Ejderha Mızrağı Destanları 1 Güz Alacakaranlığının Ejderhaları

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 333

SÖZLÜK

Roman içinde geçen bazı terimler Türk okuruna yabancı olduğu için
bunları burada açıklama gereğini duyduk.
ELf -Kyrnn dünyasında en uzun süreden beri varolan iyilik timsali uzun ömürlü
bir ırktır. Narin yapılı, badem gözlü ve sivri kulaklıdırlar. Gizemli ormanlarında
insanlardan ve ırklardan ayrı yaşarlar.
GOBLİN- Kötü ırkların en çelimsizidir Çok çirkindirler Çirkin
suratlı Ve gri derili di iler. Boyları 1.20-1.50 arası değişir. Kaba silahlar kullanırlar Kötülük
ordularının piyade taburlarını oluştururlar
Hobgoblin - Gobliıılerin yapılı kuzenleridirler. İri yapılarını, kuvvetli silahlar
ve pis vucut kokulariyla desteklerler. Kötülük
ord ularında çavusluk görevi yaparlar.
Ogre - Bir zamanlar elflerden bile güzel olan bu ırk, yaptıkları zu lüm ve kötülük sunucu
çirkinleşrniş lerdir. Genelde dağlara oydukları şehirlerinde yaşarlar ve yağma için
ovalara inerler. iki metreye yakın boyları ve iri cüsselerini zekalarıyla desteklerler.
'Wyvern - Ejderhalann kuzenleri olan bu yaratıkların tüm vücutları al pullarla kaplıd ır.
Kanatları sayesinde uzun mesafeleri çok kısa sürede katederler Kuyru kların ın ucundaki
zehir en güçlü yaratıkları bile anında öldürebilir. Zekalarının fazla olmaması onların
sadece basit görevlerde kullan ılmalarına izin verir

EJDERHANIN İLAHİSİ
Türküsü dökülürken ağzından, göklerin yağmuru
gözyaşı gibi, işitin bilgeyi,
yılların ve Ejderhamızrağı'nın Yüce Söylenceleri'nden.
unutulmuş öykülerin tozunu temizlerken. Çünkü hatıraların ve sözün
ötesindeki derin çağlarda
dünyanın o ilk nazarında üç ay, yükselirken ormanın bağrından
ejderhalar, korkunç ve kocaman.
Savaşmışlardı Krynn denilen dünyada
Yine de ejderhaların karanlığından
bizim ışık isteyen çığlıklarımızdan
süzüle kara ayın boş yüzünden
küllenmiş bir ışık birden alevlendi Solamniya'da:
bir şövalye, hem güçlü, hem hakikatli,
aşağı çağıran tanrıların kendilerini
ve kudretli Ejderha mızrağı' nı döven, parçalayan
ejderhasoyunun ruhunu, Krynn in aydınlanmaya başlayan
kıyılarından kanatlarının gölgesini kovan,
Böylece Humar Solamniya Şövalyesi,
Şavk getiren, İlk Mızrakçı, Kendi ışığını Khalkist Dağlarının eteklerine,
tapınakların çökmüş sessizliklerine,
tanrıların taştan ayaklarına kadar izledi
Mızrakustaları'nı çağırıp yere indirdi,
ve tarifsiz kötülüğü ezen, tarifsiz gücünü aldı,
sürmek için etrafı sarmalayan karanlığı ejderhanın boğazındaki tünele gerisin geri
Büyük iyilik Tanrısı Paladine,
parladı Huma'nın yanı başında,
güçlü sağ kolunun mızrağım güçlendirerek;
ve Huma tutuşarak binlerce ayla.
Karanlıklar kraliçesini kovdu uzaklara,
kovdu feryat eden ordularının yığınlarını
lanetlerinin sadece hiçliklerin üzerine çöktüğü
aydınlanmakta olan toprağın çok derinlerinde
ölümün duygusuz krallığına geri.

Böylece bilmişti Rüyalar Çağı gümbürtüyle


ve başlamıştı Kudret Çağı, ve hakikat krallığı İstar doğudan, güneş önünde ve altın
renkli minarelerin yükseldiği yerden ve kötülüğün geçip gittiğini ilan eden güneşin
haşmetinden dolduğunda; ve iyilikle dolu uzun yaz aylarını doğurup büyüten İstar
bir meteor gibi parlıyordu hakkın ak göklerinde
Yine de gün ışığının olgunluğunda
gölgeler görmüştü İstar'ın Kralrahıp'i;
Geceleri ağaçlan elleri Hançerli suretler gibi göımüştû,
koyulmuştu dereler sessiz ay altnda kararıp.
Hurna'ya giden yoları araştırmıştı,
araştırmıştı parşömenleri, işaretlen, büyüleri
o da tanrıları çağırabilir umuduyla ve bulabilir
yardımlarını kutsal amaçlardar dünyayı günahtan temizleyebilir diye.
Sonra karanlık ve ölüm zamanı geldi
tanrılar dünyadan yüz çevirdikçe. Ateşten bir dağ, kuyrukluyıldız gibi Istar'a çarptı
boydan boya,
Şehir, bir kelle gibi ikiye yarıldı alev alev, bir zamanların verimli tarlalarından
dağlar fışkırdıH
dağların mezarlarına denizler aktı,
çöller, denizlerin terkedilmiş zeminlerinde ah etti,
Krynn'in caddeleri paramparça,
ölülerin yolu oldu çıktı.
Böyle başlamıştı Ümitsizlik Çağı.
Yollar dolaşmıştı.
Şehirlerin kıyılarında rüzgarlar, kumfrtınaları kolgeziyordu
Ovalar ve dağlar oldu evlerimiz Eski tanrılar güçlerim yitirdikçe, bomboş
gökyüzüne seslendik, . soğuk, bölücü griliğe, yeni tanrıların kulaklarını Gökyüzü
sakin, sessiz, kıpırtısız. Daha duyacağız cevaplarını
1

TİKA Waylan soylu b ir içini geçirip, tutulmuş kaslarını rahatlatmak için omuzlarını kasarak sırtını doğrulttu Sabunlu
paçavracıyı kovaya fırlatarak, boş odaya göz gezdirdi.
Eski hanı ayakta tutmak gün geçtikçe zorlanıyordu Tahtaların ılık cila larına bol miktarda sevgi yedirilmişti ama sevgi ile
mumyağı, d ikkat le kullan ılmış masalardaki çatlakları ve yarıkları gizleyemiyor; müşterilerin orada burada ortaya çıkan
kıymıkların üzerine otumasını engelleyemiyor. Son Yuva Hanı, kızın methini duyduğu Liman'daki bazı hanlar gibi süslü
falan değildi Rahattı Hanın içine inşa edıdigi canlı ağaç yaşlı kollarını sevgiyle sarmıştı hana; öt e yandan duvarları ve sabit
eşyası ağacın dalları a rasına o kadar büyük b ir özenle oturmuştu ki, doğanın isi bırakt ığ ı, ınsanın başladığı yen ay ırt etmek
çok zordu.İçki tezgahı, o nu destekleyen canlı tahta etrafında cilalı bir dalga gibi
yü kselip algılıyordu. Pcncerelerdeki renkli camlar odanın içine insanı kucaklayan canlı parıltılar saçıyordu.
Oğle vakti yaklaştıkça golgeler küçülmeye başladı. Son Yuva han ı biraz sonra açılacaktı. Tıka etrafına bakarak
memnuniyetle gülümsedi Masalar temizlenmiş, cilalanmış, bir bir tek yerleri süpürse yetcrdı. Ağır ahşap sıraları yana
sürüklemeye başlamıştı ki Ot ık mis kokulu buharlar içinde mutfaktan belirdi.
"Canlı bir gün daha olacağa benziyor -hem iş, hem de hava acısından dedi iri bedenim içki tezgahının, arkasına
sıkıştırarak Neşe içinde ıslık çalıp içki kupalarını dizmeye bağladı.
"Ben işlerin daha sakin, havanın daha sıcak olmasını tercih ederim dedi Tıka, bir sırayı kuvvetle çekerek. "Dun butun
gün ayaklarım koptu, karşılığında birazcık teşekkür aldım, bahşiş ondan da azd ı Öyle can sıkıcı b ir kalabalık ki! Herkesin
sinirleri gerg in , en ufak seste sıçrıyor dün elımden bir maşrapa duştu ve -yemin ederim- Retark kılıcını çekti!"

2
"Pûf" diye homurdandı Otik. "Retark bir Solace Yüce Arayanlar Muha fızı. Onların sinirleri hep gergindir Sen de
Hederick için çalışsaydın, o fa-nat.."
"Dikkatli ol" dîye uyardı Tika
Otik omuzlarını silkti "Eğer Yüce Teokrat uçmasını öğrenemediyse, bizi dinleyebilmesi mü mkün değil. O daha beni
duyamadan ben onun mer divenlerdeki ayak seslerini duyarım." Yine de Tıka, Otik'in konuşmasına devam ederken
sesini alçalttığını fark etti. "Solace sakinleri daha fazla tahammü l edemeyecekler; bak bu sözü mü yabana atma.
İnsanlar ortadan kayboluyor ve kimb ilir nerelere gotûrüliıyorlar. Hüzünlü zamanlar bunlar" Başını salladı. Sonra
neşesi yerine geldi. "Ama işler için iyi."
"Bizi kapatana kadar," dedi TİKA ümitsizce. Süpürgeyi kaparak hararetle süpürmeye başladı.
"Teokratlar bile midelerini doldurup boğazlarındaki pası temizlemek islerler," Ötik kıkır kıkır güldü. "Gece gündüz
demeden insanlara Yeni Tan-ıilar hakkınca nutuk çekmek insanı susatan bir iş, olsa gerek - her gece buraya geliyor."
Tika süpurmeyi bırakarak İçki tezgahına dayandı.
"Otik," dedi ciddi ciddi, sesi hafiflemişti. "Başka söylentiler de var -savaş söylentileri. Kuzeyde toplanan ordular
Sonra kasabada, şu yabancı, kukuletalı adamlar var. Yüksek Teokrat ile birlikte do lan ıp sorular soruyorlar11
Ot ik on dokuza yaşındaki kıza şefkatle baktı, uzandı ve yanağını oksa d ı Kendi babası gizemli bir şekilde ortadan
kaybolduğundan beri ona babalık elmiştj. Kum kızıl buklelerini çekiştirdi.
"Savaş. Öf." Burnunu büktü. "Afet'ten beri hep savaş söylentileri olmuştur. Bunlar s ırf söylenti kızım. Belki de
bunları Teokrat!, insanları hizaya sokmak için uyduruyor dur."
"Bilmiyorum diye kaslarını çatlı Tıka. "Ben..
Kapı açıldı.
Tıka ile Otik telasla sıçrayarak kap ıya doğru döndü. Merdivenlerde ayak sesi duymamışlardı ve bu son derece
esrarengiz bir şeydi Son Yuva 'Hanıda Solace'taki lü m d iğer b inalar gib i-demircinin dükkânı dışında-ulu bir
vallenağacınin üst dalları arasına inşa edilmişti. Kasabalılar, Afet'i izle yen dehşet ve kargaşa günferinde çareyi
ağaçlara sığınmakla bulmuşlardı. Böylece Solace, bir ağaçlar kasabası haline gelmişti, Krynn'de kalan gerçek
anlamdaki az sayıdaki güzellikten biri. Dayanıklı ahşap köprü -yollar, gündelik yaşamlarım sürdürmekte olan beş yüz
kişinin, yerden çok yukarılara
3
tünemiş olan evleri ile iş yerlerim birbirine bağlıyordu. Son Yuva Hanı Solace'taki
en büyük binaydı ve yerden kırk ayak yukarıdaydı Basamaklar kadim
vallenağaçının eğri büğrü gövdesinin çevresinden yükseliyordu, Otik'in de söylemiş
olduğu gibi, Han'ı ziyarat edecek herhangi biri görülmeden çok önce duyulabilirdi.
Fakat ne Tika ne de Otik yaşlı adamı duymamıştı.
Yıpranmış meşe bîr asaya yaslanarak kapı eşiğinJe durmuş, Han'a göz" gezdiriyordu
adam Sade, gri cüppesinin lime lime kukuletası başına çekilmiş şahinimsi, parlak
gözleri dışında yüzünü gözlerden gizliyordu,
"Yadıma olabilir miyim Yaşlı Kişi?" diye sordu Tika yabancıya, Ötik'le birbirlerine
endişeyle bakarak Acaba bu yaşlı adam bir Arayan casusu muydu?
"Hı?" diye gözlerini kırpıştırdı yaslı adam. "Açık mısiniz?"
"Şey .." diye tereddüt etti Tika.
"elbette," dedi Otik, gülümseyerek. "Gel içeri Ak sakallı, Tika, konuğumuza bir
sandalye but O uzun tırmanıştan sonra yorulmuş olmalı."
"Tırmanmak mı?" Yaşlı adam başını kaşıyarak önce sundurmaya sonra da aşağıya
yere doğru baktı, "A, evet Tırmanış. Çok fazla basamak..." Sekerek içeriye girdi,
sonra da asasıyla Tika'ya sakadan vurdu, 'İşine devam et küçük kız Ben kendi
sandalyemi kendim bulabilirim,"
Tika omuzlarını silkli, süpürgesine uzandı ve gözleri yaslı adamın üzerinde rinde,
süpürmeye başladı.
Adam han ortasında durarak, sanki odadaki her bir masanın ve sandalyenin yerini
saptarcasına etrafına bakındı Müşterek oda, vallenağacinin gövdesini çevreleyen
geniş ve fasulye biçimli bir odaydı. Ağacın daha küçük dallan tavanı ve tabanı
destekliyordu. Adam, özel bir ilgiyle, odanın diğer tarafına dörtte üçlük bir
mesafede bulunan ocak başına baktı Ocak, Han'ın tek taş işçiliğiydi ve ağacın bir
parçası gibi dursun diye, yukarıdaki dallara doğal bir biçimde kansan, belli k i
cücelerin elinden çıkmış bir işti. Ocak çukurunun yanındaki odunlukta yüksek
dağlardan getirilmiş odunlar ve çam kütükleri yüksek bir y iğin halinde istiflenmişti.
Hiçbir Solace sakini kendi ulu
ağaçlarının odunlarını yakmayı aklına, getirmezdi. Mulfak-lan dışarı çıkan bir arka
yol daha vardı; bu kırk ayak yükseklikleydi ama Otik'in az sayıda müşterisi bu
tertibatı elverişli buluyordu. Yaşlı adam da bulmuştu.
Güzleri bir yerden diğerine kayarken kendi kendine memnuniyet ihtiva eden
yorumlar mırıldanıyordu. Sonra, Tika'yı hayretler içinde bırakarak aniden asasını
elinden bıraktı, cüppesinin kollarını sıvayarak eşyaların yerini değiştirmeye başladı!
Flint Fireforge, yosun kaplı, koca bir kayaya bıraktı kendini. Yaşlı cüce kemikleri onu yeterince uzun
zamandır ayakta tutmuştu ve artık şikâyet etmeden devam etmeye hiç niyetleri yoktu.
"Hiç ayrılmamalıydım." Flint söylenerek aşağıdaki vadiye baktı. Etrafta başka birileri olduğunu gösteren
hiç iz olmamasına rağmen yüksek sesle konuşuyordu. Uzun yıllar yalnız başına yaptığı geziler cücede kendi
kendine konuşma alışkanlığı yaratmıştı. Her iki eliyle dizlerine vurdu. "Ve bir daha aynlacak olursam ne
olayım!" diye beyan etti hararetle.
Akşamüstü güneşiyle ısınmış kaya, serin güz havasında bütün gün boyunca yürümüş olan kocamış
cüceye rahat gelmişti. Flint gevşeyerek, bıraktı sıcaklık -hem güneşin hem de düşüncelerinin sıcaklığı
kemiklerine kadar insin. Çünkü artık evine gelmişti.
Gözlerini sevgiyle bu bildik manzara üzerinde dolaştırarak etrafına bakındı. Altında uzanan dağ yamacı,
güz ihtişamı ile örtülmüş yüksek dağ

17

lık çukurun bir kenarıydı. Vadideki vallenağaçlan mevsimin renkleriyle tutuşmuştu; parlak kırmızılar ve altın
renkler gerideki Kharolis zirvelerine doğru mora dönüyordu. Ağaçlar arasındaki kusursuz masmavi sema
Kris-talmir Gölü sularında kendini yineliyordu. Ağaç tepeleri arasından, Sola-co'ın varlığının tek işareti olan
duman sütunları kıvrım kıvrım yükseliyordu. Yumuşak, yaygın bir pus, vadiyi, evlerin yanan ocaklarının tatlı
kokusuyla örtüyordu.
Flint oturup dinlenmeye başlayınca torbasından ahşap bir blok ile parlak bir hançer çıkarttı, elleri şuurlu bir
düşünceye tabii olmaksızın hareket etmeye başladı. Ucu kaçmış bir zamandan beri cüce ırkı, biçimsiz olan şeyleri
kendi zevklerine göre biçimlendirme ihtiyacını hissetmişti hep. Birkaç yıl önce işten elini eteğini çekmeden evvel
kendisi de belli bir üne sahip bir demirciydi zaten. Bıçağı ahşaba sürdü sonra dikkati başka bir yere çekildi ve
aşağıdaki gizli bacalardan yükselen dumanlara bakarken eli boşta kaldı.
"Kendi evimin ateşi sönmüş," dedi Flint hafifçe. Hissi davrandığı için kendine kızarak silkindi ve ahşabı
intikam alırcasına dilmeye başladı. Yüksek sesle homurdanıyordu: "Evim boş boş duruyor. Büyük bir ihtimalle çatısı
akıp mobilyaları mahvetmiştir. Şu şapşal macera. Bu güne kadar yaptığım en aptalca şey. Yüz kırk sekiz yıl sonra bir
şeyler öğrenmiş olmam gerekirdi!"
"Hiç de öğrenemeyeceksin cüce," diye cevapladı onu uzaktan gelen bir ses. "İki yüz kırk sekize kadar yaşasan
bile!"
Elindeki tahtayı bırakan cüce bir yandan yoldan aşağı bakarken bir yandan da eli, sakin bir güvenle hançerden
ayrılıp baltasının sapına doğru gitti. Ses tanıdık gibiydi, uzun zamandır duyduğu ilk tanıdık ses. Ama tam olarak
çıkartamıyordu.
Flint, alçalmış güneşe gözlerini kısarak baktı. Yoldan iri adımlarla ona doğru ilerleyen bir insan sureti görmüş
gibiydi. Ayağa kalkan Flint, daha iyi görebilmek için yüksek bir çam ağacının gölgesine çekildi. Adamın yü-
rüyüşünde rahat bir zarafet izi vardı -elfçe bir zarafet derdi Flint; ama adamın bedeni bir insan bedeninin kalınlığı
ve sıkı adale yapısına sahipti; öte yandan yüzündeki kıllar kesinlikle insan ırkına aitti. Cücenin, adamın yeşil
kukuletasının altından tüm görebildiği yanık teni ve kızıl kestane sakallarıydı. Adamın bir omuzuna uzun bir yay
asılmış, sol yanından da bir kılıç sallanıyordu. Elflerin çok sevdikleri kanşık desenlerle titizlikle süslenmiş
yumuşak deriden giysiler giymişti. Fakat Krynn'de hiçbir elfin sakalı olamazdı...hiçbir elfin ama...

'Tanis?" dedi Rint tereddüt içinde, adam yaklaşırken

"Aynen öyle." Yeni gelenin sakallı yüzü büyük bir tebessümle açıldı. Kollarını açtı ve cüce ona engel olamadan
Flint'i ayaklarını yerden kesecek şekilde kucakladı. Cüce eski dostuna kısa bir an için sarıldı, sonra itibarını
hatırlayarak kıvranıp kendini yarım-elfin kucağından kurtardı.
"Eh, beş yılda terbiyende bir değişiklik olmamış," diye homurdandı cüce. "Hâlâ ne yaşıma, ne de halime saygı
göstermiyorsun. Beni patates çuvalı gibi oradan oraya atıp duruyorsun." Flint yola doğru baktı. "İnşallah bizi
tanıyanlardan gören olmamıştır."

"Bizi pek hatırlayan olduğunu zannetmiyorum," dedi Tanis, gözleri bodur arkadaşını sevgiyle incelerken. "Zaman
senin ve benim için, insanlar için geçtiği gibi geçmiyor yaşlı cüce. Beş yıl onlar için, uzun bir süre, bizim için bir
an." Sonra gülümsedi. "Hiç değişmemişsin."

"Aynı şeyi başkaları için de söyleyemeyeceğim." Flint yeniden kayaya oturarak bir kez daha oymaya başladı.
Kaşlarını çatarak Tanis'e baktı. "Sakal niye? Zaten yeterince çirkindin."

Tanis çenesini kaşıdı. "Elf kanı taşıyanlarla pek dost olmayan topraklara gittim. Sakal -insan babamdan bir
armağan," dedi acı bir alayla, "soyumu saklamam konusunda çok işe yaradı."

Flint homurdandı. Bunun gerçeğin tümü olmadığını biliyordu. Ya-rımelf, öldürmekten tiksinti duyduğu halde
kavgadan kaçıp da bir sakalın ardına gizlenecek biri değildi. Tahta kıymıkları uçuştu.

"Ben hangi kanı taşırsa taşısın kimseye dost gözüyle bakılmayan topraklara gittim". Flint elindeki tahta parçasını
inceleyerek elinde evirip çevirdi. "Ama artık evimize geldik. Hepsi geride kaldı."

"Benim duyduğum kadarıyla pek öyle sayılmaz," dedi Tanis, güneşi gözlerinden uzaklaştırmak için kukuletasını
bir kez daha başına geçirerek. "Liman'daki Yüce arayanlar, Hederick isminde bir adamı Solace'ı yönetsin diye
Yüksek Teokrat olarak atamış; o da kasabayı yeni dininin aşırılıklarıy-la bir fesat yuvası haline sokmuş."

Tanis ile cüce birlikte dönerek sakin vadiye baktı. Vallenağaçlan arasındaki evleri görünür kılan ışıklar göz
kırpmaya başlamıştı. Evlerdeki ocaklardan çıkan odun dumanının karıştığı gece havası hareketsiz, sakin ve
tatlıydı. Arada sırada, çocuklarını yemeğe çağıran bir ananın belli belirsiz sesini duyabiliyorlardı.

"Ben Solace'ta kötülük olduğuna dair bir şey duymadım," dedi Flint sessizce.

