Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 47

DÜNDEN BUGÜNE TATAR KASABASI

Bayram Keskinbalta
GİRİŞ
Ülkemiz milli mücadele tarihinde bazı olayların yeterince
araştırılıp, açıklanmadığım görüyoruz. Bunlardan tarih
kitaplarında ya bir cümle ile söz edilmekte ya da hiç
bahsedilmemektedir. Bu tür olaylardan biri de Çopur
Musa’nın Çivril baskınıdır.
Konu ile ilgili bütün çalışmalara esas oluşturan tek temel
kaynak Genel Kurmay’ın yayınladığı “İstiklal Harbin’de
Ayaklanmalar” adlı eseridir. Sözü edilen eserde konu
“Çopur Musa Olayı” başlığı altında 22 cümle ile
anlatılmaktadır. Ayrıca Nutuk’ta da “21 Haziran 1920‘de
Çopur Musa ayaklanması” şeklinde bir cümlecik bilgi
bulunmaktadır. Araştırmada bu iki kaynağın dışında
yayınlanmamış bir çalışma olan Rıza İncel‘in “Uşak
Tarihi”nde ki “Çomuk Musa “başlığı altında verilen 2
daktilo sayfası bilgiden de yararlanmaya çalıştım.
Konu ile ilgili özgün bilgileri ise, o günlerde yaşayan
tanıklarla birebir yaptığım söyleşilerle elde ettim. Bu
amaçla en yaşlısı 1904 doğumlu olan 25 kişiyle
görüştüm.
Daha sonra yazılı kaynaklarda verilen bilgilerle bunları
karşılaştırıp bir senteze, genel bir kanıya varmaya
çalıştım. Fakat bunları yaparken çok zorlandığım anlar
oldu. İnsanın harman olduğu bu zor dönemde; iyi kötüyle,
büyüklük küçüklükle, özveri ihanetle karışmıştı. Çoğu
zaman çete, efe kavramları birbirine girmiş, bir zaman
zulme uğrayan halkın yanında yer alan efe (Musa), bir
başka zaman Yunan saflarına katılıp kendi milletine karşı
savaşmıştı. Bu durumda mücadelenin karşısında olanla
yanında olanı ayırt etmek güçleşmişti.
Elimden geldiğince bu güç olayı anlamaya o nispette de
aktarmaya çalışacağım.
BASKIN ÖNCESİNDE ÜLKEDEKİ DURUM
16 Mart 1920 de İstanbul İngilizler tarafından işgal
edilmiştir. Baskılara dayanamayan Salih Paşa Hükümeti 5
Nisan 1920’de istifa etmiş, bundan bir gün sonrada (6
Nisan 1920) Damat Ferit Paşa Hükümeti kurulmuştur. Bu
hükümetin ilk işi ise Meclis-i Mebusan’ı fesh ettiğini ilan
etmek olmuştur. (12 Nisan 1920) Bununla yetinmeyen
Damat Ferit Paşa Ankara’da oluşmaya başlayan, hele 23
Nisan’da meclis açılınca daha da Meşruiyet kazanacak
olan milli güçlere karşı mücadele başlamıştır. Bunun için
önce fetva silahına başvurur. Kuvay-i Milliye’nin
Padişaha ve devlete asi olduğuna dair Şeyhülislam
Dürrîzâde’nin1 verdiği fetva, 11 Nisan 1920 de
1
Dürrizade Abdullah, (Mehmet İpşirli): Dürrîzâde ailesine mensup altıncı ve
son şeyhülislâmdır. İstanbul’da doğdu [1969]. Rumeli Kazaskeri Dürrîzâde
Mehmed Efendi’nin oğludur. Küçük yaşta babasından bazı dinî dersler aldıktan
sonra Fâtih Demirköşe ve Sultan Selim Rüşdiyesi’nde okudu. Bu arada özel
hocalardan Arapça ve Farsça’sını ilerletti. Daha sonra Fâtih Medresesi’ne devam
ederek Fâtih dersiâmlarından Eğinli Hoca olarak tanınan İbrâhim Hakkı
Efendi’den icâzet aldı. 1887 yılında henüz on sekiz yaşında iken Bâb-ı Fetvâ
Mektûbî Kalemi’nde mülâzım oldu; 1890’da yapılan bir imtihanla İstanbul
müderrisliği ruûsunu kazandı. İbtidâ-i hâric, hareket-i hâric, ibtidâ-i dâhil,
mûsıle-i sahn, ibtidâ-i altmışlı, mûsıle-i Süleymâniyye, hâmise-i Süleymâniyye
gibi medrese derecelerini, daha sonra da kazâ derecelerini kısa aralıklarla
katederek 1896’da bilâd-ı hamse, 1897’de Haremeyn, 1901’de İstanbul
pâyelerini aldı. Babasının kazaskerliği sırasında bir ara gayri resmî olarak
kazaskerlik kethüdâlığında bulunduysa da 1897’de babasının kazaskerlikten
yayınlanarak nüshaları İngiliz uçaklarınca yurdun dört bir
yanına attırılır.
Ülkenin gerçek durumunu bilmeyip, sadece padişaha
sadık kalmak isteyenler arasında bu fetvanın önemi/etkisi
hemen görülür ve Ankara’ya karşı isyanlar başlar.

istifası üzerine o da Mektûbî Kalemi’nden ayrıldı. Ankara kadılığına


gönderilmek istendi, ancak saraydan gördüğü destekle İstanbul’da kaldı ve 1901
yılında Meclis-i Tedkīkāt-ı Şer‘iyye üyeliğine seçildi; bu arada 1902’de Anadolu
kazaskerliği pâyesini aldı.
Abdullah Efendi, II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra Meclis-i Tedkīkāt-ı Şer‘iyye
üyeliğinden ayrılıp bir süre mülkî görevlerde bulunduğu için “bey” unvanını da
kullandı. Merkez Tensik Komisyonu tarafından kendisine önce Galata kadılığı
verildiyse de sonradan bu komisyonca 1909’da Anadolu kazaskerliğine tayin
edildi; iki yıl sonra bu görevden ayrıldığında kendisine mâzuliyet maaşı
bağlandı.
1918’de tekrar memuriyete dönen ve Defter-i Hâkānî Emânât-ı Aliyye dairesinde
göreve başlayan Abdullah Beyefendi, 1919’da padişah emriyle Tedkīk-i Mesâhif
ve Müellefât-ı Şer‘iyye Meclisi başkanlığına tayin edildi; aynı yıl içinde görevi
meşihat makamı müsteşarlığına nakledildi. Anadolu’daki Kuvâ-yi Milliye
hareketine daha anlayışla bakan Sâlih Hulûsi Paşa’nın istifası üzerine sadârete
Damad Ferid Paşa getirilince kurulacak kabinede şeyhülislâmlık görevi,
İttihatçılar’a karşı şiddetli muhalefetiyle tanınan ve siyasetin fiilen içinde yer
alan Mustafa Sabri Efendi yerine 5 Nisan 1920’de Dürrîzâde Abdullah
Beyefendi’ye verildi. İşgal altında bulunan İstanbul’da Damad Ferid Paşa
kabinesi Anadolu hareketine karşı sert bir tavır takınmış, kabine üyelerinin
zaman zaman yaptıkları sert açıklamalara karşılık Abdullah Beyefendi daha
temkinli davranmışsa da Damad Ferid hükümetinin Kuvâ-yi Milliye aleyhine
çıkarmış olduğu beş fetvayı 11 Nisan 1920’de imzalaması ile resmen tavrını
ortaya koymuştur. Bunun üzerine Ankara hükümeti, Ankara Müftüsü Rifat
Efendi’ye (Börekçi) mukabil fetva hazırlatmış ve bu fetvayı çok sayıda müftü,
kadı ve müderrisin dışında birinci meclisteki ilmiyeden mebuslar da
imzalamıştır. Rifat Efendi bu fetvasından dolayı meşihatça 25 Nisan 1920’de
görevinden azledilmiştir.
Abdullah Beyefendi, Sadrazam Damad Ferid Paşa’nın muahede şartlarını
görüşmek üzere ikinci defa Paris’e gittiğinde (10 Haziran-14 Temmuz 1920)
sadârete vekâlet etti. Muahede şartlarını görüşmek için Sultan Vahdeddin’in
emriyle 22 Temmuz 1920’de ikinci defa toplanan saltanat şurasına kabine üyesi
olarak katıldı. 31 Temmuz 1920’de Damad Ferid kabinesinin istifasıyla o da 3 ay
Düzce’de 13 Nisan 1920
‘de ilk isyan çıkar. Aynı
günlerde Anzavur isyanı da
başlar. Bu isyanlar
TBMM‘nin açılmasından
(23 Nisan 1920) sonrada
devam eder. Çopur
Musa’nın isyanı da
bunlardan biridir.
ÇOPUR MUSA
Musa Uşak’a bağlı Sivaslı
ilçesinin2 Tatar Köyü’nden3
Çomukoğulları sülalesinden Ali‘nin oğludur. 1316 (M.
1900) doğumlu olup, halk arasında Çomuk Musa, Musa,
Musa Efe gibi isimlerle anılmaktadır.
KUZU ÇOBANI MUSA
Çopur Musa askerlik çağı gelene kadar Çivril’de 4 değişik
kişilere çobanlık yapmıştır. Önce ilçe merkezinden
Gemeli Mehmet’in koyunlarına çoban durmuştur. Daha
sonra Balçıkhisar Köyün’den5 Kör Yakup’a en son ise

25 gün süren şeyhülislâmlık görevinden ayrıldı. Bir süre İstanbul’da kaldıktan


sonra Millî Mücadele’nin kazanılmasıyla 1922 Eylülünde Rodos’a kaçtı,
oradan İtalya’ya geçti. 23 Mart 1923’te hac için Mekke’ye gitti, 30 Nisan
1923’te Harem-i şerif’te vefat etti. [https://islamansiklopedisi.org.tr/durrizade-
abdullah-beyefendi TDV İslam Ansiklopedisi, Erişim tarihi; 04.03.2021, saat;
10.04]
2
O yıllarda Uşak, Kütahya iline bağlı bir kazadır. Sivaslı, Uşak kazasına bağlı
bir köydür.
3
Tatar ve Dedeballar köylerinin birleşmesiyle belde olmuştur.
4
Olayın yaşandığı tarihlerde Çivril, Afyon iline bağlıdır.
5
Denizli, Çivril ilçesinin bir köyü. Şimdi Çivril’in bir mahallesi.
Emircik Köyü’nden Sumanların Suman Ağa’ya çobanlık
yapmıştır.
SUMAN AĞA’NIN ÖLÜMÜ
Suman Ağa’nın koyunlarını güden Musa bir müddet
sonra “çobanlık parasını” ister. Ağa bunu “Yok para
falan, karnını doyurduğum yetmiyor mu? Git oradan
deyyus” diyerek tersler. Bunun üzerine Musa Ağanın
yanında fazla kalmaz ve Tatar’a geri döner.
Bir gece yanında üç adamıyla birlikte Ağanın evine gelir.
Adamları evin bahçesinde nöbetçi kalırken, Musa içeri
girer ve Ağanın yanına varır. Burada tekrar parasını ister.
Ağa yine ters cevap verir. Bu sırada yaşanan tartışmaları
duyan Suman Ağa’nın komşusu Kadir Hoca gelir. Ağa’ya
“Suman ver şu çocuğun parasını da gitsin” der. Suman
da “Hayır verdim ben onun parasını, bende alacağı
falan yok” der. Bu durumda Kadir Hoca’nın gelişi de
sorunu çözmemiştir. Musa, hocayı “Hocam sen rahatsız
olma” diyerek evine yollar. O gittikten sonra “Sana
kurşun atsam kurşuna yazık olur” deyip Ağa’yı
iteleyerek odasından çıkarır ve merdiven önüne kadar
getirir. Burada Ağayı yere yıkar ve merdiven taşının
üzerinde başını taşla ezerek öldürür.
