Professional Documents
Culture Documents
5.hafta - Italya Da Yuksek Ronesans Roma Okulu Ve Venedik Okulu.
5.hafta - Italya Da Yuksek Ronesans Roma Okulu Ve Venedik Okulu.
DÖNEMLER
5.HAFTA
DERS HAFTASI: 3. HAFTA
DERS KONULARI:
İtalya’da Yüksek Rönesans Kapsamında Leonardo da Vinci,Michelangelo, Raffaello’nun ve Venedik Okulu Sanatçılarının Sanat Anlayışlarının Yapıtlar Üzerinden İncelenmesi
KAYNAKLAR: Rönesanstan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü ( Anna – Carola KRAUSSE, Literatür Yayıncılık)
DERS KAZANIMLARI:
İtalyan Toplumunun, Rönesans dönemini biçimlendiren manevi kültür (tarih, inanç yapısı,toplumsal yaşam, bilimsel gelişmeler, düşünsel iklim,gelenek ve görenekler), yani üst yapı kurumlarının
koşullarını tanımlar.
İtalyan Toplumunun, Rönesans dönemini biçimlendiren maddi kültür ( ekonomi ve teknoloji), yani alt yapı kurumlarının koşullarını tanımlar.
Bir toplumda üst ve alt yapı kurumlarının, üst yapı kurumu olan sanatı biçimlendirmesiyle birlikte, üslup anlayışına yol açan bir dönem ruhu oluşturduğunu kavrar.
İtalyan Rönesansının Bölümlemelerinden Yüksek Rönesans Evresini (Roma ve Venedik Okulu16.yy) tanımlar.
İtalyan Yüksek Rönesans Dönemi sanatının karakteristik özelliklerini (dönem ruhu, konular, teknikler, üslup, kompozisyon bakımından) tanımlar ve bu dönemde üretilmiş sanat
yapıtlarını bilir.
DERS İŞLENİŞİ:
İtalyan Yüksek Rönesansının, sanatçılar ve yapıtlar kapsamında incelenmesi.
İTALYA’DA YÜKSEK RÖNESANS
LEONARDO DA VİNCİ
1452-1519
Leonardo da Vinci yaratıcı Rönesans insanının, “Uomo
universale"nin prototipidir. Yalnız resimde dahiyane
yenilikler gerçekleştirmekle kalmadı, zamanın tüm doğa
bilimlerinde, teknolojide ve mimaride de büyük bilgi
sahibiydi. Çağdaşları bile Leonardo'nun evrensel
yeteneğine ve bitmez tükenmez öğrenme, araştırma
dürtüsüne hayrandı. Sanatçı doğada yaptığınesnel
gözlemleri, gözle görülmeyen gerçekliğin güzel sanatlar ve
resim yoluyla yeniden üretilmesine duyduğu büyük aşkla
dahiyane bir biçimde harmanlamayı başarmıştır. Eserleri
yüzyıllar boyunca sayısız sanatçıya ilham kaynağı oldu.
Michelangelo Buonarroti
Michelangelo birçok kişinin gözünde Rönesans'ın simgesidir. Çağının tüm ihtişamını ve trajedisini
eserlerine yansıtan dahiyane bir sanatçıydı Michelangelo. Resim, heykel ve mimari dallarına yayılan ve
bütünlüklü bir “oevre" oluşturan yapıtlarında hep insanoğlunun olağanüstü yaratıcılığına ve acılarına eğildi.
Michelangelo için sanatsal yaratı, insanın kendini ve dünyayı tanımasının yoluydu, hatta evrensel bir din
bile sayılabilirdi.
Michelangelo Buonarotti 1475 yılında Arezzo yakınlarındaki Caprese’de kibar bir kentsoylu ailenin oğlu
olarak dünyaya geldi ve 1488’de, Ghirlandaio’nun Floransa'daki atölyesine çırak girdi. Bir süre sonra
kendisini ilerde Medici ailesiyle tanıştıracak olan Bertoldo di Giovanni’nin yanına geçti. 1490 yılında
Lorenzo de’Medici aracılığıyla Yeni Eflatuncu Akademi’nin büyük bilginleriyle tanıştı. Onların hümanist
fikirleri, eserlerinde yol gösterici olacaktır. Medici iktidarının 1494’de devrilmesi üzerine önce Bologna'ya
gitti, bir yıl sonra Floransa’ya dönerek doğduğu kentte kısa bir süre kaldı, 1496’da ilk kez Roma’yı gördü.
