Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 15

HAVA KİRLİLİĞİ, SERA GAZI ETKİSİ VE İKLİM DEĞİŞİMİ

‘…eğer atmosferdeki CO2 miktarı 2 katına çıkarsa, dünyanın ortalama


sıcaklık değeri 5.7 0C artacaktır…’
Svante Arrhenius, 1896

1.GİRİŞ

Dünya atmosferi, insan kaynaklı endüstriyel emisyonları absorbe edebilecek kadar büyük bir
rezervuara sahip gibi gözükse de aslında dünya üzerinde çok ince bir tabaka kalınlığındadır.
Dünyayı bir meyveye benzetirsek içinde yaşadığımız atmosfer meyvenin kabuğundan daha
incedir (Hardy 2003). Atmosfer troposfer, stratosfer, mezosfer ve termosfer olmak üzere dört
ana tabakadan oluşur. Dünyayı saran atmosfer sadece canlılara yaşama olanağı sağlamakla
kalmaz, güneşten ve uzayın derinliklerinden gelen kozmik ışınlara ve diğer tehlikeli
ışınımlara karşı bir kalkan görevi de görür. Canlıların yaşamını sürdürdüğü, hava olaylarının
meydana geldiği tabaka atmosferin en alt tabakası olan troposferdir.

Atmosferin %99,9’unu meydana getiren gazlar azot (%78,09), oksijen (%20,95) ve argondur
(%0,93). Sera gazları ise atmosferde eser miktarda bulunan, ancak iklim üzerinde etkisi büyük
olan karbon dioksit (CO2), metan (CH4), karbon monoksit (CO), azot oksitler (NOx),
kloroflorokarbonlar (CFCs) ve ozon (O3) gibi gazlardır. Su buharı da atmosferde yaygın
olarak bulunur (%0,5-4) ve iklim üzerinde önemli etkisi vardır ( Hardy 2003).

İklim değişikliği ile ilgili ilk çalışmalar günümüzden yaklaşık 150 yıl öncesine
dayanmaktadır. İlk olarak 1859 yılında John Tyndall isimli bir bilim adamı su buharı ve CO2
gibi bazı gazların konsantrasyonundaki değişimin iklim değişikliğine sebep olacağını
söylemiştir. 1896 yılında ise Svante Arrhenius tarafından antropojenik kaynaklı CO2’nin
sebep olduğu global ısınma miktarı hesaplanmıştır. Dünyanın giderek ısındığı gerçeği ise ilk
olarak 1938 yılında Guy Stewart Callender tarafından ortaya konmuştur. Yaklaşık 30 yıl
kadar sonra 1970’li yılların başında insan yapımı kloroflorokarbonların strotosferik ozonu
tükettiği ve aynı zamanda CFCs, metan ve ozonun sera etkisi gösterdiği bulunmuştur. 1977
yılında bilim adamları gelecek yüzyılın en önemli sorununun küresel iklim değişikliği ve
bunun doğuracağı sonuçlar olacağını belirtmişlerdir. 1987 yılında pek çok ülke tarafından
ozonu tüketen gazların kullanımına kısıtlama getiren Montreal Protokolü imzalanmıştır.
1990’lı yıllara gelindiğinde ise atmosferik aerosolun soğutma etkisi olduğu bulunmuştur.
Buna dayanarak global sıcaklık artışında sera gazlarının pozitif bir etkiye sahip olması
yanında atmosferik aerosollerin negatif bir etki oluşturacağı kabul edilmiştir (Weart 2008).

2.İKLİM SİSTEMİ

İklim sistemi, içinde yaşadığımız dünyada atmosfer, karasal alanlar, yüzeysel su kaynakları,
kar, buzullar gibi bileşenlerin birbiri ile etkileşmesi sonucu meydana gelen bir sistem olarak
tanımlanır. Başka bir ifadeyle ‘iklim sistemi’ atmosfer, hidrosfer ve biyosferin tamamı ve
bunların karşılıklı etkileşmeleridir. İklim sisteminin bileşenleri iklimlerin farklı olmasını
sağlar. İklim genellikle ortalama hava şartları olarak tanımlanır. Bir bölgenin iklimi sıcaklık,
yağış, rüzgâr gibi faktörlerin belli bir zaman dilimi içindeki (genellikle 30 yıl) ortalamaları ve
eğilimleri dikkate alınarak belirlenir. İklim zaman içinde kendi içindeki dinamizm ve dış
etkenler sebebiyle değişime uğrayabilir. Volkanik patlamalar, güneş radyasyonundaki
değişimler ve atmosferin yapısında insan kaynaklı kirleticilerin meydana getirdiği farklılıklar
iklimin değişmesine neden olan dış etkenlerdir.

2.1.Sera Etkisi

Güneşten dünyaya gelen radyasyon spektrumda görünür bölgede yer alan çok kısa dalga
boylarındadır. Solar Radyasyon iklim sistemini etkileyen bir faktördür. Dünyanın radyasyon
(ışınım) dengesinin değişimi üç şekilde olabilmektedir. Bunlar (1)Dünyanın yörüngesinde
veya güneşte meydana gelecek değişiklikler sonucunda dünyaya ulaşan solar radyasyon
miktarında değişim olması, (2)Güneş radyasyonunun yansıma oranında değişim olması (bu
değişim Albedo olarak tanımlanır; bulut örtüsü, atmosferik partiküller ve bitki örtüsü gibi
faktörlerden etkilenir), (3) Dünyadan uzaya geri yansıyan uzun dalga boylu radyasyon
miktarında değişim olması (sera gazları konsantrasyonundaki farklılık nedeniyle olan
değişim gibi). Bu değişimler iklim üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak etki yaratmaktadır.

Şekil 1’de yerküre ve atmosfer arasındaki enerji dengesi gösterilmektedir. Gün boyu dünya
atmosferinin en üst noktasına ulaşan enerji miktarı yaklaşık 1370 Watt/m2’dir ve bu miktarın
ortalama dörtte biri (342 Watt/m2) dünyaya ulaşmaktadır. Atmosfere ulaşan güneş enerjisinin
yaklaşık üçte biri uzaya geri yansıtılır. Bu yansımanın yaklaşık 2/3’ü (77 Watt/m2) bulutlar ve
küçük partiküller (aerosoller) tarafından gerçekleştirilir. Geri kalan 1/3’lük (30 Watt/m2)
kısım dünya yüzeyindeki beyaz (kar, buz, çöl) alanlardan yansıtılır. Atmosferdeki aerosol
miktarındaki büyük değişimler bu yansıma oranında değişimler oluşturur. Örneğin büyük
volkanik patlamalar sonucu atmosfere fazla miktarda aeresol verilir, buna karşın yağışlarla
atmosferdeki aeresoller yıkanarak giderilir. Yağmurla temizleme ile oluşan aeresol azalması
kısa sürelerde etkisini gösterirken, volkanik patlamalar sonucu atmosfere karışan aeresoller
bulutların üst kısımlarına kadar ulaşabilirler ve iklim üzerindeki etkileri birkaç yıl sürebilir.
Büyük volkanik patlamalar ortalama global yüzey sıcaklığını yılda 0,5 oC kadar düşmesine
sebep olabilir (IPCC, 2007). Bu doğal yollarla oluşan aeresoller yanında insan kaynaklı
aeresollerin de atmosfere karışması ile güneş ışığının yansıyan miktarında artış oluşacaktır.

