum içerisindeki özel çıkar
gruplarının kurumuna dönüşebilir”(Adler, 1919: 153). Adler
ayrıca küçük meslek ve statü çıkarlarının oluşup devam etme
riskini de görüyor. Bu yüzden Adler, konseylerin “uzun dö-
nemli temel ilke” olarak anlaşılmaması gerektiğini belirtmiştir.
Çünkü böyle bir anlayışta, proletaryanın sınıf karakteri sis-
temleşir ve sürekli hale gelir. Bu durumda da fiili ilişkiler de-
ğişmeden iktidar mevkileri geri gelecek. İşçiler daha önceden
haksızlığa uğramışsa, yerel demokrasi sisteminde kendilerini
efendi olarak hisseder(S. 149). Arendt’in şüphelendiği gibi adı
geçen tüm konsey teorisyenleri, konsey kavramını tümden kü-
çümsemiyorlar. Daha çok gerici faaliyetlerin konsey fikrinde
kendine yer bulabileceği ihtimalinden endişe duyuyorlar. Bu
sebeple adı geçen tüm konsey teorisyenleri, konsey fikirlerini
sadece mücadelenin geçiş dönemi olarak görürler. Bundan do-

66
layı Adler, konseylerin sadece işçilerden değil sosyalistlerden
de oluşması gerektiğini düşünür. Adler’e göre, yalnız sosya-
lizm gayesi olanlar ve sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmaya
kendini açık bir şekilde adayanlar, işçi konseylerine seçilebil-
melidir. Mesleki bakış açıları ve hâlihazırdaki çıkarlar ikincil
derece de önemli olmalı.
Eğer işçi konseyleri sadece işçi konseyi olarak faaliyet gös-
terirse, o zaman yalnız belirli işlerin çıkarlarını temsil etmeleri
tehlikesi baş gösterir. Özgürlükçü bakış açısına göre konseyler
aslında katı bir şekilde kurulmamalı. Ayrı ayrı işyerleri, bü-
tün toplumun planlaması çıkarı doğrultusunda daha büyük
bir amaca tabi olmalı. Bu amaç doğrultusunda konsey hare-
keti destekleyicileri, tabandan gelen bir irade beyanı ve karar
verme şekli önerdi. Bu öneride işçi ve asker konseyleri, siyasi
karar verme ve uygulama birimlerini oluşturacaktı. Komünal
konseylerde olduğu gibi bu birimler, demokratik şekilde seçi-
lecek, sorumlu olacak ve istendiğinde azledilecekler. Yasama
ve yürütme görevlerine katılacaklar. Alt seviyedeki delegeler
doğrudan seçilecekti: işçiler ve memurlar fabrika konseylerini
seçecekler. İşçiler ve memurlar bu konseyde idarecilerle bir-
likte şirketin işlerini denetleyip düzenleyecekler. Şirketlerde
bu konseylere katılamayan serbest çalışanlar ve diğer meslek
grupları bölge seviyesinde bir ortak meslek konseyi seçecek.
Yönetici de atayan bölge grup konseyleri olan üretim denet-
leme kurulları, fabrika veya meslek konseyleri arasından seçi-
lecek. Bölge grup konseyi, ekonomik bölge seviyesinde belirli
bir iş kolunda faaliyet gösteren şirketleri temsil edecek.
Ernst Daumig ile birlikte Berlin İşçi ve Asker Konseyleri
Yürütme Organın başkanı ve Almanya’daki yerel demokrasi
hareketinin teorik liderlerinden Richard Müller (bkz. Berm-
bach, 1973: 10; Hoffrogge, 2015) tarım, madencilik, metalürji,
kimyasal ve tekstil endüstrisi, bankacılık ve ticaret, memurlar
ve işçiler ve bağımsız meslekler olmak üzere 14 tane iş kolu
belirlemiş(bkz. Müller, 1921). Bölge grup konseylerine düşen
görev, bölge ekonomi konseyleri adı altında kendi planlama ve
karar verme komitelerini oluşturmak. Ayrıca bir diğer görevi,
her bir iş kolunun altında ulusal seviyede örgütlendiği, ulusal

67
grup konseylerine delege göndermektir. Ulusal grup konsey-
leri bir kez daha sırayla ulusal ekonomi konseyinde birleşe-
cek. Müller’e göre siyasi fikirler (veya demokrasi- siyaset bile)
tamamen ikincil derecededir. Ona göre hepsinden önemlisi,
üretimi sürdürme ihtiyacı ve üretimin düzenlenmesini genel
refaha göre yapmaktır. Böylelikle Müller, konsey-demokratik
işleyişin gerçekten ortaya koyması gereken şeyin kaçınılmaz
son olduğunu belirtir. Bu kaçınılmaz son: ayrı ayrı üretim ve
dağıtım merkezlerindeki işçiler arasındaki demokratik ko-
ordinasyon ve toplumsal ihtiyaçlara duyarlılık. Son olarak,
Müller’in modelinde demokratikleşmenin en az üç yönüne
değinilmemiştir.

1. Bunlardan ilki, işçilerin yerel demokraside doğrudan ka-


tılım hakkı ile ilgili. Bu katılımı sağlamak için, işyeri seviyesin-
de üç farklı alanda sermaye sahiplerinin yetkisi ve denetimi alt
edilmeli: (i) üretim, üretim gelirleri ve bu gelirlerin kullanımı
üzerindeki denetim; (ii) üretim süreci üzerindeki yetki (üretim
araçları, iş akışı, iş temposu ve hiyerarşiler dahil) ve (iii) insan
emeğinin kullanıldığı koşulların belirlenmesi(ücretler, hijyen,
işyeri sağlığı ve güvenliği gibi(bkz. Korsch, 1919b: 92)). Yerel
demokrasi, işyeri ve şirket seviyesinde otoritenin bu üç şekli-
nin üstesinden gelme amacı taşır. Eğer üreticiler; neyi, ne ka-
dar, hangi üretim araçlarıyla, hangi şekilde ve üretimin hangi
çalışma koşulları altında gerçekleşmesine karar verebilirlerse
bahsedilen otoritenin üstesinden gelinir. Bunu başarmak, bah-
sedilen seviyelerde üreticiler tarafından demokratik katılım
şekillerini gerektirir. Fakat ilginçtir bu konu hakkında yerel
demokrasi tartışmasından çok az bahsedilmiştir. Müller’e göre
katılım, sırayla üretimi yöneten delegelerin seçimi ve bölge
konseyleri yoluyla yönetici seçimi şeklinde sağlanır. Müller,
şirket seviyesinde karar verme sürecine doğrudan katılımdan
daha etkin bir şey yoktur diye belirtir.
Pannekoek’a göre işyerindeki öncü yapı, işbirliği içerisinde
bulunan işçilerin bütünlüğüdür. “İşçiler sorunlarını görüşmek
için toplanır ve kararlarını meclislerde alırlar. Bu şekilde ça-
lışmaya katılan biri, toplumsal emeğin düzenlenmesine de ka-

68
tılmış olur”(Pannekoek, 1946: 40). İşçi sayısının fazla olduğu
durumlarda, meclisler şube seviyesinde oluşturulur ve ayrıca
bir merkezi delege komite meclisi de olur. Delegeler görüş-
melere şubelerinin sade bir üyesi olarak katılır ve şubelerle ko-
miteler arasında bir bağ oluştururlar. Pannekoek’in bakış açı-
sında liderler yoktur. Ama özel sorunlar, uygulamadan tama-
men sorumlu bireylere devredilir. Korsch işte üretim süreçleri
esnasında işçi kitlelerinin tek bir karar verici lidere “itaatkâr
itimatla bağlı” olmalarını önerir. Korsch şöyle devam eder, fa-
kat işçiler bu liderin kim olduğunu ve bu mevkide ne kadar
süreyle kalabileceğine de kendileri karar vermelidir(Korsch,
1919:179). Bu düşünce iş akışını bozmama fazileti güder
ama diğer yandan da demokratik karar verme sürecini tek-
rar iş sürecinden ayırma ve gerçek emeği, karşılıklı işbirliği
çerçevesinde saptayamama gibi ciddi bir sorunu bünyesinde
barındırır. Demokrasi teorisi açısından Korsch’ın fikrinin ge-
nelleştirilmesi neredeyse imkânsızdır.

2. Ayrı işyerleri arasında iş kolu, bölge ve ulusal düzeyde-


ki uyuşma, pazarın görünmez koordinasyonunun ve sermaye
sahibinin karar vericiliğinin yerini almalıdır. Toplumsal ihti-
yaçlar önceden tasarlanmış planlama ve yönetimle karşılan-
malıdır. Şirket bencilliği önlenmelidir:

Doğrudan kamulaştırma durumunda, toprak ve teçhizat


ayrı ayrı işyerlerindeki (üretim şubesi) işyeri üretim katılım-
cılarına tahsis edilir. Tüm üretim ve tüketim sürecinin sosyo-
ekonomik temeli olarak toprak ve teçhizat, tek bir işçi gru-
buna ait değildir. Her bir işçi grubunun bileşik topluluğuna
aittir(Korsch, 1919a: 90).

“Bir topluluğun ayrı bir üyesi olarak fabrikalar, iyi düzen-


lenmiş üretim sistemiyle birleşerek çalışmalılar”(Pannekoek,
1946: 33). İşyerleri için muhasebecilik, istatistik ve saymanlık
hepsi gerekli ama bu yerler için üst düzey makamların karar
verme süreçlerine katılmak sadece özet göstergelerle bilgilen-
dirilmekten daha önemlidir. Bireylerin bilgi ve alakası, işyer-

69
leri arasındaki iletişim ve uyumları, sosyo ekonomik durumun
düzenlenmesi ve üretime katkı sağlar(S. 37, 67). Ancak önem-
li olan tek şey sosyo-ekonomik durum değil. Kapitalist üretim
ilişkilerinde doğa, özel bir yöntemle zapt edilir. Bu yöntem,
ücretli emeğin olabildiğince sömürülmesini ve aynı zaman-
da denetlenmesini düzenler. Marx bu durumu belirtmek için
toplumsal sınai yöntemleri (Betriebweise) kavramını kullanır.
Dolayısıyla çare; üretim araçlarını ve örgütlenmenin disiplin
araçlarını tek merkezde toplamaktır. İşçi hareketi bu tarzda
düzenlenmiş fabrika çalışma sisteminin üretimde büyük iler-
leme getireceğini umuyor. Böylelikle, fabrika çalışma sistemi-
ne (aslında işçi örgütlenmesine) yönelik eleştirileri geri plana
itiyorlar. Ancak yerel demokrasi bakışı açısından, bir tür iş-
birliği anlamına gelen toplumsal sınai yöntemleri ayrıca var
olacaktır. Bu şekilde sanayi kuruluşlarının şekli tamamen de-
ğişecektir. Büyüklükleri, iş bölümünün dağıtım şekli, üretim
ve hizmetin yapılandırılması, işyerleri, konut ve boş zamanın
tespiti ile ilgili değişiklikler olacaktır.

3. Aracısız üreticiler, üretim süreçlerini tamamen kolektif


toplumsal işçi gibi koordine etseler bile tüketimle ilgili temel
bir uyuşmazlık olabilir. Üreticiler, üretim faaliyetlerini kısıt-
lamak isteyebilir veya iş kazançlarının küçük bir payını top-
lumla paylaşabilirler. Korsch, önceden üretici ve tüketiciler
arasında aracı olan sermaye sahiplerinin ortadan kalkmasıyla,
tüketicilerle yaşanan çıkar uyuşmazlığının, aracısız toplumsal
koordinasyonun amacı olabileceğini ileri sürer. Korsch bu sı-
kıntıya değinmesine rağmen, tabandan böyle bir koordinasyo-
nun nasıl yapılacağına dair bir öneri ortaya koymamıştır. Bir
tek Michael Albert’in eserinde yerel demokraside, üreticiler
ve tüketiciler arasındaki koordinasyon ve tüketim alanına
değiniliyor(Albert, 2003: ayrıca bkz. Demirovic, 2007).
Yerel demokrasi toplumsal kolektif çalışanları, karar alma
ehliyeti ve yetkisi olan ve bu ilgili kararların genel katılım şek-
lini alabilen bir toplum olarak teşkil eder. Böylece siyaset alanı
toplumun bünyesine alınır ve siyasi iktidar paylaşım mücade-
lesi vermenin gereksiz olduğu ortaya çıkar. Üreticiler ve tüke-

70
ticiler arasında yeni ayrılıklar ortaya çıkar, fakat demokrasi te-
orisinin bahsetmediği başka bir çelişki var. O da hâlihazırdaki
üretici sınıfın kendi arasındaki rekabetidir. Hannah Arendt
konsey içerisindeki tarafların ve bu tarafların kesimleri arasın-
da bir uyuşmazlık olduğunu düşünmüyordu. Konsey hareketi-
nin üyeleri aynı şekilde düşünürdü:

Konsey fikrinin amacı tüm işçi sınıfını kapitalist sömürü-


den kurtarmak olduğundan, konsey sistemi tek bir partinin
ve tek bir kişinin hâkimiyetinde olamaz. Bütün işçi sınıfını
kapsamak durumundadır(Daumig 1920: 53).

Max Adler de benzer şeyler söylüyor:

İşçi konseyi, bir işyerindeki tüm işçileri kapsar. Sosyal


Demokrat ve Komünistler gibi onları bir parti üyeliğine yö-
neltmez, sendikalar içi bölünme ve siyasi yönlendirmeye izin
vermez. Sonuç olarak siyasi tartışmalara kitlesel katılım sağ-
landığından, siyasi ilgi beklenenden daha çabuk gerçeklecek-
tir. Çünkü bu durumda her bir birey eş katılımcıdır ve sonuca
olan eşit katkısının farkındadır. Kitleler ve kitleler tarafından
seçilen ve onların denetimine açık olanlar arasındaki bağ her
an daha da sıklaşıyor(Adler, 1919: 149, 159).

Aslında Adler’in de gözlemlediği gibi, konseylerde hem de-


ğişik eğilim ve kesimler hem de uyuşmazlıklar oluşur ve par-
tiler kendi çıkarlarını dayatır. Daumig (1920: 83-4) bu duru-
mun tarihi bir tesadüften kaynaklandığını düşünüyordu. İşçi
konseyleri proletarya devrimi sonucu ortaya çıkmamıştı. “Var-
lıklarını partilerin tesadüfî koşullarına borçluydular”. Daumig
şunu kastediyor: aracısız üreticiler arasında yalnız tek ve birleşik
bir irade olabilir. Böyle olmadığı zaman da, sorunun kaynağını
işçi hareketi partileri arasında bulmaya çalışır. Ama şu ihtimali
hesaplamaz: üreticiler ve tüketiciler arasında veya işyeri sevi-
yesinde işyerleri arasında, üretimin her aşaması ile ilgili farklı
yeni fikirler ortaya çıkabilir. Bunlar artık sınıflar arası çatışmalar
değildir. Siyasi oluşum ve devlet otoritesinin uygulamaları da

71
sayılamazlar. Ama herkesin dâhil olduğu karar verme süreci ve
koordinasyon şekilleri ile ilgili ortaya çıkan sorunlardır.
Eğer kolektif kararlar sadece işyerlerinde alınır ve sadece
işçilerin katılımına indirgenirse, o zaman birçok insan bu karar
alma sürecin dışarıda kalır. Bu şekilde insanları dışarda bırak-
ma, daha önce üretimin toplumsal araçlarını kontrol eden hal-
kın bir kesimi yani küçük bir azınlığın yaptığı gibi kasıtlı olur.
Ama serbest çalışan, serbest işçiler, küçük işadamları, çiftçiler
ve işsizler de var. Bunun yanı sıra, ev işlerini yapanlar(yaygın
işbölümünden dolayı çoğunluğu kadındır), emekliler, uzun
dönemli hasta bakıcıları, çocuklar ve gençler de var. Bu geniş
heterojen grupları göz önüne aldığımızda, yerel demokrasi ta-
raftarları bölgesel temsil sorunuyla yüzleşirler. Bölgesel temsil
Locke’un döneminden ve ABD Anayasasının gelişiminden
bu yana klasik şeklini parlamentoda elde ediyor. Yerel demok-
rasi üzerine yürütülen tartışmalarda bölgesel temsilin önemi
hala ihtilaflı ve tarihsel gelişiminden dolayı önemi tam olarak
belirlenememiş.
Ernst Daumig (1920: 51) bir alternatif sundu ve işçi kon-
seyleri tarafından desteklenecek yerel demokrasiyi savundu.
Ancak ekonomi dışında, çıkar grupları ve bölgelerdeki de-
mokratik şartlar problemine değinmedi. Diğer yandan Rosa
Luxemburg, bu alternatifin yanlış olduğunu iddia etti. Siyasi
tartışma alanı olarak parlamentoyu görmezden gelmeye karşı
çıktı. Çünkü böyle bir durumda Sol’un kendini marjinalleştir-
meye katkıda bulunacağını söyledi(Luxemburg, 1919: 484-5).
Rosa Luxemburg’un yaptığı taktiksel bir görüş bildirmekti.
Ama bu, onun problemi, geniş bir kamuoyu tartışmasının di-
ğer deyişle ekonominin ötesinde toplumun tümünü kapsayan
bir tartışma olarak nasıl yürütüleceği fikrini görmezden gel-
diği anlamına gelmiyor. Max Adler’e göre işçi konseyi üyesi
olmak, sadece aracısız üretici statüsüne sahip olmak değildi,
sosyalizme inanmak da gerekiyordu. Max Adler, ulusal mec-
lisin süregelen varlığını savunarak sosyalizmin bu hedefine
derhal bağlanmayan herkesi dışarıda bırakmaktan kaçınmıştır.
Richard Müller’e göre “iktisadi hayatın kendi bütünlüğü
içerisinde sağlamak ve sürdürmek için gerekli” olan ulusal

72
ekonomi konseyi, sorumluluklarını ulusal meclisle koordine
etmeliydi. İki kurul da, birbirine bildirdikleri yasa ve yönet-
meliklere umak zorundaydı(Müller, 1919: 90).
Müller de Adler gibi ortaya çıkacak probleme çok az aldı-
rış ediyor. Bu durumun ikili egemenliğe (ekonomide görevleri
belirli konseyler ve siyasette bölgesel bazlı partiler) ve dolayı-
sıyla iktidar ve yetki ilişkileri karmaşasına yol açacağına göz-
den kaçırıyor.
Demokrasi teorisi bakış açısına göre, konseyin parlamen-
toya karşı olarak görülmesi sorunu, belirli siyasi koşulların
ürünüdür. Marx komün konseylerini, bölgesel temsil ve icra-
nın organları olarak görürdü. Buna karşın daha sonraki kon-
sey teorileri, konseyleri işyeri temsilinin organları olarak gör-
müşler. Bu bakış, işyeri özyönetiminin aracısız üreticiler tara-
fından sağlanması sorununu ortaya çıkartıyor. Bu bakış açısına
göre, Marx’ın açıklamadığı, üretim ve dağıtıma ne kadar vakit
ayrılacağı sorununun, işyerlerinde ve kendi aralarında gün-
lük işlerde doğrudan çözülebilir. Bu yöntem, komünde veya
bölgedeki işyerleri ve toplumsal çevreleri arasında baştan bir
farklılık doğurur. Böylece sorun hala ortadan kalkmamış olur:
orada yaşayan insanlar karar verme sürecine nasıl katılır? Bu
önemsiz bir sorun değil. Marx’ın önemle üzerinde durduğu
başka birçok sorun, komünal karar verme seviyesinde hemen
ortaya çıkar: kamu güvenliği, trafik, çöp toplama, tıbbi bakım,
çocuk bakımı, eğitim ve kültür vb. Bunların hepsi, esasen üre-
timin, dağıtımın ve tüketimin ekonomik sorunlarından so-
rumlu olan konsey sisteminde ele alınamaz. Bu alanların hep-
sinde demokratikleşme süreçleri ve demokratik özyönetim
oluşturulabilir ve oluşturulmalı da. Böylelikle tüm toplum de-
mokratikleşir ve üretim ile dağıtım konseylerini büyük çapta
destekler. Fakat yerel demokrasi tartışmalarında bu toplumsal
alanlara ve demokratikleşmelerine pek değinilmemiştir. İşçi
konseylerinin kendi dinamikleri vardır ve bunlar da kaçınıl-
maz bir ekonomizme yol açar:

Konsey örgütlenmesi gerçek demokrasidir, emeğin demok-


rasisi, çalışan insanları işlerinin efendisi yapar. Konsey örgüt-

73
lenmesinde siyasi demokrasi ortadan kalkmıştır çünkü siyasetin
kendisi ortadan kalkmış ve toplumsal olarak düzenlenmiş ikti-
sadi işyerlerine yerini bırakmıştır(Pannekoek, 1946: 70).
Eğer siyasi demokrasi (Marx’ın düşüncesiyle) gereksizle-
şirse, toplumsal hayata bırakılan tek şeyin iktisadi işler olacağı
varsayımı çok kuşkulu olur. Eğer devletin genel olarak top-
luma bakış açısı toplumda eritilirse, ekonomi artık ekonomi
olarak kalmaz. Onun yerine, insanların ürettiği, örgütlendiği
ve kendi ortak yaşamlarını yönettiği gerçek toplum olacak.

Son Düşünceler
Pannekoek uzun yıllar boyunca konsey hareketinde gös-
terdiği faaliyetlerin özeti olan işçi konseyleri adlı eserinde,
“emeğin bu yeni örgütlenmesini araştırmalıyız ve hem ken-
dimizi hem de başkalarını aydınlatmalıyız” ifadesini kullanır.
İnsanların kendi ilişkilerini yönettiği ve tam bir özgürlük içe-
risinde karşılıklı olarak kendi etkili yasalarını oluşturduğu bir
toplumda, birlikte yaşamanın yeni şekline ilişkin şunları yazdı:
“Onu bir düş olarak düşünmemeliyiz… Elbette ayrıntılı ola-
rak tasvir edilemez; gelecekteki koşulların onun tam şeklini
nasıl belirleyeceğini bilemeyiz”(Pannekoek, 1946: 39). Yerel
demokrasinin böyle yeni bir form olacağından emindi. Ancak
gelecek belirsiz olduğundan, böyle olacağı kesin değil. Hem
Hannah Arendt, hem Marx hem de başka birçok kişinin var-
lığına inandığı toplumsal ilkeler, toplumda büyük kargaşalar
esnasında konseylerin oluşacağını tahmin etmemizi sağlıyor.
Eğer insanlık, ihtiyaç konusunun üstesinden gelmemişse…
Kapitalist toplumsallaşmaya alternatif olarak yerel demokra-
sinin kavramlarını ileri sürmek için bu tek sebep değil. Tarihte
yerel demokrasinin özgürlükçü doğasının potansiyelini gös-
terebilecek bir fırsat henüz ele geçirilememiştir. Buna yönelik
tüm girişimler sert bir şekilde bastırılmış ve taraftarları, de-
mokrasi ya da sosyalizm adına zulme maruz kalmıştır.
Konseylere yönelik eleştiriler, ne tarihteki yenilgisine des-
tek vermeli ne de bastırılmasını haklı çıkarmalı. Bir de eleşti-
riler iki durumu da belirsiz bırakmamalı. Eleştiri, konsey hare-
ketinin meşruluğunu korumak için yapılmalı yoksa öbür türlü

74
eleştiri sayılmaz. Eleştiri konsey hareketindeki tartışmanın bir
eşiğe ulaştığı ihtimaline de işaret eder. Fakat daha fazla ilerle-
yemeden birçok önemli sorunla karşılaştı. Yerel demokrasinin
taraftarları, konseyleri; üretimin işçiler tarafından yönetildiği
ve koordine edildiği koşulların oluşturulması olarak görürdü.
Böylece üretken emek gücü üzerindeki hem devlet otoritesi
ve hâkimiyeti hem de sermaye sahiplerinin sömürüsünü orta-
dan kaldırılır. Ayrı ayrı üretim ve dağıtım alanları kendilerini,
kolektif emeğin unsurları olarak görürler. Ancak bu durum
da, kolektif emeğin ayrı birimleri arasında koordine sorunu
ortaya çıkarır. Artık ne devlet ne de Piyasa birimler arasında
aracı olmayacağından, koordinasyon her bir bireyin beraber
sergilediği bir hizmet olmalı.
Bu koordinasyon meselesi üzerine şaşılacak derecede çok
az şey yazılmıştır. Bu konudaki tek istisna iktisadi demokrasi
önerilerinden zar zor ayırt edilebilen, tek bir konsey kurum-
ları modeli mevcut. Bahsedilen model, Berlin İşçi ve Asker
Konseyleri Yürütme Konseyi tarafından ortaya konmuştu,
ama o da sadece biçimseldi. İşçilerin özyönetim meselesine
değinmiyordu: işçilerin bir tek işyerlerini yönetip denetle-
yenleri seçme hakkı vardı. Bu tür sorunların, parlamenter de-
mokrasinin sorunlarından aşağı kalır yanları yok. Seçilmiş iş
yeri yöneticileri, mühendisler veya teknisyenler gibi bazı işçi
gruplarının zamanla girişimcilik iktidarını gitgide gasp et-
meleri tehlikesi de var. Yeni bir “hiyerarşik rütbe” gelişiminin
önüne nasıl geçilecek(Marx, 1871b: 543)? İşyeri seviyesinde
doğa gaspının özel işleyiş biçimi, işyerlerinin birbiriyle olan
ilişkisi ve toplumsal işbölümü gibi konular demokratik bir şe-
kilde belirlenmeli ve genel katılım şeklinde koordine edilmeli.
Bu sorunlara demokratik bir çözüm bulunmazsa, çeşitli işyeri,
işkolu ve sektör arasında fikir ayrılığı ve iktidar gelişimine yol
açabilir. Ham madde, ürün çeşidi ve miktarı veya eldeki emek
gücünün etkisi üzerinde itirazlar oluşabilir. Sonuçta, piyasada
neredeyse hiç kontrol edilemeyen koordinasyon mekanizma-
ları, devlet bürokrasisi veya uzmanların otoritesi zamanla bir
kez daha baş gösterebilir.
İkinci eleştiri ise, üretici ve tüketici arasındaki koordinas-

75
yonun neredeyse hiç tartışılmamış olması. Korsch bu sorunu
açıklamış ve birbiriyle çelişen çıkarlara işaret etmiştir. Ancak
o da bu durumun devamında gelişen koordinasyon sorununa
bir cevap bulamamış. Sadece Michael Albert son zamanlarda,
tüketicinin ihtiyacı (buna karlı tüketim de dâhil) ve üretim
arasındaki demokratik koordinasyon sorununa el atmıştır.
Üçüncüsü, bahsedilen modelleri iş ve mesleki yaşamda
merkezleme ve birçok teşebbüsün ekonomizmi sorunudur.
Max Adler bunların ortaya çıkaracağı tehlikeli sonuçlara
özellikle de şirketsel tehlikelere dikkat çekmiştir. Fakat Adler
kısaca değinmek dışında, çocuk bakımı, eğitim, ev idaresi veya
bakımı konularına asla değinmemiştir. Piyasa ve devlet orta-
dan kalkarsa, sonra dapaternalistik koordinasyon mekaniz-
maları (aslında belirli iktidar çevreleri tarafından kendi özel
çıkarları için düzenlenmişler) da onlar birlikte yok olur. Neti-
ce itibariyle, çocuk gibi muamele görmeden ortak sorunların
çözümü için tam sorumluluk alma görevi bireylere düşüyor.
Böyle bir şeyin gerçekleşmesi, bireylerin yaşamından çok za-
man alır. Elbette bireyler artık sömürülmediklerinden, onlara
çok vakit de kalacak. Bireyler toplu olarak çalışma için gerekli
zamanı ve ortak yaşamı koordine etmeyi kendileri belirleye-
cek. Bu belirleme de çalışma anlayışının bir parçası olacak ve
bu bağlamda kendini dönüştürecek. Ancak, toplumdan olum-
lu manada çekilmek ve tembellik hakkı da her bir bireyin ser-
best gelişiminin parçasıdır. Toplum kendini nasıl sınırlayabilir
ve bireyden sürekli daha çok üretim, tüketim ve bunu aralıksız
yapması talebinde nasıl bulunmayabilir?

76
Referanslar

Adler, M. (1919[1981]) Demokratie und Rätesystem. In


Adler, M. Ausgewählte Schriften, Norbert Leser and Alfred Pfa-
bigan (eds) Vienna: Österreichischer Bundesverlag.
Albert, M. (2003) Parecon. Life after Capitalism. London:
Verso.
Arendt, H. (1963[2006]) On Revolution. New York: Pen-
guin.
Azzellini, D. and Ness, I. (eds) (2011) Ours to Master and
to Own. Workers’ Control from the Commune to the Present. Chi-
cago: Haymarket.
Balibar, E. (2002) Kultur und Identität (Arbeitsnotizen).
In Demirovic, A. and Bojadžijev. M. (eds) Konjunkturen des
Rassismus, Münster: Westfälisches Dampfboot.
Beard, C.A. (1913[2004]) An Economic Interpretation of the
Constitution of the United States. Dover: New York.
Bermbach, U. (1973) Einleitung. In: Bermbach Theorie und
Praxis der direkten Demokratie. Opladen: Verlag für Sozialwis-
senschaften.
Däumig, E. (1920[2012]) The council idea and its realiza-
tion. In Kuhn, G. (ed.) All Power to the Councils!: A Documen-
tary History of the German Revolution of 1918–1919. Oakland:
PM Press.
Demirovic´, A. (2003) Revolution und Freiheit. Zum
Problem der radi­kalen Transformation bei Arendt und Ador-
no. In Auer, D., Rensmann, L. and Schulze Wessel, J. (eds.)
Theodor W. Adorno und Hannah Arendt. Frankfurt am Main:
Suhrkamp.
Demirovic´, A. (2007) Demokratie in der Wirtschaft. Po-
sitionen – Probleme – Perspektiven. Münster: Westfälisches
Dampfboot.
Engels, F. (1882[2008]) Socialism: Utopian and Scientific.
Cosimo: New York
Habermas, J. (1992) Faktizität und Geltung. Beiträge zur
Diskurstheorie des Rechts und des demokratischen Rechtsstaats.

77
Frankfurt am Main: Suhrkamp.
Hardt, M. and Negri, A. (2002) Globalisierung und De-
mokratie. In Okwui Enwezor U.A. (ed.) Demokratie als un-
vollendeter Prozess. Documenta 11_Plattform 1, Ostfildern:
Hatje Cantz.
Korsch, K. (1919a[1980]) Sozialisierung und Arbe-
iterbewegung. In Korsch (1980) Gesamtausgabe, Bd. 2:
Rätebewegung und Klassenkampf. Frankfurt am Main:
Europäische Verlagsanstalt.
Korsch, K. (1919b[1980]) Die Sozialisierungsfrage vor
und nach der Revolution. In Korsch, K. Gesamtausgabe, Bd.
2: Rätebewegung und Klassenkampf. Frankfurt am Main:
Europäische Verlagsanstalt.
Korsch, K. (1919c[1980]) Die Arbeitsteilung zwischen
körperlicher und geistiger Arbeit und der Sozialismus. In
Korsch (1980) Gesamtausgabe, Bd. 2: Rätebewegung und Klas-
senkampf. Frankfurt am Main: Europäische Verlagsanstalt.
Korsch, K. (1919d[1980]) Das sozialistische und das
syndikalistische Sozialisierungsprogramm. In Korsch (1980)
Gesamtausgabe, Bd. 2: Rätebewegung und Klassenkampf. Frank-
furt am Main: Europäische Verlagsanstalt.
Korsch, K. (1920[1980]) Grundsätzliches über Sozialisi-
erung. In Korsch (1980) Gesamtausgabe, Bd. 2: Rätebewegung
und Klassenkampf. Frankfurt am Main: Europäische Verlag-
sanstalt.
Kottler, W. (1925) Der Rätegedanke als Staatsgedanke. 1.
Teil: Demokratie und Rätegedanke in der großen englischen Re-
volution. Leipzig: Theodor Scott.
Locke, J. (1689[1993]) An essay concerning the true
original, extent and end of civil government. In John Locke:
Two Treatises of Government. London and North Clarendon:
Everyman.
Luxemburg, R. (1919[1974]) Rede für die Beteiligung der
KPD an den Wahlen zur Nationalversammlung, dies. In Col-
lected Works, Vol. 4. Berlin: Dietz Verlag.
Marx, K. (1843[1977]) On the Jewish Question. In Karl
Marx: Selected Writings by McLellan, D. (ed.) Oxford Univer-

78
sity Press: Oxford 1977.
Marx, K. (1844a[1977]) Critical Remarks on the Article:
‘The King of Prussia and Social Reform In Karl Marx: Selected
Writings by McLellan, D. (ed.)Oxford University Press: Ox-
ford 1977.
Marx, K. (1844b[1977]) Towards a Critique of Hegel’s
‘Philosophy of Right’: Introduction. In Karl Marx: Selected
Writings by McLellan, D. (ed.) Oxford University Press, Ox-
ford 1977.
Marx, K. (1871a[1977]) First Draft of ‘The Civil War in
France. In Marx, K. and Engels, F. Collected Works, Vol. 22,
Progress Publishers, Moscow, 1986.
Marx, K. (1871b[1977]) The Civil War in France. In Marx,
K: Selected Writings, McLellan, David. (ed.) Oxford Univer-
sity Press, Oxford 1977.
Marx, K. (1875[1977]) Critique of the Gotha Programme.
In Marx, K: Selected Writings, McLellan, David. (ed.) Ox-
ford University Press, Oxford 1977.
Marx, K. and Engels, F. (1848[1977]) The Communist
Manifesto In Marx, K: Marx: Selected Writings, McLellan,
David. (ed.) Oxford University Press, Oxford 1977.
Müller, R. (1919[1973a) Das Rätesystem im künftigen
Wirtschaftsleben. In Bermbach, U. Theorie und Praxis der di-
rekten Demokratie. Opladen: Verlag für Sozialwissenschaften
Müller, R. (1921) Die Entstehung des Rätegedankens.
In Adler, P. Die Befreiung der Menschheit. Berlin, Leipzig,
Wien and Stuttgart: Dt. Verlagshaus Bong.
Pannekoek, A. (1946[2008]) Arbeiterräte. In Arbeiterräte.
Texte zur sozialen Revolution, Fernwald: Germinal Verlag.
Poulantzas, N. (1974) Politische Macht und soziale Klassen.
Frankfurt am Main Fischer.
Rousseau, J.-J. (1762[2011]) On the Social Contract. In
The Basic Political Writings, Second edn. Indianapolis, IN:
Hackett.

79
İKİNCİ BÖLÜM

Modern Kriz ve İşçi Denetimi


Dario Azzellini

İ ÇINDE bulunduğumuz yüzyılın ilk on yılında fabrika iş-


galleri ve işçi denetiminde üretim, Asya’daki birkaç istisna
hariç, ağırlıklı olarak Güney Amerika ile sınırlı kaldı(Ness ve
Azzellini, 2011). Sanayileşmiş ülkelerdeki birçok işçi ve bilim
insanı için işçilerin işyerlerini işgal edip, oraları tek başlarına
işletmeleri hayal ötesiydi. Ancak 2008’de başlayan kriz, işçi
denetimini kuzey yarımkürede tekrar gündeme soktu. İşye-
ri işgalleri ve işçi denetiminde üretim, ABD, Batı Avrupa ve
Mısır’da ortaya çıktı. Bu bölüm, bu mücadelelerden bazıları-
nı, onların ortak yönlerini ve farklılıklarını anlatıyor. 2008’den
beri süren kriz, Latin Amerika’da daha fazla fabrika işgali ve
işçiler tarafından daha fazla fabrika yönetiminin ele geçirilme-
sine yol açtı. Sadece Buenos Aires’te 2009 yılında 28 olan işçi
denetimindeki şirket sayısı, 2013’te 50’ye çıktı.
Mevcut kriz esnasında, Avrupa genelinde; özellikle Fransa,
İtalya ve İspanya bir de İsviçre ve Almanya dâhil diğer ülkeler
ve ABD ile Kanada’da fabrika işgalleri görüldü. Ancak, birçok
durumda işgal bir mücadele aracıydı, işçi denetimine yöne-
lik bir adım değildi. Daha iyi örgütlenmiş durumlarda işçiler
taleplerini elde etti. Diğerlerinde ise işgaller, fabrika kapan-

81
malarına ya da toplu işten çıkarmalara karşı ani öfke sonu-
cunda ortaya çıktı ve mücadeleler somut bir şey elde etmeden
dağıldı. Ama yıllardır ilk kez üretimi işçi denetimine geçirme
amacıyla da birçok mücadele gerçekleştirildi. Bunlardan çok
azı uluslararası kamuoyunun dikkatini çekti. ABD, Şikago’da
işçi denetiminde 2013 yılının başlarında açılan Republic Pen-
cere ve Kapıları ve Selanik’teki VioMe (bkz. 10. Bölüm) ulus-
lararası dikkat çekmişti. Bazıları da, Gemenos’taki (Fransa)
Fralib Çay fabrikası gibi, en azından ulusal çapta ilgi uyandır-
dı. Örneğin, Roma’daki Officine Zero, Milan’daki Ri-Maflow,
İstanbul’daki Kazova Tekstil fabrikası ve 10 Ramazan Şeh-
rin’deki (Mısır) Kouta Çelik Fabrikası gibi birçoğu da nere-
deyse bilinmiyor. İşçi denetimi ve işyerlerinin özyönetimi için
verilen birçok mücadele, geniş kamuoyu tarafından hemen
hemen hiç bilinmiyor.
Baskıcı mücadelelerin parçası olarak fabrika ele geçirmele-
rin ve işçi denetiminin gerçekleştiği diğer tarihi kesitlere kı-
yasla, yeni işgal ve ıslahlar savunmacı koşullar gereği ortaya çı-
kıyor. 1980’lerin başından itibaren işçilere yönelik gerçekleşen
neoliberal saldırılardan beri işin gerçeği bu. Tabi Venezuela’da
son dönemlerde işçi denetimi için yürütülen birkaç istisnayı
saymazsak. Mevcut krizin sonucunda üretimin farklı ülkele-
re kaydırılması, işyerlerinin veya şirketlerinin kapanmasına
tepki olarak, işçiler işgal ve ıslah hareketleri gerçekleştiriyor.
İşçiler işyerlerini savunmaya çalışıyor çünkü yeni bir iş bulma
ümitleri yok. Bu savunmacı vaziyette işçiler bir tek protesto ve
istifa etmiyor; insiyatifi ele geçiriyor ve öncü oluyorlar. Üre-
tim alanında ve mücadelede işçiler yatay ilişkiler geliştiriyor ve
doğrudan demokrasi ile kolektif karar verme mekanizmalarını
kullanıyor. Islah edilen işyerleri genelde yeniden canlandırılı-
yor. İşyerleri, yakın topluluk ve diğer hareketlerle bağ kurmak
için de bir alan.
Anlatılan modern fabrika ele geçirmelerinin bazı özellikle-
ri, benzeri bütün işyeri ele geçirmeleriyle aynı değil. İşçi dene-
timindeki şirketlerin durumu, şartları ve yöntemlerinin farklı
olduğunu belirtmek lazım, ama bu denetimlere sadece eko-
nomik açıdan değil, sosyo-politik açıdan da bakmalıyız. Do-

82
layısıyla, ıslah edilmiş şirketleri tartışırken temel ölçütler seti
kullanmak gerek. Bazı iyi niyetli yazarlar Avrupa’da işçi de-
netiminde 150 ıslah edilmiş işyeri olduğunu belirtiyor(Troisi,
2013). Ama yakından bakıldığında bunların çok az bir kısmı
ıslah edilmiş ve işçi denetiminde olduğu söylenebilir. İşçilerin
hisselerini tümünü aldığı işyerleri -birçoğu en fazla geleneksel
kooperatif yapısı ve işleyişini benimsemiş- dâhil bu sayıyı ve-
rir. Çoğu olmasa da bir kısmında, iç hiyerarşi ve bireysel mülk
hissesi var. En berbat durumlarda, şirketin toplumsal hiyerar-
şisine (ekonomik güç) göre farklı hisse dağıtımı görülür. Ba-
zen bu dağıtımda, dış yatırımcılar ve hissedarlar (hem bireysel
hem de büyük şirketler) da olur. Bu türden hesaplamalar, ıslah
etme kavramını, aslında kapanmak zorunda kalan tek sahipli
bir şirketin şimdi çok sahipli olması noktasına indirger. Bu ka-
tegorideki şirketler ıslah edilmiş sayılmaz, çünkü toplumun ve
üretimin nasıl düzenleneceğine dair bir perspektifleri yoktur.
Hemen hemen tüm işçi denetimli şirketler yasal olarak ko-
operatif görünümünde. Çünkü kolektif mülkiyet ve kolektif
işyeri yönetiminin, kooperatif şekli dışında yasal olarak başka
bir şekli yok. Ancak bu şirketler genel olarak, şahsi hisse se-
çeneği olmadan kolektif mülkiyete dayalı. Bütün işçilerin eşit
hisse ve eşit oy hakkı var. Bu işyerlerinin ayırt edici ve önemli
özelliklerinden bir tanesi, üretim araçlarının özel mülkiyeti-
ni sorgulamaları. Kapitalizme karşı, kolektif ya da toplumsal
mülkiyet anlayışına dayalı bir alternatif ortaya koyarlar. İşlet-
meler özel mülkiyet (bireyler ya da hissedar gruplarına ait olan)
olarak görülmez. Bu yerlerden en çok etkilenenler tarafından
doğrudan ve demokratik şekilde yönetilen toplumsal mülkiyet
veya “ortak mülkiyet” olarak görülür. Farklı koşullar altında bu
ortaklık, işçilerle birlikte topluluklar, tüketiciler, diğer işyerleri
ve hatta kimi durumlarda devlet (örneğin, Venezuela ve Küba
gibi ülkelerde) katılımını bile kapsar. İşçilerin üretim sürecini
denetlemesi ve kara verme sürecinde belirleyici olması, üretim
süreci ve işyeri ötesinde de onları toplumsal siyasi öznelere
dönüştürür(Malabarba, 2013: 147).
Ayrıca, Malabarba’nın belirttiği gibi:

83
Koopertatif özyönetim şekillerinin, tüm toplumsal müca-
delelerle eşzamanlı, hırçın sendika azmiyle birlikte işçi müca-
deleleriyle başlayan çatışmacı dinamik bir çerçeve içine tam
yerleştirilmesi gerekir: özyönetim mücadelemiz tecrit edile-
mez. Kendimizi daha karmaşık sınıfçı bir cephenin parçası
görmekten alıkoymamalıyız. İşgal edilmiş yerleri toplumsal
kullanıma açmak için kamulaştırma imkânı sağlayan bir yasa-
yı tek başımıza nasıl geçirtebiliriz? Diğer bir deyişle: sermaye
diktatörlüğüne karşı çıkmak ve netice elde etmek için toplum-
sal ve siyasi güç dengelerini nasıl oluşturabiliriz? İşçi birliği
lehinde rol oynayabilecek tek yol, dayanışmaya dayalı ekono-
mik alanlar ve özyönetimli kooperatiflerdir. Bu yol sermaye
sömürüsünün sonuna işaret eder ve sistemin çelişkilerini or-
taya çıkarır. Günümüzdeki gibi derin yapısal kriz döneminde,
özellikle yapılması gereken budur(Malabarba, 2013: 48, yazar
tarafından çevrilmiştir).

Aşağıda kriz esnasında ıslah edilmiş tüm fabrika örnekleri


bu özellikleri paylaşıyor.

Fransa’da Islah Edilmiş Fabrikalar


Mevcut kriz esnasında işçiler tarafından işgal edilen iki
ıslah edilmiş fabrika örneği, azimli mücadelelerinden dolayı
tanınır. Biri Pipa Dondurma Fabrikası diğeriyse Fralib Çay
Fabrikası’dır. İkisi de, çok uluslu dev şirketi sahipleri tara-
fından üretimin başka yere kaydırılmasından dolayı kapatıldı.

Pilpa: La Fabriquedu Sud (Güneyin Fabrikası)


Pilpa, Fransa’nın güneyinde, Narbonne yakınlarında,
Carcassone’da 40 yıllık mazisiyle bir dondurma üretim fir-
masıydı. Firma, dev tarım kooperatifi 3A’ya aitti. 3A dondur-
masını, aralarında Fransız marketler zinciri Carrefour’un da
olduğu farklı ünlü markalara satardı. 3A mali sıkıntılar yü-
zünden Eylül 2011’de tesisi sattı. Alıcı, dondurma üreticisi
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (R&R), (Amerikalı yatırım
fonu Oaktree Sermaye Yönetimi’ne ait) sadece R&R’a (yatı-
rım fonu tarafından Nisan 2012’de satıldı) değer katmak için

84
ünlü marka isimlerine sahip olmakla ilgileniyordu. Temmuz
2012’de R&R kapatılacağını, üretimin başka yere kaydırılaca-
ğını ve 113 işçinin işten çıkarılacağını duyurdu. İşçiler direndi,
tesisi işgal etti ve bir dayanışma hareketi örgütlediler. Amaç-
ları üretim yerini kurtarmaktı(Borrits, 2014a).
Fabrika sahiplerinin, teçhizatı söküp malzemeleri çıkarma-
sını önlemek için işçiler 24 saat nöbet tuttular. Aralık 2012’de
işçiler R&R’ın önerdiği iş güvencesi planı ve işçi ödemelerini
yetersiz bulan bir mahkeme kararı else etti. R&R yeni bir öne-
ri sunduğunda, 27 işçi, tesisi “La Fabrique du Sud” adı altında
işçi mülkiyeti ve işçi denetiminde bir kooperatife dönüştür-
mek için karar aldılar.
R&R’ın yeni sahibi sonunda 2013 baharının sonlarında
tüm işçilere 14 ve 37 ay arasında brüt maaş ve mesleki eğitim
için 6000€ vermeyi kabul etti. Ayrıca, mesleki eğitim ve piyasa
analizi için kooperatife 1 milyon€ fazla mali ve teknik yardım
ödeyeceğini kabul etti ve La Fabrique du Sud’un kendisiyle
aynı piyasada faaliyet göstermeme koşuluyla bir üretim hattı
için makineler de bağışladı. Carcassone Belediyesi de fabrika-
nın üstünde bulunduğu arsayı satın almayı kabul etti(Borritos
2014a). Pilpa’nın eski çalışanı ve La Fabrique du Sud’un kuru-
cusu Rachid Ait Ouaki, aynı piyasada faaliyet göstermemeyi
kabul etmenin sıkıntı yaratmadığını belirtiyor:

Çevre dostu ve daha kaliteli dondurma ve yoğurt üretimi


yapacağız. Sütten meyveye kadar sadece yöresel malzemeler
kullanacağız ve ürünlerimizi de bölgemizde satışa sunacağız.
Aynı zamanda, tüketiciler için fiyatlarımızı düşük tutacağız.
Pilpa’nın yaptığı gibi yıllık 23 milyon litre üretim yapmayaca-
ğız, bölgemizde satabileceğimiz sadece 2 - 3 milyon litre üretim
yapacağız. Kooperatife eski işçilerden yalnız 21 kişi katıldı.
Çünkü iş kurma programı çerçevesinde topladığımız işsizlik
paralarımız da dâhil bu işe çok para yatırmak zorundaydık.
Bu yüzden, herkes bu riski göze alamadı(Yazarın röportajı, 30
Ocak 2014).
Diğer örneklerde olduğu gibi, bu işçi denetimindeki şirket
de yasal olarak kooperatif şeklindeydi. Kararlar bütün işçiler

85
tarafından veriliyor ve kazanç işçiler arasında eşit paylaşılıyor-
du. 2014’ün başlarında üretim başladı.

Fralib: Filli Marka


Fralib, Marsilya yakınlarında, Gemenos’ta bitki ve meyve
çayları işlemesi ve paketlemesi yapan bir fabrika. Tesis, hem
120 yıl önce oluşturulan ünlü The Elephant (Fil) hem de Lipton
markasıyla ürettiği çayları satıyordu. Eylül 2010’da Lipton’un
sahibi, milletler üstü gıda devi Unilever Fransa’daki fabrika-
yı kapatıp üretimi Polonya’ya kaydırmaya karar verdi. İşçiler
derhal tepki gösterdi: fabrikayı işgal ettiler ve Unilever’a karşı
bir boykot kampanyası başlattı. Daha önce Komünist Parti’ye
yakın olan Confederation generale dutravail (CGT) sendika-
sı, Fralib işçilerine destek verdi. Fralib’te usta ve sendika sek-
reteri Gerard Cazarola şöyle diyor; “Fralib’teki mücadele 28
Eylül 2010’da başladı. 2010’da 182 işçimiz vardı. Şimdi ise 76
işçi kaldık ve hala mücadele ediyoruz”(Yazarın röportajı, 31
Ocak 2014). İşçiler fabrikada kendi denetimlerinde üretime
tekrar başlamak ve bölgesel bir kültür mirası olduğunu iddia
ettikleri The Elephant markasını da ellerinde tutmak istiyor.
Bölgesel üretime dayalı, ağırlıklı ıhlamur olmak üzere organik
bitki çayları üretimine geçmek istiyorlar. Diğer birçok durum-
da olduğu gibi, Fralib işçilerinin özörgütlemeli mücadelesinin
üçayağı var: üretim projesi, halk protestosu, dayanışma kam-
panyası kurma ve Unilever’a karşı yasal mücadele:

Mücadelemizi tanıtmak ve dayanışma kampanyasını des-


teklemek için için kararlı üretimimiz var. Gelirimiz olmadan
uzun bir süre geçirdik ve dayanmalıyız. Bunca süre dayanmamı-
zı sağlayan dayanışmaydı. Bana göre mücadelemizi Fransa’da,
Avrupa ve dünya’da tanıtmak önemli ve üretimimiz bize destek
sağlıyor. Önceki ürünümüz endüstriyel çay iken, şimdi ıhlamur
çayı üretiyoruz. Burada amacımız, makinelerin çalıştığını ve bu
fabrikanın nasıl işletildiğini bildiğimizi göstermek. Patronlar ve
Unilever olmadan da Fralib’in çalışabileceğini insanların gör-
mesi önemli(Gerard Cazarola, yazarın röportajı, 31 Ocak 2014).
31 Ocak ve 1 Şubat 2014 tarihlerinde Fralib, ilk Avrupa İşçi

86
Ekonomisi toplantısına ev sahipliği yaptı. 200’den fazla araş-
tırmacı, destekleyici ve Avrupa’daki işçi denetimli beş fabri-
kadan işçi toplantıya katıldı. Toplantı, her iki yılda bir düzen-
lenen ve üçüncüsü 2013’te Brezilya’da gerçekleşen dünya İşçi
Ekonomisi toplantısından esinlenmiş ve ona doğrudan bağ-
lıydı. Arjantin, Meksika ve Brezilya’dan araştırmacılar ve Ar-
jantin tekstil fabrikası Pigüe’den de bir işçi Marsilya’daki top-
lantıya katıldı. Toplantının şerefine ve Arjantin ıslah edilmiş
fabrikalar hareketine bir selam olarak, Fralib işçileri Arjantin
çayı kutuları üretti.
İşçiler, faaliyetlerine son veren prosedürler ve işten atılan
işçilere tazminat olarak şirketin sosyal yardım planları mah-
keme emriyle birçok kez iptal ettirmeyi başardı. Fralib, ancak
Eylül 2012’de resmen kapandı. Mahkemenin, Unilever’ın işçi-
lere ödeme yapmaya devam etmesi kararına rağmen, Unilever
Mart 2013’te işçi maaşlarını ödemeyi durdurdu. Eylül 2013’te
Marsilya Büyükşehir Kent Meclisi, fabrikanın bulunduğu ar-
sayı 5.3 milyon€’ya satın aldı ve işçilerin çabasını desteklemek
amacıyla içindeki makinelere de sembolik olarak 1€ ödedi.
İşçiler, üretime tekrar başlamak ve mücadelelerini sürdürmek
için bunun yeterli olmadığını biliyor ve Cazorla ekliyor:

Ocak 2014’te Unilever’ın sunduğu sosyal haklar planı,


mahkeme tarafından üçüncü kez iptal edildi. Unilever’ın yö-
neticileri ile görüşmeler yaparken projemizi de ortaya koyu-
yoruz. Marka hakları, ham madde satın almak için sermaye
ve ürünlerimi satabilme gücüne ihtiyacımız var, aksi takdirde
üretim ve 76 işçimize ödeme yapamayız. Bu parayı Uniler’dan
bizi işten attığı için tazminat olarak talep ediyoruz(Yazarın
röportajı, 31 Ocak 2014).

Üç buçuk yıllık mücadele sonunda, Fralib işçileri niha-


yet Unilever’a karşı kazandı. 26 Mayıs 2014’te anlaşmazlı-
ğı çözmek üzere Unilever bir anlaşma imzaladı. Anlaşma-
ya göre millet üstü gıda şirketi, tesisi kapatmanın tazminatı
olarak fabrikadaki işçilere 20 milyon€ ödemeyi kabul etti.
Unilever’dan gelen para işçilere, SCOP TI işçi kooperatifi adı

87
altında yüksek kalitede organik bitki çayı üreten fabrikayı tek-
rar açma imkânı verdi. Unilever’ın ödemesi, fabrika ve fabrika
sahasının yasal olarak işçi kooperatifine devrini de içeriyor-
du. Fralib işçilerinden bir tanesi zaferle ilgili şu yorumu yaptı:
“Milyarderlere karşı direndik ve deli olduğumuzu söylediler.
Ama sonunda deliliğimiz para etti!”(Borritos 2014b).

İtalya: Officine Zero ve Ri-Maflow


Son yıllarda İtalya’da küçük ve orta ölçekli 30-40 iflas et-
miş işletme işçileri tarafından satın alındı ve kooperatiflere
dönüştürüldü. Bu işletmeler bazı basın organları tarafından
Arjantin’deki örneklerle karşılaştırılıyor olsa bile (Blicero,
2013; Occorsio, 2013), birçoğu ne tamamen kolektif işçi de-
netiminde ne de kapitalist sisteme karşı bir alternatif olma ön-
görüsüne sahip. Kooperatifler hiyerarşik bir yapıyla çalışıyor
ve sahiplerinin sayısının değişmesi de nasıl işletildiklerine dair
bir değişiklik yaratmıyor. Bazılarında işçiler sadece küçük his-
selere sahip. Geriye kalan hisseler dış yatırımcılar ve yönetici
personel tarafından kontrol ediliyor. Roma’daki Officine Zero
ve Milan’daki Ri-Maflow gibi yeni iki örnek farklı ve Güney
Amerika’daki işçi elegeçirme örnekleriyle tamamen karşılaş-
tırılabilir.

Officine Zero
Önceki adıyla RSI (İtalya Demiryolu Servisi) ve bunun da
öncesinde Wagons-Lits (yataklı vagon) (Fransalı) olan Offi-
cine Zero, yataklı vagonların bakım ve tamir işlerini yapardı.2
Aralık 2011’de İtalya demiryolları gece treni hizmetlerini dur-
durma ve hızlı trenler alanında yatırım kararı aldığında RSI
kapandı. Kapandığında işgücü 33 metal işçisi ve 26 nakliye
ve yönetim çalışanından oluşuyordu. Şirketlerinin ani kapanı-
şından dolayı bütün işçilerin düşük işsizlik geliri hakkı vardı.
Ama hepsi fabrikanın kapanmasını kabul etmedi ve 20 işçi mü-

2. Compagnie Internationale das Wagons-Lits (Uluslararsı Yataklı Vagon Şirketi),


genelde sadece Wagons-Lits diye bilinir, Avrupa’nın en eski yemekli, yataklı vagon
ve lüx tren şirketi. 1872’de kurulmuş ve ünlü Şark Ekspresi’nin tarihi işletmecisiydi.
1991’de Fransız uluslararası otel grubu, Accor’un bir parçası oldu.

88
cadeleye başladı. 2001’den beri şirkette tren tamircisi olarak
çalışan ve sendika lideri Emiliano Angele şöyle diyor:

Yapılacak ve tamir edilecek tren olmadığından herşeyi kay-


bettiğimizi anladığımızda, fabrikanın içine kendimizi kilitle-
dik ve Şubat 2012’de ilk protesto olarak fabrikayı işgal ettik.
Fakat bu işe yaramadı çünkü yapacak hiçbir işimiz yoktu. Bu
yüzden farklı çarelere başvurduk… Geleneksel gösteriler, si-
yasetçi ve sendikalarla ilişkiler… Ama hiç biri işimizi geri ge-
tirmiyordu. Şirketimizin hemen yanında bir toplum merkezi
var. Protesto ettiğimizi gördüklerinde mücadelemize destek
olmayı önerdiler. Kendi şubemizde işimizi geri almak için
bize bir süreliğine destek verdiler. Bir süre sonra bize şirket
faaliyetlerinin başka bir şey için kullanılıp kullanılamayacağı-
nı sordular. Biz gerçekten ne için kullanılabileceğini bilmedik.
Ama onlar bize Arjantin deneyimlerine dayanan alternatif
bir fikir sundular. Orada makineler ve faaliyetler öncekinden
farklı bir üretim ve iş için kullanılıyormuş. Eylül 2012’de tek-
rar çalışmaya başladık. Marangozluk, döşemecilik ve kaynak
malzemelerimiz var. Sadece bir treni kaynak etmen gerekmi-
yor, her şeyi kaynak edebilirsin… Örneğin daha önce trenlerin
içinde çalışan döşemeciler, şimdi bir botun içinde çalışıyorlar.
Böylece kendimizi tekrar çalışmaya verdik.

Toplum merkezinden aktivistlerle birlikte, “Grev”, işçiler


yüzlerce insanın katıldığı halk meclisleri oluşturarak fabrika-
nın yeniden faaliyete geçmesi üzerine çalışmalar yaptı. Offi-
cine Zero “çılgın fikri” ortaya çıktı. Taşeron işçiler, bağımsız
çalışanlar, ustalar, profesyoneller ve öğrenciler işgale katıldı.
2 Haziran 2013’te eko-sosyal bir fabrika olarak Zero Offici-
ne resmen kuruldu. Bir gösteri ve konferansla halka tanıtıl-
dı. Officine Zero, sıfır işyeri demek: yeni sloganlarının dediği
gibi, “sıfır patron, sıfır sömürü, sıfır kirlilik”. Bu isim yeni bir
başlangıç noktası bulmaları gerektiğine de işaret ediyor. Eski
RSI işçileri ağırlıklı olarak ev aletleri, bilgisayar ve mobilya
geri dönüşüm işine girdiler. Eski ve yeni iş şekilleri arasında
karışım, belirsiz iş durumlarını bir araya toplamak, tecrit ve bi-

89
reyselliğin üstesinden gelme çabası projenin önemli ana fikri.
Emiliano Angele şöyle diyor:

Eski yönetim ofislerinde ortak çalışma alanı oluşturduk.


Bu alanda mimarların, iletişim çalışanlarının, film yapımcı-
larının ve başkalarının ofisleri vardı ve hepsi birbiri ile ve iş-
çilerle işbirliği yapıyordu. Mesela ben tamirciydim ama şimdi
botun iç döşemesinde arkadaşıma da yardım ediyorum vebu
şekilde çalışma olanağına eriştim. Bununla birlikte eski perso-
nel kantininde bir kafeterya açtık. Kafeterya burada çalışan ve
dışardan gelmek isteyen herkese açık. İşte bu adına Officine
Zero dediğimiz yeni proje. Proje sadece eskiden burada çalı-
şanların ıslahı için değil, ayrıca diğer işçi ve iş şekillerine alan
açma amacı da taşıyor(Yazarın röportajı, 31 Ocak 2014).3

Fabrika alanını içinde bulunan eski şirket müdürünün evi, öğ-


renci yurduna dönüştürülmek üzere inşaat halinde(Mastrandrea,
2013). İşçiler, elektronik malzeme geri dönüşümü ve yenilenebilir
enerji üzerine atölyeler düzenlemeyi planlıyor(Blicero, 2013).

Maflow’dan Ri-Maflow’a
Milan’ın sanayi bölgesi Trezzanosul Naviglio’daki Maflow
tesisi, İtalyan ulus üstü araba parçası üreticisi Maflow’un bir
bölümüydü. 1990’larda, 23 farklı ülkedeki üretim yeriyle dün-
ya çapında en etkin klima ünitesi imalatçılarından birine dö-
nüştü. Maflow, krizin kötü sonuçlarından uzak ve bütün tesis-
lerinde üretime devam etmesini sağlayacak yeterince müşterisi
varken 2009’da mahkeme kararıyla yönetimine el konuldu.
Bunun sebebi mali manipülasyon ve sahte iflastı. Maflow’un
Milan’da başlıca üretim sahası olan tesisin 330 işçisi, tesisi tek-
rar açmak ve işlerini kaybetmemek için mücadeleye başladı.
Mücadele sırasında işçiler tesisi işgal etti ve tesisin çatısında
dikkat çekici protestolar düzenledi. Bu mücadeleden dolayı
Milan’daki ana tesisinin dâhil olduğu bir paketle Maflow yeni

3. The Cassa integrazione guadagni straordinaria, kapanan şirketlerin işçilerinin ma-


aşlarının bir yıl %80’nini aldığı ihtiyaç fazlası düzenlemesi. Bazı durumlarda bir yıl
daha uzatılabilir.

90
yatırımcılar için satışa çıkarıldı. Ekim 2010’da tüm Maflow
grubu Polonyalı yatırım grubu Boryszew ‘e satıldı. İşletmenin
yeni sahibi işçi sayısını 80’e indirdi ve 250 işçiyi ihtiyaç fazlası
fonuna bağlı özel bir ücrete tabi tuttu. Ama buna rağmen yeni
yatırımcı tekrar üretime hiç başlamadı. Kanun gereği bu şart-
lar altında alınan bir şirketi 2 yıl içinde kapatmayı engelleyen
süre dolduktan sonra, Boryszew grubu Milan’daki tesisi Ara-
lık 2012’de kapattı. Boryszew grubu tesisi kapatmadan önce,
makinelerin çoğunu götürdü(Blicero, 2013; Occorsio, 2013,
Massimo Lettiere [Yazarın röportajı, 31 Ocak 2014]).
İhtiyaç fazlası durumunda olan bir grup işçi irtibata geç-
ti ve mücadeleyi bırakmaya niyetleri yoktu. Solcu ve radikal
işçi sendikası Confederazione Unitariadi Base delegesi ve eski
Maflow işçisi Massimo Lettiere şöyle diyor:

Boryszew’ın şirketi devralması üzerine, toplantılar düzen-


lemeye devam ettik. Bazı toplantılarda tesisi devir alma ihti-
malini ve içinde bazı işler yapmayı değerlendirdik. Ne tür bir
iş yapabileceğimizi tam olarak bilemiyorduk, ama bunca süre
ihtiyaç fazlası konumunda bulunmanın sonraki aşamasının iş-
sizlik olduğunu biliyorduk. Bu yüzden seçeneğimiz yoktu ve
denemek zorundaydık. 2012 yazında biraz piyasa araştırma-
sı yaptık. Bilgisayar, endüstriyel makine, ev ve mutfak araç-
larının geri dönüşümü için bir kooperatif kurabileceğimizi
belirledik(Yazarın röportajı, 31 Ocak 2014).

Aralık 2012’de tesis kapandığında işçiler eski fabrikanın


önündeki meydanı işgal etti. Şubatta taşeron işçiler ve sahte
iflas sonrasında kapatılan yakınlardaki bir fabrikanın işçileri
ile birlikte, tesisin içine girip tesisi işgal ettiler:

Birilerinin sana yardım edeceğini ummak ve durup bekle-


mek anlamsız. Diğerlerinin bırakıp gittiği eşyaları ele geçirme-
liyiz. İşsizim. İş kuracak param yok. Ama terkedilmiş bir fab-
rikanın binasını alıp bir faaliyet yürütebilirim. Bundan dolayı
projeye ilk yatırımımız, etkinlik ve siyasi eylem. Siyasi bir karar
verdik. Ve bu noktadan çalışmaya başladık(MassimoLettiere,

91
Ri-Maflow, Milani Yazarın röportajı, 31Ocak 2014).

Mart 2013’te Ri-Maflow kooperatifi resmen kuruldu. Bu


esnada fabrika binasının mülkiyeti Union Credit Banka’sına
geçti. İşgalden sonra Union Credit işçilerden binayı boşaltma-
larını istememeyi kabul etti ve onlara binayı bedava kullanma
izni verdi. Projeye tam mesai katılan 20 işçi fabrikayı ve işleri-
ni yeni baştan kurdu. Lettiere’ın dediği gibi:

Daha geniş bir ağ oluşturmaya başladık. Ekonomik faali-


yet olarak, geri dönüşüm amacıyla Ri-Maflow kooperatifini
kurduk. Para toplamak için Occupy Maflow adlı bir dernek
kurduk. Dernek tesiste yer ve etkinlik düzenlemesi yapıyor.
Bir salonda bit pazarımız var, bir bar açtık, konser ve tiyatro
gösterileri düzenliyoruz… Kiraladığımız ofislerde ortak ça-
lışma alanlarımız var. Bütün bu etkinlikler sonucunda biraz
gelirimiz oluştu. Kooperatif için bir yük taşıma aracı ve palet
taşıyıcı alabildik. Elektrik şebekesini tamir ettik ve bize de ay-
lık 300- 400€ kalıyor. Çok değil ama 800€’luk işsizlik maaşına
eklendiğinde nerdeyse bir maaş almış oluyorsunuz…
2014’te kooperatiflerle daha geniş çapta çalışmak istiyoruz.
İki projeye başladık bile ve ikisi de ekoloji ve sürdürebilirlik ile
ilgili. Yerel organik tarım üreticileri ile ittifaklar kurduk, daya-
nışmacı alışveriş için bir grup açtık ve güney İtalya, Calabria,
Rosarno’lu kooperatiflerle temas kurduk. Bunlar, adil ücretler
ödeyen kooperatifler. Üç dört yıl önce Rosarno’da bir göçmen
işçi ayaklanması oldu. İstismara karşı ayaklanmışlar. Bu koo-
peratiflerden portakal alıp satıyoruz. Portakal ve limon likörü
üretiyoruz. Büyük geri dönüşüm projeleri yapmak için Politek-
nik Üniversitesi’nden bir grup mühendisle temas içerisindeyiz.
Gerekli izinleri alana kadar birkaç yılımızı alabilir. Bu türden
faaliyetleri atık azaltımı vb. ekolojik amaçlar için seçtik. Bilgisa-
yar geri dönüşümüne başladık bile, kolaymış, ama daha büyük
ölçekte yapmak istiyoruz(Yazarın röportajı, 31 Ocak 2014).
Geleneksel ekonomistlere uyduruk görünen şey, aslında
toplumsal ve ekolojik olarak fabrikanın faydalı bir dönüşümü-
dür. Bu dönüşüm esasen karmaşık bir yöntemle üç varsayıma

92
dayanıyor:

“a) Bütün üyeler arasında dayanışma, eşitlik ve öz örgütleme;

b) Devlet ve özel sektördeki muadilleriyle çatışmacı ilişkiler;

c) Genel iş, gelir ve hak mücadelelerine katılım ve destek”


(Malabarba 2013, 143).

Yunanistan: VioMe: Endüstriyel Yapıştırıcıdan


Organik Temizleyicilere
VioMe Selanik’te endüstriyel yapıştırıcı, yalıtkan ve değişik
diğer kimyasal yapı malzemesi üretiyordu. 2010’dan beri işçi-
ler her 4-6 haftada bir ücretsiz izne ayrılmayı kabul etti. Sonra
işletme sahipleri işçi ücretlerini azaltmaya başladı ama bunun
sadece geçici bir tedbir olduğunu ve eksik maaşlarının kısa sü-
rede ödeneceğine işçileri ikna etti. İşletme sahiplerinin temel
iddiası, kârın yüzde 15-20 civarında düştüğüydü. İşletme sa-
hipleri işçilerin eksik maaşlarını ödeme sözünü tutmayınca,
işçiler de ödeme talebiyle greve girdi. İşçilerin mücadelesine
karşılık işletme sahipleri Mayıs 2011’de geride maaşlarını
ödemediği 70 işçi bırakarak fabrikayı terk etti. Sonra işçiler,
şirketin hala kâr ettiğini ve zararın da VioMe’nin ana firma
Philkeram Johnson’a şeklen ödediği borçtan kaynaklandığını
öğrendi. Temmuz 2011’de işçiler tesisi işgal ederek kendi gele-
ceklerini ele geçirmeye karar verdi(bkz. Yunanistan ve VioMe
üzerine daha fazla ayrınto bölüm 10). Selanik’li VioMe işçisi
Makis Anagnostu’nun açıklaması:

Fabrika, sahipleri tarafından terk edilince, ilk önce siyaset-


çiler ve sendika bürokrasisi ile görüşmeye çalıştık. Ama yaptı-
ğımızın zaman israfı olduğunu ve mücadelemizi yavaşlattığını
kısa sürede anladık. Zor zamanlardı; kriz ani ve şiddetli et-
kiler gösteriyordu. Yunanistan’da işçiler arasında intihar ora-
nı artmıştı ve arkadaşlarımızdan bazılarının da intihar ede-
bileceğinden endişeleniyorduk. Bu sebeple, emek kavgamızı
tüm topluma açmayı ve insanların bizi desteklemesine karar

93
verdik. Hiçbir şey yapmayacağını düşündüğümüz insanların
aslında çok şey yapabildiğini gördük! Birçok işçi bizimle hem-
fikir olmadı veya başka sebeplerden mücadeleye devam etme-
di. Biz mücadeleye birlikte başlayanlar arasındaki ortak nokta,
eşitlik, katılım ve güvendir(Yazarın röportajı, 31 Ocak 2014).

VioMe uluslararası alanda duyuldu ve Yunanistan’da başka


birçok işçi işgaline ilham verdi. Ama bunlardan hiçbiri işyerini
veya üretimi ele geçirmekte başarılı olamadı. Olayın uluslara-
rası alanda duyulmasını sağlayan, devlete ait yayın kuruluşu
ERT (Elliniki Radiofonia Tileorasi) idi. 11 Haziran 2013’te
hükümet, tüm kamu televizyon ve radyolarının kapatılacağını
duyurduktan sonra (daha az işçi, daha az hak ve daha az ücret-
le yeniden yapılandırılıp açılmak için), işçi ve çalışanlar radyo-
yu işgal etti. Eylemciler 5 Eylül’de radyo gaddarca boşaltılana
kadar kendi programlarını yaptı.
VioMe işçileri Şubat 2013’te üretime yeniden başladı:

Şimdi organik temizleyici üretiyoruz, eskiden ürettiğimiz


endüstriyel yapıştırıcıyı değil. Dağıtım gayriresmi. Ürünleri-
mizi pazarlarda, fuarlarda ve festivallerde kendimiz satıyoruz.
Birçok ürün toplum merkezleri, hareketin parçası olan ma-
ğazalar ve hareketler yoluyla dağıtılıyor. Esasında geçen yıl
yaptığımız fabrikayı aktif tutmaktı. Üretim, dağıtım ve satış-
larda çok olumlu bir sonuç elde ettiğimizi henüz söyleyeme-
yiz. Kazançlar oldukça düşük ve bütün işçilerin iaşesini sağ-
lamaya yetmiyor. Bu sebepten bazı işçiler inancını kaybetti ya
da emekli olup VioMe’yi terk etti. Yakın zamanda meclisimiz
oy birliğiyle bir kooperatif kurarak statümüzü yasallaştırma
kararı aldı. Karar, mücadeleye devam etmek için bizde tekrar
istek uyandırdı. Kooperatifin kuruluş kararını imzalayan 20
kişiden oluşuyoruz, fakat işlerin nasıl gideceğini görmek iste-
yen daha fazlası kenarda bekliyor. Kooperatif yapısında ayrıca
dayanışma destekçisi figürü de oluşturduk. Bu kişiler aslında
kooperatif üyesi değil ama ürünlerimiz karşılığında kooperati-
fi mali olarak destekler. Dayanışma destekçisi işçi meclislerine
katılabilir ve karar verme sürecinde istişari oyları da var. Aylık

94
en az 3€ öderler ve bu ödemelerle fabrikanın elektrik ve su
gibi temel giderleri karşılanır. Toplumun bu yapıyla arkamızda
olmasından ötürü, kendimizi daha güçlü hissediyoruz(Yazarın
röportajı, 30 Ocak, 2014).

Türkiye: Kazova Tekstil: Halka Yüksek Kaliteli Kazak


Kazova Tekstil, ünlü Taksim Meydanına yakın Şişli ilçe-
sinde bir tekstil fabrikası. 2012’nin sonlarında işletme sahiple-
ri, 94 işçiye geçici mali problemlerle karşı karşıya olduklarını
açıkladı ve maaşları zamanında ödenmezse bile onlardan ça-
lışmaya devam etmelerini istedi; tabi daha sonra tüm maaş-
larını alacaklardı(Söylemez, 2014). İşçiler dört ay çalışmaya
devam etti ve 31 Ocak 2013’te işletme sahipleri hepsine üc-
retsiz bir haftalık tatil verdi. Döndüklerinde neredeyse tama-
men boş bir fabrika gördüler. İşletme sahibi Somuncu ailesi,
makineleri, 100.000 kazak ve 40 ton ham madde götürmüş.
Böylece hem işçileri işsiz, hem de 4 ay ödenmemiş maaşla or-
tada bıraktı(Umul, 2013). 94 işçiden 11’i vazgeçmedi ve di-
reniş kararı aldı. Diğer işçilerle birlikte, ödenmemiş maaşlar
ve işçi haklarına saygı talebiyle her Cumartesi İstanbul şehir
merkezinde yürüyüş düzenlediler(Erbey ve Eipeldauer, 2013;
Söylemez, 2014).
İşçiler, işletme sahiplerinin geri kalan makineleri de gö-
türmesini engellemek için, Nisan’da fabrika önünde çadırlarla
protesto kampı kurmaya karar verdiler. Polis, Mayısta göste-
riciler gözyaşı bombası ve tazyikli suyla müdahale etti. Aynı
ayın sonunda Gezi direnişi başladı ve Kazova işçilerine güç ve
cesaret verdi. İşçiler ayrıca farklı toplantı ve tartışma grubuna
da katıldı ve direniş hareketinden büyük destek gördü. İşlet-
me sahiplerinden ve yetkililerden hala bir karşılık almayın-
ca, binayı işgal etmeye karar verdiler. 28 Haziranda kamuoyu
açıklaması yaptılar: “Kazova tekstil fabrikasının işçileri olarak,
fabrikayı işgal ettik”(Söylemez, 2014; Umul, 2013). İşçiler fab-
rikayı üretim için hazır hale getirdi ve üç makineyi tamir etti.
Kazova işçileri 14 Eylül 2013’te artakalan malzemeyle kazak
ve jarse üretimine başladı. Her birinin üstündeki küçük bir eti-
kette şu yazılıydı “Kazova direnişinin bir ürünüdür!”(Söylemez,

95
2013; Umul, 2013). Bu dönemde üretim kapasitesi günlük 200
parçaydı. Bir kazak veya jarsenin üretim maliyeti 20 TL civarın-
daydı (yaklaşık 7€ ya da 10$). Eski fabrika sahipleri döneminde
yüksek kaliteli bir kazak, 150-300 Lira arasında değişen fiyat-
larla satılırdı. (50-100€ veya 68-135$). Ancak işçiler, yüksek
kaliteli ürünlerini daha makul bir fiyatla satmaya karar verdi ve
böylece ürünlerini 30 Lira’ya sattı(11 € / 15$).
Kazova işçileri, ürünlerini fabrika önünde ve Gezi Parkı
boşaltıldıktan sonra kurulan çeşitli tematik ve semt buluşma-
larında satmaya başladı(Umul, 2013). Ancak hala hiç maaş
alamıyorlardı çünkü kazandıkları parayı işletmeye yeniden ya-
tırmak zorundaydılar(Erbey ve Eipeldauer). 28 Eylül’de Ka-
zova bir defile düzenledi ama konuklar zayıf mankenler yerine
podyumda kendi ürünlerini sergileyen işçiler gördü. Defile-
den sonra ünlü Türk komünist müzik grubu Grup Yorum bir
konser verdi. Etkinlikte bulunan solcu bir gazeteci, bunun
bir proleter defile ve proleter defilenin “işgal et, diren, üret”
olduğu açıklamalarında bulundu(Erbey ve Eipeldauer, 2013;
Umul, 2013). Aynı slogan, Latin Amerika’daki ıslah edilmiş
fabrikalarca kullanılır ve aslında slogan Brezilyalı topraksız
Movimentodos Trabalhadores Rurais Sem Terra hareketin-
den geliyor.
10 aylık mücadeleden sonra 2013 Ekim sonlarında mah-
keme, ödenmemiş maaşlarının yerine, eski işverenlerin kalan
makineleri işçilere devretmesine hükmetti(Erbey ve Eipelda-
uer, 2013). Makineler, işçilerin Kâğıthane ilçesinde kiraladık-
ları yeni binaya taşındı. Bu da, herkese eşit şekilde, işçilerin
kendilerine küçük maaşlar sağlamasına olanak verdi. Bura-
daki işçiler kendilerini, uluslararası halk direniş hareketinin
bir parçası olarak görüyorlar. Dayanışma sembolü olarak,
Havana’da dostluk maçı için karşılaşan Küba ve Bask Ülke-
si futbol takımları için jarseler ürettiler(Söylemez, 2014). 25
Ocak 2014’te Kazova işçileri ilk perakende mağazalarını,
fabrikanın bulunduğu ve buluşma yeri olarak da kullanılan
Şişli’de açtı: “Diren Kazova- DİH Kazak ve Kültür Mağaza-
sı”. “Halk için uygun fiyata kazaklar” mağaza açılışında ortaya
çıkan bir Kazova sloganıdır. İşçilere göre İstanbul ve ülkenin

96
geri kalanında yeni mağazalar yolda(Söylemez, 2014).
Kazova işçileri, Gezi Parkı hareketinden sonra mahalle
meclislerinde kitlesel dayanışma desteği gördü. Ayrıca küçük
Marksist-Leninist bir gruptan da destek gördüler. Ama za-
manla bu grubun desteği yönetimi ele geçirme şekline dönüş-
tü. Kararları işçiler değil, solcu grup vermeye başladı. Bu grup
yeniden üretime geçiş girişimlerinde ciddi bir uğraş vermeden,
kendi propagandası için ünlü Kazova ismini kullandı. Grup-
la işçiler arasında anlaşmazlık başladı ve bu durum, ellerinde
makinelerin mülkünü bulunduran işçilerin Mayıs 2014’te on-
lardan ayrılmasına kadar sürdü. Sonunda işçiler bir kooperatif
kurma ve üretime tekrar başlamak için makineleriyle birlikte
yeni bir binaya taşındı. Maalesef Diren Kazova ismi ve ma-
ğaza, Marksist-Leninist gruba kaldı. Diğer taraftan Kazova
işçileri, kazak ve tişörtler için yeni tasarımlar geliştirmek üzere
üç grafik tasarımcısıyla beraber çalışmaya başladı. İşçiler Ka-
sım 2014’te tekrar üretmeye başladıkları ürünleri satmak için
Caferağa Mahalle Evi’nden (Gezi Parkı protestolarının ardın-
dan boşaltıldı) destek aldı. Yeni kurulan kooperatifin ismi Öz-
gür Kazova Tekstil Kooperatifi. Kazova kazaklarını, patron-
suz kazak diye tanıtıyor. Yazım esnasında, 100€’luk olanlarla
benzer bir kaliteye sahip kazakların fiyatı 18€ idi. İşçiler ilk
ürün stoklarını başarıyla sattıktan sonra, dağıtım sistemlerini
güçlendirmeyi planlıyor. Sadece iki farklı ücret düzeyi ile gelir
bütün işçilere paylaştırılıyor. Eski işçilerin ücret düzeyine ge-
lene kadar, yeni işçiler başta düşük ücret alıyor. Ayrıca Kazova
işçileri diğer mücadelelerle dayanışma için, düzenli olarak bir
kenara para koyma kararı aldı.

Mısır: Çelik ve Seramik


Mısır’da işçi denetiminde en az iki fabrika var. İlki
Kahire’nin kuzeyinde bulunan 10 Ramazan Şehrindeki Kou-
ta Çelik Fabrikası. İkincisi, biri 10 Ramazan Şehrinde, diğeri
Ain Sukhna’da 2 tesisi bulunan ve binlerce işçisi olan Kleo-
patra Seramik. Hüsnü Mübarek’in devrilmesi, Mursi’nin se-
çilmesine kadar olan geçiş süreci, ardından Mursi’nin ordu
müdahalesiyle kısa süren yönetiminden sonraki çalkantılı bir-

97
kaç yıl içinde de daha birçok fabrika yukarıda bahsedilen iki
örneği takip etti. 25 Ocak 2011’de Mübarek’in devrilmesin-
den önce, 2003’ten beri birçok grev ve işçi eylemi düzenleyen
ve gittikçe büyüyen bağımsız bir işçi hareketi zaten vardı(Ali,
2012). Mursi ve askeri rejim döneminde, işçi mücadelesi şid-
detli baskılara maruz kaldı.
Mart 2012’de işçilere ödemeyi durduran Kouta Çelik
Fabrikasının sahibi, birkaç ay sonra da fabrikayı bırakıp gitti.
Daha önce işçiler kendi bağımsız sendikaları aracılığıyla çeşit-
li mücadeleler ve grevler gerçekleştirmişti. Fabrika sahibi ka-
çınca işçiler, Başsavcılık ve Çalışma Bakanlığı nezdinde yasal
girişimler ve oturma eylemleri içeren bir mücadele başlattı. Bu
mücadele, Ağustos 2012’de Başsavcılık tarafından çığır açan
bir kararla sonuçlandı. Savcılık, işçilerin kendi özyönetimin-
de fabrikaya yerleşme hakkını tanıdı ve mühendis Mohsen
Saleh’i de fabrika sorumlusu olarak yetkilendirdi(Kouta Çelik
Fabrikası İşçileri, 2013). İşçiler kolektif karar veren heyetler
oluşturdu ve üretimin koordinasyonu için teknik bir komite
seçti.
İşçiler yeniden üretimi sağlamak için, eski fabrika sahi-
binden kalma 3,5 milyon dolar borcu yeniden yapılandırmak
üzere elektrik ve gaz tedarikçileriyle müzakere etmek zorun-
daydı. Bunun yanı sıra aylardır maaş almayan işçiler, üretim
malzemesi almak için ücretlerini yarıya indirdi. Kouta Çelik
Fabrikası Niasan 201’e teknik komite yönetimi altında üre-
time başladı. Fabrika işçileri üretime başlamadan kısa zaman
önce, Yunanistan’daki VioMe işçilerine dayanışma mektubu
gönderdi(Kouta Çelik Fabrikası İşçileri, 2013).
Eski Cumhurbaşkanı Mübarek’e yakın Mısır üst tabaka-
sından Mohamed Abul Enein’in sahip olduğu Kleopatra Se-
ramik bir fayans fabrikası. Ayrıca fabrika sahibi, Mübarek’in
Ulusal Demokratik Partisinde milletvekiliydi. İnsafsız patron
olarak tanınan Abul Enein, Temmuz 2012’de haber vermeden
Kleopatra Seramik’e ait iki fayans fabrikasını kapattı.
Abul Enein fabrika işgali sonrası varılan anlaşmaya uyma-
yınca, işçiler Kahire’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayına yürüdü
ve Mursi tarafından imzalanan bir anlaşma elde etti. Bu an-

98
laşma da durumu çözmeyince, işçiler Abul Enein’in cezalan-
dırılması talebiyle Süveyş’te bir hükümet binasına saldırdı.
Sonunda işçiler fabrikayı işgal etti, kendi başlarına üretime
yeniden başladılar ve gelir elde etmek için ürünlerini doğru-
dan sattılar(Marfleet, 2013).

Şikago: New Era Pencereleri


Şikago’nun “Güneybatı Taraf Semti”nde bulunan New
Era Pencereleri kooperatifi, 9 Mayıs 2013’te resmi olarak işçi
denetiminde üretime başladı. Koopertif web sitesinde belirt-
tiği ifadeyle, “devrimsel nitelikte fiyatıyla birinci sınıf enerji
tasarruflu pencereler” üretimine 17 işçi ile başladı. Devamında
şu tavsiye yer almakta “enerji tasarruflu pencereler kullanmak,
yüksek enerji faturalarıyla baş etmenin ekonomik yöntemi ve
uzun dönemli sürdürülebilirliğe doğru atılmış bir adımdır!”.
Fabrikadaki tüm kararlar, haftada en az bir kez toplanan işçi
meclisinde alınır. Her işçi, eşit oya sahip. Son 12 yıldır müca-
delenin arkasındaki itici güçlerden Amerika Birleşik Elekt-
rik, Radyo ve Makine İşçileri (İşçi Sendikası) 1110’nun bölge
şubesi başkanı ve Era Windows Pencereleri işçisi Armando
Robles şöyle diyor:

Şu anda işler durgun gidiyor ama 2-3 hafta içerisinde ya-


pacak daha çok işimiz olacak. Şimdilik küçük siparişleri kar-
şılıyor ve iki üç hafta içinde başlayacak büyük üretim için teç-
hizat hazırlıyoruz(Armando Robles, yazarın röportajı, 2 Mart
2014).

İşçiler bu noktaya gelene kadar, Şikago Nehrinin ortasın-


daki tek ada olan Goose Island’ta bulunan eski fabrikalarını
iki kez işgal etme durumunda kalmışlardı. Şubat 2012’deki
ikinci işgal, işçilere 90 günlük ya yeni bir yatırımcı bulma ya da
kendilerinin fabrikayı satın alması opsiyonuyla sonuçlandı. İş-
çiler ikinci seçeneği seçti. Fakat daha yapılacak çok işleri vardı:
İşçiler, 2012’den beri bir sürü muazzam zorluğun üstesin-
den geldi. İlkin, işletmeyi satın almak için masada bulunma
hakkı için uğraştılar. Sonra, fabrikayı boşaltıp şehrin bir ya-

99
nından öbür yanına taşımak için daha ekonomik ve müsait
bir yer buldular. Bütün bu aşamaları işçiler tek başına başardı.
İşçiler bu süreçte, önceki işleriyle alakası olmayan inanılmaz
bir performans sergiledi(The Working World, 2013).

İşçiler maliyetleri düşürmek için, eski fabrikadan aldık-


ları makineleri söküp yerleştirmek, kooperatifi kurmak için
kiraladıkları yerin su borularını döşemek dâhil neredeyse her
şeyi kendi başlarına yaptı(Cancino, 2013). Çoğunluğu La-
tin göçmen ve Afro-Amerikanlardan oluşan işçiler, uzun bir
mücadele sürecinden geçti. 350 işçi 2002’de denetimsiz bir
grev gerçekleştirdi, çünkü tesiste zorla üye oldukları sendika
işçi çıkarlarına uygun hareket etmiyordu. İşçilerin düşük üc-
ret, fazla mesai ve kötü çalışma koşullarına karşı geliştirdiği
emek mücadelesi başarılı değildi. Ancak, işçiler örgütlenme-
ye başladı ve radikal bir işçi sendikasının şubesi olan Local
1110’a üye oldu. İşçiler, şirketi sendikayla sözleşme imzalama-
ya zorladı(Lydersen, 2009). 2007-2008 dönemlerinde işçiler
üretimin azaldığını ve bir şeylerin ters gittiğini fark etti:

Şirket Temmuz 2008’de, sadece 6 ayda 3 milyon dolar zarar


etti… Makineler ortadan kayboluyordu ve işçiler merak etmeye
başladı ama kimse işçilerin sorularına net bir cevap veremiyor-
du… Sonradan öğrendiler ki, malzemeler Richard Gillman’ın
karısı Sharon’ın Red Oak’ta (küçük bir kasaba) satın aldığı
pencere ve kapı fabrikasına götürülüyormuş(Lydersen, 2009).

2 Aralık 2008’de fabrika müdürü o zaman sözleşmesi bulu-


nan 250 işçiye tesisin 3 gün sonra, yani 5 Aralık’ta kapanacağı-
nı bildirdi. İşçiler sadece işsiz ve gelirsiz bırakılmıyordu; ken-
dilerinin ve ailelerinin sağlık sigortası 2 hafta içinde kesilecek-
ti. Ayrıca, işten çıkarma tazminatları ödenmeyecek, tahakkuk
etmiş izin ve hastalık günleri için tazminat alamayacaklardı.
Kısa zamanda yapılan duyuru da yasaya aykırıydı. Sendika,
şirketin İşçi Uyum ve Mesleki Eğitimi Bildirim Yasası’nı ihlal
gerekçesiyle şikâyette bulundu. Bu Federal yasaya göre, 100
veya daha fazla işçi çalıştıran işverenler toplu işten çıkarma-

100
larda, 60 gün önceden işçilere haber vermek zorunda. Sendika,
işçileri işten çıkarma ve izin tazminatları için şirketin 1,5 mil-
yon dolar borçlu olduğunu iddia etti ve işçilerin sağlık sigorta-
sının uzatılmasını talep etti(Cancino, 2013; Lyderssen, 2009).