"Dini zulüm...soruşturmalar..." Tanis'in sesi, kukuletasının derinliklerinden meşum meşum geliyordu. Sesi,
Flint'in hatırladığından daha derin, daha sıkıntılıydı. Cüce kaşlarını çattı. Arkadaşı beş yılda değişmişti. Üstelik

-19

elfler hiç değişmezdi! Ama öte yandan Tanis sadece bir yarımelfti; annesi, Afet'i izleyen kargaşa günlerinde
Krynn'deki değişik ırkları birbirinden ayıran savaşlardan birinde insan bir savaşçı tarafından tecavüze uğradığın-
dan, bir şiddet çocuğuydu.
"Soruşturmalar! Bu sadece yeni Yüksek Teokrat'a karşı gelenler içinmiş, söylentilere göre." Flint horuldadı.
"Ben Arayıcı tanrılara inanmıyorum -hiç inanmamıştım- ama inançlarımı gidip sokakta ilan da etmiyorum. Sessiz
kal ki sana dokunan olmasın -benim düsturum bu. Liman'daki Yüceara-yanlar hâlâ irfan sahibi bilge kişiler.
Sadece bu, Solace'teki bu çürük elma bütün küfeyi bozuyor: Bu arada, sen aradığını bulabildin mi?"
"Kadim ve gerçek tanrılara ait bir işaret mi?" diye sordu Tanis. "Yoksa biraz akıl mı? Ben her ikis ini de
aramaya gitmiştim. Hangisini kastettin?"
"Eh, sanırım biri birinden ayrılmaz," diye homurdandı Flint. Tahta parçasını elinde evirip çevirdi, hâlâ
boyutlarından hoşnut değildi. "Bütün gece burada, yemek ateşlerinin kokusunu içimize çekerek oturacak mıyız?
Yoksa kasabaya girip biraz akşam yemeği yiyecek miyiz?"
"Gideceğiz." Tanis elini salladı. Birlikte patikadan aşağıya yollandılar, Tanis'in koca bir adımına karşılık cüce
iki adım atmak zorunda kalıyordu. Birlikte yolculuk etmeyeli uzun yıllar olmasına rağmen Flint gayri ihtiyari
adımlarını hızlandırırken Tanis de gayri ihtiyari adımlarını yavaşlattı.
"Demek ki hiçbir şey bulamadın?" diye sorgusunun peşini bırakmadı Flint.
"Hiçbir şey." Diye cevaplandırdı Tanis. "Çok uzun süre önce de keşfetmiş olduğumuz gibi, dünyadaki yegâne
ermişler ve papazlar yanlış tanrılara hizmet ediyor. Şifa verenlerle ilgili bir sürü hikaye dinledim ama hepsi
numara ve büyüydü. Allah'tan dostumuz Raistlin nelere dikkat etmemi bana öğretmişti..."
"Raistlin!" Flint pöfledi. "O soluk benizli, sıska büyücü. Kendisi de şarlatanın teki zaten. Hep sümüklü,
zırıltılı; durmadan burnunu kendini alakadar etmeyen her şeye sokar durur. Eğer ona göz kulak olan o ikiz karde-
şi olmasa birisi onun büyülerini çoktan bitirirdi ya neyse."
Tanis sakalının tebessümünü gizlediğine memnun oldu. "Bence genç adam senin takdir ettiğinden daha iyi
bir büyücü," dedi. "Sonra kabul et, o sahte ermişler tarafından tutsak edilenleri kurtarmak için uzun süre, yorul-
mak nedir bilmeden çalıştı - benim gibi." İçini geçirdi.
"Eminim yaptığınız için pek bir teşekkür almamışsınızdır," diye mırıldandı cüce.
Çok az," dedi Tanis. "İnsanlar bir şeylere inanmak istiyor - ta derinlerde bir yerlerde bunun yanlış olduğunu
bilseler bile. Peki ama ya sen? Senin memleketine yaptığın yolculuk nasıl geçti?"

20

Flint cevap vermeden sert adımlarla yürümeye devam etti, yüzü asıktı. Sonunda mırıldandı, "Hiç gitmemeliydim,"
ve Tanis'e doğru kaldırdı bakışlarını, gür ve sarkık ak kaşlarının altından ancak görülebilen gözleri ya-rımelfe,
cücenin sohbetin kendisine düşen bölümünden hoşlanmadığını gösteriyordu. Tanis bakışını gördüğü halde yine
de sorularını sordu.
"Cüce dinadamlarından ne haber? Duyduğumuz hikayeler?"
"Doğru değil. Dinadamlan, üç yüzyıl önce Afet sırasında yok olmuşlar. Yaşlılar böyle söylüyor."
"Aynı elfler gibi," diye düşüncelere daldı Tanis.
"Gördüğüm..."
"Şışşt!" Tanis elini ikaz edercesine kaldırdı.
Flint aniden duruverdi. "Ne?" diye fısıldadı.
Tanis işaret etti. "Orada, korunun içinde."
Flint ağaçlara doğru bakarken aynı anda sırtında bağlı duran savaş baltasına uzandı.
Kavuşmakta olan güneşin kızıl ış ınları ağaçlar arasındaki bir maden parçası üzerinde bir an için
parıldayıvermişti. Tanis bunu bir kez gördü, kaybetti, sonra yeniden gördü. Fakat tam o anda güneşin
kavuşmasıyla, gökyüzü zengin bir menekşe rengine boğuldu ve ormandaki ağaçlar arasına gecenin gölgeleri
süzüldü.
Flint alacakaranlığa doğru gözlerini kısarak baktı. "Ben bir şey görmüyorum."
"Ben gördüm," dedi Tanis. Maden pırıltısını gördüğü yere bakmaya devam ediyordu ve zamanla elfgörüş
kuvveti, her canlının yaydığı fakat sadece ciflerin görebildiği ılık kızıl aurayı fark etmeye başladı. "Kim var orada?"
diye seslendi Tanis.
Uzun süren bir aradan sonra gelen yegane ses, yarımelfin ensesindeki tüyleri diken diken eden ürkütücü bir
sesti. Bu, alçaktan başlayarak gitgide yükselen, yükselen ve sonunda yüksek perdeden, çığlık çığlığa bir zırıltı halini
alan yankılı bir vızıltı sesiydi. Arasından bir ses yükseldi.
"Gezgin elf yolundan dön ve cüceyi arkanda bırak. Biz Flint Firefor-ge'un meyhanede yere serdiği zavallıların
ruhlarıyız. Biz bir cenk sırasında mı öldük?"
Ruhun sesi ona eşlik eden zırıltı ve vızıltı sesiyle birlikte yeni bir perdeye çıkmıştı.
"Hayır! Bir tepe cücesinden daha çok içemediğimiz için üzümlerin ruhu tarafından lanetlenerek utançtan öldük."
Flint'in sakalı hiddetle titremeye başlamıştı; Tanis kendini tutamayıp katıla katıla gülerken, balıklamasına
çalılıklara doğru dalmasın diye kızgın cücenin omzundan tutmak zorunda kaldı.
21
"Şu elflerin lanet olasıca gözleri!" Hayaletin sesi neşelenmişti. "Ve cücelerin lanet olasıca sakalları!"
"Başka kim olabilirdi ki?" diye homurdandı Flint. "Tasslehoff Burrfoot!" Ağaçların altındaki çalılarda bir hışırtı
oldu, derken patika üzerinde minik bir suret beliriverdi. Bu bir kender idi, yani Krynn'deki pek çok kişi ta-
rafından sivris inek türü bir dert gibi görülen ırklardan biri. İnce kemikli olan kenderler nadiren bir metre yirmi
santimden daha uzun olurlardı. Bu kender ise hemen hemen Flint kadar uzundu fakat ince yapıs ı ve değişmez
çocuksu yüzü daha küçükmüş hissini veriyordu. Kürklü yeleği ve sade, ev dokuması tuniğine fazla zıt kaçan
parlak mavi bir pantalon giyiyordu. Kahverengi gözleri yaramazlık ve eğlence ile parıldıyordu; gülümserken
ağzının kenarları kulaklarına kadar yayılıyor gibiydi. Başını, medarı iftiha rı olan uzun kahverengi saçlarının
püskülü, burnuna değecek şekilde, alaycı bir reveransla eğdi. Sonra kahkahalar atarak doğruldu. Tanis'in seri
gözlerine takılan madeni parıltı kenderin sırtına ve beline bağlı sayısız torbanın birindeki tokadan gelmişti.
Hoopak asasına dayanarak onlara sırıttı. O ürkütücü sesi çıkartan işte bu asaydı. Tanis'in sesi hemen
tanıması gerekirdi çünkü kenderin, kendisine saldırmaya niyetlenen pek çok kişiyi asasını havada çevirip o
çığlıkımsı zırıltı sesini çıkartarak korkuttuğunu görmüştü. Bu bir kender icadıydı; ho-opakın alt ucu bakırla
kaplıydı ve sivri uçluydu; üst ucu ise çatal şeklindeydi ve deriden bir sapanı vardı. Asanın kendis i tek, esnek bir
söğüt dalından yapılmıştı. Krynn'deki bütün diğer ırklar tarafından küçük görülmelerine rağmen, hoopak bir
kender için yararlı bir alet ya da s ilahtan daha fazla bir şeydi -bu onların sembolüydü. "Yeni yollara hoopak
gerek," kenderler arasında pek gözde bir atasözüydü. Bu sözü hemen başka bir deyişleri izlerdi: "Hiçbir yol,
hiçbir zaman eskimez."
Tasslehoff aniden kollarını iyice açarak ileri doğru koştu. "Flint!" Kender kollarını cüceye dolayarak ona sarıldı.
Flint utanç içinde, gönülsüzce kenderin kucaklamasına karşılık verip çabucak geriye çekildi. Tasslehoff sırıttı ve
yarımelfe baktı.
"Bu da kim?" Hayretle nefesini tuttu. "Tanis! Seni sakalla tanıyamadım!" Kısa kollarını uzattı.
"Yo, sağolasın," dedi Tanis, sırıtarak. Eliyle kenderi uzaklaştırdı. "Para kesem bende kalsın."
Ani bir telaş la Flint tuniğinin altını kontrol etti. "Seni rezil seni." diye kükreyerek, gülmekten iki büklüm
olmuş kendere doğru sıçradı. Birlikte toza toprağa karıştılar.
Tanis kıkır kıkır gülerek Flint' i kenderden ayırmaya çalıştı. Sonra durarak, telaşla döndü. Çok geç kalmıştı,
koşum takımlarıyla dizginlerin gü-

müşsü şıngırtısını ve bir atın kişnemesini duyabiliyordu. Yarımelf elini kılıcının kabzasına koyduysa da dikkatli
olsaydı elde etmiş olacağı avantajı çoktan kaybetmişti.
Kendi kendine küfreden Tanis gölgeler içinden beliren sureti durup beklemekten başka bir şey yapamazdı.
Suret, sanki binicisinden utanıyormuş gibi başını eğmiş tüylü ayaklı minik bir midilliye biniyordu. Binicisinin gri,
benekli derisi yüzünde kat kat torbacıklar halini almıştı. Askeri görünüşlü bir miğferin altından domuz-pembesi
iki göz onlara bakıyordu. Şişman, gevşek bedeni, pırıltılı ye gösterişli zırhları arasından sarkıyordu.
Garip b ir koku Tanis'in burnunu tiksintiyle kırıştırmas ına yol açtı. "Hobgoblin!" diye tescil etti beyni.
Kılıcını gevşeterek Flint'e bir tekme attı ama tam o anda da cüce tüm gücüyle hapşırarak kenderin üzerine
oturmuştu.
"At!" dedi Flint, bir kez daha hapşırarak.
"Arkanda," diye cevapladı Tanis sakin sakin.
Arkadaşının sesindeki ikaz tonunu duyan Flint doğrulup ayağa kalktı. Tasslehoff da çabucak aynısını yaptı.
Hobgoblin midillisini apış arasına alarak oturmuş, ablak yüzünde küstah ve mağrur bir ifadeyle onlara
bakıyordu. Pembe gözleri, güneş ışığının eyleşen son ışıklarını yansıtıyordu.
"Bakın çocuklar," diye belirtti hobgoblin, ağır bir aksanla Ortak dili konuşarak, "burada Solace'ta ne gibi
ahmaklarla uğraşmak zorunda kalıyoruz."
Hobgoblinin arkasındaki ağaçlar arasından gıcırtılı kahkahalar yükseldi. Kaba üniformalar içindeki beş
goblin muhafız yayan olarak çıkageldi-ler. Liderlerinin atının yanında yerlerini aldılar.
"Şimdi..." Hobgoblin semerinin üzerine abandı. Tanis, yaratığın koca göbeğinin eyer kaşını yutmasını dehşetle
karışık bir çeşit hayranlıkla seyretti. "Ben Seçkinamir Toede, Solace'ı istenmeyen unsurlardan koruyan güçlerin başı.
Hava karardıktan sonra şehir sınırları içinde gezinmeye hakkınız yok. Tutuklandınız." Seçkinamir Toede
yanındaki goblinlerden biriyle konuşmak için eğildi. "Eğer üzerlerinde mavi kristal asa varsa bana getirin," dedi,
çatlak goblin dilinde. Tanis, Flint ve Tasslehoff birbirlerine bunun anlamını sorarcasına baktılar. Hepsi biraz da
olsa goblin dili bilirdi -Tas diğerlerine nazaran daha iyi. Doğru mu duymuşlardı? Mavi kristalden bir asa mı?
"Eğer karşı koyarlarsa," diye ekledi Seçkinamir Toede, daha büyük bir etki yaratmak için Ortak dile
dönerek, "öldürün."
Bununla birlikte dizginlere asıldı, bineğine binici kırbacıyla hafifçe vurdu ve kasabaya giden patikadan
dörtnala uzaklaştı.

23

"Goblinler! Solace'ta! Bu yeni Teokrat'ın vereceği çok cevaplar var!" Flint y ere tükürdü. Uzanarak baltasını
sırtındaki yerinden çıkartt ı ve dengesini sağlayana kadar bir ileri, b ir geri sallanarak ayaklarını sık sıkı yerleştirdi.
"Pekala," diye beyan etti. "Haydi gelin."

"Geri çekilmenizi tavsiye ederim," dedi Tanis, pelerin ini b ir o mzuna atıp kılıcını çekerek. "Uzun bir yolculuktan
geliyoruz. Açız, yorgunuz ve uzun süredir görüşmed iğimiz arkadaşlarımızla olan randevumu za geç kald ık.
Tutuklan maya hiç niyetimiz yok."

"Veya öldürülmeye," diye ekledi Tasslehoff. O silah milah çekmemişti ama durmuş büyük bir ilgiy le goblin leri
seyrediyordu.

Biraz şaşıran goblinler birbirlerine sinirli sinirli baktılar. Biri, liderlerin in gözden kaybolduğu yola kara kara bakt ı.
Gob lin ler küçük kasabaya gelip giden yayan yolcuları ve çiftçileri korkut maya alışkındılar -silah lı ve görüldüğü
kadarıy la da usta dövüşçülere meydan okumaya değil. Öte yandan Krynn'deki diğer ırklara duydukları nefret
köklüydü. Uzun, eğri bıçakların ı çektiler.

Baltasının sapını sıkı sıkı kavrayan Flint iri adımlarla ilerledi. " Lağ ım cücelerinden daha çok nefret ettiğim tek b ir
yaratık vard ır," diye mırıldandı, "goblinler!"

Gob lin ler Flint'i devirmeyi u marak ona doğru daldılar. Flint baltasını ö lü mcül b ir incelik ve zaman lamayla savurdu.
Gob lin in kellesi tozların içine yuvarlan ırken bedeni de yere düştü.

"Sizin g ibi yapışkan pisliklerin Solace'da işi ne?" diye sordu Tanis, başka bir goblin in beceriksiz hamlesini büyük b ir
ustalıkla karşılayarak. Kılıçları karşılaşarak b ir an öylece durdu, sonra Tanis goblini geriye doğru itt i. " Yü kse k
Teokrat adına mı çalışıyorsunuz?"

"Teokrat mı?" Gob lin b ir fokurtu sesiyle güldü. Silahını çılgınca savurarak Tanis'e doğru atıld ı. "O ah mak mı?
Seçkinamir'imiz onun için değil — ah!" Yaratık Tanis'in kılıcına mıhlandı. Ho murdandı ve sonra yere kaydı.

"Lanet olasıca!" Tanis küfrederek sıkıntıyla ö lü gobline bakt ı. "Sakar ah mak! Onu öldürmek değil, kimin tuttuğunu
öğrenmek istiyordum."

"Bizi kimin tuttuğunu yakında öğrenirsin -istediğinden de çabuk!" diye hırladı başka bir goblin, dikkati dağılmış
yarımelfe doğru koşarak. Tanis hızla dönerek yaratığın silahın ı düşürdü. Goblinin karn ına, iki büklü m olmasını
sağlayan bir tekme savurdu.
Başka bir goblin, öldürücü balta hareket inden kendini henüz tam olarak toparlayamamış Flint'in ü zerine atıldı. Cüce
dengesini sağlamaya çalışarak geriye doğru sendeledi.

O zaman Tasslehoff'un tiz sesi gürledi. "Bu p islikler herkes için çalışabilir Tanis. Arada bir bunlara köpek maması
at, sonsuza kadar sana hiz..."

"Köpek maması ha!" Gob lin karga g ibi gaklayarak h iddetle Flint'ten uzaklaştı. "Kender etine ne dersin, min ik
vızıltı!" Silahsız olduğu belli o lan kendere doğru ayaklarını şaplata şaplata giderken, mo ru msu kırmızı elleri Tas'ın
boynuna uzandı. Tas, yüzündeki masum, çocuksu ifadeyi hiç bozmadan tek b ir hareketle göğsün e uzanarak çektiği
hançeri fırlattı. Goblin göğsünü tutarak bir ho murtuyla düştü. Kalan goblinler kaçarken ayaklarının şıpıd ık sesleri
duyuluyordu. Dövüş sona ermişti.

Tanis kılıcın ı kın ına koydu, leş gibi kokan cesetlere yüzünü buruşturarak baktı; koku çü rü müş balık kokusuna
benziyordu. Flint baltasından kara goblin kanını temizledi. Tas, ü züntüyle öldürdüğü goblin cesedine bakıyordu.
Kenderin hançeri yüzü koyun yatan goblinin alt ında kalmıştı.

"Ahvereyim istersen," diye teklif etti Tanis, cesedi yuvarlamaya hazırlanarak.

"Hayır." Tas yüzünü ekşitti. " Geri almak istemiyoru m. Kokusu hiç çıkmaz, biliyor musun".

Tanis başıyla onayladı. Flint baltasını yeniden yerine koydu ve yollarına devam ettiler.

Karanlık koyuldukça Solace'ın ışıklan daha da parlaklaştı. Se rin havada, odun ateşinin dumanı akıllarına yiyecek,
sıcak ve güvenli bir yer düşüncesini getird i. Yolarkadaşları ad ımlarını sıklaştırdı. Uzun bir süre konuşmadılar, her
biri Flint'in sözlerini hatırlıyordu: Goblinler. Solace'ta.

Fakat sonunda ele avuca sığmaz kender kıkırdamaya başladı.

"Hem sonra," dedi, "hançer de Flint'indi!",

Hana dönüş, Şok YeminBozuluyor

ğünlerde Solace'taki herkes ne yapıp edip Son Yuva Hanı'na akşam saatlerinde bir uğrardı. İnsanlar kalabalıkta
kendilerin i daha bir emniyette hissediyordu.

Solace uzun süredir yolcuların uğradığı bir kavşak olmuştu. Kuzeydoğudan Liman'dan, Aray ıcılar başkentinden
geliyorlardı. Güneydeki elf • krallığı Qualinesti'den geliyorlard ı. Bazen de doğudan, Abanasinya'nın çıplak
bozkırlarından gelirlerdi. Bütün uygar dünyada Son Yuva Ham yolcu ların sığınağı ve dört b ir yandan gelen
haberlerin toplandığı bir yer o larak bilinirdi.
Üç arkadaşın adımlarını yönlendirdikleri yer bu Han'dı.

Kocaman eğri büğrü ağaç gövdesi, etrafındaki ağaçlar arasından y ükseliyordu. Vallenağaçının gölgesine karşılık
Han'ın boyalı camlarının renkli pervazları p ırıl pırıl panldıyor ve pencerelerden dışarıya canlı sesler geliyordu. Ağaç
dallarına asılmış lambalar döner merdivenleri aydın latıyordu. Gü z akşamı Solace'ın vallen ağaçları arasına serin serin
inerken yolcu lar, ar-

26

kadaşlıkların ın ve hatıralarının ruhlarını ısıttığın ı, yo lun yorgunluğunu ve üzüntüsünü alıp götürdüğünü hissettiler.

Han o aksam o kadar kalabalıktı ki üçü durmadan kenara çekilerek adamların, kad ınla rın, çocukların geçmelerine
müsade etmek zorunda kalıyorlard ı. Tan is insanların ona ve arkadaşlarına kuşkuyla baktığ ını fark etti -bunlar, onları
hoş karşılayan, beş yıl önceki bakışlar değildi.

Tanis'in yüzü asıldı. Hayalin i kurduğu dönüş bu değildi. Solace'ın yaşadığı elli yıl boyunca hiç böyle bir gergin lik
görmemişti. A rayanlar'ın uğursuz kötülükleri hakkında duyduğu söylentiler doğruydu demek ki.

Beş yıl önce kendilerine "arayanlar" ("yeni tanrılar arıyoruz") adın ı takan lar, Liman, Solace ve Kapıyolu
kasabalarında yeni din lerini tatbik eden gevşek bir örgüt yapısına sahip bir avuç din adamıydı. Tanis'in inancına göre
bunlar yanlış yönlendirilmişlerd i ama en azından önceleri dürüst ve samimiydiler. Halbuki geçen yıllarda d inleri
geliştikçe bu d in adamların ın toplumsal konu mları gittikçe yükselmişti. Kısa bir süre sonra, ahret mutluluğu yerine
Krynn'de güç kazanmay la daha çok ilgilenir olmuşlard ı. İnsanların rızasıyla kasabaların yönetimlerin i ele
geçirmişlerdi.

Tanis'in ko lunda hissettiği bir temasla düşünceleri dağıld ı. Döndüğünde Flint'in sessizce aşağıyı işaret ettiğini gördü.
Aşağıya bakan Tanis muhafızların dörtlü gruplar halinde uygun adımla geçtiklerini gördü. Bu runlarının ucuna kadar
silahlan mış muhafızlar, kendilerini beğenmiş bir edayla caka sata sata yürüyorlardı.

"En azından bunlar goblin değil, insan," dedi Tas.

"O goblin, ben Yü ksek Teokrat'tan söz edince dudaklarını bükmüştü," diye düşünceye daldı Tanis. "Sanki bir başkası
için çalışıyorlarmış gib i. Neler o luyor çok merak ediyoru m."

"Belki arkadaşlarımız biliyordur," dedi Flint.

"Eğer buradalarsa," diye ekledi Tasslehoff. "Beş yılda çok şey olmuş olabilir."

"Burada olacaklard ır -eğer hayattalarsa," diye ekled i Flint fısılt ıyla. "Ettiğ imiz yemin kutsal bir yemindi -beş yıl
sonra buluşup dünyaya yayılan kötülük hakkında bulduklarımızı b ild irmek için ettiğimiz yemin. Yuvamıza geri
dönüp de kötülüğü kendi eşiğimizde bulmak!"

"Sus! Şışşt!" Geçenlerin bir kıs mı cücenin sözlerinden o kadar telaşlan -mışlardı ki Tanis başını salladı.

"En iy isi bu konuyu burada konuşmayalım," d iye önerdi yan melf.

Merdivenlerin başına varan Tas kapıyı sonuna kadar açtı. Işık, gürültü, sıcaklık ve Otik'in baharatlı patateslerinin
bildik kokusu bir dalga halinde yüzlerine çarptı. Onlan kuşattı ve rahatlatarak baştan aşağı ka plad ı. Her zamanki g ibi
içki tezgâhının ardında duran Otik belki b iraz daha tıknazlaş -masının d ışında değişmemişti. Han da değişmiş
görünmüyordu, daha da rahat bir yer olmuş olması hariç.

27

Hızlı kender gözleriyle kalabalığı tarayan Tasslehoff bir çığ lık atarak odanın öte yanını gösterdi. Değ işmeyen başka
bir şey daha vardı: Pırıl pırıl cilalan mış kanatlı ejderha miğferi ü zerinde parıldayan ateş ışığı.

