Professional Documents
Culture Documents
Kuranın Temel Kavramları II - Yasar Nuri Öztürk METIN
Kuranın Temel Kavramları II - Yasar Nuri Öztürk METIN
Kuranın Temel Kavramları II - Yasar Nuri Öztürk METIN
KAVRAMLARI
25. BASKI
İ K İ N C İ CİLT
M-Z
İSTANBUL-2012
Yeni Boyut: 9
Birinci Basım: E k i m 1990
İrtibat:
Telf. 0 2 1 6 4 6 9 40 76-77
Faks: 0 2 1 6 4 6 9 40 78
ISBN
978-975-6779-60-6
TAKIM ISBN
978-975-6779-58-3
Editör:
D r . Mustafa T a h i r Ö Z T Ü R K
Kapak:
Bülent E N G E Z
Mizanpaj:
Ayşe E R G Ü L
Baskı:
Ege Basım
0 2 1 6 4 7 2 8 4 01
www.egebasim.com.tr
İÇİNDEKİLER
Mal 9
Mâruf (ortak-evrensel insanlık değerleri) 16
Mâûn ( k a m u hakkı) 20
Medeniyet (karye) , 44
Melâmet (levm ahlakı) 48
Mele' ( k o d a m a n l a r ekibi) 57
Mescit (secdegâh, cami, m a b e t ) 65
Mîsak (Allah-insan arası ezeli a n t l a ş m a ) 74
Mîzan (vezn, ölçü ve a h e n k ) 79
Muhkem (tartışmasız t e k anlamlı ayet) 80
Mübâhele 83
Müellefetül Kulûb (kalpleri İslam'a ısındırılanlar) 86
Mülk (mülkiyet, saltanat, egemenlik, y ö n e t i m erki) 92
Münafık-Münafıklar (intak yerine nifakı yeğleyenler) 103
Münker (ortak-evrensel yasaklar) 120
Müşrik (alt ilahlar k a b u l e d e n dinin m e n s u b u ) 123
Mut'a (süreli n i k â h ) 126
Müteşâbih ( y o r u m a açık, ç o k boyutlu s ö z ) 131
Sabır 213
Salât (namaz, d u a ) 218
Savaş (kıtal, h a r p , c i h a d ) 243
Savurganlık (israf, tebzîr) .. 250
Secde 255
Servet Azgınlığı (teref, i ıra t) 256
Sevgi ( r a h m e t , h u b b , m a h a b b e t , m e v e d d e t ) 260
Sınâat (sanayi, teknoloji) 271
Sünnet 277
Sünnetullah 298
Şeriat 320
Şeytan 322
Şiir 347
Şirk (yedek ilahlı d i n , A l l a h ' a o r t a k k o ş m a k ) 349
Şûra (karşılıklı d a n ı ş m a , karşılıklı g ö r ü ş m e , oylama) 354
Şükür 357
U-Ü
Vahy 466
Velî 471
Vesile 485
Zekât 515
Zikir 518
Zina (fuhuş) 524
Zînet ( s ü s , a l d a t m a k için süsleyip p ü s l e m e ) 528
Zorunluluk Hali (ıztırar, zaruret hali) 532
Zulüm 535
KAYNAKÇA 553
Ö Z E L ADLAR DİZİNİ 565
KAVRAMLAR DİZİNİ 575
MAL
" N u h dedi ki, 'Rabbim! Onlar bana isyan ettiler de malı ve çocuğu
kendisine h ü s r a n d a n başka bir artış getirmeyen kişiye uydular. Çok
büyük hileler sergilediler/çok büyük tuzaklar kurdular." ( N u h , 21¬
22)
"Arkadan çekiştiren/kaş göz işareti yapıp alay eden her kişiye lanet
olsun! O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı. Sanır ki, malı son-
suzlaştıracaktır kendisini. Hayır, iş, sandığı gibi değil! Yemin olsun
ki fırlatılıp atılacaktır o kırıp geçirene, yalayıp yutana/Hutame'ye.
H u t a m e ' n i n ne olduğunu sana öğreten nedir? Allah'ın, tutuşturul
m u ş ateşidir o, ki, tırmanıp işler yüreklere. O, onların üzerine kilit
lenecektir. Uzatılmış sütunlar arasında."
D e n g e n o k t a s ı n d a n s a p m a k a n l a m ı n d a bir k ö k t e n t ü r e y e n ma
lın, k e n d i ü m m e t i n i n b ü t ü n dengelerini altüst edeceğini d a h a ilk
g ü n d e n fark e d e n S o n Peygamber, malı â d e t a en b ü y ü k p u t gibi
g ö s t e r m i ş ve o n a karşı dikkatli d a v r a n m a y ı b a ş tavsiyesi yap
mıştı. İşte b i r k a ç ö r n e k :
" Ş u bir gerçek ki, her ü m m e t i n bir fitnesi vardır; benim ümmetimin
fitnesi de maldır." (Tirmizî, z ü h d 26)
F a k r ı n esasını şu ayetler o l u ş t u r u r :
"Allah'a yemin ederim ki, sizin için korktuğum şey yoksulluk de
ğildir. Sizin adınıza k o r k t u ğ u m şey, dünya nimetlerinin önünüze
saçılması ve tıpkı eski toplumlar gibi, bu nimetler yüzünden birbi
rinize düşmenizdir."
M u h a m m e d i ş u u r u n e n d e r i n d e n sahibi o l a n l a r d a n biri d e E b u
Z e r ' i n i m a n d a ş ı , arkadaşı, o n u n l a aynı yıl ölen Ebudderda idi.
A n n e s i n i n bir dünyalık isteğine şu cevabı veriyordu:
"Güzelliği akıl veya din aracılığı ile bilinip belirlenen her fiildir."
H a y a t î bir k a v r a m olarak m â r u f u n m u h t e v a s ı n ı v e ö n ü m ü z d e k i
olay ve p r o b l e m d e k i n e t b o y u t u n u , biz tayin ederiz. Birkaç ör
nek verelim:
Sureye göre, dini yalan sayan, yani inkâra gitmediği halde dinin
işe yarar bir biçimde hayata girmesini engelleyen kişi (veya kişiler)
veya zihniyetler şu suçları işlerler: Yetimi itip k a k m a k , yoksul ve
açların doyurulmasına destek olmamak, ibadetleri, duaları (özellik
le namazı) riya aracı haline getirmek, k a m u mal ve haklarının ait
oldukları yere ulaşmasına engel olmak.
Suriyeli çağdaş fakîh Prof. Dr. Mustafa es-Sibaî (ölm. 1964), 'İslam
Sosyalizmi' başlığıyla kitaplaştırılan ve tarafımızdan T ü r k ç e ' y e
çevrilen (Yeni Boyut Yayınları, İ s t a n b u l , 2010) 'İştirakiyyetü'l-
İslam' adlı e s e r i n d e (Suriye, D â r u ' ş - Ş a ' b , 1962), 'Mâûn İlkesi'
adıyla bir başlık a t m ı ş ve m â û n k a v r a m ı n ı n a n l a m ı n ı ayrıntıla-
mıştır. (bk. ö z g ü n m e t i n , s.189-190, çeviri, s. 237-238)
M â û n suresi, insanlığı h e m v i c d a n ı n d a n h e m d e o m u z l a r ı n d a n
t u t u p sarsıyor, silkeliyor. M u c i z e l e r m u c i z e s i M â û n suresi iki
g r u p h a l i n d e beş suç tanıtıyor. S u ç l a r d a n bir t a n e s i h e r iki grup
ta b i r d e n yer a l m a k t a , öteki dört suç ise h e r g r u b a ikişer ikişer
dağılmış b u l u n m a k t a d ı r . Bu iki g r u p suçu, s u r e d e kullanılan ke
limelerden h a r e k e t l e şöyle verebiliriz:
VEYL İ T H A M I N D A K İ AĞIRLIK
B a ş t a namazlı-niyazlı M ü s l ü m a n l a r o l m a k ü z e r e b ü t ü n dinlerin
ibadet ehli m e n s u p l a r ı n a bir mesaj veriliyor:
Kahpe-dönek tip:
M Ü F E S S İ R L E R D E N BİRKAÇ TESPİT
" B u surenin dikkat çektiği hal üzere olan nice 'İslam' damga
lı kişi vardır. H a t t a bunlar içinde bu riyakâr sıfatına m ü s t a h a k
nice 'ulema' unvanı taşıyanlar vardır." ( Z e m a h ş e r î , el-Keşşâf 'an
Hakaaiki't-Tenzîl, 4/289-290)
" K u r t u l u ş u hak etmek için, Allah'a hile yapıp O'na oyun oynamak
t a n vazgeçmek gerekir."
Her imanda bir inkâr, her inkârda bir iman vardır. Bunların hangi
sinin gerçek olduğunu, kişinin nihaî realite olarak seçtiğine baka
rak değerlendirmeliyiz, iddialara, söylemlere bakarak değil.
P a u l Tillich'in ö l ü m s ü z m e s a j l a r ı n d a n h a r e k e t l e şu s o n u c a va
rabiliriz:
Her karye, bir işte, bir oluş ve erişte tek ve eşsizdir. Karyelerden
hiçbiri, k e n d i n e özgü seçkinlikte, bir b a ş k a s ı n c a temsil edile
m e z . K u r ' a n , k e n d i ü s l u p güzelliği içinde b u k o n u y a d e ğ i n i r k e n
şöyle diyor:
"Biz nice karyeleri yerle bir ettik; ki onlar, seni içinden çıkardıkları
şu karyeden kuvvetçe daha ü s t ü n d ü . " ( M u h a m m e d , 13)
"İşte böyle! Biz sana Arapça bir K u r ' a n vahyettik ki, ülke ve me
deniyetlerin anasını ve çevresindekileri uyarasın. Ve toplama günü
k o n u s u n d a da uyarıda bulunasın." (Şûra, 7; 6/92)
Ş u n u d a ekleyelim:
L e v m i n i n s a n hayatını y u k a r ı b o y u t l a r a t a ş ı m a s ı n d a , aydının
yani bilen, fark e d e n i n s a n ı n d u r u m u çok önemlidir. Levmi ol
m a y a n aydın, aydınlığının hakkını vermeyen, s o r u m l u l u ğ u n u n
bilincinde o l m a y a n benliktir. Aydın, bir anlamda levm edebilen
insandır. Ç ü n k ü aydın, u y a r a n insandır. Uyarı, esası itibariyle
bir eleştiri, bir levmdir. B u n u n içindir ki, aydınlığın ö n c ü l e r i
olan peygamberlerin t e m e l sıfatlarından biri de 'nezîr' yani uyarı
cı olarak belirlenmiştir. Uyarıcı niteliği olmayan benlik, aydın ola
maz. U y a r m a k için ise iki t e m e l niteliğe sahip b u l u n m a k gerekir:
L e v v â m e s ı r r ı n d a n n a s i p l e n m e k , v a r o l u ş y o l u n d a mesafe alan
bir benliğin belirgin özelliği o l d u ğ u n a göre, 'varolan benlik' (ka
davra benlik değil) eleştiriyi h e r o r t a m d a y a p a c a k t ı r . Ç ü n k ü
levvâme nefs (özeleştiri y a p a n , b u n u bir oluş ilkesi h a l i n d e iş
leten benlik) y ü c e l m e n i n m o t o r g ü c ü n ü n b u eleştiri o l d u ğ u n u
iyi bilir. Ve bilir ki, bu eleştiriden k a ç m a k , benliğin, v a r o l u ş a
i h a n e t i , pelteleşmeyi ve sünepeliği yeğlemesidir.
"Güçlü bir bedende güçlü bir irade formülü, İslam'ın ahlaksal ide
alinin kısa bir ifadesidir." (Age. 74)
1. Melâmet bir ilahî lütuftur ki, Allah onu çok seçkin kullarına la
yık görür.
" O n a lanet etmeyin! Allah'a yemin ederim ki, ben onun, Allah'ı ve
Peygamberini sevmiş olduğundan başka bir şeyine tanıklık etmeye
ceğim." (Bu olay ve A b d u l l a h h a k k ı n d a bk. Kâmil Miras; Buharı
Tecridi Sarih Tercümesi, D i y a n e t İşleri yayını, 12/275-276)
Tehdit: 7/88, 90
K o d a m a n l a r ı n p e y g a m b e r l e r d e n rahatsızlığının t e m e l i n d e , bu
'kübera' h e g e m o n y a s ı n ı n ( K u r ' a n b u n u aynı k ö k t e n bir kelime
olan 'kibriya' sözcüğüyle ifade ediyor) elden gitmesi k o r k u s u
n u n yattığı, bir beyyinede açıklanıyor. K ü b e r a d e s p o t l a r ı n kibri
ya (ululuk, yücelik, ağalık) t u t k u l a r ı n ı n m e r k e z e o t u r d u l d u ğ u o
beyyineyi okuyalım:
" M u s a dedi ki, 'Gerçek size ulaştığında böyle mi konuşuyorsunuz?
Büyü m ü d ü r bu? Büyücülerin kurtuluşu yoktur.' Dediler: 'Sen bize,
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin de bu top
rakta devlet ve ululuk ikinizin olsun diye mi geldin? Biz, ikinize de
inanmıyoruz." (Yunus, 77-78)
B o y n u b ü k ü k l ü k , eğilmek a n l a m ı n d a k i sücûd-secde k ö k ü n d e n
gelen mescit ( ö z g ü n şekli m e s c i d ) , secde edilen yer d e m e k t i r .
S e c d e n i n karıştığı h e r t ü r l ü i b a d e t i n icra y e r i n e mescid denir
ken, z a m a n l a bu ad, ibadet ve d u a e t m e k kastıyla v ü c u d a getiri
len h e r t ü r l ü m e k â n a verilir o l m u ş t u r .
Z a r a r mescidi, i n s a n l a r a z a r a r v e r m e a r a c ı n a d ö n ü ş t ü r ü l m ü ş
veya o m a k s a t l a inşa edilmiş mescit d e m e k t i r . K u r ' a n , bir m e s
cidin 'zarar mescidi' o l m a s ı n a yol a ç a n sebepleri ayrıntılı biçim
de göstermiştir. Tevbe 107-109 ayetler bu şartları ifadeye k o y a n
ayetlerdir. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, aşağıdaki illetlere bulaş-
mış mescitler, tevhit a ç ı s ı n d a n b o z u l m u ş ve s e c d e g â h o l m a ni
teliğini yitirmiş m e k â n l a r d ı r . A n ı l a n niteliği yitiren m e k â n l a r ,
girilmemesi g e r e k e n m e k â n l a r d ı r . K u r ' a n şöyle diyor:
Senelerce k a h ı r v e z u l ü m a l t ı n d a inlettikleri M ü s l ü m a n l a r ı n ;
mabetlerini, onları s ö m ü r m e k , k o n t r o l e t m e k ve birbirine dü
ş ü r m e k için k u l l a n m a alçaklığının İslam t a r i h i n d e ilk temsilcile
ri Emevî k o d a m a n l a r ı d ı r . Z a m a n ı m ı z d a aynı z u l m ü , Ilımlı İslam
adıyla bir emperyalist irtidat dini d a y a t a n ABD y a p m a k t a d ı r .
Emevîler, İ s l a m ' ı n zaferi ö n ü n d e eğilmek z o r u n d a kaldıkların
da, M ü s l ü m a n k a n ı d a m l a y a n kılıçlarını k ı n l a r ı n a s o k t u l a r ve o
kılıçlarla dize getiremedikleri m ü s l ü m a n l a r ı , m u s a l l a t oldukları
s e c d e g â h l a r ı n d a v u r d u l a r . Bu öyle bir v u r u ş t u ki, en b ü y ü k kah
rını, dinin tebliğcisi P e y g a m b e r ' i n evladını k a t l e d e r e k gerçek
leştirdi. O n l a r ı zehir ve kılıçla yok e t m e k l e yetinmedi, t e v h i d i n
m a b e d i n d e n yaklaşık bir asır b o y u n c a Resul evladına hutbeler
d e n lanet o k u y a r a k o P e y g a m b e r ' i n ü m m e t i n e ' a m i n ' çektirdi.
M î s a k ü ç kısımdır:
Yaratıcı, i n s a n o ğ u l l a r ı n ı n zürriyetlerini, k e n d i s i n i k a b u l k o n u
s u n d a tanıklığa çağırmış ve onlar da Allah'ı bilme k o n u s u n d a
k e n d i benliklerine tanıklık etmişlerdir. B u n u n ilk a n l a m ı ş u d u r :
İ n s a n ı n varlık y a p ı s ı n d a Allah'ı bilme yetisi, bir yaradılış gerçeği
h a l i n d e m e v c u t t u r . K u r ' a n , böylece i n s a n ı n b ü t ü n iyiliklere v e
güzelliklere yaratılıştan yetenekli ve h a z ı r o l d u ğ u n u , ahlaksal
y ü k ü m l ü l ü ğ ü n v e i n s a n h a k l a r ı n ı n t e m e l i n d e Allah h u z u r u n d a
a k d e d i l m i ş bir ezelî m u k a v e l e n i n b u l u n d u ğ u n u g ö s t e r m e k t e d i r .