İşçiler, iddialarını etkin kılmak için oturma eylemi kararı


aldı ve fabrikayı işgal etti. İşçiler, geçmişte Republic Pencere
ve Kapılar şirketine büyük krediler veren Bank of America ve
JP Morgan/Chase’in ödeme yapmasını talep etti. 6 günlük iş-
gal ve iki bankayla yapılan 3 günlük çetin pazarlıklar sonunda,
bankalar ödeme yapmayı kabul etti. Bankaların yasal olarak
işçilere karşı sorumluluğu olmadığı halde, işçilere ilk etapta
1.35 milyon, sonra da 400.000 dolar destek sundu. Şirket
15 Aralık 2008’de iflas başvurusunda bulundu. Aralık 2013’te
eski şirket CEO’su Richard Gillman, şirketten 500.000 dolar
çalmaktan 4 yıllık hapis cezasına çarptırıldı(Chicago Tribune,
2013).

Yüksek enerji tasarruflu pencere ve çevre dostu inşaat


malzemeleri üretiminde uzman Chicago merkezli Serious
Energy, er ya da geç bütün işçileri işe geri alacağını ve önceden
imzalanmış tüm sendika anlaşmalarına uyacağı sözünü vere-
rek Republic Pencere ve Kapılar şirketini Şubat 2009’da satın
aldı. Ancak üzerinden birkaç ay geçmesine rağmen Serious
Energy yalnız 15 işçiyi geri aldı ve sonraki 2 yılda bu sayı en
fazla 75’e ulaştı. 2012 yılının başlarında personel sayısı 38 işçi-
ye indirildi(Slaughter 2012). Yeni kooperatifin web sitesinde
işçiler şunları belirtiyor:

Maalesef, pencere fabrikasını üçüncü sektöre indirgeyen


Serious Energy iş planı hiç işlemedi ve fabrikayı kapatmak
dâhil, şirket faaliyetlerini ciddi şekilde kıstı. Karlı işlerine rağ-
men işçiler, kontrol edemedikleri bir mali oyun içinde bir kez
daha kurban edildi(New Era Pencereleri Kooperatifi, 2013).
23 Şubat 2012 sabahı Serious Energy’nin tuttuğu bir avu-
kat kalan 38 işçiye, şirketin faaliyetlerini durduracağını ve baş-
ka bir yerdeki faaliyetlerini takviye etmek için fabrikayı derhal

101
kapatacağını söyledi. Polis işçileri fabrikadan çıkarmak için
hemen olay yerine geldi. İşçiler hiçbir hazırlıkları olmaması,
uyku tulumu ve yiyecek eksikliğine rağmen dakikalar içinde
tekrar fabrikayı işgal etme kararı aldı. Ama bu sefer yalnız de-
ğillerdi. Hem sendika ve dernekler hem de Occupy Chicago
hareketi fabrikaya geldi ve akşama kadar tesis içinde 65 kişi
toplandı. 100 kişi de dışarıda onlara uyku tulumu, pizza, taco
ve içecek servisi yapıyordu(Cancino, 2013; Slaughter, 2012).
İşçiler sendikaları yeni bir alıcı buluncaya veya kendileri tesisi
alıncaya dek, Serious Energy’den fabrikayı 90 gün daha çalış-
tırmasını talep etti. İşçilerin mazisi iyi bilen Serious Energy,
11 saat sonra anlaşmaya vardı(Slaughter, 2012).
İşçilerin amacı; para toplayıp, işçi denetimli bir kooperatif
kurmak için fabrikayı satın almaktı. Ama Serious Energy tesi-
si en yüksek teklifi verene satmak istiyordu, yani işçiler isteni-
len parayı temin edemeyecekti. Eski fabrikalarını satın almak
için pazarlık masasında bulunma hakkı için uğraşmaları gere-
kiyordu. Kamuoyu ve siyasi baskı kurarak başarılı oldular ve
kooperatifi kurdular. Her işçi kooperatife 1.000 dolar bağışta
bulundu. Ayrıca, teknik destek ve kredilerle Arjantin ve Nika-
ragua’daki işçi denetimli kooperatifleri destekleyen, kar amacı
gütmeyen New York merkezli kuruluş The Working World (iş
dünyası) 665.000 dolarlık kredi limiti sağladı. İşçiler bu kat-
kılarla teçhizat aldı ve Şikago’nun Güneybatı Taraf Semtinde
bulunan Brighton Park semtinde kiraladıkları yeni binalarına
taşındılar. İşçiler kooperatif idaresi dersleri aldı ve tüm işlet-
meyi yönetme hazırlıkları yaptı(The Working World). Eski
Republic Pencere ve Kapılar fabrikasının işçileri, bir yıl sonra
işçi denetiminde pencere üretimine başladı.

İşçi Islahlarının Genel Zorlukları


Günümüz işyeri işgal ve ıslah hareketleri genelde benzer
zorluklarla karşılaşıyor. Bu zorluklardan birkaçını saymak ge-
rekirse; siyasi partilerin destek eksikliği, bürokratik sendikalar
ve onların karşıt tutumları, eski fabrika sahipleri ve diğer bir-
çok kapitalist şirket ve şirket temsilcisinin itiraz ve sabotajları,
işçilerin amacına uygun yasal şirket yapısı ve kurumsal sistem

102
eksikliği akla gelir. Ayrıca hükümet kurumlarının engelleme-
leriyle de karşılaşıyorlar. Özel yatırımcılardan bile daha az kı-
sıtlı mali destek ve kredilere erişebiliyor veya hiç erişemiyorlar.
Günümüzdeki ıslah edilmiş fabrikaların karşılaşmak du-
rumda olduğu genel şartlar elverişli değil. İşgaller, küresel
bir ekonomik kriz esnasında gerçekleşiyor. Yeni üretim faa-
liyetlerine başlamak ve durgun ekonomik koşullarda piyasada
yer bulmak kolay bir iş değil. Bununla birlikte, işçi denetimli
şirketler, kapitalist işletmelerden daha az sermaye desteği bu-
labiliyor. Fabrika işgal ve ıslahları genelde işletme sahibinin
fabrikayı terk etmesi sonrasında gerçekleşiyor. Bu terk etme,
fabrika sahibinin gerçek anlamda ortadan kaybolması veya
işçileri bir iki gün içerisinde işten atma şeklinde oluyor. Bu
fabrika sahipleri, ödemedikleri maaş, izin günleri tahakkuku
ve tazminatlardan dolayı işçilere borçlu. Bu kişiler tesisi ka-
patmadan önce, teçhizatı, araçları ve ham maddeyi alıp götü-
rüyor. Bu durumda, belirsiz gelir ve kısıtlı mali destekle veya
desteksiz sürecek uzun bir mücadele öngörüsüne sahip vasıflı
ve ekseriyeten de genç işçiler yeni bir iş bulma ümidiyle ayrılı-
yor. Kalan işçiler, sadece dar anlamıyla değil kapsadığı en geniş
manayla üretim sürecini kontrol edebilmek ve tam anlamıyla
şirketi yönetebilmek için, çeşitli alanlarda fazladan bilgi edin-
mek durumundalar. Ama işçiler fabrikayı ele geçirir geçirmez
eski fabrika sahibi ortaya çıkar ve “işlerini” geri ister.
Kapitalistlerin kiminle veya nasıl yapıldığına bakmaksızın,
bir tek işle ilgilendikleri genel inanışın aksine, işçi denetimli
işletmeler sadece kendisinden farklı bir zihniyetle davrananla-
ra karşı kapitalizmin gösterdiği olumsuz tutumlarla değil aynı
zamanda hem kapitalist iş ve kurumlardan hem de burjuva
devletinin düşmanlık ve saldırılarıyla da karşılaşıyor. Kapita-
list işleyişe bütünüyle boyun eğmeyen işçi denetimli işletmeler
tehdit olarak görülmesi gayet olağan, çünkü farklı bir şekilde
de çalışılabileceğini gösteriyorlar. Örneğin Venezuela’lı işçi
denetimli vana fabrikası Inveval, özel mülkiyetli dökümhane-
lerden sipariş ettiği vanaların kasten teknik kusurla üretilmesi
sorunu yaşadı(Azzellini, 2011).

103
Avrupa’da ise, Zrenjin’de bulunan ve eski Yugoslavya’daki
tek işçi denetimli fabrika olan Sırp ilaç firması Jugoremedija, 6
yıl işçi denetiminde faaliyet gösterdikten sonra Nisan 2013’te
iflasa zorlandı. Şu anda kayyum denetiminde ve işçilerin tek-
rar fabrika denetimini ele geçirme şansı çok zayıf ihtimal.
Özelleştirmeye karşı zorlu bir mücadeleden sonra işçiler Mart
2007’de, firmalarını özyönetimle idare etmeye başladı. Sonraki
yıllarda Jugoremedija, ürünlerini başarıyla üretip sattı. Jugor-
medija ödemelerini yaptığı halde banka 2013’te kredisini kesti
ve aslında bu kredi borcu da, kısmen, sabıkalı eski bir hissedar
yüzünden oluşmuştu. Bu sebeple, firma iflasını açıklamak zo-
runda kaldı(Yazarın Milenko Sreckovic ile röportajı, 19 Şubat
2014).

İşçi Islahlarının Ortak Özellikleri


Yukarıda bahsedilen ve bilinen çok az işçi ıslahı örneği, de-
vasa farklılıklara sahip. Bazı fabrikaların modern makineleri
var ve teknik açıdan tam çalışır halde. Kimisi eski sahibi ta-
rafından yağmalanmış ve işe sıfırdan başlamak zorunda. Bazı
fabrikalar yerel yetkililer, bazısı sendikalar tarafından destek-
leniyor. Ortak özellikler, ıslah edilmiş fabrikaların aslına uy-
gunluk kontrol listesi değil. Bahsedilen ortak özellikler, her
ıslah edilmiş fabrikanın illa ki yerine getirmek zorunda ol-
madığı nitelik listesi. Diğer yandan, bağlamından koparılmış
veya diğerlerinden ele alınan tek bir niteliğin, kapitalizm dı-
şında farklı bir toplum arayışı perspektifi gösterdiğini söylene-
mez. Ancak, birkaç niteliğin birleşmesi ıslah edilmiş fabrika-
ları laboratuar ve arzu edilen alternatif geleceğin motorlarına
dönüştürebilir.
Tüm ıslah süreçleri ve ıslah edilmiş fabrikalar demokratik
şekilde yönetilir. Karar verme süreci, tüm katılımcıların eşit
oy hakkı ile birlikte, ister konsey ister toplantılar aracılığıyla
olsun, doğrudan demokrasi şekline dayanır. İşçi denetimli fab-
rikaların benimsediği bu doğrudan demokrasi mekanizmaları,
sadece ayrı işletmeler hakkında değil bütün toplum tarafından
kararların nasıl verileceğine dair de önemli sorulara yol açıyor.
Böylelikle, sadece kapitalist iş anlayışına değil liberal ve tem-

104
sili “demokratik” hükümetlere de meydan okuyor.
Diğer önemli ortak özellik ise işgaldir. Fabrika işgal et-
mek, yasadışı olduğu düşünülen bir davranışa yol açıyor ve bu
yüzden, bu davranışı sergilemek demek hükümet yetkilileri ile
çatışmaya girmekle yükümlüdür. Doğrudan işçiler tarafından
sergilenen bir eylem. İşçiler ne kendileri “temsilci” ne de hare-
kete geçmeden önce problemlerini çözecek bir temsilci (sen-
dika, parti ya da devletin kurumları) bekliyor. Malabarba’nın
haklı bir şekilde belirttiği gibi: “Eylem baş aşağı çevrilmeli:
öncüler, önce siz işgal edin ve sonra da siz, az ya da çok, bilinç-
li şekilde başarısız olan kurumlarla temasa geçin”(Malabarba,
2013:149). Ri-Maflow’dan Massimo Lettiere şöyle diyor:

Yasadışılık oldukça esnek bir kavram. Üzerinde epey kafa


yorduk. Yasalar mecliste yapılır ve genellikle olup bitmiş şey-
leri düzenler. İşçiler için ve işçileri savunan tek yasa 1970’teki
330 sayılı Kanun, İşçilerin Statüsü’ydü. Niye bu yasayı yaptı-
lar? Çünkü bir hareket vardı ve kanun içeriği zaten metal işçi-
lerinin ulusal sözleşmesinde mevcuttu. İşçiler o hakkı çoktan
almıştı, sonra da yasa, sözleşmedeki koşulları gerçekten daha
kötü hale getirdi… Kanun zaten bir gerçeklik olan vaziyeti
düzenledi. Eğer bir gün, bir şirket üretimin yerini değiştir-
mek ister veya başarısız olursa işçilere verilmeli diye düzen-
leme yapan bir kamulaştırma yasası çıkarsa, bilin ki bunun
sebebi işçiler zaten orayı alabildiğinden bu düzenleme yapıl-
mıştır. Eğer kamulaştırma yapmak istiyorsak, önce fabrikayı
ele geçirmeliyiz. Yasadışılıktan başlamak zorundasın. Üretim
araçlarını tekrar tahsis etme hareketi olduğunda, bizim için
bir yasa olacak. Bu yöntemi oluşturmaya başlıyoruz(Massimo
Lettiere, Ri-Maflow, yazarın röportajı, 31 Ocak 2014).
Latin Amerika’daki tecrübeler de bunu doğruluyor. Arjan-
tin, Brezilya, Uruguay ve Venezuela’daki işçiler, bir duruma
pratik tepki vermeleriyle hep siyasi partilerin, sendikaların ve
kurumların bir adım önünde olmuştur.4 Kamulaştırmalar, mil-

4. Bazı kamulaştırmaların, millileştirmelerin ve siyasi girişimlerin hükümet kurumla-


rından geldiği Venezuela hariç. Yine de işçiler işyeri yönetimine gerçek bir katılım ve
işçi denetimi için mücadele etmek zorunda.

105
lileştirmeler, yasalar, finansal ve teknik destek hep işçi girişim-
lerini takip etmiştir ve işçi mücadelelerine ve direkt eylemle-
rine karşılık olarak yapılmıştır. Aynısı ıslah edilmiş fabrikalar
tarafından geliştirilen üretim faaliyeti için de geçerli: yasalara
sıkı sıkıya bağlılık, bütün yasal ruhsatnameleri beklemek ve
vergileri ödemek, sadece faaliyete başlamamak anlamına gelir.
Birçok fabrika kendini yeni baştan düzenlemeli, genellikle
eski üretim faaliyetini aynı yöntemle sürdüremez(çünkü fab-
rikanın sahibi makineleri götürmüştür, çünkü işçilerin erişe-
mediği çok az müşterisi olan üst düzey uzmanlık gerektiren
bir işti veya işçiler başka bir sebepten karar verdi). İster geri
dönüşüme yönelen her iki İtalyan fabrikası, ister endüstriyel
yapıştırıcı ve çözeltiler üretiminden organik temizleyici üreti-
mine geçen Selanik’teki VioMe veya ister organik ürünler ter-
cih eden, yöresel ve bölgesel ham madde kullanımına geçen,
ürünlerini de yöresinde ve bölgesinde dağıtan Fransa’daki iki
fabrika olsun, bütün kayda geçirilen iyi örneklerde en önemli
şeyin ekolojik öğeler ve sürdürülebilirlik meselesi olduğunu
gördük. İşçiler, daha geniş açıdan gezegenin geleceği, küçük
ölçekte ise kendilerinin ve çevredeki toplum için sağlık so-
runları bakımından meseleye yaklaşıyor. İşçiler için ekolojik
bilincin önemi, tıpkı uygulamaya koydukları demokratik uy-
gulamalar gibi öngördükleri yeni toplumun bir parçası olması.
İşçilerin ve işgal ya da ıslah edilmiş işyerlerinin mücadelesi,
yeni sosyal ilişkilerin geliştiği ve sergilendiği bir alan da olmuş:
katılımcılar arasında etkili, güvenilir, karşılıklı yardım, daya-
nışma ve başkalarıyla dayanışma, katılım ve eşitlik inşa edilen
yeni toplumsal ilişkilerin birkaç özelliği. En azından kapita-
list üretim sürecini niteleyen değerlerden farklı yeni değerler
ortaya çıkıyor. Örneğin, işçiler iş güvenliği üzerine bir karar
verdiğinde o artık bir öncelik oluyor.5
Islah edilmiş fabrikalar, çevresiyle genelde güçlü bağlantılar
geliştiriyor. Onlar mahalleyi destekliyor ve sırası geldiğinde bu
sefer mahalle onları destekliyor. Çevredeki öznelliklerle etkile-
şime geçiyorlar ve ortak girişimler başlatıyorlar. Çeşitli toplum-
sal hareketler ve toplumsal-siyasal kuruluşlarla bağlan-

5. Eldeki bilgilerle durumun belirlenemediği Mısır hariç.

106
tılar oluşturup bu bağlantıları güçlendiriyorlar. Bu bölümde
bahsedilen tüm fabrikalar, toplumsal hareketlerle ve özellikle de
2011’den beri süren küresel ayaklanmanın parçası olanlarla, di-
rek ilişkiler geliştirdi. Bu durum, çevrelerinde etkin bir konumu
ve diğer hareketlerle yakın ilişkisi olan başarılı fabrika ıslahları-
nın bulunduğu Latin Amerika ile paralellik gösteriyor(Ness ve
Azzellini, 2011; Sitrin ve Azzellini, 2014).
Çevredeki bu dayanak, onlara önemli başka bir zorlukla baş
etme imkânı sağlıyor. İş ve üretimin değişen şekli, hem tam za-
manlı çalışan işçi sayısını hem de her şirketteki işçi sayısını kök-
lü şekilde azalttı. Eskiden iş ve üretim işçiler arasında otomatik-
man birlik beraberlik sağlarken, şimdilerde ise işin dağıtıcı bir
etkisi var. Çünkü aynı şirketin işçileri genelde farklı sözleşmeler
altında birbirinden değişik statüyle çalışıyor. Genel olarak, git-
tikçe daha fazla işçi belirsiz koşullara ve kendi kendine çalışma-
ya doğru itiliyor(işleri tamamen bir işverene bağlı olsa bile). Bu
işçiler nasıl örgütlenebilir ve mücadele araçları neler? Serma-
yenin üstesinden gelebilmesi için Sol’un kafa yorması gereken
bir soru.
İtalya’daki Ri-Maflow ve Officine Zero, taşeron ve bağımsız
işçilerle yerlerini paylaşarak yeni iş uygulamaları yapısı ile güç-
lü bağlar oluşturdu. Toronto örneğinde, işin dağıtıcı etkisiyle
mücadele etmede yeni bir yaklaşım görebiliyoruz(bkz. bölüm
3, Elise Thorburn). Officine Zero şunu beyan ediyor: “çekişme,
karşılıklı yardım ve özerk üretimi birbirine bağlayarak işçi ha-
reketinin kökeninden tekrar başlamak istiyoruz”(Biblicero,
2013). Bölgesel örgütlenmenin üzerinde durulmuş ve hatta son
zamanlarda daha çok uygulanmıştır. İtalya’da 1997’de Marco
Revelli, The Social Left (Toplumsal Sol) (Revelli, 1997) adlı
kitabında, bütün işçileri bir bölgede birleştirme fikrini (sana-
yileşmenin başlangıcında olanlara benzer, emek evlerine dayalı
bölgesel örgütlenme modelini) savunuyor.
Bütün ıslah edilmiş fabrikalardan işçiler, Latin Amerika’yı
ve özellikle de Arjantin’i esinlenmenin güçlü bir kaynağı ol-
duğunu belirtiyor. Ri-Maflow “işgal et- diren-üret” sloganını
benimsedi(Malabarba, 2013: 146). Republic Pencereleri ve
VioMe, üretime tekrar başlamadan önce Arjantin’deki ıslah

107
edilmiş fabrikalardan işçileri ziyaret için davet etti. 2014’ün
başlarında Marsilya yakınlarındaki Fralib’te “İşçi Ekonomisi”
toplantısına Avrupalıları teşvik eden yine bir kez daha Arjan-
tinlilerdi.6
Islah edilmiş fabrikaların işçileri birbirlerini tanır ve kendileri-
ni daha büyük bir hareketin parçası olarak düşünürler. Mısır’daki
Kouta Çelik Fabrikası işçileri, Yunan VioMe işçilerinin mücade-
lesini duyduğunda onlara destek mektubu gönderdi(Kouta Çelik
Fabrikası İşçileri, 2013). VioMe’den Makis Anagnostou şöyle
diyor:

“VioMe işçilerinin hedefi Avrupa’da ve uluslararası alanda


işçi denetimindeki daha fazla fabrikayla ilişki ağı oluşturmak”.
Bu hedefin gerçekleşeceğine inanmak için iyi bir sebep var.

6. Atak bir araştırmacı ve Buenos Aires Üniversitesi’nde özel bir araştırma progra-
mının yöneticisi olan Andres Ruggeri bütün Avrupa’yı gezdi ve ıslah edilmiş işyerle-
ri alanında çeşitli aktörleri bir araya getirdi.

108
Referanslar

Ali, K. (2012) Precursors of the Egyptian Revolution. IDS


Bulletin, 43 (1) 16–25.
Azzellini, D. (2011) Workers’ Control under Venezuela’s
Bolivarian Revolution. Oursto Master and to Own. Workers’
Councils from the Commune to the Present. In Ness, I. And
Azzellini, D. (eds) Chicago: Haymarket.
Blicero (2013) Dalle ceneri alla fabbrica: storia di impre-
se recuperate. La Privata Repubblica. 24 October. Available
at http://www.laprivatarepubblica.com/dalle-ceneri-alla-
fabbrica-storia-di-imprese-recu-perate/ (accessed 18 Novem-
ber 2014).
Borrits, B. (2014a) De Pilpa à La Fabrique du Sud. Associa-
tion Autogestion. January 30. Available at http://www.autoges-
tion.asso.fr/?p=3884 (accessed 18 November 2014).
Borrits, B. (2014) Victoire des Fralib. Une nouvelle histo-
ire commence. Association Autogestion. 28 May. Available at
http://www.autogestion.asso.fr/?p=4338 (accessed 4 Decem-
ber 2014)
Cancino, A. (2013) Former Republic Windows and Doors
workers learn to be owners. Their co-op, New Era Windows,
has had “ups and downs”. Chicago Tribune. 6 November.
Available at http://articles.chicagotribune.com/2013-11-06/
business/ct-biz-1106-new-era-windows-2013-11-06_1_
armando-robles-17-workers-former-republic-windows (ac-
cessed 18 November 2014).
Chicago Tribune (2013) Republic Windows ex-CEO gets
4 years in prison. 5 December. Available at http://articles.chi-
cagotribune.com/2013-12-05/news/chi-republic-windows-
exceo-gets-4-years-prison-20131205_1_ricky-maclin-
republic-windows-doors-vacation-and-severance-pay (acces-
sed 18 November 2014).
Erbey, M. And Eipeldauer, T. (2013) Sieg der Ausdauer.
Besetzung, Widerstand, Produktion: In Istanbul betreiben
Arbeiter seit vier Monaten ihre eigene Textil fabrik. Junge

109
Welt. 2 November.
Kouta Steel Factory Workers (2013) From the workers
of Kouta Steel Factory in Egypt To the workers of Vio.Me
Industrial Mineral Factory in Greece! Message of Solida-
rity. February. Available at www.viome.org/2013/02/from-
workers-of-kouta-steel-factory-in.html (accessed 18 Novem-
ber 2014).
Lydersen, K. (2009) Revolt on Goose Island: The Chicago
Factory Takeover and What it Says About the Economic Cri-
sis. Brooklyn: Melville House Press.
Malabarba, G. (2013) L’autogestione conflittuale del lavo-
ro. In Bersani, M. (ed.) Come si esce dalla crisi. Rome: Edizioni
Alegre.
Marfleet, P. (2013) Egypt: the workers advance. Internati-
onal Socialism, 139, online version, 4 July. Available at www.
isj.org.uk/?id=904 (accessed 18 November 2014).
Mastrandrea, A. (2013) Roma – Officine Zero, la fabbrica
riconvertita. Il manifesto. Available at http://www.globalpro-
ject.info/it/in_movi-mento/roma-officine-zero-la-fabbrica-
riconvertita/14424 (accessed 20 November 2014).
Ness, I. And Azzellini, D. (2011) Oursto Master and to
Own: Workers’Control from the Commune to the Present.
Chicago: Haymarket.
New Era Windows Cooperative (2013) Ourstory. Avai-
lable at http://newerawindows.com/about-us/our-story (ac-
cessed 18 November 2014).
Occorsio, E. (2013) Le fabbriche ripartono senza padrone.
La Republica. Le Inchieste. 17 June. Available at inchieste.
repubblica.it/it/repubblca/repit/2013/06/17/news/le_fabb-
riche_autogestite_ripartono_senza_padrone-61256995/ (ac-
cessed 18 November 2014).
Revelli, M. (1997). La Sinistra Sociale. Torino: Bollati Bo-
ringhieri.
Sitrin, M. And Azzellini, D. (2014) They Can’t Represent
Us!: Reinventing Democracy from Greeceto Occupy. London and
New York: Verso.
Slaughter, J. (2012) UE occupies Chicago Window plant

110
again, and wins reprieve. Labor Notes. 24 February. Available
at http://www.labornotes.org/2012/02/ue-occupies-chicago-
window-plant-again-and-wins-reprieve (accessed 18 No-
vember 2014).
Söylemez, A. (2013) Kazova resistance end swith victory.
Bianet. 20 November. Available at www.bianet.org/english/
labor/151460-kazova-resistance-ends-with-victory (accessed
18 November 2014).
Söylemez, A. (2014) Kazova factory to make jerseys for
Cuba, Basque Country. Bianet. January 22. Available at www.
bianet.org/eng-lish/labor/152996-kazova-factory-to-make-
jerseys-for-cuba-basque-country (accessed 18 November
2014).
The Working World (2013) New Era Windows. Avai-
lable at http://www.theworkingworld.org/us/ex-republic-
windows-and-doors/ (accessed 18 November 2014).
Troisi, R. (2013) Le imprese recuperate in Europa. comu-
neinfo. 11 November. Available at comune-info.net/2013/11/
le-imprese-recu-perate-europa/ (accessed 18 November
2014).
Umul, F. (2013) Für ein Leben ohne Chefs! ak – analyse&
kritik, 587, 15 October. Available at http://www.akweb.de/
ak_s/ak587/07.htm

111
ÜÇ

İşçi Meclisleri: İşçi Örgütlenmelerinde Yeni Oluşumlar


ve Kapitalizme Karşı Mücadele
Elise Danielle Thorburn

2 008’DEN beri dünyayı saran ve tekrarlayan küresel eko-


nomik krizler, hem kapitalizmin hem de Sol’un çıkmazda
olduğunu göstermektedir. Hardt ve Negri’nin “Çokluk”unun
hayal ettiği spontane ve temel komünizm kehaneti çıkmadı.
Hardt ve Negri (2004)’ye göre “Çokluk”, hem küresel ve ileri
teknolojik sermaye zamanlarında ortaya çıkan ‘radikal özneyi’
hem de bu öznenin örgütlenme olasılığını tanımlar. Mama-
fih, 2008’de, sermayenin zayıfladığı bir dönemde, ekonomik
sisteme amansızca saldırmak için “Çokluk” ayaklanmadı. Ay-
rıca, otonomist kuramın uzun süre iddia ettiği gibi, 2008 kri-
zi işçiler tarafından sürdürülen mücadele döngüsü sonucu da
çıkmadı. Tersine, sınıf savaşının bir tarafından ses seda yoktu;
işçi sınıfı cılız bir görüntü sergilerken, sermayenin gazabına
uğruyordu. Sermaye son beş yıldır, dünyaya istediği gibi yön
veriyor. Finansal ve kapitalist sınıf, her geçen saniyede serve-
tine servet katarken, işçi sınıfı daha kötü ekonomik darboğaz-
lara saplanıyordu. Neredeyse Yeni Düzen (1933-1938 yılları
arasında ABD’de, ağırlıklı ekonomi olmak üzere, uygulanan
bir program) öncesi işçi-işveren ilişkilerine dönen dünya ve

113
sermaye, 2008’den beri (özellikle Kuzey Amerika’da) değişti ve
bu değişimle birlikte sınıf kompozisyonu da değişti. 20. yüzyı-
lın başlarındaki Batılı endüstriyel işçi sınıfı ne ise, 1960’lar ve
1970’lerin işçi sınıfı o değildi; yine aynı şekilde önceki yüzyı-
lın ortalarında Kuzey Yarımküredeki işçi sınıfının kompozis-
yonu, bugünkü işçi sınıfı ile aynı değil.
Sınıf kompozisyonu kuramı, 20. yüzyılın ortalarında İtal-
yan otonomist düşünürlerce geliştirilmiş ve aslında Marx’ın
“sermayenin organik kompozisyonuna” karşıt bir uyarlama-
dır. Kuramsal düzeyde ise, işçiler tarafından sürdürülen sınıf
mücadelesinin merkezi ve tarihi önemine bir geri dönüşü
temsil ediyor. Diğer Marksist kuramlar sermayenin önemine
odaklanırken, bu kuram, işçi sınıfının bakış açısından başlıyor.
Kuram, “işçi sınıfının toplumsallaştırma sürecine ve sermayeye
karşı muhalif eğiliminin, mücadelede, tabandan gelişiminin ya-
yılması, birleşmesi ve genelleşmesine” atıfta bulunuyor (Negri,
1991: xi). Sınıf kompozisyonu, emeğin politik gücü ve örgüt-
lenmesini tanımlar, çünkü emek, sermaye karşısında muhalif
olarak konumlandırılır. Ayrıca bu kuram, emeğin teknik kom-
pozisyonunun, (emek gücünün kapitalist düzenlemesi) işçiler
arasında belirli fırsatlar yaratan davranış kalıplarına karşılık
geldiği bir yöntemdir. Bu kuramla, tarihin değişik koşulların-
da çeşitli eylem ve örgütlenme şekillerinin okunması mümkün
oluyor(Cleaver, 1998; Negri, 1991; Nunes, 2007). Böylece,
mücadele şekilleri, işçi sınıfına özgü bir bakış içinden açıkla-
nıyor. Bunun aktivistler için anlamı şu; işçi sınıfı kompozisyo-
nundaki değişikliklerle birlikte, sınıf mücadelesinin taktikleri,
stratejileri ve örgütsel yapıları değişir. Özellikle belirtmek is-
tediğim husus: önceden yaygın olan sınıf mücadelesinin ör-
gütsel tarzlarının (özellikle hem devrimci hem de parlamenter
parti modeli, öncü ve bürokratik işçi sendikası modeli), artık
ne işçi sınıfının siyasi faaliyetinin ayrık temsilcileri ne de işçi
sınıfı mücadelesinin baskın formu olarak görülmemeli. Bilakis,
gelişmekte olan siyasal bir kuruma dikkat çekmek istiyorum;

114
meclis.7 Sınıf kompozisyonları ve kullanılan taktikler arasında
keskin bir ayrım yapma niyetinde değilim- görülüyor ki bir
form, model ve çağdan öbürüne akış var. Asıl merak ettiğim
şey, günümüz işçi denetim hareketlerinden ne anladığımıza
ilişkin olarak mücadele döngülerinde kendimizi nerde gördü-
ğümüz. Daha açık ifade etmem gerekirse, uzun ve kati ayrışma
döneminden sonra, işçi sınıfının Kuzey Yarımkürede yeniden
yapılanmasının oluşum aşamasındayız. Occupy (İşgal Et) ha-
reketinin genel meclisleri, 2012 Quebec öğrenci grevinin ma-
halle ve öğrenci meclisleri, Toronto İşçi Meclisi (TİM) (bu
bölümde inceleyeceğim örnek) ve genel olarak meclis formu,
işçi denetimi hareketinin ileriye yönelik, yeni yöntemlerinin
belirtileridir. Ortaya çıkan bu yapılar, yepyeni kurumlar değil.
Geçmişteki mücadelelere çok şey borçlular ve kendi tarihle-
rinden öğrenecekleri şeyler var.
Günümüzde oluşturulduğu gibi -özellikle birçok Occupy
hareketinde, meydanları ele geçirmede ve kemer sıkmalara
karşı halk protestolarında- TİM, ne BM genel kurulunun ba-
yat temsili politikalarına ne de birçok devletin parlamento-
suna kesinlikle benzemiyor. Demokratik uygulamaları derin-
leştirip geliştiren çağdaş meclis, basit temsiliyet politikalarını
kabul etmiyor. Burada belirtildiği gibi “meclis”, ne parti, ne
çokluk ne de yığındır; bilakis, ayrıntılı şekilde tanımlanmış,
direniş ve yaratım halinde tabandan toplanan işçilerin oluştur-
duğu devrimci bir yapıdır. Bu yapı, yönlülük ve cesaret gibi be-
lirgin amaçlarla, disiplinli ve entegredir. Meclis, yeni bir siyasi
form oluşturmak için, çeşitli siyasi eğilimlerin kaynaşmasın-
dan meydana gelir. Marks’ın Komünist Manifestosu’ndaki ta-
rafsız işçilerin partisine benzer şekilde, “dağılmış yönlülüğün
öz örgütlü organı” (Dyer-Whiteford, 2011: 135) olarak ad-
landırılabilir. Meclis, sermayenin kurumlarını yıkıp bozmak ve
demokratik altyapıda toplanmış yeni deneyimlerin, yeni ku-
rumlarını yaratmak ve inşa etmek için çalışır. Mecliste ortaya
çıkan deneyimler ya da meclis politikaları bunu doğruluyor.

7. Aslında meclisin, yeniden bir oluşum olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü meclisler,


siyasi mücadeleyi örgütlemenin yeni bir formu değil. Bugünkü meclisler ve onların
tarihi muadilleri arasında önemli farklılıklar da mevcut.

115
Meclis, örgütlenmenin özgün bir şekli olarak ortaya çıkıyor.
Dahası meclis; tamamıyla yeni işçi öznelliğinin, Hardt ve
Negri’nin kör topal “çokluk” olarak adlandırdığı (çağdaş kapi-
talizmde sınıf kompozisyonu tezahürünün son hali) şey ya da
Dyer-Witheford’un küresel işçi dediği şeyin sınırlarının öte-
sine geçen bir olgudur(Dyer-Witheford, 2010).8
Bu bölümde yaşadığım ve çalıştığım yer olması itibariyle
Kanada’da gerçekleşen (aslında bir yönüyle hala etkin olmaya
devam eden) farklı bir tecrübeyi anlatmaya ağırlık vereceğim.9
Ancak, Kuzey Amerika’daki durumun münferit ya da istis-
nai olduğu gibi yanlış bir kanaat içinde de değilim. Occupy
hareketinin, Quebec’teki öğrenci grevlerinin, TİM’i örgütle-
yen işçi komitesinin ve Güney Amerika’daki işçi ve hareket
meclislerinin örgütlenme yapısının esası olan meclis modeli;
Atina, Madrid, Kahire ve Quebec meydanlarında benzer alt-
yapıdaki projelerle eş büyüklüktedir. Sınıf kompozisyonunun
yeni döneminde meclis projelerinin dünyada hızla yayılması,
örgütlenmenin gelişen şekline işaret ediyor: olası bir müşterek
altyapıya delalet eden ve içinde bulunduğu tarihsel koşullara
has ama tarihsel bir geleneği de olan yeni bir örgütlenme şekli.
Ortak örgütlenme modeli olarak meclis, kapitalist tarih bo-
yunca, birçok solcu örgüte özgü parti/sendika bağlantısından
kaçınır, ama bu örgütlenme modellerinin miadının dolduğu
anlamına gelmiyor. Ancak hareket politikalarını canlandırmak,
demokratik faaliyetler için kararlı modeller yaratmak ve dev-
rimci örgütlenmeye yeni bir ruh vermek için yeni deneyimler
lazım. Günümüzde öncü parti ve kitle gibi eski siyasi kavram
ve uygulamaların hegemonik olarak tekrar ortaya çıkmasına

8. Meclis politikalarındaki son dönem tecrübelerinden birkaç tanesi; Dünya Sosyal


Forumu ve ABD Sosyal Forumundan çıkan Halk Hareketi Meclisi, Güney Hreket
Meclisi, Güney İşçi Meclisi, Halk Meclisleri İşbirliği, daha çok bilinen ifadeyle Oc-
cupy Meclisleri, Quebec Akçaağaç Baharı’ndaki öğrenci ve mahalle meclisleri ve bu
makalede ele alınan Toronto İşçi Meclisi’dir. Liste tam değil ama yazım esnasında
çoğu son 12-18 ayda olmak üzere son 10 yılda gelişen meclis projelerini örnekliyor.

9. Toronto nüfusunun tamamen yarısı Kanada dışında doğmuştur ve Toronto nü-


fusunun %47’si kendini belirgin azınlık nüfus olarak görüyor. Kanada İstatistikleri
tarafından belirgin azınlık şöyle tarif edilir: “Aborjin halklar dışında ırk olarak Kafkas
ve renk olarak beyaz olmayan kişiler” (Chui ve Maheux (2013).

116
veya işçi sınıfının tabandan gelen mücadelesine müdahale et-
mesine izin verilmemeli. Negri’nin (1988) sınıf kompozisyonu
analizinde, kitle işçisinden toplumsal işçiye geçişle ilgili bah-
sinde aydınlatmaya çalıştığı şeyin üstünde durmalıyız: kitlesel
düzeyde var olan başlangıç aşamasındaki yeni değerler siste-
mi, komünist bir geleceğin inşası için görüş ayrılıklarını amaca
uygun hale getirebilir.
Bu makalede, meclisin çağdaş sınıf kompozisyonunda ör-
gütlenmenin gelişen bir şekli olduğunu ortaya koyuyorum.
Genel olarak meclislerin fırsat tanıdığı önceden tasarlanan
olanakları görmek için TİM’in politika ve uygulamalarını in-
celiyorum ve bu meclisin somut olarak nasıl işlediğini gös-
termek istiyorum. Ayrıca bu örnekler dışında yeni otonomist
siyasi hareketlerin olasılığını nasıl kuramsallaştırabileceğimizi
belirtmek istiyorum.
TİM, henüz oluşum aşamasında ve deneysel siyasi bir form
örneğidir. TİM, farklı aktörleri bir araya getiren, uzlaşmaz gö-
rünen hizipçi ayrılıkları uzlaştıran ve küreselleşme karşıtı ha-
reket sonrasında ortaya çıkan eleştirilerle mücadele eden bir
projedir. Kendimizi içinde bulduğumuz mücadele, işçi meclis-
leri olsa da olmasa da devam edecek. Ama bu projenin üstü-
ne koyarak ilerlersek, onu inceler ve işçi sınıfının makul siyasi
yeniden yapılandırılması olarak yayarsak, bu mücadeleleri bir
üst seviyeye çıkarma imkânı elde ederiz; muhtemel devrimci
seviyeye.
TİM, değişik fikirdeki birçok aktivist ve antikapitalist ve
solcu toplumsal hareket örgütleyicisi ile bir dizi istişareden
sonra 2009 sonbaharında kuruldu.10 Özellikle bir otomobil
tesisinden işçi hareketi aktivistleri ve toplumsal hareket odaklı
Yoksulluğa Karşı Ontario Koalisyonu içerisindeki örgütleyi-
ciler arasındaki bu istişareler, değişik aktivist proje ve işçi ha-
reketi arasındaki farklılıkları aydınlatmaya çalıştı. Bu iki güç
arasında daha güçlü bir dayanışma ilişkisi nasıl oluşturulabilir
sorusunun cevabı arandı. Ayrıca sınıf ve diğer baskı şekilleri
ile toplumun kendi kaderini tayin etmesi arasındaki ilişki in-
celendi. Amaç, farklı bir örgütlenme türü oluşturmaktı. İşçi

10. Meclis oluşumunun başlangıç yıllarında varlardı, 2009-2012.

117
meclislerinin tarihi çokça bilinmediğinden ve nadiren tartış-
ma konusu olduğundan, birçoğu tarafından yeni olduğu düşü-
nülen bu örgütlenme türü, sosyal demokrat politikaların solu-
na yeni bir siyasi alan oluşturacaktı. Ama daha geniş ölçekte
sosyalistlerden anarşistlere ve işçi hareketi aktivistlerinden
toplumsal hareket örgütleyicilerine kadar radikal solu kapsa-
yacaktı. İşçi meclisleri genel olarak antikapitalisttir. Meclisler,
farklı ve genelde birbirinden bağımsız aktörler için bir fikir ve
eylem alanıdır. Bu alanda parçalanmış mücadelelerin sınırla-
rı etrafında tartışmalar geliştirilebilir ve bu sınırları irdeleye-
cek daha geniş bir işbirliği kurmak için çalışmalar yapılabilir.
Mecliste üyelik bir tek bireylere açık, mevcut sendikal örgüt-
lenmelere değil. Buna karşılık, kişi meclise özgürce girmeli ve
kendi işyerinde örgütleme için çalışmalı. İşyeri komiteleri ya
da işyeri temsilcileri yoktur. Onun yerine, işçiler sadece işçi
olarak seçilir, belirli iş alanları ile ilişkilendirilmezler. TİM bu
yönüyle tarihe geçmiş meclislerden farklı, çünkü onlar genelde
belirli işyerlerinde kökleşmişlerdi. TİM, birbirini başka türlü
göremeyecek işçileri bizzat bir araya getiriyor. Onları, emek
örgütlenmesinin, hala merkezi ve düzenli olduğu emek gü-
cünün eski kesimleriyle birleştiriyor. Böylece, üretimin yeni
formlarında değişen sınıf ve emek kompozisyonuna, artan
ileri teknoloji kullanımına, desantralize edilmiş işyerlerine bir
karşılık veriyor.
Meclis birçok şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor:

1. Sendikalı işçilerin, sendikasızların, işsizlerin, geçici ve


kısmi zamanlı işlerde çalışanların ve diğer istikrarsızlık hal-
lerinin, fakirlerin, öğrencilerin ve toplumsal aktivistlerin ortak
sınıf çıkarlarına dayalı bir örgütlenme oluşturmak ve sürdür-
mek.

2. Mücadelede birlikte çalışmak ve güçlü, uygulanabilir,


anti-kapitalist bir siyasi hareketin inşasına katkı vermek için,
sosyalistler, anarşistler, komünistler, otonomistler ve diğerleri
için anti-kapitalist solda müşterek bir dayanak geliştirmek.

118
3. Görüşme, tartışma, analiz ve mücadele merkezi oluştur-
mak. Kriz tedbirlerine karşı direniş geliştirmek, mücadeleyi
hep üst seviyelere taşımak.

4. Mevcut hareketlere destek ve katılım, örgütler arası di-


yalog için alan geliştirmek, sendika işçilerinin kendi sendika-
larının dışında ve içinde radikal örgütlenmeye katılması için
bir nokta olmak.

5. İşçi iktidarı, işçi denetimi, işçi sınıfı öznelliği anlayışını


ve genç ve yaşlı işçiler, yeni ve tecrübeli aktivistler arasında
dayanışmayı genişletmek.

Her ne kadar birçok meclis katılımcısı, farklı başarı sevi-


yelerinde, etkileyici hareket ve siyasi projelerde yer almışsa da,
şunu kabul etmenin de zamanı gelmiştir: “direniş kapasitemiz,
karşı durduğumuz şeyle boy ölçüşecek denklikte değil”(TİM
vizyon ifadesi). Aktif şekilde hareket halinde olmasına rağ-
men, toplumun boyunduruk altındaki kesimi sınıf savaşında
etkin bir mücadele veremedi ve Sol’un tarihi başarısızlıklarla
dolu. İşçi meclisleri, bu başarısızlıkları irdelemeye çalışıyor ve
umulduğu gibi işçi denetimi hareketlerinin büyümesine yol
açacak, farklı işçiler arasında bir tür siyasi bilinç alanı sunuyor.
Uzun süren iç tartışmalar, meclisin ana öğelerindendir. Bu
tartışma ve diyalog zorunluluğu, sonuca ulaşmayı yavaşlatan
bir süreç olabilir ama karar verme sürecinin tümden raydan
çıkmasını gerektirmiyor. TİM toplantıları, genel olarak solda
ayrıca düzenlenmeyen tartışma forumlarıdır. 300’ün üzerin-
deki üyesiyle meclis, oybirliği ilkesiyle çalışmıyor, onun ye-
rine karar verme aracı olarak oylamayı kullanıyor ama bunu
mümkün olabildiğince en açık ve demokratik yöntemle ya-
pıyor. Genel kurul, meclisin en üst düzey mercidir ve hiçbir
karar, tartışılıp görüşülmeden ve bütün meclis tarafından
oylanmadıkça ne verilebilir ne de geçebilir. Böylelikle meclis
politikaları, daha hibrid modeller lehine, dikey ve yanal ör-
gütlenme arasındaki ikilemi etraflıca düşünmeye başlar. İşçi
denetiminin kurumunu geliştirme örgütlenmesi, farklı insan

119
ve grupla çalışmayı gerektirdiğini açıkça kabul etmek lazım.
Öbür taraftan da uygulama, tartışma ve eylem yoluyla aralık-
sız mücadeleye bağlılığı sürdürmeliyiz. Bu durumda meclis,
siyasi iletişimin güçlendirilmesini en iyi şekilde sağlar. Eğer
entegrasyon ve diyaloğu, hem kendi bakış açımızı hem de baş-
kasının bakış açısını değiştirme olasılığına dayanan durumsal
müzakereler dizisi olarak görürsek, “meclis”e, lehte veya aleyh-
te olma arasında keskin hatlar oluşturma ihtiyacı hissetmeden
bu mantıklı ve pratik geçici beraberliğe dayanak oluşturur ve
iyilikle kötülük arasında ayrımı ortaya koyar.
TİM arada geçen 4 yılda, 300 civarında üye ile zirvesine
ulaştı ve birçok özerk fakat bağlı komite ve kampanyayı bün-
yesine kattı. Meclis, açık oy yapısı ve açık komite çalışmasıyla,
doğrudan demokratik ve yatay şekilde örgütlendi. Tüm yetkiler
bir bütün olarak meclisin elindedir. Meclis işlerinin çoğunlu-
ğunu, kampanya ve komiteler yapıyor. Bu kampanya ve komi-
teler şunlardır: bedava ve erişilebilir toplu taşıma kampanyası
(ücretsiz taşıma mücadelesi veriyor), kamu sektörünü savunma
komitesi (Toronto’da kamu sektöründeki işçileri vuran özel-
leştirme furyasıyla baş etmek için örgütlendi), feminist dava
komitesi (sermaye analizine feminist bir bakış açısı getiriyor,
özellikle çocuk bakıcılığına para yardımı konusunda). Ayrıca
bir motorlu birlik, kültür komitesi ve yönetim kurulu olarak
çalışan koordinasyon komisyonu da var. Dolayısıyla meclis sa-
dece basit bir sürecin ötesinde, işçi iktidarı ve muhalefetin dev-
rimci kurumlarını oluşturmaya çalışan etkin bir yapıdır. Mec-
lis, Hardt ve Negri’nin çokluk olarak tanımladığı farklı ve hete-
rojen kişileri bir araya getiriyor ve bu çeşitlilik yoluyla, tam bir
fikir birliği olmasa da, yapacağı siyasi eylemlere dayanak olan
ortak bir çevre oluşturmaya çalışıyor. Meclisin heterojenliği
(örneğin hizipçi bölünmeler, ırk ve sınıf farklılıkları) asla yok
edilmiyor, aksine yaratıcı bir güç olarak kullanılıyor. Böylece
meclis, Hardt ve Negri’nin Çokluk’unun yapacak dediği şeyleri
yapıyor: bu durumla alakalı olarak, gelecek siyasi öznelliğe

120
işaret ediyor.11
Meclis politikasındaki bugünkü yükselişin emsalleri mev-
cut. Tepeden tabana siyaset yürüten partilere, öncüllere ve par-
lamenterizme direnen örgütlenme şekilleri olmuştur. Atina
demokrasisi, sadece erkek vatandaşlardan teşekkül bir meclis
olan Ecclesia’yı kullandı ve konsey komünist hareketinin işçi
konseyleri, ismen olmasa da şeklen meclisti. Son zamanlar-
da, 1970’lerin sonlarında İspanya, kendini “proleteryanın ba-
ğımsız tezahürü” (Amoros, 2011: n.p.) olarak tanımlayan işçi
meclisi hareketinin yükselişine şahit oldu. Hareket, bu ülke-
deki sınıf mücadelesinin fiziki ispatı oldu. İspanya’daki meclis
hareketi, ne sadece Franco’nun diktatörlüğü ve onun gerici
politikalarına karşı bir hareket, ne de onu yerinden edenlere
bir destek hareketiydi. Bu hareket, “işçileri engellemeye ça-
lışan burjuva politikalarını kapsayan tüm sömürü şekillerine
karşı bir başkaldırı” (Amoros, 2011: n.p.) ve liberal kapitalist
sisteme dâhil olarak, daha Avrupai toplumsal kölelik şeklini
dayatmaya çalışan Franco-karşıtı muhalefet gruplarına karşı
direnişi kolaylaştıran bir harekettir. Öncü particiliği, seçim
politikalarını ve sendika reformizmini reddeden meclis hare-
keti, bunların yerine kendine has özel mücadele yöntemleri
olarak, dayanışma, öz-savunma, doğrudan diyalog ve genel
grevi ikame etmeye çalıştı. Ayrıca, solda demokratik uygula-
ma etkinlikleri için bir yer önerisinde bulundu. Meclis hare-
keti, başlangıçta belirgin bir hareket olmamasına rağmen, kısa
zamanda hızla, işçilerin olağan çıkarlarını savunan kurumlara
ve emek sorunlarının tartışıldığı ve istihdam meselesi ile il-
gili stratejilerin oluşturulduğu yerlere dönüştü. İspanya’daki
işçi meclisleri bir anlığına bağımsız ve devasa kuvveti ve bariz
imkânlarla dolu gerçek bir güç oldu.

11. Hardt ve Negri biyopolitik üretimi, fabrika ortamındaki kitlesel üretimden uzak-
laşan üretimin yeni yapısı ve entelektüel ve iletişimsel emek gücünü de içeren artı
değer üretiminin maddi olmayan biçimlerine yoğunlaşma olarak görür. Yeni meclis
hareketlerini kavramsallaştırmak için bu önemli çünkü biyopolitik üretim direniş için
yeni bir alana işaret eder. Artık sadece fabrikalarla sınırlı kalmayan direniş alanları iş-
çinin bedeni, evi ve toplumsal alanı oluyor. Biyopolitik üretim rejiminde bütün işçiler,
toplumu tanımlayan ilişki unsurlarına dâhil olur ama aynı zamanda “bütün iş uygu-
lamalarında itaatsizlik ve isyan potansiyeli geliştiren önemli unsurları” da harekete
geçirir(Hardt ve Negri, 2000: 28). Hem üretim hem de gündelik işlerdir.

121
İspanya’daki meclis hareketi sonunda yenildi ama bu fik-
riyat hiçbir zaman tamamen yok olmadı. Kırmızı (ve siyah)
bayrağı, birçok işgal, gösteri ve dünya genelinde gerçekleşen
eylemlerde siyasi karar verme kurulları olarak tekrar ortaya
çıkan meclislerde dalgalanıyor. Ama özellikle de bu bayrak,
uygulanabilir bir siyasi güç olarak (gelişim aşamasında ve doğ-
makta olan yeni bir siyasi form) meclis modelinin tekrar can-
landırma ihtimaline öncülük eden, işçi-sınıfı politikaları üze-
rine yeni görüşler ortaya koyan ve tarihsel olarak işçi hareketi
olarak itibara alınmayan diğer siyasi hareketlerle iç içe bir yapı
olan TİM’de dalgalanıyor.
Burada feminist hareket komitesi çalışmaları önem kaza-
nıyor. Bu komite iç politikalara yoğunlaşmamasına rağmen,
sol cenahta bile kendini gösteren ataerkil eğilimlere kafa yor-
maya çalışan ve bu temel düzeydeki ataerkilliği azaltmak için
çaba göstermeyen politikalara meydan okuyan önemli bir alan
oluşturma girişiminde bulunuyor. Feminist hareket komitesi,
cinsel istismarla baş etmek için toplumsal sorumluluk süreç-
lerini ortaklaşa inşasına katılmak üzere Toronto’daki diğer fe-
minist gruplarla birleşti. Bütün diğer şehir ve siyasi alanlarda
olduğu gibi, Toronto’daki sol cenahta da cinsel istismar vaka-
ları meydana geldi (ataerkil gelenekler ve baskı belki de üste-
sinden gelinmesi en zor engellerdir) ve hiçbir örgütlenme tek
başına bu konularla etkin şekilde mücadele edemedi. Bu yüz-
den, ataerkil baskıya karşı ortak bir karşılık geliştirmek için,
farklı örgütsel çizgilerden insanlar bir araya gelmeye başladı.
Feminist hareket komitesinin uğraştığı işçi meseleleri; cinsel
şiddet, eş ve aile içi şiddet gibi konular ve bu hareket, diğer
işçi denetimi mücadeleleriyle eşit düzeyde muamele görmek
için ısrarcı olmalı. Kadınların da işçi olması hasebiyle, eğer işçi
denetimi, kadınların kendi bedeni üzerinde kontrolü sağlama,
ilişkilerine, evlerine ve kişisel alanları üzerinde kolektif dene-
tim hareketleriyle işbirliği içinde olmazsa bir anlamı kalmaz.
Feminist hareket komitesi, üretim ve günlük ev işleri alanları
arasında ve kapitalist fabrika ile toplumsal fabrika arasında bir
ayrım gözetmez. Eğer işçi denetimi hareketi kapitalizmi yık-
mak ve devirmekle uğraşıyor ve eğer kapitalizm bir toplumsal

122
ilişkilenmeyse, o zaman kapitalizm içerisindeki tüm toplum-
sal ilişkiler, işçi mücadelesinin parçası ve alanı olarak görül-
meli. Böylelikle, TİM’in bir parçası olarak feminist hareket
komitesi, hayatın tüm alanlarında işçi denetiminin ne anlama
geldiğine dair anlayışımızı artırıyor.
TİM’in bir başka amacı da farklı kesimlerdeki işçi sınıfını
bir araya getirmek, “neoliberal politikalar ve iş piyasalarının
baskısıyla” (Rosenfeld, 2011: n.p.) bölünmüş kesimler; hem
ideolojik hem de fiziki ayrılma. TİM’in de belirttiği gibi, To-
ronto’daki birçok işçi sınıfı topluluğu şehir merkezinin çevre-
leyen kenar mahallelerde bir birinden kopuk haldeler. Ücretsiz
ve erişilebilir ulaşım kampanyası benzeri kampanyalar, yeter-
siz ulaşım altyapısından dolayı merkezdeki siyasi örgütlenme-
den kopuk yaşayanlarla etkileşim içerisine girmek için kenar
mahallelerin iç kısımlarında yoğun çabalar sarf ediyor.
Yeni, post-Fordist işgücünün de parçası ve alanı olan bu
ayrılıklar, bizatihi işçi sınıfının kendi içinde garez oluşturuyor,
çünkü kemer sıkma dönemlerinde işçiler, karın tokluğuna ça-
lışan işçilere karşı hoşgörüsüz davranıyor. Örneğin, daha yük-
sek maaş ve büyük menfaatlerle çalışan, sendika korumasın-
daki işçi aristokrasi mensubu olarak görülenler, işçi sınıfının
zenginliği ve lumpen proleter siyasi oluşumu önünde bir engel
olarak düşünülür. Bu yüzden bu kesim, farklı bir tür sınıf düş-
manı olarak algılanıyor. Sözgelimi, Toronto’da işçilerin nüfus
yapısı çok karışık. Sanayiye dayalı- çoğunlukla otomotiv ima-
latı- yapı önemli ölçüde azalmış, onun yerine başat ekonomik
alanlar, finans sektörü, gayrimenkul ve kamu hizmetleri ol-
muştur. İşçi sınıfının kendisi “oldukça parçalı gruplara: inşaat;
pahalı imalatçılık; ucuz imalatçılık; finans hizmetleri grubu;
perakende merkezleri ve eğlence kompleksleri” (Rosenfeld,
2011: n.p.) ayrılmıştır ve bu bölünmeler aynı zamanda olduk-
ça ırkçı ve cinsiyetçi. Hali hazırda kamu sektöründeki işçilere
destek ürkütücü şekilde düşük, büyük ölçüde bu iç sınıf sa-
vaşının sonucu. Son on yılda Toronto şehrinin genelinde reel
ücretler azalmıştır (Hulchanski et al. 2005), çünkü daha fazla
iş giderek dışarıdan temin edilmiş, özelleştirilmiş ve yeniden
yapılandırılmıştır.

123
Toronto’da sayıları fazla olan göçmenler, ticari kapitalist sı-
nıfın ana unsurunu oluşturuyor olabilir, ama aynı zamanda da
“giderek artan düşük ücretli ve istikrarsız işçi sınıfının” (Ro-
senfeld, 2011: n.p.) büyük kesimini de oluşturuyor, göçmen
kadınlarda bu durum katmerli bir hal alıyor. Bu durumda şahit
olduğumuz şey, mücadele döngüleri değil, aksine ayrışmaları-
dır. Çalışanların hakları, işsizlerin haklarıyla zıt konuma geçi-
yor; sendikasız düşük maaşlı işçiler, sendika destekli belediye
işçilerine kin güdüyor; sıkışmış orta sınıf göçmenlere karşıt
tutum alıyor; vergisini ödeyen özel sektör, “asalak” kamu hiz-
metlerini karalıyor ve onunla rekabet ediyor. Mevcut gidişat,
mücadele döngülerinin yeniden-oluşumuna yönelik değil, ak-
sine mücadeleyi bozan bir karşıtlığa doğru ilerliyor ve meclis
hareketinin -bilhassa MİT- müdahale etmeye çalıştığı gidişat
bu.
Sendikalar reformizme doğru yöneldikçe, radikal toplum-
sal hareketler, örgütlü iş gücünden kopanlarda oluşan gev-
şekliği toparlamaya çalıştı. Ancak bu hareketler, sınıf gücünü
hareketlendirmek için, sendikaların gücü, etkisi ve uyumuyla
rekabet edebilecek kurumlar oluşturmayı henüz başaramadı.
Böylelikle işçi sınıfının iç ayrılıkları - bir de sınıf ilerlemesi,
zenginliği ve gücünün kaynaklarından giderek uzaklaşması-
TİM’i örgütlenme şekli olarak zaruri kılarken, öbür yandan
da işçilerin mücadelelerini tesis etmek için de bir yol oluyor.
TİM, sınıf analizine kararlılıkla bağlı temel bir örgütlülük
sağlarken, işçi sınıfı bünyesine dâhil olan farklı tecrübeleri de
kabul ediyor.
TİM, kamu sektörünü savunma komitesi aracılığıyla mev-
cut emek örgütleriyle işbirliği kurmaya çalışıyor. Resmen sen-
dikalarla bağı olmayan ve düzgün bir işi olmayanlarla da adil
ve erişilebilir ulaşım kampanyası ve feminist hareket komitesi
kanalıyla bağlantı kuruyor. Böylece TİM, hem sermayenin sı-
nıf analizini merkeze alan hem de toplumsal fabrika boyunca
yayılan kapitalist sömürünün saçaklarını görebilen karışım bir
örgütlenme oluşturma yolunda ilk adımı atıyor -ve karışım bir
hareket-; yönlülük ve kuvvetle çokluk.
Eğer meclis, kapitalist iktidara uygun ve ciddi bir tehdit

124
olarak işlev görmek istiyorsa, kendi örgütsel şekli ve radikal
Sol’un ideolojik başarısızlığını bütünleştirme üzerinde düşün-
meye eşit oranda enerji sarf etmeli. Leninizm ve eski komü-
nizm örgütsel olarak devlet iktidarının kontrolüne dayalı ku-
rumlar inşa edip devamlılıklarını sağlayabilirdi. Buna karşılık,
meclisin amacı, otoriter olmayan uyumlu bir komünizmi dile
getirmektir; tartışma ve müzakerelerin yapılabildiği, politika-
ların oluşturulabildiği ve büyük üye kitlesinden yön alabilen
bir yapı kurmak. Çünkü böylesine uzun dönemli bir program
için bütün bunların hepsi gerekli. Bu uzun dönemde bizatihi
meclisin çalıştığı iki şeyi gerektiriyor, (i) hem işçi sınıfından
insanlar arasındaki hem de heterojenliği devam ettirirken si-
yasi kesimler arasındaki ayrılık ve sınırları ortadan kaldırmak
ve (ii) yeni halkın toplumsal geleceğini merkeze alarak, başa-
rılı devrim rüyası noktasını geride bırakan mücadele döngüleri
sağlamak için halkın kalıcı yapı ve kurumlarını inşa etmek. Bu
görevlerden bazıları, Herdt ve Negri (2004) ve Virno (2004)
tarafından incelendiği gibi çokluk kavramı etrafında ele alın-
mıştır.
Hardt ve Negri’nin, Empire (İmparatorluk) (2004), Mul-
titude (Çokluk) (2004) ve Commonwealth (Ulus) (2009) adlı
kitaplarında öne sürdüğü çokluk kavramı, biyopolitik kapita-
lizmde işçi sınıfının siyasi kompozisyonunu ele geçirmek an-
lamına gelir. Bu kavrama yönelik eleştirilerde, işin içini boşalt-
tığı, özellikle de gündelik ev işlerini ve cinsiyetçi vasfını, gibi
iddialar var. Yanı sıra, kavramla bağlantılı duyuşsal ve maddi
olmayan emek nosyonları, maddiyatı değil duyguları gerekti-
ren çağdaş bir emek varsayımında bulunuyor (Federici, 2012).
Federici aşağıdaki örneği vererek bu nosyonları şiddetle eleş-
tiriyor, “yaşlı bakımı, insanların her gün tekrarlanan işleriyle
tam bir uğraş gerektirir, böyle bir ilişki “maddi olmayan” olarak
görülemez”(Federici, 2012: 122). Bununla birlikte, çağdaş bi-
yopolitik üretim rejiminde sınıf kompozisyonu olarak çokluk
nosyonları, günümüz hareketinin teknolojileri kendiliğinden
komünizmi oluşturduğunu iddia eder, ancak şunu göz ardı
eder:

125
Hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz yardım ve kaynaklar
olmadan en zor zamanlara göğüs gelenlerimizden başlayarak
aramızda geliştirebildiğimiz işbirliği, toplumumuzda gizli ka-
lan ama yaygın bir işkence şeklidir(Federici, 2015: 125).

Çokluk kavramının yetersizlikleri pek çok ve çeşitlidir. O


halde, bu yetersizlikler bize, misal mecliste bulduklarımıza
benzer, daha yaygın ve doğrudan mücadele şekillerini düşün-
memize yol açabilir. Diğer yandan, bu kavram bazı şekillerde
faydalı da olabilir: Virno (2004) ve Hardt ve Negri’nin be-
lirttiği gibi, çoklukta birlik, merkeziyet ve homojenite yoktur.
Eski öncü parti ve devrimci politikaların dayandığı ve etrafın-
da tutarlı oldukları homojen öznelliğin aksine “çokluk”, hete-
rojendir. Çokluk’un heterojenliği, genelde ortak ve yerli miras
talebinde bulunan Güney Yarımküre’deki etnik temelli hare-
ketlerden de farklıdır. Buna karşılık çokluk kavramı, ekonomi-
nin birçok farklı sektöründe çalışan bölünmüş, parçalanmış ve
farklılaşmış ve değişik toplumsal deneyimler altında yaşayan
kitleyi kast ediyor. Radikal Sol içerisinde bile bu parçalan-
malar var ve aktivistler küreselleşme ve savaş karşıtı hareket-
lerde çalıştıklarında bu parçalanmışlıklar daha da alevleniyor
ve ideolojik bölünmeler keskinleşmeye bile başlıyor. Tam bir
heterojeniteye olan sıkı vurgusuyla çokluk’un bir şekilde ya-
pamadığını, TİM elbirliğiyle ortak bir proje oluşturmak için,
sadece parçalanmış işçi sınıfını değil, oldukça parçalı Sol’u
bir araya getirmeye çalışıyor. TİM, tam bir uzlaşı gerekme-
den bir birlik formu oluşturarak, şimdiye dek Kanada radikal
Sol örgütlenmesinde olmayan çeşitli politik başlıklar etrafın-
da tartışma, eleştiri ve öneri alanları açıyor. Meclis; parlamen-
to sürecinden faydalanma görüşünde ve amaçlarına ulaşmak
için siyasi partiye sahip sosyalistler ve kendi alternatif resmen
sosyalist partisini kurmaya çalışan sosyalistler, komünist parti
üyeleri ve anarşistler, otonomistler ve meclisin kendi projesi
olarak işlediğini görmek isteyen toplumsal hareket aktivist-
lerinden oluşur. İşçi meclisindeki tartışmalar, yapı ve uygula-
malar noktasında alevleniyor, çoğunlukla projenin gelecekte-
ki yönü etrafında yoğunlaşıyor: Meclis, seçim politikalarına

126
müdahil olmalı mı? Meclis partileşmeli mi? Meclis olarak mı
devam etmeli ve bunun ne anlama geleceğini nasıl bileceğiz?
Meclis, siyasi bir platform mu kurmalı? Meclis, toplumsal
hareketlerle ittifak halinde mi olmalı? Örgütlenmede daha
etkin bir güç mü olmalı yoksa siyasi tartışmaları güçlendirme-
ye odaklanmalı ve şehirdeki siyasi iklimi mi değiştirmeli? Bu
tartışmalardan hiçbiri çözüme kavuşturulmamış ama esas iş
yerine getirilmiştir- bu türden konuşmaların gerçekleştirildiği
bir alan oluşturmuştur. Küreselleşme karşıtı hareketin politi-
kalarına yaygın eleştiri şöyledir; zor konular tartışılmadı ya da
tartışıldıysa bile kararları geçiren ve dayatan çoğunluk kural-
larıyla alakalı baskıdan kaçınmak için çözüm genelde havada
kaldı(Ross, 2003; Nunes, 2007, Katsiaficas, 2002, 2006). Ni-
hai sonuç kararsızlıktı ve genelde şöyle övülürdü; taktiklerin
çeşitliliğinin yarar ve etiği etrafında devam eden tartışmalar
(ancak marjinalleşmiş) bunu gerektiriyordu. Uyuşmazlığın ve
tartışmanın marjinalleşmesi, işçi meclisinin mücadele ettiği ve
kendi yöntemiyle çözmeye çalıştığı bir sorundu. Son zaman-
lardaki çoğu işçi meclisi genel görüşmelerinde, tartışmalar
uzundu ama hiç de hasmane değildi ve katılımcıların birçoğu
çeşitli radikal sol örgütlenmelerin içinde bulundukları bunca
yıldan sonra böylesine açık ve muhalif diyalogların yaşandığı
bir toplantıya ilk kez şahit olduklarını dile getirdiler.
Ayrıca başarısızlığa sebep olan tamamen yatay örgüt mo-
delinin iç sıkıntılarını düzenlemek ya da harici müzakere so-
runlarına eklenebilen iç tartışmaların reddi ve yatay olmayan
gruplarla baş etmek meclisin mücadele ettiği sorunlar ara-
sındaydı. Günümüz ortamında, örgütlenmek için bu önemli
bir değerlendirme çünkü toplumsal hareketlerin, en azından
Kanada’da, yeterli gücü ve üye sayısı yok. Gösteri ve organi-
zasyonlarda en fazla sayıyı hala sendikalar toplayabiliyor. Hem
siyasal araçlar hem de amaçlar olarak yataylık ve açıklık sı-
kıntısı, irtibat kurmayanlarla nasıl ilişkileneceğimiz sorununa
yol açıyor. Diğer siyasi oluşumları reddetmek genelde kapa-
lı ve sekter olma anlamına gelir ve onlarla çalışmak “dolaylı
olarak hiyerarşik dikey uygulamaları desteklemek” anlamına
gelir(Nunes, 2007). Bu suni bir sorun çünkü ikili karşıtlık

127
ve kati kavramlara dayanıyor. Meclis, bu tür kati ifadelerden
kaçınmaya çalışıyor ve sonunda işe yarar bir çözüme varma
umuduyla tartışmaları ideoloji odaklı olmaktan mücadelenin
uygulama sorunlarına (kati bir örgütlenme ve devrim teorisi)
odaklı hale getirmeye çalışıyor. Uyuşmazlıklara rağmen mec-
lis, anarşist eğilimli ve yatay grupların ve nispeten dikey ör-
gütlenmiş sendika ve işçi örgütlenmelerinin de faaliyetlerini
destekliyor ve onlarla birlikte çalışıyor. Bununla amaçlanan,
meclisin yetkisini kullanarak sermaye ve sınıf iktidarı vurgu-
suyla bu gruplara nüfuz etmek.
Bütün bunlar demek oluyor ki, daha melez modeller lehine
dikey ve yanal örgütlenme ikilemi üzerinde etkin bir yeniden
tasarlanma mevcut; mücadeleyi pratikle, tartışma ve eylem-
lerle sürdürürken, kitlesel bir hareket oluşturmak için, farklı
gruplarla çalışma gerekliliğini bariz şekilde ortaya koyuyor.
TİM, aktivistler için olabilecek en iyi şekilde siyasi iletişimi
güçlendirmeyi sağlıyor. Eğer entegrasyon ve diyalogu, hem
kendimizin hem de başkasının bakış açısını değiştirme olana-
ğı olarak görürsek, iyinin kötüye karşı olduğu suni ayrılıklara
başvurmadan meclis, mantıklı ve pratik geçici birliktelikler
için somut bir dayanak ve temel olur. Meclis olarak tartışmala-
rımızla, doğrudan hareketi aşılamak için planlama, bütünlük,
zorluklarla başa çıkma ve güvenliğin bazı liderlik yapıları ge-
rektirdiği kabulüne yönelik çalışıyoruz. Ancak, bunun her nevi
siyasi hâkimiyet ya da otoriter eğilim imasından her zaman
kaçınarak, açık forumlara karşı hesap verebilir ve onlardan yön
alması gerekliliğini de belirtiyoruz. Bu noktaya varmak kolay
olmadı ve uzun dönemde bu yapının nasıl gelişeceği hala tar-
tışma konusu ama meclisin belirli siyasi yönelimleri ile ilgili
tartışma ve ayrışmalar esastır ve halkın bütünlüklü kurumları-
nı inşa sürecinin bir parçasıdır.
Küreselleşme karşıtı hareket bunun tam aksine uzun süre-
li kurumlar oluşturmakta başarısızdı ve doğrusunu söylemek
gerekirse, hiçbir zaman da böyle bir amaçları yoktu. Katsia-
ficas, (2002, 2006) Nunes, (2007)’in dediği gibi 1990’lardaki
hareket geçici, dikkat çekici, yüzeyseldi ve sonrasında dağıldı.
Ortaya çıkan ana kurumlar büyük ölçüde kısa ömürlü, sanal

128
internet dünyasındaydı. Çok kutuplu üretim ve dolaşım araçla-
rıyla internet, bilgiyi kitleselleştirmenin ve hareketleri yataylık
ve şeffaflığa açmanın bir yöntemiydi. Nunes’in belirttiği gibi
“entegrasyon politikasının ortaya çıkması ancak entegre ol-
muş toplumsal yaşam anlayışı içerisinde mümkündür”(Nunes,
2005:301). İnternet etrafında oluşan 1990’ların sonlarındaki
örgütlenme heyecanı ve Mısır ve Tunus devrimlerinin düşük
teknoloji gerçekliğini göz ardı eden son dönemdeki Facebo-
ok ve Twitter devrim iddialarının coşkusunun ötesinde, TİM
varlığıyla, iletişim teknolojisi ve radikal siyasi örgütlenme ara-
sındaki ilişkide bir dönüm noktasıdır. TİM, aylık düzenlenen,
üyelerine ve genel kamuoyuna belirli konu ve meseleleri tar-
tışmak için alan sunan kafe toplantılarında, kampanyalarında
ve genel üye toplantılarında insanların yüz yüze görüşmesi
için yeni alanlar, süreklilik ve sanal iletişimde aşırı bağımlılık-
la ortadan kalkan fiziki irtibatı yeniden oluşturmaya çalışıyor.
Öte yandan meclis, yüz yüze iletişim ve tartışmanın önemini
göz ardı etmeden esnek ve hızlı kamuoyu yoklamaları ve ta-
nıtımları için interneti kullanarak çok sofistike dijital iletişim
stratejileri izler. Önceki kısa ömürlü politikaların üstesinden
gelmek için yürürlüğe konulan, bu somut ve sanal karışımı
stratejidir. Hâlihazırda Toronto’da yürürlükte olduğu gibi
mevcut bağlantıların basit yayılması ne meclisin ana projesi-
dir ne de bir amacıdır. Meclis, bunun ötesinde bir şey ortaya
koyuyor ve kendini “toplumsal ilişkilerin politize edilmesiyle”
temellendirir(Nunes, 2005: 315).12
Pratik olarak bunun anlamı, kimi zaman TİM’in yürüttü-
ğü eski örgütlenme ve siyasi eylem formlarına bir dönüştür.
Buna ev ziyaretleri, mahalle etkinlikleri ve toplumsal projeler
dâhildir(Rosenfeld, 2011). Özelde, TİM’in ulaşım kampan-
yasında bu türden eylemler uygulamaya konmuştur. Ulaşım
kampanyasının mensupları, erişilebilir ulaşımdan yoksun çoğu
uzak kenar mahallelerdeki etkinliklere ağırlık vererek Toron-
to genelinde, mahalle ve toplumsal organizasyonlara katıldı.
Benzer şekilde, 2011 yazında, postane işçilerinin lokavtı için
yürüyüşe destek ve toplumu bilgilendirme çabası çerçevesinde

12. Bu tartışmanın daha ayrıntılı açıklaması için bkz. Zibechi (2010).

129
kamu sektörünü savunma komitesi kapı kapı dolaşma kam-
panyası düzenledi. Elbette meclis, belediye meclis üyeleriyle
lobi faaliyetlerine aktif şekilde katılmak, bazı yasaların lehine
kampanya düzenlemek (ya da yürürlükten kaldırmak) ve farklı
dini veya sendikalı gruplarla işbirliği içerisine girmek gibi sıkı
yataylık taraftarlarınca kaçınılan uygulamalar gerektiren daha
fazla eylem ortaya koymalı. Bunlar tartışmalı projeler olacak
ama geniş katılımlı bir hareket ortaya çıkar ve meclis kendi-
ni halkın uzun dönemli bir kurumu olarak takdim ederse, bu
projeler yürütülmek durumundadır.
Şüphesiz TİM henüz en büyük zorluklarla karşılaşmamış-
tır. Gerçek siyaseti etkileme ve üye sayısı arttırma konuların-
daki başarısı henüz belirsiz. Mevcut üye sayısını korumak bile
zor olabilir çünkü doğrudan eylem ya da siyasal bir parti kur-
makla ilgili daha tartışmalı konulara girmeye başladık. Ancak
kapitalizm sonrası bir gelecek hayal edebilen ve uzun ömürlü
halk kurumlarını oluşturmak için mücadele devam ediyor. İşçi
meclisinin başarısı henüz belli değil ama en azından bugün
hareketimizin ve mücadelemizin gündelik inşasında, içerisin-
de geniş çapta farklı radikal politikanın uygulamaya konduğu
bir mücadele laboratuvarı olarak ayaktadır.

130
Referanslar

Amoros, M. (2011) Report on the Assembly Movement.


Available at https://libcom.org/history/report-assembly-mo-
vement-miguel (accessedJuly 2011).
Chui, T. andMaheux, H. (2013) Visibleminoritywomen.
Statistics Canada. Available at http: //www.statcan.gc.ca/
pub/89503x/2010001/article/11527-eng.htm (accessed 4
December 2014).
Cleaver, H. (1998) The Zapatistas and the electronic fabric
of struggle. Available at https://webspace.utexas.edu/hclea-
ver/www/zaps.html (accessed 4 December 2014).
Dyer-Witheford, N. (2011) Networked Leninism? The
circulation of capital, crisis, struggle and the common. Upping
the Anti. 13.
Dyer-Witheford, N. (2010) Digital labour, species-beco-
ming, and the global worker. Ephemera: Theory and Politics in
Organisation, 10 (3–4) 484–503.
Federici, S. (2012) Revolution at Point Zero. Oakland: PM
Press.
Hardt, M. And Negri, A. (2001) Empire. Cambridge:
Harvard University Press.
Hardt, M and Negri, A. (2004) Multitude. New York: Pen-
guin.
Hardt, M andNegri, A. (2009) Commonwealth. Cambrid-
ge: Belknap.
Katsiaficas, G. (2002) The Battle of Seattle. New York: Soft
Skull Press.
Katsiaficas, G. (2006) The Subversion of Politics: European
Social Movements and the Decolonization of Everyday Life. New
York: AK Press.
Negri, A. (1988) Revolution Retrieved: Selected Writings on
Marx, Keynes, Capitalist Crisisand New Social Subjects, 1967–
83, trans. Emery, E. And Merrington, J. London: Left Bank
Books.
Negri, A. (1991) Marx Beyond Marx. Brooklyn and New

131
York: Autonomedia.
Nunes, R. (2005) Nothing is what democracy look slike:
open ness, hori-zontality, and the movement of movements.
InHarvie, D, Milburn,
K, Trott, B, and Watts, D. (eds) Shut Them Down!: The G8,
Gleneagles 2005 and the Movement of Movements. Brooklyn
and New York: Autonomedia.
Nunes, R. (2007) Forward how? Forward where?: Post
operaismo beyond the immaterial labour thesis. Ephemera:
Theory and Politics in Organisation, 7 (1) 178–202.
Rosenfeld, H. (2011) Workers’ assemblies: a way to reg-
roup the left. MRZINE. Available at http://mrzine.month-
lyreview.org/2011/ rosenfeld280711.html (accessedAugust
2011).
Ross, S. (2003) Is this what democracy look slike? The
politics of the anti-globalization movement in North Ame-
rica. In Panitch, L. andLeys, C. (eds) Socialist Register. Vol 39,
London: Merlin.
Toronto (n.d.) Toronto facts. Available at http://www.to-
ronto.ca/toronto_facts/diversity.htm (Accessed 18 November
2014).
Virno, P. (2004) A Grammar of the Mulitude. Los Angeles:
Semiotext(e).
Zibechi, R. (2010) Dispersing Power: Social Movements as
Anti-State Forces. New York: AK Press.

132
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

1918-1919 Alman (Avusturya) Devrimi ve


İşçi Sınıfının Özerkliği
Peter Haumer

H ANNAH Arendt, Devrim Üzerine adlı kitabında 1789


dan beri her devrimde, katılımcılarının kendinden ön-
ceki deneyimlerden haberi olmadığını ve konseylerin kendi-
liğinden oluştuğunu yazar. Konseyler genellikle kendiliğinden
gelişim ve hem ortaya çıkan yeni bir toplumun hem de düze-
nin bir parçası olma gayesiyle karekterize edilirler. Konseyler,
işyerlerinde işçi öz örgütlülüğünün geçici veya uzun dönemli
formları olabileceği gibi; fabrika dışında, bölgesel (şehir veya
ülke) bir birim içerisinde, koşulları, üretimi ve emeği denetle-
me amacıyla daha geniş bir alanı da kapsayabilir. Bu kapsam
bazen daha da büyük olabilir: bölgesel düzeyde faaliyet göste-
ren kimi konseyler yaşam koşullarını denetleme amacı da taşır.
Bütün modern devrimlerin merkezindeki en can alıcı nokta;
işçi öz örgütlülüğü ve elit partiler arasındaki iktidar talebidir.
Konseyler baştan beri, parti sistemine ölümcül bir tehdittir
(1965: 253) ve 20. yüzyılın her devriminde parti ve konsey
sistemleri arasındaki anlaşmazlık belirleyici faktör olmuş-
tur(1965: 265-6). Bu temel gerginlik, 1918-1919 Avusturya
Devrimi esnasında açık bir şekilde ortaya çıktı. I. Dünya Sa-

133
vaşı sırasında ve sonunda konseylerin ya da benzer kurulların
ortaya çıktığı her Avrupa ülkesinde aynı durum gerçekleşti.
Vlatva ve “Tuna’daki hasta adam”(bkz. Hanisch, 1978). Habs-
burg hanedanlığı, 4 yıllık toplu katliamın sonucunda ayrı ulu-
sal parçalara bölündü. Hanedanlıktan geriye Alman-Avustur-
ya kaldı; bir taraftan ilkin hiçbir devlet aracı olmayan burjuva,
diğer taraftan toplumsal sıkıntılarından kurtulmak isteyen iyi
örgütlenmiş işçi sınıfı tarafından yönetilen ve kimsenin iste-
mediği bir devlet.

12 Kasım 1918
12 Kasım 1918 sabahı, Viyana İşçi Konseyi kısa bir top-
lantı yaptı. Konsey kitlesel bir gösteri çağrısı yaptı ve aynı gün
Alman-Avusturya Cumhuriyetinin kuruluşu ilan edildi. Diğer
yandan Viyana’daki Parlamento binası önünde kazara silahlı
bir çatışma yaşandı. Kepenk indirme sesinin silah sesi zanne-
dilmesiyle açılan ateş sonucu iki kişi öldü ve birçok kişi de ya-
ralandı. Komünistler ve Kızıl Muhafızlar mensupları, bu genel
karmaşadan faydalanarak, Neue Frie Presse’nin araç gereçlerini
emniyet altına almak için gazetenin yazı işleri bürolarını işgal
ettiler, ama aynı gece saat 8:45’te bürolar tekrar boşaltıldı. Fri-
edrich Adler, haklı olarak olup biteni “aptalca bir oyun” olarak
nitelendirdi.
12 Kasım 1918 devrimi, genel devrim kriz şartları altında
gerçekleşti ama devrimin tek neticesi kitlesel bir işçi hareke-
ti ortaya çıkarmasıydı. Devrim, İttifak Devletleri’nin askeri
yenilgisi ve Habsburg hanedanlığının küçük ulus devletlere
bölünmesi sonucunda gerçekleşti. Bu esnada, “imparatorluk
ve krallık”13 (Avusturya imparatoru ve Macaristan kralı ç.n.)
düzeni yıkıldı ve bu düzen iktidarını, sosyal demokrat yönetim
altındaki yeni kurumlara barışçıl şekilde devretmeye mecbur
bırakıldı. Yukarıda bahsi geçen münferit kargaşalar dışında,
Kasım 1918 devriminde, “devrim” kavramıyla alakalı hiçbir
şey (ayaklanma, sokak çatışması, büyük fikir ayrılıkları ve kan
dökülmesi gibi) yoktu.

13. Avusturya imparatoru ve Macaristan kralı. (Çevirmenin Notu/ÇN)

134
Ancak her şeye rağmen Avusturya devrimi, işçi sınıfı öncü-
lüğünde ve büyük ölçüde proleter araç ve yöntemler kullanıla-
rak gerçekleştirildi. Sözüm ona kapsamlı burjuva demokratik
devrimi olarak görülmesine rağmen, işçi sınıfının geniş kap-
samlı hareketliliği ve siyasallaşması ve etkin müdahalesi, olay-
lara devrimci bir nitelik kazandırdı. Burjuva kesiminin hiçbir
katkısı yoktu, daha çok “kurtarılabilecek her şeyi kurtarmak”
(Seitz, 1928: 518) için sosyal demokratlara yalvardı ve onlara
bir burjuva demokratik düzeni kurma görevini verdi. Burju-
va kesimi, işçi sınıfının tam aksi bir yola yöneldiğini çok iyi
biliyordu: burjuva devriminin sınırlarının ötesine geçecek bir
dönüşüm yoluna...
12 Kasım 1918’de Parlamento binası yokuşunda, ellerinde
“Yaşasın sosyalist devrim!” yazılı pankartlar taşıyan sosyal de-
mokrat işçiler, büyük bir yürüyüş düzenledi. Şubat 1919’dan
Temmuz 1919’a kadar süren Avusturya Devrimi’nin toplum-
sal devrimci dönemi boyunca bu sosyalist yönelim; kapitalist
sınıf ilişkilerinin üstesinden gelmeye yönelmiş, akabinde daha
da güçlenmiş ve işçi sınıfının büyük çoğunluğunun düşünce ve
eylemlerine yön vermiştir.

I. Dünya Savaşı ve Emek Hareketi


Avusturya Sosyal Demokrat partisi için I. Dünya Savaşı’nın
patlak vermesi şaşırtıcı değildi. Diğer İkinci Enternasyonal
partileri gibi ASD de savaştan önceki yıl, beliren savaş teh-
didini yakından takip ediyordu. Ancak Avusturya Sosyal De-
mokrat partisi, İkinci Enternasyonal içindeki görüşmelerde,
savaşın önlenememesi durumunda genel grev çağrısı isteğini
reddederek çekingen kaldı. Ancak yaptıklarının hiçbir şekil-
de toplumcu-yurtsever ya da emperyalist bir yanı yoktu. Esas
olarak yaklaşımları, güç dengesi gibi pragmatik düşüncelere
dayanıyordu:

Avusturya ültimatomuna Sırp hükümetinin yanıt süresi-


nin dolduğu son günde, Avusturya Alman Sosyal Demokrat
partisinin meclis üyeleri şu açıklamayı içeren bir bildiri ya-
yınladı: “Bu savaşla ilgili hiçbir sorumluluğu kabul etmiyoruz;

135
bu savaşın vebali resmen ve tereddütsüz şekilde savaşa sebep
olan ve çıkmasını isteyenlerin boynunadır.” Parti yönetimi
bu karşı çıkışını savaşın başladığı gün, 28 Temmuz 1914’te
tekrarladı(Deutsch, 1947: 54-5).

Alman mevkidaşlarından farklı olarak Avusturya Sosyal


Demokrat partililer, savaş finansmanı üzerine çekimser kaldı.
Alman Sosyal Demokratlar, Reichstag’ta ulusal savaş bonola-
rını kabul ettiren bir tasarı geçirerek savaşa olan desteklerini
açıkça ilan ederken, Avusturyalı Sosyal Demokratlar emper-
yalist çıkarların açık suç ortağı olmaktan kaçınmak için bir yol
buldular. Eğer 1914’ün baharında Başbakan Count Carl von
Stürgkh tarafından Parlamento tatil edilmeseydi, şüphesiz
Sosyal Demokrat parlamenterler savaş bonoları lehine oy kul-
lanacaktı. Nihayet 20 Mayıs 1917’den başlayarak Parlamento
tekrar düzenli olarak toplanmaya başladı, ama o vakte kadar
savaş bonoları çoktan mesele olmaktan çıkmıştı. Austro-Ma-
caristan’daki Sosyal Demokratların emperyalist politikalarına
karşı muhalefet Almanya’daki muhalefetten epey zayıftı. Sa-
dece Reichenberg’teki (günümüz Liberec, Çek Cumhuriyeti)
grup ve grubun gazetesi Vorwarts etkin şekilde savaşa karşı
çıktı.
1917’deki büyük iç siyasi değişimler esnasında sadece bir
Avusturyalı grup, krizi devrimci işçi mücadelesi çıkarları doğ-
rultusunda istifade etme ve eski iktidarı devirmeye istekliydi:
küçük ama etkin Radikal Solcular Örgütü. Solcu radikal gru-
bun gerçek çıkış noktası, özellikle Viyana’daki yerel Leopold-
stadt ve Ottakring grupları olmak üzere Viyana’daki Sosyal
Demokrat gençlik yapılanmasıydı. Bu topluluktaki öncü şah-
siyetler Franz Koritschoner ve Leo Rothziegel’di.
1915-1916 kışında Koritschoner, Anna Ströhmer, Max
Lazarowitsch ve Karl Maurer ile birlikte Rus göçmenler Leo
Piatigorsky ve Matthaus Kasrnowski’nin de dâhil olduğu giz-
li radikal solcu bir eylem komitesi kuruldu. Friedrich Adler,
Mart 1916’da Karl Marx Eğitim Derneği’ni partinin sol ka-
nadı için bir örgütlenme merkezi olarak tekrar faaliyete geçir-
diğinde, eylem komitesi, yasal çalışmaları, yasadışı çalışmalar-

136
la birleştirerek, derneğe katıldı. Eylem komitesi, Karl Marx
derneğinde radikal sol taraftarlarının sayısını 10’dan 22’ye
yükseltmeyi başardı. Radikal sol hareket için dönüm noktası,
Adler’in eylemleri sonucu 1916’nın sonlarında gerçekleşti. 21
Ekim 1916’da, şiddetli geçen I. Dünya Savaşı sonucu içeride
oluşan ölüm sessizliği ve çalışan halkın çilesi Adler’i, Başba-
kan Count Carl von Stürgkh’ı öldürmeye teşvik etti. Adler
19 Mayıs 1917’de idama mahkûm edildi, ama akabinde cezası
ertelendi ve müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sonunda ilk
büyük grevler Viyana ve çevresinde 1917 Mayıs sonlarında
başladı.

