Rast Makamı İçerikTasavvuf Musikisi Programı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 36

Rast Makâmı

Erler Demine
Elif Ömürlü Uyar
ile
Tasavvuf Mûsıkîsi Programı
-Rast Makâmı-
Aralık 2021

1
Rast Makâmı

2
Rast Makâmı

TASAVVUF MÛSIKÎSİ
Hasan Sezâî-yi Gülşenî Hz.
birinci hafta

Hasan Sezâî-yi Gülşenî Hz., Halvetî Gülşenî Tarîkatı’nın Sezâiyye


kolunun kurucusu, mutasavvıf ve şâirdir. Asıl adı Hasan olup
“Sezâî”nin ona mahlas olarak Niyâzî-i Mısrî tarafından verildiği
rivayet edilir. 1669 yılında Mora yarımadasının kuzeyindeki
Gördes’te (Şimdi Yunanistan sınırları içinde) dünyaya geldi.
1687’de Venediklilerin Mora Yarımadası’nı işgal etmesi üzerine
İstanbul üzerinden Edirne’ye gitti. İstanbul’a giderken gemide
karşılaştığı bir Halvetî şeyhinin etkisiyle tasavvufa ilgi duymaya
başladı ve Edirne’de Şeyh Âşık Mûsâ Hankâhı’nın postnişini
Gülşenî şeyhi Mehmed Sırrî Efendi’ye intisap etti. Mehmed Sırrî
Efendi’nin yaklaşık iki yıl sonra vefâtı üzerine seyr ü sülûkunu
La‘lî Mehmed Fenâî Efendi’nin yanında tamamlayıp hilâfet
aldı. Yaklaşık 40 yıl insanları irşad etti. O dönemlerde Osmanlı
padişahları Edirne’de sıkça bulunurlardı. Böylece devlet erkânı
da kendisinin bilgeliğinden ve rehberliğinden istifâde etti. 1738
yılında Ramazân-ı Şerif ayında Edirne’de vefât etti. Kendi ismiyle
anılan dergâhının bahçesine defnedildi.

HANKÂH: Bir tarîkatın, diğer tekkelerinin kendisine bağlı


bulunduğu merkez durumundaki tekkesi. Bursalı Mehmet Tâhir
Efendi , Hasan Sezâî-yi Gülşenî Hz. için Osmanlının Hâfız-ı
Şirâzî’si demiş. Bir anlamda Hasan Sezâî-yi Gülşenî’yi Osmanlı
şâirlerinin en üstünü kabul etmiş. Gerçekten geniş hacimli ve
son derece nitelikli şiirlerinin yer aldığı dîvânı, Hasan Sezâî-yi
Gülşenî’nin en meşhur iki eserinden biridir. Diğer meşhur eseri
de mektuplarının bulunduğu “Mektûbât-ı Sezâî”dir.

3
Rast Makâmı

Hasan Sezâî-yi Gülşenî Hz., şiirleri çağdaşları tarafından


bestelenmeye başlamış büyük bir sanatkârdır. Sözlerindeki tesir
asırları aşmış, tasavvufun inceliklerini kulaklardan gönüllere
taşımıştır.

“Ey âşık-ı dildâde, gel nûş edelim bâde” mısralarıyla başlayan


şiiri ve “Ey şehîd-i Kerbelâ’ya ağlayan” mısralarıyla başlayan şiiri
pek çok farklı makamda bestelenmiştir. “Hazreti Hakkın habîbi
sevgili bir dânesi” mısralarıyla başlayan Acemaşîran makâmında,
“Kapına geldiler ümmet Muhammed” mısralarıyla başlayan
Beyâtî makâmındaki ilâhîlerin güftesi Hasan Sezâî Hazretleri’ne
âittir.

Çok sevilen şiirler farklı makamlarda bestelenmişlerdir,


mûsıkîmizde pek çok örneğini bulabiliriz. Gülşenîlik, Halvetiyye
tarîkatinin ana kollarından Rûşeniyye’den doğan bir tarîkattir.
Hasan Sezâî Hz. bu tarîkate mensup olarak yetişmiştir. Çok önemli
bir etki sağladığı için Sezâiyye diye bir kol meydana gelmiştir.
Bu tarikde aşk-ı ilâhî ön plandadır. Bu vurgu onları Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî ile buluşturmuştur. Tasavvuf tarihinde aşk-ı
ilâhî duygusunun en yüksek burcu Hz. Mevlânâ’dır. Bunu
Mesnevîsinde ortaya koymuştur. İbn-i Arabî ve Hz.Mevlânâ
Osmanlının kuruluşundan itibaren etkili olan ve îtibar görmüş
olan şahsiyetlerdir. İbn-i Arabî , Mârifet-i ilâhî anlayışıyla
entelektüel kesime ve ulemâya hitap etmiş, Mevlânâ ise halka
hitap etmeyi başarmıştır. Gülşeniyye tarîkatinde bu iki velînin
eserleri üzerinden, onların görüşleri benimsenerek tasavvufî
hayat yaşanmaktadır.

17.yüz yıl tasavvuf ehli açısından oldukça sıkıntılı bir asırdır.


Çok genç yaşta padişahlar tahta geçmektedir. Tasavvuf ehlinin
300 yıldır devam eden îtibar hâli, özellikle medrese ve tekkelerin
barışık bir halde, birlik ve dayanışma içinde birbirlerini
tamamlayarak devam etme durumu maalesef bu asırda bozulmuş
ve bir takım sıkıntılar yaşanmaktadır. Hasan Sezâî Hz. doğduğu
zaman Niyâzî-î Mısrî Hz. çok ciddi sıkıntılar içindedir.

4
Rast Makâmı

Sürgüne gönderilmiştir. 18.yüzyıl başında Hasan Sezâî Hz. ile


birlikte tekrar bir canlanmanın yaşandığı görülmektedir.

Menkıbe: Edirne’den İstanbul’a geldiğinde onu görmek isteyenler


akın ediyorlar. Son derece tevâzû içinde olduğundan bazı kimseler
onu hayâl ettikleri gibi bulmuyorlar. İçlerine böyle bir düşünce
geliyor. O gece bu kimselerin her biri rüyalarında Resûlullah
Efendimizi ziyaret için Medîne-i Münevvere’ye gittiklerini, fakat
kapıda Hasan Sezâî Hazretleri’nin bulunduğunu görüyorlar.
İçeriye girebilmek için onun yardımına muhtaçlar. Ertesi gün
birbirlerine rüyalarını anlattıklarında hepsinin ayrı ayrı aynı
rüyayı gördüğü anlaşılıyor. Böylece Hasan Sezâî Hazretleri’nin
Resûlulah Efendimizin vârislerinden olduğunu yakînen anlamış
oluyorlar.

RAST MAKÂMI

Rast makâmı, uhrevî bir makamdır. Gönül makamı isimli kitapta


Savaş Barkçin şöyle diyor: Aklınız karışık, gönlünüz meşgul,
içiniz daraldıysa Rast makamını dinleyin. Hemen ferahladığınızı,
içinizi bir huzurun, sükûnetin, sekînetin kapladığını göreceksiniz.
Ahmed Avni Bey Rast makâmını şöyle anlatıyor:

Kavli de kaddi gibi râst olsa ger ol mehveşin


Hiç bükülmezdi beli üftâde-i hasretkeşin

Günümüz Türkçesiyle;
O güzel sevgilinin boyu gibi sözü de rast olsaydı, yani düzgün
olsaydı şu hasret çeken âşıkın beli böyle bükülmezdi.

