Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 11

VI.

Uluslararası Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi Kongresi 12-14 Ekim 2016

BENZERLİKLERİYLE İKİ SIRADIŞI ŞAİR:


JULİAN TUWİM VE ORHAN VELİ KANIK

Nevra VARDAL ATAK


Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi,
Polonya Dili ve Kültürü Anabilim Dalı,
vardal@ankara.edu.tr

Özet
I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından 1795 yılında işgal
edilip bölünen Polonya’da yüz yirmi üç yıl süren esaret yıllarının sonuna gelinmiştir. Kısa bir tarih
aralığını içermesine rağmen, 1918-1939 yıllarını kapsayan süreç politik, tarihi ve sanatsal olaylarla
doludur. Bu dönemde ortaya çıkan Skamander adlı şiir grubunu oluşturan genç edebiyatçılar, romantizm
döneminden itibaren süregelen, sanatçıların omuzlarında taşıdıkları ağır yüklerden kurtulmak
istemişlerdir. Yurtseverlik, savaş, özgürlük gibi kavramların ağırlığını taşıyan yapıtlar bu dönemde biçim,
içerik ve dil olarak basitleşmiştir. Geçici deneyimlerin felsefi yansımalardan daha önemli olduğu
görülmektedir. Bunun yanı sıra, yeni sözcük üretme eğilimi, argo, mizah, ironi, satir ve gülmecenin
kullanılması Skamanderler’in yapıtlarının belirgin özelliklerini oluşturmaktadır. Bu grubun
kurucularından biri olan Julian Tuwim, yapılarında ortaya koyduğu yeniliklerle sanatsal skandallar
yaratmıştır. Polonya’da sıra dışı şiirleriyle Tuwim’in adı duyulurken, Türkiye’de de benzer bir ses kendini
var etmekteydi. İlk şiirini yayımladığı 1936 yılından öldüğü 1950 yılına kadar Orhan Veli Kanık yaşadığı
dönemin klasik ve geleneksel şiir anlayışını sarsarak, çok zengin ve çeşitli şiirleriyle adını Türk edebiyatına
yazdırmıştır. Sıradan insanı ve sokağın dilini şiire taşıyan bu iki şair, yaşamları ve sanata bakış açılarıyla
benzerlikler göstermektedir. Bu çalışmada bu iki sanatçının şiirleri örneklendirilerek benzerlikleri ortaya
koyulmaya çalışılacaktır.

Anahtar Sözcükler: Skamander, Garip Hareketi, Şiirsel Yenilik, İroni, Günlük Dil

WITH THE SMILIARITES TWO EXTRAORDINARY POETS:


JULIAN TUWIM AND ORHAN VELİ KANIK

Abstract

After the end of the First World War, the 123 years of captivity comes to an end in Poland which
was invaded and divided by Russia, Prussia and Austria in 1795. Although the range is so narrow, the
period between the years 1918-1939 is full of political, historical and artistic incidents. The Skamander
poetry group that appeared in this period attempts to unburden themselves from the artistic troubles that
have come all the way from the romantic period. The artistic works which have born the severity of themes
like patriotism, war and freedom acquire a simpler structure and nature both linguistically and content-
wise in this period. Transitory experiences are seen as having more significance than philosophical
reflection. In addition to that, tendency to the coinage of new words and the use of slang, humour, irony,
satire and comedy form the background of the major works of the Skamanders. Julian Tuwim, one of the
founders of this circle, leads to artistic scandals with the innovations he proposed in his works. While
Tuwin’s name appears everywhere with his marginal poems in Poland, a similar voice comes into
prominence in Turkey. From 1936, the year he published his first poem, and 1950, the year of his death,
Orhan Veli Kanık makes his mark in Turkish literature with his rich and various poems in which he shatters
the classical and traditional understanding of poetry of his time. These two poets, who bring the ordinary
individual and the language of the streets into poetry, bear similarities in their life stories and the way that
they perceive art. This study, in this respect, aims to explain these similarities by specifying examples from
the works of both poets.

Key Words: Skamander, Garip Movement, Poetic İnnovation, Irony, Vernacular Language
Nevra Vardal Atak