I. Dünya Savaşı ve İşçi Hareketleri


1916’nın sonlarında I. Charles, Avusturya-Macaristan İm-
paratorluğu’nda tahta geçtiğinde, halkın artık açlık ve mah-
rumiyete dayanmayacağının artan belirtileri ortaya çıkmıştı.
Durumun dramatik şekilde nasıl kötüleştiği, 1916 hasadından
sonra açıkça ortaya çıktı. Yoğun sonbahar yağmurları önemli
bir gıda kaynağı olan mısırın muazzam miktarda çürümesine
sebep oldu, çünkü insanlar toprak daha çok nemliyken mısır
ekmek zorunda kalmıştı.
1917 yılı tamamen gıda ikamelerinin hüküm sürdüğü bir
yıldı. Daha fazla un elde edilmesi için kullanılabilecek mad-
deleri gösteren uzun listeler yayınlanıyordu. Öğütülmüş arpa,
mısır, kestane ve patatesle seyreltilen Kriegsbrot, ya da “savaş
ekmeği”, dilimlendiğinde binlerce kırıntıya bölünüyordu. Bu
ekmek; bitki kökleri ve otla karıştırılmış yulaf ve fasulye, pala-
mut ve üğüntüden yapılmaktaydı.
1916-1917’de işçilerin maddi koşulları önemli derecede
kötüleşmişti. Böylelikle, 1917’deki grevler 1915 ve 1916’daki
grevleri hem büyüklük hem de yoğunluk bakımından kat be
kat aşmıştı. Yeni imtiyazlar almak isteyen endüstriyel eylemler,
yani saldırgan grevler, sadece savunma amaçlı yapılan grevleri
sayıca geçmeye başladı. Greve giren kadın işçi oranı aşırı dere-
cede arttı. Ortalama, herhangi bir grevde bulunan işyerindeki
kadın çalışanların %96.5’i grev katılımcısıydı. Başarılı grevle-
rin sayısı da arttı. 1917’de iş bırakmaların %17.1’i “tamamen

137
başarılı”, %70.7’si “kısmen başarılı” ve %12.2’si “başarısızdı”.
İşçiler arasındaki dayanışma büyüdü ve ilk kez münferit işye-
ri sınırlarının ötesine geçti. İzole çatışmalar yerine, eşzamanlı
olarak birçok şirketi kapsayan daha çok grup grevleri vardı.
Geniş bir cepheye yayılan genel bir mücadele başladı.14
1917’deki grev hareketi, Mayıs sonlarında Viyana’da do-
ruğa ulaştı.15 Grev, I. Dünya Savaşı boyunca 15.000 işçinin
toplandığı topçu cephaneliğinde 23 Mayıs 1917’nin sabahın-
da takatten düşmüş bir işçinin bayılmasıyla başladı. Öğlen
olmadan cephanelikteki bütün işçiler greve katılmıştı. Grev
aynı gün cephaneliğin yakınındaki birçok işyerine yayılmıştı.
25 Mayıs’ta 47 metal ve 89 makine fabrikasındaki işçiler iş
bıraktı. Toplamda 42.000 Viyanalı işçi eyleme katıldı.16 Metal
İşçileri Sendikası temsilcileri ve hükümet arasındaki görüş-
meler sonunda, grevdeki işçiler savaş bonoları şeklinde %5-
20 arasında değişen ücret artışı elde etti. Grev, 26 Mayıs’ta
sona erdi. Sosyal Demokrat Parti temsilcileri, işi tekrar başlat-
mak için işçileri teşvik etmeye cephaneliğe geldiklerinde hiç
de dostane karşılanmadılar ve yüzlerine şöyle bağırıldı: “İşçi
davasının hainleri”. Sosyal Demokrat Parti ve sendika yöne-
timinin olayı yatıştırma taktiklerinden duyulan rahatsızlık ilk
kez açıkça dile getirildi. Savaş esnasında, iş gücünün eşi görül-
memiş yeni toplumsal yapısından ve büyük oranda kadınların,
gençlerin ve eğitimsiz işçilerin üretim sürecine katılımdan do-
layı, askeri işyerlerindeki işçilerin sadece küçük bir kısmı sen-
dikalara bağlıydı. Siyasi polise göre 1917 baharındaki grevler,
hiçbir yönetime tabi olmayan ve bu yüzden de disiplinsiz ki-
şiler tarafından başlatılmıştı. 1918 yılı Ekim sonları ve Kasım
başlarındaki Sosyal Demokrat Parti konferansında Ferdinand
Skaret, birçok işyerindeki iş gücünün ancak %4-7 oranında
müesses sendika üyesi olduğu ve geri kalanının doğrudan kır-

14. 1915’da greve giren işçi sayısı 7091’e düştü, 1916’da hafif bir artışla 14.841’e yük-
seldi ve 1917’de sayı 163.215’e ulaştı.

15. Kayser Franz Joseph 21 Kasım 1916’da öldü.

16. Grev esnasında, grevcilerden derhal barış görüşmelerini talep etmesini isteyen
radikaller, cephane dışında el ilanları dağıttı. Üstünde “Rusça öğren! Petersburg’dan
öğren!” yazılıydı.

138
saldan geldiği, bu yüzden de sosyal demokratların nüfuzunu
kaybetmesine sebep olduklarından şikâyet etti. Ancak 1917
ilkbahar grev dalgasının şüphesiz en önemli sonucu, bazı silah
fabrikalarında oluşan işçi konseylerinin ilk nüvesinin ortaya
çıkmasıydı. Özellikle, grevdeki işyerlerinin neredeyse eşza-
manlı ve birbirinden bağımsız şekilde, işyeri temsilcilerinin
yemek dağıtımıyla görevlendirilmesi ya da dağıtımı denetle-
mesi talep etmeye başladı. Sonuç olarak işçi ve fabrika ko-
miteleri kurulduktan sonra bazı fabrika yönetimleri, “bizatihi
işgücü tarafından seçilmiş işyeri temsilcilerinin tanınmasını”
(Neck, 1968: 7) kabul etmeye mecbur kaldı. 1917 ilkbaharı-
nın grev hareketi, Avusturya’daki devrimci krizin başlangıcına
işaret ediyordu.

İşçi Komitelerinden İlk Konseylere:


1918 Ocak Genel Grevi
Radikal sol 1917 yazında büyük fabrikalarda sağlam bir
zemin elde etmeyi başardı, özellikle de Viyana Bölgesi’nde-
ki silah ve mühimmat fabrikalarında. Sosyal Demokratların
politikalarından memnun olmayan, Wiener Neustadt şehrinin
bölge sağlık sigortası fonunun sekreteri Eduard Schönfeld’in
de dâhil olduğu, birkaç işyeri temsilcisi kendi inisiyatifleriy-
le radikal solcularla bağlantı kurdu. Radikal eylem komitesi,
endüstriyel işgücüyle olan dağınık ilişkilerde sağlam bir ze-
min oluşturmak için taraftarlarıyla gizli bir konferans topladı.
Konferans, Eduard Schönfeld başkanlığında, 9 Eylül 1917’de
St Egyden’de ormanda düzenlendi. Wiener Neustadt’daki
Daimler makine fabrikasından, Ternitz’deki Schoeller tesi-
sinden, Wöllersdorf mühimmat fabrikasından, Ottakring’deki
Warchalowski hava aracı fabrikası ve ampul fabrikasından da
işçilerin dâhil olduğu 35 delege konferansa katıldı. St Egy-
den’deki (Wiener Neustadt ve Neunkirchen şehirleri arasın-
da, Viyana’nın yaklaşık 40 mil güneyinde bulunan bir şehir)
bu işçi toplantısı, radikal solculara büyük çaplı bir dizi yeni
fabrikayla bağlantı kurma imkânı sağladı. Aşağı Avusturya’da
bulunan Traisen Vadisi’ndeki işyerlerinin işçi temsilcileri (St
Aegyd demir fabrikası, Hohenberg eğe fabrikası, Traisen çelik

139
dökümhanesi ve Marktl’daki Neumann şirketi) 1917 sonba-
harında, eylem komitesine katıldı. Viyana cephaneliğinden ve
Floridsdorf Fiat tesisinden işçiler de radikallere katıldı.
Rusya’da Bolşeviklerin işçi ve asker konseyleri adına ik-
tidarı ele geçirmesinden mülhem üç solcu akım, 1917’nin
sonlarında radikal gruba katıldı: Leo Rothziegel liderliğin-
deki sendikalistler; Arnold Baral’ın çevresindeki anarşizme
meyilli bir grup ve Kohn-Eber liderliğindeki Yahudi sosyalist
işçi partisi Poale Zion’un radikal bir kesimi. Yeni birleşen dev-
rimci gruplar 30 Aralık 1917’de, Koritschoner ve Rothziegel
öncülüğünde, kendine İşçi Konseyi diyen yasadışı bir komite
kurdular. Bir asker olarak Rothziegel’in radikal görüşlü ordu
mensuplarıyla bağlantısı vardı ve takım komutanı Johannes
Wertheim, onbaşı Haller, teğmen Frankel ve üsteğmen Egon
Erwin Kisch gibi isimleri kazanmayı başardı, bununla birlikte
yasadışı komite, “işçi ve asker konseyi” olarak genişledi.
Radikal solcu ve müstakbel komünist Anna Ströhmer,
işçi ve asker konseyinin 1918 Ocak sonunda Wiener Neus-
tadt, Neunkirchen ve Ternitz’deki merkezlerinde büyük bir
grev başlatmaya karar verdiklerini kaydetti. Brest-Litovsk’da
gerçekleşen barış görüşmelerindeki dramatik gelişmeler ve
yakında un karnesinin azaltılacağına dair söylentiler (Arbeiter-
Zeitung’da [1918a] 10 Ocak tarihli bir haberde teyit edilmiş-
tir) Wiener Neustadt ve Ternitz’den radikal işçi temsilcilerini
grevi erken başlatmak için hazırlığa teşvik etti. Viyana’daki işçi
ve asker konseyinin liderleri Çalışan İnsanlar! Başlıklı bir el
ilanı bastı:

Her işyerinde kitlesel grev için kamuoyunu harekete ge-


çirmeye ve her evde halka duyurmaya başladık. Taleplerimiz
şunlar: işçi konseylerinin oluşturulması, işçi konseylerini barış
komitesi olarak göndermek, Sovyet Rusya ile derhal barış, bü-
tün cephelerde ateşkes(Koritschoner, 1970: 10).

Otto Bauer, Ocak Genel Grevini aşağıda şöyle tarif ediyor:


14 Ocak 1918’de, un karneleri istihkakı yarıya indirildi-
ğinde Wiener Neustadt’daki işçiler greve girdi. Sonraki gün

140
grev yayıldı… Hareket, işyerinden işyerine, şehirden şehire
yayılarak çığ gibi büyüdü. 16 Ocak’ta Viyana’da tüm çalışan
kesim greve katıldı. 17 ve 18 Ocak’ta hareket, Yukarı Avus-
turya ve Styrian sanayi bölgelerine yayıldı. 18 Ocak’ta Ma-
car işçiler de greve katıldı. Devasa grevci işçi kitlesi, işçilerin
kendi kitle meclisleri için olan coşkulu devrimci tutkusu, grev
meclislerinde ilk işçi konsey seçimi -bütün bunlar harekete
görkemli devrimci vasıf kazandırdı ve kitlelerin grevin ken-
dileri için iktidarı ele geçirecekleri ve barışı sağlayacakları bir
devrimi derhal getireceğine olan umudunu canlandırdı(Bauer,
O, 1965: 76).

17 Temmuz sabahı the Arbeiter-Zeitung, Avusturya konsey


hareketi üzerinde doğrudan etkisi olan bir “Parti Yürütme Ku-
rulu Deklerasyonu” yayınladı. Deklerasyonda şöyle yazıyordu:
Harekete düzgün bir yön vermek için grevdeki işçilerin işçi
temsilcilerine çağrımız, bugün, Perşembe, saat 9’da söz konusu
bölgelerin yerel parti bürolarında hazır bulunmaları ve grevin
derli toplu bir şekilde uygulanmasını sağlayacak bölge komi-
telerini seçmeleri yönündedir(Arbeiter-Zeitung, 1918a: I ).

Seçilmiş bölge komite temsilcilerinin ilk toplantısı (aslında


merkezi Viyana İşçi Konseyinin ilk toplantısı) o akşam gerçek-
leşti. 16 Ocak’ta Wiener Neustadt ve çevresindeki konsey ha-
reketi artık durdurulamıyordu. 60 grevci işyerinden çalışanın,
greve öncülük edecek bir “kalıcı komite” seçmek için işçi ku-
lübünde toplandığı Floridsdorf dâhil Viyana’daki grev meclis-
lerinde de benzer çabalar sarf edilmekteydi. Sosyal Demokrat
Parti yönetimi, radikal akımın, güney Viyana Havzası’nda oluş-
turulan konseyler arasında nüfuzlu olduğunu ve eğer meselele-
rin çözümü kendi haline bırakılırsa, konsey fikrinin bu sıfatla
parti ve sendika yönetimine karşı muhtemel devrimci çizgide,
eylemsel tavır takınacağını biliyordu. Bundan ötürü, parti yü-
rütme kurulu, başta “işçi konseylerinin” eşanlamlısı olmaktan
öteye geçmeyen “grev komiteleri” sözcüğünü türetmeye çalış-
tılar. Parti yönetimi, mükemmel işleyen örgütlenmesinin tüm
gücünü, seçim sürecini etkilemek yönünde kullanma kararı aldı.

141
Böylece işçi kitleleri arasında neredeyse hiç tanınmayan ve tec-
rübesiz radikallerin etkisini sınırlayabileceğinden emindi.
1918 Ekim-Kasım parti konferansında, parti sekreteri
Ferdinand Skaret “İş gücüyle yakın ilişkiler geliştirmemiz ge-
rekiyor. Bu amaçla işçi konseyleri oluşturuyoruz” açıklaması
yaptı(Parti konferansından, bkz. Garamvölgyi 1983: 56). Par-
tinin işçi konseyi “oluşturma” fikri sadece kelime oyunundan
ibaretti (birçok konsey kendiliğinden oluşmuştu). Böylece
Sosyal Demokratlar, konsey hareketinin sorumluluğunu üstle-
nerek şüphesiz işçiler arasında tekrar etkin olmayı amaçlıyor-
du. Sonuç olarak şunu ümit ediyorlardı; “1918 Ocak ayında
gördüğümüz” şeyleri “tam olarak durduramazsak da en azın-
dan gelecekte onları zayıflatırız”(Skaret, parti konferansından,
bkz. Garamvölgyi 1983: 56).

Genel olarak, işçi konseylerinin parti tarafından kontrol al-


tına alınması ve parti menfaati için işçilerden istifade edilme-
sinin başarı olduğunu söyleyebiliriz. 1918 Ocak ayı sonunda,
işçi konseyleri geleneksel mercilere bağlı kılındı ve bu durum
konsey hareketinin tekrar etkin olduğu ve geliştiği 1918-1919
kışına kadar değişmedi. İşçi konseyleri, Sosyal Demokrat si-
yasal ve sendikal örgütlenmelere bağlı ve Arbeiter-Zeitung
gazetesine abone olmak zorundaydı. Ancak bu durum, sade-
ce Sosyal Demokrat işçi konseylerini, hizipçi mücadele sah-
nesine dönüştürdü. Hizipçi taraflar; radikal sol (daha sonra
mensuplarını Alman-Avusturya Komünist Partisi (KPDÖ)
ve “Enternasyonel” Devrimci Sosyalist Federasyona (FRSI)
kaptıracaktı), merkeziyetçiler (örneğin, Otto Bauer ve Max
Adler) ve sağ eğilimlilerdi (Karl Renner, Karl Seitz ve diğer-
leri). Ancak bu hizipçi mücadele parti birliğini ciddi şekilde
tehdit etmedi. Ayrıca işçi konseyi, 1 Kasım 1918’de cezaevin-
den çıktıktan sonra Friedric Adler gibi popüler ve birleştirici
bir büyük şahsiyeti başkan olarak kazandı.
Ocak Genel Grevi 19 Ocak 1918’de en yüksek noktasına
ulaştı. 750.000 grevcinin 550.000’i İmparatorluğun Avustur-
ya yarısında, 250.000’i ise Macaristan’daydı. Fakat Viyana İşçi
konseyi, Sosyal Demokrat partinin liderlerinin ısrarı ve hükü-

142
metin hiçbir güvence vermeden açıklamasında vadettiği birçok
taahhüde dayanarak 20 Ocak sabahı saat 3:30’da, 308’e karşı 2
oy ile grevi sonlandırdı. İşçiler grevin sonlandırılmasına tep-
ki gösterirken, Viyana grev meclislerinde çalkantılı gelişmeler
yaşandı. Karl Renner, Wiener Neustadt’da grevin sonlandırıl-
masının gerekçesini açıklamaya çalışırken yoldaşlar tarafından
“tutuklandı”. 22 Ocak’ta grev Viyana’da kırılmaya başladı.17
Müstakbel Komünist Friedrich Hexman Ocak Genel
Grevi’ne katıldığında 17 yaşındaydı ve bu tecrübenin hareketli
anlatımı için ona şükran borçluyuz:

Sanırım bütün fabrika, herkes birden avluda toplanmaya


başladığında, tarih 21 Ocak 1918’di. Oraya nasıl sığdıklarını
anlayamadım. Herkes ayakta balık gibi istiflenmişti. Ağırlıklı
cepheye olmak üzere telefon ediyorduk (sahra telefonlarıyla).
Askeri bir fabrika olduğundan her zaman olmasa da genel-
de orda bir subay bulunurdu. İşçiler toplandı ve fabrika kon-
seyinden işçi temsilcisi bir adam merdiven gibi bir yere çıktı
ve “Grev! Yeter! Birleşik grev!” diye şeyler söyledi. Bu bütün
Viyana’da bir alev topu gibi yayıldı… Askerler, üstünde “Grev
Yasaktır” ya da “Derhal İşinizin Başına” yazılı tabelalar astı.
Aksi davranan, ya idamla ya da ağır hapisle cezalandırılacaktı.
Ama büro işçileri greve girmedi. Grevin ne kadar yaygın ol-
duğunu bilmiyorduk. Akşamları grevciler (sadece benim fab-
rikadan değil diğerlerinden de) Landstrasser Haupstrasse’de,
avlusunda oda bulunan bir handa toplanırdı. Oda hınca hınç
dolardı. Orada solcu perspektiften konuşmuş biri, daha sonra
bana, içerde tartışma yaptıklarını, avludakilerin sokağa taştı-
ğını anlattı. Bu kişi, anarko-sendikalist Arnold Baral’dı. Fakat
Arnold Baral boş bir adam değildi; radikal sol davasına yakışır
şekilde örgütlü ve tuttuğunu koparan biriydi. Konuşmasına
izin vermezlerdi, ama insanlar “Bırakın Rus konuşsun!” diye
bağırırdı. Polonyalıydı ama Rus aydınlarına benziyordu. Ön
tarafta birkaç kişi şarkı söylüyordu. Ortada büyük bir kar yığını

17. 19-20 Ocak’taki bir toplantıda, “temsilcilerin kalcı olması gerekir” diyen ilk kişi
Renner’di (Arbeitrer-Zeitung,1918b). Bunun amacı, diğer şeylerle birlikte, “örgütlen-
meyenleri etkilemekti” (Arbeitrer-Zeitung,1918a).

143
vardı- çok karlı bir yıldı. Bazıları o kar yığınının üzerine çı-
kar ve Devrimin Askeri şarkısını söylerdi. Söylemesi kolay bir
şarkıydı ve bu yüzden onlara “Siz kimsiniz ve bu şarkı ne?”
diye sormayı unuttum. Orada konuşup nutuk atan salaklara
karşın biz şarkı söylüyorduk. Öylece, radikal solcularla irtibat
kurmayı unuttum.
Sonraki gün gittiğimde, baktım yine bir sürü insan var
orada. Önceki kadar değildi, ama bütün avlu doluydu. Herkes
durmuş beklerken, bir genç -sanırım öğrenciydi- birden kalktı
ve “maalesef konuşmacı gelemeyecek. Yakalanmış!” dedi. Bana
ne oldu bilmiyorum, ama içimden şöyle bir şey geçti, “Olacak
iş değil. Yüzlerce insan toplanmış ve konuşacak kimse yok mu?
Birisi bu insanlara bir şey anlatmalı”. Şöyle bir toparlandım ve
kar yığınına çıktım; elimde ne bir not ne bir hazırlık olmadan
hayatımın ilk konuşmasını yaptım -sonraları not olmadan hiç
konuşamazdım- ve öylesine konuştum. Ne dedim peki? Sizce?
Arbeiter - Zeitung’da okuduğum Bolşevik sloganlardan ağzı-
ma ne geldiyse: “Sekiz saatlik işgünü için! Hemen barış için!
Kahrolsun monarşi! İşçi, Çiftçi ve Asker konseyi! Burjuvanın
ambarlarını yağmalayın!” O zaman burjuvanın ne demek ol-
duğunu bilmiyordum, yoksa “Zenginlerin kilerini yağmalayıp
fakirlere dağıtın!” demezdim(Hexmann, n.d.).18
Hexmann’in hikâyesinden, anarko-sendikalist ve radikal
sol mensubu Baral’ın 21 Ocak’ta bile hala grevin devam et-
mesi için propaganda yapmaya devam ettiğini ve Hexmann’ın
kendisinin de 22 Ocak’ta grevi ve devrimi hala savunduğunu
öğreniyoruz. Burada ilginç olan, radikal solcuların büyük bir
kısmının, Viyana İşçi Konseyi’nin 20 Ocak tarihli kararına
riayet etmesi ve aynı şekilde grevin sonlandırılmasına destek
vermesidir. Ağustos 1918’de radikallerin yayınladığı bir bro-
şürde şöyle yazıyordu:

Konuşmacılar kararı bildirip, savunmaya başladığında ve


grevi akıllıca bitirmeyi başardığında, mecliste bulunan bizler

18. Friedrich Hexman o gün, 22 Ocak’ta tutuklandı. Viyana polisi, radikal solun li-
derlerini 21 Ocak’ta tutuklamaya başlamıştı. Hexmann, tutuklu olan Baral ile Viyana
bölge idare mahkemesinde karşılaştı ve oradan radikallere katıldı.

144
üzüntüden donakaldık. Böylesine güce ve yüksek devrimci
ruha sahip bir hareketin bu hazin sonu yaşamasını aklımız al-
mıyordu. Yaşlı, beyaz saçlı işçiler, grevin akıbetini duyduğunda
hıçkırıklara boğuldu. Aklı başında, ciddi adamlar, haşin ve me-
tanetli duruyordu. Adeta Viyana İşçi Konseyi’ne rağmen hare-
keti ileri götürme ve grevi sonlandırma kararını kabul etmeme
arzusuyla dolup taşmışlardı. Grev hareketi “başarıları”na dair
kendi nesnel eleştirilerinden sonra radikal sol yoldaşlar bile,
işçilere mevcut koşullar altında, grevi, güçlü ve etkin şekilde
sürdürmenin artık mümkün olmadığı düşüncesiyle işlerine
devam etmelerini önermesine rağmen işçilerin tekrar işlerine
başlamasını sağlayamadı. Radikal solcuların kendileri; sayıla-
rının azaldığı, hareket esnasında anarşist unsurların kendileri-
ne baskın gelmesinden dolayı azim ve kararlılıklarını kaybet-
tikleri savıyla grevi sürdüreceklerine inanmadı(Anon, 1918:
12).19
Peki, bu “görkemli devrimci nitelikli” hareketin “başarıları”
nelerdi (Otto Bauer)? Neyin başarılmasını sağlamıştı? “Yaz-
dıkları gazetede bile yayınlanmaya değmeyen ve iki üç hafta
sonra alenen yerine getirilmeyen, hükümetten aldıkları birkaç
taahhütten başka bir şey yoktu!”(Rosdolsky, 1986: 7).

Ocak Genel Grevinin Ortaya Çıkardığı


Konseyler Üzerine
24 Ocak’ta Wiener Neudstadt, Neunkirchen ve Ternitz’de
grev sona erince, Viyana İşçi Konseyi, kalıcı bir kurum olarak
var olmaya devam edeceği kararını aldığı bir toplantı düzenle-
di. Ocak Genel Grevi’ndekine benzer, istenmeyen sürprizleri
dengelemek ve önlemek üzere parti yönetimi için, işçi konseyi
ani işçi sınıfı hareketleri üzerinde bir tür erken uyarı sistemi
olarak tasarlanmıştı. Böylece 1918 Ocak ayından Kasım ayına
kadar konseyler, Sosyal Demokrat Parti mensuplarının ezici
çoğunluğu ya da partinin entelektüel etkisi altında oluşturul-
mak zorundaydı. Bu yönelimin önemli bir gerekçesi de Sosyal

19. “Yönetici liderlik ve emek hareketi arasında sürekli irtibat ihtiyacı ve doğrudan
tekil fabrikalarla bağlantılı Viyana işgücünün tümünü temsil edecek bir kurulun ge-
rekliliği açıkça dile getirilmiştir” (Arbeiter-Zeitung, 1918a).

145
Demokratların yol göstericiliği olmadan işçi konseylerinin
ortaya çıktığı yerlerde, özellikle Wiener Neustadt ve çevresi,
grevi bastırmanın oldukça zor olmasıydı. Buradaki işçi konseyi,
grevi devamlı sürdürmek amacıyla gerçekten işçilerin oluştur-
duğu özerk bir yapıydı. Bu özerk yapıda, radikal sola sempati
duyan temsilciler de faaliyet gösterebiliyordu. Bundan dolayı,
Seitz ve Renner’ın ileri sürdüğü önerilerle kısmen amaçladık-
ları; konseyi, parti organlarıyla kontrol etmeyi daha kolay hale
getirmektir.
Ocak Genel Grevi’nin işçi konseyleri, kitlesel greve ön-
cülük etmek üzere tasarlanmış mücadeleci yapılardır; zaten
işçilerin de konseyden tam olarak anladıkları şey buydu. Bu
öz-örgütlülüğün başlangıç seviyesinin ötesine geçmek, ikti-
dar ilişkilerinde temel bir değişim gerektiriyordu; kast edilen
devlet aygıtının felç edilip, yıkıma uğratılmasıydı ve bu da bir
tek Kasım 1918’de gerçekleşti. Ocak Genel Grevi, bu kitlesel
hareketi başarılı bir sonuca ulaştıracak birçok ön koşula biza-
tihi sahipti. Sosyal Demokratlar bir taraftan devam eden mü-
cadelenin yol açacağı tehlikelere sürekli işaret ederken, öbür
taraftan da kitlesel grevin devrimci koşulların başlangıcına
dönüşme olasılığını kasten gizliyor ve hatta baltalıyordu. 28
Ocak’ta Almanya’da bir milyonun üzerinde işçinin katıldığı
bir grev başladı ve aynı şekilde işçi konseyleri seçildi. Pau-
la20’deki donanma cephanelik fabrikası, 22-28 Ocak tarihleri
arasında greve girdi ve Cattaro Mutiny21 (Cattaro Ayaklan-
ması) 1 Şubat’ta patlak verdi: 40 savaş gemisindeki denizci
ayaklandı ve denizci konseyleri seçti.
Ocak Genel Grevi, Ordu üzerinde muazzam bir etki yarattı:

Ocak Genel Grevi sonrasında askeri birlikler arasında-


ki uyumsuzluk, kendini bir dizi ayaklanma şeklinde gösterdi.
Sloven birlikler Judenberg’de, Sırp birlikler Pecs’de, Çek bir-
likler Rumburk’da ve Macar birlikler de Budapeşte’de ayaklandı.

20. Pula, günümüz Hırvatistan’ında, ama o zamanlar Habsburg monarşisinin bir


parçasıydı.

21. Cattaro, günümüzde Karadağ, Kotor’dur, ama o zamanlar Habsburg monarşisinin


bir parçasıydı.

146
Şubat’ın ilk birkaç gününde Cattaro’daki cephane işçilerinin
grevi, donanmayı vurdu. Savaş gemisi mürettebatı kızıl bay-
raklar çekti, subaylarını yakaladı ve Wilson’un On Dört İl-
kesine dayanan bir barış antlaşması talep etti(Bauer, O, 1965:
79).

Sosyal Demokratlar bu mücadeleleri birleştirip, nihayetin-


de muhtemel bir zafere dönüştürmek yerine, bu mücadeleleri
birbirinden ayırmak için elinden gelen her şeyi yaptı.
Ocak Genel Devrimi’nde aldıkları yenilgiden dolayı, öz
örgütlü konseyler, sermayenin gücü ve monarşiye meydan
okuyacak ve nihayet onları ortadan kaldıracak yapıları daha
fazla geliştiremedi. Aldıkları ağır yenilgi ve akabinde uğradık-
ları şiddetli baskı dalgası sonucunda demoralize olan işçi faa-
liyetleri, kısa süreliğine geriledi ve konseyler de nispeten az bir
muhalefetle Sosyal Demokratik aygıtların baskı ve yapılarına
boyun eğdi.22
Ancak Rus Devrimi, Bolşeviklerin savaşa karşı olan kararlı
ve uzlaşmaz duruşlarıyla Brest-Litovsk’da ortaya çıkması, içe-
ride artan feci erzak kıtlığı, Habsburg otokrasisi tarafından
bastırılan milliyet sorunu ve Avusturyalı işçilerin güçlenen
mücadele kapasitesi, monarşiyi tüketti ve onu temelden sarstı:

Bütün Alman seçim bölgesinin Reichsrat [ulusal parlamen-


to] temsilcileri, 21 Ekim’de Aşağı Avusturya Landtag [devlet
parlamentosu] konferans salonunda toplandı. Meclis, “Avus-
turya’daki Alman halkı, gelecekteki devlet yapısını tayin etmek,
bağımsız Alman-Avusturya devleti kurmak ve diğer uluslarla
serbestçe yapılmış antlaşmalar vasıtasıyla ilişkilerini düzenle-
mek” kararlarını oybirliğiyle aldı. Buna bağlı olarak, temsilciler
meclisi, kendini geçici ulusal meclis olarak teşkil etme ve oluşa-
cak Alman-Avusturya hükümeti için nüve olarak bir yürütme
komitesi seçme kararı aldı(Hautmann, 1978: 75-6).
4 gün içerisinde ikili monarşi parçalandı. Çekler, 28 Ekim’de

22. Ekmek karnelerinde istihkak azaltılınca, Ocak 17’den 26’ya kadar yeni bir grev
dalgası meydana geldi. Grevin en üst noktasında, Viyana’da 48.406 işçi mücadeleye
katıldı.

147
Avusturya’dan ayrılmaya başladı ve diğer uluslar da kısa süre-
de aynı yolu izledi. 30 Ekim’de Viyana’daki geçici hükümet,
Avusturya’nın geri kalanına sahip çıkmaya başladı. Ayrıca aynı
gün Viyana’da geçici bir asker konseyi oluşturuldu. 31 Ekim’de
Viyana’da Kızıl Muhafızlar kuruldu ve toplanma ve örgütlen-
me özgürlüğü yeniden yürürlüğe girdi; 31 Ekim ve 3 Kasım
tarihleri arasında, Friedrich Adler dâhil bütün siyasi tutuklu-
lar serbest bırakıldı.23

Burjuva Demokrasisinin Kuruluşundan Toplumsal


Devrim Aşamasına
Kasım 1918’in sonucu olarak, egemen sınıflar, özellikle de
Avusturya burjuvazisi, gücünün olağanüstü bir şekilde azaldı-
ğını kabul etmek zorundaydı. Otoriter monarşist devletin ani-
den yok olmasıyla sarsıldı ve hâkimiyetin geleneksel araçlarını
geçici olarak kaptırdı, burjuvazi Sosyal Demokratların faal
olmasına müsaade etmek zorunda kaldı. Burjuva kesiminin
zayıflığı, işçi sınıfı örgütlerinin güçlerini önemli ölçüde art-
tırmasını sağladı. 1919’un baharında 800.000 seçmen kitlesi
ve on binlerce aktif işçi konseyi temsilcisiyle gerçek manada
kitlesel bir örgüt haline dönüşen konsey hareketi, hedef kitle-
sinin niteliksel gelişimi için hareket noktası oldu.
1 Temmuz 1913’te, gelecekteki Alman-Avusturya Cum-
huriyeti bölgesinde 87.929 üyesi olan Sosyal Demokrat Parti,
1 Temmuz 1919’da 322.826 üye sayısına ulaştı. Parti üye sayı-
sının savaşın ilk iki yılında, yaklaşık olarak 40.000’den 10.000’e
düştüğü Viyana’da, bu sayı Kasım 1918’e gelindiğinde 20.000’e
çıktı ve sadece 6 ay sonra yaklaşık 80.000’e ulaştı. 1918’in so-
nunda Alman-Avusturya’da 295.147’ye çıkan Sosyal Demok-
rat sendika üye sayısı, 30 Haziran 1919’da 662.854’e ve aynı
yılın sonunda ise 772.146’ya yükseldi.
Bununla beraber İmparatorluk Ordusunun dağılması ve
Volkswehr’in (halk savunması) kuruluşuyla birlikte, askeri
konseylerden oluşan yeni ve etkin bir hareket, işçi konseyleri
tarafına katıldı. Avusturya Devrimi başlangıç aşamasında, Şu-

23. Geçici hükümet, Sosyal Demokrat, Hristiyan Sosyal ve Alman Ulusal partileri-
nin üyelerinden oluşuyordu.

148
bat/Mart 1919’a kadar, askeri konseyler aslında konsey ha-
reketinin en ileri görüşlü kesimiydi. Bunun sebebi, Sosyal
Demokratların, Kasım/Aralık 1918’de, kendi mecrasında yol
alan askeri konseyler üzerindeki siyasi etkinlik geliştirme şan-
sının, genel olarak parti disipliniyle yönetilen işçi konseylerine
kıyasla da az olmasıydı. Ama durum değişiyordu: işçi kon-
seyleri ve Sosyal Demokrat Parti arasında kanunlarla oluştu-
rulan birlik gittikçe aşınıyordu. 3 Kasım’da Komünist Parti ve
28 Kasım 1918’de ise Devrimci Sosyalistler Federasyonunun
kurulmasıyla, Sosyal Demokratlardan farklı, toplumsal dev-
rimci amaçları gerçekleştirmeye çalışan yeni işçi partileri or-
taya çıktı.
Sosyal Demokratlar, az sayıda üyeye sahip olmalarına rağ-
men KPDÖ ve FRSI’nin görmezden gelinmeyecek kadar bü-
yük olduklarını kısa zamanda anladı. Her iki parti de Viya-
na’daki Volkswehr üyeleri arasında hafife alınmayacak kadar
etkindi ve ikisi de silahlı bir oluşum olan Kızıl Muhafızları
bile destekleyebiliyordu. Asker konseyi hareketi bu partilere
açıkken ve partiler, Kasım 1918 seçimlerinde Viyana asker
konseyi üzerinde vesayet hakkı bile talep edebiliyorken, işçi
konseyi hareketine ulaşamıyorlardı. Ancak Sosyal Demok-
ratlar işçi konseylerini yeniden düzenlemek ve onları KPDÖ,
FRSI ve diğer sosyalist gruplara açmak durumunda kaldığı
bazı gelişmeler yaşandı: Şubat 1919’da işçiler arasında baş-
layan görece huzuru sona erdiren ve devrimci krize yol açan
ekonomik bozulma ve siyasi çelişkiler, toplumsal devrim hare-
ketini güçlendirdi.

Asker Konseyleri
İmparatorluk ve kraliyet Ordusu da tıpkı Habsburg mo-
narşisi gibi ulusal parçalara ayrıldı. Rusya ve Almanya dev-
riminde olduğu gibi asker konseyleri, Almanca konuşan
birimlerde seçildi. Yeni küçük askeri kuvvet olarak bilinen
Volkswehr oluşturulurken, asker konseyleri de askerleri temsil
etmek üzere seçiliyordu. Sosyal Demokratlar, işçi hareketiyle
yakın bağ kurmalarını sağlayan Volkswehr’in oluşturulmasın-
da önemli rol oynadı. O dönem Sosyal Demokrat parti adına

149
Ordu müsteşarı olan Julius Deutsch, Volkswehr’i oluşturmak
için İmparatorluk Ordusunun kadrolarını taban almak yerine,
bu askeri yapıyı sıfırdan oluşturabildi. Hükümet 3 Kasım’da
gönüllülerden oluşan Volkwehr’in kuruluşuna izin verdi. O
gün Viyana’da bütün kışlalarda asker konseyleri seçildi. Sonuç,
hemen hemen tüm Viyana birliklerinde Sosyal Demokratla-
rın zaferiydi. Temsilciler “hep yaşlı ve kendini kanıtlamış yol-
daşlar değildi… Radikal ve henüz bize yönelmiş gençlerden
de oluşuyordu”(Deutsch, 1947).24
Asker konseyleri, Klagenfurt ve Linz’deki garnizon komu-
tanlarını görevden uzaklaştırdı ve Klagenfurt konseyi, Carint-
hian Yüksek Askeri Komuta’dan gelen bütün emirlerin, asker
konseyi mensuplarınca imzalanmasını emretti:

Klagenfurt’da geçici devlet parlamentosu, askeri konse-


yin subayların seçilmesi talebini kabul etmek zorunda kaldı.
Villach konseyinin teğmen ve sol sosyalist başkanı şöyle di-
yordu; oradaki subaylar rütbelerini çıkartmak zorunda. Ca-
rinthia’daki birçok küçük şehrin konsey başkanları, Rus sa-
vaş mahkûmlarını iade etti. Subayların düzensizliği ortadan
kaldırıldı. Hepsinden önemlisi asker konseyleri, elde ettikleri
kendi subaylarını seçme hakkını kullanmakta diretti ve seçil-
memiş subay ve askeri memurların kışla ve ofislere girişlerini
kabul etmedi(Carsten, 1973: 65).

Viyana asker konseyi, tamamen sol Sosyal Demokrat-


ların etkisi altında, kendi yürütme komitesini oluşturdu. 3
Aralık 1918 tarihli Arbeiter-Zeitung’a göre, konseyin başka-
nı, Volkswehr tabur komutanı Yüzbaşı Doktor Joseph Frey,
“Volkswehr’i savaşçı, proleter, devrimci bir orduya dönüştür-
meyi” ve asker konseylerinin “bu savaşçı ordunun gerici de-
ğil, sadece devrimci amaçlarla kullanılabileceğini” görmelerini
amaçladı. Viyana’daki Volkswehr, 88 piyade ve 8 makineli tü-
fek bölüğü ile birlikte 5 batarya ve 20 parça ağır silaha sahip
yaklaşık 16-17.000 kişiden oluşan nispeten güçlü ve disiplinli
bir birlikti. Hiç kuşku yok ki bu birlik, iç kargaşa ve darbe gi-

24. Genişleyen Federasyon 26 Mayıs 1919’da KPDÖ ile birleşme kararı aldı.

150
rişimini sonlandırabilecek bir kuvveti yansıtıyordu.
Devrimin ilk günlerinde, kısa sürede Kızıl Muhafızlar ola-
rak bilinen bir birlik oluştu. İki kurucu, Üsteğmen Egon Erwin
Kisch ve Onbaşı Heller,25 1 Kasım’da Devlet Konseyi tarafın-
dan Kızıl Muhafız birliği oluşturulmasının bir mahzuru ol-
madığı yönünde bilgilendirildi. Kızıl Muhafızlar, Volkswehr’e
katıldıktan sonra 4 Kasım 1918’de, Stifskaserne askeri kışlasına
taşınmaya ve burada propaganda faaliyetleri yürütmeye başladı.
Stifskasern Volkswehr Tümeni’nin (Kızıl Muhafızlar) kuvveti
400-500 kişi kadardı.
Sosyal Demokratların sol kesiminde yer almasına kar-
şın, Kızıl Muhafızlar siyasi olarak heterojendi ve Komunist
Parti’nin bir uzantısı olarak görülemezdi. Bu birliğin yakla-
şık yarısı, güvenilir Sosyal Demokrat yoldaştan oluşuyordu
ve birliğin komutanı Josef Frey, sol sosyalist bir demokrattı.
Dolayısıyla, KPDÖ ile arasında ortaya çıkan bir dizi önemli
politik taktiksel fikir ayrılıkları şaşırtıcı olmamalı. Kızıl Mu-
hafızlar ve KPDÖ, demokratik burjuva ayaklanmasını prole-
ter bir devrime yönlendirme amacında anlaşırken, bunun nasıl
gerçekleşeceği konusunda anlaşamadılar. KPDÖ ile su yüzüne
çıkan bu farklılıklar, 28 Kasım 1918’de Kızıl Muhafızların li-
der konumunda oldukları ikinci bir devrimci partinin, FRSI,
kurulmasına yol açtı.

FRSI ve Konsey Sorunu


FRSI, kısa siyasal varlık döneminde sosyal demokrasinin
başarısızlığı ve bu siyasi akımın kapitalizmin demokratik-bur-
juva şeklinde yönetilen formuna açık bağlılığı üzerine birçok
soruna dikkat çekici çözümler geliştirdi. Federasyonun kurucu
üyelerinden Johannes Wertheim, ilk aşamaları anlatıyor:

Savaş boyunca ve özellikle Ocak Genel Grevi esnasında,


anti-militarizm ve Bolşevik yanlısı propaganda yürüten bir
grup genç erkek ve kadın, Kasım 1918’in başlarında, Der Freie
Arbeiter adlı haftalık bir gazete çıkarmak için bir araya toplan-

25. Gerçek adı Bernhard Förster olan Onbaşı Haller Galiçyalıydı. 1918 Kasım ayın-
da tutuklandı ve Aşağı Avusturya’dan sınır dışı edildi.

151
dı. Gazetenin ilk sayısı 9 Kasım’da çıktı. Başlangıçta gazeteyi,
coşkuyu sürdürmek için kullandılar. Böylelikle hem savaştan
dönen askerler üzerinde hem de o esnada oluşturulan Kı-
zıl Muhafız mensupları üzerinde etkili olmak istediler, hatta
Kızıl Muhafızlar için aynı isimli bir ek çıkardılar. Kısa süre
sonra sayıları giderek sayıları artan işsizler arasında eğitim ve
örgütlenme çalışmasına başladı. 28 Kasım 1918’de, Hernal-
sergürtel caddesindeki Zum Feldmarshall Laudon otelinin
büyük bir salonunda açık bir toplantıyla FRS Enternasyonal
kuruldu(Wertheim, 2003: 17-18).

Federasyonun, ( Julius Dickmann, Rothziegel, Kisch, Hil-


de ve Johannes Wertheim; bir sempatizan olan yazar Franz
Werfel gibi) sadece birkaç yüz kayıtlı üyesi vardı ve Avus-
turya işçi hareketinde yeni bir dönemin başlamasıyla, yeni
mücadele şekillerinin kurulması gerektiğini düşünüyorlardı.
Komünist Parti liderlerinin “gizli cemaatinin” “parti gaspına”
şiddetle karşı çıkıyorlardı. FRSI’nın gerçek akıl hocası Julius
Dickmann’di26 ve Sosyal Demokratlara benzer alelade bir par-
ti olacağı suçlamasıyla, KPDÖ’nün kuruluşunu tasvip etmedi.
Dickmann, hem parti sistemini ret ediyordu hem de ülke
genelinde birbirinden kopuk fabrikalarda saplanıp kalmış
konsey sisteminin koordinasyonsuz kaldığı müddetçe ayakta
kalamayacağını belirtiyordu (kısaca, konsey sisteminin kitlele-
rin iradesini bir araya getirecek ve onların devrimci faaliyetini
koordine edecek bir örgütlenme şekline ihtiyaç duyduğunu
ileri sürüyordu). Bu sebeple Dickmann, Berlin devrimci işçi
temsilcilerini, çözüm sağlayacak bir model olarak görüyordu.
Dickmann, federasyonun ‘Komünist Parti’den Farkımız Ne?’
başlıklı ikinci bildirisini Ernst Jung takma adıyla yazdı(1919).
Bildiriden bir kesit aynen şöyle:

26. Galiçya, Chortkiv doğumlu Jonas “Julius” Dickmann sağırdı. Sosyal Demokrat
İşçi Parti’nin teorik gazetesi Der Kampf ve SPD’nin teorik gazetesi Die Neue Zeit’de
birkaç makalesi yayınlandı. Beyaz-yakalı ve kendi kendini yetiştiren biriydi. 26 Ma-
yıs 1919’da KPDÖ’ye de katıldı ve 1919’un sonbaharında Rote Fahne’de bir maka-
le yayımladı. 1927’de kendi gazetesi Die Wende-Neu Marx Studies’i çıkardı ve Boris
Souvarine tarafından çıkarılan La Critique social’de aralıklarla makaleler yazıyordu.
1938’deki Anchluss’tan sonra Gestapo tarafından tutuklandı ve Polonya’da Izbica
Ghetto’ya sınır dışı edildi ve 15 Mayıs 1942’de öldü.

152
İşçi konseyi delegelerinin ezici çoğunluğu [Almanya ve
özellikle de Alman Avusturyasında] Sosyal Demokratlarla it-
tifak halindeler. Şu anda ülkemizdeki devrimci sosyalistlerin
asıl görevi, sovyet (kurul) iktidarını sözde savunmaktan çok
bu sovyetler içinde çoğunluk elde etmektir. Nasıl ki partiler,
parlamenter alanda siyasi nüfuz mücadelesi veriyorsa, çekişen
proleter eğilimler de işçi konseyi alanında liderlik için müca-
dele etmeli.
Bu mücadele için siyasi partiler hiç uygun değil. Siyasi
partilerin yapısı parlamenter sisteme uygun. Parlamenter sis-
tem, yerleşim alanına bağlı olarak vatandaşların oluşturduğu
dar kapsamlı bir yapıya dayandığından, her parti bu mahalli
yapı içerisinden üye kazanmak ister. Ama üyelerin bu mahalli
örgütlenmesi sadece tesadüfi ve sunidir. Herhangi bir harici
parti aygıtı tarafından bir arada tutulmazsa, bu yapıların bir-
likteliği kolayca dağılır. Partinin iç koşulları, akıllıca tasarlan-
mış mercilerle düzenlenmeli ki, parti lideri dağınık üye kit-
lesini kolayca yönetebilsin. Parlamenterizmden farklı olarak
sovyetizm fabrika sistemine dayanır. Konsey sistemi, en ağır
çalışma koşulları ortasında toplumsal rolleriyle işçileri kavrar.
Üretim sürecinin kendisi, işçilerin sıkı birlikteliğini sağlar; ha-
rici bir aygıt tamamen gereksizdir. İşçi konseylerinde çoğun-
luğu ele geçirmeye çalışan devrimci bir örgüt ne mercilere ne
de yetkililere ihtiyaç duyar. Devrimci örgütün liderliği, emek
sürecinde birbirine bağlı kitlelerden bağımsız olamaz. Eğer
bir liderlik bu kitlelere karşı durursa, ayaklarının altındaki halı
derhal çekilir. Eğer Sosyal Demokratlardan27 işçi konseyleri-
nin yönetimini almak istiyorsak, fabrika bölümlerine dayalı
devrimci federasyona yönelik bir amaç içinde olmalıyız… ve
bizim esnek örgütsel yapımız bu geçişi oldukça kolaylaştırır.
Dickmann, aynı bildiride bu esnek örgütlenmenin nasıl
ortaya çıktığını anlatıyor:

Baştan beri federasyonun kurucuları, işçileri herhangi bir


tek programa bağlamayı reddediyordu. Halk meclislerini “İşçi-

27. 159 sandalyeli Parlamentonun 69 sandalyesine sahip olan Sosyal Demokratlar,


baskın partiydi.

153
ler Ne Yapmalı?” gündemiyle topladı. Her işçi ve asker sözleri-
ni dile getirip düşüncesini beyan edebildi… Tartışma boyunca
meclis katılımcıları, bütün devrimci eğilimleri birleştirebilecek
federasyon fikriyle tanıştı. Özgürlük mücadelesine dürüstçe
katılmak isteyen hiç kimse dışta bırakılmadı. Bunun gelecek-
teki devletin bireylerinin zihninde nasıl görüneceği şimdilik
konuyla alakasız. Bu federasyonumuzun, kitleler arasından
nasıl çıktığını gösterir. İster büyük ister küçük, ister zayıf is-
ter güçlü olmak istesin, federasyon, işçilerin kendi ürünüydü
ve hala öyle. Böylelikle proleteryamız bağımsızlığa doğru ilk
adımını atmıştır.
Federasyonun temel görevlerinden biri Sosyal Demok-
ratlarla ilişkiyi sürdürmeye devam etmekti. Sosyal Demokrat
işçilerin desteği olmadan Avusturya konsey cumhuriyeti kur-
manın manasız olacağı Federasyon için belliydi. Parlamente-
rizmi kökten reddetseler de 16 Şubat 1919’daki Milli Ana-
yasal Meclis seçimlerinde Sosyal Demokrat adaylar için oy
çağrısında bulunmak zorunda kaldılar.
Oylarımızı vermeyerek, Sosyal Demokrat bir çoğunluk ih-
timalini ortadan kaldırmakla suçlanmak istemeyiz, zaten bir
kâğıt parçasını oy sandığına atmakla işçi mücadelesinde bü-
yük bir eylem yapmış sayılmayız. Bu yüzden yoldaşlarımızın
oylarını Sosyal Demokrat adaylar için kullanmalarını tavsiye
ediyoruz. Parlamentodaki en geniş Sosyal Demokrat milletve-
kili temsilinin tahmin ettiğimiz üzere sosyalist bir iş yapama-
yacağını bekleyip görmelerini istiyoruz(F.R.S. Internaionale,
1919).

Sosyal Demokrasi ve Avusturya Devrimi


Hiç yer almamasına rağmen 16 Şubat seçimleri burjuva
için zaferdi. İşçi radikalizmiyle mücadele edecek hiçbir iktidar
enstrümanı yokken ve işçi iktidarının çekirdek yapısı olan işçi
konseylerini kati surette geri püskürtmek için burjuva, egemen
konumunu işgücü arasından elde eden Sosyal Demokratlara hiç
güvenemezdi. İşçilerin devrimci bir toplum umudu hala, Sos-
yal Demokrat İşçi Partisi’ne (SDAP) bağlıydı ve o esnada işçi
konseyleri onların yürütme kurullarıydı. Buna rağmen, Sosyal

154
Demokratlar istediklerini gerçekleştiremedi. Ayrıca, parti he-
deflerinin, işçilerin mevcut ruh haliyle hiçbir ilgisi yoktu.
1918’in sonlarındaki parti konferansı, partiyi, ilk hüküme-
tin kuruluşuna katılmakla ve yeni devlette Sosyal Demokrat
faaliyetler için sonraki hedefleri belirlemekle yetkilendirdi:
cumhuriyeti kurmak ve Almanya’ya ilhak. Sosyal Demokrat-
ların, acil konsey iktidarı talebine karşı temel savlarından biri
ilhak fikriydi. Alman-Avusturya’nın uygulanabilir bir şey ol-
madığını herkes biliyordu. O zamanın en önemli endüstriyel
enerji kaynağı kömür ve gıda temini büyük ölçüde güvence
altına alınmamıştı. Maddi sıkıntılar, muhtemel bir devrime
gönderme yapmak ve burjuvanın kamulaştırılmasıyla çözül-
meyecek kadar büyüktü.
Sosyal Demokratların ikinci büyük hedefi, demokratik
burjuva cumhuriyetinin inşası ve hem sağdan hem soldan ge-
lecek saldırılara karşı savunması, de ilhak zihniyetinden kay-
naklanıyordu. Burjuvazi kamulaştırılır ve işçi iktidarı gelirse,
İtilaf Devletlerinin, komşu ülkelerin de uyacağı bir ekonomik
abluka dayatacaktı. O zaman da Alman-Avusturya işçi sınıfı
açlığa mahkûm edilir ve gerici güçler için bulunmaz nimet
olurdu. Bu sebeple, sosyalizme yönelik aşırı adım atmaya cesa-
ret edemediler. Güçsüz cumhuriyetin, diğer kapitalist ülkeler-
den yardım alabileceği tek yol buydu.
Bu temelde, Otto Bauer’in 19 Aralık’ta parti yönetimine öner-
diği kamulaştırma planı, sadece kısmi kamulaştırma olarak
nitelendirilebilir. Bu plan aynı zamanda, eski mülk sahipleri-
nin zararlarını karşılama gereksinimiyle birleşmiş aşamalı bir
süreçti. Süreç, sermayenin gücüne büyük ölçüde saldırmaktan
kaçınıyordu. Böylece, zaten çile çeken halkı, iç ve dış yaptırım-
larla mücadele etmekten kaynaklı daha çok yoksunlukla baş
başa bırakmanın önüne geçiyordu. Ancak işçiler, fabrikaların
kamulaşması talebiyle gittikçe daha çok gürültü koparıyor ve
meseleleri daha sık kendileri hallediyordu: doğrudan eylem ve
denetimsiz kamulaştırmalar arttı.

1919 İlkbahar ve Yaz: Devrim Bir Kez Daha Kapıda


Avusturya’daki savaş sonrası devrimci kriz, 1919’un Mart

155
ve Temmuz aylarında en üst noktaya çıktı.28 21 Mart’ta Macar
Konseyler Cumhuriyeti’nin çağrısı üzerine, proleter devrim
doğruca Viyana kapılarına ve Wiener Neustadt sanayi bölge-
sine yöneldi. 6 Nisan’da Münih’teki devrimci merkezi konsey,
Bavyera Sovyet Cumhuriyeti’ni ilan etti. Alman-Avusturya’nın
doğudaki ve batıdaki iki komşusunu örnek alıp almayacağı so-
rusu, ilgi odağı oldu ve siyaset sahnesine yön verdi. Bununla
kıyasla diğer tüm sorunlar geri planda kaldı(Hautmann, 1987:
288).

İşçiler gittikçe sabırsızlanıyordu ve bir kez daha meseleleri


kendi insiyatifleriyle çözme gücüne eriştiklerini düşündüler.
İşçilere göre kamulaştırma çok yavaş ilerliyordu; çok az sosyal
demokrasi ve sosyal adalet görüyorlardı. Bir kaç örnek, duru-
mu açıklar.29 Savaştan önce sadece iş dostu işyeri sendikalarına
müsamaha gösterildiği Berndorf şehrindeki Krupp tesisinde
bir işçinin komünist faaliyetler sebebiyle işten atılması sonu-
cu, Mart 1919’da tesiste ciddi kargaşa baş gösterdi. Akabin-
de gelişen şiddetli çatışmalarda, birçok memur ve bir idareci
yaralandı. Üst düzey sendika temsilcilerinin arabuluculuğuyla
ortam ancak sakinleştirilebildi. Krupp, fabrika komitelerinin
(fabrika konseyleri) kurulmasına ve sendika faaliyetlerine izin
vermeye mecbur kaldı. 14 Mart’ta, Mühlbach am Hochkönig
köyünde bulunan Mitterberger Kupfer ADD DEF fabrikası,
iki büro çalışanın da dâhil olduğu “işçi konseyi” tarafından kısa
süreliğine ele geçirildi.
7 Nisan’da, Seegraben maden ocakları ve Donawitz’deki
Avusturya’nın en büyük demir cevheri tesisi Alpine Montan
aniden kamulaştırıldı. SDAP’nin Arbeiterwille (İşçi İradesi)
adlı gazetesi, “Donawitz, Seegraben ve Leoben’deki İşçi Hare-
keti” başlıklı bir makale yayınladı. Makalede, o gün un ve yağ

28. 1919’da Mart’ın 26’sından 29’una kadar süren ve 10.000’inin üzerinde demiryolu
işçisinin katıldığı 3 günlük grev, ülkeyi uçurumun kenarına getirdi ve böylesine zor
koşullarda bile greve girmenin aslında mümkün olduğunu gösterdi. Nitekim Wiener
Neudstadt ve Macar Konseyler Cumhuriyet’inde 29 Mart’ta destek grevine yol açtı.

29. Örneğin, komünist ve işçi klonseyi üyesi Johann Lumpi ve birkaç destekleyici
ile birlikte, Tuna üzerinde raylı bir köprü olan Viyana Nordbahnbrücke’yi havaya
uçurmayı istedi. Saldırı başarısızlıkla sonuçlandı.

156
dağıtılması üzerine, tesis yöneticisinin görevden alınması ka-
rarı alan bir işçi toplantısına yol açan büyük bir kargaşanın
meydana geldiğini bildiriyordu. “karar hemen uygulandı ve iki
mühendis, bir Sosyal Demokrat’lı işçi ve bir Komünistten olu-
şan dört üyeli bir yönetim kurulu oluşturuldu”(Arbeiterwille,
1919a).
Dornwitz tesisinde işyeri temsilceleri toplantısında, sendi-
ka yöneticilerin durumu dâhil, sonunda konu detaylı bir şekil-
de ele alındı. Toplantıda yeni yönetim kurulunun, kamulaş-
tırma komitesi başkanı Otto Bauer’in tesisteki kamulaştırma
sürecini üstlenmesini talep eden Sosyal Demokrat yürütme
kurulu üyesinin raporuna dikkat çekildi. Ofis personeli, ka-
mulaştırma konusunda işçilerin yanında kararlılıkla yer aldı:
Ofis personelinin ezici çoğunluğu, yapılacak büyük kamu-
laştırma projesinde, hepimizin ve ulusun menfaati için en iyi
bilgi ve yetenekle, işçilerle yan yana çalışmaya gönüllü olduğu-
nu açıkladı. Ciddi ve aklı başında insanlarla birlikte ilerleme
inancıyla bunu yaptık ve yapacağız(Arbeiterwille,1919b).
Sonunda sendikacılar ve parlamentonun Sosyal Demokrat
üyeleri ile birlikte hükümet yetkilileri ve sanayi müfettişlerinin
de yer aldığı uzun görüşmelerden sonra diğer konularla bir-
likte işçi konseyleri ve sendikal faaliyetler için tam özgürlük
talepleri kabul edildi. Otto Bauer, işçilerin fabrika yönetimini
ele geçirmesinin kamulaştırmayla bir alakası olmadığı iddi-
asıyla sendikalist eylemlere karşı uyarıda bulundu. O esnada
kamulaştırmanın imkânsız olduğunu düşünen Bauer, tesisin
yakında demokratikleştirileceği vaadiyle Donawitz’deki öfkeli
işçi ve personeli atlatmaya çalıştı.
Eli kulağında ani bir işyeri konsey hareketinin artan belir-
tileri arasında, tıpkı Steyr silah fabrikası gibi askeri müteah-
hitlik şirketi Aviatik de denetimsiz olarak kamulaştırıldı. Ar-
beiter-Zeitung 8 Temmuz 1919’da, Lorenz-Werke’nin (radyo
imalatçısı), Komünist partinin önde gelen bir isminin de davet
edildiği tam bir işgücü toplantısında kamulaşma kararı aldı-
ğını bildiriyordu.
“Sendikalist eylemler” dalgasına karşın ve komünist bir
devrimin her an bekleniyor olmasına rağmen, 1919’da savaş

157
sonrası ilk dönemde Alman-Avusturya’daki resmi grevler, en
düşük seviyeye inmişti. Diğer yandan, endüstriyel üretim de o
yıl en düşük seviyeye geriledi. Almanya’da greve giren işçi sa-
yısı 1919’da, bütün iki savaş arası dönemde en üst seviyeye ula-
şırken, Avusturya’daki sayı 70.000 ile sınırlı kaldı. 1920’de sayı
199.000’e ulaşırken, 1921’de sayı 300.000 oldu. 1919’da, 83
grev, bir lokavt ve 92 diğer işçi eylemi meydana geldi(Klenner,
1951: 507).
Gıda arzının güvencesizliği, endüstriyel işgücü için, en
azından eksik olan temel gıdaları sağlamak amacıyla, üretime
devam etme zorunluluğunu ortaya çıkardı. Sosyal Demokrat-
lar ve sendika liderleri, kaçınılmaz toplumsal ihtilafı, işçi grev-
leri dışında başka kanallara yönlendirmek için tüm güçleriyle
uğraştı. İşçiler faaliyetlerinin büyük kısmını, işçi konseylerinde
ya da yerel konsey hareketlerinde yoğunlaştırarak liderlerine
itaat etti. İşçi konseyleri, fabrika grevleriyle kıyaslandığında,
gıda kıtlığını hafifletmek için, daha iyi ve daha etkili imkânlar
sunduğunu göz önünde bulundurursak, işçilerin yaptığı eko-
nomik ve tamamen mantıklı bir tercih olarak düşünülebilir.
1919’da başlayan konsey hareketinin bu örgütlü dirilişi, işçi
konseylerinin giderek yaygınlaşmasına yol açtı. Bununla bir-
likte, işçi konseylerinin, denetim ve liderlik görevini özgüvenle
yerine getirmesinin sağlamıştır. Alman-Avusturya’daki siyasal
sistem, sadece Bavyera ve Macaristan’daki konsey cumhuri-
yetlerince sorgulanmıyordu, cumhuriyetim içerisindeki sınıf
mücadelesinin gelişimi ile de sorgulanıyordu.

Gelişen İkili İktidar


1919’da silahlı güç genel olarak işçi sınıfının elindeydi. Bir-
çok askeri birlik, ekseriya, işgücünden daha radikal, sınıf bi-
linçli işçilerden oluşuyordu. Çünkü güçlerinin farkındaydılar.
O dönemlerde hiç kimse, Volkswehr’e karşı askeri bir kalkış-
maya girişemezdi.
Burjuva ve işbirlikçi Sosyal Demokratlar daha işçileri fab-
rikalara geri gönderememişti. İşçi konseyleri, çökmüş devlet
aygıtlarının yerini kısmen almıştı ve geri kalan ya da yeniden
ayağa kaldırılan devlet aygıtlarına da paralel şekilde kısmen

158
faaliyet gösteriyordu. Konseyler, barınma sorunu ve arz sıkın-
tılarıyla meşguldü. Konseyler, yetkilerini ve güçlerini ihtiyaç
duydukları şeylere el koymak ve onları hacz etmek için kulla-
nıyordu. Bunu yapmasının sonucu olarak konsey kurullarının
önem ve gücü Viyana sınırlarını aştı:

Yukarı Avusturya’daki işçi konseyleri, işsizlik ve barınma


sorununu çözmekte önemli rol oynadı. Yukarı Avusturya’daki
işçiler için gıda temini ve tüm tüketim ürünlerinin fiyatlandı-
rılmasında, konseyler önemli etkiye sahipti. Makam odaları,
bölge işçi konseyine ev sahipliği yapan idari bölge yöneticileri
arasında, işçi konseyleri siyasi nüfuza sahipti. Devlet başken-
tinde bile bölge müsteşarı, işçi konseylerinin onayı olmadan
işgücü için hiçbir önemli kararı almazdı(Braunthal, 1919: 7).

Viyana’daki işçi konseyleri, Yukarı Avusturya’daki konsey-


lere benzer şekilde faaliyet gösteriyordu ve Aşağı Avusturya ve
Styria’da da konseylerin halk faaliyetleri üzerinde baskın bir
etkisi vardı.
İşçi konseyi mensuplarının büyük bir kısmı, Sosyal De-
mokrat tabanından ve kendini parti taraftarı olarak görüyor.
Ancak hem nesnel durumdan dolayı hem de faaliyetlerinin
dinamiklerinden ötürü, sürekli sosyal demokrasinin gerisine
düşüyorlar. Hem farklı siyasi konular açısından hem de genel
siyasi düzeyde bu böyle. SDAP’nin yönetim politikaları, ko-
alisyon, devlet aygıtlarıyla işçi konseyleri arasındaki ilişkinin
düzenlenmesi, Sovyet Rusya ve Macaristan’a destek meselesi
ve benzeri konulara ilişkin tartışmalarda Sosyal Demokrat ke-
simde sürekli tartışmalar ortaya çıkıyordu. Sosyal Demokrat
işçi konseyleri, birçok konuda kendi parti yoldaşlarına karşıt
şekilde, genelde bilinçli olarak KPDÖ ya da FRSI tarafını
tutuyorlardı. Bu eğilim, Temmuz 1919’da, zirveye ulaşacaktı.
Viyana bölgesindeki birçok işçi konseyi, gözdağı verilmiş Ma-
car Konseyler Cumhuriyeti’ne ne tür bir destek verileceği ko-
nusunda azınlıktaki komünistlerden yana oldu. 17 Temmuz’da
142 işçi konseyi üyesi, 21 Temmuz Pazartesi günü Sovyet
Macaristan’ı desteklemek için genel bir greve girme lehine oy

159
kullandı. Konseyin 104 üyesi ise Sosyal Demokratların, o Pa-
zar günü gösteri yapmak önerisini destekledi.
Bu gelişmenin ayrıca örgütsel yansımaları da oldu:

1919 Temmuz ayı başlarındaki ikinci Avusturya konsey


kongresine kadar yurt çapında bazı işçi konseyleri “sol”un
farklı grupları halinde, görüş ayrılığına düşmüşlerdi. Ancak
bu süreçte, devrimci yoldaşlar kendilerine “solcu” diyen bazı
kişilerin gerçek, tutarlı, devrimci politikalara da karşı çıktığı-
nı fark etti. Ekim 1919’da Viyana bölge işçi konseyinin bir
toplantısında, üyeler, yeni solun kuruluşunu da içeren bir bil-
diri yayınladı. Bildiri, bölge işçi konseyinin 80 samimi Sosyal
Demokrat üyesinin imzasını içeriyordu. Yeni sol, Devrimci
İşçi Konseyi Sosyal Demokratik İşçi Grubu adıyla tanındı ve
başlangıçta kendini, işçi konseyi faaliyetleriyle sınırlandırdı.
Haftalık gazeteleri, Der Arbeiterrat’ın (İşçi Konseyi) ilk sa-
yısı 20 Aralık’ta yayınlandı ve böylece yeni sol, parti içinde
tanıtıldı(Rothe, 1920: 326).
1919’un baharında Alman-Avusturya’da ikili iktidar formu
ortaya çıktı, ancak daha, sosyalist devrim ihtimali görünmü-
yordu. Üye sayısı 40.000’çıkması ve FRSI ile birlikte işçi kon-
seyleri delegelerinin yüzde 10’unu temsil etmesine rağmen,
KPDÖ, Sosyal Demokrat taraftarları arasında ayrım sürecini
ilerletebilecek konumda değildi. Bunun sebebi, terörist faa-
liyetlerden uzaklaşmayan darbeci KPDÖ politikalarıydı. Kü-
çük aktif bir azınlık olan KPDÖ, işçi çoğunluğunun iradesine
karşın konsey cumhuriyetini dayatıyordu. Daha gerçekçi ba-
kış açısıyla FRSI bile KPDÖ’nün darbeciliğinde bastırılıyor-
du. Ayrıca, oldukça sağ görüşlü temsilcilerinden birinin, Leo
Rothziegel,30 2 Nisan’da 1300 Avusturyalı gönüllü ile birlik-
te, Macar Konseyler Cumhuriyeti’ne askeri destek sağlamak
amacıyla Macaristan’a gitmesi, KPDÖ’yü zayıflattı.
15 Mart’ta Sosyal Demokratlar, bu kez sadece Hristiyan
Sosyal Parti ile Karl Renner başkanlığında yeni bir koalisyon
hükümeti kurdu. Birçok işçi sınıfı üyesi, bu koalisyonda burju-

30. Rothziegel, Vamospercs’te Romanya kuvvetleriyle bir muharebede 22 Nisan’da


öldü.

160
vayla işbirliğine varılmasının sosyalizme doğru hızlı ilerleme-
yi daha da yavaşlatacağına inanırken, Sosyal Demokrat parti
liderleri bu suçlamadan sıyrılabildi:

Burjuva partisi, Sosyal Hristiyanlar ile koalisyon (bu par-


tiye karşı mücadele daha önce Alman Avusturya Sosyal De-
mokrat Parti’nin iç siyasetinde önemliydi) parti yoldaşlarının
çoğunluğu tarafından, isteksizce ve daima şikâyetçi olacakları
acı bir gereklilik olarak görüldü… Bütün parti örgütlerinde,
işçi konseylerinde ve entelektüel işçiler arasında, koalisyon po-
litikasını “reddeden” ve onu başarı olarak “görmeyen” ve “daha
çok devrimci taktik” talep eden münferit yoldaş veya küçüklü
büyüklü gruplar var(Bauer, H, 1919: 455-6).31

KPDÖ, eleştiri oklarını burjuva kabine üyelerine yönelte-


rek, bu rahatsızlığı, bir başlangıç noktası olarak görmek yerine
konsey cumhuriyeti ilanı için klişe talebini değiştirmemeyi
yeğledi. Her ne kadar “Konseyler iktidara!” sloganı güncelliği-
ni kaybetmemişse de, Sosyal Hristiyanları hükümetten çıkar-
maya yönelik bir hamleyle birleştirmek zamanın ruhuna daha
uygun görünüyordu. Ancak KPDÖ, önemli reformist “başa-
rılarına” rağmen Sosyal Demokratları tanımadı ve işçi sınıfı
radikalizmi ve nesnel koşullardan dolayı ikileme düştü. Sadece
koalisyona katıldığı için Sosyal Demokratları sert şekilde eleş-
tirirken, Sosyal Demokrat kitleleri hesaba katamıyordu. İşçi
ve asker konseyleri tarafından desteklenen tek partili sosyalist
hükümet talebi, KPDÖ için utanç verici bir teslimiyetti.

Son Sahne
1 Mayıs 1919’da Münih’teki Sovyet Cumhuriyeti dağıldı
ve 1 Ağustos’ta Macar Konseyler Cumhuriyeti aynı akıbete
uğradı. Avusturya konsey cumhuriyetinin, önce Macar konsey
cumhuriyetiyle ve sonrasında Sovyet Rusya ile olası birleşmesi
hayal oldu. Sen-Germain Antlaşması, Almanya ile birleşmeyi
yasakladı. Alman-Avusturya, kimsenin istemediği bir devlet oldu.

31. Koalisyon, 11 Haziran 1920’de dağıldı ve tüm işçiler bunu iyi karşıladı. Bauer
(1965:234), şöyle yazdı; “İşgücü, koalisyonun dağılmasını sevinçle karşıladı”.

161
Sonuç olarak, konsey hareketi iktidar iddiasını giderek terk etti
ve bu yüzden yavaş yavaş küçülmeye mahkûm oldu. 1924’ün
sonlarında Avusturya’daki işçi konseylerinin dağıtılmasıyla,
hareket resmen sona erdi. Geriye kalandan, Birinci Cumhuri-
yet döneminde SDAP’nin askeri yapısı olan Republikanischer
Schutzbund (Cumhuriyetçi Müdafaa Birliği) ortaya çıktı:

(Mart 1919’da) hükümet, geri dönen askerler, işsizler ve sa-


vaşta sakat kalmış kişilerin şiddetli gösterileriyle karşı karşıya
kaldı. Proleter devrim ruhuyla dolu Volkswehr ile karşı karşı-
yaydı. Fabrikalarda ve demir yollarında, ciddi ve kaygı verici
çatışmalarla karşı karşıya idi. Ve hükümetin, iktidarını kul-
lanabileceği hiçbir aracı yoktu: Silahlı kuvvetlerin, devrimci
duygularla dolu proleter kitlelere karşı kullanabileceği bir araç
değildi… Hiçbir burjuva hükümeti bu mesele ile baş edemez-
di. Aksi durumda, güvensizlik ve proleter kitlelerin öfkesine
karşı savunmasız kalacaktı. Hükümet, sokak çatışmaları sonu-
cunda sekiz gün içinde devrildi ve liderleri kendi askerleri ta-
rafından tutuklandı. Bir tek Sosyal Demokratlar, bu benzersiz
zor işin üstesinden gelebilirdi. İşçi kitlelerinin güvenebileceği
tek kesimdi(Bauer, 1965: 140).

Bir tek Sosyal Demokratlar başarılı olabildi, çünkü 1919’un


fırtınalı aylarında, üretim araçlarını, bir biri ardına kamulaş-
tırma taahhüdünde bulundular. Bu tedbirlerden ilk etkilenen
ana sanayiler (kömür, maden, demir, çelik vb.) oldu. “Bu amaç-
la, hükümet bütün kapitalistler ve toprak sahiplerinden tedrici
varlık vergisi topladı. Elde edilen gelir, kamulaştırılmış ağır-
sanayi hissedarlarının payını ödemek için kullanıldı”(Bauer,
O.,1919: 6). Ve son olarak, bankaları kamulaştırmak, “büyük
kamulaştırma projesinin başlangıcı değil, ancak sonucu ve
parlak bir başarısı olabilirdi”(Bauer, O.,1919: 25). Fakat bu
kamulaştırma taahhütlerinin palavra olduğu kısa zamanda or-
taya çıktı ve 1919’da yapılan kamulaştırma girişimleri, sonraki
işçi hareketi tarihinde kayda değer bir iz bırakmadı. Çiftçilerin
yönettiği “Kamulaştırma Dairesi, hiçbir şeyi kamulaştırmadı.
Büyük bir kamulaştırmama dairesiydi”(KPDÖ 1920: 341).

162
Avusturya’nın mavi yakalı ve beyaz yakalı emekçilerine,
aşırı kamulaştırma talebinden vazgeçme karşılığında, işyeri
konseylerini seçebilme hakkı verildi. Bu amaçla, 15 Mayıs’ta
bütün Alman-Avusturya için İşçi Konseyleri Yasası çıkarıldı.
Yasa, Alman-Avusturya’nın hala “sosyalizm yolunda” olduğu
izlenimi verdi. Otto Bauer’ın belirttiği gibi, hiçbir kamulaştır-
ma “işyeri yasasını demokratikleştirmeden”32 başlamamalı. Fa-
kat İşçi Konseyleri Yasası çıkarmak dışında bir şey yapılmadı.
Alman-Avusturya’daki işçi konseyleri yılda en az bir kez
bütün işgücü tarafından seçilmeliydi. İşyerindeki bütün çalı-
şanların, aktif (18 yaşından itibaren) ve pasif (24 yıldan sonra)
oy hakkı vardı. İşçi konseyleri istendiğinde tümden feshedi-
lebilir. Haksız işten çıkarmalara karşı kısmi güvenceleri olan
işçi konseyi üyelerinin denetim yükümlülüğü (örneğin; ödeme
sorunları, iş güvenliği ve bilançolara erişim) başvuru hakları
(örneğin; iş mevzuatı ve işyeri sosyal hizmetleri) ve aracılık
yükümlülüğü( işyeri disiplini).
İşyeri konseyleri, bir yandan, işçilerin ve büro çalışanla-
rının günlük koşullarının iyileştirilmesinde etkili oldu, ama
diğer yandan işçilerin fabrikaya geri dönüp, bir kez daha sö-
mürü koşullarını kabul etmesine neden oldu. İşyeri konseyle-
ri, “çalışma isteksizliğine” karşı mücadelede en güçlü silahtır.
Bu yüzden, örneğin monarşinin çöküşünden sonra artık parça
başı iş yoktu. Zayıf üretim kapasitesi ile çökmüş ekonominin,
parça başı işe ücret ödeyecek kaynağı yoktu ve işçiler, sendika-
nın parça başı ücrete itirazını (“parça başı iş cinayettir”) gün-
lük faaliyetlerinde hayata geçirecek kadar güçlüydü. 1920’de
ekonomi tekrar canlanınca, parça başı ücret, işyeri konseyleri
işbirliği kanalıyla, eğitsel işlev adı altında yoğun bir şekilde
tekrar başladı. İşyeri konseyleri işin içine girince, işçiler ken-
dini “önerilen oranın uygunluğuna” inandırdı, böylece “ parça
başı iş sistemi, tehditkar vasfını büyük oranda kaybetti”(Bauer,
O., 1919: 106).33

32. İşyeri yasası, işyerindeki konseylerin seçim ve işlerini düzenler.

33. 1919’da Otto Bauer, işçiler arasında “kapitalizm için çalışmayı reddeden” bir
eğilim olduğunu belirtti.

163
İş yeri konseyleri, gergin sınıf mücadelesi atmosferinde fa-
aliyet gösterdi. Eğer bir tarafta, üretimde işçi denetimi için
mücadeleyi dile getirselerdi, hemen öbür taraftan sermaye ve
sosyal demokrasi onları endüstriyel huzurun kefili yapmaya
uğraşıyordu. Bu yüzden 1945’ten sonra işyeri konseyleri, ge-
nelde “terk edilmiş Alman mülklerini” ele geçirerek, bir anda
birçok yerde tekrar gelişince; hem işçi hem de işveren temsil-
cilerinin, iş yeri konseylerini yasal olarak düzenleme ve onları
bir kez daha etkisiz bırakma telaşına girmesi şaşırtıcı değildi.
Avusturya Devriminin işçi konseyleri bir daha ortaya çık-
madı. Konseylerden önce, Sosyal Demokrat sendikaların iş-
yeri temsilciliği yapısı, savaş zamanında hoşnutsuz işçilerin
başvurduğu şikâyet ve teftiş komiteleri ve son olarak da ekmek
ve barış için Sosyal Demokratların ve sendikaların katılmadığı
grev hareketlerini yürütmek durumunda kalan grev komite-
leri vardı. Eğer işçiler yeniden öz-örgütlenmeye başvurmak
zorunda kalırsa, gelecek çok da farklı olmayabilir. Bundan
dolayı, çağdaş iş yeri konsey sistemine ve faal hale getirdiği
dinamiklere göz atmak oldukça önemli. Tekil işyeri konseyle-
rinin çağdaş sınıf mücadelelerinde ilerici bir rol oynadıklarını
üstüne basa basa söylemek gerekir. Ancak işyeri konseyleri bu
rolü; bilerek ya da bilmeyerek köklerine geri döndüklerinde,
yasal düzenlemelerin üstesinden geldiklerinde, temsiliyet id-
dialarını bir kenara koyduklarında ve yeni, öz örgütlü emek
hareketinin bir parçası olarak, işçi sınıfının öz-yetki eğilimini
beyan etme girişiminde bulunduklarında oynayabilirler.

164
Referanslar

Anon (1918) Der Januaraufstand der österreichischen Ar-


beiterschaft und der Verrat der sozialpatriotischen Führer: 12.
Zurich.
Arbeiterwille (1919a) 10 April.
Arbeiterwille (1919b) 13 April.
Arbeiter-Zeitung (1918a) 17 January.
Arbeiter-Zeitung (1918b) 21 January.
Arbeiter-Zeitung (1918a) 27 January.
Arendt, H. (1965) On Revolution. New York: Viking Press.
Bauer, H. (1919) Aussprechen, wasist. Zur Gründung der
“neuenLinken”. Der Kampf, 15: 455–6.
Bauer, O. (1919) Der Weg zum Sozialismus, Vienna: Verlag
der Wiener Volksbuchhandlung.
Bauer, O. (1965) Die österreichische Revolution. Vienna:
Verlag der Wiener Volksbuchhandlung.
Braunthal, J. (1919) Die Arbeiterräte in Deutschösterreich:
Vienna: Verlag der Wiener Volksbuchhandlung.
Carsten, F.L. (1973) Revolution in Mitteleuropa 1918–
1919. Cologne: Kiepenheuer&Witsch.
Deutsch, J. (1947) Geschichte der österreichischen Arbeiterbe-
wegung. 3rd expandededn. Vienna: Verlag der Wiener Volk-
sbuchhandlung.
F.R.S. Internationale (1919) Die F.R.S. “Internationale”
unddie Wahlen. (Entschlie ßung), Der Freie Arbeiter, 2, 3: 21.
Garamvölgyi, J. (1983) Betriebsräte und sozialer Wandel in
Österreich 1919/1920. Vienna: Verlagfür Geschichteund Po-
litik.
Hanisch, E. (1978) Der kranke Mann an der Donau Mar-
xund Engels über Österreich. Vienna, Munichand Zurich:
EuropaVerlag.
Hautmann, H. (1978) Dieverlorene Räterepublik. Vienna,
Munichand Zurich: Europa Verlag.
Hautmann, H. (1987) Geschichte der Rätebewegung in Ös-
terreich 1918–1924. Vienna: Europa-Verlag.

165
Hexmann, F. (n.d.) Erzählte Geschichte: Arbeiterbewe-
gung 1918–1934. Available at http://www.doew.at/erinnern/
biographien/erzaehlte-geschichte/erste-republik/fried-
rich-hexmann-linksradikaler-bin-ich-erst-im-gefaengnis-
geworden (accessed 20 November 2014).
Jung, E. (1919) Was unterscheidet unsvon der kommunistisc-
hen Partei? Der Freie Arbeiter, 2.
Klenner, F. (1951) Die österreichischen Gewerkschaften
1.Band. Vienna: Verlagdesösterreichischen Gewerkschaft-
sbundes.
Kommunistische Partei Deutsch-Österreichs (KPDÖ)
(1920) Thesen für die wirtschaftlichen Forderungen der de-
utschösterreichischen Arbeiterschaft, Kommunismus, 3 April:
341.
Koritschoner, F. (1970) Der Jännerstreikundseine Vorgesc-
hichte. Theorie und Praxis, 2–3, 8–13.
Neck, R. (1968) Arbeiterschaftund Staat im ersten Weltkrieg
1914–1918 1/2, Vienna: Europa-Verlag.
Rosdolsky, R. (1986) Dierevolutionäre Situation in Österre-
ich im Jahre 1918 unddie Politik der Sozialdemokratie. Vienna:
No publisher.
Rothe, F. (1920) Die Arbeitsgemeinschaftrevolutionärer
Sozialdemokraten Deutschösterreichs, Der Kampf, 6, 326.
Seitz, K. (1928) VorzehnJahren, Der Kampf, 21 (11) 518.
Wertheim, J. (2003) Die Föderationrevol tionärer Sozialis-
ten “International”. Vienna: Arbeitsgruppe Marxismus.

166
BEŞİNCİ BÖLÜM

Şili: İşçi Öz-Örgütlenmesi ve Allende Hükümeti


Yönetiminde (1970-1973) Cordones Industriales
(Sanayi Kuşakları)
Franck Gaudichaud

C ENTRAL Unica de Trabajadores (Birleşik İşçi Merke-


zi) (CUT) dâhil 19. yy sonlarındaki mancomunales ve di-
reniş topluluklarının oluşumundan 11 Eylül 1973’teki darbeye
kadar, özellikle güçlü sendikal işçi hareketleriyle, Şili’nin tarihi
gelişiminin arkasındaki ana faktörlerden biri ülke genelindeki
işçi hareketi olmuştur(Barria, 1963; Frias,1993). Şili işçi ha-
reketinin tarihi ve özellikle sendikal mücadeleleri, özerklik
dönemi ve devlet kurumlarına, harekete katılan siyasi parti-
lere biat etme arasında sürekli gidip gelmekle bilinir. Ayrıca
ülkedeki işçi hareketinin tarihinde, kimi zamanlarda, egemen
sınıfın bazı kesimleriyle kısmi ittifak yaptığı ya da onlara mu-
halefet ettiği de görülür. Tarihsel olarak, Partido Comunista
(Komünist Parti) (PC) ve Partido Socialista (Sosyalist Parti)
(PS) işçi hareketinin iki büyük partisidir. İki parti de prole-
teryaya (özellikle madenciler ve büyük çaplı endüstri işçileri)
atfettiği toplumsal dönüştürücü güce sürekli öncülük etmeye
ve hareketi kendi amaç ve siyasi mücadeleleri doğrultusunda
yönlendirmeye çalıştı(Angell, 1972). Unidad Popular (Halk
Birliği) (UP) döneminde, yani sosyalist başkan Salvador Al-

167
lende (1970-1963) hükümeti yönetiminde, gelişen kolek-
tif eylem ve işçi denetimi girişimlerini analiz etmek için işçi
hareketi ve Şili devleti ile siyasi partiler arasındaki diyalektik
ilişkiyi; toplumsal ikilemler ve ittifaklar açısından hareketin
bağlantılarının sonuçlarını anlamak gerekir.34

Dünyayı Sarsan 1000 Gün


Bu makale esas olarak UP dönemindeki sınıf çatışmala-
rının en önemli aralığını irdeliyor. Diğer yandan hem küre-
sel siyasi ortamın birkaç unsuruna hem de Allende’in solcu
hükümetine ve kendi deyimiyle “Şili tarzı sosyalizmine” kı-
saca değinmek lazım. Companero-presidente (yoldaş başkan)
Allende (Amoros, 2008) tarafından önerilen Şili tarzının öz-
günlüğü, o zamanki mevcut kurumlara, genel oy hakkına ve
1925 anayasasına saygının önemini vurgulamasında ve sosya-
lizme geçişin burjuva devletini, ne silahlı mücadeleyle ne de
halk isyanıyla, yıkmadan mümkün olduğunu belirtmesindedir.
Bahsedilen bu geçiş, mevcut yasal düzeni bozmadan, halkın
çoğunluğunun harekete geçirilmesine ve solun birliğine dayalı
üretim ilişkilerini dönüştürmeye yönelik aşamalı politik-ku-
rumsal bir yol olarak görülürdü: parlamentonun yetkilerine ve
“tekelci olmayan” iktisadi sektörlerin özel mülkiyetine saygı
duyulacaktı, ordu anayasal düzen taraftarı (anayasa ve temsili
demokrasiye saygılı) ve yasal faaliyetlere saygılı olarak görü-
lecekti. Bu reformist proje, başka bir ortam ve daha radikal
bir itkiyle 1930’lar ve 1940’ların Şili Halk Cephesi’nin bir
devamı olarak görünüyordu. Allende 1970 başkanlık seçimi-
ni kazandığında, başta Komünist ve Sosyalist partiler (başkan
ikincisinin bir üyesiydi) olmak üzere tüm sol kanat koalisyonu
yürütme erkini ele geçirdi. Aslında işçi sınıfı kökenli bu iki
siyasi varlık, halk hareketi ve parlamenter sürece katılımı bir-
leştirmeyi uzun zamandan beri düşünüyordu. Allende, sadece
yüzde 36.6’lık bir oy oranıyla sağ kanat (Allesandri, 34.9 oran)
ve Hristiyan Demokrat (Tomic, 27.9 oran) adaylarını tek dereceli

34. Şili kongresi oybirliğiyle ABD kontrolündeki bakır madenlerini millileştirme


kararı aldı. Şili hükümetinin emperyalizme karşı ilk eylemi ve Nixon yönetimi ile
CIA’nin gizli Allende’ye müdahale planına karşı ilk adım (Church Report, 1975).

168
doğrudan seçimde geride bıraktı. Dönüşüm sürecinin başın-
dan beri solcu hükümetin taraftarı, kongrede azınlık duru-
mundaydı. Hükümet, merkez sağ ile (Hristiyan Demokratlar)
(DS) anayasal güvenceler sağlayan bir anlaşma imzalamak zo-
runda kaldı ve diğer erkler (yargı, ordu, medya, ekonomi vb.)
üzerinde çok sınırlı bir kontrolü vardı.
UP’nin amacı, milli sanayi gelişimini hızlandırmak, kırsal böl-
geleri modernize etmek, servetin yeniden dağıtımını sağlamak ve
Şili’yi ABD emperyalizminden bağımsız hale getirmekti. Allen-
de hükümeti derhal ana doğal kaynakları (“Yankee”lerin elinde
bulunan dünyanın en önemli bakır rezevlerinden başladı) ve 91
büyük tekeli (çoğu yabancı sermayenin kontrolündeydi) millileş-
tirmeye başlarken, büyük halk coşkusu yaratan tarım reformlarını
da devreye soktu. Bu plan, ülkenin sosyo-ekonomik yapısını bü-
yük ölçüde demokratikleştirmeyi hedefleyen, eşi benzeri görül-
memiş ölçekte çeşitli toplumsal yasaları da kapsıyordu(Programa
de la Unidad Popular, 1969). Area de Propiedad Social (top-
lumsal mülkiyet alanı) (APS) yapılanmasına dayalı Sol’un “yeni
ekonomi” dediği şey, maden sektörü, bankaları ve birçok sana-
yi tekelinin millileştirilmesiyle oluşturuluyordu. Bu fikre göre
APS ekonominin stratejik bir sektörüne dönüştürülmeliydi ve
işçi katılımının ilginç bir başlangıcı olmalıydı. Ancak başlardaki
başarısına rağmen ve egemen sınıfın direnişi karşısında APS,
sadece sınırlı kesimdeki ücretli işçiye iş verdi(endüstriyel işçi
sınıfının yaklaşık yüzde 10’u). Bununla birlikte, bu dönemdeki
işçi mücadelelerindeki baş döndürücü artış, tüm Şili toplumunu
sarstı. Şüphesiz UP devri Şili kurumları üzerinde baskı yarata-
rak alttan gelişen bir hareketin ortaya çıktığı bir dönemdi: hem
partilerin hem de 20. yüzyılda sınıf inşası için önemli bir araç
olan ve ülkenin tek ulusal işçi sendikası konfederasyonu CUT
aygıtlarının yarattığı hareketler.35 Böylelikle, birbiriyle çatışma
halinde olan siyasi eğilimlerin (özellikle komünist, sosyalist ve
DC yönetimleri arasındaki) aksine, işçi hareketi birlik ve bera-
berlik sağlıyordu.