"Kim o?" diye sordu Flint, görmeye çalışarak.

"Caramon," diye cevap verdi Tanis.

"O halde Raistlin de buradadır," dedi Flint sesinde pek az bir samimiyet ile.

Tasslehoff mırıltılı insan yumaklan arasından kaymaya başlamıştı bile; minik, kıvrak bedeni yanından geçtiği kişiler
tarafından fark ed ilmeden. Tanis içtenlikle kenderin geçerken Han ın müşterilerinin h erhangi bir eşyasını "ele
geçirmemiş" olmasını d iliyordu. Kenderin bir şeyler çaldığından değil -b iri onu hırsızlıkla suçlayacak olsa
Tasslehoff derinden yaralan ırdı. Fakat kenderde doymak bilmez b ir merak vardı ve her nasılsa başkalarına ait o lan
bazı ilginç eşyalar Tas'ın eline geçi veriyordu. Tan is'in bu gece arzuladığ ı son şey bir sorun çıkmasıydı. Kendere bir
iki kelime et meyi aklının bir kösesine yazdı.

Yan melf ile cüce, kalabalık arasından minik arkadaşları kadar rahat geçemediler. Hemen hemen tü m sa ndalyeler
tutulu, bütün masalar doluydu. Oturacak yer bulamayanlar ayakta durmuş, alçak sesle konuşuyorlardı. İnsanlar Tanis
ile Flint'e güvenliksizlikle, kuşkuyla ve merakla bakıyorlardı. Bazıları cüce demirhanesinin uzun süreli müşterisi
olmuştu ama buna rağ men kimse Flint'i selamlamamıştı. So lace halkın ın kendi sorunları vard ı ve belli ki Tanis ile
Flint artık yabancı addediliyordu.

Odanın öte yanından, ocak çukurundaki ışığı yansıtan ejderha miğferin in durduğu masanın tarafından bir uğultu
yükseldi. Tanis'in gergin yüzü, dev Caramon 'un min ik Tas'ı yerden kald ırıp bir ayı gibi kucaklad ığını görünce
gevşeyerek tebessüme döndü.

Kemer tokalarından bir denizden geçmekte olan Flint, Tasslehoff un dostların ı selamlayan civciv g ibi sesine cevap
veren Caramon'un gü mbürde-yen sesini din ledikçe onları gözünde canlandırab iliyordu. "Caramon kendi d zdanına
baksa fena olmaz," diye söylendi Flint. " Veya d işlerini saysa."

Cüce ile yarımelf sonunda uzun içki tezgahının önündeki insan yığınından sıynlabilmişlerd i. Caramon'un oturduğu
masa ağacın gövdesine dayalıydı. Aslında masanın konumu ço k garipti. Tanis, Ot ik'in her şeyi aynı bırakmışken
neden masanın yerini değiştirmiş olduğunu merak etti. Fakat düşüncesi aklından ezilircesine çekilip"çıkmıştı çünkü
koca savaşçının sevgi dolu kollarıyla buluş ma sırası artık ondaydı. Caramon kucaklayıp da mahvet meden Tanis
aceleyle u zun yayını ve sadağını sırtından çıkard ı.

"Dostum!" Caramon'un gözleri yaşlıyd ı. Bir şeyler daha söyleyecek oldu ama duygulan ağır basmıştı. Tanis de o an
için konuşamadı ama bunun nedeni Caramon'un pazulu kolları yü zünden nefessiz kalmış olmasıydı.

"Raistlin nerede?" diye sordu, konuşabildiği zaman. İkizler hiçbir zaman b irb irlerinden fazla u zaklaş mazlardı.

"Orada." Caramon başıyla masanın diğer ucunu iş aret etti. Sonra yü zü asıld ı. "Değ işti," diye uyardı savaşçı, Tanis'i.
Yarımelf, vallenağaçının biçimsizliğiyle meydana gelmiş köşeye baktı. Köşe gölgeler içinde kalmıştı ve bir süre için
Tanis ateşin aydınlığından sonra hiçbir şey göremedi. Sonra, yakındaki ocak çuku runun ışığıyla b ir, al cüppelere
sarınmış oturan ince bir suret gördü. Suret kuku letasını yüzüne çekmişti iyice.

Tanis aniden genç büyücü ile yalnız konuşmak istemedi ama Tasslehoff hancı kızı bulmak için uçup gitmiş; Flint'i de
Caramon havaya kaldırmıştı. Tanis masanın ucuna doğru ilerledi.

"Raistlin?" dedi, garip bir önseziy le.

Cüppeli suret başını kald ırıp bakt ı. 'Tanis?" diye fısıldadı adam, kukuletasını yavaş yavaş başından sıyırırken.

Yarımelfin nefesi tıkanarak bir adım geriledi. Dehşet içinde bakakalmıştı.

Gö lgeler içinden ona doğru dönen surat bir kâbustan fırlamış gibiydi. Değişti, demişti Caramon! Tanis'in tüyleri
ürperdi. Sözcük "değişti" değildi. Büyücünün beyaz teni altın rengine dönüşmüştü. Korkunç bir maske gib i duran
teni ateş ışığında hafif metalik bir ö zellikle p ırıldadı. Yü zündeki etler erimiş, elmacık kemiklerini korkunç gölgelerle
iyice belirginleştir-mişti. Dudaklar, karanlık düz b ir çizgi halinde gergin duruyordu. Fakat Tanis'i hapsederek
korkunç bakışlarıyla alıkoyan adamın gö zleri olmuştu. Çünkü gö zleri art ık, Tanis'in görmüş olduğu hiçbir canlı
insanınkine benzemiyordu. Gö z bebekleri artık ku m saati şeklin i almıştı! Tanis'in soluk mav i olarak hatırladığı
gözlerinin rengi ise şimdi p ırıltılı bir alt ın rengin-deydi!

"Görüyoru m ki görünüşüm seni şaşırttı," diye fısıldadı Raistlin. İnce dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm dolaştı.

Genç adamın karşısına oturan Tanis yutkundu. "Gerçek tanrılar ad ına, Raistlin..."

Flint, Tanis'in yanındaki sandalyeye pat diye çöktü. "Bugün hayatımda atılmadığ ım kadar havalara atıl... Reorx .'"
Flint'in gö zleri fal taşı gib i açıld ı. "Ne gibi bir şeytanlık iş basında? Lanetlendin mi?" Raistlin'e bakan cücenin soluğu
kesilmişti.

Caramon kardeşinin yanına oturdu. Bira kupasını eline alarak Raistlin'e baktı. "On lara anlatacak mısın Raist?" dedi
alçak b ir sesle.

"Evet," dedi Raistlin, sözcüğü, Tanis'in içini ürperten bir tıslamayla çıkart mıştı. Genç adam, sanki kelimeleri
bedeninden çıkmaya zorlarken anca bu kadarını becerebiliyormuşcasına bir fısıltıdan biraz daha yüksek hınl-

29

tılı b ir sesle konuşuyordu. Yüzüy le aynı altın rengine sahip uzun, sinirli parmaklan önündeki tabakta kalmış
yemekle dalgın dalg ın oynuyordu.

"Beş sene önce ayrıldığ ımız zamanı hatırlıyor musunuz?" diye başladı Raistlin. "Kardeşimle öylesine g izli b ir
yolculuğa çıkmayı p lanlamıştık ki, sevgili dostlarım, size bile nereye gittiğ imizi söyleyemezdim."

Kibar seste hafif bir iğneleme hissediliyordu. Tan is dudakların ı ısırd ı. Raistlin'in -hayatı boyunca- hiç "sevgili
dostlan" olmamıştı.

"Par-Salian, yani tarikat ımızın başı tarafından Sınav'dan geçmek için seçilmiştim," diye devam etti Raistlin.
"Sınav mı!" diye tekrarladı Tan is, afallayarak. "A ma sen çok gençtin. Kaç - y irmi mi? Sınav sadece yıllar ve yıllar
boyunca öğrenim görmüş büyücülere verilir..."

"Gururu mu tah min edebilirsin iz," dedi Raistlin soğuk soğuk, sözünün kesilmesinden rahatsız olarak.

"Kardeşimle b irlikte g izli yere g ittik -d illere destan Yüksek Büyü Ku le-, leri'ne. Ve orada Sınav'dan geçtim."
Büyücünün sesi alçald ı. " Ve orada ne-| redeyse ölüyordum!"

Caramon, belli ki güçlü b ir duygunun etkisiyle boğulur gibi oldu. "Ço k korkunçtu," diye başladı koca adam sesi
titreyerek. "Onu o korkunç yerde buldum, ağzından kanlar akıyordu, ö lüyordu! Onu kaldırdım ve..."

"Yeter kardeşim!" Raistlin'in alçak sesi kırbaç gibi sakladı. Caramon çe -j kindi. Tanis genç büyücünün altın
gözlerinin kısıld ığın ı ve ellerin in kasıl-] dığ ını gördü. Caramon sessizlereşek birasını bir yudumda içip tedirgin
dirgin kardeşine baktı. Belli ki ikizler arasında yeni bir gerginlik vard ı.

Raistlin derin bir nefes alarak devam etti. "Uyandığımda," dedi büyücüj "derim bu renge dönmüştü -ıstıraplanmın b ir
belirt isi olarak. Bedenim ve sıh-| hatim b ir daha düzelmemecesine bozu ldu. Ve gözlerim! Ku msaati gö zbebefc
lerimle görüyorum art ık ve o yüzden zaman ı görüyorum -her şeyi etkilediğ i! haliyle. Sana bakarken bile Tan is," diye
fısıldadı büyücü, "seni ölürken görü-| yoru m, yavaş yavaş, milim milim. Ve canlı her şeyi de böyle görüyorum."

Raistlin'in ince, pençemsi eli Tanis'in ko lunu kavradı. Yan melf bu sı ğuk temasla tit redi ve kurtulmaya çalıştı fakat
altın rengi gözlerle soğuk onu sıkı sıkı tutuyordu.

Büyücü ileri doğru eğildi, gözleri ateşler içinde parlayarak. "Ama art: gücü m var!" d iye fısıldadı . "Par-Salian,
gücümün dünyaya biçim vereceği] günün geleceğini söyledi! Güce ve" -işaret etti "Magius'un Asasına sahibim
artık."

Tanis bakınca asanın, Raistlin'in u zanabileceği bir yerde vallenağacınal yaslan mış durduğunu gördü. Bu sade tahta
bir asaydı. Tepesinde bir ej-i derha pençesi gibi yontulmuş altın b ir pençe içinde parlak kristal b ir tof parlıyordu.

"Buna değer miydi?" diye sordu Tanis sessizce.

Raistlin ona baktı, sonra dudakları abartılı bir tebessümle ayrıldı. Elini Tanis'in kolundan çekip ellerini cüppesinin
kollarına sokarak kavuşturdu. "Elbette!" diye tısladı büyücü. "Uzun zamandır aradığ ım -ve hâlâ aradığım-şey
güçtür." Arkasına yaslandı; zayıf bedeni karanlık gölgeler içinde erirken Tan is'in tek görebild iği altın renkli
gözleriydi.

"Bira," dedi Rint boğazını temizleyip, sanki ağzındaki o acı tadı g idere-bilecekmiş gibi yalanarak. "Nerede o kender?
Hancı kızı kaçırd ı galiba..." "İşte geldik," diye yükseldi Tas'ın neşeli sesi. Uzun boylu, kızıl saçlı genç bir kız
elinde kupa dolu bir tepsiyle Tas'ı izliyordu.

Caramon sırıttı. "Şimdi Tanis," diye gürled i sesi, "bil bakalım bu kim? Sen de Flint. Eğer bilirsen, içkiler benden."

Aklını Raistlin'in karanlık hikayesinden ayırabildiğine memnun olan Tanis gülü mseyen kıza bakt ı. Kırmızı bukleleri
yüzünü çevreliyor, yeşil gözleri neşeyle oynuyordu; çiller burnu ve yanaklarına belli belirsiz yayılmıştı. Tanis
gözleri hatırlar g ibiydi ama gerisi boştu.
"Pes ettim," dedi. "A ma cifler için insanlar o kadar hızlı değişiyor ki ipin ucunu kaçırıyoruz. Ben yüz iki yaşındayım
ama size göre otuz sayılırım. Ve bana yüz yaşında olanlar otuzunda gibi geliyor. Bu genç hanım b iz gitt iğimizde bir
çocuktu herhalde."

"On dört yaşındaydım." Kız gülerek tepsiyi masaya bıraktı. " Ve Caramon hep, ço k çirkin o lduğumu, baba mın beni
evlendirebilmek için üstüne para ödemek zorunda kalacağını söylerdi."

"Tika!" Rint yumruğunu masaya indirdi. "Sen ıs marlıyorsun, seni koca ah mak!" Caramon'u işaret etti.

"Adil değil!" Dev güldü. "Size ipucu verdi."

"Eh, yıllar onu yalancı çıkart mış," dedi Tanis gülü mseyerek. "Ben ço k yollardan geçtim; ve sen Krynn üzerinde
gördüğüm en güzel kızlardan birisin." Tika memnuniyetle kızardı. Sonra yüzü karardı. "Bu arada Tanis..." Elin i
cebine atarak silindir şeklinde bir şey çıkarttı, "bu bugün sana geldi. Ga-np bazı şartlar alt ında."

Tanis kaşlarını çatarak nesneye doğru uzandı. Bu, siyah ve cilalı bir ah -Şaptan yapılmış bir parşömen tornan
kılıfıydı. Üzerindeki ince parşömeni yırtarak, açtı. Kalın, siyah elyazısın ı görünce kalbi acı acı at maya başladı.

'Kitiara'dan," dedi sonunda, sesinin gergin ve yapmacık çıktığ ını b ile bite- 'Gelemiyormuş."

Başka bir sessizlik anı yaşandı. "İşte oldu," dedi Flint. "Çember bozuldu, "yeminimiz çiğnendi. Uğursuzluk." Başını
salladı. " Uğursuzluk."

Solamniya Şövalyesi. Yaşlı Adamın Partisi

Raistlin ileri doğru abandı. Düşünceler aralarında sözsüzce gidip gelirken Caramon ile b irbirlerine baktılar. Bu
ender zamanlardan biriydi , çünkü ancak çok büyük kişisel bir sıkıntı ve tehlike ikizlerin yakın kan bağlarını
gözler önüne sererdi. Kitiara onların yarı-üvey ablasıyd».

"Eğer çok daha güçlü başka bir yemin onu bağlamıyorsa Kit iara verdiği sözden dönmez." Raistlin ikisin in
düşüncesini yüksek sesle dile getird i. "Ne diyor?" diye sordu Caramon. Tanis tereddüt etti, sonra kuruyan
dudakların ı yalad ı. " Yen i efendisin i meşgul ediyormuş. Hepimize gelemeyeceğini b ildiriyor, en iy i dileklerin i
yoluyor, bir de sevgisini..." Tanis boğazının kasıldığın ı hissetti Kardeşlerine ve...." Durdu, parşömen leri katladı.
"Hepsi bu.ve kime olan sevgisini?" diye sordu Tasslehoff canlı canlı. "Ah!" Aya

ğını ezen Flint baktı. Kender Tan is'in kızardığın ı gördü. "Ha," dedi ken

dini aptal g ibi h issederek.

32

"Kimi kastettiğini biliyor musunuz?" diye sordu Tanis ikizlere. "Hangi yeni efendiden s öz ediyor?"
"Kitiara'ya kim akıl sır erd irir ki?" Raistlin o mu zlarını silkti. "Onu son olarak burada, Han'dn beş yıl önce
görmüştük. Sturm ile b irlikte kuzeye g idiyordu. O gün, bu gündür ondan hiç haber almadık. Yeni efendiye gelince
şimd i bize verdiği yemin i neden bozduğunu biliyoruz: Bir başkasına sadakat yemini et miş. Ne de olsa paralı b ir
asker o."

"Evet," diye kabullendi Tanis. Parşömen to marını kılıfına geri sokarak Tika'yn bakt ı. " Garip şartlarda geldiğ ini mi
söylemiştin? Anlatsana."

"Bu sabah ilerle miş bir vakitte bir afaam getird i. En azından onun bir adam olduğunu düşündüm." Tika tit redi.
"Tepeden tırnağa çeşit çeşit bir sürü ku maşlara sarın mıştı. Yü zünü bile göremed im. Sesi t ıslar g ibiydi ve yabancı bir
aksanla konuşuyordu. 'Bunu Tanis Yarımelfe ver,' dedi. Ona burada olmad ığını ve birkaç y ıld ır da hiç uğramad ığını
söyledim, 'Burada olacak,' dedi adam. Sonra da gitti." Tika o mu zlarını silkti. "Bütün anlatabileceğim bu kadar.
Oradaki o yaşlı adam da onu gördü." Kız, ateşin önündeki sandalyede oturan yaşlı adamı işaret etti. "Ona başka bir
şey görüp görmediğin i sorabilirsiniz."

Tanis, hülyalara dalmış gözleriy le ateşe bakan bir çocuğa masallar anlat makta olan yaşlı adama baktı. Flint ko luna
dokundu.

"Sana daha çok bilgi verebilecek başka b iri geliyor," dedi cüce.

"Sturm!" dedi Tanis samimiyetle kapıya doğru dönerek.

Raistlin hariç herkes döndü. Büyücü bir kez daha gölgelere çekildi.

Kapıda zırhlı levhalar ve zincirli zırhlara bürünmüş, göğüs levhasında Gül Tarikatı'n ın sembolü bulunan, dimd ik bir
suret duruyordu. Handaki insanların çoğu dönerek yeni geleni çatık kaşlarla izlediler. Adam Solam-niyalı b ir
şövalyeydi ve kuzeyde So lamniya Şövalyeleri kötü bir nam salmaya başlamıştı. Ne kadar bo zulduklarının
söylentileri bu kadar güneye bile gelmişti. Sturm'ün Solace'in eski ve u zun süreli b ir sakini olduğunu bilen birkaç
kişi o muzlarını silkerek içkilerine geri döndüler. Dön meyenler, bakmaya devam ediyordu. Bu barış günlerinde,
Han'da bir şövalyeyi baştan aşağı zırh lar içinde görmek pek olağan sayılmazd ı. A ma, ta Afet zaman ından kalmış
zırhlar g iyen bir şövalye görmek ço k daha olağan dışıydı!

Sturm insanların bakışlarını mevkiine bir saygı gibi algılıyordu. Dikkatle, yüzlerce yıldır şövalyelerin sembolü olan,
zırhları kadar modası geçmiş koca, gür bıy ıklarını düzeltti. Solamn iyalı Şövalyelerin süslerini tereddütsüz bir gururla
taşıyordu -üstelik o gururu savunabilecek silah gücüne ve hünere de sahipti. Handaki insanlar ona dik d ik baktıkları
halde hiç kimse

33

-şövalyenin sakin,ve soğuk gözlerine b ir kez bakt ıktan sonra- gülmeye veya küçü mseyici b ir tenkitte bulun maya
yeltenemezdi.

Şövalye kapıy ı kürklere bürünmüş uzun boylu bir adam ile b ir kad ın için açık tutmuştu. Kadın Srurm'e teşekkür
etmiş olmalıydı çünkü kad ına çağdaş dünyada çoktan yitip git miş eski usûl, kibar bir reverans yapmıştı.
"Şuha-bâkin." JCaramon başım takd irle salladı. "Nazik şövalye, zarif hanıma yardımcı oluyor. Acaba o ikisini
nerede taktı peşine?"

"Onlar Bo zkırlardan gelen barbarlar," dedi Tas, sandalyenin üzerine çıkıp ko lların ı arkad aşına sallayarak. "Que-shu
kabilesinin giysisi o."

Belli ki Bozkırh lar Sturm'ün tekliflerini geri çevirmişlerdi çünkü şövalye yine eğilip selam vererek yanlarından
ayrıld ı. Kalabalık han içinden, sanki kraldan şövalyelik payesini almaya gidermiş gib i mağru r ve asil bir ha vay- • j .
la yürüdü.

.Tanis ayağa kalktı. Sturm ilk ona doğru ilerledi ve kollarını arkadaşına doladı. Tan is şövalyenin güçlü, kaslı
kollarının sevgi dolu kavray ışını h issederek ona sıkı sıkı sarıldı. Sonra, bir anlığına birbirlerine bakmak için geri
çekildiler.

Sturm değişmemiş, d iye düşündü Tanis, sadece hüzünlü gözlerinin etrafında daha çok kırışık var ve kahverengi
saçları arasında daha fazla beyaz. Cüppesi biraz daha yıpranmıştı. Kadim zırhta birkaç ezik daha oluşmuştu. Fakat
şövalyenin -medan iftiharı- gür bıyıkları her zamanki kadar süpürge gibi uzun, kalkan ı her zaman ki kadar parlak,
arkadaşlarına bakan gözleri her zamanki kadar samimiydi.

"Senin de sakalın var," dedi Sturm zevkle. |

Sonra şövalye, Caramon ve Flint'i selamlamak iç in döndü. Tika gittikçe 1 artan kalabalığa h izmet et mek için
uzaklaştığından Tasslehoff biraz daha bira almak için koşturdu.

"Selamlar şövalye," diye fısıldadı Raistlin köşesinden.

Sturm ikizlerin diğerini selamlamak için başını çevirdiğ inde yüzü ciddi -. leşti. "Raistlin," dedi.

Büyücü, ışık yüzüne gelecek şekilde ku kuletasını geri itti. Sturm, hayre-• t ini hafif bir nida d ışında, dışarı
vurmayacak kadar iy i terbiye görmüştü. Yine de,, gözleri büyüdü. Tanis, büyücünün arkadaşlarının rahatsızlıkların ı
görmekten alaycı bir zevk aldığ ını fark etti.

"Sana bir şeyler alayım mı Raistlin?" diye sordu Tanis.

"Hayır, teşekkür ederim," d iye cevapladı büyücü bir kez daha gölgelere çekilirken.

"Hemen hemen h içbir şey yemiyor," dedi Caramon endişeli bir tonda. "Havayla y aşıyor galiba."

"Bazı b itkiler havayla yaşar," diye beyanda bulundu Tasslehoff, Sturm'ün birasıyla dönerek. "Ben onlardan
gördüm. Toprağın ü zerinde uçuşuyorlar. Kökleri gıdasını ve suyunu havadan emiyor." " Gerçekten mi?"
Caramon'un gözleri hayretle açılmıştı. "Kim daha ahmak b ilemiyoru m," dedi Flint bezginlikle. " Evet, işte hepimiz
buradayız. Haberler ne?"

"Hepimiz mi?" Sturm, Tanis'e sorgularcasına baktı. "Kitiara?" " Gelmiyor/' diye cevap verdi Tanis hemen. " Biz de,
sen bize bir şeyler anlat ırsın diye u muyorduk."
"Ben değil." Şövalye kaşlarını çattı. "Ku zeye birlikte yolculuk et miştik ve Deniz Darboğazlarından Kadim
Solamniya'ya geçer geçmez ayrıldık. Babasının akrabalarını arayacağını söyledi. Onu en son o zaman gördüm."

"Evet, sanırım hepsi bu kadar." Tanis içini geçird i. " Ya senin akrabaların Sturm? Babanı bulabildin mi?"