Bu arada köy korucusu da sesleri duyarak dışarıya çıkar.
Burada nöbet tutan Musa’nın adamları da korucuyu
öldürürler. Böylece Musa ve adamları bilinen ilk cinayeti
işleyip arakalarında iki ölü bırakarak Tatar Köyü’ne
kaçarlar.
BULKAZ DAĞI’NDA DÖRT AYDIN EŞKIYASI
Aydın ve çevresi Yunanlılar tarafından işgal edilince
oralarda tutunamayan dört sözde efe henüz işgal
görmemiş olan Bulkaz Dağı’na6 gelip burada barınmaya
çalışırlar. Bu eşkıyalar Aydınlı Mustafa, Gök Hüseyin,
Ali ve Halil’dir.
Sözü edilen bu kişiler Boduçdamı Köyü’nden7 bir kadını
kaçırarak dağ’a götürürler. Aradan on beş gün geçmesine
rağmen kadın geri gelmez. Eşkıyalar bununla da
yetinmeyip çevreden para istemeye başlarlar. Bu
durumlardan rahatsızlık duyan Musa bunların arasına
katılarak intikam almayı planlar. Bu maksatla eşkıyaların
arasına katılır.
Bir gün Bulkaz Dağı’nın Karagöl Mevkiinde bir
çobandan aldıkları koyunu kavurup orada yerler. Daha
sonra Çırakoğlu Damı Yıkığı’na çekilerek dinlendikleri
sırada Musa yanındakilere “Silahlarımızı yağlayalım,
baskın olursa tutukluk yapabilir” der. Silahların
mekanizmaları sökülür. Musa’nın sökmesi, yağlayıp
takması bir olur. Daha sonra diğerleri işlerini bitirmeden
Musa silahına beş mermi basar. Hemen ateş ederek Ali’yi
ve ardından gök Hüseyin’i vurur. Halil, Musa’dan yana
olmuştur. Dördüncü kişi olan eşkıyabaşı Mustafa ise
çıban çıkardığı için rahatsız olup çadırda yatmaktadır.
Musa, baskın geldi deyip eşkıyabaşı Mustafa’yı çadırdan
çıkarır biraz gittikten sonra burada onu öldürür.
MUSA’NIN ASKERE ALINIŞI

6
Sivaslı-Çivril hattının doğusunda küçük bir dağ
7
Şimdi Uşak ili Banaz ilçesi köylerinden birisidir.
Musa köylüyü bu dört eşkıyadan kurtardığı için hükümet
tarafından affedilir ve köyüne geri döner. Askerlik
dönemi geldiğinde ise Uşak Hücum Taburu’na gönüllü
olarak katılır. Taburda Arnavut askerler çoktur. Musa
bunlarla anlaşamaz ve askerden kaçar.
Bu arada kendi gibi maceracı yirmi kadar kişiyi
toplayarak çevresinde kanunsuz davranışlarda bulunmaya
başlar. Hatta Anzavur8 adını da kullanarak asker
toplamaya çalıştığı bile görülmüştür.
Musa’nın grubunda bulunan ve isimleri tespit edilen
şunlardır:
Tatar köyü’nden: İpsiz Ali, Çanlı Bekir, Zorbacı
Mehmet, Kuytu Ramazan, Bitoğlu Ramazan ve Deli
İbrahimoğlu Ali, yine aynı köyden Musa’nın ağabeyi
Himmet ve eniştesi İsmail. Karalar Köyü’nden9:
Mehmet, Hasan, Ali ve İbrahim. Cabar Köyü’nden10:
Kara Musa ve kardeşi. Yayalar Köyü’nden11: Ali Efe.
8
Ahmet Anzavur (d. ? - ö. 15 Nisan 1921), Kuvâ-yi Milliye hareketine karşı
ayaklanma başlatmış eski bir Osmanlı subayı ve Kuvâ-yi İnzibâtiye kumandanı.
Anzavur Ahmet, Çerkes olup, İstanbul Hükûmeti tarafından sivil paşalık
verilerek Anadolu'ya gönderilmiştir. İngiliz gizli servisinin adamı olan Papaz Fru
tarafından maddi olarak desteklenen Ahmet Anzavur, çok sayıda kişiyi etrafında
toplamıştır. Birinci Anzavur Ayaklanması, 1 Ekim 1919'da Manyas, Susurluk,
Gönen ve Ulubat dolaylarında başlamış olup, Milli Kuvvetler'in mücadelesi
sonucu 25 Kasım 1919'da bastırılmıştır. Ahmet Anzavur'un 16 Şubat 1920'de,
Biga merkezli çıkarmış olduğu ikinci isyanını ise, 16 Nisan 1920'de Çerkez
Ethem bastırmıştır.
9
Sivaslı-Karahallı yolunun güney doğusunda, Goraş/Ağaçbeyli Köyü’nün
hemen yanında Denizli, Çivril’e bağlı bir köydür.
10
Denizli, Çivril ilçesine bağlı, Bulkaz Dağı’nın eteğinde, Uşak-Denizli
karayolunun doğusunda kurulmuş bir köydür.
11
Uşak, Sivaslı ilçesine bağlı, Sivaslı, Selçikler, Tatar Sivaslı güzergahında
kurulmuş bir köydür. 1676 yılından beri varlığı avarız defterlerinden
Selçikler Köyü’nden12: Hüseyin Ağa’nın oğlu. Bulkaz
Köyü’nden13: Pepe İsmail ve Goreş Köyü’nden14: Bıdi
olmak üzere toplam onsekiz kişidir.
ÇOPUR MUSA’NIN ÇİVRİL BASKINI
Çevresindeki adam sayısının çoğalmasıyla cesareti artan
Musa 21 Haziran 1920 Perşembe günü yirmi kadar
avanesi ile birlikte Çivril’e gelir. Bugün ilçenin
pazarıdır15. Kalabalığın içinden geçen Musa ve adamları
peşlerine takılan meraklı insanlarla birlikte Çivril
Hükümet Konağının önüne kadar gelirler. Musa burada
çevresine toplanan kalabalığa doğru dönerek “Ben Kuva-
i Milliye’yi kaldıracağım, ben padişahın kuluyum”
der. Ardından halkı da tehditle “Padişahım çok yaşa”
diye üç - dört kez bağırtır.
Daha sonra yanına aldığı dört-beş adamıyla birlikte
hükümet konağına girerler. Burada İlçe Kaymakamı ve
33. Alay, 2. Tabur Komutanı Binbaşı Ali Rıza ile
karşılaşınca onlara “Heyet-i Milliye halkı cepheye
sürüyor, topladıkları paraları istedikleri gibi
harcıyorlar. Erler buna razı değiller. Bende bu
nedenle Heyet-i Milliye’yi dağıtmak için dağa çıktım”
der. Bu anda yapılacak bir hareket boş yere birçok can
kaybına neden olacağından öğüt verme yoluna gidilir. Bu

anlaşılmaktadır.
12
Şimdilerde aynı adlı belde. Antik bir yerleşim yeridir. Uşak, Sivaslı ilçesinin
hemen batısında kurulmuştur.
13
Denizli, Çivril ilçesine bağlı bir köydür. Uşak-Denizli karayolunun batısında
kurulmuştur.
14
Şimdilerde Ağaçbeyli Köyü olarak adı değiştirilmiştir.
15
Perşembe hala ilçenin Pazar kurulduğu gündür.
etkili olmadı ise de uygun dille ve sabırla bir zarar
verdirmeksizin ilçeden uzaklaştırılır.
Bu durum karşısında bölgeden sorumlu 12. Kolordu
Komutanı Fahrettin Bey, Kaymakam ve Askerlik Şubesi
Başkanı’nın emrinde bir takip müfrezesi tertipleyip, tuzak
kurulması suretiyle çetenin yakalanması emrini verdi.
Bunun üzerine bir subay komutasında Jandarma ve Kuva-
ı Milliye’den 40 kadar atlı ilçe merkezi dışına çıkarıldı ve
bu adamı takiple görevlendirildi. Öte yandan 23. Tümen
komutanının yerlilerden tertiplediği bir müfreze de
Musa’yı takibe katıldı.
İlçe merkezinden ayrılan Musa ve adamları önceden
çobanlığını yaptığı Balçıkhisarlı Kör Yakup’un evine
gelirler. Yakup Ağa bunlara yemek yedirir. Musa ve
adamları karınlarını doyurup saat 16:00 sularında köyden
ayrılıp, Işıklı’ya16 doğru yönelirler. Tahtalı Pınar
mevkiine geldiklerinde ise bunları takiple görevli
Jandarma ve Kuva-ı Milliye kuvvetleri ile karşılaşırlar.
Sözü edilen kuvveti oluşturanlardan isimleri tespit
edilebilen 11 kişi şunlardır:
Yerli Müfrezeden olanlar: İlçe merkezinden; Şalilerin
Omar Ağa ve Kör Sarıların Hattat. İğdir Köyü’nden;
Baltaoğlu İsmail Ağa ve Baltaların Eyüp.
Kuva-ı Milliye’den Olanlar: Işıklı Kasabasından; Hasbi
(Bulut), Osman (Oruç), Mustafa (Karaoğlan) Tatar
Köyü’nden: Cıngıllıoğlu Osman Efe. Çapak Köyü’nden;
Ahmet Çavuş.
16
Çivril ilçesine bağlı, Bulkaz Dağı’nın eteğinde kurulmuş, mesire alanı olarak
da kullanılan bir köy.
Jandarmalar ise: Yuva Köyü’nden; Sülü ve Kör Ali.
Çıkan çatışmalarda her iki taraftan da ölen ve
yaralananlar olur Musa’nın adamlarından Karalar Köylü
Mehmet ve Cabar Köylü Kara Musa’nın kardeşi
vurularak ölürken, Goreş Köyünlü Bıdi, Karalar Köylü
Ali ve Cabar Köylü Musa yaralanırlar.
Askerlerden ise Yuva Köylü jandarma Kör Ali ile aynı
köyden jandarma Sülü ile (yerli müfrezeden) İğdir’li
Eyüp vurularak hayatlarını kaybederler.)
Bu arada Tatarlı Cıngıloğlu Osman Musa tarafından
omuzundan vurulur. Ardından Çapak’lı Ahmet Çavuş’ta
sağ olarak yakalanır. Musa, Ahmet Çavuş’u iç çamaşırları
kalana kadar soyduktan sonra, yaralı Osman’ı ata bindirip
Ahmet Çavuşla birlikte Çivril’e gönderir.
Bu olaylar yaşanırken akşam karanlığının çökmesiyle
birlikte Musa ve adamları Koçak17 üzerinden Bulkaz
Dağı’na doğru çekilmeye başlamışlardır.
Burada bir tespitte bulunmak istiyorum.
Görüldüğü gibi Çopur Musa’nın ayaklanması Musa ve 20
kadar adamından oluşan bir çetenin isyanından öteye
geçememiştir. Bu isyanın ilçede taraftar bulamadığını da
görüyoruz. Şöyle ki İlçe halkı ileri gelenleri çok önceden
tercihini Kuva-ı Milliye den yana kullanmışlardır. Bu
maksatla Ağustos 1919 ‘da Çivril Müdafa-i Hukuk
Cemiyetini kurmuşlardır.
Çivril Askerlik Şubesi Başkanı’nın 4 Şubat 1920’de
Burdur Askerlik Şubesi Başkanı’na yazdığı yazıdan
17
Çivril’de bir köy
“Çivril Heyet-i Milliye’si olarak ta adlandırılan bu
cemiyetin cepheye gönderdiği asker ve zahire ile
fakirliğine rağmen ilçeler arasında birinciliği
kazandığını” öğreniyoruz.
Yardımlar bununla da kalmayıp isyandan sonra da devam
etmiştir. Çivril halkı gönüllerinden 200 mevcutlu süvari
ve piyade müfrezesi oluşturup 4 Eylül 1920 günü bu
kuvvetlerini Buldan’a sevk eder. Üç gün sonra da yine
Çivril uleması ve ahalisi tarafından kendi silahları ile 100
süvariden oluşan bir müfreze teşkil ederek 7 Eylül de
cepheye sevk eder.