35. 1970’de CUT 700.00’den fazla işçi ve 4500 sendikayı bir araya getirdi. Bunların
yüzde 47’si maden ve sanayi sektöründen işçi, yüzde 40’ı beyaz-yakalı çalışan ve yüz-
de 23’ü tarım işçisiydi. Toplamda, özel sektörün ücretli işçilerinin yüzde 29’u Nisan
1971’de sendikalıydı ( yüzde 38’in üzerinde toplam üyelik)

169
1971 Şubat ayındaki dokuzuncu ulusal CUT konferansı,
her şeyden önce, merkezin (sosyalist ve komünistlerin öncü-
lüğünde) hükümetin millileştirme politikasına desteğini pe-
kiştirmek için düzenlen bir organizasyon ve en çok Allende
ve PC tarafından kullanılan “üretim üzerindeki savaş” sloganı
etrafında işçi sınıfının hareketlenmesi için bir çağrıydı. Aynı
şekilde, APS’lerdeki şirketlerin yönetimine işçilerin katılımı
meselesi de enine boyuna görüşüldü. Konferansın sonuçları,
CUT ve hükümet tarafından ortaklaşa oluşturulan “katılımın
temel standartlarının” yazılmasına yol açtı. Her ne kadar ka-
tılım başlangıçta sadece ücretli çalışanların küçük bir kısmını
kapsamış olsa da, şüphesiz işçi hareketliliğine ve alttan güçlü
bir kuvveti ortaya çıkaracak toplumsal dönüşüm unsurlarına
da uyarlandı. Tanıklıklar, her bir şirketin sosyal coğrafyasını
analiz etmemize ve toplumsal dinamiklerin somut koşullarını
anlamamıza yardımcı oluyor. Sendikalı üye sayısının 1500’ü
aştığı SUMAR-Algodón tekstil fabrikasında çalışan sendika-
list komünist Juan Alarcón o dönemin başarılarını şöyle ifade
ediyor:

Şirket işlerini yürütmekte yardımcı olabilecek herkesi kap-


sayan işçi, teknisyen ve uzmanlardan oluşan bir şirket yöne-
tim komitesi kurduk. Komiteye katılan işçiler seçilirdi. Çünkü
üretim sistemini ve üretimdeki açıklıkları biliyorlardı… Her
zaman çok ciddiye aldığımız büyük bir sorumluluktu. Ayrıca
fabrikayı koruyan güvenlik komiteleri, üretim komitesi, şube
temsilcileri vs. de vardı(Gaudichaud, 2004: 95-6).

Bu hikâyeler, gerçek bir işçi destanını, üretim üzerinde


denetimi ve şirket yönetimin ele geçirmek için katılımcı bir
savaşı gözler önüne seriyor. Bu, sosyal devrim hayallerini ve
sevinçlerini uygulamaya koyan üyelerin ve ücretli işçilerin
gerçek “halk festivalinin” kalbidir. Yerel düzeydeki bu gün be
gün mücadeleler, aynı zamanda dünyadaki sınıf çatışmasının
sonucu ve ürünüydü. Şirket içerisindeki siyasi güç ilişkileri ya
da işçi radikalleşmesinin seviyesi ya da birçok işyerindeki far-
kındalık, geleneksel yönetim ve ekonomik ve siyasi demok-

170
ratikleşme sürecinde ilerlemek isteyen işçi iradesi arasında
kelimenin tam anlamıyla uyuşmazlığa yol açtı. Araştırmacılar
Juan Espinoza ve Andrew Zimbalist’e göre, en yüksek seviye-
deki katılıma en radikal üyeler öncülük ediyordu. Bunlar polo
rupturista (ayrık kutuptakiler) olarak adlandırıldı ve aralarında
PS’nin sol kanadı, Movimiento de Accion Popular Unitaria
(Birleşik Halk Davası Hareketi) (MAPU), Izquierda Cristi-
na (Hristiyan Sol) (IC) ve Allende’nin reformizmi olarak bili-
nen şeyi eleştiren parlamento dışı bir parti olan Movimiento
de Izquierda Revolucionaria (Devrimci Sol Hareket) (MIR)
üyelerinin de olduğu bir kesimi kapsıyordu. Bunlar, daha son-
ra halk iktidarı fikrini savunan ve fabrikaları işgal ederek bura-
lara bir kamu yöneticisi atama talebiyle hükümeti müdahaleye
zorlayarak millileştirilmiş sektörlerin yaygınlaştırma isteğinde
bulunan aynı kişilerdi. 1973’ün ortalarında 200’den fazla şir-
ket millileştirilmiş ya da genelde ele geçirme ve grevden sonra
hükümet müdahalesine maruz kalmıştı. Bu da UP’nin başta
öngördüğü 91 şirketten daha fazlası ediyordu. Tarihçi Peter
Winn tarafından yakından incelenen Yarur tekstil şirketinde
bu dinamik görülebilir. 25 Nisan 1971’de fabrikanın 2000 iş-
çisi “Millileştirme!” haykırışları arasında fabrikayı ele geçirip
bunu başardıklarında yeni bir hikâye ortaya çıktı:

Yarur fabrikasının ele geçirilip kamulaştırılması çalışanla-


rı için tarihi bir devrin sonu ve yeni bir devrin başlangıcına
işaret ediyordu. Değişim, girişe asılmış, fabrikanın kendi ku-
maşından yapılan ulusal renklere boyalı pankartla simgeleni-
yordu; üstünde şu mağrur mesaj vardı – “Eski-Yarur: Sömü-
rüsüz Bölge”. Bu pankart, en baskıcı mevzilerinden birisinde
kapitalizmin sonu anlamına geliyordu ve Yarur fabrikasında
sosyalizme doğru geçişin başlangıcına işaret ediyordu(Winn,
1986: 209).

Yarur, kendi genel meclisi kontrolünde işçilerin ortak yö-


netim sistemini başlatan ilk şirket olması sebebiyle öncüdür.
Winn’in de belirttiği gibi Yarur işçileri, daha demokratik ve
katılımcı olan bir işletim biçimin uygulamak için CUT hükü-

171
metinin ortak yönetim sistemini uyarladı. 17 ay içerisinde sos-
yalizmin gerçekleşmesinin somut imkânlarını ortaya koymaya
başardılar: işçi meclisleri, tesisin “üretim komitelerinden” yö-
netim konseyine kadar müdahale edip karar alabiliyordu. Yö-
netimin yarısı (sendika liderleri ve hükümet temsilcileri hariç)
meclisteki yıllık oylamayla seçilirdi. Eski fabrika sahiplerinin,
Yarur ailesinin, taleplerine karşı direnişin lideri ve fabrika iş-
çisi Emilio Hernandez bu yöntem sayesinde şirketin yönetim
konseyine seçildi. Her üretim komitesinden delegelerden, yö-
netim kurulu üyelerinden ve sendika liderlerinden oluşan ko-
ordinasyon komitesi her 15 günde bir açık forum düzenliyor
ve işçilerle yönetim arasında bir köprü olarak hareket ediyor-
du. İşçilerin kendi üretim araçlarının yöneticisine dönüşmesi,
kolektif ve bireysel dönüşüm gerektiren, çıraklık, eğitim, bir-
çok tartışma ve zorluklar, hatalar ve uyuşmazlıklar içeren bir
süreçti. Tekstil işçilerinin bu uygulamasının ardındaki devasa
potansiyeli anlayan sosyalist bakan Pedro Vuskoviç dâhil bir-
çok kişi için Yarur bir emsal oldu.
Ancak sınıf çatışmaları yoğunlaştıkça, halk hükümeti 1925
liberal anayasasını (ve orduyu) dikkate aldığından, kurumsal
yapı içerisinde gittikçe kapana kısıldı ve kendi faaliyetleri için
koyduğu önceliklerle birlikte, yani tabandan gelişen yapısal
reformlarla, bütün planlamaları geçerliliğini kaybetti. Tarihçi
Mario Garces’in kaydettiği gibi:
Halk, mücadelesinde bir müttefik olarak hükümete güve-
niyordu, ama hükümet iç ve dış geleneksel güçler tarafından
çabucak kuşatıldı. Bu yüzden halk hareketi, hükümetin tem-
posuna (yani sürekli engellenen kurumsal değişim ve karara
bağlanması gittikçe zorlaşan siyasi müzakere) uyum ve top-
lumda iktidar konumunu genişletip güçlendirmek için kendi
özerk faaliyetlerini hızlandırıp güven kazanma ikilemi arasın-
da sıkışıp kaldı(Garces, 2003).
Seçkinler ve üretim araçları sahiplerinin şiddetli saldırıları,
Nixon yönetimini istikrarsızlaştırma operasyonları ve Allende
hükümetinin artan zorluklarına (hem ülke içinden hem ülke
dışından gelen yoğun saldırılar) karşılık olarak işçi hareketinin
örgütlü kesimleri kolektif öz-örgütlenmenin yeni formlarını

172
aramaya başladı. Böylece Şili Kızıl Ekimi gerçek bir zorlu sı-
navdı.

Şili Kızıl Ekimi: İşçi Öz-Örgütlenmesi ve


Kurucu Halk İktidar
Ekim 1972’deki büyük çaplı lokavt, Şili tarzı ve UP tari-
hinde dönüm noktasıydı.36 Yeni hükümetin ilk dönemlerinde
egemen sınıflar, UP’nin kısa dönemli ekonomik programının
çoğunu finansal ve siyasi açıdan kendileri oluşturmaya çalıştı
(karaborsa, spekülasyon, sabotaj ve üretim maliyetlerini art-
tırma yöntemlerini kullandı. Bu politikayı uyguladıktan sonra
UP’ye karşı hoşnutsuzluk daha da arttı: toplumsal karşı koy-
ma ve yaygın ekonomik boykot baş gösterdi. Ekim muhalefet
hareketi, kamyon sahipleriyle korporatist çatışmaya yol açtı ve
gittikçe işveren kuruluşlarını (özellikle Sociedad de Fomento
Fabril (Endüstriyel Destek Kuruluşu) ve Confederacion de la
Produccion y del Comercio (Üretim ve Ticaret Konfederas-
yonu) bağımsız profesyoneller (avukatlar, doktorlar, mühen-
disler ve mimarlar) ve sağcı siyasi partileri Confederacion de
la Democracia (Demokratik Konfederasyon) bayrağı altında
birleşti. Bu birleşim ABD hükümetinin etkin desteğine da-
yalı ulusal ölçekte bir güç gösterisiydi (Church Report, 1975)
ve Patria y Libertad (Anavatan ve Özgürlük) gibi aşırı sağcı
örgütler tarafından tırmandırılan terörist eylemler bağlamına
doğru gelişti. Ayrıca muhalefet, eyaletlerdeki bakan ve vali-
lerin görevden alınması için baskı yaptı (Samaniego, 1996).
Hukuk sınırları içinde kalmak ve silahlı kuvvetlerin anayasaya
bağlılık görüşü uyarınca, hükümet ordunun duruma el koy-
ması için çağrı yaptı ve olağanüstü hal ilan edildi. Aynı şekilde
CUT da greve girmeyen sürücülerle işbirliği başlatarak, işçi-
lerin tetikte olmasını ve gönüllü tedarik çalışmalarına katılım
çağrısı yaptı. İşverenlere ilk tepki işçilerden geldi. O zamanlar
Sosyalist Parti üyesi olan Carmen Silva, Santiagonun cordones
industrialeslerinde (sanayi kuşakları) halkın öz-örgütlenme gü-
cünü heyecanla hatırlıyor ve şöyle diyor:

36. Çoğu UP tarihçisi, Allende ve PC çevresindeki aşamacı kutupla ayrık kutbu


birbirinden ayırır.

173
Harikaydı -neredeyse Santiagodaki tüm fabrikalar sahiple-
ri olmadan çalışıyordu! İşçiler, en sofistike şeyleri kullanabili-
yordu, ayakkabı tasarlıyordu… ve sonrasında bunları pazarda
satıyorduk. Şahsen ben hareketliliği örgütlüyordum. Ürünleri
dağıtmak için işletmelere göre kamyon listesi hazırlıyor, fabri-
kada kaç işçi olduğunu tespit ediyor ve onları gözlüyordum…
bütün bunlar bir aydan fazla sürdü(Gaudichaud, 2004:343).

Bu işçi sınıfının tepkisinin en yenilikçi girişimlerinden bir


tanesi önceden var olan ayrılıkları aşan birlik örgütleri oluş-
turmak, bölgesel çapta faaliyet göstermek ve belirli bir sana-
yi sektöründe farklı sendikaların birlikte çalışmasına olanak
sağlamaktı. Birleşen toplumsal kliklerin büyüklüğüne, gerçek
güçlerinin sınırlarına ve mevcut üyelerin uyumuna bağlı ola-
rak, bu örgütler kendilerine cordones industriales (sanayi ku-
şakları), commandos communales (toplum komando birlikleri)
ya da comites coordinadores (koordinasyon komiteleri) olarak
adlandırırdı. Sanayi sektöründe, bu yatay örgütlenmiş gruplar,
kitlesel lokavtlara karşılık olarak APS’deki ana şirketlerde işçi
hareketliliğiyle uyumlu bir dizi fabrika işgali gerçekleştirirdi.
Böylece, bu sektördeki işçiler üretimi sürdürmeyi (yarım ya-
malak olmasına rağmen), genelde birkaç yöneticinin yardımı
ve tamamen yeni temellere dayalı olarak sahipleri olmadan
fabrikaları işletmeyi başardı. Ayrıca, işçiler iş bölümünü, fab-
rika hiyerarşisini ve yönetici liderliğinin meşruiyetini de sor-
gulamaya başladı:

“Otobüslere tabancalarla el koymaya başladık”, diye hatır-


lıyor MIR’ın işçi üyesi Mario Olivares, “ve fabrikalara götürüp
işçilere teslim ediyorduk. Böylece üretimin sekteye uğrama-
masını sağlıyorduk. İşçilere göz kulak olur ve onların ulaşımı-
nı yapardık… Gerçek işçi iktidarından bahsetmeye başladık…
En net ideoloji belki bizde değildi ama her yerde daha çok
katılım istiyorduk, sadece üretimde değil!”(Gaudichaud, 2004:
179)

Her şeyden önce, UP’nin bu çok kritik dönemi işçi ve halk

174
hareketlerinin ne yapabildiğini gösterdi. Bununla birlikte, hem
siyasi faaliyetin derin desantralizasyonu hem de üretim ilişki-
leri sorununun tekrar ortaya çıkmasını gözler önüne serdi. Bu
yüzden siyaset yapmanın geleneksel düşünce yöntemleriyle
açık bir ayrışma eğilimi vardı: Şili solundan bir kesimin isteği
üzerine “halk iktidarı” kavramı geçici realiteye dönüştürüldü.
İşçilerden oluşan, kurucu halk iktidarı dediğimiz katılımcı bir
gücün doğduğunu söyleyebiliriz. Bu güç, idareten kendi top-
lum yönetiminin bir kısmını ele geçiren örgütlü işçilerin bir
kesiminden destek alıyordu. Bu olgu Şili deneyimine özgü de-
ğil. Aksine, ister gizli ister yaygın olsun bütün işçi denetim sü-
reçlerinin genel karakteri böyledir(Zavaleta Mercado, 1974).
Ancak siyasi partilerce öngörülmeyen ve Şili’ye özgü olan
durum, buradaki işçi hareketinin hükümete muhalif olarak
değil, hükümeti savunmak için gelişmesiydi. Öznel ve ideo-
lojik bir düzlemde işçi hareketlerinin çoğu Salvador Allende
öncülüğündeki yönetimi hala “kendi” hükümetlerinin vücut
bulması ve toplumsal dönüşümün olanaklı bir projesi olarak
addederler. Ekim ayından önce de bu türden işçi dayanışma-
ları vardı, ama büyük Şili şehirlerinin (özellikle Santiago ve
Concepcion) çeperlerinde kentin nesnel realitesi olarak var
olan cordones industrialeslerin sanayi kuşakları olarak kendi
küllerinden doğması farklı bir durumdu. Yani yatay hareketle-
nen ve belirli bir bölge içerisinde koordinasyon sağlayabilmek
için kendi gerçekliğinin ve gücünün farkında olan sınıf örgüt-
lenmesinin bir şekli ortaya çıktı(Thompson, 1968). En önemli
emsal, Cordon Cerrillos Maipu’nun oluşturulmasıydı(Cordero
ve diğerleri, 1973). Cordones’leri ortaya çıkaran girişimin ani
değil, aksine mücadele deneyimlerinin ve günden güne büyü-
yen faaliyetlerin birikiminin sonucu olduğu yadsınamaz. İngi-
liz tarihçi E.P. Thompson (1968), bu durumu “sınıf tecrübesi”
olarak adlandırır ve Maipu gibi bir belediyede bu birikmiş de-
neyimler rol oynar.
Cordon Cerrillos, işçilerin, özellikle de metal işçilerinin,
kamu sektörünün parçası olma hakkı talebini dile getirdiği
bir dizi endüstriyel grevin ardından Haziran 1972’de kurul-
du. Bu amaçla, o dönem militan komünist ve CUT’un eski

175
lideri Mireya Baltra’nın yönetimindeki Çalışma Bakanlığını
işgal etmekte tereddüt etmediler. Bir hafta sonra 30 şirketteki
işçiler hareketlerini, Cordon Cerrillos-Maipu’nun İşçi Mü-
cadele Koordinasyonu Komando Birliği vasıtasıyla koordine
etti. Ardından, millileştirilmiş sektörleri sınırlayarak, bir kez
daha DC’ye yaranmaya çalışan hükümetten gelecek baskı-
yı engellemek için şehirdeki yollar düzenli olarak kapatıldı.
Maipu’nun bu türden doğrudan demokrasi formlarını tanı-
yan ilk kent olması şaşırtıcı değildi. Öncelikle Maipu kenti,
UP projesi kapsamında kalan Fensa ve Perlack gibi orta bü-
yüklükte ama dinamik fabrikaların hâkim olduğu Şili’deki en
yüksek sanayi yoğunluğuna sahip bölgede bulunuyordu. İkin-
cisi, Maipu ve civarındaki Barrancas ve Melipilla kentlerinde
önemli bir toprak işgal hareketi olan campesino ile işçi talepleri
giderek aynı noktaya geldi. Son olarak, her ne kadar başkent-
tekilerden daha ürkek olsa da özellikle ulaşım ve kamu sağlığı
problemleriyle ilgili Maipu sakinlerinin de bu dönemde hare-
kete geçtiğini görüyoruz.

Şili Kızıl Ekim’inin sonucu olarak ülke genelinde comites co-


ordinadores, cordones industriales ve commondos comunalesler hızla
çoğaldı. İlk örnekler Santiago’da ortaya çıktı (örneğin Cordon
Vicuna Mackenna, Cordo O’Higgins, Comandos Comunales
Estacion Central ve Renca) ama sonrasında Concepcion, Val-
paraiso limanı, Arica’daki elektronik sanayisi ve ülkenin en gü-
ney ucundaki Punta Arenas şehri gibi bölgelerde de görülmeye
başlandı. Araştırmamıza göre Ekim 1972’de, ülke genelinde he-
men hemen 50’den fazla koordinasyon komitesi vardı (başkent-
teki 20 tanesi dâhil). Tahminlere göre halk iktidarının çeşitli
koordinasyon komiteleri, 1973’de ülke genelindeki 60-80.000
arasında hareketli insanı temsil ediyordu.37

Santiago’lu Luis Ahumada’nın belirttiği gibi işçi sınıfı


mensubu olmayanların oynadığı rol burada önemliydi:

37. Chile Hoy gazetesi, Ekim 1972’de ülke genelinde oluşturulan comites cordinadores
sayısının 100 olduğunu belirtti. Daha güvenilir MIR’ın iç belgelerine göre de sayı
52’dir.

176
Bence Cordon Vicuna Makenna vasıtasıyla katkı sunduğu-
muz en önemli şey her tarafta dayanışmayı sağlamaktı. Aslın-
da yaptığımız şey, işçiler arasında doğal bir eğilim olmasına
rağmen bu dayanışmanın somut koşullarda ortaya çıkmasına
katkı sunmak(Gaudichaud, 2004:307).

Cordones industrialesler, birkaç düzine fabrikanın (genelde


ele geçirilenler) bölgesel koordinasyonuna dayalı oluşturulmuş-
tu ve çoğu fabrika, orta ölçekli şirketlerden sendika delegesiyle
beraber APS’deki büyük şirketlerden birkaç temsilci de topla-
dı. Elde ettiğimiz bulgulara göre (dönemin gazete ve tartışma
incelemesi), cordoneslerin “eksiksiz” demokratikleşme başarısı,
meclislerde sistematik delege seçimiyle aşağıdan yukarıya doğ-
ru yapılanma isteğinden ve parti yönetimi tarafından atanan-
lara yönelik itirazdan kaynaklanmıyordu. Aslında her ne kadar
cordoneslerdeki delegeler birkaç fabrikada işçi meclislerinde
seçilmiş olsa bile yukarıda bahsedilen durumu değiştirmiyor.
Esasen başarı, komünist ve DC’li sendika yöneticilerinin ge-
nelde istenmediği fabrikalarda bilgi aktarımı yapan ve katılım
sağlayan sendika liderleri, PS ve MIR mensuplarına aitti. O dö-
nem Cerillos’da MIR üyesi olan Javier Bertin, işçi denetiminin
gerçek deneyimlerinin nadir olduğunu ve esasında cordoneslerin
hareketliliği koordine etme yöntemi olduğunu söylüyor:

Cordon resmi olarak sendika liderleri tarafından kurul-


muştu. Cordon üyesi olmak isteyen biri bunu kendi çabasıyla
yapardı ve toplantıları koordine edip düzenleyen bir yürütme
komitesi vardı, komitenin başkanı Ortega idi ve Santos Ro-
mero gibi başka yoldaşlar da vardı. Ancak periyodik toplantı
ya da iş planlaması açısından cordon düzenli şekilde faaliyet
göstermedi. Onun yerine, cordon olup biten şeylere tepki gös-
terirdi. Dolayısıyla uyuşmazlık vardı. Bazı yoldaşlar uyuşmaz-
lıktan bahsettiğinde o zaman cordon faaliyete geçerdi: liderler
meclisinin olduğu bir toplantı düzenlenir ve eylem kararı alı-
nırdı. Esas olarak cordon eylem kararı almak için toplanırdı
ve bu toplantıya da sendika liderleri ve siyasi parti temsilcileri
katılırdı(Gaudichaud, 2004: 365).

177
Her ne kadar etkinlik açısından bir kesim oldukça önemli
olsa da, işçilerin sadece bir kısmı meclislere katılırdı. Bugün
bile cordonların sayısını, geliştikleri bölgelerde işçileri gerçek-
ten ne kadar temsil ettikleri ve tam olarak ne işe yaradıklarını
belirlemek hala zor. Hesaplarımıza göre, Cerrillos gibi bir cor-
don 8000’den fazla işçiyi toplayacak kapasiteye sahip değildi.
Ama sanılırdı ki 30’dan fazla şirketi ve on binlerce işçiyi ko-
ordine ediyordu. Alan araştırmamız gösteriyor ki işçi katılımı
ve üretim ilişkilerinin demokratikleşmesi bakımından, gerçek
işçi demokrasi formunu en iyi şekilde tesis edenler, kendi işçi-
lerince işgal edilip cordonlarla birleşen fabrikalardı. Bu fabri-
kalar, UP’nin ileri sürdüğü katılım sistemini nasıl destekleyip
derinleştireceklerini biliyordu: geleneksel sendika yapısının
ötesine geç, güvenlik ekipleri ve fabrika savunmasını yaygın-
laştır ve civar şehirlerdeki yerel konseylerle birlikte tedarik
hazırlık sistemi kur. İşçi ve poblador38 hareketleri arasındaki
bu ilişki de hayati öneme sahipti. Sanayi işçilerinin örgütleme
gelişmesi, gecekondu bölgelerinde, özellikle gıda tedariği ko-
nusunda, halk ittifakı oluşturmaktan sorumlu özerk kurum-
lara dayalıydı. Egemen sınıflar UP’nin ekonomi politikalarını
istikrarsızlaştırmak için bariz şekilde yoksulluğu kullanıyordu.
Kara borsayla baş etmenin bir yöntemi de hükümetin Direc-
cion de Industria y Comercio’ya bağlı (Sanayi ve Ticaret Ba-
kanlığı) juntas de abstecimiento y de control de precios (arz
ve fiyat denetim komitesi) oluşturmasıydı. Komite, gecekon-
du sakinleri ve küçük esnafları katılımcı olarak dâhil ederek
karaborsanın yasadışı faaliyetlerini ortaya çıkarmaya çalıştı.
JAP’ler vasıtasıyla karaborsaya karşı kolektif öz-örgütlü bazı
yerel girişimler önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Krizin en kötü
zamanında APS ve cordones’deki şirketler ürünlerini doğru-
dan satabildikleri fuarlar düzenleyerek JAP’ye gönderdi. Hat-
ta poplador örgütlenmelerinin yardımı ve Nueva La Habana
(MIR yönetiminde) gibi neredeyse özerk mahallelerin deste-
ğiyle, resmi kanallar dışında paralel “halk” gıda tedarik şekille-
ri düzenledi (bkz. Cofre Schmeisser, 2007).

38. Şili’de poblador, fakir kentli, işçi sınıfı veya örgütlerinin bulunduğu kent bölgesine
denir.

178
Tabandan gelişen bütün bu mücadeleler, bugün Patricio
Guzman’ın (1972) La Batalla de Chile (Şili Muharebesi) üze-
rine çektiği harika belgesel üçlemesi sayesinde izlenebilir.
Ekim’in toplumsal hareketliliği, böylesi zorluklara karşı
UP’nin zayıflığını ortaya çıkarmakla kalmadı, o dönem CUT
gibi önemli örgütlerce yürütülen faaliyetlerin eksikliklerini de
ortaya çıkardı. Birliği güçlendirmek ve koordinasyon komi-
teleri oluşturmak üzere karar alan UP’nin yönetim merkezi
resmi tepki vermekte gecikti. İşçiler arasında bu birlik ve ko-
miteler oluşturulduktan sonra 21 Ekim’de çağrı yapıldı. Cor-
dones’lerin arkasındaki girişimin, kendiliğinden değil daha
çok sendika ve üyelerin yürüttüğü çalışmalar ve etkinliklerin
birikiminden kaynaklandığı yadsınamaz. Diğer yandan Ekim
1972’de işçi hareketinin bir kesimi kısmen yitirdiği özerk-
liği geri kazandı ve partilerin siyasi iradesinin ötesine geçti.
Hükümetin üretim üzerindeki mücadele çağrısı, uygulamada
daha çok fabrika işgali ve bu fabrikaların işçi denetiminde iş-
letilmesi anlamına geliyordu. Industria de Radio y Television
şirketinin çalışanı ve MIR üyesi Jose Moya şöyle diyor:
UP’ye sempati duyan birçok insanın, ona karşı isyan ettiği ve
cordones örgütlenmesine katıldığı tuhaf bir dönemdi. UP cor-
dones örgütlenmelerine iyi gözle bakmıyordu. CUT’tan insan-
ların cordonesle konuları tartışmak için geldiği ve sonunda en-
selerini kaşıyarak ayrıldığı meclisleri hatırlıyorum(Gaudichaud,
2004: 125).

Diğer bir deyişle, bu hareket her ne kadar hükümeti savun-


ma amaçlı davranmışsa da kendi koşullarını da oluşturmuştur:
Farklı üretim dallarındaki işçi birliği, kimi CUT kesimlerinin,
hafif sanayinin bağımsız alanlarıyla birliği, sadece hükümeti
savunmaktan çok, daha radikal siyasi projelerin odağında eko-
nomik taleplerin birliği. Commandos comunales ve cordones in-
dustriales halkın taleplerini yansıtan bir liste sunduğunda du-
rum teyit edildi: Pliego del Pueblo ya da halkın listesi. Bu belge,
birçok alanda (eğitim, sağlık, arz, üretim vb.) talebi tekrarladı
ve MIR mensuplarının ideolojik etkisini doğrudan yansıttı.
Özellikle şunları belirtiyordu:

179
Bütün fabrikalar, özel sektördeki fabrikalarda işçi dene-
timinin kurulması demek olan halk denetiminde halk için
üretim yapmalı. Grev esnasında işgal edilen fabrikalar, Area
Social’e devredilmeli. Son olarak, Halkın Listesi halk iktidarı-
nın inşası ve Santiago halkına bir meclis talebinde bulunuyor,
Ekim 1972(Comandos Comunales y Cordones Industriales
de Santiago, Farias, 2001: 3272).

Peter Winn ve Miguel Silva gibi araştırmacılar, bu coş-


kun devinimi tabandan devrim olarak adlandırır. Cordones
industrialelerdeki bu potansiyel yönelimin, açıkça bu yapıla-
rın sosyalizme geçiş sürecinde, sol için hala aşılmayan önemli
sıkıntılar dizisi ortaya çıkarttığı aşikârdır. Özellikle de halk
iktidarı meselesi ve bu geçiş sürecinde parlamenter devletin
rolü gibi alanlarda bahsedilen sıkıntılar belirginleşiyor. Ayrıca
hükümet, CUT ve cordones industriales arasındaki ilişki hak-
kında uzun uzadıya tartışmalar yapıldı. Tabi şu unutulmamalı
ki son iki örgütlenme arasında birçok organik bağ vardı; şöyle
ki cordoneslerin toplantılarına katılan sendikaların çoğu aynı
zamanda CUT mensubu örgütlenmelerdi.

Cordones İndustriales ve Solun Kaderi


PC başta cordones industrialeslere ve halk iktidarının yeni
organlarına hasmane yaklaştı. Parti Genel Sekreteri Luis
Corvalan, birkaç açıklamasında cordones industrialesleri sert
biçimde kınadı. Cordonesler sadece MIR’ın (her ne kadar bu
örgütün sanayi sektöründe etkisi azalmışsa da) aşırı solcu li-
derlerinin “bulanık zihinlerinde” var olan organizmalar olarak
gösteriliyordu(Corvalan, 1978:160-8). PC, darbeye kadar bu
hareketlere karşı kuşkulu tavır takındı ve halk iktidarının bu
yeni söylemlerini, PC’nin başat siyasi güç olduğu CUT’un
kontrolünde birleştirmeye çalıştı. Parti, CUT’u zayıflata-
cak paralel örgütlerin gelişmesinden korkuyordu(Escorza ve
Zeran, 1973). Salvador Allende birçok kez bu fikri açıkça
destekledi. PC, CUT’a bağlı paralel cordonesler oluşturmaya
çalıştı. Bu deneme, Cordon Vicuna Mackenna öncülüğünde
bölücü manevra olarak bolca suçlanan bir girişim olan Textil

180
Progreso del Cordon Vicuna Mackenna fabrikasında yapılı-
yordu(1973). Cordon Cerrillos’un merkezinde MIR mensubu
Guillermo Rodriguez’e göre:

Darbeden önceki son birkaç haftada PC mensubu kişile-


rin daha radikal tutumlar sergilediğini belirtmekte fayda var.
Özellikle, bu perspektiften halk iktidarı meselesini gündeme
getiren Pullo Chile gazetesini yayınlayanlar ve genç Komü-
nistler arasında bu tutumlar belirgindi(Gaudichaud, 2005:
99).
Ancak diğer taraftan, millileştirilmiş büyük tekstil şirketi
Pollak’ta işçi ve yönetici (“denetmen”) Neftali Zuniga, birçok
cordones liderinin sorumsuzluğu ve sokak eylemlerine sürekli
katılmaktan “işe gelmeme ahlaksızlığından” bahsediyor. Ona
göre:

Şayet cordones industriales liderlerinin vizyonu olmuş ol-


saydı, Area Social’deki şirketlerden üretim kâğıtlarını talep
ederken ortaya koydukları yeterince başarılı rolü oynarlardı…
Cordonesler ne yaptı? Fabrikalara gidip “Yoldaşlar, baskı kur-
mak için yürümeliyiz çünkü savaşmak istiyoruz” derlerdi…
Ama insanları sokaklara gösteri için dökmek şirketleri sa-
vunmuyordu çünkü makineleri durduruyorlardı(Gaudichaud,
2004: 292).

Bazı sosyalistler ve MAPU mensubu da “Crear, crear, po-


der popular” (geliyor, halk iktidarı geliyor) diye ülkenin sokak-
larında yayılan haykırışlarının aksine yukarıdaki fikri paylaşı-
yordu. Çünkü bu sloganın kof ve Şilililerin sosyalizme doğru
ilerlemesine bir engel olarak görüyorlardı(bkz. Gaudichaud,
PS üyesi Fernando Quiroga’nın ifadeleri, 2004: 357).39 Cordo-
neslerin ortaya çıkışı ve millileştirilmiş sektörün yaygınlaştııl-
ması için fabrikaları ele geçirme, üretimde denetim ve barikat
kurma çağrıları alenen hükümetteki başat güç PC taktiklerine
aykırıydı. 1972’de Lo Curro ve Arrayan’daki toplantılarda UP’nin
benimsediği kararların sonucu olarak Allende ve PC, reform-

39. MAPU ve IC, DC’den ayrılıp Allende hükümetine katılan iki kesim.

181
ları “pekiştirmek” için süreci geçici olarak durdurmayı düşün-
dü. Allende kongre çoğunluğu olmadan, aşırı sol kesimi izole
etmek ve yönetimini sağlamlaştırmak için DC ile ortaklığı
sürdürmeye çalıştı. DC’nin istediği güvenceler belliydi: üretim
araçlarının mülkiyet hakkına riayet edilmeli ve işgal edilmiş
fabrikalar geri verilmeli. Ancak bu kongre projesi, cordonesler
ve hükümet arasında tansiyonu yükseltti, cordonesler hükü-
metle uyuşmazlıklarını büyük eylemlerle gösterdi. Cordones-
lere göre, PC ve UP’nin “reformist kesimi” “devrimci sürece”
karşı hareket ediyordu(Tarea Urgente, 1973). Bu durum solun
iki kutbu arasında kardeş düşmanlığı şeklinde muhalefetine
işaret ediyor: MIR çevresindeki “ayrıklar”, PS’nin bir kısmı
ve sosyalist Hristiyanlar, PC çevresindeki “aşamacılar”, PS’nin
bir kısmı ve Allende karşı karşıya geldi. Giderek artan bu bö-
lünme şu iki slogana indirgenmişti: “İlerlemek için Birleşme”,
“Ödün Vermeksizin İlerleme”. Her şeyden önemlisi, aslında
cordoneslerin en etkili üyeleri PS, MAPU ve MIR’ın sol ka-
nadındandı.

Bununla birlikte 1973’de kurulan cordones industriales’in


il koordinasyon komitesi, her zaman CUT’u ulusal seviyede
en yüksek işçi örgütlenmesi olarak görürdü. Aynı zamanda,
komite, “sosyalizm mücadelesinde proleteryanın çeşitli top-
lumsal kesimlerinin ittifakının lideri olarak rolünü yerine
getirmek için kendisine otonomi gerekli” olduğu iddiasında
bulunuyordu(Tarea Urgente, 1973b). Bu deklerasyon, partinin
sol kanat sosyalist üyelerinin (örneğin solcu Hristiyanlar) ko-
numunu kapsıyordu. Bunlar, cordoneslerin yönetimi üzerin-
deki en büyük sendikal etkiye sahipti. 1973’de Santiago’daki
bütün cordoneslerin başkanları sosyalistti.40 Partinin büyük
esnekliği (UP döneminde işçi sınıfı arasında en fazla siyasi
ilerlemeyi kaydeden partiydi), en radikal sanayi işçilerinden
gelen baskıya dayanıklı olduğunu gösteriyor(Sarget, 1994).
Bazı anarşist sosyalistler, CUT ve hükümete nazaran cordo nes-

40. Coordinadora provincial de Cordones de Santiago Deklarasyonunu imzalayan


tüm cordones başkanlarının PS üyesi olduğunu göz önünde bulundurursak etki daha
netleşiyor.

182
lerin özerkliğini savunuyordu. Bu kesimler, örneğin MIR,
ordunun hükümete artan müdahalesini ve işgal edilmiş fab-
rikaların geri istenmesini de eleştiriyordu. Cordon Vicuna
Mackenna’nın başkanı Armando Cruces darbeden birkaç haf-
ta önce şunları belirtiyordu:

Cumhurbaşkanı, reformist ve partinin üyesi yoldaş Allen-


de, her zaman düşmana boyun eğiyor. Kendisi çok yanardö-
ner. Ayrıca PC, Şili’de “toplumsal barışın tam bir savunucu-
su olduğunu göstermiş ve cumhurbaşkanını kendi tarafına
çekmiştir(Cruces, 1973).

Ancak cordoneslerdeki PS yönetimi genelde CUT’a ve


hükümete karşı muğlak bir duruş sergiledi; PS’nin Genel Sek-
reteri Carlos Altamirano Orrego tarafından sergilenen duruş.
Böylelikle, bazı durumlarda illerde (örneğin Valparaiso) cor-
dones industrialeleri oluşturma çağrısını yapanlar, CUT’daki
aynı anarşist sosyalistlerdi. Hernanen Ortega, darbeden yak-
laşık bir ay önce CUT’un cordones yönetimiyle birleşme öne-
risini tekrarladı ve şunları belirtti “şayet CUT yeni bir yapı
benimser ve kendine yeni işler hedef edinirse, işbirliğimizin
sürmesinin bir anlamı yok”(La Auora de Chile). CUT’un rolü
ve cordoneslerle ilgili soldaki bu anlaşmazlık, öz örgütlenme
şekilleri ile devletçi ve kurumsal geçiş projesi çerçevesinde UP
tarafından önerilen kurucu halk iktidarı için şüphesiz alan
bulma zorluğuna işaret ediyor. Şubat 1973’te büyük sendika
lideri, CUT kurucusu ve Hristiyan devrimci Clotario Blest,
sendika hareketini hükümete ve solcu parti yöneticilerine çok
bağımlı olmasını eleştiren bir uyarı metni yayınladı(El Pueblo,
1973).
Hükümet, Ocak 1973’de sivil-askeri bir kabine oluşturarak
durumu yeniden kontrol altına alabildi. Cordoneslerin hü-
kümete karşı protestolarına rağmen yönetimleri, Allende’nin
tutumları hakkında şüphelerini sadece ifade etmekle kendini
sınırlayan UP aktivistlerinin elindeydi. 29 Haziran 1973’de
Yarbay Roberto Souper öncülüğünde askeri bir kalkışma olan
Tanquetazo meydana geldi. Aslında sonuçsuz bir darbeydi.

183
Ekim’de olduğu gibi karşı saldırı için cordones industrialeler-
den gelecek bir direniş gerekliydi. Aynı gün CUT, onlara çağ-
rıda bulundu ve her birisine delege gönderdi(Ortega, 1973).
Ayrıca PC’nin resmen cordonesleri tanıması da Haziran
1973’de gerçekleşti ve üyelerinin kendi bünyesine katılması
çağrısında bulundu. Komünistler ise hala cordoneslerin kendi
yapılarını koruyarak CUT’un parçası ve yönetimi altına gir-
mesi gerektiğini belirtiyordu. Cordonesleri ve halk iktidarını
dizginleyen bu irade, PS ve PC’nin commandos comunalesi in-
tendentes (bölgesel yöneticiler) otoritesi altına girmeye davet
ettiği Ekim’de kendini belli etmişti.

Darbeye Doğru: “İşçiler Silah İstiyordu”


Önce, merkeziyetçi, reformist, burjuva demokratik hükü-
meti tarafından, sosyalizme doğru ilerleme sürecinden taviz
verilmesinden korkuyorduk. Çünkü hükümet kitlelerin hare-
ketliliğini dağıtmak ve onları öz savunma güdüsüyle anarşik
silahlı eylemlere yönlendirmek eğilimindeydi. Ama şimdi, son
zamanlardaki olaylara baktığımızda artık bu durumdan kork-
muyoruz, bizi kaçınılmaz olarak faşizme götürecek bir yolda
olduğumuzdan eminiz.
Bu, Cordones İndustriale’nin Santiago bölgesel koordinas-
yon komitesinin 5 Eylül 1973’de Şili devlet başkanı ve cum-
hurbaşkanı Salvador Allende’ye seslenişiydi. Uluslararası işçi
hareketi tarihinde önemli bir tecrübeyi sona erdiren darbeden
6 gün önce yayınlanan bir mektuptan alıntıdır. Mektup, şöyle
bitiyor:

Şundan emin ol yoldaş, hala sana duyduğumuz bütün saygı


ve güvenle, eğer Unidad Popular (birleşik halk) programını
uygulamazsan, kitlelere güvenmezsen, bir insan ve yönetici
olarak sahip olduğun tek gerçek desteği kaybedeceksin ve ayak
sesleri duyulan bir iç savaşa doğru ülkeyi sürüklemekten so-
rumlu olacaksın. Daha da önemlisi, Latin Amerika’daki en bi-
linçli ve örgütlü işçi sınıfının acımasız, planlı katliamına sebep
olacaksın(Coordinadora Provincial de Cordones Industriales
de Santiago: 1973).

184
En sonunda, katılım açısından sayısız başarılarına, bazı
fabrikalarda üretimi denetim altına almalarına, fabrikaların
savunma ve arzının kısmi özyönetimine rağmen, cordones in-
dustriales kuruluş aşamasında kaldı. Allende hükümeti ve işçi
hareketinin iyi örgütlenmiş kesimi arasında güçlü ve genelde
uzlaşmaz ilişkinin sürecin ilerlemesine ve Area Social’in yayıl-
masına imkân sağladığı bir gerçektir. Ama sol kesimin çoğun-
daki stratejik uyum ve hükümetin öfkeli muhalefetle sıkıntıları,
hem içte hem dışta, UP ve CUT mensuplarının, bu gözü kara
öz örgütlenme yapısı üzerinde “üstten” kontrolü sürdürme ça-
basının sebebini açıklıyor(Peter Winn’nın ifadeleriyle; “üstten
devrim” ya da Miguel Silva’nın “üstten gelen reformlar”). UP
ile ilgili bazı tarihsel belirlemelerde dendiği gibi cordonesler
hiçbir zaman şirket delegelerinin büyük katılımcı meclisleri
veya Şili tarzı sovyetler değildi. En nihayetinde cordonesler,
bir bölgede önemli sayıda işçiyi hareketlendirebilen devrimci
sendika liderlerinin koordinasyon komiteleri ve bölgede yük-
sek üye sayısıyla ile kriz durumlarında önemli aktörlerdi. Bu
şartlar altında, cordones industrialesler darbeye direnebilecek
siyasi-askeri kapasiteye ve süreci destekleyen askerlerle dire-
nişlerini birleştirecek basirete sahip değildi. Kongre, Silahların
Kontrolü Yasasını geçirince, 1973’ün başından itibaren ordu
cordonesleri baskı altına almaya başladı: baskınların artması
güçlerini test etmelerini sağladı. 11 Eylül’de sadece eğitimli
birkaç militan grubu darbeye direnebildi, geri kalan işçi sınıfı
mensuplarının ne silahı ne de bir siyasi seçeneği vardı(Garces,
ve Leiva, 2005). Siyaset bilimci Charles Tilly tarafından
oluşturulan kategorilere dayanarak, bu sıra dışı sosyo-politik
sürecin çeşitli öz örgütlenme ve kurucu halk iktidarı vasıflı
devrimci bir duruma yol açtığı ama devrimci bir sonucunun
olmadığını söyleyebiliriz(Tilly, 1978). “İşçiler silah istiyordu”
diye anımsıyor komünist eski çalışma bakanı Mireya Baltra,
darbe günü o da Cordon Vicuna Mackenna’ya doğru gidiyor-
du. Jose Moya darbe gününü fabrikada bekleyişini anlatıyor:

11 Eylül 1973‘te tüm gece hiç gelmeyen silahları bekleyerek


geçirdik. San Joaquin cordonu tarafından silah sesleri duyu-

185
yorduk. Oradakilerin silahları vardı- en azından Sumar tekstil
şirketinde. Hayalimiz bir an önce silahların gelmesi ve onların
yaptığını yapmaktı. Ama hiçbir şey yapamadık(Gaudichaud,
2003: 18).

General Augusto Pinochet’in propagandasının aksine, hiç-


bir zaman “ölüm cordonesleri” adlı silahlı bir güç yoktu. Birkaç
münferit direniş eylemi dışında (örneğin Cordon Cerrillas’ta)
“halk iktidarı” zulmün acımasız botlarına karşı çabuk pes etti.
Darbe günü sokaklarda cansız bedenler vardı. “Başka yer-
lerden getirip onları orada öldrmüşlerdi” diyor Carlos Mujica,
Alusa metal işleme tesisinden MAPU işçisi:

Ama elimizden hiçbir şey gelmedi! Sanırım 1973-74 döne-


minin en gaddar olayıydı. Sonra 1975’te gizli servis Alusa’da beni
aramaya geldi. Beni tutukladılar ve meşhur Villa Grimaldi’ye
gönderdiler. İnsanlar burada ızgara edilirdi; demirden bir yatak-
tabacaklarına elektrik akımı verilirdi… Sektör delegesi olduğu-
mu biliyorlardı(Gaudichaud, 2004: 149).
Salvador Allende’nin hükümetini alaşağı eden diktatörlük
halk iktidarını da yendi. Kırk yıl sonra, kolektif hatıra duruyor:
Şili’nin mevcut neoliberal konsesü altında yeni bir nesil 1970’le-
rin halk mücadelesinin hatırasının intikamını almaya başlıyor.

186
Referanslar

Amorós, M. (2008) Compañero Presidente. Salvador Allen-


de, una vida por la democracia y el socialismo. Valencia: PUV.
Angell, A. (1972) Politicsand the Chilean Labor Movement,
Oxford: Oxford University Press.
Barria, J. (1963) Trayectoria y estructura del movimiento sin-
dical chileno. Santiago: INSORA.
Castillo S. (2009) Cordones Industriales: nuevas formas de
sociabilidad obrera y organización política popular. Concepción:
Escaparate.
Church Report (1975) Covert Action in Chile 1963–1973.
Washington: United States Department of State. Available at
https://www.fas.org/irp/ops/policy/church-chile.htm (acces-
sed 20 November 2013).
Coordinadora Provincial de Cordones Industriales de
Santiago 1973[2004]) Carta de la coordinadora Provincial de
Cordones Industriales de Santiago (Letterfromthe Santiago Re-
gional Coordinating Committee of the Cordones Industriales)
to President Salvador Allende, September 5, in Gaudichaud
(2004) Poder Popular y Cordones industriales. Testimonios sobre
la dinámica del movimiento popular urbanodurante el gobierno de
Salvador Allende. Santiago.
Cofré Schmeisser, B. (2007) Historia de los pobladores
del campamento Nueva La Habana, 1970–1973, Universidad
ARCIS. Available at https://www.archivochile.com/tesis/01_
ths/01ths0004.pdf (accessed 20 November 2013).
Cordero, C., Sader, E. And Threlfall, M. (1973) Consejoco-
munal de trabajadores y Cordón Cerrillos-Maipú: 1972. Balance
y perspectivas de un embrión de poder popular. Working docu-
mentno 67. Santiago: CIDU.
Cordón Vicuña Mackenna (1973) Alerta trabajadores: a pa-
rar las maniobras divisionistas. El Cordonazo, 3, 12. Santiago.
Corvalán, L. (1978) Chile: 1970–1973, Sofía: Sofía Press.
Cruces A. (1973) Habla la revoluciónchilena: ¡en Chile no
debe quedar ningún explotador! Avanzada Socialista, 72: 2–3.

187
El Pueblo (1973) Entrevista a C. Blest. El Pueblo, 28, Feb-
ruary. Santiago.
Escorza, G. And Zeran, F. (1973) Los comunistas y los
Cordones. Chile Hoy, 61, 16 August. Santiago.
Farias, V. (2000–2001) La izquierda chilena (1969–1973):
documentos para el estudio de su línea estratégica. Sixvols. Berlin:
CEP.
Frías, P. (1993) Construcción del sindicalismo chileno como ac-
tor nacional. Santiago: CUT-PET.
Garcés, M. (2003) El movimiento popular, la Unidad Po-
pular y el golpe. Punto Final, 552, September. Available at
https://www.puntofinal.cl/552/movimiento.htm (accessed 20
November 2014).
Garcés, M. And Leiva, S. (2005) El golpe en la Legua. Los
caminos de la historia y la memoria. Santiago: LOM.
Gaudichaud, F. (2003) L’Unité populaire par ceux qui l’ont
faite. Le Monde Diplomatique. Paris. 18–19 September.
Gaudichaud, F. (2004) Poder Popular y Cordones industri-
ales. Testimonios sobre la dinámica del movimiento popular ur-
banodurante el gobierno de Salvador Allende. Santiago: LOM.
Gaudichaud, F. (2005) Construyendo poder popular? El
movimiento sindical chileno en el periodo de la Unidad Po-
pular”. InPinto, J. (ed.) Y hicimos historia. La historia de la Uni-
dad Popular. Santiago: LOM, 2005, pp. 81–106.
Guzmán, P. (1973–1975) The Battle of Chile. (La Batalla
de Chile (I – II – III). Chile/Cuba/Venezuela Available at
http://www.patricioguzman.com/index.php?page=films_
dett&fid=1 (accessed 20 November 2014).
La Aurora de Chile (1973) A propósito de los Cordones y la
CUT. 33, 26 July. Santiago.
Ortega, H. (1973) Interview. Chile Hoy, 59, 27 July. San-
tiago.
Samaniego, A. (1996) Octubre 1972: triunfo y derrota de la
unidad de lostraba jadores, Investigación DICYT-USACH.
Mimeo: Santiago.
Sarget, M.N. (1994) Système politique et Parti socialisteau
Chili: un essai d’analyse systémique. Paris: L’Harmattan.

188
Tarea Urgente (1973) Declaration by the Coordinadora
provincial de Cordones de Santiago (Provincial Coordinating
Committee of the Cordones of Santiago. 10, 27 July. Santiago.
Thompson, E.P. (1968) The Making of the English Working
Class. Harmondsworth: Penguin
Tilly, C. (1978) From Mobilizationto Revolution. Reading:
Addison-Wesley.
Winn, P. (1986) Weavers of Revolution: The Yarur Worker-
sand Chile’s Road to Socialism. New York: Oxford University
Press.
Unidad Popular (1969) Programa de la Unidad Popular
(1969) 17 December Santiago. Available at www.abacq.net/
imagineria/frame5.htm (accessed 20 Novenber 2014).
Zavaleta Mercado, R. (1974) El poderdual en América Lati-
na. México: Siglo 21 Editores, col. Mínima.

189
ALTINCI BÖLÜM

“Üretim Denetimi” Mi Yoksa “Fabrika


Sovyeti” Mi? Japonya’da İşçi Denetimi
Kimiyasu Irie

Giriş

J APONYA’DAKI Devrimci İşçi hareketinden, 1930’ların


ortalarında neredeyse eser kalmamıştı. Japonya Komünist
Partisi ( JKP), savaş öncesi dönemde yasa dışına itilmiş ve po-
lis baskısıyla tamamen dağıtılmıştı. Mart 1928’de ve Nisan
1929’da, polis solculara ve işçi örgütlerine iki büyük operasyon
düzenledi. Operasyonlar, genelde ağır işkencelerden geçirilen
partinin önde gelen isimlerine yönelik toplu tutuklamalarla,
esas olarak JKP’yi hedef alıyordu. Parti mensupları, çalışmala-
rını yeraltında yürütmek zorunda kaldı. Japon İşçi Sendikaları
Konseyi, JKP’nin yönetiminde bir kamu organizasyonudur.
Sendikalar, sol işçi hareketlerinin sembolik temsilcileriydi.
Kendilerine uygulanan baskılarından ezici bir darbeye maruz
kalsalar da, JKP’nin hayatta kalan yöneticileri, Japon İşçi Sen-
dikası Konseyi’ni yeni baştan kurdu. Fakat konsey uzun süre
tam olarak toparlanamadı. Çin-Japon savaşının başlamasıyla
(1937-1945), Japon işçi sendikaları (ılımlı kesimlerden sağ
kanada kadar), Japon hükümeti tarafından desteklenen sınai
vatansever örgütler (dainippon-sangyo-hokoku-kai) olarak
yeniden örgütlemek zorunda bırakıldılar. Savaş sisteminde

191
örgüt, üretimi arttırmaya, işçiler ve yönetim arasında güçlü
işbirliğini desteklemeye yardımcı oldu. Bu korporatist sistem,
sınıf mücadelesini baskıyla sindirdi ve üretime odaklandı. Bu
makalenin amacı, II. Dünya Savaşından sonra Japonya’da işçi
denetiminin yükselişini anlatmak ve bazı teorik perspektifler
sunmaktır. II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’da üretim dene-
timi mücadelesi (seisan kanri toso), üretim aşamalarının kıs-
men ya da tamamen işçi denetimine girmesi şeklindeydi. Bu
mücadelenin gelişimi daha sonra açıklanacak. Mücadeleler
bir biri ardına patlak verdi ve etkin oldular. Savaştan sonra
militarist faşist rejimden kurtulan Japon işçiler, Japon halkına
demokratik değerler duygusu veren ABD demokrasisinden
dolayı kısmen özgürlük ortamına kavuştular. Bununla birlik-
te JKP, legalleşti ve birçok işçi sendikasından kitlesel destek
gördü. Üretimin denetimi JKP’nin fikri değildi ama partinin
temel politikası oldu. Sonuç olarak mücadeleler yeni bir safha-
ya girdi. Japon işçiler, üretimin denetimi politikalarına kitlesel
olarak destek verdi. Savaş ekonomisinin çöküşü, üretimi cid-
di şekilde felç etti ve üretimi tekrar başlatmak işçilerin ortak
amacıydı. Felç olmuş üretimden dolayı grevler, fayda sağlayan
araçlar değildi. Üretim denetimi, birçok uyuşmazlığı çözme
aracı ve şirketlerin aşırı hiyerarşik içyapısını demokratikleş-
tirebilirdi. İşçiler, üretim planları, ücret seviyesi, zaman yöne-
timi ve diğer konularda belirleyici bir etki elde ettiler. Ancak
üretimin denetimi, kısıtlamalarla karşılaştı. İşçiler, yönetim
konseylerini her ne kadar hızlı bir şekilde kurup, katılım sağ-
lasa da personel yönetimi ve istihdam politikaları üstündeki
yönetim haklarını tamamen sonlandıramadılar.41
1946’da Japon işçi sendikaları, üretimin denetim sürecinin
zirvesinde, Japon Sanayi Örgütlenmeleri Konseyi ( JSÖK)
Ekim Mücadelesi’ni başlattı. JSÖK aslında, işçi denetiminin
uzantısıydı. JSÖK, her şirket, fabrika ve işyerinden işçileri bir
sınai sendikasında yeniden örgütleyerek, işçi cephesi birliğin-
de sayılarını arttırmayı hedefliyordu. JKP, bu girişimin merke-
zindeydi. Her ne kadar bu kızıl sendikacılık olarak görülse de,

41. Japonya’da II. Dünya Savaşı’ndan sonraki müttefik işgal gücü yetkilileri (1945-
1952).

192
JSÖK’ün esas örgütsel vasfı, gevşek konsey sisteminin çatısı
olmasıydı. Bu yukarıdan-aşağı karar verme sistemi değildi. Bu
bölüm, üretim denetiminin dört hususunu ele alıyor.

Savaş Sonrası İşçi Hareketinin Yükselişi


Çinli ve Koreli İşçiler
Savaşın sonunda Japon Halkı, yenilginin ardından kendini
bezgin halde buldu. Japon toplumu, iki ay süren bir duraksama
dönemine girdi. Genel Merkez’in (işgal kuvvetlerinin yetki-
lileri) (GM) ilk işgal politikası, Japon ordusunu silahsızlan-
dırmak ve Japon militarist rejiminin Müttefik Devletler için
daha fazla tehdit olmasını önlemek için tümden zayıflatmaktı.
Daha sonra Müttefik Devletler tarafından dayatılan demok-
ratikleşme süreci, Japon siyasetini, yasalarını, ekonomi ve eği-
tim kurumlarını demokratikleştirmeye başladı. Savaş öncesin-
de kurulan sınai yurtsever topluluklar, ABD Başkanı Harry
S. Truman’ın doğrudan emriyle, 30 Eylül 1945’de fesh edildi.
Ayrıca, Kamu Düzenini Tesis Etme ve Önleyici Tutuklama
yasalarını güçlendiren savaş öncesi dönemin çeşitli baskıcı ya-
saları, 4 Ekim 1945’de ilga edildi.
Bu yeni şartlar altında Japon işçi sınıfı değişmeye başladı.
Japon işçi sınıfının günlük hayatında yüzleştiği belirsizlik -iş-
sizlik, maaş kesintisi ya da ödenmemesi, gıda kıtlığı ve artan
enflasyon- onları doğrudan tehdit ediyordu. Bunun sonunda,
işçi sınıfı, çeşitli yöntemlerde mücadeleler örgütlemeye zor-
landı. Ekim 1945, işçi hareketliliğinin ayı oldu. Sendika sayı-
sında patlama yaşandı. Japon hükümeti, hapisteki komünist-
leri salıvermediğinden, Japonyadaki bazı Koreli komünistler42
(örneğin Kim Doyon, Paku Onchoru ve diğerleri) 24 Eylülde
Siyasi Mahkûmların Özgürlüğünü Destekleme İttifakını kur-

42. Tüm savaş boyunca ve özellikle de savaş sonrası dönemde, Koreli ve Çinlilerin
mücadeleleri Japonya’da önemli bir rol oynadı. JKP, Kore Yarımadasının sömürge-
leşmesine karşı olan tek Japon siyasal partisiydi. Kominternin politikası, “Tek ülke,
tek Komünist Parti” olduğu için en çok Koreli komünistler JKP’ye üye olmalıydı.
Kore’nin Japonya’nın baskıcı ve yağmacı emperyalizminden kurtulup, bağımsızlığını
kazanmasını açıkça hedefledikleri için Koreliler, JKP’nin eylemlerindeki coşkulu ve
agresif tavırlarıyla mücadelenin ön saflarında yer aldılar.

193
dular ve birçok Japon komünistin kısa sürede serbest bırakıl-
masını sağladılar. Ancak Adalet Bakanı Iwate şöyle diretiyordu,
“siyasi mahkûmları serbest bırakma gibi bir düşünce şu an günde-
mimizde yok”(Taisuki, 1993: 37). Genel Merkez bunu kabul edi-
lemez buldu ve Japon hükümetine geri kalan siyasi mahkûmların
da serbest bırakılması talimatı verdi. Çoğu komünist yaklaşık
3000 civarındaki siyasi mahkûm 10 Ekimde salıverildi.
Hokkaido’da bulunan Mitsubishi Bibai Kömür Madeninde-
ki Çinli savaş mahkûmları, adaletsiz ve zalimce muameleye kar-
şı 18 Eylül’de ayaklandılar. Çinli işçilerin mücadelesi, Hokkai-
do’daki diğer kömür madenlerini etkiledi ve hem Mitsu Bibai
hem de Hokutan Yubari madenlerinde (çoğunluğu Koreli işçi-
ler olmak üzere) mücadeleler patlak verdi. Savaşın sona erme-
sinin ardından Çinli mahkûmların karşılaştığı acımasız çalışma
koşulları iyileşmedi. Kömür madenlerinde güvenlik önlemleri
sıkıydı, gıda ve elbise yetersizliği yaygındı, işçiler sıkı denetim
altındaydı ve hareket etmeleri yasaktı. Bu yüzden Çinli Komü-
nistler (hachiro-gun, Japon emperyalizmiyle mücadele eden
Çin komünist ordusu) kömür madenlerindeki mücadelelerde
ön saflardaydı. Çinlilerin ayaklanması kısa sürede Koreli işçilere
de ilham verdi ve onlar da işyerlerini sabote etmeye başladı.
Haziran 1945 hükümet istatistiklerine göre toplam kömür
madeni işçi sayısı 396.712 ve üçte biri (124.025) Koreliydi.
O zamanlar Japonya’da 2.1-2.4 milyon Koreli vardı. Çoğu,
iradeleri dışında savaş zamanı işçi hareketliliği programı çer-
çevesinde Japonyaya getirlmişti ve geri kalan da ekonomik
mülteciydi. Hokutan Yubari Kömür Madeni’ndeki Koreli iş-
çiler, 8 Ekim 1945’de iş anlaşmazlığı durumu ortaya koydular.
Organizatörler tarafından cesaretlendirilen 6000 Koreli işçi,
savaş sonrası ilk geniş çaplı iş uyuşmazlığında greve girdiler.
Talepleri (i) derhal kendi ülkelerine iade edilmeleri, (ii) yi-
yecek dağıtımının iyileştirilmesi ve (iii) Japon işçilerle Kore-
li işçiler arasındaki ücret farkının kaldırılması(Katzuo, 1971:
24-8; Taisuku, 1993:22-8).

Yomiuri Anlaşmazlığı
Başta Genel Merkezin politikası, yukarıdan aşağı demok-

194
ratikleştirme programıydı, bu yüzden her zaman öz örgütlü
işçi hareketini desteklemedi. Genel Merkez, sınai yurtsever
topluluklarının feshedilmesi talimatı verdiğinde, liderlerin
aktivist olarak kalması ve sendikaların yeniden örgütlenme-
sini umuyordu. Genel Merkez, Japon işçilerinin gelişmemiş
ve kendi hareketlerini kendi başlarına oluşturmaktan yoksun
olduğunu düşüyordu. Japon proleteryasının çok zayıflamış ve
sindirilmiş olduğu düşünülüyordu.
Yomiuri gazete şirketindeki iş anlaşmazlığı esnasında Ja-
pon işçileri harekete geçmek için ilk kez ayaklandı. Savaş es-
nasında Japon basını tamamen hükümetin kontrolündeydi.
Medya, savaşı methedip, yüceltiyordu ve hükümeti hiçbir şe-
kilde eleştirmiyordu. 13 Eylül 1945’de Yomiurinin yazı işleri
biriminin “savaş suçlarını araştırma” ve “şirketin demokratik-
leştirilmesi” talebiyle iş anlaşmazlığı başladı.
Anlaşmazlığa bir karşılık vermesi için şirket genel müdürü
Matsutaro Syoriki’nin üstündeki baskı sermaye ve işçiler arasın-
da çatışmaya sebep oldu. Bir ay sonra Yomiuri işçileri demok-
rasi etüdü için bir dernek kurdu. Dernek, başkanın istifasını ve
bütün yöneticilerin ve şube müdürlerinin sendikayı tanıyarak
istifalarını istedi. Ama yöneticiler taleplere uymayı reddetti ve
dernekten 5 kişiyi kovdu. Bu baskıya karşılık olarak mücadele,
bütün şirkette uyuşmazlık boyutuna taşındı. Kitlesel bir göste-
ride Yomiuri işçilerinin en çok tekrarladıkları sloganlar: “Syori-
kiyi Devirin!” “Yönetim Defol!” “30 yıldır çalışıyorum, peki bu
şirket bana ne kadar ödüyor?”(Taisuki, 1976: 42).
23 Ekim 1945’de işçiler bir sendika kurdu. Mücadele ko-
mitesi, sendika kuruluşunun örgütlenme serbestliği ilkesini
esas almasını vurguladı. Yomiuri matbaa tesisinde anarşist
bir işçi olan Kuninobu Watahiki şöyle diyor, “savaş öncesinde
tipo baskı sendikasının tarihinden öğrenecek çok şeyimiz var”.
O zaman fabrika işçilerinin temel ideolojisi anarşizmdi. Yani
gönüllülük ve karşılıklı yardımdı. Anarşistler Profintern43 gibi
Kızıl işçi sendikacılığına karşı çıkıyordu ve komünist ya da sos-

43. Bütün ülkelerde, komünist enternasyonal sendika örgütlenmeleri, komünist par-


tinin yönettiği bir birlik tarafından yürütülüyordu. Bu birliğin politikası, kızıl sendi-
kacılık olarak adlandırılıyordu.

195
yalist partiler tarafından dayatılan kuralları reddediyordu. Bazı
anarşistler yöneticilere karşı mücadelelerini devam ettirmişti
ve gizli bir karşılıklı yardımlaşma grubu kurmuşlardı. Yomi-
uri’deki anarşistler, sendikayı derhal örgütlemede ısrar ettiler
ve tutumları radikal sosyalist işçi köylü grup, rono-ha44, tara-
fından desteklendi(Taisuke, 1976: 22-3). Ancak JKP’ye yakın
aydın grubu (koza-ha)45 hemen bir sendika oluşturmaya kar-
şıydı ve öncelikle şirketteki grupları örgütleme ve ardından
ikinci adım olarak sendikayı kurma taraftarıydılar. Buna sebep
olarak Japon işçilerinin geri kalmışlığını, gazetecilerin ayrıca-
lıklı anlayışlarının antipati oluşturacağı ve şirketteki sendikal
birliği parçalayacağı endişesini öne sürüyorlardı. Sonunda bu
endişeler yersiz çıktı ve Japon işçilerinin öz örgütlü birliğinin
öncülü olarak Yomiuri Sendikası önemli bir rol oynadı.
Şirket Genel Müdürü Syoriki, örgütlenmeye tepki olarak,
Yomiuri sendikasının genel başkanı seçilen ve öncü mücade-
le komitesinin başkanı olan Tominsuzuki’yi işten attı. Suzuki
Marksist değil liberaldi ve komitenin azimli lideriydi. Suzuki,
savaş suçlarını baştan sona araştırma arzusundaydı, bundan
dolayı Syoriki, onun Yomiuride çalışmaya devam etmesine
müsaade etmedi.

24 Ekim’deki kitlesel gösteride işgücü, işyerindeki bütün


şubelere dayalı mücadele komitesinin varlığını duyurdu ve ga-
zetede işçi denetimini ilan etti. Ertesi gün, 25 Ekim, Yomiuri
işçileri, denetimlerini yürürlüğe koydu. Aynı zamanda, yeni
kazanılan toplu sözleşme, toplu görüşme hakkıyla birlikte Yo-
miuri İşçi Sendikası tanındı ve sendikanın yönetime katılımı
güvence altına alındı. Japonya’daki işçiler üretimin denetimi
denilen mücadeleye bu gelişmeden sonra sarıldılar. Yomiuri
gazete şirketi iş anlaşmazlığı, işçilerin kendi inisiyatifiyle mü-

44. İşçi-köylü grubu, tek aşamalı bir devrimi destekliyordu. Japonya, gelişmiş kapi-
talist bir toplum olduğundan dolayı, sosyalist devrim, öncül bir demokratik devrim
olmadan gerçekleşmek zorundaydı.

45. Aydın grup komünistti ve JKP’nin illegalleştirildiği 1930 öncesine kadar çoğu
JKP üyesiydi. İki aşamalı bir devrimde ısrar eden aydınlara göre Japonya, gelişmemiş,
yarı-feodal ve yarı-kapitalist bir ülkeydi. Bu yüzden ilk aşama, demokratik burjuva
devrimi olmalıydı. Sosyalist devrim onu takip etmeliydi.

196
cadele komitesi kurmasına ve mücadele esnasında sendika ör-
gütlemesine emsal oluşturdu. İçişleri Bakanı Iwao Yamazaki,
mücadeleyle ilgili şu yorumda bulundu; “Özel siyasi polis hala
görevde ve imparatorluk ailesi karşıtı propaganda yürüten
komünistleri merhamet göstermeden tutuklayacak”(Taisuke,
1993: 7).
Yomiuri genel müdürü Syoriki, savaş esnasında emniyet
teşkilatında çalıştı. Gazete şirketinde despotik bürokratik iş
rejimi kurmuştu. Çalışanlar üzerinde yoğun bir denetim sağ-
lamış ve onları gözetim altında tutuyordu. Syoriki, gazeteyi
kendi özel mülkiyeti gibi görüyordu. Syoriki “Yomiuri Basın
şirketini engelsiz şekilde yönetemezsem, şirketi kapatacağım”
diyerek işçiler arasında öfkeye sebep oluyordu(Emek ve Tarım
Yuvarlak Masa Konferansı, 1947: 38). İşçiler, demokratik ol-
mayan iş rejimini devirmek ve şirketlerini demokratik toplu-
ma uygun şekilde dönüştürmeyi hedefliyordu.
Ayrıca işçiler, genel demokratikleştirme için ilk adımının
basın reformu olması gerektiğini düşünüyordu. Savaş esnasın-
da Yomiuri Basın, popülist ve sansasyonalist piyasa yaklaşı-
mını benimsiyordu; bununla amacı, kitle tüketimini sağlamak
ve militarizmi destekleyen bilgi manipülasyonuydu. Bundan
dolayı işçiler, basın sektöründe denetimi elde etmenin haya-
ti olduğunu beyan etti. İşçiler, savaş suçlarının baştan sona
araştırılmasını talep ediyordu. Diğer bir deyişle, yeni sendika,
sonunda kendini emperyal sistemden (tenno-sei) kurtulmaya
adadı. Bu tutum, Japonya’da nihayetinde çok radikal bulunur-
du. Küçük bir anarşist grup haricinde, Yomiuri’deki üretim de-
netimi, işçi hareketlerinde ve sol hareketlerde hiçbir deneyimi
olmayan işçiler tarafından başlatılmıştı.
Üretim denetimi mücadelesini ilerleten örgütlenme, komi-
teydi. Komite, hem kara verme hem de yürütme organıydı.
Yazı işleri komitesinden farklı üretim birimlerinin komiteleri-
ne kadar (büro işleri, dizgi, kurşun levha vb.) bütün bölüm ve
birimler, ana mücadele komitesine bağlanmıştı. Ancak Yomi-
uri işçileri idare komitesi oluşturamamıştı. Yomiuri Sendikası,
yöneticiler hariç, bütün işçilerin tabi olduğu sendika işyeri sis-
temini benimsedi. Manifestosu şöyleydi: “Yönetime katılmak,

197
eski karanlık meşumdan kurtulmak ve basının demokratikleş-
mesini sağlamak istiyoruz”(Taisuki, 1976:50).
JKP’nin yayın organı Kızıl Bayrak (Akahata) Kyuichi To-
kuda şunları belirtti:

Kapitalistler her şeyi sabote etti. Çünkü kapitalistler bü-


yük karlar elde etti, yeterince yiyecekleri var ve askeri otorite
ve bürokrasiyle işbirliğine girdi. Enflasyondan dolayı fiyatlar
arttıkça, üretimi geciktirmek onların lehine olacak. Böyle de-
vam edersek, bütün günlük ihtiyaçlarla ilgili kıtlık çekeceğiz.
Sonuçta, geçen her saniyede enflasyon vahim hale geliyor ve
kıtlıklar –sadece gıda değil ayrıca ulaşım, iletişim, yakıt vb.-
günlük hayatımızı tahrip ediyor. Bundan dolayı kapitalistle-
rin sabotajını alt etmeliyiz. İşçilerce fabrika denetimleri bize
yetmez(Tokuda, 1945, 7 Kasım).

Bütün bunlara rağmen JKP, Yomiuri mücadelesinde yok-


tu, çünkü o esnada JKP’de üretim denetimi üzerinde hala bir
konsensüs oluşmamıştı. Yomiuri iş anlaşmazlığından sonra
ancak üretim denetiminde JKP hegemonyası kuruldu. Doğru-
su çeşitli gruplar, anlaşmazlık sürecinde karşılıklı tartışmalarla
mücadeleyi saflaştırdı(Taisuke, 1993: 41).
Yomiuri’de idari yöneticiler mücadeleye karşı antikomünist
propaganda yapıyordu. Eğer mücadele sürerse, komünistler
yönetim haklarına ve ardından da mülkiyet haklarına el koya-
cakları uyarısında bulunuyorlardı. Komünistler, işyerini kont-
rol etmeye başlayacak ve “şiddetli bir devrim” planlayacaktı.
Genel müdür Syoriki, üretim denetimini, mülkiyetinin çalın-
ması olarak görüyordu. Bu sırada 12 Kasım tarihli gazete şöy-
le diyordu: “Bundan böyle Yomiuri gazetesinin halkın gerçek
dostu ve yayın organı olduğunu ilan ediyoruz”(Taisuke,1976:
129).
“Japon Komünist Partisinin vaziyeti” başlıklı başka bir
makalede Yomiuri gazetesi, birçok Japonun kabul etmeye-
ceği düşüncesiyle imparatorluk sisteminin kaldırılması hari-
cinde, JKP politikaları ve genel ilkelerine tam destek verdi.
Japon ticari bir gazetenin JKP lehinde bir makale yayınlama-

198
sı bir ilkti ve aynı makale Halk cephesinin gelişimi için de
çağrı yapıyordu. O esnada JKP’nin rolü hala sınırlıydı. Ancak
Yomiuri mücadelesinden sonra JKP’nin etkisi önemli ölçüde
artabildi. Yomiuri’de iş anlaşmazlığına öncülük edenler, savaş
zamanında zulüm altında olan kişilerdi (daha çok Marksistler,
anarşistler, liberaller ve sosyal demokratlar). Siyasi görüşlerini
uzun zaman kamufle edip gizlediler. Bu da ideolojik çizgiler
arasında dayanışmanın gelişmesine yol açtı. Savaşın sonlan-
ması, militarist faşist sistemin yıkılması ve Çinli ve Korelilerin
sürekli başkaldırıları, bu kesimi, barajın kapağı açılmışcasına
bir sel gibi harekete geçti.

Üretim Denetiminin Genel Şartları


Bir mücadele taktiği olarak üretim denetimi, II. Dünya
Savaşı’ndan hemen sonraki yıl içinde Japon iş anlaşmazlık-
larında ortaya çıktı. Japon burjuvası, bilinçli ve sistematik
olarak, politik ve ekonomik hesapların bir aracı olan üretimi
sabote etti. Ayrıca, birikmiş malzeme ve emtiayı fahiş karlar-
la satmak için enflasyonu kullandı ve kıtlığı arttırdı. Böylesi
bir durumda, olağan grev ve sabotaj, sermaye üzerinde baskı
oluşturamaz, ancak onun yerine burjuvanın menfaatine olur-
du. Ayrıca üretimin düzelmesi, toplumsal olarak gerekliydi.
Ulusal ekonomi, savaştan hemen sonra çökmüştü. Gerekli
ürünlerin tedarik eksikliği ciddi boyuttaydı. Düzelme aynı
zamanda, ulusal ekonomiyi tekrar inşa etmek ve hayat kurtar-
mak anlamına geliyordu. Japon işçi sınıfı zihninde, insanların
iyiliği için üretimin olabildiğince hızlı bir şekilde tekrar baş-
laması, işçi sınıfının göreviydi. Üretim denetiminin sağlandığı
yerlerin oranı, tüm iş anlaşmazlıklarının yaşandığı yerlerle kı-
yaslandığında çok düşük olmasına rağmen (1568 yerden 148’i
ya da %9) önemli olan, bu yerlerin nitelikli olmasıydı. Maden
ve trafik sanayiinden sonra üretim denetiminin üçüncü he-
defi, imalat sektörüydü. Makine sanayisindeki iş anlaşmazlık-
larının %27’sinde, metal sanayisinde 12 anlaşmazlıkta, kimya
sanayisi, gaz ve su hizmetleri sektörlerindeki anlaşmazlıkların
yüzde 10’unda, gıda sanayisindeki anlaşmazlıkların %2’sinde
ve tekstil sanayisindeki anlaşmazlıkların % 0.8’inde üretim

199
denetimi için mücadeleler ortaya çıktı. Toplamda, 1.396.817
işçiden iş anlaşmazlıklarına dâhil olan 121.929’u üretimin
denetimi mücadelelerine katıldı (Merkezi İş Okulu, 1947:
14-15). Savaş sonrası Japonya’daki iş anlaşmazlıklarının en
yaygın kaynağı, gıda kıtlığı ve artan fiyatlar çerçevesinde en
büyük ihtiyaç olan ücret artışı talebiydi. Ama talepleri ücret-
lerle sınırlı değildi. Toplu sözleşme, yönetime katılım, denet-
men kabul etmeme vb. talepler gittikçe arttı. Bunun anlamı,
ekonomik taleplerin siyasi taleplere dönüşmesiydi. Sendikalar
ve işçiler, özerk düzenlemeye doğru hızla ilerliyordu. Özellikle
komünistler, üretimin denetimi hareketinin kapitalist sabotaja
tek karşılık olduğunu ve fabrikalarda üretimi durdurmak is-
teyenlerin kapitalistler olduğunu öne sürüyordu. Sendikalar,
iş anlaşmazlıkları ve krizler için ana mücadele komitesi (üst
merci kurulu da denilirdi) oluşturdu. Komite genelde seçilmiş
sendika başkanlarından oluşuyordu.
İdari konularda işçiler, genelde geleneksel şirket yönetim
yapısı altında çalışmaya devam etti, ama önemli sayıdaki yer-
lerde de idari kararlardan sorumlu üretim denetimi komitesi
kurdular. Nippon Seiki Adachi elektronik teçhizat fabrikasın-
da örneğin, tesis müdürü ve şube müdürlerinin emirleri yerine
getirilmiyordu. Tesisi idare görevi, konsey sistemince yerine
getiriliyordu. Yokohoma’da bulunan Furukawa Elektrik, elekt-
rik kablosu fabrikası’nda işçiler, diğer yöneticiler konumlarını
korurken, tesis müdürünün yerine üretim komitesinin başka-
nını getirdi. Bu örneklere aykırı olarak, Nippon Kokan Tsuri-
mi Fabrikasında sendika, şirketin örgütsel yapısını kullanma-
dı, onun yerine üretim denetimi için bir komite oluşturdu ve
her bir bölüm için sorumlu bir kişi atadı.
Başarılı bir üretim denetimi sistemi kurmak için sendika,
mühendis ve büro çalışanlarının işbirliğine ihtiyaç duyuyordu.
Mühendislerin teknik bilgileri ya da ofis çalışanlarının finans
uzmanlıkları, hammadde alımı ve ürün pazarlaması önemli
konulardı. Neyse ki, beyaz yakalı ve mavi yakalı işçiler birbir-
leriyle işbirliği kurdu. Bunun sebebi de, sendikaların mühen-
disleri fabrika ve büro çalışanlarını tek çatı altında toplama-
sıydı (kömür madenleri hariç). Geçim ve gıda kıtlığıyla ilgili

200
endişeler, herkesi etkiliyordu. Yeni sendikalar işyerlerinde, yüz
yüze iletişimle doğrudan örgütlenmeye başladı. Her ne kadar
işleri farklı olsa da, aynı yerde ya da yakın yerlerde çalışan in-
sanlar arasında ortak önemli bir dayanışma duygusu vardı.

İşçi Denetimlerinin Birleşmesi

Keisei Elektrikli Demiryolu: Ücretsiz Ulaşım


Mücadelesinden Üretimin Denetimine
9 Aralık 1945’de Keisei Elektrikli Demiryolu işçileri, bir
mücadele formu olarak yolcuları ücretsiz taşıma kararı aldı.
Demiryolu şirketleri ve işçileri için bu, üretim denetimiyle
eşdeğerdi. 22 Aralık 1945’de yeni sendikaların kurulmasına
izin veren İşçi Sendikası Yasası yürürlüğe girdiğinde, şirket,
bu karşıt sendikaların işçilerce kurulacağını umuyordu ve şir-
ket denetiminde bir sendika kurarak, engelleyici önlem aldı.
Şirket, önceden sendika liderlerini seçti ve bu girişimin çatı
sendika örgütlenmesi adına olduğunu ileri sürerek işçilere ya-
lan söyledi. Ama sendika hazırlık komitesi, oyunu fark etti ve
kendi yürütme komite üyelerini yeniden seçti ve böylece işçi-
ler kendi sendikalarını kurdular. Keisei Elektrikli Demiryolu
sendikası, şirkete ait çoğu işyerindeki işçilerce kendiliğinden
oluşturulan komitelerin birbirine bağlanmasıyla oluşturuldu.
5 Aralık’ta yeni işçi sendikası, şirkete bazı talepler sundu
ama şirketin cevabı tatmin etmekten uzaktı. Sendika toplu
sözleşme yürütmesine rağmen şirket 9 Aralıkta komitenin sa-
dece 14 üyesiyle müzakere talep etti. Bu talep işçilerin öfkesini
fitilledi ve şöyle slogan atmaya başladılar; “İşçiler ayaklanın!”
ve “Derhal geçici tren hizmeti!”(Teruaki, 1947: 88). Öfkeli
işçi kalabalığı yöneticileri aradı ve onları depoda saklanırken
buldu. Onları oradan alıp çatıya çıkardılar ve taleplerine yanıt
vermeleri için baskı kurdular. Ancak yöneticiler henüz bir şeye
kara vermediklerini iddia ettiler ve daha uzun görüşme öne-
risinde bulundular. Keisei işçileri, topyekün iş anlaşmazlığı-
na hazırdı. Kalabalıktan bir işçi şöyle bağırdı, “Grev! Trenleri
durdurun!”. Bir diğer işçi, trenleri durdurmanın halk için kötü
olacağı karşılığını verdi ve onun yerine yolcuları trene bedava

201
bindirmeyi önerdi. Bu öneri geniş kabul gördü, çünkü işçi-
ler halkın desteğine ihtiyaçlarının olduğunu fark etti(Teruaki,
1946: 88).
İşçiler, bütün tehlikeli vagonları hizmet dışı bırakmayı ka-
rarlaştırdı. Savaş tahribatından dolayı kazalar, yaralanmalar ve
tıkanmalar yaygındı. Hasarlı vagonlar onarılırken, hizmet 3
gün boyunca azaltıldı. Bütün sendika mensupları hasarlı va-
gonları onarırken, işçiler şirket talimatlarına karşı koydu ve
geleneksel çalışmayı tamamen bıraktı. İzinsiz işe gelmeyenler
hain olarak görüldü. Mühendisler, gece boyunca motorları ta-
dilattan geçirirken, marangozlar kırık tren camlarını tahtalarla
kapattı ve onarım ekibi yapabildiklerini tamir etti. Bu dönem-
de tamirat %300 arttı. İşçiler kendilerini yetkin hissederken,
yaptıkları işle gurur duyuyordu. Genel Merkez bile şöyle di-
yordu: “ücretsiz seyahat mücadelesi ABD’de nadir görülen bir
taktik. Bu haksever işinize yardımı esirgemeyeceğiz”. Sendi-
ka 13 Aralıkta ücretsiz seyahati bitirirken, ertesi gün üretim
denetimine başladı. Üretim denetimiyle ilgili en yüksek karar
verme mercii sendikadaki yürütme komitesiydi(Keisei Elekt-
rikli Demiryolu Sendikası, 1962: 103).
Verimlilik büyük ölçüde arttı ve işi aksatma sıfıra indirildi.
Genç işçiler beklenenin ötesinde değişti. Keisei işçileri, şirke-
ti uyum içinde işletme ve insan kaynaklarını gereğine uygun
şekilde görevlendirme yeteneği sergiledi. İşçilerin üretim üze-
rindeki denetimi, kapitalistlerce yapılan sabotajı gün yüzüne
çıkardı. İşçiler, şirket yönetimi ve hesap işlerinin sorunlu ha-
lini çok iyi anladı ve kapitalist yönetimin zayıf noktaları ve
hatalarını tespit etti. Demiryolu örneğinde, yolcu bilet ücretle-
rinden elde edilen gelir her gün sabitti ve yatırım karı böylece
öngörülebilir ve dolaysızdı. Bu da üretim denetimini sürdür-
meyi kolaylaştırıyordu. Şirket sahipleri işçilerin kararına karşı
çıktı ve şunu talep etti:

Sendika tarafından yürütülen bedava seyahat eylemini derhal


durdurun. Şu ana kadar sendikanın kazandığı para şirkete aittir.
Geliri şirketin banka hesabına koyun. Aksi takdirde eylemleriniz
yasa dışı olur(Keisei Eletrikli Demiryolu Sendikası, 1962).

202
Sendika bu talebi tümden reddetti ve parayı banka hesabı-
na sendika başkanının adına yatırdı(Keisei Eletrikli Demiryo-
lu Sendikası, 1962).
Şirket, toplu sözleşmeyi, taban aylık için geçici öde-
nek ve aile ödeneğini dört kat fazla ödemeyi kabul etmeyi
önerdi(işçiler taban aylığın beş katına çıkmasını talep ediyor-
du). Şirket ayrıca defteri kebir hesabını açıklamayı ve dağıt-
mayı da önerdi ama bu hesaplarda herhangi bir değişiklik yap-
tığını ya da tahrip ettiğini kesinlikle reddetti. İşçiler şirketin
cevabından tatmin olmadı, çünkü şirket sadece toplu sözleş-
meyi tanıyordu. Her ne kadar sendika politikası tren hizme-
tini durdurmak değilse de bazı sendika mensupları mücadele
aracı olarak trenleri sabote etmişti. İşçilerin morali oldukça
yüksekti. Bu nedenle, anlaşmazlığın başlamasından 13 gün
sonra, 22 Aralık’taki bir gösteride sendika şu yeni talepleri dile
getirdi: (i) yönetim konferansı düzenlenmeli, (ii) yönetim isti-
fa etmeli ve (iii) iş saatleri azaltılmalı(Chiba İli İşçi Sendikası,
1967: 111).
Gösteride oldukça fazla işçi sloganı vardı: “Şikâyet eden-
leri kovun!” “Yoldaşlar birleşin! Birlik sendikanın silahı, ba-
şarının anahtarıdır!” “Mücadele kararı son beş dakikada ve-
rildi! Şikâyet edenler hainlerin oyuncağı ya da haindirler!”,
“Birleşin, birleşin!”, “Kapitalistlerin çeteleri ve kabadayıları
birliğimizi yıkacak. Düşmanın tuzağına düşmeyin! Düşerse-
niz derhal bize haber verin!” “Yolcularla nazikçe konuşun ve iş
kazancı bizim olsun!” “İşyerimizi savunalım!”(Chiba Vilayeti
İşçi Sendikası, 194: 111).
Halk ve medya genel olarak işçilerin tarafındaydı. Kamu-
oyu, ezici çoğunlukla işçileri destekliyordu. İşçiler sürekli “de-
ğerli iş anlaşmazlığından” konuşuyordu. Bununla kastettikleri,
personel yönetiminin demokratikleştirilmesi ve işçilerin sesi-
nin oluşturulması ve arttırılmasının da dâhil olduğu yönetim
hizmeti sorunuydu. Bu yüzden, üretim denetiminin amaç ola-
rak değil taktik olarak uygulandığı işçi denetimi olanağı her
zaman vardı. Bir yönetim konferansı düzenlenmesi talebi de
işçilerin demokratik işyeri ve aşağıdan-yukarı denetim isteğini
ifade ediyordu.

203
Keisei işçilerinin mücadelesi 20 gün sürdü. 26 Aralık’ta
sendika şirketle anlaşmaya vardı. İşçi taleplerinin çoğu kabul
edildi ve anlaşmazlık sona erdi. Şirket, hayat pahalılığına da-
yalı asgari ücret, enflasyonla bağlantılı otomatik ücret artışını
ödemeyi ve ücret sistemiyle ilgili değişiklikleri kabul etti. İşten
çıkarmalar sendika onayı gerektiriyordu, tam zamanlı sendika
memurluğu getirildi ve birçok işçinin talebi karşılandı. Kon-
feransla ilgili, “Bölüm şefi sınıfı üzerinde 100 kişi sendikaya
katılamaz, 2.100 sendika üyesi işyerlerine göre üç şubeye ayrıl-
dı- tren, otomobil ve genel merkez” (Chiba İli İşçi Sendikası,
1967:112).

