Professional Documents
Culture Documents
Lebib I Amidinin Torunlari Icin Yazdigi
Lebib I Amidinin Torunlari Icin Yazdigi
SEMPOZYUMU
Editör
Doç. Dr. Mustafa AÇA
“Uluslararası Toplum ve Kültür Araştırmaları Sempozyumu (3-5 Ekim 2019
Balıkesir/Edremit) Tam Metin Bildiriler Kitabı”
İÇİNDEKİLER
♦
GELENEĞİN AKTARILMASINDA TÜRK VE KÜRT KADINININ ROLÜ: AVŞA ADASI ÖRNEĞİ ... 162
Yük. Lis. Öğr. Ayşe SEZER
BURDUR İLİ ÇAVDIR YÖRESİ AĞZINDA ŞİMDİKİ ZAMAN DEĞİŞKESİ (-BĀ / -BŌ) ...... 183
Prof. Dr. Mesut ŞEN- Dok. Öğr. Ayşe ERBAY
TÜRKİYE TÜRKÇESİNİN YENİ ZARF-FİİL YAPILARI VE BU YAPILARIN TÜRKÇE
ÖĞRETİMİNDEKİ YERİ ........................................................................................................ 194
Arş. Gör. Dr. Ebru KABAKÇI-YEŞİLTEPE
TÜRK DİLİNDE SORU VE NEZAKET ................................................................................... 204
Yük. Lis. Öğr. Begüm ARSLAN
KARIŞIK DİLLİ BİR METİN: RİSĀLE-İ NŪR-NĀME .............................................................. 211
Yük. Lis. Öğr. Gizem ALTINKAL .................................................................................... 211
21. YÜZYIL FOLKLOR ARAŞTIRMALARINDA YENİ PERSPEKTİFLER ............................... 226
Doç. Dr. Mehmet Ali YOLCU
GELENEKSELDEN GÜNÜMÜZE ÇOCUK OYUNLARI ........................................................ 232
Dr. Öğr. Üyesi Zekiye ÇAĞIMLAR
TÜRK KÜLTÜR VE İNANCINDA MEZARLIKTA YEME-İÇME RİTÜELİ: TORUNLU KÖYÜ
ÖRNEĞİ............................................................................................................................... 251
Arş. Gör. Dr. Serkan KÖSE
KENT KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA BAHÇE GELENEĞİ VE BAHÇE GELENEĞİNİN
SÜRDÜRÜLMESİNDE DİNİ KURUMLARIN ROLÜ: PİYALE PAŞA CAMİİ VE HEYBELİADA
RUHBAN OKULU ÖRNEĞİ .................................................................................................. 263
Yük. Lis. Öğr. Şerife Sinem ÇELİK- Dok. Öğr. Berkant ÖRKÜN
MEKÂNIN HİKÂYESİ: MAĞARA ARKADAŞLARI ............................................................... 279
Dr. Öğr. Üyesi Fatma SÖNMEZ
CERÎDE-İ SÛFİYYEDEKİ SÛFİYÂNE LUGAZLAR VE MANZÛM CEVAPLARI .................... 304
D. Öğr. Üyesi Mehmet ALTUNMERAL
FALİH RIFKI’NIN DENEYSEL ROMAN’I .............................................................................. 320
Arş. Gör. Dr. Tuncay BOLAT
TEZAHÜRATLARI BESLEYEN BİR KAYNAK OLARAK ŞİİR ................................................ 329
Dok. Öğr. Meltem Deniz DOĞAN
BİÇİMSEL VE İŞLEVSEL NİTELİKLERİYLE TÜRK HALK ANLATILARINDA ARAP/ZENCİ
İMAJI ................................................................................................................................... 337
Öğr. Gör. Dr. Adil ÇELİK
TÜRK HALK KÜLTÜRÜNDE KÖTÜCÜL VARLIK OLARAK SARIKIZ................................... 350
Dok. Öğr. Tuğba AYDOĞAN
III
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
TÜRK DÜNYASI ATASÖZÜ VE DEYİMLERİNDEKİ KÖPEK ALGISI ÜZERİNE BİR İNCELEME ... 605
Uzm. Züleyha TÜRKERİ BALTACI
70’Lİ YILLARDAN GÜNÜMÜZE DİL VE ÜSLUP EKSENİNDE DÜĞÜN DAVETİYELERİ VE
KİMLİK ................................................................................................................................ 627
Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR
TÜRKÇEDEKİ ABDEST SÖZÜNÜN KÖKENİ ...................................................................... 644
Doç. Dr. Özkan ÖZTEKTEN
ABRAHAM KARİTSKİ KİTABI’NDA BULUNAN TÜRKÇE METİNLERE BİR ÖRNEK: İÇKİNİN
GÜNAHLARI HAKKINDA BİR ŞİİR ...................................................................................... 654
Doç. Dr. Galina MİŞKİNİENE-Doç. Dr. Hüseyin DURGUT
GÜNÜMÜZ TÜRK TOPLUMU ÖZELİNDE GİRİŞİMCİLİK VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR
DEĞERLENDİRME .............................................................................................................. 665
Yük. Lis. Öğr. Abdullah KÜR
GELENEKSEL FORMLARLA YENİ TARZ VE ÜSLUPLARIN İCRASI BAĞLAMINDA DASTAR
DOKUMACILIĞI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME ............................................................. 675
Doç. Dr. Aslı BÜYÜKOKUTAN TÖRET
EDEBİYATIN SİYASETLE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA EDEBİ ESERLER İLE MÜZİĞİN SEÇİM
KAMPANYALARINDA YERİ ................................................................................................ 696
Yük. Lis. Öğr. Dilay NAKIŞ
MİTOLOJİNİN YENİDEN AKTARIMI BAĞLAMINDA BİR SİNEMA FİLMİ ÖRNEĞİ: ‘MOTHER’ ... 709
Yük. Lis. Öğr. Ufuk AYMAZ
MONDROS MÜTAREKESİNİN TÜRK DENİZ GÜCÜNDE OLUŞTURDUĞU ZAAFİYET ve
KARADENİZ SAHİLLERİNİN KORUNMASI İÇİN ALINAN TEDBİRLER ............................... 726
Prof. Dr. Mehmet OKUR
OSMANLI’DA BİLİM TARİHİ ÇALIŞMALARI ....................................................................... 746
Dok. Öğr. Tuğşat GÜZELOĞLU
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK MODERNLEŞMESİ PROJESİNDE KADINLARIN TOPLUMSAL
YAŞAMDAKİ KONUMLARI VE ROLLERİ ............................................................................ 756
Dok. Öğr. Suat AYHAN
MODERN VE POST-MODERN DÜŞÜNCENİN DİNE YAKLAŞIMI ...................................... 769
Dok. Öğr. Bilal BEKALP
VAROLUŞÇULUK ANLAYIŞI BİR POSTHÜMANİZM MİDİR? ............................................. 784
Arş. Gör. Halis ÇAVUŞOĞLU
TÜRKİYE’DEKİ HALKBİLİMİ ARAŞTIRMALARINI NASIL KURTARABİLİRİZ? .....................791
Prof. Dr. Mehmet AÇA
“SIRAÇ” BELGESELİNİ FOLKLORİK FİLM BAKIŞIYLA OKUMAK ...................................... 800
Dr. Öğr. Üyesi Mustafa DİNÇ
V
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
SEMPOZYUM KURULLARI
♦
DÜZENLEME KURULU
(Orginizing Board)
♦
Prof. Dr. Mehmet AÇA
Doç. Dr. Hüseyin DURGUT
Doç. Dr. Mehmet Ali YOLCU
Doç. Dr. Mustafa AÇA
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Turan TÜRK
Dr. Öğr. Üyesi Bilgin GÜNGÖR
Dr. Öğr. Üyesi Mustafa DİNÇ
SEKRETERYA KURULU
(Secretary Board)
♦
Arş. Gör. Dr. Tuncay BOLAT (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi-Türkiye)
Arş. Gör. Samet DOYKUN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi-Türkiye)
KATILIMCI LİSTESİ
(Participants Lists)
♦
Prof. Dr. Ahmet ARSLAN (Ege Üniversitesi, Emekli)
Prof. Dr. Asiye Mevhibe COŞAR (Karadeniz Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Hülya SAVRAN (Balıkesir Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet AÇA (Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet ÇERİBAŞ (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi)
IX
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
SEMPOZYUM PROGRAMI
♦
1.OTURUM
SALON 1
10.30 – 11.45
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mehmet AÇA
Türk Halk Bilimi Araştırmalarında
10.30 –
Doç. Dr. Mustafa Aça Bilimsel Bakış ve Etik Sorunları
10.45
Üzerine Tespitler
Kastamonu-Taşköprü’ye Bağlı
10.45–
Dr. Sagıp Atlı Çaycevher Köyünde Çocuk
11.00
Oyunlarının Dünü-Bugünü
Azerbaycan-Dağıstan-Türkiye
11.00 –
Dr. Aynur Qezenferqızı İlişkileri Açısından Kumuk Hasay
11.15
Han Usmiyev’in Faaliyetleri
Geleneğin Yeniden Yorumu:
11.15 –
3 Ekim 2019
10.30 –
Prof. Dr. Mesut Şen Genel Türkçede E-İ Meselesi
10.45
Tuva Türkçesi ve Tuva
10.45– Dr. Öğr. Üyesi Emin Erdem Destanlarının Söz Varlığında
11.00 Özbek Eksiltme ve Epitetler Yoluyla Yer
Edinmiş Unsurlar
XII
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
SALON 2 5.OTURUM
17.00 – 18.15
Oturum Başkanı: Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Turan TÜRK
17.00 – Çanakkale Tahtacılarında İkrar
Doç. Dr. Mehmet Ali Yolcu
17.15 Alma Ritüeli
3 Ekim 2019
10.00 –
Soru-Cevap / Tartışma
10.15
12.00 –
Soru-Cevap / Tartışma
12.15
SALON 2 2.OTURUM
10.45 – 12.15
04 Ekim 2019
Halkbilimi Çalışmalarında
15.15 –
Dr. Ahmet Keskin Disiplinlerarasılık: “Ne Zaman”,
15.30
“Nerede”, “Neden” Ve “Nasıl”?
15.30 – Dr. Elsev Brina Lopar – Doç. Prizren Şehrinin Kurila Bölgesinde
15.45 Dr. Nuran Malta Muhaxheri Lakaplar Üzerine Bir Değerlendirme
Tahtacıların Yazılı Kaynaklarından
15.45 –
Arş. Gör. Samet Doykun İmam Cafer-i Sadık Buyruğu’nun
16.00
İzmir Nüshası Üzerine Bir İnceleme
16.00 –
Soru-Cevap / Tartışma
16.15
SALON 2 4.OTURUM
14.45 – 16.15
Oturum Başkanı: Doç. Dr. Ferudun Hakan ÖZKAN
Osmanlı Edebiyatında Bir Edebî
14.45 –
Dr. Öğr. Üyesi Taner Gök Eleştiri Metni: Şerh-İ Cedîd Ü
15.00
Muhtasar-I Müfîd
04 Ekim 2019
17.30 –
Soru-Cevap / Tartışma
17.45
SALON 2 5.OTURUM
16.30 – 18.00
Oturum Başkanı: Dr. Öğr. Üyesi Taner GÖK
16.30 – Doç. Dr. Ferudun Hakan Tasavvuf Öğretisine İlişkin Bir
16.45 Özkan Risale: Risâle-i Cevâhirü'l-Esrâr
04 Ekim 2019
AÇILIŞ SUNUMU :
Daha genel bir şekilde ifade etmek gerekirse bilim özel hallere ilişkin
özel gözlem veya açıklamaların değil bir aynı sınıfın içine gören bütün
olaylarla ilgili genel ve tutarlı bir açıklamanın olduğu yerde vardır veya
ancak böyle bir amaç ve açıklamanın olduğu yerde kelimenin gerçek
anlamında bilimden bahsedilebilir. Münferit olayların veya durumların özel
bilgisi veya açıklanmasından farklı olarak bilimin temel özelliği, ele aldığı
belli bir olaylar grubunu akılcı bir ilkeye göre düzenlemesi, onlar arasında
3
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ait ilk düşüncelerin ortaya çıkması için yine antik Yunan dünyasını, ancak
bu dünyada da felsefenin ortaya çıkışından yaklaşık yüz elli yıllık daha ileri
bir tarihi, yani Sofistlerin ve Atina okulunun ortaya çıkışını beklemememiz
gerekmektedir ve bu durumun da hem mantıki, hem tarihsel bir açıklaması
vardır.
tragedya veya komedi yazarları insanın özel doğası, kaderi, örf ve adetleri,
kendilerine uygun olarak yaşamını sürdürdüğü kavramlar, değerler,
kurumları vb ciddi bir inceleme, soruşturma, değerlendirme, nihayet eleştiri
konusu yapmıştır.
ve Newton’la birlikte fizik, Harvey ve Malpighi ile birlikte tıp, daha sonra
Priestley ve Lavoisier ile birlikte kimya alanında büyük bilimsel sistemlerinin
kendilerini göstermişlerdir.
şeyi gören, her şeyi işiten, dolayısıyla onların gizlice işledikleri suçlar kadar
gizli niyetleri de gözlerinden kaçmayan tanrıları icat etmenin işe yarar bir
olduğunu düşünmüş olduklarını söylüyor.
Sokrates’in tek bir projesi vardır: bir bilim olarak ahlakı yaratmak veya
ahlakı bir bilim yapmak. Çünkü eski geleneksel ahlak aklı ve duyarlılığı
gelişen Yunanlıya artık yetmemektedir. Yeni insanların gelenekler değil
akla, tecrübeye dayanan yeni bir ahlaka, deyim yerindeyse laik, doğal,
“bilimsel” bir ahlaka ihtiyacı vardır. Böylece Sokrates kendisine misyon
olarak onu bu yeni insani-felsefi-bilimsel temeller üzerinde yeniden inşa
11
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
etme görevini verir. Bu ahlak eski ahlak gibi gücünü eski örf ve adetlerden,
geleneklerden alan, dolayısıyla akılsal olarak hesabı verilmeyen,
yoklamalar, soruşturmalar karşısında dayanamayan bir ahlak
olmayacaktır. Kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmeyen evrensel,
tutarlı, rasyonel gerekçelerle temellendirilip hesabı verilebilen bir ahlak
olacaktır.
“sonuçları, son tahlilde failin kendine dönük olan, yani fiilin kendisinden
başka bir ürün meydana getirmeyen fiil”lerle bir ürünün ortaya konulmasını
hedefleyen ve bir ürünle, üretimle sonuçlanan yine Arapçada san’at,
İngilizcede making terimiyle karşılanan fiiller arasında ikinci bir ayrım
yaptığını hatırlatalım. Aristoteles için örneğin ahlak veya politikanın bu
birinci, yani pratik bilim grubuna girmesine karşılık şiir, mimari, aşçılık gibi
sanatlar ikinci, yani sınai etkinlikler veya bilimler grubuna girerler.) Birinci
yani teorik araştırmanın içine giren bilimler ve disiplinler olarak matematik,
fizik veya doğa bilimlerini ve metafiziği saymasına karşılık Aristoteles ikinci
grup araştırmaya örnek olarak başlıca iki bilimi, yukarda işaret ettiğimiz gibi
ahlak ve siyaset bilimini verir. Ancak onun bu konuda getirdiği belirlemeler
ve ortaya koyduğu ölçütleri göz önüne alırsak biz ikinci grup içine bugün
rahatlıkla insanı ve toplumu konu alan bütün diğer bilimleri, yani tarihi,
ekonomiyi, psikolojiyi vb. sokabiliriz. (Ancak burada kendisine temas
etmemiz mümkün olmayan nedenlerle Aristoteles’in tarihi bir bilim olarak
kabul etmediğini belirtelim)
Böylece Antik Yunan dünyasında çok kısa bir dönem içinde bilimin ne
olduğu, özellikleri, amacı, ölçütleri üzerine son derecede bilinçli bir
tutumun ortaya çıkmasının yanında müspet bilimler, matematik ve doğa
bilimleriyle insan veya toplum bilimleri arasındaki ayrımın da yine son
derecede keskin bir biçimde kendisini gösterdiğine tanık olmaktayız. Bu
alanda şeref yerinin Aristoteles’e ait olduğu ise şüphesizdir.
geride kalmış, insan bilimleri bir kısmı doğa bilimleriyle müşterek, bir kısmı
kendine özgü olan yöntem ve usulleriyle ile bilimler ailesi ve değerli insan
faaliyetleri arasında yerini almıştır. Bugün bir yandan doğa bilimlerinin
kendilerinin de verilerinden öbür yandan felsefenin yukarda sözünü etmeye
çalıştığımız kapsayıcı bakış açısından yararlanmanın kendi özgün
çalışmalarına bir zarar vermesi şöyle dursun, ana konusu olan sosyal ve
kültürel insanı bütün boyutları ve bütünlüğü, tarihsel zenginliği içinde
kavramak için yararlı, hatta gerekli olduğuna ilişkin yeni bir bilinçle
araştırmalarını sürdürdüğünü ve bu tutumun gelecekte de devam
edeceğini düşünmemiz için elimizde haklı nedenler bulunduğunu
söylememiz mümkündür.
16
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
BİLDİRİLER :
ÖZET: Türkiye sahası Türk halk bilimi araştırmalarının 1960’ların sonlarından itibaren
hızla akademik bir hüviyete sahip olmaya başlaması oldukça önemli bir gelişme
olarak araştırmalar tarihine geçmiştir. 1990’lı yıllarda mevcut üniversitelere
yenilerinin eklenmesi ve bunların bünyelerinde enstitü, bölüm ve merkez vasfıyla
faaliyet gösteren akademik birimlerde halk bilimi araştırmaların yapılmasının yanı
sıra araştırmacı yetiştirilmesi araştırmalar tarihinin 20. yüzyıldaki ikinci önemli
akademik ivmesini oluşturmuştur. Günümüzde Türkiye genelinde faaliyet gösteren
devlet ve vakıf üniversitelerinin büyük bir bölümünde bu faaliyetler yaygınlaşmış,
nicelik açıdan önemli bir mesafe kat edilmiştir.
Kültür bilimlerinin tüm şubelerinde olduğu gibi halk bilimi de beslendiği kaynakların
güncellenen koşulları, değişen toplumsal ihtiyaçlar ve bilimsel bilginin geçerliliği
koşulları esasında değişerek gelişen bir bilgi kolu olmuştur. Türkiye sahası halk
bilimi araştırmaları akademik anlamda nicelik yönüyle hızlı bir gelişme gösterirken,
nitelik açısından aynı ivmeyi yakalamakta güçlükler yaşanmaktadır. Bu durumun
temel sebepleri arasında bilimsel bakış açısı ve bilimsel etik sorunları yer
almaktadır.
Çalışmada, Türk halk bilimi araştırmalarında görülen bilimsel bakış açısı ve etik
sorunlarına dönük tespitler, dikkat çekici ve uyarıcı bir yaklaşımla ortaya
konulmuştur. Bilimsel araştırma yöntem ve tekniklerine riayet gibi temel
gerekliliklerden, bilginin anonimleştirilmesi, dublikasyon, intihal, veri göçürme,
klonlama, sahiplenme gibi farklı eylemlere dikkat çekilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Halk bilimi, bilimsel bakış, etik, araştırma teknikleri, intihal.
ABSTRACT: The fact that Turkish folklore studies in Turkey area began to have an
academic identity rapidly from the late 1960s on passed into history of researches
as an important development. Raising researcher, as well as adding new
universities to current ones in 1990s, and as carrying out folkloric studies in
academic units which are in service in attribute of institute, department and center
within the bodies of these, constituted the second important academic
17
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
**
**
YÖK’ün dijital tez arşivinde erişime açık şekilde yer verilen ve şahsi
arşivimize eklediğimiz 1331 adet halk bilimi lisansüstü tezine dair dikkatli
bir inceleme ile bilimsel bakış ve etik konularında oldukça sorunlu
örneklerle karşılaşmak mümkündür. Örneğin aynı enstitü bünyesinde yine
aynı yıl tamamlanan iki doktora tezinin “Tez Özeti”, “Giriş”, “Yöntem” ve
“Kaynakça” bölümlerinden alınan şu parçalar, her iki tezin içerikleri
hakkında fikir vericidir:
20
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
*
21
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
*
22
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
*
23
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
*
24
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
25
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Dilimleme, en geniş anlamıyla bir araştırmacının çalışmasını tek parça yayınlamasına
olanak varken yayın sayısını artırma, daha fazla puan kazanma gibi amaçlar güderek
çalışmayı deforme edecek şekilde bir veya birden fazla parçaya bölerek yayınlaması
eylemidir (URL-1).
27
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
30
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Bu başlığa dair bir başka örnek de 2017 yılında yayınlanan bilimsel bir
kitaptan alınmıştır. Oldukça kapsamlı ve iddialı bir adla yayınlanan kitapta,
literatür derlemelerinden oluşan 150 sayfalık bir girizgâhtan sonra geriye
kalan kısımda (279. sayfaya kadar) aşağıdaki gibi devam eden anlaşılması
güç bir motif tespit/inceleme yöntemi kullanılmış; detaylarına girilmeyen
motiflerin tespitindeki amaç ve işlevsellik anlaşılamamıştır:
34
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Diğer Hususlar:
kültürel bellek, inanış ve düşünüş kalıpları gibi kültürel bileşenleri göz ardı
eden veya yanlış yorumlayan bir amatör/meraklı kitlesi yaratmaktan öte
geçemeyecektir. Batı literatüründe “demonoloji” kavramının hangi
inançsal ve kültürel iklim üzerine inşa edildiğinin göz ardı edilmesi, Türk
inanış ve düşünüş sistemlerinde “kötücül” doğaüstü varlıkların yanı sıra
“yardımcı/hami/iyi” ruhlarla ilgili inanışların ıskalanmasına sebep
olacaktır. Kanaatimizce, Katolik Hıristiyanlığın Ortodoks ve Protestan
Hıristiyanlığa karşı kan kaybetmesi ile inanca dayalı ögeleri “sıradan
fantastiklere” dönüştürme çabalarının artışı egzorsizm, kurt adam, vampir
temalı söylencelerin popülerleşmesinde etkili olmuştur. Anlaşılacağı üzere
bambaşka kültürel ve inançsal iklimler söz konusudur. Bir iklime ait bir
unsuru olduğu gibi başka bir iklime mal etmek yanlış ve tehlikelidir.
Olağanüstülüğü sıradanlaştırmayı amaçlayan postmodern referanslı
“büyülü gerçeklik/gerçekçilik” kavramı da benzer niteliktedir. Türk halk
bilimi araştırmalarında epik veya lirik karakterli anlatıların, salt büyülü
gerçeklik temelinde yorumlanması, metnin inançsal, kültürel ve simgesel
anlamda yorumlanmasını ve anlaşılmasını engelleyecek potansiyele
sahiptir. Metne dönüşmüş anlatıyı, gerçek ile fantastiğin birleştirildiği doğal
bir sunum şeklinde nitelendirmek, destanı veya miti oluşturan inanç ve
düşünce sistemini, bunları oluşturan toplumun simgelerini ve simgesel
anlatımlarını, en çok da anlamlarını göz ardı etmek anlamına gelecektir.
çalışmalara karşı takınılan olumsuz tavır, çok yazarlı çalışmalarda her bir
yazarın çalışma içindeki rol ve görevinin belirtilmesi ile olumluya
dönüştürülebilir. Bu uygulamanın örnekleri fen bilimleri alanın da yapılan
çalışmalarda yıllardır takip edilmektedir 2.
Sonuç
2
Türkiye’nin saygın bilim kuruluşlarından TÜBA tarafından yayınlanan “Bilimsel
Araştırmada Etik ve Sorunları” başlıklı çalışmada diğer konulara ek olarak bu türden
ihlaller kapsamlı biçimde ele alınmıştır (2002: 25-26).
39
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Daşdemir, Ö. (2012). Halk Hikayesi Olarak Yusuf İle Züleyha. Erzurum: Fenomen
Yayıncılık.
Günay, U. (2005). Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi . Ankara: Akçağ
Yayınları.
Karahan, N. (2015). Açıl Sofram Açıl Masalının Anlambilimsel Olarak İncelenmesi.
International Journal of Languages’ Education and Teaching , s. 2102-2111
Oğuz, M. Ö. (2004). Destan Tanımı ve Eski Türk Destanları. Millî Folklor, S. 62, s. 5-7.
Sınar Uğurlu, A. (2009). İdeolog-Şair Ziya Gökalp’in Kaleminden Masallar. Turkish
Studies, Volume 4-1/I, s. 1025-1040.
Torun, A. (2005). Yunus Emre ve Halk Kültürü. Milli Folklor, S. 68, s. 18-31.
TÜBA (2012), Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları, Ankara: Türkiye Bilimler
Akademisi Yayınları.
URL-1: Yaşar Aldırmaz, “Tüm Yönleriyle Bilim Üretiminde Etik”,
https://www.researchgate.net/publication/324068374_Bilim_Etigi_Tum_
Yonleriyle_Bilim_Uretiminde_Etik_Scientific_Ethics_Ethics_in_all_Directi
ons_in_the_Production_of_Science (Erişim: 23.09.2019)
Yılmaz, M. (2011). Battal-nâme-Sasonlu Tavit ve Digenes Akrites Destanlarında
Rüyaların İşlevleri. Turkish Studies, Volume 6/1, s. 1951-1964.
40
Giriş
Türkiye’de çocuk oyunları hakkında günümüze kadar pek çok çalışma
yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir. Bu çalışmaların başında
Boratav (1973: 232-248) ve And (2003: 239-289)’ın çalışmaları öncü
niteliğindedir. Bu çalışmalarda çocuk oyunları; içeriği, oynanma zamanı,
oyuncularının yaş ve cinsiyeti, oyunlarda kullanılan araç ve gereçler,
oyunların işlevleri gibi özellikleri dikkate alınarak tasnif edilmiştir. Türk
çocuk oyunlarının yapısal özelliklerinin ve dolayısıyla benzer ve farklı
noktalarının ortaya konması, teknolojik gelişmeler ve kültürel değişim ve
bozulmalara bağlı olarak yok olmakta olan çocuk oyunlarının ve bunlara
bağlı kültürel mirasın tespiti, derlenmesi ve kataloglanması gibi
çalışmalara katkı sağlamıştır. Geleneksel Türk çocuk oyunlarıyla ilgili
olarak, hem Türkiye hem de Türk Dünyası boyutuyla yapılacak çalışmalar
için öncelikli olarak sınırlı alanlarda çocuk oyunlarının derlenmesi, yapısal
özelliklerinin tespit edilmesi önemlidir (Fedakâr-Korkutan, 2016: 367).
Bu çalışmada Kastamonu’nun Taşköprü ilçesine bağlı Çaycevher
köyünden 2018 yılı içerisinde farklı zamanlarda derlenen çocuk oyunları ele
alınmıştır. Çalışmanın alanı ve yöntemi hakkında bilgi verdikten sonra
oyunların yapısal özelliklerinin incelemesi yapılmıştır. Ardından teknolojik
42
örnektir. “İstop, Tıp, Cıs” gibi oyunların isimleri ise oyun esnasında bir
uygulamayı başlatmak veya bitirmek amacıyla sözlü olarak kullanılan
ifadelerden oluşmaktadır. Ayrıca iki oyuncu veya takım arasında geçen bir
konuşmanın başlangıcında yer alan kelime veya kelime gruplarından
ibarettir (Özdemir, 2006a: 110). Bazı durumlarda “Yüzük Kimde?”
oyununun adında olduğu gibi rakibin cevaplaması gereken soru cümlesi
şeklinde de oyun isimleri vardır.
Oyun terimiyle ilgili adlandırma: Oyun terimleri bir oyun hareketinin
şeklini ya da sonucunu, bir oyun kuralını veya durumunu, bir oyun aracı ya
da oyuncunun oyunda kazandığı yeni konumu ifade edebilir. Oyunun
yapısal öğeleriyle ilgili bu oyun terimleri çoğu kez söylenmez, ancak
oyuncular tarafından bilinir (Özdemir, 2006a: 113). Derlediğimiz oyunlar
arasından “İsim Şehir, Futbol, Jandarma Çavuş, Para Futbolu, Hoddod”
olmak üzere bu başlık altında değerlendirilebilecek 5 oyun vardır.
Oyun hareketiyle ilgili adlandırma: Bu tür oyun adları oyunun nasıl
oynandığıyla ilgili bilgi verici niteliktedir. Derlediğimiz çocuk oyunlarından
“Saklambaç, Diklembeç, Kulaktan Kulağa, El vurma/Kızartma, Horoz
Döğüşü” olmak üzere bu kategoriye giren 5 oyun vardır.
Oyun sahasıyla ilgili adlandırma: Bu tür oyun adları oyun sahasında
yer alan çeşitli bölüm ve öğelerle ilgilidir ve çocukların yaratıcılığını
yansıtır. Bu isimlerin birçoğu yöresel söyleyişlerden ibarettir (Özdemir,
2006a: 114). Derlediğimiz çocuk oyunlarından “Mele, Çizgi” olmak üzere bu
kategoriye giren 2 oyun vardır. Bu oyunlardan “Mele” ise oyunda açılan
çukurlardan her birine verilen isimdir.
Oyun rolüyle ilgili adlandırma: Oyun esnasında çocuklar çeşitli roller
üstlenirler. Bu roller onlara bazen seçimle, bazen başarı veya başarısızlık
sonucu verilebileceği gibi bazı oyunlarda da çocuk kendi rolünü seçebilir.
Oyuncu, oyun sırasında rolünün gereğini yerine getirmek veya sonucuna
katlanmak durumundadır (Özdemir, 2006a: 114). Derlediğimiz oyunlardan
“Uzun Eşek, Kör Ebe” olmak üzere 2 oyun bu kategoride değerlendirilebilir.
Oyun aracı ve hareketiyle ilgili adlandırma: Bu tür çocuk oyun adları
hem oyun aracını hem de oyun hareketini ifade etmektedir. Ayrıca bu oyun
adları oyunun hangi araçlarla nasıl oynanacağı hakkında da bilgi verir
(Özdemir, 2006a: 115). Derlenen oyunlardan “Mendil Kapmaca, Kayık
Kayma, Yakar Top, İp Çekmece, Yer/Sandalye Kapmaca, Çuval Yarışı, İp
Atlama, Elma Armut Isırma, Yoğurttan Para Bulma” olmak üzere 9 oyun bu
kategoriye girmektedir.
45
ile kimin başlayacağı belirlenir. Genellikle taşın bir tarafına tükürüp kuru-
yaş atışı yapılır. Bilen taraf oyuna ilk önce başlar. Oyuna başlayan kişi meti
yan olarak çukura yatırır. Sopayı bacaklarının arasına alır, ucunu metin
altına çukura sokarak meti sopayla ileri fırlatır. Rakip oyuncular meti
havada tutabilmek için dağınık vaziyette meti atan kişinin karşısında
beklerler. Burada duracakları mesafeyi kendileri ayarlarlar. Eğer atılan meti
rakip oyuncuları havada tutarlarsa atış yapmadan sıra kendilerine geçer.
Tutamazlarsa metin düştüğü yerden, meti atan kişinin çukurun önüne
yatırdığı sopasını metle vurmaya çalışırlar. Vurabilirse sıra kendilerine
geçer. Vuramayıp met, sopanın yakınına düşerse ve meti atan kişi o anda
rakip oyuncudan önce “üf benim” derse, mete üç sefer üfleyip sopayı
vurmaya çalışır. Bu şekilde vurursa sıra kendilerine geçer. Her iki seferde de
sopayı vuramazlarsa rakip oyuncu meti yere koyup ucuna sopayla vurarak
havalandırır ve havada mete vurup ileriye atmaya çalışır. Bu şekilde üç kere
vurma hakka vardır. İlk vuruşta meti düzeltebilir fakat diğerlerinde met yere
nasıl düştüyse o şekilde vurup kaldırmaya çalışır. Eğer mete yerde vurup
met havaya kakınca vuramazsa rakip oyuncudan önce “küf benim” dediği
an o vuruş hakkı yanmaz. Diyemez ya da sonra derse hakkı yanar. En son
metin gittiği yerden çukura kadar adım sayar ve o kadar sayı alır. Oyun
bitince kazanan taraf kaybeden tarafa ceza verebilmek için atış yapar.
Atıştan önce kim “üçü benim biri senin” derse atışın fazla sayısını kendisi
alır. Yani kazanan ve atışı yapacak olan kişi derse üç sefer atış hakkı olur,
diyemezse bir sefer atış yapabilir. Atış için met, sopanın ucuna yan konulur.
Bu şekilde oyuncu sopayı kaldırarak meti havaya atar ve o esnada mete
vurup ileriye atmaya çalışır. Bu esnada rakip oyuncuları da karşı tarafında
atılan meti havada tutabilmek için beklerler. Eğer meti havada
tutabilirlerse cezadan kurtulurlar. Tutamazlarsa metin yere düştüğü
yerden çukura kadar belirlenen cezası çekerler (K.K.1, 2, 4, 8).
2. Mele Oyunu
Oyuncular: İki kişiyle oynanır.
Oyun araç ve gereçleri: Otuz adet misket büyüklüğünde taş.
Oyun zamanı ve süresi: Hayvan otlatırken, boş zamanlarda, süresi
ortalama 10-30 dakika.
Oyun mekânı: Oyun hem açık hem de kapalı mekânda toprakta
oynanmaktadır. Fakat çoğunlukla tarla, harman, bahçe gibi açık alanlarda
icra edilir.
55
ebe olur ve oyun devam eder. Ebenin, sopasını alıp giden kişiyi atış
mesafesine kadar kovalayıp dokunma hakkı vardır. Bu şekilde çölüğü
yerinden çıkartan kişi bir sayı kazanır. Ayrıca şayet üç kişilik bir oyuncudan
ikincisi sopasıyla çölüğü yerinden çıkartırsa, ebe de çölüğü alıp yerine
batırana kadar diğer oyuncu koşup sopasını alıp yerine geçmesi gerekir.
Ebe, çölüğü alıp yerine diker ve diğer oyuncu yerine geçmeden “tos” deyip
ona dokunabilirse o kişi ebe olur. Oyun belirlenen sayıda biter (KK. 1, 2).
4. Hoddod Oyunu
Oyuncular: En az iki kişi.
Oyun araç ve gereçleri: Kişi sayısı kadar hoddod sopası.
Oyun zamanı ve süresi: Havanın açık ve yerlerin kuru olduğu
zamanlarda ve ikindi gibi. Belirli bir süresi yok.
Oyun mekânı: Sert bir zemini olan geniş, harman gibi düz ve açık bir
alan.
Ödül ve cezalar: Bir cisimle ele ya da vücudun başka yerine vurma,
kazanan oyuncuların sopalarla yaptıkları atış sonucunda en uzağa giden
sopa mesafesi kadar tek ayak üzerinde sekerek gidip gelme ya da
kazananları sırtta taşıma.
İcra ve kuralları: önce sopalarla atış yapılır ve kimin sopası geride
kalırsa o kişi ebe olur. Oyuncular sırayla yere otururlar. Ebe sopasını bir-iki
metre uzaklığa (buraya kale denir) yan yatırır. Diğer oyuncular sopaları
sırasıyla yerde yatan sopanın üzerinden geçirerek atmaya çalışırlar. Bunu
yerde otururken sopayı dik tutup, bir ayağını yan çevirerek sopanın alt
ucunu ayağının iç kısmına birkaç kere vurur. Bu şekilde gerilerek hız
kazanan sopayı ileriye atar. Atılan sopa yerdeki sopanın üzerinden değerek
geçerse yerdeki sopa üzerinden geçenin en ucuna götürülür. Diğer
oyuncular da ebe belirlerken ki atış sırasına göre sırayla atarlar.
Değdiremeyen kişinin canı ölür. Değdiren kişi atmaya devam eder ve aynı
kişi tekrar değdirebilirse diğer oyuncunun canı geri gelir. Eğer kimse
değdiremezse hepsinin canı gider. Bu durumda ebe, diğer oyuncuların
soplarını alarak kaleden kendi sopasını vurmaya çalışır. Kimin sopasıyla
kendi sopasını vurursa o kişi ebe olur. Eğer hiçbir sopayla ebe kendi sopasını
vuramazsa tekrar ebe olur ve oyun devam eder. Ebe vuramadığı zaman bir
yaşına girer. Bu şekilde herkese bir yaş verilir. Belirlenen yaşta oyun biter.
Oyun esnasında sopayı atan oyuncu, sopasının ucunu yerde yatay olarak
duran sopaya vurup üzerinden geçmeden geri gelirse “hod” yapmış olur. O
kişi tekrardan atış yapar ve bir canı daha olur. Bu birkaç sefer olabilir ve her
57
İcra Edilmeyenler
Gününüzde İcra
Erkeklerin birlikte
Sadece Kızların
Oyuncuları Oyun Araç ve Oynanma Zamanı Oynanma Ödül ve Cezaları
Günümüzde
Oynadıkları
Oynadıkları
Gereçleri ve Süresi Mekânı
Oynadıkları
Edilenler
Sıra Oyun
No Adı
Oyuncu sayısı
kadar ortalama
bir metre Sırtta taşıma, tek
uzunluğunda ayak üzerinde
ucunun ön belirlenen
tarafı biraz mesafeye gidip
Met İki grup düzleştirilmiş Havanın açık ve Sert bir gelme vb.
Oyunu X --- --- --- X hâlinde oyuna uygun yerlerin kuru zemini olan (Oyunun başında
2 oynanır. En sopa. Bir karış olduğu geniş, “Binmeçli mi,
az 4 kişi uzunluğunda zamanlarda ve harman gibi zeggeçli mi?”
gerekir iki tarafı ikindi gibi, belirli düz ve açık diye sorularak
çapraz, damak bir süresi yok bir alan ceza en başta
şeklinde belirlenir.)
yontulmuş
ağaç parçası
(met).
Bir cisimle ele ya
Oyuncu sayısı Havanın açık ve Sert bir da vücudun
kadar bir metre yerlerin kuru zemini olan başka yerine
uzunluğunda olduğu geniş, vurma, tek ayak
Çölük
3 Oyunu X --- --- --- X En az 2 kişi sopa, bir karış zamanlarda ve harman gibi üzerinde belirli
uzunluğunda ikindi gibi, belirli düz ve açık bir mesafeyi
çölük bir süresi yok bir alan gidip gelme,
ayrıcalıklı oyun
rolü veya oyunu
60
başlatma hakkı
kazanma vb.
Bir cisimle ele ya
da vücudun
başka yerine
Sert bir vurma, kazanan
Havanın açık ve zemini olan oyuncuların
Kişi sayısı kadar yerlerin kuru geniş, sopalarla
Hoddod X --- --- --- X En az 2 kişi hoddod sopası olduğu harman gibi yaptıkları atış
4 Oyunu zamanlarda ve düz ve açık sonucunda en
ikindi gibi, belirli bir alan uzağa giden
bir süresi yok. sopa mesafesi
kadar tek ayak
üzerinde sekerek
gidip gelme ya
da kazananları
sırtta taşıma vb.
Oyunun bittiği
sayı mesafesi
Kişi sayısı kadar Havanın açık ve Sert bir kadar ya da en
En az 3-4 yaklaşık 30 cm yerlerin kuru zemini olan yüksek sayıyı
Diklembe
5 ç Oyunu X --- --- --- X kişi uzunluğunda olduğu geniş, alan kişinin
uçları sivri zamanlarda ve harman gibi sopasını attığı
olmayan sopa ikindi gibi. Belirli düz ve açık mesafeye kadar
bir süresi yok. bir alan kazanan kişilerin
sırtta taşınması
ya da tek ayak
61
üzerinde sekerek
gidip gelme vb.
Bir cisimle ele ya
Çoğunlukla kış da vücudun
Bir adet yüzük mevsiminde, başka yerine
Yüzük
6 --- --- X --- X En az 2 kişi ya da benzeri akşamları ev Ev/oda içinde vurma, şarkı ya
Oyunu
eşya oturmalarında da türkü
vb. zamanlarda söyleme, taklit
yapma vb.
Üç adet taş ya Çoğunlukla kış
Üç da fasulye, mevsiminde, Ev/oda Taklit yapma,
Taş/Pakl
7 X --- --- --- X 2 kişi kare tahta akşamları ev içinde, kapalı şarkı ya da türkü
a Oyunu
parçası oturmalarında bir mekânda söyleme vb.
vb. zamanlarda
Dokuz X --- --- --- X 2 kişi Üç adet taş ya Çoğunlukla kış Ev/oda Taklit yapma,
Taş/Pakl
8 da fasulye, mevsiminde, içinde, kapalı şarkı ya da türkü
a Oyunu
kare tahta akşamları ev bir mekânda söyleme vb.
parçası oturmalarında
vb. zamanlarda
Havaların açık ve Taklit yapma, tek
Kişi sayısı kadar yerlerin kuru Sert bir ayak üzerinde
Çizgi
9 yassı taş veya olduğu zemini olan belirli bir
Oyunu
--- X --- X --- En az 2 kişi kaya parçası zamanlarda, düz ve açık mesafeyi gidip
yazın ve okul bir alanda gelme, şarkı ya
dönemleri da türkü söyleme
vb.
62
Havaların açık ve
Yakar İki grup yerlerin kuru Sert bir Taklit yapma,
Top
10 hâlinde en Top olduğu zemini olan şarkı ya da türkü
Oyunu
--- --- X X --- az 4 kişi zamanlarda, düz ve açık söyleme vb.
yazın ve okul bir alanda
dönemleri
Havaların açık ve Taklit yapma,
yerlerin kuru Düz ve kuru oyun aracı
Mendil
11 İki grup olduğu açık bir kazanma veya
Kapmac
--- --- X X --- hâlinde en Mendil zamanlarda, alanda kaybetme vb.
a Oyunu
az 5 kişi yazın ve okul
dönemleri
Saklanabilec Yiyecek bir şey
ek yerlerin alma veya evden
Saklamb
12 --- --- X X --- En az 3-4 Herhangi bir Yaz aylarında, olduğu ev, yiyecek bir şey
aç Oyunu
kişi malzemesi okul tatillerinde. garaj ve getirme, taklit
yoktur. ağaçlık gibi yapma vb.
yerlerde.
Havaların açık ve
yerlerin kuru Ev önleri, Taklit yapma,
İstop
13 --- --- X X --- En az 4-5 Top olduğu cami önleri şarkı ya da türkü
Oyunu
kişi zamanlarda, ve avluları söyleme vb.
yazın ve okul vb.
dönemleri
63
Havaların açık ve
yerlerin kuru Ev önleri, Taklit yapma,
Tıp
14 En az 4-5 Herhangi bir olduğu cami önleri şarkı ya da türkü
Oyunu
--- --- X X --- kişi malzemesi zamanlarda, ve avluları söyleme vb.
yoktur. yazın ve okul vb.
dönemleri
Havaların açık ve Dört köşesi ve Tek ayak
Köşe Herhangi bir yerlerin kuru hareket üzerinde belirli
Kapmac
15 --- --- X X --- 5 kişi malzemesi olduğu edilebilecek bir mesafeyi
a Oyunu
yoktur. zamanlarda, genişlikte gidip gelme,
yazın ve okul olan yerlerde taklit yapma vb.
dönemleri
Yattı Bir cisimle ele ya
Kalktı/ Herhangi bir Okul dönemleri Genellikle da vücudun
Gece
16 --- --- X X --- En az 3 kişi malzemesi ve dini eğitim için kapalı başka yerine
Gündüz
yoktur. camiye gidildiği mekânlar vurma, şarkı ya
Oyunu
zamanlarda da türkü söyleme
vb.
Deve Kişi sayısı kadar Okul dönemleri Açık ya da Şarkı ya da türkü
17 Cüce --- --- X X --- En az 3 kişi sandalye ya da ve dini eğitim için kapalı söyleme,
Oyunu
oturak camiye gidildiği herhangi bir belirlenen ödülün
zamanlarda yerde sahibi olma vb.
Belirlenen
ödülün sahibi
Kişi sayısından Okul Tören ve olma, tek ayak
Yer/Sand
Sandalye bir eksik eğlencelerinde, eğlencelerin üzerinde belirli
alye
27 Kapmac --- --- X X --- sayısından sandalye veya ulusal düzenlendiği bir mesafeyi
a Oyunu bir fazla kişi tabure bayramlardaki mekânlarda gidip gelme,
kutlamalarda taklit yapma,
alay etme veya
övme vb.
Havanın açık ve Belirlenen
yerlerin kuru Sert bir ödülün sahibi
Çuval
28 Kişi sayısı kadar olduğu zemini olan olma, taklit
Yarışı
--- --- X --- X En az 2 kişi çuval zamanlarda, okul düz ve açık yapma, tek ayak
Oyunu
törenlerinde, bir alan üzerinde belirli
belirli bir süresi bir mesafeyi
yok gidip gelme vb.
Şarkı ya da türkü
Hem açık söyleme, alay
Horoz
Herhangi bir Belirli bir hem de etme veya övme,
Döğüşü
29 --- --- X X --- 2 kişi malzemesi oynanma zamanı kapalı taklit yapma, bir
Oyunu
yoktur. yoktur. mekânlarda cisimle ele ya da
vücudun başka
yerine vurma vb.
El Herhangi bir Belirli bir Hem açık
30 Vurma/Kı --- --- X X --- 2 kişi malzemesi oynanma zamanı ham de Herhangi bir ceza
zartma
yoktur. yoktur. kapalı gerektirmez.
Oyunu
mekânlarda
67
Fış fış Herhangi bir Belirli bir Ev/oda içi Herhangi bir ceza
31 Kayıkçı --- X --- --- X 2 kişi malzemesi oynanma zamanı gibi kapalı gerektirmez.
Oyunu
yoktur. yoktur. mekânlarda
Tek kalede
bir kaleci en
Futbol
az 2’şer Okullarda Yiyecek bir şey
(Tek
kişiden Top ve kale ders/öğle Sert bir alma veya evden
Kale, Çift
32 Kale, X --- --- X --- oluşan 2 yapmak için aralarında, zemini olan getirme, alay
Dokuz grup; çift taş ya da sırık meydan, harman düz ve açık etme veya övme,
Aylık) kalede eşit gibi açık bir alan belirlenen ödülün
Oyunu sayıda 2 alanlarda sahibi olma vb.
grup; dokuz
aylıkta en
az 3 kişi
Kışın kar yağdığı Karın olduğu Herhangi bir ceza
33 Kar Topu --- --- X X --- En az 2 kişi Kar zaman herhangi bir gerektirmez.
Oyunu
yerde
Bir cisimle ele ya
Karın olduğu da vücudun
Kişi sayısı kadar Kışın kar yağdığı bayır bir başka yerine
Kayık
34 X --- --- X --- En az 2 kişi kayık zaman yerde vurma, taklit
Oyunu
yapma, oyun
aracı kazanma
veya kaybetme
vb.
68
Sonuç
Bu çalışma sonucunda Kastamonu-Taşköprü’ye bağlı Çaycevher
köyünde 45 adet çocuk oyunu tespit edilmiştir. Bu oyunlardan 22’sinin
günümüzde icra edilmediği, 23’nün icra edildiği, 5’nin sadece kızlar
arasında, 15’inin sadece erkekler arasında ve 25’nin ise hem erkeklerin hem
kızların hem de erkek-kız karışık olarak oynadığı tespit edilmiştir. Tespit
edilen oyunların adlandırılmasında; oyun araçları, oyunun sözlü formülü,
oyun terimi, oyun hareketi, oyun sahası, oyun rolü, oyun aracı ve hareketi,
oyun sahası ve hareketi, oyun sözü ve hareketiyle ilgili ifadeler kullanıldığı
görülmektedir. Oyunların oynanma şekillerine bakıldığında altı oyun
gruplar hâlinde icra edilirken diğerleri iki ve daha fazla kişiyle bireysel
olarak oynanmaktadır. Oyuncu sayıları oyunun yapısına göre değişiklik
göstermekte olup yedi oyun gruplar hâlinde icra edilir. Grupların oyuncu
sayıları da oyunların yapısına göre değişmektedir.
Oyunlarda hayatın her aşamasında kullanılan araç ve gereçlerin
yanında bazı oyunlara özel yapılan oyun araçları (met, çölük, hoddod
sopası vb.) da kullanılmaktadır. Bu oyun araçlarından “asıl oyun aracı
olarak isimlendirilenler” asıl işlevleriyle oyunlarda kullanılırken “ikincil
oyun araçları” olarak adlandırılanlar ise farklı işlevlerde kullanılmaktadır.
Oyunların oynanma zamanı ve süresi oyunun yapısına bağlı olarak
değişmektedir. Kış, ilkbahar ve yazın, okulda ders/öğle aralarında, hayvan
otlatma esnasında, köy meydanlarında akşamüzeri, ulusal bayramların
törenlerinde gibi farklı zamanlarda oyunların icra edildiği görülmektedir.
Oyunların mekânı/sahası olarak cami önleri, harman, köy meydanı, tarla,
bahçe, sınıf, tören yerleri, ev/oda içi, evin bahçesi ve çevresi gibi açık ve
kapalı alanlarda icra edilmektedir. Kısacası doğal hayatın ve kendi
yaptığımız mekânların neredeyse her alanı oyun için kullanılmaktadır.
Oyunların icra şekilleri ve kuralları ise oyunun yapısal özelliklerine göre
farklılık arz etmektedir. Oyunların icra düzeni; grup hâlindeyse oyuncu
seçimi, varsa ebe seçimi, oyuna ilk başlayacak kişinin/tarafın seçimi,
oyunun icrası, sonunda ise ceza ya da ödül şeklindedir.
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
AND, M. (2003). Oyun ve Bügü Türk Kültüründe Oyun Kavramı, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
ARTUN, E. (1992). Tekirdağ Çocuk Oyunları, Tekirdağ: Trakya Doğuş Tesisleri.
BORATAV, P. N. (1973). 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
ÇINAR, A. A. (2008). Muğla Çocuk Folkloru, Muğla: Karaca Ofset.
72
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Kaynak kişilerin bilgileri; “Adı soyadı, doğum tarihi, eğitim durumu, mesleği, ikamet
yeri” sıralamasına göre verilmiştir.
73
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Büyük bir alana yayılan Kafkasya’yı yönetmek zorluk çıkarmakta idi. Silah
üreten fabrikaları, endüstriyel merkezleri olmayan Kafkasya’da Rusya aleyhine
direniş harekatı 60 seneye yakın sürdü ki, bunun da 30 senesine Şeyh Şamil rehberlik
etmiştir. Rusya, işgal ettiği ülkelerin sadece rehberlerini değil, hatta bölgede sözü
geçen, nüfuz sahibi şahısların da çocuklarını rehin alarak S. Petersburg şehrine
götürürdü. Bunun bir sebebi çocukları rehin olan babaların isyana teşebbüs
etmemelerini sağlamak idi ise, diğer bir sebebi ise rehin aldıkları çocukları okutarak
ve terbiye ederek ilerde hükümete sadık kadro gibi kullanmak idi.
Rehin alınan çocuklar arasında Kumuk şamhalı, Musa-Hasay han Usmiyev’in oğlu
Hasay han Usmiyev de vardı. 1808 yılında doğan Hasay han Usmiyev, S.Petersburg
şehrindeki askeri okulda eğitim aldığı zaman hocaları tarafından becerikli öğrenci
olarak çok sevilirdi. Nitekim komutanları asi, çılgın, becerikli Kafkasyalı öğrenciyi
değerlendirerek zamanından önce rütbesini yükseltirler. Tiflis’te canişinlikte
çalışırken Karabağ hanının kızı şair, ressam, hayırsever Hurşid banu Natevan ile
evlenir. Rus ordusunun generali Hasay han Usmiyev, bir süre Karabağ’ın gubernatı
olarak çalıştıktan sonra aniden onu görevden alırlar ve Merkezi Rusya’nın Varonej
şehrine sürerler. Uzunca bir zaman bu sürgünün sebebinin aile içi tartışmalar,
generalin çılgınlığı ile alakalı olduğunu iddia etmişler. Fakat nedense
Azerbaycan’da ve Dağıstan’da hayatı ve faaliyeti iyice araştırılmış Hasay Han
Usmiyev’in Osmanlı Devleti ile işbirliği dikkatlerden kaçmıştır.
Bildirimizde Hasay han Usmiyev’in bugüne kadar araştırmaya tabi tutulmamış
mektuplarından, onun hakkındaki gizli yazışmalardan söz edeceğiz.
Anahtar Kelimeler: Hasay han Usmiyev, Azerbaycan-Dağıstan ilişkileri, Osmanlı
Devleti, Rus ajanı.
ABSTRACT: It was difficult to rule the Caucasus, which spread over a large area. In
the Caucasus, which does not have arms-producing factories or industrial centers,
resistance against Russia lasted for almost 60 years, of which 30 years were led by
Sheikh Shamil. Russia took not only the guides of the countries it occupied, but even
the children of the influential people in the region as hostages, taking them to the
city of S.Petersburg. One reason was to ensure that fathers whose children were
held hostage did not attempt to rebel, and another reason was to use them as loyal
74
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
cadres to the government by teaching and educating the children they took
hostage.
Among the children taken hostage were Kumuk shamhali, Musa-Hasay khan
Usmiyev's son Hasay khan Usmiyev. Born in 1808, Hasay Khan Usmiyev was well-
liked by his teachers as a student when he was educated at the military school in
S.Petersburg. As a matter of fact, his commanders raise his rank before his time by
evaluating the rebellious, insane, resourceful Caucasian student. While working in
Tbilisi, he married the poet, painter, philanthropist Hurşid banu Natevan, daughter
of Karabakh Khan. After having worked as a gubernat of Karabakh for a while, the
general of the Russian army, Hasay Khan Usmiyev, suddenly dismissed him and
deported him to Varonej city of Central Russia. They argued for a long time that the
cause of this deportation was related to the domestic debate, the general's
madness. However, for some reason, his life and activities in Azerbaijan and
Dagestan have been thoroughly researched, and Hasay Khan Usmiyev's
cooperation with the Ottoman Empire has escaped attention.
In our study, we will mention Hasay Khan Usmiyev's letters, which have not been
investigated until today, and the secret correspondence about him.
Keywords: Hasay Khan Usmiyev, Azerbaijan-Dagestan relations, Ottoman Empire,
Russian agent.
Giriş
1. Azerbaycan-Dağıstan İlişkileri
zaruryıliğini vurgular. Belirtelim ki, Hasay han Usmiyev de bir fert olarak
ilişkilerin pekişmesinde önemli rol oynar.
Azerbaycan ve Kumuk halkları yüz yıla yakın bir süre içinde çar
Rusyası’nın işgalinde, son yetmiş yılını ise Sovyetlerin dolayısı ile işgalinde
olur. Her iki rejim Türklerin birbirinden uzaklaşması için çeşitli yöntemler
kullanmıştır. Özellikle de Sovyet döneminde aynı kökenden halkların
yakınlaşmasına engel oluşturmuş, onların birbirini öğrenmesine mani
olmuş ve bunu şovenizm olarak kötülemiş, fakat ne ilginçtir ki, Türk
olmayan halkların (Rus, Belarus...) tarihinin, kültürünün, halkbiliminin vs.
araştırılmasına emir vermiş ve bunu “beynelmilellik” adlandırmıştır. Bu da
aynı soydan olan Türk halkalarını asimile etmeğe yardımcı olmuştur. Ancak
ne mutlu ki, Rusya’nın bu politikasının farkına varmış aydınlarımız da var idi
ve onlar sayesinde bu gün biz kendi özümüze dönebilmişizdir. Bu
aydınlardan biri de Hasay han Usmiyev’dir.
Rusya, Kafkasları işgal ettikten sonra yönetimi tam olarak ele almak
için yerel Hristiyanları, yani Ermeni ve Gürcüleri kullanmaya başlar. Bu da
Müslümanların giderek öfkelenmesine neden olur. Bu öfkenin sebebi,
Hristiyanların giderek artan nüfuzunun Müslümanları zorda bırakmasıdır.
General de bunun farkındadır. Bu yüzden de Kafkasya’daki Müslümanları
koruması gerektiğini bilir. Uzunca zaman ölümünün (intiharının) şüpheli
olduğunu ve muhtemelen Osmanlı ile işbirliği içinde olduğunu söyleyen
araştırmacılar bunu sadece ihtimal olarak ifade etseler de, 2015 senesinde
EİF-in 7. “Mobillik grant” yarışmasını kazanarak elde ettiğimiz “Karabağ
komendantı (Han gızı Hurşitbanu Natevan’ın eşi) general Usmiyev’in
Karabağ’daki faaliyetinin Dağıstan’da araştırılması” projesi ile Dağıstan’da
araştırma yaptığımız zaman RF Dağıstan Bilimler Akademisi Etnografi ve
Tarih Enstitüsü’nün Elyazması fonundaki bir belge ile generalin Osmanlı ile
işbirliği içinde olduğunu ispat etmiş olduk. Şöyle ki, ismi geçen belgede
(Акты Кавказской археографической комиссии. Библиотека Института
77
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
İki yüz seneyi aşkın bir süre Rus baskısında kalmış Türk halklarının
büyük kısmı son 20 senede özgürlüğe kavuşmuş ve asimilasyona maruz
kalmış; kültürünü, tarihini, halkbilimini geri kazanmak için çabaladığı bir
dönemde Hasay han Usmiyev’in hakkında bulunmuş bir belge ilişkilerin
daha da derinleşmesine, yakınlaşmasına sebep olur. Dağıstan arşivlerinde
bulduğumuz belge bize Azerbaycan-Dağıstan-Türkiye ilişkilerinin
öğrenilmesinde yeni bir etabın başlangıcıdır. Eminiz ki, eğer Osmanlı
arşivlerinde de bu yönde bir araştırma yapılırsa yeni daha ciddi bilgiler
ortaya çıkacaktır.
KAYNAKÇA
Акты Кавказской археографической комиссии. Библиотека Института истории,
археологии и этнографии Дагестанского научного центра. T.11, C. 649
Алиев Камиль. Кумыуские общины в Турции.
http://vestikavkaza.ru/articles/Kumykskie-obshchiny-v-Turtsii.html
78
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ABSTRACT: Social networking sites has been have widely user network with
improving and becoming widespread internet technologies. Today, willing to favor
in these sites has been affected to young person’s fashion, movie, life style and
eating-drinking habits. Especially, sharing photos of drinks and foods have getting
huge attention. For this reason sharing photos of local foods’ are calling crowd’s
attention. Serving traditional Turkish foods with various kinds has contributed to
these foods’ being popular again. For example, there has been opening lots of
lokma stores in İstanbul, Ankara, İzmir and many cities since 2018 summer. Lokma
dessert, which prepared with fried fermented doughs or sprinkled cinnamon, has
gained differences about tasting and serving. Lokma, which associated with death
and funeral in the transition periods of Turkish culture, has serving the function of
social media to draw attention. In this study, there will be determined about how
internet culture’s having an impact on eating habits of Turkish cuisine’s traditional
foods and serving kinds. And there will be analyzed of share of lokma dessert’s from
this change.
Keywords: Turkish cuisine, lokma dessert, traditional foods.
80
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş adlı kapsamlı külliyatında Türklerin tatlı
kültürünün temelinde helvanın yer aldığını; helvanın yağda kavrulmuş una pekmez,
bal katılarak elde edildiği bilgisini verir. Ayrıca çeşitli kavutlardan elde edilen farklı
helva türleri mevcuttur (Ögel, 1978: 404).
2
“Helvahânede altı usta ile yüz kadar çırak çalışırdı. Kışları gül, misk, gelincik çiçeği,
havlican ve dâr-ı fülfül gibi baharattan şeker kestirerek yaptıkları macunu, Hünkâr,
Dîvân-ı Hümâyun üyeleri ve Enderun’un ileri gelenlerine sunarlardı. İrmikten tahine,
undan pekmeze kadar onlarca çeşit malzeme kullanan helvacıların hazırladıkları
tatlılar arasında özellikle saray lokması ve aşure çok meşhurdu. Helvahânede,
muharrem ayında ballı aşure, şekerli aşure ve süzme miskli aşure pişirilirdi.” Ayrıntılı
bilgi için bkz. https://topkapisarayi.gov.tr/tr/content/saray-mutfaklar%C4%B1
(Erişim tarihi: 28.05.2019)
81
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Priscilla Mary Işın, 18 ve 19. Yüzyıllarda “lokum” kelimesinin “lokma” anlamında
kullanıldığı belirtmektedir (2008: 172).
4
1850’li yıllardan sonra İstanbul’da, Cumhuriyet döneminde ise büyük şehirler ve
Anadolu’da açılan pastaneler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Samancı, 2013: 42-45.
5
Anadolu’da “ölü yemeği” ya da “ölü aşı” değişik adlarla anılır. Bunlar; “kırk ekmeği,
kazma takırtısı, ölünün kırkı, kırk yemeği, can aşı, zıkkım yemeği, can helvası, hayır, ölü
yemeği, kazma-kürek helvası, hayat yemeği” şeklinde adlandırılmıştır. Ayrıca, ölü
yemeği yerine sayılan, ancak onun gibi ziyafet niteliği taşımayan yiyecekler de vardır.
82
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Bunlar; “şemşek, köcülü, ölü çöreği, hamur-yağ-soğan, ölü giliği, meyve, lokma, can
helvası, yoğurt-ekmek ve çay”dan oluşur. Örnek, (1979), a.g.e., ss.88-89.
6
Adana ili tarafından “Adana lokma tatlısı” ismiyle, 19.01.2018 tarihinde başvuru
yapılmış ancak henüz sonuçlanmamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. URL-1
https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/geographicalRegisteredList/ (Erişim
tarihi: 28.05.2019)
7
İzmir’e göç eden Balkan Türkleri ve Müslümanları, lokma tatlısını çocuk görme
ziyaretlerinde (Morkoç, 2018: 69), düğünlerde (Morkoç, 2018: 106, 142, 152) de
hazırlamaktadır.
83
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Batu, A. ve Batu, H.S. (2016). Türk Tatlı Kültüründe Türk Lokumunun Yeri. Journal of
Tourism and Gastronomy Studies, 4/1, s. 42-52.
Işın, P. M. (2008). Gülbeşeker Türk Tatlıları Tarihi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Ögel, B. (1978). Türk Kültür Tarihine Giriş 4. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Örnek, S.V. (1979). Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara: Ankara Üniversitesi DTCF
Yayınları.
Sevinç, S.S. (2019). “Adım Başı Açılıyor… Yeni Nesil Lokmacıların Sırrı Ne ”,
24.02.2019, https://odatv.com/yeni-nesil-lokmacilarin-sirri-ne-
24021917.html, (Erişim tarihi: 02.06.2019)
Yurt B., Yıldız, Ö., Kumlay, A.M., Küçüköner, E. (2010). Iğdır Yöresinde Tüketilen Bazı
Hayvansal Kaynaklı Geleneksel Gıdalar. 1. Uluslararası Adriyatik’ten
Kafkaslar’a Geleneksel Gıdalar Sempozyumu, (ss.358-359), Tekirdağ.
MEB Komisyon (2006). Yiyecek İçecek Hizmetleri, Hamur Tatlıları, MEGEP Meslekî
Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi, Ankara.
URL-1 https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/geographicalRegisteredList/
(Erişim tarihi: 28.05.2019)
86
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Orhun yazıtlarında ilk hecede kapalı e (é) ünlüsünü gösteren özel bir
harf yoktur. Söz konusu yazıtlarda aynı kelime bazen normal e ünlüsü gibi
yazılmadan, bazen de i ünlüsünü belirten karakterle ( ) yazılarak
gösterilmektedir. Buna göre ‘vermek’ anlamındaki ber- fiili 7 yerde b(e)r-
şeklinde iken 61 yerde bir- şeklinde, ‘beş’ anlamındaki beş sayı
ismi 3 yerde b(e)ş şeklinde iken 5 yerde biş şeklinde, ‘iki’
anlamındaki eki sayı ismi 27 yerde (e)ki şekline karşılık sadece ‘iki parça’
anlamındaki ikegü kelimesinde 1 yerde ik(e)gü şeklinde, ‘halk, ülke,
devlet’ anlamındaki el kelimesi 7 yerde (e)l l şeklinde iken 44 yerde il
şeklinde, ‘olmak’ anlamındaki er- cevher fiili 91 yerde (e)r- şeklinde iken
1 yerde ir- şeklinde, ‘düzenlemek’ anlamındaki et- fiili 2 yerde (e)t-
şeklinde iken 20 yerde it- şeklinde, ‘yirmi’ anlamındaki yegirmi sayı ismi
11 yerde y(e)g(i)rmi şeklinde iken 1 yerde yig(i)rmi
şeklinde, ‘yer, toprak, ülke, memleket’ anlamındaki yer kelimesi 14 yerde
y(e)r şeklinde iken 19 yerde yir şeklindedir.3
1
Marcel Erdal, A Grammar of Old Turkic (Leiden-Boston: Brill, 2004), 50-52.
2
Sir Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish
(London: Oxford University Press, 1972).
3
Talât Tekin, Orhon Yazıtları, TDK yayınları (Ankara 2008).
89
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Irk Bitig isimli yazma eserde i’li ( ) yazılışlar e’li yazılışlara oranla daha
fazla sayıda göze çarpmaktadır: bil ‘bel’ 1 yerde, b(e)l şekli hiç yok;
bir- ‘vermek’ 2 yerde, b(e)r- şekli hiç yok; biş ‘beş’ 1 yerde, b(e)ş
şekli hiç yok; il ‘ülke, devlet’ 4 yerde, (e)l şekli hiç yok, it- ‘düzenlemek’
fiili 1 yerde, (e)t- şekli hiç yok; kiyik ‘yabanî hayvan’ 6 yerde, k(e)yik
şekli hiç yok; ti- ‘demek’ fiili 64 yerde, t(e)- şekli hiç yok; yir ‘yer, yer
yüzü’ 7 yerde, y(e)r şekli hiç yok. Buna mukabil (e)ki ‘iki’ 2 yerde, iki şekli
hiç yok, (e)r- ‘cevher fiili’ 3 yerde, ir- şekli hiç yok.5
4
Talât Tekin, Tunyukuk Yazıtı, Simurg yayınları (Ankara 1991).
5
Talât Tekin, Irk Bitig: Eski Uygurca Fal Kitabı (Anka 2004)
90
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
E 3 Uyug Turan yazıtı: kéşig (E3: 2), bél E3: 2), él (E3:
2, 3)
6
Selda Serin, “Kızıl, Tuva Müzesi Yenisey Yazıtları” Marmara Üniversitesi yüksek lisans
tezi (İstanbul 2012).
7
Árpád Berta, Sözlerimi İyi Dinleyin: Türk ve Uygur Yazıtlarının Karşılaştırmalı Yayını, TDK
yayını (Ankara, 2010); Mehmet Ölmez, Orhon-Uygur Hanlığı Dönemi Moğolistan’daki
Eski Türk Yazıtları: Metin-Çeviri-Sözlük (Ankara 2012).
91
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ilk hecede mutlaka yazılan bir ünlü imiş gibi kabul edilmektedir. Dolayısıyla
bir ses biriminin iki farklı şekilde yazıda gösterildiği kabul edilmiş
olmaktadır. Bizce bu farklı yazılışlar kelimelerde é ses biriminin olduğunu
değil, e ve i olmak üzere iki ayrı ses biriminin olduğunu göstermektedir.
Çünkü é sesi, bazı Yenisey yazıtlarında anlam ayırıcı olarak
değerlendirilebilecek özel bir işaretle gösterilmiş olmakla birlikte diğer
yazıtlarda anlam ayırıcı bir ses olarak karşımıza çıkmamakta, bazen geniş
ünlü gibi, bazen de dar ünlü gibi gösterilmektedir. O hâlde bu ikili yazılışlar
neyi göstermektedir? Bize göre bu ikili yazılışlar yazıtların yazıldığı
dönemdeki ağız özelliklerinin baskın durumuna göre bazen e, bazen i ses
biriminin imlâya yansıdığını göstermektedir. Tıpkı bugün bazen eğreti,
bazen iğreti dememiz gibi, bazen eğri, bazen iğri yazmamız gibi, deyip
yazarken diyip diye söylememiz gibi.
Uygur Türkçesi metinlerinde kapalı e (é) sesini gösteren özel bir işaret
bulunmamaktadır. Kelimelerde e ve i ünlüleri ise hiçbir ikiliğe yer
bırakmayacak şekilde açık bir şekilde yazılmaktadır. Yine Uygur
metinlerinden Brahmi harfleri ile yazılan metinlerde ber- ‘vermek’, beş, el
‘yurt’, elt- ‘göndermek’, te- ‘demek’, yer kelimelerinin, açık şekilde e ile
yazıldığı görülmektedir.
Gagavuz Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’si yer yer kapalı e (é)
sesine dönüşebilmektedir. Örneğin ben zamiri bénde derken kapalı e (é)
sesine dönüşmektedir.
Özbek Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’si hem açık e, hem de
Çağatay Türkçesindeki gibi kapalı e (é) şeklindedir: män ‘ben’ yanında,
bér-, ér, kél-, kérek gibi.
94
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Yeni Uygur Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’si hem açık e, hem
de Çağatay Türkçesindeki gibi kapalı e (é) şeklindedir: män yanında, çérik,
ékin gibi.
Kazak Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’si hem açık e, hem de
Çağatay Türkçesindeki gibi kapalı e (é) şeklindedir: Täŋri yanında, bés ‘beş’,
kél-, men gibi.
Kırgız Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’si genellikle
korunmuştur: emgek, erik ‘erk’, kel-, men gibi.
Tatar Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’sinin sistemli olarak i’ye,
ilk hece i’sinin de yine sistemli olarak kapalı é (açık i)’ye çevrildiği
görülmektedir: E.T et > Tat. it, E.T. kes- > Tat. kis-, E.T. men > Tat. min; E.T.
bir > Tat. bér, E.T. til > Tat. tél gibi.
Başkurt Türkçesinde Eski Türkçedeki ilk hece e’si sistemli olarak i’ye
çevrilmektedir: E.T. ber- > Başk. bir-, E.T. men > Başk. min gibi.
KAYNAKÇA
Aksan, Doğan (2003). Her Yönüyle Dil. Ankara: TDK Yayınları.
Arat, Reşit Rahmeti (1953). “Türkçe Metinlerde e/i Meselesine Dair.” Rocznik
Orientalististyezny, Sayı 17, 306-313.
Berta, Árpád (2010). Sözlerimi İyi Dinleyin: Türk ve Uygur Yazıtlarının Karşılaştırmalı
Yayını. (Çev.: Emine Yılmaz), Ankara: TDK Yayınları.
Clauson, Sir Gerard (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century
Turkish. London: Oxford University Press.
Eckmann, János (1998). “Harezm Türkçesi”. (Çev.: Mehmet Akalın), Tarihi Türk
Şiveleri. Ankara, 173-210.
Eckmann, János (1998). “Çağatayca”. (Çev.: Mehmet Akalın). Tarihi Türk Şiveleri.
Ankara, 211-245.
Erdal, Marcel (2004). A Grammar of Old Turkic. Leiden-Boston: Brill.
Ergin, Muharrem (2002). Türk Dil Bilgisi. İstanbul.
von Gabain, Annemarie. “Eski Türkçe.” Çeviren Mehmet Akalın. Tarihi Türk Şiveleri.
Ankara, 1998, 29-66.
von Gabain, Annemarie (1998). “Codex Cumanicus’un Dili”. (Çev.: Mehmet Akalın),
Tarihi Türk Şiveleri. Ankara, 67-109.
Kara, Mehmet (2007). “Türkmen Türkçesi”. Türk Lehçeleri Grameri, (Ed.: Ahmet B.
Ercilasun), Ankara, 231-290.
Karaağaç, Günay. Türkçenin Dil Bilgisi. Ankara, 2012.
Kartallıoğlu, Yavuz (2007). “Türkiye Türkçesi”. Türk Lehçeleri Grameri, (Ed.: Ahmet
B. Ercilasun), Ankara, 31-80.
95
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
a place in Tuvan dictioanries too. In this context, it is seen that these elements
which arise from the vocabulary of epics are transferred to literary language too.
Accordingly, our analysis is done comparatively between oral literature and literary
language.
Keywords: Tuvan language, Tuvan epics, ellipsis, epithet, vocabulary,
lexicalization.
1. Giriş
1930’lu yıllarda kendi dillerine ait yazı diline geçmiş olan Tuva
Türklerinin zengin bir sözlü geleneği vardır. Bu gelenek içerisinde ise
destanlar önemli bir yer tutar. Bu eserler aynı zamanda Tuva Türkçesine ait
önemli dil materyalleridir. Günümüzde Tuva Türkçesi yazı diline de ait geniş
bir literatür bulunmakla birlikte, art zamanlı incelemeler için söz konusu
destanlar büyük önem arz etmektedir. Tuva yazı dilinin kurulma sürecinde
ağızlar ve sözlü edebiyata dair eserler önemli dayanak noktaları olarak
kullanıldığından; sözlü edebiyat ve yazı dili arasındaki ilişki, üzerinde
durulmaya değer özellikler göstermektedir.
Bu çalışmada, destanlardaki kalıplaşmış yapılardan doğan bazı
ifadeler üzerinde durulmuştur. Çalışma kapsamında üzerinde durduğumuz
ifadeler; eksiltmeli sözler ve epitetlerdir. Bu sözlerin, Tuva yazı dili ve
sözlüklerindeki durumu da araştırılarak inceleme, sözlü gelenek ile yazı dili
arasında karşılaştırmalı olarak yapılmıştır.
2. Eksiltmeler
1
Destan alıntılarında kısaltma, alıntı yapılan destanın adını; sayı ise alıntının metindeki
dize sırasını ifade etmektedir.
99
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
layan söz ve cümlelere verilen addır. Deli adam deyince; deli, adamın epi-
teti olarak anlaşılıyor, veya kapıyı kırıp zorla içeri giren adam deyince ismin
önündeki cümleler ismin epiteti olarak anlaşılıyor.” (Başgöz 1998: 35)
Başgöz, Dede Korkut Kitabı’ndaki epitetleri iki gruba ayırır: Kısa ve isme
doğrudan bağlı epitetler (Örnekler: Kara Güne, Deli Dündar, Şir Şemseddin, At ağızlı
Aruz); uzun, söz kalıpları hâlinde epitetler (Örnek: Hamid ilin Merdin kalesin depip yıkan,
demir yaylı Kıpçak Melike kan kusturan, gelüben Kazanın kızın erlik ile alan, Oğuzun ak
sakallu kocaları görende ol yigidi tahsinleyen, al mahmuzu şalvarlı, atı bahri hotozlu,
Kara Güne oğlu Kara Budak) (1998: 24).
(xxii) Çoldak
kara attıg,/Kara kiş keji börttüg,/Kara hargıy
saadaktıg,/Kara kaşpal çalıg,/İyi karaanıŋ odu/Çula küjü deg buruladı
hıpkan,/Dag deg kara er (Han-Küçü maadır)... “Alçak kara atlı,/Kara
samurdan şapkalı,/Kara iri sadaklı,/Kara büyük yaylı,/İki gözünün
ateşi/Kandil ışığı gibi yanan,/Dağ gibi kara er (Han-Küçü bahadır)...”
(Arıkoğlu ve Borbaanay 2007: 366-368)
(xxiii) Ulug kara taalıŋın ajıtkaş:/– Adaŋnıŋ kara saar idii,/Kara torgu
tonu,/Kara dordum kuru,/Karaktıg odagalıg/Kara kiş keji börgü/Arga
bolgan argay-horgay saadaa,/Karış bistig kaŋ hojuula ogu,/Kadıg kara
çazı,/Ujen iyi kulaş demir üldüzü,/Höl bolgan hölbeŋ kara çonaa,/Art
bolgan aŋgaygan-kaŋgaygan/Kızıl çuŋgu ezeri, hümüş çügeni,/Aldan
103
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Bolçaytılıg bora tey ifadesinin benzerinin Moğol halklarına ait anlatılarda da
bulunduğunu ifade eden Tatarintsev, sözcüğü Mo. bolcugatay/bolcugatu “(yer ve
zaman bakımından) düzenleme, ayarlama, anlaşma” sözcüğüyle birleştirir (2000:
224-225).
105
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4. Sonuç
Sözlü anlatılar, kendilerine özgü anlatım kalıpları taşıyan eserlerdir.
Halk bilimi dairesinden üzerinde çokça durulan bu yapılar, dil bilimi
106
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kısaltmalar:
AB: Alday-Buuçu (Orus-ool S. M., 1993)
AH: Arı-Haan (Orus-ool, S. M., 1996)
BKBŞ: Boktug-Kiriş, Bora-Şeeley (Gatsak, V. M., 1997)
HK: Hunan-Kara (Gatsak, V. M., 1997).
KM: Kaŋgıvay-Mergen (Orus-ool, S. M., 1990)
MŞT: Möge Şagaan-Toolay (Orus-ool, S. M., 1990)
TRS: Tuvinskko-Russkiy Slovar (Tenişev, E. R., 1968)
TS I: Tolkovıy Slovar' Tuvinskogo Yazıka I/Tıva Dıldıŋ Tayılbırlıg Slovarı I
(Monguş, D. A., 2003)
TS II: Tolkovıy Slovar' Tuvinskogo Yazıka II/Tıva Dıldıŋ Tayılbırlıg Slovarı II
(Monguş, D. A., 2011)
107
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Akalın, Ş. H. (2014). Türkçede Söz Yapım Yolları ve Sözlükselleşme. XI. Milli Türkoloji
Kongresi Bildirileri (ss. 831-841). İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür Yayınları.
Arıkoğlu, E. ve Borbaanay, B. (2007). Tuva Destanları. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Başgöz, İ. (1998). Dede Korkut Destanında Epitetler. (Çev. Nebi Özdemir). Milli
Folklor, 37, ss. 23-35.
Çağatay, S. (2008), Türk Lehçelerinde Bazı Eksiltmeler. (Haz. Aysu Ata). 100.
Doğum Yıldönümüne Armağan Prof. Dr. Saadet Çağatay’ın Yayınlanmış Tüm
Makaleleri C. 1. (ss.38-47). İstanbul: Ayaz Tahir Türkistan İdil-Ural Vakfı
Yayınları.
Ergun, M. ve Aça, M. (2005). Tıva Kahramanlık Destanları II. Ankara: Akçağ Yayınevi.
Gatsak, V. M. (Ed.). (1997). Pamyatniki Folklora Narodov Sibiri i Dal’nego Vostoka,
Tuvinskie Geroiceskie Skazaniya. Novosibirsk: Nauka.
Gündoğdu, V. K. (2018). Tuva Türkçesi Grameri Metin - Söz Dizini. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Karaağaç, Günay. (2013). Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Monguş, D. A. (ed.). (2003). Tolkovıy Slovar' Tuvinskogo Yazıka I/Tıva Dıldı ŋ
Tayılbırlıg Slovarı I. Novosibirsk: Nauka.
Monguş, D. A. (ed.). (2011). Tolkovıy Slovar' Tuvinskogo Yazıka II/Tıva Dıldı ŋ
Tayılbırlıg Slovarı II. Novosibirsk: Nauka.
Orus-Ool, S. M. (Ed.) (1990). Tıva Maadırlıg Tooldar I. Kızıl: Tıvanıŋ Nom Ündürer
Çeri.
Orus-Ool, S. M. (Ed.) (1993). Alday Buuçu, Tıva Ulustuŋ Maadırlıg Tooldarı II. Kızıl:
Tıvanıŋ Nom Ündürer Çeri.
Orus-Ool, S. M. (Ed.) (1996). Arı-Haan, Tıva Ulustuŋ Maadırlıg Tooldarı V. Kızıl:
Tıvanıŋ Nom Ündürer Çeri.
Özbek, E. E. (2016). Tuva Destanlarının Söz Varlığı Üzerine Bir İnceleme.
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi, 6, ss. 43-60.
Tatarintsev, B. İ. (2000). Etimologiçeskiy Slovar Tuvinskovo Yazıka I. Novosibirsk:
Nauka.
Tenişev, E. R. (1968). Tuvinskko-Russkiy Slovar. Moskva: İzdatel'stvo "Sovyetskaya
Entsklopediya"
108
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Bu çalışmada romanda geçen eski (arkaik) sözler tespit edilmeye çalışılmıştır. Eski
(arkaik) sözlerden kasıt; Türkiye Türkçesi yazı dilinde kullanılmayıp ağızlarda
karşımıza çıkan ve Türk dilinin tarihî dönemlerine ait metinlerinde geçen sözlerdir.
Bunların en eski hangi yazılı kaynaklarda, ne şekilde geçtiği örneklerle
gösterilmiştir. Köken bilgisinin yanı sıra bu sözlerin günümüzdeki anlam dünyası ve
kullanım alanları da açıklanmaya çalışılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda
romanda tespit edilen eski (arkaik) sözler, eserin değerini bir kat daha arttırmış ve
yazarın dil ustalığını gözler önüne sermiştir.
Anahtar Kelimeler: Yaşar Kemal, İnce Memed, eski (arkaik) söz, köken bilgisi.
ABSTRACT: Yasar Kemal’s novel “Ince Memed”, one of the leading authors of not
only Turkish but also world literature, has been translated into over forty languages.
The Ince Memed; is a series of four novels, first published in 1955, 1969, 1984, 1987
respectively. The novel describes the epic of rebellious Ince Memed who conflicts
with the landownership having assured its economic power by means of exploiting
the peasants with all kinds of overbearance. The author’s enriching the narration by
including local words, idioms, proverbs and other folkloric elements in the novel;
makes it important for language studies.
In this study, the old (archaic) words mentioned in the novel were tried to be
ascertained. Using the term “old (archaic) words” has the intent of mentioning not
the words used in literary Turkey Turkish but the verbal speech that can be traced
in the dialects and through the texts of the historical periods of the Turkic language.
109
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
These are illustrated with examples of citations from the oldest written sources. In
addition to the etimology, the meaning world at the present and usage areas of
these words are tried to be explained. As a result of the examination, the old
(archaic) words stated in the novel increased the value of the work once more and
revealed the language mastery of the author.
1. Giriş
Bugün artık kullanılıştan düşmüş veya eski biçimi ile kullanılan söz
olarak değerlendirilen eski (arkaik) sözler, dilin eski dönemlerine aittir. Eski
(arkaik) söz veya eskicilik (arkaizm) gibi terimlerle adlandırılan unsurlar,
araştırmacılar tarafından henüz tam olarak açıklığa kavuşturulmuş,
netleştirilmiş bir konu değildir. Türkoloji çalışmalarında konuyla ilgili şu
açıklamalara yer verilmiştir:
söyler. Kırgız çapan çapkıt ‘üst giyeceği’; çopkut ‘zırh’, Osmanlı çaput
‘paçavra, yama, bez parçası’. Esas anlamı pamuk kumaş olabilir. Hakaniye
çapğut ‘pamuk kumaş’, Kıpçak ‘yama, bez parçası’ (396).
Çaput sözü Çağdaş Türk lehçerinde şu şekillerde karşımıza çıkar:
Türkiye Türkçesi: çaput | Azeri Türkçesi: äski cındır | Başkurt Türkçesi: alam-
salam (kiyim) sipräk-saprak | Kazak Türkçesi: toz-toz eski-kuskı | Kırgız
Türkçesi: eski-usku (çüpürök) | Özbek Türkçesi: eski-tüski üvädä | Tatar
Türkçesi: alam-salam (kiyim) iski-moskı çüpräk-çaprak | Türkmen
Türkçesi: esği | Uygur Türkçesi: culdatka äski-tüski cul-cul adaska (ÇTLS).
Çemremek “kıvırmak, bükmek, örmek, (kol veya paça) sıvamak”
İM 2: “Kamışlığın kıyısı fırdolayı suydu. Çarıklarını çıkarmadan,
şalvarını çemremeden suya girdi, bir süre kamışlığın içinde yürüdü.” (135)
DLT’de çemremek sözü çermel- şeklinde geçer: “çawıġ çermeldi
“kamçının ucu kıvrıldı ve örüldü (382/300)” (Ercilasun ve Akkoyunlu; 2018)
Tietze (2016b), çemremek sözü ile ilgili şu bilgiyi verir: “çemremek:
(kol veya paça) sıvamak < çerme- fiilinin metateze uğramış varyantı.”
(186).
Dağarcıķ “meşin torba”
İM 4: “Söğüt ağacının yanına gelince, vardı bir tümseğin üstüne
sekilendi. Sırtındaki dağarcığını da hemen oradan aldı, ipini çekerek
büzgüsünü açtı. Bu dağarcığı kim vermişti ona, ne zaman omuzuna
geçirmişti, hiç anımsamıyordu. Dağarcıktan kocaman, hiç dokunulmamış
bir somun çıkardı. Üç tane de peynir topağı vardı bir bezin içinde. Üç
yumurta, on bir tane de ceviz gördü dağarcığın dibinde. Yanına yönüne
bakındı, ortalıkta su falan yoktu. Şimdi yemeği yerse susuzluktan
kavrulacaktı. Somunu, öteki yiyecekleri dağarcığa geri koydu, dağarcığın
ağzını büzdü omuzuna astı.” (20)
Günümüzde sadece “söz dağarcığı” söz öbeğinde “bellek” mecaz
anlamıyla kullandığımız dağarcık sözü, Eski Türkçeden beri kullanılan dil
yadigârlarındandır.
Nişanyan( (2018), dağarcık sözüyle ilgili şu örnekleri verir:
“ETü: [ Kaşgarî, Divan-i Lugati't-Türk, 1073] taġar [içine buğday ve
benzeri konan çuval]
OTü: [ İbni Mühenna, Lugat, <1310] taġarçuk: al-cirāb [torba]” (161).
Tietze (2016b) dağar, tağar sözü için ‘topraktan yapılmış, ağzı geniş,
dibi dar küp, çömlek, topraktan kazan, toprak mangal’ anlamlarını verir
(280).
116
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Clauson (1972), tagar sözünü ‘büyük kap, büyük torba, deri çanta’
anlamlarıyla verir. Kökeniyle ilgili açıklama yapmaz (471).
Değirmi “yuvarlak”
İM 1: “Yaşlı adamın yüzü uzun, inceydi. Sakalları sütbeyaz,
değirmiydi.” (17)
Türkiye Türkçesinde değirmen sözüyle kökteş olan değirmi sözü ile
ilgili şu açıklamalar yapılmıştır:
Clauson (1972), Eski Türkçe tegirme / tegirmi sözünün *tegir-
‘çevirmek, döndürmek’ fiilinden geldiği olasılığı üzerinde durmuş, fakat –mi
için başka örneğin olmadığını belirtmiştir (486).
Don “Elbise, kılık kıyafet; at rengi, iç çamaşırı”
İM 3: “Bu kılıç onun elinde Kudüsü, Şam-ı Şerifi korumuştu demir
donlu, boyunlarında haç asılılardan.” (457)
İM 3: “Bu İnce Memed bir şeytan, bir cin taifesi… Her an başka bir dona
giriyor. Bizi de aldatmadı mı?” (232)
İM 2: “Kuş donuna, yılan, böcek, kelebek, tilki donuna girip Ademin
burnunun dibinde mi dolaşıyordu?” (285)
İM 3: “Yarın senin altına bir at çekeceğim Çerkes eyerli, bir Arap atı.
Hem de yaşı dört, donu da demirkır.” (68-69)
İM 3: “Pekiyi, Yörükleri perişan edip, donlarına kadar babanız onları
soyup, sattığı tarlaları bir hilesini bulup, ellerinden geri aldı mı almadı mı?”
(234)
Orhun Yazıtları’ndan itibaren tarihî metinlerde takip edebildiğimiz
don sözü, romanda “giysi, kılık kıyafet:at rengi; iç çamaşırı” olmak üzere üç
farklı anlamda kullanılmıştır. Eski Türkçede sadece “giysi, kıyafet”
anlamıyla karşımıza çıkan bu söz, 19. yy.’dan itibaren “iç çamaşırı”
anlamında da kullanılmaya başlamıştır.
Şirin (2015), ton sözünün tarihsel gelişimini ayrıntılı bir şekilde
açıklamış, yazıtlarda kök biçim ton’un geçmediğini, tonlug ve tonsuz
türevlerinin kullanıldığını, Eski Uygurcada ton kedim “giyim kuşam” olarak
ikileme oluşturduğunu, Eski Türkçe döneminde uzun tonlug “uzun elbiseli”
söz öbeğinin mecazlaşarak “kadın” anlamını kazandığını belirtmiştir.
Ayrıca tarihsel süreçte “renk” özellikle de “at rengi” için, Türkiye
Türkçesinde anlam daralmasına uğrayarak “iç çamaşırı, külot” anlamında
kullanıldığını dile getirmiştir (241-242).
Clauson (1972), Eski Türkçede ton sözünün “kıyafet, elbise”; 13. yy.
Kıpçakçada “kürk elbise”, çağdaş lehçelerde ise “dış kıyafet, palto”
117
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4. Sonuç
Karaağaç, G. (2013). Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kemal, Y. (2017a). İnce Memed 1. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kemal, Y. (2017b). İnce Memed 2. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kemal, Y. (2017c). İnce Memed 3. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kemal, Y. (2017d). İnce Memed 4. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Korkmaz, Z. (2007). Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Nişanyan, S. (2018) Nişanyan Sözlük Çağdaş Türkçenin Etimolojisi. İstanbul: Liber
Yayınları.
Ölmez, M. (2003). Çağataycadaki Eskicil Ögeler Üzerine. Mustafa Canpolat
Armağanı. Ankara. ss.135-142.
Özkan, F. (2003). Yıldırım, Yıldız, Alev, Alaz / Yalaz, Işın ve Işık Kelimeleri Nereden
Geliyor?. Bilig, Güz 27, ss. 157-178.
Püsküllüoğlu, A. (2012). Türkçe Sözlük. Ankara: Arkadaş Yayınları.
Püsküllüoğlu, A. (1974). Yaşar Kemal Sözlüğü. İstanbul: Cem Yayınevi.
Şirin, H. (2019). Sözcük Hikāyeleri. İstanbul: Bilge Yayınevi.
Şirin, H. (2015). Kül Tigin Yazıtı Notlar. İstanbul: Bilge Yayınevi.
Tietze, A. (2018a). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati. 5. Cilt M-N, Ankara:
TÜBA.
Tietze, A. (2018b). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati . 6. Cilt O-R, Ankara:
TÜBA.
Tietze, A. (2016a). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati . 1. Cilt A-B, Ankara:
TÜBA.
Tietze, A. (2016b). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati. 2. Cilt C-E, Ankara:
TÜBA.
Tietze, A. (2016c). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati. 3. Cilt F-J, Ankara:
TÜBA.
Tietze, A. (2016d). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati. 4. Cilt K-L, Ankara:
TÜBA.
Türk Dil Kurumu (2009). Türkiye’de Derleme Sözlüğü I-VI (A-Z). Ankara. [DS]
Türk Dil Kurumu (2019a). Çağdaş Türk Lehçeleri Sözlüğü Online. Ankara. [ÇTLS]
Türk Dil Kurumu (2019). Tarama Sözlüğü Online. Ankara. [TS]
123
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu bildiri, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi BAP Koordinatörlüğü tarafından BAP-19-
1009-078 nolu proje ile desteklenmiştir. Katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
124
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ve özel bir ruh ve dolayısıyla sağlam bir bağ meydana getiren her türlü
ilişkidir (Artun, 2014: 202). Sedat Veyis Örnek’e göre gelenek; bir kuşaktan
ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi, daha geniş
anlamıyla maddi olmayan kültürdür (Örnek, 1977: 126).
“Bir rivayete göre zamanın birinde yedi cihana nam salmış bir
padişah yaşarmış. Bu güçlü ve tüm dünyaya hükmeden padişah ne in ne cin
ne de insanmış. Güzellikleri dillere destan perilerin şahı padişahıymış. Peri
padişahının aklını, zekasını, gücünü babasının kanından, güzelliğini,
masumiyetini annesinden alan, teni gül yapraklarından, gözleri zümrüt
taşından, saçları güneşin parlaklığından olan bir kızı varmış. Bu kızın adı
Sümeyra imiş. Güzellerin içinde en güzel, asilzade Sümeyra, civar köylerde
yaşayan, fakir bir ailenin oğlu olan, Yörük Ali’yi görmüş ve gördüğü anda
kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başlamış. Ne olduğunu
anlayamayan güzel kızın, gül yaprağından olan yanaklarında gonca güller
açılıvermiş. Sümeyra daha önce kendini hiç böyle hissetmemiş. Alelacele,
elmaslardan yapılmış sarayına dönerek, olanları, gördüğü delikanlıyı,
kalbinin yerinden çıkmasından korktuğunu, o bu duygular içindeyken
aniden yanaklarında güller açtığını, en büyük ablasına anlatmış. Abla peri,
korkmuş. En küçük kız kardeşinin bir ölümlüye âşık olma fikri kalbine bir ok
gibi saplanmış.
Böyle bir mekânın aktif olarak yer alması ekonomik olarak Nebiler
Köyüne de katkı sağlamaktadır. Tarla fiyatları artmış olup kendi ürettikleri
ürünlere de alıcı bulabilmektedirler.
3. Sonuç
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Artun, E. (2014). Ansiklopedik Halkbilimi/Halk Edebiyatı Sözlüğü Terimler-Motifler-
Kavramlar. Adana: Karahan Kitabevi.
132
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Geçmişten bu yana simgeleyici bir unsur olarak sıkça kullanılan sayılara; Türk
mitolojisinde, kültüründe ve anlatılarında değişik anlamlar yüklenmiştir. Bu
yükleniş; insanların dünyayı yorumlayışından, her türlü düşünceyi ifade edişine
kadar birçok noktada görülür. Bu nedenle de, özellikle kökeni mitolojik geçmişe
dayanan sayılar; bir milletin hayata karşı duyuş, düşünüş ve algılayışının bir
göstergesi olmuştur.
Kazan Tatarlarının halk kültüründe de “sayı simgeciliği”nin önemli bir yeri vardır.
Varlıkların, nesnelerin, eylemlerin niteleyicisi ve sembolleyicisi olan sayılar;
inanışlarda ve anlatılarda farklı birçok anlam üstlenmiş, bu şekilde Kazan
Tatarlarının kültürel kimliğini yansıtması bakımından önemli bir işleve sahip
olmuştur.
Bu çalışmada, Kazan Tatarlarının halk kültüründe sıkça görülen “üç”, “dört”, “yedi”,
“dokuz” ve “kırk” sayıları üzerinde durulacak ve bu sayıların yüklendiği mitolojik
anlamların tespit edilmesiyle de, bu Türklerin kültürel kimliğinin kökenlerinin
mitolojik çağlara kadar uzandığı ortaya konulacaktır.
Giriş
1. Üç
Mitolojik sayılar içerisinde önemli bir yere sahip olan “üç”; “kapsayıcı
sentez”, “ilk gerçek” ve “geometrik şekli oluşturan ilk sayı” olarak
tanımlanır (Schimmel 2000: 69-70). Antik çağdan bu yana temel sayı
olarak kabul edilen üç sayısı; Tanrı, evren ve insanda var olan bir düzeni ve
yer-gök birliğini ifade eder (Ersoy 2000: 22). Aynı zamanda her zaman
yaşamın içinde olup, dünyaya ilişkin pek çok unsurda kendisini gösterir. Söz
gelimi; insanı oluşturan üç unsur; madde, ruh ve akıldır. İnsan yaşamı;
doğum, yaşam ve ölümden ibarettir. “Şans” ve “deneme” sayısı olarak;
Tanrı’nın hakkı üçtür; şans üç kez denenir; bir şeye başlarken bir, iki, üç diye
sayılır (Ersoy 2000: 22-24). Bunun yanında maddenin; katı, sıvı ve gaz
135
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
üçünün de birer vasfının olması (altı, dokuz, on iki başlı) (Gatina ve Yarmi
1978: 55-60), bu sayının yine “tamamlanma” anlamında olduğunu
gösterir.
Bu sayının “tamamlanma” anlamını halk inanışlarında ve
geleneklerinde de görmek mümkündür. Nitekim Hamam İyesi ile ilgili bir
inanışa göre, iyeleri korkutmamak için hamama üç defa “ıhı ıhı” gibi
seslerle girilmelidir (Gıylmаnov 1996: 224). Ev İyesi ile ilgili bir inanışta da
evinden ayrılan bir kişi, bu iyenin gönlünü almak için evin bodrumunda üç
tane çıra yakmalıdır (Çetin 2007: 15). Bunun yanında insan yaşamının
önemli üç geçiş dönemi olan “Bebi Tuyı (Bebek Düğünü)”, “Nikâh Tuyı
(Nikâh Düğünü)” ve “Defén Tuyı (Defin Düğünü)”, Tatar Türklerinde
“Tormışnıñ Öç Tuyı (Hayatın Üç Düğünü)” olarak adlandırılır. Yine, inanışa
göre çocuğu olmayan insanlar, çok çocuklu birinin mezarının etrafında üç
kez dönerse çocuk sahibi olur. Yeni doğan bir bebek, yaşlı bir ebe yahut
dede elinde sokağa çıkarılır ve üç defa “Çocuk satıyorum, alacak mısınız?”
diye sorulur. Bir köyden iki cenaze çıktığında üçüncüsünün de mutlaka
çıkacağına inanılır. Mezar kazılırken toprak üç defa kayarsa, toğrağın o
insanı istemediğine yorulur. Cenazede verilen ilk yemek, definden üç gün
sonradır. Ölümün üçüncü gününde kuymak pişirilir. Dilde de “İnsan
öldükten sonra da üç günlük işi kalır.” şeklinde bir söylem bulunur (Çetin
2009).
2. Dört
“Maddî düzen sayısı” (Schimmel 2000: 98) olarak nitelendirilen
“dört”; “kare, küp, dört cihet” gibi “merkeziyet”i sembolller (Beğenç 1967:
76). Kare, şekil olarak “dünya küresi”ni simgeleyip “maddede eşitlik ve
dengeyi” sağladığından bu sayı; “sağlamlılık”, “duyarlılık” ve “istikrar”ı
ifade eden bir sayı olarak da düşünülmüştür. Nitekim bunu “dört elle
sarılmak” deyiminde görmek mümkündür (Ersoy 2000: 26-27).
Dört sayısı, Türk kültüründe ve mitolojisinde önemli bir yere sahiptir.
Yeryüzünün bir dikdörtgen/dörtgen biçiminde olduğu ve dört gök öküzün
üzerinde durduğu gibi inanışlar; dört unsur, dört ana yön, dört mevsim, dört
zaman, dört renk, dört yıldız/yıldız kümesi, bir ağacın dört dalındaki yasak
meyveler vb. gibi hususlar mitolojik kökenli iken; insan yaşamının dört
dönemi (bebeklik, çocukluk, olgunluk, yaşlılık), dört tat (acı, ekşi, tatlı,
tuzlu), dört nitelik (sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlık) ve dört grup hayvan
(sürüngenler, uçanlar, yürüyenler, yüzenler) (Durbilmez 2009: 72), bu
sayının dünyaya ilişkin pek çok unsurda yine kendisini göstermesidir. Bunun
yanında dört melek (Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail), dört peygamber (Hz.
138
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Davut, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed), dört kitap (Zebur, Tevrat, İncil,
Kuran-ı Kerim), cennetteki dört ırmak, ilk dört halife, dört ana mezhep, dört
yol (şeriat, tarikat, hakikat, marifet) da İslamî kabullerdendir (Çoruhlu
2011: 225).
Kazan Tatarlarının halk anlatmalarında dört sayısı, mitolojik bir sayı
olarak sıkça kullanılır. Bu kullanımlar ise daha çok “dört yön”le ilgilidir. Söz
gelimi; “Tülek” destanında sarayın dört tarafından (=dürt taraf) akan nehir
kurur ve sarayın önünde duran tahtın dört tarafı demirle sarılıdır (Urmançi
2001: 13-17). “Tahir İle Zühre” destanında Tahir, rüyasında dört yanını
(=dürt yagın) kara itlerin çevirdiğini görür (Ehmetova 1984: 229). “Üvey
Ana İle Genç Delikanlı” masalında dört güvercin dört tarafa (=dürt çatta)
uçar (Gatina ve Yarmi 1978: 172). “Zayatülek İle Susılu” destanında ise
“Tülek taşı” taşı, dört köşeli (=dürt poçmaklı) ve yüzeyi masa gibi düzdür
(Urmançi 2007a: 117).
Dört sayısının, “sağlamlılık/yetkinlik” anlamında kullanıldığı “Çora
Batır” destanında Çura, dört yaşına geldiğinde okumaya başlar (Urmançi
2007a: 393). Ayrıca bu sayının formülistik bir sayı olarak görüldüğü “Büz
Yiğit” destanında kız, aşkını dört yıl saklı tutar (Urmançi 2001: 114). “Barak
Nesli” efsanesinde dört şehzade vardır (Gıylecitdinov 2000: 31). “Onbirinci
Ahmet” masalında cin padişahının canı, dört ördek yumurtasının içindedir.
“Dutan Batır” masalında dokuz günlük yol, dört günde geçilir (Yarmi ve
Gatina 1999: 270, 355). “Kız Kardeşi Keçi Olan” masalında oğlan, kuzunun
ayaklarını yıkamasını dört kez ister (Gatina ve Yarmi 1977: 172-173).
Bu sayıyı, halk inanışlarında ve geleneklerinde de görmek
mümkündür. Söz gelimi; rüyada evin dört duvarının ağaç gövdesinden
örüldüğünü görmek ölüme yorulur (Çetin 2008). “Kaz Yolma” geleneğinde
kaz dört parçaya ayrılıp, etlerin üstüne kuyruğu yerleştirilerek tabak ev
sahibine verilir. Yeni evin dört köşesine bolluk-bereket getirmesi için gümüş
veya bakır para konulur (Çetin 2004). Bunun yanında mitik bir varlık olan
Ubır’la ilgili inanışlar temelinde oluşan bir efsanede onun, insana benzeyen
ayaklı ve elli, domuz yüzlü ve dört bacaklı bir canavar olduğu anlatılır
(Gıylmаnov 1999: 31-39). Benzer şekilde mitik varlık olan Arsuri de, dört
gözlü tasvirlenir (Gıylmanov 1996: 153).
3. Yedi
Yedi, İslamî gelenekte de yaygın bir sayıdır: Allah’ın göğü, yedi kat
yarattığı anlatılır. Hac ibadetinde Kâbe yedi kez tavaf edilir, Safa ile Merve
arasında yedi gidiş-dönüş yapılır ve yedişer taşla şeytan üç kez taşlanır.
Miraç olayında Hz. Peygamber’in göğün yedinci katına kadar çıktığı
söylenir. Cennet ve cehennemin yedi katmandan oluştuğunu söyleyen
ayetler vardır (Çoruhlu 2011: 227).
yedi kat dağdan (=cidé kat tav) ve yedi denizden (=cidé diñgéz) geçilir.