Yani söz ile öz bir olacak. İç ile dış, lâf ile iş, fikir ile zikir…
Gerçek edep budur diyor Ahmed Avni Bey. Mûsıkîmiz hakkında
derinlemesine bilgi sahibi olmak istiyorsanız, Savaş Barkçin’in
yazdığı “Görünmeyen Umman” isimli Ahmed Avni Konuk kitabını
mutlaka okumalısınız.

5
Rast Makâmı

Rast makâmı kadim makamlardandır. Kökeni çok eskilere dayanır.


Meselâ klasik eserlerimizden “Gelse o şûh meclise nâz ü tegâfül
eylese” mısralarıyla başlayan Rast makâmındaki yürük semâîyi
Hâfız Post (V.1694) bestelemiştir. “Yine bir gülnihal aldı bu
gönlümü” Dede Efendi’nin en sevdiğimiz şarkılarındandır. Rast
makamında, klasik dönemlerde bestelenmiş pek çok ilâhî vardır.
Zekâî Dede’nin Rast ilâhîleri bunların başında gelir.

ZEKÂÎ DEDE

Zekâî Dede 1825-1897 yılları arasında yaşamıştır. Eyüp’te


doğmuştur. İlk mûsıkî derslerini Eyyûbî Mehmed Bey’den
almıştır. Dede Efendi’nin son talebesi, klasik mûsıkîmizin
son temsilcisidir. 43 yaşında Mevlevî olmuştur. 12 yıl Mısır’da
kalmış, Arapça güfteli “Şuğul” denilen ilâhîlerin çoğunu orada
bestelemiştir. 60 yaşında iken, öğrencisi olan Hüseyin Fahreddin
Dede’nin Bahariye Mevlevîhanesi kudümzenbaşılığı teklifini
kabul etmiş, böylece (çile çıkarmadığı halde) kendisine ‘DEDE’
ünvanı verilmiştir. Tasavvuf Mûsıkîsi alanında en çok bestesi olan
ikinci bestekârımızdır. Dede Efendi’den sonra âyin bestekârlığında
ikinci sırada yer alır. Önemli eserlerinden biri Sûzidil ayinidir. Bu
âyin ile Sûzidil makâmını sevdirmiştir. Ülkemizin ilk özel lisesi
olan Darüşşafaka’da yetim çocuklara yaz kış sektirmeden mûsıkî
dersleri vermiştir.

Zekâî Dede okulda kabiliyeti olduğunu gördüğü talebeleri kendi


özel meşklerine davet ederdi. Yetiştirdiği talebeler vasıtasıyla
zengin bir repertuvarın günümüze ulaşmasında köprü vazifesi
görmüştür. Başta Ahmed Avni Konuk, sonra oğlu Hâfız Ahmed
Irsoy olmak üzere, Rauf Yektâ Bey, Muallim İsmâil Hakkı Bey,
Ahmed Rasim, Dr Suphi Ezgi, Kâzım Uz, Şevki Bey, Leon
Hanciyan, Medenî Aziz Efendi, Sadettin Arel öğrencileri
arasındadır. Geçen yüzyılda yaşayıp da ondan birkaç klasik eser
meşketmemiş müzisyen yok gibidir. “Hoca” diye anılmış ve bu
ünvanla meşhur olmuştur. Tevâfuk mudur bilemeyiz ama çok
isabetli olarak 24 Kasım onun vefât yıldönümü ve Öğretmenler
Günü olarak kutlanıyor.

6
Rast Makâmı

TASAVVUF MÛSIKÎSİ
Ahmed Avni Konuk
ikinci hafta

Çok yönlü müstesnâ bir kişi ve maalesef bir o kadar da az bilinen


bir değerimizdir. Mutasavvıf, bestekâr ve şâirdir. Hâfızdır.
Hukukçudur. Mevlevîdir. En kapsamlı mesnevî şerhini yazan odur.
Mevlânâ’nın o zamana kadar Türkçeye çevrilmemiş eserlerini
çevirmiştir. Muhyiddin İbn-i Arabî’nin de eserlerini tercüme ve
şerh etmiştir. Ahmed Avni Bey büyük bir sûfîdir. Hayatında öne
çıkan üç büyük sûfî Zekâî Dede Efendi, mesnevîhan Mehmed
Esad Dede ve Halvetî Melâmî yolunun büyüklerinden Ahmed
Âmiş Efendi’dir. Ahmed Avni Bey’in, mûsıkî üstâdı Zekâî Dede
Efendi’yle karşılaşması Darüşşafaka Mektebinin mûsıkî derslerinde
olmuştur. Darüşşafaka o gün de bu gün gibi yetim ve öksüzlerin
talebe olarak alındığı bir okuldu. 1873’ de kurulmuş olan okulun
ismi, “Şefkatler Evi” demektir. Zekâî Dede bu okulun ilk mûsıkî
hocasıdır ve vefâtına kadar tam 21 sene aralıksız ders vermiştir.
Güçlü bir hânende olan Ahmed Avni Bey geçtiği eserleri bütün
incelikleriyle hafızasında tutardı. Bu kabiliyeti onun genç yaşta,
bugüne dek yazılan en hacimli güfte mecmuâsını hazırlamasına ve
büyük bir bestekâr olmasına zemin hazırlamıştır.

Zekâî Dede tarafından özel meşklerine davet edilen Konuk, mûsıkî


çalışmalarını mezuniyetinden sonra da hocasıyla devam ettirdi.
Zekâî Dede’nin vefâtına kadar toplam 13 sene meşk ettiler. Mûsıkî
meşki sadece eser geçmeyi, makam ve usûl öğrenmeyi değil, üstün
ve aşkın bir ahlâkı ve düşünceyi tasavvufî bir derinlikle elde etmeyi
de içerir. O, Zekâî Dede’den sadece müziği değil tasavvufu da
öğrenmiştir.
7
Rast Makâmı

Zekâî Dede’nin vefâtıyla çok üzülen Ahmed Avni Bey “gönül ateşi”
anlamına gelen “Sûzidil” makâmında bir kâr bestelemiştir. Bu
eserin kendisine bir nebze teselli verdiğini ifade etmiştir.

MEVLEVÎ ÂYİNLERİ

Bir dînî mûsıkî terimi olarak Âyin; söz ve saz mûsıkîsinin birlikte
ve nöbetleşe yer aldığı, üslûp ve inşâ bakımından tekke mûsıkîsinin
yüksek değerde ve seçkin eserlerine denilmektedir. Her birine
“selâm” adı verilen dört kısımda tertip edilen âyinlerin güfteleri
ekseriyetle Hz.Mevlânâ’nın Mesnevî, Dîvân-ı Kebir ve Rubâiyyat
adlı eserlerinden alınmıştır. Bazen Hz.Mevlânâ’nın oğlu Sultan
Veled, torunu Ulu Ârif Çelebi gibi zatların şiirleri de güfte olarak
kullanılmıştır. Ahmed Eflâkî’nin “Ey ki hezâr âferîn” başlıklı Türkçe
şiiri, âyin-i şeriflerin 3. selâmının yürük semâî girişinde mutlaka
kullanılır. Güftelerde mısra sonları şiirin veznine uygun “hey
hünkâr-ı men, sultân-ı men, rânâ -yı men, zîbâ-yı men, makbûl-i
men, matlûb-i men” gibi terennüm denilen kelimelerle süslenerek
zenginleştirilir. Kıt’a ve selâm aralarındaki saz terennümleri
âyinhanların bir an soluklanmasına yardımcı olur.

