Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 36

60 MÜ’MİN SURESİ

GİRİŞ

Mekke’de 60. sırada inen sure, adını 28-45. ayetlerde Firavun ailesinden biri
olduğu bildirilen “ ‫ممممؤمن‬Mü’min [Bir İnanan Kişi]” sözcüğünden almıştır.
Rabbimizin üçüncü ayette geçen “ ‫غافر‬Gâfir [Bağışlayan]” sıfatından dolayı sureye
“Gâfir suresi” de denilir.
Bazıları 56, 57. ayetlerin Medeni olduğunu ileri sürmüşlerdir. (Süyuti; el-İtkan)
Surenin ana ekseni -Zümer suresinde olduğu gibi- Kur’an ve tevhid inancıdır.
Bu surede de kâfirlerin Kur’an’a karşı inatçı tavırları kınanmış, insanlara sürekli
tevhid inancı öğütlenmiş, geçmişten ibretli örnekler verilmiştir. Ayrıca surede
ahirete ait korkunç sahneler sergilenmiştir. Sure Zümer suresinin devamı ve
tamamlayıcısı durumundadır. Nüzul sırasına uygun olarak resmi mushafta da Zümer
suresinin hemen arkasında tertip edilmiştir.

1
MEAL:

RAHMAN RAHIYM ALLAH ADINA

1 – “Hâ/8” “Mîm/40”.
2, 3 - Bu kitabın indirilişi, Azîz [Çok Güçlü], Alîm [En İyi Bilen], günahı
bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah
tarafındandır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır.
4 - Allah'ın âyetleri hakkında sadece küfretmiş kimseler tartışır. O halde onların
beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
5 - Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı.
Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı batılla
iptal etmek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl
oldu?
6 – Ve işte böylece o küfretmiş olan kimseler üzerine Rabbinin “Şüphesiz onlar
ateşin ashabıdır” sözü hak oldu.
7 – 9- Arşı taşıyan bir de onun [arşın] dış kenarından olan kimseler, Rablerinin
hamdiyle tesbih ederler ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma
dilerler: “Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tövbe eden
ve senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları Cahim’in [cehennemin] azabından
koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden
salih olan kimseleri kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen
Azîz ve Hakîm’in ta kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi
kötülüklerden korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük
kurtuluşun ta kendisidir.”
10 – Şüphesiz o küfretmiş olan kimseler ünlenilirler: “Elbette Allah'ın buğzu,
kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da
küfreder dururdunuz.”
11 – Onlar [Kâfirler] dediler ki: “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere
dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”
12 – İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz
zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve
çok büyük Allah'ındır.
13 – O [Allah], size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ve
ancak gönülden yönelenler öğüt alırlar.
14- Öyleyse, inkârcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine arındırarak [ait
kılarak] Allah’a dua edin.
15- O, dereceleri yükseltendir, Arş’ın sahibidir: O, buluşma günü hakkında
uyarmak için kendi emrinden/ kendi işinden olan ruhu [vahyi] kullarından
dilediğine ilka eder [bırakır].
16 - O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey
Allah'a karşı gizli kalmaz. -‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan
Allah'ındır!’-

2
17 - Bugün her kişi kazandığı ile karşılıklandırılacaktır. Bugün zulüm diye bir
şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
18 – Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak
gırtlaklara dayanmıştır. Zalimler için ne sıcak biri vardır, ne de itaat edilecek bir
şefaatçi...

19 – O [Allah], gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.


20 – Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları
kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi
görenin ta kendisidir.
21 – Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları
nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha
çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri için
Allah'tan koruyan biri olmadı.

22 – İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da


onlar inkâr ettiler. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O,
güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.
23, 24– Ant olsun Musa’yı Firavun’a, Hâmân’a ve Karun’a âyetlerimizle ve
açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir
yalancıdır” dediler
25- Böylece o [Musa], katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar:
“Onunla [Musa ile] birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını öldürün; kadınlarını ise
sağ bırakın.” dediler. Kâfirlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.
26 - Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı, o da Rabbini çağırsın.
Şüphesiz ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa
çıkarmasından korkuyorum” dedi.
27 - Musa da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim
Rabbim ve sizin Rabbiniz’e sığınırım” dedi.
28, 29 – Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir racül [baba yiğit adam]:
“Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size
Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki onun
yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir
kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz.
Ey kavmim! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün mülk [yönetim] sizindir.
Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından
bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi. Firavun: “Ben size görüşümden başkasını
göstermiyorum ve ben sadece size reşadın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30- 35 – Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin
hakkınızda Ahzab’ın günü benzerinden; Nuh Kavmi'nin, Âd’ın, Semud’un ve daha
sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir
zulüm istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o çağrışma-bağrışma/
kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için
Allah’tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol
gösterici yoktur. Ve ant olsun ki bundan önce size Yusuf delillerle gelmişti. O
zaman da onun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o helâk
olduğunda [vefat ettiğinde] da “Bundan sonra Allah asla elçi göndermez” dediniz.
Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında
mücadele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. (Bu durum),

3
Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her
böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi.
36, 37 – Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için
bana bir kule yap da Musa’nın ilâhına muttali olayım [Musa'nın ilâhının ne
olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben onun yalancı olduğuna kaniyim” dedi. İşte
böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun
düzeni yalnızca hüsran içindedir.
38- 44 – Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey kavmim! Bana uyun ki size reşadın
[akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak
geçici bir kazanımdır. Ahiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim
bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya
kadın, her kim mümin olarak salihi [düzeltmeye yönelik iş] işlerse, artık onlar,
orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey kavmim! Bana ne
oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni
Allah'ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya
davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Aziz [o çok güçlü] ve Gaffar’a [çok bağışlayıcı olan
Allah'a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine
davet ettiğiniz şey dünya ve ahirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve
şüphesiz dönüşümüz Allah’adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta
kendileridir. Artık siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben
işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi.
45, 46 – Sonra Allah onu [o mümini] onların kurdukları tuzakların
kötülüklerinden korudu. Firavun'un ehlini [yakınlarını] ise, azabın kötüsü; ateş
kuşattı. Onlar sabah akşam [daima] ona [ateşe] arzolunurlar. Kıyamet kopacağı gün
ise: “Firavun’un ehlini [yakınlarını] azabın en şiddetlisine sokun!”
47 - Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük
taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir
bölümü savabiliyor musunuz?" derler.
48 - Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar
arasında hükmünü vermiştir” dediler.
49 – Ve Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de
bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin” dediler.
50 – Onlar [Bekçiler]: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye
sorarlar. Onlar: "Evet [getirmişlerdi]" derler. Onlar [Bekçiler]: “Öyle ise kendiniz
dua edin” derler. Kâfirlerin duası sadece şaşkınlıktadır [boşa çıkmıştır].
51 – Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve
şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz.
52- O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lânet vardır,
yurdun en kötüsü de onlar içindir.
53, 54 – Ve ant olsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir
hatırlatma olmak üzere Musa'ya “Yol gösterme” verdik ve İsrailoğullarına o kitabı
miras kıldık.
55 - O halde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme iste
ve akşam sabah [her zaman] Rabbini hamdiyle tesbih et.
56 – Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri
hakkında mücadele edenler; onların göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir
vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
57 - Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha
büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar.

4
58 – Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve salihatı işlemiş olanlar ve
kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!
59- Şüphesiz o saat [kıyamet kopuş anı], elbette gelecektir. Onda hiç şüphe
yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar.
60 – Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim.
Şüphesiz Bana ibadet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak
cehenneme gireceklerdir” dedi.
61 – Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da
gündüzü sizin için kılandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir lütuf sahibidir.
Velâkin insanların çoğu şükretmezler [karşılığını ödemezler].
62- İşte, her şeyin yaratıcısı Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh diye bir
şey yoktur. O halde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
63 - İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar.
64- Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil
veren, -ki şekillerinizi ne de güzel kılmıştır- ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır.
İşte O, Rabbiniz Allah'tır. -İşte, alemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!-
65- O, diridir, ondan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece
O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Hamd/övgü yalnız âlemlerin
Rabbi Allah’adır.”
66 - De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, o,
sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekten kesinlikle men edildim ve ben
âlemlerin Rabbine teslim olmamla emrolundum.
67 – O, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız, adı
konmuş bir süreye ermeniz ve de aklınızı kullanmanız için sizi bir topraktan, sonra
bir nutfeden, sonra bir alekadan [embriyodan] yaratandır. -Sonra O, sizi bir tıfıl
olarak çıkarır. Sizden kimi de, daha önce vefat ettiriliyor.-
68 - O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emr gerçekleştirince artık ona sadece
‘ol!’ der de o, hemen olur.
69- 76- Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da
döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette
ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte
yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz
şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten
önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır:
“İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada
sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” -İşte, büyüklenenlerin durağı ne
de kötüdür!-
77 - Artık sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Artık onlara yapıp
durduğumuz tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de onlar,
yalnızca bize döndürüleceklerdir
78 – Ve ant olsun ki, Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini
sana anlattık onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir
ayet getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte
burada hüsrana uğradılar.
79, 80 –Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları kılandır
[yaratan, ayarlayandır]. Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Ve sizin için onlarda
daha nice menfaatler vardır. Ve (Allah) onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya
erersiniz diye hayvanları kılandır [yaratandır, ayarlayandır]. Ve siz, onlar üzerinde
ve gemiler üzerinde taşınırsınız.

5
81 – Ve Allah size âyetlerini gösteriyor. Peki, şimdi Allah’ın âyetlerinin
hangisini inkâr edersiniz?
82 - Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir
bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve
yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o
kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi.
83 – Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan
bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
84 – Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah’ın birliğine inandık ve O’na
şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler.
85 - Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek
değildi. -Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] ...- İşte o kâfirler
burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar].”

6
TAHLİL:

1 – “ ‫ح‬Hâ [8]” “ ‫م‬Mîm [40]”.

Surenin birinci ayeti “ ‫ح‬Ha” ve “‫ م‬Mim” kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik


harfler ile ilgili detaylı bilgiyi ve bu konudaki kanaatimizi bundan evvel geçen
mukatta’ harfleri açıklarken dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse; bu
harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları olabileceği
gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veyahut dikkat çekmek için
kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür.
Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili
olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. Bu konudaki en geniş
açıklama Kurtubi tarafından yapılmıştır:

“Hâ, Mîm” harflerinin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. İkrime dedi ki: Peygamber (sav)
buyurdu ki: "Hâ, Mîm Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunlar Rabbinin hazinelerinin
anahtarlarıdır."
İbn Abbas dedi ki: "Hâ, Mîm" Allah'ın İsm-i Azam’ıdır. Yine ondan rivayete göre "Elif, Lam,
Ra", "Hâ, Mîm" ile "Nun" er-Rahman isminin mukatta' harfleridir. Yine ondan rivayete göre "Hâ,
Mîm" Yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olup onunla yemin etmiştir.
Katade: Hâ, Mîm Kur'ân isimlerinden bir isimdir; Mücahid: Sûrelerin başlangıcıdır, demişlerdir.
Ata el-Horasanî de der ki: Ha, Yüce Allah'ın Hamîd, Hannan, Halim ve Hakim isimlerinin başıdır.
Mim ise Yüce Allah'ın Melik, Mecid, Mennan, Mütekebbir ve Musavvir isimlerinin başıdır.
Buna şu rivayet de delil teşkil etmektedir: Enes'ten rivayete göre bedevî bir Arap, Peygamber
(sav)'e: "Hâ, Mîm nedir? Biz dilimizde böyle bir şey bilmiyoruz” diye sormuş. Peygamber (sav) ona
şöyle demiştir: "Birtakım isimlerin başı ve bazı sûrelerin de başlangıcıdır. "
ed-Dahhak ve el-Kisaî dedi ki: Bu, olacak olan şeyler hükme bağlanmıştır, demektir. O bununla
sanki "Hâ, Mîm"in hece harfi olduklarına işaret etmektedir. Çünkü bu harfler "ha" harfi ötreli, "mim"
harfi de şeddeli okunduğu takdirde “ ‫حّم‬ُ Humme” şeklini alır ki; bu da "hükme bağlandı ve meydana
geldi" demektir. Ka'b b. Malik dedi ki:
"Karşı karşıya gelip de aramızda savaş başlayınca, Allah'ın hükme bağladığı bir işi kimse geri
çeviremez."
Yine ondan gelen rivayete göre: "Allah'ın emri yakındır" anlamındadır. Şairin şu beytinde
olduğu gibi:
"Benim günüm yaklaştı, sevindi birtakım kimseler... Gaflet içinde ve uykuda olan kimseler."
"Humma" ismi de buradan gelmektedir. Çünkü bu ölüme yakın gelir. Bu Bedir gününde olduğu
gibi, Allah'ın dostlarına yardım ve zaferi, düşmanlarından da intikam alması zamanı yakındır,
demektir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, bu konudaki görüşler birer


yakıştırmadan ibaret olup ciddi dayanaktan yoksundurlar.