342 W/m2
165 W/m2 40 W/m2 30 W/m2

67 W/m2
77 W/m2 Atmosferde
Absorblanma

390 W/m2 324 W/m2


30 W/m2 Yüzey Sera Gazları
168 W/m2 Radyasyonu etkisiyle
Yüzeyde yüzeye dönen
Absorblanma Radyasyon

Şekil 1: Yerküre ve Atmosfer arasındaki enerji dengesi


Atmosfere ulaşan güneş enerjisinin geri kalan üçte ikilik kısmı ise yeryüzü ve atmosfer
tarafından absorbe edilir. Enerji dengesinin kurulabilmesi için Dünya absorbe edilen enerji
kadar aynı miktarda enerjiyi uzaya geri yansıtmalıdır. Ancak Dünya güneşten daha soğuk
olduğundan yansıttığı enerjiyi daha uzun dalga boylarında, insanlar tarafından görülemeyen
kızılötesi ışınlar olarak yansıtır. Yeryüzü ve atmosfer tarafından absorbe edilen güneş
enerjisine eşit miktarda enerji çıkışı olması durumunda dünya yüzeyinin sıcaklığının -19oC
olması gerekir. Ancak karalar ve okyanuslar tarafından yansıtılan bu termal radyasyonun bir
kısmı atmosfer ve bulutlar tarafından absorbe edilerek tekrar dünyaya gönderilir. Dünya
yüzeyinin ısınmasına neden olan bu olay neticesinde dünya yüzey sıcaklığı yaklaşık 14 oC
değerine ulaşmaktadır (IPCC, 2007). Atmosferin güneşten aldığı enerjiyle olması
gerektiğinden daha sıcak olmasını sağlayan olaya atmosferin sera etkisi denir. Atmosferin
sera etkisi hava sıcaklığını yaklaşık 33 0C arttırmıştır.

Dünya yüzeyindeki bu sıcaklık artışının, yani sera etkisinin nedeni sera gazlarıdır. Sera
Gazları, yüzeyden atmosfere yansıyan uzun dalga boylu ışınların atmosfere ulaşmasını
engelleyen bir örtü vazifesi görmektedir. Bu olaya sera etkisi denmesinin sebebi tarımda
kullanılan ve camdan çatısı ve duvarları olan seralara benzetilmesidir. Bu seralarda içerideki
hava akımı azalır ve sıcaklık yükselir. Isınıp yükselen sıcak hava ise içeride hapsedilir.
Atmosferin sera etkisi ise bazı fiziksel prosesler bakımından benzerlik gösterse de daha
farklıdır. Atmosferde bulunan karbondioksit (CO2), su buharı (H2O), ozon (O3) ve sıvı bulut
damlacıkları, yeryüzünden yayılan ışınımı yutarak ısınırlar. Bu gazların ısınan molekülleri
havanın diğer molekülleri ile çarpışarak atmosferin diğer kısımlarının da ısınmasına neden
olur. Ayrıca bu gazlar ısındığında kendileri ışınım yaymaya başlar. Bu ışınımın bir kısmı
uzaya kaçar, bir kısmı ise yeryüzüne geri döner. Yeryüzünün güneş ışınımı yanında kazandığı
ek ışınım atmosferin sera etkisini oluşturur (Kadıoğlu 2001).

2.2. İklim Değişikliği

İklim değişikliği, ‘karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek


olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri
sonucunda iklimde oluşan değişiklikler’ olarak tanımlanmaktadır (BMİDÇS 2003).

İklim değişikliği yeni bir olay değildir. Geçmişte karbon dioksit seviyesinin bugüne göre çok
daha yüksek ya da çok düşük olduğu dönemler (Antarktika’nın tropikal bir cennet olduğu ve
ekvator bölgesinin buzla kaplı olduğu dönemler) olmuştur. Ancak insanoğlunun var
oluşundan beri yaklaşık 10000 yıldır dünyanın iklimi daha kararlı bir hale gelmiştir (Walker
ve King 2008).

Atmosferdeki CO2 miktarı ve iklim üzerindeki etkisinin belirlenebilmesi, insan


faaliyetlerinden kaynaklanan CO2 ve atmosferin yapısındaki farklılıkların bir bütün olarak
değerlendirilmesini gerektirmektedir. Birbirini etkileyen çok sayıda karmaşık faktör
mevcuttur. Atmosferde önemli bileşiklerin yarı ömürlerinin saptanması ve sera gazı
haznelerinin ne kadar etkili olduğunun belirlenmesi önemli bir konudur. Emisyonların
kontrolü için her ne kadar yeni düzenlemeler yapılsa da iklimlerin kendi yapısından
kaynaklanan ve yıldan yıla değişim gösteren bir yapısı vardır. Ayrıca volkanik patlamalar gibi
nadir olarak gerçekleşen doğal olayların etkisi de göz ardı edilemez.

Dünyada 1850 yılından sonra düzenli olarak sıcaklık kayıtları mevcuttur. Şekil 2’de
endüstriyel devrin başlamasından itibaren dünyadaki sıcaklık ve CO 2 konsantrasyon değişimi
görülmektedir (Metcalfe 2005). Bu veriler sera gazlarının miktarı ve global ısı değişimleri
arasındaki benzer trendi açıkça göstermektedir.

7000

Sıcaklık Değişimi
sıcaklık

CO2 Emisyonu
6000

(milyon ton)
0,4 CO2 5000
(oC)
4000
3000
-0,1
2000
1000
-0,6 0
1860 1880 1900 1920 1940 1960 1980 2000
Yıllar

Şekil 2: Yıllara göre Dünya yüzey sıcaklığındaki ve CO2 emisyonundaki değişim.

Endüstriyel devrimin başladığı 19. yy’ın başlarından itibaren sera gazlarının atmosferdeki
konsantrasyonları giderek artmaktadır. Birinci endüstriyel devrim olarak kabul edilen 1800-
1870 yılları arasındaki dönemde, nüfus çoğalması ile birlikte kömür yakılması, tren yollarının
yapılması ve arazi açılması gibi faaliyetler sera gazı emisyonlarının artışını hızlandırmıştır.
Bu döneme ait (1850-1870) buzullarda yapılan ölçümlerde dünyada ortalama sıcaklık
yaklaşık 13,6oC, atmosferde CO2 seviyesi ise 290 ppm olarak belirlenmiştir. 1870- 1910
yılları arasında gerçekleşen ikinci endüstriyel devrimi sırasında ise gübre ve diğer kimyasallar
kullanılmaya başlanmıştır. 2007 yılında yayımlanan IPCC raporunda ise atmosferde CO 2
seviyesi 382 ppm, ortalama hava sıcaklığı ise (5 yıllık ortalama) 14,5 oC olarak açıklanmıştır.

Son ikiyüz yıldır sera gazı konsantrasyonlarının artışı özellikle 20. yüzyıldaki global yüzey
sıcaklıklarının artışından sorumlu tutulmaktadır. 19.yy’ın sonlarından itibaren dünyada
ortalama yüzey sıcaklığı 0,6 ± 0,2 oC artmıştır (IPCC, 2007). Kara ve deniz sıcaklık kayıtları
bu artışın sabit olmadığını göstermektedir (Şekil 2). Global yüzey sıcaklıkları 1910-1940
yılları arasında 0,35 0C artmıştır. Bu artıştan sonra bir soğuma dönemine girilmiş, 0.1 0C’lik
bir sıcaklık düşüşü meydana gelmiştir. 1970 yılından günümüze kadar ise 0,55 0C’lik bir
sıcaklık artışı olmuştur. Bu önemsizmiş gibi gözüken sıcaklık artışları yaşadığımız yerde gün
içinde veya birkaç saat içinde meydana geldiğinde önemsiz olabilir ancak global olarak
meydana geldiğinde sonuçları çok acımasız ve geriye dönülemez olabilmektedir. Örnek
verecek olursak global ortalama yüzey sıcaklığındaki sadece birkaç derecelik farklılık bizi
dünyanın dondurucu buz çağı dönemlerinden ayırmıştır (Walker ve King 2008).