Türk edebiyatı Cumhuriyet döneminin çok sesli edebiyat sahnesinde Nazım Hikmet Ran’ın
öncülüğünü yaptığı serbest nazımcı toplumcular grubu aruz ve hece ölçüsü gibi geleneksel kalıpları yıkan
ve toplumu harekete geçiren şiirleriyle dönemin en çarpıcı edebi eğilimini oluşturur. Ancak, 1936 yılında
Varlık dergisinin sayfalarında üç arkadaşın, Orhan Veli Kanık (1914-1950), Oktay Rıfat (1914-1988) ve
Melih Cevdet Anday’ın (1915-2002) ortaya koyduğu, her türlü şairanelikten ve ideolojiden uzak, ölçüsüz
ve uyaksız, gerçeküstücü ve Dadacı izler taşıyan şiirleri yayımlanmaya başladığında, dönemin edebiyat
anlayışı da değişmek üzeredir. 1941 yılında imzasız bir biçimde yayımlansa da, aslında Orhan Veli’nin
kaleme aldığı, şiir biçemlerine yönelik eleştirilere bir yanıt niteliğinde, aynı zamanda bir manifesto olarak
da kabul edilebilecek, dergilerde yayımlanan şiirlerini topladıkları Garip başlıklı kitabın ‘Önsöz’ü ortaya
çıkar.
Şiire ilişkin düşüncelerin yer aldığı bu “Önsöz”de öne çıkan en belirgin yeniliklerin başında
şairlerin ölçü ve uyağa karşı duruşları yer almaktadır. Ayrıca, şiirin dilini günlük dille buluşturma,
dolayısıyla içeriğe de günlük hayatın kapılarını açma, her türlü söz sanatını, geleneği ve anlamsal kalıpları
şiirden kovma, önemli başlıkları oluşturur.
Garip hareketinin yaratıcıları Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet olmasına rağmen, Oktay
Rıfat ve Melih Cevdet’in sonraları şiir biçimlerini farklı bir çizgiye taşımaları nedeniyle, üç şairin
birlikteliği bozulur. Orhan Veli, kitabına Garip İçin başlıklı ikinci bir önsöz ekler. Bu bağlamda da Garip
hareketi sadece Orhan Veli’nin adına bağlanır. (Özkırımlı 1981: 429)

Garip’le birlikte yaşamın içindeki her parçayı korkusuzca şiirine dâhil edebilen şairin
başkahramanı sıradan adamdır. Oysa Türk edebiyatında estetiğe ve biçime önem veren klasik şiirin
kahramanları idealize edilmiş tipler olarak ortaya çıkarken; halkçıların yapıtlarında toplumun sorunlarını
ele alan ve politik yönü güçlü bir odak figür haline gelmişlerdir. Buna karşın Orhan Veli’nin sokağın diliyle
yarattığı, gücünü mizahtan ve ironiden alan şiirlerinde başkahramanı sıradan dertleriyle uğraşır.

Türkiye’de sıra dışı şiirleriyle Orhan Veli’nin adı duyulurken, Polonya’da da birbirine yakın
dönemlerde benzer bir ses yankılanmaktadır. 1894-1953 yılları arası yaşamış Julian Tuwim genç bir şair
olarak, Polonya edebiyatında 1918-1939 yılları arasını kapsayan İki Savaş Arası Dönem’de etkinlik
göstermeye ve yeni şiir biçimiyle Polonya edebiyatında adını duyurmaya başlamıştır.

Modernizm geleneğinden gelen ustaların şiir etkinliklerini sürdürdükleri 1918 yılında


Varşova’da bazı sesler duyulmaya başlamıştır. Bu sesler, Varşova’nın edebiyat kafesi Pod Pikadorem’de
şiirlerini okuyan, Pro Arte et Studio adlı dergide periyodik olarak yayım yapan genç sanatçılara aittir;
Ocak 1920’de ise kendi görüşlerini tartıştıkları Skamander dergisini çıkartırlar.(Miłosz 1996:443) Şair
grubunun adı olarak da anılacak olan dergi, adını Stanisław Wyspianski’nin Akropolis adlı dramasında
geçen“(…)Işıldayan Skamander Vistül’de dalgalarıyla parladığında…” cümlesinden alır. (Piechota
2006:710)

1918-1939 yılları arası etkinlik gösteren Skamander şiir grubunu oluşturan genç şairlerin amacı
öncelikle, şiiri üzerindeki ağırlıklardan kurtarmaktır. Bu ağırlıklarla kastedilen Polonya edebiyatında uzun
yıllar baskın bir biçimde devam eden yurtseverlik temasıdır. Bilindiği gibi Polonya 1795 yılında Rusya,
Prusya ve Avusturya tarafından bölünmüş ve yüz yirmi üç yıl boyunca Avrupa siyasi haritasından

2
Nevra Vardal Atak

silinmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Wilson İlkelerine göre II. Cumhuriyetini kurarak özgürlüğüne
kavuşmuştur. Bu uzun tutsaklık yıllarında sanatçılar, ulusal sorunlara dokunan yapıtlarıyla adeta özgürlük
savaşçıları gibi hareket ederek topluma yön vermişlerdir. Örneğin, romantizm döneminin büyük
isimlerinden Adam Mickiewicz yapıtlarıyla birçok ayaklanmaya önderlik etmiş, hapse atılmış, sürgüne
gönderilmiş ve hatta bir Polonya Lejyonu kurmak için geldiği İstanbul’da koleradan ölmüştür. Ancak,
özgürlüğün kazanıldığı 1918 yılıyla birlikte yapıtlardan tutsaklık izleri silinir artık. Bu bağlamda, Antoni
Słonimski’nin Czarna Wiosna (Kara Bahar) başlıklı şiirinde “Yurdum kurtuldu prangalardan / Atıyorum
Konrad’ın1 pelerinini omuzlarımdan” dizeleri yeni sanat anlayışını işaret etmektedir.