1501'de tekrar Floransa’ya dönüp rakibi Leonardo da Vinci’yle sanatsal bir yarış içine girdi. iki sanatçının
Palazzo Vecchio (Eski Sarayj’daki duvar resimleri günümüze ulaşmamıştır ama başka bir eser
Michelangelo’nun o zamanki resim üslubu hakkında bize fikir verir.
Tondo Doni de denilen Kutsal Aile 1503-04 yıllarında yapılmıştır. Resmin ana karakteri Meryem, bir
çimenlikte oturmaktadır; vücudunu aşırı ölçülerde (“Linea Serpentinata” usulü) sağa döndürerek,
arkasında diz çökmüş duran Yusuf’un elinden oldukça gürbüz İsa bebeği teslim alır. Sağ tarafta, alçak
duvarın arkasında duran çocuk Vaftizci Yahya’dır. Ressam iki mekanı birbirinden bilinçli bir biçimde
ayırarak, bu iki çocuğun yollarının da ilerde ayrılacağını ima eder. Yahya insanların arasına karışarak İsa
Mesih'in geleceğini haber verecektir. İsa ise şimdiden ruhani yolculuğuna adım atmış, yalnızlığa ve
sonunda katlanacağı acılara kendini hazırlamaktadır. Bütün figürlere bir ciddiyet, bir kutsallık hakimdir.
Michelangelo ana karakterlerini arka plandan kesin çizgilerle ayırmış, doğayı açık renklerle betimlemiş ve
resmin ana temasını gayet açık ve net ortaya koymuştur; kısacası resmin tümü Leonardo’nun Sfumato
tekniğine taban tabana zıt tasarlanmıştır.
Papa II. Julius sanatçıyı 1505 yılında Roma’ya çağırdı ve ona önce
Vincoli'deki Pietro Kilisesinde kendisi için bir mezar inşa etme
görevini verdi. Papa Julius, elinde kılıcı savaş meydanlarında ordulara
komuta eden ve birçok kenti yenerek kilise devletine katan bir savaş
adamıydı.
Aynı zamanda güzel sanatları himaye ediyor, etrafına sanatçıları
topluyor ve onları kendi emrinde tutmaya özen gösteriyordu. Fevri
karakterliydi. Michelangelo’yu bastonla kovalayıp işinin başına
oturttuğu rivayet edilir. Papa 1508'de, artık sadece heykelle
uğraşmak isteyen Michelangelo’ya o zamanlar henüz bakir duran
Sistina Şapeli’nin tavanlarını süsleme görevini verdi. Sanatçı bir yıl
sonra başladığı işi 1512 yılında ancak bitirebilecekti; duvar
resimlerini tek başına yaptığı sanılır. Sanatçı önce şapelin yekpare ve
devasa tavanını “trompe l'oeil” (sanal) mimariyle çeşitli bölmelere
ayırdı. Boyayarak elde ettiği bu bölmelere, dünyanın ve insanın
yaratılışından ilk günaha kadar uzanan dinsel öyküleri işledi. Yani
konusu, incil’in ilk bölümü olan Tek- vin'di, işleyeceği dokuz öykü vardı
ve ışıkla karanlığın birbirinden ayrılmasından Nuh Tufa- nı’na kadar
uzanıyordu. Michelangelo fresklerine incil’in başka kısımlarına ait
figürler de serpiştirdi: Peygamberler, Sibel’ler, İsa'nın ataları ve
“Ignudi” adını verdiği çıplak oğlanlar. Bu iddialı projede Michelangelo
Hıristiyan mitolojisini kendine has şekilde yorumlar. Yorumunun
merkezinde, insanoğlunun bedensel yetersizliği ile zihinsel özgürlüğü
arasındaki tezat yatar. Sistina Şapeli fresklerinde insan vücudunu
akla gelen her koşulda ve durumda seyrederiz. Bu hareketlilik,
resmedilen olaylara müthiş bir dinamizm katar. Figürlerin Incil’den
çıkma olduklarını unutur, olaylarda bu dünyaya ait bir güncellik ve haz
keşfederiz. Sanatçıya göre, incildeki yaratılış hikayesinin merkezinde Adem’in Yaratılışı, (Sistina Şapeli'nin tavan resminden bir detay), 1508-12, Fresk, yaklaşık 2,8 x 5,7 m.