Âyin-i şerîfi icra etmekle vazîfeli topluluğa “mutrıp” adı verilir. Bu


heyette âyin okuyanlara âyinhan denilir ve bunları kudümzenbaşı
yönetir. Neyzenbaşının idaresindeki saz heyetinde ise öncelikle
ney, kudüm, rebap ve halîle gibi sazlar yer alır. Ancak günümüzde
mutrıp heyetine bütün yaylı ve mızraplı sazlar katılmaktadır.
Mevlevi ayinlerinin temelinde üç unsur büyük değer taşımaktadır.
Edebî birer şâheser olan şiirleri, müzikal birer şâheser olan
müzikleri, raksın şâheseri olan semâ…

Mevlevî âyinleri, ilhâmını büyük mutasavvıf ve gönül insanı, ilâhî


aşkın sembolü, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin hayatından ve
düşüncelerinden alan sanatkârlarca bestelenmiş, Türk mûsikîsinin
en görkemli ve en sanatlı eserleridir. Mûsıkîmizin en büyük formu
diyebileceğimiz Mevlevî âyinleri; Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet
gibi büyük mîmârî eserlerimizin, mûsıkîdeki karşılığıdır. İlk Mevlevî
âyininin ne zaman ve kimin tarafından bestelendiği kesin olarak

8
Rast Makâmı

bilinmemektedir. Bestekârı bilinmeyen dügâh, hüseyni ve pençgâh


makamındaki en eski âyinlere “beste-i kadîm” denmektedir. Her
biri birer şâheser olan bu üç âyinin; üslûp ve tavır itibariyle 14., 15.
ve 16. asırlara âit olabileceği düşünülmektedir. Bestekârı bilinen
ilk âyin, Kûçek Derviş Mustafa Dede’nin (V.1688) Beyatî Âyin-i
Şerifi’dir ki yani bir 17. yüzyıl ürünüdür. Bu eseri Itri’nin (1640-
1712)Segâh âyin-i şerifi tâkip eder.

Âyin besteciliğinde yedi âyin ile Hammâmîzâde İsmâil Dede


Efendi birincidir. Zekâî Dede ise altı âyin ile ikinci sırada yer alır.
Aşk,bilgi ve ilham gerektiren âyin bestekarlığını icra eden gönül
ehlinin cümlesinin “ruhları şâd, himmetleri hâzır ola” diyoruz.
Bu ince ruhlu insanlar kendilerini, Hz. Pîr yolunda yok bilmişler;
ruhlarındaki kelimelere sığmaz heyecanları, coşkuları, ümitleri,
sevinçleri, insanoğlunun ezelden beri meclûb olduğu seslere,
nağmelere dökmüşlerdir.

Mevlevî Âyinleri 4 selâmdan müteşekkildir ve her selâmın ayrı bir


tasavvufî mânâsı vardır.

1.Selâm: İnsanoğlunun Allah’ın yüceliğini bilmesini, kendi


kulluğunu idrak etmesini ifâde eder.
2.Selâm: Allah’ın kudret ve kuvveti karşısında, kulun hayranlığını
ifade eder.
3.Selâm: Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında duyulan
hayranlığın aşka dönüşmesini, aklın ve benliğin aşkta yok oluşunu
temsil eder. Bu sebeple 3.selâmda, daha yürük usûllere geçkiler
yapılmıştır. Daha coşkulu bir hava hissedilir.
4.Selâm: İnsanın mânevî mîrâcını tamamlayıp en yüce olan
kulluk makâmına dönüşünü ve kulluğunu idrâkini temsil eder.
Bu dört selâm, aynı zamanda tasavvuftaki şeriat, tarîkat, hakîkat,
mârifet tarifine de uygundur.

Tasavvuf ehli var edilmiş neye baksa, onda Allah’ı görür ve bu


zenginlik karşısında,önce hayran, sonra âşık sonra meftûn olur.
Bu sebepledir ki Mevlevî âyinleri, Allah’ın haşmetine yaraşır,

9
Rast Makâmı

ihtişamlı eserlerdir. Bu eserlerdeki zengin nağme yapısı, makam


geçkileri, usûl çeşitliliği ve aşk’ın terennümü, hep, Rabbin sonsuz
kudret, kuvvet ve sonsuz yaratıcılığını tasvîre yönelik, vahdet ve
tevhîdi bu yolla aksettiren şâheserlerdir.

“Bugün, kendisine Türk mûsikîşinası denilmesini isteyen kimse,


mutlaka en az üç âyin-i şerifi ezberleme seviyesinde öğrenmeli,
incelemeli ve sık sık icrâ etmeli.

‘Türk aydınıyım’ diyebilmek için de bu âyinleri tanımalı, çeşitli


kopyalarını elinin altında bulundurup, çokça dinlemeli.”1

Mûsıkîye Adanmış Bir Ömür / Yusuf Ömürlü / Sayfa 95

1Mûsıkîye Adanmış Bir Ömür: Yusuf Ömürlü, Ergun Balcı s. 95,


Nefes Yayınları, İstanbul
10
Rast Makâmı

TASAVVUF MÛSIKÎSİ
Mevlevi Âyini Akışı
üçüncü hafta

Başta Itrî’nin bestesi olan Rast makâmındaki “Nâ’t-ı Mevlânâ”


okunur. Neyzen baş taksimi yapar. Hangi makamda âyin icrâ
edilecekse o makamda taksim eyler. Daha sonra bir peşrev (bütün
hâneleri çalınmak sûretiyle) icrâ edilir. Kısa bir ney taksîmi ve kudüm
darplarının ardından 1.Selâm başlar. Âyin icrâsı sırasında yapılan
bütün hareketlerin bir tasavvufî mânâsı vardır. 2. 3. ve 4. Selâm’ın
ardından “Son peşrev’” ve “Son yürük semâî” sazlar tarafından icrâ
edilir. Hemen bitiminde “Son taksîm” i genellikle rebap veya tanbur
yapar. Ardından “Niyaz İlâhîleri” ve “Kur’ân-ı Kerîm” ile “Âyin-i şerîf ”
nihâyete erer. Âyini meydana getiren, “Selâm” adı verilen bölümler,
tasavvuftaki “Şeriat, tarikat, hakîkat, mârifet” kavramlarının sembolü
demiştik. Bu selâmlardaki usûl değişikliğinin büyük önemi vardır.
Makamların insan üzerindeki etkilerinden faydalarından çok
bahsedilir. Nedense pek usûllerden bahsedilmez. Onlar da çok
mühimdir ve müzikle tedâvîde kullanılmaktadır. Âyin icrasında
genellikle kullanılan usûlleri sırasıyla şöyle isimlendirebiliriz.