Bunun zorunlu sonucu şudur:
de ciddiyet ve e h e m m i y e t l e d u r u l m a s ı g e r e k e n bir k a v r a m d ı r .
(Meselenin bu a ç ı d a n ayrıntıları için bizim Hallâc-ı Mansûr adlı
eserimizin birinci cildinin 7. b ö l ü m ü n e bakılmalıdır.)
A h d l e ş m e n i n i n s a n l a r a r a s ı n d a k u r u l a n şekline m u a h e d e d e n i r
ki, a h d k ö k ü n d e n t ü r e m i ş bir kelimedir. İ n s a n l a r arası ahdleş
m e n i n a n l a m v e ö n e m i n e v e b u n u n K u r ' a n ' ı n tanıttığı h a y a t an
layışında işgal ettiği yere dikkat ç e k m e k için, H z . P e y g a m b e r
şöyle d e m e k t e d i r :
"Yaşamak, kendini ben ile süslemektir; kendi varlığı için bir tanık
lık istemektir. Toplum, Elest g ü n ü n d e toplanıp kendi varlığı için
bir tanık istemiştir." (İkbal, Cavidnâme, beyt: 119-120)
K u r ' a n , varlık v e o l u ş u n b ü t ü n a l a n l a r ı n d a v e t ü m b o y u t l a r ı n d a
v e z n i n e g e m e n o l d u ğ u n u bildirir ve i n s a n d a n bu e g e m e n ilke ve
olguyu b o z m a m a s ı n ı ısrarla ister. Ç ü n k ü K u r ' a n ' a göre, insan,
e v r e n d e ölçü ve ahengi b o z a n tek varlıktır. İ n s a n , ölçü ve d e n
geleri ürettiği iki o l u m s u z l u k l a b o z u y o r : Fesat, z u l ü m , (bu kav
r a m l a r ı n ayrıntıları için bk. b u r a d a , Fesat ve Z u l ü m m a d d e l e r i )
M u h k e m k a v r a m ı n a k a y n a k l ı k e d e n Ali İ m r a n suresi 7. a y e t t e n
ö ğ r e n i y o r u z ki, m u h k e m l e r K u r ' a n ' ı n anası diye adlandırabilece
ğimiz bir k a v r a m l a r y e k û n u , bir t e m e l o l u ş t u r u r .
İbtihal, d u a e t m e k ü z e r e ç ö m e l m e k a n l a m ı n d a d ı r . M ü b â h e l e ise
iki kişi veya g r u b u n birbirleri aleyhinde d u a e t m e k ü z e r e karşı
lıklı faaliyete girmeleri d e m e k t i r . Âli İ m r a n 6 1 . ayet, ibtihalin
K u r ' a n s a l a n l a m ı n ı y a k a l a m a m ı z ı s a ğ l a m a k t a d ı r . B u n a göre,
k e l i m e n i n a n l a m ı , Allah'ın lanetini yalancılar üzerine çekmek için
dua etmek niyetiyle çömelmektir.
B u d e m e k t i r ki, b u n l a r ı n i m a n l a r ı n ı g a r a n t i g ö r m ü y o r u m , b u
m a l l a r k a r ş ı s ı n d a b u n l a r ı n içinden i m a n e d e n l e r çıkar diye ü m i t
ediyorum. Size gelince, o n l a r ı n aksine, sizin i m a n ı n ı z a b e n kefi
lim ve bu, o n l a r a verdiğim mallarla k ı y a s l a n m a y a c a k k a d a r bü
y ü k bir n i m e t t i r .
H u n e y n Savaşı g a n i m e t i n d e n kişi b a ş ı n a yüz deve gibi b ü y ü k
bir pay alan 12 t u l a k a (müellefe d ü ş ü ğ ü ) şunlar: Ebu Süfyan,
oğlu Muaviye, H a k i m bin Hizam, Haris bin Haris, Haris bin Hişâm,
Süheyl bin Amr, Peygamber'in en büyük düşmanlarından biri olan
Ümeyye bin H a l e f i n oğlu Safvân, Huveytıb bin Abdüluzza, Ulâ
bin Harise es-Sekafî, Huleyf bin Zühre, Mâlik bin Avf, Uyeyne bin
Hasn, Akra' bin Habis.
Yüz d e v e n i n a l t ı n d a g a n i m e t a l a n l a r ı n listesi ç o k d a h a u z u n d u r .
ÇAĞDAŞ M Ü E L L E F E T Ü L KULÛB
MÜLK-TEVHİT-ŞİRK İLİŞKİSİ
M ü l k ü n p a r ç a l a n a m a z l ı ğ ı n ı n iki a n l a m ı var:
Ö Z E L MÜLKİYET MESELESİ
Bu noktayı, bize göre bir devrim olan Küresel Âfetler" adlı ki
t a b ı m ı z d a n y ü r ü y e r e k biraz d a h a ayrıntılayalım: K u r ' a n ' ı n bize
tanıttığı e v r e n işi bitmiş, yaratıcısı t a r a f ı n d a n u z a k t a n seyredil
m e k ü z e r e bir k e n a r a k o n m u ş bir yapı değildir. O n u n b a ğ r ı n d a
yeni yeni d o ğ u ş l a r ı n rüyaları saklıdır ve o rüyalar her g ü n y e n i
oluşlara v ü c u t v e r m e k t e d i r .
" G ö ğ e gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, geniş
leticileriz. Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz! Her şeyden
iki çift yarattık ki d ü ş ü n ü p anlayabilesiniz." (Zâriyât, 47-49)
O halde, doğanın tahribi, esası bakımından dinin değil, din adı al
tında sergilenen örtülü dinsizliğin bir eseridir. Ö r t ü l ü dinsizlik, bu
n o k t a d a , açık dinsizliklerle işbirliği yapmıştır. Ç ü n k ü b u n l a r ı n
ikisinin de o r t a k bir ilahı vardır: Para.
"Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını
da biz biliriz. Biz ona, şah d a m a r ı n d a n daha yakınız." (Kaf, 16)
MÜNAFIKLIĞIN ALÂMETLERİ
Fedakârlıktan kaçmak:
D i k k a t edilirse m ü n a f ı k l a r ı n t e m e l alâmetleri h e m e t k e n h e m d e
edilgen a l â m e t olarak iki y ö n d e n de tanıtılmıştır: O n l a r h e m in
fak e t m e z l e r h e m de infak e d e n l e r e "İnfak etmeyin!" diyerek inta
kın â d e t a k ö k ü n ü n k u r u m a s ı için gayret gösterirler. Münafıklar
için İslam sadece 'almanın yolu' olduğu takdirde korunur; vermeyi
gerektirecek bir yola dönüştüğü a n d a terk edilir; İslam'ın yerine
irtidat geçirilir.
B u t e h l i k e n i n nifaka d ü ş m e k o l d u ğ u n u , k a v r a m ı n a n l a m ı z a t e n
veriyor. D i n d a r münfıktır, dinci münafık. O r t a s ı yok. Yani pay-
laşımcılığınız yoksa münafıksınız; M ü s l ü m a n l ı ğ ı n ı z dindarlık
kimliği değil, dincilik aracıdır.
"Şu bir gerçek ki, münafıklar, ateşin en alt katındadırlar. Onlar için
bir yardımcı asla bulamayacaksın!" (Nisa, 145)
M Ü N A F I K I TANITACAK T E M E L KISTAS VERİLMİŞTİR:
H U C U R Â T 14
" K u ş k u yok ki, biz bu kitabı sana, insanlar arasında Allah'ın sana
gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Hainlere yan
daş olma/hainlerle çekişip duran biri olma! Allah'tan af dile! Allah
çok affedici, çok merhametlidir."
Tu'me, ayrı bir millet gibi lanse edilen hayalî münafıklardan biri
olsa, onca Ensarî sahabe onun için aracılık-şefaatçılık yapmaya
kalkmazdı. Bir kere, Hz. Peygamber, kendisini uyaran ayetler ge
linceye kadar, T u ' m e ' n i n lehine tavır koymuş, hatta onu 'İslam'a
hizmetleri olan bir kişi' olarak övmüştür. Hani, Peygamber mü
nafıkları biliyordu! Peygamber münafıkları elbette biliyordu.
Nasıl? Nifaklarını ortaya koyan işler yaptıklarında. Ama bu işler
yapıldığında münafıkları herkes bilebiliyordu. K u r ' a n , sadece Hz.
Peygamber'e mi hitap ediyor!?
"Tu'me'ye iltimas için Hz. Peygamber'e onca dil döken Ensar grubu
da mı münafıktı?''
MUAVİYE SAPTIRMACIL1ĞI
A n c a k u n u t u l m a m a l ı d ı r ki, m ü ş r i k l e r i n ö l d ü r ü l m e s i n e m ü s a d e ,
onların başlattıkları saldırının a r d ı n d a n gelmiştir. B u r a d a d a
K u r ' a n ' ı n , 22/39-40 ayetlerinin ö n e çıkardığı gerekçe işleyecek
tir.
G Ü N Ü M Ü Z İRAN'INDA D U R U M
LEVVÂME MERTEBESİ
M Ü L H İ M E MERTEBESİ
M U T M A İ N N E MERTEBESİ
M u t m a i n n e ; doygunluk, sessizlik v e h u z u r a u l a ş a n d e m e k t i r .
A n ı l a n ayete göre, bu niteliği k a z a n m ı ş nefs, yaratıcısına u l a ş m a
yeterliliğini elde etmiştir.
RÂZIYE MERTEBESİ
MARZIYE MERTEBESİ
ZEKİYYE MERTEBESİ
Kur'an, 145 yerde andığı nârı, 43 yerde andığı n u r a göre, daha esaslı
ve faal bir oluş kudreti halinde ortaya koymaktadır. Kudret ve il
kenin, olumsuz k u t u p t a yer alması, o n u n ikincilliği veya etkisizliği
anlamında yorumlanamaz.
Ü R P E R T İ C İ BİR İ B R E T TABLOSU
OLUMSUZLUK G Ö S T E R G E S İ OLARAK N Ü F U S Ç O K L U Ğ U
K u r ' a n , ç o k l u k k a v r a m ı n ı o l u m s u z a n l a m d a k u l l a n d ı ğ ı n d a bu
n u n l a mal ve evlat çokluğunu k a s t e d e r ve bu ç o k l u k t a n m e d e t
u m m a y ı bir a l d a n ı ş ve yozlaşma o l a r a k görür.
"Yemin olsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Huneyn gü
n ü n d e de. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de bu, hiçbir işi
nize yaramamıştı. T ü m genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmiş
ti. Sonra da sırtınızı d ö n ü p kaçmıştınız." (Tevbe, 25)
"Bilin ki, iğreti-sefîl hayat, bir oyun ve eğlenceden, bir süsten, ara
nızda bir övünmeden, mallarda ve evlatlarda çoğalma yarışından
başka bir şey değildir..." ( H a d î d , 20)
"Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri. Öyle ki, ziyaret edip saydı
nız kabirleri. Ama iş öyle değil, yakında bileceksiniz. Hayır, hayır!
İş öyle değil. Yakında bileceksiniz. İş sizin sandığınız gibi değil!
Ne olurdu, kesin bir bilgiyle bilseydiniz! Yemin olsun o cehennemi
m u t l a k a göreceksiniz! Yine yemin olsun, onu gözünüzle apaçık gö
receksiniz. Sonra o gün, nimetlerden kesinlikle sorguya çekilecek
siniz!" ( T e k â s ü r suresi)
K Ü R E S E L Â F E T L E R İ N M O T O R U OLARAK N Ü F U S ARTIŞI
KUR'AN'IN İSTEDİĞİ N Ü F U S
"Sayıca az nice topluluk vardır ki, sayıca çok nice topluluğa Allah'ın
izniyle galip gelmiştir." (Bakara, 249)
b u t a k ı m ı n ö n c ü k a d r o l a r ı h a l k a h e p ş u K u r ' a n dışı h e z e y a n l a
dayatmalar yapmaktadırlar:
D ü n y a d a k i gelişmeler ve a r a ş t ı r m a l a r ı m ı z d a k i derinleşmeler
bize gösterdi ki, geleneksel müfessir ve mealcilerin, bir t ü r h u y
h a l i n e getirdikleri a n l a m k a y d ı r m a l a r ı n d a n biri de bu ayette vü
c u t b u l m u ş v e K u r ' a n ' ı n b u g ü n k ü insanlığın t e m e l sıkıntıların
d a n birine ç ö z ü m ü r e t m e d e değerlendirilmesi g e r e k e n bir bey-
yinesinin ü s t ü ö r t ü l m ü ş t ü r . H a t t a , İ m a m Şâfîî (ölm. 204/820)
gibi a n ı t bir isim bile, b i z i m verdiğimiz esas a n l a m l a r ı verdiği
için eleştirilmiştir. (Bu k o n u d a ayrıntılar için bk. A b d u r r a h i m
O m r a n , Family Planning in the Legacy of islam, 106-108)
KUR'AN AÇISINDAN D O Ğ U M K O N T R O L Ü
SÜNNET Z E M İ N İ N D E D O Ğ U M K O N T R O L Ü
G E L E N E K S E L F I K I H AÇISINDAN D O Ğ U M K O N T R O L Ü
" B u r a d a esas olan, böyle bir tercihin gönüllü olması ve ailedeki ço
cuk sayısını sınırlayan hiçbir zorlayıcı k a n u n u n bulunmamasıdır.
Aile planlaması, gebeliği önleme ve doğum planlaması kavramları
birbirlerinin yerine kullanılabilir kavramlar olarak düzenlenmiş
tir."
Fıkıh dilinde siyam ve savm, Allah rızası ve nefs terbiyesi için, ye-
me-içme ve cinsel ilişkiden, niyete bağlı olarak gün boyu uzak dur
maktır. Buradaki gün boyu deyimi tartışmalıdır. Ç ü n k ü K u r ' a n ' ı n
o r u c u n başlama z a m a n ı n ı belirleyen ifadesi çok esnek olduğun
d a n fıkıhçılar bu ayetin y o r u m u n d a çok farklı görüşler ileri sür
müşlerdir. Tartışmaya esas olan Bakara 187. ayet şöyledir:
1. Münafıklık,
2. Azap.
K o z m i k ilke, i n s a n ı n d ü ş ü n d ü ğ ü n ü n t a m t e r s i n e d i r v e ş u d u r :
K u r ' a n , i n s a n d a n ş u n u istemektedir:
K u r ' a n , infakı i n s a n h a y a t ı n ı n o l m a z s a o l m a z l a r ı n ı n b a ş ı n a
k o y m u ş t u r . İnfak, h a y a t a k a t k ı d a b u l u n m a n ı n namıdiğeridir.
H e r k e s , h a y a t a k a t k ı d a b u l u n a c a k t ı r . Ç ü n k ü hayat, h e r k e s e bir
b i ç i m d e k a t k ı d a b u l u n m a k t a d ı r . H a y a t ı n özellikle i n s a n a katkı
sı t a n ı m l a n a m a z b ü y ü k l ü k t e d i r , sınırsızdır. K u r ' a n b u n u şöyle
ifade e t m e k t e d i r :
İnfak, verilene değil, verene iyiliktir. Yani infak eden, esasında ken
disine iyilik etmiş, kâr sağlamış olur. Varlıkta egemen olan düzen,
infak edenin verdiğinden daha fazlasını çok daha fazlasıyla ona
geri çevirecektir. K u r ' a n bunu, Yaratıcı'nın şaşmaz vaatlerinden
biri olarak defalarca ifade etmektedir.
"Bir şey infak ederseniz Rab, o n u n yerine başka bir şey lütfeder.
Rızık verenlerin en hayırlısıdır O." (Sebe', 39)
"Allah yolunda harcadığınız her şey size tam olarak ödenir; hiçbir
haksızlığa uğratılmazsınız." (Enfâl, 60)
B u geri d ö n d ü r m e , h e m bireysel p l a n d a h e m d e t o p l u m s a l plan
da işler. Bu k o z m i k d ü z e n şu ifadelerle ö n e çıkarılmıştır:
Nebi:
H z . M u h a m m e d , nebilerin s o n u n c u s u d u r v e o n u n geleceği d a h a
ö n c e k i k u t s a l k i t a p l a r d a bildirilmiştir. H z . M u h a m m e d , ü m m î
bir nebidir, (bk. b u r a d a , Ümmî m a d . ) Bir nebi, yakın a k r a b a s ı
da olsalar m ü ş r i k l e r için A l l a h ' t a n af dileyemez. H e r n e b i n i n
aldığı vahiy şeytan t a r a f ı n d a n bulandırılmış, fakat Allah, ardın
d a n yeni bir vahiyle d u r u m u düzeltmiştir. H e r nebiye, hitap ettiği
t o p l u m u n kötü ruhluları musallat olmuştur. Bir n e b i olarak H z .
M u h a m m e d , k e n d i s i n e i n a n a n l a r ı o n l a r ı n bizzat k e n d i l e r i n d e n
d a h a çok sever ve d ü ş ü n ü r ve o, i n s a n l a r a bir tanık, bir müjdeci
ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Allah ve melekler, s o n n e b i H z .
M u h a m m e d ' e salât ve selam ederler.