kendi enerji ve yeteneklerini keşfeden insan vardır. Bu, Rönesans’ın Sistina Şapeli, Vatikan, Roma.
en ateşli savunduğu ideallerden biridir. Yaratılış sahnesinde iki
kudretli enerjinin buluşmasına tanık oluruz; hayat veren Tanrı ile
henüz atalet içinde yatan insan. Parmaklardan geçen bir kıvılcım
insanoğlunu uykusundan uyandırıp harekete geçirecektir. Tanrı baş
döndürücü bir tayfun gibi eser; sol kolunda henüz tasarım
aşamasındaki Havva’yı tutmaktadır, elini ise daha doğmamış olan
çocuk İsa’nın omuzuna koymuştur.
Papanın ölümünden sonra, kendisi de bir Medici olan halefi X. Leo
sanatçıyı Floransa'ya geri gönderdi. Medici'lerin şapelinde kont
Giuliano ile Lorenzo’ya birer mezar yapmasını istiyordu.
Michelangelo'nun bu işlerinde daha önceki coşkulu havaya
rastlamayız. Figürleri çok düşünceli, hatta melankolik bir eda
içindedirler. Yüzlerinde insanın ömür denen kısa zaman süresiyle
sonsuzluk arasındaki çaresizliğini okuruz.
Son Yargı Günü
1534’te Papa olan III. Farnese, Michelangelo’yu bütün diğer yükümlülüklerinden
arındırdı ve Vatikan'ının baş mimarı, heykeltıraşı ve ressamı yaptı. Bunun üzerine
Michelangelo temelli olarak Roma’ya taşındı. Bir yıl sonra, Sistina Şapeli’nin alın
tarafındaki duvara Son Yargı Günü’nün resmini yapmakla görevlendirildi. Freski 1541 yı-
lında tamamlayacaktı.
Eser, bu konunun tüm sanat tarihinde en etkileyici uyarlamalarından biridir.
Karşımızda bütün bir evren uzanmaktadır, tam ortasında ise insanüstü gücüyle ve
gencecik haliyle İsa Mesih durur. Tanrısal ihtişamından hiçbir şey kaybetmemiştir;
vücudunda çilesinin izlerini taşımaktadır. Freskin üst kısmında, İsa’nın sol tarafında
ataları ve cehennemin kapısından dönüp kurtulanlar vardır; içlerinde ilk insan, İsa’nın
öncülü Adem’i de tanırız.
Sağ tarafta ise ellerindeki çile aletleriyle şehitler ve azizler vardır. Onların üstünde,
İsa’nın gerildiği çarmıhı zorlukla omuzlarında taşıyan kanatsız melekler bulunur. İsa’nın
çapraz alt kısmında, elinde kendi yüzülmüş derisini taşıyan Aziz Bartolomeus'u görürüz.
Yüzü, Michelangelo’nun yüzünün çarpıtılmış bir kopyasıdır. İsa’nın çok altlarında bir
yerde melekler borazanlarıyla Kıyamet gününün geldiğini ve Tanrı’nın yaşayanlar ve
ölüler hakkındaki Son Yargı’sında bulunacağını haber verirler. Resmin sol alt bölümünde
ölüler yavaş yavaş mezarlarından çıkarlar; başlarının üstünde seçilmişler göğe
yükselmektedirler bile. Ancak bu, tüy gibi hafif bir uçma eylemi değildir, yerçekiminden
güç bela kurtulan bedenler yükselebilmek için tırmanmakta, birbirine sarılmakta,
kendilerini tutunarak yukarı çekmektedirler. Sağ tarafta aynı hizada lanetlilerin
cehenneme yuvarlanışına tanık oluruz. Tanrısal yargının infaz timini oluşturan intikam
Melekleri lanetlenmiş vücutları yeryüzüne geri iterler, orada onları, ayaklarına sarılacak
küçük şeytanlar beklemektedir. Orada Harun’un ve Minos’un gazabına maruz kalırlar.
Michelangelo Antik pagan tanrılara ve mitolojiye gönderme yapmakta beis görmez.