En önemli isimlerinden birinin Julian Tuwim’in olduğu grup, Skamander dergisinin ilk sayısının
önsözünde sanat anlayışlarını tıpkı Orhan Veli gibi açıklar. Bugünü yüceltme, günlük dili kullanarak
sıradan yaşamı şiire konu etme, geçici deneyimleri, felsefi yansımalardan daha önemli bulma bu önsözün
en önemli başlıklarındandır.

İki şairin benzerliklerinin çıkış noktasını oluşturan unsur büyük ölçüde, iki genç cumhuriyetin
çocukları olmalarıdır. Polonya, II. Cumhuriyet dönemiyle birlikte dinamik yeni bir düzen oluşturmuştur.
Bilindiği gibi, Kurtuluş Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla 1923 yılında Türkiye
Cumhuriyeti kurulmuştur. Kuşkusuz ki, uzun yıllar süren karanlık bir dönemin ardından gelen özgürlük
hem Polonya’da hem de Türkiye’de, sosyal yaşamın her alanında olduğu gibi edebiyatta da bir coşku
dalgasına neden olmuştur. İşte böyle bir ortamda Tuwim ve Kanık ilk gençlik yıllarında ortaya koydukları
farklı yönelimlerle şiire yeni bir soluk getirmişlerdir. Ancak, ilerleyen yıllarda iki ülkede de yaşanan siyasi
çalkantılar, ekonomik krizler ve tüm dünyada etki yaratan II. Dünya Savaşı’nın yansımaları nedeniyle bu
şairlerin, karakterlerindeki uçarılıkların durulmasının yanı sıra, yaratıcılıklarında da bir olgunluk dönemi
başlamıştır.

Öyle ki, Orhan Veli Garip’in 1945 yılındaki ikinci basımına eklediği önsözde şiirinin içeriksel
ve biçimsel bağlamdaki değişimine ilişkin eleştirilere yönelik şu yorumu yapmıştır: “Onları beş sene önce
yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra neden yaşadım.”(Onaran 1975:716)

Orhan Veli’nin biçimsel olarak estetiğe önem vererek, uyağa başvurarak yazdığı şiirlerinde
lirizm ön plana çıkar. Garip’ten sonra gelen Vazgeçemediğim başlıklı kitabında, Garip hareketini oluşturan
ilkelerden oldukça farklı yeni şiirleri yer alır. Uyak ve ses tekrarları çoğalmış, mizah azalmış, lirizm
yoğunlaşmıştır. Şair halk şiiri geleneği ve kaynaklarından faydalanmaya başlamıştır.

1946’da yayımlanan Destan Gibi başlıklı şiir kitabında ise Garip’ten çok uzaklaşmıştır artık.
Nurullah Ataç şairi yıkmaya çabaladığı geleneğe dönmekle suçlar. Özellikle İstanbul Türküsü başlıklı
şiirinde halk şiiri biçimine yaklaşmakla eleştirir.(Çağın 2012:19) Orhan Veli’nin biçemindeki değişikliği
geleneğe dönüş olarak yorumlayan eleştirilere karşı Bezirci ise şu yorumu yapar: “Orhan Veli geleneğe

1
Konrad ismi Polonya edebiyatında simgesel bir anlama sahiptir. Ruhani önder olarak kabul edilen Adam
Mickiewicz’in Dziady (Atalar) ve Konrad Wallenrod gibi dramalarında, yurdunu işgalden tek başına
kurtarmaya çalışan efsanevi başkahramanının adı Konrad’dır. Ayrıca, modernizm döneminin önemli ismi
Stanisław Wyspiański’nin ünlü draması Wyzwolenie’de (Kurtuluş) okurun karşısına çıkan başkahraman
yine Konrad’dır.

3
Nevra Vardal Atak

dönmeyi düşünmediği gibi, yolunu da değiştirmez. Onun burada yaptığı, halk şiirinden yararlanmadır.”
(1972:67)

Benzer değişimler Julian Tuwim’in sanatında da görülmektedir. Şairin yapıtlarındaki dinamizm


zamanla azalmaya ve olgunlaşmaya başlar. Şiirlerde dikkati ilk çeken dildeki değişimlerdir. Günlük dil
kullanımı klasik dil kullanımı yönünde evrilir yavaş yavaş. 1929 yılında yayımladığı Rzecz Czarnoleska
(Karaorman Ülkesi) başlıklı şiir kitabı Polonya klasiklerinin olduğu kadar, Horatius ve Puşkin gibi önemli
klasik isimlerin de izlerini taşımaktadır.

Gençlik iyimserliği, 1933 yılında yayımlanan Biblia Cygańska (Çingene İncili) başlıklı yapıtıyla
neredeyse silinmiştir. Tuwim’in, düşünceli bir havaya büründüğü bu döneminde, yapıtlarının karakteristik
özelliği olan sıradan insanı dar görüşlü bir ahmak olarak yorumlaması, çağdaş gerçekliğe yönelik eleştirileri
ve toplumsal temaları ele alması dikkat çekicidir.