Yaklaşık 160 yıllık sıcaklık kayıtları incelendiğinde son 12 yılda kaydedilen ortalama
sıcaklıklar şimdiye kadar görülen en yüksek sıcaklıklardır. Sıcaklığın en yüksek olduğu yıllar
ise 1998 ve 2005 olarak kaydedilmiştir. İçinde yaşadığımız dünya daha önce hiç görülmeyen
bir şekilde gittikçe ısınmaktadır. Bu ısınmanın sebebi ise insanlar tarafından dünya
atmosferine verilen sera gazlarıdır.

3. SERA GAZLARI

Günümüzden 200 yıl kadar önce, dünyada endüstriyel çağın başladığı dönemden itibaren
atmosferde sera gazlarının miktarı artmaya başlamıştır. Bilim adamları tarafından bu artışın
nedeninin insan kaynaklı olduğu düşünülmektedir. İnsan faaliyetleri iklim değişikliğine
katkıda bulunan çeşitli sera gazlarının atmosfere verilmesine neden olur. Bu gazların iklim
değişikliğine etkilerinin belirlenebilmesi için atmosferdeki toplam miktarları, doğal veya
antropojenik kaynaklı olup olmadıkları, doğal yutaklarının ne kadar olduğu, atmosferdeki
artış oranları, atmosferik ömürleri, tek başlarına veya kümülatif olarak ısıyı tutma kapasiteleri
gibi özelliklerinin incelenmesi gerekmektedir.

Sera etkisine neden olan bileşikler aktif gazlardır. CO 2, su buharı ve bulutların sera etkisine
toplam katkısı % 90 civarındayken kalan %10’luk etki diğer gazlardan meydana gelmektedir
(Kadıoğlu 2001). İnsan aktiviteleri sonucu atmosfere salınan önemli sera gazları;
Karbondioksit(CO2), Metan(CH4), Nitrozoksit(N2O), Ozon(O3) ve halokarbonlar olarak
sıralanmaktadır.

3.1 Karbon dioksit (CO2)


CO2, atmosferin doğal bir bileşeni olup, atmosferde en çok bulunan (su buharı hariç) ve
biyolojik olarak reaktif olan bir sera gazıdır. Atmosfere verilen CO2’in çoğu fosil yakıtların
yanmasından kaynaklanmaktadır. Doğal kaynakları ise hayvanların solunumu, ölü organik
maddelerin mikrobiyal bozunumu, toprakta bulunan karbon ve okyanuslardır. Endüstriyel
devrimin başladığı 1800’li yıllardan itibaren fosil yakıtların kullanımının artmasıyla atmosfere
daha fazla CO2 verilmektedir.

Karbon döngüsü iklim, çeşitli karbon kaynakları ve karbon yutakları arasındaki etkileşimlere
bağlı olduğundan oldukça dinamik bir döngüdür. Bu etkileşimler bitki örtüsünün arttırılması
ile CO2 tüketiminin artması gibi negatif yönde veya denizlerin ısınması sonucu
fitoplanktonların üretkenliğinin azalarak CO2 tüketiminin azalması gibi pozitif yönde
olabilmektedir. Atmosfer ve yeryüzü arasındaki Karbon döngüsü Şekil 3’de gösterilmiştir.

CO2 atmosferden deniz, bitki örtüsü ve toprak tarafından bir dizi prosesler yardımıyla
giderilir. Atmosferik CO2, bitkilerde fotosentez ile organik karbona dönüştürülür. Aynı
zamanda biyolojik oksidasyon (solunum) ile tekrar CO2 gazına dönüştürülerek atmosfere
verilir. En önemli CO2 yutağı derin yüzeysel sulardır, fakat buralarda depolanmış CO 2 belli
bir süre sonra yeniden çevrime sokularak atmosfere geri verilir. Atmosfer ve deniz arasında
geri beslemeli bir mekanizma vardır, CO2 rüzgar hızı, sıcaklık gibi faktörlere bağlı olarak
deniz yüzeyinden atmosfere, aynı zamanda atmosferden deniz suyuna geçer ve denizdeki
bitkiler tarafından tüketilir. Ayrıca topraktan da atmosfere CO2 verilir. Volkanik faaliyetler
sırasında ise önemli miktarda CO2 atmosfere bırakılır. Endüstriyel devrim öncesinde bu doğal
çevrim sonucunda CO2’nin atmosferik konsantrasyonu 280 ± 10 ppm civarındaydı. Ancak son
150 yıldır, insan aktiviteleri sonucu atmosferik CO2’nin konsantrasyonu önemli miktarda artış
göstermiştir.

Milyonlarca yıldır yerkabuğunda fosilleşerek depolanan organik karbon (kömür, petrol ve


doğalgaz) yeraltından çıkarılarak yakıt olarak kullanılmıştır. Global olarak insanlar tarafından
atmosfere verilen CO2’nin %80’den fazlası ulaşım ve endüstriyel kaynaklıdır. Geriye kalan
%20’lik kısmın kaynağı ise ormansızlaşma ve biyokütle yakımıdır. Yaklaşık 1 dönümlük bir
orman 25 ton karbon depolayabilmektir. Ancak dünyadaki ormanların yarısı 20.yy’ın ikinci
yarısında yok edilmiştir. Ayrıca hammadde olarak kullanılan karbonatlı bileşikler nedeniyle
çimento üretimi sırasında da atmosfere CO2 verilir. İnsan aktiviteleri sonucu (fosil yakıtlar ve
çimento üretimi) her yıl atmosfere verilen CO 2 miktarı 6,5 milyar ton veya gigaton(Gt)’dur.
CO2 yutaklarının (okyanus/atmosfer:1,7±0,5; kara/atmosfer:1,4±0,7) giderebildiği miktar ise
3,3 Gt/yıl’dır (IPCC, 2001). Dolayısıyla atmosferik CO2 konsantrasyonu gittikçe artmaktadır.
CO2
O2 CO2

CO2

CH4

Şekil 3: Karbon Çevrimi

20.yy’ın sonunda CO2 endüstriyel devrim öncesi seviyesine göre %31 oranında artarak 367
ppm’e ulaşmıştır ve her sene %0.5 oranında artmaya devam etmektedir. Eğer bugünkü CO2
emisyonları azaltılırsa veya 1994 yılındaki seviyesine düşürülerek sabit tutulursa bu yüzyılın
sonunda atmosferik CO2 500 ppm olacaktır. CO2’nin atmosferdeki yarı ömrünün 50 ile 200
yıl arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu nedenle CO 2 emisyonları tamamen durdurulsa
bile endüstriyel devrim öncesi değerine 100 ila 300 sene sonra inecektir (Metcalfe 2005).
Fosil yakıtlar yenilenebilir bir enerji kaynağı değildir ve dünyada 40 ila 200 yıl yetecek kadar
rezerv ile sınırlıdır. Ancak yaygın olarak bulunması ve ucuz olması nedeni ile günümüzde
tercih edilmektedir. Gelecek 40 ila 200 yıl yetecek kadar fosil yakıt rezervi mevcuttur.
Rezervleri bitene kadar fosil yakıtların kullanımına devam edilirse gelecek yüzyılda
atmosferik CO2’nin bugünkü seviyesinin en az 4 katına çıkacağı tahmin edilmektedir.

