Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 1126

Table of Contents

Her ara tırma bir bilmeceyle ba lar


Suskunluk Sarmalı H ipotezinin Olu umu
“Anlayı ımız ö lçü mlerimizin çok gerisinden topallayarak gelmektedir”
Son dakika taraftarları
Gö rü ntü yü gü n ı ı ına çıkarmak
Kamuoyu Yoklama Araçlarıyla Kontrol
Yakaya takılan bir rozetle de konu ulur
Gö rü melerde kurgulara gerçekmi çesine tepki verilmesi
Hangi partinin afi leri yırtıldı?
Kamuoyu Nedir?
Toplumsal kabu umuz
Kamuoyuna Dayanan Hukuk: John Locke
Hü kü metler "Oy”a Dayanır: David Hume, James Madison
Kamuoyunu bir tehdit gibi algılama e ilimi devrim zamanlarında artar
Jean-Jacques Rousseau “Kamuoyu" Kavramına Yaygınlık Kazandırıyor
Kamu demek, herkesin gö rmesi demek
Ahlak bekçisi olarak kamuoyu
Kurtların Koro Halinde Uluması
Ortak bir eyleme katılmak
Sü rü davranı ı
Afrika ve Pasifik Kabilelerinde Kamuoyu
Margaret Mead: Kamuoyu olu turmanın ü ç yolu
Kom uların denetimi
B astille’e Hü cum: Kamuoyu ve Kitle Psikolojisi
Tipik bir kamuoyu olmayan kararsız kalabalıklar
Moda Kamuoyudur
Erkekler neden sakal bırakmak zorundadır?
Sıkı bir ö rü ntü
Onur cezaları insanın duyarlı toplumsal do asından yararlanırlar
Hukuk ve Kamuoyu
Hukuk gelenekler tarafından desteklenmek zorundadır
Kamuoyu Bü tü nle meyi Sa lar
Rudolf Smend’in bü tü nle me ö retisi
Kamuoyuna Meydan Okuyanlar: Marjinaller, Sapkınlar, Sıradı ı Ki iler
Bir if a kitabı
Kamuoyu ö nce stereotipler aracılı ıyla iletilir
Niklas Luhmann: Konulan Kamuoyu Belirler
Kamu ki iyi “toplumiçi” kılar
Kamuoyunun ki Kayna ından Biri Medya
Çifte Kanaat Ortamı
“Kar ılıklı cehaletler": Halk, halk hakkında yanılıyor
Medyada Gö rü leri Temsil Edilmeyenler Susturulmu lardır
Medya tarafından ü retilmezlerse, sö zcü kler de yok
Vox Populi - Vox Dei
Sa duyu de il, kader
Kamuoyu: Toplumsal kabu umuz
Sonsö z 1980
Yeni Bulgular
Homerik kahkahalar
1641 tarihli bir karikatü r
KAMUOYU
Suskunluk Sarmalının Keşfi
ELISABETH NOELLE'NEUMANN
DM1
kitatevi
Kamuoyu
Elisabeth Noelle-Neıımann
(1916)
Elisabeth Noelle-Neumann 1916’da Berlin’de do du.
Almanya ve ABD’deki ü niversitelerde felsefe, tarih, basın-yayın ve
Alman dili ve edebiyatı ö renimi gö rdü . 1940'da Berlin’de
doktorasını yaptıktan sonra, aralarında Frankfurter Zeitung’un da
bulundu u altı gazetenin yazı i lerinde gö rev yaptı.
1947'de, halen ba kam oldu u Allensbach Kamuoyu Ara tırmaları
Enstitü sü ’nü kurdu. 1961-1964 yıllan arasında Berlin Ü niversitesi
Basın-Yayın ve Gazetecilik Bö lü mü ’nde ö retim gö revlisi,
1964’te de Mainz Ü niversitesi Basın-Yaym ve
Gazetecilik Bö lü mü ’nde profesö r olarak gö reve ba ladı.
1978’den 1991’e kadar Chicago Ü niversitesi’nde,
1993’ten 1994’e kadar Mü nih Ü niversitesi’nde
misafir profesö r olarak çalı tı.
1978-1980 yıllan arasında World Associaticm of Public Opinion Research
(Dü nya Kamuoyu Ara tırmaları Birli i) ba kanlı ını yü rü ttü .
D
Noelle-Neum ann, Elisabeth
Kamuoyu - Suskunluk Sarmalının Keşfi
ISBN 975-7 5 0 1 -2 3 -9 / Tü rkçesi, Murat Ö zkö k / Dost Kitabevi Yayınları
Nisan 1998, Ankara, 332 sayfa.
İlelişim-Kamuoyu-Siyasel-Kaynakça-Dizin
Kamuoyu
Suskunluk Sarmalının Ke§fi
Elisabeth Noelle-Neumann
kitabev:
ISBN 975r7501-23-9
Öffentliche Meinung
Die Entdeckung der Schıveigespirale
EL SABETH n o e l l e -n e u m a n n
© Verlag Ullstein
1982,1989,1991, 1996
Bu kitabın Tü rkçe yayın hakları
ONK Ltd. ti. aracılı ıyla
Dost Kitabevi Yaymları’na aittir.
Birinci Baskı, Nisan 1998, Ankara
A Imancadan çeviren, Murat Özkök
Yayına Hazırlayan, Zehra Aksu Yılmazer
Ofset Hazırlık, Ferhat Babacan - Dost TB
Baskı ve Cilt, Pelin Ofset .
Kapak deseni, © Bascove, 1995
Dost Kitabevi Yayınlan
Karanfil Sokak, 29/4, Kızılay 06650, Ankara
Tel: (0312) 418 8 7 72 Fax: (0312) 418 03 55
raulman@domi.net. tr
Bu kitabı, Mainz ve Chicago Üniversi'
telerinde suskunluk sarmalı üzerinde
çalı an ö rencilerime ithaf ediyorum'.
içindekiler
i
Suskunluk Sarmalı H ipotezinin Olu umu
27
“Anlayı ımız ö lçü mlerimizin çok gerisinden topallayarak gelmektedir”
28
Her ara tırma bir bilmeceyle ba lar
29
Konu ma ya da susma kanaat ortamım belirler
30
Son dakika taraftarları
31
Gö rü ntü yü gü n ı ı ına çıkarmak
33
n Kamuoyu Yoklama Araçlarıyla Kontrol
34
“Ben nereden bileyim?”
34
nsanın yeni biryetene i ke fediliyor: Kanaat ortamlarının algılanması
35
“ ren testi”
-
42
Kamunun simü lasyonu
45
ikinci varsayımımız do rulanıyor:
Kazananlar konu maya, kaybedenler susmaya e ilimli
45
Yakaya takılan bir rozetle de konu ulur
49
Konu maya e ilimli gruplan kendi safına katmanın avantajı
51
Dö nemin ruhuyla uyum içinde oldu unu hissetmek dili çö zü yor
51
‘‘7endenzwende’ ara tırmalarda yardımcı oluyor
52
Sol gö rü lü lerin kanaat ortamından daha az etkilendikleri varsayımı çü rü tü lü yor
55
Kanaat ortamının baskısını ö lçmek için yeni bir yö ntem
58
Gö rü lerini açıkça ifade etme e ilimini ö lçmeye yö nelik soru dizisi
59
III
Bir Güdü Olarak Dı lanmaKorkusu
63
Solomon Asch’in klasik laboratuvar deneyi ergin insan imajını sarsıyor
64
Taklidin iki nedeni: Dı lanma korkusu ve ö renme iste i
-
65
nsanın toplumsal do ası yadsınıyor mu?
66
Dı lama tehditi kurgulanarak yapılan bir alan ara tırması
67
Sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmesi: Tehdit testi
68
Gö rü melerde kurgulara gerçekmi çesine tepki verilmesi
72
Bir test i e yaramıyor
75
Hangi partinin afi leri yırtıldı?
78
IV
Kamuoyu Nedir?
82
Elli ayrı tanım
82
Kamuoyunun olu um ve geli im sü reci olarak “suskunluk sarmalı”
83
“Oy" ve “opirüon” (kanaat) farklı anla ılmaktadır
,84
Onaylanmayı gerektiren oyda lık
85
“Kamu”nun ü ç anlamı
85
Toplumsal kabu umuz
86
nsanın dı lanmadan ifade edebilece i kanaatler
87
Onaylama ve reddetme olarak kamuoyu
88
Geçmi e yolculuk: Machiavelli ve Shakespeare
88
V
Kamuoyuna Dayanan Hukuk: John Locke
91
ö hret, moda: Uygun ö lçü tler
92
VI
Hükümetler "Oy”a Dayanır: David Hume, James Madison
96
ö hret sevdası: Kamuoyunun ho tarafı
97
nsan korkak ve dikkatlidir
99
“Suskunluk sarmalı” sü recini ö hret de il, tehdit harekete geçirir
99
Kamuoyunu bir tehdit gibi algılama e ilimi devrim zamanlarında artar
100
1661’de Glanvill “kanaat ortamı” kavramını ortaya atıyor
100
Suskunluk sarmalının sezgisel uzmanı: Descartes
10 T
vn
Jean-Jacques Rousseau “Kamuoyu" Kavramına Yaygınlık Kazandırıyor
102
Kamu demek, herkesin gö rmesi demek
1 03
Ahlak bekçisi olarak kamuoyu
1 04
Toplumun koruyucusu, bireyin dü manı kamuoyu
1 06
Kamuoyuna uyum sa lamada uzla manın ö nemi
I 08
“Alay edilmeye ve ayıplanmaya katlanmayı ö renmek zorundayım”
108
VIII
Alexis de Tocqueville: Kamuoyunun Despotlu u
110
E itlik kamuoyunun gü cü nü ilan eder
112
IX
Ed.wa.rd Ross: “Toplumsal Denetim” Kavramı Yaygınla ıyor,
“Kamuoyu” Kavramı Yıkılıyor
1 15
Bilim adamları ve muhabirler için biçilmi kaftan olan bir kamuoyu kavramı
11 5
Kamuoyu: Herkesin evinin ö nü nü sü pü rmesi
1 16
Birey ö lü p de toplumdan kopana dek
117
X
Kurtların Koro Halinde Uluması
1 19
Ortak bir eyleme katılmak
1 20
Sü rü davranı ı
121
XI
Afrika ve Pasifik Kabilelerinde Kamuoyu
124
nsan tek ba ına hayatta kalamaz
125
Dı dü nyayla ya anan kö tü deneyimler:Kü çü msenmek, gü lü nç duruma dü mek
125
Margaret Mead: Kamuoyu olu turmanın ü ç yolu
1 26
Ortak bir domuz ziyafeti
126
Kurallar pek az ya da de i ken ise, bireyin çok dikkatli olması gerekir
127
kili sistem: Parti zihniyeti
127
nsan tek ba ına gü çsü zdü r: Bali’deki biçimcilik
1 28
Kom uların denetimi
130
XII
B astille’e Hücum: Kamuoyu ve Kitle Psikolojisi
131
Somut kitle: Birey ortak bir deneyim ya amakta ve
çevre gö zleminden kurtulmaktadır
132
Huzursuz kamuoyu spontan kalabalıklarda somutla ır
135
Tipik bir kamuoyu olmayan kararsız kalabalıklar
136
XIII
Moda Kamuoyudur
138
Bireysel ve kolektif alanlar arasındaki kö prü : statistikvari organlar
138
Erkekler neden sakal bırakmak zorundadır?
140
Uzla ma yetisi ö retiliyor
141
Sıkı bir ö rü ntü

142
XIV
Te hir Dire i
143
Onur cezaları insanın duyarlı toplumsal do asından yararlanırlar
143
Dedikodu, bir toplumun ahlak kurallarını açı a çıkarır
] 44
XV
Hukuk ve Kamuoyu
j 47
Bö lü nen kamuoyu: Cephele§me (kutupla ma)
]48
ki uç durum: Toplumsal de i§ime engel olunması ve
moda e ilimlere a ın hızlı uyum sa lanması
]5]
Hukuk gelenekler tarafından desteklenmek zorundadır
] 53
Kamuoyunun yasalarla de i tirilmesi
] 54
XVI
Kamuoyu Bütünle meyi Sa lar
157
Ampirik ara tırmalar beklentilerimizi kar ılayamamaktadır
157
Rudolf Smend’in bü tü nle me ö retisi
]58
“Bü tü nle me”, “uyum sa lamak” kadar sevimsiz.mi?
J 59
Z eitgeist (Dö nemin ruhu): Bü tü nle menin meyvesi
157
Toplum bir tehlikeyle kar ıla tı ında kamuoyu baskısı artar
160
xvn
Kamuoyuna Meydan Okuyanlar: Marjinaller, Sapkınlar, Sıradı ı Ki iler
162
Kamuoyunu de i tirebilecek olanlar, dı lanmaktan korkmayanlardır
162
Ö ncü ler kamuoyuna ancak bir uyurgezer kadar tepki gö sterirler
163
Kamudan ö tü rü acı çekmek - ancak kamu içinde var olabilmek
1 64
Mü zik neden ve ne zaman de i ir?
]65
XVIII
Kamuoyunun Bir Ta ıtı Olarak Stereotipler (Kli eler): Walter Lippmann
166
Bir if a kitabı
167
Kanaat ikliminde fırtına bulutlan gibi
167
Kafamızdaki imgeler - gerçekli ine inandı ımız sahte dü nya
1 69
Muhabirlerin haber seçme kurallarındaki tekyö nlü lü k
1 70
Farklı anlayı a sahip insanlar, aynı olayı farklı gö zlerle gö rü rler
1 70
Yayımlanmamı sa yok demektir
172
Kamuoyu ö nce stereotipler aracılı ıyla iletilir
1 74
XIX
Niklas Luhmann: Konulan Kamuoyu Belirler
1 75
Bir konuyu ü zerinde tartı maya de er kılmak
176
Gü ndemi medya belirler
177
XX
Muhabirin Ayrıcalı ı: Kamunun Dikkatini Çekmek
178
Medya kargısında duyulan acizlik
ı
179
Medya etkisini ara tırmada yeni bir hamle
. 179
Kamu ki iyi “toplumiçi” kılar
180
XXI
Kamuoyunun ki Kayna ından Biri Medya
182
1976 seçim yılındaki kanaat ortamında ani de i im
183
Televizyon gö zü yle
184
Muhabirler manipü le etmediler, onlar gerçe i bö yle gö rdü ler
184
Gö rsel sinyallerin dilini çö zmek
1
188
XXII
Çifte Kanaat Ortamı
192
Suskunluk sarmalına kar ı mü cadele
1 92
“Kar ılıklı cehaletler": Halk, halk hakkında yanılıyor
194
XXIII
Dillendirme levi:
Medyada Görü leri Temsil Edilmeyenler Susturulmu lardır
196
Sert çekirdek
196
Medya tarafından ü retilmezlerse, sö zcü kler de yok
199
XXIV
Vox Populi - Vox Dei
200
Sa duyu de il, kader
201
Kamuoyuyla ilgili ampirik ara tırmaların temelini olu turan tanımlar
204
Kralın yeni giysileri. Kamuoyunun zaman ve mekâ na ba lı olması
206
Kamuoyu: Toplumsal kabu umuz
208
XXV
Sonsöz 1980
209
XXVI
Yeni Bulgular
211
Zaman yelpazesi geçmi e dek uzanıyor
21 1
Bü yü k devlet adamı kamuoyunu tanır
214
Kamuoyunun deste ini yitiren bir kral, artık kral de ildir (Aristoteles)
21 7
Homerik kahkahalar
2 18
Yazılmamı yasalar
219
Ö zel ya am-kamusal ya am: Michel de Montaigne
2 20
Nibelungenlied'de kamuoyu kavramı
224
1641 tarihli bir karikatü r
224
Apolitik Almanya’da uzun sü re kamuoyu diye bir kavram yoktu
226
Herkesin gö zü ö nü nde-herkesin duyabilece i ekilde
226
Walter Lippmann’m ilham kayna ı Nietzsche
227
X X V II
B ir Kamuoyu Kuramına Do ru...
230
Kamuoyuna kar ı duyarlılık yok
231
Suskunluk sarmalı demokrasi ideali ile çeli iyor
231
Kamuoyunu çö zü mlemek için neleri bilmek gerekir?
232
Sessiz ço unluk suskunluk sarmalının tezlerini çü rü tememektedir
233
Bir kamuoyu sü reci: Nü kleer enerji
233
Kuramın dayandı ı varsayımlar
234
Dı lama tehditinin testi
235
Dı lanma korkusunun testi
237
Toplumsal do a mahcubiyetle birlikte kendim gö sterir
240
Dı lanma korkusunun bir ö lçü tü
'
245
Istatistikvari algının testi
247
Konu ma ve susma e ilimi testi
247
Sert çekirdek: “Don Ki ot”tan bir yanıt
248
Bireysel kanaatlerin toplamı kamuoyuna nasıl dö nü ü r?
249
XXVIII
Kamuoyunun Açık ve Örtük levi: Bir Özet
251
Kamuoyu Kuramının Ana Ballıkları
264
Sonsöz 1991
283
Kamuoyu Üzerine Literatür Ara tırması
287
Notlar
289
Kaynakça
31 2
Dizin
325
Dördüncü Baskıya Önsöz
Bu kitabın son Almanca baskısı 1965 yılındaki seçimler nedeniyle verilen
bir balonun anlatılmasıyla ba lar ve 1991 tarihli “Bir Kamuoyu Kuramına
D o ru ...” adlı bö lü mle biter. Kitabın geni letilmi ikinci baskısı 1993
yılında C hicago Ü niversitesi Yayınları tarafından ngilizce olarak
yayımlandı. Kitabın bu yeni baskısında “Kamuoyunun Ö rtü k (latent) ve
A çık (manifest) levi” adlı yeni bir bö lü me yer verildi. Bu bö lü mü n
Almancası ilk defa elinizdeki kitapta yayımlanmaktadır/’*
Bu yeni bö lü mü n ba lı ı, do rudan ngilizcesinden tercü me edildi.
Çü nkü kitabın ngilizcesi ile Almancasının mü mkü n oldu unca aynı ol
ması gerekiyordu. Bu arada, bu bö lü mü “Kamuoyunun Açıklanmı levi
ve Bilinçaltındaki Gerçek levi” diye adlandırmanın daha iyi olaca ı da
anla ıldı.
“Açık” ve “ö rtü k” kavramları Robert K. Merton’m 1949 yılında yayım
lanan Social Theory ancLSocial Structure1 [Toplumsal Kuram ve Toplumsal
*
* Bu bö lü m ilk kez 1992 yılında Publi&stik dergisinde (No. 37, s. 283-296), yine
“Kamuoyunun
Ö rtü k ve Açık levi” ba lı ıyla yayımlanmı tır.
XIV KAMUOYU
Yapı] adlı eserinden alınmı tır. M erton bir Kızılderili kabilesi olan Hopile-
rin ya mur dansını açıklarken, ö rtü k ve açık i lev kavramlarını kullanır.
Hopiler uzun sü ren kuraklık dö nemlerinde ya mur dansı yaparlar. Hopi-
lerin bilincinde oldukları açık, açıklanmı i lev, tanrılara ya mur ya dır
maları için dua etmektir. Ne kasten amaçladıkları, ne de farkında oldukla
rı ö rtü k i lev ise, kuraklık gibi, toplumun varlı ını tehdit eden, ya amı
etkileyen kriz zamanlarında kabilenin bir aradalı ım ya mur dansları
aracılı ıyla gü çlendirmektir.
Pek çok tartı ma sonucu, bir kavram çifti olan ‘açık ve ö rtü k’ sö zcü kle
rinin, zihinde tam tersi bir sıralamaya girmek gibi garip bir niteli e sahip
oldu unu, ‘ö rtü k ve açık’ eklinde ters çevirdi imizde, anlam bakımından,
ö nce kendini belli etmeyip sonra ba gö steren bir nezleye ya da ö nce
gizliyken sonradan patlak veren bir ırkçılı a benzedi ini gö rdü m. Mer
ton’ın bu kavram çiftine yü klemi oldu u anlam ise farklıdır. Elbette gerek
ö rtü k, gerek açık nezlede sö z konusu olan ey hep nezledir ya da ö rtü k
ve açık ırkçılıkta da sö z konusu olan ey hep ırkçılıktır. Fakat ya mur
dansının açık ve ö rtü k i levlerinde, bir taraftan tanrılardan ya mur dile
mek, di er taraftan da zor zamanlarda kabilenin bü tü nle mesini sa lamak
sö z konusudur. Yani içerik olarak farklılıklar mevcuttur.
Kamuoyunun açık ve ö rtü k i levinde de durum aynıdır: Kavramlar
içerik olarak farklıdır. Demokratik toplumlarda kamuoyunun açık i levi,
hü kü metleri denetlemeyi, muhalefet etmeyi, e itimli, sorumluluk ve bilgi
sahibi ergin vatanda ların rasyonel siyasi katılımlarını kapsar; totaliter
rejimlerde bu anlamda bir açık i leve sahip bir kamuoyunun varlı ından
sö z edilemez. Kamuoyunun ö rtü k i leviyse, toplumsal denetim, yani birey
lerin farkına varmadan toplumu bir arada tutmak için bireylere ve hü kü
mete uyguladıkları uzla ma baskısıdır; bu tutum Hopi Kızılderililerinin
ya mur dansıyla rahatlıkla kar ıla tınlabilir. ngiliz filozof David Hume’un
1739’da ifade etti i gibi, kamuoyunun ö rtü k toplumsal denetim i levine,
en demokratik ve ö zgü r toplumlarda rastlayabilece imiz gibi, en baskıcı,
otoriter rejimlerde de rastlayabiliriz.
Kamuoyunun ö rtü k toplumsal denetim i levi binlerce yıldan beri gö z
lemlendi, ancak birbirinden çok farklı kavramlarla dile getirildi. Ö rne in
antikça da Platon bu olguyu “yazılı olmayan yasalar” diye adlandırırken,
Cicero’nun I .0 .5 0 ’de yazdı ı bir mektupta “publicam opinionem” [kamuoyu]
adını almı tır bile. Richelieu’nü n Fransa’sında ise, “lois pariantes” olarak
kar ımıza çıkar. Kamuoyunun ö rtü k i levinden açık i levine do ru bir
anlam de i imine ancak Aydınlanma dö neminde rastlamaktayız. Kamuo
yu, Aydınlanma dö nemiyle beraber bir seçkinler kavramına dö nü tü ;
DÖ RDÜ NCÜ BASKIYA Ö IMSÖ Z XV
hu anti-demokratik anlam kayması gü nü mü ze dek varlı ını korudu. Ka
muoyu, iyi e itim gö rmü , ele tirel, sorumluluk sahibi vatanda ların bas
kın kanaatleri anlamını aldı.
70’li yıllardan bu yana kavram tarihi incelemeleri ve ampirik toplum
sal ara tırma bulguları nedeniyle, kamuoyunun tanımı konusunda yeni
den tartı ılmaya ba landı; bu tartı malarda kamuoyunun iki anlamının
da korunması, yani hem ö rtü k hem de açık i leviyle anla ılması ö nerildi
sık sık. Fakat kamuoyu kavramını bazen “iyi bir siyasi yargı gü cü ”, bazen
de “toplumsal denetim” olarak ele almak, arap saçma dö nmü metinlere
gö tü rü r bizi. Bu karma ık metinlere, 20. yü zyılın ilk yarısında kamuoyu
ü zerine yazan Alman “klasikler” Ferdinand Tö nnies ve W ilhelm Bauer’in
eserlerini ö rnek verebiliriz. Bu dü ü nü rler, kavramları bir bu anlamıyla,
bir ö bü r anlamıyla kullandıkları için yazılarını anlamak oldukça zordur.
Kamuoyu kavramının herkesin kabul etti i, bilimsel, standart bir tanı
mı henü z yoktur. Fakat bu sü reç hızla devam etmektedir. Kamuoyu kavra
mının ba langıçtaki kö keniyle, yazılı olmayan yasalar anlamıyla ele alın
ması ve bö ylece, gerek bireyleri gerekse hü kü metleri kendisini dikkate
almaya zorlayan gü cü nü n vurgulanması bilimsel tartı malar açısından
çok yararlı olurdu.
Suskunluk sarmalının olu umunu anlatan bu kitap i te bu amaçla
yazıldı. Seçkinlerin temel alındı ı bir kamuoyu anlayı ından neden vaz
geçmeliyiz? Kamuoyuna toplumsal denetim olarak yakla an anlayı , en
eski anlayı olmasının yanı sıra, bilimsel anlamda da en verimlisidir. Seç-
kinci kamuoyu kavramı, bu entelektü el kamuoyunun nasıl olup da hü kü
metleri dü ü rebildi ini ve bireyi nasıl kendisine kar ı gelmeye cesaret
edemeyecek kadar korkutabildi ini açıklayamamaktadır. John Locke’a
gö re, “on binler arasından tek bir ki i” bile kamuoyuna, moda ya da
ö hrete dayanan hukuka kar ı gelmeye cesaret edemez. Politik seçkinlerin
ve de yayımlanmı kanaatlerin gerçek entelektü el gü cü , kamuoyu olarak
adlandırılıp adlandırılmamaya bakmaz.
Seçkinlerin gö rü leri, genel kamuoyunu tamamlayan bir kesit olarak
dü ü nü lebilir. Kamuoyu ö nderleri2 tarafından temsil edilen seçkinlerin
gö rü leri, gerek medya,3 gerekse ki isel sohbetler aracılı ıyla yaygınla arak
genel kamuoyuna ö nderlik edecek hale gelebilir. Seçkinlerin kanaatleri
her zaman baskın çıkmaz, kamuya açıklanan kanaatler her zaman kamuo
yuna dö nü mez. Fakat seçkinlerin sö zcü rolü olmadan da, yeni bir kamuo
yu kendini kabul ettiremez.
Kamuoyunun olu turdu u toplumsal birlik ve beraberli e, dı ardan
bir tehdit gelmedi i zamanlar daha az gereksinim duyulur. Toplumun
XVI KAMUOYU
bireyleri ortak bir ırka, dine, dile, tarihe ve kü ltü re sahip olduklannda
ya da ilkel toplumlarda oldu u gibi, ya am tarzının ve de er yargılarının
hiç de i medi i ya da çok yava de i ti i durumlarda birlik ve beraberli i
sa lamak çok daha kolaydır. Bu tü r ko ullarda birey kendisini topluma
uyum sa lamaya zorlayan baskıyı [konformizm] pek az hisseder. Buna
kar ılık, toplumun birlik ve beraberli ini tehdit eden ko ullarda, ö zellikle
de sava ve devrim dö nemlerinde ya da de er yargılarının bü yü k bir
de i ime u radı ı zamanlarda iddetli tepkiler gö sterir. De i im, toplumun
birlik ve beraberli ini tehlikeye attı ı için, yava yava gerçekle melidir.
***
Okuyucularım bu kitabın neden bö lü m bö lü m geni letildi ine, eksik
yö nlerinin neden açı a çıkarıldı ına dair bir açıklama isteyebilirler. Bunun
nedeni, bir bilim dalma yö nelik temel ara tırmaların, uygulamalı ara tır
malar gibi belirli bir'hedefe yö nelik olmaması, ucu açık bir sü reç olarak
geli mesidir. Ara tırmacı, bu sü recin nereye varaca ını ö nceden kestiremez.
Bu arada, Santa Barbara’daki Califomia Ü niversitesi’nden sosyopsiko-
log Thom as J. SchefPin 1990 yılında yayımlanan MicrosociologyA [Mikro-
sosyoloji] adlı eseri, ara tırma yolculu umuzun henü z çok ba larında ol
du umuz gerçe ini bir kez daha açı a çıkarmı tır.
Suskunluk Sarmalı’nm daha 1980’deki ilk baskısında Jean-Jacques
Rousseau’dan yaptı ımız bir alıntı, konunun gizli odak noktasını olu turu
yordu: “Ü yelerinden her birinin canını, malını ortak gü çle savunup koru
yan Ö yle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle
birlik içinde oldu u halde kendi egemenli ini korusun, hem de eskisi
kadar ö zgü r olsun. te temel sorun bu”.5
Kitabın birinci baskısının alt ba lı ı “Kamuoyu-Toplumsal Kabu u
muz” idi. Burada, insanın bireysel ve toplumsal olarak ikiye ayrılabilecek
çifte do ası sö z konusudur. nsan bireysel do asının bilincindedir, ama
toplumsal do asının ya pek az bilincindedir ya da bilincinde de ildir.
Kamuoyu ara tırması için yaptı ımız anketlerde, Batı Almanların ü çte
birinden fazlası, “ba kalarının benim hakkımda ne dü ü ndü ü umurumda
de il” demi ti.6 nsanların kendileri hakkında dü tü kleri yanılgı bundan
daha bü yü k olamazdı.
Ü nlü Amerikalı ileti imbilimci Percy H. Tannenbaum, 1996 ilkbaha
rında Berkeley’de bana u soruyu sormu tu, “ nsanın toplumsal do ası
mı? Bununla neyi kastediyorsunuz?” Okuyucu Tannenbaum’la kitabın
XXI. bö lü mü nde, “Gö rsel sinyallerin dilini çö zmek” altba lı ı altında tekrar
DÖ RDÜ NCÜ BASKIYA Ö NSÖ Z XVI/
kar ıla acak. Avrupa’da, batı kü ltü rü çevrelerinde toplumsal do amızın
bilincini bastırdık. Ergin ve rasyonel birey idealimiz, insanın toplumsal
do asının açıklıkla ele alınmasıyla ve kamuoyunun insanın toplumsal
do asına dayanan i leviyle çatı ır. Birey sü rekli çevresini gö zlemleyerek
hangi davranı ve ifadelerin toplumdan dı lanma tehlikesini beraberinde
getirdi ini, nelerin denilmesi, nelerin denilmemesi gerekti ini -political
correctness [do ru siyasi tutum ]-, nelerin moda, nelerin ‘in’, nelerin ‘out’
oldu unu ö renmeye çalı ır. Bu in* out deyi ine, ü nlü ngiliz Samuel
Pepys’in 1660 yılındaki gü nlü ü nde, daha o dö nemde bile rastlanmakta-
dır: “ imdi uzun ya murluklar out’’.1
Toplumsal do amıza ili kin bilgimizi o kadar bastırdık ki, gü nü mü zde,
onun yeniden bilincine varmamızı sa layan ara tırma yö ntemleri geli tirildi.
“Bir Kamuoyu Kuramına D o ru.. . ” adlı bö lü mde sö zü edilen Hollandalı
psikolog Florence J. van Zuuren, 7O’li yıllarda, insanın toplumsal do asının
bilincine varabilmesi için kendi kendine uygulayabilece i ö z-deney yö n
temleri geli tirdi. Bu ö z-deneylerde, birey toplumda onaylanan davranı
kurallarını kasten ihlal ederek, mahcup edici durumlar kar ısında kendini
nasıl hissetti ini, ba kalarının nasıl tepki verdi ini gö zlemleyebiliyor.
Kamuoyunun yapısını ve i levlerini açıklamaya çalı ırken, bilim tarihi
ni geriye do ru irdelememiz gerekti im fark ettik: Erving Goffman’dan
Herbert Mead’a, George Simmel’den sosyolog Gabriel Tarde’a ve onun
bü yü k dü manı Emile Durkheim’a, Charles Horton Cooley’den, yü z kı
zarmasını insanın toplumsal do asının belirgin bir i areti olarak gö ren
Charles Danvin’e, jestleri insanın toplumsal do asının belirtileri olarak
ele alan etnopsikolog Wilhelm Wundt’a kadar. Wundt ö zellikle de, de i ik
kü ltü rlerde birbirine zıt anlamları olabilen ba sallama ile ilgili jestlerden
bü yü lenmi tir.
imdilerdeyse, yolun ö bü r ucundaki Thomas J. Scheff8 bizi gelece e
gö tü rmekte.
Scheff’in çalı malarındaki temel konu, insanın -bireysel ve toplum
sal- çifte do asıdır. Scheff, toplumsal do amız konusunda farklı bir yakla
ım getirir. nsanın toplumsal do asının imdiye dek -Durkheim , Mead,
Goffman’d a - yalnızca uyum sa lamaya zorlayan sıkı bir toplumsal dene
tim, bir tü r ceza olarak ele alınmı olmasından yakınır.
nsanın bireysel ve toplumsal do asını ele alan çatı ma modelini bir
yana bırakıp, birey ile çevresi arasındaki ili kileri “toplumsal ba ” (social
bond) ile açıklar. S ch eff e gö re, bir insanın sahip oldu u, elde etmek ve
korumak istedi i, en de er verdi i ey toplumsal ba dır. Kar ıtlıklar olarak,
utanç ve gururu (shame and pride) ö rnek verir. Ona gö re, utanma duygusu,
XVIII KAMUOYU
bireyin toplumsal ba ının tehlike altında oldu unu dü ü ndü ü nü gö sterir.
Gurur, bireyin toplumsal ba ının sa lamlı ını, iyi durumda oldu unu
gö sterir.
Thomas Scheff’in yaptı ı kü ltü r kar ıla tırmaları, ara tırmaların gele
ce i bakımından çok ö nemlidir. Scheff, batı kü ltü rlerinde sadece bireye
çok de er verilip serbestçe hareket edebilece i bir alan yaratılmaya çalı ıl
dı ını, Uzakdo u kü ltü rlerinde de tam tersine bireyin kısıtlandı ını ve
ö nceli in toplumsal do aya verildi ini bir emayla açıklar. Scheff için
ideal toplum, insanın hem bireysel, hem de toplumsal do asını kabul
eden ve ikisi arasında bir denge kuran toplumdur. ,
Toplumsal bütünle menin derecesi
Çok az
Çok fazla
Anonimlik
Dayanışma
Ö zgecilik
Durkheim
Yabancılaşma
Komü nizm
?
Marx
Damgalanma
Utanç, Yeniden
?
Braithwaite
eklemlenme,
Bağ ımsızlık
“Bağ ımlılık"
Tabi olma
N. Elias
ABD
?
Japonya
T. Dol
Yalıtım
Sıkı toplumsal bağ lar
Her şeyi yutan bir
M. Bowen
iç içe geçme
Suçlama
Dengeleme
Yatıştırma
V. Satir
Hesaplaşma
Endişe
Ben-O
Ben-Sen
O-Sen?
M.Buber
Ampirik göstergeler
Yabacılaşma
?
Kendine yabancılaşma M. Seeman
“Biz”den ziyade “ben”
"ben" ve “biz”
“ben'den çok “biz"
N. Elias
Geçiştirilen
Aleni
utanç duygusu
gurur
utanma duygusu
Scheff/Retzinger
Kaynak: Thomas J. Scheff, Part-Whole: Integrating the Human Sciences, Cambridge
University
Press, 1996.
Alexis de Tocqueville 1835-40 yılları arasında yazdı ı ve Amerika’daki
demokrasiyi anlattı ı kitabında, Amerikalıların kamuoyunun boyunduru
u altına girdiklerini, kamuoyu baskısının, yani insanları uyum sa lamaya
zorlayan baskının sadece zamana de il, kü ltü rlere ba lı olarak da de i
kenlik gö sterdi ini ifade etmi tir.
Kamuoyu sü recini ara tırmanın bir yolu da, dü nyadaki kü ltü rleri birbi-
riyle kar ıla tırmaktır. Stanley Milgram’m de i ik kü ltü rleri kar ıla tırarak
yaptı ı ara tırmalarının da gö sterdi i gibi,9 bü tü n toplumlarda bireyler,
uzla ma baskısına tepki gö sterirlerse dı lanacaklarından korkarlar.
DÖ RDÜ NCÜ BASKIYA Ö NSÖ Z XIX
Fakat bireyin, zedelememesi gereken de erler, her kü ltü rde farklılık
arz eder. Bunlarımı bir kısmı ahlaki de erlerdir, bazı dü ü nceler iyi, bazıları
kö tü dü r; bazıları estetik de erlerdir, zevkli-zevksiz gibi; bir kısmı etiket,
gö rgü kuralları, iyi ya da kö tü davranı larla ilgili de erlerdir; empati yete -
ne i, ba kalarına saygılı davranma, inçelik-kabalık ve utanç verici durum
larla ilgili de erlerdir. Entelektü el de erlerdir belki de, akıllı ve aptal
gibi. La Fontaine’in masallarını okudu umuzda, Fransa’daki kamuoyu
sü recinin ahlaki dü zlemden çok entelektü el dü zlemde, estetik de erler,
terbiye ve incelik çerçevesinde cereyan etti i izlenimine kapılırız. Rousseau,
“alay edilmeye ve ayıplanmaya katlanmayı ö renmek zorundayım” der
ken, giydi i kö ylü kıyafetlerinden dolayı maruz kaldı ı a a ılanmayı da
kastediyordu. Almanya'daki kamuoyu sü recine ise tamamıyla ahlaki de
erler hâ kimdir.
Çokkü ltü rlü toplumlarda birlikte ya amayı bu kadar zorla tıran, kü l
tü rden kü ltü re farklılık gö steren de er yargılarıdır. Ingilizlerin utanç ya
da sıkıntı verici olaylar kar ısındaki hassasiyetlerinin Kıta Avrupalılarının-
kinden ne kadar farklı oldu una, ilk defa kitabın elinizdeki baskısında
(4. baskı) yer verildi (Tablo 28). nsanın toplumsal do asını henü z yeni
yeni ke fediyoruz. Ara tırmalar, farkları da benzerlikleri de adım adım
ortaya koyacaktır. Bir halklar ailesinden sö z etmek bo laf de ildir.
Allensbach, Yaz 1996
E.N.N.
Üçüncü Baskıya Önsöz
Suskunluk sarmalının ke fi heyecanlı bir yolculuk gibiydi. Okuyucular
da bu yolculu a çıktıkları duygusuna kapılabilmeli, bir kamuoyu kuramı
nın nasıl olu turuldu unu izleyebilmeliler. Ben bu olu umu bir ö ykü gibi
anlatmak istiyorum. A ır bir ders kitabı sistemati i, ara tırma yolculu una
katılma duygusunu yok eder çü nkü .
Fakat ö renciler, Suskunluk Sarmalı’n m bu yeni baskısının, 1982’deki
cep kitabı versiyonu gibi sistematik bir bakı a sahip olmamasından ikayet
ettiler. Bundan dolayı kitabın sonuna sistematik ö zet niteli inde bir bö lü m
eklenmi tir (Kamuoyu Kuramının Ana Ba lıkları). Bö ylece, ke if seyaha
timizdeki sü rprizler sona saklanmı oldu.
“Kamuoyu Kuramının A na Ba lıkları” adlı bö lü mü kitapta yer alan
orijinal metinlere gö re soru-cevap biçiminde hazırlamak A nne Nieder-
mann’m fikriydi. Niedermann burada, Mainz leti im Bilimleri Enstitü sü
ve Chicago Ü niversitesi’ndeki kamuoyu literatü r ara tırmalarında ( imdi
ye dek 300 un ü zerinde eserde) kullanılan anket formlarından esinlendi.
Bu anket formlarını kitabın sonundaki ekte “Kamuoyu Ü zerine Literatü r
Ara tırması” ba lı ı altında veriyoruz.
Ü ÇÜ NCÜ BASKIYA Ö NSÖ Z XXI
Bu kitabın 1989 baskısından bu yana, biz Almanlar için epeyce hare
ketli iki yıl geçti. Tarih bize kamuoyu konusunda ö nemli bir ders verdi.
Aristoteles unu ö retmi ti bize: Halkın deste ini yitiren bir kral, kral
de ildir artık. Ne kraldır, ne diktatö r ne de bir erk sahibi. Biz onların
nasıl dü tü ü nü gö rdü k. G oethe’nin u sö zlerini anımsayalım: “Diyebilir
siniz ki, biz de oradaydık”.
Allensbach am Bodensee,
Temmuz 1991
E.N.N.
ikinci Baskıya Önsöz
Suskunluk Sarmalı — on yıl sonra
Gitti imiz bale Gian-Carlo M enotti’nin bir eseriydi. Bir pazar günü Chicago
Hyde Park 59. cadde ü zerindeki International House’da sahnelendi. ngi
lizcemi geli tirmek için hergü n bir araya gelip sohbet etti imiz Chicago
Ü niversitesi Amerikan Edebiyatı Bö lü mü doktora ö rencisi Chris Miller
bana bu baleden sö z etmi ti. Chris bu baleyi bir arkada ıyla birlikte hazırla
manın yanı sıra, koroda arkı sö ylemeyi ve dansçılara katılmayı da kabul
etmi ti. Elbette, gö steriyi izlemeye gittim.
1980 ilkbaharıydı, Chicago Ü niversitesi Siyaset Bilimleri Bö lü mü ’nde
ikinci kez misafir profesö r olarak bulunuyordum. 15 yıldan beri ü zerinde
çalı tı ım Suskunluk Sarmalı. Kamuoyu - Toplumsal Kabu umuz1 adlı kita
bım birkaç hafta ö nce Almanya’da yayımlanmı tı. Chicago Ü niversite-
si’nde de kamuoyu kuramı ü zerine ders veriyordum. Peki, imdi neden
bu baleyi anımsadım? Baleye giderken bekledi im en son ey, bana kamuoyu
hakkında bir ders vermesiydi. Oysa ba ıma gelen tam da buydu. Hatta
bundan da ö te. Daha sonra ö renci gazetesi Chicago Maroon’da baleyi
İKİNCİ BASKIYA Ö NSÖ Z X XIII
de erlendiren ele tirmen, gö zya larını tutamadı ını yazmı tı. Benim duru
mumun da çok farklı olmadı ını itiraf etmek zorundayım. Fakat ne demek
istedi imi anlayabilmeniz için sizlere balenin konusunu anlatmak istiyorum.
Herhangi bir yerde, belki de talya’da kü çü k bir ehirde, dü rü st vatan
da lar ve eski yerel bir soydan gelen bir kont ile kontes ya ıyordu. ehrin
biraz dı ındaki yü ksek bir kalede de, garip fikirlere sahip bir adam tek
ba ına kalıyordu, insanlar bu adam kar ısında hayretten hayrete dü ü yor
lardı; kısmen ona kızdıklarını sö ylemek daha do ru olur belki, ö yle ya
da bö yle, bu adamla aralarına mesafe koyuyorlardı.
Bu adam, bir Pazar gü nü yanında bir Tekboynuz’la ehirde gezmeye
çıkar, insanlar onu ayıplarcasına ba larını iki yana sallarlar. Fakat bir sü re
sonra kont ve kontes de yanlarında bir Tekboynuz’la ehirde boy gö sterir
ler. Bu da, ehirde herkesin bir Tekboynuz edinmesi gerekti ine dair bir
i arettir artık.
Bir ba ka Pazar gü nü , kalede yalnız ya ayan garip adam bu sefer bir
Gorgon’la gö rü lü r. nsanlar kendisine Tekboynuz’un nerede oldu unu
sorar. AdamTekboynuz’dan bıktı ını, onu bir gü zel baharatlayıp kızarttı ı
nı sö yler. Herkes oka u rar. Bir sü re sonra kont ve kontes de bir Gorgon’la
ehre inince, bu moda da hızla yayılır ve bir Gorgon sahibi olabilenlere
gıpta edilir.
Ü çü ncü bir Pazar gü nü kaledeki yalnız adam yanında bir M antikor’la
ehre iner ve insanlara Gorgon’un da ö ldü rü ldü ü nü sö yler. Bu bir skan
daldir. Am a daha ö nceki durum tekrarlanır; ö nce kont ile kontes, ardın
dan herkes Gorgon’unu gizlice ba ından atıp bir Mantikor edinir.
Aradan uzunca bir zaman geçer. Kaledeki yalnız adam bir daha ortalık
larda gö rü lmez. Herkes M antikor’un da ö ldü rü ldü ü nü varsayar. Halk
kaledeki cinayetlere bir son vermek için bir grup olu turur ve bu grup
kaleye do ru yola koyulur. Kapıyı kırıp zorla içeri girerler, ama gö rdü kleri
manzara kar ısında korkudan donup kalırlar. Adam ö lü m dö e inde yat
maktadır ve etrafında da yalnızlı ını payla an ü ç hayvanı, Tekboynuz,
Gorgon ve M antikor vardır. Tekboynuz adamın gençli inin dü leri, Gor
gon orta ya ı, M antikor ise ya lılı ıdır. ehirdeki insanlar onun fikirlerini
hemencecik kapmı , ama bunları bir moda haline getirerek yine çarçabuk
vazgeçmi lerdir. Oysa kaledeki yalnız adam için bunlar ya amının ö zü dü r.
Gian-Carlo M enotti eserine “Tekboynuz, Gorgon ve Mantikor: Bir airin
Ü ç Pazar Gü nü ” adını vermi ti. Ben imdi size bu balenin adının neden
“Kamuoyu” da konabilece ini açıklamak istiyorum.
Hepimiz airden yanayızdır. Chicago Maroon gazetesinin ele tirmeni
bile gö zya larını tutamamı tı. air, bizim diledi imiz gibi bir insandır: Fikir
XXIV KAMUOYU
lerle dopdolu, gü çlü , ba ımsızdır, kılavuzu fantezilerindeki imgelerdir.
Oysa, kont ve kontes hepimizin bildi i u yü zeysel, ukala tipler gibidirler;
kendilerine ait dü ü nceleri olmadı ı gibi, her yerde ö ne çıkma heveslisi'
dirler. Ö zellikle de, sırf kendilerinden farklı diye bir insanla alay eden,
bir yandan da heyecanla her modayı takip eden, ü stü ne ü stlü k bir de
ahlak mercii rolü ne soyunan u banal tiplerden, u yü zer-gezer insanlar
dan nefret ederiz. Durum bir yö nü yle bö yle gö rü nmektedir; tü m zamanla
rın marjinalleri, sanatçı ve bilim adamları tarafından da bö yle algılanmı tır.
Ben imdi kont ile kontesten ve ehirdeki insanlardan yana bir tavır
sergileyece im, çü nkü toplumsal do amızı yadsıdı ımızı iddia ediyorum.
Bir toplumun bir aradalı ını sa lamanın bu toplumda ya ayan insanlara
nelere mal oldu unu bir an bile dü ü nmeyiz. Sanki ortak bir tarihe, kü ltü
re ve yasalarca korunan kurumlara sahip olmak yeterliymi gibi davranı
rız; sanki, toplum olarak yasal hak ve kararlarımızı uygulamaya devam
edebilmemiz için tü m bunlara gü nbegü n yeni ba tan uyum sa lamamız,
evet, boyun e memiz gerekmiyormu gibi davranırız.
Bizi yeterli ö lçü de uzla maya zorlayan toplumsal do amızı kabul et
mek istemedi imizi gö steren birçok belirti vardır.
John Locke kamuoyuna ve ö hrete dayanan hukuktan, bireylerin
lö n rı ve devlet yasalarından daha çok takip etti i modanın yasalarından
sö z eder. Çü nkü moda yasasına kar ı çıkan biri hem en cezalandırılır,
hem çevresinin sempatisini, hem de saygınlı ını anında yitirir. Bu tutu
mun bir toplumun varlı ı açısından neden hayati ö nem ta ıdı ı, yü zyıllar
boyunca pek az ki inin ilgisini çekmi tir; buna kar ın, modayla ilgili her
eye olumsuz anlamlar yü kleriz: Modaya uygun, moda çılgınlı ı, modanın
keyfiyeti, moda zü ppeli i gibi. Oysa, Tekboynuz, Gorgon ve M antikor’la
yü rü yü e çıkmak modadan ba ka bir ey de ildir.
Gü nü mü zde, insanların bir eyin yanlı ocu unu apaçık gö rdü kle
rinde bile, kamuoyuna -dı lanmadan ulu orta beyan edilebilecek fikirler
ve rahatça sergilenecek tutum lara- yani, ne tü r bir zevkin iyi, hangi
ahlaki gö rü ü n do ru oldu u konusunda genel kanıya ters dü tü klerinde
ve konu urlarsa dı lanacaklarını dü ü ndü klerinde susmayı tercih ettikleri
artık kanıtlanabilmektedir.
Ben kontla kontesin tarafını tutuyorum, çü nkü onlar olmaksızın airin
dü ü nceleri yaygınlık kazanamazdı. Çü nkü bu masalın ba rollerini onlar
payla ıyor: Kont ve kontes, airlerin ve sanatçıların fikirlerini alan ve bu
fikirleri medya, muhabirler aracılı ıyla yayan, toplum için elzem kamuoyu
ö nderleridir. Ya insanlar, u yü zer-gezerler, u kent sakinleri? Duyguları,
dü ü nceleri, iç dü nyaları hakkında ne biliyoruz? Ama belli ki, toplumdan
*
İKİNCİ BASKIYA Ö NSÖ Z X X V
dı lanmak istemiyorlar. “O n binlerce ki i arasında, çevrenin kendisini
dı lamasına aldırmayacak bir tek ki iye bile rastlanamaz” demi ti John
Locke. Kendisinden ba ka kimse Tekboynuz’la gezmeye çıkmıyorsa artık,
insan Tekboynuz’la nasıl dola abilir? Ü yelerinin her biri kaledeki mü nzevi
gibi olan bir toplumu gö zü mü zü n ö nü ne getirelim. Toplumsal do ası ol
mayan, dı lanma korkusu duymayan insanlardan olu an bir toplum ola
mayaca ını hemen gö rü rü z. nsanın toplumsal do asına sempati duyma
mız pek mü mkü n de il herhalde, ama yü zer-gezer’e haksızlık etmemek
için bu toplumsal yö nü mü zü anlamamız gerekiyor.
Chicago Ü niversitesi’ndeki “Kamuoyu” dersine katılan ö rencilerime
baleyi a a ı yukarı bö yle yorumlamaya çalı nm. insanın toplumsal do ası
nı a a ılamadan kabul etmeye hazır olmak konusunda muhtemelen kü l
tü rel farklılıklar vardır; ö rne in, Japonlar çevrenin kanaatlerini dikkatle
gö zlemleyip ona gö re davranmayı zayıflık olarak gö rmezken, Allensbach’ta
yıllardan beri yapılan anketlerin sonucuna gö re Almanların bü yü k bir
kısmı “ nsanların sa da solda benim hakkımda sö ylediklerini takmıyo
rum. .. ” demektedir. nsanın toplumsal do asının açıkça gö z ardı edilmesi
dir bu.
Yine de bana ö yle geliyor ki, de i ik zamanlarda ve de i ik yerlerde
kamuoyunun rolü yle ilgili ortak noktalar a ır basmaktadır. Suskunluk Sar
m alın ın 1984’te ngilizce, 1988’de de Japonca çevirisinin yayımlanması
bu gö rü ü desteklemektedir.
lk kez 1980 yılında yayımlanan kitap bü yü k bir de i ime u ramadan
yeniden basılmı , konuyla ilgili yeni ara tırma sonuçlarını içeren bir bö lü m
eklenmi tir.
Kitabın adı de i mi tir ama. Kitap aslında aynı kitap ise, ismi neden
de i ti? 1980’den bu yana, kamuoyu kavramı, iki bin yıl ö ncesine dayan-
dırılabilen bir ecereye sahip olabilmi tir. Cicero .Ö . 50’de A tticus’a
yazdı ı bir mektupta kamuoyundan bahseder. Bir yanlı anlamadan dolayı
ö zü r diler ve sadece “publicam opinionem’’i takip etti ini sö yler. 4- yü zyıldan
kalma Çince metinlerde bile “kamu” ve “oy” sö zcü klerini bir araya getiren
karakterlere rasdanmaktadır. Bu nedenle, daha ö nce “Jean-Jacques Rousseau
‘Kamuoyu’ Kavramına Yaygınlık Kazandırıyor” ba lı ı altındaki VII. bö
lü m o haliyle kalamazdı. Am a Rousseau’nun kamuoyu kavramının kulla
nılı ında ve yaygınla masında oynadı ı rolü n ö nemi de i medi. 18. yü zyıl
da kamuoyu kavramı onun sayesinde tü m entelektü eller arasında yaygın
olarak kullanılan bir kavram haline geldi.
Kamuoyunun gü cü , çatı malar yaratarak hü kü metleri sarsan ve ken
disine kar ı gelen bireyi “birey ö lü p de toplumdan kopana dek” baskı
XXVI KAMUOYU
altında tutan kamuoyu adındaki bu bü yü k gü cü n etkisi, yeni alanlarda
da ke fedildi birbiri ardına: K itabı M ukaddes’te geçen ö ykü lerde ve
Homeros’un yazılarında, antikça m yazılmamı yasalarında, masallarda,
Nibelungen efsanesinde, “suskunluk sarmalı”nın bir elin yalnızca bir par
ma ı oldu u kitabın ba lı ında da anlatılmalıydı.2 Elin bü tü nü , toplumsal
denetim, otorite, nam-ı di er kamuoyu idi.
insan bu otoriteyi anladı ında ondan daha az korkar; kamuoyu baskısı
bir yana, “ergin” oldu u sanısına daha az kapılır. Ve çe itli ko ullar altında
kamuoyuna gö re hareket etmek zorunda kalanları yargılarken daha az
kibirli davranır.
Allensbach am Bodensee,
Temmuz 1991
E.N.N.
I
Suskunluk Sarmalı
Hipotezinin Olu umu
Alman televizyonunun ikinci kanalı ZDF, 1965 seçimlerinin yapıldı ı
Pazar gü nü ak amı, farklı bir organizasyon yapmı , Bonn’daki Beethoven-
halle’de bir “seçim balosu” dü zenlemi ti. Uzun masalarda oturan davetli
lerin hıncahınç doldurdu u salonda çe itli dans orkestraları çalacaktı,
programda bir de revü vardı. Sahneden biraz a a ıya sa tarafa bir yazı
tahtası konmu tu; saat altıdan sonra noter Daniels kenclisine iki gü n
ö nce verilen mektupları orada açacaktı. Mektuplarda, birbirine rakip
iki kamuoyu ara tırma irketinin, Allensbach Enstitü sü ve Einnid’in seçim
tahminleri vardı. Enstitü ba kanlarınm tahmini oyları yazaca ı tablolar
tahtaya ö nceden çizilmi ti. Ben, yemek, içki ve sandalye çekine gü rü ltü sü
ne sırtımı dö nerek, tahtaya “CDU/CSU: % 49.5, SPD : % 3 8 .5 ...” yazdım.
Yazar yazmaz da salondaki yü zlerce insandan çı lıklar yü kseldi, kulaklan
sa ır eden bir gü rü ltü koptu. Gü rü ltü yü duymamı casma devam ettim:
“F.D.P: % 8, di er partiler: % 4 ”. Salon ö fkeden kuduruyordu. Haftalık
CDU : Hristiyan Demokrat Parti (ç.n.)
CSU : CDU’nun Bavyera eyaletindeki karde partisi (seçimlere ittifak yapmak girerler) (ç.n.)
ED.P : Liberal Parti (ç.n.)
28 KAMUOYU
ZEIT gazetesinin yayıncısı Gerd Bucerius bana seslendi: “Elisabeth, sizi
bundan bö yle nasıl savunabilirim ki?”
Allensbach halkı sinsice yanıltmı , iki bü yü k partinin seçimlerde aylardır
ba a ba gitti i konusunda kandırmı mıydı? ZEIT benimle yaptı ı bir rö por
tajı “SPD kazanırsa hiç a mam.. .’n ba lı ıyla daha iki gü n ö nce yayımla
mı tı. O ak amki baloda açıklanan resmi seçim sonuçları Allensbach ara
tırma sonuçlarına giderek yakla tı ında, C D U ’lu bir politikacı televizyona
çıkmı tı; bıyık alü ndan gü lü yor, durumu tabii hemen anladı ını ama akıllı
davranıp gerçe i kendine sakladı ını anlatıyordu: “Kü çü k bir sava hilesi”.
Z EIT gazetesindeki alıntı do ruydu, aynen ö yle sö ylemi tim; ama
rö portaj iki haftadan fazla redaksiyonda, çekmecede kalmı ü . Eylü l ba ında,
bu yarı ın nereye varaca ı henü z belirsizdi. Beethovenhalle’de insanların
gö rdü ü , bizim Allensbach’ta ü ç gü n ö nce masa ba ında gö rdü ü mü z,
ancak kitleleri etki altında bırakmamak için açıklayamadı ımız ey, bir
kamuoyu olgusundan ba ka bir ey de ildi. Burada, yü zyıllar ö nce adı
konan fakat hâ lâ kavranamayan bir durum ya anmı tı. Kamuoyunun
baskısıyla yü z binlerce insan, daha do rusu bir milyondan fazla seçmen,
bizim daha sonra “(ast minute swing” [son dakika dö nü ü ] olarak adlandıra
ca ımız bir eye neden olmu tu. CDU/CSU’nun oy oranını son anda
artıran ey bir yü zer-gezer oy etkisiydi. Seçm enlerin % 8 ’den fazlası son
anda genel kanıya uyarak CDU/CSU lehine oy kullanmı lardı ( ekil 1).
“Anlayı ımız ölçümlerimizin çok gerisinden topallayarak gelmektedir”
Daha o dö nemde, 1965 yılında, bu mü thi seçmen hareketinin anahtarı
elimizdeydi ama biz bunun farkında de ildik. Columbia Ü niversitesi’nde
leti im Bilimleri ve Gazetecilik profesö rü olan W. Philips Davidson, 1968
yılında International Encychpedia ofS ocial Sciences’ta [Uluslararası Sosyal
Bilimler Ansiklopedisi] yayımlanan bir makalesinde “Anlayı ımız, ö lçü mle
rimizin çok gerisinden topallayarak gelmektedir”2 diyordu. Bizim 1965
yılındaki durumumuz buydu i te: Kavrayabilece imizden fazla ö lçmü tü k.
Yani Aralık 1964’ten Eylü l 1965’teki seçim gü nü ne kadar iki bü yü k parti
ba a ba bir gö rü ntü çizerken -k i bü tü n rakamlar STER N dergisinde Ni-
san’dan A ustos’un sonuna kadar dü zenli olarak yayımlanmı tı- bir ba ka
rakam dizisi bundan tamamen ba ımsız hareket etmekteydi. “Hiç kimse
tam olarak bilemez elbette, ama seçimleri kimin kazanaca ını dü ü nü yorsu
nuz?” sorusuna aldı ımız yanıta gö re, Aralık ayında CDU/CSU’nun se
çimleri kazanaca ını dü ü nenlerin oranı SPD ’nin kazanaca ını dü ü nen
lerle hemen hemen aynıydı; hatta SPD biraz ö nde gö rü nü yordu. Fakat
SUSKUNLUK SARMALI HİPOTEZİNİN OLUŞUMU 29
Şekil 1:1965 seçim lerindeki bilmece
Seçmenlerin seçimlerde hangi partiye oy verecekleri konusunda, yani seçim niyetlerinde
aylarca
neredeyse hiçbir değ işiklik olmadı; CDU/CSU ve SPD yarışı başa baş gö tü rmekteydi. Aynı
zamanda
da, seçimleri CDU/CSU’nun kazanacağ ı gö rü şü hâ kim olmaya başladı. Bu nereden
kaynaklanmaktadır?
Sonunda, kazanacağ ı dü şü nü len parti lehine bir yü zer-gezer oy etkisi gö rü lmü ştü r.
Seçim niyeti CDU/CSU ■ ■ SPD I
3
Beklentiler: Seçimleri kim kazanacak?
CDU/CSU kazanacak aaaH SPD kazanacak ı ----- 1
At M
O* M
M
Ma M
Mm M
M ) *» H a H
Tan U A fa t M I , M
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 1095,1097,1098,2000,2001,2002,2003,2004,2005 ve
2006.
bir sü re sonra bu rakamlar oynamaya ba ladı. Seçimleri CDU/CSU’nun
kazanaca ı beklentisi giderek artarken SPD dü ü e geçmi ti. Ö yle ki,
Temmuz 1965’te CDU/CSU açıkça ö nde gidiyordu, A ustos’ta bu oran
neredeyse % 50 ’ye ula mı tı bile. Sanki, hangi partiye oy verilece i ve
hangi partinin kazanaca ı tahminleri konusunda farklı gezegenlerde iki
ayrı ö lçü m yapılmı gibiydi. Ve en sonunda da bir yü zer-gezer oy etkisi
ya andı. Seçmenlerin % 3-4 kadarı, sanki bir akıntıya kapılmı lar gibi
seçimlerde kazanaca ı dü ü nü len partiye kaydılar son anda.
Her ara tırma bir bilmeceyle ba lar
Tahmini oy oranlarının birbirine yakınlı ına ra men, kimin seçimi kaza
naca ı konusundaki beklentilerin bu kadar farklı geli mesi bize tam bir
bilmece gibi gö rü ndü . A ncak 1972’deki Parlamento [ Bundestag] erken
seçimlerinde (seçim kampanyası birkaç haftaya sı dırıldı ı için bu tü r
gö zlemler açısından pek elveri li de ildi), bu durumu açıklamaya yö nelik
kasıtlı sorular içeren anketler hazırladık. Hipotezimizi olu turmu ve 1972
yazında Tokyo’daki Uluslararası Psikologlar Kongresi’nde sunmu tuk.3
Gerçekten de 1972 yılındaki seçim kampanyasında her ey 1965 yılındaki
30 KAMUOYU
gibiydi. Seçm enlerin kime oy verecekleriyle ilgili kamuoyu yoklamaların
da iki bü yü k parti ba a ba giderken, bundan ba ımsız ikinci bir gerçeklik
varmı gibi, seçimleri SPD ’nin kazanaca ına dair bir beklenti olu maya
ve her geçen hafta artmaya ba ladı. Bu geli me yalnızca bir kez kesintiye
u radı ve en sonunda bir “last minute swing” hareketi, bir yü zer-gezer oy
etkisi ortaya çıktı ve insanlar oylarını seçimi kazanaca ını dü ü ndü kleri
partiye, yani SPD ’ye verdiler ( ekil 2).
Konu ma ya da susma kanaat ortamım belirler
Hipotezi her eyden ö nce 6 0 ’ların sonu ile 70’lerin ba ındaki ö renci
olaylarına borçluyum; belki ö zellikle de bir kız ö rencime. O ha bir gü n
amfinin ö nü nde rastladım, yakasında bir CDU rozeti vardı. “Sizin CDU ’lu
oldu unuzu bilmiyordum” dedim. “De ilim zaten,” dedi. “Rozeti C D U ’lu
olmanın nasıl oldu unu merak etti im için taktım”. Ö leyin tekrar kar ı
la tı ımızda, yakasında rozet yoktu. Nedenini sordum. “Rozeti çıkarmak
zorunda kaldım; ö yle korkunçtu ki,” dedi.
Yeni bir do u politikasının^ izlendi i o heyecanlı yıllarda bunun
nedenini anlamak zor de ildi: SPD ve CDU/CSU taraftarlarının sayısı
aynı olabilirdi ama fikirlerini ifade etme co kusu ve enerjisi bakımından
hiç de e it de illerdi. Her tarafta yalnızca SPD rozetleri gö rü lü yordu;
partiler arasındaki gü ç dengesinin yanlı tahmin edilmesine a mamak
gerekirdi. Sonra garip bir dinamik olu maya ba ladı. Do u politikasını
onaylayanlar, d ü ü n celerin in ba k aların ca payla ıldı ını açık ça
hissedebiliyorlardı. Bu sayede de dü ü ncelerini yü ksek sesle ifade ediyor,
fikirlerini bü yü k bir ö zgü venle savunabiliyorlardı. Do u politikasına kar ı
olanlar ise, kendilerini yalnız hissediyor, içlerine kapanarak susuyorlardı.
te bu tutum birinci grubun oldu undan daha gü çlü , ikinci grubun ise
oldu undan daha zayıf gö rü nmesine neden oluyordu. Çevreden edinilen
bu gö zlemler, kimilerinin fikirlerini yü ksek sesle açıklamasına, kimilerinin
de gö rü lerini yutmasına neden oluyordu; bu durum tıpkı bir sarmal
sü recindeki gibi, bazıları toplumda bü tü nü yle baskın çıkana, bazıları da
kamu sahnesinden tam am en silinip “dilsiz" kalana dek sü rdü . te
“suskunluk sarmalı” olarak tanımlanabilecek sü reç budur.
Ba langıçta bu yalnızca bir hipotezden ibaretti. Bu hipotez, 1965’teki
gö zlemlerimizi pekâ lâ açıklayabiliyordu. Seçimlerin yapılaca ı o yaz Ludwig
*
* Do u politikası (Ostpolitik): SPD Genel Ba kanı Willy Brandt’m Do u Almanya ve di er
komü nist ü lkelerle ili kileri geli tirmek için uyguladı ı politika. Bu politika sonucu Batı
Almanya,
Do u Almanya’yı belli bir ö lçü de tammı ve her iki ü lke Birle mi Milletler’e ü ye olmu tur.
SUSKUNLUK SARMALI HİPOTEZİNİN OLUŞUMU 31
:,>ekil 2 : 1965 yılındaki olgu 1972’de tekrarlanıyor
I leğ işmeyen seçim niyetlerine rağ men -CDU/CSU ve SPD başa baş gidiyorlar- kanaat
ortamı değ işi
yor: Seçimleri CDU/CSU'nun kazanacağ ı beklentisi azalırken, SPD’nin kazanacağ ı beklentisi
giderek
ıırtıyor.
Sonunda, kazanacağ ı dü şü nü len parti lehine bir yü zer-gezer oy etkisi yaşanıyor.
Seçim niyeti CDU/CSU
SPD I
l
Beklentiler: Seçimleri kim kazanacak?
CDU/CSU kazanacak
SPD kazanacak ı------- 1
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 2084,2085,2086/1,2086/II, 2087/II, 2087/II ve 2068.
Erhard ile Ingiltere Kraliçesi arasındaki uyum, hü kü mete hayli puan ka
zandırmı tı. Halk arasında popü ler olan Erhard ilk defa ansö lyeli e aday
lı ını koymu tu ve ngiltere Kraliçesi pırıl pırıl gü ne li bir havada tü m
Almanya’yı dola ıyordu; Erhard da sık sık orada burada Kraliçeyi selam
larken ve kar ılarken gö rü lü yordu. SPD ve CDU/CSU’nun oy oranlarının
aynı olmasına ra men, C D U taraftarı oldu unu sö ylemek, kazanaca ı
apaçık ortada olan iktidar partisinden yana çıkmak, insanlar için bir
zevkti; CDU/CSU’nun Parlamento seçimlerini kazanaca ına dair beklen
tinin hızla artması, genel kanıyı yansıtıyordu.
Son dakika taraftarları
1965 seçimlerinde de, 1972 seçimlerinde de seçmenlerin oy tercihleri
hemen esintiye kapılmadı; her iki seçimde de, neredeyse seçim gü nü ne
dek, genel kanıdaki ini çıkı lardan etkilenilmedi. En azından seçmenlerin
seçim niyetlerinin rü zgâ rda dö nen fırıldaklara benzememesini, kayda de
er bir istikrara sahip olmasını iyi bir i aret olarak gö rebiliriz. Avusturya
asıllı Amerikalı sosyopsikolog ve seçim ara tırmacısı Paul F. Lazarsfeld
32 KAMUOYU
bir keresinde istikrar hiyerar isinden4 sö z etmi ve seçmenlerin tercihleri
ni bu hiyerar inin uç noktasına koymu tu. Lazarsfeld’e gö re, yeni tecrü be,
gö zlem, bilgi ve fikirleri çok yava takip eden seçmenlerin siyasi tercihleri
oldukça sa lamdır. Fakat son anda genel kanı etkili olmaktadır; “son
dakika yü zer-gezer oyu” iki kez genel kanının baskısına yenik dü mü ,
oyları % 3-4 oranında artırmı tı. Lazarsfeld benzer bir durumu 1940 A m e
rika ba kanlık seçimlerinde gö zlemlemi ve bu etkiyi, alayın ba ındaki
bando mızıkalı arabayı takip etmek anlamına gelen “bandıvagori'effect”5
[“gö zde taraf etkisi”] olarak nitelendirmi ti. Bu durum ö yle açıklanıyor
du: Herkes kazanan tarafta olmak ister.
Kazanan tarafta olmak mı? Ço u insan bu kadar iddialı de ildir muh
temelen. Zaten, yö netici tabakası gibi makam ve erk beklentileri de yok
ki. Burada sö z konusu olan, çok daha mü tevazı bir istek, gö rü nü rde tü m
insanların payla tı ı dı lanmama çabasıdır. Kimse, 1972’de C DU rozeti
takan kız gibi yalnız kalmak istemez. Kimse merdivenlerde kar ıla tı ı
kom ularının gö zlerini kaçırmalarını ya da i yerindeki arkada lannm ken
disinden kaçınmasını istemez... insanın sıcak bir sempatiyle kar ılandı ını
mı, yoksa dı landı ını mı anlamasını sa layan yü zlerce i areti ancak imdi
el yordamıyla toplamaya ba ladık.
Kendisini dı lanmı hisseden insanların, —bu ki ileri kamuoyu ara tır
ma anketlerimizdeki "benim çok az tanıdı ım var” ifadelerinden tanımak
mü mkü ndü r— "last minute swmg” hareketine daha meyilli olduklarını,
aynı seçmenlerle 1972 seçimlerinden ö nce ve sonra yaptı ımız anketler
do rulamaktadır. Ö zellikle de, ö zgü veni az ve politikayla daha az ilgili
insanlar son anda tavır de i tirmektedirler. Kazanan tarafta olma iste i,
bando arabasının ü stü nde yer alıp di erleriyle birlikte trompet çalma
iste i, zayıflıktan yü zer-gezer olmu bu insanların isteyebilecekleri bir.
ey de ildir elbette. “Di er kurtlarla beraber uluma” arzusu son dakika
taraftarlarının, daha iyi bir deyi le, insanın durumuna daha uygun dü
mektedir. insanlar, ba kalarının kendilerini dı ladıklarını ve bu konudaki
duyarlılıklarının aleyhlerinde kullanılabilece ini dü ü ndü klerinde çok
acı çekerler..
Dı lanma korkusu, suskunluk sarmalı sü recini harekete geçiren temel
gü ç olarak kar ımıza çıkar. “Kurtlarla beraber ulumak” elbette daha mudu
kılar insanı, ama genel olarak kabul gö ren bir durum sizin tarafınızdan
onaylanmıyorsa, en iyisi susmaktır. ngiliz filozof Thomas Hobbes, 1650
yılında yayımlanan The Elements o f Lam6 [Hukukun Esaslan] adlı eserinde
suskunluktan sö z eder. Hobbes’a gö re “suskunluk” onaylamak olarak gö
rü lebilir, çü nkü aksi takdirde, onaylamadı ınız bir eye “hayır” demek
SUSKUNLUK SARMALI HİPOTEZİNİN OLUŞUMU 33
çok kolaydır. Hobbes bu noktada yanılmaktadır, çü nkü hayır demek hiç
kolay de ildir. A ncak susmayı cazip kılan eyin, suskunlu un bir onaylama
i >larak gö rü lebilmesi konusunda kendisine hak vermek zorundayız.
Görüntüyü gün ı ı ına çıkarmak
Suskunluk sarmalı gibi bir sü reç hipotez olarak kar ımıza çıktı ında, bu
sü recin gerçekli ini, geçerlili ini kontrol etmek için ö nü mü zde iki seçenek
vardır. E er bö yle bir sü reç varsa ve kanaaderin olu masında ya da yok
olmasında rol oynuyorsa, bu durumun ö nceki yü zyıllarda da birçok yazar
tarafından fark edilmi olması gerekir. Bö yle bir sü recin, duyarlı gö zlemci
ler olarak dü nya ve insanlık tarihi ü zerine yazan filozofların, tarihçilerin
ve hukukçuların gö zü nden kaçmı olması dü ü nü lemez. Bu nedenle geç
mi te arama tarama yapmak ü zere yola çıktı ımda, Alexis de Tocqueville’in
1856 yılında yayımlanan Fransız Devriminin Tarihi adlı eserinde, suskunluk
sarmalı dinami inin tasvirine rastlamam benim için bir umut i areti oldu.
Tocqueville 18. yü zyılın ortalarında Fransız kilisesinin çö kü ü nden ve
dini kü çü msemenin Fransızlar arasında nasıl yaygın bir tutku haline geldi
inden sö z eder. Kilisenin suskunlu unu ya da “dilsizle mesini” bu
durumun ö nemli bir nedeni olarak gö rü r: “Eski dini inançlarına ba lı
kalanlar, yalnızca kendilerinin bö yle dü ü nmesinden ü rktü ler ve bir yanıl
gıya dü mekten çok toplum dı ı kalmaktan korktukları için, durum hiç
de ö yle olmadı ı halde, ço unluk gibi dü ü nü yormu gibi yapmaya ba la
dılar. Bö ylece, toplumun yalnızca bir kısmının gö rü ü , herkesin gö rü ü y
mü gibi algılandı ve bu aldatıcı gö rü ntü yü verenler için bile kar ı konula
maz hale geldi”.7
Geçmi te biraz daha yol aldı ımızda, benzer fikir ve gö zlemlerin her
yere serpi tirilmi oldu unu gö rdü k... Jean-Jacques Rousseau ve David
Hume’da, John Locke, Martin Luther, Machiavelli ve Johannes Hus’ta
ve nihayet antikça da bu gö rü lere rastladık. Bunlar asla ba lıklar altında
ele alınmamı , daha çok kü çü k notlar dü ü lmü tü ; arama bir iz sü rmece
oyununu andırıyordu. Am a suskunluk sarmalı gerçe i giderek kendini
gö stermeye ba ladı..
Bir hipotezin gerçeklik payını kontrol etmenin ikinci yolu ampirik
ara tırmalardır. Suskunluk sarmalı gibi bir olgu varsa, bilimsel olarak ö l
çü lebilmesi gerekir. Son elli yılda sü rekli geli en kamuoyu yoklamaları
yö ntemleriyle sosyopsikolojik olguların gö zlemlenmesi mü mkü n olmakta
dır. Bir sonraki bö lü mde, suskunluk sarmalı sü recinin gü n ı ı ına çıkartıl
masında hangi yö ntemlere ba vuruldu u anlatılmaktadır.
II
Kamuoyu Yoklama Araçlarıyla Kontrol
“A raç” sö zü kula a biraz garip gelebilir; “araç” dendi inde incecik parça
lardan olu mu aygıtlardan, parabol aynalan gibi dev aletlere kadar birçok
cihaz gelir insanın akima. Oysa anket formlarında yer alan, ço u zaman
bir oyunu andıran soruların hepsi birer gö zlem aracıdır. Toplumun tü m
kesitlerinden ortalama insanların bu sorulara verdikleri tepkiler, gü dü
ve davranı biçimlerini, yani “suskunluk sarmalı” gibi bir sü recin dayandı-
rılabilece i bir temelin varlı ım gö sterir.
Suskunluk sarmalı hipotezi, insanların çevrelerini dikkatle gö zlemle
diklerini, di er insanların ne dü ü ndü ü nü , e ilimlerinin ne oldu unu,
hangi gö rü lerin yaygınla ıp hangilerinin kabul gö rdü ü nü algıladıklarım
iddia etmektedir. Peki bu hipotez kanıtlanabilir mi?
“Ben nereden bileyim?”
“Suskunluk sarmalı”nı kavramak amacıyla 1971 yılının O cak ayında
Allensbach Enstitü sü ’nü n hazırladı ı bir dizi anketle ara tırmalarımıza
ba ladık, ilk soru dizimiz ü ç sorudan olu uyordu:
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 35
Sorular, Do u Almanya’yla ilgiliydi: Sizce Federal Almanya Cum
huriyeti Do u Almanya’yı ikinci Alman devleti olarak tanımalı mı
tanımamalı mı?
imdi ki isel gö rü ü nü zü bir yana bırakacak olursak, sizce Batı
Almanya’daki insanların ço u Do u Almanya’nın tanınmasından
yana mı, yoksa buna kar ı mı?
Sizce geli meler nasıl olacak? Bir yıl içinde daha çok mu yoksa
daha az mı ki i Do u Almanya’nın ikinci Alman devleti olarak
tanınmasından yana olacak?
“ imdi ki isel gö rü ü nü zü bir yana bırakacak olursak, sizce insanların
ço u bundan yana mı yoksa kar ı m ı..." —“Sizce bir yıl sonra durum ne
olacak, insanların ço u bundan yana mı yoksa buna kar ı m ı...” gibi
soruları ço u insan pekâ lâ “Ben insanların ço unun ne dü ü ndü ü nü ya
da bir yıl sonra ne dü ü nece ini nereden bilebilirim ki? Ben falcı mıyım?”
diye yanıtlayabilirlerdi. Fakat insanlar bu tü r sorulara bö yle yanıt vermi
yorlar. Toplumun 16 ya ından bü yü k temsili bir kesitinin % 80 ila % 90’lık
bir oranı, sanki dü nyanın en do al eyiymi gibi, ba kalarının gö rü leri
hakkında tahminde bulunuyor (Tablo 1).
nsanlar gelecek hakkında fikir yü rü tü rken biraz daha gü vensiz olsalar
bile, bu tü r sorular da yanıtsız kalmamaktadır. O cak 1971 tarihinde halkın
be te ü çü genel kanının ne yö nde geli ece i hakkında fikir yü rü tmü tü
ve beklentiler oldukça açıktı; halkm % 45’i, Do u Almanya’nın tanınma
sını destekleyenlerin artaca ını sö ylerken, yalnızca % 16’sı bu sayının
azalaca ını dü ü nü yordu (Tablo 2). Bu sonuç bize 1965’teki gö zlemlerimi
zi anımsattı. O dö nemde de, “seçimleri kimin kazanaca ını dü ü nü yorsu
nuz?” sorusuna ço unlu un verdi i yanıt “ben nereden bileyim?” de ildi.
Oysa iki bü yü k partinin aylardır ba a ba mü cadele etti ini gö steren ka
muoyu ara tırmaları gö z ö nü nde tutulursa, bu çok akıllıca bir cevap olurdu.
Hayır, beklentiler giderek daha belirgin bir hal almı ve sonunda, “son
dakika yü zer-gezerleri” ü zerinde etkisini gö stermi ti. 1965’teki gö zlemleri
mizi 197 l ’deki gö zlemlere uyarladı ımızda, Do u Almanya’nın tanınma
sının lehine bir “suskunluk sarmalı” olu masını beklemek gerekiyordu.
nsanın yeni bir yetene i ke fediliyor:
Kanaat ortamlarının algılanması
Biz imdilik “suskunluk sarmalı” hipotezinin ampirik ara tırmalarla ne
ö lçü de ortaya konulabilece ini irdelemeye devam edelim. 1971 yılındaki
ilk deneyimizden sonra buna benzer bir dizi anket yaptık ve her seferinde
36 KAMUOYU
Tablo 1: Kanaat ortamının gö zlemlenmesi
Ço u insan, tartı malı bir konuda ço unlu un hangi tarafı destekledi ine dair bir gö rü e
sahip.
Tabloda, 1971 ve 1979 yılları arasında, temsili 1000 ya da 2000 ki iyle yaptı ımız 50 kadar
testten 12’si gö rü lmektedir. Birinci konuyla ilgili soru: “ imdi ki isel gö rü ü nü zü bir yana
bırakacak olursak, sizce Batı Almanya’daki insanların ço u Do u Almanya’nın
tanınmasından yana mı yoksa buna kar ı mı?” eklindeydi. Di er konulardaki sorular da
bu biçimde ifade edildi.
“Ço u insanın” nasıl dü ü ndü ü ne
Bir tahminde
dair sorular
bulunanların
oranı,
%
Do u Almanya’nın tanınması (Ocak 1971)
86
Esrar ve LSD kullanımının yaygınla masına kar ı ö nlem (Ocak 1971)
96
Hava ve suyun temiz tutulması için daha sert yasalar (Mart 1971)
75
Kü rtaja izin (Nisan 1972)
83 .
Ö lü m cezası uygulansın mı (Haziran 1972)
90
Franz Josef Strauss’un daha fazla siyasi gü ç elde etmesi (Ekim-Kasım 1972).
80
Açlık grevindeki mahkumların zorla beslenmesi ( ubat 1975)
84
Alman Komü nist Partisi (DKP) ü yelerinin yargıçlık yapabilmesi (Nisan 1976)
82
CDU/CSU be eniliyor mu? (A ustos 1976)
62
SPD be eniliyor mu? (A ustos 1976)
65
Yeni nü kleer santrallerin kurulması (Eylü l 1977)
85
Sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmeli mi? (Mart 1979)
88
55 konuda somut tahminlerde bulunanların ortalaması
82
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2068, 2069, 2081, 2083, 2087, 3011, 3028, 3032/11,
3032/1,3047,3065.
toplumun kendi içindeki ço unluk ve azınlık kanaatlerine dair bir eyler
algıladı ını, ço unlu un herhangi bir konuda taraf mı yoksa kar ıt mı
oldu u hakkında fikir yü rü tebildi ini gö rdü k. Ü stelik bunlar, tıpkı 1965’te
oldu u gibi, kamuoyuna açıklanan kamuoyu yoklamalarındaki oranlar
dan bü tü nü yle ba ımsızdı (Tablo 3).
1965 ve 1971 yılında hangi kanaatlerin yaygın olarak algılandı ını
ö lçmekte kullandı ımız u iki soruyu, 1976 seçim yılında sistematik olarak
kar ıla tırdık, “Sizce seçimleri kim kazanacak?” - “ nsanların ço u bu
konuda ne dü ü nü yor?” Her iki soru da bizi aynı sonuca gö tü rü rken,
“CDU/CSU insanların ço unun ho una gidiyor m u .. ., yoksa sizce be e
nilmiyor mu?” gibi bir soru hassas ve bö ylece daha iyi bir ö lçü m aracı
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 37
l.ılılo 2: Kanaat ortamının bir ifadesi olarak beklentiler
insanların gelecekteki belirli bir konuda -buradaki test, Ocak 197l ’de, Do u Alman
ya'nın tanınması hakkındadır- kanaatlerin nasıl olaca ına dair fikir yü rü tme e ilimi testi.
Soru: “Sizce bir yıl içinde durum nasıl olacak, Do u Almanya’nın ikinci Alman devleti
ı ılarak tanınmasından yana olacak ki iler artacak mı, azalacak mı?
16 ya ından
bü yü k nü fus
%
1 )o u Almanya’nın tanınmasını isteyenler bir yıl içinde artacak
45
Ço unluk kar ı çıkacak
16
Bilmiyorum
39
100
n = 1979
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2068.
Tablo 3: Gelecekteki kanaat ortamına dair beklentiler.
Hangi cephe gü çlenecek, hangi cephe gü ç kaybedecek?
nsanların ço u tartı malı bir konuda, hangi tarafin gü ç kazanaca ı hakkında fikir yü rü tme
e ilimindedir.
Bu tabloda, 1971-1979 yılları arasında temsili 1000 ya da 2000 ki iyle yaptı ımız yakla ık
25 testten 6 ö rnek yer almaktadır. Soru ö yleydi: “Bir yıl içinde sizce kanaatler ne yö nde
de i ecek, daha fazla mı yoksa daha az mı ki i ... yana olacak?
Kanaatlerin
Kanaatlerin
ne yö nde geli ece ini dair
yakın zamanda
fikir yü rü tü lmesi istenen konular,
(bir yıl içinde)
ne yö nde geli ece ine
dair fikir yü rü ten
ki ilerin oranı
%
Do u Almanya’nın tanınması (Ocak 1971)
61
Rekabetçi topluma kar ı mı taraf mı (A ustos 1972)
68
Çiftlerin evlenmeden beraber ya amaları ( ubat 1973)
79
Franz Josef Strauss’a daha fazla politik gü ç (Mart-Nisan 1975)
72
Ö lü m cezası uygulansın mı? (1977 Temmuz-A ustos)
87
Yeni nü kleer santrallerin kurulması (Mart 1979)
81
27 konuda kanaatlerin ne yö nde geli ece ine dair
verilen somut cevapların ortalaması
75
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2068, 2084, 2090, 3013, 3046,3065.
38 KAMUOYU
oldu unu kanıdıyordu. Partilerin gü cü yle ilgili tahminlerdeki ini çıkı lar
birbirine paralel olmakla birlikte daha de i kendi ( ekil 3).
Şekil 3: Seçimleri kim kazanacak?
Kanaat ortamını ö lçmek amacıyla, uzun yıllardan beri seçim araştırmalarında kullanılan bir
soru.
Kanaat ortamı için bir başka gö sterge olan “insanların çoğ u CDU/CSU’yu beğ eniyor mu...?”
sorusu
aynı şeyi daha duyarlı, yani daha keskin sapmalarla ö lçmektedir.
Gö sterge 1: Ö nü mü zdeki Parlamento seçimlerini CDU/CSU kazanacak H M
Gö sterge 2: insanların çoğ u CDU/CSU’yu beğ eniyor
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 3023,3025,3030, 3031, 3032 ve 3035.
Halkın partilere ili kin kanaat ortamına dair tahminlerindeki a ırtıcı
dalgalanmalar dikkate alındı ında, insanların çevreyi gerçekten de do ru
gö zlemleyip gö zlemlemedi i, ba lı ba ına bir merak konusu haline geldi.
Bununla ilgili sistematik gö zlemlere 1974 yılında ba ladık. Halkın seçim
niyetlerinde —istikrar hiyerar isi kuralına gö re seçmenlerin seçim niyetle
rinde pek az de i iklik olu r- bu 15 aylık gö zlem sü resi boyunca hafif
ama kalıcı de i iklikler gö zlemledik. Ankederde CDU/CSU’ya oy vere-
çeklerini sö yleyen kesimde en dü ü k ve en yü ksek de er arasındaki fark
% 6 iken, SPD için bu oran % 4 idi. Fakat yine bu dö nemde, toplumun
algıladı ı kanaat ortamında bü yü k çalkalanmalar ya anıyordu ve % 24
oranında dalgalanmalar ba gö sterdi. A ncak bunlar sıradan huzursuzluk
lardan ziyade, seçmenlerin çok kü çü k bir oranının taraf de i tirmesinden
kaynaklanan kıpırdanmalardı ( ekil 4, 5). Bize bilmece gibi gelen soru
uydu, Toplum seçim niyetlerindeki bu hafif de i imleri nasıl algılayabil
mi ti? Gö zlemlerimize devam ettik. Daha sonra eyaletlerde -ö rne in,
A a ı Saksonya ya da Rheinland-Pfalz’d a- yaptı ımız ö lçü mler de gerçek
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 39
:,ıi '.kil 4: Pek çok insan parti taraftarlarının sayısındaki küçük iniş çıkışları kanaat
ortamın
daki bir değişim olarak algılar.
Seçim niyeti: CDU/CSU
Kanaat ortamı gö zlemi: “Bence insanların çoğ u CDU/CSU’yu beğ eniyor” DILtnJ
Kayrak: Allensbach Arşivi, Anket: 3010, 3017, 3019, 3022, 3023 ve 3025.
Şekil 5 Kanaat ortam ı g ö rü n ü r kılınıyor.
Sö çim niyetine ilişkin geleneksel anket soruları, toplumda gerçekte ne kadar huzursuzluk
yaşandığ ını
gö steremez.
Ö rnek: SPD 1974-1976
Seçim niyeti: SPD
Kanaat ortamı gö zlemi: "Bence insanların çoğ u SPD’yi beğ eniyor” ffflTOT
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 3010, 3017, 3019, 3022, 3023 ve 3025.
tabloyu tamamlar nitelikteydi ( ekil 6). ngiliz Gallup Enstitü sü de ngiliz
halkının kanaat ortamını algılama e ilimini ara tırmaya koyuldu. ngilte
re’deki seçim niyetlerinin Almanya’daki gibi net olmamasına ra men,
40 KAMUOYU
Ingilizlerin de kanaat ortamını algılamada epeyi yetenekli olduklan ortaya
çıktı ( ekil 7).
Şekil 6: Rheinland-Pfalz eyalet seçim lerinden önce havanın değişmesi
Seçim niyeti CDU: H H
Kanaat ortamı gö zlemi: “Bence Rheinland Pfalz’teki insanların çoğ u CDU’yu
beğ eniyor" |
Şubat
Temmuz/Ağ ustos
Aralık
Ocak/Şubat
Mart ayının
1978
1978
1978
1979
ilk haftası 1979
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 3114, 3141, 3153/1, 3156, 3158.
Şekil 7: Kanaat ortam ın ın algılanm asına o la n a kta n ıya n is ta tis tik v a ri y e ti In g ilte
re ’de de m evcut.
Sorular:
“Yarın Parlamento seçimleri olsaydı, hangi partiye oy verirdiniz?”
“Sizin kişisel gö rü şü nü z bir yana, sizce Ingiltere’deki insanların çoğ u muhafazakâ rlara
sempati
duyuyor mu, yoksa duymuyor mu?”
Muhafazakâ rları desteklerim HB-ZT1
İnsanların çoğ u m uhafazakâ rlara sem pati d u y u y o r!
Haziran Temmuz
Ağ ustos
Eylü l
Ekim
Kasım
Aralık
Kaynak: Gallup Political lndex.
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 41
Bu kanaat ortamını algılama yetene i kaç konuyu kapsar acaba? Yü z
lerce konunun dü zenli olarak gö zlemlendi ini varsaymamız gerekir. 1971
Mart’mdan itibaren, halkın ö lü m cezasıyla ilgili kanaatlerini ve bu konuda
fikir ortamının nasıl algılandı ını kar ıla tırmak için veri toplamaya ba la
dık. Fakat 1972-1975 yıllarında ö lçü mlere ara vermek zorunda kaldık,
çü nkü o sıralarda suskunluk sarmalı hipotezini ampirik yö ntemlerle ö lç
meye elveri li daha gü ncel konular mevcuttu. Yine de, 1971 ve 1979
yılları arasında yaptı ımız altı ö lçü m, kanaatlerdeki gerçek de i imlerin
fikir ortamına gü venilir bir biçimde yansıdı ını ortaya koymu tur ( ekil
8,9).
Bazen halk yanlı algılamaktadır, ama algılar genellikle do ruyu yansıt
tı ından, her çarpıtma heyecan vericidir. Bu tü r durumlarda, kanaat orta
lama ili kin algıların dayandı ı sinyaller herhangi bir biçimde çarpıtılmı
olsa gerek. Fakat bu sinyaller hakkında yeterince bilgi sahibi de ilsek,
çarpıtmayı açıklamakta zorluk çekeriz, Kitapta bu konuya tü m bir bö lü m
ayrılmı tır.1
Şekil 8: Kanaatler ve kanaat ortamları
İnsanlar bir kanaatin gü çlendiğ ini ya da zayıfladığ ını nereden anlıyorlar?
Kanaat: "Ben ö lü m cezasından yanayım”
Kanaat ortamı: “İnsanların çoğ u ö lü m cezasından yana"
Mart 1071 Haziran 1972
Ekim 1975 Ocak 1976 AOuaK» 1977
Mart 1979
Kayrak: Allensbach Arşivi, Anket: 2069, 2083, 3020, 3023, 3046 ve 3065.
42 KAMUOYU
Şekil 9: Karşı deney: {Ölüm cezasına karşı olanların sayısındaki azalm a ve
çoğalmaların
istatistikvari yetiyle algılanması.
Kanaat. "Ben ö lü m cezasına karşıyım” I ^ H I
Kanaat ortamı: “İnsanların çoğ u ö lü m cezasına Karşı”
%51
Mart 1971 Haziran 1972
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 2069, 2083, 3020, 3023, 3046 ve 3065.
“Tren testi”
Ne de olsa, bu çarpıtmanın bir kayna ını ta 1965 yılında buldu umuzu
iddia etmi tik. Seçim niyetleriyle tespit etti imiz bulgulara gö re her iki
parti de aynı ö lçü de gü çlü ydü , buna ra men fikir ortamını tespit etmek
amacıyla sordu umuz “seçimleri kim kazanacak?” sorusuna verilen yanıt
lar bir partinin sü rekli olarak gü ç kazandı ım gö steriyordu. Suskunluk
sarmalı hipotezine gö re bu durum her iki parti taraftarlarının fikirlerini
toplum içinde açıkça ifade edip edememe e ilimlerine, yani herkesin
gö rebilece i sinyallerle açıklanır. Ampirik yö ntemlerle kontrol edilmesi
gereken ikinci varsayım, insanların gerçekten çevrelerini, de i ik cephele
rin gü çlü lü ü nü tespit edip davranı larını ona gö re ayarlayabilmek ama
cıyla dikkatlice gö zlemleyip gö zlemlemedikleridir.
1972 yılında hazırlanan bir Allensbach anketinde daha ö nce dü nyada
hiçbir yerde sorulmamı ilginç bir soru yer aldı. Sö z konusu anket, ev
kadınlarıyla çocuk e itimi konusunda yaptı ımız bir anketti. Ankete katı
lan kadınlara, sohbet eden iki kadını gö steren bir resim verildi. “Burada
iki kadın, yaramazlık yapa ında çocu a dayak atılıp atılmaması hakkında
konu uyorlar. Siz hangi kadının fikirlerine katılıyorsunuz, yukarıdakinin
mi a a ıdakinin mi?” ( ekil 10).
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 43
Şekil 10: Çocuk eğitim iyle ilgili bir tartışm a örneğinde susm a ve konuşma
eğilimlerinin
test edilmesi.
İki farklı cephenin teşhis edilebilmesi amacıyla mü lakatta kullanılan resim.
Çocuklara dayak
alılmasma karşıyım
ayak eğitimin
bir parçasıdır ve hiçbir
çocuğa zararı
d okunmamıştır
u
44 KAMUOYU
Resimdeki kadınlardan biri ö yle diyordu: “Çocuklara dayak atılmasını
kesinlikle yanlı buluyorum, insan çocukları dö vmeden de e itebilir”.
O cak 1972’de ankete katılan ev kadınlarının % 40’ı bu gö rü ü payla tılar.
Resimdeki di er kadın ise unu sö ylü yordu: “Dayak e itimin bir parça
sıdır ve imdiye kadar hiçbir çocu un zararına olmamı tır”. Ev kadınları
nın % 47 ’si bu gö rü e katılırken % 13'ü kararsız kaldı.
; Anketin ikinci sorusu ö yleydi. “Ö nü nü zde be saatlik bir tren yolculu
u oldu unu dü ü nü nü z, sizinle aynı kompartımanda seyahat eden bir
kadın diyor k i... ” Bu soru, ev kadınlarının birinci soruya verdikleri cevaba
gö re de i iyordu. Dayaktan yana olduklarım belirten kadınlara soru, “si
zinle aynı kompartımandaki yolculardan bir kadın çocuk e itiminde daya
a kesinlikle kar ı oldu unu sö yleyerek sohbete ba lıyor. Bu kadınla sohbet
eder miydiniz, yoksa sö ylediklerini dikkate almaz mıydınız?” biçiminde
yö neltilirken, daya a kar ı olduklarını sö yleyen kadınlara,
. bir kadın,
çocuk e itiminde daya ın da gerekli oldu unu sö yleyerek sohbete ba lı
yor. .." biçiminde soruldu.
Yani, ev kadınları kendisininkiyle zıt bir gö rü e sahip bir ba ka kadınla
kar ı kar ıya getirildi. Sonunda herkese aynı soru soruldu: “Bu kadının
gö rü lerini daha yakından ö renmek için onunla sohbet eder miydiniz,
yoksa bunu pek ö nemsemez miydiniz?”
Bu “tren testi” de i ik konularda tekrarlandı. Konu bazen CDU/CSU
ve SPD iken, bazen de Gü ney Afrika’daki ırk ayrımı, evlenmeden birlikte
ya ayan çiftler, nü kleer enerji, misafir i çiler ya da anayasanın 218. mad
desi, uyu turucu, kamu hizmetinde çalı an radikaller idi.
Ara tırmak istedi imiz hipotez uydu: Farklı cepheler, zıt gö rü lerin
oldu u ortamlarda, fikir beyan edip etmemek konusunda farklı bir tavır
içindedirler. Fikirlerini açıkça ortaya koyma ve savunma e iliminde taraf,
daha gü çlü oldu u izlenimini uyandırarak gö rü nü te daha gü çlü olan bu
saflara katılmak konusunda insanları etkilemektedir. Bu durum tek tek
bireyler ü zerinde gö zlemlenebilir; ama bö yle bir sü reci, tekrar edilebilirlik,
kontrol edilebilirlik ve hepsinden ö nemlisi, gö zlemcinin nesnelli i gibi
bilimsel kuralları da dikkate alarak nasıl ö lçebiliriz? Gerçeklik taklit edile
rek, ö lçü m yapmaya uygun ko ulların yaratılması gerekir. Ö rne in, sorula
rın belirli bir dü zene gö re sıralandı ı, sö zcü klerin de hep aynı vurguya
sahip oldu u, ortalama 5 0 0 ,1 0 0 0 ya da 2000 katılımcıyla yü zlerce anket-
çinin çalı tı ı ve bö ylece tek bir ki inin anket sonucunu de i tiremeyece i
bir ankette gerçeklik taklit edilebilir. Yine de, bö yle bir ankette kurgulanan
durum nasıl da yetersizdir; ya amdan, tecrü belerden ve gerçek algılardan
ne kadar farklıdır!
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 45
Kamunun simülasyonu
Kamuoyu yoklamalarında yapılması gereken ilk i , ankete katılan ki inin
kamuda gö rü len bir davranı kar ısındaki ö rtü k tutumunu saptayabilmek
i<, in mevcut kamusal durumu canlandırmaktır. Çü nkü insanlar hangi
< ephenin gü çlü , hangisinin zayıf oldu unu s.adece aile arasmdaki
konu malardan de il, toplum içinde açıkça gö rü len davranı lardan
çıkarırlar. “Last minute sıvirıg” analizleri, pek tanıdı ı olmayan yalnız
insanların bile bu sinyalleri algıladıklarını ortaya koymu tur. Kanaat
(utamında bir parti, bir ki i ya da belirli bir kanaatle ilgili ani bir de i im
ya andı ında, bu de i im hemen hemen aynı zaman dilimi içerisinde
ı ü m toplumsal gruplar, çe itli ya grupları ve meslek çevreleri tarafından
algılanır ( ekil 11, 12, 13). Bu ancak sinyaller apaçıksa, yani kamusal ise
mü mkü ndü r. Aile içindeki ve yakın,dostlar arasındaki davranı lar, kamu
içindeki davranı la aynı ya da farklı olabilir; bu, suskunluk sarmalı sü reci
açısından ilk etapta ö nemsizdir. Biz bunu, anket sırasında katılımcının
susma ya da konu ma e ilimini açı a vuraca ı bir sahne tasarlamaya
çalı tı ımızda farkediverdik. Katılımcıya, ço u insanı tanımadı ı kalabalık
lıir davette oldu unu hayal etmesini sö yledik. Bu davette laf dö nü p
dola ıp tartı malı bir konuya geliyordu (ankette bu konunun ne oldu u
b elirtilm i ti). K atılım cı bö yle bir tartı m aya katılır mıydı, yoksa
ö nemsemez miydi? Soru “i e yaramadı”, çü nkü durum yeterince kamusal
de ildi. Ev sahibine kar ı, di er davetlilere kar ı kabalık etm em e
dü ü ncesi deneklerin tepkisini etkiledi. Sonra bir de “tren testini”
uyguladık. Bu testteki durum yeterince kamusaldı, tıpkı “kamuya açık
gezinti yolu” gibi: Herkes girebilir, adını sanını bilmedi imiz insanlar
vardır. F akat çekin gen birin in bile, e er can ı isterse sohbetlere
katılabilece i “kü çü k” bir kamudur. A nkete katılan ki inin) sokakta,
pazarda ya da bakkalda davrandı ı gibi davranması, kendisine soruyu
yö nelten ara tırmacılar ya da onu dinleyen di er aile bireyleri kar ısında,
testteki ortamı hayal ederek aynı do allıkla tepki vermesi beklenebilir
iniydi? Yoksa yalnızca kurgulanan, hayal edilen bir durum kar ısındaki
itki fazla mı zayıf olacaktı?
kinci varsayımımız do rulanıyor: Kazananlar konu maya, kaybe
denler susmaya e ilimli
1972,1973 ve 1974’te uyguladı ımız tren testlerini de erlendirdi imizde
u sonuca vardık: Farklı saflardaki insanların belli konulardaki konu ma
46 KAMUOYU
Şekil 11: Kanaat ortamının tüm nüfus katmanlarında değişimi: Kamusallığın ifadesi.
Ö rnek: “Federal Almanya Doğ u Almanya'yı tanımalıdır".
Eylü l 1968 - Eylü l 1970/0cak 1971
Kanaat ortamındaki
Kanaat ortamındaki
değ işimden ö nce: Eylü l 1968 ' ■
değ işimden sonra: Eylü l 1970/0cak 1971 L -
%0
10
20
30
40
50
60
70
16 yaşın ü zerindeki nü fus
Toplam
Erkekler
Kadınlar
YAŞ GRUBU
16-29 yaş
30-44 yaş
45-59 yaş
60 yaş ü zeri
Ö Ğ RENİM DURUMU
Orta ö ğ renim
Yü ksek ö ğ renim
MESLEKİ DURUM
Çiftçiler
Vasıflı-vasıfsız işçiler -
Uzmanlar
Kü çü k ve orta dereceli memurlar
Yö neticiler ve yü ksek dereceli
memurlar
İşadamları ve serbest meslek
sahipleri
SİYASİ GÖ RÜ Ş
CDU/CSU’lular
SPD’liler
F.D.P.’liier
%0
10
20
30
40
50
60
70
Kayrak: Allensbach Arşivi, Anket: 2044 ve 2065/2068A.
ve susma e ilimleri ö lçü lebiliyordu. Ö zelliklerde, 1972 seçim yılı bu tü r
testler için ideal konular sunuyordu. Nobel Barı Ö dü lü sahibi Almanya
Ba bakanı Willy Brandt’a duyulan hayranlık doruk noktasındaydı, ancak
Brandt’m simgesi haline gelmi do u politikası konusunda keskin gö rü
ayrılıkları hâ kimdi. Do u politikasını savunanların ve kar ı çıkanların,
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 47
'.Hikil 12: B ü tü n h a lk b ir kan aat ortam inin e tkisi altına g iriy o r.
( iınnk; Başbakan Brandt'ın izlediğ i politikanın onaylanması
Mı lyıs/Haziran 1973 - Ocak 1974
Kanaat ortamındaki
Kanaat ortamındaki
ıleğ işimden ö nce: Eylü l 1968
değ işimden sonra: Eylü l 197O/Ocak 1971 a

%0
10
20
30
40
50
60
70 80
16 yaşın ü zerindeki nü fus
[oplam
Krkekler
Kadınlar
YAŞ GRUBU
16-29 yaş
30-44 yaş
45-59 yaş
60 yaş ü zeri
Ö Ğ RENİM DURUMU
Orta ö ğ renim
Yü ksek ö ğ renim.
MESLEKİ DURUM
Çiftçiler
Vasıflı vasıfsız işçiler
Uzmanlar
İşadamları ve serbest meslek
sahipleri
SİYASİ GÖ RÜ Ş
CDU/CSU’lular
SPD’Iiler
F.D.P.’liler
%0
10
20
30
40
50
60
70
80
K ayra k: Allensbach Arşivi, Anket: 2095 ve 3001.
toplumda hangi gö rü ü n gü çlü oldu unu anlamaları için ö zel bir algılama
yetene ine gereksinimleri yoktu. Mayıs 1972’de ö yle bir soru sorduk:
“Sizce Batı Almanya halkının ço u, Do u Bloku ü lkeleriyle yapılan anla
malara kar ı mı, taraf mı?” % 51, “ço unluk anla malardan yana” derken,
“ço unluk anla malara kar ı” diyenlerin oranı % 8 idi. % 27 “taraf olanlar-
48 KAMUOYU
Şekil 13: Kanaat ortamındaki değişim her yere nüfuz ediyor.
Ö rnek: Ö lü m cezasından yana olanlar
Sonbahar/kış 1975/1976 - Yaz 1977
Kanaat ortamındaki
Kanaat ortamındaki
değ işimden ö nce: Eylü l 1968
değ işimden sonra: Eylü l 1970/0cak 1971 L J
%0
10
20
30
40
50
60
16 yaşın ü zerindeki nü fus
Toplam
Erkekler
Kadınlar
YAŞ GRUBU
16-29 yaş
30-44 yaş
45-59 yaş
60 yaş ü zeri
Ö Ğ RENİM DURUMU
Orta ö ğ renim
Yü ksek Ö ğ renim
MESLEKİ DURUM
Çiftçiler
Vasıflı vasıfsız işçiler
Uzmanlar
Kü çü k ve orta dereceli memurlar
Yö neticiler ve yü ksek dereceli
memurlar
İşadamları ve serbest meslek
sahipleri
SİYASÎ GÖ RÜ Ş
CDU/CSU’lular
SPD’liler
F.D.P.'liler
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 3020/3023 ve 3046.
la kar ı olanların oranı yarı yarıya” derken, % 14 fikir yü rü tmekten kaçı
nıyordu: “Bir ey sö ylemek imkâ nsız”.
1972 Ekim5inde, seçim kampanyası devam ederken, bir kamuoyu ara
tırmasında tren testini uyguladık. Sorumuz ö yleydi: “Ö nü nü zde be saat
lik bir tren yolculu u oldu unu dü ü nü nü z. Sizinle aynı kompartımanda
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 49
seyahat eden yolculardan biri Willy Brandt’tan yana oldu unu sö yleyerek
m >hbete ba lıyor [gö rü melerin yansında soru “Brandt’a kar ı oldu unu
sö ylü yor” eklinde soruldu]. Bu insanın dü ü ncelerini daha yakından
ı imrenmek amacıyla onunla sohbet eder miydiniz, yoksa sö ylediklerine
i ıııem vermez miydiniz?” Brandt kar ıtlarının iki katı olan Brandt yanda -
1;irinin % 5 0 ’si “seve seve sohbet ederdim” derken, kar ıtların % 3 5 ’i
sohbet etmeye e ilimli olacaklarını sö ylemi lerdi. “Sö ylediklerine ö nem
vermezdim” diyenlerin oranı ise kar ıtlarda % 56 iken, taraftarlarda %
42 oranındaydı (Tablo 4). Bu sonuçlar u anlama geliyordu: Brandt taraf
ı arları sadece sayı olarak de il, aynı zamanda konu ma ve gö rü lerini
açıkça belirtme e ilimleriyle de toplumdaki mevcut hallerinden daha
i;ü çlü oldu u izlenimini uyandırıyorlardı.
liıblo 4: Tren testi
ansö lye Willy Brandt’la ilgili olarak “kü çü k bir kamu”da konu ma ve susma e ilimleri
(likim 1972)
Ço unluk:
Azınlık:
Brandt’ı
Brandt’a kar ı
destekleyenler
olanlar
%
%
Bir tren yolculu unda, aym kompartımanı payla tıkları
bir yolcuyla Brandt hakkında seve seve sohbet edenler
50''
35
Sohbet etmek istemeyenler
42
56
Kararsızlar
8
9
100
100
n = 1011
502
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2086/1+11.
Yakaya takılan bir rozetle de konu ulur
Konu ma ve susmayı bu ba lamda irdelemek gerekiyor. Yakaya bir rozetin
takılması, arabaya bir çıkartmanın yapı tırılması “konu mak”tır; bir gö rü e
sahip olmamıza ra men, bunları yapmamak ise “susmak”tır. Frankfurter
Rundschau gibi belli bir çizgiye sahip bir gazeteyi herkesin gö rebilece i
bir biçimde ta ımak “konu maktır", gazeteyi cebe tıkmak ya da daha az
bilinen bir gazetenin içine saklamak da (hiç kimse gazeteyi sakladı ını
kabul etmeyecektir elbette, sadece ba ka bir gazeteye sarmı tır, o kadar)
50 KAMUOYU
“susmaktır”. Bildiri da ıtmak konu maktır, afi asmak, afi sö kmek ya
da rakip partilerin amblemini ta ıyan arabaların lasti ini patlatmak da
konu maktır. 1960’lı yıllarda bir erke in uzun saçlı olması konu maktı,
Do u Bloku ü lkelerinde kot pantolon giymek konu maktır.
1972 yılında, tren testini yapmadan da tartı malı bir konuda bir tarafın
belirgin bir biçimde etkin oldu una, konu tu una, ö bü r tarafınsa daha
gü çsü z olmamasına, hatta bazen siyasal ço unlu u olu turabilmesine ra
men sustu una, bu yü zden de oldu undan daha zayıf gö rü ndü ü ne dair
ampirik kanıtları toplayabilirdik. Amerika Birle ik Devletleri eski ba kan
yardımcısı Agnevv’ın, “sessiz ço unluk” yakınması ü nlü olmu tu, çü nkü
insanların ço unun algıladıkları, hatta olu um sü recinde rol oynadıkları
halde açıkça dile getirmedikleri için bilincine varmadıkları bir gerçe i
dile getirmi ti.
1972 yılındaki Parlamento seçimlerinden,sonra bir soru, mü cadele
içindeki partilerin hemen hemen aynı gü çte ve aynı sayıda taraftara sahip
olmalarına ra men, toplumda bir tarafın daha aktif ve gü çlü gö rü nmesinin
nedeni ve bu e itsizli in nelerden kaynaklandı ı hakkında bizi bir anda
aydınlatıverdi. 1972’nin Aralık ayında sordu umuz soru uydu: “Bildi iniz
gibi tü m siyasi partilerin rozetleri, afi leri ya da çıkartmaları var. Sizce
ortalıkta en çok hangi partinin rozetleri, afi leri ve araba çıkartmaları
gö rü ldü ?”sorusunu “en çok SP D ’nin” diye yanıtlayanların oranı % 53,
“CDU/CSU” diyenlerin oranı ise % 9 ’du. ikinci sorumuz konuyu ba ka
bir açıdan ele alıyö rdu: “Bir partinin seçimlerde ba arılı olması elbette
parti taraftarlarının seçim kampanyalarındaki çalı malarına da ba lıdır.
Sizce bu seçimlerde en çok hangi partinin taraftan seçim kampanyalannda
ki isel çaba gö sterdi?” Temsili ara tırmamıza gö re halkın % 44'ü “SPD
taraftarlan”, % 8'i “CDU/CSU taraftarları” diye gö rü bildirdi. Bu sonuçlar
ö yle de erlendirilebilir: 1972 sonbaharında dü ü ncesini rozetler, çıkartma
larla dile getirmek isteyen C D U ’lu bir taraftar, kendisiyle hemfikir olan
binlerini aradı bo u bo una; oysa onlar suskunlu a bü rü ndü kleri için, aynı
gö rü ü payla anları rozetlerle desteklemek isteyenlerin kendisini yalnız
ve dı lanmı hissetmesine katkıda bulunmu oldular. Hiçbir suskunluk
sarmalı sü reci o dö nemde ya anankinden daha ileri boyutlara ula amazdı.
Kanaat ortamlarını gö rü lebilir kılmak amacıyla yaptı ımız deneyler
den elde etti imiz bu bulgular bir hayli yadırgatıcıydı. Ö yle ya, bir rozet
takmak ya da arabaya bir çıkartma yapı tırmak zevk meselesi de il miydi?
Kimileri bö yle eylerden ho lanır, kimileri de ho lanmaz. Ö rne in, daha
muhafazakâ r insanlar daha çekingen olamazlar mı? Ya da “tren testleri”:
Bazı insanlar yolculukta sohbet etm ekten ho lanır, bazıları pek ho lan-
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 51
ınaz. Tren testini toplumdaki baskı sü reçlerinin “suskunluk sarmalı” gibi
sü reçlerle yayıldı ının bir i areti olarak gö rebilir miyiz?
Konu maya e ilimli grupları kendi safına katmanın avantajı
Ampirik ara tırmaların da ortaya koydu u gibi, konu ve kanaatlerden
ba ımsız olarak, bazı insanların konu maya e ilimli oldukları, bazılarının
ise susmayı tercih ettikleri do rudur. Bu durum tü m toplumsal gruplar
için geçerlidir. Ö rne in, “kü çü k bir kamu” içinde tartı malı bir konu
hakkında konu ma e ilimi, kadınlara oranla erkeklerde daha gü çlü dü r;
aynı ekilde, gençler ya lılara, ü st tabakaya mensup insanlar alt tabakada-
kilere gö re daha gü çlü bir e ilim gö sterirler (Tablo 5).
Bu durum, kanaatlerin toplumda açıkça algılanmasında rol oynayan
bir faktö rdü r. Bir fraksiyon kendi gö rü lerini payla an ne kadar çok genç,
ne kadar çok.ü st sınıftan iyi e itim gö rmü insan kazanırsa, toplumda o
ö lçü de gü çlü gö rü nü r ve sö zü nü dinleten bir imaja sahip olur. Fakat bu
madalyonunun sadece bir yü zü dü r. Konu ma e ilimini etkileyen bir ba ka
faktö r daha vardır: Kanaatlerle duygular arasındaki uyum, dö nemin e ili
mi, dö nemin ruhu [Z eitgeist] ve daha modem, daha mantıklı ya da “daha
kaliteli insanların” onayına sahip olmak (Tablo 6 ).
Dönemin ruhuyla uyum içinde oldu unu hissetmek dili çözüyor
1972 sonbaharında Willy Brandt taraftarları, toplu yerlerde Brandt’la
ilgili tartı malara Brandt kar ıtlarına nazaran daha fazla katılma e ilimin-
deydiler. Taraftarların kadm-erkek, ya lı-genç, iyi e itimli ya da e itimsiz
olmaları bu gerçe i de i tirmiyordu (Tablo 7). “Tren testi” kendini kanıtla
mı tı. Daha sonraki yıllarda da, bu testi uyguladı ımız deneylerin ço un
da, tartı malı bir konuda hangi tarafın konu mayı, hangi tarafın susmayı
tercih etti ini gö rdü k. SPD taraftarlarının % 54'ü bir tren yolculu u sıra
sında SPD ile ilgili bir tartı maya katılacaklarını sö ylerken; CDU/CSU
taraftarlannın sadece % 44'ü kendi partileriyle ilgili bir tartı maya katılabi
leceklerini belirtmi lerdi (1974) ? Ba bakanın de i mesinden sonra Helmut
Schmidt taraftarlarının % 4 7 ’si, kar ıtlarınsa sadece % 28’i Schmidt hak
kında tartı maya hazırdılar (1974) -3 A çlık grevi yapan tutukluların zorla
beslenmesi konusunda, kar ıtların % 33'ü , taraftarların % 4 6 ’sı gö rü
bildireceklerini ifade ettiler (1975).4
52 KAMUOYU
Tablo 5: Çe itli toplumsal grupların tartı ma e ilimleri
Tartı malı bir konuda
Tartı mak
tartı maya hazır olanlar*** istemeyenler
Kararsızlar
n=
%
%
%%
16 ya ından
bü yü k nü fus (toplam)
36
51
13=100
9966
Erkekler
45
45
10=100
4631
Kadınlar
29
56
15=100
5335
Ö renim durumu
Orta ö renim
32
54
14=100
7517
Yü ksek ve dengi okullar
50
42
8=100
2435
Ya gruplan
16-29 ya grubu
42
47
11 = 100
2584
30-44 ya grubu
39
50
11 = 100
2830
45-59 ya grubu
35
52
13=100
2268
60 ya ve ü stü ndekiler
27
56
17=100
2264
Meslek Grupları
Çiftçiler
19
63
18=100
621
Vasıflı ve vasıfsız i çiler
28
54
18=100
2289
Uzmanlar
37
51
12=100
2430
Kü çü k ve orta
dereceli memurlar
41
49
10=100
262
Yö neticiler ve yü ksek
dereceli memurlar
47
44
9=100
1051
i adamları ve serbest
meslek sahipleri
40
49
11 = 100
92
“Tendenzwende” ara tırmalarda yardımcı oluyor
Almanya’da “Tendenzıvende” [siyasi e ilimlerin de i imi] denilen bir nok
taya vardık. Bu noktaya varıncaya kadar sol gö rü lü ki i ve siyasi liderlerin
konu maya ve tartı maya neden daha fazla e ilimli oldukları anla ılama
mı tı. Belki kanaat ortamı kendileri için çok uygundu, belki de daha çok
sol kesimlerde bol bol tartı ılıyordu.
Daha sonra yaptı ımız iki gö zlem ikinci varsayımı çü rü ttü . Ö ncelikle,
SPD taraftarlarının partileri hakkında konu ma e ilimleri, 1974 ve 1976
yılları arasında, yani “Tendenzıvende" a amasında belirgin bir biçimde azal
dı. 1974 yılında SPD taraftarlarının % 54’ü konu maya e ilimliyken, bu
oran 1976 yılında % 48 ’e dü ü yordu. Aslında dikkat çekici olan bu bulgu-
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 53
Aylık gelir
800 DM altında
26
56
18=100
1448
800 ila 1000 DM altında
32
53
15=100
1875
1000 ila 1250 DM altında
35
52
13=100
2789
1250 ila 2000 DM altında
42
48
10=100
2979
2000 DM ve ü zeri
48
43
9=100
866
Kent ve ta ra
Kö yler
32
52
16=100
1836
lçeler
37
52
11 = 100
3164
ller
36
51
13=100
1797
Bü yü k kentler
38 ,
49
13=100
3164
Siyasi görü ler
CDU/CSU’lular
34
55
11 = 100
3041
SPD'liler
43
47
10=100
4162
F.D.E’liler
48
44
8=100
538
<"1 Bir tren yolculu u esnasında, kendileriyle aynı kompartımanda seyahat etmekte olan
yolcuyla
sosyalizmin uygulanması, Alman Komü nist Partisi DKP’nin yasaklanması, Almanya Ba
bakanı
Willy Brandt ya da evli olmayan çiftlerin birlikte ya amalannm ho gö rü lü p gö rü lmemesi
hakkında
sohbet etmeye e ilimli olanlar.
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2084/205/20861+11/2089/2090-1972/1973.
dan çok, SPD taraftarlarının trende konu an yolcunun SPD hakkında
olumlu ya da olumsuz konu ması kar ısında gö sterdikleri ani hassasiyet
oldu. 1974 yılında SPD taraftarları, yolcunun gö rü lerinden ba ımsız
olarak konu maya e ilimli çıkmı lardı: Yolcu SP D ’yi ö vdü ü nde % 56,
ele tirdi inde % 52 oranında konu ma e ilimindeydiler. Oysa 1976 yılında
SPD taraftarlan, kompartımandaki yolcu SPD ’yi ö vdü ü nde % 60 oranın
da konu maya e ilimli iken, yolcu SPD ’yi ele tirdi inde bu oran % 32 ’ye
iniyordu. CDU/CSU taraftarlannda durum tam tersiydi. CDU/CSU taraf
tarları 1974 yılında, konu ma e ilimlerini trendeki yolcunun C D U ’ya
kar ı takındı ı tavra gö re belirlerken, 1976’da hiç ayrım yapmadan sohbe
te katılmak e ilimindeydiler.5
1972 ve 1973 yıllarındaki deneyimlerimizden sonra, tren testlerimiz
deki yolcunun tutumunu belirli bir ki iden, gö rü ten ya da fraksiyondan
yana ya da belirli bir ki iye, gö rü e ya da fraksiyona kar ı gö stererek,
aynı kompartımanda seyahat edilen yolcunun tutumunun ki ilerin konu
ma ve susma e ilimlerini her seferinde nasıl etkiledi ini ö lçm ekten vaz
geçmek ü zereydik. Sonuçlar arasında o dö nemde fazla bir fark yoktu.
54 KAMUOYU
Tablo 6: Sosyal ortamın ve nü fus gruplarındaki ö zgü venin gö stergesi olarak konu ma
e ilimleri.
1972-1978 tarihlerini kapsayan bir kar ıla tırma, halkm, ö zellikle de CDU/CSU
taraftarlarının, konu ma e iliminin arttı ını ortaya koymaktadır.
Bir tren yolculu u sırasında, kendileriyle aynı
kompartımanda seyahat eden biriyle seve
seve sohbet edecek olanların oram
1972/73
1975/76
1977/78
%
%
%
16 ya ından bü yü k nü fus (toplam)
36
37
'
44
Erkekler
45
43
52
Kadınlar
29
32
37
'Kı gruplan
16-29 ya grubu
42
41
51
30-44 ya grubu
39
41
49
45-59 ya grubu
35
35
42
60 ya ve ü stü ndekiler
27
30
33
Ö renim durumu
Orta ö renim
32
34
39
Yü ksek ve dengi okullar
50
46
53
Meslek gruplan
Çiftçiler
19
30
29
Vasıflı ve vasıfsız i çiler
28
29
35
Uzmanlar
37
37
44
Kü çü k ve orta dereceli memurlar
41
41
48
Yö neticiler ve yü ksek dereceli memurlar
47
46
54
adamı ve serbest meslek sahipleri
40
40
47
Fakat 1975 ve 1976 yıllarındaki ara tırmalarımız sırasında anladık ki, bu
varyasyondan vazgeçmek aceleyle alınmı bir karar olacaktı. Daha ö nce
de belirtildi i gibi, ancak suskunluk sarmalı sü reci sonuna yakla tı ında,
yani cephelerden biri kendini açıkça ifade edip, di er cephe tamamen
kabu una çekildi inde, susma ve konu ma, hâ kim dostça ya da dü manca
tutumdan ba ımsız olarak sabitlenmi demektir. Fakat bu tü r açık tutum
ların yanı sıra, tartı malı durumlar, sonucu belirsiz çatı malar da vardır;
çatı ma belki de ifade bile edilmemi tir, ö rtü k olarak mevcuttur. Bü tü n
bu durumlarda, daha sonraki ara tırmalarımızın da gö sterdi i gibi, trende
ki sohbete gö sterilen tepki, ö nemli bir ipucu olabilir.
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 55
Kent ve ta ra
Kö yler
(Nü fusu 2000’den az olanlar
1977/78’de nü fusu 5000’den az olanlar)
32
37
41
lçeler
(Nü fusu 2000-20000 arası olanlar
1977/78’de 5000-20000 arası)
37
36
46
Orta bü yü klü kte kentler
36
38
45
Bü yü k kentler
38
37
44
Siyasi görü ler
CDU/CSU’lular
34
38
44
SPD’liler
43
40
47
F.D.E’liler
48
38
49
Kaynaklar:
1972/73: Allensbach Ar ivi, Anket: 2084, 2085, 2086/1+II, 2089, 2090 (A ustos 1972-
ubat 1973). Tren kompartımanındaki tartı ma konulan unlardı: Sosyalizmin kabul
edilmesi, Alman Komü nist Partisi’nin yasaklanması, ansö lye Brandt, evli olmayan çiftlerin
birlikte ya amaları. Toplam: 9966 anket.
1975/76: Allensbach Ar ivi, Anket: 3011, 3012,3013,3020,3031, 3033/1,3035 ve 3037
( ubat 1975-Aralık 1976). Tren kompartımanındaki tartı ma konulan: Açlık grevindeki
tutukluların zorla beslenmesi, ö lü m cezası, Franz Josef Strauss’a daha fazla siyasi gü ç
tanınması, Ispanyol devlet yö netimi hakkında olumlu kanaatler, SPD’nin be enilip
be enilmedi i, CDU/CSU’nun be enilip be enilmedi i, evlenmeden beraber ya ama, sigara
içmeyenlerin yanında sigara içilmesi. Ortalama: 14504 anket.
1977/78: Allensbach Ar ivi, Anket: 3046,3047,3048,3049 ve 3060 (A ustos 1977- Ekim
1978). Tren kompartımanındaki tartı ma konuları: Ö lü m cezası, yeni nü kleer santrallerin
in aası, terö ristlere ö lü m cezası, terö rist sempatizanları, Rusya ve Do u Avrupa ü lkelerinin
yer almadı ı bir Birle ik Avrupa. Ortalama: 10113 anket.
Sol görü lülerin kanaat ortamından daha az etkilendikleri varsayı
mı çürütülüyor
Sol gö rü lü insanların temelde konu maya daha e ilimli oldukları varsayı
mını çü rü ten ikinci kanıtımızı, yine bir olgu ü zerinde çalı ırken elde ettik.
Sö z konusu olgu, —daha ö nce “seçimleri kimin kazanaca ını dü ü nü yorsu
nuz?” sorusuyla açı a çıkardı ımız “banduıagon etkisi” gibi- uzun yıllardan
beri seçim ara tırmacılarının dikkatini çeken bir olguydu. Bir yandan
seçmenlerin bir kısmı son anda kazanaca ı dü ü nü len partiye kayarken,
ö te yandan kazanan partiye oy verenlerin sayısından daha fazla seçmen
56 KAMUOYU
Tablo 7: Tü m toplumsal gruplarda, toplumda hâ kim gö rü lerden yana olanlar, azınlıktaki
gö rü lerin yanda larına gö re daha çok konu ma e ilimindedirler.
Bir tren yolculu u sırasında
yolculardan biriyle seve seve
sohbet edecekler
Azınlıktaki
Yaygın kanaatin temsilcileri
kanaatin temsilcileri
Brandt taraftarları
Brandt kar ıtlan
%
,
%
Toplam
49
35
Erkekler
57
44
Kadınlar
42
27
Ya gruplan
16-29 ya grubu
53
43
30-44 ya grubu
47
37
45-59 ya grubu
55
30
60 ve ü stü
42
34
Ö renim durumu
Orta ö renim
45
29
Yü ksek ve dengi okullar
61
51
Meslek durumu
Çiftçiler
39
13
Vasıflı ve vasıfsız i çiler
40
24
Uzmanlar
45
30
Kü çü k ve orta dereceli memurlar
57 .
43
Yö neticiler ve yü ksek dereceli memurlar
62
47
i adamları ve serbest meslek sahipleri
55
49
Kent ve ta ra
Kö yler (nü fusu 5000’den az)
46
28
lçeler (nü fusu 5000-20000 arası)
46
42
Orta bü yü klü kteki kentler
(20000-100000 arası)
48
40
Bü yü k kentler (100000’den fazla)
54
36
Politik görü ler
CDU/CSU’lular
46
36
SPD’liler
52
35
Tablonun nasıl de erlendirilece ine dair bir ö rnek: Brandt’m politik gö rü lerim benimseyen
erkeklerin % 5 7' si (Brandt taraftarları) bir tren yolculu u sırasında Brandt hakkında konu
maya hazırlar.
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2086/1+11, Ekim 1972. Ankete katılan Brandt taraftar
larının toplam sayısı 1011, kar ıtlarının toplam sayısı 502.
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 5 7
bu partiye oy verdi ini iddia ediyordu. Bu durum, tıpkı bandıvagon etkisinde
de gö rü ldü ü gibi, seçmenlerin ba ka partiye oy vermi olmalarına ra
men, kazanan tarafta yer almayı istemeleri olarak yorumlanabilir.
Konuyu daha iyi kavramak amacıyla, Allensbach Enstitü sü Ar ivi’nde
1949’daki ilk genel seçimlere kadar bü tü n seçim sonuçlarını taradık.
Her seçimden sonra kazanan partinin oy sayısından daha çok seçmenin
kazanan partiye oy verdi ini iddia etti ine dair basit bir kuralı onaylayacak
bir kanıta rastlayamadık. Ço unlukla, seçim sonrası bilgiler seçim sonuç
larıyla uyum içindeydi ( ekil 14, 15). Yalnızca bir keresinde, 1965 yılında,
ne kaybeden SPD, ne de kazanan CDU/CSU için oy kullandı ım sö yleyen
yeterli sayıda seçmene rastlanmazken, 1969 ve 1972’de SPD ’ye oy verdik
lerini sö yleyenlerin sayısı kullanılan oyların sayısını fazlasıyla a ıyordu.
Fakat panel yö ntemiyle, yani hep aynı ki ilerle sü rekli ve dü zenli olarak
yapılan anketlere bakıldı ında iki tuhaflık gö ze çarpıyordu. Birincisi, in
sanlar seçimden ö nce ya da sonra hangi partiye oy vereceklerini ya da
verdiklerini sö yleyerek seçim tercihlerini dü zelttiklerinde, sonuç her za
man kazanan parti SPD ’nin lehine de ildi. Bilakis, ait oldukları toplumsal
gruplardaki ço unlu un gö rü ü ne gö re tavır alıyorlardı. Ö rne in, genç
seçmenler SP D ’ye oy verdiklerini sö ylerken, yeti kinler CDU/CSU’yu,
Şekil 14: Kanaat ortamı için ölçüt
Bir partinin aldığ ı oylardan daha fazla sayıda kişinin bu partiye oy verdiğ ini iddia etmesi,
bu partinin
revaçta olduğ unu gö sterir.
Oy verdiklerini sö yleyenlerin sayısının, gerçek oy sayısından daha az olması ise, tam tersini,
yani
partiye pek sempati duyulmadığ ını gö sterir.
Ö rnek CDU/CSU: Adenauer dö neminin bitmesinden sonra bir dü şü ş gö zleniyor.
y////, Taranmış alanlar birbirini izleyen 9 Parlamento seçiminin her birinde
CDU/CSU'nun aldığ ı oy oranını gö stermektedir.
£ Son Parlamento seçimlerinde CDU/CSU’ya oy verdiklerini iddia
edenlerin yü zdesi.
Açıklama: Teorik olarak siyah noktaların tam taranmış alan kadar yü ksekte olması
gerekir. Çizginin altında kalan siyah toplar CDU/CSU’ya verilen oyların saklandığ ını,
çizginin ü zerindekiler de oy sayısının abartıldığ ını gö steriyor.
*9 0

*»>
1949
1953
1957
1961
1965
1969 1972
1976
1980
Kaynak: Federal Almanya İstatistik Yıllıkları. Anket verileri: Allensbach Arşivi.
5 8 KAMUOYU
Şekil 15: K anaat o rtam ı için ö lç ü t
Altmışlı ve yetmişli yıllarda SPD'nin revaçta olması nedeniyle, son Parlamento seçimlerinde
SPD’ye
oy verdiğ ini iddia eden insan sayısında sü rekli bir artış gö zlemlenmektedir.
Taranmış alanlar birbirini izleyen 9 Parlamento seçiminin her birinde
S » CDU/CSU’nun aldığ ı oy oranını gö stermektedir.
q Son Parlamento seçimlerinde SPD’ye oy verdiklerini iddia
edenlerin yü zdesi.
1949
1953
1957
1961
1965
1969 1972
1976
1980
Kaynak: Federal Almanya istatistik Yıllıkları. Anket verileri: Allensbach Arşivi.
i çiler SPD ’yi, i verenler de CDU/CSU’yu tercih ettiklerini sö ylü yorlardı.
Bu durum, insanların kazanan tarafta olmayı istemelerinden çok, ait
oldukları toplumsal gruplardan dı lanmama çabasını gö steriyordu. 1972
seçimlerinde toplumsal grupların ço unlu u SP D ’ye oy verdikleri için,
seçim sonrası yapılan kamuoyu yoklamalarında SPD ’yi destekleyenlerin
sayısında bir artı gö rü lmü tü .
Kanaat ortamının baskısını ölçmek için yeni bir yöntem
ikinci tuhaf nokta ise, SP D ’ye oy verdi ini iddia etmedeki abartının ve
CDU/CSU’ya oy verdi ini sö yleyenlerin dü ü k sayısının Parlamento se
çimlerinden sonra sabit kalmamasıydı. Ö yle gö rü nü yordu ki, bu iki tepki
kanaat ortamındaki harekete gö sterilen duyarlı tepkilerdi. 1972-1973’te
SPD’ye oy verdiklerini iddia edenlerin abartılı sayısında (tam tersine,
seçim sonrası çok az sayıda seçmen CDU/CSU’ya oy verdi ini iddia etmi
ti) zaman içinde bir azalma oldu ve sanki bir a ır çekimdeki gibi, SPD ya
da CDU/CSU’ya oy verildi i anımsanarak gerçek oranlara yakla ıldı.
Bu gö zlemlerin bir kısmı ekil 16 ’da gö rü lebilir.
197 6’ya kadar gerçek oranlara yakla ılmasına ra men hareket durma
dı. Ö rne in, 1976 seçim yılında seçim gü nü nü n yakla masıyla C D U ’lula-
rın yine dü ü ncelerini açıkça ifade etmekten çekindikleri gö ze çarpıyordu
( ekil 17).
Toplumdaki çatı maların keskinlik derecesini, e ilim ve cephele me
nin gü cü nü ö lçmek amacıyla, son seçimlerdeki tercihlerin, SPD ’ye verilen
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 59
Şekil 16: Kanaat ortamı ölçütü: Bir partiye verilen oylar konusunda gerç ekd ışı-d ah
a az
ya da daha fa z la - beyanlarda bulunulması.
Bu şekil, 1973 ve 1976 yılları arasında SPD’ye °V verdiklerini iddia edenlerin oranının
resmi sonuçları ne ö lçü de aştığ ını gö stermektedir. (% 4 9 ,^= çizgisi olarak gö sterilmiştir.)
Şekil ayrıca, CDU/CSU’ya oy verdiklerini sö yleyenlerin oranının resmi sonuçların ne
kadar altında kaldığ ını da gö stermektedir. (%45, — olarak işaretlenmiştir.) Gelişim
trendinde CDU/CSU taraftarlarının giderek cesaretlendikleri gö ze çarpmaktadır.
• • • Ankette, CDU/CSU'ya oy verdiklerini iddia eden seçmenler
O O O Ankette, SPD’ye oy verdiklerini iddia eden seçmenler
55 • O
‘ 55
50 • ^ nPQ°._QnrgS<>r- ’
• so
O
o
45.