“Möltel” masalında bir karı kocanın yedi oğlu (=cidé ul) (Gatina ve Yarmi
1978: 99, 211), “Kuş Arayan Han’ın Oğlu” masalında da yedi küheylanın,
yedi ahırı ve yedi bakıcısı (=cidé kéşé) vardır (Yarmi ve Gatina 1999: 151).
4. Dokuz
5. Kırk
Sonuç
KAYNAKÇA
Bayat, Fuzuli (2011). Türk Mitolojik Sistemi 1 (Ontolojik ve Epistemolojik Bağlamda
Türk Mitolojisi), C. 1, Ötüken Neşriyat: İstanbul.
Beğenç, Cahit (1967). Anadolu Mitolojisi, Milli Eğitim Basımevi: İstanbul.
Beydili, Celal (2005). Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Yurt Kitap Yay.: Ankara.
Camalitdin, Lenar (1994). Tatar Halık Ekiyetleré: Tılsımlı Ekiyetler, Tatarstan Kitap
Neşriyatı: Kazan.
Çetin, Z. Çulpan (2004). “Tatar Türklerinin Mevsimlerle İlgili Gelenekleri”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 153, Kasım-Aralık 2004, 123-143.
Çetin, Z. Çulpan (2007). “Tatar Türklerinde Mitolojik Varlıklarla İlgili Mitler Ve
İnanışlar (İyeler Ve Yaratıklar)”, Bilig, S. 43, Güz 2007, 1-32.
Çetin, Z. Çulpan (2008). “Tatar Türklerinde Cenaze Merasimleri”, Çukurova
Üniversitesi SBE Dergisi, 155-168.
145
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
1
Dilmac dergisi 2004 yılında çıkmış olan; sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi ve benzer
içerikli konuları içerisinde barındıran ve Türkçe-Farsça şeklinde iki dilli çıkan bir süreli
yayımdır. Derginin kurucusu ve mesul müdürü Alireza Sarrafi’dir. Derginin ilk 20 sayısı
Tebriz’de diğer sayıları ise Tahran’da çıkmıştır. 35-36. (Ağustos-Eylül) sayısı çıktıktan
sonra dergi 2007 yılında yasaklanmıştır (Karabudak, 2019: 41).
149
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Samed Çaylı, “Âşık Sanatına Kısa Bir Bakış” adlı yazısında halk
edebiyatının halkın geleceğini, yaşam tarzını, mutluluğunu bünyesinde
barındırdığını ve tarihi öğrenmek için zengin materyaller içerdiğini
belirtmiştir. Çaylı; halk edebiyatının zengin bölümünü oluşturan âşıklık
sanatının içeriğinde âşığın öz ifadesi, âşık sazı, âşık şiiri, âşık destanı, âşık
emektaşı, musiki, edebiyat, tiyatro, sazbendlik 2, dolanış ve deyim tarzı gibi
konuların olduğunu kaleme almıştır. 10. yüzyılda âşıkların “El ağası (halk
ağası)” olarak adlandırıldığını ve halkın arzularını, isteklerini, edilen
zulümleri, düşmana karşı olan duygularını ve zamanın siyasi fikirlerini güçlü
bir şekilde dile getirdiklerini vurgulamıştır. Çaylı âşıkların müzik aleti olan
saza da değinmiştir. Sazın gövdesinin dut ağacından sap kısmının ise ceviz
ağacından yapıldığı bilgisini söylemektedir. Perdelerden en çok “mi”, “fa”
ve “sol” notalarının kullanıldığını; bu notalar arasında en çok kullanılan
“sol” notasına “şah notası” adı verildiğini de eklemiştir (Çaylı, 2006: 53-
56).
2
Çalgıcılık.
150
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
18. sayıda yer alan diğer yazı Perviz Hemmatjou’nun yazdığı “Âşık
Şiirinin Şekilleri” adlı yazıdır. Hemmatjou, bazı araştırmacılara göre
Azerbaycan âşık şiirinin 72 şekli bulunduğunu, bazı araştırmacılara göre ise
84 şekli bulunduğunu dile getirmiştir. Bu şekillere örnek olarak “Divani,
Zincirleme Divani, Muhammes, Cığalı Muhammes, Koşma, Müstezad
Koşma, Yedekli Koşma, Geraylı, Sallama Geraylı, Nakaratlı Geraylı, Cığalı
Geraylı, Tecnis, Cığalı Tecnis, Dudakdeğmez Tecnis, Gölgesiz, Üstadnâme,
Hakikatnâme, Vücudnâme, Miracnâme, Dil Terpenmez, Deyişme, Herbe-
Zorba, Bağlama ve Gıfılband” gibi havaları vermiştir. Hemmatjou; koşma,
geraylı, tecnis, divani, muhammes, deyişme ve üstadnâme havalarını
açıklamış ve örnekler vermiştir. Koşma şekli 3, 5 ve 7 bazen de 9 veya 11
dörtlükten oluştuğunu; hece sayısının 11 olduğunu; en çok işlenen
duraklamanın “3+4+4” olduğunu; âşıkların son dörtlükte kendi
mahlaslarını kullandıklarını belirtmiştir. Koşmaya Şehriyar’ın “Haydar
Baba” ve Mikayil Azaflı’nın “Ağarmayın Ay Saçlarım Amandı” şiiri örnek
olarak gösterilebileceğini söyleyen Hemmatjou, örnek olarak Tikmedaşlı
Hasta Kasım’dan şu koşmayı vermiştir:
Sade Tecnis:
Ey naznın, derdin menim canımı
Az kalıb incelde, ay üze, üze.
Alıbsan elimden disen, imanımı
Müştak eyleyibsen ay üze, üze…
Cığalı Tecnis:
Hakikat beherinde gevvasam desin
Gevvas isen, gir deryaya, üz ha üz.
152
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Âşık deyir, üz ha üz
Sunam gölde üz ha üz
Karı düşman dost olmaz
Yalvarsan da yüz ha yüz
Bir merd ile ilkarını vur başa
Namerd ile kes ülfetin üz ha üz…
(Hemmatjou, 2006: 60-61).
Divani şeklinin dört, beş veya daha fazla bentten meydana geldiği; ilk
bendin birinci, ikinci ve dördüncü dizelerinin kafiyeli üçüncü dizesi ise
serbest olduğu; devamında gelen bentlerin ise koşma ve geraylı gibi
kafiyelendiği belirtilmiştir. Divaninin ilk örneğini Âşık Kurbani, Şah İsmail
Hatayi adına bestelemiş olduğunu söyleyerek yazılan divaniyi vermiştir.
âşıktan onu çözmesi istenir, eğer cevap veremezse mağlup olur şeklinde
özetlemektedir. Âşık Zernigar ve Âşık Valeh’in deyişmesi örnek olarak
verilmiştir.
Birinci Bölüm
Âşık Zernigar:
Bizden salam olsun Âşık Valeh’e
Eğer âşık isen bu meydana gel.
Ya âşıklık ismin götür üstünden
Ya hünerin varsa bu dövrana gel.
İkinci Bölüm
Âşık Valeh:
Karabağ’dan dövr eleyib gelerem.
Eğer bir dovteleb var ise gelsin.
Cehennemi bu dünyada gösterem
Her kim sene günahkâr ise gelsin.
Üçüncü Bölüm
Âşık Zernigar:
Bizden salam olsun Âşık Valeh’e
Merdin meydanıdı, gel eyleyek ceng
Göreyim kim kimi verir zavala
Kim kimin elinde mat olu dilteng…
Âşık Valeh:
Al cevabın deyim, Zernigar hanım
Menim âşıklarda bir gıranı seng.
Zerrece yerimden terpe de bilmez
Yığılsa Rum, Keyser, ta Hind ü Fireng..
Dördüncü Bölüm
Âşık Valeh:
Senden haber alim, Zernigar hanım
Ezelki metlebin kamin neçedi?
Ne ile kâmilsen, ne ile nakis
Mürde, zinde serancamin neçedi?
Âşık Zernigar:
Al vireyim cevabına ay Âşık Valeh
154
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
meşhur bayatı söyleyen âşığın ise Sarı Âşık olduğunu vurgulamış ve örnek
olarak bayatılarından birkaçını vermiştir.
Son olarak üstad âşıkları ele alan Sarrafi; Âşık Kurbani, Tufarkanlı Âşık
Abbas, Hasta Kasım, Sarı Âşık, Molla Cuma, Âşık Alesger, Telim Han, Mezun,
Dollu Mustafa, Balovlu Miskin, Âşık Hüseyin Cavan, Âşık Kaşem gibi isimleri
vermiş, Âşık Kurbani ile Âşık Hüseyin Cavan’ın hayatlarını ve eserlerini
kaleme almıştır (Sarrafi, 2006: 141-148).
3
Âşıkların asıl destandan farklı olarak anlattığı kısa, mensur, ibret verici veya komik
hikâyedir. Bu hikâyeler atasözü, deyim ve kalıp sözler ile süslüdür.
4
Diğer destanlar grubuna giren destanlar genellikle aile, ahlak veya tarihî destanlardır.
158
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Mehmet Fuad Köprülü, Faruk Sümer, Enver Uzun, Sadettin Nüzhet Ergun gibi
araştırmacıların görüşlerine yer vermiştir. Bu araştırmacıların da görüşüne
dayanarak Köroğlu’nun bir âşık-şair olduğunu dile getirmiştir. Türk
edebiyatında kahraman ve âşık olmak üzere iki Köroğlu olduğunu belirten
İsmailova; bu ikisinin bazı araştırmacılar tarafından aynı kişi bazı
araştırmacılar tarafından ise farklı kişiler olarak gösterildiğini
söylemektedir. Yeniçeri şairi olan Köroğlu’nun Osman Paşa’ya yazdığı iki
şiirinin bulunduğunu ve Ahmet Kutsi Tecer’in bu şiirleri kayıt altına aldığını
belirttikten sonra Cahit Öztelli’nin yaptığı araştırma sonucunda on yedi
şiirini daha kayıt ettiğine ve Yeniçeri şairi olan Köroğlu’nun toplamda on
dokuz adet şiirinin bulunduğuna değinmiştir. Âşık-şair olan Köroğlu’nun
âşıklığı ile ilgili sözleri bazı varyantlarda yer almaktadır. İsmailova’nın
yazısında yer verdiği bazı varyantlardaki şiirler şöyledir:
Âşıklık ile ilgili yazılmış son yazı yukarıdaki yazı ile aynı sayının
içerisinde yer alan Âşık Cebrail Halili’nin yazdığı “Âşık Edebiyatının
Özellikleri ve Güzellikleri” adlı yazıdır. Halili yazısında Azerbaycan halk
edebiyatının UNESCO açıklamasına göre, dünyanın birinci dereceli en güzel
folkloru olduğunu vurgulamıştır. Azerbaycan folklorunu okyanusa
benzeten Halili; Azerbaycan folklorunun yarıdan fazlasını ise âşık
edebiyatının oluşturduğunu dile getirmiştir. Halili bu yazıdaki amacını
“Şimdiye kadar âlimlerimiz âşık edebiyatına birçok yönden (edebiyat, tarih,
dilcilik, mitoloji, sosyoloji ve sayire) araştırmalar yapmışlar. Ben ise burada
159
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Koç Köroğlu:
Çekib uçurdaram kala
Beg, paşa, sultan başına.
Kaçak Nebi:
Yazılar yazılıb yeddi yaşından
Geçdi bir güllesi nece kuşundan
Makamı düşende şahlar başından
Koç Köroğlu kimi tac alan, Nebi
(Halili, 2006: 119).
3. Sonuç
KAYNAKÇA
Artun, E. (2016). Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı. Adana: Karahan Kitabevi.
Çaylı, S. (1384/2006). Âşık Sanatına Kısa Bir Bakış, Dilmac, 18, ss. 53-57.
Kafkasyalı, A. (2007). İran Türk Âşıkları ve Milli Kimlik. Erzurum: Eser Ofset.
Ada, özellikle doğudan göç almaya 1970’li yıllarda başlamış ve akrabalık bağları ile
bu göç süreci devam etmiştir. Coğrafî ve kültürel açıdan farklı bir yere gelen Kürt
halkı, kısa sürede önemli bir nüfusa ulaşırken kendi değerlerini bu farklı coğrafyada
yaşatmış ve Kürt kimliğini korumuştur. Bu durum bize, geleneğin aktarımında ve
yaradılışta en büyük rolü üstlenen, beraber yaşamalarına karşın iki farklı yaşam ve
iki farklı kültürü yaşatan iki farklı kadın örneğini sunmuştur. Bu sebeple çalışmamızın
temelini, Türk ve Kürt kadınının yaşam farklılıkları, hayat görüşleri, âdet ve inançları
oluşturacak, bu iki kadının toplumsal cinsiyet açısından önemi ve kültür
aktarımındaki yeri folklorik açıdan ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Gelenek, aktarım, göç, Kürt kadını, Türk kadını, Avşa Adası.
ABSTRACT In Turkey After World War II, especially for economic reasons, migration
from east to west or from village to city has increased, therefore people sought new
job opportunities, a new life and defied their destiny. But this does not change the
fact that there are cultural, religious and vital differences between regions, even if
they live in the same country. For this reason, the migratory pardon has undergone
163
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Avşa Island, which is our research area is one of the Marmara archipelagos in the
Marmara District of Balıkesir province, in the south western part of the Marmara Sea.
The island which was home to many different cultures and nations during the
historical period and was last inhabited by Greeks. 15. as of the century the
settlement of the Turkish population has made the island mixed one. Today, Cretan
and Bulgarian immigrants form the basis of the island people.
The island especially began to receive migration from the east in the 1970s and this
period of migration has continued with kinship ties. The Kurdish people who come
to a different place geographically and culturally, soon reached a significant
population and did not dissolve the Kurdish identity. This showed us with the
example of two different women who played the greatest role in the transmission
of tradition and creation, living together but living two different lives and two
different cultures. For this reason, the basis of our study will be the life differences
of Turks and Kurdish women life views, menstruations and beliefs. The importance
of these two women in the terms of gender and the place of culture transfer will be
discussed in folkloric term.
Giriş
1. Kürt Kadını
Avşa’da yaşayan Kürt kadını, evde ve ev dışında aktif bir role sahiptir.
Yeni neslin kadın ve kızları okuyup meslek sahibi olmalarına rağmen bunlar,
toplumun az bir bölümünü oluşturur. Genel olarak ev işleriyle uğraşan
kadınlar, ev ekonomisine pansiyonculuk yaparak katkıda bulunurlar.
Nitekim, Avşa’da inşaat sektörünün önemli bir bölümü Kürt kökenli
yurttaşların hakimiyetindedir ve inşa edilen binalar çoğu zaman motel ve
pansiyon olarak kullanılmaktadır. Kadın, hayatın her alanında yer almasına
rağmen ikinci plandadır. Kürt erkeği ev işlerini kadın işi olarak görüp
ilgilenmemekte, evle ilgili her şey kadının sorumluluk alanına
eklenmektedir. Bu işlerden vakit bulamayan kadın, kendine yeteri kadar
vakit ayıramamaktadır. Boş zamanlarında da el işiyle oyalanan kadınların
neredeyse boş vakti yoktur. Bu kadar işin arasında beden ve zihin
yorgunluğu, onun düşünme kabiliyetini kısıtlar ve tahakküme zemin
hazırlar.
bilince sahip Kürt kadını için, gerek aile bireyleri gerekse kadınlar arasında
bir hiyerarşi oluşmuştur.
yerindeyse arkasından onunla dalga geçmesi ironik bir durum olduğu gibi,
jest, mimik, tavır vb kavramlarla bir role bürünerek, tam anlamıyla erkeğin
hakimiyetini kabul etmeyen, itaat eder gibi görünen ve eleştirmekten
çekinmeyen bir parodi örneğini de bize sunar.
eden, yeni çiftlerin bile bir an önce çocuk sahibi olmaları, değişen dünyaya
karşı bu toplumun değerlerini ve kimliğini yaşatıyor oluşuyla açıklanır.
Yine köyde ve evde yapılan doğum şekli de, Kürt kadınının hayatını
özetler niteliktedir. Kadının diz çökerek doğum yapması ya da yaptırılması,
173
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
böyle bir davranış yoktur. Jung’un ifadesiyle aşırı erkeksi görünmek, insan
ya da erkek doğasına aykırı bir eylemdir. “ Hiçbir erkek bütünüyle eril
değildir, içinde kadınsı bir yan da vardır. Gerçek şudur ki, çok eril görünen
erkekler, genellikle yanlış bir şekilde ‘kadınsı’ olarak nitelenen çok duygusal
yanlarını dikkatle kontrol altına alır ve gizlerler.” (Jung, 2016:12). Bunca yıl,
yönetmek adına duygularını gizleyen ya da itaat bekleyen erkekler, bunu
DNAlarına da yansıtmış ve böyle kabul edilmiştir. Bu süreç anormal
olmamakla birlikte, kadın ve erkeğin hayat içerisinde birbirlerinden
etkilendiği ve birbirlerini tamamladığını da bizlere gösterir. Görünürde
ataerkil bir yapıdan bahsettiğimiz gibi, erkek benliğinin açık bir restleşmeyi
ve isyanı kabul etmeyeceğini de söylememizde yarar vardır. Çünkü Kürt
kadını, görünürde itaatkârdır ve bu durum, erkek için bir travmaya sebep
olmaz. Fakat genç Kürt erkeğinin, atalarına kıyasla farklılaşması, kadınlar
arasında normal karşılanırken, kültürel bir karmaşayı da beraberinde
getirecektir.
2. Türk Kadını
Ada, coğrafî şekil olarak, dört yanı denizlerle çevrili, ulaşımı zor bir
kara parçasıdır. Sembolik ve psikolojik olarak baktığımızda, ada bir
kapalılığı temsil eder. Adanın toplumsal ve ekonomik anlamda kendi içinde
bir yaşam sürmesi beklenirken, turizm sektörü, adanın dışarıya acılan
kapısıdır. Bu dışa açılma durumu, kültürü ve insanı da etkileyecek,
geleneklerdeki değişimi gözle görülür hale getirecektir.
ekonomik sektör turizmdir ve turizm her zaman için dışa bağımlılık arz eder.
Dışa bağımlılık ise özünde zorunlu bir değişimi barındırır. Adaya gelen
turistler ile iletişim kurabilmek için, ada halkının da kendisinden taviz
vermesi gerekir. Bunun sonucunda ise, değişim her yönden kaçınılmaz
olacaktır.
Zaman kavramı, başlı başına derin bir konu olmakla birlikte, olaya
kültür ve zaman ilişkisi bağlamında baktığımızda bizi, karmaşık bir hayat ve
zaman düzeni karşılar. Bir düzene tâbi olmak isteyen insan, bir yandan da
modern çağın etkisiyle sanki zamandan çıkmak istemektedir. Yerine
getirilmesi gereken pek çok adeti insanın omzuna yıllarca yük olduğunu
düşünen ve bu yükün hafifletilmesi gerektiğini, geleneğin devamında
tasarrufa giderek gösteren modern insan, eski adetleri konstanre ederek
yeni ve modern gelenekler ile harmanlamaya çalışır. Eski inanışlarını da bir
çırpıda atamaz. Modern insanın hayatı hızlı bir şekilde akmaktadır ve
modern insan hayatıyla birlikte kültürünü pratikleştirmek zorundadır.
179
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
BORA, A. (2010). Kadınların Sınıfı Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası.
İstanbul: İleşitim Yayınları.
BORATAV, P. N. (2016). 100 Soruda Türk Folkloru. Ankara: BilgeSu Yayınları.
DELANEY, C. (2004). Türk Toplumunda Saçın Anlamı. Editör: Naskali Gürsoy, E., Saç
Kitabı (ss. 89-110). İstanbul: Kitabevi Yayınları.
EAGLETON, T. (2016). Kültür Yorumları. (Çev.: Çelik, Ö.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
JUNG, C. G. (2016). Feminen, Dişilliğin Farklı Yüzleri. (Çev.: Soylu, T. V.). İstanbul:
Pinhan Yayıncılık.
KÖSE, H. (2016). Bourdieu Düşüncesinde Tahakküm-İtaat İlişkisi ve Sosyo-Politik
Beden. Ankara Üniversitesi İlef Dergisi, ss.173-199.
ÖTKEN, N. (2011). Avşa Adası Yiğitler Köyü Geleneklerinde Geçmişten Günümüze
Değişimler. Uluslararası Sosyal Araştırmaları Dergisi, 16, ss. 336-345.
YOUNG, K. (2003). Beden Folkloru. (Çev.: Serpil Cengiz), Editör: Eker, G. Ö. vd.,
Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar (ss. 437-442). Ankara: Milli Folklor
Yayınları.
Sözlü Kaynaklar
Emine Samatyalı, 1959 Avşa Adası, Otel işletmecisi.
Hatice Çeçen, 1969 Ağrı/Patnos doğumlu, Ev hanımı.
Hürriyet Akay, 1965 Ağrı/Patnos doğumlu, Ev hanımı.
Yegane Çankırılı, 1949 Avşa Adası doğumlu, Ev hanımı.
183
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
Bu bildiri, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Çerçevesinde Çavdır Yöresi
Ağzı (Fonetik ve Morfolojik İnceleme-Metin-Dizin adlı yüksek lisans tezinde
bulunan derlenmiş metinlerdeki şimdiki zaman değişkesi verilerinden
hareketle oluşturulmuştur. Bildiride kısaca Türkçede şimdiki zaman kipinin
gelişimi hakkında bilgi verildikten sonra Çavdır ağzında kullanılan şimdiki
zaman değişkelerine değinilecektir.
Çavdır bugün, Burdur iline bağlı, her ne kadar Akdeniz Bölgesi içinde
yer alıyor olsa da aslında Akdeniz ve Ege Bölgesi geçiş güzergâhında göller
yöresinde yer alan bir ilçedir. Çavdır’ın tarihi, Selçuklular dönemine kadar
uzanmaktadır. Oğuz Türklerinin Üç Ok kolundan olan Çavuldur’un
(Çavuldurluların) bir kısmı Anadolu’nun fethi sırasında Selçuklu fetihlerine
katılırlar. Aral Gölü’nün güney kıyısında sonrasında Kazak baskısı ile
Anadolu’ya geçerler ve bunların bir kısmı önce bugünkü Dengere
(Bölmepınar) Köyü’ne gelerek yerleşirler. Belli bir süreden sonra Çavdır-
185
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Türkiye Türkçesinde eskiden beri fiilimsiler olarak bilinen, kip ve kişi
çekiminden yoksun birer fiil şekli oldukları için çekimsiz fiil şekilleri veya fiil işletme
bağlı morfemleri olarak da adlandırılan isim-fiil (infinitif), sıfat-fiil (partisip) ve
zarf-fiil (gerundiyum) yapıları arasında zarf-fiiller, ayrıcalıklı bir yere sahiptir. İsim-
fiil ve sıfat-fiil eklerinin aksine eklendikleri fiil kök veya gövdesinden yalnızca zarf
oluşturabilen zarf-fiil ekleri, edat ve birleşik fiillerin yapısına katılma açısından da
sıra dışı bir özellik sergilerler. Türkiye Türkçesinin gramerini inceleyen kitaplarda
basit ve birleşik, gerçek ve geçici, asıl ve sahte gibi ayrımlarla tasnif edilen bu ekler
hakkında bir ortaklık bulmak zordur; üstelik söz konusu kitaplarda zarf-fiil eklerinin
öğretimi, eskiden beri süregelen ezber birkaç bilgiden ibarettir. Oysa son derece
zengin bir fiil işletim sistemine sahip olan dilimizde, Eski Türkçe döneminden bu
yana kullanılan zarf-fiil eklerinin bir kısmı günümüze olduğu gibi intikal etmişse de
Türk dilinin tarihî süreci içerisinde bir kısmının yapı ve işlevlerinde değişiklikler
meydana gelmiştir. Bugün ise, Osmanlı Türkçesi döneminin sonlarında ortaya
çıkarak asıl işlekliğini Türkiye Türkçesi dönemi içinde kazanmış pek çok yeni zarf-fiil
ekimiz bulunmaktadır. Bu çalışmada, gramer kitaplarımızın çoğunda yer almayan
Türkiye Türkçesinin bu ‘yeni’ zarf-fiil ekleri incelenecek, bunların Türkçe
öğretimindeki önemi tartışılarak öneriler sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye Türkçesi, Çekimsiz Fiil Şekilleri, Zarf-Fiil.
ABSTRACT: Infinitives, participles and gerunds are grammatical forms called non-
finite verbs because of their structure lack from tense and personal suffixes. Among
these forms, gerunds have a privileged place by forming only adverbs from verb-
stems and also denotes an unusual feature as it participates to the structure of
prepositions and compound verbs. But in Turkish grammar books, we see no
common ground about gerunds which are classified as simple / complex;
permanent/temporary; main/minor etc. and moreover the teaching of these
morphemes consists of a few clichés. Whereas Turkish owns a rich conjugation
system and there have been many changes both in the structure and functions of
the gerunds since the Old Turkish period. Which goes to show that today we have
many ‘new’ gerunds which emerged during the Ottoman Turkish period and gained
activity in the Modern Turkish. In this study, these new gerunds in question will be
examined, their importance in Turkish teaching will be discussed and suggestions
will be made as a result.
Keywords: Modern Turkish, Non-Finite Verbs, Gerunds.
195
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş1
Sondan eklemeli bir dil olan Türkçede çok sayıda bağlı morfem
bulunmaktadır. Bunlar genel olarak üç kategoriye ayrılırlar: İsim yapımı,
isim çekimi ve fiil çekimi bağlı morfemleri. İsim yapımını oluşturan bağlı
morfemler isimden isim, isimden fiil, fiilden isim, fiilden fiil yapım ekleriyken
isim çekiminde isim işletmesi (iyelik, ilgi, çokluk, aitlik, soru) ve hâl çekimini
(yalın, yükleme, yönelme, bulunma, ayrılma, eşitlik, vasıta, yön, sınırlama,
benzerlik, karşılaştırma, amaç ve neden); fiil çekiminde ise kip ve kişi
eklerini görürüz.
Buna göre fiil kök veya gövdesinin ya fiilden fiil yapım ekini ya da kip
ve çekim eklerini alabilmesi gerekir. Ancak dilimizde kullanım bakımından
bazı fiillerin, söz varlığına ait kalıcı isimler oluşturmadan ve çekimli fiil de
olmadan yüklem olabildiklerini biliyoruz. Burada fiil kök veya gövdesi,
yukarıda sayılan eklerin dışında bulunan, yani ne yapıma ne de çekime
hizmet eden ve dördüncü bir kategori altında ele alınması gereken bazı
bağlı morfemleri alırlar. Bu bağlı morfemler, eklendikleri fiil kök veya
gövdesini geçici olarak işletime sokan fiil işletmesi bağlı morfemleridir.
Fiil işletmesi bağlı morfemleri, bazen yapım eki bazen çekim eki gibi
göründükleri hâlde esasında ikisi de olmayan, fiil kök veya gövdelerine
geçici bir işlerlik kazandıran işletme morfemleridir. Bunlar, gramerimizde
genellikle, fiile benzedikleri için fiilimsi, cümleye benzedikleri için cümlemsi
1
Çalışmanın bu kısmında, yazara ait Türkiye Türkçesinde Bağlı Morfemler başlıklı doktora
tezinden faydalanılmıştır.
196
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Eklendikleri fiil kök veya gövdesini zarf hâline getirmenin yanı sıra
edatların ve birleşik fiillerin yapısına da katılan zarf-fiil bağlı morfemleri, ilk
kez 1996 yılında Mustafa Öner tarafından basit (tek morfemli) ve birleşik
(birden çok morfemin kalıplaşmasıyla oluşmuş) şeklinde iki grupta tasnif
edilerek incelenmiş (Öner 1996: 833-834), birleşik olanları hakkında pek
çok çalışma yapılmıştır (bk. Gülsevin 2001; Çakmak 2014; Öztekten 2016
vb.).
Son derece zengin bir zarf-fiil sistemine sahip olan dilimizde, Eski
Türkçe döneminden bu yana kullanılan zarf-fiil eklerinin bir kısmı olduğu
gibi günümüze kadar ulaşmış, bir kısmı tarihî süreç içerisinde değişikliklere
uğramış, bir kısmınınsa frekansı zamanla azalarak kullanımdan kalkmıştır.
Bugün, Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde görülmeyen
ancak Osmanlı Türkçesi döneminin sonlarında ortaya çıkmış ve asıl
işlekliğini Türkiye Türkçesi dönemi içinde kazanmış pek çok yeni birleşik
zarf-fiil yapısına sahibiz.
Literatür Taraması
2
Zarf-fiilleri oluşturan morfemler arasında edatlı işletme de bulunduğundan, bunları
zarf-fiil bağlı morfemleri olarak adlandırıyoruz.
197
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
KAYNAKÇA
Ahmet Mithat Efendi (2008). Felâtun Bey ile Rakım Efendi. İstanbul: Lacivert
Yayıncılık.
Adıvar, H. E. (2004). Sinekli Bakkal. İstanbul: Özgür Yayınları.
Atay, O. (2015). Tutunamayanlar. İstanbul: İletişim Yayınları.
203
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Evrensel bir olgu olarak bütün dillerde ve kültürlerde incelenebilen ve bir davranış
biçimi olarak da adlandırılan nezaket, Türk dilinde kelimeler, hitaplar ve cümleler
aracılığıyla ifade edilebilmektedir. Türkçede nezaket ifade eden sözlere, seslenmelere
ait yapılmış çalışmalar olmakla birlikte soru cümlelerinin nezaket için kullanımının daha
geri planda kaldığını söylemek mümkündür. Bilindiği gibi, Türkçede geniş bir kullanıma
sahip olan soru eki cümledeki yerine, vurgu ve tonlamasına göre değişik anlamlar ifade
eder. Bu konuda yapılmış birçok çalışmada ve gramer kitaplarında soru cümlesinin bilgi
alma amacı dışında farklı anlam ve fonksiyonlarla kullanıldığına değinilmiştir.
İncelediğimiz bu çalışmalarda, Türkçenin dikkat çekici anlam zenginliklerinden birisi
olarak soru eki ile kurulan cümlelerin, hüzün, öfke, şaşkınlık, alay etme, istek, sitem,
şüphe gibi duyguların anlatımında kullanıldığı vurgulanmıştır. Fakat saygınlık ve nezaket
bildiren soru cümlelerine daha az yer verilmiştir. Bu çalışmada, eskiden beri çeşitli anlam
ve fonksiyonlarla örneklerine rastladığımız soru ekinin Türkiye Türkçesi ve bazı Kıpçak
yazı dillerinden seçilmiş örnekler aracılığıyla Türk dilinde nezaket ve saygı bildiren
kullanımlara değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: nezaket, saygı, soru eki, soru cümlesi, anlambilim
ABSTRACT: Politeness, which can be examined in all languages and cultures as a
universal phenomenon and also called as a behavior, can be expressed in Turkish
language by means of words, appeals and sentences. It is possible to say that the use of
question sentences for politeness is still in the background, although there are studies
about the words and expressions that expresses politeness in Turkish. As it is known, the
question attachment which has a wide usage in Turkish means different meanings
according to its emphasis and intonation instead of in the sentence. In many studies and
grammar books on this subject, it is mentioned that the question sentence is used with
different meanings and functions other than the purpose of obtaining information. In
these studies, it is emphasized that the sentences established with the suffix as one of
the remarkable riches of meaning of Turkish are used to express emotions such as
sadness, anger, confusion, ridicule, desire, reproach and doubt. However, there is less
room for questioning statements that express respect and politeness. In this study, the
question crops from of old through various means and we come across examples of the
functions selected from Turkish and some Kipchak literary languages examples will be
discussed in the Turkish language stating that use politeness and respect.
Keywords: politeness, respect, interrogative particle, interrogative sentence, semantics
205
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Gülsevin, G. (2011). Eski Anadolu Türkçesinde Ekler, Ankara: Türk Dil Kurumu.
Günay, N. (2014). Türkçede (A/I)r Biçimbirinin Kiplik Kullanım Alanları. International
Journal of Language Academy, Vol. 2/4, 529-545.
Güntekin, R. N. (1992). Çalıkuşu. Ankara: İnkilap.
Güntekin, R. N. (2002). Yaprak Dökümü. Ankara: İnkilap.
İmamova, H. (2010). Türkiye Türkçesi ile Özbek Türkçesinde Nezaket Anlamı Taşıyan
Seslenmeler. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S:
42, 1-10.
Karaağaç, G. (2009). Türkçenin Söz Dizimi. İstanbul: Kesit.
Karahan, L. (2014). Türkçede Söz Dizimi. Ankara: Akçağ,
Karasu, K. (2014). Türkçe ve Arapça Nezaket İfadeleri. Gazi Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Karay, R. H. (2009). Memleket Hikayeleri, Ankara: İnkilap.
Karaosmanoğlu, Y. K. (1964). Ankara, Ankara: İnkilap.
Kaymaz, Z. (2007). Türkçede Soru Yapma Şekilleri ve Anlam Özellikleri.
IV.Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II, Ankara, 1025-1048.
Keser, B. M. (2018). Nezaket, Nezaket Teorileri ve Türkçede Kullanılan Nezaket
Kavramları. Türük Dergisi, S: 15, 127-138.
Korkmaz, Z. (2003). Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi). Ankara: Türk Dil
Kurumu.
Lakoff, R. (1973). Language and Woman's Place. Language in Society, Vol. 2, No. 1
(Apr., 1973), 45-80
Leech, G. (1983). Principles of Pragmatics. London: Longman.
Nur, K. (1995). Soru Ekiyle Kurulmuş Soru Cümlelerinin Anlambilimsel Yönden
İncelenmesi. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana.
Öner, M. (1998). Türkçede Soru ve Belirsizlik. Türk Dili, S: 557, Mayıs-1998, 401-411.
Öner, M. (2011a). Tatarca Kısa Dil Bilgisi. Türkçe Yazıları, İstanbul: Kesit, 81-165
Öner, M. (2011b). Başkurtça Kısa Dil Bilgisi. Türkçe Yazıları, İstanbul: Kesit, 167-230.
Özgen, M. (2010), Türkçe Soru Tümcesi Türleri ve Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi
Materyallerindeki Yeri. Dil Dergisi, S: 150, Ankara: TÖMER, 50-69.
Palmer, F.R. (1997). Modality and the English Modals. New York – London:
Routledge.
Tolkun, S. (2015). Doğu Türkçesi Metinlerinde Başlangıcından Günümüze Saygı ve
Nezaket İfadesi Sorunu. Dil Araştırmaları. Güz 2015/17, 135-157.
Uzun, N.E. (2006), Türkçenin Öğretimi İçin Soru Tümcesi Türleri Üzerine Bir Sınıflama
Denemesi. Dil Dergisi, S: 131, Ankara: TÖMER, 15-31.
Yaman, E. (1995). Türkiye Türkçesi ve Özbek Türkçesinde “mi” Soru Ekinin Kullanılışı.
Türk Dili, S: 526, 1113-1120.
Yaylagül, Ö. (2005). Eski Türkçede Nezaket İfadeleri. Milli Folklor Dergisi, S: 68, s.
151-165.
211
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Çalışmamıza konu olan “Risāle-i Nūr-nāme”, karışık dilli metin özelliği
göstermektedir. Türk yazı dilleri, gelişimleri boyunca diğer Türk yazı dilleri ile
etkileşim içinde olmuştur. Türk yazı dillerinden Harezm ve Çağatay Türkçesi, gelişim
alanları açısından İdil-Ural Türk toplumlarının yazı dillerini etkilemiştir. Bu etkiler
yaklaşık 19. yüzyıl sonlarına kadar görülmeye devam etmiştir. Bunun yanında din,
kültür ve sosyal hayat vesilesi ile Osmanlı kültür ve dilinden etkilenen İdil-Ural
Türkleri, bu etkileri yazı dillerinde kullanmışlardır. Dolayısıyla bu dönemde yazılan
metinlerde karışık kullanımlar ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızın konusu, Kazan’da basılan Arap harfli bir metindir. İlk iki sayfası kapak
şeklinde olup; başlık, içerik ve künye bilgilerini içermektedir. Hz. Muhammed’in
nurunun nasıl yaratıldığı ve Hz. Muhammed’in özellikleri anlatılmaktadır. İçinde yer
yer Arapça ibarelerin bulunduğu metin, Kazan’da, Kazan Üniversitesi’nin
matbaasında basılmıştır. Metinde, yazar ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmadığı için,
yazarın kim olduğunu bilemiyoruz. Kapak sayfalarında verilen bilgilerden, eserin 28
Aralık 1899’da basıldığı anlaşılmaktadır.
Metindeki karışık kullanımlar ses bilgisi ve biçim bilgisi yönüyle değerlendirilecektir.
Bu karışık kullanımların neden ve nasıl var olduğu, bu metinde hangi Türk yazı
dillerinin nasıl bir etkisi olduğu, metinden hareketle ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Risāle-i Nūr-nāme, karışık dillilik, ses bilgisi, biçim bilgisi
ABSTRACT: Risale-i Nūr-nāme, which is the subject of our study, shows mixed-
language text features. The Turkic writing languages have interacted with other
Turkic writing languages throughout their development. Khwarezm and Chagatay
Turkish, which are Turkish written languages, influenced the writing languages of
Idil-Ural Turkish societies in terms of their development areas. These effects
continued to be observed until the end of the 19th century. Besides, Idil-Ural Turks,
who were influenced by the Ottoman culture and language by means of religion,
culture and social life, used these effects in writing languages. Therefore, mixed
usage has emerged in the texts written in this period.
The subject of our study is a text with Arabic letters printed in Kazan. The two pages
are cover page that consist of title and some information about the text. How
Muhammad’s light was creates and the characteristics of Muhammad are explain
212
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
in the text. The text includes Arabic phrases in some places, was printed in Kazan,
in the printing house of Kazan University. We don’t know who the author is because
the text doesn’t contain any information about the author. It is understood from the
cover pages that the work was published on 28 December 1899.
Mixed uses in the text will be evaluated in terms of phonetics and morphology. Why
and how these mixed uses exist, which dialects affect Tatar Turkish in which
direction and how, are explained by the text.
Keywords: Risāle-i Nūr-nāme, mixed linguistic, phonetic, morphology
Giriş
Türk dilinin tarihî seyri, konuşan sayısı ve coğrafyası göz önüne
alındığında tarih boyunca oldukça geniş bir etki alanına sahip olan, yaygın
bir şekilde konuşulan ve kullanılan bir dil olduğu açıkça söylenilebilir. Farklı
Türk yazı dillerinin ortaya çıkmaya başlamasından itibaren bütün Türk yazı
dilleri kültür, din, coğrafya ve yaşanan siyasî ilişkiler aracılığıyla birbirinden
etkilenmiş ve birbirlerinin bünyesine izler bırakmışlardır. Bunlardan bazıları
zamanla unutulup kullanımdan düşerken, bazıları da o yazı diline yerleşmiş
ve kullanılmaya devam etmiştir. Fakat söz edilen etkileşimler sonrasında, o
metinlerde ikili kullanımlar ortaya çıkmıştır. İşte bu ikili kullanımların
bulunduğu, farklı yazı dillerinin dil özelliklerini bir arada bulunduran eserler
“karışık dilli eserler” olarak adlandırılmıştır.
Özkan Öztekten, bu konunun tam yüz yıl önce Alman oryantalist ve
Türkolog Carl Brockelmann tarafından gündeme getirildiğini, Brockelmann
13. yüzyıla tarihlenen Ali’nin Kıssa-i Yusūf’unun dil özelliklerini
incelediğinde metnin Doğu ve Güney olarak belirttiği tarihî Türk lehçelerinin
karışmasıyla ortaya çıkan bir dilinin olduğunu öne sürüp Türkoloji
literatürüne “karışık dillilik” olarak yansıyan bir tartışmayı başlattığını
(2018: 357) söyleyerek, karışık dillilik meselesinin Türkoloji’de nasıl ortaya
çıktığını açıklar.
Karışık dilli eserler, yoğun olarak Eski Anadolu Türkçesi (11.-15.yüzyıl)
döneminin ilk yıllarında verilmiştir. Eski Türkçe ve Doğu Türkçesinde
“olmak” anlamında kullanılan “bol-” fiili ile Batı Türkçesinde kullanılan
“ol-” fiilinin aynı eserler içerisinde yan yana kullanılmasından dolayı,
araştırmacılar bu metinleri “olga-bolga” özellikli metinler olarak ele
almışlardır. Bu eserlerin nasıl ve ne şekilde ortaya çıktığı konusunda,
Türkoloji alanında çeşitli görüşler mevcuttur.
Şinasi Tekin, Orta Asya’nın Türk ve İran asıllı bilgin ve şairlerinin, siyasî
baskılar ve huzursuzluklar yüzünden, özellikle 12. yüzyılın sonundan
213
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
? (1898). Risāle-i Nurnāme. Kazan: Kazan Üniversitesi.
Argunşah, M. (2014). Çağatay Türkçesi. İstanbul: Kesit Yayınları.
Argunşah, M. ve S. Yüksekkaya, G. (2016). Karahanlıca Harezmce Kıpçakça Dersleri.
İstanbul: Kesit Yayınları.
Eckmann, J. (2013). Çağatayca El Kitabı. (Çev.: Günay Karaağaç), İstanbul: Kesit
Yayınları.
Gülsevin, G. ve Boz, E. (2013). Eski Anadolu Türkçesi. Ankara: Gazi Kitabevi.
Güner, G. (2013). Kıpçak Türkçesi Grameri. İstanbul: Kesit Yayınları.
Hacıeminoğlu, N. (2015). Türk Dilinde Edatlar. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları.
Karamanlıoğlu, A. F. (1994). Kıpçak Türkçesi Grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Korkmaz, Z. (2011). Yine Karışık Dilli Eserler Üzerine. “ Orhon Yazıtlarının
Bulunuşundan 120 Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl” Konulu III.
Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler Kitabı, (ss. 503-
510). Ankara: Hacettėpe Üniversitesi.
Öztekten, Ö. (2018). Türk Dünyasında Karışık Dillilik ve Ortak Dil. Yeni Türkiye Dergisi,
101, ss. 357-364.
Tekin, Ş. (1974). 1343 Tarihli Bir Eski Anadolu Türkçesi Metni ve Türk Dili Tarihinde
Olġa-Bolġa Sorunu. TDAY Belleten 1973-1974, Ankara, ss. 59-157.
Tezcan, S. (1978). Marzuban-Name Tercümesi Üzerine. TDAY Belleten, Ankara: ss.
413-431.
muḥammed 3 ve ala ecma’īn naḳl turur kim çün nebiyyine muḥammed muṣtafa
ṣallallāhu ‘aleyhi ve sellemniñ 4 nūrını barça nersedin ilgeri yaratdı nitekim ḥadīs̱-i
şerīfde kėltürip 5 turur kim evvel mā ḥalaḳ allāh te’ālā nūrı ya’ni ol ḫulāṣa’i mevcūdāt
ve güzīde’i 6 cemi’ eşya’i ve sebeb-i vücūd-ı ādem ü ḥavvā muḥammed muṣtafa
ṣallallāhu te’ālā ‘aleyhi vesellem 7 mübārekdir ve nes̱ār lafıẓları birlen beyān ḳılur
kim ḥaḳḳ subḥāne ve te’alā evvel 8 nūrımnı yaratdı ėrse hātıfdın avaz keldi kim ey
nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām ḥusūsen 9 ḥabībim ve ey bir güzīde ḳılmış resūlüm
ey mėnim murād ve maḳṣūdım sėn turur-sėn ve sėniñ 10 muḥabbetiñdin yeti deryā
yaratdım evvel ‘ilm deryāsını ikinçi ḥilm deryāsını 11 üçünçi ḥayā deryāsını dörtinçi
‘aḳl deryāsını beşinçi seḫāvet 12 deryāsını altınçı ni’met deryāsını yedinçi şefā’at
deryāsını bu yeti 13 deryā hemmesi mėnim nūrımdın turur ḥaḳḳ sübḥāne te’ālā
mėnim nūrımnı her deryāda 14 on miñ yıl tevaḳḳuf ḳıldırdı bes on miñ yıldın soñ ḥaḳḳ
subḥāne te’ālādın 15 fermān boldı kim ey nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām ve ey
ḫaṣṣa-i ḥabībim turġıl sėniñ 16 mübārek vücūdıñı ḫalāyıḳġa āşikāre ḳılayım tėdi ėrse
peyġamber ‘aleyis’selāmnıñ [4] 1 nūrı başın küterdi ėrse yüz yigirmi tört miñ tamçı
su tamdı 2 ol sudın yüz yigirmi dört miñ peyġamberlerniñ cānların yaratdı 3 ṣalavāt-
ı allāh ‘aleyhim ecma’īn taḳı nidā kėldi ey nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām teberrā
naḳl 4 tėdi ėrse nūr teberrāndı mübārek ṣaġ közlerindin iki tamçı ṣu tamdı 5 evvel
tamçısındın cebrāil ‘aleyhi’s-selāmnı yaratdı ikinçi tamçısındın mikā’il 6 ‘aleyhi’s-
selāmnı yaratdı andın soñ mübārek ṣol közlerindin iki tamçı 7 ṣu tamdı evvel
tamçısındın isrāfil ‘aleyhi’s-selāmnı yaratdı ikinçi tamçı 8 sındın ‘azrā’il ‘aleyhi’s-
selāmnı yaratdı andın soñ ṣaġ ḳulaḳındın iki 9 tamçı ṣu tamdı evvel tamçısındın
ḳalemni yaratdı ikinçi tamçısındın 10 levḥnı yaratdı andın ṣoñ mübārek ṣol ḳulaḳındın
iki tamçı ṣu 11 tamdı evvel tamçısındın ‘arşnı yaratdı ikinçi tamçısındın gerisini 12
yaratdı andın soñ mübārek burnındın sekiz tamçı ṣu tamdı ol ṣudın 13 sekiz ucmaḫnı
yaratdı ve burnınıñ ṣol ṭarafındın yeti tamçı ṣu tamdı 14 şol ṣudın yeti tamuġnı yaratdı
andın soñ ṣaġ ignindin iki tamçı 15 ṣu tamdı evvel tamçısındın künni yaratdı ikinçi
tamçısındın aynı 16 yaratdı ve yine mübārek ṣol ignindin iki tamçı ṣu tamdı evvel
tamçısındın 17 kündüzni yaratdı ikinçi tamçısındın kėçeni yaratdı andın ṣoñ 18 oñ
ḳulaḳındın beş tamçı ṣu tamdı evvel tamçısındın ṣarṣar yelni 19 yaratdı ikinçi
tamçısındın ferfer yelni yaratdı üçünci tamçısındın 20 yıldırımnı yaratdı dörtinçi
tamçısındın süleymān ‘aleyhi’s-selāmnıñ yüzükni 22 yaratdı beşinçi tamçısındın
isrāfil ‘aleyhi’s-selāmnıñ ṣūrını yaratdı 22 andın ṣoñ ṣol ḳulaḳındın beş tamçı ṣu tamdı
evvel tamçısındın sidretü’l- 23 müntehānı yaratdı ikinçi tamçısındın ṭubā yıġaçnı
yaratdı üçünci [5] 1 tamçısındın ḫavż-ı kevs̱erni yaratdı törtinçi tamçısındın ḥażreti
ademniñ 2 aṣlın yaratdı beşinçi tamçısındın ḥażreti ḥavvānıñ aṣlın yaratdı andın 3 ṣoñ
mübārek boynıdın tört tamçı ṣu tamdı evvel tamçısındın yėlni 4 yaratdı ikinçi
tamçısındın tofraḳnı yaratdı üçünci tamçısındın ṣunı 5 yaratdı törtinçi tamçısındın
otnı yaratdı andın ṣoñ nidā 6 kėldi allāh te’ālādın ey nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-
selām bu dört nersėniñ ḳayusın 7 iḫtiyār ḳılur-sėn ta sėniñ peyġamberliğiñi ‘ālemġa
āşikāre ḳılay tėdi ėrse 8 bes nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām evvel kėlip yėlge
selām ḳıldı es-selām-u ‘aleyküm 9 ey yėl tėdi yėl ḥāl tili birle ve ‘aleyküme’s-selām
ey nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām 10 tėdi bes nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām
aydı ey yėl dünyada ne iş ḳılur-sėn tėdi 11 yėl aytdı öz murādum birle iş ḳılur-mėn
222
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
tėdi bes nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām 12 aytdı bende bolġan öz murādı birlen iş
ḳılabilmez her ne ḳılsa allāh te’ālā 13 ḳılur nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām aytdı
ey yėl öz ‘aybıñnı bilür mü-sėn yėl ayttı mėnim ne 14 ‘aybım bar turur bes nūr-ı
muḥammed ‘aleyhi’s-selām aytdı ḳaçan sėn ḳullarġa oḫşayur- 15 sėn hiç kim ėrse
sėni körmez sėn barça nerseni körür-sėn tėdi ėrse yėl 16 aytdı ey nūr sėniñ ‘aybıñ
yoḳmu turur bes nūr aydı estaġfirullah te’ālā tigil 17 tėdi bende başdın ayaḳġaça
günahkār turur bī-‘ayb allāh te’ālā turur tėdi ėrse 18 bes yėl ḥāl tili birle imān keltürip
bu kelimeni aytdı eşhed-ü en lā-ilāhe illallāh 19 ve eşhedü enne muhammeden
‘abduhū ve resūluhu la ilahe ilallāh muhammed resūlu’l-lah dėp imān 20 keltürdi
bes muḥammed ʿaleyhiʿs-selāmnıñ nūrı otġa kelüp selām bėrdi 21 e’s-selām-u
‘aleyküm ey ot tėdi ot ḥāl tili birle ve ‘aleyküme’s-selām ey nūr-ı 22 muḥammed
‘aleyhi’s-selām tėdi bes nūr aytdı ey ot ne iş ḳılur-sėn ot aytdı [6] 1 her ne öz
murādım ve maḳṣadım bolsa anı ḳılur-mėn tėdi bes nūr aytdı ey 2 ot bende bolġan
öz murādı birlen iş ḳılabilmez her ne ḳılsa allāh te’ālā ḳılur 3 nūr aytdı öz ‘aybıñnı
bilür mü-sėn ot aytdı mėnim ‘aybım ne turur bes nūr 4 aytdı sėniñ ‘aybıñ ol turur
ḳuvvetiñ yėl turur ölümiñ ṣu turur ot aytdı 5 ey nūr sėniñ ‘aybıñ yoḳmu turur nūr aytdı
bī ‘ayb allāh turur özge maḫlūḳ 6 barçası başdan ayaḳġaça günahkār turur tėdi ot
hem ḥāl tili birle imān 7 keltürdi eşhed-ü en lā-ilāhe illallāh ve eşhedü enne
muhammeden ‘abduhū ve resūluhu lā ilāhe ilallāh 8 muhammed resūlu’l-lah tėdi
bes andın ṣoñ nūr ṣuġa kelüp selām ḳıldı 9 e’s-selām-u ‘aleyküm ey ṣu tėdi ṣu hem
ḥāl tili birle ve ‘aleyküm e’s-selām ey 10 nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-selām tėdi bes
nūr aytdı ey ṣu ne iş ḳılur-sėn ṣu aytdı 11 öz maḳṣūdım birle iş ḳılur-mėn tėdi nūr aytdı
bende bolġan öz murādı birlen 12 iş ḳılabilmez her ne ḳılsa allāh te’ālā ḳılur ey ṣu öz
‘aybıñnı bilür mü-sėn ṣu 13 aytdı mėnim ‘aybım ne turur nūr aytdı barça necāsetini
sėniñ birle pāk ḳılurlar 14 sėn neces bolursın tėdi ṣu aytdı sėniñ ‘aybıñ yoḳmu turur
nūr aytdı bende 15 bolġan başdın ayaḳaġaça günahkār turur ṣu hem ḥāl tili birle imān
kėltürdi 16 eşhed-ü en lā-ilāhe illallāh ve eşhedü enne muhammeden ‘abduhū ve
resūluhu lā ilāhe ilallāh muhammed resūlu’l-lah 17 tėdi andın ṣoñ nūr-ı muḥammed
‘aleyhi’s-selām kelüp tofraḳġa selām ḳıldı 18 e’s-selām-u ‘aleyküm ey tofraḳ tėdi
tofraḳ hem ḥāl tili birle ve ‘aleyküm e’s-selām 19 ey nūr-ı muḥammed ‘aleyhi’s-
selām tėdi bes nūr aytdı ey tofraḳ sėn ne iş ḳılur-sėn 20 tofraḳ aytdı allāh te’ālā her
ne buyursa anı ḳılur-mėn tėdi ėrse bes nūr-ı muḥammed 21 ‘aleyhi’s-selām tofraḳnı
faḳīr-i miskīn kördi aytdı bu dünyada ve āḫiretde sėni 22 iḫtiyār ėtdim sėn tekbirlik
ḳılmadıñ tėdi ėrse tofraḳ hem ḥāl tili birle [7] 1 imān keltürdi ve bu kelimelerni oḳudı
eşhed-ü en lā-ilāhe illallāh ve eşhedü enne muhammeden 2 ‘abduhū ve resūluhu
lā ilāhe ilallāh muhammed resūlu’l-lah tėdi ve hiç kim bu ‘anāṣır-ı erba’adın 3 ḫāli
ėrmes bes ul kim ėrsede yėl ġālib bolsa menmenlik ‘alāmeti bolġay 4 bes ol kim
ėrsede ot ġālib bolsa ẓālim ve bī-raḥīmlik ‘alāmeti bolġay 5 ve ol kim ėrsede ṣu ġālib
bolsa cū mār-ı dalaḳnıñ ‘alāmeti bolġay ve ol kim 6 ėrsede tofraḳ ġālib bolsa dervīş
ve miskīnlik ‘alāmeti bolġay bes nūr-ı 7 muḥammed ‘aleyhi’s-selām tofraḳnı ḳabūl
ḳıldı faḳīr ve miskīn gürkanlıgı üçün 8 bes ḥaḳḳ-ı sübḥāne ve te’ālā aytdı her kimni ne
nersedin yaratdım ėrse anıñ birle 9 helāk ḳılur-mėn tėdi yėldin yaratdım ėrse yėl
birle helāk ḳılur-mėn 10 otdın yaratdım ėrse ot birle helāk ḳılur-mėn ṣudın yaratdım
ėrse ṣu birle 11 helāk ḳılur-mėn tėdi tofraḳdın yaratdım ėrse tofraḳ birle helāk ḳılur-
223
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ḳıyāmet küni kün nedāmet 4 ve ḥasret yigey sizler kāşki ol dünyada bu nūr nāmeni
ṣaḳlaġan bolġay 5 idik dėp ama fāide ḳılmaġay eger kim ėrse bu nūr nāmeni oḳusa
ya işitse 6 ya özi birlen tutsa ya evinde ṣaḳlasa iḫlāṣ ve ī’tiḳād birle ḥażreti
muḥammed 7 ‘aleyhi’s-selām birlen hem-rāh bolġay inşā’allāh te’ālā ol mėnni ‘azīz
ve mükerrem ḳılġay 8 dünyadın evtārda imān birle barġay maḳāmı ve menzili
cennetde bolġay inşā’allāh 9 te’ālā ol bende soruġ ve su’ālsiz ucmaḥnıñ ḳayu
ḳapusındın tilese 10 kirgey ḥaḳ te’ālānıñ fażl ve keremi birle her kim bu nūr nāmeni
özi birle ṣaḳlasa 11 ya oḳusa ya işitse allāh te’ālā ol bendege şarab ṭahür ve ḥūrlar ve
ġılmānlar nūrdın 12 ḫil’atlar rūzi ḳılġay hiç bende anıñ ḥesābın bilmegey inşā’allāh
te’ālā āmīn 13 yā rabbü’l-‘ālemīn ḫaberde andaġ keltürip turur kim ol ‘ālem-i
rabbāni ve ‘āmil-i ṣamedāni 14 ve ol ‘ālemü’l-me’āni ḥażreti imām muḥammed
ġazāliniñ muṣannefātındın bu nūr nāmeni 15 tabıp ve bitip sulṭān maḥmūd
ġaznevīke iletdiler sulṭān maḥmūd ġaznevī üç 16 künlik yoldan istiḳbāl ėdüp aldılar
bu nūr nāmeni ta’ẓīm birlen ayaḳ ura 17 turup ve öbüp közine sürdiler ve çendān
sunup şādmān boldılar yer 18 yüzinde ne ḳadar genc ve ḫazīnesi var aydı altı künkeçe
barçasın çıḳarıp 19 ḫüdā rıżālıġı üçün ḫarc ḳılıñ tėp ḥükm ḳıldı ve daḫı miñ beş yüz ṣıġır
20
ve elli tive ḳurbān ḳıldı ve imām muḥammedke miñ ḳarı elli tive iki yüz ṣıġır 21
yiberdi ve tamām ‘ālemlerge ser-pāy bėrüp ḫiẕmet ḳıldı şol kėçe ḥażreti resūlnı 22
tüşinde kördi allāh te’ālādın nidā keldi yā muḥammed sėniñ bu nūr nāmeñniñ 23
ḥaḳḳı üçün sulṭān maḥmūdnı yarlıḳadım tėdi ėrse bes ol kimsėniñ nūr nāmeñni [16]
1
‘azīz tutdı ėrse mėn anı ‘azīz tutdım ve günahların yarlıḳadım tėp 2 ḫiṭāb keldi sulṭān
maḥmūd şol nidānı işitdi ėrse şükrānesi üçün 3 miñ ḳul āzād ḳıldı ve miñ yalanġaça
ṭon kiyürdi ve miñ arıḳ vaḳf ḳıldı 4 ve miñ ḳuyu ḳazdırıp vaḳf ḳıldı ve miñ mescidi binā
ḳıldı hemesini ḫüdā’yı te’ālā 5 rıżālıġı üçün ḳıldı eger kim ėrse bu nūr nāmeni özi birlen
6
ṣaḳlasa ẓālim żulmindin şeyṭan şerindin mekkār mekrindin 7 ve yılan ve çıyāndın ve
barça belā ve āfātlardın ve belā’i 8 nāgehān ve fitne’i āḫir zamāndın ve körinür
körinmez 9 belādın allāh te’ālā öz penāhında ṣaḳlaġay 10 vallāh te’ālā āʿlem bi’l-
ṣavāb ve aliyeʿl-mercaʿ veʿl-māb temmet.
226
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Ülkemizdeki geçmişi yüz yılı aşan folklor araştırmalarının 21. yüzyıldaki
görünümü, mevcut birikime katkı yapmaktan öteye geçememektedir. Folklor
disiplininin sınırlarının muğlaklığı, yöntemsel birtakım handikaplar, folklorun
ontolojik doğasını da sorgulamamızı beraberinde getirmektedir. 1970’li yıllarda
folklorun çalışma kadroları üzerine yapılan bazı tasnifler üzerine kurgulanan
çalışma modelleri, çağımızın ruhunu yakalamaya yetmemektedir. Bu bağlamda
çarpık kentleşme, çevre sorunları, küreselleşme gibi insanlığın ortak sorunlarını
çözme çabalarında folklorik birikimden yararlanma ve bunlara dair çözüm önerileri
sunma eksik kalmaktadır. Kültür bilimlerinin kendi aralarındaki sınırların kalktığı Batı
akademisinde disiplinlerarası çalışmalarla çağın sorunlarına yanıt aranmaktadır.
Türkiye’deki folklor araştırmaları da bu süreçten uzak kalmamalıdır. Bu çalışmada,
21. yüzyıl folklor araştırmalarında yeni araştırma modelleri, yöntemler, perspektifler
tartışmaya açılacaktır. Sahanın ve kaynak kişinin anlamı ve kapsamı, derleme
teknikleri, veri analiz yöntemleri, çalışma kadroları sorgulanarak bunlara dair
öneriler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Folklor Araştırmaları, Yeni Çalışma Kadroları, Yöntem.
ABSTRACT: The 21st century appearance of folklore studies in our country, which
has a history of more than a hundred years, cannot go beyond contributing to the
existing accumulation. The ambiguity of the boundaries of folklore discipline, some
methodical handicaps, and the ontological nature of folklore bring us to question.
In the 1970s, the study models based on some classifications on the folklore working
cadres were not enough to capture the spirit of our age. In this context, in the efforts
to solve the common problems of humanity such as crooked urbanization,
environmental problems and globalization, it is lacking to make use of folkloric
accumulation and offer solutions for these problems. The interdisciplinary studies
in the Western Academy, where the boundaries of cultural sciences have been
lifted, seek answers to the age and the problems of the age. folklore research in
Turkey should not remain distant from this process. In this study, new research
models, methods and perspectives in 21st century folklore research will be
discussed. The meaning and scope of the site and the source person, compilation
techniques, data analysis methods, work staffs will be questioned and suggestions
will be made.
Keywords: Folklore Research, New Work Cadres, Method.
227
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Avrupa’da 19. yüzyılda biçimlenen sosyal bilimlerin kendi içinde
oluşturdukları metodolojiler ve kendi aralarındaki sınır savaşları, şimdiye
kadar yapılan kültür araştırmalarında yüzeysel bir bakış açısının kalıcılığını
miras bırakmıştır. Geçen yüzyılda insanı inceleyen bilimlerdeki bu ayrışmacı
yaklaşım, sosyologları kente, antropologları yazısız halklara, halk
bilimcileri de köylüye hapsetmiş, bu alanlarda çalışan bilim adamlarını
altından kalkılması gereken sorunları kendi dar alanlarında çözmeye itmiş;
ancak toplumların diyalektiği, disiplinlerarası çalışmaları gerekli
kıldığından Avrupalı gözüyle bilimler arasında yaratılan bu yapay ayrım, bu
yüzyılda zihinlerde olmasa bile en azından yöntem ve alan
araştırmalarında ortadan kalkmaya başlamıştır (Yolcu, 2014: 1).
Folklorun ontolojisine dair soruların başında şu gelmektedir: Tarihsel
süreçte folklor, 19. yüzyılın ulus-halk odaklı anlayışını benimsemeye
devam edecek midir, yoksa birey-doğa odaklı sanatsal ve kültürel
dışavurumları inceleme yoluyla küreselleşme karşısında ifade
çeşitliliklerini merkeze alan bir bilim olmaya mı yönelecektir? Bu soru,
herhalde yüzyılımızı meşgul etmeye devam edecektir. Nitekim Batı
dünyasında Aydınlanma sonrası gelişen birtakım ciddi teorik yönelimler,
eleştirel anlamda kültür bilimlerine önemli katkılar sağlamıştır. Avrupa
düşünce birikiminde rasyonel, maddeci ve ilerleme yasalarına bağlı İngiliz
Fransız geleneği ile maneviyat odaklı kültüralist Alman romantizmi
arasındaki karşıtlık, sosyal bilimleri derinden etkilediği gibi, bu bilimlere yön
vermede oldukça etkili olmuştur (Yolcu, 2017: 1).
Özellikle Alman ve İskandinav kültür bölgelerinde 19. yüzyıl folklor
araştırmalarında görülen romantik milliyetçi yaklaşımların Hıristiyanlık
öncesi pagan kültürlerin ortaya çıkartılması ve yüceltilmesi yoluyla milli
ruhun diriltilmesinde önemli işlevler üstlendiğini söylemek mümkündür. Bu
bağlamda ülkemizdeki folklor araştırmalarının tarihi seyri de Alman
folklorunun üstlendiği rolle paralellik arz eden bir görünümdedir. Türk
folklor araştırmaları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında imparatorluk
geleneğinden ulus devlete dönüşen devlet yapımızı destekler tarzda dilde
özleşme hareketleri ve Herder’in “milli ruhu”na atıf yaparcasına Anadolu
köylüsüne yönelmiştir.
20. yüzyılın ikinci yarısının başlarında Amerikan folklorcuları arasında
ortaya çıkan beşerî grup odaklı halk anlayışı ve kolektiviteden ziyade
bireysel performatif süreçlere odaklanan birtakım teorik yönelimler 20-30
yıldır ülkemizde de ciddi karşılık bulmaya başlamıştır. Bununla birlikte daha
228
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Buralarda hem yeni üretilen folklorik bilgi hem de var olan folklorik
bileşenlerin sunumu analiz edilebilir. İnternetin dünyada yaygınlaşmasıyla,
yaklaşık 30 yıllık tarihi inanlara nostalji duygusu vermeye yetecek
ölçüdedir. Bu bağlamda Batı’da “internet tarihi müzesi” çalışmaları
gündemdedir. Sosyal medyada yaygınlaşan iletişim tarzları ve simgeleri
araştırılmayı beklemektedir. Yine sinema alanında “folklorik film” ve “filmik
folklor” kavramlaştırmaları üzerinden içerik analizleri yapılabilir.
Kadın Folkloru:
“Kadın folkloru” kavramı, Amerikalı folklorcuların icat ettiği
“women-lore” teriminden türetilmiştir. Bu kavram, kadının icra ettiği veya
kadının merkezinde yer aldığı folklorun toplumsal cinsiyet tabanlı
araştırılmasına verilen addır. Ülkemizde her ne kadar kadını odaklayan
folklor çalışmaları yapılıyor olsa da toplumsal cinsiyetle ilişkili kültürel
bağlamda cinsel kimliğin toplumsal inşası, özel ve kamusal kültür içindeki
kadınlık, erkeklik ve hiyerarşiler yeterince çözümlenememiştir. Genelde
kadın odaklı folklor çalışmaları mevcut durumun etnografik
betimlenmesinden veya metinlerde kadının yerinin tespitinden ileri
gidememiştir. Dolayısıyla folklorda feminist bilgiye dayalı teorik arka
planla desteklenen kadın folkloru çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Geleneksel Ekolojik Bilgi:
“Geleneksel ekolojik bilgi (GEB)” kavramı 1980’li yıllarda
terimleştirilmiştir ve ülkemizdeki folklor araştırmalarında kullanımının 4-5
yıllık bir geçmişi vardır. Geleneksel ekolojik bilgi insanların çevre ile
ilişkisiyle bağlantılı, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgi, inanç ve uygulamalar
olarak tanımlanabilir. Batı’da doğayla barışık bir kalkınma, ekolojik
problemlere gelenekten yaklaşan perspektifler, çevre etiği, endüstriyel
ekonomiye dayalı modern toplumların doğayı istismar odaklı kalkınma
stratejilerine alternatif bakış açıları bu kavram etrafında tartışılmaktadır.
Folklor GEB bilgisinin ana taşıyıcısıdır ve bu nedenle folklorculara büyük
işler düşmektedir.
Sonuç
KAYNAKÇA
Aça, Mustafa. (2018). “Türkiye’de Halk Bilim Araştırmaları ve Kentsel Kültür: Bazı
Notlar ile Tavsiyeler”. 4. International Congress of Turkology: Turkic Peoples
Through the Ages and Lands (Polonya-Varşova, 21-23 Eylül 2016). Warsaw:
University of Warsaw Faculty of Oriental Studies, 250-257.
Watts, Linda S. (2007). Encyclopedia of American Folklore. New York: Facts On File,
Inc.
Yolcu, M. Ali. (2014). Türk Kültüründe Evliliğe Bağlı Tabu ve Kaçınmalar. Konya:
Kömen Yayınları.
Yolcu, M. Ali. (2017). “Giriş: Kadın Folkloru Üzerine”. Kadın Folkloru: Kuram ve
Yöntem Üzerine Yazılar. (Ed. M. A. Yolcu). Konya: Kömen Yayınları, 1-16.
232
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: İlk oynanması yüzlerce yıl önceye dayanan geleneksel oyunlar, bu yıllar
içerisinde oynandığı yer ve kişilere göre çok az farklılık göstererek günümüze kadar
gelmiştir. Sadece değişen kimi zaman sosyo-kültüren yapının etkisiyle tekerlemeler
olmuştur. Geleneksel oyunlar en az iki kişi ile ve yüz yüze oynanan oyunlardır.
Çocuklar yüz yüze oynadıkları oyunlarla kendi içlerinde eğlenmekte,
heyecanlanmakta, kızmakta ama sonuçta karşısındaki kişi ile iletişim halinde
oyunu sürdürmektedir. Dedenin, babanın ve çocuğun oynadığı körebe, saklambaç,
birdir bir, beş taş, yerden yüksek, yakar/yakan top oyunları kuşaklardır çocukların
içinde yaşadıkları topluma uyum sağlaması, kaynaşması, kişisel gelişimini
sağlaması açısından önemini korumaktadır. Günümüzde oyunları oynayacak açık
alanların bulma güçlüğü, müstakil evlerden oluşmuş mahalle kavramının içinde
sokakta güven içinde oynama durumunun kalmaması nedeniyle çocuklar açık alan
oyunlarından uzaklaşmıştır. Günümüz çocukları oyunları sanal alem üzerinden
oynamaktadır. Oyun oynarken kural programı önceden yüklenmiş şekildedir ve
çocuğun katkısına izin vermemektedir. Kimi zaman programın kendisiyle sanal
alemde sanal rakiple oynana oyunlar, kimi zaman da sanal alem üzerinde belki de
dünyanın başka bir yerindeki kişiyle hiç tanışmadan, hiç konuşmadan
oynanmaktadır. Geleneksel oyunların çocuklar üzerindeki sosyalleşme, dil ve
beden gelişimi üzerine olan etkisi sanal oyunlarla ortadan kalkmakta, asosyal,
hareketsiz bireyler yetişmektedir. Oyunlar üzerinde denetim sağlanamadığı için
şiddet, pornografi, sapkın öğretiler içeren oyunlar çocukların yaşamına girmektedir.
Bazı sanal oyunlar dünya üzerinde intihar, saldırı, hırsızlık gibi kişinin yaşamını
olumsuz olarak tümden değiştiren etkiler oluşturmaktadır.
Çalışmamızda derlemesi yapılan geleneksel oyunlar ile günümüz özellikle sanal
ortam üzerinden oynanan oyunların oynanma biçimi açısından karşılaştırması
yapılmıştır. Bu karşılaştırmadan sonra geleneksel oyunlar ile günümüz oyunların dil,
beden, kişilik gelişimi, toplumsal uyumu açısından değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Oyun, çocuk, tekerleme, gelenek.
ABSTRACT: The traditional games played hundreds years ago have survived with
little difference according to place and people. The one changed has been only
rhymes under the influence of socio-cultural structure. Traditional games are
played with at least two people and face to face. Children have fun, get excited and
angry with the games played face to face but at last they continue the game in
communication with others. The ball games “körebe, saklambaç, birdir bir, beş taş,
233
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Geleneksel çocuk oyunları yüzlerce yıldır oynanan oyunlardır. Bu
oyunlar geçmişten günümüze genellikle birden çok çocuğun oynadığı
oyunlardır. Oyunlar sadece eğlendirme işlevi taşımaz. Eğlendirirken
çocukların sıra kavramına uyma, grup içinde sorumluluk bilme, paylaşım
yapabilme, el, kol, beden, dil gelişimi için egzersiz yapabilme kavramlarını
da içermektedir. Başlangıcı, oynanışı ve oyunun bitişi kendi içinde
planlanmış olan çocuk oyunları çocukların grup içinde rol alabilme
becerisini geliştirirken çocuğun sosyalleşmesini de sağlamaktadır, Oyunda
söylenmesi gereken tekerlemeler de dil becerisini, oyunun atlama,
sıçrama, koşma, saklanma, atma, tutma gibi yapılması gereken hareketleri
de beden becerisinin gelişimine katkı sağlamaktadır. Çocukluk çağında
oyun, yaşamın kolektif olma boyutunda yer alır. Oyun dendiğinde ilk akla
çocuk gelmektedir. İnsanın büyüme ve gelişme özellikleri ile ilgili biyolojik
ve psikolojik araştırmalar “bebeklik” ve “ergenlik” arasında yer alan
çocukluk çağının genellikle 2-6 arasındaki döneme ilk çocukluk çağı, 6-11
yaş aralığındaki döneme ikinci çocukluk çağı ve 11-16 yaş arasındaki
döneme de son çocukluk çağı olarak üç alt bölüme ayrılabileceğini
göstermektedir. Çocuk doğduğu günden itibaren anne-baba tarafından
oyun ile tanıştırılsa da, bilinçli olarak oyun kavramı ile tanışması ilk
234
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
çocukluk çağında olmaktadır (Kaya 2011: 1; Artun 2005: 321). Her yaş
döneminde olmakla birlikte oyun, çocukluk döneminin en önemli eğlenme
ve öğrenme unsurlarındandır.
Oyun kavramı da Türkçe’de “Hile, düzen” anlamlarında kullanılsa da,
bizim çalışmamıza konu olan oyun “1. Vakit geçirmeye yarayan belli
kuralları olan eğlence. 2. Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek
amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma” (TS 2005: 1526),
“ Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan
eğlence.” olarak Türkçe Sözlükte tanımlanmaktadır
(https://sozluk.gov.tr/oyun). Büyüklerin ve çocukların eğlenmek ve
dinlenmek amacıyla yaptıkları eylem olan oyun cirit, güreş, saklambaç,
topaç, aşık gibi zengin çeşitliliğe sahiptir (Boratav 1994: 232; Artun 2005:
322).
İnsanlığın ilkel dönemlerini araştıran araştırmacılar, o toplulukların
kültürlerinden önce oyun oynama hazzı oluşturduklarını görmüşlerdir. Dil,
mitos ve ritüellerin kökeninde oyun vardır. Topluluğu oluşturan bireyler
oyun içinde çeşitli görevler yüklendiğinde ritüelistik ve törensel bir hava
oluşmaktadır. Oyunlar inanç sistemi ve içinden çıktıkları toplumun kültürel
yapısına göre farklı özellikler göstermektedir. İlkellerdeki oyunun özünü av,
savaş ve doğa olayları oluşturmaktadır (Artun 2005:316). Türk dünyasında
geçmişten günümüze oyun toplum üyelerinin eğlenmesi ve zaman
geçirmesi için gönüllü etkinlik olmuştur ve bu etkinlik için “oyun” kelimesi
kullanılmıştır. Oğuz Kağan Destanı’nda, Manas Destan’ında, Dianü Lügati’t
Türk’te, Kutadgu Bilig’de, Dede Korkut Kitabı’nda ve Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’de sadece çocuk oyununu ifade eder şekilde değil de genel
olarak eğlendiren ve vakit geçirten yaş kavramı ile sınırlandırılmamış oyun
kelimesinin yer alması kelimenin ne kadar eski ve yaygın olduğunu
göstermektedir (Özdemir 1997: 1-2, 43-45; Artun 2005: 316; Turgut 2005:
1).
Çocuk oyunlarının çocuk açısından yararlarına baktığımızda iki temel
yarar ortaya çıkar:
1. Bedeni yararı: Çeviklik, dayanıklılık, denge, güç, hız, beceri,
yetenek, kuvvet, ritim, zeka gelişimi
2. Moral değerler yönünden yararı: Adil davranış, algılama, birlik
ruhu, dayanışma, yardımlaşma, dikkat, disiplin, hoşgörü, hak gözetme,
irade, karar verebilme, liderlik, sabır, şakalaşma (Kaya 2011: 2).
Çocuk oyunları incelendiğinde de görülür ki oyunların dört temel
ögesi vardır.
235
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
kadar sayılır. Yirmi atışta da ortada kalan tek oyuncu vurulmamışsa oyunu
ortada olan grup kazanmış sayılır. Vurulursa sınırın iki yanındaki grup
kazanmış olur. Oyunu kazanan taraf oyunun oynandığı orta alana geçer.
Gavur Guvur:
Oyun oynayacak çocuklardan bir tanesi saymaca yolu ile ebe seçilir.
Ebe dışındaki çocuklar etraflarındaki bir yeri belirlerler. Amaç o belirlenen
yeri bulmasıdır. Ebe ile çocuklar oyun alanında dolaşırlar ebe bir yere gelir
ve sorar “Burası yansın mı?” , eğer belirlenen yer değilse çocuklar “Yansın”
diye bağırıyor. Başka bir yere geçilip bir köşe, bir kaya, bir ağaç her şey
olabilir soru sorulan ya da belirlenen yer. Ebe “Bura yansın mı?” diye
sorduğu yer bu defa belirlenen yerse çocuklar “Gavur guvur” diye bağırarak
kaçışırlar. O zaman ebe olan çocuk da kaçan çocukların peşinden koşar ilk
kimi yakalarsa o yeni oyunun ebesi olur.
Sek sek:
Zaman zaman erkeklerin de oynadığı görülse de genelde kızların
oynadığı bir oyundur. Yere 1’den 9’a kadar numaralandırılmış kare şekiller
çizilir, ilk oyuncu elindeki taşı 1 numaraya atar ve tek tek o taşı 9 numaralı
kareye kadar ayağı ile iter. Taş ayak ile bir sonraki kareye itilirken çizgi
ortasında kalırsa ya da kare çizgilerin dışına çıkarsa, oyuncu yanmış olur. 9
numaraya kadar taşır ve bitirirse oyunu başarmış olur.
Fare Yutturmaç Oyunu (Üç Taş, Sıçan Yedirmeç):
İki kişi ile oynanan bir oyundur. Oyun çizgi çizilebilecek masa, toprak
ya da büyük bir kağıdın üzerine çizilerek de oynanır. Büyük bir kare çizgisinin
ortasını bölecek şekilde her bir karenin ortasından birer çizgi çizilir bu iki
çizgi karenin orta yerinde birleşir. Böylece büyük kareyi dört küçük kare
haline getirir. Oyun bu kareleri oluşturan çizgilerin birleştiği noktalara
konan taşlar ile oynanır.
242
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
On Bir Elli:
Çocuklar bir çember şeklinde ellerini birbirlerinin elinin üstüne koyar
ve bir kişi “Bir” diyerek elini yanındakinin eline vurur. Sonra 2. Çocuk “İki”
diyerek yanındakinin eline vurur. Oyun böyle devam eder ve 11. kişiye
gelindiğinde o kişi ebe olur. Ebe diğer çocukları kovalamaya başlar.
Yakaladığı arkadaşı da ebe olur ve o da diğerlerini kovalamaya başlar.
Oyun, herkes ebe olana kadar devam eder.
Eski Minder:
Bir grup öğrenci çember oluşturur ortada da bir tane ebe olur. Daha
sonra çember oluşturmuş çocuklar şu tekerlemeyi söyler: “Eski minder,
yüzünü göster, göstermezsen bir poz ver, güzellik mi çirkinlik mi, havuz
başında heykellik mi, mankenlik mi?” derler. Ebe tekerleme bitince en
beğendiği pozu söyler oyuncu çocuklar da o pozu verirler. Ebe poz vermiş
oyuncu çocuklar içinde en beğendiğini seçer ve yeni oyunun eski minderi
olur.
Dört Kale Futbol (Alman Kale):
Oyun 4 kişi ile oynanmaktadır. Oyun alanı kare şeklinde belirlenir ve
bu karenin her bir çizgisinde bir kale iki ucuna konulan taşlar ile belirlenir.
Her bir oyuncunun da bir kalesi vardır. Oyun 4 oyuncunun ayaklarında top
sektirmesi ile başlar. En az top sektiren eliyle havaya topu atarak oyunu
başlatır. Dört oyuncu dört kale ile çevrilmiş alanda futbol oynar. Burada
amaç kendi kalesine gol attırmadan, diğer kalelere gol atabilmektir. Kendi
kalesinde 15 puan değerinde gol yemiş kişi oyunda yenilmiş sayılır. Oyunda
en sona kalan kişi de oyunu kazanmış sayılır. Gol değerleri şu şekildedir:
Ayakla atılan gol: 1
Zigzo ile atılan gol (Sol ayak öndeyken, sağ ayak sol ayağın
arkasından atılan gol): 4
Bacak arasından atılan gol: 5
Rövaşata ile atılan gol: 9
B. GÜNÜMÜZ BİLGİSAYAR, İNTERNET ÇOCUK OYUNU ÖRNEKLERİ:
Mortal Kombat
Kanlı bir şekilde dövüşen yaratıklar, kopmuş kafa, kol, kırılan
kemiklerin olduğu oyun şiddet üzerine kuruludur. Oyunun zararı fark
edildiğinde, bu oyun nedeniyle ilk kez içerik derecelendirme sistemi
kurulmuştur. Şiddet düzeyi yüksek oyunun ondan fazla çeşidi
bulunmaktadır.
244
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
(https://www.mortalkombat.com/)
Doom
(https://store.steampowered.com/agecheck/app/379720/)
Metin2
(https://tr.metin2.gameforge.com/landing/partner?kid=a-02014-02214-1812-
b3507104&gclid=Cj0KCQjwoKzsBRC5ARIsAITcwXFoXFBbky_wJh3gMQTZEOCeCY1t
mOBPyw9TssBqYuB4jNfIemleHHoaAq3rEALw_wcB)
245
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Postal2
Şiddet oyunlarının ilklerinden sayılan oyun 2003 yılında piyasaya
çıkmıştır.
(https://store.steampowered.com/agecheck/app/223470/?l=turkish)
The Last Of Us
Ryse
(https://store.steampowered.com/app/302510/Ryse_Son_of_Rome/)
246
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Mavi Balina
Mavi Balina'nın 2018 tarihine kadar 142 öğrencinin intiharıyla
bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Kötü niyetli kişiler tarafından
linkleri yayılan oyunda amaç, ağına düşürdüğü kullanıcılara zarar vermek
olan sözde oyun yöneticisi olduğunu iddia eden internet korsanları
tarafından virüs içeren bir link ile yayılmaktadır. Bu virüs bilgisayar
korsanına kişinin kişisel bilgilerine erişim imkanı tanımakta dolayısıyla
virüsü kontrol eden kişi, gencin üzerinde şantaj yapmak suretiyle bir otorite
kurmakta ve bu otorite üzerinden gence bir takım günlük görevler
vermektedir. Oyuna katılım sağlayan kurbanlara korku ve şiddet temalı
görevler verilerek ruh sağlıklarının bozulması sağlanmaktadır. Oyunun
resmi bir internet adresi ve yasal satışı yoktur. Mavi Balina oyunu 50 gün
boyunca giderek korkunç hale gelen 50 görevden oluşmaktadır. Kendini
sakatlayabilecek görevlerden korku filmlerini izlemeye kadar sıra dışı şeyler
görev olmaktadır. Görevleri yerine getirip oyunu bitiremeyen kullanıcılara
‘Öl, nasıl olsa yeniden doğacaksın’ telkini yapılmaktadır. Oyunun kimi
etaplarında henüz okul çağındaki çocuklardan, el bileklerine ya da
bacaklarına sivri bir cisimle bir balina kazıması ya da vücuttaki damarlarına
yakın kesikler atması istenmektedir. Bazı günler saat 04.20’de uyandırılıp
gün boyunca oyun yöneticilerinin yolladığı korkunç görüntülerin izlenmesi
de görevlerdedir. Manipüle edilen çocuklar, 49 görev boyunca kendilerine
psikolojik ve fiziki zararlar verip hayattan koparılmakta 50. gün final görevi
ise “balina olmak” adını taşımaktadır. O gün oyuncunun intihar etmesi
emredilmektedir. Ergenlik çağındaki gençlerin üsluplarını, alışkanlıklarını
ve psikolojilerini iyi öğrenip kızları fiziki, erkekleri karakteristik özellikleriyle
yetersiz olduklarına ikna ederek, onları 'kayıp bir nesil' olduklarına
inandırılmaktadır. Oyuna Mavi Balina adının verilmesinin nedeninin bu
balina türlerinin artık iyileşemeyecek kadar hasta veya yaralı olduklarında
kendilerini karaya vurmalarından kaynaklanmaktadır Dünya üzerinde oyun
hızla yaygınlaşınca oyunun bağlantılarının kesilmesi için devletler çeşitli
önlemler almıştır.
(www.turkiyegazetesi.com.tr/editorunsectikleri/518920.aspx)
247
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
Oyun, çocuk oyunu birden çok işlevi bir arada bulunduran bir
eylemdir. Oyun çocuğun yaşadığı toplulukta birey olma ve aynı zamanda
toplumun bir parçası olma hissini geliştirir. Çünkü oyunlar hayatın içinde
yer alan sıra, saygı, bekleme, irade, karar verme, uygulama, idare etme,
idare edilme gibi kavramları öğretir. Ayrıca akranları ile oyun oynayan
çocuk sosyalleşirken bedeni de aktif olur. Her oyun hareketli olmayabilir
ama her oyun kendi içinde kuralını, sırasını, nasıl oynanası gerektiği bilgisini
çocuğa aktarır. Sosyal ve psikolojik gelişimi için önemli olan bu unsurlar
kadar eylemi yüksek oyunlarda çocuk enerji harcar. Çocuk oyunu bu
nedenle sadece oyun değildir. Zamanı, mekanı, oyuncusu, oyunun aracı,
oyunun kuralı, oyunun süresi, oyunda kullanılan tekerleme tamamen
çocuğun belirlediği unsurladır. Bu nedenle çocuk oyunları çocuğun kendi
dünyası içinde yaşadığı dünyaya eğlenerek hazırlanma biçimidir. Çocuğun
sosyalleşmesini, oyunda sabır etme duygusunu, süreye uyma, kurala uyma
disiplinini, kayıp ya da kazanmanın eğlenmenin bir parçası olduğu
farkındalığını, eğlenerek dil ve beden gelişimine katkıda bulunan çocuk
oyunları, çocuğun insani ilişki kurma becerisini de arttırmaktadır.
Yüz yılların ötesinden gelen çocuk oyunları ya da ip atlama, lastik
atlama gibi daha yakın zamanlı olup yaygınlığı ve kuralları nedeniyle ve en
az 30 yıldır oynanmaları nedeniyle geleneksel olan oyunlar akran iletişimi,
toplum içinde rol dağılımında sorumluluk bilinci gibi pek çok işlevi
bünyesinde taşımaktadır. Aşık kemiği, taş, dal parçası gibi doğal
malzemeden yola çıkarak oynanan oyunlar zamanın getirdiği meşrubat
kapakları, plastik taso oyun araçları ile daha da renklenmiştir. Fakat sayılan
bu nitelikleri ile önemli geleneksel çocuk oyunları günümüzde çocukların
oynayacak yer, zaman, akran bulamamaları nedeniyle oynanma sıklığı
azalmış, oynayıcı hatta oyunu bilenlerin sayısı azalmıştır. Geleneksel
oyunlar yerini evde oynanan oyunlara bırakmıştır. Önce tetris gibi eldeki bir
alette tek başına oynanan aletlerin oyunları gelmiş, zamanla bilgisayara
yüklenen oyunlar, program satın alınarak oynanan oyunlar, sonra internet
kaynaklı cep telefonlarında ya da bilgisayar, tablet gibi elektronik aletlerde
oynanan oyunlar çocuk oyunları yerine geçmiştir. Cep telefonlarında yılan
oyunu ile başlayan süreç, interaktif binlerce kişinin aynı anda oynadığı skor
üzerinden konuşulan oyunlara dönüşmüştür. Bedenin, dilin gelişmesinde
ve çocuğun yüz yüze iletişimle sosyal beceresinin arttırılmasında katkı
sağlayan geleneksel çocuk oyunları bugün bu saydığımız becerileri yok
eden tehlikeli oyunlara yerini neredeyse bırakmıştır. Binlerce kişinin aynı
anda oynadığı oyunlarda kimin, kimle oynadığı bilinmeden akran olmayan
248
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Artun, E. (2005), Türk Halkbilimi, 2. Baskı, Kitabevi Yayınları, İstanbul
Çakır, H. (2013) “Bilgisayar Oyunlarına İlişkin Ailelerin Görüşleri ve Öğrenci
Üzerindeki Etkilerin Belirlenmesi” Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
C.9, S. 2
İşçibaşı,Y. (2011) “Bilgisayar, İnternet ve Video Oyunları Arasında Çocuklar” Selçuk
İletişim, C.7, S.1
Kaya, D. (2011), Çöm Çöm Çömbelek Sivas Çocuk Oyunları, Kitabevi, İstanbul
Özdemir, N. (1997), Türkiye’de Cumhuriyet DönemiÇocuk Oyunlarının Halk Bilimi
Açısından İncelenmesi I-II, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara
Turgut, M. E. (2005) Elazığ Çocuk Oyunlarının Halk Bilimi Açısından İncelenmesi ,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ
https://sozluk.gov.tr/oyun (20/09/2019) adresinden 27.06.2019 tarihinde
alınmıştır
www.turkiyegazetesi.com.tr/editorunsectikleri/518920.aspx adresinden
27.06.2019 tarihinde alınmıştır
https://www.mortalkombat.com/ adresinden 27.06.2019 tarihinde alınmıştır
https://store.steampowered.com/agecheck/app/379720/ adresinden 27.06.2019
tarihinde alınmıştır
https://store.steampowered.com/agecheck/app/223470/?l=turkish adresinden
27.06.2019 tarihinde alınmıştır
https://tr.metin2.gameforge.com/landing/partner?kid=a-02014-02214-1812-
b3507104&gclid=Cj0KCQjwoKzsBRC5ARIsAITcwXFoXFBbky_wJh3gMQTZEO
CeCY1tmOBPyw9TssBqYuB4jNfIemleHHoaAq3rEALw_wcB adresinden
27.06.2019 tarihinde alınmıştır
http://v3m.gtarcade.com/?q=5b9a53976e9754175312&kw=the%20last%20of%2
0us&target=&pl=&creative=294649040849&gclid=Cj0KCQjwoKzsBRC5ARIs
AITcwXFY74zzM6mD1VE5XCgxs8Gbjf3qCkNdFj_11AC7j-
kgHXvFE_s8wqcaAotFEALw_wcB adresinden 27.06.2019 tarihinde alınmıştır
https://store.steampowered.com/app/302510/Ryse_Son_of_Rome/ adresinden
27.06.2019 tarihinde alınmıştır
Sözlü Kaynaklar
K1: Demet Duyuler Doğan, 1966, Adana; K2: Talat Kara, 1994, Adana; K3: Esma Nur
Güzel, 1997, Adana; K4: Arifiye Gök, 1995, Adana/Aladağ; K5: Ahmet Çirkin, 1995,
Kayseri/ Develi-Ayşepınar Köyü; K6: Burçin Koç, 1994, Mersin/Erdemli/Adana; K7:
250
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
each act from lamenting for the death person to putting materials such as pleasant
odor, knife and fork on the body of the dead person. The said practices are the
beginning rituals after the death. At next stages, behaviours and actions containing
ritual practices are performed within the ritual. Probably, the most important one of
rituals which have been performed as a result of the dead or death event is
cemetery visits. Because, cemeteries are the most basic spaces in
remembering&memorializing the dead person. Cemetery visits keep
cultural/belief-related elements in the deepest layers of traditional knowledge.
Each stage from the word spoken on entering to the cemetery to coming to the
graveside constitutes a part of ritual practice. It is possible to mention eating and
drinking ritual in cemetery which is practised in Turkish culture and belief, among
ritual practices related to the death. In the study, we will dwell upon ritualistic
dimension of act of eating-drinking in cemetery visit which has been performed at
Torunlu (Okçular) village of Salihli district in Manisa city. Data obtained from field
research and literature review will be evaluated from a structural-functional point
of view. Thus, we will discuss how way of communiation of the ritual has protected
the belief element and transfered it to the future.
Keywords: Ritual, ritual structure, ritual memory, cultural memory, cemetery visit,
structural-functional theory.
Mit ile ritüel arasında dolaylı bir ilişki vardır. İlk önce düşünce vardı ve
düşünce söze büründü. Söz kalıba girerek bellekte kalıcı hale geldi. Mit tam
olarak bu noktada ortaya çıktı ve yazının olmadığı zamanın bellekteki yazısı
oldu. Mitik düşünme biçimi toplumun bilme, anlama, kavrama ihtiyacını
karşılama mekanizması haline geldiğinde ritüel olarak sunulması
gerekliydi. Dolayısıyla ritüel mitin görüntüsüdür. Toplumların ritüel icra
etmesinin belki de temel amacı bilme, anlama ve kavrama ihtiyacını yazı
olmadığı için görsel bellekte saklaması, tekrarlaması, hatırlamasına
yöneliktir. İcra edilen bir ritüel; inanç ve düşünce sistemi dışına çıkamaz.
Dolaylı olarak ritüeller, icra edildiği toplumun inanç ve düşünce sistemine
bağlıdır. Bu noktada ritüelleri anlamanın en temel yolu, ritüelin içinde
bulunduğu geleneksel bilgi, inanç ve kültür dünyasını kavramakla mümkün
görünmektedir.
Bulgular:
göreceğine dair inanç, mezar başında ağıt yakma, mezara su dökme gibi
ritüel uygulamalar bütünüyle mezar ziyareti içerisinde yapı unsurlarıdır. Her
bir eylem belirli düzen içerisinde gerçekleşir. Mezarın başından başlamak
suretiyle su dökülmesi gibi. Gelenek ve ritüel arasındaki ilişki
düşünüldüğünde, ritüel içerisinde geleneksel bilgi ve uygulamaların yer
aldığı görülmektedir. Her gelenek bir ritüel değildir, ancak her ritüel bir
gelenektir. Özellikle inanç merkezli ritüellerin birbiri içerisine geçmiş
yapı/cıkları vardır.
Hakas Türklerinde ölüyü anma ritüeli ölüm olayından yedi gün sonra
mezarlıkta yapılırdı. Sabah saatlerinde yapılan söz konusu ritüelde,
mezarlıkta yakılan ateşe yiyecekler atılır ve mezarın çevresinde sardıx
denilen içki içilirdi (Killi, 2012: 84). Radloff’un Castren’den aktardığı
Tatarların ölüm gelenekleriyle ilgili bilgilerde, ölümden üç, yirmi, kırk ve yüz
gün sonra mezar başında yemek yenildiği belirtilmiştir (1994: 142). Uygur
Türklerinin mezar ziyareti hakkında bilgi veren Öger (2013: 116), Berat
ayında mezara gidilerek herkesin kendi yakınının mezarı başında sabaha
kadar börek, ekmek yaptığından ve bayram günlerinde de yağ ile çeşitli
börekler yapılarak mezarlığa konulduğundan bahseder. Roux’un
aktardığına göre (1999: 277) “Atilla'nın ölümü üzerine üzüntülerini dile
getirdikten sonra, mezarı üzerinde büyük bir ziyafetle bir şölen kutladılar ve
birbirinden karşıt duygular içinde cenaze töreni yasına neşe kattılar.”
Mezarlıkta yemek yemenin mezar ve ev ilişkisiyle bir ilgisi olması
muhtemeldir. Nitekim Lvova vd. (2013: 179) de Altay-Sayan şivelerinden
256
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Ayrıca Roux’un bir başka eserinde aktardığı bilgiler de mezar ve ev ilişkisi arasında
anlamsal bir bağ olduğuna yöneliktir. bk. (Roux, 1994: 215-216).
257
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Torunlu eski adıyla Okçular köyü, bir Alevi köyü olarak yer almaktadır.
Kendilerini Alevi ya da Araplı olarak kimliklendiren topluluk, inanç
sürekliliğini kısmen de olsa Salihli merkezde yer alan cem evinde
gerçekleştirmektedir. Alevi inanç sisteminin merkezinde yer alan cem
ritüelinin sözü edilen topluluğa mensup kişilerce bilinmesi ancak
uygulanmaması, inancın sekteye uğradığını göstermektedir. İkrar verme
yaklaşık 50 yıl önce köyde icra edilen cem ritüellerinde yapılmaktaydı.
Günümüzde ise köyden kente göçün etkisiyle birlikte köy ortamında cem
ritüelinin icra edilmemektedir. Tespit edilen bu bilgilerden Torunlu köyünde
yaşayan kişilerin her ne kadar Alevi bir topluluk olarak görülse de inanç
kimliklerinden uzaklaştıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sözü edilen
topluluğun kendilerini Alevi olarak nitelendirmesini tarihsel ve zihinsel bir
kimlik oluşturma amacıyla kullanıldıkları söylenebilir.
2
Söz gelimi, ölen kişinin defnedildikten bir gün sonra sabah saatlerinde mezar başına
gidilerek barut uçurma adlı uygulamayı gerçekleştirmeleri farklı bir araştırma konusu
olarak yer almaktadır.
258
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç ve Değerlendirme
KAYNAKÇA
Aça, Mehmet (1999). Kazak ve Kırgız Türklerinde Defin Sonrası Bazı Uygulamalar ve
Aş Verme (Aş Toyu). Milli Folklor. S. 43. s. 24-33.
Beler, İnan (2018). Koçgiri Aşiretinde Ölüleri Anma Ritüelleri. Basılmamış Yüksek
Lisans tezi. Kayseri.
Durkheim, Emile (2005). Dini Hayatın İlkel Biçimleri. Çev. Fuat Aydın. İstanbul: Ataç
yay.
Ersal, Mehmet (2016). Tahtacı Alevilerinde Hıdırellez. Direnen ve Kaybolmaya Yüz
Tutmuş Kültürler. Ed. Engin Önen. İzmir: Ege Üniversitesi yay.
Goody, Jack (2017). Mit, Ritüel ve Söz. Çev. Damla Sezgi. İstanbul: Küre yay.
İnan, Abdülkadir (1986). Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar.
Ankara: TTK yay.
Karaoğlan, Hamza (2003). Pazarcık Yöresi Alevilerinde Ölüm ve Ölü ile İlgili
Uygulamalar. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi. S. 2. s. 37-42.
Killi, Gülsüm (2012). “Hakas Türkleri’nde Ölümün Algılanışı ve Ölüm ile İlgili
Geleneksel Uygulamalar”. Defin. Ed. Emine Gürsoy Naskali. İstanbul: Tarihçi
Kitabevi.
Köse, Serkan (2017). Anadolu Alevi Kültüründe Kurban. Basılmamış Doktora tezi.
Nevşehir.
Lvova, E. L. vd. (2013). Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri. Çev.
Metin Ergun. Konya: Kömen yay.
Ong, Walter J. (2013). Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi. Çev. Sema
Postacıoğlu Banon. İstanbul: Metis yay.
Öger, Âdem (2013). Uygur Türklerinde Törenler ve Bayramlar. Ankara: Grafiker yay.
Radloff, Wilhelm (1994). Sibirya’dan II. Çev. Ahmet Temir. İstanbul. MEB yay.
Raglan, Lord (2004). Mit ve Ritüel. Çev. Evrim Ölçer. Milli Folklor. S. 61. s.187-194.
Roux, Jean-Paul (1994). Türklerin ve Moğolların Eski Dini. Çev. Aykut Kazancıgil.
İstanbul: Kabalcı yay.
Roux, Jean-Paul (1999). Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm. Çev. Aykut
Kazancıgil. İstanbul: Kabalcı yay.
Selçuk, Ali (2005). Tahtacılar Mersin Tahtacıları Üzerine Bir Araştırma. İstanbul:
Yeditepe yay.
261
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Shauyenov, Didar (2018). Güney Kazakistan Kazaklarında Ölüm ile İlgili İnançlar ve
Ritüeller Türkistan Örneği. Basılmamış Doktora Tez. Kayseri: Erciyes
Üniversitesi SBE Din Sosyolojisi Bilim Dalı.
EKLER:
262
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
263
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
I. Giriş
1
Bu konuda daha çok bilgi için bk. (Braudo, 1985)
2
Bu konuda daha detaylı bilgi için bk. (Ruggles, 2008)
266
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
öğretim görevlisi olan Julia Georgi’dir. Onun The Byzantine Gardens of the
Patriarchate’s Theological School of Halki isimli makalesidir. Bu makale
daha çok Heybeliada Ruhban Okulu’nda eski Bizans bahçelerini yeniden
canlandırma amaçlı bir proje olarak kaleme alınmıştır. İstanbul’daki cami
bahçeleri hakkında yazılan makaleler ise daha çok mimari ve peyzaj ile ilgili
bilgiler vermekte ve bu cami bahçelerinin İstanbul’un kültürel yapısına olan
katkısı üzerinde durulmamaktadır.
1) Faziletlerin yolu
4) Bizans Çayırı
3
Bu bilgiler Heybeliada Ruhban Okulu’nda bulunan ve turistleri bilgilendirmek amacıyla
bahçe içerisine konulan tabelalardan edinilmiştir.
4
Bu bilgiler Heybeliada Ruhban Okulu’nda bulunan ve turistleri bilgilendirmek amacıyla
bahçe içerisine konulan tabelalardan edinilmiştir.
273
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
IV. Sonuç
KAYNAKÇA
ASLANOĞLU EVYAPAN, G. (1972). Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle Eski İstanbul
Bahçeleri. Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları.
KAYAKENT, T. (1999). Tarih İçinde Bahçe Olgusu ve Eski Türk Bahçelerinin Günümüz
Bahçelerine Dönüşümü. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
URL-1: HAN, A., SHOPOV, A. (2015). “Klâsik Dönem Osmanlı Mimarisinin Bir Örneği
Olarak Piyale Paşa Camii ve Bostanı.”
https://www.arkeologlardernegist.org/assest/images/Piyalepas%CC%A7a
%20Camii-rapor-DZ.pdf adresinden 1 Ekim 2019 tarihinde alınmıştır.
Kaynak Kişiler
1. Semih IŞIK- Piyale Paşa Camii İmamı. Görüşme Tarihi: 29 Eylül 2019 Saat: 14:00
2. Ferhat GÖK- Heybeliada Ruhban Okulu Bahçıvanı. Görüşme Tarihi: 21 Eylül Saat:
09:30
277
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
EKLER:
V.I.
V.III.
V.IV.
ÖZET: Ayfer Tunç’un sekiz hikâyeden oluşan Mağara Arkadaşları kitabının ilk baskısı
1996 yılında yapılmıştır. Yazarın, sonraki eserlerinde de kendisini yoğun bir şekilde
hissettireceği “yalnızlık, mutsuzluk, kendini arama” temaları bu hikâye kitabının en
belirgin temalarıdır. Bu çalışmada anılan hikâye kitabında mekân kullanımının rolü
üzerinde durulacaktır. Çalışma bir metin tarama çalışmasıdır, bu nedenle nitel
araştırma yöntemlerinden doküman analizi yapılmıştır ve edebiyat- mekân ilişkisi
üzerinde durulmuştur. “Mekân” en genel tanımıyla içinde bulunulan yer demektir.
İnsan, “mekândan ve zamandan arî” olamaz genel kabulüne göre de insanın var
oluşunu gösteren temel unsurlar bir mekâna ve zamana bağlı oluşudur. İnsan,
hayatının büyük bir çoğunluğunu bir mekân içerisinde geçirir; bu nedenle mekânın
insan hayatında önemi ve rolü büyüktür. Mekânı tanımak bir nevi insanı tanımaktır.
Hayatın bir yansıması olan hikâye ve romanda en önemli unsurlardan birisi de bu
nedenle mekândır. Roman ve hikâyede mekân/sahne/yer, olaylar dizisini ve
karakteri etkilediği ölçüde önemlidir. İlk dönem Türk romanlarını ve hikâyelerini
saymazsak mekânın Türk edebiyatında işlevsel olarak kullanıldığını ifade edebiliriz.