Değerli Mücadele - Nippon Kokan


Tsurumi Fabrikası Sendikası
24 Aralık 1945’te Nippon Kokan Tsurumi Fabrikasında bir
işçi sendikası kuruldu. Sendika üretimi denetim taktiğini kul-
landı ve iş anlaşmazlığını kazandı. Bu çelik fabrikası, Tokyo ile
Yokohoma arasında uzanan Keihin sanayi bölgesindeydi. Sa-
nayi bölgesindeki denizci sendikası, 5 Ekim’de oluşturulmuş-
tu. 26 Ekim’de Tsurumi tersanesinin işçileri, işten çıkarılan
dört işçinin işe geri alınması için mücadeleye başladı. JKP’ye
bağlı Syoichi Kasuga yönetimindeki Birleşik Metal Örgütlen-
mesi Teşvik Komitesi ve İşçi Sendikası Hazırlık Kongresi’nin
Tsurumi şubesinin desteğiyle mücadele başarılı oldu.
Kasım ayı başlarında, II. Dünya Savaşı’nda Japonya’da zor-
la çalıştırılan Tsurumi Fabrikasındaki 144 Koreli işçi mem-
leketlerine dönmek için izin ve iş koşullarının düzeltilmesi
talebinde bulundu. Eylemleri Japon işçilerine ilham oldu. Bir
sendika belgesinde belirtildiği üzere, “Koreli işçilerin ve Çinli
mahkûmların mücadelesi, Japon işçilerinin özgürlük mücade-
lesini güçlendirdi. Onların mücadelesi, harekete geçmekte ge-
ciken Japon işçileri cesaretlendirdi”(NKK Tsurumi Sendikası,
1956: 49-50).
Maliyet muhasebe memuru Takeo Hayashi ve işçi Seiic-
hi Ishijima, bütün Tsurumi Fabrikası işçileri için bir sendi-
ka kurma kararı aldı. JKP üyesi Hayashi, çalışma saatlerinde
hücre faaliyetlerine katılmazken, JKP’nin akşam düzenlenen

204
hücre toplantılarına katılırdı. Hayashi sadece bir yıldır şirkette
çalışıyordu ve oradaki birçok kişiyi tanımıyordu. Bu sebeple,
Hayashi ve Ishijima işten sonra birbirlerinin koğuşlarına gi-
dip geliyor ve genç işçilerin dertlerini dinleyerek koşullarını
inceliyorlardı. Genç işçilerin memnuniyetsizliklerini ve endi-
şelerini anlıyorlardı. İşyerinde etkili olan ya da genç işçileri
planlarından haberdar edebilen 10’dan fazla kişiyle bir araya
geldiler ve birlikte bir sendika kurup talepleri oluşturdular.
Temel talepleri; sendikanın ve toplu sözleşme hakkının tanın-
ması, ücretlere zam ve işten çıkarmaları iptal etmekti. Sendi-
ka, işçileri ve çalışanları örgütleyerek fabrikada hızla yayıldı.
Hayashi sendikanın ilk genel başkanı oldu. Ancak diğer parti
üyeleriyle yönetimi doldurmak niyetinde değildi. Şöyle diyor-
du: “Umarım parti üyeleri, her bir işyerindeki diğer insanlar
kadar çok çalışır.”

Şirket, istemeyerek de olsa sendikayı tanıdı ama herhangi


bir ücret artışı ya da işten çıkarılanların geri alınmasını kabul
etmedi. Sonuç olarak, sendika, 10 Ocak 1946’da üretim dene-
timine başladı. Ustabaşılar, üretim sürecinden derhal çıkarıldı.
Şirket müdürünü ve şube yöneticilerini, müdürün odasına ve
giyinme odasına kapattılar. Sendikanın üretim denetimi gi-
rişimi, birçok zorlukla baş etmek zorunda kaldı. Ürettikleri
çeliği bir toptancıya satmak zorundaydılar. Ama toptan satış
piyasası, çelik sektöründe oligopolist kontrol sağlayan Nippon
Kokan Çelik’in hâkimiyeti altındaydı. Bu yüzden toptancının
sendikadan çelik almama riski vardı. Çelik, toptancı tarafın-
dan verilen karnelerle dağıtılıp, pay ediliyordu. İşçilerin piya-
saya sürebildikleri ürün, galvanize demir levhaları ya da bidon
ve birkaç makine parçasıydı. Bu sebeple sendika, toptancının
istediği ürünü parayla satmak için pazarlık yaptı. İşçilerin mo-
ralini yükseltmek için satılabilir ürünler, nakit elde etmek için
olabildiğince çabuk satıldı.
Şirket, üretimi denetim hareketinin yasadışı olduğunu
belirtti ve işçileri, işgal kuvvetlerinin emri altındaymış gibi
davranmakla ve diğer işçiler üzerinde kötü etki bırakmakla
suçladı(NKK Tsurumi, 1956: 61). Hayashi ve diğer sendika

205
üyeleri, Genel Merkez sivil habercilik ve eğitim şubesi mü-
dürü Anthony Constantino’yu ziyaret etti. Constantino, CIO
ile irtibatlı işçi sendikasının faaliyetlerine aşina olduğu için
işçi hareketini anlıyordu. Kendisi olumlu yaklaşım sergileye-
rek şöyle diyordu: “Genel Merkez işçi hareketine müdahale
etmez. İşçi sendikalarını kapitalistlerin adaletsiz baskılarına
karşı desteklemeye hazırız”(NKK Tsurumi, 1956: 61).
Sendikayla şirket arasındaki görüşmede ilerleme kaydedil-
medi. Bu çıkmazı aşabilmek için işçiler, her bir yöneticinin
evine sürpriz baskınlar düzenlemeye karar verdi. Bu eylem bi-
çimini, feodal Japonya’da samuray tarafından evleri hedef alan
baskınlardan ilhamla uchiiri olarak adlandırdılar. Gruptan so-
rumlu bir kişi seçip, doğrudan görüşme niyetiyle yöneticilerin
evine gruplar halinde gittiler. Bu sabırsızlık ve durgunluk at-
mosferinde bu girişim, moralleri yükseltmede etkili oldu.
Diğer yandan, anlaşmazlığı bir hamlede sona erdirmek için
yönetim kurulunu bir gösteriyle kuşattılar. Yönetim kurulunu
hedef alarak, şirketin genel müdürü Asano’dan bir yanıt al-
mayı umdular. İşçiler, genel merkez binasının çevresinde bay-
raklar, pankartlar ve bidonlarla grev hattı kurdular. Binadaki
tüm odaları aradılar, maksatları tüm yöneticileri bir odaya ka-
patmaktı. Kalabalıklar halinde merdivenleri çıkıp, koridorları
doldurdular. Korkudan sararmış genel müdür ve diğer yöneti-
cileri gördüklerinde “Buradalarmış!” diye bağırdılar. Kalabalık,
“Harika!” diye yanıt verdi ve yöneticileri çatıda köşeye kıstır-
dılar. Hayashi, genel müdürü nazik şekilde baskı altına alarak,
bir yanıt istedi. Sonunda, “evet mi hayır mı? Hiçbir mazeret
duymak istemiyoruz. Sadece bunu söyle.” diye zorladı. Genel
Müdür Asano, bütün talepleri kabul etti(NKK, Tsurumi Sen-
dikası, 1956: 61).
Yine de şirket, perde arkasında Japon hükümetiyle birlikte
hareket etti. 1 Şubat 1946’da 4 bakan, basına şu demeci ver-
di: sendikanın eylemi saldırı, tehdit ve mülkiyet hakkını gaspı
seviyesine çıktı ve sendika bu yasadışı davranışlarından dolayı
sert bir şekilde cezalandırılmalı:

Japon hükümeti, işçi sendikasının iyiye doğru gelişmesini

206
umuyor, bu sebeple son dönemlerde saldırı, tehdit, mülkiyet
hakkının gaspında artış olması çok üzüntü verici. Japonya’yı
tekrar ayağa kaldırmak isteyen sorumluluk sahibi işçiler, bu
türden faaliyetlere dâhil olmamalı. Japon hükümeti bu du-
rumu göz ardı edemez ve sorumluları hak ettiği gibi yargı
önüne çıkartacak. Sorumluluk sahibi işçiler olarak size ısrarla
tavsiyemiz, dikkatli olmanız ve yanlış davranış ve ihlallerden
sakınmanız(Çalışma Bakanlığı, 1946: 131).

Sendika acilen bir gösteri düzenledi ve İçişleri Bakanlığı-


na gitti. Müzakere komiteleri kendileriyle görüşmeye dışarı
gelen bakan yardımcısını kınadı ve sendikayı dinlemeden Ja-
pon hükümetinin bu tek taraflı açıklamayı niye yayınladığını
öğrenme talebinde bulundu. Bakan yardımcısı ne cevap vere-
ceğini şaşırdı. Açıklamayı yapan dört bakan, başbakanın resmi
konutundaydı ve göstericiler ardından buraya gitti ama polis
sadece müzakere komitelerini içeri alarak kalabalığın geçişini
engelledi. Bakanlar açıklamayı geri çekmeyi reddetti ve anlaş-
mazlık sonuçsuz şekilde bitti.
Sendika, şirketin yaptığı tehdit, saldırı ve sözünü yerine
getirmemeyle ilgili gerçeği araştırıp sorgulamadan genel mü-
dür Asano’nun görüşlerini benimseyerek milleti aldatan ve
eşitsizliğe kayıtsız kalan bakanları suçlayarak, onları açıkça
protesto etti. Sonunda Tsurumi Sendikası kazandı; şirket bü-
tün sendika taleplerini kabul etti ve işçiler yargılanmadı. Ama
Japon hükümetinin milletin temsilcisi olma fikrini terk ettiği
ve kapitalistlerle ittifak halinde olduğu gerçeği de ortaya çıktı.

Halk Mahkemeleri – Mitsubishi Bibai


Kömür Madeni Sendikası
Hokkaido’daki Mitsubishi Kömür Madeni Sendikası’nda
4000 Japon, 5000 Koreli ve 264 Çinli işçi vardı. Daha önce
de bahsedildiği gibi kömür madenindeki Çinli ve Koreli iş-
çiler savaştan hemen sonra ayaklanmıştı. Savaş boyunca an-
garya ve şiddetle kötü muamele görmüşlerdi. Sadece dağıtım
noktalarına ve alışveriş bölgelerine saldırmak ve gıda ve el-
bise yağmalamakla kalmadılar, aynı zamanda onlara zalimce

207
davranan ustabaşıları da aradılar. Bu yüzden bu işçilere kötü
davrananlar, onların öç almasından korkarak saklanıyorlardı.
Japon polisi, ayaklanmacıları durdurmak için hiçbir şey yapa-
madı. Savaş esnasında Bibai Kömür Madeni, günde 7000 ton
kömür üretiyordu. Savaştan sonra üretim, bıçak gibi kesilerek,
günde 350 tona geriledi. Gıda durumu kötüleşmeye devam
etti. Bütün kömür madeni, kaos durumundaydı. Japon kömür
madenindeki çalışma şartları, neredeyse kölelik koşullarınday-
dı.
Bu şartlarda bir grup işçi, işçi sendikası kurmak üzere giz-
li hazırlık toplantıları yapmaya başladı. Örgütleyicilerden bir
tanesi JKP üyesi Takashi Mizutani’ydi. Grup, bütün yerleşim
bölgelerinden ve köylerden gelen 40 işçiye ulaştı ve planlarını
31 Ekim’de hayata geçirme kararı aldılar. Her aktivist ken-
di köyünde işçilerle temas kurarak sendikaya katılmaları için
davet etti. Üye toplamak, aktivistlerin beklediği karar kolay
değildi. Bazı işçiler, önceden maruz kaldıkları sendika baskı-
sından dolayı korkarken, kimisi de iş meselelerini umursamı-
yordu. Ancak bazı köyler, bu çabaları iyi karşıladı ve işçileri
harekete geçiren “Mitsubishi Bibai Kömür Madeni Sendikası
Kurma Komitesi Hazırlığı” manifestosunu yaydı:

Kömür madeninde çalışan 5000 işçi kardeşim!


Kardeşler, yamalı delik çoraplar ve hasır sandaletler giyme-
ye devam ediyorsunuz. Çok uğraş verdiniz! Kardeşler, ekmek
yerine mugwort dango (yuvarlak bir börek) yiyorsunuz! Kar-
deşler, kazanmak için sadece bir kelimeyle, şikâyet etmeden
çalışmaya devam ettiniz! Sabrınız taşıyor! Bize sadece artıklar
veriliyor! İnsanca bir ev yerine, yırtık pırtık hasırlı ve fanussuz
ampullerin aydınlattığı fare deliğinde yaşıyoruz! Japonya de-
mokrasiye geçmesine rağmen neden bizim hayat şartlarımız
iyileşmiyor?
Dağıtım istasyonlarını yıkın, birikmiş malları bulun!
Sizi aldatanların başını ezin!
Öfkeli olmamız doğal. Ama kardeşler, lütfen biraz daha
bekleyelim. Eğer hemen harekete geçersek, kömür madeni
kan ve gözyaşı nehri olur. Çaresiz bir durumda olmamıza rağ-

208
men Genel Merkeze göre eylemimiz yasadışı. Kardeşler! Ace-
le işe şeytan karışır. Tüm kömür madeni işçileriyle dayanışma
içinde yasal talepte bulunursak bir yol bulacağız.
Kendi çıkarlarımızı kendimiz savunmak için sendikamızı
kuralım. Bir elin nesi var iki elin sesi var. İşyerinizde her 15
kişi için bir temsilci seçin! Onları kuruluş toplantısına gön-
derin. Sendikamıza katılın, tek tek ve hepiniz! Zafer bayrağı
altında ilerleyin(Mitsubishi Bibai Kömür Madeni Sendikası,
1960:134-6)!
Şirket de, savaş zamanındaki Sınai Yurtsever Topluluğun
alt dalı Kyowakai adıyla kendi denetiminde olan bir sendika
kurmaya çalıştı. Ama bu sendika, temsilci seçemedi ve kendi-
liğinden yok oldu. Çinli işçiler, Japon işçileri cesaretlendirdi.
Çinliler koğuşunun baş sekreteri ve Ba Lu Jun’da (Çin Komü-
nist Partisi) teğmen Zhang Lian Rong, sendikanın kuruluşu-
nu onayladı ve komiteye yüklü miktarda para gönderdi. Çinli
şöyle diyordu: “Memleketlerimize döndükten sonra biz de işçi
özgürlüğü için mücadele vereceğiz.”(Mitsubishi Bibai Kömür
Madeni Sendikası, 1960:136-7).

4 Kasım 1945’te dondurucu havaya rağmen işçiler, top-


lantı yerini doldurdu ve Mitsubishi Bibai Kömür Madeni
Sendikası’nı kurdular. Japon hükümeti, savaştan sonra ana
sanayi olarak gördüğü kömür madenlerinde üretimi arttır-
mak için buralara büyük mali destek ve teşvik sağladı. Yeni bir
ücret standardı getirildi. Maden ocağında çalışma için günde
18, Ocak dışında çalışmak için de 10 yen. Bu standardı uygu-
lamak yerine şirket, maden ocağında çalışmaya 5, dışında 3
yen ödeyeceğini ve daha da kötüsü nakit yerine işçilere kısmen
sardalya ile ödeme yapacağını açıkladı. Maden işçileri çileden
çıktı. İşçiler, çaresizlik içinde bağırdı. Yöneticilere karşı suçla-
malar arttı ve söylentiler yayıldı: “Yediğimiz balığı geri almaya
mı çalışıyorlar? Savaşta ne yaptılar? Hava saldırılarına karşı
inşa ettiğimiz barınaklarda şeker sakladılar.” “Cebini dolduran
yöneticileri soruşturun!” “Depoyu yerle bir edin!” “Klubü ateşe
verin!” “Bize patates ve kabak yemeği verirken kendileri kali-
teli pirinç yiyor ve kulüpte likör içiyorlardı. “Müdürün evinde

209
30 torba pirinç var!” “Müdür yardımcısının evinde tereyağı yı-
ğını var!”(Nishimura, 1946: 149).

Kızıl Bayrak şöyle yazıyordu:

Şirket, birçok işçiyi işten atmayı ve daha düşük ücretli sa-


dece birkaç işçiyi işe almayı planlıyor. Biraz teşvik aldıktan
sonra, ürünü stoklayarak bir de fiyatları şişirerek kömür fiyat-
larında artış bekliyorlardı. Bu yüzden, tekel sermayesinde işçi
denetimi kurmalıyız(Kızıl Bayrak, 20 Ekim 1945).

Yeni sendika şirketten iptal ettiği zamları, çift maaşları geri


ödemesini ve 8 saatlik mesai getirmesini talep etti. Bu talepler
şirket tarafından reddedildi. Bunun üzerine sendika 4 Şubat
1946’ta madeni ele geçirme ve üretimde denetim başlatma
kararı aldı. Sendikanın talimatları duyuruldu ve işçilerce he-
men yerine getirildi. İşçi denetimi, sürecin her aşamasında bir
sürü belge gerektiren geleneksel bürokratik yönetimden çok
farklıydı. Depolar açıldı. Malzeme ve kaynaklar bu depolardan
çıkarıldı ve durmadan ocağın önüne taşındı. Bununla birlikte,
şeker ve Japon çorapları da işçilere dağıtıldı; şirket böyle bir
şeyi daha önce yapmamıştı ve gıda ambarı bile açık bırakıldı.
Başta, birçok büro çalışanı sendikayla işbirliği yapmayı ka-
bul etmedi çünkü kendilerini maden işçilerinden üstün gö-
rüyorlardı ve onlarla bir araya gelmek istemiyorlardı. Zaman
geçtikçe birçok büro çalışanı sınıf bilinci kazandı ve maden iş-
çileri sendikasına katıldı ve işverene yakın büro çalışanlarının
sendikası gittikçe ortadan kayboldu. Şirket yöneticileri, alabil-
diğine idari talimatlar veriyordu, ama işçiler bunları tamamen
göz ardı ediyordu.
Zor koşullara karşın kömür üretimi hızla arttı. Bozgun-
cu işçiler, halk mahkemesine çıkarılıyordu ve işbirliğine sevk
ediliyordu. Kadınlar, ulaşımı hızlandırmak için yollardaki karı
temizlemekle görevliydi. Üretim sekreteryası günlük harcırahı
veriyor ve işçilere gıda, eldiven ve ayakkabı dağıtıyordu. Kar,
hızlıca temizleniyordu ve bozuk çatılar ile bükülmüş raylar
onarılıyordu. Bütün işler, ödeme olmadan yapılıyordu. Bibai

210
Kömür Madeni Sendikası, demiryolu sendikasından işbirliği
talep etti. Demiryolu işçileri, günde 2000 ton kömürü tüke-
ticilere ulaştırmayı derhal kabul etti. Sendika, yönetimin sa-
vaş döneminde görevi kötüye kullandığını kanıtlayan birçok
belge buldu. Birileri duvara büyük harflerle şunu yazmış-
tı: “halk mahkemesi”. Şirket sahiplerince tasarlanan kamu
baskısıyla sevk edilen polisler madene geldi, ama hiçbir şey
yapamadılar(Mitsubishi Bibai kömür Madeni Sendikası,
1960: 145).
Şirketin işçi taleplerini hala kabul etmemesi üzerine sendi-
ka, sadece üretimde değil yönetimde de denetimi ele geçirme
kararı aldı. 12 Şubat 1946’da üretim denetiminden birkaç işçi,
yönetim denetimi tarafına geçti. Denetim sekreteryası, mü-
dürler dâhil kendileriyle işbirliğine girmeyen herkesin uzak-
laştırılacağını bildirdi. İşçiler; müdür, müdür yardımcısı ve di-
ğer yöneticileri ararken, onları şirket kulübünde likör içerken
buldular. Sendika komitesi, kalabalığın gözü önünde müzake-
re toplantısı yapmak istedi. Yöneticiler tek ağızdan, “Sizinle
içtenlikle görüşürüz” dediler. Oradaki işçi kitlesi kendini ha-
karete uğramış gibi hissetti, çünkü yöneticiler şimdiye kadar
hiç de samimi olmamıştı. Bu yüzden kızdılar. İşçilerden biri
onların üstüne atıldı, diğerleri de pankartlarla onlara vurmaya
başladı. Komite üyeleri kalabalığı zor durdurdu.
Durum sakinleşince kitleyle bir süreliğine yürütülen mü-
zakereler sonuçsuz devam etti. Yönetim, ücretleri arttırmanın
imkânsızlığını belirtirken işçiler, müdürlerini yalan söylemek-
le suçladılar; “Her zaman bizi aldatıyorsunuz!” ve olumlu bir
yanıt istediler. İşçiler, idarecileri pahalı yemekler yemekle ve
şirket fonlarından ödenen alkol tüketimiyle suçladı. İşçiler,
idareciler, işçi taleplerine yanıt vermeyene kadar onları bırak-
mama kararı aldı(Mitsubishi Bibai Kömür Madenleri Sendi-
kası, 1960:155). Müdür, işçilere eylemlerini istedikleri kadar
tekrarlayabileceklerini, ama bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini
söyledi. İşçiler öfkeden deliye döndü ve aniden hastalıktan
zayıf düşen ve emekli olan müdüre sinirli şekilde bağırdılar.
Sendika, şu anda sorumlu olan müdür yardımcısına şöyle dedi:
“Hayatına mal olsa bile 5000 işçinin taleplerini kabul etme-

211
lisin. Bu yaptığından dolayı sorgulanırsan hepimiz arkanda
oluruz. Açlıktan kırılan bu insanları kurtar!” böylece müdür
yardımcısı talepleri kabul etti(Mitsubishi Bibai Kömür Ma-
deni Sendikası, 1960:156).

Üretim Denetiminin Kısıtlılıkları ve Olanakları:


Komünistler, İşçi Sendikası ve İşçi Denetimi

Üretim Denetiminin Zorlukları


Üretim denetimi altı esas zorlukla baş etmek zorundaydı:

1. Mali problemler. Devasa sermaye-yoğun işletmelerde,


faaliyet için yüksek nakit akışına ihtiyaç duyarlar. Savaş sonra-
sı dönemde bu, sıkıntıydı. Kömür madenleri, ulaşım, iletişim,
medya vb. emek yoğun işletmelerde, mali sıkıntı riski oldukça
düşüktür. Bu dönemdeki işçiler, sınai üretimi tekrar başlatmak
için gerekli sermayeyi sağlamak üzere bankaların millileştiril-
mesini talep ediyordu. Japon hükümeti bu sorunu, ana sana-
yilere fon sağlayarak kısmen çözdü ama o da ancak 1946’daki
Ekim Kalkışmasından sonra oldu.
2. Hammadde tedariği. Genelde şirketlere ait devasa fab-
rikalarda ve kaynak-yoğun üretimli üretim denetimi durum-
larında, şirket genel merkezleri, bütün tedarikçilere sorumlu
fabrikalara tedariği durdurmaları için derhal talimat gönde-
rirdi.
3. Satışa sunma. Devasa üretim tesisleri, büyük miktarda
ürünlerini alacak müşteri bulmada ciddi sıkıntılar çekiyor-
du. Tsurumi Çelik Fabrikasındaki üretim denetimi örneğin-
de, sendika, üretimi mali olarak devam ettirebilmek için ana
ürünlerini değiştirmek zorunda kaldı. Üretim denetimindeki
Tsurumi, nakit ihtiyacını esas olarak kova, tencere, demlik,
ketle vb. ikincil ürünlerin satışıyla giderirdi.
4. Ücretleri ödeme. Yavaş sermaye devir hızına sahip sana-
yiler (özellikle tersaneler, makine, silindirli pres ve tren üre-
timi yapan fabrikalar) ücretleri ödemekte büyük zorluklarla
karşılaştı. Ayrıca burjuva yasaları, sadece grev esnasında daha
önceden olduğu gibi işçilere aynı ücretin ödenmesini kabul

212
ediyordu ve şayet sendika üretim denetiminde daha yüksek
ücretler ödeseydi, bu yolsuzluk olarak algılanırdı.
5. Mühendislerle işbirliği. Özellikle yüksek teknolojili fab-
rikalarda mühendislerin üretim denetimine katılımı hayatiydi.
6. Sermaye ve hükümet müdahalesi. Fabrika sahipleri bur-
juva yasalarını kullanarak üretim denetimine sürekli müdaha-
le ve tehditte bulunuyordu. İşçileri, haneye tecavüz, yolsuzluk,
emanete hıyanet, maden haklarını ihlal ve benzeri şekillerde
suçluyorlardı(Hiroshi, 1946: 196-7).

Zorlukların Üstesinden Gelmek ve İşçi Mücadelesini


Siyasi Mücadeleye Dönüştürmek İçin Birlik Olma
İlk zamanlarda üretim denetimi, münferit şirketlerde işyeri
sendikası tarafından elde edilirdi. Üretim denetiminin yaygın-
laşmasıyla, farklı sendikalar işbirliğine veya birleşmeye başladı,
tıpkı Mitsubishi Bibai Kömür Madeni Sendikası ve demiryo-
lu sendikası örneğinde olduğu gibi. Bu işbirliği, fon ve kaynak
sorunlarının üstesinden gelinmesine yardımcı oldu. Üretim
denetimi mücadelesi yoğunlaştıkça, sermayeden de karşı sal-
dırılar hızlandı. İşçiler, yasadışı şirket tasfiyeleri, tehdit ve suç
çetelerinden (yakuza) saldırılara maruz kaldı. Aynı zamanda
Japon hükümeti de üretim denetimine, siyasi, yasal ve ekono-
mik tedbirlerle saldırdı.
Üretim denetimi başladıktan beş ay sonra, aktivistler için
ulusal sınai sendikası ihtiyacı belirdi. Bir işyerindeki tek sendi-
kanın kapitalist sınıfla karşı karşıya gelmesi büyük risk taşıyor
ve başarma şansı neredeyse yoktu. İşçi sınıfı birleşik bir koalis-
yon oluşturmak ve ekonomik mücadelesini siyasi mücadeleye
dönüştürmek zorundaydı, ancak bu şekilde birçok sıkıntıyı
çabuk hal ederdi. Şubat 1946’da, Tüm Japon Sınai Örgütle-
ri Kongresinin (Zen Nippon Sangy-betsu Rodo Kumiai Kaigi,
Japonca’da Sanbetsu, İngilizce’de CIO olarak bilinir) hazırlık
toplantısı, çeşitli bölge konseylerinin ortak çabalarıyla düzen-
lendi. Yeni CIO’yu kuran sendikaların ilk talepleri, sendika-
ların ve toplu sözleşme hakkının tanınmasıydı. 1945 Aralık
ayında İşçi Sendikası Kanunu’nda bu haklar güvence altına
alındıktan sonra, mücadelenin talepleri, genel toplu görüşme-

213
leri kurmaya ve yönetime katılıma dönüştü.
Bir işçi mücadelesi şekli olarak üretim denetimi tüm sa-
nayilere yayıldı. Mücadeleler genelde, üretim denetimindeki
şirketler ile aynı ya da bağlaşık şubeler arasında işbirliğinin
gelişmesini sağladı. Birçok üretim denetimi mücadelesi Japon
CIO sendikaları tarafından yönlendiriliyordu. Ulusal örgüt-
lenmenin yapısı, sendikaların danışma kurulu olma şeklindey-
di. Her ne kadar resmi kuruluş tarihi Ağustos 1946 olsa da,
CIO bu tarihten önce de vardı ve harekete geçirme kabiliyeti-
ni göstermişti. Artık şimdi, savaş-sonrası Japon işçi hareketi-
nin öncü bir örgütü vardı.
CIO, JKP’ye yakındı; aslında önemli CIO liderleri JKP
üyesiydi. 1 Şubat 1946’daki dört bakanın tehdit açıklamasın-
dan sonra, JKP şöyle uyardı: “Bu açıklama, işçilere karşı yeni
bir baskı dalgasının başlangıç belirtisidir. Mücadeleyi ilerlet-
mekte kararlıyız”. Sosyalist Parti ilkin tereddüt etti ama üre-
tim denetimine baskılara karşı işçi mücadelelerinin radikalleş-
mesiyle, sosyalistler mücadeleye katıldı.

Mücadele ne üretim alanıyla ne de hedeflerle sınırlıydı. 7


Nisan’da hükümet karşıtı “Gerici Shidehara Kabinesi Devir-
me” gösterisi gerçekleşti. JKP ve Sosyalist Parti birleşik halk
cephesi arayışına girdi; işçi hareketi örgütleri ve diğer halk
hareketleriyle birlikte Demokratik Halk Birliği’ni kurdular.
Birliğin 1 Mayıs kutlamalarına, ülke genelinde yaklaşık iki
milyon -sadece Tokyo’dan beş yüz bin- kişi katıldı. Tüketim
konusu da çatışma alanına dönüştü. 1 Mayıs 1946’dan sonra
19 Mayıs’ta Gıda Günü ve Halkın Pirinç Kazanım Mitingi
düzenlendi. İnsanlar, pirinç, “krizi aşma fonu” ve büyük ücret
artışı talep ettiler. Büyüyen işçi ve halk cephesi, kapitalist ke-
simi geri püskürttü.
Müttefik İşgal Kuvvetleri, mücadelenin hızla yaygınlaşma-
sı ve radikalleşmesinden dolayı rahatsız oldular ve Genel Mer-
kez şu açıklamayı yaptı: “Bu çete gösterilerine izin vermeyece-
ğiz.” İmparator Hirohito’nun radyoda gıda krizi ile ilgili Japon
halkına seslenmesi istendi. İmparatorluk nüfuzunu, devrimci
kitle hareketinin radikalleşmesini önlemek için kullanama

214
niyetindeydiler. İşçi hareketinin ilerleyişi büyüyerek Haziran
başlarına kadar devam etti. Japon hükümeti, işçi sınıfını feda
etme pahasına, endüstriyel kapitalizmi tekrar kurmaya karar-
lıydı. İşçi Sendikaları Yasası’nda üretim denetimini sınırlamak
hükümetin önceliği oldu. Diğer yandan genel merkez, radikal
devrimci hareketi ılımlı ve korporatist sendikacılığa dönüştür-
meyi planlıyordu.
22 Mayıs 1946’da Batı yanlısı Shigeru Yoshida, Japon-
ya başbakanı oldu. Yoshida, ABD ve Britanya’ya yakındı. 12
Haziran’da Yoshida Kabinesi, İşgal Amaçlarına Zararlı Ha-
reketlerin Cezalandırılmasına dair 311 İmparatorluk Emrini
yürürlüğe koydu(1946). Bir gün sonra hükümet, toplumsal
düzenle ilgili bir bildiri yayınladı:

Üretim denetimini, anlaşmazlıkların yasal bir aracı olarak


düşünmek mümkün değildi. Bu durum devam ederse, şirket
yapıları çökecek ve ulusal ekonomi kötü etkilenecek. Ayrıca
şiddet saldırıları ve gözdağı devam ederse, bu topluma karşı
bir tehdit olur(Merkezi Meslek Okulu, 1947: 319).

Genel Merkez üretim denetimine karşı politikalarını gide-


rek değiştirdi. Bu durum da, karşı saldırılarını güçlendirmek
için Japon hükümeti ve Japon burjuvazisini cesaretlendirdi.
Japon hükümeti, işçi sınıfını feda etme pahasına Japon sa-
nayisini tekrar ayağı kaldırmak ve yeniden düzenlemek için
Ekonomik İstikrar Kurulu’nu kurdu. Kapitalistler, bir yöne-
ticiler birliği kurma fırsatı elde etti ve kitlesel işten atmalar
planlamaya başladı.
Ekonomiyi kötü etkileyeceği argümanıyla, bir mücade-
le biçimi olarak üretim denetiminin inkârı, Japon işçi sınıfı
için kabul edilemez ve affedilemezdi. Japon CIO 1 Ağustos
1946’da resmen kurulduğunda, 1,5 milyon üyeye sahipti ve
derhal CIO Ekim Mücadelesi olarak adlandırılan bir taar-
ruz hazırlamaya başladı. Bütün üye örgütleri harekete geçirdi
ve genel bir grevle kapitalizme yönelik kararlı bir karşı atak
amaçladı. Ekonomik mücadele açıkça siyasal bir mücadeleye
dönüştü. JKP, Ekim Taarruzu için genel bir siyasal grev başlattı.

215
Ekim Taarruzu, 12 sendika tarafından düzenlenen bir grev-
di. Önce gazete ve yayın sendikalarında bir grevle başladı.
Sonraki aşama, Elektrik Sanayisi Sendika Konseyi’nin devasa
gücünü gösteren “5 dakikalık karartma veya elektrik kesintisi
grevi” diye adlandırılan grev dalgasına başladı. Enerji sektörü,
kömür madenleri ve elektrik malzemeleri sanayisi ile birlikte
grev hareketinin kaleleriydi. Grev hareketinin temel talepleri:
hayat pahalılığına orantılı yasal asgari ücretin getirilmesi, daha
yüksek ücret, emeklilik koşullarının iyileştirilmesi ve enerji sa-
nayisinin demokratikleştirilmesiydi. Grevde CIO sendikaları
amaçlarının, hükümet taleplerini karşılamazsa onu devirmek
olduğunu söyledi. Grev Japon hükümeti ve şirketlerinde şid-
detli sarsıntıya neden oldu. Sonuç olarak, Elektrik Sanayisi
Sendikası, hayat pahalılığına orantılı ücret sistemini getirmeyi
başardı. Bu sendika zaferinin yol açtığı ücret sistemi, Ekim
Taarruzunda Japonya’da hızla yayılmaya devam etti. Toshiba
İşçi Sendikası İttifakı, Ekim Taarruzu Grevini 50 gün devam
ettirdi. Sonunda önemli kazanımlar sağlayan Ekim Taarruzu,
Japon işçi hareketinin birçok talebi yerine geldi.
Japon hükümeti, milli burjuva ve Genel Merkez, hareketi
yenme ihtiyacı olduğu konusunda uzlaştılar. Sağ kanat Japon
İşçi Sendikaları Konfederasyonunun kuruluş toplantısıyla,
karşı saldırı, Kasım 1946’da başladı. Yeni konfederasyon, savaş
öncesi korporatif sendika liderleri tarafından kuruldu. 1 Şubat
1947’de CIO tarafından başlatılması planlanan ikinci genel
grev, işgal kuvvetlerinin emriyle yasaklandı. Bunun ardından
baskılar başladı. Üretim denetimi bitti. II. Dünya Savaşı son-
rası, Japon işçi hareketinin ilk kesin yenilgisiydi.

JKP’nin Rolü
JKP şüphesiz savaş sonrası işçi hareketinde merkezi bir rol
oynadı ve üretim denetiminin kurulmasında parti üyeleri itici
kuvvet oldular. Ancak parti içerisinde üretim denetimiyle ilgili
fikirler çok net değildi. Aralık 1945’teki dördüncü parti kong-
resinden sonra ancak JKP, eylem prensibi olarak önemli sana-
yilerde işçi denetimini benimsedi. JKP Genel Sekreteri Kyu-
ichi Tokuda, üretim denetiminin sadece anlaşmazlık taktiği

216
olmanın ötesine geçebileceğini düşünüyordu. “Fabrika sovyet-
leri” olabilirlerdi. JKP, daha savaştan önce sözde “1932 tezi”
kararı almıştı: “İşçi sınıfı sendikaları için hareket özgürlüğü
ve örgütlenmesi” ve “özellikle Japon imparatorluk sisteminin
devrildiği an geldiğinde, yani devrimci koşullar oluştuğun-
da, bütün ülkede işçi-çiftçi-asker sovyetleri kuracağız. Sonra,
“Bütün bankalar, devrimci koşullar altında tek bir bankada
birleştirilecek” ve “işçi-çiftçi-asker sovyeti büyük kapitalist
şirket ve bankalarda üretimi denetleyecek”. Ama daha üç ay
geçmeden, JKP, beşinci kongresinde “işçilerin katıldığı ortak
yönetim konsey kurullarıyla fabrika yönetimi” anlayışı benim-
sediğini belirtti(Katzuo, 1960: 37; Kiyoshi, 1977:112-13).
Bu küçük bir örgütlenme sorunu değildi. Önceki durum-
da işçiler, şirket yönetiminin tüm aşamalarında karar verme
hakkına sahipti. Bu da, üretim araçlarının özel mülkiyetinin
de facto hükümsüzlüğü demekti. Devrimin gerekli olduğu-
nu ve devlet iktidarının işçi sınıfında olacağını ima ediyor-
du. Sonraki durumda ise işçiler kapitalist ekonomik sisteme
katılacaktı. Ortak yönetim konsey politikası, devrim unsuru
içermiyordu. Tokuda ve azınlık bir grup JKP üyesi, 1932 te-
zini savunuyordu ve Japonya’da derhal devrim talep ediyordu.
JKP’deki çoğunluk iki aşamalı devrim teorisini benimsiyordu.
İlkin, demokratik devrim gerekliydi: demokratik bir devrim-
le Japon emperyal sistemi alaşağı edilmeli, sonrasında ikinci
adım olarak sosyalist devrim gerçekleştirilmeliydi. Teori, uzun
vadede nispeten istikrarlı kapitalizmin kurulacağı varsayımına
dayanıyordu. 1932 tezi, aksine, sosyalist devrimle Japonya’nın
“zorla dönüşüm eğiliminde” olduğunu fark etti ve devrimin
ana birimlerinin fabrika sovyetleri olduğunu anladı(Kiyoshi,
1977:112).
JKP’nin beşinci parti kongresinde benimsediği strateji,
üretim denetimini sadece işçi mücadelesinin bir aracı olarak
gördü. JKP’ye göre amaç, üretim denetimiyle şirket içinde or-
tak yönetim konseyi oluşturmak ve sonraki aşamada fabrika-
ların birliğini güçlendirmekti(Kiyoshi, 1977:112-13; Profin-
tern, 1981:111-19; Wakao, 1973: 41-50). ABD işgali altında
sosyalist bir devrimi gerçekleştirmenin neredeyse imkânsız

217
olduğu düşünüldüğünden beri tek aşamalı devrim stratejisi
terk edildi. Daha önce JKP, ABD kuvvetlerini özgürlük or-
dusu olarak tanımlıyordu ve bu anlayış bir müddet devam etti
ama partiyi bölünmeye götürdü.

Üretim Denetimi Hareketi


1945 ve 1947 yılları arasındaki mücadeleler genelde JKP
öncülüğünde Kızıl Sendikacılık olarak tanımlanır. Bu doğru
değil. Her ne kadar birçok sendika militanı JKP üyesi olsa,
JKP üretim denetimini aktif şekilde desteklemiş ve yeni solcu
bir sendika konfederasyonu kurmuşsa da, aslında üretim de-
netimi mücadelesi, yasal taktikler ve parti öncülüğü ötesinde,
kitle radikalizmince geliştirilip derinleştirmiştir. 1945’te siyasi
mahkûmların serbest bırakılmasıyla tetiklenen işçi sendikaları,
her yerde mantar gibi türedi. Büro işçileri arasında Marksistler
yok değildi. Çoğunun savaştan önce iş kampanyaları yürüt-
me serüveni vardı ve genelde yeni sendikaların oluşumunda
öncülük ederlerdi. Ama işçi mücadelesinde aktif birçok JKP
üyesi, JKP adına hareket etmiyor veya JKP direktiflerini takip
etmiyordu. Onun yerine işçi sınıfı özerkliği ilkesiyle örgütle-
niyordu. Fabrika işçileri ve büro personeli birlikte sendikalar
kurdu. Sendikalar, işyerindeki insan ilişkileri üzerinde ve bazı
önemli liderlerle yüzyüze iletişime dayalı olarak kuruldu. Bu
yöntem, birkaç fabrikadan Japonya’daki tüm şirketlere yayıldı
ve Japonya’daki sendikaların ayırt edici özelliği oldu.
Bununla birlikte, üretim denetimi mücadelesinin bir vas-
fı da polisle şiddetli sokak kavgalarıyla ve doğrudan eylemle
olan yakın bağıydı: diğer şirket ve fabrikalarla ortak bir mü-
cadeleydi. Gösteriler, halk toplantıları ve destek grevleri çok
sık görülürdü. Bu üretim denetimi mücadelesinin bel kemiği
olarak hizmet eden siyasi ve kültürel temeldi.
Japonya’daki fabrika ve işlerin %90’ı askeri mallar tedarik
ettiğinden, Japonya teslim olup savaş sona erdiğinde ekonomi
çöktü. Yaşam şartları Japon işçileri, şartlarını iyileştirmek için
mücadele etmeye zorladı. Aynı zamanda sendika mücadele-
lerinin klasik repertuvarı uygulanabilir değildi, işçileri mah-
vederdi ve muhtemelen işçi mücadelesine az destek sağlardı.

218
Üretim denetiminde işçiler hakları için mücadele etme yolu
buldular ve bununla birlikte üretime tekrar başladılar; bu, Ja-
pon burjuvazisinin ilgilendiği bir mesele değildi. Çünkü zorlu
ekonomik şartlar onlara daha yüksek karlar vadediyordu.
İşçiler, üretim denetimini, yönetimin onların isteklerini
kabul etmesini sağlayacak bir araç olarak kullandı -sendikala-
rın tanınmasından, işten atmaların yasaklanması ve ücret ar-
tışlarının güvence altına alınması ve yapısal zorluklara kadar.
Üretim denetiminin temel amacı, işçileri yönetime katmaktı.
Bu sebeple, her ne kadar üretim denetiminin kendisi bir hedef
olmasa da işçilere üretimde anahtar konumunda oldukları ve
kendi güçlerini etkin bir şekilde geliştirebileceklerini gösterdi.
Ancak işçiler, yönetime katılım sağladıktan sonra bile personel
konuları üzerinde hiçbir yetki elde edemediğinden sermayenin
karşı atağına maruz kaldı. Bu zayıflık, özellikle kendini Kızıl
Temizlik (1950) esnasında gösterdi; Genel Merkez, JKP’nin
yasadışı ilan edilmesinde ısrar etti ve tüm üyeleri işyerlerin-
den kovuldu. Medya, devlet kurumları ve özel sektör alanla-
rında tanınmış komünistler, kitlesel olarak işten çıkarıldı. Bu
koşullar, JKP içerisindeki mevcut bölünmeyi derinleştirdi ve
sendika hareketini oldukça zayıflattı. Kore Savaşı’ndaki anti
komünist ve milliyetçi propaganda dalgası ve komünist Çin’in
kuruluşu Japonya’da hareket aleyhine yürütülen operasyonu
kolaylaştırdı ve sonunda kapitalist restorasyon tamamlandı.

219
Referanslar

Central Labor School (1947) Japan Labor Annual. Tokyo:


Central Labor School.
Chiba Prefecture Labor Union (1967[1974]) The history
of Chiba Prefecture labor movement. In Jokyo (ed.) Documents
of the “Postwar Revolution”, in Japan. Tokyo: Jokyo, 107–12.

Hiroshi, K. (1946[1974]) The limit of workers’ control. De-


mocratic Review, 2–3. March.
Imperial Ordinance 311 (1946) Official Gazette English
Edition. 58, 12 June: 153–54. Available at http://jalii.law.
nagoya-u.ac.jp/official_gazette/hom_pdf/19460612d_ea.000
58.010.000_0010.0010.0_b.006600.00660100.pdf (accessed
23 November 2014).
Katzuo, T. (1960) History of Japanese Communist Party.
Tokyo: Gendaishichosya.
Katzuo, T. (1971) History of Japanese Revolutionary Move-
ments. Tokyo: Gendaishichosya.
Keisei Electric Railway Union (ed.) (1962[1974]) His-
tory of ourstrug gleandconstruction. Chiba. In Jokyo (ed.) Do-
cuments of the “Postwar Revolution”, in Japan. Tokyo: Jokyo:
103.
Kiyoshi, Y. (1977) Labor Movement in Crisisafter War. Tok-
yo: Ochanomizu Syobo.
Ministry of Labor (1946[1974]) History of theLaborMo-
vement 1945–1946. Tokyo: Labor Administration Research
Center. In Jokyo(ed.) Documents of the “PostwarRevolution”, in
Japan. Tokyo: Jokyo: 131.
Mitsubishi Bibai Coal Mine Union (1960) Life in a Coal
Mine. Tokyo: Iwanami Syoten.
Nishimura, T. (1946[1974]) The revelations of the People’s
Court. In Jokyo (ed.) Documents of the “Postwar Revolution”, in
Japan. Tokyo: Jokyo: 149.
NKK Tsurumi Union (ed.) (1956) History of Labor Move-
ment at Tsurutesu. Tokyo: Sundaisya.

220
Profintern (1981) Profintern Programme of Action, trans.
Junzo Nomuraand Akira Mizutani. Tokyo: Tsuge Syobo.
Round Table Conference of Laborand Agriculture (ed.)
(1947[1974]) The real labor movement. In Jokyo (ed.) Do-
cuments of the “Postwar Revolutio”, in Japan. Tokyo: Jokyo. 38.
Taisuke, M. (1976) Yomiuri Dispute 1945–1946. Tokyo:
Aki Syobo.
Taisuke, M. (1978) Japanese CIO October Struggle. Tokyo:
Gogatsusya.
Taisuke, M. (1993) An Inspection: The Labor Movement du-
ring the Occupation of Japan. Tokyo: Renga Syobo Shinsya.
Teruaki, H. (1946[1974]) A truerecord: the diary of the
Keisei Electric Railway dispute. In Jokyo (ed.) Documents of
the “Postwar Revolutio”, in Japan. Tokyo: Jokyo, 88.
Wakao, F. (1973) Labor Dispute Act. Tokyo: Tokyo Univer-
sity Press.

221
YEDİNCİ BÖLÜM

Brezilya’daki Fabrika Komisyonları ve 1964 Darbesi


Henrique T. Novaes ve Mauricio S. De Faria

Giriş

B U makale 1950-1968 yılları arasında Brezilya’da işçi mü-


cadelesinin yükselişi bağlamında fabrika komisyonlarının
oluşumunu ele alıyor. Brezilya’da özyönetim mücadelelerinin
başlangıç safhası olarak oluşturulan fabrika komisyonları,
1968’deki askeri diktatörlüğün sertleşmesi ve ardından üreti-
min yeniden yapılandırılması neticesinde bastırıldı.
1960-1970 dönemindeki fabrika komisyonları, 1950’ler ve
1960’lardaki mücadelelerden ayrı olarak anlaşılamaz. Bu se-
beple, makalenin ilk kısmı, eleştirel yeni mimari ve yeni sine-
ma, öğrenci hareketi ve toplumsal eğitimi geliştirme kampan-
yaları ve tarım reformu mücadelelerinin rolünü vurgulayarak,
o dönemde gerçekleşen sayısız mücadeleyi anlatıyor. Birinci
bölümü, Joao Goulart hükümetinin temel reformlarının ve
1964 darbesiyle başlayan tarihi kırılmanın analiziyle tamam-
layacağız. Ribeiro’ya (1977: 295) göre o tarihi anda 1964-1985
sivil askeri diktatörlüğün baskısıyla “deneysel bilim ve kültürel
gelişim önemli ölçüde zayıfladı”.
Makalenin ikinci bölümü, Brezilya İşçi Sınıfı oluşumu ve
1950’lerin sonuna kadar varlık gösteren fabrika komisyonla-

223
rının panoramasıyla başlıyor. Akabinde, 1968’den (sivil askeri
diktatörlüğün sertleşmesi) 1978’e (gerginliğin azalması ve aşa-
malı açılım ya da rejimin liberalleşme evresi) fabrika komis-
yonları döngüsünü ele alıyoruz.

İşçi ve Entelektüel Mücadelesinin Yükselişi


Getulio Vargas öncülüğündeki 1930 Devrimi, Brezilya’nın
sanayileşmesini güçlendirdi, milli bir sanayi kurdu, Brezilya
halkının yaşam koşullarını iyileştirdi, işçi haklarını tesis etti,
devlet şirketleri kurdu ve bazı işçilere okuma yazma öğretti
-kısacası nihayetinde cumhuriyetimizi kurdu. Şunu unutma-
malıyız ki, Brezilya, öteden beri okuma-yazma bilmeyenlerin
ve kötü beslenme oranının yüksek olduğu; kötü çalışma ko-
şulları, barınma ve ulaşım sıkıntısı ile birlikte toprak, gelir ve
iktidarın acımasızca tek noktada toplandığı bir ülkedir. Ancak
Brezilyalı tarihçiler, 1930-1980 döneminde Brezilyanın –bir
raddeye kadar- kaynaklarının alındığı bir koloni olmaktan çı-
kıp, ulusal gelişim projesiyle bir ekonomiye dönüştüğünü id-
dia ederler. Ayrıca şunu da hatırlayalım, köleliğin kaldırılması
(1888) ve Cumhuriyetin ilanı (1889) Brezilya ekonomisine
temel değişiklikler getirmedi(Prado Jr., 1977).
Başka bir deyişle, “Muhafazakâr Devrim” (Lima Filho ve
Macedo 2011:307) ya da Gramscist kuramcıların “pasif devrim”
dedikleri -yani solcu güçlerin devrimi tam manasıyla gerçek-
leştirmek için güçlerinin olmadığı ve oligarşi iktidarını tasfiye
etmeyen eksik bir devrim- durumda bile Brezilya’nın evrim
halinde olduğu ve “başarılı olabileceği” inancı vardı(Ribeiro
1997)46.
1950-1960 yıllarında Brezilya, bilimsel ve kültürel gelişim
dönemi yaşadı. Bu süreç, 1964-1985 sivil askeri diktatörlüğün
baskısını frenledi. Bu harekette yer alan aktivist Sergio Ferro,

46. Devrim temasının önemini belirtmek için önemli bir Marksist entelektüel olan
Caio Prado Junior tarafından yazılan kitap; A Revoluçao Brasilieira (Brezilya Devrimi)
ve Nelson Werneck Sodre tarafından yazılan Introduçao a Revoluçau Brasilieira (Bre-
zilya Devrimine Giriş) adlı kitapları hatırlamak yeterli. Birçok entelektüel, 1950 ve
1968 yılları arasında, -özellikle de devrimimizin kapitalizminin özelliklerini anlama
hususunda- Brezilya entelektüel eleştirisinin gelişimine şahit olduğumuzu, söylüyor.
Ayı zamanda şu an entelektüelleri zamanlarının mücadelelerine dalmış bulacağız.

224
1967’de yazdığı “Arquitetura nova” (yeni mimari) makalesinde
1964 darbesinin ulusal kalkınma projesinde modern mimari-
nin yeşerttiği umutlar üzerindeki etkisini ele alıyor. Yeni Mi-
mari, başta gençlerin daha adil bir toplum arayışında olduğu
1960’ların başında ortaya çıktı: “sağcı ve solcu kesimlerden in-
sanlar, Brezilya’nın başarılı olmak için şansı olduğuna az ya da
çok inanıyordu”(Ferro 2006: 321;Arantes, 2002; Koury, 2004
ve Kaap ve diğerleri, 2008).
Bu toplumsal feveran ortamında, resim ve mimari alanla-
rında yenilikçi fikir ve öneriler ortaya çıktı. Sergio Ferro, Flavio
Imperio ve Rodrigo Lefevre’nin sanatsal üretim ve eleştirinin
kendiliğinden ortaya çıktığı atölyesi, bir tür siyasi cevherdi.
Ferro şöyle aktarıyor; “Büro, felsefe, tiyatro, müzik ve edebiyat
alanlarından insanların sıklıkla uğradığı bir yerdi. Burası, ulu-
sal bilinç -dışarıdan alınmayan, kendi kültürümüzü- yaratma
projesinde bir nevi buluşma noktasıydı, olağanüstü verimlilik
dönemiydi”(Ferro 2001; Arantes, 2002: 52).
Aynı şekilde, Yeni Sinemanın temsilcilerinden Glauber
Rocha (2004), açlık ve yoksullukla beliren ulusal realiteyi eleş-
tiriyor. Ona göre:

Yeni Sinema, açlık meselesini anlattı, tanımladı, şiirle ifade


etti, işledi, analiz etti, geliştirdi: toprak yiyen karakterler, bitki
kökleri yiyen karakterler, yemek için hırsızlık yapan karakter-
ler, yemek için katil olan karakterler, yemek için kaçan karak-
terler, çirkin, kirli, sıska karakterler, kirli, pis, karanlık evlerde
yaşayan… yeni sinemanın miserabilismosu, Guanbara’nın büyük
eleştirmeni Carlos Lacerda tarafından yayınlanan derlemenin
yönelimiyle ters düşüyor: hiçbir mesajı olmayan ve sadece
endüstriyel hedefleri olan, güzel evlerde lüks araba kullanan
insanların filmleri; komik, eğlenceli, süratli filmler… Yeni si-
nema, açlık politikasıyla yürütülen ve bu yüzden varlığından
kaynaklı tüm zayıflıkların mağduru bir projedir(Glauber Roc-
ha, Koury 2004: 97-8).

Koury’e göre (2004) 1960’ların siyasi ve kültürel manifes-


toları, ulusal realitenin eleştirisini yapmakta, esas olarak kal-

225
kınma modelleri ve davranış kalıplarının eleştirisi ve alternatif
projelerin hazırlanmasında sanatçı rolünün önemini yansıtı-
yor. O dönemin çelişkileri -katılım ve yabancılaşma; baskı ve
özgürlük- sağ ve sol kesim arasında kutuplaşmalara ve toplu-
mu dönüştürme perspektiflerine işaret ediyordu.
Bu bağlamda Sergio Ferro, Flavio Imperio ve Rodrigo’nun
kolektif yaratım, sanatsal çalışma ve metinlerinde açığa çıkan
fikir ve önerileri, aynı zamanda ulusal sıkıntıların eleştirisi
ve çaresi mahiyetindeydi. Bu sanatçıların eserleri maddi açı-
dan azgelişmişliğin kısıtlılıkları ve öz kaynakların yokluğuna
adapte edilmişken, kültürel açıdan ise atılgan bir dönüşüm
projesini uygulanabilir kılan yeni değerlerin zorluğunu temsil
ediyordu(Koury, 2004: 27).
Arena Tiyatrosu, Brezilya halkını bilinçlendiren fikirleri ge-
tiren düşük maliyetli bir tiyatro sahnesiydi. Yönetmen ve oyun
yazarı Jose Renato Pecora, Augusto Boal ve Gianfrancesco Gu-
arnieri bu alanlarda önde gelen kişilerdendi.47
1950’lerde Brezilya nüfusunun yüzde 50’si okuma yazma bil-
miyordu. Paulo Freire önerilerini bu koşullarda geliştirdi. Top-
lumsal eğitim sistemini kurmak işçilerin, aydınların, öğrencilerin,
eğitimcilerin, işçi sendikalarının, Katolik Kilisesinin sol kanat
kesiminin ve hatta bazı sanayi sektörlerinin mücadelesinin bir
parçasıydı.
1960’ların başında Ulusal Öğrenci Birliği (UNE), üniver-
site ve eğitim reformu, enflasyon, yabancı sermaye, emperya-
lizm, bağımsız dış politika, Küba’ya destek, grevlerle daya-
nışma, okuma yazma seferberlikleri, tarım reformu ve kırsal
kesim sendikal hareketine teknik yardım gibi konuları içeren
kapsamlı bir takım talepler sundu.

47. 1900’den 1950’ye kadar işçiler, edebiyat, tiyatro, müzik ve sinema alanlarındaki
büyük üretim gerçekleştirdi ve sayısız işçi gazetesinin çıkmasıyla da kültürel alanda
devasa projeler yürüttü. Foot Hardman’a göre (2000) Devlet kontrolünün sonucu
olarak Getilio Vargas yönetiminde, sendikal yaşamın bürokratikleşmesine yol açan
işçi otonomisinin başlangıç dönemindekine benzer kırılma süreci kültürel sorundan
ayrı tutulamaz. Bu bakış açısı, Brezilya sendikacılığının bürokratikleşmesi, otoriter
devletin ortaya çıkışı ve kültür endüstrisinin ilerlemesi ile kültürel kitle medyasının
tekelleşmesine eşlik eden “artan popüler kültürün” “kitle kültürüne” dönüşümü ara-
sında “eşzamanlılık” (ve muhtemel bağlantı) olduğunu ileri sürüyordu (Foot Hard-
man, 2002). Ayrıca bkz. Lima ve Vargas (1986).

226
1961’de UNE ulusal reformist bloğun ayrılmaz bir parçası
ve zamanla da sol kanat işçi hareketinin tüm siyasi, kültürel
örgüt ve kurumlarını birleştiren Halk Seferberlik Cephesi’nin
önemli bir bileşeni oldu (Derifus,1980). Bu gelişmeler, Goi-
as Eyaletinden bir öğrenci ve AP’nin lideri Aldo Arantes’in
1961’de UNE’nin genel başkanı olarak seçilmesiyle öğrenci
hareketinde Halk Hareketi’nin (AP) büyümesine denk düş-
tü. AP Katolik solcu öğrencileri temsil ediyordu ve 1962 ve
1963’de UNE başkanlığını kazanmaya devam etti.
1960’da Salavador’da düzenlenen I. Ulusal Üniversite Re-
formu seminerinin siyasi ideolojik sonucu olan Bahia Dek-
larasyonu, öğrenci hareketinin siyasi gelişiminde önemli bir
dönüm noktasını temsil ediyor. Deklarasyon Brezilya’yı “güç-
lü dış güçlerin denetiminde tarımsal altyapılı, gelişmekte olan
kapitalist bir ulus” ve “liberal burjuva yapının çöküşünü göste-
ren” çelişkilerle dolu “oligarşik bir devlet” olarak tanımlıyordu.
Belgenin sunduğu çözüm ise “ekonominin ana sektörlerinin
millileştirilmesi”, proleteryanın ötekileştirilmesine son veril-
mesi, “işçilerin hükümet organlarına etkin şekilde katılımı” ve
“proleter örgütlenmenin tam gelişimi için hükümetçe gerekli
koşulların oluşturulması”. Bu maddeler öğrenci hareketinin
stratejik hedeflerini teşkil etti. Ancak, öğrenciler bu hedeflere
ulaşacak taktiklerden yoksun olduklarını fark ettiler ve bu se-
beple 1962’de Curitiba’da II. Ulusal Üniversite Reformu top-
landı.
Curitiba’da açıklanan Parana Tüzüğü, toplantının tüm si-
yasi ve ideolojik kararlarının bir derlemesiydi (Derifuss, 2008).
Bu belge öğrenci hareketinin en önemli dokümanı oldu. Öğ-
renci örgütleri “işçi, köylü, ilerici aydınlar, demokratik ordu ve
ulusal yaşamın diğer kesimleri arasında ittifak” kurma niye-
tindeydi.
Diğer yandan, öğrenciler eğitim sisteminde dönüşümün,
işçi ve köylülerin nesnel ve öznel ülkülerinin ayrılmaz bir par-
çası olacağını umuyordu. UNE bu talepleri, “Öğrenci-İşçi-
Köylü İttifika’nı genişletme” ihtiyacı olarak üniversite müca-
delesi programıyla sentezlemeye çabalıyordu(Derifuss, 2008:
300). Her ne kadar öğrenciler üniversite reformlarını destek-

227
lemişse de “üniversitenin durumunun” ve üniversite reformu-
nun sunduğu olanakların kısıtlılığını anladılar. Üniversite ala-
nındaki belirli toplumsal ve siyasi ilişkilerin, ulusal seviyede
daha geniş siyasi ve toplumsal ilişkilerin tezahürü olduğunu
ve böylece üniversite reformu ile toplumun genel dönüşümü
arasında gerçek bağlar kurmak gerektiğini idrak ettiler.
Brezilya’nın başkenti 1960’da Brasilia oldu. Brasilia
Üniversitesi’nin (UnB) kurulması, Brezilya yükseköğretimine
bazı yenilikler getirdi. Darcy Ribeiro’ya göre olan şey “ cum-
huriyetin başkentine yaraşır bir üniversite, başka bir deyişle,
yeni bir tür üniversite” kurmaktı(Ribeiro, 1997: 236). Ribei-
ro, UnB projesinin başta bilim camiası olmak üzere Brezilyalı
aydınları büyülediğini ve böylece Üniversite bölümlerinin ko-
ordinatörleri olarak ileri gelen bilim insanlarının makamları
kabul ettiğini düşünüyor.
Ribeiro’ya göre:

Bu üniversitenin amacı, doktora seviyesinde, Brezilya’ya


tüm bilim alanları ve teknolojilerde egemenlik sağlamaktı.
UnB’nin bu temel hedeflerinin işlevi, Brezilya’nın sıkıntıla-
rını sağduyulu şekilde teşhis etmek ve onlara somut çözümler
getirmekti(Ribeiro, 1997: 238).

Ribeiro, UnB projesinin varlığı tek başına büyük önem


arz etmediğini; önemli olanın gerçekleştirdiği etkiler oldu-
ğunu düşünüyordu. Ona göre, Brezilya genelinde; Brezilya
üniversitelerinin, mevcut sistemle devam edildiği sürece çö-
zülemeyecek ciddi sıkıntılarının toplumca farkına varılması-
nı sağlayan üniversite reformu lehine gerçek bir seferberlik
vardı(Ribeiro,1997: 248).

Ribeiro’nun hayali, UnB’de hiç kimsenin ideolojisi yüzün-


den eziyet görmemesiydi. Ancak bu fazla uzun sümedi. Çün-
kü; Brezilya’da kurulan askeri diktatörlük, zulüm, işkence ve
cinayetlerle tüm kültürel hayata son verdi. Bu kıyım Brezilya
entelijansının tüm hayatını alt üst etti. Daha beteri de akade-
mi dünyasında oldu; yasaklı profesörler, yeni bilim dallarının

228
hazırlık programlarının yürütülmesini de içeren kültürel ge-
lişim görevlerinden alıkonuldu. Bu profesörlerle birlikte, ye-
tiştirecekleri yüzlerce yetenekli uzmanı da kaybettik(Riberio,
1997: 260).
Üniversite dışı kesimler, UnB’nin sol düşüncenin odağı ol-
duğunu düşünüyordu ve bu görüş askeri icraatlarla pekiştirili-
yordu. Üniversite öğrencileri ve hocaları “yıkıcı” ve komünist
olarak fişlendi. O yıl içerisinde jandarma ve Ordu birçok kez
kampüsü işgal edip kuşattı. 18 Ekim 1965’de 209 öğretim gö-
revlisi ve okutman, 15 meslektaşlarının yıkıcılık suçlamasıyla
görevden uzaklaştırılması üzerine, üniversitede maruz kaldık-
ları baskıya karşı toplu istifa dilekçesi imzaladı. Kurum tek
seferde öğretim kadrosunun yüzde 79’unu kaybetti. Brezilya,
İspanyol ruhunun yaratıcılığını yıllarca zaafa uğratan Franco
İspanya’sıyla eşdeğer bir bilimsel ve kültürel beyin göçüne ma-
ruz kaldı(Ribeiro, 1997).

Kırsal Mücadeleler
Tarım reformunun hiçbir zaman gerçekleşmediği ülkede,
toprak mücadelesi her zaman önemli bir sorundu. Bununla
ilgili iki örnek sunacağız. Devletin, Palmare Quilombo’sunu48
ve Canudas ayaklanması veya Canudas Savaşı’nı (1893-1897)
bastırması 30 yıldan fazla zaman aldı: Brezilya devleti ve Ba-
hia eyaletindeki yerleşimciler arasındaki çatışma. 1950’ler ve
1960’larda bu konu tekrar gündeme geldi. Ligas Camponesas
ya da köylü birliği (Noaves, 2009) ve birçok ilerici kırsal sendi-
kalar kuruldu. Brezilya Komünist Partisi, Brezilya’daki şiddete
dayalı olmayan ve silahlı mücadeleleri etkin şekilde destekledi.
ULTAB (Çiftçi ve İşçi Tarım Sendikası) “Ya yasalarla ya da
zorla tarım reformu” şiarıyla sayısız bölgesel ve ulusal kongre
gerçekleştirdi.
Federal milletvekili Josue de Castro, yönetimden “ulusal
ekonomik altyapının değiştirilmesi için temel reform” yapmak
üzere harekete geçmesini istedi. Federal kamu fonlarının, böl-
gedeki hâkimiyetlerini sürdürmek için kapitalist devleti kulla-

48. Quilombo’lar kaçak kölelerin yerleşim alanıdır, en büyüğü de Palmares’dedir.

229
nan kuzey-doğudaki zümreler tarafından gasp edilmesine
karşı özellikle mücadele etti.
Egemen sınıflar, özellikle de Brezilya’nın kuzey-doğusun-
dakiler, telaşa düşrü:

Brezilya devrimi için latifundio’ların49 kaldırılması kadar


önemli olan bir diğer şey; iç bölgelerdeki halkın ayaklan-
ma kapasitesi, yani kendileri için dönüşümün yolunu bulma
analiziydi(Doria, 2007: 425).

Bu bakış açısı, hem cinema novo50 filmlerinde, hem de dö-


nemin aydınların yazılarında ve egemen sınıfın analiz ve ey-
lemlerinde yer aldı(Doria, 2007).

Reformlar, Darbe ve Baskı


1950-1960’lardaki toplumsal mücadele, Başkan Janio
Quadro’nun istifasıyla daha da güçlendi. UnB’nin kurucuların-
dan ve Başkan Joao Goulart’ın Sivil İşler Bakanı Darcy Ribeiro’ya
göre, Goulart yapısal reformların devam ettirmek istiyordu. Gou-
lart döneminde (1961-1964), Brezilya’nın yapısal sorunlarını çö-
zecek reform ihtiyacı siyasi gündeme girdi: tarım reformu, eğitim
reformu (Melo, 2009)51 konut reformu (Maricato, 1987), sağlık
reformu ve yabancı sermayenin denetimi bir ihtiyaçtı. 52
ABD, Katolik Kilisesi’nin sağ kanadı, latifundiarios (büyük
toprak sahipleri) ve milli bujuva, işçi mücadelesi için derin etkiler
bırakan darbeyi planladı. Sivil-askeri diktatörlük (1964-1985),

49. Büyük mülkler genellikle işinin başında olmayan toprak sahiplerine aitti ve gele-
neksel olarak buralarda fakir köylüler çalışırdı.

50. Bkz. örneğin “Deus e o Diabo na Terra do Sol” (Siyah Tanrı Beyaz Şeytan) Glauber
Rocha (1964).

51. Bu tarihi konuyla ilgili daha fazla bilgi için ayrıca bkz. Dreifuss (1980), Gennari
(1999), Moniz Bandeira (2001), Campos (2009) ve Schwarz (2007).

52. Brezilya’daki mücadelelerin ortaya çıkışı, diğer Latin Amerika ülkelerindeki işçi
mücadelelerinden ayrı tutulamaz. Bir bütün olarak Latin Amerika toplumsal coşku
döneminden geçti. Condor Operasyonu üzerine sayısız belgenin de gösterdiği gibi
Brezilya sivil-askeri diktatörlüğü, diğer Latin Amerika ülkelerinde gerçekleşen dar-
belerde önemli bir rol de oynadığını gösterir.

230
Brezilya’da sermayenin hegemonyasını tekrar kurdu ve karşı-
devrim başlattı(Ianni, 1965, 1970; Fernandes, 2006; Schwarz,
2007).53 Aarao Reis gözlemlediği üzere (1980), solcu güçler
darbeye direnmek için yeterince örgütlü değildi ve 1964’te
darbenin gerçekleşme ihtimalini gözden kaçırmıştı.
Brezilya solunun hegemonyasının oluşumunu yok eden
tarihi bir kırılma yaşandı. UNE’nin merkezi 1964’te darbe
günü sivil-askeri diktatörlükce ortadan kaldırıldı. Büyük sayı-
da militan öldürüldü ve kalanlar ülkeden ayrılmaya zorlandı.
En maharetli film yapımcılarından Glauber Rocha Küba’ya
taşındı. Paulo Freire Şili’ye gitti. Darcy Ribeiro Urugay’a git-
ti. Sergio Ferro Grenoble, Fransa’ya, Florestan Fernandes ise
Kanada’ya sürgüne gitti ve Komünist Parti’nin baş temsilcisi
Luis Carlos Prestes de Rusya’ya gitti.
Darbe, Brezilya’daki tarihi işçi mücadelesinin yükselişini ve
entelektüel kuram ve eylemin gelişimini bozdu. Francisco de
Oliveira, kuzey-doğuda önemli bir eyalet olan Pernambuco’da
darbenin yankılarını anlatıyor:

1964 darbesi Pernambuco’yu ayrı bir öfkeyle ezdi geçti.


Solu, işçi hareketini, Katolik siyasi-entelektüel hareketi ve
öğrenci hareketini adeta biçti; liderlerin önemli bir kısmını
sürgüne yolladı. Hem tartışma ve yenilikçi girişim iklimi hem
de Suden’in dönüşüm reformu Halk Kültür Hareketi (Kuzey-
doğunun kalkınma gözetimi) ortadan kaldırıldı. Geriye kalan
tek şey darbenin ilk günlerinde Olinda-Recife bölge başpisko-
posluğuna getirilen Piskopos Helder Camaras’ın yalnız sesiy-
di; yaptığı konuşmanın cesareti ve itibarı, Brezilya’nın büyük
medeni-siyasi konuşma antolojisinde yer alacak nitelikteydi.

53. Diğer tarihçilerle birlikte Darcy Ribeiro da 1954’deki Getilio Vargas’ın intiharı-
nın 1964’de Brezilya’da askeri müdahaleyi ertelediğini belirtir. Kendi deyimiyle: “İnti-
har haberiyle sarsıldım. Her şeyden önemlisi onun Vasiyetname Mektubu, Brezilya’da
yazılan en önemli belgeydi. Okuduğumdan beri beni yönlendiren en etkileyici siyasi
mektuptu. Sağduyulu Brezilyalılar için de bu böyleydi. Ama bu ülkeyi yolsuzluk, baskı
ve dar kafayla yöneterek mutsuzlaştıran bir azınlık için öyle değildi. Petrobras’ı kuran
ve Eletrobras’ın da kuruluşunu ilan eden ve böylece çok güçlü dış gruplara (petrol ve
elektrik alanında) muhalif olan başkanı devirmek için yabancı şirketlerce desteklenen
“çamur deryası” kampanyasının, basının kirli bir oyunu olduğunu ben de bütün Bre-
zilyalılar gibi derhal anladım.”(Ribeiro, 1997: 258). Petrobras ve Elektrobras, devlete
ait petrol ve elektrik şirketleridir.

231
Böylece, Direniş Kilisesi oluştu ve Piskopos Helder Camara
ve Piskopos Paulo Evaristo Arns’la birlikte doruk noktasına
ulaştı(Olivieira, 2008: 85).

Brezilya İşçi Sınıfının Oluşumu ve Fabrika Komisyonları


Çalışma süreci yönetiminin kolektif kapasitesi ve işgücü-
nün sömürü koşullarına karşı mücadele ve direniş şekli olarak
işyerlerindeki işçi örgütlülüğü Brezilya’da şu şekillerde mev-
cuttu; fikir dünyasında -militanların, aydın grupların ve sol ör-
gütlerin yüreğinde- ve somut tecrübelerle: fabrika komisyon-
ları ya da konseyleri, işçi denetimi ve yönetimi ya da işçilerce
üretim birimlerinin özyönetimi.
1960, 1970 ve 1980’li yıllardaki fabrika komisyonları orta-
ya çıkmadan uzun süre önce Brezilya’da oluşum aşamasındaki
işçi sınıfında ortaklaşa yardım geleneği ve direniş toplulukları
(Simao, 1966), ağırlıklı olarak anarşist veya anarko-sendikalci
etki altında, görülür. İşveren, devlet ve bazen de sendika aygı-
tının kendisiyle çarpışan işçi örgütleri, yani fabrika komisyon-
ları, Brezilyalı işçilerin örgütlenme ve mücadele şekli olarak
sürekli ortaya çıktı.
1930’dan 1970’e kadar önde gelen şahsiyet, eski sendikacı
ve siyasetçi Rolando Fıratti aşağıda Brezilya işçi sınıfının olu-
şumuyla ilgili çizdiği çerçevede, Brezilya işçi sınıfı, örgütlen-
mesi ve siyasi ana hatlarını açıklıyor:

Brezilya’daki işçi sınıfı önceki yüzyılın ortasında (1850)


meydana çıktı. Peki, işçi sınıfı niye bu dönemde ortaya çık-
tı, bunu belirleyen sebepler neydi? İlk sebep, 1822’ye kadar
(Brezilya’nın bağımsızlığı) ülkenin Portekiz kolonisi olması ve
öncesinden de Napolyon tarafından kovalanınca Portekiz’den
kaçıp Brezilya’ya yerleşen Kral Joao’nün VI, Brezilya li-
manlarını tüm ülkelere açmasıdır. Bir diğeri ise, artık Latin
Amerika’da köleliği sürdürmekte fayda görmeyen denizlerin
hâkimi İngiltere adına 1850’de Afrika köle ticaretinin ya-
saklanması. İngiltere’yi ilgilendiren, nihayetinde onun lehine
sonuçlanacak yani Latin Amerika’nın hükümranı olmasıyla
sonuçlanacak olan kapitalizmin gelişmesiydi. Başka bir sebep

232
de, kahve üretim döngüsünün başlamasıydı.
Yukarıda belirtilen sebepler bir araya gelince, burjuva be-
dava işgücüne ihtiyaç duymaya başladı (tabi bedava tırnak
içinde). Afrika köleleri artık burjuvanın amaçlarına hizmet et-
miyordu. Böylece Brezilya’da işçi sınıfı meydana geldi. 1865’de
göç dalgası başladı: Polonyalılar, İtalyanlar, Portekizliler, Ja-
ponlar, Macarlar, İspanyollar ve başka milletlerden insanlar
Brezilya’ya göç etti. Onlarla birlikte, o dönemin Avrupa işçi
hareketine öncülük eden siyasi-ideolojik akım anarko-sendi-
kalizm de Brezilya’ya geldi…
Bu ideolojik akımın hüneri, ilk mücadeleler için küçük pro-
leter grupları örgütlemesiydi: küçük fabrikalarda dernekler; ora-
dan dernekleri birbirine bağlayan birlikler; ortaklaşa yardım.54
Brezilya’da işçi sınıfı oluşumunun bu ilk döneminde -19.
yüzyılın sonunda köleliğin kaldırılması, Avrupalı işçi ve köy-
lülerin göçü ve sanayileşmenin başlaması- işçilerin hem ortak-
laşa birbirine yardım ettiği hem de üretim birimlerinde zorlu
çalışma koşullarına karşı direnmek için kullandığı ilk dernek
formlarını görürüz. Bu örgütlenme formlarının ilk paramet-
releri, başlıca Avrupalı göçmenlerin kendileriyle getirdiği de-
neyimlerden sağlanıyordu. Böylece, Brezilya’daki toplumsal
mücadeleler döneminde işçilerce oluşturulan ilk dernek form-
larında ortaklaşa yardım toplulukları ortaya çıkıyor.
Sao Paulo da ise ortaklaşa yardım şeklinin ortaya çıkması
şunlara dayalıydı:
Kentleşme başlangıcının ekonomik-toplumsal etkileri ve
öte yandan, Avrupa sanayileşme sürecinde ayrıntılı şekilde
düzenlenmiş dernek modellerinin tekrar devreye sokulması.
(Simao, 1966: 160).
Ortaklaşa yardım toplulukları; doktor ve eczane erişimi, hasta-
lıkta ve işsizlikte destek, çalışamama, cenaze vb. durumlarda para

54. 1979’da Brüksel’de Sürgünde Sendikal Muhalefetin Uluslararası Toplantısında


yapılan konuşma. Toplantı, 30-31 Mart ve 1 Nisan 1979’da 14 ülkeden sendika ör-
gütlerinin temsilcileri, aralarında Brezilya Sendikal Muhalefetin liderleri ve İtalya’ya
sürgün edilen Fratti’nin de olduğu GAOS’un (Sürgünde Sendikal Muhalefetin Des-
tek Grubu) da katılımıyla düzenlendi. Yapılan tüm konuşmalar kaydedildi (bir kısmı
yazıya döküldü) ve bu konu üzerinde çalışan Claudio Nasciment’nun çalışmasının
bir kısmını oluşturuyorlar ve bu çalışmaya bu metnin yazarlarından birisi de toplantı
materyallerinin düzenlenmesinin ilk aşamasında katkı sağlamıştır.

233
yardımı gibi yardım programlarının başarısını propaganda olarak
kullandı. En azından, 1899’da ortaklaşa yardım toplulukları fede-
rasyonu için kısa ömürlü bir girişim bilinmekte. Direniş topluluk-
larının rolünü üstlenen ve onların işlevi ile kurulan işçi birlikleri
daha sonra ortaya çıktı ve işçi sendikası modeline daha yakındılar.
Ortaklaşa yardım toplulukları ve birliklerin yan yana bulunma-
larından dolayı Simao “önemli bir yapısal ve işlevsel melezleşme
sürecinin” oluşma ihtimalinden bahseder çünkü ortaklaşa yardım
toplulukları bazı mesleki görevleri üstlenmişken birlikler de bazı
yardımlaşma görevlerini üstlenmişti(Simao, 1966:162).
Simao, bu ilk işçi dernek formlarının işlevlerini anlatan A
Plebe gazetesinden alıntı yapıyor:

Brezilya’daki ilk işçi örgütlenmesi olan birlikler, farklı görev


ve fabrikalardaki işçileri neredeyse her zaman ayırt etmeksizin
bünyesine alıyordu. Birliklerin amacı, bir iki iyiliksever amaç
haricinde, tüm sınıfların acil ve ortak çıkarlarını savunmaktı:
ücretlerin iyileştirilmesi ve çalışma saatlerinin azaltılması. Bir-
likler çok az başarılı olabildi, çünkü vasıfları haline gelen kar-
maşık yapılarından dolayı gerekli güçten yoksundular. Daha
sonra, ilk merkez ya da birlik yapılarından doğan ve daha
homojen çekirdekler olan direniş toplulukları ortaya çıktı. Bu
topluluklar, ülke genelinde büyük şehirlerde kurulan merkezi
örgüte bağlı şube ve yan kuruluşlar oluşturarak faaliyet göste-
ren birliklerdi. Bununla birlikte, kah grevleri destekleyen kah
siyasi gösteri düzenleyen, az çok iyiliksever ve özerk birlikler
de ortaya çıktı(Simao 1966: 160).

Bununla birlikte, Brezilya işçi hareketinin merkezinde ide-


olojik ayrılıklar da vardı ve uluslararası hareketteki bölünme-
lerin ardından çeşitli eğilimler ortaya çıktı. Simao (1966) bu
dönemde dört büyük akımım olduğunu belirtiyor: anarşistler,
sosyalistler, komünistler ve sendika odaları ya da emek borsa
piyasası.
Fratti, anarşistlerle ilgili benzer bir analize cevaben komü-
nistlerle ilgili aşağıdaki eleştiriyi getiriyor:
Dünya’nın her yerinde büyük etki yaratan Rusya’daki bü-

234
yük sosyalist Ekim Devrimi, 1922’de Komünist Parti’sinin
(CP) kurulmasına yol açtı. Bu parti, anarko-sendikalizm ta-
rafından boş bırakılan işçi hareketinde yavaş yavaş etkin ol-
maya çalıştı. Biri diğerini yerinden etti. Ancak CP, Brezilya
halkı ve prolateryasının ihtiyaçlarıyla uyuşmayan siyasi bir hat
oluşturdu. Bu hat, 1920’de İkinci Komünist Enternasyonal’in
Kongresinde çizilmişti ve buna göre proleteryanın sınıf itti-
faklarına girmesine müsaade edilmiyordu. Sözde sınıf hattı-
na karşı sınıftı; o zamanlarda insanlar gelişimin, işçi sınıfını o
kadar büyümesine yol açıp onun Brezilya’da başat güç haline
getireceği ve bir cephe oluşturmadan, diğer güçlerle ittifak
kurmadan, ülkenin sosyalizme geçeceğine inanıyordu. Bu hat
oldukça yanlıştı, çünkü Brezilya bağımlı bir ülkeydi.
Sonraki on yılda, işçi federasyonlarıyla birlikte, fabrika ko-
miteleri veya şirketlerdeki sendika temsilcileri aracılığıyla iş-
yerlerinde yeni bir konu gündeme girdi. Rago’ya göre (1985)
1918-1922 yılları arasında işçi basınında bu konunun ortaya
çıkması, İtalya, Turin’deki “şiddetli Ekim’de” (Di Paola, 2001)
gerçekleşen fabrika işgal sürecini yansıtıyor ve bu süreç Bre-
zilyalı işçileri fabrika işgalleri ve üretim sürecinin yeniden
düzenlenmesi dâhil emek sürecinin denetimi ile örgütlenme
ihtiyacıyla yüzleştirdi.
Fabrika komitelerinin oluşumundan devamla üretim dü-
zenlenmesinin yeni bir formu hayata geçirildi: iş konseyine
bir temsilci gönderen her komite sırayla şehirdeki veya böl-
gedeki yürütme komitesini oluşturuyordu ve bölge komiteleri
de şehir bölgelerinde faaliyet gösteriyordu. Genel olarak bu
örgütlenme şekli, 1936-1939 cumhuriyetçi İspanya’da büyük
ölçekte kullanılacak olan örgütlenmenin ön tatbikiydi.
Örgütsel düzeyde tüm temsilciler kolektif kararlara ve
bulundukları konuma saygı duymak zorundaydı, sorumlu-
luk ve yetkiler her an geri alınabilirdi. Rago’ya göre bu model
İtalya’dan esinlenmişti, ama önde gelen Brezilyalı işçi önder-
leri ve sosyalist ya da Komünist Enternasyonalist hareket ara-
sındaki yoğun temas ve ilişkilerden dolayı bu model üzerinde
Rusya’daki 1905 ve 1917 sovyet deneyiminin etkisi vardı.
O zamandan beri, fabrika komiteleri ya da komisyonları;

235
Brezilya işçilerinin tarihsel olarak tekrarlanan mücadele ve
örgütlenmesinin birleştirici pratiği olarak oluşturuldu. Brezil-
ya işçilerinin bir sınıf olarak oluşumuna katkı sunan da bu sü-
rekli endüstriyel çatışmalarıydı(Pedreira Filho, 1997: 39).
Pedreira Filho’nun araştırmaları, Brezilya fabrika komis-
yonları veya grupları deneyiminin geçmişini 1907’ye kadar
götürür ancak, önem ve kazanmaları 1919’da başlattıkları grev
hareketiyle oldu.
Bu dönemde bile fabrika komisyonları veya komiteleri bir
açıdan; işçi bölgelerinde yürütülen birleştirici işçi formlarının
yayılmasının, toplumsal ve kültürel merkezlerin, derneklerin,
işçi sendikası kesiminin, şirketlerin gizli gruplarının ve diğer-
lerinin kurucu unsuruydu. Mesela, Avrupa’da savaş sonrası dö-
nemin anti-kapitalist dalgasıyla rastlaşan 1919 grevinin patlak
vermesi üzerine, hareket “komite” tarafından koordine edildi.
Bu komite daha önce 1 Mayıs eylemleri için işçi sendikaları
arasında oluşturulmuştu. Çatışmanın genelleşmesiyle, mevcut
her bir fabrika ve işyeri komisyonunun ileri gelen üyelerden
oluşan Genel İşçi Konseyi kuruldu. Grev, hareketin bastırıl-
ması ve yüzlerce tutuklanma neticesinde bozguna uğratıldı.
1919 grevi ve 1920’de Rio de Janeiro’da düzenlenen III.
Brezilya İşçi Kongresi’nin sonuçları, 1920’lerin başında bas-
kıcı önlemlerin genişletilmesinin işaretiydi. Kargaşaya karışan
yabancı işçileri ülkeden sınır dışı etme imkânı veren Adolfo
Gordo Yasasıyla bu baskıcı dönemin başlangıcı oldu. Bu bas-
kıcı önlemler ve artan toplumsal çatışma gerginliği arasında
ve Ekim Devrimi’nin ardından, o zamana dek başlıca anarko-
sendikalist eğilim tarafından yönlendirilen işçi hareketi içeri-
sinde komünist eğilimin ağırlığı arttı ve 1922’de Brezilya’da
Komünist Parti’nin kurulmasına yol açtı. 1927’de Washington
Luiz hükümetinin ilk döneminde Köylü ve İşçi Bloku’nun
(BOC) kurulması komünist eğilimden ilham almıştı.55
Vargas dönemi İş Yasası Takviyesi, Çalışma Bakanlığı ve İş
Mahkemesi’nin kurulmasıyla 1930’lara iş mevzuatının oluştu-
rulması damga vurdu, özellikle de sendikacı şirket yanlısı yapı.

55. Washington Luiz Brezilya tarihinde, egemen sınıfın halk ile ilgili ne düşündüğü-
ne dair şu cümlesiyle bilinir: “Toplumsal sorun, polislerin sorunudur.”

236
Bununla amaç, ülkeyi sanayileştirme maksadıyla sermaye ve
emek arasındaki ilişkiyi “uyumlu hale getirmek” idi. Estado
Novo diktatörlüğü (1937-1945) ile birlikte, o dönem güçlü bir
komünist etki altında olan Brezilya işçi hareketi ve örgütlerin
yeni bir baskı dalgası vurdu.
1946-1947’lerden başlayarak 1950’ler boyunca fabrika ko-
misyonlarının kurulması önemli ölçüde yaygınlaştı. Yükselen
işçi hareketi 1950’li yıllara damga vurdu. 1953’teki “300 Binin
Grevi”, tutuklanmalar, polisle çatışmalar ve her türden teh-
dit eşliğinde Sao Paolo’daki fabrikaları neredeyse bir ay fel-
ce uğrattı. Bu mücadelede grev komisyonları, sendika-üstü
yapılar olarak ortaya çıktı. Kitlesel toplulukların faaliyetine
dayalı eylemlerin gerçekleştirilmesi ve “her kategoriden çe-
şitli bağımsız grev komisyonlarınca oluşturulan Sendikalar
Arası Grev Komisyonu’nun” kurulmasında sendikaları geride
bıraktılar(Couto, 2003: 105). Elde ettiği ekonomik kazanım-
ların (yüzde 70 ücret zammı dâhil) dışında, bu grevin neticesi;
işverenlerle ve devletle karşı karşıya gelmeyi koordine eden
sınıfsal örgüt deneyimi ve mevcut sendika mevzuatının ruhu-
na karşı çıkan sendika-üstü bir örgütlenme ihtiyacını pratikte
dayatmasıydı.
1960’larda, Ulusal İşçi Cephesi, Katolik İşçi Gençliği, Ka-
tolik İşçi Hareketi ve Brezilya Komünist Partisi’nin muhalif
eğilimleri gibi yeni aktörler işçi sorunun ele almak için siya-
set sahnesine çıktı. Osasco’da (Sao Paulo eyaletinde önemli
bir şehir) bulunan Cobrasma vagon fabrikasındaki fabrika
komisyonunun liderleri bu kesimlerden çıktı ve bu komis-
yonun 1960’lardan başlayan gizli hareketi, 1968 grevine yol
açtı. İşçiler ücret kısıtlaması ve askeri rejimi protesto ederek
şirketi işgal etti. Rejim, hem şirkete hem de Osasco Metalurji
Sendikasına polis marifetiyle müdahale ederek işgale karşılık
verdi(Couto, 2003; Ibrahim, 1986).
1960’lar ve 1970’lerin ilk yarısında Brezilya ve Latin
Amerika’nın büyük bölümünde işçi sınıfı kasvetli yıllara girer-
ken, Avrupa’da ise özerklik mücadelesi hareketi büyüdü. “Şid-
detli” ve “ani” genel grevler, rejimleri ve kapitalist sistemi sarstı;
işçilerin uzun süre işgal edilmiş yüzlerce fabrikayı denetleme-

237
sine yol açan işyeri direnişleri ve değişik şekillerdeki mücade-
leler vasıtasıyla milyonlarca işgünü kaybı. Joao Bernardo, bu
dönemde antikapitalist mücadelelerin kazanımın eşiğinden
döndüğünü anlatıyor:
30 yıllık süre zarfında (1950-1980), grevler ve diğer protest
hareketler ortaya çıktı; sendika aygıtının dışında artan örgüt-
lenme ve resmi müzakere kurumlarını tanımama. Sendika li-
derlerine durumlarını devretmeden, mücadelelerin kontrolünü
sağlama becerisi gösteren işçiler kendi yetkilerinde şirketleri
çalıştırmak için gittikçe daha çok şirketi işgal etmeye başladı
ve böylece sürekli kendi iş ilişkilerini yeniden modellediler ve
üretim kıstaslarını sorguladılar. İşçiler bu mücadelelerde ken-
dilerini sadece denetim iddiasıyla sınırlamadı, gerçekten de
bunu pratiğe döktüler. Bu basit bir ülkü değildi, aksine etkin
bir eylem yöntemiydi(Bernardo, 1997: 2).