Resuller, t ü m h o r l a m a l a r a , iftira, h ı y a n e t ve i h a n e t l e r e r a ğ m e n
şiddet ve baskı yoluyla mesaj kabul e t t i r m e y e yetkili kılınma
mışlardır. O n l a r a d ü ş e n , mesajı i n s a n a u l a ş t ı r m a k t ı r . İ n s a n ı n
mesajı k a b u l edip e t m e m e s i n d e n ç ı k a c a k s o n u ç l a r ı n h e s a p l a r ı
resule s o r u l m u y o r . K u r ' a n şöyle diyor:
"Resule düşen, tebliğden başka bir şey değildir. Allah, sizin açığa
vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir." (Mâide, 99; Kasas, 18)
"Yemin olsun, içinizden size onurlu bir resul gelmiştir. Sizi rahatsız
eden şey onu da üzer. Ç o k d ü ş k ü n d ü r size. Müminlere ise d a h a şef
katli, daha merhametlidir."
"Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O hal
de, ey akıl ve gönül sahipleri, Allah'tan sakının ki kurtuluşa erebi-
lesiniz." (Mâide, 100)
A'raf suresi 58. ayetse pis ve temizi bir ü l k e n i n sıfatı olarak kul
l a n m a k suretiyle şu karşılaştırmayı yapıyor:
" G ü z e l ve temiz beldenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Pis ve ço
rak beldeden ise zararlı bitkiden başkası çıkmaz. Şükreden bir top
luluk için ayetleri işte böyle çeşitli şekillerde sergiliyoruz."
RİCS:
Ricz:
Rahman'ın kulları:
6. Cana kıymamak,
"Ey sükûna kavuşmuş benlik! Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edil
miş olarak! Gir kullarımın arasına! Gir c e n n e t i m e ! "
T e m e l v u r g u l a r ikidir:
1. Rızkın nitelikleri,
2 . Rızkın infakı veya rızıkta paylaşım.
B a ş k a l a r ı n ı n h a k ve e m e k l e r i n e bir b i ç i m d e el k o n m a k suretiyle
k a z a n ı l a n gıdalar, h ü k m e n pistir. Bunları yiyenler k a r ı n l a r ı n a
ateş d o l d u r m a k t a (4/10), temizi pisle değiştirmekteler. (4/2)
'Rabbin rızkı' için 'temiz belde' gerekir. Yani doğal gıda, doğal
dengeleri b o z u l m a m ı ş o r t a m l a r d a , kirletilmemiş t a b i a t t a üre
tilir. Bu n o k t a y a bir k e l a m ihtişamıyla p a r m a k b a s a n beyyine
şöyle diyor:
" D e ki, 'Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden
bir haram yaptınız bir de helal?' De ki, 'Allah mı size izin verdi, yoksa
Allah'a iftira mı ediyorsunuz?' Yalanı Allah'a yakıştıranlar, kıyamet
günü hakkında ne düşünüyorlar? Allah, insanlara karşı elbette lütuf
sahibidir, fakat onların çokları şükretmiyorlar." (Yunus, 59-60)
Rızıkta paylaşım:
Rızkın alabildiğine b o l l u ğ u n u n , i n s a n o ğ l u n u n a z m a s ı n a s e b e p
olacağı k a n a a t i , K u r ' a n ' ı n açıkça telaffuz ettiği bir k a n a a t t i r :
İnfak yoksa nifak vardır. Yani iman, infakla kaimdir. İnfak yoksa
iman gider, nifak gelir yani m ü m i n i n yerini münafık alır.
"Sizden birine ölüm gelip de, "Ey Rabbim, yakın bir süreye kadar
beni geciktirseydin de içtenliğimi belgelemek için bir şeyler vererek
iyilik ve barış sevenlerden olsaydım!" demesinden önce, size rızık
olarak verdiklerimizden infak edin/dağıtın." ( M ü n a f ı k û n , 10)
m e s l e k t a ş l a r ı n d a n t e m e l b a z ı n o k t a l a r d a ayrılarak şu görüşleri
ö n e çıkarmıştır: (bk. K a r a m a n , 29)
A n ı l a n r a p o r d a , b u ç a r e l e r d e n ç o k d a h a ö n e m l i olarak ş u ö n e r i
d i k k a t ç e k m e k t e d i r : "Mevduat ve ödemelerin para değerlerindeki
değişmelere bağlı kılınması." B u n a göre, b a n k a y a p a r a y a t ı r a n l a r
v e b a n k a d a n kredi alanlar ö d e m e g ü n ü n d e hesaplaşmayı, para
n ı n değer kaybını göz ö n ü n d e t u t a r a k yapacaklardır. B u nok
t a d a ölçü, yine r a p o r a göre, ya enflasyon o r a n ı olacaktır, y a h u t
da geleneksel b a n k a l a r ı n esas aldıkları oranlar, (bk. K a r a m a n ,
age. 38)
Riba ile ilgili ayetlerde dikkati çeken noktalardan biri de, bu illete
en çok Yahudilerin tutulduğu ve ribanın bu kavmin zulüm araçla
rından biri olduğu yolundaki tespittir, (bk. 4/161)
RİYA
(ikiyüzlülük, münafıklık, gizli şirk)
Riya, M â û n suresinin açık beyanına göre, örtülü bir din inkârı, yani
dinsizliktir. Ve en kötü dinsizliktir. Ç ü n k ü riya, sinsi ve k a h p e bir
tahripçidir. İnkârın en kuduz şubesi münafıklık, münafıklığın en
zehirli yanı riyadır. Bu y ü z d e n riya, s o n P e y g a m b e r t a r a f ı n d a n
gizli şirk olarak adlandırılmıştır, (bk. b u r a d a , Şirk m a d . )
İ n s a n , bazen, h e m c i n s l e r i n d e n k o r k u y u birinci p l a n a ç ı k a r m a k t a
dır. B u n o k t a d a , K u r ' a n ' a i n a n m a y a n l a r ı n M u h a m m e d üm
m e t i n d e n korkuları, o n l a r ı n A l l a h ' t a n k o r k u l a r ı n d a n d a h a yo
ğ u n d u r . Ve bu d u r u m u n gerekçesi de anlayışsızlık, nüfuz yete
neğinin kıtlığıdır. (59/13)
"Yemin olsun zamana ki, insan kesin bir kayıp içindedir. Ancak
iman edenlerle güzel amellerde bulunanlar, bir de birbirlerine hak
kı tavsiye, sabrı tavsiye edenler böyle değildir." (Asr suresi)
Son olarak Hilye'de yer alan bir kaydı naklederek bahsi kapayalım:
M u h a m m e d b. Vâsi'in elinde bir yara çıkmıştı. Dedi: "Şu yarada
benim için ne büyük nimet var, bilir misiniz?" Sordular: "Neymiş
o ? " Nasıl olurda bir yara nimet o l u r ? " Cevap verdi: "O nimet, yara
nın gözbebeğimde, dilimin veya zekerimin ucunda çıkmamasıdır."
(Ebu N u a y m , Hilye, 2/352)
SALÂT
(namaz, dua)
A y a k t a v e y ü r ü y e r e k salât m ü m k ü n ise b u n u n z o r u n l u s o n u c u ,
ayakkabıları ç ı k a r m a d a n da salât edilebileceğidir. G e l e n e k s e l
fıkıh k i t a p l a r ı n d a bile b u n u n m ü m k ü n o l d u ğ u n u g ö s t e r e n açık
b e y a n l a r vardır. B u n u n da ö t e s i n d e , bazı fıkıh ve hadis kitapla
rı, ayakkabıları (en-na'leyn) ve mestleri (el-huffeyn) ç ı k a r m a d a n
kılınan n a m a z ı n ayakkabılar çıkarılarak kılınan n a m a z d a n d a h a
ü s t ü n o l d u ğ u n u bildirmektedir. Ö n c e , söylemin klasik h a d i s v e
fıkıh k i t a p l a r ı n d a k i veriliş biçimini görelim:
"Ashaptan Saîd bin Yezid demiştir ki, 'Enes bin Mâlik'e şunu sor
dum: 'Hz. Peygamber, ayakkabılarını çıkarmadan namaz kılar
mıydı?' Enes şu cevabı verdi: "Evet, kılardı." (Bu h a d i s Buharî ve
M ü s l i m ' i n o r t a k rivayetlerindendir.)
"Ashaptan Şeddâd bin Evs diyor ki, 'Hz. Peygamber şöyle buyurur
du: 'Namazlarım ayakkabıları ve papuçları ayaklarında iken kılma
yan Yahudi ve Hristiyanlara muhalefet edip namazlarınızı ayakka
bılarınızı çıkarmadan kılın." (Ebu D a v u d )
" B u k o n u d a Enes bin Mâlik'ten rivayet edilen 4 hadis daha vardır."
G e l e n e k s e l fıkıh k i t a p l a r ı n d a , b u n a b e n z e r 'acabalar' y a r a t a n
epey tespit vardır... A n c a k b u n l a r etkili o l a m a m ı ş , yaygınla-
ş a m a m ı ş t ı r . Biz b u g ü n için ş u n u rahatlıkla söyleme i m k â n ı n a
s a h i p b u l u n u y o r u z : Hayat şekli, koşulları gerektiren kişi, salâtını
ayaklarını çıkarmadan, hatta yürüyerek de yerine getirebilir. B u n a
engel çıkarmak, K u r ' a n ve sünnetin açık beyanlarına aykırıdır.
Esas dinsizlik, bu gerçeği dile getirenlerin tavrı değil, onları alçakça
suçlayan dincilik kodamanlarının şirretlikleridir.
G e l e n e k s e l fıkıh, P e y g a m b e r i m i z i n u y g u l a m a l a r ı n ı da esas
alarak, salâtın geçerliliğini, K u r ' a n ' d a n az veya ç o k bir parça
n ı n o k u n m a s ı n a bağlı t u t m u ş t u r . S a l â t t a o k u n m a s ı g e r e k e n
K u r ' a n ' ı n en azı, Peygamberimiz t a r a f ı n d a n Fatiha suresi o l a r a k
tespit edilmiştir.
Salâtta, K u r ' a n ' d a n bir m i k t a r o k u m a n ı n z o r u n l u gösterilme
si, K u r ' a n ' ı n böyle bir b u y r u k t a ş ı m a s ı n d a n k a y n a k l a n m ı y o r .
K u r ' a n ' ı n böyle bir talebi olduğu y o l u n d a k i beyanlar, tevillerle
ö n e çıkarılmış z o r l a m a l a r d a n öteye geçemez. S e b e p K u r ' a n ' ı n
e m r i değil; M ü s l ü m a n ı n , ilahî k a y n a k l a bir b i ç i m d e beraberliğini
sağlamak, M ü s l ü m a n a salâtını r a h a t ç a y a p m a i m k â n ı v e r m e k t i r .
K u r ' a n , 'namaz sırasında okunması gereken metinler' (dua, tespih,
tehlil vs.) diye bir şeyi, değil ayrıntılarıyla, ana hatlarıyla bile gös
termemiştir. İlahî kitapta, salât sırasında K u r ' a n ' d a n bir bölümün
okunacağına ilişkin hiçbir beyan yoktur.
K u r ' a n ' ı n hiçbir yerinde, namazda K u r ' a n ' ı n bir parçası okuna
cak diyen hiçbir beyan yoktur. Ebu Bekr el-Asam (ölm. 2 0 0 / 8 1 5 ) ,
Süfyan bin Uyeyne (ölm. 198/813) gibi ü n l ü muhaddis-fakîhler,
b u gerçeğe d a y a n a r a k , n a m a z d a k ı r a a t i n ( K u r ' a n ' d a n bir p a r ç a
o k u m a n ı n ) farz olmadığını söylerler. O n l a r a göre, "Namaz, bir
takım fiillerin adıdır, birtakım zikirlerin, duaların adı değil." Na
m a z , bu fıkıh bilginlerine göre, bir fiiller toplamıdır, bir o k u y u ş
lar t o p l a m ı değil. O n l a r der ki: " B u n u n içindir ki, namaza ilişkin
fiillerden âciz olandan namaz borcu düşer; ama namazla ilgili oku
yuşlardan âciz olandan bu borç düşmez." Ç ü n k ü namaz, o fiillerdir,
bu okuyuşlar değil. (bk. Kâsânî; Bedâi'u's-Sanâi', 1/516)
H E R K E S İ N , A N A D İ L İ N D E NAMAZ KILMASI
B u n u n k o n u m u z b a k ı m ı n d a n a n l a m ı ş u d u r : Bizzat H z .
Peygamber, n a m a z d a k ı r a a t m a k a m ı n d a K u r ' a n d ı ş ı n d a d u a l a r
o k u y o r ve b u n u n yapılabileceğine cevaz veriyordu. Şimdi kim
çıkıp da diyebilir ki bir insan, kıraat m a k a m ı n d a i ç i n d e n gelen
d u a l a r ı edebilir a m a bu dualar, K u r ' a n ayetlerinin t e r c ü m e s i ol
mamalıdır. Böyle bir i d d i a n ı n akıl ve idrakle ilgisi olabilir m i ?
Kişi, içinden gelen d u a l a r ı o k u y a r a k n a m a z ı n ı kılabiliyorsa bu
dualarını, K u r ' a n ' d a n , K u r ' a n ' ı n öğrettiği d u a l a r d a n a l a m a z m ı ?
Elbette ki alır ve bu ç o k da m a k b u l olur.
VARDIĞIMIZ SONUÇLAR
D a y a t m a , r e s m î l e ş t i r m e a n l a m ı n a gelecek m ü d a h a l e l e r i n s a n
h a k l a r ı n a v e " D i n d e i k r a h y o k t u r " ilkesine aykırıdır. H e r k e
sin, A l l a h ' a ibadetini bildiği, anladığı bir dille yapabilmesi, i n s a n
h a k l a r ı n ı n e n z o r u n l u belirişlerinden biridir. B u h a k k a t e c a v ü z
e t m e k veya b i r t a k ı m oyunlarla engeller k o y m a k açık bir i n s a n
h a k k ı ve din ihlalidir. D i n adı a l t ı n d a v a h i m bir dinsizliktir. Bir
t a k ı m yerel, geleneksel, kişisel veya grupsal kabulleri ö n e sü
r e r e k i n s a n ı n bu h a k k ı n ı elinden a l m a k veya k u l l a n ı m ı n ı güç
leştirmek İslam mesajının evrenselliğini t a r t ı ş m a k o n u s u yapar.
K o n u y u biraz d a h a açalım:
A n a d i l d e ibadet, t a r i h b o y u n c a h e r z a m a n ve h e r coğrafya
d a mesele o l m a y a d e v a m etmiştir. T â b i û n neslinin e n b ü y ü ğ ü
Hasan el-Basrî'den, (ölm. 110/728) İslam fıkhının t a r t ı ş m a s ı z
devi İmamı Âzam Ebu Hanîfe'ye ( ö l m . l 5 0 / 7 6 7 ) k a d a r birçok bil
genin ç ö z ü m getirme ihtiyacı d u y m a s ı n a yol a ç a c a k k a d a r ciddi
bir mesele o l m u ş t u r a n a d i l d e ibadet k o n u s u .
A n a d i l d e i b a d e t i n İ s l a m ' a u y g u n l u ğ u n u s a ğ l a m a k için b ı r a k ı n
reformu, h e r h a n g i bir 'içtihad'a bile gerek yoktur. Ç ü n k ü bu ko
nuyla bağlantılı t ü m meselelerin ç ö z ü m ü , m e v c u t fıkıh mirası
içinde vardır.
İslam t o p l u m u n d a m e k t e p , t e k k e , h a t t a k a r a r g â h v e misafirhane,
vs. vs. o l a r a k ç o k yönlü h i z m e t vermiş olan camilerin süslen
mesi ve bir nevi r u h s a l eksikliği telafi aracı o l a r a k kullanılma
sı y a s a k l a n m ı ş t ı r . H z . Peygamber, b u n u , 'ümmetlerin en çirkin
davranışı' o l a r a k n i t e l e n d i r m i ş ve b u n d a n sakınılmasını ısrarla
istemiştir. O n u n mescidi, birkaç h u r m a direği ü s t ü n e serpilmiş
h u r m a d a l l a r ı n d a n ibaretti. Birinci Halife Ebu Bekir bu m e s c i d e
hiçbir ilavede b u l u n m a d ı . İkinci halife Hz. Ömer, mescidi geniş
letmekle birlikte ilgililere şu emri vermiştir:
P e y g a m b e r i m i z i n n a m a z l a r ı n ı 3 v a k i t t e t o p l a m a s ı n ı n anla
mı n e d i r ? A n l a m açıktır: K u r ' a n ' ı n emrettiği namazlar 3 tane
dir. K u r ' a n b u n l a r ı adlarıyla saymıştır. O n u n d ı ş ı n d a kılınan
lar ise revâtip (tatavvu' veya nafile) n a m a z l a r d ı r . Bu revâtibin
P e y g a m b e r i m i z c e çoğu z a m a n k ı l ı n a n l a r ı n a biz ' m ü e k k e d sün
net' diyoruz. Ve biliyoruz ki, geleneksel fıkhın bize farz diye kıl
dırdığı n a m a z l a r ı n ö n e m l i bir b ö l ü m ü , e s a s ı n d a m ü e k k e d sün
net t ü r ü n d e n tatavvu'dur.