Bununla söylemek istediğimiz şey anılan dönem sonrasında Türk roman ve
hikâyesinde mekânın az veya çok dramatik bir fonksiyonu olduğudur. Roman ve
hikâyelerinde olaylardan çok durumlar üzerinde duran bir yazar olan Ayfer Tunç’un
eserlerinde mekânın bu dramatik yönüyle kullanıldığını ifade etmek mümkündür.
Onun Mağara Arkadaşları kitabında mekân kullanımının kişilerin ruhsal yapılarına
etki ettiği, karakterlerin içerisinde bulunduğu durumu açıkladığı ve hatta bazen
“Mağara Arkadaşları” hikâyesinde olduğu gibi mekânın sembolik bir boyut
kazandığı görülmektedir. Mekânın bu dramatik kullanımının hikâyelerin bütününe
sirayet ederek üslubu etkilediği ve hikâyelerin daha yoğun, hissi ve duygusal olarak
duyumsanmasına sebep olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Ayfer Tunç, Mağara Arkadaşları, mekân, işlevsel, dramatik.
ABSTRACT: The first edition of Ayfer Tunç’s Mağara Arkadaşları (Cave Friends)
which consists of eight stories, was made in 1996. The themes of writer loneliness,
unhappiness, searching for oneself that the author will make herself felt intensively
in her later works are the most prominent themes of this story book. In this study,
the role of space usage will be emphasized in the story book mentioned. The study
is a text scanning study therefore, document analysis of qualitative research
methods was conducted and the relationship between literature and place. “Place,
in its most general definition, means the place in which it is located. Human cannot
280
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
be independent of place and time. According to this general assumption, the basic
elements that show the existence of human being are connected to place and time.
People spend most of his/her life in a space; therefore, the importance and role of
place in people life is great. Getting to know the place is kind of knowing people. For
this reason, one of the most important elements in the story and novel, which is a
reflection of life, is space. In novel and story, place /stage /space is important to
the extent that it affects the sequence of events and character. If we do not count
the first period Turkish novels and stories, we can state that the space is used in
Turkish literature. What we want to say with this is that after the mentioned period,
space has a more or less dramatic function in Turkish novels and stories. Ayfer Tunç,
who is a writer who focuses on situations rather than events in her novels and
stories, can be said to use this dramatic aspect of space in her works. In her book
Mağara Arkadaşları (Cave Friends), the use of space affects the mental structure
of the people and explains the situation in which the characters are present and
sometimes even as in the story of “Mağara Arkadaşları”, the place has a symbolic
dimension. It can be said that this dramatic use of space affects the style by
spreading to the whole stories and causes the stories to become more intense,
sensual and emotional.
Keywords: Ayfer Tunç, Mağara Arkadaşları, place, functional, dramatic.
1. Giriş
Ayfer Tunç’un 1991- 1995 yılları arasında yazdığı sekiz hikâyeden
oluşan Mağara Arkadaşları adlı kitabı, yazarın Saklı hikâye kitabından
sonraki ikinci hikâye kitabıdır. İkisi arasında 1992’de yayımlanan Kapak Kızı
romanı vardır. İlk baskısı Yapıkredi Yayınları’ndan (1996) olan Mağara
Arkadaşları adlı hikâye kitabının son baskısı (üçüncü baskısıdır) Can
Yayınları’ndandır (2017)1. Ayfer Tunç’un Mağara Arkadaşları’nda yer alan
hikâyeler şunlardır: “Mağara Arkadaşları”, “Ses Tutsağı”, “Cinnet Bahçesi”,
“Gençlik Sabah Çiyidir”, “Küçük Kuyu”, “Siz ve Şakalarınız”, “Alafranga
İhtiyar”, “Ara Renkler Grubu”. Yazarın sonraki eserlerinde de kendisini
yoğun bir şekilde hissettireceği “yalnızlık, kendini arama” temaları bu
kitabın en belirgin temalarıdır.
Kitaba adını da veren “Mağara Arkadaşları”nda hikâyenin
başkahramanı bir apartmandır. Apartmanın adı Ayyıldız’dır ve yedi katlıdır.
Hikâyede kişileştirme yöntemiyle Ayyıldız Apartmanı’nın epeydir kederli ve
acıklı bir durumda olduğu ve kendisini bu durumdan kurtaracak köklü bir
değişiklik aradığı ifade edilir. Çeşitli sebeplerle karşısına çıkan yedi sayısıyla
1
Ayfer Tunç, Mağara Arkadaşları, İstanbul: Can Yayınları, 2017. Eserden yapılan tüm
alıntılar bu baskıdan yapılmıştır.
281
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
kendisinin yedi katlı oluşu arasında kutsal bir bağ kurmaya çalışmasının en
önemli nedeni de bu kederli ve acıklı durumudur. Ayyıldız Apartmanı yedi
kattan oluşmasının önemli olduğunu “‘Ayyaş Yazar’ın sahafların raflarında
unutulmuş birtakım eski yazı kitapları, fotokopileri, çeşit çeşit
ansiklopedileri karıştırıp, dini bir hikâyeden hareketle, büyük bir özen ve de
eleştirel bir gözle yeni bir hikâye yazması sırasında fark e(der)” (Tunç, 2017:
12). Böylece onun kendine bir anlam yüklemesi ve içerisinde bulunduğu
olumsuz durumdan kurtulmak istemesi süreci başlar. Hikâyenin üslubu
ironiktir.
İkinci hikâye “Ses Tutsağı”nda evinin balkonunda oturarak etraftaki
seslere kulak kabartan bir adam vardır. Kendisini unutmak için balkona
çıkmıştır ve varlığını seslere verdikçe de bu arzusu gerçek olur. Başlangıçta
adam için bir eğlence olan bu durum, bir gün üst katta yaşayan kadının
balkona sandalye taşıması sırasında duyduğu sesle değişir. Adam, tüm
sesleri kendince anlamlandırır fakat hikâyenin sonunda duyduğu tüm
seslerin yanlış olduğunu fark eder. “Mağara Arkadaşları” gibi sonu çarpıcı
bir şekilde biten “Ses Tutsağı” hikâyesi, merak duygumuzu, o hikâyeye
nazaran, daha çok kamçılar. Aynı şekilde anlatımının tüm yalınlığına
rağmen sürükleyici olması önemlidir. Adamın, sesleri yorumlaması sıradan
bir olay gibi gözükmekle birlikte iki kişinin (kadının ve adamın) yalnızlığını
yansıtan bir unsura dönüşmesi okuyucuyu derinden etkiler. Ses, insanın
iletişim halinde olduğunu ve dolaylı yoldan “yaşadığını” gösteren önemli
belirtilerden biridir.
Üçüncü hikâye “Cinnet Bahçeleri”dir. Gülayşe Çalışkan, geçimini
evlere temizliğe giderek sağlayan iki çocuklu bir kadındır. Suna ve Müeyyet
Eren çiftinin evlerine düzenli bir şekilde temizliğe giden Gülayşe, 19 Eylül
Pazartesi günü de her zamanki gibi işine gider. Anahtarıyla kapıyı açtığında
evdeki kötü koku dikkatini çeker. Kokunun peşinden yatak odasına gider ve
yatağın üzerinde Suna Hanım’ın cansız bedenini görür. Cesedin başında bir
vantilatör çalışmakta ve üzerinde de buz parçaları görülmektedir. Çığlık
atarak kapıya koşar. Seslerin duyulması ile birlikte polisler gelir ve cinayet
zanlısı olduğu sanılan eşi Müeyyet Bey’i giyinik, pikapta Dvorak adlı
bestecinin bir plağını dinler vaziyette bulurlar. Müeyyet Bey, konuşmayı
reddettiği için gazeteciler kendilerince bir sürü hikâye uydururlar. Hikâyenin
bundan sonraki kısımlarını polis memuru Hidayet Çelebi’nin, Müeyyet Bey’in
patronu Hayati Temiz’in, komşuları Sabahat Avcı’nın, Uzakdoğu Sporları
Kulübü sahibi Kerim Genç’in, Müeyyet Bey’in kız kardeşi Muazzez
Güngör’ün, İl Halk Kütüphanesi memuru Sadık Yılmaz’ın ve Meyhaneci
İsmail Pala’nın anlatmalarından öğreniriz. Burada dikkati çeken nokta,
282
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Hikâyenin kesilip başka konulara sapılması iki şekilde gerçekleşebilir: 1. Hikâye dışında
bir konudan söz etmek, 2. Okuyucuya seslenmek (Esen, 2012: 183).
285
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
“Cinnet Bahçesi” hikâyesinde mekân kullanımı neredeyse hiç yoktur; sadece cinayetin
işlendiği Suna ve Müeyyet Eren çiftinin beyaz lake yatak odası olduğunu öğreniriz.
Hikâyede tüm vurgu farklı kişilerin onlar hakkındaki anlatmaları üzerinedir. Bu nedenle
mekân işlevsel kullanılmamıştır. Hikâyede kişilerin söylemleri kurguyu oluşturur.
“Alafranga İhtiyar” hikâyesinde de mekân kullanımı işlevsel değildir; yerlerin adları
Atatürk Kültür Merkezi önü, Elmadağı, Sıraselviler Caddesi gibi sadece anılarak
kullanılmış, mekân tasviri yapılmamış veya mekân olay örgüsünde dramatik bir işlevle
kullanılmamış; bu sebeple mekânın insan psikolojisi üzerine herhangi bir etkisi
olmamıştır. Bütün bu nedenlerden dolayı çalışmada anılan hikâyeler inceleme dışı
tutulmuştur.
287
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Suut Kemal Yetkin ayrıca realist romanlarda hiçbir zaman garip serüvenlerin, şiddetli
olayların görülmediğini; kişilerin çevrelerinin yaşama şartlarına uyduğunu,
zamanlarının ortak kaygılarını, düşüncelerini, dertlerini yaşayan alelade insanlar
288
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
olduklarını ifade eder. Bu kişilerin ruhunun, her gün görülen bir takım bayağı, küçük
olaylarla dolu olduğunu söyler (1967: 52). Bu tespite göre Mağara Arkadaşları hikâye
kitabında yer alan “Mağara Arkadaşları” hikâyesi dışındaki hikâyelerin realist hikâyeler
olduklarını söyleyebiliriz. Önemle belirtmek gerekir ki realizm, gerçekliğin birebir taklidi
değildir çünkü “dış çevrenin tasvirine büyük bir ehemmiyet veren realistler ruh hallerini
aydınlatmaya en elverişli olan taraflarını almışlar, böylece realiteyi bir seçim
süzgecinden geçirmişlerdir” (Yetkin, 1967: 53).
289
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5
Mehmet Tekin, 3. Tekil şahıs anlatıcının olaylar ve kişiler karşısında takındığı tutum
itibariyle 1. İlahi, 2. Yansız, 3. Kişisel olmak üzere üç tutum takındığını belirtir (2001: 33).
Kişisel anlatım tutumunda anlatıcının roman figürüyle özdeşleştiğini, dünyayı ve
hayatı onun gözleriyle gördüğünü, onun bakışıyla algıladığını ifade eder (2001: 44).
291
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
6
Anlatıcı, Ayyıldız Apartmanı’nın kendisinin bu kutsanmışlığına inandığını şu sözlerle
belirtir: “Yedinin içerdiği uyum kendisinde de mevcuttu. Bu bir tesadüf olamazdı.
Dolayısıyla hemcinslerinden, yani şehre şöyle bir tepeden baktığında- gerçi artık
tepeden bakamıyordu, çünkü yeni yapılan bütün binalar kendisinden uzundu- gördüğü
şık, yeni ve kibirli bütün apartmanlardan daha üstün bir tarafı, adeta kutsanmış bir yanı
vardı. Aynı Meryem Ana’nın bütün kadınlardan daha güzel olmadığı, ama bir azize
olduğu için hepsinden üstün oluşu gibi” (Tunç, 2017: 13).
292
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
yerin de, göğün de sekizinci katıydı, yani hem yedi katla ilişkili, hem
onlardan uzak. Yeraltına göre üstte, gökyüzüne göre en altta…” (Tunç,
2017: 22). Ayyıldız Apartmanı eski önemini ve güzelliğini kaybetmesi
nedeniyle yok olmak ister ancak sonuna kadar kutsal bir yanı olduğuna
kendisini inandırır. Belki de kendisini anlamlı kılmasını sağlayan tek unsurun
bu olduğuna inanır. Burada anlatıcının, bodrum katındaki daireyi
olabildiğince olumsuz bir şekilde tasvir etmesi hikâyenin atmosferini
etkiler. Böylelikle Ayyıldız Apartmanı’nın sadece dış çehresi değil kutsallığı
da elden gittiği için iç çehresi de bozulacaktır. Okur olarak Ayyıldız
Apartmanı’nın tutunacak son dalı olan kutsallığını kaybetme korkusuna
ortak oluruz ve bu durum hikâyeye daha dramatik bir hava katar.
Bu dramatik havayı anlatıcı daha da yoğunlaştırarak Ayyıldız
Apartmanı’nın gözden düşmesine ve sakinlerinin gittikçe kalitesizleşmesi
nedeniyle hazin bir ifadeye bürünmesine vurgu yapar: “Kendinden yüksek
binaların arasından gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor, zamanında sağlam
atılmış temelleri bir türlü çökmediği için ağlamaklı, gelecek yılların nasıl bir
çöküş getireceğini bilemediği için acıklı ve yorgun görünüyordu. Yıkımlar
ona dokunmamıştı ama, bir zamanlar arkadaşlık ettiği sevimli binaların un
ufak edilip, dozer kepçelerine doldurularak götürülmesini, yerlerini geniş
bulvarlara, şımarık bir çocuk tavrı içinde gürültüyle geçen lüks arabalara,
ilgisiz ama kaygılı insanlara bırakmasını sızıyla izlemiş, uzaktan gördüğü,
genç, modern yüzleriyle kibirli yeni binaların arasında aşağılık duygusuna
kapılarak, kendi payına da bir yıkım düşmediği için kahırlanmıştı.” (Tunç,
2017: 29).
Bu vurgu, bizi mekânın bir ruhu olduğu düşüncesine götürür 7. Adeta
insan gibi bir ruhu olan Ayyıldız Apartmanı bu durumdan kurtulmak için yok
olmayı ister. “Sisli ve soğuk bir İstanbul sabahını, şehrin bütün nemini
kolonlarında duyarak, bütün gece uyumamış aşk kırgını bir kadın gibi yine
de mağrur, hâlâ tepeden bakmaya çalışarak karşılarken, bu kesin sona
karar verdi.” (Tunç, 2017: 30). Anlatıcının Ayyıldız Apartmanı’nın yok
olacağı zamanı sisli ve soğuk bir gün olarak anlatması okurun onun
dramına ortak olmasına olanak sağlar. Böylelikle hikâyede mekân,
dramatik bir işleve sahip olur ve hikâyenin atmosferinin olumsuz ve trajik
bir havaya bürünmesini sağlar.
7
Yerin bir ruhu olduğunu ve bu ruhun mekân ve karakter kavramlarıyla analiz
edilebileceğini belirten Norberg-Schulz, her yerin bir karaktere sahip olduğunu ifade
eder (Aktaran Koca, 2005: 13).
293
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
şehrin içinde, küçük ve sıcak bir odayı hatırlamıştım. Denize bakardı oda.
Kocaman bir ocakta odunlar çatırdayarak yanardı. Hiç üşümezdim o
zamanlar” (Tunç, 2017: 145). Huzurevinden daha farklı bir şekilde tasvir
edilen bu mekân, belli ki yanında arkadaşı Peri olmasından dolayı daha
sıcaktır. Teyze, yan odada kalan Samim Bey ile tanıştıktan sonra odası
neşelenir ve mekân değişime uğrar: “Pencereler küçüldü, kuşlar odama
geldiler. Sandalyemi, yatağımı, sürahimi benimsedim.” (Tunç, 2017: 144).
Mekânı anlamlı kılan içerisindeki insanlardır. Samim Bey olanca neşesiyle,
güler yüzüyle geldikten sonra teyze “O gece rahat uyumuştum. Yatağımı
garipsemeden, dolabımı tabuta benzetmeden” der (Tunç, 2017: 148). Peri
olmadan kendisini yalnız hisseden yaşlı teyze için Samim Bey’in arkadaşlığı
önemlidir çünkü onun varlığı teyzeyi mutlu eder: “Odam nasıl görünmüştü
gözüme. Yatağım sanki yüz yıldır benimdi. Bardağıma sürahimden su
doldurdum, kana kana içtim. Aynada kendime baktım, yüzümde bir
pembelik buldum” (Tunç, 2017: 150). Mekânın bu olumsuzdan olumluya
doğru gidişi Samim Bey’in ölmesiyle tekrar değişir ve mekân güzelliğini
yitirir: “Televizyon salonunda yer bulamıyorum artık. Camları buğulanıyor
mutlu bir evin camları gibi, ama içerisi pis kokuyor.” (Tunç, 2017: 151).
Sadece mekân değil Samim Bey öldükten sonra teyze de değişir; hırçınlaşır,
kurallara uymaz. Bu açıdan bakıldığında mekânın içerisindeki insanla var
olduğu düşüncesi hikâyede öne çıkar. Mekân, olumsuzdan olumluya, daha
sonra olumludan olumsuza doğru giderken hikâyenin atmosferini de
etkilediği için dramatik bir role sahiptir. Ayrıca hikâyedeki bu iniş çıkışlar
anlık da olsa hikâyenin durağanlığını kırar ve onu hareketlendirir.
“Ara Renkler Grubu” hikâyesinin içerisinde üç ayrı küçük hikâye yer
alır. Bunlardan “Camgöbeği” başlığını taşıyan ilk hikâyesi “Bakın bu
şezlonglar, bu mermerden bahçe masaları, bu tahta sıra benim. Dışarda
gördüğünüz iki akasya, iki çam, bir söğüt. Çamlar yaşlı, akasyalar çıplak,
söğüt can çekişiyor. Yıllar evvel bir erik ektim, tutmadı. Bir dut. O da
tutmadı. Bu da benim kaderim, dedim. Ne yaparsınız? Bir meyve ağacım
olamadı hiç. Şuraya bir avuç kalan kum, bir zamanlar denize inen yosun
tutmuş merdivenler, kapıları kırık soyunma kabinleri, paslanmış üç duş da
benim. Geceleri sarhoşlar işiyorlar soyunma kabinlerime, leş gibi kokuyorlar
bu yüzden. Sonra yaz gecelerinde acayip adamlar kadın getiriyorlar.
Korkuyorum o adamlardan, sesimi çıkaramıyorum…” cümleleriyle başlar
(Tunç, 2017: 201). Pansiyonun sahibi Behiç, kendisini kilitli bir kütüphanede
durmadan tozlanan, hiç okunmamış bir kitap gibi tanımlar. Bunun nedeni
pansiyonuna uzun yıllardır hiçbir müşterinin gelmemiş olmasıdır. Kendi
sesinden başka ses yoktur etrafında. Ara sıra kahveye ve pilav üstü
300
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Asar, Hande. (2013). Mimari Mekân Okumasında Algısal Deneyim Analizinin Bir
Yöntem Yardımıyla İrdelenmesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
Bachelard, Gaston (2006). Su ve Düşler Maddenin İmgelemi Üzerine Deneme
(Çeviren: Olcay Kunal). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bachelard, Gaston. (2018). Mekânın Poetikası (Çeviren: Alp Tümertekin). İstanbul:
İthaki Yayınları.
Bolak Hisarlıgil, Beyhan (2008). “Martin Heidegger’de “Mekân” Düşüncesi:
Hermeneutik-Fenomenolojik Bir Yaklaşım”. Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1 (25), 1-13. Retrieved from
http://dergipark.org.tr/erusosbilder/issue/23758/253203.
Dervişcemaloğlu, Bahar. (2014). Anlatıbilime Giriş. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Esen, Nükhet. (2012). Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Huyugüzel, Ömer Faruk. (2018). Eleştiri Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Dergâh
Yayınları.
İnceoğlu, Metin (2010). Tutum Algı İletişim. İstanbul: Beykent Üniversitesi Yayınevi.
Jung, Carl Gustav (2005). Dört Arketip (Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer). İstanbul:
Metis Yayınları.
Koca, Senem Kaymaz. (2005). Çağdaş Mimarlıkta Yersizlik. İstanbul Teknik
Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
Lefebvre, Henri. (2014). Mekânın Üretimi (Çeviren: Işık Ergüden). İstanbul: Sel
Yayıncılık.
Narlı, Mehmet. (2014). Şiir ve Mekân. Ankara: Akçağ Yayınları.
Stevick, Philip. (2010). Roman Teorisi (Çeviren: Sevim Kantarcıoğlu). Ankara: Akçağ
Yayınları.
Tekin, Mehmet. (2001). Roman Sanatı Romanın Unsurları- 1. İstanbul: Ötüken
Yayınları.
Urry, John. (2018). Mekânları Tüketmek (Çev. Rahmi G. Öğdül). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Yetkin, Suut Kemal (1967). Edebiyatta Akımlar. İstanbul: Remzi Kitabevi.
URL1: TDK Sözlük, “Algı” Maddesi. http://sozluk.gov.tr/ adresinden 09.07.2019
tarihinde alınmıştır.
304
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Cerîde-i Sûfiyye,19 Mart 1909-31 Ağustos 1919 tarihleri arası basın hayatında
kalmış önemli bir Osmanlı gazetesidir. Toplamda 161 sayıdan oluşan bu gazetede
dinî, tasavvûfî, edebî ve siyâsî konular ele alınmıştır. Gazetenin sahibi ve müdürü
Hasan Kâzım Bey, başyazarları Ali Fu’âd ve Mustafa Fevzî’dir. Gazete içerik ve yayın
anlayışı bakımından Mahfil, Sebîlü’r-Reşâd, Beyânü’l-Hak, Muhibbân gibi
gazetelerle aynı karakterdedir. Hüseyin Vassâf, Tâhirü’l-Mevlevî, İbnü’l-Emîn
Mahmûd Kemâl İnâl, Ahmed Remzî Akyürek gibi döneminöne çıkan isimleri yazı ve
şiirleriyle bu gazeteye katkıda bulunmuştur.
Cerîde-i Sûfiyye gazetesi incelendiğinde “Sûfiyâne Bilmece, Muammâ-yı Sûfiyâne,
Bilmece” gibi başlıkların altında 10 adet sûfiyâne lugazın bulunduğu görülmüştür.
Bunları kaleme alan kişiler Mu’allim Sa’dî, Sa’deddîn Sırrî ve Ahmed Ferîd’dir.
Lugazlarda tasavvufla alakalı kelimeler sorulmuş, aruz vezni kullanılmış, tasavvuf
edebiyatının kelime dünyasına yer verilmiştir. Bu lugazlardan dördüne Mustafa
Fevzî ve Yahyâ Necâtî aynı şekilde manzûm sûfiyâne cevaplar kaleme almıştır.
Bu tebliğde Cerîde-i Sûfiyye gazetesi kısaca tanıtılmış, manzûme kaleme alan
şairler hakkında bilgiler kaydedilmiş, lugazların ve cevaplarının incelemesine yer
verilmiş, manzûme metinlerinin çeviri yazıları tebliğinin sonuna eklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Cerîde-i Sûfiyye, Lugaz, Muallim Sa’dî, Mustafa Fevzî.
ABSTRACT: Cerîde-i Sûfiyye is an important Ottoman newspaper that remained in
the press between 19 March 1909 and 31 August 1919.This newspaper, which has a
total of 161 issues, deals with religious, mystical, literary and political issues.The
owner and director of the newspaper is Mr. Hasan Kâzım, the chief writers Ali Fu’âd
and Mustafa Fevzî.The newspaper has the same character as Mahfil, Sebîlü’r-
Reşâd, Beyânü’l-Hak and Muhibbân.Hüseyin Vassâf, Tahirü’l-Mevlevî, İbnü’l-Emîn
Mahmûd Kemâl İnâl and Ahmed Remzî Akyürek contributed to this newspaper with
his writings and poems.
When the newspaper Cerîde-i Sûfiyye was examined, it was seen that there were
10 sufiiyas “lugaz” under the headings such as “Sûfiyâne Riddle, Muammâ-yı
Sûfiyâne, Riddle”. These are Mu’allim Sa’dî, Sa’deddîn Sırrî and Ahmed Ferîd.In the
Lugazas, the words related to Sufism were asked, the prosody meter was used and
the word world of Sufism literature was included. Mustafa Fevzi and Yahya Necati
wrote four answers to four of these lugazas.
305
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sözlük’te “1. Bir şeyin adını anmadan niteliklerini üstü kapalı bir şekilde
söyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayı dinleyene ve okuyana bırakan
oyun, muammâ; 2. Bilinmeyen şey, muamma.” olarak kaydeder.
Bir tür olarak bilmece isminin halk edebiyatı bağlamında kullanıldığı
görülmektedir. Sözlü kültürün bir malzemesi konumunda olan bu tür
hakkında Şükrü Elçin şu tanımı yapar: “Bilmeceler, tabiat unsurları ile bu
unsurlara bağlı hâdiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları; eşyayı; akıl,
zeka ve güzellik nev’inden mücerred kavramlarla dinî konu ve motifleri vb.
kapalı bir şekilde, yakın-uzak münasebetler ve çağrışımlarla düşünce,
muhâkeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış
sözlerdir.” (Elçin, 1993; 667) Halk edebiyatında bilmece kelimesinin
yanında muammâ ve lugaz tabirlerinin de kullanıldığı görülmektedir.
“Muammâ, âşık edebiyatı geleneğinde âşıkların sorduğu bütünüyle
manzûm bilmeceleri karşılayan bir terim olarak kullanılırken lugaz terimi
ise daha çok divan şairlerinin yazdıkları manzûm bilmece metinlerini
adlandırmak için kullanılmıştır (Oğuz vd., 2004 : 278).
Üzerinde çalışmamızı hazırladığımız metinlerin aruz vezni ve beyit
esasına göre kaleme alınmaları divan şiiri tarzında yazıldıklarını
göstermektedir. Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda bilmece başlığını
kullanmak terminolojiye aykırı görünmektedir. Bu durumda
isimlendirmenin “muammâ” veya “lugaz” başlığı ile yapılması gerektiği
ortaya çıkmaktadır.
Ali Fuat Bilkan hazırlamış olduğu kitapta muammâyı şöyle açıklar:
“Edebiyatımızda bir ismin gizlenmesi şeklinde düzenlenmiş bilmecelere
‘mu’ammâ’ denmiştir. Mu’ammâlar başlangıçta Allah’ın doksan dokuz ismi
(esmâ-i hüsnâ) hakkında düzenlendiği hâlde, sonradan insan isimleri için
de yazılmıştır.” (Bilkan, 2000: 11-12)
Lugaz konusunda ise Edebiyat Lügatı’nda şu bilgiler bulunmaktadır:
“Manzûm bilmece demektir. ... Divân şâirleri her şey hakkında lugaz
yaparlar, onu birtakım teşbihler, iyhamlar, hatta harflerin ebced
hisâbındaki kıymetleriyle anlatırlardı.” (Tâhirü’l-Mevlevî, 1994: 93)
Çeviri yazısını verdiğimiz bilmecelerin cevapları Allah’ın esmaları
veya herhangi bir insan ismi değildir. Yanıtlar “sahur, dergâh, namâz,
ebced, nokta, selâm, beşer, külâh” olarak verilmiştir. Bu tanım ve
açıklamalar doğrultusunda mecmuada bulunan bilmece başlıklı
metinlerin lugaz olduğunu söylemek edebî açıdan doğru olacaktır.
307
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Kaf Sûresi 16. “Biz ona şah damarından yakınız.”
313
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
İsra Sûresi 85. “Rabbimin emri.”
3
Kasas Sûresi 1.“Tâ sîn mîm”
314
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Cevap 4
Onuncu Lugazın Cevabı
Fe´ilâtün(fâ´ilâtün)/fe´ilâtün/fe´ilün(fa´lün)
1 Pek açık bilmece yazdın güzelim
Şöylece bilmeceni hall edelim
2 Gülü çek âha getir, oldu külâh
Anı hâmiller eder zikru’llâh
3 Elli altı ´adedi ebcedle
Bir külâh nakş ediyor levh-i dile
4 Hem anın mağlûbu hâlin olacak
Çünkü hâmiller eriyip solacak
5 Eyledim bilmeceni istihrâc
Haydi giydir başıma hulle-i tâc
Mustafa Fevzî, Cilt 4, Sayı 97, sayfa 12.
Cevap 5
Onuncu Lugazın Diğer Cevabı
Fâ´ilâtün/fâ´ilâtün/fâ´ilâtün/fâ´ilün
1 Tıfl iken ben bilmecen mevsûfuna oldum mürîd
Halli zannım Pîr’imin ser-tâcıdır şeyhim Ferîd “Külâh”
Kal’a-i Sultâniyeli Yüzbaşı Mustafa Nazmî Efendi’nin Mahdûmu
Yahyâ Necâtî, Cilt 4, Sayı 97, sayfa 12.
Sonuç
10 sene müddetince basın hayatında kalmış, 161 sayı okuyucusu ile
buluşmuş olan Cerîde-i Sûfiyye -özellikle- tasavvûfî şair ve yazarların
kendilerini ifade ettikleri edebî, siyâsî ve dinî bir mecra olmuştur.
Dönemindeki diğer dinî karakterli gazetelerle büyük ölçüde benzerlik
gösteren gazetenin -genellikle-son sayfalarında bulunan 10 sûfiyâne
lugaz ve manzûm olarak kaleme alınan 5 cevap bu tebliğin esasını
oluşturmuştur. Bu manzûmelerin çeviriyazı yapılarak hem sahibi olan
şairler üzerinde yapılacak çalışmalar için kaynak oluşturulmaya çalışılmış
hem de edebiyatımızda lugaz konusunda hazırlanacak çalışmalar için yeni
örnekler kazandırılmıştır. Bu çalışma ile edebî Osmanlı gazetelerinin
incelenmesi durumunda bilmece-muamma-lugaz bağlamında önemli bir
birikimin ortaya çıkarılabileceği de öngörülmektedir.
319
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
AYDOĞMUŞ, G. (1998). Harput Kültüründe Din Alimleri. Elazığ: ELESKAV Yayınları.
BİLKAN, A. F. (2000). Türk Edebiyatında Mu’ammâ. Ankara: Akçağ Yayınları.
Üsküplü Sadeddîn Sırrî (2018). Gencîne-Bazı Yazıları ve Şiirleri. (Haz.: A. Ceyhan),
İstanbul: Küv Yayınları.
ELÇİN, Ş. (1993). Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.
İNAL, M. K. (1999). Son Asır Türk Şâirleri, I. Cilt. (Haz.: Müjgan Cunbur), İstanbul:
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
İNAL, M. K. (2000). Son Asır Türk Şâirleri, IV. Cilt, (Haz.: İbrahim Baştuğ), İstanbul:
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
KARA, M. (1993). Cerîde-i Sûfiyye. TDVİA, VII, ss. 410.
KAŞIKÇI, A. (1994). Ceride-i Sufiyye İnceleme-Fihrist, Dicle Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır.
OĞUZ, Ö. ve diğ. (2004). Türk Halk Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Grafiker Yayınları.
Şemseddîn Sâmî (2002). Kâmûs-ı Türkî. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Tâhirü’l-Mevlevî (1994). Edebiyat Lügatı. İstanbul: Enderun Kitabevi.
URL-1: Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük.
(http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TD
K.GTS.5d911843352ba6.89080776 adresinden 16 Ocak 2019 tarihinde
alınmıştır.
320
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu bildiri, Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000) adlı tezden yararlanılarak
hazırlanmıştır: Tuncay Bolat, Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000), Doktora Tezi,
ÇOMÜ Sosyal Bilimeler Enstitüsü, Çanakkale 2019.
321
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
work if it is written today in terms of its techniques and situations, such as pluralism,
fragmentation, intertextuality, play and metaphor. However, Roman is a novel that
cannot be estimated in which category it belongs to because of not having literary
expectations under the affection of realistic novel in that era. This paper identifies
how the experimental attitude in the novel, particularly the use of metafiction, is
visible.
Keywords: Falih Rıfkı Atay, Roman, metafiction, experimental literature,
postmodernism.
1. Giriş
İlk önce pek çok romancının yaptığı gibi kendi hayatından yola
çıkmayı düşünen yazar, sonra bu fikri terk ederek romanın mevzuunu hayali
bir karakterin başından geçenler olarak tasarlar. Anlatıcı, roman ve
romancının yaratma gücüne büyük bir anlam yüklemektedir. Onun hedefi
tefrika romanlardaki gibi adı “her hafta yeniden öğrenilen” (Atay, 1964: 15)
basit karakterler değil; etkisinden günlerce kurtulamadığı Balzac’ın Goriot
Baba’sının kahramanları gibi etkileyici bir kahraman yaratmaktır. Bu
doğrultuda, gerçekçi romanın yazar/anlatıcısı için sıklıkla başvurulan Tanrı
benzetmesinden hareketle, anlatıcının kurmacanın gücünü takdir ettiğini
görürüz: “Allahın yarattıklarından milyonda biri, Balzac’ın yarattığı bu
adamın binde biri kadar varlaşamaz.” (Atay, 1964: 15).
325
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Anlatıcının bu görüşünde şüphesiz, Cumhuriyetin erken dönemlerinde İstanbul’a karşı
Ankara ve Anadolu’yu yüceltme tavrının etkisi vardır.
326
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1) “Genç Bir Kız” adlı mektup spor merakına ailesi izin vermeyen genç
kızın dramından bahseder ve bir gençlik romanın çekirdek olay örgüsünü
oluşturabilir.
5) “Tehlikeli Bir Gaf” başlıklı mektup, içinde aşk, entrika gibi unsurlar
da barındıran bir dolandırıcılık hikâyesidir ve toplumsal eleştiri dozu yüksek,
entrikalarla dolu bir macera romanı fikri sunar.
6) “Bu da Bir Hoca” adlı mektupsa idealist ve Kemalist bir köy
öğretmenin haykırışlarını içerir. Böylelikle erken Cumhuriyet romanında en
bilinen örnekleri Reşat Nuri tarafından verilen, köy öğretmeni veya
327
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3. Sonuç
2
Roman’da daha önce yayımlanmış olan “Bende Konağı” adlı yazının aktarımı olarak
sunulan bu kısımda, rüya atmosferi içinde, anlatıcı/yazar Karagöz perdesi içinde gezer.
Fakat bu Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerindeki sefil İstanbul’un Karagöz’üdür ve
halkın savaşla bozulan sosyolojisine paralel olarak Karagöz karakterlerinin konumları
da değişmiştir.
328
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Atay, F. R. (1964). Roman, Varlık Yayınları: İstanbul.
Bolat, T. (2019). Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000), ÇOMÜ Sosyal Bilimeler
Enstitüsü, Doktora Tezi, Çanakkale.
Boynukara, H. (1997). Modern Eleştiri Terimleri, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Lodge, D. (2013). Kurgu Sanatı, (Çev. Aytaç Ören). Ankara: Hece Yayınları.
Parla, J. (2013). Don Kişot’tan Bugüne Roman, İstanbul: İletişim Yayınları.
Sağlık, Ş. (2017) Postmodernizmin Modern Türk Romanındaki Üç Hâli, YYÜ Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt: 1, Özel Sayı, (ss. 1-16).
Tökel, D.A. (2010). Deneysel Edebiyat Yönüyle Divan Şiiri, Ankara: Hece Yayınları.
Yusuf Ziya. (1933). Günün Akisleri: Roman, Cumhuriyet, 9 Kânunusani (ss. 3).
329
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Edebiyat, hayatın her alanına dokunan bir güzel sanattır. Futbol, basketbol
gibi dallarından emsal verebileceğimiz şekilde geniş kitleleri peşinden sürükleyen
ve bu geniş kitlelerin ilgisi sebebiyle günlük hayatımızı çokça etkileyen spor da, bu
alanlardan birisidir. Her ikisi de güncel hayatımızın farklı uğraş ve arayışlarına temas
etmekte olan bu iki alan arasında ilişkilerin bulunması kaçınılmazdır. “Spor
Edebiyatı” başlığı altında bu ilişkiler incelenmektedir. Ancak, söz konusu ilişki iki
yönlü olarak işlemektedir. Spor, edebiyatın içerisinde kendine yer bulabildiği gibi;
edebiyat da zaman zaman sporun içerisinde kendine yer açabilmektedir. Bu
bağlamda tezahüratlar, geniş kitleleri ifade eden taraftarların iletişim dili olmanın
yanında, spor etrafında oluşturulan şiirler olarak da görülebilecektir. Bu bildiride
tezahüratlar ve edebiyat arasındaki ilişkiler araştırılmış ve şiirler, tezahüratları
besleyen bir kaynak olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada kullanılan kaynaklar
büyük oranda elektronik kültür ortamında erişime açık olarak yer alan tezahürat,
slogan ve pankartlar ile daha önce tarafımızca yapılmış olan yüksek lisans tez
çalışması esnasında elde edilen malzemelerden seçilmiştir. Çalışma neticesinde
edebiyat ve spor ilişkisinin iki yönlü biçimde güncelde de sürdüğü görülmüştür. Bu
durum, edebiyat ve spor arasındaki ilişkiler hakkında yapılacak olan çalışmaların
genişletilmesi gerektiğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Edebiyat, Spor, Spor Edebiyatı, Tezahürat, Şiir.
ABSTRACT: Literature is a fine art that touches every aspect of life. Sport, such as
soccer and basketball, is one of these aspects that affects our daily lives due to the
interest of the masses. It is inevitable that there will be relations between these two
fields, both of which are in contact with the different endeavors and quests of our
current lives. These relations are examined under the title of "Sports Literature".
However, the relationship between these fields works in two ways. Sport finds its
place in literature; literature can also make room for itself from time to time in
sports. In this context, as well as being the language of communication of the fans
who express large masses, soccer chants can be seen as poems created around
sports. In this study, the relations between soccer chants and literature were
investigated and poems were evaluated as a source of soccer chants. The sources
used in the study are chosen mostly from chants, slogans and banners which are
open to access in electronic culture medium and also from the materials obtained
during the master thesis study that we have done before. As a result of the study,
330
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
the relationship between literature and sports continued to increase. This suggests
that studies on the relationship between literature and sports should be expanded.
Keywords: Literature, Sport, Sport Literature, Soccer Chants, Poetry.
1. Giriş
En genel hâliyle edebiyat, malzemesi dil olan; yaşanan, görülen,
duyulan bir olayın ya da bir duygu veya düşüncenin estetik ölçüler içinde
anlatıldığı eserlerin içinde yer aldığı; hayatın bütün alanlarına dokunan bir
güzel sanattır. “Kişisel veya toplu halde oyunlar biçiminde yapılan,
genellikle yarışmaya yol açan, bazı kurallara göre uygulanabilen beden
hareketlerinin tümü”nü (Türkçe Sözlük, 2005; 1808) ifade eden spor da, bu
alanlardan biridir. Sporun bugün kullandığımız anlamıyla
kurumsallaşmasının ne zaman olduğuyla ilgili net bir tarih
bulunmamaktadır; ancak, insanoğlunun tarih sahnesine çıktığından beri
ismi veya kapsamı farklı olsa bile sporla uğraştığı konusunda çoğu
araştırmacı hemfikirdir1. Daha farklı bir ifadeyle, insanların olduğu her yerde
spor da vardır denilebilir. Bu bakımdan, edebiyat kadar hayata dokunan bir
sanat dalının, spor ile ilişkide bulunması da kaçınılmazdır.
Spor ve edebiyatın ilk temaslarının, daha çok kurgu eserler özelinde
olmakla beraber, on dokuzuncu yüzyılda İngiltere ve Kuzey Amerika’da
yaşanmaya başlandığı düşünülmektedir (URL-1). Modern edebiyat
çerçevesinde bu teması on dokuzuncu yüzyıldan itibaren izlemenin
mümkün olmasıyla birlikte; spor ve edebiyatın temaslarının bundan çok
daha öncesinde var olduğunu da söylemek gerekmektedir. Örneğin Türk
Halk şiirinin özgün bir biçimi olan mânilerin, yağlı güreş ve aba güreşleri
esnasında seyircilerce dile getirilmekte olduğu bilinmektedir (Kuru, 2009;
160). Bunlar yaygın kanının aksine aslında tamamen mânilerden
oluşmazlar, aralarında meydan şeyhi veya peşrevci de denilen cazgırların
söyledikleri salavatlar, usta malı deyişler, tekerlemeler ve başka dörtlükler
de bulunmaktadır (Uyanıker, 2019; 92).
Tıpkı modern Türk edebiyatında sporun yansımasının futbol
üzerinden (Güngör, 2018; 567) teşekkül etmiş olması gibi; geleneksel Türk
edebiyatında da spor kendisini daha çok futbol ile göstermiştir. Modern
anlamıyla futbol sporu, II. Abdulhamid (1876 – 1908) döneminde Selanik’te
oynanan ilk futbol maçıyla (Türk Futbol Tarihi, 1992; 11) kültür dairemizin
1
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: Atilla Erdemli, İnsan, Spor ve Olimpizm, İstanbul,
Sarmal Yayınevi, 1996; Ayhan Dever, Spor Sosyolojisi, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2015.
331
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
içerisine girmiş, bundan sonra ise dünyanın genelinde olduğu gibi Türk
topraklarında da büyük kitleleri etkilemeye başlamıştır.
Kültür ile etkileşime giren her kavram gibi futbol da bir yandan güreş
mânileri gibi kökü kendisinden eskiye dayanan geleneklerden beslenmiş ve
onları bünyesine katmış; bir yandan da kendisi etrafında şekillenen yeni
geleneklere yol açmıştır. Kitleleri ardı sıra sürükleyen futbol, zamanla
sadece bir spor olmaktan ziyade, bir yaşam biçimine dönüşmüş; toplumsal
ve siyasi hayata da büyük etkilerde bulunmaya başlamıştır. Futbol hayatın
her yanına yayıldıkça; takımlar, sporcular ve taraftarlar ekseninde
sürdürülen yeni davranış kalıpları, yeni jargonlar ve yeni ifade biçimleri
oluşmuştur. Bu ifade biçimi ise ekseriyetle futbol maçları esnasında
statlarda hep bir ağızdan söylenen tezahüratlardır.
Tezahürat metinleri incelendiğinde, bunların içerisinde redif, kafiye
gibi ritim unsurları ve edebi sanatlardan başlamak üzere edebiyata temas
eden pek çok unsur olduğu görülmektedir. Sporun, kurgu eserler ve şairlerin
şiirleri aracılığıyla edebiyat içerisinde kendisine yer bulurken bir yandan da
edebiyatı kendi içerisine katmış olduğunu söylemek mümkündür. Bu
bağlamda tezahüratların, geniş kitleleri ifade eden taraftarların iletişim dili
olmanın yanında, spor etrafında oluşturulan şiirler olarak da görülebileceği
kanaatindeyiz.
Çalışmada tezahüratlar ekseninde spor ve edebiyat ilişkisinin,
araştırmacılarca ihmal edildiğini düşündüğümüz bir diğer yönü olan
‘sporun içerisindeki edebiyat’a değinmeye çalışacak ve şiirleri,
tezahüratların bir kaynağı olarak değerlendireceğiz.
2. Tezahüratları Besleyen Bir Kaynak Olarak Şiir
Tezahüratlar; sözlü kültür ortamında kolektif bir biçimde üretilen,
futbol takımları, futbolcular ve futbolla ilgili olaylar çerçevesinde
destekleme, harekete geçirme, rahatlama, protesto etme gibi işlevleri
üstlenen, birden çok cümle ile oluşturulmuş ve her zaman belirli bir ritim
eşliğinde aktarılan anonim metinler (Doğan, 2017; 117) olarak
tanımlanabilir.
Verilen tanımdan hareketle şiirlerin az sözle çok şey ifade
edebilmeleri, doğalarından gelen ahenkli, ritimli yapıları ve duygu yükleri
nedeniyle statlarda kitlelerce söylenmeye uygun edebi ürünler olduğunu
söyleyebiliriz. Şiirler, sayılan özellikleri sebebiyle statlarda, üzerlerinde
zaman ve zemine yönelik yapılan değiştirmelerden sonra kendilerine bolca
da yer bulmuşlardır.
332
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Cane cane cane, işte meydane, Cane cane cane, işte meydane,
İyi günün dostu dar günde hane?” İyi günün dostu dar günde hane?”
(URL-3)
Yukarıda I numara ile gösterilen metin, halk arasında bilinen bir
türküye aittir. II numara ile gösterilen metin ise statlarda söylenmekte olan
bir tezahürata aittir. Uyarlamada sözlerin büyük bir kısmının ve nakarat
bölümünün aynı bırakıldığı; bununla birlikte uyarlama yapılırken türkünün
on birli hece ölçüsünün de korunduğu görülmektedir. Söz konusu
tezahüratın melodisi ve ritmi de yine, türkünün halk arasında bilinen
bestelenmiş hâli ile aynıdır.
I. II.
“Odam kireç tutmuyor, “Odam kireç tutmuyor,
Kumunu katmayınca. Kumunu katmayınca.
Sevda baştan gitmiyor, Sevda baştan gitmiyor,
Yâr ile yatmayınca.” Şampiyon olmayınca … (URL-4)
333
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Teksaslıyız ezelden,
Eğilmez hiç başımız.
Yeşille beyaz olsun,
Bizim mezar taşımız.” (URL-5)
Benzer şekilde I numaralı örnekteki türkünün de ilk kıtasının, bir
kelimede yapılan değişiklik haricinde aynıyla Bursaspor taraftarlarınca
statlarda söylendiği bilinmektedir. Ancak II numaralı metinde
görülebileceği gibi burada türkü metnine taraftarlarca bir kıta ekleme de
yapılmış ve uyarlama bu şekilde sürdürülmüştür.
I. II.
“Başın öne eğilmesin, “Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma. Aldırma Kartal, aldırma.
Ağladığın duyulmasın, En büyük sen değil misin?
Aldırma gönül, aldırma. Aldırma Kartal, aldırma.
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Ahmed Arif. (2016). Hasretinden Prangalar Eskittim, 12. bs., İstanbul: Metis
Yayınları.
Dimeo, Paul. (2009). Literature and Sports History: A Review of Recent
Contributions, Sport in History, Vol. 29, pp. 92 – 105.
Doğan, Meltem Deniz. (2017). Bir Halk Yaratması Olarak Futbol Tezahüratları:
Beşiktaş Örneği, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Güngör, Bilgin. (2018). Spor Edebiyatı ve Modern Türk Şiirinden Dört Örnek: “4 x 400
Engelli”, “İstanbul Destanı”, “Stad”, “Düzşiir”, Motif Vakfı Uluslararası
336
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Elektronik Kaynaklar
URL-1: Sport Literature,
https://www.thecanadianencyclopedia.ca/en/article/sport-literature
adresinden 20.09.2019 tarihinde alınmıştır.
URL-2: Akaretler Yokuştur, https://tr.instela.com/yaratici-besiktas-taraftari---
6657634 adresinden 20.09.2019 tarihinde alınmıştır.
URL-3: Sensin Buraların Şanlı Ağası, http://genckartallar1903.tr.gg/bjk-
tezah.ue.ratlar.htm adresinden 23.09.2019 tarihinde alınmıştır.
URL-4: Odam Kireç Tutmuyor, Yöre: Seyitgazi / Eskişehir, Kaynak Kişi: Satı Yeşil,
Derleyen: Muammer Uludemir, TRT Repertuar No: 962.
http://www.trtnotaarsivi.com/thm_detay.php?repno=962&ad=ODAM%20
K%DDRE%C7%20TUTMUYOR adresinden 23.09.2019 tarihinde alınmıştır.
URL-5: Odam Kireç Tutmuyor, http://fanatikmarslar.com/mars/54/odam-kirec-
tutmuyor adresinden 20.09.2019 tarihinde alınmıştır.
URL-6: Aldırma Kartal, http://www.carsisozluk.com/besiktas+sloganlari.html
adresinden 19.09.2019 tarihinde alınmıştır.
URL-7: Gücüne Güç Katmaya Geldik,
http://fanatikmarslar.com/mars/419/gucune-guc-katmaya-geldik
adresinden 21.09.2019 tarihinde alınmıştır.
337
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: İnsanlığın bir tür olarak uygarlığı geliştirerek kendini diğer türlerin üzerine
konumlandırması, onun örgütlenebilme becerileri ile doğrudan ilişkilidir. Söz konusu
örgütlenme biçimlerinin en güçlü örneklerinden biri ulusal kimliklerdir ve dünya
üzerinde bulunan pek çok ulus, birbirleri hakkında ürettiği fikirleri stereotipleştirerek
bu bilgiyi kendi kimliklerinin sürdürülebilirliği açısından değerlendiregelmiştir. Bu
stereotiplerin biçimlendirdiği imajların bilimsel yaklaşımlarla değerlendirilmesi,
kimlik tartışmalarının insanlık tarihinin yakın geçmişinde olduğu gibi gelecekte de
onulmaz yaralar açmaması adına bir gereksinim olarak durmaktadır. Yabancılığa
dair stereotiplerle biçimlenen inançlar, toplumların farklı araçlarla ürettiği pek çok
anlatıda kendine yer bulabilmektedir. Sinema ya da edebiyat gibi örneklerle
çeşitlenebilecek farklı kanallar içerisinde toplumsal fikirleri yansıtma gücü
açısından en önemli örnekler tartışmasız bir biçimde sözlü anlatılardır. Halk
edebiyatı ya da sözlü kültür olarak adlandırılan geleneğin bir bölümünü; mit,
efsane, masal, destan, halk hikâyesi ve fıkra gibi anlatmaya dayalı türler
oluşturmaktadır. Bu türler; anonim olmaları, kalıplaşma nitelikleri, geleneksel
olmaları, kuşaktan kuşağa aktarılmaları vasıflarıyla toplumsal bellekteki
stereotipik düşüncelerin muhafaza edilmesi ve yeni kuşaklara aktarılabilmesi
açısından oldukça elverişli örneklerdir. Bu çalışmada Türk folklorunda yer alan söz
konusu anlatı türlerine dair örnekler içerisindeki Arap/Zenci imajına dair veriler,
biçimsel ve işlevsel nitelikleriyle ele alınarak, Türklerin Arap/Zenci imajına dair
kalıplaşmış toplumsal fikirlerine ve bu fikirlerin Türk kültür örüntüsü içerisinde ne
tarz fonksiyonlar taşıdığına ulaşılmaya çalışılmıştır. Bulguların işaret ettiği en büyük
ortaklık, bu imajın birbirinden çok farklı iki anlamsal küme ile bağdaştırıldığını
göstermektedir. Arap/Zenci imajının bir yönü ile tehlikeli, tekinsiz ve dehşet saçan;
diğer yönü ile de tanrısal güçleri kendinde barındıran tılsımlı bir yapıya sahip olduğu
görülmüştür.
Anahtar kelimeler: Arap, Zenci, anlatı, kimlik, imaj.
*
“Bu bildiri, yazarın “Türk Anlatı Geleneğinde Stereotipler” adlı doktora tezinin içinde yer
alan bir başlığın gözden geçirilerek yeniden düzenlenmesiyle üretilmiştir”
338
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
Kimliğin de tıpkı kültür gibi etkileşime dayalı olarak geliştiğini
söylemek mümkündür. Kimlik, aralarında çeşitli ortaklıklar bulunan bir
insan topluluğunun, kendilerini başkalarına göre konumlandırdığı bir alanı
işaret eden etiket olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle herhangi bir
kimlikten bahsediliyorsa o kimliğin dışında kalan kimliklerin varlığı da
muhakkaktır. Assmann’a göre “Kimlik, bir bilinç sorunu, daha doğrusu
kişinin kendi hakkında bilinçsizce oluşan algılayışının bilince çıkmasıdır. Bu
hem bireysel hem toplumsal düzeyde geçerlidir” (2015:139). Toplumsal
düzeyde kurgulanan kimliklerden biri ulus kimliğidir ve bu kimliklerin
biçimlenmesinde o ulusa mensup olan bireylerin, ulusun dışını işaret eden
kimliklere dair fikirlere gereksinim duyması, son derece doğal bir durumdur.
Yabancılara dair oluşturulan fikirlerin kalıplaşıp birer stereotip haline
339
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Buna benzer başka bir anlam kargaşasını ise Anderson şu şekilde aktarmaktadır: “Cava
dilindeki (Hollandaca ya da Nederlandca’dan türemiş) londo kelimesi yalnız
‘Hollandalı’ değil, aynı zamanda ‘beyazlar’ anlamına da geliyordu. Ama kelimenin
türeme tarzı iki anlamın fiilen örtüştüğünü gösteriyor. Çünkü Cavalı köylüler,
Hollandalılar dışındaki beyazlarla nadiren karşılaşırlardı” (1995:171). Buna benzer
şekilde, Türklerin de karşılaştıkları ilk zenci topluluğun, Habeşistanlı Araplar
olmasından mütevellit, böyle bir adlandırmanın yerleşiklik kazandığı tahmin edilebilir.
Öte yandan Emeviler Dönemi’nde ortaya çıkan Arap ırkçılığına karşı özellikle Türkler ve
Farslar arasında yükselen ve Şuubiye olarak adlandırılan protest tavrın da belirleyici
olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekmektedir.
340
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2. Beden ve Mekân
Türk anlatı geleneği içerisindeki Zenci imajına dair en eski veri Uygur
yazısı ile yazıya geçirilmiş olan Oğuz Kağan destanında görülmektedir.
Oğuz Kağan’ın dünyanın farklı yerlerine düzenlediği seferlerden biri de
Baraka olarak geçen ve araştırmacılar tarafından Mısır olduğu düşünülen
mekândır (Pelliot 1995:87; Bayat 2006:281). Bu ülkede yaşayan insanların
yüzlerinin kapkara olduğu söylenmektedir (Bayat 2006:281). Destan
kahramanı, diğer yerlerde yaptığı şeyi yapıp bu ülkeyi yağmalayarak
yurduna döner. Bu metinde zencilerin ahlaki değerleri ya da Türklere karşı
tutumları hakkında herhangi bir veri yer almamaktadır. Bu tarz veriler daha
çok masallarda ve halk hikâyelerinde bulunmaktadır.
Masallar içerisinde Zenciler, zengin konaklarında çalışan kimseler
olarak görülmektedir. Osmanlı sosyal yaşantısındaki bu durumun
masallara da yansıdığı rahatlıkla söylenebilir. Bu metinler içerisinde kara
tenli hizmetçiler değersizlikleri ile diğerlerinden ayrılmaktadır. Billur Köşk
ve Elmas Sefine masalında masal kahramanını oğluna istemeye giden
Yemen Şehzadesi’nin annesi hediye olarak mücevher kakmalı altın nalın
götürür ancak ev sahibi kadın, gelen konuğunu aşağılamak için onun
getirdiği hediyeyi mutfaktaki Arap halayığa verir (Alangu 1961:18). Masal
kahramanı bunu yaparak isteyerek ve doğrudan konuğunu aşağılarken
dolaylı olarak da Arap halayığı aşağılamaktadır.
Zencilerin özellikle bedensel nitelikleri üzerinden biz kümesinin dışına
itildikleri çok açıktır. Hobsbawm’a göre beden yapısındaki gözle görülür
farklar, “biz” ve “onlar” arasındaki ayrıma işaret etmek ya da yararlanmak
amacıyla yaygın bir şekilde kullanılmaktadır (2010:86). Masallardaki Arap
figürlerin bedensel çirkinlikleri vurgulanırken kalıplaşmış ifadelere
başvurulur, bu ifadelerden biri “zebella gibi” şeklindeki kalıptır. Benli Bahri
adlı masalda Periler Şehzadesi’nin lalası olan ve “zebella gibi” olduğu
belirtilen Arap figürün (Boratav 1969:97) dehşetli çirkinliği, sergilediği
davranışların olumsuzluğunun göstergesi olarak okunabilir. Tahir ile Zühre
hikâyesinde, kahramanların birbirlerine kavuşamamaları için çeşitli
kötülükler yapan ve anlatı içerisinde Arap olarak adlandırılan figürden
anlatının bir yerinde “kara köle” diye söz edilmektedir (Türkmen 1998:231).
Arap, Padişah’ın görüşmelerini yasaklamasından sonra gizli gizli görüşen
Tahir ile Zühre’yi görüp, onları Padişah’ın eşine şikâyet ettikten sonra Tahir
bir rüya görür. Rüyasında kara bir köpek, Tahir’in Zühre’ye yaklaşmasını
engellemeye çalışmaktadır (Türkmen 1998:219). Bu kara köpek ile de söz
konusu Zenci kölenin sembolize edildiği çok açıktır. Öte yandan kara ten
renginin kölelik kurumu ile bağdaştırılması kökleri Türk mitolojisindeki renk
341
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Bu kavram, Homeros tarafından İlyada’da hikâyesi anlatılan Hephaistos’un aksayarak
yürümesi sonucu onu gören ilahların attığı kahkahaya dayanmaktadır.
342
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
benzer bir Düzmece Arap figüründen söz edilebilir. Elif ile Yaralı Mahmut
hikâyesinde, resmini gördüğü sevgilisine ulaşmak için yolculuğa çıkan
Mahmut, bir Zenci ile karşılaşır ve onunla savaşmaya başlar, savaşı
kazandığında Zenci’nin aslında maskeli bir kadın olduğu ortaya çıkar ve
kadın kendisine bir eş aradığını ancak bu eşin kendisini alt edebilecek kadar
güçlü olması gerektiğini söyler ve bunun için Zenci kılığında erkeklere
saldırdığını dile getirir (Alptekin 1983:35). Anlatı içerisinde iki defa tekrar
eden bu sahne, kıyıcılık ile Zenci olmak arasında bir ilişki kurulduğunu
göstermektedir. Bu duruma verilebilecek bir başka örnek de Arzu ile
Kamber hikâyesinde yer almaktadır. Öykü içerisinde Arap kılığına girerek
sevgilisine yaklaşan Kamber’in gerçek kimliği Arzu tarafından anlaşılır
(Şimşek 1987:223). Şah İsmail öyküsünde de başlangıçta kellelerden
kaleler yapan vahşi bir savaşçı olarak beliren Arap, Şah İsmail tarafından
öldürüleceği esnada yüzündeki peçeyi kaldırır, çok güzel olduğu ortaya
çıkar ve anlatının sonuna kadar devam edecek olan yoldaşlıkları başlar
(Çolak 1994:182). Bu örneklerin tamamı, Zenci olmanın kıyıcılık,
saldırganlık ve acımasızlıkla bağlantılı bir çağrışım yaptığını
göstermektedir.
Zenciler ile bağlantılı olduğu düşünülen mekânların ıssızlığı
çağrıştıran bir anlama sahip olduklarını söylemek mümkün görünüyor.
Buna dair yazıya geçirilmiş en eski veri Oğuz Kağan destanında
görülmektedir. Oğuz Kağan destanında Baraka olarak adlandırılan ve kara
suratlı insanların yaşadığı bir mekân olan Mısır coğrafyasının
betimlenmesinde, burada vahşi hayvanların yaşadığı dile getirilerek bu
bölgenin uygarlığa uzak bir coğrafya olduğu vurgulanmaktadır (Bayat
2006:281). Vahşi hayvanların üzerinde yaşadığı mekâna anlamsal olarak
benzeyen bir başka mekân da mezarlıktır ve bu da Zencilerle bağıntılı bir
mekân olarak görünmektedir. Hasan Tay adlı masalda Padişah’ın kızını
kaçıran bir Arap, onu bir mezarlıkta gizlemektedir (Özçelik 2004:401).
Mezarlık gibi koruyucu ve gizleyici niteliği açısından sandık da Arap’ın içine
girip gizlenebileceği mekânlardandır. Şah Meran’ın Yüzüğü adlı masalda bir
kızın evlenirken sevgilisi olan Arap’ı bir sandığın içine saklayarak yeni evine
götürdüğü görülür (Günay 1975:473). Bu mekân betimlemeleri ile Türk
toplumunun ortak belleğinde Zenci olmanın uygarlığa tezat bir anlamı
çağrıştırdığı yorumu yapılabilir.
3. Ahlaki Nitelikler
Çoğunlukla masallarda yer alan, Zencilerin bozguncu olmasına dair
stereotip, Saltıknâme’de de belirmektedir. Sarı Saltuk, doğu seferine çıkıp
Çin Fağfuru ile karşılaştığında Fağfur, Kaşgar beyinin kızı ile evlendirdiği
343
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Zenci imgesinin homojen bir yapıya sahip olmaması Boratav’ın da dikkatini çeker:
“Türk folklorunda Zenci anlamında Arap’ın rastlandığı yerler daha çok masal ve halk
hikâyeleridir. Bu anlatılarda Zenci-Arap, başlıca iki niteliği ile karşımıza çıkar: 1. İyilik
yapan olumlu tip; 2. Kötülük yapan olumsuz tip” (1982:120).
347
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Kirlilik ve tanrısallık arasındaki ilişkiyi Türk kültürünün arkaik dönemlerindeki bir inanç
ve bu inancın Türkçedeki bir kalıntısı üzerinden görmek mümkündür. Eski Türk
toplumunda hükümdarların Gök Tanrı’dan aldıklarına inanılan tılsımlı bir güç olan kut,
J. P. Roux’ya göre yeryüzündeki enerjinin genel adıdır ve bu enerji, berekete davetiye
çıkaran bir anlama sahiptir (2005:43). Öte yandan aynı kelimenin kuduz sözcüğün de
kökenini oluşturması durumu, kirlilik ve tanrısallık arasındaki muğlak ilişkiyi doğrudan
yansıtması açısından bir önem taşımaktadır.
348
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Alangu, T. (1961). Billur Köşk Masalları, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Alptekin, A. B. (1983). “Elif ile Yaralı Mahmut Hikâyesi”, Türk Folkloru Araştırmaları
1982, Ankara: GÜ Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi, SS: 21-46.
Alptekin, A. B. (2002). Taşeli Masalları, Ankara: Akçağ Yayınları.
Alptekin, A. B. (1999). Hikâye Araştırmaları I Kirmanşah Hikâyesi, Ankara: Akçağ
Yayınları.
Anderson, B. (1995). Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, (çev:
İskender Savaşır), İstanbul: Metis Yayınevi.
Assmann, J. (2015). Kültürel Bellek, (çev:Ayşe Tekin), İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Bayat, F. (2006). Oğuz Destan Dünyası: Oğuznânemelerin Tarihi Mitolojik Kökenleri
ve Teşekkülü, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Boratav, P. N. (1969). Az Gittik Uz Gittik, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Boratav, P. N. (1982). “Türk Folklorunda Zenciler ve Türkiye’de Zenci Folkloru
Üzerine”, Folklor ve Edebiyat 1, İstanbul: Adam Yayınları.
Boratav, P. N. (2006). Nasreddin Hoca. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Boratav, P. N. (2007). Zaman Zaman İçinde, İstanbul: İmge Yayınevi.
Çolak, F. (1994). Şah İsmail Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kayseri: Erciyesi Üniversitesi.
Demir, N. (2007). Saltık-Name, Ankara: Destan Yayınları.
Douglas, M. (2007). Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir
Çözümlemesi. (çev: Emine Ayhan), İstanbul: Metis Yayınları.
Emeksiz, A. (2010). Bir İstanbul Kahramanı Bekri Mustafa (İnceleme –Metin),
İstanbul: Mühür Kitaplığı.
Günay, U. (1975). Elazığ Masalları (İnceleme), Erzurum: Atatürk Üniversitesi
Basımevi.
Hobsbawm, E. (2010). 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik: Program Mit
Gerçeklik, (çev: Osman Akınhay), İstanbul: İletişim Yayınları.
Özçelik, M. (2004). Afyonkarahisar Masalları: Araştırma İnceleme Metin, Isparta:
Fakülte Kitabevi.
Pelliot, P. (1995). Uygur Yazısı ile Yazılmış Uğuz Han Destanı Üzerine, (çev: Vedat
Köken), Ankara: TDK Yayınları.
349
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Roux, J. P. (2005). Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, (çev: Aykut Kazancıgil
– Lale Arslan), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Sakaoğlu, S. - Duymaz, A. (1996). Hurşit ile Mahmihri Hikâyesi, Ankara: KB Yayınları.
Sanders, B. (2001). Kahkahanın Zaferi: Yıkıcı Tarih Olarak Gülme, (çev: Kemal
Atakay), İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.
Şimşek, E. (1987). Arzu ile Kamber Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ: Fırat Üniversitesi.
Türk Dil Kurumu, (1988). Türkçe Sözlük, Ankara, TDK Yayınları.
Türkmen, F. (1998). Tahir ile Zühre, Ankara: AKM Yayınları.
350
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Türk halk kültüründe sarıkız kavramına iki farklı formda rastlanmaktadır. İlki;
çeşitli varyantlarıyla Kaz Dağları ve çevresinde meşhur Sarıkız efsanelerindeki
güzelliğiyle nam salmış, insanlar tarafından kötü yolda olmakla itham edilmiş, bu
sebeple Kaz Dağları’nda yaşamak zorunda kalıp orada ölen, öldüğü tepeye adını
veren ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde gerçek bir kişilik etrafında hikâyeleri
anlatılan Sarıkız. İkincisi ise, genellikle olağanüstü yerler ve varlıklar hakkında
anlatılan efsanelerde yer almakla birlikte araştırmacılar tarafından al ruhu
(alkarısı, albastı, kara Umay) bağlamında değerlendirilen kötücül bir varlık olan
Sarıkız. Bu makalede, bu formlardan ikincisi yani kötücül varlık olan Sarıkız ile eski
Türk inançlarındaki al ruhu arasında bir bağlantı kurulabileceği, mitolojik temellere
dayandırılarak savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sarıkız, Sarıkız Efsanesi, Efsane, Alkarısı, Eski Türk İnançları
ABSTRACT: The concept of sarıkız is found in two different forms in Turkish folk
culture. First; Sarıkız, famous for her beauty around Kaz Mountains and in its
surroundings in Sarıkız legends, who had been accused of going astray by people;
who had to live in Kaz Mountains because of this accusation and died there, gave
her name to the hill where she died, and whose stories were told about a real
personality in various regions of Anatolia. The second Sarıkız is placed in the
legends that are often told about extraordinary places and beings, a villain being
evaluated by researchers in the context of al ruhu (alkarısı, albastı, kara Umay). In
this paper, it is argued on the basis of mythological foundations that a connection
between Sarıkız's second form, the evil one, and the al ruhu in the old Turkish beliefs
can be established.
Keywords: Sarıkız, Legend of Sarıkız, Legend, Alkarısı, Old Turkish Beliefs.
1. Giriş
1
Sarıkız anlatılarının bazı varyantlarında Kaz Dağı yerine Kaf Dağı ifadesinin kullanılması
bu anlatıların masal olarak değerlendirilmesine sebep olmuştur (Boratav, 2012: 112).
352
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Efsanenin başka bir varyantında Selman, büyüyen Sarıkız’a âşık olur. Ona Kaz
Dağları’nda bir saray yaptırarak kızı oraya götürür. Uzakta olan akrabalarının özlemine
dayanamayan Sarıkız, evlendikten 21 gün sonra, annesi Hz. Fatma’yı yeniden gördüğü
gün ölür (Boratav, 2012: 112).
353
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
(Beydili, 2003: 484). Görülüyor ki, Sarıkız önceleri koruyucu özelliğe sahip
bir ruh iken kültürel değişim sonucu mitolojik düşüncenin dini inançlarla
çaprazlaşması ile kötücül özellik kazanmıştır. Sarıkız’ın göründüğü kötücül
formlar şu şekildedir:
3.2. Ev İyesi
Sarıkız’dan “tagnıng eezi sarı kıs” yani “dağın iyesi sarı kız” olarak
bahsedilmektedir. Altaylı Türklerin avcılık mitlerinde, avcılarla yatmak
isteyen çıplak ve güzel ‘albas’ adlı sarı saçlı bir varlıktan bahsedilir. Avcılar
bu varlıktan kurtulmak için onun iri memelerini sırtından arkaya doğru
atarlar. Bu hareket üzerine dağ ruhu, bu avcıdan ona koca olmayacağını
anlayarak küsüp gider. Kendisiyle evlenen avcılara bol av veren ruhun,
evlenmek istemeyenleri deli ettiğine inanılır. Dağ iyesi ile ilişkilendirilen
Sarıkız olarak adlandırılan bu ruhun; albastı inancının geniş bir coğrafyaya
yayılması ve bu coğrafyalardaki değişik inançlarla çaprazlaşması sonucu
ortaya çıkan bir kötücül varlık olduğu düşünülmektedir (Dırenkova’dan akt.
Bayat, 2007: 326,333; Bayat, 2006:49).
Sonuç
KAYNAKÇA
Aydoğan, T. (2018). Aksaray Efsaneleri. Aksaray: Aksaray üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi.
Bayat, F. (2006). Türk Mitolojisinde Dağ Kültü. Folklor/Edebiyat, 12(46), 47-59.
Bayat, F. (2007). Türk Mitolojik Sistemi 2 (Kutsal Dişi - Mitolojik Ana, Umay
Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler - İyeler ve Demonoloji). İstanbul:
Ötüken Yayınları.
Bayladı, D. (1996). Efsaneler Dünyasında Anadolu (Anadolu Mitolojisi). İstanbul:
Say Yayınları.
Beyaz, D. (2016). Türk Mitolojisinin Kötü Dişisi: Al Karısı. C. Belediyesi, & O. Köse (Dü.)
içinde, Geçmişten Günümüze Şehir ve Kadın 1 (s. 1199-1204). Samsun: Kültür
Yayınları.
Beydili, C. (2003). Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük. Ankara: Yurt Kitap Yayın.
Boratav, P. N. (2012). Türk Mitolojisi (Oğuzların-Anadolu, Azerbaycan ve
Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi) (1 b.). (R. Özbay, Çev.) Ankara: BilgeSu.
Çoruhlu, Y. (2002). Türk Mitolojisinin Anahatları. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
358
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
folk veterinary practices are closely connected with the geography and also gives
important information about the people's approach to nature.
Folk has used feces that has been given different names of types as fertilizer and
fuel in Ardahan region which has a cold climate to utilize application of folk
medicine and folk veterinary. Folk has used feces of chicken to treat stomach ache
and earache when using to feces of sheep before, during and after the birth. To
prevent evil eye which has been seen causes of many diseases, folk have made use
of animal feces. Also, feces are used when during treatment of horses and sheeps.
In this study, which aims to discuss and interpret the place of animal feces in folk
medicine and folk veterinary practices in Ardahan region, the application forms,
origins and semantic structures of treatments will be explained.
Keywords: Folk medicine, folk veterinary, turd, feces, Ardahan.
Giriş
3
Hayvan dışkısı.
363
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Analjezi: Bilinç kaybı olmaksızın ağrıya karşı duyarlılığın ortadan kaldırılması ya da
azaltılması, ağrı duymama (URL-2).
366
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
Boratav, Pertev N. (1994). 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar, Töre ve Törenler,
Oyunlar). İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Çağlar, Nevzat (2017). Anamur ve Bozyazı'da Kuş. Editör Kuş Dili: Dilde Edebiyatta
ve Sanatta Kuşlar, Naskali, E. G. ve Şeker, A., Kuş Kitabı (ss.479-510).
İstanbul: Dergâh Yayınları.
Çoruhlu, Yaşar (2002 ). Türk Mitolojisinin Ana Hatları. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Delaney, Carol (2014). Tohum ve Toprak: Türk Köy Toplumunda Cinsiyet ve
Kozmoloji. İstanbul : İletişim Yayınları.
Frazer, James G. (2004). Altın Dal: Folklorun ve Dinin Kökenleri I. İstanbul : Payel
Yayınevi.
İrmak, Cansu (2019). Ardahan Yöresinde Kaz Etrafında Gelişen İnanış ve
Uygulamalar. Motif Uluslararası Genç Halkbilimciler ve Türk Dünyası
Kongresi, (ss. 271-283). Eskişehir.
Mamuk, Rojjin& Davas, Naile İnci (2010). Doğum Ağrısının Kontrolünde Kullanılan
Nonfarmakolojik Gevşeme ve Tensel Uyarılma. Şişli Etfal Hastanesi Tıp
Bülteni, 44(3), ss. 137-144.
Özgen, Zübeyde Nur (2007 ). Adana (Merkez) Halk Hekimliği Araştırması. Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Baılmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana.
Puhov, İ. V., (2015). Yakut Kahramanlık Destanı Olonho Genel Tipler. (Çev.: Metin
Ergun), Konya: Kömen Yayınları.
Ülger, Züleyha (2012). Aydın (Merkez) ve Çevresinde Halk Hekimliği. Adnan
Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Aydın.
Elektronik Kaynaklar
URL-1: Meteoroloji Genel Müdürlüğü. (2019, 09 14).
https://www.mgm.gov.tr/veridegerlendirme/il-ve-ilceler-
istatistik.aspx?m=ARDAHAN adresinden alındı
URL-2: Türk Dil Kurumu Sözlükleri. (2019, 09 14). Hemşirelik Terimleri Sözlüğü-2015:
https://sozluk.gov.tr adresinden alındı
Sözlü Kaynaklar
KK-1: Ali Ekber Göktekin, Eskikılıç Köyü 1949, İlkokul Mezunu, Damal Cemevi Dedesi
KK-2: Pangılot Çalhan, Burmadere Köyü,1946, İlkokul Mezunu, Hayvancı
KK-3: Müşkünaz Cenkeri, Eskikılıç Köyü 1973, İlkokul Mezunu, Hayvancı
KK-4: Fatma Şender, Seyitören Köyü 1963, İlkokul Mezunu, Hayvancı
KK-5: Tahmire Değirmenci, Çayağzı Köyü 1954, Okuryazar, Ev Hanımı
KK-6: Adalet Kılıç- Akçakale Köyü 1948, Okuryazar, Hayvancı.
KK-7: Güldeste İrmak, Sabaholdu Köyü 1957, Okuryazar Değil, Ev Hanımı.
KK-8: Erdal Demirbaş, Ölçek Köyü 1971, İlkokul Mezunu, İşçi
KK-9: Gülzade Koç, Dağevi Köyü 1957, İlkokul Mezunu, Ev Hanımı
369
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
literary works that mankind created to express emotions and ideas. Among these
works, divans have an important place. Divan poets not only continued similes,
metaphors and meanings that recurred through each century, but also contributed
greatly to poetic aesthetics with novel and different approaches and observations.
In this study, (specifically new or different) divan poets' similes and metaphors
which refer to precious stones are examined to understand divan poets'
imagination's contribution to poetry. In this context, besides divan poets who
reflect the novelties of movements that influenced them such as Şeyh Galib; the
contributions of Haletî, Zatî, Emrî and Nef'î and other divan poets to divan poetry
aesthetics is aimed to be presented.
Keywords: Precious stones, ores, simile, divan.
1. Giriş
Gevher, güher ya da cevher kelimeleri genel olarak mücevher, elmas,
inci ve değerli taş ya da bir şeyin özü, esası, varlığındaki değişmeyen aslî
maya anlamlarına gelmektedir. Cevherin Arapça çoğulu olan cevâhir
kelimesiyle Farsça nâme kelimesinin birleşmesinden oluşan cevâhirnâme
ise bir edebi türün adı olarak değerli taşlar hakkında yazılmış kitaplara
verilen isimdir. Tabiî ilimlere dair kitaplar arasında gösterilen bu eserler,
genellikle değerli taşların meydana gelişleri, nerelerde bulundukları,
çeşitleri, kıymetleri, nasıl korunacakları, tıpta kullanılışları ve bunlarla ilgili
halk inanışları hakkında birçok kıymetli bilgi içermektedir (Kutlar, 2002: 59).
Değerli taşlara duyulan ilginin Antik Yunan’a ve sonrasında Roma
Dönemi’ne dayandığı, bu dönemlerde yazılan eserlerin İslam coğrafyası ile
Osmanlı’yı da etkilediği belirtilmektedir. Demir ve Kılıç; Roma Dönemi’nde
Plinus tarafından yazılan Naturalis Historia adlı eserin taşlara ayrılan
bölümünün sonraki dönemde İslam dünyasında taşlarla ilgili yazılmış
eserlerden Kazvinî’nin Acâ’ibü’l-Mahlûkât ve Garâibü’l-Mevcûdât’ına ve
Ahmed-i Bîcân’ın Dürr-i Meknûn’una biçim ve içerik bakımından örnek
olmuş olabileceğini (2003:8) ifade etmektedirler. Bunların yanında
Müslüman doğa bilginlerinin yazdığı ve cevâhirnâmelerin biçim ve içeriğini
belirleyen en önemli iki eserin 9. yüzyılda yazılan Kitâb’ül-Ahcâr ve Kitâb-ı
Sırrü’l-esrâr olduğunu dile getirmektedirler. Ayrıca Ebu Yûsuf Ya’kûb ibn
İshâk el-Kindî, El-Temimî, Bîrûnî, İbn Sînâ, Şihabüddin Ebu’l-Abbas Ahmed
ibn Yusuf el-Tifaşî ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi pek çok önemli yazarın, Ortaçağ
İslam dünyasında taşlar hakkında eser verdiği bilinmektedir (Demir ve Kılıç,
2003: 10-17). Bunlar arasında Osmanlı cevâhirnâme geleneğini etkileyen,
Osmanlı şairlerinin tercüme ya da derleme yoluyla Osmanlı edebiyatına
372
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Bu çalışma kapsamında taranan divanlar şunlardır: Bahtî Sultan I. Ahmed Divanı,
Hamâmîzâde İhsan Divanı, Esrâr Dede Divanı, Âhî Divanı, Ahmedî Divanı, Avnî (Fatih)
Divanı, Bâkî Divanı, Beyânî Divanı, Dede Ömer Ruşenî Divanı, Emrî Divanı, Fevzî Divanı,
Hamdullah Hamdi Divanı, Hecrî Divanı, Şeyh Gâlib Divanı, Şeyhülislâm Yahyâ Divanı,
Vusûlî Divanı, Lâzikîzâde Feyzullah Nâfiz -Divanı, Ahmed-i Rıdvan-Dîvânı, Vahyî
Divanı, Sehâbî Divanı, Yâver Divanı, Nev’î-zâde Atâyî Divanı, Diyarbakırlı Lebîb Divanı,
Nigârî Divanı, Sa’id Giray Divanı, Hakîkî Divanı, Süheylî Divanı, Nehcî Divanı, Kânî Divanı,
Zâtî Divanı, Âgâh Divanı, Bursalı Rahmî Divanı, Filibeli Vecdî Divanı, Tırsî Divanı, Ümmî
Sinân Divanı, Âsık Çelebi Divanı, Muvakkit-zâde Muhammed Pertev Divanı, Kâmî
Divanı, Mehmed Sıdkî Divanı, Diyarbakırlı Hâmî Ahmed Divanı, Arpaemîni-zâde Mustafâ
374
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
taranan değerli taşlar; elmas, zümrüt, zebercet, mercan, inci, yakut, la’l,
kehribar, firuze, lacivert ve yeşim olarak sıralanabilir.
3. Taranılan Divanlarda Değerlendirmeye Alınan Değerli Taşlar
3.1. Elmas
Farsça mâs da denilen elmas, sert çelik manasındadır (Onay, 2009:
169). Aslı kömürdür ve çok kıymetlidir. Hakkında bazı rivayetler anlatılır.
İskender-i Zü’l-karneyn, zulumata yakın bir dağda atların ayağının
altındaki nalların aşındığını görür. Sorduğunda Yunanlı bilginler bunun
sebebinin elmas olduğunu söylerler. Bunun üzerine İskender elması ister ve
emrindekilere zahmetlerle taşı çıkarttırıp huzuruna getirtir (Kutlar, 2005:
387-389).
Dayanıklılığı ile ünlü elmas; mühür, yüzük, kılıç vb. eşya yapımında da
kullanılmaktadır. Elmas kırıntıları ise kolay erimediği için yaraya
döküldüğünde acıda sürekliliği sağlar, döküldüğü yeri tahriş eder. Eski tıpta
elmas kırıntıları zehir olarak bilinmektedir. Hz. Muhammed’in torunu Hz.
Hasan’ın elmas tozu içirtilerek zehirlendiği rivayet edilmektedir. Ayrıca
elmas kırıntıları yapısı gereği zor eridiği için yaraya elmas tozu serpmek,
acıda devamlılığın ve aşkta kararlılığın simgesidir. Camı kesebilen, sert bir
taş olan elmas sertliğine rağmen hemen eriyiveren kurşun ile parçalanıp
kesilir. Bu durum, kötülüğe iyilikle mukabeleye teşbih olunur (Pala, 2015:
137). Divan şiirinde elmas; sevgilinin gamzesi, parlayan beyaz dişleri, şeffaf
yüzü, kirpikleri, âşığın gözyaşları, şairin şiiri gibi tuz (elmas gibi yarayı
azdırması bakımından), sabah güneşi, kalp, kılıç ve kalemle de
ilişkilendirilerek yaygın bir biçimde benzetmelere konu edilmiştir (Kutlar,
2015: 13-16; Yılmaz, 2008: 86-90; Toprak, 2017: 51-54). Bunların dışında
nadiren elmasın rakıya benzetildiği bir beyte rastlanmıştır.
3.1.1. Elmas/ Rakı
Divan edebiyatında şarap daima değerli kabul edilmiş, âşığı
ferahlattığı ve elden bırakılmaması gerektiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu
Sâmî Divanı, Münirî Divânı, Revânî Divanı, Selanikli Meşhurî Divanı, Numân Mâhir Divanı,
Azmizâde Hâletî Divanı, Ravzî Divanı, Ahmed Nâmî Divanı, Sünbülzâde Vehbî Divanı,
Mostarlı Hasan Ziyâ’î Divanı, Nedîm Divanı, Şehrî Divanı, Kâtib-zâde Sâkıb Divanı, Vizeli
Ramazan Behiştî Divanı, Gelibolulu Sun’î Divanı, Haşmet Divanı, Nefi Divanı, Edirneli
Nazmî Divanı, Erzurumlu Zihnî Divanı, Mihrî Hâtun Divanı, Gelibolulu Mustafa Âlî Divanı,
Bosnalı Âsım Divanı, Safvetî Mehmet Çelebi Dîvânçesi, Şevki Divanı, Tâcî-Zâde Ca‘fer
Çelebi Divanı, Celilî Divanı, Şâhî Divanı, Sâkıb Dede Divanı, Leylâ Hanım Divanı, Şeref
Hanım Divanı, Bursalı İffet Divanı, Kalkandelenli Mu'îdî Divanı, Şeyhî Divanı, Adlî Divanı
ve Cenâbî Divanı.
375
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Pây-ı kebgi ben dilersem şâh-ı mercân eyleyem (k. 13/56) (URL-16)
(Şahin pek çoğunu av hayvanının kanına bularsa istersem ben
kekliğin ayağını mercan dalı yapayım.)
3.4.7. Mercan/ Kayık
Gelibolulu Âlî’nin III. Murat’ı övdüğü kasidesinde kürekleriyle denizin
üzerinde salınan kırmızı kayık, mercanın denizden çıkarıldığı zamandaki
çıkıntılı şekline benzetilmiştir. Divan’dan alıntılanan mercan/ kayık ilişkisini
gösteren beyit şu şekildedir:
Ne güzel benzemiş ol kırmızı pârûlarla
Rûy-ı deryâya çıkan pençe-i mercâna kayık (k. 33/15) (URL-17)
(Kayık, o kırmızı küreklerle denizin yüzüne çıkan mercan pençesine
ne güzel benzemiş!)
3.5. Yakut
Yakut, rengi genellikle koyu kırmızıdan soluk pembeye kadar
değişiklik gösteren ve ateşe dayanıklı (ateşte erimeyen) bir taştır. Yakut
taşının sarı, beyaz ve gök renginde olanları da doğada mevcut olup en
kıymetlisi nar tanesi gibi kırmızı olanıdır. Buu çeşit yakutlara yâkût-ı ahmer
veya yâkût-ı rümmâni de denir (Onay, 2009: 484-485). Yakutun ateşe
girdiğinde beyazladığı, ateşten alındığında eski haline döndüğü, elmas ve
akik dışındaki diğer taşları kestiği, deldiği (Yılmaz, 2008: 58-59), ağza
alındığında soğukluğunun devam ettiği, bu nedenle de kişiyi ferahlattığı
söylenmektedir (Argunşah, 2012: 114). Klasik Türk şiirinde yakutun
sevgilinin dudağı, ağzı, dili başta olmak üzere şarap, güneş, şiir, kanlı
gözyaşı, gökyüzü (Kutlar, 2005: 16-22) ve erguvan çiçeğiyle (Toprak, 2017:
66-67) ilişkilendirildiği görülmektedir. Bunların yanında bazı divanlarda
sadakat ve karanfil goncasının da yakuta benzetildiği tespit edilmiştir.
3.5.1. Yakut/ Sadakat
Divanlarda sadece maddi ve somut unsurların değil manevi ve soyut
olanların da bazı cevherlere benzetilmek suretiyle değerli kılındığı ya da
değerine değer katıldığı görülmektedir. Vahyî Divanı’ndan alıntılanan
aşağıdaki beytin ilk mısraında insanın anlamasının kendi ya da başkasının
daha önce yaşadıklarından ibret almasıyla gerçekleşeceğine değinilmiştir.
İkinci mısrada da düşünceli olmanın sadakatle bir olduğu ifade edilmiştir.
Görme gücü ipe, ibret inciye, düşünce (endişe) ipekten ipe ve sadakat da
yakuta benzetilmiştir.
Rişte-i bâsıraya gevher-i ‘ibret nazm it
Silk-i endîşeye yâkût-ı sadâkat nazm it (g. 5/1) (URL-18)
382
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
üzere gözyaşı, şiir, güzel söz, çiy tanesi, küpe, yağmur damlası ile
eşleştirilmiştir. Divan şiirinde özel olarak dürr-i yetîm Hz. Muhammed’i,
dürr-i Necef ise Hz. Ali’yi hatırlatacak biçimde kullanılmıştır (Yılmaz, 2008:
26-32). Ayrıca bazı divanlarda inci; külah, ölümsüzlük, tevhit halkası, lala
(hoca), insan, dua, gam, mum damlası, zemzem ve nefesle
ilişkilendirilmiştir.
3.7.1. İnci/ Külah
Külah, Osmanlılarda pek çok kesim tarafından kullanılan ve kullanım
alanlarına göre keçe külâh, şeb külâh, kızıl külâh, zerrin külâh, sabır külâhı,
zerd külâh, Arnavut külâhı, Mevlevî külâhı, dede külâhı, tatar külâhı vb.
adları alan (Öztoprak, 2010:142) başlıktır. Halvetiyye’nin Gülşeniyye koluna
mensup olduğu söylenen Ravzî, aşağıdaki beyitte külahı tasvir etmektedir.
Ravzî, külahı ismet sedefinin içinde bulunan ve dünyanın kirliliğine
karışmayan eşsiz bir inci olarak tanımlamıştır. Keçeden yapılan külahın
Halvetilerde özellikle en üst kısmı beyazdır. Bu nedenle beyitten hareketle
inci gibi külahın hem değerliliği hem de beyazlığı temsil ettiği söylenebilir.
Ferd-i yektâdur karışmaz dünye telvîsâtına
‘İsmet asdâfında bir lü’lü’-yi meknûndur külâh (g. 528/4) (URL-24)
(Külah, ismet sedefinde gizli bir incidir. Dünya kirliliklerine
karışmayan eşsiz bir kimsedir.)
3.7.2. İnci / Ölümsüzlük
Şairler/ âşıklar için ölümsüzlük övülen bir durum değildir. Özellikle
tasavvuf çerçevesinde değerlendirilebilecek şiirler yazanlar ölümü
kavuşma, ölümsüzlüğü ise ayrılık olarak değerlendirmektedir. Ravzî
Divanı’ndan alıntılanan aşağıdaki beyitte ölümsüzlük inci gibi görünse de
Allah’a ulaşmaya engel bir durum olarak tanımlanmaktadır. Kısaca
denizden çıkan inciyle yetinen kişilerin denize dalamayacaklarından,
ellerindekilerle oyalanacaklarından bahsedilmektedir.
Bekâ lü’lü’sine tâlib geçinenler bu ‘âlemde
Fenâ deryâsına bencileyin hîç talabilmezler (g. 287/2) (URL-25)
(Bu âlemde ölümsüzlük incisini isteyenler, bence yokluk denizine hiç
dalamazlar.)
3.7.3. İnci/ Tevhid
Pertev Divanı’ndan alıntılanan aşağıdaki beyitte halka, şekli
bakımından tespihe, tevhid ise Allah’ın birliğini zikretmek anlamıyla ve
belki de Allah’ın kendisini anlatmak üzere inciye benzetilmiştir. Böylelikle
tarikat ve tekkelerde tevhid halkasına dâhil olmanın herkese nasip
385
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3.9. Firuze
Firuze, Nişabur’dan çıkarılan, açık maviden yeşilimsiye kadar değişik
tonlarda olan, değerli bir süs taşıdır. En kıymetli olanı, gök mavisi renktedir.
Kelimenin Farsçası “pîrûze”, Arapçası “bîrûzec”dir. Pîrûz, “uğurlu, kutlu,
hayırlı” manalarına gelmektedir (Yılmaz, 2008: 96). Divan şiirinde çimen,
yaprak, ayva tüyü, gökyüzü, felek (Kutlar, 2005: 30); deniz, yanak (Toprak,
2017: 54); göz (Yılmaz, 2008: 96) firuzeye sıkça benzetilmiştir. Nadir de olsa
sümbül ve kaşın da firuzeyle ilişkilendirildiği görülmektedir.
3.9.1. Firuze/ Sümbül
Sümbül, zambakgillerden, ilkbaharda salkım şeklinde açan, açık mor
renkli, keskin ve güzel kokulu çiçekleri olan bir süs bitkisidir. Divan şiirinde
bir ip üzerine dizilmiş taneler olarak tasvir edildiğine rastlanmaktadır.
Gelibolulu Mustafa Âlî Divanı’ndan alıntılanan aşağıdaki beyitte sümbülün
önce yeşil bir sicim olarak büyüdüğü, sonrasında tanelerini o sicime dizdiği,
en sonunda da çiçekleriyle firuze renkli bir tespih hâline geldiği ifade
edilmiştir.
Bir yeşil sünbüle kaytana dizer dânelerin
Sûretâ sübha-i fîrûzeye benzer sünbül ( k. 34/12) (URL-35)
(Bir yeşil başak sicimine tanelerini dizer. Görünüşte sümbül firuze
tespih tanelerine benzer.)
3.9.2. Firuze/ Kaş
Divan şiirinde şairlerin hayallerinde sevgililer kara kaşlı, kara gözlü
olarak tasavvur edilirken Gelibolulu Mustafa Âlî Divanı’nda bu tasavvurun
firuze renge dönüştüğü görülmektedir. Şair sevgilinin güzelliğinin hayaliyle
zamanın Süleyman’ı olmuştur. Sevgilinin gözü Süleyman’ın mühür yüzüğü,
kaşı ise yüzüğün firuze renkli taşıdır. Şairin gözü yüzün en belirgin yeri
olması nedeniyle mühürle; kaşı da gözü anlamlı kılması bakımından firuze
renkli taşla ilişkilendirdiği söylenebilir.
Hayâlümde cemâlünle Süleymân-ı zemân oldum
Gözün bir cevherî hâtem kaşun fîrûze-gûn ḳaşı (g. 1454/4) (URL-
36)
(Hayalimde yüzünün güzelliğiyle zamanın Süleyman’ı oldum. Gözün
cevherle bezenmiş bir yüzüktür; kaşın (onun) firuze renkli taşıdır.)
3.10. Lacivert (Laciverd)
Birkaç taşın birleşiminden oluşan lacivert taşı, koyu mavi renkli bir
taştır ve bir renge de ad olmuştur. Şiirlerde çoğunlukla “laciverdî” şeklinde
geçmesinin onun renk anlamıyla tanımlanmasına sebep olduğu
389
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Hz. Muhammed, Hz. Ali, akıl, insan ruhu, ibadetler, insan-ı kâmilin inciyle;
âşığın ağlamaktan kızarmış gözü, kanlı gözyaşı, gönülde oluşan yara,
sevgilinin ağzı ve dudağı, yanağı, şarap ve güneşin yakut, la’l, mercan, akik
gibi kırmızı renkli taşlarla; felek, bahçe, tabiat tasvirleri, sevgilinin yeni
çıkan tüylerinin zümrüt, zebercet, yeşim, firuze gibi yeşil renktekilerle;
sevgilinin kirpikleri, gamzesi, dişi ve âşığın gözyaşlarının elmasla; sevgili,
âşığın sararmış benzi, zayıflamış bedeni, güneş ve ayın kehribarla
ilişkilendirildikleri belirlenmiştir. Bahsi geçen değerli taşlarla ilgili çoğu
yaygın benzetmelerin yanı sıra bazı nadir benzetmelerin de olduğu
tarafımızdan tespit edilmiştir.
Bu çalışma kapsamında yaklaşık 80 divanda yapılan taramalar inci,
la’l, yakut, zümrüt, elmas, firuze, lacivert, mercan, kehribar, zebercetle ilgili
bazı orijinal benzetmelerin olduğunu ortaya koymaktadır. Elmasın rakıyla;
zebercedin kadehle; zümrüdün susam yaprağı, servi ve ankanın yuvasıyla;
mercanın kıvılcım-ateş, hünnap, gaga, pilav, keklik ayağı, göz damarları ve
kayıkla; yakutun sadakat ve karanfil goncasıyla; la’lin karanfil yaprağı,
gaga ve pilavla; incinin külah, ölümsüzlük, tevhit, lala, insan, dua, gam,
mum damlası, zemzem, nefesle; kehribarın gözle; firuzenin kaşla;
laciverdin susam çiçeği ve denizle ilişkilendirildiği nadide benzetmelere
rastlanılmıştır. Bu benzetmelerin az bir kısmına Ahmedî, Zatî, Bakî, Emrî,
Nev’îzade Atayî, Azmizade Haletî ve Nedim gibi öne çıkan şairlerin; çoğu
Revanî, Diyarbakırlı Hâmî, Nehcî, Ravzî, Hecrî, Nazmî, Gelibolulu Mustafa
Âlî, Vahyî, Bursalı Rahmî, Arpaeminîzade Mustafa Sami, Pertev, Ahmet
Namî, Vusulî, Beyanî ve Lâzikîzâde Feyzullah Nâfiz gibi döneminde diğer
şairler kadar şöhret bulmamış şairlerin şiirlerinde yer verildiği
görülmektedir. Buradan hareketle yaşadıkları yüzyıllarda şöhret bulmuş
şairler yanında değerli taşlarla ilgili benzetmeler bakımından değişiklik
arayan ve bu arayışların divan şiirini estetik olarak güzelleştirmesi için çaba
harcayan şairlerin de olduğu söylenebilir.
KAYNAKÇA
Akar, F. (2019). Azmizade Haleti Mustafa Haleti Divanında Değerli Taşlar. Karadeniz
Teknik Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitirme Tezi.
Argunşah, M. (2012). Muhammed b. Mahmûd-ı Şirvânî Tuhfe-i Murâdî, İnceleme-
Metin-Dizin. Ankara: TDK Yay.
Demir, R. ve Kılıç, M. (2003). Cevâhirnâmeler ve Osmanlılar Dönemi’nde Yazılmış İki
Cevâhirnâme, Ankara Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama
Merkezi Dergisi (OTAM), Sayı 14, Ankara, ss. 2-42.
Erdem, H. (2019). Zâtî Divanı’nda Değerli Taşlar. Karadeniz Teknik Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitirme Tezi.
391
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/58695,gelibolulu-mustafa-ali-
divanipdf.pdf?0 adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-18: Taş, H. (2017). Vahyî [ö. 1660/1718] Dîvân. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/55745,vahyi-divanipdf.pdf?0adresinden
28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-19: Erdoğan, M. (2017). Bursalı Rahmî ve Dîvânı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/55910,bursali-rahmi-divanipdf.pdf?0
adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-20: Kutlar Oğuz, F. S. (2017). Arpaemîni-zâde Mustafâ Sâmî Dîvân. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/56084,arpaeminizade-mustafa-sami-
divanipdf.pdf?0 adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-21: Karaköse, S. (2017). Nev’î-zâde Atâyî Dîvânı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/55734,nevi-zade-atayi-divanipdf.pdf?0
adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-22: Aydemir, Y. (2017). Ravzî Divanı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/56190,ravzi-divanipdf.pdf?0 adresinden
28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-23: Akkuş, M. (2018). Nefi Divanı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/57741,nefi-divanipdf.pdf?0 adresinden 28
Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-24: Aydemir, Y. (2017). Ravzî Divanı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/56190,ravzi-divanipdf.pdf?0 adresinden
28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-25: Aydemir, Y. (2017). Ravzî Divanı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/56190,ravzi-divanipdf.pdf?0 adresinden
28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-26: Bektaş, E. (2017). Muvakkit-zâde Muhammed Pertev Dîvânı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/55973,pertev-divanipdf.pdf?0 adresinden
28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-27: Taş, H. (2010). Vusûlî [ö. 1000/1592] Dîvân [İnceleme-Metin-Çeviri-
Açıklamalar-Dizin. Ankara. https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10660,vusuli-
divanipdf.pdf?0 adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-28: Yenikale, A. (2017). Ahmed Nâmî Dîvanı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/56192,ahmed-nami-divanipdf.pdf?0
adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-29: Küçük, S.(?). Bâkî Dîvânı. Ankara.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10596,bakidivanisabahattinkucukpdf.pdf?
0 adresinden 28 Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
URL-30: Başpınar, F. (?). Beyânî [ö. 1075/1664-5] Dîvân İnceleme-Metin A. ?.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10598,beyani-apdf.pdf?0 adresinden 28
Ağustos 2019 tarihinde alınmıştır.
394
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: İnsanlar yüzyıllar boyunca doğal veya dolaylı birtakım afetlere maruz kalmış,
bunların sonucunda maddi ve manevi kayıplara uğramıştır. İstanbul şehri de
kurulduğu günden bu yana gerek konumu ve coğrafyası gerekse barındırdığı nüfus
ve tarihî altyapısı bakımından bu afetlerin en çok etkilediği illerden biri olagelmiştir.
Arşiv kayıtları ve kroniklerden elde edilen veriler XVII. yüzyılda İstanbul halkının
birçok afetle baş etmek durumunda kaldığını göstermektedir. Bu dönemde, Küçük
Buzul Çağı’nın etkisi ile zuhur eden çetin kış şartları İstanbul Boğazı ve Haliç’in
donmasına yol açmış, ekonomik ve siyasi koşullardan ötürü belirli aralıklarla kıtlık
peyda olmuş, İstanbul’un büyük bir bölümünü etkisi altına alan birçok yangın
çıkmış, meydana gelen depremler ile can ve mal kayıpları yaşanmış, salgın
hastalıklar baş göstermiştir.
Divan şairlerinin yaşadıkları dönemin siyasi, sosyal ve gündelik olaylarına kayıtsız
kalmadıkları gibi bunları latif bir biçimde nazma döktükleri defalarca ortaya
konulmuştur. XVII. yüzyıl şairleri ve devrin kronik yazarları da yaşanan afetleri
eserlerine aksettirerek halkın çektiği sıkıntıları ve bunlarla baş etme biçimlerini
gözler önüne sermiştir. Bu çalışmada, XVII. yüzyılda meydana gelen afetlerin divan
şairlerinin eserlerine nasıl yansıdığı örneklerle ortaya konulmaya çalışılacak ve
divan şiirinin reel hayatla olan bağı perçinlenecektir.
Anahtar Kelimeler: Divan şiiri, XVII. yüzyıl, İstanbul, afet.
ABSTRACT: For centuries, people have been exposed to natural or indirect disasters,
resulting in material and spiritual losses. Since the day it was founded, Istanbul has
been one of the most affected by these disasters both in terms of its location and
geography, its population and its historical infrastructure. According to archive
records and data obtained from chronicles, the people of Istanbul had to cope with
many disasters in the 17ᵗʰ century. During this period, harsh winter conditions that
emerged with the influence of the Little Glacial Age caused the Bosphorus and the
Golden Horn to freeze, because of economic and political conditions, famine
occurred periodically, many fires that affected a large part of Istanbul occurred,
earthquakes cause loss of life and property, epidemics have emerged.
It has been repeatedly demonstrated that the Divan poets didn’t remain indifferent
to the political, social and daily events of the period in which they lived, and that
396
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
they poured them in a good way. 17ᵗʰ century poets and chronic writers of the time
also reflected the disasters experienced in their works, revealing the problems of
the people and their ways of dealing with them. In this study, 17 ᵗʰ century disasters
rebounded in the works of Divan poets will be presented with examples of how it is
reflected and the connection of Divan poetry with real life will be reinforced.
Keywords: Divan poetry, 17ᵗʰ century, Istanbul, disaster.
Giriş
Büyük imparatorluklara ev sahipliği yapmış olan İstanbul, stratejik
konumunun yanı sıra barındırdığı nüfus ve sahip olduğu tarihî miras
bakımından da mühim bir şehirdir. Bundan yüzyıllar öncesinde
topraklarında hüküm süren imparatorlukların dahi daima gözdesi olmuştur.
Öte yandan Kuzey Anadolu Fay Hattı’na yakınlığı, mevsim koşullarında
yaşanan büyük değişimler, coğrafi konumunun ve nüfusunun bazı
durumlarda dezavantaja dönüşmesi, İstanbul’un meydana gelen
afetlerden etkilenmesini kaçınılmaz kılmıştır.
XVII. yüzyılda İstanbul birçok afetle karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan
ilki Küçük Buzul Çağı’nın etkisi ile ortaya çıkan şiddetli sıcak ve soğuklardır.
Kışın sert geçmesi ve yoğun kar yağışları don vakalarına sebep olmuş, gıda
tedariki hususunda sıkıntı yaşayan İstanbul halkı sadece soğukla değil kıtlık
ve darlık ile de baş etmek durumunda kalmıştır. Soğukların etkisini yitirip
karların erimesi İstanbulluları bu kez de sel felaketiyle karşı karşıya
bırakmış, halk salgın hastalıklardan nasibini almıştır. Sel sularının ve bunun
neden olduğu çevre kirliliğinin etkisiyle peyda olan bulaşıcı hastalıklar, pek
çok insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra şiddetli
dolu yağışı, kasırga ve fırtınalar da şehrin tarihî yapılarına zarar vermiştir.