1936 yılında yazdığı, ancak, hükümeti sert bir biçimde eleştirdiği için sürekli sansüre uğrayarak
parça parça yayımlanabilen Bal w Operze (Operadaki Balo) başlıklı kitabında şairin yirmili yıllardaki
iyimserliği artık tamamen yok olmuştur. Hitler Almanya’da, Stalin ise Sovyetler Birliği’nde yükselen iki
güç olarak dünyadaki politik dengeleri değiştirmek üzeredirler. Ülke içinde ise General Piłsudski’nin
yaptığı darbeyle demokratik sistem bir yana atılmıştır. Grevler ve ayaklanmalarla, tüm Avrupa’da başlayan
antisemitizmin güçlenmesiyle iç huzursuzluklar artmaktadır. Yaklaşan savaşın yükselmeye başlayan sesi
ve ülkede yaşanan gerginlikler Yahudi bir Polonyalı olarak Tuwim’in de şiirlerine yansımıştır kuşkusuz.
Operadaki Balo bu izleri en yoğun halde içeren yapıtıdır. Şiir Yohanna’nın Vahiy Kitabı’ndan alıntılarla
başlar ve biter. Bu alıntılar dünyanın sonu, yani kıyamet günü betimlerinden oluşmaktadır. Başlığında
yansıttığı gibi, şiir faşist diktatör Pantaktrator onuruna operada verilen bir baloyu anlatmaktadır. Balo
toplum ve yönetim arasındaki uçurumun bir simgesidir. Ancak, konukların arasında yer alan generaller,
hayat kadınları, dansçılar ve köylülerin yarattığı grotesk görüntüler aslında modern dünyanın şeytanlarını
da yansıtmaktadır: Askeri güç, baskın ideolojiler, seks ve para.

Politik bir satir olarak kabul edilebilecek Operadaki Balo sanatçının 1939 yılında II. Dünya
Savaşı’nın patlak vermesinden önce yazdığı son önemli yapıtıdır. Savaşın başlamasıyla Tuwim önce
Fransa’ya, ardından da Amerika’ya göç eder. Zaruri bir sürgün yaşamı sürdüğü bu yıllarda, Łódź kentinde
geçen çocukluk dönemine ilişkin anılarını epik bir dille yansıttığı Kwiaty Polskie (Polonya Çiçekleri)
başlıklı yapıtını yayımlar. Kitabın yazım aşamasında duygularını kız kardeşine yazdığı mektubunda şöyle
açıklar:

“Sevgili Irena, son beş yılda Polonya’da neredeyse hiçbir şey yazmamışken, burada aralıksız
yazıyor oluşumu nasıl açıklayabilirim? Sanırım Polonya’daki hava oldukça dayanılmazdı, sanki
bilinçaltıma sızmış ve şiirsel deliklerimi tıkamıştı. Buradaysa her şeyden önce, çok sevdiğim Polonya’yı
yeniden inşa etmek zorunda hissediyorum.” (Ratajczak 1995:115)

1940 yılında yazmaya başladığı bu yapıtını 1953 yılında tamamlar. Şiirler savaştan, faşist
ideolojilerden ve baskılardan önceki, adeta pastoral bir görüntüyle anımsadığı yurduna duyduğu özlemi
içermektedir. Şair savaşın bitmesiyle 1946 yılında Polonya’ya döner. Ancak, Stalin’in, sanat alanında da

4
Nevra Vardal Atak

sosyalist gerçekçilikle kendini gösteren baskıcı rejimi dolayısıyla, öldüğü 1959 yılında kadar Polonya
Çiçekleri’nin dışında herhangi bir üretimde bulunamaz.

Julian Tuwim ve Orhan Veli’nin yeni edebi yönelimlere öncülük etmiş iki sanatçı olarak
yapıtlarında birçok ortak ize rastlamak mümkündür. Bu ortak izlerin başında yeni sanat anlayışlarının
yansımaları gelmektedir. Bu bağlamda, Tuwim’in Do Krytyków (Eleştirmenlere) başlıklı şiiriyle, Orhan
Veli’nin Sabaha Kadar başlıklı şiirinin yakınlığı dikkat çekicidir. Skamander şiir hareketinin özelliklerine
Eleştirmenlere şiiri adeta ayna tutar: Mayıs geldiğinde/ Genellikle gezinirim, saygıdeğer beyler, /Tramvayın
ön bölümünde!/ Baştan aşağı delip geçer kent beni!/ Aklımda neler olur biter:/ Hız, telaş, ateşler, cevherler/
Tepeden tırnağa neşe,/ En keyif vereni ise dönüşlerde!/ Dönüşlerde – kesinlikle/ Açarım kollarımı zevkle,
/Ağaçlar bir ilhamın esintisinde / Baharın kokusuyla delirir, / Patlatır tomurcuklarını sevinçle,/ Sokaklarda
alarm sesleri/ Mayıs, mayıs diye! / İşte böyle giderim tramvayın ön bölümünde/ Saygıdeğer aziz beyler!