Şimdi k o n u n u n e s a s ı n a gelelim:
Olay b u k a d a r sade, b u k a d a r b e r r a k v e p ü r ü z s ü z d ü r .
İnsanlığın ilk kıtal olayı, Â d e m ' i n iki oğlu, yani kardeşler arasın
d a kıskançlık y ü z ü n d e n v ü c u t b u l m u ş t u r . M â i d e suresi 2 7 - 3 1 .
ayetler bu ilk kıtal olayını şöyle v e r m e k t e d i r . Kardeşlerin ikisi
Allah'a b i r e r k u r b a n s u n m u ş l a r ; b i r i n i n k i k a b u l edilmiş, ötekisi
reddedilmiştir. B u n u n ü z e r i n e , kıskançlık krizine giren k a r d e ş ,
k u r b a n ı k a b u l edileni ö l d ü r e r e k t o p r a ğ a g ö m m ü ş t ü r .
Kıtal k o n u s u n u n e n ö n e m l i s o r u l a r ı n d a n biri d e ş u d u r :
K u r ' a n ' d a , s a v u n m a d ı ş ı n d a kıtal var mıdır? D a h a yerleşik bir
ifadeyle, K u r ' a n taarruzî harbe izin verir mi? Cevap açık ve nettir:
Sadece İslam değil, hiçbir semavî din saldırı savaşına izin vermez,
veremez. Saldırı savaşına izin veren bir din, peygamberlerin tebliğ
ettiği din olamaz; daha doğrusu, din olamaz.
SAVAŞ NE ZAMAN M E Ş R U D U R ?
1. İsraf,
2. Tebzîr.
"Akrabaya hakkını ver! Çaresize, yolda kalana da. Fakat saçıp sa
vurma! Ç ü n k ü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olurlar. Ve
şeytan, kendi Rabbine n a n k ö r l ü k etmiştir." (İsra, 26-27)
İSRAFIN YARATTIĞI D E N G E S İ Z L İ K
İnsanlığın y a ş a m s a l k a y n a k l a r ı n ı g e r e ğ i n d e n fazla t ü k e t e n ve
d ü n y a n ı n geleceğini t e h d i t e d e n t e m e l o l u m s u z l u k l a r ı n biri hızlı
nüfus artışı, ikincisi israftır.
İSRAF-KONFOR SARMALI
İsraf v e t ü k e t i m t o p l u m u n u n v e b u t o p l u m a uyarlı e k o n o m i
anlayışlarının yarattığı ve y e r k ü r e n i n doğal dengelerini t a h r i p
ettiği bilinen sanayi ekonomisi, b u g ü n için t e r ö r ve h a r p l e r d e n
ç o k d a h a b ü y ü k bir t e h d i t t i r . N e v a r ki, kapitalist k a z a n m a hırsı,
insanlığın e k o - e k o n o m i y e yani doğayla u y u m l u e k o n o m i y e geç
m e s i n e asla izin v e r m e m e k t e d i r . İnsanlık, gezegenimizin eko
lojik sağlığında 1 9 7 0 ' l e r d e n beri % 35 b o z u l m a o l d u ğ u n u bil
diği halde, bu yıkımın d u r d u r u l m a s ı için hiçbir şey yapamıyor.
Ç ü n k ü b a ş t a A B D o l m a k ü z e r e , k ü r e s e l kapitalist dinazorlar,
gelirlerinin azalacağı gerekçesiyle bu gidişin d u r d u r u l m a s ı n a
yanaşmıyorlar.
B u g ü n k ü T ü r k ç e ile söyleyelim;
MÜTREF-MÜSTAZ'AF DİYALEKTİĞİ
" İ n s a n l a r ı n iş ve y ö n e t i m l e r i n i n d ü z e n i n i sağlayan s e b e p l e r d e n
biri sevgi, ikincisi adalettir. İnsanlar, karşılıklı sevmeyi gerçek-
leştirebilseler adalet istemeye ihtiyaçları asla k a l m a z d ı . Bu böy
le olduğu içindir ki adalet, sevginin vekilidir; sevginin olmadığı
yerde işi o üstlenir. Bu gerçeğin altını ç i z m e k içindir ki C e n a b ı
H a k i n s a n kitleleri a r a s ı n d a sevginin y a ş a m a s ı n ı çok yüce bir
değer olarak g ö r m ü ş v e o n u t ü m d ü n y a n i m e t v e i m k â n l a r ı n d a n
d a h a ü s t ü n g ö s t e r m e k için şöyle b u y u r m u ş t u r : 'Onların kalple
rini kaynaştıran da O'dur. Sen, yeryüzündeki her şeyi bağışlasay-
dın, onların kalplerini yine de kaynaştıramazdın; a m a Allah on
ları birbirine ısıtıp yaklaştırmıştır. O'dur Azîz ve Hakim.' (Enfâl,
63) Allah ş u n u da söylemiştir: ' İ m a n edip barışa/hayra yönelik
işler yapanlara gelince, R a h m a n onlar için bir sevgi oluşturacak
tır.' (Meryem, 96) D i n a ç ı s ı n d a n sevgi işte bu olduğu içindir ki
Allah, a r a l a r ı n d a sevgi d o ğ s u n diye bu dinin m ü m i n l e r i n i her
g ü n b e ş kez mescitlerde, her hafta bir kez camilerde, her yıl iki
kez b a y r a m n a m a z l a r ı n d a ve ö m ü r d e bir kez de Kabe'de birleş
tirip k a y n a ş m a l a r ı n ı p e k i ş t i r m e k t e d i r . Sebep, sevgidir." (Râgıb;
ez-Zerîa ila Mekârimi'ş-Şeri'a, 364)
Fesad d e n e n b o z g u n c u l u k v e t a b i a t ı n dengelerini t a h r i p s u ç u n a
b u l a ş a n l a r da Allah'ın sevgisinden u z a k t u t u l m u ş l a r d ı r . Allah,
müfsidleri (fesada sapanları) sevmiyor. (2/205; 5/64; 28/77)
Allah, kibre yenik düşenleri de sevmiyor. (16/23; 4/107)
"Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz.
Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah
bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara, 216)
"Şu bir gerçek ki, sen sevdiğin kişileri hidayete erdiremezsin; fakat
Allah dilediğine hidayet verir."
"Siz öyle kişilersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları se
versiniz. Ve kitabın t ü m ü n e inanırsınız." (Ali İ m r a n , 119)
Sonsuzluk, büvük ruha ödül olarak yalnız kendini verir, yani ölüm
süzlüğü.
K u r ' a n i n s a n ı n d a i m a n d a k e m a l n o k t a s ı n d a bir sevgidir. Paul
Tillich'in ifadesiyle: "Sevgi, imanın bir belirişi, bir uygulanışıdır."
(Tillich; Dynamics ofFaith, 117) Ve m ü m i n i n i m a n d a yüceliğiyle
sevgide taşkınlığı a r a s ı n d a açık bir paralellik k u r u l m u ş t u r :
" O n a var da bize niye y o k ? " veya " N e d e n hep o n a ? " sözünün kö
rüklediği ateşi hiçbir mantık, hiçbir delil ve gerekçe söndüreme-
miştir. Büyük ruhlar, haset dışında her türlü bela ve namertliği saf
dışı bırakabilirler, ama hasedi asla... Haset ateşini söndürecek bir
tek yol vardır: Yaratıcı r u h u n , hizmetini durdurması. Ancak bu, va
roluşu d u r d u r m a k olacağından Yaratıcı şuurun buna izin vermesi
beklenemez. O halde, sonsuzluk erinin, hasetten kaynaklanan çilesi
sürekli ve kaçınılmazdır.
İlginç n o k t a l a r d a n biri de ş u d u r :
"Sun', özgün bir fiil sergilemektir. H e r sun' fiil olduğu halde, her
fiil sun' değildir. Bu yüzden, fiil, hayvan ve cemadlara nispet edildi
ği halde, sun' onlara nispet edilmez..."
S ı n â a t ı n h â k i m özelliği, o l u m s u z l u ğ u d u r . D ü n y a y a t a p m a n ı n ,
a z m a n ı n , şiddet, zorbalık ve i ş k e n c e n i n temsilcileri olan kişi,
t o p l u m ve medeniyetler, s ı n â a t a d a y a n a n bir şımarıklık illeti
içinde gösterilmektedir.
Sınâat, i n s a n h a y a t ı n ı n m u t l u l u k p a y d a s ı n ı d ü ş ü r m e k t e , doğal-
fıtrî h a y a t ı b o z a r a k i n s a n ı n b u n a l ı m ve k a r m a ş a y a d ü ş m e s i n e yol
a ç m a k t a d ı r . Bu p s i k o z u n baş temsilcisi F i r a v u n ve F i r a v u n l a r
medeniyetidir. A'raf suresi 137. ayet, İsrailoğulları'na akıl al
m a z z u l ü m l e r i y a p a n F i r a v u n l a r ı n a k ı b e t i n d e n şöyle söz ediyor:
AÇLIK VE K O R K U KAYNAĞI
G E L E N E K S E L S Ü N N E T ANLAYIŞI
H e r t o p l u l u ğ u n , h e r y ö r e n i n , her bölgenin, h e r k e n t i n v e h e r
p e y g a m b e r i n bir s ü n n e t i vardır. İslam P e y g a m b e r i ' n i n s ü n n e t i
d e n i n c e , o n u n sözlerini, fiillerini ve kabullerini anlıyoruz.
O halde, her tedyîn aynı zamanda bir teşrîdir a m a her teşrî bir
tedyîn değildir. Birincisi yalnız A l l a h ' ı n h a k k ı ve yetkisidir.
Yani tedyîn, K u r ' a n ' a göre k o n u ş u r s a k , bir ulûhiyet faaliyetidir.
K u r ' a n bu faaliyet h a k k ı n ı b e ş e r e v e r m e z ; beşere, p e y g a m b e r
de olsa, bu faaliyete katılım h a k k ı t a n ı n m a m ı ş t ı r . E g e m e n ilke
şudur:
"Vâzı-ı din (din koyucu), sadece Allah'tır."
2. Hüküm tasarrufu:
"Ben aranızda olduğum sürece bana itaat edin. Ben aranızdan çe
kildiğimde ise size Allah'ın kitabına yapışmanızı öneriyorum. O n u n
helal dediğine helal, h a r a m dediğine haram deyin." (Bu hadis ve
izahı için bk. Elbanî; el-Ahâdîs es-Sahîha, 3/358-360)
Allah, zekâtı e m r e d e r k e n o n u n m i k t a r ı n ı n e d e n b e l i r t m e m i ş t i r ?
U n u t m u ş veya eksik mi b ı r a k m ı ş t ı r ? Hayır! M i k t a r ı n belirtil
mesi, zekât e m r i n i n ilerki z a m a n l a r d a uygulanabilirlik vasfını
zedelerdi. Miktar, z a m a n a v e z e m i n e göre h ü k ü m t a s a r r u f u n u
k u l l a n a n o t o r i t e t a r a f ı n d a n içtihatla belirlenecektir ki işe yarar
o l s u n . A s r ı s a a d e t ' t e h ü k ü m t a s a r r u f u n u Resul kullandığı için
belirlemeyi o yapmıştır. D a h a s o n r a k i z a m a n l a r d a b u n u b a ş k a
otoriteler yapacaktır. O otoriteler belki de, şartların icabı olarak,
B a k a r a 2 1 9 . ayeti işleterek, bireylerin i h t i y a ç t a n fazla olan mal
larının t ü m ü n ü k a m u a d ı n a alabileceklerdir. N i t e k i m , ü ç ü n c ü
halife O s m a n d ö n e m i n d e , maliyenin Emevîlerce t a l a n ı s o n u c u
o r t a y a çıkan e k o n o m i k perişanlık, Ebu Zer el-Gıfarî'yi, B a k a r a
2 1 9 ' a göre h ü k ü m v e r m e y e itmiş ve E b u Z e r , t a r i h t e eşsiz bir
devrim olan o u n u t u l m a z içtihadını y a p a r a k halife O s m a n ve
Muaviye'ye karşı m ü c a d e l e etmiştir.
"Ey insanlar! Tanrı Elçisi bu âlemden göçmüştür. Şimdi siz ona mal
ederek bazı sözler rivayet ediyorsunuz. Sizden sonra gelecek olanlar
çok daha kuşku uyandırıcı sözler söyleyeceklerdir. O halde, en iyisi,
Tanrı Elçisi'ne isnat ederek hiç bir söz söylemeyin. Size bir şey soru
lunca: 'Ortada Allah'ın Kitabı Kur'an var. Onun helal dediği helal,
haram dediği haramdır.' deyiverin." (bk. Zehebî; Tezkire, 1/3)
D İ N S E L KAYNAK OLARAK S Ü N N E T
Sünneti, dinin yarısı gibi görerek hadis kitaplarını K u r ' a n ' a ortak
k o n u m u n a getirmek, K u r ' a n ' ı n temel h ü c u m hedefi olan şirkin
maskeli bir g ö r ü n ü m ü d ü r .
T a r t ı ş m a s ı z k i t a p s a d e c e K u r ' a n o l m a m ı ş , d ü z i n e l e r l e zübür,
binlerce mişna d o k u n u l m a z ve t a r t ı ş ı l m a z ilan edilmiştir. H a t t a
K u r ' a n t e r c ü m e ve tefsir edildiği halde, ' d o k u n u l m a z ' ilan edi
len bu z ü b ü r ve m i ş n a l a r y o r u m a bile açılmamıştır. Bunları ya
zanlar, örtülü bir biçimde A l l a h ' t a n d a h a fazla o t o r i t e haline
getirilmiştir. Yani K u r ' a n ' ı n ve P e y g a m b e r ' i n din m e s e l e s i n d e
v ü c u t b u l m a i h t i m a l i n e d i k k a t çektikleri ve şikâyetçi oldukları
n e k a d a r t e h d i t varsa t e k t e k o r t a y a çıkmıştır.
"Şu, 'Resul buyurdu' sözüne şaşıyorum. Ben, İbn Ömer'le iki yıl
boyunca beraber oldum, Hz. Peygamber'den bir tek söz naklettiğini
görmedim." (Süyutî; Tahzîru'l-Havâs, 153-154)
H a d i s k o n u s u n d a o y n a n a n o y u n l a r d a n birine d a h a d i k k a t çeke
lim: Mütevâtır o l d u ğ u n d a hiçbir k u ş k u b u l u n m a y a n şu hadise,
s o n r a d a n e k l e n e n bir t e k kelime, asırlarca h ü s r a n yaratmıştır.
Hadisin tartışmasız metni şudur:
" K i m bana yalandan bir söz isnat ederse cehennemdeki yerine ha
zırlansın!"
" H a d i s yazdığınız zaman, onu isnat zinciri ile birlikte yazın. Eğer
gerçek bir hadis ise sevabına siz de ortak olursunuz; eğer u y d u r m a
bir hadis ise günahı o senetteki kişiye ait olur." (bk. Elbanî; aynı
eser, 2/225, 247, 249)
S ü n n e t k o n u s u n d a k i y o z l a ş t ı r m a l a r a h e r değindiğimizde, bir
engizisyon aforozu niteliğindeki şu sözü d u y m a k t a y ı z : "Pey
gamberden rahatsız mı oluyorsunuz? Peygambersiz din olur mu?
Kur'an'la Peygamber'i birbirinden ayırmayın!"
P e y g a m b e r ile Allah'ı b i r b i r i n d e n a y ı r m a m a k ne d e m e k t i r ?
Tevhit d i n i n d e elbette ki Allah ile P e y g a m b e r b i r b i r i n d e n ayrıla
caktır. Bu ayrımı y a p m a k , t e v h i d i n en hayatî icabıdır.
"Küfre sapanlara söyle: 'Eğer son verirlerse eskide kalmış olan, ken
dileri için affedilir. Eğer yeniden başlarlarsa, daha öncekilere uygu
lanan yol ve yöntem, eskisi gibi devam etmiş olacaktır." (Enfâl, 38)
"Allah Elçisi, senin baban ve deden hakkında, ' K u r ' a n ' d a lanetle
nen soy bunlardır' demiştir."
İbadetin bir tek muhatabı vardır: Allah. Ve ibadetlere bir tek kuvvet
karşılık verir: Allah. Allah'ın olması gereken bu niteliği, şefaat vs.
bahanesiyle Peygamber'e a k t a r m a k şirke kapı aralamaktır. B u n u n
içindir ki biz, bu bağlamdaki hadis patentli sözlerin t ü m ü n ü uy
d u r m a sayarız.