2, 3 - Bu kitabın indirilişi, Azîz [çok güçlü], Alîm [en iyi bilen], günahı
bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah
tarafındandır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır.

Sure, kesik harflerden sonra Kur’an’ın ön plânda tutulduğu bu ayetlerle


başlamaktadır. Bu iki ayette Kur’an’ı peygamberin yazmadığına işaret edilerek
onun Azîz, Alîm, Gâfir, tövbeleri kabul eden, azabı çok çetin, nimeti bol,
kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan ve dönüş sadece kendisine olan Allah
tarafından indirildiği vurgulanmıştır. Kur’an’a sarılanların veya karşı duranların,
Kur’an’ın arkasındaki bu nitelikli gücü akıllarından kesinlikle çıkarmamaları
gerekmektedir.

7
Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu.
Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında
idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle
ortaya koyar. (Al-i Imran/103)

YÜCE ALLAH'IN BURADA KONU EDİLEN ALTI SIFATI

1- ‫غافر الّذنب‬Gâfirü'z-Zenb [Günahları Bağışlayan]

Surenin bir ismi de Rabbimizin bu ayette yer alan bu sıfatından gelmektedir.


Rabbimiz bu sıfatı ile günahların bağışlayıcısı olduğunu bildirerek herkesi doğru
yoluna davet etmektedir. Bir insan şirk koşmadığı takdirde bir takım hatalar işlemiş
olsa da Rabbimiz onu affedicidir.

Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği
kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah uydurmuş [işlemiş]
olur. (Nisa/48)

Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları ise,
[onlardan] dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.
(Nisa/116)

De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim/ kullar! Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet
edicidir. (Zümer/53)

2- ‫قابل الّتوب‬Kabilü't-Tevb [Tevbeyi Kabul Eden]

Yüce Allah, tevbeyi kabul edendir.

“ ‫الّتوبة‬Tevbe”, “dönüş” demek olup şirk, küfür, fisk, fücur gibi her türlü negatif
inanç ve amelden dönmeyi kapsamaktadır. Rabbimiz, geçmişte ne yapmış olursa
olsun, kötü geçmişinden dönenlerin dönüşlerini kabul eder. Kur’an’da tevbeyi konu
eden birçok ayet vardır.

3- ‫شديد العقاب‬Şedidu'l-İkab [Azabı Çok Çetin Olan]

Bu sıfat, Rabbimizin inatçı müşriklere, batıl inanç ve amel sahiplerine yönelik


bir celâl sıfatıdır. Konumuz olan ayette Rabbimiz celâl ve cemal sıfatlarını kul
“ümit” ve “korku” arasında kalsın diye bir arada zikretmiştir.

Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta


kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu
önemle haber ver! (Hıcr/49, 50)

4- Zi't-Tavl [Bol Nimet, İkram Sahibi]

8
6- ‫اليه المصير‬İleyhi'l-Masîr [Dönüş Kendisine Olan]

Rabbimiz bu sıfatını Kur’an’da yüzlerce kez ön plâna çıkararak insanları imana


davet etmiş ve uyarı yapmıştır. Herkes mutlaka ölecek, ister istemez Rabbine
dönecek ve yaptıklarının hesabını verecektir.

Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz de
sayamazsınız! İnsan kesinlikle çok zalim, çok nankördür. (İbrahim/34)

Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler


mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı
görendir. (Ra'd/41)

4 - Allah'ın âyetleri hakkında sadece küfretmiş kimseler tartışır. O halde


onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.

Önceki ayetlerde Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği, Kur’an’ın sahibinin


yenilmez, baş edilemez bir güç olduğu bildirildikten sonra, bu ayetlerde de böyle bir
güç tarafından gönderilen mesajın aslında kulların yararına olduğu mesajı
verilmekte ve Kur’an’a “sihirdir”, “şiirdir”, “kâhinlerin sözüdür”, “evvelkilerin
masallarıdır”, “onu bir beşer talim etmiş ve uydurmuştur” gibi yersiz ve anlamsız
itirazlar yönelterek karşı duranların, saldırmaya kalkışanların sadece küfredenler
olduğu bildirilmektedir. Yani normal bir insanın böyle içerikli, böyle özellikli bir
mesajı inkâr etmesinin ya da görmezlikten gelmesinin mümkün olmadığı; bunu
ancak gerçeği örtmeye çalışan inkârcı birinin yapabileceği açıklanmaktadır.
Kur’an’da Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların sadece küfredenler [gerçeği
görmezden gelenler] olduğuna birçok yerde değinilmiştir.

Allah, kendisine mülk [hükümdarlık] verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışan kimseyi
görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim dirilten ve öldürendir” demişti. O: "Ben diriltir ve
öldürürüm” demişti. İbrahim: “Öyleyse Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan
getir!” deyince o inkâr eden kişi şaşırıp kaldı. -Ve Allah zalimler kavmine doğru yolu göstermez.-
(Bakara/258)

İşte bu, Şüphesiz Allah’ın Kitab’ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şu, şüphesiz Kitap hakkında
ihtilâfa düşenler kesinlikle çok uzak, bir parçalanma içindedirler. (Bakara/176)

Ve onlar: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu?” dediler. Bu örneği sırf seninle
tartışmak için ortaya attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur. (Zuhruf/58)

Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfretmiş olan kişiler de
hakkı, batılla iptal etmek [ortadan kaldırmak] için mücadele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve
korkutuldukları şeyleri alaya aldılar. (Kehf/56)

Ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o fısktır [tam bir yoldan
çıkıştır]. Ve şüphesiz şeytanlar kendi velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahyederler [gizlice
telkinde bulunurlar]. Ve eğer onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz müşrikler oldunuz demektir.
(En’am/121)

Allah’ın ayetleri hakkında ancak inkârcıların tartışabileceği açıklandıktan sonra,


peygamberimize onların ortalıkta gezip durmalarının yani hemen cezalandırılmamış
olmalarının kendisini aldatmaması gerektiği mesajı verilmiştir. İnkârcılar şimdi
ortalıkta gezip dursalar, çeşitli şekillerde tasarruflarda bulunsalar bile, vakti
geldiğinde mutlaka cezalandırılacaklardır.

9
Küfretmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
(Bu), çok az bir kazanımdır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o ne kötü bir yataktır!
(Al-i Imran/196, 197)

Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. (Lokman/24)

Konumuz olan ayet aynı zamanda peygamberimizi teselli, kâfirleri ise şiddetli
bir şekilde tehdit etmektedir

5 - Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı.
Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı
batılla iptal etmek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım
nasıl oldu?
6 – Ve işte böylece o küfretmiş olan kimseler üzerine Rabbinin, “şüphesiz onlar
ateşin ashabıdır” sözü hak oldu.

Bu ayetler, 4. ayette geçen “O halde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları


seni aldatmasın” ifadesinin açıklamasıdır. Allah’ın ayetlerini saklayan ve Allah’ın
ayetleri hakkında tartışmaya yeltenen kimselerin akıbetlerinin nasıl olduğu,
geçmişteki benzerleri ile açıklanmıştır. Gerek Nuh kavmi, gerekse onun arkasından
gelen nice gruplar elçilik misyonunu yalanladılar, elçiyi etkisiz kılmak için var
güçleriyle karşı koydular fakat sonları daima kötü oldu. Allah onları yakalayıp
cezalandırdı, hepsi de cehennemin ashabı oldular.
Ayetteki “Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu;
onunla hakkı batılla iptal etmek için mücadele ettiler” ifadesi, toplumların kendi
elçilerini hapse atmak, işkence etmek veya taşlayarak öldürmek gibi kötü niyetlerle
hareket ettiklerine işaret etmektedir.
Ayetin sonundaki “Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?”
ifadesi ise yalanlayan ümmetlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna dikkat çekmektedir.

Onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût'un kavmi ve Eyke ashâbı
[Şu‘ayb'ın kavmi] da yalanladılar. İşte onlar, hiziplerdir. (Sad/12, 13)

Medyen ashabı da yalanladı. Musa da yalanlandı da Ben, o kâfirlere bir süre verdim. Sonra da
onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasıl oldu? (Hac/44)

7 – 9 – Arş’ı taşıyan bir de onun [arşın] dış kenarından olan kimseler,


Rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için
bağışlanma dilerler: “Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için
tövbe eden ve senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları Cahim’in
[cehennemin] azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından,
zevcelerinden ve zürriyetlerinden salih olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn
cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’in ta kendisisin. Onları
kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden korursan, artık o gün elbette
ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.”

Bilindiği gibi, Rabbimiz Kur’an’da kendisini birçok kez Arap örfü üzerine
tanıtmıştır. Arş sahibi, arşa istiva, kürsü sahibi, melik, muktedir (Kasas 55) ve
Arş’ını sekiz taşıması gibi... Arş, Rabbimizin yönetim gücünün simgesidir. O’nun
Rabliğini, “yerin göğün tek hâkimi ve yöneticisi” olduğunu simgelemektedir. Arş

10
ve Arş’a istiva ile ilgili olarak A’râf/54’ün tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.2. s. 603)
daha evvel de bilgi verilmişti.

ARŞ’I TAŞIYANLAR

Burada bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Bunlar,
Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle Allah bilgisini, “tevhid”i bir
yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberlerdir. Çünkü sürekli
Rablerini tesbih eden, inanan ve inananlar için bağışlanma dileyen, onların ve
yakınlarının cennetlere girmesini isteyenlerin bir bölümü bunlardır:

"Rabbim! Benim için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin
erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır." (Nuh/28)

Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah’ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine
zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, Resul de onlar için
bağışlanma isteseydi, kesinlikle Allah’ı Tevvab, Rahîm bulurlardı. (Nisa/64)

O [Dâvûd] dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana
zulmetmiştir. Gerçekten de katanların [ortakların, bir cemiyette yaşayanların] çoğu mutlaka
birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve sâlihâtı işleyenler haksızlık etmezler. Ama
onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini arı duru [has] hâle getirdiğimize kesin kanat
getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden [zulmeden kişi için] bağışlanma diledi, rükû ederek yere
kapandı ve döndü. (Sad/24)

Dediler ki: “Ey babamız, bizim için günahlarımıza istiğfar et. Şüphesiz biz hatalılar idik.”
(Yusuf/97)

Onlara: “Gelin, Allah'ın Resulü sizin için mağfiret [bağışlanma] dilesin!” denildiği zaman
başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını
görürsün. (Münafikun/5)

Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz
Sen, Azîz ve Hakîm’in ta kendisisin.” (Maide/118)

Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim, anam-babam için ve müminler için mağfirette
bulun! (İbrahim/41)

Klasik eserlerde Arş’ı taşıyanlar ile ilgili olarak şu görüşler serdedilmiştir:

Yine denildiğine göre, Arş’ın etrafında yetmiş bin saf melek vardır. Bunlar tehlil ve tekbir
getirerek Arş’ın etrafında tavaf ederler. Onların arkasında da yetmiş bin saf ayakta dururlar, ellerini
omuzlarına koymuşlar, seslerini tehlil ve tekbir ile yükseltmişlerdir. Onların arkasında yüz bin saf
sağ ellerini, sol ellerine koymuşlar ve onların her biri mutlaka diğerinden ayrı bir tesbih ile tesbih
edip dururlar.
İbn Abbas "Arş"ı ayn harfini ötreli olarak "el-urş" diye okumuştur. Bütün bunları ez-Zemahşerî
zikretmiş bulunmaktadır.
Denildi ki: Kâfirlerden söz edildikten sonra Arş'tan söz edilmesi -doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır- anlamın şöyle oluşundan dolayıdır: "Şu Arş'ı yüklenenler ve etrafında bulunanlar"
kâfirlerin söylediklerinden Yüce Allah'ı tenzih ederler. "Ve mü'minlere de mağfiret dilerler." Yani
Allah'tan onlar için günahlarının bağışlanmasını isterler. Tefsir âlimlerinin açıklamalarına göre, Arş,
serir [taht] ile aynı şeydir. O Yüce Allah tarafından yaratılmış mücessem bir cisimdir. Meleklere onu
taşımalarını emretmiş, onu tazim etmek, etrafında dolaşmakla kendisine ibadet etmelerini dilemiştir.
Nitekim yeryüzünde bir Beyt [Kâbe] yaratıp Âdemoğullarına etrafını tavaf etmelerini emredip
namazda da ona dönmelerini istediği gibi.
İbn Tahman, Musa b. Ukbe'den rivayet ediyor. O Muhammed b. el-Mün-kedir'den, o Cabir b.
Abdillah el-Ensarî'den dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Bana Arş'ın taşıyıcılarından olup