Yaz dönemlerinde aşırı sıcakların ortaya çıkışı ile başlayan kuraklık ise zirai
üretimi sekteye uğratmış, özellikle buğday ürünlerinde kıtlıklar meydana
gelmiştir. İstanbul’u bu dönemde en büyük tahribata uğratan afetler
yangınlardır. Meydana gelen otuz yangından altısının şehrin büyük
bölümünü etkisi altına aldığı görülmektedir. Deprem esnasındaki
güvenilirliği ve maliyetinin düşüklüğü dolayısıyla tercih edilen ahşap evler
yangınların en büyük müsebbibi olmuştur. Evlerin bitişik konumlanması
yangının yayılmasını kolaylaştırırken sokakların darlığı, su sıkıntısı ve
yangına müdahale edebilecek müstakil bir teşkilatın bulunmayışı da
kontrol altına alınmasını güçleştirmiştir. Kaynaklardaki veriler İstanbul’un
on dört deprem atlattığını, bunlardan dördünün bilançosunun oldukça ağır
olduğunu göstermektedir. Bu depremlerde binalar, surlar ve birçok tarihî
397
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
yapı yerle bir olmuş, çok sayıda insan can vermiştir. Özellikle kış
dönemlerinde meydana gelen depremler esnasında çıkan yangınlar
yaşanan afetlerin boyutunu artırmıştır. XVII. yüzyılda birçok milletin karşı
karşıya kaldığı veba hastalığı, İstanbul’u da etkisi altına almıştır.
Kaynaklarda I. Ahmed’in çiçek hastalığı geçirmesi dışında herhangi bir
bulaşıcı hastalığa rastlanmamış, veba salgınının ise halka zorlu günler
yaşattığı görülmüştür. İnsanların vücudunda koyu renk lekeler
oluşmasından ve çok sayıda can almasından ötürü kara ölüm adıyla bilinen
veba, bu yüzyılda dört büyük salgına neden olmuştur. Yüzyılın bir diğer afeti
ise kıtlıktır. Çoğunlukla başka bir afetin tetiklemesiyle ortaya çıkan kıtlıklar,
gıda ürünlerinin temin edilmemesinin yanı sıra pahalılığın ve
karaborsacılığın baş göstermesiyle halkı daha da zora sokmuştur. Bu
süreçlerin yakın bölgelerden ürün temin edilmesi yoluyla aşılmaya
çalışıldığı görülmektedir.
Bu çalışmanın ilk aşamasında, XVII. yüzyıl divan şairlerine ait yüz beş
adet divan taranmış, devrin kronik yazarlarının eserleri gözden geçirilerek
elde edilen veriler fişlenmiştir. AFAD ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
arşiv vesikalarından yola çıkarak İstanbul’da yaşanan afetler üzerine
hazırlamış oldukları eserler incelenmiş, tüm bu kaynaklardan elde edilen
veriler tasnif edilmiştir. Devrin afet takvimi kronolojik olarak sıralanarak
tablo şeklinde sunulmuştur. Akabinde, taranan kaynaklarda bahsi geçen
afetler önemi ve büyüklüğü gözetilerek ayrı ayrı ele alınmaya çalışılmıştır.
Böylelikle, divan edebiyatının reel hayat ile ilişkisinin ispatı sağlanmış ve bu
bağlamda yürütülen çalışmaların önemi bir kez daha ortaya konulmuştur.
Tablo-1: XVII. Yüzyılda İstanbul’da Meydana Gelen Afetler*
*
Tabloda yer alan bilgiler, Osmanlı arşiv belgeleri ışığında İstanbul’da meydana afetler
üzerine yapılan çalışmalar ile devrin kroniklerinin göstermiş olduğu verilerin bir araya
getirilmesi ile oluşturulmuş, faydalanılan kaynaklar çalışmanın bibliyografya kısmında
gösterilmiştir.
398
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1633 Deprem
Kaynaklarda Tâ’un-ı ekber olarak geçen büyük veba
1637 Salgın
salgını olmuştur.
1640 Kasırga
Mayıs 1640 Yangın Galata İskelesi’nde çıkan yangındır.
31 Ağustos
Yangın Mum imalathanesinde çıkan Balat yangınıdır.
1640
1641 Deprem
2 Ocak 1642 Deprem Aynı yıl iki deprem yaşanmıştır.
26 Haziran Darphane civarında bir dükkândan çıkan Bayezit
Yangın
1645 yangınıdır.
1646 Deprem
28 Haziran
Deprem Şiddetli olduğu bilinir.
1648
20 Aralık
Yangın Esir Hanı’nda çıkan yangındır.
1652
16 Mayıs 1653 Yangın Odunkapısı’nda bir evde meydana gelen yangındır.
1655 Salgın Şiddetli veba salgını baş göstermiştir.
1655 Çetin Kış Her taraf buz tutmuş, insanlar evlerinde çıkamamıştır.
1655 Deprem İstanbul’da aynı yıl iki deprem olduğu görülmektedir.
1657 Çetin Kış Edirne ve çevresini etkileyen kışta Haliç donmuştur.
6 Şubat 1659 Deprem Şiddetli
Mayıs- Çıkan yangında Galata ve Karaköy’ün dörtte üçü
Yangın
Haziran 1660 yanmıştır.
24 Temmuz Haliç Ayazma’da bir dükkânda çıkan büyük İstanbul
Yangın
1660 yangınıdır.
1660 Deprem
Veba salgınında Sadrazam Melek Ahmed Paşa vefat
1662 Salgın
etmiştir.
24 Temmuz Cariyenin kundaklaması sonucu Topkapı Sarayı’nda
Yangın
1665 çıkan yangındır.
1669 Çetin Kış Kar ve buzun hüküm sürdüğü şiddetli bir kış yaşanmıştır.
1672 Çetin Kış Aşırı soğukların yaşandığı şiddetli kış dönemidir.
1672 Deprem
4 Şubat 1673 Yangın Valide Hanı’nda çıkan yangındır.
Haziran 1675 Dolu Şiddetli dolu yağışıyla kandiller yıkılmıştır.
Nisan 1677 Yangın Tersane bahçesindeki köşkte çıkan yangın
Nisan 1679 Yangın Fener Kapısı civarında çıkan yangındır.
Mart 1680 Yangın Mahmutpaşa çarşısında çıkan yangındır.
Ekim 1681 Yangın Galata Kürkçü Kapısı’nda meydana gelen yangındır.
1683 Yangın Tavşantaşı’nda bir evde çıkan yangındır.
Mart 1683 Yangın Galata’daki Kurşunlu Mahzeninde çıkan yangındır.
Nisan 1683 Yangın Odunkapısı’nda çıkan yangındır.
1685 Çetin Kış
8 Ağustos
Yangın Eski Saray’a yakın bir evde çıkan yangındır.
1687
Eski Saray’da baltacı ve aşçıların ölüm tehlikesi
11 Eylül 1687 Yangın
geçirdikleri yangındır.
399
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
dirhem ekmek bir akçaya ve unun vakıyyesi on beşe satılup buz çözülüp
gemiler gelince terakkîde oldı (Aycibin, 2016: 525).
Sonuç ve Değerlendirme
Yapılan taramalar sonucunda İstanbul’un XVII. yüzyılda otuz yangın,
on dört deprem, dört veba salgını, bir kasırga, bir fırtına ve bir sel afeti ile
karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra, Küçük Buzul Çağı’nın
etkisi ile yüzyıl boyunca sekiz farklı yılda çok sert geçen kışlar yaşandığı
görülmektedir. Tüm bu afetler, İstanbul’un nüfusu ve konumu dolayısıyla
önemli boyutta can ve mal kayıplarına neden olmuş, şehrin tarihî dokusuna
zarar vermiştir. Divan şairleri ve devrin kronik yazarları yaşanan bu afetleri
eserlerinde detaylı bir şekilde ele almış, yaşanan afetlerin boyutlarını
gözler önüne sermiş ve adeta gözümüzde canlandırmışlardır.
Divan şairleri uzun yıllar boyunca halktan ve gerçeklikten kopuk
olmak, yaşadıkları devrin sosyal ve gündelik olaylarına mesafeli durmakla
itham edilmişlerdir. Son yıllarda yapılan çalışmalar bu önyargıyı kırmış,
hatta kaleme alınan manzumelerin dönem hakkında önemli bilgiler
barındırmakta olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Bu çalışma da divan
edebiyatının reel hayatla bağlantısının bir örneği ve kanıtı niteliğindedir.
KAYNAKÇA
Aycibin, Z. (2016). Kâtib Çelebi Fezleke [Osmanlı Tarihi (1000-1065/1591-1655)].
İstanbul: Çamlıca Yayınları, C. II.
Bulan, A. (1993). Hâşimî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Dîvânı’nın Tenkidli Metni , Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.
Cezar, M. (1963). Osmanlı Döneminde İstanbul Yapılarında Tahribat Yapan
Yangınlar ve Tabii Âfetler. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Türk San’atı
Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, C.I, s. 327-414.
Dönmez Parlak, B. (2006). Eğirdirli Şeyh Mehmed Efendi’nin Divanı’nın İncelenmesi.
İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul.
Editör: Öztürk S.. (2009). Afetlerin Gölgesinde İstanbul: Tarih Boyunca İstanbul ve
Çevresini Etkileyen Afetler. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları.
Karademir, Z. (2017). İmpratorluğun Açlıkla İmtihanı: Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar
(1560/1660). İstanbul: Kitap Yayınevi.
Kılıç, O. (2002). Osmanlı Devletinde Meydana Gelen Kıtlıklar. Türkler, C. 10, s. 718-
730.
Kuzucu, K. (1999). Osmanlı Başkentinde Büyük Yangınlar ve Toplumsal Etkileri.
Osmanlı, C 5, Ankara, s. 687-699.
409
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Okatan, H. İ. (1995). Kâfzâde Fâ’izî Hayatı, Eserleri, Sanatı - Tenkitli Divan Metni.
Basılmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Özcan A. ve diğ. (2013). Târih-i Râşid ve Zeyli (1071-1115 / 1660-1703). İstanbul:
Klasik Yayınları, C. I.
Ürekli, F. (2010). Osmanlı Döneminde İstanbul’da Meydana Gelen Âfetlere İlişkin
Literatür. TALİD, İstanbul, C. 8, S. 16, s. 101-130.
Varlık, N. (2011). “Tâun”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türk
Diyanet Vakfı Yayınları, C.40, s. 175-177.
410
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Türk edebiyatı, günümüze gelinceye kadar pek çok merhaleden geçmiştir.
Coğrafya, din ve tarihi olayların sebep olduğu bu değişim ve gelişim sürecinden en
çok etkilenen unsur, edebiyatın temel malzemesi olan “dil”dir. Söz konusu süreç
neticesinde Türkçeye, Arapça ve Farsçadan birçok kelime ve yapı girmiştir. Bu
yapılardan biri aslı Farsça olan ve Türkçede çoğu zaman fiilimsilerin anlam ve
görevini yüklenen “ki” bağlacıdır. Ancak klasik Türk edebiyatı sahasında yapılan
bazı çalışmalarda “ki” bağlacının cümleye kattığı anlamın fark edilmemesinden
kaynaklanan birtakım noktalama hatalarına rastlanmıştır. Gerçekleştirilen
taramalarda “ki” bağlacıyla kurulan cümlelerin nokta marifetiyle birbirinden
koparıldığı görülmüştür. Bildiride “ki” bağlacının tanımı yapılarak cümle içinde
kazandığı bazı anlamlar aktarılacak; ayrıca tespit edilen hatalar belirtilip doğru
şekillerinin nasıl olması gerektiği açıklanacaktır.
ABSTRACT: Turkish literature has gone through many stages until today.
Geography, religion and historical events caused by this change and development
process is the most affected element, the basic material of literature, "language"
is. As a result of this process, many words and structures from Arabic and Persian
entered into Turkish. One of these structures is the “ki” conjuctioner, whose origin is
Persian, and which often implies the meaning and function of the verbal in Turkish.
However, some studies in the field of classical Turkish literature have found some
punctuation errors due to the lack of realization of the meaning that the “ki”
conjuction adds to the sentence. In the scans performed, it was seen that the
sentences formed with the “ki” conjuction were separated from each other by point.
In the paper, the definition of “ki” conjuction will be made and some of the
meanings that it has gained in the sentence will be explained, in addition, the
detected errors will be mentioned and the correct shape should be explained.
Giriş
Çin içlerinden Orta Avrupa’ya kadar geniş bir alanda varlık gösteren
Türkçe, tarihî süreç boyunca coğrafya, din, tarihî olaylar gibi çeşitli
sebeplerle pek çok dil ile etkileşimde bulunmuştur. Bu etkileşim neticesinde
farklı dillerden az veya çok kelime, deyim hatta cümle yapısı ithal etmiştir.
Bu alışverişin zirve noktalarından biri Osmanlı Türkçesi dönemidir. Dilin bu
devresinde Farsça ve Arapça sözcük, deyim ve cümle yapıları Türkçeye
yerleşmiştir. Dilin doğal gelişiminde yer alan bu etkilenme, sonraki
dönemlerde kimilerince dilin zenginliğine yorulmuş kimilerine göre ise
Türkçenin boyunduruk altında olduğu düşüncesini ortaya çıkarmıştır.
1
https://www.vajehyab.com/?q=%DA%A9%D9%87 (Son erişim tarihi: 11.09.2019)
412
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Ki, yardımcı cümleyi fail, nesne, yer tamlayıcısı, miktar zarfı, yüklem
ismi, sebep, gaye/maksat, tarz, şart, istisna, durum (iken, -arak, … dığı
halde, … dığı gibi) ilgileriyle ana cümleye bağlar; cümleler arasında (da, ve
bağlaçları ve fakat edatı anlamıyla) bağlantı kurar; açıklama işlevi ile iki
nokta (:) yerine kullanılır (Öztürk, 2012: 245-254).
-1-
Şüphesiz hayır ve şerrin ortaya çıktığı yer olan insan sözü, bazen
meziyeti gereği (insanın) diğer hayvanlardan tercih sebebi olur.
-2-
2
Bildirinin amacı, kişi ve eserleri eleştirmek olmadığından yazıda örnek metinlerin
kaynak bilgisi verilmeyecektir.
414
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Dergâhın ağaları yerli yersiz her ne kadar “bu ne kara beladır” deseler,
“kutlu hümanın yuvasına uğursuz karga neden layık görülmüştür” sözünü
söyleseler de fayda etmezdi, onun uğursuzluğundan hiçbiri kurtulamazdı.
-4-
matâli‘ nazmına ikdâm ider imiş. Muharrik râst geldükde tamâm gazel dahi
söyler imiş.
Bir gün bir nigâr-i müşgin-hatt, ki dâne-i hâline müşg-i Hoten demek
hatâ idi ve zülfi reşkinden nâfe-i Tatar’ın rûz-gârı kara idi. Serv-i revân kimi
hırâmân hırâmân ben üftâdesine sâye-i merhamet saldı ve şirin şirin
kelimâtla hâtırım sorup gönlüm aldı.
Bir gün bir nigâr-i müşgin-hatt ki dâne-i hâline müşg-i Hoten demek
hatâ idi ve zülfi reşkinden nâfe-i Tatar’ın rûz-gârı kara idi, serv-i revân kimi
hırâmân hırâmân ben üftâdesine sâye-i merhamet saldı ve şirin şirin
kelimâtla hâtırım sorup gönlüm aldı.
Sonuç
KAYNAKÇA
ERGİN, Muharrem (2009). Türk Dil Bilgisi, İstanbul: Bayrak Basım Yayım Tanıtım.
ÖNLER, Zafer (2007). “Tarihsel Metinlerde kim ve kaçan kim Bağlaçlı Cümle Türü”,
Uluslar Arası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi, C 1, İstanbul: Kültür Üniversitesi
Yayınları, ss. 339-354.
1
Şair, ismi ve memleketi hakkındaki bilgileri divanda bulunan aşağıdaki beyitlerde
vermektedir.
(Mes.2/34) Dâ’i-i devletin Lebîb-i hazîn
Ya’ni ‘Abdu’l-gafûr o ‘abd-i kemîn (Kadıoğlu, 2003: 379)
3
Hattat Âdem-i Âmidî’nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Şevket Beysanoğlu,
Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, C.1, İstanbul, 1957, s. 262.
423
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2. İlmin Önemi
4
Kaplan Üstüner, Lebîb-i Âmidî’nin bu beytini, Refî’in hattat Âdem-i Âmidî’den dersler
aldığı dönemlerde yazdığını belirtmektedir (2001: 276)
424
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4. Tok Gözlülük
5. Dedikodu
6. Hoşgörü
7. Kibir
Şair, Muhammed Emîn’e kibirli olursa kötü huylu iblise bağlı olacağı
ve bu vefasızlık elbisesini iyice düşünmesi gerektiği yönünde uyarıda
bulunmaktadır.
426
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
8. Şairlik
5
Lebîb-i Âmidî divanının 109 (Kadıoğlu, 2003: 457-458) ve 140 (Kadıoğlu, 2003: 476-
477) numaralı gazelleri, Nâbî’nin gazellerine yazılmış nazirelerdir.
6
Refî’ divanının 90 (Aydemir, 1989: 108) ve 180 (Aydemir, 1989: 168-169) numaralı
gazelleri, Nâbî’nin gazellerine yazılmış nazirelerdir.
427
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
7
Refî’nin, Şeyh Gâlib’in eleştirilerine Nâbî’nin yerine cevap vermesini Abdülbâki Gölpınarlı
“fahrî dava vekilliğine girişmek” (1976: 40) olarak yorumlamaktadır.
8
Refî’nin söz konusu 26 numaralı kıt’asının dışında Nâbî’ye duyduğu saygıyı anlatan bir
kıt’ası daha bulunmaktadır:
Degil lâyık egerçi Sâbit ü Nâbîye harf atmak
Tekellüf-nîst der-güftâr-ı rind-i lâübâlî-râ
İki pür-zûr şâ’irle çıkub meydân-ı ma’nâya
Bu kilk-i dü-zebân yek başına söyleşdi bî-pervâ (Aydemir, 1989: 308)
428
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Aydemir, İ. A. (1989). Refî’ Âmidî Dîvânı (Edisyon-Kritik). Uludağ Üniversitesi SBE.
Yüksek Lisans Tezi. Bursa.
Kadıoğlu, İ. (2003). Lebîb-i Âmidî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divânı’nın Tenkitli
Metni. Dicle Üniversitesi SBE Doktora Tezi. Diyarbakır.
Üstüner, K. (2001). “Refî-i Âmidî ve Hüsn ü Aşk’a Nazîre Bir Eseri: Cân u Cânân”.
Gaziantep Üniversitesi SBE Dergisi. 4/1. s. 275-285.
429
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Gece ve gündüz sürelerinin eşit olduğu 21 Mart günü, güneşin Hamel (Koç)
burcuna girdiği ve Türk Dünyası’nda “Yeni Gün/Ergenekon (Nevruz) Bayramı” adı
altında yeni bir yılın kutlandığı yılbaşıdır. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan geceden
başlayarak kutlanan Hıdırellez ise Anadolu halk inançlarına göre, baharın
başlangıcı olarak kabul edilir. Kutlu sayılan bu günlerde Türkler, eğlence ve oyunlar
düzenleyerek yeni günü ve ilkbaharın gelişini karşılarlar. Seyirlik halk oyunları
arasında yer alan spor oyunları, yenme ve yenilme kuralları önceden belirli olan
spor faaliyetleridir. Sportif oyunlar bu özellikleriyle, eğlence amaçlı yapılan
oyunlardan ayrılırlar.
Geleneksel Türk sporlarından olan avcılık, at yarışları, kılıç kullanma, okçuluk ve
güreş, her fırsatta oynanan ata sporlarıdır. Kadın-erkek ayırımı gözetmeden
toplumun tüm fertleri tarafından küçük yaşlardan itibaren öğrenilen bu sporlar,
kişinin sağlıklı yaşamasını desteklemektedir. Atatürk’ün; “Sağlam kafa sağlam
vücutta bulunur” özdeyişinde de belirttiği gibi, savaşta ve barış zamanlarında Türk
toplumu daima sportif faaliyetlerde bulunmuştur. Bu çalışmada, Yeni
Gün/Ergenekon (Nevruz) ve Hıdırellez’in millî bellekte yer alan kültürel temelleri ile
sportif faaliyetlerin sosyolojik mahiyeti değerlendirilecektir.
Çalışmanın amacı, geleneksel Türk sporlarının işlevlerini açıklamak ve önemine
vurgu yapmaktır. Bu bağlamda Türk Dünyası’nda bahar bayramlarında oynanan
sportif oyunlardan Gökbörü, at yarışları, cirit, kılıç kullanma, atıcılık ve güreş sosyo-
kültürel temelleri kapsamında ele alınacaktır. Çalışma yöntemi biyolojik-fizyolojik,
psikolojik ve sosyolojik oyun kuramları bağlamında değerlendirilecektir.
Türklerin kutlamış oldukları mevsimsel bayramlar olan Yeni Gün/Ergenekon
(Nevruz) ve Hıdırellez’de oynanan geleneksel sporlar, Orta Asya’dan Anadolu’ya
taşınmış maddî ve manevî kültür öğelerini içermektedir. Geleneksel Türk sporlarına
ait kültürel öğeler, onun millî yapısını vurgulamaktadır. Bu bağlamda Yeni
Gün/Ergenekon (Nevruz) ve Hıdırellez bayramları, Türk milletinin spora verdiği
önemi gelecek nesillere taşıma işlevlerine sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel Türk Sporları, Yeni Gün/Ergenekon (Nevruz),
Hıdırellez.
430
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ABSTRACT: On the 21st of March, when the day and night periods are equal, the sun
enters Hamel (Aries) and the New Year is celebrated under the name of Ergenekon
in the Turkic World. Hıdırellez, which is celebrated starting from the night of May 5
to May 6, is considered as the beginning of spring according to Anatolian folk
beliefs. Among the popular folk dances, the sport games, the rules of defeat and
defeat are sports activities that are predetermined.
Traditional Turkish sports; hunting, horse racing, using swords, archery and
wrestling are horse sports played at every turn. In this study, the cultural
foundations of New Year/Ergenekon (Nevruz) and Hıdırellez in national memory
and the sociological nature of sportive activities will be evaluated.
The aim of the study is to explain the functions of traditional Turkish sports and to
emphasize its importance. In this context, sportive games played on spring holidays
in the Turkish World; Gökbörü, horse races, javelin, swords, shooting and wrestling
will be covered within the scope of socio-cultural foundations. Study method will
be evaluated in the context of biological-physiological, psychological and
sociological game theories.
The traditional sports that were celebrated by the Turks in New Year/Ergenekon
(Nevruz) and Hıdırellez, which were celebrated by the Turks, included the material
and spiritual culture elements that had moved from Central Asia to Anatolia. The
cultural elements of traditional Turkish sports emphasize its national structure. In
this context, New Year/Ergenekon (Nevruz) and Hıdırellez holidays have the
functions of carrying the importance of Turkish nation to the future generations.
Keywords: Traditional Turkish Sports, New Year/Ergenekon (Nevruz), Hıdırellez.
1. Giriş
Klasik oyun kuramlarında, ilk olarak oyunun hem fazla enerji sonucu
hem de amaçsız yapılan etkinlik olduğu vurgulanmış; daha sonra oyunun
kökleşmiş ırksal alışkanlıkları yansıttığı ve işlevlerinin olduğu açıklanmıştır.
432
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Oyun; millî ve dinî bayramların yanı sıra toylarda, söz kesme ve nişan
törenlerinde de oynanmaktadır. Oyunda kız, atın en iyisini seçme hakkına
sahiptir. Kız, yarış mesafesinde damat adayından 10-15 metre önde durur,
duadan sonra yarışın başlangıç işareti verilirdi. 150 metrelik mesafeyi
kapsayan yarışta, son 20-25 metreye varmadan damat adayının kızı
yakalaması gerekir. Eğer bu mesafede erkek kıza yetişirse, at sırtında
eğilerek 3 kez kızı öper ve nişan gerçekleşir.
1
XV. Yüzyıldan itibaren özellikle At Meydanı’nda yarışan iki cirit takımı, sportif
faaliyetlerin de merkezi olmuştur. Lahanacılar ve Bamyacılar. Sultanahmet
Meydanı’nda yarışan bu iki takım, Osmanlı Devleti’nin en büyük ve köklü takımlarıdır.
Lahanacılar: padişah Çelebi Mehmet tarafından Merzifon’da kurulmuştur. Takımın adı
Merzifon’un meşhur lahanalarından gelmektedir. Karşı takım “Bamyacılar” ise; Sultan II.
Murat tarafından Amasya’da kurulmuştur. Bu takım da adını benzer sebeple Amasya
bamyasından almıştır. Lahanaspor takımı yeşil, Bamyaspor ise kırmızı kadife elbise
giyerdi. XV. yüzyıl başlarından XIX. yüzyıl ortalarına kadar varlığını sürdüren bu takımların
oynadığı cirit oyunu, kendisi de iyi bir cirit oyuncusu olan II. Mahmut tarafından
Tanzimat’tan hemen sonra yasaklanmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. (Tüzün 2010: 50-55).
436
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kırım lehçesinde adı “küreş” olan kuşak güreşi ise, geleneksel olarak
“tepreş” denilen bahar eğlencelerinde yapılmaktadır. Kuşak güreşinin
kendine has özellikleri vardır. Bu güreşte pehlivanlar soyunmazlar; yalnız
ceketlerini ve ayakkabılarını çıkarırlar, bellerine kuşak bağlarlar. Kuşak
güreşi Anadolu’ya göç eden Kırım Tatarları tarafından getirilmiş olup
“Hıdırellez, tepreç, harman, toy tüşkende” yapılmaktadır.
Sopa veya tahta kılıç ile talim, çok eski devirlerden itibaren her
milletin tarihinde vardır. Türkler, Osmanlılar zamanında sopa ile kılıç
sanatını oyun haline dönüştürmüşler ve bu sanatı sipahisinden yeniçerisine
tüm savaşçı unsurlarda asırlarca kullanmışlardır. Matrak adı verilen
oyunda kullanılan araçlar değnek, sopa veya talimci şişidir. Matrak
oyununda amaç, eldeki matrak sopası ile rakibin kafasına vurmaktır.
Karşıdan, yukarıdan aşağı, sağ veya sol yandan, vücut dönüşleri ile arkadan
gelen darbeler kalkan görevi gören yastıklarla önlenirdi. Hakemlik yapan
çavuşlar, darbenin sayısına, şiddet ve etkisine göre puanlayarak, mağlup
ve galipleri ilan ederlerdi. Matrak, Kanuni Sultan Süleyman zamanında son
derece yaygınlaşmış ve saraya da girmiştir. 1529 yılında yapılan büyük
şölende, devrin en meşhur matrakçısı olan Nasuh, bu oyunun tüm
inceliklerini sergilemiştir.
3. Değerlendirme ve Sonuç
KAYNAKÇA
Ahioğlu, E. N. (1999). Sembolik Oyunun 4 Yaş Çocuklarının Dil Kazanımına Etkisi .
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Eğitimde Psikolojik Hizmetler (Eğitimin Psikolojik
Temelleri) ABD.
Bang, W. – Rahmeti, G. R. (1936). Oğuz Kağan Destanı. İstanbul: Burhaneddin
Basımevi.
Canpolat, M.-Demiray, K.-Tezcan, S. vd. (1983). Türkçe Sözlük. C.1, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Erkal, M. (1986). Sosyolojik Açıdan Spor. Ankara: T.C. Millî Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı Yayınları.
Güven, Ö. (1992). Türklerde Spor Kültürü. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
440
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Huizinga, J. (2013). Homo Ludens (Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme).
(Mehmet Ali Kılıçbay, Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Karahüseyinoğlu, M. F. (2007). Küreselleşme ve Geleneksel Türk Sporları.
Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Beden Eğitimi ve Spor ABD.
Öztek, İ. (2011). Bilimsel Kuraş. Hatay-Antakya: Antakya Belediyesi Kültür Yayınları.
Tüzün, A. (2010). Türk Dünyasında Ortak Sporlar. Ankara: T.C. Başbakanlık Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü Yayınları.
Uyanıker, N. (2019). Türklerde Güreş Kültürü ve Kırkpınar Güreşleri. Ankara: Gece
Akademi Yayınları.
441
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Günümüzde büyük bir kısmı Hristiyan olan Çuvaşlar, geleneksel düşünce ve
yaşayış biçimlerini 20. yüzyılın başlarına kadar büyük oranda korumuşlardır.
Özellikle, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında derlenmiş olan Çuvaş inanış ve
anlatılarında bütünlüklü bir dünya görüşünün yansımalarına rastlanmaktadır. Söz
konusu kültür verimlerine göre Çuvaşların, insanı doğayla özdeş bir varlık olarak
görmeye çalıştığı ve toplumun bir parçası olarak tanımladığı anlaşılmaktadır.
Çuvaşların kültür/kültürlenme hakkındaki düşünceleri ve toplumsal yapıları da bu
doğrultuda şekillenmiştir. Bildiride Çuvaşların; dil, din, evlilik kurumu, törenler,
toprağın işlenmesi, saban ve orak gibi tarım aletleri, alkollü içecekler, keten, müzik
aletleri gibi kültürel kurum ve nesnelerin ortaya çıkışı etrafında teşekkül etmiş
anlatıları incelenecektir. Bu tür anlatılarda Çuvaşların hem toplumsal yapısı ve
“öteki” algısı, hem de kültüre dair düşünceleri ortaya çıkmaktadır. Çuvaşlar söz
konusu anlatılarda kendilerini, “öteki” olarak gördükleri, dil ve din bakımından farklı
olan komşuları Ruslar ve Tatarlara kıyasla tanımlamaktadırlar. Bütün kültürel
kurumları ve nesneleri ise doğadan kopuşu simgeledikleri ve aynı zamanda üretimle
ilgili oldukları için alt dünya ve Şeytan (Şuyttan) ile ilişkilendirmektedirler.
Anahtar Kelimeler: Çuvaşlar, kültür mitleri, dünya görüşü.
ABSTRACT: Chuvashes, who are mostly Christians at the present time, preserved
their traditional way of thinking and living until the beginning of the 20th century.
In particular, the reflections of an integrated worldview are seen in the Chuvash
beliefs and narratives compiled in the late 19th and early 20th centuries. According
to the cultural datas, it is understood that Chuvashes tryied to see human being as
an entity identical to nature and define it as a part of society. The thoughts and
social structures of Chuvashes about culture / acculturation were also shaped in
this direction. In the paper, Chuvash narratives, which are arised from emergence
of languages, religions, marriage institution, ceremonies, cultivation of soil, plow
and sickle such as agricultural tools, alcoholic beverages, flax, musical
instruments, will be examined. In such narratives, both the social structure and
perception of the “other” and the thoughts about the culture of Chuvashes are
seen. The Chuvashes describe themselves in these narratives by comparing
themselves to the Russians and Tatars, their neighbors, seen as “others” who differ
in terms of language and religion. All cultural institutions and properties relate to
the underworld and the Devil (Shuyttan), as they symbolize the rupture from nature
and are also related to production.
Keywords: Chuvashes, culture myths, worldview.
442
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
1
William F. McCants, kültür mitleri kavramlaştırmasını, aynı adı taşıyan eserinde
“sanatların ve bilimlerin kökenlerine ilişkin mitler” anlamında kullanır ve Yunan, Roma,
Arap-İslam medeniyetlerinin ortaya koyduğu kültür mitleri temelinde “öğrenilen,
insanlığın doğayla ilişkisini değiştiren ve genellikle girift kentsel toplumlarla
ilişkilendirilen disiplinler” olarak kabul ettiği sanatlar ve bilimlerin kökenine dair söz
konusu medeniyetlere ait düşünceleri ele alarak yorumlar. Bk. McCants 2012. Burada
Çuvaşların incelememize konu olan anlatıları ve bu anlatıların içerikleri, McCants’ın
kavramlaştırma ve tanımlamalarıyla uygunluk göstermektedir. Ancak McCants’ın
incelediği kültür mitleriyle incelememize esas olan mitler her ne kadar özünde bir olsa
da yaratıcıları bakımından önemli farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar, içeriği değiştirdiği
gibi yaklaşımı da değiştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz geleneksel
Çuvaş toplumu ile Yunan, Roma ve Arap-İslam medeniyetlerinin toplumsal yapıları ve
dünya görüşleri birbirinden son derece farklıdır. Bu nedenle McCants incelediği mitlere,
söz konusu medeniyetlerin kendi içinde –elit gruplar- ve birbiriyle olan rekabetini
443
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
yansıtan kültür görüşleri olarak yaklaşmıştır. Çuvaşların kültür mitleri ise kendini
doğayla özdeş gören bir toplumun ancak “ben/biz” ve “öteki” tanımlamalarını
yapacak ölçüde bir rekabeti yansıtmaktadır. Dolayısıyla kültürün kökeniyle ilgili
görüşlerde de insan ve doğa özdeşliği fikri başat rol oynamaktadır. Her ne kadar
McCants’ın “girift kentsel toplumlar” nitelendirmesine uygun olmasa da geleneksel
Çuvaş toplumunun da –başka geleneksel toplumların olduğu gibi- farklı biçim ya da
seviyelerde “bilimler ve sanatlar” başlığı altında değerlendirebileceğimiz teknolojik ve
sanatsal bilgisi mevcuttur. Dolayısıyla Çuvaşların bunların kökeniyle ilgili fikirleri de
vardır. Araştırmacı eserinde dil, din, törenler gibi insanı doğadan ayrıştıran kültürel
kurum ve olguları da ele almış olsa bunları “bilimler ve sanatlar” başlığı altına
sığdırmanın mümkün olmadığı açıktır. Bu nedenle kültür mitleri adlandırmasının insanı
insan kılan, onu doğadan farklılaştıran bütün olguların –kültürün- kökenine dair
anlatılar olarak tanımlanmasını, onların sosyolojik herhangi bir yapıyla –kentsel ve
kırsal gibi- sınırlandırılmamasını ve her topluluğun kültür mitlerini yaratıcılarının tarihî
ve sosyo-kültürel yapısına uygun bir şekilde incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
444
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Açıklamaya çalıştığımız konuyu bir anlatıyla somutlaştırabiliriz. 1913 tarihli bir anlatıya
göre ilk insanı Turĭ balçıktan yapmış, onun içine ruh üflemeden önce Turĭ, bir yere
gitmek zorunda kalmış [farklı anlatılarda ruh getirmeye gittiği ifade edilmektedir]. O
zaman henüz yeni yapmış olduğu vücudun yanına köpeği çağırmış ve gövdeyi
korumakla görevlendirmiş, kendisi de aceleyle bir yere gitmiş. Turĭ gidince köpek de
vücudun yanından uzaklaşmış. İnsan vücudunun yanında ne Turĭ ne de köpeğin
olmadığı bir vakitte usal gelmiş ve Turĭ’nın henüz yeni yaptığı vücuda, burnuyla salya
sümük sürerek kirletmiş. Usal kirletip gittikten sonra Turĭ gittiği yerden geri dönmüş.
Bakmış ki vücut tamamen salya sümük içinde, bakılacak gibi değil. O zaman Turĭ bu
kirli vücudu almış ve tersine çevirmiş. Turĭ böyle tersine çevirince gövdenin üzerindeki
bütün pislikler insanın içinde kalmış, gövdenin temiz kalan içi, dışarıda kalmış. İşte
böyle daha iyi bir vücut meydana gelince Turĭ, içine ruh vermiş. Ruh verince insan
yürümeye başlamış, ancak içinden sürekli sümük akıyormuş. Bu yüzden bugün de
insanın içinden gece gündüz pislik akar, her ne kadar dışına bakınca temiz olsa da. Turĭ,
insan vücudunu gözetmesi için emir verdiği köpeği, sözünü dinlemediğinden sefillik
çekenlerden kılmış. Köpeğin başında beklemediği için kirlenen gövdeden meydana
gelen insan, o köpeğe bugün de türlü acılar çektirir; vurur, evden kovar, aç bırakır, mal-
mülk toplayanlara satar ya da başka türlü sefillikler yaşatır. Bu yüzden her ne şekilde
olsun Turĭ, sözünü dinlenmeyenlere acı çektirir (MLH, 162-163).
3
“Kudüs Dağı” anlamına gelen bu adlandırma, İncil’de adı, Hz. İsa ile birlikte sıkça anılan
Kudüs’teki Zeytin Dağı’na işaret ediyor olmalıdır. Bk. KM, 1224, 1230, 1262 vd.
445
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Çocuğun biyolojik ihtiyaçlarının karşılandığı ve yaşadığı toplumsal çevreye
uyarlanması için gereken kültür kodlarının –normlar ve kuralların- öğrenildiği yer, aile
birimidir. Yavrunun uzun süreli bakımı boyunca hayatını sürdürmesi için gerekli üretim
etkinliğinden uzaklaşacak kadının ve yavrunun bakımını ve korunmasını temin edecek
uzun süreli bir kadın-erkek ilişkisinin kurulması, bu sırada cinsel rekabetin önlenmesi,
insan türünün ayakta kalmasının temel koşulları hâline gelmiştir (Emiroğlu-Aydın
2009: 20; Yolcu 2014: 134-135)). Ailenin kökeni ve gelişimi hakkındaki kültür
kuramlarının ve bu bağlamda “Türk ailesi”nin geniş bir şekilde tartışıldığı bir çalışma
için bk. Yolcu 2014. Türk kültür mitleri bağlamında evlilik kurumunun ortaya çıkışıyla
ilgili düşüncelerin tartışıldığı bir çalışma için bk. Aça 2018.
447
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Bir başka ifadeyle evlilik denilen kültürel kurum, doğadan kopuşla birlikte
gelen sorumluluklar ve cennetin kaybedilmesi anlamına gelmektedir.
5
Kuran’da geçen kıssaya göre Hz. Havva’nın yirmi batında –biri erkek biri kız olmak-
doğurduğu kırk çocuk, her batındaki erkeğin diğer bir batındaki kızla evlenmesiyle
çoğalmıştır. Sonrasında Hâbil ve Kâbil olayı gerçekleşmiştir (KK, Ahzap 33/72). “Kâbil
ile ikizinin cennette, Hâbil ile ikizinin yeryüzünde doğdukları, iki kızdan daha güzel olanı
hangisinin alacağını tespit için kurban takdim ettikleri… şeklindeki rivayetler Tevrat
tefsirlerinde de yer almaktadır” (Harman 1996: 377).
448
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
sırada o Pir şti gelip adamın elini tutarak şöyle demiş: “Oğluna dokunma.
Tanrı seni sadece sınadığı için böyle yaptı, tam şurada bir beyaz altın
boynuzlu koç var, onu kurban olarak sun!”. İhtiyar adam şöyle demiş: “O
bana kendini tutturmaz”. Pir şti: “O sana kendini tutturur, sen onu üstüne su
serp ve kesip pişir, etini yeme, derisine sararak toprağı kazıp göm, çorbasını
için!” demiş. İhtiyar, Pir şti’nin dediği gibi yapmış, oğlu da kendine kalmış.
Hayvan kurban edilmesi bundan sonra başlamış. Şimdi de hayvan kurbanı
için: “Turĭ böyle buyurdu, onu terk etmek olmaz” derler ve gerçekten büyük
bir memnuniyetle kurban sunarlar (MLH, 168-169).
Bu şarkıyı işiten köy halkı kızıl yarın kıyısına gelir ve kızların dediklerini
yapar. Kızıl öküz kurban edip tabakla kurban pidesi getirirler. Orada ilk kez
toplu hâlde ibadet ederler. Bu törene de uçük [uyçük : tarla kurbanı] adını
verirler. Böylece kızların gemisi girdaptan kurtulup yoluna devam eder. O
günden sonra Çuvaşlar her yıl uçük töreni yapmaya başlarlar (MLH, 167-
450
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
168). Söz konusu törenin Kızıl Yar adıyla ilişkilendirilmesi tesadüfi değildir.
Burada H rl ır [Kızıl Yar], nehrin düzlük bir alanda kıvrılarak etrafı sularla
çevrilmiş bir toprak parçası olarak tasvir edilmektedir ki Türk mitolojisin
yerler ve sular (yir-sub), Çuvaş mitolojisinde r-şıv [yer-su] şeklinde
tanımlanan, yukarıda ifade ettiğimiz gibi yatay düzlemde sınırları belirli ve
korunmuş/ kültürleştirilmiş bir mekânı işaret eden vatan/yurt algısının
birebir aynısıdır. Uçuk ise insanı ve toplumu besleyen, canlılığın ve üretimin
kaynağı olan toprağa adanmış bir törendir. Alt dünya ve ona ait varlıklar,
her zaman yeryüzündeki kültürleştirilmiş mekânları istila etme
eğilimindedir. Hasadın verimli olması, alt dünyaya ait unsurların kontrol
altında –yani kendi mekânında- tutulmasına bağlıdır ki bu nedenle dinî
törenler ihdas edilmiştir. Dolayısıyla törenlerin kökeni doğrudan alt
dünyaya dayanmasa da onunla ilişkilidir.
Bir anlatıya göre dünyada sadece yetmiş yedi kişinin olduğu bir
zamanda Turĭ, insanları yüksek bir dağın tepesinde toplayıp şöyle demiş:
“Kime hangi din gerekiyorsa onu kabul etsin!” O zaman Çuvaşların babası
Yarhunkke, “Benimki Çuvaş dini olsun!” demiş. Böylece Çuvaş dini ve dili
meydana gelmiş. Dünyada yetmiş yedi türlü din varmış (MLH, 166). 1992
tarihli bu anlatıya benzer, 1911 tarihli başka bir kayıtta, dünyada sadece üç
çeşit halk ve üç çeşit din olduğuna inanıldığı görülüyor: Çuvaş, Tatar ve Rus
dini. “Çuvaş dini, [zamanın] en başında var olmuştur... Çuvaşlar, ‘Turĭ bizi
böyle yaratmış, böyle konuşmayı öğretmiş’ derler. Turĭ, Çuvaşlara kendi
dini üzerine yaşamasını emretmiş. Rus dinine girmek doğru değilmiş.”
(MLH, 166). Bu iki açıklamada da olguların kökeni benzer bir şekilde
açıklanmaktadır. Ancak geçmişten günümüze doğru yaklaştıkça
Çuvaşların dünyasının da görece büyüdüğü görülmektedir. Eski kayıtta
sadece üç din ve halktan bahsedilirken sonrakinde, mekânın
algılanamayan kısımlarını ifade etmek için kullanılan “yetmiş yedi” sayısı
bir sınır ve simge olarak ortaya konulmaktadır. Yine de birazdan
451
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
6
Dillerin ve milletlerin meydana gelişiyle ilgili olarak Kıtabı Mukaddes’in Yaratılış
bölümünde anlatıldığına göre başlangıçta bütün insanlar aynı dili konuşmaktadır.
İnsanlar yeryüzünde dağılmamak için bir kent kurmaya ve göklere erişen bir kule inşa
ederek yeryüzünde ün salmaya karar verirler. Tanrı, insanların tek bir halk olup aynı dili
konuştukları için bunu başarmalarına bir engel olmadığını düşünerek aşağıya iner ve
insanların dillerini karıştırır. İnsanlar birbirini anlayamadığından Babil adı verilen kentin
ve kulenin yapımı durur ve insanlar yeryüzünün dört bir yanına dağılırlar. Bk. KM: 12.
7
William McCants, bu anlatıyı Yahvist düşüncenin “kültürel ilerlemeye ve şehir
medeniyetine karşı muhalif bir duruş” olarak yorumlar (2012: 39).
8
Kuran’da adı geçen bu peygamber, İncil’de ve İsrailiyat kaynaklarında Hanok ya da
Hanoch olarak geçer. Tevrat’ta adı anılmaz (Hançerlioğlu 1984: 181). Müslüman bir
gökbilimci olan Ebu Ma‘şer MS. 9. yüzyılda yazdığı eserin önsözünde, yaklaşan Nuh
tufanından bütün sanatları kurtaran Yunan tanrısı Hermes’i, Kitabı Mukaddes’teki
Hanok, Kuran’da geçen İdris ve İranlıların kralı Huşeng ile bir tutmaktadır (McCants
2012: 11).
452
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
tepesine, direk yerine haç koymuşlar. Böyle yapınca kırk yıldır bitmeyen
bina birdenbire yükselerek muazzam büyüklüğe ulaşmış. İdris Padişah,
sözünden çıkan ustaları farklı yerlere kovmuş, onlara ana dillerini
konuşmayı yasaklamış. Ustalar istemeden başka diller öğrenmek zorunda
kalmışlar. Bu insanlar birbirine yabancılaşarak yetmiş yedi dil meydana
gelmiş (MLH, 167).
9
Burada ifade edilmese de kastedilen ayakkabı, Çuvaşların ĭpata dedikleri, işlenmiş ağaç
kabuklarından (puşĭt) yapılan çarık benzeri bir giyimdir (Bk. Naumov 2010: 248). Birçok
anlatıda bu ayakkabının giyilmesinin zor ve rahatsız olduğu iması bulunmaktadır.
10
Çĭvaş yĭvaş tet! [Çuvaş, yavaş/sakinmiş] şeklinde bir atasözü bulunmaktadır
(Terent’yeva 2007: 273). Ayrıca Çuvaşların dinî bir kitabı olmamasıyla ilgili anlatıların,
Çuvaşların neden fakir olduğunu açıklayan varyantları da vardır. Bunlardan birine göre
Turĭ’nın en önemli yardımcılarından birisi olan Pül h i, halklara para dağıtmış. Rus ve
Tatar çizmelerini çıkarıp koşarak gitmiş. Pül h i onlara çizme dolusu para vermiş. Çuvaş
ne yapacağını bilemeyip Pül h i’nin önüne dilenci gibi iki avucunu açarak çıkmış. Bu
yüzden Çuvaşlar fakirdir (MLH, 203).
11
r-hut, ineğin midesinin bölümlerinden biri –bir anlamda işkembe- anlamına (Aşmarin
1934b: 255) gelmekle birlikte motamot yüz kağıt/kat/sayfa anlamına da gelebilecek
453
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Görüleceği üzere böyle bir kültür icadı için gerekli olan bilgi aslen
kirpide bulunmakla birlikte bütün anlatılarda kirpi bir sebeple bilgiyi
saklamak ister. Kendisiyle alay edilmesi gibi bir nedene bağlansa da
kirpinin bu bilgiyi saklaması ve insanların onu zor da olsa elde etmesi
bilginin alt dünyayla ilişkili olduğunun bir göstergesidir. Hem üreme hem de
455
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ölümle özdeş olan alt dünya, aynı zamanda bilinmeyen, gizli ve bu nedenle
de korkuya neden olan bir mekândır. Başka bir anlatıda kirpi, sabanın
yapımını Çuvaşlara anlatırken sürekli biçimde, “Ben biliyorum ama
anlatmıyorum!” cümlesini tekrar etmektedir (MLH, 143-144). Bu durum
bize, Korkut Ata’nın ilk kopuzu yapmak için gerekli olan bilgiyi hileyle
cinlerden ve perilerden elde ettiğine dair Başkurt ve Karakalpak
Türklerinden derlenmiş anlatıyı hatırlatmaktadır (Bk. Aça 2000). Kültürel
icatların doğadan kopuş anlamına gelmesinden dolayı alt dünyayla
ilişkilendirilmesi, bu tür bilgilerin insanlar için tehlikeli olduğu düşüncesinin
–en azından icadın kurbanlarla kültürleştirilmesine kadar- doğmasına
neden olmuş olmalıdır. İleride görüleceği üzere orağın bulunması ve
insanların hizmetine girmesi sürecinde Çuvaşların çok fazla kanı
dökülecektir. Çuvaşların büyücülük ve hekimlik gibi niteliklere sahip olan
tuhatmĭş ve yumĭş adını verdikleri şaman benzeri kişiler, sahip oldukları gizli
bilgilerle sıradan insanlardan farklıdırlar ve korkuya neden olurlar.
Bir anlatıya göre insanlar ekini, Turĭ’nın tarlaya bıraktığı pĭşatan12 ile
delip kopararak biçiyorlarmış. İşler bu şekilde çok yavaş ilerliyormuş. Sonra
Turĭ, insanlara eğri meşe dalı vermiş. İnsanlar ona bakarak demirden orak
yapmışlar (MLH, 193). Orakla ilgili diğer varyantlarda açık ya da örtük
şekilde orağı insanlara yine Turĭ verse de orağın amacına uygun bir şekilde
kullanılabilmesi, epeyce “kurban” verildikten sonra gerçekleşebilmektedir.
Bu gruptaki anlatılan en eskisine göre -1901 tarihli- başlangıçta insanlar
yine ekinleri marangozların ve ayakkabı ustalarının kullandığı burgu ya da
biz gibi bir alet olan aptĭri13 ile biçiyorlarmış. Bir gün ekin biçen üç kişi öğle
yemeğine gittiklerinde birisi gelip birkaç deste ekin biçmiş ve orağı desteye
saplayıp gitmiş. İnsanlar geri döndüklerinde orağı görmüşler ve onu insan
yiyen ( ın iyekenni) sanarak yaklaşmaya korkmuşlar. Gidip köydekilere
haber vermişler. Bütün halk toplanmış ama kimse korkudan
yaklaşamıyormuş. Sonunda cesur biri uzaktan bir ip fırlatıp orağa geçirmiş.
Bütün köy halkı birlikte orağı nehre atmaya gitmişler. İnsanların yarısı bir
gemiye binmiş ve orağı İdil’in ortasına atmak için açılmışlar. Bir ipin ucuna
taş, diğer ucuna orağı bağlamışlar. Nehre attıkları taş suda aşağıya doğru
inerken orağın ucu geminin kenarına takılmış. Kayıktaki yüz kişi suya düşüp
boğularak ölmüş. Kıyıdaki insanlar “Burada olsa bütün insanları
öldürecekmiş.” demişler. Sonra nasıl olduysa insanlar bizle biçmeyi bırakıp
orak kullanmaya başlamışlar (MLH, 194).
12
Yakarak delmek için kullanılan biz gibi bir alet (Yegorov 1964: 152).
13
Ağız özellikleri taşıyan bu kelimenin orijinali atĭ [çizme] ve pĭra [burgu] kelimelerinin
birleşimi olan atpĭri şeklindedir (Yegorov 1964: 36). Pĭra, ağaç delmek için kullanılan
aletin adıdır (Naumov 2010: 86).
457
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
yapılan ritüellerin büyük bir kısmının adında biranın (sĭra) geçmesi, -k r sĭri,
h r sır , atan/avtan sĭri, pürten sĭri, surĭm sĭri, vil sĭri, avĭn sĭri- bile bu
durumun çok basit bir göstergesidir. Kışın yapılan törenler ilk k r sĭri [güz
birası] töreninden sonra başlar (Bk. Yefimova vd. 2005). Bu törenlerin ne
anlama geldiğine de kısaca değineceğiz ama önce Çuvaşların geleneksel
birasının (sĭra) ya da genel anlamda alkollü içeceklerin kökeniyle ilgili
anlatıları ele alalım.
Anlatıya göre Muşik adında çok fakir bir insan varmış. Bir gün tarlasını
sürmeye giderken, yanına öğlen yemek için çantasına ekmek koymuş. O,
tarlayı sürerken Şuyttan’ın çocuklarından birisi gelip onun ekmeğini çalmış.
Öğlen olup da adam çantasında ekmeğin olmadığını görünce, “Aldırma,
kimin aldığını Turĭ bilir.” demiş akşama kadar aç çalışmış. Akşam olup da
Şuyttan çocuğu dönünce şuyttanların başı ona ne yaptığını sormuş.
Şuyttanların başı olanları ve Muşik’in verdiği tepkiyi –Turĭ’yı andığını-
öğrenince yavru şuyttanı o adama üç yıl hizmet etmek zorunda bırakmış.
Yavru şuyttan insan kılığına girip bir şekilde Muşik’i razı etmiş ve onun işçisi
olmuş. Yavru şuyttan Muşik için çalışmaya başladıktan sonra at bütün
gücüyle çalışmaya, saban hızla ilerlemeye başlamış ve Muşik üç yıl içinde
zengin olmuş. O zaman yavru şuyttan Müşik’e şöyle demiş: “Haydi herkesi
çağır, içkili eğlence ( şk ) yapalım!”. Yavru şuyttan şerbetçiotu getirip
mayalandırmış ve bira yapmış. Bütün dostları ve akrabalar toplanıp sıcak
bira içmiş. O zamana kadar bira içmemiş olan insanlar sarhoş olmuşlar.
Daha sonra herkes kendisi için bira yapmaya başlamış (MLH, 197).
insan yapayım, herkes elini sıksın!” diyerek bira yapmayı öğretmiş. 14 Biranın
ilk mayasını, şuyttan kusarak ortaya çıkarmış. Düzenlenen büyük şölende
ve sonrasında insanlar çok fazla günah ( ılĭh) –kimisi karısını, kimisi
babasını dövmüş vs.- işlemişler. Şuyttan, “Sarhoş insanlar tamamen
benim elimde, sadece ayakları Turĭ’nın!” diye sevinmiş (MLH, 199).
14
Bu anlatıda bira yapımı ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmektedir: “Önce bir fıçıya su
doldururlar, sonra içine buğday (tırĭ) doldururlar. Buğday şişince çıkarırlar, çimlenene
kadar yerde bırakırlar. Sonra ocakta kurutup değirmende öğütürler. İrice öğütülen bu
una mal (salat) derler. Akşam maltı balla karıştırıp kazanda kaynatırlar. Ertesi gün
tekrar kaynatırlar, bira fıçısının üstüne sopalar ve samanları yerleştirip maltın suyunu
süzerler. Çıkan şıraya ĭsla derler, çok ballı olur. Bu şırayı büyük bir fıçıya koyarlar, akşam
şerbetçiotu (hĭmla) kaynatıp fıçının içine kattıktan sonra ağzını kapatarak bir gün
mayalandırırlar. Mayalandıktan sonra biranın üstündeki şerbetçi otunu elekle ayırırlar.
Onu içince yaşlı insan gençleşir, genç insan yaşlanır, çok güzel bir şeydir” (MLH, 199).
459
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Biranın anlam dünyasını yansıtan bir diğer tören, h r sĭri [kız birası]
diye adlandırılmaktadır. Yine kış mevsiminde gerçekleştirilen bu tören,
genç kızlarla erkeklerin ve ailelerinin tanışması için gerekli ortamı
sağlamaktadır. Törenin merkezinde evlenmemiş kızlar vardır. Kızlar her
köyde ve her sokakta bir binada sırayla ve anlaşmalı olarak düzenledikleri
bu tören için köyden köye gezmektedirler. Kızı ve oğlu olan aileler de törene
katılmaktadırlar. Bolca içki içilmekte ve dans edilmektedir (Yefimova vd.
2005: 174-175). Tören, açıkça evlilik kurumunun meydana gelebilmesine
imkân tanıyan toplumsal bir faaliyettir. Bu nedenle de merkezinde genç
kızlar bulunmaktadır. Burada kadının birayla, toprakla ve alt dünyayla
özdeşliği ortaya çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle, evrenin yaratılmasına
imkân veren başlangıçtaki sonsuz su, bira ve kadın arasında ilişki kurulduğu
anlaşılmaktadır. Hakaslarda, su seviyesinin arttığı dönemlerde hamile
kadının yaşadığı çadıra girmenin yasak olduğu aktarılmaktadır. E. L. Lvova
ve arkadaşlarına göre hamilelik dönemindeki kadının bulunduğu eve
girmek, taşmış nehre girmeye benzemektedir. Çünkü birçok dünya
halklarında her şeyin çıkış noktası, doğuşun prensibi ve aracı ortamı olan
ilkel kaos, kadın nitelikleri bağlamında ana rahmine denktir (Lvova vd.
2013a: 26).
Bir anlatıya göre kupĭsı önce Turĭ yapmış ama çalamamıştır. Sonra
Şuyttan gelmiş ve Turĭ’nın yaptığı kupĭsa reçine sürünce kupĭstan ses
çıkmaya başlamıştır. Başka bir varyantta kupĭsı ilk önce -anlatılarda alt
dünyayla ilişkili bir güç olarak nitelenen ama aslında kutsal mekânların
15
Türk dünyasının farklı boyları arasında da kültür varlıklarının kökeninin, alt dünya ve bu
dünyaya ait güçlerle ilişkilendirildiği görülmektedir. Başkurt ve Karakalpaklara göre
Korkut Ata ilk kopuzu, nasıl ve hangi ağaçtan yapacağını bir ormanda hileyle cin-
perilerden öğrenir. Altay Türklerinden derlenen bir anlatıda topşuur adı verilen müzik
aleti, kayanın üzerinde duran bir kadının elindeki aleti kayaya vurması sonucu kayanın
üzerine çıkan şekillere bakarak yapılır. Kazaklardan derlenmiş bir metinde Korkut
Ata’ya kopuzun nasıl yapılacağı, düşünde bir melek tarafından anlatılsa da başka bir
metinde Korkut Ata çocuk yaşta bozkırda dolaşırken kendi kendine çalan kopuzu bulur.
Kazak, Türkmen, Başkurt ve Karakalpak Türklerinden yaygın olarak derlenmiş başka
metinlerde Korkut Ata, suyun üstünde durup kopuz çalarak ölümden kaçabilmektedir
(Aça 2000: 43-51). Bu bilgilere göre İslamî etkinin daha az olduğu verilerde kopuz gibi
kültürel bir icadın kaynağı kesinlikle alt dünyadır. Çünkü ormandaki cin ve periler ile
suyun ortasında duran kadın açıkça alt dünyayla ilişkilidir. Bozkırın ortasında duran
kopuz, Tanrı’nın armağanı gibi görünse de bozkır; düzensiz, sınırı olmayan ve tehlikeli
bir mekân olma özellikleriyle yine alt dünyaya bağlıdır. Korkut Ata’nın ölümden ve
Azrail’den suyun üstünde durarak ve kopuz çalarak kaçabilmesi, onun bir şaman gibi
alt dünyaya -ve su ile kopuz gibi kaynağı alt dünya olan unsurlara- olan hâkimiyetini
gösterir. Nitekim şaman, dünyanın katmanları arasında gezebilen sıra dışı bir insandır.
16
Kupĭs, Türkçe kopuz adından gelmekle birlikte hut kupĭs [akordeon], s rme kupĭs ve hĭma
kupĭs [keman], k sle kupĭs [gusli, Rusların geleneksel çalgısı], tura kupĭs [tarak kopuzu,
tarağın üstüne düdük konularak yapılır], tuta kupĭs [dudak kopuzu, mızıka] denilen hem
telli hem de üflemeli müzik aletlerinin genel adı olarak kullanılabilmektedir. Bk.
Aşmarin 1934a: 302-303; Naumov 20010:282-293. Aşmarin’in kupĭs sözünün ilk
anlamını keman (Ru. skripka) diye açıklarken Naumov’un akordeon (Ru. garmon’) diye
yazması, Rus dili ve kültürünün etkisiyle kelimenin anlamının telli çalgılardan
diğerlerine doğru anlam genişlemesi geçirdiğini göstermektedir.
461
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
adıdır- Kiremet adında topal bir güç yapmıştır. Onun müzik aletinden fazla
ses çıkmaktadır. Turĭ ona reçineyi az sürmesi gerektiği bilgisini verir ve kupĭs
olması gerektiği gibi ses çıkarmaya başlar. Sonra Kiremet, ölüm ruhu olan
Esrel’le arkadaş olur ve ondan balalayka ve gusli yapmayı da öğrenir. Aynı
olay örgüsünün anlatıldığı başka bir metinde kupĭsçıların (kupĭs ĭ) hepsinin
büyücü (tuhatmĭş) olduğu ifade edilir (MLH, 205). Her durumda müzik
aletlerinin icat edilmesi ve kullanılmasıyla ilgili bilginin Şuyttan ve alt
dünyadan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Yine başka bir anlatıda şiir ve şarkı (sĭvĭpa yurĭ) kişileştirilmiş biçimde
yansıtılmaktadır. Onların düşmanı Puş Puklak adında zengin bir köy ağasıdır
(kuştan). Bu nedenle şiir ve şarkı derin sel yataklarında, sık ormanlarda,
derelerin kıvrımlarında saklanmaktadır. Köy ağası, şiir ve şarkının peşine
düşünce onlar, müziksiz ve danssız düğün yapan köy halkının arasına girip
gözden kaybolmuş. Bütün köy halkı eğlenmeye, dans edip şarkı söylemeye
başlamış. Köy ağası şiir ve şarkıyı halktan ayıramayacağını anlamış (MLH,
205). İleride görüleceği üzere şiir ve şarkının başlangıçta saklandığı yerlerin
hepsi, alt dünyanın sınır kapılarıdır ki bu durum onların kökenini de
göstermektedir.
Kupĭs çalmanın nasıl öğrenileceğini tasvir eden 1904 tarihli bir metin,
müzik aletlerinin ortaya çıkışı ve çalmak için gerekli bilginin kaynağını en
açık şekilde göstermektedir. Önemine binaen özetlemeden alıntılamak
uygun olacaktır:
Munça adı verilen banyolar, genellikle evin hatta köyün dışında, nehir
ve göl gibi su kenarlarında bulunmaktadır. Banyoda alt dünyayla ait
güçlerle olan karşılaşmalara dair oldukça fazla anlatı bulunmaktadır.
Çünkü banyo, konumu ve suyla olan ilişkisinden dolayı alt dünyanın
niteliklerini taşımaktadır ve bu banyoda yıkanmak için zaman ve pratik
anlamında çok dikkatli olunması gerekmektedir. Banyonun alt dünyaya ait
bir mekân olması bu mekânın, büyücü mesleği olarak görünen kupĭs
çalmanın öğrenilebilmesi için elbette en uygun yerlerden birisi olmasını
sağlayacaktır. Alt dünyaya ait varlıkların her zaman yeryüzüne çıkma ya da
normal insanlar gibi olma arzusu ve eğilimi vardır. Bu nedenle mesleği
öğrenmek isteyen kişinin kanını bir anlamda teminat olarak sunması
gerekmektedir. Kupĭsçı adayının mesleği öğrenmesi için usal [kötü] gücün
bir süre çaldığı kupĭsı eline alıp çalmaya başlaması yeterlidir. Mesleği
öğrendikten sonra banyodan çıkmak çok zordur çünkü orası Şuyttan’ın ve
usal adı verilen diğer alt dünya varlıklarının hüküm sürdüğü bir yerdir. Horoz
ise güneşin doğduğunu, yeryüzünde alt dünyanın –Şuyttan’ın- değil, yukarı
dünyanın –Turĭ’nın- hükmünün hâkim kılındığını, bir bakımıyla dünyanın
yeniden yaratıldığını her sabah ötüşüyle ilan eden hayvandır. Bu nedenle
alt dünyaya ait güçler ondan korkmaktadır. Çok sayıda anlatıda, zaman ve
mekân anlamında alt dünyanın hüküm sürdüğü bir durumda olan ve bu
nedenle ölüm dâhil birçok tehlikeyle karşılaşan insanlar, ancak horozun
ötüşüyle kurtulabilmektedir.
Sonuç
Genel olarak özetlemek gerekirse insanın yaratılışı, dünyanın
yaratılışından özünde farklı bir nitelikte değildir. İnsan vücudu, dikey ve
yatay boyutları olan bütün bir dünyayı simgelemekle hem Turĭ’ya hem de
Şuyttan’a işaret eden özelliklere sahiptir. Böylece insanın doğayla olan
özdeşliği ortaya çıkmaktadır. Ne var ki biyolojik bir nesne olarak doğayla
özdeş olan insan, yaşam biçimiyle doğadan farklılaşmak durumunda
kalmıştır. Bir başka ifadeyle geleneksel düşünce; yeme, içme, barınma,
üreme ve neslini devam ettirme gibi konularda insanın doğadaki işleyişten
farklılaşmak –kültürlenmek- zorunda olmasını, bir düşüş ve kopuş olarak
görmektedir. Bu nedenle Çuvaşların, kültürün ve kültür varlıklarının ortaya
çıkışıyla ilgili inanış, anlatı ve pratikleri incelendiğinde, söz konusu kopuş ve
farklılaşmanın kökeninin alt dünya ve bu mekânın efendisi Şuyttan’la
açıklandığı görülmektedir. Böylece kültürel kurum ve nesnelerin ortaya
463
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Aça, Mehmet (2000). “‘Kültür-Medeniyet Kahramanları’ ve Türk Müzik Aletlerinin
Ortaya Çıkışı Hakkında Teşekkül Etmiş Bazı Efsaneler”. Millî Folklor. Yıl: 12,
Sayı: 45, 43-51.
Aça, Mehmet (2018). “Köken Mitleri Evlilik Kurumunun Ortaya Çıkışını Nasıl
Açıklıyordu?”. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, C. 11, S. 21, 1-14.
Aşmarin, N. İ. (1934a). Çĭvaş sĭmah sem k neki/Slovar’ çuvaşskogo yazıka. (Vıp. VI).
Çeboksarı: Çuvaşskoye gosudarstvennoye izdatel’stvo.
Aşmarin, N. İ. (1934b). Çĭvaş sĭmah sem k neki/Slovar’ çuvaşskogo yazıka. (Vıp. VII).
Çeboksarı: Çuvaşskoye gosudarstvennoye izdatel’stvo.
Emiroğlu, Kudret-Aydın, Suavi (2009). Antropoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Hançerlioğlu, Orhan (1984). İslam İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Harman, Ömer Faruk (1996). “Hâbil ve Kâbil”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları, C. 14, 376-378.
[KM], (2001). Kutsal Kitap. Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil). İstanbul:
Kitabı Mukaddes Şirketi.
Lvova, E. L.-Oktyabrskaya, İ. V.-Sagaleyev, A. M.-Usmanov, M. S. (2013a). Güney
Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri-Kâinat ve Zaman.
Nesneler Dünyası. (Çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yayınları.
Lvova, E. L.-Oktyabrskaya, İ. V.-Sagaleyev, A. M.-Usmanov, M. S. (2013b). Güney
Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri-İnsan ve Toplum. (Çev.
Metin Ergun). Konya: Kömen Yayınları.
McCants, William F. (2012), Kültür Mitleri - Tanrıları Yaratmak Ulusları İcat Etmek,
(Çev. Merve Tabur), İstanbul: İthaki Yayınları.
[MLH], Sidorova, Ye. S.-Trofimov, A. A.-Stan’yal, V. P. (2004). Çǐvaş halǐh
pultarulǐh . Mifsem legendǐsem halapsem Şupaşkar: ÇKİ.
Naumov, N. Ye. (2010). Halĭh üp inçen. Şupaşkar: ÇKİ.
Terent’yeva, O. N. (2007). Çǐvaş Halǐh Pultarulǐh . Vattisen Sĭmah sem. Şupaşkar: ÇKİ.
Yefimova, A. A.-Stan’yal, V. P.-Rodionov, V. G. (2005). Çǐvaş Halǐh Pultarulǐh .
Pilsempe k l sem. Şupaşkar: ÇKİ.
Yegorov, N. İ. (2017). “Konstantin V. İvanov’un Narspi Şiirine Göre XIX. Yüzyıl Çuvaş
Köyünde Meydana Gelen Sosyal Değişimler”, Çuvaş Edebiyatının
Kurucusu Konstantin V. İvanov Kitabı, (Ed. Emine Yılmaz, Bülent Bayram,
Feyzi Ersoy), Ankara: Türksoy.
Yegorov, V. G. (1964). Etimologiçeskiy slovar’ çuvaşskogo yazıka. Çeboksarı: ÇKİ.
Yolcu, Mehmet Ali (2014). Türk Kültüründe Evliliğe Bağlı Tabu ve Kaçınmalar.
Konya: Kömen Yayınları.
465
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
part of the study will be constituted by the people connected to the association in
Muhundu and its surroundings in Mazgirt district of Tunceli, where the association
was first established. The information obtained through field study and face-to-
face interview technique will be compared with the past beliefs and rituals and a
general evaluation will be made.
Keywords: Belief, Ritual, Association, Baba Mansur, Tunceli.
Giriş
Anadolu’ya İslâmiyet’i yaymada büyük bir etkiye sahip olan tekke,
dergâh, ocak gibi kurumların genellikle bir şahsiyet etrafında toplandıkları,
onun sözleri ve davranışları ile şekillendikleri bilinmektedir. Bu çalışmada
incelenen Baba Mansur ocağı da Anadolu’ya henüz İslamiyet yokken
geldiğine inanılan, burada Aleviliği, ehlibeyt yolunu göstererek yaymayı
amaçlayan bir tür sosyal kurumdur. Yüz yüze mülâkat tekniği ve gözlem
yolu ile elde edilen anlatı ve ritüeller incelenmiş, işlevleri üzerinde
durularak genel bir değerlendirme yapılmıştır.
Ocak sözcüğüne karşılık gelen ilk anlam “Ateş yakmaya yarayan,
pişirme, ısıtma, ısınma vb. amaçlarla kullanılan yer”dir (Türkçe Sözlük,
2011, s. 1786) . Başka bir tanıma göre de “Ev, aile, soy” dur. (Türkçe Sözlük,
2011, s. 1787). Bir başka sözlükte ise ocak kavramı “Ateşin yandığı yer.
Mecazen aile demektir. Bunun yanında “Alevilikte kendi içinde bir soya ve
inanç sistemine sahip silsilenin adı olup el ele, el Hakk’a esası hâkim
kılınmıştır. Abdal Musa, Akyazılı Sultan, Ağuiçen Ocağı, Baba Mansur…”
cümleleriyle açıklanmaktadır (Kaya, 2014, s. 632). Kaynak kişi ile yapılan
görüşmede de ocak kavramı “Özellikle Türk kültüründe ocak; hane demek,
ev demek. Bizim alevi ocağı dediğimiz şey peygamber soyundan geldiğine
inandığımız Alevi dedesinin, içinde yaşadığı hane ve onun ismiyle anılan
yer.” şeklinde açıklanmıştır (KK-4). Dolayısıyla Alevilik bağlamında ocak
kavramına baktığımızda ocağa ismini veren şahsiyeti ve onun sahip olduğu
soyu temsil ettiği görülür. Şunu da eklemek gerekir ki ocağa sahip olan
soyların genellikle peygamber soyundan geldiğine inanılmaktadır. Daha da
geniş çerçevede ele alabileceğimiz bu ocak kültüründe, bilmemiz gereken
belli başlı bazı kavramlar vardır. Bu kavramlar talip, rahber/rehber 1, pir ve
mürşid’dir. Ocak sistemi bu dört kavram çerçevesinde kurulmuştur.
“Mürşidlik kurumu Anadolu Aleviliğindeki en üst makamdır. Mürşid, pîrin
pirine denilmektedir. Mürşid ve pirlerin Evlâd-ı Resul olması gerekmektedir.
1
Rehber sözcüğü bazı yörelerde rahber ve rayber şeklinde de karşımıza çıkmaktadır. Bu
metinde kaynak kişinin kullandığı rahber kelimesi tercih edilmiştir.
467
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Pirlik makamı, Alevilikte dini otorite olan dedenin makamıdır. İnanç ile ilgili
bilinmesi gerekenleri anlatan, uygulamaya dayalı bütün hizmetlerde
başrolü olan kişidir. Sosyal hayatı da kapsayan doğumdan ölüme, evlilikten
musayıplığa, kabir ziyaretlerinde ve her türlü dini faaliyette dedenin rolü
vardır. Dede olmadan talipler bu tarz dini toplantı ve ritüelleri
gerçekleştiremezler. Dedeler de belirli ocaklara bağlıdır ve Alevi sosyal
hayatında en üst hiyerarşide olan kişilerdir. Rahberler ise yol gösterirler. Köy
köy dolaşarak, olan bitenleri pir geldiğinde, pirine anlatan kişilerdir. Bir nevi
dedenin sağ koludurlar. Talip ile pir arasında köprü işlevi görürler. Talipleri
ceme hazırlayan, taliplere çerağ yakmasını, on iki hizmeti görmesini
öğreten kişilerdir. Rahberin de ocak soyundan olması gerekir ama bazen
bazı ocaklarda talipler arasından da seçilebilir. Tabii kendisini kabul ettiren,
yola inanmış, ikrarını vermiş bir kişi seçilebilir. Talip ise talep eden, yola
erkâna istekli olan kişidir. Alevilik içerisinde Evlâd-ı Resul olmayan,
ocakzade olmasa da bu yola inananların tümüne talip denir. Talibin bir
rahberi, piri ve mürşidi bulunur” (KK-5). Alevilik içerisinde yer alan bazı
ocaklar özellikle rahber, pir ve mürşid ocağı olarak bir tür sınıflandırılmaya
tabii tutulmuştur. Anadolu’daki Alevi olacaklarının eskiden bağlı olduğu iki
ocak vardır. Bunlar Kerbelâ ve Erdebil’de yer alan ocaklardır. Daha sonraki
dönemlerde siyasi, coğrafî vs. sebeplerle bu iki ocak ile bağlantı kesilince
Anadolu’da yer alan ocaklar kendi aralarında birbirine talip, rahber ve
mürşid olmuşlardır. Dolayısıyla her ocağın talip olduğu bir ocak, her
dedenin bağlı olduğu başka bir dede vardır.
1. Baba Mansur ve Ocağı
Baba Mansur, çalışmanın konusu olan ocağa ismini veren şahsiyettir.
Sözlü kaynaklara göre kendisi on iki imamların beşincisi İmam Bakır’ın
torunudur. Ahmed Yesevî ile ilgili anlatı ve belgelerde karşımıza çıkan Aslan
Baba’nın oğlu olduğu da söylenmektedir. Ahmed Yesevî’nin Baba
Mansur’un mürşidi olduğu da aktarılanlar arasındadır. Onu Ahmed Yesevî
yetiştirmiş, nasibi çıkınca da Doğu Anadolu bölgesine gelip buraya yerleşip
irşad etmeye başlamıştır. Dört oğlu vardır, isimleri de Seyyid İbrahim, Seyyid
Kasım, Seyyid Mahmud ve Seyyid Haydar’dır. Seyyid Haydar’ın küçük yaşta
vefat ettiği söylenmektedir. Dolayısıyla soy diğer üç oğuldan devam
ettiğinden Baba Mansur’un evlatları sayılırken genelde sağ kalan diğer üç
evlat sayılmaktadır. Bu üç evlat kendi içlerinde birbirlerine rahber-pir ve
mürşid olarak bağlanmışlardır. Daha sonra onlar da başka yerlere gidip
kendi mekânlarını açmışlar ve Baba Mansur Ocağı’nın farklı şehirlere
yayılmasını sağlamışlardır. Bugün Baba Mansur Ocağı merkezi Tunceli’de
olmak üzere Erzincan, Sivas, İstanbul ve daha birçok şehre yayılmıştır. Her
468
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
evlat atadan gelen bilgiyi sözlü bir şekilde devam ettirdiğinden ve kendi
felsefesini de ortaya koyduğundan ötürü zaman zaman bu ocaklar
arasında uygulamalarda farklılıklar olabilmektedir. Ocağa mensup olan
aileler, talipler ve Baba Mansur soyunu devam ettirenlerdir. Fuad
Köprülü’nün Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar isimli kitabında Ahmed
Yesevî’nin ilk halifelerinden biri olan Mansur Ata’dan bahsedilmektedir.
“Hocanın ilk halîfesi, menkıbede kendisine mühim ve büyük bir yer ayrılmış
olan Aslan Baba’nın oğlu Mansur Ata’dır.” (Köprülü, 1976, s. 87) . Mansur
Ata’nın adı Ahmed Yesevi ile ilgili bazı menkıbelerde de geçmektedir.
Burada bahsedilen Mansur Ata ile Baba Mansur’un aynı kişi olup olmadığı
konusunda bir kanıya varabilmek için daha geniş kaynaklara ihtiyaç vardır.
Yine de sözlü anlatılarla benzerlik yakalaması açısından önemlidir.
Günümüzde elde olan verilerle aynı kişi olup olmadıklarını ispatlamak
mümkün değildir. Türbesinin yeri belli olmamakla birlikte ailesinden olan
kişiler Muhundu etrafındaki mezarlıklarda gömülüdür.
2. Baba Mansur Ocağı ve Şecere Sorunu
Baba Mansur Ocağı, Baba Mansur ailesi ve onun taliplerinden oluşan
bir ocaktır. Ocak, Tunceli’nin Mazgirt ilçesine bağlı olan eski adıyla
Muhundu yeni adıyla Darıkent olarak bilinen köydedir. Günümüzde ocak
hâlâ evlatları tarafından korunmakta, ziyarete açık tutulmakta ve
işlevlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu ocağın Anadolu’da kurulan ilk
ocaklardan biri olduğuna inanılmaktadır. Bu ocakla birlikte Kureyşan Ocağı
(önce geldiğine inanılan bir başka ocak) hakkında anlatılar mevcuttur,
çalışmanın ilerleyen kısımlarında söz konusu anlatılar incelenecektir. Baba
Mansur Ocağı’nın diğer ocaklardan önce Anadolu’da kendisine yer bulması,
evlatlarının Anadolu’nun çeşitli yerlerine yayılması, onun mürşid ocağı
olarak sayılmasına ve diğer ocaklarla kıyaslandığında taliplerinin çok daha
fazla olmasına neden olmuştur. Ocağın bölgeye tam olarak ne zaman
geldiği ve yayıldığı bilinmemekle birlikte sözlü kaynaklardan yola çıkarak
varabilecek birkaç nokta vardır. Bu noktalardan biri ocağa ismini veren
Baba Mansur hakkında anlatılanlardır. Aslan Baba’nın oğlu olması ve
Ahmed Yesevi ile aynı dönemde yaşamış olmasına dair anlatılar 11. yüzyılın
sonları ile 12. yüzyılın başlarını işaret etmektedir. Bir başka anlatı da
Alâeddin Keykubad ile Baba Mansur arasında geçmektedir. Yine Baba
Mansur’un yahut evlatlarının Selçuklu döneminde şecere aldıkları da
anlatılar arasındadır. Söz konusu bu iki anlatı da göz önüne alındığında 11.
yüzyılın sonları ile 13. yüzyıl arasında ocağın kurulmuş olması gerektiği
sonucuna varılacaktır. Aleviliğin yayılmasında öncü olan bu ocak,
başlangıçta Erdebil’deki tekkeye rahber, pir ve mürşid olarak bağlıdır.
469
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5. Hizmet ve Rüya
Yukarıda yer verilen anlatılar Baba Mansur’un menkıbevi hayatını
göstermektedir. Onun yaşadığı döneme ait olan anlatılardır. Bir de
günümüze daha yakın zamanda geçen anlatılar/memoratlar da
mevcuttur. Bu anlatılar Baba Mansur’un ve ocağın günümüzdeki işlevlerini
ve konumunu göstermesi açısından önemlidir. Bunlardan ilki hizmet ve rüya
olarak adlandırılan anlatıdır. Kaynak kişinin bizzat kendi yaşadığı bir
tecrübe olup aktarılmıştır.
Emekli olduktan sonra gerçekten ihtiyacı olan bir yere yedi yıl
boyunca hizmet etmek ve kurban kesmek için Allah’a yalvardığı gün
Yenibosna Cemevi’nde dede ile karşılaşan kaynak kişi, ondan Baba
Mansur’a ziyaret yapılacağını öğrenince listeye ismini yazdırır. Kendisi,
ismini yazdırmadan önce Baba Mansur’un İran’da olduğunu düşündüğünü,
dedenin İran’da olmadığını söyledikten sonra ismini yazdırdığını da
eklemiştir. Yani daha önce Baba Mansur’u hiç ziyaret etmemiş, nerede
olduğunu bilmiyordur. İsmini yazdırdıktan iki gün sonra yola çıkmışlardır. Bu
yolculuktan önce geçirdiği zona hastalığı yüzünden vücudunda oluşan
yaralar tam kapanmamış olduğundan bu şekilde yolculuk yapmıştır. Baba
Mansur’a geldikleri gün çok kalabalık geldiklerinden ötürü az yer
olduğundan, ocakta bir köşeye kıvrılıp uyumuştur. Rüyasında orta yaşlı,
bakan gibi giyinmiş, beyaz saçlı bir adam, yanında iki tane koruması gibi
görünen adamla birlikte içeri girip şöyle bir bakmış, sonra kendisine
bağırmaya başlamıştır. “Sen niye oturuyorsun, oturmaya mı geldin, kalk
ayağa” diye bağırınca sıçrayıp kalkmış, bağıran o kişi de cebinden beyaz bir
mendil çıkarmıştır. Çıkardığı mendili onun eline vermiş, daha sonra sağını
ve solunu tutup ona beyaz bir bina göstermiştir. Bu beyaz binayı gösterirken
“bu binanın temizliği senin, bu binayı sen temizleyeceksin” demiş ve bunun
üzerine kaynak kişi korkuyla o rüyadan uyanmıştır. Uyandığında ağlamaya
başladığını, o binayı nereden bulacağını bilmediğini bu yüzden üzüldüğünü
ifade etmiştir. O sırada birilerinin Rıza dededen bahsettiğini duymuş ve onu
görmek için olduğu yere giderken, tepede köşeyi dönünce yeni yapılan
cemevi binasını görmüş, ağlamaya başlamıştır. Çünkü rüyasında gördüğü
bina o binadır. Bu kadar çabuk bulmanın sevinciyle, dede ile konuşmuş, onu
ikna etmiş, herkes gittikten sonra cemevinde kalıp binanın temizliğiyle
meşgul olmuştur. Kaba inşaatın temizliğine yardım etmiş, halıları
yıkamıştır. Bu temizlik sürecinde, bir gün fark etmiştir ki yedi kez kabuk tutup
bağlayan yaraları orada temizlik yaparken iyileşmiştir. Kaynak kişi, hâlâ
orada gönüllü hizmetini sürdürmektedir. Ocağa bu şekilde bağlandığını,
474
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
sağ kaldığı sürece her yaz gelebildiği kadar gelip hizmetini yapmak
istediğini belirtmiştir (KK-1).
Bu aktarılanlara baktığımızda pirin rüyada ziyaret etmesi dolayısıyla
rüya motifi, beyaz mendil, iyileşmeyen yaraların iyileşmesi dolayısıyla
olağanüstülük motifleri dikkatleri çekmektedir. Zaten ocağa şifa bulmak
niyetiyle gelenler de mevcuttur. Ocağın iyileştirici gücü, hizmetin önemi
gibi kavramları açıklaması ve ocağın günümüzde neden hala ziyaret edilip,
kutsal kabul edildiğini göstermesi noktasında önemli bir anlatıdır.
6. Karakol ve Mezar
Bugün Muhundu’da yer alan yakın zamanda yapılan Baba Mansur
Cemevi’nin yerinde eskiden karakol olduğu anlatılmaktadır. Aile üyeleri
bölgenin kendilerine ait olduğuna dair dava açıp kazandıktan sonra karakol
taşınmış, bina yıktırılmış ve bugün orada yer alan cemevi inşa edilmiştir.
Cemevi’nin yakınlarında aileye ait mezarlar bulunmaktadır. O mezarların
Baba Mansur evlatlarına ait olduklarına inanılır, dolayısıyla o mezarlara
saygı gösterilmelidir. Çok uzak bir tarihe ait olmayan bu anlatı şu şekildedir.
“Karakol zaman zaman çöp dökermiş mezarın olduğu tarafa. Rüyasına
giriyor, komutanın. Diyor ki “beni rahatsız etme, çöp dökme oraya.” Adam
bir şey anlamıyor tabii. İki üç sefer daha rüyasında görünce köydeki yaşlı
insanları çağırttırıyor ve orada ne olduğunu soruyor. Köylüler oranın Baba
Mansur mekânı olduğunu, orada evlatlarının yattığını, onun için
uyarıldığını, oraya çöp atmamasını söylüyorlar. Bunun üzerine komutan
çöpleri temizletiyor, birkaç kişi çağırttırıp mezarı açıyor, bakıyorlar ki
mübareğin defni bugün gömülmüş gibi tertemiz, sanki uyuyormuş gibi.
Hemen mezarı kapatıyorlar. Komutan kurban kestiriyor, mezarın etrafına da
duvar yaptırıyor. Sünni olmasına rağmen halka kızıyor beni niye
uyarmadınız diye. Kurbanını kesip, saygı göstermeye başlıyor ve
bağışlanmayı diliyor” (KK-3). Bu anlatıda rüya ve bozulmamış ceset, motif
olarak dikkatleri çekmektedir. Tabuyu yıkıp, mezara saygısızlık yapan
komutanın uyarılmasıyla bölgeye neden saygı gösterilmesi gerektiği
açıklanmaktadır. Komutanın Sünni yani alevi dışından biri olmasına
rağmen saygı gösterip, kurban kesmesi, ocak ile Baba Mansur’un herkes
tarafından saygı görmesi gereken ehlibeyt yolunun intikalini devam ettiren
bir kurum ve şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır.
Söz konusu mezar ile ilgili bir başka anlatıda da mezar taşı ön plana
çıkmaktadır. Anlatılana göre mezar taşı o mezara ait değildir. Zaten taş
incelendiğinde bu gerçek ortaya çıkmaktadır. Başçavuşun mezar taşını
getirip oraya koyduğu söylenmektedir. Ama kaynak kişi mezar taşının
475
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
7. İnanış ve Ritüeller
Bilindiği üzere eşik Alevilerde önemli bir yer tutmaktadır. Kutsal kabul
edilir, kapı ve eşik Hz. Muhammed ve ehlibeyt ailesini temsil etmektedir.
Bundan dolayı eşiğe basılmaz, eşikte oturulmaz. Aynı şekilde kapıdan içeri
girerken de ilk adım sağ ayakla atılır. Bu davranışlar özellikle kutsal kabul
edilen mekânlarda, cemevlerinde, türbe ve ziyaret yerlerinde
görülmektedir. Sağ ayak ile, eşiğe basmadan girilen ziyaret yerinden
çıkarken saygı göstermek amacıyla oradan geri geri çıkılmaktadır.
Çoğunlukla geri geri çıkılırken, sağ el kalbe konulmakta ve baş hafifçe
eğilmektedir. Bu hareketler ile kutsal olana karşı gösterilen saygı ifade
edilmektedir. Aynı şekilde kutsal yerlere dokunma, üç defa baş değdirme
ya da üç defa öpme gibi inanç pratikleri de mevcuttur. Baba Mansur
Ocağı’na gelen talip ve ziyaretçiler de bu pratikleri gerçekleştirmektedirler.
Ayrıca Ocak içerisinde yer alan alanda mum yakmak isterlerse
yakabilmekte, ocaktan teberik/teberrük 2 alabilmektedirler. Ocağı ziyaret
edenler, kimi zaman dertlerine çözüm dilemek için kimi zaman duydukları
saygıdan ötürü gelmektedirler. Dileği gerçekleşenler daha sonra tekrar
gelip kurban kestirmektedirler. Ocağa gelirken özellikle giyilmesi gereken
bir kıyafet olmamakla birlikte temiz kıyafetler tercih edilmektedir.
Mum yakma ritüeli, Alevilerde çeşitli cemevi, türbe ve ziyaret
yerlerinde görülmektedir. Mum yakma aydınlatma ve aydınlanmayı temsil
etmektedir. Aleviler genellikle Allah-Muhammed-Ali adına üç mum
yakmaktadırlar. Ama dileyen tek bir mum da yakabilir çünkü Allah birdir ve
her şeyi kapsar, her şey onda mevcuttur. Mum yakma ritüeli, Kur’an’daki Nur
Suresi’nin 35. ayetiyle ilişkilendirilmektedir. Söz konusu ayette: “Allah,
göklerin ve yerin Nur’udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir
kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir
ki doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından
yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur
üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara
örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir” (Kur'an-ı Kerim, 2003, s. 323). Bu
yüzden Allah-Muhammed-Ali’yi anmak, manevî olarak aydınlanmak için
mum yakılır. Baba Mansur gözelerine gidildiğinde orada da mum yakıldığı,
ağaçlara bez bağlandığı görülmektedir. Eski Türklerden beri özellikle kutsal
sayılan su kaynaklarının yanındaki ağaçlara, ulu sayılan ağaçlara bez
bağlandığı ve bu ritüelin ağaç kültü ile bağlantılı olduğu bilinmektedir.
şahsiyet olan, ehlibeyt soyuna dayandığı inanılan Baba Mansur kült bir
varlığa dönüşmüş, bulunduğu mekânı kutsallaştırmış ve korumuştur. Türbe
ve ziyaret yerlerinin bulundukları bölge için manevi bir karakol vazifesi
gördükleri bir gerçektir. Oradaki insanları güvende hissettirir,
korunduklarına inanmalarına sebep olurlar. Burada ilginç olan bir başka şey
ise Baba Mansur mekânlarından birinin manevi karakol hariç önceden fiziki
bir mekân olarak da karakol vazifesi üstlenmesidir. Yine söz konusu
anlatılarda Şamanizm kaynaklı olan ateşe hükmetmek, gaipten ve
gelecekten haber vermek inanç motifleri ile Kitab-ı Mukaddes kaynaklı
olan yerden ve taştan su fışkırtmak inanç motifine rastlanmıştır.
Baba Mansur Ocağı Anadolu’da kurulan ilk ocaklardan biri olup,
ehlibeyt soyuna dayanmakta, bu soyun değerlerini geçmişten günümüze
taşımakta ve bu yolun devam etmesi için çabalamaktadır. Anadolu’da en
yayılan ocaklardan biri olan bu kurum, Türkmen Alevi Ocağı olmasından
ötürü Türklerin âdet ve geleneklerini de geçmişten günümüze aktarmakta
ve yaşatmaktadır. Anadolu’da Aleviliğin yayılmasında oldukça etkili olan
bu ocak hakkında daha derin çalışmalar yapılmalı, geçmişi korunmalı ve
geleceği garanti altına alınmalıdır.
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Kalafat, Y. (2004). Altaylar'dan Anadolu'ya Kamizm Şamanizm. İstanbul: Yeditepe
Yayınevi.
Kaya, D. (2014). Türk Halk Edebiyatı Kavramları ve Terimleri Sözlüğü. Ankara : Akçağ
Yayınları.
Korkmaz, E. (1994). Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Ant
Yayınları.
Köprülü, F. (1976). Türk Edebiyatı'nda İlk Mutasavvıflar. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
Kur'an-ı Kerim. (2003). İstanbul: Yeni Boyut.
Türkçe Sözlük. (2011). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Sözlü Kaynaklar
KK-1: Fidan Akkuş, d. 01.05.1962 Çat/Erzurum, Halı dokumacısı, derleme zamanı:
23 Ağustos 2019 sa: 11.30-12.00
KK-2: Veli Doğan, d. 19.03.1958, Mazgirt/Tunceli, Memur/dede, derleme zamanı: 22
Ağustos 2019/23 Ağustos 2019.
KK-3: Ali Kaplan, d. 18.02.1948, Muhundu/Tunceli, Memur Emeklisi/Dede, derleme
zamanı: 22 Ağustos 2019- 23 Ağustos 2019
479
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Bu fotoğrafta Kureyş Baba’nın bindiği binek, uzun yelelerinden ötürü aslanı
andırmaktadır. Ama yaşanılan coğrafyada günümüzde aslan olmadığından ötürü
anlatılara ayı olarak yansımış olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Aynı
şekilde Baba Mansur’un memoratlarda da görüldüğü gibi aksakallı olarak
resmedilmesi önemlidir.
480
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Bu çalışma, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Koordinasyon Birimince SBA-2019-2975 numaralı “Çanakkale Tahtacılarının
Geleneksel Dünya Görüşü” adlı BAP projesi kapsamında desteklenmiştir.
482
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ritual, Gabriel (rooster) victim is cut, “dede” offers various advice to children. In this
study, both the data obtained from oral sources and the Izmir manuscript of the
Imam Cafer Order, which is accepted as the Tahtacı Order, were compared and
evaluated in the context of the confession ritual. The social aspect of the ritual is
also emphasized.
Giriş
Dede, çocuğa “hayırlı” adı verilen dua okur. Dede, ikrarı alınacak
çocuğa üç kez “… oğlu, bu Hak, Muhammet, Ali meydanında ve cemaatin
huzurunda Hak, Muhammet, Ali yolunda yürüyeceğine, anne babana ve
büyüklerine küçüklerine karşı saygılı olacağına, vatanına ve milletine
hizmet edeceğine, doğru yoldan şaşmayacağına cemaat huzurunda yemin
edip söz veriyor musun?” diye sorar. Çocuk da dedenin söylediklerine
katıldığını ifade ederek sözünü verir. Ardından dede cemaate seslenerek
“Hak verdiniz mi? Şahit misiniz?” diye üç kez sorar. Cemaat ise “Hak verdik,
şahidiz” der. Söz verme aşaması bittikten sonra çocuk meydana geçer,
dolucu tarafından dolu dağıtılır ve bu içilir. Bütün olarak pişirilen Cebrail
parçalanmadan meydana getirilir. Cebrail lokması dede tarafından çocuğa
üç kez “Ya Allah ya Muhammet ya Ali ” denilerek yedirilir. Lokma yendikten
sonra sofra duası yapılır. Sofra duasının ardından süpürge ile meydan
süpürülür. Dede, süpürgeciye “hayırlı” verdikten sonra süpürgeci
meydandan çekilir. Bu cemde Cebrail adıyla horoz kesilmesinin sebepleri
arasında Cebrail meleğinin tıpkı horoz gibi gece hizmet görmesi ve kanatlı
olması gibi benzerlikler öne sürülmüştür. Ayrıca cemlerde doğrudan yer
almasa da özellikle ikrar alma ceminde erkek çocukların saçını kesme
görevi “Salman”a aittir.
Sonuç
KAYNAKÇA
Aytekin, S. (1958). Buyruk. Ankara: Emek Yayın.
dependent relations. The thesis of this study is as follows: Rather than ideological
factors, it was the state tradition of Turkish society that inhibited the development
of capital formation in Ottoman – Turkish society. Therefore, the main aim of this
study is to explain the nature of the relationship between state and the capital
formation.
Keywords: Capital Formation, Ottoman State Traditon, Modernization, Dependency
School.
Giriş
bazı şahıslara büyük araziler verilmiş olsa da, devletin tarımsal üretim
siyaseti büyük ölçüde yerleşik çift hane sistemine göre devam etmiştir.
Dolayısıyla Osmanlıda İltizam sistemine geçilinceye değin devletle köylü
arasında, köylünün tarımsal artığına el koyan bir sınıf oluşamamıştır.
Ancak, daha sonraları, 18. yüzyıl gibi geç bir dönemde iltizam sistemine
geçildikten sonra Osmanlıda Ayan kesimi oluşmaya başlamıştır; ancak bu
kesimde varlığını sürdürememiştir. Çünkü II. Mahmut Yeniçeriliğe son
verdikten sonra, mücadele ettiği kesim bu yükselen Ayan sınıfı olmuştur.
Sonuç Yerine
KAYNAKÇA
Bellah, N. R. (1985), Tokugawa Religion, New York: The Free Press.
Elden E. (2016) Kapitülasyonlar ve Batı Ticareti, İçinde Türkiye Tarihi 1603-1839:
Geç Osmanlı İmparatorluğu, (Der. Faroqhi Suraiya), (Çev.: F.Aytuna),
İstanbul: Kitap Yayınevi, ss. 341-396.
Genç, M. (2000), Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi , İstanbul: Ötüken
Yayınları
Göçek, F. M. (1999), Burjuvazinin Yükselişi İmparatorluğun Çöküşü, (Çev.: İ. Yıldız)
İstanbul: Ayraç Yayınları
Hershlag, Z. Y. (1975), The Economic Structure of the Middle East. Leiden: BRILL.
İnalcık, H. (1960), Bursa and the Commerce of Levant, Journal of the Economic and
Social History of the Orient, Vol. 3, No, 2, pp.131-147.
496
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Âşık edebiyatı geleneği içerisinde destan türü, âşıkların değerli gördükleri kişi,
nesne, olay, durum gibi çok çeşitli konularla ilgili olarak çeşitli makamlarda
söyledikleri şiirlerdir. Aynı zamanda bir nazım şeklinin de adı olan destan daha çok
8’li ve 11’li hece ölçüsü ile dörtlükler halinde ve koşma şekliyle oluşturulmakta ve
icra edilmektedir. Tematik olarak çok çeşitli olmasından dolayı destanlar, oldukça
geniş bir tasnife tabi tutulabilmektedirler. Âşıklık geleneğinde destan türü sahip
olduğu konu çeşitliliği ile aynı zamanda araştırmacılara, aşığın yaşadığı döneme
ışık tutabilecek tarzda bir kültürel, sosyal, politik ve ekonomik yorumlama olanağı
da verebilmektedir.
Çalışmada ele alınan “Ortakçı Destanı” da 19.yy Kütahya’sında yaşamış halk şairi
Hacı Pesendî’ye ait 54 dörtlükten oluşan bir destandır. Kütahya’da yaşayan bir köylü
ile şehirlinin “ortakçılık” yapma etrafındaki diyaloglarını içeren destan, şairin
bakışıyla köylünün kurnazlık yaparak şehirliden istifade ettiği fikrini işlemektedir.
Gerek mizahi dili gerekse şehirli bakışıyla köylüyü eleştirmesi bakımından oldukça
ilginç olan destan, aynı zamanda dilindeki yerel söyleyişler ve kimi adlandırmalar
ile tarım, hayvancılık çerçevesinde halk ekonomisine ve 19.yy. Kütahya kırsalının
durumuna yönelik bazı sosyolojik çıkarımlar yapılmasına müsait bir anlatıma
sahiptir.
Çalışmada öncelikle kısaca âşık edebiyatı geleneğinde destan türü üzerinde
durulacak, ardından Pesendî’nin hayatı ve destanla ilgili bilgi verilerek, destanın
folklorik perspektif altında yorumlanmasına geçilecektir. Bu noktada özellikle
Pesendî’nin köylüyü eleştirel bir gözle sunmasının altında yatan etmenler de
sorgulanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Destan, Hacı Pesendî, Kütahya, Ortakçı Destanı.
ABSTRACT: Within the minstrel literature tradition, the epic genre is the poems that
the minstrels say in various makams about various subjects such as people,
objects, events and situations they deem valuable. The epic, which is also the name
of a verse form, is formed and executed in quaternities and “koşma” style with the
size of 8 and 11 syllables. Due to the wide variety of thematic epics, they can be
classified in a very wide range. In the minstrel tradition, the epic genre, with its
diversity of subjects, can also give researchers the opportunity to interpret
498
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
Âşık tarzı kültür geleneği içerisinde çok yaygın bir tür olan destan,
âşıkların kayda değer buldukları olaylar, kişiler, nesneler veya kavramlar
gibi çok çeşitli konularla ilgili olarak söyledikleri nispeten hacimli şiirlerdir.
Aynı zamanda bir nazım şeklinin de adı olan destan daha çok 8’li ve 11’li
hece ölçüsü ile dörtlükler halinde ve koşma şekliyle oluşturulmakta ve
çeşitli âşık makamları ile icra edilmektedir.
1
Çobanoğlu destanların tematik tasnifi ile ilgili önerisini sunmadan önce, G. Jakob
(1901), M. F. Köprülü (1914), A. Rasim (1925), A. T. Onay (1928), E. Saussey (1936), P.
N. Boratav (1942, 1943, 1968, 1969), İ. Başgöz (1956), A. Balım (1957), H. Dizdaroğlu
(1968), C. Dilçin (1983), M. S. Koz (1985), F. Özdemir (1991) ve A. Yakıcı (1993) gibi
araştırmacıların tasniflerini de sunmaktadır.
499
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
bu ana başlıklarla ilgili toplam, 74 alt başlık ile ele alarak oldukça geniş bir
tematik sınıflama yapmıştır. Buna mukabil Artun ise (2014: 143) “her
konuda destan söylenmiştir/yazılmıştır. Konuyla ilgili birçok tasnif
yapılmıştır. Yazıldığı konu kadar alt başlığı vardır.” diyerek destanları
“Yaşnameler, Elifnameler, Şairnameler, Medednameler, Savaş Destanları,
Öğüt Destanları, Hapishane Destanları, Afet Destanları, Hayvan Destanları,
Güldürücü Destanlar, Toplumsal Konulu Destanlar, Kaderden Yakınma
Destanları, Davulcu Destanları, Bekçi Destanları, Meslek Destanları”
şeklinde on beş genel başlık altında sınıflamıştır.
Âşıklık geleneğinde destan türü sahip olduğu konu çeşitliliği ile aynı
zamanda araştırmacılara, âşığın yaşadığı döneme ışık tutabilecek tarzda
bir kültürel, sosyal, politik ve ekonomik yorumlama olanağı da
sunabilmektedir.
2
Mehmet Ali Şevki, Mustafa Yeşil’in eseri yayınladığı yılda (1930) Kütahya’nın Ortakçı
Destanı ve Bir Memleket Meselesi adıyla broşür hacminde bir değerlendirme kaleme
alır. Sözü geçen yazı daha sonra yazarın “Osmanlı Tarihinin Sosyal Bilimle
Açıklanması” isimli eserinde “Kütahyanın Ortakçı Destanı ve Bir Ülke Sorunu” adıyla
tekrar yayınlanır (1968).
3
Kadir Güler 1997 yılında Milli Folklor Dergisinde yayınlanan “Pesendî ve Ortakçı Destanı”
isimli çalışmasında Pesendi ile ilgili kısa bir bilgi vererek akabinde destan metnini aynı
haliyle yayınlamış ancak herhangi bir incelemeye tabi tutmamıştır.
500
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Eserin basımını sağlayan Yeşilhocazade Muallim Mustafa Hakkı söz konusu bilgileri
eserin girişinde “Pesendî Hayatı, şahsiyeti ve eserleri hakkında birkaç söz” başlığı
altında vermektedir.
5
Pesendî’nin Mevlevîliğinin eserlerine yansıdığı pek söylenememektedir.
501
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kafiye örgüsü olarak abab, cccb, dddb şeklinde devam eden ve 11’li
hece ölçüsü ile hazırlanan destan bu anlamda şekilsel olarak da âşık şiiri
geleneğinin yansıması olmakta; Hacı Pesendî ise şehir muhitindeki aşıklara
bir örneklik teşkil etmektedir.
Destanın bir başka ve son özelliği ise, eseri bastıranın eser üzerindeki
etkisiyle alakalıdır. Destanın basımını gerçekleştiren Muallim
Yeşilhocazade Mustafa Hakkı hem eserin girişinde Pesendî ile ilgili bilgiler
vermekte, hem de destan metninin hemen akabinde kitapçığa, “Kitabiyat”
isminde bir bölüm ekleyerek, “halk bilgisile alakadar kitaplar, mecmualar
ve muhtelif mecmua ve gazetelerdeki makaleler” notuyla 1930 yılına kadar
takip edebildiği folklor yayınlarının künyelerini sunarak bir literatür
çalışması gerçekleştirmektedir.
KAYNAKÇA
Artun, E. (2014). Aşıklık Geleneği ve Aşık Edebiyatı, Adana: Karahan Kitabevi.
Çobanoğlu, Ö. (2000). Aşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü, Ankara: Akçağ
Yayınları.