Daha sonraki Papa’lar ve Reform karşıtı güçler, figürlerin çırılçıplak oluşundan büyük
rahatsızlık duydular. Michelangelo’nun öğrencisi Daniele da Volterra 1559/60 yıllarında
İsa’nın ve başka kimi figürlerin bedenlerini boyayla “giydirdi” ve böylece freski
Engizisyon'un kararı üzerine yok edilmekten kurtarmış oldu.
Michelangelo hayatının son yıllarında özellikle kilise projeleri ile ve Roma’daki San
Pietro Kilisesi’nin tadilatı üzerinde çalıştı. San Pietro için tasarladığı ahşap kubbe, 1590
yılında onun projesi ışığında öğrencisi della Porta tarafından inşa edildi. Michelangelo
1564 yılının Şubat ayında Roma'da hayata gözlerini kapadı.
Son Yargı Günü, 1534-41, fresk, 17 x 13,3 m. Sistina Şapeli, Vatikan, Roma.
RAFFAELLO
Raffaello 1508’de Roma’ya gitti ve orada Papa II. Julius tarafından Vati-
kan’da, Papalığın çalışma ve küçük kütüphaneler olarak kullandığı odaları
(İtalyanca’da "stanza”, oda) süslemekle görevlendirildi. Kısa zamanda
Papa Sarayı’nın baş sanatçılığına yükselen Raffaello’nun hizmetine bir çok
yardımcı verildi. Stanza'lardaki duvar resimlerine, bilgeliği ve güzelliği soylu
bir insanlık idealinde birleştirmeye çalışan Yeni Platoncu ve hümanist bir
bakış açısı hakimdir. Atina Okulu resminde merkezi perspektifle
betimlenen kubbeli salonların altında özgür bir tartışma ortamında bir
araya gelen bilgin ve sanatçıların şahsında, yedi “liberal sanat" dalının aynı
çatı altında birleşmesi tasvir edilir. Ağır, anıtsal bir mimarinin donuk ve
kurallı yapısı ile hararetle tartışan Yunan bilginler arasındaki tezat bu duvar
resmine özel bir dinamizm kazandırır.
Ünlü adamlar oldukça rahat bir ortamda tartışıyor gözükmelerine rağ-
men, tek tek gruplara dikkatle baktığımızda resmin belli bir düzene göre
kurgulandığını görürüz. Örneğin ön planda solda, Anakreon ve Pitagoras
çevresinde kümelenmiş filozof ve şairler grubu vardır. Sağda ise Öklid’le
(yerküreyi elinde taşıyan) Ptolemeus’un etrafında matematikçilerle doğa-
bilimciler toplanmıştır. Soldaki grubun önünde (Michelangelo’nun yüz
hatlarını taşıyan) bir figür, izleyiciyi resmin içine çekmek üzere tasarlanan
ve yazı yazmaya yarayan taş bir yükseltinin başına oturmuş dalgın dalgın
düşünmektedir. Bu figür ile merdivenlere yayılmış oturan diğer figürün
bedenleri, ana karakterlerin başlarının üstünde yer alan tüm perspektif
çizgilerinin kaçış noktasına doğru yönelmiştir. En arkadaki kapı tonozu
tarafından simgelenen resim merkezinde ise, Leonardo da Vinci’nin yüz
hatlarını taşıyan ak sakallı Eflatunda elini öne doğru uzatan enerjik Aristo,
dostane bir tartışma içinde bize doğru gelmektedirler.
YÜKSEK RÖNESANS 1500 - 1530
Rengarenk yaşam
Portre resminde Erken Rönesans’ın profil alışkanlığına karşın 15. yüzyılın ikinci yarısında giderek dörtte üç profil yaygınlaştı; bu açı modelin daha bireysel karakterize edilmesine olanak sağlıyordu. Venedik Cumhuriyeti’nin devlet başkanı Doç
Loredan bu resimde mağrur bir bilge görünümündedir. Ressam, iktidarın tipik simgelerine yer vermez. Soğuk ve detaylı tasvir, modele ulaşılmaz, onurlu bir hava verirken gücünü de yeterince yansıtmaktadır zaten.