1. Selâmda “Devr-i Revan” usûlü ağırlıklı olarak kullanılır.


Bu “Ağır Düyek” de olabilir.
2. Selâmda” Evfer” usûlü kullanılır.
3. Selâm “Devr-i Kebir, Frenkçin” gibi büyük bir usûlle başlar.
Daha sonra “Aksak Semâî”ye geçer. Devâmında 3. selâmın sonuna
kadar Yürük Semâî usûlü kullanılmıştır.
4. Selâmda yine Evfer usûlü kullanılmıştır.
“Son peşrev” ve “Son yürük semâî” saz mûsıkîsinin icrâ edildiği,
yürük semâî usûlünde olan, aşklı şevkli canlı bir bölümdür.

11
Rast Makâmı

HAZRET-İ MEVLÂNÂ

“İnsanlık âlemine Hakk’ın bir tebessümü olan Hazret-i Mevlânâ,


terbiyecilik ve öğreticilik şevkini, aşk, şiir ve sanat hazînelerini,
çeşitli yollardan ve çeşitli eserlerle beşeriyete sunmuş ilâhî bir
rahmettir. 13. Yüzyılda yaşayan Hz. Mevlânâ’nın tüm dinlere,
tüm ırk ve kültürlere hitap eden eşsiz eseri “Mesnevî-i Şerif ”
felsefeciler de dâhil olmak üzere pek çok dînin, tasavvuf ekolü ve
düşüncenin ileri gelenleri tarafından incelenip kaynak kitap olarak
kabul edilmiştir. Belki de bunun en önemli sebebi Hz. Mevlânâ’nın
farklı idrak seviyelerine hitap edebilmesidir. Her hikâyede âyet ve
hadis eğitimi verilir. Nitekim Ken’an Rifâî Hazretleri Mesnevî’yi,
Kur’ân-ı Kerîm’in özü olarak belirtmiş, Niyâzî Mısrî Dîvânını da
mesnevînin şerhi olarak söylemiş, “Biz de onun özünü İlâhiyât-ı
Kenan’da yaptık.” buyurmuştur. Büyük velînin daha olgun seviyeye,
daha coşkun bir ikrâmı olan Dîvân-ı Kebir’de ise yapıcı ve yaratıcı
bir hasret, bütün şa’şasıyla tecelli etmiştir.

Yeryüzüne Hakk’ın bir armağanı olarak gelmiş olan Celâleddîn-i


Rûmî’nin bu iki eserinden başka Fîh-i mâfih gibi bir kitabı da vardır.
Fakat onun gerçek eseri bizzat kendisidir. Kütleyi mayalayan,
yükselten bir fikir ve ruh asâletine götüren, irfan ve aşkla üstünlük
ve olgunluk kademelerine çıkaran bizzat rehberliğidir.

Bilindiği gibi on üçüncü asır, Selçuklu Devleti’nin, siyasi, içtimâî


ve iktisadî buhranların bitmez tükenmez tazyîki altında can
çekiştiği istikrarsız ve huzursuz bir devirdir. Böyle bir devirde
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî genç ve çok parlak bir âlim olarak
“Sultânü’l Ulemâ” diye anılıp bütün İslâm âleminde saygıyla
karşılanan babasıyla beraber, çeşitli cereyanların çarpıştığı böyle
bir muhite gelmiş ve büyük bir hürmet ve sevgiyle karşılanmıştı.
Sultânü’l Ulemânın oğlu müderris Mevlânâ Celâleddin, Şems-i
Tebrîzî’nin şevkiyle karşılaşıp hayatının aklî ve ilmî diyebileceğimiz
ilk safhasını kapatıp bir karar ve devam devresine girdikten sonra,
vazîfe ve mes’ûliyetlerinin şuurunu taşıyan büyük insan rolünde,
o binbir cepheli şahsiyetiyle, bir mürebbî-mürşid olarak beşer
saflarının arasına atılmıştır.

12
Rast Makâmı

Şems-i Tebrîzî, felsefeye ve sıra şeyhlerine muârızdı, sertti. Bilgi


bir vasıtadır; Hakîkate ise buyruk dinlemek ve aşkla ulaşılır, derdi.
Böylece de bilgideki aczi göstermek sûretiyle, yokluk içindeki
büyük kudreti belirtmiş oluyordu. Akıl hakikate perdedir. Eğer
bu mânâlar okumak ve bellenmekle elde edilebilseydi, âlemin hali
değişir, bir başka hale dönerdi.

Şems-i Tebrîzî kendini arayan ve kendini bulmakla her şeyi


bileceğini söyleyen Mevlânâ’ya bu vahdet sırrını işaret eden ezel
elçisiydi. Vaktâki o vahdet şifresini beraber çözdüler; Şems,
mürîdinin hayatından çekilerek onu insanlık âlemine karşı
vazîfeleri ve mes’ûliyetleri ile baş başa bıraktı.

İşte rehber ve mürebbî Mevlânâ, bu gâye uğrunda, nesi var nesi


yoksa insanların önüne döküp, onları bulundukları seviyeden
bir adım ileri götürmek için sanatını, îmânını, ahlâkını, şevk ve
aşkını kütle emrinde seferber eden örnek terbiyecidir.

“Ölümlerinden sonra da tasarrufları devâm eden ve yaktıkları


ışık sönmemiş olan velîlerden biri olan Mevlânâ, acaba kendini
dünyâya kabul ettirmek ve asırlar boyu felsefe ve îmânını aynı
tazelikte tutabilmek için ne yapmıştır? İnsanları ona doğru çekip
bağlayan tılsım nedir?” diye soracak olursak, kütlelerin hasta,
yaralı ve muzdarip ruhlarına şifâ vermekte, donup katılmış
yüreklerini ısıtıp yumuşatmakta kullandığı metodun, hareket
ve vüsûl noktası olarak, sevgiyi görmek mümkündür. Çünkü
o, maddî mânevî bütün illetlerin devâsı olarak aşkı tanımakta
ve bu ilâhî kudrete: “Ey bizim sevdâsı güzel olan aşkımız, ey
her derdimizin tabîbi, şâdol!” diye seslenmektedir. Ve yine:
“Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Ben aşka tâbiim, rehberim,
hocam odur!” demektedir.” 2

2 Âbide Şahsiyetler, Sâmiha Ayverdi, s. 34. Kültür Bakanlığı,


Kültür Eserleri, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1976

13
Rast Makâmı

14
Rast Makâmı

TASAVVUF MÛSIKÎSİ
dördüncü hafta
Nesîmî

Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Türkmen asıllıdır.