'
~ "1------------ — ------------------- 45
.V *
/A
•••
35 • •
*
“ 35
%30

1973

1974

1975

1976
' %30
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 2089-3004, 3006,3008-3010,3012- 3023,3025.
oylardaki abartının ve CDU/CSU oylarının sö zü m ona dü ü klü ü nü n
aydan aya gö zlemlenmesi, bugü n kamuoyu ara tırma kurulu larının rutin
i lerinden sayılmaktadır. 1974-1976 yıllarını kapsayan “7 endenzuıende”
dö nemindeki a ır çekim gö rü ntü sü nden, konu ma ve susma e ilimlerinin
sa ya da sol gö rü lü olmakla do rudan bir ilgisinin olmadı ını anlamı
bulunuyoruz.
Çü nkü biz 1972’den beri, bir tarafın oy oranları konusundaki abartılı
iddialarım ve di er tarafın da a ırı mü tevazılı ını konu mak ve susmak
olarak yorumladık. nsanları konu maya ya da susmaya iten de i ken
çevre baskısını ö lçmemize yarayan bir yö ntem burada kendili inden kar ı
mıza çıktı.
Görü lerini açıkça ifade etme e ilimini ölçmeye yönelik bir soru
dizisi
Fakat bu yö ntemin yanı sıra, bu yıllarda yeni ara tırma araçları, yeni test
soruları geli tirilmeye devam edildi. 1975 yılında ilk defa, insanların parti
leri hakkmdaki gö rü lerini açıkça belli etme e ilimlerini ö lçmek amacıyla
bir soru dizisi hazırladık. Testimiz ö yleydi: “ imdi sizin gö rü lerinize en
yakın partiyle ilgili bir soru soralım. Size bu parti için neler yapabilece iniz
60 KAMUOYU
Şekil 17: Seçim kam panyasında kanaat ortamının baskısının artması.
1976 seçimlerinde hangi partiye oy verildiğ ine dair yanlış beyanlarda bulunulması
%
I
1976 ilkbah arından itiba ren tekrar CDU/CSU'ya oı verdiklerini
iddia edeni erin sayısı a. almaktadır (ö zellikle de seiçimlerden
ö nceki son haftalarda).

w
lJ
___
J
o cpoo
50
o
_

45
O • • <>
40
A
â
•1wm
1976
Mayıs
Haziran
Temmuz
Ağ ustos
1976
Nisan
Eylü l
Açıklamalar: Şekil, 1976 yılında Nisan ve Eylü l ayları arasında SPD'ye oy verdik
lerini iddia eden insanların oranının gerçek resmi sonuçları nasıl aştığ ını (% 49;
= = olarak işaretlenmiştir) ve CDU/CSU’ya oy verdiklerini iddia edenlerin
oranının ne ö lçü de gerçek resmi sonuçların (% 45;
olarak işaretlenmiş)
altında kaldığ ını gö stermektedir. • • • Anketlerde 1972’deki genel seçimlerde
CDU/CSU’ya oy verdiklerini iddia eden seçmenler. O O O PSD'ye oy verdikleri
ni iddia eden seçmenler.
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 3028 - 3035.
sorulursa, ö rne in u kartlarda yazılı olanların en çok hangisini yapmak
isterdiniz?” Anketö rlerin deneklere gö sterdi i kartlarda bir partiyi destek
lemenin on bir yolu yazılıydı. Etrafındaki insanlardan çekinen ama bir
partiye olan ba lılı ını, ö rne in para ba ı ında bulunarak gö stermek iste
yenler de gö z ö nü nde bulundurularak gizlili e ö nem verilmi ti. Di er
olanaklar ö yleydi:
• Partinin rozetini takarım
• Arabama partinin çıkartmasını yapı tınrım
• Tanımadı ım insanların kapısını çalarak partinin propagandasını
yaparım
KAMUOYU YOKLAMA ARAÇLARIYLA KONTROL 61
• Partinin afi ini pencereme ya da evime asarım
• Parti için afi asmaya giderim
• Sokak tartı malarına katılıp parti lehine konu urum
• Parti toplantılarına katılırım
• Partinin toplantılarında tartı malara katılır, aya a kalkar, ö nemli
buldu um eyler hakkında gö rü bildiririm
• Partinin gö rü lerini, ba ka partilerin toplantılarında da savunurum
• Partinin reklam malzemesinin da ıtımında yardımcı olurum
Bu ankette, basit ama analiz açısından çok ö nemli bir ö lçü m de eri
niteli i ta ıyan bir yanıt aldık, “le rc ih etti im parti için bunların hiçbirini
yapmazdım”. Bö yle bir ara tırmanın i e yarayıp yaramadı ı, 10 ya da 30
(jramlık bir a ırlık bindi inde bile hiç kıpırdamayan bir patates terazisi
l^ibi mi oldu u, yoksa 18 ile 21 gram arasındaki farkı gö steren bir mektup
Terazisi gibi en ufak farklılıkları ve de i imleri gö sterecek kadar hassas
olup olmamasından anla ılmaktadır.
Bu soru dizimiz hassas bir ö lçü m aleti oldu unu kanıtladı. Bir partinin
taraftarları bir bunalım geçiriyorlarsa, -ö rne in, 1975 yılında Rheinland'
Pfalz eyaletindeki lider tartı maları yü zü nden seçimlerde kazanma ansını
yitirdiklerini dü ü nü p, bunalıma giren C D U ’lular gibi- bu durum kendini
hemen belli eder. Rheinland-Pfalz eyaletindeki CDU taraftarlannın % 39’u
liderlik kavgaları ya anmadan kısa bir sü re ö nce, partisi için “bunların
hiçbirini yapmayaca ını” sö ylü yordu (Aralık 1978). Gü cenmi C D U ta
raftarlarının % 48 ’i seçimlerden kısa bir sü re ö nce partileri için “hiçbir
ey yapmayaca ını” sö ylerken, kar ı parti SPD ’nin taraftarlarından SPD
için hiçbir ey yapmayacaklarını sö yleyenlerin oranı Aralık 1978’den
ubat-M art 1979’a kadar hiç de i meden % 30 olarak kalıyordu.6 Psiko
lojik gü ç dengesinin de i mesine ra men, ara tırmalara gö re, seçmenlerin
seçim niyetleri pek de i memi ti ve ara tırmalara yansımıyordu bile. Oysa
bu durum C D U ’yu seçim yenilgisinin e i ine getirdi.
Bu somut olay toplumsal ara tırmaların nasıl gö rü nmeyeni gö rü lebilir
kılmaya çalı tı ını gö stermektedir. Elbette insanlara bir partinin rozetini
takıp takmayacakları ya da arabalarına bir partinin çıkartmasını yapı tırıp
yapı tırmayacakları do rudan da sorulabilir. Bu tü r bir ö lçü m tekni inin
avantajı, insanların niyetleri konusunda aibeli yanıtlarla yetinmemesi,
gerçek durumları gö zlemleyebilmeye olanak tanımasıdır. Dezavantajı ise,
gerçekten de rozet takan, arabalarına çıkartmalar yapı tıran bir çevrenin,
aynı zamanda, se'rt bir aktivistler grubu olmasıdır. Bu tü r insanların tepki
leri daha az duyarlıdır ve kolayca istatistiksel ö lçü lebilirlik e i inin altında
kalabilmektedir.
62 KAMUOYU
Sol gö rü lü insanların konu maya ve toplum içinde dü ü ncelerini
daha açık ifade etmeye e ilimli olup olmadıkları sorusuna cevap ararken
ba ka bir ikilemle kar ıla tık: Evet, ö yle gö rü nü yor ki, kanaat ortamları
konusunda ola anü stü bir algılama var. Evet, toplumda tü m kamuoyunu
fethetmeyi bilen bir kesimin yanı sıra, bir de susmaya itilenler var. Peki
bunun hangi gü dü lerden kaynaklandı ım bize kim sö yleyecek? Sö z konu
su olan gü dü , “suskunluk sarmalı” hipotezinin ö ne sü rdü ü gibi bu sü recin
dayattı ı “dı lanma korkusu” mu gerçekten? Bir sonraki bö lü mde bu soru
nun yanıtını arayaca ız.
III
Bir Güdü Olarak Dı lanma Korkusu
1950’li yılların ba ında Amerika Birle ik Devlederi’nde sosyopsikolog
Solomon A sch tarafından elli kezden fazla uygulanan bir deneyin raporu
yayımlandı.1 Bu deneyde deneklerden istenen, ü ç de i ik boydaki çizgi
den hangisinin ö rnek olarak verilen çizgiye en yakın uzunlukta oldu unu
bilmeleriydi. Verilen çizgilerden yalnızca birinin uzunlu u ö rnek çizgiyle
aynıydı. stenen çok basit bir eydi, en azından ilk bakı ta insana ö yle
geliyordu; çü nkü ö rnek çizgiyle aynı uzunluktaki çizginin hangisi oldu u
kolaylıkla gö rü lebiliyordu. Her seferinde 8-10 ki inin katıldı ı deney ö yle
bir geli me izledi: Ö rnek çizginin yanına kar ıla tırılması gereken çizgiler
asıldıktan sonra, yan yana oturmu deneklerden, hangi çizginin ö rnek
çizgiye en yakın uzunlukta oldu unu sırayla sö ylemeleri isteniyordu. Her
deney on iki kez tekrarlanıyordu.
Daha sonra ö yle bir deneme yapıldı: lk iki denemede deneklerin
her biri do ru çizgiyi gö sterdikten sonra, deney ba kanı ortamı de i tirdi.
Deneyin amacını bilen asistanlar aralarında anla arak, daha kısa oldu u
açıkça gö rü len bir çizginin ö rnek çizgiyle aynı uzunlukta oldu unu sö yle-
64 KAMUOYU
diler. Sıranın sonunda oturan ve kendisinden ö nce fikir yü rü ten dokuz
ki inin asistan oldu undan habersiz dene in, di erlerinin kanaatlerinin
baskısı altında nasıl davranaca ı gö zlemlenmeye ba landı. Kararsız mı
kalacaktı? Kendi gö rü ü yle çeli mesine ra men, ço unlu un gö rü ü ne mi
katılacaktı? Yoksa kendi gö rü ü nü mü savunacaktı?
Şekil 18: Asch Deneyi: Dışlanm a korkusundan kaynaklanan konformizm.
Deneklere sorulan soru şuydu: Aşağ ıdaki ü ç çizgiden hangisi soldaki çizgiyle aynı
uzunluktadır?
1
2
3
Örnek çizgi
Karşılaştırma çizgileri
Kaynak: Solomon E. Asch, 1952, "Group forces in the modification and distortion of
judgments”
Social Psychology, NewYork, Prentice Hail, s. 452.
Solomon Asch’in klasik laboratuvar deneyi ergin insan imajını
sarsıyor
Sonuç: Her 10 denekten 2’si fikrini ısrarla savundu; 2’si 10 deneyin
sadece 1-2’sinde ço unlu a uyarken, 10 denekten 6 ’sı ço unlu un açıkça
yanlı olan gö rü ü nü ço u kez kendi gö rü ü olarak sundu. Bu u anlama
gelmektedir: Ço u insan, çok da umurlarında olmayan, ö nemsiz bir konuda,
çıkarlarını zedelemeyecek bir durumda bile, ço unlu un, yanlı oldu un
dan ü phe edemeyecekleri gö rü lerine katılmaktadırlar. Tocqueville’in
anlattı ı bü ydu demek ki: “Yanılmaktan çok yalnız kalmaktan korktuklan
için, onlar gibi dü ü nmedikleri halde ço unlu a uydular...”2
Solomon Asch’in ara tırma yö ntemini, kamuoyu yoklamalarında kul
lanılan “tren testi” gibi testlerle kıyasladı ımızda, A sch’in yö nteminin
bamba ka bir çekicili e ve inandırıcılı a sahip oldu unu gö rü rü z. Asch,
bilim terminolojisinde “laboratuvar deneyi” denilen bir yö ntemle, en
ince ayrıntısına kadar denetleyebilece i ko ullar altında çalı tı. Sandalye
lerin nasıl duraca ı, deneye katılan “sır ortaklarının” nasıl davranaca ı,
kar ıla tırılacak çizgilerin benzerlik ve farklılıklarının ne ö lçü de olaca ı
gibi... Deney odası, yani “laboratuvar” net bir durum yaratmaya çok
elveri liydi. Bir ara tırma yö ntemi olarak kamuoyu yoklaması anketleri,
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 65
çok daha “kirlidir”, çe idi aksaklıklar deneyi etkileyebilir. Deneklerden
kaçının sorunun anlamını gerçekten anladı ı, anketö rlerin kaçının sorula-
11 sırasına gö re, do ru vurgulamayla ve kendi yorumunu katmadan oku
du u, dene in açıklama yapılmasını istedi i durumlarda anketö rü n keyfi
yorumlara ve uydurmalara kaçıp kaçmadı ı belli de ildir. ö yle bir soruda
ortalama insandan ne kadar çok hayal gü cü beklenmektedir aslında:
“Ö nü nü zde be saatlik bir tren yolculu u oldu unu dü ü nü nü z; sizinle
aynı kompartımanda seyahat eden biri.. ." Bu tü r bir ara tırmada uyandın-
lan gü dü ler de oldukça zayıftır. Her ey soruların okunu una ve cevaplann
not edili ine ba lıdır; insan sohbetlerindeki geli igü zellik geriye tekinsiz
bir duygu bırakır. Buna kar ılık laboratuvarda Asch’in yaptı ı gibi, “gerçek
bir ortam” yaratılır ve denek gerçek ya amdaki izlenimlere maruz kalır;
ö rne in, herkesten farklı bir ey gö rdü ü nde kendini budala gibi hissedebilir.
Taklidin iki nedeni: Dı lanma korkusu ve ö renme iste i
“Yanılmaktan çok yalnız kalmaktan korktukları için .. .”2 diye açıklamı tı
Tocqueville. Yü zyılın sonunda yurtta ı sosyolog Gabriel Tarde çalı maları
nın bü yü k bir bö lü mü nü insanın taklit [ imitasyon] yetene ine ve e ilimine
ayırır, bireyin kamu ile uyum içinde olma gereksinimini ele alır.3 Taklit,
o gü nden bu yana toplumsal ara tırmaların konusu olmaya devam etmi
tir. 1968 yılında yayımlanan International Encyclopedia o f Social Sciences’da
da bu konuya kapsamlı bir madde ayrılmı tır.4 Fakat bu yazıda “taklit”,
dı lanma korkusunun bir sonucu olarak de il, bir tü r ö renme biçimi
olarak açıklanır. nsanlar ba kalarının davranı larını gö zlemler, bö yle bir
olasılıktan haberdar olurlar ve uygun bir fırsatta bu davranı ları taklit
ederler.
Fakat dı lanma korkusunun oynadı ı rolü tespit etmeyi amaçlayan
bizler burada bir zorlukla kar ıla ırız: Taklitler gö zlemlendi inde bunların
çe itli gü dü lerden kaynaklanabilece i gö rü lü r. Bu taklitler dı lanma kor
kusundan kaynaklanabilece i gibi, ö zellikle de, sayısal ço unlu u en iyi
kanaatlerle ö zde le tiren demokratik toplumlarda, ö renme amaçlı taklit
de olabilir.
Asch’in laboratuvar deneyinin gü zelli i ve zerafeti, bü tü n belirsizlikleri
daha ba ından ortadan kaldırmasından kaynaklanmaktadır. Denek, ço
unlu un aynı uzunlukta oldu unu iddia etti i iki çizginin e it uzunlukta
olmadı mı kendi gö zleriyle gö rü r. Burada ço unlu un gö rü ü ne katılıyorsa
bunun nedeni çok açıktır: Ba kalarından bir ey ö renmeyi umuyor ola
maz, olsa olsa dı lanmaktan korkuyordur.
66 KAMUOYU
“Yü zer-gezer” ya da “konformist” sö zcü kleri gibi a a ılayıcı bir tınıya
sahip tanımlardan da anla ılaca ı gibi, insanın taklide bu kadar e ilimli
olması, hü manist ideali zedeler. Bu, insanın ö zde le mek istedi i insan
imajı de ildir, olsa olsa “ba kaları” kastediliyordur.
Asch’m deneyinde konformizmin sadece Amerikalılara ö zgü olup
olmadı ı sorgulanmı tı. Stanley Milgram aynı deneyi biraz de i tirerek
iki farklı Avrupa ü lkesinde,5 oldukça bireyci olarak tanınan Fransa’da
ve Fransa’nın aksine, gü çlü toplumsal ba lara ve iç tutunuma sahip oldu
u dü ü nü len Norveç’te uyguladı.6 Milgram’m deneyinde denekler, farklı
kanaatteki ço unlu u gö rmedikleri, sırf sesini duydukları halde, kendi
kanaatlerinde yalnız kalmaktan korkarak, ço unlu a uymayı tercih ettiler.
Avrupalı denekler, Norveç’te % 80, Fransa’da % 60 civarındaki bir oranla
ara sıra ya da neredeyse her seferinde ço unlu un fikrine uydular. Daha
sonra deneyin de i ik varyasyonları uygulandı. Ö rne in, bireyin kendi
gö rü ü nü savunabilmesi için, kendisi gibi dü ü nen kaç ki iye ihtiyaç duy
du u, yani, dene in ço unlu a uymayarak kendi gö rü ü nü savunabilmesi
için sırada ondan ö nce oturan en az kaç ki inin denekle aynı gö rü ü
payla ması gerekti i gö zlemlendi.
Bizim bu deneyin ayrıntılarına girmemize gerek yok. Asch’in deneyi
ara tırmalarımızın geli imine ilk haliyle de ö nemli katkılarda bulundu.
Biz, suskunluk sarmalının temel nedeninin normal bir insanın dı lanma
korkusu oldu unu varsayıyoruz ve Asch’in deneyi bu korkunun gerçekten
de bü yü k oldu unu kanıtlamaktadır.
Zaten dı lanma korkusu, ara tırma yö ntemlerimizle ortaya koyduklan-
mızı açıklayacaksa, bu korku çok bü yü k olsa gerektir. nsanların, en azın
dan grup içindeyken, hangi kanaatlerin yaygınlık kazandı ını, hangileri
nin azaldı ını hiçbir ara tırma aracı olmadan gö zlemleme ve sö yleyebilme
e ilimlerini, ancak bü yü k bir dı lanma korkusu oldu unu varsaydı ımız
sü rece açıklayabiliriz. nsanlar dikkatlerini bir eye yö neltirken pek eko
nomik davranırlar. Bireyin sü rekli tetikte çevresini gö zlemlemesi, birden
bire yalnız kalıp dı lanma ve çevresindeki insanların deste ini kaybetme
tehlikesiyle kar ıla tırıldı ında daha az zahmetli olsa gerektir.
nsanın toplumsal do ası yadsınıyor mu?
nsanların toplumun genel yargılarına gö sterdikleri ö zeni ampirik olarak
ortaya koymak için yaptı ımız ara tırmalarda bir zorlukla kar ıla makta
yız. “Taklit’le ilgili kapsamlı ara tırmalarda, taklide yö nelten tek gü dü nü n
“ö renme” oldu u dü ü nü ldü ü nde, bö yle bir yakla ım tarzı insanın top-
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 67
lıımsal do asının anla ılmaması, yadsınması, konformistlikle suçlanması
anlamına gelir. nsan, toplumsal do ası itibariyle di er insanlar tarafından
dı lanmaktan korkar, sevilmek ve sayılmak ister. Bu e ilimin insanın top
lumsal ya amını sü rdü rebilmesine katkıda bulundu unu kabul etmek du
rumundayız. Fakat u çeli ki de gö z ardı edilemez: Rasyonel, ba ımsız
dü ü nceyi, erginli i ve sarsılmaz yargıları bilinçli bir biçimde ö veriz.
Psikanalizci Erich Fromm, gü nü mü z insanının bilinci ile bilinçaltı ara
sında kaç de i ik alanda çeli kiler ya andı ını sistematik bir biçimde ara
tırmı tır. Tıpkı bir zamanlar Freud’un cinsellikteki bilinç ile bilinçaltını
ortaya koydu u gibi. Fromm, modern insandaki çeli kileri ö yle nitelen
dirmi tir:7
Ö zgü rlü k bilinci
— Bilinçsiz tutsaklık
Bilinçli dü rü stlü k
— Bilinçsiz aldatma
Bilinçli bireysellik
- Bilinçsiz etkilenme
ktidar bilinci
- Bilinçsiz çaresizlik duygusu
Bilinçli inanç
— Bilinçsiz sinizm ve tam inançsızlık
Ö zgü rlü k bilinci, dü rü stlü k, bireysellik... nsanın bilinçli bir ekilde edin
di i, kendi varlı ının ifadesi olarak algıladı ı bu de erler, suskunluk sarma
lı hipotezinin tanımladı ı davranı biçimleriyle uyu mamaktadır. Bu n e
denle, kamuoyu ara tırmalarında dı lanma korkusunun itiraf edilmesi
elbette beklenemez.
Anketlerde konu ma ve susma e ilimlerini tespit etmek amacıyla
kamuyu kurguladı ımız gibi, dı lanma tehditini de kurgulayarak, insanla
rın suskunluk sarmalı hipotezine uygun tepki verip vermediklerini gö z
lemleyebiliriz.
Dı lama tehditi kurgulanarak yapılan bir alan ara tırması
A a ıda açıklanan yö nteme uzmanlık terminolojisinde alan ara tırması
(field experiment) denir. Laboratuvardan farklı olarak alan burada u anla
ma gelir: Denekler kendi do al ortamlarında kalırlar; yabancı laboratuva-
ra gitmezler, anketö rler onların evlerine gelirler. Bu gö rü meler (mü lakat
lar), gü nlü k ya amda ola an olmasalar da, iki insan arasındaki normal
bir sohbete çok benzerler.
Peki ara tırmacılar neden anket gibi denetlenmesi gü ç ve ancak çok
zayıf itkiler verebilen bir ara tırma yö ntemini uygulamaya devam ederler?
Bu yö ntemin avantajı, tü m artların do al oldu unu yansıtan “alan” sö z
cü ü nde yatmaktadır. Bu yö ntem, yalnızca ö rencilerin, askerlerin ve
hastaların, yani ara tırma deneylerinin bü yü k bir bö lü mü nü n dayandı ı,
68 k a m u o y u '
laboratuvara getirilebilecek bildik gruplan de il, temsili bir nü fus ortala-
masrnın da gö zlemlenmesine olanak tanır. Laboratuvardaki deneyleri
gü çlü kılan, tü m durumlann ö zenle denetlenebilmesi ve planlı de i kele
ridir. Fakat bu, yö ntemin zayıf yö nü dü r de aynı zamanda, nsan ara tırmak
istedi i davranı biçimlerinde ö nemli rol oynayan gerçek ya am unsurlan-
nı laboratuvarda farkına varmadan kesip atabilir.
Sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmesi: Tehdit testi
1976 yılında dı lanma tehlikesinin ilk kez incelendi i alan ara tırmasında
konu “sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmesi”8 idi. O sıralarda bu
konuda bir kanaat olu um sü reci ba ladı ından ve taraflar ile kar ıtlar
hem en hemen aynı gü çte oldu undan, ara tırma yapmaya uygundu. D e
neklere okunan farazi bir diyalogda insanlann % 44’ü “sigara içmeyenlerin
yanında kesinlikle sigara içilmemeli. Bö yle bir ortamda sigara içmek dü
ü ncesizliktir; sigara içmeyenler için sigara dumanı solumak rahatsızlık
verici” kanaatindeydi. Buna kar ılık, insanların yine % 44’ü “kimsenin
sigara içmeyenlerin oldu u ortamlarda sigara içilmemesini istemeye hakkı
yoktur. Durum sigara içmeyenler için o kadar da vahim de ildir” kanaa-
tindeydi. Konu ma ve susma e ilimlerini ö lçmek için yaptı ınız bir testte,
sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmesini ele tirenlerin % 45 ’i, sigara
içilmesini savunanların da % 43 u konu maya katılacaklarını sö ylediler.9
imdi dı lanma korkusu simü lasyonuna geçelim: 2000 ki ilik temsili
bir nü fus kesitine yö neltilen soru dizisinin ö zü tren testinde mevcuttu:
1. Deneklerin sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmesiyle ilgili
ki isel gö rü lerinin, yukarıda bahsetti imiz iki gö rü temel alınarak
tespit edilmesi.
2. Ço u ki inin bu konuda ne dü ü ndü ü ne dair tahminde bulu
nulması: “Sizin ki isel gö rü ü nü z bir yana, sizce ço unluk hangi
gö rü te.7 Federal Almanya’da insanlann ço u sigara içmeyenlerin
yanında sigara içilmesinden yana mı, yoksa buna kar ı mı? (Sonuç:
% 31, “insanların ço u sigara içmeyenlerin yanında sigara içilm e
mesi gerekti ini dü ü nü yor” derken, % 28 tam tersi gö rü teydi:
“Ço unluk, sigara içenlerin içmeyenlerin yanında rahatça sigara
içebilece ini dü ü nü yor”. % 31, her iki gö rü ü n de e it a ırlıkta
oldu unu sö ylerken, “bir ey sö ylemek olanaksız” diyenlerin oranı
% 10’du).
3. Konu ma ve susma e ilimi testi: “Farzedin ki, ö nü nü zde be
saatlik bir tren yolculu u var ve sizinle aynı kompartımanda oturan
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 69
yolculardan biri, sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmemesi
gerekti ini sö yleyerek konu maya ba lıyor. Bu ki iyle sohbet eder
miydiniz, yoksa hiç konu maya kalkı maz mıydınız?” Her iki gö rü
menin birinde yolcunun tutumu “kimse, sigara içmeyenlerin ya
nında sigara içilmemesini talep edemez” eklinde de i tiriliyordu.
4- Deneklerin sigara içip içmedikleri tespit edildi.
Dı lanma tehditini canlandırmak için 2000 denek 1000’er ki ilik iki
i;ruba ayrıldı. “Deney grubu”na, yani deney faktö rü “dı lanma tehditi”
ile kar ı kar ıya getirilen gruba, sohbet eden iki ki iyi gö steren bir resim
j;ö sterildi. Resimdekilerden biri çok açık bir tavırla “ben sigara içenlerin
ba kalarına kar ı saygısız davrandı ını dü ü nü yorum. Ba kalarını zehirli
havayı solumaya zorluyorlar” diyordu. Resimdeki di er adam ise “b en ...”
diyordu. Soru modeli diagnostik psikolojide uygulanan cü mle tamamlama
ı estine gö re hazırlamı tı ( ekil 19). Soru metni ö yleydi: “Burada iki adam
sohbet ediyor. Biraz daha yukarıda duran adamın sö ylediklerim konu ma
baloncu undan okuyunuz lü tfen. A a ıda duran adamın yanıtı yarım
kalmı . Sizce bu adam nasıl bir yanıt vermi olabilir? Yarım kalan cü mle
nasıl bitirilmi olabilir?” Cü mle tamamlama talebiyle, sigara içmeyenlerin
yanında sigara içilmesiyle ilgili bir ele tirinin yalnızca dinlenmesi halinde
zayıf kalan bir uyarının gü çlendirilmesi amaçlanmı tı. Bu tü r bir cü mle
tamamlama testinin temsili kesiti ve ara tırma olanaklarını zorlamadı ını
testin sonucu gö sterdi: Deneklerin % 8 8 ’i resimdeki yarım kalan cü mleyi
tamamlamı lardı.
Yine 1000 ki iden olu an ikinci grup “kontrol grubu” idi. Bu gruba
da “deney grubu”na yö neltilen sorular soruldu; tek fark, dı lama tehditine,
yani tamamlanması gereken cü mleye yer verilmemesiydi. Bö ylece, kont
rol deneyinin mantı ına gö re, deney grubuyla yapılan deneylerin sonuçla
rıyla kontrol grubuyla yapılanların sonuçları arasındaki tepki farklılı ını
“dı lanma tehditine” ba layacaktık. Çü nkü her iki deneyde de cü mle
tamamlama testi dı ında tü m ko ullar aynıydı.
Tam beklenilen sonuçlar elde edildi. Sigara içmeyenlerin yanında
sigara içme hakkını savunanlar, sö zlü tehditten sonra trende bu konuda
konu maya istekli de illerdi artık (Tablo 8).
Sigara içenler ö zellikle de çifte dı lanma tehditi canlandırıldı mda
daha çok etkilenmekteydiler: Ö nce cü mle tamamlama testiyle gö sterilen
sigara kar ıtı radikal tepki ve daha sonra trende “sigara içmeyenlerin
yanında kesinlikle sigara içilmemeli” diye konuyu açan yolcu. Bu ko ullar
altında, sohbete katılmak isteyenlerin oranı sigara içenlerde % 23’e
dü mekteydi.
70 KAMUOYU
Şekil 19: te h d it testi
Bir mü lakatla, gerçeklik taklit edilerek hazırlanmış, sigara içenleri sindirmeyi amaçlayan
cü mle
tamamlama testi. Bu deneyde denekler yarım kalan cü mleyi tamamlamak zorunda
oldukları için,
durumu daha yoğ un hissedip yaşayabilmektedirler. Ardından, sö zel tehditin sigara içen
kişinin
konuşma ya da susma eğ ilimini etkileyip etkilemediğ i ö lçü lmektedir.
t
Ben sigara içenlerin
dü şü ncesizce davrandığ ını
dü şü nü yorum. Başkalarını
zehirli hava solumaya
zorluyorlar.
' V____ ___
u
/
\
!
!J
Ben.........