Sturm konuşmaya başladı ama Tanis Sturm'ün atalarına ait So mamniya topraklarına yaptığı yolculukla ilgili
öyküsünü pek dinlemiyordu. Tanis'in düşünceleri Kit iara ü zerindeydi. Bütün arkadaşları arasında en çok onu
özlemiş, onu görmek istemişti. Beş yıl boyunca onun kara gözlerini ve eğri tebessümünü aklından çıkarmaya
çalıştıktan sonra ona olan özleminin her geçen gün fazlalaştığını fark et mişti. Vahşi, düşüncesiz, hararetli -şövalye
kız Tanis'in o lmadığ ı her şeydi. Aynı zamanda insandı ve insanlarla elfler arasındaki aşk her zaman trajedi ile b iterdi.
Yine de Tan is, kanındaki insan yansını nasıl atamıyorsa Kitiara'yı kalbinden öyle atamıyordu. Aklını hatıralardan
zorla ayırarak Sturm'ü din lemeye başladı.

"Söylentiler duydum. Kimisi babamın ölmüş olduğunu söylüyor. Kimisi can lı diyor." Yü zü karard ı. "Ama kimse
nerede olduğunu bilmiyor."

"Ya mirasın?" diye sordu Caramon.

Sturm gülü msedi, mağ rur yüzünün çizgilerini yumuşatan hüzünlü bir tebessümle. "Üzerimde," dedi kısaca. "Zırh ım
ile silah ım."

Tanis bakınca şövalyenin eski moda da olsa çift elli mü kemmel b ir kılıç taşıdığ ını gördü.

Caramon masanın üzerinden bakabilmek için ayağa kalkt ı. " Bir harika bu," dedi. "Artık böylelerin i yap mıyorlar. Bir
ogre ile dövüşürken kılıcım kırılmıştı. Theros Ironfeld kesici yanını yeniden yaptı ama çok pahalıya mal o ldu. Yan i
artık bir şövalyesin ha?"

Sturm'ün tebessümü kayboldu. Soruyu duymamazlığa gelerek kılıcın ın kab zasını şefkatle o kşadı. "Efsan eye göre bu
kılıç, ancak benimle birlikte kı-nlırmış," dedi. " Babamdan bütün kalan bu..."

Aniden, konuşulanları din lemeyen Tas söze karıştı. "Bu insanlar kim?" diye sordu kender tiz bir fısıltıy la.

Tanis, ocak çukurunun yanındaki gölgeli köşedeki boş sand alyelere doğ

ru ilerleyen iki barbar masaların ın yanından geçip giderken, başını kaldırıp

baktı. Adam, Tanis'in o güne kadar gördüğü .en uzun boylu adamdı. İki

metre boyundaki Caramon adamın ancak o muzuna gelird i. Fakat Cara -

mon'un göğüs kafesi belki ndamınkinden iki misli daha kalın, kollan üç kez

daha iriydi. Adam barbar kabilelerin kü rkleriyle sarmalan mış olduğu hal

de boyuna göre çok zayıf o lduğu anlaşılıyordu. Yüzü, koyu tenli olduğu
halde büyük ölçüde ıstırap çekmiş veya hastalık geçirmiş biri gib i solgundu.

Yo larkadaşı -Sturm'ün eğilerek selam vermiş olduğu kadın- kenarları

kürklü pelerini ile kukuletasına öyle bir sarılmıştı ki hakkında bir şey söy

lemek pek mü mkün değildi. Ne o, ne de uzun boylu refakatçisi geçerken i

Sturm'e h iç bakmad ılar. Kad ın, barbarların usulünce tüylerle süslenmiş sa-

de bir asa taşıyordu. Adamda iyice yıpran mış bir bohça vardı. Sandalyele --'!

re oturup, pelerinlerine sarındılar ve alçak sesle konuşmaya başladılar. i

"Kasabanın dışındaki yolda dolaşırlarken buldu m onları," dedi Sturm.lj

"Kadın çok yorulmuş gibiyd i, adam da en az onun kadar kötüydü. Burada l

bu gecelik yiyecek b ir şeyler bulup dinlenebileceklerini söyleyerek onları l

buraya getirdim. Mağru r insanlar, benim yard ımımı reddederlerdi sanırım ;

ama kaybolmuşlard ı ve yorgunlardı ve..." Sturm sesini alçalttı, "bu günleri

de yollarda gece karşılaş mamakta yarar o lan şeyler var." j

"Biz bazılarıy la karşılaştık, b ir asa arıyorlardı," dedi Tanis asık suratla,;

Seçkinamir Toede ile karşılaş maların ı anlattı.

Sturm dövüşün tarifi sırasında gülü msese bile başını sallad ı. " Bir Arayan muhafızı beni de dışarıda asa hakkında
sorguladı," dedi. "Mavi kristal-; d i, öyle değil mi?"

Caramon başını evet anlamında sallayarak elini kardeşinin ince ko luna koydu. "O yapış kan muhafızlardan biri bizi
de durdurdu," dedi savaşçı.; "Raist'in asasını alıkoymak istediler, inanabiliyor musunuz...'daha fazla inceleme alt ına
almak için' dediler. Ben kılıcımı sallayıverince de fikirlerini bir kez daha gözden geçirdiler."

Raistlin kolunu kardeşinin temasından çekti, dudaklarında hakir gören, bir tebessümle.

"Eğer asanı alsalardı ne o lurdu?" diye sordu Tanis, Raistlin'e.

Büyücü ona kukuletasının gölgeleri içinden altın rengi gözleri p ırıldayarak bakt ı. "Korkunç bir biçimde ö lürlerdi,"
diye fısıldadı büyücü, "Ve kardeşimin kılıcı ile değil üstelik!"

Yan melf ürperd i. Büyücünün alçak sesle söylenmiş sözleri kardeşinin ; kabadayılığından daha korkutucuydu.
"Goblinlerin ö ldürmeyi b ile göze alarak aradıkları bu mavi kristal asada ne var ac aba?" Tanis düşüncelere daldı.
36

"Daha kötü söylentiler de var," dedi Sturm alçak sesle. Arkadaşları ona yaklaştılar. "Ku zeyde ordular toplanıyor.
Garip yaratıklardan oluşan ordular -insan değil. Savaş söylentileri var."

"Ama ne? Kim?" diye sordu Tanis. "Ben de aynısını duydum."

"Ben de," diye ekledi Caramon. "Aslında benim duyduğuma göre..."

Sohbet devam ederken Tasslehoff esneyerek başka tarafa döndü. Çabucak sıkılıveren kender, yeni b ir eğlence
bulmak için Han'ın için i araştırd ı. Gö zleri, hâlâ ateş başındaki çocuğa masallar ören yaşlı adama gitti. Yaşlı adamın
dinleyicileri art mıştı -iki barbarın da dinlemekte olduğunu fark etti Tns. Sonra ağ zı bir karış açıld ı.

Kadın kukuletasını geriye it mişti ve ateşin ışığı yü zü ve s açları üzerinde parlıyordu. Kender hayranlıkla seyretti.
Kadının yü zü mermer b ir heykel g ibiydi -klasik, saf ve soğuk.

Fakat kenderin asıl dikkatini çeken saçları o lmuştu. Tas daha önce hiç öyle saç görmemişti, ö zellikle de genellikle
kara saçlı ve koyu tenli olan Bo z-kırlılar arasında. Hiçb ir kuyu mcunun eğirdiği erimiş gü müş ve altın telleri, bu
kadının ateş ışığında parlayan gümüşlü alt ın saçları gibi olamazd ı.

Yaşlı adamı b ir kişi daha dinliyordu. Bu Arayanların boz ve altın renkli zengin cüppesini giy miş bir adamdı. Küçük
yuvarlak bir masada oturuyor, şekerli ve baharatlı sıcak şarap içiyordu. Önünde birkaç boş kupa vardı ve kender ona
bakarken adanı tersçe bir kupa dalın ıs marladı.

"Bu Hederick," diye fısıldadı Tika, yolarkadaslnrmın masasının yanından geçerken. "Yü ksek Teokrat."

Adam Tika'ya kızgın lıkla bakarak yine bağırd ı. Kız, aceleyle adama yardımcı o lmak için koştu. Adam kıza
hırlayarak, kötü hizmetten dem vurmaya başladı. Kız sert bir cevap vermek için ağzın ı açtı ama dudakların ı ısırarak
sessiz kaldı.

Yaşlı adam masalının sonuna gelmişti. Oğ lan içini çekt i. "Kad im tanrılarla ilg ili bütün anlattıkların doğru mu Yaşlı
Kişi?" diye sordu merakla.

Tasslehoff, Hederick'in kaşlarını çattığ ını gördü. Kender onun yaşlı adamı rahatsız et memesini temenni ett i. Tas,
dikkatini çekmek için Tanis'in ko luna dokundu, Arayan'a doğru başıyla bir işaret yapıp, sorun çıkabileceğin i ima
eden bir ifade takındı.

Ahbapların hepsi döndü. Hepsi Bo zkırlı kadın ın güzelliğine hayran olmuştu. Sessizlik içinde seyrettiler.

Yaşlı adamın sesi, müşterek odadaki diğer konuşma seslerinin v ızıltısın ın üzerinde net bir biçimde duyuluyordu.
"Elbette ki an lattıklarım doğru çocuk." Yaşlı adam doğrudan kadına ve uzun boylu refakatçısına bakt ı. "Şu ikisine
sor. Onlar böyle öyküleri kalplerinde taşıyor."

37

"Öylemi?" Oğ lan çocuğu kadına sabırsızlıkla döndü. "Bana bir .öykü anlatır mısın?"
Kadın tekrar gölgelere çekild i, Tan is ve arkadaşlarının kendisine baktıklarını fark edip telaşlan mıştı. Adam kadın ı
korurcasına yanına yaklaştı, eli silahına giderek. Gruba dik dik bakmaya başladı, ö zellikle de ağ ır silahlarla
donanmış savaşçı Caramon'a.

"Sinirli p iç," diye düşüncesini açıkladı Caramon, eli kendi kılıcına doğru seyirtirken.

"Neden öyle olduğunu anlayabiliyoru m," dedi Sturm. "Öyle b ir hazineyi koru mak. Sonuç olarak, o kadının
koru ması. Konuşmalarından anladığım kadarıyla kadın kabilelerindeki soylu kişilerden biri. A ma, b irb irlerine
bakışlarından aralarındaki ilişkinin b iraz daha derin olduğunu çıkarttım." Kadın elini bir it iraz hareketiy le kald ırd ı.
"Üzgünüm." Ahbaplar kadının alçak sesini duyabilmek için kendilerini zorladılar. " Ben masalcı değilim. Böyle b ir
yeteneğim yok." Kadın Ortak dili konuşuyordu, aksanı fazlaydı.

Çocuğun sabırsız yüzü mah zunlaştı. Yaşlı adam oğlanın o mzunu okşadı sonra doğrudan kadının gözlerine baktı.
"Sen bir masalcı olmayabilirsin," dedi tatlılıkla, "ama bir şarkıcısın öyle değil mi Reisin Kızı? Çocuğa şarkını söyle
Altınay. Hangisi olduğunu bilirsin."

Gö ründüğü kadarıyla yoktan bir lavta belirdi adamın ellerinde. Kendisine korku ve hayretle bakan kadına verd i
lavtayı adam.

"Beni...nasıl o luyor da tanıyorsunuz beyefendi?" diye sordu kadın. "Önemli o lan bu değil." Yaşlı adam kibarca
gülümsedi. " Bizim için söyle şarkın ı Reisin Kızı."

Kadın, görünür biçimde t itreyen ellerle lavtayı ald ı eline. Yolarkadaşı fısıldayarak it iraz eder gibi oldu ama kadın
duymadı. Kadın ın, gözleri, yaşlı adamın parıldayan kara gözleri tarafından zapt olmuştu. Yavaşça, sanki trans
halindeymiş gibi lavtanın tellerine dokun maya başladı. Müşterek o daya melanko lik notalar yayılmaya başlayınca söz
susmaya başladı. Kısa bir süre sonra herkes kadını seyrediyordu ama o fark et medi. Altınay sadece yaşlı adam için
söylüyordu.

Otlaklar u zanıyor sonsuza,

Yaz şarkısına devam ed iyor,

Prenses Altınay da

Yo ksul adamın oğ lunu seviyor.

Kızın babası reis,

Katıyor u zun yollar aralanna:

Otlaklar u zanıyor sonsuza ve yaz devam ed iyor şarkısına.

Otlaklar dalga dalga,

Göğün kıyısı gri,


Reis, Doğu'ya ve uzağa

Yo lluyor Nehiryeli'n i,

Güçlü büyüyü arasın diye

Sabahın hemen kenarcığ ında,

Otlaklar dalga dalga ve gri göğün kıyısı.

Ah Nehiryeli, nerelere gittin sen?

Ah Nehiryeli, güz geliyor sessizden.

Nehir kenarına oturdum

Şafağı seyrediyoru m, A ma güneş dağlan aşarak yalnız doğuyor.

Otlaklar soluyor, Ölüyor yaz yeli,

Geri geliyor, Taşların karanlığını taşıyor gözleri.

Mavi bir asa taşıyor

Bir bu zul kadar parlak:

Otlaklar soluyor ve ölüyor yaz yeli.

Otlaklar narindir

Alev kadar sapsarı,

Reis alayla boşa diyor,

Nehiryeli'nin iddiası

Emir veriyor halkına

Taşlasınlar diye genç savaşçıyı:

Otlaklar narindir ve al$v kadar sapsan.

Otlaklar soldu da

Kapıyı çald ı sonbahar.


Katıldı kız da âşığına,

Yakından vızıldıyor taşlar,

Asa parlak maviy le ışıl ışıl

Ve ikisi yok oluyor: Otlaklar soldu ve kap ıyı çaldı sonbahar.

39

Kızın eli son notayı çalarken salona ağır bir sessizlik hakimd i. Derin b ir nefes alan kız lavtayı yaşlı adama geri
verdi ve bir kez daha gölgelere çekildi.

"Teşekkür ederim canım," dedi yaşlı adam gülü mseyerek.

"Şimdi bir öykü din leyebilir miyim art ık?" diye s ordu çocuk istekli istekli.

"Elbette," diye cevap verdi yaşlı adam ve sandalyesine yerleşti. " Evvel

zaman içindebüyüktanrıPalad ine..."

"Paladine mı?" diye sözünü kesti adamın çocuk. "Hiç, Paladine isminde j bir tanrı duymamıştım."

Yakındaki masada oturan Yü ksek Teokrat'tan bir ho murdan ma sesi geldi. Tanis, yüzü kızarmış, kaşları çatılmış
Hederick'e baktı. Yaşlı adam fark et memiş gib iydi.

"Paladine kad im tanrılardan biridir çocuk. Uzun zamandır kimse ona tapın mıyor."

"Neden ayrıldı?" diye sordu küçük oğlan.

"O ayrılmad ı," diye cevap verdi yaşlı adam ve tebessümü hüzünlendi. " insanlar onu, Afet'ten sonraki karan lık
günlerde terk etti. Dünya üzerindeki y ıkımın suçunu, kendilerinde arayacaklarına -ki öyle yap maları gerekirdi-
tanrılara yükled iler. Sen hiç 'Ejderha'n m Ilah isi'ni duymadın mı?"

"A, tabii," dedi çocuk şevkle. "Babam ejderhaların h iç yaşamamış olduklarını söylese de ben ejderha masallarına
bayılırım. Ben onlara inanıyoru m ama. Günün birinde bir tanesini görmeyi ço k istiyorum!"

Yaşlı adamın yüzü ihtiyarlamış ve hüzünlen mişti sanki. Küçük oğlanın saçların ı okşadı. "Dilediğ in şey konusunda
dikkatli ol oğul," dedi yavaşça. Sonra sessizleşti.

"Öykü..." diye hatırlattı çocuk.

"A, evet. Evet, evvel zaman içinde Paladine, çok büyük bir şövalye olan Hu ma'n ın duasını duymuş..." " 'Ilahi'deki
Hu ma mı?"
"Evet, o Hu ma. Hu ma ormanda kaybolmuş. Gezin miş, gezin miş ama sonunda bir daha yurdunun toprakların ı hiç
göremeyecek d iye ü mitsizliğe kapılmış. Paladine'a yardım et mesi için dua et miş ve Paladine an iden önünde a k bir
erkek geyik olarak belirmiş." "Hu ma onu vurmuş mu?" diye sordu çocuk.

"Vurmaya davran mış ama gönlü elvermemiş. O kadar şahane bir hayvana kıyamamış. Geyik sıçray ıp uzaklaşmış.
Sonra durup Hu ma'ya bakmış, sanki bekler g ibi. Hu ma onu takip et meye başla mış. Gece gündüz izlemiş geyiği, ta ki
onu anayurduna götürünceye kadar. Sonra tanrıya şük--anlarım sunmuş, Palad ine..."

"Dinsizlik bu!" diye hırladı bir ses yüksekçe. Bir sandalye çarpıhrcasma geriye çekild i.

Tanis, bir yandan seyrederken bir yandan bira kupasını masaya bırakt ı. Masadaki herkes içmeyi bırakmış sarhoş
Teokrat'a bakıyordu.

"Dinsizlik bu!" Ayakları ü zerinde doğru dürüst duramayan Hederick yaşlı adamı işaret etti. "Kâfir! Gençlerimizi
bozuyorsun! Şeni divana götü-receyim yaşlı adam." Arayacı b ir adım geriye g itti, sonra yeniden ileriye sendeledi.
Tüm salona mağrur bir edayla bakt ı. "Muhafışları sağırın!" Heybetli b ir hareket yaptı. " Bu adamı ve şu kadını iffetşiş
şarkılar söylediği için tutuklasınla r. Belli ki b ir cad ı bu! Bu asayı inceleteceğim!"

Arayıcı, ona tiksintiy le bakmakta o lan barbar kadına doğru sendeleyerek git meye başladı. Beceriksizce kadın ın
asasına doğru uzandı.

"Hayır," dedi A Hmay adlı kadın serin kanlılıkla. "O benim. Onu alamazsın."

"Cadı!" diye alay etti Arayıcı. "Ben Yü ksek Teo krat'ım! Ne istersem onu alırım."

Asaya doğru yeniden hamle yapmaya girişti. Kadının u zun boylu yolarkadaşı ayağa kalkt ı " Reisin Kızı onu
alamayacağını söyledi," dedi adam sertçe. Arayıcı'yı geriye itti.

Uzun boylu adam sertçe it memişti ama sarhoş Teokrat'ın dengesini tamamıy la kaybetmesine neden oldu. Deliler gibi
çırpınan kollan dengesini sağlamaya çalıştı. İleri doğru sendeledi -fazla ileriye- res mi cüppesine takıldı ve kafa üstü
gürlemekte o lan ateşe düştü.

Bir h ışırt ı ve ani b ir ışık p ırılt ısından sonra yanan etin insanın içini kaldıran ko kusu yayıldı ortalığa. Ayağa fırlayıp
deliler g ibi dön meye başlayan deliye dönmüş Teokrat'm çığ lığı sessizliğe darbe gibi in mişti. Adam can lı bir
meşaleye dönmüştü!

Tanis ile diğerleri hareket edemeden oturdukları yerde kalakalmıştı, olan olay ın şokuyla. Sadece Tasslehoff'un ileri
atılarak adama yardım edecek kadar aklı başındaydı. Fakat Teokrat çığ lıklar atarak kollarını sallıyor, g iysilerin i ve
bedenini yok eden alevleri yelliyordu. Küçük kenderin ona yardım edebilmesi mü mkün değild i.

"Al!" Yaşlı adam barbarın tüylerle süslü asasını alarak kendere uzattı. "Bununla vur da yere düşsün. Sonra ateşi
boğabiliriz."

Tasslehoff asayı aldı. Bütün gücünü kullanarak savurdu ve Teokrata tam göğsünden vurdu. Adam yere düştü.
Kalabalıktan bir hayret nidası yükseldi. Tasslehoff ise elinde asayla, ayaklarının d ibindeki görüntüye hayretle
bakarak, ağzı b ir karış açık kalakaldı.
Alev hemen kaybolmuştu. Adamın cüppesi sapasağlamdı, hiç zarar görmemişti. Teni de pembe ve sıhhat içindeydi.
Adam yüzünde korku ve deh-Şet ifadesiyle oturdu. Ellerine ve cüppesine baktı. Derisinin ü zerinde bir iz b ile
görünmüyordu. Cüppelerinden tüten en ufak bir kıv ılcım bile yoktu
"Onu iyileştirdi," diye ilan etti yaşlı adam yüksek sesle. "Asa! Asaya bakın!"
Tasslehoff'un gözleri, elindeki asaya kaydı. Asa mavi kristalden yapılmıştı ve parlak mavi bir ışıkla
ışıl ısıldı!
Yaşlı adam bağırmaya başladı. "Muhafızlara haber verin! Kenderi ru-tuklayın! Barbarları
tutuklaym! Arkadaşlarım rutuklayın! Onlann bu şövalyeyle birlikte geldiklerini gördüm." Sturm'ü işaret
etti.
"Ne?" Tanis ayağa sıçradı. "Delirdin mi sen ihtiyar?"
"Muhafızları çağırın!" Söz yayılmıştı. "Gördünüz mü...? Mavi kristalden asayı? Bulduk onu. Artık
bizi rahat bırakacaklar. Muhafızları çağırın!"
Teokrat sendeleyerek ayağa kalktı, yüzü solgun yüzü perçem perçem kızarmıştı. Barbar kadınla
yolarkadaşı ayağa kaltı, yüzlerinde korku ve telaş vardı.
"Kötü cadı!" Hederick'in sesi hiddetle titriyordu. "Beni kötülük kullanarak iyi ettin! Ben bedenimi
temizlemek için yanarken, sen de ruhunu temizlemek için yanacaksın!" Bu sözle birlikte uzanan Arayıcı
kimse onu durdu-ramadan elini yeniden alevlerin içine daldırdı! Acıyla dişlerini sıkmasına rağmen hiç
bağırmadı. Sonra kömür olmuş kara elini tutarak, acıyla yamul-muş yüzünde korkunç bir tatmin bakışıyla
döndü ve mırıldanmakta olan kalabalık arasından sendeleyerek geçti.
"Buradan ayrılmanız lâzım!" Tika koşarak Tanis'e doğru geldi, nefes nefese. "Bütün kasaba o asayı
arıyordu! O kukuletalı adamlar Teokrat'a eğer asayı saklayan birini bulacak olurlarsa bütün Solace'ı yok
edeceklerini söyledi. Kasaba halkı sizi muhafızlara teslim eder!"
"Ama o bizim asamız değil!" diye itiraz etti Tanis. Yaşlı adama baktı ve adamın yüzünde bir
memnuniyet ifadesiyle sandalyesine dayanmış olduğunu gördü. Yaşlı adam Tanis'e gülerek göz kırptı.
"Size inanırlar mı zannediyorsun?" Tika ellerini ovuşturuyordu. "Bak!" Tanis arkasına baktı. İnsanlar
onlara kötü körü bakıyorlardı. Kimileri kupalarını sıkı sıkı kavramışlardı. Diğerleri ellerini kılıçlarının
kabzasına doğru götürüyordu. Aşağıdan gelen sesler gözlerini arkadaşlarına çevirmesine neden oldu.
"Muhafızlar geliyor!" diye bağırdı Tika. Tanis ayağa kalktı. "Mutfaktan çıkmamız lâzım." "Evet!" Kız
başını evet anlamında salladı. "Daha oraya bakmazlar. Ama H acele edin. Burayı kuşatmaları pek
zamanlarını almaz." i| Yıllarca ayrı kalmış olmak, dostların tehlike anında bir ekip olarak çalış-; ma
kabiliyetlerini p*k etkilememişti. Caramon parlak miğferini takmış, kı-ı hanı çekmiş, bohçasını sırtlamış
ve kardeşinin ayağa kalkmasına yardım
"A!" diye bağırdı Tas gülerek. "Bira buradan yukarı çıkıyor ve çöpler

aşağı iniyor." İpte sallan ıp, kol ve bacaklarım kullanarak ko laycacık aşağı

yaindi
"Böyle olduğu için ço k ü zgünüm," diye ö zür diledi Tika Altınay'dan, "fakat buradan tek çıkış burası."