11
Allah'ın meleklerinden bir melek hakkında (sizlere) sözetmem için izin verildi. Onun kulağının
yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıldır." Bunu el-Beyhakî zikretmiş olup daha
önceden Bakara Sûresi'nde (2/255) yer alan Ayete'l-Kürsî'de, Arş'ın büyüklüğü ve onun
yaratılmışların en büyüğü olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Sevr b. Yezid, Halid b. Ma'dan'dan, o Ka'b el-Ahbar'dan rivayetine göre, Ka’b şöyle demiştir:
Yüce Allah Arş'ı yaratınca “Allah benden daha büyük bir yaratık yaratmayacaktır” dedi ve sarsıldı.
Yüce Allah onun etrafına bir yılan doladı. O yılanın yetmiş bin kanadı vardır. Her bir kanatta yetmiş
bin tüy vardır. Her bir tüyde yetmiş bin yüz vardır. Her bir yüzde yetmiş bin ağız vardır. Her bir
ağızda da yetmiş bin dil vardır. Onun dillerinden her gün yağmur damlaları sayısınca, ağaç yapraklan
sayısınca, çakıl ve toprak taneleri sayısınca, dünya günleri sayısınca ve bütün melekler sayısınca
tesbihler dökülmektedir. Bu yılan Arş'ın etrafına dolandı, Arş bu yılanın yarısına kadar ulaşıyor ve
bu yılan onun etrafını sarmış bulunuyor.
Mücahid dedi ki: Yedinci sema ile Arş arasında yetmiş bin hicab vardır. Bir hicap nur ve bir
hicap karanlık, bir hicap nur ve bir hicap karanlıktır.
Derler ki: "Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır." Rahmetin ve ilmin her şeyi
kapsamıştır. Fiil, rahmet ve ilim üzerinde amel etmeyince bunlar temyiz olarak nasbedilmişlerdir.
"Tevbe edenlere" şirk ve masiyetlerden dönenlere "ve senin yolunu" İslâm dinini "izleyenlere
mağfiret buyur ve onları cehennem azabından koru!" Bu azabı onlardan çevir ki, onlara ulaşmasın.
İbrahim en-Nehaî dedi ki: Abdullah b. Mesud'un arkadaşları şöyle diyorlardı: Melekler İbnu'l-
Kevva’dan [şeytandan] hayırlıdırlar. Çünkü onlar yeryüzünde bulunanlar için mağfiret dilerler.
İbnu'I-Kevvâ ise onların aleyhine kâfirlik ile şahitlik eder. İbrahim dedi ki: Yine diyorlardı ki: Kıble
ehlinden olan hiçbir kimseden mağfiret dilemeyi esirgemezler.
Mutarrif b. Abdillah dedi ki: Biz Allah'ın kulları arasında Allah'ın kullarının iyiliğini en çok
isteyenlerin melekler olduğunu gördük. Allah'ın kulları arasında da Allah'ın kullarını en çok aldatan
kimsenin şeytan olduğunu görüyoruz; deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştur.
Yahya b. Muaz er-Razî de arkadaşlarına bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir: Bu âyeti iyi
kavrayınız, çünkü dünyada bu âyetten daha çok ümit verici bir kalkan yoktur. Şüphesiz tek bir melek
Yüce Allah'tan bütün mü'minlere mağfiret buyurmasını dileyecek olursa, onlara mağfiret eder. Hele
bütün melekler ve Arş'ı taşıyanlar mü'minlere mağfiret diliyorlarsa durum ne olur!
Halef b. Hişam el-Bezzar el-Karî' dedi ki: Ben Süleym b. İsa'ya Kur'ân okuyordum. Yüce
Allah'ın: "Mü'minlere de mağfiret dilerler" buyruğuna ulaşınca ağladı ve sonra da “Ey Halef!” dedi,
“Mü'min Allah katında ne kadar da değerlidir. O döşeğinde uyurken melekler onun için mağfiret
diliyorlar. "Ve ey Rabbimiz, onları da babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanları da
kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir." Rivayet olunduğuna göre Ömer b. el-Hattab, Kab
el-Ahbar'a: Adn cennetleri nedir? diye sormuş, o da şöyle demiş: Bunlar cennette altından köşklerdir.
Bunlara peygamberler, sıddîklar, şehitler ve âdil devlet yöneticileri girecektir. (Kurtubi; el Camiu li
Ahkami’l Kur’an)

Arş'ı Taşıyan Melekler:


Birinci Kısım: Arş'ın taşıyıcısı olan melekler... Cenâb-ı Hak, Kıyamette, Arş'ı taşıyanların sekiz
melek olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh, "Şu anda Arş'ı taşıyan melekler, Kıyamet gününde onu
taşıyacak olan meleklerdir" denilmesi mümkündür. Arş'ı taşıyanların, meleklerin en kıymetlileri ve
en büyüklerinden olduklarında ise şüphe yoktur. Keşşaf sahibi şunu rivayet etmiştir: "Arş'ı taşıyan o
meleklerin ayakları, yedi kat yerin altında olup başları da Arş'ın üzerindedir. Bunlar, gözkapaklarını
hiç kaldırmaksızın, huşu ve hudû içindedirler. Hz. Peygamber (s.a.s)'in de "Rabbinizin azameti
hususunda düşünmeyin! Fakat siz, Rabbinizin yarattığı melekler hakkında düşünün. Çünkü
meleklerden, kendisine İsrafil adı verilen bir yaratık vardır ki, Arş'ın köşelerinden birisi onun
omuzları üzerinde olup, onun iki ayağı yedi kat yerin altında, başı da yedi kat gökleri delip geçmiştir.
Ama buna rağmen o, Allah'ın azameti karşısında âdeta küçük bir kuş olacak denli küçülür buyurduğu
rivayet edilmiştir. “ ‫الوضع‬el Vaz’u” kelimesinin küçük kuş anlamına geldiği söylenmiştir. Rivayet
olunduğuna göre, Allah Teâlâ, bütün meleklere, onların diğer meleklerden üstün olduğunu belirtmek
için, Arş'ı taşıyan meleklere, sabah akşam bol bol selâm vermelerini emretmiştir. Yine, Allah'ın,
Arş'ı, yeşil bir cevherden yarattığı; onun iki sütunu arasının, hızlı uçan kuşlara nispetle seksen bin
yıllık bir mesafe olduğu da söylenmiştir. Yine, Arş'ın etrafında, Cenâb-ı Hakk'a tehlil ve tekbirde
bulunarak [Lâ İlahe illallah; Allahu Ekber diyerek] tavaf eden yetmiş bin saf meleğin; bunların
arkasında da, ayakta oldukları halde, ellerini öncekilerin omuzlarına koymuş olan tehlîl ve tekbir
getirerek seslerini yükselten ve nihayet bunların arkasında da, sağ ellerini sol elleri üzerine koymuş,
yüz bin saf meleğin bulunduğu; onlardan herbirinin de, diğerinin yaptığı tesbihten başka bir tesbihle
tesbihatta bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu haberleri Keşşaftan naklettim.

12
İkinci Kısım: Cenâb-ı Hakk'ın bu ayette zikrettiği meleklerin ikinci kısmı ise, Cenâb-ı Hakk'ın
"bir de onun etrafında bulunanlar" ayetinin ifade ettiği husustur. Oldukça açık ve zahir olan şudur
ki, bunlardan murad edilen, Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile teşbih
ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır (Zümer/75)” ayetinde zikrettiğidir. Ben derim ki: Akıl, Arş'ı
taşıyan melekler ile Arş'ın etrafını kuşatmış olan meleklerin, meleklerin en üstünleri olduğuna delâlet
eder. Bu böyledir, çünkü ruhların ruhlara nispeti, bedenlerin bedenlere nispeti gibidir. Arş, maddî-
cismanî varlıkların en kıymetlisi ve üstünü olunca, Arş'ın tedbir ve idaresiyle ilgilenen ruhların da,
bedenleri yöneten ruhlardan daha faziletli ve üstün olması gerekir. Yine burada, Arş'ın cismini
taşıyan başka ruhlar da var gibidir. Sonra ise, Arş'ın cismini istilâ etmiş olan bu kâhir ve ezici
ruhlardan, aynı cinsten olmak üzere, başka ruhlar meydana gelir. Bunlar da, Arş'ın etraf ve
kenarlarına tutunmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, ... Arş'ın etrafını
kuşatmışlardır (Zümer/75)” hitabıyla da bunlara işaret edilmektedir. Kısaca, gerek yakînî delillerle,
gerekse gerçek ve sadık mükaşefe yoluyla şu hakikat açık ve aşikâr olmuştur: Bedenler âlemi, ruhlar
âlemine nispet edilemez. Binâenaleyh, müşahede ettiğin her şey, bedenler âleminin, farklı farklı
mertebelerinde olarak, şu maddî görme gözüyledir. O halde senin bunu, ruhlar âleminin farklı farklı
mertebelerinde olarak, basîret gözüyle müşahede etmen gerekir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

ARŞIN DIŞ KENARINDAN OLAN KİMSELER

7. ayette bu sanatsal ifadeyle tanıtılan kimseler, “ulülelbab [akıllı, bilinçli]”


olma niteliğine ulaşmış müminlerdir. Bunlar arşın sahibi tarafından elçi olarak
gönderilmedikleri halde müminler için istiğfarda bulunmakta, dua etmektedirler.
Bunu iman borcu olarak yapmaktadırlar:

Ve onlardan [peygamber dönemindeki inananlardan] sonra gelip: "Rabbimiz, bizi ve iman ile
bizi öne geçmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman etmiş kimseler için kin kılma! Rabbimiz!
Şüphesiz Sen Raûf’sun, Rahîm’sin!" (Haşr/10)

Şüphesiz Benim kullarımdan bir gurup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize
merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin” diyorlar. (Müminun/109)

Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri
için ibret verici deliller vardır.
O kişiler ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin
yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan
münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi ateşe girdirirsen artık
onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zalimler için yardımcılardan hiç kimse de yoktur." Rabb’imiz!
Şüphesiz ki biz, “Rabb’inize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık.
Rabb’imiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi Ebrar
[İyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri
ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin." (Al-i Imran/190- 194)

10 – Şüphesiz o küfretmiş olan kimseler ünlenilirler: “Elbette Allah'ın buğzu,


kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da
küfreder dururdunuz.”
11 – Onlar [Kâfirler] dediler ki: “Rabbimiz! Sen bizi iki kerre öldürdün, iki
kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”
12 – İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz
zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve
çok büyük Allah'ındır.