Eleştirmenlere başlığı okuyucuda sanatsal bir tartışma içeren ağır bir konuyla karşılaşacağı
duygusu uyandırsa da, aslında şiirin bütünü ciddi bir yapıdan oldukça uzaktır. Şiirin kendisi “saygıdeğer
aziz beylere, eleştirmenlere” verilmiş bir yanıt niteliğindedir. Çünkü şiir yazmak için toplumsal ya da
sanatsal konulara ya da ağır bir dile gerek yoktur. Tramvaya binmek, bahar havasının tadını çıkarmak yani
gündelik yaşamın içinden ayrıntıları kullanmak şiirin içeriği için uygun seçeneklerdir. Benzer durum Orhan
Veli’nin Sabaha Kadar başlıklı şiirinde gözlenir: Şu şairler sevgililerden beter;/Nedir bu adamlardan
çektiğim?/Olur mu böyle, bütün bir geceyi /Bir mısranın mahremiyetinde geçirmek?/Dinle bakalım,
işitebilir misin?/Türküsünü damların, bacaların /Yahut da karıncaların buğday taşıdıklarını
/Yuvalarına?/Beklemesem olmaz mı güneşin doğmasını /Kullanılmış kafiyeleri yollamak için, /Kapıma
gelecek çöpçülerle, /Deniz kenarına? /Şeytan diyor ki: «Aç pencereyi; /Bağır, bağır, bağır; sabaha kadar.
(Kanık 2003:52)

Skamander ve Garip hareketlerinin özelliklerini taşıyan bu iki şiirde de öncelikli olarak eleştirilen,
geleneksel sanat anlayışıdır. Üstün şiiri ve biçemini yaratmanın peşinde sabaha kadar çabalayan geleneksel
sanatçıların yaratıcılıklarını eleştirir Orhan Veli. Şiirin içeriği için pencereden dışarı bakmak yeterlidir. Bu
yaşam coşkusu iki şiirin de son bölümlerinde zirveye ulaşır. Orhan Veli içindeki özgürlük duygusunu
sabaha kadar bağırarak aktarmak isterken, Tuwim’de bu durum Mayıs! Mayıs! biçimindeki haykırışlara
dönüşmüştür.

Sıradan olayların yanı sıra sıradan insanın, sıradan dertlerinin şiire girmesi de dönemin geleneksel
şiir çevrelerinde skandal yaratmıştır. Bu bağlamda Orhan Veli’nin Kitabe-i Seng-i Mezar başlıklı şiirinin
başkahramanı Süleyman Efendi için yazdıkları anlamlıdır: Hiçbir şeyden çekmedi dünyada /Nasırdan
çektiği kadar; /Hattâ çirkin yaratıldığından bile /O kadar müteessir değildi; /Kundurası vurmadığı
zamanlarda /Anmazdı ama Allahın adını, /Günahkâr da sayılmazdı. /Yazık oldu Süleyman Efendi'ye (Kanık
2003:45)

Mezar taşı kitabesi anlamına gelen kitabe-i seng-i mezar, ölen devlet adamlarına veya
kahramanlıkta bulunan şehit askerlerin mezar taşlarına, onların yaptıkları işlerdeki başarılarını ve
kahramanlıklarını anlatmak, övmek amacıyla yazılan yapıtlardır. Bu noktada Orhan Veli’nin ironik bir
başlık seçtiği oldukça açıktır. Çünkü şiirde ele alınan Süleyman Efendi nasırdan başka hiçbir şeyden

5
Nevra Vardal Atak

çekmeyen, oldukça sıradan bir karakterdir. Bunun yanı sıra, yapıtta kullanılan nasır ve kundura gibi
sözcüklerle, Kanık hem divan hem de halk şiirinde egemen olan romantizm anlayışına da bir karşı duruş
sergilemektedir.

Süleyman Efendi’nin nasırından çektiğini Tuwim’in Garbus (Kambur) şiirinin başkahramanı da


kamburundan çekmiştir: Kravatlar güzel ama /onlardan bana ne bu kambur varken
sırtımda?/(…)Gökkuşağından kopmuş olsa bile /Hatta olsa da papağanların renginde /Kimse, "ne güzel
bir kravat!" demezdi de /Aksine "ne korkunç bir kambur!" herkesin dilinde .

Tuwim Polonya edebiyatında yıllardır süregelen bir geleneği bozmuş, sıradan insanın çirkinliğini
şiire konu ederek, döneminin en önemli yeniliklerinden birini gözler önüne sermiştir .

Yaşamaya karşı besledikleri tutkulu heyecanı yansıtan yenilikçi şiirlerinin yanında, iki şairin de
çocuk şiirine özel bir ilgi duyduklarını ifade etmek gerekir. Tuwim’in çocuklar için yazdığı ve bazılarında
tekerleme özellikleri gözlenen şiirleri dikkat çekicidir. Orhan Veli La Fontaine’den yaptığı çevirileriyle
birçok fablı Türkçe’ye kazandırmanın yanı sıra, anlatımındaki masalsılık ve çocuksuluktan faydalanmak
için tekerlemeleri sıklıkla kullanmıştır. Gözlerim başlıklı şiirinde: “Gözlerim, Gözlerim nerde? /Şeytan aldı
götürdü; Satamadan getirdi. / Gözlerim, Gözlerim nerde?”(Kanık 2003:41) dizeleriyle tekerleme söz dizisi
kullanır. Tuwim ise Kotek (Kedicik) başlıklı şiirinde kullandığı masalsı anlatım ve tekerlemeyi çağrıştıran
ses tekrarlarıyla benzer bir biçem oluşturur: Mırıldıyor kedicik: miyav /neyin var küçük mırnav /vardı diyor
bir tas sütüm /şimdi bomboş içi/isterim yenisini(…)2