Bu arada da Çivril Askerlik Şubesi kanalıyla da 1892-
1899 doğumlular arasından 110 nefer de cepheye
gönderilir.
Konuya ışık tutması açısından Mustafa Arıkan’ın anlattığı
şu olay da ilginçtir: “Çopur Musa’nın Çivril baskınından
sonra Demirci Efe olup biteni anlamak için trenle Çivril’e
gelir. Yolu üzerinde bulunan Evciler, Sütlaç
istasyonlarında Çivril den gönderilmiş olan içleri buğday,
arpa dolu vagonlarla karşılaşır. Vagonların üzerinde
“Demirci Efe-Nazilli” yazan yazıları görür. Bunun
üzerine yanındakilere şöyle seslenir “Biz ıslaha gidiyoruz
adamlar bize yardım gönderiyorlar.”
Bütün bunlar Çivril halkının Çopur Musa’dan yana değil
de onun karşısında yer aldığını, bununla da yetinmeyip
Kuva-ı Milliye’nin güçlenmesi için ayni-nakdi her türlü
yardım yaptığını göstermektedir.
Tekrar Musa ‘ya dönecek olursak;
Bulkaz Dağı’na çekilen Musa baskından sonraki günlerde
de şekavetini sürdürmeye devam eder. Koçak Köy’ü
Karancak Mevkiinde Molla Ali yürüklerinden Acem Ali
ve Hopa oğlu Mehmet Ali ile karşılaşırlar Musa onlardan
kendilerine katılmalarını ister. Bu kişiler de “Musa, bize
bir hafta zaman tanı çadırlarımızı daha emin bir yere
taşıyalım sonra size iştirak ederiz” derler. Bunun
üzerine Musa “Alın size bir hafta müsaade” deyip
silahına davranır ve her ikisini de orada öldürür.
Olayların durulmaması üzerine 27 Haziran 1920 de
Afyonkarahisar’da bulunan 12. Süvari Bölüğü de bölgeye
sevk edilir.
Yunanlıların İnay’ı işgal ettiği bu günlerde adamları
sürekli eksilip kurtulamayacağını anlayan Musa, Banaz
Çayı üzerindeki Paşaoğlu Değirmenine vararak buradan
yanlarına yerli bir Rum alır ve avenesi ile birlikte
Yunanlılara iltihak eder.
Yunanlılara sığınan Musa burada oluşturduğu bir müfreze
ile Türk-Yunan sınırındaki Türk tarafında bulunan
Kızılhisar Köyü’nün Danazoğlu Damları’na bir baskın
düzenler.
Baskında bir kişi ölür. Bunun üzerine köylüler Musa'yı
Yunan Kumandanı’na şikâyet ederler. Kumandan da
Musa’yı Atina’ya sürgün ettirir. (Eylül 1920) İstiklal
savaşı sonuna kadar da Musa Atina da kalır.
Bu olaydan sonra çetenin artık bir daha şekavetine
rastlanmamıştır.
Musa Yunanistan’da da rahat durmaz. Burada birdenbire
Türklük duyguları kabarır ve kafasında bir plan yapmaya
başlar. Planı gereği 7-8 Yunanlıyı kandırarak çeşme
sahillerine baskın yapmaya gelirler. Her seferinden 3-5
koyun kuzu alıp geri dönerlermiş. Bu şekilde birkaç kez
yaparak Yunanlıların güvenini kazanmıştır artık. Son kez
tekneye binip çeşme sahillerine geldiklerinde ise Musa
tabancasını çıkarıp 8 Yunanlıyı öldürür. Sonra da Türk
yetkililerine gidip “Sizin koyunları çalanlar bunlardı,
bende onları öldürdüm” deyip teslim olur.
Nihayet hapis cezası alır ve Uşak cezaevinde yatmaya
başlar. Bu sırada hükümet af çıkartır ve Musa da bu aftan
yararlanarak köyüne geri döner.
Bu sefer Musa’nın babası rahat durmaz. Onun adını
kullanarak zanginlerden haraç istemeye başlar. Uzun
süren bu durumdan rahatsız olan zenginler Musa’yı
hükümete şikâyet ederler. Hükümette yakalanması emrini
çıkartır.
Bunun üzerine bir Musa’yı “Uşak Jandarma
Kumandanı seni telefondan istiyor” diye Sivaslı
Jandarma karakoluna çağırırlar. Musa Uşak
hapishanesinde iken Jandarma kumandanı ile iyi
görüşüyordu. Bunun üzerine Musa beş düğmeli muşamba
paltosunu ve mavzer tabancasını kuşanarak atına binip
Sivaslı karakoluna gelir, yukarıya odaya çıktığında
jandarmalar aniden üzerine atlar ve Musa’yı etkisiz
duruma gctirirler. Ellerini kelepçeleyip Uşak’a götürmek
üzere yola çıkarlar. Sivaslı’ya 3 km mesafedeki Uzunoluk
vadisine indiklerin de ise askerler Musa’yı derede
vururlar. (Yıl 1927) Cesedini de Uşak’tan Sivaslı’ya
gelen tütün tüccarlarının arabası ile götürüp Uşak
Adliyesine teslim ederler. Daha sonra ise cesedini Uşak
Büyük Mezarlığına defin ederler.
Musa’nın hayatı anlatmaya çalıştığımız bu iniş çıkışlarla
27 yıl gibi kısa bir sürede sona erer. Silah kullanmakta
usta olan başkasının namusunda pek gözü olmayan bu
kişinin Yunan tarafına sığınıp Türklere cephe alması
büyük bir ihanettir. Eğer bu kişi tercihini Kuva-ı
Milliye’den yana kullansaydı, herhalde ölümünden sonra
adına yakılan türküler başka bir anlam kazanacaktı.
Karalar Köyünden rahmetli Hüseyin Çakal’ın dediği gibi
“Musa kafayı kullansaydı belki de Demirci Efe gibi
bir adam olurdu”.
SONUÇ
Çivril Hükümet Konağı 21 Haziran 1920 Perşembe günü
Çopur Musa ve 20 adamı tarafından Kuva-ı Milliye’yi
dağıtmak amacıyla basılmıştır. Bir çete isyanından öte
geçmeyen bu hareket kesinlikle Çivril halkı tarafından
tasvip görmemiş, aksine olayın öncesinde ve sonrasında
halk Kuva-ı Milliye’den yana olduğunu her fırsatta
göstermiştir.
BİR BAŞKA BAKIŞ AÇISIYLA TATARLI ÇOMUK MUSA
OLAYI
“Çopur Musa, aslen Uşak İli Sivaslı İlçesi’ne bağlı Tatar
Köyü’nden, Çomukoğulları sülalesindcndir. Bu nedenle
halk arasında “Çomuk Musa” ve “Çopur Musa” diye
anılmaktadır.
Çopur Musa, askere gitmeden önce Çivril ilçe
merkezinde ve yakın köylerde değişik kişilere çobanlık
yapmıştır. En son çobanlık yaptığı Suman Ağa ile
aralarında çobanlık hakkı yüzünden bir tartışma çıkar.
Ağanın yanından ayrılan Musa, kendi köyüne yani
Tatar’a gider ve yanına üç arkadaşını alarak geri gelip
ağaya baskın yapar. Bu baskında ağayı ve köy
korucusunu öldürür. Böylece Musa ilk cinayetini işlemiş
ve eşkıya olma yolunda ilk adımını atmıştır.
Bu sırada Aydın yöresi Yunanlılar tarafından işgal
edilmiştir. Kendilerine “efe” diyen ama aslında fırsatçı
eşkıya olan bazı kişiler oralarda barınamayıp Bulkaz
Dağı’na gelirler. Köylülerden zorla yiyecek toplayan,
ağalardan zorla para alan bu kişiler bir de kadın kaçırınca
kısa sürede çevreye korku salarlar.
Musa, halkı bu kişilerden kurtarmak için onların arasına
katılarak fırsat aramaya karar verir ve bu amaçla aralarına
katılır. Nihayet bir gün kolladığı fırsatı bulur. Herkesin
temizleyip yağlamak üzere silahını söktüğü sırada
önceden hazırlıklı olan Musa, kendinden yana olan biri
dışında diğerlerini öldürür.
Musa, eşkıyalardan kurtardığı için halk tarafından çok
sevilir. Hükümet tarafından da suçları affedildiği için
köyüne geri döner ve kısa bir süre sonra askere gider.
Fakat taburunda çoğunlukta olan Arnavut askerlerle
geçinemediği için askerden kaçar.
Kısa sürede çevresine topladığı kendisi gibi asker kaçağı,
kanun kaçağı, maceracı kişilerle çete oluşturarak
kanunsuz işler yapmaya başlar. Hatta Anzavur adına
asker topladığı da söylenir.
Adamlarının çoğalması ve yaptıklarının karşılıksız
kalmasıyla cesaret bulan Musa, 20 Nisan 1920 günü
Çivril Hükümet Konağı önüne gelerek, “Ben Padişahın
emrindeyim, Kuvay-i Milliyc’yi dağıtacağım.” der.
Meraktan toplanmış olan halkı da tehditle “Padişahım
çok yaşa” diye bağırtır. Bu sırada silahla karşılık
verilmesi halinde fazla can kaybı olacağını gören ilçe
kaymakamı ve 33. Alay 2. Tabur Komutanı Binbaşı Ali
Rıza Bey, sakin bir tavır ve sabırla konuşup Musa’yı ikna
ederek hükümet konağından ve ilçe merkezinden
uzaklaşmasını sağlar.
Durumdan haberdar edilen 12. Kolordu Komutanı
Fahrettin Bey, Musa’nın yakalanmasını emreder. Musa’yı
yakalamak üzere yola çıkarılan jandarma ve Kuva-ı
Milliye kuvvetlerinden oluşan müfreze kısa sürede Musa
ve adamlarını bulur. Çıkan çatışmada her iki taraftan da
ölenler olur fakat yakalanamayan Musa, Bulkaz Dağı’na
doğru kaçar.
Musa bir süre daha bölgede eşkıyalığa devam etti ise de
daha fazla tutunamayacağını anlayarak yerli bir Rum
aracılığı ile Yunan Ordusu’na katılır. Gene de rahat
durmayan Musa, köylülerin şikâyetlerinin artması üzerine
Atina’ya gönderilir ve Kurtuluş savaşı sonuna kadar
orada kalır.
Daha sonra kaçarak geri gelen Musa cezalandırılarak
Uşak Cezaevi’ne yatırılırsa da kısa süre içinde çıkan aftan
yararlanarak serbest bırakılır. Köyüne yerleşir. Fakat
kendisi gibi ailesi de rahat durmaz. Babası köylülerden
haraç istemeye başlar. Şikâyet üzerine Musa’nın
yakalanması için emir çıkarılır. Bir bahane ile Sivaslı
Karakolu’na çağrılan Musa orada yakalanır. Uşak’a
götürmek üzere giderlerken yolda askerler tarafından
vurularak öldürülür.
Görüldüğü gibi Çivrilli bile olmayan Çopur Musa’nın
yaptıkları, Çivril’e ve Çivril halkına mal edilemez. Çivril
halkı ve ileri gelenler Çopur Musa olayından çok önce
Kuva-ı milliye tarafını seçerek Ağustos 1919’de Çivril
Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuşlardır. “Çivril
Heyet-i Milliyesi” olarak da anılan bu cemiyetin
gayretleri ile Çivril, cepheye gönderilen asker ve
zahirenin çokluğu açısından ilçeler arsında birincilik
almıştır. Çivril halkının, Çopur Musa’nın yanında değil
aksine onun karşısında yer aldığı, Kurtuluş Savaşı’nı
kazanan ordunun güçlenmesi için malını ve canını
esirgemediği belgelerle sabittir.