Ş E H Â D E T İ N ÜÇ BOYUTU
Ş e h â d e t i n d ü n y a p l a n ı n d a k i g ö r ü n ü m ü n e v e b o y u t l a r ı n a ge
lince, her şeyden önce, Allah'ın bizzat kendi tanıklığı vardır. Ali
İ m r a n 18. ayete göre, Allah, tanıklığını, kendisi d ı ş ı n d a ilah ol
madığını gösterecek bir biçimde sergiler. Bu tanıklık, i n s a n b e n -
liğindeki ezelî tanıklıkla birleşen bir 'zaman öncesi şehâdet'tir ki,
fıtratın en esaslı tecellilerinden biri h a l i n d e i n s a n ı Yaratıcı'nın
varlığını, delil ve t a r t ı ş m a ihtiyacı d u y u l m a d a n sezmeye ve ka
b u l l e n m e y e g ö t ü r ü r . Allah hakkında en güvenilir delil b u d u r . Bu
y ü z d e n K u r ' a n , Allah'ı i n s a n a şah d a m a r ı n d a n d a h a yakın ola
r a k tanıtır. (50/16)
H z . M u h a m m e d de k e n d i ü m m e t i n i n , o d e m e k t i r ki, kendisin
d e n s o n r a gelecek t ü m insanlığın şehidi, tanığıdır. ( 4 / 4 1 ; 33/45;
48/8; 73/15)
D ü n y a p l a n ı n d a k i ş e h â d e t i n h u k u k s a l b o y u t u n a ilişkin beyan
lara da K u r ' a n ' d a yer verilmiştir. Bu ş e h â d e t , adalet sahibi kişiler
t a r a f ı n d a n Allah için yapılmalıdır. (5/8, 44; 65/2) Tanıklığa çağ
rılanlar b u n a karşı çıkmamalı, ş e h â d e t i yerine getirmelidirler.
(2/ 282) Ş e h â d e t hiçbir suretle gizlenemez. (2/283)
B a k a r a 282. ayet, şehâdette iki erkek veya bir erkek iki kadın şartı
getirmektedir. Bu ayet ticarî m u a m e l e l e r i , özellikle b o r ç a k d i n i
d ü z e n l e m e k t e d i r . B u n a b a k a r a k , bir erkeğin yerini a n c a k iki ka
d ı n ı n alabileceğini söylemek m ü m k ü n değildir. Bu k o n u d a biz,
Kur'an'daki İslam adlı eserimizin, ilgili ayeti açıklayan k ı s m ı n d a
geniş bilgi verdik.
Ş e h â d e t i n d ü n y a ötesi p l a n l a r d a k i , özellikle s o n h e s a p g ü n ü n
deki g ö r ü n ü m ü n e gelince, bu şehâdet, ö n c e Allah t a r a f ı n d a n ye
r i n e getirilecektir. H e r şey ü z e r i n d e en b ü y ü k şahid olan Allah,
o g ü n de k u l l a n a r a s ı n d a tanıklık edecektir. S o n h e s a p g ü n ü n d e
d i n l e n e c e k t a n ı k l a r ı n ikinci b ö l ü m ü n d e , t o p l u m l a r ı n ö n d e r l e r i
b u l u n m a k t a v e nebiler, b u n l a r ı n ö n sırasında yer a l m a k t a d ı r .
Nebiler, k o z m i k ve külli t a n ı k l a r olarak dinlenecekler ve nebi
ler ü z e r i n e t a n ı k olarak da S o n Resul k o n u ş a c a k t ı r . (16/84, 89;
4 / 4 1 ; 28/75; 39/69; 57/19) Nisa 4 1 . ayet, ü z e r i n d e o l d u ğ u m u z
n o k t a b a k ı m ı n d a n ç o k ilginçtir:
"Sizden her biri için bir yol ve bir yöntem/şeriat belirledik. Allah
dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş ol-
duklarıyla sizi imtihan etsin diye öyle yapmamıştır..." (Mâide, 48)
İslam öncesi A r a p l a r c a d a k u l l a n ı l a n ş e y t a n k e l i m e s i n i n A r a p
ça'ya H a b e ş ç e ' d e n geçtiğini söyleyenler y a n ı n d a H a b e ş ç e ' y e
A r a p ç a ' d a n geçtiğini iddia e d e n l e r de vardır. Şöyle veya böy
le, bu kelime bir cins ismi o l a r a k A r a p ç a ' d a İ s l a m ' d a n ö n c e de
kullanılmıştır. H a t t a Cahiliye devri Arapları, şairlerin ü s t ü n ke
l a m k u d r e t l e r i n i ş e y t a n d a n aldıklarını k a b u l ederlerdi. B u n u n
d a ö t e s i n d e , h e r şairin bir şeytanı olduğu y o l u n d a bir k a n ı d a
vardı. Bu anlayışın İslamî devirde de epey bir z a m a n yaşadığını
g ö r ü y o r u z . Hicrî 1 1 0 ' d a ölen el-Cerîr, hicrî 4 4 9 ' d a ölen Ebul-
Alâ el-Maarrî, hicri 6 2 9 ' d a ölen el-A'şa h e p özel şeytanı olduğu
varsayılan b ü y ü k şiir ustalarıdır.
Şeytanı Allah'ın düşmanı telakki etmek, hayır ve şer için iki ayrı
gücün varlığını kabule götürür ki, bu, K u r ' a n ' ı n temel anlayışı olan
tevhit (birlik) ilkesine terstir. Şeytan, her ne kadar bir şer ve ka
ranlık kuvvetse de, Allah'ın irade ve takdiri içinde faaliyet gösterir.
Mutlak kudret onu, oluş diyalektiğinin bir kutbu, bir parçası ola
rak, bizzat kendi h ü r iradesiyle varlık alanına çıkarmıştır. O, insa
n ı n a k s i n e ve i n s a n ı t a h r i p için çalışır, Allah'ın aksine, Allah'ı
zor d u r u m d a b ı r a k m a k için değil. Esasen, K u r ' a n , iblise Allah'ı
k a b u l ve O ' n u n yüceliğini itiraf ettirerek, ş e y t a n ı n ikinci bir ilah
gibi algılanmasını b a ş t a n engellemiştir.
" İ ş bitirilince şeytan onlara şöyle dedi: 'Allah size hak bir vaatle
vaatte bulundu, ben ise vaat ettim a m a vaadimden caydım. Benim
sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uy
dunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi
kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz.
Aslında ben sizin, daha önceden beni şirk aracı yapmanıza karşı çık
mıştım. Zalimler için acıklı bir azap öngörülmüştür." (İbrahim, 22)
Bu ayet, şeytan a l d a t m a s ı n ı n b ü t ü n acılığını, hayal kırıklığını
ortaya k o y u y o r ve bize gösteriyor ki:
B ü t ü n b u o y u n v e a l d a t m a l a r ı n s o n u , i n s a n ı n rezil v e p e r i ş a n
olmasıdır. K u r ' a n şöyle diyor:
Şeytanlar, h e m c i n l e r d e n h e m d e i n s a n l a r d a n o l d u ğ u n a göre,
peygamberlerin o k u d u k l a r ı vahiy ü r ü n l e r i n e bir şeyler k a t m a
gayreti h e m i n s a n tipi şeytanlarca h e m de gözle g ö r ü l m e z şey-
t a n l a r c a sergilenecektir.
D İ N D E ŞEYTANCILIĞIN ÖNCÜLERİ: T A H R İ F Ç İ L E R
Bu m u c i z e l e r m u c i z e s i a y e t t e n anlıyoruz ki i n s a n l a r ı n parçalan
ma, t a r t ı ş m a v e k a p ı ş m a l a r ı n ı n t e m e l i n d e o n l a r a v a h y i n getirdi
ği gerçekleri a n l a t m a k iddiasıyla o r t a y a çıkan din temsilcileri
n i n b o z u k l u k l a r ı vardır.
ŞEYTANIN EVLİYASI
İRİNİN ÜÇ OLUĞU
D i n a d a m l a r ı , u l e m a v e devlet a d a m l a r ı içinde t a r i h i n h e r d ö n e
m i n d e dini Allah'ın iradesine u y g u n olarak a n l a y a n v e a n l a t a n
arı-duru, insancıl a d a m l a r elbette ki o l m u ş t u r , olmaya d e v a m
edecektir. A m a dinin b u g ü n k ü d u r u m u n a b a k a r s a n ı z b u n l a r da
i m a istisna kalmışlar; k u r a l ise ç o ğ u n l u k t a k i şeytan u ş a k l a r ı n ı n
t a v r ı n a göre belirlenmiştir.
"Allah şöyle dedi: 'Ey Meryem'in oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve
a n n e m i de iki Tanrı olarak kabul edin' diye insanlara sen mi söyle
din? İsa dedi: 'Hâşâ! Tespih ederim seni! H a k k ı m olmayan bir şeyi
söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu
elbette bilirsin!... Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka şey
söylemedim: 'Benim rabbim ve sizin de rabbiniz olan Allah'a kul
luk edin.' İçlerinde olduğum sürece üzerlerine tanıktım. Sen beni
vefat ettirince üzerlerine yalnız sen gözetleyici oldun." (Mâide,
116-117)
EVLİYACILIK
İLİMSİZLİK/İLİM DÜŞMANLIĞI
K u r ' a n ' ı n adı olan ' k u r ' a n ' kelimesi 'okunacak şeyleri toplayan
kitap' d e m e k t i r . Bu da gösterir ki bu k i t a p , o k u m a k t a n y a n i ilim
d e n ayrı d ü ş ü n ü l e m e z . Aynı z a m a n d a t ü m vahyi ifade e t m e k
için kullanılan 'kitap' kelimesi de K u r ' a n ' ı n a d l a r ı n d a n biridir.
K u r ' a n ' a göre, evren ve i n s a n da birer kitaptır. K u r ' a n mesajının
ilimle iç içeliğinin bir k a n ı t ı da b u d u r .
D ü n y a n ı n b i r ç o k y e r i n d e birçok s ö z ü m o n a bilim a d a m ı , r u h b a n -
şeytan beraberliğinde o l u ş t u r u l m u ş bu, 'bilimin islamîleştirilmesi'
•tabirini k u l l a n m a k t a ve t a r i h i n ö n ü n d e eşi az g ö r ü l m ü ş bir gaf
let sergilemekteler. Bu gafletin açabileceği yaraya d i k k a t ç e k e n
bilim a d a m l a r ı n d a n biri de a t o m fiziği profesörü r a h m e t l i Ahmet
Yüksel Özemre'dir. Bilimin islamîleştirilmesi a l d a t m a c a s ı y l a ilgi
li olarak şöyle yazıyor:
Ş e y t a n ı n ve şeytancılığın en b ü y ü k s i l a h l a r ı n d a n biri de ü m n i -
yedir. Şeytan, i n s a n o ğ l u n u ümniyelerle yıkacağını T a n r ı ' n ı n h u
z u r u n d a ilan etmiştir. Ü m n i y e ' n i n bir a n l a m ı d a o k u d u ğ u n u an
lamadan okumaktır ki Kur'an, M â û n suresinde b u n u yapanları
lanetlemiştir. (Ümniye k a v r a m ı n ı n ayrıntıları için bk. b u r a d a ,
Ümniye mad.)
ŞİİR
Din dilinde şirk, Allah'a, yani tek olan Yaratıcı Kudret'e zatında
(sayı olarak) veya tasarrufunda (yapıp-etmelerinde) ortak tanımak
tır. B a ş k a bir deyimle, şirk: "Ulûhiyetin özelliklerinden birini bir
başkasına tanımaktır." (Yıldırım, Kur'an'da Şirk, 285) Bu, açık ve
ş u u r l u olursa açık şirk (eş-şirk el-celî), ö r t ü l ü ve ş u u r s u z c a olur
sa gizli şirk (eş-şirk el-hafî) adını a l m a k t a d ı r . Râgıb el-Isfahanî
(ölm. 502/1108) bu n o k t a d a Büyük Şirk-Küçük Şirk ayrımı ya
par. Şöyle diyor Râgıb:
" G e r ç e k dua yalnız O'na/hak davet yalnız O'nun için yapılır. O'nun
dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap vere
mezler. Onlar, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru açan ama
suya ulaşamayan birinden başkasına benzemiyorlar. Küfre sapanla
rın dua ve davetleri, şaşkınlığa dalmaktan başka bir işe yaramaz."
(Ra'd, 14)
" G ü n olur, onları bir araya toplayıp hasrederiz. Sonra, şirke batan
lara sorarız: 'Nerededir o bir şey zannedip d u r d u ğ u n u z ortakları
nız?" ( E n ' a m , 22; Ayrıca bk. 16/27; 2 8 / 6 3 , 74; 50/52)
ŞİRKE G Ö T Ü R E N SEBEPLER
1. D ü ş ü n m e m e k ( S a n ı ve t a h m i n e u y m a k , peşin h ü k ü m l ü ol
mak),
2. Bilgisizlik,
3. Şüphecilik,
6. Kibir,
7. Gelenekperestlik ve taklit,
8. Baskı-zorlama,
9. Refahla şımarma,
Bu ayet, m e r h a m e t , y u m u ş a k l ı k , k a t ı l ı k t a n k a ç ı n m a , bağışlama,
af dileme gibi niteliklere de yer v e r m e k t e ve b u n l a r ı n şûra il
k e s i n i n işlemesinde k a ç ı n ı l m a z olduklarını, K u r ' a n ' ı n tanrısal
ü s l û b u içinde g ö s t e r m e k t e d i r .
Ş ü k ü r l e h a m d i n karşılaştırılması d a k o n u n u n d i k k a t ç e k e n ta
raflarından biridir. D e n m i ş t i r ki, ş ü k ü r ç o k geniş çerçeveli bir
k a v r a m olan h a m d i n içinde yer alır. (bk. b u r a d a , H a m d m a d . )
A n c a k h a m d yalnız dille yapıldığı halde, ş ü k ü r fiille yerine ge
tirilir. Ayrıca ş ü k ü r m u t l a k a elde edilen bir n i m e t karşılığında
yapılır. Oysaki h a m d n i m e t i n sahibine, n i m e t bize u l a ş m a s a d a
yapılmaktadır. B u n u n içindir ki, h a m d i , n i m e t i n varlığına bak
maksızın, h e r hal ve ş a r t t a yaparız.
TAFSİL
( h ü k ü m l e r i ayrıntılı kılmak, sözü h e r k e s i n
anlayacağı şekilde ayrıntılı kılmak)
Mufassal kitabı m u ğ l a k v e m ü ş k i l k i t a b a d ö n ü ş t ü r ü p m u h a t a b ı
o l a n insanlığın t e d e b b ü r ü n e k a p a t m a k isteyen Haçlı emperya
lizm g ü d ü m l ü engizisyon simsarlarının t e z g â h ı asırlardır ve bu
g ü n işte böyle çalıştırılmaktadır.
"Biz, her şeyi, en ince noktalarına kadar ayrıntılı bir biçimde açık
ladık." (İsra, 12)
" G ü n e ş ' i ısı ve ışık kaynağı; Ay'ı, hesabı ve yılların sayısını bilesi
niz diye bir n u r yapıp ona evreler takdir eden O'dur! Allah b ü t ü n
bunları, şaşmaz ölçülere bağlı olarak yaratmıştır. Bilgiyle donanan
lardan oluşan bir topluluk için ayetleri tafsil edip ayrıntılı kılıyor."
(Yunus, 5)
"Ayetleri tafsil edip birer birer gözler ö n ü n e serer ki, Rabbinize ka
vuşacağınıza açık seçik inanasınız." (Ra'd, 2)
"İyice araştırıp kavrayan bir topluluk için ayetleri biz t a m bir biçim
de ayrıntılı kıldık." ( E n ' a m , 98)
"Biz, öğüt alan bir topluluğa ayetleri ayrıntılı bir biçimde açıkla
dık." ( E n ' a m , 126)
"İşte biz, aklını işletecek bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı
olarak sıralıyoruz." (Rum, 28)
H e r şeyi h e m b i z z a t k e n d i s i h e m d e e m r i n d e k i p l a n l a r ı n faal
güçleri böyle ayrıntılayan bir k u d r e t i n g ö n d e r d i ğ i k i t a b ı n temel
vasfı da ayrıntılı k i t a p (kitabı mufassal) olacaktır ve öyle olmuş
t u r . K u r ' a n ' ı n bir 'Mufassal K i t a p ' o l d u ğ u n u biraz ö n c e gördük.