Ek (Eser Kapağı)
508
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Esasen bir halk ya da millet olma özelliği taşımayan, Rum ve Türk milletinin
kısmi özelliklerini taşıyan Karamanlıların 1923 mübadelesine kadar Anadolu
coğrafyasındaki yaşamları ve kültürel özellikleri ve bıraktıkları yazılı eserler dikkat
çekicidir. Mübadelenin üzerinden yüz yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen
Karamanlıların hala Hıristiyan Ortodoks Türkler mi, yoksa Türkçe konuşan Rumlar mı
olduğu akademik camiada bile kesin karar verilememiştir. Bu bildiride
Karamanlıların sosyal yaşamından kesitler, bıraktıkları yazılı eserler ve özellikleri,
mübadeleye kadar ve sonrasındaki durumları, yaşam alanları, her iki toplum
üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır.
ABSTRACT: The life and cultural characteristics and written works of the
Karamanids, who do not have the characteristics of being a people or a nation, and
which have the partial characteristics of the Greek and Turkish nation until the 1923
exchange, are remarkable. Although it has been over a hundred years since the
exchange, it has not been decided in the academic community whether the
Karamanids are still Christian Orthodox Turks or Turkish-speaking Greeks. This
paper will focus on the social life of Karamanids, their written works and their
characteristics, their status until and after the exchange, their living spaces and
their effects on both communities.
Giriş
Türklerin iç Asya’dan Anadolu’ya başlattıkları geçiş, tarih sürecinde
binli yıllardan başlayarak, özellikle 5-6-7 ve 8. yüzyıllarda artarak devam
etmiştir. Bu gelen Türkler, Uzlar ve Peçeneklerdi-Gagauzlar-Bizans
etkisiyle Hıristiyan Ortodoks inancını benimsemişler ama tek kelime Bizans
dili bilmezlerdi, Türkçe konuşurlar, Yunan alfabesiyle Türkçe yazarlardı,
Rumlarla hiçbir bağları yoktu, hatta kız bile alıp vermezlerdi.
Bizanslılar, bunların bir kısmını, Kilikya kapısı olarak bilinen Gülek
Boğazı’nı aşan Arap akınlarını durdurmak için adeta canlı bir kalkan olarak
509
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ise Keskin Metropoliti Pavlos Karahisaridis, “Papa Eftim” adıyla patrik ilan
edildi. Kimi kayıtlarda bu toplantıya önemli noktalarda gözlemci ya da
izleyici olarak asker ve milletvekilleri de katılmıştı. Savaşın başlamasıyla
birlikte, Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal faaliyetlerine girişmesi üzerine,
Fener Rum Patrikhanesi Anadolu’da yaşayan tüm Hıristiyanların,
Yunanistan lehine faaliyette bulunmaya davet ettiyse de Anadolu’da
yaşayan Türk Ortodokslar bu davete icabet etmediler ve bu oyuna
gelmediler. Kurtuluş savaşında Fener Rum patrikhanesinin tüm baskılarına
rağmen Milli Mücadele tarafında yer aldılar.
Papa Eftim’in bizzat Büyük Taarruz’dan önce Ankara’da TBMM
binasının önünde Atatürk’ün de hazır bulunduğu bir mitingde halka şöyle
sesleniyordu. “Düşmanlarımızın her şeyi var, bizim silah ve cephanemiz bile
yok. Fakat göğsümüzde imanımız var mutlaka kazanacağız. Yaşasın
muzaffer Türk ordusu.”
yaşayan Karamanlılara yönelik çıktı. İlk olarak 1840 yılında İzmir’de yayın
hayatına başlamış daha sonra 1851’de de, İstanbul’da devam etmiştir. 1873
Ağustos’una kadar Türkçe olarak yayın hayatını sürdüren gazete, bu tarihte
"Mikra Asia (Anatoli) adıyla hem Rumca hem de Türkçe olarak iç içe
yayınlanırken, üç yıl sonra gazete, iki ayrı basımla çıkmaya başlamış
özellikle, siyasi nüshası Türkçe, kilise ve dini konularıyla ilgilenen
nüshasıysa Rumca yayınlanmıştır. Anadolu’da yaşayan Rumlar Türkçeyi
Grek harfleriyle yazdıkları için, 15. yüzyıldan sonra eserler çoğunlukla
‘Karamanlidika’ (Karamanlıca) denilen bu dille yazılmıştır. Kilise de bu
‘biraz farklı’ uygulamaya ses çıkartmamıştır.
Karamanlıca eserler 1584 yılında ilk defa basıldı ve bilahare aralıklı
olarak 1935 yılına kadar devam etti. Kayıtlara göre uzunca bir dönem,
Kayseri’nin Zincirdere köyündeki manastırda kurulan bir matbaa ile de çok
sayıda eser basılmıştır. Anadolu, Anadolu uygarlığı, dinler arası ilişkiler,
öyküler, nasihatler ve birçok hukuki ve kültürel konularda fikir veren bu
eserler Lozan anlaşması sonrasında bir şekilde Yunanistan’a gitti. Şu an
Atina Akademi kütüphanesindeki 1500 cilt Karamanlıca eser yanında,
mübadeleyle gidenlerin beraberinde götürdükleri kitap ve el yazması
eserler olduğu da bilinmektedir. Ayrıca mübadelen sonraki yıllarda sonra
başta Yunanistan olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden Karamanlılar
konusuna ilgi duyan insanlar, Ülkemize gelerek gerek sahaflardan gerekse
yurt içinde değişik yerlerden Karamanlıca yazılı eserleri toplayarak ülke
dışına çıkartmışlardır. Zaten Orijinal baskı, yok denecek kadar azken,
elimizde bulunan birkaç salname, birkaç metropolitlere ait bilgiler ve taş
yazıtlar kalmıştır. İncelememe esas olmak üzere yaptığım araştırmalarda
ne yazık ki birçok Karamanlıca yazılmış taşların da kıyıda köşede kaldığını,
birçoğunun yerlerde ve açık hava şartlarına maruz bırakıldığını gördüm.
Kitapların çoğunun giriş kısımlarında olumlu yâda teşvik edici
eleştiriler vermek ihmal edilmezdi. Örneğin dil olarak Karamanlıcanın
kullanılması, bu eserlerin satın alınması, okumayanlara ulaştırılması,
okullarda okutulmasını salık verilmesi gibi.
1914 yılında basılan salnamenin giriş kısmı olan “İFADE” bölümünde
“geçen sene neşredilen nüshasının, muhterem Anadolulu hemşehrilerimiz
tarafından mazhar olunduğu rağbetten cesaret alarak, bu sene dahi
neşrine teşebbüs idip ve bunun dahi aynı mertebede hatta daha büyük bir
gayrete mazhar olacağını kaviyen ümit ediyoruz.” denmektedir.
Karamanlıca olarak basılan eserlere çoğunlukla, halkın çok sevdiği
hikâyeler ve türküler konurdu. Nasrettin Hoca Menkıbeleri, Köroğlu
525
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Daş. M. (2000). Selçuklu Ülkesinde Bizanslı Mülteciler. Toplumsal Tarih Dergisi.
Sayı: 84. Sayfa: 4-12.
Ergene, T. (1951). İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları. İstanbul: İ. P. Neşriyat Servisi.
EKLER:
ÖZET: Yeterlik fiili, fiilin gösterdiği işin, oluşun, hareketin veya durumun, muktedir
olabilme dahil, yetebilme halini anlatan bir tasvir fiilidir. Türkiye Türkçesinde
olumluluk durumu bil- ile yapılırken; olumsuzluk durumu, bugün artık kaybolmuş
olan Eski Türkçe u- iktidar fiiline dayalı bir şekilde yapılmaktadır. Yeterlik fiili, zarf-
fiil biçiminde olan bir ana fiildeki hareket, oluş, kılış ve durumu, çeşitli ve incelikli
özelliklerle tasvir ettiği ve ona anlam açısından çeşitli ayrıntılar kattığı için tasvir
fiiller içinde yer alır. Diğer tasvir fiillerde olduğu gibi burada da birinci sırada yer alan
ana fiil esastır ve onu tasvir eden yardımcı fiil ile aralarındaki bağlantı, bir zarf- fiil
ekiyle sağlanmıştır. Türk Dilinin her döneminde bu fiil, diğer tasvir fiillerine oranla
daha fazla kullanım alanına sahip olmuştur.
Uzun yıllar öncesinden itibaren, Türk Dilinin Kuzey bölgesinin temsilcisi Kıpçak
Türkçesi içinde yer alan ve Oğuzcanın da etkisi altında geliştiği için Batı Türkçesi
özellikleri de taşıyan Kırım Tatar Türkçesi, bütün bu farklı lehçelerin dil özelliklerini
bünyesinde taşıyan bir lehçedir. Sözkonusu bu farklılıklar, Kırım Tatar Türkçesi için
zenginlik sayılabilecek nitelikler şeklinde, Kırım Tatar Türkçesinin dil bilgisinde
kendini göstermiştir. İşte, yeterlik fiilinin kullanım özellikleri de, diğer dil özellikleri
gibi, farklılıklardan doğan zenginliği ifade eder ve Kırım Tatar Türkçesinde, hem
Kıpçak hem Oğuz lehçelerinin kullanım özellikleri şeklinde ilgi çekici örneklerle
karşımıza çıkar.
Anahtar Kelimeler: Türkiye Türkçesi, Kırım Tatar Türkçesi, yeterlik fiili, tasvir fiilleri.
ABSTRACT: Potential verb is a descriptive verb that describes the ability or
possibility of the action, process, or state demonstrated by the verb. Positive form
of the potential verb is done with ‘bil-‘ in Turkish and negative form of the potential
verb is done in a way based on the old Turkish ‘u-‘ potential verb. Potential verb is
regarded as a descriptive verb, since it depicts the action, process and state in a
main verb, which is in the form of a gerundium, in various and nuanced features and
it adds various details to the main verb’s meaning. As in the other descriptive verbs,
the main verb in the first place is essential, and the link between this main verb and
the auxiliary verb that depicts it is provided with a gerundium. In every period of
Turkish Language, this potential verb has more use than the other descriptive verbs.
Crimean Tatar Turkish is a part of the Kipchak Turkish but developed under the
influence of Oghuz Turkish for long years. For this reason, it carries the
characteristics of both North dialect and Western dialect. These differences are
reflected in the grammar of Crimean Tatar Turkish as a richness for the Crimean
530
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Tatar Turkish. The usage features of the potential verb, as well as other language
features, express the richness of differences and these scructures present
interesting examples of the use of Kipchak and Oghuz dialects in the Crimean Tatar
Turkish.
Keywords: Turkish, Crimea Tatar Turkish, potential verb, descriptive verbs.
Tasvir fiilleri, zarf fiil ekli bir ana fiil ile bu ana fiilin anlamını çeşitli
ayrıntılarla açıklayan ve niteleyen yardımcı fiillerin oluşturduğu birleşik fiil
yapılarıdır. Türk Dilinin en eski dönemlerinden beri kullanılagelen tasvir
fiilleri, en geniş kapsamlı kullanımlarını yeterlik fiillerinde bulur. Tarihi
dönemlerden itibaren Türk Dili lehçeleri, yeterlik fiilleri için farklı yardımcı
fiillerden yararlanmışlardır. Hatta yeterlik fiilinin olumlu ve olumsuz
şekilleri için bile farklı yardımcı fiilleri tercih ettikleri görülmüştür. Örnek
olarak Türkiye Türkçesinde, yeterliğin olumlu şekli için bil- yardımcı fiili
kullanılırken; olumsuz şeklinde yardımcı fiil, kaynak olarak Eski Türkçeden
gelen u- ‘muktedirlik fiili’ olmuştur. Fakat çok erken dönemde u- yardımcı
fiili düşmüş ve yeterliğin olumsuzu, Türkiye Türkçesinde ana fiildeki zarf fiil
eki –(y)A’nın üzerine gelen olumsuzluk eki –mA- şeklinde ortaya çıkmıştır.
Örnek olarak: kel-e u-ma- >> gel-eme-. Ama Oğuz Grubunun bir diğer
önemli lehçesi olan Azerbaycan Türkçesi, yeterlik fiilinin hem olumlu hem
olumsuz şekli için bil- yardımcı fiilini kullanarak Türkiye Türkçesinden bu
konuda ayrılmıştır. Örnek olarak: gelebil-, gelebilme-. Azerbaycan
Türkçesinde olumsuz yapıda görülen bu farklılık, onu bu konuda Doğu
Türkçesine yaklaştırmaktadır. Azerbaycan Türkçesi, tarihi dönemde
Çağatay Türkçesiyle yeterlik fiilinin kullanımında da etkileşimlerde
bulunmuştur. Çağatay Türkçesinde yeterlik fiilinin olumlu ve olumsuz şekli
için kullanılan yardımcı fiil al- ve bil- olmuştur. Örnek olarak: ete al-, ete
al-ma-; köre bil-, köre bilme- Bu şekiller, Doğu Türkçesinin günümüzdeki
temsilcileri Özbek Türkçesi ve Yeni Uygur Türkçesi için de geçerlidir. Kıpçak
Türkçelerinde de hem tarihi dönemlerde hem de günümüzde, yeterlik fiili
için kullanılan yardımcı fiil özellikle al- olmuştur. Örnek olarak: köre al-,
köre alma-.
Yeterlik fiilinin işlevlerini, bir oluş ve kılışı gerçekleştirme, güç ve
yeterliğini bildirme (Ben bu yükseklikten atlayabilirim.) ve bir oluş ve kılışın
gerçekleşme olasılığını (imkân ve ihtimalini) bildirme işlevi ( Yarın size
uğrayabilirim.) olarak ikiye ayıran Korkmaz (2003: 812), bu yapının soru
şeklinin izin isteme (Yarın size uğrayabilir miyim?) ve izin vermede (Yarın
531
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Tarihȋ dönem olarak Kıpçak Türkçesi grubuna dahil olan Kırım Tatar
Türkçesi, siyasi ve sosyal nedenlerle Oğuz Türkçesinin de etkisi altında
gelişmiştir. Bu durum onu, hem Kuzey hem Batı lehçelerinin özelliklerinin
yoğrulduğu bir köprü konumuna getirmiş; ayrıca, farklı lehçelerle olan bu
etkileşimleri ona zengin dil özellikleri kazandırmıştır. Yeterlik fiilinin
kullanımı, Kırım Tatar Türkçesinde görülen bu farklı lehçe zenginliklerine en
güzel örneklerdendir. Yeterlik fiilinin olumlu ve olumsuz durumu için
kullanılan yardımcı fiiller ve birleşikler, hem şekil bilgisi hem söz dizimi
açısından Kırım Tatar Türkçesine özgü özellikler de kazandırmıştır.
532
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Getirildiği fiile, işi yapabilme gücü veya imkânı veren bu yapıda, bil-,
al- ve ol- yardımcı fiilleri kullanılmış; ayrıca olumluluğu anlatmak için
mümkün kelimesiyle kurulan yapıdan da yararlanılmıştır.
Ana fiil – A + bil-
-Tss… yavaş ol, bizni işite bilirler. ‘Şışş… yavaş ol bizi işitebilirler.’ (CN
72-8).
Ters aytılgan bir sözden beklenilmeden üyrülme kopa bile edi. ‘Ters
söylenen bir sözden beklenilmeden kavga kopabiliyordu.’ (CN 177).
Bu işaretler ne demek edi? Kim iza ete bilir? ‘Bu işaretler ne demek
idi? Kim izah edebilir? (KTT 197).
Latif közlerini sık-sık oynatıp aldı. ‘Latif gözlerini sık sık oynatabildi.’
(CN 129).
-Ya sen geceleri, karanlık olganda, bir özü Eski camige kirip
olursımı? ‘-Ya sen geceleri, karanlık olduğunda, bir kendin Eski camiiye
girebilir misin?’ (KTT 177).
534
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Köyde poçtalon peyda olganda, onı ögünde başta Şakir çapıp çıka,
öz adreslerine bir şey tapamay, kayta dersi olarnı bu dünyada
yaşaganlarından kimseni haberi yok... ‘Köyde postacı peyda olduğunda,
onun önüne önce Şakip koşup çıkıyor, kendi adreslerine bir şey bulamıyor,
neden dersen onların bu dünyada yaşadıklarından kimsenin haberi yok…’
(KTT 199).
Kerim ep susa ve bir şey aytıp olamay edi. ‘Kerim hep susuyor ve bir
şey söyleyemiyordu.’ (CN 142).
Bular da ne! –dedi özüni tutıp olamay. ‘Bunlar da ne! dedi kendini
tutamadan.’ (CN 171).
Sonuç
hareket, oluş, kılış ve durumu ayrıntılarla tasvir eder ve ana fiilin anlamına
çeşitli incelikler katar. Bu nedenle tasvir fiilleri içinde yer alır. Türk Dilinin her
döneminde karşımıza çıkan yeterlik fiili, diğer tasvir fiillerine oranla daha
fazla kullanım alanına sahiptir.
Türk Dilinin Kuzey bölgesini temsil eden Kıpçak Türkçesinin bir üyesi
olarak Kırım Tatar Türkçesi, siyasi ve sosyal nedenlerle Oğuz Lehçesinin de
etkisi altında gelişmiştir. Bu nedenle bu lehçe, Batı Türkçesinin karakteristik
pek çok özelliğine de sahiptir. Hem Kuzey hem Batı Türkçesi özelliklerini
taşıması, Kırım Tatar Türkçesini Türk Dili içinde ayrıcalıklı bir yere
oturtmuştur. Bu farklılıkların ortaya koyduğu zengin nitelikler, Kırım Tatar
Türkçesinin dil bilgisinde de kendini göstermektedir.
Kısaltmalar
CN: Canlı Nişan
KTT: Kırım Tatar Türkçesi
KAYNAKÇA
Asanov, Ş.A, Garkavets, A.N., Üseinov, S.M. (1988). Krımtatarca-Rusça Lugat. Kiev:
Radanska Şkola.
Banguoğlu, T. (1986). Türkçenin Grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu.
Deny, J. (1941). Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi. (Çeviren: A.U. Elöve), İstanbul:
Maarif Matbaası.
Ediskun, H. (1999). Türk Dilbilgisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gencan, T.N. (2007). Dilbilgisi. Ankara: Tek Ağaç.
Karaağaç, G. (2013). Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu.
Korkmaz, Z. (2003). Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi). Ankara: Türk Dil
Kurumu.
Paşin, İ. (1998). Canlı Nişan. Simferopol: Tavriya Neşriyatı.
Savran, H. (2009). Kırım Tatar Türkçesi. İstanbul: Asi Kitap.
538
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
1
Daha ayrıntılı bilgi için bk. (Sönmez, 2012; Tozlu, 2013).
540
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Konuşma dili veya günlük dil diyebileceğimiz yapı, alışılmış belli başlı
anlam yükleriyle dolu söz, söz öbekleri ve söz dizimi kalıplarından oluşur.
Ancak yoğun duygu ve düşünceler her zaman günlük dildeki sözlerle ifade
edilmezler. Çünkü konuşma dilindeki sözcükler ve ifade kalıpları, çok
kullanılmalarından dolayı yıpranırlar, sıradanlaşırlar ve canlılıklarını
yitirirler (Özkan, 2015). Oysa dil insanın sahip olduğu en karmaşık yapıdır ve
sonsuz olasılıklara sahiptir (Cristal, 2018: 310). Yazarın dilinin gücü tam da
bu noktada ortaya çıkmaktadır. Hem konuşma dilinin hem de yazı dilinin
ortak malzemesi olan sözü, günlük dilin kalıplarının dışına çıkarmak, onlara
farklı anlamlar yükleyerek okuyucuda bir haz uyandırmak, yazarın temel
görevlerinden biridir. Sevim Çokum da ‘Lacivert Taşı’ adlı romanında
edebiyatın temel malzemesi olan dili çok boyutlu bir şekilde kullanmış ve
eserine renk katmak için, ölçünlü Türkiye Türkçesinden ses, biçim ve anlam
yönünden farklılıklar içeren Çerçi Dili / Türkçesi diye adlandırdığı bir dil
yaratmıştır.
542
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
“Ben Hicret Bey çok yollardan geçtim, çok uzlette kaldım, çok
kalabalıklar gördüm. Ticarete girdim, kimi zaman birken üçe çıktı
kazancım, kimi zaman da zarar edip döndüğüm günlerim oldu. Buna
rağmen, ticarete, tartıya ve sayıya hile katmadım. Aile işlerinde de
içimize fitne ve ayrımcılık girmesini istemem. Çünkü bunun en fazla
zararını ben çekerim. Pahalı et senin cebine dokunur; ama pişirilmiş
ve sofraya gelmiş yahni bundan rahatsızlık duymaz. Bu çocuğun en
çok zararı bana dokunur, dokunacaksa. Tomruğu suya düşenin
yazıklanması tomruğa dert olur mu, o almış başını gidiyor işte.
“Kim ki yadsıya ölümü, kim idüğün bilmez ola. Dünyaya kelgen bile
ölüm ne idüğün, kalım ne işin? ona körgen geçimin yola koya çocuk balası
işin.” (s. 134)
Sahra bu sözlerle:
“Ölümü inkâr etmenin, kendini bilmemek anlamına geldiğini
anlatıyordu. Aynı zamanda, bir kez dünyaya gelmiş olanın ölüm ne, kalım
ne bilmesi gerektiğini duyuruyor, buna göre de geride kalan çocuklarını
düşünüp geçimini sağlamak için çalışmasını öğütlüyordu.”
Sahra Çerçi Türkçesiyle bir atasözü söylüyor:
“Köçegen bir tav bolsa ki ne tufan! Eltutgan Nuh ta körse istek
bolmazsa bir katre bolsa su o tav Cudi kibi dirense, ne su ne tufan...”(s. 159)
“Göçen bir dağ ise bundan tufana ne? Orada kurtarıcı Nuh
Peygamber olsa o dağ direnmedikten sonra ve onda o istek yoksa bir damla
su bile yapacağını yapar. Direnir, savaşırsa onu tufan da yıkamaz, sel de...”
Sahra’nın Çerçi Türkçesi ile yazdığı mektup:
“Gün togan yir kün batangdan nişe ırakta körmez. Körçek barmag iser
yardan kamaşur göz, büsbütün karanu basagele. Durna ki kanat çırpga, kaça
tez iv yurt bolsa, yad yabandang berü kalpte yir bulsa. eger şenlik bola
cevapnın bir nişe. Dilekning ötesi bir hoşluk ide.” (s 268)
Mektuptaki sözlerin anlamı şudur:
“Gün doğan yer, gün batan yerden hayli uzaktadır. Onun için bunlar
birbirlerini görmezler. Eğer gözlerim o yâri görebilseydi öyle bir kamaşırdı ki
her yan kararırdı. Turna o denli kanat çırpar ki her an kaçabilir, elden
gidebilir. o sebeple tez evlenip ev bark edinmelidir. Yoksa yabancıya, olmaz
birine kapılır gider de kalbimiz de yer bulamaz. Mümkünse bir cevap verilsin
de kalbimde şenlik olsun. Dileğim budur, ötesi ise bir hoş cevap alabilmek.”
Devran Bey’in Çerçi dili ile Sahraya yazdığı mektup:
“Uş bu sözdür toğrısın inci mercan dizdiğin. Yolunda düz gidening
ayağı gire kapıdan. Bil eğriye sapanıng kuştan döne sapanı. Hiç al narıng
dalıngda olur mu ahlat yemişing? Tilki ilen serçenin bu nice süre sohbeti?
Elifing demesi aşkâr bolsa be ne işe? (s.271)
Aktarılmak istenen şudur:
“İşte bu sözler bir gerdanlık gibi yan yana gelen inci mercan dizileridir.
Şunu bil ki doğru yoldan şaşmayan ve yolunda doğru giden kişi, bir kapıya
547
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
mutlaka ayak basar. Ancak kişi düz olmayan bir iş yapar da yoldan saparsa,
attığı sapanın taşı hedefi bulmadan geri döner. Hiç al renkli narın dalında
ahlat yemişi olur mu? Tilki ile serçe yan yana gelir de dostluk eder mi? Gelse
de bunların sohbeti sohbete benzer mi? Bu işin olmayacağı elifinden belli ki
be’yi demeye gerek yoktur.”
Sahra Çerçi Türkçesi ile söyledi:
“Atının balasını koşkan köre, at nire bala nire. Çevikligin yaş. Tut ki yol
sening.” (s.358)
Şunları söyledi:
“O, yavru taya koşmayı öğreten annesidir. Ancak yolu öğrendi mi tay
onu geçer. Çünkü o gençtir ve onun yolu daha uzundur.”
Etü. kel- (EDPT 715) > KTLS kil-, kel- (264-265) / ÇD kel- (134).
Etü.kölige (EDPT 718) >KTLS kölege, küleñge, kölökö (278-279) / ÇD
kölge (99).
Etü. kör- (EDPT 736) > KTLS kür-, kör- (282-283) / ÇD kör- (268).
Etü. kün (EDPT 725) > KTLS kön, kün (292-293) / ÇD kün ( 268).
Bununla beraber Çerçi dilinde bu /k-/ > /g-/ ve /t-/ > /d-/
gelişiminin örnekleri de bulunmaktadır.
Etü. kerek- > ÇD. gerek- (16).
Etü. kök > ÇD gök (17).
Yitgin atıng izingden seğreten kop kırılır, özün yiter son. (38)
2
Kazak ve Kırgız Türkçelerindeki fonetik varyantlarına yer verilmemiştir. Bu şekiller için
bkz (Öner 2013).
550
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Eski Türkçe ve Kıpçak grubu Türk yazı dillerine ait bir özellik3 olarak
değerlendireceğimiz bu yapı Çerçi dilinde görülmektedir.
3
Burada Kıpçak grubu Türk yazı dili özelliği olarak değerlendirdiğimiz yapılar aynı
zamanda Karluk grubu Türk yazı dillerinde de mevcuttur. Biz Sevinç Çokum’un
söyleşisinde ifade ettiği Kıpçak unsura bağlı kalmak için Kıpçak grubu Türk yazı dili
özelliği olarak değerlendirme yaptık.
551
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
...büyük payıng özünge kılgan, kulung hakkına çividen pas düşe. (99)
4.2. Eski Anadolu Türkçesi ve Kıpçak Grubu Türk Yazı Dili Özellikleri
Türk yazı dillerinden Kıpçak grubuna ait bir özellik olarak gösterilen
bu değişim Çerçi dilinde de bir örnekte görülmektedir.
Eserde geniş zaman eki tarihî dönemde olduğu gibi yuvarlak ünlülü
kullanılmıştır.
Yitgin atıng izingden seğreten kop kırılır, özün yiter son. Yüz beren
suretingden yüz bolur. (38)
Etü. tat (EDPT 449) > AA. dad (DS 1316) / ÇD. dat (17).
Etü. turna (EDPT 551) > AA. durna (DS 1606) / ÇD. durna (268).
Etü. tut- (EDPT 451) > AA. dut- (DS) / ÇD. dut- (16).
553
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
TT. nere (TS 1468) > AA. nire (DS) / ÇD nire (358).
TT. pastırma (TS 1582) > AA. bastırma (DS 548) / ÇD bastırma (16).
TT. yer (TS 2167) > AA. yir (DS 4279) / ÇD yir (s. 268).
Etü. yırak (EDPT 963) > AA. ırak (DS 2480) > ÇD. ırak (268).
5.Sonuç
KISALTMALAR
AA: Anadolu Ağızları
ÇD: Çerçi Dili
DS: Derleme Sözlüğü
EAT: Eski Anadolu Türkçesi
Etü: Eski Türkçe
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Akalın, H. Ş. vd. (baş.) (2007). Türkçe Sözlük. Ankara: TDK Yayınları. [TS]
Alyılmaz, C. (1994). Orhun Yazıtlarının Söz Dizimi. Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum.
Bayraktar, N. (2004). Türkçede Fiilimsiler. Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
Caferoğlu, A. (1963). Anadolu Ağızlarında Konson Değişmeleri. Türk Dili
Araşatırmaları-Belleten. ss. 1-32.
Clauson, G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish.
Oxford: Clarendon Press. [EDPT]
Crystal, D. (2008). A Dictionary of Linguistics and Phonetics. Oxford: Blackwell
Publishing.
Crystal, D. (2018). Dilin Kısa Tarihi. (Çev. Tufan Göbekçin). İstanbul: Alfa Yayınları.
Çokum, S. (2011). Lacivert Taşı. İstanbul: Kapı Yayınları.
Dağ, N. (2012). Sevinç Çokum'un Romanlarında Sosyal Yapı. Adıyaman
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Adıyaman.
Dağ, N. (2014). Sevinç Çokum ile Söyleşi. Akademik Sosyal Araştırmalar Degisi. 2-
1. ss. 612-618.
Demirel Dönmez, Ö. (2012). Uş Sözcüğü Üzerine Bir İnceleme. Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 22-1. ss. 65-74.
Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi Grameri. Ankara: TDK Yayınları.
Ercilasun, A.B. vd. (Ed.) (2006). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Grameri I –Fiil- Basit
Çekim. Ankara: TDK Yayınları. [KTLG]
Ercilasun, A.B. vd. (Kom. Baş.) (1991). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü.
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. [KTLS]
Ergin, M. (2000). Türk Dil Bilgisi. İstanbul: Bayrak Basım Yayım Tanıtım.
Gülsevin, G. (2007). Eski Anadolu Türkçesinde Ekler. Ankara: TDK Yayınları.
Güner, G. (2013). Kıpçak Türkçesi Grameri. İstanbul: Kesit Yayınları.
Karaağaç, G. (2010). Türkçenin Ses Bilgisi. İstanbul: Kesit Yayınları.
Karamanoğlu, A. F. (1994). Kıpçak Türkçesi Grameri. Ankara: TDK Yayınları.
Öner, M. (2013). Bugünkü Kıpçak Türkçesi. Ankara: TDK Yayınları.
555
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Özkan, M. (2015). Edebiyatta Dil Kullanımı. İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. LII. ss.
65-76.
Serebrennikov, B.ve Gadjieva, N. (2018). Türk Yazı Dillerinin Karşılaştırmalı-Tarihi
Grameri. (Çev. M. Öner ve T. Hacıyev). Ankara: TDK Yayınları.
Sönmez, S. (2012). XV. Yüzyılda Tokat ve Sivas’ta İktisadî Yaşam, İcra Edilen
Meslekler ve Meslek Adları. Tarih ve Uygarlık İstanbul Dergisi. 1-2. ss. 193-
212.
Tekin, T. (2003). Orhon Türkçesi Grameri. İstanbul: Kitap Matbaası.
Tozlu, N. (2013). Kültürümüzde Çerçi Esnaflığının Son Örneklerinden “Tespih
Çerçiliği”. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6-1. ss.
209-244.
Elektronik Kaynaklar
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_ttas&view=ttas Erişim Tarihi:
02.04.2019
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&view=gts Erişim Tarihi:
02.04.2019
556
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Efsane metinleri içinde yer alan ceza ve tabu motifleri, bu anlatı türünün
sahip olduğu inancı ve yaptırım gücünü devam ettirme, topluma model
oluşturma ve değerleri öğretme, koruma, bunların gelecek nesillere
korunarak iletilmesi bakımından son derece önemli motiflerdir. Saim
Sakaoğlu, efsanelerin bu özelliği hakkında şunları söylemektedir:
Ritüellerin temelinde var olan yaptırımlar için çoğu zaman ona bağlı
olarak anlatılan tabusal efsanelerden yararlanılmaktadır. Bu anlatılar
ritüellerle birleştiklerinde katılımcılarına adeta yol gösterici olurlar. Bu
noktada ritüellerin ve efsanelerin işlevlerine de değinmek gerekir.
İşlevselsel halkbilim kuramının öncü isimlerinden biri olan antropolog
William R. Bascom (2010: 71-86) 1954 yılında “The Journal of American
Folklore” dergisinde yayımlanan makalesinde folklorun dört işlevi
olduğundan söz etmektedir. Bunlar:
Hz. Muhammed ile Hz. Ali’ye dayanan mitolojik bir öyküye bağlanan
bu kurumun1 işleyişi, sosyal yapıyı düzenleyen, yazılı olmayan ama yaptırım
gücü olan birtakım kurallarla belirlenmiştir. Kişinin içinde bulunduğu
1
“Gök ve yer yaratıldığı zaman Cebrail, Âdem’in beline kuşak kuşadı ve kardeş oldular.
Öbür melekler, onlara yemek olarak helva ekmek getirdiler... Muhammed de Ali’yi sağ
elinden tutup minbere çıkararak- ve sonra kuşağını açarak- bağrına bastı. İkisi aynı
gömleği giydiler, öyle ki bir bedende iki baş gibi göründüler. Peygamber, Ali’ye: “kanım
senin kanındır, etim senin etindir, Vücudum senin vücudundur, usum senin usundur,
ruhum senin ruhundur.” dedi. O zaman ashabı ona; “Ey Allah’ın resulü, gömleği
çıkarınız.” dediler. Peygamber gömleği çıkardı, Muhammed ve Ali tek bir vücut olarak
göründü... Sonra minberden indi, kuşağını aldı... Ali’ye doladı, üç düğüm yaptı ve dedi
ki: “Ey Ali, sen benim Musa ve Harun’un kardeş oldukları gibi kardeşimsin...” (Melikoff,
1994:94)
560
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Dede bu gönüllülere bir yıl süre vererek onların bu kardeşliği bir yıl
tecrübe etmelerini ister. Bu süreden sonra adaylar, musahipliklerini devam
ettirmek isterlerse yine dedeye başvururlar. Bu kez dede perşembeyi
cumaya başlayan bir akşam cem yapar. Bu iki istekli veya başka istekli
varsa onlarla birlikte yapılacak musahip cemine katılırlar. Musahip
olunduktan sonra bu iki musahip aile yılda bir kez özellikle perşembe gecesi
dedenin karşısına çıkarak “ikrar” verirler. İkrar verme, musahiplerin
cemaatin karşısında postun üzerine çıkıp eline, beline, diline sahip
olacağına, sağlıklı olduğu müddetçe orucunu tutacağına, düzgün bir insan
olacağına, kimsenin hakkını yemeyeceğine dair sözün verilmesidir. İkrar,
Alevilik için çok önemlidir. Yalan söyleyen kurallara uymayan kişi ve kişiler
cemden uzaklaştırılır. Bu bağlamda musahiplikle ilgili bazı anlatılar da bu
kurumun işleyişi için gerekli norm ve kuralları ortaya koymaktadır.
561
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Yıllar önce iki musahip yoldaş cem evinde görgeye (postun üzerine)
çıkarlar. Dede musahip kardeşler için cemaate sorar: “Cemaat! Bu
kişilerden razı mısınız? Şikâyeti olan var mı” Cemaattan bir kişi çıkıp
şöyle der: “Dede pirim! Benim bir şikâyetim var. Ondan bir alacağım
var.” Musahip kişi de çıkıp; “Biz o meseleyi halettik, çözdük yani
kapattık sorun kalmadı pirim!” der. Şikâyetçi olan kişi musahip kişinin
dediklerini yalanlar. “Hayır, yalan söylüyor! Ne halettik ne de
meseleyi çözdük! Madem benim söylediklerimi yalanlıyor kendisinin
doğru söylediğini savunuyor o halde yemin buyursun” der. Dede de
musahip kişiye dönüp; “Olayın hallolduğuna, meseleyi kapattığınıza
dair tüm cemaatin ve musahip kardeşinin, yoldaşının önünde yemin
eder misin?” diyerek sorar. Musahip kişi: “Kimsenin hakkını yemedim.
Vereceğimi verdim. Tüm bu dediklerime yemin ederim.” der.
(Musahiplikte iki kardeşin yeminleri ortak olduğu için diğer kardeşte
yemin etmek zorundadır. Fakat musahip kardeş yemin eden
kardeşinin yalan, yanlış yere yemin ettiğini bildiği için yemin etmek
istememektedir.) Kardeşine dönüp: “Kardeşim! Yalan yere yemin
ediyorsun. Yapma ne olur ikimizin de başını yakacaksın!” der. Yalan
562
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
herhangi birisi, ahdinde durmayıp vermiş olduğu ikrarı bozarsa hem Allah
nezdinde hem de ceme katılanlar önünde kusur işlemiş sayılmakta ve
cemden kovulmaktadır.
Genel olarak düşkün kalma cezası yedi veya sekiz senedir. Şayet
cezalı kişiler “düşkünlüğünden temizlenirse” ancak o zaman ceme girerler.
Düşkün kişi yedi sene sonra ceme girmek için tüm köylüye kurban keser,
lokma dağıtır. Bu kurbana Yahni Kapan’da “Düşkün Kaldırma Kurbanı” adı
verilmektedir. Düşkünken temizlenmedilerse sembolik olarak idam cezası
alırlar. Bu cezaya Yahni Kapan’da “közden geçirme” denilmektedir. Közden
geçirme, düşkün kalan kişinin anlını secdeye vurarak kendine işkence
yapmasıdır. Bu uygulamayla düşkün kalan kişi, köylüye ve dedeye kendini
affettirmeye çalışır. Dede affederse kişi tekrar ceme girebilirler. (KK2).
Yahni Kapan köyünde düşkün kalan bir kişi yaşadıkları şu şekildedir:
“Dört can bir can olarak görgü cemine girip “Musahiplik kurallarına
uyacağız” diyerek ikrar verip ve bu yola devam etmişlerdir. Fakat
kişinin musahip kardeşi eşi ile anlaşamayıp yollarını ayırmıştır. Dede
eşinden ayrılan musahibe neden ayrıldığına dair sorular yöneltmiştir.
Cevap olarak verilen “anlaşamadığımız için ayrıldık.” cümlesi geçerli
bir gerekçe kabul edilmemiştir. Musahip kişinin ayrıldığı eşinin ailesi
de “Bizim bir şikâyetimiz yok anlaşamadıkları için ayrıldılar” gibi
olumlu cümleler kurmadığı için bu kişilerin musahipliği düşmüştür.
‘Düşkün’ kalmışlardır. Yedi sene görgü cemlerine katılamamışlardır.
Toplumun dışında bırakılmışlardır. Yedi sene sonra gelip; “Biz bu yola
baş koyduk tekrar bu yola devam edeceğiz.” diyerek ikrarlarını
vermişlerdir. “Düşkün kaldırma kurban”ı keserek, lokma dağıtarak,
564
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
“Düşkün kişinin bir rehber eşliğinde omzuna uzun bir odun veya bir
demir parçası verilir. Demir parçasının her iki ucuna da ağırlık konur.
Ayaklar çıplak vaziyette zemheri soğuğunda mezarlığın etrafında üç
sefer yürütülerek köy mezarlığının etrafında dolaştırılır. Ölmüş cem
sakinlerinin de bu cezayı görüp şahitlik etmeleri için mezarlık
etrafında olur. Yürürken başı dik bir şekilde yürümek zorundadır.
Ağırlıktan yorulup başını öne eğerse diye başının önüne diğren
tutulur. Başını öne eğerse bu diğren alnına batıp, yarar. Daha sonra
düşkün kişi cemin yapıldığı eve veya toplanma yerine getirilir ve
kapının önünde ateş külü dökülüp üstünde bekletilir. Rehber kişi içeri
girip düşkün kişinin halini bildirir. Dede canlara dönüp; “Canlar! Bu
kardeşimiz omzunda odunlarla zemheri soğuğunda yürümüş ve ateş
küllerinin üstünde sizin affınızı beklemektedir! Herkesin rızası, affı var
mıdır?” der. Herkes affederse düşkün kişi ceme tekrar girebilir. (KK5)
Emirdağ’ın Karacalar Köyü’nde yapılan bir derlemede Yoksul Derviş
adlı bir kişiyle görüşülmüştür. Yoksul Derviş’in Mahsuni Şerif’le olan bir
hatırası musahipliğin önemi hakkındadır. Bu anlatı şu şekildedir: Bir gün
Mahzuni Şerif Yoksul Derviş’e sizde hortlak var mı diye sorar. Yoksul derviş
şaşırır ve “Yahu hortlak ne?” der. Sonra Yoksul Derviş musahipliğin
zorluğunu anlatır. Mahzuni Şerif ise Derviş’e dönüp “peki ya bu musahipler
musahipliğin şartlarını yerine getiremezse ne olur?” der. Yoksul Derviş
şaşırır. Mahsuni Şerif ise “İşte o zaman hortlak olurlar.” der.
“Eskişehir’in Gökçeoğlu köyünde Cem Evi yoktur. Cemler köyde bir kişinin
evinde yapılırdı. Musahipliği yapacak olan dede köy dışından gelirdi. Öyle
kudretli bir dedeydi ve musahiplik o kadar büyük kudretli bir gelenekti ki
565
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
KAYNAKÇA
ÇIBLAK COŞKUN, Nilgün, (2014), Anadolu Alevilerinde Cemler ve Bu Cemlerin
Sosyokültürel Hayattaki İşlevleri, Folklor/ Edebiyat Dergisi, Cilt:20, sayı:78.
DEMİRCİ, Kürşat, (2003), Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş- Tanrılar, Ritüel, Tapınak,
Ayışığı Kitapları.
EKER, GÜLİN Öğüt, (2005), “Gelenekten Geleceğe Halk Edebiyatı”, Türk Halk
Edebiyatı El Kitabı (Ed. Öcal Oğuz), Ankara, Grafiker Yayıncılık.
IRMAK Yılmaz, HAMARAT Handan, (2018), Bingöl Aleviliğinde Dedelik Musahiplik
Düşkünlük ve Cem, Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 8,
Cilt: 8, Sayı: 15.
MELIKOFF, Irene, Uyur İdik Uyardılar (Çev. Turan Alptekin) Cem Yayınları, İstanbul
1994.
SAKAOĞLU, Saim (2003), 101 Anadolu Efsanesi, Ankara; Akçağ Yay.
SEYİDOĞLU, Bilge, (1985), Erzurum Efsaneleri (Erzurum’da Belli Yerlere Bağlı Olarak
Derlenmiş Efsaneler Üzerinde Bir İnceleme), Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
KAYNAK KİŞİLER
KK 1: Zeynel UĞUR (Yahni Kapan Köyü dedesi), Yaş:55
KK2: Ekber UĞUR (Yahni Kapan Köyü dedesi), Yaş:57
KK3: Baki KILIÇ (Yahni Kapan Köyünde musahiplikten kovulan kişi), Yaş:55
KK4: Bektaş AKART (Çankırı Mimar Sinan Mahalle sakini) Yaş:60
KK5: İsmini vermek istemedi, Gökçeoğlu Sakini, Cinsiyeti: Kadın, Yaş:67
566
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Çıldır Gölü, Ardahan ve Kars il sınırları içerisinde, 123 km 2’lik yüzey alana
sahip, Doğu Anadolu Bölgesinde Van gölünden sonra en büyük ikinci doğal göldür.
Ekolojik açıdan oligotrofik özelliklere sahiptir. Göl havzaya deşarj olan birçok irili
ufaklı çay ve dere beslemektedir. Gölün tek su çıkış noktası; gölün güneyinde
Ermenistan sınırını da oluşturan ve Arpaçay’ın kolu olan Telek Çayı’dır. Çıldır Gölü
1950’li yıllardan beri balıkçılık faaliyetlerinin yürütüldüğü ve çevresindeki köy
yerleşimlerinde yaşayan insanlar için önemli bir gelir kaynağıdır. Çıldır Gölü
balıkçılığı uzun bir geçmişe sahip değildir. Gölde ilk olarak ticari balıkçılık 1950’li
yıllarda başlamıştır. 1952 senesinde Samsun’dan gelen bir grup balıkçı, o yıllarda
çok cazip olan yerli sazan havyarı ticareti için gölü kiralamışlardır. Bu süreç 1968
yılına kadar devam etmiştir. Samsun balıkçılarının göldeki sazan havyarı üretimi
öncesinde, göl etrafındaki köylerde yaşayan yerel ahali tarafından balıkçılık ilkel
yöntemlerle (basit sal, kamış, dirgen, elle yakalama ve sığ bölgeleri
kapatma/tuzak gibi) yapılıyordu ve avlanan balıkların herhangi bir ticari önemi
yoktu. Bu yöntemlerin çoğu da 19. Yüzyılın sonlarında Çarlık Rusya’sından sürülerek
Kars ve Arpaçay yöresine yerleşen Malakanlar’dan yerli halka sirayet etmişti. Ancak
Samsun’dan gelen profesyonel balıkçıların yanında tayfa/işci olarak çalışan yerel
balıkçılar bu mesleğin teknik özelliklerini ve inceliklerini onlardan kapmıştır.
Samsunlu balıkçılar 1970’li yıllardan itibaren Çıldır gölünden ayrıldıktan sonraki
süreçte; onlardan kazandıkları bu tecrübeler ile mesleki balıkçılığa başlamışlardır.
1990’lı yıllara gelindiğinde gölde önemli bir balıkçılık potansiyeli yaratılmıştır.
Bu gelişme 21. Yüzyılın ilk yıllarına kadar artarak devam etmiştir. 90’lı yılların
sonunda göl faunasına dışarıdan giriş yapan İsrail sazanı ve kerevit gibi egzotik
türler üzerinde başlatılan avcılık önemli bir gelir sağlanmıştır. 90’lı yılların başında
göldeki aktif balıkçı sayısı 16 iken; son 20 yıl içerisinde bu sayı iki kat artarak 32’ye
yükselmiştir. Gölde bugün biri Ardahan’a (Akçakale) diğeri ise Kars’a bağlı
(Doğruyol) olmak üzere iki ayrı kooperatif faaliyette bulunmaktadır. Balıkçıları
tamamı bu iki kooperatife ortaktır. Balıkçılar bu kooperatiflerle olan ilişkilerini; (1)
özel idare tarafından gölün yıllık kiralama bedeli ve (2) kerevit avının
pazarlanmasına aracılık yapmak şeklinde sürdürmektedir. 2006 yılına gelinceye
kadarki süreçte; çok uzun yıllar boyunca göldeki balık avcılığı, balıkçı kooperatifinin
varlığına karşın rastgele yapılmıştır. Ne kamu kurumları tarafından ne de gölde
567
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
fishermen in the lake was 16, whereas this number has been doubled and increased
to 32 in the last 20 years. Today, two different cooperatives are operating in the
Lake, one in Ardahan (Akçakale) and the other in Kars (Doğruyol). All of the
fishermen are member of these two cooperatives. The fishermen carry out their
relationship with these cooperatives as follows: (1) the annual rental value of the
lake by the private administration; and (2) acting as an intermediary in the
marketing of fishing for crayfish. In the process until 2006, fishing in the lake was
done freehand for many years, despite the presence of a fisherman's cooperative.
An organized, controlled and sustainable fishing could not be performed either by
public institutions or due to the financial, administrative and organizational
problems of the cooperatives in the lake. Since 2006, the Lake has been opened for
commercial fishing through renting.
Today, the fish stocks in the lake are no longer economical for fishermen. Because
of the disease that started in crayfish population, which has been the most
important source of income for fishermen as from 2012 and due to the excessive
fishing of the silver Prussian carp, the fishing effort has been gradually decreased.
In addition to this, the lawlessness stemming from feudal relations in the region has
increased the illegal fishing and excessive fishing pressure. In terms of demand and
traditionally, the local carp stocks, which have a primary economic value in the
Lake, have come to the point of collapse. In addition to the husbandry, which is the
traditional production of the region, the income of fishing families obtained from
fishing is very low. Today, the contribution of the income obtained from fishing in
the Lake to the family budget is 26% on average. Fishing activities are carried out
with family labor largely. The fish that are caught are marketed in the villages,
towns and provincial centers directly by the fisherman's own effort. Crayfish fishing
is marketed through cooperatives.
Keywords: Lake Çıldır, fisheries, historical development, socio-economy
Giriş
Çıldır1 Gölü, Ardahan2 ve Kars il sınırları içerisinde, 123 km 2’lik yüzey
alana sahip, Doğu Anadolu Bölgesinde Van gölünden sonra en büyük ikinci
doğal göldür. Çıldır gölünün de yer aldığı Kars platosu antik çağdan
başlayarak günümüze kadar birçok kadim topluluklarının yerleşim alanı
1
‘Çıldır’ ilçesinin adı pek çok kaynakta Oğuzların 24 boyundan olan ‘Çavuldur’ boy adına
bağlanmaktadır. Ancak ‘Çıldır’ ilçesinin adının boy adından değil, tabiî olgulardan
(yakınındaki gölden) adını aldığı tespit edilmiştir. Gölün adından 8. yüzyıl tarihçisi
Gevond ‘Çeld’ diye bahsetmektedir ve gölün Gevond’da bahsedildiği adı Çıldır ilçesine
ad olmuştur. Bugün bu ilçede Terekeme Türkleri meskûndur (Uyanık, 2007).
2
1980’lerde henüz Ardahan ilçe statüsündeydi ve Kars iline bağlıydı. Ardahan 27 Mayıs
1992 tarihinde Kars ilinden ayrılarak Türkiye'nin 75. ili olmuştur.
569
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Yazar tarafından bu çalışma kapsamında Çıldır gölünün yaşayan en eski balıkçılarından
Nusrettin Bilgetekin ile ikamet ettiği Taşköprü köyünde, Haziran 2012 tarihinde; Çıldır
gölündeki eski dönemlerdeki balıkçılık hakkında bilgi alınmıştır.
571
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Bulgular
Çıldır gölündeki tarihsel süreç içerisindeki balıkçılığın gelişimini dört
kategoride incelemek mümkündür. Bu dönemler ve bu süreçlerdeki belli
başlı karakteristik durumlar Şekil 2’de şematize edilmiştir.
4
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı (93 Harbi) ile Kars’ın Çarlık Rusya tarafından işgal
edilmesiyle, Kafkaslara sürgün edilmiş Malakanların bir kısmı Kars’a göç etmiştir.
Kars’da kurdukları köylerde Müslüman topluluklar ile yaşamışlardır. Rusya'ya gitmek
istemeyerek, Türkiye'de kalan Malakanların büyük bir bölümü Kars'ın Yalınçayır
(Zöhrep), Atçılar ve Çalkavur Köylerinde ve ayrıca bir bölümü de Kars (Arpaçay), Ağrı
ve Erzurum'un çeşitli bölgelerine dağılmış bir şekilde 1962 yılına kadar
573
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
çevresinde, göl kenarında yaşayan yerli halk çok uzun yıllar bu ilkel avcılık
yöntemleri ile gölde balık avlamışlardır. Malakanların yaşadığı döneme ait
Gölün batı yakasında, Gülyüzü ve Gölebakan köyleri arasında, 19. Yüzyılın
sonunda, kırma/parke taşlarla inşa edilen Ermenistan-Kars-Arpaçay-
Gürcistan-Artvin yol güzergâhının (şosenin) varlığı; Malakanların bu
dönemde göl havzasındaki yaşamları için günümüze kadar gelen en önemli
tarihsel izlerden biridir5. Malakanların Çıldır gölüne olan yakın ilgisine dair
bir diğer kanıt ise yerli sazan balığının en çok avlandığı lokasyonu oluşturan
ve ‘Küçükgöl’ olarak adlandırılan Taşköprü ve Taşbaşı köyleri arasında
kalan yerin adıdır. ‘Zavotun Yeri’ olarak bilinen bu bölge günümüzde halen
Malakanlar zamanından kalma adıyla anılmaktadır6. Malakanların
yoğunlukla yaşadığı bir köy olan Kars’a bağlı Zavot (Boğatepe) köyünde
yaşayan Ohannes (yerli halk tarafından halen Ovanüs olarak telaffuz
edilmektedir) adlı bir Malakan yurttaş Çıldır gölünün ‘Küçükgöl’ bölgesinde
sarıbalık (yerli sazan) avlayarak, bu balıkları yaklaşık bir-iki saat
uzaklıktaki kendi köyüne ve yakındaki Ermeni köylere katır ve atlarla
pazarladığı bugün hala eski kuşak balıkçılar tarafından dilden dile
anlatılmaktadır7-8.
Şekil 3. ‘Kılıç sülalesi’ Akçakale köyünün en eski balıkçılarındandır. Kooperatif Başkanı Yüksel
Kılıç’ın annesi Gülhanım bilge ve mücadeleci kişiliği ile her zaman ailesinin yanında
olmuştur. Gülhanım 2017 senesinde, bir kış günü bu dünyadan sonsuzluğa göç etmiştir.
9
Yüksel Kılıç ile Ağustos 2019 döneminde yapılan görüşmeler.
575
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 4. Gölebakan köyünde, eski parke taşlı şosenin kenarındaki taş bina Kars’ın Rus işgali
döneminde inşa edilmiştir. Günümüzde Ruslardan kalan bu yol hala stabilize olarak ulaşıma
açıktır ve gölün batı kıyısındaki köy yerleşimleri bu yolu kullanmaktadırlar. Eski Rus yoluna
döşenmiş kesme taşlardan bir kısmı hala bozulmadan varlığını sürdürmektedir.
İkinci Dönem: 1950-1970 Arası
Gölde ilk olarak ticari balıkçılık 1950’li yıllarda başlamıştır. 1952
senesinde Samsun’dan gelen bir grup trol balıkçısı (Demircioğulları
sülalesi), o yıllarda çok cazip olan yerli sazan havyarı ticareti için gölü ihale
yoluyla kiralamışlardır. Devlet desteğini almak ve o zamanlar Ticaret
Vekâletinin elinde olan istihsal alanlarının kiralanma prosedürü için de ilk
etapta ‘Taşköprü Balıkçılık Kooperatifi’ni kurmuşlardır.
Samsunlu trol balıkçıları Demircioğulları (Zengin, 2011) 10 tarafından
1952-1958 yılları arasında, Çıldır ve Iğdır göllerinde avlanan sazan ve kefal
havyarları iç piyasanın yanısıra İskenderun Üzerinden
10
‘Demircioğulları’ aslen Sürmene’nin Civra (Balıklı) köyündendir. Esasen muhacirlikte,
1916 senesinde ailece Samsun’a göç etmeden önce de, 1900’lü yılların başından
itibaren (1905) nehir ağızlarındaki morina avlamak, havyar tuzlamak için her bahar
Civra’dan kalkıp bu kıyılara kadar gelirlerdi. 1864 doğumlu Demircioğlu Osman, 1925
senesinde bu dünyadan göçene kadar nerdeyse bütün ömrünü Samsun’da ırmak
ağızlarındaki morina avcılığı ile geçirmişti. Altı erkek evlada sahip Osman Reis’in karısı
Esbehanım’ın en güzel gençlik yılları kocasının, körpecik oğullarının gurbet yollarını
bekleyerek ve hasret çekerek geçirmiştir. Sürmene’nin Civra köyünden yola çıkan
Hüseyin, İsmail, Mustafa, Kamil, Ömer ve Şevki Demircioğlu biraderler birlikte el ele
verip nice zorluklara, nice çilelere göğüs germiştir. Bu altı kardeşin en küçüğü ve
gelecekte Samsun balıkçılık piyasasının en önemli simalarından biri olacak olan Şevki
(Şekil 5); Civra’dan muhacirliğe çıktıklarında daha altı-yedi yaşlarında çok küçük bir
çocuktu. Ruslar 1918 senesinde Trabzon, Rize kıyılarından çekip gittikten, muhacirlik
576
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 5. 1950’li yılların başında Çıldır gölünde ilk ticari balıkçılığı başlatan Samsunlu
trol balıkçısı Şevki Demircioğlu (Zengin, 2011).
11
1955 doğumlu olan Osman Demircioğlu, bu sülalenin üçüncü kuşaktan balıkçılık
sektöründe; komisyonculuk ve işleme ve değerlendirme sektöründe faaliyet
göstermektedir. Demircioğulları özellikle Samsun piyasasının en eski ve en bilinen öncü
balıkçılarındandır. Şevki Demircioğlu ile Osman Demircioğlu’nun dedesi Ömer kardeşti.
1900 doğumlu olan Ömer Demircioğlu 1976 yılında, 76 yaşında vefat etmiştir.
Demircioğulları ‘nın Çıldır gölündeki balıkçılık faaliyetlerine ilişkin anekdotlar; Osman
Demircioğlu ile farklı zamanlarda gerçekleştirilen mülakatlardan sağlanmıştır.
578
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 6. Sazan havyarı üretiminin yapıldığı ve Taşköprü ve Taşbaşı köyleri arasında kalan
bölge Malakanlar zamanından kalma adıyla ‘Zavotun Yeri’ olarak bilinmektedir. Samsunu
balıkçılar tarafından havyar üretimi bu damlarda/atölyelerde yapılmaktaydı. Havyarı alınan
balıkların etleri (leş olarak tabir ediliyor) bu bölgede açılan 2-3 m çapındaki kuyulara
gömülürdü.
12
Samsun’da ikamet eden Cemil Başoğlu ile Ağustos 2019 tarihinde; babası Hasan
Başoğlu’nun Çıldır gölündeki balıkçılık faaliyetlerine ilişkin bir mülakat
gerçekleştirilmiştir.
579
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
13
Ümit Kılıç Akçakale köyünün yerlilerindendir. Çıldır Gölünde yerel halkın başlattığı ilk
kooperatifçilik hareketlerini başlatan kişidir. Aynı zamanda gazetecilik kimliğine de
sahip olan Ümit Kılıç 2009 yılında vefat etmiştir. Umut Kılıç’a yönelik bilgiler; halen
Akçakale köyü balıkçı kooperatifinin başkanlığını yapan, kardeşi Yüksel Kılıçtan
(Ağustos, 2019) ve oğlu Ulaş Kılıç’dan (Ekim, 2019) sağlanmıştır.
14
Ulaş Kılıç (Ümit Kılıç’ın oğlu, halen Marmara Üniversitesinde tarih üzerine yüksek lisans
çalışmasına devam etmektedir) ile Ekim, 2019 döneminde yapılan söyleşi.
580
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 7. Çıldır gölünde yerel balıkçılar tarafından kurulan balıkçı kooperatifi ve göl kenarındaki
Akçakale köyündeki ilk balıkçı lokantasını açan Ümit Kılıç (en soldaki kişi) (Ümit Kılıç’ın
arşivinden, oğlu Ulaş Kılıç tarafından temin edilmiştir, Ekim, 2019).
15
Hamza Koca ile Ağustos, 2019 döneminde yapılan Mülakat. Hamza Koca Kars, Arpaçay
doğumlu olup, Azeri kökenlidir. Günümüzde Çıldır gölü ve Kars-Ardahan illerindeki en
önemli balık ticareti faaliyetini sürdüren, komisyoncu-aracıdır.
582
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 9. Canaksu köyünden Abuzer Ağbulak ile bu köye komşu Taşbaşı köyünden Kinyas
Taşdemir’in oğulları (Atoş ve kardeşleri) arasında 1980’li yılların sonlarından itibaren avlak
sahalarının paylaşımı konusunda ciddi sorunlar yaşanmıştır (Fotoğraflar soldan sağa
Atoş/Temmuz, 1991 ve Abuzer Ağbulak/Haziran, 2010).
16
1971 yılında 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bakanlık,
ilgili kanunun kendisine verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirmek üzere ‘Su
Ürünleri Genel Müdürlüğü‘ nü kurmuş ve 1972 yılında faaliyete geçirmiştir. Su ürünleri
araştırma proje ve faaliyetleri, 1972–1984 yılları arasında, adı geçen genel müdürlüğün
bölge ve il müdürlükleri bünyesinde yürütülmüştür.
17
‘Su Ürünleri Sorunları, Ne Yapmalı?’ Program Yöneticisi; Doç. Dr. Ahmet Saltık. TRT Açık
Oturum (https//youtube/PfLkDUoKoZ)
18
1991-1993 yılları arasında Çıldır gölünde; TÜBİTAK’ın desteklediği Hacettepe
Üniversitesi ile Trabzon Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü’nün ortaklığında
gerçekleştirilen stok tayini projesi sırasında yazarın gözlemlerini içeren yayınlanmamış
notları.
584
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 10. Çıldır gölünde ilk defa gerçekleştirilen stok tespiti çalışmaları ve proje ekibi. Soldan
sağa Dr. Mustafa Zengin, Balıkçı Abuzer Ağbulak ve Prof. Dr. Sedat Yerli. Haziran, 1991, Çıldır
gölü, Çanaksu köyü.
19
Akçakale Köyü Balıkçı Kooperatifi Başkanı Yüksel Kılıç ile yapılan mülakatta kerevit
populasyonun Çıldır gölüne aynı zamanda bölgede tanınmış bir gazete muhabiri olan
ve ilk Akçakale köyündeki kooperatifi kuran kardeşi Ümit Kılıç tarafından bırakıldığını
beyan edilmiştir.
587
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 12. 2000’li yıllardan sonra Çıldır gölüne girerek önemli bir balıkçılık potansiyeli ve geliri
sağlayan kerevit populasyonunda, yaklaşık on yıl sonra; 2012’de hastalık etmeninden ötürü
avı giderek düşmeye başlamıştır.
Ticari Oc Şub Ma Nisa May Hazir Temm Ağust Eyl Eki Kası Aral
türler ak at rt n ıs an uz os ül m m ık
Göl
20, 13,
alabalı 47 53 18 28,5 - - 18 23 82 89,5
6 5
ğı
Karaba
991 85 55 160 925 - - 565 245 752 295 195
lık
30000
Av miktarı (kg/yıl)
25050
25000
20000
15000
10000
7061 6838
4268
5000 2414 2165,5
393,1
0
Yerli Göl Karabalık Tatlısu Şafak İsrail Kerevit
sazan alabalığı kefali balığı sazanı
Şekil 13. Çıldır gölünde 2012 av sezonunda avlanan ticari balık türlerine ilişkin av miktarları
20
Çıldır gölü her yıl yaklaşık Aralık-Nisan ayları arasında donmaktadır. Gölün buz tuttuğu
bu dönemde 40-45 cm kalınlığındaki buz altında geleneksel olarak balık avcılığı
yapılmaktadır. Bu şekilde balık tutmak ekonomik olmaktan çok ilgi çektiğinde turizm
açısından da öne çıkmaktadır. 40-45 cm kalınlığındaki buz tabakası, buz kesici aletler
ile kesilerek 8-10 m mesafe ile 50-60 cm çapında bir seri delik açılır. Sırıklar yardımıyla
uzatma ağına bağlanan ip bu deliklerden geçirilerek yaklaşık 100 m uzunluğundaki ağ
buz altına serilir. Buz altına kurulan ağ bir hafta veya on gün sonra ipinden çekilerek
toplanır. Ağda toplanan balıklar alındıktan sonra, ağ aynı yöntemle tekrar buz
tabakasının altına gerilir (Koday, 2001).
589
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 14. Çıldır gölünde ekonomik balık türlerine ilişkin karaya çıkarılan birim çabadaki avın
(CPUE) dağılımı (kg/tekne/ay)
Şekil 15. Çıldır gölünde gölün buz tuttuğu dönemlerde, buz altında balık avcılığı (Ümit Kılıç’ın
arşivinden, oğlu Ulaş Kılıç tarafından temin edilmiştir, Ekim, 2019)
Şekil 16. Çıldır gölünün kıyısındaki ilk balık lokantalarının öncüsü 1990’lı yılların başında
faaliyete başlayan ‘Abuzer’in Yeri’dir. Bu gün kardeşi Günay Ağbulak tarafından işletilen ve
‘Günayın Yeri’ olarak hizmet veren bu balık lokantası Çanaksu köyünde, ‘Martı Adası’ adı
verilen küçük bir adanın karşısındadır. Bu ada, yaz periyodunda Hazar Denizi'nden buraya
üreme göçü yapan martıların yumurtlama alanıdır.
21
Çıldır gölünde tek kabzımallık faaliyetinde Hamza Koca ile Ağustos, 2019 ayında
yapılan mülakat.
22
Çıldır Gölü sınırlarında bulunan Akçakale Ada Şehri, diğer adıyla Alparslan Adası, doğal
güzelliklerinin yanı sıra 10 bin yıllık tarihin de izlerini taşımaktadır. Antik kent olma
özelliğine sahip Akçakale Ada Şehri’nde, Neolitik dönemden günümüze pek çok tarihi
yapının kalıntıları bulunmaktadır. Karayla bağlantısı bulunmayan Ada Şehri’nde,
sonradan eklenen köprü/bağlantı yolu ile giriş çıkışların sağlandığı bildirilmektedir. Bu
kaleye Ermenilerin ‘Pağkatsıs’, Türklerin ise ‘Akçakale’ ismini koyduğu ve daha
sonradan bu ismin, Ada Şehri’nin karşısındaki köye adını verdiği sanılmaktadır (Patacı,
2014).
23
Doğruyol Köyü; Kars-Çıldır yolu üzerinde, Kars ili, Arpaçay ilçesi sınırları içerisinde, göl
kenarında kurulmuştur. Şaman köklerini koruyan, Müslüman Türk boyu ‘Terekeme’
olarak adlandırılan Kafkasya-Ahıska kökenli olan yerel halkın yaşadığı bu köy aynı
zamanda balıkçılıkta önemli bir faaliyet alanına sahiptir. Köydeki eski mezarlarda, yan
yana dizilmiş mezar taşları üzerine ağıtlar ve menkıbeler yazılıdır. Bu mezar
taşlarındaki motiflerde; ‘ay mahfi ’nin kadını temsil ettiği, ‘hilal motifi ’nin evlenmeden
veya hamile kalmadan ölen genç kızı, ‘dolunay figürü’nün ise hamile kadını sembolize
etmektedir (Kemaloğlu, 2012).
592
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 17. Çıldır gölündeki balıkçılık faaliyetlerinin en yoğun olduğu köy Akçakale köyüdür.
Şekil 18. Akçakale köyü balıkçı kooperatifine ortak balıkçılar. 2003 yılı kooperatifin genel
kurulu sonrası, Akçakale köyü, Çıldır gölü kenarı (Soldan sağa; Tahsin Sarıçayır, Mahir Hamdi,
Emre Şaran, İsmet Işık, Yener Şaran-halen Doğruyol Köyü Balıkçı Kooperatifinin Başkanı,
Burhan Kılıç, Selami Şaran, Ümit Kılıç, Selim Kılıç, Atanur Dursun, Sefer Kılıç, Tekin Topkaya)
(Ümit Kılıç’ın arşivinden, oğlu Ulaş Kılıç tarafından sağlanmıştır)
24
Göl havzası Antik dönemde Urartu Krallığının önemli yerleşim alanlarından biriydi. Bu
döneme ilişkin Taşköprü Köyü girişinde, Kral Sarduri (MÖ 767-735) tarafından çiviyazısı
ile kaya üzerine yazdırılan kitabe ile köy içerisinde bu döneme ilişkin antik kalıntılar
bulunmaktadır. 1878-1920 yılları arasında, Rus işgali döneminde bölgede inşa edilen
Rus şosesinin de aynı güzergâh üzerine inşa edildiği düşünüldüğünde Çıldır Gölü’nün
güney kıyısının Kafkaslardan Doğu Anadolu’ya ulaşırken kullanılan ve Urartulardan
günümüze kadar önemli bir yol güzergâhı olduğu anlaşılmaktadır. Hanak, Zivin
yazıtlarının da lokasyonları değerlendirildiğinde Urartu Kralı I. Sarduri Kafkasya’ya
yaptığı seferlerde aynı günümüzde de kullanılan bu yolu kullanarak krallığının
merkezi olan Tuşpa, Van kentine dönmüştür.
593
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 19. Çıldır gölü kıyısı boyunca balıkçı yerleşimleri ve bu yerleşimlerde aktif olarak
faaliyette bulunan balıkçılar.
25
Doğruyol Köyü Balıkçılık Kooperatifi başkanı Yener Şaran ile Ağustos, 2019’da
gerçekleştirilen mülakat.
594
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 20. Çıldır gölü, Akçakale köyünde balıkçılık faaliyetinde bulunan bir kadın balıkçı
26
Çalışma kapsamında yazar tarafından ziyaret edilerek, bizzat görüşme yapılan
balıkçılar
596
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 24. Çıldır gölünde mesleki olarak avcılık yapan ilk kuşak balıkçılardan bazıları (soldan
sağa: Ümmet Ağbulak, Nusrettin Bilgetekin ve Mehmet Çilingir
Şekil 29. 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Çıldır gölünde dinamik bir stok oluşturan ve
mahalli pazarlarda iyi bir Pazar imkânı bulan İsrail sazanı, avı balıkçıların kendi olanakları ile
pazarlanmaktadır.
600
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
gerilemiştir (Şekil 33). Son 30 yıllık süreçte hedef balık türlerinin stoklarında
sırasıyla görece yaklaşık 14,6; 5,1 ve 1.4 katı bir düşüş meydana gelmiştir.
Ancak bu yerli populasyonların yerine göle 90’lı yılların sonlarında giriş
yapan egzotik iki türün; İsrail sazanı ve kerevitin av miktarlarında çok hızlı
bir artış sağlanmıştır. Bu sonuçlara göre Çıldır gölündeki yerli/ticari balık
stoklarında meydana gelen çöküş ileri boyutlardadır.
Şekil 33. Çıldır gölünde son 30 yıllık süreçte, 10’ar yıllık periyotlarda karaya çıkarılan hedef
türlere ilişkin avın dağılımı
27
Yerli sazan populasyonunda dişi bireylerin ilk üreme boyu (çatal boy) 30.3 cm olarak
tespit edilmiştir (Yerli ve Zengin, 1998)
603
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Şekil 34. Çıldır gölünde yerli sazan populasyonunun üreme bölgesini oluşturan Güneydoğu
bölgesinde yer alan Küçükgöl bölgesi (Ümit Kılıç’ın arşivinden, oğlu Ulaş Kılıç tarafından
sağlanmıştır).
KAYNAKÇA
AFAN, F., EROĞLU, O., FİRİDİN, Ş., ZENGİN, M., DAĞTEKİN, M. (2013). 2013. Çıldır
Gölündeki Kahverengi Alabalıkların (Salmo trutta) Sekans ve RFLP Yöntemi
Kullanarak Genetik Analizi. Kastamonu Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi, III.
Ulusal Alabalık Sempozyumu, 24-26 Mayıs, 2013, Bildiri Özetleri Kitabı.
AKÇA, B., KIYANÇ, S. (2017). Malakanların Anadolu’daki İzleri. Sosyal ve Beşeri
Bilimler Araştırmaları Dergisi. Bahar/2017, Cilt 18, Sayı: 39, 22-23 s.
ANONİM (1965). Su Ürünlerine Ait 1965-66 Av Yılına Mahsus ve Devamlı Yasak ve
Tehditler. Balık ve Balıkçılık Dergisi, Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü, Cilt
8, Sayı 5, Mayıs, 1965
KEMALOĞLU, M. (2012). Terekeme-Karapapak Türkleri Yerleşim Alanları.
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 1/3 2012 s. 55-81.
KOÇYİĞİT, A. (2017). Çıldır Gölü'ndeki Kerevit (Astacus leptodactylus) avcılığının
sosyal, yapısal ve ekonomik yönden değerlendirilmesi. Munzur Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
KODAY, Z. (2001). Çıldır Gölü’nde Balıkçılık. Türk Coğrafya Dergisi, Sayı37. S. 171-
182, İstanbul
604
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Köpek, Türk toplum hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu önem avcılık,
hayvancılık (çobanlık) ve tarım söz konusu olduğunda daha da artmaktadır. Bu
önemine rağmen köpek gerek dilde ve gerekse sözlü ve yazılı kaynaklarda genellikle
olumsuz bir imaja sahiptir. Türk toplum hayatının hemen her döneminde böylesine
önem sahibi olan bir hayvanın olumsuz bir imaja sahip olması, onun Türk kültürü
esasında kapsamlı bir şekilde ele alınmasını gerektirmiştir.
Türklerin köpekle ilgili algılarının öğrenilmesinde inançlar, pratikler ve anlatıların
yanı sıra duygu, düşünce ve inançları kısa ve öz bir şekilde aktaran atasözü ve
deyimler de önemli bir yere sahiptir. Elbette atasözü ve deyimlerin hepsinde
köpeğin olumsuz bir imaja sahip olduğunu söylemek mümkün değildir ama değer
ve davranışlar üzerinde dururken “Köpek bile yediği kaba pislemez” diyen Türk
toplumu, insanın olumsuz tutum ve davranışlarını daha çok köpek üzerinden
anlatmayı tercih etmiştir. “İtin kuyruğu kalıba konmakla doğrulmaz.”, “Eceli gelen
köpek cami duvarına işer.”, “köpek gibi”, “köpek gibi yalvarmak”, “it kopuk” gibi
atasözü ve deyimler, bireyin ve toplumun hayatında önemli işlevleri icra eden
köpeğin geleneksel toplumda olumsuz bir imaja sahip olduğunu göstermektedir.
Çalışmada köpeğin Türk dünyası atasözleri ile deyimlerindeki yeri, temsil ettiği
değerler/değersizlikler ve özellikler bağlamında tespit edilerek yorumlanacaktır.
Çalışma ile köpeğin geleneksel toplumda hangi özellikleriyle olumsuz bir imaj
çizdiği tespit edilmiş olacaktır.
Anahtar Kelimeler: köpek, algı, Türk kültürü, atasözü, deyim.
ABSTRACT: The dog has an important place in the life of Turkish society. This
importance is further enhanced when it comes to hunting, stockbreeding and
agriculture. Despite this importance, the dog has a negative image in both
language and oral and written cultures. The fact that such an important animal has
a negative image in almost every period of the life of the Turkish society
necessitated a comprehensive consideration of it on the basis of Turkish culture.
Beliefs, practices and narratives, as well as proverbs and idioms that convey
emotions, thoughts and beliefs in a short and concise manner, have an important
role in learning Turkish perceptions of the dog. Of course, it is not possible to say
that the dog has a negative image in all the proverbs and idioms, but the Turkish
606
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
society has preferred expressing the negative attitudes and behaviour of people
throyoh dogs by saying “Even the dog doesen’t bite the hand that feeds him.”
Proverbs and idioms as such “The dog which is about to die pees an masque’s
wall.”, “doggish”, “beg like a dog”, “a bad lot” and so on show that dogs have a
pejarative image in traditional society in both individual and social life.
In this study, the place of the dog in the proverbs and idioms of the Turkish world
will be determined and interpreted in the context of the values/worths and
characteristics it represents. The study will reveal the characteristics of the dog in
the traditional society.
Keywords: dog, perception, Turkish culture, proverb, expression.
1. Giriş
Atasözleri, ait oldukları kültürlerin birikimlerini yüzyıllar boyunca
aktaran kalıplaşmış sözlerdir (Aksoy, 1988). Duygu, düşünce ve inançları
kısa ve öz bir şekilde aktaran atasözü ve deyimler, toplumların dünya
görüşlerini, değer yargılarını, hayat ve olaylar karısındaki tutumlarını
yansıtırlar. Atasözü ve deyimler, toplumların insanların yanı sıra insan dışı
varlıklarla ilgili benzetme ve hükümlerine de yer verirler. Toplumların
atasözü ve deyimler üzerinden değerlendirdikleri insan dışı varlıkların
başında hayvanlar gelmektedir. Bu hayvanlar içinde de köpeğin özel bir
yere sahip olduğu görülmektedir. İnsanoğlunun, en eski yoldaşı olan köpeği
ihmal etmesini, atasözü ve deyimlerde ona özel bir yer vermemesini
düşünmek mümkün değildir.
Çalışmada köpeğin Türk dünyası atasözü ve deyimlerindeki
görünümü, atasözü ve deyim örnekleri üzerinden ele alınacak ve elde
edilen veriler ışığında bir sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.
2. Öte Dünya Ve Köpek Bağlantısı
Yeraltı dünyası tasavvurunda ve cehennem bekçisi olarak köpeğin
izlerine bugün Türkçede yaşayan birçok arkaik atasözü ve deyimde
rastlanmaktadır. Kazak araştırmacı Kondıbay Serikbol, “Arğıkazak
Mifologiyası” (Serikbol 2004) adlı eserinin dördüncü cildinde yeraltı, öte
dünya ve cehennemle alakalı bazı arkaik deyim ve atasözlerini tahlil eder
ve “İtin koruyuculuğu, köpeğin ilk insanla ilgili anlayışın unutulması ve
sıradanlaşması esnasında “yeraltındaki dünya” görünüşüne
bürünmüştür.” der. Araştırmacı bazı deyimleri bu bağlamda tahlil etmiştir:
İtin Öldüğü Yer: Bugünkü anlamı “çok uzaktaki, görünmeyen yer”,
mitlerdeki anlamı ise “öteki dünya, ölülerin mekânı”. İt aslında öteki
dünyanın görüntüsü yani ölen adamın ruhani canıdır. Bunun için “itin
607
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
öldüğü yer” denildiğinde sadece mezarlığın değil uzaktaki yani sağ insan
için uzak yer olarak kabul edilen ölüler dünyasının kastedildiği söylenebilir.
İti Bağlasan Durmayacak Yer: Bugün “insanın yaşaması için
uygunsuz, havası, tabiatı bozuk yer” manasına gelse de bu ifadenin mitteki
anlamı, “insanın barınamayacağı dünya, yani ölüler diyarı”dır.
İtten Ötesi Yerin Dibi: Bugünkü manası “çok uzak, ücra, uç nokta”dır.
Bu da “ölüler âlemini, başka dünyayı” kasteder (Serikbol 2004: 123-124).
Bugün sıfat olarak kullanılan “it canlı” kelime öbeği; zora, sıkıntıya
dayanan, dayanıklı (kimse) anlamında kullanılmaktadır. Bu kullanım çok
büyük yarası, ağrısı olsa da buna dayanan ağrı eşiği yüksek kimseler için
kullanılır. Bir anlamda acıyı hissetmeyen kişi canı olmayan kişidir. Bu
kullanım da yukarıda değinilen deyimlerle uyumlu bir durum ortaya
koymaktadır.
Köpeğin yeraltı dünyası ile bağlantılı ve cehennem bekçisi olarak
algılanmasının izlerinin Kazakistan’da bugün dahi yaşayan “İt Hırlatma”
uygulamasında görülmesi oldukça dikkat çekicidir. Serikbol, bu gelenek
hakkında şu bilgileri vermiştir: “Damat kalınının (gelinin) evine gelip eve
girmek istediğinde ona itler yol vermez. Bundan dolayı damadın it
hırıldatma inancını yerine getirmesi gerekir. Bu geleneksel oyuna köyün
çocukları da dâhil olur. Çocuklar, “Damat geliyor.” dendiğinde köpeklerini
yanlarına alır ve damadın gireceği evin önüne set oluşturup beklemeye
başlar. Damat eve geldiğinde onun etrafını itleri tutan çocuklar çevirir.
Damat, yiğitlik gösterip onlara harçlıklarını taksim ettikten sonra eve
girebilir. Bu geleneğin mitik özelliği, “gelin, aşağı dünyadan” düşüncesiyle
bağlantılıdır. Türk mitlerinde kahraman, kendi kalınını (eşini) diğer
dünyadan “deryanın öteki yakasından” arar. Bu motif, bazı masallarla
destanlarda açıkça görünmektedir. İt, öteki dünyanın yani ölüler dünyasının
(onun da ötesinde ilk insanın/yaratılışın) bekçisidir. Bundan dolayı gelinin
evine gelen damadın (mitte ise o dünyaya geçecek olan kahraman) kapı
önünü bekleyen itlerden geçebilmek için geçiş hakkını vermesi gerekir. “İt
hırıldatma” geleneği de bu anlayışın yaşamdaki değişimi olarak kabul
edilir.” (Serikbol 2004: 132).
3. Köpeğin İkili Yapısı
Kötü güçleri görme ve sahibini uyarma yeteneğine sahip olduğuna
inanılan ve “eşiğin bekçisi” olarak nitelendirilen köpek, Türk atasözü
örneklerinde genellikle olumsuz bir imgeye sahiptir. Köpek, atasözlerinde
adeta insanın olumsuz yönlerini, özelliklerini temsil etmektedir. İnsanın
bazı olumsuz huyları ve davranışları, kendisini besleyen kişiye ve bekçiliğini
608
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
İyt ökpeleydi, iyesi bilmeydi.-İt öfkelenir, kızar, sahibi bilmez (s. 93).
İyt cemes asınan däme etedi / Murnı kıymıl-kıymıl etedi / İyttiñ
tentegi / Söktiñ centeginen däme etedi.-İt yemediği aştan umut eder /
Burnu hareket ettirir / İtin yaramazı / Kemiğin güzel yerinden umut eder (s.
168).
Sävir bolmay, tävir bolmas / İyt tüynekten kavın bolmas.-Nisan ayı
gelmeden iyilik olmaz / “İt tüynek”ten kavun olmaz (s. 217).
4.7. Kazak Türklerinin Köpek Konulu Atasözlerine Örnekler
Kazak Türklerinin köpek konulu atasözlerine dair örnekler, M.
Akkozin’in “Kazak Makal-Mäkelderi Kazahskie Poslovitsı i Pogovorki”
(Akkozin 1990) adlı kitabından alınmıştır.
Elsizge iyt de coldas.-Yurtsuza it de yoldaştır (s. 19).
İyt iytti cumsaydı / İyt kuyruğın cumsaydı.-İti ite, it de kuyruğuna
buyurur (s. 33).
Ası cok üydi iyt de süymeydi.-Aşı olmayanı köpek de sevmez (s. 47).
İyt cokta şoşka üredi.-İtin olmadığı yerde domuz ürür (s. 48).
İyt arık bolsa, avıldıñ namısı.-İt zayıflığı obanın utancıdır (s. 49).
İyt tölevi bir küşik.-İtin ödemesi bir eniktir (s. 52).
Cavcumır caksı bolsa / İytke tastar ma edi.-Yağlı işkembe iyi olsaydı
/ İte atılır mıydı (s. 52).
İytpen coldas bolsañ, tayağıñdı tastama.-İtle yoldaş olursan sopanı
elden bırakma (s. 53).
İyt atasın tanımas.-İt atasını tanımaz (s. 56).
Böri balasın asırağanmen iyt bolmaz.-Kurt yavrusu beslemekle it
olmaz (s. 56).
İytti küşiğim deseñ, avzıñdı calaydı.-İte eniğim desen ağzını yalar (s.
56).
İyt iyesine ürmes.-İt sahibine havlamaz (s. 57).
İytti küşiginde üyret.-İti enikken eğit (s. 65).
İyttiñ tabanı kışısa, kervenge eredi.-İtin tabanı kaşınsa kervana erişir
(s. 71).
Bir iyt körip üredi / Bir iyt erip üredi.-Bir it görüp havlar, bir it erip havlar
(s. 71).
İyttiñ ırıldaskanı-amandaskanı.-İtlerin hırlaşması, hâl hatır
soruşmalarıdır (s. 71).
616
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
İt itni aşay, boru aşay ekisinıde.-İt iti yer, kurt ikisini de yer (s. 73).
4.14. Kazan Tatar Türklerinin Köpek Konulu Atasözlerine Örnekler
Kazan Tatar Türklerinin köpek konulu atasözlerine dair örnekler, R. G.
Gizatullina-Startseva ile İ. G. Gizatullin’in birlikte hazırladıkları “Tatarsko-
Russkiy Slovar Poslovits Tatarça-Rusça Mekaller Süzligi” (Gizatullina
Startseva-Gizatullin 2011) adlı kitabın çeşitli sayfalarından alınmıştır.
İt bilen büri tugan bulsa da, tuvmıştan doşman.-İtle kurt kardeş olsa
da doğuştan düşmandırlar (s. 116).
İt kargışı bürige töşmiy.-İtin bedduası kurda değmez (s. 116).
İt küzi tötin bilmes.-İtin gözü dumana gelmez (s. 116).
İt örir-büri yörir.-İt ürür, kurt yürür (s. 116).
İt simirse, iyesin tişliy (talıy).-İt semirince sahibini dalar (s. 116).
İt itligin iter.-İt itliğini yapar (s. 116).
İt sugışa-yon tuza.-İt boğuşur tüy dağılır (s. 116).
İt-itke, it koyrıkka.-İt ite, it de kuyruğuna (s. 117).
İtsiz kuyan totıp bulmıy.-İtsiz tavşan tutulmaz (s. 117).
İtler talaşıp tanışlar.-İtler dalaşıp tanışır (s. 131).
Baynıñ iti üzinnen usal.-Zenginin köpeği kendisinden de arsızdır (s.
140).
Beylegen it avga yaramıy.-Bağlanan köpek ava yaramaz (s. 146).
İki it bir söyekni paylaşmıy.-İki it bir kemiği paylaşamaz (s. 162).
Kotırgan it ayga sikire.-Kuduran köpek aya sıçrar (s. 178).
Kotırgan it havaga karap örü bilen aynıñ nurı bitmes.-Kuduran itin
havaya bakarak havlamasıyla ayın ışığı tükenmez (s. 178).
Kırık it arasında bir itniñ koyrıgı bot arasında.-Kırk it arasından bir itin
kuyruğu bacaklarının arasındadır (s. 187).
Urtak malnı it cıymas (aşamas).-Ortak malı it yemez (s. 224).
4.15. Başkurt Türklerinin Köpek Konulu Atasözlerine Örnekler
Başkurt Türklerinin köpek konulu atasözlerine dair örnekler, Fenüze
Nadirşina tarafından hazırlanan “Başkort Halık İcadı Mekelder Hem
Eytimder” (Nadirşina 1980) adlı kitabın çeşitli sayfalarından alınmıştır.
İtti irkeletheñ-iriniñ yalar, türeni irkeletheñ-iliñ talar.-İti başıboş
bırakırsan parmağını yalar, beyi başıboş bırakırsan ilini talan eder.
İt artında koy(o)rok, türe artında boyorok.-İt ardında kuyruk, bey
ardında buyruk.
621
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
İt sürü, para kazan: Ekmek parası kazanmak için it sürümek gibi bir iş
tutmak bile ayıp değildir.
İt sürüsü kadar: Çok kalabalık.
Sonuç ve Öneriler
Köpek, atasözleri ve deyimlerde genellikle olumsuz imajıyla var olan
bir hayvan olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu Türkleri, köpekle ilgili
hem olumlu hem de olumsuz algılar geliştirmişlerdir. İnsanlar, köpekle ilgili
yargıda bulunurken genellikle dini referans almaktadırlar. Bir taraftan
köpeğin avcılıkla, hayvancılıkla ve tarımla uğraşan insanların hayatındaki
vazgeçilmez fonksiyonu, öte taraftan ise İslam dininin temizliğe verdiği
önem ve köpeğin “pis hayvan” olarak algılanması, Anadolu insanının köpek
konusundaki algılarının çeşitlenmesine neden olmuştur. Mezheplerin
köpek konusunda sunduğu farklı yorumlar da bu çeşitliliğin bir
göstergesidir. Köpeğin zararlı ya da “murdar” hayvanlar grubunda
değerlendirilmesinin köklerinin yaratılış mitlerinde yattığı açıktır. Mitik
tasavvura göre Şeytan’ın yılanı ve köpeği emellerine ulaşmada araç olarak
kullanması, insanların cennetten çıkarılmasına neden olmuştur. İnsanoğlu
bu “ihanet”i asla unutamamış, adeta kaosun, düzensizliğin, dünya
sürgününün sebebi olarak kabul ettiği köpeği, semavi dinlerin misyonu olan
kozmosun yani cennetin yeniden inşasını sağlamak bağlamında kozmosun
merkezi olan evden, yurttan uzak tutmaya çalışmıştır.
Çalışmada ele alınan Türk dünyası atasözü ve deyimlerinde köpeğin
genel anlamda “zavallı, pis, başıboş, ahmak, akılsız, pasaklı, kirli,
saldırgan, haysiyetsiz, değersiz” vb. yönleriyle/özellikleriyle
olumsuzlandığı görülmektedir. İnsanların birtakım olumsuz yönlerini ifade
etmek amacıyla köpeğin doğasından kaynaklanan özelliklerinin atasözü ve
deyimlerde insanları aşağılama aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Çok
ağır ve onur kırıcı sözler işiten bir kişiye “köpek yese kudurur”, birine hoş
görünmek için onursuzca davranan, dalkavukluk eden kişiler için “köpek
gibi”, çok kötü bir duruma düşenler için “hâline köpekler bile güler” diyerek
aslında sahibine sevgi ile bağlı olan, sadık, dayanıklı, sezgileri güçlü bu
hayvan insanların olumlu yönlerinden çok olumsuzluklarıyla
ilişkilendirilmiştir.
Köpeğin Türk inanç ve düşünce sistemindeki yerinin çok daha sağlıklı
bir şekilde tespiti; mit, kült, gelenek ve görenek konulu çalışmaların bir
bütün hâlinde görülmesine, konuyla ilgili kapsamlı ve derinlikli saha
çalışmalarının yapılmasına bağlıdır. Köpeğin geçmişte bir kült ya da ongun
görevini yerine getirip getirmediği sorusuna çok daha tatmin edici bir cevap
625
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
AKKOZİN, M. (1990). Kazak Makal-Mäkelderi Kazahskie Poslovitsı i Pogovorki .
Almatı.
AKSOY, Ö. A. (1988). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü I Atasözleri Sözlüğü. İstanbul:
İnkılâp Kitabevi.
ASANOV, Ş. (2002). Atalar Sözleri ve Aytımlar (Kırımtatar Tiliniñ Paremiologik
Lugatı). Simferopol.
BABOĞLU, N. İ. (1969). Gagauzskiy Folklor. Kişinev.
BEYDİLİ (Məmmədov), C. (2004). Atalar Sözü. Bakı: Öndər Nəşriyyat.
BÜDÜP B. K. (2010). Tıva Üleger Domaktar Bolgaş Çeçen Söster. Poslovitsı i
Pogovorki Tuvinskogo Naroda. Kızıl: Tıvanıñ Y. Ş. Künzegeş Attıg Nom Ündürer
Çeri.
CAFEROĞLU, A. (1961). Türk Onomastiğinde Köpek Kültü. Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı-Belleten 1961, (ss. 1-11)i 2. b. 1961/1988, Ankara.
CEYLAN, E. (1996). Çuvaş Atasözleri ve Deyimleri Çuvaşça-Türkçe / Türkçe-
Çuvaşça Sözlük. İstanbul: Simurg.
GİZATULLİNA-STARTSEVA R. G.-GİZATULLİN, İ. G. (2011). Tatarsko-Russkiy Slovar
Poslovits Tatarça-Rusça Mekaller Süzligi. Ufa.
GUBERNATİS, Angelo de (1872). Zoological Mythology or The Legends of Animals.
London.
İNAYET, A. (2013). Türklerde Köpek Kültü Var Mıydı? Yalım Kaya Bitigi Osman Fikri
Sertkaya Armağanı. (Ed.: User, H. Şirin ve Gül, Bülent), (ss. 335-344), Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Karakalpak Folklorı Köp Tomdık IV Tom “Karakalpak Halk Nakıl-Makalları” (1978).
Nökis: “Karakalpakstan” Baspası.
KİRİŞÇİOĞLU, F. (2007). Saha Türklerinin Atasözleri İnceleme-Metin. Ankara: Nobel
Yayın Dağıtım.
KOYÇUMANOV, C. I. (2001), “El Adabiyatı Seriyası”-10. Makal-Lakaptar. Bişkek:
Şam Baspası.
KÜRENOV, S.-GÜMÜŞ, M. (1995). Türkçe Açıklamalı Türkmen Atasözleri ve
Bilmeceleri. Ankara: Engin Yayınevi.
LVOVA, E. L.-vd. (2013). Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri
Kâinat ve Zaman-Nesneler Dünyası. (Çev.: Metin Ergun), Konya: Kömen
Yayınları.
626
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
NADİRŞİNA, F. (1980). Başkort Halık İcadı Mekelder Hem Eytimder. Öfö: Başkortostan
Kitap Neşriyeti.
POLKANOV, Yu. A. (1995). Kırımkaylarnıñ Atalar-Sozı. Poslovitsı i Pogovorki Krımskih
Karaimov. Bahçisaray.
REHİM, M. (1979). Uyğur Helık Makal-Temsilliri. Urumçi: Şincañ Helık Neşriyatı.
SERİKBOL, K. (2004). Arğıkazak Mifologiyası. 4. C, Almatı: Dayk-Press.
ŞAMAKSUDOV, Ş.-ŞARAHMEDOV, Ş. (2001). Ma’nalar Mahzani. Taşkent:
“Özbekistan Millî Entsiklopediyasi” Devlet İlmiy Neşriyati.
TAVKUL, U. (2001). Karaçay-Malkar Atasözleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
627
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Doğum, evlenme ve ölüm gibi insan hayatının temel geçiş evreleri, her
kültürün kendi bütünlüğü içinde farklı uygulamalara dayanır. Bu uygulamalar
zamanla adet halini alır ve vaz geçilmez olur. Birçok adet ve dolayısı ile tören, ait
olunan kültür çerçevesinde şekillenirken bir yandan da kültürü şekillendirir; hatta
bazen bir dayatma aracına dönüşür. Toplumun uğradığı değişiklikler de ilginç bir
biçimde adet ve törenlere yansırken söz konusu değişimler toplumsal dönüşümü ve
toplumun dinamiklerini gösteren bir ayna vazifesi görür.
Hayatın aktarılmasında dil, dilin işleyişinde zihin, karşılıklı bir ilişki ağı içinde bir
göstergeler zincirine dönüşür. Toplumun hayata bakışı, dünyayı algılayışı ve bu
dolayımda dilin sürekli yeniden üretilmesi yazılı metinler açısından incelendiğinde
kabullerin zamanla nasıl değiştiği ve değişimlerin izlenmesi mümkün olur. Nitekim
metinlerle gönderme yaptıkları gerçekler arasındaki ilişkilerin ve metnin kullanım
bağlamının iletişimde üstlendiği işlev de bunu anlamaya hizmet eder.
Düğün davetiyeleri, bir anlamda modern hayatın imkânları ile oluşturulmuş bir tür
ilan araçlarıdır. Çağırma yanında nikâh için esas olan duyuru işlevini de yerine
getirirler. Dolayısı ile evlilik aşamasının önemli bir ayağını oluştururlar.
Davetiye kavramı, halk kültürü araştırmalarında “okuntu” geleneği içinde çeşitli
çalışmalarda değerlendirilmiştir. Sözlü veya yazılı bu çağrı işleminin içeriği
incelenmeye değer bir dil malzemesi de barındırır. Öte yandan Türkçede davetiye
metinleri üzerine yapılmış çalışmalar ise görece azdır. Bunlar arasında Almanca
olarak yayınlanmış karşılaştırmalı bir makale ile Cumhuriyet resepsiyonları için
oluşturulan metinler üzerine yapılmış bir başka çalışma örnek olabilir.
Bu çalışmada 70’li yıllardan itibaren toplanan düğün davetiyelerinden oluşan Ali
İhsan Coşar’a ait şahsi koleksiyonun kronolojiyi yansıtacak örnekleri ile 2010’lu
yıllardan itibaren tarafımıza ulaştırılan ve böyle bir çalışma için biriktirilen
davetiyeler değerlendirilmektedir. Genel ağda reklam ve tanıtım amaçlı çok sayıda
örneğe ulaşmak mümkün olmakla beraber burada “tutum” belirlemek amacıyla
doğrudan seçilmiş ve kullanılmış örnekler esas alınmıştır. Davetiye metinleri, dil
yönünden içerik olarak gruplandırılmıştır. Çalışmanın bir yanını da toplumsal
628
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Davetiyelerin tarihçesine ilişkin birçok internet sitesinde, bazı gazete yazılarında bir
kaynağa dayandırılmaksızın ilk davetiyelere ilişkin birtakım bilgiler vardır. Buna göre
“Günümüzde kullandığımız düğün, nişan, nikah davetiyeleri ve özel nikah şekerine
geçilmesi ise şöyle olmuş. İlk davetiyelerin orta çağda Kaligrafta (Latin harfleriyle
estetik ve güzel yazı yazma) ustalaşmış olan keşişler tarafından yazıldığı
sanılmaktadır. O dönemin soylu aileleri bu keşişlere para karşılığında davetiyeler
yazdırırlardı. Tabi bu soyluluğun yanı sıra zenginlikte isteyen bir işti. 1600´lü yıllarda
metal plakalar üzerine kazınarak başlayan davetiyeler sonra sonra parşömen (hayvan
derisinden yapılan tabaka) üzerine yazılmaya başlanmış ve kağıdın icadına kadar
böyle devam etmiş. Kağıdın icadı ile davetiye yavaş yavaş şeklini değiştirmiş ve daha
kibar ve zarif bir şekil almıştır.” https://www.iha.com.tr/aydin-haberleri. Öte yandan
M.S. II. yüzyılda çok sayıda okul açıldığı, buralarda Latin dili ve edebiyatı öğretilidiği,
edebiyat yapıtlarının okunduğu halka açık toplantıların çok moda olduğu; bu amaçla
geniş yerler kiralandığı, tanıdık ve dostlara davetiyeler gönderildiği bilgisi de kayıtlarda
vardır (Diakov ve Kovalev, 2008).
2
Ibn Manzur’da kelimenin anlamları için ayetlerden tanıklar getirilir. Bakara suresi 23’te
çağırmak: “Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin)”; Araf suresi 194’te
631
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
icabet etmek: “...Eğer doğru söyleyenler iseniz haydin hemen onları çağırın da size
cevap versinler” anlamlarında kullanılmıştır. Kehf /14 ve 28, Mü’min (Gâfir) 60, Sâffât
125. Ayetinde ve Kasas 88’de ibadet etmek ve namaz anlamındadır. Ra’d 14’te
şehadet, tevhid anlamındadır. Ibn Manzur, Lisanü’l-Arab, Daru’l-Ma’arif Basımevi,
Kahire 1119, s. 1485. Dua ve davet kelimelerinin İbn Manzur sözlüğündeki anlamlarının
çevirisi için doktora öğrencisi Zineb Azrî’ye müteşekkirim.
632
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1.5. Yalnızca çağrıya odaklı tarih ve yer bilgisi ile çağrı sahipleri
hakkında bilgi taşıyan ve resmi bir üslupla kaleme alınan davetiyelerin
yerini zaman zaman kafiyeli, şiir alıntılarının olduğu veya şiir ya da şarkıların
ilham verdiği metinlerin aldığı da görülmektedir:
Denizler durulmaz dalgalanmadan,
Umutlar yeşermez sevgi olmadan,
Yalnızlıklar yok olmaz yuva kurmadan,
Mutlu anlar yaşanmaz dostlar olmadan.
636
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
Düğün davetiyeleri, üretim malzemesi, düzenlenişleri, görseller,
metinler itibarı ile art zamanlı olarak değerlendirildiğinde toplumun
geçirdiği değişim ve dönüşümleri göstermesi bakımından ilginç veriler
642
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Alıç, M. (1990). Genel Liselerde Örgütsel Değişme İhtiyacı. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Alptekin, A. B. (2009). Ceyhun’dan Ceyhan’a Evlenme ile İlgili Bazı Kavramlar
(Kalın, Saçı, Okuntu, Aşerme, Toy) Üzerine. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi [Prof. Dr. Hüseyin Ayan Özel Sayısı], (39), ss. 307-321.
Ayverdi, İ. (2006). Kubbealtı Lügati- Misalli Büyük Türkçe Sözlük. İstanbul: Kubbealtı
Yayınları.
Boyraz, Ş. (2009). ‘Okuntu’dan Davetiyeye Bir Dönüşümün Anatomisi. Millî Folklor,
21(84), ss.87-96.
Çelebioğlu, F. (1998). Örgütsel Değişim. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
Çolak, A. (2012). Hadis Temelli Anadolu Düğün Âdetleri. Gümüşhane Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi. 1(1), ss.148-188.
Devellioğlu, F. (2008). Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat (25. Baskı). Ankara:
Aydın Kitabevi Yayınları.
Diakov, V. ve Kovalev, S. (2008). İlkçağ Tarih Roma, (Çev: Özdemir İnce). C. 2,
İstanbul: Yordam Yayınları.
Ercilasun, A. B. ve Akkoyunlu, Z. (2018). Dîvânu Lugâti’t-Türk: Giriş - Metin - Çeviri
- Notlar -Dizin / Kaşgarlı Mahmud. Ankara: TDK Yayınları.
Gülensoy, T. (2007). Köken Bilgisi Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları.
643
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Türklerin İslam dinini tarihsel olarak en eski komşularından biri olan
İranlılardan öğrendiği bilinmektedir. Bu sebeple de Türk dilinin tarihî ve çağdaş söz
varlığında yer alan hudâ ~ hüdâ; peygamber ~ peyâmber; rûza ~ uruza ~ oruza ~
oruç; namaz, günah, âdîne ~ azîne ~ atna gibi İslamî terimler Farsça kökenli
alıntılardır.
En erken Nehcü’l-Ferâdîs ve Garîb-nâme gibi tarihî Türkçe metinlerde izlenen
abdest sözcüğü de yukarıda anılan terimler gibi Farsça kökenli olarak kabul edilmiş
ve çeşitli sözlüklerde âb ‘su’ ile dest ‘el’ sözleriyle kurulmuş âb-ı dest ‘el suyu’
tamlamasından kısalarak abdest haline geldiği gösterilmiştir. Bu sözcüğün Türk
dilindeki anlamlarından başka biri de abdesthane, büyük abdest ve küçük abdest
gibi kullanımlarda korunan ‘defihacet’ anlamıdır.
Yukarıda anılan Farsça kökenli diğer İslamî terimler neredeyse bütün Türk yazı
dillerinin söz varlığında bugün bulunmaktadır. Buna göre abdest sözünün de aynı
şekilde diğer Türk yazı dillerinde olması beklenirdi. Ancak Kırım Tatarcası haricinde,
aralarında Azerbaycan Türkçesi ve Türkmence gibi Oğuz grubu dillerin de olduğu
çağdaş Türk yazı dillerinin herhangi birisinde abdest sözü ‘namaz abdesti’ ya da
‘boy abdesti’ anlamlarında yer almamaktadır. Türkiye Türkçesi dışındaki diğer Türk
yazı dillerinde bu anlamlar için başka sözler kullanılmaktadır.
Ayrıca herhangi bir alıntının, köken ya da aracı dilde de az çok farklılıklarla
bulunması beklenir. Türkçedeki abdest sözünün de Farsçanın tarihî veya çağdaş söz
varlığında ‘namaz abdesti’ anlamıyla bulunduğu sanılabilir; ancak Farsçanın
etimoloji sözlüklerinde genellikle bu sözcüğün ‘ibrik-leğen denilen iki kapla yemek
öncesi ve sonrası el yıkamak için kullanılan su; bir sanatta beceri; zahit, takvalı; çok
hızlı; kaftan, gömlek yakasının üst tarafı; tuvalet, defihacet’ gibi anlamlarda
kullanılageldiği gösterilmektedir. Öte taraftan Farsçanın ‘namaz abdesti’ için
kullanılan sözcüğü Arapça bir alıntı olan vuzû ~ vudû’dur.