Kimdir Çopur ya da Çomuk Musa? Yüzyıla yakın bir
zamandır bilindiği gibi Yunan ordularıyla işbirliği yapan
bir hain mi? Yoksa Yunanlarla işbirliği yapar gibi
görünen bir Kuvayı Milliyeci mi?
Çivrillilere göre hain. Hatta Uşaklı olan bu hainin
Çivril’le ilgisini bile kabul etmiyorlar. Uşak ile ilgili
hazırlanan tarihçelerde de vatanın satan bir soysuz olarak
geçiyor. Ancak, Araştırmacı Yazar Abdurrahman
Karadağ, Çopur ya da Çomuk Musa’nın aslında hain
değil, öyle görünen bir Kuava-ı Milliye’ci olduğunu
yaşayan canlı tarihlere dayanarak ileri sürüyor. Kararı
tarihçiler versin. Biz yukarıda Musa’nın hain bir eşkıya
olduğunu ileri süren bir yazıyı siz okurlarımızla paylaştık.
Şimdi de Abdurrahman Karadağ’ın vatansever olduğunu
ileri süren araştırmasını sunuyoruz.
TATARLI ÇOMUK MUSA KİMDİR?
Büyük dedeleri, aslen Sarıtekeli Yörüklerinden olup,
Gündoğmuş Köyünün Senir Yaylasında yaylarlar. Kışa
doğru Manavgat İlçesinin arkasındaki, Belen Alanı
kışlaklarına inerlerdi.
Bir gün geldi, çevrede veba türü bir hastalık zuhur etti.
Kısa sürede hayvan sürülerini telef eden bu hastalık,
küçük büyük demeden insanları da kırmaya başladı. Bu
taun yüzünden büyük bir panik yaşayan ademoğulları,
kentlerden köylerden artlarına bakmadan kaçmaya
başladı. Nereye gittiklerini bile bilmeden sadece ölümden
kaçmaya çalışıyorlardı. Çomuk Musa’nın ataları da
Torosları takip ederek Aydın iline varmışlardı. Oralarda
da kendileri gibi; Sarıtekeli, karakeçili, saraç, Kızılkeçili
ve Avşar Yörükleri de vardı. Onlar hastalık olayından
önce göç edenler olup, çoğunlukla Uşak, Kütahya
arasındaki Murat Dağı çevresinde, Bulkaz Dağı ve Ahır
Dağı yaylalarına çıkıyordu. Onlarla kaynaşarak Alaşehir
üzerinden, Uşak İlçesi Sivaslı Nahiyesi sınırları
içerisindeki Bulkaz Dağlarına çıkıyordu. Bu göçler
neticesinde birçokları elverişli yerlerden toprak alıyor, ya
da yaylaların yanındaki bakir alanlara konarak dam
yapıyorlardı.
Yine bir ilkbahar günü Alaşehir istikametinden gelen
Sarıtekeli Yörük obalarından birisi, Dedebalilere giden
yolun kenarındaki çayırlık alana konuşlanmışlardı.
Develeri, atları ve sürüleri vardı. Buraları çok
beğenmişler, her gidiş gelişlerinde burada konaklamaya
karar vermişlerdi. Burada köylülerden izin alarak bir de
kuyu kazmışlardı. Kuyuyu kazan kervanın başında
bulunan kişinin adı; “Sarvançık”tır. Onun için bu kuyuya;
“Sarvan Kuyusu” adı verilmiştir. Bugün Sivaslı İlçesine
bağlı Tatar Beldesi ile onun bir mahallesi olan Dedeballar
arasında bulunan bu kuyu, zamanımızda yok olmuştur.
Bulunduğu alan parke taşı ile döşenmiştir.
Bu Yörükler, köylüler ile iyi ilişkilerinden ve iyi
hallerinden dolayı buraya yerleşerek arazi satın
almışlardır. Buradaki yerleşim alanını bu Yörükler
kurmuştur. Tatar Köyü, Germiyan Oğulları Beyliği
döneminde; Kıpçak (Gılcan) Tatarları tarafından
kurulmuştur. Oysaki Sarıtekeli Aşireti’nin yerleşimleri
daha yakın zamanlara denk gelir.
Bu Bahsedilen Sarıtekeli Yörükleri yazımızın asıl konusu
olan “Çomuk Musa”nın atalarıdır. Yeri gelmişken şunu
hemen belirtelim ki; Musa Çomuk falan değildir. Aile
büyüklerinden birisi Çomuk diye anıldığı için Musa da
öyle anılmıştır. (TDK’ya göre Çomuk kelimesi, “küçük
kulaklı koyun veya keçi” anlamına gelmektedir) Çomuk
Musa’nın çocukluğu ve gençliği Tatar Köyü ve Bulkaz
dağı yaylalarında geçmiştir.
ÇOMUK MUSA ÇANAKÇI EFE’NİN ÇETESİNİ YOK
EDİYOR
Burada hemen canlı kaynaklarımıza dönelim. Eldeniz
Köylü Ali ve Hatice’den olma 1954 doğumlu Gırallı’nın
torunu emekli Zekeriya Kurt’un ağzından Çomuk
Musa’nın Çanakçı Efe ve avenesini nasıl temizlediğini
dinleyelim.
“O tarihlerde Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına daha
birkaç yıl vardı. Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, ortada
“Devlet Mevhumu” diye bir şey kalmamıştı. Her taraf,
hırsızlarla, soygun çeteleri ile dolmuştu. İnsanlar yorgun
ve canından bezgin bir hale gelmişti. Civan delikanlılar
gittikleri savaşlarda kalmış, arkalarında dul kadınlar ve
yetim çocuklar bırakmışlardı. Geride kalan ve kendi
karınlarını doyurmakta güçlük çeken yaşlı insanlar,
ellerinde kalan birkaç dönüm tarla ve birkaç baş hayvanla
bu dul ve yetimlere de bakmak zorunda kalmıştı.
Tarlada yolma yapan dul kadınlara, başıbozuk, soyguncu,
delibaşlı, asker kaçakları saldırır, ırzlarına namuslarına
ilişirdi. Bunu gururlarına yediremeyen gencecik çocuklar
silaha davranıp, analarının, bacılarının intikamını almak
için dağa çıkarlardı. Dağlarda hasımlarıyla uğraşmaktan,
zaptiyelerden kaçmaktan gençlikleri heba olup gitmişti.
Yavukluları cepheye giden genç kızlar da beklemekten
umutsuz ve bitkin düşmüşlerdi.
Bu kadar sıkıntı yetmiyormuş gibi, bit, çıban ve kıran
hastalıkları ahaliyi kasıp kavuruyordu. Cenazeleri
kaldıracak erkek olmadığından, kadınlar tarafından
kaldırılıyordu. Başlarından bela, sırtlarından eza eksik
olmayan bu zavallı Anadolu halkının çilesi bunlarla da
bitmiyordu. Üstüne üstlük olmayan Devlet, aşar, öşür gibi
vergileri bir tamam istiyordu. Vermezlerse gelen devlet
memurları döve döve alıyordu. Zaten hasat edemeyen
gariplerin üç baş ekinini çekirge yemiş, tarlasını sürecek,
harmanını yapacak hayvanları vebadan kırılmıştı. Bu
yüzden üstlerinde başlarında yok, ayakları yalınayaktı.
Çifte ya eşek koşarlar ya da olmadı kendilerini koşar,
hayvanların yaptığı işleri yaparlardı. Zaten aldıkları üç
beş ölçek buğday ve arpalarını da sığırcısı, korucusu,
imamı, ayanı alır, kendilerine karın doyuracak kadar bile
bir şey kalmazdı.
Gel velâkin, her dönemde olduğu gibi böyle dar günlerin
de vurguncusu, ölü soyucusu vardı. Bunlar bir şekilde
işlerini yüzdürür köylerde mal mülk edinirlerdi. En güzel
arazileri işletir, sürü ile sığır sahibi olurlardı. Bunların iyi
yürekli olanları da aç, açıkta kalanlara yiyecek yardımı
yapar, toplumu ayakta tutabilmek için çabalarlardı.
Eşkıyalar da bu iyi yürekli ağaların belasıydı. Bunların
ellerinde ne varsa silah zoruyla gasp ederlerdi.
Bu iyi yürekli ağalardan birisi de Sivaslı Nahiyesi Eldeniz
Köyünde Gırallılar’dan Ali’dir. Ali annesiyle Sivaslı
pazarına giderken Çanakçı Efe denen bir eşkıya ve
kızanları tarafından önleri kesilir. Eşkıyalar, köye
dönerek kendilerine bir “çömcü” (Küçük küp) altın
getirmelerini, aksi halde öldüreceklerini söyler. Hatice
Anne dayanamaz ve eşkıyalara; “Yeterin gari! Siz çok
oldunuz. Bizi ne hallere getirdiniz.” Şeklinde çıkışınca,
eşkıyalar ateş ederek Hatice Ana’yı öldürür. Gırallı
Ali’ye de işkence ederek bir çömü altını gasp etmişler,
Ali “Aha hepsi bu başka yok” deyince daha çok işkence
yaparak büyük küpteki altınları da buldurmuşlardır. İşte
bu olaydan sonra bu eşkıya bozuntusuna Çanakçı Efe
lakabı takılmıştır.
Burada hemen bu Sivaslı ve köylerine kara bela gibi
çöken Çanakçı Efe’nin kim olduğuna bir göz atalım
dilerseniz. Çanakçı Efe, Aydınlı olup yöresinde birçok
suça karışmıştır. Gasp ve soygun yapmış, birçok insanı
katletmiştir. Cani ruhlu bir eşkıyadır. Aydın taraflarında
avenesiyle eşkıyalık yapan Sivaslı’nın Eldeniz Köyünden
“Efe Fevzi” namlı birisi daha vardır. O dönemde Eldeniz
Köyünün Ağası Gırallı Ali’dir. Bir de Hacım Köylü Ali
Ağa vardır. Fevzi, kardeşi Veli’yi Aydın’a göndererek
Ali Ağaları soymak için Çanakçı Efe’yi Uşak’a davet
eder. Çanakçı Efe yörede önce küçük soygunlar yapar. İlk
büyük soygunu da yukarıda anlattığımız Gırallı Ali Bey’e
karşı yapmıştır.
ÇOMUK MUSA ÇANAKÇI EFE’YE KARŞI
Tüm bunlar olurken ve de Çanakçı Efe Sivaslı ve
köylerinde terör estirirken, Tatarlı Çomuk Musa adam
öldürmekten Uşak’ta mahpus yatmaktadır. Gırallı Ali’ye
yapılan işkenceyi ve anası Hatice’nin öldürülmesini kabul
edemeyen yakınları, “Bu Çanakçı Efe belasının
hakkından gelse gelse Çomuk Musa gelir” diye
düşünmektedir.
Gırallı Ali ve yakınları Uşak’a gelerek durumu Çomuk
Musa’ya anlatır ve intikamlarını almasını ister. Dedik ya
devlet mevlet olmadığından rüşvetle Çomuk Musa’yı
ceza evinden kaçırırlar.
Köye gelen Çomuk Musa ilkin ailesiyle hasret giderir.
Birkaç gün sonra, Çanakçı Efe’yi öldürmek istediğini
annesine söyler. Annesi, “Oğlum gitme bunların gözü
dönmüş. Seni vururlar” diye uyarır. Musa, “ana sen
merak etme. Ben bunları keklik gibi avlarım” der.
Sakladığı yerden silahını alarak Bulkaz Dağlarının yolunu
tutar.
Çanakçı Efe ve avenesinin saklandığı mağarayı bulur.
Onlara, hapisten kaçtığını, aralarına katılmak istediğini
kaydeder. Çanakçı Efe’nin adamları genç adamı
küçümseyerek, “Ülen senin gibi acemi çaylağı ne
edelim?” şeklinde alay ederler. Bunu üzerine Çomuk
Musa adamlara, “Havaya bir tane para atın” der.
Havadaki parayı ortadan vurur. Daha yükseğe atılan
ikinci parayı da ortadan delince, Çanakçı Efe’nin çetesine
kabul edilir.