Venedikli ressamlar renklerle düşünüyordu. Kadifemsi bir doygunluktaki
kırmızılar, maviler, doğanın betimlenmesinde ışık oyunlarıyla yaratılan
yepyeni bir atmosfer, özenle resmedilmiş insan yüzleri Venedik
sanatının en has özellikleridir. Ressamlar Venedik’te belki de suyun
kucağında yaşadıkları için ışığa böyle bir duyarlılık gösteriyor,
olağanüstü, parlak ışık oyunları geliştiriyorlardı. Venediklilerin bu ışıklı
üslubu geliştirmelerinde Hollandalılar da rol oynamıştır. Uzun süredir
ticari ilişki içinde bulundukları Hollandalılardan çok önemli bir şey
öğrenmişlerdi: Yağlıboya. O zamana değin kullanılagelen tempera tekni-
ğinde toz boyalar çabuk bileştikleri bir malzemeyle, çoğunlukla yumurta
akıyla karıştırılırdı. Yeni yöntemde ise boya yağ ile karıştırılıyordu.
Yağlıboya temperadan çok daha yumuşak sürülüyor, daha parlak
kalıyor, daha yavaş kuruyor ve bu sayede henüz ıslakken üzerinde
oynamalar, geçişler yapmak mümkün oluyordu. Parlaklığıyla nesnelere,
kapatıcı özelliği olan temperadan ve fresk tekniğinin matlığından çok
daha farklı bir görünüm kazandırıyordu.
Urbinolu Venüs'ün açık tenli vücudu karanlık arka plandan net bir şekilde ayrılıyor. Hizmetkarlarının etrafında dört döndüğü
Venüs, odasında sere serpe uzanmış yatmakta. Belki de resmi sipariş veren adamın sevgilisinin yüz hatlarına sahip. Bize
doğru fırlattığı kışkırtıcı bakışlarla seyredildiğinin farkında olduğunu gösteriyor. Modelin bireysel yüz hatları ve vücudunun
gerçeğe son derece uygun tasviri, Venediklilerin Floransa’daki gibi heykellere bakarak değil, gerçek modeller eşliğinde
çalıştığının kanıtıdır. Bu gerçekçi betimleme, Tiziano’nun tipik sıcak renkleriyle birleşerek resme oldukça mahrem bir
karakter, hatta erotik bir hava katar. Tiziano buna rağmen Venüs’üne ulaşılamaz bir Tanrıça havası vermeyi, onu kadın
güzelliğinin ebedi bir simgesine dönüştürmeyi de başarır.
Giorgione, Fırtına, 1505 civarı.
Correggio ,Kutsal Gece, 1530 civarı, Kavak ağacı levha üzerine yağlıboya, Tuval üstüne yağlıboya, 82 x 73 cm. Galleria dell’Accademia, Venedik.
256 x 188 cm.
Gemaeldegalerie Alte Meister (Eski Ustalar Tablo Galerisi), Dresden
Giorgione’nin resmi, doğayı salt bir arka plan öğesi olarak değil, resmin
atmosferini belirleyen ana unsurlardan biri olarak betimlediğinden, sanat
tarihindeki ilk “manzara resimleri”nden biri olarak nitelenir. Aniden çakan
şimşek evleri birer hayalet gibi aydınlatmakta, resme bugüne kadar
açıklanamayan içeriğiyle uyumlu esrarlı bir hava katmaktadır.
Devletine Sadık, Gözü Okşayıcı
Yeni tekniğin sunduğu imkanlardan yararlanan ressamlardan biri Giovanni Bellini’ydi. Doç Leonardo Loredan portresinin çarpıcı etkisi yalnız ağır brokar pelerinin
muhteşem kumaşından değil, aslıyla büyük benzerlik gösteren portre sahibinin bilge, onurlu ve aynı zamanda insani duruşundan da kaynaklanır. Venedik
Cumhuriyeti'nin tüm gücü ve refahı adeta tek bir kişinin portresinde ifadesini bulmuştur. Portre hem bir hükümdarın hem bir kentsoylunun hem de özel bir karak-
terin ifadesidir.