Bu bildiride burada değinilen bilgiler ayrıntılı olarak ele alınmakta ve abdest
sözünün Farsçadan başka bir dildeki anlam benzerliği olan yabancı bir sözün
etkisiyle Türkler tarafından türetilmiş bir sözcük olduğu tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Etimoloji, abdest, alıntı, Farsça, Rumca
ABSTRACT: It is known that Turks got to know Islam through the Iranians, one of their
oldest neighbors. For this reason, the borrowings such as hudâ ~ hüdâ; peygamber
645
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
~ peyâmber; rûza ~ uruza ~ oruza ~ oruç; namaz, günah, âdîne ~ azîne ~ atna are
quotes from Persian origin in the historical and contemporary lexicon of the Turkic.
The earliest abdest is seen in the historical Turkic texts such as Nehcü’l-Ferâdis and
Garîb-nâme. Abdest has been shown to become âb-ı dest ‘hand’s water’. Another
meaning of this word in Turkish language is ‘to shit or to piss’ in words abdesthane,
büyük abdest and küçük abdest.
Other Islamic terms of Persian origin mentioned above are present in the vocabulary
of almost all Turkic languages. Accordingly, the word abdest would be expected to
be the same in other Turkic languages. However, except for the Crimean Tatar, in
any of the modern Turkic languages, including the Oghuz group languages such as
Azerbaijan and Turkmen languages, the word abdest does not have the meaning of
‘prayer ablution’ or ‘full ablution’. Other words are used for these meanings in other
Turkic languages aside from Turkish.
It is also expected that any borrowing will be albeit with differences in donor or in
the intermediate language. The word abdest in Turkish can be thought to mean
‘prayer ablution’ in the historical or contemporary vocabulary of Persian; however,
in the etymology dictionaries of Persian, the word ‘water used to wash hands before
and after meals with two vessels called ibrik-pelvis; skill in an art; zahit, reinforced;
too fast; caftan, upper side of shirt collar; toilet, to shit or to piss’. On the other hand,
the word used for ‘prayer ablution’ is vuzû ~ vudû, which is an Arabic loanword in
Persian.
In this paper, the knowledge mentioned here will be discussed in detail and it will
be discussed that the word abdest is derived from the Turks by the influence of a
foreign word that is similar in meaning in a language other than Persian.
Keywords: Etymology, abdest, borrowing, Persian, Romaic.
1
Farsça yazılmış kaynakların araştırılması ve tercümeleri için Doç. Dr. Cihangir
Kızılözen’e teşekkür borçluyum.
649
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
**
Öyleyse burada Türkçedeki başka bir dinî terim olan vaftiz sözü akla
gelmelidir; çünkü dinen ayrı inançlara ait ve farklı şartları haiz olsalar da
vaftiz ile abdest ritüelleri, dinî bir uygulama olmak ve suyun arındırıcılığı
bakımlarından ortaklaşmaktadırlar. Bu sebeple de abdest ve vaftiz
sözlerinin kökendeş olabileceği akla gelmesi muhtemel ikinci düşüncedir.
Oysa abdest sözü bugüne kadar hep Türk dilinde Farsça bir alıntı
olarak gösterildiğine göre; yani sözlükçüler ve dil bilginleri tarafından -
kelimenin ‘namaz/boy abdesti’ anlamının Farsçada olup olmadığı kontrol
edilmeden - hep Farsça bir alıntı olarak kabul edildiğine göre vapdist >
abdest gelişmesi için yeni bir tarif ve açıklama yapılmalıdır; çünkü bu
durumu açıklayan uluslararası ya da ulusal bir bilimsel literatür,
görebildiğimiz kadarıyla, mevcut değildir. Varsa ve gösterilirse elbette
tartışabiliriz.
KAYNAKÇA
Tietze, A. (2016). Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, 1.C., Ankara: Türkiye
Bilimler Akademisi.
Togan, Z. V. (2012). Oğuzların Hıristiyanlığı Meselesine Ait. (Haz. Serkan Acar) . Tarih
İncelemeleri Dergisi. Cilt/Volume XXVII, Sayı/Number 2- Aralık/December
2012, 527-539.
Uçman, A. (2010). Şemseddin Sâmi. TDV İslâm Ansiklopedisi. C: 38, İstanbul, 519-
523.
URL-1: Yavuz, K. Gülşehri’nin Mantıku’t-Tayrı (Gülşen-Nâme) - Metin ve Aktarma.
https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10686,metinpdf.pdf?0 adresinden 28 Eylül
2019 tarihinde alınmıştır.
Uyanık, İ. (2016). Doğu ve Batı Türkçeleriyle Yazılmış İlk Tefsirli Kur’an
Tercümelerinde Din Terimleri. Ondokuz Mayıs Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü
yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Samsun.
Uzunçarşılı, İ. H. (1963). Devşirme. İslâm Ansiklopedisi, C: 3, İstanbul Millî Eğitim
Basımevi,, 563-565.
Ünlü, S. (2012). Doğu ve Batı Türkçesi Kur'an Tercümeleri Sözlüğü. Konya: Eğitim.
Witttek, P. (1955). Devs̱ẖirme and s̱ẖarī'a. Bulletin of the School of Oriental and
African Studies, University of London, Vol.17, No. 2 271-278.
Vryonis, S. (1956). Isidore Glabas and the Turkish Devshirme. Speculum, Vol. 31, No.
3 (Jul., 1956), 433-443.
Vryonis, S. (1971). The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process
of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century. Berkeley-
Los Angeles-London: Unıversity of California.
Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa – Garib-nâme (Tıpkıbasım, karşılaştırmalı metin ve
aktarma). C: 1/1, İstanbul: Türk Dil Kurumu.
Yudahin, K. K. (1998). Kırgız Sözlüğü. (Çev. Abdullah Taymas), C: I, Ankara: Türk Dil
Kurumu.
654
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ABSTRACT: Tatars, settled in the territory of Lithuania since the end of the 14th
century, is an interesting Turkic community located in the westernmost part of the
Turkic world. One of the commonly used expressions for this community, which
inhabiting nowadays in the territory of Lithuania, Poland and Belarus, is the
Lithuanian Tatars. Lithuanian Tatars have lost their mother tongue for various
reasons since the 16th century yet have preserved their religious beliefs and identity
to the present day. Tatars, that were trying to maintain their identity and religion in
the territory of Lithuania and the surrounding area after the loss of their mother
tongue, began to need translations of Islamic works in order to meet their religious
needs especially. Therefore, a tradition of Lithuanian Tatars manuscripts,
consisting of the translation of Islamic texts into Slavic languages, originated.
Religious works such as Qur'anic exegesis, prayer, tajwid and catechism books were
translated into Belarusian first, and then into Polish. The alphabet used in
translation is the Arabic alphabet. The manuscripts of the Lithuanian Tatars
generally consist of Kitab, Tafsir, Hamail, and Tajwid. Among these manuscripts,
especially the manuscripts of Kitab and Hamail types directly concern the Turkish
language since these manuscripts contain some texts written in the Turkish
language. The most important one among these Turkish texts is a mirajname text
belonging to the Old Anatolian Turkish period and some studies were performed on
this text. Apart from the text of the mirajname, there are also some pieces of Turkish
prayer and poetry in the manuscripts of Kitab.
In this study, a piece of poetry on pages 326 and 327 of the Kitab of Abraham Koricki
will be examined. This poem that shows the Old Anatolian Turkish language
features has been translated into Belarussian with the interlinear translation
method. This study will have the transcription, explanation, and comparison of the
text with the Belarusian translation.
Keywords: Lithuanian Tatars, manuscripts, Kitab of Abraham Koricki, translation
1. Giriş
Transkripsiyon Tercüme
1. kim dünyā[da] sarḥōş olup çaġırur 1. Kim dünyada sarhoş olup “hay
hay hay hay” diye bağırırsa;
ḳoyısar cehennem[e] diyiser vay cehenneme konulacak ve orada “vay
vay vay” diyecek.
2. ḥamrı içen kişiler ‘aḳlı zā’il olur 2. Şarap içen kişilerin aklı kaybolur;
ṭamu içinde ṣūreti doñuz biñzür onların cehennemde yüzü domuza
olur benzer olur.
3. dünyā olan emeli süçi bal boẓa 3. Bu dünyaya emeli olanlar şarap,
içeler bal, boza içsinler;
āḥiretde fi’n-nārı ḥamīm ṣu iriñ ahirette ateşin içinde kaynar su, irin
ḳan içerler ve kan içecekler.
4. tevbesiz cihāndan gidenler 4. Tövbe etmeden dünyadan
şeyṭān[a] yoldaş olur gidenler şeytana yoldaş olurlar;
yarın caḥīm dübinde yeri ḥāẓır yarın cehennemin dibinde onların
olurlar yeri hazır olur.
5. la‘īn şeyṭānlar-ile selāsil birle 5. Onları lanetli şeytanlara zincirler
baġlayalar ile bağlayacaklar;
hāviye dübinde ebed kalup cehennemin dibinde sonsuza kadar
beraber aġlayar kalıp beraber ağlayacaklar.
6. i ‘aḳlı dānā kişi küfr ḳoy imān[a] gel 6. Ey akıllı, bilgili kişi küfrü bırak ve
riyāları terk et li-külli iḥlāṣ īmān[a] imana gel;
gel ikiyüzlülüğü terk et ve hepsi için
temiz samimiyetle imana gel.
Metinde görüldüğü üzere altı beyitlik bir şiirde Türkçe açısından pek
çok hata bulunmakta ancak Belarusça tercümenin yardımıyla problemli
kelimeler bir nebze olsa çözülebilmektedir. Örneğin, Arap harfli Türkçe
metinde bilzür (326-14) biçiminde yazılmış kelime Belarusça tercümeye
ve anlama bakılarak tarafımızdan biñzür olarak düzeltilmiştir. Yine metinde
ri’il (326-15) okunacak biçimde yazılmış kelime Belarusça tercümenin
663
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Türkçe şiirde yer alan ḳoyısar, diyiser, ṭamu, doñuz, süçi, dübinde,
baġlayalar gibi biçimler bu metnin Eski Anadolu Türkçesi dönemiyle
ilişkisini göstermektedir.
3. Sonuç
Giriş
Bu çalışmada, kültür ve girişimcilik arasındaki ilişkiler üzerinde, başta
Geert Hofstede olmak üzere, alanın uzmanlarının ileri sürdükleri görüşler
temelinde durularak günümüz Türk toplumunun kültürel yapısının
girişimciliğin gelişmesindeki olumlu ve olumsuz etkileri tespit edilip
yorumlanacaktır. Yazılı literatürden elde edilecek veriler üzerine kurulacak
olan çalışma, bu yönüyle kültürün olumsuz ya da bozuk işlevlerine yönelik
araştırmalara da katkıda bulunacaktır. Asıl konuya geçilmeden önce
aşağıda kültür, kültürün işlevi ve girişimcilik üzerinde kısa değerlendirmeler
yapılacaktır.
Kültür
Bir toplumun ortaklaşa sahip olduğu ve üyelerine yaydığı,
davranışına yansıyan, o davranışı yaratan ve yorumlamada kullanılan
görüşleri, değerleri ve algıları kapsayan; insanın karşı karşıya kaldığı özel ve
somut problemlerle başa çıkmasını sağlayan kültür, girişimciliği tetikleyen
ya da engelleyen davranışlarda belirleyici bir kavramdır. Kültür ile ilgili alan
667
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Girişimcilik
Girişimciliğin günümüzün en popüler konularından biri olduğu
söylenebilir. Farklı disiplinler içinde ele alınan girişimciliğin bu popülerliği,
ekonomiye doğrudan etki etmesi sebebiyle elde ettiği tartışılabilir.
Girişimcilik kavramı, farklı teorisyenler tarafından şöyle tanımlanmıştır:
Kaynak Tanım Temel
Özellikler
Schumpeter Girişimci, pazarlarda değişim yaratabilen Yenilikçi
(1934) yenilikçidir. Değişimin beş belirtisi ise; a)
yeni/geliştirilmiş bir ürünün yaratılması b)
yeni bir üretim yönteminin oluşturulması c)
yeni bir pazarın oluşturulması d) yeni bir arz
kaynağının tanıtımı e) yeni bir örgütün
oluşturulması
• Bürokrasi
• Sistemi süistimal
673
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
treatment of cotton yarn on the woven surface without changing the natural color
of wool, these headscarves have a tradition in terms of their own patterns, color,
texture and weaving technique transferred from the master to the apprentice.
These hand-woven dastars, which initially emerged with yarn weaving in simple
looms, began to adapt to urban life and popular culture after being defeated
against industrialization and fabricated products. It is a region frequently visited by
foreign tourists, so dastar weaving has been not only a headscarf but also the basis
for various clothes preferred in urban areas. Accordingly, under the leadership of
Fethiye Municipality, the experienced women who have been dastar-weaving for
generations have maintained the traditional structure; they updated dastar in
terms of usage area and presentation. The application of new styles and tones with
traditional forms has opened new usage areas in urban life for dastar, which was
defeated against industrialization and fabricated products. In this paper, dastar
weaving will be handled with regard to tradition, updating, transferring, adapting
to urban life and popular culture. Considering the criteria of Living Human
Treasures, one of the women experienced in dastar weaving and living in Yeşil
Üzümlü Town will be proposed to be included in the Living Human Treasure list.
Keywords: Yeşil Üzümlü, dastar weaving, tradition, updating, Living Human
Treasure.
1. Giriş
Muğla’nın Fethiye ilçesine bağlı Yeşil Üzümlü beldesi başta olmak
üzere İncir Köy, Paşalı ve Orta Köy’de dokunan dastar, yöredeki kadınların
başlarını örtmek için kullandıkları başörtüleridir. Tamamen pamuk
ipliğinden üretilen bu örtüler, yazın serin, kışın sıcak tutma özelliğinden
dolayı tercih edilmektedir. Dastar dokumacılığı; kendine özgü motif, teknik,
üretim biçimi, inanış ve uygulamalar bağlamında sözlü kültür ürünlerinin
bir parçasıdır. Bunun yanı sıra dastar dokumacılığı usta-çırak ilişkisi ile
aktarılan bir gelenektir. Bu nedenle somut olmayan bir kültürel miras
unsurudur.
UNESCO’nun 32. Genel Konferansının 17 Ekim 2003 tarihli
oturumunda kabul edilen Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması
Sözleşmesi, “obje ve yapıyı değil süreci, aktarımı ve yaşatmayı korumak
istediği için üretilebilir olan ve somut olan her şeyin de öğrenim, aktarım ve
yeniden üretim sürecini korumayı” amaçlamaktadır (Oğuz, 2018: 28). Öyle
ki UNESCO sözleşme metni Genel Hükümler-Madde 2: Tanımlar kısmında
“somut olmayan kültürel miras”, özellikle “Somut olmayan kültürel
mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve
anlatımlar; gösteri sanatları; toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler;
677
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
örtüsü” anlamına gelirken destâri “1. Sarıkla ilgili. 2. Sarık yapan kimse”
şeklinde tanımlanmaktadır (Karaağaç, 2015: 239). Türkiye’de Halk
Ağzından Derleme Sözlüğü’nde (2009: 1374-1375) dastar, dasdar, destar
kelimelerinin kullanımına ve şu karşılıklarına yer verilmektedir: “1. Baş
örtüsü. 2. Kışın erkeklerin baş ve kulaklarını sardıkları örtü. 3. Kalın bez,
yelken bezi. 4. Peştamal. 5. Battaniye. 6. Yünden dokunmuş, ince, küçük
kilim. 7. Yünden dokunmuş ekmek kabı. 8. Sofra bezi.”. Tastar kelimesi
Kıpçak Türkçesinde “Masa örtüsü” (Toparlı, Vural ve Karaatlı, 2007: 264),
Kumuk Türkçesinde “Tülden baş örtüsü” (Pekacar, 2011: 324), Tatar
Türkçesinde “1. Bembeyaz keten dokuma. 2. Bu dokumadan yapılmış baş
örtüsü” (Ganiyev, Ahmet’yanov ve Açıkgöz, 1997: 301), Başkurt
Türkçesinde “1. Kadınların başlarına doladıkları ucu nakışlı beyaz patiska 2.
Gelinin sağdıcına damat tarafından verilen hediye” (Özşahin, 2011:1686)
anlamlarıyla kullanılmaktadır.
Dastar adı verilen dokuma kumaşların önemli miktarda üretildiği
Yeşil Üzümlü beldesi, Muğla’nın Fethiye ilçesi şehir merkezine on sekiz
kilometre uzaklıkta, deniz seviyesinden beş yüz metre yüksekte, Toros
Dağlarının eteklerinde, çam ağaçlarının arasında, yeşillikler içinde yer
almaktadır ki isminin başındaki “Yeşil” sıfatı bu özelliğini yansıtmaktadır.
Yakınındaki yüksek bir dağın üzerine kurulmuş Likya Medeniyetine bağlı
Cadianda (Kadyanda) bölgesinin altında verimli bir platoda bulunmaktadır
(URL-3). Fethiye merkezinden daha serin olması ve şehir merkezine
yakınlığı nedeniyle özellikle yaz aylarında konaklamak amacıyla tercih
edilen yerler arasındadır. Yaklaşık beş yüz İngiliz hanesi bulunan belde, yerli
ve yabancı turistler tarafından da sıkça ziyaret edilmektedir. Üzüm bağları
ve yetiştirilen üzümden dolayı Üzümlü olarak adlandırılan beldenin
şarapları da turizm açısından önemlidir. Dar sokaklarında yer alan Osmanlı
Döneminden kalma taş evlerin bugün de kullanılıyor olması dikkat çekicidir.
Küçük ve büyük baş hayvanlarını otlatmaya götüren, tarlada çalışan,
zeytin toplayan, tütün eken kişileri ve tüm bunlardan zaman ayırarak
dastar dokuyan kadınları ile Yeşil Üzümlü öz kültürüne sahip çıkan,
çalışkan, nazik ve misafirperver bir beldedir.
Dastar dokuma, kendine özgü dokuma tekniği ve motifleri olan bir
dokuma türüdür. Dokuma, atkı ve çözgü adı verilen ipliklerin dik açılarla
birbirinin altından ve üstünden geçirilmesi ve bu şekilde elde edilen yüzeye
denmektedir (Akpınar, 2012:9). Dokumacılığın temelleri Mısır,
Mezopotamya, Hindistan, Orta Asya, Çin ve Anadolu gibi büyük medeniyet
merkezlerinde atılmış, sonraki medeniyetlerin katkılarıyla dokumacılık
sanatı zenginleştirilmiştir (Akpınarlı, 1996:52). Öyle ki 1962 yılında
679
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Çalışma içerisinde kaynak kişiler (KK-1, KK-2, KK-3 …) şeklinde belirtilmiştir. Kişiler
hakkındaki ayrıntılı bilgilere (adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, tahsili, mesleği, görüşme
tarihi) yazının sonunda yer verilmiştir.
2
Yeşil Üzümlü dokumalarının tarihsel gelişimi ve özellikleri, dokuma çeşitleri,
dokumalarda kullanılan araçlar ve gereçler, dastar dokumacılığı hakkında ayrıntılı
bilgi için bk. (Akpınarlı ve Kuru, 2014: 6-12; Çürük, 2017: 170-183).
680
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Dastar dokumalarda kullanılan teknikler, motif ve kompozisyon özellikleri hakkında
ayrıntılı bilgi için bk. (Akpınarlı ve Kuru, 2014: 13-17).
681
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
kıyafet pek olmazdı. Halı olmadığı için eskiyen penyeler kesilir yolluk, kilim
yapılırdı. Şimdi her şey bol ve ucuz” (KK-3). Bu durum, el emeğini satmaya
çalışan kadın ile müşteri arasında ürünün değerinin çok altında fiyat
tekliflerine ve pazarlığa neden olmaktadır. Dastar dokuyan kadınlar gerek
Üzümlü’de yaşayan İngilizlerin gerekse dışarıdan gelen yabancı turistlerin
dastar almaya geldiklerinde hiç pazarlık etmediklerini, aksine yapılan işten
çok etkilendiklerini, el emeğinin kıymetini bilerek fiyatı az bulduklarını
anlatmaktadırlar (KK-3, KK-5, KK-9, KK-10, KK-11). Dördüncüsü, yeni
neslin internet oyunları ve sosyal medya ile gereğinden fazla meşgul
olmaları nedeniyle dastar dokumayı öğrenmek istememeleridir. “Köyde
okumayan kızlar da sürekli cep telefonlarıyla meşgul oldukları için dastarı
öğrenmiyorlar. O nedenle bu meslek yakında biter” (KK-5).
Dastar dokumada kullanılan iplik ince olduğu için dokuması da
tezgâha getirmesi de zordur (KK-9). Verilen emeğin, harcanan zamanın
maddi getiri anlamında kişiyi tatmin etmemesi bu sanatın eski canlılığında
icra edilmemesine neden olmaktadır. “Eskiden takasta kullanmak
amacıyla dastar dokunurken bugün özellikle turistlere satış amaçlı
dokunuyor” (KK-2). “Fethiye’ye gelen turistler, tur rehberleri aracılığıyla
mutlaka Yeşil Üzümlü’ye uğrayıp dokuma alırlar” (KK-3). “Eski yıllarda
dastar dokuyup satarak evini geçindirenler olurdu” (KK-2). “Yörenin âdeti
olarak önceleri çeyizlere, bohçalara koymak için dastar dokunurdu. Hatta
yakın akrabalara oku olarak dağıtıldığı da olurdu. Kabak çiçeği motifi
işlenmiş dokumalar çeyizlerin olmazsa olmazıydı. Şimdi daha ucuz olan ve
hemen alınabilen fabrikasyon kumaşlar tercih edilmeye başlandı. Ancak bu
yöreden olan ve geleneği yaşatmak isteyen kişilerden çeyiz için masa ve
sehpa örtüsü, fiskos örtü, perde, yatak örtüsü gibi siparişler alınıyor (KK-4).
“Âdetten olduğu için yaşlı kadınlar düğün, bayram, festival gibi özel
günlerde kendi dokudukları ya da aldıkları dastarı başlarına örter,
dastardan dikilen kıyafetleri giyerler (KK-3).
Beldede icra edilen dastar dokuma sanatının güncellenmesi ve
sürekliliğinin sağlanması noktasında Fethiye belediyesinin girişimleri
önemlidir. Bu bağlamda, 2018 Nisan ayında açılışı yapılan Dastarhane
önemli bir adımdır. Açılış, birçok kişinin haberdar olması ve katılımı
nedeniyle 2018 yılında onuncusu düzenlenen Geleneksel Yeşilüzümlü ve
Yöresi Kuzugöbeği Mantar Festivali’ne denk getirilmiştir. İstanbul’da
ihracat yapan bir fabrikanın desen bölümünde on altı yıl çalışmış, şu an
Dastarhane müdürü olarak görev yapan Emel Asyalı, süreçle ilgili şu
bilgileri vermektedir: “Fethiye’de dastar dokumacılığı yapıldığını öğrenince
bu işi bana öğretebilecek bir dastar dokuma ustası buldum. Olcay Hanım,
683
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
elindeki imkânlarla bana bir yıl boyunca dastar dokumayı öğretti. Bunu
öğrenirken yapılan işten çok tezgâha zaman harcandığını fark ettim ve
daha farklı bir tezgâhta çalışmayı düşündüm. Fethiye Evi Gönüllü kurucusu
Nesrin Şaatçi’nin de burada bir Dastarhane kurmak ve dastar dokuyan
kadınları bir çatı altında toplamak şeklinde bir projesi vardı. Bu değeri
geliştirmenin yolunun, doğru tezgâh ve doğru iplik kullanımı ile kaliteli
işçilikten geçtiği noktasında hem fikir olarak Denizli’ye gidip tezgâhları
araştırdık. İpliklerimizi, tezgâhlarımızı diğer bir ifadeyle yenilikçi yapımızı
oradan alarak Fethiye belediye başkanının bize kurmuş olduğu Dastarhane
binasında birleştirdik. Kadınları toplayıp, çok kıymetli bir iş yaptıklarını
ancak ellerindeki ürünü satmak istediklerinde gerçek değerinde
satamadıklarını anlattık. Bir çatı altında toplanarak hem yenilikleri takip
edebilmeyi hem de mevcut malı değerinde satabilmeyi teklif ettik”.
Dastar dokumacılığını tanıtmak, gençleri teşvik etmek, bu işin
pazarını genişletmek, özellikle de yurt dışına açılmak amacıyla atılan
adımlardan biri, dastarın günlük kıyafetlerde ve diğer farklı alanlarda
kullanıma uygun şekilde dokunmasıdır. Dastarhane’deki kamçılı tezgâhlar
bu açıdan daha elverişlidir. Dastar dokumadan yapılan masa örtüsü, fiskos
örtüsü, şal, atkı, bluz gibi ürünlerin yanı sıra dastarı tuval olarak kullanıp
çizilen resimler, keçe ile buluşturup dikilen elbiseler, ayakkabı tasarımında
kullananlar ile yok olmak üzere olan bu gelenek güncellenmektedir.
Özellikle festivalde çevre il ve ilçelerden gelen yerli ve yabancı turistlere,
günlük ihtiyaçlara yönelik olarak güncellenen dastar dokuma ürünler
tanıtılmakta ve satışı yapılmaktadır. Bu durum, dastar dokuyan kadınların
kazançlarının artması anlamında da önemlidir. Emel Asyalı, dastara bir
kimlik kazandırmak ve dünyaya açılmak için öncelikle dastarın coğrafi
işaretini almak gerektiğini belirtmektedir. Coğrafi işaret tescili ile dastarın
standardı, geleneksel özellikleri ve üretim metodu koruma altına
alınacaktır. Bugün bir ürün hangi kalitede veriliyorsa yarın da aynı şekilde
verilmek durumundadır. Asyalı, coğrafi işaretle ilgili çalışmalarının
başladığını, bu noktada köydeki kadınlara da standart kalitede ürün
yapmayı öğrettiklerini ifade etmektedir. Dastar dokumacılığını ve belirli
şartlar altında üretim yapan kişileri korumaya, belirli standartlarda mal
üreterek bu sanatın coğrafi işaretini almaya yönelik çalışmalara devam
edilmektedir.
Dastarhane’de el dokuma zanaatkârı Selahattin Kaçanoğlu
tarafından verilen tezgâh ve dokuma eğitimi de bu noktada önemlidir.
Kaçanoğlu’nun ardından Emel Asyalı’nın rehberliğinde devam ettirilen
kurslara, Yeşil Üzümlü’de yıllardır dastar dokuyan ustalar dahi yenilikleri
684
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Dastarımızdan alanlar eşe, dosta söyler. Yaz kış alıcımız olur” demektedir.
Yeşil Üzümlü’nün sembollerinden olan dastarın yurt içi ve yurt dışı
siparişlerinde de Münevver Durukan Dastarhane’ye destek olmaktadır.
Onun dokuduğu kabak çiçeği motifli dastarlar en çok sipariş alan “ağır”
modellerdendir.
Münevver Durukan’ın dastar dokuma tezgâhı, evinin bahçesinin
korunaklı bir köşesinde yer almaktadır. Tezgâhın yaz-kış aynı yerde
durduğunu belirten Durukan, dokumuş olduğu ürünleri de evinin bahçesinin
önünde, caddeye bakacak şekilde satışa sunmaktadır. Diğer bir ifadeyle
bahçe, dastar dokumaların hem üretim hem de sunum mekânıdır. Dastar
almak isteyen yerli ve yabancı turistleri bahçede karşılayan Durukan,
öncelikle gelenlere bahçesinden üzüm ve incir ikram etmektedir. Dastarın
nasıl dokunduğunu merak edenleri tezgâhın başına götürerek onlar için bir
süre dokuma yapmaktadır. İlgili olan ve öğrenmek isteyenlere öğretmek
adına kapısının daima açık olduğunu belirtmektedir. İsteğe göre çay ya da
kahve ikramından sonra satışa sunmuş olduğu dokumaları göstermektedir.
Yapılan ikramları, gösterilen ilgi ve alakayı, izletilen görseli dastarı satmak
adına uygulanan bir yöntem olarak değerlendirmemek gerekir. Bu şekilde
dastar dokuma geleneğinin yaşandığı ve yaşatıldığı bir ortam
oluşturulmaktadır (Ölçer Özünel 2011: 260). Somut olmayan kültürel
mirasın bir ürünü olarak dastar dokuma sanatının icrasının izlendiği,
dastarın satışının gerçekleştirildiği bu mekânın benzerlerine Üzümlü’de
dokuma yapan diğer kadınların evlerinde de rastlanmaktadır. Öyle ki sözlü
kaynaklarımızdan biri, gelen yabancı turistlere yörenin şaraplarından ikram
ettiğini ve memnun kaldıklarını anlatmaktadır (KK-3). Yeşil Üzümlü esnafı
da dastar dokuma geleneğinin canlı tutulmasına yönelik bu çabaları
desteklemekte, kendilerinden herhangi bir ürün alan turistlere geleneğin
yaşatıldığı bu evleri görmelerini tavsiye etmektedir. Böylece Yeşil Üzümlü,
dastar dokuma geleneğinin yaşadığı bir belde olarak kültür turizmindeki
yerini almıştır. Geleneğin yaşatılmasında Münevver Durukan, güler yüzü,
samimi ve içten tavırları, makul fiyatları ile örnek bir usta; evi de dastar
dokumaların üretildiği bir yer olmasının yanında kültürün aktarıldığı bir
mekândır (Oğuz, 2007: 30-32). Durukan’ın evinin Dastarhane’ye yakın
olması da son bir yılda satışlarının artmasını sağlamıştır. Yeşil Üzümlü’ye
gelenler mutlaka Dastarhane’yi ziyaret etmektedir. Geleneksel dokuma
tezgâhlarını, icrasını ve onlardan çıkan ürünleri görmek adına Durukan’a da
uğrayıp dastar satın almaktadırlar. Bu konuda Durukan, Dastarhane
açıldığından beri, yaptığı işin değerini ve önemini anladığını, kendini değerli
hissettiğini ifade etmektedir.
690
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
şey söz konusu olamaz” diyen o dönemin Belediye Başkanı Behçet Saatçi
Dastarhane’nin çatısını kurmuş, uygun ortamı hazırlamış ve koordinasyonu
sağlamışlardır. Emel Asyalı’nın asıl mesleği nedeniyle yurt dışına çıkma ve
orada el sanatları üzerine yapılan çalışmaları yakından görme, takip etme
imkânına sahip olması dastarın günümüzün ihtiyacı olan ürünlerle
birleştirilmesi açısından ufuk açmıştır.
Dastar dokuma geleneğini yaşatma ve dönüştürme noktasında
öncelikle doğru işçilikle standart kalitede ürün elde etmek, doğru açılım
noktalarını tespit etmek ve doğru yöne ilerlemek gerekmektedir. Dastarın
Fethiye’den çıkıp dışarı açılması tanıtımlarla mümkün olacaktır. Bu
yöredeki değerli madenin özellikle kadın sanayiciler ve modacılar
tarafından keşfedilip işlenmesi, geleneğin yaşatılması adına önemli bir
adım olacaktır. Dastar kıyafet, perde, çanta, takı gibi günlük hayatın
ihtiyacı olan unsurlara uyarlanabilir, dokusu bozulmadan üzerine renkler
atılabilir. Modacılar dastarın üzerine kendi tasarımlarını koyarak,
sanayiciler de bunları yurt dışına taşıyarak geniş bir kitleye ulaşılabilir.
Tamamen pamuk ipliğinden ve doğal olduğu için hem yurt içi hem de yurt
dışında değeri bilinecektir. Bugün tüm dünyada doğal ürünlerin tercih
edildiği göz önüne alındığında özellikle çocuk giyiminde ya da bir moda
tasarımcısının yalnızca doğal ürünlerle hazırladığı bir tasarımda dastara
yer vermesi dikkat çekecektir.
Geleneğin sürekliliği bağlamında, Dastarhane’deki tezgâh ve çalışan
sayısı arttırılmalıdır. Dastarhane binasında şu an beş tane tezgâh
bulunmaktadır. Beş tezgâhta beş yüz metre ip sarılıdır ve bununla ancak
beş yüz metre mal üretilebilmektedir. Emel Asyalı, kendisine yurt dışından
ulaşılarak numuneler istendiğini, hazırlayıp gönderdiklerini ancak devamını
talep ettiklerinde zorlandıklarını belirtmektedir. Bu noktada ya Dastarhane
binası genişletilip yeni tezgâhlar alınmalı ya da bina merkez olarak
kullanılarak beldede dastar dokumacılığını devam ettiren usta kadınlara
daha hızlı ve standart kalitede dokumalar üretebilecekleri tezgâhlar
verilmelidir. Dastarhane ile işbirliği hâlinde olacak olan bu kadınların
desteği ile gelen talepler geri çevrilmeyecek, hem kadınların hem de
Türkiye’nin ekonomisine katkı sağlanacaktır. Yeşil Üzümlü dışında Fethiye
yöresinde dastar üretilen İncir Köy, Paşalı ve Orta Köy’de de açılabilecek
olan Dastarhaneler, dastarın Fethiye’den dışarı açılması adına faydalı
olacaktır.
Yeşil Üzümlü’de dastar dokuma ustası olan kadınlar, dastar üretim
süreciyle ilgili geleneksel bilgiyi gerek evde olan kızlarına gerekse
gelinlerine aktararak geleneği yaşatma sürecine katkı sağlamaktadırlar.
692
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Tarih boyunca edebiyat ile siyaset arasındaki ilişki birçok dönemde
olmuş; ancak bu ilişki 19.yüzyılda modernite ile birlikte büyük önem
kazanmıştır. Başta iktidar olmak üzere toplumu yönlendirebilmek için
edebiyata ihtiyaç duyulmuş, bu yönlendirmeden önce iktidar olabilme
sürecinde edebi eserlere daha çok yer verilmiştir. İktidar olabilmek için
seçim yarışına giren partiler ve partilerin adayları toplumu etkileyebilmek
için toplumun kültürel belleğinde saklanan ve toplumu derinden etkileyen
edebi eserleri, seçim kampanyalarında kullanmaya başlamıştır. İktidar
olabilmek için seçim kampanyasında adaylar tarafından belli mesajlar
içeren şiirler seslendirilmekte, bu şiirler etkileyici olabilmek için şarkı form
biçiminde topluma sunulmaktadır. Bu bağlamda seçim yarışında yer alan
adaylar, toplumun duygularına hitap edebilmek için özellikle kahramanlık
temalı şiirleri okumakta, kültürel bir değer taşıyan ve milli bilinci hareket
geçiren müziklerle topluma seslenmektedir. Seçim kampanyası süreci
içerisinde çeşitli görüşü benimseyen parti adayları: Mevlana, Arif Nihat
Asya, Erdem Beyazıt, Ziya Gökalp, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Necip
Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Attila İlhan, Sabahattin Ali, Hüseyin Nihat
Atsız, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve benzeri birçok şairin şiirini
meydanlarda, sosyal medyada, meclis grup toplantılarında aktarmaktadır.
Bununla beraber Âşık İhsani’nin Bıçak Kemikte şiir kitabının içinde yer alan
“Korkuyorlar, Korkacaklar, Korksunlar” şiiri ile Türk dünyasının ortak müziği
olan Arslanbek Sultanbekov’un “Dombra” ve benzeri eserler çeşitli siyasi
partilerin seçim müziği olarak kullanılmaktadır. İktidar mücadelesi veren
siyasi parti adaylarının edebiyat ve kültürden beslenerek toplumun kültürel
belleğinde yer etmiş edebi eseler ile müzikleri seçim kampanyasında
kullanmaları bu ürünleri toplumun belleğinde canlı tutmaktadır.
Bu çalışmada, edebiyatın siyaseti ile ilişkisi doğrultusunda kaynak
tarama, kaynakları inceleme ve okuma yöntemleriyle 1970 yılları sonrası
Türkiye yakın siyasetinin genel seçim kampanyalarında edebi tür olan şiir
ile şiirin bestelenerek seçim müziği olarak kullanımı araştırılmıştır.
Edebiyat ve Siyaset İlişkisi
Edebiyat, insan faaliyetlerinin bir biçimi olarak tanımlanmakta;
duygu, düşünce, olay ve sembollerin söz ile yazıyla aktarımını
gerçekleştiren bir sanat dalı olarak da ifade edilmektedir. Siyaset,
yaşanılan coğrafyada var olan devlete veya topluluğa karşı toplumun
geneleni ilgilendiren konularda sistemsel düzenlenme, yürütme ve benzeri
faaliyetleri sağlamada sahip olunan özel görüş veya anlayış olarak yer
698
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
hakanları en ufak bir konuda bile Dede Korkut’a danışılmış ve Dede Korkut,
her olayda yer almıştır. Bu durum birçok kimliğe sahip olan şaman ve
ozanları edebiyat, toplum ve siyaset alanında da birleştirmiştir.
11.yüzyılda Türkler, İslamiyet’i benimsedikten sonra Arap-İran
kültürüyle karşılaşarak farklı bir kültür ortamıyla cereyan etmek zorunda
kalmıştır. İslamiyet’e geçiş dönemi destanlarında İslamiyet öncesi
dönemde görülen destanlar gibi düşmanla mücadele ve kahramanlık
gösterme temaları hâkim olmuştur: İslamiyet’i kabul eden ilk Türk devleti
olan Karahanlı devletinin hükümdarı Satuk Buğra Han, İslamiyet’i yaymak
için başta amcası olmak üzere birçok toplulukla savaşmıştır. Aynı
dönemlerde kaleme alınan Arap-Bizans savaşlarını anlatan ve bu savaşta
yetkin bir asker olan Battalgazi Destanı da bulunmaktadır. Bir benzer
konunun anlatıldığı destanlardan biri de Alparslan’ın savaşçı özellikleriyle
dikkatini çeken ve Malazgirt Savaşı’nda yer alan Danişment Gazi Destanı
anlatılarda yer almaktadır. 12-13.yüzyıllarda İslamiyet etkisiyle oluşmaya
başlayan Türk edebiyatı, sanat anlayışlarına göre ikiye ayrılmış, saray ve
saray çevresinde oluşan Divan edebiyatı; toplum arasında köy, kasaba,
kahvehane ve benzeri ortamlarda oluşan Halk edebiyatı dönemleri
oluşmuştur. Her iki edebiyat döneminde de edebiyat, toplum ve siyaset
birlikteliği görülmektedir. Divan edebiyatının 16.yüzyılında Fuzuli’nin maaş
alamadığı için mektup tarzında kaleme aldığı “Şikâyetname” adlı eseri;
aynı yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı “Kanuni
Mersiyesi” ile tanınan Baki’nin eseri; yine aynı yüzyılda sadrazamı olumsuz
eleştirdiği için Sadrazam İbrahim Paşa’nın idam ettiği şair Figani’ nin eseri;
17. Yüzyılda Osmanlı devletinin sistemsel bozukluğunu eleştiren Nabi’nin
şiirleri; aynı yüzyılda hicivleriyle tanınan ve Vezir Tahir Efendi için yazdığı
hiciv nedeniyle idam edilen Nef-i’nin eserleri ve sayılabilecek birçok eser,
Divan edebiyatında da edebiyat ve siyasetin iç içe olduğunu
göstermektedir. Halk edebiyatında ise 16.yüzyılda yaşamış Bolu Beyi’nden
babasının intikamını almak isteyen ve bu amaçla savaşan, “Benden selam
olsun Bolu Beyine” sözleriyle tanınan Köroğlu; aynı yüzyılda Sivas valisi
Hızır Paşa tarafından idam edilen Pir Sultan Abdal; 19.yüzyılda yaşamış
“Ferman padişahın dağlar bizimdir” sözleriyle tanınan Dadaloğlu; 20 ve
21.yüzyılda siyasi taşlamalarıyla en başta tanınan âşıklardan Âşık Mahsuni
Şerif, Âşık İhsani, Âşık Nesimi ve benzeri birçok sanatçı saz ve sözü
birleştirerek politik mesajlar vermiştir.
Türk edebiyatının 1860 ve sonrasında batı etkisiyle gelişimi, Türk
toplum yapısının değişkenliğini ve yaşanılan toplumsal olayların o dönem
eserlerine yansımasına büyük örnek gösterilebilmektedir. 1860-1896 yılları
700
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
arasında sanat, toplum için anlayışıyla eser veren Şinasi, Ziya Paşa, Namık
Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Vefik Paşa, bu anlayışın dışında
Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci Tanzimat dönemi edebiyatı
sanatçıları; 1896-1901 yıllarında Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil Servet-i
Fünun dönemi sanatçıları; 1911 yılında Milli edebiyat döneminin oluştuğu
savaşların ve siyasi olayların fazla olduğu bu dönemde Halide Edip Adıvar,
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Ziya
Gökalp ve birçok o dönem edebiyat sanatçıları toplumu ve yaşanılan
dönemi doğrudan eserlerine konu edinmiştir.
1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bugün de devamlılığını
koruyan ve sürdüren Cumhuriyet dönemi edebiyatında birçok edebi anlayış
doğrultusunda toplulukların oluştuğu görülmektedir. Konu başlığı altında
önemli olan ve edebiyatı toplumlara hitaben araç kullanan edebi
topluluklar yer almıştır. Bu edebi topluluklar, birçok türde düşüncelerini
aktarmış, özellikle şiir ve roman türünde düşüncelerini açıkça ifade etmiştir.
Bu topluluklar içerisinde Garipçiler, Maviciler, Toplumcu Gerçekçiler
toplumun sıkıntılarını, ideal toplumun nasıl olması gerektiğini, haksızlığı ve
siyasi düşüncelerini eserlerinde sıkça konu edinmiştir. Topluluklar
içerisinde Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Attila İlhan, Rıfat Ilgaz, Arif
Damar, Ataol Behramoğlu, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal,
Sabahattin Ali, Necati Cumalı ve birçok edebiyat sanatçısı eserlerini
edebiyat, toplum ve siyaset bağlamında mesajlar içeren temalar ile
ilişkilendirerek aktarmıştır. Bu bağlamda edebiyat, (özellikle de şiir türü)
slogan ifadeler taşımakta ve işlenen temalar politiğe edilmiş imgelerle
aktarılmaktadır.
Türk siyasi tarihi ile Türk edebiyatı tarihi arasında her daim karşılıklı
bir etkileşim olmuştur. Kimi zaman çekişmeli kimi zaman uyum içerisinde
toplumda edebiyat, siyaset ve iktidar ilişkisi şekillenmiştir. “Sanatçı iktidar
ilişkisi her dönemde çeşitli boyutlarda bazen yoğun bazen daha mesafeli
bir şekilde sürmüştür.” (Tosun,2015:12) “Demokratik toplumlarda iktidar
sanatçı ilişkisi devam etmiş, siyasi partiler, iktidarlar sanatçılarla,
yazarlarla, edebiyatçılarla bu ilişkilerini devam ettirmişlerdir.” (Tosun,
2015:13)
1960 Sonrası Türkiye’de Seçim Kampanyaları Edebi Eserler ve Müzik
Edebiyat, doğrudan siyasetle ilişki kurmaktadır. Kimi zaman edebi
eserlerde siyasi söylemlerin ve mesajların yer aldığı; kimi zaman da siyasi
liderlerin edebiyattı kaynak olarak kullandığı görülmektedir. Ayrıca bazı
edebiyat sanatçılarının politikada yer alarak milletvekili, bakan ve benzeri
701
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Öztürk, S.(2014).Siyasal İkna ve Seçim Müzikleri: Türkiye Üzerine Bir İnceleme.
İletişim ve Diplomasi.
ÖZET: Sözlü kültür ürünleri teknolojik gelişmeler sonucunda yaşanan değişime ayak
uydurabilmek için kendine yeni alanlar seçmiştir. Ayrıca hızla gelişen teknoloji ve
bilimin şekil verdiği modern sanatlar, disiplinler arası yöntemlerle kendilerine özgün
bir yol çizmektedir. Bu iki durumun sonucu olarak, sözlü kültür ürünleri modern
sanatlar için önemli bir kaynak teşkil etmektedir.
Mitler, insanın yaşadığı dünyayı anlamlandırma çabasının bir sonucudur. İnsanın en
eski kültürel gerçekliğinin ifadesi olan mitler, kutsaldır ve ilk olanın hikayesini taşır.
İnsanlığın ortak miraslarından olan mitler, modern sanatlarda yararlanılan,
yaşatılan ve dönüştürülen bir kaynaktır.
Mitlerin kullanıldığı alanlardan biri de sinemadır. Sinema alanındaki inovatif
arayışlarda sözlü kültür kaynakları önemli bir esin kaynağı olmuştur. Bu bağlamda
mitler, sinemada zamanımızın kodlarıyla yeniden aktarılmaya, üretilmeye
başlanmıştır. Dünya kültür belleğinde yer alan birçok mit ve mitolojik unsur sinema
filmlerinde yer almaktadır. Yönetmenliğini Darren Aronofsky’nin yaptığı, 2017
yapımı bir Hollywood filmi olan ‘Mother!’ da bu örneklerden biridir.
Bu bildiride sinema, mitolojinin yeniden aktarımı sürecinde bir bağlam olarak ele
alınmıştır. ‘Mother!’ filminin içerdiği mitolojik unsurlar incelenecek, mitolojinin
sinemada kullanımının işlevleri üzerinde durulacaktır. Bir sözlü ve yazılı kültür
öğesinin sinemadaki aktarımı, değişimi ve yeni bir anlatıya dönüşümü ortaya
konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mitoloji, sinema, Mother.
ABSTARCT: Oral culture products have chosen new fields in order to keep up with
the changes experienced as a result of technological developments. In addition,
the modern arts, shaped by the rapidly developing technology and science, draw
their unique path through interdisciplinary methods. As a result of these two
situations, oral cultural products are an important resource for modern arts.
Myths are the result of an effort to make sense of the world in which man lives.
Myths, the expression of the oldest cultural reality of man, are sacred and bear the
710
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
story of the first. Myths, which are the common legacies of humanity, are a source
used, lived and transformed in modern arts.
One of the areas where myths are used is cinema. The sources of oral culture have
been an important source of inspiration for innovative searches in the field of
cinema.
In this context, the myths, cinema with the codes of our time began to be
transferred again, produced. Many myths and mythological elements in the world
cultural memory take place in the movies. One of these examples is the 2017
Hollywood film ‘Mother!’, directed by Darren Aronofsky.
In this report, cinema is considered as a context in the process of re-transfer of
mythology. The mythological elements of ‘Mother!’ Will be examined and the
functions of using mythology in cinema will be emphasized. The transfer of an
element of oral culture in cinema, its transformation and its transformation into a
new narrative will be tried to be revealed.
Keywords: Mythology, cinema, Mother.
1. Giriş
Günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmeler yaşamın tüm alanlarını
etkisi altına almıştır. Özellikle iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve
yarattığı imkanlar tüm faaliyet alanlarını kaçınılmaz şekilde etkilemiştir.
Dolayısıyla sözlü ve yazılı kültür öğeleri de bu süreçten fazlasıyla
etkilenmiştir. Bu öğeler yaşanan bu büyük değişime ayak uydurabilmek,
dahası üyelerinin ihtiyaçlarına cevap vererek varlıklarını devam
ettirebilmek için değişim ve dönüşüm içine girmiştir. Bununla beraber sözlü
ve yazılı kültür öğeleri bu amaçlarla kendine yeni alanlar edinmiş, söz
konusu alanların imkanları ölçüsünde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Sözlü ve
yazılı kültür öğeleri değişen, dönüşen, yaşatılan, yararlanılan birer kaynak
olarak iletişim teknolojilerindeki yerini almıştır.
Dünya sözlü ve yazılı kültür hafızasının önemli öğelerinden biri de
mitlerdir. Mitoloji, Yunanca “masal, hikâye” anlamlarına gelen mythos
kelimesiyle, “söz” manasına gelen logos kelimelerinin birleşmesinden
doğar. (Can, t.y.: 1). Mit, rivayet yoluyla sonraki nesillere ulaştırılan, zaman
içinde değişiklik gösteren söylenceler anlamında kullanılır ve geçmiş
dönemlerde yaşamış toplumların dinler, tanrılar, kahramanlar ve
görünmeyen varlıklarla ilgili ürettiği birikime verilen ad olur. (Ulutürk, 2012:
1) Literatürde mit kavramı üzerine birçok tanımlama yapılmıştır. Birbirinden
farklı bakış açılarıyla tanımlanabilecek bu kavrama dair kurulan cümleler
içinde Eliade’nın tanımı hala güncel kabul edilebilir: Mit kutsal bir öyküyü
anlatır; en eski zamanda, ‘başlangıçtaki’ masallara özgü zamanda olup
bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka deyişle mit, doğaüstü varlıklar’ın başarıları
711
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik, yani Kozmos olsun, isterse
onun yalnızca bir parçası (sözgelimi bir ada, bir bitki türü, bir insan
davranışı, bir kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini dile
getirir. Demek ki mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür: Bir şeyin nasıl
yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatır (Eliade, 2001: 15-16).
İletişim teknolojilerindeki gelişmeler modern sanatları da fazlasıyla
etkilemektedir. Bu gelişmeleri tetikleyen ve bu gelişmelerden etkilenen
modern sanatlar her geçen gün iletişim teknolojileri ile daha iç içe bir
konuma gelmektedir. Sinema, günümüzün iletişim teknolojilerindeki
gelişimin en fazla karşılık bulduğu alanlardan biridir. Görsel anlatımın etki
gücünü arttırdığı, insanların görsel anlatıma karşı talepkar bir tutum içinde
olduğu çağımızda sinema, inovatif arayışlar içindedir. Bu inovatif arayışlar
disiplinler arası çalışmayı gerekli ve önemli kılmıştır. Bir yandan aktüel
olanla diğer yandan geleneksel olanla ilişkisini sürdüren sinema,
geleneksel anlatıları yenilikçi bakış açıları ile vermektedir. Disiplinler arası
yöntemlerle özgün bir yol çizme amacı güden sinemanın yararlandığı
kaynaklardan biri de sözlü kültür öğeleridir.
Sinemanın özgünlük arayışına karşılık veren sözlü kültür öğelerinin
başında mitler gelir. Sinema alanındaki inovatif arayışlarda mitler önemli
bir esin kaynağı olmuştur. Bu bakıma mitler, sinemada zamanımızın
kodlarıyla yeniden aktarılmaya, üretilmeye başlanmıştır. Dünya kültür
belleğinde yer alan birçok mit ve mitolojik unsur sinema filmlerinde yer
almaktadır. Mitolojik belleğe göndermeler yapan, mitleri çıkış noktası alan,
filmin alt metninde işleyen sinema filmleri izleyicinin ilgisini ve dikkatini
çekmiş, bu mirastan güç almıştır. Sinema bu yolla geçmişe dayalı bir bilgi
üzerinden etkili olmaktadır. Kendi içinde yeni metinler, yeni anlamlar
üretmeye başlayan sinema, bu doğrultuda izleyiciye yeni bir haz ve yeni
mitolojik öyküler aktarırken diğer yandan da günümüzde izleyiciye
geçmişten izlekler sunmaya devam etmektedir. (Altay ve Uğur, 2018)
Bütün insanlar tarafından kolektif paylaşımlar olan arketip temalar
doğum, evlilik, ölüm gibi evrensel yaşam bağlantıları, arketip yeniden
doğuş, dönüşüm temaları aracılığı ile gelişme, değişim, büyüme yönündeki
evrensel gereksinimi temsil etmektedirler. (Indick, 2007: 123-124) Söz
konusu paylaşımlar farklı kültürlerde farklı şekillerde ortaya çıksalar da
evrensel bir geçerlilik taşımaktadırlar ve herkes tarafından
tanınmaktadırlar. Ortak paylaşımların bilincine varan hikâye anlatıcıları
yöntemlerini bunlar üzerine kurmaktadırlar. Çağdaş ya da popüler sinema
bu bilinç yönünde hareket etmektedir. Herkes tarafından kolayca tanınan
ve aynı zamanda kolayca anlaşılan temsiller belli sahneleri içermektedir.
712
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
almaktadır. Batı’da, bin yıldan uzun bir süre içinde Hıristiyanlığın kadınlara
yakıştırdığı “insan ıstırabının kaynağı, baştan çıkarıcı Havva” imgesi ve rolü
tekrarlanmıştır. (Yolcu, 2013) Yaratılış mitlerinde, kadına yüklenen ilk
günah, kadının kirli olması ve şeytani bir figüre dönüştürülmesi, cennetten
kovulma ve buna bağlı olarak dünyanın “sınav yeri” olması düşüncesi bu
karakter ile verilmeye çalışılmıştır. Kitabı Mukaddes’te yer alan ‘İkisinin de
gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. ‘cümlesi ile ortaya konan
çıplaklığın ve cinselliğin keşfi, Adem ve Havva ‘yı simgeleyen karakterlerin
cinsellik yaşadıkları bir sahne ile verilmiştir. Bu sahne sonrasındaki kadının
sütyenindeki yaprak motifi, Hristiyan ikonografisindeki Adem ile Havva’nın
mahrem yerlerini yaprakla kapatmalarını hatırlatmakta. Söz konusu
mitolojik anlatımlara göre, ağaçtan meyve yemeden önce Adem ile
Havva’nın edep yerleri nurdan bir örtüyle örtülüydü ve birbirlerinin edep
yerlerini görmüyorlardı. Ağaçtan yedikten sonra bu örtü kalktı ve
birbirlerinin edep yerlerini görmeye başladılar ve bu haya duygusuyla
cennet yapraklarından edep yerlerini örtmeye başladılar.
Filmin sonraki sahnesinde evdeki yabancı çiftin oğulları eve gelirler
ve ‘kıskançlık’ nedeniyle salonun ortasında kavgaya tutuşurlar. Biri diğerini
öldürür. Bu sahnedeki iki kardeş yaratılış mitolojilerindeki Kabil ve Habil’e
denk düşer. Tevrat’ın Tekvin bölümünde de, “Habil’in Tanrı’nın gözdesi
olduğunu düşünen Kabil” ifadesi geçmektedir. İki kardeş de Tanrı’ya
adaklar sunmuştur. Fakat Kabil’in adağının Tanrı tarafından kabul
görmemesi onu çok öfkelendirmiştir. Kabil, mitolojik hikayede anlatıldığı
gibi kıskançlık yüzünden kardeşi Habil’i öldürür ve Tanrı tarafından
lanetlenir. Sürgüne gider. Filmde tüm bunlar yaşanırken kadın karakter (
Tabiat Ana) acı çekmektedir. Zira ev ve yaşanan her şey onun özünün bir
parçasıdır ve yaşananlardan ızdırap duymaktadır. Gerginlik anlarında kadın
karakterin ruhundaki hasar aynı anda eve de yansımakta, evde filmin
başındaki yanmış ve harap görüntüsünü hatırlatan geçici lekelenmeler
başlamaktadır. Tüm bu sahnenin sonunda diyebiliriz ki; bir miras davası
yüzünden kavgalı olan iki kardeş biçiminde modern dünyaya tasvir edilen
Habil ile Kabil, Tanrı, Doğa ve Adem ile Havva’nın gözü önünde kavgaya
tutuşuyorlar ve Kabil, Habil’i öldürüyor. Tanrı, Habil’i kurtarabilmek ve her
şeyi yoluna koyabilmek için Doğa’yı yalnız başına insanların hedefine açık
hale getirerek terk ediyor. (URL-4).
719
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
işin içine girer. Filmin ana karakteri Hz. Meryem’i de içine alan ‘anne’ olma
özelliğini pekiştirmektedir. Hristiyan inancına ve yaratılış mitolojisine uygun
olarak Tanrı, Hz. İsa’nın doğmasını sağlar. İsa, Tanrı’nın oğludur ve dünyaya
yeniden düzen getirecektir. Doğa ana bebeğine hamileyken, Tanrıya ilham
gelir ve o meşhur olan kitabını yazar, İncil’i… Kitap herkes tarafından çok
beğenilir. Öyle ki hayranları yazarı putlaştırmaktadır. Yani kitabın
anlattıkları önemsiz hale gelir, sadece yazara olan hayranlık ve sevgilerini
ona sunmaları görünür filmde. Tanrı bu sevgi halinden hoşnuttur çünkü
sevgi yaratmak istemektedir ama insanlar sevgiyi bile putlaştırırlar ve
sevgiyi kullanarak parçalarlar. Zaten Adem’in yasak elmayı kırması da
bunu sembolize etmektedir. (URL-3).
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Altay, Sezen / Uğur, Ufuk (2018). Sinemada Masalsı Anlatı ve Mitolojik Öğeler:
Pan’ın Labirenti Filmi. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, sayı.72,
Haziran 2018, Ss: 123-141
Arslantepe, Mehmet (2008). Popüler Sinema Filmlerinde Hikaye Anlatımı. Sosyal
Bilimler Dergisi, cilt:X, sayı: 1, ss:237-256
Can, Şefik (t.y.), Klasik Yunan Mitolojisi (4. Basım), İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
Eliade, Mircea (1993), Mitlerin Özellikleri, (çev.: Sema Rifat), İstanbul
Eliade, Mircea (2005). Dinler Tarihi (İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi), çev:
Mustafa
Ünal, Serhat Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005
Gürkan, Salime Leyla, lslam Araştırmaları Dergisi. Sayı 9. 2003. l -48, Yahudi Ve
İslam Kutsal Metinlerinde insan'ın Yaratılışı ve Cennet'ten Düşüş
Indick, William. (2007), Senaryo Yazarları İçin Psikoloji, çev. Yeliz Taştan-Ertan
Yılmaz, +1 Yayınları.
Kayabaşı, Onur Alp (2016). Türk Mitolojisindeki Eskatoloji Mitleri. Folklor/Edebiyat
Dergisi, cilt:22, sayı:86, ss. 167-180
Kitabı Mukaddes. Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit. İstanbul: Anadolu Ofset (1.
Baskı), 2005.
Tecimer, Ömer (2005) Sinema Modern Mitoloji. İstanbul, Plan B İletişim.
Ulutürk, Muhammer (2012). Tarihi, Dini Ve Kültürel Bağlamda Mitoloji Ve Modern
Kültür Ürünlerinin Mitolojiye Dönüşümü. Uluslararası Katılımlı Bilim ve Kültür
Sempozyumu. 18-22 Nisan, Batman.
725
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer alan Osmanlı Devleti, bazı
cephelerde olağanüstü başarı gösterdiyse de devamını getirememiş, askeri ve
ekonomik durumun giderek kötüleşmesi üzerine barış istemek zorunda kalmıştır.
Dört gün süren görüşmeler sonrasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı
Devleti’nin hemen bütün donanma gücü İtilaf Devletleri’nin kontrolü altına girmişti.
Hâlbuki Türk halkı ülkenin hemen her köşesinde verdiği istiklal mücadelesinde
lojistik desteğe büyük ihtiyaç duymaktaydı. Kara ve demiryolu ulaşımının
yetersizliği nedeniyle ordunun gerekli olan silah, cephane ve diğer ikmal maddeleri
ancak deniz yoluyla temin edilebilirdi. Karadeniz kıyılarındaki durum ise diğer
denizlerden daha büyük önem arz etmekteydi. Zira İtilaf Devletlerinin desteğini
arkasına alan Pontusçu Rumlar Karadeniz sahillerine göçmen ve çete mensubu
çıkardıkları gibi, ülkede ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan bir takım
başıbozuk eşkıya gurupları ve Bolşevik faaliyetler de bölge güvenliğini tehdit
etmekteydi.
İşgal kuvvetlerinin ve azınlıkların bu faaliyetleri karşısında Karadeniz kıyılarında ve
limanlarında Türk Milli Hareketi’nin kontrolü sağlamaya başlaması ancak 1919
sonlarında mümkün olmuş, İtilâf Devletleri’nin ve Pontusçu çetelerin Karadeniz
sahillerindeki faaliyetlerine karşı etkili tedbirler ise TBMM Hükümeti tarafından
alınmıştır. TBMM Hükümeti Karadeniz sahillerini korumak ve güvenliğini sağlamak
amacıyla girişimlere başlamış, İstanbul’dan kaçıp gelen iki gambot, el konan iki
yabancı gemi ve birkaç parça tekneyle evvela küçük çapta bir sahil güvenlik kuvveti
oluşturmuş, daha sonra da sahil gözetleme istasyonları başta olmak üzere çeşitli
teşkilatlar vücuda getirmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Karadeniz, Millî Mücadele, İtilaf Devletleri, Pontus.
ABSTRACT: During the First World War, the Ottoman Empire showed remarkable
success on some fronts, but could not continue this success and then had to ask for
peace because of the military and economic situation worsened. With the Armistice
of Mudros, almost all the naval power of the Ottoman Empire came under the
control of the Entente States. Whereas, the Turkish people were in great need of
logistic support for the struggle for independence in almost every corner of the
727
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
country. Due to the unsatisfactory of road and rail transport, the army’s necessary
weapons, ammunition and other supplies could be supplied only by the sea. The
situation on the Black Sea coast was more severe than the other coasts. Because,
with the support of the Allied Nations, the Pontians landed immigrants and
gangsters on the coasts of the Black Sea. Moreover, by making use of the authority
gap in the country, a number of bandit groups and Bolshevik activities were
threatening the security of the region.
It was only at the end of 1919, that the Turkish National Movement started to take
over the control of the coasts and the harbors of the Black Sea against the activities
of the Occupational forces and minorities. In addition, the effective precautions
against the activities of Allied Forces and Pontus gangs on the Black Sea coast are
taken by the Grand National Assembly of Turkey (GNAT) Government. The GNAT
Government took steps for protecting and securing the coasts of the Black sea,
firstly by establishing a coast guard force with two gunboats fled from İstanbul, two
interned foreign ships, and a few cockleboats, and then by building several
establishments including coast observation stations.
Keywords: Turkey, Black Sea, National Struggle, Entente States, Pontus.
Giriş
Donanmaların millet ve silahlı kuvvetleri beslemek, demiryollarının
güvenliğini sağlamak, bu yolları düşman ikmaline kapamak ve kara
kuvvetlerine stratejik manevra yapacak imkânlar sağlamak gibi önemli
görevleri vardır (Büyüktuğrul, 1975:109). Tarih, mücadele edilen coğrafi
durumdan faydalanılarak, deniz kuvvetlerinin muharebe yapmadan da
savaşın beslenmesini sağladığını çok göstermiştir. Denizciler bu şekle,
donanmanın varlığı demektedirler (Büyüktuğrul, 1971: 21). Oysa Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlı donanması bu görevleri yerine getirmekte aciz
kalmış ve müttefikleri ile beraber ağır bir yenilgiye uğramasında önemli
etkenlerden biri olmuştur.
XX. yüzyıla en büyük deniz gücüne sahip devlet olarak giren ve İtilaf
Devletleri’nin öncülüğünü yapan İngiltere ise güçlü donanmasıyla
Çanakkale hariç hemen bütün cephelerde büyük başarılar elde etmiş,
savaşı galip olarak tamamlamalarında önemli rol oynamıştır. Muhasım
ülkelerin denizlerini ve donanmalarını kontrol etmenin yeni süreçte
sağlayacağı avantajı göz önüne alan İngilizler, gerek ateşkes hükümlerini
gerekse barış şartlarını hazırlarken bu hususlara özellikle dikkat etmiştir.
Nitekim Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan ve
hükümlerinin büyük bir kısmını bilfiil İngiltere tarafından belirlenen Mondros
Mütarekesi maddelerinin yaklaşık üçte biri denizlerle ilgili düzenlemelerden
728
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
oluşmaktadır.1 Zira mütarekenin 1., 2., 3., 6., 8., 9., 13., 14., 18. maddeleri
doğrudan veya dolaylı olarak deniz yollarının kullanımını, donanmanın,
limanların ve ticaret gemilerinin enterne edilmesini ve İtilaf devletlerine
lojistik desteğini içermekteydi.
İtilaf Devletleri, Mütarekenin “Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının
açılmasını, Karadeniz’e geçişin sağlanmasını, Çanakkale ve Karadeniz
istihkâmlarının müttefikler tarafından işgalini” içeren birinci maddesiyle
(Türkgeldi, 1948: 69; T.İ.H I, 1999: 42) yalnızca İstanbul’u değil, Karadeniz’in
Ereğli, İnebolu, Samsun, Trabzon ve Batum limanlarının kontrol altına
alınmasını sağlamış, buraları yalnızca Karadeniz’e açılan, açık denizlerle
hiçbir münasebeti olmayan birer iskeleye dönüştürmüştü. Kaldı ki kısa bir
süre sonra yine mütareke hükümlerine dayanılarak Batum ve Samsun
limanları bilfiil işgal edilecektir. Diğer limanlar ise işgal edilmemesine
rağmen sıkı bir kontrole tabi tutulmuştur.
Mütarekenin “Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer
maksatlarla kullanılacak küçük gemiler müstesna, Türk sularında veya
Türk kuvvetleri tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün harp gemileri
teslim olunacak ve bunlar gösterilecek liman veya limanlarda enterne
edilecektir” hükmünü içeren altıncı maddesi (T.İ.H I, 1999: 42) ve bu
maddeyi uygulamak üzere 8 Kasım 1918 tarihinde Osmanlı Hükümeti’ne
verilen nota2 ile gerek askerî, gerekse ticaret gemileri seyr-ü sefer edemez
hale getirilmiş Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler ise Karadeniz’de İtilaf
Devletleri adına faaliyette bulunmuşlardır. Kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmışlardır.3 Aynı şekilde “Türk işgali altında bulunan bütün liman ve
demir yerlerinden İtilâf gemileri tarafından faydalanılması ve İtilaf
Devletleriyle harp halinde bulunanlara karşı kapalı bulundurulması…”
maddesi (T.İ.H I: 43) ve bu maddeye dayanarak 10 Ocak 1919 tarihinde
1
Mondros Mütarekesi, savaşın tatilini içeren hüküm dahi olmak üzere 25 maddeden
oluşmaktaydı. Ayrıntılı bilgi için bkz.: Ali Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekeleri
Tarihi, Ankara, 1948; Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Ankara, 1999;
Tevfik Bıyıklıoğlu, “Mondros Mütarekesi Antlaşması”, XI. Türk Tarih Kongresi (20-26
Ekim 1961), Ankara, 1967.
2
İlgili notada hemen her sınıftan askerî gemilerin silahsızlandırılmasına dair ayrıntılı
hükümler, gemilerin demirleyeceği limanlar, ticaret gemilerinin listesi, denetimi ve
teslimi gibi hususlar yer almaktaydı (T.İ.H V, 1964: 7).
3
Nitekim 1919 yılının Şubat ayında Amiral Calthorpe, Karadeniz’de ticaret gemilerinin
güvenliğini sağlama ve kaçakçılığa engel olması için Türk gemilerinden Aydın Reis’i
Trabzon’a, Preveze adlı gemiyi de Sinop’a görevlendirdi. Bu gemiler adı geçen limanları
üs olarak kullanıp, Karadeniz’de İtilaf Devletleri adına kontrol faaliyetinde
bulunacaklardı (T.İ.H V, 1964: 11).
729
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Hariciye Nezareti’ne verilen nota4 ile yalnız Türk liman ve gemilerini değil,
Türk denizlerindeki her türlü hareketlilik kontrol altına alınıyordu.
Böylece Müttefikler, Mondros Mütarekesi ile Türk limanlarını işgal ve
donanmasını enterne ederek Ege’de Yunanistan’a, Karadeniz’de ise
Pontuscu Rumlara rahat bir hareket imkânı sunarken, Bolşeviklere karşı
verdikleri mücadele de yeni lojistik alanlar elde etmişlerdi. Bu arada
Anadolu’da milli hareket canlanmaya ve Mustafa Kemal Paşa’nın
liderliğinde kısa sürede güçlenerek işgallere karşı bir milli mücadele
verilmeye başlanmıştı. Ancak Millî Mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için
silah ve cephane başta olmak üzere her türlü araç ve gereçlerin hızlı bir
şekilde temini gerekiyordu. Bu ihtiyaçların bir kısmını dahi sağlayacak
sanayi kuruluşu Anadolu’nun hiçbir yerinde mevcut değildi. Osmanlı
Devleti’nin birkaç fabrikası, kurşun depoları ve en kıymetli harp vasıtaları
İstanbul civarında toplanmıştı. Çanakkale Boğazı civarında bazı malzeme
yığınakları vardı, onlarda İtilâf Devletleri’nin kontrolü altındaydı. Ülkenin
hemen her yerinde özellikle Batı Cephesi’nde Yunanlılarla yapılan savaşları
kazanmak ve zafere ulaşmak için mutlaka lojistik desteğin sağlanması
gerekiyordu. Ancak kara yollarının bozukluğu, demiryolu ve motorlu
araçların yokluğu nedeniyle orduya, silah, cephane ve diğer ikmal
maddeleri sağlanamıyordu. Boğazlar ve Karadeniz, İngiliz, Fransız ve
Yunan donanmasının kontrolü altında olduğundan Boğazlardaki
depolardan silah, cephane ve diğer ikmal maddelerinin ulaşımı kaçak
olarak, denizden gizlice bin bir güçlükle yapılabiliyordu (Şahin, 1996: 22-
23).
Mütarekeden hemen sonra İstanbul’dan silah ve cephane taşımak
için yer yer kişisel gruplar kurulmuştu. Fakat bu gruplar planlı bir şekilde
çalışmadığı gibi (Şahin, 1996: 23) zaman zaman içlerine İngiliz casusları
dahi girmiş ve Anadolu hareketine yarar yerine zarar verdikleri dahi olmuştu
(Macfie, 2001: 5). Nitekim TBMM Hükümeti daha sonra kendisine bağlı gizli
gruplar oluşturma gereği duydu (Aydın, 1989: 371-372).
TBMM Hükümeti’nin oluşturduğu Hamza Grubu ve diğer gruplar,
Anadolu’daki milli kuvvetlere yardım sağlamaktan başka İtilâf
Devletleri’nin Anadolu kıyılarına yönelik saldırılarını, casus ve
propagandacı gönderme girişimlerini ve azınlıklara yönelik yardımlarını da
engellemeye çalışıyordu.
4
İlgili notada Osmanlı sahillerinde seyr-ü sefer eden ticaret gemilerin uyacağı kurallar
belirtilmekteydi. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Arşivi,
İstiklâl Harbi Kataloğu, Kutu 14, Gömlek 128, Belge 128-1,2,3.
730
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5
Liman Reislikleri, Osmanlı Devleti’nden kalma bir sistem olarak deniz kuvvetleri
kuruluşunda bulunan birer makamdı. Bu makamları işgal edenlerin Ankara Hükümeti
emrine girmeleri büyük bir şanstı (Büyüktuğrul, 1983: 476).
735
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
6
Bu gruplar hakkında bkz. Mesut Aydın, Millî Mücadele Döneminde TBMM Hükümeti
Tarafından İstanbul'da Kurulan Gizli Gruplar ve Faaliyetleri, İstanbul, 1992.
7
Yahya Kâhya, Enver Paşa'yı Anadolu'ya getirme faaliyetlerine karışmasından dolayı
milli kuvvetler tarafından uzun süre takip edilmesine rağmen yakalanamamış, bir süre
sonra kendisi teslim olmuş ve Sivas'ta mahkemeye çıkarılmıştır. Burada başka bir
davadan yargılanan Yahya Kâhya, berat etmiş ancak, daha sonra bir suikastta hayatını
kaybetmiştir (Özel, 1991: 149-167).
743
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Altı yüz yıl boyunca üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti, bilim dünyasına büyük
ve önemli katkıları olan, yeni teknolojilere uyum sağlayan ve onları kendi
ihtiyaçlarına uyduran büyük bir medeniyettir. Bununla birlikte Osmanlı’da pek
bilinmeyen önemli âlimleri tanıtan ve bu âlimlerin bize bıraktıkları çalışmaları
ortaya koyan Osmanlı bilim tarihçilerinin varlığı da bir hayli önemlidir. Buradan
hareketle bu çalışma, böyle büyük bir imparatorluğun bilim tarihi alanındaki
çalışmalarını aydınlatmak ve Osmanlı'da bilim tarihi çalışmalarına ışık tutmak
amacı taşımaktadır.
Bilim tarihi genel anlamda bilimin doğuş ve gelişme öyküsünün açıklanmaya
çalışılmasıdır. Dolayısıyla Osmanlı’da bilim tarihi denildiği zaman Osmanlı
âlimlerinin kendi mensup oldukları paradigmanın geçmişini bilme, birikimini ortaya
koyma şeklinde çalışmalarına değinilecektir. Nitekim Osmanlı âlimlerinin, bilim ve
teknoloji alanında sağladıkları katkılarla birlikte astronomi, tıp, matematik alanları
gibi birçok bilim alanında değerli çalışmaları vardır. Böyle büyük bir medeniyetin
mirası olarak Osmanlı bilim çalışmalarını görmezden gelmek, Osmanlı bilim
tarihinde önemli yere sahip olan Ali Kuşçu, Akşemseddin, Cabir Bin Hayyan,
Bayramoğlu Ali Ağa, İbrahim Efendi, İsmail Gelenbevi, Matrakçı Nasuh, Şerafettin
Sabuncuoğlu, Takiyüddin Rasıd gibi daha birçok bilim insanına haksızlık yapmak
olacaktır. Bu noktada bilim tarihi çalışmaları ve araştırmaları yapan düşünürler,
Osmanlı’nın unutulmaya yüz tutacak bilimsel buluş ve gelişmelerini açığa
çıkarmaya girişmektedir. Sonuç olarak, Osmanlı’da bilim tarihi çalışmaları bize
göstermektedir ki; Osmanlı Devleti büyük bir medeniyet olarak, bilime değer vermiş
ve önemli katkılarda bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Bilim, Bilim Tarihi.
ABSTRACT: Spread over three continents for six hundred years, the Ottoman Empire
is a great civilization that has made significant contributions to the scientific world,
adapted to new technologies and adapted to their own needs. at the same time the
existence of Ottoman historians, who introduced important scholars who were not
known in the Ottoman Empire and put forward the works left by these scholars, is
also very important. From this point of view, this study aims to enlighten the studies
of such a great empire in the field of history of science and to shed light on the
studies of history of science in the Ottoman Empire.
History of science is an attempt to explain the birth and development of science.
Therefore, when the history of science is mentioned in the Ottoman Empire, the
747
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
works of the Ottoman scholars in the form of knowing the history of the paradigm
to which they belong and revealing their accumulation will be mentioned. As a
matter of fact, together with their contributions in the field of science and
technology, Ottoman scholars have valuable studies in many fields such as
astronomy, medicine and mathematics.To ignore the study of Ottoman science as
the legacy of such a great civilization, Ali Kuşçu, who has an important place in the
history of Ottoman science, Aksemseddin, Cabir Bin Hayyan, Bayramoglu Ali Aga,
Ibrahim Efendi, Ismail Gelenbevi, Matrakçı Nasuh, Şerafettin Sabuncuoğlu,
Takiyüddin Rasıd will be unfair to many scientists. At this point, thinkers engaged in
studies and researches in the history of science attempt to reveal the scientific
discoveries and developments of the Ottoman Empire that will be forgotten. As a
result, studies in the history of science in the Ottoman Empire show that; As a great
civilization, the Ottoman Empire valued science and made important contributions.
Keywords: Ottoman Empire, Science, History of Science.
KAYNAKÇA
Colın A. R. (2003). Bilim Tarihi- Dünya Kültürlerinde Bilimin Tarihi ve Gelişmesi,
(Çev.: Prof. Dr. Ekmelleddin İhsanoğku, Prof. Dr. Feza Günergun), İstanbul:
Tübitak Yayınları.
Demir, R. Ve Unat, Y. (2011). Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji cilt 1, Atatürk Kültür
Merkezi.
Fazlıoğlu, İ. (2015). Kayıp Halka, İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi,
Felsefe- Bilim Yazıları, İstanbul: Papersense Yayınları.
Kazancıgil, A. (2007). Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, İstanbul: Etkileşim Yayınları.
Mossensohn, M. S. (2014). Osmanlı Tıbbı Tedavi Ve Tıbbi Kurumlar 1500–1700,
(Çev.: Bülent Üçpunar), İstanbul: Kitap Yayınevi.
Mossensohn, M. S. (2018). Osmanlı’da Bilim: Kültürel Yaratı Ve Bilgi Alışverişi, (Çev.:
Kübra Oğuz), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
756
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Osmanlı modernleşmesinin bir devamı niteliğinde olup, radikal bir görünüm
arz eden Cumhuriyet Dönemi Türk modernleşmesi sürecinde yeni bir ulus-devletin
inşasına koşut olarak Türk toplumunun dönüşümü yaşanmıştır. Bu dönüşüm
sürecinde devlet merkezli uluslaşma süreci ivme kazanmış, yeni bir kadın kimliği
düşünülmüş, modernleşme projesinde kadına bir rol biçilmiştir. Cumhuriyet
Döneminde kadınların kamusal alandaki görünürlüğü artmış, kadınlar, modern
Türkiye’nin teşekkülünde taşıyıcı unsurlar olmuşlardır. Cumhuriyet döneminde
kamusal görünürlüğünü elde eden kadınlar her ne kadar birtakım haklara kavuşmuş
olsalar da tam anlamıyla kendilerini ifade edecek, sorunlarını taşıyacak konumda
olmamışlardır. Cumhuriyet Dönemi’nde kadınlar, ulusun inşa sürecinde bir araç
olarak görülmüş, modernleşme sürecinde kendisine edilgen, sınırlı roller biçilmiştir.
Bu dönemde toplumsal cinsiyet rolleri açısından geleneksel değerlerin tesirinden
kurtulamayan kadınların “özne” olma isteği amacına ulaşmamış, kadına biçilen
rollerle kadının yeni kurulan ulus-devlete hizmeti amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Dönemi, Modernleşme, Kadın.
ABSTRACT: During the Turkish modernization period which was a continuation of
Ottoman modernization and has a radical appearance, the transformation of
Turkish society was experienced parallel to the construction of a new nationstate.
In this transformation process, the state-centered nationalization process gained
momentum, a new female identity was considered and a role was assigned to
women in the modernization project. Republican Period increased visibility of
women in the public sphere, and women became the carrier elements in the
formation of modern Turkey. Although women who Achieve the public visibility
during the Republican era and gained some rights; They were not in a position to
express themselves fully and carry their problems. Women in the Republican Era,
were seen as a tool in the construction of "nation" and in the modernization
process, were given passive, limited roles. In this period, women's desire to become
“subject" did not reach the goal because they could not escape the influence of
traditional values in terms of gender roles.
Keywords: Republican Era, Modernization, Women.
757
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Osmanlı-Türk coğrafyasında kadınlar her ne kadar II. Meşrutiyetle
gelen özgürlük havasının etkisiyle birtakım hakların kazanılması
konusunda bir hak arayışı içinde olmuş olsalar da kadınlar asıl
kazanımlarını üst yapısal devrimlerle Cumhuriyet Döneminde elde
etmişlerdir. 19. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında cereyan eden Batılılaşma
hareketlerinin tesiriyle kadınlar, II. Meşrutiyet döneminde kendi hakları için
mücadele etmiş, örgütlenmiş, mecmualar kurmuş, çeşitli nümayişler
düzenlemişlerdir. Toplumsal hayatta radikal değişimi beraberinde getiren
Cumhuriyet modernleşmesiyle birlikte kadınların hak arayışı siyasal
hakların kazanmasında semerelerini vermiş olsa da kadınların yaşadıkları
toplumda “özne kadın” olarak var olma istekleri hayat bulmamış, kadınlara
biçilen roller dışında kadının toplumsal yaşamda özerk bir şekilde hareket
etmesine imkan tanınmamış, kadınlar ulus-devletin inşası sürecinde bir
araç olarak görülmüştür. Bu durum, kadınların özgür birey olmaları
yönünde bir engel oluşturmuştur. Her ne kadar modernleşmenin bir cüz’ü
olarak kadın düşünülmüş, kadınların sosyal yaşamlarındaki konumlarında
bir değişiklik yaşanılmış olsa da Cumhuriyet Dönemi Türk
modernleşmesiyle birlikte kadının özgürlüğü tam anlamıyla
gerçekleşmemiştir.
Bu çalışmanın amacı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte kadının
toplumdaki konumunda meydana gelen değişikliklerle birlikte Cumhuriyet
Dönemi Türk modernleşmesi projesinde kadınların toplumsal yaşamdaki
konumuna ve rollerine değinmektir. Bu bağlamda, Cumhuriyet Dönemi
Türk modernleşmesi projesinde toplumsal yaşamda yaşanan dönüşüme
geçmeden önce Osmanlı ve özellikle Osmanlı kadının aktif bir şekilde sesini
duyurduğu II. Meşrutiyet Döneminde kadının durumu sırasıyla ele
alınacaktır.
Cumhuriyet Öncesi Osmanlı Toplumunda Kadın
Osmanlı dönemi kadının toplumsal konumu yüzyıllar boyunca hep
aynı kalmış, kadın ile erkek arasında bir eşitliğin olmadığı, kadının erkek
karşısında ikincil bir statüde kaldığı görülmüştür. Bu durumun oluşmasında
İslam dininin etkisi ve sosyal yaşamda uygulanan şer’i hukuk etkili olmuştur
(Bakacak 2009, s.628). Çünkü Osmanlı toplum yapısı din temelinde
düzenlenmişti. Dinin etkisinin yanında kadının; gündelik yaşama katılımının
sınırlandırılmasında, izole edilmesinde, ev içine hapsedilmesinde, kadının
kılık kıyafetinin belirlenmesinde padişah fermanları etkili olmuştur. Kadının
toplumsal yaşamda sınırlandırılmış, ev içine hapsedilmiş yaşamı, Osmanlı
758
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Bkz. Çakır, S., 1996, Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul: Metis Yayınları
761
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
telakkisinin kadının bağımsız, özgür bir birey olarak toplumsal yaşamda var
olmasının önünde sınırlayıcı etkisinin olduğu düşünülebilir.
Cumhuriyet’e giden süreçte II. Meşrutiyet döneminin özgürlük
havasından etkilenen Osmanlı kadını her ne kadar toplumsal yaşamda
görünürlüğünü arttırmış, geleneksel rollerini terk etmiş, modern bir kadın
kimliğine kavuşmuş olsa da toplumsal yaşamda özgür olmamıştı. Kadın
derneklerinin kurulması, kadınların basın aracılığıyla kendi sorunlarını
taşımaları Müslüman Osmanlı kadınının kamusal alana çıkmasında olumlu
gelişmeler olarak görülebilir. Kadınların bu eylemleri onları yaşadıkları
toplumda görünür kılmıştır fakat Osmanlı kadın hareketlerine baktığımızda
toplum çıkarının daha çok ön planda olduğu görülmüştür. Dönemin iktidar
partisinin toplum ve aile telakkisi kadınların konumunun, sosyal yaşamdaki
rollerinin sınırlarını çizmiştir. Her ne kadar kadınların çalışması, sosyal
yaşamın aktif bir bireyi olması yönünde destekleyici bir politika izlenilmiş
olsa da kadınların bir birey olarak sorunlarını taşıyacak, geleneksel
rollerinden sıyrılıp modern bir kadın kimliğine kavuşması yönünde bir
çabanın olmadığı görülmüştür. Bu durumun oluşmasında Meşrutiyet
döneminde imparatorluğun savaşta olması, savaşın Osmanlı toplumuna
tesirleri etkili olmuştur.
1919-1923 yılları arasında meydana gelen Kurtuluş Savaşı Osmanlı
kadının statüsünde bir değişimi beraberinde getirmiştir. Kadının bu zaman
aralığında ülkenin kurutuluşu adına cephe gerisinde bir çaba içinde olduğu
görülmüştür. İstanbul’un işgal edildiği zamanlarda kadınlar işgale karşı
çıkmak için mitingler düzenlemişlerdir. Bunun yanında Milli Müdafaa Kadın
Cemiyeti kurulmuş, Kurtuluş Savaşına her türlü desteği bir araya getirmek
amacıyla oluşturulan Milli Kongre’de birden çok kadın örgütü yer almış,
kadınlar birçok bölgede örgütlenerek bir güç oluşturmuşlardı. Tüm bunlar
kadının statüsünün eskiye nazaran değiştiğinin bir göstergesi olmuştur.
Kadınlar Halk Fırkası’nın Başkanı Nezihe Muhittin’in şu ifadeleri
Cumhuriyet’e giden süreçte kadının statüsüne yönelik bir gerçeği dile
getirme yönünde oldukça manidardı: “Türk kadını, ülkesinin yeniden
doğuşunu paylaşmalıdır. Biz, Türk kadınları, toplumsal ve siyasal yaşamda
hak ettiğimiz yeri almalıyız; kurtuluş savaşındaki özveri ve hizmetlerimiz
bize bu hakkı veriyor.” Kurtuluş savaşının bitmesi, savaş sonrasında ülkenin
ekonomik koşulları, erkek nüfusunda yaşanan azalma gibi durumlar,
kadınların toplumsal yaşama katılmasına zemin hazırlamıştı. Kadının
toplumsal yaşamdaki konumunu güçlendirmek, devletin temel
politikalarından biri olmuştu (Berktay 2014, s.16).
762
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Bkz.http://kadem. org.tr/turkiyede-kadin-hareketinin-tarihi-degisen-bir-sey-varmi/
Erişim Tarihi:3 12.09.2019
763
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kanun’un kabulü kadının dahil olduğu modern bir toplum yaratma yönünde
önemli bir gelişme olarak görülmüş olsa da Medeni Kanun, ataerkilliği
kırmamıştı.3 Aile reisliğinin babada olması, kadının çocukların
sorumluluğunu üstlenmesi, çocuğun velayetinin babada olması, kadının
anne-eş rolünün devam etmesi, kadının ticaret yapabilmesi için eşinden
onay alması bunun göstergesiydi Bu dönemde kadına sosyal hakların
yanında siyasal haklar da verilmiştir. Bu haklarla kadının devlete hizmeti
amaçlanmıştı. Bunun yanında Nezihe Muhittin önderliğinde feministler
Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmadan önce Kadınlar Halk Fırkasını
kurmuşlardır. Fakat partinin kurulmasına izin verilmemiş, bunun yerine
feministler tarafından 1924 yılında Türk Kadınlar Birliği kurulmuştur. Türk
Kadınlar birliği faaliyetlerini 1935 yılına kadar sürdürmüştür (Tekeli 2017,
ss.381-384).
Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda hayata geçen, Türk toplumunu
daha modern bir hüviyete kavuşturan reformlar, kadının toplum içindeki
konumunun değişmesini beraberinde getirmişti. Yeni kurulan ulus-devletin
temel amacı Batılılaşmak ve medenileşmekti. Kadının toplumdaki
görünümü bunun bir göstergesi olacaktı kuşkusuz. Bundan dolayı
Cumhuriyet dönemi Türk modernleşmesi projesinin başarısı, Osmanlı’da
geleneksel kalıplar içinde hapsolmuş kadını kurtarıp onu özgürleştirmesiyle
ölçülecekti.
Kadınların sosyal yaşamdaki konumunu mühim derecede
etkileyecek reformlarla (1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile karma
eğitime geçilmesi, Latin harflerinin kabulü, eğitim ve öğretim seferberliği)
kadının iş hayatına katılımı artmış, yeni kurulan ulus-devlette kadınının
toplum içindeki önemi artmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminin
medenileşmiş kadını; iş hayatında yer almış, aile ekonomisine katkı sağlar
durumu gelmişti. Kadına birtakım rollerin biçilmesinde bu durum etkili
olmuş fakat toplumsal cinsiyet açısından bir ayrım ortaya çıkmıştır.
Örneğin; kız çocuklarına ev işleriyle ilgili bilgilerin derslerde okutulmasına
ve ev ekonomisinin nasıl düzenlenmesine dair eğitim verilmiştir. Daha
sonra kurulan Köy enstitülerinde okuyan kız çocuklarının cinsiyet rollerine
uygun dersler görüp, öğretmen olarak meslek hayatlarında eğitim
verdikleri köy kadınlarına kadının geleneksel anne-eş rolüne uygun dersler
vermeleri dönemin kadın algısını bize yansıtmıştır (Yılmaz 2010, ss.205-
3
Fatmagül Berktay, Medeni Kanun’un cinsiyetçi kalıpları yineleyen bir zihniyetle ele
alındığını öne sürerek Cumhuriyet’in ataerkil yapısını işaret etmiştir. Bkz. Berktay, F.,
2014, Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sivil
Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi Sivil Toplum ve Demokrasi Yazıları, No:7
764
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Utkan, K., 1984, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. Ankara: Turan Kitabevi
765
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5
Bkz.https://tr.boell.org/tr/2017/09/18/cumhuriyet-donemi-ve-modernlesmebatililasma-
sureci Erişim Tarihi: 18.09.2019
6
Bkz.http://kadem.org.tr/turkiyede-kadin-hareketinin-tarihi-degisen-bir-sey-varmi/
Erişim 7 Tarihi: 17.09.2019
766
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Kitaplar
Arat, Y., 1998, “Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar,” Türkiye’de
Modernleşme ve Ulusal Kimlik. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Caporal, B., 1982, Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını. Ankara: Türkiye
İş Bankası Yayınları
Çakır, S.,1996, Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul: Metis Yayınları
Göle, N., 2001, Modern Mahrem. İstanbul: Metis Yayınları
Güzel, Ş.,1985, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Toplumsal Değişim ve Kadın.
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:5, ss. 858-876, İstanbul:
İletişim Yayınları
Tekeli, Ş., 2017, Feminizmi Düşünmek. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Toprak, Z., 2014, Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935). İstanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Toprak, Z., 2017, Türkiye’de Yeni Hayat İnkılap ve Travma (1908-1928). İstanbul:
Doğan Kitap
Utkan, K., 1984, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. Ankara: Turan Kitabevi
Süreli Yayınlar
Berktay, F., 2014, Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye. İstanbul Bilgi
Üniversitesi Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi Sivil Toplum
ve Demokrasi Yazıları, No:7
G. Ayça., 2009, Cumhuriyet Dönemi Kadın İmgesi Üzerine Bir Değerlendirme. Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 44, ss.627-638
Özkiraz, A. ve Arslaner, N.M., 2011, İkinci Meşrutiyet Döneminde Kadın Olmak.
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt:3 Sayı:1,
ss.1-10
Yazar, Y., 2007, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Döneminde “Otoriter Modernleşme”
ve Kadının Özgürleşme Meselesi. Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 21, ss.1-18
Yılmaz, A. (2010), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt:9,
Sayı: 20-21, ss.191-212
Diğer Yayınlar
http://kadem.org.tr/turkiyede-kadin-hareketinin-tarihi-degisen-bir-sey-varmi/
Erişim Tarihi17.09.2019
https://tr.boell.org/tr/2017/09/18/cumhuriyet-donemi-ve-
modernlesmebatililasma-sureci Erişim Tarihi: 18.09.2019
769
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Gerek modern gerekse postmodern düşüncede ‘din’ adına daima kimi
tartışmalar ortaya konmuş ve din, bahsi geçen düşünce çizgilerinin
kavramlarıyla değerlendirilip çoğu zaman eleştirilerek ifade edilmiştir.
Aydınlanma döneminin dinin bir süre sonra ortadan kalkacağı söylemi
dolayısıyla ‘sekülarizm’in ortaya çıkmasıyla, dinin rasyonel olmayan bir
yapıda olması, insanın bilgisizliğinden ve korkusundan kaynaklandığı,
toplumsal bir bileşen olduğu tarzında fikirlerin gündeme gelmesine neden
olmuştur. İnsanın artık bilme ve akletme konusunda cahil olmadığı
düşüncesiyle birlikte din, âtıl bir konuma itilmek istenmiştir. Öyle ki özellikle
19. yüzyılda bilimsel bir araştırma konusu olarak bakılan din antropolojik,
sosyolojik ve psikolojik çalışmalara konu edinerek sosyal bilimlerin ilgisi
haline getirilmiştir. Bunun sonucunda ise Tanrı kavramı, bilimsel yöntemin
uygulanabileceği düşüncesiyle, sonu mantıkçı pozitivizmin anlamsız
önermeler düşüncesine kadar varmıştır.
20. yüzyılın sonlarına doğru ise modernizmin eleştirisi olarak ortaya
çıkan ‘post-modern’ tavır, kimi zaman modernizmin dinin ele alması gibi
dine bakmış kimi zaman ise modernizmin kapadığı kapıları tekrar açmak
suretiyle dine olumlu bir bakış açısı ile yaklaşmıştır. Bu durum kimi zaman
modernizmin, tarihin derinliklerine gömmeye çalıştığı dinin ‘kutsalın
dönüşü’ olarak adlandırılmasına yol açmıştır. 17. yüzyıldan günümüze
kadar gelinen süreçte din, sürekli olarak tartışılmış ve Batı entelektüel
dünyasının bazen aşılması gereken engelleyici unsuru olmuş ve bazen de
kültür ve gelenek gibi unsurlarla beraber anılmıştır. Sanatsal, bilimsel ve
felsefi gelişmelere paralel bir şekilde değişen dinin konumu hem modern
düşüncede hem de post-modern diye adlandırılan düşüncede sürekli bir
arada kalma ya da kenara itilme ile karşı karşıya kalmıştır. Modern
dönemde, insanın önündeki en büyük engel olarak görülen din, post-
modern düşüncede ise ‘büyük anlatı’ların kurbanı olmuştur. Moderleşme
bazen, akli olanı ifade etmek için kullanılmış ve ‘dünyanın büyüsünün
bozulması’ olarak nitelendirilen ‘sekülerleşme’ süreçlerinin de ortaya
çıkmasına ön ayak olmuştur. Bunun tersi bir durum olarak da ifade
edebileceğimiz post-modern anlayış ise modern aklı eleştirmiş ve ‘dinsel
olana dönüş’ tezlerinin gündeme gelmesine neden olmuştur.
Biz bu çalışmamızda modern ve postmodern düşüncedeki dine
bakışa değinerek, dinin bu düşünce çizgileriyle savunulmasının doğru
olmadığı tezini savunmaya çalışacağız.
771
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Anderson, Pamela Sue (2006). “Postmodernizm ve Din”, Postmodern Düşüncenin
Eleştirel Sözlüğü, Ed.: S. Sim, (Çev. M. Erkan-A. Utku), Ankara: Ebabil
Yayınları.
Aslan, Seyfettin -Abdullah Yılmaz (2001). Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak
Postmodernizm, C.U İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi.
Atay, Tayfun 2004. ‘‘Din Hayattan Çıkar’’, İstanbul: İletişim Yayınları.
783
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
actions. Sartre wrote this speech with inspiration from the idea and understanding
of the inevitability of social relations and looking towards the future beyond the
present as a human tendency. In general Sartre found that existentialism was a
humanism. But our problem at the time is whether existentialism is a post-
humanism.
Sartre's existentialism is based on the distinction between man, subject and pure
object. In addition, Sartre refrained from the idea of God, who was seen as the
ultimate responsible for every creation thinkers have a different opinion from the
ideas. According to Sartre, people cannot blame external actions in what he lives
and does. Because in the open-ended existence we are thrown into, our essence,
who we are, will be the sum of our actions and the responses we give to the
situations we are in.
The problem of humanism, which is essentially a problem about non-human
beings, appears as a problem about what or what separates us from other
creatures. Humanism also depends on what is defined as the environmental crisis.
By “crisis Burada is meant the meaning of separation, separation or choice. In this
case, it is based on our belief that humanity is naturally better than all other beings.
Sartre's understanding of existential humanism saves people from the shackles of
essentialism and shows that they are independent entities responsible for their
choices.The validity of existentialism depends on whether existentialism can be
not only a state of humanism but also post-humanism.
Keywords: Existentialism, Human, Humanism, Post-Humanism, Crisis.
Kantçı bir yol izlemese de (kural ya da ilkeleri değil bir görüntü ya da bir
ideali evrenselleştirdiğimizi söylüyor) savı, tam olarak doğru değil. Örneğin
evlenmeye karar vererek “tüm insanlığı tek eşliliğe mahkûm ettiğim” doğru
değildir. Aslında benim yaşamak istediğim dünya, benim gibi
davranmayan, benim tuhaf arzularımı ve tercihlerimi paylaşmayan
insanların olduğu bir dünya -ki çoğumuz uyum içinde olan bir dünya değil,
çeşitlilik içeren bir dünya isteriz.
Antroposentrik, yani insan merkezli bir anlayış bu düşüncenin temel
prensibi olmuştur. Hatta bu durumun daha ileri götürülmesi ile
Antropomorfizm yani insanbiçimcilik düşüncesine varan sonuçlar bile
görülebilmektedir. Ancak bu düşüncelerin ilerlemesinde ve gelişmesinde ki
süreçte, bu fikirler ve temsilcileri birçok önemli sıkıntı, engel ve hatta
tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Demek ki varoluşçuluğun hümanizm
kimliği kazanması önündeki esas tehdit unsuru, kendi bireysel
özgürlüğümüzdür. Oysa Sartre bu özgürlüğün, yeni bir varoluşçu hümanizm
biçiminin, onun sözcükleriyle, bir “özgürlük ahlakı”nın kaynağı, olduğuna
inanmaktadır.
Hümanizmi bir kolektif başarı ve kıvanç kaynağı olarak görmek hala
daha yaygın bir davranış biçimidir. Bilimde büyük bir gelişme sağlandığında
veya gerçekten kalpleri ısıtan bir insanlık hikâyesi ile karşılaşıldığında
insanlar insan olmaktan ötürü gurur duyarlar. Bunun eldeki yaklaşımda bir
hümanizm olarak dışlanmasının sebebi ise oldukça açıktır, İkinci Dünya
Savaşı ve öncesinin dünyası. Bir kolektif başarı ve kıvanç kaynağı olarak
hümanizm aslında genelleştirilmiş bir yaklaşımdır. Bir kolektif başarı ve
kıvanç kaynağı olarak ‘Türk’lük veya ‘Alman’lık ile ‘İnsan’lık arasında empirik
düzlemde tek fark kapsadıkları kümenin genişliğidir.
Gerçekte insan kendi hayatından başka hiçbir şey değildir. İnsan
erdemlerini kendi yaratır. Korkak ya da kahraman olmak insanın kendi
elindedir. İnsan ancak elinden geleni yapabilir ama yapmayı tasarladığı her
şey de elinden gelir. Her şey bir seçiş meselesidir ve her seçişin bir sebebi
vardır. Peki, bu sebep duygularımızdan mı doğmaktadır? Hayır diyor
varoluşçular. Zira harekete geçmemiş duygu hiçbir şey değildir. Duygu
insana doğru yolu göstermez. Varoluşçuluk "özgürsünüz, yolunuzu kendiniz
seçin" demektedir. Bir insan için toplumda değişmeyen bir zorunluluk varsa
o da şudur: Dünyada yaşamak, bir iş görmek, başkaları arasından
bulunmak, ölümlü olmak
Aynı anda hem tarihsel koşulların belirleyiciliğine karşı çıkıp, hem
insanlığın kolektif iradesinin başarılarını reddedip hem de nasıl Marksizm ve
787
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
geleceğidir. Bunun içindir ki, insan insanı bulur. İnsan değerlerini kendi
yaratır. İnsan yaşamaya başlamadan önce hayat yoktur, hayata anlam
veren yaşayan insandır. Değer denilen şey insanın seçtiği bu anlamdan
başka bir şey değildir. Yorumlar farklı olduğu için genel bir ahlâk yoktur, zira
anlamı seçen sonuçta gene bizleriz. Çünkü öğüt alacağı kimseyi seçmekle
insan kendini seçer. Yapacağınız şeye sonuçta ancak kendiniz karar
verirsiniz.
Sartre’ın başkalarının özgürlüğüne değer vermemiz gerektiğini
savunmasının üçüncü bir açıklaması olabilir: “Kişi, değerlerin kendisine
bağlı olduğunu gördüğünde tek bir şey dileyebilir ve bu da tüm değerlerin
temeli olarak özgürlüktür.” Sartre, özgürlüğün yaptığımız her seçime zemin
teşkil ettiğinden ve değerlerimiz de seçimlerimizden farksız olduğu için,
yarattığımız her değerin temelinde özgürlüğün olduğundan emindir. Yani
seçim yaptığımda yalnızca belirli bir eylemi seçmiyorum, aynı zamanda o
seçimi yapmama en başta izin veren özgürlüğü de istemiş oluyorum.
Sartre’ın, kişinin kendi başına seçtiği şeyleri, tüm insanlık için imge veya
ideal olarak seçmiş olacağı görüşünü buraya ekleyebiliriz. Demek ki
yaptığım her özgür seçimle tüm insanlık için özgürlük dilemiş olurum;
özgürlüğü evrenselleştirmiş olurum.
Bu düşünce sistemine yöneltilen birçok eleştiri bulunmaktadır. Benim
kişisel görüşüme göre insan toplumsal bir varlıktır ve toplumdan koparılırsa
ölüm korkusuyla titremekten başka yapacağı hiçbir şey kalmaz. İnsan
kendisini nasıl isterse öyle yapamaz, insanın gelişimi ve konumu karmaşık
dış ve iç koşulların dayattığı zorunluluklara bağlıdır. Varoluşçuluğun ayırıcı
niteliği kişisel tedirginliği, bu tedirginliğin nedenlerini çözümlemeye
çalışacağı yerde, topluma karşı çıkmaya yönelterek gidermek istemesidir.
Bu istekse toplumsal anarşi doğurarak kişisel tedirginliği büsbütün
artırmaktan başka sonuç sağlayamaz. Önemli olan tüm olumsuzluklar ve
dalgalanmalara rağmen geminin rotasının huzur ve barış limanına yönelik
olmasıdır. En kutsal değerin insan olduğu her insanın gönlünde yatan bir
liman vardır.
İnsanlığın belki de en karanlık anı olarak zihinlere kazınmış olan İkinci
Dünya Savaşı’nı takip eden senelerde, o dönemin tüm karanlığını ve
karamsarlığını içine yedirmiş bir eserdir Sartre ve düşünce yoldaşlarının
ortaya koyduğu felsefe. Aslında 1946'da ortaya çıkan ancak savaş sonrası
Kıta Avrupa felsefesinin (Gilles Deleuze, Michel Foucault) toparlanışı
esnasında belki de etkileri daha geç kendini gösteren bir düşünceler yığınıdır
buradakiler. Kısmi olarak varoluşçu felsefenin içerisinde kümelenmiş
789
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
A. J. Ayer, James Hemming, M. B. Simms, David Pollock, Wendy Kaplan, Lord Willis,
Lord F. Williams, (1972). Hümanizma Üstüne Konuşmalar. (Çev. Vedat
Günyol), İstanbul: Can Yayınları.
Davies, T. (2010). Hümanizm. (Çev. Emir Bozkırlı), Ankara: Sitare Yayınları.
Geçtan, E. (2018). İnsan Olmak. İstanbul: Metis Yayınları.
Heidegger, M. (2015). Hümanizm Üzerine. (Çev. Yusuf Örenek), Ankara: Türkiye
Felsefe Kurumu.
Said, E. (2005). Hümanizm ve Demokratik Eleştiri. (Çev. Osman Akınhay), İstanbul:
Agora Kitaplığı Yayınevi.