"İpten aşağıya inebilirim." Sonra kad ın gülü mseyerek ekledi, "gerçi bunu yıllar önce yaptığımı itiraf et meliyim."
Asasını yolarkadaş ma vererek sağlam ipe tutundu. Bir elini diğeri ü zerine atarak yavaş yavaş, beceriyle alçalmaya
başladı. Yere indiğ inde yolar-kadaşı asasını attı, ipe sıçradı ve delikten aşağıya indi.
"Sen nasıl ineceksin Raist?" diye sordu Caramon, yüzü endişeyle kırışa- : rak. "Seni sırtımda taşıyabilirim..."

Raistlin'in gözleri Tanis'i hayretler içinde bırakan bir h iddetle şimşekler çaktı. "Kendi başıma inebilirim!" diye t ısladı
büyücü. Kimse ona engel ola -madan adımını deliğin kenarına at ıp boşluğa atladı. Herkes nefes ini tutarak aşağıya
baktı, Raistlin'in yere düşmesini bekledi. A ma bunun yerine giysileri etrafında dalgalanan büyücünün aşağıya doğru
süzüldüğünü gördüler. Asasındaki kristal parıl parıl parlıyordu.
"Tüylerimi d iken diken ediyor!" diye homu rdandı Flint Tanis'e.

"Acele et!" Tanis cüceyi ileri doğru itti. Rint ipi yakalad ı. Onu Caramon izledi, koca adamın ağırlığ ı ipin bağlan mış
olduğu dalın gıcırdamasına neden oldu.
"En son ben ineceğim," dedi Sturm, kılıcını çekerek.
"Çok iyi." Tan is tartışman ın bir işe yaramıyacnğını b iliyordu. Yay ıyım ve sadağını sırtına asarak ip i tuttu ve aşağıya
in meye başladı. Aniden elleri kaydı. İp in ayalarını sıyırmasına mani o lamadan ipten aşağıya kay maya başladı. Yere
varınca çekinerek ellerine bakt ı. Ayaların ın derisi sıyrılmış, kanıyordu. Fakat bunu düşünecek vakit yoktu. Yu karı
bakarak Sturm'ün in mesini izledi.
Tika'nın yüzü delikte belirdi. "Benim evime gid in!" dedi ağız hareketleriy le, ağaçlara doğru işaret ederek. Sonra
kayboldu.
"Ben yolu biliyoru m," dedi Tasslehoff gözleri heyecanla parlayarak. "Ben i izley in."

Hepsi merd ivenlerden tırmanıp Han'a giren muhafızların sesini duyarak kenderin peşinden seyirtti. Solace'ta yerde
yürümeye alışık olmayan Tanis kısa bir süre sonra kaybolmuştu. Tepesinde köprü -yolları ve ağaç yaprakları arasında
parlayan sokak ışıklarını göreb iliyordu. Yönünü tamamen şaşırmıştı ama Tas kendinden emin bir şekilde ilerlemeye
devam ediyor, koca vallenağaçları arasında dolana dolana gidiyordu. Han'daki gürültü sesleri azalmıştı.

"Bu gecelik Tika'nın ev inde kalırız," diye fısıldadı Tanis Sturm'e, ağaçların alt ındaki çalılıkların arasından geçerken.
"Bizi tanıyan olup da evlerimizi aramaya karar verirlerse diye. Sabaha herkes bu olayı unutmuş olur. Bozkırhları
benim eve götürüp birkaç gün dinlen melerini sağlarız. Sonra, Yüce Arayanlar Divanı'n ın onları din leyeceği Liman'a
yollarız barbarları. Ben de onlarla birlikte gidebilirim belki -şu asayı merak ettim."
Sturm başıyla onayladı. Sonra Tan is'e bakarak o ender, melan kolik te-bessümüyle gülü msedi. " Evine hoşgeldin,"
dedi şövalye.
"Sen de." Yarımelf sırıttı.

Her ikisi de karanlıkta Caramon'a bindirerek aniden durmak zorunda


kald ılar.

"Geldik galiba," dedi Caramon.


Ağaç dallarına asılı sokak lambalarında, Tasslehoff un ağacın dallarına b ir lağım cücesi gib i tırmandığın ı gördüler.
Diğerleri daha yavaş takip ediyor, Caramon kardeşine yardımcı oluyordu. Tanis, ellerindeki acıdan dişini sıkarak
hızla seyrelmeye başlayan güz yapraklan arasından yavaş yavaş tırmanıyordu. Tas, bir h ırsız hüneriy le kendin i
sundurma korku luklarından yukarı çekiverdi. Kender kapıya doğru kay ıverip köprü -yolunu sağdan sola kontrol etti.
Üzerinde kimseyi görmeyince diğerlerine işaret etti. Sonra kilid i kontrol ederek kendi kendine memnuniyetle güldü.
Kender torbalarının b irinden bir şey çıkarttı. Birkaç saniye içinde Tikn 'nın evin in kap ısı açılmıştı bile.
"Buyrun, buyrun," dedi, evsahibi rollerinde.

Hepsi küçük ev in içine doluştular, u zun boylu barbar tavana çarpmamak için başını eğ mek zo runda kalmıştı. Tas
perdeleri kapattı. Sturm hanımefendi için bir sandalye buldu ve uzun boylu barbar kadın ın arkasında durdu. Raistlin
ateşi canlandırdı.
"Etrafı gözleyin," dedi Tanis. Caramon başıyla onayladı. Savaşçı zaten bir pencereye yerleşmiş karan lığa doğru
bakıyordu. So kak lambasının ışığı odanın perdelerinden süzülüyor, duvarlara kara gölgeler düşürüyordu. Uzun süre
kimse konuşmadan birbirine bakt ı.
Tanis oturdu. Gö zleri kad ına döndü. "Mavi kristalden asa," dedi sessizce. "Adamı iy ileştirdi. Nasıl yaptı?"
"Bilmiyoru m." Kad ın kekeledi. "U-u zun süredir bende değil."

Tanis ellerine indird i bakışların ı. İpin derileri sıyırdığı yerler kanıyordu. Ellerin i kadına u zattı. Yü zü soluklaşan
kadın ona asayla yavaşça dokundu. Asa mavi mavi parlamaya başladı. Tanis, zayıf bir sarsıntının bedenini
karıncalandırd ığını hissetti. Daha bakarken ayalarındaki kan yok o larak deri pürüzsüz b ir hale geld i, izler yok oldu
ve kısa bir süre sonra acısı tamamen dindi.
"Gerçek tedavi!" dedi korkuyla.
45

a kaçış.

Raistlin ocak başına oturarak ellerini küçük ateşin sıcaklığında

koğuşturmaya başladı. Kadın ın kucağında duran mavi kristalden asaya dikkatle bakarken altın gözleri alevlerden
daha parlak duruyordu.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Tanis.

"Eğer bir şarlatansa, iyi bir şarlatan/' diye belirtti düşüncesini Raistlin düşünceli d üşünceli.

"Solucan! Sen Reisin Kızı'na şarlatan demeye cesaret edersin ha!" Uzun boylu barbar Raistlin'e doğru bir adım attı,
kara kaşları sert bir biçimde ça -tılmıştı. Caramon'un boğazından alçak, gurultulu bir ses çıktı ve pencereden ayrılarak
kardeşinin yan ma gitti.
"Nehiryeli..." Sandalyesine yaklaşırken Alhnay elini adamın koluna koydu. "Lütfen. Kötü bir şey kastetmedi. Bize
güvenmemeye haklan var. Bizi tanımıyorlar."
'Tîiz de onlan tanımıyoru z," diye ho murdandı adam.

"İncelemem mü mkün mü acaba?" dedi Raistlin.

Altmay başıyla onaylayarak «asayı uzattı. Büyücü uzun, kemikli kolunu uzat ırken, ince elleri asayı tutmak için
şevkle uzandı. A ma tam Raistlin asaya dokunduğu anda parlak mavi bir şimşek çaktı, bir çatırtı sesi duyuldu.
Büyücü şok ve acıyla bağırarak elini geri çekt i. Caramon ileri at ıld ı ama
kardeşi onu engelledi.

"Hayır Caramon," d iye fısıldadı Raistlin kaba bir sesle, yaralan mış elini oğuşturarak. "Han ımın bu işle b ir ilgisi
yok."
Gerçekten de kadın asaya hayretle bakıyordu.

"Ne o halde?" diye sordu Tanis öfkeyle. "Aynı anda hem tedavi eden hem de yaralayan bir asa mı?"

"Sadece sahibini tanıyor." Raistlin gözleri panldayarak dudakların ı ıslattı. "Bakın. Caramon asayı al."
"Ben almam!" Savaşçı bir yılandan kaçar gibi geriledi.

"Asayı al!" diye emretti Raistlin.


Gönülsüzce t itleyen elini uzattı Caramon. Parmakları asaya gitgide yaklaştıkça ko lu seyirmeye başlamıştı. Bir acı
beklentisiyle gö zlerini kapatıp dişlerin i sıkarak asaya dokundu. Hiçb ir şey olmad ı.
Caramon'un gözleri hayretle açıldı. Asayı kavradı, koca eliyle kaldırdı

ve sırıttı.
"Bakın." Raistlin, seyircilerine bir nu mara gösteren sihirbaz edasıyla işaret etti. "Sadece yalın bir iyiliğe sahip
olanlar, kalbi temiz olanlar" -iğneleyici sözleri insanı ısınyordu- "asaya dokunabilir. Bu gerçekten şifa veren, bir
tanrı tarafından kutsanmış bir asa. Büyü değil. Benim duyduğum hiçbir büyülü eşyanın tedavi etme gücü yoktur."
"Susun!" diye emretti, pencerede Caramon'un yerin i almış olan Tassle-hoff. "Teokrat'ın muhafızları!" diye uyardı
yavaşça.
Kimse konuşmadı. Vallenağaçının dalları arasında uzanan köprü -yollar üzerinde koşan goblinlerin şapıdak şapıdak
ayak seslerini duyuyorlardı.
"Tek tek evleri arıyorlar!" diye fısıldadı, ko mşu kap ının vurulmasın ı din leyen Tanis kulaklarına inan mayarak.

"Arayanlar adına kapıy ı açın!" diye karga gibi öttü bir ses. Bir sessizlik oldu, sonra aynı ses yine duyuldu: "Evde
kimse yok, kapıyı kıralım mı?"
"Yok ya," dedi başka bir ses. "Biz sadece Teokrat'a haber verelim, o kendi kırsın kapıyı. A ma eğer kilit li olmasayd ı
başka -o zaman içeri g irmeye
iznimiz o lurdu."

Tanis, karşısındaki kapıya bakt ı. Ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Kapıyı kapatıp sürgüsünü
çektiklerine yemin edebilirdi...ama . Şimd i aralık duruyordu!
"Kapı!" diye fısıldadı. " Caramon..."

Fakat savaşçı kapının arkasında durmak için, sırtı duvara dönük, dev elleri kasılarak hareket et mişti b ile.
Ayak sesleri şaplayarak kapının d ışında durdu. "Arayanlar adına kapı-1 yi açın." Goblin kapıy ı yu mruklamaya
başladı, kapı kendiliğinden açıldı f ğ ındaysa da hayret içerisinde kalakald ı.
"Burası boş," dedi biri. "Devam edelim."
"Hiç hayal gücün yok Gru m," dedi diğeri. "Birknç parça gü müş topla-1 mak için şans geçti işte elimize."

Açık kapın ın kenarından bir goblin başı belirdi. Gö zleri, o mzunda as a- j sıyla sakin sakin oturan Raistlin'i görmeye
başladı. Goblin önce telaşla ho-1 murdandı, sonra gülmeye başladı.
"Oh oh! Bak neler bulduk! Bir asa!" Goblinin gö zleri pnrıldndı. Raist -lin 'e doğru bir ad ım attı, arkadaşı da hemen
arkasından. "Asayı bana ver!"
"Tabii," diye fısıldadı büyücü. Kendi asasını uzattı. "Şırak," dedi. Kristalden top ışıkla alev lendi. Goblinler
viyaklayarak gözlerin i kapatıp kılıçlarına davrandılar. Tam o anda Caramon kapının arkasından sıçrayarak goblinler!
boyunlarından yakalad ı ve kafalarını, insanın içini kaldıran bir gümbürtü ile birb irine vurdu. Goblin bedenleri, leş
kokulu b ir yığın halinde çöktüler.
"Öldüler mi?" diye sordu Tanis; Caramon, Raistlin'in asasmdaki ışıkla onları incelemek için eğilince.
"Korkarım ölmüşler." Koca adam için i çekt i. " Çok sert vurdum onları."
"Eh, bu son damlaydı," dedi asık b ir yüzle Tanis. "Teokrat'ın iki muha- i fızını daha öldürdük. Artık bütün kasabayı
silahlı adamlarla doldurur. A r-: tık b irkaç gün de gizlenemey iz -buradan hemen ayrılmamız lâ zım! Ve siz j ikiniz"
-barbarlara döndü- "bizimle gelseniz hiç fena olmaz."
"Hangi cehenneme gidiyoru z," diye mırıldandı Flint huzursuzca.
"Nereye gidiyordunuz?" diye sordu Tanis Nehiryeli'ne.

"Liman'a gid iyorduk," diye cevap verdi barbar gönülsüzce.


"Orada bilge kişiler vardır," dedi A ltınay. "Onların bize bu asa hakkında bir şeyler anlatabileceklerini u muyorduk.
Gö rüyorsunuz ya, söylediğim j şarkı...doğruydu: Asa hayatımızı kurtard ı..."
"Bunu daha sonra anlatırsınız," diye sözünü kesti Tanis. "Bu muhafızlar ] raporlarım vermeye g it meyince So lace'taki
her goblin ağaçlarda arı oğulları g ibi toplaşacaktır. Raistlin ışığı söndür."
Büyücü başka bir sözcük söyledi, "Du lak." Kristal titreşti sonra ışık geçti.
"Cesetleri ne yapacağız?" d iye sordu Caramon ölü goblin lerden birin i çizmeli ayağıyla dürterek. "Sonra Tika'ya ne
olacak? Onun başı derde gir- '
mez mı i
i?"

\
"Cesetleri b ırakın." Tan is'in aklı çabuk çalışıyordu. "Ve kap ıyı kırın. Sturm, b irkaç masa devir. San ki buraya zorla
girip, bu tiplerle dövüşe tutuşmuşuz havası verelim. Öy le olursa Tika'nın başı fazla derde g irmez. O akıllı bir kızdır
-bir yolunu bulur."
"Yiyeceğe ihtiyacımız o lacak," diye beyan etti Tasslchoff. Mutfağa koşup, rafları karıştırarak ekmek somunlarını ve
yenebilecek her şeyi torbalarına doldurmaya başladı. Flint'e bir tulu m dolusu şarap attı. Slurm b irkaç sandalyeyi ters
çevirdi. Caramon cesetleri, sanki çok şiddetli bir dövüşte ölmüşler gib i yatırd ı. Bo zkırhlar geçmekte o lan ateşin
önünde durmuşlar, tereddüt içinde Tanis'e bakıyorlard ı.
"Ee?" dedi Sturm. "Şimd i ne yapıyoru z? Nereye gid iyoruz?" Aklından yapılacak şeyleri geçirerek bir duraksadı
Tanis. Bo zkırhlar doğudan gelmişlerdi ve -eğer anlattıkları doğru ise ve kab ileleri onları öldürmek istiyorsa- o tarafa
geri dönmek istemeyeceklerd i. Grup güneye gidebilird i, elf krallığına fakat Tan is, yurduna dönme konusunda garip
bir isteksizlik duyuyordu. Aynı zamanda elflerin, gizli şehirlerine yabancıların girmesinden hoşlanmayacakların ı
biliyordu.
"Kuzeye gideceğiz," dedi sonunda. "Kavş ağa kadar bu ikisine eşlik edeceğiz, sonra ne yapacağımıza karar veririz.
İsterlerse güney batıya, Liman'a giderler. Ben ku zeye devam edip orduların toplandığı yolunda çıkartılan
söylentilerin doğru olup olmad ığını kontrol et meyi p lanlıyorum." " Ve belki de Kit iara'ya. rastlamayı," d iye fısıldadı
Rmstlirı kurnazca Tanis kızard ı. " Bu plan uygun mu?" diye sordu etrafına bakınarak. "Aramızda en yaşlımız
olmadığın halde en akıllı sensin Tanis," dedi Sturm. "Sen i izleyeceğiz -her zamanki g ibi."
Caramon başıyla onayladı. Raistlin kap ıya doğru gidiyordu bile. Flint homurdanarak şarap tulu munu sırtladı.
Tanis, kibar bir elin ko luna dokunduğunu hissetti. Döndüğünde güzel barbarın berrak mav i gözlerine bakıyordu.

"Müteşekkiriz," dedi A ltınay yavaşça, sanki takd irlerini sunmaya pek ahşık değilmiş gibi. " Yaşamların ızı bizim için
tehlikeye at ıyorsunuz, üstelik biz yabancıyız."
Tanis gülümseyerek kadının elini kavrad ı. " Ben, Tanis. İkizler, Cara-mon ve Raistlin'dir. Şövalye olan, Sturm
Brightblade. Flint Fireforge şara-bl taşıyor ve Tasslehoff Burrfoot da bizim becerikli çilingirimiz. Sen A ltı-nay'sın, o
da Nehiryeli. Evet -artık yabancı değiliz."
Altınay yorgun yorgun gülümsedi. Tanis'in ko luna dokundu, sonra ka-Ptya doğru ilerleyerek yeniden sade ve
özelliksiz görünü münü almış asası-na dayandı. Tanis kadın ı gözleriyle izledi, başını kaldırd ığında Neh irye-

li'nin kendisini gözlediğim gördü; barbann yüzü anlaşılması imkânsız bir


maskeydi.
"Evet," diye düzeltti Tanis sessizce, "bazılarımız artık yabancı değiliz."
Çok geçmeden, Tas önde, diğerleri arkada hepsi gitmişti. Tanis bir an için, enkaza dönmüş oturma
odasında tek başına durdu, goblinlerin cesetlerine bakarak. Yıllar süren, yalnız geçen yolculuklardan sonra
huzur içinde eve dönmüş olması gerekiyordu. Konforlu evini düşündü. Yapmayı planladığı şeyleri geçirdi
aklından -Kitiara ile yapmayı planladığı şeyleri. Uzun kış gecelerini, Han'daki ocak başı masallarım, sonra
evine geri dönüşü, kürk örtüler altında gülüşmelerim, her yanın karlarla kaplı olduğu sabahlarda geç
vakitlere kadar uyumayı planladığını düşündü.
Tanis tüten küllere bir tekme atarak dağıttı. Kitiara geri gelmemişti. Goblinler sakin kasabasını istila
etmişti. Bir avuç yobazdan kurtulmak için, büyük bir ihtimalle bir daha geri dönmemecesine gecenin içine
kaçıyordu.
Elfler zamanın nasıl geçtiğini anlamazlar. Yüzlerce yıl yaşarlar. Onlar için mevsimler, sağanak bir
yağmur gibi gelir geçer. Fakat Tanis yan insandı. Bir değişimin yakın olduğunu algılıyor, insanların fırtına
öncesi hissettikleri sıkıntı veren huzursuzluğu hissedebiliyordu.
İçini geçirerek başını salladı. Sonra kırılmış kapıdan çıktı, kapıyı tek bir menteşesi üzerinde deliler gibi
sallanırken bırakarak.
50

Flint'e,veda oklar uçuşuyor, Yildızlardaki mesaj

Tanis sundurmanın ü zerinden sallanarak, ağaç dallan arasından yere atladı. Diğerleri, karan lıkta bir araya
toplanmışlar, üstlerindeki dallarda sallanan sokak lambalarının ışıklarından sakınarak onu bekliyorlardı. Kuzeyden
esen serin bir rüzgar çıkt ı. Tan is arkasına bakarak diğer ışıklan, onlann peşine düşenlerin ışıklarını gördü.
Kukuletasını ba-Şina geçirerek hızla ilerled i.
"Rüzgar döndü," dedi. "Sabaha yağmur başlar." Rüzgann savurduğu lambaların ürkütücü ve dans eden ışıklan alt ında
küçük gruplarına bakt ı. A ltınay'ın yüzünde yorgunluk izleri vardı. Nehiryeli'nin yüzünde gücün kayıtsız bir maskesi
vardı ama o mu zlan çökmüştü. Tir tir titreyen Raistlin "ir ağaca yaslanmış nefes almaya çalışıyordu.
Tanis, sırtını rü zgara karşı kamburlaştırdı. "Sığ ınacak b ir yer bulmamız gerek," dedi. "Dinlenebileceğimiz bir yer."
51

"Tanis..." Tas yarım-elfin pelerin ini çekiştirdi. "Bir kayıkla gidebiliriz Kristalmir Gölü pek u zakta değil. Diğer
tarafta mağaralar var, sonra yarın ki yürüyüşümüzü de kısalt mış oluru z."
"Bu güzel bir fikir Tas ama b ir kayığ ımız yok."

"Sorun değil." Kender sırıttı. Küçük yüzü ve sivri kulakları, bu ürkütül cü ışık altında özellikle daha da çok cine
benzemesine neden oluyordu. Tai n iş, Tas'ın bütün olup bitenlerden çok eğlendiğin i fark e tti. İçinden kende ri tutup
sarsmak, ona ne kadar büyük bir tehlike içinde oldukları hakkında vaaz et mek geldi. Fakat yarımelf bunların
yararsız olacağını biliyordu;! Kenderlerin korkuya karşı bağışıklıkları vard ır.
"Kayık iyi bir fikir," diye tekrarladı Tanis, bir an düşündükten sonr "Sen önü çek. Ve sakın Flint'e söyleme," diye
ekled i. " Ben o işi hallederim.!
"Tamam!" Tas kıkırdadı ve arkadakilere doğru kaydı. " Beni izleyin," di| ye seslendi hafifçe ve bir kez daha yola
koyuldu. Anca kendi sakalı duya| çak şekilde söylenen Flint kenderin peşinden topallayarak gitti. Cüceyi Al| t ınny
izliyordu. Neh iryeli gruptaki herkese çabuk çabuk, düşünceli bakış lar gezdirdikten sonra kadının ard ından yola
düştü.
"Bize güvendiğini zannetmiyoru m," d iye gözlemled i Caramon.