Bu ayet gurubunda, 4. ayette konu edilen “Allah’ın ayetleri hakkında mücadele


edenler”in [müşriklerin] ahirette yaşayacakları bir sahne canlandırılmaktadır.
Bir ses onlara:

13
— “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz
imana davet olunurdunuz da küfreder dururdunuz” diye seslenmektedir.
Onlar da, günahlarını ve başlarına gelen o azabı hak ettiklerini itiraf ederek:
— “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı
itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” diyerek yapamadıkları şeyleri telafi etmek
üzere yeniden dünyaya dönmeyi istediklerini ifade etmektedirler.
Bu talepleri kabul edilmemekte ve onlara:
— “İşte bu, şu sebeptendir: Siz, ‘bir ve tek’ olarak Allah'a davet edildiğiniz
zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve
çok büyük Allah'ındır” diye karşılık verilmektedir.
Bilindiği üzere, Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr eden ve onlar hakkında
herhangi bir bilgi ve belgeye dayanmadan mücadele eden o kâfirler, dünyadaki
yaşamlarındayken öldükten sonra dirilmeyi kabul etmiyorlardı. Ahirette ise ölümü
ve dirilmeyi bizzat yaşamış olduklarından, artık öldükten sonra dirilmeyi kabul
etmek, buna inanmak onlar için herhangi bir bahane bulunamayacak bir gerçeklik
haline gelmiştir. Onun için itiraf etmek suretiyle “Rabbimiz! Sen bizi iki kere
öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var
mı?” diye sormaktadırlar.
Aslında bu sorularına kısaca “var” veya” yok” diye cevap verilmesi gerekirken
Rabbimiz, onlara cehennemden çıkmalarının imkânsız olduğuna da delalet eden
gerekçeli bir cevap vermektedir. Bu cevapla hem çıkışlarının olmayacağı, hem de
neden çıkamayacakları kendilerine bildirilmiş olmaktadır.
Kâfirlerin çıkışının olmayacağı birçok ayette yer almıştır:

Ve onlar seslenirler: “Ey Malik! Rabbin bizim aleyhimize gerçekleştirsin [işimizi bitirsin].” O
[Malik]: “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” dedi. (Zuhruf/77)

Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan
kişilere: " Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi
bizden savar mısınız?" dediler. Onlar: "Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz
olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler.
Ve iş bitince şeytan onlara, “Şüphesiz ki Allah size gerçek va’dı vaat etti, ben de size vaat ettim,
hemen de caydım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de icabet
ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim
kurtarıcım değilsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.” dedi.
Kesinlikle zalimler için acı bir azap vardır! (İbrahim/21, 22)

Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün
amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da
gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37)

Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık
bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her
halde ben müttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş
olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size
indirilenin en güzelini izleyin.” (Zümer/55- 58)

Ve Allah her kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir Veliy yoktur. Ve sen, azabı
gördüklerinde zalimlerin: “Geri dönüş yerine bir yol var mıdır?” dediklerini görürsün.
Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken
ona [ateşe] sunulduklarını göreceksin. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar,
kendilerini ve ehillerini [ailelerini, yakınlarını] kıyamet günü zarara uğratmış olan kimselerdir.”
dediler. Gözünüzü açın! Şüphesiz zalimler devamlı bir azap içerisindedirler. (Şura/44, 45)

Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik,

14
şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir
görsen! (Secde/12)

Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik,


Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen!
Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi, yine men
edildikleri şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar. (En’am/27, 28)

Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz
zalimleriz.
O [Allah] dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da. (Mü'minun/107, 108)

11. ayette kâfirlerin “Rabbimiz! Sen bizi iki kerre öldürdün, iki kere dirilttin”
dedikleri nakledilmektedir. Bu ifade geçmişte farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Kimisi “Bunlar önce babalarının sulplerinde ölü idiler. Sonra Allah onları diriltti,
sonra dünyada kaçınılmaz olan ölüm ile onları öldürdü. Sonra ahiret hayatı için
onları diriltti. İşte iki hayat ve iki ölüm bunlardır”; kimisi de “Kabirde de dirildiler,
sonra öldürülüp tekrar mahşerde diriltildiler” demiştir. Bu yorumlarla ortaya bir de
“kabir hayatı” denen bir hayat çıkarılmıştır.
Bu ayeti iyi anlayabilmemiz için önce şu ayetlere dikkat edilmelidir.

Siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri
öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/28)

O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O,
Azîz’dir, Gafûr’dur. (Mülk/2)

Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı


bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın ilk “toprak [cansız madde]” hali olup, ikinci ölüm
bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de
ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. Kâfirler,
her şeyi açıkça görünce, bizzat yaşayınca ve de karşılarında azabı açıkça görünce,
merhamet dileme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvarmaktadırlar.

13 – O [Allah], size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ve
ancak, gönülden yönelenler öğüt alırlar.
14- Öyleyse, inkârcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine arındırarak [ait
kılarak] Allah’a dua edin.
15- O, dereceleri yükseltendir, Arş’ın sahibidir: O, buluşma günü hakkında
uyarmak için kendi emrinden/ kendi işinden olan ruhu [vahyi] kullarından
dilediğine ilka eder [bırakır].

Müşrikleri tehdit ettikten sonra, Rabbimiz, bu ayet gurubunda birkaç sıfatını ön


plana çıkararak bir takım gerçekleri açıklamaktadır. Buna göre, Allah:
* Ayetler gösterendir
* Rızk indirendir
* Dereceleri yükseltendir.
Rabbimiz insanlar arasındaki fiziksel, zihinsel ve ekonomik dereceleri de
yükseltendir. Bununla insanların birbirlerine göre değişik açılardan fazlalıklı
yaratıldığı gerçeği vurgulanmaktadır. Çünkü insanların gerek zihinsel, gerek
ekonomik, gerekse sosyal bakımlardan birbirlerine göre eksikli veya fazlalıklı
yaratılması Rabbimizin bir sünnetidir ve dünyadaki düzenin sağlığı açısındandır. Bu

15
konu hakkındaki detay En’âm suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 368-
369) verilmiştir.
* Arşın sahibidir.
Bu ifade Allah’ın mutlak yönetim gücünü elinde tuttuğunu belirtmektedir.
Rabbimiz bunu çok farklı şekillerde onlarca ayette açıklamıştır.
* Buluşma günü için vahiy indirendir.

Kur’an’da geçen “ruh” sözcüklerinin “vahy” demek olduğu, daha evvel Kadr
suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.1. s.482- 490) detaylı olarak verilmişti.
Rabbimiz burada çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Kendi emrinden olan
yani bizzat Kendi işi olan ruh [vahy] indirmeyi dilediği kimseye yapmaktadır. Yani
peygamber olarak göndereceği kimseyi kendisi seçmekte, bu konuya kimseyi
müdahale ettirmemektedir. Bunu bir başka ayetinde daha açıklamaktadır:

Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların


geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir
kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

Konumuz olan ayet grubunda Rabbimiz bu sıfatlarını zikrederek insanlardan


sadece kendisine kulluk etmelerini, bir takım nesnelere kulluktan uzak durmalarını
istemektedir.

14. ayette “Öyleyse, inkarcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine ait kılarak
Allah’a dua edin” buyrulmaktadır. Ayetteki “inkârcılar hoşlanmasa da”
ifadesinden, dini Allah’a has kılarken bir kesimin buna karşı koyacakları
anlaşılmaktadır.

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler hoş
görmeseler de Kendi nurunu tamamlamaya dayatıyor. (Tevbe/32)

“Dinin Allah’a has kılınması” konusu, bu sure indiği dönemlerde Kur’an’ın


üzerinde sıkça durduğu bir konudur. Hatırlanacağı üzere bundan evvelki surede bu
konuda vurgu üzerine vurgu yapılmıştı:

Şüphesiz ki Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Dini sadece O’nun için arındırarak
Allah’a kulluk et.
Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım veliler edinenler:
“Onlar [Allah’ın astlarından edindiğimiz veliler] bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara
tapıyoruz.” [diyorlar]. Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah
hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.
(Zümer/2- 3).

De ki: “Ben kesinlikle dini yalnızca kendisine arındırarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum.
Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.
De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz O’nun
astlarından dilediğinize kulluk yapınız. De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde
kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” Dikkatli olun, işte bu, apaçık
bir kayıbın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. -İşte
Allah, kullarını bununla korkutuyor: “Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/11- 16)

16
16 - O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey
Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan
Allah'ındır!’-
17 - Bugün her kişi kazandığı ile karşılıklandırılacaktır. Bugün zulüm diye bir
şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.

Bu ayetlerde, 15. ayette uyarısı yapılan “buluşma günü” açıklanmaktadır.


Buluşma günü, “herkesin meydana çıkarıldığı, hiç kimsenin bir şeyinin Allah’a gizli
kalmadığı, herkesin yaptıklarıyla karşılıklandırıldığı ve haksızlık diye bir şeyin
olmadığı gün”dür. Görülüyor ki, “Buluşma Günü” diye adlandırılan gün, bazı farklı
nitelikleriyle ortaya konan “Kıyamet Günü”dür.

NEDEN BULUŞMA GÜNÜ?

Kıyamet gününün neden “buluşma günü” olarak nitelendiği şu gerekçelerle


açıklanabilir:
* O gün herkes Rabbiyle buluşur.

De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor.
Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih ameli işlesin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi
ortak etmesin.” (Kehf/110)

O’na kavuşacakları gün onların selamlamaları “selâm”dır. O [Allah] da onlar için cömertçe bir
ödül hazırlamıştır. (Ahzab/44)

O gün yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek. Gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı
durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. (İbrahim/48)

* O gün herkes dünyada işlediği amelleriyle buluşur.

O gün her nefis/kişi, ne hayır işlemişse onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülükleri de. İster ki
kendisi ile onun [yaptığı kötülükler] arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah, sizi kendisinden
çekindirir. Şüphesiz ki Allah, kullarına çok şefkatlidir. (Al-i Imran/30)

* O gün herkes birbiriyle buluşur, yüzleşir. Onlarca ayette belirtildiği gibi,


tapınılan sahte ilahlar ile onlara tapan akılsızlar bir araya, karşı karşıya getirilirler.

Ayetteki “Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz” ifadesi, insanların
tüm eylem ve davranışlarının orada ortaya konup teşhir edileceği anlamındadır.
Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalmayacağının vurgulanmasının nedeni, akıllı geçinen
nice insanın gaybde yaptıklarından Allah’ın haberinin olmadığını sanmaları, en
azından tüm gizli suç ve günahları Allah’ın eksiksiz bildiği konusunda yeterli
bilinçte olmamalarıdır.

Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz.
Velâkin yapmakta olduklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğine inandınız. (Fussılet/22)

O gün yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek. Gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı
durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. (İbrahim/48)

Onlar, insanlardan gizlenmek isterler de Allah'tan gizlenmek istemezler. Halbu ki O [Allah],


onlar O’nun sözden razı olmadığı şeyleri gece kurarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların
yaptıklarını kuşatıcıdır. (Nisa/108)

17
Ya da onlar, “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar. İşte eğer Allah dilerse senin de kalbini
mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, göğüslerde bulunan
şeyleri çok iyi bilendir.
Ve O, kullarının tövbesini kabul eder, kötülüklerden affeder ve sizin işlemekte olduğunuz
şeyleri bilir. (Şura/24, 25)

O gün siz arz olunursunuz, sizden hiçbir gizli, gizli kalmayacak. (Hakka/18)

İşte o gün yerküre tüm haberlerini; Rabbin kendisine vahyettiklerini bir bir söyler. (Zilzâl/4, 5)

Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç
yetirendir. (Tarık/8, 9)

Hâlâ o [insan], kabirlerde olanların dışa atıldığı [ölülerin diriltildiği], göğüslerde olanların
derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rabblerinin onlara gerçekten haber verici olduğunu
bilmez mi? (Âdiyât/9- 11)

Ayette parantez cümlesi olarak yer alan “Bugün mülk kimindir? Sadece tek ve
kahhar olan Allah'ındır!” ifadesi, Allah’ın dünyada verdiği nimetler sayesinde
şımararak benlikleri kabaran, kendilerini kral, otorite, hükümdar sanan müşriklere
karşı bir ilahi tokat mahiyetindedir. Onlar yüzlerine vurulan bu ilahi tokatla rezil
rüsva olmaktadırlar.
Konumuz olan 16. ayetle ilgili olarak Mevdudî tarihten şöyle bir anekdot
nakletmektedir:

Samanî hanedanından bir hükümdar olan Nasır b. Ahmed [H. 301'den 331'e kadar], Nişabur'u
fethettikten sonra meclisin toplanmasını emretti ve tahtına çıktıktan sonra, Kur'an okunarak
toplantının açılmasını istedi. Salih bir şahıs öne çıktı ve Kur'an'ın yukarıda sözü edilen bölümünü
okudu. Nasır bu ayeti işitince dehşetle irkildi ve titremeye başladı. Hemen tahttan indi ve tacını
başından çıkarıp "Ey Allah'ım! Hükümranlık bana değil sana aittir" diyerek secdeye kapandı.
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

18 – Yaklaşan gün hakkında da onları uyar! O zaman kalpler yutkunarak


gırtlaklara dayanmıştır. Zalimler için ne sıcak biri vardır ne de itaat edilecek bir
şefaatçi.

Rabbimiz yaklaşmakta olan ölüm/kıyamet gününün bazı korkunç ve dehşetli


niteliklerini ön plana çıkararak elçisinden o zalim müşrikleri, özellikle de bu surenin
4- 6. ayetlerinde konu edilen kimseleri uyarmasını istemektedir. 15. ayette “ ‫الّتلق‬
telak [buluşma]” günü ile uyarı yapılmıştı. Bu ayette ise aynı uyarı “Yaklaşan Gün”
ifadesiyle yapılmaktadır. O ölüm gününde kimsenin sözü geçmez, korkudan insanın
yüreği ağzına gelir, kimse kimseye yardım edemez.
Ayetteki “yaklaşan gün” ifadesini hem ölüm hem de kıyamet günü olarak
anlayabiliriz. Kıyametin saatini Rabbimiz kendi ilminde tutup kimseye
bildirmemiştir. Buna karşılık o günün daima çok yakın olduğundan bahsetmiş,
insanlara “bir saniye bile kaybetmeden kendinize gelin” diye ihtar etmiştir.