O n u n b u vasfı ü z e r i n d e d u r a n beyyine s a d e c e E n ' a m 114 de
ğildir. Şu beyyineler de, K u r ' a n ' ı n ' k i t a p ' k a r a k t e r i n i n o m u r -
g a s ı n d a k i değerlerin en ö n e m l i l e r i n d e n b i r i n i n tafsil o l d u ğ u n u
bildiriyor:
"Elif, Lâm, Râ! Hakîm ve Habîr olandan bir kitaptır ki bu, ayetleri
önce m u h k e m kılınmış, sonra ayrıntılı hale getirilmiştir." ( H û d , 1)
"Bilgi ile donanmış bir toplum için, ayetleri, Arapça bir K u r ' a n ha
linde ayrıntılı kılınmış bir kitaptır bu! Muştulayıcı ve uyarıcı olarak
indirilmedir. Onların pek çoğu yüz çevirdi; kulak verip dinlemezler
onlar." (Fussılet, 3-4)
"Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde ayrıntılı kıldığımız
bir kitap getirdik. İ n a n a n bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir
o . " (A'raf, 52)
"Şu bir gerçek ki, cehennem bir gözetleme yeridir, tuğyana sapmışlar
için bir dönüş/varış yeridir." (Nebe, 21-22 ayrıca bk. Nâziât, 39)
T u ğ y a n a s a p m a n ı n m u s a l l a t edeceği d e n g e b o z u k l u ğ u i n s a n ı al
datır, k u r u n t u ve hayale esir eder. İ n s a n bu d u r u m a gelince nefs
e g o s u n u n oyuncağı olur ve karanlığı ışık, şapı şeker z a n n e t m e y e
başlar. K u r ' a n b u n o k t a y a dikkat ç e k e r k e n , inkarcıları 'tuğyan
ları içinde oynayıp oyalanan gafiller' olarak tanıtır. (2/15; 6/110;
7/186;10/23)
K Ü R E S E L T Â Ğ U T PAKTLARI:
BAŞKAN, EŞBAŞKAN VE YARDIMCI TÂĞUTLAR
Mâide 60. ayete göre, abede-i tâğût, Allah'ın öfkesine çarpılıp la
netlenmiş maymunlardan, domuzlardan çıkar. Baş tâğutlar, bu fi-
no-uşakların kendi muhitlerindeki zaaflarını, kinlerini, beklentile
rini, m a k a m hırslarını ve nihayet hıyanet t u t k u l a n n ı bir biçimde
okşayarak onları köle gibi kullanır. Böyle o l u n c a da tâğutî sistem
ler, ilkeler, p a r l a m e n t o l a r , paktlar, bölgeler geliştirilebilir.
Ş e y t a n ı n b u ö n e m l i a r z u s u n a u l a ş m ı ş olması d a g ö s t e r m e k t e
dir ki, o n a verilen süre d o l m a k ü z e r e yani i n s a n ı n y e r k ü r e d e k i
ö m r ü b i t m e k üzeredir.
HAYVANLAR Ü Z E R İ N D E ŞEYTANÎ D E Ğ İ Ş T İ R M E :
KLONLAMA
DOĞAYI K İ R L E T M E BİR T A Ğ Y İ R D İ R
Tekili ve çoğulu aynı olan ' t u h û m ' , lügat anlamıyla, 'iki toprak
parçasının arasını belirleyen sınır' d e m e k t i r . Bu kelime de, 'bir
şeyin nitelikleri, olmazsa olmazları' a n l a m ı n d a k u l l a n ı l m a k t a d ı r .
B ü y ü k dil bilgini Fîrûzâbâdî (ölm. 8 1 7 / 1 4 1 4 ) , K a a m u s ' t a bu ke
l i m e n i n ' m u r a d edilen, gönülden istenen şey' a n l a m ı taşıdığını
ifade etmiştir. Biz bu ifadeye d a y a n a r a k , t u h û m s ö z c ü ğ ü n ü 'ol
mazsa olmazlar' diye Türkçeleştiriyoruz.
K u r ' a n , evreni t e o s a n t r i k (Tanrı merkezli) bir yapı olarak t a n ı
t ı r k e n şöyle diyor:
Kur'an, resmî mabetsiz bir dünya isterken ne yaptığını çok iyi bi
liyor. Ç ü n k ü esas mabet, dini, mabet y a p m a k t a n ibaret görenlerin,
mabet yapmak için tahrip ettikleri tabiattır. Esas mabedi yıktıktan
sonra yerine hangi mabedi koyacaksınız?
Ö t e y a n d a n , k i r l e n e n o k y a n u s l a r ı n emdiği k a r b o n m i k t a r ı n d a
d a d ü ş m e l e r başlamıştır.
T Ü R K İ Y E ' D E D O Ğ A TAHRİBİ
İ n s a n merkezli h e r d ü ş ü n c e , insanlığın b u g ü n k ü e n ö l ü m c ü l
p r o b l e m i n i , d o ğ a n ı n tahribiyle y a r a t ı l a n küresel âfetler o l a r a k
görür ve bu tahribi y a r a t a n azgınlık ve doymazlıkla mücadeleyi
bir insanlık ödevi sayar. Türkiye'nin de en b ü y ü k problemlerin
d e n biri, d o ğ a n ı n tahribiyle v ü c u t b u l a n çölleşme, ısınma, doğal
gıdalardan y o k s u n l u k ve canlı türlerinin tükenişi sürecine giriştir.
N e r e d e d i n n u t u k l a r ı , n e r e d e b u d o ğ a t a h r i b i n e yönelik icraat!
T ü r k i y e ' d e d i n hiçbir z a m a n d o ğ a n ı n k o r u n m a s ı için kullanıl
m a d ı , t a m t e r s i n e , d o ğ a t a h r i b i n e yönelik söylem ve eylemlerin
b ü y ü k bir kısmı sürekli Allah ile a l d a t m a edebiyatıyla m a s k e
lendi. Oysaki İ s l a m ' ı n doğayı k o r u m a y a ilişkin girişimlerinin en
etkilileri, t a r i h i n en b ü y ü k doğa k o r u m a eylemleri olarak kayıt
lardadır. N e yazık ki, d i n i n insanlığın d e r d i n e deva olacak b ü t ü n
söylemleri gibi bu söylemi de t o z l u k i t a p l a r a h a p s e d i l i p devre
dışına çıkarılmıştır. İşte ç o k anlamlı ve çarpıcı bir t a n e s i :
Tahrif, bir şeyi, bir uçtan öteki uca eğmek, bir şeydeki kutupları
değiştirmektir ki b u n u n sonuç anlamı, bir şeyin istikametini bozup
gayesini saptırmaktır. K u r ' a n da tahrifi bu son anlamda kullan
maktadır.
1. Sakınmak-korunmak,
2. Sakındırmak-korumak.
S a k ı n m a d u y g u s u n u n b e k l e n e n s o n u ç l a r ı v e r m e s i n d e e n etkili
yol, adaleti işler kılmaktır. (5/8)
İ m a m şöyle dedi:
"Takvası değil, gücü fazla olanla yola çıkın! Takvası fazla olanın
takvası kendine, zayıflığı müslümanlara mal olur; gücü fazla, tak
vası az olanın ise günahı kendine, gücü Müslümanlara mal olur!"
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi kabilele
re ve milletlere ayırdık ki, teârufa gidesiniz. Şu bir gerçek ki, Allah
katında en soylu ve yüce olanınız takvada en ileri olanınızdır."
TEBDİL
(değiştirme, t e r s y ü z e t m e )
O l u m l u a n l a m ise ş u d u r :
B a ş b a k a n l ı k ve C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı y a p m ı ş bir siyasetçi, n a m a z
ların c e m ' i n d e n söz ettiğim için b e n i h a l k ı n geleneksel dinini
b o z m a k l a suçlamış, jurnalcilik ve tahrikçilik yapmıştı. Oysaki
aynı siyasetçi, bu t a h r i k ve f e s a d ı n d a n bir s ü r e ö n c e , K u r ' a n ' ı n
iki y ü z o t u z a h k â m ayetinin u y g u l a n m a m a s ı n ı n hiçbir zararı
olmayacağını, b u n u b ü y ü t m e n i n b o z g u n c u l u k o l d u ğ u n u iddia
edebilmiş ve b i z i m eleştirimize m a r u z kalmıştı.
H i c r e t i n 9. s e n e s i n d e M e k k e y a k ı n l a r ı n d a Hudeybiye mevki
inde Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında hazırlanan
ve M ü s l ü m a n l a r için s o n d e r e c e ö n e m l i olan bir a n t l a ş m a n ı n
imzaları atılacaktı. M ü s l ü m a n l a r a d ı n a i m z a a t a c a k olan
H z . P e y g a m b e r i n adı, kâtipler t a r a f ı n d a n 'Allah'ın Resulü
M u h a m m e d ' diye yazılmıştı. M e k k e temsilcileri b u n a karşı çık
tılar ve dediler ki, "Biz seni Allah'ın elçisi olarak kabul etseydik,
zaten seninle uğraşmazdık. İmzayı, 'Abdullah'ın oğlu M u h a m m e d '
diye atacaksın."
K u r ' a n , tebliğin genelliğini de esas alır. Yani tebliğ için özel bir
sınıf veya k a d r o y o k t u r . Ç ü n k ü İ s l a m ' d a sınıf y o k t u r . H e r insan,
s a h i p b u l u n d u ğ u bilgi v e ş u u r a u y g u n olarak tebliğde b u l u n
m a k , diğer insanları ş u u r l a n d ı r m a k b o r c u n d a d ı r .
Beyan:
A l l a h ' ı n ö ğ r e t m e s i de dahil, ö ğ r e t m e ve ö ğ r e n m e y l e k a l e m ve
o k u m a a r a s ı n d a irtibat k u r u l m u ş t u r . R a h m a n suresi 4 . ayet d e
d i k k a t e alındığında, beyanla kalem ve o k u m a arasındaki irtibat da
belirginleşecektir.
Tebyîn:
Tebyîn, b e y a n d a b u l u n m a k d e m e k t i r . Bir adı da Beyan olan
K u r ' a n , aynı zamanda beyanlarının beyanını da getiren kitaptır.
Eğer, bizatihi Beyan o l a n K u r ' a n ' ı n b a z ı yerlerinde, b ü t ü n açık
lığa r a ğ m e n a n l a ş ı l m a zorluğu y a ş a n ı r s a o zorlukları aşmayı
yine K u r ' a n sağlayacaktır. K u r ' a n ' ı n m a h b a t ı (indiği benlik)
o l a n H z . P e y g a m b e r bile b u zorluğu k e n d i k e n d i n e a ş a m a z . O n a
indirilen b e y a n ı n ikinci kez beyanı d a K u r ' a n ' l a m ü m k ü n d ü r v e
K u r ' a n ' l a yapılmalıdır. Şu beyyine bu b a k ı m d a n ç o k ibret veri
cidir:
"O iman eden kişi dedi: "Ey t o p l u m u m ! Bana uyun, sizi doğru yola
götüreyim. Ey t o p l u m u m , şu iğreti dünya hayatı, geçici bir nimet-
lenmeden ibarettir. Âhiretse sürekli durulacak yurdun ta kendisi
dir. Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır. Erkek
ve kadından m ü m i n olarak iyi bir iş yapana gelince, işte böyleleri
cennete girerler ve orada hesapsız bir biçimde rızıklandırılırlar. Ey
t o p l u m u m ! Sebep ne ki; ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni
ateşe çağırıyorsunuz. Siz beni, Allah'a n a n k ö r l ü k etmeye ve hak
kında hiçbir bilgim olmayan şeyi O'na ortak koşmaya çağırıyorsu
nuz. Bense sizi o Aziz ve Gaffar olana davet ediyorum. Sizin beni
çağırdığınız şeye, ne dün-yada ne de âhirette asla ve asla dua edi
lemez/onun dünyada ve âhirette çağrı hakkı yoktur. Dönüşümüz-
varışımız Allah'adır. O n u n b u n u n malından azgınca savurganlık
yapanlar ateş halkının ta kendileridir. Size söylemekte oldukları-
mı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum.
Allah, kullarını iyice görmektedir."
Şunu da unutmayalım:
Eğer, t e h e c c ü d n a m a z k ı l m a k şeklinde u y g u l a n a c a k s a b u n u n
için bir süre uyuduktan sonra kalkılması gerekir.
"Allah yolunda çarpış. Sen ancak kendi nefsini külfet altına sokabi
lirsin. Müminlere gelince onları teşvik et, özendir."
"Allah sizin için kolaylık ister, sizin için güçlük istemez." (2/185)
Yani K u r ' a n ' ı n aradığı dindarlığın esası 'fazla ibadet' değil, sade
ce Allah'a ibadettir. S a d e c e Allah'a teslim olmak, sadece O ' n a
ibadet e t m e k , s a d e c e O ' n d a n y a r d ı m dilemek, s a d e c e O ' n a gü
v e n m e k . . . Akla gelebilecek t ü m alanlarda omurgayı bu 'sadece'
oluşturur. S a d e c e y o k s a 'biraz var', epeyce var', b ü y ü k ö l ç ü d e
var' y e t m e z . Yani 'tam teslimiyet' olacak.
"Şu bir gerçek ki, 'Rabbimiz Allah'tır!' deyip sonra, dosdoğru yürü
yenler üzerine, melekler ha bire iner de şöyle derler: 'Korkmayın,
üzülmeyin! Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz sizin, dünya haya
tında da ahirette de dostlarınızız. Cennette sizin için nefislerinizin
arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var. Gafur
ve Rahîm Allah'tan bir ikram olarak." (Fussılet, 30-32)
"O o d u r ki, geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yarattı. Her biri bir
yörüngede yüzmektedir." (Enbiya, 33)
S o n u ç ve özet şu:
B u ayet, t e v e k k ü l ü n h e m m a h i y e t i n i g ö s t e r m e k t e h e m d e dolaylı
y o l d a n t a n ı m ı n ı v e r m e k t e d i r . O halde, K u r ' a n dilinde tevekkül,
kendi gayretini yerine getiren müminin, sonrasını kotarması için
Allah'ı vekil etmesinin adıdır.
"Eğer Allah dileseydi onlar Allah'a ortak koşmazlardı. Biz seni on
ların başına gözcü yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değil
sin." ( E n ' a m , 107)
" D e ki, 'Ey insanlar! Şu bir gerçek ki, hak size Rabbinizden gelmiş
tir! Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelir; sapan da kendi
benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim." (Yunus,
108 Ayrıca bk. 2 5 / 4 3 ; 3 9 / 4 1 ; 42/6)
"Bir kere işe girştin mi artık Allah'ı vekil et/O'na dayanıp güven.
Ç ü n k ü Allah kendine dayanıp güvenenleri/O'nu vekil edinenleri
sever." (Âli İ m r a n , 159)
A b d e s t i b o z a n şey, t e y e m m ü m ü d e b o z a r . T e y e m m ü m ayrıca
suya u l a ş m a k l a d a b o z u l u r .
H z . P e y g a m b e r şöyle b u y u r m u ş t u r :
Tayere, s o n r a k i z a m a n l a r d a s a d e c e k ö t ü l ü ğ e ve k ö t ü y e ilişkin
t a h m i n l e r i ifade için kullanılmıştır. T ü r k ç e ' d e baykuş veya kar
ga sesiyle u ğ u r s u z l u ğ a h ü k m e t m e de, andığımız m ü ş r i k gele=
n e ğ i n bir uzantısıdır. K u r ' a n , tayereyi s a d e c e k ö t ü l ü ğ e y o r m a
a n l a m ı n d a kullanır ve s a d e c e kuşlarla değil, i n s a n l a r l a da tayere
yapıldığından bahseder.
N i h a y e t , K u r ' a n , S o n P e y g a m b e r bağlılarını h e m u n u t m a n ı n d o
ğuracağı b o z u k l u k l a r a k a r ş ı u y a r m a k h e m d e onların, u n u t m a
illetinin s o n u ç l a r ı n d a n ilahî bir r a h m e t l e k o r u n d u k l a r ı n ı göster
m e k ü z e r e , bağlılarına şu duayı önerir:
" O n a vahyedilen, bir öğütten ve apaçık bir K u r ' a n ' d a n başka şey
değildir. Diri olanı uyarsın ve inkarcılar üzerine söz h a k olsun diye
indirilmiştir." (Yasin, 69-70)
1. H a m r (şarap),
2. Diğer sarhoş ediciler (müskirat).
Nebîz; üzüm, hurma, elma, susam, arpa, buğday vs. gibi meyve ve
tahıllardan yapılır. Bazıları nebîzi 'şıra' diye t a n ı t m a gayretkeşli
ğine girerler ki bir saptırmadır, yalandır. Nebîz, e s a s ı n d a alkollü
içkilerden bir serinin genel adıdır. N e b î z i n çoğulu olan enbize
kelimesi b u n l a r a cins adı o l m u ş t u r . Nebîzgiller demektir.
ALKOLLÜ İÇKİLER K O N U S U N D A H A N E F Î L İ Ğ İ N Ö Z G Ü N
TAVRI
İ m a m ı Â z a m , alkollü içkiler h a k k ı n d a k i b u g ö r ü ş ü y ü z ü n d e n d e
şiddetle eleştirilmiştir. Şaşırtıcı olan, aynı g ö r ü ş t e k i diğer d i n
b ü y ü k l e r i n e ses çıkarılmadığı, h a t t a İ m a m ı Â z a m ' ı n aynı g ö r ü ş ü
t a ş ı y a n h o c a l a r ı eleştirilmediği halde, B ü y ü k İ m a m bir g ü n a h
keçisi gibi sürekli h a k a r e t e uğramıştır. Nasıl bir k a d e r d i r ki, sal
dırı vesilesi yapılacak h e m e n h e r meselede, v a r s a yoksa İ m a m ı
 z a m ! İşte bir s a t a ş m a d a h a . M u h a m m e d bin Kasım anlatıyor:
I r a k e k o l ü n ü n b u n e b î z anlayışı, b u e k o l ü n s a h a b î n e s l i n d e n
ö n c ü s ü o l a n İbn M e s û d ' d a da a y n e n vardır. (Kal'aci, İbn Mesûd,
16) D a h a s ı , bu anlayış Hz. Ali ve Hz. Ö m e r ' d e de m e v c u t t u r .