"Sen olsaydın güvenir miyd in?" diye sordu Tanis, koca adama bakaral Caramon'un ejderha miğ feri titreşen ışıklarda
pırıldadı; rüzgar ne zamar pelerinin i açsa zincirli zırh ı gözler önüne seriliyordu. Uzun bir kılıç kalır bacaklarında
tangırdayıp duruyor, kısa bir yay ile sadağı o mzuna asılmışj bir kama da kemerinden dışarı çıkmış duruyordu.
Kalkanı, dövüşlerden tahrip olmuş, ezilmişti. Dev, her şeye hazırdı.
Tanis, üç yüzyıl önce gözden düşen şövalyelerin zırh ını gururla taşıyan! Sturm'e bakt ı. Sturm, Caramon'dan sadece
dört yaş daha büyük olduğu! halde şövalyenin sıkı, d isiplinli yaşamı, yo ksulluğun getirdiği zorluklar vel sevgili
babasını o melankolik arayışı zaman ından önce yaşlanmasına-y ol aç-J mıştı. Yirmi dokuz yaşında olduğu halde,
kırk yaşında görünüyordu.
Tanis, ben de olsaydım bize güvenmezd im, diye düşündü.

"Planın ne?" diye sordu Sturm.


"Kayıkla gideceğiz," d iye cevap verdi Tanis. Mİ " Ya!" Caramon kıkırdadı. "Flint'e daha söylemed iniz mi?" <!
"Hayır. Onu bana bırakın."
"î "Kayığı nereden bulacağız?" diye sordu Sturm kuşkuyla. '; " Bilmesen daha iyi," dedi yarımelf.

Şövalye kaşlarını çattı. Gözleri, çok ön lerinde, bir gölgeden diğerine ka-^ yıveren kenderi izledi. "Bundan hiç
hoşlanmadım Tan is. Önce katil olduk,; şimdi de hırsız olmak ü zerey iz."

"Ben kendimi katil g ibi görmüyoru m." Caramon ho murdandı. " Goblin ler sayılmaz."

Tanis, şövalyenin Caramon'a bakt ığını gördü. "Ben de bunlardan hoşlanmıyoru m Sturm," dedi tereddütle, bir
tartışma çıkmamasını u marak. "Fakat bu bir gereklilik meselesi. Bozkırhlara bak -onları ayakta tutan tek şey
gururları. Raistlin'e bak..." Hepsinin gözü kuru dallar arasında ayaklarını sürüyerek hep gölgelerde ilerleyen
büyücüye kaydı. Bütün yükünü asasına veriyordu. Ara sıra, kuru b ir ö ksürük narin bedenini harap ediyordu.
Caramon'un yüzü karardı. "Tanis haklı," dedi yavaşça. "Raist daha fazlasına dayanamaz. Yanına git meliyim."
Şövalye ile yarımelfi b ırakarak, ikizinin iki büklü m olmuş, cüppeli suretine yetişmek için aceleyle ilerledi.
"Dur sana yardım edeyim Raist," diye fısıldadığın ı duydular Caramon'un.

Rnistlin ku kuletalı başını hayır an lamında sallayarak, kardeşinin temasından kaçındı. Caramon o mu zların ı silkerek
kolunu indirdi. A ma yine de koca savaşçı gerekt iğinde yardım et mek için narin kardeşine yakın kald ı,."Neden b una
katlanıyor?" diye sordu Tanis yavaşça.
"Aile. Kan bağı." Sturm'ün sesi dalgındı. Daha başka şeyler de söylemek ü zereydi ki gözleri, Tanis'in insan kılları
bitmiş yüzüne kaydı ve sustu. Tanis onun bakışını gördü, şövalyenin ne düşündüğünü biliyordu. Aile, kan bağı -bu
yetim kalmış yarımelfin bilemeyeceği şeylerdi.
"Haydi," dedi Tanis birdenbire. " Geri kalıyoru z."
Az sonra Solace'in vallenağaçlarını geride b ırakmışlar, Kristalmir Gö lü'nü çevreleyen çam ormanına girmişlerd i.
Tanis arkalarındaki, boğuk bağırt ıları duyabiliyordu. "Cesetleri bulmuş olmalılar," d iye tahminde bulundu. Sturm
ciddi bir yüzle ve baş hareketiy le onayladı. Aniden, Tasslehoff, tam yarımelfin burnunun dibinde gölgelerden çıkıp,
sanki maddeleşivcrmişti.
"Göle kadar yarım milden biraz daha fazla yolu mu z var," dedi Tas. "Sizi yolun ormandan çıktığ ı yerde buluru m."
Belli belirsiz bir işaret yaparak Tanis daha tek bir söz edemeden kayboldu. Yarımelf arkasına, Solace'a "aktı. San ki
daha çok ışık vardı ve onların yönüne doğru hareket ediyorlard ı. Büyük b ir ihtimalle yollar kesilmişti.
Kender nerede?" diye homurdandı Flint ormandan geçerlerken. Tas, bizimle gölün orada buluşacak," diye cevap
verdi Tanis. Gö l mü?" Flint'in gö zleri telaşla büyüdü. "Ne gölü?" Buralarda sadece tek bir gö l var Flint," dedi Tanis,
Sturm'e gülmemek 9lr> kendin i zor tutarak. "Haydi. Yola devam etsek fena olmayacak." Elf görüş yeteneği
sayesinde önlerindeki sık orman içinde kaybolmaya başla-"an Caramon'un geniş kızıl hatlarını ve kardeşinin daha
ince kızıl suretini S°rebiliyordu.

"Ben sadece bir süre ormanda gizleneceğiz zannetmiştim." Flint, Tanis şikayette bulunmak için Sturm'ü iterek
kendine yol açtı.
"Kayık ile gid iyoruz." Tanis ilerledi.

"Hayır efendim!" Flint homurdandı. "Ben kayığa may ığa bin mem!" - "O kaza on yıl önce olmuştu!" dedi Tanis
patlayarak. " Bak, Caramon' kıpırdamadan oturmasını sağlarım."
"Mümkün değil!" dedi cüce açık açık. "Kayık yok. Yemin ettim."
"Tanis," diye fısıldadı Sturm'ün sesi Tanis'in arkasından. "Işıklar."

"Baş belaları!" Yarımelf durarak döndü. Ağaçların arasında pırıldayan ışıkları görebilmek için bir an beklemek
zorunda kaldı. Araştırmalar Sola -ce'ın ötesine yayılmıştı. Caramon, Raistlin ve Bozkırlılara yetiş mek için aceley le
seyirtti.
"Işıklar!" diye seslendi sessizliği yırtan bir fısıltıy la. Caramon geriye bn-karak sövdü. Nehiryeli elini kaldırd ı,
anladığını belirt ircesine. "Korkarım daha hızlı g it memiz gerekecek Caramon..." diye başladı Tanis.
"Başaracağız," dedi koca adam, duru mdan rahatsızlık duymadan. Artık, ko lu Raistl in'in ince bedenini kavramış,
hemen hemen taşıyarak kardeşine destek oluyordu. Raistlin hafif hafif öksürüyordu ama yoluna da devam ediyordu.
Sturm Tanis'e yetişti. Yo lların ı çalılar arasından zar zor açarken arkada Flint'in öfleyip püfleyip kendi kendine kızgın
kızg ın söylendiğini duyuyorlardı.
"Gelmeyecek Tanis," dedi Sturm. "Caramon onu, o sefer yanlışlıkla boğduğundan beri kayıklardan ödü patlıyor. Sen
yoktun. Sudan çıktıktan sonraki halini görmedin."
"Gelecek," dedi Tanis, soluyarak. " Biz ufaklıkları tek başımıza tehlikeye yollamaz."

Sturm pek ikna olmamış bir halde başını sallad ı.


Tanis yeniden geriye baktı. Hiç ışık görmedi ama art ık orman ın içine

ışıkları göremeyecek kadar dalmış olduğunu biliyordu. Seçkinamir Toede

aklıyla kimseyi et kileyemezdi belki ama grubun suya doğru gittiğini tah
min ermek için pek akıllı o lması gerekmiyordu. Tanis, önündekine çarp ma

mak için aniden durdu. "Ne var?" diye fısıldadı.


"Geldik," diye cevap verdi Caramon. Tanis, Kristalmir Gölü'nün karara lık enginine bakarken rahat bir nefes aldı.
Rüzgâr, suyu köpüklü dalgalar dönüştürerek dövüyordu.
"Tas nerede?" Sesini alçak tuttu.

"Orada sanırım." Caramon kıyıya yakın b ir yerde yüzen kara bir nesne; yi işaret etti. Tanis, kocaman b ir kayık
içerisinde oturmuş kenderin hatların ı belli belirsiz fark edebiliyordu.

Yıldızlar kara-mav i gökyüzünde buzu msu bir parlaklıkla pırıldıyordu. Kızıl ay Lunitari, suyun içinden kanlı bir
parmak g ibi yükseliyordu. Gece öğündeki eşi Solinari çoktan doğmuş, gölü gü müş eriğine boğ muştu.
"Ne de güzel b irer nişan tahtası olacağız!" dedi Sturm huzursuzca.
Tanis, Tasslehoff un bir o tarafa, bir bu tarafa dönerek onları arad ığını gördü. Yan melf eğilip, karanlıkta el
yordamıy la bir taş aradı. Bir tane bularak, suya attı ağır ağır. Taş, kayığın b irkaç metre ilerisinde şapırtıyla suya
düştü. Tanis'in işaretine cevaben Tas kayığı kıyıya şevketti.
"Hepimizi tek bir kayığa mı tıkacaksın!" dedi Flint dehşetle. "Delirmişsin sen yarımelf!"
"Kayık büyük," dedi Tan is.

"Hayır! Ben b in mem. Tarsis'in efsanevi ak kanatlı kayıkları bile olsaydı bin mezdim. Ben şansımı Teokrat'la denerim
daha iyi!"
Tanis öfkeli cüceyi görmemezliğe gelerek Sturm'e işaret etti. "Herkesi kayığa b indir. Biz de birazdan oradayız."

"Çok oyalan mayın," diye uyardı Sturm. "Dinle bak."

"Duyuyorum," dedi Tan is asık b ir yü zle. "Sen devam et."


"O sesler neyin nesi?" diye sordu Altınay, şövalye ona doğru gelirken.

"Peşimize düşen goblin birlikleri," diye cevap verdi Sturm. " Birbirlerinden ayrıld ıklarında, o ıslıklarla
haberleşiyorlar. Şimd i ormana g iriyorlar."
Altınay, anlayışla başını salladı. Nehiryeli'ne kendi dillerinde birkaç söz etti, belli ki Sturm'ün kesmiş olduğu
konuşmalarına devam ediyordu. Koca Bo zkırh kaşların ı çatarak eliyle ormanı işaret et ti.
Kadını, bizden ayrılmaları için ikna et meye çalışıyor, diye düşündü Sturm. Belki de goblinlerin iz peşindeki
birliklerinden günlerce gizlenebilecek kadar orman bilgisine sahiptir, ama zannet mem.
"Nehiryeli, gue-lando!" dedi Altınay sertçe. Sturm, Neh iryeli'nin hiddetle kaşlarını çattığ ını gördü. Tek b ir söz
söylemeden döndü ve kayığa doğru yürüdü. Altınay için i çekerek arkasından baktı, yüzünde derin b ir hüzünle.
"Yard ım edebileceğim bir şey var mı hanımefendi?" diye sordu Sturm kibarca.
"Hayır," diye cevap verdi kadın. Sonra hüzünle, sanki kendi kendine s°ylermiş gib i şöyle dedi: "Benim kalb imi
yöneten o olsa da, onun yöneticisi tenim. Bir kez, çocukken, bunu unutabileceğimizi düşünmüştük. Fakat °en çok
uzun zamandır Reisin Kızı'yım."
Neden bize güvenmiyor?" diye sordu Sturm.
Halkımıza ait bütün önyargılara sahip," diye cevapladı A ltınay. "Bo z-Kl«ılar insan olmayanlara güvenmezler."
Arkasına baktı. "Tanis elf kan ını Sakalın m ard ına gizleyememiş. Sonra cüce ile kender de var."

"Peki ya siz hanımefendi?" diye sordu Sturm. "Siz neden bize güveni yorsunuz? Sizin de aynı önyargıların ız yok
mu?"
Altınay adamın yüzüne bakmak için döndü. Adam kad ının, arkasındaki göl gibi kara ve parlak gözlerini
görebiliyordu. " Ben küçük b ir kızke. dedi derin ve alçak bir sesle, "halkımın prensesiydim. Bir rah ibeydim, na, b ir
tanrıçaymışım gibi taparlard ı. Ben de buna inanırdım. Buna bayıhi d ım. Sonra bir şey oldu..." Kadın sessizleşti,
gözleri hatıralarla dolmuş
"Neydi o?" diye hatırlattı Sturm yavaşça.
"Bir çobana aşık oldu m," diye cevap verdi A ltınay, Nehiryeli'ne bakara İçini çekti ve kay ığa doğru yürüdü.

Raistlin ile Caramon su kenarına vanrken Nehiryrli'nin kayığ ı çekm için suya girişini seyretti Sturm. Raistlin,
titreyerek cüppesine iyice sarı mıştı.
"Ben ayaklarımı ıslatamam," diye fısıldadı kaba bir sesle. Caramon c vap vermedi. Sadece o koca kollarını kardeşine
dolayarak, b ir çocuğu ka] dırır gib i kald ırd ı ve Raistlin'i kay ığın içine b ıraktı. Büyücü kayığın kıçı bü züştü, teşekkür
etmek için tek bir kelime et meden.
"Ben kayığ ı tutarım," dedi Caramon Nehiryeli'ne. "Sen gir." Neh iry bir an duraksayıp, çabucak kenarından kayığa
çıkt ı. Caramon A ltınay' kayığa çıkmasına yardım etti. Nehiryeli kad ını tutup, kayık yavaş yav; sallanırken
dengesini sağlamasına yardım etti. Bozkırlılar da oturmak i kay ığın kıçına gittiler, Tass lehoff'un arkasına.
Şövalye yaklaşırken Caramon Sturm'e döndü. "Orada neler oluyor?"
"Flint yanarım da kayığa bin mem diyor -hiç o lmazsa o zaman üşüyen sırılsıklam ö leceğine sıcak sıcak o lurmuş."

"Gidip onu buraya taşıyayım/' dedi Caramon.

"İşleri daha da karıştırırsın. Onu neredeyse boğan sendin, hatırlıyor mu sun? Bırak Tan is uğraşsın -o bir diplo matt ır."
Caramon başıyla onayladı. Her iki adam da sessizce beklemeye başladı Sturm, Alt may'ın Neh iryeli'ne dilsiz bir
yakarışla baktığ ını ama Bozkırlını? kadının bakışlarına aldırmadığ ını gördü. Yerinde duramayan Tasslehoff tiz sesli
bir soru sormaya başlamıştı ki şövalyenin sert bakışları onu susturdu. Raistlin, denetlenemez ö ksürüklerini
bastırmaya çalışarak cüppesin* iyice sarındı.
"Oraya gidiyoru m," dedi Sturm sonunda. "Islıklar yaklaşıyor. Daha fazla zaman kaybını gö ze alamayız." Fakat tam o
anda Tanis'in cüceyle el sı-M kısıp kayığa doğru tek başına koştuğunu gördü. Flint olduğu yerde kaimi?" j t i,
orman ın kenarcığında. Sturm başını sallad ı. "Tanis'e cücenin gelmeyeceğini söylemiştim."
56

"Hep dedikleri gib i, b ir cüce kadar inatçı/' d iye homurdandı Caramon. "Üstelik bizim cücenin inadın ı geliştirmek için
yüz kırk sekiz y ılı vard ı." Koca adam başını üzüntüyle salladı. " Evet, onu özleyeceğimiz kesin. Hayatı mı b irden fazla
kurtarmıştı. Bırakın gidip alayım onu. Çenesine bir yu mru k indirdim mi, yatakta mı kayıkta mı anlamaz bile."
Nefes nefese koşup gelen Tanis son sözü duydu. "Hayır Caramon," dedi. "Flint hiçbir zaman b izi affet mez. Onun
için endişelen me. O'tepelere geri dönüyor. Kayığa b in. Bu tarafa doğru gelen ışıklar arttı. Ormanda, kör bir lağ ım
cücesinin bile izleyebileceği kadar iz b ıraktık."
"Hepimizin ıslan masının anlamı yo k," dedi Caramon kayığın kenarını tutarak. "Sturm ile sen bin. Ben kayığı iteri m."

Sturm kayığın içine girmişti b ile. Tan is Caramon'un sırt ını sıvazlayarak kayığa b indi. Savaşçı kay ığı göle doğru itti.
Su dizlerine kadar gelmişti ki kıyıdan birin in seslendiğini duydu.
"Bekleyin!" Bu ağaçlardan koşarak gelen, ay ın aydınlattığı kıyı şeridinde kara b ir leke gib i belli belirsiz hareket eden
Flint'ti. "Bekley in! Geliyoru m!"
"Durun!" diye bağırdı Tan is. "Caramon! Flint'i bekle!"

"Bak!" Sturm işaret ederek b iraz doğruldu. Ağaçlar arasından ışıklar belirmişti: Gob lin muhafızların tuttukları
dumanlan tüten meşaleler.
"Goblinler, Flint!" diye bağırd ı Tan is. "Tam arkanda! Koş!" Durup hiç düşünmeyen cüce başını eğerek, uçmasın
diye bir eliyle miğ ferini tutarak kıy ıya koşmaya başladı.
"Ben onu koruru m," dedi Tanis yayını sırtından alıp. Elf görüş y eteneğini ku llanarak, meşaleler ardındaki goblin ler!
görebilen tek kişi oydu. Tanis yayına bir o k takt ı, Caramon büyük kayığ ı sabit tutarken ayağa kalktı. Tanis, önü
çeken goblinin belirgin hatlarına bir o k attı. Ok goblinin göğsüne saplandı ve goblin yüzü koyun kapaklandı. Diğer
goblinler kendi yaylarına uzanarak biraz yavaşladılar. Rint kıyıya vanrken Tan is yayına başka bir ok yerleştird i.
Bekleyin ! Geliyoru m!" dedi cüce nefes nefese; suya daldı ve bir taş gibi dibe çöktü.

Yakala şunu!" diye bağırdı Sturm. "Tas geriye çek kürekleri. İşte ora-da' Gördün mü? Kabarcıklar..." Caramon
deliler g ibi suyun içinde çırpınıyor, cüceyi arıyordu. Tas, kürekleri geri geri çekmeye çalışıyordu fakat * jayığ m
ağırlığ ı kender için çok fazlaydı. Tanis bir kez daha attı okunu, he-efini şaşırdı ve kendi kendine sövdü. Başka bir
oka uzandı. Goblinler aynaşarak tepeden aşağıya iniyorlardı.
Buldu m onu!" diye bağırd ı Caramon, üzerinden sular akan, abuk sabuk °nuşan cüceyi deri tuniğin in yakasından
yakalayıp kald ırarak. "Orpn>-

57

may ı kes," dedi, ko lları dört bir yana doğru çırpınan Flint'e. Fakat cüce tam anlamıy la bir panik yaşıyordu. Bir goblin
oku Caramon'un zincir zırhına saplanarak, orada kuru bir tüy gibi durdu.
'Tamam işte!" Savaşçı öfkeyle homurdamp, o kaslı kolların ı iyice şişire -rek, cüceyi uzaklaş makta olan kay ığa doğru
fırlattı. Flint oturulacak yerlerden birin i yakaladı, belinden aşağısı kayığın kenarından dışan sarkıyordu. Kayık
tehlikeli bir b içimde sallanırken Srurm onu kemerinden yakalayarak kayığa çekti. Tanis neredeyse dengesini
kaybediyordu, elindeki yayın ı düşürerek, suya düşmemek için kayığ ın kenarlanna tutunmak zorunda kaldı Bir goblin
oku, Tanis'in elini es geçerek borda tirizine saplandı.
"Caramon'a doğru çek kürekleri Tas!" diye bağırdı Tanis.

"Çekemiyoru m!" diye bağırdı büyük bir uğraş içinde olan kender. Su yun üzerinden kayıp boşa giden bir kürek
nereseyse Sturm'ü suya düşüre-j çekti.
Şövalye kenderi yerinden çekip kald ırdı. Küreklere asılarak, kayığı ra4 hatça Caramon'un erişebileceği bir yere
götürdü.
Tanis savaşçının içeri tırman masına yardım ettikten sonra Sturm'e ses -j lendi, "Çek!" Şövalye, kü rekleri iyice derine
daldırabilmek için kendin i iyice geriye doğru vererek, bütün gücüyle küreklere asıldı. Kay ık, kızg ın goblin
homurtuları arasında kıy ıdan fırladı. Üzerinden sular akan Caramon Tanis'in yanına g iderken etraflarında daha çok
sayıda ok vızıldamaya başlamıştı.
"Bu gece goblin nişan tahtası olduk," diye mırıldandı Caramon, zincirli zırhındaki oku çekerken. "Suyun üzerinde ne
de güzel görünüyoruzdur."
Tanis, Raistlin'in dikeldiğin i gördüğünde elinden düşürdüğü yayını arıyordu. "Saklansana!" diye ikaz etti Tanis;
Caramon kardeşine doğru uzan> d i fakat büyücü, her ikisine de kaşlarını çat ıp bakarak elin i kemerindeki b i keseye
uzattı. Yanındaki oturacak yere bir ok saplanırken narin parmakl n b ir şeyler çekip çıkartt ı. Raistlin bir tepkide
bulunmadı. Tanis büyücü y ?re çekmek için hazırlan mıştı ki onun büyü yaparken bütün büyükullam^ cilan için
gerekli o lan konsanstrasyon safhasında kaybolmuş olduğunu farl etti. Şu anda onu rahatsız et menin ağ ır sonuçları
olabilir, büyücünün bu-» yüsünü unutmasına, hatta daha da kötüsü büyüyü yanlış yere yönlendir-* meşine neden
olabilirdi.
Tanis dişlerin i sıkarak bekledi. Raistlin ince, narin elini kaldırarak, ke= ' sesinden aldığı büyü bileşimin i
parmaklarının arasından kayığa elemeye başladı. Ku m, diye fark etti Tanis.
"Ast taşarak sinuralan krynavvi," diye mırıldandı Raistlin ve sonra sağ elini, kıy ıya paralel b ir yay şeklinde hareket
ettirdi yavaş yavaş. Tanis karaya doğru baktı. Goblinler birer birer yayların ı ellerinden düşürerek ye

yuvarlandılar, sanki Raistlin her b irine sırasıyla dokunuyormuş gibi. Oklar azaldı. Daha u zakta duran goblin ler
hiddet içinde uluyarak ileri doğru koştular. Fakat o zamana kadar Sturm'ün güçlü kürek darbeleri onları men zilin
dışına taşımıştı bile.
"İyi iş basardın küçük kardeşim!" dedi Caramon içtenlikle. Raistlin gözlerin i kırpıştırdı; sanki dünyaya geri
dönüyordu, sonra ileri doğru çöktü büyücü. Caramon onu yakalayarak b ir an için tuttu. Sonra Raistlin dimd ik
oturarak, öksürmesine neden olan derin bir nefes ald ı.
"Tamam, tamam," d iye fısıldayarak Caramon'dan çekildi.