Yaklaşacak olan yaklaştı.


Onu Allah'ın astlarından kaldıracak yok. (Necm/57, 58)

İnsanlar için hesap yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, yüz çeviricidirler. (Enbiya/1)

Ve gerçek vaat yaklaştığı zaman o küfretmiş olan kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere!

18
Kesinlikle biz bundan gaflet içindeydik, aslında biz zalim kimseler idik." (Enbiya/97)

O saat yaklaştı. Ve ay yarıldı/ay yarılacak/ay doğdu [her şey açığa çıkarıldı]. (Kamer/1)

Ayetteki “O zaman kalpler yutkunarak gırtlaklara dayanmıştır” ifadesi, sıkıntı


ve bunalımı ifade eden bir deyimdir. Yoksa gerçekten kalpler kopup ağza gelmez.
Bu ifadeyi pekiştiren birçok ayet vardır:

Hani onlar, üst tarafınızdan ve sizden daha aşağıdan size gelmişlerdi. Ve hani gözler kaymıştı,
yürekler gırtlaklara ulaşmıştı. Ve siz Allah hakkında zan yaptıkça zan yapıyordunuz. (Ahzab/10)

Ancak o boğaza gelip dayandığı zaman ve o zaman siz nazar edip duruyorsunuzdur [onun
karşısında bulunuyorsunuz]. (Vakıa/83, 84)

Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar.


Zannederler ki kendilerine belkıran yapılır.
Hayır… Hayır… Köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
ve “Kim tedavi edicidir! [Çare bulan kimdir!]” denildiği [zaman],
ve o [can çekişen kişi] bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı [zaman],
ve bacak bacağa dolaştığı [zaman],
işte o gün sevk [sürülüp götürülmek], sadece Rabbinedir. (Kıyamet/24- 30)

Ayetin son cümlesindeki “zalimler” ifadesi ile kastedilenler ise müşriklerdir.

19 – O [Allah], gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.


20 – Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları
kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi
görenin ta kendisidir.

Ölüm ve sonrasında gerçekleşecek olan olaylarla uyarı yapıldıktan sonra


Rabbimiz bu iki ayette de gözlerin hainliğini ve akıllarda tasarlanmış ama dışa
vurulmamış olanları da bildiğini bildirerek uyarısına devam etmektedir. O’ndan
herhangi bir şeyi saklamanın, O’ndan kaçmanın, saklanmanın imkânı yoktur.
Öyleyse bu gerçeği göz ardı etmeden hareket etmelidir.
Ayetteki “gözlerin hainliği” ifadesi dikkat çekicidir. İnsanlar açısından en kapalı
suç, gözle yapılan suçtur. Öyle ki, bu suçlar başkaları tarafından teşhis ve tespit
edilemezler. Allah ise bunları da bilmektedir. Bunları bilen, el ve ayak gibi
organlardan ortaya çıkan kusurları, ihanetleri zaten bilir.
“Gözlerin hainliği” ifadesini müşriklerin Resulullah ve müminlere olan kinli ve
ihanet içeren bakışları olarak da anlamak mümkündür.

O küfredenler o zikri/Kur'an'ı işittikleri zaman az daha seni gözleriyle gerçekten


kaydıracaklardı/devireceklerdi ve "O şüphesiz bir delidir" diyorlardı.
Allah insanların dış organlarıyla yaptıkları her şeyi bildiği gibi akıllarından geçenleri de;
planladıklarını da bilir. (Kalem/51)

Ve and olsun insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah
damarından daha yakınız. (Kaf/16)

Allah’ın göğüslerde olanları da bildiğini ifade eden onlarca ayet mevcuttur.

19
Müşriklerin Allah’ın astlarından dua edip durdukları varlıklar ise herhangi bir
şeyi gerçekleştiremezler. Bu hususu bildiren çok sayıda ayet vardır.
20. ayet Rabbimizin “ ‫سممميع‬ّ ‫ال‬Semî’” ve “ ‫البصممير‬Basîr” sıfatı ile bitmektedir.
Burada sanki insanlara “Allah, sizin veli edindiğiniz ilahlar gibi kör ve sağır
değildir. Dolayısıyla bir kimseyi yargılarken O'ndan bazı ayrıntılar gizli kalmaz”
şeklinde bir mesaj verilmektedir.

21 – Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları


nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha
çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri içini
Allah'tan koruyan biri olmadı.
22 – İşte bu, şu sebepledir: kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da
onlar inkâr ettiler. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O,
güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.

Bu ayetlerde müşrikler, gelip geçtikleri yerlerde gördükleri eski uygarlıkların


kalıntılarından ibret almaya davet edilmektedir. Akıllı insan, tarihi olgulardan ibret
alandır. Çünkü geçmiş kâfirler, şimdiki kâfirlerden daha kuvvetli ve yeryüzünde
daha tesirli idiler.
21. ayetin başlangıcındaki “Onlar yeryüzünde gezmediler mi?” sorusu bir
“istifham-ı inkari” olup “bunları görüp duruyorlar da niçin ibret almıyorlar?”
demektir.

Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar için
kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır. (Ta Ha/128)

Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, kendisiyle akledecekleri kalpleri ve kendisiyle


işitecekleri kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler
kör olur. (Hacc/46)

Kur’an’da eski medeniyetler ile ilgili bilgi edinip onlardan ibret almayı
öğütleyen daha pek çok ayet vardır.

23, 24– Ant olsun Musa’yı Firavun’a, Hâmân’a ve Karun’a âyetlerimizle ve


açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir
yalancıdır” dediler
25- Böylece o [Musa], katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar:
“Onunla [Musa ile] birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını öldürün; kadınlarını ise
sağ bırakın.” dediler. Kâfirlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da
değildir.
26 - Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı, o da Rabbini çağırsın.
Şüphesiz ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa
çıkarmasından korkuyorum” dedi.
27 - Musa da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim
Rabbim ve sizin Rabbinize sığınırım” dedi.

Geçmiş medeniyetlerin araştırılıp ibret alınması istendikten sonra, ortaya hemen


bir ibret tablosu konmuştur. Bu tablo, 23- 46. ayetlerde anlatılan “Musa’nın tebliği,
Firavun ve çevresindekilerin Musa’ya karşı koyuşları ve karşı koyanların helaki”
tablosudur.

20
Ayetlerde söz konusu olaylara çok kısa değinilmiştir. Bu olaylarla ilgili detay
geçmiş surelerde [A’raf, Ta Ha, Şuara ve Kasas’ta] bulunmaktadır.
Firavun, Musa (as) kendisine gelip de Allah’ın elçisi olduğunu duyurunca,
Allah’ın elçisini sihirbazlıkla ve yalancılıkla itham etmiştir. Elçi Allah’ın ayetlerini
ulaştırdıktan sonra da Allah’ın gücü karşısında dayanamayacağını hesap etmeden
“Onunla [Musa ile] birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını öldürün; kadınlarını ise
sağ bırakın! Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı, o da Rabbini çağırsın!” diyerek
katliam planları yapmış, bu şeni planını da “Şüphesiz ben onun sizin dininizi
değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum”
sözleriyle gerekçelendirmiştir.
Sözü edilen bu katliam planı, Firavun yönetiminin İsrailoğulları’na yönelik
tasarladığı ikinci katliamdır. Birincisi, Kasas/4’te anlatıldığı üzere, Musa’nın (as)
doğduğu yıllarda olmuştu. Allah’ın Musa’nın (as) annesine vahyi sayesinde Musa
(as) suya bırakılarak bu katliamdan kurtarılmıştı.
Firavun’dan nakledilen “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı” ifadesi, Firavun’un
Musa’yı (as) öldürmesine adamları tarafından mani olunduğu intibaını vermektedir.
Anlaşılan o ki, Firavun’un çevresinde ya Musa’ya (as) inanmış kimseler vardı, ya
da en yakınındaki adamları Firavun’a “Musa'yı öldürme, çünkü o, güçsüz bir
sihirbazdır. Onun sihri ile sana üstün gelmesi mümkün değildir. Bu nedenle, eğer
onu öldürürsen, insanların kafasına ve kalplerine bir şüphe sokmuş olursun. Sonra
da onlar, ‘Musa haklı idi. Firavun ve taraftarları ona karşılık veremedikleri için onu
öldürdüler’ derler” demekteydiler. Belki de onlar, Firavun’un Musa (as) ile boğuşup
durmasının işlerine yarayacağını, ikisi arasındaki mücadele devam ederken
yönetimde istedikleri gibi rahat davranacaklarını düşünmüşlerdi.
Firavun’un “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı” demesinin şöyle bir nedeninin
olması da ihtimal dâhilindedir: Belki de Firavun Musa’dan (as) korkuyor, ona
herhangi bir saldırı anında Allah’ın onu koruyacağına inanıyordu. Bu nedenle de,
durumu kurtarmak için etrafındakilerin kendisini engellediği görüntüsünü
veriyordu.
Firavun’dan nakledilen “Şüphesiz ben onun sizin dininizi değiştirmesinden
veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” ifadesinden, Musa’nın
(as) halktan kendine taraftarlar bulacağı, Mısır’da anarşi yaratacağı ve iktidara
tehdit oluşturacağı yönünde Firavun’da büyük bir kaygı oluştuğu anlaşılmaktadır.

DİN NEDİR?

“Din” sözcüğü, yukarıdaki ayette, Mâûn suresinde gördüğümüz “ceza/karşılık”


anlamından ayrı olarak “toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü, yani şeriat”
anlamında kullanılmıştır. Ancak bu sözcük ile kastedilen düzen, sadece Allah'ın
koyduğu ilkeleri kapsayan Hakk Düzen'den ibaret olmayıp insanlar tarafından
kurulan beşeri düzenleri de kapsamaktadır. Bu anlamda din, ister hak ister batıl
olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı,
yaşam kurallarının bütünü demektir.
Bu durumda gerek Mekkelilerin ve Mısırlıların oluşturdukları düzenler,
gerekse bugünkü toplumlarda oluşmuş bulunan kapitalizm, sosyalizm, liberalizm,
komünizm gibi ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır.
Kurallarını Allah'ın koyduğu Hakk Din ise Kur'an'da “Allah'a ait din”, “Ed-
Dinü’l-Hanif”, “Ed-Dinü’l-Kayyim”, “Muhlisine lehü’d-Din”, “Ed-Dinü’l-Halis”
ve “İslâm” adlarıyla yer almıştır.

21
Kelâm bilginleri “Hakk Din”i şöyle tarif etmişlerdir: “Hakk Din, Yüce Allah'ın
kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara
tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın
koyduğu hükümlerdir.”
Hakk Din ile diğer beşeri dinler, yasama ve yürütme açısından birbirlerinden
farklıdırlar, ayrıktırlar; birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemeli ve
kesişmemelidirler.
Hakk Din'in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri
vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. Bu noktada
Müslüman kendi dinini, Müslüman olmayan da kendi dinini/düzenini yaşamalıdır.
Kimse bir diğerininkine karışmamalıdır. Fitne olmadığı sürece Müslüman,
Müslüman olmayana zor kullanmamalıdır. Müslüman da İslam’ın ilkelerinin
tamamını kabullenmeli, saf dinine yapay dinlerin ilkelerinden karıştırmamalıdır.
Hak Din’deki herhangi bir ilkenin yerine yapay dinlerden bir ilke benimsenmesi,
Rabbimizin Bakara/85’deki beyanı gereği kâfirliktir. Herkesin mertçe, sonucuna
katlanmak kaydıyla mümin veya kâfir olma özgürlüğü vardır.
Bu konu hakkında Kafirûn suresinin tahlilinde (Tebyinü’l_Kur’an; c: 1, s: 324-
326) açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

28, 29 – Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir racül [baba yiğit adam]:
“Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Halbuki o, kesinlikle size
Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki onun
yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir
kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz.
Ey kavmim! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün mülk [yönetim] sizindir.
Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından
bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi. Firavun: “Ben size görüşümden başkasını
göstermiyorum ve ben sadece size, reşadın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30- 35 – Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin
hakkınızda Ahzab’ın günü benzerinden; Nuh Kavmi'nin, Âd’ın, Semud’un ve daha
sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir
zulüm istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o çağrışma-bağrışma/
kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için
Allah’tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol
gösterici yoktur. Ve ant olsun ki bundan önce size Yusuf delillerle gelmişti. O
zaman da onun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o helak
olduğunda [vefat ettiğinde] de “Bundan sonra Allah asla elçi göndermez” dediniz.
Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında
mücadele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. . [Bu durum],
Allah katında ve iman edenler yanında buğuz olarak büyüktür. İşte Allah, her
böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi.