3.2 Metan (CH4)


Metan gazı organik maddenin oksijen yokluğunda mikrobiyal ayrışması sonucu oluşur. Bu
gaz hem doğal olarak hem de insan aktiviteleri sonucunda meydana gelir. Atmosferdeki
konsantrasyonu 1,7 ppm civarındadır (Metcalfe 2005). Sulak alanlar, bataklıklar, bazı kıyı
sedimentleri, okyanuslar, bitkiler metanın en önemli kaynağıdır ve dünyadaki toplam metan
üretiminin %20’si bu alanlarda meydana gelir. Antropojenik kaynaklar katı atık depolama,
fosil yakıtlar ve tarımsal faaliyetler olarak sayılabilir. Tarım faaliyetleri içinde özellikle
hayvan (sığır ve koyun gibi geviş getiren hayvanlar) yetiştiriciliği, pirinç ekimi ve işlenmesi
en önemli metan kaynağıdır. 1750 yılından beri atmosferdeki CH4 konsantrasyonu %150
oranında yükselmiştir. 1960 ve 1999 yılları arasındaki 40 yıllık periyotta ise CH 4
konsantrasyonları 6 kat daha fazla artış göstermiş ve her yıl yaklaşık %1,1 oranında artmaya
devam etmektedir (IPCC 2007). Metan üretiminin zamana ve mekana göre değişkenlik
göstermesinden dolayı biyosferik kaynaklı emisyonların miktarının belirlenmesi oldukça
zordur. En önemli metan yutağı hidroksil (OH) radikallerinin reaksiyonudur. CH4, atmosferde
hidroksil radikalleriyle reaksiyona girerek karbon monoksit (CO) oluşturur. Bunun yanında
karalar ve stratosfer küçük de olsa yutak alanlardır. Metanın atmosferdeki yarı ömrünün
yaklaşık 9-12 yıl olduğu tahmin edilmektedir. Dünyada toplam CH4 emisyonu 598 Tg/yıl
olarak hesaplanmıştır. Bunun yaklaşık %60’ı antropojenik kaynaklıdır. CH4 yutakları; (1)OH
radikalleri ile reaksiyonu: 506 Tg/yıl, (2) Stratosfer: 40 Tg/yıl, (3) Karalar: 30 Tg/yıl olarak
verilmektedir (IPCC 2001).
3.3 Nitroz Oksit(N2O)
Nitroz oksit sera gazlarından biridir, ancak emisyonları diğer sera gazlarına göre daha azdır.
N2O’nun doğal kaynakları okyanuslar, atmosferde amonyağın kimyasal oksidasyonu ve
topraktır. Tropikal topraklar tarafından önemli miktarda N 2O atmosfere verilir. Antropojenik
kaynaklar ise çiftçilik faaliyetleri (gübre kullanımı, hayvancılık), fosil yakıtların kullanımı ve
bazı endüstriyel faaliyetlerdir. Özellikle azotlu gübrelerin kullanımı ve kömür yakılması
emisyon miktarlarını arttırmaktadır. Aynı zamanda nitrik asit ve naylon üretimi yapan
endüstriyel prosesler de N2O yayar. Atmosferik yarı ömrü oldukça uzundur (yaklaşık 120
yıl). Atmosferik konsantrasyonu endüstrileşme öncesi döneme göre %16 yükselmiştir ve her
yıl yaklaşık %0,25 oranında artmaya devam etmektedir. Günümüzde traposferdeki N2O
konsantrasyonu 312 pbb civarındadır. Dünyada endüstrileşme çağına girmeden önceki değeri
ise 275 pbb olarak verilmektedir. (Metcalfe 2005). Başlıca giderim mekanizması stratosferde
gerçekleşen fotoliz olayıdır. Dünyada toplam N2O emisyonu 14,7 Tg/yıl olarak
hesaplanmıştır. Bunun yaklaşık 6,9 Tg/yıl kadarı antropojenik kaynaklıdır. Atmosferde
giderilen N2O 12,6 Tg /yıl, atmosferde oluşan N2O ise 3,8 Tg/yıl’dır (IPCC 2007).

3.4 Ozon(O3)
Troposferik ozon atmosferik ozonun %10’luk kısmını oluşturur ve atmosferin alt
kısımlarındaki konsantrasyonları zamana ve mekâna göre değişkenlik gösterir. Doğal ve
antropojenik kaynaklardan atmosfere verilen CH4, karbon monoksit, uçucu organik bileşikler
ve azot oksitler gibi kimyasalların fotokimyasal reaksiyonları sonucu oluşur. Troposferik
ozonun atmosferik yarı ömrü oldukça kısadır (birkaç gün ile birkaç hafta arasında). Bu
nedenle atmosferdeki dağılımı kimyasallar, su buharı ve güneş ışığı miktarına bağlı olarak
oldukça değişkendir. Troposferik ozonun yerleşim bölgelerinde konsantrasyonu daha
yüksektir ve en önemli kaynağı motorlu taşıt emisyonlarıdır. Yerleşim bölgelerinde
atmosferin kararlı, havanın açık olduğu günlerde taşıt egzozlarından havaya verilen
hidrokarbonlar ve azot oksitlerin fotokimyasal reaksiyonu sonucu ozon bakımından zengin
smog oluşur. Troposferik ozon konsantrasyonunun 20 yy.’da %20-50 arasında arttığı tahmin
edilmektedir ve her yıl yaklaşık %1 oranında artmaktadır. Atmosferde OH radikalleriyle
reaksiyonu O3’ün tüketilmesini sağlar. Global olarak ozonun toplam ısınmaya katkısı tam
olarak bilinmese de yaklaşık olarak %15’lik bir katkısı olduğu düşünülmektedir. Ayrıca
troposferde bulunan ozonun insanlar ve bitkiler üzerinde toksik etkileri vardır. Yerleşim
yerlerinin etkisiyle meydana gelen troposferik ozonla ilgili sınırlı sayıda ölçümler mevcuttur.
Fransa’da 1874 -1990 yılları arasında yapılan ölçümlere göre O3 konsantrasyonları yılda %1,6
oranında artmıştır. 19.yy.’da ozon değeri 10 ppb iken günümüzde 48,5 ppb seviyesindedir.
1970 yılından sonra artış oranları güney kutbunda düşerken Avrupa’da yükselmiştir (IPCC
2007).