ı
IH
t
!B
m
il?
m
-
Burada suskunluk sarmalının di er yö nü de ampirik olarak gö rü lebil
mekteydi. Aslında sigara içmeyenler daha az ö zgü venli ve bu yü zden de
dü ü ncelerini savunmaya daha az e ilimlidirler. Fakat cü mle tamamlama
testi, kendileri gibi dü ü nenler oldu unu gö sterdi inde, konu ma e ilim
leri artmaktadır (T abb 9).
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 71
l;ıblo 8: Dı lanma tehlikesi güncelle tirilerek suskunluk sarmalı hipoteıinin
sınanması.
' «ıldırgan bir kanaat ortamı gö rü melerde canlandırılabilir. Sigara içe n le rin konu ma e
ilimi
ıclıdit testinden sonra azalmaktadır.
Sigara içmeyenlerin yanında da
sigara içmeyi savunanlar
Dı lanma tehlikesinin
Dı lanraa tehlikesinin
belirgin olmadı ı
belirgin oldu u
durumlarda
durumlarda
%
%
Bir tren yolculu u sırasında
sigara içmeyenlerin yanında
sigara içilmesi hakkında bir sohbete
Katılacaklar
49
40
Katılmayacaklar
41
45
Fikri yok
10
15
100
100
n=
225
253
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3037, Aralık 1976.
Tablo 9: Suskunluk hipotezinin testi. Sigara içmeyenlerin konu ma e ilimleri kendilerini
destekleyenlerin yanında artıyor.
Sigara içmeyenlerin yar'inda
sigara içilmemesini talef’ eden
sigara içmeyen ki iler
Aynı gö rü te olan
Aynt gö rü te olan
agresif bir ki inin
a g re sif bir ki inin
deste i olmadan
(deste iyle
%
%
Bir tren yolculu u sırasında
sigara içmeyenlerin yanında
sigara içilmesi hakkında bir sohbete
Katılacaklar
37
48
Katılmayacaklar
51
37
Fikri yok
12
15
100
100
n=
330
297
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3037, Aralık 1976.
72 KAMUOYU
Ö nemli bir unsur da, sigara içmeyen utangaç ki ilerin, konu maya
daha yatkın olmalarıdır. Hele hele trendeki yolcu, sigara içenlerin, içm e
yenlerin yanında sigara içmemeleri gerekti ini sö yleyip kalplerinden geçe
ni dile getirirse, konu ma iste i daha da artıyor. Bu ko ullar altında, sigara
içenlerden sadece % 23’ü konu maya hazırken, konu maya e ilimli sigara
içmeyenlerin oram % 56 idi. Bu oran suskunluk sarmalının geli iminden
sonra, “sigara içmeyenlerin yanında sigara içmek dü ü ncesizliktir” gibi
baskın bir kanaat kar ısında, sigara içen birinin kamuda sigara içmeyi
savunmasının ne kadar zot bir hale geldi ini gö stermektedir. Ö yle gö rü nü
yor ki, burada kü mü latif bir etki sö z konusudur, çevrenin dü manca tepki
lerine maruz kalan bir insanın ö zgü veni giderek sarsılmaktadır. Ö zgü veni
nispeten daha fazla olan sigara içenler, sırf “tehdit testi”nden etkilenm e
mektedirler. E er tehdit testinden hemen sonra trende, “sigara içenlerin,
içmeyenlerin yanında sigara içmelerinde bir sakınca yoktur” gö rü ü savu-
nuluyorsa, biraz ö nceki tehdit hemen unutulmaktadır. Kendilerini destek
leyen biri olsa da (% 54) olmasa da (% 55) konu maya aynı oranda
e ilimlidirler.
Fakat tehdit testinin hemen ardından ö zgü venlerini sarsan ba ka bir
ya antıyla kar ıla ırlarsa, trendeki yolcu sigara içmeyenlerin yanında siga
ra içilmesine kar ı çıkarsa, o zaman sigara içenler de susmayı tercih etmek
tedirler (Tablo 10).
Ö zgü veni daha az insanlar için hafif bir dı lanma tehditi yeterlidir.
Ö rne in, kadınlar ve toplumda dü ü k bir statü ye sahip insanlar sırf dı la
ma tehditinden bile etkilenmekte, trendeki ki i onlarla aynı gö rü ü pay-
la sa bile gö rü lerini savunamamaktadırlar (Tablo 11).
Görü melerde kurgulara gerçekmi çesine tepki verilmesi
Tehdit testinin sonuçları suskunluk sarmalı sü recini ortaya koymakla
kalmaz, aynı zamanda ba ka bakı açıları edinmemizi de sa lar. Bu sonuç
lar, insanların gö rü melerde tasvir edilen durumları canlı bir biçimde
hissedecek ve sanki gerçekmi ler gibi tepki verecek kadar hayal gü cü ne
sahip oldukları varsayımında bulunulmasına neden olurlar. Demek ki,
ara tırmalarımız için trenleri bü yü k laboratuvarlara dö nü tü rmemize,
insanlann konu ma ve susma e ilimlerini ö lçebilmeleri için bilim adamla
rını yolcu kılı ına sokmamıza gerek yoktur. Buna ra men, gö rü melerde
kullanılan araçların geli tirilmesi tekrar tekrar hayal kırıklı ına u ramamı
za neden olmu tur.
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 7 3
liıblo 10: Sigara içen özgüvenli insanlarda suskunluk sarmalı testi.
Sigara içenler, ö nceden tehdit edilmi .olsalar bile, tren kompartımanında, kendileriyle
hemfikir bir yolcuyla konu hakkında konu maya e ilimlidirler.
Sigara içmeyenlerin yanında da
sigara içme hakkını kendinde gö renler
Dı lanma tehlikesinin
Dı lanma tehlikesinin
belirgin olmadı ı
belirgin oldu u
durumlarda
durumlarda
%
%
Bir tren seyahati sırasında,
yolculardan biri “sigara içmeyenler,
yanlarında sigara içilmemesini
talep edemezler” diyerek
sigara içenlere sempati duydu unu
belirtti inde, sigara konusundaki
bir sohbete
Katılacaklar
55
54
Katılmayacaklar
33
30
Fikri yok
12
16
100
100
n=
119
113
Sigara içenler hakkında dü manca konu ulan bir ortamda, sigara içenler de sitıdirilmi lerdir,
ö zellikle de daha ö nce tehdit edilmi lerse.
Bir tren seyahati sırasında
yolculardan biri
“sigara içmeyenlerin yanında
kesinlikle sigara içilmemeli"
diyerek sigara içenleri hedef aldı ında,
sigara konusundaki bir sohbete
Katılacaklar
41
23
Katılmayacaklar
51
63
Fikri yok
8
14
100
100
n=
106
118
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3037, Ocak 1976.
74 KAMUOYU
Tablo 11: Özgüveni daha az sigara içen ki ilerde (kadınlar) suskunluk sarmalı testi.
Çifte bir sö zlü tehditten sonra sigara içen kadınların hemen hemen hepsi sessizli e
gö mü lü yor.
Sigara içmeyenlerin yanında da sigara içme
hakkını savunan sigara içen kadınlar
Dı lanma tehlikesinin
Dı lanma tehlikesinin
belirgin olmadı ı
belirgin oldu u
durumlarda
durumlarda
Kadınlar
%
%
Bir tren yolculu unda, yolculardan biri
“sigara içenler sigara içmeyenlerin yanında
kesinlikle sigara içmemeli” diyerek
sigara içenleri hedef aldıktan sonra
bu konuda bir sohbete
Katılacaklar
42
10
Katılmayacaklar
54
74
Fikri yok
4
16
100
100
n=
48
49
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3037, Ocak 1976.
Bir adım daha atarak, belirli anlayı ların, dı lanmaya yol açtı ı eklin
de yaftalanıp yakalanmadı ını ampirik yollarla test etmek istedik. 1976’da
Allensbach anketlerinde, dı lanmayı tasvir eden bir resim kullandık: M a
sanın bir ucunda bir grup insan di er ucunda bir ki i tek ba ına oturuyor
du. Ba ka bir resimde ise yine benzer bir gö rü ntü vardı. Bir grup insan
yan yana ayakta dururken, biraz ö telerindeki adam tek ba ınaydı. Konu
ma balonlanndan hem gruptakilerin, hem de dı lanan ki inin bir konu
hakkında gö rü belirttikleri açıkça anla ılıyordu. Bu testte deneklerin,
dı lanan ki inin gö rü ü nü tahmin etmeleri gerekiyordu. Ö rne in: Dı lan
mı ki i hangi gö rü te olabilir? Alman Komü nist Partisi (DKP) ü yelerinin
de yargıç olabilmelerini savunuyor mu, yoksa buna kar ı mı?”
Soru metniyse ö yleydi: “Tekrar soruya dö necek olursak, DKP ü yesi
birinin yargıç olmasına izin verilmeli mi verilmemeli m i?... Resimde, bu
konuda sohbet eden birkaç insan gö rü yorsunuz. ki farklı gö rü sö z konu
su. DKP ü yelerinin de yargıç olması ve olmaması. Sizce masada tek ba ına
oturan adam ne sö ylemi olabilir? Bu adam DKP ü yelerinin yargıç olma
sından yana mı yoksa buna kar ı mı?” ( ekil 20, 21).
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 75
Şekil 20: Yalıtım testi
Soru: Masanın sol başında tek başına oturan kişi hangi gö rü şü temsil etmektedir?
Belirli gö rü şleri savunan insanlann dışlanacağ ı yolunda bir kanı olup olmadığ ını tahmin
etmek
amacıyla yapılan bir test taslağ ı.
Şekil 21: Yalıtım testi
İkinci versiyon: Masada oturan bir grup yerine, ayakta duran bir grup. Bu test zaman
zaman yanlış
yorumlanmakta, kenarda duran kişinin amir olduğ u zannedilmektedir.
m
v.»
Bir test i e yaramıyor
Masa sahnesi bir test aracı olarak, daha ö nce sö zü nü etti imiz patates
terazisini andırıyordu ve sorulan soru da ortaya bir ey koymadı. Yü ksek
oranda (% 33) verilen “bilmiyorum” yanıtı, deneklerin hayal gü cü nü n
fazla zorlandı ına i aret ediyordu. Ayrıca masada oturan ve dı landı ı
76 KAMUOYU
açıkça gö rü len adamın konu ma balonuna yerle tirilen gö rü lerin ço un
luk ya da azınlık kanaatleriyle bir ilgisi yoktu belli ki. Oysa, “bizde DKP
ü yesi biri yargıç olabilmeli mi” sorusuna verilen yanıtlara gö re, ço unluk
test sırasında buna kar ıydı. 1976 yılının Nisan ayında yapılan bir ara tır
maya gö re halkın % 6 0 ’ı DKP ü yelerinin yargıç olmasına kar ı, % 18’i de
yargıç olabilmelerinden yanadır. Alman halkının % 80 ’i ço unlu un DKP
ü yelerinin yargıç olmasına kar ı oldu u ve sadece % 2’si ço unlu un
taraf oldu u tahminini yü rü tmesine, yani ço unlu un hangi fikirde oldu
unu ve hangi gö rü leri benimsiyorsa dı lanabilece ini bilmesine ra men,
deneklerin % 3 3 ’ü masada bulanan ki inin DKP ü yelerinin yargıç olma
sından yana oldu unu, % 34’ü ise kar ı oldu unu sö ylü yordu. Halkın
do ru tahmin etti i kanaat ortamını gö z ö nü ne aldı ımızda deneklerin
ço unun, masanın ba ında oturan adamı DKP ü yelerinin de yargıç olma
sını savunan biri olarak gö rmeleri gerekirdi. Masadaki sahnenin çok mu
samimi bir havası vardı ya da yeterince açık de il miydi? Bir masanın
ö bü r ucunda oturan ki i herkes tarafından dı lanmı biri gibi de il de
grubun bir ü yesi gibi mi duruyordu?
Her halü karda, insanların oturmadı ı, ayakta durdu u ikinci test biraz
daha çok i e yaradı. Bu testte, deneklerin sadece % 21 ’i kararsız kalırken,
neredeyse her iki ki iden biri (% 46) tek ba ına duran ki inin, genel
kanıdan farklı olarak DKP ü yelerinin de yargıç olabilmesini savundu unu
sö yledi. Yine de, deneklerin % 3 3 ’ü tam tersi bir tahminde bulunmu tu.
Ö zellikle de, DKP ü yelerinin de yargıç olabilmelerini savunanlar, dı lan
maya kar ı daha duyarlıydılar. Bunların % 65 ’i kendini dı lanan ki i ile
ö zde le tirmi ti (Tablo 12).
Fakat bu test de bizi tatmin etmemi ti. Çü nkü bir tarafın kanaatinin
ezici ço unlu u olu turdu u bö yle bir durumda bile sonuçlar kar ı taraf
için yeterince açık de ildi. Aynı resimlerle yaptı ımız ba ka bir deneyde,
cephele menin daha az keskin oldu u bir konuyu seçtik: “Kimin ansö lye
olmasını istiyorsunuz?” Deneklerin % 44’ü Helmut Schmidt, % 35’i Helmut
Kohl (Nisan 1976) yanıtını verdi. Ara tırmanın sonucunda beklenmeyen
bir ba ka durum ortaya çıktı. H er iki grubun taraftarları da, yani gerek
Kohl’ü n gerekse Schmidt’in taraftarları, yalnız ba ına duran adamın ken
dileriyle aynı kanaatte oldu unu dü ü nü yorlardı.
Bu testi uygulamaktan ilk etapta vazgeçtik. Onunla daha sonra, farklı
bir biçimde yine kar ıla aca ız.10 Yine de, bu resim testiyle ampirik olarak
ortaya koymak istedi imiz amacımızdan vazgeçmedik: insanlar hangi
kanaatleri savunurlarsa dı lanabileceklerinin farkındalar mı? Bö yle bir
bilginin bilinçaltında olması bile suskunluk sarmalına uygun davranı lar
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 7 7
do urmaya yetecekti. Fromm’un tespit etti i gibi, herkesin bilinçli bir
biçimde kendini “bireyci” ve “ergin vatanda ” hissetme e ilimi ve toplum
sal do amızın farkına varıp kavramaya çalı mamamız, bu tü rden bilinçli
gö zlemlerde bulunmayı gü çle tiriyor. Yine de pek etkili olmayan anketler
de bile, insanların, belli gö rü leri belirli bir ü lkede, belirli bir zamanda
savunurlarsa dı lama tehditiyle kar ı kar ıya kalabileceklerinin farkında
oldukları açıkça gö rü lmektedir.
Bununla beraber test sorularını biraz daha keskinle tirmek ve en vur
dumduymaz insanın bile dı lanma korkusunu açıkça hissedece i uç du
rumlardan yararlanmamız gerekiyor.
Tablo 12: DKP ü yesi biri yargıç olabilmeli mi? Dı lama testi.
Toplumda insanlar belirli gö rü leri savunurlarsa dı lanabileceklerini biliyorlar mı?
Soru: Yeniden Alman Komü nist Partisi (DKP) ü yelerinin de yargıç olabilmesine izin verilip
verilmemesi konusuna gelelim... Elinizdeki resimde bu konu hakkında konu an insanları
gö rmektesiniz. Bu konu mada iki gö rü sö z konusu: DKP ü yelerinin de yargıç
olabilmelerinden yana olanlar ve kar ı olanlar. Sizce- tek ba ma oturan adam (her iki
gö rü menin birinde: Tek ba ına ayakta duran adam) hangi gö rü ü savunuyor olabilir?
DKP ü yelerinin yargıç olmasından yana mı buna kar ı mı?
.
Bir resmin gö sterilmesi
Oturan
Ayakta duran
insanlarla
insanlarla
Toplam nüfus
%
%
Tek ba ına duran/oturan adam DKP ü yelerinin
de yargıç olmasından yana
33
46
Kar ı
34
33
Kararsız
26
21
100
100
n=
466
516
Azınlık kanaatini temsil edenler, yani DKP ü yelerinin de yargıç olabilmesinden yana
olanlar,
insanın bu tü r bir kanaade dı lanabilece inin di erlerinden daha çok farkındalar.
Azınlık kanaatini temsil edenler: DKP üyelerinin yargıç olmasından yana olanlar
Tek ba ına duran/oturan adam
DKP ü yelerinin de yargıç olmasından yana
45
65
Kar ı
29
21
Kararsız
26
14
100
100
n=
83
79
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3028, Nisan 1976.
78 KAMUOYU
Hangi partinin afi leri yırtıldı?
1976 Eylü l ayındaki genel seçimlerden kısa bir sü re ö nce, Allensbach
anketlerinde yukarıdakilere benzer iki soru yö nelttik. Bunlardan biri ö y-
leydi: “Burada lasti i patlatılmı bir araba resmi gö rü yorsunuz. Arabanın
arkasında bir partinin çıkartması var, ama çıkartmanın hangi partiye ait
oldu u okunmuyor. Sizce bu çıkartma hangi partiye ait olabilir? Hangi
partinin çıkartmasını yapı tırmak arabanın lasti inin patlatılması tehlike
siyle kar ı kar ı kalınmasına neden olur? (Tablo 13) Halkın hemen hemen
yarısı, % 4 5 ’i, soruyu cevaplamadı. Buna ra men sonuç ortadaydı, Parla
m ento’da temsil edilen partiler keskin bir biçimde kademelendirilmi ti:
% 21 CDU/CSU, % 9 SPD ve % 1 ED.P demi ti. Tablo 13, testin kesin
sonucunu gö stermektedir. En çok CDU/CSU tarftarları kendilerini tehlike
altında hissediyorlar. F.D.E taraftarları kendilerini pek tehlikede gö rmez
ken, CDU/CSU’lulann tehlike altında oldu unun bilincindeler. SPD ’liler
kendilerini tehlikede hissetmiyorlar, aksi takdirde CDU/CSU’lular gibi
kendilerine daha fazla tehlike payı biçmeleri gerekirdi:
Bu dizideki ikinci test sorumuz birincisinden daha iyiydi ve gö rü
belirtme konusundaki çekincelere daha az fırsat tanıyordu. Daha iyiydi,
çü nkü “sevilen-sevilmeyen”, “de er verilen-verilmeyen”gibi sinyal dilin
den hareket etti i için birinci sorumuzda sö z konusu olan mal tahribatın
dan daha uygun ve gerçekçiydi. SPD ve F.D.P’liler daha çok sempati
topladıklarını dü ü ndü klerini açıkça ifade edebilirlerdi artık. Soru ö yley-
di: “ imdi size bir olay anlataca ım ve bu konuda ne dü ü ndü ü nü zü
soraca ım. Yabancı bir kente gelen biri arabasını park edecek bir yer
arar ama bulamaz. Daha sonra arabasından inerek ehrin sakinlerinden
birine nerede bir park yeri bulabilece ini sorar. Yaya ‘ba ka birine sorsanı-
za’ dedikten sonra sırtını dö ner ve gider. unu da belirtmeliyim ki, yaban
cının yakasında bir siyasi partinin rozeti vardır. Sizce bu rozet hangi partiye
ait olabilir?” (Tablo 14)
SPD’lilerin % 25’i, F.D.P’lilerin de % 28’i “C D U ” tahmininde bulun
dular. Bu oran SPD diyenlerin iki katından fazlaydı. CDU/CSU’lular
ise, sevilmeyen bir partiyi desteklediklerini itiraf etmek istemiyorlardı
(Tablo 14)- Biz bu testi uyguladı ımızda, daha ö nce de indi imiz son
seçimlerde CDU/CSU için oy kullandı ım saklama e iliminin, bir normal
le me sü recinden sonra en yü ksek noktaya eri ti i 1976 Eylü l aymdaydık.
Yine de CDU/CSU’lular aleyhinde esen rü zgâ r dö rt yıl ö nceki (1972)
genel seçimlerdeki kadar yo un de ildi. Bunu, sembolik bir dı lama tehdi-
tini tü m açıklı ıyla gö steren bir sorumuzun sonuçlarından yola çıkarak
BİR GÜDÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 7 9
sö yleyebiliriz. 1972 ve 1976'daki seçimlerden sonra yaptı ımız seçim son
rası kamuoyu ara tırmalarında sordu umuz bu soru ö yleydi: “Seçim kam
panyaları sırasında seçim afi leri sık sık yırtılıp karalandı. Sizce en çok
lıangi partinin afi leri zarar gö rdü ?” 1972’de en fazla “CDU/CSU” yanınnı
aldık. Bu partinin afi lerinin ö zellikle tahrip edildi ini sö yleyenlerin oranı
'X) 31 iken, ikinci sırayı % 7 ile SPD alıyordu. 1976 yılında CDU/CSU, %
) l ’derı % 23’e dü se de, yine ilk sıradaydı (Tablo 15).
lablo 13: Kanaat ortamının ö lçü ıriü yle ilgili geli tirdi imiz di er testler.
nsan hangi kanaatlerden ö tü rü dı lanır?
Soru: Yanda resmini gö rdü ü nü z araba
nın lasti i patlatılmı . Arabanın arka
camında bir partinin çıkartması var. Bu
çıkartmanın hangi partiye ait oldu u
okunmuyor ama sizce hangi partiye ait
olabilir? Hangi partinin çıkartmasının
yapı tırılması arabanın lasti inin patla-
tü ması tehlikesini en çok artırır?
Eylü l 1976
Toplam
CDU/CSU
SPD
F.D.E
nü fus
taraftarları
taraftarlan
taraftarlan
%
%
%
%
CDU/CSU
21
28
12
21
SPD
9
7
11
13
E D. E
1
2
X
4
NPD<*)
11
10
12
10
KPD'**>
9
5
14
13
DKP
8
9
8
2
Somut yanıt yok
45
42
46
43
104
103
103
106
n=
556
263
238
45
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2189, x = % 0,5’ten dü ü k oranlar.
Patlatılmı lastiklerle, karalanan ya da yırtılan seçim afi leriyle, bir
yabancıya yardım edilmemesiyle ilgili test soruları bize, bireyin toplumdaki
yaygın kanaatlere ters dü tü ü nde tehlikeli davranı larla kar ıla abilece ini
^ NPD: Alman Milliyetçi Partisi (ç^n.)
1 1 KPD: Alman Komü nist Partisi (ç.n.)
80 KAMUOYU
Tablo 14: Kanaat ortamım ö lçmek için geli tirdi imiz testler: nsan hangi kanaatlerden
ö tü rü dı lanır?
Soru: imdi size bir olay anlataca ım ve bu konuda ne dü ü ndü ü nü zü soraca ım. ehre
gelen yabancı biri arabasını park edecek bir yer arar ama bulamaz. Daha sonra arabasından
inerek ehrin sakinlerinden birine nerede bir park yeri bulabilece ini sorar Yaya pek dostça
olmayan bir tavırla “ba ka birine sorsanıza” dedikten sonra sırtını dö nü p gider. unu da
belirtmeliyim ki, yabancının yakasında bir siyasi partinin rozeti vardır. Sizce bu rozet hangi
partiye ait olabilir?
Eylü l 1976
Toplam
CDU/CSU
SPD
F.D.R
nü fus
taraftarları
taraftarları
taraftarları
%
%
%
%
CDU/CSU
23
21
25
28
SPD
14
19
12
8
F.D.R
2
4
1
X
NPD
8
7
10
7
KPD
13
12
13
12
DKP
9
9
9
9
Somut olmayan yanıtlar
35
34
35
40
104
106
100
104
n=
546
223
264
50
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2189, x = % 0,5’ ten dü ü k oranlar.
Tablo 15: Afi lerin ve reklam malzemesinin tahrip edilmesi: Sembolik bir dı lama
tehditi.
Soru: Seçim kampanyaları sırasında seçim afi leri sık sık yırtılıp karalandı. Sizce en çok
hangi partinin afi leri zarar gö rdü ?
Seçim sonrası ara tırmalar
1972
1976
%
%
Afi leri en çok tahrip edilen partiler:'
CDU/CSU
31
23
SPD
1
12
F.D.E
1
2
Hepsi aynı oranda
27
22
Bilmiyor
35
41
100
100
n=
912
990
Aynı soru 1972 yılında “sizce en çok hangi partinin afi leri tahrip edildi” diye sorulmu tu.
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2129, 2191.
BİR GÜ DÜ OLARAK DIŞLANMA KORKUSU 81
gö steriyordu. Bireyin dı lanmaktan kaçınmasının nedeni, ö yle ufak tefek
peyler de il, bir varolu sorunudur, gerçekten tehlike altında olmasıdır.
1 Ur toplum ü yelerinden, sü rekli de i en ve çe itli zamanlarda yeniden
belirlenen alanlarda konformizm bekler. Çü nkü toplumu bir arada tuta
cak kadar bü tü nle mek ve uzla mak için bunu talep etmek zorundadır.
Alman hukukçu Rudolph von Ihering’in 1883 tarihli Der Zuıeck im Recht
| Hukukun Amacı] adlı eserinde de belirtti i gibi, ço unlu un kanaatin
den sapan birini cezalandırmanın bir yolu olan kınama, “yanlı bir çıkarsa
manın, hatalı bir aritmetik i leminin ya da kusurlu bir sanat eserinin
onaylanmaması” gibi rasyonel bir karaktere sahip de ildir. Bilakis burada
söz konusu olan, “toplumun zedelenmemek, kendi varlı ı ve çıkarlarını koru-
mak için gösterdi i bilinçli ya da bilinçsiz pratik tepkilerdir”.11
I
IV
Kamuoyu Nedir1
1961 yılında leti im Bilimleri Ara tırma Toplulu u Baden Baden’da ka
muoyu ü zerine bir sempozyum dü zenlemi ti. Ö le tatili için konferans
salonundan ayrılırken katılımcılardan biri “ben kamuoyunun ne oldu unu
hâ lâ anlayabilmi de ilim” diyordu. Bö yle dü ü nen tek ki i o de ildi ü p
hesiz. Tarih boyunca çok sayıda tarihçi, filozof, hukukçu, siyaset bilimci ve
ileti im bilimci kamuoyunun net bir tanımını yapmak için kafa patlatmı tı.
Elli ayrı tanım
Kamuoyunu kesin olarak tanımlama çabalan, kamuoyuyla ilgili ara tırma
larda bir ilerleme sa lamadı ı gibi, kamuoyu kavramının daha da parça
lanmasına, neredeyse kullanılmaz hale gelmesine neden oldu. 1965 yılında
Amerikalı bilim adamı Harwood Childs zahmetli bir gö rev ü stlenerek,
tü m yazılı kaynakları taradı ve buldu u elli civarında kamuoyu tanımını
bir kitapta topladı.1 Ellili ve altmı lı yıllarda bu kavramdan vazgeçilmesi
e ilimi a ır bastı. Kamuoyunun bir kurgudan ibaret oldu u, kavramlar
KAMUOYU NEDİR? 83
mü zesine kaldırılması gerekti i ve yalnızca tarihi açıdan ilginç olabilece i
savunuldu. Fakat nedense bu gö rü ler etkili olmadı. 1962 yılında ileti im
bilimci Emil Dovifat Zeitungslehre 2 [Gazete Ö retisi] adlı kitabında “bu
kavram ortadan kaldırılacak gibi de il” diye ikayet ediyordu. Jü rgen
Habermas 1962’de yayımlanan Strukturıvandel der Offentlichkeit. Unter-
suchurıgen zu einer Kategorie der bürgerlichen Gesellschaft [Kamusallı ın
Yapısal Dö nü ü mü . Bir Sivil Toplum Kategorisi Ü zerine ncelemeler]
adlı profesö rlü k tezinde ö yle bir açıklamada bulunuyordu: “... bu sö zcü k
yalnızca gü nlü k dilde kullanılmıyor; besbelli, hukuk, politika ve toplumbi
lim gibi bilim dalları da “kamuoyu” gibi geleneksel kategorilerin yerine
daha kesin tanımlamalar bulmaktan â cizler”.3
New York Columbia Ü niversitesi Gazetecilik Bö lü mü ’nde profesö r olan
W Philips Davison 1968 yılında yayımlanan International Encyclopedia
o f the Social Sciences için yazdı ı “Kamuoyu” adlı maddesine u cü mleyle
ba lat: “Genel kabul gö rmü bir kamuoyu tanımı yok”. Davison devam
eder: “Yine de bu kavram her geçen gü n daha fazla kullanılıyor... Bu
kavramı kesin olarak tanımlamak için u ra ırken, moral bozucu bir takım
tespitlerde bulunduk”. Burada Childs’m elliye yakın tanımından birini
kullanarak alıntı yapar: “Kamuoyu bir eyin adı de il, bir dizi eyin
(“something”) sınıflandırılmasıdır”.4
Alman tarihçi Hermann O ncken’in 1904 yılında yazdı ı makalesinde
dile getirdi i çaresizlik de bundan farklı de ildir: “Kamuoyu kavramını
tanımlamak ve açıklamak isteyen herkes, hem binbir surata sahip hem
de ancak hayal meyal gö rü lebilen, hem gü çsü z hem son derece etkili bir
varlıkla, binbir surete giren ve tam yakaladı ımızı sandı ımız anda elimiz
den kaçan bir Proteus’la u ra tı ımızı hem en anlar... Sü rekli devinim
halinde olan istikrarsız bir eyi bir formü le hapsederek kavrayamayız...
Sonuçta, kime sorarsanız sorun, kamuoyunun tam olarak ne anlama
geldi ini herkes bilir”.5
Oncken gibi ö ngö rü lü ve ifade gü cü ne sahip bir bilim adamının “sonuçta
herkes ... tam olarak bilir” gibi bir açıklamayla yan çizmesi ve bilimsel
yö ntemlerin uygulanması açısından çok ö nemli olan bir i i, bir tanım olu -
turmayı, “bir formü le hapsetmek” olarak nitelemesi gariptir do rusu.
Kamuoyunun olu um ve geli im süreci olarak “suskunluk sarmalı”
1970’li yılların ba ında 1965’teki bilmeceyi -Parlam ento seçimlerinde
seçmenlerin oy niyetlerinin de i memesine ra men, bir tarafın kesin zafer
kazanaca ına dair beklentinin giderek artm asını- açıklamak amacıyla
84 KAMUOYU
“suskunluk sarmalı” hipotezini olu turdu umuzda, kendi kendime i in
içinde kamuoyu canavarının olup olamayaca ını sordum. “. . . binbir sura
ta sahip... tam yakaladı ımızı sandı ımız anda elimizden kaçıp giden”
diye yazmı tı O ncken.6 Suskunluk sarmalı, bir gö rü ntü biçimi, içinde yeni
bir kamuoyunun olu tu u ya da eski bir kamuoyunun de i ime u rayarak
yaygınla tı ı bir sü reç olabilirdi. Ö yle de olsa, kamuoyunun bir tanımını
bulmak zorundaydık yine de. Aksi takdirde, ö yle bir ifade kullanmak
zorunda kalabilirdik: “Suskunluk sarmalı tanımlanamaz bir eyin yayılma
sü recidir”.
Kavramı olu turan iki sö zcü k “kamu” [öffentliche] ve “oy” [M einung]
hakkında da bilim adamları arasında hararetli tartı malar ya anmı tır.
“Oy” ve “opinion” (kanaat) farklı anla ılmaktadır
“Oy”(*’ kavramı hakkındaki tartı malar Sokrates’e kadar uzanmaktadır.
Sokra tes liman kenti Pire’de katıldı ı bir enlikte Glaukon ve di er arka
da larıyla devlet ü zerine tartı ırken aralarında, “oy” (kanaat) kavramının
belirsizli ini de ortaya koyan ö yle bir konu ma geçer:
— Sana kanaat bilgiden daha bulanık ama bilgisizlikten daha ber
rak mı geliyor, diye sordum.
— Fazlasıyla, diye yanıtladı.
— ikisinin ortasında mı?
— Evet.
— Yani kanaat bilgiyle bilgisizlik arasında bir yerde mi?
— Kesinlikle (Platon, Devlet, 478 B -E ).7
Sokrates için kanaat yabana atılacak bir ey de ilken, orta bir statü ye
sahipken, ba ka pek çok ki i kanaate, bilgi, inanç ve ikna olmaktan farklı
ve olumsuz bir de er biçmi lerdir. Kant, kanaati, “hem ö znel, hem de
nesnel olarak yetersiz yargı” olarak nitelendirmekteydi.8 Buna kar ılık
Anglosaksonlann ve Fransızların kullandı ı “opinion” daha karma ıktı;
do ru mu yanlı mı oldu u açık olmayan bir de erlendirmenin yanı sıra,
halkın, belli bir halk grubunun oyda ması anlamını da ta ıyordu. ngiliz
toplum felsefecisi David Hume, 1739’da yayımladı ı bir eserinde “ortak
kanaat” (common opinion) kavramını kullanır.9 Gerek ngilizcede, gerek
Fransızcada “opinion” sö zcü ü oyda ma, ortaklık anlamlarını içermektedir.
^ Buradaki oy sö zcü ü , “kamuoyu” sö zcü ü ndeki “oy”dur ve kanaat anlamındadır, (e.n.)
KAMUOYU NEDİR? 85
O naylanm ayı g erektiren oyda lık
Suskunluk sarmalıyla ile ilgili gö zlemlerimizi gö z ö nü nde bulundurdu u
muzda, Ingilizlerin ve Fransızların yakla ımı, Alman dü ü nü rlerinin ka
naatin de erlili i ya da de ersizli ine dair dü ü ncelerinden daha anlamlıy
dı bizim için. Her insan çevresindeki oyda lıkları gö zlemler ve kendi
davranı ıyla kar ıla tırır. Burada yalnızca gö rü lerdeki oyda lık de il, dav
ranı lardaki oyda lık da sö z konusudur; ö rne in, rozet takıp takmama,
toplu ta ım araçlarında ya lılara yer verip vermeme. Suskunluk sarmalı
sü recinde bir insanın dü ü ncesinden ö tü rü mü , yoksa davranı ından ö tü
rü mü dı landı ının bir ö nemi yoktur. Bu dü ü nceler bizi, aranan tanımda,
“oy”u [kanaati] insanın do ru buldu u bir eyin e anlamlısı olarak gö rme
ye ve “opinion'’un ngilizce ve Fransızcadaki oyda mak anlamını gö z ö nü n
de bulundurmaya zorladı.
“K am u ”m ın ü ç anlam ı
“Kamu”nun(*) yorumu ü zerinde de en az “oy” ü zerinde oldu u kadar
tartı ılmı , birçok bilim adamı “kamu” kavramını ara tırmı tır. Habermas,
“ ‘kamu’ ve ‘kamusal’ sö zcü klerinin dilde kullanımı, birbiriyle rekabet
halinde olan bir anlamlar çe itlili ini dı a vurur” diye bir tespitte bulunur.3
Bir kere, “kamu”nun hukuki bir anlamı vardır: Habermas, kamu sö zcü ü
nü n kö keninde yatan “herkese açık” anlamını vurgular (kamu yolları,
kamu davası gibi). Bu anlam, ö zel alandan, Latince privare sö zcü ü nden
(bir eyi tecrit etmek, kendine mal etmek) ayrılmaktadır. Kamlı hukuku,
kamu yetkisi gibi hukuksal kavramlarda ise devlet vurgulanmaktadır.
Burada kamuya hukuksal, siyasal anlamda bir statü yü klenmi tir ve ö rne
in, “gazetecilerin kamuya kar ı sorumlulukları” cü mlesinde dile getirildi i
gibi bir kamu çıkarı sö z konusudur. Burada kastedilen, herkesi, kamuyu
^ Almancada kamu, kamusallık anlamına gelen “öffendich" ve “Öffendichkeit”
kavramlarının gerçekten ne anlama geldi i ve yorumu hakkında pek çok tartı ma yapılmı tır.
Fakat kamuoyundan
anla ılması gereken ey iki sö zcü kten olu maktadır. Bunlann “kamu” yani, “public” ya da
“öffendich’
kısmı gü nlü k konu madaki anlamından farklı bir ö zellik ta ımaktadır. Gerçekten bu dilimin
di er
dillerdeki kar ılıkları sö zlü k anlamı itibariyle de çe idi kavramlann kar ıtıdır. Nitekim
“public”
terimi “umumi, aleni” anlamına geldi i gibi, belirli kriterlere gö re bir araya gelmi bir
“kalabalık”
ya da “grubu” da kapsamaktadır. Bu bakımdan sadece Almancada kullanılan “öffendich”
(aleni)
terimi tek boyutlu bir anlam ta ır. Tü rkçedeki “kamu” terimi tıpkı ngilizce ve Fransızcada
oldu u
gibi çift anlamlıdır. Bir yandan “alenilik, açıklık” anlamım ta ımakta di er yandan da belirli
ö lçü lere
gö re meydana gelmi bir sosyal grubu ifade etmektedir. (Prof. Nermin Abadan Unat,
Kamuoyu
Ders Notlan, A.Ü . S.B.F. yayınları) (ç.n.)
86 KAMUOYU
ve kamu huzurunu ilgilendiren sorunlar ve konuların ele alınmasıdır.
Bu sö zcü kle me ru gü ç temellendirilmektedir; bireyler gü ç kullanma ola
na ına sahiptir, kanunlar ve tü zü kler devletin organlarına verilen yetkiyle,
“kamu gü cü yle” uygulanabilir. “Kamuoyu” kavramındaki “kamu” sö zcü ü
buna yakın fakat ba ka bir anlam daha içermektedir. Kamuoyunun, dü z-
gü lerin, gelenek ve gö reneklerin sihirli gü cü nü n, hiçbir yasa koyucuya,
hü kü mete ve mahkemeye gerek kalmadan, bireyler ü zerinde etkili olması,
Ihering ve Holtzendorff gibi birçok hukukçuyu dü ü ndü rmü tü r. Kamuoyu
1898’de Amerikalı toplumbilimci Edward Ross tarafından “pek kolay”
diye ö vü lmü tü .10 “Kamuoyu”nun do rudan do ruya “baskın kanaatler”
olarak algılanması, çok sayıdaki kamuoyu tanımının ortak noktasıdır.
Bununla sö ylenmek istenen, kamuoyunun bireyi, kendi iste i dı ında da
olsa, belirli bir davranı a yö nlendirebilecek ko ulları bü nyesinde ta ıdı ıdır.
Toplumsal kabu umuz
“Kamu”nun hukuksal ve siyasal anlamının dı ında bir de sosyopsikolojik
anlamından bahsetmek gerekir. Bireyin duygu ve dü ü ncelerinden olu an
iç dü nyasının yanı sıra, bir de dı arıya yö nelik bir varolu u vardır. Bu
varolu yalnızca tek tek bireylere yö nelmekle kalmaz, ki iyi di erleriyle
kar ı kar ıya da getirir; -Ferdinand Tö nnies’in yaptı ı ü nlü Gemeinschaft
und Gesellschaft [Cemaat ve Toplum] ayrımını kullanacak olursak- birey
bir cemaatte, ö rne in ortak bir dinin sa ladı ı yakınlık ve gü vene sı ınabi
lir, ama daha bü yü k uygarlıklarda toplum kar ısında daha savunmasızdır.
nsanın “kar ı kar ıya kaldı ı”, etrafını saran toplumsal yapı kar ısında
sü rekli tetikte olmasının nedeni nedir?11 Bunun nedeni, insanın dı lanma,
dikkate alınmama ve sevilmeme korkusu, çevrenin onayına duydu u
gereksinimdir. Bu korkular ve gereksinimler insanı çevresini sü rekli dik
katle gö zlemlemeye zorlar; bu nedenle, “kamu”ya bilinçli olma hali de
diyebiliriz. Normal bir insan toplum içinde mi yoksa kimsenin kendisini
gö remedi i bir yerde mi oldu unu bilir ve ona gö re davranır Ancak, bu
kamu bilincinin insanları çok farklı biçimlerde etkiledi ini belirtmek gere
kir. Yargı mercii olması nedeniyle, bireylerin gergin dikkati “kam ü ’ya
yö nelmi tir; dikkate alınıp alınmama, onaylanma ya da dı lanma bu ano
nim merci tarafından karara ba lanacaktır.
Ba ımsız ve tek ba ına hareket eden insan idealinden bü yü lenenler,
“kamuoyu” kavramındaki “kamu” sö zcü ü ne pek çok anlam yü klemi ler
dir. Bunlara gö re, kamuoyu, kamunun ö nemli meselelerini, cemaatin
sorunlarını içerir ve “kam ü ’yu ilgilendiren alanlarda sorumluluklarının
KAMUOYU NEDİR? 87
bilincinde olan, dü ü ncelerini açıklamaya hazır olan, yö netilenler adına
hü kü meti ele tiren, kontrol eden insanların kanaatlerinden olu ur. Ka
muoyunun biçimleri ise, açıkça dile getirilen, ö zellikle medyayla duyuru
lan kanaatlerdir. 20. yü zyılda yapılan kamuoyu tanımlarında kamunun
sosyopsikolojik anlamına, insanı zayıflı ıyla ve çevresindeki yargı mercile
rine ba ımlılı ıyla ele alan hassas toplumsal kabu una, yani toplumsal
do asına ise artık hiç de inilmemi tir.
nsanın dı lanmadan ifade edebilece i kanaatler
Ampirik yö ntemlerle ortaya konabilen, hangi kanaatlerin gü çlendi i,
hangilerinin zayıfladı ı, insanların bunlara nasıl tepki verdi i, açıkça dü
ü ncelerini ifade edip etmedikleri ya da dı lanma korkusundan ö tü rü
dikkatle suskun kaldıkları konusunda ula ılan bulgular bizi ilerideki ara
tırmalarımızın temelini olu turan yeni bir kamuoyu tanımına gö tü rdü :
nsanın tartı malı konularda dı lanmadan açıklayabilece i kanaatler.
Bununla beraber bu kamuoyu anlayı ı ve yorumu henü z eksiktir, çü nkü
kanaatlerin birbirleriyle mü cadele etti i, yeni gö rü lerin yaftalandı ı ya da
mevcut kanaatlerin de i ime u radı ı zamanlarda ortaya çıkan ve ampirik
yollarla tespit edilmi .“suskunluk sarmalı” olgusundan tü redi ini ele ver
mektedir. Ferdinand Tö nnies 1922’de yayımlanan Kritik der öffentlichen
M einung [Kamuoyunun Ele tirisi] adlı eserinde kamuoyunun katı, sıvı
ve gaz gibi de i ik biçimlerde oldu unu sö yler.12 Tö nnies’in analojisini
kullanacak olursak, suskunluk sarmalı ancak sıvı evresindeyken olu ur.
Belirli kanaat ve davranı biçimlerinin baskmla ıp yerle tikleri, tö re ve
gelenek haline geldikleri yerlerde tartı malı unsur artık ayırt edilemeyecek
hale gelmi tir. Oysa, radikallerin kamu sektö rü nde çalı ması ya da meslek
ten men edilmesi gibi her cephenin farklı gö rü lere sahip oldu u tartı malı
konularda cephele melerden ö tü rü , suskunluk sarmalının tespiti daha
kolaydır. Dı lanma potansiyelinin ö nko ulu olan tartı malı unsurlar, yerle ik
kamuoyu, gelenekler ve adetler ihlal edildi inde, aykırı durumlarda ken
dini gö sterir. 1879 yılında hukukçu Franz von Holtzendorff kamuoyundan
“ahlak bekçisi” diye sö zeder.13 Ihering ise, kamuoyunu “toplumun disiplin
hocası” diye nitelendirerek, her tü r dü ü nsel etkinli in dı ında tutar.14
Ihering, “ kamuoyunun kendi varlı ını ve çıkarını korumak amacıyla ver
di i bilinçli ya da bilinçsiz tepkiler” derken bunu kastetmi tir.15 Bu neden
le, kamuoyu tanımının tamamlanması gerekir: Geleneklerin, adetlerin
ve ö zellikle dü zgü lerin belirlenmi alanlarında insanın dı lanmamak için
açıkça ifade etti i ya da etmek zorunda oldu u kanaatler ve davranı
88 KAMUOYU
biçimleri kamuoyunu olu turur. Bir yandan tek tek herkesin duydu u
dı lanma korkusu ve onaylanma gereksinimi, di er yandan toplum tara
fından onaylanmı kanaatler ve davranı biçimleriyle uyum içinde olmayı
gerektiren “yargı mercii" konumundaki ço unluk, mevcut dü zeni korur.
Onaylama ve reddetme olarak kamuoyu
Do ru bir “kamuoyu” tanımı, kamuoyu kavramını ele alan yü zlerce kitap
ta yer alan tanımı, kamuoyuna ancak siyasal bir anlam yü kleyen yakla ım
ları gö rmezden gelebilir mi? Bizim tanımımız kamuoyuna içerik bakımın
dan bir sınır getirmemektedir. Burada yalnızca, tartı malı durumlarda
tarafların tutumlarının onaylanması ya da reddedilmesi ve bunu herkesin
gö rmesi sö z konusudur. Suskunluk sarmalı, de er yargılarının de i mesi
sırasında açıkça gö rü lebilen onaylama ya da reddetmeye kar ı bir tepki
olarak betimlenmektedir. Kamuoyunun içeri inde oldu u gibi, kimin ka
naatlerinin dikkate alınaca ı konusunda da bir kısıtlama getirmiyoruz.
Kamuoyunu olu turan unsurlar sadece bu gö reve atananlann, ele tiri
yetene ine sahip olanların ya da “siyasi i leve sahip kamu”nun i i de ildir
(Habermas).16 Kamuoyunun içinde herkes yer alır.
Geçmi e yolculuk: Machiavelli ve Shakespeare
Bizim suskunluk sarmalından yola çıkarak geli tirdi imiz kamuoyu anlayı
ımızın haklı nedenlere dayanıp dayanmadı ını ö renmek için iki yü zyıl
ö ncesine, “kamuoyu” kavramının ilk olarak kar ımıza çıktı ı 18. yü zyıl
Fransa’sına gidelim. Jean-Jacques Rousseau’nun kamuoyu kavramını kul
lanmasından kırk yıl sonra, yani 1782 yılında Choderlos de Laclos’un
Les liaiso ns dangereuses [Tehlikeli li kiler] adlı ü nlü romanında “l’opinion publique”
kavramının gü nlü k konu ma dilinde bü yü k bir rahatlıkla kulla
nıldı ını gö rü rü z. Romanda, gö rmü geçirmi bir hanımefendi ile genç
bir kadın mektupla maktadırlar. Bü yü k hanımefendi, kö tü bir ü ne sahip
bir adamla gö rü memesi için genç kadını uyarır: “Siz onun de i tirilebile
ce ine inanıyorsunuz, hadi diyelim ki bu mucize gerçekle ti. Peki kamuoyu
ona kar ı olmaya devam etmeyecek mi? Ve i te sırf bu yü zden, onunla
ili kinizi buna gö re ayarlamanız gerekmez mi?”17
Burada “kamuoyü ’nu bir yargı mercii olarak politikanın çok dı ındaki
alanlarda, siyasal bilgileriyle ayrıcalık sahibi ki ilerden uzakta da i ba ında
gö rü yoruz. Hanımefendi mektubunda açıkça betimlemedi i ama kamuoyu
olarak nitelendirdi i anö nim grubun, mektubu alacak genç kadını davra
KAMUOYU NEDİR? 89
nı larını ona gö re ayarlayacak kadar etkileyece ini dü ü nmektedir. G eç
mi e yaptı ımız yolculuklarda, kamuoyu kavramının henü z ortaya atılma
dı ı dö nemlerde, farklı adlandırılsa da, neredeyse aynı çatı mayı anlatan
aynı anonim yargı merciine rastlarız. Shakespeare, IV Henry ile sonradan
V. Henry olacak o lu arasında geçen bir konu mayı anlatır. Kral, sık sık
kö tü çevrelerle gö rü tü ü için o lunu azarlar ve kanaatleri daha çok
dikkate almasını sö yler. IV Henry kendisi için en ö nemli eyin “kanaat"
oldu unu ve tahta çıkı ında “kanaatlerin” ö nemli bir rol oynadı ım anla
tır. “Opinion t hat did help me to the croum" [Tahta çıkmamı sa layan kana
at] (IV Henry I. Bö lü m, III. Perde).18 Shakespeare’in 16. yü zyılın sonunda
“opinion” kavramını bö yle kullanması, “public opinion’ kavramının neden
ilk kez ngiltere’de de il de Fransa’da yerle ti ini anlamamıza yarıyor.
ngilizcedeki “opinion" tek ba ına kamusal ö eleri ve yargı mercilerini de
içerdi inden olacak ki, “public” ekine gerek duyulmuyordu.
Bir yö neticinin ya da bir veliahtın çevresinin kanaatlerini dikkate
alması ve ço unlu un gö rü ü ne ö nem vermek zorunda olu u Shakespeare
için ne tuhaf ne de yeni bir dü ü nceydi. Shakespeare'in ya adı ı yü zyılda,
M achiavelli’nin 1514’te yazdı ı ve bü yü k bir bö lü mü nde yö neticilerin
kamuyla ili kisinin nasıl olması gerekti ini gö steren bir kılavuz olan Prens
adlı eseri biliniyordu.19 M achiavelli’ye gö re çok az insan hü kü meti hisse
der, yani: Kendisinin do rudan etkilendi ini hisseden azdır. Ama herkes
onu gö rü r ve i te bu yü zden, ö nemli olan gü çlü ve erdemli gö rü nebilmek-
tir. “T he vulgar are alıvays taken away by appearance” [Kötülükler görünü
sayesinde gö rü nmez olur]. Hü kü mdarın ondan beklenen tü m erdemlere
(iyi kalplilik, sadakat, insancıllık, dü rü stlü k ve dindarlı a) sahip olmasına
gerek yoktur, ama tü m bunlara sahipmi izlenimini uyandırması gerekir.
Machiavelli’ye gö re, hü kü mdar kendisinden nefret edilmesine yol açacak
ya da saygınlı ına gö lge dü ü recek tavırlardan kaçınmalıdır, insanların
kendisinden ho nut olmasını sa lamaya çalı malıdır”.20
IV Henry’nin o lunu uyarmasının temelinde yatan kurama M achia
velli’nin eserinin “Livius'un Roma Tarihinin lk Yıllan Ü zerine Sohbetler”
adlı bö lü mü nde de rastlıyoruz: “Bir adamın ki ili inin nasıl oldu u en iyi
etrafındaki insanlardan anla ılır. Bu nedenle, saygıde er ki ilerle dostluk
kuran bir insanın kendisinin de iyi bir ü ne sahip olması do ru bir eydir.
Ö yle ya, insanın ki ili inin ve ya am biçiminin tanıdıklarından farklı
olması ihtimali azdır”.21
16. yü zyılın ilk yarısında bile, insanların gü nü mü zde oldu u gibi, iyi
ü n sahibi olmaya ö nem verdiklerini ve toplumun de er yargılarına kar ı
duyarlı olduklarım gö rü rü z.
90 KAMUOYU
Fakat Machiavelli ve Shakespeare ile yeni bir noktaya vardık: Toplum
daki “yargı merciileri” sadece kö tü tanınmaktan korkan kü çü k insanlara
de il, aynı zamanda toplumda yö netici konumundaki prenslere, krallara
da hü kmetmektedir. Machiavelli, e itmeye çalı tı ı prensi uyararak, “hü
kü mdar olabilmek ve yö netmek için halkının do asını ö renmen gere
kir”22 der. Hü kmedilenlerin gü cü , (prensin yö netti i) devleti yıkıp yeni
bir devlet yapısı kurulmasını zorunlu kılabilecek olmalarından kaynaklan
maktadır.23
Daha ö nceki bö lü mlerde açıkladı ımız ampirik ara tırma dizilerinden
ve geçmi e yaptı ımız kü çü k yolculu un bizi cesaretlendirmesinden sonra,
kamuoyunu daha iyi anlamak umuduyla tarihi kanıtların pe ine dü tü k.
V
Kamuoyuna Dayanan Hukuk:
John Locke
John Locke An Essay Concem ing Humarı Understanding1 [ nsan Anlı ı
Ü zerine] adlı kitabında be altı arkada ıyla Londra’daki evinde dü zenli
olarak bulu up çe itli konularda tartı tıklarını anlatır. Her ey, belirli bir
konuyu tartı tıklan, ama bir sonuca ula amadıklanbir sohbetle ba lamı tı.
Bu tartı malarla bir yere varamadıklarını anladıklarında, belki de yanlı
bir yola yö neldiklerine, konulara farklı yakla ılması gerekti ine karar
vermi ler ve arkada ları Locke’dan tartı malarda alınan kü çü k notları
bir sonraki sohbete kadar yazıya dö kmesini istemi lerdi. Locke da arkada
larının iste i ü zerine sohbetleri art arda kaleme almı ve yava yava bu
kitap ortaya çıkmı tı.
1670’li yıllarda Londra harika bir kent olsa gerek. Her yerde, tartı ılı
yor: Parlamentoda, gazete redaksiyonlarında, kafelerde, evlerde... Ve
Locke’un kırkma varmadan kaleme aldı ı eser -Locke bu kitabın kopuk
kopuk yazıldı ını, bü yü k bilginlere hitap etmeyece ini sö yler- bir ilkbahar
gü nü tazeli indedir.
Fakat eser yayımlandı ında Locke ikayet eder: “ nsanların kafalarını
peruklarını yargılar gibi yargılayanlar, yani modaya uygun ve genel kabul
92 KAMUOYU
gö rmü ö retiler dı ında hiçbir eyi onaylamayanlar yemliklerden ikayet
ederler”. Bir gerçek ilk ortaya çıktı ında genellikle kabul gö rmez: Yeni
dü ü nceler, sırf yeni oldukları ve henü z ola anla madıkları için sü rekli
ele tirilir ve genellikle de reddedilirler. Fakat gerçekler altın gibidir, “ma
denden yeni çıkarılmı olmaları de erlerini dü ü rmez”2 der.
Locke hukuku ü çe ayırır: Birincisi, Tanrısal hukuk, kincisi medeni
hukuk, ü çü ncü sü de, erdem ve kö tü lü e, ö hrete ya da kamuoyuna daya
nan hukuk ya da -L ocke de i ken isimler kullanır- ki ilerin yargısına ve
modaya dayanan hukuk. Locke, ü çü ncü hukuku ö yle açıklar: “Durumu
anlayabilmek için unları dikkate almamız gerekir: insanlar devleti olu tu
rurken gü ç kullanmaktan kendi rızalarıyla vazgeçtiler ve bu haklarını
kamuya devrettiler. Dolayısıyla, bir vatanda a kar ı ancak devlederinin
yasalan elverdi i ö lçü de gü ç kullanabilirler. Yine de, uygun ya da uygunsuz
fikir yürütme, toplumda beraber ya adıkları ve ili ki içinde oldukları insan
ların eylemlerini onaylama ya da kınama hakkını korudular”.3
öhret, moda: Uygun ölçütler
“Evet, tam olarak ara tırdı ımızda neyin erdem neyin kö tü lü k oldu unu
bulaca ız. Bu da elbette, dü nyadaki tü m toplumlarda gizli bir anla mayla
olu turulmu onay ya da ret, ö vgü ya da ele tiri ö lçü tlerine gö re olacaktır.
Tutum ve tavırlar, bu ö lçü tlere, yani kanaatlere, ilkelere ve alı kanlıklara
gö re ö vü lü r ya da yerilir”.3 “Çevresindeki geleneklere ve dü ü ncelere
kar ı gelen hiç kimse, ele tirilmekten ve dü manca davranı lardan kurtu
lamaz. Çevresinde yalnızca ret ve dü manlık gö rü p de ayakta kalacak
kadar asi, kö r ve duyarsız kalacak insan binde bir çıkar. A ncak do al
olmayan ve sapkın bir ki ilik yakın çevresinden gö rdü ü bö yle bir dü man
lı a katlanabilir. Pek çok insan yalnızlı ı seçmi ve onunla dost olmu tur:
Ama insanlıktan nasibini almı hiç kimse, çevresindekilerin -tanıdıkları
nın ve konu tu u insanlann- onu sü rekli dı lamalarına ve a a ılamalarına
dayanamaz. Bu yü k bir insanın kaldıramayaca ı kadar a ır bir yü ktü r”.4
Locke’un ö retisinde, insanın yargı mercii rolü nü oynayan kamuoyu
tarafından dı lanma korkusuyla konformizme nasıl zorlandı ını gö rü yo
ruz. Fakat John Locke’un eseri onu mutlu etmemi tir. Dü manlarınca
takibe alındı ı için kitabının ü çü ncü basımında bu bö lü mü çıkarır ve
yerini yapay cü mlelerle doldurur.
Locke, iyiyi ve kö tü yü yıkıcı bir biçimde gö receli hale getirmekle suç
landı. Tanrısal hukuku bireylerin oyda olup olmamasına dö nü tü rdü ü
ve ahlakı modanın bir parçasına indirgedi i yö nü nde ele tiriler aldı.
KAMUOYUNA DAYANAN HUKUK: JOHN LOCKE 93
I ocke’un hukuku neyin olu turdu undan habersiz oldu u ileri sü rü ldü
ve hukukun bireylerin yoksun oldu u bir otoriteden kaynaklandı ı, yine
bu otoritenin ve gü cü n sayesinde kanunlara uyuldu u sö ylendi.
Locke ise ö yle der: “Bü tü n bu ele tirilere ö yle cevap vermek istiyo-
mm. nsanın çevresindekilerin gö rü lerine ve kurallanna uyum sa lama
sında ö vgü ve kınamanın ö nemli bir rol oynamadı ını iddia edenlerin,
insanlık tarihinden ve kendi ö zelliklerinden haberleri yok demektir.
leride de gö rece imiz gibi insanların ço u, tek ba ına olmasa bile ilk
etapta, bu moda hukukuna gö re hareket ederler; dolayısıyla yalnızca ait
(ıldukları toplumda kendilerine iyi bir ü n sa layacak eyleri yap arlar, fakat
Tanrı ya da hü kü met yasalarıyla pek de ilgili de ildirler.
Bazı insanlar, belki de ço u insan, Tanrı yasalarını çi neyince verilecek
cezalar ü zerine pek kafa yormaz. Tanrı yasalarım çi neyenlerin ço u,
daha ihlal sırasında bile, gelecekteki olası bir ba ı lanmayı ya da hatalarını
dü zelteceklerini dü ü nerek kendilerini avuturlar.
Yasal cezalara gelince; insanlar i ledikleri suçun cezasız kalaca ını ya
da ortaya çıkmayaca ını ü mit ederek kendilerini kandırırlar. Fakat toplu
mun de er yargılarına ve modasına kar ı çıkan hiç kimse, çevresinin kendi
sini ele tirerek ve dı layarak cezalandırmasından kurtulamaz”.4
Locke ü ç ayrı alanda terminoloji olu turur: Tanrısal hukuk sö z konusu
oldu unda vecibeler ve gü nahlardan, medeni hukukta kanuna uygunluk
ve aykırılıktan; kamuoyuna ve ö hrete dayanan hukukta da erdem ve
kö tü lü kten sö z edilir. Locke bu farklı ö lçü tlerin insanı aynı sonuca gö tü r
medi ini “dü ello” ö rne iyle açıklar: “Biriyle mü cadele etmek, meydan
okumak dü ello olarak adlandırılır. Tanrısal hukuk çerçevesinde dü elloya
girerseniz, ‘gü nah’ adını alır. Toplum yasalanna uyarladı ımızda, bazı ü lke
lerde ‘yü reklilik’ ve ‘erdem’ olarak gö rü lü r. Kimi hü kü metlerin koydu u
yasalarda ise a ır suç, canilik olarak nitelendirilir”.5
20. yü zyılda geli tirilen kamuoyu ara tırma yö ntemleriyle yapılan gö z
lemler ve çevrenin kanaaderinin pü r dikkat algılanması konusunda Locke
ile rahatlıkla anla abilirdik. Locke insanın toplumsal yapısını çe itli biçim
lerde betimler: “(Bir dü ü nceyi) onaylamamızın temel nedenlerinden
biri ba kalarının kanaatleridir. nsanlann Japonya’da dinsiz, Tü rkiye’de
Mü slü man, spanya’da Papacı olmaları bundandır. Ba ka bir deyi le, kendi
dü ü ncelerimiz olarak gö rdü klerimiz bize ait de ildirler, bizim tarafımız
dan ü retilmemi lerdir. Bizim kanaatlerimiz ba kalarının kanaatlerinin
bize yansımasından ba ka bir ey de ildir”.6
Locke sö z konusu kanaatlerin içeri i hakkında herhangi bir sınırlama
getirmemi , sadece bu kanaatlerin de erlendirildi ini, ö vü ldü ü nü ya da
94 KAMUOYU
yerildi ini belirtmi tir. Ayrıca, kanaatlerin bir ö zelli inin de “bir sır ve
sessiz oyda ma”3 oldu unu açıklamı tır. Burada bilinç dü zeyine çıkmamı
bir sü reç sö z konusudur. Bu sü reci gizemli bir ey ku atmaktadır, bunun
bö yle oldu unu biz 20. yü zyılda bile do rulayabiliyoruz.
Bu betimlemede bü yü leyici bir yö n daha vardır: Locke’a gö re, kanaatte
“t hat place”7 [yerinde] ö lçü tü sö z konusudur. Herkesin saygı duydu u,
dikkate aldı ı bu durum belirli bir yerde ve belirli bir zamanda ortaya
çıkar. Bu, isteyenin yeterince uzak ba ka bir yere giderek, zamanla her
eyin de i ece ini beklemesi anlamına gelir. Kamuoyu geçicidir. Locke,
“public opinion" kavramını kullanmamakla beraber, yazılarında bu kavram
iki dolaylı biçimde mevcuttur. Birincisi, “oyda ma”nm ancak belli bir
ortaklıkta, yani kamuda gö rü lebilece i anlayı ı. kincisi, aleni, herkesin
gö rebilece i bir yerde anlamını ta ıyan “yerinde” sö zcü ü nde. Daha sonra
ortaya çıkan “kamuoyu” kavramıyla kar ıla tırıldı ında, L ocke’daki
“kamuoyuna ya da ö hrete dayanan hukuk”8 ifadesi çok daha sert ve
acımasızdır; fakat o ö zellikle bö yle sert ifadeler kullanmak istemi tir.
Locke ‘hukuk’ ifadesini, ne laf olsun diye, ne kazara, ne de bir do a
bilimcinin ‘do a yasaları’nı kullandı ı anlamda kullanır. O , hukuksal an
lamda bir hukuktan sö z etmektedir ve unu vurgular: Bir eylemi, eylemin
kendisinde olmayan bir ceza ya da ö dü l izlemelidir.9 Ayrıca, Locke’un
kendi hukukuna verdi i “kamuoyuna ya da ö hrete dayanan hukuk” adı
da anlamlıdır. Bundan yola çıkacak olursak, Locke’da kamuoyu ile ö hre
tin birbirini tamamladı ını, bu ikisinin neredeyse aynı anlama geldi ini
gö rü rü z.
Locke’un metninde ilk etapta tuhaf gelen bir ö zellik, aslında onun
ne kadar ö ncü bir ki ilik oldu unun belirgin bir i aretidir. Yazılannda
“fashion” [moda] e retilemesini kullanmaya bayılır.10 nsanlar birbirlerini
peruklarını yargılar gibi yargılarlar. Locke ‘moda’ sö zcü ü nü kullanarak,
kanaatlerin yü zeyselli ini ve çabucak geçerliliklerini yitirmelerini, zamana
ve yere ba lı olmalarını, fakat etkili oldukları sü rece zorlayıcı bir nitelik
ta ıdıklarını anlatmak istemi tir. Yanlı anla ılmasına meydan vermemek
için bu sö zcü ü bir anahtar gibi kullanır. Locke’un “law o f opinion or
reputation” olarak andı ı kanaat, siyasal bilgeli in kayna ı olarak ele alına
maz, entelektü el de eri sorgulamaya açıktır, insan bilgiyi ba ka yollardan
giderek aramalıdır.
Locke insanın çevresine, ba kalarına olan ba ımlılı ını ifade edebil
mek için “ ö hret” gibi sosyopsikolojik kavramları ısrarla kullanmaktadır,
insanlar sırf yeni olduklan, moda haline gelmedikleri ve do ruluklarına
gü venmedikleri için yeni dü ü ncelere ku kuyla baktıklarından, Locke
KAMUOYUNA DAYANAN HUKUK: JOHN LOCKE 95
antikça a uzanarak kendisini destekleyecek dü ü nü rler arar. Ö rne in,
Cicero’dan alıntı yapar: “Bu dü nyada uyumdan, ö vgü den, saygınlık ve
onurdan daha iyi bir ey yoktur”. Locke burada, Cicero’nun bu sö zcü kle -
rin hepsinin tek bir eyin ifadesi oldu unu bildi ini iddia etmektedir.11
Tek bir eyin ifadesi mi? Neyin peki?
Bizim anlayı ımıza gö re, bunlar, kamuoyunun bireye uyguladı ı
sansü rlerin tü mü dü r...
VI
Hükümetler “Oy”a Dayanır:
David Hume, James Madison
John Locke’un ö lü mü nden yedi yıl sonra, 1711 yılında David Hume
do du. Hume A Treatise o f Human N ature1 [ nsan Do ası Ü zerine Bir
nceleme] adlı eserinde, Locke’un dü ü ncelerini geli tirerek bir devlet
kuramı geli tirdi. Hume’a gö re, insanlar devletleri kurarken gü ç kullanma
yetkisinden vazgeçtilerse de, çevrelerini yargılayıp onaylamaktan ya da
kınamaktan vazgeçmediler. nsanların kanaatleri dikkate alma gibi do al
bir e ilimleri oldu u ve davranı larını bunlara gö re ayarladıkları için,
devletin gö zü nde kanaatlerin ö nemi bü yü ktü r. Ki ilerin oyda masmdan
do an bu gü ç bir uzla ma zeminini olu turmakta, bu zemin ise hü kü metin
esas temelini te kil etmektedir. Hume’un prensibi ö yledir: “It is ... on
opinion only thatgovemment isfounded’ ,2 yani, iktidarlar yalnızca kanaatle
re dayanır.
“Siyaset felsefesiyle u ra anlar için ço unlu un kü çü k bir azınlık tarafın
dan yö netilmesi ve insanların kendi duygu ve arzularım hü kü metinkilerin
buyru u altına sokmaya bunca hazır olmaları kadar a ırtıcı bir ey olamaz.
Bö yle bir mucizenin nasıl gerçekle ti ini çö zü mlemeye çalı tı ımızda,
HÜ KÜ METLER "OY"A DAYANIR: DAVİD HUME, JAMES MADJSON 97
yö neticilerin kanaat ve onaylardan ba ka bir eye yaslanamayacaklarını
gö rü rü z. Gerek despot ve askeri rejimlerin, gerekse demokratik ve ö zgü r
lü kçü rejimlerin dayana ını mutlak surette kanaatler olu turmaktadır”.2
David Hume ile “opinion” konusunun perspektifi de i mekte, kanaat
lerin bireylere uyguladı ı baskıdan, iktidara uyguladı ı baskıya, Machia-
velli’nin prensine verdi i ö ü tlerin bakı açısına kaymaktadır. Locke dik
katini kamuoyuna dayanan hukukun baskısına maruz kalmı normal bir
bireyin gü nlü k varolu una, çevrenin kendisini dı lamasından ve kınama
sından çekinen bireyin korkularına yö neltmi ti. Locke’a gö re on binler
arasında tek bir ki i bile, kamuoyu tarafından onaylanmamayı kaldıramaz
dı. Locke, An Essay Concem ing Human Understanding adlı eserinde genel
olarak insan do asını incelemi ti. Hume’u ise iktidar ilgilendirmektedir.
Onun ilgi alanı saraylar, elçilikler ve politikadır. Kendisi de kamuoyuna
ve ö hrete dayanan hukukun gazabına u ramaktan çekinmi olmalı ki,
A reatise o f Human Nature adlı eserini isimsiz yayımlamı tı. Zaten ihti
amlı bir ya ama dü kü n biri oldu u için, cezalardan çok, kamuoyuna
dayanan hukuka gö re onaylanan ve saygı gö ren insanları bekleyen ö dü lle
ri algıladı.
öhret sevdası: Kamuoyunun ho tarafı
Hume kamuoyundan (1744 yılında Rousseau ilk kez kamuoyu kavramını
yazıya dö kene kadar aradan on yıl daha geçecekti) ü nlü eserinin “O f the
love o f fam e” [ ö hret Sevdası]3 bö lü mü nde sö z eder. Erdem, gü zellik,
zenginlik, gü ç gibi nesnel bir avantaj getiren unsurların insanın kendisini
nasıl gururlu hissetmesini sa ladı ını, yoksulluk ve esaretin insanı nasıl
ezdi ini anlattıktan sonra ö yle devam eder Hume: “Gururun ve ezikli in
dolaysız nedenleri olan bu unsurların yanı sıra, ba kalarının kanaatlerine
dayanan ve bizim ruh halimizi aynı biçimde etkileyen ikincil bir neden
daha vardır. Ü nü mü z, statü mü z, adımız, gurur duymamızı sa layan ö nemli
unsurlardır. Erdem, zenginlik, gü zellik gibi di er gurur nedenleri ise, ba
kalarının kanaat ve tutumlarınca desteklenmedikleri sü rece pek az etkili
olurlar... En do ru yargılarda bulunan akıllı insanlar bile, dostlarının ya
da her gü n gö rdü kleri insanların ve toplumsal gruplann dü ü nceleriyle
çeli tiklerinde, sa duyularının sesini dinlemekte ve kendi e ilimlerini
takip etmekte zorlanırlar”.4
a aalı bir ya am tarzından çok etkilenen Hume (zenginli in ve gü cü n
avantajlarını co kuyla anlatır), eserinin bu kısmmda, sanki ö nemli olan
ö zellikle -m odem bir toplumbilimsel kavram anacak olursak— referans
98 KAMUOYU
gruplarının olumlu kanaatleriymi gibi bir ifade kullanır; Hume’da kamu
ya da “yerinde” onaylama ve kınama gibi unsurlar ikinci planda kalmakta
dır. Yine de insanların çevreleriyle çeli kiye dü meme e ilimlerinin geni
çaptaki etkilerinin farkındadır Hume. “Bir ulusun ü yelerinin”, der Hume,
“bü yü k ö lçü de aynı duygu ve dü ü nceleri payla malarının nedeni i te
bu ilkedir”.5 Hume insanın çevresine gö re davranma e ilimini, An Inquiry
Conceming T he Principles o f M oral [Ahlakın lkeleri Ü zerine Bir Soru tur
ma] adlı eserinde olumlu bir ö zellik diye nitelendirmekte, asla zayıflık
olarak gö rmemektedir: “ nsanın ö hret, statü ve saygınlık dü kü nü olması
ele tirilmemelidir, çü nkü bunlar erdem, deha, beceri ve ruh asaletiyle
ba lantılıdır. Toplum sevilmek ve takdir edilmek isteyenlerden ö nemsiz
konularda bile dikkat bekler. nsanların evlerindeki ya da yakın arkada
çevresindeki hallerine gö re toplum içinde daha ık giyinmeleri ve daha
nazik olmaları kimseyi a ırtmaz”.6
Gö rdü ü mü z gibi, Hume toplumdan dı lananlarla de il, ya amın gü ne li
tarafındakilerle ilgilenir. Bununla beraber insanın ö hrete, itibara olan
dü kü nlü ü nü n sınırlarını çizmekte zorlanmı tır. “Peki insanların haklı
olarak hata ya da eksiklik saydıkları kibirlilik nereden kaynaklanmaktadır?
Açıkçası, kendi olumlu yö nlerimizi, ba arı ve gururumuzu o kadar vurgu
larız, takdir edilme, hayranlık duyulma gibi istek ve beklentilerimizi o
kadar sırna ıkça ve pervasızca gö steririz ki, bu durumdan ba kaları incini
yor olsa gerektir”.6 Hume dü ü ncelerini daha çok ü st sınıflarda yo unla
tırdı ının farkındadır. “Ortalam a ki ilerde alçakgö nü llü lü ü onaylarız”.7
Hume temelde, Locke’un “yerinde” sö zcü ü yle ifade etmi oldu u
birey ile kamu arasındaki alanda hareket etmekle beraber, tamamen farklı
bir yorum getirmektedir: Hume, Habermas’ın dile getirdi i Eski Yu-
nan’daki kamu anlayı ına daha yakındır.7 “Kamuoyunun ı ı ı altında,
zaten mevcut olan her ey ortaya çıkıyor, herkes tarafından gö rü lebiliyor.
Vatanda lar birbirleriyle konu urken, her ey dile getiriliyor ve bir ekil
alıyor. E it vatanda lar arasındaki tartı malarda en iyiler ö n plana çıkıyor
ve varlık kazanıyor- ö hretin ö lü msü zlü ü dü r b u ... Bö ylece ‘polis’ onurlu
bir biçimde ö dü llendirilme olana ı sunuyor: Elbette vatanda lar kendi
aralarında e it ... ama herkes ö n plana çıkmak için çabalıyor. Aristote
les’in hazırladı ı erdemler katalogu sadece ve sadece ‘kamu’ ö nü nde
geçerli ve ancak orada takdir ediliyor”.8
18.
yü zyılda, Hume’ın ya adı ı dö nemde ya da daha sonra, kamuoyu
ü zerine yazan dü ü nü rlerin Hume’un havalı gö rü lerine, kamuyu ö dü l
alanı addetmesine katılmadıklarını gö rü yoruz. Yine de, Hum e’un “It
is...on opinion only that govem m ent is founded” ilkesi Amerika Birle ik
HÜ KÜ METLER "OY"A DAYANIR: DAVİD HUME, JAMES MADİSON 99
1 )evletlerı’nın kurucularının doktrini oldu. Bö ylece, hem kanaatin politi
ka ü zerindeki etkisini artık kabul etmi bulunuyoruz, hem de bireyin
oynadı ı rolü Locke’un gö zleriyle gö rmeye devam ediyoruz.
nsan korkak ve dikkatlidir
Amerikan anayasasının babalarından biri olan Madison, Amerikan ana
yasası kurucularının 1787/88 yıllarında ilgili sorunları irdeledikleri The
Federalists dergisinde, “ali govemments rest on opinion" [Tüm iktidarlar
“oy”a dayanır] diye ö zetlenen temel ilkeyi dikkade inceledi: Bu iddialı
dogma, Amerikan demokrasisinin temelini olu turmaktadır. Ö te yandan,
bu ilkenin temel aldı ı insan do ası ne kadar da zayıf ve incinebilir bir
eydir: Madison. ö yle der: “E er hü kü metlerin, yö neticilerin kamuoyu
tarafından me ru kılındıkları, kamuoyuna dayandıkları takdirde varlıkla
rını sü rdü rebildikleri do ruysa, bireyin pratik davranı larına yö n veren
kanaatlerin, inançların gü cü nü n, kaç insanın aynı ekilde dü ü ndü ü ne
ba lı oldu u da do rudur. nsan kendisini yalnız hissetti inde korkak ve
dikkadidir. Birey, ba ka birçok ki inin de kendisi gibi dü ü ndü ü ne inandı ı
oranda gü çlü ve kendinden emindir”.9
Burada gerçekçi bir insan do ası saptamasını ve bunun siyasal kurama
uygulanı ını gö rü yoruz. Bu konuyu, 20.'Yü zyılın ikinci yarısında yeniden
ele alaca ız; çü nkü gü nü mü z kamuoyu ara tırma yö ntemleri, bizi, gö zlem
lerimiz sırasında kendini ısrarla belli eden eyleri açıklamaya zorlamaktadır.
“Suskunluk sarmalı” sürecini öhret de il, tehdit harekete geçirir
Bir yandan John Locke ve James Madison’m, di er yandan da David
Hume’un “birey ve kamuoyu”nu nasıl ele aldıklarını kar ıla tırdı ımızda,
daha ö nceki “yü zer-gezer” yorumumuzdakine benzer bir fark gö rü rü z.
Açıklamalardan biri “kazanan tarafta olma iste i” iken, di eri “dı lanmama
iste i”dir. Kimi insan kamuoyunu, kendini gö sterebilece i, an ve ö hret
sahibi olabilece i bir alan olarak gö rü p bü yü lenirken, kimi insan da kamu
oyunun rezil olunabilecek bir alan olmasından etkilenmektedir. Fakat
kamuoyu ile suskunluk sarmalı arasındaki ili kiyi kurcalarken, bizi neden
taç giyebilece imizi vurgulayan yö nü de il de bir tehdit ve yargı mercii
olma yö nü me gul etmektedir? Çü nkü Madison’m da duyarlılıkla açıkladı
ı gibi, bizim gerek tren testlerinde gerekse di er ara tırmalanmızda tespit
etti imiz ve kamuoyunun olu umunda ö nemli bir rol oynayan suskunlu u
ancak tehdit faktö rü ve bireylerin dı lanma korkusu açıklayabilir.
1 0 0 KAMUOYU
Kamuoyunu bir tehdit gibi algılama e ilimi devrim zamanlarında
artar
A caba Locke’un ve Madison’m kamuoyunu her eyden ö nce bir tehdit
unsuru gibi algılamaları devrimlere tanık olmalarından mı kaynaklanıyor'
du? nsan dı lanmaması için nasıl davranması gerekti ine, ö zellikle de
kö klü de i imlerin ya andı ı dö nemlerde çok dikkat etmek zorunda kal
mı tır. insanlar, oturmu , istikrarlı bir dü zende, genel-geçer toplumsal
kurallara kar ı gelmedikleri ya da ani bir suskunluk sarmalı sü recine kapıl
madıkları sü rece, toplum içinde nasıl davranmaları gerekti ini, neyi yapıp
neyi yapamayacaklarını ya da neyi sö yleyip neyi sö ylemeyeceklerini bü yü k
bir do allıkla bilirler. Pek çok ki i kendinden uyum bekleyen toplumsal
baskının genellikle bilincinde bile de ildir. Fakat devrim ö ncesinde ve
devrim sırasında, yö netimler kanaatlerden mahrum bırakılır, hü kü metler
dü er ve gü venli i elinden alman birey kendini emniyette hissetmek
için neyi onaylayıp neyi onaylamayaca ını kestirmeye çalı ır. Bö yle çal
kantılı dö nemlerde kamuoyunun i leyi i daha iyi anla ılır ve bunu ifade
edecek yeni kavramlar do ar.
1661’de Glanvill “kanaat ortamı” kavramım ortaya atıyor
Sakin dö nemlerde kamuoyuna ya da ö hrete dayanan hukukun sadece
ö dü ller ve cezalar etrafında dö ndü ü nü ileri sü rmemiz gerçekçi bir yakla
ım olmaz. Bunun yanı sıra, ngiliz filozof Joseph Glanvill’in bu çarpıcı
kavramı barı zamanlarında bulmu olması da dü ü nü lemez. Glanvill,
1661 yılında yazdı ı The Vanity o f Dogmatizing [Dogmatik Yakla ımın
Bo Gururu] adlı eserinde “kanaat ortamları”ndan [dimates o f opinion]
sö z eder ve bu kavramı m etin içinde italik yazarak ö zellikle vurgular.
“Dogmatik dü ü nenler” der Glanvill, “çocukluklarından beri kendilerine
do ru gelen eyler dı ında hiçbir eyi ‘mü mkü n’ gö rmezler. Bu kendini
be enmi likten kurtulmak için, de i ik kanaat ortamlarında bulunmu
ve bunları tanımı olmak gerekir”.10
Ço umuz “kanaat ortamı” kavramının, ça ımızda ortaya çıkmı m o
dern bir kavram oldu unu dü ü nü r. Bu, tıpkı Joseph Glanvill gibi bizim
de istikrarsız durumlara ve emin olmadı ımız kanaatlere kar ı duyarlı
olmamızdan kaynaklanmaktadır. Çalkantılar olmasaydı, ‘ortam’ sö zcü ü
bize sıradan ve soyut gelirdi. Fakat gü nü mü zde ya adı ımız deneyimlerden
sonra bö yle bir tanımı neden çarpıcı buldu umuzu açıklayabiliriz. Ortam
bizi dı arıdan sararak ondan kurtulmamızı imkâ nsız kılarken, bir yandan
HÜ KÜ METLER "O V A DAYANIR: DAVİD HUME, JAMES MADİSON 1 0 1
t la içimizdedir ve ruhsal sa lı ımızı etkiler. Suskunluk sarmalı, kanaat
ı >rtamının de i mesine gö sterilen bir tepkidir. “Kanaat ortamı” kamuoyu
kavramından çok, ço unluk da ılımını, tartı malı bir konuda de i ik e i
limlerin gü çlü lü ü nü , do al bir açıklı ın sö z konusu oldu u bir alanı, bir
mekâ nı kapsar. Kendimizinkiler de dahil olmak ü zere, devrim zamanların
daki kamuoyu gö zlemlerini incelemek ku kusuz bo a gitmeyecektir.
Suskunluk sarmalının sezgisel uzmanı: Descartes
Glanvill’in yazılarında hayranlıkla sö zü nü etti i Fransız filozof Descartes,
Glanvill’den çok farklı ko ullarda ya amı tı. Kamunun devrim zamanla
rında daha çok bir tehdit unsuru, normal zamanlarda da insanın kendisini
gö sterebilece i bir alan oldu u do ruysa e er, Descartes bize bunu açıklar.
Descartes yeni bir kamuoyu olu umunda suskunluk sarmalı sü recinin
rolü nü sezgisel olarak ke fetmi tir. Bu olayda kendine bir yer edinmek
sö z konusudur; ya da gü nü mü zde ö yle de sö ylenebilir: Filozof Descartes
ü nü nü yaymasını bilmi tir. 1640 yılında M editationes de Prima Philosophia
[Felsefenin Temel lkeleri Ü zerine Dü ü nceler] adlı eserini “Sorbonne’un
yü ce ve bilge hocalarına” diye ba ladı ı bir mektupla Sorbonne’a yollar.
Toplumdaki saygınlıklarına i aret ederek, onlardan kendi eseri için bir
“kamu tavsiyesi” yazmalarını rica eder. “Bu ricam, di er aydın ve bilge
insanların da sizin yargılarınıza katılmasını sa lamakla kalmayacak, aynı
zamanda kar ıt gö rü teki insanların cesaretini kıracaktır, hatta tü m parlak
beyinlerin destekledi ini gö rdü kleri bu gö rü leri anlayamamı izlenimi
yaratmamak için onlar da bu dü ü ncelere katılacaklardır”.11
VII
JeanJacques Rousseau,
“Kamuoyu’ Kavramına Yaygınlık Kazandırıyor
A caba Jean-Jacques Rousseau nasıl bir durumla kar ıla tı da, “l’opinion
publique” [kamuoyu] sö zcü ü nü yazan ilk ki i oldu?1
Venedik, 1774- Rousseau o sıralarda otuz ya larındadır ve Fransız
Bü yü kelçisi’nin sekreteridir. Hayli çalkantılı bir siyasal dö nem ya anmak
tadır. Fransa, Maria Theresia’nm Veraset Sava ı sırasında Avusturya’ya
sava ilan eder. Rousseau, Fransa Dı i leri Bakanı Am elot’a yazdı ı 2
Mayıs 1744 tarihli bir mektupta, Venedik soylusu ö valye Erizzo’yu kamu
oyunda Avusturya sempatizanı olarak tanındı ı konusunda fazla açık
bir biçimde uyardı ı için ö zü r dilemektedir (Depeches de Venise XC1 [Vene
dik M esajlan X C I ]) } Ancak, bu uyarının kö tü sonuçlara neden olmadı
ını, bir daha bö yle bir hata yapmayaca ım sö yler. Rousseau burada kamu
oyu kavramını, lehlikeli ili kiler romanında hanımefendinin genç kadını
toplumdaki ü nü nü dikkate almamakla suçlarken kullandı ı biçimde kulla
nır: Kamuoyu bir yargı merciidir ve onun tarafından kınanmaktan kaçın
mak gerekir.
19.
yü zyıldan itibaren giderek yaygınla an kamuoyu kavramım, siyasal
ele tirel bir yargı, hü kü m et ba lıla ımı olarak ele alm ak isteyenler
JEAN-JACOUES ROUSSEAU 1 0 3
Rousseau’da bu anlamda pek bir destek bulamazlar. Rousseau’nun eserlerini
kamuoyu açısından taramak, siyaset bilimcileri ve tarihçileri pek cezbetme-
mi tir. A ncak 1978 yılında, Mainz Ü niversitesi’nde yazılan bir master
tezinden (1975) hareketle, Rö usseau’da kamuoyu kavramını irdeleyen
geni kapsamlı, sistematik bir ara tırma yapılmı tır (Colette Ganochaud,
“Eopinion publique chez Jean'Jacques Rousseau”, Ü niversite de Paris V,
Rene Descartes, Sciences Humaines, Sorbonne 1977-1978, Tomes I+ II) .3
Kavramı ilk kullanan ki inin kamuoyu olgusuyla yakından bir ili kisi
nin olması gerekti ini dü ü nenler hayal kınklı ma u ramazlar. Rousse-
au’nun eserlerinde 1750’den itibaren kamuoyu kavramı gö rü lmeye ba lar.
Fakat kendisi bunları bir dü zene sokmadı ı için, Rousseau’nun kamuoyu
anlayı ım bir çerçeveye oturtmak ü zere ö zel bir teknik uygulamak gerekir.
Mainz Ü niversitesi’nde Basın Yayın masteri yapan Christine Gerber, mas
ter tezi4 olarak sundu u ara tırmasına bir içerik çö zü mlemesi yaparak
ba ladı. Rousseau’riun altı temel eserinde ‘kanaat’ (‘oy’), ‘kamu’, ‘kamu
oyu’ sö zcü klerinin geçti i yerleri inceledi, içerik analizi denen bu yö ntem
le, Kültür Ele tirisi Üzerine Yazılar (1750-55), Julie ya da Yeni Helo'ise, Top
lumsal Sözle me ve 1758 tarihli M. d ’Alembert’e Mektuplar adlı eserlerini
inceledi. Gerber bu eserlerde, 16 kez “kamuoyu” kavramına, yakla ık
100 kez kamu dı ında ba ka sıfat ve isimlerle bir araya getirilen ‘oy’ sö zcü
ü ne rastladı; Rousseau ayrıca, 106 kez ‘kamusal’ ya da ‘kamu’, en sık da
(‘kamuoyu’ dı ında) ‘kamusal saygınlık’ ifadesini kullanmı tı.
Kamu demek, herkesin görmesi demek
Bu çalı manın sonunda Rousseau’nun bir tehdit unsuru olarak gö rdü ü
kamuoyuna kar ı çok duyarlı oldu unu kavrıyoruz. Rousseau marjinal
yapısından ö tü rü , bu konuda yeterince deneyimliydi. “ imdiye dek ba ıma
gelen en korkunç ey, toplum içinde yalancı, iftiracı, hırsız olarak gö rü l
mem ve bunların yü zü me kar ı sö ylenmesidir”.5—“Bü tü n bunlar kimin
kı kırttı ını bilmedi im halkın bana di bilemesini, ö fkeden giderek ku
durmasını ve bana sadece tenhalarda de il, gü pegü ndü z sokak ortasında
bile açıkça hakaret etmesini engellemiyor”.6
“Gü pegü ndü z”, “sadece tenhalarda de il”: Alenilik, alenen gö rü lme
duygusu deh eti daha da artırmaktadır. ‘Kamusal saygınlık’ sö zcü ü nü n
sık kullanımından yola çıkarak, Rousseau’nun “kamuoyu” ile “ü n” arasın
daki ili kiye bakı açısının Locke, Hume ya da Machiavelli’ninkine benze
di ini sö yleyebiliriz. Fakat bu konudaki bulgular Rousseau’nun yapıtların
da çok daha yaygın bir biçimde yer almaktadır. Rousseau kararsızdır,
1 0 4 KAMUOYU
çe itli de erlendirmeler arasında gidip gelmektedir. Cemaat açısından
baktı ında, kamuoyunun etkisini hayırlı bir ey olarak gö rmektedir. Ka
muoyu toplumda ortaklı ı sa ladı ı, herkesi geçerli gelenek ve gö renekle
re, toplumsal dü zgü lere uymaya zorladı ı için tutucudur ve ahlakın yozla
masını ö nler. Kamuoyunun de eri ve gü cü , entelektü el de il, ahlaki niteli
inden kaynaklanır.
Ahlak bekçisi olarak kamuoyu
Rousseau, insanların çok gerilerde kalmı bir zamanda, gerçek bir do al
lıkla “vah iler” arasında ya adıkları dö nemlerde toplumsal ya amın daha
iyi oldu una inanıyordu. Kamuoyunun sa lam biçimlerini, yani ahlaki
ve geleneksel de erleri, bir halkın en iyi yö nlerinin toplandı ı, savunul
ması gereken de erler olarak gö rü r. Rousseau da Locke gibi yazılmamı
yasalar e retilemesini kullanır. Devletin temel aldı ı yasaları, kamu huku
ku, medeni hukuk ve ceza hukuku olarak ü çe ayırdıktan sonra ö yle
devam eder: “Bu ü ç yasanın yanında, hepsinden çok daha ö nemli dö rdü n
cü bir yasa vardır. Devletin anayasasının çekirde ini olu turan bu yasalar,
mermer ya da tunç ü zerine de il, vatanda ların yü reklerine kazınmı tır.
Bu yasalar gü nden gü ne gü çlenir, di er yasalar eskidikleri ya da i levlerini
yitirdikleri zaman onları yeniden canlandırır ya da tamamlar. Halkı anaya
sanın ruhunda muhafaza eder, halka fark ettirmeden otorite yerine alı
kanlıkların kudretini ö retir. Benim burada sö zü nü etti im, gelenekler,
ö rf ve adetler ve hepsinden ö nemlisi, bü tü n siyasi ba arılar ona ba lı
oldu u halde, devlet adamlarının pek farketmedi i, devlet sanatının bir
bö lü mü nü olu turan kamuoyudur”.7
John Locke Ingiliz devriminin gerçekle ti i yü zyılın ortasında gö receli
lik kavramının ü stü nde durmu tu: Kamuoyuna ya da ö hrete dayanan
yasaların beklentileri, onay ya da kınamanın, “yerinde” (chatplace)8 olgu
sunun nasıl kavrandı ına ba lıdır. 18. yü zyılın ortalarında Fransız sarayı
nın ihti amından ve gü cü nden etkilenen Rousseau için hâ kim duygu
istikrardır. Dö rdü ncü yasa vatanda ların kalbine kazınmı tır, yozla mama
sı ve bozulmaması için korunması gerekir. Rousseau, Toplumsal Sözle me
adlı eserinde ö zel bir merciden bahseder: Sansü r. Rousseau, kamuoyunun
ahlak bekçili i rolü nü daha da vurgulamak için daha ö nce varolmayan
bir kurum icat etmi tir. Bu ba lamda Christine Gerber’in Rousseau’da
buldu u tek kamuoyu tanımı ile kar ıla ıyoruz: “Kamuoyu, bir tü r yasadır
ve aracı, ‘Prens’ ö rne inde oldu u gibi, sadece belirli durumlarda uygula
nabilen sansü rdü r”. 9 Rousseau, sansü rü n neyin aracı oldu unu da ö yle
JEAN-JACOUES ROUSSEAU 1 0 5
izah eder: “Sansü r ahlakı korur... kanaatlerin yozla masını ö nler, yasaları
akıllıca uygulayarak onların saflı ını korur ve hatta, kanaatler kararsız
olduklarında onlara belirli bir yö n bile verir”.10
Rousseau’ya gö re ahlaki kanaatlerdeki oyda ma, toplumsal olu umun
temel ta ıdır. Bu ahlaki uzla manın toplamı “kamu”dur; “bu kamusal
olu um, ü yeleri tarafından devlet olarak nitelenen bir siyasi yapıdır”.11
Bu durumda Rousseau, siyasi partiler yoluyla bö lü nmeye iyi gö zle bakmı
yor olsa gerektir; toplumda tek bir ortak temel vardır ve bunun için en
bü yü k tehlike ki isel çıkarlardır. Burada Rousseau’nun kamunun kar ıtı
olan ö zele kar ı dü manlı ının kö kenini gö rü yoruz. Bu olumsuz duyum,
20. yü zyılda en gü çlü biçimiyle Yeni'Marksistler tarafından yeniden can
landırılmı tır.
Rousseau, “... ve hatta, kanaatler kararsızken sansü r onlara belirli
bir yö n bile verir”10 derken dikkatli bir ifade kullanmaktadır. Bunlar Rous-
seau’nun sansü r kurumunun gö revlerini açıklarken gö z ö nü nde bulundur
du u “ö zel durumlar”dır. Rousseau’ya gö re, sansü r bir halkın ortak
kanaatlerini gö stermekte, tanıtmakta ve bugü nkü deyimle, “bilinçli hale
getirmektedir”. Sansü r ba ımsızla tı ı, keyfi oldu u ve kamuoyunca kabul
edilmeyen bir eyi oyda ma gibi gö sterdi inde, hiçbir de eri yoktur ve
hiçbir etki uyandırmaz.9 Bu durumda sansü r sadece bir “araç”, bir konu
macıdır. Rousseau bu etkiyi nasıl da dikkatle ele almı tır, 20. yü zyıldaki
ardıllarından ne kadar da farklıdır. Hiçbir zorlamaya ba vurulmamak,
yalnızca sansü r aracılı ıyla temel ahlaki ilkeler vurgulanmalıdır. Rousseau
Prens ile i te bunu kastetmi tir. Prens’in de iktidar araçları yoktur ve
yasa çıkaramaz. “Bildi imiz gibi” der Rousseau, “yasama erki yalnızca
halka aittir ve yalnızca ona ait olabilir”.12 Fakat yasamaya Prens ö nayak
olmaktadır. Bu gö rev için toplumdaki kanaat olu umunu çok iyi gö zlemle
mesi gerekir ki, bu i “bü yü k yasa koyucusunu gizliden gizliye çok me gul
etmektedir”.7 Gö zlem sırasında Prens’e sansü r destek olmaktadır. Prens
toplumda hangi kanaatlerin yeterince faal oldu unu gö zlemlemelidir,
çü nkü yasalar ancak, devletin gerçek temeli olan birlik ve beraberlik
ü zerine kurulabilir. “Tıpkı bir in aata ba lamadan ö nce yerini, topra ını
kontrol eden ve dayanma gü cü nü ö lçen bir yapı ustası gibi, akıllı bir
devlet adamı da iyi yasa çıkartmaktan çok, yö netti i halkın koydu u
yasaları kaldırıp kaldıramayaca ını kontrol etmelidir”.13
Rousseau, volonte generale [genel irade] (bu kavram, ö zel-bencil volonte
de tous’dan [toplu irade] ayrı tutulmaktadır) ile kamuoyu arasındaki ili ki
yi havada bırakır. “Halkın iradesi yasalar aracılı ıyla, kamuoyunun yargısı
sansü r aracılı ıyla ilan edilir”.14 Volonte generale kamuoyunun yo unla ması
1 0 6 KAMUOYU
olarak gö rü lebilir. Di er taraftan votonti generale kendi yo unla masını
yasalarda bulur. Yasalar “genel iradenin ö zgü n bir ilanı”ndan15 ba ka bir
ey de ildir. David Hume’un 1741’de “hü kü metler kanaatler ü zerine
kuruludur”16 ilkesiyle ifade etti i kamuoyunun yasal gü cü , Rousseau’nun
yakla ımını da belirlemektedir. “Dü nyanın kraliçesi Kanaat, asla kralların
boyunduru u altına girmemi tir, bilakis krallar onun ilk kö leleridirler”.17
Rousseau, d’Alem bert’e yazdı ı mektupta sansü r kurumunun kimler
tarafından ü stlenilebilece ini somutla tırır ve onu radikal bir demokrat
olarak gö renleri a ırtacak bir ö neride bulunur. “Yasama erki tü mü yle
halka aittir” diyen Rousseau, sansü rcü lü k rolü nü Fransız mare allerinden
olu an haysiyet divanına verir.18 Kurumu en saygın ki ilerle donatan
Rousseau, demek ki “kamudaki saygınlı ın” ve bunun insanlar ü zerindeki
etkisinin farkındadır. Rousseau ayrıca, saygınlı ın çabucak ortadan kalk
maması için bu noktada bir uyumsuzluk ya anmaması gerekti inin de
farkındadır ve sansü re, yani Fransız mare allerinin haysiyet divanının
kararlarına hü kü metin de boyun e mesi gerekti ini sö yler. Burada kamu
oyunun ahlaki bir otorite gö rü nü mü ne bü rü ndü ü nü gö rü yoruz. Belki
de Heinrich Bö ll, Almanya’da kamuoyunun içler acısı halinden sö z eder
ken, kafasından bö yle bir dü ü nce, bö yle bir rol geçiyordu. Sansü r kurumu
emin ellerde de ildi.
Bir halk için neyin do ru, neyin yanlı oldu unu ortakla a saptama
sevdasında olan Rousseau’nun olu turdu u kavramlardan biri de “vatan
da lık dini”dir.19 Metafizik dinlere ba lılı ın azalmasıyla “vatanda lık dini”
gibi bir dü ü nce yaygınla abilir. Tahmin edilebilece i ü zere, bu kavramın
altında, insanın dı lanma tehlikesini gö ze almadan kamu içinde kar ı
çıkamayaca ı bir dizi ilke, yani bir kamuoyu ü rü nü yatmaktadır.
Toplumun koruyucusu, bireyin dü manı kamuoyu
Rousseau için kamuoyunun ahlak bekçili i toplumun birlikteli i için ne
kadar hayırlıysa, birey açısından da o kadar zararlıdır. Ço unlu un yargıla
rı yü zü nden bizzat kendisinin çekti i acılara ra men, Rousseau’nun insan
ların ahlak bekçili i yapan kamuoyuna sırf dı lanma korkusundan ö tü rü
saygı gö stermelerine bir itirazı yoktur: “Ahlaki de er yargılarını yargılayan
lar onuru yargılamı olurlar ve onuru yargılayanlar kanaati (halkın kanaa
tini) kılavuzsuz bırakırlar”.20
Felaket, insanın kendini gö sterme ihtiyacı duymasından, Hume’un
deyimiyle “ an ö hret dü kü nlü ü ” ya da daha basit bir dille sö ylersek,
saygı gö rme, saygınlık elde etme, ö n plana çıkma gibi insani e ilimlerden
JEAIM-JACOUES ROUSSEAU 1 0 7
kaynaklanır. Rousseau’nun 1775’te kendisini me hur eden Concernirıg
t he Origins oflnequality amongM erı [insanlar Arasındaki E itsizli in Kay
na ı Ü zerine] adlı eserinde de belirtti i gibi, toplum bu gereksinimler
yü zü nden yozla mı tır. “Sonuçta, insanı yiyip bitiren bu hırs, ihtiyaçtan
çok ba kalarından ü stü n olmaya yö nelik bu mal mü lk tutkusu tü m insan
lara, birbirine zarar vermenin o karanlık e ilimini a ılamaktadır”.21 “Hepi
mizi yiyip bitiren bu an ö hret dü kü nlü ü nü n insanları nasıl rekabete
itti ini, tutkuları nasıl da kı kırtıp artırdı ını, insanları nasıl rakiplere,
dü manlara dö nü tü rdü ü nü gö sterebilmek isterdim”.22
“Vah i” bu iç kemiren dü rtü lerden yoksundu, “vah i kendi içinde
ya ıyordu”.23 A ncak ba ından beri iradesi, empati ve kendini koruma
yetene iyle hayvandan ayrılıyordu. Fakat sonra, toplumsalla mayla birlikte
insanın ö zü de i mi , “kamusal saygınlık ö nem kazanmı tır”.24 Rousseau
ö zü mü zü kavramamızı art ko uyor: “Toplumsal bir varlık olan insan
hep dı a dö nü ktü r: Ya am duygusunu ba kalannın kendisi hakkında ne
dü ü ndü ü nü algılamaya ba ladıktan sonra kazanır...”25
Rousseau’ya gö re insanın ö zü ikiye bö lü nmü tü r. Do asının “gerçek
gereksinim” ve e ilimlerini koruyan insan ve kanaatlerin boyunduru u
altında kendisini biçimlendiren insan. Bu ikisi arasındaki farkı bilim adam
ları ö rne iyle açıklamaktadır. “Do al yapımızdaki e ilimleri kanaatler
tarafından yö nlendirilen e ilimlerden ayırmalıyız. Bir bilgin olarak saygı
gö rme arzusuna dayalı ö renme hırsıyla, insanın uzaktan yakından ilgisini
çeken ne varsa hepsini ö renme merakı duyması arasındaki fark gibi”.26
Rousseau tü ketim baskısını kamuoyunun kö rü kledi ini dü ü nmekte
dir. “Bir kuma a sırf pahalı oldu u için sahip olmak istedikleri anda kendi
lerini lü kse ve kanaatlerin keyfiyetine teslim etmi olurlar, çü nkü bu
zevk onların de il, kamuoyunun zevkidir”.27
Locke, “ bu dü nyada yasallık, onur ve saygıdan daha iyi bir ey yoktur”
diye Cicero’dan alıntı yapmı ve tü m bunları toplumun olumlu yargısın
dan duyulan zevke dayandırmı tı, insanın do al yapısıyla kamuoyundan
kaynaklanan hırslar arasındaki çeli kiyi ele alan Rousseau, ba kalarının
gö sterece i saygıdan de il, insanın kendine duydu u saygıdan kaynakla
nan bir onur kavramı olu turmaya çalı mı tır. “Ben insanın kendisine
olan saygısından kaynaklanan onur ile kamuoyunun etkisinden kaynakla
nan onur arasında bir ayırım yapıyorum. Kamuoyundan kaynaklanan
onur dalgalar gibi oynaktır ve bo ö nyargılardan olu ur”.28
Bu noktada Rousseau’nun çeli kisi daha fazla gö rmezden gelinemez.
Çü nkü bir yandan da, en sa lam ve en de erli eyleri, ö rf ve adetleri
koruyan “kamuoyu”nun ahlak bekçili inden sö z etmektedir. Rous-
1 0 8 KAMUOYU
seau'nun bu tü r çeli kilerini yakalamak hiç de zor de ildir. Bir keresinde
ö yle yazar: “ yi insanlarla kö tü insanlar arasında ayırım yapmak kamu
nun gö revidir”.29 Rousseau Spartalıların bunu nasıl becerdiklerini hayran
lıkla anlatır; “Sparta meclisinde kö tü ahlaklı bir adam iyi bir ö neride
bulundu unda, kurul ü yeleri onu hiç dikkate almadan, aynı ö nerinin
erdemli bir vatanda tarafından getirilmesini sa lıyorlardı. Kö tü adam
için ne bü yü k bir yenilgi, iyi adam için ne bü yü k bir onur ... Hem de
iyiyi ö vmek, kö tü ye hakaret etmek zorunda kalmadan”. Burada Rous-
seau’nun kamu gö rü ü ne verdi i ö nem yadsınamaz. Buna ra men Emile
adlı eserinde okudu umuz u satırlar yine Rousseau’nun çeli kilerini orta
ya koyar: “Bü tü n dü nya bizi lanetlese ne olacak yani? Biz toplum tarafın
dan onaylanmaya çalı mıyoruz. Senin mutlulu un bize yeter”.30
Kamuoyuna uyum sa lamada uzla manın önemi
Bize çeli kiliymi gibi gö rü nse de, aslında Rousseau kendisinden ö nce
hiç kimsenin yapamadı ı kadar isabetli bir biçimde kamuoyunun en
ö nemli yö nü ne i aret etmektedir: Toplumsal oyda ma ile bireyin e ilim
ve kanaatleri arasındaki uzla ma. Birey bir orta yol bulmaya zorlanmı tır.
nsan kırılgan do ası nedeniyle ba kalarının yargılarına ba ımlıdır çü nkü
dı lanmak ya da yalnız kalmak istemez, dolayısıyla “kanaatlerin boyundu
ru u” altındadır. Rousseau Em ile’de ö yle der: “O hem kendi iradesine
hem de ba kalarının kanaatlerine ba ımlı oldu u için, bu iki faktö rü
kar ıla tırmayı, birbirine uyumlu hale getirmeyi ve ancak birbiriyle çeli
tiklerinde ikisinden birine ö ncelik tanımayı ö renmek zorundadır”.31 Ba
ka bir deyi le: Durum kaçınılmaz oldu unda.
“Alay edilmeye ve ayıplanmaya katlanmayı ö renmek zorundayım”
Uzla ma çok farklı sonuçlara yol açabilir. Tam da David Hume’un kamuo
yunun dikkate alınması, yani toplum içine çıkarken giyim ku ama dikkat
edilmesi gerekti ini savundu u noktada, Rousseau bireycili ini ortaya
koymaya karar vermi tir. Kral XV. Louis’nin davetlisi olarak katıldı ı
Fontainebleau Kraliyet Tiyatrosu’ndaki bir operete “saçını yaptırmadan”
gitmi tir: Kö tü taranmı ve pudrasız bir peruk takmı , ne bir brokar yelek
ne de tö ren kıyafeti giymi tir. “Her zamanki gibi giyindim, ne daha iyi ne
daha kö tü . Gö rü nü ü m sade ve ö nemsizdi ama pis ya da bakımsız de il
dim. Sakallı olmam da bakımsız oldu um anlamına gelmez; sakalı bize
do a vermi tir ve içinde bulunulan dö neme ve modaya gö re bir sü s gibi de
JEAN-JACOUES ROUSSEAU 109
algılanabilir. Belki insanlar beni gü lü nç ve utanmaz bulacaklar, ama bana
ne bundan? Alay edilmeye ve ayıplanmaya katlanmayı ö renmek zorun
dayım, yeter ki haklı nedenlerden ö tü rü olmasın”.32 Rousseau uzla maya
pek yana mamanın tehlikesinin de farkındadır. Julie ya da Yeni Heioise’da
ö yle der: “Ona kamuoyunu a a ılama gü cü nü veren o korkusuz erdem
a kının onu di er uca sü rü klemesinden, ahlakın ve edebin kutsal yasaları
na kar ı çıkmasından korkuyorum”.33
Dolayısıyla, Rousseau sorunların ü stesinden gelecek toplumsal bir
sö zle meyi iddetle arzulamaktadır: “Ü yelerinden her birinin canını, malı
nı ortak gü çle savunup koruyan ö yle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada
her insan hem herkesle birlik içinde oldu u halde kendi egemenli ini
korusun, hem de eskisi kadar ö zgü r olsun. te temel sorun b u .. .”34
VIII
Alexis de Tocqueville:
Kamuoyunun Despotlu u
Tarihte yaptı ımız bu gezintinin amacı, kamuoyu kavramını yerle tiren
dü ü nü rlerin bu kavramdan ne anladıklarını ortaya koymak ise, artık u
saptamada bulunabiliriz: Suskunluk sarmalını, bireyin dı lanma korkusu
na dayanan bir kamuoyunun yaygınla ması yö ntemi olarak ele aldı ımız
da, kamuoyu kavramına hak etti i ilgiyi gö stermemi iz.
Toplumları, ü yelerinin dı lanma korkusunun derecesine gö re ayırabili
riz. Fakat Stanley Milgrâ m’m, Fransa ve Norveç’te uyguladı ı deneylerde
de saptadı ı gibi, her toplumda insanları uzla maya zorlayan bir baskı ve
bu baskının ba arıya ula masını sa layan bir dı lanma korkusu vardır:
Norveç’te biraz daha fazla, Fransa’da biraz daha az.1 Milgram bu deneyini
Avrupa’da uygulamı tır, çü nkü Solomon Asch’in tespit etti i konformist
tutumun belki de sadece Amerikalılara ö zgü oldu undan ku ku!anılmı tı.
Gerçekten de Amerikalı Thorstein Veblen’m, 20. yü zyılın ba ında
The Theory ofthe Leisure Class 2 [Çalı mayanlar Sınıfı Kuramı] adlı eserinde
Amerikalılar için saygın davranı olarak betimledi i eye, tü ketim baskı
sından tiksinen Rousseau iddetle kar ı çıkardı herhalde. Rousseau’nun
memleketlisi Tocqueville On Democracy in America [Amerika’da Demok
TOCOUEVILLE: KAMUOYUNUN DESPOTLUĞ U I 1 I
rasi Ü zerine] (1835/40) adlı eserinde, Amerika’da kamuoyuyla bireyin
do ası arasındaki uzla madan kamuoyunun galip çıktı ını ve uzla mayı
sa lamak için boyun e mesi gerekenin hep birey oldu unu açıklamı tı.3
Tocqueville, Fransız Devrimi’nden ö nce Fransız kilisesinin çö kmesin
den yola çıkarak suskunluk sarmalını çok isabetli gö zlemlerle betimleyen
ilk ki i olmakla kalmamı , susmanın ve konu manın kamuoyu açısından
ne kadar ö nemli oldu unu her fırsatta vurgulamı tır.4 Kamuoyunu ele
alı biçimi, bugü n ampirik gö zlem yö ntemlerimizle saptadı ımız konsepte
çok yakındır ve odak noktasında dı lanma korkusu ve susma e ilimi yer
almaktadır. Tocqueville kamuoyu ü zerine hiç kitap yazmadı ı gibi, eserle
rinde bu ba lı ı ta ıyan tek bir bö lü m bile yoktur. Yine de Tocqueville
A m erika’da Demokrasi Üzerine adlı eserinde kamuoyu hakkında pek çok
analiz, açıklama ve de erlendirme yapmı tır. O na gö re kamuoyu yalnızca
Amerikalılara ö zgü bir olgu de ildi; kamuoyunun evrensel yü zü nü ve
Avrupa’daki etkilerini de gö rü yor, ama Amerika’da daha geli mi oldu u
nu, belki ileride Avrupa’da da oynayaca ı bir role sahip oldu unu dü ü nü
yordu. Tocqueville’e gö re, kamuoyu Amerika’da mü thi bir uzla ma baskı
sı, bir yü k, Rousseau’nun deyimiyle herkesin altında ezildi i bir boyundu
ruktu: “Aristokraside insanlar genellikle kendilerine ö zgü bir bü yü klü e
ve gü ce sahiptir. Toplumdaki insanlann ço uyla çeli tiklerinde, kendilerini
geri çeker, kendi içlerinde destek ve teselli bulurlar. Demokratik toplum-
larda durum farklıdır: Bö yle toplumlarda kamuoyunun lü tfü soludu umuz
hava kadar gereklidir ve ço unlukla uyum içinde olmamak, ya amamak
demektir. Kamuoyunun farklı dü ü nenleri alt etmesi için yasalara ihtiyacı
yoktur. Kınanmak yeterlidir. Giderek soyutlandıkları ve â cizle tikleri duy
gusu onları ele geçirir ve tü m umutlardan yoksun bırakır”.5 “Amerika
kadar zihinsel ba ımlılık ya anan ve gerçek ö zgü rlü kten yoksun ba ka
bir ü lke dü ü nemiyorum”.4
“Avrupa’nın anayasaya dayalı ü lkelerinde vaazı verilemeyecek bir dini
ve siyasi ö reti yoktur... Çü nkü Avrupa’da hiçbir ü lke tek bir gü cü n
hâ kimiyeti altında de ildir, orada gerçe i ifade eden birini ba ımsız davra
nı ının sonuçlarından koruyacak bir yardım organizasyonu mutlaka var
dır. E er baskıcı bir rejimde ya ama anssızlı ına u ramı sa, halk genellikle
onun yanında yer alır; ö zgü r bir ü lkede ya ıyorsa, gerekti inde kraliyete
sı ınabilir; bazı ü lkelerde aristokrat tabaka, bazı ü lkelerde de demokrasi
tarafından desteklenir. Fakat Amerika’daki gibi bir demokrasinin yerle ti i
ü lkelerde tek bir otorite, iktidarın ve ba arının tek bir kayna ı vardır,
ba ka da bir ey yoktur”.4 Toequeville’e gö re bu tek otorite kamuoyu-
dur.,.. Peki kamuoyu nasıl oldu da bu denli gü çlü hale geldi?
1 1 2 KAMUOYU
E itlik kamuoyunun gücünü ilan eder
Tocqueville Amerika kitabının giri bö lü mü nde ö yle der: “Amerika’da
kaldı ım sü re içinde en çok dikkatimi çeken yeniliklerden biri de, toplum
sal ko ulların e itli i oldu. Bu gerçe in toplumun geli imi ü zerindeki a ır
tıcı etkisini kolayca ke fettim. Bu e itlik, kamunun gö rü lerine belirli bir
yö n verirken, yasalara da belirli bir gö rü nü m kazandırmaktadır”.6
Tocqueville bu doymak bilmez e itlik çabasının nedenlerini ara tırır
ken tü m dü nyada ya anan bir geli imin farkına varır.7 “11. yü zyıldan
itibaren Fransa’da her yarım yü zyılda bir neler oldu unu inceleyecek
olursak, bü tü n bu dö nemlerin ardından çifte bir devrimin gerçekle ti ini
gö rü rü z. Soylular toplumsal hiyerar ide biraz daha a a ıya inerken, sıra
dan vatanda lar yü kselmeye ba lar. Biri iner, di eri çıkar. Her elli yılda
bir bu iki farklı sınıf birbirine giderek yakla ır, çok yakında aynı yerde
bulu acaklardır. Bu durum sadece Fransa için de il tü m Hıristiyan dü nyası
için geçerlidir... Demek ki, ko ulların e itli inin geli imi ö ngö rü lebilir
bir olgudur. Evrenseldir, bir sü reklilik arz eder, ele avuca sı maz; hem
olaylar, hem insanlar geli imine hizmet eder”.8 “Elinizdeki kitap, yazarın
bu engellenemez devrim kar ısında duydu u bir tü r dinsel ü rpertiyle yazıl
mı tır. Bu devrim yü zyıllardan beri tü m engelleri a arak ilerlemeye devam
etmektedir ve biz bugü n onun kendi yarattı ı yıkıntıların arasından ilerle
di ini gö rü rü z.
Tanrı iradesinin belirgin i aretlerini gö rebilmemiz için Tanrı’nın ko
nu ması gerekmez”.8
Tocqueville toplumsal ko ullardaki e itli in kamuoyunu a ırı gü çlen
dirmesini ö yle açıklar: “Ya am ko ullan e it de ilse ve insanlar birbirin
den farklıysa, toplumda bazı çok bilinçli, çok bilgili, tinsel açıdan çok
gü çlü bireylerin yanı sıra, cahil ve darkafalı yı ınlara da rastlarız. Aristok
rasinin egemen oldu u dö nemlerde ya ayanlar, bir kitleyi temel almaktan-
sa, ü stü n bir insanın ya da ü stü n bir sınıfın kılavuzlu unu seçme e ilimin
dedirler. Oysa e itli in ya andı ı toplumlarda tam tersi olur. nsanlar ne
kadar e itle ir ve benzerle irlerse, tek bir insana ya da belirli bir sınıfa
kö rü kö rü ne ba lanma e ilimi azalır. Kitleye inanma e ilimi giderek artar
ve sonunda insanları yö neten kamuoyu olur... nsanların e it oldu u
toplumlarda bireyler benze tikleri için birbirlerine gü venmezler ama bu
benzerlikleri kamuoyunun yargılarına neredeyse sınırsız bir gü ven duyma
larını sa lar. Herkes e it oranda bilgi sahibi oldu u için gerçe in ço unlu
un yanında olmamasına ihtimal verilmez”.9 Gö rü ldü ü gibi, Tocqueville
kamu ve kamuoyundan ço unlu u anlamaktadır.
TOCOUEVILLE: KAMUOYUNUN DESPOTLUĞ U 1 1 3
Gerçi Tocqueville Tanrı iradesinden dem vurur ve insanların buna
kar ı çıkmaması gerekti ini savunur ama yine de bireyin bö yle bir toplum
daki kaderine ü zü lmekten kendini alamaz ve derin bir kö tü mserli e kapı
larak ö fkelenir.
Tocqueville bireyin kaderi hakkında unları yazar. “Demokratik bir
ü lkede ya ayan birey kendini di erleriyle kıyasladı ında, çevresindekilerle
e it oldu unu gö rerek gurur duyar. Fakat toplumu bir bü tü n olarak gö z
ö nü ne getirdi inde, bu kocaman toplulu un ö nü nde kendi zayıflı ı ve
anlamsızlı ından ö tü rü ezilir. Bireyi, di er bireylerden ba ımsız kılan e it
lik, bu kez bireyi sayısal ço unlu un eline korunmasızca terk eder”.10
“Toplumsal ko ullar e it oldu unda, genel kanaatler bireylerin zihninde
bü yü k bir baskı kurmakta, onu çepeçevre sarmakta, yö netmekte ve ezmek
tedir. Bunun nedeni devlet yasaları de il, toplumun yapısıdır, insanlar birbir
lerine ne kadar çok benzerlerse, kendilerini ba kaları kar ısında o kadar
zayıf hissederler. nsan, kendisini ba kalanndan ü stü n kılan ve yü celten
de erleri korumadı ı için, di erleri onu kar ılarına alacak olurlarsa her
geçen gü n biraz daha gü vensizle ir. Yalnızca kendi gü cü nden ü phe et
mekle kalmaz “hakları”ndan da ü phe etmeye ba lar. Ço unluk onu suçlu
buldu unda hatasını neredeyse hemencecik itiraf etmeye hazırdır”.11
Tocqueville kamuoyunun yalnızca bireyler ü zerinde de il hü kü metler
ü zerinde de baskı uyguladı ını anlatır. Buna, Amerika’daki ba kanlık
seçimleri sırasında ba kanın davranı ını ö rnek verir. Tocqueville, seçim
kampanyası sırasında ba kanın ü lkeyi devlet çıkarlanna gö re de il, yeniden
seçilmek ü zere yö netti ini sö yler.12 “Ba kan onun [kamuoyunun] sevdik
lerini sever, nefret ettiklerinden nefret eder; o daha istemeden aynı eyi
ister, onun ikayetlerini dile getirir, en ufak arzusuna boyun e er”.13
Tocqueville toplumsal e itli in faydalarını da gö z ardı etmez. O torite
tahtından indirildi inde insanlar zihinlerini yeni dü ü ncelere açabilirler.
Fakat tam tersi de olabilir ve birey dü ü nme zahmetine bile katlanmaz:
“O [kamuoyu] bireyleri onun anlayı ını benimsemeye ikna etmiyor, onla
ra bu anlayı ı zorla kabul ettiriyor ve bireylerin zihnine mü thi bir baskı
uygulayarak ruhlarına damgasını basıyor... Amerika’da kamuoyu insanla
ra bir sü rü ‘hazır dü ü nce’ sunarak, onları kendi dü ü ncelerini olu tur
maktan mahrum bırakmaktadır”.10
Tö cqueville, demokratik toplumların bir zamanlar “bireysel dü ü nce
nin yü kseli ini engelleyen ya da geciktiren” gü çlere nasıl kar ı geldiklerini,
dü ü nceyi nasıl ö zgü r bıraktıklarını hü zü n dolu bir ö zlemle anımsar. A n
cak, “ imdi belirli yasaların gü cü [Tocqueville burada sayısal ço unlu un
otoritesini kastetmektedir] zihinsel ö zgü rlü ü bo arsa e er, ... kö tü lü k
1 1 4 KAMUOYU
kılık de i tirmi demektir; insanlar ö zgü rce ya amanın yolunu bulamamı ,
sadece esaretin yeni bir biçimini ke fetmi ler demektir”. 14
“Ne kadar tekrarlasam azdır” der Tocqueville, “bu noktada, dü ü nce
ö zgü rlü ü nü n kutsallı ına inananlar ve yalnızca despotlardan de il, des
potizmden de nefret edenler için bü yü k bir tehlike yatmaktadır. ktidarın
gü cü nü ü zerimde hissetti imde, beni kimin baskıladı ını biliyor olmam
pek de umursanacak bir ey de il; ve sırf milyonlarca insan tarafından
bana uzatılıyor diye boyunduruk altına girmeye daha hevesli olacak de
ilim”.15
Tocqueville, kamuoyu ü zerine yaptı ı ara tırmalarla klasikle mi John
Bryce’in kendisinden elli yıl sonra T he American Commomvealth [Ameri
kan Refahı] (1889) adlı eserinin 4- bö lü mü nde ele alaca ı bir noktaya
i aret etmektedir: Ço unlu un despotlu u.16 Sö z konusu bö lü mü n ba
lı ı artık dolaysızca “Kamuoyu” dur. Fakat kamuoyunu akademik bir ras
yonellikle incelemeye kalkı mak bu konuya nedense iyi gelmemektedir.
Kamuoyu çok irrasyonel olmalı ki, ö zellikle ona hasredilen kitaplar pek
de ba arılı de ildir. Bu saptama, 20. yü zyılın ilk çeyre indeki klasik Alman
eserleri için de geçerlidir (Wilhelm Bauer, Die öfferıtUche Meınung und
die geschichtlichen Grundlagen [Kamuoyu ve Tarihsel Kö kenleri], 1914;17
Ferdinand Tö nnies, Kritik der öffentlichen Meinung [Kamuoyunun Ele tiri
si], 192218).
A radan elli yıl geçtikten sonra, 1939 yılında Francis G. W ilson,
Bryce’m ü nlü kitabı için unları yazar: “Kimse Bryce’ı kamuoyuyla ilgili
ara tırmalarında ö zel bir sistematik uyguladı diye suçlayamaz”.19 Gerçek
ten de, Bryce’ın kamuoyuna ayırdı ı yakla ık yü z sayfada, ba kalarının
kamuoyu hakkında sö ylediklerini ve kendisinin oldukça ilginç gö zlem
lerini buluruz. Ö rne in, daha sonra “sessiz ço unluk” diye adlandırılacak
“yı ınların kadercili i”20 kavramını ilk kez Bryce ortaya atmı tır.
IX
Edıvard Ross: “Toplumsal Denetim” Kavramı
Yaygınla ıyor, “Kamuoyu” Kavramı Yıkılıyor
Hans Speier’den bir alıntı yaparak (1950) gezimize 20. yü zyılda devam
ediyoruz: “Bu tarih incelemesinde kamuoyu kavramından unlar anla ıl
malıdır: Hü kü met dı ında olan ve kanaatleriyle hü kü metin faaliyetlerini,
kadrosunu ya da yapısını etkileme ya da belirleme hakkına sahip oldu u
nu savunan erkekler tarafından ulusal ö neme sahip konularda serbestçe
ve açıkça ifade edilen gö rü ler”. Hans Speier 1950’de Am erican Journal
ofSociology bü lteninde “Historical Development of Public Opinion” [Ka
muoyunun Tarihsel Geli imi] adlı makalesinde bö yle yazar.1
Bilim adamları ve muhabirler için biçilmi kaftan olan bir kamuoyu
kavramı
Kamuoyunun yü zyıllardır ta ıdı ı anlam nasıl oldu da bö yle bir de i ime
u radı? Speier’in tanımında açıkça ifade edilen kanaatler ve hü kü meti
etkileme gibi unsurlar bize tanıdık gelse de, bu tanıma bazı yeni eyler
eklenmi tir: Sadece ulusal ö neme sahip konularda erkeklerin yargıda
bulunabilmeleri. Tanım fazlasıyla daralmı ve niteli i de i mi tir. Bu
1 1 6 KAMUOYU
kavram, Sokrates’in bilgi ve cehalet arasında diye tanımladı ı kavram
de ildir artık. Bilakis, burada e it hatta daha ü stü n oldu unu savunan
kendinden emin bir kanaat, hü kü metin yanında yerini almı tır.
Bö yle bir de i im oldukça ilgi çekicidir. “Oy” [kanaat] ne zamandan
beri ö hret anlamını yitirmi ti? Bu soruyu kendime sordu umda, kendimi,
kaybetti i cü zdanını bulmak için, yü rü dü ü bü tü n yolları gerisingeri gide -
rek aramak zorunda kalan biri gibi hissettim. Bü tü n bunlar seçim niyetle
riyle sonuçları arasındaki farkı açıklayamadı ım 60 ’lı yılların ba ına denk
geliyor. Bu iki konu arasındaki ili kiyi ancak yedi yıl sonra fark edecektim.
David Hume’un “tü m iktidarlar kanaatlere dayanır” dogmasıyla hü kü
metlerin yasallı ımn kanaatlere dayandırılmasından beri kamuoyunun
anlamını de i tirmek bazı grupların i ine gelmi olabilir. Rousseau’nun
devlette kamuoyuna verdi i o muhte em yer, Tocqueville’in Amerika’daki
kamuoyunun ezici gü cü ne dair açıklamaları -tü m bunlar kamuoyunu
temsil edenlerin ilgisini çekmi olmalı. Literatü rde kamuoyunun tahtı,
19. yü zyılın ortalarına kadar literatü rde bo bırakılmı tı. A ncak imdi
konuyu sistematik olarak ele alan ve hangi tü r kamuoyunun devlete en
bü yü k yaran sa layaca ı sorusuna cevap arayan bir sü rü ö nemli eser
yayımlanmaktaydı ve kamuoyu buna gö re tanımlanmaktaydı: Jeremy
Bentham (1838-43)2 ya da James Bryce’m (1888)3 eserlerinde dikkatli
gö zlemlere dayalı sosyopsikolojik bulgulara yer verilmeye devam ediliyor
du. Ama bunlar kamuoyunun nasıl bir rol oynaması ve nasıl bir yapıya
sahip olması gerekti i gibi dü zgü sel taleplerle iç içeydi. Yine de, Speier4,
Wilhelm Hennis (1957)5 ya da Jü rgen Habermas (1962)6 gibi kamuoyu
nu yalnızca ele tirel bir siyasal yargı olarak ele alan bilim adamlarının
dö nemi henü z ba lamamı tı.
Kamuoyu: Herkesin evinin önünü süpürmesi
19. yü zyılın son yıllarında kamuoyu ara tırmalarında bir dö nü m noktası
ya anmı tır. Amerikalı toplumbilimci Edward Ross 1896-1898 yılları ara
sında Am erican Journal o f Sociobgy dergisinde bir dizi makale yayımladı
ve bunları daha sonra kitap haline getirdi (1901). Ö yle gö rü nü yor ki, bu
tarihten itibaren kamuoyunun yü zyıllardan beri vurgulanan “insanı uyu
ma zorlayan baskı” anlamı bir tarafa bırakılmı ve bu kavram toplumu
denetleyen, ele tiren bir merci gibi dü ü nü lmeye ba lanmı tır.7 Yine de,
eski anlamını kısmen korumu tur. Ö rne in, sosyopsikolog Floyd H. Allport
1937 yılmda, ileride ü n kazanacak Public Opinion Quartely dergisinin ilk
sayısında “Toward a Science of Public Opinion” [Bir Kamuoyu Bilimine
EDWARD ROSS I 1 7
Do ru] adlı makalesini yazdı ında, kamuoyunun etkilili ini herkesin ken
di evinin ö nü nü sü pü rmesine benzetiyor ve kamuoyunun ö zü nü u sö z
lerle betimliyordu: “Kamuoyu kavramı altında ele alınan olguların bü yü k
ço unlu u davranı biçimleridir... Bu davranı biçimlerinde ba kalarının
da aynı tepkiyi gö sterdi i dü ü ncesi hâ kimdir”.8 O sıralarda ö zellikle de
Avrupalı bilim adamları bu tü r yakla ımlara pek sıcak bakmıyorlardı.
Birey ölüp de toplumdan kopana dek
Peki, Edward A . Ross’un daha sonra bir kitapta toplanarak yayımlanan
makalelerinin ö zelli i neydi de, kamuoyu kavramında kesin bir de i ime
neden oldu? Her eyden ö nce Ross ikinci bir John Locke gibi konu mak
tadır ama hiçbir biçimde ona gö nderme yapmaz. Ross, “hayatını bilek
gü cü yle kazanan bir adam toplumun kendisine saygı duymamasını umur
samayabilir. E itimli, kü ltü rlü birey, ba ka bir dö nem ya da çevreye sı ına
rak, kom ularının kınamalarına kulak asmayabilir. Fakat yı ınların ya a
mına çevrelerindeki insanların yargıları, ö vgü leri ya da yergileri hü km e
der”9 der. “Amerikalıları bö yle çaresiz kılan ey, ö fkeli bir kamuoyunun
neler yapabilece i dü ü ncesi de il, dü manca tavırlarla kar ıla tıklarında
umursamadan duramamalan, çevrelerinin vicdan anlayı ı ve duygulanyla
uyum içinde olmayan bir ya am sü rmeye dayanamamalandır”.10 - “Sadece
suçlular ya da kahramanlar ba kalarının kendileri hakkında ne dü ü ndü
ü nü umursamaz”.11
Yukandakı alıntılar Ross’un eserinin “Kamuoyu” adını ta ıyan bö lü
mü nden alıntılanmı tır. Kamuoyunu “toplumsal denetim”in bir alt kolu
olarak gö ren Ross, bu kavramı Herbert Spencer’dan12 almı ve kitabına
da bu adı vermi tir. Ross’a gö re, toplumsal denetim gö rü nü r kurumsalla
mı biçimlerde, ö rne in, hukuk, din, ulusal bayramlar ve e itim çerçeve
sinde tü m toplumlarda uygulanmaktadır. Fakat kamuoyu biçimindeki
toplumsal denetim, kurumsalla mı olmasa bile, etkilidir ve yaptırımlara
sahiptir. Bu yaptırımlar daha sonra, toplumsal denetim ü zerine ara tır
malarıyla tanınan Richard T LaPiere (1954) tarafından ü ç kategoriye
ayrılır:13 Fiziki yaptırımlar, ekonomik yaptırımlar ve en ö nemlisi psikolojik
yaptırımlar. Psikolojik yaptıranlar belki de birine artık selam vermemekle
ba lar ve Edward A . Ross’un deyimiyle “birey ö lü p de toplumdan kopun
ca” biter.14
Ross kamuoyu tarafından uygulanan toplumsal denetimin avantajları
na dikkat çeker. Bu denetim hukukla kıyaslandı ında “esnek” ve “ko-
lay”15dır. Ross’un heyecanla yazılmı eseri çok ba arılıdır. “Toplumsal
1 1 8 KAMUOYU
denetim” bir kavram haline gelir, bu ifade yeni olanın cazibesine sahiptir,
John Locke’un kamuoyuna ya da ö hrete dayanan hukuk olarak adlandır
dı ı her eyi kapsar. Dolayısıyla birçok toplumbilimci toplumsal denetim
kavramını kullanmaya ba lar. Fakat artık kamuoyundan sö z edilmemekte
dir. Gerek bireyleri gerekse hü kü meti ço unlu un anlayı ını benimsemeye
zorlayan bu birle tirici gü cü n iki yö nlü olu u herkesin gö zü nden kaçmı tı.
Bireyler ü zerindeki baskıya artık “toplumsal denetim” deniyor, hü kü met
ü zerindeki baskı kamuoyu olarak gö rü lmeye devam ediliyor ve entelektü
el bir yapı olarak dü zgü sel bir karaktere bü rü nü yordu. Bu iki baskı biçimi
arasındaki ili ki de ortadan kaldırılmı oluyordu.
X
Kurtların Koro Halinde Uluması
Neden kapandı bü tü n yollar? Neden kamuoyunun gerçek anlamını bulmak
için en zahmetli yollara sapmak zorunda kalıyoruz? Bu demode isimli
olgunun i levi nedir? “Geleneksel kavramlar hazinesi”nden alınmı “kla
sik bir kavramdır bu”, “ne tamamen bir kenara koyabiliriz ne de geleneksel
anlamı içinde ciddiye alabiliriz”. Niklas Luhmann 1970’te yayımlanan
“Kamuoyu”1 ba lıklı makalesine bu sö zlerle ba lar. 1922’de yayımlanan
Kamuoyu2 adlı kitabında W alter Lippmann gibi Luhmann da kamuoyu
nun kendine ö zgü garipliklerini ke fetti. A a ıda, kamuoyu ile medya
arasındaki ili kiyi ele alan bir bö lü mde bunlara de inece iz.3 Luhmann
“dü ü nce tarihine bir gö z attı ımızda, rasyonalizm inancıyla birlikte, ele tirel
denetimde bulunan, hatta iktidarları de i tirebilme gü cü ne sahip bir ka
muoyu inancının da ö nü ne geçilemedi ini gö rü rü z” diye yazar.4 Peki bu
inancı kim uyandırdı? Ne Locke, ne Hume, ne Rousseau ne de Tocqueville.
Berlin’de 1964 ilkbaharında bir pazar sabahı o garip olayı ya amasay-
dım, modem literatü rdeki hiçbir kamuoyu eseri beni bu kaynaklara geri
gö tü remezdi. O dö nemde Pazartesi gü nleri Berlin Ü niversitesi’nde ara tır
ma yö ntemleri ü zerine ders verdi im için hafta sonlarını, derslere hazırla-
1 2 0 KAMUOYU
nabilmek amacıyla, Berlin’de geçiriyordum. Biraz da vedala manın hü z
nü nü ya ıyordum, çü nkü pek yakında Berlin’den ayrılıp profesö r olarak
Mainz Ü niversitesi'ne geçecektim. O pazar sabahı -henü z kahvaltı bile
etm em i tim - birdenbire aklıma bir kitaba verilebilecek bir isim geldi.
Ü stelik bu ismin ertesi gü n derste sunmayı dü ü ndü ü m ara tırma yö n
temleriyle hiç ilgisi yoktu. Masama gidip bir ka ıt parçasına “Kamuoyu ve
Toplumsal Denetim” yazdım. Hem en ardından bunun ne tü r bir ba lık
oldu unu anladım. Birbuçuk yıl sonra Mainz Ü niversitesi’ndeki açılı
dersimin adıydı bu.5
Benim kamuoyu konusuna yeniden dö nmeme ve tarihte iz sü rmeme,
bu adın yazılı oldu u ka ıt parçası neden olmu tu. Yü zyıllardan beri kamuo
yunu, insanın hassas toplumsal do ası ve çevresindeki insanlann onay ya
da kınamalarına ba ımlılı ı çerçevesinde ele alan bu yö ntem neden bu kadar
demode olmu tu? Bu yakla ım kendine gü venli, bilinçli, ergin, modem
insan imgesine uymuyor muydu? E er ö yleyse, a a ıdaki insan ve hayvan
toplumları kar ıla tırmasının yarataca ı ho nutsuzlu u tahmin edebiliriz.
“Dı lanma korkusu”, insanlarla ilgili ara tırmalarda dikkat çekecek
kadar kaçınılan bir konu olmasına ra men, hayvan davranı larına ili kin
ara tırmalarda etraflıca incelenmi tir. Hayvan davranı ları ara tırmacıları,
insan davranı ının hayvanınkilerle kar ıla tırılmasına kar ı geli tirilecek
tepkileri daha do madan engelleyebilmek için bü yü k çaba sarf etm ekte
dirler, ki bundan ne kadar çok tepkiyle kar ıla tıklarını tahmin edebiliriz.
Erik Zimen The W olf [Kurt] adlı kitabında ö yle diyor: “ nsan davranı larını
hayvan davranı lanyla kar ıla tırırken elbette çok dikkatli olmamız gere
kir. Benzer gö rü nen davranı biçimlerinin çok de i ik i levleri olabilece i
gibi, biçimsel olarak birbirine benzemeyen ve filogenetik açıdan farklı
olan davranı lar da aynı i leve sahip olabilirler... Yine de, insan ve hay
vanlar ü zerindeki gö zlemleri kar ıla tırmak, bizi deneyler ve gö zlemlerle
dikkatle sınamamız gereken yeni açılımlara gö tü rebilir; ö zellikle de, insan
ve kurt gibi, benzer bir sosyal ö rgü tlenmeye sahip iki tü rü kar ıla tırırsak”.6
Kullanılan dil hayli açıktır ve “kurtlarla birlikte uluma”nın ne anlama
geldi ini anlamakta gü çlü k çekmeyiz. “Kö peklerle birlikte uluma” da
diyebiliriz buna elbette. Koro halinde ulumak kurtlarda oldu u kadar
kö peklerde de yaygındır ve empanzeler de koro halinde ba rı ırlar.7
Ortak bir eyleme katılmak
Erik Zimen kurtların ö zellikle de ak amları ava çıkmadan ö nce ve sabah
ları gü ne ba larken uluduklarını açıklar. “Bir kurt için bir ba ka kurdun
KURTLARIN KORO HALİNDE ULUMASI 1 2 J
uluması, kendisinin de ulumaya ba lamasına neden olan çok ö nemli bir
etkendir... Fakat bir tek kurdun uluması her zaman di erlerinin de uluya
ca ı anlamına gelmez. Ö rne in, sü rü içinde koro halinde ulumaya dü ü k
bir statü ye sahip bir kurttan ziyade gü çlü bir kurdun uluması ö nayak
olur”.8 “Bu uluma korosuna ezilen ve sü rü den dı lanan ya da ayrılan
kurtlar kanlamaz. Sü rü den dı lanan ya da ezilen kurtların durumu ile
statü sü zayıf kurtların durumunun benzerli i nedeniyle, dı lanmamanın,
-A m erikalı kurt ara tırmacısı Adolph Murie’nin (1944) “the friendly get
together”9 [dostlar bir araya gelir] diye ifade etti i gibi- koroya katılabilme
nin ö nemini daha iyi kavrarız. Dı lanmı bir kurt olmanın çok net deza
vantajları vardır, çü nkü sü rü den kopan kurtların yiyecekleri de ellerinden
alınır.10
Peki ulumanın nasıl bir i levi vardır? Erik Zimen ö yle der: “Sü rü deki
kurtların sayısının az olmasından yola çıkarak, ulumanın sü rü nü n daya
nı masını gü çlendiren bir davranı biçimi oldu unu sö yleyebiliriz. Kurtlar
dostça bir i birli i içinde olduklannı kar ılıklı teyit etmektedirler. Uluma
zamanlarını gö z ö nü nde bulundurursak, bu sü rü tö reni faaliyetlerin koor
dinasyon ve e zamanlılı ını sa lıyor olabilir. Bö ylece, uyandıktan sonra
benzer bir havaya giren kurtların hep birlikte av pe ine dü mesi mü mkü n
olabiliyor”.11
Sürü davranı ı
Thure von Uexkü ll’ü n bir raporuna gö re, Konrad Lorenz kargaların sü rü
içindeki davranı biçimlerini akustik sinyaller aracılı ıyla ilettiklerini ve
bu seslerle, e zamanlılı ı, ortak eylemde bulunmayı sa ladıklarını sapta
mı tır: “Gü ndü z yiyecek aramak için tarlalara, geceleri de uyumak için
ormana uçan kargalar, ortak bir rota çizebilmek için sü rü deki kargaların
gaklamalarına gö re hareket ederler. Sabah ve ak am saatlerinde kargala
rın rotası birbiriyle uyu madı ında, kü menin bir sü re oradan oraya uçup
durdu u gö rü lü r: E er ‘gak’ sesleri ‘gok’tan daha baskınsa, sü rü ormana
do ru uçar ya da tam tersini yapar. Bu durum, tü m kargalar sonunda tek
bir sesi çıkarana kadar devam eder ve kargalar hep birlikte ya ormana ya
da tarlalara do ru uçarlar. O zaman sü rü belirli bir eylemde bulunmaya,
yiyecek aramaya ya da uyuyacak bir yer bulmaya hazır demektir. Sü rü ye
ortak bir ruh hali ya da ortak bir duyguya benzer bir ey hâ kim olur.
Karga sü rü sü referanduma dayalı bir cumhuriyettir”.12
Konrad Lorenz Das Sogenannte Böse [Kö tü lü k Denen ey] adlı kitabı
nın “Anonim Sü rü ” ba lı ını ta ıyan bö lü mü nde balıklann sü rü davranı ını
1 2 2 KAMUOYU
ele alır:13 “En eski ‘toplum’ biçimi anonim sü rü lerdir. Bunun tipik ö rne i
engin denizlerde ya ayan balıklardır. Sü rü de herhangi bir ö rgü tlenme
yoktur, ne yö netenler vardır ne de yö netilenler, yalnızca aynı unsurlardan
olu an bü yü k bir topluluk. Elbette gruptakiler birbirini etkilemektedir
ve sü rü yü bir arada tutan tek tek canlılar arasında basit ileti im kurma
yolları vardır. Balıklardan biri tehlikeyi sezip kaçtı ında, bu korku onu
algılayan di er balıklara da geçer ... Bu tü r bir etkile imin hayli niceliksel,
bir anlamda demokratik olması sonucu, bir balık sü rü sü nde ne kadar
çok ü ye varsa ve sü rü gü dü leri ne kadar gü çlü yse, sü rü de o kadar kararlı
dır. Bir balık herhangi bir nedenden ö tü rü ba ka bir yö ne do ru yü zmeye
ba larsa, çok geçmeden sü rü ye geri dö nmesini sa layan uyarılar alır”.14
Dı lanma, sü rü ile teması yitirme, birey için ö lü m anlamına gelebilir.
Dolayısıyla, sü rü davranı ı son derece i levseldir, hem sü rü hem de ü yeleri
açısından hayatta kalabilmek için elzemdir.
Peki birey dı lanma korkusunu bilmiyorsa ne olur? Konrad Lorenz,
Erich von Holst’un sazangillerden golyan balı ı ü zerinde yaptı ı bir deney
den sö z etmektedir. “Erich von Holst bir golyan balı ının ö n beynini
ameliyatla aldı; ö n beyin, en azından bu tü rde, sü rü nü n bir arada tutulma
sını sa layan tü m tepkileri içerir. O n beyni olmayan golyan balı ı, tıpkı
normal bir balık gibi beslenip yü zdü . Davranı larındaki tek farklılık, sü rü
den aynldı ında kendisini ö bü r balıkların takip edip etmedi ini umursa-
mamasıydı. Normal bir balık bir ba ka yö ne yü zmeyi çok istese bile, birkaç
hareketten sonra dö nü p sü rü ye bakar ve sü rü deki di er balıkların onu
izleyip izlemedi inden, kaç tanesinin izledi inden etkilenir... Fakat ö n
beyni çıkartılan balık yiyecek gö rdü ü nde ya da herhangi bir nedenden
ö tü rü ba ka bir yö ne gitmek istedi inde, kararlı bir biçimde sü rü den aynlı-
yordu ve sonunda ne oldu dersiniz? Tüm sürü onun pe inden gitmeye ba la
dı”. Loreriz’in yorumu ö yleydi: “A m eliyat edilen balık ... kusuru
sayesinde sü rü nü n lideri haline gelmi ti”.15
M odem beyin uzmanlan, insan beyninde de “ben” ile dı dü nya arasın
daki ili kiyi denetleyen bir bö lü m oldu unu sö ylü yorlar.16 A ncak bu u
anlama da geliyor: Bu bö lü mler saldırıya u rayabilir, yaralanabilir. nsan
gruplanndaki ili kileri çö zü mleyen analitikçi Horst Richter17 bir keresinde
“sandı ımızdan daha çok incinebiliriz” demi ve çevrenin bizim hakkımız-
daki yargıları ve bize davranı ları nedeniyle incinebilirli imizi kastetmi ti.
nsan toplumsal do asını utanılacak bir eymi gibi saklamak zorunda mıdır?
James Madison, “insan kendini yalnız bırakılmı hissetti inde korkak
ve dikkatlidir. Ba ka birçok ki inin de kendisiyle aynı gö rü leri payla tı ını
dü ü ndü ü oranda, gü çlü ve kendinden emindir” diye yazmı tı.18 Fransız
KURTLARIN KORO HALİNDE ULUMASI 1 2 3
toplumbilimci Alfred Espinas 1877’de yayımlanan L es Sodetes animals
[Hayvan Toplumlan] adlı kitabında -biyolog A . Forel’in bir ara tırma
raporuna dayanarak- benzer eyler sö ylemektedir: “Her karıncanın cesa
reti, içinde bulundu u gruptaki yolda ve arkada larının sayısı oranında
artar, onlardan ayrıldı ında da buna ba lı olarak azalır. Kalabalık bir karın
ca yuvasının ü yeleri, daha kü çü k bir yuvanın karıncalarından daha cesur
dur. Etrafında yolda ları oldu unda on kere ö lmeye hazır bir i çi karınca,
yuvasından yalnız ba ına yirmi adım uzakla tı ında çok korkar ve en
ufak tehlikelerden bile kaçınır. Aynı durum e ek arısı için de geçerlidir”.19
Toplumu gerçekten bir arada tutan gü çler bizim “ben-idealimiz”le
uyu muyor diye, ele tirel yargıya dayalı bir kamuoyu kurgusu olu turma
mız art mı?
XI
Afrika ve Pasifik Kabilelerinde Kamuoyu
Etnolog Colin M. Turnbull T he Forest People 1 [Orman nsanları] adlı
kitabında Kongo’daki pigmelerin ya amını anlatır. Kitabı okurken mutlu
bir kamp ya amına tanık oluruz: Erkekler ak amları arkı sö ylemek için
toplanıyorlar, sabahlan gençler uyuyanları ba ırıp ça ırarak uyandırıyor
lar. Ava çıkmadan ö nce genellikle dans ediliyor; kadınlar ve erkekler
kampın etrafında bir çember olu turarak av arkıları sö ylü yorlar, alkı
tutarak bir sa a bir sola hareket ediyor ve havaya zıplayarak avlamayı
umut ettikleri hayvanların sıçrayı larını taklit ediyorlar.
Fakat bu pastoral sahnelerin ardında dramatik çatı malar da ya anıyor.
Eskiden çok saygın olan ama son zamanlarda avda talihi yaver gitmedi i