Bunun yanında Arap olduğunu söyleyenler bulunsa da Türkleşmiş bir
soydan geldiği ve ana dilinin Türkçe olduğu anlaşılmaktadır. Künyesi
Ebü’l-Fazl’dır. Hemen bütün kaynaklarda ismiyle birlikte “Seyyid”
ünvânı da kullanılmaktadır. İyi bir eğitim görmüş, genç yaşta tasavvuf
yoluna girerek Fazlullâh-ı Hurûfî ile Bakü ve Şirvan’da bir süre beraber
yaşamış, Hurûfîlik anlayışının en sadık temsilcilerinden biri olmuştur.
Ali Şîr Nevâî’nin Nesîmî hakkında övgü dolu sözler söylemesi, onun
Orta Asya Türk dünyasında önemli bir kişilik olduğunu göstermektedir.
Nesîmî, şâirlik gücünü fikirlerini yaymak için kullanmıştır. “Tanrı’nın
insan yüzünde tecelli etmesi” ve “vücûdun bütün organlarını harflerle
îzah” gibi fikirleri Sünnî çevrelerde tepkiyle karşılanmıştır. Halep
ulemâsı onun ulûhiyyet iddia ettiğini, görüşlerinin İslâm’a aykırı
olduğunu ileri sürerek öldürülmesi için fetvâ vermiştir. Bu fetvâ,
boynu vurulup derisi yüzülmek sûretiyle uygulanmıştır. Tarihi kesin
olmamakla beraber 1417 olarak tahmin edilmektedir. Kabri Halep’te
kendi adıyla anılan bir tekkede bulunmaktadır.

Nesîmî, ilâhî sıfatlara sahip olan insanın kutsallığının, saygınlığının


ve özgürlüğünün korunması gerektiğini söylemiş, inandıklarını ve
gerçekleştirmek istediklerini Hurûfîlik’te bulmuştur. Ona göre insan
varlık güzelliğinin aynasıdır. Onu korumak, ona saygı göstermek bu
güzelliğin korunması demektir. Çünkü Tanrı insan yüzünde görülür.
Nesîmî’ye göre insan ceset ve ruhtan ibaret olmasına rağmen aslında
daha yüce bir varlıktır. Kalenderîler tarafından takdis edilen şâirin
bazı şiirleri bu zümrelerin âyinlerinde okunmuştur. Nesîmî’nin seyyid
olması ve Alevî-Bektaşîler’in yedi büyük şâirinden biri kabul edilmesi,

15
Rast Makâmı

kendisine çeşitli yerlerde mezar izâfe edilmesine yol açmıştır. Ayrıca


Nesîmî bu çevrelerde şehid ve mazlum bir velî olarak çok büyük kabul
görmüş, hakkında çeşitli menkîbeler oluşmuştur.

Dilinde Âzerî Türkçesi özellikleri ağırlıklı olsa da Nesîmî, Oğuz


Türkçesi’yle teşekkül etmeye başlayan klasik şiir dilinin kuruluşunda
açık, sade ve âhenkli diliyle önemli rol oynayan lirik, samîmi ve coşkun
şâirlerin başında gelir. Tasavvuf ve Hurûfîlik terimleri bir tarafa
bırakılırsa dili halk diline çok yaklaşır. Nesîmî inanç ve heyecanlarını
olduğu gibi şiire dökmekten kendini alamamış, ateşli ve taşkın
sözler söylemiş, hayranlığını ifade ettiği Hallâc-ı Mansûr gibi canını
feda etmekten kaçınmamıştır. Aynı zamanda dîvan edebiyatının
mazmunlarını klişeleştirmeyi gerçekleştiren ilk şâirlerdendir. Âzerî
Türkçesi’nin Fuzûlî’den önceki en büyük şâiri olarak kabul edilir.

Nesîmî’nin, Hallâc-ı Mansûr’a ve “Enelhak” motifine sıkça gönderme


yapması ve Hallâc-ı Mansûr gibi dramatik biçimde öldürülmesi bazı
müelliflerce “ikinci Mansûr” diye anılmasına yol açmıştır. Meselâ
Sofyalı Bâlî Efendi, Nesîmî’yi “Işıklar” grubuna mensup zındık bir
kişi diye nitelemiş, vahdet-i vücûdcu düşüncelere sahip Bursalı Şeyh
Üftâde kendisini gerçeğe ulaşan, ancak gizlenmesi gereken şeyleri
açığa vuran bir kimse diye anmış, Olanlar Şeyhi İbrâhim Efendi de
Nesîmî’nin Hallâc-ı Mansûr gibi tevhid ehlinin ileri gelenlerinden
olduğunu belirtmiştir. Mahmut Erol Kılıç’ın bir sözüyle noktalayalım:
“Ârifler tarih boyunca anlaşılmama problemiyle karşılaşmışlardır.
Peygamberler tarihinden başlayarak en yakınları tarafından
anlaşılma problemiyle karşılaşmışlardır. Kendilerini anlaşılmak
için yormamışlardır. Biliyorlar ki herkes anlayası değil. Tek
bekledikleri şey anlamayanların “bunların sözleri küfürdür,
kanları malları canları helâldir.” gibi fıkhî bir fetva vermemeleri.
Anlamamaları aslında ârifleri çok da yaralamış değil.

16
Rast Makâmı

MERAGALI ABDÜLKÂDİR

Ünlü Türk mûsikî nazariyatçısı, bestekâr ve icrâcı.


Türk Mûsikî tarihinde “Meragalı Abdülkâdir’den (1353-1435)
Itrî’ye (1640-1711) kadar uzanan ve “Klasik Öncesi Dönem”
diye adlandırdığımız bir dönemin çığırını açan ve Türk mûsıkî
nazariyatına ciddî katkılar sunmuş olan değerli bir bestecimiz ve
müzikoloğumuzdur. Müzik alanında çağının en büyük icrâcısı,
bestecisi ve müzik bilgini olarak ün yapmıştır.

Bugün İran sınırları içinde bulunan Güney Azerbaycan’ın Meraga


şehrinde 17 Aralık’ta doğmuştur. Meraga şehri zamanın büyük
kültür merkezlerinden birisiydi. Çok küçük yaşta yaşında hâfız
olmuş, dâhî çocuk olarak parlamış. Müzisyen olarak şöhret
yapmıştır. 15 yaşında Tebriz’de hükümdar sarayına girmiş ve
birçok hânedânın hükümdarları tarafından çeşitli saraylarda
müzisyen olarak mühim bir rol oynamıştır. Bir ara Türkiye’ye
Bursa’ya geldiği hakkında kuvvetli rivayetler vardır.

Eserlerinin hepsi mûsıkî ile ilgilidir. En büyük eseri Câmiül


Elhan’dır. (Nağmeleri toplayan kitap) Makâsıtül-elhan adlı eserini
ilk defa 1418’de Sultan 2. Murad’a ithâfen yazdığı ve Bursa’ya
gelerek sultâna takdim ettiği rivâyet edilmektedir. Kenzü’l-elhân
adlı eseri kendi bestelerini ihtivâ etmektedir.

Bunlardan başka üç eseri daha bulunmaktadır.


Bugün Afganistan sınırları içinde kalan Horasan’da 1435 yılı Mart
ayında 81 yaşında vefat etmiştir. Müzisyen olarak fevkalâde îtibar
görmüş bir şahsiyettir. Bağdat sarayında hocası ve kayınpederi
Râzıyüddin Tebrîzi-i Türkî’nin başkanlığında yapılan bir mûsıkî
müsabakasında büyük bir para ödülünü kazanmakla genç yaşında
mûsıki şöhretini perçinlemiş ve ondan sonra mûsıkî şöhreti bütün
İslâm âlemine yayılmıştır.