Şu noktayı da eklemek gerekir ki, her iki şair de çocuk şiirlerini toplumsal gelişmelerden kopuk
yaratmamıştır. Örneğin, Tuwim’in Bambo başlıklı şiirinde zenci bir çocuğun öyküsü anlatılmaktadır.
1920’li yıllarda diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Polonya’da da zenci bir çocuk beyaz çocuklarla aynı
haklara sahip değildir. Aynı oyunları oynamalarına, aynı yaramazlıkları yapıyor olmalarına rağmen,
renkleri çocukları birbirinden ayırmaktadır: Bambo, zencisi Afrika’nın /Siyah teni vardır bizim bu
arkadaşımızın. /Sabahlar boyunca gayretle çalışır,/İlk zenci kitabını öğrenmeye uğraşır. /Okuldan eve
döndüğü zaman /Haşarılık, haylazlık - onun işi o an. (…)/O neşeli, zenci Bambo yazık ki! /Okula bizimle
gelemez ki!

Bu şiirin temasına benzer bir konu, Orhan Veli’nin Kuyruklu Şiir başlıklı yapıtında görülmektedir.
Orhan Veli -Tuwim’den farklı olarak- ırksal ayrılıklar yerine iki kedi üzerinden sınıfsal farklılıklara
değinmiştir: Uyuşamayız, yollarımız ayrı; /Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi; /Senin yiyeceğin, kalaylı
kapta; /Benimki aslan ağzında; /Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik. /Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
/Kolay değil hani, /Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.(Kanık 2003:136) İki şiirin de masalsı bir anlatımı
olmasına rağmen, şairlerin önemli konulara çocuk şiirleri biçiminde değinmesi dikkat çekicidir.

Zaman içerisinde Orhan Veli’nin Garip hareketinin, Julian Tuwim’in ise Skamander hareketinin
başlarındaki gençlik dinamizmleri azalmaya başlar. Şiirler içeriksel olduğu kadar biçimsel olarak da

2
Şiirin orijinalinde bulunan ses tekrarları şöyledir: Miauczy kotek: miau! /- Coś ty, kotku, miał? /- Miałem
ja miseczkę mleczka, /Teraz pusta już miseczka, /A jeszcze bym chciał.

6
Nevra Vardal Atak

değişim gösterir. Sanatçıların olgunluk dönemlerini yansıttıkları bu değişimde, kendi kökenlerine dönüşleri
dikkati çeker. Orhan Veli’nin halk şiirine dönüşü İstanbul Türküsü başlıklı şiirinde belirgin bir hâl almıştır.
Örneğin, İstanbul'da, Boğaziçi'nde / Bir fakir Orhan Veli’yim; / Veli’nin oğluyum, / Tarifsiz kederler içinde.
/ Urumelihisarı'na oturmuşum; / Oturmuş da bir türkü tutturmuştum: / “İstanbul’un mermer taşları; /
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları; / Gözlerimden boşanır hicran yaşları; / Edalı'm, Senin
yüzünden bu hâlim." (Kanık 2003:74) dizelerinde geleneksel Türk şiirinin izleri ortaya çıkar. Şair alaydan
uzaklaşmış, halk şiiri ve halk türkülerinden faydalanmış, ses tekrarları, sözcük tekrarlarıyla bir uyum
yakalamaya çalışmıştır.

Tuwim de Polonya klasik şiirinin bel kemiği olan Rönesans dönemine yönelir. Pastoral
görüntünün önemli bir yer tuttuğu bu dönemde, doğanın ritmi şairlere neşe ve yeni bir sanatsal yaratıcılık
kazandırır. Örneğin, Rönesans dönemi şairi Jan Kochanowski saray yaşamının hareketliliğinden sıkılarak
sakin ve özgür bir yaşamı özlediği için Lublin yakınlarındaki, Karaorman olarak adlandırılan kırsal bölgeye
yerleşir ve burada yaratıcılığını zenginleştirir.3 Na Dom Czarnolesie (Karaormandaki Eve) ve Na Lipę
(Ihlamur Ağacına) gibi, bu yöreye ilişkin birçok şiiri vardır. Tuwim’in de klasik döneminin özelliklerini
taşıyan kitabına Karaorman Diyarı ismini vermesi kuşkusuz ki tesadüf değildir. Kochanowski’nin
sanatçılığı Tuwim için rafine sanatın ve klasik bir huzurun simgesi olmuştur. Bu bağlamda, sanatında
başlayan değişimi Rzecz Czarnoleska (Karaorman Diyarı) başlıklı şiirinde bulmak mümkündür. “Bir düzen
doğuyor karmaşadan bir mutlaklık / Ve bir anın eşsizliği, maddenin ölçüsüzlüğü / Kendi sonluğuna
uzandığında / Ve söylediğinde kendi adını.” dizelerinde olduğu gibi şiirin bütününde, sanatın harfler,
heceler ve sözcüklerle yeni bir yapı kazanarak adeta karmaşadan bir düzen doğurduğu düşüncesi
yansıtılmaktadır.