Yağlıboyanın resimdeki parlaklığın yanısıra başka faydaları da vardı: Rutubetli Venedik'te yağlıboya resimler fresklerden çok daha kalıcı oluyordu. Öte yandan
yumuşak, görece esnek yağlıboyanın mutlaka özel işlemden geçirilip düzleştirilmiş ahşap levhaya ihtiyacı yoktu. Bu nedenle ressamlar kasnağa gerilmiş keten
kumaşları kullanmaya başladılar. Bu uygulama hem daha ucuzdu hem de iki açıdan kullanışlıydı: Birincisi, istenen boyutlarda üretilen tuvallere duvar resmi bü-
yüklüğünde resimler bile yapmak mümkün olabiliyordu; İkincisi, kasnağından çıkarılan tuvali rulo haline getirip uzak mesafelere götürmek çok kolaydı. Bu Venedik
için küçümsenmeyecek bir öneme sahipti; çünkü sanatlarını da ihraç ediyorlardı.
Yunan ve Roma mitolojisinden idillerin tasvirlerine büyük bir talep vardı; Baküs’ler, tanrısal eğlenceler, Venüs tasvirleri en sevilen motiflerdendi. Tiziano, tanrısal
ve fani güzelliği aynı bedende birleştiren Venüs’ün divan üstünde yatarken birçok resmini yaptı. Divanda Venüs 19. yüzyıla kadar, yatan nü prototipi olarak kalacaktı;
Rubens, Goya ve Manet bu Venüs tasvirine öykünen resimler yaptılar.
Yunan mitolojisinden devralınan pagan motiflerin yanı sıra Giorgione'nin bulutlu gökyüzünü, yani doğanın kendisini ana motif haline getirdiği Fırtına resminde bir
örneğini gördüğümüz saf doğa manzaraları, Venedikli sanatçıların getirdiği bir yenilik ve aynı zamanda onların karakteristik özelliğidir. Atmosferik doğa artık resmin
arka planında kalan bir süsleme unsuru değildir; resmin ana motiflerinden biri olarak belli bir atmosferin yaratılmasına yardımcı olur. Giorgione’nin Fırtına’sında
evleri birer hayalet gibi aydınlatan şimşek, resimdeki sahnenin esrarengiz, anlaşılmaz havasına önemli ölçüde katkıda bulunur. Resmin ana teması nedir? Bir ma-
sala mı gönderme yapmaktadır? Resmin anlamı bugüne kadar doyurucu bir biçimde çözülemedi. Sütunların mecazi anlamda kahramanlığı simgelediğini, anne
figürünün şefkati, yardımseverliği çağrıştırdığını düşünebiliyoruz; fakat ressam belki de belli bir hikaye anlatmak istemiyordu, çünkü resimdeki başka figürleri
boyayla kapattığı anlaşılıyor. Muhtemelen sadece resmin taşıdığı atmosferle ilgileniyordu. Bu resimde figürler ve doğa hem kompozisyon hem de atmosfer açısından
bütünlük arz eder. Nitekim çağdaş bir envanterde resim kısaca “manzara resmi” olarak geçmektedir. Bu “janr”ın ilk örneklerinden biri olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Kendine fazlasıyla güvenen Venedikliler, doğa gibi dünyevi konuları öne çıkartarak, hatta Veronese'in Kana'da Düğün resmindeki gibi İncil temalarını
çok daha dünyevi bir tarzda resmederek yepyeni bir politikaya da imza atıyorlardı: Bağımsızlık.
Ortadoğu’ya kadar uzanan Venedik İmparatorluğu'nun dünyanın bir numaralı ekonomik gücü olduğuna dair inanç, 16. yüzyılda kuşkuyla karşılanmaya
başlanır.1500’lerde Hindistan’a deniz yolunun keşfedilmesi Venedik’e büyük bir darbe vurmuştur, artık karabiber ve baharat üzerindeki ticaret tekelini
kaybetmektedir. Venedikliler bu koşullarda bir de Roma’nın iktidarına boyun eğmek istemezler. Katolik Kilisesi, kuzeyden gelen Reform rüzgarları
karşısında sanat dogmalarını giderek sertleştirmeye başlamıştır. Venedik resim ekolü, Kilise’den kaçınmak için Hıristiyanlık konularından olabildiğince
uzak durmaya çalışır.
Kilisenin Kuşkuyla İzlediği Düğün
Paolo Veronese, Kana’da Düğün,
1562-63, tuval üstüne yağlıboya,
iktidarını ve nüfuzunu yitirmekten korkan Katolik Kilisesi 16. yüzyılda 669 x 990 cm. Louvre Müzesi, Paris.