Askeri-Sivil Diktatörlük Döneminde


Fabrika Komisyonları (1968-1978)
1960’ların sonunda dünya devrimi Brezilya’ya etki etti.
Dünya genelinde gelişen mücadeleler, 1968’de sivil-askeri
diktatörlüğün sertleşmesine yol açtı. Osasco’daki Cobrasma
işçilerinin ve Minas Gerias eyaletinde bulunan Contagem’deki
Braseixos araba ve motor parçaları fabrikası işçilerinin maruz
kaldığı baskı ve askeri rejimin artan baskısıyla karşı karşıya
gelindikten sonra işçilerin yeniden örgütlenmesi moleküler
şekilde oldu: insanların ikametgâhından 1970’lerdeki fabrika
gruplarının yeniden adlandırılmasına dek, işçiler tekrar pro-
paganda yapabilecekleri ana kadar güçlerini tekrar gruplara
ayırdı. 1978’de Sao Paulo ve çevresindeki Santo Andre, Sao
Bernardo ve Sao Caetano gibi kasabalarda patlak veren işçi
grevleri ile birlikte fabrika komisyonları kitlesel şekilde yeni-
den ortaya çıktı.56 Komünist muhalifler ve Katolik Kilisesi’nin
etkisindeki grupların uzun ve sabırlı örgütleme çalışmasına
dayalı gizli gruplar, işçi mücadelesinin ve grevlerinin yeniden

56. Bu mücadelelerle ilgili daha fazla bilgi için, ikisi de İngilizce altyazılı Braços Cru-
zados Maquinas Paradas (Katlanmış Kollar, İşsiz Makineler) ve ABC de Greve (Grevin
ABC’si) filmlerine bakınız(Gervitz ve Toledo, 1978; Hirszman, 1979).

238
başlatma işareti olarak sabotaj eylemleri düzenleyen topluluk-
lara dönüştürüldü. Egemen sınıflar açısından 1970’lerin sonu,
yavaş, aşamalı, kontrollü ve bozulmadan “demokratik açılım”
süreciydi(Fernandes, 1986).
1968’deki Cobrasmo ve Braseixos işçilerinin deneyimlerin-
den esinlenen yeni sendika yapısının kurulması ve mücadele
verimliliği için gerekli bir şart olarak işyerlerinde özerk işçi ör-
gütlenmesi fikri, başta metalürji ve kimya sanayi olmak üzere
Sao Paulo’daki sendika karşıtı hareket tarafından yayıldı. Ama
hareket, 1978 Mayısında Sao Paulo eyaletinde zemin kazandı
ve Brezilya’nın “tekrar- demokratikleşmesi” başlangıcının işa-
reti olan işçi mücadeleleri döngüsünü başlattı. 1970’lerin sonu
ve 1980’lerin başında, Movimento dos Trabalhaderos Rurias
Sem-Terra (Topraksız İşçi Hareketi), Barajlardan Etkilenen
İnsanların Hareketi ve İşçi Partisi’nin oluşumu ve ayrıca halk
konutları, kamu üniversiteleri vb mücadelelere de yol açan sa-
yısız mücadele ortaya çıktı.
12 Mayıs 1978’de Scania otobüs fabrikası işçileri, başta üc-
retlerin iyileştirilmesi talebiyle üretimi durdurdu ve fabrikada
kaldılar. Ondan sonra, Brezilya’daki oto parça tesislerine ev sa-
hipliği yapan Sao Paulo eyaletindeki fabrikalarda iş durdurma
genelleşti ve bunun sonucunda da tesisler ülkenin başka kesim
ve bölgelerine taşındı (Antunes, 1992; Sader, 1988). Komis-
yonlar, grev hareketinin dinamik ve ilham veren unsuruydu:
takip edilmesi gereken adımları belirlemek üzere üretim bi-
rimlerinde genel meclisler kurdular ve müzakere sürecinin so-
nucu için sendikayı dâhil etti.
İşverenler, fabrika komisyonlarının üyelerine müdahale
etme ve baskı kurmaya başladı çünkü birçok komisyonun iş-
çilerin sesi olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden, Sao Paulo
bölgesinden çıkan yeni sendikalizm, işyeri liderlerinin işveren
baskısına uğramasına sebep oldukları gerekçesiyle fabrika ko-
misyonlarının kuruluşuna desteğini çekti. Yeni sendikalizm
buna karşılık, işyerlerinde faaliyet gösteren ve sendika liderle-
rine verilen yasal statünün keyfini çıkaran sendika liderlerince
kurulan sendika komisyonlarını savundu. Bazıları da sendika
paralelizminin komisyonlarını suçladı.

239
Fabrika komisyonlarının faaliyet alanının genişlemesi ve
bu komisyonların Brezilya işçi hareketi için anlamı açısından,
Mauricio Tragtenberg’in eseri işçi otonomisinin manifesto-
ları olarak komisyonları anlamamız için başyapıttır. Tragten-
berg, Pannekoek, Gramsci ve Herman Gorter gibi heterodoks
Marksistlere gönderme yapar (Tragtenberg, 1981). Tragten-
berg, komisyon uygulamasını şirket yanlısı sendika yapılarıyla
kıyaslarken, fabrika komisyonu vasıtasıyla mücadele deneyim-
lerinin derin pedagojik anlamını kavrıyor. Şöyle ki:

İşçi fabrika komisyonuna katılmakla, fabrikada itaat et-


mek zorunda olduğu bir iş bölümü olduğunu öğreniyor, fab-
rika dışında da siyasetin partilerde yürütüldüğünü, ekonomik
taleplerin sendikalarda dile getirildiğini, bilginin okullarda
edinildiğini ve radyo-televizyonun neyin kültürel değere sa-
hip olup olmadığını belirlediğini fark ediyor. İşçinin hayatı,
birbirinden etkilenmeyen parçalara bölünmüştür. Komis-
yonlar vasıtasıyla sürdürdüğü mücadele pratiği işçiye siyaset,
ekonomi ve kültürel sorunlarla ilgili bir duruş edinmeyi sağ-
lar. İşçi, mücadele okulunda öğrenir. Ücretler için mücadele
ederek (ekonomi) fabrika hiyerarşisiyle (iktidar) yüzleşirken,
yüzünü öz-örgütlenmeye dönmesi ve siyasi, sosyal, kültü-
rel bilincini geliştirmesi gerektiğini öğrenir. Bunlar, bütünün
parçalarıdır(Tragtenberg, 2011: 23-4).
Bu öz örgütlenme sürecinde, hem mücadelelerin hem de
amaçlarının gelişim sürecini kontrol eden bir “mücadeleci
topluluk” oluşturarak işçiler, kendi yatay örgütlerini kurarlar.
Böylece “yöneten” ve “yönetilen” arasında ayrılığı yeniden dü-
zenleyen dikey süreçlerde işçileri “temsil” ettiğini iddia eden
organizasyonlara katılmaktansa, işyerleri dışında karşılaşılan
baskıcı ilişkiler ve hükümranlığı önlemiş olurlar.
Tragtenberg, 1978’de başlayan grev döngüsünde ortaya
çıkan Brezilyadaki fabrika komisyonlarının tecrübelerini, ga-
zete makaleleri, kitaplar ve dergiler yoluyla yaymak için müt-
hiş çaba gösterdi. Bu tecrübelerden bazıları Ford, Maquinas
Piratininga, Asama, Massey Ferguson, Aliperti, Barbara vb.
şirketlerde oluşturulan komisyonlar. Önceki Uluslararası İşçi

240
Federasyonu gibi Tragtenberg de (2011) şunu teyit ediyor:
“işçilerin kurtuluşu, işçilerin kendi mücadelesiyle olmalı. Bu
kurtuluş, vazifeye hazır “öncü partiye” devredilemez çünkü bu
parti müdahil herkesin insiyatif ve katılımına bağlıydı. Mesela
Ford fabrikası işçileri şu sloganı kullandı: “Ey işçi, eğer kimse
senin yerine çalışmıyorsa, senin adına da kimse karar vere-
mez”. Gerçek komisyon, ne işverene ne de sendikaya bağlıdır
çünkü komisyonların sahibi yok; komisyonlar, orada köle gibi
çalışan işçilere aittir.
Tragtenberg (2011) Asama’daki fabrika komisyonu dene-
yimini ele alırken, onun diğerlerinden farklı olduğunu belirtir
çünkü bu komisyon, işverenlerden daha iyi çalışma ve yaşam
koşulları sağlama talebiyle işçilere reva görülen adaletsizlik-
leri gidermek için kurulmuştu. Komisyonun üst organı ge-
nel meclisti ve duruma göre sendika da “danışma organıydı”.
Komisyon temsilcilerinin görev süreleri her an sona erebilir.
Tragtenberg’in fabrika komisyonlarına ve işçi otonom müca-
delelerine atfettiği önem şu anlayıştan kaynaklanmaktadır:
İşçilerin işyerindeki öz örgütlülüğü ve işçi işveren ilişki-
lerinin demokratikleşmesi, küresel seviyedeki her demokra-
sinin sütunudur, çünkü fabrika duvarları dışında formal de-
mokrasi ile birlikte fabrika despotizminin varlığı önemli bir
çelişkidir(Tragtenberg, 2008: 87).

Son Düşünceler
Fabrika komisyonları, neredeyse tüm 20. yüzyılda tekerrür
eden üretim birimlerindeki işçi mücadelelerinin daha ileri dü-
zeyde birleştirici pratiklerini temsil eder. Bu mücadeleler sü-
recinde, işçiler sorunlarını üretim tesislerini işgal ederek çözdü
ve daha ileri düzeyde özerk şekilde tekrar üretimi başlattılar.
Ekonomi ve iş krizinin Brezilya ve başka ülkelerde ıslah edil-
miş fabrikaların ortaya çıkmasına sebep olduğu 1990’larda,
işgal ve üretimi tekrar başlatma, işçi hareketince bir seçenek
olarak görülürdü(Faria ve Novaes, 2011).
Fabrika komisyonları ve komiteleri, sonu gelmeyen işveren
saldırılarına maruz kaldı ve genelde oldukça yanlış anlaşıldı
ve sendika liderlerince boykot edildi. Komisyonlar, eski işçi

241
dernek geleneğine kadar uzanan işçi yapılarıydı. Ortak bir ka-
der duygusu ve emtia üretimi ile sermaye sürecinde direnen ve
işbirliği oluşturan bir eylem topluluğundan ilham aldılar. Bazı
durumlarda komisyonlar, büyük şirketlerdeki gizli grupların
faaliyeti sonucu ortaya çıkardı veya sendika birliklerinde dile
getirilirdi. Sendika temsilcileriyle bazen anlaşarak bazen de
ayrışarak ilişkileri sürdüren komisyonlar, anlaşmazlık dönem-
lerinde şirketteki işçi temsil organları olarak kurumsallaştı.
Joao Bernardo, kapitalizmdeki bu otonom işçi mücadelele-
rinin tarihsel sebebini şöyle açıklar:

İşyerlerinde mücadeleci işçi dayanışmasına önem veren


fabrika komisyonları, kelimenin tam anlamıyla işçi öz örgüt-
lenme kapasitesinin tezahürüdür. Bu yapıda, proletarya ken-
disini gerçek tarihi bir özne olarak görür. Proletarya artık sa-
dece akademik düşüncenin konusu ya da kendi hikâyelerinin
etkin öznesi olmak için parti tüzüklerinin gönderme yaptı-
ğı ahlak bağı da değil. Dönüşümleri ve kırılma noktalarıyla
işçi hareketinin evreleri, kapitalizmle mücadelede proletarya
tarafından benimsenen iç örgütlenme şekillerinin gidişatını
da içerir. Mücadelede oluşturulan kurumlar ve düzen kurum-
ları arasındaki çatışma, hem iş uyuşmazlığı şekillerinin de-
ğişimini hem de yaşadığımız toplumca ona atfedilen profili
etkilemiştir(Bernardo, 1997: 15).

Özellikle fabrika komitelerinin oluşumu vasıtasıyla işyer-


lerindeki örgütlenme alanında Brezilyalı işçilerin edindiği
büyük tecrübe ve ayrıca Brezilya’nın demokratik dönüşümü-
nün hızlandırılmasına yaptığı katkılar, işverenleri ve devleti,
işgücünü yönetmek için yeni stratejiler edinmeye ve Brezil-
ya toplumunun merkezindeki sınıf ilişkilerini düzenlenmeye
zorladı. Brezilya ve diğer ülkelerde uygulanan ve işçi sosyo-
lojisi literatüründe iyi bilinen yöntemler şunlardı; Toyotist
“katılım”, işçi müdahalesi, renkli giyinme, önerilerde bulunma,
takım halinde çalışma, etkin olma ve gönüllülük.
1990’larda toplumsal mücadelelerde gerileme ve sendika-
ların iş koşullarını görüşmek için kurumsal ilişkilere yoğun-

242
laşmasıyla birlikte komisyonlar kendilerini çapraz ateş altında
buldu; hem işverenlerden gelen saldırılarla hem de kendi emek-
lilik fonlarıyla ilgilenen pragmatik sendika liderleriyle yaşanan
çekişmelerle yüz yüze kaldı. 1980’lerin sonlarında, fabrika
komisyonlarının asimilasyon süreci artık ileri bir seviyedeydi.
Brezilya’nın büyük şirketlerinde komisyonlar, Alman eş yöne-
tim modeline benzer şekilde, şirket içindeki temsil organizma-
ları olarak entegre edildi(Bruno, 1992).
Rus, İtalyan ve Macar fabrika konsey deneyimlerinden ilham
alan özyönetimli sosyalizm eğilimindeki Brezilya’daki fabrika ko-
misyonları tamamen dönüştürüldü ve uyuşmazlık çözümü are-
nası ve emek-sermaye diyalog alanları olarak üretim sistemine
entegre edildiler.
Despot ve otoriter alanlarda fabrika komisyonlarının ya da
konseylerin varlığı şüphesiz daha demokratik yönetim formlarına
doğru ilerlemeyi temsil eder. Ama günümüz koşullarında fabrika
komisyonları sermayenin ötesinde bir perspektif sunamıyor.

243
Referanslar

Aarão Reis, D.A. (1980) A revolução faltou ao encontro: os


comunistas no Brasil. São Paulo: Brasiliense.
Antunes, R. (1992) A rebeldia do trabalho: o confronto
operáriono ABC paulista: as greves de 1978/80. Campinas, SP:
Editora da Unicamp.
Arantes, P.F. (2002) Arquitetura Nova – Sérgio Ferro, Flávio
Império e Rodrigo Lef èvre, de Artigasaos Mutirões. São Paulo:
Editora 34.
Bernardo, J. (1997) Apresentação. In Pedreira Filho, V.
Comissões de Fábrica – um claroenigma. São Paulo: Editora
Entrelinhas.
Bruno, L. (1992) O que é autonomia operária? São Paulo:
Brasiliense.
Campos, F. (2009) A arte da conquista: o capital interna-
cional no desenvolvimento capitalista brasileiro (1951–1992).
PhD thesis. Instituto de Economia, Unicamp.
Couto, A.M.M. (2003) Greve na Cobrasma: uma história
de luta e resistência. São Paulo: Annablume.
Di Paola, P. (2011) Factory Councils in Turin, 1919–1920:
the sole and authentic social representatives of the proletarian
class. In Ness, I. And Azzellini, D. (eds) Oursto Master andto
Own: Workers’ Councilsfrom the Communeto the Present. Chica-
go: Haymarket
Dória, F.O. (2007) Nordeste: ‘problema nacional’ para a
esquerda. In Quartim de Moraes, J. and Del Roio, M. (eds)
História do Marxismo no Brasil – Visões do Brasil. Vol. VII.
Campinas: Unicamp.
Dreifuss, R. (1980) State, class and the organic elite: the
formation of the entrepreneurial order in Brazil, 1961–1965.
PhD thesis. University of Glasgow.
Faria, M.S. and Novaes, H.T. (2011) Brazilian recovered
factories: the constraints of workers’ control. In Ness, I. And
Azzellini, D. (eds) Ours to Master andto Own: Workers’ Councils
from the Commune to the Present. Chicago: Haymarket.

244
Fernandes, F. (1986) Nova república? Rio de Janeiro, Zahar.
Fernandes, F. (2006) A Revolução Burguesa no Brasil: Ensaio
de Interpretação Sociológica. São Paulo: Global.
Ferro, S. (2006) Arquitetura e TrabalhoLivre. São Paulo:
Cosacnaify.
Foot Hardman, F. (2002) Nem Pátria nem Patrão! Memória
Operária, Cultura e Literaturano Brasil. 3rd edn. São Paulo:
Editora da UNESP.
Gennari, A.M. (1999) Réquiemao Capitalismo Nacional: Lei
de Remessas de Lucrosno Governo Goulart. São Paulo: Cultura
Acadêmica Editora.
Ianni, O. (1965) Estado e Capitalismo, Estrutura Social e
Industrialização no Brasil. Rio de Janeiro, Civilização Brasi-
leira.
Ianni, O. (1970) Crisis in Brazil. Columbia University
Press.
Ibrahim, J. (1986) O quetodo Cidadão Precisa Saber Sobre
Comissões de Fábrica. São Paulo: Global.
Kapp, S., Baltazar, A.P. and Morado, D. (2008) Archi-
tecture as critical exercise: little pointers towards alternative
practices. Available at http://www.fieldjournal.org/uploads/
file/2008%20Volume%202%20/Architecture%20as%20Cri-
tical%20Exercise_MOM.pdf (accessed 24 November 2014).
Koury, A.P. (2004) Grupo Arquitetura Nova: Flávio Império,
Rodrigo Lef èvre, Sérgio Ferro. São Paulo: Edusp.
Lima, M.A. and Vargas, M.T. (1986) Teatro operário em
São Paulo. In Prado, A. (ed.) Libertários no Brasil: Memória,
Lutas, Cultura. São Paulo: Brasiliense.
Lima Filho, P.A. and Macedo, R.A. (2011) Poeirados mi-
tos: revolução e contrarrevoluçãonoscapitalismos da miséria.
In Benini, E., Faria, M. S., Novaes, H.T. and Dagnino, R.
(eds) Gestão Pública e Sociedade: fundamentos e políticas
públicas de economia solidária. São Paulo: Outras Expressões.
Maricato, E. (1987) A Política Habitacional durante o Regi-
me Militar. Petrópolis: Vozes.
Mélo, C. (2009) Estado e educação pela imprensa: o deba-
te de Florestan Fernandesante a lei de Diretrizes e Bases da

245
Educação Nacional (1959–1961). 2009. M.A. thesis, Univer-
sidade Estadual de Maringá.
Moniz Bandeira, L.A. (2001) O Governo João Goulart: as
Lutas Sociaisno Brasil, 1961–1964. 7th edn. Rio de Janeiro:
Revan; Brasília: Ed. UnB, 2001.
Novaes, H.T. (2009) Peasantleagues. In Ness, I. Interna-
tional Encyclopedia of Revolution and Protest – 1500 to the
Present. Oxford: Wiley.
Oliveira, F. (2008) Noiva da Revolução – Elegia para uma
re(li)gião. São Paulo: Boitempo.
Pedreira Filho, V. (1997) Comissões de Fábrica – um Claro
Enigma. São Paulo: Editora Entrelinhas.
Prado, C. Jr (1977) A Revolução Brasileira. São Paulo: Bra-
siliense.
Rago, L.M. (1985) O controle da fábrica: osanarquistas e
a autogestão. In Rago, L.M. Do Cabaréao Lar: a Utopia da
Cidade Disciplinar: Brasil 1890–1930. Rio de Janeiro: Paz e
Terra.
Ribeiro, D. (1997) Confissões. São Paulo: Companhiadas-
Letras.
Rocha, G. (2004) Revolução do cinemanovo. São Paulo: Co-
sacNaify.
Schwarz, R. (2007) Cultura e Política – 1964–1969. Rio de
Janeiro: Paz e Terra.
Sader, E. (1988) Quando Novos Personagens Entram em
Cena: Experiências, Falas e LutasdosTrabalhadores da Grande
SãoPaulo (1970–1980). Rio de Janeiro: Paz e Terra.
Simão, A. (1966) Sindicato e Estado: suas Relaçõesna
Formação do Proletariado de São Paulo. São Paulo: Dominus
Editora.
Tragtenberg, M. (1981) Marxismo Heterodoxo. São Paulo:
Brasiliense.
Tragtenberg, M. (2008) Reflexões sobre Socialismo. São Pa-
ulo: Editora da UNESP.
Tragtenberg, M. (2011) Autonomia Operária. São Paulo:
Editora da UNESP.

246
Filmler

1. Gervitz, R. And Toledo, S. (1978) Braços Cruzados Máquinas


Paradas. Hirszman, L. (1979) ABC da Greve.

2. Rocha, G. (1964) Deus e o Diabo na Terra do Sol. Rio de


Janeiro: Embra Films.

3. Rocha, G. (1967) Terra em Transe. Rio de Janeiro: Embra


Films.

247
SEKİZİNCİ BÖLÜM

Meksika’da Özyönetim, İşçi Denetimi ve


Neo-liberal Karşı-Devrim ve Krize Karşı Direniş
Patrick Cuninghame

B U bölüm, Zapatista hareketi istisna olmak üzere Güney


Amerika’ya kıyasla solun çok zayıf olduğu Meksika’ya
odaklanıyor. İşçi hareketi kendinden sayıca üstün ama daha
muhafazakâr köylü hareketinin daima küçük ortağı oldu ve
neredeyse yüzyıllık Kurumsallaşmış Devrim Partisi’nin (PRI)
baskı, tehdit ve yolsuzluk döneminde bu hareket, atama ve
korporatizmin başlıca amacı olmuştur. Bununla birlikte, Latin
Amerika deneyiminin önemli bir parçası olarak hatırlanmayı
ve vurgulanmayı hak eden özyönetim ve işçi denetimi mesele-
leri üzerinde yakın geçmişte önemli mücadeleler de oldu.
Robert Owen ve Charles Fourier, İskoçya ve Fransa’da koope-
ratif hareketine ilk şeklini verdikleri 19. yüzyılın başından beri
özyönetim, uluslararası işçi hareketinin tartışmalı bir yönü
olmuştur. Daha sonra da Marx ve Engels kooperativizmi ve
“ütopik sosyalizmin” parçası olarak, kooperativizmin işçi öz-
yönetim pratiğini eleştirdi. Onlara göre bu hareket, 1848’de
Komünist Manifesto’da açıkladıkları gibi kapitalizmin siyase-
ten yok edilmesi gerekliliğini ve devrimci şiddetle değişimi-
nin kaçınılmazlığını ve zorlukları kabul etmekten çok kapi-
talizmle barış içinde birlikte olmayı ve sadece kapitalizmden

249
aşamalı olarak kopmayı hedefliyordu. Üçüncü İtalya57 örne-
ğinde olduğu gibi dünyanın birçok yerinde post-Fordist neo-
liberal paradigma değişiminde öncü bir rol edinen kooperatif
hareketi, uzun zamandır kapitalizm tarafından ele geçirilip,
ona yeniden entegre olduğu bugün de bu eleştiriler devam
etmektedir(Bagnasco, 1977). Özyönetimin işçinin işçi üze-
rindeki öz sömürüsünden bir tık daha ileri olduğu argümanı,
1980 ve 1990’larda İtalya, Almanya ve İspanya’daki otonomist
hareketlere ilişkin olarak, işgal edilip özyönetim modeliyle yö-
netilen toplum merkezlerinin ortaya çıkışına kadar doğru gibi
görünüyordu. Bu yeni akım, özyönetimin hala açıkça anti-ka-
pitalist bir çağrışıma sahip olduğunu gösterdi, en azından belli
koşullar altında. Aslında, birçok toplum merkezi, ya bastırıldı
ya da kapatıldı, ama bazı durumlarda bu merkezler Milan’daki
Leoncavallo toplum merkezinde olduğu gibi başarılı ticari iş-
letmelere dönüştü(Katsiaficas, 1997).
Bu pratiklerin tekrarlanmasına daha büyük itibar kazandı-
ran şey, Latin Amerika’da son dönemde yaşanan gelişmelerdi.
Hem Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasının yürürlüğe
konmasına (bu anlaşma, küresel neoliberalizmin ayaklarından
biri ve Meksika egemenliği ile yaşam standartları için bir ölüm
haberidir) hem de Meksika ve dünya genelindeki yozlaşmış,
otoriter, neoliberal rejimlere karşı EZLN’nin (Zapatista Ulusal
Kurtuluş Ordusu) 1 Ocak 1994’de Meksika, Chiapas’ta baş-
lattığı isyan, bu gelişmelerin en önemlisidir. O zamandan beri,
Zapatistalar (ya da neo-Zapatistalar, çünkü neredeyse yüzyıl
önce başlayan ilk Zapatista hareketi Meksika Devrimi’nin bir
parçasıydı ve radikal ama adanmış köylü bir lider olan Emiliano
Zapata yönetimindeydi) Meksika devleti ve onun destekçileri
ABD ve AB tarafından yapılan sürekli baskı ve karşı saldırılara

57. Uzmanlaşmış post-Fordist üretimin başlıca örneklerinden biri, genelde İtalyan


Komünist Partisi ile bağlantılı kooperatifler şeklinde olmak üzere, Üçüncü İtalya
olarak bilinen bölgede meydana geldi. Birinci İtalya, Torino, Milan ve Cenova gibi
büyük çaplı kitlesel üretimin yapıldığı bölgelerden oluşur. İkinci İtalya, gelişmemiş
Güney İtalya idi. Üçüncü İtalya ise, ülkenin iç ve kuzey-doğu bölgelerinde 1970’ler
ve 1980’lerde küçük firma ve atölye kümelerinin toplandığı bölgeydi. Her bir bölge,
birbirine esnek olarak bağlı bir dizi üründe uzmanlaşmış ve her atölyenin 5’ten 50’ye
kadar çalışanı vardı ama genelde 10 kişiden az olurdu. Her bölgedeki ürün dizisi, mal
türleri ekonomisine post-Fordist geçişi yansıtıyordu(Kumar, 1995).

250
rağmen anti-kapitalist ekonomik modellerinin dayanağı ola-
rak kırsal ve imalat kooperatiflerinin özyönetimini sağlama
noktasına varmakla kalmadı, bunun dışında, Meksika hü-
kümeti, 1996 tarihli yerlilere özerklik tanıyan San Andres
Anlaşması’dan caydıktan sonra 2003’de kurulan iyi yöne-
tim meclisleri vasıtasıyla da doğrudan demokratik yöntem-
le kendi kendilerini idare etmeye başladılar. Bütün bunlar,
bir tek ekonomik özyönetimin anti-kapitalizmden çok ka-
pitalizme yarayacağı eleştirisi yapanların tezini doğrulama
eğilimindedir(Stahler-Sholk, 2011; Wright, 2002).

Aralık 2011 sosyal devriminden beri Arjantin’deki ıslah


edilmiş fabrika hareketi ikinci Latin Amerika girişimine dö-
nüştü. Ardı ardına başkanların iktidardan düştüğü ve şirketle-
rin ardı sıra kapanıp işçilerini kapı dışarı ettiği bu dönemde,
ülkelerini ekonomik ve siyasi çöküntü eşiğine getiren neo li-
beral politikalara karşı çıkanların kitlesel gösterileriyle birlikte
sanayi ve hizmet sektörlerinde işten çıkarılıp eve beş kuruşsuz
gitmeyi kabul etmeyenler bu sosyal devrimi başlattı. İşçiler bu
gidişata karşılık, işverenlerin işyerlerini işler halde yeniden
açması talebiyle işyerlerini işgal etti. Ancak, kapitalistlerin
işyerlerini yeniden açmama niyetleri açığa çıkınca, işçiler iki
seçenekle yüzleşti: eve işsiz ve sefil halde gidip oturmak ya
da kalıp işyerlerini kooperatif olarak kendilerinin yönetmesi.
Böylelikle, bütün sömürü ve ötekileştirme ihtimaliyle birlik-
te hala kapitalist ekonominin bir parçası olsa bile bu şekilde
kendi gelirlerinin ve üretim faaliyetlerini korumaya çalıştılar.
Bu ıslah edilmiş işyerleri genelde, işçilerin buraları işler halde
tutup fakirleşmenin ve işçi sınıfının çöküşünü engellemesi-
ni talep eden toplum merkezlerinin ana gündemiydi. Yıllar
sonra bugün de çoğunluğu fabrikalardan oluşan 300’den fazla
ıslah edilmiş (işgal edilmiş ve işçilerce yönetiliyor) işyeri açık
halde ve işçi denetimli kooperatifler olarak faaliyet gösteri-
yorlar. Ayrıca, Menem yönetiminde neoliberalizmin kalesi
olan Arjantin’de sözde bile olsa Fernandez yönetiminde post-
neoliberal bir hükümet var. Arjantin uluslararası ve bölgesel
olarak, Venezuela ve Ekvator’daki gibi daha radikal hükümet-
leri destekliyor. Bahsi geçen bu ülkelerde, tabandan örgütle-

251
nen ve sözde ilerici hükümetlere karşı özyönetimli koopera-
tifler önemli bir noktada. Bu şekilde, 1930’ların Buhranından
beri en kötü küresel ekonomik krizin ortasında bile başarılı
bir post-neoliberal ekonomi inşa etmek ve başka bir dünyanın
mümkün olduğunu göstermeye çalışıyorlar.

Meksika 2012-2014: Neoliberal Karşı-Reformlar ve


Toplumsal Direniş
İşçi denetiminin bir formu olarak özyönetimin önemine
ilişkin bazı tartışmalara kısaca değindikten sonra, PRI’li Baş-
kan Enrique Pena Nieto’nun görevdeki ilk yılında başlattığı
işçi sınıfı karşıtı neoliberal saldırılarına karşı toplumsal dire-
nişin güncel görünümünü takdim etmek istiyorum. Nieto’nun
reform programı, son zamanlara kadar Meksika Paktı olarak
bilinen koalisyondaki diğer iki muhalefet partisi tarafından
desteklendi. İsmen merkez sol olan Demokratik Devrim Par-
tisi (PRD), 1910-1938 Meksika Devrimi’nin son kalıntısı
ve 1938’de millileştirilen, kötü şöhretli devlete ait yozlaşmış
petrol şirketi Pemex’in kısmen özelleştirilmesi için tasarlanan
enerji reformuna karşı tepki olarak koalisyondan çekilince
Pakt da sona erdi.
Şu ana kadarki neoliberal saldırı iki tane işçi-karşıtı refor-
mu içeriyor. Birincisi, diğer birçok girişimin yanı sıra, dışarı-
dan hizmet alımı ve taşeron sözleşme yapmayı resmileştiren
ve PRI/Meksika Paktı hükümetinin ilk icraatı olan Federal İş
Yasası’nın 2012’nin sonlarındaki reformu. En zengin sektör-
lerin az vergi ödediği ve ekonominin kayıt dışı alanına yatırım
yaparak vergi kaçakçılığı cezalarından kaçındığını düşünürsek
yapılan bu reform şimdi daha da büyüyen kayıt dışı sektörü
resmileştirmek için (mali sebeplerden dolayı) bir teşebbüstü.
Böylece, kayıt dışı sektör hem büyüklük hem de gelir ve yeni
iş üretebilmesiyle, kayıt altındaki sektörü aştı.
İkinci neoliberal işçi karşı-reformu, Eylül 2013’de “eği-
tim reformu yasası” kılığında yapıldı. Bu reform, ülkede en az
maaş alanlar arasında yer alan bir milyondan fazla temel eği-
tim öğretmeninin oluşturduğu Meksika’daki en büyük istih-
dam alanına doğrudan saldırdı. Yürürlükte reform bu kesimi,

252
düzeltilen 2012 Federal İş Yasası güvencesinde bulunanlardan
daha az hakla, ikinci sınıf işçi seviyesine geriletti. Artık şimdi
öğretmenler, devletin yeni eğitim teftiş kurulu, Milli Eğitim
Enstitüsü tarafından yapılan devamlı denetim ve gözetimine
dayanmaya zorlanacak. Yeni öğretmenler her an işten atılma
tehdidiyle karşı karşıya ve tecrübeli öğretmenler de düz me-
murluğa çekilme ve öğretmen olarak geçirdikleri hizmet yıl-
larına ait haklarını kaybetmekle karşı karşıya. Bütün bunlar
temel eğitimi “iyileştirme” adı altında (yani aslında, özelleş-
tirilmeye hazırlık olarak, geçen yıl Şikago’da 50’nin üzerinde
devlet okulunun kapanmasına yol açan ABD’deki felaketi ir-
delemeden kopya etmek) ve sürekli uluslararası eleştiri ve Eko-
nomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ile Dünya Bankası’ndan
gelen baskılar altında yapıldı.
Ancak Latin Amerika’da çok sayıda sendikalı öğretmene yö-
nelik bu özelleştirme-istikrarsızlaştırma saldırısı, yakın tarihteki
işçi direnişinin en önemli hareketlerinden birisine yol açtı. Hare-
ket, 1979’dan beri Ulusal Eğitim Emekçileri Sendikası (SNTE)
içerisinde bağımsız bir eğilim olan muhalif Ulusal Eğitim
Emekçileri Koordinatörü (CNTE) tarafından organize edildi.
CNTE’nin düzenlediği genel grev, daima PRI tarafından yöneti-
len en kalabalık eyalet olan Meksiko Eyaleti gibi örgütün tarihsel
olarak zayıf olduğu bazı eyaletler de dâhil Cumhuriyetin hemen
hemen (tüm) 32 eyaletinde etkili oldu. Meksika’da işveren yanlısı
SNTE sendikasından öğretmenler, liderlerinin sınıf işbirlikçiliği
ve yozlaşmasından dolayı sendikadan ayrıldı. Şimdi CNTE’nin
2013 eğitim reformuna karşı girişimlerini destekliyorlar. Eylem-
leri, Meksiko City’nin en önemli iki meydanını 6 aydan fazla sü-
reyle işgal etme, günlük yürüyüş, oturma eylemi düzenleme ve
federal hükümet bakanlarını protesto etme şeklindeydi. Bu ey-
lemler, kolej, üniversite ve lise öğrencileri ile 2009’da eski Başkan
Calderon tarafından işten atılan ve eylemleriyle şehir merkezin-
de ekonomik faaliyet ve canlılığı durduran Sindicato Mexicano
de Electricistas (Meksika Elektrikçiler Sendikası) üyesi 16000
elektrikçi tarafından desteklendi. Ancak on binlerce öğretme-
nin, özellikle de çoğunluğu oluşturan kadın öğretmenlerin, altı
aylık amansız mücadelesinin ardından, bu mücadelenin de sona

253
yaklaştığı görüldü. Eğitim reformu yasasını ilga etme hedefine
ulaşılmadı. Çünkü gerçekte PRD’ye yakın olan ve şimdi de yakın
işbirliği içerisinde ultra sağcı PRI ve Milliyetçi Hareket Partisi
(PAN) ile çalışan sözde bağımsız sendikalar, CNTE’yi yüzüstü
bıraktı.
Her ne kadar Federal İş Yasası’nın zararlı etkilerine karşı
başkaca büyük birkaç grev gerçekleştirildiyse de, CNTE’nin
doğrudan eyleme dayalı mücadelesi, bu neoliberal reformlara
karşı verilen en önemli yanıttı. Honda ulus üstü araba üretim
şirketindeki (kayıt altındaki ekonomide gittikçe önem kaza-
nan bir sanayi) işçiler önemli bir duruş sergiledi. Buradaki
işçiler, kendi bağımsız sendikalarını kurmak istiyor ve PRI’nin
şirket yanlısı sendika şubesi charro (işveren yanlısı) Meksika
İşçi Kongresi’nin (CTM) bir parçası olarak kalmak istemi-
yorlardı. Öyle anlaşılıyor ki 2013’ün çeşitli neoliberal akımları,
2007’den başlayan küresel ekonomik krizin faturasını, tam ta-
nımlanmamış “rekabetçilik” adına işçi sınıfının en korumasız
kesimleri ve köylü sınıfına çıkarmak isteyen Meksika oligar-
şisinin girişimlerini temsil ediyor. Bunun bedelini ödeyecek
olanlar, içerideki ama daha çok da Meksika dışındaki kapi-
talist yatırımcı ve spekülatöre ekonomiyi daha cazip göster-
mek için eskiye göre daha ucuza çalıştırılan Meksikalı işçiler
ve mümkünse master dereceleriyle üniversite mezunu birçok
yetenekli ve nitelikli kişilerdi.
Bu kısa güncel değerlendirme, Meksika işçi hareketi ve
hem kurumsal hem de kurumsal olmayan politik solun istik-
rarsız durumuna yoğunlaşıyor. Değerlendirmede, son zaman-
larda Escuelita (Küçük Okul) gibi girişimlerle önemli ilerle-
me kaydetmeye devam eden Zapatista hareketi ayrı tutuluyor.
Escuelita’da binlerce Meksikalı ve yabancı aktivist, votanla
(geleneksel Maya eğitim sisteminde özel eğitmen) birebir
derslerde iyi yönetim meclisleri ve çeşitli otonom topluluk-
larla ilgili bilgilerini tazeliyor ve onlara destek veriyor. Ancak
bu eğitim, Chiapas eyaletinin en ücra bölgeleriyle sınırlı ve
sürekli hükümet ile paramiliter güçlerin saldırılarına açık.
Şimdi de kentteki ve kırsaldaki işçi sınıfının, işten atılma-
lara karşı üretim faaliyetini ve gelirini korumak ve günümüz

254
dünyasında trend olduğu gibi kayıt altındaki sektörlerden ka-
yıt dışı ile istikrarsız işlere sevk edilmeye karşı geliştirdikleri
toplumsal girişimlerden bahsetmek istiyorum. Böylece, Mek-
sika, özellikle1980lerdeki Pascual Boing hafif ferahlatıcı içe-
cek ve şişeleme şirketi ile 2000lerdeki Euzkadi lastik üretim
şirketi örnekleriyle Latin Amerika kurtarılmış fabrika hareke-
ti tarihinde önemli bir yer tutar. İkinci örnekte, Demokratik
İşçi Batı Kooperatifi (TRADOC), Meksika’da en önemli mü-
cadelelerden birini başlattı: işyerlerinin savunulması, sermaye-
ye karşı işçi gücünün artması ve sermaye gücünden otonomi
kazanılması.

Euzkadi-TRADOC: Fabrika Islahı İçin


1100 Günlük Direniş
Batı Meksika’da bulunan Jalisco eyaletindeki TRADOC
kooperatifi, işçi hakları ve işçi gücünün artması için önemli
bir mücadele geliştirdi. Kooperatif işçileri 2001 ve 2005 yılları
arasında şirketin eski sahibinden (Alman uluslararası Conti-
nental Lastikleri) firmalarının (Euzkadi) denetimini tekrar ele
geçirmeden önce 1100 günden fazla direniş sergiledi. Ardın-
dan, daha önce tartışılan öz sömürü meselesi ve kapitalist pi-
yasalarda rekabet konusu ile tüm katılımcılarla birlikte firma,
kooperatife dönüştürüldü.
“Bask yurdu” anlamına gelen Euzkadi, Basklı bir işadamı
tarafından 1931’de Jalisco eyaletinin batısında bulunan El
Salto’da kuruldu. Yabancı kökenli bir şirket olarak Euzkadi,
yurtdışında dünyanın en büyük lastik pazarına girmek iste-
yen Meksikalı kodaman ve Forbes dergisine göre dünyanın en
zengin adamı Carlos Slim’e cazip geldi. Sonunda Carlos Slim,
Euzkadi lastik şirketi ile birlikte San Luis Potosi’de bulunan
General Lastik Şirketini satın aldı ve bu alımla ulusal lastik
üretiminin neredeyse %40’lık payına sahip oldu(Enlace Socia-
lista, 2007). 1998’de dünyanın dördüncü büyük lastik üreticisi
ve dünyanın ana lastik tüketicisi Kuzey Amerika piyasasına
girmek isteyen Alman Continental Lastikleri konsorsiyumu
Euzkadi’nin %82’lik hissesini satın aldı.
Bir yıl sonra çalışma koşulları o kadar kötüleşti ki, sendika

255
lideri olduğu düşünülen 16 işçi işten atıldı. 2001’de Conti-
nental, Federal İş Yasası’nı çiğneyerek iş saatlerini 8’den 12’ye
çıkarmak dâhil toplu iş sözleşmesini işçi çıkarlarına aykırı
olarak değiştirmeye çalıştı. Continental, anlaşmaya varılma-
ması durumunda, bunun, yaptırımlara ve işten çıkarmalara
sebep olacağını beyan etti. O esnada, Goodyear ve Michelin
gibi birçok lastik şirketi, fabrikalarını kapatmaya ve yüzlerce
işçiyi çıkarmaya zorlanıyordu. Jalisco’daki tesis, iki gün sonra,
16 Aralık 2001’de, görüşmelerde ilerleme sağlanmadığından
kapatıldı. Sindicato Nacional Revolucionario de Trabajado-
res de la Compania Hulera Euzkadi (Euzkadi Lastik Şirketi
Ulusal Devrimci İşçi Sendikası) oy birliğiyle kapanmaya karşı
mücadele kararı aldığı genel toplantı çağrısı yaptı. 3 yıldan
fazla süren anlaşmazlığın bedeli ağırdı: 5 yoldaş ölürken, en
az dördü de gerekli tıbbi müdahale alamadı, işçilerin tüm sos-
yal güvenlik hakkını inkâr eden Vicente Fox (Meksika’da eski
Coca-Cola genel sorumlusu) hükümeti, onların birikmiş sos-
yal yardım ödeneklerini ödemedi.
İşçilerin toplu sözleşmelerinde herhangi bir değişikliğe
karşı çıkmalarından dolayı Euzkadi, 17 Aralık 2001’de 1114
işçiyi işten çıkardı. Anlaşmazlık, fabrika işgali ve grev liderle-
rini yolsuzluğa bulaştırma teşebbüslerine, ölüm tehditlerine ve
grevcilerin mali ve ailevi sorunlara yol açtı. Sendika lideri ve
şimdilerde sınırlı sorumluluğa sahip kooperatif derneği (der-
nekte şirketin sermaye hisselerinin çoğunluğuna sahip işçiler
yönetim kurulunu oluşturuyor) TRADOC Yönetim Kurulu
Başkanı Jesus Torres Nunu şunu aktarıyor:

Bildiğiniz üzere Meksika’daki sendika mücadeleleri, ya si-


lahlı çatışmayla ya da sendika liderlerine para verilerek bitiri-
lir, çünkü yasal konularda sendika genel sekreterinin sınırsız
yetkisi var ve imzası temsil ettiği yüzlerce, binlerce işçinin ba-
şına gelecekleri belirleyebilir… Bu olayda, Continental müca-
deleyi satmam için bana bir milyon dolar teklif etti, ama kabul
etmedim, çünkü ilkelerimiz var. Tabi ayrıca, bunun bir diğer
gerçekleşmeme sebebi de bizim sendika olarak örgütlenme
tarzımız. Bizimki demokratik bir sendika ve sendikada en

256
yüksek yetki organı olan genel kurulda, tabandan üste doğru
karar verme mekanizması çalışır… Bu mücadele, her yerdeki
işçilere ilham olmalı… Evet, Avrupa’dakilere bile(Enlace Soci-
alista, 2007).
1997 Liverpool Liman İşçilerinin başarılı grev (Munck,
2006), örneğinden ilham alarak, mücadelelerini uluslarara-
sı arenaya taşıyan kalan 624 işçi (2001’de 941 kişiyle greve
başlandı), Continentali müzakere masasına geri dönmeye
zorlamak için, gerçek bir baskı kurdu. Mücadeleyi, Alman-
ya, Hanover’de bulunan Continental genel merkezine taşı-
ma kararı aldılar ve hissedarların yıllık genel toplantısında
(AGM) bunu dile getirdiler. AGM’deki yerlerinden vazgeçen
önemli hissedarların verdiği yaka kartlarıyla işçi delegasyo-
nu, Meksika’da işçi haklarını ihlal ettikleri suçlamasıyla şirket
yöneticileri ve diğer hissedarlarla görüşmeye gitti. 18 Şubat
2004’de, Meksika mahkemeleri, grev ve işyeri işgalini haklı
bulması, cesaret verici bir gelişme oldu. Bu karar, Euzkadi iş-
çilerinin kesin sonuç almasını sağlamadı, ama diğer sendika
hareketleri için emsal oldu. Müzakeredeki pürüzler aşılmaya
ve işçilerin geri ödemelerinin yarısını kazanmasıyla anlaşmaya
varıldı ve böylece işçiler, Euzkadi işletmesini, işçi denetiminde
bir kooperatif olarak tekrar açabildi.
17 Ocak 2005’de lastik tesisinin kapıları tekrar açıldı ve
şirketin ana yatırımcısı Llanti Sistemlerinin katılımıyla çalış-
maya başladı. Böylece, TRADOC müşterek malik oldu. Rek-
lam şirketlerine ödeme yapamadıklarından, Michelin, Conti-
nental ve Firestone gibi başlıca rakiplerine kıyasla, neredeyse
tanınmamasına rağmen, kooperatif 2007’de günde 6000 lastik
üretiyor ve ürünlerinin yüzde 10’unu Kolombiya, Honduras
ve Guatemala’ya ihraç ediyordu. En azından hala kapalı bir
pazarın olduğu ve serbest ticaret anlaşmalarının şirketin gücü
ve sağlamlığına zarar vermediği 1980lerin başında, Euzkadi
Meksika’da lider bir markaydı. 2007’de Torres’in haftalık üc-
reti, 2200 pezoyu geçmiyordu(o esnada 200 ABD doları ci-
varında):

Gururla şunu diyebilirim ki, bizim sendika ile işçileri zapt

257
edip tahakküm altına almaya çalışan geleneksel, şirket yanlısı
sendikalar arasında dağlar kadar fark var. Bizim sendika her
zaman demokratik geleneği bağımsız, sınıfçı ve destekleyi-
ci bir örgüt olmuştur. Bunun sayesinde, işçi olarak sonunda
ayakta kalmamızı sağladı, anlaşmazlık patlak verdiğinde çok
dayanışma gördük… Sendika, bir tek küresel olarak rekabetçi
olmadığımız argümanıyla Continental’in sunduğu değişiklik
paketini kabul etmeme kararı aldı. Demek istediğim, ulusla-
rarası şirketlerce bize dayatılan, üretimin Asya’da Meksika’dan
daha ucuz ve karlı olduğu bakış açısını kabul etmiyoruz, çün-
kü Meksika’da işçi ve çalışanların hakkını koruyan Federal İş
Yasası gibi düzenleyici bir sistem var(Enlace Socialista, 2007).

Grevciler, Continental’e boyun eğmeleri yönünde baskı


kuran federal ve eyalet hükümetlerinin gücü ve öfkesiyle de
baş etmek zorundaydı. Bu baskıyı dezenformasyonla yapıyor-
lardı; sendika yüzünden Meksika’daki en önemli şirketlerden
birinin sadece El Salto’daki tesislerini değil ayrıca San Luis
Potosi’deki tesislerini de kapattığını öne sürüyorlardı, hâlbuki
böyle bir şey yoktu:

O zamanlar çok eleştiri alıyorduk ama biliyorduk ki sadece


haklarımızı savunmuyorduk, ayrıca bütün işçilerin de hakkını
savunuyorduk. Grev hakkı meselesi yüzünden 3 yıldan fazla
mücadele verdik çünkü yasanın grev başladıktan 24 saat içinde
hareket tanınmalı hükmüne rağmen, hükümet o esnada bizim
hareketi yasal olarak tanımıyordu(Enlace Socialista, 2007).

Euzkadi grevcileri, özellikle Pascal Boing gibi diğer koo-


peratifler ve birçok sendika tarafından destek aldı:

Başta eşlerimiz ve ailelerimiz olmak üzere birçok insan ve


örgütün büyük dayanışması sayesinde hiçbir ücret almadan
1141 gün direnebildik. Tabi hoş değildi ama bugün büyük bir
mükâfat almış durumdayız: fabrika bize ait. İşimiz iyi çün-
kü biz artık müşterek malikiz, kendi fabrikamızı yönetiyoruz,
üretim araçlarını idare ediyoruz ve işçi demek sadece makine

258
kullanmak değil, ayrıca üretim araçlarını ve dağıtımı çekip çe-
virebilen de demek olduğunu gösteriyoruz. Bütün toplum da
bunu niye başaramasın ki(Enlace Socialista, 2007)?
2005’de teknik, idari ve üretim personeli dâhil 624 işçi vardı:

İşi tekrar başlatmak oldukça çetrefilliydi. Neredeyse “sıfı-


rın altından” başlamak durumundaydık. Hiç bakım almadan
3 yıllık ataletten sonra tesisin nasıl gördündüğünü düşünün...
Şimdi işçilerin kendisi mal sahibi oldu, harap haldeki makine-
leri çalıştırmak için döndü. Bugün, yoldaşlar maaş alıyor ve iş
sahibi, büyüme ümitlerimiz var ve hala aynı lastikleri üretiyo-
ruz, çünkü aslında biz bir şey icat etmedik ama artık önemli bir
büyüme beklentimiz var, hem tablonun iyileşeceğine hem de
üretim seviyelerinin artacağına inanıyoruz. Şu an günde tam
6000 lastik üretiyoruz. Kapanmadan önce günde yaptığımız
12-14000 seviyelerin çok gerisinde. Gururla diyebilirim ki,
artık Honduras ve Guatemala, Kolombiya gibi yerlere ihracat
yapıyoruz ve kısa süre sonra da ABD’de satışlara başlayaca-
ğız. Bu devasa piyasada, tesislerin kapanmasından beri gelişen
olağanüstü bir durum yaşadığını gördük. Continental işçileri,
yüksek ücretli “Birinci dünya” ülkelerine çağrı yaptı çünkü on-
lara eşit muamele ediliyor, ama TNC’lerin (ulusüstü şirketler)
sabit bir çıkarı yok (hiçbir fabrikada) ve lüzumlu görmedikleri
fabrikaları kapatacaklar(Enlace Socialista, 2007).
Bir grup Alman, faaliyetleri görmeye ve bu işçi grubu-
nun ülkelerindeki bir devi nasıl yendiğini öğrenmek üze-
re buraya geldi. Aralarında Wolfsburg’da bulunan Intersoli/
Volkswagen’den Jürgen Dietrich Höper ve Mechthild Dort-
mund, bir tarihçi ve birkaç işçi vardı:

“Almanya’dan gelen bu insanların ziyareti, diğer birçok zi-


yaretten sadece biriydi” diyor Jesus Torres:

Aslında, 3 yıldan fazla süren grev esnasında Avrupa’dan


birçok örgüt ve kişiden büyük dayanışma gördüğümüzü tes-
lim etmeliyiz. Böyle bir şey bizimki gibi hiçbir kaynağı olma-
yan ve belirsiz ekonomik koşullar altındaki bir sendika için

259
etkileyici… Almanya, Hanover’deki şirketin merkezine girdik
ve genel müdür Manfred Wennemer’i yıldırdık. Eminim ki
Meksika’daki yenilgiyi kabul etmek Wennemer’in çok zoru-
na gitti. Tabi para için değil bu üzüntü, tüm dünyada 20’nin
üzerindeki üretim tesislerindeki bütün işçiler için bunun ne
anlama geldiği için(Enlace Socialista, 2007).

Bu başarı, birçok örgütün ve grevcilere kartlarını verip gi-


riş yapmalarını ve seslerini duyurabilmelerini sağlayan önem-
li hissedarların dayanışması sayesinde elde edildi. İşçiler bu
kartlarla 3 yıllık mücadelelerinde yılda bir kez, bir günlüğüne
hissedar oldu:

Bütün bu olup bitenler, projemizi izleyen birçok insana ve


Alman ve Avusturyalı işçilere takip edecekleri bir örnek sağ-
ladı ve birçok yere davet ettiler. Geçen sene (2006) İsviçre,
Davos’ta yapılan Alternatif Sosyal Ekonomi Forumu’nda ör-
gütümüz ilk ödülünü aldı. Genelde, Coca-Cola gibi şirketlerin
işçi hakları ihlali ya da çevre standartlarını ihlal eden şirketler
gibi olumsuzluklara değindiler. Bu vakada ise ilk uluslararası
ödül bizim oldu ve büyük bir gurur kaynağıydı(Enlace Socia-
lista, 2007).

Bugün, TRADOC kooperatifinin mücadelesi, işçi hakları


mücadelesinin başarılı bir örneği olarak görülüyor. TRADOC
2001’den beri üye sayısını neredeyse ikiye katladı, direniş ha-
reketinde 587 olan sayıyı bugün 1000 civarında. Hali hazırda
TRADOC, Kuzey Amerikalı Cooper Lastikleri şirketiyle or-
tak ve 2011’deki rakamlara göre yıllık 13 milyon lastik üretili-
yor ve bunların yüzde 70’i ABD piyasasına ihraç ediliyor. Her
ne kadar bu hareket, kapitalist iş ilişkilerini tehdit etmeyen ya
da kauçuk lastiklerin toksik ve imhasının tehlikeli olmasın-
dan kaynaklı çevreyi oldukça kirleten araba sanayisine karşı
çıkmayan reformist bir hareket olsa da, işçilerin işlerini ve ça-
lışma haklarını koruma mücadelesi, birçok işçi hareketi için
uluslararasında tanınmış bir sembol oldu.

260
Pascual Boing: “Onları Öldürün ve Bunu Bitirin!”
Pascual Boing alkolsüz içki üreticisi ve bilinen markala-
rı arasında Pascual, Boing ve Lulu bulunmaktadır. Şirket
1940’da kuruldu ve yabancı rakiplere rağmen Meksika piya-
sasında tutunabildi. Bununla birlikte, çeşitli iş anlaşmazlıkla-
rı sonucu 1982’de grev patlak verdi ve grev 1985’de işçilerin
şirketi ele geçirme ve kooperatif olarak işletme hakkını elde
etmesiyle sona erdi. O zamandan beri, kar eden bir işletme
olarak kaldı, ancak Coca-Cola ve Pepsi ile rekabetten dolayı
Meksika’da pazar payı azaldı. Bu durum, onu perakende ala-
nının dışında tutan adaletsiz uygulamalara karşı tepki gösterip
yurtdışında, özellikle de ABD’de, yeni pazarlar aramasına yol
açtı(Sociedad Cooperativa Trabajadores de Pascual, 2007).58
Aslında özel bir girişim olan şirket, 1940’da Rafael Victor
Zamudio tarafından kuruldu. 1960larda Jimenez, tetra paklar
kullanmaya başladı ve bu ürünleri üretme ve pazarlama hak-
kıyla Canada Dry’dan kuzeydeki tesisini satın aldı. Kurulu-
şundan 1980lerin başına kadar şirket, rakibi olan çok uluslu
şirketler karşısında kaydettiği ciddi büyümenin tadını çıkardı.
1960larda iki tesis açıldı. 1980’de şirket, Meksika meşrubat
pazarında dördüncüydü. Fakat tesislerdeki çalışma koşulları
son derece sömürücüydü, işçiler ekstra ücret ödenmeksizin
fazla mesaiye zorlanıyordu. Bu istismarlardan dolayı, tesiste-
ki işçileri örgütlemek üzere birçok girişimde bulunuldu, fakat
yönetim, örgütleyicileri işten çıkardı. Mart 1982’de Meksika fe-
deral yönetimi, özel sektördekiler dâhil bütün işçilerin, pezo de-
valüasyonundan dolayı, %30 maaş zammı almasına karar verdi.
Fakat Jimenez, mali gücünün yetmediğini iddia ederek, ücretleri
arttırmayı reddetti. Birçok siyasal eylemci, işçileri protesto için
örgütledi ve 150 işçi bu protestolara katıldığı için kovulunca,
18 Mayıs 1982’de, bütün işçiler, üretimi durdurarak, greve baş-
ladı. 31 Mayıs’ta Jimenez ve CTM sendikasından bir yetkili

58. Tüm çeviriler makale yazarı tarafından yapılmıştır.

261
“şok grubu”,59 Colonia Transito’daki tesiste, grevci işçilerle
karşı karşıya geldi. Şiddet patlak verdi, iki grevci öldürüldü ve
on yedisi yaralandı. Jimenez, resmen cinayetle suçlandı, fakat
yargılanmadı.
İş bırakma eylemi üç yıl sürdü ve işçiler, protestoda fede-
ral hakemlik bürolarını ele geçirdi ve davalarının yasal kabulü
ile kamuoyu desteği için onları temsil eden resmi bir komite
oluşturdu. 1983’de mahkeme, şirkete karşı açtıkları davada iş-
çilerin lehine karar verdi ve işçiler 1984’de Başkan Miguel de
la Madrid ile görüştü. Jimenez şirketin iflasını açıkladı ve te-
sisleri satmaya çalıştı. Ancak işçiler ve federal yetkililer, tesisler
ve marka dâhil işçilerin fabrikayı devralacakları bir düzenleme
geliştirdi. 27 Mayıs 1985’de Sociedad Cooperativa Trabajado-
res de Pascual S.C.L. adlı bir kooperatif kuruldu.
Yıllarca süren ataletten sonra yeni fabrika sahiplerinin, faa-
liyetleri tekrar başlatmak için 1,5 milyon dolara ihtiyacı vardı.
Grev esnasında yüzlerce sanatçı ve aydın müzayedeyle eserle-
rini bağışlayarak işçileri destekledi. Toplanan para yeterli gel-
medi ve bu sebeple en büyük ve en önde gelen üniversitenin
ana sendikası Sindicato de los Trabajadores de la Universidad
Nacional Autonoma de Mexico (Meksika İşçi Sendikası Ulu-
sal Özerk Üniversitesi) (STUNAM) ruhsat almak ve makine-
leri bulmak için gerekli kaynağı sağladı(Maranon-Pimentel,
2013).
Kooperatif kurulduktan sonra birçok mücadele ve anlaş-
mazlıkla karşılaştı. Öncelikle düzenleme ve çalışma şekli üze-
rinde işçiler arasında iç çekişme oldu. Bununla birlikte, 27 Ka-
sım 1985’te kooperatif olarak faaliyetler başladı ve işçiler ilk
kar paylarını Mayıs 1986’da aldı. Şirketin eski sahibi Pascual
Boing ismini kullanma hakkını yasal olarak kaybetmesine rağ-
men, Aguascalientes’de bir tesiste bu ismi kullanmaya devam
etti, ancak kooperatifin teklif ettiği anlaşma üzerine isim soru-
nu çözüldü. Bir diğer sorun da ilk fabrikanın üstünde kurulu

59. İspanyolcada “Grupo de choque”. Grevdeki işçilere, yürüyüş yapan öğrenci ve


öğretmenlere veya PRI rejimine karşı çıkan bütün toplumsal grup ve hareketlere öl-
düresiye saldırmakta uzmanlaşan PRI-CTM işçi ve üyelerinin paramiliter şekilde
eğitilmiş ve silahlandırılmış çeteleri. İtalya’daki faşist squandri d’azione ve Nazi Al-
manya’sının fırtına birliklerine birçok yönden benziyorlardı.

262
olduğu arazi, ilk şirkete ait değildi, şirketin eski sahibinin eşi
Victoria Valdez’e aitti. Victoria Valdez, bu yüzden kooperatifi
mahkemeye verdi ve 1989’da mahkemenin Pascula’ı araziden
çıkarma kararıyla davayı kazandı. O zamanki Meksiko City
belediye başkanı Andres Manuel Lopez Obrador, Pascual’a
geri vermek için araziyi Valdez’den istimlak etti. Her ne ka-
dar Pascal Boing kendini özel ve kar amaçlı bir şirket olarak
görmese de, 2005’de Yargıtay, kamu yararına değil, önemsiz
bir ürün üreten özel bir şirketin yararına olduğu gerekçesiyle
kamulaştırmanın yasadışı olduğuna karar verdi. İşçiler, koo-
peratifin işçi mülkiyetinde olduğu gerekçesiyle toplumsal bir
işlev gördüğünü ve bu sebepten kamulaştırmanın kamu ya-
rarına olduğunu iddia etti. Kooperatif kurulduğundan beri,
merkez-sol PRD, aydınlar, Elena Poniatowska gibi yazarlar,
üniversite öğrencileri ve alterglobalistas hareketinden sözlü ve
siyasi destek gördü(Poniatowska, 2010 online).
Sorunlarına rağmen kooperatif, 1992’de Queretaro, San
Juan del Rio’da; 2003’de Hidalgo, Tizayucata’da; 2006’da Si-
naloa, Culiacan’da imalat tesisleri açarak büyümeye devam
etti. Kooperatif büyümesine rağmen, 2007’de email zinciri ile
yayılan kooperatifin iflas eşiğinde olduğu iddialarını yalanla-
mak durumunda kaldı(Notimex, 2003 online). Bugün Pascual
Boing, 5000’inin üzerinde insanı istihdam ederek ve dolaylı
22.000 üzerinde iş üreterek ayakta kalabilen tek Meksikalı
alkolsüz içecek şişeleme fabrikasıdır. Kooperatifin görevinin
bir parçası da, işçi mülkiyeti olarak kooperatifin çalışabilece-
ğini göstermektir. Kooperatif örgütlenmesi, aralarında şirket
yatırımı, yönetim ve kültür kurumunun olduğu birçok kurulu
kontrol eden, kurucu ve diğer ortaklardan oluşan genel kurul-
dan meydana geliyor. Bunların altında da, eğitim, toplumsal
görüş, hakem heyeti ve teknik denetim adlı dört komisyon var.
Ayrıca, kooperatif çok güçlü sosyal sorumluluk duygusuna sa-
hip ve Secretarita del Tarabajo (Çalışma Bakanlığı) tarafından
“güvenli fabrika” olarak tanınıyor(Sociedad Cooperativa Tra-
bajadores de Pascual, 2007).
Bununla birlikte, Euskadi-TRADOC mücadelesinde ol-
duğu gibi, zaferin sadece kısmi olduğu da söylenmeli çünkü

263
Meksika kooperatif yasası kooperatife katılım için yeni üye-
lere izin vermiyor. Aslına bakılırsa, oldukça az kazanan diğer
işgücüyle kıyasla kooperatifin asıl üyeleri nispeten ayrıcalıklı
yönetici-tarzı elit kişilere dönüştü. Başarılı grev hareketle-
rinden sonra gecikmiş maaşların ödenmesiyle işçi denetimli
kooperatifler kurulduğundan, artık yenilerinin kurulmasının
önünde büyük engeller oluşturuldu. Ancak, Meksika’nın ça-
lışma yasaları altında böyle bir girişimin ihtimali de imkânsıza
yakın. Bunun en iyi örneği, 2012’de değiştirilen Ley Federal
de Trabajo yasasının 48 nolu maddesi. Bu maddeye göre, ge-
ciktirilmiş maaş ödemeleri 12 ay ve ücretlerde her yıl yüzde 2
ile sınırlı.

Ruta 100: Yozlaşmış Neoliberalizm Tarafından


Bastırılan Özyönetimli Toplu Taşıma Ağı
Ruta 100 (R-100) ya da Büyükşehir Ulaşım Sistemi 100 ola-
rak da bilinen Şehir İçi Motorlu Taşıt Yolcu Taşıma Hattı 100,
kısmen işçi denetimli, tüzel kişiliğiyle desantralize bir kurumdu
ve 1997’de sermayesi tümüyle, o zamanki adıyla Federal Bölge
Bakanlığı60 (DDF), şimdiki adıyla Federal Bölge Hükümeti’nin
kontrolü altında girdi. Kurum, 1981’den 1995 kadar Meksiko
Eyaletinde Meksiko City ve çevre belediyelerde yolcu taşıma
hizmeti veriyordu. 1995’de toplu taşıma özelleştirilmesinin bir
parçası olarak hükümet tarafından kurumun iflası açıklandı ve
ardından ortadan kalktı. Bunun sonucunda, Meksiko City büyük
şehri ve Meksiko Vadisi bölgeleri toplu taşıma ağında ciddi kalite
sorunuyla yüzleşti. Bu yönüyle kurum, küresel olarak dayatılan
neoliberalizm, içerdeki yolsuzluk ve siyasi entrikaların birleşi-
minin, iyi işleyen işçi denetimli bir işletmeyi ortadan kaldırarak
dünyanın en büyük şehirlerinden birini nasıl zarara uğrattığına
dair Meksika’daki en trajik örnek.
Jorge Legorreta gibi toplu taşıma uzmanlarına göre R-100
“Meksiko City’de devlete ait gelmiş geçmiş en önemli ve en ve-
rimli taşıma hizmeti oldu” ve “tamamen adil destekleme sosyal

60. Mexico Eyaleti’nin de kimi kısımlarını kapsayan ve 2006’dan 2010’kadar Başkan


Pena Nieto’nun valisi olduğu Mexico City’nin çoğunluğuna tarihsel ve güncel olarak
verilen ad, PRI beyliğidir.

264
politikasına dayalı toplu taşımanın altın çağında” var oldu(La-
gorreta, 2004 online). Vali Oscar Espinosa Villareal61 tarafın-
dan yasalaştırılan R-100’ün kaldırılması, selefi ve şimdilerde
PRD’nin önde gelenlerinden Manuel Camacho Solis tarafın-
dan başkentte başlatılan toplu taşımayı özelleştirme sürecini
hızlandırıldı.
R-100’ün tarihi 1942’de Meksiko City’nin ana merkezi
caddesi Paseo de la Reforma’da birinci sınıf hizmet Lomas
de Chapultepec otobüs hattının açılmasıyla başladı. 1958’de
hattın sahipleri borçlarını ödeyememe sorunuyla karşılaşınca,
DDF hatta el koydu ve böylece hat sermaye yönetimine girdi.
Devlete ait yeni hat, verimliliği ve iyi hizmetiyle tanındı. Bu
sırada, Meksika Kamyoncular Birliği, Meksiko City’de geçen
çoğu güzergâhı ele geçirdi. Birlik, iyi durumdaki araçlarıyla,
eğitimli şoförleriyle, uygun fiyatlı tarifeleriyle ve adil güzergâh
ve seyahatiyle etkin bir hizmet veriyordu. Ahtapot Şapkası
olarak bilinen birlik, Isidoro Rodriguez ve Ruben Figueroa
adlı nüfuzlu iki kent liderinin elindeydi.
Ocak 1981’de dönemin valisi Carlos Hank Gonzalez, şehir
içi yolcu taşıma otobüslerinin kişilere adaletsiz olarak veril-
me şartnamesini feshettiğini duyurdu. Yasalara uygun şekilde
tazminat akdi için satış komitesi dava açtı. Bu durum üzeri-
ne, DDF ve Meksika Kamyoncular Birliği, ulaşım kalitesini
arttırmak için bir anlaşma imzaladı. Hak sahipleri, birimleri
yenilemek, güzergâhları mantıklı şekilde düzenlemek ve yol-
culara sigorta yapmak konularında anlaştı. Ancak imzalanan
anlaşma, üzerinden 7 ay geçmesine rağmen yürürlüğe konma-
dı, bu yüzden dönemin başkanı Lopez Portillo, şehir merkezi
ve çevresine hizmet sağlama amacıyla, Şehir İçi Yolcu Taşıma
R-100 adında tüzel kişiliği ve yasal değeri olan desantralize
bir kurumun oluşturulması için kararname yayınladı.
Lopez Portillo’nun kararnamesinin ardından Hank Gon-
zalez, o esnada Meksika’da faaliyet gösteren 86 özel ulaşım

61. 1997’ye kadar ülkede Federal Hükümet tarafından yönetilen tek şehir ya da eya-
let olan DF Mexico City’nin yerel olarak seçilen bir belediye başkanı yoktu, bunun
yerine merkezden vali atanıyordu. Çünkü, Federal Hükümet, toplamda 20 milyonun
üzerinde insanın yaşadığı mega kentte saklı merkez sol çoğunluk olduğundan şüphe-
leniyordu ve açığa çıkan olaylar bunu doğrular nitelikteydi.

265
şirketinin tüm mal varlığının R-100 vasıtasıyla DDF’nin par-
çası olacağını ilan etti. Amaç, idare ve işletme açısından bir şe-
hir içi ulaşım sistemi modeli, oluşturmak. 1985’e gelindiğinde,
hizmet dâhilinde 1000 km vardı ve Meksika’da en düşük üc-
retiyle en iyi planlı şehir içi ulaşım sistemi olarak biliniyordu.
3 Mayıs 1989’da SUTAUR-100 (1994’deki EZLN isya-
nını açıkça ve etkin şekilde destekleyen tek R-100 bağımsız
sendikası) maaş zammı talebiyle greve başladı. DDF tara-
fından derhal Ordunun resmi araçlarını kullanarak katıldığı
acil otobüs planı devreye sokuldu. Sendika %100 zam talep
ederken, hükümet başta %12, sonra da %14 zam önerisinde
bulundu, ama sendika “stratejik önem ve direncinin verdiği
tam güvenle” greve girme kararı aldı. İş mahkemesi grevi yasa
dışı ilan ederken, işçilerin hükümet üzerinde baskı kurmasını
engellemek amacıyla, ordu ve polis de otobüs hizmeti sağladı.
6 Mayısta kurumun derhal ve tamamen haklarını ve mülki-
yetini ele geçirme kararı alındı. 9 Mayısta sendika, %14’lük
zam önerisini kabul etti ve hizmet yeniden başladı. Bunun-
la beraber, o zamanlar Camacho Solis başkanlığındaki DDF,
R-100’den alınan şehir içi ulaşım güzergâhlarının şahıslara ait
pesero minibüsleri tarafından işletilmesine yol açıldı ve bu fa-
aliyet 1987’de başladı.
Bu idare ve iş krizinin ardından yeni otobüs alımı ve geri
kalan filonun rehabilitesini içeren bir modernizasyon progra-
mı uygulamaya kondu. Bu ivmeye rağmen R-100’ün günleri
sınırlandırıldı. 8 Nisan 1995’de Espinoza Villarreal yöneti-
mindeki DDF, sermaye yetkililerine göre ekonomik ödeme
aczi ve yetersiz hizmetinden dolayı R-100’ün iflasını açıkladı.
O zamanki DDF Hükümetinin Genel Sekreteri Jesus Salazar
Toledano’nun dediği gibi kurumun mali olarak kötüye gitme-
sinin sebebi, SUTAUR-100 ve resmi kurumlar arasındaki “or-
tak yönetim”den kaynaklanıyordu(Reforma, 1995). O cumar-
tesi saat 1:30’da cop ve kalkanlarıyla polis, parastatal (kısmen
veya tamamen devletin sahip olduğu ya da yönettiği kuruluş)
şirketin faal haldeki 27 biriminin denetimin ele geçirdi ve saat
3’te görev başı yapmak için işyerlerine gelenlerin girişini en-
gelledi. Ayrıca o gün ve akabinde Ricardo Barco ve diğer on

266
bir SUTAUR-100 lideri tutuklandı ve işçi tasarruf fonundan
9 milyon pezoyu başka yere aktarmakla suçlandı.
DDF, on gün 45 güzergâhta ücretsiz hizmet veren bir acil
ulaşım sistemi devreye koydu, ama sistem, tam çalışmadı ve
kimi durumlarda da hiç çalışmadı. R-100, 207 güzergahta 2.8
milyon yolcu taşıyor ve 12.098 sendikalı işçi ile 1694 “sicili
temiz”62 çalışan istihdam ediyordu. Grevden sonra 1989’da iflas
davası başladı. İlk iflas davasından 6 yıl sonra DF’de bir yargıç,
sorumluluğu Banobras bankasına ait olmak üzere parastatal’ın
dağıtılmasına başlama izni verdi. Şehrin yetkilileri R-100 çalı-
şanlarına kanunun ön gördüğünden daha fazla tazminat teklif
etti, ama çalışanların çoğu, işlerin geri verilmesi talebiyle kitlesel
hareket yönünde karar aldı. İflas kararı verildikten sonra bir dizi
hala aydınlatılmaya muhtaç gizemli olay yaşandı: 10 Nisan’da o
zamanki DF’nin ulaştırma Sekreteri Luis Miguel Moreno’nun
intiharı, 18 Haziranda SUTAUR-100 liderlerine karşı açılan
davada görevlendirilen savcı Humberto Priego’nun makineli
tüfekle taranması ve sonraki gün, DF’nin adalet bakanı Sator-
nino Aguera’dan sendika temsilcilerine karşı yeni tutuklama
emri çıkarması için baskı gördüğünü ifşa eden, davanın hâkimi
Abraham Polo Uscanga’nın öldürülmesi(aşk kavgası sonrası in-
tihar olarak lanse edildi).
Şu an 10 şirkete bölünmüş R-100’ün dağılmasından sonra
ve sürekli kurumu satma girişimlerinin ardından anlaşmazlığı
yatıştırma görüşmelerinin parçası olarak eski parastatal işçilerin
iflas ettiği açıklandı. Aynı yıl o zamanki PRD’li DF başkanı
Rosario Robles Berlanga,63 desantralize kamu kurumu Şehir İçi
Motorlu Taşıt Yolcu Taşıma Hattı 100’ün tasfiye edildiği ve mal
varlığının DF mülkiyetinin parçası ilan edildiği kararnameler
yayınlandı. DF’de kıt kaynaklara sahip çeperdeki bölgelere

62. Meksika’da bu terim bir sendikaya katılmama karşılığında, geri kalan işçilerden
daha iyi ücret ve daha güvenli iş koşulları alan, yüksek kademede bulunan işçileri
tanımlamak için kullanılır.

63. Sonraki siyasi rezalette, 2004’te Video Skandalının parçası olarak, rüşvetçi işa-
damı ve PRD GDF hükümetiyle bağlantılı Carlos Ahumada’nın metresi olarak adı
geçince Robles’in bu ilişkideki şüpheli rolü açığa çıktı ve PRD’den istifa etmesine
sebep oldu. Ardından PRI’ye geçti ve 2012’den beri hükümette bakan.

267
öncelik verilerek, yolcular için radyal toplu taşıma oluşturma
amacıyla DF Yolcu Taşıma Ağı (RTP) kuruldu.
DF hükümeti, yol ulaşımı için koridorlar ve Metrobüs pro-
jeleri geliştirmesine rağmen R-100’ün bölündüğü 10 şirketten
8’i hala faal. 1997’de ilk DF Hükümeti Başkanlığı seçimini
PRD kazanınca, siyasi durum radikal şekilde değiştiği hal-
de R-100 ve toplu taşıma koşulları aynı şekilde kaldı. Bugün
bile R-100’ün halka, özellikle fakir kesime yaradığı düşünü-
len, birçok faydası dokunuyor, ama bunlar kamu hizmetleri-
nin kalitesinin arttırılması için kullanılması gereken vergilerle
karşılanıyor. RTP’nin düşük gelirli mahalelere hizmet etme
amacı, ulaşım kalitesinin tam olarak arttırılmasına imkân ver-
medi. R-100’ün tasfiyesi, mücavir alanda bağlantının onarıl-
maz bir hasar almasına yol açtı. Bu yüzden işçi denetimindeki
R-100’ün sağladığı önceki hizmet kalitesine ulaşmak on yıllar
alacaktır. Ayrıca Meksiko Eyaletinin birçok bölgesi hala toplu
taşımada memnuniyetsizlik yaşıyor, çünkü otobüsleri güvenli
ve hızlı seyahat sağlayacak sisteme sahip değil. Bu durumda,
DF ile Meksika Eyalet hükümetinin birlikte kapsamlı bir ula-
şım planını devreye sokamaması ve arızalar nedeniyle sıkın-
tılar ikiye katlandı ve bölgede şehrin 35-40 yıl gerilemesine
neden oldu.

Chiapas’ta Zapatista Özerk Belediyelerinde


Özyönetimli Kooperativizm
Chiapasta, EZLN ve onun destek üsleri, özerkliğin eski
yerel geleneği temelinde özerk belediyeler kurdular. Bu bele-
diyelerde, yerel bir temsilciler meclisi, juntas de buen gibernoyu
ya da iyi yönetim konseyini ( JBGler) oluşturur. Bunlar, fede-
ral hükümet ya da eyalet hükümeti tarafından tanınmaz, fa-
kat hükümet, hem Zapatistalar hem de Zapatista olmayanlar,
hatta PRI ve bazı PRD yandaşları gibi Zapatista karşıtları için
bile getirilen vergi sistemini olduğu gibi gıda, sağlık ve eğitim-
le ilgili yerel toplum programlarını da izler. Dolayısıyla, bunlar
taşra işçi sınıfının önemli bir sektörünün hem siyasal hem de
ekonomik kolektif özyönetiminin açık bir örneğidir.
2004 yılı boyunca EZLN’nin sözcüsü Subcomandante Mar-

268
cos, dünyanın her yerine JBGlerin kuruluşunu haber veren
bir dizi bildiri gönderdi. “İyi yönetim konseyleri” terimi, bu
konseylerin kuruluşuyla etkisiz hale getirmeyi amaçladığı res-
mi parti-siyasal sisteminin “kötü” yönetimine direk karşı çık-
mak anlamına gelir. Chiapas genelinde, Zapatista tüzüğüne
göre hareket eden, fakat kendi bağımsız kararlarını uygulayan
bu konseylerden bir dizi var. Uzun bir sessizlik döneminden
sonra 2013’de EZLN tebliğinin yenilenmesinden bu yana,
bu konseyler sadece Zapatistaları barındırmıyor, başta Altın-
cı (Sixth) olarak bilinen Öbür Kampanya’dakiler (EZLN’nin
yeni siyasi kampanyası) olmak üzere hem ulusal hem de ulus-
lararası Zapatista olmayan destekçi ve müttefiklerini de
barındırıyor(Brenner, 2014).
JGBler, konseylerde hizmet verenler için rotasyon yöntemi
kullanıyor. JGB’de görev alan her vatandaş konseyde 2 hafta
hizmet verir ve ardından yeni bir konsey oluşturulur. Bu dü-
zenleme, hiçbir siyasi şahsın yolsuzluğa bulaşmaması ve dış
güçlerin etkisi altına girmemesi için getirildi. Konsey, JGB
sınırları dâhilindeki her üyenin sıkıntı, çıkar ve ihtiyaçlarına
da çare oluyor. Federal hükümet, buradakilerinin sayısının az
ve eyaletin ücra köşelerinde bulunmalarıyla birlikte, sürege-
len isyan karşıtlığı politikası sebebiyle buradaki insanları pek
önemsemiyor. Bu konseylerle güçlükle temas kurabilen harici
bazı STK’lar, konsey yapılarının çok çabuk değiştiğini ve bu
nedenle neler olup bittiğine dair net bir bilgilerinin olmadı-
ğını dile getiriyor. Konseyler, kendi yasalarını oluşturmuş ve
bunları uyguluyor; topluma dayalı bir sistem altında gerekli
görüldüğünde cezalar veriliyor. Uyuşturucu ve insan kaçakçılı-
ğına karşı JGB’ler sert bir tutum sergiliyor.
JGBlerin kendi dar etki sahalarında, Zapatista ideolojisini
başarıyla yürüttükleri görülüyor. JGBler 2004’te kurulduktan
sonraki on yıllık süreçte önemli sonuçlar elde etti. Şimdilerde
JGBlerin, anatomi, psikoloji, semptomatoloji, başta kişisel ve
toplumsal hijyen ile aşı uygulamaları düzenleyen önleyici tıp
alanında olmak üzere teşhis ve tedavi konularında eğitimli ve
parazitik ile solunum hastalıklarında bilgi sahi 600 sağlık ça-
lışanı var. Gerekli ilaç ve bir bitkisel eczane ile donatılmış 500

269
toplum sağlık ocağının yanı sıra; cerrahi ve diş kliniği, klinik
ve bitkisel laboratuvarları, göz ve jinekoloji bölümleri, eczane
ve diğer bölümleri olan bir hastaneleri de var. Birisinde diş
kliniği, klinik labaratuvar (burada kan sayımı, idrar ve diğer
temel testler ile bölgede sıtma ve tüberküloza karşı kan tahlil-
leri yapılıyor) ve bir ambulansın olduğu 8 belediye kliniği de
mevcut. Dört belediye kliniği, ücretsiz muayene ve olması ha-
linde ücretsiz ilacın yanı sıra, bitkisel laboratuvar ve ev yapımı
yiyecek sağlıyor. Ayrıca, 300 tane bitki uzmanı, kemik iyileşti-
ricisi kadın ve tarım ekolojisi ve veterinerlik teşviki yapan eği-
timli ebeler de var. Benzer ilerlemeler eğitimde de kaydedildi
ve Zapatista olmayanların da çocuklarını göndermeye teşvik
edildiği Zapatista özerk okulları kuruldu(Brenner, 2014).
İktisadi lojistiğin özyönetimine gelince, hem Zapatistalara
hem de Zapatista olmyanlar için halka açık yüzlerce markete
tedarik sağlayan üç depo bulunmakta. Bununla birlikte, orga-
nik kahve, örgü ve el işi, ayakkabı üretimi yapan üç özerk ko-
operatif ve teknoloji atölyesi var. Yanı sıra, konferans salonları,
internet kafesi, kendi yayınlarıyla bir basımevi (İsyan Özerk
Yayınları), özerk medya iletişim sistemi, bölgesel radyo istas-
yonları (Zapatista destek alanından yayın yapanı dâhil) ve vi-
deo işleme atölyesinin bulunduğu Yeni Şafak Ticaret Merkezi.
Petrolü bir kenara bırakırsak, dünyada en çok ticareti ya-
pılan ikinci hammadde kahvedir. 1998-2000 yılları arasında
dünyada yıllık 6.7 milyon ton kahve çekirdeği üretimi yapı-
lıyordu ve o zamanki tahminler 2010 yılına kadar yıllık üre-
timin 7 milyon tona ulaşacağı yönündeydi. Dünyada yaklaşık
25 milyon küçük ölçekli üretici doğrudan kahve yetiştiriciliği
yapıyor ve şayet tüm aileleri ve ilgili işçileri (hasat, işleme ve
pazarlama) dâhil edersek bu durumda muhtemelen 100 mil-
yonlarca insanın hayatı bu ürüne bağlı. Meksika önemli bir
kahve üreticisi (dünyada yedinci). Özellikle Chiapas’daki ik-
lim ve yeryüzü şekli, bu eyaleti ülkedeki en büyük kahve üre-
ticisi konumuna getirmiş, toplam milli üretim üretimin yüzde
25’i burada gerçekleşiyor. Kazancın küçük bir kısmı üreticilere
gidiyor, çünkü bir kahve paketinin perakende fiyatının çoğu
kahve ticareti ve işlemesi yapan başta büyük şirketler olmak

270
üzere aracılara gidiyor. Bu eğilim son 20 yılda hızla artmıştır.
1989’da Uluslararası Kahve Antlaşması’nın koruyucu düzen-
lemeleri askıya alındı. Aynı dönemlerde, Dünya Bankası ve
Uluslararası Para Fonu o zamana dek kahve üretimi yapmayan
ülkelere (örneğin Vietnam) kahve yetiştiriciliğinin gelişmesi
için bol krediler verdi. Sonuç olarak, arz fazlası oluştu. Ulus-
lararası piyasada fiyatlar çöktü ve geçici yükselişlere rağmen
hala düşük seviyelerde. 1976-1989 döneminde New York
borsasında Arap kahvesinin ortalama fiyatı kilo başı 3.30$’dı.
1990-2005 arasında fiyatı kilo başı 2.20 dolara düştü. Enflas-
yondan dolayı dolardaki değer kaybını hesaba katınca, üretici-
ler ürünlerinin yarıdan fazlasına mal olan eksik gelir elde etti.
Bu, sözde kahve kriziydi. Aynı dönemde, büyük kahve şir-
ketlerinin karlarında önemli artış görüldü. Hammadde fiyat-
larındaki düşüş, tüketiciye yansımadı, faydayı hammadde his-
sedarları gördü. Diğer yandan, küçük üreticiler özellikle Orta
Amerika’da zorluklarla karşılaştı. Bu üreticilerin gelirleri, üre-
tim maliyetini karşılayamaz oldu ve bu sebeple yüzbinlerce kişi
topraklarını terk etti ve ya yakındaki şehirlere ya da ABD’ye
göç etti. ABD ve Meksika sınırını geçmeye çalışan binlerce
kişi kayboldu ve Calderon’un uyuşturucu kartellerine açtığı
savaştan beri Meksika’da da Zetas karteli ve Chiapas yetkili-
leri arasındaki çatışmanın kurbanı olan 25.000 kişi kayıplara
karıştı. Ayrıca önemli ölçüde ihracat vasıtasıyla fiyat düşüşü,
bölgede geniş çapta yerel ekonomiyi etkiledi. Chiapas’ın yerli
halkı, krizden daha fazla etkilendi. Tek gerçek gelirini kahve
yetiştiriciliğinden elde eden yerli halkın Meksika’da geri ka-
lan tüm ekonomik faaliyetlerle bağları koparıldı. 1993’te bu
bölgede aracılar, 1 kilo kahve başına 8 pezo (0.6 €) öderken,
Avrupa’daki satışı, 10 €’dan fazlaydı. Birçok kişi, kahve fiyatla-
rındaki dibe vuruşun Chiapas’taki yerli halk için bardağı taşı-
ran son damla olduğunu iddia ediyor. Topraklarını ve ailelerini
terk etmeyip, ABD’ye göç etmeyenler, 1 Ocak 1994’deki ayak-
lanma esnasında Zapatista ordusuna katıldı.
Ayaklanmadan sonra yerli halkın kültürleri, kolektif, eko-
nomik ve politik haklarının tanınması talebi karşılanmadı.
Mücadeleleri, Meksika devletinden kendi özerkliklerini inşa

271
etmeye doğru ilerledi. Üyeleri için sadece ekonomik bir çö-
züm bulma arayışında olmayan ve üretim kooperatiflerinde
deneyim kazanan binlerce yerli kahve üreticisi de bu mücade-
leye katıldı. Deneyimlerinin ve EZLN’nin uluslararası daya-
nışma hareketleriyle kurduğu yeni bağların sonucu olarak, bir
fikir ortaya çıktı; ilk Zapatista kahve kooperatifinin kuruluşu.
Üreticilerin amacı, aracılara ve öngörülmeyen küresel pazara
olan tam bağımlılıklarını sonlandıracak alternatif bir arz ve
kahve ihracı yolu geliştirmekti. Üreticilere daha çok değer
veren “başka” bir kahve pazarı oluşturma çağrıları, ABD’deki
kooperatif yapısında küçük kahve dükkânları ve ileri siyasi ce-
nah dışında daha önce hiçbir ticaret deneyimi olmayan insan-
lardan ve dayanışma kolektiflerinden hızlı bir karşılık buldu.
Kooperatifin yapısına gelince; üreticilerin genel kurulu, üst
organ yılda en az bir kez toplanır ve her üç yılda bir yeni bir
yönetim konseyi seçer. Her yılki özel üretim koşullarına bağlı
olarak yüz binlerce ton kahve dayanışma ağlarına giderken,
toplamda sadece 2500 civarında üretici mevcut. Kooperatifler,
Zapatista hareketinin ayrılmaz bir parçası, bu sebeple başta
JBGler olmak üzere hareketin siyasi kuruluşlarıyla işbirliği
kurarlar. Özerk kuruluş ve toplulukların geniş çaplı çıkarlarını
amaçlayan yapıların kararlarına saygı duyarlar.
Zapatista kahve kooperatifleri, Chiapas’da alternatif ve
özerk iktisadi yapıların gelişiminin belki de en iyi örneğini
oluşturuyor. Üreticiler, ekonomik olarak ayakta kalmak için
ne yerel ne de küresel kahve pazarlarına bağlı, çünkü kolektif
örgütlenme ve dayanışma ağlarıyla olan işbirlikleri sayesinde,
ürünleri için üretim maliyetini kapsayan sabit bir fiyat alırlar.
Böylelikle önemli bir gelir kaynağı oluşuyor ve küresel ekono-
mik krizlere rağmen bu gelir yıllar içinde artıyor. Üstelik ortak
yapılara ve teknik desteğe de erişim sağladılar. Ama bundan
yararlanan bir tek üreticiler değil. Kooperatifler kalkınıp, iş-
levlerini ilerlettikçe, özerk eğitim ve sağlık programlarına ve
başkaca toplumsal kuruluşlara gelirlerinin belli bir kısmını ak-
tarırlar. Dahası dayanışmacı dağıtım ağlarına katılan girişim
ve örgütler, gelirlerinin bir kısmını Zapatista toplumuna veri-
yorlardı. Böylelikle kahve kooperatifleri, Zapatista hareketinin

272
itici gücü haline geldi.
Bununla beraber, kooperatifler önemli zorluklarla baş başa
kaldı ve kalmaya devam ediyor. Zapatista hareketinin yatay ve
doğrudan demokratik siyasi yönüne riayet eden etkin örgütsel
bir yapı kurmak, karşılaştıkları ilk ve en büyük zorluktu. Mek-
sika devletinden gelen her türlü yardımı özellikle redettiler
ve Meksika’daki bağımsız dayanışma örgütlerinin desteğiyle
kahve üretim, dağıtım ve satışının teknik ve bürokratik süreç-
leriyle başa çıktılar. Aynı zamanda, kahvenin ön işlemesi ve
saklanması için depo inşası gibi altyapı projeleri geliştirmeye
çalıştılar. Hâlihazırda en büyük engeli, sözde vergi suçları ne-
deniyle 2007’de Mut Vitz kooperatifine adaletsiz şekilde ceza
uygulama örnekleriyle Meksikalı yetkililer oluşturuyor.
Bu sıralar, birçok girişim kanalıyla en az 12 Avrupa ülke-
sinde Zapatista kahvesinin dağıtımı yapılıyor. Bütün bu yerel
girişimler, bir Avrupa şehrinde yılda iki kez merkezi toplan-
tı düzenleyen ve yatay bir ağ olan Red Pro Zapa (Zapatista
Ürünlerinin Dağıtım Ağı) vasıtasıyla bir birine bağlanıyor. Bu
girişimleri birleştiren ortak vasıf, Zapatista mücadelesiyle olan
siyasi dayanışmaları. Kahve satışları, Chiapas’daki üretim ku-
ruluşlarına ekonomik destek sağlıyor.