Bir başka benzerlik sanatçıların yaratıcılıklarının son dönemlerinde giderek artan duygusallık ve
karamsarlıkta kendini gösterir. Örneğin, şairlerin, içinde kahkahalar atarak yaşam coşkusuyla dolaştıkları
çok sevdikleri kentlerine karşı bakış açıları değişmeye başlamıştır. Önceleri gençliğin ve güneşin
aydınlattığı sokaklar ve caddelerin kaldırımları şimdi felaket görüntüleriyle doludur. Tuwim sadece
tramvayla kenti dolaşırken bile mutlulukla dolup taşarken, Biblia Cygańska (Çingene İncili) başlıklı
kitabında yer alan Mieszkańcy (Kentliler) başlıklı şiirinde içinde bulunduğu karamsar havayı açıkça
hissettirmektedir: Kentlerde korkunç evler. Bu korkunç evlerde /Korkunç biçimde yaşar korkunç kentliler.
/(…)Sabahtan başlarlar saçmalamaya, saçmalar sayıklarlar, /Yağmurdu, yoldu, şuydu, buydu /(...)Sonra
yine Ford’tu... sinemaydı... /Tanrı’ydı... Rusya’ydı...radyoydu... spordu… savaştı.../(...)Sonra dua edeler.
“Koru beni ani ölümden... /..savaştan... açlıkla etme terbiye... ahiret huzuru ver” diye /Uyurlar sonra
düşmüş göğüslerine çeneleri /Korkunç evlerin korkunç kentlileri.4

Orhan Veli’nin şiirinde de benzer bir değişim söz konusudur. Gözleri kapalı dinlediği İstanbul’un
cıvıl cıvıl seslerinin yerini, Yenisi başlıklı kitabında yer alan Ölüme Yakın adlı şiirinde adeta sessizlik
almıştır: Akşamüstüne doğru, kış vakti;/Bir hasta odasının penceresinde; Yalnız bende değil yalnızlık hali;

3
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için Bknz. Taluy Yüce, Neşe, Ortaçağdan Barok’a Polonya Edebiyatı, Ankara
Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1999.
44
Çev. Neşe Taluy Yüce

7
Nevra Vardal Atak

/Deniz de karanlık, gökyüzü de;/ Bir acayip, kuşların hali. /(…)Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;/-
Akşamüstüne doğru, kış vakti -/Benim de sevdalar geçti basımdan. /Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
/Zamanla anlıyor insan dünyayı./Ölürüz diye mi üzülüyoruz?/Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
/Kötülükten gayri? /Ölünce kirlerimizden temizlenir, /Ölünce biz de iyi adam oluruz; /Şöhretmiş, kadınmış,
para hırsıymış, /Hepsini unuturuz.(Kanık 2003:103)

Tuwim ve Orhan Veli’nin şiirlerindeki ortak izlerden bir diğeri II. Dünya Savaşı’dır. Bilindiği
gibi, Polonya savaştan en çok yara alan ülkelerin başında gelmektedir. Bir yanda Nazi Almanya’sının
diktatörü Hitler, diğer yanda komünizmin diktatörü Stalin’in yayılmacı politikaları arasında ezilmiştir.
Türkiye her ne kadar savaşa katılmamış bir ülke olsa da, tüm dünyayı derinden sarsan savaşın yarattığı
huzursuzluk sosyal yaşantının her alanında hissedilmiştir. Bu bağlamda, Orhan Veli’nin savaşı ironik bir
tavırla eleştirdiği Tereyağ başlıklı şiirinde Hitler’e bir çocuğun sesiyle seslenilir: „Hitler amca! / Bir gün
bize de buyur. / Kâkülünle bıyıklarını / Anneme göstereyim. / Karşılık olarak ben de sana / Mutfaktaki
dolaptan aşırıp / Tereyağı veririm. / Askerlerine yedirirsin.”(Kanık 2003:226)

Ancak bu çocuksu tondaki ironi, Karanfil şiirinde yerini hüzne bırakmıştır: “Hakkınız var, güzel
değildir ihtimal /Mübalağa sanatı kadar /Varşova'da ölmesi on bin kişinin /Ve benzememesi /Bir motörlü
kıtanın bir karanfile /'Yarin dudağından getirilmiş'” .(Kanık 2003:212)

Tuwim ise II. Dünya Savaşı patlak vermeden kısa bir süre önce yazdığı Do Prostego Człowieka
(Sıradan Adama) başlıklı şiirinde, savaşların gerçek nedenlerinin tümüyle ekonomik temelli olduğunu,
insanlarınsa ulusal söylemlerle bu vahşi girdaba çekildiğini şu dizelerle anlatır. (…) Ah, benim cahil
dostum!/ Buradan ya da başka bir dünyadan olan komşum! /Şunu bil ki, dehşetle vuruyor çanlarına /Koca
göbekli krallar; /Bil ki bu bir zırvalık, her zaman bir saçmalık, /Seslendiklerinde sana: “Tüfek omza!”
/Onlar için bir yerlerde petrol fışkırmış /Ve dolarlar taşmıştır.