Bu ayet grubunda, Firavun’un yakınlarından iman etmiş, o güne kadar da


imanını gizlemiş mümin bir kişinin Firavun ile Musa’nın (as) mücadelesi anında
ortaya çıkarak Firavun ve çevresini uyardığı, çok makul ve mantıklı gerekçeler
anlatarak onlara öğütler verdiği, Musa’yı (as) en güzel biçimde savunarak
Firavun’dan gelecek sıkıntıları bertaraf etmeye gayret ettiği beyan edilmiştir.
Anlıyoruz ki, Rabbimiz bu aşamada başka bir salih kulunu devreye sokmuştur.
Mümin kulun beyanlarından anlaşıldığına göre, bu kul sıradan biri olmayıp ilahiyat
konusunda ileri derecede bilgiye ve inanca sahiptir. Dünya ve ahirete dair birçok

22
şey bilmektedir. İyilik ve kötülüğün karşılığının ahirette tastamam alınacağı
konusunda son derece bilinçli ve inançlıdır.
Mümin kişinin ağzından nakledilen ifadeler, İslami ilkeleri içeren gayet açık ve
beliğ bir hitabe örneğidir.
Firavun’un ehlinden olan bu şahsın kim olduğu açıklanmamıştır. Klasik
eserlerde onun Firavun’un amcasının oğlu olduğu, Firavun adına hareket etme
yetkisine sahip olduğu ve emniyet müdürlüğü yaptığı, Kıpti bir kimse olduğu,
ayrıca Kasas/20’de “Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey
Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık!
Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim” şeklinde konuşan kişinin de o olduğu yönünde
yorumlar mevcuttur (Mukatil). Bir başka tarihçi (Taberi) bu kişinin adının “Habrek”
olduğunu yazar. Bir başka tefsirci (Zemahşeri; Keşşaf; c. 3 s. 424) ise “Sem'ân” ya
da “Habib” olduğunu veya kendisine “Harbil” veya “Hazbil” dendiğini söyler. Ne
var ki, bu yorumlardan hiçbirisi de kesin bilgiye dayanmamaktadır. Suredeki
pasajdan anlaşılacağı üzere, o, Firavun’un ehlinden ve sarayda divan toplantılarına
katılan birisidir. Yusuf suresinde “racül” sözcüğünün mutlak “erkek” demek
olmayıp “olgun insan” demek olduğunu açıklamıştık. (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s:
221-225) Buradan hareketle, imanını o safhaya kadar gizleyip de Musa’yı
savunmak için ortaya çıkan bu kişinin Firavun’un eşi olması mümkündür.

TENÂD [ÇAĞIRIŞMA-BAĞRIŞMA/KAÇIŞMA]GÜNÜ

“Mümin kul”un Firavun ve avenesine yaptığı hitabede kıyamet günü “ ‫التنمماد‬


Tenâd” günü olarak nitelenmiştir.
“Ninda” kökünden gelmiş olan “ ‫التنمماد‬tenâd” sözcüğü “bağrışma- çağrışma”
anlamına gelir. Kur’an’daki bu sözcük “ ‫تناّد‬tenâdd” şeklinde de okunmuştur. Bu
kıraat dikkate alındığında ise kelimenin kökü “‫ ن د د‬ndd” olup “kaçışma” anlamına
gelir. (Lisanü’l Arab, c. 8, s.509 “nida mad.)
Asıl kıraate göre kıyamet gününe “tenad” adının verilmesi, insanların o gün
birbirlerine yüksek sesle çağrışacaklarından dolayıdır. Kur’an’da insanların
birbirine çağırmasını, bağırmasını konu eden birçok ayet vardır:

İman edenler ve sâlihâtı işleyenler; –ki Biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz–
işte onlar cennet yâranlarıdır ve onlar, orada ebedî olarak kalıcılardır. Ve göğüslerinde gıll'den
[kinden, hınçtan, kıskançlıktan, hileden, hainlikten, garazdan] ne varsa çıkarıp atarız. Onların
altlarından ırmaklar akar. [Ve onlar,] “Bize bunun için kılavuzluk eden Allah'a hamdolsun. Eğer
Allah bize kılavuzluk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri
bize gerçek ile gelmiştir” derler. Ve onlara seslenilir: “İşte size cennet! Yapmış olduklarınızla buna
vâris oldunuz.”
Ve cennet ashâbı ateş ashâbına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki, siz
Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslendiler. Onlar, “Evet” dediler.
Aralarında bir duyurucu, şüphesiz ki Allah'ın lânetinin, Allah'ın yolundan geri çevirip yolun eğri-
büğrüsünü isteyen ve âhireti inkâr eden zâlimlerin üstüne olacağını duyurdu. (Araf/42, 45)

Ve ateşin ashâbı, cennetin ashâbına, “Biraz su veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize
aktarın” diye seslendiler. Onlar da, “Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti hayata
aldanan inkârcılara ikisini de gerçekten yasaklamıştır!” dediler. –Bu günle karşılaşacaklarını
umursamadıkları, âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bu gün onları umursamayacağız
[cezalandıracağız]–. (Araf/50)

Her benlik kazancının karşılığında bir rehindir.


Sağın yâranı hariç.
Bahçelerdedirler. Soruşur dururlar,

23
suçlulardan.
“Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?”
Dediler ki: “Biz musallînden/destekçilerden [sosyal yardım yapanlardan, sosyal destek
sağlayanlardan] değildik,
miskini de yiyeceklendirmiyorduk.
Ve biz [boşa uğraşanlarla beraber boşa uğraşırdık] dalanlarla birlikte dalar idik.
Ve Din Günü'nü yalanlıyorduk.
Tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan bize gelene kadar.”
Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati. (Müddessir/38-48)

O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse,
işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/ çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük]
bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71)

Ve elleri boyunlarına bağlanmış olarak ondan [cehennemden] dar bir yere atıldıkları zaman,
oracıkta ölümü isterler.
-Bugün bir ölüm değil birçok ölüm isteyin!- (Furkan/13, 14)

Ve o gün, o zalim kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım!
Eyvah, keşke falancayı izdaş edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Zikir’den o
saptırdı. Ve şeytan insan için bir rezil edenmiş!” der. (Furkan/27-29)

Ve Kitap [amel defteri] konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize!
Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar,
yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf/49)

Kitabı sağından verilen kişiye gelince de o, “alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben hesabıma
kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. (Hakka/19, 20)

Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; o da: “Keşke kitabım bana verilmeseydi,
hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim” der. (Hakka/25, 26)

Ve gerçek vaat yaklaştığı zaman o küfretmiş olan kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere!
Kesinlikle biz bundan gaflet içindeydik, aslında biz zalim kimseler idik." (Enbiya/97)

(Onlar da) “Yazıklar olsun bizlere! Biz gerçekten zalimler imişiz” dediler. (Enbiya/14)

Ve şüphesiz, Rabbinin azabından bir esinti onlara dokunursa, kesinlikle ‘Eyvah bizlere!
Şüphesiz biz zalimler imişiz’ diyeceklerdir. (Enbiya/46)

Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı / uyandırdı? Bu,
Rahman’ın vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler dediler [derler]. (Ya sin/52)

Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki onlar karşıda duruverirler. Ve “Eyvah
bizlere! İşte bu, Din Günü’dür” derler. (Saffat/19, 20)

"Yazıklar olsun bizlere! Bizler gerçekten azgınlarmışız, [kendini firavun gibi gören
küstahlarmışız.] (Kalem/31)

bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden,


annesinden, babasından,
eşinden, oğullarından. (Abese/34, 36)

“Mümin kul”un yine aynı hitabesinde “İşte Allah, her böbürlenen zorbanın
kalbi üzerine damga basar” dediği görülmektedir. Allah’ın kalpleri mühürlemesi,
kişilerin hakikate karşı gözlerini ve kulaklarını kapatmaları ve ondan kaçmalarıdır.
Bu konudaki açıklamalarımız Tin suresinin tahlilinde verildiğinden, detayın oradan
(Tebyinü’l Kur’an; c: 1, s: 560-573) okunmasını öneriyoruz.

24
Firavun’un ayette nakledilen “ben sadece size reşadın yoluna kılavuzluk
ediyorum” şeklindeki ifadesine göre, Firavun Musa’nın (as) tebliğ ettiği yolu “kötü
yol” olarak kabul etmekte, kendi yolunun da “doğru yol” olduğunu ileri
sürmektedir. Bu, Firavun’un ve çevresindeki şeytanların şakşakçılığından
kaynaklanmaktadır. Onlara kendi yollarını şeytan süslü göstermektedir:

Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri
katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi [süsledi]. (En’am/43)

O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: “Bu gün sizi insanlardan bozguna
uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini
görür oldu o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin
görmediğinizi görmekteyim, ben Allah’tan da korkmaktayım” dedi. Allah sonuçlandırması pek
şiddetli olandır.” (Enfal/48)

De ki: Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi?


kendileri güzel sanat/sanayi olarak güze lik ürettiklerini sanarken basit hayatta çalışmaları boşa
gitmiş olan kimselerdir. (Kehf/103, 104)

Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki
Allah dilediğini / dileyeni şaşırtır, dilediğine/ dileyene de kılavuzluk eder. O hâlde canın onlara karşı
hasretlerle [üzüntülerle] sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.
(Fâtır/8)

36, 37 – Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine olaşmam için


bana bir kule yap da Musa’nın ilahına muttali olayım [Musa'nın ilâhının ne
olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben onun yalancı olduğuna kaniyim” dedi. İşte
böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve
Firavun düzeni yalnızca hüsran içindedir.

İman etmiş kişinin yaptığı uyarıdan sonra çevresindekilerin bu sözlerden


etkileneceğinden korkan Firavun, Musa’nın (as) getirdiği tevhidi sınayacağını ve
eğer doğru olduğu ortaya çıkarsa bunu çevresindekilerden gizlemeyeceğini; doğru
olmadığı ortaya çıkarsa da dinleri üzerinde sabit kalmalarını sağlayacağını his-
settirmek maksadı ile aklı sıra saldırmaya başlamış, veziri Haman’a “Ey Hâmân!
Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Musa’nın
ilahına muttali olayım [Musa'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben
onun yalancı olduğuna kaniyim” diyerek akla aykırı sözler söylemiştir.
Firavunun Haman’dan bu talebi Kasas suresinde şöyle yer almıştı:

Firavun da; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için
çamur üzerine hemen ateş yak [tuğla imal et] da Musa’nın ilâhına muttali olmam için bana bir kule
yap. Ve şüphe yok ki onun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas/38)

Burada kısaca değinilen olaylar, Şuara suresinde şöyle anlatılmıştı:


Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.
O [Musa]: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan
şeylerin Rabbidir.”
O [Firavun], yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
O [Musa]: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
O [Firavun]: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle mecnundur” dedi.
O [Musa]: “Şayet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında
bulunanların Rabbidir” dedi.
O [Firavun]: “Benden başka ilâh edinirsen, ant olsun ki seni zindana

25
kapatılmışlardan kılarım” dedi.

Firavun Haman’a o sözleri söylerken böyle bir tanrının olmadığını, Musa’nın


yalan söylediğini ima etmek istiyordu.
Firavun’un Haman’a böyle bir yapı [rasathane] yaptırıp yaptırmadığı
açıklanmamıştır.
Haman ile ilgili açıklamamızı Kasas suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.4.
s.206-208) yaptığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

38- 44 – Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey kavmim! Bana uyun ki size reşadın
[akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak
geçici bir kazanımdır. Ahiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim
bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya
kadın, her kim mümin olarak salihi [düzeltmeye yönelik iş] işlerse, artık onlar,
orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey kavmim! Bana ne
oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni
Allah'ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya
davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Aziz [o çok güçlü] ve Gaffar’a [çok bağışlayıcı olan
Allah'a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet
ettiğiniz şey dünya ve ahirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz
dönüşümüz Allah’adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta
kendileridir. Artık siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben
işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi.

Firavun’un yakınlarından olup o güne kadar imanlı olduğunu gizlemiş olan kişi
yeniden devreye girerek Firavun ve çevresine öğüt vermeye devam etmiştir. Bu ayet
grubunda o öğütler nakledilmiştir.

“YAKINDA ANACAKSINIZ!”