Nevbet-i mürettebin bestelenmesiyle ilgili olay kısaca şöyledir:


29 Şâban 778’de (11 Ocak 1377) Celâyirli Hükümdarı Sultan

17
Rast Makâmı

Hüseyin’in sarayında dönemin âlim, şâir, müzik bilgini ve


icrâcılarının da bulunduğu bir toplantıda nevbet-i mürettebin
güç bir tür olduğu ve bestelenmesi için uzun bir sürenin gerektiği
hususu üzerinde konuşulurken Merâgî, gelmekte olan ramazan ayı
boyunca her gün bir nevbet-i müretteb besteleyebileceğini söyler.
Toplantıda bulunan bestekâr Hâce Radıyyüddin Rıdvanşah’ın,
bu nevbetlerin daha önce bestelenmiş olabileceği ihtimalini
ileri sürmesi üzerine Merâgī eserde kullanılacak şiir, makam ve
usullerin saraydaki uzmanlar tarafından icrâ günü belirlenmesini
rica eder. Sultan Hüseyin’in çıkardığı bir fermanda besteye ait
şartlar arasında beşinci bölümde on iki makam ve altı âvâzın
kullanılması ve ramazan ayının sonunda arefe günü otuz nevbet-i
mürettebin tamamının icrâ edilmesi istenir.

Bu iddiâsını, aynı yılın ramazan ayında her gün birer adet olmak
üzere otuz eser besteleyip arefe günü de bunların hepsini birden
icra etmekle ispatladı. Bu başarı onun şöhretini arttırmakla
kalmamış, kendisine mûsikide günümüze kadar devam eden
sarsılmaz bir yer temin etmekte de önemli rol oynamıştır.
Nevbet-i mürettep: Mûsikîmizde, birbiriyle ilgili beş parçadan
meydana gelen büyük bir formun adıdır. Edvâr’a göre klasik
bir nevbet-i müretteb, beş güfteli parçadan müteşekkildir ve bu
parçalara sırasıyla “kavl, gazel, terâne, müstezad, fürûdaşt” denir.
Bunun bir tanesinin bile ancak bir ayda bestelenebileceği söylenir.
Müretteb: Sıralanmış, sıralı, tertipli, muntazam.

18
Rast Makâmı

RAST İLÂHÎLER

19
Rast Makâmı

RAST İLÂHÎLER

1. Yâ Resûlallah şefaat eyle Allâh aşkına


2. Ey güzellerden güzel rûhum Resûl-i Kibriyâ
3. Ey Hudâ’dan lûtf u ihsân isteyen
4. Tevbe edelim zenbimize tübtü ilallah
5. Erenler keremine, gerçeklerin demine
6. Nûr ile doldu yine kevn ü mekân
7. Âşık oldum bende-i cânâneyim
8. Allah diyelim dâim, Mevlâ görelim neyler
9. Gül yüzünü rüyâmızda, Görelim yâ Resûlâllah
10. Muallâ gavs-i Sübhâni, Mukaddes kutbür-Rabbani
11. Erler demine destur alalım
12. Hakk’a âşık olanlar, zikrullah’dan kaçar mı?
13. Hak sûretidir âlem-i imkân ile Âdem
14. Dil hânesi pür-nûr olur envâr-ı zikrullâh ile
15. Sevgi baht olmuş ezelden bize
16. Kâbenin yolları bölük bölüktür
17. Şem’i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm
18. Dinle sözümü sana direm
19. Sevelim Hazret-i Mevlânâ’yı
20. Ey âşık-ı dildâde
21. Çün ki bildin mü’minin kalbinde Beytullâh var
22. Taleal bedrü aleynâ
23. Seher vaktinin yeliyiz
24. Devran içinde durdum
25. Hak bir gönül verdi bana

20
Rast Makâmı

1. Yâ Resûlallah şefaat eyle Allâh aşkına


Rast (Tevşih) Beste: Zekâî Dede Efendi
Usûl: Devr-i Hindi

Yâ Resûlallah şefaat eyle Allâh aşkına


Ben garîbim sen inâyet eyle Allâh aşkına
Nâmurâdım bermurâd et yâ Resûlallah meded
Ben garîbim sen inâyet eyle Allâh aşkına

2. Ey güzellerden güzel rûhum Resûl-i Kibriyâ


Rast (Tevşih) Güfte: Hayrullah Tâcettin Ef.
Beste: Sebilci Hüseyin Ef.
Usûl: Devr-i Hindi

Ey güzellerden güzel rûhum Resûl-i Kibriyâ


Hasta gönlüme nazar kıl kalbime sensin devâ
Derdime dermân olan ancak cemâlin nûrudur
İsmini anmakla dâim her gönül bulur safâ

3. Ey Hudâ’dan lûtf u ihsân isteyen


Rast (İlâhi) Güfte: Kadıasker Abdurrahman Vâlî
Beste: Hâfız Kâni Karaca
Usûl: Devr-i Hindi

Ey Hudâ’dan lûtf u ihsân isteyen


Mevlid-i pâk-i Resûlullâha gel
Cennet içre hûr u gılmân isteyen
Mevlid-i pâk-i Resûlullâha gel

Meclis-i mevlitte ey VÂLÎ müdâm


Ol Resûl’e ver salât ile selâm
Cennet-i âlâda istersen mekân
Mevlid-i pâk-i Resûlullâha gel

21
Rast Makâmı

4. Tevbe edelim zenbimize tübtü ilallah


Rast (İlâhi) Güfte: Şeyh Kâmil Efendi
Beste: Zekâî Dede Usûl: Düyek

Tevbe edelim zenbimize tübtü ilallah


Lûtfunla bize merhamet eyle aman Allah
Sen etmez isen bizleri kim affeder Allah
Lûtfunla bize merhamet eyle aman Allah

Ömürlerimiz geçmede isyan ile dâim


KÂMİL bu cihanda acabâ kim kala kâim
Mevt oldu karîb biz yine gafletle müdâvim
Lûtfunla bize merhamet eyle aman Allah

5. Erenler keremine, gerçeklerin demine


Rast (Nefes) Güfte: Kemter Usûl: Nim Sofyan

Erenler keremine, gerçeklerin demine


Kırklar’ın sır cemine, lûtfu ihsânına hû

Açıldı Hak kapısı, sunuldu aşk dolusu


Dört kapıdan içeri, girenin canına hû

Kemine kemteriyim, Gulâ mı Hayderîyim


Erenlerin hemîşe, yolu erkânına hû

22
Rast Makâmı

6. Nûr ile doldu yine kevn ü mekân


Rast (İlâhî) Güfte: Aziz Mahmud Hüdâyî Hz.
Beste: Mustafa Hakan Alvan Usûl: Sofyan

Nûr ile doldu yine kevn ü mekân


Geldi hoş lutf ile şehr-i ramazan
Zeyn olup açıldı ebvâb-ı cinân
Geldi hoş lutf ile şehr-i ramazan

Anda Kur’ânı azîm etti nüzûl


Şehr-i rahmet buyurur ana Resûl
Tâlib-i Hakk’a nasip ola vüsûl
Geldi hoş lutf ile şehr-i ramazan

Mâsivâ hubbun aradan süregör


Zât-ı bî-çûne HÜDÂYÎ eregör
Bezm-i vahdette safâlar süregör
Geldi hoş lutf ile şehr-i ramazan