791
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Yüz yıldan biraz fazla bir geçmişi olan Türkiye’deki halkbilimi araştırmaları,
1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin yeniden yapılanma sürecine girmesiyle
birlikte ciddi anlamda canlanmış, Umay Günay’ın başlattığı ve Millî Folklor
dergisinin devreye girmesiyle iyice hız kazanan yabancı dillerden, özellikle de
İngilizceden yapılan tercümelerle yeni bakış açılarıyla tanışmıştır. Tercümeler ve
yurt dışında doktora yapan akademisyenler vasıtasıyla batıdan öğrenilen yeni
yaklaşımlar, maalesef bu bakış açılarını esas alan seri makalelerin yazılmasının
dışında çok fazla bir şey getirmemiştir. Başka bir deyişle, öğrenilen bakış açıları hızla
tüketilmiş, bu bakış açılarından Türk halkbilimini incelemeye dönük yeni bakış
açıları geliştirilememiştir. Sosyal bilimlerin antropoloji (sosyal antropoloji ve
kültürel antropoloji), sosyoloji (özellikle de kültür sosyolojisi), psikoloji, sosyal
psikoloji, dilbilimi, dinler tarihi araştırmaları gibi diğer alanlarında –onca tercümeye
rağmen- ciddi okumaların yapılmaması ve bakış açılarının sadece klasik halkbilimi
ile sınırlandırılmış olması, Türkiye’deki halkbilimi araştırmalarını ciddi bir çıkmaza
sürüklemiştir. İnsanı, toplumu ve kültürü araştırmak ve incelemekle yükümlü olan
halkbilimi uzmanları, derinlikli analizler yapmaktan ve işlevsel sonuçlara
ulaşmaktan uzak kalmışlar, yaptıkları çalışmalarla dünyadaki halkbilimi
araştırmalarına yeterli düzeyde özgün katkıda bulunamamışlardır.
Bu çalışmada Türkiye’deki halkbilimi araştırmalarının karşı karşıya kaldığı sorunlar,
başka bir deyişle içine düştüğü çıkmazlar ele alınacak ve Türkiye’deki halkbilimi
araştırmalarını çok daha anlamlı ve işlevsel hale getirebilmek için yapılması
gerekenler üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Halkbilimi, kültür, sosyal bilimler, metin, bağlam.
ABSTRACT: Folklore studies in Turkey which lasts more than a century have been
significantly revived with the USSR’s reconstruction process. With the translations
of Umay Günay and with involvement of Journal of Milli Folklor Folklore the effects
of foreign languages have been escalated. Especially the translations from English,
Turkish Folklore studies met new perspectives. Unfortunately new approaches
learned from translations and from the academicians who have done their
doctorates abroad brought nothing more than a series of articles about those
perspectives. In other words, learned perspectives were quickly depleted and new
perspectives on Turkish folklore could not be developed from these perspectives.
The folklore studies in Turkey have been drifted to a dead end by the lack of serious
792
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
UNESCO’nun “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi”nde “somut
olmayan kültürel miras”ın belirdiği alanlardan söz edilirken sözlü anlatılara da dikkat
çekilmiştir: “Somut olmayan kültürel miras, özellikle aşağıdaki belirir: a. Somut
olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü
gelenekler ve anlatımla, b. Gösteri sanatları, c. Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve
şölenler, d. Doğa ve evrenle ilgili uygulamalar, e. El sanatları geleneği.” (URL-1)
796
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Türkiye’de daha çok metin odaklı bir şekilde yapıla gelen ve daha
sonra bağlama da odaklanmaya başlayan halkbilimi çalışmaları, son
dönemlerde yeniden metin merkezli bir görümüm kazanmaya başlamıştır.
Halkbilimi çalışmalarında bağlama vurgu yapan bazı isimler de dahil
olmak üzere pek çok araştırıcı, sözlü ve yazılı metinleri bir kaçış rampası
olarak görmeye başlamıştır. Kendilerinden önceki halk edebiyatı
araştırıcılarını sadece metne odaklanmakla itham eden kimi isimlerin,
genellikle metin merkezli çalışmalar yapmış olmaları ayrıca dikkat
çekmektedir. Dede Korkut adına bağlanan bazı yeni soylamalar ile
merkezinde Salur Kazan’ın yer aldığı bir anlatıya yer veren bir yazmanın
bulunması, halkbilimi alanında çalışan pek çok ismin -ki, bunlar arasında
bağlama en çok vurgu yapan isimler de yer almıştır- metnin, özellikle de
yazılı gelenekten tespit edilen metinlerin yeniden kutsanmasına neden
olmaktadır. Bu ifadelerimden, Türk kültürünün geçmişteki durumunu
yansıtan, onu günümüzle de karşılaştırarak öğrenebilmemiz ya da
yorumlayabilmemiz açısından önemli olan Kitâb-ı Dedem Korkut gibi
eserleri, cönkleri ve mecmuaları önemsemediğim gibi bir anlam
çıkarılmamalıdır. Amaçlarımdan biri, yazılı metinlerin yeniden
kutsanmasının, genç halkbilimcileri yaşayan kültürden çok yazılı metinlere
yönlendirebileceği tehlikesine dikkat çekmektir. Bir diğer amacım ise
Türkiye’deki halkbilimi araştırıcılarını daha çok metne odaklanmakla itham
eden ve çözümlemelerin çoğunlukla metin esas alınarak yapıldığını
söyleyenlerin içine düştükleri çelişkiye dikkat çekmektir.
2
Türkiye’deki genç halkbilimcilerin, antropoloji araştırmalarının önde gelen isimlerinden
olan Clifford Geertz’in “Kültürlerin Yorumlanması” adlı kitabında yer alan şu cümleleri
önemsemeleri gerektiğini düşünüyorum: “Benim benimsediğim ve aşağıdaki
makaleler yoluyla da yararlılığım göstermeye çalıştığım kültür kavramı temel olarak
göstergebilimsel bir kavram. Max Weber gibi ben de insanın kendi ördüğü anlamlılık
ağında oturan bir hayvan olduğu görüşüne inanarak, kültürü bu ağların kendisi
biçiminde algılıyorum; bu nedenle de kültür analizi bir yasa arayan deneysel bir bilim
değil, anlam arayan yorumsal bir bilim. Benim peşinde olduğum şey, açıklığa
kavuşturmak, yüzeysel anlaşılmazlıkları karşısında toplumsal ifadeleri anlamlı
kılmak.” (Geertz, 2010: 19)
799
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
DUNDES, A. (2010). Folklor Nedir? (Çev.: Gülay Aydın), Editör: Oğuz, M. Öcal ve
Gürçayır, Selcan, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2 (ss. 16-18).
Ankara: Geleneksel Yayıncılık.
GEERTZ, C. (2010). Kültürlerin Yorumlanması. (Çev.: H. Gür), Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları.
URL-1: Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi.
https://teftis.ktb.gov.tr/TR-50543/somut-olmayan-kulturel-mirasin-
korunmasi-sozlesmesi.html adresinden 25.09.2019 tarihinde alınmıştır.
800
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Sinema sanatı içerisinde çok farklı isim, amaç ve işlevleri yerine getirmek için
çekilen belgesel filmler genel olarak toplumların doğal, etnik, kültürel, tarihi, sosyal
vd. dokularını sunma amacıyla kullanılan bir tür olarak ele alınmaktadır. Bu
doğrultuda belgesel filmlerin de kendi içerisinde pek çok alt türü olduğu görülebilir.
İlk olarak S. Sherman (1977) tarafından ortaya atılan “folklorik film” terimi de bu alt
türlerden biri olarak halk bilimi çalışmalarında son çeyrekte irdelenen bir kavramdır.
Folklorik filmler, belgesel amaçlı olarak geleneklere odaklanan, etnik yapı, cinsiyet,
yaş, aile, mesleki örgütlenme, din veya bölgelere bağlı olarak oluşan geleneksel
davranışlar, ritüeller, törenler, halk sanatları, maddi kültür ürünleri, oyunlar, sözel
doku, halk müziği gibi folklorik ögeler özelinde oluşturulan yapımlardır. Kurgusu ve
senaryosu bu amaçlar doğrultusunda meydana getirilen folklorik filmler bu
anlamda durum tespiti yapan bilindik belgesellerden ayrı düşünülmelidir.
Çalışmada ele alınacak olan “Sıraç” belgeseli de yaratıcısının çizdiği kurgu, senaryo
ve karakterler etrafında doğrudan doğruya bir etnik gruba ait folklor malzemesine
odaklandığı için “folklorik film” bakışıyla ele alınacak, filmin görsel unsurları buna
göre değerlendirilecektir. Yöntemsel olarak içerik analizinin uygulanacağı bu
çalışmada aynı zamanda belgeselin metinsel, sözel dokusu da incelenecektir.
Anahtar Sözcükler: Folklorik Film, Belgesel, Sıraç, Film, Sinema.
ABSTRACT: Documentary films, which are shot in order to fulfill various names, aims
and functions in the art of cinema, generally include the natural, ethnic, cultural,
historical, social, and so on. textures. In this respect, it can be seen that
documentary films have many subtypes in itself.
The term of folkloric film, which was first put forward by S. Sherman (1977), is one
of these sub-genres, a concept studied in folklore studies in the last quarter.
Folkloric films focus on traditions for documentary purposes, such as traditional
behaviors, rituals, ceremonies, folk arts, material culture products, plays, verbal
texture, folk music, items are custom made. Folkloric films whose fiction and script
*
Bu çalışma, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Koordinasyon Birimince SBA-2019-2975 numaralı “Çanakkale Tahtacılarının
Geleneksel Dünya Görüşü” adlı BAP projesi kapsamında desteklenmiştir.
801
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
were created in line with these aims should be considered separately from the
familiar documentaries that make the due diligence.
Since the documentary “Sıraç” which will be discussed in the study, focuses
directly on the folklore material of an ethnic group, the visual elements of the film
will be evaluated accordingly. In this study, which will be applied methodically
content analysis, the textual and verbal texture of the documentary will be
examined.
Keywords: Folkloric Film, Documentary, Sıraç, Film, Cinema.
Takip eden süreç içerisinde başta Fransa olmak üzere ana karanın
tüm büyük ülkelerinde, ayrıca Amerika’da sinema kayıtlarının ve
gösterimlerinin ilgi çekici bir hale geldiği ve fakat senaryo, kurgu, sahne,
dekor gibi sinematografik belirleyicilerden yoksun olan bu ilk denemelerin
sözgelişi “Bahçesini Sulayan Adam, Deniz Kıyısında Bir Banyo Sahnesi,
Bebeğin Öğle Yemeği, Piquet Partisi” gibi günlük hayatın kaydedilmesine
yönelik filmler veya “Arabaya Binen İtalya Kraliçesi, Çar II. Nikola’nın Taç
Giyme Töreni” gibi haber-aktüalite türünden çekimler olduğu
görülmektedir (Betton, 1993: 7). Başlangıcı itibariyle herhangi bir ticaret
veya sanat kaygısı taşımadığı ve bir kurgusal düzlemde oluşmadığı
1
Dünya sinema tarihi konusunda ayrıntılı bilgi için bk. (Güvemli, 1960; Özön, 1964; Özön,
1985; Betton, 1993).
802
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
anlaşılan bu yeni dalın bu anlamda ilk eserlerinin birer belge film2 olarak
ele alınması mümkündür. Hemen kısa bir süre içerisinde sinematograf
cihazı ile diğer ülkelerde benzer şekilde belge filmlerin çekiliyor olması bu
görüşü desteklemektedir3.
Sinemanın bu ilk örneklerinin bir kurgu sanatı haline gelerek ticari yön
kazanması ve belki de günümüzdeki yaygınlığına ulaşması da bu ilk
denemelerin hemen akabinde yine Fransa’da George Melies’in kurduğu film
stüdyosunda yaptığı öykülü, senaryolu filmler sayesinde gerçekleşmiştir.
Melies 1914’e kadar çektiği ve bazıları 700m uzunluğa varan filmlerle
günümüz sinemasının bir sanat dalı halini almasında öncülük etmiştir.
Onun 1902’de çektiği Aya Seyahat isimli yapımı bu anlamda ticari değer
taşıyan ilk gösteri filmi olarak kabul edilebilir (Betton, 1993: 7). Sonrasında
Charles Pathe, Leon Gaumont gibi takipçilerin kurdukları film şirketleri hem
nicelik hem de nitelik olarak sinema yapımlarının gelişmesini sağlamış;
Avrupa ve Amerika’da açılan salonlar aracılığı ile de sinema sanatı toplum
kitlelerinin yoğun ilgisiyle karşılanarak yaklaşık 125 yıllık süreç sonrasında
günümüzdeki konumunu elde etmiştir.
2
Belge film, belgesel film gibi derinlikli ve kurgusal yönü olmayan, daha ziyade çeşitli
törenlerin, anlık kayıtlarından oluşan haber nitelikli kısa çekimlerdir.
3
Örneğin Osmanlı coğrafyasındaki ilk film olarak bilinen Ayastafenos’taki Rus Abidesinin
Yıkılışı (1914), İzmir’in İşgalini Protesto Mitingi (1919), Fatih ve Sultanahmet Miting
çekimleri hep bu mantık dahilinde ele alınmaktadır (Coşkun, 2009: 19).
803
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
derleme film, siyasal film, sanat üzerine film ” alt başlıklar altında ele
alınmaktadır (Özön, 2008: 196-205). Sinema sanatının kendi alanı
içerisinde bu şekilde ele aldığı belgesel türü ayrıca antropoloji, etnoloji,
sosyoloji, psikoloji ve folklor gibi insan odaklı sosyal bilim dalları tarafından
da örneklenmekte, bu bilim dallarının kendi yöntemleri ile belgesel türde
yapımlar meydana getirdikleri görülmektedir. Mantık olarak yukarıda sözü
edilen tanıma sadık kalan bu yapımlarda ayrıca, bilim dalına özgü konular
ve yöntemler çerçevesinde elde edilen bulguların belgesel biçiminde
sunulduğu görülmektedir. Etnografik film, antropolojik film, sosyolojik film,
psikolojik film, folklorik film sözü edilen bilim dallarının belgesel örnekleri
olarak üretilen filmler olmakla birlikte, bunlar içerisinde çalışmanın
odaklandığı tür ise folklorik film türüdür.
4
Sherman’ın “folklorik film” tanımının yanında ayrıca Zhang’ın “filmic folklore-filmsel
folklor” tanımının da üzerinde durulması gereklidir. Ona göre “filmic folklore” kurgusal
bir folklordur. Sıradan sinema eserlerinde, folklor ya da folklor benzeri bir performans
olarak kurgulanmış, yaratılmış veya melezleştirilmiştir, filmlerin temsil ettiği anlayışa
göre belirli ideolojileri dayatmak için kullanılan sahne, eylem, sözel ya da davranışsal
bir ifade olabilmektedir
804
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5
Bu belgeseller içerisinde Suha Arın yapımı olan “Tahtacı Fatma (1979)” ile Servet
Somuncu yapımı olan “Koşuburnu’nda Düğün (2014)” Alevi Bektaşi geleneği ile ilgili
önem arz eden yapımlardır. Bu manada her iki filmin yapımcılarını saygıyla anıyoruz.
805
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3. Sonuç
Belgesel sinema türünün bir örneği olan Sıraç filmi yukarıda sunulan
içeriği bağlamıyla çalışmanın giriş bölümünde üzerinde durulan folklorik
film anlayışı ile şu yönleri bağlamında bire bir örtüşmektedir. Yapım
doğrudan doğruya bir grubun (Sıraçlar) folklor malzemesini ele alması
bakımından; senaryosunun doğrudan doğruya geleneğin içinden gelen,
gelenekle ilgili yoğun araştırmaları olan bir akademik destekle
gerçekleştirilmesinden, oyunculuk ve sunum açısından yöre halkından
yararlanılmasından, çok yoğun folklor malzemesinden oluşan bir metne
dayanmasından, görsel çözümlemelere olanak sağlayacak giysi, mekân,
dekor gibi yardımcı unsurları ustaca kullanması bakımından doğrudan
doğruya bir folklorik film olarak değerlendirilmeli, daha sonraki halk bilimi
araştırmalarında bu yönüyle ele alınmalıdır.
807
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Betton, G. (1993). Sinema Tarihi –Başlangıcından 1986 Yılına Kadar, (Çev. Ş.Tekeli),
İstanbul: İletişim Yayınları.
Koven, Mikel J. (2014). “Halk Bilimi Çalışmaları, Popüler Film ve Televizyon: Gerekli
Bir Eleştirel Araştırma”, Uygulamalı Halk Bilimi. Çev.: Gülşah Yüksel Halıcı.
Yay. Haz.: Öcal Oğuz vd. Ankara: Geleneksel Yayınları
Zhang, J. (2005). Filmic Folklore and Chinese Cultural Identity, Western Folklore,
S.64, s.263-280.
808
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Başlıkların kadın giyiminde önemli bir yeri vardır. Başlıklar; kadının içinde
bulunduğu kültüre, sosyal yapıya, giyenin zevkine, toplumun isteklerine, içinde
bulunulan ekonomik duruma göre değişmektedir. Kadının içinde bulunduğu
toplumun tüm farklılıkları başlıklarla ortaya çıkmaktadır.
Balıkesir yöresinde kullanılan kadın başlıklarını anlam, işlev ve yapısal özellikleri
bakımından ele alan bu çalışma, Balıkesir’in birçok bölgesinden yapılan derlemeler
üzerine kurulmuştur. Balıkesir il merkezine bağlı 29 yerde kadın başlıkları ile ilgili
derleme yapılmıştır. Bu yerler arasında şehir merkezine bağlı köyler olduğu gibi,
Balıkesir’in ilçelerine bağlı köyler de bulunmaktadır. Manav, Yörük, Türkmen, Gürcü,
Çepni ya da Muhacir olan kaynak kişilerle görüşülmüştür. Kadın başlıkları, hem
Sünnilerde hem de Alevilerde karşımıza çıkmaktadır. Derlenen bilgiler, insanın
önemli geçiş dönemlerinden çocuk başlıkları, genç kız başlıkları, gelin başlıkları,
evlilik sonrası başlıkları biçiminde sınıflandırılarak incelenmiştir.
Geleneksel kültürümüzde çok önemli bir yeri olan kadın başlıkları, günümüzde
kullanımı azalsa da geçmişten günümüze kadar gelmiştir. Balıkesir’de de kadın
başlıkları doğumdan ölüme kadar yaşamın her önemli evresinde karşımıza
çıkmaktadır. Köylerde daha sık rastlanılan kadın başlıklarının şehir merkezlerine
yaklaştıkça daha az kullanıldığı görülmektedir. Kadınlar, sosyal hayatta kendilerini
başlıklarıyla ifade etmişlerdir. Fakat günümüz şartlarının da değişmesiyle
başlıklardan ve dolayısıyla başlıkların simgesel anlamlarından artık kadınlar
faydalanmamaktadırlar.
Anahtar Kelimeler: Balıkesir, toplum, kadın, gelenek, başlık.
ABSTRACT: Headwares have an important role in women's clothing. Headwares;
women's culture, social structure, the like of the wearer, the wishes of society,
according to the economic situation varies. All the differences in the society in
which women live are revealed with headwares.
This study, which deals with women's headwares used in the Balıkesir region in
terms of meaning, function and structural characteristics, is based on reviews from
many regions of Balıkesir. A collection of women's headwares was made in 29
places in Balıkesir city center. Among these places are villages connected to the
city center as well as villages connected to the districts of Balıkesir. Manav
(Goverment), Yoruk, Turkmen, Georgian, Chepni or Muhacir source people were
interviewed. Women's headwares appear in both Sunnis and Alevis. The compiled
809
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
Bu çalışmada Balıkesir yöresinde tespit edilmiş başlıklar ve bu
başlıkların nerelerde, ne zaman ve hangi amaçlarla kullanıldığı ele
alınmıştır.
Kadın giyiminde başlıkların önemli bir yeri vardır. Başlıklar; kadının
içinde bulunduğu kültüre, sosyal yapıya, giyenin zevkine, toplumun
isteklerine, içinde bulunulan ekonomik duruma göre değişir. Kadının içinde
bulunduğu toplumun tüm farklılıkları başlıklarla ortaya çıkar.
Kadın başlıkları, halk kültürünün önemli maddî kültür
örneklerindendir. Bunun için önce Türk kültüründe bulunan başlık takma
geleneği üzerinde durulmalıdır.
Balıkesir yöresindeki kadın başlıkları derlemeler yoluyla elde
edilmiştir. Derlenen bilgiler, insanın önemli geçiş dönemlerinden çocuk
başlıkları, genç kız başlıkları, gelin başlıkları, evlilik sonrası başlıkları
biçiminde sınıflandırılarak incelenmiştir.
2. Türk Kültüründe Başlık Takma Geleneği
Başlık, Türkçe Sözlük’te; “Genellikle başı korumak için giyilen nesne,
takke, külâh, serpuş.” (TDK 1998:240) olarak tanımlanmıştır.
Başlıklarla ilgili tarihsel süreç incelendiğinde insanların oldukça eski
zamanlardan itibaren doğa şartlarından korunma ve süslenme gibi
sebeplerle çeşitli başlıklar kullandıkları görülmektedir (Özder, 1987: 8).
İlk çağlardan günümüze kadar yaşayarak gelen ve günümüzde de
birçok yörede görülen kadın başlıkları incelendiğinde Hunlar, Göktürkler,
Uygurlar, Moğollar, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu dönemi kültürleri
810
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Altı ay kınası yakılırken kız bebeklere gelin gibi süslü olsunlar diye,
kırmızı eşarp bağlanmaktadır (KK 3) ve kırmızı başörtüsü duvak gibi
geçirilmektedir (KK 2, KK 4, KK 11, KK 16, KK 21).
Bebeklerin başına takılan başlıklara farklı köylerde takke (KK 3 KK 8,
KK 17, KK 19), fes (KK 7, KK 11, KK 18), külâh (KK 2, KK 9, KK 14, KK 15, KK 21)
gibi farklı adlar verilmektedir. Bu başlıklar satın alınabildiği gibi kimi zaman
da yörede bulunan kadınlar tarafından dikilmekte ya da örülmektedir.
2.2. Genç Kızların Başlıkları
Çocukluktan çıkıp genç kızlığa adım atan kızlar, kendilerini taktıkları
başlıklarıyla ifade ederler. Bu başlıklar sayesinde kimin evli, kimin bekâr
olduğu kolayca anlaşılır. Balıkesir’de genç kızların örtünme şekilleri
birbirine benzese de bu başlıklar farklı yerlerde farklı isimler alabilmektedir.
Genç kızlar, çemberlerinin ucunu beliklerinin altından geçirip
takmaktadır ve bu örtünme şekline köyde “pelikaltı” denilmektedir (KK 19).
Genç kızlar başörtülerini hanım kurarak takmaktadır (KK 4). Hanım
kurmak; başörtünün uçlarını çenenin altından geçirerek yapılmaktadır.
Balya’ya bağlı Kayalar Mahallesi’nde 25-30 yıldır genç kızlar, bezin
uçlarını enselerinden geçirip başlarının üstünden bağlamaktadır. Bu
örtünme şekline “hanım olmak” denmektedir. Daha önceden ise; genç
kızlar “ablakarı” şeklinde örtünmektedirler. Bezin bir ucunun çeneden
birleştirilmesine “ablakarı” denmektedir (KK 17).
Bekâr kızlar, evli kadınların taktığı “üstlük” denen örtüyü takmazlar.
Üstlük takan bir kadının evli olduğu böylece anlaşılmaktadır (KK 1).
Edremit’e bağlı Tahtakuşlar Köyü’nde ise bekar kızlar “terlik”
takmazlar. Terlik, bir kadının evli olduğunu gösteren bir başlık türüdür (KK
20).
Genç kızlar; daha ziyade yeni, parlak, renkli, çiçekli örtüler
takmaktadırlar (KK 2, KK 9, KK 18).
2.3. Gelin Başlıkları
Evlilik, bir genç kızın hayatında önemli bir dönüm noktasıdır.
Balıkesir’de gelin olacak kızların başlıkları gelenek ve göreneklere uygun
olarak büyük bir itinayla hazırlanmaktadır.
Gelin başı yapılırken öncelikle başa küçük bir çanak konulmaktadır.
Onun üstüne de al-emir denilen duvak iple çeneden bağlanmaktadır. Emir
tanımı, yeşil renkli duvak için kullanılmaktadır. Kırmızı renkli duvak için ise
“al” sözcüğü kullanılmaktadır. Bu iki duvak birleştirilerek “al-emir” duvak
hazırlanmaktadır. Bu duvağın üzerine on beş ile yirmi kadar renkli yazma
813
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Yeni evliler bir, iki ay boyunca devamlı kırmızı bez takmaktadırlar (KK
4). Kuyualan Mahallesi’nde eskiden kadınlar yeni gelin olduklarında kendi
diktikleri “pavrızlı bez” dedikleri bezi takmaktaydılar. Pavrızlı bez, siyah bir
bezin kenarlarına kırmızı bez dikilip kenarları oyalanarak hazırlanmaktaydı
(KK 11).
Balıkesir’de gelinlere gerdek gecesinin sabahında zülüf
kesilmektedir. Zülüf kesileceği zaman gelinin başına kırmızı duvağı
takılmaktadır. Sonra duvak, gelinin başından alınıp biri kız biri oğlan iki
çocuk, kırmızı duvağı üç kez oklavaya dolamaktadır. Ardından duvak, bir
gül dalına asılmaktadır. Gelinin zülüfü kesildikten sonra önceden
hazırlanmış ekmek dilimlenip dilimlerin üstüne de tatlı konmaktadır. Gelin,
davetlilere bu zülüf ekmeğini dağıtır. Gelin eve bereket getirsin diye duvak,
oklavaya dolatılmaktadır. Gelinin kızı ve oğlu olsun diye oklavanın başında
kız ve oğlan çocuğu bulunmaktadır. Gelin kısmetli olsun diye duvak, gül
ağacına asılmaktadır (KK 16).
Balıkesir’de yeni gelin olan kadınlar genellikle sarı renkli üstlüğü
takmaktadırlar. Yeni geline üstlüğü evliliğinin üçüncü gününde kaynanası
tarafından takılır. Üstlük takıldıktan sonra gelin testiyle çeşmeye su almaya
gider. Yenge, çeşmeye bir çakı ve bir bıçak saklar. Gelin bıçağı bulursa oğlu
olacak, çakıyı bulursa kızı olacak denilmektedir (KK 17).
Geline “altınlı takke” denilen başlık takılmaktadır. Takkenin üzerinde
salkım şeklinde altınlar ve inciler bulunmakta ve üzerine kırmızı duvak
geçirilmektedir (KK 10). Burhaniye Kızıklı Mahallesi’nde de geline üzerinde
altın, inci, elmas bulunan fes takılmaktadır. Bu fesin üstüne de kırmızı
duvak geçirilmektedir (KK 5).
Bigadiç’e bağlı Altınlar Mahallesi’nde gelinlere “çemberbastı” ve
“seyran” denilen kırmızı bezler takılmaktaydı. Gelinlerin alınlarına ise
kırmızı pullu “çatkı” adı verilen bez takılmaktaydı (KK 14).
Edremit’e bağlı Tahtakuşlar Mahallesi’nde gelin olan kıza düğünde
“kepez” takılmaktadır. Kepez, küçük bir sele olup gelinin başına konarak
üzerine ak duvak örtülür. Onun üzerine üç, beş ya da yedi renkten oluşan
“krep örtü” tepeden tutturularak arkada serbest bırakılır. Ön tarafına ise,
üzeri pullarla işlenmiş al renkli bir örtü örtülür. Bunun üzerine renkli tüyler,
yerleştirilerek duvak yapılır. Baştaki takılar ve tüyler arasında uğur ve
aydınlık getirmesi, kötülükleri uzaklaştırması inancı ile küçük bir ayna
yerleştirilir (KK 12, KK 20). Balıkesir, Adana, Uşak gibi bazı illerde “kepez”
denilen bu duvağa, Afyon-Emirdağ, Gaziantep-Nizip gibi bazı illerde
815
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
EKLER
Fotoğraf 1: Altı ay kınasında bebeğe takılan. Fotoğraf 2: Bebeğe takılan başlık örneği.
başlık örneği
Fotoğraf 3: Genç kız başlık örneği Fotoğraf 4: Evlilik sonrası başlık örneği
Fotoğraf 5: Evli kadınlarda “terlik” örneği Fotoğraf 6: Gelini oğlan evine götürürken
takılan duvak örneği
820
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Fotoğraf 7: Gelini oğlan evine götürürken takılan Fotoğraf 8: Gelini oğlan evine götürürken
duvak örneği takılan duvak örneği
Fotoğraf 9: Gelini oğlan evine götürürken takılan Fotoğraf 10: Kayalar Mahallesi’nde yeni
duvak örneği gelinlerin taktığı başlık
Fotoğraf 11: Kına gecesinde geline takılan Fotoğraf 12: Kına gecesinde geline takılan
al duvak örneği al duvak örneği
821
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Fotoğraf 13: Kına gecesinde takılan duvak örneği Fotoğraf 14: Edremit-Tahtakuşlar
Mahallesi’nde gelinlerin giydiği “kepez” örneği
Fotoğraf 21: Kadınların genellikle mevlitlerde Fotoğraf 22: Edremit Tahtakuşlar taktığı beyaz
namaz örtüsü başlığı örneği. Mahallesi’nde kullanılan yaşlı kadın başlığı
örneği.
Fotoğraf 23: Yaşlı kadınların genellikle bağladığı Fotoğraf 24: Yaşlı kadınların genellikle
siyah yazma örneği bağladığı beyaz yazma örneği.
823
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: İnsan, belki de hayatının sona ereceğini bilen tek canlı türüdür. Bu yüzden
yaşam tarzları, hayatlarını sürdürdükleri coğrafya, inanışları ya da kökenleri ne
olursa olsun her insan topluluğunun hayatın sonuna dair kendine özgü inanışları ve
bu inanışları doğrultusunda gerçekleştirdikleri farklı ritüelleri vardır. İnsan hayatının
en önemli evreleri olarak nitelendirilen “geçiş dönemlerinin” sonuncusu olan
hayatın sona ermesine dair görevler, belki bir vefa borcu ya da son görev olarak
düşünülmesinden, genellikle geride kalanlara düşmektedir.
Din olgusunun temel prensiplerinden birisi olan ölümün bir son olmadığı düşüncesi
tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli nedenlerden ötürü göç etmek zorunda kalarak
günümüzde dağınık bir yerleşim özelliği gösteren Amucalar’da da görülmektedir.
Trakya genelinde Bektaşi, Bedreddini ve Sünni inanç esasları doğrultusunda
yaklaşık yirmi sekiz köyde varlığını sürdüren Amucalar’ın önemli bir kısmı halen
Babagan Bektaşilileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Babagan Bektaşiliğinin etkin
olarak yaşatıldığı Tekirdağ ili Süleymanpaşa ilçesi Kılavuzlu köyünde, çevresinde
hâkim olan Sünni inanç sistemine rağmen, Bektaşilik gelenek, inanç ve ritüelleri
halen canlılığını korumaktadır. Araştırma alanımızda yaptığımız çalışmalar
neticesinde inanç sistemi ile bağlantılı olarak temeli İslamiyet öncesi Türk
inançlarına dayalı olan “göçünme, hakka yürüme, don değiştirme, mezarlık ekmeği,
gönder, dardan indirme, can aşı, rahat yatağı gibi” ölüm ile ilgili terimlere
rastlanmaktadır. Bu çalışmamızla çevresel baskı, göç ve modernleşme gibi
sebeplerle kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan Amucaların ölüm ve ölüme dair
inanç, gelenek ve ritüellerin gelecek kuşaklara aktarılmasında ve yaşamaya devam
etmesinde pay sahibi olunması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Amuca, Bektaşilik, göçünme, folklor.
ABSTRACT: Man is the only species that knows that his life will end. Therefore,
regardless of their lifestyles, the geography they live in, their beliefs or their origins,
every human community has its own beliefs about the end of life and their different
rituals in line with these beliefs. The tasks related to the end of life, which is the last
of the dönem transition periods olarak, which are described as the most important
stages of human life, fall from those who are considered to be a loyalty or last duty.
824
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
The idea that death, which is one of the basic principles of the phenomenon of
religion, is not the end, is also seen in Amucas which is a scattered settlement today
by having to migrate for various reasons in various periods of history. An important
part of the Amucas, which exist in approximately 28 villages in line with the
principles of Bektashi, Bedreddini and Sunni beliefs throughout Thrace, are still seen
as Babagan Bektashis. Bektashism tradition, beliefs and rituals are still alive
despite the Sunni belief system prevailing around the village of Kılavuzlu. As a
result of the studies we have conducted in our research area, terms related to death
“göçünme, hakka yürüme, don değiştirme, mezarlık ekmeği, gönder, dardan
indirme, can aşı and rahat yatağı”, which are based on pre-Islamic Turkish beliefs,
are found in connection with the belief system. With this study, it is aimed to have
a share in the transfer and continuation of the beliefs, traditions and rituals of death
and death of the Amucas who are in danger of disappearing due to environmental
pressure, migration and modernization.
Keywords: Amuca, Bektashi, göçünme, folklore.
I. Giriş
Toplumlar sadece maddi varlıklarından ibaret değildir. Onları diğer
toplumlardan ayıran en önemli özellikleri kültürel miraslarıdır. Birikimli
olarak oluşan ve toplumun esas kimliğini oluşturan bu mirasların hem
korunması hem de gelecek kuşaklara aktarılması söz konusu toplumların
kimliklerini korumaları açısından büyük önem arz etmektedir. Ülkemiz,
folklorik çeşitlilik açısından zengin bir mirasa sahiptir. Bu mirasın
Trakya’daki önemli sahiplerinden birisi de Amucalardır. Tarihin çeşitli
dönemlerinde çeşitli nedenlerden göç etmek zorunda kalarak dağınık bir
yerleşim özelliği gösteren Amucalar, günümüzde yoğun olarak Trakya ve
Bulgaristan’ın bu bölgeye olan sınırında yaşamaktadır. Tarih boyunca göç
ettikleri topraklara kendi kültürlerini de götürerek bu kültürlerini yaşatmaya
çalışan Amucalar günümüzde de kapalı toplum olma özelliği ile kültürel
miras birikimlerini korumayı kısmen başarmış ender topluluklardandır.
Yoğun olarak Trakya’da yaşayan Amucalara ait yirmi sekiz köy
bölgedeki şehirlerde bulunmaktadır (Engin, 2014:74-79). Bu köylerden iki
tanesi Tekirdağ ili sınırlarındadır. Bunlardan Muratlı ilçesine bağlı olan
Arzulu köyünün, Bektaşiliğe dair gelenek ve inanışlarını kaybettikleri ifade
edilmektedir (K.K. 1). Diğer bir köy olan Süleymanpaşa ilçesine bağlı
Kılavuzlu köyünde Bektaşiliğe dair inanç ve geleneklerin halen canlı şekilde
sürdüğü göze çarpmaktadır. Saha çalışmamızı Kılavuzlu köyünde
yapmamızın temelinde de bu sebep yatmaktadır.
Bizler bu çalışmamızda, göçünmenin ardından Kılavuzlu köyünde
yaşatılan gelenekleri derlemeye ve onları kayıt altına almaya çalışacağız.
825
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Göçünen kişinin göçündüğü gün evde yapılan törene “üçü” adı verilir.
Üçü denmesinin sebebine dair yapılan görüşmelerde net bir yanıt
1
Köyde Bektaşilik esaslarına göre ibadetlerin yapıldığı mekânlar meydanevi olarak
adlandırılmaktadır. Cemevi tabirine köyde rastlanmamıştır.
827
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
2
Cenaze yıkama işleminde görev alan kişilerin giydiği önlük.
3
Yıkanma yerine götürülmesi için kullanılacak kumaş.
829
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
oturabilir (K.K. 4). Göçünen kişinin çenesi bağlandıktan sonra yüzü erkek ise
havlu, kadın ise eşarp ile örtülür (K.K. 6).
IV. III. Cenaze ve Kıyafetlerinin Yıkanması
Cenazenin defnedilmeden önce yıkanması işinin geçmiş yıllarda
evinde yapıldığı ve bu işlem için meydanevi ya da cami kullanılmadığı
belirtilmiştir (K.K. 7). Cenazeyi yıkayan kişiler vefat edenin cinsiyetine göre
farklılık göstermektedir. Kadınları, kadın yıkayıcı; küçük çocukları, kadınlar;
erkekleri ise sadece erkekler yıkar. Tarikat kökenlilerde mürşit
makamındakileri ise sadece mürşitler ya da dervişler yıkamaktadır (URL 2:
13). Bunun sebebi olarak ulaştığımız anlatı şu şekildedir: “Hazreti Fatma
Anamız hakka yürümesinden hemen önce Hazreti Ali efendimizi yanına
çağırarak helalleşir ve ona 'Beni sağlığımda hor görenlere vefatımdan
sonra yuğdurma (yani yıkatma), kendin yıka ve geceleyin gün ışırken beni
defnet' diyor. Bu yüzden bizler de hakka yürüyen canlarımızı bu usule uygun
olarak yıkarız.” (K.K. 6).
Özellikle beklenmedik bir şekilde vefat eden kişilerin yıkama sularına
kırk bir adet taş atıldığı bilinmektedir (K.K. 7). Gelenek net olarak
bilinmesine rağmen bu geleneğin kökeni ya da anlamı hakkında net bir
bilgiye ulaşılamamıştır. Konuyla ilgili görüştüğümüz Şevket GÜRSES,
Bektaşilikteki kırk motifine ek olarak genç ölümün bir daha yaşanmaması
için koyulmuş olabileceğini söylerken, Eyüp AYKUT da kırk motifinin üzerine
göçünen kişiyi temsil etmesi bakımından koyulmuş olabileceğini,
belirtmektedir (K.K. 2). Murat İNAL ise kırk artı bir olarak
değerlendirilebileceğini kırk birinci taşın hakka yürüyen canın gittiği öteki
âlemi temsil edebileceğini, belirtmiştir (K.K. 5). Kişinin hakka yürümesinin
hemen ardından üzerinden çıkan tüm kıyafetler yıkanmaktadır ve bu
yıkama işini genelde kız torunları yapmaktadır (K.K. 4).
Köyde cenaze yıkayan son kişi olan Veli YILMAZ’ın da vefatının
ardından, köyde cenaze yıkayan kişinin kalmamasından ötürü, bu işler
günümüzde genellikle gasilhanelerde gerçekleştirilmektedir. Gasilhanede
yıkama esnasında yakınları ya da yanında bulunmak isteyen kişiler
mevtanın yanında olabilir. Gençlerin cenaze yıkama işine ilgi
göstermemesi bu geleneğin kaybolmaya başlamasının sebepleri arasında
gösterilebilir (K.K. 4).
IV. VI. Mezarlığa Giderken
Amuca Bektaşilerinde göçünen kişinin mezarlığa götürülmesi
esnasında sal4 sadece erkekler tarafından üç defa omuzlanır. Günümüzde
4
Tabut
830
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5
Bahçe Kapısı
831
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
6
Nasip kardeşliği terimi yol kardeşliği olarak da adlandırılabilir. Birlikte nasip alan,
dergâha intisap eden, kişileri karşılamaktadır.
833
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
yüzden ruhun üzerinde kul hakkı kalmaması için dardan indirmenin kırkına
kadar yapılması lazım” (K.K.7).
Bunların yanında göçünen kişinin dardan indirilmesinde nasip
kardeşlerine kıyafet hazırlanarak verildiği de belirtilmiştir. (K.K.4).
V. III. Mezarlık Ziyaretleri
Mezarlık ziyaretleri için herhangi bir gün ya da kişi sınırlaması
olmamakla birlikte, ziyaretin mutlaka yapılması gerektiğine inanılan günler
bulunmaktadır. Kırklar Bayramı olarak da nitelendirilen nevruzlarda (Aydın,
2002: 73), arife günlerinde, vefatın yıl dönümlerinde mutlaka mezarlık
ziyareti yapılmaktadır. Konu ile ilgili görüşülen Filiz ÇETİN, bu geleneklerin
köyde kısmen devam ettiğini; ancak eskisi kadar özenle sürdürülmediğini
belirtmiştir (K.K. 4).
V. IV Cenazenin Ardından Yapılan Hayır İşleri
Göçünen kişinin anısına yakınları tarafında hayır olarak adlandırılan
birtakım işlerin yapıldığı da görülmektedir. Bu hayırlar arasında lokma
yapılıp dağıtılması, hakka yürüyen kişinin adına çeşme yaptırılması gibi
gelenekler halen devam etmektedir. Bunların yanına Refik ENGİN
tarafından belirtilen “Süt Verme Geleneği” de bulunmaktadır. Bu geleneğe
göre göçünmeyi takip eden 40 gün boyunca bir kişiye süt verilirmiş. Bu,
göçünen kişinin sevdiği biri olabileceği gibi, fakir bir kişi de olabilirmiş.
Kırkıncı gün, süt ile birlikte tas ve bir kaşık bırakılırmış (URL 2: 16). Geleneğin
kökenine dair Hz. Muhammed’in son nefesinde süt istediği bu yüzden
cenazenin ardından süt verildiğine dair bir anlatıya ulaşılmıştır (K.K.6). Söz
konusu süt verme geleneğinin bilinmesine rağmen günümüzde devam
etmediğini belirtilmiştir (K.K. 3).
VI. Mezar Taşlarına Dair
Köyde iki adet mezarlık bulunmaktadır. İlki köyün girişinde olan ve
cenazelerin halen defnedildiği mezarlık; diğeri ise Engin sülalesine mensup
olanların defnedildiği yukarı ya da eski mezarlık olarak adlandırılan
mezarlıktır. Yukarı mezarlıkta eski mezarların ve mezar taşlarının olduğu
göze çarpmaktadır.
835
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
7
1-1,5 cm. kalınlığında 5-15 cm. çapında, on iki imamı temsil eden on iki köşeli bir taştır.
Özel olarak hazırlanmış bir örgü bağ ile boyna takılır. Bu taş yukarıdan aşağıya çapı
836
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
on iki imamı temsil etmektedir. Eski ve yeni mezar taşlarında görülen teslim
taşları genel anlamda benzerlik göstermektedir.
(4. Teslim Taşı Bulunan Eski Mezar Taşı) (5. Teslim Taşı Bulunan Yeni Mezar Taşı)
Köy mezarlığında dikkat çeken diğer bir husus mezar başlarının
yerinin belli edilmesini sağlayan ve “gönder” adı verilen tahtalardır. Gönder
kullanılması geleneği sadece araştırma yapılan bölgede değil, farklı isimler
alsa da, ülkemizin birçok yerinde görülmektedir. Bu tahtaların şekli yörelere
ya da inançlara göre değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin
Kızılcahamam’da kadın mezarlarına “yenge mezarı” denmekte ve
mezarların başına beş kollu, çatala ya da yabaya benzer bir tahta
dikilmektedir. Balıkesir’in Nusret köyünde başucuna dikilen tahtaya ölen
erkekse tek kertik, kadınsa çift kertik yapılır (Örnek, 1971: 68). Kılavuzlu
köyündeki gönderlerde ise tahtalara üç çentik atıldığı görülmüştür. Bu
çentiklerin anlamına ilişkin yaptığımız görüşmelerde inanca dair bir bilgiye
ulaşamamakla birlikte, Şevket GÜRSES, gönderin üç çentikli şeklinin
bölgedeki Sünni köylerde de görülmesinden ötürü Bektaşiliğe dair bir
anlamı olmadığını belirtmiştir (K.K.7).
boyunca içinden delinir ve buradan geçen bağ ile boyna takılırmış. Bu bağın teslim taşı
içinden geçen ucu alt tarafa doğru özel bir şekilde örülmüştür. Efsaneye göre Hacı
Bektaş Veli’yi zehirlemişler, bu zehirlenme kendisine hemen malum olmuş ve bu taşları
kusmuştur. Bu inanışla, teslim taşı tarikata girenlere armağan edilmiştir. Teslim taşı
kolyesi mezar taşlarına da işlenmiş bir dekoratif unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
(Öztürkler, 2013: 186)
837
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
OCAK, Ahmet Yaşar (2005). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri.
İstanbul: İletişim Yayınları.
ÖRNEK, Sedat Veyis (1971). Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara: Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları.
ÖZTÜRKLER, Hazal Ceylan (2013). Bektaşi Mezar Taşları Üzerine Bir İnceleme: Şemsi
Baba Tekkesi Örneği. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4, 155-193.
ROUX, Jean-Poul (1994). Türklerin ve Moğolların Eski Dini . (Çev. Prof. Dr. Aykut
KAZANCIGİL) İstanbul: İşaret Yayınları.
SALCI, Vahit Lütfü (1942). Trakya’da Türk Kabileleri I, Amucalar. Türk Amacı, 1-8,
ss.311-315.
TARİK, Ramazan (2012) Tekirdağ Yöresi Alevi Bektaşi Kültürü. Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
TÜRKAY, Cevdet (2001). Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar.
İstanbul: İşaret Yayınları.
Elektronik Kaynaklar
URL 1. ENGİN, Refik. Amucalar: Kimlik ve Köken.
http://www.refikengin.com/upload/files/2006/188%20AMUCALAR.pdf.
Adresinden 30 Temmuz 2019 tarihinde alınmıştır.
URL 2. ENGİN, Refik. İnançlarımız İtikatlarımız.
http://www.refikengin.com/upload/files/2006/3726%20%20.pdf. Adresinden 30
Temmuz 2019 tarihinde alınmıştır.
Sözlü Kaynaklar
K.K.1. Berrin ARSLAN 1986, doğumlu, üniversite mezunu, Tekirdağ’da yaşıyor.
Görüşme Tarihi: 22.12.2018.
K.K.2 Eyüp AYKUT. 1958 doğumlu, üniversite mezunu, çiftçi, Tekirdağ ili Kılavuzlu
köyünde yaşıyor. Görüşme Tarihi: 14.12.2018.
K.K.3 Faruk İNAL. 1954 doğumlu, lise mezunu, çiftçi, Tekirdağ ili Kılavuzlu köyünde
yaşıyor. Görüşme Tarihi: 14.12.2018.
K.K.4 Filiz ÇETİN. 1970 doğumlu, üniversite mezunu, öğretmen, Tekirdağ’da
yaşıyor. Görüşme Tarihi: 25.11.2018.
K.K.5 Murat İNAL. 1958 doğumlu, lise mezunu, esnaf, Tekirdağ’da yaşıyor. Görüşme
Tarihi: 25.11.2018.
K.K.6 Refik ENGİN. 1956 doğumlu, lise mezunu, çiftçi, Tekirdağ ili Kılavuzlu köyünde
yaşıyor. Görüşme Tarihi: 19.11.2018.
K.K.7 Şevket GÜRSES. 1949 doğumlu, ilkokul mezunu, çiftçi, Tekirdağ ili Kılavuzlu
köyünde yaşıyor. Görüşme Tarihi: 14.12.2018.
839
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: XX. yüzyılın başında hala en güçlü ve en geniş sınırlara sahip Müslüman
devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 1914 yazında patlak veren I. Dünya
Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer alması günümüze kadar etki edecek bir takım
siyasi gelişmelere yol açmıştır. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu, bazı
cephelerde olağanüstü başarı gösterdiyse de devamını getirememiş ve mütareke
istemek zorunda kalmışlardır. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi, Arap
topraklarının hemen tamamının kaybına yol açmış, diğer Müslüman halklar
arasında ise büyük bir üzüntü yaratmıştır. Ancak Anadolu’nun hemen her köşesinde
başlayan Türk Millî direnişi Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde kısa sürede örgütlü
bir yapıya bürünmüş, yalnızca Türk halkı için değil, hemen bütün Müslüman
toplumları için de umut kaynağı olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk Millî Hareketi Hindistan’dan, Rusya’ya,
Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar hemen bütün Müslüman toplum ve ülkelerle
yakın ilişki içerisinde olmuştur. Askerî ve insanî yardımlardan başka diplomatik
temasları da içeren bu ilişkiler Türk Millî Hareketi’nin ve onun hükümet şeklini ifade
eden TBMM Hükümeti’nin uluslararası alanda tanınmasını sağladığı gibi, ilgili
Müslüman toplumların harekete geçmesine de yol açmıştır. Özellikle Hint
Müslümanlarının Türkiye’ye gönderdiği maddi destek ve İngiltere Hükümeti
üzerinde kurduğu baskı Türk Millî mücadelesinin başarıya ulaşmasında dikkate
değer bir öneme sahiptir. Keza Ortadoğu’da, özellikle Suriye’de Arap Millîyetçilerle
kurulan ilişkiler Güney Anadolu’daki mücadeleye önemli kolaylık sağlarken, bu ülke
halkı Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türk istiklal mücadelesini kendileri için de bir
umut ışığı olarak görmüşlerdir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Türkiye, Mustafa Kemal Paşa, Müslüman
ABSTRACT: The fact (that) Ottoman Empire which was the Muslim State that had
still been the most powerful and had the broadest borders at the beginning of 20 th
century took sides with Germany in Word War I which erupted in 1914, has led to a
number of political developments which would affect until today. As is known,
although Ottoman Empire showed extraordinary success in some fronts, it couldn’t
maintain the continuation of this success and was obliged to sue for armistice.
Signed in 30 October 1918, Armistice of Mudros led loss of almost whole of Arabian
territories, and caused great sorrow among other Muslim folks (publics/people).
840
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
But, Turkish national resistance which started on almost every corner of Anatolia
took and organized structure under the leadership of Mustapha Kamal Pasha, and
became source of hope not only for Turkish public (folk, people) , but also almost
all Muslim societies.
Turkish National Movements under the leadership of Mustapha Kamal Pasha had
been in relationship with almost all Muslim societies and states from India to Russia,
Middle East to Northern Afrika. These relationships containing also diplomatic
contacts apart from military and humanitarian aids led the relevant muslim
societies to take action as well as prodiving for Turkish National Movement and
Government of Turkish Grand National Assembly which represents its regime (form
of government) to be recognized internationally. Particularly, financial (material)
support, sended by Indian Muslims to Turkey, and their pressure on English
Goverment, put by them, have a considerable important in accompolishing Turkish
National Struggle. Likewise, in Middle East, particularly in Syria, while relationships
which were established with Arabian nationalists provided struggle in South East
with important convenience, this country’s people (folk, public) regarded Turkish
struggle of independence under the leadership of Mustapha Kamal Pasha as a ray
of hope for themselves, as well.
Keywords: Ottoman Empire, Turkey, Mustafa Kemal Pasha, Muslim.
1
Hindistan Hilafet Hareketi Merkez Komitesi Başkanı Muhammed Chotani, TBMM
Hükümeti’nin Paris Temsilciliği aracılığı ile Ankara’ya gönderdiği telgrafta şöyle
diyordu: “İslam ordularının Anadolu’da kazandıkları parlak zaferler ve özellikle
Yunanların İzmir’i boşaltmaları dolayısıyla Ekselans Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya,
Büyük Millet Meclisi’ne ve Ankara Hükümeti’ne, Hilafet Merkez Komitesi ve bütün
Hindistan adına yürekten tebriklerimizi iletmenizi dilerim. Ankara’nın yiğit mücahitleri
inşallah Yunanları bütün Anadolu’dan ve Trakya’dan toptan söküp atmayı
başaracaklar, çaresiz Müslüman halkını yok edilmekten kurtaracaklar ve Türk vatanını
sürekli barışa kavuşturacaklardır…” (Şimşir, 1999: 42-43).
844
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu çalışma, TÜBİTAK tarafından desteklenen 117K037 nolu ve “Toplumsal Cinsiyetin
İnşası ve Kadın Folkloru: Balıkesir Örneği” adlı araştırma projesinin alan
araştırmalarında ulaşılan verilerle hazırlanmıştır.
855 ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Social roles and statuses, of which lines had become clear on the basis of gender,
became main argument that fed (supported) this process. On the basis of gender,
modes of expression which developed between female and male groups had also
symbolic characteristics. Since this study carried out in the context of women’s
folklore in particular of Balıkesir city, no modes of expression of men’s (male)
groups were mentioned
In shaping symbolic modes of expression of women’s (female) groups, a lot of
elements are determinative such as ways of believe and of thinking which
constitute identity of community, economic models and roles- and statuses-
based acceptances etc., as well as patterns (moulds) which became virtually a
tradition by spreading from individual to community and by becoming general.
In the study, we evaluated woman-centered symbolic expressions, determined by
methods and techniques of field research during studies on women’s folklore in
Balıkesir vicinity, with their displaying (exhibiting) areas, modes of implementation,
impacts and functions. We classified, diagnosed (identified) and analyzed
smybolic patterns (moulds) of expression and areas which women had developed
for the purposes of self-expression and communicating during all social and
cultural processes which they took a place within and at the center mostly.
Keywords: Balıkesir, women’s folklore, communication, symbolic expression,
hidden (latent) language.
Giriş
Cinsiyet gibi temel bir argüman ekseninde karmaşık bir yapıya ulaşan
simgesel ifade biçimleri, kültürler arasında benzerlik gösterdiği gibi
kültürlere özgü yönleriyle de çeşitliliğe sahiptir. Daha özelde aynı kültür
dairesi içinde yer alan farklı temsil grupları arasında da benzer simgesel
ifade biçimleri ve araçları ile karşılaşılabilir. Nitekim konu bağlamında
Balıkesir ili özelinde gerçekleştirilen alan araştırmaları ile tespit edilen ve
bu çalışmanın örneklemleri arasında yer alan çoğu unsurla Anadolu dâhil
olmak üzere Türk kültür havzasının diğer alanlarında karşılaşmak şaşırtıcı
olmayacaktır.
a) Giyim-kuşam ve süslenme,
b) Geçiş dönemleri,
c) Cinsellik,
d) Roller ve statüler,
e) İnanç ve inanış temelinde gerçekleştirilen eylemler.
857 ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
“Gelin Başı” takmışlardır. Bu sayede hangi kadının evli, hangi kadının bekâr
olduğu belli edilmiştir (KK.1). Bandırma’nın Orhaniye Köyü’nde evli
kadınların kıyafet ve renk seçimi bekârlara göre daha farklıdır. Bekâr kızlar
oyalarını dışarı doğru bırakıp yemeni bağlar (KK.2).
Fotoğraf 1: Balıkesir merkezinde evlenmemiş, çocuğu bulunmayan bir kaynak kişinin baş
bağlama biçimi.
Fotoğraf 2: Balıkesir merkezinde evlenip çocuk sahibi olmuş bir kaynak kişinin baş bağlama
biçimi.
Her sosyal grubun genel dilin haricinde grup üyeleri için özgün
anlamlar taşıyabilecek bir grup dili, jargonu oluşturması, grup
dinamiklerinin önemli belirleyicilerindedir. Benzer durumla kadın cinsiyet
grubu özelinde de karşılaşılabilir. Erkeklere özgü jargon ve argoya göre çok
daha kompleks yapıya ve zengin bir terminolojiye sahip olan kadın jargonu
ve argosu, simgesel ifadeler örüntüsü olarak dikkat çekmenin yanı sıra,
kadın yaratıcılığının diğer bir başka yönünü gözler önüne serer. Geleneksel
toplumlardaki kadının rol ve statü sınırlarının keskinliği, simgesel ifadelerin
kadın jargonundaki işlevselliğini güncel tutmakta, çeşitliliğin artmasında
belirgin bir motivasyon unsuru olmaktadır. Simgesel dil, bir yandan
toplumun idealize ettiği kadın tipinin sınırlarının topluluğun üyeleri
nezdinde korunmasına yardımcı olurken diğer yandan topluluğun cinsellik
başta olmak üzere kadın özelinde “tabu” olarak tanımladığı unsurların gizli
bir mutabakatla kadınlar arası diyaloglarda esnetilmesine imkân
sağlamaktadır.
birisine (erkek kardeşi, ninesi vb.) sebepsiz yere, durduk yere ilgi
göstermeye başlaması, ailenin diğer üyeleri tarafından bu isteğin bir ifadesi
olarak görülmüştür. Ayrıca genç kızların evlilik belirtisi ile ilgili olarak “tas
tepmesi gelmiş/tas tepme zamanı gelmiş” denmiştir. Yine, düğün gibi
eğlence ortamları da gençlerin evlenmek istediklerini ifade etmek için
fırsat ortamları olmuştur: Genç kızın başının üstünde para çevirmek,
beğenilen kızın arkasında/yakınında oynamak, ilgi duyulan kişiye kaşık
vermek, verilen kaşığı kabul etmek ya da etmemek gibi eylemler ortak bir
amaca hizmet etmektedir (KK.22).
1
Ritüeller sırasında kadınlar tarafından sergilenen ve kalıplaşma/genelleşme özelliği ile
dikkat çeken davranışlar çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.
865 ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Yazılı Kaynaklar
Barnard, A. (2012). Simgesel Düşüncenin Doğuşu. (Çev.: Mehmet Doğan),
İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayını.
Davis, F. (1997). Moda, Kültür ve Kimlik. (Çev.: Özden Arıkan), İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Erat, F. (2008). Sarıkız Coğrafyası Türkmenlerinde Takı Kültürü ve Nazarlık. Halk
Kültüründe Giyim Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri,
(Ed.: M. Tekin Koçkar), s. 122-128, Eskişehir: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Yayınları.
Kutlu, M. – Özmen, A. (2008). Kimlik(ler) Sembolü Olarak Giyim, Kuşam ve
Süslenme. Halk Kültürü’nde Giyim-Kuşam ve Süslenme Uluslararası
Sempozyumu Bildirileri, (Ed.: M. Tekin Koçkar), s. 305-309, Eskişehir:
Osmangazi Üniversitesi Basımevi.
868 ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu çalışma, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Koordinasyon Birimince SBA-2019-2975 numaralı “Çanakkale Tahtacılarının
Geleneksel Dünya Görüşü” adlı BAP projesi kapsamında desteklenmiştir.
871
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
to 18th century Sheikh Safiyüddin Ardabili and his son Sheikh Sadreddin Musa's
dialogue, Imam Cafer-i Sadik, especially the emphasis of the Imam Cafer-i Sadik
and various poets, especially Shah Hatayi breathing and sayings. These buyruks
were studied by many researchers.
In this study, the Izmir copy of the Imam Cafer-i Sadik Buyruk, which was published
by Sefer Aytekin in 1958, which is one of the written sources taken by the
Dardanelles Tahtacies of Yanyatır Ocağı, was examined.
Keywords: Alevi, Tahtaci, Yanyatir, Cafer-i Sadik, Buyruk
Giriş
Anadolu’da Aleviler hakkındaki bilgilere daha çok sözlü
kaynaklardan ulaşılmasına rağmen konu hakkında yazılı kaynaklar da
mevcuttur. Aleviliğin yazılı kaynaklarının başında Kur’an-ı Kerim, hadisler,
risaleler, velayetnâmeler, menakıbnâmeler, buyruklar, fütüvvetnâmeler,
erkannâmeler, icazetnâmeler, şecereler vb. gelmektedir.
Alevilerce, taliplere “öğretiyi” açıklayan bir tür ilmihal ve ahlak kitabı
olarak görülen Buyrukların; nerede, ne zaman ve hangi koşullarda ortaya
çıktığı tam olarak bilinmemektedir.
Buyruklar hakkında ilk değerlendirmeyi Fuad Köprülü yapmıştır.
Köprülü, (1976: 28) British Museum’da bulunan Şâh İsmâil’in Türkçe Dîvân'ı
için eserin şimdiye kadar hiç bilinmediğinden, din tarihimiz bakımından
kıymetli olduğunu dile getirmektedir.
Doğan Kaplan (2019: 101) da bu konu hakkında “Bilim dünyası,
bilebildiğimiz kadarıyla, Kızılbaşlığa ait bu eserlerin varlığından ilk defa
Köprülü’nün anılan çalışması sayesinde haberdar olmuştur. Köprülü, Alevi
geleneğince Buyruk olarak adlandırılan ve neredeyse elimizdeki en erken
dönem eseri olan Menâkıbui-Esrâr Behcetui-Ahrâr adlı yazmanın önce Şah
İsmail Hatayi’ye ait olduğunu zannetmiş, ancak yaptığı incelemeler
sonucunda eserin Hatayi’ye ait olamayacağını tespit etmiştir” ifadelerini
kullanmıştır.
Kaplan (2019: 105) ayrıca Buyrukların ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı
konusunda “şimdiye kadar ulaşabildiğimiz Buyruk yazmalarının çoğunun
Şeyh Safiyüddin’e nispet edilmiş olması ve içerik olarak konuların genelde
Şeyh Safiyüddin ile oğlu Şeyh Sadreddin arasındaki diyaloglar şeklinde
geçmesi Buyrukların Safeviler döneminde ortaya çıkmış olduğunu
göstermektedir. Nitekim mevcut yazmalarda yapılacak yüzeysel bir
872
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Alevi inanç sisteminde Cebrail, horoz veya tavuğa verilen bir isimdir.
2
Selman-ı Ferraş, Buyruk’ta Ferraş-ı Selman ve ayrı ayrı Ferraş ve Selman olarak da
görülmektedir.
3
Boyna asılan bir tür yağlı urgan, kayış
4
Tahta kepçe ile lokma dağıtan kişi
5
Öne doğru eğildikten sonra doğrulurken eli başa götürerek verilen selam.
878
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
6
On parçaya bölmek.
879
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kamil Vech-i Cahil, Makamlar Beyan Olunur, Mürebbi Müsahip, Dört Kapı,
Teslimi Rıza, Musahiplikte Sadakat, Öz Kurbanı Vermiş, Alınacak Ustad
Hakkı, Tarikname, Niyaz, Sufinin Yolu, Oniki Farz, Yolun Hizmetleri, Oniki
İşlek, İmamların Övgüsü, Tasdik ve Teslim, Hü, Karındaş Olmak, Müceretlik,
Tarik Çalmak Yedidir gibi ilkeleri ve Aleviliğe giriş konusunda neler
yapılmalı, bir Alevi nasıl yaşamalı ve hangi aşamalardan geçmeli
konusunda bir rehber, kılavuz olarak değerlendirilebilir. Buyruk, Yanyatır
ocağında bir eksen eser olarak görülmektedir. Ayrıca Ege Tahtacıları için bir
başucu kitabı olmakla birlikte ibadetlerini bu eser hükümlerine göre icra
etmektedirler. Buyruk’un ikinci bölümünü oluşturan “Ekler” bölümünde ise
çeşitli nüshalardan alınmış parçalara da yer verilmiştir. Böylece Sefer
Aytekin nüshası ile diğer nüshaları kısmen de olsa karşılaştırma fırsatı
doğmuştur.
KAYNAKÇA
Aytekin, S. (1958). Buyruk. Ankara: Emek Basım-Yayınevi.
Gölpınarlı, A. (1963). Mevlevî Âdâb ve Erkanı. İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri.
Kaplan, D. (2019). Yazılı Kaynaklarına Göre Alevîlik. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.
Korkmaz, E. (1997). Alevilik ve Aydınlanma, İstanbul: Pencere Yayınları.
Korkmaz, E. (2002). Buyruk: Yorumlu İmam Cafer Buyruğu. İstanbul: Anadolu Kültür
Araştırma İnceleme Yayınları.
Köprülü, F. (1976). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara: Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.
Marshall G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
880
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
additions and corrections. In other words, this work is a critique of Sûdî-i Bosnevî’s
preface to Sharh-i Gulistan, which includes additions and corrections made by
Safvet and Necib. Safvet has after mentioned these he has accepted his work as a
new work and named it Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd. As it is known, the
criticisms of the ancient texts have written on the edges of the page and written as
notes called der-kenar.
Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd, which is the subject of our statement exhibits a
uniqe content that it is a detached work containing criticism of a text. The
statement will examine examples of what saving Safvet made on Sûdî’s work.
Keywords: Ottoman Literature, Criticism, Safvet.
Giriş
Bir varlığın iyi ve kötü taraflarını ortaya koyarak değerlendirme
yapma anlamına gelen eleştiri, kapsamı ve uygulama alanı son derece
geniş bir konudur. Günümüzde başlı başına bir bilim dalı haline gelen
eleştirinin, Osmanlı dönemi edebî faaliyetlerindeki genel durumu, varlığı ve
mahiyeti henüz tam olarak aydınlatılamayan ancak üzerinde durulan ve
araştırılan bir meseledir. Söz konusu meselenin ayrıntılarıyla
netleştirilememesinin en büyük nedeni, asırlar boyunca süren bir edebiyat
geleneğinin, binlerce eser ve şairin var olmasıdır. Böylesine geniş bir
malzeme sebebiyle bu yönde yapılacak etkinliklerin çok güç ve riskli
olacağı aşikârdır. Bütüncül bir sonuca varabilmenin yolu müstakil
çalışmaların sayısının artırılmasıdır.
Osmanlı döneminde tenkidin olmadığı genel kabul gören bir
kanaattir. Ancak bu kanaatte gözden kaçırılan husus, modern manada
eleştiriye Batı’da bile 19. yüzyılda geçildiğidir (Ünlü, 1997: 9). Haliyle
geçmişte günümüzdekine benzer bir eleştiri geleneği aramak kısmen
beyhude bir çabadır. Osmanlı edebî geleneğindeki tenkit anlayışını,
geleneğin ölçüleri içerisinde ele alıp değerlendirmek gerekir. Yani günümüz
kıstaslarına göre yüzeysel kabul edilecek bir eleştiri metni veya çabası,
dönemin şartları göz önüne alındığında çığır açıcı olabilir.
Divan edebiyatının tenkit anlayışını yansıtan eserlerin çeşidi ve sayısı
sınırlıdır. Şair tezkireleri, birtakım divan veya divançelerin önsözleri, Heves-
nâme ve Hüsn ü Aşk gibi bazı bölümleri edebî tenkit özelliği gösteren
eserler, tarih, edebiyat ve belagat kitapları, divan edebiyatındaki tenkit
geleneğinin izlerinin görülebileceği çalışmalardır (Bilkan, 1986: 11). Bu
sayılanlara şerh metinlerini de katmak mümkündür. Edebiyatımızda 16.
asırdan itibaren ortaya çıkan ve başta Fars ve Arap klasikleri olmak üzere
882
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Türk Şerh Edebiyatındaki reddiye geleneği hakkında daha geniş bilgi için bakınız: Ozan
Yılmaz, “Bir Münekkit Var Şarihten İçeri, Türk Şerh Edebiyatı’nda ‘Reddiye’ Geleneği ve
Sudî-i Bosnevî Örneği”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 7, ss. 107-154.
2
Burada İslâmî ilimlerdeki reddiye, şerh ve haşiyelerin dışarıda tutulduğunu özellikle
belirtmek gerekir. Çünkü din bilginleri, İslâmiyet’in ilk dönemlerinden itibaren
reddiyeye büyük önem vermişler bu gelenek, İslâmî ilimlerin en aktif sahalarından biri
olmuştur.
883
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Bundan sonraki alıntılarda eserin yalnızca varak numarası belirtilecektir.
884
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Necib’in, Sûdî’ye yazdığı reddiyeler için bakınız: Taner GÖK, “Sûdî-i Bosnevî’ye
Reddiyeler”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 21, ss. 235-264.
885
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
5
Sûdî, bu kelimeyi şu şekilde açıklamıştır: “Āzürden, lāzımla müte‘addī beyninde müşterekdür.
Lāzım olunca dūstān fā‘ili olur. Pes murād ya Şeyḫüñ incinmesi ola veyā ma‘hūd dostuñ. Müte‘addī
olunca dūstān mef‘ūl olur gene iştirāk üzre. Līkin sev ḳ-ı kelāma münāsib ü mülāyim olan müte‘addī
olup fā‘ili Şeyḫ ola ve mef‘ūli yār-ı ḳadīm ola. Fe-te’emmel. Āzürden mübtedā; cehlest ḫaberi.”
(Yılmaz, 2008: 373).
887
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
6
Bu kelimeyi kısa bir açıklama yaparak geçmiştir: “Güsterd, fi‘l-i māżī-i müfred-i ġā’ib; düşdi
dimekdür.” (Yılmaz, 2008: 371).
888
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
7
Tezde “maĥśūśdur” diye yazılmış, doğrusu “maħśūśdur” şeklindedir.
8
Tezde “niǾmetu’llah” diye yazılmış, doğrusu “niǾmet Allāh” şeklindedir.
9
Tezde “Ǿaynı şükr” diye yazılmış, doğrusu “Ǿayn-ı şükr” şeklindedir.
891
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
hatası olduğunu ifade etmiştir. Bunlara ek olarak böylesine basit bir hatayı
ona isnad etmenin de yanlış bir davranış olacağını özellikle vurgulamıştır:
LāmiǾį Çelebi śallu, fiǾl-i māżį-i cemǾ-i müźekker-i ġāǿibdür dimiş
ammā maǾnāsını śalavāt getürüŋ dimiş. Bu ħaŧā ya kendinüŋ sehv-i
ķaleminden veyā nāsıħ-ı evvelüŋ. Ve illā LāmiǾį ol maķāmda
degüldür ki andan böyle ķaśdıyle ħaŧā śādır ola. Pes bu ħaŧāyı źāt-ı
LāmiǾį’ye iŝbāt ü isnād eylemek mertebesini teşħįś
eylememekdendür (31b).
Konunun başında da belirtildiği üzere Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı
Müfîd, bir son dönem şerhi olduğu için kendinden önceki geniş birikimden
yararlanılarak oluşturulmuştur. Eserin birçok yerinde şârihlere göndermeler
yapıldığı gibi bazı yerlerde birden fazla şârihin o konudaki görüşleri de ayrı
ayrı belirtilmiştir. Safvet, bilimsel bir çalışmadan beklenilen titizlikle gerekli
gördüğü yerlerde okuru bilgilendirmek için şârihler arasındaki ihtilaf ya da
ortak yorumları aktarmıştır. Bunun güzel bir örneği “gırre” kelimesinin
açıklamasında verilmiştir. Safvet, bu kelimeye Sûdî ve Şu’ûrî’nin “gaflet”;
Şem‘î’nin, Hafız divanı şerhinde “mağrur”; Necib’in de Şem‘î’ye benzer bir
mana verdiğini son olarak da Lami‘î’nin, aynı kelimeyi “gafil” olarak
yorumladığını tek tek sıralamıştır. Bu da bize şârihin, yalnızca Gülistân
şerhlerinden değil diğer şerhlerden de yararlandığını göstermektedir:
Ġırre, ġaynuŋ kesri ve rā-i müşeddedle ismdür, ġaflet maǾnāsına.
ǾAcem ġaynı meftūḥ oḳur meydānuŋ mįmini meftūḥ oḳuduġı gibi.
Sūdį ġırreyi ġaflet maǾnāsına ismdür diyüp ve bir ħˇāb daħı tedārük
idüp ħˇāb-ı ġaflet ile şerĥ itmişdür. Bunda ġāfil maǾnāsı
mülāyimdür. Ve ŞuǾūrį daħı aŋa tabįǾiyyetle ġaflet maǾnāsına
dimişdür. Ħālbuki Ĥāfıž şerĥinde ŞemǾį, Ġırre me-şev ki ġurbe-i
Ǿābid namāz kerd tefsįrinde maġrūr maǾnāsına ismdür dimişdür. Ve
Necįb’üŋ kelāmı daħı bunı müsāǾiddür ve LāmiǾį ġāfil maǾnāsına
dimişdür (61a-61b).
Eser içerisinde benzer şekilde farklılıklara birçok gönderme
yapılmıştır:
Nemį yābem, yerine LāmiǾį ve ŞemǾį nemį bįnem nüsĥasın įrād itmişler (94a).
TeǾālā ve teķaddes, bu iki lafž şerĥ-i ŞemǾį’de Ǿālį vü pāk Allāh dinilmişdür (51b).
ǾĀmm bu lafžı Sūdį Ǿāmme-i nās dimekle ve ŞemǾį ħalķ dimekle taǾbįr itdiler
(84a).
Sonuç
Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd, Sûdî’nin Şerh-i Gülistân’ının dibace
kısmının Safvet tarafından gözden geçirilmiş yeni şeklidir. Bunu hem şârihin
sebeb-i teşrîhteki ifadeleri hem de eserin muhtevasının Sûdî’nin eseriyle
yapılan mukayesesinden elde edilen sonuçlar kesin bir şekilde
893
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1. Giriş
1908-1923 arası Türk edebiyatının estetik görünümünde veya
Jacques Rancière’in terminolojisinden ilhamla söylersek “edebiyat
rejimi”nde10 en önemli yeri, şüphesiz Millî Edebiyat alır. Bu hareket, Türk
edebiyat tarihinin “en canlı, hareketli ve tartışmalı bir dönem”ini (Duymaz,
2011: 9) neredeyse tek başına temsil eder. Türkçülükten ve romantizmin
“millîci” damarından beslenen; 1897-98’deki Osmanlı-Yunan Savaşı
sırasında uyanan millî duyarlılık dolayısıyla ivme kazanan; 1911’de “Yeni
Lisan” makalesiyle bildirisine kavuşarak yaygınlaşan fakat Fuad
Köprülü’nün de belirttiği gibi “ilk mübeşşirleri” 16. yüzyıldaki “Türk-i Basit”
hareketine mensup Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî olan 11 bu
harekette, sade bir dille millî duyguları/düşünceleri yansıtmak temel
amaçtır ve edebiyat ile ideoloji arasında -Jean-Paul Sartre’ın deyişiyle- bir
bağlanma12 durumu da öncelenmektedir.
Millî Edebiyat denilince; genellikle Mehmed Emin, Ömer Seyfeddin,
Ziya Gökalp ve Ali Canib gibi bir grup Meşrutiyet aydınının ismi anılır. Fakat
Millî Edebiyat’a dâhil olan, hatta Millî edebiyat “rejiminin” sınırlarını ve
olanaklarını yer yer genişleten daha pek çok isim vardır. Bunlar genellikle
10
Rancière, belli bir dönem içerisindeki sanatsal alana hâkim olan bakış-açısını veya
paradigma örüntüsünü sanat rejimi olarak adlandırır. Bu kavram, estetik kavramıyla
hemen hemen özdeştir (Rancière: 2014: 7-21). Biz de burada söz konusu kavramı
edebiyat alanı için uyarlayarak “edebiyat rejimi” ifadesini kullanmaktayız.
11
Mehmet Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları-I, Alfa Yayınları, İstanbul 2014, s.343-
361.
12
Sartre’ın terminolojisinde bağlanma (engagement), edebiyatın ideolojiyle sıkı bir
bağlantı içinde olması durumudur (Sartre, 1948: 7-37).
897
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
13
Nejad’ın söz konusu biyografisi, Mehmet Salih Erkek’in Bir Meşrutiyet Aydını Ethem
Nejat: 1887-1921 (Kitap Yayınevi, İstanbul 2012) adlı çalışmasının ilgili kısmından
(s.12-39) hareketle ortaya konmuştur.
900
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
14
Jameson, Ütopya Denen Arzu adlı kitabında, ütopik metinleri ütopyacı program ve
ütopyacı itki olarak ikiye ayırır. İlk gruptakiler; ütopik nitelikleri oldukça belirgin
metinlerdir. İkinci gruptakiler ise dolaylı bir ütopik dünya resmederler (Jameson, 2009:
20-21).
901
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
YİĞİT TÜRKLER
Tab’ı:
Çiftçi Kütüphanesi
Babıali Caddesi’nde Numro 49
İstanbul
-1-
Türk Gibi Kuvvetli
15
Hüryurt’a eskiden Selanik, Kızıltepe’ye ise Manastır unvanı verilirdi (E.N.).
904
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
16
Güçlü, kuvvetli (E.N.).
906
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
İşte, Yiğit Türkler geçiyor… Yiğit Türkler Türk diyarının her tarafında
teşkilatı olan bir “terbiye-yi bedeniye ve asker hazırlığı” derneğidir. Yiğit
Türkler’in muhtelif fırkaları müsabakaya iştirak etti: İstanbul fırkası,
Kocaemel fırkası, Hüryurt fırkası, Kızıltepe fırkası, Buhara fırkası,
Azerbaycan fırkası, Moğol fırkası, Erzurum fırkası, Bağdat fırkası, Kayseri
fırkası, Maraş fırkası, Diyarbakır ve Harput fırkası, İzmir fırkası, Adana fırkası,
Konya ve Ankara fırkaları, Altınoba fırkası, Bolu ve İzmit fırkaları,
Kastamonu fırkası, Trabzon Sibirya fırkası, Kırım fırkası…
Her fırkanın üç taburu müsabakaya iştirak eyledi. Fırkaların taburları
şöyle teşkil olunmuştur: (1) Hazırlık taburu, ki on iki yaşından on yedi yaşına
kadar olan gençleri ihtiva eder. (2) Gençler taburu ki on yedi yaşından
askerlik sinnine kadar toplanan yiğitlerdir. (3) Dilaverler taburu ki
askerliğini ikmal eylemiş redif, ihtiyat ve müstahfızlardır.
Fırkaların tarih-i teşkiline nazaran kıdemliler sıra ile geçeceğinden ilk
evvel İstanbul fırkası göründü. Gözler hep parladı, şimşekler çaktı, yıldırım
gibi gençler uçuyor. En önde yirmi genç ayrılıyor, bunların on beşi ney ve
kaval, beş tanesi iri davullar çalıyorlar. Bu takım askere muntazam adım
attırıyor; askeri yormadan şevkle yürütüyor. Ney, kaval davul… Aman
Yarabbi, asker için ne ahenktar yek-darb-ı musiki!.. Eskiden Avrupalılardan
aldığımız borular ve trampetler bize ait olmadığı için ruhumuzla istinas
eyleyemiyordu…
Bunlar yirmi yaşında delikanlılar mı?.. Hayır, 12 ile 18 yaş arasındaki
erkek çocuklar!... Nerede İstanbul’ın eski, cılız ve ruhsuz çocukları?..
Güneşten yanmış enseler, parlak ve zeki nâsiyeler, iri boylar, enli göğüsler…
Rap, rap, rap geçti…
İkinci tabur, bir dev taburudur. Evet bu kadar iri, çam yarması gibi
mevzun vücutlar… Başlar dimdik, göğüsler ileri fırlamış, bacaklar taş gibi,
çehreler yanmış, kalpler aşk-ı vatan terennüm ediyor…
Üçüncü taburda kır bıyıklılar, kara sakallılar, kır sakallılar da var.
Fakat hiçbir tane beli bükülmüş yok; içlerinde 30-50 yaşında bile bulunan
Yiğit Türkler 20 yaşındaki bir delikanlı gibi geçiyor. Padişah hazretleri
bilhassa bunları alkışladı.
Başlarındaki altın renkli siperli miğferleri parlayarak ilerleyen
İstanbul fırkası arkasından kahraman Aydın’ın devler gibi evlatları göründü.
Bütün sırım gibi bacaklar meydanda; kısa ve zarif şalvarlar, millî başlıklar,
güler yüzlerle ilerlediler. Önde yine davul ve neyden mürekkep mevkib…
Her fırka millî kıyafetleri, millî şarkıları ile geçti. Bütün Türklük âlemi
sanki buraya kendini, metanet-i cihangirânesini, askerliği yiğidin halk
908
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
17
Yavuz tüfeği, bir sanatkâr tarafından icat edilen dünyanın birinci tüfeğidir (E.N.).
909
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
atlar birbirine karışıyor. “Vur ha!..” sesleri gürlüyor. Kâh Türk Gücü
kostümünü lâbis bir dilaver, yiğitlerin içine giriyor; nazarlar arkasından
koşarken Yiğit Türkler’in altın miğferi Türk Gücü safları arasında parlıyor.
Derken karışıyor, cehennem gibi karışıyor, mızraklar havada kavisler çizerek
hedefine varıyor. Yaralananlar cerihalarını sardırıp avdet etmek üzere
ayrılıyorlar. Düşenler kalkıyor; kalkamayacak kadar yaralananlar hilalli
yardımcı heyetleri tarafından götürülüyor.
Tenha meydanda aynı azimkâr, genç, müthiş musâraa hâlâ kişneyen
atlarının gemlerini kısmadılar; yağız atla kır at hâlâ koşuyor, hala
şahlanıyor, iki mızrak hala havada kavisler çiziyor…
Herkesin merak etmeye hakkı yok mu? Karşı karşıya gelen bu iki
bahadırdan Türk Gücü’ne, diğeri Yiğit Türkler’e mensup; fakat kimlerdir,
isimleri nedir? Pür-telaş, pür-helecan tek bir göz kesilerek musâraayı takip
eden bütün milyon seyirci iki müthiş ciritçiyi bir türlü tanıyamıyordu!.. Biri
daha zayıf, diğeri daha gür olan iki taze seda vira bağırıyor: -Vur ha!.. Vur
ha!..
Hakem heyeti ayırmaya karar verdi ve ayırdı ve musâraayı tatil etti.
Her taraftan yükselen “aşk olsun!”, “yaşa!” sedaları hiçbir müsabakacının
nail olmadığı har, müstesna, samimi alkışlardı…
Etrafa yıldırım gibi aksetti. Şimdi bir milyona karib öğrendi ki,
saatlerce meydan-ı musâraayı terk etmeyen, mucizeler gösteren iki yiğidin
biri 17 yaşında tüysüz narin, ikincisi 21 yaşında ter-bıyıklı, aslan bakışlı genç
idi. Sonra bir şayia daha zuhur etti, ki birinci küçük bir hanım kız imiş!..
Doğrusunu bilmek isterseniz, hakikat budur: 17 yaşındaki tüysüz, narin
genç Günseli Hanım, Yoğurtzade Ferid Bey isminde bir zat-ı muhteremin
pek itinalı yetişmiş kerimesi… 21 yaşındaki ter-bıyıklı, aslan bakışlı genç
Tüfekçioğlu Oğuz Bey…
Evlatları ile müftehir yekdiğerine yabancı olmayan iki mesut baba
birbirinin elini sıkarken, Günseli Hanımefendi de Tüfekçioğlu kahraman
Oğuz’un kemiklerini birbirine geçirecek kadar kuvvet ve hararetle elini
sıkıyor, ve dört cevval göz kimsenin anlayamayacağı bir lisanla yekdiğerini
tebrik ve tesit18 ediyordu!..
-2-
Mesut Çocuklar
Muhterem baba bu oğlunu “Türk gibi kuvvetli” darbımeseline
mâsadak yetiştirmek istedi. Senelerin öldürdüğü değil bilakis tezyit ettiği
18
Kutlama (E.N.).
910
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
daha hayırlı işler yapıyorum, yüz sene sonra doğacak hafitlerimi terbiye
ediyorum.
Güzel kız bir mefkûre kahramanı olarak büyüyordu. Ne dersiniz,
babası gibi o da şehir hayatından değil, tarla hayatından zevk ve muhabbet
duyarlardı. Ruhu çiçekler, başaklar, ağaçlar, kuşlar, harman tozları
arasında yaşamaktan ne lezzet alırdı!.. Aşk efsaneleri, vehim ve hayali
doğuran entrikaları okuyacağına çiftesini alır kuş vurur; tayyaresine biner
çiftliğin üzerinde pervaz eder, denize girer karşıki hâlî adaya geçerdi.
Hiç okumadı, yazmadı değil… Hem çok güzel okur, çok güzel yazar,
çok güzel söyler… Tarih, vekâyi-i karibe, Türk safahat-ı tarihiyesi onun
enis-i ruhudur. Bunları okumaktan o kadar lezzet alır ki… Tarihin bazı
sahifeleri onu hiddetlendirir, haritanın bazı renkleri onu asabileştirir…
Türklüğün anbean görülen sükûtları, imtizaçsızlıkları, ayrılıkları,
Osmanlılığın inhitat devreleri canını pek sıkar…. Hainlere, insaniyet,
İslâmiyet ve Türklük düşmanlarına ne yapabileceğini düşünüyor…
Güzel hanım kızın, “Günseli”nin içinde bir dert var; bu dert, okuduğu
hissettiği acıların muhassalasıdır. Oh, bilir misiniz; bu muhassalanın adı
nedir?.. İntikam!..
Günseli her vakit intikamı duyunca, dişlerini sıkar, idman elbiselerini
giyer, atına biner, çiftliğin ormanlığı içine çiftesiyle dalar. Yahut,
komşularıyla on saat mütemadiyen yol yürür. Bazen böyle de yapmaz, mısır
taneleyen makinenin başına geçerek makinenin dişlerine mısır koçanlarını
tevdi etmekle saatlerce çalışır… İntikam böyle de alınır…
Günseli mektebe girdi; mektepte her şeyle beraber, ev hanımlığı ve
bilhassa sütçülük öğrenecekti. Günseli’nin açık hava mektebinde hiç içi
sıkılmadı. Orada her şey onun hayat-ı mûtadesine muhtelif değildi…
Günseli Hanım mektepte at koşturacak, av yapacak, cirit oynayacak,
kürek çekecek, yelken kullanacak çok arkadaş buldu. Mektep
muallimlerinin ara sıra tertip ettikleri müsabakalara kız varken bütün
talebeler dahil bulunurdu. Günseli ekseriya bu müsabakalarda nail-i
meram ve muvaffakiyet oldurdu. Mektepte yaşadıkları üç sene zarfında
artık Günseli ile Oğuz’un inatlı müsabakaları bütün hocalar ve arkadaşlar
arasında azim bir şöhret kazanmıştı; Günseli ile Oğuz’un müsabakalarında
bütün mektep halkı pürdikkat kesilirdi!.. Onlar mektebi bitirdiler, çıktılar,
fakat hâlâ mektepte Günseli ile, Tüfekçioğlu Oğuz’un kahramanâne
menakıbı, yarışları masal gibi söylenir…
912
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
19
Eş, dost (E.N.).
913
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Düşman yine çıldırdı, azdı. Kudurdu ise kabahat kimin? Kabahat onun
ki, düşmanın bu vahşi suallerine cevap vermiyor… İşte bu da oldu, Türk ve
İslâm dünyasının her tarafında mitingler akdedildi, her miting mukarreratı
şöyle hulasa edilebilirdi: “Türklüğün mehd-i zuhuru mukaddestir; orada
yaşayan millet bizim kanımızdandır. Turan evladı insaniyete ne büyük ve âlî
eserler ve kabiliyetler verecek bir istidat-ı fıtrîde yaratılmış ve elan o yolda
terbiye edilegelmiştir. Orayı, onları kan dökerek kurtarmak farz-ı ayndır.
İleri!..”
Nihayet harp ilan edildi. Şimendiferler berren asker ve mühimmat
taşıyor. Donanma Karadeniz’e çıktı. Baltık Denizi’ne girecek büyük filo
hazırlığını itmam etmekte. Bütün Osmanlılar varlığını feda edecek kadar
iane ediyorlar.
Bizim Günseli ile Oğuz ne yaptı?.. Oğuz ve Günseli tahlil olunursa ne
çıkar? Biz onların nasıl ve ne his ile terbiye edildiklerini bildiğimiz için pek
kolay cevap verebiliriz: İntikam!..
Çok vatanperver aile umum varidatlarının bir seneliğini toptan harbe
iane olarak verdiler. Harp bir seneden fazla devam ederse, uzadığı müddet
zarfında çiftliğin bütün varidatı yine harp ianesidir.
O Günseli’nin gözleri parladı ve bağırdı:
-Evet, intikam!..
Oğuz okudu:
-Türk oğluyum evde durmaz giderim!
Günseli:
-Ben de!
Oğuz asker oldu, bedel verdi, kurtuldu, fakat yine gönüllü yazıldı.
Anadolu’nun muhtelif nikatında askerler toplanırken yer yer gönüllüler de
içtima ediyorlardı. Türk Gücü, Yiğit Türkler bütün teçhizat, mühimmat ve
eslihâsıyla birer mükemmel ordu çıkarmışlardı. Oğuz mensup olduğu Türk
Gücü ordusuna girdi, kendi fırkasını buldu, takımının bihakkın rütbesini
kazanmış çavuşuydu.
Günseli Yiğit Türkler ordusunun hanımlar kısmında, gitti yerini tuttu.
Onlar da tabur tabur, fırka fırka mevki-i harbe gidiyorlardı. Oğuz,
Günseli’den merdane ayrıldı. Günseli evlatlarını ihtiyar büyük validelerine
teslim etti. Büyük baba da hastane müdürü olmuştu.
Oğuz mutlaka harbe girecek bahtiyarlar meyanında mevki-i harbe
yetişmişti bile!.. Günseli’nin fırkası menzil hizmetine tayin edilmişti.
Kumandan Günseli Hanımı mühim bir istasyona menzil müfettişi tayin etti.
914
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Duymaz, R. (2011). Türk Edebiyatı Tarihinde Millî Edebiyat Dönemi: 1911-1923.
İstanbul: Akademik Kitaplar.
Edhem Nejad (1329). Yiğit Türkler. İstanbul: Çiftçi Kütüphanesi.
Erkek, M. S. (2012). Bir Meşrutiyet Aydını Ethem Nejat: 1887-1921. İstanbul: Kitap
Yayınevi.
Jameson, F. (2009). Ütopya Denen Arzu, Çev. Ferit Burak Aydar. İstanbul: Metis
Yayınları.
Köprülü, M. F. (2014). Edebiyat Araştırmaları-I. İstanbul: Alfa Yayınları.
Rancière, J. (2014). Estetiğin Huzursuzluğu: Sanat Rejimi ve Politika, ÇevAziz Ufuk
Kılıç. İstanbul: İletişim Yayınları.
Sartre, J. P. (1948). What is Literature?, Trans. Bernard Frechtman. New York:
Philosophical Library.
[Yurdakul], Mehmet Emin (2011). Türkçe Şiirler, Haz. Hasan Kolcu-Fatih Kıran.
İstanbul: Çağrı Yayınları.
917
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu bildiri, Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000) adlı tezden yararlanılarak
hazırlanmıştır: Tuncay Bolat, Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000), Doktora Tezi,
ÇOMÜ Sosyal Bilimeler Enstitüsü, Çanakkale 2019.
918
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
realists’ approach to history. Realistic novelist takes great care not to contradict to
history. In the postmodern novels leaning on the arguments of neo-historicalism,
the sciencificness of history is approached with suspicion. The historical text and
the fictional works are synchronized in the denominator of textuality.
Consequently, historiography (history writing) is discussed as an important
problem in postmodern historical novels. The similarities between the writing of
history and the creation of fiction are revealed with the possibility of interpretation
provided by the establishment of these novels in a generally fiction structure. Silent
House, which is considered in many sources as Orhan Pamuk’s traditional-realistic
novels, contains essentially the first experimental steps of the novelist. Especially
in the context of critical assessments made to history through the views of one of
the characters of the novel, historian Faruk Darvınoğlu, Silent House is the first work
of Pamuk in his transition period to postmodernism. In Silent House, which can be
accepted as an allegory of Westernization in Turkey until the 1980s, Faruk’s
historical interrogations in the novel take him to the point that there is no significant
difference between writing history and telling stories. In this context, it is significant
that Faruk Darvinoglu narrates the manuscript “Yorgancının Üvey Evladı” which
constitutes the inner text of The White Castle novel. This manuscript is a practice
of Faruk’s “fictional history” conception in the Silent House. In this paper, how the
problem of history writing in the two mentioned novels is discussed, and how the
arguments of the formal history narrative are undermine is indicated. From this
point of view, the perspective is presented to comprehend the history perception
which has undergone a great change today, and the way how it is represented in
literature.
Keywords: Orhan Pamuk, history, postmodernism, historical novel, neo-
historicalism, metafiction, historiography.
1. Giriş
Tarihsel birikim, romanın ortaya çıkışından bu yana her dönemde
yazarların ilgisini çekmiştir. Fakat bu ilginin postmodernizmle birlikte boyut
değiştirdiği görülür. Postmodern yazarlar tarihi hazır, değişmez, mutlak bir
gerçeklik olarak düşünmezler. Tam aksine resmî tarihi, tarih yazımının
açmazlarını, tarihsel birikimin de hikâyeler gibi dilsel/metinsel varlıklar
oluşunu birer problem olarak roman içinde tartışırlar. Bu bağlamda yeni
tarihselci bakışla izah edilebilecek postmodern tarih romanlarının resmî
tarihin görmezden geldiği alanlara eğildiği ve egemen olandan çok kıyıda
kalmışı anlatmaya giriştiği görülür. Ayrıca bilimsel tarih anlayışının ve
bundan beslenen gerçekçi tarih romanlarının bilinçli şekilde uzak
durdukları efsanevi, fantastik, büyüsel, masalsı anlatıların da tarihsel
dokuya karıştığı görülür.
919
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
gören anlayıştır. Dile böyle yaklaşmak, hem tarih hem de roman yazımında
katı bir gerçekçiliği mümkün kılmaktadır. Fakat postyapısalcılar,
yapıbozumla dil ile ampirik dünya arasındaki ilişkinin fazlasıyla sorunlu
olduğunu iddia ederek gerçekçiliğin -maksadının tam tersine- aslında bir
“yapaylığa”, “-mış gibi yapma” durumuna sebep olduğunu ortaya
koymuşlardır. Gerçekçi anlayışta gözden kaçırılan, geçmişin bize doğrudan
gerçeklerle değil; metinler aracılığıyla seslendiğidir. Bu konuda Keith
Jenkins, “tarih” ile “geçmiş”in aynı anlama gelmediğini vurgular. Ona göre
tarih, dünyayla ilgili bir dizi söylemden sadece bir tanesidir. Söylem olarak
tarih, nesnesinden farklı bir kategori teşkil eder. Bu durum ister istemez
geçmişi, farklı tarihsel okumalara açık hâle getirmektedir. Dolayısıyla
geçmiş ve tarih birbirinden bağımsız ve farklı bir seyir izlemektedir (Jenkins,
1997: 17-18). Jenkins, tarihin metinselliğini izah etmek için şöyle bir örneğe
başvuruyor:
Sizlerin tarih yaparken (“üniversiteye tarih okumak üzere
gideceğim” derken) okuduğunuz kitaplarda, dergilerde vs.
cisimleşmiş olan bu iştir, uğraştır. Bu, tarihin tamı tamına
kütüphanede ve kitapçı raflarında olduğu anlamına gelir. Örneğin on
yedinci yüzyıl İspanyası ile ilgili bir derse girdiğinizde, gerçekte on
yedinci yüzyıla ya da İspanya’ya gitmezsiniz; elinizde okunacak
kitaplar listesi, kütüphaneye gidersiniz. On yedinci yüzyıl İspanyası
oradadır; kartoteks numaralarının arasında bir yerlerde. “Kıraat
etmeniz” için öğretmenleriniz sizi başka nereye yollayabilir ki?
Elbette geçmişten izler bulabileceğiniz başka yerlere de -örneğin
İspanya'nın arşivlerine- gidebilirsiniz. Ama nereye giderseniz -gidin,
nerede bulunursanız bulunun, “okumak” zorundasınızdır. Bu okuma,
kendiliğinden ya da doğal değil, -örneğin çeşitli derslerde-
öğrenilmiş ve başka metinlerle bilgisel olarak desteklenmiş
(anlamlandırılmış) bir okumadır. Tarih (tarihyazımı); metinlerarası,
dilsel bir kuruluştur. (1997: 19)
Tarih yazımının bu karmaşık doğası içinde Sessiz Ev’in Faruk’u da
kendini bir yığın açmaz içinde bulur. “[T]arihçilik nasıl bir iştir” diye
düşündüğünde, bir kısır döngüye saplanır:
Yazılar yazıp birtakım olayları hikâye etmekten başka bir iş
olmalıydı. Belki şöyle: Bir yığın olayın nedenini arıyorduk, sonra o
olayları başka olaylarla açıklıyorduk, başka olayları da başka
olaylarla açıklamaya ömrümüz yetmiyordu. Biz işi bir yerde bırakmak
zorunda kalıyor, başkaları bizim bıraktığımız yerden işi sürdürüyorlar,
923
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
zorunlu bazı tarihsel bilgileri aktarmak vb.)” (Pamuk 1998: 189) sakınabilir.
Pamuk, “Stendhal’in İtalya Hikâyeleri’nden öğrendi[ği] o eski, bulunmuş
elyazması yöntemiyle Faruk’a yazdırdı[ğı] giriş” (Pamuk 1998: 190)
bölümüyle az sonra anlatılacak hikâyenin tarihsel yönünü değerlendirir ve
metnin çelişkilerini ortaya koyar. Roman içinde romanın kendi eleştirisinin
yapılması olarak düşünebileceğimiz bu kurmaca “Giriş”, aynı zamanda
okuru da az sonra okuyacağı hikâyeye ısındırmaktadır. Orhan Pamuk’un
ifadesiyle yazar, “okuyucuyu damdan düşer gibi bir kostümlü baloya
sokmanın –tarihi romanın en zor yeri- tehlikelerinden” (Pamuk 1998: 190)
kurtulmuş olur. Bir anlamda romanın erken dönem örneklerinin giriş
kısımlarına benzeyen bu giriş, yazar değil de kurmaca bir kişilik tarafından
yazılmış olması yönüyle farklılık arz eder. Böylece Orhan Pamuk’un pek çok
metinden hareketle, metinler arasında yüzen bir metin olarak inşa ettiği
Beyaz Kale’nin özgünlüğüne, tarihsel tutarsızlıklarına, dil ve üslubuna
gelebilecek tüm eleştirilerin de önü kesilmiş olur. En nihayetinde anlatılan
bir elyazmasını günümüz kelimelerine aktaran bir tarihçinin hikâyesidir.
Ayrıca “Yorgancının Üvey Evladı”, Faruk onu bulduğu (uydurduğu?) için
vardır. Bu keşfediliş hikâyesine ek olarak iç metnin kendi yazılış hikâyesine
de bilinçli şekilde ısrarla vurgu yapılır. Metnin yaratım, keşif ve aktarım
safhalarına yapılan bu atıflar, aslında tarihin de kurmacanın da bir dilsel
üretim olduğu fikrini diri tutar.
S. Dilek Yalçın Çelik, Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında
Postmodern Tarih Romanları adlı kitabında, yeni tarihselcilik etkisindeki
postmodern tarih romanlarının niçin ve nasıl yazıldıkları konusunda
değerlendirmelerde bulunur. Yalçın Çelik’e göre geçmiş, daha önceki
romancı için olduğu gibi postmodern romancı için de önemli bir birikimdir.
Fakat yeni tarihselcilik etkisindeki postmodern romancı, okura bu
malzemeyi bir gerçekçilik illüzyonu yaratarak sunmaz. Tam aksine, tarihe
eleştirel bir şekilde yaklaşılır. Postmodern yazar, kendi romanının nasıl
kurgulandığını ifşa ederken bir yandan da tarihin nasıl bir kurmaca yapıya
sahip olduğunu gözler önüne serer. Yazma pratiğine yapılan vurgu ile
kurmaca ve tarih arasındaki ayrım ortadan kaldırılır. Bunun sonucunda
tarihî olay ve kişiler birer varsayıma dönüşerek romana taşınır (2005: 32).
Dolayısıyla tarihsel üstkurmacalar, geleneksel tarihsel romanlara yüklenen
“tarihi daha keyifli öğreten bir araç” olma kimliğini reddederek tarihin
üretilen bir şey olduğunu vurgular. Postmodern romanların resmi veya
genel kabul görmüş tarihsel bilgiyle uzlaşmayan bir tarih anlatısı
oluşturmalarının ardında da bu üretim fikri yatar. Yani postmodern
926
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Bolat, T. (2019). Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000), ÇOMÜ Sosyal Bilimeler
Enstitüsü, Doktora Tezi, Çanakkale.
Çelik, Y. (2002). Tarih ve Tarihî Roman Arasındaki İlişki Tarihî Romanda Kişiler, Bilig,
Yaz (ss. 49-68).
Hutcheon, L. (2003). A Poetics of Postmodernism History, Theory, Fiction, London
and New York: Routledge.
Jenkins, K. (1997). Tarihi Yeniden Düşünmek, (Çev. Bahadır Sina Şener), Ankara:
Dost Kitabevi.
928
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kılıç, E. (2008). Sessiz Ev’in Sesleri, Orhan Pamuk’un Edebi Dünyası, (Haz. Nüket
Esen-Engin Kılıç), İstanbul: İletişim Yayınları.
Opperman, S. (2006). Postmodern Tarih Kuramı Tarihyazımı, Yeni Tarihselcilik ve
Roman, Ankara: Phonix Yayınevi.
Pamuk, O. (1998). Beyaz Kale, İstanbul: İletişim Yayınları.
Pamuk, O. (2014). Sessiz Ev, İstanbul: YKY.
Pamuk, O. (2016). Öteki Renkler, İstanbul: YKY.
White, H. (2008). Metatarih Ondokuzuncu Yüzyıl Avrupası’nda Tarihsel İmgelem ,
(Çev. Mehmet Küçük), Ankara: Dost Kitabevi.
Yalçın Çelik, S. D. (2005). Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında
Postmodern Tarih Romanları, Ankara: Akçağ Yayınları.
929
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Gezilip görülen yerleri anlatma ihtiyacı insanoğlunun doğasında vardır. Edebî
bir tür olarak kabul edilen gezi yazısının dünyada örnekleri oldukça fazladır. Konu
edindiği toplumun kültürünü, şehirciliğini, tabiatını yansıtan ve bir belge niteliğinde
olan bu yazılar aynı zamanda tarihsel süreç içerisinde şehirlerin değişimini de gözler
önüne serer. Türk edebiyatında ilk olarak on altıncı yüzyılda bu türün örneğine
rastlanır. Modern döneme gelindiğinde ise Türk yazarlar, her türde olduğu gibi bu
edebi türde de Avrupa yazarlarından etkilenmişlerdir. Modern Türk şiirinin önemli
ismi Ahmet Haşim, yeni Türk alfabesi ile yazdığı ilk eseri Frankfurt Seyahatnamesi’ni
1933 yılında yayınlamıştır. Sağlık problemi nedeni ile yaptığı bu seyahatten önce
birçok kez yurt dışına çıkan yazar, bu eserinde genel olarak gezi türünden de
bahsetmiştir. Gezi yazılarından her zaman etkilendiğini belirten yazar, eserinde
yoğun olarak Fransız yazarlarını zikretmiştir. Avrupa edebiyatı tesirinin gezi türünde
de önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bu bildiride, Ahmet Haşim’in gezi yazılarında
Fransız edebiyatı ve Fransız yazarlara yönelerek akademik sahadaki eksikliği
giderilmeye çalışıldı.
Anahtar Kelimeler: Gezi edebiyatı, Ahmet Haşim, Fransız edebiyatı.
ABSTRACT: It is the nature of human beings to explain the places they have seen.