için kabile toplantılarında hep biraz kenarda kö ede duran Cephu, be
ailenin reisi, ormanda dayanı ma kuralını ihlal ederek sü rek avında -sü rek-
çiler kadınlar ve çocuklardır- tuza ını gizlice di erlerinin tuzaklannın
ö nü ne kurar. O gü nü n ak amı kimse onunla konu maz, hatta erkekler
toplantısında ona oturacak yer bile verilmez. Cephu’nun kendisine yer
vermesini istedi i bir genç onu duymazdan gelir, ba ka biri Cephu’yu
AFRİKA VE PASİFİK KABİLELERİNDE KAMUOYU 1 2 5
kı kırtacak bir arkı sö yler ve onun bir insan de il hayvan oldu unu
mırıldanır. Sinirlenen Cephu avda yakaladıklarını sunmayı teklif eder,
ı eklifi hem en kabul edilir. Herkes Cephu’nun ailesinin kö yü n biraz dı ın
daki kulü belerine hü cum eder, her kö eyi didik didik edip yiyecek namına
ne bulurlarsa alıp gö tü rü rler. H atta ate in ü zerinde pi mekte olan etleri
bile. Ak am oldu unda uzak akrabalardan biri Cephu’yla ailesine bir
ı encere mantar soslu et gö tü rü r. Aynı gece geç saatlerde Cephu yanıp
bitmi ate in ba ında, erkekler arasındaki yerini almı , arkı sö ylerken
gö rü lü r. Yeniden onlardan biri olmu tur.2
nsan tek ba ına hayatta kalamaz
Bir ba ka olay da kuzeniyle ensest ili kide bulunurken yakalanan bir
gençle ilgilidir. Ya ıtları tarafından bıçak ve kargılarla izlenmi , kulü besine
sı ındı ında da kimse ona yardım eli uzatmayınca ormana kaçmı tı.
Turnbull olayı kabile ü yelerinden birinin a zından dinlemi : “Ormana
kovuldu ve orada tek ba ına ya amak zorunda kalacak. Yaptıklarından
sonra, hiç kimse onu grubuna almak istemeyecektir. Ve ö lecek, çü nkü
ormanda hiç kimse tek ba ına hayatta kalamaz. Orman onu ö ldü recek”.
Turnbull bu olayı kendisine anlatan pigmenin birdenbire gü lmeye ba ladı
ını, ellerini birbirine vurup, “aylardır bö yle devam ediyordu, yakalanmak
la aptallık etti”3 dedi ini aktarır. Pigmenin gö zü nde bu aptallık ensest
ili kiden daha kö tü dü r.
Aynı gece genç adamın ailesinin kulü besi yakılır. Aileler kavgaya tutu
ur. Kavga sırasında, bu olayın patlak vermesine neden olan ensest ili ki
nin lafı bile edilmez. Fakat ertesi gü n,namusu kirletilen kızın annesi,
kulü besi yakılan aileye kulü benin tekrar yapılması için canla ba la yardım
ederken gö rü lü r. U ç gü n sonra, ormana kaçan genç kö ye geri dö ner ve
ak amları yine gençlerle oturur. Ö nce kimse onunla konu mak istemez
ama sonra bir kadın ona kü çü k bir kızla bir kap yemek yollar ve her ey
yoluna girer.4
Dı dünyayla ya anan kötü deneyimler: Küçümsenmek, gülünç
duruma dü mek
Tumbull’ın aktardı ı iki olayda da meseleler, ancak tü m kö y konuyu
tartı tıktan sonra tadıya ba lanıyor. Turnbull, iki durumda da ne bir yargıç,
ne bir mahkeme, ne de mahkeme ü yelerinin oldu unu sö yler. Ne resmi
bir duru ma, ne yargıda bulunan bir karar mercii, ne de bir kabile reisi
1 2 6 KAMUOYU
vardır. Her iki olay da grubun birlikteli i tehlikeye dü meyecek ekilde
çö zü lmü tü r. Tuzaklarla avlanarak geçimini sa layan bir topluluk ö ncelik
le dayanı ma ve i birli i içinde olmak zorundadır. Toplumun, ü yeleri iki
araçla disipline edilmi tir; pigmeler u iki eyden korktukları kadar hiçbir
eyden korkmazlar: Kü çü msenmek ve gü lü nç duruma dü mek. Burada
Edward Ross’un kamuoyunu nasıl bir “toplumsal denetim” mekanizması
olarak gö rdü ü nü anımsayalım: Tü m mahkemelerden daha etkili, her
kö eye uzanır ve de ucuzdur.
Margaret Mead: Kamuoyu olu turmanın ü ç yolu
Amerikalı etnolog Margaret Mead 1930’lu yıllarda yazdı ı Public Opinion
M echarusms Among Primitive People [ lkel Toplumlarda Kamuoyu Meka
nizmaları] adlı eserinde, ilkel toplumlarda gö rü len ü ç çe it kamuoyu sü re
cinden sö z etmektedir.5 O na gö re, bu tü r topluluklarda kamuoyu a a ıda
ki ko ullar altında etkili olur: Bir kimse kuralları ihlal etti inde ya da
kuralların nasıl uygulanması gerekti ine dair bir gü vensizlik ya andı ında;
bir çatı ma ortaya çıktı ında; gelecekte neler yapılaca ı hakkında karar
almak gerekti inde. Bu tü r durumlarda bir uzla ma sa lanabilmesi için
gerekli adımların atılması ve ö nlemlerin alınmı olması gerekir. Mead,
kamuoyu mekanizmalarının bir cemaatin eylem kapasitesini ayakta tut
mak için gerekli oldu unu dü ü nmektedir.
M ead’in betimledi i birinci tü rdeki kamuoyu sü reci6 pigmelerin yö n
temine uygun dü mektedir. Mead’e gö re bu yö ntem ancak çok kü çü k,
belki de 200 ya da en çok 400 nü fuslu cemaatlerde gö rü lebilir. Buna,
Yeni G ine’deki bir kabileyi, Arape leri ö rnek verir. Bu kabilede çok az
sabit kural vardır, zaten kuralların ço u kısa ö mü rlü dü r ve kısa sü re sonra
unutulurlar. Kabilenin belirli bir sistemi yoktur, sabit otorite ve siyasal
kurum, hakim, mahkeme, din adamı, bü yü cü , babadan o ula geçen yö ne
tici kastı yoktur.
Ortak bir domuz ziyafeti
Mead bu kabilede sorunların nasıl çö zü ldü ü nü u olayla anlatır: Bir
Arape , bahçesinde e elenen yabancı bir domuz gö rü r. Arape o anda
aklına esti i gibi davranmaz, tam tersine çok dikkatli davranır. Her halü
karda domuzu ö ldü rece i kesindir, çü nkü gelenekler bö yledir. Arape ,
domuz henü z bahçede e elenirken ya da domuzu ö ldü rdü kten hemen
sonra, yerdeki kanı henü z kurumadan, danı mak amacıyla arkada larım,
AFRİKA VE PASİFİK KABİLELERİNDE KAMUOYU 1 2 7
ya ıtlarını, karde lerini, kayınbiraderlerini bahçesine toplar. Ö ldü rdü ü
domuzu -birinci olasılık- sahibine mi yollamalı ve bö ylece sahibi en azından
domuzun etini satarak bu parayla borçlannı mı ö demeli, yoksa —ikinci
olasılık- bahçesine verilen zarara kar ılık eti kendisi mi yemeli? E er
arkada ları daha barı çıl yolu seçip domuzu sahibine iade etme kararı
alırlarsa, bu uygulanır. Yok e er daha riskli yolu seçerlerse, bu kez bir de
daha ya lı ku a ın ba vurdu u ki ilere, babalara, amcalara danı ılır. E er
onlar da eti geri vermeme kararı alırlarsa, bu kez de herkes tarafından
sayılan ve sö zü dinlenen birine sorulur. E er o da razıysa, domuz hep
beraber yenir. Bu karardan ö tü rü ileride bir sorunla kar ıla ılacak olursa,
bu kararı desteklemeye hazır olduklannm ve kara bü yü ye ya da domuzun
sahibi ve yakınlarının dü manlıklarına kar ı birlikte hareket edeceklerinin
bir i areti olarak kararı destekleyen herkes bu ziyafete katılır.
Kurallar pek az ya da de i ken ise, bireyin çok dikkatli olması gerekir
insanın dı lanmadan benimseyebilece i davranı ları tespit etmek, bu dav
ranı larla ilgili belirgin kurallar olmadı ı için hayli zordur ve dikkatli
olmayı gerektirir. Birey, taraf ya da kar ı olmaya karar vermek zorunda
kaldı ı yeni durumlarla kar ıla ır sü rekli. Bir karara vardı ında, kendisi
gibi dü ü nenlerle beraber bu karara tutkuyla sarılır. Ö te yandan, ittifakla
rın ö mrü kısadır. Dargınlıklar da kısa sü rede unutulmakta, bir dahaki
sorunda yine yeni cephele meler olu maktadır.
Ku kusuz burada bir kamuoyu sü reci ya anmaktadır; tü m unsurlar
ortadadır: Tartı malı bir konu, iki ayrı cephe, dı lanmamaya çalı mak,
haklı oldu unu dü ü nmenin heyecanı. Tü m bu unsurların bu sü reçte
rol oynadı ım gö rü yoruz. nsan bü tü n bunların gerçekten de “kamu” ve
“kamuoyu” unsurları oldu undan ku ku duyabilir. Elbette burada modem
kitle toplumlarındaki gibi bir anonimlikten, herkesin her yere girebildi i,
isimlerini, yü zlerini ve gö rü lerini bilmedi i ki ilerden olu ma bir bü tü nü n
bir parçası oldu u bir “kamu”dan sö z edemeyiz. Bir Arape kendi toplu-
munun tü m ü yelerini tanır. Fakat bir Arape için de “herkes” anlamında,
o kapsayıcı aidiyet duygusu anlamında, kesinlikle ayrılmak, ayrı kalmak,
dı lanmak istemedi i bir “kamu” vardır.
kili sistem: Parti zihniyeti
Mead, ilkel toplumlarda kamuoyunun olu um sü recinin ikinci tü rü ne
Yeni G ine’de ya ayan kafatası avcıları îatm ullar’ı7 ö rnek vermektedir.
128 KAMUOYU
Arape ler gibi atmullar da, belirli bir lidere ya da merkezi bir otoriteye
sahip olmadıkları halde, karar alma ve uygulama kapasitesine sahiptirler.
Fakat onlar sorunlarını, ço unlu un kanaatine gö re çö zmezler, iatmullar
“ikili” bir sistem geli tirmi lerdir. Kabile ü yeleri biçimsel kriterlere gö re
iki cepheye ayrılmı tır ve tartı malı konular bu iki cephe ya da parti
arasında bir karara ba lanır. Mead’e gö re, daha geni topluluklarda, ö rne
in sayıları bini bulan Iatmullarda, toplumsal bir uzla ma sa lamak için
bö yle bir sü reç gereklidir. Bireyler kendi anlayı larına ve isteklerine gö re
de il, temsil ettikleri grubun gö rü leri do rultusunda lehte ya da aleyhte
karar verirler. Bu grupların olu umu ve bireylerin hangi tarafta yer alacak
ları tamamıyla rastlantıya kalmı tır. Ö rne in, kı ın ya da yazın do anların,
mezarlı ın gü neyinde ya da kuzeyinde oturanların olu turdu u gruplar,
anne tarafından atmaca yemeleri yasak olanlar ile anne tarafından papa
an yemeleri yasak olanlar ya da baba tarafından A ya da B klanına ait
olanlar ya da birbirine yakın iki ayn ya grubuna ait olanlar. Bu sistemin
yü rü mesinin tek nedeni, cephelerin birbirleriyle birçok yö nden çakı ması
dır; yani bugü n kar ı gruplarda yer alan iki ki i, yarın bir ba ka mesele
gö rü ü lü rken, aynı ittifak içinde yer alabilmektedir. Bö ylece, kabilenin
parçalanması ö nlenmi olur. Her kamuoyu sü recini karakterize eden ve
sü rekli “taraf” ya da “kar ı” eklinde kolayca bö lü nebilen ikili bir kalıba
ra men kabilenin bü tü nlü ü sarsılmamaktadır.
Kararlar ço unlu un yargısına gö re alınmamaktadır. Belirli bir soru
nun çö zü lmesi konusunda ilgili ki iler bir çö zü m ararlar ve biçimsel grup
lar, bu informel parolalara katılırlar. Mead, modern toplumlarda da birçok
konunun ikili sistemle karara ba landı ını belirtmektedir. Ö rne in, parti
taraftarları, ö rgü tler ya da bö lgesel gruplar, u ya da bu konu hakkında
tutkuyla tartı ırlar. G erçekte bu ki iler bir fikri, savlarından ö tü rü de il,
içinde bulundukları grup o gö rü ü benimsedi i için savunurlar. Tarafların
sergiledi i gü ce gö re sonunda bir çö zü me ula ılır. Modern politik jargon
kamuoyu mekanizmalarının bu ö zelliklerini gü nü mü ze uyarlamaktadır.
Bu ba lamda “kutupla ma” (cephele me) kavramı iki seçenek kar ısında
bir karara varılması gerekti inde olu an “ikili olu um”a i aret etmektedir.
Margaret Mead’in atmullar ö rne iyle açıkladı ı olgunun modern ya am
daki kar ılı ı “parti zihniyeti”dir.
insan tek ba ına güçsüzdür: Bali’deki biçimcilik
Margaret Mead, toplumu bir arada tutmanın ü çü ncü tü rü nü n ö rne i
olarak Okyanusya’daki Bali adası halkını anlatıyor.8
AFRİKA VE PASİFİK KABİLELERİNDE KAMUOYU 1 29
Burada sıkı bir tö rensel dü zenle kar ıla ıyoruz. Anla mazlıklar hukuk
bilgi ve becerisiyle çö zü lü yor. Tü m sa lıklı erkekler mecliste yer alıyor
ve bir ö nceki ku aktan devraldıkları dü zenlemelerin ö zenli bir yorumunu
yapmakla yü kü mlü oldukları bu mecliste ydlar içinde giderek daha yü ksek
mevkilere geliyorlar. Meclise bir konu getirilir: G enç bir çift evlenmi tir
ama evliliklerinin me ru olmadı ı, ensest oldu u yolunda ku kular vardır.
Kadınla erkek birinci derecede kuzendir ama iki ku ak ö teden soy a acı
bakımından kadın genç erke in “bü yü kannesi” konumundadır. Birinci
dereceden kuzenlerin evlenmesi yasaktır. Bu durumda birinci dereceden
akrabalık mı yoksa ku aklar arasındaki fark mı dikkate alınacaktır? Bekle
meyle dolu gerilimli bir gü n geçer. Meclis toplanır ve pek çok iddia ö ne
sü rü lü r ancak çö zü me varılamaz. Kimse taraf tutmaz ya da sö z konusu
ailenin avukatlı ına soyunmaz; “genel kanı” nedir, kimse anlamaya çalı
maz. Sonunda meclisin takvim uzmanı, birinci dereceden akrabalı ın
geçerli oldu una ve evlenen çiftin kuralları ihlal etti ine, dolayısıyla ceza
landırılmaları gerekti ine karar verir. Kuralları ihlal edenlere verilen top
lumdan dı lanma cezası hemen uygulamaya konur. Çiftin evi kaldırılıp
kö yü n sınırlarının dı ına, gü neydeki cezalı bö lgesine ta ınır. Tü m kö y
halkı bu ta ınmaya yardım eder. Cezalı çift tecrit edilmi tir, kö ydeki hiçbir
toplantıya, hiçbir.e lenceye katılamazlar; artık sadece cenaze tö renlerine
katılma hakları vardır.
Balililerin sorunlarını çö zme biçimi gerçekten de bir kamuoyu meka
nizması mıdır hâ lâ ? Toplumsal denetimin ba ka biçimlerine geçi yumu ak
bir geçi olsa gerek. Edward Ross “toplumsal denetim” kavramını yalnızca
kamuoyuna dayandırmamı , hukuk sistemini de hesaba katmı tı. Balilile
rin bu yargı yö ntemi, yazılı yasalar ve mahkeme olmasa da bir hukuk
sistemini andırm aktadır. Locke’un sınıflandırmasına ba lı kalacak olursak,
Tanrısal hukuk, medeni hukuk ve kamuoyuna dayanan hukuk iç içe
geçer ve birey, ne kadar dikkatli olursa olsun, ne kadar yanda toplarsa
toplasın dı lanma kaderinden kurtulamaz.
Margaret Mead ilkel toplumlarda kamuoyu mekanizmalarını incele
menin yararını ö yle temellendirmektedir: M odem toplumlarda karma
ıkla mı olan unsurlar ilkel toplumlarda ilk halleriyle incelenebilmekte-
dir. Bireylerin bir uzla maya varmak için kullandıkları ya da kullanmak
zorunda kaldıkları yö ntemler Arape lerde farklıdır, iatmullar ya da Balili-
lerde farklıdır. Arape lerde bireyden dikkatli davranması beklenmektedir,
çü nkü kurallar akı kandır ve bugü n do ru olan yarın yanlı olabilir; insan
kendini bir anda dı lanmı bulabilir. Iatmulların sisteminde birey en azın
dan bir partinin taraftarı olarak belirli bir a ırlı a sahiptir. En katı toplum
1 3 0 KAMUOYU
kurallarının hâ kim oldu u Bali’de ise birey tamamen etkisiz hale getirile
bilir. Arape lerin geli tirdi i ince duyarlılı a kar ın, Balililerde gü çlü bir
kadercilik sö z konusudur. Bu tü r ko ullar altında, çevre hakkında tahmin
yü rü tmeye yarayan istatistikvari organlar kö relmek zorunda kalır.
Kom uların denetimi
Margaret Mead’in Zuniler ö rne inde anlattı ı bile ik kamuoyu modeli
akı kandır.9 Zunilerde herkes sü rekli olarak kom usu tarafından gö zetlenir
ve yargılanır, kamuoyu olumsuz bir yaptırım olarak hep hazır ve nazırdır.
Bu durum tü m edimlerin frenlenmesine, birço unun da hiç gerçekle me
mesine neden olur. Bu denetimin modern toplumlardaki kar ılı ına baktı
ımızda, kom u denetiminin yalnızca davranı ları frenlemekle kalmadı ı
nı, sabahları pencerelerde yorganları havalandırarak temizlik kurallarına
uyuldu unu konu kom uya açıkça gö stermek gibi faaliyetlere de yol açtı ı
nı sö yleyebiliriz. Zunilerde gö rü len tü rden kamuoyu mekanizmalarının
farklı kü ltü rlerde ne kadar geli mi oldu u, çe itli ö rf ve adetlerden anla ı
labilir; ö rne in, ak amlan evin içinin dı ardan herkes tarafından gö rü le
bilmesi için, aydınlatılmı odanın perdelerinin çekilmemesi, bahçenin
etrafını çitlerle çevirmenin ya da bir bü roda oda kapısını kapatmanın
insanları uzak tutmanın sembolik bir yolu olarak algılanması gibi.
XII
Bastille’e Hücum:
Kamuoyu ve Kitle Psikolojisi
Bali ve Yeni G ine’den aktardı ımız bu ö ykü lerin egzotik gezi yazıları diye
gö rü lü p yanlı anla ılması i ten bile de ildir. Bu nedenle Margaret Mead,
kamuoyu sü reçlerindeki ortak noktaları açı a çıkarmak amacıyla, andı ı
ö rnekler ile modern ya am arasında paralellikler aramaktadır. Mead
Amerikalı okuyucularının konuyu daha iyi anlamaları için, soka a dö kü l
mü linç çetelerini Arape lerdeki sü recin modern kar ılı ının ö rne i ola
rak gö sterir.1 Mead’e gö re, her iki durumda da insanlar, spontan bir biçim
de, herhangi bir tarafla koordine olmadan do ru buldukları yö nde davran
mı ve siyasal bir etki yaratmayı hedeflemi lerdir.
Margaret Mead’in, bahçesinde domuz e inen dikkatli Arape ile birini
linç etmeye hazır bir kalabalıkta yer alan ki i arasında da lar kadar fark
oldu unu gö rmemesi tuhaftır. Arape hiçbir biçimde “in terms o f his own
feelings on the subject”1 [o konuda hissettiklerine gö re] spontan bir davra
nı ta bulunmamaktadır. Tam tersine, Mead’in de betimledi i gibi, çok
dikkatli davranmaktadır, çü nkü toplumsal denetimin etkisi altındadır
ve dikkatli olması için ö nemli nedenleri vardır. Alaca ı ö nlemleri ba kala
rına danı makta ve onların onayını almaktadır; domuzun etini yemelerini
1 3 2 KAMUOYU
sa layarak, hatta belki de biraz buna zorlayarak onların deste ini sa lama
almaktadır.
Somut kitle: Birey ortak bir deneyim ya amakta ve çevre gözlemin
den kurtulmaktadır
Oysa linç etmeye katılan birisi için tam tersine, tü m dikkati bir yana
bırakmak ö nemlidir; ki i davranı larını yargılayıp onaylayacak ya da kına
yacak ki ilerin keskin gö zlemine maruz kalmamakta, tersine, anonim
kitlenin içinde istedi i gibi davranmakta ve bö ylece, kamusal alanda hare
ket etti i sü rece kendisini adım adım takip eden toplumsal denetimden
kurtulmaktadır.
Mead, modem ve açıklayıcı bir ö rnek olsun diye spontan, açık, ya da
somut kitle [konkrete M asse] (L. von W iese)2 olarak da nitelenen bir du
rum seçmi tir. Somut kitle, kısa bir sü re için bir araya gelen, fiziksel temas
ta ya da en azından gö z temasında bulunan ve sanki tek bir beden gibi
hareket eden bir kitledir. Elbette bu durum Arape lerinkine tekabü l etm e
mektedir. Gerçi Arape ler de bir araya gelerek, bahçedeki yabancı domuz
konusunda ortak bir karara varmı lardır ama yine de, her birey belirli
bir rol oynayan belirli bir ki i olmaya devam etmi tir. Fransız Devri-
mi’nden beri, Bastille’deki galeyandan beri, linç kalabalıkları ya da genel
olarak insanın kolektif davranı ı, bilim adamlarını ve aydınları bü yü lemi
tir. Bu nedenle, 19. ve 20. yü zyılda insan do asının bu gizemli yanı hakkın
da yı ınla makale ve kitap yazılmı tır. Fakat bunlar kamuoyu sü recinin
anla ılmasını kolayla tırmaktan ziyade daha da zorla tırmı lardır. Kitlesel
ayaklanmalar ile kamuoyu arasında, Margaret Mead’in yaptı ı gibi dolay
sız bir ba lantı olmasa bile sıkı bir ba kuruldu. Fakat bu tü r bakı açıları,
kamuoyunun 17. ve 18. yü zyıldaki yazarlar tarafından onca açıklıkla
ortaya konan sosyopsikolojik olguların karakteristik unsurlarını bozdu.
Kamuoyu ile kitle psikolojisi patlamaları arasında nasıl bir ili ki vardır?
Bu ili kiyi ele almadan ö nce, Bastille saldınsını anlatan Fransız tarihçi
Taine’in yazdıklarını yeniden okumakta yarar var:
“Her bö lge ba lı ba ına bir merkez ve Palais Royal bu merkezlerin en
bü yü ü . Birinden ö bü rü ne, iti kakı ilerlemeye çalı an ya da ö ne atılan,
kendi anlık duyguları ve olaylann gidi atından ba ka bir kılavuzu olmayan
bir insan kalabalı ıyla birlikte ö neriler, ikayetler, tartı malar sö kü n ediyor.
Kalabalık bir orada bir burada toplanıyor: Stratejileri itmek ya da itilmek.
Ancak girmelerine izin verilen yerlere girebiliyorlar. Invalides bö lgesine
de ancak askerlerin yardımıyla girebildiler. -B astille’in kırk ayak uzunlu
BASTILLE'E HÜ CUM: KAMUOYU VE KİTLE PSİKOLOJİSİ 1 3 3
unda, otuz ayak geni li indeki duvarlarına sabahın onundan ak am be e
kadar ate açıyorlar ve atı ları ancak tesadü fen surların ö tesindeki
Invalides’e isabet ediyor... Kalabalı a, mü mkü n oldu unca az zarar ver
sinler diye, yatı tırılmaya çalı ılan çocuklarmı gibi, sakınımlı davranılıyor:
Vali ilk talep ü zerine topları mazgallardan geri çekiyor ve ilk heyeti kah
valtıya davet ediyor, garnizondaki askerlere saldırıya u ramadıkları sü rece
ate açmayacaklarına dair yemin ettiriyor... Sonunda, sırf ikinci kö prü yü
korumak için, ate açtıraca ını ö nceden duyurarak ate etme emri veriyor.
Kısacası, valinin gö sterdi i tahammü l ve sabır ola anü stü ve dö nemin
insanlık anlayı ına çok uyuyor, -insanlar ise, saldırı ve direni in verdi i
o yabancı heyecanla, barut kokusu ve saldırılarının bü yü leyici iddetiyle
kendilerinden geçmi , bu ta yı ınına saldırmaktan ba ka bir ey dü ü ne
mez olmu lar; çö zü m yö ntemleri de stratejilerinden daha dü zeyli de il...
Aralarından bazıları valinin kızını yakaladıklarını zannediyor ve babasını
teslim olmaya zorlamak için kızı yakmaya yelteniyorlar. Bazılan da binanın
içi samanla dolu bir cumbasını yakıyor ve kendi yollarını kapatıyorlar.
Cesur sava çılardan biri olan Elie ‘Bastille iddet kullanılarak ele geçiril-
medi, o daha saldırıya u ramadan kendili inden teslim oldu’ diyor.
Teslimiyetin nedeni, kimseye zarar verilmeyece ine dair sö z verilmi
olmasıydı. Gamizondakiler, kendileri gü vendeyken, canlı varlıklann ü stü ne
ate etmeye kıyamamı , ama gö zü dö nmü kalabalık kar ısında deh ete
kapılmı lardı. Aslında sadece 800-900 ki i saldırmı tı... Ama Bastille’in
ö nü ndeki meydan ve etrafındaki sokaklar gö steriyi izlemek isteyen meraklı
bir kalabalık tarafından ku atılmı tı. Bir gö rgü tanı ının bildirdi ine gö re,
aralarında arabalarını biraz ileriye bırakıp olup biteni seyretmeye gelen
ık ve gü zel kadınlar da vardı. Gö ü s siperi yü ksekli inden kalabalı a bakan
120 kadar asker, tü m Paris’in kendilerine saldırdı ım dü ü nmü olm alı...
Nitekim, iner kalkar kö prü leri indiren ve dü manı içeri alanlar da onlardı:
Herkes ne yaptı ını bilmez haldeydi, hem ku atılanlar, hem de ku atanlar,
sonuncular kendilerini iyice kaybetmi lerdi, çü nkü zafer sarho lu u için
deydiler. çeri girer girmez her eyi yakıp yıkmaya ba ladılar. Sonradan
içeri girenler ilk girenlere rastgele ate açtılar. Herkes nereye ve kime
kur un sıktı ını bilmeden sa a sola ate etti. Aniden edinilen ö ldü rme
ö zgü rlü ü ve mutlak gü ç, insan do ası için fazla kuvvetli bir araptır;
ba lar dö ner, gö zler kararır ve her ey vah i bir çılgınlıkla son bulur.
... Sava yasalarını bilen Fransız askerleri ate etmeyecekleri konusun
da verdikleri sö zü tutmaya çalı ıyor ama arkalarındaki kitleler kiminle
kar ıla tı ını bilmiyor ve geli igü zel saldırıyor. Kitle, ü zerlerine ate açan
isviçreli muhafızları mavi ü niformalarından ö tü rü mahkum zannederek
1 3 4 KAMUOYU
canlarına kıymıyor. Bunun yerine Bastille’in kapılarını açan askerlere
saldırıyor. Kaleyi havaya uçurmaması için valiyi ikna etmi olan ki inin
eli bir kılıç darbesiyle bile inden kesiliyor, vü cudu delik de ik ediliyor ve
Paris’in bir semtini kurtarmı olan bu el zafer çı lıkları e li inde Paris
sokaklarında dola tırılıyor”.3
Bö yle bir kitle isterisi ampirik ve tarihsel analizlerle tanımladı ımız
kamuoyundan çok farklıdır. Bize gö re kamuoyu, belirli bir yerde ve za
manda sıkı sıkıya uyulan davranı biçimleri ve yerle ik kanaatlerdir; ki i
e er bir çevreden dı lanmak istemiyorsa bu tutum ve davranı ları sergile
mek zorundadır. Ama de i ken bakı açılarının oldu u bir çevrede ya da
yeni olu mu gerilim alanlarında ki i dı lanma tehlikesine maruz kalma
dan kendini ifade edebilir.
Kalabalıkların isterisi ile kamuoyu arasında bir ili ki var mıdır gerçek
ten? Bu soruları yanıtlamak için basit bir kriterimiz var. Tü m kamuoyu
sü reçlerinin ortak yö nü , bireyin dı lanması tehditiyle ba ıntılı olmalarıdır.
Bireyin dü ü ncelerini istedi i gibi ö zgü rce açıklayamadı ı ya da istedi i
gibi davranamadı ı, dı lanmamak için çevrenin dü ü ncesini dikkate al
mak zorunda kaldı ı yerde, kamuoyunun çe itli biçimleriyle kar ı kar ıya-
yız demektir.
Bu açıdan baktı ımızda, somut kitlelerde ya da galeyana gelmi kalaba
lıklarda hiç ku kusuz kamuoyu i ba ındadır. Bastille’e saldıranlar da,
sırf meraktan, seyretmek için sokakları dolduranlar da, dı lanmamak
için nasıl davranmaları gerekti ini, yani onaylamaları gerekti ini çok iyi
biliyorlardı. Kalabalı ı ele tirme ya da reddetme durumunda neredeyse
ö lü m anlamına gelebilecek bir dı lanmaya maruz kalacaklarının farkın
daydılar. Galeyana gelmi bir kalabalı ın, kendisine kar ı olanları açıkça
dı lamakla tehdit etmesi, kö keninde bir kamuoyu biçiminin yattı ını gö s
termektedir. Bastille’deki kalabalı ın yerine kolayca gü nü mü zdeki kitle
sahnelerinden birini koyabiliriz: Bir futbol maçında hakemin kararma
itiraz eden taraftarların isyanını, kendilerini hayal kırıklı ına u ratan bir
takıma gö sterdikleri tepkiyi ya da yabancı plakalı bir araba bir çocu u
çi nedikten sonra kaza yerine toplanan kalabalı ı dü ü nelim. Kimse çocu
un arabanın ö nü ne çıkmı olmasına ya da ofö rü n suçlu olup olmadı ına
bakmaz; oraya toplanan herkes araba sü rü cü sü nden yana olunmayaca ını
bilir. Ya da Benno Ohnesorg’un*'1 ö lü mü nü protesto gö sterisinde hiç kim
se polis memuru Kurras’ı savunmaya cesaret edemez.
^ 2 Haziran 1967’de Almanya’yı ziyaret eden ran ahı nı protesto eden ö rencilerle polis
arasında çıkan çatı malarda Benno Ohnesorg adlı ö renci polis tarafından vurulmu tu. Bu
ö lü m
Almanya’da pek çok ö renci olayına neden olmu tu.
BASTILLE'E HÜ CUM: KAMUOYU VE KİTLE PSİKOLOJİSİ 1 3 5
Birey genellikle onaylanan davranı ların neler oldu unu anlamak için
az çok çaba sarfetmek zorundayken, bir kitle içinde nasıl davranması
gerekti i gü n gibi ortadadır. Buna ra men, kalabalı ın içindeki insanların
bir araya gelmesine neden olan anlayı ın farklı kö kenleri olabilir ve kala
balıklar i te buna gö re sınıflandırılır.
Ö yle gö rü nü yor ki, aktif bir kalabalı ın ortak unsurlarını olu turan
nedenler, hem zamandan ba ımsız hem de sıkı sıkıya zamana ba lı faktö r
lerdir. Burada Tö nnies’in maddenin katı ve sıvı haline ba vurarak yaptı ı
tanımlan anımsayalım. nsanın içgü dü sel tepkilerindeki ortaklık zamandan
ba ımsızdır; açlı a kar ı ba kaldırı, ofö rü n çi nedi i korunmasız kü çü k
çocu u koruma içgü dü sü , yabancı dü manlı ı, kendi takımının, milli takı-
mm tarafını tutmak gibi. Gö bbels bu temelden hareket ederek bir stadyum
dolusu kalabalı a seslenmi ti: “Topyekü n sava istiyor musunuz?”
Zamana ba lı olmayan ya da en azından gü ncellikten ba ımsız olan
ey, bir toplumda geçerli olan ahlak de erlerinin ihlaline kar ı duyulan
ortak ö fkedir. Buna kar ılık, ortak yö nleri eski de erlerin de i imi —“mad
denin sıvı hali”— ve yeni de erlerin yerle mesi olan kitle gö sterileri zamana
ba lıdır. Burada ö rtü k kitlelerin a ırkanll dö nü ü m sü recini hızlandıran
gü çler i ba ındadır; burada, kamuda tehlike altına girmeden savunulacak
bu yeni dü zenin kurulmasına mü thi bir ivme kazandıran kitle, tek bir
yumru a dö nü mü insanlar i ba ındadır. Bu nedenle, zamana tabi somut
kitle, yani ortaklı ı gü ncel fikirlerle kurulan kitle, devrim dö nemlerinin
tipik bir olgusudur. Demek ki, somut kitle son derece yo unla tırılmı
bir kamuoyu gö revi gö rmektedir.
Bireyin somut kitledeki durumu ö rtü k kitledekinden hayli farklıdır.
Birey normalde, neyi açıkça ifade etmesi gerekti ini ya da ifade edebilece
ini ö zenle tartıp biçerken, spontan bir kalabalıkta buna hiç gerek duy
maz: Temel gü dü olan dı lanma korkusu ortadan kalkmı tır, birey kendisi
ni bir bü tü nü n parçası olarak gö rü r ve yargılanmaktan korkması gerekmez.
Huzursuz kamuoyu spontan kalabalıklarda somutla ır
Kamuoyu ile kendili inden bir araya gelmi insanlardan olu an kalabalık
arasındaki farkı anlamak için sü rece bir de ba ka açıdan, yani dı lanmak
tan korkan ya da kitle içinde dı lanma korkusundan arman bireyin açısın
dan de il de, kamuoyu sü reçleriyle bir uzla ma zemini olu turmayı zorun
lu kılan toplum açısından bakmak gerekir. Bu sü reçler zamana ba lı konu
larda marjinaller tarafından yö nlendirilir. Spontan bir kitlenin varlı ı,
belli bir konuda uzla mı bir taraf ile dü zgü lere ya da içgü dü sel tepkilere
1 3 6 KAMUOYU
ya da yeni kabul edilmi de erler sistemine direnen bir ki i ya da bir grup
(azınlık) arasındaki gerilim patlamasından kaynaklanır. Bazen de, kamuo
yunun ikiyü zlü lü ü ne uygun olarak, temel ilkeleriyle ya da davranı larıyla
belirli bir uzla mayı ihlal eden ya da de i im talebini kar ılamayan hü kü
met ya da kurumlara yö nelik olabilir. Toplum ara tırmacıları devrim ö nce -
si huzursuzlukları ö nceden tahmin edebilmek amacıyla bu tü r gerilimleri
çe itli anketlerle sistematik olarak ö lçmü lerdir. Bu anketlerde kullanılan
soru dizileriyle, hayati ö nem ta ıyan birçok alan hakkında toplumun ne
dü ündü ü ve beklentilerinin ne oldu u ara tırılır, ikisi arasındaki uçurum
bü yü kse, tehlike çanları çalıyor demektir.4
Somut kitleden farklı olarak soyut kitle ya da “ö rtü k kitle” denilen
kitlede ortak dü ü ncelere ve duygulara dayanan bir beraberlik sö z konu
sudur ama bu kitlenin bir araya gelmesi gerekmez. Bu tü r kitleler somut
ya da “etkili kitle” (Theodor Geiger) olu umu için uygun ko ulları hazırlar.
Leopold von Wiese bir “gizli topluluk”tan sö z eder ve u ö rne i verir:
“1926 yılının A ustos ayında Paris’te yabancılara kar ı çe itli ta kın
lıklarda bulunulmu tu. Ortalık bir sü reli ine yatı tıktan sonra yeniden
ö nemli bir olay meydana geldi. Yabancılarla dolu bir otobü s, bir yangın
yerinin yakınından geçerken polis tarafından durduruldu ve yangının
yayılma tehlikesine kar ı ba ka bir yoldan gitmesi için uyarıldı. Yabancıla
rın yangını seyretmeye geldiklerini sanan kalabalık aniden yabancılara
kar ı bir cephe olu turdu ... ve polis daha mü dahale bile edemeden
otobü s ta ya muruna tutuldu, birçok yolcu yaralandı. A ncak polislerin
aldı ı sıkı ö nlemler sayesinde yabancılar kurtarılabildiler. Yakalanan saldır
ganlar arasında, saldırıya aktif olarak katıldı ı sö ylenen Parisli ü nlü bir
ressam da vardı... Bu olaydan ö nce de soyut bir kitle var mıydı? Elbette!
Yü ksek enflasyondan yabancıları sorumlu tutanların gizli ortaklı ı açı a
çıkmı tı o kadar. Sayıları bilinmeyen, ö rgü tlenmemi yabancı dü manı
bir kitle vardı”.2
Tipik bir kamuoyu olmayan kararsız kalabalıklar
Kamuoyu sü recinde -k i bu sü reç hep yeni bir de eri kabul ettirme sü reci
d ir- duygu yü klü kalabalıkların rolü , sö z konusu kalabalıklar “ö rgü tlü
kitle” (M c Dougall)5 ise daha belirgin hale gelir. Ö rgü tlü kitle —ilkel,
spontan ve ö rgü tlenmemi kitlelerin tersine- belirli bir amaca, bir lidere
ya da lider grubuna sahip sü rekli bir olu umdur. Bu lider ya da lider
gruplar bilerek ve isteyerek somut, “etkili” bir kitlenin olu umuna ö nayak
olmu lar ya da bu kitleyi yeniden ekillendirmi lerdir. Buna kar ın ilkel,
BASTILLE'E HÜ CUM: KAMUOYU VE KİTLE PSİKOLOJİSİ 1 3 7
spontan ve ö rgü tlenmemi , belli ko ullar altında ortaya çıkan grupların
kamusal bir amaca ula mak gibi bir dertleri yoktur. Bunların bir araya
gelmesinin nedeni, spontan bir kitlenin verdi i duygusal doru a ula mak
tır: Birlik duygusu, yo un heyecan, sabırsızlık, gü çlü lü k duygusu, dayanıl
maz bir iktidar duygusu, gurur, ho gö rü sü z ya da a ırı duyarlı davranmaya
izin verilmesi, gerçeklikten kopma, her eyin mü mkü n gö rü nmesi, fazla
ö lçü p biçmeden her eye inanılabilmesi, sorumlu olmadan ve sü reklilik
talebi olmadan eylemde bulunma. Bö yle bir kitlenin bir ö zelli i de, Hosanna!
ile Çarm ıha gerini arasındaki geçi teki gibi, tutarsız olması, bir am açtan
ö bü rü ne çok çabuk geçebilmesi ve kolayca yö nlendirilebilmesidir.
Kararsız kalabalıklar hakkmdaki kaynaklar o kadar etkileyicidir ki,
bu gö rü ntü ler kafamıza o kadar kazınmı tır ki, bize geni halk kitlelerinin
kanaatlerini geli tirmesinin normal yolu buymu gibi gelir. Kanaatlerin
ö nceden hesaplanamayacak, ani de i imlere u raması beklenir. Ama
kamuoyu ara tırmalarının da ortaya koydu u gibi, “kitle insanlarından
beklenen bu istikrarsızlık, ne bireysel kanaatlerden ne de bireyin kanaat
ortamına dair yü rü ttü ü tahminlerden anla ılmaktadır. Soyut, ö rtü k ve
somut, etkili kitlelerin hepsi farklı yasalara göre olu ur; kimi zaman dı lan
ma korkusunun harekete geçirdi i insanlarla, kimi zaman bu korkuyu
duymayanlarla birlikte. Som ut kitledeki birlik duygusu o kadar gü çlü dü r
ki, birey nasıl konu ması ve davranması gerekti ini tartmak zorunda kal
maz. Bu tü r yo un bir ili kide çok dramatik istikrarsızlıklar da ya anabilir.
XIII
Moda Kamuoyudur
Ba ka birçok ki iyle aynı yö nde hareket etti i duygusu bireyi heyecanlan
dırır ve bü yü ler. Bir futbol maçının, olimpiyat oyunlarının, halkı ekran
ba ına toplayan bir televizyon dizisinin ya da ngiltere kraliçesinin zafer
turunun yarattı ı co ku gü nü mü zdeki kamuoyu ara tırmaları araçlarıyla
gö zlemlenebilmektedir. Genel seçimlerdeki seçim kampanyaları bile bü
yü k heyecanlara neden olmaktadır.
Kö kleri çok eskilere uzanan bu aidiyet ve gü venlikte olma duygusu,
direnme gü cü , eylem kapasitesi, insanı kısa sü reli de olsa dı lanma korku
sundan kurtarıyor mu?
Bireysel ve kolektif alanlar arasındaki köprü: Istatistikvari organlar
ngiliz sosyopsikolog W illiam McDougall 1920 yılında yayımlanan The
Group M irıd1 [Grup Zihniyeti] adlı kitabında ö yle yazar: “Kimse bireysel
ve kolektif bilinç arasındaki ili kinin nasıl ele alınaca ını açıklamayı ba a
ramadı”. Sigmund Freud, “group mind” [grup zihniyeti] gibi kolektif olu um
tasanmlannın ya da birey ile toplumun kar ı kar ıya getirilmesinin gereksiz
MODA KAMUOYUDUR 139
oldu unu dü ü nü yordu. Bir tarafta birey, ö bü r tarafta top lu m -bu Freud’a
“do al bir ba lantının koparılması” gibi geliyordu. Freud’a gö re ö nemli
ı >lan, bireye dı ardan etkide bulunan ki ilerin sayısının çoklu u de ildi.
( )na gö re, bireyin bu gruplarla bir ilgisi yoktur; bireyin dü nyası, az sayıda
;ıma çok belirleyici insanların temsil etti i ili kilerden olu ur. Bu ili kiler
bireyin duygusal bakı ını, bü tü nle ili kisini belirler; bu nedenle Freud’a
j.;ö re, ba lı ba ına bir bilim dalı olan “Sosyal Psikoloji” bir kurgudan
ibarettir.
Gü nü mü zde kamuoyu ara tırma yö ntemleri aracılı ıyla, istatistikvari
bir algılama kapasitesinin sö z konusu oldu unu gö rebiliriz. Freud’un gö
rü lerinin açıklayamadı ı bu yeti, -istatistik teknikleri kullanmaksızın-
sıklık da ılımlarını ve kanaat farklılıklarını algılamayı sa lamaktadır. Bu
ö lçü mlerde asıl garip olan ey, ço unlu un nasıl dü ü ndü ü ne dair gö zlem
ve tahminlerin tü m toplumsal gruplarda neredeyse aynı anda de i ime
u ramasıdır.2 Burada bireyin ki isel ili kilerinin ö tesinde ba ka bir ey,
çok sayıda insanı aynı anda, sü rekli gö zlemlemeye yarayan bir algılama
yetisi, yani insanın isabetli bir biçimde “kamu” diye adlandırdı ı bir alan
olmalı. Dolayısıyla, McDougall da belirtilerini gü nü mü zde giderek daha
fazla gö rdü ü mü z bir kamu bilincinin mevcut oldu u varsayımından hare -
ket etti: McDougall, “her birey kamuda kamuoyunun varlı ının bilinciyle
hareket eder,3 diye yazar.
McDougall, insanın istatistikvari tahminlerde bulunma yetisinin, bi
reysel ve kolektif alanları birle tiren bir kö prü oldu unu dü ü nü r. Burada
gizemli bir kolektif bilinçten ziyade, bireyin, mü mkü n oldu unca dı lan
mamak, çevresine uyum sa layabilmek için hangi fikir, ki i ve davranı
biçimlerinin onaylandı ını, hangilerinin reddedildi ini çevreyi gö zlemle
yerek algılama, de i imleri saptama ve ona gö re tepki verme yetene i
sö z konusudur. McDougall’a gö re buradaki gü dü udur: “Her birimizi
tehdit eden yalıtım, kalabalı ın olu umu sü recinde, bilincimizde açıkça
formü le edilmese de, bir sü re için ortadan kalkar”.4
19.
ve 20. yü zyılda iki dü ü nce akımı arasında birçok çatı ma ya andı:
nsanın sü rü gü dü leriyle belirlenen içgü dü lerine gö re hareket etti ini
savunan gö rü ile hü manist idealle daha barı ık olan ve insanın gerçeklik
le deneyimlerinden yola çıkarak hareket etti ini savunan gö rü . Buradan
bakıldı ında, birincisi ngiliz biyolog Wilfried Trotter’a5 (1916), di eri ise
M cDougall’a ait bu iki içgü dü kuramının, davranı çılık kuramının geli
mesiyle birlikte geçerli ini yitirdi i gö rü lebilir. nsanın çok ö nemli ve
aleni bir davranı biçimi olan “taklit”in, dı arıdan belli olmayan iki de i ik
gü dü ye, iki farklı kö kene sahip olması karı ıklı ı artırmı tır. Gelelim bu
1 4 0 KAMUOYU
iki taklit tü rü ne. Bunlardan ilki, bilgi edinme amacını ta ıyan, ö renmeye
yö nelik taklittir; onaylanan davranı biçimlerinin, zekice oldu u varsayı
lan yargıların ve iyi oldu u dü ü nü len zevklerin taklidi. kincisi ise, ö teki
ne benzemek için yapılan taklit, dı lanma korkusundan kaynaklanan
taklittir. nsanın rasyonel bir varlık oldu unu savunan ekoller, taklidi
amaca yö nelik bir davranı biçimi olarak gö rmü lerdir. çgü dü kuramlarını
alt eden bu ekoller nedeniyle, dı lanma korkusundan kaynaklanan taklit
konusu pek ele alınmamı tır.
Erkekler neden sakal bırakmak zorundadır?
Oysa ara tırmacıların dikkatini do ru yö ne çekebilecek kadar esrarengiz
olgular vardı. Fazla a ina eyler pek az insana bilmece gibi gö rü nü rler.
Andre Malraux, de Gaulle’le onun ö lü mü nden bir yıl ö nce yaptı ı bir
sö yle ide, “moda hakkında ne dü ü nece ime asla karar veremedim...
Erkeklerin sakal bırakmak zorunda oldu u yü zyıllar, tra lı olmaları gere
ken yü zyıllar, . . . ” demi tir.
Taklidin gü dü sü ö renmek, bilgi edinmekse, sakal bırakmanın ya da
tra olmanın gü dü sü de bu mudur? Malraux’ya u yanıt verilebilir: Moda,
yeniyken insanın dı lanmadan açıkça gösterebilece i ve bir sü re sonra
dı lanmamak'için açıkça gö stermek zorunda oldu u davranı biçimidir.
Bu ekilde toplumlar, birlik ve beraberliklerini, bireyin gerekli oranda
uzla maya hazır olmasını garanti altına alırlar. Sakal modasının durup
dururken de i meyece inden, bunun insanların ö nemli bir toplumsal
de i ime hazırlandı ının i areti oldu undan emin olabilirsiniz.
Sokrates, “saç kesimini, giysileri ve sandaletleri, bedenin tü m dı gö rü
nü mü nü ” toplumun temel aldı ı yazılmamı yasalardan sayar (Platon,
Devlet, 4. kitap, 425A -D ). Mü zik tü rü nü de ö yle. “Yeni bir mü zik tü rü nü
tanıtmada dikkat etmek gerekir, çü nkü bu bü tü nü tehlikeye atmak de
mektir. Devletin ö nemli yasalannı da sarsmadan mü zi in hiçbir melodisini
de i tiremezsiniz”. Sokrates’e gö re yenilikler, bir oyun gö rü nü mü nde,
hiçbir kö tü lü k do uramayacakmı gibi yava yava sokulurlar. Sokrates’in
sohbet etti i Adeimantos onun sö zlerini ö yle tamamlar: “Yenilikler yava
yava yerle ir ve sessizce ahlaki de erler ile u ra lara da el atarlar; buralar
dan yola çıkarak insanlarla ili ki kurar ve bu ili kilerden devletin kurum-
larına ve yasalarına sızarlar Sokrates, sonra da bü yü k bir kü stahlıkla ki isel
ve kamusal alanda her eyi yerle bir ederler” (424B -425A ).7
Modanın gayri ciddi yapısı onun ciddiyetini, ö nemli bir bü tü nle me
mekanizması oldu unu anlamamızı engelleyebilir. Oysa bir toplumun
MODA KAMUOYUDUR 1 41
birli ini, hiyerar iyle ya da hiyerar isiz koruyup korumadı ı, yani saç kesimi,
ayakkabı, giysi ya da sakalla sınıf farkının gö sterilmesi ya da tersine -A m e
rikan toplumunda oldu u gibi- sınıf farkı olmadı ı gö rü ntü sü nü n yaratıl
maya çalı ılması hiç ö nemli de ildir. Modanın oynak araçlarının, toplum
da insanlar arasındaki sınıf farkını vurguladı ı bilinen bir gerçektir. M o
danın farklılık ve saygınlık elde etme çabası olarak algılanması, -H u m e’un
love offam e'i [ öhret tutkusu] ya da Veblen’in T heory ofLeisure Cfass’ında
[Çalı mayan nsanların Kuramı] oldu u gibi- Joh n Locke’un bazen
kanaatlere ya da ö hrete dayanan hukuk, bazen de moda hukukundan
sö z ederek ısrarla vurguladı ı konformizm baskısından daha fazla ilgi
çekmi tir.
Uzla ma yetisi ö retiliyor
Disiplin aracı modaya kar ı duyulan ho nutsuzluk gü ndelik dildeki “m o
danın keyfili i”, “moda dü kü nü ", “moda eytanı” gibi deyi lerde de ken
dini gö sterir; ça rı ımlar “dı sal”, “yü zeysel”, “kısa ö mü rlü ” gibi sö zcü kler
dir, taklit etmek kopya çekmeye dö nü ü r.
Piyasa analizi anketlerinde kadınlara bir elbise satın alırken nelere
dikkat ettikleri soruldu unda, hepsinin ö zlemle “zaman dı ı olmalı” deme
leri pek dokunaklıdır. Hiçbir yerde olmasa bile burada, tü ketim baskısına
kar ı duyulan gerçek bir ö fkeyle, demode giysilerle dola an bir bostan
korkulu u durumuna dü memek ve çevresindeki insanların alaycı tebes
sü mlerine maruz kalmamak ya da dı lanmamak için kendi e ilimleriyle
modanın gerekleri arasında uzla mak zorunda kalmaya kar ı duyulan
bir kızgınlıkla kar ıla ıyoruz. Fakat bu tü ketim baskısının nedenleri yanlı
yorumlanmaktadır. Ö fkeli tü ketici kadının sandı ı gibi, bu oyunu sahneye
koyan ve moda trendini sü rekli de i tiren, rü zgâ rın nereden esece ini
bilen gemiciler misali ba arıya ula an ki iler i adamları de ildir. nsanın
son derece aleni bir biçimde ü zerinde ta ıdı ı giysiler, dö nemin ruhunun
çok ö nemli bir gö stergesi ve topluma uyum sa lama konusundaki itaati
ortaya koyan birer araçtır.
Bendix ve Lipset’in Class, Status and Pouıer [Sınıf, Statü ve Gü ç] adlı
ü nlü seçkisinde yer alan bir makalede, toplum bilimlerinin terminolojisin
de moda kavramının çok geni tutulması, bir “overgeneralized term”8 [a ırı
genelle mi kavram] haline gelmesi ele tirilmektedir. Tek bir yazarın eser
lerinde bile moda kavramının resim, mimari, felsefe, din, etik davranı ,
giyim, do a bilimleri, biyoloji ve do a bilimleriyle ba lantılı kullanılması
ibret verici bir ö rnek olarak gö sterilir. Sırf bununla da kalmaz: Modanın,
1 4 2 KAMUOYU
dil, edebiyat, yemek, dans mü zi i, bo zaman gibi alanlarda da kar ımıza
çıktı ı, “evet, tü m toplumsal ve kü ltü rel ö elerle birlikte kullanıldı ı”
belirtilmektedir. Bu sö zcü ü n bu kadar farklı alanlarda kullanılmasının
nedeni, moda sö zcü ü nü n de i ken’ sö zcü ü yerine geçmesidir. “Fakat,”
diyor yazarlar, “bu kadar de i ik toplumsal alanlardaki davranı yapıları
nın ve bunları izleyen de i im dinamiklerinin hepsinin aynı olması dü ü
nü lemez”. “Moda”nm ... çok fazla ba lamı vardır; moda birbirinden farklı
çö k sayıda toplumsal davranı biçimini kapsamaktadır”.9
Sıkı bir örüntü
Tü m bunlar birbirinden farklı toplumsal davranı lar mıdır? Etrafına dik
katlice bakan herkes, John Locke’un kamuoyuna, ö hrete ya da modaya
dayanan hukuk dedi i eyin her tarafta temel bir unsur olarak kar ımıza-
çıktı ını gö rü r. Locke’un yasa kavramını haklı çıkartacak o sıkı ö rü ntü ye
her yerde rastlarız. Çü nkü verilen ö dü l ve cezalar, konunun kendisiyle
ilgili de il, -tıp k ı insanın ö lçü sü zce yemek yiyerek midesini bozabilece i
gibi- belirli bir zamanda belirli bir yerdeki onaya ya da tedde ba lıdırlar.
Konu bu ekilde ele alındı ında, “moda” kavramının bu kadar yaygın
kullanımının gereksiz olmadı ını, tam tersine, ortak de erlere dikkati
çekm ek açısından çok uygun bir sö zcü k oldu unu gö rü rü z... Birbiriyle
ilintisizce sayılıp dö kü len tü m alanlarda birey kendini ya “in” ya da “out”
olarak gö rebilir ve dı lanmamak için çevresindeki de i iklikleri dikkatle
gö zlemek zorundadır. De er yargılarının baskın kanaat oldu u her yerde
“dı lanma tehditi” vardır. Moda mü kemmel bir bü tü nle me aracıdır ve
bu aracın ayakkabı topu unun yü ksekli i ya da gö mlek yakasının biçimi
gibi sıradan eylerle kamuoyunun içeri ini belirleyebilmesi ve kimi eyle
rin “in” ya da “out” olması, ancak bu bü tü nle me ö zelli iyle açıklanabilir.
Ayrıca, modanın gö zlemlenebildi i gü ya çok farklı alanlar aslında hiç de
birbirinden kopuk de ildir. Elbette bunların e zamanlı ı hakkında pek az
ara tırma yapılmı tır ama Sokrates’ten hareketle, mü zi in de i imi ile
saç modelinin de i imi arasındaki ili ki tahmin edilebilir. Nitekim yasalan
bile yerle bir edebilen bu olgunun ciddiyetini kü çü msememek gerekir.
XIV
Te hir Dire i
Birçok kü ltü rde ceza sistemleri, insanın toplumsal do asından acımasızca
yararlanmı tır. Sadece, hırsızlık yapanların elinin kesilmesi, suçun tekrar
lanması halinde de sol aya ının kesilmesi ya da suçlunun damgalanması
için bedenini da lamak gibi toplumdan saklanma ı gü ç cezalarla de il,
“onur cezaları” diye adlandırılan ve insanın saçının teline bile dokunulma
yan, do rudan insanın benli ini zedelemeyi hedefleyen cezalarla da. “Te
hir dire i” cezası dendi inde, bunun ne anlama geldi ini kavramak için
ö zel bir çabaya gerek yoktur.1 Bu cezaların tü m zamanlarda ve tü m kü ltü r
lerde uygulanmı olm ası—bizimkinde 12. yü zyıldan itibaren uygulanmı
tır2- insan do asının de i mez bir yö nü ne i aret ediyor. Pigmeler insanın
en bü yü k korkusunu biliyorlardı: Gü lü nç duruma dü ü rü lmek ya da kü
çü k dü ü rü lmek, hem de ba kalarının ö nü nde, herkesin gö rebilece i ve
duyabilece i bir biçimde.3
Onur cezaları insanın duyarlı toplumsal do asından yararlanırlar
John Locke “bu dü nyada uyum içinde olmaktan, ö vü lmekten, saygınlık
ve onurdan daha iyi bir ey yoktur” diyerek C icerodan alıntı yapmı tı.
144 KAMUOYU
Locke, C icero’nun bü tü n bunların aynı eyi ifade etti ini bildi ini de
eklemi ti.4 insanın elinden en iyi eyi, yani saygınlı ını, onurunu almak,
onur cezalarının içeri ini olu turur. Ortaça da, te hir dire inin “insanın
onurunu yerle bir etti i”5 sö ylenirdi. nsanlar bu cezanın o kadar çok acı
verdi ini dü ü nü yorlardı ki, ilk hü manizm etkileriyle birlikte, 18 ya ının
altmdakilerle -Tü rkiye’deki bir yasaya gö re- 70 ya ının ü stü ndekilerin
te hir dire ine ba lanmaları yasaklandı.6
Te hir dire i cezalarında, mü mkü n oldu unca geni bir kamu olu tur
mak için çok zekice bir yö nteme ba vurulur: Te hir dire i ya da. te hir
sahnesi, herkesin gö rmesini sa lamak amacıyla pazar yerine ya da iki
kalabalık caddenin kesi ti i yere dikilir ya da kurulur. Bir demir boyundu
rukla te hir dire ine ba lanan suçlu, en kalabalık zamanlarda, pazarın
kuruldu u gü nlerde, Pazarları ya da bayram gü nlerinde “sergilenir” ya
da “tanıtılır” ya da kilisenin kapısına ba lanarak te hir edilirdi... Dikkat
çekmek için davullar, çanlar, çıngıraklar çalınır, direk hemen gö ze çarpsın
diye kızıla boyanır ve pis hayvanların resimleriyle sü slenirdi. Suçlunun
boynuna adı ve suçunun yazılı oldu u bir tabela asılırdı. Cezanın karakte
rine uymayan ta lamayı saymazsak, suçluyla alay eden ya da kü freden
ya da ona çamur atan kalabalık anonimdir, toplumsal denetim altında
de ildir; burada yalnızca suçlunun kimli i bilinmektedir.
Te hir dire i cezası a ır suçlara de il, daha gizli saklı, yakalanması
zor, dolayısıyla kamunun projektö rlerinin ı ı ı altına tutulması gereken
suçlara uygulanıyordu: Sahtekâ rlık, ö rne in eksik tartan fırıncılar, sahte
iflas; fahi elik, pezevenklik, ö zellikle de hakaret ve iftira. Bir ba kasının
onurunu çi neyenin onuru ayaklar altına alınmalıydı.7
Dedikodu, bir toplumun ahlak kurallarım açı a çıkarır
iftira ile dedikodunun, yani ü çü ncü bir ki inin arkasından yapılan, kınama
ve onursuzlu u etrafa yayan iki sohbet çe idinin sınırları iç içedir. Birinin
imajı sarsılır, iftira atılır,8 adı kö tü ye çıkartılır, onunla birlikte gö rü nenler
ayıplanır -tıp kı lehlikeli li kiler romanındaki markizin genç kadına yazdı ı
mektupta, genç kadını adı kö tü ye çıkmı bir adamla birlikte olma konu
sunda uyardı ı gibi. “... Kamuoyu hep ona kar ı olmayacak mı ve bu
onunla ili kinizi buna gö re ayarlamanız için yeterli bir neden de il mi?”9
iftiraya u ramak, adı çıkmak, itibarı be paralık olmak: Dilimiz, bireyin
savunmasız oldu unu dü ü ndü ü bu sosyopsikolojik alana ait birçok sö z
cü kle dolup ta maktadır. nsan kula ına bir dedikodu geldi inde, “kim
sö yledi bunu?” diye bilmek ister, fakat dedikodu anonimdir. Amerikan
TEŞHİR DİREĞ İ 1 4 5
antropolog John Beard Haviland dedikodunun bir ara tırma konusu oldu
unu ke fetti. Haviland, Zinacanteco kabilesindeki toplumsal ya amı in
celeyerek, dedikodunun bir toplumun ya da bir kabilenin onur kriterleri
nin anla ılmasına olanak tanıyan bir kaynak, bilimsel bir araç olup olma
dı ını saptamaya çalı tı. Dedikodunun, ahlaka aykırı durum gü n ı ı ına
çıkartılana kadar nasıl yo unla ıp arttı ını gö zlemledi. Zina yapan bir
çift te hir dire i benzeri bir onur cezasına çarptırılır: Bunlar bir enli in
ortasında en zor i leri yapmak zorundadır.10 Dı lamanın yö ntemi pek
dâ hiyanedir. Zor i ler gü nlü k ya amda onur kırıcı de ildir, ama bir enlikte
e lenen insanlar arasında en zahmetli i leri yapmak zorunda bırakılmak,
açık bir te hirden, dı lanmaktan ba ka bir ey de ildir.
Suçluları te hir etmenin ne çok yolu bulunmu tur. Suçluların kafasına
ka ıttan kü lahlar geçirmek, bir kızın saçlarını kazıtarak ortalıkta dola tır
mak, insanları katrana bulayıp ü stlerine tü y dö kmek -zavallı Cephu’nun
pigmeler tarafından “sen insan de il, hayvansın” sö zleriyle a a ılandı ını
unutmayalım.
Bir imparator bile, kendisini hor gö ren kamunun araçlarıyla, te hir
edilerek a a ılanabilmi tir. imparator II. Rudolf 1609 yılında Prag’da ika
met ederken, zanaatkâ rlar ve teslimatçılat faturalarının ö denmesini bo u
bo una bekliyorlardı, imparator, Bohemyalılardan gelen vergi gelirleri
kesildi i için ö demeyi yapamıyordu. Alacaklı i çiler seslerini duyuran
bir kamuya dö nü erek dertlerini dü nyanın en eski gazetesi olarak bilinen
AVISO'ya anlatmı lar, Prag’ın sınırlannın çok dı ında kalan kamulara da
ula mı lardı. 27 Haziran 1609 tarihli AVISO’nun bildirdi ine gö re, karanlık
basınca, imparatorun dairesinin ö nü nde mü thi bir gü rü ltü kopmu , in
sanlar tıpkı kediler, kö pekler gibi ba ırmaya, kurtlar gibi ulumaya ba lamı
lardı; tam o sırada ak am yeme ini yiyen imparator deh ete dü mü tü .. ,”n
Te hir cezası, tek ayak ü stü nde kö ede durmak biçiminde çocuk odala
rına ve okul sınıflarına kadar uzanmaktadır.
Pazar yerlerine kurulan kızıl renkli te hir direkleri, bugü n bize ortaça
i kence odalarındaki demir bakire kadar uzak gelebilir ama biz gü nlü k
ya amımızdaki te hir direkleriyle iç içe ya ıyoruz. 20. yü zyılın sonlarını
ya adı ımız u dö nemde insanlar basında, televizyonda te hir edilmekte
dirler. 1609 yılının A V ISO ’su modern te hir dire inin habercisiydi.
20.
yü zyılda elliden fazla kamuoyu tanımıyla kavramın içinin bo almı
olmasına ra men, Alm an Ceza Hukuku’nda ilk anlamıyla korundu unu
gö rü yoruz. Bu kanun dü zenlemesinin 186. ve 187. maddelerine gö re,
ö nemsiz konularda bile, “ki iyi kamu içinde kü çü k dü ü rü cü iftira ve
dedikodular” cezalandırmaya tabidir. Bir toplumun onur kriterleri, dedi
1 4 6 KAMUOYU
kodulardan oldu u kadar hakaret davalarından da anla ılabilir. Bu duru
ma ö rnek olarak, Almanya’da Mannheim Bö lge Mahkemesi’nin 23 Ka
sım 1978 tarihli kararını verebiliriz (Dosya no: V III Q S 9/78). Gelin,
davanın içeri ini Neue Juristische Wochenschrift adlı hukuk dergisinden
okuyalım: “Bir kadın kendisine ‘cadı’ denildi i için mahkemeye ba vurur
sa, davacı kadının yabancı olması (bu durumda Tü rk kadınları) ve Yakın
Do u’da cadı inancının yaygın olması dava edilenlerin suçunu hafifletici
bir sebep te kil etmez. Bu tü r bir a ır hakarete maruz kalmak, davacının
korunması için davalının bir ceza mahkemesi tarafından adli kovu tur
maya u ramasını gerekli kılar”. Mahkeme gerekçesi ö yledir: “Ku kusuz,
gü nü mü zde Yakın Do u’da cadı inancı hayli yaygındır.. . Fakat Alm an
ya’da da durum pek farklı de ildir. 1973’te yapılan bir ankete gö re Alman
ların % 2 ’si ‘cadı’lara kesenkes inanırken, % 9 ’u da cadılı ı mü mkü n
gö rmektedir. Bilirki i tahminlerine gö re, Gü ney Almanya’nın her kö yü n
de adı cadıya çıkarılmı bir kadın mutlaka vardır... Bu nedenle, bu tü r
batıl inançların, Tü rkiye’de daha farklı ve daha yumu ak yargılanması
için bir neden yoktur. Dolayısıyla, ahsi davacının avukatının da haklı
olarak açıkladı ı gibi, adının ‘cadı’ya çıkartılması bir Tü rk i çi kadın için
de a ır bir iftiradır, çü nkü batıl inançlara sahip yakınlarının gö zü nde
itibarını giderek daha fazla yitirmesine, hakarete u ramasına, devamlı
bir dü manlıkla kar ıla masına sebep olabilir ve sonunda a ır yaralanma
lara, hatta cinayete maruz kalabilir. Bu nedenle, iftirada caydırıcı ö nlemle
rin zamanında alınması gerekir”.12
XV
Hukuk ve Kamuoyu
6 Mayıs 1978 tarihli Neue Zürcher Zeıtung gazetesinde yer alan bir adliye
haberinde, Zü rih’te ece meydana gelen bir gasp olayıyla ilgili mahkeme
kararı ö yle yorumlanıyordu: “... Fakat Yü ksek Mahkeme, bu tü r olaylar
da hâ lâ nisbeten yumu ak olan ceza uygulamalarının halkın duyguları
ve kamuoyunun beklentileriyle ö rtü ü p ö rtü medi ini ara tırmalıdır”.
Yasalar ve mahkeme kararları kamuoyuna uygun olmak, kamuoyuna
uydurulmak zorunda mıdırlar? Kamuoyu ile hukuki alan arasında nasıl
bir ili ki vardır?
Burada sorulması gereken en acil soru, John Locke’un Tanrısal hukuk,
medeni hukuk ve kamuoyuna dayanan hukuk diye ayırdı ı ü ç hukukun
birbiriyle çeli mesine ne ö lçü de izin verilece idir. Locke bu soruyu kendi
dö nemi ve ü lkesinin ko ulları içinde, dü ello ö rne inde ele almı tı. 70’li
ve 8 0 ’li yılların Batı Almanya’sında bu durumu kü rtaj ö rne inde gö rmek
teyiz. Bir kardinal, kü rtajı cinayet olarak niteler ve çok sayıdaki kü rtajı
Auschwitz toplama kampındaki kitlesel cinayetlerle kar ıla tırmı olan
bir doktordan farklı dü ü nmeyi reddeder. Kardinal, devletin kü rtajı yasal
ilan etmi olmasına ra men, kendisinin kü rtajı cinayet olarak gö rmeye
148 KAMUOYU
devam edece ini sö yler.1 Buradaki tartı ma basit bir kavram tartı ması
de ildir; bu iki gö rü taban tabana zıttır. Kardinalin gö rü leri, ardında
modern dü ü nceleri barındıran bir perde olarak gö rü lemez. Kü rtajın nasıl
de erlendirilmesi gerekti i konusunda farklı gö rü ler vardır. Bir yanda,
Hıristiyanlı ın, do mamı bile olsa, ya amı koruma prensibi, di er yanda
bu anlayı la aynı oranda gü çlü olan ve ilk Rousseau’nun “religiorı çivile”z
dedi i, kadının kendi bedeni hakkında karar verme hakkına sahip olması,
kadın-erkek e itli i var. Burada, insanların kendilerinden farklı dü ü nen
çevrelerden kaçınmalarına neden olan ve insanları davranı larını ona
gö re ayarlamaya iten çatı malardan biri sö z konusudur.
Bölünen kamuoyu: Cephele me (kutupla ma)
nsanların kendilerinden farklı dü ü nenlerden kaçınma e ilimleri, çevre
nin gö rü leri hakkında do ru istatistikvari tahminlerde bulunma yetisini
yitirmelerine neden olur. Burada Amerikan toplumbilimcilerinin geli tir
di i ve “millet”in ne dü ü ndü ü nü kestirememek anlamına gelen “pluralistic
ignorance” [kar ılıklı cehaletler] ifadesi kullanılabilir. Bu durum cephele
me (kutupla ma) olarak nitelendirilir; toplum çö zü lü r, kamuoyu bö lü nü r.
Bunun en belirgin i areti, her cephenin kendisini oldu undan daha gü çlü
gö rmesidir. Bu durum istatistiki olarak bir mesafe ö lçü tü yle ö lçü lebilir:
“Ço unlu un nasıl dü ü ndü ü ”ne dair tahminler iki ayrı cephe olarak
ne kadar çok belirginle irse, bö lü nme de bir o kadar bü yü k demektir ve
farklı gö rü tekiler birbiriyle konu muyordun A a ıdaki tablolar (Tablo 16,
17,18 v e 19) 1970’li yıllardan bazı ö rnekler vermektedir. Bazen bu cehalet
tek taraflı da olabilmekte, bir taraf çevresi hakkında do ru tahminler
yü rü tü rken, di er taraf kendisini gö zü nde fazla bü yü tmektedir; bu durum,
bü tü nle menin kendilerini oldu undan gü çlü gö renlerin lehine geli ece
ine i aret eder.
Bu duruma en iyi ö rnek, 1970’li yılların ba ında yeni uygulanmaya
ba lanan do u politikasıdır (Tablo 17). Kazanan cephe, yani do u politi
kasını destekleyenler % 70’lik koca bir blok halinde kar ımızda durur:
“ nsanların ço u bizim gibi dü ü nü yor”. Kar ı cephe, da ınık bir gö rü ntü
vermektedir. Do u Bloku ü lkeleriyle yapılan anla malardan yana olan
ço unlu u dikkate almamakta, ama kendilerini de ço unluk olarak gö r
memekte, “yarı yarıya” gibi yuvarlak cevaplar vermektedirler. Kamuoyu
nu analiz edip tahminlerde bulunan ara tırmacılar için çevre tahminlerin
de simetri ve asimetri çok ö nemlidir. E er simetri a ır basıyorsa, yani her
cephenin kendini gö zü nde bü yü ttü ü kesin bir cephele me ya anıyorsa,
HUKUK VE KAMUOYU 149
fâ blo 16: Ocak 1971’cle Federal Almanya ansö lyesi Brandt’la ilgili gö rü lerin kutupla ması.
Brandt yanda larından ve kar ıtlarından olu an iki cephenin, ço unlu un kanaatleri hak
kında yü rü ttü ü tahminler birbirinden çok farklıdır. Bunun nedeni, iki cephenin birbirine
yabancıla masıdır; artık birbirleriyle konu madıktan için toplumdaki kanaat ortamım tama
men farklı algılamaktadırlar.
Soru: “Sizce ço unluk Willy Brandt’m ansö lye olarak gö reve devam etmesini mi istiyor,
yoksa ba ka bir ansö lye mi istiyor? Tahmininiz nedir?”
ansö lye Brandt
ansö lye Brandt
taraftarlan
kar ıtlan
%
%
Ço unluk,
Brandt’ın ansö lyeli e
devam etmesini istiyor
59
6
ba ka birinin ansö lye olmasını istiyor
17
75
kararsız - bir ey sö ylemek imkâ nsız
24
19
100
100
n=
473
290
Osgood, Suci ve Tannenbaum’a göre
çevre tahminlerindeki farklılık
D=
78.7
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2068.
Tablo 17: Mayıs 1972’de, Do u Bloku ü lkeleriyle yapdan anla malarla ilgili kutupla ma.
Do u Bloku anla malan konusunda da taraftar ve kar ıtların tahminlerinin birbirinden
çok farklı olması, keskin bir kutupla ma belirtisidir.
Soru: Kendi ki isel gö rü ü nü zü bir yana bırakacak olursak, sizce Almanya’da insanlann
ço u Do u Bloku’yla yapılan anla malardan yana mı yoksa bunlara kar ı mı?
Anla malardan
Anla malara
yana olanlar
kar ı olanlar
%
%
Ço unluk,
anla malardan yana
70
12
anla malara kar ı
3
30
Yan yanya ya da bir ey sö ylemek imkâ nsız
27
58
100
100
n= 1079
293
Osgood, Suci ve Tannenbaum’a göre
çevre tahminlerindeki farklılık
D=
71.1
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2082.
1 5 0 KAMUOYU
Tablo 18: Alman Komü nist Partisi ü yelerinin yargıç olup olamayacakları konusunda
bir kutupla ma ya anmamaktadır (Nisan 1976).
Komü nist Parti ü yelerinin yargıç olmasından yana olanlarla kargı olanların, ço unlu un
bu konuda ne dü ü ndü ü yolundaki tahminleri bü yü k ö lçü de birbirine uymaktadır.
Soru: Kendi ki isel gö rü ü nü zü bir yana bırakacak olursak, sizce Almanya’da insanların
ço u Komü nist Parti ü yelerinin yargıç olmasına izin verilmesinden yana mı, yoksa ço unluk
bu fikre kar ı mı?
Komü nistlerin yargıç olmalanna
taraf olanlar
kar ı olanlar
%
%
Ço unluk,
izin verilmesinden yana
6
1
kar ı
79
88
kararsız,
bir ey sö ylemek imkâ nsız
15
11
100
100
n= 162
619
Osgood, Suci ve Tannenbaum’a göre
çevre tahminlerindeki farklılık
D=
11.0
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3028.
'Iablo 19: Ekonomik ya da psikolojik nedenlerden ö tü rü kü rtaja izin verilmesi konusunda
orta derecede bir kutupla ma ya anmı tır (Ekim 1979).
Soru: Sizce Almanya'da insanlann ço u ekonomik ya da psikolojik nedenlerden ö tü rü
kü rtaja izin verilmesinden yana mı, yoksa buna kar ı mı?
Ekonomik ya da psikolojik
nedenlerden ö tü rü kü rtaja
taraf olanlar
kar ı olanlar
Ço unluk,
ekonomik ve psikolojik nedenlerden
ö tü rü kü rtaj yapılmasından yana
48
19
kar ı
17
44
Yan yanya-kararsız
35.
37
100
100
n=
1042
512
Osgood, Suci ve Tannenbaum'a göre
çevre tahminlerindeki farklılık
D=
39,7
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3074.
HUKUK VE KAMUOYU 151
ciddi bir çatı maya do ru yol alınıyor demektir. Asimetri ise, bir tarafın
bü yü k tereddü tler içinde oldu unu, kararsız kaldı ını, fikir yü rü temedi
ini, dolayısıyla savunma gü cü nü n az oldu unu gö sterir. A a ıdaki tab
lolarda kullanılan mesafe ö lçü tü Amerikalı psikologlar Osgood, Suci ve
' lannenbaum3 tarafından geli tirildi. Bu yö ntemin formü lü udur:
D=V2 d
İ
d , kar ıla tırılan iki grup arasındaki fark demektir.
ki uç durum: Toplumsal de i ime engel olunması ve moda e ilim
lere a ırı hızlı uyum sa lanması
Modern toplumbilim, John Locke’un ü ç farklı hukuku açıklamakta kul
landı ı demode ifadelerin yerine daha incelikli kavramlar koymu tur.
Locke’un Tannsal hukuk dedi i ey, imdi etik idealler, ahlak, temel de erler
olarak kar ımıza*çıkmaktadır. Buradaki vurgu “ideaF’dedir; idealle gerçek
davranı arasındaki mesafe ço u zaman hayli bü yü ktü r. John Locke’un
ö hret, moda ya da kamuoyuna dayanan hukuku gerçek davranı ları en
çok etkileyen hukuktur ve gü nü mü zü n toplumbilim terminolojisinde ge
lenek ve kamu ahlakı gibi kavramlarla kar ımıza çıkmaktadır. Devletin
koydu u yasalar ise iki yö ne de giden gerilimli bir yapıya sahiptir ve Rene
Kö nig’in 1967 tarihli “T h e Law in the C ontext of Systems of Social
Norms”4 [Toplumsal Dü zgü Sistemleri Ba lamında Hukuk] adlı makalesin
de ele alınmı tır. Toplumdaki ahlak bekçileri, devletin hukuku dö nemin
ruhuna (Z eitgeist) kar ı bir engel olarak kullanmasını beklerler. Buna
kar ılık, kamuoyunun ya da kamu ahlakının sö zcü leri yasaların ve yargı
merciilerinin dö nemin ruhuna ayak uydurmalarını, hukukun dö nemin
ruhuna gö re “geli mesini” beklerler. Ve gerçekten de, bu sö zcü ler sa lam
argü manlara sahiptir. Tü m kü ltü rlerde gö zlemlenebilen kamuoyu sü reci,
bir bü tü nle me aracı ve toplumu bir arada tutan, devamlılı ını sa layan
bir olgu olarak gö rü ldü ü nde, yasaların kamuoyuna kar ı uzun sü re direne -
meyece i sö ylenebilir. Elbette, zaman faktö rü burada ö nemli bir rol oyna
maktadır. Hukuk sistemine duyulan gü venin sarsılmaması için, moda
e ilimleri izlemekte çok da istekli olunmamalıdır. Reinhold Zippelius
konuyu “Verlust der Orientierungsgewissheit?” [Oryantasyonumuzu Yitir
dik mi?] ba lı ı altında i ler: “Konuyu hukuksal açıdan ele alacak olursak,
gü venilir, dü zgü sel davranı yapılarına duyulan gereksinim, hukuksal gü
venli e duyulan gereksinimdir... Hukuksal gü venli e duyulan gereksinim
1 5 2 KAMUOYU
her eyden ö nce, insanlararası davranı larda hangi dü zgü lerin geçerli olaca
ının ortaya konulması anlamına gelir. Birinci menfaat budur... ikinci
menfaat, hukukun sü reklili inin sa lanmasıdır. Ancak bö yle bir sü reklilik
gelecek oryantasyonu gü venli ini ve bö ylece, planlamayı ve dü zeni sa lar.
Dü zgü sel dü zenin olabildi ince istikrarlı olmasına ve hukukun geli iminin
tutarlılı ına gerek duyulmasının bir nedeni daha vardır: Geleneksel hukuk
i levselli ini kanıtlamı tır. Bu nedenle, Radbruch’un da dedi i gibi, hukuk
kolayca de i tirilmemeli ve her bireysel vakayı sınır tanımaz bir biçimde
hukuka dö nü tü recek anlık gereksinimlere kurban edilmemelidir”.5
Elbette kampanyaların amacı, insanlara bir karara varana kadar rahat
ça dü ü nme sü resi tanımak de il, amaca ula ılana, sa lam bir yer edinene,
olu turulmaya çalı ılan dü zenleme me rula ana ve zorunlu hukuk dü zeni
ne dö nü ene kadar heyecanı ayakta tutarak kamuoyunu harekete geçir
mektir. Niklas Luhmann “Kamuoyu” adlı makalesinde bu sü reci adım
adım anlatmaktadır. Gü ndemdeki konu, “geli iminin doruk noktasına
ula ır. Kar ıtlar mü mkü n oldu unca erteleme taktikleri geli tirmek, artlar
ö ne sü rmek, zaman kazanmak durumundadırlar; konuyu destekleyenler
ise, mevzuyu bü tçeye ya da hü kü met programına dahil etmeye çalı mak
zorundadırlar. Zaman çok kısıtlıdır, çü nkü çok geçmeden yorgunluk belir
tileri, tereddü tler ba gö sterir, kö tü deneyimler ya anmaya ba lar... E er
konuyla ilgili bir ilerleme kaydedilmezse, bu durum beklenen zorlukların
bir i areti olarak gö rü lü r. Çok geçmeden konu cazibesini yitirir”.6
Gerçi bu betimleme kamuoyunun ancak kısa vadeli, moda gibi geçici
bir hareketini anlatır, fakat yıllarca, yü zyıllarca sü ren kamuoyu hareketleri
de vardır. Ö rne in, Tocqueville’in gö zlemledi i ve bin yıldan beri sü regelen
daha fazla e itlik talebi. Fakat ö nemli bir konunun a amaları, Luhmann’m
betimledi i kariyer ö rne ine gö re geli ebilir.
A celeci yargıçlar ve kamu yö neticilerinin kamuoyuna, “toplumun
bakı açısına”, “toplumdaki e ilimlere” nasıl hem en el attıklarına bir ö r
nek de sigara içmeyenlerin yanında sigara içilmemesi kampanyasıdır. Ka
muoyu ara tırmaları aracılı ıyla arka planı daha ö nceki bir bö lü mde ortaya
konulan bu konunun geli imi yarım kalmı tır.7 Yine de bu kampanya
1975 yılında kamu sektö rü nde sigara içmeyenlerin yanında sigara içilme -
mesini ö ngö ren ya da zorunlu kılan bakanlık genelgelerinin yayımlanma
sını sa layacak kadar zemin kazanmı tır. 1974 yılında Stuttgart Bö lge
Mahkemesi -d ah a ö nceki kararlarından farklı olarak-takside sigara içen
yolcunun, sigara içmeyen ofö re saygısızlık etti ine karar verdi. 1975
yılında Berlin Yü ksek dari Mahkemesı’nin sigara içenleri “yasal anlamda
huzur bozucu” olarak tanımlamasıyla tartı ma doru a çıktı. Bu durumu
HUKUK VE KAMUOYU 1 5 3
h eiburglu hukukçu Joseph Kaiser ö yle yorumladı: “Bö ylece, sigara içen
ler, polis yasalarınca kesin tanımı yapılmı bir insan tipine dö nü tü rü lmek'
ı e, yani somut bir tehlikeden sorumlu ve suçlu ki i kategorisine sokulmak-
ı adır. Sigara içenler polisin kamu dü zenini korumaya ili kin yasalarınca
onaylanmayan ki i durumuna dü mekte ve bu hü kmü n do uraca ı yasal
sonuçlara maruz bırakılmaktadır. Bunun kavramsal ö n ko ulu, sigara içen
lerin sigara içmeyenler için somut bir tehlike arz etti ine dair yeterli
kanıtın bulunmasıdır. Oysa eksik olan tam da budur”.8 Gerçek kanıtlara
dayanmadan yasal dayanak yaratılması, kamuouyu sü recinin bir ö zelli i
dir. Yorumcu da sigara içmeyenlerin koruma altına alınmasını “en vogue”
[revaçta] diye nitelerken, moda terminolojisini kullanmayı tercih etmi tir.
Hukuk gelenekler tarafından desteklenmek zorundadır
Buna kar ılık, “toplumdaki hâ kim kanı”, kamuoyu, hukuk dü zgü lerinden
çok uzakla tı ında ve yasa koyucular tepki vermedi inde de son derece
kritik bir durum ortaya çıkar. Bu durum ö zellikle de, hukuksal dü zgü lerin
geleneksel temel de erlerle uyum içinde olmasına kar ın, gelene in, kamu
ahlakının, giderek de i ime u raması halinde gö rü lü r. Gü nü mü zde kamu
oyu ara tırmalarının bu sü reci hızlandırdı ı tartı ılmaz bir gerçektir. 1971 de
STERN dergisi Allensbach Enstitü sü ’nü n yaptı ı bir kamuoyu ara tırma
sını yayımladı. Bu ara tırmaya gö re, 16 ya ın ü zerindeki vatanda ların
% 46’sı kü rtajın kolayla tmlmasım talep ediyordu. Be ay sonra aynı anket
tekrarlandı ında bu oran % 4 6 ’dan % 5 6 ’ya çıkmı tı.9 Tocqueville’in
kamuoyundaki bazı gö rü lerin hâ lâ ayakta durdu u, ama bunların ardın
daki de erlerin çoktan paramparça oldu u “ö n cephe” e retilemesiyle
anlattı ı durumlardan biriydi bu.10 Bu durum açıkça ifade edilmedi i
sü rece, “ö n cephe” ayakta kalır; fakat bo luk-bugü n kamuoyu ara tırma-
lanyla- ortaya çıktı ında aniden çö kebilir. Bunun sonucunda, hukuksal
ya am açısından ho gö rü lemez olaylar patlak verebilir: Buradaki somut
ö rnekteki kadmlann “ben kü rtaj yaptırdım” diyerek yasaları çi nediklerini
açıkça itiraf etmeleri gibi.11
Yasalar, ö rf ve adetler tarafından desteklenmedikleri sü rece uzun sü re
ayakta kalamazlar. Dı lanma korkusu ya da çevre tarafından kınanma
korkusu gibi içsel sinyaller, davranı ları dı sal resmi hukuktan daha çok
etkilerler. John Jocke’un “kamuoyuna ya da ö hrete dayanan hukuk” ola
rak, iki yü z yıl sonra Edward Ross’un da “toplumsal denetim” olarak tanım
ladı ı olgu, 20. yü zyılda sosyopsikologlar tarafından deneylerle kanıtlan
mı tır. Bu deneylerden birinde, trafik lambası yayaya kırmızı yanarken kaç
154 k a m u o y u
yayanın kar ıdan kar ıya geçti i ü ç de i ik durumda gö zlemlendi: 1. Kimse ,
kö tü ö rnek te kil etmedi inde, 2. giysilerinden alt tabakadan geldi i belli
olan bir adam kırmızı ı ıkta kar ıdan kar ıya geçti inde, 3. yü ksek tabaka
dan, iyi giyinmi bir adam kırmızı ı ıkta kar ıdan kar ıya geçti inde. Ara
tırmaya katılan asistanlar yü ksek ya da a a ı tabakadan ki i kılı ına girdiler.
A ra tırm a d a yakla ık 2100 yaya gö zlemlendi. Sonuç: 1. durumda, yani
hiç kimse yayalara kö tü ö rnek olmadı ında, yayaların sadece % l ’i kırmızı
ı ıkta kargıdan kar ıya geçtiler. 2. durumda, alt tabakayı temsil eden kö tü
giyimli model kırmızı ı ıkta kar ıdan kar ıya geçti inde yayaların % 4’ü
onu izlerken, yü ksek tabakadan iyi giyimli adamın kırmızı ı ıkta kar ıdan
kar ıya geçti i 3. durumda onu izleyen yaya oranı % 14’ü buluyordu.12
K a m u o y u n u n yasalarla de i tirilmesi
Hukuk ve kamuoyu arasındaki ili ki ters yö nde de i leyebilir. Kamuoyunu
istenilen yö nde etkilemek için yasalar konabilir ya da mevcut yasalar
de i tirilebilir. Albert Dicey, hukuk ve kamuoyu alanında bir klasik eser
olan The Rdation o fL a w and Public Opinion in England, During the N ine-
teenth Century [ ngiltere’de 19. Yü zyılda Hukuk ve Kamuoyu Arasındaki
li ki] (Londra, 1905)13 adlı konferans notlarında, daha sonra kamuoyu
ara tırmalarıyla da kanıtlanan bir gö zlemini açıklamı tı: Bir yasanın sırf
çıkartılmı olması bile, bu yasayı onaylama e ilimini artırmaktadır. lk
bakı ta garip gelen bu durumu Dicey’nin herhangi bir ampirik araç kul
lanm adan tespit etmi olması hayli ilginçtir. Dicey bu durumu açıklamakta
zorlanm ı tı ama bugü n suskunluk sarmalı kuramı donanımına sahip olan
bizler, yasa haline gelmi bir eyi onaylamanın dı lanma tehlikesini azalttı
ını ö ne sü rebiliriz. Kamuoyu ile yasallık arasındaki hassas ili ki bu hare
kette ifadesini bulmaktadır. Dicey u teoremi kurmu tur: L auıs foster and
create opinion [yasalar kamuoyunu olu turur ve gü çlendirir].14
sten ilen yö nde yasalar çıkartılarak kamuoyu olu turmanın mü mkü n
olması, kamuoyunun manipü le edilmesi ya da politik gü cü elinde bulun
duranların bu durumu kullanması tehlikesini akla getirmektedir. lgili
konu bir kez yasa haline getirildikten sonra yeterince onaylanıp onaylan
mayaca ı ya da bir toplumun karar almasını sa layan bü tü nle me kuralla
rına çok mu aykırı davranıldı ı da ku kuludur.
1975’te Alman ceza hukukunda yapılan reform ve 1977’de yü rü rlü e
giren yeni bo anma yasası, yeni yasal dü zenlemelerin, kamuoyunun kaldı
ra b ile c e in d e n çok daha ileri gitti i durumlara birer ö rnek olu turmakta
dır. Kaldı ki, Almanya’da çocukların anne-babalarıyla ili kilerinde zayıf
HUKUK VE KAMUOYU 1 5 5
lablo 20: Kamuoyu ile hukuk arasındaki ili ki.
( )mek: Bo anma yasası reformu
Soru: Ahlaki bir suçun varlı ına inanıyor musunuz? Yani sizce insan ba ka birine kar ı
suçlu olabilir mi, yoksa suçluluk dü ü ncesi artık geride mi kaldı?
16 ya ından bü yü k vatanda lar
%
Suç vardır
78
Suçluluk dü ü ncesi geride kaldı
12
Bilmiyor, fikri yok
10
100
n=
1015
Soru: Burada iki ki i, insanın suçluluk duygusuna sahip olup olmaması gerekti i hakkında
sohbet ediyor. Bunların gö rü lerini okuyunuz. Hangisinin gö rü lerine katılırdınız? (Burada
soruyla ilgili bir resim gö sterilir).
16 ya ından bü yü k vatanda lar
%
" nsan suçluluk duygusuna sahip olmalı yoksa
ba kalanm kırmayı ve mutsuz etmeyi umursamaz”
72
“Bence insan suçluluk duygusuna sahip olmamalı.
Bu duygu insanı mutsuz eder, ba ımlı kılar.
Bö yle bir duygunun kimseye yaran yoktur”
18
Kararsız
10
100
n=
1016
Soru: Yeni bo anma yasasına gö re, evlili in yıkılmasında hangi tarafın suçlu oldu unun
ö nemi yok. Sizce bu do ru mu yanlı mı?
16 ya ından bü yü k vatanda lar
%
bo ru
24
Yanlı
57
Kararsız, bilmiyor
19
100
n=
495
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3071, Temmuz 1979.
1 5 6 KAMUOYU
Soru: .B o an m a yasası reformundan ne kadar memnunsunuz?
16 ya ından bü yü k vatanda lar
%
(Suçluluk prensibi yerine iddetli geçimsizlik
prensibine dayanan) yeni bo anma yasasından
çok memnunum
1
oldukça memnunum
20
pek memnun de ilim
23
hiç memnun de ilim.
35
cevap yok
15
100
n=
2033
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 3062, Kasım-Aralık 1978.
taraf olmaları nedeniyle vesayet yasasında yeni dü zenlemelere gidilmesi,
17-23 ya grubu tarafından bile gerekli bulunmamı tı. Ara tırmada u
soruyu yö neltmi tik: “Sizce, gençlerin ailelerine kar ı daha fazla hakka
sahip olmaları için devletin yeni yasalar koyması gerekli mi, yoksa gerekli
de il mi?” Gençlerin % 22’si “gerekli” yanıtını verirken, % 64’ü bunun
gerekli olmadı ı yö nü nde gö rü bildirdi.15 Yeni bo anma yasası ise, halkın
bü yü k ço unlu unu hukuk ve gelenek arasında bırakarak, ikiye bö lmü tü .
1979 yılının Temmuz ayında Allensbach Enstitü sü tarafından yapılan
bir anket, suçun gerçekli ine dair ahlaki duygular ile suçun bilincine
varılmasının insanın gö revi oldu unu net bir biçimde ortaya koydu. Oysa
yeni bo anma yasası halktan, bo anmada suçun hangi tarafta oldu unun
herhangi bir rol oynamadı ını, dolayısıyla bo anmanın maddi sonuçlar
do urmaması gerekti ini kabul etmesini istiyordu. Halkın ço unlu u bu
gö rü ü benimseyemiyordu. Tartı maya açılan dö rt yasa reformu içinde
en ba ansız reform olarak yeni bo anma yasası gö rü lü yordu (Tablo 2 0 ).16
Burada Rousseau’nun kamuoyuyla hukuk arasındaki ili kiyi nasıl gö r
dü ü nü anımsamakta yarar var: “Akıllı bir devlet adamı, ö zü nde iyi bile
olsa, yasa koymadan ö nce, bir yapıyı in a etmeden zemini, topra ı kontrol
eden ve dayanma gü cü nü ö lçen bir yapı ustası gibi, halkının bu yasaları
kaldırıp kaldıramayaca ını kontrol etmelidir”.17 Rousseau için yasalar “genel
iradenin ö zgü n bir ilanı”n d an 18 ba ka bir ey de ildir. “Ali govemments
rest on opinion” diyen David Hume’la aynı gö rü ü payla an Rousseau
ö yle der: “Dü nyanın kraliçesi Kanaat, asla kralların boyunduru u altına
girmemi tir, bilakis krallar onun ilk kö leleridir”.19
XVI
Kamuoyu Bütünle meyi Sa lar
Kamuoyunun etkilerini ve buna gö re hukuk ile kamuoyu arasındaki ili ki
nin nasıl olması gerekti ini ele aldı ımızda, bü tü nle meden de sö z ettik.
Peki bu kavram yeterince açık mıdır?
Ampirik ara tırmalar beklentilerimizi kar ılayamamaktadır
1950 yılında Amerika’da yayımlanan bir bilanço bugü n bu konudaki en
iyi tespit olma ö zelli ini korumaktadır. “Comte ve Spencer’dan bu yana
toplumbilimciler, kü çü k toplumsal birimlerin bir toplumsal bü tü n olu tu
rana kadar nasıl bü tü nle tirildikleri sorusu ü zerinde kafa yordular... Bir
grup ile çok sayıda bireylerden olu an yalın bir toplam arasındaki fark
nedir? Bunları hangi anlamda bir bü tü n olarak nitelendirebiliriz? Bu bü tü
nü n ö zellikleri nelerdir?... Bü tü nle menin derecesi nasıl ö lçü lü r?... Bü
tü nle me hangi ko ullar altında gü çlenir? Hangi ko ullar altında zayıflar?
Yü ksek dereceli bir bü tü nle menin sonuçları nelerdir? Bü tü nle me dere
cesi dü ü k oldu unda ne tü r sonuçlarla kar ıla ılır? Toplumbilimin bu
tü r sorunsalların ele alındı ı temel ara tırmalara gereksinimi vardır”.1
158 KAMUOYU
Burada alıntıladı ımız Werner S. Landecker, Talcott Parsons gelene
inden gelen ve toplumsal sistemlerde bü tü nle me ve bü tü nle menin
sistemdeki rolü ü zerinde çalı an kuramcılar arasında dikkat çekmektedir,
çü nkü Landecker 20. yü zyıldaki hâ kim ekolden farklı olarak, ampirik
ara tırma yö ntemleri ve ö lçü m yö ntemleri pe indedir. Landecker bize
çe itli ö lçü tler sunar ve toplumsal bü tü nle me hakkında yeterince bilgi
sahibi olmadı ımız için basit bir genel-geçer ö lçü t ö nerilemeyece ini sö y
ler. Landecker bilgi derken, ampirik yö ntemle kanıtlanmı bilgiyi kasteder.
O na gö re, dö rt çe it bü tü nle me ve dö rt çe it ö lçü m tü rü vardır:
1. Kü ltü rel Bü tü nle me: Bir toplumun de erler sistemi, bu de erle
re gö re ya amayı ne ö lçü de mü mkü n kılar? Ya da bir toplumun ü yelerin
den beklenenler ne oranda çeli kilidir (mantıksal de il, pratik dü zeyde) ?
Landecker Batı toplumlanndaki çeli kili talepler için ö zgecili i ve rekabet-
çili i ö rnek gö sterir.2
2. Dü zgü sel Bü tü nle me: Bir toplumun davranı kurallarıyla bu top
lumun ü yelerinin gerçek davranı ları birbirinden ne kadar farklıdır?3
3. leti imsel Bü tü nle me: Bir toplumdaki alt gruplar —cehalet, olum
suz yargılar, ö nyargılar nedeniyle- birbirlerine kar ı ne kadar kapalıdırlar?
Birbirleriyle ne ö lçü de ileti imde bulunurlar?4
4. levsel Bü tü nle me: Toplumdaki bireyler arasındaki i ve rol da ı
lımında kar ılıklı yardım ve i birli i hangi boyutlardadır?5
Buradaki genel bakı ta ortak ya antılarla olu turulan bü tü nle meler
anılmamaktadır: Ö rne in, dü nya futbol ampiyonası, halkın yarısını tele
vizyon ba ına toplayan dizi ya da -1 9 6 5 ’teki ö rne i tekrarlayacak olursak—
ngiltere kraliçesinin Almanya ziyaretinin halkta uyandırdı ı ulusal gurur
duygusu ve bayram havası. Hele hele modanın bü tü nle tirici etkisinden
hiç sö z edilmemektedir.
Rudolf Smend’in bütünle me ö retisi
1920’li yılların sonundan itibaren bir “bü tü nle me ö retisi” olu turmaya
çalı an hukukçu Rudolf Smend6 “bü tü nle me” konusunda farklı bir yak
la ım sergilemektedir: “Bü tü nle me sü reci bilinçli bir sü reç olmaktan
çok, kasıtlı olmayan bir yasallık ya da ‘sa duyunun kurnazlı ı’ çerçevesin
de cereyan eder. Bu nedenle, genellikle bilinçli bir anayasal dü zenlemenin
nesnesi olamadı ı gibi, kuramsal tartı maların nesnesi oldu u da pek
enderdir... Ki isel bü tü nle me, liderler, hü kü mdarlar, krallar, her tü r kamu
gö revlisi tarafından sa lanır gö rü nmektedir... levsel bü tü nle me, birbi
rinden çok farklı kolektif ya am biçimleriyle ortaya çıkar: Ortak edim
KAMUOYU BÜ TÜ NLEŞMEYİ SAĞ LAR 1 59
ve hareketlerin ilkel, duyumsal ritminden ... daha karma ık ve dolaylı
biçimlere, ö rne in seçimlere kadar... seçimlerin, belirli kararları uygula
ma aracı oldu u yü zeyde bilinir ama en az bunun kadar ö nemli olsa da,
kanaat, grup, parti, ço unluk yoluyla bir siyasi toplum olu turdu unun
daha az bilincine varılmı tır... Nesnel bü tü nle mede ise, devletin amaçlan
olarak anla ılan ama bir yandan da bir bü tü nle me aracı olarak ... toplu
mu bir arada tutan devlet ya amının tü m unsurları etkili olm aktadır...
Bu nedenle, bayraklar, armalar, devlet ba kanları, siyasi tö renler, ulusal
bayramlar gibi siyasi me ruluk faktö rlerinin, siyasi de erler bü tü nü nü n
simgelerinin en mantıklı yeri burasıdır.. .”7
“Bütünle me”, “uyum sa lamak” kadar sevimsiz mi?
Bu alanda, Smend’in bü tü nle me ö retisinden ve Landecker’in yeterince
ampirik ara tırma yapılmadı ına dair yakınmalarından ba ka geli me kay
dedilmemi tir. Bu bir tesadü f de ildir; bireyin dı lanma korkusunun yete
rince ara tırılmamı olmasından kaynaklanmaktadır. Edvvard Ross’un
toplumsal denetim ü zerine yazdıklarına baktı ımızda, 19. yü zyıl sonların
da ‘bü tü nle me’8 sö zcü ü nden bugü nkü ‘uyum sa lama’ sö zcü ü kadar
nefret edildi i sonucunu çıkanyoruz. 20. yü zyılda toplumbilimciler, bü tü n
le menin toplumun istikrarını sa lamada oynadı ı rolü , i lev ve yapılarını
açıklayan kuramlar olu turmakla ilgilenmi ler, ampirik ara tırmalara ikin
cil bir ö nem atfetmi lerdir. Fakat bü tü nle me konusunu ampirik bir bakı
açısıyla ele alan eserler -burada ö zellikle de Durkheim’m kapsamlı çalı
maları anılabilir- kamuoyunun bir bü tü nle me i levine sahip oldu u yo
lundaki varsayımla çeli memekte, aksine bunu desteklemektedirler.
Landecker’in terminolojisinde, ö zellikle de, dü zgü sel bü tü nle me ile
kamuoyunun, yü zyıllar boyunca algılanan “ahlak bekçisi” rolü arasındaki
ba lantı vurgulanmı tır: Dü zgü ve gerçek davranı ların ö rtü mesinin ge
rekmesi ve bundan bir sapma oldu unda, dı lamayla cezalandırılması. -
Z eitgeist (Dönemin ruhu): Bütünle menin meyvesi
leti imsel bü tü nle me denildi inde, kamuoyunu feodal toplumun parça
lanması sona erdikten sonra ortaya çıkan bir olu um olarak gö ren Tocque-
ville akla geliyor: O na gö re, parçalanma devam etti i sü rece kapsamlı
bir ileti imden sö z etmek mü mkü n de ildir. Modern Batı toplumlarında
gö rü len, fikir ya da ki ilere yö nelik onay ya da reddin azalması ya da
artmasmı istatistikvari bir biçimde algılama yetene i, bü yü k bir ileti imsel
160 KAMUOYU
bü tü nle me i areti olarak de erlendirilebilir. Ve nihayet, genel seçimler
den ö nce ya anan ve ampirik yollarla da tespit edilebilen o tuhaf co ku
ile Smend’in dü ü nceleri arasında bir ba lantı kurulabilir; seçimlerin bir
hedefe ula mak gibi açık bir i levin yanı sıra, bü tü nle me gibi ö rtü k bir
i leve de sahip oldu u sö ylenebilir. Landecker, “gü çlü bir bü tü nle menin
sonuçlan nelerdir?” diye sormu tu. Gö rü nü e bakılırsa, bü tü nle me insan
ları mü thi bir co kuyla dolduruyor. Am a herkesi de il. Kimleri de il?
Bu soru bizi marjinallere gö tü rü r. Sokrates ile Adeimantos’un de i en
mü zi in zamanın da de i ece inin bir i areti oldu una dair sohbetlerinden
sö z etti imizde, bu noktaya çok yakla mı tık. Zaman -burada saat ve
takvimin gö sterdi inden çok daha fazlası sö z konusudur. Kamuoyu zaman
duygusuyla beslenir ve “Zeitgeist” dedi imiz ey pekâ lâ bü yü k bir bü tü nle
me ba arısı olarak gö rü lebilir. Bö ylesi bir bü tü nle me ba arısında suskun
luk sarmalı gibi sü reçlerin oynadı ı rolü , Goethe ü nlü yazısında ö yle
dile getirmi tir: “E er bir taraf fazlasıyla ö n plana çıkıp kalabalı ı etkisi
altına alırsa ve bu durum, kar ı taraf -g eçici de olsa- bir kö eye sinip
saklanmak zorunda kalana dek devam ederse, o hâ kim unsura dö nemin
ruhu ( Zeitgeist) adı yerilir ki, bir mü ddet daha varlık gö sterecektir bu”.9
Landecker’in ilk bü tü nle me ö lçü tü olarak nitelendirdi i kü ltü rel bü
tü nle me, de erler sisteminin yıkıldı ı, yerine yeni de erlerin konuldu u,
bireyden beklenilen eski ve yeni davranı ların katlanılmaz derecede iç
içe geçti i dö nemler açısından ilginç bir ara tırma konusu olabilir. Peki,
kamuoyu sü reçleri bö yle dö nemlerde geçerlili ini yitirir mi?
Toplum bir tehlikeyle kar ıla tı ında kamuoyu baskısı artar
Kamuoyu sü reçlerinin incelenmesinde kullanılan ara tırma yö ntemleri
henü z çok yeni oldu u için bu sorunun cevabını imdiden vermek zordur.
Fakat kriz zamanlarında toplumdaki uyum baskısının arttı ına dair ipuçla
rına rastlıyoruz. Burada yine Tocqueville’in Amerikan demokrasisi tasviri
ni ve oradaki kamuoyunun acımasız despotlu undan yakınmasını anımsa
yalım. Tocqueville bu durumu a ırı bir e itlik inancıyla, hep bir tü r yol
gö sterici de olan otoritenin yoklu uyla açıklar. O na gö re, ço unlu un
kanaatlerine bu kadar sıkı sıkıya sarılmasının nedeni budur. Fakat Tocque-
ville’in Amerika’da gö zlemledi i kamuoyu mekanizmalarının keskinli i
nin bir di er nedeni de, çok de i ik kü ltü rlerden olu an bir topluma
ö zgü o hassas denge olabilir. Kü ltü rel bü tü nle me oranının dü ü k oldu u
toplumlarda, ö rne in tek bir potada eriyen farklı kü ltü rlerden olu an
bir toplumda, bü tü nle meye daha fazla gereksinim duyulabilir. Bu durumu
KAMUOYU BÜTÜNLEŞMEYİ SAĞLAR 1 6 1
gü nü mü ze uyarladı ımızda, de erler sisteminin sü rekli de i mesinden
ö tü rü kü ltü rel bir bü tü nle me sa lanmadı ını, dolayısıyla, bü tü nle meye
duyulan gereksinimin daha fazla oldu unu iddia edebiliriz; bu durumda
kamuoyunun dizginleri, yani bireyi dı lama tehditi sıkıla tırılır. O zaman
da kamuoyunun etkilili inin dikkat çekmeye ba ladı ı ko ullar ortaya
çıkar: Daha ö nce de belirtti imiz gibi, en iyi kamuoyu gö zlemleri devrim
dö nemlerinde yapılmı tır.
Kamuoyu ile bü tü nle me arasındaki ili kiyi kurcaladı ımızda, kendi
mizi bilimsel ara tırmalar yapılmamı bir alanda buluruz. Daha ö nceki
bir bö lü mde de indi imiz Stanley Milgram,10 ba ka ü lkelerdeki insanların
da Amerikalılar gibi konformist olup olmadıklarını ö renmek için Asch’in
deneyini uygulamak istedi inde, toplumsal yapılarının birbirine zıt
oldu unu dü ü ndü ü iki Avrupa ü lkesini seçti: Bireycili e bü yü k de er
veren Fransa ile insanlar arasında sıkı ba lar oldu unu varsaydı ı Nor
veç.11 ki ü lkedeki deneklerde de dı lanma korkusu tespit edilmi olsa
da, Norveç gibi bü yü k bir toplumsal bü tü nle menin sa landı ı bir ü lkede
uyum baskısı çok daha gü çlü ydü . Bu gö zlem, TocquevilIe’in tespitlerinde
yanılmadı ını kanıtlamaktadır: Tocqueville’in de bıkmadan usanmadan
vurguladı ı gibi, e itlik ne kadar çok ise, kamuoyunun baskısı da o kadar
bü yü k olur. Yine de Tocqueville’in u yorumu biraz yapmacıktır: Bü yü k
bir e itli in hâ kim oldu u ko ullarda, birey ço unlu un kanaatlerine uy
mak zorundadır, çü nkü insanın daha iyi yargılara sahip olmasını sa layan
ipuçları, ö rne in hiyerar ik prensipler eksiktir. Oysa, modern ampirik
gö zlem araçlarına sahip olan bizler, baskının sayısal bir ço unluktan de il,
bir tarafın gö rü lerini saldırganca savunmasından, di er tarafın da dı lan
ma korkusu içinde sinmesinden kaynaklandı ını gö rebiliyoruz.
Bü tü nle me derecesi ile kamuoyu baskısı arasında basit bir ili ki kur
mak yanlı olur. Norveç’te uyum baskısını bu kadar gü çlü kılan ey “e it
lik” mi, yoksa tersine, uyum baskısının ba ka kö kenleri var da bunlar
e itli e mi yol açıyor? Zor do a ko ulları, ö rne in ormanda ya ayan ve
avcılıkla geçinen bir kabile ü zerinde de benzer bü tü nle me etkilerine
neden olabilir miydi? Belki de anahtar, bir toplumun -ister içsel olsun,
ister dı sal- kar ı kar ıya kaldı ı tehlikededir: Bü yü k bir tehlike, daha
çok bü tü nle meyi gerektirir; daha çok bü tü nle me ise kamuoyunun daha
sert tepkileriyle zorlanır.
XVII
Kamuoyuna Meydan Okuyanlar:
Marjinaller; Sapkınlar, Sıradı ı Ki iler
Burada, bireyin dı lanma korkusundan kaynaklanan sosyopsikolojik bir
sü reç olarak betimlenen kamuoyu yalnızca bir uyum sa lama baskısı mıdır?
Suskunluk sarmalı yalnızca kamuoyunun kendini nasıl kabul ettirdi ini
ve nasıl zemin kazandı ını mı açıklar? Kamuoyunun nasıl de i ti ine bir
açıklama getirmez mi? -
Kamuoyunu de i tirebilecek olanlar, dı lanmaktan korkmayanlardır
imdiye dek hep ü rkek ve dikkatli, yani dı lanmaktan korkan insanlar
ü zerinde yo unla tık. Biraz da, dı lanmayı umursamayan ya da ba ka bir
ey için gö ze alabilen insanlar ü zerinde, bu renkli topluluk ü zerinde dura
lım. Bu insanlar topluma “yeni bir mü zik” sunan mü zisyenlerdir, bir evin
çatısını delmi dı arıyı seyreden iri bir ine in resmini -C hagall’in 1917
tarihli bir tablosu (“A hır”)— yapabilen ressamlardır; ya da John Locke
gibi, insanlann dinin emirlerine ve devletin kurallarına de il, kamuoyu
yasalarına riayet ettiklerini iddia edebilen dü ü nü rlerdir. Locke biraz daha
erken ya amı olsaydı, dü ü ncelerinden dolayı diri diri yakılmaya mahkum
edilebilirdi. Bu renkli çevrelerde, sapkınlarla, sabit bir kamuoyuna tezat
MARJİNALLER, SAPKINLAR, SIRADIŞI KİŞİLER 1 6 3
olu turan, zamana ba lı oldukları halde zamandı ı kalan o insanlarla,
genel çizgiden sapanlarla kar ıla ıyoruz. Amerika’da yapılmı bir ara tırma
Heros, Villains and Fools, as Agents o f Social Control 1 [Toplumsal Denetimin
Aracıları Olarak Kahramanlar, Serseriler ve Çılgınlar] ba lı ını ta ıyordu,
yani kahramanlar, çılgınlar, alçaklar ya da bugü nkü deyi le, “tu kaka”
adamlar sö z konusuydu. Fakat toplumun konformist ü yeleriyle sıradı ı
insanlar arasındaki ili ki, kesinlikle yalnızca de erler sisteminin ve genel-
geçer toplum kurallarının vurgulanması ve bunları ihlal edenlerin te hiri
olarak anla ılmamalıdır.
Suskunluk sarmalı kavramına gö re, dı lanma korkusu duymayanlar
ya da dı lanmayı gö ze alanlar toplumu de i tirme olana ına sahiptirler.
Rousseau, “alay edilmeye ve ayıplanmaya katlanmayı ö renmek zorunda
yım” diye yazmı tı.2 Mutlulu un kayna ı olan ve insanların kendilerini
gü vende hissetmek için gereksinim duydukları uzla ma, gelece in yolunu
dö eyen marjinalleri, sanatçıları, bilim adamlanni ve reformcuları deh ete
dü ü rmektedir. Friedrich Schlegel 1799’da ö yle bir canavar tasvir etmi
tir: “Zehirden i mi gibiydi, saydam derisi rengâ renk parıldıyordu ve
ba ırsakları solucanlar gibi kıvrım kıvrım kıvrılıyordu. Korkulacak bü yü k
lü kteki bedeninin her tarafından çıkan yengeç kıskaçlarını açıp kapatıyor
du. Bazen bir kurba a gibi sıçrıyor, sonra yine sayısız kü çü k aya ıyla,
i renç bir yava lıkla yerde sü rü nmeye ba lıyordu. D eh et içinde arkamı
dö ndü m, ama beni izlemeye yeltendi i için, sırtına gü çlü bir tekme indir
meye cesaret edebildim. Birdenbire bana sıradan bir kurba aymı gibi
geldi. a kınlı ım, hemen yanıba ımdaki biri u sö zleri sö yledi inde daha
da arttı: ‘ te bu kamuoyu.. .”’3
6Ö ’lı yıllarda uzun saçlı delikanlılarla kar ı kar ıya gelen halk korkmak
ta haklıydı: Dı lanmaktan korkmayanlar, dü zeni yıkabilirler.
Öncüler kamuoyuna ancak bir uyurgezer kadar tepki gösterirler
Yenilikçilerin tipolojisi kamuoyuyla ili kilerine gö re çıkarılmalıdır. Bir
kere, yeniliklerin yolunu açan sanatçı ve bilim adamları vardır; çalı mala
rının yankı bulmaması ya da dü manlıkla kar ıla mak onlan pek etkilemez.
Oysa toplumsal ili kileri ya da belirli dü ü nce kalıplarını de i tirmeye
çalı an reformcuların durumu daha de i iktir: Dü manlık gö recekleri
bir kamuoyunu gö ze alırlar, çü nkü ba ka tü rlü misyonerlik yapamazlar.
Yine de kar ıla tıkları bu dü manlık onlara acı verir. kinci bir reformcu
tipi daha vardır ki -bü yü k ve kü çü k çap lı- kamuoyu provokasyonunu
neredeyse amaç edinmi tir. Bunlar için, ço unlu un olumsuz tepkisi bile
164 KAMUOYU
hiç dikkat çekm emekten daha iyidir. 20. yü zyılda kamuoyunun medya
aracılı ıyla ola anü stü yaygınla mı olmasından ö tü rü , bu konuda yeterin
ce ö rnek vardır. Ö rne in, srail Gizli Servisi, Arap terö rist lider Wadi
Hadad’ı, dı dü nya tarafından dı lanmaktan mistik bir zevk duyan, bu
nedenle de farklı yasa ve kurallan benimseyen biri olarak nitelendirmi ti.4
Ya da yö netmen Rainer Werner Fassbinder bir filmi hakkında unları
sö ylemi ti: “Kendimi hastalıklarım ve ü mitsizli im do rultusunda gerçek
le tirme hakkına sahip olmalıyım, ö yle de il mi? Kamuoyu ö nü nde ken
dim hakkında dü ü nebilmek için ö zgü rlü e ihtiyacım var”.5 Burada artık
ö nemli olan onaylanma ya da kınanma de il, bireyin kamuoyuyla tema
sından kaynaklanan yakıcı bir heyecan ve bireysel varolu un sıkı ıklı ın
dan kurtulmu olma duygusudur. Kamunun sarho edici etkisi; bir uyu tu
rucu olarak kamu: Bu heyecanı yaratan ey nedir? Bunun nedeni belki
de tehlikedir, yani içten içe kamuyla ili kinin tehlikeli, hatta toplumdan
dı lanıldı ında ö lü mcü l oldu unu bilmektir.
Kamudan ötürü acı çekmek - ancak kamu içinde var olabilmek
Bu konuda gü nü mü zden ö rneklerin yanı sıra, 16. yü zyıldan ö rnekler de
verebilir ve Martin Luther ile Thomas Mü ntzer’i kar ı kar ıya getirebiliriz.
Luther’in kamudan ö tü rü acı çekti i ama kendini kamuya maruz bırak
maktan ba ka çare gö rmedi i açıktır. Kaçınılmaz olanla yü z yü ze gelir:
“Birçok ki i bundan ö tü rü beni a a ılayacak olsa b ile ...”6 —“Ba kaları
a zını bile açmıyor”, der Luther,
.zaten onlar sustukları için benim bu
i i yapmam gerekiyor”. Luther mesajlarının tü m ü lkede nasıl bir hızla
yayıldı ını “dü ü ncelerim neredeyse on dö rt gü n içinde Almanya’yı sardı”
diye anlatır, kamuyla ya adıklarının hızından nefes nefese kalmı tır ve
durumu “ortalı ı kasıp kavuran bir fırtınaya” benzetir. “Bu ü nden ho lan-
mamı tım, çü nkü (dedi im gibi) ben bile nedenini kavrayamıyordum ve
bu arkı benim sesim için fazla tizdi”.
Thomas Mü ntzer ise bunun tam kar ın bir tablo sunmaktadır. Mü ntzer
de kamuoyu sü reçlerinin keskin bir gö zlemcisidir: “Ü lke çalkalanmakta,
dü ü nceler de ö yle... Ö yleyse, dü zeni çabucak kurmak gerekiyor. Peki
nereden ba lamalı? çin dı a dö ndü ü yerden, yani modadan. Gö mlek
de i ir gibi kanaat de i tirilirse, o zaman gö mlek ve ceket de i tirilmesini
yasaklamak gerekir, bö ylece belki istenmeyen kamuoyu de i imlerinin
ö nü ne geçilmi olur”.
Nasıl ki, kimsenin yeni mü zi in geli imine engel olamayaca ı biliniyor
sa, sö ylediklerine bakılırsa Mü ntzer de, istense de istenmese de gö mlek
MARJİNALLER, SAPKINLAR, SIRADIŞI KİŞİLER I 6 5
ve ceketin de i tirilmesine engel olunamayaca ının farkındadır. Luther’in
tersine Mü ntzer kamudan ö tü rü acı çekmemekte, tehlikelili inin farkında
olmasına ra men, belki de sırf bu yü zden, onu sevmektedir. “Tanrı korku
su saf bir korku olmalı, insanlar ya da di er yaratıkların korkusu bula ma
mak. .. Çü nkü zaman kö tü , gü nler eytanidir”.7 Dö nemin ruhunu ifade
edebilmek, onu dillendirebilmek, fakat yapıtı unsurlara sahip bir program
olu turamamak, kamuyla kurulan Iibidinal ili kinin bir ö zelli i midir?
Tarih Mü ntzer’in mü zi inin ancak yıkıcı olabildi ini gö stermi tir.8
Bireyin kamuyla ili kisini ele alan bir tipoloji henü z geli tirilmedi.
Dı lanmaktan korkmayan ya da dı lanma korkusunu a an o sıradı ı çevre,
ampirik ara tırmalar olmaksızın tanımlanamayacaktır. Emin oldu umuz
bir ey varsa, o da bu ki ilerin toplumu de i ime yö nlendirdi i ve suskun
luk sarmalı sü recinin dı lanmaktan korkmayanlara yaradı ıdır. Kamuoyu
ba kaları için bir uyum baskısıysa, onlar için de i imin manivelasıdır.
Müzik neden ve ne zaman de i ir?
Havada ne vardır, rü zgâ r hangi yö nden eser ki, insan kamuoyu fırtınasına
kar ı direnemez, “a tidal volüme and suıeep” [ortalı ı kasıp kavuran bir
deprem dalgası] (Edward Ross) :9 Burada kullanılan dil, yazgı benzeri bir
durumla, do a gü çlerinin iddetiyle kar ı kar ıya oldu umuzu açı a vuru
yor. Fakat “yenilikler nasıl ba lar?” sorusuna yanıt veremiyoruz. Niklas
Luhmann’ın kamuoyu ü zerine yazdı ı makalesinden yola çıkarak bazı
nedenler ileri sü rebiliriz: Krizler ve kriz belirtileri,10 ö rne in her zaman
berrak akan bir nehir, birdenbire bulanıkla ıyor. Ö nce sadece ki isel bir
korku olarak kendini hissettiren kriz, bir kitapta dilleniyor, hatta kitabın
ba lı ı oluveriyor: Silen t Spring [Sessiz Bahar].11 Ya da Luhmann’a gö re:
Birincil derecede ö nemli de erlerin tehdite u raması ya da zedelenmesi.10
1961 A ustos’unda Berlin duvarının in asından hem en sonra kamuoyu
nun Adenauer hü kü metine gö sterdi i radikal tepki ö nceden kestirilemez
di, çü nkü ba ından beri, ü stü n de er “ulus” gö z ardı edilmi ti. Beklenm e
yen olaylar kamuoyunu harekete geçirir: “Yeni olanın ö nemli oldu una
dair bir sanı vardır”.12 Acılar ya da medeniyetin acı yedekleri nedenleri
do urur. Luhmann, “ö zellikle de ö lçü lebilir ve kar ıla tırılabilir tü rden
maddi kayıplar, bü tçe kısıtlamaları, statü kaybı” gibi olgulardan sö z eder.12
Ama hiçbir kriz, hiçbir tehdit, 6 0 ’lı ve 70’li yıllardaki kadın hareketinin
kamuoyunda neden bu kadar ö nemli bir konu haline geldi ini açıklaya-
mamaktadır.
Mü zik neden ve ne zaman de i ir?
XVIII
Kamuoyunun Bir Ta ıtı Olarak
Stereotipler (Kli eler): Walter Lippmann
20. yü zyılın ortalarında, kamuoyunun ö zü ne ili kin kavrayı ların çoktan
yok oldu u bir dö nemde, iki ayrı kitap yayımlandı. Her iki kitap da Public
Opinion [Kamuoyu] adını ta ıyordu. Birincisi Luhmann’ın daha ö nce
birçok kez alıntı yaptı ımız makalesi,1 kincisi ise W alter Lippmann’ın
1922 yılında yayımlanan kitabının yeni baskısıydı.2 Her iki kitapta da
kamuoyunun etkilerinin bilinmeyen yö nleri ara tırılmı ve kamuoyu ile
muhabirlik arasındaki ili kiye dikkat çekilmi tir.
Lippmann’ın kitabı tü rü nü n ilk ö rne idir. “Kamuoyu” adım ta ımasına
ra men, gariptir ki kitabın kamuoyuyla dolaylı bir ilgisi vardır. Lippmann’ın
kamuoyu tanımı, kitabın birkaç zayıf pasajından biridir: “ nsanların kendi
leri ve ba kaları hakkında kafalannda olu turdukları imgeler, gereksinim
ler, niyetler ve ili kiler, onların kamuoyudur. Grupların davranı larının
ya da gruplar adına ö n plana çıkan bireylerin davranı larının temelini
olu turan imgeler, bü yü k harfle ba layan Kamuoyu’dur”.3 Lippmann’ın
kitabı okunduktan ve bir kenara bırakıldıktan sonra insan rahatlıkla unu
sö yleyebilir: “Ben kamuoyunun ne oldu unu hâ lâ bilmiyorum”.
KAMUOYUNUN BİR TAŞITI OLARAK STEREOTİPLER 1 6 7
Bir if a kitabı
Bu kitabın ne ö zelli i vardır ki, ilk basımından neredeyse elli yıl sonra
Amerika’da (1965) ve hemen hemen aynı dö nemde (1964) Almanya’da
yeniden yayımlanmı tır? Gerçekte, bu kitap -sansasyonel bir havaya bü
rü nmeyen- bir if a kitabıdır. Fakat if aları insanın do al e ilimlerine,
insanın kendi, imgesine ö ylesine aykırıdır ki, yayımlanırından uzun bir
sü re sonra bile hâ lâ yepyenidir ve entelektü el dü ü n tarafından hâ lâ
ö zü msenememi tir. Lippmann, modem dü nyada insanların nasıl bilgi
edindi i, yargı olu turdu u ve buna gö re davrandı ı hakkında kendimizi
nasıl rasyonelce kandırdı ımızı ortaya koyar: Gerçekli i nesnel bir biçimde
kavrayabilmek için, medyadan da yararlanarak, bilim adamları gibi sü rekli
bir çaba, cesaret ve ho gö rü yle gö zlemleyerek, dü ü nü p yargılayarak ka
naat olu turdu umuz sanısı do ru de ildir.
Lippmann, insanların gerçekte nasıl fikir edindiklerine, mesajları nasıl
algıladıklarına ve bunlan nasıl de erlendirip ba kalanna nasıl ilettiklerine
dair yukandaki yanılsamanın kar ısına bamba ka bir gerçeklik koymaktadır.
Lippmann, ampirik sosyopsikolojinin ve ileti im bilimlerinin ancak onlarca
yıl sonra a ama a ama ortaya koydu u olgulan rü zgâ r hızıyla betimler. Lipp-
mann’ın kitabında, ileti imin i leyi iyle ilgili tek bir dü ü nceye rastlamadım
ki, titiz laboratuvar çalı maları ve alan ara tırmalanyla kanıtlanmı olmasın.
Kanaat ikliminde fırtına bulutları gibi
Oysa Lippmann’ın, —suskunluk sarmalı ba lamında— kamuoyundan ne
anla ıldı ı hakkında bir fikri yoktur. Uzla ma sa lamaya yö nelik uyum
baskısının rolü nden, insanın dı lanma korkusundan ve çevresini nasıl da
korku içinde gö zlemledi inden, bü tü n bunlardan hiç mi hiç sö z etmez
Lippmann. Fakat I. Dü nya Sava ının gü çlü etkisiyle Lippmann kamuoyu
nun temel ta ını, yani imgelerin ve kanaatlerin duygu yü klü stereotiplerde
billurla tı ını ke feder.4 Bir gazete muhabiri olan Lippmann, icat etti i
stereotip kavramını, gazete matbaacılı ının teknik dü nyasından, m etinle
rin istenildi i kadar basılmasını sa layan stereotip tekni inden almı tır.
Stereotipler, ö rne in, ö lü m cezasından yana olan bir politikacının adının
ö nü ne dü zenli olarak eklenen “kelle uçuran” benzeri kısaltmalar eklinde
kar ımıza çıkar. Bir sü re sonra ismin kendisine gerek kalmaz, “idam cezası
nı unutan adam” yeterli olur. Kamuoyu sü reci bu tü r imalara ihtiyaç
duyar, yoksa yaygınla amaz, bir konunun taraftarları birbirlerinden destek
alamaz, gü çlerini açıkça gö steremez ve kar ıt gö rü tekileri sindiremezler.
1 6 8 KAMUOYU
“idam cezasını unutan adam”... Bu stereotip, Baden-Wü rttemberg
eyaleti ba kanlı ım on yıldan fazla sü reyle ba arıyla yü rü tmü Filbinger’e
kar ı hazırlanan bir kampanyada kullanılmı tı. Filbinger birkaç ay içinde
istifa etmek zorunda kalmı tı. Ayrıca, bir mahkemenin Filbinger’e kamu
içinde “korkunç hakim”5 denilebilece i yö nü nde karar alması halk arasında
ikinci bir stereotipin dola masına neden olmu tu/*1 Bunun, toplumda say
gın bir yeri olan, ya amım ö rnek bir ki ilik olmaya adamı ve kamuya
dö nü k bir ya antı sü rerek, bir hü kü metin ba ında tam on iki yıl kamu
hizmetinde çalı mı bir adamın ü zerindeki etkisini tahmin edebiliriz. Lipp-
mann ö yle yazar: “O anda kamuoyunda hâ kim duyguların simgelerini
emri altına alan ki i, politikaya giden yolu da emri altına almı demektir”.6
Tıpkı fırtına bulutları gibi, stereotipler de belli bir sü re kanaat iklimin
de etkili olur ve sonra bir daha gö rü nmemecesine ortadan kalkarlar. Bu
fırtına bulutları kar ısında sinen halkın ve politikacıların davranı ları
daha sonrakiler tarafından anla ılamaz, hatta sindirilenlerin kendileri
bile olup biteni anlayamaz, baskı ortamım açıklayamaz olurlar ve yeni
bir açıklama bulmak zorunda kalırlar.
Walter Lippmann’m kitabından kamuoyunun stereotipler aracılı ıyla
nasıl her tarafa yayıldı ının yanı sıra - “hava gibi her tarafa, evin içinden,
tahtın merdivenlerine kadar” diye betimler bunu Ihering7 - I. Dü nya
sava ı sırasında bizzat kendisinin ya adı ı gibi, kamuoyu yapılannm zaman
ve mekâ na ba lı olarak nasıl çö zü lü p da ıldı ını da ö reniyoruz. Lippmann
ö nce olumlu ve olumsuz stereotiplerin nasıl olu tu unu anlatır: “Kahra
manlara duyulan a ırı hayranlı ın yanı sıra, bir de eytan çıkartmak diye
bir olgu vardır. Kahramanları da, eytanları da aynı mekanizma yaratır.
yi olan her eyin kayna ı Joffre, Foch, W ilson ya da Roosevelt ise, kö tü
lü kler de Lenin, Troçki ve imparator Wilhelm’in ba ının altından çıkıyor
du”.8 Fakat ardından ö yle devam eder: “1918’deki ate kesten sonra,
mü ttefiklerin o çok de erli birli inin sembollerinin ne denli hızla yok
oldu unu ve bunun sonucunda tü m ulusların sembollerinin de aynı çö kü
ü ya adı ını unutmamak gerek: ngiltere’nin kamu hukukunun koruyu
cusu imajı, ö zgü rlü k bekçisi Fransa imajı ve Haçlılar Amerika’sı... Ve
^ 1 Nazi Almanya’sında çok sayıda asker çok kısa sü ren askeri mahkemelerde çe idi neden
lerle ö lü m cezasına çarptırılmı tı. Hatta sava bittikten sonra bile sava sırasındaki disiplin
suçların
dan ö tü rü bazı askerler ö lü me mahkum oldular. On iki yıl boyunca Baden-Wü rttemberg
eyaleti
ba kanı olatı Filbinger de Nazi Almanya’sında yargıçlık yapmı ve birkaç askeri -sava bitmi
olmasına ra men— ö lü me mahkum etmi ti. 701i yıllarda bu gerçe in ortaya çıkması sonucu,
Filbinger ö nce inkâ r etmi , sonra da durumun kanıtlanması ü zerine “unutmu um” demi ti.
Bunun
ü zerine adı “ö lü m cezasını unutan adam”a çıkmı tı.' Kendisine “korkunç yargıç” diyen birini
mahke
meye vermi , mahkeme dava edilen adamı suçsuz bulmu tu, (ç. n.)
KAMUOYUNUN BİR TAŞITI OLARAK STEREOTİPLER 1 6 9
daha sonra liderlerin -W ilson, Clem enceau, Lloyd George— simgesel
imajlarının pırıltılarını nasıl yitirdi ini ve bu liderlerin birbiri ardına, in
sanlara ü mit veren ki ilikler olmaktan çıkıp, hayal kırıklı ına u ramı
bir dü nyanın yö neticilerine ve mü zakerecilerine dö nü tü klerini de gö z
ö nü nde bulunduralım”.9
Kafamızdaki imgeler - gerçekli ine inandı ımız sahte dünya
Lippmann’m 20. yü zyılın kamuoyu ü zerine yazan di er yazarlarından
ö nde olmasının nedeni, insan aklı ve duygularına ili kin gerçekçi varsa
yımlarıdır. Muhabir olmasının buna katkısı bü yü ktü r; bir insanın kendi
algılanyla, ba kaları, ö zellikle de medya aracılı ıyla edindi i bilgi arasında
ki farkı bu kadar iyi gö rebilmesinin nedeni budur. Ayrıca, insanlar bunun
bilincinde olmadıkları, tersine, dolaylı yollardan edinileni kendine mal
etme e iliminde oldukları için, bu ikisinin iç içe geçti ini, aradaki farkın
ortadan kalktı ını da gö rebilmi tir. Sonuç olarak, insanlar bü yü k ö lçü de
medyanın etkisinin bilincinde de ildir. “Siyasi bakımdan ili ki içinde oldu
umuz dü nya, menzilimizin ve gö rü alanımızın, dü ü ncelerimizin dı ında
yer almaktadır. nsan bu dü nyayı ö nce ara tırmak, betimlemek ve kafasın
da tasarlamak zorundadır. H iç kimse, tü m varolu u bir bakı ta kavrayabi
lecek bir Aristoteles tanrısı de ildir. nsan, gerçekli in, kendi ya amını
emniyete almaya, onu idare etmeye yetecek kadarını kavrayabilen bir
yaratıktır, ki bu, zaman terazisinin kefesinde ancak birkaç kısa bilgi ve
mutluluk an’ıdır. Fakat aynı yaratık, hiçbir çıplak gö zü n gö remeyece i
eyleri gö rebilmesini, hiçbir kula ın i itemeyece i eyleri i itmesini sa la
yan yö ntemler icat etmi tir; bu yö ntemler sayesinde bir bireyin tek ba ına
yapabilece inden çok daha sonsuz bü yü klü k ve sonsuz kü çü klü kte kü tle
leri tartabiliyor, çok daha fazla nesneyi sayıp birbirinden ayırt edebiliyor.
nsan tini sayesinde, dü nyada daha ö nce hiç gö remedi i, dokunamadı ı,
koklayamadı ı, duyamadı ı ya da aklında tutamadı ı koca bö lgeleri gö r
meyi ö reniyor. Bö ylece, kafasında, ufku dı ındaki bir dü nyaya ait imgeleri
istedi i gibi olu turuyor”.10
Lippmann okuyucularını, medya tarafından iletilen mesajların, insa
nın do rudan yaptı ı gö zlemlere gö re ne kadar fazla oldu u konusunda
dü ü nmeye yö neltiyor: Fakat bu, insanların kafasındaki dü nya imgesini
u ya da bu ekilde çarpıtmaya yö nelik durumlar zincirinin daha ilk halka
sıdır. Gerçekli in imgesini kurmak ü mitsiz bir i gibi gö rü nmektedir: “Çü n
kü gerçek ortam, do rudan kavrayabilmemiz için fazla bü yü k, fazla kar
ma ık ve de fazla akı kandır. Durumu tü m inceli iyle, çe itlili iyle, bunca
1 7 0 KAMUOYU
dö nü ü m ve kombinasyonu içinde ele alabilmek için yeterince donanıma
sahip de iliz. Bu ortamda eylemlerimizi gerçekle tirmemize ra men,
onunla ba edebilmemiz için ö nce daha basit bir model in a etmemiz
gerekir”.11 Bu konuyu elli yıl sonra Luhmann Reductiorı o f Complexity
[Karma ıklı ın Azaltılması] ba lı ıyla ele almı tır.
Muhabirlerin haber seçme kurallarındaki tekyönlülük
Bu yeniden in a i lemi nasıl gerçekle ir? Neyin haber olup, neyin algılan
ması gerekti i konusunda zorlu bir seçim yapılır, hem de ırmaktaki su
bentleri gibi a ama a ama. Bu durumu sosyopsikolog Kurt Lewin 4 0 ’lı
yılların sonunda muhabirler için buldu u “gatekeeper" [e ik bekçisi] teri
miyle açıklamaktadır.12 Topluma neyin bildirilip neyin arka planda tutulaca
ına e ik bekçileri karar verir. Lippmann, “okuyucuya ula an her gazete bir
dizi seçimin ü rü nü dü r.. .”13 der. Ko ullar, zaman ve dikkat eksikli i bunu
zorunlu kılar.14 Lippmann, insanların her gü n ortalama on be dakikayı
gazete okumaya ayırdıklarını kaydeder ve bunun için okuyucular ü zerinde
yapılan bir ara tırmayı kaynak gö sterir.15 Gelece in kokusunu alan bir
muhabir olarak, kamuoyu ara tırmalarının ö nemini, Amerikan Gallup
Enstitü sü ’nü n kurulmasından on yıl ö nce sezer.16 Lippmann, 5 0 ’li, 60’lı ve
70’li yıllarda ileti im bilimlerinin ö nemli bir ara tırma dalı olan ve muha
birlerin haber seçiminde gö z ö nü nde bulundurdukları “n e m values”17
[haber de eri] olgusunu çok daha ö nceden açıklamaktadır: Çeli kiye
dü meden iletilebilen net konular, a ırılıklar, çatı malar, sü rpriz; okuyucu
nun kendisiyle ö zde le tirebilece i eyler, yani mekâ nsal ve psikolojik
yakınlıklar; okuyucuyu do rudan etkileyen ve ö nemli sonuçlar do uran
olaylar.18
Muhabirlerin haber seçim kuralları bü yü k ö lçü de birbiriyle ö rtü tü ü
için, okuyucular ü zerinde bir tü r onay etkisi yaratan bir ses uyumu ya anır.
Lippmann’ın dedi i gibi, bir sahte dü nya olu ur.19
Lippmann ne okuyucuları ne de muhabirleri ele tirir, sahte gerçekli in
olu masının kaçınılmazlı ını ikna edici bir biçimde açıklamakla yetinir.
Sonraları Am old Gehlen bu sahte gerçekli e “Zıvıschenıvelt" [ara dü nya]
demi tir.20
Farklı anlayı a sahip insanlar, aynı olayı farklı gözlerle görürler
Sosyal psikoloji ve ileti im ara tırmaları 4 0 ’lı yılların ortalarından itiba
ren21 “selektif algılama” konseptini ke fetmi lerdir. nsanların “bili sel
KAMUOYUNUN BİR TAŞITI OLARAK STEREOTİPLER 1 71
uyumsuzluk”tan kaçınmaları ve uyumlu bir dü nya imgesi kurmak için
gö sterdikleri çabalar, gerçekli in ve haberlerin çarpıtılmasına -karma ıklı
ın azaltılması zorunlulu unun yanı sıra- ikinci bir kaynak olu turmakta
dır. “Ben, kodlarımızın merkezinde yer alan stereotip modelinin, bizim
neleri nasıl gö rmemiz gerekti ini çok ö nceden belirledi ini iddia ediyo
rum. En iyi niyetli yayın politikasının bile yayımcının dü ü ncelerini des
teklemesinin nedeni de budur zaten; bir sermaye sahibinin insan ya amı
nın belirli gerçeklerini görmesinin, sosyalist rakibinin ise ba ka gerçekleri
görmesinin nedeni de budur. Bu yü zden, her biri di erini mantıksızlıkla
ve dar kafalılıkla suçlar, oysa aralarındaki tek fark, gerçekleri de i ik
açılardan algılamalarıdır”.22
Lippmann bü tü n bunları açıklarken ve yalnızca basın gö zlemlerine
dayanmaktadır, insanlara medya tarafından iletilen mesajların oranının
kat kat arttı ı23 gü nü mü zde, televizyon ça ında, Lippmann’ın gö rü leri
daha fazla geçerlilik kazanmı tır. Bugü n uçsuz bucaksız karma ık dü nya
mızın gö rü lebilirli i ve duyulabilirli i daha da artmı , kendi ö zgü n gö zlem
lerimizle iyice iç içe geçmi tir; çü nkü duygu içerikleri -neyin iyi, neyin
kö tü oldu u- gö rü ntü ve ses aracılı ıyla daha da dolaysızca iletilmektedir:
Lippmann’da da gö rdü ü mü z gibi, bunlar artık mantıklı dayanaklara sahip
olmasalar bile, insanlar için kalıcı olmaya devam eden duygusal etkiler
dir.24 Almanya’da 1976 seçimlerinden sonra yapılan tartı ma, televizyo
nun seçimlerden ö nceki kanaat ortamını etkileyip etkileyemeyece i tar
tı ması, gecikmi bir tartı maydı. Burada bir manipü lasyon sö z konusu
de ildi, muhabirler gerçekten gördüklerini haber yapıyorlardı. Medyanın
tek yö nlü gerçekli inin ü stesinden ancak farklı siyasi gö rü lere sahip
muhabirlerle gelinebilir.
1976 yılındaki tartı mayı gecikmi bir tartı ma olarak niteledim, çü nkü
bilgisizce, safdillikle yü rü tü len bu tartı ma ancak Lippmann’ın kitabından
önce gerçekle ebilirdi. Tartı manın kitabın yayımlanmasından elli yıl sonra
gerçekle mesi, Lippmann’ın ve daha sonra onun tezlerini kanıtlayan ileti
im ara tırma bulgularının gö rmezden gelinmesinden kaynaklanıyor. M u
habirlerin yaptıkları i ten sö z ederken bugü n bile kullandıkları “ biz neyse,
onu gö steriyoruz” cü mlesi, Lippmann’dan elli yıl sonra artık kullanılma
malıdır. N ew York Tim es’ın ünlü “A li T he Neıvs That's Fit To Print” [Basıl
maya Elveri li Tü m Haberler] sloganının artık sadece tarihi bir de eri
olmalıdır Muhabirler haber verme anlayı larında zaman zaman de i iklik
yaparak, tıpkı algılama psikolojisinin ü nlü resmindeki “ ekil ve arka
plan”da oldu u gibi, genellikle iletilen olgu ve gö rü leri arka plana itip,
iletilmeyeni ö n plana çıkarmalıdırlar; bu perspektif de i ikli i hiç olmazsa
1 7 2 KAMUOYU
ara sıra mü mkü n olabilmeli, hatta ü zerinde çalı ılmalıdır. O zaman muhabir
i inin yarattı ı etkiler hakkında yanılgıya dü mez ve “ama ben gerçekdı ı
bir ey sunmadım ki! ” ya da “okuyucular haberimi ilginç buldu” tü rü nden
iddialarda bulunmaz.
Medya kamuya sundu u haberlerde neleri arka plana itmi , neleri
kapsam dı ı bırakmı tır? Lippmann, gerçekli in karma ıklı ı içinden seçi
lip kamuya sunulan imgede nelerin atılıp, nelerin korundu unun ö nemli
sonuçlar do urdu unu vurgular. Bö yle bir çıkarımda bulunurken, ahlakçı
bir bakı açısı sergilemez. Hattâ stereotipleri olumlu bulur14 -Lippmann’m
fikirleri aktarılırken yitip gitmi bir ayrıntıdır bu-, çü nkü insanın dikkatini
nispeten çok sayıda konuya vermesini ve daracık bir ufukla yetinmemesi
ni ancak gü çlü bir basitle tirmenin olanaklı kıldı ını dü ü nü r.
Yayımlanmamı sa yok demektir
Yine de Lippmann bıkmadan usanmadan bu seçicili in yol açaca ı sonuç
lan anlatmaya çalı ır: Gerçekli in basitle tirilmi imgesi, insanlann ger
çekli i, kafamızın içindeki gerçekliktir, “pictures in our heads” [kafamızdaki
gö rü ntü ler].25 Gerçekli in sahiden ne oldu unun ö nemi yoktur artık,
ö nemli olan bizim ona dair varsayımlarımızdır, bizim beklentilerimizi, ü mit
lerimizi, çabalarımızı, duygu ve davranı larımızı yalnızca bu varsayımlar
belirler. Fakat bunlar da kendi içlerinde reel oldukları için, reel sonuçlar
do urur, yeni gerçeklikler yaratırlar. O ndan sonra da u me hur self-
fulfilling propbıecy [kendi kendini gerçekle tiren kehanet], yani kehanetin
ya da aynı ey olan beklentilerin insanın kendi edimleriyle gerçekle mesi
durumu ortaya çıkabilir, ikinci olasılık çatı madır: Yanlı varsayımlardan
yola çıkarak gerçekle tirilen eylemler, hiç beklenmedik ama yadsınamaya-
cak gerçeklikler do urur; gerçeklik yine tahtına oturur ve biz de kendimizi
daha fazla riske atmadan “kafamızdaki imgeler ”i dü zeltmek zorunda kalırız.
Lippmann, “sahte çevre” diye nitelendirdi i olgunun malzemesini
ve gü çlü billurla ma sü reçlerinden tü reyen yapı ta larını belirgin bir hale
getirebilmek için, okuyucuyu sö zcü klere bo maktadır: “Stereotipler”,
“simgeler”, “im ajlar”, “kurgular”, “standart versiyonlar”, “o anda geçerli
dü ü nce eması”. Lippmann, “ben ‘kurgu’ ile yalanı kastetmiyorum” der.26
Marksizmin “bilinç” anlayı ına bü yü k bir co kuyla sarılır.27 Muhabirler
kendi bilinç dü zeyleriyle algılayabildikleri kadarını haber olarak sunabilir
ler, okuyucular ise, dü nyayı, bü yü k bir kısmı medya tarafından iletilen
bilinç aracılı ıyla kavrar ve açıklarlar. Bugü n, televizyonun 1976 seçimle
rinde kanaat ortamını etkiledi i, televizyon muhabirlerinin yalan sö yledi
KAMUOYUNUN BİR TAŞITI OLARAK STEREOTİPLER 1 7 3
i, seyirciyi manipü le etti i dı ında ba ka bir fikir geli tiremeyenler, med
yanın etkileri konusunda hâ lâ bu yü zyılın ba ındaki gö rü lere sahiptirler,
dolayısıyla yerlerinde sayıyorlardır. Am a unu da itiraf etmek zorundayız
ki, Lippmann’m rü zgâ r hızıyla açıkladıklarına, gü nü mü zü n ileti im ara tır
maları, engellerle mü cadele ederek, ancak adım adım ula maktadır.
C*v.
r
i
: : i*'
: îr 'V