O n l a r da nebîz içenler a r a s ı n d a d ı r . (İbn Sa'd, Tabakaat, 6/245)
Ali'nin n e b î z içenlere k ı r b a ç cezası uygulattığı y o l u n d a k i rivayet
s a p t ı r ı l m a k t a d ı r . Evet, Ali nebîz içen bazılarına kırbaç cezası
u y g u l a t m ı ş t ı r a m a b u n u n e b î z içtikleri için değil, s a r h o ş olacak
k a d a r içtikleri için uygulatmıştır. Z a t e n b u n u n gerekliliğinde
hiçbir t a r t ı ş m a y o k t u r . (Kal'aci, MevsûatüAli, 97-98)
H z . Ö m e r , nebîzi çok sevenlerden biri olarak d a ü n l ü d ü r . H a t t a
s u i k a s t e uğrayıp yaralandığında, yani ö l ü m ü n d e n biraz ö n c e n e
içmek istediği s o r u l m u ş ve o, " B a n a nebîz getirin, en çok sevdi
ğim içecek o d u r " demiştir. (İbn Sa'd, Tabakaat, 3/340, 6/245)
D a h a s ı var: Ü n l ü tarihçi İ b n S a ' d ' i n , A s r ı s a a d e t k o n u s u n u n te
mel k a y n a k l a r ı n d a n biri sayılan Ta&a/taar'ında şu bilgiye rastlı
y o r u z : H z . P e y g a m b e r d e nebîz içmiş v e k e n d i s i n e nebîz i k r a m
e d e n a m c a s ı Abbas'ı " Ç o k güzel yapmışsınız, işte böyle y a p ı n "
diye t a k d i r etmiştir. (İbn Sa'd, Tabakaat, 4/25-26)
K u r ' a n b u n o k t a y a d e ğ i n i r k e n şöyle k o n u ş u y o r :
Allah, k e n d i iradesiyle, i n s a n l a r ı n t o p t a n i m a n e t m e l e r i n e k a r a r
v e r m e m i ş s e -ki K u r ' a n ' ı n birçok ayeti b u n u açıkça gösteriyor-
bizim bu k o n u d a aksi bir irade sergilememiz Allah'a karşı çık-
m a k olur. H e r k e s , t ü m insanlık i m a n etsin d e m e k , nefsin a r z u
s u n u Allah'ın iradesine e g e m e n kılmaya k a l k m a k olur.
1. Canlı toplulukları,
2. İnsan toplulukları,
3. Bir nebiye bağlı topluluk,
4. Bir nebinin ümmeti içindeki alt gruplar,
5. Eylemleriyle tarihe büyük değerler bırakmış yaratıcı benlikler.
B u n u n e n tipik örneği H z . İ b r a h i m ' d i r . K u r ' a n o n u 'bir ü m m e t '
o l a r a k a n m a k t a d ı r , (bk. 2/213; 3/104-110; 10/19; 16/120)
H Z . M U H A M M E D O K U R YAZARDI
H z . Peygamber'in o k u m a y a z m a bilmediği y o l u n d a k i k a b u l v e
iddia, o n u n t ü m bilgileri A l l a h ' t a n aldığı gerçeğini kuvvetlendir
m e k için sürekli s a v u n u l m u ş t u r . O n u n o k u m a y a z m a bilmesi,
bilgilerini A l l a h ' t a n a l m a s ı n a engel gibi d ü ş ü n ü l m ü ş t ü r . O y s a k i
bu iddia, H z . Peygamber'i (hâşâ) k ü ç ü k d ü ş ü r ü c ü bir iddiadır.
Aldığı v a h y i n ilk emri " O k u ! " olan, en b ü y ü k d ü ş m a n l a r ı n ı ,
(Bedir harbi gibi bir k a d e r savaşında), sahabîlerine o k u m a yaz
ma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmayı kabul eden, o k u m a
yazmaya, kaleme-kağıda yeminle dolu bir kitabı insanlığa tebliğ
e d e n bir nebinin 23 yıllık peygamberlik d ö n e m i b o y u n c a o k u m a
y a z m a ö ğ r e n e m e m i ş veya ö ğ r e n m e m i ş o l d u ğ u n u iddia etmek
h e m inandırıcı değildir h e m de Peygamber'e saygı değildir.
Hz. Peygamber'in, gelen vahiyleri katiplerine yazdırdıktan sonra,
yazılanları kontrol edip imla düzeltmeleri yaptığını kaynaklar bize
haber veriyor. O k u m a yazma bilmeyen bir insan b u n u nasıl yapı
yordu?
Bâcî'ye m o d e r n z a m a n l a r d a e n ö n e m l i k a t ı l ı m l a r d a n biri d e
A s r ı s a a d e t a r a ş t ı r m a l a r ı n ı n g ü n ü m ü z d e en büyük otoritesi ka
bul edilen M u h a m m e d H a m i d u l l a h ' t a n gelmiştir. H a m i d u l l a h ,
İslam Peygamberi adlı e s e r i n d e Peygamberimizin o k u m a y a z m a
bilip b i l m e m e s i k o n u s u n a d e ğ i n m i ş ve s o n u ç t a B â c î ' n i n görü
ş ü n e katılmayı ifade e d e n k a n a a t i n i , k e n d i s i n e özgü çok dik
katli bir ü s l u p l a ifadeye k o y m u ş t u r . (İslam Peygamberi, paragraf,
1236'ya n o t . )
K u r ' a n ' a ters bir yoldan devşirilen bu şeytanî 'ilham'm (!) Müs
lümanları nasıl bir akıbete ittiğini a n l a m a k için, bugünkü İslam
dünyasının d u r u m u n a bakmak yeterlidir.
ÜMNİYE
( k u r u n t u , a n l a m a d a n o k u m a k , sanı, yalan)
Ş u n u d a u n u t m a m a l ı y ı z : Ş e y t a n ı n t a r i h içinde e n b ü y ü k salta
n a t d ö n e m i olan engizisyon devrinin temel özelliklerinden biri
de İncil'in halkın bildiği dillere t e r c ü m e s i n i n y a s a k l a n m a s ı d ı r .
Yani engizisyon, bir 'anlamadan o k u m a musibeti' olarak da k a y d a
geçirilmelidir.
"Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe
kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle
ve bir korumayla donattık. İşte bunlar Aziz ve Alîm olanın takdiri
dir."
"Vahiy bana zaman zaman zil, çan ve çıngırak sesi gibi gelir. Beni
en çok zorlayan şekil b u d u r . Bu geliş şeklinde, ses benden uzaklaş
tığında ben vahiy elçisinin söylemiş olduğunu ezberlemiş haldeyim-
dir. Z a m a n zaman da vahiy meleği bana bir erkek şeklinde görünür,
bana k o n u ş u r ve konuştuğu şeyler hafızama nakşedilir." (Buharî,
b e d ' ü l vahy)
"Şu bir gerçek ki, biz senin üzerine çok ağır bir söz bırakacağız."
( M ü z z e m m i l , 5)
Allah, d o s t l u k k o n u s u n d a h e r şeyden ö n c e , ş e y t a n ı n d o s t l u ğ u n a
o n a y vermemiştir. Ş e y t a n asla güvenilir velî o l a m a z . O n u d o s t
e d i n e n , h ü s r a n a uğrar. (4/119) Şeytanı d o s t edinenler, bü
yük h e s a p g ü n ü n d e şeytan dışında velî b u l a m a z l a r . (16/63)
Şeytanlar, i m a n sırrına u z a k kalanların dostlarıdır. (7/27)
Şeytanlar, i m a n a d a m ı n ı gerçek d o s t a u z a k d ü ş ü r m e k için ken
di evliyasına sürekli gizli emirler verirler. (6/121) İ m a n a d a m ı ,
şeytanın velîlerini h a y a t s a h n e s i n d e n silmelidir. (4/76)
İ n s a n d o ğ d u ğ u a n d a temizliğinin v e güzelliğinin d o r u k n o k t a
sındadır. A l l a h ' a kul o l m a k için birilerinin tesciline, o k u y u p
üflemesine ihtiyaç bırakılmamıştır.
İSLAM DÜNYASINDAKİ D U R U M
KARADUL İHANETİ
Ş e y t a n evliyasının k a r a d u l d e n e n ö r ü m c e ğ e b e n z e t i l m e s i n i n
h i k m e t i ü z e r i n d e iyi durmalıyız. Ve ş u n u u n u t m a m a l ı y ı z :
K a r a d u l i h a n e t i n e d i k k a t ç e k e n A n k e b u t 4 1 . ayetin amacı,
ö r ü m c e k evinin zayıflığını g ö s t e r m e k olarak d ü ş ü n ü l m ü ş ve
o r a d a kalınmıştır. Oysaki ayetin v e r m e k istediği sadece bu de
ğildir. Evin zayıflığından d a h a çok, ev sahibinin kahpeliğine dik
k a t çekilmiştir. K a r a d u l , tip bir zehirlidir. Çiftleştiği ö r ü m c e ğ i ,
çiftleşme biter b i t m e z zehirleyip katleder. K e n d i s i n e g ü v e n i p
misafir o l m u ş , zevk ve safa b u l m a s ı n a h i z m e t e t m i ş birine iha
n e t e d e n i n kahpeliği söz k o n u s u d u r b u r a d a . . . T a n r ı s a l beyyine,
işte bu kahpeliğe karşı i n s a n ı uyarıyor.
K a r a d u l l a r k a d r o s u b i l m e k t e d i r ki, K u r ' a n o k u n u r s a H a k d ü ş
m a n ı evliya ile H a k d o s t u velilerin ayrılması m ü m k ü n hale gele
cektir. Böyle bir şey, k a r a d u l l a r s a l t a n a t ı n ı n s o n u olur. O h a l d e ,
t ü m güçleriyle K u r ' a n ' ı n o k u n m a s ı n ı v e din yapılmasını önle
mek zorundadırlar.
Ş e y t a n evliyası h a k k ı n d a öncelikle bilinmesi gereken, b u n l a r ı n
Allah ile kul a r a s ı n d a bir k o m i s y o n c u l u k faaliyeti y ü r ü t t ü k l e r i
dir. Bu faaliyetin esası ş u d u r : Allah'a kul olmak için, özellikle iyi
kul olmak için bu haraç tezgâhına az veya çok, şu veya bu şekilde
bir şeyler vermek ve ondan onay almak zorunda bırakılıyorsunuz.
10. Sünnet adı altında sürekli bir biçimde Arap-Emevî örflerini din
yapıp topluma pompalamak,
"İşi bitirildiğinde şeytan onlara şöyle dedi: 'Allah size h a k bir vaatle
vaatte bulundu, ben ise vaat ettim ama vaadimden caydım. Benim
sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uy
dunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi
kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz!
Aslında, ben sizin, daha önceden beni şirk aracı yapmanıza karşı
çıkmıştım. Zalimler için acıklı bir azap öngörülmüştür." (İbrahim,
22)
" O n u n . 'Ev Rabbim! deyişine yemin olsun ki. bunlar iman etmez bir
topluluktur." (43/88)
N i m e t i t a h d i s i n n e d e r e c e ö n e m l i o l d u ğ u n a d i k k a t ç e k m e k için,
Yaratıcı'nın n i m e t l e r i n i n bir t ü r d ö k ü m ü n ü v e r e n R a h m a n su
r e s i n d e şu ayet o t u z k ü s u r kez, değişik b a ğ l a m l a r d a t e k r a r l a n
mıştır:
1. Patlama-yarılma,
2. Su.
Patlama-yarılmayı e v r e n i n o l u ş u m u n u n esası o l a r a k g ö s t e r e n
Enbiya 30-33'ü y u k a r ı d a g ö r d ü k . A n c a k K u r ' a n ' ı n yarılma v e
p a t l a m a gerçeğine verdiği yer bu k a d a r değildir.
1. Fatk,
2. Faik,
3. Fatr.
B u k a v r a m l a r ı n ı n ü ç ü d e aynı a n l a m d a d ı r v e ü ç ü n ü n d e zıddı
'ratk' (yaradılıştan bitişik olma, y a r ı l m a m ı ş olma) kelimesidir
ki, Enbiya 30. a y e t t e kullanılmıştır. Ö z g ü n sözcükleri kullana
r a k söyleyelim:
D ü n y a n ı n h e r g ü n biraz d a h a k ü ç ü l m e k t e olduğu, h e r k e s i n
k a b u l ve b e y a n ettiği bir gerçektir. D e n e b i l i r ki, d ü n y a b u g ü n
k ü ç ü k bir televizyon k u t u s u k a d a r k ü ç ü l m ü ş t ü r . B ü t ü n o l u p bi
tenleri, iniş çıkışları d a k i k a d a k i k a o k ü ç ü k k u t u d a n izlemek
m ü m k ü n hale gelmiştir. F a k a t ö t e y a n d a n , evren b u n u n a k s i n e
h e r geçen g ü n b ü y ü m e k t e d i r . E v r e n d e yeni yeni galaksiler keş
fedilmekte, bildiğimiz evren sürekli b ü y ü m e k t e d i r .
E v r e n i n ve yaratılışın/yaratılmışların sürekli b ü y ü m e k t e / a r t
m a k t a olduğu y o l u n d a k i anlayış K u r ' a n ' ı n açıkça ifade ettiği
g e r ç e k l e r d e n biridir. Şöyle diyor K u r ' a n :
K u r ' a n ' ı n tanıttığı evren, her şeyi olup bitmiş, defteri durulmuş,
hikâyesi noktalanmış bir kütle, bir eşya yığını değildir. O, hep yeni
lenmekte ve sürekli olmaktadır. Bu yenilenme ve oluşta, başka bir
ifadeyle bu süreçte, Yaratıcı, oluşun bizzat içindedir. Zâriyât süre
sindeki ayet bu gerçeği de K u r ' a n ' a özgü bir k e l a m harikasıyla
vermiştir. O r a d a şöyle d e n m e k t e d i r :
Y a r d ı m l a ş m a a n l a m ı n d a 'teâvün', b a ş k a l a r ı n a karşılıksız y a r d ı m
a n l a m ı n d a 'îsar' sözcükleri k u l l a n ı l m a k t a d ı r . Y a r d ı m ve destek
a n l a m ı n d a k i avn (yardım) k ö k ü n d e n t ü r e y e n teâvün, karşılıklı
yardımlaşma demektir.
B u ayetler, y a r d ı m l a ş m a n ı n z u l ü m a r a c ı n a d ö n ü ş t ü r ü l m e s i n i
ö n l e m e k için iki tedbir getirmektedir: 1. Emir yoluyla tedbir, 2.
Yasak yoluyla tedbir.
ALLAH'IN YEMİNLERİ
1. Harflere yemin:
2. Eşyaya yeminler:
B u n l a r ı n bir kısmı bir şeye, bir kısmı iki şeye, bir kısmı üç şeye,
bir kısmı dört şeye, bir kısmı beş şeye, bir yerde de yedi şeye ya
pılmıştır, (bk. Ş e m s , 1-7)
A n n e y e ve d o ğ u r g a n l ı ğ ı n a da y e m i n edilmekte, böylece a n n e ve
annelik k a v r a m ı n ı n varlık ve o l u ş t a k i ö n e m i n e p a r m a k basıl
m a k t a d ı r . (90/1-3)
İ n s a n ı n iç kuvvetlerine, özellikle i n s a n ı n k e n d i k e n d i n i k ı n a m a
sına (levm, özeleştiri) da y e m i n edilmiştir. (75/2) Aynı s u r e n i n
14. a y e t i n d e insan, kendi içine kıvrılan keskin bir bakış olarak ta
nıtılmaktadır.
Yetim, k ü ç ü k c a n l ı n ı n a n n e s i n d e n v e ç o c u ğ u n b a b a s ı n d a n yok
s u n k a l m a s ı a n l a m ı n d a k i yütm ve yetm k ö k ü n d e n sıfattır. Kip
olarak, A r a p dilinde sıfat-ı müşebbehe adını alır. Bu kalıp dai
ma yoğunluk, ileri derecelik ifade ettiğine göre, y e t i m i n ayrılığı
ve kimsesizliği derinliğine ve zorlu bir m a h r u m i y e t olacaktır.
K o c a s ı n d a n y o k s u n k a l a n k a d ı n a d a yetim denir. H u k u k s a l an
l a m d a yetimlik, b u l u ğ ç a ğ ı n d a s o n a erer.
"Ben ve yetime arka çıkan, cennette şu iki parmağım gibi yan yana
olacağız." (Buharî, t a l a k 26; Müslim, z ü h d 42; Tirmizî, birr 14)
"O seni bir yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı? Seni
şaşırmış olarak bulup da kılavuzluğunu üstlenmedi mi? Seni aile
geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? O halde, ye
timi örseleme!" ( D u h a , 6-11)
K u r ' a n ' a göre, insanın yöneleceği iki yön vardır: Şükran yani
Yaratıcı ile kaynaşma yönü, küfran yani Yaratıcı'ya n a n k ö r l ü k
yönü. Bu iki yön insanın ö n ü n e açılmış; tercih insana bırakılmıştır.