Dokuz Ahar ya da Ulucak çeşmesi denilen yerden
Eldeniz köyüne geldiklerinde Efe Veli, Musa’dan
kuşkulanarak Çanakçı Efe’ye, “Efe dikkat et. Bu adam
tekin birine benzemiyor” şeklinde uyarır. Çanakçı güler,
“sen onu bana bırak” şeklinde cevap verir. Bir fırsatını
bulan Çomuk Musa, Efe Veli’yi bir kuytuya çekerek,
“Sen hiç ses etme. Ben bunların hepsini öldüreceğim.
Sesini çıkarırsan seni de öldürürüm” diye tehdit eder.
Sonra, Tatarlı Çomuk Musa, Çanakçı Efe’nin huzuruna
varıp, “Efem Sivaslı da soyulacak çok zengin ağalar
biliyorum. Emir verirsen tez elden gidip işlerini
bitirelim” şeklinde Çanakçı Efe’yi kandırır ve yola
çıkarlar. Sivaslı’ya yakıştıklarında Çomuk Musa, “Çok
yorulduk. Dinlenelim, silahlarımızı da yağlayıp
temizleyelim” önerisinde bulunur. Çanakçı Efe ve
kızanları temizlemek için silahları söktüğünde, kendi
silahına şarjörünü takarak hepsini bir bir öldürür.
Çanakçı Efe’nin çetesinden birinin köy odasında hasta
yattığını öğrenen Musa, odaya girerek, “Sen burada
yatarken etrafın bir müfreze askerle çevrildi” der.
Hasta Efe, “Onlar 50 bin kişi gelse benle baş edemez”
diyerek silahına davranır. Musa daha atik davranır ve
Efe’yi alnından vurur. Efe alnından fışkıran kanlara
rağmen Musa’ya, “Sen bana oyun oynadın” diyerek
yine silahına davranır. Musa iki el daha ateş ederek Efeyi
devirir.
ÇOMUK MUSA YUNAN ORDUSU İLE TEMASA GEÇER
Çomuk Musa, aslında ne soyguncu, ne talancı ne de
çapulcudur. Özgüveni yüksek ve çok akıllı biridir. İş
bitiricidir. Çanakcı Efe olayında bu özelliklerini
kanıtlamıştır.
Çevrede Yunan taraftarı Türk çeteleri vardı. Onları tuzağa
düşürüp hepsini temizledi. Tahmini olarak, Yunanla
işbirliği yapan 20 çeteciyi temizlediği rivayet edilir. Bu
çetecilerin kulaklarını keserek, Kuva-ı Milliye’cilere
gönderdiği söylenir. Vatanı kurtarmak için Yunan
ordularıyla savaşan Kuva-ı Milliye’ciler ciddi bir şekilde
silah ve mühimmat sıkıntısı çekmektedir. Çomuk Musa
bunun da kolayını bulur. İşgalci Yunan Komutanına
giderek, “Ben sizin emrinizde çalışabilirim. Bana
asker, silah ve cephane verin” şeklinde kandırarak
emrine 15-20 asker, silah ve cephane verilmesini
sağlamıştır. Silah, cephane ve erzakları derhal saklıca
Kuva-ı Milliye’cilere gönderirken, kendisini ispatlamak
için, Yunan askerlerinin kulak ve burunlarını keserek
göndermiştir.
(Kaynak Kişi: Pınarbaşı Kasabasında yaşayan Canavar
lakaplı 105 yaşındaki İbrahim Uğuz. Söyleşi 2015 Kasım
Ayı)
TATARLI MUSA’NIN YANLIŞ ANLAŞILMASI VE
DÜŞTÜĞÜ DURUM
Tatarlı Çomuk Musa’nın yanlış anlaşılmasının birinci
nedeni; kendine aşırı güveni ve herhangi bir kesime
yaslanmadan yalnız faaliyet göstermesidir. Başı sıkışana,
“Efem” diyen koşmaktan, hak ederek kazandığı para ve
altınları çalıştırmaya ve servete dönüştürmeye fırsat
bulamadı. Dost bildikleri, karşısında ağlayan sızlayanlar
hep bu paralarla işlerini gördü. Bunların içerisinde zengin
ve varlıklı kişiler de vardı. Efenin babası yardım kurumu
gibi geleni boş çevirmedi. Para ve altın alanlar sözlerini
tutup geri ödemedi. Birçoğu borcunun üzerine yatmak
için yalan yanlış karalama kampanyası yaptı. Musa Efe
babasının geri alamadığı altın ve paraları kendi toplamaya
kalkınca, adı gaspçı ve fidyeciye çıktı. Dostları düşman
oldu. Birçok kişi onu Kuva-ı Milliye’cilere şikâyet ederek
güç durumda bıraktı. Onu Yunan yanlısı göstermeye
çalıştılar. Amaçlarına da ulaştılar. Musa’yı Yunan yanlısı
gösterip kendilerini vatansever olarak tanıttılar.
TATARLI ÇOMUK MUSA’NIN SONU
Tatarlı Musa, Yunan birlikleri ile kaçtı mı? Esir alınıp
götürüldü mü? Bunalar çok zor sorular. Çomuk Musa,
Bozguna uğrayıp kaçan Yunan Ordusunun peşine takılıp
niye kaçsın? Büyük suçlar işlememişse, işgalcilerle bir
olup, Kuva-ı Milliye’cilere karşı bir suç işlememişse
kaçması için bir neden yoktur. Gasp yaptığı ve haraç
topladığı düşmanları tarafından üretilen bir senaryodur.
Çünkü ona borçlu olanlar ya da vaat ettiklerini yerine
getirmeyenler, ona karşı tezgâh kuruyorlardı. Onu
itibarsızlaştırmak alacaklarını zorla temin için zor
kullanarak almaya kalkışması düşmanların eline koz
veriyordu.
Yunanlılar kaçarken birçok masum insanı önlerine katıp
dipçik zoruyla Yunanistan’a götürüyordu. Bundan amaç,
kaçarken bıraktıkları birçok esiri ileride takas yolu ile geri
almaktı.
Bu rehin olarak götürülen insanların birçoğu, Atina da
kaldıkları süre içerisinde bakımsızlık, açlık ve
bitlenmeden dolayı tifüs hastalığına yakalanarak
yaşamlarını yitirmiştir.
Tatarlı Musa ile birlikte Atina cehenneminde esir hayatı
yaşayan Bağbaşı Köyünde Seyrek’in Deli Amat (Ahmet)
yüz yaşına kadar yaşamıştır. Deli Amat o günleri şöyle
anlatır: “Hiçbir suçumuz yokken ve de köylülerle Yayla
damında saklanırken bizi çeteci diye toplayarak
götürdüler. Efe Musa ile ben Atina’da esarette kaldım.
Efe Musa’nın Elmadağı ve çevresinde gizli gizli çetin
mücadele verdiğini duymuştum.”
Deli Amad’ın ve İbrahim Uğuz’un canlı tanıklığından
Tatarlı Çomuk Musa’nın Büyük Taarruz sırasında
Yunanlılarla kaçmadığını anlıyoruz. Yunanlılarla kaçma
hikayesinin de onu çekemeyenler tarafından bir senaryo
olduğu bu tanıkların ifadesi ile ortaya çıkmaktadır.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetin Atina ile anlaşıp
esirleri takas eder. Bu anlaşmaya göre; hafif suçlar
işlemiş, adam vurmuş, canını, malını ve de ırzını
namusunu korumak için Yunan tarafında görülmüş birçok
talihsiz insan da Türkiye Cumhuriyeti’ne iade ediliyordu.
Kuvayı Milliye Batı Cephesi Komutanlığı istihbarat
raporlarına göre Çomuk Musa için izlenimler olumlu
görünüyordu. Oğlu, Atina da esaretteyken babası dağıttığı
altınları toplamaya çalışırken, düşmanları oğlu Çomuk
Musa adına haraç aldığı söylentisini yaydı.
Esaretten döndükten sonra Çomuk Musa ve ailesi büyük
bir sıkıntı içine düştü. Kavga dövüş içerisinde alacaklarını
toplamaya çalıştı. Çomuk Musa ve ailesi dağıtıkları
büyük bir serveti toplayamadığı için sıkıntı içerisinde
yaşarken, borçluları sefa içerisinde yaşıyordu. Hepsi
Çomuk Musa’ya düşman olmuş, onun yaşamasını
istemiyordu. Allem edip kalem edip askerlere Çomuk
Musa’yı yakalattılar.
Bir müfreze asker arasında Musa götürülürken Sazak
Köyü civarındaki bir çeşmede mola verildi. Askerler,
tüfeklerini çatarak, tabakalarından çıkardıkları sigaraları
tüttürmeye başladı. Müfreze Komutanı biraz ilerdeki
çalılıklar arasında tuvalet ihtiyacını gidermek ister. Bunu
fırsat bilen Çomuk Musa çeşmeden su içmek için izin
ister. Çeşmeye doğru giderken kaçmaya başlar. Kaçarken
ellerinde kelepçe var mıydı? Su içme iznini kimden
almıştı? Bunlar bir sır olarak kalır. Musa kaçarken
hayatının son anlarını yaşadığını bilmemektedir.
Kaçarken askerler vurup öldürürler. Kaçışı ile vuruluşu
şüphe götürür niteliktedir.
Bu yazıyı tarihi gerçeklerin gün yüzüne çıkması ve
hakikatlerin kamuoyu tarafından bilinmesi için yazdım.
Araştırmalarım, beni Çomuk Musa’nın Yunan işbirlikçisi
çetecilerden olmadığı sonucuna götürmüştür. Musa vatanı
için çok yararlı işler yapmıştır. Çanakçı Efe’nin
ganimetlerine el koymamıştır. Soydukları kimselerin
altınlarını iade etmiştir. Gırallı Ali’nin gasp edilen bir
çömcü ve bir küp altınını Çanakçı Efe’yi öldürdükten
sonra kendisine iade etmiştir. Çomuk Musa bu altınlarla
pekâlâ ortadan kayıp olabilirdi. Musa, kendi servetini
sıkıntı içerisindeki fakir fukaraya dağıtmıştır. Hiçbir Türk
birliğine ve Kuvayı Milliye çetelerine karşı eylemi
olmamıştır.
Kaynak: Abdurrahman Karadağ
YUSUF OKTAY (1935-2016 EFE MUSA’NIN YEĞENİ)
DİLİNDEN EFE MUSA OLAYI
Ben bunun
çocukluğundan
bahsetmeden önce,
ATATÜRK ün Nutkunda
Çopur Musa diye geçer.
Dört gardeş bunla, en
ufakları bu. Ağalan
palamutunu
döküveriyorlar, tütününü
diziveriyorlar, garnı
doyasıya çalışıveriyorlar.
14 -15 yaşlarına geldiğinde çoban durmuş ağaya. Elinde
bi tabanca boyna atamış, istediğini de vurumuş. Havada
meteliği çat vuruyor. Babası oğluna demiş ağaya söyle de
bize azcık yicek versin. Ağa da vermemiş çoban parasını
bile vermezmiş karın tokluğuna.
Çivril de İmircik de Sümen Ağa diye biri. O yörenin
çobanları başka yerin çobanlarına rest çekerlermiş
dışlarlarımış. Bunu da dışlıyorlar ne işin var burada
diyolar. Çobanlar bunu dövcek Musa tez davranıyor
yıkıyor bu çobanı orya. Ağalar şikayetçi oluyorlar biz
birbimize ardılmıyalım nerden bulduysan defet bunu
diyolar. Ağa öteki ağanın hatrını saydığından hakkını
vermeden çık git diyo. Bu sıra Yunan harbi başlıyor. Eli
silah tutanları götürüyorlar İnay’a gidiyor. Orda birlikte
Şekerci İsmail, Arif amca, Ömer Çavuş var.