Troposferik ozon (kötü ozon da denilmektedir), dünyayı ultraviyole ışınlardan koruyan


stratosferik ozon (ozon tabakası veya iyi ozon) ile karıştırılmamalıdır. Atmosferdeki ozonun
%90’ı stratosferik ozondur ve ultraviyole (UV-B, 280-320 nm dalga boyundaki) ışınlarını
engelleyen bir kalkan görevi görür. Stratosferik ozon yer yüzeyinden yaklaşık 8 ile 18 km
yukarıda fotokimyasal reaksiyonlar sonucunda oluşur ve katalitik reaksiyonlar ile tüketilir.
Yaklaşık son 50 yıldır, ozonu tüketen maddeler (soğutucular, yangın söndürücüler, çeşitli
solventler) insanlar tarafından üretilmektedir. Bu maddeler traposferde uzun yıllar
bozulmadan kalır ve stratosfere doğru taşınırlar. Stratosfere ulaştıklarında ultraviyole
ışınlarının etkisiyle bozunarak stratosferik ozonu tüketen klor ve brom gibi moleküller
atmosfere salınır. Bu moleküller katalitik reaksiyonlar sırasında yok olmadığı gibi, düşük
konsantrasyonların da bile önemli miktarda ozonu tüketebilirler. Bir klor veya brom molekülü
yüz bin ozon molekülünü tüketebilmektedir. Bu nedenle iyi ozon olarak tanımlanan
stratosferik ozonun özellikle kutuplara yakın bölgelerde azaldığı ve ozon delikleri olarak
bilinen bölgeler oluşmuştur. Ayrıca yeni üretilen süpersonik uçaklar doğrudan stratosfere
ozonu tüketen NOx yayarlar. Stratosferik ozonun azalması yüksek oranda UV-B ışınlarının
yeryüzüne ulaşmasına sebep olmaktadır. Yüksek UV-B deri kanserleri, katarakt gibi göz
rahatsızlıkları ve bağışıklık sisteminde hasarlara, ürünlerin rekoltesinin düşmesine neden olur.
Bir diğer önemli etkisi ise okyanuslarda yaşayan bir bitki türü olan fitoplanktonların
azalmasına sebep olmasıdır. Fitoplanktonlar deniz besin zincirinde önemli bir yere sahiptir ve
solunumları için atmosferden CO2 alıp atmosfere O2 verirler. Fitoplankton populasyonundaki
azalma atmosferdeki CO2 seviyesinin artmasına neden olacak, dolayısıyla atmosferin
ısınmasına katkıda bulunacaktır.

3.5 Halokarbonlar
Halokarbonlar klor, flor, brom ve iyot içeren karbonlu bileşiklerdir. Kloroflorokarbonlar
(CFCs), hidrokloroflorokarbonlar (HCFCs), hidroflorokarbonlar (HFCs) ve sülfür hekzaflorid
(SF6) bu grupta yer alır. SF6 gibi bazı türlerinin atmosferik ömürleri çok uzun olduğundan
(yaklaşık 3200 yıl) bu bileşikler ölümsüz moleküller olarak da adlandırılır. Endüstrileşmeden
önce doğal olarak çok düşük miktarlarda atmosferde bulunan halojen gazlar metil bromid ve
metil klorid’dir. Ancak kimya sektöründeki teknolojik gelişmeler sonucunda yüksek miktarda
insan yapımı halojen içerikli gazlar 20. yy’ın ikinci yarısında atmosfere verilmiştir. Bu gazlar
buzdolaplarındaki soğutucularda, klimalarda, spreylerde ve endüstriyel temizleyici
solventlerde kullanılmaktadır. Atmosfere verildiklerinde stratosferik ozonu tüketerek
azalmasına neden olurlar. CFCs ve HCFCs bileşikleri aynı zamanda sera gazlarıdır. Montreal
protokolü ile bu bileşiklerin kullanımına sınırlama getirilmiş ve 2030 yılına kadar
kullanımının azaltılarak durdurulması kararlaştırılmıştır. Ancak atmosferik ömürleri 60 ile
100 yıl arasında olduğundan CFC’lerin atmosferik konsantrasyonları 1960’lı yıllardan beri
giderek artmaktadır ve bu nedenle önemli sera gazları olarak değerlendirilmektedir. HFCs,
PFC (perflorokarbon) ve SF6 bileşiklerinin ise CFC’ler kadar olmasa da ısınmaya katkıları
vardır (IPCC,2001).

3.6 Aerosoller
Aerosoller boyutu, konsantrasyonu ve kimyasal bileşimi farklı olan küçük partiküllerdir.
Birincil aerosollerin doğal kaynakları deniz tuzu aerosolleri, yerden havalanan mineral tozları
ve volkanik patlamalardır. Antropojenik kaynakları ise fosil yakıtlar ve biyokütle yakılması
gibi faaliyetlerdir. Bu faaliyetler atmosferdeki sülfür, organik madde ve siyah karbon içerikli
aerosollerin miktarını arttırmıştır. İkincil aerosoller ise oksidasyon ürünü olarak meydana
gelen sülfat gibi bileşiklerdir. Sülfat aerosolleri atmosferin asiditesini yükseltir ve asit
yağmurlarının oluşmasına neden olur, ancak aynı zamanda güneş ışınlarını yansıtarak
atmosferde soğuma etkisi meydana getirir. Global olarak, sülfat aerosollerinin insanların
neden olduğu sera etkisine %20-30 oranında karşı koyabildiği tahmin edilmektedir. Yanardağ
patlamalarından atmosfere yayılan aerosollerin meydana getirdiği soğuma etkisi birkaç aydan
birkaç yıla kadar sürmektedir. Troposferde aerosollerin atmosferik ömrü oldukça kısadır (en
fazla 4 gün). Ancak stratosferdeki ömürleri birkaç yıl kadar uzun olabilmektedir.

3.7. Diğer sera gazları


Antropojenik kaynaklardan (fosil yakıtlar) atmosfere verilen karbon monoksit (CO) ve azot
oksitler (NOx) gibi sera gazlarının global ısınmaya katkısı yaklaşık olarak %9 civarındadır.

Siyah karbon ise bir sera gazı olmamasına rağmen güneş radyasyonunu absorblama özelliği
vardır ve bölgesel ölçekte sera etkisine neden olur. Fosil yakıtların eksik yanması sonucu
atmosfere verilen siyah karbonun sera etkisi son yapılan çalışmalarda dikkate alınmaktadır.
4. SERA GAZLARININ ISI KUVVETİ

Isı kuvveti genel olarak sera gazları gibi iklim değişimine sebep olan faktörlerin yeryüzü-
atmosfer sistemindeki enerji dengesini ne kadar etkilediğinin sayısal bir ölçüsüdür. Bu
faktörler dünya atmosferindeki gelen solar ısı ile giden infrared (kızıl ötesi) ısı arasındaki
dengeyi değiştirdiği için dünya ısısı yükselmektedir. Bu ısı dengesi dünyanın yüzey
sıcaklığını belirlemektedir. Kuvvet terimi, yeryüzünün ısı dengesinin normal durumundan
uzaklaşmasını gösteren sayısal değerdir.

Isı kuvveti; genellikle atmosferin en üstünde belirlenen birim küre alanındaki enerji değişim
hızı olarak ölçülür ve Watt/m2 birimi ile ifade edilir. Şayet bir faktörün ısı kuvveti pozitif ise
yeryüzü-atmosfer sisteminin enerjisi sonunda yükselecektir ve sistemin ısınmasına neden
olacaktır. Bunun tersine faktörün ısı kuvveti negatif ise enerji sonunda düşecektir ve sistem
soğuyacaktır. İklim bilimciler için iklimi etkileyen tüm faktörleri ve bir kuvvet oluşturan tüm
mekanizmaları belirlemek, her bir faktörün ısı kuvvetini belirlemek ve faktör gruplarının
toplam ısı kuvvetini değerlendirmek zor bir süreçtir.

İnsan aktiviteleri sonucu oluşan bazı faktörlerin ısı kuvvetleri Şekil 4’de verilmiştir. Şekildeki
toplam ısı kuvveti değerleri endüstriyel devrin başlangıcı (1750) ile 2005 arasındaki ölçülen
değerlerdir. Bütün sera gazlarının ısı kuvveti yüksektir. İnsan aktiviteleri sonucu oluşan bu
gazların pozitif yönlü kuvvet etkisi açıkça gözlenmektedir. Çünkü bu gazlar atmosferdeki geri
dönen infrared ısıyı absorblamaktadır. Sera gazları içinde en yüksek etkiye CO 2 sahiptir.
Troposferik ozon ısınmaya sebep olurken stratosferik ozon soğumaya sebep olmaktadır.