Engizisyon’u kurarak din düşmanlığıyla suçladığı kişileri takip etmeye başladı. Bu
uygulama sanatı da kapsıyordu. Venedik’in en ünlü ve önemli ressamlarından
biri olan Veronese, sanatının coşkusu ve dünyeviliği, sınırsız görünen neşesi
yüzünden ve incil’den aldığı bazı konuları Venedikli kentsoylu eğlenceleri
şeklinde resmettiği için Engizisyon mahkemesi önüne çıkartıldı. Son Akşam
Yemeği resminde cücelerle soytarıların yanı sıra Reform hareketinin potansiyel
taraftarları gözüyle bakılan Almanları da betimlediğinden Kilise yargıçlarına
hesap vermek durumunda kaldı. Sanık mahkemeyi saf rolü oynayarak, biraz da
köylü kurnazlığına başvurarak atlatacaktı. Veronese mahkemede sanatsal
özgürlüğe atıfta bulunma cesaretini gösterdi ve “resmim o kadar büyük ki,
almayacağı figür yok" dedi. Her iki gerekçe Kana’da Düğün için geçerlidir. Her iki
resmin de incil'den bir olayı konu aldığı ilk bakışta anlaşılmaz. Altı metreye on
metrelik bir yüzeyi kapsayan Kana’da Düğün resminde, ki gelmiş geçmiş en
geniş tuvale yapılmış resimlerden biridir, muhteşem giysili efendilerle arı gibi
hizmet eden ayak takımı arasındaki İsa peygamber, yüzlerce kişiden biridir
sadece. Resme paralel yerleştirilmiş, ortasında İsa’nın oturduğu ziyafet sofrası
gerçi biraz Leonardo’nun eserini hatırlatır ama İsa’nın mucizeleri, özellikle suyun
şaraba dönüşmesi, Venediklilerin ihtişamının arasında kaynayıp gider. Işığa
doymuş aydınlık mizansende tüm tuvale dağılmış bir sürü değişik küçük sahne
vardır. O kadar canlı bir izlenim bırakırlar ki, resimdeki insanların sohbetini ve ön
plandaki küçük orkestranın namelerini neredeyse kulağımızda duyarız. Bu
gerçekçi izlenim resmin sağında ve solunda uzanan muhteşem Rönesans
saraylarının cepheleriyle de beslenir. Bakışımız bu cephelerin yanından ortaya,
trabzanın ardında keskin bıçaklarını delice sallayarak yemek hazırlayan aşçılara
doğru uzanır.
Veronese, 1553'ten ölümüne değin Venedik’te yaşadı ve çalıştı. Bu süre içinde kanallar kentinin tüm
Tek bir bütün oluşturacak şekilde birleştirilmiş değişik mizansenler ve resmin ihtişamını ve zenginliğini işleyen birçok resim yaptı. Klasik biçimlere aşkla bağlıydı, resimlerinde dev
kalabalık ve rengarenk havası Rönesans’ı izleyecek olan Barok döneminin mimari eserleri ve onların detaylarını yansıtmayı çok severdi. Bu ona bir çok devasa eser siparişi getirdi.
Bu siparişlerin altından ancak büyük atölyesinde istihdam ettiği bir çırak ordusunun yardımıyla kalkabildi.
haberciliğini yapmaktadır. Correggio’nun Kutsal Gece’sinde gördüğümüz Kana'da Düğün adını taşıyan dev resim, San Benedikt Tarikatı’nın San Giorgio Maggiore isimli
hareketli çizgiler, dramatik biçimde kıvranan bedenler ve etkileyici açık-koyu manastırına, mimar Andrea Palladio’nun inşaatını yeni bitirdiği Yemekhane için tasarlanmıştı. Rengarenk
fantazi giysiler taşıyan düğün misafirleri gayet rahat ve neşeli bir beraberlik içinde gözükürler. Resimde
efektler de şimdiden yeni bir resim anlayışının habercisidir; Rönesans’la Barok tam 132 kişi vardır. İsa da bu kalabalığın arasında alelade biri gibi oturur. Veronese’nin ünlü çağdaşları
arasında yer alan yeni üslup halkası Maniyerizm. da bu canlı cemaat içinde seçilebilmektedirler. Misafirleri ön plandaki küçük müzisyen grubu
eğlendirmektedir (kontrbasta Tiziano, kemanda Veronese ve viyolonselde Tintoretto).