Sabah atını akıtmaya varıyor çeşmeye Arnuvut’un biri
sabunla kafasını yıkarmış çeşmede. “Hemşerim müsaade
et de şu hayvan bi suyunu içsin” diyo. Arnavut buna
küfür ediyo “defol len ordan” diyo. Orda bir tartışma
oluyor Arnavutları orda vuruyo bi kaçını. Bizim köylülere
demiş arkadeşle ben giden köyden birez adam toplayen
ayrı bi şey yapam bunlalan yunana karşı bişey olmaz
diyo. Geliyor köye 10-12 kişi oluyorlar. Çivril de yeşil
ordu diye bir aske varımış. Orda komutana diyo burlardan
gönüllü yanıma adam toplacen yoksa bu arnvutlarınan ve
çerkezlerinen bu memleket kurtulmaz diyo. Tamam diyo
komutan. Bunlar imircik ovasına yayılıyorlar. Bi haber
geliyo, efe yeşil ordu üzerine geliyo hazır olcemişin diyo.
Biz daha yeni konuştuk bu hal nedir madem buyursunlar
gelsinler demiş. Bunlar olay büyümesin diye ışıklı ya
doğru gidiyorlar atımız da şaha kalkıp geri duruyor. Musa
oğlum bizim başımızda bi iş var durum böle böle diyor.
Bakdıdım köprüye askerler dolmuş galmış ordan geçecez
ya, asker pusuda diyo. Tamam diyo ben silahı atmadıkça
kimse atmasın diyo, yürüyo. 15 adım önde gidiyo. İki
yerden ateş gelio diyo. Hiç sıkı atılıyor demiyor yürüyo
diyo. Köprüyü geçiyor orda yakalıyorlar bunu. Osman
dayı buna ateş edemiş buda atma dayı demiş atma dayı
demiş üçüncüsündc diz gelip bi ateş etmiş vurmuş yıkmış
Osman dayıyı. Askere sormuş kim getirdi sizi buraya
diyo asker bizim suçumuz yok ahha bunlar aldı geldi
demiş.
Ertesi gün kumandanın yanma gelcen demiş varmış oraya
Kumandanım bunları niye üzerime salıyon demiş. Sana
ben fikrimi açıkladım, kumandan valla Efe bende kabahat
yok dedi diyo. Bunlar burada senin hakkında Efe Musa
bura incek Atatürk’e karşı adam toplacek dediler, bende
öle vedim askeri demiş. Kumandan olmuşun ama iki şaki
nin eline asker verilir mi demiş. Sakın diyo burada bana
silah patlarsa Çivril hava uçurun diyo. Ordan imircik
Köyü ne gidip ağayı öldürüyor. Dağa çıkıyorlar artık. O
taraflarda Aydın efeleri varmış. Haber almışlar bu civarda
efe varsa bize katılsın diye. Topal Ercep (Recep) ben
katılmam demiş. MUSA ben gitcen emiş ancak silahım
iyi değil diye Goreşli bi ağa dan silah almış. Ağa demiş
bu Aydın efeleri buralardan para topluyorlar demiş. Musa
getiren de karşınızda vuruveren mi demiş. Arnavut
askerleri de Tatar’a gelmişler, Musa’yı teslim edin diye.
Musa dağda demişler inanmamışlar. Kuytuoğlu’nun evi,
Osman Çavuşlar’ın, İpsizler’in evini yakıyorla bunlar,
amcamın yanındakiler olduğu için... O sıra dağ yanından
bi atlı görünmüş bunu Musa sanmışlar atına binen
kaçmaya başlamış çil yavrusu gibi dağılmışlar. Köylüye
eziyet etmeye başlamışlar, Musa’ya haber yollamışlar
teslim ol yoksa ailene akrabana eziyet etcekler diye.
Musa ben kime teslim ölen demiş. Arnavutlara teslim
olmam demiş ama anama babama bi zarar verirlerse dar
ederin o civarı Arnavutlara diyor. O esnada dereyi asker
tutmuş bi sürü asker var. Çembere almışlar diyor.
Çemberi yarıp geçiyorlar. Ertesi vakit köye iniyor
karakola orda hapis olan asker kaçaklarını salıveriyor
benle gitcekler gelsin gitmecek anasının buvasının yanına
herkes demiş. Ordan Eldeniz üzerine çıktık dinlencez
gari.
Her ne isse bunlar ordan Karaazat’a geliyorlar 12 kişi öle.
Arkadaşlar buradan cepheye gidecez ona göre diyo. Bu
arada ağaların çoçukları askere almıyorlar yada ağalar
yollamıyor. Geride kalan fakirin çoçuğu asker oluyor diye
Ağanın oğlunu birde Selçikler de bi ağanın oğlunu yanına
alıyor askerlik nasıl yapılıyor bakın bakam diyo. Yunan
da Salihli’ye kadar gelmiş. İnay’a vardık ne birlik ne alay
bişey kalmamış diyor. Efe, netcez Allah Allah deyip
Yunan’ı bozguna uğratcez, İzmir’i alcez demiş. O civarda
iki üç tabur galmış onlarla konuştu diyor. Sabah ezanıyla
ilk bomba atılınca Yunan’ın üstün saldırcez deyip
tembihlemiş. Yunan’a sabah ezanı saldırmışlar bi cayırtı
koptu diyo biz çemberi yardık karşıya geçtik ormanlığa
saklandık akşam oldu hava balık oynuyor zindan gibi
karanlık diyor. Benim at kişnemeye başlayınca oğlum bi
aksilik va gitmeyen demiş. Bi uçurum dibine gelmişler
atlar ondan ürkmüşler. Neyse müsait ataların kuyruğuna
yelesine yapışa yapışa geçmişler çayı. Önümüzü
kesmişler teslim olun diyorlar. İpsiz demiş Musa nere
gidiyoruz biz? Musa, İzmir’i alcen demiş. Dokuz kişiyle
İzmir alınır mı demiş. Orda korktum diyor huna bak 9
kişiyle İzmir’i alcen diyor diye. Höle olu, böle olu derken
teslim olmayı kabul etti ya benzi duvar gibi bembeyaz
oldu diyor.
Bizi aldılar nezarete koydular. Yunan’a teslim olduk ya
diyo ertesi günü bizi Uşak’a getirdiler. Yemekler berbat
dusduru su, Yunan askeri esirlerin paralarını alıyorlar,
Musa, vermen bunlara paranızı yedirmen diyor. Yunan bi
tercümana söyle diyor bu Yunan hükümeti kadar, adi,
şerefsiz yok demiş. Neden diye sorduğunda; esirlere
eziyet edip paralarını alıyorlar, duru su yediriyorlar aç
kalıyoz demiş. Yüzbaşı aşçının yanına gitmiş bakmış iki
kazan birini açmış duru su bu kimin demiş esirlerin
demiş. Ötekini açmış bu kimin demiş yunan askerinin
demiş. Aşcıyı almış ordan bi kazığa bağlamış vermiş
sopayı ona karşı biride homurdanıyormuş onu da çat
vurmuş yüzbaşı. Yüzbaşı demiş böyle yapmakla Yunan
Hükümetinin itibarını düşürüyorsunuz demiş aşçıya.
Musa bunlara bi oyun düşünmüş, hapisten kaçmak için
Yüzbaşıya demiş sen bana bi bölük asker iki mitirilyöz
ver ben Kemal Paşa’yı sana getirivereyim demiş. Tamam
bunu ayarlayam iki üç güne kadar demiş.
Goca Bayram da şehre gelip gidiyor onunla buvasına
haber ediyor. Bi kaç koyun ayarla derenin ağzına
mitirilyöz yeri ayarla bi bölük askerle geliyoz yemek
hazırlasınlar diyor. Öle diyo ya bi yandan da bir
gurtulusam buradan bu yonana kokudurun bu Uşağı diye
de söyleniyor. Ertesi gün Amcamı alıp götürdüler,
Kütahya ya götürmüşler ardından bizi de götürdüler. Orda
hapishane gardiyanı bunu çağırtmış, bura Kütahya, Uşak
değil senin gibi efeler burada vız geli tırıs geçe demiş: Bi
ara yere eğiliveredüşmüş, sandalyeyi alıveriyor döve
döve sandalyeyi kırıyor üstünde Musa, benim için
Kütahya’da bir Uşak’ta bi Atina’da bir deyo. Ayaklanı
zincirliyorla alıp götürüyorlar. O ara yonan epey bi yeri
zaptetmiş yanımda bi Yunan subayı var diyo biz gazete
okuyup durup söyleniyormuş; Musa, Ankara böyle çevrili
Kemal Paşa yakalancak az kaldı demiş. Musa Kemal
Paşa’yı kim yakaleycek hastir ordan demiş. Paşa ne etcek
bak bugün yarın duyasın demiş. Tarihler de 30 Ağustos
top patlıyor gali Dumlupınar’dan geri geri çekilme
başlıyor Yunanın.
Amcamı da Atina ya götürüyorlar. Orda epey bi vakit
geçiriyorlar hapiste. Musa, Yunan subayına bizim burada
ne işimiz var diyor Türkiye de altın çok gidem alam
gelem deyerek den subayı kandırmış. Ertesi gün yedi
askerle birlikte kayıkla Türkiye ye gitcekler. Yüzbaşı
karadan gidiyormuş. Yonan askerleri istihkakları
satmışlar Musa bunları pata küte dövüyor yüzbaşının
yanına varıyorlar Musa bizi dövüyor demişler. Musa niye
dövdün bunları diyo, Yüzbaşım bunlar getirdikleri
istihkakı satıyorlar ne yicez biz demiş deyince birde
yüzbaşı dövmüş bunları. Yüzbaşı sen bunları ayarla
demiş. ilerde bi zeytinilkte ellende silahlarınan askerlere
çıkın ağaçlara gözükmen demiş ben yüzbaşının yanına
gidiyorun demiş. Karahallı olanlara demiş ben orda
yüzbaşıyı vurdum mu sizde burada bunları vurun demiş.
Yüzbaşı tepeden dürbünlen bakaken bu aşağıdan bi çakı
alnına kurşunu yüzbaşıyı vuruyor. Yonan askerlerimde
vuruyorlar. Ölece orda ağaçlarada kalıyor cesetleri goyup
gidiyorla ilerde bi köye varıyorlar orda soruyorlar bu
yakınlarda nerde karakol var tarif ettiriyorlar.
Gali köye tütün dikiyor, arabacılık yapıyor iyileşmiş
halleri vakitleri gali. Kirişçi dayı bunu çağıyor atını,
silahını al gel Uşak’a gitcez diyo. Uşak’a vardık Paşa’nın
hana, orda bi lavırtı va ya yıkıyorlar ortalığı diyo.
Öşür günüymüş Ağalar köyleri üleşirlermiş, filan yeri sen
alcen falan yeri ben alcen diye. Orda ağalara diyor Tatar
Dedeballar benim diyor tabi söz gelimi alıyor. Köyde
gezeken mahsul zamanı köylüye mahsulünü veriyor,
köylü dua ede ede bi gali anca yeter size deyip kendi
payını almıyor Musa. Eeee öyle olunca ambar açık
veriyor Mehmet Ağa sen tamamla bunu diyor Musa. Bu
durum hoşlana gitmiyor arkasına takılıyorlar, gidiş geliş
bizim payımızı kescek bunu nasıl edip edelim
öldürtüremin diyolar... Burda Sivaslı’da talimini
yapmışlar, nasıl yakalacez nasıl etcez diye. Ordan telefon
ettirmişler Efe seni, karakol kumandanı çağırıyor, yüzbaşı
gonuşcemiş Uşak’ta diyolar.
Anam anlatıyor; atına binmiş emme at evin önünden
çıkmıyor, boyna iki yana kişniyormuş diyo. Arapoğlu
Dayı komşu oğlum atta keramet vardır ge sen bura gitme
hayırı yok bu işin demiş. Dayı giderin ben ora efe korktu
da gelemedi dedirtmem demiş. Neyse varıyo karakola
orda çullnıyorlar bunun başına yakalıyorlar bunu. Bu
arada Atatürk’e bildiriyorlar bu çocuğu. O da diri yollan
benim yanıma nasıl bi çoçuk bi tanıyam diyor o zamanlar.