"Onlara ne yaptın?" diye sordu Tanis, kayıktan at mak için düşman okları arıyordu; goblinler zaman zaman o klarının
uçların ı zehirlerlerdi.
"Onları uyuttum," diye tısladı Raistlin soğuktan takırdayan dişleri arasından. "Ve şimd i benim de din len mem lâzım."
Kayığın kenarına dayanarak yere çöktü.
Tanis büyücüye baktı. Raistlin gerçekten de güç ve hüner kazan mıştı. Keşke ona güvenebilsem, d iye düşündü
yarımelf.
Kayık yıldızlarla dolu göl üzerinde hareket etti. Duyulan yegâne ses, küreklerin suya dalan rit mik şapırtıları ve
Raistlin'in kuru, insanı yıpratan öksürükleriydi. Tasslehoff, her nasılsa Flint'in o çılgın koşu şturması sırasında
elinden bırakmad ığı şarap tulu munun tıpasını açarak üşümüş, titremekte olan cücenin bir yudum alması için uğraştı.
Fakat, kayığ ın en dibine bü züşmüş olan Flint sadece titreyerek, s uyun üzerine bakabiliyordu o kadar.
Altınay kürklü pelerinine iyice gö mü lmüştü. Halkın ın kullandığı yu muşak geyikderisinden pantalon, püsküllü b ir üst
etek ve kemerli bir tunik g iyiyordu. Çizmeleri yu muşak deriden yapılmıştı. Caramon Flint'i kay ığa fırlattığında
kayığın kenarından içeri su aşıp girmişti. Su, geyik derisinin kadının tenine yapış masına neden olmuştu; kısa bir süre
sonra, üşüyen kadın titremeye başladı.
"Benim pelerinimi al," dedi Nehiryeli, kendi dillerinde, ay ı postundan pelerinini çıkarmaya başlayarak.
"Hayır." Kadın başını hayır anlamında sallad ı. "Senin yüksek ateşin vardı. Ben hiç hastalan mam, biliyorsun. Ama"
-kadın ona bakarak gülü msedi- "ama kollarını bana dolayabilirsin savaşçı. Vücutlarımızın ısısı ikimizi de ısıtır."
"Bu resmi b ir e mir mi Reisin Kızı?" diye fısıldadı Nehiryeli takılarak, kadın ı kendine doğru çekip.
"Öyle," dedi kad ın içini çekip memnun mut lu adamın güçlü bedenine yaslanırken. Yıldızlı göklere bakt ı; derken
dikleşerek telaşla nefesini tuttu.

58
"Ne var?" diye sordu Nehiryeli, yukarı bakıp.

Kayıktakiler, söylenen sözleri anla masala r da Altınay'ın nefesinin kesil sini duydu ve gözlerinin gece göğünde bir
yere kenetlendiğin i gördü.
Caramon kardeşini dürterek, "Raist ne oluyor? Ben b ir şey göremiy ru m," dedi.

Raistlin doğruldu, ku kuletasını geriye itti, sonra öksürmeye baş lad Nöbet geçince gece göğünü gözleriyle taradı.
Sonra gerginleşti, gö zleri açıl d i. İnce, kemikli elin i u zatarak Tanis'in ko lunu kavradı; yarımelf büyücü nün
iskelet imsi elinden gayri-ihtiyari kurtulmaya çalışırken o sıkı sıkı tutu-j yordu. "Tanis..." diye h ırıldadı Raistlin,
nefesi hemen hemen kalmamıştı "Takım y ıld ızlar..."
"Ne?" Tanis gerçekten de büyücünün madensi altın derisinin solgunlu ğundan ve garip gözlerinin ateşli parılt ısından
ürkmüştü. "Takım yıldız! ra ne olmuş?"
"Git mişler!" diye törpü sesine benzer bir ses çıkarttı Raistlin ve b ir ö ks rük nöbetine tutuldu. Caramon kolunu ona
dolayarak, kendine yaklaş di, sanki koca adam, kardeşinin narin bedenini bir arada tut maya çahşıy gibiydi. Raistlin
kendine geldi, ağzını eliy le sild i. Tanis parmakların ın kan ile kararmış olduğunu gördü. Raistlin derin bir nefes
aldıktan sonra konuştu.
"Karanlıklar Kraliçesi ve Yiğ it Cengâver diye bilinen takım yıldızlar. İkisi de git miş. Karanlıklar Kraliçesi Krynn'e
geldi Tanis, ve cengâver de onunla dövüşmeye indi. Bütün duyduğumuz kötü söylentiler doğru. Savaş, ölüm,
yıkım..." Sesi başka b ir ö ksürük nöbeti içinde yitip gitt i.
Caramon onu tuttu. "Haydi Raist," dedi yatıştırarak. "Bu kadar heyecanlanma. Alt tarafı bir avuç yıld ız."

"Alt tarafı b ir avuç yıldız," diye tekrarladı Tan is hemen arkasından Sturm kürekleri yeniden, hızla diğer kıyıya doğru
çekmeye başladı.
60

Mağarada BIR gece anlaşmazlık


Tanis karar veriyor.

Gö lün üzerinden ürperten bir rü zgar esmeye başladı. Fırt ına bulutlan gökyüzünde, düşen yıldızların b ıraktıkları kara
boşlukları silerek ku zeyden yuvarlana yuvarlana yaklaştı. Yağ mur çiselemeye başlayınca yolarkadaşları pelerinlerine
iyice sarınarak kayığ ın içinde kambu rların ı çıkartarak oturdular. Caramon, kü reklerde Sturm'e katıld ı. Ko ca savaşçı
şövalye ile konuşmaya çalıştı ama Sturm onu duymamazhğa geliyordu. Kasvetli bir sessizlik içinde çekiyordu
kürekleri, arada bir kendi kendine So lamnca mırıldanarak.
"Sturm! Oraya -sol taraftaki koca kayalar arasına!" diye seslendi Tanis işaret ederek.

Sturm ile Caramon bütün güçleriyle yüklendiler küreklere. Yağ mur kıyıy ı belirleyen kayaların görünmelerini
zorlaştırmıştı ve bir an için, karan lıkta yollarını kaybettiklerini zannettiler. Sonra kayalar aniden önlerinde
yükseliverdi. Sturm ile Caramon kayığ ı kayaların kenarından dolaştırdı.

61
Tanis yan taraftan sıçrayarak kay ığı kıyıya çekti. Yağ mur kovadan boşalırcasına iniyordu. Yo larkadaşları sırılsıklam
olmuş ve üşümüş bir halde kayıktan indi. Cüceyi kayıktan taşımışlard ı -Flint korkudan ölü bir goblin gibi kaskat ı
kesilmişti. Nehiryeli ile Caramon kayığ ı sık bir çalılığın altına gizledi. Tanis, d iğerlerin i uçuru mun yüzündeki küçük
bir aralığa doğru taşlı bir yoldan götürdü.

Altınay aralığa şüpheli şüpheli baktı. Uçuru mun yüzeyinde iri bir çatla ktan başka bir şey değilmiş gibi görünüyordu.
Öte yandan mağaranın içi hepsinin rahat rahat uzanabileceğ i kadar genişti.

"Hoş bir ev." Tasslehoff etrafa bakındı. "Mobilya açısından pek bir şey yok."

Tanis kendere sırıttı. " Bu gecelik yeter. Cücenin bile bu konuda mızmız-lanacağın ı zannetmiyoru m. Eğer
mızmızlamrsa, uyusun diye kayığa geri yollarız onu!"

Tas, kendi tebessümünü yarımelfe geri yolladı. Bild ik Tanis'i yeniden aralarında görmek hoştu. Arkadaşının, eskiden
hatırlamış olduğu gibi güçlü b ir lider değil normalin dışında bir biçimde karamsar ve kararsız olduğunu düşünmüştü.
Fakat şimd i, yola koyulduktan sonra yarımelfin gözleri eskisi gib i parıldamaya başlamıştı. O düşünceli kabuğundan
sıyrılmış, işe sahip çıkıyor, alışılmış ro lünü tekrar üstleniyordu. Aklını sorunlarından uzaklaştırabilmek için bu
maceraya ihtiyacı vardı -o sorunları her ne idiyse. Tanis'in iç çalkantıların ı hiçb ir zaman anlayamayan kender, bu
maceranın başlamış olmasından memnundu.

Nehiryeli ateşi yakarken, Caramon kardeşini kayıktan taşımış ve elinden geldiğince kibar bir şekilde onu mağaranın
zeminin i kaplayan yumuşak, sıcak ku mlar ü zerine bırakmıştı. Islak odun çıtırd ıyor, tükürü k saçar gibi sesler
çıkartıyordu ama sonunda tutuştu. Du man mağaranın tavanına doğru kıv rıla kıvrıla yüks elerek, bir çatlaktan dışarı
süzüldü. Bo zkırlı, mağaranın g irişini çalıçırpı ve kop muş ağaç dallarıyla örterek hem ateşin hem de yağ murun
içeriye girmesini engelledi.

İyi yakışıyor, d iye düşündü Tanis barbarın çalış masını izlerken. Neredeyse içimizden biri o lacak. İçini çeken
yarımelf dikkat ini Raistlin'e yöneltti. Yan ında diz çökerek genç büyücüye endişeyle baktı. Raistlin'in tit reşen ateşte
görünen yüzü yarımelfe, Flint ve Caramon ile b irlikte, Raistlin 'i bir kazığa bağlayıp yakmaya kararlı hınç dolu
kalabalıktan kurtard ıktan zaman ı hatırlattı. Raistlin köylü lerin paraların ı dolandıran şarlatan bir ermişin maskesini
düşürmeye çalış mıştı. Ermişe yükleneceklerine, Raistlin'e yüklen mişlerd i. Tanis'in Flint'e d P söylemiş olduğu gibi
-insanlar bir şeylere inan mak istiyordu

62

Caramon kardeşi ile ilg ilendi, kendi ağır pelerin ini onun omu zlarına attı. Raistlin'in bedeni, ö ksürük spazmları ile
mahvolmuştu, ağzından kan damlıyordu. Gö zleri ateş içinde yanıyordu. Altınay elinde bir kupa şarapla onun yanında
diz çöktü.

"Bunu içebilir misin?" diye sordu kibarca.

Raistlin başını hayır anlamında sallad ı, konuşmaya çalıştı, öksürdü ve kadının elini itti. Alt ınay, Tanis'e bakt ı. " Belki
-asam?" diye sordu.

"Hayır." Raistlin boğuluyordu. Tanis'e yaklaşması için işaret etti. Çok Yakın ında oturduğu halde Tanis büyücünün
sözlerini anca duyabiliyordu; '.50lük pörçük cü mleleri soluklan mak için aldığ ı nefeslerle ve öksürük nö -betleriy le
kesiliyordu. "Asa beni iy ileştirmez Tanis," diye fısıldadı. "Onu bende harcamay ın. O kutsanmış bir eser ... kutsal
gücü sınırlıd ır. Ben bedenimi kurban ettim...büyü m için. Bu tahribat kalıcıd ır. Hiçbir şey fayda edemez..." Sesi
kesild i, gö zleri kapandı.

Ateş, aniden mağaraya dolan rüzgârla harladı. Tanis başını kald ırıp bakınca, Sturm'ün çalı çırp ılan b ir yana çekip,
ayaklan üzerinde zar zor durabilen Flint'i neredeyse taşıyarak mağaraya girdiğin i gördü. Sturm onu ateşin yanına
bırakt ı. Her ikisi de sırılsıklam olmuşlard ı. Belli ki hem cüce hem de -Tan is'in de fark ettiği g ibi- tü m grup Sturm'ün
sabnnı taşırmıştı. Tanis endişeyle, arada sırada şövalyeyi saran kara sıkıntın ın izlerin i anımsadı. Sturm düzenden,
disiplinden hoşlanırdı. Yıldızların yok oluşları -nesnelerin doğal düzen lerindeki bozukluk- onu kötü bir şekilde
sarsmıştı.

Tasslehoff, mağaran ın zemininde bir top olmuş oturmuş, dişleri miğferin i takırdatacak şiddette birbirine çarpan
cüceyi bir battaniyeye sardı. Flint'in tü m söyleyebildiğ i "K -k-kay ık..." idi. Tas'ın koyduğu bir kupa şarabı cüce
açgözlülü kle içt i.

Sturm bezg inlikle baktı Flint'e. "İlk nöbeti ben alıyoru m," dedi ve mağaran ın ağzına doğru yürüdü.

Nehiryeli ayağa kalkt ı. " Ben de seninle nöbet tutacağım," dedi sertçe.

Sturm dondu, sonra Bo zkırh'ya bakmak için yavaşça döndü. Tanis şövalyenin yüzünü görebiliyordu; ateşin ışığıyla
hatları sert ağ zın ın çevresinde karanlık çizgiler derinleş mişti. Boyu Nehiryeli'nden daha kısa olduğu halde,
şövalyenin duruşundaki diklik ve soylu havası ikisini eşit gib i gösteriyordu.

"Ben Solamn iya Sövalyesi'yim," dedi Sturm. " Benim sözü m, şerefimd ir ve şerefim de hayatım demekt ir. Orada,
handa hem seni, hem de hanımını koruyacağıma dair sözümü verd im. Eğer sözü mü kabul et mezsen, şerefimi de
kabul et miyorsun demektir; bu da bana hakaret ettiğin anlamına gelir. Bu hakaretin aramızda kalmasına izin
veremem."

"Sturm!" Tanis ayağa kalktı.

63

Gö zlerini Bozkırh'dan hiç ay ırmayan şövalye elin i kald ırd ı. "Sen karış ma Tanis," dedi Sturm. " Evet, ne seçeceksin
-kılıç mı, b ıçak mı? Siz barbar lar nasıl dövüşürsünüz?"

Nehiryeli'nin kayıtsız yüz ifadesi hiç değiş medi. Şövalyeye gergin ve] kara gözlerle bakt ı. Sonra sözcüklerin i
dikkatle seçerek konuştu. "Senin şerefini sorgulamak istemedim. Ben insanları ve şehirlerini b ilmem ve şunu sana
açık açık söyleyeyim -korkuyorum. Böyle konuşmama neden olan korku mdur. Kristal mav i asa bana verild iğinden
beri korkuyorum. Her şeyden de çok Altınay için korkuyoru m." Bozkırlı kad ına doğru baktı, gö zleri alev alev yanan
ateşi yansıtıyordu. "O olmazsa ölürü m. Nasıl güvene- J bilirim..." Sesi kesildi. Kayıtsız maske çatlad ı, ncı.ve
yorgunluktan bin parçaya bölündü. Dizleri kırıldı ve ileri doğru düştü. Sturm onu yakalad ı.

"Güvenemezsin," dedi şövalye, "anlıyoru m. Yorgunsun ve zaten has -taymışsın." Tanis'in Bozkırlı'yı mağaranın arka
tarafına yatırmasına yardım etti. "Şimd i din len. Ben nöbet tutarım." Şövalye çalı çırpıyı yana iterek, başka bir söz
söylemeden yağmura çıkt ı.

Altınay çekişmeyi sessizce din lemişti. Şimd i de b ir iki parça olan eşyalarını mağaranın gerisine taşıyarak
Nehiryeli'nin yanında diz çö ktü. Adam i kad ına sarılarak, yüzü nü gümüşlü-alhn saçlarına gö müp kad ını kendine
çekti. İkisi mağaranın gölgelerine sindiler. Nehiryeli'nin kürklü pelerinine! sarılarak kısa bir süre sonra uykuya
daldılar, A ltınay'ın başı savaşçının göğ-1 sündeydi.

Tanis rahat bir nefes alarak Raistlin'e döndü. Büyücü huzursuz bir uykuya dalmıştı Bazen büyü dilinde garip
sözcükler mırıldanıyor, eli asasına dokunmak ü zere u zanıyordu. Tanis diğerlerine bakt ı. Tasslehoff ateşe yakın bir
yere oturmuş "eline geçmiş" olan nesneleri karıştırıyordu. Yere boşalttığı hazinesinin önünde bağdaş kurmuş
oturuyordu. Tanis parıldayan yüzükler, birkaç garip sikke, çobanaldatan kuşundan bir tüy, sicim parçaları, boncuktan
bir kolye, sabundan bir bebek ve bir düdük görebiliyordu. Yü züklerden biri gözüne aşina geldi. Bu elf işi bir
yüzüktü, uzun bir zaman önce Tanis'e, aklın ın bir kösesinde kalmış olan biri tarafından verilmişti. İnce bir işçilikle
işlen miş, dolanan sarmaşık yaprakları görünümünde narin altın bir yüzü ktü.

Tanis diğerlerin i uyandırmamak için yavaş adımlarla kendere sokuldu. "Tas..." Kenderin o mu zunu dürterek işaret
etti. " Yüzüğü m..."

"Öyle mi?" diye sordu Tasslehoff gözleri büyük bir masumiyetle açılarak. "Senin mi? İyi ki bulmuşu m. Han'da
düşürmüş olmalısın."

Tanis yüzüğü imalı b ir tebessümle aldı, sonra kenderin yan ma yerleşti. "Bu yörelerin bir haritası var mı Tas?"

Kenderin gözleri parıldadı. " Harita mı? Evet Tanis. Tabii ki." Bütün kıy met lilerini toplayıp torbasının içine tıktıktan
sonra başka bir torbadan elde oyulmuş tahta bir parşömen silindiri ve onun iç inden de bir deste harita çıkarttı. Tanis
kenderin koleksiyonunu daha önce de görmüştü ama her seferinde hayrete düşmekten kurtulamıyordu. İnce
parşömenden, yumuşak ceylan derisine, cey lan derisinden koca palmiye yapraklarına kadar her şey üzerine çizilmiş
yüz kadar harita vard ı.

"Ben de senin bu yörelerdeki her ağacı, bizzat tanıdığ ını zannederdim Tanis." Tasslehoff haritalarını karıştırıyor,
zaman zaman gö zleri özellikle beğendiği haritalar üzerinde eyleşiyordu.

Yarımelf başını sallad ı. " Burada uzun yıllar yaşadım," dedi. "A ma doğruyu söylemek gerekirse karanlık ve gizli
yolların hiçbirini b ilmem."

"Liman'a giden öyle b ir yol da bulamazsın." Tas, tomarın arasından bir harita çekerek, haritayı mağaranın zemin inde
düzeltti. "Solace Vadisi'nden geçen Liman Yo lunun en kısası olduğu kesin."

Tanis, haritayı sönmekte olan kamp ateşinde inceledi. "Haklısın," dedi. " Bu yol sadece en kısa yol değil aynı
zamanda önümü zdeki birkaç mil içinde geçilebilir tek yol. Hem güneyde, hem kuzeyde Kharo lis Dağları u zan ıyor -o
taraftan geçit yok." Yü zü asılan Tan is haritayı katlayarak geri u zattı. " Bunu, Teokrat da tah min edecektir kuşkusuz."

Tasslehoff esnedi. "Evet," dedi, haritayı dikkatle kılıfına koyarak, "bu benden daha büyük başların çözmesi gereken
bir sorun. Ben eğ lence için geliyoru m." Kılıfı torbasına sokan kender mağara zeminine u zandı, bacaklarını dizlerine
kadar çekt i ve çok geçmeden çocuklar veya hayvanlar gib i huzurlu bir uykuya daldı.

Tanis ona kıskanarak baktı. Yo rgunluktan her yanı sızladığı halde uyuyabilecek kadar gevşiyemiyordu. Diğerlerinin
çoğu, kardeşine bakan savaşçı hariç hepsi uyuyup kalmıştı. Tanis Caramon'a doğru gitti.

"Sıra bende," diye fısıldadı. "Raistlin'i ben beklerim."

"Hayır," dedi koca savaşçı. Uzanarak, pelerini kibarca kardeşinin in o muzuna çekt i iyice. "Bana ihtiyacı o labilir."

"Ama senin biraz uyu man lâzım."


"Uyurum." Caramon s mttı. "Sen git de kendin b iraz uyu, dadıcık. Çocukların gayet iyi duru mda. Bak -cüce bile
sakinleşti."

"Bakmama gerek yok," dedi Tan is. "Teokrat bile horultularım Solace'tan duyuyordun Evet dostum, bu buluşma pek
öyle beş yıl önce tasarlandığı gib i olmadı."

"Ne beş yıl önceki gib i ki?" diye sordu Caramon hafifçe, bakışlarını kardeşine indirerek.

Tanis adamın ko luna hafifçe dokundu; sonra kendi pelerinine sarınarak yere uzandı ve sonunda uykuya daldı.

Gece geçip gitti -nöbette olanlar için yavaş yavaş ama uyuyanlar için

hızla. Caramon nöbeti Sturm'den devraldı. Tanis de Caramon'dan. Fırt ına

hiç azalmadan sürdü bütün gece; rüzgar, gölü beyaz köpüklü b ir denize çe

virdi. Şimşekler gökyüzünde alevlen miş ağaçlar misali dallanıp budaklan

dı. Gö k durmadan gü mbürdedi. Fırtına sonunda sabaha kadar kendini tü

ketti; yarımelf günün kurşuni rengiyle serin serin doğmasını seyretti. Yağ

mur durmuştu ama fırtına bulutlan hâlâ alçakta asılı duruyordu. Gö kyü

zünde hiç güneş görülmedi. Tanis'in içinde, acele et meleri gerekt iğine dair,

bir h is artıp duruyordu. Kuzey yönüne yığılan fırtına bulutların ın sonunu

göremiyordu. Sonbahar fırtınaları nadird ir, özellikle de bu kadar şiddetli!

olanları. Rü zgar da ısınyordu üstelik; sonra fırt ınanın ku zeyden gelmesi de<

garipti, genellikle doğuya, Ovalara doğru eserdi. Doğanın usullerine alışık,;

olan Tanis'i bu garip hava, yıldızlar Raistlin'i ne kadar hu zursuz ettiyse o1

kadar huzursuz et mişti. Henüz sabahın çok erken vakt i o lmasına rağ men

hemen hareket etmek gerektiğ ini hissediyordu. Diğerlerini uyandırmak

için içeriye girdi.

Mağara kurşuni renkli şafakta, çat ırdayan ateşe rağmen buz g ibi ve kas -! vetliyli. Altınay ile Tasslehoff kahvaltıy ı
hazırlıyordu. Neh iryeli mağara-, nın arkasında durmuş, Altınay'ın kürk pelerinini silkiyordu. Tanis adama, bakt ı.
Tanis girdiğ inde Bo/.kırlı A ltınay'a tam b ir şey söyleycekti ki sustu, işini yapmaya devam ederken kad ına anlamlı
anlamlı bakmakla yetindi. Yüzü solgun ve huzursuz olan Alt ınay gözlerin i yerden kald ırmıyordu. Barbarın bir gece
önce kendisini açık ettiğ i için p işman o lduğunu fark etti Tan is.

"Korkarım fazla yiyecek yok," dedi Alt ınay, kaynayan suya biraz yulaf ezmesi atarken.

"Tika'n ın erzak dolabı pek tedarikli değildi," diye ekledi Tasslehoff ö zür dilercesine. " Bir so mun ekmeğimiz, b iraz
kuru büfteğimiz, yarım kalıp küflü peynir ve biraz yulaf ezmemiz var. Tika yemeklerini d ışarıda yiyor o lsa gerek."

"Nehiryeli ile ben tedarikli gelmedik," dedi A ltınay. "Aslında bu yolcuı luğa çıkmay ı p lanlamıyorduk."

Tanis tam ona şarkısı ve asası hakkında bir şeyler daha soracaktı ki y4< meğin kokusunu alan diğerleri uyanmaya
başladı. Caramon esnedi, geri di ve ayağa kalktı. Tencereye bir göz at mak için yürüdü kten sonra hom dandı. " Yu laf
mı? Hepsi bu mu?"

"Akşam yemeğinde daha da az olacak." Tasslehoff sırıttı. " Kemerini sık Zaten kilo alıp duruyorsun."

66

Koca adam kederle içini çekti.