*
A - -•
\W/.J
W,.,«j
\
* . •/ .
1 1 /. I '. I
l\
\:
......
!; :
:;ü u
'
n
-M,».»
r
H
:
i i" ;
•. • I

I
I
.
i
l
MANI<oK
“Dad, ifa tree falls in the forest, and the media aren’t there to cover it, has the tree
really fallen
Karikatü r: Robert Mankoff, Saturday Revieuı.
Saturday Revieuı dergisinde çıkan bir karikatü rde çocuk, koltu una
oturmu , gazetesini okuyan babasına ö yle bir soru sorar: “Baba, ormanda
bir a aç devrildi inde, orada bu olayı anlatacak medya mensuplan yoksa,
a aç gerçekten devrilmi olur mu?” Bu karikatü r ileti im ara tırmacıları
ve aydınların bilinçlerinin Lippmann’mkine yava yava ula tı ını ortaya
koymaktadır.
Yayımlanmamı sa yok demektir ya da biraz daha dikkatlice dile getire
cek olursak: Ça da larının algıladı ı gerçekli in bir parçası olma ansı
çok azdır.
Algılanan, tasavvur edilen “sahte gerçeklik” ile bilincimiz dı ında var
olan nesnel gerçeklik arasındaki farkı, Alman ileti im bilimci Hans Matthias
Kepplinger 1975 yılında yayımlanan eserinin ba lı ında kullandı ı kavram
çiftiyle ö zetlemi tir: Realkultur und Medienkultur [Reel Kü ltü r ve Medya
Kü ltü rü ]. Medya kü ltü rü , medyanın dı dü nyadan seçip bize sundu udur
ve dü nya bireyin gö rü alanı dı ında kaldı ı sü rece de, genellikle, bireyin
dü nya hakkında sahip oldu u tek gö rü tü r.
1 7 4 KAMUOYU
Kamuoyu önce stereotipler aracılı ıyla iletilir
Lippmann kitabına neden “Kamuoyu” adını vermi tir? Belki de birçok
muhabir gibi Lippmann da farkında olmasa ve dillendirmese de, yayımla
nan oy [veröffentlichte M einung] ile kamuoyu [öfferıtliche M einung] arasında bir ayrım
yapmıyordu. En azından açıklamalarında bu iki kavramın iç
içe geçti ini gö rü yoruz. Fakat kitabının ortalarında bir yerde, kamuoyu
nun ilk anlamını anımsıyor ve giri bö lü mü ndeki sö nü k kamuoyu tanımı
na28 bir yenisini ekliyor: “Geleneksel kuram, bir kamuoyunun bir dizi
olgu hakkındaki ahlaki yargılar oldu unu iddia eder. Oysa benim kuramı
ma gö re, e itimin u anki durumunda kamuoyu, gerçeklerin ahlaksalla tı
rılmı ve kodlanmı bir varyasyonudur”.29 Lippmann için kamuoyunun
ahlaki do ası —kınama ya da onaylam a- geçerlili ini korumaktadır. Fakat
o, kendisini bü yü leyen ke iflere dikkat çekerek, geleneksel bakı açısını
de i tirir: Olguların, stereotipler, “kodlar” ile yö nlendirilen seçici bakı ın
filtresinden geçirilerek nasıl algılandı ı. nsan umdu unu gö rü r; ahlaki
de erlendirme, duygu yü klü stereotip, simge ve kurgu tarafından yö nlen
dirilir. Her insanın içinde ya adı ı kısıtlı bakı ... Lippmann’m konusu
i te budur. Fakat Lippmann’m bizim açımızdan ö nemi, kamuoyunun nasıl
iletildi ini, bize nasıl zorla verildi ini gö stermesinde yatmaktadır. Olumlu
ya da olumsuz stereotipler o kadar kısa ve nettir ki, herkes nerede konu
ması, ne zaman susması gerekti ini bilir. Stereotipler, bir uyum sü recini
harekete geçirmek açısından kaçınılmazdırlar.
XIX
Niklas Luhmann:
Konuları Kamuoyu Belirler
Lippmann’ın kamuoyuna ili kin çalı malarında, daha sonra Luhmann’ın
ele aldı ı konuları gö zden kaçırmı olması insana mantıkdı ı gelmektedir,
çü nkü ikisi de az çok aynı konulara el atmı tır. Her ikisi de toplumdaki
uzla maların nasıl olu tu unu, ileti im kurmak ve eylemde bulunabilmek
için karma anın nasıl azaltılması gerekti ini açıklar, içerik hemen hemen
aynı olmasına ra men kullandıktan kavramlar farklıdır: Luhmann kamuoyu
sü recinin harekete geçmesi için gerekli “stereotipler” yerine “sö zcü kler”,
“formü ller” kavramlarını kullanır.1 nsanların ilgisi kısa ö mü rlü dü r2 ve
gü çlü rekabet kar ısında insanlar ya da konular kendilerini araya, sıkı tır
mak durumundadırlar. Medya ba ka alanlardaki rekabeti saf dı ı etmek
için “sahte krizler” ye “sahte yenilikler”3 yaratmak zorundadır.
Ö nemli olan zamanında davranmak, can alıcı konulara de inmek,
nefes nefese kalmaktır: Kamuoyu sü reci i te bö yle betimlenir. Modayla
iç içe olmak sö zcü klerde de kendini gö sterir. Yeni bir elbise kesimi yaratılır
gibi bir konu yaratılır4 ve sonra hakkında her ey sö ylendikten sonra bu
konunun da modası geçer.5 Tıpkı modası geçen bir elbise gibi. Bu konuyu
1 7 6 KAMUOYU
kullanmaya devam edenler gü ndem dı ı kalmı lardır. Moda terminolojisi
gerçekte durumun ne kadar ciddi oldu u konusunda bizi yanıltır.
Bir konuyu üzerinde tartı maya de er kılmak
Luhmann kendinden ö nce kamuoyu ü zerine yazan Machiavelli, John
Locke, David Hume, Jean-Jacques Rousseau gibi dü ü nü rlerden ve hatta
Lippmann’dan da uzakla ır. Ahlak, yani onay ya da kınama gibi unsurlarla
ilgilenmez. “Formü ller” iyi ve kö tü yü açıkça gö rü lebilir kılmak ve bunları
yanlı anlamaya imkâ n vermeyecek biçimde belirlemek amacıyla de il,
bir konuyu ü zerinde tartı maya de er kılmak için kullanılırlar.1 Luhmann’a
gö re, kamuoyu konulan tartı maya açarak i levini yerine getirir. Sistem,
toplum birçok konuyla aynı anda ba edemez. Ö te yandan, acil konuların
ele alınıp de erlendirilmesi hayati ö nem ta ıyabilir. Bu nedenle, kamuoyu
sü reci kısa bir sü re boyunca dikkatleri acilen ele alınması gereken konu
ü zerinde toplar. Bu kısa sü re içinde bir çö zü m bulunması arttır; ileti im
nesnelerinin çabucak de i ebilece inin de hesaba katılması gerekir.6
Luhmann’a gö re, kamuoyunun gö revi “ konula tırma”dır ve bu i lev
analiz edilebilir belirli “ilgi kuralları” çerçevesinde cereyan eder. Ö nce
konu masaya yatmlır, onu tartı maya de er kılan formü ller bulunur, ancak
ondan sonra de i ik -burada m odem planlamacıların en sevdi i sö zcü ü
kullanalım— “opsiyonlar”a gö re pozisyon alınır, bu sü reç pü rü zsü z yü rü rse
“tartı ma hararetlenir” ve bir karara varma zamanı gelmi demektir.7
Luhmann'ın varsayımına gö re, “siyasi sistem -kam uoyuna dayandı ı sü
re ce - kararların alınmasında etkili olan kurallarla de il, ilgi kuralları
ü zerinden bü tü nle tirilir”,8 yani hangi konuların masaya yatırılaca ına
karar veren kurallar ü zerinden.
Bö yle bir kamuoyu anlayı ı ancak kısa vadeli olaylan, Tö nnies’in deyi
miyle, maddenin sıvı halini kapsar. Onlarca yıla, hatta Tocqueville’i dü ü
necek olursak, -e itlik çabaları ve ö lü m cezalarına bakı açısı gibi—
yü zyıllara yayılan dire ken sü reçlere hiç dokunulmamı , “genel hava duru
mu” hiç hesaba katılmamı tır. Luhmann, “her ey sö ylendikten sonra,
konu kapanır” der.5 Muhabirler bu durumu konunun ö lmesi diye betim
lerler. “Her ey sö ylendikten so n ra ...” pek muhabirce bir bakı açısıdır
ve a ırkanlı bir toplumun kamuoyu sü recine katılımını ifade etm ekten
uzaktır.
Ayrıca, kamuoyu sü reci ara tırmaları Luhmann’ın ö ngö rdü ü sü recin
-ö n ce konular masaya yatırılır, “formü ller” bulunur, sonra taraf tutulur-
pek ender ya andı ını gö stermektedir. Ço unlukla, konunun bir parti
NIKLAS LUHMAN: KONULARI KAMUOYU BELİRLER I 7 7
tarafından toplumsal alana iteklendi ini gö rü rü z. Luhmann bu sü reci
kınayarak “manipü lasyon” kavramıyla yaftalar ve tek yönlü ileti imin,
ö zellikle de kitle ileti iminin tekni e ba ımlı olmasından kaynaklanan
tek yö nlü lü ü n bir sonucu olarak gö rü r.9 Konu ve kanaatin iç içe geçmesi
ni -insanın belirli bir konu hakkında sadece bir fikri olabilir- Luhmann,
“kamu ahlakı”10 olarak adlandırır. Bu niteleme, insanın dı lanmamak
için açıkça ifade etmesi gereken kanaatler diye betimledi imiz yere otur
maktadır. Luhmann kamuoyunu sistem kuramından tü reterek yeni bir
içerikle doldurmu tur.
Gündemi medya belirler
Walter Lippmann’m, kamuoyunun birer aracı olan “stereotipler”inin ö ne
mini anlamakta zorlanmadı ımız gibi, Luhmann’m -toplum sal sistemde
kamuoyunun i levleri hakkmdaki dü ü ncelerini benimsemesek de— ka
muoyunun anla ılmasındaki katkısını takdir edebiliriz. Luhmann, kamuoyu
sü recinde ilginin olu turulmasının en ö nemli evresine, “konula tırma”ya
dikkat çeker ve medyanın ö nemi hakkında hiçbir ku kuya yer bırakmaz,
çü nkü bu “konula tırma”yı, yani konuların seçimini yapan en ö nemli
kurum medyadır.
Amerikalı ileti im ara tırmacıları bundan tamamen ba ımsız bir biçim
de, bamba ka bir yol izleyerek Luhmann’la aynı sonuca vardılar.11 Onlann
amacı, medyanın etkilerini incelemekti. Medyada a ırlıklı olarak yer alan
konular ile istatistiklere yansıyan gerçek geli meler ve halkın politikacıla
rın acil gö revleri arasında gö rdü ü konuların belirli bir zaman diliminde
kar ıla tırılması sonucu, medyanın genellikle hep daha ö nde oldu u tespit
edildi; konuları ortaya atan, onları tarn maya açan hep medyaydı. Ameri
kalı ara tırmacılar bunun için “agenda-settingfunction”, yani gündemi belir-
leme i levi kavramım buldular.
XX
Muhabirin Ayrıcalı ı:
Kamunun Dikkatini Çekmek
“Ben suskunluk sarmalım bizim dernekten biliyorum”, “ben bizim kayak
kulü bü nden biliyorum”, “benim i yerimde de durum aynen bö yle”. .. n
sanlar “suskunluk sarmalı”nm varlı ını tartı malarda bu ifadelerle teyit
ederler. Do rudur, bizi uyum sa lamaya zorlayan bu insana ö zgü baskıyı
gö zlemleyebilece imiz çok durum vardır. Kü çü k toplumsal gruplar içinde
edinilen deneyimler, kamuoyunun olu um sü recindeki ö nemli parçalan
te kil eder. Kamuoyu sü recinde, bireyin de i ik gruplarda edindi i tecrü
beler di er gruplardaki deneyimlerle de ö rtü tü ü nde, gö zlemleyen birey
genelde “millet”in bu ekilde dü ü ndü ü nü varsayar. Yalnız, burada e siz
bir ey daha vardır: “Suskunluk sarmalı” kamusal olarak algılanabilecek
biçimde geli meye ba lar ba lamaz, toplumsal katılım bu sü rece hız verir
ve devamını sa lar. Kamu unsuru bu sü recin içine en etkili biçimde medya
tarafından sokulur. Medya, geni alanlara yayılmı , anonim, eri ilmez,
etki altına alınamaz kamuyu temsil eder.
MUHABİRİN AYRICALIĞ I: KAMUNUN DİKKATİNİ ÇEKMEK I 7 9
Medya kar ısında duyulan âcizlik
leti im, tek yö nlü ve çift yö nlü (bir konu ma çift yö nlü dü r), dolaylı ya da
dolaysız (bir konu ma dolaysız ileti imdir), kamusal ya da ö zel (bir konu
ma genellikle ö zeldir) gibi sınıflara ayrılabilir. Medya tek yö nlü , dolaylı,
kamusal ileti imdir ve insanın en do al ileti im biçimi olan “konu ma’ya
ü ç yö nden tezat olu turur. Bireyin kendisini medya kar ısında â ciz hisset
mesinin nedeni budur. Kamuoyu ara tırmalarında, gü nü mü z toplumunda
kimin en fazla gü ce sahip oldu u sorusuna verilen yanıtlarda ilk sırayı
medya almaktadır.1 Bu â cizlik iki ekilde ya anır: Luhmann’ın gö rü ü nden
hareket edersek, birincisi, medyanın toplumun dikkatini çekmek isteyen
birine, bir gö rü e, bir bilgiye ya da bir bakı açısına, haber seçim sü recinde
yer vermemesi, onu dikkate alması halinde ortaya çıkar. Aynı ey bir
kanaat, bir mesaj, bir e ilim için de geçerlidir. Kamuya giden yolu tıkayan
“bekçilere” kar ı bazen çaresiz duygu patlamalanyla tepki verilir: Kamuo
yunun dikkatini verilmek istenen mesaja çekm ek için, uçak kaçırılır,
Amsterdam Rijks Mü zesi’ndeki bir Rembrandt tablosuna asit dö kü lü r, M ü
nih’te Pinakothek’teki Rubens tablosuna bir mü rekkep hokkası fırlatılır.
Acizli in ikinci nedeni, medyanın te hir dire i olarak kullanılmasıdır.
Medyada olumsuz bir biçimde “te hir edilen” birey kendini ele verilmi
olarak gö rü r. Birey medya kar ısında kendini koruyamaz, savunamaz.
Bireyin medyaya kar ı kullanabilece i araçlar, medyanın cilalı nesnelli iyle
kar ıla tırıldı ında grotesktir. Fakat -e ik bekçisi muhabirlerin yakın çev
resinden olmadı ı hald e- gö nü llü olarak televizyonda bir talk-show prog
ramına katılan ya da rö portajı yapılan ki i kendini aslanın a zına atmı
demektir.
Medya etkisini ara tırmada yeni bir hamle
Kamu hakkında iki ayrı açıdan bilgi edinilebilir. Birincisi, -yukarıda açık
landı ı gibi-kamudan ya da onun tarafından gö rmezlikten gelinmekten
muzdarip bireyin bakı açısıyla; kincisi, çevrelerini gö zlemleyip -konu a
rak ya da susarak— ortama gö re davranarak kamuoyu olu turan yü z binler
ce, milyonlarca insanın kolektif bakı açısıyla. Bu çevre gö zlemlerinin
iki ayrı kayna ı vardır, kamuoyu iki ayrı kaynaktan beslenir: Bireyin kendi
dolaysız gö zlemlerinden ve medya araçlarıyla edindi i dolaylı gö zlemler
den. Lippmann’m da vurguladı ı gibi, bugü n en çok, canlı gö rü ntü sü ve
sesiyle, televizyon bireyin kendi gö zlemleri ile iletilen gö zlemi birbirine
karı tırmakta, iç içe geçirmektedir. Tatilimi geçirdi im oteldeki konuklar,
180 kam uoyu
televizyonda hava durumu sunumuna “iyi ak amlar” diyerek ba layan
m eteoroloji uzmanına “iyi ak amlar” diyerek kar ılık vermi lerdi.
Medyanın etkileri uzunca bir sü re gö rmezlikten gelindi; burada basit
bir neden-sonuç ili kisi oldu u gö rü ü hâ kimdi. Medyadaki bir sö ylem
neden olarak, okuyucular, dinleyiciler ve seyircilerin kanaatlerindeki de i
imler ya da kanaatlerin peki tirilmesi de sonuç olarak ele alındı. Medya
nın etkileri iki insan arasındaki do al konu ma sü reci gibi gö rü ldü ; biri
di erine bir ey sö yler, ö bü rü de ya gö rü ü nü peki tirir ya da de i tirir.
Oysa medya etkisinin gerçekli i çok daha karma ıktır ve iki insan arasın
daki konu ma modelinden tamamen farklıdır. W alter Lippmann bize
medyanın sayısız tekrarlarla nasıl stereotipler olu turdu unu ve bu stereo-
tiplerin “ara dü nya”nın yapıta ları olarak insanlarla nesnel dı dü nya
arasındaki “sahte gerçekli e” nasıl hizmet etti ini gö stermi tir. Ayrıca
Luhmann da medya tarafından beslenen kamuoyunun “gü ndem belirle
me” i levini gö zler ö nü ne sermi tir: Nelerin acilen ele alınması lâ zım?
Herkes neyi tartı ıp konu malı? Bü tü n bunlara medya karar verir.
Bundan sonra, bireyin dı lanma korkusu duymadan neyi sö yleyip sö y
lemeyece i, neyi yapıp yapmayaca ı konusunda medyanın bireyi nasıl
etkiledi ini gö rece iz. Ayrıca, medyanın dillendirme i levi olarak adlandı
rabilece imiz bir olguyla kar ıla aca ız. Bu olgu bizi suskunluk sarmalı
analizinin ba langıcına, kamuoyunun konu ma ve susma e ilimlerinin
olu tu u, hü cre modeli gö revi gö ren tren testine geri gö tü rmektedir. Ama
ö nce bireyin kanaat ortamlarını medya aracılı ıyla nasıl ö rendi i ü zerin
de biraz daha duralım.
Kamu ki iyi “toplumiçi” kılar
Terö ristler tarafından ö ldü rü len savcı Buback’ın(”' ö lü mü nden sonra
(1977) bastırılan bildiriyi okumu ya da duymu olan herkes, bu bildirinin
aslında iyi niyetli bir duyurunun ö tesinde bir anlam ta ıdı ını biliyordu.
Bu bildiri, “mü mkü n oldu unca çok ki i orijinal metni okusun da, kendi
yargısını olu tursun” gibi iyi niyetli bir dilekle yazılmamı tı. “M escaleros”
rumuzunu ta ıyan bu metnin tıpkıbasımları ço aldıkça bildiri giderek
artan bir kamusallık kazandı. Yü zeysel kınama sö zcü kleriyle sü slenmi
metinde, alttan alta, insanın savcının ö ldü rü lmesinden ö tü rü duydu u
^ * Buback, 1977’de Alman RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) tarafından ö ldü rü len savcıdır.
Buback’m ö ldü rü lmesinden sonra ü niversite ö ğ rencileri tarafından kaleme alındığ ı tahmin
edilen
bir metin e d en ele dola mı tı. Bu -metinde, bir yandan savcının ö ldü rü lmesi kınanırken, bir
yandan
da duyulan sevinç ü stü kapalı bir biçimde belli ediliyordu, (ç. n.)
MUHABİRİN AYRICALIĞ I: KAMUNUN DİKKATİNİ ÇEKMEK 1 8 1
sevinci dı lanma korkusu duymadan gö sterebilece i mesajı veriliyordu.
Toplumda -nedeni ne olursa olsun— kınanan bir davranı a kamusallık
kazandırıldı ında, kö tü damgası yemekten, te hir edilmekten kurtulmak
mü mkü n olur. Bir yayının te hir dire i olup olmadı ı kolayca algılanabili
yor olsa gerek. Toplumdaki dü zgü lerle çatı an ama te hir dire i havasına
sokulmadan kamusallık kazandırılan bir davranı me rula mı demektir.
Bu davranı ta bulunan herkes, artık dı lanmayaca ını bilir. Kuralların
ihlal edilmesine kar ı -sadece imalarla olsa b ile- ho gö rü lü bir kamu
olu turma çabasının nedeni bellidir: Bö ylece, kuralların ve dü zgü lerin
gü cü azaltılır.
XXI
Kamuoyunun ki Kayna ından Biri Medya
1976 ilkbaharında, Almanyadaki genel seçimlerden altı ay ö nce, ilk defa
suskunluk sarmalı kuramına gö re kanaat ortamının geli imini ve seçmen
niyetlerini gö zlemlemek için, kamuoyu ara tırma araçlarının hepsini
hazırladık. Temel yö ntemimiz uzmanlık terminolojisinde “panel gö rü me”
denen ve ortalama seçmeni temsil eden ki ilerle dü zenli olarak tekrarladı
ımız gö rü melerdi. Aynca, geli meleri sü rekli takip edebilmek için bildik
kamuoyu yoklamalarının yanı sıra, muhabirlerle yaptı ımız iki anket de
ara tırma araçlarımız arasında yer alıyordu. ki televizyon kanalının siya
setle ilgili yayınlan da sü rekli videoya kaydediliyordu. Allensbach Kamuo
yu Ara tırmaları Enstitü sü ile Mainz Ü niversitesi leti im Bilimleri Ensti-
tü sü ’nü n ortakla a gerçekle tirdikleri bu ara tırmanın yalnızca bir bö lü
mü , suskunluk sarmalının ampirik ara tırmaları nasıl yö nlendirdi ini gö s
termek amacıyla burada verilmi tir.1
Kullandı ımız en ö nemli sorular 1965’teki seçim ara tırmasında kul
landı ımız sorulann aynısıydı: Seçm enlerin hangi partiye oy verecekleri,
hangi partinin seçimi kazanaca ını dü ü ndü kleri, politikayla ne ö lçü de
ilgilendikleri, medya ile ili kileri, gazete ve dergi okuma alı kanlıktan,
gü nde kaç saat televizyon, ö zellikle de siyaset programlarını seyrettikleri..
KAMUOYUNUN İKİ KAYNAĞ INDAN BİRİ MEDYA 1 8 3
1976 seçim yılındaki kanaat ortamında ani de i im
Temmuz ayında, yaz tatili sırasında, temsili olarak seçilen bin seçmenle
yapılan “panel”in ikinci anket formları doldurulmu vaziyette Allensbach
Enstitü sü ’ne geri geldi. Ben o sıralarda sviçre’deki Tessin’de gü ne li yaz
gü nlerinin tadını çıkarıyordum. Ü zü m ba larının geni ye il eridi ile,
granit masa ü zerine yayılmı bilgisayar çıktısı tablolar arasındaki kontrastı
hâ lâ çok iyi anımsıyorum. Seçimlere birkaç ay kalmı tı ve çalı maya ara
vermek için uygun bir zaman de ildi. Çıktılarda u çok açık gö rü nü yordu:
Kanaat ortamı ve çevre gö zlemlerine dair en ö nemli sorumuz, C D U ’nun
durumunun hiç de parlak olmadı ını gö steriyordu: Soru ö yleydi: “Elbette
hiç kimse bilemez ama, ö nü mü zdeki Parlamento seçimlerini sizce hangi
parti kazanacak, en çok oyu hangi parti alacak, CDU/CSU mu, yoksa
SPD/F.D.E mi?” 1976 M art’mda CDU/CSU’nun seçimleri kazanaca ım
dü ü nenlerin oranı, SPD/F.D.E’nin kazanaca ını dü ü nenlerin oranından
% 20 daha fazlayken, durum birdenbire de i mi ve bu fark Temmuz
1976’da % 7’ye dü mü tü . Bir sü re daha geçtikten sonra, SPD/F.D.E,
CDU/CSU’yu geride bıraktı (Tablo 21).
Tablo 21: 1976 genel seçimlerinden ö nce ilkbaharda kanaat ortamı CDU/SCU aleyhine
değ işmiştir.
Soru: Elbette hiç kimse bilemez ama ö nü mü zdeki Parlamento seçimlerini hangi partinin
kazanacağ ını dü şü nü yorsunuz? CDU/CSU mu, yoksa SPD/F.D.R mi?
Mart 1916
Temmuz 1976
Eylü l 1976
%
%
%
CDU/CSU
47
40
36
SPD/F.D.R
27
33
39
Bir şey sö ylemek
imkâ nsız
26
27
25
100
100
100
n=
1052
925
1005
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 2178,2185,2189. Ankete katılanlann hepsi 18 yağ ının
ü zerindeki Batı Alınanlardır.
lk tahminim CDU/CSU’lularm 1972 yılındaki gibi davrandıkları,
toplum içinde sustukları, asıl seçim kampanyaları ba lamadan ö nce niyet
lerini açıkça belli etmedikleriydi. Tü m partiler gibi CDU/CSÜ ’nun da
seçim kampanyaları sırasında taraftarlarına toplum içinde kendini ifade
1 8 4 KAMUOYU
etmenin yararlannı anlattıklarını biliyordum. Ama dedi imiz gibi insan
ü rkek ve dikkatlidir... Allensbach Enstitü sü ’ne telefon açarak, insanların
toplum içinde kendilerini açıkça ifade etme e ilimlerine dair anketin
sonuçlarını bildirmelerini rica ettim. Bulgular esrarengizdi ve kurama
uymuyordu. M art sonuçlarıyla kıyaslandı ında, bu kez (Temmuz) tembel
davranan SPD taraftarlarıydı: Neler yapılabilece ine dair bir dizi ö rnek
verdi imiz halde,“partiniz için neler yapardınız?” sorusunu, SPD taraftar-
larınm % 3 4 ’ü M art ayında “hiçbir ey” diye cevaplarken, bu oran Tem
muz ayında % 4 3 ’e yü kselmi ti. CDU/CSU’lular arasında partisi için
hiçbir ey yapmayacakların oranı M art’ta % 38 iken, Temmuz’da % 39 ’a
çıkarak hemen hemen aynı kalmı tı. CDU/CSU’luların dü ü ncelerini
toplumda açıkça ifade etme e iliminin azalması kanaat ortamındaki de i
imi açıklayamıyordu (Tablo 22).
Televizyon gözüyle
Bunun ü zerine, çevre gö zlemlerinin iki kayna ını dü ü ndü m: Gerçekli in
ilk elden gö zlemlenmesi, yani insanın kendi gö zlemleri ve gerçekli in
medyanın gö zleriyle gö zlemlenmesi. Hemen Allensbach Enstitü sü ’nü ara
yıp, televizyon seyretme ve gazete okuma oranlan hakkında yapılan an
ketleri istedim. Sonuçların çıktılarını granit masanın ü zerine yaydı ımda,
her ey çok basitti, gü n gibi ortadaydı. Çevreyi yalnızca televizyon aracılı
ıyla gö zlemleyenler, kanaat ortamındaki de i ikliklerin farkına varmı lar
dı; çevreyi televizyon aracılı ıyla de il de kendi gö zleriyle gö zlemleyenler,
kanaat ortamındaki de i imin farkında de illerdi (Tablo 23).
1976 seçim yılında kanaat ortamının de i mesine gerçekli in televiz
yon tarafından sü zgeçten geçirilmesinin neden olup olmadı ını ara tırmak
için yapılan çe itli deneyler daha sonra ayrıntılı bir biçimde açıklanacak
tır.2 Yine de, kanaat ortam ının de i ti ine dair bir izlenim in nasıl
yaratıldı ını sormadan edemiyoruz.
Muhabirler manipüle etmediler, onlar gerçe i böyle gördüler
Bu bilmeceyi biraz olsun çö zebilmek için, bu seçim yılında muhabirlerle
yaptı ımız anketleri ve siyaset içerikli televizyon yayınlarının video kayıt
larını inceledik. Walter Lippmann’ın tezlerinden yola çıkarsak, televizyon
seyircilerinin CDU/CSU’nun kazanma ansının giderek azaldı ını dü ü n
melerine o kadar da a mamak gerekiyor. Muhabirler gerçekten de CDU/
C SU ’nun seçimleri kazanma ansının olmadı ını dü ü nü yorlardı; onların
KAMUOYUNUN İKİ KAYNAĞ INDAN BİRİ MEDYA 1 8 5
Tablo 22: CDU/CSU’lulann partileri için çalışma ve kendini toplumda açıkça taraftar
olarak gö sterme eğ ilimleri azalmamakta, dolayısıyla bu durum CDU/CSU’nun kazanma
beklentisinin azalmasını açıklayamamaktadır.
Soru: Şimdi size en yakın partiyle ilgili bir soru soracağ ız: Partiniz için herhangi bir şey
yapıp yapmayacağ ınız sorulsa, şu kartta yazılanlardan hangilerini partiniz için yapardınız?
CDU/CSU’lular
SPD’liler
Mart
Temmuz
Mart
Temmuz
1976
1976
1976
1976
%
%
%
%
Bu partinin toplantılarına katılırdım
53
47
52
43
Bu partinin toplantılarında,
ö nemli bir konu hakkında
konuşarak tartışmaya katılırdım
28
25
31
23
Arabama bu partinin
çıkartmasını yapıştınrdım
18
25
26
24
Bu partinin gö rü şü nü başka partilerin
toplantılarında da temsil ederdim
17
16
22
14
Bu partinin rozetini takardım
17
17
23
22
Bu partinin reklam materyallerinin
dağ ıtılmasına yardım ederdim
17
16
22
14
Bu partinin seçim kampanyası için
bağ ışta bulunurdum
12
12
10
11
Bir sokak tartışmasında
bu partiyi savunurdum
14
11
19
15
Bu parti için afiş asardım
11
9
13
10
Bu partinin afişini eve
ya da pencereme asardım
10
9
8
6
Yabancı evlerin kapısını çalarak,
insanlarla bu parti hakkında konuşurdum 4
4
5
3
Hiçbiri
38
39
34
43
244
234
267
230
n=
468
444
470
389
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 2178, 2185.
iletti i dü nyada CDU/CSU’nun 1976 Parlamento seçimlerini kazanması
mü mkü n de ildi. Oysa gerçekte, her iki parti de neredeyse aynı oranda
gü çlü ydü . 3 Ekim 1976’daki seçimde 38 milyon civarındaki seçmenden
350.000’i SPD/ED.P. yerine CDU/CSU’ya oy vermi olsaydı, CDU/CSU
seçimleri kazanmı olacaktı. E er muhabirler nesnel bir ortam tahlilinde
bulunsalardı, anketimizdeki “seçimleri sizce kim kazanacak” sorusunu
a ırlıklı olarak “henü z belli de il” eklinde yanıtlamaları gerekirdi. Fakat
1 8 6 KAMUOYU
l;ıl'l<> 23: Kamuoyunun ikinci kayna ından beslenenler, yani dü zenli olarak televizyon
seyredip gerçekli i televizyon gö zü yle gö renler, kanaat ortamının CDU/CSU aleyhine
j;eli;jti ini televizyondan ö rendiler. Televizyon seyretmeyenlerya da az seyredenler kanaat
ortamında 1976 ilkbaharı ile yaz ayları arasında bir de i iklik oldu unun farkında de iller.
Soru: Elbette kimse bilemez, ama ö nü mü zdeki Parlamento seçimlerini hangi partinin kaza-
nacağ ım dü şü nü yorsunuz? CDU/CSU mu yoksa, SPD/F.D.E mi?
Televizyondaki siyaset
Televizyondaki siyaset
programlarım sık sık
programlarını nadiren izleyenler
izleyenler
ya da hiç izlemeyenler
Mart
Temmuz
Mart
Temmuz
1976
1976
1976
1976
lo|ı!<nn
%
%
%
%
CI)U/CSU
47
34
36
38
SPIVKD.E
32
42
24
25
Bir :jcy sö ylemek imkâ nsız
21
24
40
37
100
100
100
100
n*
175
118
Ihlitikayla yakından
ilgilenenler
Cl HJ/CSU
49
35
26
44
Sl’l 1/KD.P
32
41
26
17
lliı ;jcy sö ylemek imkâ nsız
19
24
48
39
100
100
100
100
n:=
144
23
l'ıılıttkayla hiç
ilgilenmeyenler
ı :i M l/CSU
39
26
39
37
SPIl/Iin.P
32
45
23
26
l iı ;jcy sö ylemek imkâ nsız
29
29
38
37
100
100
100 .
100
n:-
31
95
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 2178, 2185.
muhabirlerin % 70’i SPD/F.D.E koalisyonu diye yanıt verirken, sadece
% 10'u CDU/CSU’nun kazanaca ını dü ü nü yordu. Muhabirler dü nyayı
lıalklan farklı bir biçimde algılıyorlardı ve e er Lippmann haklıysa, insan-
lar.ı da yalnızca gö rdü klerini gö sterebiliyorlardı. Bü tü n bunlar halkın
i;n <,ekli i iki farklı açıdan gö rdü ü , iki farklı kanaat ortamı izlenimi edin
ti i )> i anlamına gelmektedir: Kendi gö zleriyle ve televizyon gö zü yle. Ortaya
bü yü leyici bir olgu çıkmı tı: “Çifte kanaat ortamı” (Tablo 24).
KAMUOYUNUN İKİ KAYNAĞ INDAN BİRİ MEDYA 1 8 7
Muhabirlerin ve halkın bakı ı birbirinden neden bu kadar farklıydı?
Ne de olsa halk, 1976 yazında CDU/CSU’nun seçimi kazanmasına daha
çok ihtimal veriyordu.
Tablo 24: Muhabirler siyasi durumu halktan farklı gö rmektedirler. Onlar bakı açılarını
televizyon aracılı ıyla halka ileterek halkı etkilediler mi?
Soru: Elbette kimse bilemez ama ö nü mü zdeki Parlamento seçimlerini hangi partinin
kazana
ca ını dü ü nü yorsunuz? CDU/CSU mu, SPD/F.D.P mi?
lemmuz 1976
18 ya ından
Allensbach’ın
bü yü k vatanda lar
muhabirlerle yaptı ı anket
%
%
CDU/CSU
40
10
SPD/F.D.E
33
76
Bir ey sö ylemek imkâ nsız
27
14
100
100
n= 1265
100
A ustos 1976
Temmuz 1976
Vatanda lar
Muhabirler
%
%
Oy niyetleri
CDU/CSU
49
21
SPD
F.D.E
1}
»
S>
»
Ö bü r partiler
1
X
100
100
n= 1590
87
Kaynak: Allensbach Ar ivi, tablonun ü st kısmı: Anket: 2185, 2187, Mainz Ü niversitesi.
Bu ara tırmaya paralel olarak leti im Bilimleri Enstitü sü ile ortakla a yapılan bir ankete
gö re, muhabirlerin % 73’ü SPD/F.D.E’nin, % 15’i ise CDU/OSU'nun kazanaca ım dü ü nü
yordu. Ankete katılan muhabirlerin % 12’si ise “bir ey sö ylemek mü mkü n de il” diye
gö rü bildirmi lerdi. Baz: 81. Tablonun alt bö lü mü , IfD-Umfragen, 3032 ve 2187. Parti
e ilimini somut olarak ifade edenlerin yanıtlan gö sterilmi tir. x= % 0,5’ten daha az.
Bunun bir nedeni, halkın ve muhabirlerin siyasal dü ü ncelerinin bir
birinden bü yü k oranda farklı olmasıydı. Lippmann’ın da dedi i gibi, dü
ü nceler bakı açısını yö nlendirir. SPD/F.D.E taraftarları toplumda kendi
partilerinin kazanaca ına dair bir sü rü belirti gö rü yor, CDU/CSU’lular da
188 KAMUOYU
kendi partilerinin zaferini mu tulayan i aretleri fark ediyorlardı. Bu durum,
1976’da hem muhabirler için hem de halk için geçerliydi. Halk SPD/F.D.E
ve CDU/CSU arasında yarı yarıya bö lü nmü ken, muhabirlerin ü çte ikisi
SPD/F.D.E’den yanaydı. Dolayısıyla, gerçe i farklı algılamaları çok do aldı.
Görsel sinyallerin dilini çözmek
Bunun ü zerine, muhabirlerin algılama biçimlerinin televizyondaki gö rü n
tü ve ses aracılı ıyla seyirciler ü zerinde yarattı ı etkiyi ara tırmaya ba la
dık. Bu alan imdiye dek hiç ara tırılmamı tı. lk ö nce Amerika, ngiltere,
sveç ve Fransadaki ara tırmalara bir gö z attık, çü nkü bu ü lkelerdeki
leti imcilerin bu problemi çoktan çö zmü olduklarını ü mit ediyorduk.
Fakat hiçbir bulguya rastlayamadık. Daha sonra bir seminer dü zenleyerek,
hep beraber -ö renciler, asistanlar ve profesö rler- oturup kendimizi test
ettik. Birbirimizle hiç konu madan televizyondaki parti kongrelerini, poli
tikacılarla yapılan rö portajları seyrettikten sonra, bu gö rü ntü lerin bizi
nasıl etkiledi ine dair anket formlarını doldurduk. Gö rsel mesajlarda
ortak bir etki tespit etti imizde, bu etkiye hangi i aretlerin neden oldu u
nu bulmaya çalı tık. Nihayet, Califomia Berkeley Ü niversitesi’nden Percy
Tannenbaum, New York Stony Brook Ü niversitesi’nden Kurt Lang ve
Gladys Engel gibi ü nlü ileti im bilimcileri Mainz Ü niversitesi leti im
Enstitü sü ’ne davet ettik. Kendilerine 1976 seçim yılma ait video kayıtları
nı seyrettirerek gö rü lerini aldık. Percy Tannenbaum, kameramanların
belirli bir etki sa lamak istediklerinde hangi optik araçlara ba vurdukları
nı ya da tersine soracak olursak, çe itli çekim tekniklerinin etkileri hak-,
kındaki gö rü lerini ara tırmamızı ö nerdi. Bu ara tırma ö nerisi 1979 yılın
da gerçekle tirildi. Soruları yazılı olarak gö nderdi imiz kameramanların
ço u, % 5 l ’i, ankete yanıt verdi, 151 anket formu yanıtlanmı olarak
bize geri geldi. Kameramanların % 78’i, kameramanın salt optik yö ntem
lerle bir kimseyi olumlu ya da olumsuz yö nde etkilemesinin “çok mü m
kü n” oldu u gö rü ü ndeydi. Kameramanların % 22’si de “mü mkü n” de
mi lerdi. Peki bu yö ntemler nelerdi?
Bü tü n kameramanlar bir konuda hemfikirdiler: Ü çte ikisi sevdikleri
bir politikacıyı gö z hizasından (ö n cepheden) çekiyordu, çü nkü bö yle
bir çekimin “sempati” yarattı ını, politikacıyı “sakin” ve “rahat” gö sterdi i
ni dü ü nü yordu. Bö yle bir durumda hiçbiri tepeden (ku bakı ı) ya da
alttan (kurba a perspektifi) çekim yapmazlardı, çü nkü bu pozisyonlar
politikacının “sevimsiz” oldu unu dü ü ndü rmekte, “â cizlik” ve “bo luk”
izlenimi uyandırmaktaydı.
KAMUOYUNUN İKİ KAYNAĞ INDAN BİRİ MEDYA 189
Bunun ü zerine, Profesö r Hans Mathias Kepplinger bir çalı ma grubuy
la birlikte Mainz Ü niversitesi leti im Bilimleri Enstitü sü ’nde Alman tele
vizyon kanalları A R D ve ZD F’nin 1 Nisan ile seçim gü nü olan 3 Ekim
1976 tarihleri arasında yayımladıkları seçim kampanyalarını inceledi.
Ara tırma sonuçlan 1979 sonbaharında Augsburg’daki Yıllık Siyaset Bi
limciler Kongresi’nde açıklandı.3 1 Kasım 1979’da Frankfurter Rundschau
gazetesi, “Schmidt, Kohl’den daha iyi bir gö rü ntü vermi ti” ba lı ı altında
ü ç sü tundan olu an bir makale yayımlayarak ara tırmanın ö nemli bulgu
larını ö zetledi:
“Her iki televizyon kanalındaki haberlerin analizine gö re, televizyonda
koalisyon politikacıları muhalefetten biraz daha sık yer almı sa da, politi
kacıları çekmekte kullanılan teknik a a ı yukarı aynıydı; genellikle ö n
cepheden, zaman zaman da ku bakı ı ve kurba a perspektifi.
Politikacı gö rü ntü lerinin en az dö rtte birini kaplayan iki parti liderinin,
Helmut Schmidt (SPD) ve Helmut Kohl’ü n (CDU) gö rü ntü leri incelen
di inde, durum de i iyordu. Schmidt sadece otuz bir gö rü ntü de ku bakı ı
ya da kurba a perspektifiyle çekilmi ken, Kohl için bu sayı elli be i bulu
yordu...
Mainzlı bilim adamları kameranın pozisyonuna kimin karar verdi ini
de ara tırdılar. Willy Lederhose tarafından yapılan ankete gö re, kamera
manların % 4 6 ’sı çekimleri nasıl gerçekle tirece ine kendisinin karar
verdi ini sö ylerken, % 5 2’si buna yayından sorumlu muhabirle birlikte
karar verdiklerini açıkladı”.4
Frankfurter Rundschau ö yle devam ediyordu: “Seyircilerin jest, alkı ,
ba ırma ça ırma gibi akustik ve gö rsel tepkilerinin yanı sıra, ilgi ve dikkat
lerinin de ekrana getirilmesi incelendi...
Ö rne in, A RD ve ZD F’de halkın muhalefetteki politikacıları yuhala
dı ı, reddetti i, kısacası bunlara kar ı gö sterdi i olumsuz tepkiler, koalis
yondaki politikacılara kar ı gö sterilen olumsuz tepkilerden daha fazla
ekrana getirilmi tir...
Seyircinin tepkisinin hangi kamera pozisyonlarıyla verildi i de ö nemli
bir noktadır. Kameramanların da dile getirdikleri gibi, gö rü ntü lerin kame
raya çekili biçimine gö re, seyirci tepkisi oldu undan daha gü çlü ya da
zayıf gö rü nebilir. Kamera seyircilerin tü mü nü gö sterebilir ama daha farklı
ayarlarla, kü çü k gruplar ve tek tek ki iler ö n plana çıkarılabilir. Ekrandaki
gö rü ntü ye ne kadar az insan sı dırılırsa etki o kadar bü yü r, gö rü ntü içine
ne kadar çok insan alınırsa yo unluk etkisi o kadar azalır.
Kepplinger’e gö re, bu ara tırmanın sonuçları, her iki televizyon kanalı
nın da (ARD ve ZDF), koalisyon adayları alkı lanırken kalabalı ı bü yü k
1 9 0 KAMUOYU
gö rü ntü lerle ekrana getirdi ini, muhalefet adaylarına gö sterilen tepkileri
ise çok daha kü çü k gö rü ntü lerle verdi ini ortaya koymu tur”.
Televizyon muhabirlerinin ses ve gö rü ntü aracılı ıyla seyirciler ü zerin»
de yarattıkları etkiyi ele alan ve bu tü r bir analizin ilk ö rne i olma ö zelli i*
ni ta ıyan bu ara tırma, on yıl sonra, 1989 yılında bile sü rdü rü lmektedir
hâ lâ . Bu arada, kameramanlarla film montajcılarının bilimsel ara tırmala
ra konu edilmesine duyulan ö fke azalmı tır. Birbiri ardına yayımlanan
deneysel ara tırmalar, kameramanların ve çekim tekniklerinin seyircilerin
algılarını hiçbir ku kuya yer vermeyecek ekilde etkilediklerini ortaya
koymaktadır. Fakat bu yayınların metinleri o kadar kuru bir dille yazılmı
tır ki, yeteri kadar heyecan yaratamamı tır.5
1976 yılındaki gibi ba a ba giden seçimlere bir daha rastlamadık.
Oyle ya, ancak birkaç yü z bin oy sonuç ü zerinde belirleyici oldu unda
ve her tü r etki hayati bir ö nem ta ıdı ında, medyanın seçmenler ü zerinde
ki etkisi acı ikayetlerin konusu olur. Helmut Schmidt ve Franz Josef
Strauss’un çeki ti i 1980 Parlamento seçimlerinde sonuç ba ından beri
belli gibiydi. Toplumda bü yü k bir heyecan ya anmıyordu. Bu durum,
televizyonun gö rü ntü dilinin seyirciler ü zerindeki etkisini ara tırmak iste
yen ileti im uzmanları için bü yü k avantajdı. M icheal Ostertag Mainz
leti im Bilim leri Enstitü sü ’nde yaptı ı m aster ve doktora tezleri
ni,6 muhabirlerin siyasi gö rü lerinin televizyonda rö portaj yaptıkları politi
kacılar ü zerindeki etkisine ve politikacıların seyirciler ü zerinde uyandırdı
ı izlenime hasretti. Ostertag ve yardımcıları, ara tırmalarını gö rü ntü
dili ü zerinde yo unla tırdılar. 1980 Parlamento seçimleri kampanyasında
Schmidt, Kohl, Strauss ve Genscher ile yapılan kırk televizyon rö portajinı,
genellikle televizyonun sesini kısarak, sadece gö rü ntü yü temel alarak
incelediler. Politikacıların sö zlerinin, ses tonlarının, vurgularının, yani
“dil-ö tesi” ya da “sö z-ö tesi” ifadelerin etkisi altına girmeden, yalnızca
gö rü ntü yü incelediler.
Ö nce, mimik, jest, oturu biçimi ve yö nü gibi “beden dili” ö elerini
tespit edebilmek için kategori emaları tasarlandı. Aynı zamanda “insanın
mekâ nda davranı ı” denilen ve kar ıdaki insanla aradaki mesafeyi etkile
yen olgular için de kategoriler olu turuldu. Bu amaçla, 50 ’li yılların psiko
loglarından Philipp Lersch’in7 ara tırmalarından ve pandomim sanatçısı
Samy M olcho’nun8 yakılarından, 70’li ve 8 0 ’li yıllardan da Siegfried Frey
ve di erlerinin yanı sıra çok sayıda Amerikalı ara tırmacının9 çalı mala
rından yararlanıldı. Ostertag dö rt lider politikacının mimik ve jestlerini,
siyasi gö rü ü kendilerine yakın olan ve olmayan muhabirlerle yaptıkları
rö portajları ayrı ayrı kar ıla tırdı.
KAMUOYUNUN İKİ KAYNAĞ INDAN BİRİ MEDYA 191
Ostertag dö rt liderin de tipik mimik ve jestlerinin her rö portajda
ı emelde aynı kaldı ını tespit etti. De i en tek ey vurgulardı. Konu urlar-
kon, muhabirin siyasi gö rü ü ne gö re, ba larını ya daha az ya daha çok
.sallıyorlar, muhabirler konu urken de gö zlerini ya daha çok kaçırıyor ya
ila muhabirin gö zü nü n içine bakıyorlardı. Seyirci bu vurguları pek de
sempatik bulmuyor olsa gerekti. Ostertag’m ara tırması, siyasi gö rü leri
kendilerinkinden farklı olan bir gazeteciyle konu urlarken, politikacıların
ilaha kö tü bir izlenim uyandırdıklarını iki yö nden ortaya koydu. Bu dö rt
liderin hangisi olursa olsun, kendisiyle rö portaj yapan muhabirle anla tı ı
gö rü len politikacılar olumlu bir izlenim yaratırken, muhabirlerle tartı an
lar olumsuz de erlendiriliyorlardı.10
Muhabirlerin tutumu seyircileri olumsuz yö nde etkilememektedir,
çü nkü ne de olsa, kar ı çıkmak ya da saldırıya geçmek muhabirlerin
gö revleri arasındadır.
Ayrıca, aynı siyasi cepheden bir muhabirle gö rü en politikacıların11
seyirciler ü zerindeki etkisi, kar ıt gö rü teki bir muhabirle gö rü en bir
politikacının yarattı ı etkiden daha olumluydu. Kar ı cepheden biriyle
gö rü tü klerinde politikacıların oturu biçimi daha mesafeliydi, dirsekler
yana açılıyordu ve bacak bacak ü stü ne atıldı ında, dizler bir bariyer olu
turuyor gibiydi.12
Televizyondaki politikacılar hakkmdaki yargıları etkileyen ö nemli
noktalar imdiden ortadadır. Fakat kanaat ortamlarının televizyon aracılı
ıyla nasıl iletildi ini çok iyi bildi imizi iddia edemeyiz henü z.
XXII
Çifte Kanaat Ortamı
Amerikalı siyaset bilimci David E Conradt 1976 yılında yayımlanan Germany
at the Polb. The Bundestag Election 1976 [Almanya Sandık Ba ında. 1976
Parlamento Seçimleri]1 adlı kitabında politikayla ilgilenen Amerikalılara
ö yle sesleniyordu: “1976 seçimlerinde ö rgü t stratejilerini belirleyenler sus
kunluk sarmalından yararlanmaya çalı tılar. 1973 ’te Hamburg’ta yapılan
CDU kongresinde partinin ö nde gelenlerine suskunluk sarmalı konusundaki
bulgular anlatıldı. 1974’te suskunluk sarmalı kuramının basitle tirilmi bir
versiyonu parti tabanına da ıtıldı... Sonunda, 1976 yılında, suskunluk
sarmalı tezlerine de dayanan seçim kampanyasının ana bö lü mü nü n, SPD’nin
seçim kampanyası ba lamadan ö nce yü rü tü lmeye konması kararı alındı.
Bu karar, SPD seçim kampanyası iyice ata a kalkmadan, C D U ’nun kendini
toplumda açıkça ifade edip, gö rü lebilir kılması anlamına geliyordu”.2
Suskunluk sarmalına kar ı mücadele
Nitekim 1976 yılında tabanda -1 9 7 2 ’den farklı olarak— bir suskunluk sar
malı sü reci geli medi. CDU/CSU’lular, SPD ’lilerden hiç de a a ı kalmadan
ÇİFTE KANAAT ORTAMI 1 93
gö rü lerini açıkça ifade ettiler, hiçbir tartı ma fırsatını kaçırmayıp kendilerini
savundular, rozetler taktılar, arabalarına parti çıkartmalarını yapı tırdılar,
partilerinin reklamını yaptılar. Seçimlerden be altı hafta sonra en çok
kimlerin seçim kampanyasında partilerine destek oldu u soruldu unda,
% 30 “CDU/CSU’lular” derken, % 18 de “SPD ’liler” yanıtını verdi.
Şekil 2 2 :1976: Çifte kanaat ortamı
Suskunluk sarmalına karşı bilinçli mü cadele. 1965 ve 1972 seçimlerinden farklı olarak
beklenen
seçim zaferi lehine işleyen bir yü zer-gezer oy etkisi gö rü lmemiştir.
Seçim niyeti: CDU/CSU ^ H i SPD ya da F.D.P.
Beklentiler: CDU/CSU kazanacak mmm SPD/F.D.P. kazanacak mum
50
40
30
%20
1976
Haziran
Temmuz Ağ us. başı Ağ us. Sonu Ey. başı Ey. Ortası Ey. Sonu
Kaynak: Allensbach Arşivi, Anket: 3030, 3031, 3032, 3033/1,3033/II, 3034/I, 3035/I.
CDU/CSU’luların açıkça gö rü lebilen propagandası o kadar etkili ol
mu olmalı ki, seçim kampanyasının son a amasında, kendinden emin
olmayan ve politikayla fazla ilgilenmeyen insanların medyadaki hâ kim
kanaat ortamına uymalarını ö nledi. Modern bir seçim kampanyasında
suskunluk sarmalına kar ı muhtemelen ilk kez bilinçli bir mü cadele veril
mi ti. ki bü yü k siyasi parti aylar boyunca ba a ba gitti ( ekil 22). 3
Ekim 1976 ak amı seçim sonuçları açiklandı ında da hemen hem en e it
gü çteydiler; SPD/F.D.E çok az bir farkla ö ne geçerek seçimi kazandı.
Acaba medyadaki genel hava CDU/CSU’ya kar ı olmasaydı, CDU/CSU
seçimleri kazanır mıydı? Bu soruyu ancak ileride, daha çok deneyim sahibi
oldu umuzda yanıdayabilece iz. Çifte kanaat ortamı, alı ılmadık bir hava
durumu gibi heyecan verici, çifire gö kku a ı ya da kutup ı ıklan gibi ender
rastlanan bu bü yü leyici olgu, ancak çok ö zel ko ullar altında, halkın
1 9 4 KAMUOYU
kanaat ortamı ile muhabirlerin gö rü leri birbirinden ayrıldı ında kar ımıza
çıkar. Bu olgu 1976 yılında ilkbaharla yaz arasında ortaya çıktı (bkz.
Tablo 23) ve sonbahara kadar iki a amalı bir ileti im olarak çö zü mlendi.
“Çifte kanaat ortamı” u anlama gelmektedir: insanlar medya kullanımına
gö re farklı bir kanaat ortamı algılarlar. Bu gö zlemlerden bilimsel ara tırma'
lar açısından de erli bir ara tırma aracı da çıkartılabilir. Kanaat ortamı
konusunda yü rü tü len tahminler kullanılan medyaya gö re de i iyorsa,
burada medyanın bir etkisiyle kar ı kar ıya gelindi i varsayımını incele'
mekte yarar var.3
“Kar ılıklı cehaletler”: Halk, halk hakkında yanılıyor
Bilindi i gibi, bakı ımız medya ü zerinde ne kadar çok yo unla ırsa, med
yanın etkilerini ara tırmanın ne kadar zor oldu u da o ö lçü de belirginle
mektedir. Bu etki ani olmayıp belli bir birikimden sonra kendisini gö sterdi
i için, ba ka bir deyi le “azimle damlayan su ta ı deler” prensibine uygun
geli ti i için, insanlar medyanın mesajlarını kendi aralarında sü rekli yay
dıkları ve kısa bir sü re sonra artık mesajın nereden geldi i fark etmedi i
için, insanlar genellikle bu etkilerin bilincinde olmadı ından bu konuda
bilgi de veremedikleri, —bilakis Lippmann’m da dedi i gibi, kendi algı ve
deneyimlerini medyanmkilerle sanki kendi gö rü leriymi gibi kayna tırma
e iliminde oldukları- için bu etkiler ço unlukla dolaylı yollardan gerçek
le ti i, insanlar çevre gö zlemlerini medyanın gö zü yle yapıp davranı larını
ona gö re ayarladıkları için, medyanın etkilerini ara tırmak sistematik
bir yö ntem kullanılmasını gerektirir. Amerikalı toplumbilimcilerin4 bul
du u “kar ılıklı cehaletler” (pluralistic ignorance) kavramı, yani halkın
halk hakkında yanılması, medyanın etkilerinin izini sü rmek ü zere kulla
naca ımız bir tü r rehbere dö nü ü r.
Burada, kamuoyuyla ilgili ara tırmalarımızla ilgili ö nceki bir bö lü mde
yer verdi imiz bir gö zlemi anımsatmakta yarar var. Burada ba arısızlı a
u rayan bir test sö z konusuydu: Bir masada yan yana samimi bir biçimde
oturmu birkaç insanı, masanın ö bü r ucunda da tek ba ına oturan, yalnız
bırakılmı , dı lanmı bir ki iyi gö steren bir test resmiydi bu.5 Bu test yardı
mıyla, halkın “azınlıktaki bir kanaati temsil etmek” ile “dı lanma tehlikesi”
arasındaki ili kinin bilincinde olup olmadı ını ö renmek istiyorduk.
Testte “Alman Komü nist Partisi ü yesi olan birinin yargıç olabilmesi
gerekir” cü mlesini azınlıktaki bir gö rü olarak kullandık. Testi uyguladı ı
mız sırada (Nisan 1976) halkın sadece % 18’i bu gö rü ü payla ıyordu, %
6 0 ’ı ise buna kar ıydı. Halkın yalnızca % 2’si toplumun ço unlu unun
ÇİFTE KANAAT ORTAMI 1 95
Komü nist Parti ü yelerinin yargıç olmasından yana oldu unu dü ü nü rken,
% 8 0 ’i ço unlu un buna kar ı oldu u gö rü ü ndeydi. Fakat dedi imiz gibi,
test i e yaramadı. Testteki dı lanan ki iyi Komü nist Parti ü yelerinin yargıç
olmasını savunan bir ki i olarak gö renlerle, buna kar ı oldu unu dü ü nen
ler arasında pek bü yü k bir sayısal fark yoktu. Bu durum çifte kanaat
ortamının bir gö stergesi miydi? Halkın bir kısmı dı lanan bir ki inin toplu
mun reddetti i bir gö rü ü savundu unu dü ü nü rken, ö bü r kısmı da olaya
medyanın gö zü yle mi bakmı tı? Yani dı lanan ki inin, o gü nlerde medyada
son derece tutucu ve anti-liberal gö sterilen bir. gö rü ü savundu unu mu
dü ü nmü lerdi?
XXIII
Dillendirme levi: Medyada
Görü leri Temsil Edilmeyenler
Susturulmu lardır
itiraf etmeliyim ki, insan bilim adamı olunca bazen pek bir ü rkekle iyor.
“Komü nist Parti ü yelerine yargıç olma hakkı tanınmalı mı?” sorusunu
sordu umuz tren testinin sonuçlarını ilk gö rdü ü mde, gö zlerime inana-.
madım. Sonuç, suskunluk sarmalı tezini resmen çü rü tü yor gibiydi. Ço un
lukla aynı kanaate sahip olanlar, bunun bilincinde oldukları halde susmayı
ı tercih ederlerken, azınlıktaki gö rü ü temsil edenlerin % 50 ’si konu maya
dü nden hazırdı (Tablo 25).
Sert çekirdek
1972 yılında yaptı ımız ilk “suskunluk sarmalı”' testlerimiz bile, istisnaların
kaideyi bozmayaca ım gö stermi ti. Kuramların ampirik yollarla kontrol
edilmesinin ö nemli bir kısmını da, kuramla ö rtü meyen durumlar tespit
edildikten sonra, kuramın de i tirilmesi ve sınırlarının çizilmesi olu turur.
Daha ilk tren testlerinde bile, 70’li yılların ba ında Franz Josef Strauss’u
destekleyenler, ço unluktaki Strauss kar ıtlarından daha çok konu ma
e ilimindeydiler (Tablo 2 6 ).1
DİLLENDİRME İŞLEVİ 197
Tablo 25: Bir grup, ço unlu u te kil etti ini bilmesine ra men sanki dilsizdir. Azınlıkta
oldu unun bilincinde olanlar ise konu maktadırlar. Acaba ço unluk kendilerine gereken
argü manların medyada dile getirilmemesinden ö tü rü mü susuyor?
Ço unluk:
Komü nist Parti ü yelerinin
yargıçlık yapmalarına kar ı olanlar,
tren kompartımanında
kendilerinden
kendileriyle
farklı dü ü nen
aynı gö rü ü payla an
birine rastladıklarında
birine rastladıklarında
%
%
Bir tren yolculu u sırasında
Alman Komü nist Parti
ü yelerinin de yargıç olabilmeleri
hakkındaki bir sohbete
severek katılırdım
27
25
katılmazdım
57
67
fikri yok
16
8
100
100
n= 169
217
Azınlık:
Komü nist Parti ü yelerinin
yargıçlık yapabilmelerinden yana olanlar,
tren kompartımanında
kendileriyle
kendilerinden
aynı gö rü ü payla an
farklı dü ü nen
birine rastladıklarında
birine rastladıklarında
%
%
Bir tren yolculu u sırasında
Alman Komü nist Parti
ü yelerinin de yargıç olabilmeleri
hakkındaki bir sohbete
severek katılırdım
52
52
katılmazdım
' 40
42
fikri yok
8
6
100
100
n= 48
54
Kaynak: Allensbach Aı ivi, Anket: 3028, Nisan 1976.
1 9 8 KAMUOYU
Tablo 26: Uzun bir suskunluk sarmalı sü recinin sonunda, geriye, dı lanmayı gö ze
alabilen, konu ma e iliminde bir “sert çekirdek” kalıyor.
Soru: Ö nü nü zde be saatlik bir tren yolculu u oldu unu dü ü nü nü z. Sizinle aynı kompartı
manda yolculuk yapan biri, Franz Josef Strauss’un siyasi gü cü nü n artmasından yana (her
iki gö rü meden birinde: (çar ı) oldu unu sö yleyerek konu maya ba lıyor. Bu yolcuyla bu
konuda sohbet eder miydiniz, yoksa dikkate almaz mıydınız?
1972
Ço unluk:
Azınlık:
Strauss kar ıtlan
Strauss yanlıları
%
%
Severek sohbet ederdim
35
49
Dikkate almazdım
56
42
Fikri yok
9
9
100
100
n= 1136
536
Kaynak: Allensbach Ar ivi, Anket: 2087 /1+11 Ekim / Kasım 1972.
Bir suskunluk sarmalı sü recinin sonunda geriye kalan, tü m dı lanma
tehlikelerine meydan okuyan azınlıktakilerden olu ma o “sert çekirdekle”
ilk o zaman kar ıla tık. Bu “sert çekirdek” bir bakıma marjinallerle akraba
dırlar ve onlar gibi, dı lanmayı gö ze alabilmektedirler. Marjinallerden
farklı olarak, bir “sert çekirdek” topluma sırtını dö nebilir, toplumdaki
yabancılar kar ısında tamamen içine kapanarak, kendini bir tarikat gibi
soyutlayarak, geçmi e ya da çok uzaktaki bir gelece e yö nelebilir. Bir
ba ka olasılık da, sert çekirde in kendini, konu ma e iliminin de gö sterdi
i gibi, marjinal saymasıdır. Gelece i hesaba katan bu sert çekirdek, A m e
rikalı sosyopsikolog Gary Schulman2 tarafından ampirik yollarla ortaya
konan bir durumdan cesaret almaktadır: Ço unluk tarafından destekle
nen bir gö rü ü n savunucuları, yeterince ço aldıklarında, savundukları
gö rü ü dile getirememeye ba larlar zamanla, çü nkü kendilerinden farklı
dü ü nen birine rastlamazlar artık. Schulman, her gü n di fırçalanması
gerekti ini dü ü nen insanların; birdenbire bunun tersini savunanlarla
kar ıla tıklarında nasıl gü vensizle ip bocaladıklarını tespit etmi tir.
Sonuçta, Strauss yanlıları ne topluma sırt çevirdiler, ne inzivaya çekilip
tarikatla tılar, ne de yakın gelecekte yeniden zemin kazanacakları ü midini
yitirdiler; onlar kendilerini marjinal olarak gö ren “sert çekirdek”tiler ve
bu nedenle, azınlıktaki kanaati temsil etmelerine ra men hiç çekinmeden
konu maya hazırdılar.
DİLLENDİRME İŞLEVİ 1 99
Medya tarafından üretilmezlerse, sözcükler de yok
Fakat Alman Komü nist Partisi (DKP) konusunda durum biraz farklıydı.
Savunucular “sert çekirdek” de ildi ve bü yü k ço unlu u te kil eden
kar ıtlar da uyumuyor, komü nizmin gü çlenmesinden korktukları için
tetikte bekliyorlardı. E er tren testinde, hem onlarla aynı gö rü ü payla
an insanların hem de kar Lt gö rü tekilerin kar ısında susuyorlarsa, bu
nun imdiye dek gö remedi imiz bir nedeni olmalıydı. Acaba bunun
nedeni, medyada, ö zellikle de televizyonda sü rekli D KP ü yelerinin yar
gıç olması savunuldu u için, kar ıt gö rü tekilerin argü man bulamaması
mıydı?
Bu hipoteze gö re, medyanın yeni bir etkisi daha ortaya çıkıyordu:
Medyanın dillendirme i levi, insanlara gö rü lerini savunmakta kullana
cakları sö zcü kleri, argü manları medya vermektedir, insanlar kendi bakı
açılarına uygun, dü zenli bir biçimde tekrarlanan ifadelerle kar ıla mayın
ca "dilsizle irler”.
Gabriel Tarde 1898 yılında bir deneme yazdı: Le Public et L a Foule 3
[Kamu ve K itle]. Kamuoyu ve medya etkileri hakkındaki bö lü mü mü zü
Tarde’m u sonuç de erlendirmesiyle bitirelim: “ ef redaktö re çekilen
ö zel bir telgraf, kıtanın bü tü n bü yü k kentlerindeki kalabalıkları anında
alarma geçiren yo un bir sansasyon yaratır. Gazete, bir arada olmayan
insanlardan olu an, fakat aynı habere e zamanlı, ortak tepkiler vermenin
bilincinden kaynaklanan samimi bir ili kiye geçen bu da ınık kalabalık
tan, ‘kanaat’ denen soyut, ba ımsız, dev bir kitle yaratır. Gazete bö ylelikle,
konu mayla ba layan, kar ılıklı mektupla malarla ilerleyen, ama her za
man belli belirsiz ima edilen bir çerçevede kalan ve çok eskilere dayanan
bir i i tamamlamı tır: Ki isel kanaatleri, yerel kanaatlere, ardından ulusal
ve evrensel kanaatlere dö nü tü rmek, muazzam bir kamusal bilinç, kamu
sal bir ruh yaratm ak... Burada artık mü thi bir gü ç olu mu tur; ö yle bir
güç ki, ancak sü rekli artabilir. Çü nkü insanın kendisinin de bir parçasını
olu turdu u kamuyla uyum içinde olma, genel kanaat içinde dü ü nme
ve davranma gereksinimi giderek artar ve kar ı konmaz bir hale gelir. Bu
kamu ne kadar bü yü kse, genel kanaat ne kadar zorlayıcıysa ve aynı telden
çalma iste i ne kadar çok tatmin edilirse, bu gereksinim de o kadar yo un
la ır. Ça da larımızın rü zgâ r gibi gelip geçen fikirlerden etkilenmesine
a mamalı ve hemen ki iliklerinin zayıf oldu u sonucunu çıkarmamalıyız.
Kavak ve me e a açlarının fırtınada sö kü lmesinin nedeni, onların zayıflı ı
de il, fırtınanın giderek gü çlenmesidir”.4
Tarde televizyon ça ında ya asaydı neler yazardı acaba?
XXIV
Vox Populi' Vox DeP
Kadın arkada ım konuklarına dö nü p, alaycı bir ifadeyle, “Elisabeth, kapı
kapı dola ıp insanlara Adenauer’ın gö rü lerine katılıp katılmadıklarını
soruyor” dedi.
1951/52 kı ında Mü nih’te, çok sayıda entelektü elin katıldı ı bu parti
de tesadü fen bulunuyordum. Partiyi veren arkada ım telefonda “mutlaka
gel” diye ısrar etmi ti. Okul arkada ıydık. Birbirimizi en son ne zaman
gö rmü tü k? 1943 ya da 1944’te Berlin-Dahlem ’deki Botanik Bahçesi
civarında, Limonenstrasse’da, batıdan gelen bombardıman uçaklarının
kente giri yaptı ı uçu yolunun oralarda, kentin gü neybatısında gö rü
mü tü k en son. Harap bir ev, duvarlarda çatlaklar; odalar yarı yarıya
bo altılmı , mobilyalar, halılar, tabloilar depoya kaldırılmı tı.
Kamuoyunun ara tırılması: Bu tü ir dü ü ncelerin ne ö nemi vardı ki?
Vakit bu kadar geç olmasaydı, herkes bu kadar çok içmi olmasaydı ve
salon bu kadar karanlık, sigara dum anından a ırla mı olmasaydı bile,
yazar, sanatçı ve bilim adamlarındanı olu an bu çevreye bunu anlatmak
imkâ nsızdı.
^ ^ Halkın sesi, hakkın sesidir, (ç.n.)
VOX POPULI - VOX DEI 2 0 1
Evet, “Adenauer’ın uyguladı ı politikadan genel olarak memnun mu
sunuz, de il misiniz?” sorusunu sordu um o 1951 kı ında kamu ve kamuo
yu olarak kavramayı ö rendi im gü çle ilk kez kar ıla tım. O zamanlar
Allensbach’ta hazırladı ımız anket formlannı Almanya’daki yü zlerce ki iye
yollamadan ö nce dü zenli olarak test ediyordum. Soruları sık sık bir istas
yon bekçisinin karısına da yö neltiyordum. Tekrarlanan sorulara ne cevap
verece ini biliyordum artık. En az sekiz kez Adenauer’a kar ı oldu unu
sö ylemi ti. Fakat sorumluluk duygusu içinde kurallara uyarak -anketin
ba tan sona test edilmesi ve sü resinin de saptanması gerekiyordu- bir
kez daha aynı soruyu sordum: Genel olarak Adenauer’m uyguladı ı politi
kadan memnun musunuz, de il misiniz?” “Memnunum” dedi kadın. a ır
dı ımı belli etmemeye çalı tım, anket yapan ara tırmacılar a kınlıklarını
belli etmemelidir. Aradan yakla ık dö rt hafta geçtikten sonra, masamda
yeni ara tırma sonuçları duruyordu. Bir ay içinde, Kasım’dan Aralık ayına
kadar Almanya’da Adenauer’ı destekleyenlerin sayısı % 8 oranında art
mı tı. Uzun sü re % 23-24 dolaylarında seyreden oran bu artı la % 3 2 ’ye
fırlamı tı. 19531 yılındaki Parlamento seçimlerinde % 5 7’ye tırmanacaktı.
Ross’un dedi i gibi, burada “a tidal volüme and sıueep”2 [ortalı ı kasıp
kavuran bir deprem dalgası] sö z konusuydu. Ü lkedeki baskı dalgası nasıl
ve hangi yollarla istasyon bekçisinin karısına ula mı tı? Ve bu dü ü ncenin
ne gibi bir de eri vardı?
Sa duyu de il, kader
Vox populi - Vox D eil Bu deyi in geçmi inin pe ine dü tü ü mü zde, daha
1329 yılında atasö zü olarak kullanıldı ını gö rü yoruz.3 798 yılında Anglo
sakson bilgin Alcuin, Bü yü k Karl’a yazdı ı bir mektupta bu deyi i herkes
tarafından bilinen bir cü mleymi gibi kullanmaktadır. Daha da gerilere
gidildi inde, I.O . 8. yü zyılda I aya Peygamber’in4 kehaneti duyulur: “...
Vox populi de civitate vox de templo. Vox domini reddentis retributionem inimicis
suis” [Latince metinden]. Yani, “ ehirden bir gü rü ltü ; mabetten bir ses;
dü manlarına kar ılı ı ö deyen Rabbin sesi”.(*)
Binlerce yıldan beri bu formü l ü zerinde kafa yoranlar, onu bazen hor
gö rmü ler, bazen de saygıyla anmı lardır. Hofstâ tter Psychologie der öfferıt-
lichen M einung [Kamuoyu Psikolojisi] (1949) adlı eserinde “halkın sesi,
hakkın sesi: Bu Tanrı’ya kü fü rdü r”5 der. Alm an imparatorluk ansö lyesi
von Bethm ann Hollweg (1856-1921) bu deyi in “halkın sesi, koyunlarm
^ ^ Kitabı Mukaddes çevirisi (e.n.)
2 0 2 KAMUOYU
sesi” biçiminde olması gerekti ini sö yleyerek, Montaigne’in ö rencilerin
den Pierre Charron’un 1601’de “vox populi - vox D ei” yerine ö nerdi i
“vox populi, vox stultorum" [halkın sesi, aptalların sesi] cü mlesini tekrar
etmektedir. Charron’un yatarlandı ı kaynak, M ontaigne’in Denemeler’de
halkın, bü yü k hizmetleri, bü yü k adamları ve onların ki iliklerini takdir
edememelerinden yakındı ı “ ö hret Ü zerine” adlı bö lü mdü r: “Bilge bir
adamın ya amının aptalların yargılarına ba lı olması akıllıca mı sanki?
Tek tek bakıldı ında bir hiç oldu unu dü ü ndü ü mü z insanların bir araya
gelince bir yargı merci olu turmalarından daha aptalca bir ey olabilir
mi? Sü rekli onların ho una gitmeye çalı an ki i hiçbir ey elde edemez...
Ne sanat ne de uysal bir ruh bö ylesine gü venilmez ve ne yapaca ı belirsi2
bir rehberin pe inden gitmemize neden olmalıdır. Bu kö rle mi ruhlar
karma asından, bu laf kalabalı ından ve ilkel dü ü ncelerden, bizi ileriye
do ru itekleseler de, iyi bir eylerin meydana gelmesi mü mkü n de ildir.
Kendimizi bu kadar de i ken bir varlı ın eline bırakmayalım. Biz ısrarla
sa duyunun sesini dinleyelim. Bırakalım da da genel kanaatler, e er ister
lerse, bizi takip etsinler”.6
Alcuin’in 798 yılında Bü yü k Karl’a yazdı ı mektupta da aynı ruh halini
gö rü yoruz: “Halkın sesi hakkın sesidir diyenlere kulak asmayalım. Çü nkü
kalabalıkların çı lı ı çılgınlı ın e i indedir”.7
Yü zyıllar ve binyıllar boyunca “vox Dei”yi sa duyunun sesi olarak çevi
renlerin ve kamuoyunda, yani “halkın sesi”nde bo u bo una sa duyu
arayanların hepsi de dü ü ncelerini i te bö yle ifade ediyorlar.
Fakat bunun yanı sıra, bamba ka bir ikinci gü dü de vardır. aya Pey
gamber, “ ehirden bir gü rü ltü ; mabetten bir ses; dü manlarına kar ılı ı
ö deyen Rabbin sesi” demi ti. Î.Ö . 700 civarında Hesiodos, kamuoyunu
bir ahlaki yargı mercii ve toplumsal denetim mekanizması olarak gö rmü
ve kamuoyunun nasıl kader haline gelebilece ini ö yle anlatmı tır: “ n
sanların diline dü memek için davranı larına dikkat et. Adının kö tü ye
çıkması çok fenadır, çü nkü sen hiçbir ey yapmasan da kö tü ü n kolayca
yayılır. Fakat buna katlanmak, bunu yok etmek, çok zor ve zahmetlidir.
Mazı ki iler yayıyorlarsa e er, kö tü ü n hiçbir zaman tam olarak ortadan
kalkmaz. Bu nedenle, bir anlamda ilahi sayılabilir”.8
Romalı filozof Seneca kamuoyuna saygıyla yakla ır. “ nan bana, halkın
sesi kutsaldır”.9 Neredeyse bin be yü z yıl sonra Machiavelli ö yle der:
“ nsanlar bo yere ‘halkın sesi, hakkın sesi’ dememi ler. Çü nkü una opinione
universale [genel bir kanı] olayları ö nceden o kadar mü kemmel bir biçim-
ılı' haber verir ki, iyiyi ve kö tü yü ö nceden haber verecek gizli bir gü cü n
varlı ına inanasımız gelir”.10
VOX POPULİ - VOX DEl 2 0 3
Demek ki, kamuoyunu dikkate alınmaya de er kılan ey sa duyu
de il, aksine, gelecek ve kader gibi, bü nyesinde ta ıdı ı mantıkdı ı unsur
lardır. Tekrar Machiavelli’ye dö nelim: “Quale fam a, o voce, o opinione fa,
che il popolo comincia a favorire un cittadinol” — “Hangi an, hangi ses,
hangi dü ü nce akımı halkın kendisini vatanda olarak hissetmeye ba la
masına neden olabilmi tir?”11 Bu alıntıya, Lothar Bucher’in 1887 yılında
Deutsche Revue dergisindeki “Ü ber Politische Kunstausdrü cke” [Siyasi
Yapay fadeler Ü zerine] adlı makalesinde rastlıyoruz.12 Bucher devam
eder: “Bir ö ncü olan Machiavelli, ‘kamuoyu’ kavramını bulmaya çok
yakla mı tı”.
Kari Steinbuch, AUensbach’m yıl sonu anketlerinde yö neltilen “yeni
yıla umutla mı bakıyorsunuz, yoksa endi eyle mi?” sorusuna verilen yanıtlan
gelecek yılın gayri safi milli hasılasıyla birle tirilerek, “halkın sesi - kaderin
sesi”nin yorumlanmasına katkıda bulundu. Yıl sonunda ü mitli ya da endi
eli olunması ekonomik geli menin daha çok ya da daha az olmasına
tekabü l etmiyordu, yeni yıldan önce ü mitli ya da endi eli olunması sonraki
ekonomik geli melere paraleldi ( ekil 23).
Şekil 23: Yeni biryılın başlangıcında duyulan ümitler ekonomik gelişmenin çok
ötesinde.
A: 'Yeni yıla umutla mı bakıyorsunuz, yoksa endişeli misiniz?" sorusunu geçen yılın Aralık
ayında
“yeni yıldan ü mitliyim” şeklinde yanıtlayanların yü zde oranı.
B: Reel GSMH’nın artış oranları.
Aralık anketinin yapıldı ı yıl
A
B
Açıklamalar: Grafik, yılbaşında halkın ruh halini ve o yılki (Eski Batı Almanya'da 1993-94
yılbaşına
kadarki) ekonomik bü yü meyi gö stermektedir.
Halkın ruh halini gö steren eğ riyi okuyabilmek için, yukarıdaki yıl rakamlarının ve soldaki A
çizelgesiyle
gö sterilen yü zde değ erlerinin izlenmesi gerekmektedir.
Bü yü me oranlarını okuyabilmek için, yukarıdaki yıl rakamlarının ve sağ daki B çizelgesiyle
gö sterilen
bü yü me oranlarının izlenmesi gerekmektedir. Bü yü me oranı 1995 yılı için yapılan
tahmindir.
Kaynak: Steinbuch, Kari: “Ü ber die Tragkraft der Voraussagen”, 14 Temmuz 1979'da
Hamburg'da
Alman Trafik Bilim Topluluğ u'nun dü zenlediğ i konferansta sunulan bildiri; İstatistik
Enstitü sü ve
Allensbach Arşivi verilerine gö re geliştirilmiştir.
2 0 4 KAMUOYU
Hegel ise kamuoyuyla ilgili de erlendirmelerinde “ halkın sesi, koyun-
ların sesi” ile “halkın sesi kutsaldır” gö rü leri arasında gidip gelir.13 “Kamu
oyu hem saygı görmeyi hem de a a ılanmayı hak eder, çü nkü hem somut
bir bilinci ve ifadeyi yansıtır hem de temeli bulanıktır, dolayısıyla bu
somut ifadede ancak belirsiz bir yansıması gö rü lü r.
Kamuoyu ne tö zel yö nü nü somut bilgiye dö nü tü recek yetiye ne de
bunların ayrımını yapacak ö lçü ye sahip oldu undan, bü yü k ve akıllıca
bir ey ba armanın ilk formel ko ulu, kamuoyundan ba ımsız olmaktır,
bilimde oldu u kadar hayatta d a ... Kamuoyunun, kendisinden ba ımsız
olarak ula ılan, akıl ve sa duyuya dayanan bilgileri daha sonra kabul
edece inden, tanıyaca ından ve bu bilgileri kendi ö nyargılarından birine
dö nü tü rece inden emin olabiliriz. Sonuç itibariyle, kamuoyu do ru ve
yanlı her eyi kapsar ama kamuoyundaki do ruyu sadece bü yü k adamlar
bulup ortaya çıkarabilir. Ça ına içkin olanı ve ö zü ne uyanı gerçekle tirir.
Kamuoyunu, orada burada duyduklarını dikkate almaması gerekti ini
kavramayan biri, asla bü yü k bir i ba aramaz”.
18. yü zyılın sonlarına do ru Wieland, Almanca’da “kamuoyu” kavra
mını popü ler hale getirmi tir. 1798 tarihli Gesprâche unter vier Augen
[Ba ba a Konu malar] adlı eserinin “Ü ber die Offcntliche Meinung” [Ka
muoyu Ü zerine] adını ta ıyan 9. konu masında ö yle bir diyalog yer alır:
Egbert:
Mantı a dayalı her açıklama bir yasanın gü cü ne sahiptir ve
bunun için ille de kamuoyu haline gelmesine gerek yoktur.
Sinibald: Bir yasa gü cü ne sahip olmalıdır demek daha do ru olur ve
ço unlu un kanaati haline geldi inde bu gü cü nasıl olsa elde
edecektir.
Egbert:
Bu 19. yü zyılda çıkacak ortaya.
W ieland’m bu diyalogunu14 alıntılayan Lother Bucher, eserini u sö z
lerle bitirir: “Sinibald ve Egbert kamuoyuyla sa duyu arasındaki ili kiye
dair tartı mayı 19. yü zyıla ertelediler. Biz de bu tartı manın bir sonuca
ba lanmasını 20. yü zyıla bırakalım”.15 Peki biz de bu tartı mayı 21. yü zyıla
mı erteleyece iz?
Kamuoyuyla ilgili ampirik ara tırmaların temelini olu turan tanımlar
Bir kamuoyu tanımı olu turmak için yü zyıllardan beri harcanan çaba
gö z ö nü nde bulunduruldu unda, kitabımda bu tanımlara neden bile isteye
bu kadar az yer verdi imi açıklamam gerekir. Hanvood Childs’m derledi i
ve sayıları elliyi a an tanımların bollu u —ö zelliklerin, biçimlerin, olu um
VOX POPULİ - VOX DEI 2 0 5
sü reçlerinin, etki biçimlerinin, i levlerinin, sayısız içeri in bu karma ası-
beni C-hilds’m insanın cesaretini kıran tanım cephaneli inden farklı bir
y a k la ım benimsemeye, ampirik ara tırmalara olanak tanıyacak daha
kısa vc- kapsamlı bir tanımla yeni bir ba langıç yapmaya it t i Aradı ım
tanım, deney yapmaya olanak tanıyan ve ampirik yollarla kontrol edilebi
lecek ö nerm elerin tü retilebilece i i lemsel bir tanımdı. ö yle bir tanımla
manın amacı da budur zaten: “Kamuoyu, insanın toplumdan dı lanma
mak için açıkça gö stermek ya da dile getirmek zorunda oldu u, tartı malı
ya da ]henü z geli mekte olan ya da yeni olu mu gerilim hatlarında bir
d ı la n ır a tehlikesine maruz kalmadan isterse açıklayabilece i kanaat ve
davrartı biçimleridir”. Bu tanım ortalamayı temel alan anket ve gö zlem
yö ntemleriyle test edilebilir. Ça ımızda tü m gelenekler, ahlaki de er ve
kurallar, o kadar sarsılıp yıkılmı mıdır ki, insan toplumdan dı lanmadan
her e f i sö yleyip yapabilsin? Mainz Ü niversitesi’ndeki bir seminerde bu
kon u yu tartı tık. Sem inere katılanlardan biri, bir cenaze tö renine kırmızı
bir takım giyerek gitmenin, gü nü mü zde de bu anlamda bir kamuoyunun
varlı ını ö renmeye yetece ini sö yledi. Kamuoyu ara tırmalarında da
çe itli davranı biçimleri ve gö rü ler betimlenerek, bunlardan hangileri
nin, bu davranı larda bulunan ya da bu gö rü lere sahip olan biriyle aynı
evde oturmayı, aynı davette bulunmayı, aynı i yerinde çalı mayı istem e
yecek cadar rahatsız edici oldu u sorulabilir. Bu kamuoyu ara tırmalanmn
da gö sterdi i gibi, insanın dı lanmasına neden olabilecek yeterince davra
nı biçinu ve gö rü vardır.
Ampirik yö ntemlerle ele alınabilecek ve kontrol edilebilir ö nermelerin
tü retilebilece i ikinci bir tanım denemesi daha vardır: “Kamuoyu bir
t o p l u n c a bir arada ya ayan bireylerin duygu yü klü , yani de er yü klü bir
konuda, hem bireylerin hem de yö netimin dı lanması ya da yıkılması
tehditi nedeniyle, kamuda açıkça gö rü len davranı ların en azından birin
de uyla maya vanp anla maları demektir”. Bu ikinci tanımda daha çok
dı lanına tehlikesi ve toplumsal uzla ma vurgulanmaktadır.
Her iki tanımdan da konu ma ve susmanın ö nemi, insanlann çevrele
rini istatistikvari bir biçimde gö zlemleme yetileri ve bunun bir parçası
niteli indeki sinyal dilini ö nce sistematik olarak çö zme (çü nkü bu dili
ancak sezgisel olarak çö zebiliyoruz) konusunda ö nermeler tü retilebilir.
Bu istatistikvari organın istikrarlı dö nemlerde nasıl “uyudu u”, çalkantılı
d ö n e m le r d e nasıl daha duyarlı hale geldi i ya da bir toplumun kar ı kar ı
ca kala ı tehlikeyle birlikte dı lanma tehditinin de nasıl keskinle ti i
k o n u s u n d a kuramlar ü retmek mü mkü ndü r. Medyanın etkisine dair, bir
conuyıi nasıl gü ndeme getirdi i, insanlara nasıl argü manlar sundu u ya
2 0 6 KAMUOYU
da argü manlardan yoksun bırakarak ilan ların etkin olmalarını ve bir
konuyu gü ndeme getirmelerini nasıl ö nldi ine dair ö nermeler de ü retile
bilir. Ö nce kamuoyunun iki kayna ı ü zerine, sonra da “çifte kanaat orta-
m ı”nm nasıl olu tu una dair ö nermelede de bulunulabilir; bu tanımlar
yardımıyla, ö zellikle de kamuoyu ara ırmalarmda kullanılabilecek ve
dı lanma korkusunu, duygu yü kü nü , cnay ve reddi, toplumda kendini
açıkça ifade etme ve susma e ilimi sinsilerini ö lçmek, cephele menin
ifrelerini çö zmek için araçlar geli tirmek mü mkü ndü r.
Kralın yeni giysileri. Kamuoyunun ;aman ve mekâna ba lı olması
Yukanda da anlatıldı ı gibi, kamuoyu tanım larının içinden çıkılmayacak
kadar karma ıkla masıyla birlikte, k a v ra m geçersizle ti ini ve artık ü ze
rinde durulmaması gerekti ini savunanlar ço aldı. Fakat bu tü r talepler
bir ey ifade etmiyordu, çü nkü bırakın feçersiz hale gelmesini, kamuoyu
kavramı -tü m belirsizli ine ra men- dahi da çok kullanılıyordu. W Phillips
Davison International Encylopedia o f the 0cial Sciences (1968) için yazdı ı
makalesinde a kınlı ını i te bu sö zlerk dile getiriyordu.
1964 yazında Berlin’de bir Pazar gimi'ı adı aniden aklıma gelen ve
Aralık 1965 tarihinde Mainz Ü niversi esi’nde ö retim gö revlisi olarak
ba ladı ımda verdi im ilk “Kamuoyu ye Toplumsal Denetim” dersine
unları sö yleyerek ba ladım: “Kamuoyu-bu kavram gerilimini esrarengiz
bir biçimde korumu tur. Oysa, kamuoyu konusunu ele alma cesaretini
gö sterenlerin kaderi, okuyucu ya da dinleyicilerini hayal kırıklı ına u rat
maktır. ‘Kamuoyu’ diye bir kavram olmadı ını, bunun bir kurgudan ibaret
oldu unu kanıtlasalar bile, kimseyi ikn;, edemezler. Dovifat’ın da dedi i
gibi ‘bu kavram ortadan kaldırılacak gibi de il’. ..
Peki bu kavrama sıkı sıkıya tutunmakta inat etmemizin anlamı ne?
Ya da kavram tanımları ele alındı ında u ranılan hayal kırıklı ının nedeni
ne? Bu duygular, kamuoyu kavramının bir gerçekli i yansıtmasından ve
tü m bu tanımların bu gerçekli i henü z tam olarak kar ılayamamı olma
sından kaynaklanmaktadır”.16
Kamuoyunun bir gerçekli i yansıttı ını bilmek yetmez, bu gerçekli in
ne oldu unu bizim belirlememiz gerekiyor O zaman bu gerçekli in izlerinin
dilin her kö esine serpi tirilmi oldu unu aniden fark ederiz. u basit
sö zcü kler, -ego-sü per ego-id’imizi gü çlü kle bastırarak- toplumsal kabu u
muzun hassasiyeti hakkında giderek daha çok konu masaydık, hiçbir
anlam ifade etmeyecekti: tibarını kaybetmek, kamunun insana itibarını
kaybettiren bir alan olarak gö rü lmesi, kerkini kü çü k dü ü rmek, bir mü ria-
VOX POPULİ - VOX DEI 2 0 7
sebetsizlik yapmak, bir eyden utanm ak, birini damgalamak... Bu gerçekli i
su yü zü ne çıkarmadı ımız sü rece yazar M ax Frisch’in Frankfurt Kitap
I 'uarı’ndaki açılı konu masında kullandı ı bir ifadeyi nasıl anlayabiliriz
ki? “Kamu, dı taki yalnızlıktır”.17 B ir tarafta birey, di er tarafta anonimli in
insanı gö rü nmez kılan ba lı ını ta k a n ve bireyi yargılayanlar —Rousseau
durumu bö yle betimlemi , adını da kamuoyu koymu tur.
Kamuoyunun zamana ve m ekâ n a ba lı gerçekli ini kavramak zorun
dayız. Yoksa kral yeni giysileriyle h alk ın ö nü ne çıktı ında, di er herkes
gibi gerekti i yerde susmadı ımız kuruntusuna kapılabiliriz. Bu Andersen
masalı, mekâ na ba lı kamuoyu ü zerine bir masaldır. Oraya dı arıdan biri,
bir yabancı gelseydi, a kınlıktan k ü çü k dilini yutardı.
Zamana gelince: Biz insanlar geçm i i haksızca yargılayabiliriz; tıpkı
ortaça da ya ayan insanların hastalıkların nedenlerini yargılarken yaptık
ları gibi cahilce ve ilkel de erlendirmelerde bulunabiliriz. Sö zcü kleri ve
eylemleri, sanki bizim zamanımızda sö ylenmi ve yapılmı lar gibi, gü nü
mü zden bakarak yargılarız, dö nem in ruhunun gü cü nden bihaber cahiller
gibi davranırız. sveç Kü ltü r B akan lı ın ın basın sö zcü sü unları sö ylemi ti:
“E itim sisteminin, her tarafı aynı biçilmi bir çim saha gibi olmasını
istiyoruz. Orada burada tek tek çiçeklerin bitivermesini istemiyoruz, çimin
her tarafı aynı boyda olmalıdır”.18 B u sö zler, dö nemin ruhunun bir formü l
de yo unla tırılmı halidir. Lippm ann dö nemin ruhunu, bu formü llerin
daha sonra nasıl geçersizle ip sonraki ku aklarca anla ılmaz hale geldi ini
betimlemi tir. Dolayısıyla, bu her tarafı aynı ekilde biçilmi çimler lafı da
ileride insanlara anla ılmaz gelecektir.
Zaman duygusunun keskinle tirilmesi, kamuoyu anlayı ı aracılı ıyla
ula ılabilecek ve uygulanabilecek bir am aç olabilirdi. “Ça da ” olmak,
“zamana uymak” ne demektir, H egel zaman unsurunu neden bu kadar
vurgular... “Kendi dö neminin sö zlerini ifade eden ve isteklerini gerçekle
tiren insanlar zamanın bü yü k adamlarıdırlar”. Tucholsky’nin, “insanın
kendi zamanıyla çatı masından ve yü ksek sesle ‘hayır!’ demesinden daha
zor olan ve gü çlü bir ki ilik gerektiren ey yoktur”19 derken ne demek
istedi ini anlamak gerekir. Ya da Jonathan Swift’in 1706’da yazdı ı u
aforizmada neyi karikatü rize etti ini kavramak gerekir: “Geçmi teki sa
va ları, mü zakareleri, cephele meleri dü ü ndü ü mü zde, bunları o kadar
az umursarız ki, insanlann bu kadar geçici eylerle nasıl u ra mı oldu
klarına a arız; gü nü mü ze baktı ımızda da aynı e ilimleri gö rü r, ama hiç
a ırmayız”, “hiç kimseye kulak asmasak da, Zaman’ın ö ü tlerine uyarız.
Oysa Zaman sadece, daha ö nce ya lıların bo u bo una kafamıza sokmaya
çalı tı ı dü ü nceleri tekrarlar durur”.20
2 0 8 KAMUOYU
Ekim 1979’da Nobel Barı Ö dü lü sahibi Rahibe Teresa’nm bir sö zü
dü nyaca ü nlü oldu unda, gü nü mü z insanının kendisinin hassas toplumsal
do asını algılamaya ve dikkate almaya ba layıp ba lamadı ını sordum
kendi kendime. Rahibe Teresa’nın cü mlesi ö yleydi: “En kö tü hastalık
cü zam ya da verlem de il, kimse tarafından sayılmama, sevilmeme, herkes
tarafından terk edilmi olma duygusudur”. Belki bir sü re sonra insanlar
bö ylesine kendinden menkul bir sö zü n neden bu kadar ü nlü oldu una
da bir tü rlü anlam veremeyecek hale geleceklerdir.
Kamuoyu: Toplumsal kabu umuz
Hor gö rü lmek, dı lanmak -cü zamlıların sık sık kar ıla tıkları bir durum,
insan çe itli ekillerde cü zamlı olabilir: Fiziksel, di er bireylerle ili kilerin
de, ruhsal ya da toplumsal olarak. nsan kamuoyunu giderek daha iyi
kavradı ında, insanın toplumsal do asını da daha iyi kavrar. nsan o za
man, toplumsal anlamda cü zamlı olmaktan korkan insanlardan konfor-
mizme, yü zer-gezerli e kar ı koymalarını talep edemez. Bunun yerine,
sosyopsikolog Marie Jahoda ile birlikte u soru sorulabilir:21 “Bir insan
ne kadar ba ımsız olmalıdır? iyi bir vatanda ın gerçekte ne kadar ba ımsız
olmasını istiyoruz? Çevresindekilerin yargısını hiç umursamaması toplum
için daha mı iyi?” Jahoda, tamamen toplumdan ba ımsız davranan bir
insan, radikal bir uyumsuz kar ısında ku kuya kapılarak unu sorar: “Bu
insan normal mi, yoksa ruh hastası oldu unu mu dü ü nmemiz gerekir?”
Jahoda o kadar ileri gidiyor ki, birey ancak topluma uyum sa layabilece ini
gö sterdikten sonra, konformist olmayan ba ımsız davranı larını bir erdem
olarak gö rebiliyor. Ayrıca, ortak olu turulmu de er yargılannı korumak
amacıyla, kurallara uymayan bireyi dı lamakla tehdit eden bir toplum,
ö yle basitçe ho gö rü sü z, anti-liberal bir toplum olarak de erlendirilemez.
“Kamuoyu: Toplumsal kabu umuz” ba lı ı, konunun her iki yö nü nü
de kapsamaktadır. Toplumsal kabu umuz u anlama gelir: Kamuoyu bizim
toplumumuzu bir kabuk gibi korur, bir arada tutar. Bir ikinci anlamı da
udur: Toplum yü zü nden acı çeken birey, aslında kendi toplumsal kabu
undan ö tü rü acı çeker. Rousseau, kamuoyunu bireyin dü manı, toplu
mun da koruyucusu ilan ederken, kamuoyuyla ilgili en ö nemli eyi dile
getirmedi mi zaten?
XXV
Sonsöz 1980
Okuyucularıma veda etmek ho uma gitmiyor. Kamuoyu ile politika, ka
muoyu ile ekonomi, kamuoyu ile sanat, bilim, din arasındaki ili ki incelen
di inde ve kamuoyu bu kitaptaki anlayı tan daha iyi te his edilebildi inde
ve ö n tahminlerde bulunuldu unda, okuyucularımla tekrar bulu mayı
umut ediyorum.
Uzun sü redir bana e lik eden dü ü nceler yalnızca bana ait de iller
artık. Yalnız ba ıma dola tı ım bir park gibiydi çalı mam. Yine de tam
anlamıyla yalnız sayılmazdım ama. Bana yardım edenler arasında, ö zellik
le de Allensbach Enstitü sü ’nde hem asistanım, hem de sekreterim olan
Helmtrud Seaton’a te ekkü r etm ek istiyorum. O olmasaydı bu kitabı
yazamazdım sanırım.
Allensbach Kamuoyu Ara tırmaları Enstitü sü ’nü n birçok çalı anı,
Enstitü ’nü n zorunlu ara tırma programının tam ortasında, anket formları
ve sayım programlan konusunda -ö rne in, tren testinde- ilk etapta tuhaf
gelen isteklerim oldu u halde, bana gerçek bir heyecanla yardımcı oldu.
Bu çalı madaki ö zel katkılarından dolayı, Enstitü ’nü n kü tü phane ve ar iv
2 1 0 KAMUOYU
mü dü rü Werner Sü sslin ile Fransızca metinlerin editö rlü ü nü yapan ve
ilginç yorumlarıyla kitaba katkıda bulunan Gertrud Vallon’u da burada
ö zellikle anmak istiyorum. lk kez Rousseau’nun 1744 yılında Venedik’ten
yazdı ı mektupta geçen “kamuoyu” kavramını onun sayesinde ke fettim.
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi leti im Bilimleri Enstitü
sü ’nden Christine Gerber’in Jean-Jacques Rousseau, A ngelikaTischer’in
de Alexis de Tocqueville ü zerine yazdıkları master tezlerinin yanı sıra,
Dieter Petzolt’un Offentlichkeit als Beuıusstsein adlı çalı masının, ö zellikle
de Luther ile ilgili bö lü mleri, ayrıca Chicago Ü niversitesi’nden Frank
Rusciano’nun M achiavelli ü zerine yazdı ı master tezi bu çalı mamda
bana çok yardımcı oldu.
Bana yayımlanmamı kamuoyu ders notlarını veren ve doktora tezini
Rousseau’da kamuoyu kavramı ü zerine yazan doktora ö rencisi Colette
Ganochaud ile temas kurmamı sa layan Paris V - Rene Descartes Ü niver
sitesinden Prof. Jean Stoetzel’e de te ekkü r etmek istiyorum.
Mainz Ü niversitesi’nden meslekta ım Hans Mathias Kepplinger’e ko
numla ilgili heyecanlı yorumları ve bana ilham veren tartı mamız için
te ekkü r ediyorum. Ayrıca, kısım kısım bu kitabın manü skriptini okuyan
tek ki i olan Imogen Seger-Coulborn’a da te ekkü r ederim; çalı mamı
basılmadan ö nce onun ellerine teslim etmi olmam, ele tirel yorumlanna
ne kadar çok ö nem verdi imi gö sterir. Uzun yıllar boyunca, toplumbilim
çalı malarında kamuoyuna yö nelik ilgimi benimle payla tı ve sü rekli ko
numla ilgili mesajlar yolladı. Yeri gelmi ken, bana ö nerilerde bulunan tü m
arkada larıma ve meslekta larıma da te ekkü r etmek istiyorum. Imogen’in
bana yolladı ı notlar genellikle birkaç satırdan ibaretti, ama ekte hep titiz
likle hazırlanmı bir kaynak listesi vardı. Ö rne in: Henry David Thoreau
yirmi ü ç ya ındayken, 1840 tarihli Jou rnal’de ö yle yazmı tı: “Yasalara
kar ı gelmek hep çok kolaydır, ama çö ldeki Bedeviler için bile kamuoyuna
kar ı gelmek imkâ nsızdır”.
1979’dan 1980’e girerken.
E.N.N.
XXVI
Yeni Bulgular
Rotterdamlı Erasmus Machiavelli’yi tammı mıydı? Suskunluk SarrTıaf-l’nm
1980’deki ilk baskısında Erasmus’un adına rastlanmamaktadır. Ancak
1989 ilkbaharında Chicago Ü niversitesi’ndeki ders notlarımı hazıklarken
hu sorunun yanıtını, yani Erasmus’un Machiavelli’yi tanıyıp tanımladı ını
bir dedektif gibi ara tırmaya ba ladım.
\
Zaman yelpazesi geçmi e dek uzanıyor
Bunu açıklayabilmek için biraz gerilere gitmem gerekiyor. Bilim adlanılan-
mn ara tırmalannda ba anlı olmaları için meziyetlerinin yanı sıra tbiraz da
. ansa ihtiyacı oldukları sö ylenir. tiraf etmeliyim ki, kamuoyu kuramı
ü zerinde çalı tı ım ilk yıllarda gerçekten de anslıydım. Tö nnies’:’in Toc-
(|ueville’den yapü ı bir alıntıda suskunluk sarmalının neredeyse «eksiksiz
bir tanımına rastlamam bir anstı.10 sıralarda Allensbach Enstitiü sü ’nde
asistan olarak çalı an Kurt Reumann’ın, John Locke’un ikinci kit tabı An
lissay Goncem ing H uman Understanding [ nsan Anlı ı Üzerine Birr Dene -
2 1 2 KAMUOYU
me] adlı eserininin, bilim dü nyasında pek az dikkate alman “O n other
relations” [Di er ili kiler ü zerine] ba lı ı altındaki 28. bö lü mü nde geçen,
kamuoyuna ya da ö hrete dayanan hukukla ilgili kısmı bana getirmesi
de bir anstı. Fakat bu bö yle devam edemezdi. Ö nemli metinler sistematik
olarak taranmalıydı.
Bü amaçla, Mainz Ü niversitesi leti im Bilimleri Enstitü sü ’nde bir
ara tırma formu hazırladık. A nket formu hazırlamak benim mesle im.
Fakat bu kez form insanlara de il, kitaplara yö nelikti. Seminere katılan
ö renciler ara tırdıkları kitaplarda kamuoyu sö zcü ü nü n geçip geçmedi i
ni, kavramın bu sö zcü kle mi, yoksa e anlamlı bir sö zcü kle mi anıldı ını,
hangi ba lam içinde, hangi yazarlarla birlikte ele alındı ını v.b. tespit
etmek için bu formu kullanıyorlardı. Bu formlar**' yirmi bir sorudan olu u
yordu ve sonraki yıllarda, yakla ık iki yü z elli yazar kamuoyu hakkında,
bildikleri her eyin ö renilmesi için bu formlar yardımıyla incelendi.2
Ö rne in, Suskunluk Sarmalı’ nın 1980 baskısında yer alan “Kamuoyu:
Toplumsal kabu umuz” alt ba lı ım kullanmamdan yıllar sonra, Ernst
Jü nger’in 1951’de kamuoyundan “zamanın kabu u”3 diye sö z etti ini
ö rendik. M ax Frisch’in 1958 yılında, Frankfurt Kitap Fuarı’nda yaptı ı
açılı konu masında sö yledi i “kamu, dı taki yalnızlıktır”4 sö zleri, insanla
rın toplumdan dı lanma korkusunun anahtarım olu turuyordu. A ncak
yıllar sonra M ichael Hallemann, insandaki mahcubiyet duygusunu ince
lemeye ba layıp da bu duygunun içinde yer aldı ımız kamunun bü yü klü
ü ne gö re arttı ını saptadı ında, aklıma M ax Frisch geldi ve yazarların
hissettikleriyle bilimden ö nde olduklarını dü ü ndü m.
Fakat biz imdi tekrar Erasmus’a dö nelim. 1988 yaz sö mestresinde
Ursula Kiermeier, Erasmus’un ü ç metnini hazırladı ımız formlar do rultu
sunda ele aldı. Bu metinlerden biri de Erasmus’un, daha sonra mparator
V Kari olacak olan 17 ya ındaki Burgonyalı Karl’a rehber olsun diye
1516’da yazdı ı Die Erziehung eines christlichen Fürsten [Bir Hıristiyan
Prensin E itimi] adım ta ıyordu.
Ursula Kiermeier’in Erasmus’un metinlerinden derledi i yanıtlan oku
du umda, Machiavelli ile Erasmus’un metinleri arasındaki benzerlik dik
katimi çekti. W em er Ecker de master tezi için aynı formla M achiavelli’yi
incelemi ti.5 Gerek Machiavelli gerekse Erasmus, prenslerine kamuoyunu
kar ılarına alırlarsa, yö netimde ba arılı olamayacaklarını sö ylü yordu. Sus-
kunluk S arm alının 1980 baskısında, Shakespeare’deki Kral IV. Henry’nin
kamuoyunun akaya gelir tarafı olmadı ını bilmesini (“opinion that help
* * Bu ara tırma formu sayfa 287’de yer almaktadır, (e.n.)
YENİ BULGULAR 21 3
me to the crouın”) M achiavelli’nin etkisine ba lamı tım.6 Oysa imdi de
Erasmus’ta, yö neticilerin gü cü nü n sadece “corıcensus populi”ye dayandı ı
nı okuyordum. Erasmus, kralı kral yapanın halkın onayı oldu unu sö ylü
yordu. “ nanın bana, halkın lü tfundan yoksun kalan, ö nemli bir yolda ını
kaybetmi olur”.7 Erasmus ve M achiavelli’nin metinlerinin ayrıntılara
varıncaya kadar benze mesi gariptir do rusu. Hü kü mdarların kar ı kar ıya
kalabilecekleri tehlikelerin sıralaması bile aynıdır: Her ikisi de, kaçınılması
gerekenler arasında ö nce halkın nefretini, sonra da hor gö rü lmeyi anar.
Her ikisi de hü kü mdarın her eyden ö nce, bü yü k ve erdemli görünme -
sinin ö nemli oldu unu vurgular. A ncak ö nemli bir noktada ayrılırlar:
Machiavelli, prensin tü m bu erdemlere gerçekten sahip olmasının gerek
medi ini, bu erdemlere sahipmi gibi gö rü nmesinin yeterli oldu unu savu
nur. Oysa iyi bir Hıristiyan olan Erasmus aksini dü ü nü yordu. Prens tü m
bu erdemleri ta ısa ve tü m suçlardan annmı olsa bile, bu yeterli de ildir,
ö nemli olan halkın da onu ö yle gö rmesidir.8
M achiavelli ve Erasmus tanı mı lar mıydı, yoksa birbirlerini yazdıkla
rından mı biliyorlardı? Bu sorunun yanıtını ara tırmaya ba ladım. kisi de
a a ı yukarı aynı yıl do mu ; Erasmus 1466 ya da 1469’da Rotterdam’da,
Machiavelli 1469’da Floransa yakınlarında.
Fakat ikisinin ya am ko ulları birbirinden olabildi ince farklıydı. Eras-
mus ya amı boyunca gayrime ru bir çocuk olmanın acısını çekti. Babası
bir rahip, annesi de bir doktor kızıydı. A nne ve babasının erken ö lü mü
ü zerine genç ya ta bir manastıra girdikten sonra, ö nce bir piskoposun
sekreteri, ardından da Sorbonne’da bilim adamı olarak hızlı bir kariyer
yapmı tı. Am a dü nyaya gayrime ru bir çocuk olarak geldi i için, ne Sor-
bonne’dan ne de ba ka bir ü niversiteden doktor ü nvam alabilmi ti. Niha
yet Kuzey talya’da, M achiavelli’nin Floransası’na yakın Torino’da doktor
ü nvamna sahip olabildi.
Kamuoyunun tehdit unsurunu ele alan tü m bilim adamlan toplumdan
dı lanma deneyimini ya amı lardır. Sanki insan ancak bu tü r deneyimler
den sonra kamuoyu baskısının bilincine varıyor. Tü m Avrupa’nın sahip
çıktı ı, “hü manistlerin kralı” Erasmus, dı lanmaya katlanmayı ö renmi ti.
Erasmus bir yergi yazısında, “hom o pro se”, yani kendi kendine yeten ve
ba ka insanlara ihtiyacı olmayan biri diye suçlandı.
Machiavelli Floransa’da belediye meclisi ü yesi olarak gü çlü bir mevki
de iken dü mü , hainlikle suçlanarak i kence gö rmü , sonra da Floransa
yakınlarındaki yoksul çiftli ine sü rü lmü tü .
Hangi metin ö nce yazddı? Machiavelli’nin Prerıs’i mi, yoksa Erasmus’un
Bir Hıristiyan Prensin E itimi mi? Machiavelli eserini daha ö nce yazmı tı
2 1 4 KAMUOYU
(1513-1514). Ama ancak 1532’de yayımlandı bu eser. Erasmus ise kitabı
nı 1516 yılında yazmı ve Burgonyalı Karl’a sunulduktan hemen sonra
yayımlanmı tı.
Sonunda bilmece çö zü ldü . Her ikisi de aynı kaynaktan yararlanmı ,
ikisi de Aristoteles’in Politika’ sim temel almı tı.9 Muhtemelen, birbirleriyle
hiç kar ıla mamı lardı. Machiavelli ile Erasmus arasındaki garip yakınlıkla
ilgilenen az sayıda yazar10 en azından, bu sonuca varmı tı. Ben bu yazarlan
bu ara tırmam sırasında ke fettim, tıpkı ku uçmaz kervan geçmez bir
yerde hiç ummadı ı halde, daha ö nceki ziyaretçilerin izine rastlayan bir
gezgin gibi.
Ingiliz skolastik John Salisbury’nin 1159’da yazdı ı Policraticus adlı
eserinde iki defa Latince olarak “publica opinio” ve “opiniopublica" ifadele
rini kullandı ını ö rendi imde, çok da a ırmadım. A ncak, metni 1927
yılında yeniden yayımlayan Ingiliz editö r her defasında dipnot dü erek,
bu kavramın 12. yü zyılda kullanılmasının ne kadar da kayda de er bir ey
oldu unu hayranlıkla vurguluyordu.11 Ben artık a mıyordum, çü nkü John
Salisbury de hü manizmin ilk dö neminde antikça m klasiklerini okumu
ve “opinio publica” nın gü cü nü bu kaynaklardan ö renmi ti. Bü tü n bunların
anlamı udur: “Kamuoyu” kavramı, yazının ba langıcından, sö zü n metne
dö kü lmesinden bu yana, Batı dü ü n dü nyasının ö nemli bir parçasıdır.
Büyük devlet adamı kamuoyunu tanır
Eski Ahit’ te “kamuoyu” kavramına rastlamayız. Fakat nasıl bazı yazarlar
kamuoyunu sezgiyle kavramı larsa, Eski A hit’ teki anlatılara bakılırsa, Kral
Davut da kamuoyuyla nasıl bir ili ki içinde olması gerekti ini çok iyi
biliyordu. Gü çlü rakibinin ö ldü rü lmesinden ö tü rü duydu u ü zü ntü yü
gö stermek için (oysa bu cinayeti bizzat Davut’un kendisinin tezgâ hladı ını
ya da bunu onayladı ını tahmin etm ek çok da zor de ildir) giysilerini
yırtması, gü n batımına kadar oruç tutması, kamuoyunu tü m sö zlerden
daha çok etkileyen sembolik eylemlerdi.
Kral Davut’un, hü kmü altındaki srail ve Yahuda kabilelerini birle tir
dikten sonra, ü zerlerinde on emir yazılı ta tabletlerin bulundu u sandı ı
ortak kutsal merkezi vurgulamak amacıyla, “bü yü k sevinç nidalarıyla ve
borazan sesleriyle, zitera ve harplar, davullar, ziller ve simbalom e li inde
sö ylenen arkılarla” Kudü s’e nakletmesi de toplumun bü tü nle mesini
sa lamayı amaçlayan ustaca bir gö steriydi. Fakat Kral Davut’un bu gö ste
ride, beline ba ladı ı bir pe temaldan ibaret giysisiyle zıplayıp dansetmesi,
kendini herkesin gö zü ö nü nde Yehova’nın kar ısında alçaltması, kamuo-
YENİ BULGULAR 21 5
yuyla ili kisinde gö rkemli bir ritü elin ö tesine geçti ini de gö stermektedir.
Davut’un karısı, kral Saul’un kızı Mikal, “ srail Kralı bugü n hizmetkâ rlann
ve hizmetçilerin ö nü nde, ayaktakımmdan biri gibi soyunup dö kü nerek
ne kadar da onurlu davrandı” diye alay etmi tir. Kral Davut Saul’un
kızma ö yle cevap vermi tir: “Senin gö zlerinde alçalmı olabilirim, ama
ben bundan daha da çok kü çü k dü meye hazırım. Çü nkü o zaman sö zü nü
etti in o hizmetçilerin gö zü nde yü celirim”. Elbette farklı bir tarzda da
olsa, gü nü mü zde bir siyasi liderin “halkın sırtını sıvazlaması” buna çok
benzer bir ö rnek te kil etmektedir.
Kral Davut’un karısına verdi i yanıttan, ne yaptı ını, ne istedi ini
çok iyi bildi i açıkça anla ılmaktadır. Davut’un, kralın ö lü mü nden duydu
u ü zü ntü yü bildirmek amacıyla Amon’a yolladı ı iki elçiyle ilgili ö ykü
de kamuoyu açısından yorumlanmamı tır. Oysa burada da yine kamuoyu
sö z konusudur. Yeni kral Hanun elçilerden ku kulanır, casus olduklarını
dü ü nü r, “elçilerin sakallarının yarısını kestirir, giysilerini de bellerine
kadar yırtar ve geri gö nderir”. Kitabı M ukaddes’te hikayenin devamı ö yle
anlatılır: “O lan bitenler Davut’a anlatıldı ında, elçilerin yanına bir adam
gö nderdi, çü nkü elçiler bü yü k bir hakarete u ramı lardı. Davut’un elçilere
yolladı ı haber ö yleydi: ‘Sakalınız tekrar uzayana kadar Eriha’da kalın,
sonra buraya dö nersiniz’ ”. Davut, elçiler hakarete u ramı ve alay edilmi
vaziyette evlerine ula salardı ve gü lü nç duruma dü tü kleri için toplumdan
dı lansalardı, bunun nasıl bir etki yarataca ını çok iyi biliyordu. Bu durum
sadece elçilerin de il, kendilerini elçi sıfatıyla gö nderen kralın da itibarını
sarsacaktı.12
Kamuoyunun Eski Ahit’tek i biçimlerini inceleyen Erich Lamp,13 uz
manların Kitabı M ukaddes’tek i belirli sü reçlerin ne anlama geldi i hakkın
da hemfikir olmadıklarını sö yler. Açıklı a kavu turulmu bir kamuoyu
kuramının bir faydası da, olayları yeni bir ı ık altında gö rmemizi ve daha
iyi kavramamızı mü mkü n kılmasıdır. Kral Davut’un kamuoyu ile ili kile
rinde selefi Kral Saul’dan ve ardılı Kral Sü leyman’dan -on u n ardılı talihsiz
Rehoboam’dan sö z etmeye hiç gerek yok- çok daha dikkatli davranması
ilgi çekicidir. Ba arılı devlet adamları ve politikacıların kamuoyuna dair
yargılarının gü venilirli i ara tırmaya de er bir konu olmaz mı acaba?
D aha ö nce sö zü edilen ngiliz skolastik John Salisbury’nin Bü yü k
skender hakkında sö yledikleri ilginçtir. Salisbury, skender’in gerçekten
de bü yü k bir devlet adamı oldu una, en çok da, skender’in kendisi aley
hinde hü kü m veren askeri mahkeme kar ısındaki tutumunu ö rendikten
sonra karar verdi ini sö yler. Bü yü k skender, hukuki kanaatlerine kendi
gü cü nden daha çok ö nem verdikleri için yargıçlara te ekkü r etmi tir.14
2 1 6 KAMUOYU
“Opinio publica” terimini bü yü k bir do allıkla kullanan Salisbury, pagan
Roma imparatorları arasında neden en çok Trayanus’u be endi ini ö yle
açıklar: “Trayanus, halkla kendisi arasına yeterince mesafe koymamakla
suçlandı ında, ö yle cevap verir: Ben hü kü mdar olmadan ö nce ba ımızda
ki imparatorun nasıl olmasını dilemi sem, aynen ö yle bir imparator olmak
istiyorum”.15 Oyle gö rü nü yor ki, kamuoyu ile bü yü k hü kü mdar arasındaki
ili kide iki tezat unsur iç içe geçer: Karizma ve yakınlık.
Zvi Yavetz, Sezar ve kamuoyu ü zerine yaptı ı ara tırmada, Sezar’m
geni halk kitleleriyle çok rahat bir ili ki içinde oldu unu anlatır. Buna
kar ılık, senatö rlerle pek geçinemiyordu Sezar. Zvi Yavetz, gü nü mü z tarih
ara tırmalarında “existimatio”nun anlamının ihmal edildi ini dü ü nmek
tedir. Yavetz’e gö re, sö zlü kte ü n, sanı diye açıklanan sö zcü ü Romalılar,
gü nü mü zü n kamuoyu sö zcü ü yerine kullanmı lardır.16 Existimatio -b u
sö zcü k, istatistiksel tahminleri ça n tırmakta, suskunluk sarmalı kuramın
daki istatistikvari tahmin olgusuyla da bir ba lantı kurmaktadır.
Mesleki tecrü belerime dayanarak, ba anlı politikacıların, kamuoyunu
-h e m de hiçbir kamuoyu ara tırmasına gerek duymadan- kavramada
a ırtıcı bir yetene e sahip olduklarını sö yleyebilirim. Belki de tarih, bir
de bu bakı açısıyla, devlet adamlarının kamuoyuyla ili kisi gö z ö nü nde
bulundurularak yazılmalıdır.
Mainz Ü riiversitesi’ndeki seminerlerimizde, “literatü rde kamuoyu
ara tırma formu” yardımıyla, devlet adamlarını incelemeye ba ladık. Ö r
ne in, Richelieu’yü . Richelieu (1585-1642), kralı XIII. Louis’ye yazdı ı
Siyasi Vasiyetname adlı eserinde hü kü mdarın gü cü nü dö rt dallı bir a aca
benzetir: Ordu, sü rekli gelir, sabit sermaye ve iyi ö hret. Bu dö rt dalın en
ö nemlisinin iyi ö hret oldu unu yazar, çü nkü imajı iyi olan bir kral, sırf
adı sayesinde bile, kö tü bir imaja sahip bir kralın ordularından daha çok
ey ba arabilir. Richelieu bö ylece, halk ü zerinde iyi bir etki olu turulması
gerekti ini ifade etmi olur. Hü kü mdann gü cü nü n kö keni, a acın kö kleri
ni olu turan halkın “kalbindeki hazine”dir (“le tresor des coeurs”) . Richelieu
ayrıca, dü nya kamusundan, “dü nyanın kahkahası” (“la risee du m onde”)
diye bir olgudan sö z eder ve bu kahkahalann konusu olunmaması için
uyarılarda bulunur. Richelieu, dü ellonun artık nihayet yasaklanması ya
da resmi kurumların alım-satımının tekrar yasaklanması gibi siyasi karar
ların iyi ve kö tü taraflarını tartı ırken de kamuoyunu gö z ö nü nde bulun
durur. Burada mantıksal çıkarımlardan ziyade ahlaki etkilerin, “dü nyanın
kahkahalan”nın ö nemli oldu unu açıklar.17 Richelieu, en yeni muhabirlik
silahını -ilk gazeteler 1609’da çıkmaya ba lamı tır- kullanmakta tereddü t
etmez. M ercure Françaıs gazetesinde rakipleriyle mü cadele etmi , daha
YENİ BULGULAR 2 1 7
sonra kendi gazetesini, La Gamette de France’ı kurmu tur. Bernd Nieder-
mann, Mainz Ü niversitesi’nde bir seminerde sundu u Richelieu ara tır
masını u co kulu taleple bitirdi: “Ara tırma formlarımızla, Bismarck,
Prens M etternich ve Napolyon’u da incelemeliyiz!”
Kamuoyunun deste im yitiren bir kral,
artık kral de ildir (Aristoteles)
Sezar kamuoyuna ili kin sezgilerini yitirmemi olsaydı, belki de ö ldü rü l-
mezdi. Zvi Yavetz, Sezar’ın Ispanyol muhafızlarından neden vazgeçti ini
ısrarla sorar. Sezar Senato’ya bu muhafızların koruması altında gelseydi,
katilleri ona saldırmaya cesaret edemeyeceklerdi. Sezar ü lkesinden fazla
mı uzak kalmı n? Bu yü zden de kamuoyuna dair sezgilerini mi yitirmi ti?
Suikastten tam ü ç gü n sonra, M art ayı ortalannda, Partlara sava açmayı
dü ü nü yordu. Burada insanın akima Aristoteles ve Erasmus geliyor: Eras
mus prensi uzun sü re yurtdı ında kalmaması konusunda uyarır, yoksa
kamuoyunun nabzını elinde tutmanın mü mkü n olamayaca ını vurgular.
Ayrıca, yurtdı ında gere inden fazla kalırsa, halkına yabancıla aca ını
sö yler. Erasmus’a gö re, ba arılı bir hâ kimiyet, hü kü met ile halk arasında
kurulacak aile benzeri bir ili kiye dayanır. H atta Erasmus, prensi dö nemin
ba ka hanedanlardan gelin alma gelene ine kar ı da uyarır ve yabancı
bir saraydan gelen kadının kralla halkı arasına mesafe koyaca ını sö yler.
Acqj3a XVI. Louis AvusturyalI Marie Antoinette ile —ilk ba larda araba
sıyla sokaklardan geçerken halk tarafından co kuyla selamlanan, ama son
raları arabasının gö rü ndü ü anda halkın sırtını dö ndü ü Marie Antoinette
ile— evlenmeseydi, Fransız Devrimi’nin geli imi farklı mı olacaktı?
Marie A ntoinette’in acımasızca sö yledi i iddia edilen “ekmekleri yok
sa pasta yesinler” sö zlerinin gerçekte nasıl oldu unu Mainz Ü niversite
si’nde dö rt yıl boyunca ara tırdık. Ben bu olaya inanmadı ımı defalarca
sö ylemi tim. Bir ak am Mainz’dayken Wiltrud Ziegler yanıma geldi ve
bu tarihi olayın iç yü zü nü ke fetti ini sö yledi. Fransa’nın 1780’li yıllarda
sıkça ya adı ı açlık yıllarından birinde ak am yeme ine oturulmu tu.
Sarayın ö nü ndeki meydanda toplanan kalabalık, ekmek diye ba ırı ıyor-
du. Marie Antoinette yemek salonunda aranır, ama ekmek bulamaz ve
masanın ü stü ndeki pastayı i aret ederek, “ekmek yoksa, neden a a ıdaki
yoksul insanlara bu pastayı vermiyoruz?” der.18
Marie A ntoinette’in sö zü nü n bu ekilde tersine çevrilmesi hayli usta-
caydı. Kamuoyuyla u ra a u ra a bir duyarlılık geli tirmemi olsaydım,
Marie A ntoinette’in bu sö zleri gerçekten de sö yledi inden ku kulanma-
2 1 8 KAMUOYU
yacaktım. Kamuoyu bir kez bö ylesine dü manla tıktan sonra elden ne
gelirdi ki? Hele dü manlık olmayagö rsü n, atılan her adımı, sö ylenen her
sö zü silaha dö nü tü rmek çok kolaydır.
Homerik kahkahalar
Okuyucularım daldan dala atladı ımı dü ü nebilirler. Do ru; kronolojik
bir sıra izlemedim. Benim sıralamam, kamuoyu olgusunun her yö nü yle
incelenmesidir. Bu açıklamalardan sonra yeniden Eski A hit’e, en eski
metinlere dö nü yorum. Batı kü ltü rü nü n en eski edebi metinleri olarak
kabul edilen lyada ve Odysseia destanları, .Ö . 8. yü zyılda Homeros tara
fından kaleme alınmadan ö nce, uzun sü re kulaktan kula a aktarılmı lardır.
Tassilo Zimmermann Mainz Ü niversitesi ara tırma formlarımızla lyada’yı
inceledi. Ben burada Zimmermann’ın bu master çalı masını irdeleyece im.
Homeros destanına Troya yakınlarındaki bir sahili anlatarak ba lar.
Homeros lyada'nın ikinci kitabında, Agamemnon’un Akhaların ordusu
nu bir araya toplayarak bir konu ma yaptı ını, bö ylece onların kararlılıkla
rını sınadı ını anlatır. Askerleri kı kırtarak, neredeyse dokuz yıldan beri
devam eden sava a, Troya ku atmasına son verilmesi ve artık eve dö nü l
mesi gerekti inç dair tü m geçerli nedenleri sıralar. Burada, imdiye dek
yalnızca Konrad Lorenz’in betimledi i karga sü rü lerinin davranı larına
benzer bir ey ya anır. Kargaların çıkarttı ı “gak” ve “gok” sesleri, “orma
na” ya da “tarlalara” anlamına geliyordu. Sonunda bir ses baskın çıkıyor
ve di erleri de bu baskın gruba uyuyor, hep birlikte aynı yö ne uçuyorlardı.19
Askerler aya a fırlar. Bir kısmı, “haydi gemilere! Haydi eve!” diye
ba ırırken, di er kısmı, ö zellikle de komutanlar, “durun! Oldu unuz yerde
kalın! O turun!” diye ba ırırlar. Ortalık karı ır, askerlerin bir kısmı, suya
indirmek için gemilerin yanma ko mu tur bile. Ancak Odysseus eve git
mek isteyen gruptaki “haydi eve!” diye ba ıranlara engel olur ve dayak
alarak onları durdurur. Bleba lardan birini, Thersites’i dı lamayı ve tü m
.suçu ona yü klemeyi ba arır. Thersites gü nah keçisi olmaya çok elveri lidir:
“En çirkin adam oydu ... Bacakları çarpık, bir aya ı topaldı. Omuzlan
kambur ve gö sü çö kü ktü ; boynunun ü zerinde tek tü k tü ylü sipsivri bir
ba yü kseliyordu”.20
Aslında Thersites’in ba ırı ça ırı ına ve ö fkesine askerlerin ço u katı
lıyordu. Fakat imdi Odysseus Thersites’le alay ediyor ve homerik kahka
halar tü m askerler arasında dalga dalga yayılıyordu. Thersites kendini
yalnız ve dı lanmı hissediyordu, Akhaların ordusu tekrar yerine oturmu ,
ku atmayı sü rdü rme kararı alınmı tı.
YENİ BULGULAR 219
Homeros kamuoyu ü zerine tek sö z sö ylemez. Fakat kamuoyu sü recini
belirleyen ve bir dı lama tehditi olan “gü lme”nin (alay etme, dalga geçme)
rolü nü çok iyi betimler. Gü lmeyi bilimsel bir konu olarak ele alan ortaça
uzmanı Fransız Jacques Le Goff, Ibranice ve Yunancada olumlu, dostça,
birlik sa layıcı gü lme ile olumsuz, kö tü cü l, birini dı layan gü lme için iki
ayrı sö zcü k oldu unu sö yler. Le G off daha sonra dil fakiri Romaklarda,
bu iki farklı sö zcü ü n tek bir “gü lme” sö zcü ü ne indirgendi ini yazar.21
Bö ylece biz de dı lama tehditinin araçlarım ara tırmaya ba ladık. Bi
rey, kamuoyu oyda masmdan uzakla tı ını ve toplumun sıcak kuca ından
dı lanmak istemiyorsa geri dö nmenin daha iyi olaca ını nasıl anlar? Buna
dair pek çok sinyal vardır ama “gü lme” ö nemli bir rol oynar. Kitabın son
bö lü mü nde kamuoyu kuramı ü zerine son çalı malar tanıtıldı ında, bu
konuyu tekrar ele alaca ız.
Yazılmamı yasalar
Yunanlılar kamuoyu etkisinin ayan beyan bilincinde olmasalardı, “yazıl
mamı yasalar”la bu kadar do al bir ili ki içinde olmazlardı. A a ıdaki
kısım, Anne Jâ ckel’in “Sosyopsikolojik Kamuoyu Kuramının I ı ında Ya
zılmamı Yasalar” adlı master tezinin ikinci bö lü mü nden esinlenerek kale
me alınmı tır.
Yazılı olmayan yasalar ilk kez Thukydides’in ( .Ö . 460-400) Peloponnes
Sava ı’nı anlattı ı eserinde geçer. Sö z konusu metin, Atina’nın sonunu
getiren sava ın ilk yılında Perikles’in yaptı ı konu madır ( I . 0 . 431/430).
Thukydides, gü cü nü n doru unda olan Atina’nın tü m ihti amını bir kez
daha gö zler ö nü ne sermek için Perikles’i ö yle konu turur:
“insanlarla ö zel ili kilerimizde o kadar ho gö rü lü yken, kamusal eylem
lerimizde bir itaat havası hâ kimdir. Ö zellikle de, haksızlı a u rayanları
koruyan yasalara ve genel yargıya gö re ihlal edilmeleri bü yü k utanç geti
ren yazılı olmayan yasalara ve otoriteye duydu umuz saygı, hata yapma
mızı ö nler”.22
Yunan dü ü nü rlerin daha sonraki eserlerinde de “yazılı olmayan yasa
la rd a n 23 sö z ettiklerine sık sık tanık oluyoruz. Fakat burada sö ylenebile
cek her eyi zaten Perikles sö ylemi tir. Yazılı olmayan yasalar, yazıya dö kü l
memi yasalardır. Fakat bu onların yazılı yasalardan daha az zorlayıcı
oldukları anlamına gelmez, tersine, John Locke’un ü ç çe it hukukuyla
da ortaya koydu u gibi, çok daha gü çlü dü rler.24
Yazılı olmayan yasalar salt tö reler ve gelenekler demek de ildir. Bir
ey sırf gelenek olmasından ö tü rü bireyi o kadar derinden etkileyemez,
2 2 0 KAMUOYU
onu boyun e meye zorlayamaz. Bu ancak -burada yine John Locke’u
anımsayalım-yasaların çi nenmesinin acı verici bir biçimde cezalandırıl
dı ı durumlarda olur. Fakat cezalar hiçbir yasa kitabında yazılı de ildir.
Bundan bu cezaların gerçekten hissedilmedi i sonucunu çıkaranlar, insa
nın do asını bilmiyor demektir, der John Locke. Perikles’in sö zü nü etti i
utanç, ortak kanaatlerinin gü cü yle bu tü r yaptırımları uygulayan vatan
da ların gö zü nde saygınlı ını yitirmek, insanın ba ına gelebilecek en kö tü
eydir.
Yazılı olmayan yasalar ahlaki dü zgü ler içerir ve bunlara kar ı gelmek,
ahlak yü klü toplumsal bir tepkiye neden olur. Platon, yazılı olmayan
yasalarla yazılı olanlar arasındaki ili kinin, ruhla beden arasındaki ili kiyle
kar ıla tırılması gerekti ini sö yler. O n a gö re, yazılı olmayan yasalar yazılı
yasaları tamamlayan yasalar de il, yasaların temelinin ta kendisidir.
Perikles’e gö re, yazılı olmayan yasaları çi nemek genel yargıya gö re
utanç getirir. A nne Jâ ckel ‘genel yargı’nın Yunanca metindeki sö zcü ü
kar ılamadı ını, bu sö zcü ü n ‘kamuoyu’ olarak çevrilmesi gerekti ini sö y
ler. Sö zcü k, metnin Almanca çevirisinde cü mle içindeki ba lamıyla ö yle-
dir: “Genel yargı tuhaf bir biçime sahiptir”.25 Fakat Platonun yazdı ı
kaynak metinde, ‘dynamis’ (övvccjm Ç ), yani nü fuz, gü ç, etki sö zcü ü geçer.
Bu nedenle, ngilizce çevirisi ö yledir: “ . .public opinion has an surprising
influence. .." [kamuoyu a ırtıcı bir etkiye sahiptir) .26
Burada alıntıladı ım bö lü mde, A nne Jâ ckel, eskiça dilbilimcilerinin
“yazılı olmayan yasalar” kavramı hakkındaki tartı malarına da yer ver
mektedir. Jâ ckel Yunanca kaynak metinleri temel alır. Bundan ö tü rü ,
Platon’un kamuoyu ile susmak arasındaki ili kiyi gerçekten de dile getirdi
inden, bunun Platon’a sonradan mal edilmedi inden emin olabiliriz.
“Platon bu bö lü mde, kamuoyunun gü cü nü n yazılı olmayan yasaları olu
turdu una ve korudu una parmak basmakla kalmaz, kamuoyunun etkisi
ni tam olarak nasıl gö sterdi ini de açıklar: Kamuoyu kendisiyle uyum
içinde olmayan gö rü leri susturur, çü nkü hiç kimse yazılı olmayan bir
yasayla ö rtü meyen herhangi bir gö rü ü , bırakın sö ylemeyi, ‘aklından
geçirmeye bile’ cesaret edemez”.27
Özel ya am-kamusal ya am: Michel de Montaigne
Seminerlerde bazı ö renciler ısrarla konuya yeniden dö nerek, geçmi
yü zyıllarda kamuoyunun yalnızca kü çü k bir seçkin gruba, ü st tabakaya
ait bir olgu oldu unu savundular. Fakat M ontaigne’in Denem eler'inin
1588 baskısında bunun pek de do ru olmadı ını gö rebilirlerdi.
YENİ BULGULAR 22 1
Zaten Denemeler her halü karda okunmalıydı, çü nkü ö rencilerin ço
unu kamuoyu kuramından daha çok ilgilendiren bir soruya yanıt veriyor
du: Kamuoyu nasıl de i tirilebilir?
Montaigne’in bu konuda bir tavsiyesi vardır. Daha do rusu, Platon’dan
bir alıntı yapmı , hatta “l'opinionpublique" [kamuoyu] ifadesini kullanmı
tır. 16. yü zyılın sonunda bu ifade ö yle e siz bir ey ki, master ve daha
sonra doktora tezi için bizim soru formlarımızı kullanarak M ontaigne’de
kamuoyu kuramını inceleyen M ichael Raffel’ın ilk kamuoyu kavramını
M ontaigne’de buldu una yıllarca inandık.28 Sonradan, kavramın çok da
ha ö nce de kullanıldı ını ke fetti imizde, Raffel bu varsayımından ü zü le
rek vazgeçmek zorunda kaldı.
Okuyucular bizim ‘ kamuoyu’ sö zcü ü nü n ilk ortaya çıkı ma bu kadar
çok ö nem vermemize a ırabilirler. A ırı titizlikten de il elbette. Kamuo
yunu daha iyi kavrayabilmek için, kavramın ilkin nasıl ve hangi ba lamlar
da, hangi gö zlemler sonucu kullanıldı ını bilmenin ö nemli oldu unu dü
ü ndü k: Tıpkı yeti ti i yer incelendi inde, bir bitki hakkında daha fazla
bilgi sahibi olunması gibi.
Ve bu dü ü nce do rulandı da. Montaigne 1588 tarihli Denemeler’inde
kolektif-tekil “l’opinion publique” kavramını iki kez kullanmı tır. Kamuoyu
kavramıyla ilk kez, M ontaigne’in antik dö nem yazarlarından neden bu
kadar çok alıntı yaptı ını açıkladı ı bö lü mde kar ıla ıyoruz: “Kamuoyu
nun hatırı için ö dü nç aldı ım bu hâ zineyle ortaya çıkıyorum”.29 Montaigne
kamuoyu kavramını ikinci kez, -k i buradan ö nemli sonuçlar çıkarılabilir-
insanm gelenekleri ve ahlaki de erleri nasıl de i tirebilece ini ele aldı ın
da kullanır. Platon’un o lancılı ı u ursuz bir tutku olarak gö rdü ü nü
sö yler. Platon, bu durumla ba edebilmek için o lancılı ın kamuoyu tara
fından yargılanmasını ö nermi tir. Yazarlardan bu kö tü tutkuyu ele tirme
lerini ve lanetlemelerini, bö ylece bir kamuoyu olu turmalarını talep et
mi tir. Ba langıç a amasında halktaki yaygın kanaate aykırı davranmı
olsalar da, bu gö rü ü n kısa zamanda kö leler ve ö zgü r vatanda lar, kadınlar
ve çocuklar arasında yaygınlık kazanaca ını ö ne sü rmü tü r.30 Platon’un
bu dü ü ncelerinden, kamuoyunun ancak ö nemli ahsiyetlerin, en iyisi
airler ve sanatçılann ö ncü lü ü altında de i tirilebilece i sonucunu çıkan-
yoruz. Elbette onları ba kalarının da izlemesi gerekir. Sesleri o kadar gü r
çıkmalı ki, herkes bu yeni kanaati ço unlu un kanaati ya da yakında
ço unlu un payla aca ı bir kanaat olarak gö rmelidir. Zaten Platon unu
da sö yler: nsanlı ın sö zcü leri, yani sanatçılar tarafından harekete geçiri
len bu sü reç zamanla kö leler ve ö zgü r insanlar, kadınlar ve çocuklar,
nihayet tü m vatanda lar arasında yaygınla acaktır.
2 2 2 KAMUOYU
Demek ki Platon gelenek, de er yargıları, gö rgü ve edep gibi dü zgü le-
rin toplumda kö k salabilmesi için -insanlar tarafından dı lanma riski
gö ze alınmadan ihlal edilemeyecek bir duruma gelebilmesi için— sınırlar
içine hapsedilmemesi, e itimli kü çü k bir sınıf ve seçkin çevrelerle sınırlan-
dırılmaması gerekti ini biliyordu. Bu dü zgü lerin sınırlarını yalnızca zaman
ve mekâ n belirleyebilir. Bunlar, belirli bir yerde, belirli bir zamanda ya a
yan herkes için kayıtsız artsız geçerli olmalıdırlar.
Platon’un bu dü ü ncelerinin M ontaigne’i bu kadar etkilenmesinin
çok iyi bir nedeni vardı. Montaigne (1533-1592) kamuoyunun gü cü nü
hissetti i ü ç ayrı deneyim ya amı tır.
Bu deneyimlerden ilkini aile içi ili kilerde edinmi tir. Ortaça boyunca
geçerlili ini koruyan kesin sınıf ayrımları sarsılmı , soylu olmayan ama
zengin vatanda lar yeni bir grup olu turarak, soylular tarafından e it tanın
mayı talep etmi lerdir. Buradaki mü cadele, -h er sınıfın hangi kü rkü giyece
i, hangi takıyı takabilece i ve hangi kuma lan kullanabilece i gibi- kılık
kıyafet, statü i aretleri, kısacası, kamuda açıkça gö rü lebilen ya am tarzları
için verilen bir mü cadeleydi. Montaigne bu çatı maya yakından tanık oldu.
Babası, boya ve arap ticareti yaparak zengin olmu bir adamdı. Montaigne
atosunu satın almı , soyadının ardına ‘de Montaigne’i eklemi ti. Montaig
ne’in Denemeler’de de sık sık andı ı simge, i aret ve yeni davranı biçimle
rine kar ı geli tirdi i keskin dikkatin nedeni, ailesinden aldı ı e itimdir.
Montaigne’i derinden etkileyen bir di er olay ise din alanında ya anan
de i imdi. Luther’in 1517’deki Reform ö retisi nedeniyle Katoliklerle Pro-
testanlar arasında çıkan din sava ları, Fransa’ya da sıçramı tı (1562-1598).
Montaigne, Parlamento ü yesi oldu u memleketi Bordeaux’nun çok hu
zursuz, çeli kilerin hâ kim oldu u bir yere dö nü mesinden yakmıyordu.
Etrafı dikkatle gö zlemlemek, hangi tarafın daha gü çlü oldu unu kestirip
davranı ları ona gö re ayarlamak çok ö nemliydi. Ne de olsa, 1572 yılında
23 A ustos’u 24 A ustos’a ba layan ü nlü Sen Bartolomeo gecesinde Pa
ris’te 4000, Fransa’nın di er bö lgelerinde de 12.000 Protestan ö ldü rü lmü tü .
M ontaigne’in 38. do um gü nü nde, 28 ubat 15 7 l ’de toplumdan ç e
kilme kararı almasının nedeni bu ko ullar olsa gerek. Montaigne ato-
su’nun kulesindeki kü tü phane kapısının ü zerinde yer alan yazıtta, hayatta
geriye kalan gü nlerini burada insanlardan uzak ve sakin bir biçimde geçir
mek istedi i yazılıdır. Ü nlü D enemeler’i orada yazmı , fakat sonra yine
topluma geri dö nmü tü r. 1851’de Bordeaux belediye ba kanı olmu ve
diplomatik gö revler nedeniyle Avrupa’da sık sık seyahate çıkmı tır. Bu
nedenle Montaigne, kamusal ve ö zel varolu arasındaki kar ıtlı ın iyice
bilincine varmasının yanı sıra, kanaatlerin farklı ü lkelerde farklı bir ger
YENİ BULGULAR 2 2 3
çekli e sahip oldu unu da gö zlemlemi ti. “Nasıl bir gerçek bu?” diye
sorar Montaigne, “bir yerde do ru olan, ba ka bir yerde yalan sayılıyor”.31
Bö ylece, Montaigne, belirli bir sü re boyunca toplumda geçerli gerçeklik
olarak gö rü len, zaman ve mekâ na ba lı genel kanaatler oldu unu saptar.
Bu gerçekli in tek me ruluk kayna ı, kendinden ba ka bir seçenek tanı
maması ve zorunlu olmasıdır: “... etrafımızda her gü n gö rdü ü mü z fikirler,
gö rü ler ve alı kanlıklar dı ında bir gerçeklik ve sa duyu ö lçü tü ne sahip
olamamamız gibi.. .”32
Montaigne toplumla fazla iç içe oldu u bir dö nem ve tamamen inziva
ya çekildi i bir dö nem arasında gidip geldi i için, eserinde “kamu”nun,
“dı taki yalnızlı ın”, insanı toplumla temas eder etmez yargılayan o merci
nin bü yü k kâ ifidir. Montaigne unları yazarken, varolu unu bilinçli ola
rak ikiye bö ler: “... bilge insan içsel olarak ruhunu bu ke meke ten korur
ve eyleri ö zgü rce de erlendirebilmesi için ö zgü r bırakır, ama dı sal olarak
geleneksel biçim ve tavırlara uymak zorundadır”.33
Montaigne için kamu, bireyin dü manı olan uzla manın hü kmetti i
bir alandır. “Alı ageldi imiz davranı larımızın bin tanesinin içinden bir
tanesi bile bize ö zgü de ildir”.34
Montaigne çok gü çlü bir biçimde duyumsadı ı kamu için bir sü rü kav
ram ü retir. Bilebildi imiz kadanyla, “le public” [kamu] sö zcü ü nü dile yerle
tirmi ve “l’opinion publique” kavramının yanı sıra -k i biz Montaigne’in bu
kavramı Cicero,35 spanyol din sapkını piskopos Priscillanus36 ya da John
Salisbury’de okuyup okumadı ını bilmiyoruz— 'Topıniorı commune” [ortak
kanaat], “Vapprobation publujue" [kamu onayı] ve “reverence publıque”37
[kamusal saygınlık] gibi kavramlan da kullanmı tır.
Montaigne tarafından defalarca kullanılan “l'opirıion publique” kavramı
neden o dö nemde dile yerle medi de, ancak yü z elli yıl sonra Rousseau’da
kar ımıza çıktı? M ichael Raffel bu konuda unları yazmaktadır: “Belki
burada Etienne Pasquier’nin bir mektubu bize biraz yardımcı olabilir.. . ”
Pasquier, Montaigne’in alı ılmadık sö zcü kler kullanmasından ikayet eder
ve “e er yanılmıyorsam, bu sö zcü kleri ‘moda’ haline getiremeyecektir”
der.38 Gerçekten de, “Vopinion publique” kavramı ancak 18. yü zyılda Fran
sız Devrimi’nden ö nce moda olabildi.
O zamandan beri de kullanılmaya devam edildi. Fakat daha sonraki
iki yü z yıl boyunca bir tü r sahipsiz mala dö ndü . Bu sahipsizlik, Harwood
Childs 1965 tarihli Public Opinion adlı eserinde elli kamuoyu tanımını
derleyene kadar sü rdü . Bu tanımların bir tanesi bile, antik Yunan’da bi
linen bir gerçe i, kamuoyunun cezalandırılmadan kar ı gelinemeyecek
bir gü ç oldu unu vurgulamıyordu.
2 2 4 KAMUOYU
Nibelungenlied’de kamuoyu kavramı
Mainz’da ara tırma formlarımızla metinleri taramaya devam ettik, tıpkı
bir ormanda iz sü rer gibi. Kamuoyunun etki biçimlerini yalnızca uzak
geçmi teki Yunanlılarda de il, Homeros’tan neredeyse iki bin yıl sonra
yazıya dö kü len Nibelungenlied’d e de bulduk.
Nibelungenlied’de ‘kamu’ sö zcü ü yalnızca tek bir yerde, bu ola anü stü
trajedinin ya anmasına neden olan sahnede geçer. Bu sahne, “ 14. maee-
ra”da yer alır: Kraliçe Kriemhild ve Kraliçe Brü nhild kilise kapısında,
kimde ö ncelik hakkının oldu u konusunda kavga etmektedirler. Kilisenin
ö nü ndeki meydan çok kalabalıktır, gü nü mü zde de iki kraliçenin gelece i
duyulsa, meydan aynı ekilde dolardı. Sonra a ız dala ı ba lar. Kraliçe
Kriemhild, Kraliçe Brü nhild’e hakaret ederek, gerdek gecesi kocası
Gunther ile de il, Siegfried ile yattı ını sö yler. Nibelungenlied’d e Kraliçe
Kriemhild’in Kraliçe Brü nhild’e “milletin ö nü nde”, yani kamu ö nü nde
hakaretler ya dırdı ı yazar.39 Un, kamuoyu gibi olguların, geçmi dö nem
lerde yalnızca ü st tabakanın i i oldu unu kim iddia edebilir?
1641 tarihli bir karikatür
David Hume “hü kü met kanaatlerden ba ka bir eye dayanmaz” derken
durumu ne de gü zel ifade etmi tir. Gerçekte Hume yalnızca, tıpkı Machia
velli, Erasmus ve Politika’yı okuyan di er ki iler gibi Aristoteles’in iki bin
yıl ö nce sö yledi i sö zleri tekrar etmi tir.
17. yü zyıldaki iki ngiliz devriminden sonra David Hume kamuoyunun
hâ kimiyeti dü ü ncesini çok do al bulmu olsa gerek. Kral I. Charles’m
kafası kesilerek idam edilmesinden sekiz yıl ö ncesine ait bir ngiliz karika
tü rü , “The World is Ruled and Governed by Opinion”40 [Dü nyaya Kamu
oyu Hü kmeder, Dü nya Kamuoyuyla Yö netilir] ba lı ını ta ımaktadır. Bu
karikatü r o dö nemde bile kamuoyuna dair ne çok eyin ke fedildi ini -bir
harita gibi- ortaya koymaktadır.
G enç soylu a acın tepesinde oturan Kamuoyu’na, “elinin ü stü nde
duran ve beyaz dı ında her renge girebilen bukalemunun anlamı nedir?”
diye sorar. Kamuoyu, “kanaatlerin gerçeklik dı ında her yö ne gidebilece i
anlamına gelir” diye yanıtlar.
G enç soylu, “kö klerinden fı kıran yeni sü rgü nlerin anlamı nedir?”
diye sorar. Kamuoyu, “bir kanaattan bir sü rü kanaat tü redi i ve bunlar
sonsuzlu a yayılana dek propaganda yapıldı ı anlamına gelir” der.
YENİ BULGULAR 225
T h e VVDFÜ LD IS RVLED h GQVXBJNEJP V O P t N t O N
W K o » » i î k o u Lju tıs» il»** «bfofk *1-1 €«f
1 h *£ a * G n n r i O f MW## rcm«cLi« ti>* fi*.-****
n«l*l«Mıi*ıltqu«
f » i r » f p r « ( U ı^
Aâ s w * lfr**n j»ko*4< «# rilt» M» t** <»•«<>•
V k ı n t k ı s « h a » J *.
C e *T « m *k,
0 jK g ı d < i ı « Vwiı J»'r, w-ı1 K ı u l 4m t n - f"Vı
TK#-
wtıol« Comfe«lla —«. £
Vlm ctnTu»
irîdâ hS »» - —j
.1 «m O P N O N «*4,0 >H»
tb* «W *f«
H m® L k * * d k » * * » w « e e
tl1»«r«far* | S u * « ii e n my h«*«J llu lt-
O r« 4 ıy 4*«k «OfZJDOMZ fufl»* d la g n n r
İm JM JBC LS m * » n i n ^ -ray c o n & tfa c l w * u
A nd «4**la ife* r» Jo n «JU f*r*W r««^ı<ıg —
TK* T**« »a <hâlt«ıı my un/tll J S**«rra