Ağalar diyo, valla Atatürk koyveri bunu, bunun elinden
biz kurtulamayız. Eee netcez candırmalara vurduram
yakalamak için uğraştık çatıştık vuruldu deviriler diyolar.
Giderken elleri bağlıymış, Uzunoluk da candırmalar geri
geri kalırlarmış, EFE kaç nere kaçen ben Efe’yin len
samırsaklı karının kızanı, sizin kalleşliğinizi biliyon ya
vurun demiş. Çat çat çat vurmuşlar, birde onlara karşı
denk atınderimiş. Üst yanda da Selçiklerli Topal Sadık
isminde bi adam çift sürüyormuş. O duyarımış.
Vuruyorlar, Uşak’a götürüyorlar. Orda defnediyorlar. 15-
20 yıl sonra kabristanı ordan kaldırıyorlar, (şimdiki
otogar) Hacıosmanlar’ın Yusuf Amca anlatıyor o zaman
mezar kaldrılırken o da Uşak’a kamyonculuk yaparken
gidip geliyor. Mezarı açanlar yığılıp kalmışlar bakmışlar
ki amcam gömdükleri gibi yatıp durumuş eşkıya diye
yıkamadan çizmesinen elbisesinen durup durumuş. Ya bu
adam öleli yirmi sene oldu dili tutulmuş eve varmış
karısını anlatırmış memur. Adam bunu Yusuf amcaya
anlatırvermiş. Yusuf amca da bana aktardı...(SON)
Bir de Aydın Efeleri olayını anlatıveren; Eldeniz de
Kranlık Çeşmesi’nin başında oturuyorlar. Aydın efeleri
köyden altın, ziynet, para istemişler. Eldenizli bir Kırali
varımış zengin. Onu getirin parasını alalım kendisini de
nişan dikem demişler. Bu ara orlardan bi kadın alıp
geliyorlar bu Efe’ler.Kadına her şeyi yapıyorlar Amcama
da diyorlar amcam bu yolda bana böle bişey teklif etmen
bu efeliğe yakışmaz diyor. 17 yaşlarında o vakit kadına
diyor dünya ahret bacım ol bugün yarın seni bunlar
elinden alcen demiş sakın hıyallatma belletme demiş.
Neyse Kırali’yi almaya giderlerken Aydın efelenden Halil
bunla beraber gidiyor yolda bi oturuyorlar Musa’ya Efe
biz bunları öldürem diyor. Amcam şüpheleniyor yok ya
diyo insan arkedeşini öldürümü diyor. Efe biz bunları
öldürmeyceksck beni öldür ben oraya gitmem gali demiş.
Anlaşıyorlar bunlar dönüyorlar efelerin yanına.
Varıyorlar ee hani Kırali diyorlar. Amcam Eldeniz’e
yaklaşınca Arnavutlar çevirmişler yaklaşamadık köye
diyor. Efelere diyor gidemin buradan efelerden biri kadını
bana bırakın siz gidin diyor: Musa da onu biz getirdik
sana niye bırakcez diyor. Aralanda laf dalaşı oluyor. Ole
böle derken tüfeklerimizi yağlayamın da o yana geçemin
diyor. Bu sıra gali hepisi tüfeklerini sökmüşler, Musa
yaveşce tüfeğini toplayıp beş mermi basıyor kalkıyor,
efelerin bazlarını vuruyor. Hastaoğlu da amcamın
takibinde getirdikleri kız onun kızı. Kızı giydirip
kuşatmışlar, kadına demiş ben seni kocana mı yollayen
buvana mı demiş. Beni kocam kabul etmez buvam evine
giden demiş. Musa kocana selam söle zorla düştün sen bu
yola kabul etsin seni diyor. Ertesi günü köye eniyo
Hastaoğlu’na sesleniyor “heyyyy gel bakam öldürcen
adam ayağına geldi” demiş. Hastaoğlu ben seni yanlış
anlamışım ben seni düşmanım biliridim sen benim
namusumu kurtarmışın deyip af dilemiş. Ordan gali
Tatar’a geliyorlar Halil Efe ile....
NOT
Anlatılan bu olay hakkında Yusuf Oktay’ın babası
tanıklığında amcası Musa’nın başından geçenler
dolayısıyla tarihte hain olarak gösterilmesinin yanlış
olduğunu savunmaktadır. Okuyucularımızın
değerlendirmeyi okuyarak vicdani olarak kendisi karar
vermesi daha uygun bulunacaktır.
Nuri Torlak’ın anılarında anlattığına göre Çopur Musa,
Divan-ı harbe verilmiştir. Nuri Torlak ayrıntıyı; kesin
hükmü vermiyor ama Çopur Musa’nın cezalandırıldığını
“tabii hepsi de cezalarını gördüler.” cümlesiyle ifade
ediyor. “Eşmeli Madanoğlu, Karahallı’nın Kül köyünden
Kamil Çavuş, Karaçinoğlu Halil Ağa, Kökezli Memiş
Efe, Tatarlı Musa, Acemlerin Hulûsi Bey, kardeşi
Süreyya ve daha bir çok kimse muhtelif suçlardan Divan-
ı Harbe verilenler arasındaydı. Ve tabii hepsi de
cezalarını gördüler.”18
Aşağıdaki cümleler Tatarlı çopur Musa’nın yol arkadaşı
İzzet Öztürk’e19 ait. Yazan da Uşak Tarihi hakkında çok
kıymetli bilgiler derleyen Mehmet ersin’e ait20.
Sizin için asker kaçağı, soyguncu diyorlar, ne dersiniz?
Ne diyeyim? Doğru demişler.
O günlerle ilgili birkaç anınızı anlatır mısınız?
Neden anlatmayayım? İstersen öğretmen baştan
başlayayım.
Buyur
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bizim taraf yenilmiş.
Ölen ölmüş. Kiminin bacağı yok, kiminin kolu. Kalanlar
aç, susuz, yorgun, bir deri bir kemik. Herkes birliğinden
dağılmış. Kimin nereye gittiği belli değil. Biz de dağıldık.
Üç ayda köyüme geldim. Geldiğimi kimse bilmedi.
Gündüzleri evden çıkmadım. Altı ay geçti. Köyde
olduğumu duymuşlar. “Askerden arıyorlarmış”, demişler.
18
Mehmet Ersin, Kurtuluş Savaşı’nda Uşak Anıları, s. 85
19
İzzet Öztürk; Karahalllı-Paşalar Köyünden. “Cınbıl” lakabıyla anılan, adı
asker kaçağına çıkmış kişi. Mehmet ersin, Kurtuluş Savaşı’nda Uşak Anıları, s.
180
20
Mehmet ersin, Kurtuluş Savaşı’nda Uşak Anıları, s. 180 vd.
“Askerlik mi kaldı?”, dedim. Askerden getirdiğim
tüfeğim yanımda.
Memlekette düzen bozulmuş. Halk, mal ve can
güvenliğinden endişe eder hale gelmiş. Bu başıbozuk
durumda, kimileri devlet, kimileri de kendi adına, düzen
koruyuculuğuna soyunmuşlar. Eşkıyalardan korkanlar,
onlardan çıkar sağlayanlar, dağdaki eşkıyaları o zamanlar
över olmuşlar.
İzzet Öztürk, geceleri buluştuğu arkadaşlarla birleşir,
eşkıyalara özenir, onlar gibi olmaya çalışırlar. Bu
arkadaşlar grubuna sonradan Çomuk Musa ya da Çopur
Musa diye anılacak kişi de katılır.
Karahallı’nın; Paşalar, Çoğuplu, Karbasan, Delihıdırlı,
Beki, Buğdaylı vb köylüleri Karahallı-Uşak yolu
üzerindeki Banaz Köprüsünden geçerek, Uşak pazarında
ürünlerini satarlar.
İzzet ve arkadaşlarının ilk olayı, ürünlerini satarak,
köylerine dönmekte olan bir grup köylüyü, Banaz
Köprüsünün dayandığı bayırda “Akyol Bayırı” denilen
yerde pusu kurarak , maskeli halde soyarlar. Kendilerini
tanıması olası köylüleri öldürürler.
İzzet, yaptığı, yaşadığı olayları anlatmaya devam etti:
Çivril üstünde bir dağ vardır. O dağda konaklıyoruz.
Açız. Köylere gidemiyoruz, giremiyoruz. Dağın
eteğindeki çayırlarda hayvanlar otluyor. Açlıktan
gözümüz kararmış. Otlayan ineklerden birine yaklaşıyor,
hayvanı tutup, boğazlamadan anında arka bacağını kesip
oradan uzaklaşıyorum. Hayvanın arka bacağını pişirim
nefsimizi körletiyoruz.
Bir gün koyun güden çobana rastladık. Çobanın göğsünde
zinciri sarkan köstekli bir saati var. Çobana yaklaştım:
-Göğsünde zinciri sarkan ne?
-Saat
-Satar mısın?
-Hayır, satmam.
Satması için ısrar ettim, kabul etmedi. Bunun üzerine bir
avuç toprak alarak çobanın gözlerine attım. Çobanın
göğsünden saati alarak oradan uzaklaştım.
Bir köyden diğer köye giderken yolda gerdanından
altınlar, bileklerinde bilezikler olan gelinlik bir kıza
rastladık. Yanındakini ve gelinlik kızı etkisiz hale
getirerek, aynı köylümle, kızdan altınları ve bilezikleri
aldık. Köylüm, gasp ettiklerimizi üleşelim dedi. Ben, “sen
bunları saklayamazsın, ben saklarım, sonra payını
veririm” diye aldım. Sonradan dini bütün olan köylüm,
“İzzet bana payıma düşen altın ve bilezikleri vermedi”,
diye cami avlusunda anlatırmış.
Biz bu kötülükleri yaptık. Hoş, neyin iyi neyin kötü
olduğunu da bilmiyorduk ya. Dağlardaki eşkıyaya
özendik, onlar gibi olmaya çalıştık. Oysa çıkmaz bir
bokluğun içine girdiğimizi sonradan anladık. Anladık ya
iş işten geçmişti. Geçit veren boğazlara yerleştik. Gelenin
gidenin paralarını, eşyalarını, direnenlerin, bizi
tanıyanların canlarını aldık.
Anlattığım adamlar, yeter ki o zaman benim gibi
olanların binlerce olduğunu, bizlerin neden o durumlara
düşmüş olduğumuzu düşünsünler. Bizlerde okuma-yazma
yok, çevremizde önümüzde düşecek akıllı bir adam da
yok.
Yunan, yurdumuza girmiş. Biz onun işini
kolaylaştırıyormuşuz. Bunun farkında değiliz. Farkına
vardığımızda kendimizi Yunan vapurunda bulduk. Yunan
vapuru ile Atina’ya gittik. Mustafa Kemal Paşa, büyük
adammış. Bizleri bağışladı. Yoksa hapis damlarında
çürürdük, dedi.
Derince bir soluk aldı. Zor soluk alıp veriyordu.
Yanımızdaki kardeşine:
-Bana bir bardak su alıver, dedi.
Suyu içti, boğuk boğuk öksürdü:
-Bu hastalığı ben ta o zamanlar buldum. Gençliğinizin
kıymetini bilin, dedi.
-Ben biraz yatayım dedi, kalktı yattı.
İzzet’in konuşmasını birlikte dinlediğimiz kardeşine;
-Atina’daki yaşamlarını, oradan Türkiye’ye nasıl
geldiklerini soracaktım, dedim.
-Bizlere çok anlattı, istersen onu da ben anlatayım, dedi.
-İyi olur, dedim.