2
1,5 DOĞRUDAN SERA DOLAYLI SERA AEROSOLLER
GAZLARI GAZLARI
1
Isı Kuvveti (W/m2)

Fosil Yakıt
0,5
Yanması
0
Kullanımı
CH4
CO2

N2O

Organik

Yanması
Halocarbonlar

Troposferik

Siyah Karbon
Stratosferik

Karbon
Sülfat

Biomas

Toprak

-0,5
O3

O3

-1
-1,5
-2

Şekil 4: İklim değişiminde etkisi olan faktörlerin 1700’lü tarihlerden günümüze kadar
oluşturdukları ısı kuvvetleri.

Atmosferde bulunan aerosoller solar ve infrared ısıyı yansıtarak ve absorplayarak direk ısı
kuvveti etkisi oluşturmaktadır. Bazı aerosoller pozitif kuvvet etkisi gösterirken bazıları negatif
kuvvet etkisi gösterir. Tüm aerosol çeşitleri için toplamdaki direk ısı kuvveti negatiftir. Bunun
dışında aerosoller negatif bir ısı kuvvetine, bulut yapısında oluşturacakları değişim nedeni ile
dolaylı yoldan sebep olurlar.

Endüstriyel devrim sonrasında insan aktiviteleri dünyanın arazi yapısını da değiştirmiştir.


Örneğin tarım alanları, çayırlık alanlar ve ormanlardaki değişim gibi. Bu durum önemli bir ısı
yansıtıcı olan buzullar ve kar’ın miktarında farklılık yaratmaktadır. Sonuç olarak günümüzde
açıkça görülmektedir ki fazla solar ısı dünya yüzeyinde insan aktiviteleri sonucu
yansımaktadır. Bu değişim negatif bir kuvvet etkisi yaratmaktadır.
Endüstrileşmenin artışı ile birlikte sera gazlarında da önemli oranda artış oluşmuş ve bunun
sonunda toplam ısı kuvveti 2,45 Watt/m2 değerini almıştır. Bu miktar yeryüzüne gelen net
solar ısının sadece %1’ine karşılık gelir ancak, aynı zamanda da her bir dakikada tüketilecek
1.8 bilyon ton petrolün oluşturacağı enerjiye veya dünyanın mevcut ısınma enerji ihtiyacının
100 katından fazlasına karşılık gelir (Hardy 2003).

Her bir sera gazının oluşturacağı ısınma etkisi farklı olacaktır. Sera gazlarının ısıtma
potansiyeli -Global Warming Potential (GWP) olarak ifade edilir ve referans bir sera gazına
(CO2) göre belirlenir (Seinfeld 2006). Ayrıca gazların atmosferde kalış süresi (lifetime)
konsantrasyonlarını ve ısıtma potansiyellerini etkileyen önemli bir etkendir (Tablo 1). Her bir
sera gazı sera etkisinde veya ısıtma potansiyelinde molekül başına bir karakteristik özelliğe
sahiptir. Örneğin CO2’in bir molekülüne göre Kloroflorokarbonlar (CFC)’ın bir molekülü
6000 ile 7000 kat, metanın bir molekülü ise 21 kat daha fazla etkiye sahiptir. Buna karşın CO 2
atmosferde çok fazla bulunmaktadır. Günümüzde insan kaynaklı ısınmanın yaklaşık %60’ını
CO2, %15-20’sini CH4 ve kalan kısmını ise diğer sera gazları (N2O, CFC, O3) oluşturmaktadır
(Hardy 2003).

Tablo 1: Sera gazları, miktarları, ömürleri ve GWP’leri (Seinfeld 2006).

Sera Gazı Formülü Atmosferdeki miktarı(ppt) Atmosferik GWP for 100 yıl
1750 1998 Ömrü (yıl)
Karbon Dioksit CO2 278 000 358 000 (değişken) 1
Metan CH4 700 1745 12,2±3 23
Nitroz Oksit N2O 275 311 120 296
HFC-22 CHF2Cl 0 132 11,9 1700
Perfloro-metan CF4 40 80 >50 000 5700
CFC-12 CCl2F2 0 533 100 10 600
Perfloro-etan C2F6 0 3 10 000 11 900
Sulfur hexa-floride SF6 0 4,2 3200 22 200

5. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SONUÇLARI

Yakın bir zamana kadar küresel iklim değişikliğinin öneminin farkına varılmamış olsa da
günümüzde çoğu insan eğer bir şeyler yapılmazsa her şeyin daha kötüye gideceğinin
bilincindedir. Yapılan araştırmalara göre elde edilen kanıtlar 20-30 yıl sonra dünyanın çok
daha önemli ve ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalacağını göstermektedir. Bunu bir örnekle
açıklayabiliriz: Okyanus ve deniz gibi büyük su kütlelerinin ısınması zaman almaktadır. Biz
bunu yaz geldiğinde daha iyi anlayabiliriz. Deniz yaz başında daha soğukken yazın ortasında
ve sonunda daha sıcaktır. Aynı mantık global ısınma için de geçerlidir. Okyanuslar sera
gazları nedeniyle daha fazla üretilen ısıyı yavaşça soğururlar. Fazladan soğurulan ısının global
ısınmaya etkisi ise 20-30 yıl sonra ortaya çıkacaktır. Bunun anlamı şu an karbon
kullanımımızda iyi ya da kötü yönde yapacağımız değişikliklerin etkisini ancak önümüzdeki
20-30 yıllık süreç sonrasında hissedeceğimizdir. Bazı detaylar eksik olsa da, bilim adamları
gelecek 20-30 yıl içinde global ısınmaya bağlı olarak neler olabileceğini tahmin etmişlerdir.
Fırtınalar, su kıtlığı, sıcak hava dalgaları, muson yağmurları, mercan kayalıklarının yok
olması, yiyecek kıtlığı, ormanların azalması, deniz seviyesinin yükselmesi ve kalkınma gibi
sorunların ortaya çıkacağı beklenmektedir. Dünya’da global ısınmaya bağlı olarak gelecek 10-
30 yıl içinde kıtasal ölçekte meydana gelecek değişiklikler Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2. Kıtasal ölçekte iklim değişikliğinin sonuçları (Walker ve King 2008)
Su kıtlığı Gıda Hastalıklar Su baskınları Sıcak hava Mercan
üretimi dalgaları ve kayalıkları ve
yangın buzullar
Afrika 2020 yılına kadar 2020 yılına Afrika’nın Kıyı şehirlerin de Kuraklık ve Kızıl deniz ve
75-250 milyon kadar mahsul doğu dağlık yüksek risk hava Doğu Afrika’da
insan risk altında veriminde bölgelerinde sıcaklığının mercan
%50’ye varan sıtma oranında artması ile kayalıklarının
azalma artış orman yok olması
yangınlarında bekleniyor
artış
Asya 2020 yılına kadar 2020 yılına Su taşkını ve 2.5 milyon insan Güney ve doğu 2035’e kadar
120 milyon-1.2 kadar ürün sıcaklık 2050’ye kadar su Asya’da güçlü Himalaya
milyar insan risk rekoltesinde nedeniyle baskını riski sıcak dalgaları buzullarının
altında %2.5-10 kolera ve tifo altında. Daha nedeniyle ölüm tamamına
oranında gibi bulaşıcı fazla insan oranlarında yakınının yok
azalma, 49 hastalıklarda kasırga, deniz artış, aşırı olması, mercan
milyon insan artış seviyesinin soğuklar kayalıklarında
açlık riski ile yükselmesi gibi nedeniyle %30 oranında
karşı karşıya. sorunlarla meydana gelen azalma
uğraşacak ölümlerde bekleniyor
azalma
görülecek
Avustralya, 2030’a kadar su Mercanların 2020’ye kadar Kıyılarda ve Avustralya’nın 2030 yılına
Yeni kaynakla-rında etrafındaki 0.1-0.3 milyon küçük adalarda güney ve doğu kadar
Zelanda %20 azalma, tropik adalarda daha fazla deniz seviyesinin bölgelerinde mercanların
güney-doğu balık sayısında insanın bulaşıcı yükselmesi yangın sıklı- %58-81’inin
kısmında daha az azalma, hummaya nedeniyle su ğının %4-25 yok olması
kar örtüsü olacak Avustralya’nın maruz kalması altında kalma oranında art- bekleniyor
doğu ve güne- riski ması ve sıcak-
yinde, Yeni lık nedeniyle
Zelanda’nın meydana gelen
doğusunda ölümlerde 2 kat
ürünlerde azal- artış
ma bekleniyor
Avrupa Güney Kuzey Değişiklik Kuzey Atlantik’te İlk defa 2003 Kar örtüsünde
kısımlarında bölgelerinde beklenmiyor fırtına sayısın-da yılında görü-len azalma,yüksek
2020’ye kadar su ürün artış, deniz ve 30000 kişinin dağlardaki
kaynakların-da rekoltesinde seviyesinde ölümü-ne neden buzulların
%0-23 oranında artış, yükselme, kıyı olan sıcak önemli mikta-
azal-ma, Balkanların bölgele-rini ve dalgala-rının rının yok olması
özellikle güney batısı kıtanın iç 2030 yılına
Akdeniz’e yakın ve Avrupa’nın bölgelerini kadar daha
olan kısımlarında güneyinde etkileyen şiddetli sıklıkla
yangın ve ürün fırtına ve görülmesi.
kuraklıkta rekoltesinde yağmurlar, su Soğuktan
hissedilir bir artış azalma baskınla-rında kaynaklanan
bekleniyor artış ölümlerde
azalma
Orta ve 2020’ye kadar 7 Pirinç Sıtma riskinin Arjantin, El Amazon yağ- Tropikal bu-
Güney ila 77 milyon rekoltesinde sınırlarının Salvador kıyıları mur ormanla- zulların tama-
Amerika insan risk altında düşüş, 5 güneye doğru gibi deniz rının da bulun- mına yakınının
milyon insan genişlemesi seviyesine yakın duğu Güney erimesi, Karayip
2020’ye kadar bekleniyor bölgelerde su Amerika’da denizindeki
açlık riskiyle baskını riski yangın sayı- mercanların yok
karşı karşıya sında artış olması
Kuzey Su temini yapılan Özellikle Kenelerden Özellikle Kuraklıktaki 2030 yılına
Amerika ve kaynaklarda üzüm bulaşan Lyme Meksika artış nedeniyle kadar Alaska ve
Kutup azalma üretiminde hastalığının körfezinde yangın riskinde Kuzey kutbu
bekleniyor kalitenin ve sınırlarının 200 bulunan kıyısal artış denizindeki
bölgeleri
ürün km kuzeye bölgelerde su buzulların
rekoltesinin doğru baskını ve önemli bir
düşmesi ilerlemesi tropikal bölümünün
fırtınalarda artış erimesi
6. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ULUSLARARASI YÖNETİMİ

Küresel ısınma ve iklim değişikliği alanlarında yapılan çalışmaların başlangıcı 1970’li yılların
sonlarına rastlamaktadır. Bu tarihten günümüze kadar geçen süre zarfında birçok somut
adımlar atılmış, çeşitli eylem stratejileri benimsenmiş ve konuya ilişkin mekanizmalar
oluşturulmuştur.

1988 yılında Dünya Meteoroloji Organizasyonu (World Meteorological Organization –


WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (United Nations Environment Programme-
UNEP) birlikte desteği ile Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (The Intergovernmental
Panel on Climate Change-IPCC) yapılması kararlaştırılmıştır. IPCC talimatları, iklim
değişikliğinin büyüklüğünü, etkisini ve muhtemel tepkilerini uluslararası bir koordinasyonla
değerlendirmek ve sera gazı salınımlarının belirlenmesi için oluşturulmuştur. IPCC, uzmanlar
tarafından yapılan çalışmalar ile bilimsel ve teknik olarak iklim değişiminin durumu hakkında
gerekli bilgiyi sağlayan ve yayınlayan öncü bir oluşumdur. Ülkeler ulusal sera gazı
salınımlarını IPCC rehberini kullanarak hesaplamaktadır.

İnsan kaynaklı sera gazlarını, küresel ısınma ve buna bağlı olarak da iklim değişikliği
üzerindeki etkilerini en aza indirebilmek amacıyla uluslar arası alanda politikaları belirlemek
için oluşturulan ilk çaba “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
(BMİDÇS)- (United Nations of the Framework Convention on Climate Change-
UNFCCC)’dir. Haziran 1992’de Rio’da düzenlenmiş Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansı’nda imzaya açılan ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren BMİDÇS’nin amacı;
atmosferdeki sera gazı birikimlerini, insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini
önleyecek bir düzeyde durdurmaktır. Söz konusu sözleşme genel itibariyle, küresel iklim
sisteminin korunması ve sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik ilkeleri, eylem
stratejilerini ve yükümlülükleri düzenleyen bir sözleşme niteliği taşımaktadır. BMİDÇS’de
‘ortak farklılaştırılmış sorumluluk’ ilkesi benimsenerek, tüm tarafların ulusal ve bölgesel
farklılıkları da göz önünde bulundurularak, insan kaynaklı sera gazlarının azaltılması
konusunda ortak yükümlülükler getirilmiştir. BMİDÇS’de alınan karar gereği, sözleşmede
belirtilen objektiflerin gerçekleştirilmesi, gözetilmesi ve değerlendirilmesi amacıyla, her yıl,
tüm tarafların söz sahibi olacağı “Taraflar Konferansı (COP)” düzenlenmesi
kararlaştırılmıştır.

BMİDÇS içinde 1999 yılında Kyoto Protokolü oluşturulmuş ve 2005 yılında yürürlüğe
girmiştir. Kyoto protokolünün amacı, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun iklime tehlikeli
etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. Bu protokolü imzalayan ülkeler,
sera etkisine neden olan gazların salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım
ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları
karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır.

Kyoto protokolü’ne taraf olan ülkeler genel anlamda şu koşulları kabul etmiştir (Kadıoğlu
2007):
1. Ülkelerin sera gazı emisyonları, onlar için belirlenmiş miktarların üzerine
çıkmayacak.
2. İklim değişimini engellemeye yönelik politikaları geliştirip uygulayacaklar.
3. Enerji verimini ve tasarrufunu arttırıcı önlemler alacaklar.
4. Ulaşım sektöründen kaynaklanan emisyonlar sınırlandırılacak ve/veya azaltılacak
5. Sera gazı yutaklarını koruyacaklar.
6. Protokolün hedeflerine ulaşmasını engelleyecek her türlü faaliyetleri ortadan
kaldıracaklar.
7. Sürdürülebilir tarım ve benzeri konularda bilimsel araştırmaları destekleyecekler.

7. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE TÜRKİYE

Türkiye, Mayıs 2004'de BMİDÇS’'ne, 5 Şubat 2009 tarihinde ise Kyoto Protokolüne taraf
olmuştur. Türkiye'nin kişi başına düşen sera gazı ortalaması OECD ve AB ülkelerinin çok
gerisindedir. Ama bu ortalama 70 milyonluk nüfusuyla çarpıldığında, Türkiye'yi en çok sera
gazı üreten ülkeler sıralamasında 13'üncü sıraya yükseltmektedir. Bu nedenle Türkiye, İklim
Değişikliği ile mücadelede önemli adımlar atmak zorundadır.
ENERJİ

Çevrim ve Enerji Sanayi Ulaştırma Diğer

1.Elektrik üretimi 1.Demir çelik 1.Havacılık 1.Konut


2.Petrol Rafinerileri 2.Demir harici madenler 2.Karayolu 2.Tarım/Orman/Balıkcılık
3.Kimyasallar 3.Demiryolu
4.Kağıt hamuru, kağıt 4.Denizcilik
5. Diğer

ENDÜSTRİYEL
PROSESLER

Mineral Ürünleri Kimya Endüstrisi Maden Üretimi

1.Çimento üretimi 1.Amonyak üretimi 1.Demir çelik üretimi


2.Kireç Üretimi 2.Karpit üretimi 2.Demir alaşımları üretimi
3.Kireçtaşı ve Dolomit Kullanımı 3.Alüminyum üretimi
4.Sodyum Karbonat üretimi ve
kullanımı

TARIM

Enterik Gübre Yönetimi Pirinç Ekimi Tarımsal atıkların


Fermentasyon açıkta yanması

ATIK

Katı Atık Berterafı

1.Düzenli Depolama
2.Atıkların kontrolsüz Depolanması

Şekil 5: Sera gazlarını (CO2, CH4, N2O) oluşturan kaynakların genel sınıflandırması
Türkiye’nin Sera Gazı Emisyonları, 2004 yılından beri IPCC Rehberi kullanılarak Türkiye
İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hesaplanmaktadır. Bu hesaplar neticesinde İklim
Değişikliği Koordinasyon Kurulu (İDKK), BMİDÇS kapsamındaki en önemli
taahhütlerimizden biri olan İklim Değişikliği I. Ulusal Bildirimi Raporunu hazırlamıştır (Apak
2007). Sera gazı emisyon envanteri Şekil 5’de gösterilen kaynaklardan oluşan, CO 2, CH4,
N2O, F-gazları, NOx, NMVOCs ve CO emisyonlarını kapsamaktadır. 1990 ile 2006 yılları
arasında yapılan hesaplamalara göre Türkiye’de toplam sera gazı emisyonu 2006 yılında
331,8 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak tahmin edilmiştir ve 1990 yılına göre %95 oranında
emisyon artışı gerçekleşmiştir (Şekil 6). Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonların en büyük
kısmını %81,5’lik oranla CO2 ve %15,6’lık bir pay ile CH4 oluşturmaktadır. Diğer gazlar ise
(N2O ve F-Gazları) %2,9’luk paya sahiptir. Şekil 7’de verilen CO2 emisyonlarının kaynaklara
göre dağılımı incelendiğinde ise %76-78 oranında enerji kaynaklı bir emisyon salınımı dikkat
çekmektedir (TUİK 2007). Bunun nedeni, özellikle sanayi ve ulaştırma sektörlerinin petrole
dayalı sürdürülebilir olmayan bir enerji tüketim yapısına sahip olmasıdır.

IPCC`nin Türkiye senaryosuna göre (Ulusal Bildirim 1), Türkiye`de yıllık ortalama
sıcaklıklar ileriki yıllarda, ortalama 2,5-4 derece arasında artacak, Ege ve Doğu Anadolu`daki
artış 4 dereceyi bulacaktır. Türkiye`nin güneyi ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya olacak,
Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu`yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 20-50 arası
azalacaktır. Kuzey bölgelerde ise sel riski artacaktır. Türkiye, küresel iklim değişikliğinin
özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara
bağlı ekolojik bozulmalar gibi öngörülen olumsuz yönlerinden etkilenecektir ve global
ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır.

300
Emisyonlar (milyon ton

250 CO2 CH4 N2O


CO2 eşdeğeri)

200 %95
artış
150
100
50
0
1988 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 2004 2006 2008
Yıl

Şekil 6: Türkiye’nin 1990 yılından 2006 yılına kadar önemli sera gazlarının salınımında yıllık
değişim miktarı (Arazi kullanımı ve arazi kullanım değişimlerinden kaynaklanan emisyonlar
dahil edilmemiştir)
Enerji 2000 Enerji 2006 Enerji
1990
77% 76% 78%

Atık
4% Atık Atık
Tarım End 10% End 9% Tarım End
Tarım
11% Pros Pros 5% Pros
6%
8% 8% 8%

Şekil 7: Türkiye’de Sera gazı emisyonlarının kaynaklara göre


1990, 2000 ve 2006 yıllarındaki dağılımı
Türkiye, Kyoto protokolüne taraf olan bir ülke olarak şartları yerine getirebilmek için devlet
politikalarında yeni düzenlemeler yapmak durumundadır. Bu kapsamda öncelikli olarak
yapılması gereken düzenlemeler; endüstri, motorlu taşıtlar ve ısıtmadan kaynaklanan sera gazı
miktarını azaltmaya yönelik mevzuatların yeniden düzenlenmesi, daha az enerji ile ısınma,
daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini
endüstriye yerleştirmenin sağlanması, ulaşımda ve sanayide çevreciliğin temel ilke olmasının
sağlanması olarak sıralanabilir.

KAYNAKLAR
Apak, G., Ubay, B., (2007) Türkiye İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi, Çevre ve
Orman Bakanlığı, ANKARA.

BMİDÇS (2003) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 18 Aralık 2003
tarih ve 25320 sayılı Resmi gazete.

Hardy JT (2003) Climate Change: Causes, Effects, and Solutions, John Wiley & Sons Ltd.,
England.

Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC), (2001) Climate Change 2001: The
Scientific Basis. [Houghton, J.T., Ding, Y., Griggs, D.J., Noguer, M., van der Linden, P.J.,
Dai, X., Maskell, K. and Johnson, C.A. (eds)]. Cambridge University Pres, Cambridge,
United Kingdom.

Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC), (2007) The Physical Science Basis.
Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental
Panel on Climate Change [Solomon, S., D. Qin, M.Manning, Z. Chen, M.Marquis, K.B.
Averty, M.Tignor and H.L. Miller (eds)]. Cambridge University Pres, Cambridge, United
Kingdom and New York, NY, USA.

Kadıoğlu, M., (2001) Küresel İklim Değişimi ve Türkiye, Güncel Yayıncılık Ltd.Şti. İstanbul.

Metcalfe S, Derwent D. (2005) Atmospheric pollution and environmental change, Editor:


Matthews J., Oxford University Press Inc., New York

Seinfeld JH, Pandis SN, (2006) Atmospheric Chemistry and Physics; From Air Pollution to
Climate Change, Chapter 23: Climate and Chemical Composition of the Atmosphere, John
Wiley & Sons Ltd., England.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), (2007) Ulusal SG Emisyonları Envanter Raporu, Ankara

United Nations Framework Convention on Climate Change (UNFCCC), (2009)


http://unfccc.int/files/ghg_emissions_data/application/pdf/tur_ghg_profile.pdf

Walker G, King SD (2008) The hot topic-how to tackle global warming and still keep the
lights on. Bloomsbury Publishing, Great Britain.

Weart SR (2008) The discovery of global warming. Harvard University Press, Cambridge.

You might also like