Ancak, Tuwim’in savaşın Polonya’da yaşanmasının ve şairin savaşın yarattığı enkaza tanık
olmasının ardından Paris’te yazdığı Lekcja (Ders) başlıklı şiirinde Orhan Veli’ninkine benzer bir hüzün
görülmektedir: (…) Öğren, çocuk, Lehçe konuşmayı: /Dilin evinin önündekilerdir, mezarlıklar, /Küçük
mezarlıklar, hani içindeki büyük kabristanların, /İşte bunlar senin ilk okuma kitabın.

Birbirine yakın dönemlerin şairleri olan Tuwim ve Kanık yaratıcıklarındaki değişimler ve


şiirlerindeki ortak izler bağlamında oldukça benzerlik gösteren iki büyük sanatçıdır. “O. Veli eskiye
duyduğu tiksinti ve yalınlığa duyduğu tutkunlukla şiirden imgeyi, ölçüyü, uyağı, edebi sanatları kovmuş,
“geçmiş edebiyatların bize öğrettiği her şeyi, bütün geleneği atmak” istemiş,”(TTA, Orhan Veli Kanık:39)
Tuwim ise “bu günün şairi olmak istemiş, tüm inancını ve tüm ‘programını bugün üzerine kurgulamıştır.” 5

Her iki şair de şiire getirdikleri dilsel, içeriksel ve biçimsel yeniliklerin yanı sıra, ulusal fobilere
ve korkulara yönelik ironik bakış açıları nedeniyle kendi dönemlerinde sert eleştirilere maruz kalmış, ancak,
gençlik heyecanlarının gücüyle üretmeye devam etmiştir. Çıkış noktalarını özgürlük kavramı oluşturmuş,
yaşamın içinde yer alan her şeyi şiire korkusuzca dâhil etmişlerdir. Kendilerinden sonra gelen sanatçılarda

5
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için Bknz. Kolegium Redakcyjne. ‘Słowo Wstępne’. Skamander Miesięcznik
Poetycki I (1920):3-5.

8
Nevra Vardal Atak

izler bırakan Orhan Veli çağdaş Türk edebiyatında, Julian Tuwim ise çağdaş Polonya edebiyatında şiiri
geleneksel kalıpların zincirlerinden kurtaran öncü isimlerden olmuşlardır. Bu bağlamda, farklı ülkelerde
yaşamış ve yüksek olasılıkla birbirlerinin sanatlarından haberi olmayan bu iki şairin yapıtları ve sanata
bakış açıları karşılaştırıldığında, birçok ortak yön açığa çıkmıştır. Orhan Veli “Edebiyat tarihinde her yeni
akım, şiire yeni bir sınır getirdi. Bu sınırı elden geldiğince genişletmek, daha doğrusu, şiiri sınırdan
kurtarmak bize düştü!”(Salihoğlu 1995:157) derken, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet dışında sanki Tuwim’i
de kastediyor gibidir. Tuwim Garip’te, Orhan Veli ise Skamander’de aynı sanat programı altında yazan,
birbirine aşina iki dost gibidir. Farklı dillerde yazan bu iki özgün kalem bir araya getirildiklerinde
mükemmel bir denge oluşturur ve adeta okurun zihninde bir Orhan Veli şiirinin son dizesini çağrıştırır: “Şu
dünyada topu topu / İki milyar kişiyiz / Birbirimizi biliriz.” (Kanık 2003:234)

9
Nevra Vardal Atak

KAYNAKÇA

 Bezirci, Asım (1972). Orhan Veli, İstanbul: Oluş.


 Çağın, Şerife (2012). ‘Yeni Şiirin Peşinde: Nurullah Ataç ve Garipçiler’. Yeni Türk Edebiyatı
Dergisi (5):7-29.
 Kolegium Redakcyjne ‘Słowo Wstępne’. Skamander Miesięcznik Poetycki I (1920):3-5
 Miłosz, Czesław (1996). Historia Literatury Polskiej. Kraków: Znak.
 Onaran, Mustafa Şerif (1975). ‘Orhan Veli’de Ozansılık’. Türk Dili Dergisi XXXII (291): 715-
722.
 Özkırımlı, Atilla (1981). ‘Türk Yazın Tarihinde Akımlar’. Türk Dili Dergisi I (349): 411-435.
 Piechota, Marek, ed (2006). Słownik Literatury Polskiej. Katowice: Videograf.
 Ratajczak, Józef (1995). Julian Tuwim. Poznań: Rebis.

 Salihoğlu, Hüseyin (1995). 20. Yüzyıl Edebiyat Sanatı. Ankara: İmge.


 Taha Toros Arşivi, Orhan Veli Kanık (39).
 Taluy Yüce, Neşe (1999). Ortaçağdan Barok’a Polonya Edebiyat. Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi.
 Veli, Orhan (2003). Bütün Şiirleri. İstanbul: YKY.

10
Nevra Vardal Atak

11

You might also like