İnançlı kişi sözlerini “Artık siz, benim sizin için söylediklerimi yakında
anacaksınız” diye bitirmiştir. Bu sözler tehdit içeren bir nitelik taşımaktadır.
Gerçekleşeceği belirtilen “anma, hatırlama” olayı Firavun ve avenesinin “boğulma”
vakti olabileceği gibi, kıyamette insanın kıyamet dehşetlerini bizzat yaşadığı an da
olabilir.

45, 46 – Sonra Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların


kötülüklerinden korudu. Firavun'un ehlini [yakınlarını] ise azabın kötüsü, ateş
kuşattı. Onlar, sabah akşam [daima] ona [ateşe] arzolunurlar. Kıyamet kopacağı
gün ise: “Firavun’un ehlini [yakınlarını] azabın en şiddetlisine sokun!”

Bu ayetlerde, işini Allah’a havale eden mümin kişi ile onun karşısındaki
Firavun, Haman ve Karun gibi inançsızların akıbetleri hakkında bilgi verilmektedir.
Bu ayetler ile Allah yolunda olanların daima kurtulacakları, karşı duranların ise
helak olacakları, dünya ve ahirette azaba çarptırılacakları mesajı verilmektedir.
Ayetteki “Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden
korudu” ifadesinden anlaşıldığına göre, Firavun bu mümin kişiye açıkça bir kötülük
yapamamış, ona açıkça zarar vermeyi göze alamamış ve onu hile ile ortadan
kaldırmayı düşünmüştür. Buradan da bu kişinin Firavun’a çok yakın bir kimse
olduğu anlaşılmaktadır. Allah onların tüm planlarını altüst etmiştir.

26
Bu ayetler “kabir azabı” inancına malzeme yapılmıştır. Halbuki bu ayetler
Firavun’un dünyada çektiği sıkıntıları ve ahirette çekeceği cezayı nakletmektedir.

47 - Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük


taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir
bölümü savabiliyor musunuz?" derler.
48 - Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar
arasında hükmünü vermiştir” dediler.
49 – Ve Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de
bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin” dediler.
50 – Onlar [Bekçiler]: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye
sorarlar. Onlar: "Evet [getirmişlerdi]" derler. Onlar [Bekçiler]: “Öyle ise kendiniz
dua edin” derler. Kâfirlerin duası sadece şaşkınlıktadır [boşa çıkmıştır].

Bu ayetlerde ahirete ait bir tartışma sahnesi aktarılmaktadır. Sahnede Firavun


gibi büyüklük taslayanlar ile İsrailoğulları gibi zayıf düşürülmüşler yer almıştır.
Buna benzer sahneler daha önce de birçok kez nakledilmişti. Ancak buradaki
anlatım biraz daha detaylıdır. Müstekbirler [kibirli zalimler] ile mustazaflar
[ezilenler] kendi aralarında şöyle tartışmaktadırlar:
— Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü
savabiliyor musunuz?
—Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü
vermiştir.”
Bu tartışmanın detayı A’raf suresinde verilmişti.

(Allah onlara) “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki
ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder].
Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi
saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. (Allah:) “Herkese kat kattır, fakat siz
bilmiyorsunuz” dedi [der].
Öncekiler de sonrakilere “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı
azabı tadın” dediler [derler].
Şu, âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün kapıları
açılmayacak ve deve [veya halat] iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz
suçluları işte böyle cezalandırırız.
Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz zalimleri işte böyle
cezalandırırız. (A’raf/38- 41)

49 ve 50. ayetlerde ise başka bir sahne yer almaktadır. Cehennemin ortasındaki
suçlular ile cehennemin bekçileri arasında şu diyalog geçer:
— Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin.
— Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar.
Onlar:
— Evet [getirmişlerdi].
— Öyle ise kendiniz dua edin!
Diyalogdan anlaşıldığına göre, ateş içindeki suçlular doğrudan Allah’a
yalvarmayıp bekçilerden Allah’a aracı olmalarını istemektedirler. Bunun nedeni,
Allah’a yüzlerinin olmayışı, 52. ayette de görüleceği gibi, Yüce Allah’ın onları
lanetlemiş olmasıdır.

Artık Sûr’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de
[kimse kimseden bir şey isteyemez].

27
Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde
sürekli kalıcıdırlar.
Orada onlar dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar.
“Benim ayetlerim size okunmadı mı? Siz ise onları yalanlıyordunuz.
Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz
zalimleriz.
O [Allah] dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da... (Müminun/101- 108)

51 – Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve


şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz.
52- O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lanet vardır,
yurdun en kötüsü de onlar içindir.

Rabbimiz elçilere ve inanmış kişilere dünya hayatında ve şahitlerin kalktığı gün


[ahiret günü] yardım edecek, tanıkların ayağa kalktığı gün müşriklerin mazeretleri
kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. Rabbimiz onları rahmetinden uzak tutup
kendilerine yurtların kötüsünü [cehennemi] verecektir.

Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir,
Aziz’dir. (Mücadile/21)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7)

O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye müminlerin kalplerine sekine [güven-
moral- mutluluk] indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi
bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4)

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139)

Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir:


“Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip
gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171- 173)

52. ayette konu edilen “zalimler”, birçok yerde ifade ettiğimiz gibi,
müşriklerdir. “... zalimlere özür dilemeleri fayda vermez” ifadesi, müşriklerin orada
rahmet edilmeyeceğine, kesinlikle cehennemden çıkarılmayacağına delalet
etmektedir.

LÂNET [LA‘NET]: ‫[ اللعنة‬la‘net], “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan


mahrum bırakmak” anlamındaki la‘n sözcüğünden türemiş bir sözcüktür. Eski
Araplar bu sözcüğü “ailenin veya sülalenin bir ferdinin dışlanması” anlamına
kullanırlardı. ‫[ لعين‬la‘în] ve ‫[ ملعون‬mel‘ûn] sözcükleri de buradan gelmiştir. La‘net
Allah tarafından olursa, “dünyada iyilikten, âhirette de lütuf ve merhametten
mahrum bırakma”; insanlar tarafından olursa, “küfür, dışlama, sövme, hakaret ve
beddua” anlamında kullanılır. (Lisanü’l Arab; c.8, s. 91, 92)

53, 54 – Ve ant olsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir
hatırlatma olmak üzere Musa'ya “Yol gösterme” verdik ve İsrailoğullarına o kitabı
miras kıldık.

28
55 - O halde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme iste
ve akşam sabah [her zaman] Rabbini hamdiyle tesbih et.

Bu ayet gurubunda, Musa peygamber de hatırlatılarak peygamberimiz teselli


edilmiş ve kendisinden görevini sabırla sürdürmesi, günahı için affedilme istemesi,
sürekli Rabbini överek tesbih etmesi istenmiştir.
56 – Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri
hakkında mücadele edenler; onların göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir
vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir.

Bu ayette müşriklerin ne kadar zavallı oldukları anlatılarak ellerinde hiçbir


kanıtları, güçleri olmadan Allah’a karşı çıkmaları kınanmaktadır. Kuru bir kibir
sahibidirler ve delilsiz hareket etmektedirler. Kur’an’da bir eksiklik, yetersizlik,
tutarsızlık buldukları için değil, kibirlerinden dolayı, Elçi’yi kıskandıkları için böyle
yapmaktadırlar.
Bizim baz aldığımız Mushaf'ta bu ayetin Medeni olduğu zikredilir. Bazı müfessirler bu
ayetin Yahudilerin büyüklenerek Peygamber'e Mesih Dcccal'ın sahipleri olduğunu, sonra onun
ortaya çıkarak dünyaya hakim olacağını, düşmanlarını ortadan kaldıracağını, Yahudilerin geçmiş
otorite ve krallıklarını geri getireceğini söylemeleri üzerine indirildiğini rivayet ederler. Bunu
rivayet eden müfessirler, Allah'ın Peygamber'e, onun fitnesinden kendine sığınmasını emrettiğini
söylerler. (Derveze; et-Tefsirü’l Hadis)

Hâlbuki bu ayette verilen mesaj yukarıda 34. ayette de verilmişti. Ayetlerde


bahsedilen konu Mekke’de cereyan eden olaylardır. O nedenle bu ayetin Medeni
olması uzak bir ihtimaldir.

57 - Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha


büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar.
58 – Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve salihatı işlemiş olanlar ve
kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!
59- Şüphesiz o saat [kıyamet kopuş anı], elbette gelecektir. Onda hiç şüphe
yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar.

Bu ayet gurubunda inkârcılara ahiretin kesinlikle olacağı delillerle ispat


edilmekte ve bu delilleri idrak edemeyenler kör olarak nitelenmektedir.

Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse hiç şüphesiz
onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki:
“Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” [Allah] Der ki: “Bu
böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk
ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/124- 126)

57. ayette, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere karşı getirilen akli bir delil söz
konusudur. Sanki müşriklere: “Göklerin ve yerin yaratılması, insanların ya-
ratılışının tekrarlanmasından daha büyüktür, zordur ve karmaşıktır. Buna rağmen
gökleri ve yeryüzünü yaratabilen Allah insanı yeniden niye yaratamasın?”
denilmektedir.

Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır?


O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi?
Sonra bir alak [embriyon] idi de sonra onu yaratmış sonra da düzene koymuştur;

29
ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir.
Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyamet/36-
40)

60 – Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim.


Şüphesiz Bana ibadet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak
cehenneme gireceklerdir” dedi.

Rabbimiz bu ayetinde herhangi bir şarta bağlamadan kullarının kendisine dua ve


yalvarışta bulunmalarını istemekte; dua edenlere karşılık vereceğini, kendisine
ibadet ve dua etmekten büyüklenenleri ise aşağılanmış olarak cehenneme
sokacağını bildirmektedir. Ayette dolaylı olarak verilen diğer bir mesaj da,
insanların dua ve ibadetlerinde sadece Allah’a yönelmeleri gerektiğidir.

Ve kullarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana dua
edince, duacının duasına cevap veririm. O halde reşit olmaları için onlar da Bana karşılık versinler
ve bana inansınlar. (Bakara/186)

De ki: “Duanız olmasa Rabbim size kıymet verir mi ki de siz kesinkes yalanladınız? Artık size o
kaçınılmaz olacaktır.” (Furkan/77)

Görüldüğü gibi, Rabbimiz kullarına vereceği karşılığı “Bana dua edin ki size
karşılık vereyim” hükmüyle doğrudan kendisine dua edilmesi, yani kendisinden
istenmesi şartına bağlamıştır. Buradan çıkarılması gereken sonuç, duayı ancak
Allah’ı hakkıyla takdir edenlerin yapabileceği gerçeğidir. Çünkü kişinin önce nasıl
bir ilaha yalvaracağını bilmesi, sonra da O’ndan istemesi gerekmektedir. Böyle
yapılmayan dualar yanlış adrese gönderilen dilekçelere benzer. Hem yerine ulaşmaz
hem de alan hiçbir şey yapmaz. Allahın dışında hiç kimse; peygamberler, yatırlar,
şeyhler, ağabeyler, üstatlar insanın duasını duymaz ve yardımcı olmazlar.
Dua konusu En’am suresinin sonunda ayrı bir başlık altında (Tebyinü’l-Kur’an;
c: 5, s: 480-497) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

61 – Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da
gündüzü sizin için kılandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir lütuf sahibidir.
Velakin insanların çoğu şükretmezler [karşılığını ödemezler].
62- İşte, her şeyin yaratıcısı Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh diye bir
şey yoktur. O halde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
63 - İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar.
64- Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil
veren, -ki şekillerinizi ne de güzel kılmıştır- ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır.
İşte O, Rabbiniz Allah'tır. -İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!-
65- O, diridir, ondan başka ilah diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece
O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Hamd/övgü yalnız âlemlerin
Rabbi Allah’adır.”

Bu ayet grubunda Rabbimiz insanlara verdiği nimetlerden bazılarını sayarak


kendisini tanıtmaktadır. Pasajı bir önceki ayetle irtibatlandırarak bu tanıtmanın
amacının “Niçin sadece Allah’a dua edilmesi gerekir?” şeklindeki zımni bir soruyla
ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki: Rabbimiz kullarına dua etmeyi emredince

30
kullar da sanki O’na “insanın dua etmeden önce mutlaka dua edeceği gücü tanıması
gerekir. Şu halde, Senin Kadir bir ilah olduğuna dair delil nedir?” diye sormuşlar,
bunun üzerine Rabbimiz de kendi varlığına, kudretine ve tasarruflarına ait birçok
kanıtı orta koymuştur:

* Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da
gündüzü sizin için kılandır.
* Allah insanlara karşı lütuf sahibidir
* Her şeyin yaratıcısıdır
* Kendinden başka ilah diye bir şey olmayandır.
* Allah sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil
verendir.
* Sizi temiz şeylerden rızıklandırandır.
* Allah en cömert olandır.
* Allah diridir.
* Allah övgü sadece kendisi için olandır.