J Wr-^Oi.» Fool# M n r
J 'ı u f g r W|i3il n\f»ntlK 1W*1 cK*rtw,«i*sm »«*Ö»y IWf
ık«kZ<oıxia:
hf« io ^«-r*
I i a I * • ** « ü u n u «II C*4 l© »* < â * ı « j 4
ıW
1 bul »ntiMİ* llu rfıu ıİM a f ı*İJU Air*#
O f i m i o n thvM « * * * * w * * * * r * t # *!%««* k i
«Sdtı «mw bU KumdM ^ Jtff m4uI lKi| r*” *
Tr» r*»I«a rw »
#<fcy* *«l» TKVTlt.*«
TlALı«Aı
l a « L n g a i > a < fı M * * -t M
f i ’S i j r A n < i t t A i* w h*t# •*“ T*-u«fc. w4ııc*ı
Wiifcr
" <y dksCr jaoiın^i fram ttı. (««ta l!%*i
JU #*%*#« «f ««ıh « v*riı* lillU
|*t
*kuwdtnm of Of H O^ tree
|« IW*oak«» fsfM p>p««r -ilki»
W!
gjw* w C»«6
pn*nx *l«*l»
BnkU iktM
A « l pTW p«»J« #Ü I T»fi»l»l* IK ^
C V ..^ T i* %*%*»
-*£****- AA a*is M m h l . > J i i V|U « g ı i M mrm- M w * lr
Tk*-»«gh -ctTCOMCm
f |30Z> O m tn t*
Bul«ItmjtMlUiı^ııiMbMM^LkJı,
TtufirUıiK* «Hö f* id i# kaol*»* iw lU i< llı m Om * * * * *
O p i n v m j ( n u f u l m t m w k c u tm ı « J j T T ^
n « *-«***
«nıv*n(«taU /•»*
A n d afl -oı^vıîg § w f n « r ( r
fcrr
V |R 0 CLA. D FfcANCtSCO PftVtZANO D ;A V e i i i c o , o m n i v a * B o n a r v m . A r .
Hm*», «i Cl»^4w* ia******* T»ulori • ) Ajısrtr*!®*^ jumrau, I I J l i .
t JrnniMr Ammemi
T H E W G K t,D I S K U Z .E D & C O V E R N E D B Y O P N O N
E n g raved by W enceslas H ollar, 1641
B riıish M useum Catalogut of S a m ica l Prim s, 271,
Kaynak: VVİlliam Haller, Tracts on Liberty in the Puritan Revolution 1638-1647, cilt 1,
Commentary, NewYork, Octagon Books Inc. 1965.
2 2 6 KAMUOYU
Genç soylu, “peki her rü zgâ r esti inde tependen a a ı dö kü len meyve -
lerin, bu gazete ve kitapların anlamı nedir -ü stelik de gö zlerin ba lı, kö r
oldu un halde?”
Bu soruya yerilen yanıt Platon’un daha ö nce açıkladı ı noktaya par
mak basmaktadır: Kamuoyu kö leleri ve ö zgü r vatanda ları, kadınlan ve
çocukları, tü m vatanda ları kapsar. Kamuoyunun meyveleri gazeteler
ve kitaplar sadece yü ksek tabakanın i i de ildir. Bunlarla her sokakta,
her vitrinde kar ıla ılır. Diyalogun son iki cü mlesinde tekrar vurgulanır:
Bunlar her evde, her sokakta, her yerde bulunur.
Peki kamuoyu gibi kapsamlı bir olguyu neden bir “sillie Foole” [aptal
bir kaçık] sulamaktadır? Çü nkü ancak bir aptal ona gerçekten can verebi
lir. Gü nü mü zde kamuoyunu hangi aptalların suladı ını dü ü nmek hayal
gü cü mü ze kalmı tır.
Apolitik Almanya'da uzun süre kamuoyu diye bir kavram yoktu
Alman siyasal kü ltü rü kamuoyuna ö zel bir ilgi gö stermemi tir. Kamuoyu
kavramı ngilizce, talyanca ve Fransızcadan çok sonra, ü stelik de do ru
dan Fransızcadan çevrilerek Almancaya girdi: “Offentliche M einung”.
Uzunca bir sü re, Klopstock’un 1798 tarihli An die offentliche Meinung
[Kamuoyu’na] odunda, bu kavramı Almancada kullanan ilk yazar oldu u
nu dü ü ndü k. Suskunluk Sanruzlı'nın 1980 baskısında, kamuoyuna dair
elimizdeki en eski kullanımın W ieland’m 1798 tarihli Gesprâche unter
vier Augen [Ba ba a Konu malar] adlı eserinin “Ü ber die Offentliche
Meinung” [Kamuoyu Ü zerine] ba lıklı bö lü mü ydü . A ncak daha sonra,
Almancada ilk kez 1777 yılında sviçreli Johannes von Mü ller’in “öffentlkhe
M einung” kavramını kullandı ını ke fettik.41
Tarihçi ve kamu yö netimi uzmanı Johannes von Mü ller -bugü n artık
siyaset bilimci ve ileti im bilimci diyoruz- Almanya’nın birçok kentinde
konferanslar veren ve siyasi danı man olarak davet edilen iyi bir hatipti.
Johannes von Mü ller kamuoyu kavramım gitti i her yere yaymı olsa gerek.
Herkesin gözü önünde - herkesin duyabilece i ekilde
Bugü n bile bazı kavramların çevirisinde zorluk ya anıyor. Suskunluk
Sarmalı nın 1980 baskısının ngilizce çevirisinde de bu sorunlarla kar ıla
tık. Ö rne in, “Offentlichkeit" [kamu] kavramının sosyopsikolojik ba lamı
içinde, yani bireyin herkes tarafından gö rü lü p yargılandı ı, ü nü nü n ve
popü lerli inin tehlikede oldu u bir, durum, bir yargı m ercii olarak
YENİ BULGULAR 2 2 7
çevrilmesinde zorlandık. Offentlichkeit’m sosyopsikolojik anlamı ancak
bir dil kullanımı içinde ortaya koruyabilmektedir. “ n aller Offentlichkeit’’^'
ifadesi burada neyrin sö z konusu oldu unu bize anlatır. Ö rne in, hiç kimse
bir konserin “in aıller Offentlichkeit” gerçekle ti ini sö ylemez. Latincede
bile aynı yan anlam a sahip bir “coram publica” ifadesi vardı.
Mainz’da yine: ara tırma formlarımız yardımıyla inceledi imiz Fransız
hü manist yazar, Eırasmus’un ça da ı François Rabelais bü yü k bir do allıkla
“herkesin gö zü ö nıü nde”, “dü nyanın gö zü ö nü nde” ifadelerini kullanıyor ve
bunun için “publiicquement”42 kavramını kullanıyordu. 20. yü zyılda bile
bu ‘herkesin ö nü mde’, bu ‘publicquement’ sö zcü ü nü n ngilizceye çevrileme
di ini gö rmek biziim için bü yü k sü rprizdi. Chicago’daki meslekta larım ve
ö rencilerimle haıftalarca tartı arak bir çö zü m bulmaya çalı mı tım ama
çabalarımız bir somuç vermemi ti. Bir gü n New York’ta takside giderken,
ofö r haberleri dimlemek ü zere radyoyu açtı. Ben pek kulak kabartmıyor
dum. Spiker bir haberi “t he public eye has its pn ce” [herkesin gö zü ö nü nde
olmanın bir bedeli vardır] diye bitirdi. Yerimden fırladım. Çeviri için
aradı ımız ifade buydu i te. In aller Offentlichkeit - the public eye - herkesin
gö zü ö nü nde. Bu iifade, Almancadaki “Offentlichkeit” kavramının sosyopsi-
kolojik anlamını itam olarak kar ıla ıyordu: Herkes tarafından gö rü lmek.
Mainz seminerinde Gunnar Schanno kö keni 1791 yılında Edmund
Burke’de buldu.43 Burke yalnızca “public eye”dan de il, “public ear” dan
da sö z ediyordu. Biz bunu ö yle çevirdik: Herkesin duyabilece i ekilde.
Bu sö zcü kler tam isabetti. Burke’ü n bu kavramları hangi ba lamda kullan
dı ı da hayli ilginçti. Burke, do u tan aristokratlann ö zelliklerini sayarken,
onların kendilerimi çok kü çü k ya lardan itibaren kamunun ele tirilerine
maruz kalmaya alı tırdıklarını da sö yler: The public eye. Burke devam
eder: “To look eaırly to public opinion” [kamuoyunun erkenden farkına
varmak]. Zamanımda Erasmus ve Machiavelli de prenslere bunu ö ret
mi lerdi: K am udan gizlenilmemeliydi, herkes tarafından gö rü lebilir
olunmalıydı.44
Walter Lippmamn’ın ilham kayna ı Nietzsche
19. yü zyıl Almanı yazarlarının kamuoyu ü zerine yazıları ve insanın top
lumsal do ası ü zerine tasvirlerinin bü yü k bö lü mü henü z ke fedilmemi
olsa gerek. Kurt Braatz’m, Harwood Childs’ta 19. yü zyılın ortalarında
ya amı bir yazarım adına rastlaması da bir tesadü ftü . Bu yazar Almanya’da
* ' Milletin içinde;, herkesin ö nü nde (e.n.)
2 2 8 KAMUOYU
tamamen unutulmu a benziyordu, çü nkü 20. yü zyılın ilk yarısının ne
ö nde gelen kamuoyu kuramcısı Ferdinand Tö nnies ne de ö nde gelen
tarihçisi W ilhelm Bauer ondan sö z etmi ti.
Sö z konusu yapıt, Cari Ernst August Freiherr von Gersdoff’un 1846
yılında yayımlanan bir kitabıdır. Von Gersdorff ö mrü boyunca Prusya
Senatosu ü yeli i yapmı , “Ueber den Begriff und das Wesen der oeffent-
lichen Meinung. Ein Versuch” [Kamuoyu Kavramı ve Kamuoyunun Ö zü
Ü zerine. Bir Deneme] adlı teziyle felsefe doktoru ü nvanını almı tı. Childs
muhtemelen, 1930’lu yıllarda Almanya’da ü niversitede okurken bu eserle
kar ıla mı , fakat ancak 60’lı yılların ortasında yayımladı ı Public Opinion’da
bu kitabı referans olarak vermi tir. Kurt Braatz Nietzsche’ye ö zel bir ilgi
duydu u için, Cari Ernst August Freiherr von Gersdorff ile Nietzsche’nin
arkada ı ve sekreteri Cari von Gersdorff’un isimleri arasındaki benzerlik
dikkatini çekmi ti.
Braatz ara tırmaları sonucu, Nietzsche’ye ö zellikle de 1872/73 yılların
da, Unzeitgemüssen Betrachtungen [Zamansız Dü ü nceler] adındaki eserin
yazılmasında yardımcı olan genç adamın, kamuoyu ü zerine yazan Cari
Ernst August Freiherr von GersdorfFun o lu oldu unu ortaya çıkardı.
Ne bu eserin ne de babanın adını ansa da, Nietzsche’nin bu yıllarda
kamuoyuyla ilgilenmeye ba laması ve yazılarında kamuoyundan sık sık
sö z etmesi dikkat çekicidir. Kurt Braatz, Nietzsche’nin kamuoyu olgusuna
ö zel bir ilgi duydu undan emin olmak için, Nietzsche’nin ö zel kü tü phane
sinin de korundu u Weimar’daki Nietzsche Ar ivi’ne yazarak, belirli ya
zarların kamuoyuyla ilgili dü ü ncelerinin altının çizilip çizilmedi inin ya
da sayfa kenarlarına not dü ü lü p dü ü lmedi inin ara tırılmasını rica etti.
Weimar’dan gelen yanıt Braatz’m dü ü ncelerini do rular nitelikteydi.
Braatz, baba von Gersdorff un yapıtıyla Nietzsche’nin kamuoyu ü zerine
yazdıklarını sistematik olarak kar ıla tırınca, von Gersdorff’un sosyopsi-
kolojik açıdan duyarlı fikirlerinin ço unun Nietzsche tarafından benim
sendi ini ortaya koyabildi.45 Von Gersdorff kamuoyunu bugü n bizim gö r
dü ü mü z gibi betimler: “Benim anladı ım anlamda bir kamuoyu, insanlann
tinsel ya amında daima vardır... insanlar toplumsal bir ya am sü rdü kleri
sü rece... Bu nedenle, kamuoyunun var olmaması sö z konusu edilemez,
ne ortadan kalkabilir ne de yok edilebilir; o, her zaman her yerdedir”.
Ona konu bakımından hiçbir sınırlama getirilemez ve en iyi ö yle tanımla
nabilir: “Bir halkın dö neminin toplumsal konularına atfetti i ve tarihe,
gelenek ve gö reneklere dayanan, ya amdaki çatı malarla yaratılan, sü rdü
rü len ve dö nü tü rü len de erlerin ortaklı ıdır”. “Ayrıca, kesin olan udur
ki, kamuoyu bir halkın ortak mü lkiyetidir”.46
YENİ BULGULAR 229
Braatz, N ietzsche’nin kamuoyu ü zerine dü ü ncelerini incelerken,
1980 tarihli Suskunluk Sarmalı yayımlandı ı sırada henü z bilinmeyen
bir sü rü ba lantı ortaya çıkardı. Braatz, daha sonra Edward Ross sayesin
de dü nya çapında bilimsel kariyer yapacak olan “toplumsal denetim ”
kavramının, ilk kez 1879 yılında Herber.t Spencer47 tarafından kullanıl
dı ını da bulguladı.
Walter Lippmann’m 1922’de yayımlanan Kamuoyu adlı eserinin bü yü k
ö lçü de Nietzsche’den esinlendi ini artık biliyor olmamız, Lippmann’ın
kitabına duydu umuz hayranlı a gö lge dü ü rmez. Bu esinlenmenin izleri
stereotiplerin (kli elerin) ta ıdı ı kamuoyu aracı rolü nden, gö zlemin gö z
lemcinin bakı açısı tarafından belirlenmesine kadar her alanda ortaya
çıkmaktadır. Nietzsche bunu u cü mleyle ö zetler: “Yalnızca tek bir pers
pektiften bakı , yalnızca tek bir perspektiften kavrayı vardır”.48 Zaten
bü yü k harfle ba layan “Kamuoyu” ile kü çü k harfle ba layan “kamuoyu”
arasındaki ince ayrım da Lippmann’ın de il, Nietzsche’nin fikridir.
XXVII
Bir Kamuoyu Kuramına Do ru.
3 0 ’lu yılların ortasında, 1936 Amerika ba kanlık seçim sonuçlan tahmin
leri ü zerine yapılan temsili kamuoyu ara tırma yö nteminin ilk uygulama
dan yü zü nü n akıyla çıkması, heyacanlı beklentilere neden oldu. Birkaç
ay sonra da ü ç aylık Public Opinion Quarterly dergisinin ilk sayısı, Floyd
H. Allport’un “Bir Kamuoyu Bilimine Do ru” adlı giri yazısıyla yayımlan
dı. Yirmi yıl sonra 1957 yılında Herbert H. Hyman da aynı iyimser tonda,
Public Opinion Quarterly dergisine “Bir Kamuoyu Kuramına Do ru” ba lık
lı makalesini yazdı.
Public Opinion Quarterly dergisinde -1 9 7 0 yılında- ü çü ncü kez yine
aynı anahtar sö zcü kler sarf edildi inde artık bir sabırsızlık hissediliyordu.
American Associationfor Public Opinion Research’ü n [Amerikan Kamuoyu
Ara tırmaları Deme i] 25. yıllık konferansının protokolü “Bir Kamuoyu
Kuramına Do ru” adlı oturumla ilgili bir rapor da içeriyordu. Ba lıca
konu macılar, Chicago Ü niversitesi’nden iki profesö r -psikolog Brewster
Smith ve siyaset bilimci Sidney V erba- idi. Psikolog Sm ith u açıklamalar
da bulunmu tu: “Bilim, bireylerin toplumsal ve siyasal sonuçlar yaratmak
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 2 3 1
amacıyla kanaatlerini nasıl ifade ettikleri sorusuna henü z e ilmemi tir.
Kamuoyu konseptinin her bö lü mü nde kar ımıza çıkan dillendirme soru
nu, ... siyaset bilimi ve toplumbilim açısından bü yü k ö nem ta ımaktadır”.
Siyaset bilimci Verba’nm açıklaması ise ö yleydi: “Siyasi kamuoyu ara tır
malarının bü yü k bir bö lü mü , kitlelerin tutum ve kanaatleri ile ö nemli
siyasi sonuçlar arasındaki ili kiyi ele alan makro siyaset kuramının geli imi
açısından bir anlam ta ımamaktadır. Bunun en ö nemli nedeni, kamuoyu
ara tırmalarının analiz birimi olarak genellikle birey ü zerinde yo unla
m asıdır...”1
Temelde her iki bilim adamı da aynı soruya yanıt arıyordu: Ampirik
toplumsal ara tırmalarla saptanan bireysel kanaatlerin toplamı nasıl “ka
muoyu” denen o mü thi siyasi gü ce dö nü ebiliyordu?
Kamuoyuna kar ı duyarlılık yok
Bu sorunun cevabı uzun sü re bulunamadı, çü nkü kimse mü thi bir siyasi
gü ç pe inde de ildi. Hanvood Childs’m Public Opinion adlı kitabının me
hur ikinci bö lü mü nde topladı ı elli kadar kamuoyu tanımının ço unda
sapla saman birbirine karı ıyordu.
“Kamuoyu, mü lakat ko ullarında, bir metinde kesin olarak belirtilen
soru ve ifadelere halkın gö sterdi i tepkilerden olu ur”.2
Ya da: “Kamuoyu herhangi bir eyin adı de il, sıklık da ılımına gö re
dü zenlenen istatistiklerde dikkat ya da ilgi uyandıran bir dizi durum ya
da oran olan ‘herhangi bir eyin’ sınıflandırmasıdır”.3
Istatistiki dü zenlemelere gö re sıklık da ılımı: Bunlar nasıl olur da bir
hü kü meti dü ü rebilir ya da bireyleri korkuyla doldurabilir ki?
Suskunluk sarmalı demokrasi ideali ile çeli iyor
lk olarak 1972’de Tokyo’daki Uluslararası Psikologlar Konferansı’nda
sunulan suskunluk sarmalı kuramının, kamuoyu kuramında bir geli me
olarak algılanmaması ve sevinçle kar ılanmaması çok anla ılır bir durum
du. 1980’de Almanya’da, 1984’te Amerika’da yayımlandı ında da durum
de i medi. Çü nkü demokrasi kuramının siyasi ideali olan ergin insan,
burada tanınmayacak hale gelmi ti. Klasik demokrasi kuramında kamuo
yu kar ısında duyulan korkuya -gerek hü kü metin gerekse bireyin duydu
u korkuya-yer verilmemi ti. Bireyin toplumsal do ası, toplumları neyin
bir arada tuttu u sorusu ve sosyopsikoloji, demokrasi kuramının kafa
yoraca ı konular de ildi.
2 3 2 KAMUOYU
Mainz Ü niversitesi’nden Wolfgang Donsbach ile Kuzey Carolina Ü ni
versitesinden Robert L. Stevenson’dan olu an bir Alman-Amerikan ara
tırma ekibi, suskunluk sarmalının hipotezlerini Kuzey Carolina Ü niversi
tesi leti im Enstitü sü nü n anketleriyle sınadı. Kü rtajla ilgili tartı malı
bir yasal dü zenleme konusunda bir cephenin susma e ilimi gö sterdi inin
do rulandı ını gö rdü lerse de, pek karamsar bir noktaya vardılar: Suskun
luk sarmalı kuramı bilimsel olarak nasıl savunulabilirdi ki? Kuramın sav
lardan olu an uzun bir nedensel ili kiler zincirinden ibaret oldu unu
yazdılar. “Zincir, sosyopsikolojik dı lanma korkusu de i keniyle ba lamak
ta, mikrososyolojik açıdan konu ma ve susma e ilimiyle, makrososyolojik
açıdan da toplumsal sistemin bü tü nle mesiyle bitmektedir”.4 Donsbach
ve Stevenson’a gö re, zincirin her halkası ele tiriye maruz kalabilir. Ayrıca,
kuram çok farklı bilimsel alanlara ait tezleri bir araya getirmektedir, oysa
bilim gelene ine gö re bu tezler ayrı ayrı ele alınmalıdır; ö rne in, davranı
ve tutum kuramı, ileti im kuramı ve toplum kuramı ü zerine hipotezler
gibi.5 Belki de, Donsbach ve Stevenson farklı disiplinler arasındaki sınırla
rı kaldırmanın suskunluk sarmalı kuramının bir handikapı oldu unu dü
ü nmekte haklıydılar. Genellikle bilim adamlan kom u disiplinlerle diya
loga girmeyi ö nemsemezler çü nkü .
Kamuoyunu çözümlemek için neleri bilmek gerekir?
Kamuoyunun tam olarak ne anlama geldi i bilinmeden ve ampirik ara tır
malar için gereken kamuoyu ko ullarım olu turamadan bir kamuoyu ku
ramı kurulması beklenemez.
Bu nedenle, kamuoyunda suskunluk sarmalı kuramını sınamak için
gerekli soruları içeren bir katalog hazırladım:6
1. Halkın seçilen konu hakkındaki gö rü lerinin da ılımı normal bir an
ketle tespit edilmelidir.
2. Toplumdaki kanaat ortamına dair tahminler sorulmalıdır: “Sizce ço
unluk bu konuda nasıl dü ü nü yor?” Genellikle bu bize yepyeni bir
bakı açısı kazandırır.
3. Kamunun tartı malı bir konunun ne yö nde geli ece ini dü ü ndü ü
ara tırılmalıdır: Hangi taraf kazanıyor, hangi taraf giderek zayıflıyor?
4. Bireyin belirli bir konu hakkındaki konu ma ve susma e ilimi Ö zellikle
de kamusal alanda ö lçü lmelidir.
5. Konunun duygusal ve ahlaki yargılarla yü klü olup olmadı ı kontrol
edilmelidir. E er de er yü klü de ilse, kamuoyu baskısı olu maz, bö yle -
ce suskunluk sarmalı da ortaya çıkmaz.
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 2 3 3
6. Medyanın yakla ım ve tutumu bilinmelidir. Medyanın en etkili kesimi
hangi tarafı desteklemektedir? Medya, insanların kanaat ortamı hak-
kındaki yargılarını edindi i iki kaynaktan biridir. Ayrıca, etkili bir
medya, destekledi i tarafta yer alan di er muhabirlere ve ki ilere sö z
cü kler ve savlar sunmakta, bö ylece kamuoyu sü recini, konu ma ve
susma e ilimlerini etkilemektedir.
Sessiz ço unluk suskunluk sarmalının tezlerini çürütememektedir
Suskunluk sarmalını sınayan bazı ara tırmacılar, incelemeyi kolayla tır
mak için en azından ba langıçta medyayı gö z ardı etmeyi ö nerdiler.7
Fakat bu durumda, medyanın tutumuyla halkın kanaatlerinin birbirinden
ayrıldı ı soruların tamamında suskunluk sarmalı tezleri çü rü tü lmü gibi
gö rü nü rdü . imdiye dek medyaya kar ı geli en bir suskunluk sarmalı hiç
tespit edilmedi. Bir konu hakkında konu maya hazır olmanın bir nedeni
de medyanın deste inin hissedilmesidir çü nkü . Bu noktada, Alman Ko
mü nist Partisi ü yelerinin de yargıç olabilmesi konusundaki anketi anımsa
makta yarar var.8
Bu gö rü ü savunanlar kü çü k bir gruptu ve azınlıkta olduklarını bilme
lerine ra men, konu ma e ilimi açısından ço unlu u geride bırakmı lardı.
Medyanın deste ine sahip olmadı ını hisseden ço unluk ise, “sessiz ço-
unluk”a dö nü mü tü . 1641 tarihli karikatü rü n Ingiliz çizeri, kamuoyu
a acım neden gazeteler ve kitaplarla donattı ını iyi biliyordu.9 Komü nist
Partisi’ne ü ye yargıç ö rne i 20-30 yıl sonra hiç anla ılmayacaktır, çü nkü
kamuoyu baskısı fırtına bulutları gibi da ılacaktır. O dö nemin sararmı
gazetelerini yo un biçimde incelesek bile, medyanın komü nizmi savunan
ların devlet memuru olmasını yasaklayan “ radikaller kararnamesi” kar ı
sındaki tutumunu anlamakta zorluk çekeriz.
Bir kamuoyu süreci: Nükleer enerji
Katologtaki altı soruyla vaka ara tırmaları yapabilir, tahminlerde buluna
biliriz. Halkı heyecanlandıran bir sorunu, ö rne in nü kleer enerji meselesini
ele alalım. Bu konunun ahlaki yö nleri, gelecek ku akların gü venli inin
tehlikeye atılması ve belirgin bir medya deste i10 gö z ö nü ne alındı ında,
nü kleer enerjiyi savunanların susmayı tercih ettikleri, nü kleer enerji kar
ıtlarının kamusal alanda konu maya daha e ilimli oldukları, dolayısıyla
daha gü çlü oldukları varsayımında bulunulabilir. Sabine Mathes bu varsa
yımın do rulu unu, Mainz Ü niversitesi’nde yaptı ı master teziyle kanıtla
2 3 4 KAMUOYU
mı tır.11 Nü kleer enerji taraftarlan ancak sert bir çekirdek -h ard coreIIa-
olu turacak kadar azaldıklarında, kar ıt taraf olarak kamuda gö rü lerini
savunacaklardır.
Kuramın dayandı ı varsayımlar
Bu tü r bir ö rnek vaka analizinin ardında nasıl bir kuram yatmaktadır?
Bu kuram burada bir kez daha ö zetlenecektir.
Suskunluk sarmalı kuramı, -sadece birbirini tanıyan gruplar de il—
toplumun ortak uzla manın dı ına çıkan bireyleri dı lamak ve toplumdan
ihraç etmekle tehdit etti i, ö te yandan bireylerin de genellikle bilinçsiz,
muhtemelen genetik bir dı lanma korkusuna sahip oldukları gö rü ü nden
hareket eder. Bu dı lanma korkusu bireylerin, çevrelerinde hangi dü ü nce
ve davranı ların onaylandı ını, hangilerinin kınandı ım ö renmek ama
cıyla, sü rekli olarak insanları ve olayları gö zlemlemesine neden olur. Ayrı
ca kurama gö re, insanlar tahminlerde ve de erlendirmelerde bulunmala
rını sa layan istatistikvari bir yetiye sahiptirler ve davranı ları, konu mala
rı bunun sonuçlarından etkilenir. Gö rü lerinin toplumun geneliyle uyum
içinde oldu undan emin olduklannda, gerek ö zel gerekse kamusal alanda
ki konu malara kendinden emin bir biçimde katılır ve ö rne in rozetlerle,
araba çıkartmalarıyla, giyim tarzıyla ve herkes tarafından gö rü lebilen
di er simgelerle dü ü ncelerini açı a vururlar. Azınlıkta olduklarını dü ü n
dü klerinde, daha dikkatli davranır ve susmayı tercih ederler, bö ylece
toplum içinde gerçekte oldu undan daha zayıf bir izlenim yaratırlar. Bu
durum, bu cephe giderek kü çü lü p, geçmi teki de er yargılarına sıkı sıkıya
sarılan kü çü k bir çekirdek olu turana ya da kanaatleri bir tabuya dö nü e
ne kadar devam eder.
Kuramın sınanması hayli karma ıktır, çü nkü dö rt ana varsayıma ve
bunları birbirine ba layan be inci bir varsayıma dayanır.
Bu dö rt varsayım unlardır:
1. Toplum, genel uzla manın dı ına çıkan bireyleri dı lamakla tehdit eder.
2. Bireyler sü rekli dı lanma korkusu içindedirler.
3. Bireyler dı lanma korkusundan ö tü rü sü rekli kanaat ortamlarını gö z
lemleyip, de erlendirmeye çalı ırlar.
4- Bu gö zlemler sonucu edindi i izlenimler bireyin toplun} içindeki davra
nı larını, ö zellikle de gö rü lerini ifade etme ya da saklama (konu ma
ya da susma) konusunda etkiler.
Be inci varsayım bu dö rt varsayımı birle tirir ve buradan kamuoyunun
olu umu, korunması ve de i imine dair çıkarımlarda bulunur.
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 235
Bu varsayımların ampirik olarak test edilebilmesi için, bunların kamu
oyunda yapılan anketlerde sorulabilecek gö zlemlenebilir gö stergelere ak
tarılması gerekir.
Dı lama tehditinin testi
Kamuoyu dı lama tehditleri mi savuruyor? Kamuoyu, farklı dü ü nenler
den kendisini korumak için dı lama tehditini mi kullanıyor? Yeni bir
kamuoyu dı lama tehditi sayesinde mi kabul ediliyor?
Biz kendi toplumumuzun liberal bir toplum oldu unu dü ü nü rü z. Hal
kın % '52’si ‘liberal’12 sö zcü ü nü n kula a ho geldi ini dü ü nü yor. Modem
ailelerin % 6 4 ’ü çocuklarına “ho gö rü lü olmayı” ö retmek istiyor.13
Kamuoyundan farklı dü ü nen birini dı lamayla tehdit etmek ho gö rü
sü zlü ktü r elbette. Bu nedenle, kamuoyu ara tırmalarında bunu do rudan
sormak mü mkü n de ildir. Yine de, Suskunluk Sarmalı’nın 1980 baskısında
dı lama tehditinin bazı biçimlerini betimlemi tik, ö rne in sevilmeyen
bir partinin çıkartmasını ta ıyan arabanın lastiklerinin parlatılması gibi.14
Seçim, ara tırmalarımızda kullandı ımız bir ba ka soru, yabancı bir kente
gelen bir adamın vatanda lardan birine nerede bir park yeri bulabilece ini
sorması, ama terslenmesi hakkındaydı. Bu test sorusu ö yle bitiyordu:
“ unu da belirtmek gerekir ki, park yeri soran adam yakasına bir partinin
rozetini takmı tı. Sizce bu rozet hangi partiye ait olabilir?”15 En çok hangi
partiye ait afi lerin, çıkartmaların karalanıp yırtıldı ına dair sorular soru
yor ve bu durumu parti taraftarlarına yö neltilmi açık bir dı lama tehditi
olarak ele alıyorduk.16

Fakat testlerde ba arısız oldu umuz durumlar da oldu. Suskunluk Sar-
maiî’nın 1980 baskısında ba ansızlıklarımız aynntılarıyla anlatılmaktadır.17
Mainz’da dı lama tehditi konusunu ciddi biçimde ele almaya ba ladık.
Sabine H olicki’nin master tezinin konusu “Dı lama Tehditi - leti imbi-
limsel Bir Konseptin Sosyopsikolojik Yö nleri”18 idi, Angelika Albrecht
ise master tezinde “Gü lmek ve Gü lü msemek - Dı lama mı, Bü tü nle me
mi?”19 konusu ü zerinde çalı tı.
Bu noktada, gü zel bulu ları olan Stanley Milgram’ın dı lama tehditi
olarak kullandı ı akustik sinyalleri hatırladık:20 Islıkla protesto etme, yu
halama, gü lerek alay etme. Fakat aradı ımız test nihayet 1989’da aklıma
gelene kadar, daha çok zaman geçmesi gerekecekti. Oysa ne kadar basitti.
Yapmamız gereken tek ey, kamuoyuyla do rudan ilgili olmasa da, litera
tü rde konformist davranı larla, sosyopsikolojide gü lmeyle ilgili simgeleri
gö z ö nü nde bulundurmaktı.21
2 3 6 KAMUOYU
Testi ıslıklama, yuhalama ve alaylı alaylı gü lme gibi akustik sinyalleri
kullanarak ilk olarak nü kleer enerji konusunda uyguladık. lk uygulama
daki gö rü melerde yö neltti imiz soru ö yleydi: “ imdi size kısa sü re Ö nce,
nü kleer enerji konusunda kamuda ya anan bü yü k bir tartı mayı anlataca
ım: Ba lıca konu macıların sayısı ikiydi. Biri nü kleer enerjiden yana,
di eri de buna kar ıydı. Seyirciler bu iki konu macıdan birini ıslıkladılar.
Sizce hangi konu macı ıslıklandı? Nü kleer enerjiden yana olan konu macı
mı, yoksa kar ı olan mı?” A nket sonuçları ö yleydi: Ankete katılanlarm
% 72’si nü kleer enerjiyi savunan konu macının ıslıklandı ını dü ü nü rken,
% l l ’i nü kleer enerji kar ıtı konu macının ıslıklandı ını dü ü nü yordu.
Halkın be te birinden daha azı kararsızdı.22
H iç ku kusuz, dı lama tehditi diye bir ey vardır, halk bunun farkında
dır ve kamusal alanda hangi gö rü leri ifade ederse dı lanaca ını, hangile
riyle dı lanmayaca ını gayet iyi bilir. Aynı test birkaç hafta sonra ngilte
re’de de yapıldı. ngiliz Gallup Enstitü sü ’nden meslekta ımız Robert J.
Wybrow aynı testi 1000 kadar ngiliz denek ü zerinde uyguladı ve kısa
bir sü re sonra da sonuçları açıkladı. Almanya’daki kadar olmasa bile,
Ingiltere’de de nü kleer enerjiyi savunanlar azınlıktaydı. Bö ylesine dü
manca bir kanaat ortamının insanın gö rü lerini kamusal alanda ifade
etme, yani konu ma ya da susma e ilimini etkileyece inden ku ku duya-
mayız. Fakat ngilizlerin test sorusunu yanıtlamı olmaları bile ö nemliydi.
Bir kamuoyu kuramı sınırları a abilmelidir. Bu kuram ulusal ö zellikler
içerebilir, ama ö zü nde, e er tarih incelemelerimize gü venebilmek istiyor
sak, her yerde do rulanmak zorundadır.
Bu nedenle testler de i ik kü ltü rlerde de uygulanabilir olmalıdır.
Japonya’da insanların birbirleriyle ili kilerindeki medeni ü slubu bildi
imden, yeni dı lanma testinin orada uygulanıp uygulanamayaca ını
dü ü nü yordum. Amerikalı ö rencilerim bile, sevilmeyen bir partinin
çıkartmasını ta ıyan arabanın lasti inin patlatıldı ı testi anlattı ımda
incinmi lerdi.
Bu konuyu Chicago Ü niversitesi’nde bir Japon ö renciyle konu tum.
Hiroaki M inato’ya gö re, yuhalama testimizin Japonya’da uygulanabilme
ihtimali çok azdı. Akla gelebilecek her olasılı ı dü ü ndü k. ki saat sü ren
uzunca bir tartı madan sonra ö rencim ö yle dedi, “Japonya’ da ö yle bir
soru sorulabilir: ‘Kom uların bir araya geldi i bir gö rü mede nü kleer enerji
ü zerine konu ulmaktadır. Bu ki ilerden biri nü kleer enerji taraftarı, di eri
de kar ıtıdır. Bu iki ki iden biri daha sonra, arkasından konu uldu unu,
yargılandı ını ö renir. Sizce, bu iki ki iden hangisinin arkasından konu
ulmu tur?’ ”
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 2 3 7
Tablo 27: Almanya ve ngiltere’de dı lanma tehditi testi.
Ö rnek: Nü kleer enerji
Soru: “ imdi size kısa sü re ö nce, nü kleer enerji konusunda kamuda yapılan bü yü k bir
tartı mada ya anan bir olayı anlataca ım: Ba lıca konu macıların sayısı ikiydi. Biri nü kleer
enerjiden yana, di eri de buna kar ıydı. Seyirciler bu iki konu macıdan birini ıslıkladılar.
Sizce hangi konu macı ıslıklandı? Nü kleer enerjiden yana olan konu macı mı yoksa kar ı
olan mı?”
ubat 1989
Mart 1989
Federal Almanya
ngiltere
%
%
Taraf olan konu macı
72
62
Kar ı olan konu macı
11
25
Kararsız
17
13
100
100
Kaynaklar: Almanya: Allensbach Kamuoyu Ara tırmalan Enstitü sü , Anket: 5016,38. soru;
2213 ki iyle anket yapıldı.
Ingiltere: Social Surveys (Gallup Poll) Limited, yakla ık 1000 ki iyle anket
yapıldı.
Dı lanma korkusunun testi
Dı lanma korkusu var mıdır? Asch ve Milgram’ın deneyleri23 birçok A m e
rikalıyı rahatsız etti. Milgram —inceleme ko ullarını biraz de i tirerek—
Avrupa halklarının da Amerikalılar gibi konformist olup olmadıklarını
tespit etmek amacıyla deneylerini Norveç ve Fransa’da da tekrarlamı tı.
Dı lanma korkusu duyuyor olmak Amerikalıları o kadar rahatsız et
mi ti ki, Chicago Ü niversitesi’ndeki bir konferansta birçok ö renci salonu
terk etti. Elbette hiçbir testte “dı lanmaktan korkuyor musunuz?” diye
bir soru soramayız. Oysa suskunluk sarmalım sınamak amacıyla Ameri
ka’da yapılan bir testte, bir kez bö yle bir soru da sorulmu tu. Bana sık
sık, Suskunluk Sarmalında, akıldı ı, duygusal konformizm motivini fazla
vurguladı ım ele tirisi getirildi; konformizme yö nelten akılcı nedenleri
kü çü msedi im sö ylendi. Aslında bu tartı ma Amerikalı ve Avrupalı top
lumbilimciler arasındaki eski bir tartı madır. Amerikalıların insan davra
nı larını akılcı motivlerle açıklamayı tercih etmek konusunda eski bir
gelenekleri vardır.
Peki dı lanma korkusu nasıl test edilmelidir? Olasılıklardan biri Sus
kunluk Sarmalı’nrn 1980 baskısında, sigara içmeyenlerin yanında sigara
238 KAMUOYU
içilmesiyle ilgili bö lü mde belirtilmi ti.24 “Tehdit testi”nde verdi imiz resim
lerdeki ki inin ö fkeyle “ben sigara içmeyenlerin yanında sigara içenleri
dü ü ncesiz buluyorum. Ba kalarını da zehirli hava solumaya zorluyorlar”
demesi, sigara içenleri açıkça sindiriyordu. Fakat Amerikalı meslekta ları
mızın bizden istedi i, dı lanma korkusunu gerçekten ö lçü lebilir kılmamız -
dı.25 Bizse bunu yapabilmekten henü z çok uzaktık.
Sonunda, 19. yü zyılın ortalarına, yani Charles Danvin’e kadar uzanan
ara tırma çalı maları ve 19401ı, 1950'li yıllarda bir ba ka bilim dalının
uzantısı olan “grup dinami i” ara tırmaları yardımımıza ko tu.26 Burada,
ö rne in toplumsal grupların nasıl bir arada tutuldu u sorusu ü zerinde
duruluyordu: Bir grubun dayandı ı temel nedir? Grup ü yelerinden bazılan
kurallara kar ı geldi inde ve grup da ılma tehlikesiyle kar ı kar ıya kaldı
ında ne yaparlar? Sabine Holicki, dı lanma korkusu ve dı lama tehditi
konusunda iz sü rerken, bu çalı malarla burun burun gelmi ti.27
Holicki grup dinami i deneylerinde ü ç a amanın sö z konusu oldu unu
saptadı: Birinci a amada grup, kuralı ihlal eden bireyi dostça ikna ederek
onü yeniden kazanmaya çalı ır. Bu bir i e yaramazsa, ikinci a amada
grup, kurallara aykırı davranan bireyi, gruptan atılmakla tehdit eder. Bu
da i e yaramazsa, son a amaya gelinir. Grup dinamikçileri bu durumu
ö yle betimlerler: “Grup sınırlarını yeniden tanımlar”, yani aykırı ü yesini
ihraç eder.28
Bu bize Edward Ross’un “birey ö lü p de toplumdan kopana dek”29
sö zü nü anımsatıyor. Fakat ne tuhaftır ki, grup dinamikçileri yalnızca grup
ları bir arada tutan eyi incelemi lerdir. Neden bir adım daha atıp toplumu
bir arada tutan eyi ara tırmadılar? Ara tırsalardı, bir toplumsal denetim
mekanizması olarak kamuoyuyla kar ıla mak zorunda kalırlardı.
Ama “kamuoyu” kavramına hiçbir yerde rastlamayız. 5 0 ’li ve 60 ’lı
yıllarda sistematik toplumbilim çalı maları sonucunda, kendisinden yak
la ık ü ç yü z elli yıl ö nce, kü tü phanesine kapanarak 1588’de yayımlanan
Denemeler’i yazan ve insanın kamu içinde ne kadar dikkatli hareket etmesi
gerekti ini belirten Montaigne ile aynı noktada bulu an Erving Gofîman’da
bile geçmez. Goffman, insanın bir ya da birçok insanın yanında hemen
de i iverdi ini, ba kalarının kendisi hakkında olu turacakları yargıları
gö z ö nü nde bulundurarak ona gö re davrandı ını yazar.
Goffman, o zamana dek bilimde gö rü len, kamunun sosyopsikolojik
perspektifiyle ilgili bilimsel kö rlü e bir son verir. Ö ncü çalı malarından
birinin kısa ve ö zlü adı udur: Behavior in Public Places30 [Kamusal Alanlarda
Davranı ]. Goffman’ın 1955-71 yılları arasında yayımlanan tü m eserleri
nin adları, onun insanın toplumsal yapısını bilimsel olarak kavradı ını
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 239
ve insanın toplumsal do asından ö tü rü çekti i acının farkında oldu unu
gö sterir.31 Goffman mahcubiyeti ara tırırken, Charles Danvin’in çalı ma
larında insanın toplumsal do asının bir sü rü fiziksel belirtisini ke feder.
Dı lanma korkusuna dair kanıt ö ne sü rmek zorunda oldu umuz için,
Darwin’i ve onun T he E xpression o f the Emotiorıs in M an and Animals
[insanda ve Hayvanlarda Duyguların ifadesi] (1873) adlı eserini kaynak
gö sterebilmek bizim için de bir anstı. Darwin kitabının 13. bö lü mü nde
insanı mahcup eden durumlardan ve bu durumlar sırasında ortaya çıkan
bedensel belirtilerden sö z eder: Yü zü n kızarması, sararması, terleme, ke
keleme, sinirli hareketler, ellerin titremesi, kısık, kırık dö kü k, gere inden
fazla tiz ya da bo uk ses tonu, yapmacık bir sırıtma, gö zlerin kaçırılması...
Darvvin’e gö re, gö z temasından kaçınılması, insanın ba kaları tarafından
gö zlemlendi ini gö rmemek için ba vurdu u bir yoldur.32
Darwin içe dö nü k birey ile dı a dö nü k birey arasındaki e i i ortaya
çıkarır: Ona gö re, dı a dö nü k birey toplumsal do asının pe inden gider:
Yü zü n kızarması gibi - k i bu belirti hayvanlarda yoktur- nesnel bir belirti,
insanın toplumsal do asının nesnel bir kanıtıdır. Danvin suçluluk duygu
su, utanç ve mahcubiyeti birbirinden ayırır: Ö rne in, birisi kü çü k bir
yalan sö yledi i için çok utanabilir ama kızarmaz, fakat ba ka biri bu yalanı
nı yü zü ne vurdu u an yü zü kızaracaktır. Utangaçlık, der Danvin, yü zü n
kızarmasına neden olur. Fakat utangaçlık, ba kalarının bizim hakkımızda
ne dü ü ndü ü nü ö nemsememizden kaynaklanan bir duyarlılıktan ba ka
bir ey de ildir.
Danvin asla “kamuoyu” kavramım kullanmaz. Dı lanma korkusundan
da sö z etmez, ama gö zlemlerinden, insanın bir toplumsal do ası oldu u,
ba kalannm kendisi hakkında ne dü ü ndü ü ne, onu dı ardan nasıl gö rdü k
lerine çok ö nem verdi i ve hiç kimse tarafından, ne dü ü ncelerde ne de
gerçeklikte, parmakla gö sterilmek istedi i sonucunu çıkarırız. Birçok in
san toplumun dikkatini olumlu bir eylemden ö tü rü ü zerinde toplasa bile,
bundan rahatsızlık duyar.
Erving Goffman bunu dü ü nememi ti. Goffman mahcubiyeti, insanın
toplum içinde yeniden do ru yolu bulmasını sa layan yumu ak bir ceza
olarak gö rmü tü .33 Mainz Ü niversitesi’nden M ichael Hallemann doktora
tezinde, mahcubiyetin sadece “yumu ak bir ceza” de il, insanın kendini
dı lanmı hissetti i durumlar kar ısında verdi i bir tepki oldu unu da
gö stermi tir. Ö rne in, bo ulmakta olan bir çocu u kurtardı ı için herkesin
bakı larını ü zerinde hisseden bir kahraman da pekâ lâ mahcup olabilir.34
Konuya, Sabine Holicki’nin master tezinde betimledi i ö z deneylerin
ke fiyle girmi tik. Holicki, van Zuuren’m35 bir konferansında, rahatsız
2 4 0 KAMUOYU
edici, mahcup edici durumları bizzat kendi ö z-deneyleriyle inceleyen bir
Hollandalı bilim adamı grubu oldu unu ö rendi. Bu bilim adamları, ö rne
in çok kalabalık bir caddede yaya akınınm tam ortasında durarak, gelip
geçen insanların kö tü bakı ları kar ısında kendilerini nasıl hissettiklerini
saptamaya çalı mı lardı. Ya da yarısı bo bir kafede bir çiftin oturdu u
masaya oturarak kuralları çi nemenin kendilerinde uyandırdı ı duyguyu
gö zlemlemi lerdi. Aynı ma azadan çok kısa aralıklarla iki defa aynı malı
satın almı lardı. Ö devlerden bir i de, yabancı bir apartmanın en ü st katma
kadar çıkarak, etrafa bakınmaktı. Deneye katılan bir kadın, daha apart
mana girmeden, orada biriyle kar ıla maktan ve en ü st katta ne aradı ının
sorulmasından korktu unu sö ylemi ti: “Birdenbire pembe bluzum ve
pembe pantolonumla ne kadar tuhaf gö rü ndü ü mü fark ettim”.
Tü m ö z deneyler, toplumsal denetim daha devreye girmeden ö nce
ki inin içsel denetiminin i ledi ini ortaya koymu tur. Dı arıdan gelecek
bir dı lanma tehlikesi ö nceden tasavvur edilmektedir. Kuralları ihlal etme,
kamuoyuna kar ı gelme dü ü ncesi bile bireyi o kadar rahatsız eder ki,
birey davranı ını, toplumsal denetim mekanizmaları devreye girmeden,
toplum bu kuralları ihlal etme niyetinden haberdar bile olmadan dü zeltir.
Hollanda’daki ö z deneylere katılanlann birço u, yapmayı planladıklan
davranı lardan, daha bunları gerçekle tirmeden vazgeçtiklerini sö ylemi
lerdir. Konunun bu kısmı, Chicago Ü niversitesi’nden George Herbert
M ead’in “simgesel etkile im dik” ü zerine yazdı ı bilimsel eserinde ele
alınmı tır. “Simgesel etkile im”, yani ba kalarının ne dü ü nece i ya da
nasıl bir tepki verece i dü ü ncesi bireyi, sanki bunlar gerçekle mi , olup
bitmi gibi etkilemektedir. Fakat o dö nemde toplumbilimciler insanın
bu sessiz iç konu malarına ve toplumsal do asının korkaklı ına o kadar
yabancıydı ki, Mead ilk kitabından sonra ba ka bir kitap yayımlamadı.
Bugü n bizim Mainz Ü niversitesindeki seminerlerde okudu umuz ve ü ze
rinde çalı tı ımız temel yapıtı36 ise, ö rencilerinin ders notlarını derlemesi
sonucu basılabilmi tir.37
Toplumsal do a mahcubiyetle birlikte kendini gösterir
Mainz Ü niversitesi’ndeki bir “atö lye çalı m asi’nda suskunluk sarmalı
kuramının konseptleri ü zerinde çalı maya devam ettik. Birey dı lanmakla
tehdit edildi ini nasıl anlar? Belirtiler nelerdir? Birey dı lanma korkusunu
nasıl ya ar? Bu korku nasıl Ö lçü lebilir? Bunun ü zerine bir çalı m a grubu
ö z-deney yapmaya karar vermi ti. Bilindi i gibi, Mainz Karnavalı çok
kö klü bir gelene e sahiptir vc tü m toplum tarafından benim sendi i
B/R KAMUOYU KURAMINA DOĞRU 2 4 1
sö ylenebilir. Ö renciler, kalabalık bir caddeye bir stand kurdular ve standa
/eni bir derne in tanıtımını yapan ve ü ye olmaya te vik eden bir dö viz
astılar. Buna gö re, derne in amacı, karnavaldaki para israfıyla mü cadele
etmekti. Ö rencilerin da ıttı ı el ilanlannda, bu paralarla Ü çü ncü Dü nya
ü lkelerine yardım etmenin daha yararlı olaca ı savunuluyordu. Ö renciler
standta yı ınla duran el ilanlarını gelip geçenin eline sıkı tırmaya çalı ıyor
ve kampanyalarına destek amacıyla birer imza rica ediyorlardı. Sonradan
davranı biçimlerini çö zü mleyebilmek amacıyla, olup bitenler caddenin
kenarındaki bir evin penceresinden filme almıyordu.38
Kom u sokaklardaki ma aza sahipleri bile olaya mü dahale ettiler. Ya
yalar daha standm oldu u yere ula madan, onlan bazı el kol hareketleriyle
standtan uzak tutmaya çalı ıyor, standtaki ö rencilerin çılgın oldu unu
ima ediyorlardı.
Hitap etti i biri sessizce sırtını dö ndü ü nde ya da daha gö rü r gö rmez
yolunu de i tirdi inde insanın hissettikleri M ichael Hallemann’ı o kadar
etkiledi ki, master ve doktora tezinde bu konuya e ildi.39
Bu çalı malara Allensbach Enstitü sü de yardım etti. Bir kamuoyu
ara tırmasında, ankete katılanlara resimli birer soru ka ıdı verildi. Erkek-
lerinkinde erkekler, kadmlannkinde kadınlar resmedilmi ti. Resimdeki
ki ilerden biri di erine, “dü n ba ıma ne geldi, biliyor m usun... Çok m ah
cup oldum, ey b e n ...” diyordu. Anketö r ö yle bir soru yö neltiyordu:
“Gö rdü ü nü z gibi, burada iki ki i sohbet ediyor. Maalesef adamın/kadının
sö zü yanda kesilmi . Sizce ne anlatmak istemi olabilir, bu kadmın/erke' in
ba ına ne gelmi olabiliri”’
Hallemann iki bin ki inin verdi i yanıtlara dayanarak otuz durum
içeren bir liste hazırladı. Bir dahaki Allensbach anketinde bu durumlar
kartların ü zerine tek tek yazıldı ve ankete katılanların ö nü ne konuldu:
“Bu kartlarda herkesin kar ıla abilece i durumlar yazılıdır. Lü tfen bu kart
lardaki çe itli durumların hangilerinden ö tü rü mahcup olaca ınızı bura
daki liste ü zerinde i aretleyiniz”.40
Bu ankette sö zü edilen durumlar, Federal Almanya, spanya, ngiltere
ve Gü ney Kore’deki anket sonuçlarıyla birlikte la blo 28 ’de sunulmu tur.
Birkaç yıl sonra, Haziran 1989’da aynı soru dizisi tekrarlandı.41 nsanlann
mahcup oldu u durumlar, belli ki a a ı yukarı aynıydı. Test ikinci kez
tekrarlandı ında, sonuçlarda hem en hemen hiçbir de i iklik yoktu. G e
nellikle, mahcubiyet duygusunun ne kadar geli kin oldu u ve nelerden
mahcup olundu unun bü yü k ö lçü de kü ltü rel geleneklere ba lı oldu u
dü ü nü lü r. Tablo 2 8 ’de ortaya konan, Almanya, Ispanya, ngiltere ve
Gü ney Kore’deki anket sonuçlan kar ıla tırması da bunu do rulamaktadır
2 4 2 KAMUOYU
zaten. Ö te yandan, ortak noktaların bu kadar çok olması da a ırtıcıdır.
Ba ka kü ltü rlerdeki insanların toplumsal do ası bize tanıdık gelen bir
yü z gibidir.
Goffman, insanın toplumsal do ası hakkında daha fazla bilgi sahibi
olmak istiyorsak, insanın nelerden ö tü rü mahcup oldu unu ara tırmamız
gerekti ini yazmı tı.42 insanlara toplumsal do aları hakkında do rudan
soru soramayaca ımıza gö re -toplum sal do amızı gö rmezlikten gelmeyi
tercih ediyoruz, Almanların ço u, “ba kalarının benim hakkında ne
dü ü ndü ü umurumda de il” diyor-, Emile D urkheim m 1895 tarihli
Sosyolojik Yöntemin Kuralları adlı kitabında açıkladı ı gö stergeleri aramak
zorundayız. Gö stergeler, ara tırmak istedi imiz konunun kendisi hakkında
olmasa da, ara tırılacak olgular hakkında ö nemli ipuçları verirler.
İn san ı m a h c u p ed en d u ru m ların s a p ta n m ası.
Cü mle tamamlama testinde kullanılan bu resim, deneklerin resimdeki insanlarla
ö zdeşleşmelerini
sağ ladığ ı ve denekler yarım kalan cü mleyi tamamlamak durumunda oldukları için, mahcup
edici
bir durumun çağ rışımını kolaylaştırmaktadır.
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 2 4 3
Tablo 28: Almanya, spanya, ngiltere ve Gü ney Kore’deki mahcup edici durumların
kar ıla tırılması.
Soru: “Bu kartlarda herkesin kar ıla abilece i durumlar yazılıdır. Lü tfen bu kartlardaki
çe itli durumlann hangilerinden ö tü rü mahcup olaca ınızı buradakiiiste ü zerinde i aretleyi
niz. Bir fikrinizin olmadı ı durumlarda ilgili kartı bir kenara ayırınız” (Deneklere kartlar
ve i aretlenecek liste verilir).
Beni mahcup ederdi
F. Almanya spanya
ngiltere Gü ney Kore
%
%
%
%
Biri size herkesin içinde tokat atıyor
79
83
36
92
Sü permarkette çalı anlardan biri sizi
haksız yere hırsızlıkla suçluyor
78
89
66
88
Bir ma azada de erli bir kristal kaseyi
kazara kırıyorsunuz
76
84
61
92
Restoranda ü stü nü ze çorba dö kü yorsunuz
70
73
32
74
Markette alı veri arabanızı doldurup
kasanın ö nü ne geldi inizde yanınızda
para olmadı ını fark ediyorsunuz
69
65
57
84
Nezleyken bir tiyatro oyunu izliyorsunuz ve
yanınızda mendil yok
68
66
31
41
Bir arkada ınızla klasik mü zik konserine
gittiniz. Arkada ınız uyuya kalıyor ve
horlamaya ba lıyor
63
59
25
63
çinde bulundu unuz bir grupta biri
hakkında konu uluyor. Bu ki i kimse
farketmeden aranıza katılıyor ve
konu u lanlan dinliyor
56
51
26
64
Biri herkesin ö nü nde sizinle alay ediyor
56
68
30
76
Kalabalık bir sokakta aniden aya ınız
kayıyor ve yere kapaklanıyorsunuz
56
76
52
75
Trende tuvaletin kapısını açıyorsunuz ve
içeride kapıyı kilitlemeyi unutmu birini
oturmu vaziyette gö rü yorsunuz
55
71
52
88
Birine yanlı bir isimle hitap ediyorsunuz
52
. 37
35
65
Bir arkada ınızın ya da tanıdı ınızın
evinde yanlı lıkla bir odaya giriyor ve
odada ü stü nü de i tiren birini gö rü yorsunuz 50
73
36
94
2 4 4 KAMUOYU
Yolda eski bir tanıdıkla kar ıla ıyorsunuz,
tam sevinç içinde selam verece iniz sırada,
o sizin yü zü nü ze bile bakmadan
geçip gidiyor
49
46
20
64
Eski bir tanıdıkla kar ıla ıyor ama
adını anımsayamıyorsunuz
45
41
35
66
ten geliyorsunuz ve
bir du alamadan terli terli
alı veri e çıkmak zorunda kalıyorsunuz
44
44
24
22
Bir tanıdıkla birlikte tatile çıkıyorsunuz.
Tatil yerine vardı ınızda buranın bir
çıplaklar kampı oldu unu fark ediyorsunuz 43
59
32
Trende kondü ktö r geldi inde
biletinizi bulamıyorsunuz
-
92
Arkada larınız ya da tanıdıklarınızla
bir aradayken bir fıkra anlatıyorsunuz ve
kimse gü lmü yor
40
41
27
46
Sokakta elinde kamera olan bir TV
muhabiri sizinle konu maya ba lıyor
28
39
32
74
Tesadü fen bir çocu u bo ulmaktan
kurtanyorsunuz ve bir yerel gazeteci
foto rafınızı çekmekte ısrar ediyor
27
37
26
-62
Çama ırlan yıkamakta geç kaldı ınız
için, astı ınız çama ırlar Paskalya zamanı
(Kore'de yeni yılda)hâ lâ kurumamı
33
17
28
Bir telefon kulü besinde uzun bir telefon
konu ması yapmak zorunda kalıyorsunuz
ve dı arıda sırada bekleyen iki ü ç ki i var
31
49
16
69
Muslukçu eviniz da ınıkken
tamirata geliyor
36
43
10
36
Tatil gü nü tereya vnızm bitti ini
fark ediyorsunuz. Gidip kom udan
ö dü nç almak zorunda kalıyorsunuz
27
27
40
Gü n ortasında ayakkabılarınızın
kirli oldu unu fark ediyorsunuz
26
25
11
Bir otel odasındasmız ve duvarlar
çok ince oldu u için yan odada
olup bitenleri duyuyorsunuz
24
37
48
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 2 4 5
Sokakta selam verip vermemeniz
gerekti inden emin olamadı ınız
biriyle kar ıla ıyorsunuz
1 23
37
9
48
Trende yarı yarıya dolu
bir kompartımanda yolculardan biri
aniden kendi kendine konu maya ba lıyor .15
31
14
23
Telefonda yanlı numara çeviriyorsunuz
12
16
5
26
Biri size yanlı bir isimle hitap ediyor
12
18
6
28
1343
1498
830
1766
n=
2009
1499
965
352
“ — ” = sorulmadı
Kaynaklar: F. Almanya: Allensbach Kamuoyu Ara tırmaları Enstitü sü , Anket: 4031,
A ustos 1983. Anket 16 ya ından bü yü k vatanda lara uygulandı.
ngiltere: Social Surveys (Gallup Poll), Eylü l 1989.
spanya: DATA, S.A., Haziran 1984. Anket 15 ya ından bü yü k vatanda lara
uygulandı.
Gü ney Kore-. Tokinoya, Eylü l 1986. Anket 16 ya ından bü yü k vatanda lara
uygulandı.
Dı lanma korkusunun bir ölçütü
Suskunluk Sarmalı yayımlandıktan sonra yanıtlanması zor bir yı ın soruyla
kar ıla tık. Grup dinami i 3 0 ’lu yıllardan beri toplumsal ara tırmaların
odak noktasında yer aldı ı için, Suskunluk Sarmalı’nda onca sö zü edilen
belirsiz bir “kamu”dan çok, insanlann içinde bulundukları grupların
ö nemli oldu u yö nü nde çe itli ele tiriler aldık. nsanlar için tanımadıklan
anonim bir kamunun de il, kom ularının, i arkada larının, demek arka
da larının, referans aldıkları grupların onlar hakkında ne dü ü nü p sö yle
di inin ö nemli oldu u savunuldu.
Donsbach ve Stevenson bu ele tirilere yanıt vermeye çalı tılar.43 Sus
kunluk sarmalının, tü m insanlann davranı larının tek belirleyicisi olarak
-kam udan dı lanma korkusu gibi— tek bir etkeni ortaya atan determinist
bir kuram olmadı ını ö ne sü rdü ler. Bu kuramın, kamudaki dı lanma kor
kusunu, kamuoyu sü recini harekete geçiren birçok etkenden biri olarak
el aldı ını, dolayısıyla, referans gruplarının etkisini kü çü msemedi ini sa
vundular. Donsbach ve Stevenson Hollandalı ara tırmacı Harm t’Hart’m
çalı malarına i aret ettiler: Harm t’Hart tartı malı bir konuda birincil
gruplar ile kamuoyu baskısının bir etkile im içine girip girmemesinin,
2 4 6 KAMUOYU
birbirlerini destekleyip desteklememesinin ya da bireyin içinde yer aldı ı
grubun azınlıkta kalan gö rü leri savunmaya devam edip etmemesinin,
konu ma ve susma e ilimini belirlemede ö nemli bir rol oynadı ını gö ster-
mi ti.44
“Grup dinami i” konusunda onca yıl sü ren ba ardı toplumbilimsel
çalı malardan sonra, grupların kanaat olu um sü recinde oynadıkları rol
pek ö nemli gö rü nmü tü . Fakat Goffman’dan ö nceki grup dinamikçileri
inceledikleri grupların sınırlarının ö tesine geçmedikleri ve kamu unsuru
nu hani neredeyse hiç dikkate almadıkları için, bu konuya dikkat çekmek
elzem gö rü nmü tü . “Kamuoyu” kavramının anla ılmasını sa layacak ge
rekli anahtar buradaydı. Kamunun bireyin toplumsal do ası için ne anla
ma geldi i gö rü lmeden -yargı mercii, m ahkem e- kamuoyu olgusu kavra-
namazdı.
Hallemann tarafından geli tirilen mahcubiyet gö stergesi, anonim ka
munun ö nemine i aret etmektedir. Spontan bir biçimde betimlenen mah
cup edici durumların pek azı kü çü k ve tanıdık çevrelerde geçmektedir.
% 21’i kü çü k, % 4 6 ’sı bü yü k anonim çevrelerde ya anmaktadır.45
Hallemann’m hazırladı ı ve testlerde deneklere verilen kartlarda ya
zan otuz durum, hem ö zel arkada çevresine, hem de kü çü k ve bü yü k
bir kamuya gö re dü zenlenmi tir. Sonuç: “Kamu” ne kadar bü yü kse, duru
mu ö zellikle mahcup edici bulan insan sayısı da o kadar yü ksekti.46
Kula a gayet mantıklı geliyor: nsan, tanımadı ı ve belki de bir daha
asla gö rmeyece i insanların, yani anonim kamunun gö zü ö nü nde cereyan
eden bir olaydan, tanıdıklarının gö zü ö nü nde ya adı ı naho bir olaya
gö re daha az mahcup olsa gerek. Fakat elde edilen sonuçlar bu mantı ı,
elbette iyi bir nedenden ö tü rü , çü rü tmektedirler. Çü nkü insan tanıdıkları
nın yanında ya adı ı mahcubiyeti zamanla unutturmaya çalı abilir, fakat
bu olay anonim bir kamu içinde geçmi se, ö zü r dileyebilece i ya da açıkla
mada bulunabilece i bir muhatabı yoktur. Bu yü zden de ü nü sonsuza
dek zarar gö rmü tü r.
Dı lanma korkusunun ö lçü lmesinde imdiye dek en ba arılı olmu
ki i Hallemann’dır. Bir dene in mahcup edici saydı ı durumların sayısın
dan hareket ederek, çok bü yü k, bü yü k, orta, az ve çok az kapsamlı top
lumsal do a ve buna kar ılık bü yü k, orta ve az dı lanma korkusu eklinde
bir derecelendirmeye gitti. Bundan sonraki a amada, konu ma ve susma
e ilimlerini sınadı. Mahcup edici durumlara kar ı bü yü k hassasiyet gö ste
renlerin —ba ka bir deyi le, bü yü k bir dı lanma korkusu duyanların— tartı
malı bir konuda daha fazla susma e iliminde olduklarını saptadı. Bunun
nedeni bu insanların daha utangaç ya da daha az konu kan olmaları
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 2 4 7
de ildir, çü nkü çatı ma ya anmayan tehlikesiz konularda ortalama insan
lar kadar çok konu mayı severler.47
istatistikvari algının testi
Kamuoyu kuramında iddia edildi i gibi, istatistikvari bir algıya sahip miyiz?
insanlar kanaat ortamlarını algılayabilirler mi?
“Sizce insanların ço u bu konuda ne dü ü nü yor?”, “insanların ço u
X ’ten yana mı yoksa kar ı mı?”, “halkın yü zde kaçı X ’ten yana ya da X ’e
kar ı?” tü rü nden soruların yö neltildi i ü lkelerde hiçbir sorumuz yanıtsız
kalmadı. Aslında ö yle demeleri gerekirdi: “Neden bana soruyorsunuz?
Kamuoyu ara tırmacısı olan sizsiniz!” Fakat bö yle bir ey demiyorlar. n
sanların bu tü r tahminlerde bulunmaya fazlasıyla hazır olmalan, -kamuoyu
ara tırmalarından ba ımsız olarak— sü rekli tarafların gü cü nü tahmin et
meye çalı tıklarının bir kanıtı olarak gö rü lmektedir.
Fakat bu tahminler ço u kez do ru de ildir. Etkin medyada temsil
edilen gö rü ler gere inden fazla ö nemsenir. Bu durum, “pluratistic ignorance"
[kar ılıklı cehaletler] kavramıyla açıklanmaktadır.48 “Halk, halk hakkında
yanılır”. Kendi saflarının gü cü nü abartan ya da kü çü mseyen ve sö z konusu
tarafların gü cü yle ilgili sorulara “berabere”, “kısmen ö yle, kısmen bö yle”
ya da “e it gü çte” diye yanıt veren insanların sayısının çoklu u, kamuoyu
için verilen mü cadeleyi gö sterir.49 Fakat tü m insanlar -kamuoyu ara tır
malarının da ortaya koydu u gibi- hangi gö rü lerin ço aldı ını, hangileri
nin azaldı ını,50 havanın sıcak mı so uk mu oldu unu bilir gibi bilirler.
Sıklık da ılımının algılanması insana ö zgü bir yeti de ilse e er, bu durum
nasıl açıklanabilir? Bu algının, toplumsal ara tırmacılar tarafından ke fe
dilmeden çok ö nce, etki altına alınmaya çalı ıldı ı ortadadır.
Konu ma ve susma e ilimi testi
yi bir demiryolu sistemine sahip çok az ü lke var ne yazık ki. Suskunluk
sarmalı konusundaki ilk yayından itibaren konu ma-susma e ilimlerini
ö lçmek için “tren testi” kullanılmı tır.51 Fakat kuram ü lke sınırlarını a maya
ba ladı ında, bu testin uygulanamazlı ına, be saatlik bir tren yolculu unun
fazla egzotik kaçtı ına dair ikayetler arttı. Biz de yedek bir test geli tirdik:
“Be saatlik bir otobü s yolculu u yaptı ınızı dü ü nü n. Otobü s bir dinlenme
tesisinde durur ve uzun bir mola verilir. Bir grup yolcu dinlenme tesisinde
sohbet ederken, bir yolcu X ’in desteklenip desteklenmeyece i hakkında
konu maya ba lar. Bu yolcuyla, gö rü lerini daha yakından tanımak amacıyla
2 4 8 KAMUOYU
oturup sohbet etmek ister miydiniz, yoksa buna ö nem vermez miydiniz?”
Donsbach ve Stevenson da, bir televizyon muhabirinin sokaktaki insanlara
tartı malı bir konuda rö portaja katılıp katılmayacaklarını sordu u bir test
sorusu hazırladılar. Fakat bu testteki kamu biraz fazla bü yü ktü r. Halle-
mann’ın elde etti i sonuçlara gö re, dı lanma korkusu kamunun bü yü klü ü
oranında artar. Gü nü mü zdeki en bü yü k kamu televizyondur.
Kuramın sınanmasında konu ma ve susma e ilimlerine çok da fazla
saplanmamak gerekiyor. Ne de olsa, ba ka kamusal gö stergeler de var:
Giyim tarzı, saç kesimi, sakal ve bıyık, arabalara yapı tırılan çıkartmalar,
okunan gazete, v.b.
Sert çekirdek: “Don Ki ot”tan bir yanıt
Kuram sınanırken yanlı anla ılmalarla da kar ıla tık. 1980 baskısında
sapkınlar, marjinaller52 ve sert çekirdek53 ile ilgili bö lü mler fazla kısaydı.
Bugü n bile marjinaller hakkında, de erleri de i tirmek için yazarların
kazanılması gerekti ini sö yleyen Platon’dan daha çok bilgiye sahip de iliz.54
Bazı ara tırmacılar “sert çekirdek”i hep ö zellikle ba naz ya da de i mez
bir seçim tercihine sahip insanlar olarak algıladılar. Bazıları da, “sert çekir
dek” kavramını suskunluk sarmalı kuramına uymayan durumlarda bir
mazeret ö ne. sü rebilmek için uydurdu umu sö yleyerek ele tirdiler beni.
Fakat Maria Elisa Chuliâ -Rodrigo Mainz Ü niversitesi’ne sundu u
“Cervantes’in ‘Don Kl ot’unda Kamuoyu” adlı master tezinden sonra,
“sert çekirdek“i açıklamakta daha az zorlanıyoruz.
Cervantes’i kamuoyu kuramı gö zü yle okudu umuzda, bu trajedi kar ı
sında duyarsız kalmak mü mkü n de il. Don Ki ot okudu u sayısız ö valye
romanından, toplumun de erler sistemini sular seller gibi ö renir, bu
de erler için sava mak ve ö dü llendirilmek, “tü m dü nyanın gö zü nde saygı
de er bir insan olmak için” yanıp tutu ur. Fakat yaptı ı her ey, giyim
tarzı, ta ıdı ı tuhaf silahlar, bü tü n bunlar iki yü z yıl ö ncesine aittir. Bu
yü zden dı lanır, alay edilir, yenilir ama neredeyse romanın sonuna kadar
ö valyeli in de erlerine ba lı kalır.55
Marjinal ki i, gelece in de er yargılarına ba lıdır, dolayısıyla zorunlu
olarak soyutlanmı tır, zamanının ö tesindedir. “Sert çekirdek” geçmi teki
de erlere ba lıdır, bunlar artakalanlar, eski de erlere tutunan ve dö nemle
rindeki dı lanmaya katlanan insanlardır. Elbette, bugü n kamuoyu ara tır
malarıyla gö zlemleyebildi imiz “sert çekirdek” ü yeleri, sahip oldukları
de erler sistemiyle D on Ki ot kadar uza a gidemezler. Yine de, “sert çekir
d e k le neyin kastedildi i artık daha iyi anla ılmaktadır.
BİR KAMUOYU KURAMINA DOĞ RU 249
Bireysel kanaatlerin toplamı kamuoyuna nasıl dönü ür?
1970 yılında American A ssociationfor Public Opinion Research derne inin
dü zenledi i konferansta siyaset bilimci Sidney Verba, siyasi kamuoyu ara
tırmalarının bir kamuoyu kuramı olu turulmasına katkıda bulunamadı ını
belirtmi tir, çü nkü “bu ara tırmalar genellikle bir analiz birimi olarak
bireyin ü zerinde yo unla maktadır”.56 Ama Verba bu iddiasında haklı
de ildi. Kuramın geli imini engelleyen ey, analiz biriminin birey olması
de il, ara tırmalarda bireyin toplumsal do asının gö z ardı edilmesidir.
Kamuoyu ara tırmalarında yö neltileli sorular, sanki ko ullanılmı gibi,
bireyin kanaat, davranı ve bilgisine yö neliktir: “Siz X ’ten yana mısınız?”,
“siz X ’Ie ilgileniyor musunuz.7”, “X sizi endi elendiriyor mu” ya da “sizin
tercihiniz... ”, v.s, v.s.
Kanaat ortamını ö lçmeye yö nelik sorular da ö yle: “ nsanların ço u
ne dü ü nü yor?”, “hangi taraf gü ç kazanıyor... ?”, “ne moda, ne demode?”,
“insan hangi konularda en iyi arkada larıyla bile bozu abilir.7”, “kiminle
alay ediliyor?”, “kimin afi leri yırtılıyor?” Bireyin çevre gö zlemlerini ve
toplumsal do asını ortaya çıkaran sorular, kamuoyu ara tırmalan çö zü m
lemesinde, ö zellikle de seçim ara tırmalarında bugü ne dek sistematik
olarak yer almamı tır.
Buradan, kamuoyu ara tırmalarında insanın toplumsal do asının ta
mamen gö z ardı edildi i sonucu çıkarılmasın. Floyd H. Allport “Toward
a Science of Public Opinion” [Bir Kamuoyu Bilimine Do ru] adlı ü nlü
makalesinde kamuoyunun bir ifadesi olarak kaldırımdaki karların temiz
lenmesi ö rne ini vermi ti.57 Peter R. Hofstâ tter ise 1949’da yayımlanan
P sychologie der öffentlichen M einung [Kamuoyu Psikolojisi] adlı eserinde
kamuoyu hakkında unları yazmı tı: “Bir kanaatin kamusallı ımn daha
ilk bakı ta gö ze çarpan tuhaf ö zelliklerinden bin de, grup ü yelerinin dü
ü nceleri hakkında belirsiz -h a tta bazen yanlı - bilgilerden olu masıdır...
imdiye dek, kamuoyunu bireylerin kanaatlerinin da ılımı olarak gö ren
tanımımız bu yö nü yle eksikti: Bir gö rü ü n kamusallı ı, ki inin gö rü ü nü n
o konudaki bakı açılarının tahmini da ılım spektrumuna bir ekilde
yerle tirilmesini gerektirir”.58 Fakat kamuoyu ara tırmalarında bu tü r açık
lamalardan yararlanılmamı tır. Bu nedenle, psikolog Brevvster M. Smith1 in
1970’teki kongrede ifade etti i gibi, kamuoyu ara tırmaları tarafından
yü zdeler biçiminde gö sterilen bireysel kanaatlerin toplamından, nasıl olup
da, hü kü metleri korkutan, siyasi pazarlıklara zorlayan, “ö nemli toplumsal
ve siyasal sonuçlar do uran” o gü çlü yapının, yani kamuoyunun ortaya
çıkabildi i sorusunun yanıtı bulunamamaktadır. James Bryce’m da belirtti i
2 5 0 KAMUOYU
gibi, kamuoyunu payla madı ı durumlarda bireyi susmaya zorlayan da bu
gü çtü r zaten.59
Bireysel kanaatlerin toplamının kamuoyuna dö nü ü mü , insanların
toplumsal do alarıyla sü rekli ya adıkları etkile imlere gö re gerçekle ir.
Dı lama tehditi, dı lanma korkusu, kanaat ortamının sü rekli gö zlemlen
mesi ve gü ç ili kilerine dair yü rü tü len tahminler konu ma ve susma e i
limlerini belirler.
Bü tü n bu zorlu kamuoyu sü reçleri, toplumda tartı ılacak konuların
seçimi, kamuoyunun savunulması, kamuoyunun de i imi, de er yargıları
nın sarsılmasından modanın çe itli varyasyonlarına kadar toplumun bü
tü nle mesini ve eylem yetene ini gü vence altına almaktadırlar.
Bu açıdan bakıldı ında, Harwood Childs’m derledi i elli kamuoyu
tanımı ü rkü tü cü lü ü nü yitirmektedir. Aracın ö lçece i eyle karı tırıldı ı
tuhaf durumlar bir yana, bü tü n tanımları iki gruba ayırabiliriz: 1) Kamuo
yunu herkesi kapsayan, ço unlu a dayanan, toplum için gerekli birlikteli i
sa layan bir bü tü nle me ve oyda ma olarak gö ren tanımlar; 2) kamuoyu
nu seçkinlerin ya da toplumun ö nde gelen ü yelerinin kanaatleri olarak
gö ren tanımlar.
Childs’ın kitabında tanımlar arasında bö yle bir ayrım yapılmamı tır.
Ancak, gelecekteki metinlerin daha net bir biçimde anla ılması için,
kamuoyunun sadece toplumsal denetim anlamında kullanılması, fakat
seçkinlerin rolü nü n de gö z ö nü nde bulundurulması iyi olur. Herhalde
hiç kimse, seçkinlerin kamuoyu sü recini belirlemedeki rolü nü , kamuoyu
nun olu umundaki ö ncü lü ü nü gö z ardı edemez. Fakat 19. ve 20. yü zyılda
giderek kendini kabul ettirmi olan u seçkinci kamuoyu anlayı ını bir
kenara bırakmalıyız artık: Sorumluluk sahibi, bilgili, do ru yargılarda
bulunabilen Ve1 hü kü metin ciddiye alması gereken insanlar.60
Kamuoyu kuramının ju andaki durumundan ö rendi imiz kadarıyla,
yalnızca kamuoyu ile ba lantısı olan ve gerçekten de kamu içine çıkan
ya da Cervantes’in deyimiyle “meydana dö kü len” seçkinler kamuoyu
sü recine etkide bulunabilirler.61 Biz isterdik ki, bu bö yle olmasın. Biz
sessiz, çekingen, harika insanların da, sırf kendi varlıklarıyla bile, kamuoyu
sü recinde etkili olmalarını isterdik. Fakat ampirik ara tırmalarımız, kamu
oyunun bö yle etkilenemeyece ini bize ö retti.62 Edmund Burke, bu ola
anü stü , harika insanların da kamu ö nü ne çıkıp ona direnebilmeyi çocuk
lukta ö renmeleri gerekti ini yazmı tır.
XXVIII
Kamuoyunun Açık ve
Örtük levi: Bir Özet(*}
“Önümüzde kamuoyu kuramının bakımsız, ezilip
çi nenmi alanı duruyor. Bu alan bir zamanlar kud
retti olan ama artık güdükle mi kuramsal atılanlarla
dolu, her tarafta aynk odan. Terminoloji tartı mala
rının ve sonu gelmeyen psikolojik tasvirlerin dikenli
çalılıklan arasında insan yolunu kaybediyor."
William Albig, 1939
Bu kitabın sonunda bir kez daha çıkı noktamıza dö nmek istiyorum.
Kamuoyu nedir?
Harwood Childs’ın Public Opinion: Nature, Formation, and Role [Kamuoyu:
Do ası, Olu umu ve Rolü ] (1965) adlı kitabında elli kadar tanımın der
lendi i ü nlü ikinci bö lü me ya da W. Philips Davison’un International
Encyclopedia o f the Socıal Sciences’dâ ki (1968) kamuoyu makalesinin ilk
cü mlesine bakalım: “Herkes tarafından kabul edilmi bir ‘kamuoyu’ tanı
mı yoktur”.1 Ö yle gö rü nü yor ki, Childs’ın derledi i elli tanım yalnızca iki
kamuoyu konseptinden hareket etmektedir; bunun yanı sıra, kamuoyunu
kamuoyu ara tırmalarının sonuçlarıyla bir tutan, yani “kamuoyu ara tır
malarınca derlenen bireysel kanaatler”2 olarak gö ren teknik-araçsal tü re
ait az sayıda tanım da vardır. Childs’m sayıp dö ktü ü tü m tanımlar iki
konsepte dayandırılabılir:
1 *1 Bu bö lü m için sundukları ö nerilerden ö tü rü , Wolfgang Donsbach ve W. Phil ips
Davison’a
teşekkü r ederim.
252 KAMUOYU
1. Demokraside kanaat olu umu ve karar alma i levlerinin uzantısı olan
ve rasyonelli e dayanan kamuoyu konsepti.
2. Toplumsal bü tü nle meyi ve devamlılı ı, karar verme yetisi için gerekli
derecede uzla mayı sa layan i levleriyle bir toplumsal denetim meka
nizması olan kamuoyu konsepti.
•Bu iki konsept birbiriyle kar ıla tırıldı ında, akla Robert Merton’m Sodal
Theory and SocialStructure ([1949] 1957) [Toplumsal Kuram ve Toplum
sal Yapı] adlı kitabında yaptı ı ü nlü ayrım3 geliyor:
A çık i levler, sistemin dü zenlenmesine katkıda bulunan, sistemin için
de yer alanlar tarafından am açlanan ve bilinçli bir biçimde algılanan
nesnel etkiler ve sonuçlardır.
Örtük i levler ise, sistemin içinde yer alanlar tarafından ne amaçlanan
ne de bilinçli bir biçimde algılanan nesnel etkiler ve sonuçlardır.4
Birinci kamuoyu anlayı ı, açık bir i leve sahiptir, amaçlanmı ve bilinç
lidir, ikinci kamuoyu anlayı ı ö rtü k bir i leve sahiptir, ne amaçlanmı ne
de bilinçlidir.
Kamuoyu kavramına ili kin derin kavrayı farklılıklarından ö tü rü ,
1920’lerden gü nü mü ze dek, “kamuoyu” kavramından en azından bilimsel
anlamda vazgeçilmesi ö nerildi.5 Fakat antikça dan itibaren kullanılmaya
ba lanan ve yü zyıllar boyunca kullanılagelen bir kavramdan, antikça dan
bu yana içerdi i bir çe it toplumsal denetim biçimi anlamını da kapsaya
cak daha iyi bir kavram bulunmadı ı sü rece vazgeçilmemelidir. “Kamuo
yu” kavramının ortadan kaldırılması, toplumlarda -b elk i de dü nyada6-
yeterli bir uzla mayı sa layan kamuoyunun ö rtü k i levine dair çok eski
bilgilerin kaybedilmesi ve kanaat ortamı, dö nemin ruhu, ü n, moda ve
tabu gibi çe itli olgular arasında artık bir ili ki kurulamaması anlamına
gelir. O zaman da John Locke’un Lcıw o f Opinion, Reputation and Fashion’ mın
[Kamuoyuna, ö hrete ve Modaya Dayanan Hukuk] bile gerisine dü erdik.
Bundan sonraki bö lü mde ö nce birinci anlayı “rasyonel kamuoyu
konsepti” ü zerinde duraca ız. Daha sonra da, “toplumsal denetim olan
kamuoyu konseptini”ni ele alaca ız. Son kısımda, kamuoyunun, toplum
sal denetim anlamındaki ö rtü k i levi açısından daha etkili oldu u gö rü ü
nü destekleyen bir dizi sav ö zetlenecek.
Kamuoyunun açık i levi: Demokraside kanaat olu umu
Bilimsel açıdan hâ lâ , 18. yü zyılın sonlarına do ru kendini kabul ettiren
bir kamuoyu anlayı ının hâ kim oldu u bir evrede bulunuyoruz. Bu kon-
septe gö re kamuoyunun ö zelli i rasyonelli idir. Rasyonellikten, bilginin
KAMUOYUNUN AÇIK VE Ö RTÜ K İŞLEVİ 2 5 3
akıl yoluyla bilinçli bir biçimde edinilmesi ve bu bilgiye dayanılarak man
tıklı ve rasyonel çıkarımlarda bulunulması anla ılmaktadır- Bilgi edinme
ve yargı olu turma sü reçlerinde mantıksal dö nü tü rmeler ve tü mdengelim
metotları kullanılır. Rasyonellik, kendi içinde net ve açıkça tanımlanmı
olan ve ba ka kavramlardan olu an bir yapının içine bu ekilde yerle tiri
len kavramlarla i ler. Demek ki rasyonellik mantıksal çıkarımların yapıla
bilece i farklı alanları kapsar. Dolayısıyla, bu tü r alanlardaki çalı malar,
mantık, nedensellik ve tutarlılıkla biçimlendirilir. Rasyonel dü ü ncenin
ü rü nleri, mantıklı, akılcı ve bireyler arasında kar ılıklı olarak kavranmaya
mü saittir.
Bö yle bir rasyonelli e dayanan bir kamuoyunu Hans Speier kısaca
ö yle tanımlar: “Bu tarihi incelemede kamuoyundan u anla ılmalıdır:
Kanaatlerinin hü kü metin faaliyetlerini, personel kararlarını ve yapı ım
etkileme ya da belirleme hakkını kullanan hü kü met dı ı adamlar tarafın
dan, ulusal ö neme sahip sorunlar hakkında kamu içinde serbestçe ifade
edilen kanaatler”.7 Burada kamuoyu ile rasyonellik arasındaki ili ki hayli
basittir. Kamuoyu rasyonellikle ö zde tir. Pratikte -basın ö zgü rlü ü olması
ko uluyla- kamuoyu ve medyadaki baskın kanaatler bü yü k ö lçü de birbi-
rıyle ö rtü ü r. Hans Speier’in bu tanımı kamuoyunun açık i levini de kap
samaktadır. Kamuoyu siyasetle ili kilidir, hü kü met yö neticilerini siyasal
sorunlara dair kanaat olu umunda ve kararlarda destekler*
Bu anlamda kamuoyunu kamusal alanda siyasi “akılcılık’ ve hü kü met
le paralel ele alan anlayı ,8 kamuoyu kavramının 18. yü zyılda, Aydınlan
ma ça ında ortaya çıktı ına dair yaygın inanı la daha da gü çlendi. Bugü n
hâ lâ dü nyadaki tü m ansiklopedi ve sö zlü klerde, kamuoyu kavramının
bir Aydınlanma ça ı ü rü nü oldu unu okuyoruz. Genellikle, kavramın
ilk kez, Fransız Devrimi’nden ö nce, toplumda giderek artan huzursuzluk
kar ısında devlet ekonomisinde istikrar sa lamaya çalı an Fransız Maliye
Bakanı Jacques Necker tarafından ortaya atıldı ı iddia edilir.9
“Kamuoyu” kavramını açıklamaya yö nelik çabaların ancak 19. yü zyıl
da yaygınla tı ını gö rü yoruz. James Bryce, T he Am erican Commomvealth
[Amerikan Refahı] adlı eserinin Amerika ve Ingiltere’deki kamuoyunun
farklı rollerini ele alan dö rdü ncü bö lü mü nde, kamuoyunu, demokratik
rejimlerde siyasi konular hakkındaki rasyonel tartı malara indirgemi tir.
Robert Ezra Park, yü zyılın ba ında Almanya’daki ü niversite e itimi sıra
sında, Berlin Ü niversitesi’nde hocası olan ve kamuoyunu kuramsal olarak
açıklamaya çalı an Tö nnies ile birlikte, yine Berlin’de hocası olan Oswald
Spengler’in (Untergang des Abendlandes [Batının Çö kü ü ] 1918-1922)
ona tanıttı ı, 19. yü zyılın sonlarında da talyan kriminolog Scipio Sighele,
2 5 4 KAMUOYU
Gabriel terde ve Gustave Le Bon tarafından kurulan kitle psikolojisi
arasındaki gerilimli alanda bulmu tu kendisini. Park, ancak 1972 yılında
T he Crowd and the Public adıyla ngilizceye çevrilen “Masse und Publikum”
[Kalabalık ve Kamul (1904) adlı doktora tezinde, kitlelere “duyguları”,
kamuoyuna da “aklı” yü kleyerek bir çö zü m yolu bulmaya çalı tı. Kamuoyu,
de i ik gö rü lerin savunuldu u bir tartı mada bir tarafın galip geldi i
ama kar ıtlarını ikna edemedi i, sadece bastırabildi i bir tartı mada olu ur.
1979 tarihli bir Amerikan monografisi bu doktora tezinin Robert Ezra
Park’ı tü ketti ini, hayal kırıklı ına u rattı ını yazmaktadır.10 Amerika’ya
dö ndü kten sonra Chicago Ü niversitesi tarafından kendisine teklif edilen
ö retim ü yeli ini de bu yü zden reddetmi tir Park. Kamuoyunu rasyonel
likle aynı kefeye koymaya çalı an bilim adamlarının durumu gü nü mü zde
de farklı olmasa gerek.
Genellikle, kamuoyu kavramını incelemekte kullanılan sistematik,
Francis G. Wilson’un 1933 yılında American Politicial Science Revieıv dergi
sinde çıkan “Kamuoyu Konseptleri” adlı bir makalesinde okunabilir.
Kavram, ‘kamu’ ve ‘oy’ dan olu an parçalarına ayrılmakta, “kamu ile oy
(kanaat) arasındaki ili ki, kamu ile hü kü met arasındaki ili ki, oy ile hü kü
met arasındaki ili ki” ele alınmaktadır. Bu ili kilerin odak noktasında
katılım dü ü ncesi yer almaktadır. “Kamu” anlayı ı ise, “yö netime katılma
hakkına sahip bireylerden olu an topluluk”11 tanımı getirilerek kısıtlan
maktadır. Kamuoyunun baskısı da yö neticilerin omuzlarındaki sorumlu
luk yü kü olarak anla ılmaktadır.
Buna çok benzer bir sistemati e Harwood Childs’m bu makaleden
yakla ık otuz yıl sonra yayımlanan Public Opinion: Nature, Formation,
and Role adlı eserinde de rastlıyoruz. Daha ö nce anılan ve kamuoyu
tanımlarına yer veren, “Kamuoyunun Yapısı ve Tarihi” bö lü mü , “Kamu
lar”, “Kanaatler” ve “Oyda ma Derecesi” gibi alt bö lü mlere ayrılmı tır.
Bunları, “Kanaat Olu um Sü reci”, “Kanaatlerin Niteli i” ve “Kanaat Sa
hipleri” gibi bö lü mler izler. Childs daha sonra kamuoyunun tarihsel arka
planını anlatır ve kamuoyunun konuları ile kamuoyunu etkileme teknik
leri açısından 20. yü zyılı onar yıllık dö nemler halinde incelet Childs en
sonunda, kamuoyunu dü zenli aralıklarla ö lçmenin 30’lu yıllardan bu yana
ne kadar yaygınla tı ına de inir.12 Fakat Childs’ın incelemesi bu noktada
sona erer.
Childs’m derledi i elli kamuoyu tanımının yarısından ço u, kö ken
itibariyle rasyonel kamuoyu konseptine dayanmaktadır. Ö rne in, James
T. Young’a gö re kamuoyu “kendinin bilincinde olan bir toplumun, genel
bir ö neme sahip sorunlar konusunda rasyonel ve kamusal bir tartı madan
KAMUOYUNUN AÇIK VE Ö RTÜ K İŞLEVİ 255
sonra vardı ı toplumsal yargıdır”.13 A .W. Jdalcombe kamuoyunu “rasyo
nel bir kararı gerekli kılan kanaatler”14 olarak belirler. J.A. Sauervvein
ise ö yle der: “Bugü n sanki seçkinler dı ında entelektü el anlamda bir
kamuoyu varmı gibi bir izlenimin uyandırılması bü yü k bir abartıdır”.15
Bununla beraber, E. Jordan’m u tespitindeki gibi, alttan altta ya anan
bir teslimiyetin varlı ı da gö rmezlikten gelinemez: “Belki biraz katı bir
ifade kullanaca ım ama, kamuoyu diye bir ey yoktur! nsan do asından
birazcık anlayan herkes, akılcı bir kamuoyunun var olamayaca ını gö rü r”.16
Batı uygarlı ında rasyonelli e bu kadar çok de er verilmesi, bugü n
neden hâ lâ rasyonel kamuoyu konseptine sıkı sıkıya ba lı kalındı ını ve
bu kavramı bir makina gibi parçalara ayırmakla, bu parçaların birbiriyle
olan ili kilerini belirlemeye çalı makla kamuoyunun ö zü nü n anla ılabile
ce inin sanılmasını açıklar elbette.
Aslında insanlar kamuoyu konsepti kar ısında, keyfi bir biçimde, sanki
gelecekte bu kavramdan vazgeçmek ya da demokrasilerdeki rolü hakkın
da istedikleri gibi karar vermek mü mkü nmü gibi davranmı lardır, hâ lâ
da bö yle davranmaya devam etmektedirler. Hatta ilk sistematik inceleme
olan ve A. Lavvrence Lowell tarafından kaleme alman Public Opinion
and Popular Government [Kamuoyu ve Halk Yö netimi] (1913) adlı yapıt
da bu tutuma ö nayak olmu tur. Lowell eserinde hü kü metin neyi “gerçek”
kamuoyu olarak dikkate alması gerekti ini belirlemi tir: Yalnızca etraflıca
bir tartı madan sonra olu turulan kanaatler. Ayrıca, yalnızca ilgili sorun
hakkında enine boyuna dü ü nü p kafa yormu insanların gö rü lerinin
bir a ırlı ı olmalı ve sadece hü kü metin yetki alanı içine giren konular
ele alınmalıdır, ö rne in din kapsam dı ıdır.17
Ancak, 3 0 ’lu yılların ba ında yaygınla an kamuoyu ara tırmaları “ka
muoyu” kavramıyla ilgili yeni bir tartı ma dayattı. Bü yü k bir do allıkla
“public opinion polis”, yani kamuoyu yoklamalarından ve “public opinion
research", kamuoyu ara tırmalarından sö z edilmeye ba landı. 1937’de ya
yımlanmaya ba layan ihtisas dergisine Public Opinion Quarterly adı verildi.
Fakat anketlerle bulgulanan gerçekten de “public opinion” mıydı? Sorun
kısmen, anket sonuçlarıyla kamuoyu bir tutularak çö zü lmeye çalı ıldı,
hâ lâ da aynı yakla ım sergilenmektedir. Strateji, kamuoyu ara tırma araç
ları ve malzemeleriyle kamuoyunu teknik olarak tanımlamaktan ibaretti.
Tıpkı Lucien Warner’ın u, tanımında oldu u gibi: “Kamuoyu, mü lakat
ko ulları altında kesin olarak belirlenmi ifade ve açıklamalara halkın
gö sterdi i tepkilerden olu ur”,18 ya da: “Kamuoyu herhangi bir eyin adı
de il, sıklık da ılımına gö re dü zenlenen istatistiklerde, heyecan ve ilgi
uyandıran durumlar ya da oranlar gö steren ‘ eylerin’ sınıflandırmasıdır” .19
2 5 6 KAMUOYU
Lazarsfeld 1957’de yazdı ı “Public Opinion and Classical Tradition” [Ka
muoyu ve Klasik Gelenek] adlı makalesinde ö yle bir saptamada bulunur:
“Madem ki kamuoyu ara tırmaları var, kamuoyunu iyi çö zü mlenmi fikir
da ılımları olarak kavramaya ku kusuz bundan sonra da devam edece
iz”.20 James Beniger ise, 1987’de, Public Opinion Quarterly dergisinin
50. kurulu yıldö nü mü vesilesiyle yazdı ı makalesinde Albert Gollin’e
(1980) atıfta bulunarak, gü nü mü zdeki yaygın kamuoyu anlayı ını “kamu
oyu ara tırmacıları tarafından harekete geçirilen ki isel kanaatler”21 ola
rak betimler.
Bu tü r bir kamuoyu anlayı ıyla ilk kez Herbert Blumer, 1948 tarihli
“Public Opinion and Public Opinion Polling” [Kamuoyu ve Kamuoyu
Yoklamaları] adlı makalesinde alay etti. Blumer sert ele tirilerde bulundu:
“... kamuoyu ara tırmalarıyla ilgili anketlerin çoklu una ra men, kamuo
yuna dair bilginin -h iç yok demesek d e - yetersizli ini... Fakat beni en
çok a ırtan ey, kamuoyu ara tırmacılarının, sö zde ara tırdıkları, belgele
dikleri ve ö lçtü kleri nesneyi ö nce bir tanımlamak konusunda ne sahici
bir ilgi ne de herhangi bir çaba gö stermeleridir... Kullanılan yö ntemin
do ru olup olmadı ını anlamak için, kamuoyu olgusuna esaslı bir açıklık
getirme zahmetinde bile bulunmuyorlar.
Bu sorun ü zerinde kafa yormaktan ö zellikle kaçınan bu ara tırma
anlayı ı, yani kamuoyu yoklamalarında ara tırılanlara kıyasla çok daha
teknik olan bu yakla ım hakkında birkaç ey daha sö ylemekte yarar var.
Belirli bir yö ntem ya da bir ö lçü m aracından hareketle ortaya konulan
sonuçlar, kamuoyunun kavranmasına katkıda bulunan unsurlar olarak
de erlendirilmek yerine, nedense ara tırma nesnesiyle bir tutulmaktadır
la r... Bu kamuoyunun ara tırılmasında hedefe yö nelik bir yö ntem de il
dir, burada daha çok ara tırma nesnesi yö ntem tarafından belirlenir. Bura
da' sö ylemek istedi im udur: Bu kadar dar bir i lemcilı in tek i e yarar
sonucu, biraz ö nce de açıklandı ı gibi, sadece bü tü n bunların ne anlama
geldi i sorusunun ortaya atılmasıdır”.22
Blumer bu sert ele tirilerden sonra demokratik rejimlerde kamuoyu
nun içeri ine, olu umuna ve i levine e ilir. Rasyonel kamuoyu konseptini
ve toplumdaki ö rgü tlenmeyi olu turan “functional groups” [i levsel grup
lar] gö rü leri hakkında politikacıları bilgilendirmeye yö nelik açık i levini
bü yü k bir ustalıkla çizmektedir. Bu i levsel gruplar ö ncelikle çıkar grupları
dır: Sendikalar, ekonomik birlikler, ziraat odaları, etnik gruplar, v.b. Blu
mer, bu çıkar gruplarına ve bu grupların politikacılar ü zerinde olu turduk
ları baskıya neden “kamuoyu” denildi ini açıklamaz. Fakat bu grupların
kamuoyu olu umuna katkıda bulundu u ve uyguladıkları baskının politi
KAMUOYUNUN AÇIK VE Ö RTÜ K İŞLEVİ 2 5 7
kacılar tarafından dikkate alınması gerekti i konusunda ikna eder. Elbet
te, toplumdaki bireylerin bö ylesi bir kamuoyu olu umu sü recinde e it
a ırlı a sahip olmamaları gibi bir durum ortaya çıkar. Bazı insanlar yü ksek
mevki, prestij, bilgi ve ilgi sahibidirler, meselelerle daha çok u ra ırlar
ve birçok insan ü zerinde etkilidirler. Bazı insanlann da bö yle ö zellikleri
yoktur. Oysa temsili anketlerde farklı yargı ve etkilili e sahip bireylere
sanki hepsi birmi gibi davranılır. Blumer’m savından, anketleri yö ntemle
ri itibarıyla kamuoyunu ortaya koymada yeterli bulmadı ı anla ılmaktadır.
Blumer'dan otuz yıl sonra Pierre Bourdieu de Public Opinion Does
N ot Exist 23 [Kamuoyu Diye Bir ey Yoktur] adlı eserinde aynı savları ileri
sürer. 1991 yılında American MidıvestAssociation o f Public Opinion Research
Chicago’da “Avrupa’da Kamuoyu Konseptleri” konulu bir oturum dü zen
ledi; daha sonra International Journal O f Public Opinion Research’te24 yayım
lanan oturum notlarında Foucault, Habermas ve Bourdieu’nü n kamuoyu
kuramları tanıtıldı. Her ü ç kuram da rasyonel kamuoyu anlayı ından
hareket eder.
Siyaset biliminin Rasyonel seçim kuramına, psikolojinin ise bili sel
sü reçlere ilgisinin giderek artmasıyla birlikte, bu yü zyılın sonuna do ru
rasyonel kamuoyu yakla ımı daha da gü çlenmi e benzemektedir. Bu n e
denle, James Beniger bu do rultuda yeni bir paradigmanın geli ece ini
dü ü nmektedir: “Tutumlarınbili im (bilgi ve tasarı), duygu ve muhteme
len davranı sal ö n e ilimlere ba lı oldu unu varsayarsak, o zaman tutum
ların de i imi açısından, ‘yalnızca’ bili imleri de i tiren bir ileti im, duygu
lara hitap eden bir ileti im kadar ö nemlidir. Gerçekten de, kamuoyu
ara tırma literatü rü nde, inandırıcı bilgilerin kamuoyu ü zerindeki etkisinin
kandırıcı propagandalardan daha kalıcı olabilece ini gö steren bir dizi
kaynak mevcuttur. Sü reç paradigmasının bu tü r bir kamuoyu olu umu
ve de i iminin daha iyi anla ılmasına yö nelik olarak geli tirilmesinin ö nü
mü zdeki elli yıl içinde Public Opinion Quarterly’ de ö nemli bir rol oynaması
beklenebilir”.25
Kamuoyunun örtük i levi: Toplumsal denetim
American A ssociationfor Public Opinion Research, 1970 yılında 25. kurulu
yıldö nü mü nde “Bir Kamuoyu Kuramına Do ru” ba lı ını ta ıyan bir kon
ferans dü zenlemi ti. Konferansta Chicago Ü niversitesi’nden psikolog
Brevvster Smith ö yle bir saptamada bulundu: “Bilimsel ara tırmalar, birey
lerin toplumsal ya da siyasal sonuçlar do urmak için kanaatlerini nasıl
dile getirdikleri konusü na henü z e ilmemi tir”.26
2 5 8 KAMUOYU
Bu sorunun cevabı bulunamadı, çü nkü kimse baskı uygulayan bir
kamuoyu olgusunun pe ine dü medi. Rasyonel kamuoyu konsepti, kamu
oyunun hü kü metler ve bireyler ü zerinde etkili olabilmesi için uygulaması
gereken baskıyı açıklamamaktadır. Akılcılık, aydınlatıcı, ilham verici,
ilginç olabilir fakat John Locke’un deyimiyle binlerce insanın arasından
bir ki inin bile etkisinden kurtulamadı ı bir baskı uygulayamayaz. Aristo
teles, “halkın deste ini yitiren kral, artık kral de ildir” demi ti. David
Hume, “hü kü metler kanaatlere dayanır. Bu sadece en ö zgü rlü kçü ve
halkçı yö netimler için de il, en despot ve askeri rejimler için de geçerli-
dir”27 diye yazmı tı. Kamuoyunu toplumsal denetim olarak kavradı ımızda,
o mü thi gü cü nü açıklamakta zorlanmayız. Cicero I.O. 50 yılında arkada ı
Atticus’a yazdı ı bir mektupta, kamuoyunun (“publicam opinionem") etki
siyle yanlı bir kanaati benimsedi ini yazar. Bunun anlamı udur: Kavra
mın geçti i en eski kaynakta bile, kamuoyu iyi, rasyonel bir yargıdan çok
tersini niteler.
Rasyonel kamuoyu konsepti mantıklı, anla ılır savlar ileri sü ren, bilgili,
muhakeme yetene ine sahip vatanda lara, siyasi ya ama, siyasi tartı mala
ra dayanır ve rasyonel kamuoyu konseptini savunan yazarların ço u,
potansiyel olarak tü m vatanda ların tartı malara katılabilmelerine ra
men, gerçekte yalnızca bilgili ve ilgili kü çü k bir vatanda lar grubunun
etkili oldu unu kabul eder. Oysa kamuoyunu “toplumsal denetim meka
nizması” eklinde ele alan konsept, toplumdaki tüm bireyleri kapsar. Burada
“kapsar” demek gerekir, çü nkü dı lama tehditi ve dı lanma korkusunun
yer aldı ı bu sü rece gö nü llü bir katılım sö z konusu de ildir ve toplumsal
denetim, hem dı lanmaktan korkan bireyi hem de kamuoyunun deste i
olmaksızın dı lanacak ve ö nü nde sonunda dü ü rü lecek olan hü kü metleri
etkisi altına alır. Hatta Gü ney Afrika ö rne inden sonra, gü nü mü zde koca
bir ü lkenin bile dü nya kamuoyu tarafından dı lanabilece ini ve sonunda
geri adım atmak zorunda kalabilece ini sö yleyebiliriz.
Kamuoyunu toplumsal denetim olarak ele alan bu konsept, argü man
larının niteli i ü zerinde durmaz. Burada ö nemli olan, tartı malı bir konu
da hangi tarafın dı lama, kü çü k dü ü rme ya da ihraç etme tehditleriyle
kar ı tarafın gö zü nü korkutacak kadar gü çlü oldu udur. nsanların, kar ı
tarafın gü cü nü nasıl açıkça algıladıklarına bu kitabın ba ında de inmi
ve ö rnek olarak da Almanya’daki 1965 ve 1972 genel seçimlerinde tespit
etti imiz “last minute swing" [son dakika dö nü ü ] olgusunu gö stermi tik.
Lazarsfeld’in 1940 yılındaki Amerikan ba kanlık seçimlerinde gö zlemledi
i ve birey psikolojisine dayandırarak “banduıagori'effect" [gö zde taraf
etkisi] dedi i olgu -herkes kazanan tarafta olmak ister- sosyopsikolojik
K A M U O Y U N U N AÇIK VE Ö RTÜ K İŞLEVİ 2 5 9
kamuoyu kuramıyla farklı bir biçimde açıklanmaktadır: Kimse dı lanmak
istemez. G özde taraf etkisi ile suskunluk sarmalı arasındaki ortak nokta,
bireylerin toplumda hangi cephenin gü çlü ya da zayıf oldu una dair sinyal
leri dikkatle gö zlemlemeleridir; ayrıldıkları nokta ise, bu gö zlemlerin moti-
vidir. Ayrıca, suskunluk sarmalı uzun vadeli bir toplumsal sü recin sonuçla
rı olan ve yava yava geli en de i ikliklerden sö z ederken, gö zde taraf
etkisi, birey kar ı tarafın ö nde oldu unu ke fetti inde ortaya çıkan ani
taraf de i tirmelerden sö z eder. Bu iki etki aynı anda ya anabilir elbette.28
Birçok bilim adamı, kamuoyu sü recindeki zafer ya da yenilginin do ru
ya da yanlı tutum ile ilgili olmadı ını sezgisel olarak kavramı tır. 1883
yılında Alman hukukçu Ihering, kamuoyundan ayrı davranan bireyi ceza
landırma yö ntemi olan kınamanın, onaylamamanın, ö rne in, “yanlı bir
çıkarım, hatalı bir aritmetik i lemi ya da ba arısız bir sanat eserinin” onay
lanmamasındaki gibi rasyonel bir karakter ta ımadı ını vurgular ve “kına
ma, kamuoyunun kendi çıkarlarının zedelenmemesi ve gü venli inin sa
lanması amacıyla gö sterdi i bilinçli ya da bilinçsiz pratik bir tepkidir”29
der. Ba ka bir deyi le: Burada ö nemli olan toplumun birlikteli inin ve
de er yargılarında bir uzla manın sa lanmasıdır. Bu de erler ancak ahlaki
de erler -iy i ve kö tü -ya da -gü zel ve çirkin gibi- estetik de erler olabilir,
çü nkü ancak bunlar dı lama tehditi ve dı lanma korkusunu harekete
geçirebilecek duygusal içeri e sahiptirler.
iki kamuoyu konseptinin kar ıla tırılması
ki kamuoyu konseptini sistematik olarak kar ıla tırdı ımızda, bunların
ö zellikle de kamuoyunun i levi konusunda çok farklı varsayımlardan
hareket ettiklerini vurgulamamız gerekir. Rasyonel kamuoyu konsepti
demokratik katılıma ve kamuyu ilgilendiren konularla ilgili fikir alı veri i
ne dayanmakta ve hü kü metten bunları dikkate almasını talep etmektedir.
Fakat aynı zamanda da, siyasi otoritenin, sermayenin, medyanın ve mo
dern teknolojilerin bu kanaat olu um sü recini manipü le edebilecekleri
endi esini ta ımaktadır.30
. Kamuoyuna ili kin toplumsal denetim konsepti ise, toplumun de erle
ri ve amaçları konusunda yeterli bir uzla ma derecesinin gü venceye alın
masına dayanır. Bu yakla ım kamuoyuna ö yle bü yü k bir gü ç yü kler ki,
ne hü kü met ne de toplum ü yeleri onu gö rmezlikten gelebilirler. Kamuoyu
bu gü cü nü , toplumdaki genel uzla maya kar ı gelen hü kü mete ve bireyle
re yö neltti i dı lama tehditinden ve bireyin toplumsal do asından kaynak
lanan dı lanma korkusundan alır.
2 6 0 KAMUOYU
Çevrenin ve ba kalarının tepkilerinin sü rekli olarak gö zlemlenmesi
birey ile toplumu birbirine kenetler: Bu kar ılıklı etkile imden, ortak
bilincin, ortak de erlerin, ortak amaçların gü cü do ar, bu de er ye
amaçlardan sapanlar tehdit edilir. Dı lanma korkusu, ortak toplumsal
ya antılardaki co kuya denk dü er. Bu tepkilerin, insanlı ın geli im
tarihi boyunca, insan topluluklarının birlik ve beraberli inin sa lanması
amacıyla geli tirildi i varsayılır. Ço u ki inin yalnızlı ı bunalımla bir
tuttu unu ortaya koyan “Experience Sampling M ethod-EM S” [Deneyim
Ö rneklem e Yö ntemi] ö lçü mleri bu varsayımı ampirik olarak destekle
mektedir.’1
Rasyonel kamuoyu konsepti ile toplumsal denetim konsepti arasındaki
en ö nemli fark “kamu” kavramının yorumunda kendini gö sterir. Kamuo
yuna ili kin demokratik-kuramsal konsept -akılcılı ın bir sonucu olarak-
“kamusal” içerik olarak kamuoyunun konuları, yani siyasi içerikle ilgilidir.
Oysa toplumsal denetim konseptinde “kamu” yargı mercii, public eye32
[kamunun gö zü ] olarak yorumlanır: “Herkesin gö zü ö nü nde”, “herkes
gö rebilir”, "coram publico”. Public eye, hem hü kü metin hem de tü m birey
lerin yargılandı ı mahkemedir.
Bu iki konseptte, “kamuoyu” kavramını olu turan “oy” sö zcü ü de
farklı yorumlanmaktadır. Demokratik-kuramsal kamuoyu konseptinde
“oy” gerçekten de kanaatler ve savlar anlamında iken, di erinde “oy”
çok daha geni bir anlamda, dolaysızca oy olarak gö rü ldü ü gibi, de er
yü klü bir kanaatin kamusal olarak açıkça ifade etti i her ey, rozetler,
bayraklar, jestler, saç kesimi, sakal ve bıyık, kamuda açıkça gö rü len simge
ler, kamuda açıkça gö rü len yargı yü klü davranı lar olarak da yorumlanır.
Bu kamuoyu konseptini açıklama potansiyeli, mahcubiyete dek uzanır.33
Ahlaki de erlerle yü klü bü tü n kurallardan (“politicial correctrıess" [do ru
siyasi tutum]) tabulara kadar her alanı kapsamaktadır: Dile getirilmesi
toplumun birli ini tehlikeye dü ü recek ve bir çö zü m bulunamamı keskin
çatı malarda susmayı gerektiren kurallar gibi.
Demokratik-kuramsal kamuoyu konseptinde, temsili anketlerin,
“public opinion research” [kamuoyu ara tırmaları] olarak adlandırılması
talebine, Herbert Blumer’dan Bourdieu’ye kadar bu konseptin tü m tem
silcilerinin yaptı ı gibi, ele tirel yakla ılmalıdır. Bu anketlerde, iyi bilgilen
mi , ilgili ve etkili insanların gö rü leri, dü nyadan haberi olmayan, ilgisiz
ve soyutlanmı insanların gö rü leriyle aynı kefeye konulmaktadır. Bu
gerçe i yansıtıyor olamaz.
Kamuoyuna ili kin toplumsal denetim konseptinde durum tamamen
farklıdır. Bu konsept zaten toplumun tü m bireylerini kapsamaktadır. Top
KA M U O Y U N U N AÇIK VE Ö RTÜ K İŞLEVİ 261
lumun ortak de erleri ve amaçlarının mü cadelesinin verildi i, kısmen
geleneksel de erlerin devamı, kısmen bunların etkisiz hale getirilip yerine
yeni de erlerin, yeni amaçların kondu u kamuoyu sü recine toplumun
tü m ü yeleri katılır. Bu sü reç temsili anket araçlarıyla gö zlemlenebilir.
Ancak bu soruların bü yü k bir kısmı, alı ılagelinmi anket sorularından
farklıdır. Deneklerin gö rü lerini ö renmeye yö nelik soruların yanı sıra,
kanaat ortamına dair sorulara da yer verilir. nsanların çevrelerini nasıl
algıladıklarıyla ilgili sorular sorulur: nsanların ço u nasıl dü ü nü yor?
Hangi gö rü ler yaygınla ıyor, hangileri azalıyor? Dı lama tehditini tespit
etmeye yö nelik sorular sorulur: Hangi kanaatleri ta ıyanlar, hangi davra
nı tarzını benimseyenler yuhalanır? Konu ma ve susma e ilimlerini ö lç
mek için sorular sorulur.
Ancak bu kamuoyu konseptine gö re gü nü mü z anketlerinde sorulan
soruların ço u “public opinion” hakkında bilgi vermekten çok, insanın
toplumda dı lama ya da dı lanmaya neden olan de er yü klü gö rü lerini
ve davranı biçimlerini ortaya koymaya yö neliktir.
60 ’lı yılların ortalarından itibaren, toplumsal denetim konsepti yeni
den canlandırılmaya çalı ıldı,34 ama bu çabalar pek ba arılı olamadı. Ko
nuyla ilgili açıklamalar Mary Douglas’ın H ow Institutions Think [Kurumlar
Nasıl Dü ü nü r?] (1986) adlı çö zü mlemesinde bulunabilir. Douglas ö yle
bir açıklama getirir: “Kamusal bilgi repertuvarında kendisine sa lam bir
yer edinmek ü zere olan bir kuram, ö ncelikle bili sel tutarlılık prensibine
gö re, ba ka kuramların do rulu unu da teminat altına alan yö ntemlerle
uyu mak zorundadır”.35
Bu açıdan bakıldı ında, rasyonel kamuoyu konseptiyle ilgili herhangi
bir sorun yoktur ve mevcut demokrasi kuramlarıyla oldu u kadar, bü yü le
yici rational choice [rasyonel seçim] ve collecûve action [kolektif eylem]
kuramlarıyla, psikolojinin bili sel modelleriyle de ba da tırılabilir. Buna
kar ın, sosyopsikolojik-dinamik konseptin dezavantajları vardır. Douglas,
“toplumbilimciler toplumsal denetim kokan modellere kar ı, tipik bir
mesleki antipati duymaktadırlar”36 der.
Bilim, birbirine rakip konseptlerin sınanabilece i çok sayıda kriter
geli tirmi tir. Bu kriterler unlardır:
1. Ampirik uygulanabilirlilik.
2. Hangi bulgular bu konseptle açıklanabilir, konseptin açıklayıcılık po
tansiyeli ne bü yü klü ktedir?
3. Karma ıklık derecesi, yani konseptin kapsadı ı gerçeklik alanının bü
yü klü ü ya da kapsadı ı de i kenlerin sayısı.
4. Ba ka kuramlarla ba da ırlık.
2 6 2 KAMUOYU
Toplumsal denetim konsepti bu dö rt kriterin en az ü çü yle ba da mak
tadır. Birinci olarak, konsept ampirik olarak kontrol edilebilir. Kuramın,
gü ncellik, ahlaki ya da estetik bile enler, medyanın konumu gibi belirli
temel ko ullan yerine getirildi inde, bireysel davranı lar (ö rne in, konu
ma ve susma e ilimleri) ve toplumsal kanaat da ılımları hakkında kontrol
edilebilir tahminlerde bulunulabilir.37
ikinci olarak, bu konsept açıklayıcı bir konsepttir. Suskunluk sarmalı
kuramı, “e er-o zaman” tü rü nden ifadeler kullanmaktadır, yani toplumsal
me rulukları ö ne sü rerek ve bunları kanıtlayarak, gö zlemlenebilir olguları
ba ka olgulara ba lamaktadır, ilk kez 1965 yılında gö zlemlenen, bireylerin
kanaat da ılımının iki farklı cepheye bö lü nmesi, kanaat ortamının bu
durumdan tamamen ba ımsız geli mesi ve seçimlerdeki oy verme niyetin
deki “last-minute sıving" [son dakika dö nü ü ] (bkz. I. Bö lü m) gibi olgular,
rasyonel kamuoyu konseptiyle zor açıklanırdı. Rasyonel kamuoyu konsep-
tiyle, toplumsal grupların (ya , sınıf vb.) kanaat da ılımındaki farkların,
aynı grupların kanaat ortamlarına ili kin tahminlerinden (“ço u insan
ne dü ü nü yor?”) neden bu kadar farklı oldu u da zor açıklanırdı. Rasyo
nel kamuoyu konseptiyle, ö zellikle de, tartı malı bir konuda, o konu
hakkında en çok bilgiye sahip insanların, yani uzmanların, ortak bir tutum
içine giren kamuoyu temsilcileri, muhabirler ve halkın kar ısında neden
yalnız kaldıkları da zor açıklanır. Bu tü r durumlar, aralarında Stanley
Rothman’m da bulundu u birçok araçtırmacı tarafından ampirik yollarla
ortaya konulmu tur.38
Ü çü ncü olarak, toplumsal denetim konseptinin karma ıklık derecesi
daha yü ksektir. Bireyin ve toplumun alanlarını birle tirerek, yalnızca siyasi
alanı de il birçok alanı kapsamı olur.
Daha ö nce de de indi imiz gibi, konseptin kar ıla tı ı en bü yü k zorluk
di er kuramlarla ba da ırlı ı konusunda ortaya çıkar. Fakat konsept sos-
yopsikolojik grup dinami i39 ve Erving Goffman’ın sosyopsikolojik mahcu
biyet ve sti ma [damgalanma] savlarıyla ba da tırılabilir.40
ki farklı kamuoyu konseptinin verimlili inin kar ıla tırılması, bu iki
konseptten birini seçmek zorunda oldu umuz anlamına gelmemelidir.
Her halü karda rasyonel konsept, kamuoyunun olu um sü recinde ö nemli
bir rol oynar, fakat bu rol ampirik yö ntemlerle yeterince incelenmemi tir.
Kamuoyunda yerle ebilmeleri için ahlak yü klü de erlerin de bili sel bir
dayana a ihtiyacı vardır.
Kamusal akılcılık ile toplumsal denetim konsepti arasındaki ili kiyi
açıklayacak bir tasvir arayacak olursak, o zaman kamusal akılcılı ı sosyo
psikolojik sü recin içine yerle mi parçalar olarak dü ü nebiliriz. Bu parçalar
KA M U O Y U N U N AÇIK VE Ö RTÜ K İŞLEVİ 2 6 3
bazen bu sü reci belirleyen, bazen de dillendiren, ama genellikle ö lü gibi
hareketsiz kalan ve kamuoyunun bireylere yö neltti i baskının kayna ı
niteli indeki ahlaki duygulara herhangi bir etkide bulunmayan kakma
parçalardır. Kamusal akılcılı ın -M erton’m kullandı ı anlamda- açık i le
vi, yani argü manlarla kamuda bir karara varılmasını sa lamak, bilinçlidir,
ö zellikle amaçlanmı tır, onaylanmı tır, ama genellikle halkı duygusal an
lamda ikna edemedi i ve pe inden sü rü kleyemedi inden, toplumda yeter
li uzla mayı sa lamak ve savunmak için gerekli gü ce sahip de ildir. Ancak
halkın tartı malı konularda duygusal anlamda da onayladı ı bir kanaat,
kamuoyunun toplumu bir arada tutan ö rtü k i levini yerine getirebilir.
Bö yle bakıldı ında kamusal akılcılık genelde kamuoyu sü reçlerinin bir
parçasıdır, fakat tamamı de ildir.
Ö rtü k i lev gerçek i lev, açık i lev de gö rü nen i lev diye nitelenebilir.
Merton bunu Hopi Kızılderililerinin ü nlü ya mur dansı ö rne iyle açıklar:
Kuraklık dö neminde yapılan bu dansın açık, açıklanmı i levi ya mur
ya dırmaktır, oysa ö rtü k, yani gö rü nmeyen i levi, sıkıntılı zamanlarda
kabileyi bir arada tutmaktır.
Kamuoyunun toplumsal denetim olarak ö rtü k i levi, yani toplumun
bü tü nle mesini ve gerekli uzla mayı sa laması, ne bilinçlidir ne de ö zellik
le amaçlanmı tır. Bu da bu konseptin neden zor anla ıldı ını açıklar.
Belki toplumsal ara tırmalardaki geli meler entelektü elleri kamuoyun-
daki uyum baskısıyla barı tırır, ö rtü k i levi açık i leve dö nü tü rmeyi ve
bunların toplumsal gereklili inin kabul edilmesini sa lar.
Bu kitabın bir ö nceki baskısında (1991) rasyonel kamuoyu konseptine,
referans grup ara tırmaları ve grup dinami i sonuçlarına fazlaca de inme-
mi tim. Ö ncelikle, toplumsal denetim olarak kamuoyunun kısmen yeni
den ke fedilen, kısmen de ancak o zaman bilincine varılan rolü yle ortaya
çıkan yeni bakı açısını betimlemek istemi tim. Kitabın elinizdeki baskı
sında, kamuoyu konusunda çalı an Robert Park, Herbert Blumer, Pierre
Bourdieu gibi de erli bilim adamlarının eserlerini daha derinden irdele
mekle kalmadım, kamuoyunu toplumsal denetim olarak ele alan sosyopsi-
kolojik-dinamik konsept ile kamuoyunu kamusal alandaki akılcılık olarak
ele alan demokratik-kuramsal konsept arasındaki ili kiyi de açıklamaya
çalı tım. Referans grupları, grup dinami i, kitle psikolojisi, kamuoyunun
uyguladı ı toplumsal denetim, genel olarak insanın bireysel ve toplumsal
do ası arasındaki çetrefil ili ki ve daha birçok konu halen ara tırılmayı
beklemektedir.
Kamuoyu Kuramının
Ana Ba lıkların
Kamuoyu sosyopsikolojik konsepte göre nasıl tanımlanır?
Kamuoyu, insanın toplumsal do asına dayanan ve de er yü klü alanlarda
toplumsal uzla manın olu umunu ve korunmasını garanti altına alan,
kamuda kesintisizce cereyan eden bir sü reçtir. Sosyopsikolojik konsept
i lemsel, yani ampirik ara tırma araçlarına dö nü tü rü lebilen bir kamuoyu
tanımı sunar:
Kamuoyu, kamusal davranı ların temelini olu turan ve insanın de er
yü klü alanlarda toplumsal yaptırımlardan korkmadan ifade edebilece i
kanaatlerdir.
Bu tanımın daha ayrıntılı bir çe itlemesi ö yledir: Kamuoyu, insanın
-ö rne in gelenek ve dogma gibi sabitle mi oyda malarda- dı lanma
mak için açıkça gö stermek zorunda oldu u ö zellikle ahlak yü klü kanaat
ve davranı biçimleridir; ya da de i im dö nemlerinde, toplumun “sıvı”
^ ^ Bu bö lü m, Elisabeth Noelle'Neumann’ın yazılarından Anne Niedermann tarafindan
derlenmi tir.
KAM Ü O YU KURAMININ A N A BAŞLIKLARI 2 6 5
halinde (Tö nnies), dı lanmadan açıklayabilece i kanaatler ve davranı
biçimleridir. Burada kanaat, de er yü klü alanlardaki bakı açılan ve davra
nı biçimleridir.
Kamuoyu, bir topluluk içinde ya ayan insanlann, edimde bulunmak
ve karar vermek için gereken ortak bir yargıya, bir oyda maya varmak
için bilincinde olmadan gö sterdikleri çabalara dayanır. Uzla ma ö dü llendi
rilir, genel yargıları ihlal cezalandırılır. Ceza sistemi, ö dü llendirme siste
minden çok daha geli kindir. Cezaların ö zü nde sempatinin, sevginin ve
saygınlı ın yitirilmesi vardır. John Locke i te bu yü zden “kamuoyuna ve
ö hrete dayanan hukuk” seçene ini getirmi tir.
Kamuoyu belirli kültürler, tarih dönemleri ya da insan gruplarıyla
sınırlı mıdır?
Burada kamuoyu kavramı altında ele alınan olgu, bugü n bilebildi imiz
kadarıyla, tü m kü ltü rleri kapsayan bir ö zellik ta ımakta, yani kamuoyu
tü m kü ltü rlerde ve her dö nemde kar ımıza çıkmaktadır. Antikça dan
bugü ne dek birbirinden çok farklı dü ü nü r ve yazarlar kamuoyu kavramını
de i ik yazım tü rleri içinde ele almı lardır. Kolektif-tekil “kamuoyu” kav
ramının tarihini ara tırmak amacıyla, sistematik literatü r ara tırmaları
sonucu tasarlanan standart bir metin çö zü mleme kılavuzu yardımıyla
yapılan incelemeler, “kamuoyu” kavramının iki bin yıllık bir geçmi i oldu
unu ortaya koymu tur. Cicero I.O . 50 yılında Atticus’a yazdı ı bir mek
tupta kamuoyundan sö z eder. Yanıldı ı için ö zü r dilemekte, yalnızca ka
muoyuna —“publica o p i n io n e m uydu unu sö ylemektedir. Antik Roma’da
kamuoyuyla ilgili di er bulgulara, Justinianus’un hukuk eserinde1 ve sap
kın spanyol piskopos Priscillianus’un eserinde rastlıyoruz; her iki eser de
I.S. 4. yü zyıldan kalmadır. 4- yü zyıla tarihlenen Çince metinlerde de “kamu”
ve “oy” sö zcü klerini bir araya getiren yazı karakterlerine rastlanmı tır.
Rotterdamlı Erasmus “opiniones publicae” sö zcü ü nü kullanır -fak at ço ul.
haliyle. Yeniça dan itibaren kavramın kullanımı, 1588’de Montaigne’deri
ba layarak, gerek Avrupalı gerekse Avrupalı olmayan birçok air, siyasetçi
ve dü ü nü rü n eserlerinde giderek artar. “Kamuoyu” kavramının yaratıcısı
Jean-Jacques Rousseau de ildir. Fakat Rousseau’nun kamuoyu kavramı
nın tarihinde anlı anlı bir yeri vardır. Kamuoyunun 18. yü zyılda tü m
aydınlar tarafından kullanılması onun sayesinde olmu tur.
imdiye dek yü rü tü len ara tırmalara gö re, Almancada kamuoyu kav
ramına ilk kez 1702’de, Christian Tomasius’un cadı duru malarıyla ilgili
1701 tarihli bir Latince metinden yaptı ı çeviride rastlıyoruz.
2 6 6 KAMUOYU
Kolektif-tekil kavram dı ında kamuoyu olgusu, genellikle edebi ya
da felsefi eserlerde kullanılan çok sayıda kavramın —kısmen e anlamlı
sö zcü klerin— ardında gizlidir. Bu sö zcü kleri ö yle sıralayabiliriz: Yazılı
olmayan yasa (Thukydides-Aristoteles), ö hret (Machiavelli, Kardinal
Richelieu, John Locke), “vox populi" (Eski Ahit) / “publica voce” (Machia-
velli), “voix du peuple” (Bodin),2 “voix publique” (Montaigne, Richelieu),
dedikodu, tabu, dö nemin ruhu, gelenek, uzla ma, toplumsal denetim,
sö ylenti, v.b.
Toplum baskısında herkesin payı vardır, herkes denetime boyun e er;
seçimde oy vermeyenler, ilgilenmeyenler de. Belirli bir zaman ve mekâ nda
yer alan bir toplumun tü m ü yeleri kamuoyundan sorumludur. Platon
buna çocukları da dahil eder.
Platon’un Protagoras'mda, “bir devletin var olabilmesi için bile, gere
inde tü m vatanda ların katılmak zorunda oldu u bir eyin olması gerek
mez mi?” sorusuna yanıt verilir. Protagoras’ta, Zeus’un emri ü zerine yete
nekler insanlar arasında payla tırılmı tır; biri mü zisyenlik yetene ine,
di eri el becerisine, ba ka biri de ifa verme yetene ine sahip olmu tur.
Hermes’in son olarak siyaset yetene ini, adalet duygusunu (dike) ve utanma
duygusunu (aidös) da ıtması gerekiyordur. Hermes Zeus’a sorar: “Bunları
da di er yetenekler gibi mi da ıtayım, yoksa herkese mi vereyim?” Zeus:
“Herkese ver” der, “bunlara herkes sahip olmalı; e er bunlara da di er
yetenekler gibi ancak bazıları sahip olursa, o zaman kentler kurulamaz”.3
Herkese da ıtılan utanma duygusu aidös, bir Ingiliz yazarın eserinde
ö yle yorumlanır: “Aidös zor bir kavramdır. Davranı kuralları koymak,
e er toplum ü yeleri uymayacaksa, bo unadır. Bö ylesi bir mutabakata var
manın bir yolu da kamuoyudur. Birey, toplumun di er ü yelerinin kendisi
hakkında neler hissettikleri konusunda ciddi biçimde endi e duyar. Aidös,
toplumsal mutabakata genellikle itaat etmemizi sa layan bu kınanma
korkusudur”.4
Kamuoyu, tü m kü ltü rlerde ve tarihin her dö neminde, insanlann bir
arada ya amasının temelidir, her bireyi ilgilendiren bir olgudur. Kamuoyu
içerik olarak siyasetle sınırlı de ildir, de er ve ahlak yü klü tü m konulan
kapsar (a a ıya bkz.) -h em uluslararası anlamda (“dü nya kamuoyu”,
“dü nya kanaati”) , hem ulusal anlamda, hem de artık bö lgesel anlamda.
Kamuoyunun sınırları yalnızca zaman ve mekâ ndır.
Kamuoyu zamana ve mekâ na ba lı bir olgudur. Bir sü re sonra insan,
tıpkı da ılan fırtına bulutlan gibi, kamuoyunun uyguladı ı baskıyı artık
hissetmeyebilir. Ama bu fırtına bulutlarının altında harekete geçmek
isteyen politikacının (Adenauer’m 1956 yılındaki yeniden silahlanma
KAM UOYU KU RAM ININ A N A BAŞLIKLARI 2 6 7
politikasını dü ü nelim) kar ısında kamuoyu bir duvar gibi durur. Birey
zamanından, kanaat ortamından ve içinde bulundu u dö nemin ruhun
dan kaçamaz. Genellikle acı verse de, en fazla mekâ n de i tirebilir (sü r
gü n, inziva).
Sosyopsikolojik kamuoyu konseptinin temelinde nasıl bir kamu
anlayı ı yatmaktadır?
“Kamu”, “kamusal” unsurlarının anahtar bir anlamı vardır ve sonuçta
“kamuoyu” sö zcü ü de muhtemelen bu nedenle yerle mi tir. “Kamusal”
unsuru hukuksal bir kavram (“herkese açık”) ya da siyasi bir kavram
(mevzuat, içerik açısından devlet ve cemiyetle ilgili olan) olarak de il,
sosyopsikolojik bir kavram olarak anla ılmalıdır.
Sosyopsikolojik açıdan kamu, bireyin herkes tarafından gö rü lü p yargı
landı ı, ü nü nü n ve itibarının tehlikede oldu u durumdur: Kamu anonim
bir mahkemedir. Birey dı lanmak ya da rezil olmak istemez. Te hir dire in
de oldu u gibi, kimsenin saçının teline bile dokunulmasa da, insana eziyet
eden cezalar tü m kü ltü rlerde gö rü lü r. “Kamu”nun sosyopsikolojik anlamı
dilsel dü zlemde de te his edilebilir: “Kamunun gö zü ö nü nde” u ya da
bu olmu ifadesi bize birçok ey anlatır. Hiç kimse bir konserin “kamunun
gö zü ö nü nde” gerçekle ti ini sö ylemeyecektir. Latincede bile aynı vurguya
sahip bir ifade vardı: “coram publica".
Kamu, “public eye” [kamunun gö zü ] ya da “public ear” [kamunun
kula ı] (Burke 1971) olarak anla ılır, yani herkes tarafından gö rü lebilir
ve duyulabilir diye algılanır. Kamu hem hü kü metlerin hem de bireylerin
korktu u bir yargı mercii olarak gö rü lü r. Yargı mercii olan kamu, birey
için somut bir tehlike ve tehdit olu turacak kadar gü çlenebilir.
Her halü karda birey kamuoyunu herkes tarafından gö rü lebilecek
bir durum, bir bilinç olarak algılamaktadır. Erving Goffman, gü nbegü n
ya anan bu anonim kamuoyu bilincini bilimsel bir konu haline getirerek,
kamunun toplum bilimleri tarafından ihmal edilen sosyopsikolojik boyut
larına gereken ö nemi veren ilk ki i olmu tur.
Sosyopsikolojik anlamda kamu, birincil gruplarda, referans grupların
da ya da kü çü k gruplarda etkili ofan kapsamlı bir toplumsal yargı mercii
olarak anla ılmalıdır.
Kamu, tek tek bireylerin toplamı olarak anla ılmamalıdır. Bundan
ziyade, bireyler, bü yü k bir dikkatle çevreye, ö zellikle de aynı çevreyi pay
la tıkları insanlann kanaat ve davranı larına yö nelir ve sü rekli gö zlemde
bulunurlar.
2 6 8 KAMUOYU
Kamuoyu ne kadar güçlüdür?
Bu gücü kime ve neye kar ı kullanır?
Kamuoyu hem toplumsal, hem siyasal açıdan çok gü çlü dü r ve her iki
tarafa da baskı uygular -h em toplumda yer alan tü m bireylere hem de
hü kü mete.
Kamuoyunun birey ü zerindeki gü cü uzla ma baskısından kaynaklanır.
Bu baskı bireyi çok zorlar, çü nkü insanların toplumsal do ası son derece
hassas ve kırılgandır; her insan dı lanma korkusuyla ya ar.
Yö neticilerin, yö netenler onları istemedi inde artık yö netici olmak
tan çıkmaları —sadece demokratik toplumlarda de il, uzun vadede ve
son kertede despot ve totaliter rejimlerde de bö yledir b u - antikça dan
bu yana siyasi dü ü nü rlerin kafa yordukları bir konudur (Aristoteles,
Rotterdamlı Erasmus, Machiavelli, Sir William Temple,5 David Hum e).
Her tü rlü baskı aracından ö nce, ki isel ü nü nü n, halkm ona duydu u
sevginin ve gü venin iktidarının temel ta ı oldu unu kabul etmeyen bir
yö netici uzun sü re iktidarda kalamaz (Richelieu, Konfü çyü s6).
Dı lama tehditi ve dı lanma korkusu
sosyopsikolojik kamuoyu konseptinde nasıl bir rol oynar?
Kamuoyu sü reci, bireyin anonim kamu kar ısında duydu u dı lanma kor
kusu ve kamunun bireye yö nelti i dı lama tehditiyle harekete geçer.
Toplum, kuralları ihlal eden bireye kar ı dı lama tehditi etkisine sahip
çe idi sö zel ya da sö zel olmayan sinyaller kullanır: Azarlamak, alay etmek,
dalga geçmek, toplumsal temasın tamamen kesilmesi, ka ların çatılması,
gö z temasından kaçınılması, v.b.
Bireyler kamuda mevcut olan ya da ima edilen dı lama tehditine,
dı lanma korkusu ve/veya endi esiyle tepki verirler.
Dı lanma korkusu insanın toplumsal do asından kaynaklanır ve içgü
dü seldir. Bir insan gü lü nç duruma dü mekten, rezil olmaktan korkuyorsa,
dı lanmaktan korkuyor demektir. Bir insan, yazılı olmayan yasaları çi ne
di inde ya da ancak bir azınlık tarafından savunulan bir gö rü ü ifade
etti inde, utanç duyar ve “di erleri”nin kınamasına maruz kalır. Dı lanma
korkusu demek, mahcup edici durumlardan, sö ylenti ve dedikodulardan
korkmak, hatta toplumdan tamamen dı lanmaktan (toplumsal boykot,
ostrakismos) korkmak demektir.
Kamuoyu sü reçlerini dı lanma korkusu harekete geçirir, “ait olma
iste i”, ö vü lme ihtiyacı, itibar, ki isel ü n ya da salt ba kalarını taklit etme
KA M U O Y U KU RAM ININ A N A BAŞLIKLARI' 269
iste i de il. Çü nkü kamuoyu sü recinin en ö nemli unsuru olan “susma”,
toplum tarafından onaylanma ve olumlu toplumsal yaptırımlardan çok,
olumsuz yaptırımlardan, ö rne in dı lanmaktan kaçınma gereklili iyle
açıklanabilir. Seçim ara tırmalarında saptanan “last minute sıving" olgusu,
yani son anda kazanaca ı dü ü nü len parti lehine karar verilmesi, kazanan
tarafta olma iste inden çok (“banduıagori'effect”), genel e ilimin dı ında
kalarak dı lanma korkusundan kaynaklanmaktadır.
Kamuoyunun i levi nedir?
Kamuoyu bir toplum için vazgeçilmez midir?
20. yü zyıldaki geleneksel kamuoyu anlayı ının, yani “seçkinler konsep-
ti”nin odak noktasında katılım yer alır. Karar verme yetisine sahip, sorum
luluk sahibi vatanda lar kamusal sorunlar hakkındaki tartı malara katıla
rak, alman karara katkıda bulunurlar. Suskunluk sarmalı kuramında ka
muoyunun i levi toplumsal bü tü nle medir. Kamuoyu hem hü kü metleri
hem de bireyleri kendisine saygı gö stermeye zorlar. Hü kü metler iktidar
dan dü ü rü lmekle, bireyler toplumdan dı lanmakla tehdit edilir. Sonuç,
bü tü nle me ve toplumsal birlikteli in, dolayısıyla eylem ve karar alma
yetisinin gü çlenmesidir.
Kamuoyuyla ilgili ampirik ve kuramsal ara tırmaların noksanlı ı bü
tü nle me sorununun ihmal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bir toplum
sal birli in sa lanması için, yazılı yasalarla de il de, Rousseau’nü n kamuo
yunu nitelendirdi i gibi, “yazılı olmayan yasalar”la —bilinçli ya da bilinçsiz—
ö nlemler alınması gerekti i halihazırda kavranılmamı tır. Bunun lafı bile
edilmez. Gö rü nü e bakılırsa, toplumsal grupların birli i için neyin onayla
nıp neyin kınanaca ına ili kin yeterli toplumsal oyda ma vardır; ama bu
birli in belki de aralıksız çabaların bir sonucu oldu undan kimse sö z
etmez. Bireyin kendi gereksinimleri ile içinde yer aldı ı toplulu un gerek
sinimleri arasındaki acıklı çatı ma, Rousseau’nun toplumsal sö zle menin
gö revlerini betimlerken yaptı ı gibi açıkça ele alınmadı çoktandır: “Ü yele
rinden her birinin canını, malını ortak gü çle savunup koruyan ö yle bir
toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birlik içinde
oldu u halde kendi egemenli ini korusun, hem de eskisi kadar ö zgü r
olsun. te temel sorun b u ...”
çinde ya adı ımız yü zyılda çatı maya duyulan ilgi bü yü k olsa da, bu
çatı ma —birlik beraberlikte ısrar eden toplum ile birey arasında ya anan
sü rekli çeki m e- aydınlatılamıyor. Bu birlikteli in bir do a olayı gibi kendili
inden gerçekle ti i dü ü nü lü rse, onun için bir çaba ya da kurban veril
270 KAMUOYU
mesi gerekli gö rü lmeyecektir elbette. Bu bakı açısı, ö zellikle kamuoyuna
kar ı gelmekten, dar kafalı insanlar tarafından kınanmaktan korkmayan,
kendisi ü zerindeki uyum baskısına boyun e meyen, yü zer-gezer olmayan
bireyi yü celtir...
Konformizme sü rü kleyen bir kamouyuna kar ı duyulan tiksinti, 19.
ve 20. yü zyılın Alman siyasi kü ltü rü ne damgasını basmı tır. Birçok ki inin
kamuoyunun sosyopsikolojik gö rü ntü sü ne kar ı duydu u tiksinti bü tü n
le me baskısına yö neliktir. Bu tiksinti, toplumun bireyi zorladı ı baskıcı
uzla maya kar ı duyulan nefretten kaynaklanmaktadır. Toplumun birlik
teli inin ve devamının ko ullarım olu turan bü tü nle me, ancak toplum
daki bireylerin kamuoyu, yani hâ kim gö rü le uzla masıyla sa lanabilir.
Bireyler bundan ö tü rü acı çeker, uzla mayı tutarsız, onur kırıcı ya da
saçma bulurlar —sevilmeme, gü lü nç duruma dü ü rü lme, saygı gö rmeme,
dı lanma gibi tehditlerden ö tü rü acı çekerler. Fakat bü tü nle menin ba ka
yolu yoktur.
Dı lanma korkusuna dayalı kamuoyunun i levinin ortaya konması,
oportü nizmin ö vü lmesi olarak anla ılmamalıdır. Buradaki tek çaba, tıpkı
Rousseau’nun da yapmaya çalı tı ı gibi, her iki tarafa -h em bireysel hem
toplumsal do aya- adil davranma çabasıdır.
Geçmi imizdeki iki diktatö rden ö tü rü biz Almanların uyarlık ve yü zer-
gezerli e kar ı alerjimizin olması anla ılır bir tepkidir. Fakat insanın top
lumsal do ası hakkında ortaça ın bilgi dü zeyinde kalmaya, gö zlerimizi
kapamaya devam edersek, bu geçmi i anlayamayız.
Ergin insanın bir ö zelli i de, kendi toplumsal do asının bilincinde
olması ve sahte ba ımsızlık duyguları ta ımamasıdır. “ nsan kamuoyu
okulundan geçmeli ve onu umursamamayı ö renmeli” tü rü nden bir ifade
kula a ho gelebilir, gerekti inde kamuoyuna kar ı cesurca direnmenin
ne kadar ö nemli oldu u da bilinmelidir. Ama bunun neden bir kural haline
gelemeyece i de idrak edilmelidir. Montaigne 16. yü zyılın sonunda bu
gerçe i olanca açıklı ıyla gö rmü tü : “Bilge insan içsel olarak ruhunu ke
meke ten uzak tutmalı ve eyleri ö zgü rce de erlendirebilme yetisini koru
malıdır, ama dı sal olarak mevcut biçim ve tavırlara uymak zorundadır”.
Toplumun bü tü nle mesi ba lamında “onay” kavramı bü yü k ö nem
ta ır. Kamuoyu sü reçleri onay ü zerine kurulur ya da onay gerektirirler.
Ö ncelikle, toplumun ortak, merkezi de er ve amaçlarında yeterli bir
oyda ma sa larlar. A ncak toplum, sadece temel durumlarda ve gü ncel
siyasi sorunlarda de il, gö rü nü teki dı sal davranı biçimleri gibi ba ka
birçok konuda da onay ve uzla ma pe indedir; bö ylece uzla ma yetisi
denenir ve korunur.
KAM UOYU KURAMININ A N A BAŞLIKLARI 2 7 \
De i im toplumun birlikteli ine zarar verir, bu yü zden de yava yava
gerçekle mesi gerekir. Uzla ma yetisinin ö renildi i bir alan da, giyim
ku am, saç kesimi, kısaca tü m dı gö rü nü mdü r. Bu sıkı sıkıya zamana
ba lı abartılı oyda maya “moda” denir ki, kamuoyunun de i ime dayalı
bir dı gö rü nü mü dü r. John Locke i te bu yü zden, “kamuoyuna, ö hrete
ya da modaya dayalı hukuk’”tan sö z eder. Modanın oynak kapsamları
vardır, ama modanın kendisi bir oyun de ildir. Moda, bireyin çevresini
bü yü k bir dikkatle gö zlemlemesini gerektirir ve bireye modayı takip etme,
yani uyum sa lama ya da takip etmeme konusunda karar verme ö zgü rlü ü
tanımaz. Modaya uymamak demek, çevreden soyutlanmak, bostan kor
kulu u olmak demektir. Birey de er yargılarının de i im geçirdi i dö nem
lerde dı lanmaktan kaçınabilmek için, de i en ko ullarda da çevresini
gö zlemleyebilmeyi ö renmek zorundadır; buna modayla talim edilir. nsa
nın toplumsal do asını yadsıma e iliminin ne kadar gü çlü oldu u, moday
la ilgili —genellikle olumsuz olan— ifadelerden anla ılmaktadır: Moda ey
tanı, moda delisi, modadan ibaret, vb.
Kamuoyunun “toplumsal denetim” kavramıyla da sıkı bir ba ı vardır.
Kamuoyu ya amın tü m alanlarına mü dahaleci, kapsayıcı bir toplumsal
denetim uygular. Hukuk, din gibi ba ka toplumsal kurumlan tamamlar,
bunlara kar ı çıkar ya da destekler.
Sosyopsikolojik kuram, kamuoyunun i levinden, yani bü tü nle tiricili-
inden, bir toplumun birli inin toplumsal denetim aracılı ıyla gü çlendiril
mesinden ö tü rü “bü tü nle me konsepti” olarak da nitelenir.
Seçkinler konsepti ve sistem kuramı gibi, bü tü nle me konsepti de
kamuoyunun toplumdaki i levine dair açıklamalarda bulunur. Ancak,
sosyopsikolojik kamuoyu konsepti bir adım daha atarak, kamuoyunun
i lev biçimi ve olu umu hakkında ampirik yollarla kontrol edilebilen
gö rü ler sunar (a a ıya bkz).
Seçkinler kamuoyu sürecinde nasıl bir rol oynar?
Siyaset bilimi ve hukuk açısından kamuoyu dü zgü seldir ve yalnızca siyasi
alanla ilintilidir. Bu gö rü e gö re, yalnızca kü çü k, seçkin bir insan grubu
kamuoyunun olu umuna katkıda bulunur; kamuoyu siyasi konularda
bilgili, ba ımsız ve mantıklı dü ü nme yetene ine sahip, kendini topluma
kar ı sorumlu hisseden vatanda ların kanaatlerinden olu ur, ki bunlar
“iktidar ba lıla ımları” olarak iktidar ü zerinde ele tirel bir gü ce sahiptirler
(Hennis, Habermas). Burada kamuoyu, de erli entelektü el yargıların
kayna ı olarak kar ımıza çıkmaktadır.
2 7 2 KAMUOYU
Seçkinler konseptinden farklı olarak sosyopsikolojik kamuoyu kon-
septi, kamuoyunun içeri inin kalitesi ya da olu umunda rol oynayan
bireylerin yeterli i hakkında yargıda bulunmamaktadır.
Ancak, seçkinler konsepti ile bü tü nle me konseptinin kamuoyu-hü -
kü met ili kisine bakı ında pek bir fark yoktur -h e r ikisi de bu ili kinin
gereklili ini vurgular. Dü man bir kamuoyunun uzun sü re gö z ardı edil
mesi hü kü metlerin dü mesine neden olur. ki konsept arasındaki en
ö nemli fark, birey ve kamuoyu ili kisine bakı larıdır. Seçkinler konseptine
gö re, kamuoyu sü recine katılması ya da katılmaması bireyin kendi kararı
na ba lıdır. Bir vatanda olarak bireye hafif bir gö rev yü kleme e ilimi
gö rü lse de, birey çekip gidebilir, akılcılıkta yer alması gerekmez. Oysa
bü tü nle me konseptine gö re, birey istese de istemese de sü recin içindedir
ve buna uymadı ı takdirde yaptırımlarla tehdit edilir.
Seçkinlerin kamuoyu sü recindeki etkisini gö z ardı eden bir kamuoyu
kuramı hiçbir ilerleme sa layamaz. Hiç kimse, seçkinlerin kamuoyu sü re
cinde belirleyici olmadıklarını, olu umunda ö ncü rol oynamadıklarını
ciddi biçimde iddia edemez. Fakat 19. ve 20. yü zyılda giderek yaygınla an
seçkinci anlayı a veda etmeliyiz artık.
Kamuoyu kuramından ö rendi imiz kadarıyla, sadece kamuya ula a
bilme olana ına sahip ve bu olana ı kamuoyu sü recindeki ö nemli konu
larda kullanabilen seçkinler —ö rne in muhabirler— kamuoyu sü recine
etkide bulunmaktadırlar.
Seçkinler konsepti ile bü tü nle me konsepti arasında bir seçim yapma
ya gerek yoktur, çü nkü bu iki konsept birbirini tamamlamaktadır.
Yerle ik, baskın kamuoyunda yenilikler kendini nasıl kabul ettirir?
Marjinaller, sert çekirdek (“hard core”), misyonerler, reformcular, bilim
adamları ve sanatçılar gibi sıradı ı insanlar toplumu de i tirebilirler.
Kamuoyuna meydan okuyabilen bu insanlar, ya pek az dı lanma korkusu
duyarlar ya da kamuoyunun onları reddetmesinden rahatsız olmalarına
ra men, dı lanma korkusunun ü stesinden gelmeyi ba arırlar. Bazıları da
bilinçli olarak kendilerini feda etme yolunu seçerler. Yenilikçiler, kamuoyu
sü reçlerinin ilk evresinde faaliyet gö sterirler.
Aynı ekilde, pü skü rtü lmü bir azınlıktan bir “sert çekirdek” meydana
gelebilir; bu azınlık uzun sü rmü bir kamuoyu sü recinden sonra bile,
kamu içinde savunmadaki kanaatlere sıkı sıkı tutunmaya devam ederler.
Bu azınlı ın tutumu artık ne dı lama tehditinden etkilenir ne de dı lanma
korkusu tarafından belirlenir. Bö ylelikle, “sert çekirdek” kamuoyu sü recinin
KAM U O YU KURAMININ A N A BAŞLIKLARI 2 7 3
son evrelerinde olu ur; genellikle yü ksek bir konu ma e ilimi gö sterir.
Bu azınlık grubunun “toplumdan ö lü olarak” kopup kopmayaca ı ya da
birçok genç insanın katılımıyla marjinalle ip kamuoyu sü recini yeniden
harekete geçirip geçirmeyece i savunulan konuyla ilgilidir.
Sert çekirdek olgusu, edebiyatta roman kahramanı “D on Ki ot”un
ki ili inde somutla tırılmı tır.
Toplumda bir de i im yaratmak isteyen gruplar, dı lanma tehlikesine maruz
kalmadan konumlarını savunmak ve daha ö nce geçerli konumun artık
dı lanma tehlikesi olmadan savunulamayaca ını anlatmak zorundadırlar.
Birçok kanaat arasından tek bir kanaat nasıl baskın kamuoyu
haline geliyor? (Kamuoyunun i leyi biçimi)
Kamuoyu zamanın akı ı içinde dinamik bir sü reç olarak algılanmalıdır.
Bireysel kanaatlerin toplamının kamuoyuna dö nü ü mü , insanların top
lumsal do alarıyla kendi aralarında hiç durmaksızın ya adıkları etkile ime
gö re gerçekle ir.
De er yü klü alanlardaki farklı bakı açıları, sosyopsikolojik bir silah
olan dı lama tehditi ve dı lanma korkusunu kullanarak onaylanmak için
mü cadele ederler; bu sü reç, bir anlayı kendini kabul ettirinceye kadar
devam eder.
Dı lanma korkusu bireyleri, çevrelerinde hangi dü ü nce ve davranı la
rın onaylandı ını, hangilerinin ayıplanıp kınandı ını ö renmek amacıyla
insanları ve olayları sü rekli gö zlemlemeye iter. Kurama gö re, insanların
bu gö zlemleri ve tahminleri algılamada istatistikvari bir yetileri vardır.
Bu gö zlemler insanlann konu malarını ve davranı larını etkiler. Gö rü leri
nin toplumun geneliyle uyum içinde oldu una kanaat getirdiklerinde,
gerek ö zel gerekse kamusal konu malara kendinden emin bir biçimde
katılır ve ö rne in, rozetler, araba çıkartmaları, giyini tarzı ve açıkça gö rü
lebilir di er simgelerle dü ü ncelerini açı a vururlar. Gö rü lerinin azınlıkta
oldu una kanaat getirmi lerse e er, daha dikkatli davranır, susmayı tercih
eder ve bu tü r tutumlarla toplum içinde gerçekte olduklarından daha
zayıf bir gö rü ntü çizerler, ta ki bu grup tamamen yok olana dek. Kamuoyu
sü recindeki bu harekete 1973’te “suskunluk sarmalı” adı verilmi tir.7
Tocqueville’in (1856) Fransız Devrimi sırasında azınlıktaki dindar
Hıristiyanların durumlarıyla ilgili olarak yaptı ı bir saptama suskunluk
sarmalının en gü zel edebi tasviridir.
Sosyopsikolojik kamuoyu konseptiyle ili kisi açısından suskunluk sar
malı, bir elin kü çü k parma ı gibi gö rü lmelidir. Bununla beraber, “suskunluk
2 7 4 KAMUOYU
sarmalı” sanki bu elin tamamıymı gibi tartı ılmaktadır. Oysa elin tamamı,
toplumsal denetim ve kamuoyu denen gü çtü r.
Suskunluk sarmalı sü reci dö rt ana varsayıma ve bunları birbirine
ba layan be inci bir varsayıma dayanır.
Bu dö rt varsayım unlardır:
1. Toplum, genel uzla manın dı ına çıkan bireyleri dı lamakla tehdit eder.
2. Bireyler sü rekli dı lanma korkusu içindedirler.
3. Bireyler dı lanma korkusundan ö tü rü sü rekli kanaat ortamlarını gö z
lemleyip de erlendirmeye çalı ırlar.
4- Bu (istatistikvari) gö zlemlerden çıkardı ı sonuçlar, bireyin, ö zellikle de
gö rü lerini ifade etme ya da saklama (konu ma ya da susma) açısından
kamu içindeki davranı larını etkiler.
Be inci varsayım bu dö rt varsayımı birle tirir ve buradan kamuoyunun
olu umu, korunması ve de i imine dair çıkarımlarda bulunur.
Bu varsayımların (1-4) ampirik olarak test edilebilmeleri için, kamuo
yunda yapılan anketlerde sorulabilecek gö zlemlenebilir gö stergelere akta
rılmaları gerekir (a a ıya bkz.). Bir sonraki adımda ö rnek vaka incelem e
leri yapılarak, kamuoyu sü recinin be inci varsayımında ifade edilen ili ki
ara tırılabilir.
Suskunluk sarmalı yalnızca “sıvı” (Tö nnies) kamuoyu sü reçlerinde,
yani de erlerin de i ime u radı ı alanlarda ya da toplumsal dü zgü lerin
yıkılmasına tepki olarak ortaya çıkar.
Kuramın ampirik testinde suskunluk sarmalı genellikle ço unluktaki-
lerin konu maya, azınlıktakilerin susmaya e ilimli oldukları basit bir ç o
unluk ve azınlık modeline indirgenmektedir.
Bu tü r bir konsept, medyanın etkisi birinci derecede gö z ö nü ne alın
madı ında kolayca çü rü tü lebilir, çü nkü medya belki de en gü çlü etki
faktö rü dü r. Suskunluk sarmalları neredeyse hiçbir zaman kanaat ü reticisi
medyaya kar ı geli mezler. Medyanın gö rü ü nü payla an kü çü k bir azınlık
bile olsa, bu azınlık konu maya daha fazla e ilimli olmakta, di erleri ise
“sessiz ço unlu u” olu turmaktadırlar.
Federal Almanya’da 1965-86 yılları arasında geli en nü kleer enerji
tartı maları, nispeten daha uzun sü ren bir kamuoyu sü recinin medya ile
yo un ili kisine ö rnek olu turması bakımından ampirik olarak etraflıca
incelenmi tir.
Bu ara tırma ö rne i, kamuoyu sü recindeki çe itli unsurların rolü nü n
sü reç içinde nasıl anla ılması gerekti ini gö stermektedir. Medyanın tutu
mu ya da tutumundaki de i im, halkın kanaat ortamına dair tahminlerin
deki de i imlerden ö nce gerçekle mektedir. Kanaat ortamı tahminindeki
KAM U O YU KURAMININ A N A BAŞLIKLARI 2 7 5
de i imler, insanın kendi gö rü lerindeki de i imlerden ö nce gerçekle
mektedir. Davranı -konu maya hazır olm a- kanaat ortamına gö re ayar
lanmakta ama, suskunluk sarmalı sü recinden kaynaklanan bir etkile imle
kanaat ortamlarına dair tahminleri de etkileyebilmektedir.
Nü kleer enerji tartı masına dair incelemelerde, çifte kanaat ortamı
ampirik olarak kanıtlanmı tır: izlenen medyanın yayın politikasına -sa
ya da sol e ilimli gazete— ya da belirli bir ileti im aracının az ya da çok
kullanımına gö re, kanaat ortamına dair farklı tahminler yü rü tü lmü tü r.
Nü kleer enerjiyi savunanların konu ma e ilimi, son derece geni bir “sert
çekirdek” olu turduklarını da ortaya koymu tur.
Kısa vadeli kamuoyu sü reçlerinin yanı sıra, çok yava ilerleyen, hatta
yü zyıllar boyunca sü renleri de vardır.
Kamuoyu sü reçlerinin son evresi, elde edilenin topluma iyice yerle
mesidir. Bu bir yasal dü zenleme, yazılmamı bir yasa ya da bir tabu olabilir.
Bü yü k çabalann e lik etti i kamuoyu sü reçleri, kamuda tartı ılacak
konuların seçimi, kamuoyunun savunulması, de i imi, de er yargılarının
de i imi, hatta modanın oynak biçimleri, toplumun bü tü nle mesini ve
eylem yetisini peki tirmektedir.
Sosyopsikolojik kuram
medya-kamuoyu ili kisine nasıl yakla maktadır?
Bir kamuoyu kuramı olmadan medyanın etkisi anla ılamayaca ı gibi, bir
medya etkisi kuramı olmadan da kamuoyu sü reçleri anla ılamaz.
Gü nü mü zde medyanın gü ndem belirleme (agerıda-setting) i levinden
etkilenmeyen bir kamuoyu pek yoktur herhalde. Bir konu ancak medyada
yo un bir biçimde ele alınınca, dı lama tehditi ve dı lanma korkusunun
hü kü m sü rdü ü o gerilim durumu serpilip geli meye ba lar.
Kamuoyu sü recinde medya, ö zellikle de bireyin çevre gö zlemleri ba
lamında ö nemlidir, insanlar kanaat ortamını gö zlemlerken iki kaynaktan
yararlanırlar: Birincisi, do rudan gö zlemledi i çevre, kincisi, medya (do
laylı algılama).
Birey kanaat ortamına ili kin izlenimlerinin bü yü k bir kısmını medya
dan edinir. Medyanın sö ylemi dı lama tehditi saçmaktadır. Birçok durum
da bireyin medyanın sundu u haberlerden ba ka bilgi kayna ı yoktur.
Medyadaki tek seslilik ve tek boyutluluk, bireye, sunulan mesajlar arasın
dan seçim yapma ansını tanımamaktadır. Medyanın bir de, belirli kanaat
ve konuları daha çok ö n plana çıkarmak eklinde yerine getirdi i bir
dillendirme i levi vardır. Bu yü zden, belirli bir kanaatin ya da davranı
2 7 6 KAMUOYU
biçiminin yanda lan ve kar ıdan, medyada e it bir biçimde dillendirilme
olana ına sahip de ildirler. Tartı malı bir konuda, medyada baskın ola
rak temsil edilen bir kanaat kendini daha kolay kabul ettirecektir, çü nkü
yanda larına gereken argü manlar, sloganlar ve ifadeler medya tarafın
dan sunulur. Bu nedenle, gö rü leri medyada pek az ya da hiç temsil
edilmeyen kar ıtlarına gö re bu insanlar için kamu içinde konu mak,
çok daha kolaydır.
Medyaya kar ı geli en bir suskunluk sarmalı imdiye dek ampirik
olarak saptanamamı tır. Konu maya hazır olmak için medyanın deste i
nin hissedilmesi gerekir ne de olsa. Bu nedenle, muhabirler, gazete yazar
ları, bilinçli ya da bilinçsiz, kamuoyu ü zerinde hayli etkilidirler.
Pek çok olayda, halk kanaat ortamının ne yö ne do ru geli ti ini do ru
algılar. Fakat kamuoyu yoklamalarında tespit edilen kanaat da ılımı ile
ço unlu un ne dü ü ndü ü hakkında yü rü tü len tahminlerin birbirinden
bu kadar farklı olması dü ü ndü rü cü dü r. Bu durum, kar ılıklı cehaletler
(“pluralistic ignorance”) diye nitelendirilir. Kanaat ortamının yanlı algılan
masının (geli im yö nü nü n de il, sayısal oranların yanlı algılanmasının)
çe itli nedenleri vardır. Birinci neden, her cephenin kendi gö rü ü nü oldu
undan daha gü çlü zannetmesidir (“looking'glass perspective”), ü stelik bu
cephe kendinden emin oldu u oranda gü cü nü kendi gö zü nde bü yü tü r.
kincisi, kanaat ortamı, belli bir gö rü ü n temsilcilerinin kamuda kendileri
ni açıkça ortaya koyup koymamalarına gö re (konu ma ve susma e ilimle
rine gö re) yanlı algılanır; ö rne in, azınlıktaki bir gö rü ü savunanlar, sırf
konu maya daha fazla e ilimli oldukları için daha gü çlü gö rü nebilirler.
Ü çü ncü neden, medyanın gö rü ü do rultusundaki kanaat ortamının fazla
bü yü tü lmesidir. Bu ü ç neden birlikte etkili olurlar; birer seçenek de ildirler.
Kamuoyu sü recinde medya tek ba ına belirleyici de ildir. Medyanın
gö rü leri ile ço unlu un gö rü leri arasında bir uçurum oldu unda, genel
likle yü zeysel bir uzla maya varılır.çeli kilerle dolu bu uzla ma reel olayla
rın etkisiyle çok çabuk de i ebilir.
Bir kanaatin baskın kamuoyuna dönü me süreci rasyonel midir?
Sosyopsikolojik kamuoyu kuramı sık sık yeterince rasyonel olmamakla
ele tirildi. Gerçekten de, bö yle bir kamuoyu anlayı ında hep en iyi kanaa
tin kabul edilece i ku kuludur. Fakat dı lama tehditine ve dı lanma kor
kusuna dayanan bir kamuoyu sü recinin rasyonel olmadı ı iddia edilemez,
çü nkü toplum birli i ve bü tü nle mesi açısından ne kadar kazançlı oldu u
ortadadır.
KAM UOYU KU RAM ININ A N A BAŞLIKLARI 277
Dı lanma korkusu rasyonel bir davranı gü dü sü de ildir elbette; birey
bunun gelir-gider hesabını yapamaz, hatta bu korkunun çok da fazla
bilincinde de ildir.
Tarihi kaynaklarda da kamuoyundan anla ılan ey ortak yargıydı,
fakat bu entelektü el anlamda, yani “yanlı " kar ısında “do ru” anlamında
bir yargı de ildir. 1883’te, Alm an hukukçu Rudolph von Ihering -k i
kendisi kamuouyunu ilk anlamıyla kavrayan az sayıda yazardan biridir—
toplumun di er ü yelerinden farklı bireyin cezalandırılma biçimi olan
“kınamayı” betimlerken de bunu kastetmi ti. Von Ihering, kınamanın,
ö rne in, “yanlı bir çıkarım, hatalı bir aritmetik i lemi ya da ba arısız bir
sanat eserinin” onaylanmaması gibi rasyonel bir karakter ta ımadı ım
vurgular. O na gö re kınama, “kamuoyunun, çıkarlarının zedelenmesine
kar ı, kendini gü vence altına almak için gö sterdi i bilinçli ya da bilinçsiz
pratik tepkilerdir”. Ne çıkarıdır bu bö yle, kim gü vence altına alınır? Karar
vermek ve eylemde bulunmak için gerekli birlik ve beraberli i garanti
altına alan toplum çıkarıdır.
Sosyopsikolojik kamuoyu kuramının hipotezleri ampirik olarak
hangi toplumbilimsel araçlarla kontrol edilebilir?
• Dı lama tehditini ampirik yollarla kanıtlayabilmek için gerekli araçlar
Genel: Dı lama tehditinin gü cü nü ö lçen “yuhalama testi” (tartı malı
bir konuda iki ayrı gö rü ü savunan konu macılardan hangisi yuhalan
maktadır? Geni bilgi için bkz. XXVII. Bö lü m). Asya ü lkelerinde uygula
nan dı lama tehditi testinde yuhalama yerine kom u dedikodulan kulla
nılmı tır. Seçim ara tırmalarında: Lasti i patlatılan araba testi, park
yeri testi, seçim afi leri testi uygulanır (bkz. III. Bö lü m). Bu araçlar,
dı lama tehditi konusundaki sistematik ara tırmalar (Holicki 1984)
ve gü lerek alay etme ya da alaylı alaylı gü lü mseme gibi sö zel olmayan
sinyallerin dı lama tehditindeki rolü yle ilgili ara tırmalar (Albrecht)
sonucu geli tirildiler.
• Dı lanma korkusunu ampirik yollarla kanıtlayabilmek için gerekli araçlar
Tehdit-cü mle tamamlama testi (bkz. II. Bö lü m); mahcubiyet gö stergesi
ve derecesine ili kin soru dizisi (Hallemann 1 9 8 6 ,1 9 8 9 - bkz. X X V II.
Bö lü m), ö z-deneyler.
Dı lanma korkusu dolaysız sorularla de il, ancak dolaylı sorularla,
gö stergeler yardımıyla saptanır, çü nkü dı lanma korkusu, toplumun
2 7 8 KAMUOYU
gö rmekten ho lanmadı ı, bireyin bilinç dı ına itti i davranı ve tepki
biçimlerinden biridir.
A sch (1951-1952) ve Milgram’m (1961) uyum baskısı konusunda
yaptıkları laboratuvar deneyleri sınırlı da olsa, belirli sonuçlara varma
mızı sa lar. Bu deneyler, kü çü k gruplardaki konformizm mekanizmala
rının, anonim kamu içindekilerle benzerli ini ortaya koyması açısın
dan ilginçtir (bkz. III. Bö lü m ).
• istatistikvari algıyı ampirik yollarla kanıtlayabilmek için gerekli araçlar
insanlar, çevrelerinde hangi kanaat ve davranı ların onaylanıp hangilerinin
onaylanmadı ım sü rekli olarak tahmin etmeye çalı ırlar. Gerçek gü ç
dengesini her zaman do ru tahmin edemeyebilirler (“pluralistic ignorance"
-kar ılıklı cehaletler), ama çevrelerindeki insanların neyi daha çok, neyi
daha az savunmaya ba ladıklarını bilebilirler, insanların ço unun, kamu
oyu yoklamalannda sordu umuz “ço unluk bu konuda ne dü ü nü yor?”
sorusuna istekle yanıt vermeleri bu yetiyi kanıtlar. Çevrelerindeki gü ç
dengesi hakkında tahminde bulunan insan sayısındaki fazlalık, kamuoyu
sü recine yalnızca çıkarlan ve ilgileri olan insanlann (“attentiom publics”),
katıldı ı varsayımını çü rü tmektedir (Lang/Lang 1981, Davison 1989).
• Susma ve konu ma e ilimini ampirik yollarla kanıtlayabilmek için gerekli
araçlar
Tren ya da otobü s testi (ü lke ko ullarına gö re -bkz. II. Bö lü m ve XXVII.
Bö lü m); televizyon muhabiri testi (bkz. XXVII. Bö lü m) —(bu test sadece
konu ma e iliminin, ö zellikle de sınırlan gö rü lemeyecek kadar bü yü k
bir anonim kamu ö nü nde konu ma e iliminin saptanmasına uygun
bir testtir); insanlann arabalarına çıkartma yapı tırmaya, rozet takmaya
ya da di er gö rü lebilir simgeleri ta ımaya hazır olup olmadıklarının
saptanması. Bir ba ka dolaylı soru: “Son zamanlarda birisi sizinle XY
konusu hakkında konu tu mu?” Yanıt “evet” ise “peki onun fikri neydi? ”
-bu test, seçim ara tırmalannda, parti tabanının seçim kampanyasında
ne kadar faal oldu unu ö lçmek amacıyla da kullanılabilir (“son zaman
larda biri sizinle kime oy vermeniz gerekti i hakkında konu tu mu?”
Yanıt “evet” ise, “hangi partiye oy vermeniz gerekti ini sö yledi?”) .
Konu ma e ilimlerinin tespitinde cinsiyet, toplumsal tabaka ve ya
gibi de i kelerin de dikkate alınması gerekir, çü nkü bu ki isel ö zellikler
bireyin konu ma e ilimini temelinden etkiler.
• Kanaat ortamının ampirik yollarla saptanabilmesi için gerekli araçlar
Kanaat ortamı ampirik olarak, ahlak yü klü belirli bir konuda, belirli
KAM U O YU KU RAM ININ A N A BAŞLIKLARI 279
bir ki i hakkında u sorularla saptanır: “Ço unluk ne dü ü nü yor?”,
“sizce ço unluk taraf mı, kar ıt mı?”, “ço unluk bu konuda olumlu
mu dü ü nü yor, olumsuz mu?” Bu sorular duruma gö re, geçmi e, gele
ce e ya da imdiki zamana gö re çe itlendirilir. Kamuoyunun gelecek
teki geli imine dair tahminlerde bulunabilmek açısından, gelecekle
ilgili beklentiler bü yü k ö nem ta ır. Ayrıca, “sizce neler ‘moda’, neler
‘demode’?” ve “neler yaygınla ıyor? Neler azalıyor?” soruları (bir liste
yardımıyla).
insanlar, bir tarafın gü ç kazandı ı ya da gü ç kaybetti i konusunda,
bulundukları yerden ba ımsız, isabetli algılara sahiptirler. Almanya’da
1972-88 yılları arasında kü rtajla ilgili kanaatlerin geli imi ve kü rtajın
kolayla tırılmasından yana olanlarla buna kar ı olanların kanaat orta
mına dair yü rü ttü kleri tahminler buna ö rnek verilebilir. Ö lü m cezası
konusunda da, suskunluk sarmalı kuramının tanıtılmasından kısa sü re
sonra, kanaat ortamındaki de i imin ki isel statü lerden ba ımsız ola
rak do ru algılandı ı ortaya konmu tur.
Sosyopsikolojik kamuoyu sürecine dair ampirik bir örnek vaka
incelemesi ba latılmadan önce hangi önko ulların mevcut olması
gerekir?
Her eyden ö nce seçilen konunun iki ö zelli i barındırması gerekir: Birinci
si, konu gü ncel ve kamuda tartı ılıyor olmalı, kincisi, konu ahlaki bir
boyuta sahip olmalı, yani de erler içermelidir. Ü çü ncü ö nko ul ise, medya
etkisi faktö rü nü çö zü mlemede gö z ö nü nde bulundurabilmek için, medya
nın bu konu hakkında ki tutumunun n icel olarak saptanmasıdır.
1. Önko ul: Güncellik
Bir konunun gü ncelli i seçim ara tırmalarında ampirik olarak u so
ruyla saptanır: “Seçim kampanyalarınde hep birçok konu hakkında
konu ulur. Fakat ö zellikle ö n planda olan, ü stü nde çok konu ulan
konular da vardır. Lü tfen u listeyi inceleyip u sıralarda en çok hangi
konular ü zerinde duruldu unu bana sö yler misiniz?”
Bu soruya verilen yanıtlarda bir konu ne kadar çok kar ımıza çıkarsa,
o kadar gü ncel demektir.
Ö rnek vaka incelemeleri için toplumda yeni yeni yerle meye ba layan,
olabildi ince “taze” bir konu seçilmesinde yarar vardır. Bu sayede,
kamuoyu sü recinin tü m evreleri (ö zellikle de ilk ve son evreleri) sapta
nabilir ve medya tü m halkı etkileyemeden, medyayı az ya da çok
2 8 0 KAMUOYU
tü keten denekler arasındaki fark ortadan kalkmadan, halkın gö rü leri
tespit edilebilir.
2. Önko ul: Ahlaki ya da estetik yükleme
Burada ö nemli olan, kamuoyunun rasyonel olmayan, de er yü klü un
surlarını, ahlaki ve estetik de erlerini dikkate almaktır. Farklı dü ü nen
aptal de il, kö tü dü r. Kamuoyu gü cü nü ve dı lama tehditini ahlaki unsur
dan alır. Ahlaki nedenler olmadan kamuoyu sü reci harekete geçirilemez
ya da ba ka bir deyi le: Ahlaki unsurlara dayanmayan, yani kamuoyun
dan yardım almayan bir siyaset ya hiç yerle mez ya da çok zor yerle ir.
Rasyonel konularda dı lanma tehlikesi azdır. Bu nedenle, sadece tartı
malı de erlere ili kin konular sö z konusu olabilir.
Bir konunun ahlaki yü klemesi ampirik olarak u soruyla saptanır:
“Ö yle konular vardır ki, dostlarımızdan farklı dü ü nü rü z. Bu durum
bazen ö yle bir raddeye varır ki, iddetli bir kavgaya hatta dostlu un
bozulmasına neden olur. Biz u gö rdü ü nü z kartlara çe itli konular
yazdık —bir okuyun lü tfen... Sizce bunların hangisi çok iyi dostların
bile iddetli bir kavgaya tutu masına neden olabilir?”
Daha ö nce sö zü edilen ve dı lama tehditinin gü cü hakkında bir bilgi
veren “yuhalama testi” de bu amaçla uygulanabilir.
3. Önko ul: Medyanın tutumunun saptanması
Medyanın konu hakkındaki tutumu nicel ampirik içerik çö zü mlemesi
yö ntemiyle tespit edilir. Medyanın tutumu, bir spektrum çö zü mleme
sinden çıkarılabilir; bu çö zü mlemeyle incelenen medya, siyasi gö rü ü
ne gö re, sa ya da sol olarak sınıflandırılabilir.
Ö zellikle de, borusunu ö ttü ren, di er medya gruplarının sık sık alıntı yaptı ı
ve siyasetçilerin dikkate aldı ı lider medyanın tutumu çok ö nemlidir.
Sosyopsikolojik kamuoyu konseptinin i leyi biçimine dair hipotezlerin
uygulanabilece i bir ö rnek vaka, ancak bu ü ç ö nko ul yerine getirildi inde
incelenebilir hale gelir.
Kamuoyunun olu umuna dair örnek vakaları ampirik olarak
incelemeyi olanaklı kılan asgari bir program nasıl olmalıdır?
Bir kamuoyu sü recini çö zü mlemek ve geli imi hakkında tahminlerde
bulunabilmek için, a a ıdaki altı maddenin kamuoyu yoklamaları ve
medya içerik çö zü mlemeleriyle saptanması gerekir:
KAM UOYU KU RAM ININ A N A BAŞLIKLARI 2 8 1
1. Halkın bakı açısındaki ço unluk oranları.
2. Kanaat ortamının tahmini: “insanlann ço u bu konuda ne dü ü nü yor?”
3. Gelecekteki ba arı beklentileri: “Hangi taraf kazanacak, hangi taraf
kaybedecek?”
4- Kamu içinde dü ü nceleri ifade etme e ilimi (konu ma e ilimi).
5. Konunun duygusalla tırılma derecesi, de er yü kü (ahlaki boyut).
6. Konunun ö nde gelen medyada hangi yo unlukta, ne do rultuda ele
alındı ı.
Belirli bir konu hakkında bu bilgilere sahip olunduktan sonra, kamuoyunun
geli imine dair isabetli tahminlerde bulunulabilir. Bu tahminler, yalnızca
bireysel kanaat da ılımından elde edilen kamuoyu yoklaması verileriyle
yapılan geleneksel çö zü mlemelerin çok daha ö tesindedirler.
Medyanın tutumu ile kamuoyu arasındaki ba lantının ortaya konabil
mesi için, ara tırılan konudan ba ımsız olarak, unların da saptanması
gerekmektedir: Deneklerin medya tü ketimi (medyanınyo unlu u: Ö rne
in, televizyon kullanımı yü ksek: Gü nde iki saatten fazla, televizyon kulla
nımı dü ü k: Gü nde iki saatten az), siyasetle ilgilenip ilgilenmedikleri,
siyasi gö rü (sa -sol), ayrıca ara tırma konusundan ki isel olarak ne kadar
etkilenildi i.
Sosyopsikolojik kamuoyu kuramı bilimsel çalı malarda yararlanıla
cak ne gibi çıkarım ve perspektifler sunmaktadır?
Sosyopsikolojik kamuoyu kuramı, kamuoyu yoklamalarında kullanılan
yö ntemler için çıkarımlarda bulunur. imdiye dek anketlerde bireysel du
rumlara —vakalar, davranı biçimleri, kanaatler ve m otivler- yö nelik soru
repertuvanna, bireyin toplumsal do asını ortaya çıkaran yeni soru tipleri
eklenmektedir: Bireyin dı lama tehditi ve dı lanma korkusuna dair gö z
lemleri; geçmi , bugü n ve gelecekteki kanaat ortamlarının istatistikvari
tahminleri; konula tırma ve kanaat ortamı; bireyin “kamu” içindeki, her
kesin gö zü ö nü ndeki davranı biçimleri.
Bilimsel ara tırmalar için, kuramın uygulanması ve kontrol edilmesi
konusunda çıkarımlarda bulunulur —
ö rne in, siyaset bilimindeki demokrasi kuramında. Buradan, siyasi
otoriteye ili kin kamuoyu baskısının yeni bir de erlendirmesi yapılabilir.
Kuram, ö zellikle de seçim ara tırmalarında uygulanarak, verimli so
nuçlar alınmasını sa layabilir. El de memi alanlardan biri de, totaliter
2 8 2 KAMUOYU
rejimlerde kamuoyunun rolü dü r; bu rolü n çö zü mlenmesinde kamuoyu
kuramından yararlanılabilir;
sosyal psikolojide, ö rne in yabancılara ve azınlıklara kar ı ho gö rü nü n
ve saldırganlı ın ara tırılmasında; kamuoyu ö nderleri kuramı, stereo-
tipler ara tırmalarında;
sosyolojide, ö rne in toplumlarm, bü tü nle me derecesine gö re ve bü
tü nle menin tehlikeye girdi i kriz dö nemlerinde (sava dö nemlerinde)
çö zü mlenmesi;
tarih biliminde, ö rne in bü yü k hü kü mdarların kamuoyuyla ili kileri
nin incelenmesi ya da devrim çö zü mlemelerinde;
ileti im biliminde, medya etkisinin ve propagandanın ara tırılmasında;
hukukta, kamuoyuyla hukuk arasındaki ili kinin ara tmlmasmda;
dilbilimde, ö zellikle de retorik ve edebiyatta;
dinbilim ve felsefede, ö rne in insanın toplumsal do asından kaynakla
nan davranı larının, alı ılagelinen yakla ımlardan farklı ele alındı ı
ahlak ö retisinde.
Bü tü n bunların yanı sıra, 20. yü zyılda geli tirilen toplumbilim kuramları
nın kamuoyu kuramıyla ili kisinin ara tırılması ve bunlar arasında kö prü
kurulması gerekir. Bunlar arasında ö zellikle de, Referans Gruplar Kuramı,
“Theory ofRational Choice or Collective Action” [Rasyonel seçim ve Kolektif
eylem kuramı], Grup dinami i kuramı, Konformizm kuramı ve Simgesel
etkile imcilik kuramı sayılabilir.
Suskunluk sarmalı kuramının uygulanma olanakları, bilimden çok
ö nce siyaset alanında kavranmı tır. Conradt 1976 Alman Parlamento
seçimleri ü zerine yazdı ı makalesinde, suskunluk sarmalı kuramının ya
yımlanmasından henü z ü ç yıl sonra, suskunluk sarmalının olu maması
için seçim stratejisi uzmanlarının kuramın bulgularından pratikte nasıl
yararlandıklarını anlatmı tır.
Fakat kuramın belki de en etkili çıkanmı, sü rekli bireysel varlı ı ile
toplumsal do ası arasındaki gerilimli alanda ya ayan insanın çifte do asını
kavramamızı sa lamasıdır.
Sonsöz 1991
Bu kitap §imdiye dek yü rü ttü ü mü z çalı malara ili kin bir rapordur; oku
yucu yola devam edilmesi gerekti inin farkındadır.
SirWilliamTemple (1628-1699)1 ile ancak 1990’da Mainz Ü niversitesin
deki seminerlerimizde sü rpriz bir biçimde kar ıla tık. Sir William Temple,
siyasi ve diplomatik misyonlar ile çiftlik evinin kü tü phanesi arasında
geçen ya amı nedeniyle, kendisinden bir asır ö nce ya amı Montaigne ile
kar ıla tırılabilir. Temple, kendisinden neredeyse kırk ya kü çü k Jonathan
Svvift’e bü yü k bir hayranlık duyuyordu ve yirmi iki ya ındaki genç adamı
sekreter olarak i e aldı; bu i birli i yirmi yıl sü rdü . Swift, Temple’m yazıla
rını dö rt ciltlik bir eser halinde yayımlamasaydı, Aristoteles, Machiavelli
ve Erasmus’tan esinlenen ve devrimci 17. yü zyılda Hobbes ile Locke
arasındaki tehlikeli yoldan giden bu devlet adamı ve filozoftan bü yü k
bir olasılıkla haberdar olamayacaktık.
Hume’un ba lıca konusunu (hü kü metin otoritesini ya da halkın gü ve
nini yitirdi inde -k i ikisinin aynı ey oldu unu sö yler H um e- nasıl dev
2 8 4 KAMUOYU
rildi ini), David Hume'dan elli yıl ö nce ya ayan Sir William Temple’da
ancak imdi ke fettik. Ve Madison’dan yü z yıl ö nce ya ayan Temple’da
suskunluk sarmalının ö nemli bir teziyle kar ıla tık: nsan gö rü lerinde
kendini yalnız hissetti inde ü rkek ve dikkatlidir. “ nsanların ço u, çoktan
kabul edilmi gö rü leri savunurken, hiç kimse, ya hiç kimsenin ya da
pek az insanın payla aca ını bildi i yeni gö rü ler ortaya atmaya cesaret
edemez”.2
1990 sonbaharında, Chicago Ü niversitesi Siyasal Bilimler Bö lü mü ’nde
doktorasını yapan Bartholomevv Sparrow bana ö yle yazmı tı: “Kamuoyu
kuramı ile siyasi dü ü nce tarihi arasındaki ili kilerde hep ba kalarından
alıntı yapmakla, kendinize haksızlık ediyorsunuz. Oysa bunca bilgiyi bir
araya toplayan ve bü yü k bir sabırla kamuoyunun kö klerini açı a çıkaran
sizsiniz. Fikirlerinizin kayna ını bilmek ve bu alandaki ö ncü ki ileri tanı
mak isteriz elbette. Fakat bizi Floyd Allport ya da Harwood Childs’tan
çok sizin fikirleriniz, kuramlarınız, deneyimleriniz ilgilendiriyor. Benim
size ö nerim, ba kalarına dair çok sayıdaki alıntı ve gö ndermelerin,-sonuç
ta sizin çalı malarınızın ü rü nü olan bir m etinde- bu kadar ö n plana çıka
rılması yerine, bunların azaltılması ya da dipnotlarda verilmesi”.3
Bilim adamları ve sanatçılar arasındaki temel fark sanırım bu noktada
yatıyor. Sanatçı ö znel gerçe in pe indedir, yalnızca kendisinin ke fedebile
ce i ve gö rebilece i bir gerçe in. M arcel Proust’un dedi i gibi, sanatçı,
daha ö nce hiçbir pencere olmayan bir yerden dü nyaya yeni bir pencere
açar. Bu nedenle sanatçı, bu gerçe i bulan ki i olarak gö rü lmek ister.
Oysa bilim adamı nesnel bilginin pe indedir ve belirli bir gerçekli in
ke fi sırasında kar ıla tı ı herkes, ister ba ka bir zaman diliminden ister
ba ka bir co rafyadan olsun, onun arkada ıdır.
Bu kadar istek ve co kuyla alıntı yapmanın nedeni bu. Nü kleer enerji
konusunda medya ile kamuoyu faktö rlerinin kar ılıklı etkile imini bü yü k
bir hevesle inceleyen ve kamuoyu sü recindeki çe itli unsurların rolü nü
gö zler ö nü ne seren bir master ö rencisine, Sabine M athes'a i te bundan
ö tü rü minnettarlık hissettim. M athes’m bu dire ken çalı ması, kamuoyu
sü recindeki çe itli unsurlann rolü nü n zaman akı ı içinde nasıl gö rü lmesi
gerekti ini ortaya koydu: Medyanın tutumu ya da tutumundaki de i im,
halkın kanaat ortamlarına dair tahminlerindeki de i imlerden ö nce ger
çekle mektedir. Kanaat ortamı tahminindeki de i imler, insanın kendi
gö rü lerindeki de i imlerden ö nce gerçekle mektedir. Davranı -konu
maya hazır olm a- kanaat ortamına gö re ayarlanmakta ama, suskunluk
sarmalı sü recinden kaynaklanan bir etkile imle, kanaat ortamlarına dair
tahminleri de etkileyebilmektedir.
SONSÖ Z 1991 285
Hanz Zetterberg’ıri dikkatimi Platonun Protagoras’ma çekmesi,4 i te
bu nedenle benim için de erli bir arma an oldu. Protagoras’ ta, Zeus’un
emri ü zerine, yetenekler insanlar arasında payla tırılmı tır; biri mü zisyen
lik yetene ine, di eri el becerilerine, ba ka biri de ifa verme yetene ine
sahip olmu tur. Hermes’in son olarak siyaset yetene ini, adalet duygusu
nu (dike) ve utanma duygusunu (aidös) da ıtması gerekiyordur. Hermes
Zeus’a sorar: “Bunları da di er yetenekler gibi mi da ıtayım, yoksa herkese
mi vereyim?” Zeus: “Herkese ver” der, “bunlara herkes sahip olmalı;
e er bunlara da di er yetenekler gibi ancak bazıları sahip olursa, kentler
kurulamaz”.
Herkese da ıtılan utanma duygusu aidös, bir ngiliz yazarın eserinde
ö yle yorumlanır: “Aidös zor bir kavramdır. Davranı kuralları koymak,
e er toplum ü yeleri uymayacaksa, bo unadır. Bö ylesi bir mutabakata var
manın bir yolu da kamuoyudur. Birey, toplumun di er ü yelerinin kendisi
hakkında neler hissettikleri konusunda ciddi biçimde endi e duyar. Aidös,
toplumsal mutabakata genellikle itaat etmemizi sa layan bu kınanma
korkusudur”.5 Protagoras’m ana fikri “bir devletin var olabilmesi için bile,
gere inde tü m vatanda ların katılmak zorunda oldu u bir eyin olması
gerekmez mi?” sorusudur. “Bir toplum nasıl mü mkü n olabilir?” sorusunun
yanıtı buradaydı demek. Bir toplum ancak aidös ile, bireylerin dı lanma
korkusuyla, kamuoyuyla var olabilir.
Bu çalı ma raporunun sonunda, kitabın 1989 baskısının son sö zü nde
sö ylediklerimi tekrarlamak istiyorum: Bu kitap ü zerinde çalı ırken, Erich
Lamp’la - im di de A nne Niedermann’la - kurulan dostluk ve Suskunluk
Sarm ak’n m 1980 baskısından bu yana bana hep destek olan Helmtrud
Seaton’un dostlu u benim için ola anü stü bir arma andır.
Allensbach/Mainz, A ustos 1991,
E.N.N.
Kamuoyu Üzerine Literatür Ara tırması
Metin çö zü mlemesi kılavuzu:
Literatü r taramasının amacı a a ıdaki sorulara yanıt bulmaktır:
1) Eserde bir ya da birden fazla kamuoyu tanımına yer veriliyor mu ? E er bir kamouyu
tanımı
derlemesi sö z konusu ise, eser hangi kamuoyu tanım ya da tanımlanndan yola çıkıyor?
2) Eser-ça da ya da tarihi-ba ka yazarlarla, rastgele olmayan, sü reklilik arz eden bir ba lantı
kuruyor mu? Bunlar hangi yazarlar?
3) Kamuoyu ile ilgili olarak hangi klasik yazarlardan alıntı yapılıyor? Bu alıntılar rastgele
mi,
sistemli mi?
4) Eserin bazı bö lü mlerinde ya da tü mü nde, (belirli zamanlar, belirli konular, destekleyen
ya da
kar ı çıkan gruplar ve kurumlarla ilgili olarak) kamuoyunun içeri ine a ırlık veriliyor mu,
yoksa kamuoyunun içerikleri kamuoyunun i leyi biçimini açıklamakta mı kullanılıyor?
5a) Kitabın bazı bö lü mlerinde ya da tü mü nde kamuoyunun i leyi biçimlerine a ırlık
veriliyor
mu? Hangi bakı açısıyla ele almıyor: Sosyopsikolojik, politik, kü ltü rel ya da ba ka bir
perspek
tiften mi?
5b) Kamuoyunun i leyi biçimleri a ırlıklı olarak ele alınmamı sa bile, ilgili ba lantılar
kapsamında
açıklanıyor mu?
6) Eserde kamuoyu, ele tirel, entelektü el de ere sahip yargı gü cü (seçkinler konsepti)
olarak mı,
yoksa bir bü tü nle me aracı (bü tü nle me konsepti) olarak mı ele alınıyor?
7) Yazar kamuoyunu akıllı mı sayıyor, budala mı gö rü yor? Yoksa bazen akıllı, bazen budala