(76/3) Bu demektir ki, Kur'an. insana, cehenneme gitme özgür
lüğü de vermektedir. Özgürlüğün verilmiş olması başlı başına ve
peşin bir cennetin ta kendisidir. Esasen, dinden ikrahı çıkaran bir
kitap için, özgürlük dışında bir yolla gidilen yerin cennet olması söz
konusu edilemez. Özgürlüğü islemez hale sokmanın bizzat kendisi
bir cehennemdir. Bu cehennemin götüreceği herhangi bir cennet
olamaz.
Cennet odur ki, cehenneme gitme özgürlük ve gücü olan kişi tara
fından tercih edilir. Boynuna kement atılarak bir yerlere sürükle
nenlerin varacakları yer cennet değildir.
Sebil:
K u r ' a n ' ı gönderen kudret, kendine çıkan özel yolu bir ıstırap ve
didinme yolu olarak görmekte ve göstermektedir.
Sırat:
Tarîk:
Şeriat:
Cüdde:
Z e k â t t a n söz e d e n ayetler, bu e m r i n ö n c e k i t o p l u l u k l a r a da
verildiğini gösteriyor. Ç ü n k ü i n s a n toplulukları, h e r z a m a n ve
m e k â n d a servetin, e n a z ı n d a n bir k ı s m ı n ı n t o p l u m a aktarıl
m a s ı n ı s a ğ l a m a d a n yaşayamazlar. G ü n ü m ü z sistemlerinde b u
a k t a r ı m , vergi s a y e s i n d e işlemektedir.
ZEKÂTIN F I K H Î YÖNÜ
K u r ' a n z e k â t ı n n e m i k t a r ı n d a n n e n i s a b ı n d a n (hangi ö l ç ü d e
varlık sahibi o l u n d u ğ u n d a verileceğinden) n e d e zekât k o n u s u
m a l l a r d a n söz eder. B u n l a r içtihadîdir. K u r ' a n , bu ö n e m l i em
rin, miktar, ç a p ve çerçevesinin, z a m a n ve şartların icaplarına
göre, h e r devirde y e n i d e n d ü z e n l e n m e s i n i esas almış b u l u n u y o r .
İ m a n e t m e k ü z e r e P e y g a m b e r ' e gelen k a d ı n l a r d a n a l ı n a c a k
garantiler içine 'zina e t m e m e ' n i n k o n u l m a s ı da emredilmiştir.
(60/12)
G ü n ü m ü z d ü n y a s ı n d a kapitalist e k o n o m i p a z a r l a m a l a r ı n ı n bir
numaralı aldatma aracının reklam ve reklamın temel u n s u r u n u n
d a tezyin (zînetleme, süsleyip p ü s l e m e ) o l d u ğ u n u b u r a d a hatır
l a t m a k gerekir. K u r ' a n , müsriflerin yani b a ş k a l a r ı n ı n emeklerin
d e n o l u ş a n m a l l a r d a n savurganlık y a p a n l a r ı n z î n e t e b o y u n eğ-
diklerini bildirmektedir, (bk. 10/12) Z a t e n zînet d e n e n şeytanî
a l d a t m a aracı için bol p a r a h a r c a m a k a n c a k h a r a m d a n k a z a n a n
ların harcı olabilir. G ü n ü m ü z d ü n y a s ı n d a b u h a r c a m a l a r ı n t ü m
faturası, bir biçimde, kitlelerin alın t e r l e r i n d e n , e m e k l e r i n d e n
ö d e n m e k t e d i r . Bu cinayeti işleyen kapitalist sistemler k o r k u n ç
bir israf t o p l u m u yaratır ve kitleleri serseri bir t ü k e t i m çılgınlı
ğına iter. D i n c i s ö m ü r ü c ü l ü k t e zînet kotarımı, ruhsal kavram
ların, ahiretin, c e n n e t i n süslenip p ü s l e n e r e k p a z a r l a n m a s ı y l a
gerçekleştirilir. K u r ' a n b u n u n adını, bir devrim k a v r a m ı n adı
olarak k o y m u ş t u r : Allah ile aldatmak. E n ' a m 137. ayet, Allah ile
a l d a t a n l a r ı n zînet u n s u r u n u nasıl kullandıklarını a n l a t a n m u c i
ze bir beyandır. Ö n c e okuyalım:
"Şu bir gerçek ki, şirk, çok büyük bir z u l ü m d ü r . " ( L u k m a n , 13)
i n s a n , b e d e n i n d e n r u h u n a veya r u h u n d a n b e d e n i n e z u l m e d e
bilir. K u r ' a n , b e d e n ve r u h u n h a k l a r ı n a ayrı ayrı riayeti gerek
li kılarken işte bu tip z u l m ü ö n l e m e k istemiştir. Ruhbâniyet,
( d ü n y a y a t a m a m e n sırt çevirmek) r u h n a m ı n a , b e d e n e ; fâni v e
b e d e n î zevklerin esiri o l m a k ise, b e d e n n a m ı n a , r u h a z u l ü m d ü r .
Z u l ü m , h a n g i t ü r d e n o l u r s a olsun, g ö k l e r d e n öfke v e m u t s u z l u k
i n m e s i n e yol açar. (2/59) Z u l m e d e n l e r e eğilim bile yaratıcı dü
z e n i n a t e ş i n e çarpılmaya sebep o l u ş t u r u r . (11/113)
ZULMÜN ÜÇ BAŞI
1.Yönetimde despotizm,
2. Emperyalizm (sömürü ve istila),
3. Cehalet (akıl ve ilim düşmanlığı).
Z u l m ü n kelime a n l a m ı n d a h e m d e s p o t i z m h e m istila h e m d e
k a r a n l ı k var. Karanlık, K u r ' a n dilinde c e h a l e t i n ö t e k i adıdır.
K u r ' a n ' ı n kelam mucizesi, o n u n b ü t ü n düşmanlarını bir tek keli
meyle ifade etmesine imkân vermiştir. O kelime, zulümdür.
Z u l ü m h e m akıl d ü ş m a n l ı ğ ı n ı n h e m d e h a k v e adalet d ü ş m a n
lığının adıdır. Bu olguyla ilgili ayrıntılar için, 'Kur'an'ın Yarattığı
Mucize Devrimler' adlı k i t a b ı m ı z d a n b i r k a ç satır iktibas edeceğiz:
Kur'an, bir din kitabı olarak bilinmekle birlikte tek düşman olarak
dinsizliği veya ateizmi değil, zulmü hedeflemiştir. Bu, tarihin, din
alanındaki en m u h t e ş e m devrimlerinden biri, belki de en muhteşe
midir. Ve bu satırların yazarına göre, bu, peygamberler tarihinin en
büyük mucizesidir. Bir din kaynağının, düşmanlık kıstası olarak sa
dece zulmü esas alması, tarihin tanıdığı en sarsıcı tespittir. Kur'an,
bir tek insan tipine düşmanlığa izin vermektedir: Zalim.
G e l e n e k s e l fıkhı ve o n u n t u t u c u y o r u m l a r ı n ı d o k u n u l m a z kı
lan siyaset dinciliği, geleneksel fıkıhtaki 'savaş alanı' ( d a r u l h a r b )
k a v r a m ı n ı M ü s l ü m a n l a r ı n e g e m e n olmadıkları t ü m t o p r a k l a r
için k u l l a n m a k t a d ı r . Bu bir s a p t ı r m a d ı r .
T a m b u n o k t a d a , b ü t ü n z a m a n l a r ı n e n b ü y ü k fakîhi sayılan
İ m a m ı Âzam Ebu Hanîfe'nin erişilmez dehası, h u k u k devleti
özlemi v e m u h t e ş e m h ü m a n i z m i d i k k a t ç e k m e k t e d i r . Şemsül-
E i m m e Serahsî (ölm. 4 8 3 / 1 0 9 0 ) , Hanefîliğin amelî fıkıh k o n u
s u n d a en b ü y ü k kaynağı sayılan el-Mebsût adlı eserinde ş u n u
söylüyor:
"İmamı Âzam'a göre, Müslüman y u r d u n u n darulharbe dönüşmesi
için şu üç şartın varlığı kaçınılmazdır: 1. Müslümanların yurtlarına
bitişik bir Müslüman yurdu b u l u n m a m a k , 2. Kendi imanına uygun
olarak iman eden bir tek Müslüman ve kendi imanına göre iman
eden bir tek Ehlikitap kalmamak, 3. Ülkede şirk ahkâmı geçerli ol
mak." (Serahsî, a n ı l a n yer.)
Türkiye'ye bakalım:
T E K SAVAŞ G E R E K Ç E S İ Z U L Ü M D Ü R
Şimdi, h e m z u l ü m v e savaş k o n u s u n u d a h a y a k ı n d a n t a n ı m a k
h e m de İ m a m ı Â z a m ' ı n m ü c a d e l e s i n i n k a r a k t e r ve ö n e m i n i gör
m e k için anılan e s e r i m i z d e n b i r k a ç paragraf a k t a r a l ı m :
"İşte biz, zalimlerin bir kısmını bir kısmına, kazanır oldukları şey
ler yüzünden bu şekilde dost/yardımcı/yönetici/önder yaparız."
( E n ' a m , 129)
Özcendî, Fetâvâ,
Özemre, A h m e t Yüksel; İ s l a m ' d a Aklın Ö n e m i ve Sınırı, D e n g e
Yay. İ s t a n b u l , 1996
; K u r ' a n - ı K e r i m ve Tabiat İlimleri
Öztürk, Yaşar N u r i ; K u r ' a n ' d a k i İ s l a m ( 4 3 . b a s k ı ) , Yeni Boyut
Yay. İst. 2 0 1 0
; İslam Nasıl Yozlaştırıldı (16. baskı), Yeni Boyut
Yay. İ s t a n b u l , 2 0 0 9
; Allah ile A l d a t m a k (67. baskı), Yeni Boyut Yay.
İstanbul, 2011
— ; A s r ı s a a d e t ' i n B ü y ü k Kadınları (5. baskı), Yeni
Boyut Yay. İstanbul, 2 0 1 0
; A s r ı s a a d e t Şehitleri ( 3 . Baskı), Yeni Boyut Yay. İst.
1998
; K u r ' a n ' ı n T e m e l Buyrukları (14. baskı), Yeni Boyut
yay, İ s t a n b u l , 2006
; D i n ve F ı t r a t (6. baskı), İst. 1999
; K u r ' a n A ç ı s ı n d a n Şeytancılık (3. baskı), Yeni
Boyut Yay. İstanbul, 2 0 0 2
; İ m a m ı Â z a m E b u Hanîfe (19. baskı) Yeni
Boyut Yay. İst. 2 0 1 0
; K u r ' a n ' ı n Yarattığı M u c i z e Devrimler, İ n k ı l a p
Kitabevi, İst. 2 0 1 0
; Küresel Âfetler (5. Baskı), Yeni Boyut Yay.
İstanbul, 2008
;
K u r ' a n ve S ü n n e t e G ö r e Tasavvuf (9. b a s k ı ) , İst.
2003
j Kuşadalı İ b r a h i m H a l v e t i (3. b a s k ı ) , Yeni Boyut
Yay. İ s t a n b u l , 1997
; M e v l a n a ve İ n s a n (8. baskı), Yeni Boyut Yay. İst. 2 0 1 0
V-W
P
S
para (ve kulları): (II) 369
patlama: (II) 493-495 saat (kıyamet): (I) 637-638
paylaşım: (II) 164-172, 201, sabır: (II) 147, 196, 213-217,
260, 388 399
peygamberler (peygamberlik): (I) saçlar: (I) 558
33, 124, 125, 457-458, 524, 'sadeceler' sistemi: (I) 69-70 (II)
638 (II) 45, 173-183, 279¬ 417-421
280, 290-296, 308-309, 410, sadet: (II) 58, 61-64
466 sahabe: (I) 448-449 (II) 117,
peynir: (II) 448 118, 289
pis (pislik): (I) 294-295, 401, salah: (I) 78
578 (II) 184-187, 198 salât: (I) 418-419 (II) 38, 211¬
235, 218-242
salâtü'l-vüsta: (II) 237-242
R savaş: (I) 59, 152-154, 282 Çil)
243-249, 545
Rahman'ın kulları: (II) 192 savurganlık: (II) 250-254
rahmet: (I) 94-104, 123 (II) 188¬ sa'y: (I) 355
194, 188-194, 260, 328, 450¬ seb'ul-mesânî: (II) 20-22
451 secde: (II) 65, 209, 255
raiyye: (I) 270-273 sekînet: (I) 146
rastlantı: (I) 325 semboller: Çil) 132
recm: (II) 524-526 sermaye: (II) 516
redeemer: (I) 25, 510, 514 (II) servet: (I) 229, 268 (II) 15, 256¬
50 259, 516
redemption: (I) 509-514 (II) 431 sevap: (I) 113-114
reenkarnasyon: (I) 162, 345 sevgi: (II) 188-193, 188, 260¬
resul (risâlet): (II) 176-183 270
rıza: (I) 480 (II) 195-196 sevicilik: (I) 339-340 (II) 526¬
rızık: (I) 297-299 (II) 197-202, 527
275-276 seyr: (I) 88, 92
riba: (I) 55 (II) 203-206, 328, seyyie: (I) 177-182
515, 535 sezgi: (I) 467
rics: (II) 185-187 sınâat: (II) 271-276
ricz: (II) 187 sıratı müstakim: (II) 513
risâlet: (II) 278-281 siyâb: (I) 311-313
riyakârlık: (I) 205, 326, 419, 452 siyaset dinciliği: (II) 540-543
, 609 (II) 24, 54, 67, 172, sosyal adalet: (I) 146
207-210, 390 sosyal demokrasi:
sosyalizm: (I) 344 (H) 96 T
sosyal mukavele: (I) 129
su: (I) 166-167, 494-496 (II) taddüd-i kudema: (I) 98 (II) 198
493-494 taakkul: (I) 92, 461
suç: (I) 343 taassup: (I) 145
sulh: (I) 78 tabiat kanunları: (I) 537 (II)
sultan: (1)411, 460 285, 426
sünnet: (I) 679 (II) 69, 183, table rasa: (H) 456
235-237, 277-297, 308 tabu (tabular): (I) 213, 443,
sünnetullah: (I) 53, 175, 369, 536, 663
432 (II) 285, 286, 298, 467 tafsil: (I) 663 (II) 359-365
süreç: (I) 47, 76, 433 (II) 97 tâğut: (I) 105 (II) 248, 366-371
süt: (I) 297-293 tâğutizm (tâğutlar): (I) 161
tağyir: (I) 297 (II) 357-365, 372¬
380
Ş tahrif: (I) 119 (H) 381-383
taklit: (I) 138, 459 (II) 353
şairler: (I) 170 (II) 347-348 takva: (I) 63-64, 67-68, 326,
şarap: (II) 442-448 421, 545, 683 (II) 342, 384¬
şefaat: (I) 173 (II) 76, 307-309, 390
478 tarikat (tarikatlar): (I) 143, 148,
şehâdet: (II) 310-316 463, 625 (II) 63, 342, 512
şehid: (II) 314 tarikat şecereleri: (II) 63
şehvet: (11)317-320 tasaytur: (I) 451
şer: (I) 24, 201, 432 (II) 412 tayyib: (I) 294-295
şeriat: (ü) 183, 322-323 ta'zîr: (II) 17-18
şey: (I) 174 teâruf: (II) 391-392
şeytan: (I) 19-25, 37, 424 (II) tebdil: (II) 393-394
322-346, 464 tebeddül: (I) 144
şeytancıhk: (II) 330-346 teberrüc: (I) 144-145, 319-320,
şeytan evliyası: (I) 471 (II) 62, 550 (II) 395-397
260, 332-346, 475-480 tebliğ: (I) 400 (II) 247, 398-403
şiir: (II) 347-348 tebyîn: (II) 389-395, 404-410
şirk: (I) 41-43, 48, 71, 76, 225¬ tebzîr: (II) 250-254
226, 230, 254, 280, 419, tedriç: (II) 403
435,479(11)41, 72, 95,270, tedyîn: (II) 278-279, 441
307-309, 349-353 tefakkuh: (I) 92, 469
şirk evliyası: (II) 477 tefekkür: (I) 92
şirk panteonu: (II) 476 tefviz: (I) 580 (II) 411-412, 427
şoklama ile kesim: (I) 689 teheccüd: (I) 290 (II) 413
şûra: (I) 129, 130, 146 (II) 94, tekâmül: (I) 20, 29, 122, 163,
354-356 282, 284, 324-329 (II) 177,
şükür: (I) 370 (II) 357-358 191
şürekâ: (II) 502, 504, 260, 308, tekâsür: (II) 140-156
419, 481, 529 tekellüf: (I) 92 (II) 414
tekerrür: (I) 264
582 KUR'AN'IN TEMEL
" B u kısa boylu, kaslı vücutlu, tok sesli a d a m nerede ortaya çıksa
insanlar bir anda etrafını sarıyor. İstanbul ya da Ankara, nerede
olursa olsun, sokağa çıktığında, onları Allah'a yönlendirdiği için,
yaşlı dedeler bile " H o c a m , h o c a m ! " diyerek boynuna sarılıp elini
öpüyorlar. Kemalist aydın kesim de onu kendilerinden biri olarak
görüyor."
(VVelt am Sonntag, 20 Şubat 2005)
*