Sonuç: Meksika’daki Kooperativizmin ve


İktisadi Özyönetimin Sınırları
TRADOC kooperatifi, kendini Coperacha web sitesi (2012)
aracılığıyla ifade eden ve örgütleyen G-50 kooperatif ağının
da bir üyesi. Her ne kadar birçok sorun ve sınırlamalarla kar-
şılaştıysa da, ıslah edilen iki firma, Euskadi ve Pascal Boing,
kendini kooperatife dönüştürdü ve Meksika’da işçi denetimi-
nin başlıca iki örneği oldu. Aslında PRD yönetimindeki sosyal
demokrat neoliberal Meksiko City yerel hükümeti de daya-
nışma ekonomisi adına küçük ölçekli kooperatiflerin eğitimi
ve kurulmasına destek olmaya devam ediyor. Ancak hükümet
bunu neoliberal küçük ve orta ölçekli işletme modeliyle sür-
dürüyor; bu modelle işletmeler, aslında kooperatif olarak faa-
liyet göstermeyen ya da en iyi ihtimalle kısmen gösteren kar
amaçlı, piyasaya entegre kapitalist şirketlere dönüştürülüyor:

273
Bu deneyimler, kendi yöntemleriyle bir vaha oluşturmasına
rağmen bazen de büyük sınırlamalarla karşı karşıya kalıyor.
Genel ölçekte her ne kadar iş dinamikleriyle ilişkilerini kes-
memiş olsalar da bu alanlar hala çok zengin, çünkü aslında
genel bir alternatif olmakta başarısızlığa uğramalarına rağmen
toplum için kısmi bir alternatif oldular. Toplumsal alan da,
mevcut düzenden ayrılmak için güç oluşturmak üzere daha üst
düzey mücadele gerektiren bir zorluk(La Coperacha, 2014).
Geleneksel Marksist bakıştan kooperatifler üzerine daha
tartışmalı, bir diğer görüş Laura Collin’den geliyor (2014):
Kooperatifler kapitalizmle bütünleşik, hem sermayenin
genişletilmiş yeniden üretimi hem de piyasa için üretim man-
tığıyla çalışıyor, bu sebeple Marksizm’in iddia ettiği gibi koo-
peratiflerin üretim araçlarının özel mülkiyetinden çok kapita-
lizmin tam orta yerinde olduklarını söylüyorum.
Dolayısıyla bugün, işçi denetimli kooperatifler, uzatmalı
neo-liberalizm krizlerine karşı alternatif bir ayakta kalma mo-
deli olabilir, ama gerçekte anti-kapitalist direniş için bir model
sağlayamıyorlar. Açıkçası her ne kadar üzücü bir durum olsa
da, hem işsizlikten hem de taşeron ve güvencesizlikten kur-
tarılan her iş bir nevi zaferdir, çünkü kapitalist soyut emek ya
da işin ilerlemesi, üretken insan emeğinin yabancılaştırılmış
öz-sömürüsüne dayanıyor(Holloway, 2001).
EZLN’nin Neo-Zapatista ve Altıncı örneği, devletten ve
siyasal parti sisteminden özerklik için yürütülen nesnel ola-
rak anti-kapitalist siyasi stratejiler arasında kooperatif ve öz-
yönetimin yaygın kullanılmasının sembolüdür, ama ne kırsal
kesimde ne de yerli halk arasında tek örnek değil. Anti-kapi-
talist iktisadi özyönetimin gelişimini sağlamak için onu siyasi
özerklik ya da özyönetimle birleştirmek lazım.
Meksika’da diğer bir önemli özyönetim örneği de, Aten-
co’da halkı ve kolektif toprak mülkiyetini savunan ve Meksiko
City yakınlarında bulunan Texcoco Gölünün kalan kısımla-
rında yeni bir uluslararası havaalanı inşaatına karşıt olan Top-
rak Müdafaası için Halk Cephesi’nin (FPDT) mücadelesiy-
di. FPDT’nin kitlesel eylemleri ve 2002’deki diğer doğrudan
eylem türleri sonucunda hava alanı yapımı durduruldu; aksi

274
takdirde çoktan zarar görmüş Meksiko Vadisi, tamamen yok
olacaktı. FPDT, 2006-2007’de EZLN’nin Öbür Kampanyası-
nın başlıca destekçisiydi, ama Meksika devletinden çok büyük
baskılar gördü ve bu baskılar ardından toparlanması yıllar aldı.
2011’de siyasi bir güç olarak tekrar ortaya çıktı ve şimdi kısa
ömürlü Ulusal Kongre’yi kurmak için daha ılımlı Yo Soy 132
(Ben 132) öğrenci hareketiyle ittifak halinde. PRI hükümeti-
nin Atenco yakınlarında yeni bir uluslararası havaalanı proje-
sini canlandırma planına karşı durmaya ve toprağın komünal
özyönetimini uygulamaya devam ediyor.
Genel olarak, gerçekten siyasi partilerden, sendikalardan,
STK’lardan ve devlet kontrolündeki diğer siyasi aracılık ve
atama formlarından bağımsız olan özerk, anti-kapitalist kent-
li-kırsal bir hareket kurma anlamında Meksika’daki durum,
Latin Amerika’nın geri kalan kısmından daha istikrarsız. Ve-
nezuela, Arjantin ve Bolivya’dakine benzer taarruz durumu-
na geçmek ve kapanmış işyerlerinin ıslahını örgütlemek hala
mümkün görünmüyor. Harvey (2010) ve diğerlerine göre de-
rin bir krizde ve ilkel birikimin yeni aşamasının ortasında olan
küresel kapitalizm tarafından Meksika’da gayri resmileştirilen
böylesi bir durumu gerçekleştirmek imkânsız. Bununla birlik-
te, CNTE’nin hem kararlı ama oldukça da zeki ve yenilikçi
mücadelesi, anti-kapitalist mücadelenin bir sonraki aşaması
için örnek oluşturdu. Hâlihazırda, özyönetimli kooperatif ve
küçük ölçekli tecrübelerin neoliberalizmle bütünleşik olduğu
ya da en azından ondan kopamadığı bir genel hava mevcut.
Ancak yakın geçmişte, Meksika halkının diğer kesimleri ser-
maye karşıt önemli bir duruş sergilemiş ve özyönetim için ka-
pasitesini ortaya koymuştur.

275
Referanslar

Bagnasco, A. (1977) Tre Italie: la Problematica Territoriale


dello Sviluppo Italiano. Bologna: Il Molino.
Brenner, J. (2014) The Zapatistas at 20: building auto-
nomous community. Melissa Forbis interviewed by Johanna
Brenner. 23 March. Available at http://www.solidarity-us.
org/site/node/4135 (accessed 23 March 2014).
Collín, L. (2014) La economía solidaria es un modelo en
construcción. La Coperacha. 4 February. Available at http://
www.lacoperacha.org.mx/economia-solidaria-laura-collin.
php (accessed 18 February 2014).
Enlace Socialista (2007) Una historia que va sobre rue-
das; de obreros en Euzkadi a llanteros. Available at http://
www.enlacesocialista.org.mx/articulo/una-historia-que-va-
sobre-ruedas-de-obreros-en-euzkadi-a-llanteros (accessed 23
March 2014).
Harvey, D. (2010) Organización para la transición anti-
capitalista, Argumentos (Méx.), 23 (63) 35–58.
Holloway, J. (2011) 1968 and the crisis of abs-
tract labour. Available at http://www.johnholloway.com.
mx/2011/07/30/1968-and-the-cri-sis-of-abstract-labour/
(accessed 23 March 2014).
Katsiaficas, G. (1997) The Subversion of Politics: European
Autonomous Social Movements and the Decolonization of Every-
day Life. Amherst, NJ: Humanity Books, 1997.
Kumar, K. (1995) From Post-Industrial to Post-Modern So-
ciety: New Theories of the Contemporary World. London: Black-
well.
La Coperacha (2014) La economía solidaria genera expe-
riencias ejem-plares pero no cuestionan el orden capitalista:
Massimo Modonesi, La Coperacha. 18 February. Available
at http://www.lacoperacha.org.mx/vision-marxista-de-la-
economia-solidaria.php (accessed 18 February 2014.).
Legorreta, J. (2004) De cocodrilos al pulpo verde, el trans-
porte dominante de la urbe. La Jornada, 23 September. Avai-

276
lable at http://www.jornada.unam.mx/2004/09/23/02an1cul.
php?origen=cultura.php&fly=1 (accessed 23 March 2014).
Munck, R. (2006) Globalization and Contestation: The New
Great Counter Movement. London: Routledge Chapman &
Hall.
Notimex (2003) La Cooperativa Pascual no está en quieb-
ra ni se vende. Torres Cisneros. La Jornada. 14 April. Available
at http://www.jornada.unam.mx/2003/04/14/026n2eco.php
(accessed 23 March 2014).
Poniatowska, E. (2010) Cooperativa Pascual: 25 años.
La Jornada. 15 June. Available at http://www.jornada.unam.
mx/2010/06/15/opinion/a13a1cul (accessed 23 March 2014).
Reforma (1995) Quiebra R-100 por ineficiencia. 9 April.
Stahler-Sholk, R. (2011) Autonomía y economía política
de resistenciaen las Cañadas de Ocosingo. In Baronnet, B.,
Mora Bayo, M. and Stahler-Sholk, R. (eds) Luchas “Muy Ot-
ras” Zapatismo y Autonomíaen las Comunidades Indígenas de
Chiapas. Mexico City: Universidad Autónoma Metropolitana.
World Population Review (2014) Mexico City population
2014. Available at http://worldpopulationreview.com/world-
cities/mexico-city-pop-ulation/ (accessed 1 December 2014).
Wright, S. (2002) Storming Heaven: Class Composition and
Struggle in Italian Autonomist Marxism. London: Pluto Press.

277
DOKUZUNCU BÖLÜM

Kolektif Özyönetim ve Sosyal Sınıflar – Uruguay’da


İşçileri Tarafından Islah Edilmiş İşletmeler
Anabel Rieiro

İnsanoğlu anasının karnından çıktığı


an doğmaz yalnızca, yaşam kendilerinin
defalarca yeniden doğmalarına mecbur kı-
lacaktır onları.
Gabriel Garcia Marquez

Giriş

H AYATTA kalmak için başka hangi yetenek dayanak olur


ve bir kenara atılmış ya da işe yaramaz hale getirilen iş-
çiler için ne tür yeni Sosyo-ekonomik ilişkiler olacak(Qujiano,
1973: 180)?
Bu makale, özyönetimin özgül örnekleri olan Uruguay’daki
ıslah edilmiş işletmelerin analizi yoluyla yukarıdaki sorunun
cevabını arıyor. 2002’de bölgeyi kasıp kavuran sosyo-ekono-
mik krizde tüm Uruguay şirketlerinin %35-40’ı kapandı. Bu
kriz, kısa süre sonra başka bir krize yol açtı: 30 yıldan fazla La-
tin Amerika’da iktisadi politikaya yön veren neo-liberal ilke-
lere dayalı sermaye birikimi modeli krizi.64 Kriz başladığında,
Uruguay işçi sınıfı, ülke tarihindeki en yüksek işsizlik oranı ve

64. Bu araştırma, hem niteliksel hem de niceliksel nirengi teknikleri kullanıldığı


halde, tabiatı gereği nitelikseldir. Veriler, farklı iş alanlarından 494 işçiye uygulanan
anket vasıtasıyla toplandı. Anketler, 2008’de Master derecesinin bir parçası olarak
uygulandı. Akabinde, 2009’da, 19 girişimde çalışma yürütülerek, işçilerle 20 kapsamlı
röportaj yapıldı. Gözlem teknikleri de kullanıldı. Şirketler ziyaret edildi ve toplantı-
lara katılındı. Bu toplantılar, 2009-2010 yıllarında İşçileri Tarafından Islah Edilen
Ulusal Şirketler Birliğini de kapsıyor. Yazar, ayrıca MEPACC’a da katıldı.

279
reel ücretlerde en büyük düşüşle karşı karşıya kaldı.65
Kitlesel işsizlikten kaynaklı istikrarsızlık ve çözülme atmos-
ferinde, girişimler için istihdamı koruma ve yeniden sağlama
yönünde bir siyasi fırsat alanı (Tarrow,1997) ortaya çıktı. İşini
kaybetmiş işçiler için yeni bir iş bulmanın, imkânsız olmasa da,
ne kadar zor olduğu açıktı. Ancak toplum, bazı kolektif çabaları
meşru görmeye ve direniş mekanizmalarını yeniden aktif hale
getirmeye başladı, böylece işçilerin tutunması için yeni istihdam
şekillerinin olasılığı arttı.
Sonradan ortaya çıkan olgu, çoğunluğu sanayi sektöründe
olmak üzere yaklaşık 1500 işçiyi istihdam eden 20’nin üzerinde
farklı iş yerinin ıslah edilmesine yol açtı. Bu ıslah edilen şir-
ketler arasında; tabakhaneler, makarna fabrikaları, çömlek ima-
lathaneleri, çamaşırhaneler, matbaacılık hizmeti sağlayıcıları,
değirmenlerin yanı sıra, trafo, lastik, gözlük, domuz eti ürünleri,
polyester elyaf, hastane üniformaları, plastik, kilit, menteşe ve
merdane üretimi yapan fabrikalar bulunmaktaydı.
Bu ıslah edilen şirketlerin çoğu, örgütlenmeyi ve kendilerini
kooperatife dönüştürmeyi seçti: demokratik şekilde karar veren
işçiler tarafından denetlenen ve yasal olarak işçilerin sahip oldu-
ğu işyerleri. Islah edilen şirketlerden yalnızca üçü -Urutransfor,
Funsa ve Envidrio- işçi mülkiyeti kooperatifler olarak düzen-
lenmedi. Bu üç istisnada, yatırımcıların yüzde 100’ünü işçilerin
oluşturduğu Urutransfor, halka açık limitet şirket oldu; Funsa,
şirket hisselerinin çoğunu ve işçi kooperatifini elinde bulundu-
ran bir yatırımcıya ait halka açık limitet şirket oldu; hisselerin
yüzde 100’ünün eski işçilerin derneğinin elinde bulunan Envid-
rio da halka açık limitet şirket oldu.
Bu örneklerin çoğunda şirketlerin ıslahı, “ideolojik ve örgüt-
sel anomi (kimlik kaybı) durumundan” (Carreto, 2013) kaynak-
lıydı. Başka bir ifadeyle, işçiler ideolojik-siyasi bir proje olarak
üretim araçlarını ele geçirme amacında değillerdi. Daha ziyade
işçilerin kolektif eylemleri, yaygınlaşan kriz atmosferinde işyer-

65. İşsizlik, %19’a tırmandı. Bu da, 255.000’den fazla işsiz insan demekti. Aynı za-
manda, hiçbir şart koşulmadan işe alınan insanların yüzdesi de daha önce hiç görül-
mediği kadar artıyordu. Eylül 2002’de, işsizlik oranı, Montevideo’da % 45’e, ülkenin
geri kalanında %58’e ulaştı. Devalüasyonun %70 ve enflasyonun %35 düzeyinde oldu-
ğu 2002’nin büyük kısmında işçiler hiç zam almadı (Olesker, 2002).

280
lerinin kapanmasıyla ortaya çıkan dışlanma tehdidine bir kar-
şılıktı.
Bununla birlikte, bu kolektif eylemlerin taarruzdan çok sa-
vunma amaçlarından ilham alması, eylemlere dâhil olan işçilerin
köklü öznel dönüşümlere uğramasına yol açan etkin deneyim-
ler olmasını da engellemedi.66 İşçiler bir şirketi ele geçirdiğinde,
emekçi olarak statülerini ve iş anlayışlarını yeniden tanımlıyor.
Yeni karar alma mekanizmaları, iş akranlarının birbiriyle iliş-
kilenme yöntemini de değiştiriyor(Huertas, ve diğerleri, 2011).
Birçok durumda, bu dönüşüm meydana gelir, çünkü kolektif
üyeleri daha önce toplantı uygulamaları ve karar verme model-
leri hakkında bilinmeyen gerçekleri öğrenir.
Tarihsel olarak reformcu, devlet-merkezli ve toplumsal ça-
tışmalara pek rastlanmayan Uruguay gibi bir ülkede, işçilerin
işyerlerini ve üretimi ıslah etmeleri, yeni bir takım araç ve tak-
tiklerin ortaya çıkmasına sebep olan doğrudan bir eylem for-
muydu. Bu konuyu inceleme ve anlamanın bu derece önemli
olması, bu endüstriyel özyönetim olaylarına gerçekten katılan
işçilerin ve işyerlerinin sayısına bağlı değil. Bilakis, esas önem,
bir imkân olarak işçi özyönetiminin sembolik etkisindedir.
Böylesi kültürel kırılma anları vasıtasıyla siyasi yenilenmeyi
mümkün kılan tartışmalara ilham olan gizli çelişkiler (McAdam,
ve diğerleri, 1999) ortaya çıkıyor. Bugün, Frente Amplio’nun
(Geniş Cephe) ikinci ilerici başkanlığında ve Uruguay’ı vuran
sosyo-ekonomik krizin üzerinden geçen on yıldan sonra işçiler,
bir kez daha şirketlerini ıslah ediyor. Bu makalenin amacı, ıslah
edilen işyerlerinin kolektif yapısı ile sendika ağları ve geri kalan
toplumsal sistemle ilişkilerinde nasıl bir duruş sergilediklerini
analiz ederek, ıslah sürecinde kolektif öznelerin67 örgütlenmesi-
ni daha iyi anlamaktır.

66. Kendilerini içinde buldukları sosyal çerçevedeki, sosyal, siyasal ve ekonomik


ilişkilerin hem ürünü hem de üreticisi olduklarından dolayı öznelliği, her öznenin
sosyal bir yapısı olarak tanımlayan Fernandez’in (2005) önerdiği öznellik kavramını
kullanıyoruz.

67. Kolektif özneler, özel bir aidiyet duygusu olan ve bireysellik ve çıkarları aşan
yeni bir toplumsal alanla sonuçlanan toplumsal ilişkileri kurmayı başarabilen insan
gruplarıdır.

281
İşçilerin Profili ve Islah Sürecinin Özellikleri
Islah olgusu oldukça heterojendir. Bir işletme ıslah edildik-
ten sonra işçiler, dâhil olan kişilerin sayısı, işin türü, grubun
örgütlenme şekli, işletmenin geçmişi vb. unsurlara bağlı olarak
değişen dinamik süreçlerle örgütlenirler. Islah edilen şirket-
lerin çoğu en az 40 yıllık sanayi işletmesi ve neo-liberal ted-
birlerin uygulanmasından önce Uruguay kalkınma modelinin
ithal ikamesi olduğu zamanlara dayanır.
Islah edilmiş işletmelerdeki işçilerin yaklaşık %70’inin yaş-
ları 40 ila 60 arasında değişir ve ortalama yaş 48’dir. İşçilerin
çoğunun (yüzde 56) yüksekokul diploması yok. Her işletme-
den ortalama 18 işçinin şirkette deneyimi var ve yaklaşık yüz-
de 60’ı şirket kapandığında ayrı ayrı sendika üyesiydi.68 Her
ne kadar birçok işçi güçlü sendikalardan gelmişse de hiçbiri
daha önce şirket yönetmemişti. Sendikalarca yürütülen çoğu
kolektif eylem ve inisiyatifler, işçilere mülk sahibi olmayı öğ-
retme amacından çok işçi ücretlerini ve işyeri koşullarını iyi-
leştirmeyi savunma amacıyla yapılırdı. Islah öncesi şirketleri
oldukça hiyerarşik olarak nitelendirebiliriz. İşçiler, çarkın birer
dişlisidir. Maaşları karşılığında sistemin parçası olmayı kabul
eden işçiler, ne genel birimin nasıl örgütlendiğini bilirler, ne
de üzerinde bir etkiye sahip olurlar.69 Çalışma, uyum sağlan-
ması gereken bir şey olarak görülür ve işçilerin faaliyetlerine
yönelik tutumları, kabullenme şeklindedir.
İşçilerin ıslaha yönelik ne kadar ilgi ve bağlılık gösterdiği
sorusunu bir kenara bırakırsak, bu süreç aracılığıyla işçiler, on-
lara işbirliği içerisinde çalışmaya imkân tanıyan bir kolektif
öznellik geliştiriyorlar. Ürkek bir değişim hissedilir. Çevrede
değişim etkisi yaratmayı, amaçlayan bu yeni çalışma tavrı, eski
kabullenmeci yaklaşımı değiştirir. İşçilerin etraflarında olup
bitene artık seyirci kalmadıkları ruhsal ve varoluşsal bir deği-
şim sahnede. Bilakis, faaliyetin asli ve aktif unsurları oluyorlar.

68. Bu değerler, ıslah edilmiş işletmelerden 500 işçiye yapılan anket araştırmasından
alınmıştır.

69. Tüm üretken süreçteki organik birim (parçaların toplamından fazladır) kapitalist
rasyonelleştirme tarafından önyargılı sistemlerin parçası haline getiriyor ve onu çalış-
tırabilecek bireyler de başka bir unsur oluyor.

282
Özgün yörüngeler ne kendiliğinden gerçekleşir ne de homo-
jendir. Islah etmenin sonuç alıcı ve siyasal projesine uyum sağ-
lama süreci, zorluklarla dolu olabilen tartışma, fikir ayrılıkları
ve iç mücadeleleri kapsar. Bununla birlikte, bu süreç, bütün
işçilerin kendilerini kolektif “biz”in bir parçası olarak görme-
ye başladığı öznelerarası bir vaziyetin meydana gelmesiyle so-
nuçlanır.
Sık sık baş gösteren bir başka esas tartışma da, elde serma-
ye yokken bir işletmenin nasıl açılacağı. İktisadi ve sosyo-po-
litik etkenler arasındaki gerginliğin sonucunda, işçiler iki çö-
zümden birini seçiyor: özyönetim ya da ortak yönetim.
Uruguay’da, işçilerin işyerlerini yatırımcılarla birlikte or-
tak yönetmeye çalıştıkları üç örnek var: Funsa, Urutransfor
ve Alur. Bu üç örnekte de işçilerin bu durumu savunmaları,
işletmeyi faaliyete açmak için büyük yatırım kaynağı gerektiği
fikrinden ileri geliyor. Ayrıca ortak yönetimin onlara piyasada
daha çok avantaj sağlayacağını ileri sürdüler, çünkü bu şekilde
iş sermayesi sağlamak daha kolaydı7. Ancak bu üç örnek ince-
lemesi de gösteriyor ki, işçiler, yatırımcılarla pazarlık etmek
zorunda kaldığında kontrolü kaybediyor. Bu işçi kolektiflerin-
den hiçbiri şirket hisselerinin yüzde 50’sinden fazlasını elde
edemedi. Bu makalenin yazımı esnasında hala ortak yönetim-
le faaliyet gösteren tek işletme Funsa’dır. Halka açık limited
şirket olan Funsa, lastik ve eldiven imalatı yapıyor ve hem ya-
tırımcı hem de işçi kooperatifi tarafından ortak yönetiliyor.
Diğer iki işletmeye bakıldığında Alur, kapanmış durumda
ve Urutransfor da tamamen işçilerin sahip olduğu halka açık
limited şirketine dönüştü. Şirketin yüzde 51 hissesine sahip
olan yatırımcı, şirketten ayrıldı.
Özyönetimi tercih eden işçilere göre ortak yönetim şekli
işletmeye ilk başlarda bir nebzeye kadar pazar serbestîsi sağla-
sa da uzun vadede bu yönetim tarzı, işletmenin iç karar verme
yapısını engelliyor. Bu işçiler, iddialarını bir adım öne taşıya-
rak şöyle diyorlar: özyönetim, daha uzun kalkınma süreci ge-

283
rektiriyor ve aslında dış sermaye ve façoneros’a70 bağlı olmasına
rağmen işletmeyi özyönetime doğru taşıyacak stratejiler uygu-
lamak aslında mümkün. Bu stratejiler, başarılı olursa işletme,
ileri düzeyde bir özerklikle kendi üretim kotasını doldurabi-
lir.71 Façon olarak başlayan ve şu an tamamen işçilerin sahip
olduğu Molino Santa Rosa gibi işletmelerin vaka incelemesi
gösteriyor ki, bazı işçi kolektifleri gerçekten başarılı olmuş, di-
ğerleri olmamış.
İşçi özerkliğini gerçekleştirmeye çalışmak sosyo-ekonomik
realitelerde gerilimi ve her durumda savunulamaz çelişkilerin
ortaya çıkmasını tetikliyor. Bu çelişkilerin bir örneği, yukarıda
bahsedilen façon üretim modelinden kaynaklı dolaylı el koy-
madır. Bu sistemde, girişimci özyönetimli işçilere hammadde
ve üretim için gerekli sermayeyi sağlıyor. Ardından kapitalist,
ürünü pazarda satıyor. Bir anlamda, özyönetimli işçilerin bu
tarz üretimi, işçilerden ziyade kapitaliste yarayan, taşeron bir
hizmet oluyor. Kapitalistler, malzeme ve üretim yönetimi hak-
kında artık endişelenmek zorunda kalmıyor. Sadece ürünü
sattığında, karını azami düzeye çıkarma derdine düşüyor.
Elbette bu eleştiri, üretim araçlarının sahipleri ve bu araç-
lara sahip olmayanlar arasındaki iktidar ilişkisini seyreltmenin
önemini azaltmaya yönelik değil. Yine bu eleştiri, sömürü ve
hükümranlığın (bir tek insanlar arasında kullanılan dinamik-
ler) korkunç atıflarıyla özel mülkiyeti telkin etmek amacında
da değil. Ancak, özel mülkiyette geçerli olan mantığın sade-
ce üretim araçlarına uygun düştüğünü belirtmekle kalmayıp,
toplumsal mülkiyete de uygun düştüğünü belirtmek önemli.
Birçok kolektifte, hükümet desteği, işçilerin üretim araçla-

70. Ortak-yönetimli birimlere baktığımızda, işçilerin mahkûm kaldığı iktidar ilişki-


leri yüzünden aslında başka özyönetim alternatifinin olmadığını iddia ettiklerinden
kabul görüyorlar (savunulmaktan çok). İşçiler, işletmeyi özyönetimle sürdürmeye ça-
lışmanın, onları iktisadi-kapitalist ilişki hükümranlığına maruz bırakacağına inanıyor.
İşletmeyi, onları kendi işçilerinin çalışma koşullarını istikrarsızlaştırmaya zorlayan
(öz-sömürü) daha büyük ticari zincirlerin parçası haline getirerek eskisinden daha
zayıf hale geleceklerini hissediyorlar.

71. Fransızca “façonnier” kelimesinden türemiş; Uruguay ve Arjantin’de üçüncü ta-


rafça sipariş edilen imalat süreci anlamında kullanılan bir kelime. Üçüncü taraf, iş
yapmak için malların ve/veya üretim araçlarının sahibi olan kişi.

284
rını -başka türlü başaramayacakları kadar- hızlı elde etmele-
rini sağladı. Ancak birçok örnekte işçilerin, kazançlarının bir
kısmından mahrum bırakılmadığı ya da ilişkilerinin kapitalist
zihniyete bağlı olmadığı anlamı çıkarılamaz.
Kapitalistler ve özyönetimli işçiler arasındaki ilişki, zo-
runlu çalışma veya sömürücü sözleşmelerle doğrudan ezilen
işçilerin senaryosuyla uyuşmuyor. Ancak bu işçilerin küresel
verim alanından marjinalize edildiği anlamına gelmiyor. Bila-
kis, kapitalizm bu üretim biçimlerini mevcut zihniyetine ben-
zetmek için yeni düzenleme mekanizmaları bulabiliyor.
Bir işletmede iş sahibi ile iş sahibi olmayanlar arasındaki
ayrım ortadan kalktığında, iki olgudan birisinin meydana gel-
mesi muhtemel. İlki, bazı işçilerin kendilerine otoriter roller
atfetmesi, böylece hiyerarşik sınıf ilişkilerini yeniden üretme-
leri. İkincisinde ise işçiler, iş sahibi ve işçiler arasındaki ayrımın
doğasında var olan sömürü ilişkisini sorgulamakla kalmaz, ay-
rıca yasanın izin verdiği, doğallaştırılmış itaat kültürü yoluyla
bu sömürünün tekrar yürürlüğe konup meşrulaştırmasını da
sorguluyor. Ne patrona ne de kapitalist ilişkilere ihtiyaç duy-
mayan kolektif çabanın bir parçası olarak kendilerini tanımla-
yan ve idrak gücü olan işçiler, kapitalizmin dayandığı ilkelere
ve böylece kapitalizmin hegemonyasına meydan okuyan bir
özerklik türünü elde ederler.
Islah edilmiş işletmeler, işçilerin mal sahibi olmalarından
ötürü şüphe altında olmasına rağmen, yeni özyönetimli işçi-
lerin küçük işletme sahipleri ya da girişimci olduğu anlamı
çıkmaz. Bu olgu, tarihsel olarak ve özgül sınıf yapısı çerçeve-
sinde anlaşılmalı. Üretim araçlarına el konması bir son değil;
ıslah etme eylemleri, eksik istihdam ve işsizliğe karşı tekrar
mücadele etme için yapılıyor.
Bir işletme ele geçirildiğinde, süreç genelde iki yöne doğ-
ru gidiyor. Eğer işçiler eski hiyerarşik kültürü yeniden üretir
ve diğer işçileri sömürürse, üretim araçlarının elde edilmesi
bazı işçileri bir sosyoekonomik sınıftan diğerine geçmeye sevk
eder. İkinci durumda ise, bütün işçiler kolektif şekilde yeni
bir sınıf mücadelesine geçerler. Vaka incelemeleri gösteriyor
ki, ikinci yön daha yaygın. Islah edilmiş çoğu işletmede, yeni

285
mal sahibi-işçiler, maaşlı işçileri işe almayı hiç tercih etmezler.
Bazıları ise, işletmedeki toplam işçi sayısının yüzde 20’sinden
azını işe alır. Islah edilmiş işletmelerin yarısı, herkesin saat başı
aynı ücret alması şeklinde geliri eşit şekilde dağıtmayı seçiyor.
Diğer yarısında ise, işçilerin nitelik ve sorumluluklarına dayalı
olarak farklı işçilere farklı miktarlar ödeyerek daha hiyerarşik
sistemler tercih eder. Ancak, tüm ıslah edilmiş işletmeler kar-
ları işçiler arasında eşit şekilde dağıtmayı tercih ediyor.
Önemli olan ve bu makalede ileriki kısımlarda daha detaylı
analiz edilecek şey, bu sürecin işçilerde nasıl bir kolektif far-
kındalık uyandırdığıdır. Bu farkındalık kendini şu durumlarda
açıkça gösteriyor: halk taleplerinin yayımlanması, toplumsal
ittifakın oluşturulması, bağımlılık şekillerinin yeniden üretimi
ve nihayet işçiler öncülüğünde yeni toplumsal mücadelelerin
oluşturulması.

Kolektif Özyönetim: Sınıf Mücadelesi


Toplumsal Hareketliliğe Karşı
Bu kısmın amacı iki temel paradigmayı karşılaştırmak -sı-
nıf mücadelesi toplumsal hareketliliğe karşı- ve ıslah edilmiş,
özyönetimli işletmelerin toplumsal sınıfların mücadelesini nasıl
canlandırabileceğini analiz etmek. Bu tartışma, özyönetimli gi-
rişimler ve sendika hareketleri arasındaki gerginliği anlamakla
ilişkili.
Bazıları küreselleşmiş bir dünyada sınıf mücadelesini analiz
etmenin anlamsız olduğunu iddia ederken (örneğin, Touraine,
2005), ben sermaye mantığının ve pazar gücünün, söz konusu
sınıf mantığının kötüleşmesi ve özel çıkarların koalisyonundan
kaynaklandığını iddia ediyorum. Çalışma dünyası ve ücret oranı
küreselleşme sonucunda tersine çevrilemez değişikliklere uğra-
masına rağmen, kapitalizmin sömürüsü ve hükümranlığı, tüm
ücret kategorilerini aşan ama kendine özgü mantığı içerisinde
işlemeye devam eden yeni marjinalleştirme durumları buldu. Bu
makale, sınıfı, mücadele ilişkisi olarak düşünen Marks (1985) ve
Halloway’e (2004:20) dayalı sınıf analizini takip ediyor.
Toplumu diyalektik bakış açısından anlamak, seçkin ve mu-
halif güçler arasında bir mücadele olarak da incelemek müm-

286
kün. Ancak bu durum, diğer tarihi ve bölgesel sistemlerden,
toplumsal sınıflar gibi kategorileri ithal etmek ve dayatmaya
çalışmak için sebep değil.72
Birçok yazarın belirttiği gibi (Mignolo, 2007; Quijano, 2007),
Güney Amerika, kendi gerçekliğimize dayalı analizler ve katego-
riler oluşturmamızı sağlayacak epistemolojik bir kopuş yaratmalı.
Avrupa’da başlatılan sanayileşme süreçleri ve Latin Amerika’da-
ki ikame sanayileşme girişimleri arasındaki farklılıkları gördü-
ğümüzde, sosyal sınıflara ilişkin bu yaklaşımı, daha iyi anlamış
oluruz.73
Sanayileşmiş toplumlarda, zanaatkârlıktan imalat sanayisine
geçiş, rekabetçi ve girişimsel zihniyet isteyen şehirleşmeyle aynı
zaman denk geldi. Latin Amerika’da ikame sanayileşme, ithal
ürüne olan ihtiyacı azaltma amacındaki siyasi bir proje şekli ala-
rak, hükümet tarafından desteklendi. Tekelci ilişkiler sık sık or-
taya çıkar. İlk örnekte (Avrupa’da) sanayileşme, diğer etkenler ve
sınıf mücadeleleriyle bağlantılı. Ama bizimki gibi toplumlarda,
dışa dayalı bir etken devrede ve bu etken toplumsal gerginlikleri
yatıştırmak yerine onları daha da ön plana çıkartıyor:
Latin Amerika’da, teknik ilerlemelerin etkisi bile toplumsal
çatışmaları ciddi anlamda yatıştırmıyor. Büyük şehirlere yığı-
lan kitleler, çıkarlarını fark edecek net bir anlayış sağlayan sı-
nıflar içerisinde tam olarak yapılanmamış. İdeolojik diyagram-

72. Latin Amerikalı birçok yazar (örneğin Cardoso ve Faletto, 1971; Furtado, 1966;
Prebisch, 1967) yarım yüzyıldan fazla bir süredir, endüstriyel şirketlerin oluşumu
ve onların üretken ve dönüştürücü güçlerinin gelişiminin nasıl dayatmacı ve “kaçı-
nılmaz” ilerleme idealleri olduğunu belirtiyor ve tüm gelişmemiş ülkelerin bundan
ilham alması gerektiğini öne sürüyorlar. Ama gerçek şu ki, bunlar batı dünyasına
özel toplumsal yapılar ve kurumsal sistemlerle ilişkili, yani diğer durumlara uygun
düşmüyorlar. Bu olguya göreceli bir perspektiften bakan (ve farklı iktidar ilişkilerine
yoğunlaşan) bu yazarlar, bazı ülkelerin gelişimi ve diğerlerinin gelişmemesini bir ma-
dalyonun iki tarafı olarak belirtmişler. Bu sebeple, onlar aynı sürecin farklı aşamaları
olarak anlaşılamaz: birinin açıklamasının bir kısmı öbüründe bulunuyor.

73. Ta 1966’larda, Celso Furtado, Avrupa sanayi toplumlarında sendikalar ve kapita-


list sınıf arasındaki gerilim ve mücadelelerin bu toplumsal kurumları birleştirdiğini ve
böylelikle ekonomide dinamik bir denge oluştuğunu ifade etti. Bahsi geçen toplum-
larda belirtilen durumun gerçekleşmesi, yüksek maaş talebinde bulunan işçilerce or-
taya konan baskının kapitalistlerin teknolojik ilerlemesi tarafından alt edilmesinden
kaynaklanıyordu ve böylece sınıf karşıtlığı süreci kurumsallaşıyor. Buna karşılık, Latin
Amerika’daki iktisadi gelişim, tamamen farklı özelliklerle ilerlemiş, çünkü bu sanayi-
leşme süreçlerinin sonuçları ve çeşitleme arayışı, artan iç tüketime ayak uyduramıyor.

287
ların doğrudan birbiriyle yer değiştirmesi, Latin Amerika tarih-
sel süreçlerinin anlaşılmasını zorlaştıran zihinsel katılığa yol
açtı. Bu durum Latin Amerika’da, liberal ve sosyalist ideolo-
jilerin modern sanayi toplumlarının siyasal kurumlarını geliş-
tirmekte sergilediği role kıyasla, siyasi bir düşünce yeteneğine
sahip bir oluşumu da engelledi(Furtado, 1966: 23).
Sonuç olarak, bizimki gibi toplumlarda, eski sosyoekono-
mik gerçekliğin dağıtılmasıyla oluşturulan işgücü fazlasını
kendine katma yok. İşsizlik, bu yüzden, ikincil bir etkiden çok
yapısal bir durumdur.
Bu çerçeveden bakıldığında, istediği işi bulamayanların ve
işsizlerin durumunu anlamak için bölgemizdeki sınıf müca-
deleleri ve sendikalı işçilerin rolü önemli hale geliyor. Sınıf
analizi yapılırken, işbölümünün yeniden yapılması için verilen
mücadele, bu yeni iktisadi düzene dâhil olma mücadelelerin-
den ayrı tutulamaz.
O zaman, esas soru şu: Bu iki kesim arasında neden ortak
bir mücadele göremiyoruz?
Birleşik bir hareketin olmamasının sebeplerinden biri, top-
lumsal hareketliliğe doğru ideolojik bir dönüşümün olmasıdır.
Toplum hareketliliği arttıkça, bireylerin eşit derecede hare-
ketli olduklarına dair mutabık bir inanç ortaya çıktı. Gaulejac
(2001), hareketlilik kavramının, özellikle de çalışma dünya-
sında, nasıl toplumsal bir norma dönüştüğünü analiz ediyor.
Hareketliliğe olan bu gereksinim, durağan sınıfların analizini
anlamsız hale getirdi.
İdeolojik bir bakış açısından, sınıf mücadelesinden du-
rumsal mücadeleye geçiş, sınıfa dayalı katmanlı bir toplumun
yapısında var olan seçkincilik ve kutuplaşmayı gizler. Bilakis,
katmanlı bir toplumda işgal ettikleri konumlardan ötürü bi-
reyler suçlanır.74

74. Diğer yandan, sanayileşmiş toplumlar dengesiz bir şekilde tabakalaşmış ve hem
çatışmada hem de değişik mensupları arasındaki bütünleşmede, merkezi rol oyna-
yan sınıflar tarafından oluşturulmuş. Şimdilerde, yeni yönetim ideolojisi (uyumluluk,
hareketlilik, esneklik ve bireysel gelişime değer veren ideoloji) şirketlerin işletilme
yöntemini radikal şekilde dönüştürdü. Yeni bir özerklik kavramı ortaya çıktı: artık
bağıntısal olmayan bir özerklik, daha çok beden ve bireye yoğunlaşıyor, çünkü bir
yerden diğerine gidiyor.

288
Bu bağlamda, sınıfsal karşıtlık yok oldu, onun yerine başka
bir çatışma ortaya çıktı: bireyler ve toplum arasındaki çatışma.
Bu olgu, tabiatı bakımından aslında yapısal olan gerginlikleri
anlamayı imkânsızlaştırıyor, çünkü aslında toplumun tümel
bir formu olarak oluşturulan şey, bireyin giderek büyüyen bir
şekilde hareket etmesini sağlayan hareketli toplum.
Sanayileşmiş toplumlarda sınıflar arası çatışma daha be-
lirgindir. Bir sınıfa ait olma gerçekliği, nesilden nesile geçen
toplumsal kimliği oluşturur. Çalışmak, sadece hayatta kalmak
için gerekli değil; ayrıca toplumsal yaşama katılmanın önemli
bir kriteri. Bu toplumlarda, yükselme şansı kısıtlı olduğundan,
sosyal sınıflar daha sabit kimliklere sahip olur.75
Uruguay toplumu şimdi paradoksal eğilimler deneyimin-
den geçiyor. 2005’de solcu Frente Amplio başkanlık seçim-
lerini kazandığından beri, ülke -en azından gayri safi yurt içi
hâsıla verilerine göre- sürdürülebilir ekonomik büyümeyi ya-
şadı. Fakat işsizlik ve mesleksizlik oranı düşmesine rağmen,
GSYH’nın büyümesi ne reel ücretlerde artış sağladı ne de
adaletsiz servet dağılımını düzeltti(Red de Economistas de
Izquierda de Uruguay, 2010).
Bu toplumsal ve iktisadi gerilimler, Uruguay toplumundaki
sınıfsal ilişkileri çok değiştiriyor. Toplumsal sınıflar her zaman
ülkenin tek sendikası PIT-CNT (Genel İşçi Sendikaları Fe-
derasyonu- Ulusal İşçi Kongresi) tarafından temsil ediliyordu.
Ama şimdi bu sendikanın etkisi değişmeye başladı. Son yıl-
larda, sendikanın üye sayısı artmasına rağmen, sınıfsal aidiyet
duygusu (bir zamanlar toplumsal kimlik tanımlaması için en
büyük göstergelerden biriydi) her zamankinden daha zayıf,
çünkü insanlar kendilerini tekrar “orta sınıf ” olarak görüyor,76

75. “Toplumsal sözleşme açıktı. Sınırların ve alt-proleteryanın birleşmesi çalışma va-


sıtasıylaydı… “Alt” kategorisi, hiyerarşik bir düzenle ve sabit olarak düşünülen toplum
tabakasının altındaki konuma gönderme yapıyor… Sonuç olarak, toplumsal çatışma-
lar mevcut iki sınıf arasında servetin nasıl dağıtıldığı etrafında dönüyordu ve bu konu
siyasi tartışmayı ateşliyordu(Gaujalak, 2001: 227).

76. Uruguay tarihinde, ülkeyi “Amerika’nın İsviçresi”, “orta sınıfların ülkesi” , “karnı
tokların ülkesi” olarak algılayan toplumsal bir düşünce var. Bütün bu kalıplar, ülkenin
mali olarak zirvesinde olduğu yıllara gönderme yapmak için kullanılır.

289
bu durum da tanımlayıcı sınıfsal referansları77 darmadağın ediyor.
Esneklik, hareketlilik ve uyumluluk, bir işletmenin ayakta
kalması için gerekli normlar olarak görülür ve bu da sanayileş-
miş toplumun anahtarı olan toplumsal sınıfların zayıflamasına
yol açıyor:

Kapitalizmin gelişmesi demek, bireylerin gittikçe sömü-


rülen bir tür sermaye şekline dönüşmesi demektir. Şimdiler-
de, “yönetim” ideolojisiyle uyumlu olarak bireylerden kendini
gerçekleştirmesi bekleniyor. Var olmak için bireyin faydalı ve
verimli olması lazım. Bahsettiğimiz şey, bu manada durum-
sal mücadeledir. Bu tek başına verilen bir mücadele -her birey
toplumsal sahnede var olmaya ve tanınmaya çalıştığı yaygın
bir rekabet içerisinde mücadele veriyor. Bu da kalıcı bir şidde-
te yol açıyor, “kazanmak” ve “en iyisi” olma arzusu. Belirtileri
hissedilmesine rağmen, mükemmeliyetçilikle gelen hastalıklar
henüz pek bilinmiyor(Gaujalac, 2001: 236-8).

Böylelikle yeni bir kültür şekilleniyor -özerklik kavramının


artık toplumsal sınıf kolektifleri ile ilişkilendirilmediği daha
çok bireyin gerçekleştirmesi ile alakalı. Her birey kendinden
sorumlu, herkes “kariyerini” ve dünyadaki konumunu önem-
siyor. Fakat Bourdieu ve Wacquant’ın (2005) işaret ettiği gibi
bu bireyselleşme süreci, her bireyi kendi başarısızlığının so-
rumlusu da kılıyor. Ve nihayet bu durum, toplumsal sorunlar-
dan (yoksulluk ve işsizlik gibi) bireylerin kendisini sorumlu
tutmaya yol açıyor.
Örgütsel olarak karmaşık, soyut ve yerinden edilmiş yeni-
den üretim mantığına dayalı sistemler geliştiğinde, sermaye-
nin gücü, üretim araçlarına nüfuz eden mal sahibi sınıfla bir-
likte daha az belirtiliyor. Ama böylesi bir toplumda (insanların
yerleri için mücadele ettiği), “başarısız olanlar” olumsuzluklara
göğüs gerer (bu insanlar genelde işsizdir, olumsuz bir kimlikle
tanımlanırlar, çünkü onları etkisiz bırakan bir yer işgal edi-
yorlar).

77. PIT-CNT ile bağlantılı çoğu işçinin kamu sektöründen olduğu ve tipik işçi-ka-
pitalistler olarak içinde kutuplaşma olmadığını belirtmekte fayda var.

290
Islah edilmiş işletmelerdeki işçi mücadelesi, bir toplumsal
varlık alanı, işçi statüsü ve toplumsal tanınma elde etme çaba-
sından ileri geliyor. Bu mücadele, sadece seçkinci bir gücü yok
etmeye çalışan bir kolektifin mücadelesi olarak ortaya çıkmı-
yor, aynı zamanda ekonomik verimlilik dünyasına dâhil olma
ve orada tanınma mücadelesi veren bireylerin tekrar işbirliği
yapması olarak da doğuyor. Bu yüzdendir ki, bir işletmeyi ıslah
eden işçiler, varlıklarının koşullarını değiştirmek için ortaklaşa
mücadele kararı alır. İşçiler “işsiz kalma ihtimali”nin farkında
olarak kendi başlarına istikrarsızlıkla mücadele etmeye çalı-
şan, farklı koşullar altında yaşayan heterojen yörüngelerin par-
çası olmak yerine, birlikte mücadele etme kararı alırlar.
Kolektif eylem, kişisel işsizlik dramını ortadan kaldıran bir
karşılık oluyor. Böylece, mücadele edilen toplumu kabul edi-
lemez kılarak diğerlerinden takdir topluyor. Bu ortak eylem,
insanların kendilerini içinde hissettiği ve örgütsel dayanışma
ilişkilerinin mümkün hale geldiği ortak bir alanı bulduğu bel-
li bir ortak kullanımı78 faaliyete geçiriyor. Bunlar, bireylerin
aksi durumda tek başına mücadele etmek zorunda kalacağı
toplumsal adaletsizliğe direnmek için bir mekanizma olarak
duruyor.
Öyleyse, kolektif özyönetim vasıtasıyla işletmelerin ıslah
edilme süreçlerinin, işsizler arasındaki bağı kaybetmemelerini
sağlayacağı konusunda hepimiz hemfikiriz. Ve aynı zamanda,
yeni bir kimlik desteği sağlar. Ortak kullanım süreçleri kendi-
lerini, işçilerin daha önce sahip olduklarını yeniden sağlama-
nın yolu olarak ortaya koyar: işçilerin bedenlerini terbiye ve
disipline eden (Foucault’ya göre, 1989) oldukça dikey bir yapı
olarak nitelendirilen ücretli iş.
Bu kolektifler tarafından kullanılan özyönetimin mantığı
nedir? Uysal işçileri, isyan etmeye teşvik edebilir mi? Analiz edi-
len süreçler oldukça heterojen ve meclislerde kullanılan bazı
doğrudan demokrasi araçları, yeni uygulamalar ve öznellikler

78. “Ortak kullanım alanı” ifadesi, siyasette ve çalışma hayatında işbirliğinin bozul-
masının toplumsal sürecine karşıt olarak söylenmiştir. “Bize göre ortak kullanım alanı
kavramı, sadece işçinin gelir etmesiyle değil, ayrıca işçinin mesleki ve kimlik oluşumu
için temel olan toplumsal alandan atılmaması ile de alakalı”(Wyczykier, 2009: 2).

291
ortaya çıkarıyor. Genel olarak işçiler, kendilerini oldukça dı-
şarıda hissettikleri üretim sisteminden (eski işyerleri) katılım
derecelerini orta ve üst olarak gördükleri bir duruma geçiş
yapıyorlar. 2008’de 494 işçiyle yapılan bir ankete göre (Rie-
iro, 2011:131) özyönetimli işletmelerin yüzde 80’inde işçiler,
müessesedeki kişisel katılım derecelerinin yüksek ve oldukça
yüksek dereceleri arasında olduğunu hissediyorlar.
Yeni ve eski uygulamalar yan yana bulunuyor. Bazen belirli
yeniden üretim mekanizmaları çalışmaya başlarken, bazen de
işçilerin günlük deneyimleri, özyönetim vasıtasıyla radikal şe-
kilde değişiyor. Radikal değişimin en iyi örneği (her ne kadar
gerçek katılım derecesi heterojen olsa da) kooperatif şekli alan
tüm işletmelerin, tüm stratejik kararların meclislerde alındığı
kolektif yönetimi üstlenmesidir. İş adamı ve işletmenin eski
sahibi tarafından tekelleştirilen ve odaklanılan yönetim mode-
linden meclis tarzı modele doğru bir hareket var.
Diğer yandan, çalışma koşullarının ve belirli işlerin düzen-
lendiği yöntemin yavaş değiştiği görülür. Kooperatifler tekrar
açıldıklarında, daha önce var olan dikey örgütlenmeye ben-
zeyen kontrol sistemleri altında gruplaşma eğilimi gösteriyor.
Ancak, kooperatifler süreç içerisinde yarı yola vardığında, bu
fabrikaların yüzde 50’si doğası gereği yatay olan yeni örgüt-
lenme sistemleri yürürlüğe koymaya başlar. Koordinatörler
gibi figürler ortaya çıkar- bu kişilerin rolleri denetimden çok
koordine etmek, örgütleme, danışmanlık yapmak ve bilgilen-
dirmektir.
Ancak şu da var ki, bireysel hareketliliğe dayalı ideolojiler-
le yapılanan bir toplumda, özyönetim süreçleri, yalnız birey-
ler gibi işsizliğe mahal vermemek için bir alternatif olarak ve
ilerlemek için yeni bir yol bulmaya çalışan toplumsal güçlerin
toparlandığı bir süreç olarak durur. Artık mülk sahibi figürü
de olmadığına göre, yönetim süreci kolaylaşır. İşletmeyi tek-
rar açma vakti geldiğinde, çalışma koşulları genelde eskisi gibi
düzenlenir ama daha sonra yeni düzenleme şekilleri bulunur.
Koordinatörlerin varlığı buna iyi bir örnek teşkil ediyor.
Sonuç olarak, analiz edilen süreçlerdeki kolektif özyöne-
tim deneyimleri, artan bireyselleşme süreçlerine kolektif bir

292
direniş olarak, toplumsal sınıflar ve hareketlilik bağlamında
anlaşılabilir. Böylelikle, bir işletmenin ele geçirilmesi ve özyö-
netimli olması, sınıf mücadelelerini canlandırabilir ve seçkinci
süreçleri yıldırabilir.

“Uysallaştırılmış” Kolektif Eylemler ve


Toplumsal Dokunun Yenilenmesi
Arjantin’le kıyaslandığında, Uruguay’daki ıslah süreçleri
genelde bilinmiyor. Bu durum, her bir sürecin karşılaştığı du-
rumun kendine has bazı ayrıntıların ve milli tarihimizin doğal
özelliklerinin bilinmesiyle açıklanabilir.
Tarihsel olarak, Uruguay’daki toplumsal çatışmalar gelenek-
sel olarak yöneltilme niteliğindedir. Böylesi ulusal bir özellik,
zayıf ve geç sömürge yerleşiminden (Real de Azua, 1984) mey-
dana gelen siyasal oluşuma bağlanabilir. Bu siyasal yapıda, siyasi
demokratikleşme ve kurumsallaşma sembolik olarak harman-
lanmış, çünkü ikisi de 20. yüzyılın başlarındaki refah ortamında
aynı anda var olmuştur(Panizza, 1990). Böyle olunca da Uru-
guay’daki toplumsal gerilmenin özelliklerinden birisi de, aksi
halde aşırı çatışmalara yol açabilecek gerginliklerin geleneksel
kanallara başvurularak uysallaştırılması oluyor.
Islah edilmiş işletmeler mevzusunda da, bütün diğer görüş-
me kanalları tüketildikten sonra sadece birkaç durumda doğru-
dan eylemler (işyerlerini işgal etmek gibi) görüldü. Arjantin’den
farklı olarak, işçilerin mücadelesini daha görünür kılacak polisle
çatışma ve tahliyeler hiç olmadı.
Arjantin’de ıslah edilmiş işletmeler olgusu, şu bağlamda or-
taya çıktı: (i) geleneksel sendikalarla etkin bir yüzleşme vardı;
(ii) yeni eylem kaynakları oluşturan, mahalle meclisleri, grev
sözcüleri vb. yeni kolektif öznelerinin akını vardı ve (iii) “hepsi
gitmeli” sloganıyla özetlenebilecek siyasal kurumsal bir bozul-
ma vardı. Tam tersine Uruguay’da ise şöyle bir ortam vardı: (i)
her çaba bir sendikanın parçası olarak tekil bir süreç olarak
görülürdü; (ii) toplumsal ağlar şeklinde büyük yeniliklerin or-
taya çıkmadığı toplumsal bir sistem içerisinde krize tarihsel
kolektif özneler bakış açısından yaklaşılıyordu ve (iii) siyasal
kurumsal alana sıçramayan bir sosyo-ekonomik kriz vardı. Si-

293
yasal ve kurumsal alan stabil ve meşru kaldı.
Bu tespitler, hiçbir kolektif öznenin toplumsal olarak önemli
eylemleri yürütemediği bir ortamın oluşmayacağı anlamına mı
geliyor? Hayır. Uysallaşma oluşmuyor çünkü çatışma yok; uy-
sallaşma onu çözmek için kullanılan süreçlerden dolayı oluşur.
Bizim ülkenin toplumsal ve siyasi birliği, siyasi geribildirim ve
yenilenme kanallarını bulmasıyla tanınır.
Arjantin’de klasik sendika hareketlerine muhalif, net bi-
çimde tanımlanmış güçler bulunmakta ve Movimiento Na-
cional de Empresas Recuperadas (Ulusal Islah Edilmiş İşlet-
meler Hareketi; bu hareket en sonunda bölündü) Movimiento
Nacional de Fabricas Recuperadas por los Trabajadores (Ulu-
sal İşçilerince Islah Edilmiş Fabrikalar Hareketi), la Cent-
ral de Trabajadores Arjentinos (Arjantinli İşçiler Sendikası)
gibi bu güçleri bir araya getiren birçok ağ vardır. Buna karşı-
lık, Uruguay’da, böyle deneyimler içindeki kolektif eylemler,
PIT-CNT’nin Sanayi Departmanı Mesa de Coordinacion de
Empresas Recuperadas (Islah Edilmiş İşletmeler için Tartış-
ma Masası) tarafından düzenlenirdi. Bu, 2007’de bağımsız bir
örgüt oldu: Asociation Nacional de Empresas Recuperadas
por sus Trabajadores (ANERT, Ulusal İşçilerince Islah Edil-
miş İşletmeler Birliği)
Ayrıca ıslah edilen ve kooperatif olarak yeniden yapılandı-
rılan işletmelerin çoğu, kendi ilişkilerini bozmadan, Federaci-
on de Cooperatives del Uruguay (FCPU, Uruguay Kooperatif-
ler Federasyonu) ile de ilişkiler geliştirmeye başladı.79 2010’da
ANERT, Federacion Uruguaya de Cooperativismo de Vivi-
enda por Ayuda Mutua’nın (Uruguay Müşterek Ev Yardımı
Sendikaları Federasyonu) 40. Yıldönümü bağlamında, Mesa
de Encuentro por la Autogestion y Construccion Colectiva’yı
(MEPACC, Öz örgütlenme ve Kolektif Yapılanma için Tartış-
ma Masası) kurdu ve özyönetim süreçlerine dâhil olan ve top-
lumsal dönüşüm için böyle bir araç kullanmak isteyen bütün
örgütleri davet etti. Müzakere kuruluna, FCPU ve University

79. Toplamda 2008-2009’da 19 işletme analiz edildi (Rierio, 2011:142). Hepsi de


ANERT’in üyesi olduğunu belirtti; 10 tanesi Federasyon üyesiydi ve 8’i de ayrı sen-
dika tabanının üyesiydi.

294
of Republic (Cumhuriyet Üniversitesi) da dâhil edildi. Red de
Economia Social y Solidaria’yı (Sosyal ve Müteselsil Ekono-
mi Ağı) da işin içine girdi.
MEPACC, Mayıs 2010’da çalışmaya başladı ve masa-
nın kolektif eylemleri, özyönetimin içinden önemli değişik-
ler yaratmayı amaçlayan bir dizi öneri ve taleple körüklendi.
Dolayısıyla, toplumsal dönüşüm amacıyla özyönetim odaklı
bir dizi tartışma barındırdı. Üç ulusal toplantı gerçekleşti ve
taban örgütleri tartışmalarda yer aldı. Ve sonra University of
Republic’in toplantı salonunda, bütün tartışmaların bir özeti-
nin orada toplanan hükümet makamlarına sunulduğu bir final
toplantısı düzenlendi.
Orada temsil edilen örgütler, özyönetimin sadece özel giri-
şimlere değil toplumun tamamına uygulanabileceği görüşünü
başlangıç noktaları olarak aldılar. Şunu söylediler:
Gerçek bir özyönetimin merkezinde yer alan ortak çalış-
maya dayalı ilişkiler üzerinden daha adil ve daha kapsayıcı
bir toplumun inşa edilebileceğini görüyoruz(Yazarın notları,
MEPPACC Meclis).
Eylemler ve tartışmalar şu üç nokta etrafında toplanmış-
tır: (i) ortak eylem için bir platform oluşturmak, (ii) hükümet
temsilcilerinin de dâhil olduğu, özyönetim üzerine toplumsal
bir tartışma açmak ve (iii) özyönetim süreçlerinin doğasında
var olan doğrudan katılım yoluyla dayanışma ağları oluştur-
mak ve yeni toplumsal ilişkiler üretme.
2011’de düzenlenen tematik toplantılarda, tartışmalar
üç konuda yoğunlaştı: (i) bir özyönetim okulu, (ii) istediği-
miz özyönetim ve (iii) karşılıklı işbirliği. Ancak ANERT ve
FCPU, 2011’de katılımdan çıktı.
Son olarak, Nisan 2012’de (ve Uruguay başkanlığı tarafın-
dan, özyönetim girişimlerinin yeterli kredilere erişimini sağla-
yacak gelişim fonu80 oluşturmayı amaçlayan yeni bir düzenle-
me bağlamında) PIT-CNT içerisinde gerçek özyönetim alanı
oluşturuldu. Bu alana, ıslah edilmiş işletmeler, üretici girişim

80. Kalkınma Fonu, Cumhuriyet Bankası Kuruluş Tüzüğünün değiştirilmesiyle oluş-


turuldu (Bölüm 40, Kanun Sayısı 18.716). Uruguaay Devlet Başkanı taarından yöne-
tiliyor.

295
birlikleri ve ikinci dereceden örgütler (federasyonlar, dernek-
ler, sendikalar) etkin şekilde dâhil oldu. PIT-CNT genelinde
böyle bir alanın oluşturulması ilginç. Tarrow (1994: 56) tara-
fından da belirtildiği gibi önceden var olan toplumsal ağların
hareketliliği, gösteri çağrılarının toplumsal maliyetini azaltır.
Ve ayrıca, karşı karşıya gelmenin ilk heyecanı söndüğünde, ka-
tılımcıları bağlı tutar.
CFDT ile Fransa’da (Defaud, 2009) ya da İtalya’da Fiat’ın
karşılaştığı işçi konseyleri ve sendikalarca gerçekleştirilen ör-
neklere benzer bazı uluslararası özyönetim hadiselerinde ol-
duğu gibi sendikalar ve özyönetim arasındaki ilişki, Uruguay
toplumsal siyasal alanında kalıcı gerilimlere yol açtı. Bu ma-
kalede incelenen özyönetim pratikleri esasen işsizliğe karşı
mücadelede stratejiler olarak ortaya çıkmışsa da, başlangıçta
PIT-CNT içinde (marjinal ve tartışmalı bir yerde) kök sal-
dılar. Kısa bir süre önce de bağımsız bir dernek kuruldu. Bu
olgunun gelişimi, bir kez daha ittifakların kurulduğu ve oluş-
turulan bu geçmiş, böylesi deneyimlerin sendikal hareket içe-
risinde merkezi bir yer edinmesini mümkün kıldığı anlamına
gelir.
Her ne kadar kimse gelecekte ne olacağını bilmezse de, bu
süreçlere katılan işçiler sadece kendi işyeri ve işlerini ıslah et-
meyi başarmakla kalmadılar, aynı zamanda, en geniş toplum-
sal alanda eylemlerin ve tartışmaların yenilenmesini sağlaya-
cak itici bir güç olma imkânı veren ittifaklar ve ağlar bularak
daha geniş örgütlerde birbirlerine kenetlendiler.

Son Düşünceler
Uruguay tarihinde karşılaştığımız en büyük sosyo-ekono-
mik krizlerin birinin üzerinden on yıl geçti. Bu esnada, birçok
heterojen ıslah süreci gerçekleşti ve şimdi tünelin sonundaki
ışık nihayet görülebiliyor. Bazı işçiler, denge kurmayı ve eko-
nomik ve sosyal olarak gerçekleştirilebilir projeleri konsolide
etmeyi başardı.
Bu eylemler, mevcut iktisadi, yasal ve toplumsal engelle-
ri üstesinden gelme ütopyasından doğmadı. Ayrıca özlerinde
bulunan sınıf mücadelesinden de doğmadılar. Sadece işçile-

296
rin kendi işlerini ve yaşamayı sürdürme araçlarını koruma-
nın basit ihtiyacından doğdular. Fakat ıslah süreçleri genel-
de işçilerin bahsedilen iktisadi, yasal ve toplumsal engellerle
karşılaşmasına sebep oluyor. Bunların üstesinden gelmek için
işçiler, kavramsal geçişler yapmak ve gerçeği idrak edip nes-
nelleştirdikleri yolu genişletmeliler. Bu ilerleme, oluşturulan
yeni toplumsal ilişkiler ve yapılara göre kolektif sürecin bizati-
hi kendisi tarafından dayatılacak.
Bir işletmeyi ıslah etmek için ortaya konan kolektif eylem-
ler, eski sendikal dayanışmayı canlandırıyor ve işsizliğin aman-
sız ihtimaliyle karşılaşan işçiler arasında yeni toplumsal ilişkiler
oluşturuyor. Kolektif eylemler, bireysel teslimiyet ve çaresizlik
durumunda ortaya çıkıyor ve öznellikler oluşturuyor, ayrıca mü-
cadele geliştiriyorlar.
Bazen kolektif özyönetim süreçleri yeni özellikler edinir-
ler. Başlangıçta, özyönetim ve ortak yönetim süreçleri, işçilerce
işlerini geri alma süreci olarak görülüyor. Fakat işletme ıslah
edildiğinde, iki farklı eylem şekli ortaya çıkar.

1. Bir taraftan, kolektif eylemler azaltılabilir. Ortaya çıkan


kolektif özne sadece içeriye odaklanabilir ve kapitalist piyasada
ayakta kalma derdine düşebilir. Bu düzensizlik ve bürokratik-
leşme süreci, tek sahipli işletmeden anonim ortaklı-kolektif bir
şirkete doğru bir geçiş olarak nitelik kazanabilir.

2. Diğer yandan, kolektif eylemler kendini yenileyebilir. İş-


yeri üretime tekrar başladığında, bazı işçiler özyönetimi sadece
işletmeyi ıslah etme yolu olarak değil, aynı zamanda farklı tür
bir topluma geçiş için siyasi bir araç olarak da görmeye başlaya-
bilir. Islah sürecinden ve üretim araçları mücadelesinden üretim
projesinin ötesine geçen yeni siyasi öznellikler doğabilir.

Böylelikle, belirli bir dönüşüme meyilli siyasal öznellikleri


otomatikman üreten, ne işletmenin ıslahıdır ne de işletmeyi tek-
rardan ayağı kaldırmaktır. Hayır; bu, kolektif öznelerin önceden
var olan baskının yapısal çelişki ve ilişkileriyle mücadele ederken
izlemeye karar verdiği özgül özyönetim sürecinin bir sonucudur.

297
Ortak işbirliğinin ilk eylemlerini motive eden ütopik un-
surun rolünü yerine getirdiği (yani insanların işini geri alması)
bu yeni senaryoda, daha yeni ve daha büyük toplumsal müca-
deleler (ve mevcut toplumsal ilişkilerin yenilenmesi) için yol
açarak ve tamamen ortadan kalkarak, bu unsur güncelleştirile-
bilir ve büyütülebilir.
Bilginin tekrar ele geçirilmesi ve işçi denetimi, çalışmanın
siyasal eğilimlerinin canlandırıldığı ve yeniden evrensel bir hak
olabildiği, yeni alanlar oluşturabilir. Bir işletmeyi ıslah etmeye
karar veren işçiler, toplumsal ilişkilerini tekrar yapılandırmalı,
bir işletmeyi tekrar faaliyete koymak için gerekli olan çeşitli un-
surların tekrar oluşturulmasına imkân tanıyan kolektif eylem
ve kararlar almalı ve bunlar üzerinde düşünmeli. Kimliklerin,
gittikçe tüketim ve bireysel yapı özellikleriyle81 tanımlandığı bir
toplumda, incelenen süreçlerden ortaya çıkan öznellikler, yapı-
lan işten yeniden oluşturulan öznelerarasılık menşeilidir.
Siyasal sosyolojinin bakış açısından sürecin bu aşaması, ka-
musal alanın genişletilmesi olarak yorumlanabilir. Alternatif
siyasal bir alan üretiliyor. Bireyler ve gruplar birbiriyle etki-
leşiyor, yapmaları gereken eylemler üzerine tartışıyor ve sınıf
mücadelelerini canlandırarak, kendi taleplerini oluşturuyorlar.
İşçilerin, toplu hareketin kararlarını meşrulaştırdığı ve
üzerinde düşünmek için yarattığı böylesi durumlarda, somut-
laştırılan taleplerde gelişim var. İlkin, eski işletme sahibinden
para talep edilir. Ama daha sonra işçiler tarafından öne sürü-
len talepler somut önerilere dönüşüyor ve kamusal ve devlet
alanlarına doğru yoğunlaşıyor. Sonuç olarak, yeni bir toplum-
sal siyasi alan şekillendiriliyor.
Ezcümle, işçiler kendi işyerlerini ıslah ettiğinde ortaya çı-
kan kolektif ve özyönetimli öznellikler, toplumsal siyasal siste-
mi ve geleneksel sınıf mücadelelerini yenileyebilecek bir şeydir,
çünkü bu olgu sendikalar ve popüler kooperativizm aracılığıy-
la ifade ediliyor.

81. Castel (1997), kolektif süreçlerin yok olduğu bir süreçten bahsediyor. Bu top-
lumsal kurumsallaşmadan vazgeçme şekli olarak düşünülebilir, öznel varlığın nesnel
çerçevesinden çııkma. Bu şekilde bakıldığında – ve Wyczykier (2009:4) tarafından
belirtildiği gibi – işsizlik ve çalışma istikrarasızlığı, işçi sınıfı üzerinde oldukça yıkıcı
bir etkiye sahip.

298
Sembolik birliğin vardığı yer, bir benzeştirme toplamı değil
(basit ve şematik sınıf kavramından çıkarıldığı). Bilakis, sem-
bolik birlik, yatay olarak dillendirilmelerini sağlayan belirli bir
doğallıkta olan farklı kolektif kimliklerden oluşuyor (toplum-
sal alanda heterojen taleplerden ileri geliyor). Bu kimlik süreci,
anti-hegemonik ve sınıfsal bir amaca sahip, toplumu bütün
çoğulluk ve çeşitlilik yönleriyle yenilemeyi amaçlıyor. Böyle-
si bir kimlik sürecine hevesle dâhil olma eylemi, katılımcılara
gerçek bir insan olma ve siyasal yenilik sağlıyor.

299
Referanslar

Bourdieu, P. and Wacquant, L. (2005) Una Invitación a la


Sociología Reflexiva Buenos Aires: Siglo XXI.
Burnier, M. 1980 Fiat: Conseils Ouvriers et Syndicat. Paris:
Les Éditions Ouvrières.
Cardoso, F.h. and Faletto, E. (1971) Dependencia y Desar-
rollo en América Latina. México: Siglo XXI.
Carretero M.J.L. (2010) Las empresas recuperadas. Ha-
cia una comprensión de la autogestión obrera real. Nómadas, 25.
Madrid: Universidad Computense de Madrid.
Castel, R. (1997) La Metamorfosis de la Cuestión Social. Una
Crónica del Salariado. Buenos Aires: Paidos.
Defaud, N. (2009) La CFDT (1968–1995). De 1’Autoges-
tion au Syndicalisme de Proposition. Paris: Presses de Sciences
Po.
Fernández, A. (2005) Notas para la constitución de un
campo de problemas de la subjetividad. In Fernández, A. (ed.)
Instituciones Estalladas. Buenos Aires: Eudeba.
Foucault, M. (1979[1989]) Microfísica del Poder. Madrid:
La Piqueta.
Furtado, C. (1966) Subdesarrollo y Estancamiento en América
Latina. Buenos Aires: Eudeba Editorial Universitaria.
Gaulejac, V. de (2001) De la lutte des classes a la lutte
des places. In Abécassis, F. and Roche, P. (eds) Précarisation
du Travail et Lien Social Des Hommes en Trop? Montréal:
L’Harmattan.
Holloway, J. (2004) Clase = Lucha. Antagonismo Social y
Marxismo Crítico. Buenos Aires: de. Herramienta.
Honneth, A. (2007) Reificación: un Estudio en la Teoría del
Reconocimiento. Buenos Aires: Katz.
Huertas, O.L., Guevara, R.D. and Castillo, D. (2011)
Transformaciones en las subjetividades de los trabajado-
res: casos de empresas colombianas recuperadas. Universitas
Psychologica, 10 (2) 581–94.
Lukács, G. (1969) Historia y Conciencia de Clase – Estudios

300
de Dialéctica Marxista. México: Grijalbo.
McAdam, D., Mc Carthy, J. and Zald, M. (1999) Movimi-
entos Sociales: Perspectivas Comparadas. Madrid: Istmo.
Marx, K. (1985) Manuscritos: Economía y Filosofía 1844.
Madrid: Alianza Editorial.
Mignolo, W. (2007) La Idea de América Latina: la Herida
Colonial y la Opción Decolonial. Barcelona: Gedisa.
Olesker, D. (2002) Informe de coyuntura. October. Monte-
video: Instituto Cuesta Duarte.
Panizza, F. (1990) Uruguay, Batllismo y después. Montevi-
deo: Banda Oriental.
Prebisch, R. (1967) Hacia Una Dinámica Del Desarrollo la-
tinoamericana. Montevideo: Ediciones de la Banda Oriental.
Quijano, A. (1973) Populismo, Marginalización y Depen-
dencia. Ensayos de Interpretación Sociológica. San José, Costa
Rica: Universidad Centroamericana.
Quijano, A. (2007) Colonialidad del poder y clasificación
social. In Gosfoguel, R. and Castro-Gómez, S. (eds) El Giro
Decolonial Reflexiones para una Diversidad Epistémica más allá
del Capitalismo Global. Colombia: Siglo del Hombre Editories.
Real de Azúa, C. (1984) Uruguay: una Sociedad Amortigua-
dora? Montevideo: Ciesu.
Red de Economistas de Izquierda de Uruguay (2010) La
Torta y las Migajas. Montevideo: Ediciones Trilce.
Rieiro, A. (2011) Gestión Obrera y Acciones Colectivas en el
Mundo del Trabajo: Empresas Recuperadas por sus Trabajadores
en Uruguay. Alemania: Editorial Académica Española.
Tarrow, S. (1994) El Poder en Movimiento. Los Movimientos
Sociales, la Acción Colectiva y la Política. Madrid: Alianza Editorial.
Tarrow, S. (1997) Los Movimientos Sociales. Madrid: Ali-
anza Editorial.
Touraine, A. (2005) La mondialisation. In Turaine, A. Un
Nouveau Paradigme: pour Comprendre le Monde Aujourd’ Hui.
Paris: Fayard.
Wyczykier, G. (2009) Sobre procesos de autogestión y
recolectivización laboral en la Argentina actual. Polis, 8 (24)
197–220.

301
ONUNCU BÖLÜM

Çağdaş Yunanistan’da Özyönetimli Komünler


Alexandros Kioupkiolis ve Theodoros Karyotis

K OMÜNLER, toplulukların kendi mensuplarına refah sağ-


lamak için kurdukları ortak mülkiyet şeklidir. İster toprak,
su ve hava gibi maddi; ister efsane, bilgi ve beceri gibi tinsel
olsun, komünler, bireyleri toplumsal işbirliği ve karşılıklı ba-
ğımlılık ağında bir araya getirerek bağlayıcı bir doku oluşturur.
Hardin’in ünlü komün trajedyasında iddia ettiğinin aksine ko-
münler, korunmalarını güvenceye alan denetim ve paylaşımın
ortak araçlarıyla yönetilmiştir(Linebaugh, 2012: 117). Dolayı-
sıyla, komünlerin varlığı, bir topluluk içerisinde öz yapılanma-
yı gerektirir ve aynı zamanda da bunu yürütür(Ostrom, 1990).
20. yüzyıl tarihi, genelde toplumsal mevcudiyetin ve üreti-
min kooperatif ve komünal şekillerinin aleyhine, pazar ve devlet
arasında, özel mülkiyet ve kamu mülkiyeti arasında gel-gitler
tarihidir. 20. yüzyılın sonlarındaki neo-liberalizmin zaferi ile
yeniden-bölüşüm aygıtlarının ortadan kalkmasının ardından
şimdi de, eski ve yeni kuşatma süreçlerinin güçlenmesine şa-
hitlik ediyoruz. Buna karşılık, devlet kapitalizmini ve özel ka-
pitalizmi reddeden ve siyasal yaşamın merkezine yeniden-oluş-
turulan bir toplum şeklini yerleştiren siyasetin yeni bir hali öne

303
çıktı. Bu yeni durum, yatay karar verme aracılığıyla, eşitlik ve
işbirliğini teşvik etmek ve kar amacı güden iktisadi faaliyetten
çok ihtiyaca dayalı ekonomik faaliyetleri sürdürmek için toplu
yaşamın parçalarını bir araya getiren faal kurumları oluştur-
mak üzere 20. yüzyıl boyunca süren komüne dayalı tecrübeler
üzerine inşa ediliyor.
Bu bölümde, Yunanistan’da komünlerin tarihine ilişkin ana
hatları belirttikten sonra neo-liberal kapitalizmin vahşi sal-
dırılarına karşılık olarak komünlerin günümüzde tekrar nasıl
ortaya çıktıklarına ışık tutuyoruz. Komünleşmenin anahtar
aracı olarak üretici kooperatifleri ve tarımda üretimin özyö-
netimi üzerinde duruyoruz. Amacımız, devlet ve sermayenin
hegemonik güçleriyle baskılanmış ve saklı kalmış, ama diğer
yandan da dayanışma, işçi özerk idaresi ve toplumsal ihtiyaç-
ları sağlayan alternatif ekonomileri gün ışığına çıkarmak. Bu
komünal alternatiflerin karşılaştığı tehlike, direnişler ve engel-
leri göz önüne sererek, çizdikleri farklı yolları ve çağımız için
genişletilmiş toplumsal dayanışma içerisinde, üretim ve dağı-
tım üzerinde işçi denetimine imkân sağlayan yeni olasılıkları
açığa çıkarmaya çalışıyoruz.
Hem çiftçi kooperatiflerinin ve işçi katlımlarının tarihine
ilişkin kısımda hem de sonraki bölümde, mevcut toplumsal
ekonominin genel görünümü anlatılırken ortaya çıkan ilave
bölümler, kolektif öz eylemliliğin kısmen kapitalist olmayan
çeşitli süreçlerini de görünür kılar. Kısmen kapitalist olmayan
bu süreçlerden kastımız; birçok küçük işletme, sanayi dışı üre-
tim ve büyük bir hizmet sektörünü de (ticaret, turizm, finans
vb.) kapsayan devlet egemenliğindeki pazarla ya iç içe geç-
miş olmak ya da onun yanı sıra faaliyet göstermek(Angelidis,
2007; Milios, 2013). Gibson-Graham (2006) tarafından ge-
liştirilen yapıcı sermaye-merkeziyetçilik eleştirisinden fayda-
lanarak, hiçbir tekil zihniyet, küresel güç ya da egemen yapı
tarafından tamamen ele geçirilmemiş heterojen bir iktisadın
tarihi çerçevesini anımsatıyoruz. Katışık iktisadi uygulamala-
rın birleşimleri, toplumsal işbirliği politikalarının ve özyöneti-
min dayanışmacı, tekil, hassas girişim etiğinin birbiriyle aykırı
düşmesi, başka belirlenimler tarafından sürdürülen hegemo-

304
nik devlet-kapitalist yapıda çeşitlilik, açıklık ve gerilim anları
ortaya çıkarıyor. Bu analizin itici gücü; alternatif faaliyetleri
ve boyutları yaygın, uygulanabilir ve zaman içerisinde kalıcı
olarak gördüğümüzde, “bunlar üzerinde yerel ekonomilerimi-
zi dönüştürmek için cesaretleneceğimizi ” (Gibson-Graham,
2006:xxiv) ve “her ne kadar farklı bir hayal gücü gerektirse de,
gelecekteki ihtimallerin daha uygulanabilir olduğunu” (Gib-
son-Graham, 2006:xxxi) ispat etmeye çalışması.

Kooperatifler ve Üretici Denetimi:


Şu Ana Kadar ki Tarih

Kooperativizm
Modern Yunan tarihinde toplumsal işbirliğinin ve üretici
özyönetiminin kendisini geliştirdiği üretim faaliyetinin mer-
kezinde, tarım ve çiftçi kooperatifleri bulunur. Modern Yunan
devleti kurulmadan önce, müşterek koyun yetitiriciliği ve pa-
zarlaması için ilkel birlikler, yüzyıllar boyunca varlığını sürdür-
dü. Mor pamuk ipliği üretimi ve ihracıyla uğraşan dünyanın
belki de ilk endüstriyel tarım kooperatiflerinden biri 1780’de
orta Yunanistan’da buluna Ampelkia’da kuruldu(Nasioulas,
2012: 156; Young, 1984). 1915’de kooperatiflerle ilgili ilk ya-
sanın yürürlüğe girmesi, büyük çiftlik kooperatifi hareketinin
başlangıcı oldu. Bu tarihten sonraki ilk on yılda, o dönemin
kooperativizm savunucuları tarafından desteklenen ilk tarım
ve şehir kooperatifleri girişimi, 2500 ana tarım kooperatifi-
nin oluşumuna katkıda bulundu. Oluşturulan kooperatiflerin
çoğu, komün çiftçilerini mahveden tefecilik belasıyla baş et-
mek için kredi sağladı(Kamenidis, 1996: 138; Kroustallaki-
Beveratou, 1990: 125, 130-1).
O tarihten itibaren tarım kooperatiflerinin yaşadığı iniş çı-
kışlar; tarihi çalkantıları, siyasi müdahaleleri, elverişsiz yasal
sistem ve kooperatif üyeleri arasındaki iç uyum ve sorumluluk
eksikliğinin etkisini yansıtıyor (Papageorgiou, 2010: 34). An-
cak, ortalama 500.000’den 700.000’e kadar çiftçiyi kapsayan
birinci derecede yerel birliklerin sayısı, o dönemden şimdiye

305
dek 5000-7000 arasında değişiyor (Kamenidis, 1996: 138; Tarım
Kooperatifleri Birliği Konfederasyonu(PASEGES), 2013;
Young, 1984). Toplam modern Yunanistan toplumsal ekono-
misinin yaklaşık yüzde 90’ını temsil eden kırsal kooperatifler,
bu alandaki diğer tüm kooperatif faaliyetlerini gölgede bırak-
mıştır (Young, 1984). 1974’te albaylar cuntasının çökmesinin
ardından Metapolitefsi (rejim değişikliği) döneminde, önde
gelen, bölgesel ve ulusal sendikalar, tarım girdilerinin tedariği-
ne (makine, gübre, yem vb), tarım ürünleri (zeytinyağı, tütün,
tahıl, sebze ve meyve) ve tarım hizmetleri (eğitim, ulaşım, rek-
lam vb) idaresine yoğunlaştı(Kolumvas, 1991: 68; Papageor-
giou 2010: 37).
Bu üretici birliği türleri, uluslararası modern kooperati-
vizm ilkelerine büyük ölçüde bağlıydı: münferit birliklerin ve
onların üst düzey konfederasyonlarının demokratik denetimi,
toplumsal ihtiyaçlarla uyumlu üretim, yerel ve ekolojik koşul-
lar ve karşılıklı yardımlaşma(Kroustallaki-Beveratou, 1900:
130, 141). Bu üretici birliklerinin birçoğu, büyük ekonomik
başarılar ve toplumsal dayanışma gösterirken, bu hareket ta-
rihi boyunca kırsal kalkınmaya, çok önemli altyapıların inşa-
sına ve küçük çiftçilere destek konularında önemli katkılarda
bulundu(Klimis, 1991: 110-11; Kroustallaki- Beveratou 1990:
129; Papageorgiou, 2010: 38). Fakat bu hareket ta başlangı-
cından beri, büyük ölçüde devlet vesayeti ve siyasi patronaj al-
tında kaldı ve bu durum kendi kendini idare eden ve özbilinçli
bir kooperativist hareketin doğmasını engelledi(Krousstallaki-
Beveratou, 1990: 130-3).
1980’lerde sosyalist bir hükümetin seçilmesiyle (Panhele-
nik Sosyalist Hareket, 1981), devletin, hareketi kendi saflarına
katma girişimleri yoğunlaştı. Bu durum, 1980’lerin sonu ve
1990’ların başlarında büyük tarım kooperatiflerinin boğulma-
sına yol açtı(Papageorgiou, 2010: 39). İktidardaki parti, tarım
sınai kompleksleri oluşturma vasıtasıyla toplumun sosyalist
dönüşümü için kooperatifleri araç olarak kullanmaya başladı.
Ayrıca hükümet, uzmanlık ve yetkinlikte zayıf olduğu alan-
larda koopertafileri kendi politikalarının aracı olarak kullandı.
Sonuç olarak, çiftçi kooperatifleri gerekenden fazla personelle

306
doldu, borçlandılar, piyasa fiyatları üzerinde üreticiye ödeme
yaptılar ve belirsiz görünümle yatırımlar yaptı. Büyük oranda
sosyalist ve komünist sol tarafından olmak üzere, parti-siyasi
müdahaleler ve müşterek çiftçiler tarafından yapılan kayırma-
cılık, özel sektör lehine iktisadi karar vermeyi tahrif etti ya
da öngörüsüz çıkarlar; kötü yönetim, yolsuzluk ve verimsizliğe
sebep oldu(Kolumvas, 1991:102-3; Papageorgiou, 2010: 39-
42).
1980’lerin sonlarında, Tarım Bankası ödenmemiş borçları
silme gereği duydu ve ödemeyi hükümet ile kooperatiften talep
etti. Sonunda, kooperatifler, nakit para sıkıntısı yaşamaya başla-
dı, pazarlarını kaybetti, demirbaşlarını satmaya mecbur kaldı ve
en önemli bölgesel ve ulusal birlikleri, özel işletmelere faydası
olacak şekilde lağv oldu(Papageorgiou, 2010: 39-41). Kamuoyu
nezdinde kooperatifler, ticari başarısızlık, yaygın siyasi parti ve
çiftçi yolsuzluğu, hükümet teşviklerine yoğun bağımlılık, kamu
parasının çalınması ve parti-siyaset çıkarları ile eşanlamlı hale
gelmeye başladı.
Şimdilerde ise, geriye kalan oldukça büyük sayıdaki tarım
kooperatifi ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde dura-
biliyor ve kendi pazarlarında başarı hikâyesine dönüşüyor.
Ekolojik sorumluluk anlamında yerel üretimi geliştiriyorlar
ve küresel rekabet ile tarım ticaret şirketi modellerine karşı
küçük, yerel çiftçileri koruyorlar(Thesprotia Tarım Koopera-
tifleri Birliği, 2012). Diğer yandan hükümet politikalarındaki
şiddetli neo-liberal çark, kalan çiftçi kooperativizmine saldır-
maya çalıştı. 2011’de çıkan yeni yasa, kooperatifler üzerinde
devlet kontrolünü sağlamlaştırırken, ikinci derecede sendi-
kaları kaldırarak ana yerel birlikleri, birleşmeleri durumunda
anonim şirketler kurmaya mecbur ediyor(Theprotia Tarım
Kooperatifleri Birliği, 2012; 4015 sayılı Yasa, 2011). Ayrıca,
2012’de Tarım Bankasının özel bir bankaya satılmasıyla koo-
peratiflerin fon kaynakları ciddi şekilde azaldı.
Sermayenin güçlü saldırılarından dolayı, yıkıcı kemer sık-
ma politikaları, neo-liberal yeni düzenleme, refah devletinin
özelleştirilmesi ve dağıtılmasıyla ortaya çıkan derin bir gerile-
me yaşandı. Bu durumda, Yunanistandaki kurumsal kooperatif

307
hareketi, kendini yeni temeller üzerinde yeniden oluşturmaya
çalışıyor. Bu yeni hareket, devlet siyasal sistemi ve kapitalist
güçlerden bağımsızlık iddiasında ve uluslarası kooperativizm
ilkelerini yeniden teyit ediyor: eşitlik temelinde demokratik
özyönetim, yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde kalır. Konfe-
derasyon ve sıkı işbirliği gibi çeşitli kuruluşlar, toplumun dik-
kate alınması ve sürdürülebilir kalkınma(PASEGES, 2011).