23
Rast Makâmı

7.Âşık oldum bende-i cânâneyim


Rast (İlâhi) Güfte: Yunus Emre Beste: Ahmet Hatipoğlu
Usûl: Sofyan

Âşık oldum bende-i cânâneyim


Bahra düştüm tâlib-i dürdâneyim
Bâl ü perden geçmişem pervâneyim
Yanayım ey şem'-i Rûşen yanayım
Yanayım ey cân-ı cânân yanayım

Aşk dürür âşıkları şeydâ kılan


Aşk dürür âşıkları rüsvâ kılan
Aşk dürür her gûşede kavga kılan
Yanayım ey şem'-i Rûşen yanayım
Yanayım ey cân-ı cânân yanayım

Aşka düşmeyen kişi mahcup dürür


Âşık olan aşkına meclûp dürür
Aşka yanmak Yûnus’a mergūp dürür
Yanayım ey şem'-i Rûşen yanayım
Yanayım ey cân-ı cânân yanayım

24
Rast Makâmı

8. Allah diyelim dâim, Mevlâ görelim neyler


Rast (İlâhî) Güfte: Yunus Emre Beste: Fehmi Tokay
Usûl: Sofyan

Allah diyelim dâim, Mevlâ görelim neyler


Yolda duralım kâim, Mevlâ görelim neyler

Sen sanmadığın yerde, Şayet açıla perde


Dermân erişe derde, Mevlâ görelim neyler

Gündüz olalım sâim, gece olalım kâim


Yolda duralım dâim, Mevlâ görelim neyler

N’itdi bu Yunus n’itdi, Bir doğru yola gitti


Bir şeyh eteğin tuttu, Mevlâ görelim neyler

9.Gül yüzünü rüyâmızda, Görelim yâ Resûlâllah


Rast (İlâhî) Güfte: Hacı Kişi Beste: Sebilci Hüseyin Ef.
Usûl: Sofyan

Gül yüzünü rüyâmızda, Görelim yâ Resûlâllah


Gül bahçene dünyâmızda, Girelim yâ Resûlâllah

Aşkınla yaşarır gözler, Firakınla yanar özler


Mübârek ravzana yüzler, Sürelim yâ Resûlâllah

Sensin gönüller sultânı, Getirdin yüce Kur'anı


Uğruna tendeki cânı, Verelim yâ Resûlâllah

Vedâ edip mâsivâya, Yalvarıp yüce Mevlâ'ya


Şefâat-ı Mustafâ'ya, Erelim yâ Resûlâllah

25
Rast Makâmı

10. Muallâ gavs-i Sübhâni, Mukaddes kutbür-Rabbani


Rast (Şuğul) Beste: Zekâî Dede Usûl: Sofyan

Muallâ gavs-i Sübhâni, Mukaddes kutbür-Rabbani


Emir-i sırr-ı Yezdâni, Abdülkâdiri Geylâni

Zehi simâyi nûrâni, Zehi ferhunde pişâni


Kemâl-i hüsnü insani, Abdülkâdiri Geylâni

Nakarat
Alel yâ lel yâ seydiye aynî, Alel yâ lel yâ ruh ile ayni
Yâ Hay, yâ Hay, yâ Hay, yâ dâim
Yâ Hay, yâ Hay, yâ Hay, yâ Bâki

11. Erler demine destur alalım


Rast (İlâhi) Güfte: Hacı Tahsîne Hanım Usûl: Nim Sofyan

Erler demine destur alalım


Pervaneye bak ibret alalım
Aşkın ateşine gel bir yanalım
Dost…

Günler geceler durmaz geçiyor


Sermayen olan ömrün bitiyor
Bülbüllere bak efgân ediyor
Ey gonca açıl mevsim geçiyor

Ey yolcu biraz dur dinle beni


Kervan geçiyor sen kalma geri
Yûsuf denilen dünyâ güzeli
Fethetti bugün kalbi seferi

Nakarat:
Devrâna girip seyran edelim
Eyvâh demeden Allah diyelim

26
Rast Makâmı

12. Hakk’a âşık olanlar, zikrullah’dan kaçar mı?


Rast (İlâhi) Güfte: Üftâde Hz. Beste: Ali Şîruganî Dede
Usûl: Sofyan

Hakk’a âşık olanlar, zikrullah’dan kaçar mı?


Ârif olan gevherin, yok yerlere saçar mı?

Gelsin mârifet alan, yoktur sözümde yalan


Emmâreye kul olan, hayrı şerri seçer mi?

Gerçek bu söz yârenler, gördüm demez görenler


Kerâmete erenler, gizli sırrın açar mı?

Sen bir kuru servisin, Hemen şöyle durursun


Sen bir palaz yavrusun, kuş kanatsız uçar mı?

Üftâde yanıp tüter, bülbüller gibi öter


Dervişlere taş atan, îmân ile göçer mi?

27
Rast Makâmı

13. Hak sûretidir âlem-i imkân ile Âdem


Rast (İlâhi) Güfte: Ken’ân Rifâî Hz.
Beste: Yusuf Ömürlü Usûl: Aksak

Hak sûretidir âlem-i imkân ile Âdem


Bundan güzeli nerde ki Cennet’te mi sandın

Her yer ne güzel menba-ı hüsn, insan güzeli


Sende bu cemâli, hurî gılmanda mı sandın

Her yerde, fakat ârifin kalbindedir Allah,


Yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın

Dünyâ diyerek geçme sakın, burdadır her şey


Mîzân ü sırât’ı mutlakā orda mı sandın

Cennât ü dûzah, gamm ü sürûr, zulmet ile nûr


Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın

Bilgin sana kıymet, talebin neyse osun sen


İnsanlığı sâde yiyip içmekte mi sandın

Hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle


Noksânı meğer adl-i ilâhîde mi sandın

Fikrim bu benim, virdim ise her lahzada âh


Sen âh-ı ateş-sûzumu beyhûde mi sandın

Yeniler her âh ile Ken’ân ahd-i Elest’i


Âhım acabâ nefha-yı hâyîde mi sandın

28
Rast Makâmı

14. Dil hânesi pür-nûr olur envâr-ı zikrullâh ile


Rast (İlâhî) Beste: Hâfız Kemâl Batanay
Güfte: Sultan I.Ahmed (Bahtî) Usûl: Sofyan

Dil hânesi pür-nûr olur envâr-ı zikrullâh ile


İklîm-i dil ma'mûr olur mi'mâr-ı zikrullâh ile

Her müşkil iş âsân olur derd-i dile dermân olur


Cânın içinde cân olur esrâr-ı zikrullâh ile

Gamgîn gönüller şâd olur dem-besteler âzâd olur


Güm-geşteler irşâd olur âsâr-ı zikrullah ile

Zikreyle Hakk'ı her nefes Allah bes bâkî heves


Pes gayrıdan ümmîdi kes tekrâr-ı zikrullah ile

Gör ehl-i hâlin fırkasın çâk etdi ceyb-i hırkasın


Devreyle zikrin halkasın pergâr-ı zikrullah ile

Terk et cihân ârâyişin nefsin gider âlâyişin


Bul cân ü dil âsâyişin efkâr-ı zikrullah ile

Bahtî sana ikrâr eder tevhîdini tekrâr eder


İhlâsını iş'âr eder eş'âr-ı zikrullah ile

29
Rast Makâmı

15. Sevgi baht olmuş ezelden bize


Rast (İlâhî) Güfte: İbrahim Yurtören
Beste: Tâhir Karagöz Usûl: Sofyan

Sevgi baht olmuş ezelden bize, Sizde bir türlü, bizde bir türlü,
Alaca düşmüş gördüğümüze, Sizde bir türlü bizde bir türlü.