66 - De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, o,


sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekten kesinlikle men edildim ve ben
âlemlerin Rabbine teslim olmamla emrolundum.
67 – O, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız,
adı konmuş bir süreye ermeniz ve de aklınızı kullanmanız için sizi bir topraktan,
sonra bir nutfeden, sonra bir alekadan [embriyodan] yaratandır. -Sonra O, sizi bir
tıfıl olarak çıkarır. Sizden kimi de, daha önce vefat ettiriliyor.-
68 - O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emr gerçekleştirince artık ona sadece
‘ol!’ der de o, hemen olur.

Bu ayetlerde sanki şöyle denilmektedir: “Mademki yaratılışınızdan dirilişinize


kadar hayatınızın her aşamasının kontrolü Allah’ın elindedir ve bundan kurtulmanız
da söz konusu değildir, öyleyse siz de şirk koşmadan, bu gücü, bu otoriteyi tanıyın!
İsteklerinizi böyle bir varlıktan isteyin! Ayrıca hayatınızın tüm evrelerini inceleyin
de aklınızı kullanın!”

Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, -[bilin ki] ne olduğunuzu size
açıklamak için - şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alekadan [embriyodan], sonra
yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde
tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız.
Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere,
ömrünün en fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun
üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. (Hacc/5)

Ve ant olsun ki, biz insanı seçilmiş bir çamurdan yarattık. Sonra onu çok dayanıklı bir
karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyona dönüştürdük, sonra o embriyoyu bir et
parçası haline getirdik, sonra o bir parça etten kemikler yarattık. Nihayet o kemiğe de bir et
giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. O yaratıcıların en güzeli Allah’ın ne
cömerttir. Sonra sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz.” (Mü’minun/12- 15)

67. ayetteki “Sizden kimi de daha önce vefat ettiriliyor-” ifadesi “ölüm”ü değil,
Rabbimizin ara sıra uyarı için kullarının z raporu çektirmesini ifade ediyor.
“Vefat” konusu daha önce En’am suresinin sonunda ayrı bir başlık altında
(Tebyinü’l_Kur’an; c: 5, s: 476-479) ele alındığından, detayın oradan okunmasını
öneriyoruz.

31
69- 76- Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da
döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette
ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra
ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından ortaklar
koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz
zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah inkârcıları böyle
saptırır: “İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden
ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” -İşte,
büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!-

Bir önceki pasajda, kulluk edilecek, dua yapılacak gerçek ilah tanıtılmıştı. Bu
ayet grubunda ise akılsız müşriklerin yersiz çabaları aktarılmaktadır. Bu akılsızların
ahirette boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülecekleri, sonra
da ateşte yakılacakları bildirildikten sonra, kendileriyle Rabbimiz arasında
gerçekleşecek diyalog sahneleştirilmektedir:
— Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?
— Bizden kaybolup gittiler; aslında, biz zaten önceleri hiç bir şeye
yakarmıyorduk
— İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür.
Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!”
Bu ayetler Allah’ı her yönüyle tanıtmakta, verdiği sahneler insanın içini
ürpertmektedir. İnkârcıların başlarına geleceklerin bu yöntemle anlatılması,
dinleyenlerde korku ve pişmanlık oluşturarak mevcut hallerinden vazgeçmelerini
sağlamaya yöneliktir. Ayrıca yalanlayıcıların ve böbürlenenlerin ahiretteki
pişmanlıkları ve perişanlıkları anlatılarak peygamberimiz ve müminler teselli
edilmektedir.

“O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük
taslayanların yeri ne kötüdür! (Nahl/29)

O gün, yalanlayanların vay hâline! (Mürselât/15)

İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir.


Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar. (Rahman/43, 44)

Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle Cahim’dir [cehennemdir]. (Saffat/68)

Ve solun ashabı; nedir o solun ashabı?


Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara
dumandan bir gölge içindedirler. (Vakıa/41- 44)

De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler malûm bir günün belli vaktinde/ randevu yerine
mutlaka toplanacaklardır. Sonra şüphesiz siz, ey sapıklar, yalanlayıcılar! Kesinlikle zakkumdan bir
ağaçtan yiyeceksiniz de karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Sonra da onun üstüne kaynar su
içeceksiniz. Hem de susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.” İşte bu, din gününde
onların ziyafetleridir. (Vakıa/49- 56)

Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının
kaynaması gibi karınlarda kaynar.
-“Tutun şunu da Cahim’in ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından
dökün.”
- “Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin!
Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”- (Duhan/43- 50)

32
77 - Artık sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Artık onlara yapıp
durduğumuz tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de, onlar
yalnızca bize döndürüleceklerdir
78 – Ve ant olsun ki, Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini
sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın
bir ayet getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar,
işte burada hüsrana uğradılar.

Bu ayetlerde, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, peygamberimize sabretmesi ve


görevini sabırla sürdürmesi emredilmekte; Allah’ın vaadinin hak olduğu vurgulanıp
inkârcıların mutlaka cezalandırılacağı, bu cezalandırmanın elçi hayatta iken ya da
onun ölümünden sonra olacağı bildirilerek peygamberimiz teselli edilmektedir.
Nitekim bu ayetlerin üzerinden çok geçmeden müşrikler Arabistan yarımadasından
uzaklaştırılmış ve o bölgede yok olmuşlardır.

Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz. Biz onlardan intikam alanlarız [onları
cezalandırarak adaleti sağlarız].
Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç
yetirenleriz. (Zuhruf/41, 42)

78. ayette, geçmişte toplumlara birçok elçi gönderildiği, Allah’ın bu elçilerden


bazısını bildirdiği, bazılarını ise bildirmediği açıklanmaktadır.
Ayetten anlaşıldığına göre, gönderilen elçilerin kesin sayısına yönelik
peygamberimize bir bilgi verilmemiştir. Gönderilen elçilerin sayısının yüz yirmi
dört bin, iki yüz yirmi dört bin, yedi bin, dört bin, sekiz bin olduğunu ifade eden
nakiller ciddiyetten uzaktır.

Ve daha önce kendilerini sana anlattığımız elçilere, kendilerini sana anlatmadığımız elçilere de
(vahyettik). Ve Allah Musa’ya konuştukça konuştu. (Nisa/164)

Ayette geçmiş peygamberlerin hatırlatılması, peygamberimizin de o elçiler gibi


sıkıntılara karşı sabırlı davranmasını sağlamaya yöneliktir.

79, 80 –Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları kılandır
[yaratan, ayarlayandır]. Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Ve sizin için onlarda
daha nice menfaatler vardır. Ve (Allah) Onların üzerinde gönüllerinizdeki bir
arzuya erersiniz diye hayvanları kılandır [yaratandır, ayarlayandır]. Ve siz, onlar
üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız.
81 – Ve Allah size âyetlerini gösteriyor. Peki, şimdi Allah’ın âyetlerinin
hangisini inkâr edersiniz?

Bir önceki pasajda olduğu gibi bu ayetlerde de yine Rabbimizin nimetleri


hatırlatılmaktadır. Bu nimetlerin bir kısmı insanın yemek, içmek suretiyle, bir kısmı
da çeşitli şekillerde istifade edip durduğu nimetlerdir. İnsan sürekli iç içe olduğu bu
mucizevî nimetleri her an hatırlamalıdır ki, düşünsün de aklını başına alsın. Mesela
yeryüzünde insanın hizmetinde bulunan muhtelif hayvanlar bu cümledendir. İnek,
manda, keçi, koyun, deve, at ve diğer evcil hayvanlar hem sağladıkları gıdalar, hem
yük taşıma özellikleri ve hem de derilerinin ve yünlerinin giyimde kullanılması
cihetiyle insana ihsan edilmiş büyük nimetlerdendir. Allah bu hayvanları insanlara

33
kolayca alışabilecek yapılarda yaratmıştır. Develere binilir, etleri yenir, sütleri
sağılır, uzak ülkelere ve bölgelere yolculuklarda ve taşınmalarda üzerlerine yükler
yüklenir. Sığırların etleri yenir, sütleri içilir ve onlarla ziraat yapılır. Koyunların
etleri yenir, sütleri içilir. Yünleri kırpılarak onlardan ev eşyaları, elbiseler yapılır.

Ve O, hayvanlardan yük taşıyan, döşek yapılan yaratandır. Allah'ın sizi rızıklandırdığı


şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.
Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki
dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp büründüğünü mü [yavruları mı]? Eğer doğrular iseniz
bana ilme dayanarak haber verin.”
Ve deveden iki, sığırdan da iki... De ki: O [Allah], "İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi
mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp büründüğünü mü [yavruları mı]? Yoksa Allah’ın size böyle
vasiyet ettiğine şahitler mi oldunuz [O’nun yanında mıydınız]? Böyle hiçbir bilgiye dayanmadan,
insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz
Allah, o zalimler topluluğuna kılavuz olmaz.” (En’am/142- 143)

Ve O, kendilerine binesiniz, hem de ziynet olsun diye atları, katırları ve eşekleri yarattı. Ve
şimdi bilmediğiniz şeyleri yarattı. (Nahl/8)

Ve onlar görmediler mi ki: Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana
getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
Ve onları, kendileri için zelil kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip
duruyorlar da.
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Ya Sin/ 71- 73)

Nimetlerin bütün bu özellikleri, Allah’ın onları belirlenmiş bir plana göre


yarattığını göstermektedir.
Pasajın sonundaki “Peki, şimdi Allah’ın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz?”
sorusu, insanların kibirden ve tutkulardan uzak durarak gerçeği görmesini
sağlamaya yönelik bir sorudur. Çünkü akıllı insanların tüm bu ayetleri görmezden
gelmesi, inkar etmesi mümkün değildir.

82 - Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir


bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve
yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o
kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi.
83 – Ne zaman ki elçileri onlara, açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan
bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
84 – Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah’ın birliğine inandık ve
O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler.
85 - Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek
değildi. -Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu]...- İşte o kâfirler
burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar].”

Bu ayetlerde insanlık geçmiş tarihi bilgi ve belgelere dikkat çekilerek


uyarılmaktadır. Güçlü ve varlıklı nice topluma o varlık ve kazançları fayda
vermemiştir. Kendilerine gelen elçileri ve ilettikleri mesajları ciddiye almamışlar,
kendi zanlarına itibar ederek şımarıp durmuşlardı. Ne var ki, hışım; ölüm, kıyamet
karşılarına dikilince yüz seksen derece dönüp Allah’a inanma ve şirki terk etme
yolunu tutmuşlardı. Ancak geç kalınan bu inanç ve yönelim değişikliği hiçbir işe
yaramamıştı. Çünkü gazap geldiğinde benimsenen iman zoraki bir imandır. Zorunlu
kalınarak kabul edilen iman ise faydasızdır. İman ancak aksini yapabilmeye

34
muktedir olunduğu anda, hür ve irade sahibiyken yapılırsa geçerli ve sahih olur.

Allah'ın [kabulünü] üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra
hemencecik tevbe edenlerinkidir. İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir,
hüküm/hikmet sahibidir.
Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: 'Ben şimdi gerçekten tevbe
ettim' diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır.
(Nisa/17, 18)

Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve
mallar verdin. —Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür
ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.
O [Allah] “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam
edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi.
Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları
hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğulları’nın inandığı Tanrı'dan
başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. —Şimdi mi? Hâlbuki daha
önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın
diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim
ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/88- 92)

Zor karşısında iman etmeye “İman-ı Ye’s” ve “İman-ı Be’s” denir. Bu konu
Kıyamet suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan (Tebyinü’l Kur’an; c:
1, s: 617) okunmasını öneriyoruz.

Surenin bu son ayeti, buraya kadar işlenen konunun özetidir. Bu özetin iyice
anlaşılabilmesi için surenin 4-5 ve 21. ayetlerine bir kez daha göz atmak yararlı
olur. Okuyucuya kolaylık olması için ilgili ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

4 - Allah'ın âyetleri hakkında sadece, küfretmiş kimseler tartışır. O halde


onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
5 - Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı.
Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı
batılla iptal etmek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım
nasıl oldu?

21 – Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları


nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha
çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri içini
Allah'tan koruyan biri olmadı.

82 - Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir


bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve
yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o
kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi.
83 – Ne zaman ki elçileri onlara, açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan
bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
84 – Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah’ın birliğine inandık ve
O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler.
85 - Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek
değildi. -Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu]...- İşte o kâfirler
burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar].”

35
Allah doğrusunu en iyi bilendir.

36

You might also like