İşçi Denetimi
Yunan endüstriyel ilişkileri, işçilerin endüstriyel yönetime
az müdahil olması ve katılım sağlamasıyla bilinir. Bu doğrul-
tudaki çoğu çaba kısa ömürlü, tek tük ve nihayetinde başarısız
olmuştur(Koutrokis ve Jecchinis, 2008: 31). İşçi katılımıyla
ilgili bilinen nadir örneklerin en eskisinin tarihi, Naxos ada-
sında bulunan zımpara madenlerindeki işçi konseylerinin fa-
aliyet gösterdiği 19. yüzyılın ortalarına kadar dayanıyor. Daha
sonraki dönemlerde öne çıkan örnekler arasında, 1920-1936
yıllarında ayakkabı ve tütün fabrikalarında kurulan fabrika
konseyleri bulunmaktadır.
1922’de Anadolu’da yaşanan askeri felaket sonrası anaka-
rada toplumsal kriz derinleşerek, Yunan işçilerinin hareket-
lenmesine sebep oldu. Tütün sendikasına üye işçiler, en kala-
balık, en örgütlü ve sınıf bilinci en yüksek kesim olarak yeni
Yunanistan Komünist Partisi ile sıkı ilişkiler içindeydi. Kuzey
Yunanistan’daki tütün işçileri o zamana kadar işçi katılımında
yapılan en heyecan verici deneyimi başlattılar. İşçilerin ken-
disi tarafından doğrudan seçilen gayri resmi işyeri komiteleri
kuruldu ve doğrudan işçi özyönetimiyle uğraştı. Komiteler,
kolektif anlaşmalar ve endüstriyel mevzuatla iş yönetiminin
uyumunu gözeterek sendikalarla ilişki kurdular. Komiteler,
işçi haklarını savundu, işyerinde işçi eğitimini destekledi ve
sermayeyle olan mücadelede işçilerin çıkarlarını temsil etti.
1929’da yenilenmiş zindelikle başlatılan işyeri komitelerine
yönelik zulüm ve baskıcı tedbirlerine rağmen Metaxas dikta-
töryel rejiminin zorla dayatıldığı 1936’ya kadar ayakta kalmayı
ve mücadele etmeyi başardılar(Koutroukis, 1989: 44-7).
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Ekonomik ve Sosyal Poli-

308
tika Konseyi’nde olduğu gibi işçi temsilcilikleri yoluyla, po-
litika belirlemeye ulusal katılım sağlandı. Ancak birçok özel
ve kamu işletmesinde etkin işçi denetimi neredeyse yoktu.
1983’de yeni Panhelenik Sosyalist Hareket hükümetinin “sos-
yalist ideolojisine” uygun şekilde işçi katılımını teşvik eden
yeni mevzuatın yürürlüğe girmesiyle işçi denetimi görülme-
ye başladı(Raftis ve Stavroulakis, 1991: 294). Ancak sonuçlar
berbattı, çünkü işçilerin bağımsız hareket etmesi çok kısıtlıy-
dı ve gerçek girdileri hükümet temslicilerinin, siyasi parti ve
sendikaların müdahalesiyle gölgede kaldı. 1990’ların başında
başlayan ve günümüzde hızla devam eden özelleştirme süreç-
leri, böylesi planların ölüm belgesini yayınladı(Koutroukis ve
Jecchinis, 2008: 35).
Genel olarak, 1980’ler ve 1990’larda işçi denetimini destek-
leyen devlet politikaları ve yasal girişimlerin başarısızlığı bir-
birine bağlı bir dizi etkenle açıklanabilir: sendikaların ve işlet-
melerin düşmanca tavır ve manipülatif müdahalesi; işyerlerin-
deki idari otoriteryanizm kültürü; hükümet müdahaleciliği ve
şirket işletmesinde işçi katılımı geleneğinin olmaması. Ayrıca
işçi talepleri içerik olarak çok daha geneldi ve belirli işyerleri-
nin bağlamını aşıyordu; sendikal etkinlik ve işyerinde katılım
uzun zamandır kurumsal olarak makul görünmüyordu; işçi-
lerde eğitim, sorumluluk, motivasyon ve anlayış bakımından
yetersizlik vardı ve Yunan endüstriyel ilişkileri parti-siyaset
hattında kutuplaşmıştı. İşçi katılımının kötü mazisi, şu sebebe
de bağlanabilir: Yunan sanayisinde “katılımcı düzenlemeler
sadece yasalar yoluyla getirilirken, ABD ve birçok Batı Av-
rupa ülkesinde ise yasalar esas olarak gelenek ve uygulama-
lar tarafından oluşturulan dezenlemeleri geçerli kılmak için
kullanılıyordu”(Raptis ve Stavroulakis, 1991: 295).
Ancak şunu da not etmekte fayda var; aynı dönemde bir-
çok durumda da işçiler, etkin eylemler sergiledi ve faal olarak
kendi fabrikalarının yönetiminde yer aldı. Bahsedilen durumu
örneklemek üzere, işçilerin kendiliğinden geliştirdiği girişim-
ler vasıtasıyla sürdürdüğü iki işçi denetimi vakasını ele almak
üzere bir parantez açıyoruz(Raftis ve Stavroulakis, 1991: 297).
Kuzey Yunanistan’da Selanik bölgesinde bulunan I. Pante-

309
lemidis şirketi tekerlek jantı üretiyordu ve bu alanda neredey-
se bir tekel konumundaydı. Şirketin kurucusu 1981’de ölünce,
şirketin ödenmemiş borçları yüzünden mirasçılar fabrikayı
almayı redetti ve jant fabrikası aniden kapanmakla yüz yüze
kaldı. Şirketin 23 çalışanı bu tehlikeyi önlemek için harekete
geçti ve yerel belediye yetkilileri ile metal işçileri sendikasının
desteğiyle de Kasım 1981’de fabrikayı ele geçirme kararı aldı-
lar. Bu bir hakiki ve azimli işçi ele geçirme örneğiydi. Böylesi
bir girişim için yasal bir çerçeve yoktu, bu yüzden şirket yasal
boşlukta kaldı ve işçiler gayriresmi şekilde faaliyet göstermek
zorunda kaldı(Koutroukis, 1989: 50-2; Raftis ve Stavroulakis,
1991: 307). İşçilerin birbiriyle ve şirketle sıkı bağları vardı,
çünkü çoğu ellili, altmışlı yaşlardaydı ve şirket açıldığından
beri orada çalışıyorlardı. Siyasi parti ve sendika politikalarının,
işçilerin günlük faaliyetlerinde ve karar verme süreçlerinde
hiçbir rolü yoktu.
Genel kurul, esas yönetim kurulu olarak işlev görüyordu
ama gayri resmi şekilde seçilen ve değiştirilebilen üç kişinin
oluşturduğu üretim koordinasyon komitesi, fabrikadaki işle-
yişin sorumluluğunu yavaş yavaş üstlendi. İlk başlarda, işçiler
işlerinin görünümünden heyecana kapılıyorlardı ve ilk aylarda
üretimi yüzde 100 yükselterek, maaşlarını artırarak ve çalış-
ma saatlerini düşürerek etkileyici başarılar elde ettiler. Ancak
daha sonra, azalan istek ve bağlılık, gevşek iş düzeni ve etkin
bir iş planının olmaması gibi sebeplerden dolayı verimlilikte
düşüş yaşandı. Sürekli bürokratik engelleme, emekli olmak
üzere olan çoğu işçinin ileri yaşı, konunun mahiyetiyle ilgi-
li özgeçmiş, sınıfsal ve siyasi bilinç eksikliği gibi hem nesnel
hem de öznel mahzurlar bu talihsiz sonucun ortaya çıkmasına
katkı sağladı. Fabrikanın ilk ele geçirilmesinden altı buçuk yıl
sonra, fabrikanın kalan işçileri mülkiyeti Evosmos belediyesi-
ne devretti(Raftis ve Stavroulakis, 1991).
Yine Selanik bölgesinde benzer bir hadise, Koulistanidis
Tekstil Şirketi’nde meydana geldi. Ağır borçlanma durumu
şirketi, Şubat 1980’de tüm ödemeleri durdurmaya mecbur
etti. Kalan 117 işçi, Ekim 1980’de eski şirket sahibinin oğ-
lundan kriz yöneticisi konumunu üstlenmesini istediler, bu

310
arada mahkeme tarafından atanan bir murakıp da tüm günlük
işlemleri denetimine almıştı. 1983’ün sonunda borç yükü şir-
ketin kapatılmasını kaçınılmaz hale getirdi, ama aynı zaman-
da da işçiler, bankalarla, sosyal güvenlik fononları ve hükümet
kurumlarıyla tüm işlemleri yürüterek ve üretimi sağlayarak,
işyerinde hiçbir yetkili denetmen olmadan şirketi etkili bir
şekilde işletti. Kararlar işçiler tarafından ortaklaşa ve genelde
oybirliğiyle alınırdı.
Bu vakanın, Pantelemidis ile siciline ışık tutacak birçok
önemli yakınlığı var. Bu vakada da, uzun süredir birbiri ile ça-
lışan ellili ve altmışlı yaşlardaki işçilerden büyük oranda olu-
şan bir işgücü vardı. Buradaki işçiler de siyasi parti ve sendikal
politikalardan kaçındı ve bu politikalar üzerinde bir sendika
kurmayı istemediler. Buna karşılık, işçilerin kendi başlarına
hareket etme yöntemini yasallaştıran ve koruyan hiçbir yasal
çerçeve ya da konuyla ilgili bir devlet dairesinin olmadığı bir
zamanda, hiçbir resmi düzenleme olmadan özerk olarak faali-
yet göstermeyi seçtiler(Raftis ve Stavroulakis, 1991: 302).
Nihayetinde çökmelerine rağmen, her iki işçi bağımsız
eylemi ve kolektif denetimi, hiçbir emsali olmayan bir yolda
tek başlarına yürümek zorunda kaldıkları elverişsiz bir ortam-
da meydana geldi. İşçilerin kendi fabrikalarını zorluklara ve
geçmiş tecrübe eksikliğine karşın idare etme becerisi, onların
kendi kendileri idare etme için gizil potansiyellerini açığa çı-
karıyor. Birlikte çalışarak yıllar içerisinde kurdukları bağlar
ve parti politikaları ile bürokratik sendikacılıktan bağımsız
duruşlarına önem vermeleri, sınırlı ama sıradışı başarılarını
destekledi. Diğer yandan, işçi demokrasisine ilgisiz pasif ve
tüketici öznelliklerin oluşumunu tetikleyen kültürel özellikler;
işçilerin özerkliğini ve dayanışmasını büyütecek daha geniş bir
emek ve toplumsal hareket eksikliği; destekleyici mali, yasal
ve siyasi altyapının olmayışı ve hiçbir özyönetimli fabrika ve
topluluğun var olmaması, bu vakaların neden kısa süreli ve so-
nunda bittiklerini açıklıyor.

311
Gelişmekte Olan Dayanışma Ekonomisinde
Taze Başlangıçlar

Neoliberal Kriz Yönetiminin Bir Sonucu Olarak


Toplumsal Bölünme
1980’lerden bu yana, Yunan siyasal kültüründe temel de-
ğişiklikler; yaygın menfaatçi bireyciliğin yaygınlaşması, kolek-
tif endişe, proje ve bağlılıkların en sonunda bitişini kapsıyor.
Toplumsal öz hareketlilik, seçimlerde bir partiye oy vermek,
kayırmacılık ilişkileri ve müşteri ağları vasıtasıyla şahsi çı-
kar arayışları ile yavaş yavaş sınırlandırıldı(Sakelaropoulos
ve Sotiris, 2004: 203-6; Sevastakis, 2004: 11-22). 1990’lar ve
2000’lerin başında dünyadaki liberal demokrasilerdeki benzer
değişimlerle aynı doğrultuda Yunanistan’da üzerinde mutabık
olunan bir post-demokrasi durumu belirginleşti. Ana akım
merkez sağ ve merkez sol partilerin, liberal modernleştirme
gündeminde birleşmesi, orta sınıf bireylerinin mutabakatları-
nı coşturdu. Vatandaşların önemli bir kısmının tüketici, apo-
litik bireyselciliği, iktidardaki partilerin neoliberal doktrine
biat etmelerinin öbür yüzüydü, zira sonunda bereketli hiper
kapitalizme bir anahtar bulmuşlardı(Crouch, 2004:4, 59-60,
103; Kioupkiolis, 2006).
Ancak 2010’dan bu yana, neoliberal üstünlük, post demok-
ratik mutabakattan çark eden bir otoriteryanlığa sebep oldu.
Olağan üstü hal durumunda, ağır kamu borç krizi altındaki ik-
tidar partilerinin aynı temel eşgüdümlere (serbest piyasa eko-
nomisi, AB ve Eurobölgesi) bağlı olması; “kurtarma paketle-
ri” şartlarını zorla kabul ettiren Uluslararası Para Fonu (IMF)
ile AB seçkinlerinin baskın monetarist (parasalcı) neoliberal
politikalrıyla uyumlu olarak iktisadi durgunluk politikalarının
gelişmesine, servet dağılımının yukarı yönlü olmasına sebep
oldu. Borcunun finanse edildiği bir zenginlik karşılığında şu
ana dek fakirleştirilmiş bir demokrasiye razı olan orta ve alt
sınıfın ayakları altındaki maddi zemin bu durum neticesinde
sarsıldı.
2010 ve 2012 yılları arasında, halk yığınlarına ağır maddi

312
acılar yaşatan, onları terörize eden ve sarsan kurtarma paketle-
ri karşılığında, Yunan ekonomisi ve toplumuna bir dizi yapısal
reform zorla kabul ettirildi. İstatiksel veriler, savaş ekonomi-
sinin çöküşü ve Yunan toplumunun uğradığı maddi yıkıntılar
hakkında kaba bir fikir oluşturabilir. Reel GSYH bu dönem-
de yüzde -21.3 küçüldü ve 2013’de yüzde -4.2 kadar daha da
düşmesi bekleniyor. 2012’de özel tüketim yüzde -23.2 azalır-
ken, işsizlik yüzde 7.7’den yüzde 24.4’e fırladı (IMF 2013).
2010 ve 2012 yılları arasında 100.000’den fazla işyerinin ka-
panması şu ana kadar 500.000 kişyi işsiz bıraktı ve yetersiz
sosyal güvenlik ağından dolayı bir insanlık krizine yol açtı
(Helenik Profesyoneller, Zanaatkârlar ve Tüccarlar Konfede-
rasyonu, 2012, 2013). 2010’daki tam zamanlı istihdam yüzde
67’den, 2012’de yüzde 56.5’e düşerken, tam zamanlı sözleş-
melerin esnek çalışma şekillerine zorla dönüştürülmesi yüzde
337 arttı(Mouriki, 2012:71-2).
Bu sarsıcı şok, maaşlarda, sosyal yardımlaşma giderlerinde
ve yaşam standartlarında tekkerür eden kesintilere, özelleş-
tirme için birçok sosyal hakkın (sosyal yardımlar, işsizlik yar-
dımı ve işçi hakları vb) fesh edilmesine, işçilerin pervasızca
sömürülmesini engelleyen yasal engellerin kaldırılmasına ve
siyasi özgürlüklerin göz ardı edilmesine giden yolları döşe-
di. Böylesi dehşet verici değişimler, ilan edilmeyen bir olağan
üstü halde uygulanan terör politikaları ve belagat olmadan
düşünülmezdi(Balourdos, 2011: 165-92; Mouriki, 2012).

Yeni Sosyal Ekonomi, Biyopolitik İşçi ve Komünler


Ticaret, borsa, üretim ve toplumsal hizmetlerin (sağlık, eği-
tim, evsizlerin bakımı vb) çeşitli alanlarında etkin olan öz örgüt-
lü kolektif ağlarının ortaya çıkması, 2010-2011’de Yunanistan’da
mevcut sosyal ekonomide dönüm noktası oldu. Bu kolektif ağ-
lar, ağır ekonomik çöküş göz önüne alındığında, acil toplumsal
ihtiyaçlara bir yanıttı. Ancak bu durum kooperatiflerin ve sosyal
işletmelerin tarihsel işlevinde niteliksel bir değişiklik de oluştur-
du, şu anda daha büyük bir direniş hareketi bağlamında faaliyet
gösteriyor ve özerk öz örgütlenmeye, toplumsal dayanışmaya,
ağ oluşturmaya ve neoliberal kapitalizme muhalefete önemli

313
bir vurgu yapıyor(Lieros, 2012; Solidarity4all, 2012; Varkarolis,
2012). Kooperatifler ve sosyal işletmeler, sosyal bedeni tekrar
şekillendirmeye başlayan, güçsüz ve atomize öznellik biçimle-
ri oluşturmaya çalışan, baskın neo-liberal strateji ile doğrudan
çatışarak, dayanışma bağları kurmaya ve bireylerin özerklik ile
kolektif işbirliği için kapasitelerini etkin şekilde desteklemeye
çalışıyorlar. Bu kuruluşlar, neo-liberal biyoiktidar tarafından
hedeflenen aynı sosyal hayat, beden ve duygu alanlarına müda-
hil oluyor ve özgürlükçü, dayanışmacı bir karşı-proje geliştirme
düşüncesiyle bu iktidarla mücadele ediyorlar.
Bu nedenle, kamusal malları ve toplumsal çıkarları teşvik
eden, kar amacı gütmeyen daha büyük sosyal ekonomi ile daha
çok siyasi eğilimli ve piyasa ve devlet politikalarına karşıt olan
dayanışma ekonomisi arasındaki ayrılık, krizdeki Yunanistan’a
uygun düşmüştür.
Geniş anlamda yorumlandığı gibi sosyal ekonomi, “karla-
rını arttırmadan önce toplumsal (ve çevresel) ihtiyaçları kar-
şılamaya öncelik veren üçüncü sektör ya da topluluk elinde
bulunan ticari ya da ticari olmayan faaliyet” (Amin, 2009:4)
olarak tanımlanabilir. Sosyal ekonomi ve sosyal girişimcilik
üzerine ilk Yunan yasası (4019/2011), kooperatif kuruluşu-
nu yapılandırdı ve yasal amacı sosyal hizmet temini olan ve
demokratik şekilde özyönetime sahip tüm iktisadi yapıları
destekleme taahhüdü verdi(Nasioluas, 2012: 165-6). 2012’de
toplam 7197 kooperatif (tarım, bankacılık, tesisatçılık, eczacı-
lık, kadınların tarım turizmi, vb), 11 müşterek topluluk (müş-
terek yardım fonları vb.) ve 50600 dernek, kuruluş, kar amacı
gütmeyen gönüllü örgütlenme, Yunanistandaki çağdaş sosyal
ekonomi tanımına giriyor(Nasioluas, 2012: 152).
Bu girişimlerin sosyo-politik işlevini ölçmek için, onları,
sermaye birikimi şekillerinde gerçekleşen mevcut dönüşümün
uygun ortamına olan karşıtlıklaryla değerlendirmeliyiz. De
Angelis’in (2012) belirttiği gibi, kapitalizmin varlığı, emeğin
sosyal ve kültürel yeniden üretimine bağlı. Diğer yandan, ka-
pitalizmin mevcut büyüme oranını sürdürmesi, tüm yeniden
dağıtım düzenlemelerinden feragat edilmesi, refah devletinin
kaldırılması ve kamu malları tedariğinin özelleştirilmesini

314
gerektiriyor. Sermaye, emek gücünün sosyal yeniden üreti-
minden çekilerek kendi bindiği dalı kesiyor. İşte bu sebeple
“sermayenin komünlere ihtiyacı var, ya da en azından ehlileş-
tirilmiş, özel çeşitlerine”(De Angelis, 2012: 185). Kapitalizm,
neoliberal gelişmelerin yol açtığı yıkımlarla baş etmek, re-
fah devletinin geri çekildiği alanlarda boşlukları doldurmak
ve yaygın memnuniyetsizliği zapt etmek için, sosyal işbirliği
ilkesi üzerine kurulu ekonomik düzenlemeleri kabul etme ge-
reği duyuyor.
Bununla birlikte, komünlere dayalı ekonomik faaliyet, tam
zıddı bir sonuç da doğurabilir: “Sermaye ve onun imtiyazla-
rından bağımsız olarak, sosyal üretim ifadelerinin alternatif
yolları için sosyal bir temel oluşturabilir”(De Angelis, 2012:
185). Bu huzur bozucu ihtimal, eşitlik, adalet ve dayanışmaya
dayanan aşağıdan yukarı alternatiflerle, sosyal ekonomi faali-
yeti, hâkim kapitalist kurumların yerine geçmeye çalışan daha
büyük bir dönüşüm projesi içine oturtulduğunda etkili hale
geliyor.
Bu açıdan, 2008’den sonra direniş hareketleri tarafından
başlatılan kolektif ekonomik girişimleri, sosyal bağları yeni-
den kurmak için uğraşan ayrı bir dayanışma ekonomisi ola-
rak değerlendirdiğimizde, ayrı tutabiliriz. Bu ekonomik alan,
doğrudan demokrasi ve karşılıklı yardıma yöneliktir. Kendini
yardım derneği ya da daralan refah devletinin vekili olarak de-
ğil fakat kolektif öz güçlendirmede sosyal-politik bir girişim
olarak görür. İşbirlikçi, serbest derneksel ve karşılıklı yardım
kurumları vasıtasıyla üretim, değiş-tokuş ve tüketim ilişkileri-
ni dönüştürme iddiasında olan düzen karşıtı bir tarafı vardır.
Mahalle ve semtlerde ortaya çıkan dayanışma ekonomisi, ko-
münlerin özelleştirilmesine karşı mücadele veriyor ve piyasa
ile devlet güçlerinin saflarına dâhil edilmeye karşı direniyor
(Lieros, 2012: 46-7; Nikolopoulos ve Kapogiannis, 2012: 29-
31, 35, 108). Kamu (devlet) ekonomisi ve özel (piyasa) eko-
nomi tamamlayıcısı üçüncü sektör şeklinde faaliyet gösteren
sosyal ekonomiden farklılaşan böyle bir dayanışma ekonomisi,
heteronom (özerk olmayan) devlet politikaları, kapitalist hi-
yerarşiler ve kar egemenliğine muhaliftir(Lieros, 2012: 37, 71,

315
82, 159; Varkarolis, 2012: 45).
Kabaca tahminlere göre, Yunanistan’daki bu dayanışma
ekononmisi aşağıda sayılanlar dâhil yaklaşık 150 kolektif gi-
rişimden oluşuyor: Sigortasız ve işsizler için sosyal klinikler
ve eczaneler; sosyal mutfaklar, gıda toplama ve dağıtma hare-
ketleri; sosyal bakkallar ve aracı olmadan tüketim mallarının
dağıtımı için birlikler; ücretsiz paylaşım pazarları, zaman bö-
lüşümlü bankalar, yerel borsa alım satım sistemi; sosyal akşam
dersleri; göçmen destek merkezleri; kent sanat kolektifleri ve
alternatif kültürel alanlar; yasal destek grupları; kafeteryalar,
dağıtım ve kurye hizmetleri şirketleri, kitapevleri, işsiz kadın-
lara yönelik tarım kooperatifleri ve işgal edilmiş VioMe. fabri-
kası benzeri iş kolektifleri(Solidarity4all, 2012).
Bu girişimler, sosyal öz örgütlenmeyi geliştirmek ve devlet
egemenliği ile kar amaçlı pazar ekonomisinin kurulu norm-
larını sarsacak şekilde gündelik yaşama müdahale etmek
üzere oluşturulan çoğul, noksan ve tabandan örgütlenmeli
gayretlerdi(Varkarolis, 2012: 39, 45-9). Böylelikle, komünle-
rin yayılması ve savunulması için mücadeleler ortaya koyarlar:

Kültür komünleri, derhal sosyalleşen “bilişsel” kapitalizm


şekilleri, esasen de dil, eğitim ve iletişim araçlarımız… ama
ayrıca toplu taşıma, elektrik, posta vb ortak altyapısı: dış ta-
biat komünleri kirlilik ve sömürü tehdidi altında… iç tabiat
komünleri(insanlığın biyogenetik mirası). (Zizek, 2008: 429)
Geçmişte özel olarak el konulan ve şimdilerde ise küresel
sermaye tarafından yeni çevrelemeler için hedefte olan ortak
yaşamın üretim ve yeniden üretim araçları, sosyal varlığımızın
müşterek özü ve toplu kaynakları etrafında dillendirilen çağı-
mız temel karşıtlıklarının muhtemel mevkisidir.

Komünler bugün daha spesifik bir anlamda kullanılıyor:


kamu mallarının yönetiminde sosyal özyönetimin yeni ilişki-
leri ve üretimin baskın modunda karşılıklı işbirliği. Yeni sosyal
dayanışma ekonomisi, dünyanın her yerinde yeni teknolojiler
aracılığıyla sosyal ilşkileri arttıran, ayrıntılı bilgi ve malumat
yayan ve geniş iletişim ağlarında yükselişe yol açan, maddi ol-

316
mayan emek ya da biyopolitik üretimin post-Fordist biçimiy-
le bağlantılı olarak anlaşılabilir(Hardt ve Negri, 2004: 66, 109,
114-15, 208-II, 337-40). Biyopolitik emek, maddi eşyaların
imalatıyla sınırlı değil, ayrıca bilgiyi, duyguyu, hayalleri, ileti-
şimi, sosyal ilişkileri ve yaşam şekillerini dönüştürüp üretiyor.
Hardt ve Negri tarafından öne sürülen tartışmalı ama bir o
kadar da bilinen sava göre biyopolitik üretimde emek sarfeden
çoklukun kolektif öznesi, komünlerin, farklılıkların kapsayıcı
bir özelliğe itaatinden ortaya çıkmadığı ayrı bir tür ekonomik,
sosyal ve siyasal örgütlenmeyi somutlaşır. Yani, kolektif özne,
merkezi liderlik ve temsiliyet olmadan katılım ve toplu karar
vermekten kaynaklanır.
Bizim için daha önemli olan, 2011’deki Indignados ve Oc-
cupy hareketleri gibi çağdaş sosyal hareketliliklerin bu hatlarla
birlikte, çokluk öznesinin manifestoları olarak görülmesidir.
Bu hareketler, hem devlet hem de özel mülkiyet egemenliğine
itiraz ederek, komünlerin sosyal öz idaresinin olasılığına işaret
etmiştir. Yine bu hareketler, etkin özyönetimi geri kazanmaya
çalışarak, merkezi yönlendirme, kapalı ideolojiler ve siyasi par-
tilerce temsiliyete sırtlarını döndüler. Böylesi yeniliklerin ayak
izlerini takip ederek, federalist çizgilerle birlikte sosyal özyö-
netimin şekli değiştirilebilir. Böylece, bu iki çizgi kaynaşarak,
kapsayıcı hiçbir merkezi otorite altında sınıflandırılmadan
birbirini etkileyen, birçok kuvvet ve meclis oluşturur(Hardt ve
Negri, 2012: 89-90).
Yunan Aganaktismenoi (Öfkeli) hareketi de, aynı şekilde
sade yurttaşların öz örgütlü ve lidersiz bir girişimiydi. Hareke-
tin örgütlenmesi akışkan ve açıktı, düzenlenmiş hiçbir programı
ya da ideolojisi yoktu ve nihai otorite olarak, çoklukun kolektif
danışmasına bağlıydı. Aganaktismenoi, Yunanistan genelinde,
merkezi meydanlarda toplanan düzenli açık toplantılar aracılı-
ğıyla, halka ait özyönetim kurumlarını hatırlattı. Toplantılarda,
alternatif güç yapılarını yekpare bir ağ haline getirme teşebbü-
süyle, popüler mahallelerde, işyerlerinde ve günlük yaşamın diğer
önemli noktalarında “meydan hareketini” yaymanın etkin yolla-
rı ve yeni ulusal politikalarını tartışmaya koyuldular(Douzinas
2011; Giovanopoulos ve Mitropoulos 2011).

317
2011 Ağustos ayından sonra hareketlilik yavaşça yok ol-
maya başladı ama Manuel Castells’in İspanyol İndignados
hakkında dediği gibi:

Hareket ortadan kaybolmadı; bilakis mahalle meclisleriyle


sosyal dokuya yayıldı… anlamlı yaşamak için tüketici koopera-
tifleri, ahlaki bankacılık, borsa ağları ve diğer birçok farklı ya-
şam şekilleri gibi alternatif iktisadi uygulamaları yaydı(Castells,
2012).

Yunanistan’da başlangıç aşamasındaki dayanışma eko-


nomisi, yukarıda bahsedilen hareketin devamı ve yan ürünü.
Şimdi de birkaç girişimi ele alarak bu deneysel atılımların
matığını, potansiyelini ve beklentisini, özerklik, eşitlik ve da-
yanışma temelinde yeni ekonomilerin inşasında nasıl kullanı-
lacağını açalım.

Pagkaki: Kafeterya İşleten İşçi Kollektifi


Atina’da adil ve dayanışmacı bir ticaret kooperatifi olan
Sporos’a da katılmış bir grup birey arasında 2008’in sonların-
da mesafe alan kolektif mülkiyet, özerklik ve dayanışma anla-
yışı çerçevesinde, bir kafeterya açma fikri ortaya çıktı(Pagkaki,
2010). Kahve, içecek ve hafif yemekler hizmeti sunan gelenek-
sel Yunan kafeneio tarzında tasarlanan kafeterya, Atina’nın
merkezi bir bölgesinde Haziran 2010’da açıldı. 2012’de ka-
feterya, 10 üyeden oluşan işçi kollektifi tarafından işletiliyor
ve Yunan yasalarının izin verdiği iş kolektifine en yakın yasal
şekil olan kent kooperatifi şeklinde yapılandırıldı(Pagkaki,
2010; Varkarolis, 2012: 115). Başlangıçtan itibaren amaç, hem
dâhili hem de harici olmak üzere komünleri, kamu malları
olarak ve katılımın, eşitliğin ve topluluğun soyal ilişkilerinin
belirli bir türü olarak da iki yönlü boyutta işletmek ve düzen-
lemekti.
İlkin, dâhili. Komünler, kafeneiodaki malların mülkiyeti ve
dağıtımıyla ilgili alanlarda yapılandırıldı. Mevcut üyelere değil
de kooperatife ait olan işyerinde, hiçbir üyenin şahsi hissesi
yoktu(Pagkaki, 2011). Ne işveren ne işçi ne de işçilerin eme-

318
ğinden elde edilen artı değer vardı. Herkes, her türlü işte aynı
saat oranında eşit olarak emeğinin karşılığını alıyor ve hepsi
farklı iş konumlarında bir birinin yerini alıyor. Bütün işçiler,
kolektifin ve onun karar verme kurulu olan ve en üst seviyede
mutabakat oluşturmaya çalışan genel kurulun eşit üyesiydi.
İkincis, harici. İş kolektifi, herkese açık sosyal iletim, tar-
tışma ve eğlence alanı oluşturmakla sorumlu. Yine iş kolekti-
fi, dayanışma ekonomisinde kendisiyle hemfikir müesseseleri
destekler, daha büyük sosyal mücadelelere katılır ve herkes
için adil, özerk bir toplumu gerçekleştirme bakış açısıyla sos-
yo-politik ağların oluşumuna katkı sağlar. Kolektifin tüzüğü,
maaş, işletme giderleri ve ilk iç borç ödemeleri yapıldıktan
sonra kalan tüm aylık artı değerin, hemfikir kolektif girişimle-
rie yardım etmek üzere kullanılmasını taahhüt eder.
Eşit özgürlüğe bağlı sosyal ilişkiler olarak komünleri yürü-
lüğe koyan kolektif, en başta, eğlence ve buluşma için ulaşıla-
bilir ve fiyatları uygun bir yerin oluşturulması vasıtasıyla kafe-
teryanın sosyal boyutunu ve sosyal alanını geliştirmekle ilgili.
Sosyalleşme, boş zaman ve iletişim için bir yer olmanın yanı
sıra, Pagkaki, kendi faaliyet ve beklentileri ile kolektif özör-
gütlenmeye ilişkin tartışma ve bilgi-paylaşım etkinliklerine
de ev sahipliği yapıyordu(Pagkaki, 2011). Ayrıca kolektif, işçi
özyönetimi, dayanışması ve işbirliğinde özerk müesseselerin
daha geniş bir ağının oluşturulmasıyla uğraşıyor. Aynı şekilde
kolektif, yatay ve doğrudan demokratik şekillerde yapılanan
taban sendikalrını destekliyor. Diğerleri için üzerine düşüne-
cekleri, öykünecekleri ve gelişecekleri uygulanabilir bir örnek
teşkil edecek üretici radikal öz örgütlenmesinde kolektif bir
deneyim olarak faaliyet göstermeye çabalıyor (Pagkaki, 2011).

VioMe: İşgal Edilmiş Özyönetimli Bir Fabrika


Mevcut iktisadi özyönetim deneyimleri arasında Vio Me’ye
önemli bir yer ayrılmalı. VioMe, Selanik civarında bulunan bir
inşaat malzemeleri fabrikası. Bu vaka, günümüze kadar en-
düstriyel çatışmanın ürünü olan ilk deneyim ve işçilerce üretim
araçlarının işgal edilmesini de kapsıyor.
VioMe, yapı sanayisi için tamamlayıcı malzemeler (yapış-

319
tırıclar, dolgu malzemesi, harç malzemeleri, alçı vb.) üreten
Philkeram-Johnson’ın yan kuruluşuydu. Mayıs 2011’de, mali
krizin zirvesinde, fabrika sahipleri fabrikayı terk etti ve iş-
çilerin maaşı ödenmedi. Buna karşılık işçiler, fabrikayı işgal
etti ve yasal olarak işi durdurdular(Katsoridas, 2013). Sonuç-
suz müzakerelerle geçen birkaç aydan sonra işçi genel kurulu,
doğrudan demokratik işçi denetiminde işgal edilmiş fabrika-
yı çalıştırma kararı aldı. Ve şimdilerde simge olan “Siz yap-
mazsanız biz yaparız” sloganıyla 12 Şubat 2013’de üretime
başladılar(VioMe Mücadelesiyle Dayanışma İnsiyatifi, 2013).
VioMe projesi, geleneksel işçi mücadeleleri ve tomurcuk-
lanan dayanışma ekonomisi hareketinin kesişme noktasında
bulunuyor. Bu çabanın merkezinde, keskin sınıf bilinci ve mi-
litanlığıyla VioMe işçi sendikası bulunuyor. Özyönetimi be-
nimseme kararına yol açan sayısız müzakerede, VioMe işçileri,
sendikadaki geleneksel otorite konumlarından kurtulmaya ve
hem mücadelede gerekli siyasi kararlar üzerinde hem de fab-
rikanın üretim süreçlerinde, nihai karar verme aracı olarak işçi
meclisi kurmaya karar verdiler(Katsoridas, 2013). Bu düzenle-
me, işyerindeki eşitsizlikleri gidermeyi, eşit katılım sağlamayı,
işçilerin yaratıcılığını serbest bırakmayı ve üretim süreçlerinde
işçi denetimini sağlamayı amaçlıyordu.
İşçilerin, Yunan iktisadi durgunluğu boyunca sayısız en-
düstiryel çatışmada yürürlüğe konan yerleşik tepki ve müza-
kere ritüelinden kaçınma kararı, Yunan Komünist Partisinin
(KKE) ve VioMe işçilerini küçük kapitalistler olmak, parçalı
ve münferit çözümler aramakla suçlayan KKE’yle bağlantılı
sendikaların düşünmeden tepki vermesine yol açtı (örneğin
bkz. Panergatiko Agonistiko Metopo, (Tüm İşçiler Militan
Cephesi) PAME Arkadias, 2013). Yavaş yavaş bir dizi temel-
siz eleştiriyle KKE, VioMe mücadelesinin önde gelen karşıtı
ve eleştirmenine dönüştü.
Buna karşılık VioMe işçileri, kooperatif girişimlerinin kar
amacı güden kapitalist bir şirkete dönüşmesini engelleyecek
bir dizi tedbir almaya karar verdi. Kooperativizm ilkeleri doğ-
rultusunda işçiler, kişisel kaygılarını sınırlandırma kararı aldı.
Onun yerine tüm artı değerleri daha geniş topluluk amaçları

320
ve benzer mücadele ve girişimlere yönelik kullanmayı seçtiler,
böylece bilinçli olarak kar ilkesini bir kenara koydular. Tüm
işçilerin ortak paydası vazgeçilmez konuşma ve oy kullanma
hakkı: “Hissedar olmayan hiçbir işçi ve işçi olmayan hiçbir
hissedar bulunmayacak” diye tasdik ediyorlar(Avramidis ve
Galanopoulos, 2013). Böylelikle işçilerin işgal ettiği üretim
araçları, şahsi mülkiyet olmaktan çok ortaklaşa yönetilen ko-
münler olarak görülür:

Komünler, yaşam için gerekli görülür, sadece biyolojik an-


lamda değil… bireyleri biribirine bağlayan yapılar, bizi toplu-
mun üyesi yapan hepimizin sahip olduğu ortak somut ya da
soyut unsurlar(Fattori, 2011).

Bu bağlamda, emeğin kendisi kamu yararı olarak görülür.


Kapitalist mitolojiye göre emek, para karşılığında sermaye
sahibine emeğini vererek, onunla gönüllü bir anlaşma yapan
işçinin mülkiyetidir. Aksine bu yeni anlayışta yaratma beceri-
miz, her ne kadar bireysel olsa da, ortaklaşa yönetilen üretim
araçlarına, ortaklaşa üretilen ve öğrenilen becerilere dayalı, ta-
biatı gereği toplum yararına ve toplumsal olarak gerçekleştiri-
len sosyal faaliyet olarak görülüyor(Wainwright, 2012). Emek,
emek pazarında alınıp satılabilecek bir meta olarak değil, daha
ziyade kendi kendine yapılanmış bir toplumun asgari geçimi-
ni güvenceye almak için sınırlayabildiği bol bir kaynak olarak
görülür.
Böylelikle VioMe işçileri, hem kapitalist firmalarca kulla-
nılan özel mülkiyet dilinden hem de sol partiler tarafından
kullanılan devlet tarafından işletilen kamu mülkiyeti dilin-
den radikal şekilde farklı komünlere dayalı bir dil oluşturdu.
Birbiriyle uyumlu mülkiyet şekilleriyle pazar ve devlet, kendi
yeniden üretim araçları üzerindeki toplum kontrolünü alarak;
devlette bürokratik seçkinlere, pazarda ise iş seçkinlerine ve-
ren mekanizmalar olarak düşünülebilir. Buna karşılık:

Desantralize (merkeziyetçi olmayan), özyönetimli, ortak


üretim sistemleri, üretim araçlarının dağıtımını ve karar ver-

321
me sürecini daha geniş bir alana yayan, kaynaklara daha adil ve
doğrudan erişimi sağlar. Modern pazar/devlet sistemlerinde
bu süreçler, yukarıdan aşağıya doğrudur(Quilligian, 2012: 76).
Mücadelenin ikinci bileşeni, VioMe Mücadelesi ile Daya-
nışma Açık İnsiyatifi, işçilerin özyönetim kararının duyurul-
masının hemen ardından Selanik’de (birçok diğer Yunan şeh-
rinde ve yurtdışında olduğu gibi) kuruldu. İnsiyatif, herkesin
katılımına açık. Aynı yataylık ilkesiyle çalışıyor ve sosyal ve
ekonomik özyönetim ilkesiyle motive olmuş kolektif ve birey-
leri kapsıyor. Dayanışma İnsiyatifi, işçi meclisi tarafından alı-
nan siyasi kararlara saygı duyarken, hem eylemsellik, protesto
ve yürüyüşlerin düzenlenmesinde hem de ulusal ve uluslarara-
sı ileişim, kaynak toplama ve dayanışma kampanyaları koor-
dine etmede önemli bir rol oynuyor(Katsoridas, 2013). Ama
daha da önemlisi, mücadeleye daha geniş toplum katılımını
sağlamada önemli bir role sahip ve böylece projenin amacını
maddi üretimden biyopolitik üretime doğru genişletiyor.
Böylece üretim üzerinde basit işçi denetiminin ötesine ge-
çen yapıların kristalleşmesine ve yeni fikir ve değerlerin (çev-
renin korunması, işbirliği, dayanışma ve ortak mülkiyet dâhil)
üretimini kapsayan daha geniş toplumsal bir kontrolü, yeni
ilişkiler (özyönetim konusu etrafında oluşan desantralize ko-
lektiflerin ağı aracılığıyla) ve hepsinden önemlisi yeni öznel-
likleri amaç edinen yapılara şahitlik ediyoruz. İşçiler, sadece
verilen emirlerin takipçisi olmayı bırakıyor ve yaratıcılıklarını
ortaya çıkararak, kolektiflik ve karşılıklı bağımlılığın önemini
fark ederek kendi eylemlerinin sorumluluğunu alıyorlar.

Micropolis: Hayal Edilen Deneyimin Sosyal Alanı


Micropolis’in ardındaki fikir, ülkeyi sarsan ve yeni siyasi
aktörleri öne çıkaran Aralık 2008 ayaklanmasında ortaya çıktı.
1990’ların ikinci yarısında önemli bir gençlik kitlesi ve diğer-
leri, gitgide artan radikalleşmeye maruz kaldı. Bu, polisle şid-
detli çatışmalara evrildi, toplumsal normlardan özgürleşmenin
canlandırıcı duygusu ve toplumsal yaratıcılığın ortaya çıkması.
Eylem halindeki toplumsal tahayyül, hem kamu binaları, park-
lar ve meydanların birçok kez işgal ederek, hem de kalıcı ma-

322
halle meclisleri kurarak, festivaller, sokak sanatı etkinlikleri dü-
zenleyerek, konferans, müze, tiyatro ve alışveriş merkezlerinde
müdahaleler başlatarak, -en azından ayaklanma süresince- kent
merkezlerindeki kamusal alanların şeklini değiştirdi(Nasioka,
2012).
Geçici mekânsal ele geçirmelerin birinde, Selanik Drama
Okulu’nun işgal edilmiş binasında, diğer birçok kolektif ve
bireyle birlikte, anti otoriter hareketin bazı kesimleri, radikal
öz yapılanmanın bu atmosferinin günlük canlı deneyimi ola-
bildiği toplumsal hareketlerin kalıcı irtibatını sağlayacak bir
mekân ihtiyacı hissetti.
Uzun bir araştırma döneminden sonra tam şehir merke-
zinde, 900 m2 üç katlı neo-klasik bir bina kiraladılar. Genel
kurulda haftalık olarak bir araya gelen topluluk tarafından iş-
letilen bir komün devreye soktular. Bu topluluk, kolektif ve bi-
reyleri üç temel ilke etrafında bir araya getirerek sınıflandırdı:
yatay karar verme, mevcut kurumlardan (devlet, kilise, siyasi
partiler, şirketler vb.) radikal bir kopuş ve kişisel ekonomik kar
kaygısının olmaması. Bu dâhil etme kriterlerinin muğlâklığı,
bir kolektif çokluğa yol açtı: kavramın en katı anlamıyla, ken-
dilerini sürece dâhil etmede siyasi değillerdi. Binadan ilkin
yapılan faaliyetlerden birkaçı: drama, mobilya yenileme, mü-
zik provaları, vahşi hayvan kurtarma, konserler, kütüphane,
konuşma ve sinema projeksiyonları, siyasi toplantılar ve bir-
çok farklı ücretsiz ders, yogadan violine, çömlekçilikten işaret
diline. Birinci kattaki bar, Selanik’in şaşaalı gece hayatına al-
ternatif olarak kısa zamanda kuruldu. Micropolis mensupları,
mekânı canlı tutma ve kiranın ödenmesine yardım etme gö-
revlerinin bir parçası olarak barda gönüllü çalışıyordu.
İsim seçimi, bilinçliydi: bu mekân katılımcıların öngördü-
ğü şehrin (polis) minyatürü (mikro) olarak tasarlandı: hayal edi-
len deneyimin mekânı(Micropolis Sosyal Alanı, 2009). Kısa
sürede, Mikropolis birçok insan için sosyal hareket eylemine
katılım noktası oldu. Çelişkiler ve çatışmalarla, bitmek bilme-
yen hararetli tartışmalar ve belirsiz bir mütabakat için daimi
istek vasıtasıyla yolunu çizen bu proje, sosyal özyönetimde ba-
şarılı bir deneyime dönüştü.

323
Bununla birlikte, 2011 meydan hareketleri yeni konu ve
aktörleri öne çıkardı ve 2008 ayaklanmasında elde edilen an-
layışların zenginleşmesi ve derinleşmesine fırsat sağladı. Buna
ek olarak, gönüllü çalışma, katılımcılara büyük zarar vermeye
başladı ve kriz, bu kişileri projeden uzak tutacak şekilde kişisel
durumlarını etkilemeye başladı. Olup bitenler, ucuz ve besle-
yici gıdaya erişim, hızla özelleştirilen komünlerin savunması,
dayanışma ve karşılıklı destek gibi proje tarafından şu ana ka-
dar ele alınmamış bir dizi yeni meseleyi gündeme taşıdı. Her
üyenin kişisel koşullarının özel bir mesele olarak kalmaması
gerekliliği çabuk anlaşıldı. Ne üretildiği, kimin ürettiği, na-
sıl dağıtıldığı ve tüketildiği meseleleri, projenin amacı dışında
kalmamalıydı.
Evvela, 2011 yılı boyunca Yunanistan’da birçok özyöne-
timli projede, ücret sorunu yoğun ama aynı zamanda yaratıcı
teorik tartışmaları ateşledi(örneğin bkz. Varkarolis, 2012: 86).
Uzun bir düşünce ve tartışma döneminden sonra mevcut sis-
temin; eşit katılım, emek komünlerine ortak erişim ve verilen
tüm kararlar üzerinde kolektif denetim sağlayacak şekilde de-
ğiştirilmesi için yeni bir yapılandırıcı süreç başlatıldı.
İlk can sıkıcı mesele gıda erişimiydi. Orta ve alt sınıfların
gelirlerinin küçülmesi, fırlayan fiyatlarla birlikte, Yunanis-
tan’daki köklü tarım ticareti ve ticari çıkarlar, insanlık felake-
tinin eşiğine getirecek bir durum ortaya çıkardı. Toplum, hem
tüketici hem de üretici için adil bir ücret sağlayacak, aracıları
ortadan kaldıracak ve tüketiciyle iyi gıda üreticilerini doğru-
dan irtibata geçirecek bir yapı tasarlamaya başladı. Yeni bir
meclis, vardiyalı şekilde çalışan topluluk üyelerinin mekânı
işletmek için ücretlendirildiği küçük bir gıda dağıtım yeri
oluşturmayı koordine etti. Mutfağı işletmek için de benzer bir
yapı faaliyete geçirildi. Kısa bir süre sonra bir anaokulu, bir
kitapçı ve bir matbaa aynı şekilde faaliyet göstermeye başla-
dı. Kolektif ekonomik süreçlerin denetimini sağlayacak ku-
rumları oluşturmaya çalışan tüm aktörlerin asimetrik etkisini
önleyen ama karar verme sürecinde işçi katılımını sağlayan
yapılandırıcı süreç devam etti.
Son nokta belirleyicidir. Kamu malı olarak emek, tek tek

324
işçilere değil, topluluğa aittir. Ancak işçileri, topluluğa ücretli
çalışmayla hizmet sağlama konumuna getirmeden, üretimin
sosyal ve komünal denetimini nasıl güvenceye alabiliriz?
Cevap iki yönlüydü. İlkin, tüm gerekli becerileri dağıtmak
ve belirli kişilerin özel konumlarda sabitlenmesinden kaçın-
mak için tüm ilgili üyeler, ücretli konumlarda düzenli olarak
nöbet değiştirecekti. İkincisi, bir dizi farklı yetkinlikteki mec-
lis kurulacaktı. Her yeni ekonomik birim, günlük idari karar-
ların, ücretli ve ücretli olmayan üyeler tarafından ortaklaşa
alındığı kendi meclisi tarafından idare edilir. Tüm ekonomik
birimlerin ortak bir meclisi bütün faaliyetleri koordine eder
ve tüm topluluk üyelerinin katılımı istenen (ve teşvik edilen)
haftalık genel kurula sunulmak üzere öneriler hazırlar. Mikro-
polis sınırlarındaki tüm faaliyetler üzerindeki son sözü genel
kurul söyler. Bununla birlikte, dönüşümlü bir idare meclisi,
sosyal merkezin işleyişinin kolaylaştırılmasına katılır(fazla artı
değer, tamiratlar vb.). Tüm meclisler, üye olsun ya da olmasın
herkese aynı şekilde açık.
Mikropolis’in bütün ekonomik faaliyetleri kar amacı güt-
müyor ve küçük artı değerler iki fona yönlendiriliyor: işçilerin
sağlık harcamalarını kapsayan ortak bir fona ve siyasi müca-
deleleri, yeni sosyal merkezleri ve dayanışma ekonomisinde
benzeri deneyimlere mali destek sağlamak üzere ayrılan da-
yanışma fonu.
Mikropolis benzeri deneyimlerin etkisi, maddi ihtiyaçların
karşılanmasının ötesinde, biyopoltik üretime müdahalelerin-
den ve kollektivite, katılım, karşılıklı saygı, eşitlik ve dayanış-
ma değerlerinden gelen yeni bir kültürü ortaya çıkarmasından
ileri geliyor. Aslında, kolektif bir özne olarak topluluğun, sü-
rekli kendini yenilemesi, aynı zamanda topluluğun geleneksel
şekline eleştirisini içeren projenin esas boyutudur:

Topluluk, etrafı çevrili şekilde güvende olan bir realite, seçkin


çıkarlar için ortaklaşmış insanların gruplaşması olarak düşünül-
memeli… bilakis, bir ilişki niteliği; insanların birbirlerine, dünya-
ya, ormanlara, denizlere, hayvanlara karşı sorumluluk ve birbirle-
riyle işbirliği kurma ilkesi olarak düşünülmeli(Federici, 2012: 50)

325
Komünal bağ, böylelikle, kapitalist biriktirme tarafından
dayatılan çalış-tüket-uyu şablonundan çıkacak yabancılaşma-
mış öznelliklerin ortaya çıkmasını sağlar. Komünal yaşamın
birçok alanına yayılan sosyal denetim, işçilerin kendi eylemle-
ri üzerinde denetim sağlaması ve üretim, dağıtım ve tüketim
üzerine karar verme sürecine etkin katılımlarıyla tamamlan-
mış olur. Aslında, Yunanistan’daki benzer birçok yapıda ol-
duğu gibi Mikropolis’te de, katılım için değişik ihtiyaçlar –
gıda, çocuk bakımı, eğlence, öğrenme- kolektif şekilde kendi
yöntemleriyle karşılanabiliyor. Bu durum, deyim yerindeyse,
özerkliğe doğru bir hareketlilik oluşturdu: varlığımızı yöneten
usuller (nomo: kural) olarak özerklik.
Ancak özerklik, tecrit ya da özgürlük adacıkları oluştur-
mak anlamına gelmiyor. Mikropolis, muhalif bir proje olarak
görüldü ve bugün muhtemelen bu konumunu daha da güç-
lendirdi. Bunun sebebi, bünyesindeki içe dönük ve sekter tu-
tumların üstesinden gelmiş olması. Üstelik karşılıklı desteğin
anlamlı ilişkileri ve coşkulu taban projelerinin çokluğu ile iş-
birliği geliştirmesi. Bugün Mikropolis, hem kapitalist siste-
min –devlet ve pazar- saç ayaklarına meydan okumaya hem
de tabandan gelen radikal demokratik alternatifler aracılığıyla
sistemi yavaşça değiştirmeye çalışan geniş kolektif girişim ağ-
ları içerisinde önemli bir yer tutuyor.

Son(uçsuz) Düşünceleri
Yukarıda bahsedilen tüm çağdaş deneyimler (komünlerin
yeni sosyal ekonomisinin öz yapılandırılması süreci) hem üze-
rine düşünülmeye hem de gelecek vadeden bir sosyal dönü-
şüm yolu olarak takip edilmeye değer sosyal öz kurtuluş ve
siyasi değişimi kapsar.
İlk olarak, sürecin öngördüğü işçi özerkliği, sosyal dayanışma
ve sorumluluk oluşturma amacı, bizatihi bu amacın uygulamaya
konduğu araçlar vasıtasıyla somutlaşıyor. Çağdaş deneyimler bu
yöntemle, hayal edilen bir uygulamayı hayata geçiriyor.
İkinci olarak bu deneyimler, eşit katılıma dayalı sosyal fak-
törlerin, doğrudan ve tabandan öz hareketliliğini, daha yalın
bir ifadeyle, içkin ve yatay bir sisyasi değişimi tercih ediyor.

326
Dağıtım ve üretim alanlarındaki doğrudan kolektif özyöne-
tim, siyaset, toplum ve iktisat arasındaki bölünmeleri kaldıra-
rak, komünlerin günlük yaşamda siyasallaşmasını motive edi-
yor. Dahası, “serbest” piyasanın, resmi siyasetin ve ayrışmanın
egemenliğini kaldırarak toplumlara etkin öz idare gücünü geri
veriyor.
Üçüncü olarak, tikelliği çoğullukla bir araya getirdiler. Ken-
dilerini, sosyal yeniden yapılandırmaya giden yolda tam yetki-
li ve özel olarak görmüyorlar; bilakis, yeni toplumsal oluşum
için daha çok özgürlük ve eşitliğe giden yollar arasında sadece
bir yol olarak görüyorlar. Daha büyük siyasi strateji, ittifaklar,
taban sendika militanlığı ve resmi siyasal sisteme girme mese-
leleri hala tartışmaya açık konular.
Dördüncü olarak, sözkonusu müesseseler, yalnızca kendi-
lerini devlet ve özel sektörün hegemonyasına karşı konumlan-
dırmaları ya da çelişki ve iç kavgalara uğraşmalarından dola-
yı değil; bilakis, doğaları gereği zaten kavgacıdırlar. Bununla
birlikte, mevcut koşullarda kolektif özgürleşmeyi ilerletecek
en iyi pratikler üzerinde öz eleştiri yapıyor, tecrübeler ve süre-
giden düşünceler ortaya çıkarıyorlar.
Son olarak, hiyerarşik modelleri, bürokratik hâkimiyeti ve
devlet merkeziyetçiliğini devirecek bir nevi birliklerin birliğini
inşa etme zorluğuna karşılık, çeşitli yollar buldular: ağ yapısı
ve açık meclis. Farklı kolektifleri bir araya getiren ağların ku-
rulması ve yaygınlaştırılması, dayanışma ekonomisindeki koo-
peratif müesseselerinin kendilerini karşılıklı olarak sürdürme,
yayma ve piyasa ile devlet dışında üretim ve dağıtımın özerk
iktisadi alanlarını oluşturmaya çalıştıkları en yaygın yöntem-
lerden biridir.
Aynı zamanda, ağların kendileri, desantralize, gönüllü, gev-
şek ve yeni katılanlara açık olma eğiliminde. Böylelikle bu ağ-
lar, sadece çeşitlilik için yer oluşturmuyor, aynı anda herkesin
eşit özerkliğine saygı duyan otoriter olmayan bir tutumla çe-
lişkilerin görüşülmesi, yayılması ve ifade edilmesi için de yer
oluşturuyor. Bu bağlamda açık meclisler -herkesin sürekli sa-
dakatini gerektiren, bürokratik otoriter temsiliyet ve doğrudan
demokrasi arasında bir yol çizerek- herkesin devamlı mevcu-

327
diyetini gerektirmeksizin ilgili herkese ulaşacak ve etkileye-
cek kolektif müzakere formu sağlıyor. Bunun sonucu olarak
ağ yapısı ve açık meclis, açıklık, katılım, doğrudan müdahil
olma ve komünler etrafında sosyal birleşmeyi teşvik eder. Di-
ğer yandan da, iç bölünmelerden yoksun ve her zaman kendisi
için var olan birleşik bir özne canlandırarak kendi meseleleri-
ni üstlenen tehlikeli ve ihtimal dışı bir toplum hayalinden de
kaçınıyor.
Bu perspektiften bakıldığında, işçi denetimi, üretim ve da-
ğıtımda bireysel etkenlere odaklı endüstriyel demokrasiyi kap-
sıyor ama onunla sınırlı değil. Komünlerin kucaklayıcı, çoğul
ve ağ tabanlı demokrasisi içerisinde bulunan işçi özyönetimi;
hizmet sektöründe, doğal kaynakların idaresinde, bilginin üre-
timinde, sosyal ilişkiler ve kültürde, biyopolitik üretimin yeni
formlarına doğru kendini yaymaya çalışıyor. Bu hareket, yeni
bir tür sosyal bütünlüğe işaret ediyor. Üretim birimlerini, ya-
şamsal sosyal kaynakları ve önemli kolektif malları doğrudan,
özerk, kapsamlı, açık ve kavgacı bir tutumla yöneten özyöne-
tim alanlarının artan ekseriyeti, daha geniş koordinasyon ve
öz düzenleme ağlarında bir araya geliyor. Böylesi açık meclis
ağları, daha geniş çıkar topluluklarında ve belirli işletmelerde
tüketici, üretici ve işçiler arasındaki bölünmeyi ortadan kaldır-
maya çalışıyor. Bu ağlar, üretim ve tüketimin, ortak mülkiyet
sahipliği açısından ve sürdürülebilir adil tüketim için genel bir
kaygı olarak ele alınması yoluyla kamu malı ihtiyacını karşı-
lamaya dönük yöntemlerle sosyal bütünleşmeyi geliştiriyor ve
komünlerin etkin ekonomisini düzenliyor.

328
Referanslar

Amin, A. (ed.) (2009) The Social Economy. London and


New York: Zed Books.
Angelidis, M. (2007) Developmental Dynamics and Soci-
al Transformations in Athens (In Greek). Available at http://
courses.arch.ntua.gr/fsr/138722/ Angelidis-et-al_Athens.pdf
(accessed 27 March 2013).
Association of Agricultural Cooperatives of Thesprotia (2012)
Cooperatives under attack (In Greek). Available at http://www.
paseges.gr/el/news/Oi-synetairismoi-sto-stohastro (accessed
06 March 2013).
Avramidis, C. and Galanopoulos, A. (2013) Vio.Me:
Labour experiment with worldwide resonance (In Gre-
ek). UNFOLLOW Magazine, 15. Available in English at
http://borderlinereports.net/2013/05/23/viome-a-workers-
experiment-with-global-appeal/ (accessed 5 December 2014).
Balourdos, D. (2011) Impact of the crisis on poverty and eco-
nomic exclusion (In Greek). The Greek Review of Social Rese-
arch, 134–65.
Castells, M. (2012) Where are the “indignados” going?
Available at http://www.irishleftreview.org/2012/01/27/in-
dignados/ (accessed 25 March 2013).
Crouch, C. (2004) Post-democracy. Cambridge: Polity.
De Angelis, M. (2012) Crises, capital and co-optation.
Does capital need a commons fix? In Bollier, D. and Helfrich,
S. (eds) The Wealth of the Commons: a World Beyond Market &
State. Amherst: Levellers Press.
Douzinas, C. (2011) In Greece, we see democracy in ac-
tion. Available at http://www.guardian.co.uk/commentisf-
ree/2011/jun/15/greeceeurope-outraged-protests (accessed
11 June 2012).
Fattori, T. (2011) Fluid democracy: The Italian water revolu-
tion. Transform! Magazine, 9. Available at http://transform-
network.net/en/journal/issue-092011/news/detail/Journal/
fluid-democracy-the-italian-water-revolution.html (accessed

329
03 May 2013).
Federici, S. (2012) Feminism and the politics of the com-
mons. In Bollier, D. and Helfrich, S. (eds) The Wealth of the
Commons: a World Beyond Market & State. Amherst: Levellers
Press.
Gibson-Graham, J.K. (2006) A Postcapitalist Politics. Min-
neapolis and London: University of Minnesota Press.
Giovanopoulos, C. and Mitropoulos D. (eds) (2011) Di-
mokratia under Construction (In Greek). Athens: A/Synec-
heia Editions.
Hardt, M. and Negri, A. (2004) Multitude. War and De-
mocracy in the Age of Empire. London: Penguin.
Hardt, M. and Negri, A. (2012) Declaration. New York:
Argo-Navis.
Hellenic Confederation of Professionals, Craftsmen and
Merchants (2012) More than 100 000 private enterprises clo-
sed in two years (In Greek). Available at http://portal.kathime-
rini.gr/4dcgi/_w_articles_kath-break_1_08/10/2012_465163
(accessed 15 March 2013).
Initiative of Solidarity with the Struggle of Vio.Me. (2013)
The machines of self-management have been switched on (In
Greek). Available at http://www.viome.org/2013/02/the-
machines-of-self-managementhave.html (accessed 03 May
2013).
International Monetary Fund (IMF) (2013) Country Report
on Greece. Available at http://news.in.gr/files/1/2013/01/18/
cr1320.pdf (accessed 15 March 2013).
Kamenidis, C. (1996) Cooperativist Economics. Thessaloni-
ki: Aristotle University of Thessaloniki.
Katsoridas, D. (2013) Vio.Me.: The first experiment in
workers’self management of an industrial unit (In Greek).
Available at http://bit.ly/10ijBxL, (accessed 03 May 2013).
Kioupkiolis, A. (2006) Post-democracy and Greek politics
(In Greek). Translator’s introduction in Crouch, C. (2006)
Post-Democracy, trans. A. Kioupkiolis, Athens: Ekkremes Edi-
tions.
Klimis, A.N. (1991) Some notes on the history of coope-

330
ratives in Greece (In Greek). In Cooperatives and the Common
European Market Conference proceedings. Athens: Institute
of Cooperativist Studies and Research.
Kolumvas, N. (1991) The condition of Greek agricultural
cooperatives in view of the changes in Europe (In Greek). In
Cooperatives and the Common European Market Conference
proceedings. Athens: Institute of Cooperativist Studies and
Research.
Koutroukis, T. (1989) Workers’ Participation in Greece: the
Difficult 80-Year Trajectory, Athens: Eidiki Ekdotiki Editi-
ons.
Koutroukis, T. and Jecchinis, C. (2008) Aspects of worker
participation in Greece: A legal revolution and the evolution
so far. Available at www.specialedition.gr/pdf_ees_59/koutro-
ukis.pdf (accessed 16 May 2013).
Kroustallaki-Beveratou, S. 1990. Agricultural Co-operatives:
An Institution of Economic and Social Development (In Greek).
Athens: ATE Editions.
Law 4015 (2011) Available at http://www.dsanet.gr/Epi-
kairothta/Nomothesia/n4015_2011.htm (accessed 06 March
2013).
Lieros, G. (2012) An Actually Existing New World (In Gre-
ek). Athens: Editions Ekdoseis ton Sunadelfon.
Linebaugh, P. (2012) Enclosures from the bottom up. In
Bollier, D. And Helfrich, S. (eds) The Wealth of the Commons: a
World Beyond Market & State. Amherst: Levellers Press.
Micropolis Social Space (2009) Presentation text of Mic-
ropolis (In Greek). Available at http://micropolissocialspace.
blogspot.gr/2009/07/blogpost.html (accessed 03 May 2013).
Milios, Y. (2013) The Greek economy in the 20th century (In
Greek).Availableat http://users.ntua.gr/jmilios/Oikonomia_
Eikostos1ab.pdf (accessed 27 March 2013).
Mouriki, A. (2012) On the altar of competitiveness. In
Mouriki, A. And Balourdos, D. (eds), The Social Portrait of
Greece – 2012. Aspects of the Crisis. Athens: EKKE editions.
Nasioka, K. (2012) The adventures of a desert flower. 21st
century Athens: a city in a state of emergency (In Greek).

331
Available at LINK DEAD. NEW LINK: http://ratnet-blog2.
blogspot.mx/2012/04/21.html (accessed 5 December 2014).
Nasioulas, I. (2012) Social cooperatives in Greece. Intro-
ducing new forms of social economy and entrepreneurship.
International Review of Social Research, 2 (2) 151–71.
Nikolopoulos, T. and Kapogiannis, D. (2012) Introduction
to the Social and Solidarity Economy, Athens: Editions Ekdose-
is ton Sunadelfon.
Ostrom, E. 1990. Governing the Commons: The Evolution of
Institutions for Collective Action, Cambridge: Cambridge Uni-
versity Press.
Papageorgiou, C.L. (2010) Usage and mis-usage of co-
operatives. The example of Greece. International Journal of
Co-operative Management, 5 (1) xxx–xx.
Pagkaki (2010) A few words about us. Available at http://
pagkaki.org/en (accessed 28 November 2014).
Pagkaki (2011) Work collective Pagaki: one year on (In
Greek). Available at http://pagkaki.org/node/89 (accessed 28
March 2013) (URL nolonger available).
Panergatiko Agonistiko Metopo (PAME) Arkadias
(2013) Comment of PAME on the event of VIO.ME. (In
Greek). Available at http://youtu.be/dh2l4dCCK0M (acces-
sed 5 December 2014).
Panhellenic Confederation of Unions of Agriculture Co-
operatives (PASEGES) (2011) Theses of the Pan Hellenic
Confederation of Unions of Agricultural Cooperatives on
the Framework for the Reconstruction of Agricultural Co-
operatives. Available at http://www.paseges.gr/el/news/Oi-
theseis-ths-PASEGES-gia-to-plaisio-anasygkrothshs-twn-
agrotikwn-synetairismwn (accessed 07 March 2013).
PASEGES (2013) Members, activities. Available at http://
www.paseges.gr/el/member-activities (accessed 05 March
2013).
Quilligan, J.B. (2012) Why distinguish common goods
from public goods? In Bollier, D. and Helfrich, S. (eds) The
Wealth of the Commons: a World Beyond Market & State. Am-
herst: Levellers Press.

332
Raftis, A.C. and Stavroulakis, D.G. (1991) Attitudes to-
wards workers’participation in Greek industry: a field study.
Spoudai, 41 (3) 290–315. University of Piraeus.
Sakelaropoulos, S. and Sotiris, P. (eds) (2004) Readjust-
ment and Modernization (In Greek). Athens: Papazisi Edi-
tions.
Sevastakis, N. (2004) Ordinary Country. Aspects of the Public
Space and Antinomies of Values in Contemporary Greece (In Gre-
ek). Athens: Savalas Editions. Solidarity4all (2012) Solidarity
for all. Available at http://www.solidarity4all.gr/sites/www.
solidarity4all.gr/files/aggliko.pdf (accessed 10 May 2013).
Varkarolis, O. (2012) Creative Resistances and Counterpo-
wer (In Greek). Athens: Editions Kafeneion to Pagkaki.
Wainwright, H. (2012) From labour as commodity to la-
bour as a com mon. Available at https://snuproject.wordpress.
com/2012/10/29/from-labour-as-commodity-to-labour-as-
a-common-via-michel-bauwens/ (accessed 03 May 2013).
Young, M. (1984) European Co-operatives. Perspectives
from Greece. In Mutual Aid Center (ed.) Prospects for Workers’
Co-operatives in Europe. London and Luxembourg: Office for
Official Publications of the European Communities.
Žižek, S. (2008) In Defense of Lost Causes. London and
New York: Verso.

333
KISALTMALAR

ABD: Amerika Birleşik Devleti


ANERT: Ulusal İşçilerince Islah Edilmiş İşletmeler Birliği
AP: Halk Hareketi
APS: Toplumsal Mülkiyet Alanı
ASD: Avusturya Sosyal Demokrat Partisi
BM: Birleşmiş Milletler
BOC: Köylü ve İşçi Bloku
CIO: Sanayi Örgütleri Kongresi
CNTE: Ulusal Eğitim Emekçileri Koordinatörü
CTM: Meksika İşçi Kongresi
CUT: Birleşik İşçi Merkezi
DDF: Federal Bölge Bakanlığı
DS: Hristiyan Demokratlar
ERT: Elliniki Radiofonia Tileorasi
EZLN: Zapatista Milli Kurtuluş Ordusu

335
FRSI: Devrimci Sosyalist Federasyona
GM: Genel Merkez
IC: Hristiyan Sol
İSP: İtalyan Sosyalist Partisi
JKP: Japonya Komünist Partisi
KKE: Yunan Komünist Partisi
KPDÖ: Alman-Avusturya Komünist Partisi
MAPU: Birleşik Halk Davası Hareketi
MIR: Devrimci Sol Hareket
MKŞ: Mondragon Kooperatif Şirketi
PAME: Tüm İşçiler Militan Cephesi
PAN: Milliyetçi Hareket Partisi
PASEGES: Tarım Kooperatifleri Birliği Konfederasyonu
PC: Komünist Parti
PIR: Kurumsallaşmış Devrim Partisi
PIT-CNT: Genel İşçi Sendikaları Federasyonu-Ulusal İşçi Kongresi
PRD: Demokratik Devrim Partisi
PS: Sosyalist Parti
RSI: İtalya Demiryolu Servisi
RTP: Yolcu Taşıma Ağı
SDAP: Sosyal Demokrat İşçi Partisi
SNTE: Ulusal Eğitim Emekçileri Sendikası
SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
STUNAM: Meksika İşçi Sendikası Ulusal Özerk Üniversitesi
TİM: Toronto İşçi Meclisi
TRADOC: Demokratik İşçi Batı Kooperatifi
ULTAB: Çiftçi ve İşçi Tarım Sendikası
UNE: Ulusal Öğrenci Birliği
UP: Halk Birliği
UTİS: Ulusal Toplu İş Sözleşmesi

336
DİZİN

A
ABD (Amerika Birleşik Devleti) 152, 155, 158, 161, 250, 257, 259,
19, 20, 25, 38, 72, 81, 82, 113, 260, 262
116, 168, 169, 173, 192, 193, Almanya Reich Hükümeti 64
202, 215, 217, 218, 230, 250, Anagnostu, Makis 93, 108
253, 257, 259, 260, 261, 271, Anarşizm 8, 140, 195
272, 309 ANERT (Ulusal İşçilerince Islah
Adler, Friedrich 134, 136, 148 Edilmiş İşletmeler Birliği) 294,
Adler, Max 48, 65, 66, 71, 72, 76, 295
142 Angele, Emiliano 89, 90
Adolfo Gordo Yasası 236 Angelis, De M. 314, 315, 329
Afrika 25, 232, 233 Anna Ströhmer 136, 140
Afro-Amerika 100 AP (Halk Hareketi) 227
Agnoli, J. 44 APS (Toplumsal Mülkiyet Alanı)
Akçaağaç Baharı 116 169, 170, 174, 177, 178
Albert, Michael 35, 70, 76 Area Social 180, 181, 185
Aliperti 240 Arena Tiyatrosu 226
Allende, Salvador 167, 175, 180, Arjantin 17, 18,19, 20, 27, 32, 35,
184, 186, 187, 188 36, 87, 88, 89, 102, 105, 108,
Alman Devrimi 30, 38 251, 275, 284, 293, 294
Alman Sosyalist Cumhuriyeti 64 ASD (Avusturya Sosyal Demok-
Almanya 17, 19, 22, 30, 39, 48, rat Partisi) 135
58, 63, 64, 67, 81, 136, 146, 149, Asya 25, 81, 258

337
Avrupa 5, 18, 20, 22, 25, 36, 81, 227, 228, 229, 230, 231, 232,
83, 86, 87, 88, 104, 108, 121, 233, 234, 235, 236, 237, 238,
134, 233, 236, 237, 257, 259, 239, 240, 241, 242, 243
271, 273, 287, 309 Buenos Aires Üniversitesi 208
Avusturalya 17, 25, 43 Burjuva 17, 28, 33, 37, 40, 49, 52,
Avusturya 17, 22, 30, 39, 39, 48, 54, 55, 58, 61, 65, 66, 103, 121,
133, 134, 135, 136, 137, 139, 134, 135, 144, 148, 151, 154,
141, 142, 147, 148, 151, 152, 155, 158, 161, 162, 168, 184,
154, 155, 156, 158, 159, 160, 196, 199, 212, 213, 215, 216,
161, 162, 163, 164, 260 219, 227, 233
Avusturya Devrimi 30, 39, 133,
134, 135, 148, 154, 164 C
Avusturya Ültimatomu 135 Calabria 92
Azzellini, Dario 19, 24, 26, 29, Calderon 253, 271
33, 35, 36, 44, 45, 46, 48, 77, Canudas Savaşı 229
81, 104, 107, 109, 110, 244 Cardoso 287, 300
Carinthian 150
B Carlos, Luis 231
Bahia Deklarasyonu 227 Carl Von Stürgkh, Count 136,
Baltra, Mireya 176, 185 137
Baral, Arnold 140, 143 Castel 298, 300, 317, 318, 329
Barbara 240 Castoriadis, Cornelius 48
Barrancas 176 Castro, Josue de 229
Bask Ülkesi 96 Cazarola, Gerard 86
Batı Avrupa 25, 81, 309 Cerillos 177
Bauer, Otto 140, 142, 145, 155, Cezayir 17
157, 163, 331 Chiapas 41, 250, 254, 268, 269,
Bavyera Sovyet Cumhuriyeti 156 270, 271, 272, 273, 277
Berlin İşçi ve Asker Konseyleri 67, Chiba 204, 220
75 Chiba İli İşçi Sendikası 203, 204
Bernardo, Joao 238, 242 Chicago 20, 44, 45, 46, 77, 101,
Berndorf 156 102, 109, 110, 111, 244
Bertin, Javier 177 CIA 168
Bibai Kömür Madeni Sendikası CIO (Sanayi Örgütleri Kongresi)
207, 208, 209, 211, 212, 213 206, 213, 214, 215, 216, 221
Birleşik Krallık 17 CNTE (Ulusal Eğitim Emekçi-
BM (Birleşmiş Milletler) 115, leri Koordinatörü) 253, 254
Boal, Augusto 226 Continental 40, 255, 256, 257,
BOC (Köylü ve İşçi Bloku) 236 258, 259
Boing, Pascual 41, 25, 261, 262, Cordon Cerrillos Maipu 175,
263 176, 187
Bolşevik 29, 140, 144, 147, 151 CTM (Meksika İşçi Kongresi)
Boryszew 91 254, 261, 262
Brezilya 19, 20, 25, 35, 36, 40, 87, Cumhuriyetçi Müdafaa Birliği
96, 105, 223, 224, 225, 226, 162

338
Cuningham 40, 41, 249 Ordusu) 250, 266, 268, 269,
CUT (Birleşik İşçi Merkezi) 167, 272, 274, 275
169, 170, 171, 173, 175, 179,
180, 182, 183, 184, 185, 188 F
Fagor Electrodomesticos 25
Ç Faletto 287, 300
Çek Cumhuriyeti 25, 136 Fanon, Frantz 33, 45
Çekoslovakya 30, 43 Fas 25
Çin 25, 191, 193, 194, 199, 204, Federal İş Yasası 252, 253, 254,
207, 209, 219 256, 258
Ferro, Sergio 224, 225, 226, 231,
244, 245
D Filho, Pedreira 236, 244, 246
Daumig, Ernst 64, 65, 67, 72 Foucault, Michel 34, 291, 300
Davos 260 Fourier, Charles 249
DDF (Federal Bölge Bakanlığı) Fralib 28, 36, 45, 82, 84, 86, 87,
264, 265, 266, 267 88, 108, 109
De Faria, Mauricio S. 40, 223 Frankel 140
Demirovic, Alex 18, 37, 47 Fransa 17, 19, 20, 28, 38, 43, 81,
Desantralize 118, 264, 265, 267, 82, 84, 86, 88, 106, 231, 249,
321, 322, 327 296
Devrimin Askeri 143 FRSI (Devrimci Sosyalist Fede-
Dietrich Höper, Jürgen 259 rasyona) 142, 149, 151, 152,
Dortmund, Mechthild 259 159, 160
Douglas, Frederick 22, 45
DS (Hristiyan Demokratlar) 169 G
Dubceck, Alex 30 Galiçya 151, 152
Dünya Bankası 253, 271 Garces, Mario 172, 185, 188
Dünya Sosyal Forumu 116 Gaudichaud, Franck 39, 167
Geniş Cephe 281
E Gibson-Graham 304, 305, 330
Ekim Devrimi 235, 236 Gillman, Richard 100, 101
Emperyalizm 168, 169, 193, 194, GM (Genel Merkez) 193, 194,
226 195, 202, 204, 206, 209, 212,
Endonezya 17 214, 215, 216, 219, 257
Enein, Abul 98, 99 Gonzalez, Carlos Hank 265
Enflasyon 193, 198, 199, 204, Goose Island 99, 110
226, 271, 280 Gramsci, Antonio 29, 31
Engels, Friedrich 46, 77, 79 Grev 19, 26, 30, 40, 89, 93, 98,
Enternasyonel 142 100, 115, 116, 121, 135, 137,
ERT (Elliniki Radiofonia Tileo- 138, 139, 140, 141, 142, 143,
rasi) 94 144, 145, 146, 147, 151, 156,
Erwin Kisch, Egon 140, 150 158, 159, 164, 171, 173, 175,
Espinoza, Juan 171 180, 192, 194, 199, 201, 206,
EZLN (Zapatista Milli Kurtuluş 212, 215, 216, 218, 226, 234,

339
236, 237, 238, 239, 240, 244, 34, 38, 42, 81, 82, 119, 191,
247, 253, 254, 256, 257, 258, 210, 212, 249, 252
259, 260, 261, 262, 264, 266, İşçi Ekonomisi 36, 87, 108
267, 293 İşçi Hareketi 70, 135, 156, 193,
Grevin ABC’si 238 215, 237, 239, 249
Güney Amerika 18, 81, 88, 116, İşçi Meclisi 38, 115, 116, 126,
249, 287 130
Güney Kore 19, 43 İşçi Sendikası 99, 191, 196, 201,
203, 204, 212, 213, 216, 256,
H 262
Habermas, Jürgen 62, 77 İtalya 17, 19, 20, 26, 29, 30, 31,
Halk Hareketi Meclisi 116 32, 35, 38, 39, 42, 48, 81, 88,
Halk Kültür Hareketi 231 90, 92, 106, 107, 114, 233, 235,
Halk Mahkemeleri 207 243, 250, 262, 296
Hardt M. 62, 78, 113, 116, 120, 121,
125, 126, 131, 316, 317, 330 J
Haumer, Peter 39, 133 Japonya 39, 191, 192, 193, 194,
Hernandez, Emilio 172 196, 197, 200, 204, 206, 207,
Hexman, Friedrich 143, 144, 166 208, 215, 216, 217, 218, 219
Hırvatistan 146 JKP ( Japonya Komünist Partisi)
Hindistan 18, 25 191, 192, 193, 196, 198, 199,
Hoffrogge, Ralf 30, 42, 45, 67 204, 205, 208, 214, 215, 216,
217, 218, 219
I Joseph, Kayser Franz 138
I. Charles 137 JSÖK ( Japon Sanayi Örgütlen-
I. Dünya Savaşı 48, 49, 64, 134, meleri Konseyi) 192, 193
135, 137, 138 Julius, Deutsch 136, 150
II. Dünya Savaşı 39, 192, 199,
204, 216, 308 K
III. Brezilya İşçi Kongresi 236 Kahire 97, 99, 116
IC (Hristiyan Sol) 171 Kamenidis 305, 306
Imperio, Flavio 225, 226, 244, Kanada 17, 19, 38, 81, 116, 126,
245 127, 231
Izquierda, Cristina 171 Karyotis, Theodoros 41, 303
Katsiaficas 127, 128
İ Kazova Tekstil Fabrikası 82, 95,
İrlanda 19 96, 97, 111
İskoçya 19, 249 Keisei Eletrikli Demiryolu Sen-
İSP (İtalyan Sosyalist Partisi) dikası 202, 203
29, 30 Kızıl Bayrak 198, 210
İspanya 17, 19, 81, 121, 122, 229, Kızıl Muhafızlar 134, 148, 149,
235, 250 150, 151, 152
İstanbul 82, 95, 97, 109 Kızıl Temizlik 219
İsviçre 43, 81, 260, 289 KKE (Yunan Komünist Partisi-
İşçi Denetimi 18, 19, 21, 29, 32, nin) 320

340
Kolombiya 25, 257, 259 M
Komün 29, 55, 56, 57, 60, 62, 63, Macaristan 17, 30, 39, 43, 48,
64, 73, 303, 304, 305, 313, 315, 134, 136, 137, 142, 158, 159,
316, 317, 318, 319, 321, 323, 160
324, 326, 327, 328 Malabarba, Gibi 35, 83, 84, 93,
Komünal Anayasa 57 105, 108, 110
Komünal Örgütlenme 55 Mandel, Ernest 29, 33, 45
Komünist Manifesto 115, 249 MAPU (Birleşik Halk Davası
Kooperativizm 41, 249, 268, 273, Hareketi) 171, 181, 182, 186
299, 305, 306, 305, 307, 308, Marksist 114, 196, 199, 218, 224,
320 240, 274
Kore 193, 194, 199, 204, 207, 219 Marquez, Gabriel Garcia 279
Koritschoner, Franz 136, 140 Marx, Karl 18, 19, 29, 31, 33, 37,
Korsch, Karl 27, 48, 50, 62, 65, 46, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54,
66, 68, 69,70, 76, 78 55, 56, 57, 60, 61, 63, 64, 66,
Koury 225, 226, 245 70, 73, 74, 75, 78, 79, 136, 152,
KPDÖ (Alman-Avusturya Ko- 249, 301
münist Partisi) 142, 149, 150, Meksika 25, 36, 40, 41, 87, 249,
151, 152, 159, 160, 161, 162, 250, 251, 252, 253, 254, 255,
166 256, 257, 258, 260, 261, 262,
Kuvvetler Ayrılığı 58, 59, 60, 263, 264, 265, 266, 268, 270,
Kuzey Amerika 114, 116, 250, 271, 273, 274, 275
255, 260 Meksika Devrimi 250, 252
Kuzey Yarımküre 38, 81, 114, 115 Meksiko City 253, 263, 264, 265,
Küba 83, 96, 226, 231 273, 274
Kültür Komünleri 316 Meszaros, Istvan 35, 46
MIR (Devrimci Sol Hareket)
L 171, 174, 176, 177, 178, 179,
L’Ordine Nuovo 29 180, 181, 182, 183
La Fabriquedu Sud 84 Mısır 19, 38, 81, 82, 97, 98, 106,
Latin Amerika 19, 20, 25, 31, 35, 108, 129
36, 38, 48, 81, 96, 105, 107, Mitsubishi Kömür Madeni 207
108, 184, 230, 232, 237, 249, MKŞ (Mondragon Kooperatif
250, 251, 253, 255, 275, 279, Şirketi) 25, 26
287, 288 Muhafazakâr Devrim 224
Lefevre, Rodrigo 225, 226, 244 Mutiny, Cattaro 146
Lenin, Vladimir Ilyich Ulyanov Mübarek, Hüsnü 98
29 Müller, Richard 45, 64, 67, 68, 72,
Lettiere, Massimo 91, 92, 105, 276 73, 79
Lincoln, Abraham 55
Linz 150 N
Liverpool 257 Naxos 308
Lock, John 58, 72, 78 Nazi Almanyası 262
Luxemburg, Rosa 23, 24, 31, 45, Negri 62, 78, 113, 114, 116, 117,
72, 78 120, 121, 125, 126, 131, 316,

341
317, 330 292, 293, 294, 295, 296, 297,
Neo-liberalizm 274, 303 298, 303, 304, 305, 308, 311,
Ness, Immanuel 18, 42, 44, 45, 314, 316, 317, 319, 320, 321,
46, 48, 77, 81, 107, 109, 110, 322, 323, 324, 328
244, 246
Neudstadt, Wiener 145, 156 P
Neunkirchen 139, 140, 145 PAME (Tüm İşçiler Militan
New Era Pencereleri 20, 99, 101 Cephesi) 320, 332
New York Borsası 271 PAN (Milliyetçi Hareket Partisi)
NKK Tsurumi Sendikası 204, 254
206, 220 Pannekeok, Anton 62, 64
Novaes, Henrique T. 40, 223, 241, Parana Tüzüğü 227
244, 246 Paris Komünü 29, 37, 48, 49, 51, 55
Novo, Estado 237 PASEGES (Tarım Kooperatifleri
Birliği Konfederasyonu) 306,
O 308
Ocak Genel Grevi 139, 140, 142, Pasif Devrim 224
143, 145, 146, 151 PC (Komünist Parti) 167, 170,
Occupy Chicago 102 173, 180, 181, 182, 183, 184
Occupy Meclisleri 82, 88, 89, 90, PRI (Kurumsallaşmış Devrim
107, 110, 116 Partisi) 249, 252, 253, 254,
Officine Zero 82, 88, 89, 90, 107, 110 262, 264, 267, 268, 275
Olivares, Mario 174 PIT-CNT (Genel İşçi Sendikaları
Ortega 177, 184 Federasyonu- Ulusal İşçi Kong-
Otonom 22, 27, 28, 30, 31, 113, resi) 289, 290, 294, 295, 296
114, 117, 118, 126, 182, 226, Pilpa 84, 85
240, 241, 242, 250, 254, 255 Pinochet, Agusto 186
Ouaki, Rachid Ait 85 Polonya 17, 25, 30, 31, 86, 91,
Owen, Robert 249 143, 152, 233
Portekiz 17, 42, 232, 233
Ö Portillo, Lopez 265
Özerk 39, 40, 41, 42, 48, 50, 62, Post-Fordist 33, 38, 123, 250, 316
107, 120, 133, 146, 167, 172, Prag Baharı 30
178, 179, 183, 200, 218, 234, PRD (Demokratik Devrim Par-
237, 239, 241, 251, 268, 270, tisi) 252, 254, 263, 265, 267,
272, 274, 275, 284, 285, 288, 268, 273
290, 304, 311, 313, 314, 315, Prolaterya 54, 235
318, 319, 326, 327, 328 PS (Sosyalist Parti) 167, 171, 173,
Özyönetim 117, 18, 20, 21, 22, 177, 181, 182, 183, 184
29, 31, 32, 35, 36, 38, 39, 40,
41, 42, 57, 63, 64, 65, 73, 75, Q
82, 84, 98, 104, 185, 223, 232, Quebec 115, 116
243, 249, 250, 251, 252, 264, Quilombo 229
268, 270, 273, 274, 275, 279, Quiroga, Fernando 181
281, 283, 284, 285, 286, 291, Qujiano 279

342
R Sosyal Demokrat 39, 64, 71, 118,
Radikal Solcular Örgütü 136 134, 135, 136, 138, 139, 142,
Raftis 309, 310, 311, 333, 145, 146, 147, 148, 149, 150,
Reform 30, 45, 56, 79, 169, 172, 151, 152, 153, 154, 155, 157,
182, 185, 197, 223, 226, 227, 158, 159, 160, 161, 162, 164,
228, 229, 230, 231, 252, 253, 199, 273
254, 265, 313 Sosyalizm 17, 29, 30, 32, 35, 39,
Reichstag 136 40, 64, 67, 72, 74, 155, 161,
Renato Pecora, Jose 226 163, 168, 171, 172, 180, 181,
Republic Pencere ve Kapıları 20, 182, 184, 235, 243, 249
82 Souper, Yarbay Roberto 183
Revelli, Marco 107, 110 Sreckovic, Milenko 104
Ribeiro, Darcy 228, 230, 231 SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhu-
Rieiro, Anabel 41, 292, 301 riyetler Birliği) 30
Ri-Maflow 21, 35, 44, 82, 88, 90, Stavroulakis 309, 310, 311, 333
92, 105, 107, 108 STUNAM (Meksika İşçi Sendi-
Robles, Armando 99 kası Ulusal Özerk Üniversite-
Rodriguez, Guillermo 181 si) 262
Roma 82, 88, 110
Romanya 25, 160 Ş
Romero, Santos 177 Şikago 82, 99, 102, 253
Rosarno 92 Şili Halk Cephesi 168, 173
Rosenfeld 123, 124, 129, 132 Şili Kızıl Ekimi 173
Rothziegel, Leo 136, 140, 152,
160 T
Rousseau, Jan Jack 59, 62, 79 Taksim Meydanı 95
RSI (İtalya Demiryolu Servisi) Tarım Bankası 307
88, 89 Tayland 25
RTP (Yolcu Taşıma Ağı) 268 Tayvan 25
Rus Devrimi 147 Ternitz 139, 140, 145
Rusya 17, 19, 29, 39, 48, 140, 149, Thorburn, Elise Danielle 38, 107,
159, 161, 231, 234, 235 113
TİM (Toronto İşçi Meclisi) 38,
S 115, 116,
San Andres Anlaşması 251 Tilly, Charles 185
Sao Paolo 237 Topraksız İşçi Hareketi 239
Schönfeld, Eduard 139 TRADOC (Demokratik İşçi
SDAP (Sosyal Demokrat İşçi Batı Kooperatifi) 255, 256,
Partisi) 154, 156, 159, 162 257, 260, 263, 273
Serious Energy 101, 102 Tragtenberg 240, 241, 246
Silva, Miguel 180, 185 Troçki 48
Simao 232, 233, 234, 246 Truman, Harry S. 193
Slovakya 25 Tuckman, Alan 42
SNTE (Ulusal Eğitim Emekçile- Tunus 129
ri Sendikası) 253 Türkiye 19, 20, 25, 38, 95

343
U Werneck Sodre, Nelson 224
ULTAB (Çiftçi ve İşçi Tarım Wiener Neustadt 139, 140, 141,
Sendikası) 229 143, 145, 156
UNE (Ulusal Öğrenci Birliği) Winn, Peter 171, 180, 185, 189
226, 227, 231, Wöllersdorf 139
Unilever 86, 87, 88 Wyczykier 291, 298, 301
UP (Halk Birliği) 167, 168, 169,
171, 173, 174, 176, 178, 179, Y
181, 182, 183, 185 Yarur Fabrikası 171
Uruguay 19, 41, 105, 279, 281, Yomiuri 194, 195, 196, 197, 198,
282, 283, 284, 289, 293, 294, 199, 221
295, 296, 301 Yubari Kömür Madeni 194
UTİS (Ulusal Toplu İş Sözleş- Yugoslavya 17, 31, 104
mesi) 26 Yunanistan 19, 20, 28, 32, 38, 41,
93, 94, 98, 303, 304, 304, 305,
Ü 306, 307, 308, 309, 312, 313,
Üçüncü İtalya 250 314, 316, 317, 318, 324, 326

V Z
Valdez, Victoria 263 Zapata, Emiliano 250
Vargas, Getulio 224, 226, 231, Zapatista 41, 131, 249, 250, 254,
236, 245 268, 269, 270, 271, 272, 273,
Venezüella 19, 20 274, 276
Vietnam 25, 271 Zimbalist, Andrew 171
Villach Konseyi 150 Zizek 316, 333
VioMe 20, 28, 36, 42, 82, 93, 94, Zrenjin 104
98, 106, 108, 110, 319, 320,
321, 322, 330
Viyana 134, 136, 137, 138, 140,
141, 143, 144, 145, 147, 148,
149, 150, 156, 159, 160
Viyana Bölgesi 139, 159
Viyana Havzası 141
Viyana İşçi Konseyi 134, 141,
142, 144, 145
Volksweh 148, 149, 150, 151,
158, 162
Vuskoviç, Pedro 172

W
Wallerstein, Immanuel 32, 46
Wallis, Victor 34, 46
Warchalowski 139
Washington 187, 236
Werke, Gesammeltee 44

344

You might also like