Anlattı:
İzmir’den Yunanlılar kaçarlarken bizimkiler arkalarından
silah atıyorlar. Ağabeyim, Yunanlılara şirin görünmek,
onların şerrinden korunmak için, Türklere öfke dolu
sözler söylüyor. Ağabeyimin yanında Tatarlı Çomuk
Musa da varmış. Orada iki yıl kalmışlar. (1922-1924
yılları olmalı) Atina’ya varınca, ağabeyim ile Musa’ya
yer gösterirler, yiyecek, içecek verirler. Yunanlıların
ilgisizliği artınca, nafakaları da bitince Çopur Musa ile
birlikte en yakın karakola giderek:
-Hani bize bakacaktınız? Hani bizi rahat yaşatacaktınız,
diye Yunanlıların davranışını protesto ederler. Yunanlılar,
ağabeyim ile Musa’ya para, ekmek, sigara verirler.
Yunanlılardan bazıları ile sürekli konuşmuşlar, dost
olmuşlar. Bir zaman gelmiş bunlar yurt özlemi çekmeye
başlamışlar. Denizle haşır neşir olan, motoru bulunan
dost oldukları birine:
-İzmir’in Çeşme ilçesi köylerinden birinin tarlasına bir
küp altın gömmüştük, gidelim birlikte çıkaralım,
demişler. Yunanlı motorcu;
-Benim payım ne olacak?
-Küpün içindeki altının onda birini veririz, demişler.
Yalnız madem ki seninle dost olduk, senden başkası ile
gitmeyiz.
-Yunan kaptan, iki yıldır konuştuğu bunlara inanıyormuş
ya, o anda kararsız kalmış. Aradan birkaç gün geçince,
“İki arkadaşım daha var, onlar da katılırsa altınları yarı
yarıya bölüşürsek sizleri Çeşme’ye götürmeyi kabul
ediyorum, demiş. Bizimkiler aslına her öneriye açık,
şüphelendirmemek için işi ağırdan alıp, pazarlık
yapıyorlar. Bu pazarlıktan sonra altınların yarısını
Yunanlılar, yarısını da bunlar almak üzere anlaşmışlar.
Bunların beşi de silahlıdır.
Ağabeyim ile Musa; Çeşme’ye varıp kıyıya çıkınca,
bunlardan kurtulmak için plan yaparlar. Tatar’lı Musa,
İzzet’e; “İzzet tabakayı at”, dediği anda, Yunanlıları
öldüreceklerdir.
Uzun bir yolculuktan sonra Çeşme kıyılarına gelmişler.
Altınların gömüldüğü sanılan yere gelmeden mola
vermişler. Çatışma olursa hazır olalım diye silahları
temizlemeye başlamışlar. İşte bu sırada plan gereği,
bizimkiler iki adım geriye çekilmişler. Musa, “İzzet,
tabakayı at”, dediği anda silahlarını üç Yunanlıya
boşaltmışlar. Yunanlıları öldürünce, durumu en yakın
karakola gidip bildirmişler.
Karakolda bunların kimlikleri saptandıktan sonra karakol
kumandanı yanına yeteri kadar jandarma almış, olayın
doğru olup olmadığını anlamaya gitmiş. Anlatılanlar
doğrudur. Karakol kumandanı durumu üstlerine bildirmiş.
İkisi, birbirine kelepçelenerek karakoldan karakola
getirilerek,” en kısa zamanda Uşak emniyetine teslim
edilecek” buyruğu gelmiş.
Kelepçeli olarak Çeşme’den Uşak’a jandarma
gözetiminde üç günde gelmişler. Yolda birkaç kez Musa,
ağabeyime:
-İzzet, kelepçeyi gevşet, bileğimi kurtarıp, jandarmaları
temizleyip, kaçacağım, demiş.
-Ben, kelepçeyi gevşetmeyeceğim. Senin de kaçmana
aracı olmayacağım. Artık korkulu günler geçirmek
istemiyorum. Suçlarımın cezasını çekeceğim, demiş.
Musa, ağza alınmayacak küfürlerle ;
-Eğer kelepçeyi gevşetmezsen, senin sülaleni ortadan
kaldırırım, diye tehdit etmiş.
Buyruk yerine getirilmiş. Zanlılar Uşak emniyetine teslim
edilmiş. Mahkeme sonunda ikisi de cezalandırılmış.
Sonradan çıkarılan afla Tatarlı da bizim ki de
hapishaneden çıkmışlar, dedi İzzet Öztürk’ün kardeşi Ali
Öztürk.
İzzet Öztürk, köyü paşalara gelip, yaşamını burada
tamamlar. Tatarlı Çomuk Musa’ya gelince, kimileri
Musa’nın adını kullanarak, köylülerden rüşvet almaya,
eziyet etmeye başlıyorlar. Rüşvet verenler Musa’yı
Uşak’taki ilgilere şikayet ediyorlar.
Uşak’tan gelen jandarmalar, Tatarlı Çomuk Musa’yı
ifadesini almak için Uşak’a götürürken, Musa’nın bir
çeşme başında elini yüzünü yıkayıp uzaklaştığını
görünce, “Musa kaçıyor” zannıyla ateş ediyorlar. Musa
orada ölüyor.”
“Çopur Musa, Uşak-Ulubey-Dutluca Köyüne sık sık
gelir-gider. Köyün zenginlerine kendisini davet ettirir.
Bir gün “Sağırların Oda”da yenip içildikten sonra “sen
atıcısın, ben atıcıyım” konusu gündeme gelir. Musa, 50-
100 metre uzaklıkta bir yere mavzer fişeklerini diktirir.
Adamları dahil oradakilerin hepsi fişeklere nişan alarak
atış yaparlar. Nişancıların hiç birisi fişekleri vuramaz.
Atış sırası Musa’dadır. Musa, fişeklere nişan alır, silahını
ateşler, hepsini birer birer havaya uçurur. Musa, bir
atıcıdır.”
“Tatarlı Musa, Yunan işgali sırasında köyleri gezer,
kendisine ziyafet verdirir. Köylerin asayişi –her ne kadar
Yunan askerleri varsa da- Musa’dan sorulur.
Bir gün köyden “Cacık” –adını bilmiyorum- lakaplı birisi
Uşak’taki Yunan komutanına Musa hakkında şikayette
bulunur. Şikayetinde, “Musa, benden para aldı, bana
eziyet etti”, diye belirtir.
Yunan komutanı, şikayet ve şikayetçiyi Musa’ya bildirir.
Musa’nın yolu bir gün yine Dutluca’ya düşer. Musa’nın
adamları “Cacık”ı döve döve Musa’nın önüne atarlar.
Musa, Cacık’ı biraz daha döver. Öfkesi geçmez, boynuna
ipi geçirir, ipi de atın eyerine bağlar, Şükraniye’ye doğru
götürür. Musa’nın arkasından, köyün Musa’ya ziyafet
veren hatırlı kişileri yetişip, yalvar yakar Cacık’ı,
Musa’nın elinden alırlar.
Bir müddet sonra, Cacık çektiği eziyetten ve korkudan
ölür.”
Uşak çevresinde eşkıyalık yapanlardan birisi de Ayı
Veli’dir. Ayı Veli’nin avaneslerinden birisi de Tatarlı
Çomuk Musa’dır. “Ayı Veli; Karahallı,
Delihıdırlı’dandır. Kızanları; Kökezli Şevket, Kökezli
Mehmet Ali, Tatarlı Çomuk Musa, Kadir’dir. Özellikle
Avgan ve yöresinde olumsuz faaliyette bulunmuştur.”21
Mehmet ersin, Çomuk Musa’nın “Tatarlı ÇamukMusa:
Yunanlılar yol göstererek, işbirliği yapar.” Tespitinde
bulunmuştur.22
Kurtuluş gerçekleştikten sonra Çomuk Musa da diğer
başka eşkıyalar mahkemeye çıkartılıp cezalandırılır.
“Kurtuluş gerçekleşmiş, sıra suçluları, işbirlikçileri
yargılamaya gelmiştir. Nuri Torlak, Kurtuluş’tan bir iki
ay sonra tekrar askere alınır. Divan-ı Harb’te mübaşirlik
görevi görür. Nuri Torlak’ın anlatımına göre; Divan-ı
Harp başkanı Albay İsmail Hakkı Bey, üye yüzbaşı
Tahsin Bey’dir. Divan-ı Harp’te: Esmeli Madanoğlu,
Karahallı’nın Kül Köyünden Kamil Çavuş, Karaçinoğlu
Halil Ağa, Kökezli Memiş Efe, Tatarlı Musa, Acemlerin
Hülûsi Bey, kardeşi Süreyya muhtelif suçlardan
yargılanırlar. Hepsi de gereken cezayı alırlar.”23
Erhan Karslı’nın tespitine göre Alfaklar yöresinde
katledilen altı kişiye yakılan ağıt:
21
Mehmet Ersin, Kurtuluş Savaşında Uşak Anıları, s. 327
22
Mehmet Ersin, Kurtuluş Savaşında Uşak Anıları, s. 327
23
Mehmet Ersin, Kurtuluş Savaşında Uşak Anıları, s. 331
“Mezar arasından atlayamadım
Döküldü cephanem toplayamadım
Zalim Yunan galip geldi
Haklayamadım yiğidim
Aslanım burda yatıyor
İpekli yeleği kana batıyor
Mezar arasında harman olur mu
Yağlı kurşun yarasına derman olur mu
Kalleş Yunan gavurunda
Din iman olur mu
Bize yaptıklarını bir gün bulur mu
Yandım anam yandım yatamıyorum
Kırıldı mavzerim atamıyorum
Mezar arasında yol kısa kısa
Koptu anam ciğerlerim kan kusa kusa
Beni vuranı sorarsa Yunancı Musa
Ölsem de gam yemem gavur kaçıyor
Kaçıyor inine geri kaçıyor
Giderken bile anam, ateş saçıyor”24
Hasan Semerci’nin hatıralarına dair bir notta Yunan
kuvvetlerine yol gösterenin “Musa” adında birisi
olduğundan bahsediliyor. Mehmet Ersin’in tespitine göre
bahsi geçen Musa Tatarlı Çomuk/Çopur Musa’dır. Hasan
Semerci’ye ait anı, Mehmet Ersin’in Kurtuluş savaşında
Uşak Anıları adlı kitabında: “Ben Sultan II.
Abdülhamit’in cenaze merasiminde 1332’de asker olarak
bulundum. Yine ben Sultan Reşat’ın öldüğünü, Sultan
Vahdettin’in tahta çıkışını hatırlarım. O zaman

24
https://www.facebook.com/groups/488074234564579/permalink/64276625242
8709/ (Erişim tarihi 05.03.2021, saat; 00:000
Dolmabahçe Sarayı’nda askerdim. Uşak Müdafaa-i
Hukuk cemiyetinin reisi İbrahim Tahtakılıç’ı tanırım ve
her yönden mücadele ettiğini hatırlarım.
Yunanlılar İzmir’den Alaşehir hattından Uşak’a geldiler.
Ulubey İnay istasyonunda bizim kuvvetler mevzilenmişti.
Atatürk İnay istasyonuna geldi. İnay istasyonunda Gazi
ile beraber Aşir Paşa da vardı. Atatürk “Bir iki vilayet
gitti, önemli değil. Siz ağır ağır çekilin. Biz toparlanıp
onları denize dökeceğiz,” dedi.” Daha sonra Yunan
Uşak’ı işgal etti. Yunanlılar Ulubey’e yerleştiler.
Ulubey’in erkek halkını camilere doldurdular. Irz ve
namusumuz ayaklar altında idi. Musa isminde bir zat
Yunanlılara yol gösterdi. Yunanlılara haber sızdıran
Külçen köylü Ömer isminde bir zatı Ulubey’liler
öldürdüler. Camilerden daha sonra bizi serbest bıraktılar.
Yunan işgalinde camilerde ibadet yapabiliyorduk. Ezanlar
okunurdu. Yunanlılar para karşılığında evleri yakmadılar.
Toplanan paraları komutanlarına verdiler. Ulubey
çarşısını yaktılar. İnay’ı ve Karacaahmet köyünü
yaktılar.”25

25
Mehmet ersin, Kurtuluş Savaşında Uşak Anıları, s. 18

You might also like