Donandı dağlar, bahar olunca, Gölgem kayboldu gönlüm


dolunca,
Güzeli görmek boylu boyunca, Sizde bir türlü, bizde bir türlü.

İstemem versen cihan vârını, Gönül nakşetti güle yarını,


Her yüzde görmek dost dîdârını, Sizde bir türlü, bizde bir türlü.

Ey oğul birdir, kap değişse su, Varlık bir gölge, benlik bir pusu,
Ne diyeyim ki Rabbin duygusu, Sizde bir türlü, bizde bir
türlü.

16. Kâbenin yolları bölük bölüktür


Rast (İlâhî) Güfte: Yûnus Emre Usûl: Sofyan

Kâbenin yolları bölük bölüktür


Benim yüreciğim delik deliktir
Dünyâ dedikleri bir gölgeliktir

Canım kâbem varsam sana,Yüzüm gözüm sürsem sana


(Nakarat)

Eşim dostum yüklesinler yükümü


Komşularım helâl etsin hakkını
Görmez oldum ırak ile yakını

30
Rast Makâmı

17. Şem’i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm


Segâh Mâye (İlâhî)
Beste: Sultan Veled Usûl: Mevlevî Devr-i Revânı

Şem'i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm


Evrak-ı dili âteş-i sûzâne düşürdüm
Bir katre iken kendimi ummâne düşürdüm
Takrîr edemem derd-i derûnum elemim var
Mevlâyı seversen beni söyletme gamım var

18. Dinle sözümü sana direm


Segâh (İlâhî)
Beste: Lâ Edrî Usûl: Yürük Semâî

Dinle sözümü sana direm özge edâdır


Derviş olana lâzım olan aşk-ı Hüdâ’dır
Âşıkın nesi var ise mâşûka fedâdır
Semâ safâ, câna şifâ, rûha gıdadır

Ey sofu bizim sohbetimiz cana safâdır


Bir cur'amızı nûş idegör, derde devâdır
Hak ile ezel ettiğimiz ahde vefâdır
Semâ safâ, câna şifa, ruha gıdadır

Aşk ile gelin tâlib-i cûyende olalım


Zevk ile safâlar sürelim zinde olalım
Hazret-i Mevlânâ'ya gelin bende olalım
Semâ safâ, câna şifa, ruha gıdadır

31
Rast Makâmı

19. Sevelim Hazret-i Mevlânâ’yı


Müstear (İlâhî)
Beste: Sadettin Heper Güfte: Abdülbâkî Dede

Sevelim Hazret-i Mevlânâ’yı,


Sürelim Devlet-i Mevlânâ’yı
Alalım himmet-i Mevlânâ’yı
Sürelim Devlet-i Mevlânâ’yı

İdelim dergeh-i Monlâ’yı penâh


Çalalım nây ü kudümü her gâh
Diyelim zevk ile Allah Allah
Sürelim Devlet-i Mevlânâ’yı

20. Ey âşık-ı dildâde


Makam: Rast
Güfte: Hasan Sezâî Hz. (Gülşenî)
Beste: Sâdık Efendi

Ey âşık-ı dildâde, Gel nûş idelim bâde


Bir bâde gerek ammâ, Kim içile me’vâde

Bir kez içen âşıktır, aşkında ol sadıktır


Aşk ona hem lâyıktır, Mecnûn ile Ferhâd’e

İşit bu Sezâî’den, Ne gördü fenâîden


Dost vechini gösterdi, Mir’ât-ı mücellâden

32
Rast Makâmı

21. Çün ki bildin mü’minin kalbinde Beytullâh var


Rast (İlâhî) Beste: Es'ad Efendi Güfte: Seyyid Nesîmî Hz.
Usûl: Sofyan

Çün ki bildin mü'minin kalbinde Beytullâh var


Niçin izzet etmedin ol evde kim Allâh var.
Her ne var âdemde var, âdemden iste Hakk’ı sen,
Olma İblîs ü şakî âdemde sırrullâh var.

22. Taleal bedrü aleynâ


Rast (Şuğul) Usûl: Sofyan

Taleal bedrü aleynâ


Min seniyyâtil vedâi
Vecebeş şükrü aleynâ
Ma dea lillâhi dâi
Eyyühel meb’ûsü finâ
Ci’te bil emril mutâi
Ci’te şerreftel Medina
Merhâben yâ hayre dâi

Bir dolunay doğdu bize


Yücelerden üstümüze
Şükür Allah’a diyelim
Resûlullah geldi bize
Rahmet için âlemlere

33
Rast Makâmı

23. Seher vaktinin yeliyiz


Rast (İlâhi) Beste-Güfte: Şeyh Sâdık Efendi
Usûl: Nim Sofyan

Seher vaktinin yeliyiz, Sırr-ı hakîkat diliyiz,


Mecnûn’a Leylâ iliyiz.

Biz Şâbânî bülbülüyüz, Vahdet bağının gülüyüz


Hû Efendim hû, hû şâhım hû NAKARAT

Bize gelen irfân olur, Hayvan iken insan olur,


Sırr-ı câna cânân olur.

Varlığımız yoktur bizim, Meydanımız pâktır bizim,


Dîdârımız Hak’tır bizim

Derviş Sâdık harâbatdır, Özü Hakk’a müstağraktır,


Zikri fikri zât-ı Hak’tır.

24. Devran içinde durdum


Nikriz (İlâhi) Güfte: Muzaffer Ozak (Aşkî)
Beste: Hâfız Kemâl Batanay Usûl: Sofyan

Devran içinde durdum, Nurlar içinde gördüm


Ne güzel demler sürdüm, Şükür elhamdülillah

Yârin elinden tuttum, O leyl-i visâle yettim


Hakk’a beraber gittim, Şükür elhamdülillah

Pekçe tuttum elinden, zikir duydum dilinden


Bûse aldım elinden, Şükür elhamdülillah

Yanağında gül açtı, Melekler rahmet saçtı


Hûriler hulle biçti, Şükür elhamdülillah

34
Rast Makâmı

25.Hak bir gönül verdi bana


Nikriz (İlâhi) Güfte: Yunus Emre Beste: Ahmed Hatiboğlu
Usûl: Sofyan

Hak bir gönül verdi bana


Ha demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdân olur
Bir dem gelir giryân olur

Bir dem sanarsın kış gibi


Şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşâretden doğar
Hoş bağ ile bostân olur

Bir dem gelir söyleyemez


Bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker
Dertlilere dermân olur

Bir dem çıkar arş üzere


Bir dem iner tahte’s-serâ
Bir dem sanarsın katredir
Bir dem taşar ummân olur

Bir dem gelir Îsâ gibi


Ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine
Fir'avn ile Hâmân olur

Bir dem döner Cebrâil'e


Rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur
Miskin Yunus hayrân olur

Nikriz Makâmı yedi asırlık kadim makamlardan…


Farsçada Nîk: İyilik Rîz: saçmak Nikriz: İyilik saçan

35
Rast Makâmı

36

You might also like