There are many examples of travelogues in the world that are accepted as a literary
genre. These writings reflect the culture, urbanism and nature of the society as a
document, revealing the change of cities in the historical process. In Turkish
literature, such is first seen in the sixteenth century. As for the modern era, Turkish
writers were influenced by the European writers in this literary genre as in all other
genres. Ahmet Hashim, the prominent name in the modern Turkish poetry,
published his first book, the Frankfurt Travelogue in 1933 with the new Turkish
alphabet. Before this trip which he did because of his health issues, the author has
travelled to many countries and also includes the general type of travelling in this
work. Stating that he was always influenced by the travel writings, the author
mentioned the French writers intensively in his work. The influence of European
literature is known to have played an important role in his travel. In this paper, by
considering the French literature and French writers mentioned in Ahmet Hashim’s
travel writings, an attempt has been made to enrich the literary academic field.
Keywords: Travel literature, Ahmet Haşim, French literature.
930
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Giriş
Edebiyatımızda “seyahatname” olarak da isimlendirilen gezi yazısı,
bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında yaptığı geziler sonucu edindiği gözlem
ve bilgilerini anlattığı yazı türüdür (Çotuksöken, 1992: 81). Seyahatnameler
denilince akla 13. ve 14. yüzyılda yaşayan İtalyan gezgin Marco Polo ve 17.
yüzyılda yaşayan meşhur Türk gezgin Evliya Çelebi gelir.
Gezi edebiyatı; ayrı bir tür olarak kabul edilip edilmeme konusunda
tarih boyunca farklı görüşlere maruz kalmıştır. Oysa gezi yazılarını diğer
türlerden ayıran birçok özellik vardır. Hatıratın bir alt türü olarak görülen
gezi yazıları; aslında bir coğrafyayı tanıttığı için bu türden ayrılır. Günlük
olayları yorum katmadan anlatan hatıra yazıları ile gezilen yerlerin
mekânsal özelliklerini tasvir eden gezi yazıları zamanla ayrı birer tür olarak
kabul edilir.
Osmanlı devletinin dışarıya açılımı oldukça geç olmuştur. 1867
senesine kadar hiçbir Osmanlı padişahı, seferler dışında Osmanlı
topraklarının dışına çıkmamıştır. Sultan Abdülaziz’in o tarihte
gerçekleştirdiği 47 günlük Avrupa seyahati tüm Osmanlı tarihi içinde
önemli bir olaydır. Özellikle Cumhuriyet sonrası dönemde gelişen
imkânlarla ‘seyahat’ daha çok yaygınlaşmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında;
eğitim, sağlık, ticaret gibi alanlarda, kalifiyeli insanların yetişmesi için
Avrupa’ya birçok öğrenci gönderilmiştir.
“Fransız Devrimi” ile dünyanın ilgisini üzerine çeken Fransa;
yenileşme konusunda birçok millete öncü olmuştur. Türk milletinin aydın
insanı da eğitim almak için Fransızcayı ve Fransa’yı tercih etmiştir.
Öğrenilen bu dil ile Felsefe, Psikoloji, Sosyoloji gibi birçok sözel alandan
eserler okunmuş ve ilim adamlarından etkilenilmiştir. Türk edebiyatının
üzerindeki Fransız etkisi uzun yıllar sürmüştür.
Türk edebiyatında hikâye, roman ve şiir türünü etkileyen akımların
çoğu Fransız edebiyatı akımlarıdır. Baudelaire, Verlaine, Proust gibi
sanatçılar Türk yazarları üzerinde büyük tesir bırakmıştır. Bu tesirin Türk gezi
edebiyatına da sirayet edip etmediği hususunu incelemek için bir elemeye
ihtiyaç duyulmuş ve Ahmet Haşim’in Fransa ve Almanya kültürünü, insanını
samimi bir dille gözlemleyip kaleme aldığı yazılar kaynak olarak
incelenmiştir.
Ahmet Haşim ve Gezi Edebiyatı
Galatasaray Lisesi’nde okuyan Ahmet Haşim, Fransa'da etkisini
gösteren sembolizm akımından etkilenmiş ve lise son sınıfta iken bu
minvalde şiirler kaleme almaya başlamıştır. Sembolizm etkisini, şiirlerinde
931
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
“İki Defa Şayanı Dikkat Bir Cetvel” ismini verdiği başlıkta Sorbonne
üniversitesinin kâtibinden 1927 - 1928 seneleri içinde 31 Temmuz’a kadar
Paris Üniversitesine kayıt olan yabancı öğrencilerin sayısını öğrenen Haşim
bu listeyi okurları ile paylaşır:
“Avrupa: Arnavutluk 16, Almanya 426, Avusturya 72, Belçika 58,
Bulgarya 139, Danimarka 20, Osmanlı Devleti 122, İspanya 29, Estonya 16,
Finlandiya 10, Yunanistan 285, Macaristan 174, İrlanda 8, İzlanda 9, İtalya
75, Letonya 58, Litvanya 137…” (Haşim, 2009: 51)
1928 yılında yaptığı Paris gezisinin sonunda Ahmet Haşim “Sağdan
Yazı” isimli başlıkta yeni alfabeye geçmenin güzel tarafından bahseder.
Paris’te hayvanat bahçesini gezerken maymunların önünde durarak not
almaya başlayan yazar bir anda herkesin durup onu izlediğini fark eder.
Sağdan başlanarak yazılan yazı, Fransız halkının ilgisini maymunlardan
daha çok çekmiştir.
1929 Yılı Paris Seyahati
Bu ikinci Fransa gezisi yazılarını Ahmet Haşim İkdam gazetesine
göndermiştir. Bize Göre kitabında yer almayan bu yazıları bir araya getiren
Zeynep Kerman ve İnci Enginün Bize Göre; İkdam'daki Diğer Yazıları isimli
bir çalışmada toplamışlardır.
14 kısımdan oluşan ikinci seyahatinde Ahmet Haşim önce gemi ile
ulaştığı İtalya hakkındaki gözlemlerinden bahseder. Burada İtalyancayı
anlamadığı için büyük sıkıntılar yaşar. İtalyanca Haşim’e “at kişnemesi”
gibi gelir. Küçüklüğünden beri bildiği Fransızcanın hâkim olduğu yerlerde ne
kadar rahat olduğunu bir kez daha anlamıştır.
Bu ikinci Fransa gezisinde Haşim Alp Dağları’ndaki Aix-Les-Bains
civarındaki Bourget Gölü’nü ziyaret eder. Elbette ‘şair Haşim’ burayı büyük
şair Alphonse De Lamartine’in hatıraları için ziyaret etmiştir. “Herkes
Lamartine ismini işitmiştir ve onun her lisana tercüme edilmiş Raphael
isimli romanını okumuştur. Eserin mevzuu hafifçe tahrife uğratılmış bir aşk
macerasıdır. Romanın erkek kahramanı Raphael bizzat şairdir, kadın
kahramanı Julie ise, bir fizik mualliminin veremli zevcesi Madame Elvire’dir.
İki genç ilk defa, Bourget Gölü’nde, bir fırtına yüzünden tanışmış ve gölün
bir sahilinde, Hautecombe isimli küçük bir balıkçı köyünde ilk buselerini
birbirlerinin dudağından almıştır.” (Haşim, 2009: 71) Lamartine’in kısaca az
bilinen hikâyesini anlattıktan sonra bu küçük yerleşim yerinin nasıl turist
akımına uğradığından bahseder. Tabiat şairi Haşim uzun zaman sonra bir
seyahat yazısında doğanın güzelliklerinden bahseder. Bu da onun şiir ve
şair sevgisinden ileri gelir. “Bu soluk tabiat köşesinde, bir tarihte, bir şair
935
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu çalışma, yazarın 2016 yılında yazmış olduğu “Türkiye’de Turizm Sektöründe Kadın
Girişimciliğinin Gelişiminin İncelenmesi: Batı Akdeniz Bölgesi-Güney Ege Bölgesi
Karşılaştırması” adlı doktora çalışmasının teorik açımlaması temel alınarak kadın ve
aile odaklı yaklaşımları da çalışmaya dâhil ederek kaleme alınmıştır.
938
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Anahtar kelimeler: Emek, Kadın Emeği, Kadın Politikası, Aile Politikası, sosyolojik
Perspektif
ABSTRACT: Throughout the world, economic, social, political and cultural aspects
of the world began in the 1970s. This period is the period when the fordist
understanding in the economy, which covers the period between 1945-1970, is left
to postfordism. Postfordism, in which labor disintegrates, becomes inflexible,
unqualified and in a sense depreciates; it has transformed many social dynamics,
and more specifically, it has led to different implications of female gender in the
mobility of labor. The issue of women's labor has thus begun to be studied and
questioned around a critical assessme.
When it comes to the feminization of labor, it can be seen that it is very difficult for
women to become effective subjects in the market. In this context, the key points
of the debate are whether women are actors in the market or cannot be rendered
visible as pacified gender. In today's women's fragmented labor market; they are
forced to work in precarious, uninsured, non-unionized, unclear future,
subcontracted and outsourced business lines. It is possible to state that capitalism
on the one hand, and the male-dominated structure on the other, are effective in
excluding women from the visible fields of labor and employment.
Since the 1970s, when social state and policy practices were over and neo-liberal
conservative policies began to dominate, the phenomenon of güçlendiril
strengthening the blessed family ”was brought to the agenda instead of women.
With the emphasis on family policies rather than women's policies, it has been
deemed appropriate to define women not as individuals but as a member of the
family responsible for basic care and services.
This study, the first in the world in general and Turkey in the 1970s, before and after
the change and transformation in women's labor will be assessed by a special
social structure analysis. In addition, how women and family oriented policies
shape the quality of labor in different contexts will be discussed around a
sociological perspective
Keywords: Labor, Women 's Labor, Women' s Policy, Family Policy, Sociological
Perspective.
1. Giriş
Kadın emeği, ücretli emek içinde farklı bir kategori olarak ele
alınmakta ve iş bölümü dinamikleriyle açıklanmaktadır. Bu kategorinin
oluşumu, sosyal formasyon içinde kadınların toplumsal yerinin en önemli
belirleyicilerinden biri olan cinsiyetçi iş bölümünden kaynaklanmaktadır.
Toplumsal yaşamda kadına ve erkeğe birbirinden farklı ve temeli eşitsizliğe
dayalı rollerin atfedilmesi nedeniyle oluşan geleneksel iş bölümü; kadını ev
içi alana hapsederek, sadece yeniden-üretim ile sınırlamaktadır. Buna
karşın erkeğin emeği ise, ev dışında yapılan aktif çalışma imkânlarının
bulunduğu kamusal alanla ilişkilendirilmektedir. Bu cinsiyetçi yapılanma,
kadınları erkeklere bağımlı ve edilgen bireyler olarak değerlendirirken,
ataerkil kurgulanma da özel alanın yani ev içinin sadece kadının
sorumluluğunda olduğunu kabul ederek, ücretsiz ev işçiliğinde kadın
emeğini değersizleştirmektedir. Erkek egemen yapının kadını öteleyerek
ikincilleştiren bu anlayışı ve pratikteki uygulamaları, kapitalist sistemde
kendisini yeniden üreterek, kadını sömürgeleştiren ve sistem tarafından
yedek sanayi işçi ordusu olarak kullanan pasif özneler haline
dönüştürmektedir (Altındal, 2016:66).
çalışan kadın oranı, 1851 yılı itibariyle %45’e kadar yükselmiştir (Kocacık ve
Gökkaya, 2005:196-198; Karataş; 2006:14). İngiltere’de başlayan bu süreç,
daha sonra başta Fransa olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine de
yayılmıştır. İngiltere’de 1851’de tüm çalışanların %22’si, Prusya’da fabrika
işçilerinin %12’si, Fransa’da ise 1886 yılında tekstil fabrikalarında
çalışanların %10’u kadınlardır (Scott, 2005:378; Kocacık ve Gökkaya,
2005:196-198; Karataş; 2006:14).
Hiyerarşide cam tavan sendromuna uğrayan pek çok kadın ise ancak
girişimcilikle kendini ispatlamak yoluna gidebilmiştir. Araştırmalar
kadınların bilişim, sigortacılık ve perakendecilik gibi alanları daha çok
tercih ettiklerini göstermektedir (Güney, 2006:30; Çelik ve Akgemci,
2007:72-73; Aslan ve Atabey, 2007:5).
4. Sonuç
Hartmann, H., (1992), Marksizm’l Feminizmin Mutsuz Evliliği, Çev: G. Aygen Kadının
Görünmeyen Emeği Maddeci Bir feminizm Üzerinde, Der: G. Savran, N. Tura,
İstanbul, Kardelen Yayınları.
Kandiyoti, D., (1988), Bargaining With Patriarchy. Gender and Society, Vol.2, No.3.
Special Issue To Honor Jessie Bernard (Sep., 1988) , pp. 274-290 Sage
Publications http://www.jastor.org/stable/190357 erişim tarihi: 20.02.2015.
Kocacık, F ve Gökkaya, V.B., (2005), “Türkiye’de Çalışan Kadınlar ve Sorunları”,
Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, ss.195-
201.
Koray, M.; S. Demirbilek ve T. Demirbilek., (1999), Gıda İşkolunda Çalışan Kadınların
Koşulları ve Geleceği, T.C. Başbakanlık Kadın Statüsü ve Sorunları Genel
Müdürlüğü, Aralık, Ankara.
Kumar, K., (2010), Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma Çağdaş
Dünyanın Yeni Kuramları (Çeviren: Mehmet Küçük), Üçüncü Baskı, Ankara,
Dost Kitabevi Yayınları.
Küçükkalay A. M., (1998), “Türkiye’de Planlı Dönemde Kadın Nüfusu ve Kadın İşgücü
İstihdamındaki Gelişmeler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, S.3(Güz), ss.35-44.
Lovering, J., (1990), 1990: “Fordism's Unknown Successor: a Comment on Scott's
Theory of Exible Accumulation and The Re-Emergence of Regional
Economies”, International Journal Of Urban and Regional Research 14, pp.
159-74.
Özer, Mustafa-Biçerli, K., (2003), “Türkiye’de Kadın İşgücnün Panel Veri Analizi”,
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2003-2004, ss. 55-86.
Pollert, A., (1988), “The Flexible Firm: Fixation or Fact?”, Work, Employment and
Society, Vol.: 2, ISSUE: 3, pp. 281-316.
Scott, J. W., (2005), Kadın İşçi, Kadınların Tarihi- Devrimden Dünya Savaşına
Feminizmin Ortaya Çıkışı-Editörler: Georges Duby, Michelle Perrot, Bölüm
Editörleri: Geneviêve Fraisse Michelle Perrot, Çeviren: Ahmet Fethi, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Cilt: IV, İstanbul.
Toksöz, G., (2011), “Women’s Employment in Turkey in The Light of Different
Trajectories in Development-Different Patterns in Women’s Employment”,
Fe Dergi, Sayı 2, ss. 19-32.
Walby, S., (1989), “Theorizing Patriarchy”, Sociology, 23, pp. 213-234.
Vogel., L., (2003), Marksist Teoride Kadın, İstanbul, Pencere Yayınları.
947
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
stationary spaces that are presented to the visitor as a work that is watched in the
showcase. Applied folklore museology is the museum management which gives
the “people-centered” visitor the chance to experience, the tradition, the tradition
and the life.
Folklore museums of the evaluation will be done through a hands-on museum in
reflection and understanding of the development process in Turkey.
Keywords: Museum, Sokum, Cappadocia, Folklore, Culture
Giriş
Çalışmada halk bilim müzeciliği kavramı ve dünyada ve Türkiye’deki
halk bilimi müzeciliği alanındaki gelişmeler üzerinde durulmuştur. Halk
bilimi müzeciliğinin Türkiye’deki yansımaları ve gelişim süreci içindeki
uygulamalı müze anlayışı üzerinden bir örnek sunulacaktır.
C. Başaran (1995: 48) müzeyi “kültürel değeri olan buluntulardan
oluşmuş bir bütünü çeşitli vasıtalarla korumak, incelemek, değerlendirmek
ve özellikle halkın estetik zevkinin yükselmesi ve eğitimi için teşhir etmek
amacıyla, kamu çıkarları için idare edilen kuruluşlar” olarak tanımlar.
Müze, ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi) tarafından “1974 yılında
Danimarka'nın Kopenhag şehrinde yapılan genel kurulda, tanım tekrar
değiştirilmiş olup; "Müze, insanoğlunun ve çevresinin kesin kanıtlarını,
eğitim, çalışma ve insanlığın estetik hazzı için toplayan, koruyan, araştıran,
ileten ve sergileyen, halka açık, toplumun ve toplumun gelişiminin
hizmetinde olan kâr amacı gütmeyen kalıcı bir kuruluştur." şekline
dönüşmüş ve bu tanım günümüze kadar değişmeden kalmıştır
(https://icomturkey.org/tr/icoma-göre-müzenin-tanımıErişim Tarihi:
27.09.2019).
Müzeler, insanoğlunu ilgilendiren; insanların önemsediği maddi
değerleri belirleyerek üç boyutlu mirasın gerçek fiziksel görüntüsünü
koruduğu kurumlar olmaları yanında ayni zamanda elle tutulamayan
mirasın korunduğu yerler olarak da kabul edilebilirler (Shun, 2004: 21).
Fiziksel miras, bizim gördüğümüz kültür ürünleridir. Fiziksel olarak algılanan
kültür ürünlerinin oluşumu, hikâyeleri, yapılış süreci, yapılış amacı,
etkilendikleri ve etkiledikleri ise görünmeyen miras olarak adlandırılabilir.
Fiziksel olarak gözle görülemeyen miras, görülebilen miras kadar değer
taşır. Çünkü o kültürün ya da ürünün arkasında yatan gerçekler, bize
yansıyan mirasın nasıl oluştuğunu anlatır. Bu da bireylerin bir kültürü daha
iyi anlamasına yardımcı olur (Shun, 2004).
949
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Kültür tanımına bağlı olarak kültür turizminin de; geçmişe ait kültürel
miras değerleri; ayrıca gelenek, görenek, inanışlar, ritüeller, kutlamalar vb.
şeklinde sıralayabileceğimiz bugünün somut olmayan kültürel değerleri
olmak üzere iki yönü vardır. Bu bağlamda Dünya Turizm Örgütü, kültür
turizmini; "eğitim, sanat, festival ve etkinliklere katılma, anıt ve sitleri
ziyaret etme, doğa veya folkloru inceleme ve dini ziyaret gibi kültürel
motivasyonlarla kişilerin hareket etmesi" (Çetin, 2010:182) olarak
tanımlamıştır. Hızla küreselleşme çarkına giren toplumların milli
kültürlerini, gelenek ve göreneklerini unutmaya yüz tutması kaygı verici bir
durumdur. M. Kutlu’ya göre halk kültürü, bir kültüre ait olan sözel ve
geleneksel bütün unsurları içerir ve toplumun belleğini oluşturarak
geçmişle geleceği birbirine bağlar (Kutlu, 2009: 15). Eğitim, bilim ve kültür
alanında çalışmalar yapan Türkiye’nin de 1946’dan beri üye olduğu
uluslararası bir kurum olan UNESCO, “SOKÜM Sözleşmesi” ile dünyayı
monoton bir kültür yapısına götüren duruma dikkat çekerek, halk
kültürünün korunmasının ve gelecek kuşaklara miras olarak bırakılmasının
taraf devletlerin sorumluluğunda olduğunu vurgulamıştır (Okur, 2013:
891). UNESCO dünyadaki kültür çeşitliliğini korumak ve gelecek nesillere
aktarabilmek amacıyla birçok çalışma yapmıştır. Bunlardan en fazla yankı
uyandıranlar 1972 yılında imzalanan Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması
Sözleşmesi, 1989 yılında imzalanan Popüler ve Geleneksel Kültürün
Korunması Tavsiye Kararı ve UNESCO’nun 32. Genel Konferansında 17 Ekim
2003 tarihinde imzalanan Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması
Sözleşmesi olarak sıralanabilir. Ö. Oğuz’un bildirdiğine göre sözleşme
metninde Somut Olmayan Kültürel Miras şöyle tanımlanmıştır: “Somut
Olmayan Kültürel Miras” toplulukların, grupların ve kimi durumlarda
bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları
uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin
araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar anlamına gelir (Oğuz, 2013: 233).
Türkiye’nin 27 Mart 2006 tarihinde taraf olduğu Somut Olmayan
Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin amaçları, teknolojik gelişmeler,
göçler, popüler kültür, medya ve küreselleşme gibi dış nedenlerle yok olan
sözlü kültürlere ait “somut olmayan miras” olarak tanımlanan kültür
ürünlerini korumak ve doğduğu topluluk içinde yaşamalarına katkı
sağlamaktır. Belirlenen bu amaçlar doğrultusunda korunması gereken
somut olmayan kültürel miras alanları 2. maddenin 2. bendinde sözlü
gelenekler ve anlatımlar, gösteri sanatları, toplumsal uygulamalar,
ritüeller ve şölenler; doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar, el sanatları
geleneği olarak belirlenmiştir (Oğuz, 2005: 54-164). Halk bilimi müzelerinin
950
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
içeriği doğrudan halk kültürü ürünleri ile ilgilidir, Sanat ve Tarih Müzeleri
gibi antik yapıların, tarihi vesikaların sergilendiği ziyaretçiye sunulduğu
mekânlar olarak düşünülmemelidir.
Schubert (2004: 27) müzelerin zamanla, tamamen akademik
amaçlara odaklanmak yerine, müze deneyiminin estetik ve eğitsel
yönlerini vurgulayan kurumlara dönüştüklerini dile getirmektedir. Çoğu
diğer kültürel kurumun tersine, ziyaretçi istediğini seçme, kendisini
ilgilendirmeyeni atlama ve kendi kişisel tercihlerine odaklanma
özgürlüğüne sahiptir.
Greenberg (2005: 226)’in ifadesiyle; yaratıcı mekânlar kaçınılmaz bir
biçimde anıtsal ya da statik olmaktan ziyade daha dinamik, deneyime
dayalı, değişken ve de teatral hale gelmektedir. Müzelerdeki yaratıcı
mekân, temelde “kullanıcının mekânı”dır. Bu mekân onlarla ve onların
yaşamlarıyla yankılanmaktadır. Bu mekân, kullanıcıların öğrendiği,
keşfettiği ve ilham aldığı bir ortam olup, kullanıcının zihninde fiziksel olarak
var olmaktadır. Bu noktada müze kullanıcı ile obje arasında arabulucuk
görevi üstlenmektedir. Oysaki 19.yüzyıl bağlamında bu tür de bir
arabulucuk hayal bile edilememektedir. Müzeler obje binaları olup,
objelerle doldurulmakta, yerleştirmelere ve gösterimlere yer verilirken,
temel eğilim objenin, arabulucusuz bir biçimde kendisini ifade etmesidir.
Stocholm Kent Müzesi tarafından gerçekleştirilen bir eğitim projesi
sonucunda, bir müzenin insanlara geçmiş tarihlerini yaşattığı ve atalarının
yaşam tarzlarına yönelik empatiyi arttırdığı saptanmıştır. Benzer bir örnek
Blockmaker (müze) evinde yaşanmıştır. Buna göre gençler 1917 yılının
yaşam tarzını yaparak-yaşayarak, canlandırarak öğrenmişler; birkaç saat
içerisinde tarihsel dönemin bütün özelliklerini oluşturarak eski kuşağın
düşünme tarzlarını kavramışlardır (Siedel ve Hudson, 1999: 31). Günümüz
modern müzeciliğinde temel amaç eserleri depolamak ve sergilemek
değil, eğitimdir. Müzelerdeki sergilemeler ya da insanlara sunulanlar,
toplumların emeklerinin, düşüncelerinin, hayata bakışlarının ve
inançlarının kanıtlarını, dönemlerinin yaşam ve sanatını gösterdiğinden
müzeler, tarihin anlaşılmasına, eski geleneklerin öğrenilmesine, zevk ve
estetik beğenilerin gelişmesine ve doğal olarak eğitimin okul dışında da
devam ettiği fikrinin benimsenmesine, sonuç olarak; halkın eğitimine
yardımcı olmaktadırlar (Atasoy, 1999: 17). Çünkü modern müzecilikte
müze, bir tek kuruluş olarak değil; kütüphane ve toplantı salonları,
laboratuvar ve eğitim bölümleriyle bir “kültür ünitesi” olarak
düşünülmelidir (Başaran, 1996: 17).
951
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Acar, Ö. (1996). Ülkemizde ve Yurt Dışında Müzeciliğe Bir Bakış. Kuruluşunun
150.Yılında Türk Müzeciliği Sempozyumu III. ss.93-96.
Atasoy, S. (1999). Müzecilikten Yansımalar. İstanbul: Anka Yayınları.
Başaran, C. (1995). Arkeolojiye Giriş I –II. Erzurum: Aşiyan Kitabevi.
Başaran, C. (1996). Çağdaş Müzeciliğimiz. Akademik Araştırmalar 1,ss.16 – 18.
Cameron, D. (1982). Museumand Public Access: The Glenbow Approach The
International of Museum manegement and Curatorship.ss.177.vd.
Çıplak, N. (2018). Kültür Turizminde Uygulamalı Halkbilim Müzeciliğinin Rolü Ve
Erdemli'de Açık Hava Müzesinin Kurulmasıyla İlgili Öneriler. Motif Akademi
Halkbilimi Dergisi, 2018, Cilt: 11, Sayı: 24, S. 1-12.
Çetin, T. (2010). Cumalıkızık Köyünde Kültürel Miras ve Turizm Algısı. Millî Folklor, S.
87, s. 181-190.
Demir, Z. S. (2013). Türkiye'de Açık Hava Müzeleri 'Açıldı' Açılıyor Açık Hava
Müzelerine Yeni Bir Bakış. Millî Folklor, S. 99, s. 145-158.
Demir, Z. S. (2013). Halk Bilimi Müzeciliğinde Deneysel Yaklaşımlar: Yaşayan Müze.
Turkish Studies. Sayı 8/9 ss. 1111-1125.
Ersoy, U. (2016). Türk Müzeciliğinde Mevcut Durum Analizi. Ankara: Müze
Profesyoneller Projesi.
Greenberg, S. (2005). The Vital Museum. Reshaping Museum Space. Architecture,
Design, Exhibitions. London: Published by Routledge, pp. 226-237.
Karpuz, H. (2003). Dünyada ve Türkiye’de Halkbilim Müzeciliği Üzerine Genel Bir
Değerlendirme. Türkiye’de Halk Bilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyumu.
958
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Tasavvuf düşüncesi, bütün bir İslam düşüncesini ve özellikle de Türk düşünce
hayatını derinden etkilemiş hatta şekillendirmiştir. Tasavvuf düşüncesinin
kurumsallaşmış hali olan tarîkatlere mensup olan ve çoğunlukla derviş tabir edilen
kişilere tasavvuf düşüncesinin temellerini ve içeriğini öğretme maksadıyla irili ufaklı
birçok eser kaleme alınmıştır. Bu cümleden olmak üzere 16. yüzyıl mutasavvıf
şairlerinden Mahremî'nin kaleme aldığı Risâle-i Cevâhirü'l-Esrâr adlı eser de
tasavvufun ana ilkelerini ve kavramlarını örnekleriyle anlatmaya matuf bir eserdir.
Müellifinin eserin başında yaptığı açıklamaya göre eser yine bir tasavvufî kavram
olan hazarât-ı hams kavramından hareketle beş bâba ayrılmıştır. birinci bâbda
tevhid, tevhid ehli ve tevhidin anlamı; ikinci bâbda yaratlışın aslı, hakîkat-i
Muhammediyye ve nokta-i vahdetin sırrı; üçüncü bâbda padişahların iç
dünyalarının ve hallerinin neye mazhar oldukları, Tanrı katındaki mertebeleri, neden
yaratıldıkları, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının padişahla ilişkileri; dördüncü
bâbda kutbun, kutuplar kutbunun sırları ve makamları, iki imam, yediler, kırklar ve
üç yüz altmış altı tasarruf sahibi erenler ve diğer evliyâ tabakaları; beşinci bâbda
gerçek âşık, maşûk ve aşk anlatılmaktadır. Bildiride eser, içeriği ve diğer yönleriyle
ilim alemine tanıtılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mahremî, Risâle-i Cevâhirü'l-Esrâr, tasavvuf, vahdet-i vücûd.
ABSTRACT: The idea of Sufîsm, has deeply influenced and shaped the whole of
Islamic thought, exclusively Turkish tought life. In additon manylarge and small
Works have been written in order to teach Fundamentals and contents of Sufi
tought to the people who are often referred to as dervishes and who belong to the
tariqats, the institutionalized state of Sufi thought. In this sentence, the work of
Risâle-i Cevâhirü’l – Esâr, written by Mahremî, one of the 16th century Sufi
commentator also work saimed at explaining the main principles and concepts of
Sufism with examples. According to the statement made by the author at the
beginning of the work, the work have divided into five chapter, the refore hazarât-ı
hams which is a Sufî concept. In the first chapter based on tawhid and the meaning
of the tawhid, the second chapter, origion of creation, the truth of, hakîkat-i
Muhammediyye and the secret of nokta-i vahdet. In the third chapter, the inner
worlds and states of the sultans have explained. Further more their rank in the sight
of God, why they have created and the relations of the viziers and other statesmen
with the Sultan. In the forth chapter, the poles, the secrets and authorities of the
960
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
poles, thet two imams, the sevens, the forties and the three hundreds and sixty-
sixs over saints and the other saints; in the fifth chapter, true lovers, beloved and
love have explained. In the statement, the content of the work and other aspects
will be introduced to there world of science.
Keywords: Mahremî, Risâle-i Cevâhirü'l-Esrâr, mysticism, vahdet-i vücûd.
Giriş
Dinin, bâtınî/içsel yorumu olarak nitelendirilen tasavvuf bütün İslam
dünyasında, özellikle de Türk-İslam diyarlarında asırlar boyunca etkin
olmuş ve bu coğrafyada yaşayan -etnik köken gözetmeksizin- bütün
insanların zihniyet dünyasını şekillendirmiştir. En basit günlük hayat
pratiklerinden en derin rûhî yaşantılarına kadar insanların hayatını
etkileyen tasavvuf düşüncesi bir hayat biçimi vaz ettiği kadar sanat
dünyasını da etkilemiştir. Tekke/dergah yapılarıyla mimârî; deyiş, nefes,
ilâhî, âyîn gibi formlarıyla mûsikî ve en nihâyet manzum ve mensur
eserlerle de edebiyat alanlarını derinden etkilemiştir. Edebî eserleri,
düşüncesini yaymak için bir araç olarak gören mutasavvıf şair ve nâsirler
Mantıku’t-Tayr, Hüsn ü Aşk gibi kurmacaya dayalı alegorik eserler ve lirik
şiirlerle oylumlu bir tasavvuf edebiyatı oluşturmuşlardır. Tasavvufî
propaganda amacı gütmeyen, dünyevî aşkı ve hazları anlatan edebî
eserlerde de tasavvufi motifleri görmek işten bile değildir. Bütün bu
edebî/estetik boyut taşıyan eserlerin yanı sıra tasavvuf düşüncesini, bu
yola girenlere doğrudan anlatmayı hedefleyen teorik eserlerin varlığı da
bilinmektedir. Bu cümleden olmak üzere 16. yüzyıl mutasavvıf şâir ve
nâsirlerinden Mahremî’nin kaleme aldığı Risâle-i Cevâhirü’l-Esrâr bu
bildirinin konusu olmuştur.
Mahremî’nin Hayatına İlişkin Bilgiler
Osmanlı sahası edebiyatı üzerine çalışanları bekleyen o muazzam
biyografik yetersizlik, belirsizlik ve karmaşa Mahremî konusunda da
kendini şiddetle hatırlatmaktadır. Biyografik kaynaklarımızda Mahremî
mahlasını taşıyan iki şahsiyet söz konusudur: Birisi 16. yüzyılda Basît-
nâme adlı eseriyle Türkî-i basît hareketinin öncülüğünü yapan meşhur
Tatavlalı Mahremî, diğeri yine aynı yüzyılda yaşamış bir mevlevî dervişi
olan Derviş Mahremî. Tatavlalı Mahremî’nin eserleri arasında Risâle-i
Cevâhirü’l-Esrâr adına rastlanmamaktadır (URL-1); bu eserin tasavvufî
içeriği de dikkate alındığında Tatavlalı Mahremî’nin böyle bir eseri
olmadığı; tarihsel olarak da Tatavlalı’nın yüzyılın başlarında yaşadığı göz
önüne alındığında bu bildiriye konu olan Mahremî’nin, Tatavlalı olmadığı
961
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
göre Mahremî eserini, kendisine yaptığı iyiliklere karşılık olmak üzere çeşitli
vasıflarıyla övdüğü Mustafa Paşa'ya ithafen kaleme almıştır. Bu bölümde
Mustafa Paşa'nın övüldüğü 10 beyitlik Farsça bir manzume vardır; ardından
30 beyit süren, İran padişahı Nûşirevân'ın konu edildiği ve dünyanın
geçiciliğinin ele alındığı, eseri sunduğu Mustafa Paşa'ya uyarı ve nasihat
niteliğinde bir manzume gelir. Bu geleneksel esere başlama teşrifâtından
sonra Mahremî eserine Cevâhirü'l-Esrâr ismini verdiğini söyleyerek eserin
içeriğini anlatmaya başlar: Eser hazerât-ı hams esas alınarak beş bölüme
ayrılmıştır. Avâlim-i hamse (Uludağ, 2002: 54) yani beş âlem adıyla da
bilinen ve varlığın beş genel ve tümel kategorisi (Uludağ, 2002: 163) olarak
açıklanan hazerât-ı hams teorisine göre varlıklar şu beş kategoride ele
alınır: "gayb-ı mutlak âlemi, ahadiyet, vahdet ve vahidiyet mertebelerini
kapsar; ervâh alemi, nûrânî bir âlem olup "mutlak gayb âlemine yakın"
gayb-ı muzâf (izâfî gayb âlemi) adını da alır; âlem-i misal, mutlak şehâdet
âlemine yakın izâfî gayb (gayb-ı muzaf) âlemidir; cisimler (mülk, şehâdet,
madde) âlemi; mertebe-i camia, insan-ı kamil ki en büyük âlemdir. Bu beş
âlem şu şekilde de sıralanır: âlem-i ilim, âlem-i ceberût (bu da âlem-i
ceberût-ı alâ ve âlem-i ceberût-ı esfel diye ikiye ayrılır ve mutlak misâl ve
gayb-ı muzâf adını da alır), âlem-i melekût (ki alem-i ervâh da denir),
âlem-i halk, âlem-i mülk, âlem-i nâsût. Ceberût iki kısma ayrılınca âlemin
sayısı beş olur.” (Uludağ, 2002: 54).
Eserin birinci bâbında tevhidin, tevhid ehlinin ve tehvidin manasının
hangi kısımlara ayrıldığı anlatılır. Buna göre tevhid üç kısımdır: tevhid-i zât,
tevhîd-i sıfât ve tevhid-i esmâ yani tevhid-i ef'âl. Tevhid ehli de üç kısımdır:
avâm, havâs ve ehass-ı hâs. Tevhidin manası da üç kısımdır: Allah'tan
başka ibadet edilecek varlık yoktur, Allah'tan başka sevilecek varlık yoktur,
Allah'tan başka varlık yoktur. Müellif tevhidin kısımlarını ayet ve beyitleri
tanık göstererek açıklar. Allah dışındaki her şey Allah tarafından ve
sonradan yaratılmıştır, sonradan ortaya çıkan da yok hükmündedir.
Allah'tan başka ilah yoktur, anlamındaki kelime-i tevhidin de üç manası
vardır: Birinci manası zahitler, âbidler ve sıradan insanların nasibidir; ikinci
manası âşıkların ve havassın yani seçkinlerin nasibidir; üçüncü manası ise
fakr makamındaki tefrid ve tecrid ehli yani mâsivâdan soyutlanmış
olanların, seçkinlerin de seçkinleri olan ve bu sonradan yaratılmış fânî
varlıklara varlık demeyenlerin nasibidir; muvahhid tabir olunan bu kişiler
ölmeden önce ölmeyi tercih edip zâtını Hakk'ın zâtında, sıfatlarını Hakk'ın
sıfatlarında, fiillerini Hakk'ın fiillerinde yok ederler ve varlıklarını basit birer
alet gibi görerek o aletlerin yaratıcısına yönelirler.
964
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
yıldır deyip hilafeti Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'ye
ısmarlamıştır. Ismarladığı şey aslında nebilik sıfatı üzerine emr olunan
Hakk’a davet ve iyiliği emredip kötülükten men etmek ilmidir; işte Tanrı'nın
Hz. Peygamber'e emrettiği bu nübüvvet ilmine şerîat denir; velâyet ilmi Hak
ile peygamberi arasında gizlidir, Hak onu yarattıklarından dilediğine bildirir.
Hz. Muhammed'in ümmeti zâhir ve bâtın ehli olmak üzere iki kısımdır, ilm-i
zâhir nübüvvete, ilm-i bâtın ise velâyete yöneliktir. Nübüvvetin mirasçısı
olan halife de zâhir ilmi üzeredir, şerîatın koruyucusudur, onlara ulemâ
denir, bunlar halka yasakları bildirip halkı Hakk'a davet ederler, bu mertebe
sultanlar ve emirlerin hakkı olup diğer yaratılmışlar onlara tâbi olurlar.
"İnsanlar yöneticilerinin dini üzeredirler." hükmü gereğince âlemin ve
insanların nizâmı onların yükümlülüğündedir. Hilâfet Hz. Ali'ye geldiğinde
kemâle ermişti, yani Hz. Ali'de zâhir ve bâtın nübüvvetin mirası olan şerîat
ve velâyet toplanmıştı. Hilafet iki bölük olmuştur bir bölüğü zâhir, bir bölüğü
bâtındır. Zâhir tahtına zâhir ilmi yani şerîatı koydular, bâtın tahtına bâtın
ilmini yani marifeti koydular. Zâhir tahtındaki şerîat mülk âlemi olan
dünyaya, bâtın ilmi olan marifet melekût âlemi olan âhirete tasarruf eder.
Mülk âlemi olan dünyaya padişahlar hükmeder, padişahlar da içlerinden
birine tâbi olurlar. Elân cihân saltanatına ve hilafet tahtına Sultan II. Selim
tasarruf etmektedir.
Padişahların hükmünün câri olması ve emrinin dinlenmesi için birçok
şeye ihtiyaçları vardır. Öncelikle ilim, akıl, şefkat sahibi ve sâlih dört veziri
olmalıdır. Tanrı dışındaki, peygamberler de dahil, her sultanın bu vezirlere
ihtiyacı vardır. Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn'u kendine vezir etmişti, Hz.
Muhammed'in dört sevgili dostu onun vezirleri idi. Kâinatın üzerlerinde
durduğu direkler (evtâd) de dört tanedir, bunlar Tanrı'nın evvel, âhir, zâhir,
bâtın isimlerine mazhardır. Padişahların vezirlerinin ve halifelerin dört tane
olmasının sırrı dünyanın dört unsur (anâsır-ı erbaa: su, toprak, hava, ateş)
dan yaratılmasıdır. Padişahlar bu dünya evinde zâhiren ve bâtınen can
gibidir, bu dört unsur da o canın elbisesi gibidir. Padişahlar bu halleriyle
"Ben dünyanın canıyım, doğu ve batı, sağ ve sol benim tahtım olmuştur, o
dört unsur benim, onlar benimle yaşamaktadır." demektedirler. Tanrı insan
bedenini de dört unsurdan yaratmış ve bu zıt unsurların arasına "Ona
rûhumdan üfledim" sırrını koymuştur. Hz. Muhammed bu dört unsura hâkim
olup onları dengede tutardı. Diğer nebîler bu unsurlardan sadece birine
mazhar olmuşlardır. Mesela Hz. Âdem toprağa mazhar olduğu için
topraktan yaratılmıştır; Hz. Mûsâ ateşe mazhar olduğu için celalli bir yapısı
vardır; Hz. Îsâ havaya mazhar olduğu için bedeni ile göğe çıkmıştır; Hz. Nûh
suya mazhar olduğu için devrinde tufan yaşanmıştır. Hz. Muhammed'in
966
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
dört sevgili dostu dört sıfatı karşılığıdır: Hz. Ebubekir rûh, Hz. Ömer akıl, Hz.
Osman kalp, Hz. Ali nefs karşılığıdır. Ruh tecerrüd âleminde ve ilâhî
tecellilerde Hakk'ın celâlinin nurlarından yanmıştır, yanmak pervanenin işi
ve âşıklık sıfatıdır, kendini ateşe atarak feda etmek büyük bir iştir, Hz. Ebû
Bekir fedâkârlığından dolayı rûh karşılığı olup sıddîk sıfatını almıştır. Aklın işi
helâl ve haramı, hak ve bâtılı birbirinden ayırıp adâleti tesis etmektir, Hz.
Ömer şerîata çok bağlıydı, hatta şerîat hükmünce oğlunu dahi idam
ettirdiği için akıl karşılığı olup âdil sıfatını almıştır. Kalp imân mevkiidir, imân
olan yerde hayâ olur ve kalp ilâhî nurların tecellî yeridir, Hz. Osman da
hayânın timsâli olmasından, Hz. Peygamber'in iki kızıyla evlendiğinden
kalp karşılığı olup iki nur sahibi (zi'n-nûreyn) sıfatını almıştır. Nefste yiğitlik,
büyüklük, cömertlik, kanaat ortaya çıkar, Hz. Ali de yiğit, cömert, yüce bir
kişi olduğundan nefs karşılığı olarak "Kendini bilen rabbini bilir" sırrına vâkıf
olup rabbini bildiği için rabbine erişmiş ve nefsine hükmederek Allah dostu
(veliyyullâh) ve şâh-ı velâyet sıfatlarını almıştır. Yine bu dört halife dört
unsura mazhar olmuştur: Nasıl ki yağmurla birlikte topraktan türlü nimetler
çıkarsa Hz. Ebu Bekir de doğruluk, yumuşak huyluluk, ilim, alçak gönüllülük,
cömertlik gibi türlü güzel huylara sahip olduğu için toprağın mazharıdır.
Nasıl ki su bütün pislikleri temizlerse Hz. Ömer de şerîata sıkı sıkıya bağlı
kalarak bütün kötülükleri temizlediği için suyun mazharıdır. Nasıl ki hava
bütün varlıkları her yönüyle kuşatırsa Hz. Osman da Rahmân'ın nefesini ve
ilâhî feyizleri her şeyden aldığı, büyük küçük her varlığa ilâhî isimlerin
mazharları olarak baktığı için her şeyden haya ederdi, bu yüzden havanın
mazharıdır. Nasıl ki ateşte sıcaklık, ululuk ve ışık varsa Hz. Ali'de de sıcaklık,
sevgi, Tanrı'nın yüceliği olduğundan, ilim ışığıyla aydınlanıp aydınlattığı,
düşmanlarının ateş saçan kılıcıyla katlettiği için ateşin mazharıdır.
Hz. Peygamber bir hadisinde " Sultân, yeryüzünde Allâh'ın gölgesidir;
çünkü her zulüm görmüş insan ona sığınır." demiştir. Hz. Ali'den sonra
hilafet iki kısım olmuştur; bir kısmı şerîatın dış yüzü, diğeri hakikatin iç
yüzüdür. Dış yüzü tahtına emirler, iç yüzü tahtına fakirler oturmuştur. Tanrı,
sultanı, yaratılışın çerağı ve gölgesinde yaratılmışların sıcaktan korunacağı
yani Hakk'ın kahrından emin olacakları, kendilerine ve başkalarına
zulmetmeden rahat içinde bulunacakları bir ağaç kılmıştır; böylelikle
yaratılmışlar padişahın büyüklüğünden korkup şerîat sınırlarını
aşmayacaklardır. Tanrı, Nisa suresinin 49. ayetinde "...Allâh'a itâat edin,
peygambere itâat edin ve sizden olan idarecilere de.." diyerek kendine,
resulüne ve padişaha itaati bütün insanlara ve yaratılmışlara emretmiştir.
Gerçek padişah iki alemin yaratıcısı, besleyicisi, terbiye edicisi, her şeyin
sebebi olan Hak'tır; Tanrı'nın hilafeti gerçekte, kendi nurundan yaratıp
967
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
aktarımı yoluna gitmiş; vahdet-i vücûd felsefesini, açık ve anlaşılır bir dil
kullanarak anlatmıştır.
KAYNAKÇA
Cebecioğlu, E. (2009). Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü. İstanbul: Ağaç
Kitabevi Yayınları.
Erdem, S. (2013) Ali Enver Semâ-hâne-i Edeb (Mevlevî Şâirler). Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
Genç, İ. (2000). Esrar Dede Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye (İnceleme-Metin).
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
Gölpınarlı, A. (1983). Mevlana’dan Sonra Mevlevilik. İstanbul: İnkılâp ve Aka
Kitabevleri.
Uludağ, S. (2001). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Önkaş, N. A. (2016). Klasik Türk Edebiyatında Mevlevilik Kültürü ve Mevlevi Şairler.
Ankara: Gece Kitaplığı.
URL-1: Aynur, H. (2013). Mahremî, Ahmed.
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&det
ay=851 adresinden 30 Eylül 2019 tarihinde alınmıştır.
975
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
ÖZET: Türk edebiyatının önemli ve uzun soluklu dönemlerinden biri olan klasik Türk
edebiyatı için bugüne kadar farklı gerekçelerle pek çok eleştiri yapılmıştır. Çağın
gerisinde kaldığı, dilinin ağır ve anlaşılmaz sözcük ve kavramlarla dolu olduğu,
yüksek zümreye hitap ettiği, hayattan kopuk ve soyut bir edebiyat olduğu bu
eleştirilerden bazılarıdır. Zaman içinde alanın uzmanları tarafından ortaya konan
örneklerle bu eleştirilerin haksız olduğu görülmüştür. Bunlar içindeki klasik Türk
edebiyatının günlük hayattan kopuk, soyut bir edebiyat olduğu eleştirisi bu yazının
konusudur. 16. asır Klasik Türk edebiyatının olgunluk dönemidir. Bu asrın şairlerinden
biri de Muhyî-i Gülşenî’dir. Aynı zamanda bir âlim ve mutasavvıf olan Muhyî’nin
Divan’ı Mısır Millî Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu Divan içerisinde söz konusu
eleştiriyi çürüten manzumeler bulunmaktadır. Muhyî’nin pek çok şiiri günlük hayatın
içinden süzülerek yazılmıştır. Muhyî, yeri gelir bir paşadan kahve ve afyon ister;
bazen dostlarını eğlenceye, mevlit okumaya, yemek yemeye, gezintiye davet eder;
kütüphanesini tamir eder; yağmurun altında ıslanır. Tüm bunları şiirle ifade eder.
Muhyî’nin bu manzumeleri, klasik Türk edebiyatı şairinin hayattan kopuk olmadığını
aksine onun içinde olduğunu gösteren örneklerdir. Bu bildiride Muhyî’nin söz konusu
şiirleri bu bağlamda ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Muhyî-i Gülşenî, Klasik Türk Edebiyatı, Hayat.
ABSTRACT: Many criticisms have been made for different reasons for classical
Turkish literature which is one of the important and long term periods of Turkish
literature. Some of these criticisms are that he lagged behind, that his language
was full of heavy and incomprehensible words and concepts, that he appealed to
the high level, and that he was abstract and disconnected from life. In the course
of time, these criticisms were found to be unfair with the examples put forward by
experts in the field. The criticism that classical Turkish literature among them is an
abstract literature that is disconnected from daily life is the subject of this article.
16th century is the maturity period of Classical Turkish literature. One of the poets
of this century is Muhyî-i Gülşenî. Muhyî's Divan, which is also a scholar and sufi, is
located in the Egyptian National Library. There are poems in this Divan which refute
*
Bu bildiri, şu an hazırlanmakta olan “Önder Yaşar, Muhyî-i Gülşenî [ö. 1604] Dîvânı,
Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora
Tezi), İstanbul” künyeli doktora tezinden hareketle hazırlanmıştır.
976
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
the criticism. Many of Muhyî's poems have been written through daily life. Muhyî
sometimes demands coffee and opium from a pasha; Sometimes he invites his
friends to entertain, read mawlites, eat, take a stroll; fixes his own library; wet in the
rain. It expresses all this in poetry. These poems of Muhyî are examples that show
that the poet of classical Turkish literature is not disconnected from life, but is in it.
In this paper, Muhyî's poems will be discussed in this context.
Keywords: Muhyî-i Gülşenî, Clasical Turkish Literatüre, Life.
Giriş
13. asırdan 19. asra kadar geleneksel/temel yapısını değiştirecek bir
yeniliğe uğramayan klasik Türk edebiyatı, Tanzimat ve sonrasında gelişen
toplumsal, siyasi ve edebî düşünceler sonucu yerini yeni edebî akımlara
bırakmış ve bu akımların sanatkârları, taraftarlarınca çeşitli yönlerden
eleştirilmiştir. Tanzimat döneminde Namık Kemal ile başlayan (Macit,
2006: 20), klasik edebiyatın dilinden işlevine, değindiği konulara hatta
ismine kadar giden bu eleştiri ve tartışmalar, günümüze kadar
süregelmiştir. Bu süreçte klasik edebiyatı savunmak ve eleştirmek için pek
çok eser yazılmıştır. Böylece bu konuda doktora tezlerinden (Kahraman,
1989), kitaplara (Gölpınarlı, 1945; Eyüboğlu 1968), bildiri ve makalelere
kadar uzanan geniş bir literatür oluşmuştur (Şen, 2007).
Klasik Türk edebiyatına, belli bir yüksek zümreye hitap ettiği, bu
sebeple toplumun tamamını kapsamadığı; kendine, yani Türk edebiyatına
dayanmayıp Fars ve Arap edebiyatlarını taklit ettiği; sürekli aynı mazmun
ve kavramları benzer şekilde kullandığı yani monotonluğu; tasannuya
düşmüş, yapay, samimiyetten uzak olduğu; mahbup yani sevgili ve şarap
edebiyatı olarak göründüğü ve sürekli bunlardan bahsettiği; insan ve
insanın sorunlarından uzak olduğu; belirli kurallar çerçevesinde sıkışıp
kaldığı, bu kuralları aşamadığı; devlet büyüklerine dalkavukluk etmekten
başka iş görmeyen bir edebiyat olduğu gibi suçlamalar yapılmıştır
(Kahraman, 1989: 149-245).
Klasik Türk edebiyatını savunma çabaları, doğal olarak yukarıda
sıralanan eleştirilerle paralel olarak başlamış, bugüne değin sürmüştür.
Klasik edebiyat taraftarları, onun çağıyla uyumlu olduğu, devrini yansıttığı,
onu bugünün yargılarıyla değerlendirmemek gerektiği; klasik şiirin toplumu
yansıttığı, onun gelenek ve kültüründen beslendiği; kendi içerisinde eski-
yeni çatışmasının olmadığı, bir bütün arz ettiği; onu anlamak için etraflı bir
bilgiye sahip olmak gerektiği gibi savunmalar yapmışlardır (Kahraman,
1989: 247-290).
977
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
mimarlık ile ilgili kavramlar, ulaşım araçları, ölçü aletleri, değerli taşlar,
kokular, ticaret metaı; keyif verici maddeler; kumaşlar ve renkler; din,
tasavvuf ve bu ikisinin geniş alt başlıkları; felek/kâinat, tabiat/doğa;
topluma mal olmuş tarihî ve efsanevi şahsiyetler, kahramanlar; dönemin
din adamları, esnaflar, sanatkârlar; dönemin tıp anlayışı ve hastalıkları;
zamanın adetleri, gelenek ve görenekleri, inanışları; deyimler ve atasözleri;
sosyal tabakaları; eğlence hayatı; hayvanlar, bitlikler gibi başlıklar altında
işlendiği görülecektir. Bu kavramların her birinin o dönemin kültürel,
geleneksel, iktisadi, sosyal yapısını ortaya koyduğu şüphe kabul etmez bir
gerçektir. Divan şairinin, insanı ve onun sosyal hayatını, sanatlı bir biçimde
dahi olsa, şiirine ne derece kattığı bu başlıklardan görülebilir. Böylece şiir,
yazıldığı devrin özelliklerini bugüne taşıyan tarihî bir belge hüviyeti de
kazanmış olur (Çetinkaya, 2009: 48).
Yukarıda verilen kaynaklar ve bilgiler ışığında klasik Türk
edebiyatının, sosyal hayattan ve insandan kopuk olduğu düşüncesinin
yanlış olduğu görülmektedir. 16. asrın velut müelliflerinden Muhyî-i Gülşenî
Divanı’nda söz konusu eleştiriyi çürütecek mahiyette şiirler bulunmaktadır.
Burada Muhyî açısından sosyal hayattan bahsedilecekse üç farklı okuma
yapılabilir: birincisi, o dönem yaşanan ve tüm toplumu ilgilendiren tarihî ve
sosyolojik olaylar (fetihler, ölümler, kıtlıklar gibi mühim olaylar için yazılan
şiirler); ikincisi, şairin/şiirin beslendiği kültürel unsurlar (Mısır’da şekerin
önemi ve bolluğu; yine Mısır’da insanların ve atların neyle beslendiği; Nil
havzasındaki gezintiler; kapıyı üç kere çalmanın sünnet olduğu; satranç
oyunun bazı incelikleri; tabiat; meyhanenin bazı halleri; tasavvufun çeşitli
unsurları); üçüncüsü onun kendi günlük hayatı ve yakınları. Muhyî-i
Gülşenî’de bu üç başlığı bulmak ve doldurmak mümkündür. O, hem kendi
ruh halini, yakın çevresini hem de içinde bulunduğu toplumu şiirlerine
yansıtmıştır.
Muhyî’nin Günlük Hayatının Şiirlerine Yansımaları
Muhyî, hayatının her anını şiirle geçirmiştir, denebilir. Günlük
hayatının pek çok safhası onun şiirlerinde yer bulur. Ebussuud Efendi
tarafından ‘sahib-tarih’ diye isimlendirilen (Muhyî-i Gülşenî, 2011: 26)
Muhyî’nin Divan’ında padişahların vefatları (I. Süleyman, II. Selim), yeni
hükümdarların cülusları (II. Selim, III. Murad); fetihler (Yanık fethi, Tunus
fethi, Eğri fethi); önemli şahsiyetlerin ölümü (Şehzade Mustafa), kıtlık, gibi
dönemin mühim hadiselerini aktaran pek çok tarih manzumesi bulmak
mümkündür.
979
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Tunus’un Sinan Paşa Tarafından Fethine Tarih
2
Örnek şiirlerin sayfa numaraları, Muhyî, Mecmûa-i Muhyî, Darü’l-Kütübi’l-Kavmiyyeti’l
Hıdiviyye - Mecâmi-i Türkî, no. 23’ten alınmıştır.
980
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Ahmed Paşa’ya
982
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
4
Nihâlî’den Bir Çuval Alması İçin Hilâlî’ye Yazdık
5
Ahalinin halinin korkusundan çuvalın çevresi boş kaldı.
6
Onun kaşlarının yokluğunda iki büklüm olmamak için Nurî’yi göndermek istemiyorum.
7
Ben onun yüzünün ayının nuruyla dolunayım, ama o, güneşini bize hayal etmiştir.
8
Kimi göndereyim bilmiyorum. Peki, Nihâlî’den Hilâlî alsın.
983
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
9
Bizim bu vefkimiz ne kadar doğal olsa da Allâh’ın nuru [onu] riyazete ulaştırsın.
10
Ey dost, [vefkimiz] eşek kadıya tesir ettiğinden ‘Eşeğin kesimi’ni tarih olarak oku.
11
Molla Mehemmed Emin’e
12
Kapı çalma âdeti üç olmasına rağmen biz bu sabah beş defa çaldık.
13
İlahi keşifler sabahında yüce kişinin kapısının kapalı olması layık mıdır?
14
Molla Mehemmed Emin’e
984
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
15
Eğer bugün yukarı çıkmayacaksanız oturalım ve yemek yapalım.
16
Dostlar buğra istiyorlar. Onlar için hazırlayalım.
17
Ama [önce] sabah vakitlerinde gönlü gam ve kederden kurtaralım.
18
Allah’ın bütün insanlar üzerindeki hücceti Şeyh Ahmed bin Gülşenî hazretleri…
19
Feyizler Hakkında
985
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
EYÜBOĞLU, İsmet Zeki (1968). Divan Şiirinde Sapık Sevgi, İstanbul: Okat Yayınevi.
20
Mahmud Beg’e
986
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Muhyî-i Gülşenî: Bâleybelen, İlk Yapma Dil (2011). (Haz. Mustafa Koç), 2. Basım,
İstanbul: Klasik Yayınları.
ŞEN, Fatma Meliha (2007). “Eski Türk Edebiyatında Sosyal Hayat Çalışmaları”,
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C 5, S 9, ss. 467-506.
987
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Bu bildirideki bilgilerin bir kısmı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nde devam eden “Hulûsî’nin Vesîletü’l-Merâm Adlı Eseri (İnceleme- Tenkitli
Metin)” başlıklı yüksek lisans tez çalışmamızdan elde edilen verilerden alınmıştır.
988
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
couplets taken from the origin text indicated by drawing an upper line though red
ink. After giving the original text The annotator, translated it into Turkish, and gave
explanations by using "so" conjunction in necessary contexts. Hulûsî, included
meaning and grammatical explanation of the words in the edge of pages at times.
In this study, the procedure of commentary using in Vesîletü’l-Merâm will be
examined by giving examples.
Keywords: Pendnâme, Hulûsî, Vesîletü’l-Merâm, commentary.
Giriş
Şerh kavramının temelinde, Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslam kaidelerini
anlamak için yapılan tefsir çalışmaları vardır. İki kavramın da ortak noktası
ele alınan metni anlatma ve açıklama çabasıdır. Ancak bu iki kavram
zamanla birbirinden ayrılmış ve farklı alanlarda uygulanmıştır. Şerhler, ince
manalar ve mazmunlar ihtiva eden edebî metinler çevresinde yoğunlaşmış
tefsir ise sadece Kur’ân-ı Kerîm’le sınırlı kalmıştır. Türkçe şerh geleneği
Arapça ve Farsça yazılmış tasavvufi eserlerin şerhi ile başlamıştır. Farklı
coğrafyalarda ve dillerde yazılmış edebî eserler Anadolu alimleri
tarafından ilgi görmüştür. İlk verimini XIII. yüzyılın sonlarına doğru veren
Anadolu sahası Türk edebiyatında, şerh geleneğinin yaygınlaşıp
klâsikleşmesi ancak XVI. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir (Yazar,
2011:41). Arapça ve özellikle Farsça yazılmış klâsik eserler, Şem’i, Sûdî,
Sürûrî ve Lâmi’î Çelebi gibi geleneğin önde gelen şârihleri tarafından şerh
edilmiştir. Şerh geleneği içerisinde şârihlerin rağbet ettiği eserlerden biri
Ferîdüddîn Attâr’ın nasihat amacıyla kaleme aldığı didaktik mahiyetteki
Pendnâme’sidir. Tasavvufî mesneviler arasında yer alan Attâr’ın
Pendnâme’si, Mesnevî-i Ma’nevî’den sonra en fazla şerh ve tercüme edilen
tasavvufî mesnevîdir (Yazar, 2011:397). Pendnâme’nin bilinen ve
nüshalarına ulaşılan 12 şerh ve 9 tercüme (Yazar, 2011) metni
bulunmaktadır. Pendnâme’nin ilk şerhi 16. yüzyılda meşhur şârih Şem’i
tarafından yapılmıştır. Şem’î’den sonra da XIX. yüzyılın başlarına kadar;
Hulûsî, Abdî Paşa, Şu’ûrî Hasan Çelebi, İsmâîl Hakkı Bursevî, Kilisli Ruhî ve
Mustafâ Refî’a gibi isimler tarafından tekrar şerh edilmiştir (Yazar,
2011:397). Şem’i’den sonraki Pendnâme şârihi Hulûsî’dir. Hulûsî, Şem’i’nin
Sa’âdetnâme adlı şerhinden haberdar olsa da bunun mübtedîler için
yeterince açık olmadığını düşünerek şerhe başlamıştır ve eserine
Vesîletü’l-Merâm adını vermiştir.
Vesîletü’l-Merâm’da sebeb-i te’lif bölümü haricinde 72 konu başlığı
bulunmaktadır. Eserde toplam 828 beyit mısra bazında şerh edilmiştir.
Vesîletü’l-Merâm’ın tespit edilen iki nüshası vardır ve bu nüshalar;
989
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Hulûsî,Vesîletü’l-Merâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar 418. Alıntılar
gösterilirken yalnızca varak numarası belirtilecektir.
990
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
*
Köşeli parantez içerisindeki kısımlar derkenarlardan alınmıştır.
993
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Açıklama ve Şerh
1
Kur’ân-ı Kerîm, Hicr- 29: “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit
siz de hemen onun için secdeye kapanın.”
995
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
mısra bazında ile aldığı metinde şerhi beyitteki anlam bütünlüğüne göre
genelde ikinci mısrada vermiştir.
Ey püser bisyār ħˇāhī ħuft ħīz
Ey oġul çoķ uyusāŋ gerekdür ķalķ.
Ger ħaberdārī zi-ħod bī-güft ħīz
Eger kendüŋden ħaberdār iseŋ dimeden ķalķ yaǾnī saŋa
bugün dünyādan ķalķup git dirler imdi ġaflet uyħusından
uyanup Ǿibādete meşġūl ol. Zīrā ölseŋ gerekdür. Göç
maĥallinde ġāfil bulunursaŋ ĥāl müşkil olur dimekdür.
(22a)
Ger tu-rā Ǿaķlest bā-dāneş ķarīn
Eger senüŋ Ǿaķluŋ Ǿilmile ķarīn ola.
Bāş dervīş ü be-dervīşān nişīn
Dervīş ol ve dervīşler ile otur yaǾnī eger senüŋ Ǿilmüŋ
Ǿaķl ile muķārenet itmiş ise dervīş ol ve anlar ile muśāĥib
ol dimekdür. (23b)
Śadķā-yı kālūde gerded bā-riyā
Bir śadaķa ki riyā ile ķarışıķ ola.
Key büved ān ħayr maķbūl-ı Ĥudā
Ol ħayr ķaçan maķbūl-ı Ħudā olur yaǾnī riyā ile
virilmeyen śadaķa ĥużūr-ı Ĥaķ’da maķbūl degüldür
dimek olur. (47b)
Şerhlerde şârihlerin izahlarını desteklemek amacıyla ayetlerden,
hadislerden ve şiirlerden yararlandığı görülür. Hulûsî de bu noktada
geleneğe bağlı kalarak şerhinde bu kaynaklara başvurmuştur. Vesîletü’l-
Merâm’da şiir ve hadisler ayetlere nispeten daha az yer alır. Hulûsî, şerhinde
ayeti “ķavluhu teǾālā” ifadesinden sonra verir.
Cünbişī kün ey püser kāhil me-bāş
Ey oġul bir cünbiş eyle yaǾnī ĥareket eyle kāhil olma
yaǾnī Ħudā’nuŋ emr-i şerīfine iŧāǾat idüp Ǿibādet ü
ŧāǾatde cüst ü çāpük ol.
Çün belī güftī be-ten tenbel me-bāş
Çünki evvelde belā didüŋ idi şimdi ki ten ile tenbel olma
cidd ü saǾy eyle dimekdür. Ķavluhu teǾālā: Elestü
birabbikum ķālū belā şehidnā.2 (60a)
Tā şevī der-rūzgār ez-śābirān
Tā kim rūzgārda sābirler zümresinden olmaķ isterseŋ.
Rev me-kün ez-dīden-i saħtī girān
2
Kur’ân-ı Kerîm, A’râf-172, “… Ben sizin Rabbiniz değil miyim? ‘Elbette öyle! Tanıklık
ederiz …’
996
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
3
Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmrân-146, “… Allah, sabredenleri sever.”
4
Kur’ân-ı Kerîm, Yûnus- 49, “… Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne
geçebilirler.”
5
Kur’ân-ı Kerîm, Kasas-76, “… Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.”
6
“Benden sonra peygamber yoktur.” Mehmet Yılmaz, Edebiyatımızda İslami Kaynaklı
Sözler s.102
997
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
7
Kur’ân-ı Kerîm, Ahzâb- 40: “Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, fakat
O Allah’ın elçisidir ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilmektedir.”
8
“Kanaat, tükenmez bir hazinedir.”
998
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
Pendnâme, ihtiva ettiği konular yönüyle bilinen ve çok okunan bir
eserdir. Anadolu’da 16. yüzyılda şerh edilmeye başlanan bu eserin çok
sayıda Türkçe şerhi ve tercümesi bulunmaktadır. Bildiriye konu olan
Vesîletü’l-Merâm da Hulûsî tarafından vücuda getirilmiş bir Pendnâme
şerhidir. Vesîletü’l-Merâm 17. yüzyılda yazılmıştır. Kendinden önce yapılan
şerhlerden haberdar olan şârih, onların yeterince anlaşılır olmadığı
düşüncesi ve dostlarının ricası üzerine metni şerh etmeye karar verir. Metnin
yazılış sebebinde geçen “mübtedî” ifadesi bu şerhin okuyucu kitlesini
belirtmesi açısından önemlidir. Hulûsî’nin belirttiği okuyucu kitlesine
bakılarak Vesîletü’l-Merâm’ın medresede yeni başlayan öğrencilere hitap
ettiği söylenebilir.
Vesîletü’l-Merâm, tercüme ve kısa açıklamaların ağırlıklı olduğu
muhtasar bir şerhtir. Eserde, Pendnâme’deki beyitler mısra mısra mensur
bir şekilde şerh edilmiştir. Tercümenin bitiminde genellikle “yaǾnî” ifadesi
kullanılarak kısa açıklamalar veya tercümenin genişletilmiş hali verilmiştir.
Eserde “yaǾnî” bağlacı sadece açıklama cümlelerinde değil bir kelimenin
anlamını verirken de kullanılmıştır. Şârih gerekli gördüğü yerde açıklamalar
yaptıktan sonra bunları daha anlaşılır kılmak için konuyla ilgili ayet, hadis
veya şiir gibi kaynaklardan alıntılar yapmıştır. Vesîletü’l-Merâm’da
derkenarlar şerh ve tercümeye katkı sağlaması açısından önemlidir. Eserin
derkenarlarında genellikle kelimelerin anlamları ve dil bilgisel izahlar
vardır. Şârih, bunların dışında derkenarlarda ayetlere ve açıklamalara da
yer vermiştir. Derkenarlarda bulunan bilgiler detaylı ve geniş açıklamalar
değil kısa ve öz izahlardır.
Hulûsî, Vesîletü’l-Merâm’da genel olarak kabul gören şerh usulünün
bütün unsurlarına yer verse de hepsini eşit miktarda kullanmamıştır.
Hulûsî’nin şerhinde dikkat çeken nokta bazı mısraları herhangi bir izah
olmadan sadece tercüme etmesidir. Tercümelerde yarım kalan ya da
devrik olan cümleler olması Hulûsî’nin tercümeye hiçbir müdahalede
bulunmadığını gösterir. Metinde beyitlerdeki kapalı anlamın ortaya
çıkarıldığı uzun ve detaylı açıklamalara oldukça az yer verilmiştir. Genel
olarak değerlendirildiğinde Hulûsî’nin Şem’i’nin şerh usulüne benzer bir
metot kullandığı söylenebilir.
KAYNAKÇA
Gök, T. (2014). Şem’î Şem’ullâh ve Şerh-i Subhatü’l-Ebrâr’ı. The Journal of
Academic Social Science Studies, Number:25-I, ss. 411-426
999
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Koçoğlu, T. (2012). Mesnevî Şârihi Şem’î Şem’ullah’ın Şerh Yöntemi İle Walter G.
Andrews’un Sözdizimsel Metin Yorumlama Yöntemi Arasındaki Benzerlik.
Turkish Studies, Volume 7/4, ss. 2249-2258.
ÖZET: Temelleri daha eskiye dayanmakla birlikte Türk şerh edebiyatının zirveye
çıktığı dönem 16. asırdır. Şârihler, anlaşılmasında güçlük olduğunu düşündükleri
eserleri birtakım metotlar kullanarak şerh etmişlerdir. Söz konusu şârihlerden biri 17.
asırda yaşayan Nazmizâde Murtazâ Efendi’dir. Hakkında detaylı bilgiler
bulunmayan Nazmizâde’nin, bilgin bir kişilik olduğu Şerh-i Kenzü’l-Ârifîn adlı
eserinden anlaşılmaktadır. İçerisinde tasavvuf ve sufiliğin mertebeleri gibi konuları
barındıran bu eserde klasik şerh geleneği metotlarına bağlı kalınmıştır. Kenzü’l-
Ârifîn’den alınan parçalar kırmızı mürekkeple gösterilip sonrasında şerhe
geçilmiştir. Nazmizâde, söylediklerini desteklemek için sık sık ayet ve hadis alıntıları
yapmakla birlikte diğer şârihlerin aksine istişhad amaçlı beyitleri nadiren
kullanmıştır. Bildirimizde Nazmizâde Murtazâ Efendi ve Şerh-i Kenzü’l-Ârifîn
hakkında bilgi verildikten sonra eserdeki şerh metodu açıklanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kenzü’l-Ârifîn, Nazmizâde, şerh, tasavvuf.
ABSTRACT: Annotation tradition began for explain and make public easier to
understand Qur’an and other religious text. Annotation text was written using a
number of methods by writer. Nazmizâde Murtazâ Efendi was one of our
commentaries who produced works in the commentary tradition. Nazmizâde
Murtazâ Efendi wrote his work Şerh-i Kenzü’l-Ârifîn. Sufism and sufi orders are in
the work. The text is didactic. Şerh-i Kenzü’l-Ârifîn describes the points that are
difficult the understand in Kenzü’l-Ârifîn. Kenzü’l-Ârifîn was written in Persian but
the author of Kenzü’l-Ârifîn could not be identified. In the work written by
Nazmizâde Murtazâ Efendi, the source text is drawn with red ink. After source text
connective’s “yâ’ni” used and passed to explanation section. Text unpartitioned
and text written in prose. Author used excerpt’s verse and hadiths in text. There is
only one copy of the text. Text consist of 45 leafs and 23 lines. In this study
annotation methods used in the work will be revealed.
Keywords: Kenzü’l-Ârifîn, Nazmizâde, şerh, tasavvuf.
Giriş
Tefsir çalışmaları, ortaya çıkışından bir süre sonra farklı alanlara ait
metinler üzerinde uygulanması ile şerh geleneğinin oluşmasını sağlamıştır.
Şerh metinlerinde şârihler, okuyucular tarafından metnin daha iyi
1001
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
“Şerh yapmak için sadece şerh yapılan metin hakkında bilgi sahibi
olmak yeterli değildir. Şerh yapan kişi, yâni şârih, gelenek ve kültürüyle
şekillenmiş bir ön bilgiye ve bunun üzerine ilave ettiği fikrî, felsefî, hayâtî ve
sosyal bir düşünce dünyasına sahip olmalıdır. Beşerî bilimlerde ve din
bilimlerinde yeteri kadar bilgisi olan bir şârih, içinde bulunduğu kültürel
1004
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
a) Tercüme ve Şerh
Şârihler, metinde tercüme veya açıklama yaptıkları bölümleri belli
edebilmek, anlattıklarını özetlemek, sözü toparlamak gibi amaçlarla bazı
bağlaçları kullanır. Nazmizâde kaynak metinden sonra tercüme ve şerh
bölümüne en çok “yaǾnį” bağlama unsurunu kullanarak geçmiştir. “YaǾnį”
kelimesini ise “hāśıl-ı maǾnā, hāśıl-ı murād-ı maǾnā, hāśıl-ı kelām” gibi bağlama
unsurları takip etmiştir.
Eserde çoğu zaman kaynak metnin cümleleri sadece tercüme
edilmiş, tercümeye açıklamalar eklenmemiştir:
YaǾnį lā-cerem herkesüŋ mertebe vü maķāmı cedd ü cehdine
göre olur. (13b)
YaǾnį rūĥa ķalb dahı dinilür.(15a)
Ve daħı maǾnā-yı Allāh ekber oldur ki Haķ teǾalā Ǿaźźe ve
celle cümleden źiyāde ulu vü büyükdür. (19b)
Şârih, kaynak metni tercüme ederken bazen eklemeler yapmış,
tercümesini genişletmiştir:
1005
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
1
Nâs Sûresi, 114/1-3
1007
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
- Hz. Muhammed
- Hz. Ali
- Hz. Ayşe
- Müslim bin Yesâr
- Ebu’l- Hüseynü’l-Verrâk
- Ebû Osmân Mağribî
- Ömer İbnü’l-Fârız
- Râbiâtü’l-Adeviyye
- Ebû İshâk İsferâyini
- İmâm Câferü’s-Sâdık
2
Mülk Sûresi, 9. ayet
1008
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Sonuç
KAYNAKÇA
Nazmizâde, M. (1217) Şerh-i Kenzü’l-Ârifîn, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk
Kitaplığı 297.7 h.1.
ÖZET: 16. Yüzyılda Seyfeddin Aksıkentî tarafından yazılan Mecmu’ü’t-Tevârîh ile 17.
Yüzyılda Ebulgazi Bahadır Han tarafından kaleme alınan Şecere-i Terâkime, kendi
dönemlerindeki tarihçilik anlayışından beslenen klasik birer tarih kitabı niteliği
taşımaktadır. Bu iki eserin benzerlikleri sadece Moğol tarihçilik geleneğine bağlı
olmalarıyla izah edilemez. Bu eserler yazıldıkları ve daha önceki dönemlerdeki
gerçek ve muhayyel olaylardan beslenme, değerler sistemi ve inançları yansıtma,
kronolojik yanılgılar taşıma, sözlü kültüre ait unsurlar bünyelerinde barındırma
bakımlarından da birçok benzerlik taşımaktadır. Bu durum büyük oranda söz konusu
eserlerin aynı kültür havzasına ve aynı geleneğe ait olmasıyla izah edilebilir. Ancak
aynı tarihçilik geleneğinden neşet etmeleri bakımından benzerlik gösteren bu
eserler, yazarların kişilik özelliklerine, dönemin siyasi olaylarına, yazarların
etkilendikleri şahsiyetler ve okudukları kaynaklardaki bilgiler bakımlarından da
birtakım farklılıkları bünyesine almıştır. Bu çalışmada aralarında bir asırlık yaş farkı
olan Türk tarihinin ve edebiyatının temel iki kaynağı benzerlik ve farklılıkları
bakımlarından kıyaslanarak, dönemin tarih yazma geleneği ortaya konduğu gibi
farklılıkların oluşmasında neden olan unsurlar ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türk Tarihi, Türk Edebiyatı, Mecmû’ü’t-Tevârîh, Şecere-i
Terakime.
ABSTRACT: Mecmû’ü’t-Tevârîh, written by Seyfeddin Aksıkentî in the 16th century,
and Şecere-i Terâkime, written by Ebulgazi Bahadır Han in the 17th century, are the
classic history boks fed by the understanding of historiography in their time. The
similarities of these two Works cannot be explained only by their adherence to the
Mongolian tradition of historiography. These Works have many similarities in terms
of nutrition, reflection the values system and beliefs, carrying chronological
misconceptions, and incorporating elements of oral culture from the real an
imaginary events of the previous periods. The situation can be explained by the fact
that these Works belong to the same cultural basin and the same tradition.
However, these Works, which are similar in terms of coming from the same tradition
of historiography, included some differences in terms of personality characteristic
1011
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
of the authors, political events of the period, the personalities affected by the
writers and the imformation they read. In this study, the two main sources of Turkish
history and literature, which are a century old age difference, are compared in
terms of similarities and differences, and the factors that cause the formation of
differences will be discused.
Keywords: Turkish History, Turkish Literature, Mecmû’ü’t-Tevârih, Şecere-i
Terakime.
1
Tagircanov (1960: 11) çalışmasında eserin birinci bölümünün yazarı Seyfeddin Aksıkenti
hakkında “Telif bilgisinde eserin baba tarafından yazıldığı, fakat bitirmek nasip
olmadığı için ölmeden önce oğluna eseri bitirmeyi nasihat ettiği söylenmektedir.
Mavlânâ Muhammad Kazi onu Sayyid Hasan'ın yanına defnetmiştir. Oğlunu Said
Kurban Vali’ye emanet etmiş ve oğul onlardan öğrendiği her şeyi yazmıştır. Eserin ilk
bölümünün yazarı Seyfeddin Aksikenti’nin Muhammad Kazi daha hayattayken, yani
921/1515-1516 yıllarından önce vefat ettiği buradan anlaşılmaktadır. L.7b’de geçen
Muhammad Kazi’nin ölümü ve doğumuyla ilgili (L. 86b’deki) bilgilerin oğlu tarafından
eklendiği açıktır.” şeklinde bilgiler vermektedir.
2
Kırgız İlimler Akademisi 167a numarada kayıtlı eser toplamda 123 sayfa olup, eserin son
sayfaları eksiktir. Eserin Leningrad Nüshasının 127 sayfa olduğu düşünülürse, eserin
Kırgız İlimler Akademisi El Yazma Nüshasında 4 sayfanın eksik olduğu anlaşılmaktadır.
1014
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
Mecmû’üt-Tevârîh
(Türkiye Türkçesinde)
Büyük küçük herkes Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yolundan
yürüsün. Peygamberin arkadaşlarının büyüğü, önderi Abu Bakir Sıddık,
Omar, Osmon ve Ali.3 (Çeribaş, 2019: 49).
Ondan Sonra
Çaresiz, günahkâr ve Allah’ın rahmetine çok muhtaç fakir kul
Damolla Abbas Aksıkentî’nin oğlu Molla Saypidin. 4 Dost ve akranlarının
bazıları: Tarih kitapları çoktur; fakat özgün olan bir risale (kitapçık) yoktur.
Uygunsa atalarımızın soyunu sopunu, onların hayatını, seyitlerin mucizeleri
ve onların şecereleri ile müridlerini ve muhlislerini ve onların gazaların
bazılarını anlatan özel bir tarih kitabı olsa!, diyerek rica ettiler. 5 Dostlarımın
bu ricasını can u gönülden kabul edip müritleri çok olan Mevlânâ Seyyid Mir
Celil’in yanına gittim. Ondan hayır duasını rica ederek ona durumu
anlattım. Benim ricamı kabul ederek böyle bir kitap yazmama izin verdi. İzin
aldıktan ve dünyaca ünlü “Tarih-i Cihangüşa”, “Kıssasül-Enbiya”, “Tarih-
i Mongoliya”, “Zübdetül-Başar” gibi tarih kitaplarından bilgiler aldıktan
sonra yüzyıllardır saygı duyulagelen bilge hükümdarların 6 ruhlarını da yâd
ederek İmam Cafer-i Sadık’tan Mevlânâ Seyyid Mir Celil’e kadar hikâye
3
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Ali” ismi değil, “Haydar” ismi
geçmektedir. Şecere-i Terâkime’de söz konusu övgü ve din büyüklerine dua bölümü
“Başlangıcı ve bitişi, yurdunun sonu, eşi benzeri, babası, anası, hanımı, oğlu, kızı ve
danıştığı kimsesi olmayan Tanrıya övgü ve şükürler olsun” şeklinde başlamakta ve
“Bütün peygamberlerin iyisi, Tanrı(nın) dostu ve bütün insanoğluna gönderdiği elçi
olan o peygambere sonsuz selam ve dua olsun.” (Kargı Ölmez, 1996: 231) sözleriyle
devam etmektedir.
4
Mecmû’ü’t-Tevârih’in bu bölümünde yazar kendisini çok kısaca tanıtır. Eserin yazarı
Kırgızca çevirisinde “Saypidin” olarak geçmekle birlikte el yazma nüshada “Seyfüddin”
ifadesi yer almaktadır. Şecere-i Terakime’de ise söz konusu bölümde “Şimdi bundan
sonrasını (ise) Çingiz soyundan Ürgençli Arap Muhammed Han'ın oğlu Ebulgazi Han
anlatır: Çok eziyetler gördükten sonra yaşımız otuz dokuza ulaştığında, 1051 tarihinde,
yılan yılında Harezm'de, babamızın tahtına oturup memleket işleriyle uğraştık.”
Denilmektedir (Kargı Ölmez, 1996: 231).
5
Mecmû’ü’t-Tevarih’te bu şekilde verilen sebeb-i telif bölümü Şecere-i Terakime’de
“Türkmen bilginleri, şeyhleri ve beyleri benim tarihi iyi bildiğimi işitmişler. Bir gün hepsi
gelip "bizde Oğuzname çoktur, ama hiç birisi iyi değildir; hepsi yanlıştır ve birisi diğerine
uymaz. Her biri bir türlüdür, itibar edeceğimiz doğru bir tarih olsaydı iyi olurdu" diye
(tarihlerini yazmamı) rica ettiklerinde onların bu ricalarını kabul ettim.” (Kargı Ölmez,
1996: 231) şeklinde ifade edilmiştir.
6
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Bilge hükümdarların ruhlarını da” ifadesi
değil, “imamların yüce ruhlarını da” ifadesi yer almaktadır.
1016
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
7
Seyfettin Aksıkenti, eseri kaleme alırken kullandığı kaynakları açık olarak belirterek
Tarih-i Cihangüşa”, “Kıssasül-Enbiya”, “Tarih-i Mongoliya”, “Zübdetül-Başar” gibi
kaynaklardan yararlandığını ve eserini mensubu olduğu tarikatın tanıtılması temelinde
(İmam Cafer-i Sadık’tan Mevlânâ Seyit Mir Celil’e kadar) yazdığını belirtir.
8
Mecmû’ü’t-Tevarih’te tasavvuf temelli bir bilgi olarak Hz. Peygamber’in nurunun
yaratılışı ve bu nurun Hz. Âdem’e geçiş şekli anlatılırken Ebulgazi Bahadır Han Şecere-
i Terakime’de “Yüce Tanrı meleklere, "topraktan insan yapıp can vererek yeryüzünde
kendi yerime halife bırakacağım" deyince melekler, "Onlar yukarıdaki döşek ile
aşağıdaki döşeği zabt edemezler (gökyüzünü ve yeryüzünü tutamazlar). O yüzden
sana asi olurlar, yoktan yaratman daha iyidir" dediler. Yüce Tanrı "siz benim bildiğimi
bilmezsiniz. Gidin topraktan bir kişinin suretini yapın" dedi. Azrail aleyhisselam
Tanrı'nın emriyle yeryüzündeki her türlü topraktan alıp Mekke-i Muazzama ile Taif'in
arasında toprağı balçık haline getirip Âdem'in şeklini yaptılar. (Aradan) birkaç yıl
geçtikten sonra Yüce Tanrı ona can verdi ve bin yıl bu dünyada durdu. Âdem Arapça'dır.
Arap(lar) deriye âdem der, her şeyin dışına deri derler. Melekler toprağı, yeri kazıp
içinden almadılar, dışından alıp âdem'in şeklini yaptılar. Onun için Âdem dediler.”
(Kargı Ölmez, 1996: 232) şeklinde doğrudan Âdem’in cismani varlığının nasıl
oluştuğundan bahsetmekte ve âdem kelimesinin anlamı üzerinde durmaktadır.
9
Mecmû’ü’t-Tevarih’in el yazma nüshasında “Şeys” ismi geçmektedir. Söz konusu isim
Şecere-i Terakime’de de “Şeys” olarak geçmekte ve Şeys’le ilgili olarak “Ondan sonra
Cebrail Aleyhisselam Yüce Tanrı'dan Şeys'e kitap alıp geldi. Şeys hem peygamber hem
(de) padişah olup halka adaletli davranıp 912 yıl bu dünyada yaşayıp (durup) cennet
sarayına gitti (öldü). Şeys'in anlamı "Tanrının heybeti" demektir.” (Kargı Ölmez, 1996:
233) şeklinde bilgiler verilmektedir.
10
Şecere-i Terakime’de Yunus yerine Anuş ismi geçmekte ve bu kısımda “Şeys öldüğü
zaman yerine oğlu ·Anuş'u bırakıp gitti. Anuş da babası ve büyük babasının şeriatı için
çalışıp o da babası gibi 912 yıl bu menzilde yaşadıktan sonra o menzile gitti. Anuş'un
anlamı "sadık"dır.” (Kargı Ölmez, 1996: 233) bilgileri verilmektedir.
1017
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
11
Şecere-i Terakime’de de söz konusu isim Kınan olarak geçmektedir. Eserde Kınan ismi
“Anuş da öldüğü zaman yerine oğlu Kınan'ı oturtup çok nasihat ve vasiyet etti. O da
840 yıl babasının yürüdüğü yolda yürüyüp, oğlu Mihlail'i kendi yerine oturtup Tanrı'nın
yanına gitti.” (Kargı Ölmez, 1996: 233) şeklinde anlatılmaktadır.
12
Şecere-i Terakime’de de söz konusu isim Mihlail olarak geçmektedir. Eserde Mihlail,
“Mihlail zamanında insanoğlu çoğaldı, oturdukları yere sığmadılar. Bu yüzden Mihlail
Babil ülkesine gidip orada bir şehir kurdu, adını "Sus" koydu ve dam ev kurdu, köyler
yaptırdı. Ondan önce şehir, köy ve ev yoktu. Dağların kovuklarında ya da ormanda
oturuyorlardı. Halka "yeryüzüne yayılın" diye emir verdi. Mihlail'in emriyle bütün
insanoğulları gidip nerede uygun yer varsa orada köyler kurdular. Mihlail 920 yıl adı
geçen şehirde kalıp yerine oğlu Berd'i oturtup dem vurmaz şehrine gitti. Berd de 960 yıl
bu şehirde oturup oğlu Ehnoh'u (kendi) yurdunda koyup göçmez ve konmaz ülkesine
gitti. “ (Kargı Ölmez, 1996: 233) sözleri ile tanıtılmaktadır.
13
Söz konusu isim Şecere-i Terakime’de geçmemektedir.
14
İdris ismi Şecere-i Terakime’de Ehnoh olarak verilmekte ve Ehnoh’un lakabının İdris
olduğu dile getirilmektedir (Kargı Ölmez, 1996: 233).
15
Söz konusu isimden Şecere-i Terakime’de hiç bahsedilmemekte, İdris peygamber
zikredildikten sonra Matuşaleh ismine geçilmektedir.
16
Matuşluh ismi Şecere-i Terakime’de Matuşaleh şeklinde geçmekte ve hakkında şu
bilgiler verilmektedir: “İdris cennete gittikten sonra oğlu Matuşaleh babasının yerine
oturdu. Dürüst ve adil davrandı. Ne kadar yaşadığı bilinmiyor. O da babasının gittiği yere
gitti.” (Kargı Ölmez, 1996: 233).
17
Malik ismi yerine Şecere-i Terakime’de Leymek ismi zikredilmekte ve hakkında şu
bilgiler verilmektedir: “Ondan sonra Matuşaleh'in oğlu Leyınek babasının yerine oturup
çok uzun yıllar adil ve dürüst davrandı. Daha sonra babasının gittiği yola düşüp gitti.·
Onun da ne kadar yaşadığı bilinmiyor.” (Kargı Ölmez, 1996: 233).
18
Şecere-i Terakime’de Nuh Aleyhisselam’la ilgili olarak nakledilenler şöyledir: Daha
sonra oğlu Nuh peygamber babasının yerine oturdu. 250 yaşına geldiğinde Yüce Tanrı
ona peygamberlik verdi. 700 yıl halkı doğru yola çağırdı, Erkek ve kadın olmak üzere
seksen kişi iman getirdi. Yedi yüz yılın içinde seksenden fazla kişi(nin) iman
getirmemesine öfkelenip halka beddua etti. Cebrail geldi ve "Yüce Tanrı senin duanı
kabul etti, herhangi bir zamanda halkı suya batıracak, sen gemi yap" dedi ve geminin
nasıl yapılacağını gösterdi. Yerden su çıktı, gökyüzünden yağmur yağdı, yeryüzündeki
canlıların hepsi boğuldu. Nuh Peygamber, üç oğlu ve iman getiren seksen kişiyle
gemiye bindi. Birkaç aydan sonra yer, yüce Tanrı’nın emriyle suyu kendine çekti. Gemi
Musul adlı şehrin yakınında(ki) Cudi denilen dağdan çıktı, gemiden çıkan kişilerin hepsi
hasta oldu.” (Kargı Ölmez, 1996: 233-234). Eserde Hz. Nuh’un oğulları Ham, Sam ve
Yafes ismi zikredildikten sonra şecere Yafes’in oğlu Türk’ün ve onun oğullarının
anlatımı ile devam eder. Mecmû’ü’t-Tevârih’te ise bu kısımlar başka bir bölümde
anlatılmaktadır.
19
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Amir” ismi geçmektedir.
1018
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
20
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Aşda” ismi geçmektedir.
21
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında söz konusu isim “Abdullah” olarak
geçmektedir. Bundan sonraki sayfalarda isim Abdullah olarak yazılacaktır.
22
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “o nur Abdullah’ın alından Amine’ye geçti”
ifadesi yer almaktadır.
23
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Tufandan sonra Hz. Nuh’tan üç oğul ve
bir kız oldu” kaydı vardır.
24
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Amun deryasından güneşin doğduğu
yerlere kadar Yafes’e tayin etti.” anlamında cümle geçmektedir. Şecere-i Terakime’de
ise Yafes’in gönderildiği yerle ilgili şu bilgiler geçmektedir: “Yafes babasının emriyle
Cudi dağından ayrılıp İtil ve Yayık suyunun yakasına ulaştı. 250 yıl orada yaşadı ve vefat
etti. Sekiz oğlu vardı. Çok çocuğu olmuştu. Çocuklarının adları şunlardır: Türk, Hazar,
Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimarı, Tarih. Yafes ölümüne yakın büyük oğlu Türk'ü yerinde
oturtup diğer çocuklarına "Türk'ü kendinize padişah bilip onun sözünden çıkmayın"
dedi. Türk'e "Yafes oğlu" diye ad taktılar. Çok terbiyeli ve akıllı birisiydi. Babasından
sonra birçok yere gitti ve (birçok yeri) gördü. Bir yeri beğenip orada oturdu. Bugün oraya
"Isıg Köl" derler. (Kargı Ölmez, 1996: 234).
25
Bu konuda Şecere-i Terakime’de “Nuh Peygamber, üç oğlu, üç gelini ile iyileştiler,
onların dışında(ki) kişilerin hepsi öldü. Ondan sonra Nuh Peygamber üç oğlunun her
birini bir yere gönderdi. Ham adlı oğlunu Hindistan'a gönderdi. Sam adlı oğlunu İran'a
gönderdi. Yafes adlı oğlunu Kuzey tarafına gönderdi ve üçüne "üçünüzden başka
insanoğlu kalmadı. Şimdi üçünüz üç yurtta yaşayın, çocuklarınız çok olduğu zaman bu
yerleri yurt edinip oturun'' dedi. Kimileri Yafes'in peygamber olduğunu, kimileri ise
1019
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
olmadığını söyler. Yafes babasının emriyle Cudi dağından ayrılıp İtil ve Yayık suyunun
yakasına ulaştı. 250 yıl orada yaşadı ve vefat etti. Sekiz oğlu vardı. Çok çocuğu
olmuştu. Çocuklarının adları şunlardır: Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimarı,
Tarih. Yafes ölümüne yakın büyük oğlu Türk'ü yerinde oturtup diğer çocuklarına "Türk'ü
kendinize padişah bilip onun sözünden çıkmayın" dedi. Türk'e "Yafes oğlu" diye ad
taktılar. Çok terbiyeli ve akıllı birisiydi. Babasından sonra birçok yere gitti ve (birçok
yeri) gördü. Bir yeri beğenip orada oturdu. Bugün oraya "Isıg Köl" derler. Çadır evini o
çıkardı. Türkler arasındaki kimi adetler ondan kaldı. Türk'ün dört oğlu vardı. İlki Tütek,
ikincisi Çigil, üçüncüsü Bersaçar, dördüncüsü Emlak. Türk ölecek olduğunda Tütek'i
kendi yerine padişah olarak bırakıp uzun (bir) sefere gitti. Tütek akıllı, devletli ve iyi bir
padişahtı. Türkler içindeki birçok âdeti o ortaya çıkardı. Acem padişahlarının ilki olan
Keyumers ile çağdaştı. Günlerden bir gün ava çıkmış öldürdüğü geyiği kebap yapıp
yiyorken elinden bir parça et yere düştü. Onu alıp yediğinde ağzına çok hoş bir tat
yayıldı. Çünkü o yer tuzlaydı. Yemeğe tuz atmayı o çıkardı. Bu tuzlu yeme geleneği
ondan kaldı.” (Kargı Ölmez, 1996: 234) şeklinde Mecmû’ü’t-Tevârih’le örtüşen bilgiler
aktarılmaktadır.
26
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Bir gün Nuh Aleyhisselam oturmuştular,
kızına dört yerden görücü geldi.” İfadesi geçmektedir. Hz. Nuh’un kızlarıyla ilgili
rivayetler halk arasında günümüzde de anlatılmaktadır.
27
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “seksen dört kişi” ibaresi geçmektedir.
Şecere-i Terakime’de “Üç oğlu ve iman getiren seksen kişiyle gemiye bindir.” (Kargı
Ölmez, 1996: 234) ifadesi geçmektedir ki toplandığında bu sayı seksen dört sayısına
denk gelmektedir.
28
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Her yerde şehir ve kasaba yaptılar.”
ifadesi kullanılmıştır.
29
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Davranışları, ahlakı ve kendisi de çok
iyidir.” şeklinde geçmektedir.
1020
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
30
Dede Korkut Kitabı’nda da dört kadın tipinden bahsedilmekte ve Bayağı kadın tarif
edilirken “Geldük ol kim niçe söyler-isen bayağıdur: Öte yazıdan yabandan bir odlu
konuk gelse, er adam ivde olsa, ana dise ki: Tur etmek getür yiyelüm, bu da yisün dese,
pişmiş etmegün bakası olmaz yimek gerekdür; avrat aydur: Neyleyeyim, bu yıkılaçak
ivde un yok, elek yok, deve değirmeninden gelmedi dir; ne gelür-ise benüm sağrıma
gelsün diyü elin götine urur, yönin anaru şağrısın erine döndürür; bin söyler-isen birisini
koymaz, erün sözini kulağına koymaz. Ol Nuh Peygamberim eşeği aslıdur. Andan dahi
sizi hanum Allah saklasun, ocağunuza bunçılayın ‘avrat gelmesün” ifadeleri geçmekte
ve Bayağı kadının Hz. Nuh’un eşeği soyundan olduğu vurgulanmaktadır (Ergin, 1989:
77).
31
Şecere-i Terakime’de bu konuda “Çocuklarının adları şunlardır: Türk, Hazar, Saklap,
Rus, Ming, Çin, Kimarı, Tarih. Yafes ölümüne yakın büyük oğlu Türk'ü yerinde oturtup
diğer çocuklarına "Türk'ü kendinize padişah bilip onun sözünden çıkmayın" dedi. Türk'e
"Yafes oğlu" diye ad taktılar.” (Kargı Ölmez, 1996: 234) şeklinde Yafes’in diğer
çocuklarına Türk’ün padişah olması gerektiğini tavsiye ettiğinden bahsedilmekte iken
Memû’ü’t-Tevârih’te ise bu özelliklerin Hz. Nuh’un duası ile gerçekleştiği dile
getirilmektedir (Çeribaş, 2019: 57).
32
Şecere-i Terakime’de Yafes’in çocukları olarak “Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin,
Kimarı, Tarih” adları geçmektedir (Kargı Ölmez, 1996: 234).
33
Şecere-i Terakime’de Türk öldükten sonra onun yerine Tütek, Tütek öldükten sonra
onun yerine Amulca Han, Amulca Han öldükten sonra oğlu Bakuy Dip Han tahta geçti,
Bakuy Han’ın yerine Kök Han, Kök Han’ın yerine Alınca Han, han olur. Alınca Han’ın Tatar
ve Moğol adlı ikiz oğlu dünyaya gelir. Moğol Han’dan Kara Han, Kür Han, Kır Han ve Or
Han adlı dört oğul doğar. Oğuz Kağan da Kara Han’ın büyük hanımından olan oğlu
olarak zikredilir (Kargı Ölmez, 1996: 234-235).
34
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Bütün Kazaklar ondan türemiştir.” ifadesi
geçmektedir.
35
Mecmû’ü’t-Tevârih’te Moğol, Oğuz Kağan’ın oğlu olarak geçmekte, Moğol’un oğulları
olarak da Gıziddin ve Lariddin adları zikredilmektedir. Şecere-i Terakime’de ise Moğol,
Tatar’la birlikte Kara Han’ın ikiz oğlu olarak tarif edilmektedir (Kargı Ölmez, 1996: 245).
1021
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
36
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Feridun” ismi geçmektedir.
37
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında yer adı “Ergenetun” şeklinde geçmektedir.
38
Ergenekon Destanı Reşidüddin’in Câmiü’t-Tevarih’inde ve Ebugazi Bahadır Han’ın
Şecere-i Türkî adlı eserinde geçmektedir. Reşidüddin’in kaydına göre Ergenekon,
Türklerle Moğollar arasındaki bir savaşa dayanmakta ve Türklerin Moğolları yok etmesi
ve savaştan kaçan iki kadınla iki erkeğin Ergenekon’a saklanmalarının hikâyesini
içermektedir (Ögel, I, 2010: 61-70). Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türki adlı eserinde
de Ergenekon Tatarlarla Moğollar arasında geçen bir hikâyeye dayandırılır ve İlhan’ın
oğlu Kıyan ile Nokuz’un Ergenekon’a sığınmaları ve orada çoğalmaları anlatılır (Yiğit,
2009: 35-36).
39
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Feridunun neslini yok edip Moğol halkına
Gıziddin padişah olur” İfadesi geçmektedir.
40
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Hz. Muhammed’in peygamberliği her yere
yayıldı” ifadesi geçmektedir.
41
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Hz. Ukkaşe” şekliyle geçmektedir.
1022
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
her biri birer çocuk hediye ederler. Akkoşa bir diğer mektubu Türkmenlere
gönderir. Mektup Harezm’e ulaştığında Ma’murbek Türk ile Alati Türkmen
bu haberi alır. Üç günlük yol yürüyerek onu karşılarlar ve mektubu
başlarında taşıyarak Harezm’e gelirler. Mektup için yedi hazinesini ahaliye
dağıtırlar. Harezmlilerin tümü iman eder. Üçüncü mektubu Nogaylara
gönderir. Onlar da mektubu okur iman ederler. Ondan sonra o mektubun
kopyasını Türkistan’a gönderirler. Türkistan halkı da mektubu kabul eder ve
iman getirirler. Mektubun cevabını da Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e
gönderirler. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Tacik’in kalbinde
ilim eksik olmasın! Hindistan utanç içinde yaşasın!” diye dua eder.
Ondan sonra Harezm padişahı Ma’murbek, Azarhan çocuklarına bir
haberci gönderir, o kişi Türkistan’a gelip mektup hakkında bilgi verir. Birçok
insan İslam dinini kabul eder ve onlardan temsilciler seçilerek Harezm’e
giderler. Harezm’de birkaç kişi bunlara katılır ve beraber Gızlara giderler. 42
Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir Savaşı’nda idi. Bu doksan iki kişi o
savaşın olduğu yere gelir. O sırada kâfirler Müslümanları yenmek üzeredir.
Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem yedi yüz kişi ile dağ tarafında durmaktadır.
Hz. Şah-ı Merdan Ali Murtaza tek başına savaşarak zafere ulaşmıştılar. Çok
sayıda Müslüman şehit olur. Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Bunlar hangi
millettendir?” diye sorar. Hz. Ebubekir 43 “Bunlar dağlık bölgelerde yaşayan
halkların bulunduğu taraftan gelmişler” diye cevap verir. 44 Hz. Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Arapça “savaşa girin!” diye emreder. Bunlar bu sözleri
anlamaz. Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Türkçe “savaşın!” der. Akkoşa geç
kalmıştı. Halkı tamamıyla savaşa girer, kâfirlerin birçoğunu öldürürler. Hz.
Şah-ı Merdan da birçok kâfiri öldürür. Hz. Ali bu halkı, Hz. Sallallahu Aleyhi
ve Sellem ’in huzuruna getirir. Doksan iki dağlı tekrar imanlarını tazeler. 45
Hz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. Ali Murtaza’ya “Bu halka eğitim ver!”
diye buyurur. Hz. Şah-ı Merdan Murtazali bunu kabul eder. Onları Hz. Şah-ı
Merdan Murtazali misafir eder. Onlara kâfirlerden elde ettikleri ganimetten
verir. Bu doksan iki kişiye doksan iki isim verilir. 46 Doksan iki kişiden oluşan
42
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında söz konusu cümleden sonra “Gızlardan da
birkaç kişi bunlara katılır ve doksan kişi olup Medine’ye yola çıkarlar” ifadesi
geçmektedir.
43
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Hz. Ebubekir Sıddık” şeklinde
geçmektedir.
44
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Bu kavim Arap çöllerinden gelmiştir”
ifadesi geçmektedir.
45
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “doksan iki kişi” şeklinde geçmektedir.
46
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “bu doksan iki gence doksan iki isim verilir”
ibaresi mevcuttur.
1023
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
47
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “doksan iki kısım Özbek bu cemaattendir”
ifadesi kullanılmıştır.
48
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Zübdetül-Beşer’de bu doksan iki Özbek
halkının adları şunlardır” ifadesi yer almaktadır.
49
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Mani” şeklinde geçmektedir.
1024
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
50
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “dört gün orada bekledi, dört günden
sonra evine döndü” ifadesi yer almaktadır.
51
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Kalmuk’un oğullarından biri” ifadesi yer
almamaktadır.
52
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında “Bunlar kabul ettiler” cümlesi yer
almaktadır.
53
Mecmû’ü’t-Tevârih’in el yazma nüshasında bu cümleden sonra “bu haber her yere
yayıldı, çok kişi Kalmuk dinine geçti” ifadesi yer almaktadır.
1025
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019)
BİLDİRİLER KİTABI
KAYNAKÇA
Çeribaş, Mehmet (2019), Mecmû’ü’t-Tevârih, İstanbul: Kesit Yayınları.
Dosbolov, Moldo Mamasabr, Omor Sooronov (1996), Tarıhtardın Cıynagı
(Mecmuatü’t-Tevarih), Bişkek.
Ebulgazi Bahadır Han (1996), Şecere-i Terakime (haz. Zuhal Kargı Ölmez), Ankara.
Ebulgazi Bahadır Han (2009), Şecere-i Türkî (haz. Yunus Yiğit), İstanbul: İlgi Kültür
Sanat.
Ebulgazi Bahadır Han (YTY), Şecere-i Terakime (haz. Muharrem Ergin), İst:
Tercüman 1001 Serisi.
Ergin, Muharrem (1989), Dede Korkut Kitabı-I, Ankara: TDK Yay.
Ögel, Bahaeddin (2010), Türk Mitolojisi I, Ankara: TTK Yay.
Tagircanov, A. T. (1960), Sobrenie İstoriy, Leningradskogo Universiteta.