gö rü yor? Kamuoyuna hangi nitelikler yü kleniyor? Yoksa herhangi bir de erlendirme
yapılmıyor
mu?
2 8 S KAM UOYU
8) Kamuoyuyla ba lantılı olarak “uzla mamdan sö z ediliyor mu? Uzla ma nedeni olarak dı
lanma
korkusundan sö z ediliyor mu? Eserde uzla mayla ba lantılı olarak “toplumsal korku” ya da
e anlamlı kavramlar kullanılıyor mu?
9) Bireyin dı lanma korkusu, kamuoyu sü recindeki bir faktö r olarak vurgulanıyor mu?
10) Birey çevresinin onayını ya da kınamasını nasıl fark ediyor (çevrenin yaydı ı sinyaller
neler) ?
11) David Hume’un “ali govemment rests on opinion” prensibinden mi yola çıkılıyor, yoksa
her hü kü metin kamuoyunu dikkate almak zorunda oldu una dair genel bir dü ü nce mi
savunuluyor?
12) Eserde kamuoyunun ya da kanaat ortamının ahlaki bir içeri e sahip oldu u, ahlaki de
erlerle
ba lantılı oldu u açıkça ya da ü stü kapalı bir biçimde ifade ediliyor mu?
13) Yazar -açıkça ya da ü stü kapalı bir biçimde- ahlaki ve rasyonel durumları birbirinden
ayırt
ediyor mu? kisi arasındaki ili ki nasıl ele almıyor? Ahlaki durumlannbaskm oldu u evrelerle,
rasyonel durumların baskın oldu u evreler arasında fark gö zetiliyor mu?
14) Eserde kamuoyu (spesifik bir konu olarak, kısa vadeli kamuoyu) ile kanaat ortamı
(daha
geni kapsamlı ve uzun vadeli kanaat ortamı) arasında bir ayrım yapılıyor mu? Eserden yola
çıkarak, kamuoyu konseptinin kanaat ortamının somutla ması olarak ele alınabilece i iddia
edilebilir mi?
15) Eser, “kamu” kavramını tartı ıyor mu? “Kamu” Hukuksal, siyasal, sosyopsikolojik (kamu
bilinci)
olarak mı kavranıyor?
16) Kamuoyunun ifade biçimleri olarak neler sıralanıyor: Medya içeri i, seçim sonuçlan,
simgeler,
ritü eller (tö renler), kurumlar, moda, sö ylentiler, dedikodu, insanların çe itli davranı ve
konu ma biçimlerine gö sterilen tepkiler.
17) Basın-yayın, medya ve kamuoyu arasındaki ili ki nasıl gö rü lü yor?
a) Yayınlanan oy (kanaat) ile kamuoyu bir mi tutuluyor, yoksa birbirinden farklı mı
gö rü lü yor?
b) Kamuoyunun olu umunda medyanın gü çlü bir rol mü , sınırlı bir rol mü oynadı ı
dü ü nü lü yor, yoksa bu konu hiç ele alınmıyor mu?
c) Kamuoyunu etkileyen ba ka etkenlerden sö z ediliyor mu? Bunlar nelerdir?
18) Kamuoyunun çe itli alanlardaki, -ö rne in hukuk, din, ekonomi, bilim, sanat/estetik
(popü ler
kü ltü r) alanlarındaki- etkisi ele almıyor mu?
19) Eserde aile, arkada lar, i§ arkada ları, tanıdıklar ve'anonim kamu gibi çe itli toplumsal
çevrelerle ba ıntılı olarak çevre algısı ve dı lanma korkusu arasında bir ayırım yapılıyor
mu?
20) Ya am ko ullan, ait oldu u kü ltü rel ve toplumsal tabaka ve içinde ya adı ı dö nemin
ruhundan
yazarın kamuoyu ve/veya kamu olgusuna yö nelik ki isel bakı ı hakkında bir çıkarımda
bulunmak mü mkü n mü ?
21) Soru dizimiz nerede yetersiz kalmı tır? Eserde, kamu ya da kamuoyu hakkında soru
formuyla
saptayamadı ınız açıklamalara rastladınız mı ?
Notlar
Dördüncü Baskıya Önsöz
1) Almancası: Soziologische Theorie und soziale Scrukcur, yay. haz. Volker M eja ve Nico
Stehr.
ngilizceden çev.: Hella Beister, Berlin, New York, Walter de Gruyter, 1995.
2) Paul F. Lazarsfeld/Bernard Berelson/Hazel Gaudet, 1944, 1948, 1968, The People's
Choice.
How the Ycıter M akes up his M ind in a Presıdential Campaign, New York, Lonclra, Columbia.
3) John Stuart Mili, 1859, O ı Uberty, Almancası: Über die Freifıeit, ng. çev.: Bruno Lemke,
Stuttgart, Reclam 1974.
4) Thomas J.'Scheff, 1990, Microsociology. Discourse, E motion, and Social Structure,
Chicago, University o f Chicago Press.
5) Jean-Jacques Rousseau, 1762, 1963, Der Gesellschaftsvertrag, Alm. çev.: H. Denhardt,
Stuttgart, Reclam, l.c ilt, 6. bö lü m, s. 43 [Tü rkçesi: Toplum Sözle mesi, çev.: Alpagut Erenulu,
Ö teki Yayınevi, 1996, Ankara].
6) Allensbach Ar ivi, Anket: 5035 (Mayıs 1990).
7) R. Latham/W Matthews (yay. haz.), 1970-1983, TheDiary ofSamuelPepys, 11 cilt, Londra,
1. cilt, s. 260 (7 Ekim 1660).
8) Microsociology, a.g.y., s. 3, “Human Nature and the Social Bond”.
9) StanleyMilgram, 1961, “Nationality and Conformity”, Scieruific American, sayı; 205, s.
45-51.
kinci Baskıya Önsöz
1) “Sarmal modeli", “sarmal sü reci” ve “suskunluk hipotezi” kavramlarının yanı
sıra,“suskunluk
sarmalı” kavramı ilk kez 1973’tekibir yayında kar ımıza çıkar: Noelle-Neurnann, Elisabeth,
2 9 0 KAM U O YU
1973, “Kumulation, Konsonanz und Ö ffentlichkeitseffekt Ein neuer Ansatz zur Analyse der
Wirkungder Massenmedien”, Pubfetift, Jg. 18,1. sayı, s.25-55.
2) 1982 baskısı cep kitabı versiyonunun ö nsö zü yle (s. XIII) kar ıla tırınız.
I. Suskunluk Sarmalı Hipotezinin Olu umu
1) Leonhardt, R. W., 1965, “Der Kampf der Meinungsforscher. Elisabeth Noelle-Neumann,
ich wü rde mich gar nicht wundern, wenn die SPD gewâ nne’”, Die Zeit, 17 Eylü l 1965.
2) Davison, W. Phillips, 1968, “Public Opinion: Introduction” David L. Silis (yay.),
International
Encyclopedia o f the Social Sciences, New York, The Macmillian Company & The Free Press,
13. cilt, s. 188497.
3) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1973, “Retum to the Concept of Powerful Mass Media”,
Studies
of Broadcctsting, no. 9, Mart 1973, s. 67-112.
4) Lazarsfeld, Paul E/Bernard Berelson/Hazel Gaudet, 1944, 1948, 1968, The People’s
Choice.
How the Voter Makes up his Mind in a Presidential Campaign, New York, Londra, Columbia, s.
XXXVI.
5) A.g.e., s. 107-109.
6) Hobbes, Thomas, 1889,1969, The Elements o f La w. Natural and Politic, Londra, Frank
Cass
&Co. (1. basım 1650), burada ö zellikle s. 69.
7) Tocqueville, Alexis de, 1856, LAncien regime et la revolution, Almancası: 1857, Das alte
Staatswesen und die Revolution, Leipzig, s, 182.
II. Kamuoyu Yoklama Araçlarıyla Kontrol
1) Bkz. XXII. Bö lü m: Çifte Kanaat Ortamı.
2) Allensbach Ar ivi, Anket: 3010.
3) Allensbach Ar ivi, Anket: 3006.
4) Allensbach Ar ivi, Anket: 3011.
5) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1977, “Turbulences in the Climate of Opinion:
Methodological
Applications of the Spiral of Silence Theory”, Public Opinion Quarterly, 41. cilt, s. 143-158
[s. 152].
6) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1979, “Die Fü hrungskrise der CDU im Spiegel einer Wahl.
Analyse eines dramatischen Meinungsumschwungs”, Frankfurter Allgemeine Zeitung, no.
72,
26 Mart 1979, s. 10.


'
IIL E ir Güdü Olarak Dı lanma Korkusu
1) Asch, Solomon E., 1951, “Effects of Group Pressure upon the Modifıcation and Dis tortion
of
Judgments”, H. Guetzkow (yay.), Groups, Leadership, and Men, Pittsburgh, Carnegie, yeni
basımı: Dorwin Cartwright/Alvin Zander (yay.), Group Dynamics. Research and Theory,
Evanston, IIÎ./New York, 1953, Row, Peterson andComp., s. 151-162.
Asch, Solomon E., 1952, “Group Forces in the Modification and Distortion of Judgments”,
Social Psychology, New York*; Prentice Hail Inc., s. 450-473.
2) Tocqueville, Alexis de, 1856, LAncien rggime et la revolution, Almancası: 1857, Das alte
Staatsıvesenunddie Revolution, Leipzig, s- 182.
3) Tarde, Gabriel, 1890, Les his de l’imitation, Paris, ngilizcesi: 1903, T he Laws o f
Imitation, New York, Holt.
Tarde, Gabriel, 1969, Communication and Social înfluence, Chicago/Londra, The University
of Chicago Press, s. 318.
4) Bandura, Albert, 1968, “Imitation”, International Encyclopedia o f the Social Sciences,
Nevv
York, The Macmillan Company &The Free Press, 7. cilt, s. 96-101.
NOTLAR 2 9 1
5) Milgram, Stanley, 1961, “Nationality andConformity”, Scientific American, 205. cilt, s. 45-
51.
6) Bkz. daha sonra yayımlanan çalı ma, Eckstein, Harry, 1966, Division and Cohesion in
Democracy. A Study ofNorway, Princeton, N. J., Princeton University Press,
7) Fromm, Erich, 1979, Sigmund Freuds Psychoanalyse - Gröfie und Grenden, Stuttgart,
Deutsche Verlagsanstalt, s. 42.
8) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1977, “Turbulences in the Climate of Opinion,
Methodological
Applications of the Spiral of Silence Theory”, Public Opinion Quarterly, 41. cilt, s. 143-158
[s.154-155].
9) Allensbach Ar ivi, Anket: 3037.
10) Bkz. s. 194.
11) Ihering, Rudolph von, 1883, Der Z weck im Recht, 2. cilt, Leipzig, Breitkopf & Hâ rtel,
bkz. s.
242.
IV Kamuoyu Nedir.7
1) Childs, Harwood L., 1965, Public Opinion: Nature, Formaunn, and Role, Princeton, N. ]./
Toronto/New York/Londra, D. van Nostrand Company, Inc., s. 14-26.
2) Dovifat, Emil, 1937, l9 6 2 1,Zeitungskhre, 1. cilt, Berlin, Walter de G ruyter& C o.
(Sammlung
Gö schen, cilt 1039), s. 108.
3) Habermas, Jürgen, 1962, Strukturuıandel der Offentlichkeit. Untersuchungen zu einer
Kategorie
der bürgerlichen Gesellschaft, Neuwied, Hermann Luchterhand, s. 13 [Tü rkçesi: Kamusallı
ın
Yapısal Dönü ümü, çev.: T. Bora, M. Sancar, leti im Yayınları, 1997, Ankara].
4) Davison, W Phillips, 1968, “Public Opinion. Introduction", David L. Silis (yay.),
International Encyclopedia of the SocialSciences, 13. cilt, New York, The Macmillian
Company & T h e Free
Press, s. 188-197 [s. 188].
5) Oncken, Hermann, 1914, “Politik, Geschichtschreibung und offentliche Meinung” (1904),
Historisch-politische Aufsatze und Reden, 1. cilt Mü nih/Berlin, R. Oldenbourg, s. 203-243 [s.
224, 236].
6) A.g.e, s. 225.
7) Platon, 1578, Henricus Stephanus baskısı, Samtliche Werke, Heidelberg o. J., Lambert
Schneider, 2. cilt, s. 202.
8) Kant, Immanuel, 1781,6. gö z. geç. baskı 1923, Kritik der reinen Vemunft, yay., Benno
Erdmann.
Berlin/Leipzig, Walter de Gruyter, s. 589 [Tü rkçesi: Saf Akim Ele tirisi, Hacettepe Yayınları].
9) Hume,David, 1739/1740, 1896,ATreatiseofHumanNature.Editedwithananalyticalindex
by L. A. Selbj'Bigge, Oxford, A t the ClaTendon Press, s. 411 [Tü rkçesi: nsan Do ası Üzerine
Bir nceleme, çev.: Aziz Yardımlı, dea Yayınları, 1997, stanbul].
10) Ross, Edward Alsworth, 1901, 1969, Social Concrol. A Survey of the F oundations of
Order, Julius Weinberg/Gisela J. Hinkle/Roscoe C. Hinkle’m ö nsö zü yle, Cleveland/Londra,
The
Press o f Case Western Reserve University, s. 95 (1929 baskısının tıpkıbasımı, ilk kez
Macmil-
lan Company tarafından 1901 'de yayımlandı).
11) Tö nnies, Ferdinand, 1922, Kritik der öffentlichen Meinung Berlin, Julius Springer, s.
69,80.
12) A.g.e.,s. 137.
13) Holtzendorff, Franz von, 1879, 1880, Wesen und Wenh der Öffentlichen Meinung,
Mü nih, M.
Rieger’sche Universitâ ts-Buchhandlung (Gustav Himmer), s. 74.
14) Ihering, Rudolph von, 1883, Der Zvjeck im Recfıt, 2. cilt, Leipzig, Breitkopf & Hâ rtel, s.
340.
15) A.g.e., s. 242.
16) Habermas, Jürgen, 1962, Strukturuıandel der Offentlichkeit. Untersuchungen zu einer
Kategorie
der bürgerlichen Gesellschaft, Neuwied, Hermann Luchterhand, s. 117.
17) Choderlos de Laclos, 1782, Les liaisons dangereuses, Almancası: Gefahrliche
Liebschaften, Mü nih, 1909, Verlag des Hyperion Hans von Weber, s. 109 [Tü rkçesi: Tehlikeli
li kiler, çev.:
N. Ataç, Can Yayınlan].
2 9 2 KAMUOYU
18) lk kez 1597’de Londra’da sahnelendi.
19) Machiavelli, Niccolö , 1514,1978, Der Fürst, çev. ve yay. Rudolf Zorn, Stuttgart, Alfred
Krö ner ITü rkçesi: Prens, çev.: Nazım Gü venç, Anahtar Kitaplar Yayınevi, 1993, stanbul].
20) Machiavelli, Niccolo, 1950, The Prince and the Discourses, New York, Random House
Inc., s.
65, 64, 56, 67, çev.: Frank L Rusciano, o. J.,“‘Passing Brave’ Elite Perspectives on the
Machiavellian Tradition”, Chicago Ü niversitesi Siyasal Bö lü mler Bö lü mü ’ne sunulmu bir
master tezi, ço altılmı el yazmaları, s. 35,40,33, 25,37.
21) A.g.e., s. 509^511, yazarın Frank L. Rusciano çevirisi, aynı yerde, s. 64
22) A.g.e., s. 1, yazarın Frank L. Rusciano çevirisi, aynı yerde, s. 1.
23) Rusciano, Frank L., o. J., “‘Passing Brave’ Elite Perspectives on the Machiavellian
Tradition”,
Chicago Ü niversitesi Siyasal Bö lü mler Bö lü mü ’ne sunulmu bir master tezi, ço altılmı el
yazmaları, s. 49.
V Kamuoyuna Dayanan Hukuk: John Locke
1) Locke, John, 1690, 1976, Über den menschlichen Verstand, Hamburg, Feîix Meiner
(Philosophische Bibliothek, cilt 75/76), çev.: C. Winkler, 3. baskı, tek ciltte tıpkıbasım, s. 7
[Tü rkçesi: nsan Anlı ı Üzerine Bir Deneme, çev.: V. Hacıkadiro lu, Kabalcı Yayınları, 1996,
stanbul].
2) A.g.e., s. 2.
3) Locke, John, 1690,1894, An Esstfy Concemıng Human Understanding, 1671 tasarısı.
Burada
Alexander Campbell Fraser tarafından yay. tarihi-ele tirel baskı almtılanmı tır, Oxford, At
the Clarendon Press, 1. cilt, 2. kitap, s. 476 (yazarın ilk basımdan yaptı ı çeviri).
4) A g.e., 1. cilt, 2. kitap, s. 479.
5) Locke, John, 1976, aynı yerde, 2. kitap, s. 450.
6) Locke, John, 1894, aynı yerde, 2. cilt, 4» kitap, s. 368.
7) A.g.e., 1. cilt, 2. kitap, s. 477.
8) A.g.e., 1. cilt, 2. kitap, s. 475.
9) A.g.e., 1. cilt, 2. kitap, s. 476.
10) A.g.e., 1. cilt, 2. kitap, s. 476,478.
11) Locke, John, 1. cilt, 2. kitap, s. 446.
VI. Hükümetler “O y“a Dayanır: David Hume, Jam es Madison
1) Hume, David, 1739/1740,1896, A Treatise of Human Nature, ü ç ciltlik orijinal baskıdan
yay.
haz. L. A. Selby-Bigge, Oxford, At The Clarendon Press, Almancası: Ein Traktat über die
menschliche Natur, çev.: Theodor Lipps, yay. Reinhard Bıandt, 2 cilt, Hamburg 1978, Felix
Meiner.
2) Hume, David, 1741/1742,1963, Essays Moral, Political, and Literary, Londra, Oxford
University
Press, s. 29 Bu konuda bana ilham veren mektupları için Kö ln Ü niversitesinden Prof. Dr.
Ernst Vollrath’a te ekkü r ederim.
3) Hume, David, 1896, aynı yerde, s. 316-324
4) Hume, David, 1978, aynı yerde, cilt II, s. 47.
5) A.g.e., s. 48.
6) Hume David, 1751,1962, Untersuc/ıung ü ber die Prinzipien der Moral, çev., sunan ve
dizini
hazırlayan Cari Winckler, Hamburg, Felix Meiner, s. 113.
7) Haber mas, Jürgen, 1962, Struktunvandel der Offentlichkeit. Untersuchungen zu einer
Kategorie
der bürgerlichen Gesellschaft, Neuwied, Hermann Luchterhand, s. 15.
8) A.g.e., s. 15.
9) Madison, James, 1788, 1961 , “The Federalist rio. 49, February 2, 1788”, Jacob E. Cooke,
The Federalist, Middletovvn, Conn., Wesleyan University Press, s. 338-347 [s. 3401.
NOTLAR 2 9 3
10) Glanvill, joseph, 1661, The Vanity ofDogmatizing: or Confidence in Opinions. M anifested
in a Discourse of the Shonness and Uncertainty ofour Knoıvledge, And its Causes: With sorne
Reflexions
on Peripateticism; and An Apology for Philosophy, Londra, E. C. for Henry Eversden at the
Grey-Hound in St. Pauls Church-Yard, s. 227.
1 1) Descartes, Rene, 1641,1964, CEuvres, 1. cilt, Meditationes de Prima Phiîosophia, yay.
Charles Adam/Paul Tannery, Paris, Librairie Philosophique J. Vrin, s. 6. Eser ve çevirisi için
Regensburg
Ü niversitesi'nden Profesö r Dr. Ulrich Hommes’a te ekkü r ederim.
VII. Jean*Jacques Rousseau “Kamuoyu” Kauramma Yaygınlık Kazandırıyor
1) imdiye kadar tespit edebildi imiz kadarıyla, “opınzons publiques” kavramı ço ul olarak ilk
kez Montaigne’in 1588’de yayımlanan Deneme/er’inde kar ımıza çıkmaktadır, 2. kitap, 16.
bö lü m, s. 397; “opinions vulgueres” in e anlamı olarak, bak. s. 411 “opinions & publiques &
particulieres”, Montaigne, Michel de, 1588, 1902, Les Essais, yay. Fortunat Strovvksy, Bor de
aux, F. Pech, 2. kitap, 16. bö lü m, s. 397 ve 2. kitap, 17.bö lü m, s. 411 [Tü rkçesi: Denemeler,
çev.: Sabahattin Eyü bo lu, Cem Yayınları, 1997 (29. basım), stanbul].
Bana bu bilgiyi veren Mainz ü niversitesi leti im Bilimleri Enstitü sü ’nden Alexander
Tischer’a
te ekkü r ederim.
2) Rousseau, Jean-]acques, 1744, 1964, “Depeches de Venise, XCF\ La Pleiade, 3. cilt, Paris,
Gallimard, s. 1184.
3) Ganochaud, Colette, 1977-1978, “Lopinion publique chez Jean-Jacques Rousseau”,
Ü niversite de Paris V - Rene Descartes, Sciences Humaines, Sorbonne, Tomes I + II.
4) Gerber, Christine, (1975), “Der Begriff der ö ffentlichen Meinung im Werk Rousseaus”,
master
tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
5) Rousseau, Jean-Jacques, 1766-1770, o.J., Be/cennmisse, 1 cilt, Almancası: Levin
Schü cking,
Mü nih, s. 93 [Tü rkçesi: tiraflar, çev.: Kenan Somer, Doruk Yayınları, 1996, Ankara]
6) Rousseau, Jean-Jacques, 1766-1770, o J., BeJcenntnisse, cilt IV Almancası: Levin
Schü cking,
Mü nih, s. 151.
7) Rousseau, Jean-Jacques, 1762, 1963, Der Gesellschaftsvertrag, Almancası: H. Denhardt,
Stuttgart, Reclam, 2. kitap, 12. bö lü m, s. 91.
8) Locke, John, 1690,1844, An Essay Conceming Human Understanding, 1671 tasarısı.
Burada
Alexander Campbell Fraser tarafından yayımlanan tarihi-ele tirel baskıdan alıntı yapılmı
tır,
Oxford, At the Clarendon Press, s. 477.
*
9) Rousseau, Jean-Jacques, 1963, aynı yerde, 4 kitap, 7. bö lü m, s. 179.
10) A,g.e.,s. 180.
'
11) Rousseau, Jean-Jacques, 1762, 1978, Emile oder Uber die Erziehung, Almancası:
Eleonore
Sckommodau, Stuttgart, Reclam, 5. kitap, s. 917.
12) Rousseau, Jean-Jacques, 1963, aynı yerde, 3. kitap, 1. bö lü m, s. 92.
13) Rousseau, Jean-Jacques, 1963, aynı yerde, 2. kitap, 8. bö lü m, s. 77
14) Rousseau, Jean-Jacques, 1762,1962, “Du Contrat Social”, Du Contrat Social ou Principes
du
Droit Politique, Paris, Garnier Freres, 4. kitap, 7. bö lü m, s. 326 ( yazarın çevirisi).
15) Rousseau, Jean-Jacques, 1963, aynı yerde, 3. kitap, 12. bö lü m, s. 133.
16) Hume, David, 1741/1742,1963, Essays Moral, Political, andLiterary, Londra, Oxford
University Press, s. 29.
17) Rousseau, ]ean-]acques, 1762, 1967, “Lettre â M. d’Alembert sur îes Spectacles”, Paris,
Gamier-Flammariche, s. 154
18) Rousseau, Jean-Jacques, 1762,1962, “Lettre â M. d’Alembert”, Du Contrat Social ou
Principes
du Droit Politique, Paris, Garnier Freres, s. 176.
19) Rousseau, Jean-Jacques, 1762,1959, Staat und Gesellschaft. Contrat Social, Almancası:
Kurt
Weigand, Mü nih, Goldmann, 4 kitap, 7. bö lü m, s. 111.
20) A.g.e.,s. 110.
2 9 4 KAMUOYU
21) Rousseau, Jean-Jacques, 1750/55,19783, Schri/ten zur Kulturkritik, Almanca-Fransızca
baskı,
Almancası: Kurt Weigand. Hamburg, Felix Meiner, s. 221
22) A.g.e., s. 257.
23) A.g.e., s, 265.
24) Gerber, Christine (1975), aynı yerde, s. 88.
25) Rousseau, Jean-Jacques, 19783, aynı yerde, s. 264 (yazarın Fransızca aslından çevirisi).
26) Rousseau, ]ean-Jacques, 1978, aynı yerde, 3. kitap, s. 354
27) A.g.e., 2. kitap, s. 278.
28) Rousseau, Jean-Jacques, 1761, 18594, Julie oder Die neue Heloise, alıntı: Wilhelm
Hennis,
1957, “Der Begriff der ö ffentlichen Meinung bei Rousseau”, Archiv für Rechts- und
SozialpJıilosophie, cilt XLIII, s. 111-115.
29) Rousseau, Jean-Jacques, 19783, aynı yerde, s. 255.
30) Roussesu, Jean-Jacques, 1978, aynı yerde, 5. kitap, s. 804.
31) A.g.e., s. 768.
32) Alıntı: Harig, Ludwig, 1978, “Rousseau sieht das WeiBe im Auge des Kö nigs. Ein
literatü r-
historischerRü ckblick”, Die Welt, No. 71, 25. Mart 1978.
33) Rousseau, Jean-Jacques, 1761, 18594, Julie oder Die neue Heloise, cilt 1-4., Almancası: C.
Julius, Leipzig, s. 29.
34) Rousseau, Jean-Jacques, 1963, aynı yerde, 1. kitap, 6. bö lü m, s. 43.
VIII. Aîexis de Tocqueville: Kamuoyunun Despotlu u
1) Milgram, Stanley, 1961, “Nationality and Conformity”, Scientıfic American, 205. cilt, s. 45-
51.
2) Veblen, Thorstein, 1899, 1970, The Theory of the Leisure Class. An Economic Study of
Institutions, Londra, Unwin Books, Almancası: Theorie der feinen Leuce, Kö ln/Berlin, 1955,
1971, Kiepenheuer &. Witsch.
3) Tocqueville, Alexis de, 1835/1840, 1959/1962, Über die Demokracie in Amerika, 2 cilt,
Almancası: Hans Zbinden, Stuttgart, Deutsche Verlagsanstalt.
4) Tocqueville, Alexis de, 1835,1959, Über die Demokratie in Amerika, 1. cilt, Almancası:
Hans
Zbinden, Stuttgart, Deutsche Verlagsanstalt, s. 294
5) Tocqueville, Alexis de, 1840,1962, Über die Demokratie in Amerika, 2. cilt, Almancası:
Hans
Zbinden, Stuttgart, Deutsche Verlagsanstalt, s. 280.
6) Tocqueville, Alexis de, 1959, aynı yerde, s. 5.
7) Tischer, Angeiika, 1979, “Der Begriff‘Offentliche Meinung’ bei TocquevilIe”, master tezi,
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, s. 18.
8) Tocqueville, Aiexis de, 1959, aynı yerde, s. 8.
9) Tocqueville, Alexis de, 1935, Autoritât und Freiheit, Zü rih/Leipzig, Rascher, s. 55.
10) Tocqueville, Alexis de, 19672, Das Zeitâlter der Gleichheit'Ausıvahl aus Werken und
Briefen,
Almancası: S. Landshut, Kö ln/Opladen, Westdeutscher Verlag, s. 52.
1.1) Tocqueville, Alexis de, 1962, aynı yerde, s. 280.
12) Tischer, Angeiika, 1979, aynı yerde, s. 56.
13) Tocqueville, Alexis de, 1959, aynı yerde, s. 155.
14) lbcqueville, Alexis de, 1935, aynı yerde, s. 57.
15) A.g.e., s. 58.
16) Bryce, James, 1888,1889, The American Commonwealth, 2 cilt, Londra, Macmıllan,
burada,
cilt II, kısım IV, bö lü m LXXXY s. 337-344.
1 7) Bauer, Wilhelm, 1914, Die offentliche Meınuno und ihregeschichtlichen Grundlagen,
Tü bungen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck).
18) Tö nnies, Ferdinand, 1922, Kritik der öffentlichen Meinung, Berlin, Julius Springer.
19) Wilson, Francis G., 1939, “James Bryce on Public Opinion, Fifty Years La ter”, Public
Opinion
Quarterly, 3. cilt, No. 3, s. 420-435 Is. 426].
NOTLAR 2 9 5
20) Bryce, James, 1889, a.g.e., burada, ciltII, bö l. IV (s. 237-364), ayrıca, bö l. LXXXiys.
327036.
IX, F.dıvard Ross: “Toplumsal Denetim” Kavramı Yaygınla ıyor,
“Kamuoyu” Kavramı Yıkılıyor
1) Speier, Hans, 1950, “Historical Development of Public Opinion”, American Journal
ofSociohgy,
cilt LV, no. 4, Ocak, s. 376-388 [s. 376].
2) Bentham, Jeremy, 1838-1843,1962, “The coııstitutional Code, Book I, Chapter VIII,
Public-
Opinion Tribunal”, John Bowring, The Works of Jeremy Bentham, cilt 9, New York, Russel &
Russel, s. 41 -46.
3) Bryce, James, 1888, 1889, The American C ommonıvealth, 2 cilt, Londra, Macmillan,
burada, cilt II, Par t IV, Public Opinion, s. 237-264.
4) Speier, Hans, 1950, aynı yerde.
5) Hennis, Wilhelm, 1957, “Meinungsforschung und reprâ sentative Demokratie. Zur Kritik
politischer Umfragen” (Recht und Staat in Geschichte und Gegemvart, sayı: 200/201),
Tü bingen,
J. C. B. Mohr (Paul Siebeck).
6) Habermas, Jürgen, 1962, Strukturwandel der Öffentlichkeit. Untersuchungen zu einer
Kategorie
der bürgerlichen GeseUscha/t, Neuwied, Hermann Luchterhand.
7) Ross, Edward Alsvvorth, 1901, 1969, Soczaî C ontrol. A Survey of the Foundations of
Order.
Julius Weinberg/Gisela J. Hinkle/Roscoe C. Hinkle’in ö nsö zü yle, Cleveland/Londra, The
Press of Case Western Reserve University (1929 baskısının tıpkıbasımı).
Noelle, Elisabeth, 1966, “Ö ffentliche Meinung und Soziale Kontrolle”, (Rec/ıt und Staat,
sayı:
329), Tü bungen, J. C. B. Mohr (PaulSiebeck).
8) Alipott, Floyd H., 1937, “Toward a Science of Public Opinion”, Public Opinion Quarterly,
cilt
1, no. 1, s. 7-23.
9) Ross, Edward Alsvvorth, 1969, aynı yerde, s. 90 .
10) A.g.e.,s.l05.
11) A.g.e., s. 104.
12) Spencer, Herbert, 1879, 1966, The Data of Etfucs-The Vforks of Her bert Sf>encer, cilt 9,
The Principles ofEthics, bö l. 1, Osnabrü ck, OttoZeller (1892 baskısının yeniden basımı), s.
1-303.
13) LaPiere, Richard T, 1954, A Theory of Social Control, New York/Londra/Toronto,
McGraw-
Hill, bö l. 9: The Techniques of Social Control, s. 218-248.
14) Ross, Edward Alsworth, 1969, aynı yerde, s. 92.
15) A.g.e., s. 95 (yazarın çevirisi).
X Kurtların Koro H alinde Uluması
1) Luhmann, Niklas, 1971, “Offentliche Meinung”, Politische Planung. Aufsâtze zur
Soziologie
von Politik und Vertualtung, Opladen, Westdeutscher Verlag [îlk basım, Politische
Vierteljahresschrift, 11. Jg , 1970, sayı-.l, s. 2-28; tekrar basım, Wolfgang R. Langenbucher
(yay.), 2ur Theorie der politischen Kommunikation, Mü nih, 1974, R. Piper & Co., s. 27-54,
311 -317 ve Wolfgang R. Langenbucher (yay.), Politik und Kommunikation. Über die
öffentliche
Meinungsbildung, Mü nih/Zü rih, 1979, R. Piper &Co., s. 29- 61] s. 9-34
2) Lippmann, Walter, 1922, 195414, Public Opinion. New York, The Macmillan Comp. (cep
kitabı, New York, The Free Press, 1965; Almancası: Die öffentliche M einung, Mü nih,
Rü tten+
Loening, 1964).
3) Bkz. bö lü m XVIII.
4) Luhmann, Niklas, 1971, a.g.e., s. 11
5) Noelle, Elisabeth, 1966, “Offentliche Meinung und Soziale Kontrolle”, (Rec/ıt und Staat,
sayı: 329), Tü bingen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck).
6) Zimen, Erik, 1978, Der Woi/. M^thos und Verhö ken, Viyana/Mü nih, Meyster, s. 42.
2 9 6 KAMUOYU
7) Alverdes, Friedrich Wilhelm, 1925, Tierso^iologıe: Forschungen zur Völkerpsychologie
und
-soziologie, yay. Richard Thurn, 1. cilt, Leipzig, Hirschfeld, s. 108, bununla beraber, Jane Van
Lawick-Goodall, “koro halinde uluma’*yı betimlemez, 1971, In the Shadow o f Man. Boston,
Houghton Mifflin, Almancası: Wilde Schimpansen, Reinbek, 1971, Rowohlt.
8) Zimen, Erik, 1978, aynı yerde, s. 67.
9), Murie, Adolph, 1944, The ıvolves ofMount McKinley, WaShington, U, S. Nat. Park. Serv.,
Fauna Ser. 5.
10) Zimen, Erik, 1978, aynı yerde, s. 221.
11) Zimen, Erik, 1978, aynı yerde, s. 71.
12) Uexkü ll, Thure von, 1963, 1964, Grundfragen der psychosomatischen Medizin, Reinbek,
Rowohlt (rde-cilt 179/180), s. 174.
13) Lorenz, Konrad, 1963,19646, Das sogenannte Böse. Zur Naturgeschichte der Aggression,
Viyana,
Dr. G. Borotha-Schoeler, s. 197-212.
14) A.g.e., s. 206.
15) A.g.e., s. 208.
16), Pribram, Kari, 1979, “Sehen, Hö ren, Lesen - und die Folgen im Kopf.
Informationsverarbeitung
im Gehirn”, Alman Okuma Toplulu u, Medias res Vakfı ve Alman Basın Yayın ve
îkti imbilimleri Toplulu u’nun ortak sempozyumu “Medya Ekolojisi-Toplumumuzun
Gelecekteki Sorunu”, 27 Nisan 1979 , Mainz.
17) Richter, Horst E., 1976, Flüchten oder Suxndhalten, Hamburg, Rowohlt, s. 34
18) Madison, James, 1788,1961, “The Federalist no. 49, February 2,1788”, Jacob E. Cooke,
The
Federalist, Middletown, Conn., Wesieyan University Press, s. 338-347.
19) Alıntı: Reivvald, Paul, 19483, Vom Geist der M assen. Handbuch derMassenpsychologie,
Zürih, Pan-Verlag (Internationale Bibliothekfür Psychologie und Soziologie, cilt 1), s. 59.
XI* Afrika ve Pasifik Kabilelerinde Kamuoyu
1) Turnbull, Colin M., 1961, The Forest People. A Study of the Pygmies of the Congo, New
York, Simon and Schuster (A Touchstone Book).
2) Turnbull, Colin M., 1961, “The Crime of Cephu, the Bad Hunter”, The Forest People. A
Study
of the Pygmies of the Congo, New York, Simon and Schuster (A Touchstone Book), s. 94'108.
3) Turnbull, Colin M., 1961, aynı yerde, s. 112.
4) A.g.e., s. 113.
5) Mead, Margaret, 1937, “Public Opinion Mechanisms Among Primitive Peoples”, Public
Opinion Quarterly, cilt 1, Temmuz 1937, s. 5-16.
6) A.g.e., s. 8.
7) A.g.e., s. 10-12.
8) A.g.e., s. 12-14.
9) A.g.e., s. 15.
XII. Bastille’e Hücum: Kamuoyu ve Kitle Psikolojisi
1) Mead, Margaret, 1937, “Public Opinion Mechanisms Among Primitive Peoples”, Public
Opinion Quarterly, cilt 1, Temmuz 1937, s. 5-16 [s. 7j.
2) Wiese, Leopold von, 1924/28,19553, System der Allgemeinen Soziologie als Lehre von den
sozitden
P rozessen und den sozialen Gebilden der Menschen (Be^ie/ıungslehre), Berlin, Duncker&ı
Humblot, s. 424.
3) Taine, H , 1877, 1916, Les origines de la France contemporaine, III. La Revolution
l’Anarchie,
Tome 1. Paris, Hachette, s. 66-69, alıntı: Paul Reiwald, 19483, Vom Geist der Massen.
Handbuch
der Massenpsychologie, Zürih, Pan-Verlag (Internationale Bibliothek zur Psychologie und
Soziobgie, cilt 1), s. 574/575.
NOTLAR 297
4) Crespi, Leo, AAPOR’un 24. yıldö nü mü nde yapılan konu ma, Lake George, 1969.
5) McDougall, William, 1920, 1921, The Group Mine), Cambridge, At the University Press,
kısım I, bö l. III, s. 48.
X III. Moda Kam uoyudur
1) McDougall, William, 1920,1921, TheGroupMind, Cambridge, At the University Press, s.
30.
2) Bkz. ekil U-13.
3) McDougall, William, 1921, aynı yerde, s. 39.
4) A.g.e., s. 24.
5) Trotter, Wilfred, 1916, Instincts of the Herdin Peace andWar, Londra, T. FisherUmvin.
6) Malraux, Andre, 1971, Les chlnes quon abat, Paris, Gallimard, s. 182, “Je naijamais tire au
clair ce queje pense des modes... les siecles pendant lesquels les hommes doıvent etre barbus,
les siecles pendant lesqueIs ils daivent etre rasis", Almancası: 1972, Eichen, die manfâllt, çev.:
Carlo Schmid, Frankfurt, S. Fischer, s. 147.
7) Platon, 1578, Henricus Stephanus baskısı, Samtliche Werke, Heidelberg o. ]., Lambert
Schneider, 2. cilt, s. 131,130.
8) Barber, Bernard/Lyle S. Lobel, 1953, “Fashion’ in Women’s Clothes and the American
Social
System”, Reinhard Bendix/Seymour Martin Lipset (yay ), C lass, Status and Poıver. A Reader
in Social Stratification, Glencoe, III., The Free Press, s. 323-332.
9) A.g.e., s. 323.
X IV Te hir Dire i
1) Te hir dire i cezalarının ayrıntıları için bkz. Nagler, Johannes, 1918, 1970, Die St ra/e. E
ine juristiseh-empirisehe Untersuchung, Aalen, Scientia (Leipzig 1918 baskısının yeniden
basımı).
Bader-WeiB, G./K. S. Bader, 1935, Der Pranger. E in Strafıverkzeug und Rechtswahrzeichen
des
Mıttelalters, Freıburg, Jos. Waibel'sche Verlagsbuchhandlung; Hentig, Hans von, 1954-55,
Die
Strnfe. FnihformenurıdkdturgeschichtlicheZma7rmwnhânge, Berlin/Göttingen/Heidelberg,
Springer
2) Bader-WeiB, G./K, S. Bader, 1935, aynı yerde, s. 2.
3) Bkz. s. 126.
4) Locke,John, 1690,1976, UberdenmenschlichenVerstand, Hamburg,FelixMeiner
(Philosophische
Bibliothek, c. 75/76), çev.: C. Winckler, 3. baskı, bir ciltte tıpkıbasım, 2. kitap, s. 446.
5) Fehr, Hans, F olter und Strafe im alten Bern, s. 198, alıntı: Bader-WeiB, G./K.S. Bader,
1935,
a.g.e., s. 83.
6) Bader-WeiB, G./K.S. Bader, 1935, aynı yerde, s. 130.
7) A.g.e.,s. 122.
8) Stross, Brian, 1978, “Gossip in Ethnography”, Revieıvs inAnthropology, s. 181-188. John
Beard
Haviland konuyu tartı ır, 1977, Gossip, Reputation, and Knouıledge in Zinacantan, Chicago,
University of Chicago Press.
9) Choderlos de Laclos, 1782, Les liaisons dangereuses, Almancası: 1909, Gefahrliche
Uebschaften, Mü nih, Verlag des Hyperion Hans von Weber, s. 109.
10) Haviland, John Beard, 1977, Gossip, Reputation, and Knoıuledge in Zinacantan, Chicago,
University of Chicago Press, s. 63.
11) Schö ne, Walter, 1939, Der A viso des Jfihres / 609, sonsö z eklenen tıpkıbasım, Leipzig,
Otto
Harrossowitz, burada, Sonsö z.
12) Neue Juristische Wochenschrift, sayı, 10,1979, s. 504.
X V Hukuk ve K am uoyu
1) Frankfurter Allgemeine Zeitung, no. 224,26 Eylü l 1979, s. 1 ve no. 233, 6 Ekim 1979, s. 5.
2 9 8 KAM UOYU
2) Rousseau, Jean-Jacques, 1762,1962, “Du Contrat Social”, Du Contrat Social ou Principes
du
Droit Politique, Paris, Garnier Freres, 4- kitap, 8. bö lü m, s. 327.
3) Osgood, Charles E./George ]. Suci /Percy H. Tannenbaum, 1957,19644, The M
easurement of
Meaning, Urbana, III., University of Illinois Press.
4) Kö nig, Rene, 1967, “Das Recht im Zusammenhang der sozialen Normensysteme”, Ernst
E.
Hirsch/Manfred Rehbinder (yay.), Studien und M aterialien zur Rechtssoziologie. Kölner
Zeitschrift für Soziologie und Sozialpsychologie, özel sayı: 11, s. 36-53.
5) Zippelius, Reinhold, 1978, “Verlust der OrientierungsgewiBheit?” Friedrich
Kaulbach/Wemer
* Krawietz (yay.), Recht und Gesellschaft. Helmut Schelsky’nın 65, do um gü nü nedeniyle
ö zel
sayı, Berlin, Duncker &Humblot, s. 778.
6) Luhmann, Niklas, 1971 , “Offentliche Meinung”, Politische Planung. A ufsâtze zur
Soziologie
von Politik und Verıvaltung, Opladen, Westdeutscher Verlag (ilk yayımlandı ı yer, Politische
Vierteljahresschrift, 11 Jg., 1970, sayı: 1, s. 2-28; yeni basımı, Wolfgang R Langenbucher
(yay.),
Zur Theoriederpolitischen Kommunikation, Mü nih, 1974, R. Piper &Co., s. 27-54,311-317;
Wolfgang R Langenbucher (yay.), Politik und Kommunikation. Über die öffentliche
M einungsbildung, Mü nih/Zü rih, 1979, R. Piper &Co., s. 29-61, s. 9 34 [s. 19].
7) Bkz. s. 68-74.
8) Kaiser, Joseph H., 1975, “Sozialauffassung, Lebenserfahrung und Sachverstand in der
Rechtsfindung”, Neuejuristische Wochenschrift, sayı 49, s. 2237.
9) STERN no. 46,4 Kasım 1971, s. 260.
10) Tocqueville, Alexis de, 1840, 1976, Über die Demokratie in Amerika, Mü nih, Deutscher
Taschenbuchverlag, dtv-TB 6063, s. 753.
11) STERN, no. 24,3. Haziran 1971, s. 16-24.
12) Blake, Robert R./Jane Suygley Mouton, 1954, “Present and Future Implications of Social
Psychology for Law and Lawyers”, Journal of Public Laıv, cilt 3, s. 352-369.
13) Dicey, Albert V., 1905, Lectures on the Relation Between Laıv and Public Opinion in
England,
During the Nineteenth Century, Londra, Macmillan.
14) Dicey, Albert V., 1905,1962, Laıv and Public Opinion in England, Londra, Macmillan, s.
41.
Kitaptaki kısa yorum için bkz. Paul F. Lazarsfeld, 1957, “Public Opinion and the Classical
Tradition”, Public Opinion Quarterly, cilt 21, no. 1, s. 39-53.
15) Allensbach Ar ivi, Anket: 1299, A ustos 1979, n = 843.
16) Allensbach Ar ivi, Anket: 3062, Kasım/Aralık 1978, n = 2033. Tartı maya açılan yasal
dü zenlemeler: Çıraklık e itiminin iyile tirilmesi; 1979 vergi reformu; bü yü k i letmelerde
kararlar alınırken, i çilerle hisse sahiplerinin e it olması; bo anma yasası reformu (suçluluk
prensibi yerine geçimsizlik prensibi).
17) Rousseau, Jean-Jacques, 1762, 1963, Der Gesellschaftsvertrag, Almancası: H. Denhardt.
Stuttgart, Reclam, 2. kitap, 8. bö lü m, s. 77.
18) Rousseau, Jean-Jacques, 1963, aynı yerde, 3. kitap, 12. bö lü m, s. 133.
19) Rousseau, Jean-Jacques, 1762, 1967, “Lettre â M. d’Alembert sur les Spectacles”, Paris,
Gamier-Flammariche, s. 154.
X V T . Kamuoyu Bü tü nle meyi Sa lar
1) Landecker, Wemer S., 1950, “Types of Integration and Their Measurement”, American
Journal
of Sociology, cilt 56, s. 332.-340 [s. 332] (yazarın çevirisi), (yeni basımı, Paul F. Lazarsfeld/
Morris Rosenberg, 1955, The Language of Social Research. A Reader in the Methodology of
Social Research, Ne w York/Londra, The Free Press/Collier-Macmillan Ltd., s. 19-27).
2) Landecker, Werner S., 1950, aynı yerde, s. 333-335.
3) Landecker, Werner S., 1950, aynı yerde, s. 335-336.
4) Landecker, Werner S., 1950, aynı yerde, s. 336-338.
5) Landecker, Werner S., 1950, aynı yerde, s. 338-339.
NOTLAR 2 9 9
6) Smend, Rudolf, 1928, VerfassungundVerfassungfrecht, Mü nih, Duncker &Humblot.
7) Smend, Rudolf, 1956, “Integrationslehre”, Handıvörterbuch der Sozialıuissenschaften, cilt
5,
Stuttgart/Tü bingen/Gö ttingen, Gustav Fischer/J, C. B. Mohr (Paul Siebeck)/Vandenhoeck
& Ruprecht, s. 299-302 [s. 299-300].
8) Ross, Edward Alsworth, 1901, 1969, Sociai Control. A Survey of the Foundations of Order,
Julius Weinberg/Gisela J. Hinkle/Roscoe C. Hinkle’ın ö nsö zü yle, Cleveland/Londra, The
Press of Case Westem Reserve University, s. 294,1929 baskısının yeniden basımı, ilk baskı,
1901, Macmillan Company.
9) Goethe, Johann Wolfgang, Î9642, Werke, Briefe und Gesprâche, ö zel baskı, yay. Ernst
Beutler,
cilt 14, Schriften zur Literatür, “Weltliteratur, Homer noch einmal” bö lü mü ,
Zü rih/Stuttgart,
Artemis, s. 705.
10) Bkz. s. 66.
11) Norveç’teki bü tü nle meye dair ayrıca bkz. Eckstein, Harry, 1966, Division and Cohesion
in
Democracy, A StMcfy ofNorvuay, Princeton, N. J., Princeton University Press.
XVII. Kamuoyuna Meydan Okuyanlar: Marjinaller, Sapkınlar, Sıradı ı Ki iler
1) Klapp, Orrin E., 1954, “Heros, Villains, and Fools, as Agents of Social Control”, American
Sociological Revieıu, cilt 19, no. 1, s. 56-62.
2) Alıntı: Harig, Ludwig, 1978, “Rousseau sieht das Wei6e im Auge des Kö nigs. Ein literatü r-
historischer Rü ckblick”, Die Welt, no. 17,25 Mart 1978.
3) Schlegel, Friedrich, 1799, Lucinde, Berlin, HeinrichFrö lich, s. 40.
4) Die Welt, no. 189,1976, s. 8.
5) Limmer, Wolfgang, 1976, “Wem schrei ich um Hilfe?”, Der Spiegel, no. 41, s. 236-239 [s.
237].
6) Luther ve Mü ntzer’den yapılan alıntıların yer aldı ı eserler: Petzolt, Dieter, 1979,
“Offentlichkeit als BevvuBtseinszustand. Versuch einer Klâ rung der psychologischen
Begabung”, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, leti im Bilimleri'Fakü ltesi, master tezi.
7) Streller, Siegfried, 19783, Hutten-Müntzer'Luther, 2 cilt, 1. cilt, Berlin/Weimar, Aufbau-
Verlag, s. 186.
8) Dülmen, Richard von, 1977, Reformation als Revolution: Soziale Beıvegung und religiöser
Radikalismus, Mü nih, Deutsçher Taschenbuchverlag, dtv4273, ayrıca bkz. Martin Brecht’in
ele tirisi, Frankfurter Allgemeine Zeitung, no. 177,3 A ustos 1977, s. 21
9) Ross, Edvvard Alsvvorth, 1901, 1969, Social Control. A Survey of the Foundations of Order,
Julius Weinberg/Gisela J.Hinkle/Roscoe C. Hinkle’ın ö nsö zü yle, Cleveland/Londra, The
Press
of Case Western Reserve University, s. 294 (1929 baskısının yeni basımı, ilk baskı, 1901,
Macmillan Company).
10) Luhmann, Niklas, 1971, “Offentliche Meinung”, PoZitzsc/ıe Phrnung. Aufsatze zur
Soziologie
von Politik und Verıvaltung, Opladen, Westdeutscher Verlag [ilk baskı, Politische
Vierteljahresschrift, 11. Jg., 1970, sayı 1, s. 2-28; tekrar basım, Wolfgang R Langenbucher
(yay.), Zur Theorie der politischen Kommunikation, Mü nih, 1974, R Piper &Co., s. 27-54,
311-317; ayrıca, Wolfgang R.Langenbucher (yay.), Politik und Kommunikation. Über die
öffentli'
che M einungsbildung, Mü nih/Zü rih, 1979, R. Piper &Co., s. 29-61], s. 9-34 [s. 16].
11) Carson, Rachel, 1962, Silent Spring, Boston, Houghton Mifflin Co. (tekrar basım, New
York,
1977, Fawcett).
12) Luhmann, Niklas, 1971, aynı yerde, s. 17.
XVIII. Kamuoyunun Bir Ta ıtı Olarak Stereotipler (Kli eler): Walter Lippmann
1) Luhmann, Niklas, 1971, “Offentliche Meinung”, Politische Planung. Aufsatze zur
Soziologie
von Politik und Verıvaltung, Opladen, Westdeutscher Verlag [ilk baskı, Politische
Vierteljahresschrift, 11 - Jg. 1970, sayı: 1, s. 2-28; tekrar basım, Wolfgang R. Langenbucher
(yay.), Zur Theorie der politischen Kommunikation, Mü nih, 1974, R Piper &Co., s. 27-54,311-
317;
ve, Wolfgang R. Langenbucher (yay.), Politik und Kommunikation. Über die öffentliche
M einungsbildung, Mü nih/Zü rih 1979, R Piper &Co., s. 29-61].
3 0 0 KAMUOYU
2) Lippmann, Walter, 1922,195414, PublioOpinion, New York, The Macmillan Comp. (cep
kitabı,
New York, The Free Press, 1965; Almancası: Die öffentliche Meinung, Mü nih, Rü tten +
Loening,
1964).
^
3) Lippmann, Walter, 1965, aynı yerde, s. 18 ( yazarın çevirisi).
4) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 97, 78.
5) 8 ve 29 Mayıs 1978 tarihli Der Spiegel, no. 19 ve 22.
6) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 146.
7) Ihering, Rudolph von, 1883, Der Zweck im R echt, 2. cilt. Leipzig, Breitkopf & Hâ rtel, s.
180.
8) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 14.
9) Lippmann, Waltet, 1964, aynı yerde, s. 15.
10) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 27-28 .
11) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 18.
12) Lewin, Kurt, 1947, “Group Decision and Social Change”, Theodore M. Newcomb/Eugene
L.
Hartley (yay.), Readings in Social Psychology, New York, Henry Holt and Company, s. 330-
344.
13) Lippmann, Walter, 1965, aynı yerde, s. 223 (yazarın çevirisi).
14) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 67-69.
15) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 46/47.
16) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 109,
17) Lippmann, Wa ter, 1965, aynı yerde, s. 220. Ayrıca bkz. Schulz, Winfried, 1976, Die
Konstruktion von Realitât in den Nachrichtenmedien. Eine Analyse der aktüellen
Berichterstattung (Alber-Broschur-Kommunikation, 4- cilt), Freiburg, Kari Alber.
18) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 236, 237, 243.
19) Lippmann, Walter, 1965, aynı yerde, s. 16 (pscudo^environment).
20) Gehlen, Amold, 1965, Zeit-Bilder. Z ur Soziologie und Aesthetik der modemen Malerei,
Frankfurt/
Bonn, Athenâ um, s. 190.
21) Lazersfeld, Paul F./Bernard Berelson/Hazel Gaudel, 1944, 1948, 1968, The People’s
Choice.
How the votermakes up his mind in a presidential campaign, New York, Duell, Sloan and
Pearce,
3. baskı, New York, 1968, Columbia University Press, Almancası: 1969, Wahlen und Wâhler.
Soziologie des Wahlverhaltens (Soziologische Texte49), Neuwied, Luchterhand.
Heider, Fritz, 1946, “Attitudes and Cognitive Organization”, The Journal of Psychology, cilt
21, s. 107-112.
J
Festinger, Leon, 1957, A Theory of Cognitive Dissorutnce, Evanston, Illinois, Row, Pbterson.
22) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 92.
23) Roegele, Ö tto B., 1979, “Massenmedien und Regierbarkeit”, Wilhelm Hennis/Peter Graf
Kielmansegg/Ulrich Matz (yay.), Regierbarkeit. Studien tu ihrer Problematisierung, cilt II,
Stuttgart, Klett-Cotta, s. 177-210 [s. 187].
24) Yenilerde bu gö zlemin do rulu u kanıtlandı; Sturm, Hertha/Ruth von Haebler/Reinhard
Helmreich, 1972, Medienspezifische Lemeffekte. Eine empirische Studie zu Wlrkungen von
Fernsehen und Rundfunk (Internationale Zentralinstitut fü r das Jugend- und Bildungs-
femsehen tarafından hazırlanan yazı dizisi, sayı: 5), Mü nih, TR-Verlagsunion, s. 42-44.
25) Lippmann, Walter, 1965, aynı yerde, s. 3.
26) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 18.
27) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 25.
28) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 28.
29) Lippmann, Walter, 1964, aynı yerde, s. 92.
XIX. Niklas Luhmann: Konulan Kamuoyu Belirler
1) Luhmann, Niklas, 1971, “Offentliche Meinung”, Politische Planung, Aufsatze zur
Soziologie
von Politik und Verıvaltung, Opladen, Westdeutscher Verlag [ilk basım, Politische
Vierteljahresschrift, 11. jg., 1970, sayırl, s. 2-28; tekrar basım, Wolfgang R. Langenbucher
(yay), Zur Theorie der politischen Kommunikation, Mü nih, 1974, R. Piper & Co., s. 27-54,
311-317; Wolfgang R. Langenbucher (yay.), Politik und Kommunikation. Über die öffentliche
M einungsbildung, Mü nih/Zü rih, 1979, R. Piper&Co., s. 29-61] s. 9-34 [s. 18].
NOTLAR 3 0 1
2) Luhmanıı, Niklas, 1971, aynı yerde, s. 15.
3) Luhmann, Niklas, 1971, aynı yerde, s. 25.
4) Luhmann, Niklas, 1971 aynı yerde, s. 18.
5) Luhmann, Niklas, 1971, aynı yerde, s. 24
»
6) Luhmann, Niklas, 1971, aymyerde, s. 1849.
7) Luhmann, Niklas, 1971, aym yerde, s 12.
8) Luhmann, Niklas, 1971, aynı yerde,.s 16.
9) Luhmann, Niklas, 1971, aynı yerde, s 13-14
10) Luhmann, Niklas, 1971, aym yerde, s. 14
11) McCombs, M. E ./D. L. Shaw, 1972, “The Agenda-Setting Function of Mass Media”, Public
Opinion Quarterly, cilt 36, s. 176-187.
Funkhouser, G. R., 1973, “The Issues of the Sixties: An Exploratory Study in the Dynamics
of Public Opinion”, Public Opinion Quarterly, cilt 37, s. 62-73.
McLeod, J. M./L. B. Becker/J. E. Bymes, 1974, “Another Look at the Agenda-Setting Function
of the Press”, Communication Research 1, s. 131466.
Beniger, James R, 1978, “Media Content as Social Indicators. The Greenfield Index of
Agenda-» Setting”, Communication Research 5, s. 43 7-453.
Kepplinger, Hans Mathias/Herbert Roth, 1978, “Kommunikation in der Olkrise des Winters
1973/74”, Publizistik, Jg. 23, sayı: 4, s. 377-428, ngilizcesi: “Creating a Crisis: German Mass
Media and Oil Supply in 1973/74”, Public Opinion Quarterly, cilt 43,1979, s. 285-296.
Kepplinger, Hans Mathias/Michael Hachenberg, 1979, “The Challenging Minority. A Study
in Social Change”, Philadelphia’daki International Communication Association’m yıllık
toplantısındaki konu ma, Mayıs 1979.
Kepplinger, Hans Mathias, 1980, “Kommunikation im Konflikt. Gesellschaftliche
Bedingungen kollektiver Gewalt”, Mainz Ü niversitesi konu maları, Mainz.
XX, Muhabirin Ayrıcalı ı: Kamunun Dikkatini Çekmek
1) Allensbach Ar ivi, Anket: 2173 (Ocak 1976) ve 2196 ( ubat 1977), “Lü tfen u listeyi bir
gö zden geçirin. Sizce, bu listedeki isimlerden hangisi Federal Almanya’nın siyasi ya amında
bü yü k bir etkiye sahiptir?” Ü çü ncü sırada her seferinde % 31 ya da % 29 “televizyon”
derken,
onuncu ya da dokuzuncu sırada % 21 ya da % 22 “gazeteler” yanıtını verdi. Listede 18 tane
seçenek vardı.
XXI. Kamuoyunun ki Kayna ından Biri Medya
1) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1977, “Das doppelte Meinungsklima. Der EinfluB des
Fernsehens im Wahlkampf 1976”, Politische Vierteljahresschrift, 18. Jg., sayı: 2-3, s. 408-
451;
yeniden baskısı, Elisabeth Noelle-Neumann, 1980, “Wahlentscheidung in der
Femsehdemok-
ratie”, Freiburg/Wü rzburg, Ploetz, s. 77415.
Noelle-Neumann, Elisabeth, 1978, “Kampf um die ö ffentliche Meinung. Eine vergleichende
sozialpsychologische Analyse der Bundestagswahlen 1972 und 1976”,
DieterJust/PeterRö hrig
(yay.), “Entscheidung ohne Klarheit. Anmerkungen und Materialien zur Bundestagswahl
1976” (Bundeszentrale fü r politische Bildung tarafından hazırlanan yazı dizisi, cilt 127),
Bonn,
s. 125-167.
Kepplinger, Hans Mathias, 1979, M
Ausgewogen bis zur Selbstaufgabe? Die Fern-
sehberichterstattung ü ber die Bundestagswahl 1976 als Fa lstudie eines kommuni-
kationspolitischen Problems”, Media Perspektiven, sayı: 11, s. 750-755.
Kepplinger, Hans Mathias, 1980, “Optische Kommentierung in der
Fernsehberichterstattung
ü ber den Bundestagswahlkampf 1976”, Thomas Ellvvein (yay.), Politikfeld-Analysen 1979,
Opladen, Westdeutscher Verlag, s. 163-179.
3 0 2 KAMUOYU
2) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1977, aym yerde.
Noelle-Neumann, Elisabeth, 1978, aynı yerde.
3) Kepplinger, Hans Mathias, 1979, “Ausgewogen bis zur Selbstaufgabe? Die Fern-
sehberichterstattung ü ber die Bundestagswahl 1976 als Fallstudie eines kommuni-
kationspolitischen Problems”, aynı yerde.
Kepplinger, Hans Mathias, 1980, “Optische Kommentierung in der
Fernsehberichterstattung
ü ber den Bundestagswahlkampf 1976”, aynı yerde.
4) Mreschar, Renate I., 1979, “Schmidt war besser im Bıld als Kohl. Universitâ t analysierte
Kameraarbeit bei der TV-Berichterstattung vor der Bundestagswahl 76”, Frankfurter
Rundschau, no. 255,/l Kasım 1979, s. 26.
5) Kepplinger, Hans Mathias, 1987, Darstellungseffel ete. Experimentelle Untersuchungen zur
Wirkung von Pressefotos und Femsehfilmen, Freiburg/Münih, Kari Alber.
Kepplinger, Hans Mathias, 1989, “Nonverbale Kommunikation: Darstellungseffekte”,
Fischer
Lexikon Puhlızistik'Massenkommunikation, yay. Elisabeth Noelle-Neumann/Winfried
Schulz/
Jü rgen Wilke, Frankfurt/Main, Fischer Taschenbuch Verlag, s. 241 -255.
6) Ostertag, Michael, 1986, “Nonverbales Verhalten im Femsehinterview. Entwicklung
eines
Instruments zur Erfassung und Bewertung nichtsprachlicher AuBerungen von Politikem
und Journalisten”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
7) Lersch, Phı 1 i pp, 1951, Gesicht und Seele. Grundlinien emer mimisehen Diagnostik,
Münih/Basel, Reinhardt.
8) Molcho, Samy, 1983, Körpersprache, Mü nih, Mosaik-Verlag.
9) Frey, Siegfried/H, E Hirsbrunner/J. Pool/W. Daw, 1981, “Das Berner System zur
Untersuchung
nonverbaler Interaktion”, Peter Winkler (yay.), M ethoden der Analyse von Faceno-Face-
Situationen, Stuttgart, Metzler.
10) Ostertag, Michael, 1986, aynı yerde, s. 72.
11) A.g.e., s. 121.
12) A.g.e., s. 126.
XXII. Çifte K anaat Ortamı
1) Conradt, David R, 1978, “The 1976 Campaign and Election: An Overview”, Kari H. Cerny,
Germany at the Polis. The Bundestag Election of 1976, Washington D.C., American Enterprise
Institute for Public Policy Research, s. 29-56.
2) A.g.e., s. 41.
3) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1977, “Das doppelte Meinungsklima. Der EinfluB des
Femsehens im Wahlkampf 1976”, Politische Vierteljahresschrift, 18. Jg., sayı: 2-3, s. 408-
451;
yeniden basım, Elisabeth Noelle-Neumann, 1980, Wahlentscheidung in der
Femsehdemokratıe,
Freiburg/Wü rzburg, Ploetz, s. 77-115.
4) Merton, Robert K., 1949, 1968, Social Theory and Social Structure. Tovuard the
Codification of Theory and Research, New York, The Free Press.
Fields, James M./Howard Schuman, 1976, “Public beliefs about the beliefs of the public”,
Public Opinion Quarterly, cilt 40, s. 427-448.
O’Gorman, Hubert/Stephen L. Garry, 1976, “Pluralistic ignorance - a replication and
extension”, Public Opinion Quarterly, cilt 40, s. 449-458.
5) Bkz. s. 74-77.
XXIII. Dillendirme levi:
Medyada Görü leri Temsil Edilmeyenler Susturulmu lardır
1) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1974, “Die Schweigespirale. Ü ber die Entstehung der
ö ffentlichen Meinung”, Ernst Forsthoff/Reinhard Hö rstel (yay.), Standorte imZeitstrom
(Arnold
NOTLAR 3 0 3
Gehlen’m 29 Ocak 1974’te 70. do um gü nü nedeniyle), Frankfurt/Main, Athenâ um, s. 199
330. Yeniden basım, Elisabeth Noelle-Neumann, Öffentlichkeit als Bedrohung. Beitrâge zur
empirischen Kommunikationsforschung (Alber-Broschur Kommunikation, 6. cilt), Freiburg,
Mü nih 1977, 1979, Kari Alber, s. 169-203 [s. 189-190].
2) Schulman, Gary I., 1968, ''Thepopularityofviewpointsandresistancetoattitudechange”,
JoumalismQuaterly, cilt 45, s. 86-90.
3) Tarde, Gabriel, 1898, “Le public et la foule”, La Revue des Paris, 4- cilt, alıntı: Clark, Terry
N., 1969, Galrriel Tarde cm Commıırucaıionand Soaal Influcncc. Selected Papers, Chicago,
Londra,
The University of Chicago Press, 17. bö lü m, “Opinion and Conversation".
4) Clark, Terry N., 1969, aynı yerde, s. 318 (yazarın çevirisi).
X X IV Vox populi - Vox Dei
1) Neumann, ErichPeter/ElisabethNoelle, 196 , Umfrageniiber Ademuer. Ilın Ponrdı m
Zahlen,
Allensbach/Bonn, Verlag fü r Demoskopie, s. 44, ayrıca bkz. Institut fü r Demoskopie
Allensbach, 1952, Die Stimmungim Bundesgebiet, grafik, Ekim 1952.
2) Ross, Edward Alsworth, 1901, 1969, Social ConrroL A Survey of the Foundaltrms of
Order,
Julius Weinberg/Gisela J. Hinkle/Roscoe C. Hinkle’m ö nsö zü yle, Cleveland/Londra, The
Press of Case Western Reserve University, s. 104 (1929 baskısının yeniden basımı, ilk baskı
1901 Macmillan Company).
3) Boas, George, 1969, Vox Populi: Essays in the History of an Idea; Baltimore, The Johns
Hopkins
Press, s. 21. Ayrıca bkz. Gallacher, “Vox populi - vox Dei”, Philological Quarterly, cilt XXIV,
January 1945, s. 12-19.
4) Vulgata, 66, 6. mısra, Burada, Hieronymus’un I.S. 4. yü zyılda yaptı ı Latince çeviri sö z
konusudur.
5) Hofstâ tter, Peter R, 1949, Die Psychologie der öffentlichen M einung, Viyana, Wilhelm
Braumü ller, s. 96.
6) Montaigne, Michel de, 1588,1902, Les Essais, yay. Fortunat Strovvsky, Bordeaux, F. Pech,
2.
kitap, 16. bö lü m, s. 397 (yazarın çevirisi). Montaigne tırnak içine alınan cü mleyi Cicero,
Tusculanes, V, 36’ dan alıntı yapmı tır.
7) A.g.e., s. 9.
8) Hesiodos, 1936, Sdmtliche Werke, Almancası:Thassilo von Scheffer, Viyana, Phaidon,
“Werke
und Tage, V” 763 [Tü rkçesi: Hesiodos Eseri ve Kaynaklan, çev.: A. Erhat, S. Eyü bo lu, TTK,
1977].
9) Seneca, Corıtroversae, 1.1.10.
10) Livius 1,58, alıntı: Bucher, Lothar, 1887, “Ü ber politische Kunstausdrü cke”, Deutsche
Revue
XII, 67-80 [s. 77].
11) Livius III, 34, alıntı: Bucher, Lothar, 1887, aynı yerde, s. 77.
12) Bucher, Lothar, 1887, “Ü ber politische Kunstausdrü cke”, Deutsche Revue XII, s. 67-80.
13) Hegel, Georg Wilhelm Friedrich, 1821, 1970, Werke in zwanzig Banden, 7.cilt,
Gmndlinien der Philosophie des Rechts, Frankfurt/M., Suhrkamp, s. 485, §318. [Tü rkçesi:
Hukuk Felsefesinin
Temel lkeleri, çev.: C. Karakaya, Sosyal Yayınları, 1991].
14) Bucher, Lothar, 1887, aynı yerde,'s. 76.
15) A.g.e., s. 80.
16) Noelle, Elisabeth, 1966, “Ö ffentliche Meinung und Soziale Kontrolle”, (Recht und Staat,
sayı: 329), Tü bingen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck), s. 3.
17) Frisch,Max (1958), “Ö ffentlichkeit als Partner”, MaxFrisch, 19796, Öffentlichkeit als
Partner,
Frankfurt/Main, Suhrkamp, s. 56-67 [s. 56, 63, 67].
18) 12 Ekim 1979 tarihli Die Welt, no. 239, s. 6.
19) Tucholsky, Kurt, 19754, Schnipsel, yay. Mary Gerold-Tucholsky/Fritz J.Raddatz.
Reinbek,
Rowohlt, s. 67.
3 0 4 KAMUOYU
20) Swift, Jonathan, 1706,1965, “Thoughts on Various Subjects”, Proje Wbrks, cilt 1, A Tale
of a
Tub, Oxford, Basil Blackvvell, s. 241, Almancası: LudvvigGoidscheider.
21) Johoda, Marie, 1969,1973, “Konformitâ t und Unabhâ ngigkeit - Eine psychologische
Analyse”,
Martin Irle/M.vCranach/H. Vetter (yay.), “Texteaus der experimentellenSozialpsychologie”,
Soziologische Texte, Cilt 45, Neuwied, Luchterhand, s. 538-572 [s. 548]. ngilizce ilk baskısı,
“Conformity and Independence. A Psychological Analysis”, Human Relations 12, 1959, s.
99-120.


*
XXVI. Yeni Bulgular
1) Bkz. Tö nnies, Ferdinand, 1922, KTrztık der öffentlichen Meinung, Berlin, Springer, s. 394.
2) “Kamuoyu Ü zerine Literatü r Ara tırması”, bkz. s. 287.
3) Jü nger, Ernst, 1962, Der Waldgang, Frankfurt/Main, Klostermann, s. 363.
4) Frisch, Max (1958), “Ö ffentlichkeit als Partner”, Max Frisch, 19796, Öffentlichkeit als
Partner,
Frankfurt/Main, Suhrkamp, s. 56-67 [s. 63].
5) Eckert, Wemer, 1985, “Zur ö ffentlichen Meinung bei Machiavelli - Mensch, Masse und die
Macht der Meinung”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
6) Henri ÎV, 1. bö lü m, 3. sahne.
7) Rotterdamlı Erasmus (1516), 1968, Fürstenerziehung, Institutio Principis Christiani, Die
Erziehung eines christlichen Fürsten, çeviren ve yorumlayan: An ton j. Gail, Paderborn,
Schö ningh, s. 89, 107, 149, 185, 213; ayrıca bkz. Erasmus, von Rotterdam in
Selbstzeugnissen
und Bilddokumenten, Anton J. Gail, 19813, Reinbek, Rowohlt, s. 62.
8) Rotterdamlı Erasmus, 1968, Fürstenerziehung, aynı yerde, s. 149,183, 201.
Machiavelli, Niccolö (1532), 1978, DerFürst, çev. ve yay.: Rudolf Zorn, Stuttgart, Krö ner,
18. ve 19. bö l.
9) Aristoteles, 19866, Politik, çev. ve yay.: Olof Gigon, Mü nih, Deutscher Taschenbuch
Verlag;
Machiavelli ve Erasmü s’un alıntı yaptıkları bö lü mlerdeki sayfalar: 1312 b 18-20,1313 a 14
16,1314 a 38-40,1314 b 14-19,38-39 [Tü rkçesi: Politika, çev.: M. Tuncay, Remzi Yayınevi].
10) Bkz. Geldner, Ferdinand 1930, “Die Staatsauffassung und Fü rstenlehre des Erasmus
von
Rotterdam”, Historische Stwdierı, sayı: 191, Berlin, s. 161; Erasmus’un Machiavelli’nin
eserlerini
bilip bilmedi i konusunda bkz. ö rne in, Renaudet, Augustin, 1954, Erasme et Vîtalie, Geneve,
Librairie E. Droz, s. 178; Weiland, JanSperna, v.d. (yay.), 1988, Erasmus von Rotterdam. Die
Aktualitât seines Denkens, Hamburg, Wittig, s. 71.
11) The Statesman s Book of John of Salisbury. Being the Fourth, Fifth, and Sixth Books, and
Selections from the Seventh and Eights Books, of the Policraticus. Önsözle birlikte ngilizcesi:
John Dickinson (1927), 1963, NewYork, Russel & Russel, s. 39,130.
12) Samuel 3,31-37.
13) Lamp, Erich, 1988, “Offentliche Meinung im Alten Testament. Eine Untersuchung der
sozialpsychologischerı Wirkungsmechanismen' Ö ffentlicher Meinung in Texten
alttestamentlicher Ü berlieferung von den Anfâ ngen bis in babylonische Zeit”, doktora tezi,
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
14) The Statesman s Book of John of Salisbury, 1963, aynı yerde, s. 130.
15) A.g.e., s. 38.
16) Yavetz, Zvi, 1979, Caesar in der öffentlichen Meinung, Dü sseldorf, Droste, s. 186 (Tel
Aviv Ü niversitesi Alman Tarih Enstitü sü ’nü n yazı dizisi, 3. cilt).
17) Richelieu, Armand du Plessis Cardinal de, 1688, 1947, lestament Politic[ue, Edition
criticjue
publiee avec une introduction et des notes par l&uıs Andre et une preface de Leon Noel, Paris,
Robert Lafont, s. 220, 236, 373, 450. Bir <Weîtöffentlichkeit,> [dü nya kamuoyu] dü ü ncesi
ö rne in, “reputation du monde” ya da ‘Topiraon de laplus grande partie du monde”
sö zcü klerinden yansımaktadır. Ayrıca bkz. Albertini, Rudolf von, 1951, Das politische
Denken in Frankreich
zur Zeit Richelieus, Marburg, Simons Verlag, s. 185.
NOTLAR 3 0 5
18) Ziegler, Wiltrud, 15 A ustos 1989 tarihli mektupta yer alan betimleme.
19) Uexkü ll, Thure von, 1964, Grundfragen derpsychosomatischen Medizin, Reinbek,
Rovvoh t, s. 174.
20) Ilias 2,216, bkz. Zimmermann, Tassilo, 1988, “Das Bewulksein von Offentlichkeit bei
Homer”,
master tezi, Mainz Johannes Gutenberg-Ü niversitesi, s. 72-83.
21) Le Goff, Jacques, 1989, “Kann denn Lachen Sü nde sein? Die mittelalterliche Geschichte
einer sozialen Ve rhaltensweise”, Frankfurter Allgemeine Zeiturıg, no. 102,3. 5.1989, s. N3.
22) Thukydides, 19813, Geschichte des Peleponnesischen Krieges, çev. ve yay.: Georg Peter
Landmann, Mü nih, Deutscher Taschenbuch-Verlag, s. 140E [Tü rkçesi: Pefoponnessos Sava ı,
çev.: Tanju Gö kçö l, Hü rriyet Yayınları],
23) Bkz. bu kitapta s. 140; aynca bkz. Noelle-Neumann, Elisabeth, 1982, “Das
Bundesverfassungs-
gericht und die ungeschriebenen Gesetze - Antvvort an Ernst Benda”, Die öffentliche
Verıval-
tung 35, sayı: 21, s. 883-888.
24) Locke, John, 1690,1894, An E ssay Conceming Human Understanding, 1671 tasarısı.
Tarihi-
ele tirel baskısını yay. Alexander Campbell Fraser, Oxford, At the Clarendon Press, 1. cilt, 2.
kitap, s. 476.
25) Burada sö zü edilen, Platon’un “Yasalarımda, yer alan Megillos-Atinalı diyaloglandır
(838 a-d), bkz. Platon, 19696, Samtliche Werke, yay. E. Loewenthal, Kö ln, Olten, 3. cilt, s.
488.
26) Platon, 1961, Laws, 2. cilt, çev. ve yay.: R.GBury, Londra, W. Heinemann/Cambridge,
Mass.,
Harvard University Press, s. 159. [Tü rkçesi: Yasalar, çev.: C. entuna, S. Babü r, Kabalcı
Yayınları, 1994, stanbul].
27) Jâ ckel, Anne, 1988, “Ungeschriebene Gesetze im Lichte der sozialpsychologischen
Theorie
ö ffentlicher Meinung", master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, s. 31-56 [s. 46].
28) Raffel, Michael, 1984, “Der Schö pfer des Begriffs ‘Offentliche Meinung’, Michel de
Montaigne”, Publizistik 29, s. 49-62; a.g.y., 985, “Michel de Montaigne und die Dimension
Offentlichkeit. Ein Beitrag zur Theorie der ö ffentlichen Meinung”, doktora tezi, Mainz
Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
29) Montaigne, Michel de, 1962, E ssais, CEuvres completes, yay. Maurice Rat/Albert
Thibaut,
Paris, Gallimard, s. 1033, Almanca çevirisindeki alıntı: Michel de Montaigne, 1911,
Gesammelte Schriften, yay. Otto Flake/Wilhelm Weigand, çev. J. J. Bode, 6. cilt, Mü nih/
Leipzig, s. 143
30) Montaigne, Michel de, 1962, Essais, aynı yerde, s. 115.
31) A.g.e., s. 563, Almanca çevirisinde alıntı: Michel de Montaigne, 1915, Gesammelte
Schriften,
aynı yerde, 4. cilt, Mü nih/Berlin, s. 41.
32) A.g.e., s. 203, Alm. aym yerde, 2. cilt, Mü nih/Leipzig 1908, s. 61.
33) Montaigne, Michel de, Essais, aynı yerde, Livre I, Chapitre XXIII, Almanca çevirisinde
alıntı: Michel de Montaigne, 1908, Versuche, 1. kitap, Berlin, Wiegandt &Grieben, s. 134.
34) A.g.e., s. 235, Alm. aym yerde, 2. cilt, s. 120.
35) Cicero, 19803, Atticus-Briefe, Latince ve Almanca, yay. H. Kasten, Mü nih/Zü rih,
Artemis, s.
338-351 [s. 344], (Cicero at Atticum VI. 1,18,2).
36) Priscillianus, 1839, Opera, yay. haz. Georgius Schepss, Prag, Vindobonae, F
Tempsky/Lipsiae,
G. Freytag, s. 92.
37) Montaigne, Michel de, Essais, aynı yerde, s. 174, 1013.
38) Pasquier, Etienne, “Lettres XVIII”, Choix des lettres, yay. Thickett, s. 42-44, alıntı:
Donald M. Frame, Montaigne. A Bıography, New York 1965, s. 310, çeviride alıntı: Michael
Raffel,
1984, “Der Schö pfer des Begriffs ‘Ö ffentliche Meinung’, Michel de Montaigne”, aynı yerde,
s. 51.
39) Das Nibelungenlied, 1965, çev.: Felix Genzmer, Stuttgart, Reclam, s. 138.
40) Haller, William, 1965, Tracts on Liberty in the Puritan Revolution 1 638-1 647, cilt 1,
Commentary, New York, Octagon Books. Bu karikatü rü bana gö steren Allensbach Enstitü sü
ar iv gö revlisi
Die ter Reigber’a te ekkü r ederim.
41) Müller, Johannes von, 1777, Zuschrift an aile Eidgenossen, Samtliche Werke.
Siebenundztvanzigster
3 0 6 KAMUOYU
Theil (Nachlese kleiner historischer Schriften), yay. Johann Georg Müller, Tübingen, J. G.
Cotta’sche Bü chhandlung 1819, s. 24-50 [s. 41]
42) Rabelais, François, 1955, CEuvres completes: Texte âtabli et ctnnotepar Jacques
Boulenger, yay.
haz. ve yorumlayan: Lucien Scheler, Paris, Gallimard, s. 206, 260, 267 [Tü rkçesi: Gargantua,
çev.: S. Eyü bo lu, V. Gü nyol, A. Erhat, Cem Yayınları].
43) Burke, Edmund, 1791,1975, ‘An Appeal from the New to the Old Whigs”, 1887, The
Works,
Twelve Volumes in Six, cilt III/IV; yeni baskısı, Hildesheim/New York, Georg Olms Verlag,
cilt IV s. 61-215 [s. 66].
44) Rotterdamlı Erasmus, 1968, Fürstenerziehung, aynı yerde, s. 201; Machiavelli, Niccolö ,
1532,
DerFürst, aynı yerde, 18. bö lü m.
45) Braatz, Kurt, 1988, Friedrich Nietzsche - Eine Studie zur Theorie der öffentlichen
Meinung, Berlin/
New York, de Gruyter (Monographien und Texte zur Nietzsche-Forschung, 18. cilt).
46) Gersdorft, Cari (Ernst August) von, 1846, Jeber den Begriff und das Wesen der
oeffentlichen
Meinung. EinVersuch, Jena, Verlag von J. G. Schreiber, s. 10, 12, 5.
47) Spencer, Herbert, 1879,1966, “The Data of Ethics”, The Works ofHerbert Spencer, cilt 9,
The Principles of Ethics, bö l. I, Osnabrü ck, Otto Zeller (1892 baskısının yeniden basımı), s.
1-303
[s. 118].
48) Nietzsche, Friedrich, “Zur Genealogie der Moral - Dritte Abhandlung: Was bedeuten
asketische ideale?”, §12, 1967, Werke. Kritische Gesamtausgabe, yay. Gioreo Colli/Mazzino
f
Montinari, Berlin/New York, de Gruyter, VI, 2, s. 383.
XXVII. Bir Kamuoyu Kuramına Do ru...
1) Public Opinion Quarterly, 1970, cilt 34, s. 454 E,
2) Wamer, Lucien, 1939, “The Reliability of Public Opinion Surveys”, Public Opinion
Quarterly,
cilt 3, s. 377.
3) Beyle, Herman C., 1931, Identification and Analysis of Attribute-Cluster'Blocs,' Chicago,
University of Chicago Press, s. 183.
4) Donsbach, Wolfgang/Robett L. Stevenson, 1986, “Herausforderungen, Probleme und
empirische Evidenzen der Theorie der Schweigespirale”, Publizistik, 31. Jg., s. 7-34 [14].
5) A.g.e., s. 8; ayrıca bkz. Deisenberg, Anna Maria, 1986, Die Schweigespirale"Die Rezeption
des
Modells im In- undAusland. Sonsö z, Elisabeth Noelle-Neumann, Mü nih, Minerva-Saur.
6) Noelle-Neumann, Elisabeth, 1989, “Advances in Spiral of Silence Research”, KEIO
Communication Revieıv 10, s. 3-34 [s. 20] -
7) Ayrıca bkz. Glynn, Caroll J./Jack M. McLeod, 1985, “Complications of the Spiral of Silence
Theory for Communication and Public Opinion Research”, Keith R. Sanders/Linda Lee
Kaid/DanNimmo (yay.), PoliticalCommunicationYearbook 1984, Carbondale/Edwardsville,
Southern Illinois University Press, s. 43-65 [s. 44] -
8) Bkz. bu kitapta s. 194.
9) Bkz. bu kitapta s. 224
10) Bkz. Kepplinger, Hans Mathias, 1989, Künstliche Horizonte. Folgen, Darstellungund
Akzeptanz
von Technik in der Bundesrepublik Deutschland, Frankfurt/ Main, Campus Verlag.
Kepplinger, Hans Mathias, 1988, “Die Kemenergie in der Presse. Eine Analyse zum EinfluB
subjektiver Faktoren auf die Konstruktion von Realitâ t”, Kö lner Zeitschriftfür Soziologie
und
Sozialpsychologie, 40. Jg., s. 659-683.
11) Mathes, Sabine, 1989, “Die Einschâ tzung des Meinungsklimas im Kontfikt um die
Kemenergie durch Personen mit viel und wenig Femsehnutzung”, master tezi, Mainz
Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
1 la) Bkz. bu kitapta s. 248.
12) Allensbach Ar ivi, Anket: 4005, Soru 21, ubat 1982.
13) Allensbach Ar ivi, Anket: 5013, Soru 20B, Kasım 1988.
NOTLAR 3 0 7
14) Bkz. bu kitapta s. 78.
15) Â .g.e.,s. 81.

16) A.g.e., s. 81.
17) A.g.e.,s. 76.
18) Holicki, Sabine, 1984, “Isolationsdrohung - Sozialpsychologische Aspekte eines
publizistikwissenschaftlichen Konzepts”, master tezi, Mainz johannes Gutenberg
Ü niversitesi'
19) Albrecht, Angeiika, 1983, “Lachen und Lâ che n - Isolation oder Integration?”, master
tezi,
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
20) Bkz. bu kitapta s. 66.
21) Nosanchuk, T. A./Jack Lightstone, 1974, “Canned Laughter and Public and Private
Conformity”, JournalofPersomlity and Social Psychology, cilt 29, s. 153-156.
Berlyne, D. E., 1969, “Laughteı, Humor, and Play”, GardnerLindzey/Elliot Aronson (yay.),
The Handbook of Social Psychology, Second Edition, cilt 3, Reading, Mass., Addison-Wesley
PublishingCompany, s. 795-852.
22) Allensbach Ar ivi, Anket: 5016, Soru 38, ubat 1989.
23) Bkz. bu kitapta s. 63.
24) A.g.e., s. 66.
25) Bkz. ö rn., Glynn, Carroll J./Jack M. McLeod, 1985, “Implications of the Spiral of Silence
Theory for Communication and Public Opinion Research”, aynı yerde, s. 47, 60.
26) 30’lu yıllarda bu bilim dalının ilk çalı maları için bkz., Moreno, Jacob L., 1934, 1953,
Who
Shall Survive? Foundations of Sociometry, Group Psychotherapy and Sociodrama, yay. haz.
Beacon,
N. Y., Beacon House
Lewin, Kurt, 1935-1946,1948, Resok'ingSoriü S Con/îicts: Selected Papers on Group
Dynamics,
yay haz. Gertrud W. Lewin, University of Michigan Research Çenter for Group Dynamics
yayını, NewYork, Harper.
Sherif, Muzafer, 1936,1965, The Psychology of Social Norms, New York, Octagon.
27) Holicki, Sabine, 1984, Isolationsdrohung - SozîtfJpsyc/ıoiogtsc/ıe Aspekte eines
publizistikîvissenschaftlichen Konzepts, aym yerde, s. 82.
28) Cartwright, Dorwin/Alvin Zander (yay.), 1953,1968, Group Dyruımics. Research and
Theory,
Thiıd Edition, New York/Evanston/Londra, Harper & Row, 11. bö lü m, Pressures to
Uniformity
in Groups, Introduction, s. lc
45.
29) Bkz. bu kitapta s. 117.
30) Goffman, Erving, 1963, Behavior in Public Places. Notes on the Social Organization
ofûatherings,
New York, The Free Press.
31) Bk2. ö rn., Goffman, Erving, 1956, “Embarrassment and Social Organization”, The
American
Journal ofSociology, cilt 62, s. 264-271.
Goffman, Erving, 1963, Stigma. Notes on the Management of Spoiled Identity, Englewood
Cliffs,
Prentice-Hall, Inc.
32) Darwin, Charles, 1873, The Expression of the Emotions in Man and Animals, Londra,
Murray,
s. 330.
33) Goffman, Erving, 1956, “Embarrassment and Social Organization”, aynı yerde, s.
265,270.
34) Bkz. bu kitapta Tablo 28, s. 243.
35) Zuuren, Florence J. van, 1983, “The Experience of Breaking the Rules”, “Symposium on
Qualitative Research in Psychology”de sunulan bildiri, Perugia, talya, August 1983, Dept.
of Psychology, University of Amsterdam, rapor no. 47.
36) Schlarb, Armin, 1984/85, “Die Beziehung zwischen ö ffentlicher Meinung und
symbolischem
Interaktionismus”, seminer çalı ması, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, leti im
Bilimleri Enstitü sü .
37) Mead, George Herbert» 1934, 1968, Geist, Identjtat und Gesellschaft aus der Sicht des
Soziaîbehaviorismus, Frankfurt/Main, Suhrkamp, orijinali: Mind, Self, and Society. Frorn the
Standpoint of a Social Behaviorist, Chicago, University of Chicago Press 1934.
3 0 8 KAMUOYU
38) Ewen, Wolfgang/Wolfgang Heininger/Sabine Holicki/Axel Hopbach/Elmar Schlü ter,
1981/
82, “Selbstexperiment: Isolationsdrohung”, seminer çalı ftıası, Mainz Johannes Gutenberg
Ü niversitesi ileti im Bilimleri Enstitü sü .
39) Hallemann, Michael, 1984, “Peinlichkeit als Indikator. Theorie der Peinlichkeit-
demoskopische
Analyse-Bezü ge zur Publizistikwissenschaft unterbesonderer Berü cksichtigung des
Phâ nomens
Offentlichkeit”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
Hallemann, Michael, 1989, “Peinlichkeit Ein Ansatz zur Operationalisierung von
Isolationsfurcht im sozialpsychologischen Konzept ö ffentlicher Meinung”, doktora tezi,
Mainz
Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
Ayrıca bkz., Hallemann, Michael, 1986, “Peinlichkeit und ö ffentliche Meinung”, Publizistik,
31. Jg., s. 249-261.
40) Bkz. Allensbach Ar ivi, Anket: 4031, A ustos 1983.
41) Allensbach Ar ivi, Anket: 5021, Haziran 1989.
42) Goffman, Erving, 1956, Embarrassment and Social Organization, aynı yerde, s. 270.
43) Donsbach, Wolfgang/Robert L. Stevenson, 1986, “Herausforderungen, Probleme und
empirische Evidenzen der Theorie der Schweigespirale,” aym yerde, s. 10.
44) t’Hart, Harm, 1981, “People’s Perceptions of Public Opinions”, International Society of
Political Psychology toplulu una sunulan tebli , Mannheim.
45) Hallemann, Michael, 1989, “Peinlichkeit. Ein Ansatz zur Operationalisierung von
Isolations-
furcht im sozialpsychologischen Konzept ö ffentlicher Meinung”, aynı yerde, s. 135, tablo 14
46) A.g.e., s. 137, tablo 15.
47) A.g.e., s. 178.
48) Bkz. Noelle-Neumann, Elisabeth, 1989, “Die Theorie der Schweigespirale als
Instrument
der Mediemvirkungsforschung”, Max Kaase/Winfried Schulz (yay.),
Massen/communı/cation,
Opladen, Westdeutscher Verlag (KöZner Zeitschrift. für Soziologie und Sozialpsychologie,
özel
sayısı: 30).
Katz, Elihu, 1981, “Publicity and Pluralistic Ignorance: Notes on ‘The Spiral of Silence”,
Horst Baier/Hans Mathias Kepplinger/Kurt Reumann (yay.), Offentliche M einung und
sozialer
Wandel. Public Opinion an Social Change. Für Elisabeth Noelle-Neumann, Opladen,
Westdeutscher Verlag, s. 28-38.
49) Bkz, bu kitapta s. 139,148, 194.
Noelle-Neumann, Elisabeth, 1985, “The Spiral of Silence. A Response”, Keith R Sanders/
Lynda Lee Kaid/Dan Nimmo (yay.), Political Communication Yearbook 1984, aynı yerde, s.
66
94 [s. 72].
50) Ö rnek olarak a.g.e. s. 73’te ö lü m cezası ele alındı; bir ba ka ö rnek de kü rtajdır (bkz.
Allensbach
Ar ivi, Anket: 2081,4030,4099/1 + 11).
J
51) Bkz. bu kitapta s. 42.
52) A.g.e., s. 200.
53) A.g.e., s. 246.
54) Bkz. a.g.e. s! 280, Das öffentliche und das private Leben: Michel de Montaigne.
55) Chuliâ -Rodrigo, Maria Elisa, 1989, “Die ö ffentliche Meinung in Cervantes’ Roman ‘Don
Quijote vondeî Mancha”’, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
56) Public Opinion Q uarterly, 1970, cilt 34, s. 455.
57) Bkz. bu kitapta s. 116.
58) Hofstâ tter, Peter Robert, 1949, Die Psychologie der öffentlichen Meinung, Viyana,
Wilhelm
Braumü ller, s. 53.
59) Bkz. bu kitapta s. 115.
Tö nnies, Ferdinand, 1922, Kritik der öffentlichen Meinung, Berlin, Springer, s. 138.
60) Bkz. bu kitapta s. 115.
Hennis, Wîlhelm, 1957, Memungs/orsc/ıungund reptâsentative Demokratie. Zur Kritik
politischer
Umfragen, Tü bingen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck), s. 19.
NOTLAR 3 0 9
61) Chuliâ -Rodrigo, Maria Elisa, 1989, “Die ö ffendiche Meinung in Cervantes’ Roman ‘Don
Quijote von der Mancha’”, aynı yerde, s. 38.
62) Kepplinger, Hans Mathias, 1975, Realkultur und M edienkultur. Literarische Karrieren in
der Bundesrepublik Deutschland, Freiburg/Münih, Kari Alber.
X X V III. Kamuoyunun Açık ve Örtük levi: Bir Özet
1) W. Phillips Davison, “Public Opinion: Introduction”, David L. Silis (yay.), International
Encyclopedia of the Social Sciences, 13. cilt, New York, Macmillan Go. & Free Press, s. 188
197 [s. 188].
2) James R. Beniger, “Towards an Old New Paradigm. The Half-Century Flirtation with Mass
Society”, Public OpinionQuarterly 51 (1987), s. 546-566 [s. 554]; bkz. Albert E. Gollin,
“Exploring
the Liaison between Polling and the Press”, Public Opinion Quarterly 44 (1/980), s. 445-
461.
3) Robert K. Merton, Social Theory and Social Structure: Toıvard the C odification of Theory
and Research, New York, Free Press [1949] 1957; bkz 1. bö lü m, “Manifest and Latent
Structure”.
4) A.g.e. s. 51
5) Bkz. Paul A. Palmer, “The Concept of Public Opinion in Political Theory” (1936),
Bernard^
Berelson, Morris Janowitz (yay.), Reader in Public Opinion and Communication, Glencoe,
111.,
Free Press 1950, s. 3-13; Jürgen Habermas, Struktunuandel der Öffentlichkeit.
Untersuchungen
zu einer Kategorie der bürgerlichen Gesellschaft, Neuwied, Luchterhand 1962; Serge
Moscovici,
“Silent Majorities and Loud Minorities. Commentary on Noelle-Neumann”, Communication
Yearbook 14, yay. James A. Anderson, Newbury Park, Sage 1991, s. 298-308.
6) Bkz. Beınd Niedermann, “Ö ffentliche Meinung und Herrschaft am Beispiel des
erfolgreichen
Politikers Kardinal Richelieu”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, 1991;
Frank Rusciano, Roberta Fiske-Rusciano, “Towards a Notion of‘World Opinion”’,
International
Journal of Public Opinion Research 2 (1990), s. 305-322.
7) Hans Speier, “Historical Development of Public Opinion”, American Journal of Sociology
55
(1950),s.376-388 [s.3761.
8) Bkz Jü rgen Habermas, Struktunuandel der Offentlichkeit, aynı yerde.
9) Bkz. International Encyclopedia of the Social Sciences, yay. David L. Silis, 13. cilt, New
York, Macmillan Co. & Free Press 1968, s. 192; International Encyclopedia of
Communications, 3.
cilt, New York, Oxford University Press 1989, s. 387; Staatslexikon Recht, Wirtschaft,
Gesellschaft, 4- cilt, Freiburg, Basel, Viyana, Herder 1988, s. 98; ayrıca bkz. Lothar Bucher,
“Ü ber politische Kunstausdrü cke”, Deutsche Revue 12 (1887), s. 67-80 [s. 77];
WilhelmBauer,
Die Öffentliche M einung in der Weltgeschichte, Wildpark-Potsdam, Akademische
Verlagsgese lschaft Athenaion 1930, s. 234.
10) Jean P Frazier, Gecile Gaziano, “Robert Ezra Park*s Theory of News, Public Opinion and
Social Control”, Joumalism Monographs 64 (1979).
13) Francis G. Wilson, "Concepts of Public Opinion”, The American Political Science Review
27
(1933), s.371-391 [s. 382,390].
12) Harwood L. Childs, Public Opinion: Nature, Formation, and Role, Princeton, Toronto,
New
York, Londra, D, vanNostrad 1965, s. 12-41.
13) James T. Young, The Ne w American Government and its Work, New York, Macmillan
1923, s.
577-578.
"
14) A - W Holcombe, The Foundations of the Modem Commonu/ealth, New York, Harpers
1923, s. 36.
15) J. A. Sauenvein, “The Moulders of Public Opinion”, Quincy Wright (yay. haz.), Public
Opinion
and World Politics, Chicago, University of Chicago Press 1933, s. 29.
16) E. Jordan, Theory ofLegislation, Indianapolis, Progress PublishingCompany 1930, s.
339.
17) A. Lawrence Lowell, Public Opinion and Popular Government, New York, 1913; bkz. Paul
F.
Lazarsfeld, “Public Opinion and the Classical Tradition”, Public Opinion Quarterly 21 (1957),
s. 39-53 [s. 49].
3 1 0 KAM UOYU
18) Lucien Wamer, “The Reliability of Public Opinion Surveys”, Public Opinion Quarterly 3
(1939),
s. 376-390 [s. 377]-
19) Herman C. Beyle, Identification and Anaiysis of Attribute'Cluster'Blocs, Chicago,
University of Chicago Press 1931, s. 183.
20) Paul F. Lazarsfeld, Public Opinion and the Classical Tradition, aynı yerde, s. 43.
21) James R. Beniger, “Towards an Old New Paradigm. The Half-Century Flirtation vvith
Mass
Society”, aynı yerde, s. 554; bkz. Albert E. Go Iin, “Exploring the Liaison between Polling
and the Press”, aynı yerde, s. 448.
22) Herbert Blumer, “Public Opinion and Public Opinion Polling”, American Sociological
Review
13 (1948), s. 542-547 [s. 5431.
23) Pierre Bourdıeu, “Public Opinion Does Not Exist”, A. Mattelart, S. Siegelaub (yay. haz.),
Communication and Class Struggle, New York, International General, 1979.
24) International Journal of Public Opinion Research 4, 1992, no. 3’te 22 Kasım 1991’deki
“Public
Opinion Theory and Research. Critical Perspectives” adlı MAPOR oturumuna Susan
Herbst’in katkılarıyla daha geni bir yer verilmi tir: “Surveys in the Public Sphere, Applying
Bourdieu’s Critique of Opinion Polis”; Thomas Goodnight, “Habermas, the Public Sphere,
and Controversy”; Limor Peer, “The Practice of Ö pinion Polling as a Disciplinary
Mechanism,
A Foucauldian Fferspec ti ve”; James Beniger, “The Impact of Polling on Public Opinion,
Reconciling Foucault, Habermas, and Bourdieu”.
25) James R. Beniger, “Toward an Old Nevv Paradigm. The Half-Century Flirtation with
Mass
Society”, aynı yerde, s. 558.
26) Bıewster Smith, “Some Psychological Perspectives on the Theory of Public Opinion”,
Public
Opinion Quarterly 34 (1970), s. 454.
27) David Hume, Essays Moral, Political, andUterary, (1741/42), Londra, Oxford University
Press 1963, s. 29.
28) W. Phillips Davison, “The Public Opinion Process”, Public Opinion Quarterly 22 (1958),
s.
91-106.
29) Rudolph von Ihering, Der Zıveck im Recht, Leipzig, Breitkopf & Hâ rtel, 2. cilt, s. 242, bkz.
s. 325.
30) Bkz. Jü rgen Habermas, Struktunuandel der Offentlichkeit, aynı yerde.
31) Mihaly Csikszentmihalyi, “Public Opinion and the Psychology of Solitude”, 22 Ocak
1992’de
Mainz Johannes Gutenberg Universitesi'nde verilen bir konferans.
32) Edmund Burke,“An Appeal from the New to the Old Whigs” (1791), The Works of the
Right
HonourableEdmundBurke, Londra, Rivington 1826,6. cilt, s. 73'267.
33) Bkz. Erving Goffman, “Embarrassment and Social Organization”, The American Journal
of
Sociology 62 (1956), s. 264-271; Michael Hallemann, “Peinlichkeit. Ein Ansatz zur
Operationalisierung von Isolationsfurcht im sozialpsychologischen Konzept ö ffentlicher
Meinung”, doktora tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, 1989.
34) Elisabeth Noelle, “Offentliche Meinung und Soziale Kontrolle”, Recht und Staat 329,
Tü bingen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck), 1966.
35) Mary Douglas, Wie Institutionen denken, Frankfurt/M., Suhrkamp 1991, s. 125; ngilizce
orijinali: Hou» Instituftora Think, Syracuse, New York, Syracuse University Press, 1986.
36) A.g.e. s. 135.
37) Elisabeth Noelle-Neumann, The Theory of Public Opinion: The Concept of the Spiral of
Silence, aynı yerde.
38) Bkz. ö rne in Mark Snyderman, Stanley Rothman, The IQ Controversy. The Media and
Public
Policy, New Brunswick, Transaction Books, 1988.
39) Bkz. Muzafer Sherif, The Psychology o f Social Norms. New York, Octagon Books
1936,1965;
Solomon E. Asch, Effects of Group Pressure upon the M odification and Distortion
ofjudgments,
H. Guetzkow (yay. haz.), Grou/>s, Leadership, and Men, Pittsburgh, Carnegie 1951. Yeniden
basımı: Dorwin Cartvvright, Alvin Zander (yay. haz.), Group Dynamics: Research and
Theory,
Evanston, 111., New York, Row, Peterson and Co., 1953.
NOTLAR 3 1 1
40) Erving Goffman, “Embarrassment and Social Organization”, aynı yerde, a.g.y., Stigma.
Notes
on the Management of Spoiled Identity, Englewood Cliffs, Prentice-Hall Inc., 1963.
Sonsöz 1 9 9 1
1) Frentiu, Carmen, 1990, “Die ö ffentliche Meinung in den Essays ‘Upon the Original and
Nature of Government’ (1672) und ‘Of Popular Discontents’ (1685) von Sir William
Temple”,
seminer çalı ması, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, Basın Yayın Enstitü sü .
2) Temple, Sir William, 1964, An Essay Upon the Original and Nature of Government (1612),
Los
Angeles, University of California (The Augustan Reprint Society, Publication Number 109),
s. 45-95.
3) 9 Ekim 1990 tarihli mektup, s.4-
4) Platon, 1987, Protagoras, Yunanca/Almanca, çev. ve yorumlayan: Hans-Wolfgang
Krautz,
Stuttgart, Reclam, s.32-39.
5) Hubbard, B.A.F./E.S. Karnofsky, 1982, Plato’s Prata oras. A Socratic Commentary, M.F.
Burnyeat'in ö nsö zü yle, London, The Trinity Press, s. 96.
Kamuoyu Üzerine Literatür Ara tırması
1) CORPU5 I URÎS CIVILIS, 2. cilt, CODEX IUSTÎNIANUS, yay. P Krü ger; 1877 Berlin
baskının tıpkıbasımı, Berlin, Weidmann, 1954, s. 415/XXXIII (XXXII)2.
2) Bodin, Jean, Les six livres de la Republüjue, Livre cinquieme. (Corpus des oeuvres de
philosophie enlangue Frangaise), Paris, Fayard, 1968, s. 155 (6. kitap, 4. bö lü m).
3) Bkz. Platon, Protagoras. Yunanca/Almanca, çev. ve yorumlayan: Hans-Wolfgang Krautz,
Stuttgart, Reclam, 1987, s. 39 [Tü rkçesi: DiyaloglarI, II, çev.: Tanju Gö kçö l, Remzi Kitabevi,
2. baskı 1995] .
4) Hubbard, B.A .F./Kamofsky, E. S., Platos Protagoras A Socratic Commentary. M. F.
Burnyeat’in
ö nsö zü yle, Londra, The Trinity Press, 1982, s. 96.
5) Sir William Temple, An Essay upon the Original and Nature of Government (1672). R. C.
Steensma’nm ö nsö zü yle, Los Angeles, University of California (The Augustan Reprint
Society,
Publ.no. 109), 1964, s. 45-95.
6) Ernst Schwatz (yay.), Konfuzius - Gesprâche des Meisters Kung, Mü nchen, dtv 1987, s. 87.
7) “Suskunluk sarmalı” kavramına ilk kez ' “sarmal modeli”, “sarmal sü reci” ve “suskunluk
hipotezi” gibi kavramların yanı sıra- 1973 yılındaki bir makalede yer verildi; Noelle-
Neumann,
Elisabeth, “Kumulation, Konsonanz und Offentlichkeitseffekt. Ein neuer Ansatz 2ur Analyse
der Wirkung der Massenmedien”, Publizistik 18. Jg., sayı: 1, s. 26-55 [s. 43], bkz. s. 40, 48.
Kaynakça
ALBERTINI, RUDOLF VON, 1951 Das politische Denken in Frankreich zur Zeit Richelieus.
(Beihefte zum Archiv fü r Kulturgeschichte, Heft 1), Marbuıg, Simö ns Verlag.
ALBRECHX ANGELIKA, 1983; “Lachen und Lâ cheln Isolation oder Integration?”, master
tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi,
ALLPORT, FLOYD H., 1937: “Tbward a Science of Public Opinion”, Public Opinion Quarterly,
cilt 1, no. 1, s. 7-23.
ALVERDES, FR EDR CH WILHELM, 1925: Tiersoziologie: Forschungen Zur Völkerpsychologie
und -soziologie. Yay.: Richard Thum, cilt 1, Leipzig, Hirschfeld.
AR STOTELES, 19866: Politik, çev. ve yay.: OlofGigon, Mü nih, Deutscher Taschenbuch
Verlag.
ASCH, SOLOMON E., 1951: “Effects of Group Pressure upon the Modification and Distortion
of Judgments”, H. Guetzkow (yay.), Groups, Leadership, and Men, Pittsburgh, Carnegie -
yeniden basım 1953, Dotwin Cartwright/Alvin Zander (yay.), Gımıp Dynamics. Research
and
Theory, Evanston, III./New York, Row, Peterson and Comp., s. 151-162.
ASCH, SOLOMON E., 1952: “Group Forces in the Modification and Distortion of Judgments”,
Social Psychology, New York, Prentice Hail Inc., s. 450-473.
BADER-WEISS, G./K. S. BADER, 1935: DerPranger. Ein StrafwerkzeugundRechtsıwahrzeichen
des Mitte/a/ters, Freiburg, Jos. Waibersche Verlagsbuchhandlung.
BANDURA, ALBERT, 1968: “Imitation”, International Encyclopedia of the Social Sciences,
New,
York, The Macmillan Company & The Free Press, cilt 7, s. 96-101.
BARBER, BERNARD/LYLE S. LOBEL, 1953: “Fashion In Women’s Clothes and the American
Social System”, Reinhard Bendix/Seymour Martin Lipset (yay.), Class, Stains and Poıver. A
Reader in Social Stratification, Glencoe, III., Tbe Free Press, s. 323-332.
KAYNAKÇA 3 1 3
BAUER, WILHELM, 1914: Die öffentliche Meinung und ihre geschichtlichen Grundlagen,
Tü bingen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck).
BEN GER, JAMES R., 1978: “Media Content as Social Indicators. The Greenfield Index of
Agenda-Setting”, Communication Research 5, s. 437-453.
BEN GER, JAMES R., 1987: “Toward an Old New Paradigm. The Half-Century Flirtation with
Mass Society", Public Opinion Quarterly, cilt 51, s. 546-566.
BENTHAM, JEREMY, 1838-1843,1962: “TheConstitutionalCode, Bookl, ChapterVIII, Public-
Opinion Tribunal”, John Bowring: The Works of Jeremy Bentham, cilt 9, New York, Russel &
Russel, s. 41-46.
BERLYNE, D. E., 1969: “Laughter, Humor, and Play”, Gardner Lindzey/Elliot Aronson (yay.),
The Handbook of Social Psychology, Second Edition, cilt 3, Reading, Mass., Addison-Wesley
Publishing Comp., s. 795-852.
BEYLE, HERMAN C., 1931: Identification and A nalysis of Attribute-Cluster-Blocs, Chicago,
University of Chicago Press.
BLAKE, ROBERT R./JANE SUYGLEY MOUTON, 1954: “Present and Future Implications of
Social Psychology for Law and Lawyers”, Journal of Public Law, cilt 3, s. 352-369.
BLUMER, HERBERT, 1948: “Public Opinion and Public Opinion Polling”, American
Sociological
Review, cilt 13, s: 542-547.
BOAS, GEORGE, 1969: Vox Populi: Essays in the History of an dea, Baltimore, The Johns
Hopkins
Press.
BODIN, JEAN, 1968: Les six livres de la Republique. Livre cinquieme. (Corpus des oevres de
philosophie en langue Française), Paris, Fayard.
BOURDIEU, PIERRE, 1979: “Public Opinion Does Not Exist” A. Mattelart, S. Siegelaub (yay.
haz.), Communication and Class Struggle, NevvYork, International General.
BRAATZ, KURT, 1988: Friedrich Nietzsche - Eine Studie zur Theorie der öffentlichen
Meinung, (Monographien und Texte zur Nietzsche-Forschung, cilt 18) Berliıı/New York, de
Gruyter.
BRYCE, JAMES, 1888,1889: The American Cömmomcealth, 2 cilt, Londra, Macmillan.
BUCHER, LOTHAR, 1887: “Ü ber politische Kunstausdrü cke”, Deutsche Revue XII, s. 67-80.
BURKE, EDMUND, 1791,1975: “An Appealfrom theNew to the Old Whigs”, Edmund Burke,
1887: The Works, lu’elve Volumes in Six, cilt III/IV, yeni baskısı, Hildesheim/Nevv York,
GeorgOlms, cilt W, s. 61-215.
CARSON, RACHEL, 1962, Sile m Spring, Boston, Houghton Mifflin Co. (yeniden basım 1977,
New York, Fawcett).
CARTWRIGHT, DORWIN/ALVIN ZANDER (yay.), 1953, 1968: Group Dynamics. Research
and Theory, 3. baskı, New York/Evanston/Londra, Harper & Row.
CH LDS, HARWOOD I., 1965, Public Opinion: Nature, Formation, and Role, Princeton, N.]./
Toronto/New York/Londra, D. van Nostrand Company, Inc.
CHODERLOS DE LACLOS, 1782: Les liaisons dangereuses, Almancası: 1909, Gefâhrliche
Liebschaften, Mü nih, Verlag des Hyperion Hans von Weber.
CHULIA-RODRIGO, MARIA ELISA, 1989: “Die offentliche Meinung in Cervantes Roman
‘Don Quijote von der Mancha’ ”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
C CERO, 1980’: Atticus-Briefe, Latince ve Almanca, yay. H. Kasten, Mü nih/Zü rih, Artemis.
CLARK, TERRY N., 1969: GabrielTarde on Communication and Social Influence. Selected
Papers,
Chicago/Londra, The University of Chicago Press.
CONRADT DAV D E, 1978: “The 1976 Campaign and Election: AnOverview”, KarlH. Cemy:
Germany at the Polis. The Bundestag Election of 1976, Washington, D. C., American
Enterprise
Institute for Public Policy Research, s. 29-56.
CORPUS IURIS CIVILIS, 1954, 2, cilt: Codezjustinianus, yay., E Krü ger. Berlin 1877
baskısının
ü niv. baskısı, Berlin, Weidmann.
CSIKSZENTMIHALYI, M1HALY, 1992: “Public Opinion and the PsychologyofSolitııde”, 22
Ocak 1992’de Johannes Gutenberg Ü niversitesi'nde konferans. .
3 1 4 KAMUOYU
DARWIN, CHARLES, 1873: The Expression of the Emotions in M an and Animals, Londra,
Murray.
DAV SON, W. PHILLIPS, 1958: “The Public Opinion Process”, Public Opinion Quarterly, cilt
22,
s. 91-106.
DAV SON, W PHILLIPS, 1968: “Public Opinion Introduction”, David L. Silis (yay.),
International
Encyclopedia of the Social Sciences, New York, The Macmillan Company &The Free Press,
cilt 13, s. 188497.
DEISENBERG, ANNA M ARIA, 1986: Die Schıveigespirale - Die Rezeption des M odells im In-
und Ausland, sonsö z: Elisabeth Noelle-Neumann, Mü nih, MinervaSaur.
DESCARTES, RENfi, 1641,1964: CEuvres, 1. cilt: Meditationes dePrima Philosophia, yay.
Charles Adam/Paul Tannery, Paris, Librairie Philosophique 1. Vrin.
D CEY, ALBERT V., 1905: Lectures on the Relation Betıveen Law and Public Opinion in
England,
During the Nineteenth Century, Londra, Macmillan,
D CEY, ALBERT V, 1905, 1962: Law and Public Opinion in England, Londra, Macmillan
DONSBACH, WOLFGANG /ROBERT L. STEVENSON, 1986: “H erausforderungen, Probleme
und empirische Evidenzen der Theorie der Schweigespirale”, Publizistik, Jg. 31, Heft 1-2, s.
7-34.
DOUGLAS, MARY, 1986,1991: How Institutions Think, Syracuse, New York, Syracuse
University
Press. Almancası: Wie Institutionen denken, Frankfurt am Main, Suhrkamp.
DOVIFAT EM L, 1937,19624: Zeitungslehre, 1. cilt, Berlin, Walterde Gruyter &Co.
(Sammlung
Gö schen, Band 1039).
DULMEN, RICHARD VAN, 1977: Reformation als Revolution: Soziale Beıvegung und religiöser
Radikalismus, Mü nih, Deutscher Taschenbuchverlag (dtv-Wissensch.-Reihe 4273).
ECKERT, WERNER, 1985: “Zur ö ffentlichen Meinung bei Machiavelli - Mensch, Masse und
die Macht der Meinung”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
ECKSTE N, HARRY, 1966: Divisıonand Cohesionin Democracy. A Study ofNorway, Princeton,
N.J., Princeton University Press.
ERASMUS VON ROTTERDAM, 1516,1968: Fürstenerziehung, Institutio Principis Christiani,
Die Erziehung eines christlichen Fürsten, ö nsö z, çeviri ve yay.haz. An ton J. Gail. Paderbom,
Schö ningh.
EWEN, WOLFGANG, WOLFGANG H E1NINGER, SAB NE HOL CK , AXEL HOPBACH,
ELMAR SCHLÜ TER, 1981/82: “Selbstexperiment: Isolationsdrohung”, seminer çalı ması,
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, Basın Yayın Enstitü sü .
FESTINGER, LEON, 1957: A Theory of Cognitive Dissonance, Evanston, Illinois, Row,
Peterson
and Comp.
FIELDS, JAMES M./HOWARD SCHUMAN, 1976: “Public beliefs about the beliefs of the
public’1, Public Opinion Quarterlyt cilt 40, s, 427-448.
FRAME, DONALD M., 1965: Montaigne. A Biograpky, New York, Harcourt, Brace &MÇforld.
FRENTIU, CARMEN, 1990: “Die ö ffentliche Meinung in den Essays ‘Upon the Original and
Nature of Government’ (1672) und ‘Of Popular Discontents’ (1685) von Sir Wılliam
Temple”,
seminer çalı ması, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, Basın Yayın Enstitü sü .
FREY, SIEGFRIED, H.-E HIRSBRUNNER, J. POOL, W. DA W, 1981: “Das Berner System zur
Untersuchung nonverbaler Interaktıon”, Peter Winkler (yay.), Methoden der Analyse von
Face-tO'Face-Situationeri, Stuttgart, Metzler.
FR SCH, MAX, 1958, 19796: “Ö ffentlichkeit als Partner”, Max Frisch: Öffentlichkeit als
Partner,
Frankfurt/Main, Suhrkamp.
FROMM, ER CH, 1979: Sîg7nun<i Freuds Psychoanalyse -Gröfie und Grenzen, Stuttgart,
Deutsche
Verlagsanstalt,
FUNKHOUSER, G. R., 1973: “The Issues of the Sixties: An Exploratory Study in the Dynamics
of Public Opinion”, Public Opinion Quarterly, cilt 37, s. 62-73.
GA L, ANTON J., 19813: Erasmus von Rotterdam in Selbstzeugrdssen und Bilddokumenten,
Reinbek,
Rowohlt.
KAYNAKÇA 3 1 5
GALLACHER, S. A., 1945: “Vox populi, vox Dei”, Philological Quarterly, cilt XXIV s. 12-19.
GANOCHAUD, COLETTE, 1977-1978: Lopinionpublique chezjean-Jacqu.es Rousseau,
Üniversite
de Paris V - Rene Descartes, Sciences Humaines, Sorbonne, Tomes 14-II.
GEHLEN, ARNOLD, 1965: Zeit-Bilder. Zur Soziologie und Âsthetik der moderrıen M alerei,
Frankfurt/
Bonn, AtKenâ um.
GELDNER, FERD NAND, 1930: “Die Staatsauffassung und Fü rstenlehre des Erasmus von
Rotterdam”, Historâ che StMcijen, Heft 191, Berlin.
GERBER, CHRISTINE, 1975: “Der Begriff der ö ffentlichen Meinung im Werk Rousseaus”,
master
tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
GERSDORFF, CARL (ERNST AUGUST) VON, 1846: Über den Begriff und das Wesen der
öffentlichen Meinung. Ein Versuch, Jena, Verlag von J. G. Schreiber.
GLANV LL, JOSEPH, 1661: The Vanity of Dogmadzing: or Confidence in Opinions. M anifested
in
a Discourse of the Shortness and Uncertainty of our Knowledge And ıts Causes: With some
Refleıions on Peripateticism, and An Apology for Philosophy, Londra, E. C. for Heury Eversden
at the Grey-Hound in St. PaulsChurch-Yard.
GLYJsJN, CARROLL J.yJACK M. McLEOD, 1985: “Implications of the Spiral of Silence Thpory
for Communication and Public Opinion Research”, Keith R. Sanders/Linda Lee Kaid/Dan
Nimmo (yay*), Political Communication Yearbook 1984, Carbondale/Edwardsville,
Southern
Illinois University Press, s. 43-65.
GOETHE, JOHANN WOLFGANG, 19642: Werke, Briefe und Gesprâche, Gedenkausgabe, yay.
Ernst Beutler, 14. cilt, Schriften zur Literatür, Bö lü m: Weltliteratur, Homer noch einmal,
Zü rih/
Stuttgart, Artemis.
GOFFMAN, ERV NG, 1956: “Embarrassment and Social Organization”, The American Journal
of Sociology, cilt 62, no. 3, s. 264-271.
GOFFMAN, ERV NG, 1963: Stigma. Notes on the Management of Spoiled dentity, Englewood
Cliffs, Prentice -Hail, Inc.
GOFFMANN, ERV NG, 1963: Behavior in Public Places. Notes on the Social Organization of
Gatherings, New York, The Free Press.
GOLLIN, ALBERT E., 1980: “Exploring the Liaison between Polling and the Press”, Public
Opinion Quarterly, cilt 44, s. 445-461.
HABERMAS, JÜRGEN, 1962: Struktunuandel der Öffentlichkeit. Untersuchungen zu einer
Kategorie
der bürgerlichen Gesellschaft, Neuvvied, Hermann Luchterhand.
HALLEMANN, M CHAEL, 1984: “Peinlichkeit als Indikator. Theorie der Peinlichkeit
demoskopische Analyse - Bezü ge zur Publizistikvvissenschaft unter besonderer Be-
rü cksichtigung des Phâ nomens Offentlichkeit”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg
Ü niversitesi.
HALLEMANN, M CHAEL, 1986: “Peinlichkeit und ö ffentliche Meinung”, Publizistik, 31. Jg.,
Heft 3-4, s. 249-261.
HALLEMANN, M CHAEL, 1989: “Peinlichkeit. Ein Ansatz zur Operationalisierung von
Isolationsfurcht im sozialpsychologischen Konzept ö ffentlicher Meinung”, doktora tezi,
Mainz,
Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
HALLER, WILLIAM, 1965: Tracts on Liberty in the Puritan Revolution 1638' 1647, cilt 1,
Commentary, New York, Octagon Books.
HARIG, LUDWIG, 1978: “Rousseau sieht das Weisse im Auge des Kö nigs. Ein
literaturhistorischer
Rü ckblick”, Die Welt, no. 71, 25 Mart 1978.
HAV LAND, JOHN BEARD, 97 7: Gossip, Reputation, andKnoıvledge in Zinacantan, Chicago,
University of Chicago Press.
HEGEL, GEORG WILHELM FR EDR CH, 1821, 1970: Werke in zvoanzig Banden, 7. cilt,
Grundlinien der Philosophie des Rechts, Frankfurt/Main, Suhrkamp. s. 485, §318.
HEIDER, FRITZ, 1946: ‘Attitudes and Cognitive Organization”, The Journal of Psychology,
cilt
21, s. 107-112.
3 1 6 KAMUOYU
HENNIS, WILHELM, 1957: Meirıungsforschung und reprâsentative Demokratie. Zur
Kritikpolitischer
Vmfragen, Tü bingen, ]. C. B. Mohr (Paul Siebeck).
HENNIS, WILHELM, 1957: “Der Begriff der ö ffentlichen Meinung bei Rousseau”, Archiv für
Rechts- und Sozialphilosophie, Band XLIII, s. 111 -115.
HENTIG, HANS VON, 1954-1955: Die Strafe. Frühformen und kulturgeschichtliche
Zusammenhange,
Berlm/Gö ttingen/Heideiberg, Sprınger.
HES ODOS, 1936: Samtliche Werke, Almancası: Thassilo von Scheffer, Viyana, Phaidon,
uWerke
und Tage, V”.
HOBBES, THOMAS, 1650,1889,1969: The Elements ofhaw. Natural and Politic, Londra,
Frank
Cass & Co.
HOFSTÂ TTER, PETER ROBERT 1949: Die Psychologie der öffentlichen M einung, Viyana,
Wilhelm
Braumü ller.
HOLCOMBE, A. W., 1923: The Foundations of the Modern Commomuealth, New York,
Harpers.
HOL CK , SAB NE, 1984: “Isolationsdrohung - Sozialpsychologische Aspekte eines pu-
bHzıstikwissenschaftUchenKonzepts,,) master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
HÇ>TZENDORFF, FRANZ VON, 1879,1880: Wesenund Werth der öffentlichen Meinung,
Mü nih,
M. Riegersche Universitats-Buchhandlung (Gustav Himmer).
HUBBARD, B. A. F./E. S. KARNOFSKY, 1982: Plato's Protagoras. A Socratic Commentary, M.
F.
Burnyeat’in ö nsö zü yle, Londra, The Trinity Press.
HUME, DAV D, 1739/1740, 1896; A Treatise o f Human Nature, orijinalden tıpkıbasım, yay.
haz.,
L. A. Selby-Bigge, Oxford, At The Clarendon Press, Almancası: 1978, Ein Traktat über die
menschliche Naturı çev.Theodor Lipps, yay. Reinhard Brandt, cilt I ve II, Hamburg, Felix
Meiner.
HUME, DAV D, 1741/1742,1963: Essay s Moral, Political, andLiterary, Londra, Oxford
University
Press.
HUME, DAV D, 1751,1962: Untersuchung über die Prinzipien der Moral, çeviri, ö nsö z ve
dizin,
Cari Winckler, Hamburg, Felix Meiner.
HYMAN, HERBERT H., 1957: “Toward a Theory of Public Opinion”, Public Opinion Quarterly,
cilt XXI, no. 1, s. 54-60.
IHER NG, RUDOLPH VON, 1883: Der Z ıveck Im Recht, 2. cilt, Leipzig, Breitkopf & Hâ rtel.
INTERNATIONAL ENCYCLOPED A OF COMMUNICATIONS, 1989, New York, Oxford
University Press.
INSTITUT FÜ R DEMOSKOP E ALLENSBACH, 1952: Die Stimmung im Bundesgebiet, Ekim
1952, grafik.
jACKEL, ANNE, 1988: “ U nge schri ebe ne Gesetze im Lichte der sozialpsychologischen
Theorie
ö ffentlicher Meinung”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
JAHODA, MAR E, 1969, 1973: ‘'Konformitâ t und Unabhâ ngigkeit - Eine psychologische
Analyse”, Martin Irle/M.v.Cranach/H.Vetter (yay.), 7exte aus der experirnentellen
Sozialpsychologie (Soziologische Texte, Band 45), Neuwied, Luchterhand, s. 548-572 - ilk
. baskısı ngilizce, 1959, “Conformity and Independence. A Psychological Analysis”, Human
Relations 12, s. 99-120.
JORDAN, E., 1930: Theory o/Legisfotion, Indianapoiis, Progress Publishing Company.
JÜ NGER, ERNST,. 1962: Der Waldgang, Frankfurt/Main, Klostermann.
KAISER, JOSEPH H., 1975: “Sozialaııffassung. Lebenserfahrung und Sachverstand in der
Rechtsfindung”, Neue]uristischeWochenschrift, sayı: 49.
KANT, ÎMMANUEL, 1781: 6. gö z. geç. baskısı, 1923, Kritik der reinen Vemunft, yay. Benno
Erdmann. Berlın/Leipzig, Walter de Gruyter.
KATZ, ELIHU, 1981*. “PubUcity and Pluralistic Ignorance: Notes on ‘The Spiral of Silence5”,
Horst Baîer/Hans Mathias Kepplinger/Kurt Reumann (yay.), Offentliche Meinung und
sozialer
Wandel. Public Opinion and Social Change (Fü r Elisabeth Noelle-Neumann), Opladen,
Westdeutscher Verlag, s. 28-38.
KAYNAKÇA 3 1 7
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1975: Realkukurund Medienkultur. Lkerarische Karrieren in
der Bundesrepublik, Freiburg, Mü nih, Kari Alber.
KEPPL NGER, HANS M ATHIAS/HERBERT ROTH, 1978: “Kommunikation in der Ö lkrise des
Winters 1973/74”, P ublizistik, jg. 23, sayı: 4, s. 377-428, ngilizcesi: 1979, “Creating a Crisis:
German Mass Media and Oil Supply in 1973/74”, Public Opinion Quarterly, cilt 43, s. 285-
296.
KEPPL NGER, HANS MATHIAS/MICHAELHACHENBERG, 1979: “The ChallengingMi-
nority. A Study in Social Change”, Vortrag auf der Jahreskonferehz der International
Communication Association in Philadelphia, Mayıs 1979.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1979: “Ausgewogen bis zur Selbstaufgabe? Die
Femsehberichterstattung ü ber die Butıdestagswahl 1976 als Fallstudie eines
kommunikations-
politischen Problems”, Media Perspektiven, sayı: 11, s. 750-755.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1980: “Optische Kommentierung in der Fernseh-
berichterstattung ü ber den Bundestagswahlkampf 1976”, Thomas Elhvein (yay.),
Politikfeid-
Arudysen 1979, Opladen, Westdeutscher Verlag, s. 163-179.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1980: “Kommunikation im Konflikt. Gesellschaftliche
Bedingungen kollektiver Gewalt”, Mainz Ü niversitesi Konu maları, Mainz.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1987: Darstellungseffekte. Experimentelle Untersuchungen zur
Wırkungvon Pressefotos und Fenısehfilmen, Freiburg, Münih, Kari Alber.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1988: “Die Kemenergie in der Presse. Eine Analyse zum
EinfluB subjektiver Faktoren auf die Konstruktion von Realitâ t”, Kolner Zeitschriftfür
Soziobgie
und Sozialpsychohgie, 40. Jg., s. 659-683.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1989: Kümdichc Horizonte. Folgen, DarsLcilung und
Akze/uanz
von Technik in der Bundesrepublik Deutschland, Frankfurt/Main, Campus Verlag.
KEPPL NGER, HANS MATH AS, 1989: “Nonverbale Kommunikation: Darstellungseffekte”,
Fischer Lexikon Publız^tik - Massenkomniunikation, yay. Elisabeth Noelle -Neumann,
Winfried Schulz, Jü rgen Wılke, Frankfurt/Main, Fischer Taschenbuch Verlag, s. 241-255.
KLAPR ORRIN E., 1954: “Heros, Villains, and Fools, as Agents of Social Control", American
SociologicalRevieuı, cilt 19, no. 1, s. 56-62.
KÖ NIG, RENE, 1967: “Das Recht im Zusammenhang der sozialen Normensysteme”, Ernst E.
Hirsch/Manfred Rehbinder (yay.), Studien und Materialien zur Rechtssoziobgie. Kölner
Zeitschrifl für Soziobgie und Sazialpsychologie, özel sayı: I I ,s .36-53.
\
LAMP ER CH, 1988: “Ö ffentliche Meinung im Alten Testament. Eine Untersuchung der
sozialpsychologischen Wirkungsmechanismen ö ffentlicher Meinung in Texten alt-
testamentlicher Ü berlieferung von den Anfâ ngen bis in babylonische Zeit”, doktora tezi,
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
LANDECKER, WERNERS., 1950: “Types of Integration andTheir Measurement”, American
Journal of Sociology, cilt 56, s. 332-340 (yeniden basımı, 1955: Paul E. Lazarsfeld/Morris
Rosenberg: The Language of Social Research. A Reader in the Mechodology of Social
Research,
New York/Londra, The Free Press/Collier-Macmillan. s. 19-27).
LAPIERE, RICH ARD T., 1954: A Theory of Social Control, New York/Londra/Toronto,
McGraw-
Hill.
LATHAM, R M MATTHEWS (yay.), 1970-1983: The Diary ofSamuel Pepys, 11 cilt, Londra, 1.
cilt.
LAWICK-GOODALL, JANE VAN, 1971: In the Shadouı of Man, Boston, Houghton Mifflin,
Almancası: 1971, Wlde Schimpansen, Reinbek, Rowohlt.
LAZARSFELD, PAUL F. BERN ARD BERELSON/HAZEL GAUDET 1944, 1948, 1968: The
People’s Choice. H ow the voter makes up his mind in a presidenüal campaign, New York,
Duell, Sloan and Pearce, 3. baskı, New York, 1968, Columbia University Press, Almancası:
1969,
Wahlen undWah!er. Soziologie des Wahlverhaltens (Soziohgische Texte), Neuwied,
Luchterhand.
LAZARSFELD, PAUL E, 1957: “Public Opinion and the Classical Tradition”, Public Opinion
Quanerly, cilt 21, no. 1, s. 39-53.
3 1 8 KAMUOYU
LE GOFF, JACQUES, 1989: “Karın denh Lachen Sü nde sein? Die mittelalterliche Geschichte
einer sozialen Verhaltensvveise”, Frankfurter AUgemeine Zeitung, no. 102,3 Mayıs 1989, s.
N3.
LEONHARDT, R. W., 1965: “Der Kampf der Meinungsforscher: Elisabeth Noelle-Neumann,
‘leh wü rde mich gar nicht wundern, wenn die SPD gewâ nne”’, Die Zeit, 17 Eylü l 1965.
LERSCH, PHILIP^ 1951: Gesicht und Seele. Grundlinien einer mimisehen Diagnostik, Münih,
Basel,
Reinhardt.
LEWIN, KURT, 1935-1946, 1948: Resofoing Sociaî Conflicts, Selected Papers on Group
Dynamics,
yay. haz. Gertrud W Lewin, Michigan Research Çenter for Group Dynamics yayını, New
York, Harper.
LEWIN, KURT, 1947: “Group Decision and Social Change”, Theodore M. Neweomb/ Eugene
L. Hartley (yay.), Readings in Social Psychology, New York, Henry Holt and Company, s. 330
344.
LIMMER, WOLFGANG, 1976: “Wem sehrei ich um Hilfe?”, Der Spiegel, no. 41, s. 236-239.
L PPMANN, WALTER, 1922, 195414: Public Opinion, New York, The Macmillan Comp., cep
kitabı 1965, New York, The Free Press, Almancası: 1964, Die öffendiche Meinung, Mü nih,
Rü tten +Leoning.
LOCKE, JOHN, 1690,1894: An Essay Conceming Human Understanding, 1671 tasarısı, yay.
haz.
Alexander Campbell Fraser, Oxford, At the Clarendon Press.
LOCKE, JOHN, 1690, 1976: Über den menschlichen Verstand, Hamburg, Felix Meiner
(Philosophische Bibliothek, cilt 75/76), çev. C. Winckler, 3. baskı, bir ciltte tıpkıbasım.
LORENZ, KONRAD, 1963,19646: Das sogenannte Böse. Zur Naturgeschichte der Aggression,
Viyana,
Dr. G. Borotha-Schoeler.
LUHMANN N KLAS, 1971: “Offentliche Meinung”, Politische Planung. Aufsatze zur Soziologie
von Politik und Verıvaltung, Opladen, Westdeutscher Verlag, s. 9-34, ilk basım 1970,
Politische Vierteljahresschrift, 11. Jg., Heft 1, s. 2-28; yeniden basım 1974, Wolfgang R.
Langenbucher
(yay.); Zur Theorie der politischen Kommunikation, Mü nih, R. Piper & Co., s. 27-54,311-317;
1979’da, Wolfgang R. Langenbucher (yay.), Politik und Kommunikation. Über die öffentliche
M einungsbildung, Mü nih/Zü rih, R. Piper &Co., s. 29-61.
MACH AVELL , NICCOLO 1514,1978: DerFürst, çev. ve yay. Rudolf Zorn, Stuttgart, Alfred
Krö ner.
MACH AVELL , NICCOLO, 1950: The Prince and the Discourses, New York, Random House
Inc.
MCCOMBS, M. E./D. SHAW, 1972: “The Agenda-Setting Function of Mass Media”, Public
Opinion Quarterly, cilt 36, s. 176-187-
MCDOUGALL, WILLIAM, 1920,1921: The Group M ind, Cambridge, At the University Press.
MCLEOD, J. M./L. B. BECKER/J.E.BYRNES, 1974: “Another Look at the Agenda-Setting
Function of the Press”, Communication Research I, s. 131-166.
MAD SON, JAMES, 1788, 1961: “The Federalist no. 49, February 2. 1788”, Jacob E. Cooke,
The Federalist, Middletown, Conn., Wesleyan University Press, s. 338-347.
MALRAUX, ANDRE, 1971: Les ehenes qu'onabat..., Paris, Gallimard, Almancası: 1972,
Eichen,
die manfallt, çev. Carlo Schmid, Frankfurt, S. Fischer.
MATHES, SAB NE, 1989: “Die Einschâ tzung des Meinungsklimas im Konflikt um die
Kemenergie durch Personen mit viel und wenig Fernsehnutzung”, master tezi, Mainz
Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
MEAD, GEORGE HERBERT 1934, 1968: Geist, îdentitüt und Gesellschaft aus der Sicht des
Sozialbehaviorismus, Frankfurt/Main, Suhrkamp (orijinali: Mmd, Self, and Society. From the
standpoint of a social behaviorist, Chicago, University of Chicago Press 1934).
MEAD, MARGARET, 1937: “Public Opinion Mechanisms Among Primitive Peoples”,- Public
Opinion Quarterly, cilt 1, lemrtıuz, s. 5-16.
MERTON. ROBERT K., 1949,1968: Soda/ Theory and Social Structure. Toward the
Codification of
Theory and Research, New York, The Free Press.
KAYNAKÇA 3 1 9
MILGRAM, STANLEY, 1961: “Nationality and Conformity”, Scientific American, cilt 205, s.
45
51.
MILL, JOHN STUART, 1859: On Liberty, Almancası: Über die Freiheit, çev. Bruno Lemke,
Stuttgart, Reclam 1974-MOLCHO, SAMY, 1983: Körpersprache, Mü nih, Mosaik-Verlag.
MONTA GNE, M CHEL DE, 1588,1902: Les Essais, yay. Fortunat Strovvsky. Bordeaux, F.
Pech.
MONTA GNE, M CHEL DE: Essö îs, (Euvres completes, yay. Maıırice Rat/AlbertThibaut, Paris,
Gallimard.
MONTA GNE, M CHEL DE, 1908: Versuche, 1. kitap, Berlin, Wiegandt &Grieben.
MONTA GNE, M CHEL DE, 1908-1915: Gesammelte Schriften, yay. Otto Flake/ Wilhelm
Weigand, çev. J. J. Bode, cilt 1-6, Mü nih, Leipzig, G. Mü ller; Mü nih, Berlin, G. Mü ller.
MORENO, JACOB L., 1934, 1953: Who Shall Survive1 Foundations of Sociometry, Group
Psychotherapy and Sociodrama, yay. haz. Beacon, N. Y., Beacon House.
MOSCOVIC1, SERGE, 1991; “Silent Majorities and Loud Minorities. Commentary on Noelle-
Neumann”, James A. Anderson (yay.), Communication Yearbook 14, Newbury Park, Sage, s.
298-308.
MRESCHAR, RENATEI., 1979: “Schmidt war besser im Bild als Kohl Univcrsitâ t aııalysierte
Kameraarbeit bei der TV-Berichterstattung vor dei Bundestagswahl 76”, Frankfurter
Rundschau, no. 225,1 Kasım 1979, s. 26.
MÜ LLER, JOHANNES VON, 1777,1819: “Zuschrift an aile Eidgenossen”, Johannes von Müller,
Sâmmtliche Werke, 27. bö lü m (Nachlese kleiner historischer Schriften), yay Johann Georg
Mü ller, Tü bingen, J. G. Cotta’sche Buchhandlung, s. 24-50.
MURIE, ADOLPH, 1944: The ıvolves ofMount McKinley, Washington, U.S. Nat. Park Serv.,
Fauna Ser. 5.
NAGLER, JOHANNES, 1918,1970: DieStra/e. Eine juristisch'empirische Untersuchung, Aalen,
Scientia (1918 Leipzig baskısının yeni baskısı).
NEUMANN, ER CH PETER/ELISABETH NOELLE, 1961: UmfragenüberAdenauer. Ein Portrât
in Zahlen, Allensbach/Bonn, Verlag fü r Demoskopie.
NIBELUNGENLIED, DAS, 1965: Felix Genzmerçevirisi, Stuttgart, Reclam
NIEDERMANN, BERND, 1991: “Ö ffentliche Meinung und Herrschaft am Beispiel des er-
folgreichen Poîitikers Kardinal Richelieu”, master tezi, Mainz.
N ETZSCHE, FR EDR CH, 1967: “Zur Genealogie der Moral - Dritte Abhandlung, was
bedeuten
asketische deale?”, §12, Friedrich Nietzsche, Werke-Kritische Gesamtausgabe, yay. Giorgio
Colli/Mazzino Montinari, Berlin/Ne w York, de Gruyter, VI. 2.
NOELLE, EL SABETH, 1966: “Ö ffentliche Meinung und Soziale Kontrolle” (Recftt und Staat,
sayı: 329), Tü bingen, J. C. B. Mohr (Paul Siebeck).
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1973: “Return to the Concept of Powerful Mass Media",
Studies of Broadcasting, no. 9, Mart 1973, s. 67-112.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1973: “Kumulation, Konsonanz und Ö ffentlichkeitseffekt.
Ein neuer Ansatz zur Analyse der Wirkung der Massenmedien", Publizistik, 18. Jg., Heft 1, s.
26-55; yeniden basım 1977,1979, Elisabeth Noelle-Neumann, Offentlichkeit als Bedrohung.
Beitrâge zur empirischen Kommunikadonsforschung (Alber-Broschur Kommunikation, 6.
cilt),
Freiburg, Mü nih, Kari Alber, s. 127-168; 1987, Maximilian Gottschlich (yay.),
Massenkommunikationsforschung. Theorieentıvıcklung und Problemperspektiven.
Studienführer
zur Publizistik- und Kommunikationswissenschaft\n içinde, Viyana, Braumüller, s. 155-181.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 19741 “Die Schvveigespirale. Ü ber die Entstehung der
ö ffentlichen Meinung”, Emst ForsthofF/Reinhard Hö rstel (yay.), Standone im Zeitstrom,
Arnold
Gehlen’ın 29 Ocak 1974’teki 70. do um gü nü için kutlama yazısı, Frankfurt/Main,
Athenâ um,
s. 299-330, yeniden basım 1977,1979, Elisabeth Noelle-Neumann, Offentlichkeit ah
Bedrohung.
Beitrâge zur empirischenKommunikationsforschung (Alber-Broschur Kommunikation, 6. cilt),
Freiburg/ Mü nih, Kari Alber, s. 169-203.
3 2 0 KA M U O Y U
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1977: “Turbulences in The Climate of Opinion, Me
thodological Applications of the Spiral of Silence Theory”, Public Opinion Quarterly, cilt 41,
s. 143-158.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1977’. “Das doppelte Meimmgsklima. Der Einfluss des
Fernsehens im Wahlkampf 1976”, Politische Vierteljahresschrift, 18. Jg., Heft 2-3, s. 408-
451;
yeniden basım, Elisabeth Noelle-Neumann, 1980, Wahlentscheidung in der
Femsehdemokratie,
Freiburg, Wü rzburg, Ploetzs. 77-115.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1978: “Kampf um die ö ffentliche Meinung, Eine
vergleichende sozialpsychologische Analyse der Bundestagswahlen 1972 und 1976”, Dieter
Just, Peter Rö hrig (yay.), Entsc/ıeidung ohne Klarheit. Anmerkungen und M aterialien zur
Bundestagsıvahl 976 (Schriftenreihe der Bundeszentrale fü r politische Bildung, 127. cilt),
Bonn, s. 125-167; yeniden basım, Elisabeth Noelle-Neumann, 1980, Wahlent$cheidungin
der
Femsehdemokratie, Freiburg, Wü rzburg, Ploetz, s. 144-190.
NOELLE-HEUMANN, EL SABETH, 1979: “Die Fü hrungskrise der CDU im Spiegel einer WahL
Analyse eines dramatischen Meinungsumschwungs”, Frankfurter Allgemeine Zeitung, no.
72,
26, Mart 1979, s. 10.
-
.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1981: “Das Bundesverfassungsgericht und die unge-
schriebenen Gesetze - Antwort an Ernst Benda”, Die Offentliche Verıvaltung, 35. Jg., sayı: 21,
s. 883-888.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1985: “The Spiral of Silence. A Response”, Kelth R.
Sanders/Lynda Lee Kaid/Dan Nimmo (yay.), Political Communication Yearbook 1984,
Carbondale/Edwardsville, Southern Illinois University Press, s. 66-94.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1989: “Advances in Spiral of Silence Research”, KEIO
Communication Revieıv, cilt 10, s. 3-34.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1989: “Die Theorie der Schweigespirale als
Instrumentder
Medienvvirkungsforschung”, Max Kaase/Winfried Schulz (yay.), Massenîcommuni/cation,
Opla
den, Westdeutscher Verlag (Kölner Zeitschriftfür Soziologie und Sozialpsychologie, özel sayı:
30).
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1991: The Theory of Public Opinion, The Concept of the
Spiral of Silence, James A. Anderson (yay. haz.), Communication Yearbook 14 içinde,
Newbuıy Park, Sage, s. 256-287.
NOELLE-NEUMANN, EL SABETH, 1992: “Manifeste und latente Funktion ö ffentlicher
Meinung”, Publizistik, 37. Jg., s. 385-388.
NOSANSCHUK, T. A./JACK LIGHTSTONE, 1974: “Canned Laughter and Public and Pri-
vate Conformity”, Journal ofPersonality and Social Psychology, cilt 29, no. 1, s. 153-156.
O’GORMAN, HUBERT/STEPHEN L. GARRY, 1976: “Pluralistic Ignorance-A Replication and
Extension”, Public Opinion Quarterly} cilt 40, s. 449-458.
ONCKEN, HERMANN, 1914: “Politik, Geschichtsschreibung und ö ffentliche Meinung”
(1904),
Histonscfı-j}ofmsche Aufsatze und Reden, 1, cilt, Mü nih/Berlin, R. Oldenbourg, s. 203-243.
OSGOOD, CHARLES E./GEORGE J. SUCI/PERCY H. TANNENBAUM, 1957,19644: The
M easurement ofMeaning, Urbana, III., University of Illinois Press.
OSTERTAG, M CHAEL, 1986: “Nonverbales Verhalten im Femsehintervievv. Entvvicklung
eines
Instruments zur Erfassung und Bewertung nichtsprachlicher AuBerungen von Politikern
und Jo um al is ten”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
PALMER, PAULA, 1936,1950: “The Concept of Public Opinion in Political Theory”, Bernard
Berelson, Morris Janowitz (yay.), Reader in Public Opinion and Communication, Glencoe,
Free
Press, s. 3-13.
PASQUIER, ETIENNE, 1956: “Lettres XVIII”, Choix des lettres sur la litterature, la langue et la
traduction, yay. Dorothy Thickett, Cenevre, Droz, s. 43-52.
PETZOLT, D ETER, 1979: “Ö ffentlichkeit als BevvuBtseinszustand. Versuch einer Klâ tung
der
psychologischen Bedeutung”, master tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, Basın
. Yayın Enstitü sü .
KAYNAKÇA 3 2 1
PLATON, 1961: Laws, 2. cilt, ngilizceden çev. ve yay. R. G. Bury, Londra, W. Heinemann/
Cambridge, Mass., Harvard University Press.
PLATON, 1578: O. J„ Henricus Stephanus baskısı, Samtliche Werke, Heidelberg, Lambert
Schneider, 2. cilt.
PLATON, 19696: Gesetze, çev. E. Loewenthal, Platon, Samtliche Werke, yay. E. Loewenthal,
3.
cilt, Kö ln, Olten.
PLATON, 1987: Protagoras, Yunanca/Almanca, çev. ve yorumlayan, Hans Wolfgang Krautz,
Stuttgart, Reclam.
PRIBRAM, KARL, 1979: “Sehen, Hö ren, Lesen und die Folgen im Kopf.
Informationsverarbeitung
im Gehim”, 27 Nisan 1979’da Mainz’da DEUTSCHE LESEGESELLSCHAFT E.V, in
MEDIAS res ve Deutsche Gesellschaft fü r Publizistik und Kommunikationswissenschaft
tarafından ortakla a dü zenlenen, “Medienö kologie - ein Zukunftsproblem unserer
Gesellschaft.
Auf dem Weg zum vollverkabelten Analphabeten?” ba lıklı konferansta sunulan tebli .
PRISCILL1ANUS, 1889: Opera, Priscilliani quae supersunt. Maximem partem nuper de texit
adiectisque commentarus criticis et indicibus primus edidit, Georgius Schepss, Pragae,
Vindobonae, F. Tempsky/Lipsiae, G. Freytag.
RABELAIS, FRANÇOIS, 1955: GZvres completes, Texte 6tablie et annote par Jacques
Boulenger,
yay. haz. Lucien Scheler. Paris, Gallimard.
RAFFEL, M CHAEL, 1984: “Der Schöpfer des Begriffs ‘Ö ffentliche Meinung’, Michel de
Montaigne”, Publizistik, Jg. 29, Heft 1, s. 49-62.
RAFFEL, M CHAEL, 1985: “Michel de Montaigne und die Dimension Ö ffentlichkeit. Ein
Beitrag
zur Theorie der ö ffentlichen Meinung”, doktora tezi, Mainz Johannes Gutenberg
Ü niversitesi.
REIWALD, PAUL, 19483: Vom Geist der Massen. Handbuch der Massenpsychologie
(Internationale
Bibliothek fü r Psychologie und Soziologie, cilt I), Zü rih, Pan Verlag.
RENAUDET AUGUSTIN, 1954: Erasme et l'ltalie, Cenevre, Librairie E. Droz.
R CHEL EU, ARMAND DU PLESS1S CARDINAL DE, 1688,1947, Testament Polituiue, Edition
critique publiee avec une introduetion et des notes par Louis Andre et une preface de Leon
Noel, Paris, Robert Lafbnt.
RICHTER, HORSTE., 1976: FlüchtenoderStandhalten, Hamburg, Roıvohlt.
ROEGELE, OTTO B., 1979: “Massenmedien und Regierbarkeit”, Wilhelm Hennis/Peter Graf
Kielmansegg/Ullrich Matz (yay.), Regierbarkeit. Studien zu ihrer Problematısiemng, cilt II,
Stuttgart, Klett-Cotta, s. 177-210.
ROSS, EDWARDALSWORTH, 1901,1929,1969: SocialContıol.ASurveyoftheFoundaticmsof
Order, Julius Weinberg/Gisela J. Hinkle/Roscoe C. Hinkle’ın ö nsö zü yle, Cleveland/Londra,
The
Press of Case Westem Reserve University (ilk baskısı, 1901, Macmillan Company).
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1744, 1964: “Dep£ches de Venise, XCI”, La PUiade, 3. cilt,
Paris, Gallimard, s. 1184.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1750/55, 19783: Schriften zur Kulturkritik, Fratısızca-Almanca
baskı, Almancası: Kurt Weigand, Hamburg, Felix Meiner.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1761,18594: Julie oder Die neue Heloise, 1-4 cilt, Almancası: C.
Julius, Leipzig.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1762, 1959: Staat undGesellschaft. Contrat Social, Almancası:
Kurt Weigand, Mü nih, Goldmann.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1762,1962: “Du Contrat Social”, Du Contrat Social o h Principes
du Droit Politique, Paris, Garnier Freres.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1762,1963: Der Geseüschaftsvertrag, Almancası: H. Denhardt,
Stuttgart, Reclam.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1792, 1962: “Lettre â M. d’Alembert”, Du Contrat Social ou
Principes du Droit Politique, Paris, Garnier Freres, s. 176.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1762,1967: “Lettre â M. d’Alembert sur les Spectacles”, Paris,
Garnier-Flammariche, s. 154.
3 2 2 KAMUOYU
ROUSSEAU, JEAN J ACQUES, 1762,1978: Emile oder Über die Erziehung, Almancası:
Eleonore
Sckommodau, Stuttgart, Reclam.
ROUSSEAU, JEAN-JACQUES, 1766-1770: O.]., Bekenntnisse, Almancası: Levin Schü cking,
Mü nih.
RUSCLANO, FRANK L.: O. J. , “Passing Brave, Elite Perspectives on the Machiavellian
Tradition”,
Chicago Ü nivesitesi Siyasal Bilimler Fak., master tezi, ço altılmı manü skript.
RUSC ANO, FRANK L./ROBERTA FISKE^RUSC ANO, 1990: “Towards a Nation of World
Opinion”, International Journal o f Public Opinion Research, cilt 2, s. 305-322.
SAL SBURY, JOHN: The Statesmarts Book o f John o f Salisbury. Being the Fourth, Fifth, and
Sixth
Books, and Selections from the Seventh and Eighth Books, of the Policraticus, ngilizce çev.
ve ö nsö z: John Dickinson ( 1927), New York, Russell & Russel 1963.
SAUERWEIN, J. A., 1933: “The Moulders of Public Opinion”, Quincy Wright (yay. haz.) Public
Opinion and \J7or/d Politics, Chicago, University of Chicago Press.
SHERIF, MUZAFER, 1936,1965: The Psychology of Social Norms, New York, Octagon.
SILLS, DAV D L. (yay.); 1968: Encyclopedia o f the Social Sciences, New York, Macmillan Co.
&
Free Press.
SMEND, RUDOLF, 1928: Verfassungund Verfassungsrecht, Mü nih, Duncker &Humblot.
SMEND, RUDOLF, 1956: “Integrationslehre”, Handuförterbuch der Sozialıvissenschaften, cilt
5,
Stuttgart/Tü bingen/Gö ttingen, Gustav Fischer/]. C-B. Mohr (Paul Siebeck)/Vandenhoeck
& Ruprecht, s. 299-302.
SM TH, BREWSTER M., 1970: “Some Psychological Perspectives on the Theory of Public
Opinion”, Public Opinion Quarterly, cilt XXXIV, no. 3, s. 454
SNYDFRMAN, MARIC/STANLEY ROTHMAN, 1988: The Q Controversy. The Media and
Public Policy, New Brunswick, Transaction Books.
SPE ER, HANS, 1950: “Historical Development of Public Opinion”, Amenom Journal of
Sociohgy,
cilt LV no. 4, s. 376-388.
SPENCER, HERBERT, 1879,1966: “The Data of Ethics”, The Works o f Herbert Spencer, cilt 9,
The Principles o f Ethics, Part 1. (1892 haskısımn yeniden basımı), Osnabrü ck, Otto Zeller, s.
1-303.
SWIFT JONATHAN, 1706, 1965: “Thoughts on Various Subjects”, Prose \%rfcs, Cilt 1, A Tale
o f a Tub, Oxford, Basil Blackvvell.
SCHEFF THOMAS J., 1990: MîcrosoaoJogy. Discourse, Emotion, and Social Structure,
Chicago,
University of Chicago Press.
SCHLARB, ARMIN, 1984/85: “Die Beziehungzwischen ö ffentlicher Meinung und
symbolischem
Interaktionismus”, seminer çalı ması, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi, Basın Yayın
Enstitü sü .
SCHLEGEL, FR EDR CH, 1799: Lucinde, Berlin, Heinrich Frö lich.
SCHNEBERGER, DIETER, 1985: “Die Idee des Zeitgeistes bei Emst Jü nger”, master tezi,
Mainz
Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
SCHÖ NE, WALTER, 1939: DerAviso desjahres 1609, tıpkıbasım, Leipzig, Otto Harrossowitz.
SCHULMAN, GARYL, 1968: “The popuIarityofviewpoints and resistance toattitude change”,
Joumalism Quarterly, cilt 45, s. 86-90.
SCHULZ, WINFRIED, 1976: Die Konstrufetion von Realitât in den Nachrichtenmedien. Eine
Analyse der aktüellen Berıchterstattung (Aiber-Broschur Kommunikation, 4 cilt), Freiburg,
Kari Alber.
SCHWARZ, ERNST (yay.), 1987: Con/u^ıtS'Gesprache des Meisîers Kung, Mü nih, Deutscher
Taschenbuch Verlag.
STAATSLEXIKON: Recht, Wirtschaft, Gesellschaft, 1988, Freiburg, Her d er.
STRELLER, SIEGFR1ED, 19783: Hutten-Müntzer'Luther. Werke inzwei Banden, 1. cilt,
Berlin/
Weimar, Aufbau-Verlag.
STROSS, BRIAN, 1978: “Gossip in Ethnography”, Ret^eu/s in Amhrof^Io^, s. 181-188
KAYNAKÇA 323
STURM, HERTHA/RUTH VON HAEBLER/REINHARD HELMREICH, 1972:
Medienspezifische Lemeffekte. Eine empirische Studie zu Wirkungen von Femsehen und Rund-
funk (Schriftenreihe des Internationalen Zentralinstituts fü r das Jugend- und Bil-
dııngsfemsehen, sayı: 5), Mü nih, TR-Verlagsunion.
TA NE, H., 1877,1916: Les origines de la France contemporaine, III. La Revolution l’Anarchîe,
Tome 1. Paris, Hachette.
TARDE, GABR EL, 1890: Les lois de l’imitadon, Paris; ngilizcesi: 1903, The Laıvs of Imitation,
Nevv York, Holt.
TARDE, GABR EL, 1898: “Le public et la foule. La Revue de Paris”, 4- cilt.
TARDE, GABR EL, 1969: Communîcation and Social Influence, Chicago/Londra, The
University
of Chicago Press.
TEMPLE, SIR WILLIAM, 1964: “An Essay Upon the Original and Nature of Government”,
(1672) Los Angeles, University of California (The Augustan Reprint Society, Publication
Number 109), s. 45-95.
T ’HART, HARM, 1981: “People’s Perceptions of Public Opinions”, International Society of
Political Psychology’ye sunulan tebli , Mannheim.
THUKYDIDES, 19813: Geschichte des Peleponnesischen Krieges, yay. ve çev. Georg Peter
Landmann,
Mü nih, Deutscher Taschenbuch Verlag.
T SCHER, ANGELIKA, 1979: Der Begriff “Ö ffentliche Meinung” bei Tbcqueville, master tezi,
Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
TOCQUEVILLE, ALEXIS DE, 1835,1959: Über die Demokratie in Amerika, 1. cilt, Almancası:
Hans Zbinden, Stuttgart, Deutsche Verlagsanstalt.
TOCQUEVILLE, ALEXIS DE, 1840,1962: Über die Demokratie in Amerika, 2. cilt, Almancası:
Hans Zbinden, Stuttgart, Deutsche Verlagsanstalt.
TOCQUEVILLE, ALEXIS DE, 1840,1976: Über die Demokratie in Amerika, Mü nih, Deutscher
Taschenbuch verlag, dtv-TB 6063.
TOCQUEVILLE, ALEXIS DE 1856: LAncien regime et la râvolution, Almancası: 1857, Das alte
Staatswesen und die Revolution, Leipzig.
TOCQUEVILLE, ALEXIS DE, 1935: Autoritat und Freiheit, Zü rih/Leipzig, Rascher.
TOCQUEVILLE, ALEXIS DE, 19672: Das Z eitalter der Gleichheit (Auswahl aus Werken und
Briefen), Almancası: S. Landshut, Kö ln/Opladen, Westdeutscher Verlag.
TÖ NNIES, FERD NAND, 1922: Kritik der öffentlichen Meinung, Berlin, Julius Springer.
TROTTER, WILFRIED, 1916: Instincts of the Herd in Peace and War, Londra, T Fisher
Unwin.
TUCHOLSKY, KURT, 19754: Schnipsel, yay. Mary Gerold-Tucholsky/Fritz J. Raddatz,
Reinbek,
Rowohlt.
TURNBULL, COL N M., 1961: The Forest People. A Study of the Pygmies of the Congo, New
York,
Simon and Schuster (A Touchstone Book).
UEXKÜLL, THURE VON, 1963, 1964: Grundfragen der psychosomatischen Medizin, Reinbek,
Rowoh.lt (rde-Band 179/180).
VEBLEN, THORSTEIN, 1899, 1970: The Theory o f the Leisure Class. An Economic Study of
înstitutions, Londra, Unwin Books, Almancası: 1955, 1971, Theorie der feinen Leute, Kö ln/
Berlin, Kiepenheuer & Witsch.
VERBA, SIDNEY, 1970: “The Impact of the Public on Policy”, Public Opinion Quarterly, cilt
XXXIV, no. 3, s. 455.
WARNER, LUC EN, 1939: “The Reliability of Public Opinion Surveys”, Public Opinion
Quarterly,
cilt III, no. 3, s. 376-390.
WEILAND, JAN SPERNA, v.d. (yay.), 1988: Erasmus von Rotterdam. Die Aktualitat seines
Denkens,
Hamburg, Wittig.
WIESE, LEOPOLD VON, 1924/28, 19553: System der Allgemeinen Soziobgie als Lehre von
den
sozialen Prozessen und den sozıalen Gebilden der Menschen (Beziehungslehre), Berlin,
Duncker
&Humblot.
3 2 4 KAMUOYU
WILSON, FRANCIS G-, 1933: “Concepts of Public Opinion”, The American Political Science
Revieıv, cilt 27, s. 371-391.
WILSON, FRANCIS G., 1939: “James Bryce on Public Opinion, Fifty Years Later”, Public
Opinion
Quarterly, cilt 3, no. 3, s. 420-435.
YAVETZ, ZV , 1979: C aesar inder öffentlichen Meinung (Schriftenreihe des Instituts fü r
Deutsche
Geschichte ,'Universitâ t Tel Aviv, cilt 3) Dü sseldoıf, Droste.
YOUNG, JAMES T , 1923: The New American Government and its Work, New York,
Macmillan.
Z MEN, ER K, 1978: Der Wolf. M ythos und Verhalten, Viyana/Mü nih, Meyster.
ZIMMERMANN, TASSILO, 1988- “Das BevvuBtsein von Ö ffentlichkeit bei Homer”, master
tezi, Mainz Johannes Gutenberg Ü niversitesi.
ZIPPELIUS. REINHOLD, 1978: “Verlust der Orientierungsgewissheit?’\ Friedrich Kaulbach/
Werner Krawietz (yay.), Recht und Gesellschaft (Festschrift fü r Helmut Schelsky zum 65.
Geburtstag), Berlin, Duncker & Humblot, s. 777-789.
ZUUREN, FLORENCE J. VAN, 1983: “TheExperience of Breaking the Rules”, A ustos 1983’te
Perugia, talya’daki “Symposium on Qualitative Research in Psychology” sempozyumunda
sunulan tebli , Dept of Psychology, University of Amsterdam, Revesz-Bericht no. 47.
Dizin
adalet duygusu 266,285.
ampirik ara tırmalar 33,35, 51, 90,187-189,
Adeimantos 140,160.
197,215,233,242.
Adenauer, Konrad 57,165,200,205-206,271,
Andersen, Hans Christian 207.
306,322.
anket 20, 29,31,34-42,45-49,53,55-60,67,
Agamemnon 218.
71,73-74,77-80,149,150,153,155-156,
agenda-seuing function 177,301,318.
182-188,193,197-198,201,205,209,212,
Agnew, Spiro 50.
236-237,241,245*255,261,289-291,298,
ahlak 24,87,104,106-107,135,144,151,159,
301,306-308.
176,220,262,264,266,279,282.
antikça 14, 26,33, 95, 214, 252,265, 268.
ahlaki de erler 19, 140, 221, 259-260, 288.
ARD 189.
aidös 266, 285, 290.
Aristoteles 21, 98, 169, 214, 217, 224, 258,
akılcılık 253,258,262-263,272:
266,268,283,304,312.
Albrecht, Angeiika 235,290,314,319.
Asch, Solomon 63,66-69,113,164,240,280,
Alcuin 201-202.
292,313-314.
Allport, FloydH. 116,230,249,284,312.
Atticus, Titus Fomponius 25, 258, 265,305.
Alman Komü nist Partisi (KDP) 36,53,55,74,
AVISO 145.
77,79,150,194,199,233.
azınlık kanaati 77.
American Association for
Public Opinion Research 230, 257.
bandwagon-effect 32, 258, 269.
American Miduıest Association of
basın ö zgü rlü ü 253.
Public Opinion Research 257.
Bauer, Wilhelm 15,114, 228, 294,309,313.
Amerika ba kanlık seçimleri 32,113,248,276.
Bendix, Reinhard 141,297,312.
3 2 6 KAMUOYU
Beniger, James 256-257,301,309,310,313.
Conradt, David 192,282,302,313.
Bentham, Jeremy 116,295,313.
Cooley, Charles Horton 17.
Bethmann Holhveg, Theobald von 201.
corampublico 260.
bili sel uyumsuzluk 170,261.
cü mle tamamlama testi 69-70, 242, 277.
birey psikolojisi 258.
Bismarck, Ö tto Fü rst von 217.
çevre gö zlemleri 179,183-184,194, 249, 275.
Blumer, Herbert 256-257, 260, 263,310,313.
ço unlu un kanaati 81, 128, 204, 221.
Bodin, Jean 266,311,313.
ço unluk 33, 36-37, 47, 49, 68, 76, 88, 101,
Bö ll, Heinrich 106.
113-114,148-150,159,197-198,233,274,
Bourdieu, Pierre 257, 260, 263,310, 313.
278-279,281.
Braatz, Kurt 227-229,306,313.
çokkü ltü rlü toplum 19.
Brandt, Willy 30,46-47,49,51,53,55-56,149.
Brü nhild 224.
Darwin, Charles 17, 238, 239,307,314.
Bryce, James 114, 116, 249, 253, 294, 295,
Davison, W. Phillips 83, 206, 251, 278, 290
313,324.
291,309-310,314.
Buback, Siegried 180.
Davut 214-215.
Bucerius, Gerd 28.
de Gaulle, Charles 140.
Bucher, Lothar 203-204,303,309, 313.
dedikodu 144-145, 266,268,277,288.
Burke, Edmund 227, 250, 267,306,310,313.
de Laclos, Choderlos 88, 291, 297, 313.
bü tü nle me
demokrasi kuramı 231, 281.
dü zgü sel 158-159.
Descartes, Rene 101,103, 210, 293,314-315.
i levsel 158.
Dicey, V Albert 154,298,314.
ileti imsel 158-159.
dı lama tehditi 67, 69, 72, 77, 78, 161, 219,
i levsel 158.
235-238,250,258-259,261,268,272-273,
ki isel 158.
275-277,280-281.
kü ltü rel 158,160.
dı lanma korkusu 25, 62-68, 77, 87, 88, 92,
nesnel 159.
99,106,110-111,120,122,135,137,138,
bü tü nle me konsepti 271-272,287.
140,153,159,161-163,165,167,180-181,
Bü yü k Kari 201-202.
206,212,232,234,237-240,245-246,248,
Bü yü k skender 215.
250,258-260,268-278,281,285,288.
dike 2 66, 285.
CDU/CSU 27-31, 36, 38, 44, 50-51, 53-59,
Do u Almanya 30,35-37,46.
78-80,183-188,192-193.
Don Ki ot 248,273.
Cervantes Saavedra, Miguel de 248,250,308
Donsbach, Wolfgang 232, 245, 248, 251,306,
309,313.
308,314.
ceza 17,24,81,93-94,^7, 100,142-144,147,
Douglas, Maıy 261,310,314.
220,239,267.
Dovifat, Emil 83,206, 291,314.
Chagall, Marc 162.
dö nemin ruhu 51,141,151,159-160,165,207,
Charles, 1. 224.
252,266-267,288.
Charron, Pierre 202.
Durkheim, Emile 17,19,159, 242.
Childs, Harwood 82-83, 204-205, 223, 227
dü nya kamuoyu 224, 258, 266, 304-
228,231,250-251,254,284,291,309,313.
Chulia-Rodrigo, Maria Elisa 248, 308, 309,
Eckert, Werner 304,314.
313.
Egbert 204.
Cicero, Marcus Tullius 14, 25, 95, 107, 143
Erhard, Ludwig 31.
144,223,258,265,303,305,313.
Eski Ahit 214-215,218, 266.
Clemenceau, Georges 169:
Espinas, Alfred 123.
climate of opinion 290-291,320.
e ik bekçisi 170, 179.
common opinion 84.
existimatio 216.
Comte, Auguste 157. .
experience sampling method 260.
concensus populi 213.
eyalet seçimleri 40.
DİZİN 3 2 7
Fassbinder, Rainer Wemer 164.
Holcombe, A.W 309,316.
Filbinger, Hans Kari 168.
Holicki, Sabine 235, 238-239, 277,307-308,
Foch, Ferdinand 168.
316.
Foucault, Michel 257,310.
Holst, Erich von 122.
Frankfurter Rundschau 49,189,302,319.
Holtzendorff, Franz von 86-87, 291.
Fransız Devrimi 33,111, 132, 217, 223, 253,
Homeros 26, 218-219, 224.
273. f
Hopi Kızılderilileri 14, 263.
Freud, Sigmund 67,138-139, 291,314-
ho gö rü 137,167,181,208,219,235,282.
Frey, Siegfried 190,302,314.
hukuk 83, 92, 104, 117, 129, 147, 151-154,
Frisch, Max 2 0 7 ,2 1 2 ,3 0 3 -3 0 4 ,3 1 4 .
156-157,265,271,282,288,297.
Fromm, Erich 67, 77, 291,314-
Hume, David 14,33,84,96-98,103,119,176,
224,258,268,284,291-293,310,316.
Gallup 39,40,170,236-237,245.
Hus, Johannes 33.
Ganochaud, Colette 103, 210, 293,315.
Hyman, Herbert H. 230,316.
Gehlen, Amold 170,300,315.
Geiger, Theodor 136.
Ihering, Rudolph von 81,86-87,168,259,277,
Genscher, Hans-Dietrich 190.
291,300,310,316.
George Herbert 240,307,318.
International Encyclopedia of the Social Sciences
Gerber, Christine 103-104,210,293,294,315.
83,251,290-291,309,312,314.
Gersdorff, Cari Ernst August Freiherr von 228.
International Journal of Public Opinion Research
Gersdorff, Cari von 228.
257,309-310,322.
Glanvill, Joseph 100-101,293,315.
Glaukon 84-
iftira 103,144-146.
Goethe, Johann Wolfgang 21, 160,299,315.
ileti im
Goffman, Erving 17, 238-239, 242, 246, 262,
dolaylı 179.
267,307-308,310-311,315.
dolaysız 179.
Gollin, Albert 256,309-310,315.
kamusal 179.
gö rü me 49, 67, 69, 71-72, 77-88, 182, 198,
ö zel 179.
236.
ileti im bilim 167,170,282.
grup dinami i 238,245-246,262-263.
lyada 218.
Gunther 224-
ngiliz devrimi 104,224-
gü lme 125,219,235-236.
ngiltere 253.
gü ndemi belirleme i le vi 177.
istatistikvari yeti 40,42.
Gü ney Afrika 44,258.
istikrar 31-32,38,83,100,104,137,152,159,
205,253.
haber de eri 170.
aya 201-202.
Habermas, Jü rgen 83, 85, 88, 98, 116, 257,
i levsel gruplar 256.
271.291.292.295.309.310.315.
Hadad, Wadi 164.
Jahoda, Marie 208,316.
Hallemann, Michael 212,239, 241,246, 248,
Jofîre, Joseph 168.
277.308.310.315.
John of Salisbury 304, 322.
Haviland, John Beard 145,297,315.
Jordan, E. 255,309,316.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich 204,207,303.
Justinianus 265,313.
Hennis, Wilhelm 116,271,294, 295,300,308,
Jü nger, Emst 212, 304,316, 322.
316,321.
Henry, IV 89,212.
Kaiser 153,298,316.
Henry, V. 89.
kameramanlar 188-190.
Hermes 266, 285.
kamuoyu ara tırmaları 35, 67, 79, 116, 137
Hesiodos 202,303,316.
138,152-154,170,179,182,205-206,209,
Hobbes, Thomas 32-33,283, 290,316.
230-231, 235, 237, 245, 247-249, 251,
Hofstâ tter, Peter Robert 201, 249,303, 308.
255-256,260.
3 2 8 KAMUOYU
kamuoyu ö nderleri 15,24,282.
Lippmann, Walter 119, 166-177, 179-180,
kamuoyu tanımı 82-83, 86-87,104,145,166,
184-187,194,207,227,229,295,299-300.
174, 204,223,231,250,254,264,287.
Lipset, Seymour Martin 141, 297,312.
kamuoyuna dayanan hukuk 91-92, 97, 129,
Livius 89, 303.
147,151,292.
Lloyd George, David 169.
kamuoyunun açık i levi 14,252-253.
Locke, John 15, 24-25,33, 91-100, 103,104,
kamuoyunun ö rtü k i levi 14, 252-257.
107,117-119,129,141-144,147,151,162,
kanaat ortamı 30, 31, 37-41, 47, 52, 55-60,
176,211,219-220,252,258,265-266,271,
71,76,100-101,137,149,171-172,182
283,292-293,297,305.
184, 186, 192-195, 206, 232-233, 236,
Lederhose, Willy 189.
249-250,252,261-262,267,274-279,281,
Lorenz, Konrad 121-122,218,296.
284,288,290,302.
Louis, XIII. 216.
Kari, V. 212.
Louis, XV. 108.
kar ılıklı cehaletler 148,194, 247, 276, 278.
Louis, XVI. 217.
Kepplinger, Hans Mathias 173,189, 210,301
Lovvel , A. Lawrence 255,309.
302,306,308-309,316.
Luhmann, Niklas 119,152,165-166,170,175
kınama 81, 92-93,96-98,104,117,120,144,
177,179,180,295,298-301,318.
174,176,180, 259,268,277,288.
Luther, Martin 33,164-165, 210, 222,299.
Kiermeier, Ursula 212.
Kitabı Mukaddes 26,201,215.
Machiavelli,Niccolö 33,88-90,97,103,176,
kitle psikolojisi 131-132, 254, 263, 296.
202-203,210-214,224,227,266,268,283,
kli eler 166,229,299
292,304,306,314,318,322.
Klopstock, Friedrich Gottlieb 226.
Madison, James 96, 99, 100, 122, 284, 292,
Kohl, Helmut 76,189,190,302,319.
296,318.
kolektif eylem kuramı 282.
mahcup olma, mahcubiyet 17,212,239, 240,
konformizm 16,64,66,81,92,141, 208, 237,
241,242,243,246,260,262,268,277.
270,278,282.
mahkeme 125-126, 129, 146-147, 168, 215,
Kbnfü çyü s 268.
246.
konu ma e ilimi 45, 51, 53-54, 56, 71, 196,
Malraux, Andre 140,297,318.
198, 233,273,275,278,281.
manipü lasyon 171,177.
Kö nig, Rene 151,294,298-299,315.
Maria Theresia 102.
Kral Sü leyman 215.
Marie Antoinette 217.
Kriemhild 224.
marjinal 24,103,135,169,171-172, 207,208,
257,281-282,305.
La Fontaine, Jean de 19.
Mathes, Sabine 233, 284,306,318.
La Gazette de Frarıce 217.
McDougall, William 138-139, 297,318.
Lamp, Erich 215, 285, 304,317.
Mead, George Herbert 126-132, 296,318.
Landecker, Wemer, 158-160, 298,317.
medya 15, 24, 119, 164, 169, 171-173, 175,
Lang, Gladys Engel 188, 278.
177-180,182,194,199,233,274,275,276,
Lang, Kurt 188, 278.
'
279-284,288,301.
LaPiere, Richard T 117,295,317.
medyanın etkisi 169,205,274,275.
l’approbacionpublique 223.
Menotti, Gian-Carlo 22-23.
hıst minute suıing 28,30, 32, 45, 258, 269.
Mercure Français 216.
law of opinion 94,252. '
Merton, Robert K. 13-14,252,263,302,309,
Lazarsfeld, Paul F. 31-32, 256, 258, 289, 290,
318.
298,309-310,317.
Mettemich, Klemens Wenzel Graf 217.
Le Bon, Gustave 254.
Milgram, Stanley 18, 66, 110, 161, 235, 237,
LeGoff, Jacques 219,305,318.
278,289,291,294,319.
Lenin, Vladimir lyiç 168.
Miller, Chris 22.
Lersch, Philipp 190,302.
moda 15,17,23-24,92-94,138,140-142,151
Lewin, Kurt 170,300,307,318.
153,176,223,249,252,271,288,297.
DİZİN 3 2 9
Molcho, Samy 190,302,319.
Protagoras 266, 285, .311, 316, 321.
Montaigne, Michel de 202,220-223,238,265
Proust, Marcel 284.
266, 270, 283, 293, 303, 305, 308, 314,
public ear 227, 267.
319.321.
public eye 227,260,267.
muhabirler 24, 115, 170-172, 176, 179, 182,
public opinion 89, 94, 166, 223, 227, 231,249,
184-188,190-191,194,233,262,272,276.
251,254-257,260-261,267,290-291,295.
mü lakat 43,67, 70, 231,255.
public opinion polis 255.
Mü ller, Johannes von 226,305,319.
Public Opinion Quarterly 230, 255-257, 290
Mü ntzer, Thomas 164-165,299,322.
291,294-296,298,301-302,306,308-310,
Murie,Adolph 121,296.
312-318,320,322-324.
publicquement 227.
Napolyon 217.
Necker, Jacques 253.
Rabelais, François 227,306,321.
New York Times 171.
Radbruch, Gustav 152.
Nibelungen efsanesi 26.
Raffel, Michael 221,223,305.
Niedermann, Anne 20, 264, 285.
Rahibe leresa 208.
Niedermann, Bemd 217,309,319.
rasyonellik 114,252-254.
Nietzsche, Friedrich 227-229,306, 313,319.
referans grupları 97, 248, 267, 270.
Rehoboam 215.
Odysseus 218.
Reumann, Kurt 211,308,316.
Oncken, Hermann 83-84, 291,320.
r&vtrence publicae 223.
onur cezalan 143-144.
Richelieu, Armand Jean du Plessis 14, 216
opinion 84-85,89,96-99,212,224.
217,266,
268,304,309,312,319,321.
opinion commune 223.
Richter, Horst E. 122,296.
opinion publique 88, 102-103, 221, 223, 293,
Roosevelt, Theodore 168.
315.
Ross, Edward Alsvrorth 86,115-117,126,129,
opiniones publicae 265.
153, 159, 165, 201, 229, 238, 291, 295,
Osgood, Charles E. 149-151,298,320.
299,303.
Ostertag, Michael 190-191,302,320..
Rothman, Stanley 262,310.
ostrakismos 268.
Rotterdamlı Erasmus 211,265,268,304,306.
oyda ma 84-85, 94, 96, 105, 108, 219, 250,
Rousseau, Jean-Jacques 16,19,25,33,88,97,
254,264-265,269-271.
102-111, 116, 119, 148, 156, 163, 176,
207-208, 210, 223, 265, 269-270, 289,
ö z-deneyler 17, 240, 277.
293-294,298-299,315-316.
ö lü m cezası 36-37, 41-42, 55, 167, 168, 279,
Rusciano, Frank 210,292,309.
308.
sansü r 95,104-106.
panel gö rü me 182.
Sauervrein, J. A. 255, 309.
Park, Robert Ezra 253-254, 263,309.
Saul 215.
Parlamento seçimleri 31, 40, 50,58, 83,183,
Schanno, Gunnar 227.
185-187,190,192,201,282.
Scheff, Thomas J. 16-19, 289,303,316.
Parsons, Talcott 158.
Schlegel, Friedrich 163, 299.
Pasquier, Etienne 223,305.
Schmidt, Helmut 51, 76,189-190,302,319.
Pepys, Samuel 17, 289,317.
Schulman, Gary I. 198,303.
Perikles 219-220.
Seaton, Helmtrud 209, 285.
Petzolt, Dieter 210, 299.
seçici algı 3 28.
pigmeler 124,126,143,145.
seçim ara tırması 31, 38, 55, 182, 235, 249,
Platon 14, 84, 140, 220-222, 226, 248, 266,
269,277-279,282.
285.291.297.305.311.321.
seçim kampanyası 29,48, 50,60, 79-80,113,
political correctness 17.
138,183,185,189,192,193,278-279-
Priscillianus 265,305,321.
seçim niyeti 29,31,38-39,42, 61,116.
3 3 0 KAMUOYU
seçim tahmini 27.
te hir dire i 143-145,179,267,181,297.
seçkinler konsepti 269, 271-272, 287.
tehdit testi 68,70-71,72,238.
Seger-Coulbom, Imogen 210.
televizyon 27-28,138,145,158,171-172,179
self-fulfiUing prophecy 172.
180,182,184-191,199,248,278,281,301.
semboller 168.
Temple, Sir William 268, 283-284,311,314.
Seneca 202, 303.
t’Hart, Harm 245,308,323.
sert çekirdek 196,198-199,248,272-273,275.
Thersites 218.
Sezar 216-217.
Thoreau, Henry David 210.
Shakespeare, William 88-90,212.
Thukydides 219,266,305.
Siegfried 224.
Tischer, Angeiika 210,293-294.
Sighele, Scipio 253.
Tocqueville, Alexis de 18,33,64-65,110-114,
simgeler 159,168,172,234-235,260,273,278,
116,119,152-153,159-161,176,210-211,
288.
273,290,294,298,323.
simgesel etkile im 240, 282.
Tomasius, Christian 265.
Simmel, Georg 17.
toplumsal ba 17-19,66.
Sinibald 204-
toplumsal denetim 14-15, 17, 26, 115, 117
Smend, Rudolph 158-160,299.
118,120,126,129,131-132,144,153,159,
Smith, BrevvsterM. 230, 249, 257, 310.
163, 202, 206, 229, 238, 240, 250, 252,
Sokrates 84, 116,140,142, 160.
257-263,266,271,274.
somut kitle 132,134-1,37.
toplumsal do a 16-19, 24-25, 66-67, 77, 87,
sosyal psikoloji 139,170, 282.
120,122,143,208,227,231,239-240,242,
soyut kitle 136.
246,249-250,259,263-264,268,270-271,
Sparrow, Bartholomew 284.
273,281-282.
SPD 27-31, 36, 38-39, 44, 50-53, 57-58, 61,
toplumsal kabuk 208.
78-80,183-189,192-193,290,318.
Tö nnies, Ferdinand 15,86.-87, 114,135,176,
Speier, Hans 115-116,253,295,309.
211, 228, 253, 265, 274, 291, 294, 304,
Spencer, Herbert 117,157,229,295,306,322.
308.
Spengler, Oswald 253.
Trayanus, Marcus Ulpiû s 216.
spontan kalabalık 135.
Troçki, Leo Dawidowitsch 168.
Steinbuch, Kari 203.
Trotter, Wilfred 139,297.
stereotipler 166-168, 172, 174-175,177,180,
Tucholsky, Kurt 207,303, 323.
229,282.
Turnbull, Colin M. 124-125,296.
STERN 28,153,298.
Stevenson, Robert L. 232,245, 248,306,308.
utanç 17,19,219-220,239,268.
Stoetzel, Jean 210.
uyum baskısı 160-161,165,167,263,270,278.
Strauss, Franzjosef 36-37, 55,190, 196,198.
uzla ma baskısı 14, 18, 111, 268.
Suci, George J. 149-151,298.
susma e ilimi 68,70,111,206, 232,236,246
ü n 89,93,103,116, 202,216,224,252,269.
247.
Sü sslin, Wemer 210.
Vallon, Gertrud 210.
Swift, Jonathan 207,283,304.
Veblen, Thorstein 110, 141,294.
Verba, Sidney 230-231,249.
ö hret 92,94,97-99,106,107,116,141,151,
voixdupeuple 266.
202,216,266.
voixpublique 266.
voxpopuli 200-202,266,303,313,315.
tabu 234,252,260,266,275.
Taine, Hippolyte Adolphe 132, 296,323.
Wamer, Lucien 255,306,310.
taklit 44,65-66, 70,124,139-141, 269.
Wieland, Christoph Martin 204, 226.
Tannenbaum, Percy H. 16,149-151,188,298.
Wiese, Leopold von 132,136, 296.
Tanrısal hukuk 92-93,129,147, 151.
Wilhelm, II 168.
Tarde, Gabriel 17,65,199,254,290,303,313.
WiIson, Francis G. 114, 254, 294,309.
DZM331
Wilson, Woodrow 168-169.
ZDF 27,189.
Wundt, Wilhelm 17.
ZEIT 28.
Wybrow, Robert 236.
Zetterberg, Hans 285.
Zeus 266, 285.
Yavetz, Zvi 216-217,304.
Ziegler, Wiltrud 217,305.
yazılmamı yasalar 26,104,140,219-
Zimen, Erik 120-121,295, 296.
Young, James T. 254,309.
Zimmermann, Tassilo 218,305.
yü zer-gezer 24-25,32,35,66,99,208, 270.
Zippelius, Reinhold 151, 298.
yü zer-gezer oy 28-32, 193.
Zuuren, Florence van 17,239,307.
KA MUOYU
Elisabeth Noelle-Neumann
Türkçesi: Murat Ozkök
^ f i l o d a , dö nemin ruhu, tabular: Kamuoyu nasıl oluşur
lit İve toplumsal yaşamda nasıl bir işleve sahiptir? Bü tü n
toplumlardaki insanlar, çevrelerinde hangi gö rü ş ve davranış
biçimlerinin onaylandığ ını, hangilerinin kınandığ ını gö zlemler,
buna gö re bir tavır alırlar. Kendi gö rü şü nü ifade ettiğ inde
dışlanacağ ını dü şü nenler susmayı tercih eder, sessizliğ e
gö mü lü rler. Suskunluk sarmalı işte bö yle oluşur.
Bugü n birçok kü ltü rde ve dilde bilinen "suskunluk sarmalı"
kavramını Elisabeth Noelle-Neumann keşfetti. "Kamuoyu,
toplumu bir arada tutan 'toplumsal kabuğ umuz'dur", diyen
yazar, medyanın etkisi, seçim kampanyaları ve toplumda
marjinallerin rolü gibi karmaşık sü reçlerin, ancak sosyopsiko
lojik temelleri anlaşıldığ ında kavranabileceğ ini savunuyor.
Elisabeth Noelle-Neumann, suskunluk sarmalı kuramını
geliştirirken, Michel de Montaigne, Alexis de Tocgueville,
John Locke, David Hume ve Jean-Jacgues Rousseau'dan,
Harwood Childs, Edvvard Ross, Jü rgen Habermas, Niklas
Luhmann, Walter Lippmann ve daha birçok kuramcı ve
yazara dek uzanan geniş bir dü şü n dü nyasında geziniyor.
ISBN975-7501-23-9
ileti im kuramı
kamuoyu
9 7 5 7 5 01 2 3 9 D D 2
Table of Contents
Suskunluk Sarmalı H ipotezinin Olu umu
“Anlayı ımız ö lçü mlerimizin çok gerisinden topallayarak gelmektedir”
Her ara tırma bir bilmeceyle ba lar
Son dakika taraftarları
Gö rü ntü yü gü n ı ı ına çıkarmak
Kamuoyu Yoklama Araçlarıyla Kontrol
Yakaya takılan bir rozetle de konu ulur
Gö rü melerde kurgulara gerçekmi çesine tepki verilmesi
Hangi partinin afi leri yırtıldı?
Kamuoyu Nedir?
Toplumsal kabu umuz
Kamuoyuna Dayanan Hukuk: John Locke
Hü kü metler "Oy”a Dayanır: David Hume, James Madison
Kamuoyunu bir tehdit gibi algılama e ilimi devrim zamanlarında artar
Jean-Jacques Rousseau “Kamuoyu" Kavramına Yaygınlık Kazandırıyor
Kamu demek, herkesin gö rmesi demek
Ahlak bekçisi olarak kamuoyu
Kurtların Koro Halinde Uluması
Ortak bir eyleme katılmak
Sü rü davranı ı
Afrika ve Pasifik Kabilelerinde Kamuoyu
Margaret Mead: Kamuoyu olu turmanın ü ç yolu
Kom uların denetimi
B astille’e Hü cum: Kamuoyu ve Kitle Psikolojisi
Tipik bir kamuoyu olmayan kararsız kalabalıklar
Moda Kamuoyudur
Erkekler neden sakal bırakmak zorundadır?
Sıkı bir ö rü ntü
Onur cezaları insanın duyarlı toplumsal do asından yararlanırlar
Hukuk ve Kamuoyu
Hukuk gelenekler tarafından desteklenmek zorundadır
Kamuoyu Bü tü nle meyi Sa lar
Rudolf Smend’in bü tü nle me ö retisi
Kamuoyuna Meydan Okuyanlar: Marjinaller, Sapkınlar, Sıradı ı Ki iler
Bir if a kitabı
Kamuoyu ö nce stereotipler aracılı ıyla iletilir
Niklas Luhmann: Konulan Kamuoyu Belirler
Kamu ki iyi “toplumiçi” kılar
Kamuoyunun ki Kayna ından Biri Medya
Çifte Kanaat Ortamı
“Kar ılıklı cehaletler": Halk, halk hakkında yanılıyor
Medyada Gö rü leri Temsil Edilmeyenler Susturulmu lardır
Medya tarafından ü retilmezlerse, sö zcü kler de yok
Vox Populi - Vox Dei
Sa duyu de il, kader
Kamuoyu: Toplumsal kabu umuz
Sonsö z 1980
Yeni Bulgular
Homerik kahkahalar
1641 tarihli bir karikatü r

You might also like