Kıt kahvaltıları, spğuk şafakta neşesiz geçti. Sturm, yemesi için yapılan bütün ısrarları geri çevirerek d ışarıya, nöbete
çıkt ı. Tanis bir kaya ü zerine oturmuş gölün durgun suları ü zerinde parmak şeklinde hafif izler b ırakan kara bulutlara
karamsar karamsar bakan şövalyeyi görebiliyordu. Caramon, payına düşen yemeği çabucak yiy ip bitirdi, kardeşinin
payını yuttuktan sonra şövalye dışarı çıkınca Sturm'ünkin i de kendine mal etti. Sonra koca adam oturarak d iğerleri
yemeklerin i bit irirken onları arzuyla seyretti.

"Onu da yiyecek misin?" diye sordu Flint'in hakkına düşen ekmeğ i göstererek. Cüce kaşlarını çattı. Tasslehoff
savaşçının gözlerinin kendi tabağına kaydığ ını görünce ekmeği ağ zına tıkayım derken neredeyse boğulacaktı. En
azından bu onu biraz sessiz tutar, d iye düşündü Tanis, kenderin tiz sesinden bir süre de olsa kurtulduğuna sevinerek.
Tas, bütün bir sabah boyunca Flint'i acımasızca alaya almış, ona "Denizustası", "Gemiustası" gibi isimler takarak
balık fiyatların ı, gölü tekrar geçmek isterlerse kaç para isteyeceğini sorup durmuştu. Flint sonunda ona bir taş fırlattı;
Tanis de kap-kacağı yıkaması için kenderi göle yolladı.

Yarımelf mağaranın arka tarafına doğru yürüdü.

"Bu sabah nasılsın Raistlin?" diye sordu. "Kısa bir süre sonra yola çıkmamız lâzım."

"Çok daha iy iyim," diye cevap verdi büyücü yavaşça, fısılt ı halinde bir ses le. Şifalı otlardan yaptığı bir karışım
içiyordu. Tan is, dumanı tüten su üzerinde yüzen minik, tüy gibi yeşil yaprakları görebiliyordu. İçecek acı, ekşi bir
koku salıyordu ve yutarken Raistlin'in yüzü ekşiyordu.

Tasslehoff çanak çö mlekleri t ıngırdatarak seke sıçraya geri geld i mağaraya. Tanis bu gürültü karşısında dişlerini
sıktı, kenderi azarlayacaktı ki fikrin i değiştirdi. Bu bir işe yaramazd ı.

Tanis'in yüzündeki gerginliğ i gören Flint kap kaçağ ı kenderin elinden kaparak kald ırmaya başladı. "Ciddi o l," diye
tısladı cüce Tasslehoff'a. " Yoksa seni tependeki o tepesaçından tuttuğum gibi bütün kenderlere ibret olsun diye bir
ağaca bağlayacağım..."
Tas uzanarak cücenin sakalından bir şey yoldu. "Bak!" diye kald ırd ı bunu havaya kender neşeyle. "Deniz yosunu!"
Flint kü kreyerek kenderi tut maya çalıştı ama Tas çevik bir hareketle onun yolunun üzerinden sıçrayı-verd i.

Sturm, g irişi kapatan çalı çırpıyı yana iterken bir hışırt ı duyuldu. Yü zü karanlık ve düşünceliydi.

"Kesin şunu!" dedi Sturm, Flint ile Tas'a dik d ik bakarak, bıyıklan titrerken. Ters bakışlannı Tanis'e çevirdi. "Bu
ikisini göl kenarından olduğu gi-

67

bi duyabiliyordu m. Krynn'deki bütün goblinler! başımıza toplayacaklar. Buradan çıkmamız gerek. Evet, ne tarafa
doğru yöneleceğiz?"

Huzursuz b ir sessizlik çökmüştü. Herkes yaptığı işi b ırakarak Tanis'e bakt ı, Raistlin hariç. Büyücü kupasını beyaz'bir
bez ile kuru layarak kupayı t itizlikle temizliyordu. Gö zleri yerde, işine devam etti, sanki olan larla hiç
ilg ilen miyormuş gibi.

Tanis için i çekerek sakalını kaşıd ı. "Solace'taki Teokrat yoldan çıkmış. Artık bunu biliyoruz. Pis goblinler!, denetimi
elinde tutmak için ku llan ıyor. Eğer asayı ele geçirirse, bunu kendi amaçlan için kullanacaktır. Yıllard ır gerçek
tanrılardan bir işaret aradık durduk. Görünüşe göre bir tane bulduk gib i. Bunu Solace sahtekârına teslim et meye hiç
niyetim yok. Tika, Li-man 'daki Yücearayanların hâlâ gerçekle ilgilendiklerine inandığını söylemişti. Onlar bize asa
hakkında bir şeyler anlatabilirler; nereden geldiğin i, güçlerin in ne olduğunu. Tas, bana haritayı ver."

Birkaç torbasının içindekileri yere dağıtan kender sonunda istenen parşömeni takd im etti.

"Biz buradayız, Kristalmir'in batı kıy ısında," diye devam etti sözüne Tanis. "Ku zeyimizde ve güneyimizde Solace
Vadisi'n in sınırlarını çizen Kha-ro lis Dağlarının kolları var. Bilindiğ i kadarıy la her iki dağ sırasında da, So -lace'in
güneyindeki Kapıyolu Geçid i'nden başka bir geçit yok..."

"Bunu da goblinlerin tutuğu kesin," diye mırıldandı Sturm. "Kuzey doğuda geçitler var..."

"Bu gölün karşı kıyısı!" dedi Flint dehşetle.

"Evet" -Tanis ifadesini belli et miyordu- "gölün diğer tarafında. Fakat bu geçitler de Ovalara açılır ve o tarafa doğru
gitmek istediğinizi zannetmiyoru m." Alt ınay ile Neh iryeli'ne baktı. "Bat ı yolu Gö zcü Zirveleri ve Gö lge
Kanyonu'ndan Liman'a gider. Bana en akıllıca yol bu gibi görünüyor."

Sturm kaşlarını çattı. " Ya oradaki Yücearayanlar da Solace'takiler kadar kötüyse?"

"O zaman güneye, Qualinesti'ye devam ederiz."

"Qualinesti mi?" diye yüzünü astı Nehiryeli. " Elf topraklarına mı? Hayır! İnsanların oraya g irmesi yasaktır. Sonra o
yol gizlidir de..."

Hışırtılı bir tıslama sesi tartışmay ı kesti. Herkes, konuşan Raistlin'e bakmak için döndü. "Bir yol var." Sesi yu muşak
ve alaylıydı; alt ın gözleri şafağın soğuk ışığında pırıldıyordu. "Kararık Orman'ın patikaları. On lar doğrudan
Qualinesri'ye çıkar."
"Kararık Orman mı?" diye tekrarladı Caramon telaşla. "Hay ır Tanis!"

Savaşçı başını salladı. "Canlılarla haftanın her günü savaşmaya hazırım -ama ölü lerle değil!"

"Ölüler mi?" diye sordu Tasslehoff sabırsızlıkla. "Anlatsana Caramon..."

"Kapa çeneni Tas!" diye patladı Sturm. "Kararık Orman çılgın lık. Oraya giren kimse geri dönememiştir. Bize bunu
mu layık gördün büyücü?"

"Susun!" Tanis sert çıkt ı. Herkes sustu. Sturm b ile sessizleşti. Şövalye Tan is'in sakin, düşünceli yüzüne, y ıllar yılı
gezip dolaş manın verdiğ i b ilgeliğ i taşıyan badem gözlerine bakt ı. Şövalye sık sık kendi içinde neden Tanis'in
liderliğin i kabul ettiğin i çö zmeye çalışırd ı. Sonuç olarak piç b ir ya-rım-elften başka bir şey değildi. Hiç zırh giy mez,
mağru r bir amb lemi olan b ir kalkan taşımazdı. Yine de Sturm onu izliyor, ve başka kimseyi sev mediği ve saymadığı
kadar sevip sayıyordu.

Yaşam Solamn iya!! Şövalye için kapalı b ir kuruydu. Yaşamın ı bağladığ ı, şövalyelerin düstur ve ta rikatları dışında
yaşamı bild iğini veya anladığın ı söyleyemezdi. "Est Sularus oth Mithas" - "Onurum yaşamd ır." Uyduğu nizamname
onuru tanımlıyordu ve Krynn'de bilinen diğer n izamnamelerden daha bütün, daha detaylı ve daha sıkıydı.
Nizamname yedi yüz yıl ayakta kalmıştı fakat Sturm'ün gizli korkusu, günün birinde, son bir savaşta nizamnamenin
ihtiyacı karşılayamayacağıydı. Biliyordu ki eğer o gün gelirse Tanis yanında olacak, ufalan maya başlayan dünyayı
ayakta tutacaktı. Çünkü Sturm bu nizamnameyi izlerken, Tan is onu yaşıyordu.

Tanis'in sesi şövalyeyi düşüncelerden çekip o ana getird i. "Hepinize bu asanın bizim "ödüV'ü müz olmad ığını
hatırlatırım. Eğer bu asanın bir sahibi varsa o da Altınay'dır. Bizim asa üzerinde, So lace'taki Teo krat'tan daha fazla
hakkımız yok." Tan is AHmay'a döndü. "Sizin arzunuz nedir hanımefendi?"

Altınay Tanis'ten Sturm'e kaydırd ı bakışlarını sonra Nehiryeli'ne baktı. "Ben im düşüncelerimi b iliyorsun," dedi adam
soğukça. "Fakat -sen Reisin Kızı'sın." Ayağa kalktı. Kadının yalvaran bakışlarını görmemezliğe gelerek azametle
dışarı yürüdü.

"Ne demek istedi?" diye sordu Tanis.

"Sizden ayrılarak asayı Liman'a götürmemizi istiyor," diye cevap verdi alçak sesle. "Sizin, içinde bulunduğumuz
tehlikey i art ırd ığınızı söylüyor. Kendi başımıza daha emn iyette olurmuşuz."

"İçinde bulunduğunuz tehlikeyi mi arttırıyormuşuz!" diye patladı Flint. " Ne burada olurduk ne de ben -y ine-
boğulmak zorunda kalırd ım eğer...eğer..." Cüce hiddetten kekelemeye başlamıştı.

Tanis elin i kald ırd ı. " Yeter." Sakalını kaşıdı. "Bizimle daha emniyette olursunuz. Yardımımızı kabul ediyor
musunuz?"

"Ediyoru m," diye cevap verdi A ltınay vakarla, "en azından kısa bir mesafe için."

69
"Gü zel," dedi Tanis. "Tas, sen Solace Vadisi'nden geçen yolu bilirsin. Rehberimiz sensin. Ama unutma, p ikn iğe
çıkmadık!"

"Tabii Tanis," dedi kender boyun eğerek. Torbaların ı toplayarak belin in çevresine, o mu zlarına astı. A ltınay'ın
yanından geçerken çabucak diz çö kerek kadının elini o kşadı, sonra mağannın girişinden çıkıverdi. Diğerleri, aceleyle
eşyalarını toplayarak onu izled iler.

"Yağ mur yeniden başlayacak," diye ho murdandı Flint, alçalan bulutlara bakarak. " Ben Solace'ta kalmalıydım."
Savaş baltasını sırtına takarak söylene söylene yürümeye devam etti. Altınay ile Neh iryeli'n i bekleyen Tanis
gülümseyerek başım salladı. En azından bazı şeyler hiç değiş miyordu, bunlardan biri de cücelerd i.

Nehiryeli torbalarını Altınay'dan alarak o muzuna attı. " Kayığın emn iyette ve iyice g izlen miş olup olmad ığını kontrol
ettim," dedi Tanis'e. İfade-sizlik maskesi bu sabah yeniden yerine takılmıştı. "İhtiyacımız olu rsa diye."

"İyi fikir," dedi Tanis. "Teşekkür..."

"Önden sen yürüsen." Nehiryeli ilerlemesini işaret etti. "Ben arkadan gelip izleri örteceğim."

Tanis Bozkırlı'ya teşekkür et mek için ağzını açmıştı ki Nehiryeli sırt ını döndü ve işini yap maya başladı. Patikadan
yürüyen yarımelf başını sallad ı. Arkasında, Alt ınay'ın yavaş yavaş kendi dillerinde konuştuğunu duyuyordu.
Nehiryeli tek ve sert bir sözle cevap verdi. Tan is, Altınay'ın iç geçird iğini duydu, sonra bütün sözler, geçişlerin in
izlerin i silen Neh iryeli'n in çatırtılı süpürge sesinde kayboldu.

70

Asanın öyküsü. Çarip papazfar. Meşum hister.


süpürge sesinde kayboldu.

70

Solace Vad isi'n in sık o rmanları, canlı b ir yaşamın kaynaştığı yeşil bir kütleydi. Vallenağaçlannın sık çatısı

altında devedikenleri ve yeşil-duvarlar yetişiyordu. Do laşıksürgün sarmaşıklarıyla yol yol o lmuş zemin son derece

sıkıntı vericiydi. Bunların arasından çok dikkatli geçmek gerekirdi çünkü insanın bileğine do lanarak zavallı

kurbanını Vadi'de pusuya yatmış gizlenen yırt ıcı hayvanlardan biri tarafından parçalanacağı bir tuzağa düşürerek

kendilerine gerekli olan besinini tedarik ederlerdi: Kan.

Liman Yo lu'na çıkab ilmek için çalılar arasında bir saatten fazla kese, bi-çe ilerlemek zorunda kaldılar.

Hepsinin üstleri başları çizilmiş, yırtılmıştı, ayrıca çok da yorulmuşlard ı; yolcuları Liman 'a veya ötesine götüren

düzgün, toprak'döşeli yol onlar için hoş bir görüntü olmuştu. Yo lun göründüğü bir yerde durup dinlenince ye kadar,

etrafta hiç ses olmad ığını fark et memişlerdi. Toprağın ü zerine bir suskunluk çökmüştü, sanki bütün yaratıklar .
nefeslerini tutmuş bekliyorlardı. Artık yola varmış olmalarına rağ men ' hiçbiri çalılardan çıkıp yola ayak basmak

konusunda gönüllü değildi.

71

"Sizce emniyetli mid ir?" diye sordu Çaramon bir çalının arasından bakarak.

"İster emniyetli o lsun, ister olmasın, gideceğimiz yol bu," diye atıldı Ta-

nis, "tabii uçabilirsen veya ormana geri dönmek istersen o başka. Birkaç yüz

metre gelmemiz bile bir saatimizi ald ı. O h ızla,' kavşağa ancak önümüzdeki

hafta varırız."

Koca adanı üzüntüyle kızard ı. " Ben onu..."

"Özür d ilerim." Tan is için i çekti. Yo la bakt ı. Kocaman vallenağaçları, gri ışık altında karanlık bir ko ridor

oluşturmuşlardı. " Ben de senden daha çok hoşlanıyor değilim."

"Ayrılacak mıy ız, yoksa birlikte mi g ideceğiz?" diye böldü Sturm boş laf o larak addettiği konuşmayı soğuk bir

sakinlikle.

"Birlikte gideceğiz," diye cevap verdi Tan is. Sonra, b iraz sonra ekledi, " Yine de birin in öncü olarak g it mesi..."

"Ben giderim Tan is," diye gönüllü oldu Tas, tam Tanis'in d irseğinin altındaki çalılıklardan çıkıvererek. "Hiç kimse

tek başına seyahat eden bir kenderden kuşkulanmaz."

Tanis yüzünü astı. Tas haklıydı, kimse ondan kuşkulanmazd ı. Kender-ler seyahat tutkunu olmaları, bütün Krynn'i

macera arayarak dolaş malarıy-la ünlüydü. Fakat Tas'ın görevin i unutup, dikkat ini çeken daha ilginç şeylerin peşine

takılmak gib i bir adeti vardı.

"Pekala," dedi Tanis sonunda. "Ama unutma Tasslehoff Burrfoo t, gözlerini açık, aklın ı da başında tut. Yoldan

ayrılmak yok ve hepsinden önemlisi" -Tanis kenderin gözlerini, kendi gözleriyle sabit tuttu sertçe- "elini diğer

insanların eşyalarından uzak tut."

"Fmncılannki hariç," diye ekledi Çaramon.

Tas kıkırdayarak, önünde birkaç metre daha uzanan çalılığı aşıp yola çıktı, yürürken torbalan bir yukarı b ir aşağı

sallanıyor, hoopak asası çamurda delikler b ırakıyordu. Sesinin bir kender yol türküsüyle yükseldiğini duydular.

Biricik sevgilin bir yelkenli

Demirlemiş olan bizim nhtıma.

Yelkenlerin i kald ırıp, mü rettebatı doldurduk,

Temizledik varıncaya kadar lo mbarlarına;


Evet, deniz/enerimiz üzerine parlıyor, Ve evet, sahillerimiz sıcak sonra;

Onu limana çeker-Bırakınz bir nhtıma patladığ ında fırtına.

Denizciler girmişler sıraya,

Denizciler duruyorlar iskelede

Nasıl doy mazsa cüceler altına

Ve kentaurlar ucuz şaraba öyle. /

Çünkü bütün denizciler aşık ona

Koşuyorlar demir attığı yere,

Hepsi işe el at mış Tek u mutlan atlamak içine.

Tanis, gülümseyerek, Tas'ın şarkısının son kıtasının geçmesin i bekledi yola koyulmadan önce. Sonunda, hoşnutsuz

bir grup seyirci önüne çıkan deneyimsiz oyuncular misali yola ayak bastılar. Sanki Krynn'deki herkes onları

izliyordu.

Alev renkli yaprakların alt ındaki derin gölge, ormanda yoldan birkaç met re ötede duran şeylerin görünmesini b ile

engelliyordu. Stunn, acı bir sessizlikle tek başına grubun önünden gidiyordu. Tanis, şövalyenin başını mağrurca

kald ırdığ ı halde kendi karan lığ ında ağır ağ ır yürüdüğünü biliyordu. Onu Çaramon ile Raistlin izliyordu. Tanis'in

gözleri büyücünün üzerindeydi, onun ayak uydurup uyduramayacağı konusunda endişeleniyordu.

Raistlin, çalılar arasından geçerken zorlan mıştı ama artık rahatça ilerli-yebiliyordu. Bir eliyle asasına dayanmış,

diğer eliyle de kitabını açmış tutuyordu. Tanis önce büyücünün ne çalıştığını merak etti, sonra bunun, onun büyü

kitabı olduğunu fark etti. Büyücülerin durmadan çalış maları veya büyülerini unut mamak için tekrarlamalan

üzerlerindeki bir lanettir. Büyü sözleri insanın aklında alevlenir, sonra büyü yapıldığında titreşip söner. Her büyü,

büyücünün fiziksel ve zihinsel enerjisin i öyle b ir harcar ki sonunda büyücü tamamen b itap düşüp, bir daha büyü

yapıncaya kadar dinlen mesi gerekir.

Flint, Caramon'un diğer yanından gidiyordu. İkisi alçak sesle, on yıl önce olup bit miş kayık kazası hakkında kavga

etmeye başlamışlardı.

"Çıplak elinle balık yakalamaya kalkmıştın..." diye homu rdandı hoşnutsuzlukla.

En arkadan Tanis gidiyordu, Bo zkırlıların yanında. O bütün dikkatin i Alt may'a vermişti. Ağaçlann alt ındaki benekli

gri ışıkta kadın ı daha iy i görebildiğ inde Tanis, gözlerin in etrafındaki çizgilerin onu yirmi doku z yaşından daha yaşlı

gösterdiğini fark etti.

"Yaşamımız ko lay değild i," diye sırlannı paylaştı Alt ınay onunla yürürken. "Kaç y ıld ır Nehiryeli ile birbirimizi

seviyorduk ama adetlerimize göre


72

Reisin Kızı ile ev len mek isteyen bir savaşçının kendisini ispat etmesi için büyük bir başarı göstermesi gerekir. Bizim

için duru m daha da kötüydü. Nehiryeli'nin ailesi, a talanın ıza tapmay ı reddettikleri için yıllar önce kabileden

koyulmuşlardı. Dedesi, Krynn'de onlar hakkında çok az delil kalmış olduğu halde, Afet'ten önceki kadim tanrılara

inanıyordu.

"Babam, benden bu kadar aşağıda olan bir adamla evlen memem konusunda kararlıydı. Nehiryeli'ni başarılmas ı

imkânsız b ir maceraya yolladı -bu kad im tanrıların varlığın ı ispatlayacak, kutsal bir ö zelliği o lan bir nesne bulmaya.

Tabii ki babam böyle bir nesnenin varlığ ına inan mıyordu. Nehiryeli'n in bu uğurda öleceğini, ya da benim başka

birine asık o lacağımı u muyordu." Yanında yürüyen uzun boylu savaşçıya baktı ve gülümsedi. Fakat adamın yüzü

sertti, gözleri uzaklara bakıyordu. Kadının tebessümü soldu. İçini çekerek Ta -nis'ten çok kendi kendine

konuşurcasına hikayesine yavaşça devam etti.

"Nehiryeli u zun yıllar yok o ldu. Hayatım boşalmıştı. Bazen içimin kuruyacağını zannediyordum. Sonra, bir hafta

önce, geri geld i. Yarı can lı, yarı ölüydü; korkunç bir ateş içerisinde aklı başından gitmişti. Tö kezlene tökez-lene köye

gelerek, teni dokunulmayacak kadar sıcak b ir halde ayaklarımın dib ine yığıldı. Elinde bu asayı tutuyordu sıkı sıkı.

Parmaklarını zorla açtık. Şuurunu kaybetmiş olduğu halde asayı bırakmıyordu.

"Ateşler içindeyken çırp ınarak karanlık bir yerden, ölü mün kara kanatlar taktığı yıkık bir şehirden söz etti. Sonra,

korku ve dehşetle deliye dönüp de hi/met kârlar ko lların ı yatağa bağlamak zorunda kalmışlard ı ki bir kadının, mavi

bir ışığa bürü müş bir kadının varlığını hatırladı. Ded iğine göre bu karanlık yerde kad ın ona gelmiş, onu iyileştirmiş

ve ona bu asayı vermiş. Kadını hatırladığında sakin leşti ve ateşi düştü..."

"İki gün önce-" Altınay duraksadı, gerçekten iki gün mü olmuştu? Bir ö mür gibi geliyordu! İçini çekerek devam etti.

"Asayı babama sundu, bunun kendisine, ismini b ilemese de bir tanrıça tarafından ve rildiğin i söyledi. Babam asaya

baktı" -Alt ınay asayı havaya kaldırd ı- "ve asanın bir şeyler yap masını buyurdu, herhangi bir şey. Hiçbir şey olmadı.

Asayı Nehirye-li'ne geri fırlattı ve yaptığı sahtekarlık yüzünden insanlara, onu taşlayarak öldürmelerini bu yurdu!"

Konuştukça Altınay'ın yüzü soluyor, Nehiryeli'nin ki kararıp gölgeleniyordu.

"Kabiledekiler onu bağlayarak Yas Duvan'na sürüklediler," dedi, ancak duyulabilecek bir sesle. "Onu taşlamaya

başladılar. Bana ço k büyük bir aşkla baktı ve ö lü mün bile bizi ayıramayacağını haykırdı. Hayatımı onsuz, tek başıma

geçirme düşüncesine katlanamadım. Ona koştum. Taşlar ikimize birden çarp maya başladı..." Altınay elin i alnına

götürdü, hatırlad ığı acıyla

yüzü büzüşmüştü; Tanis'in dikkati kadın ın güneş yanığı tenindeki pürüzlü taze yaraya gitti. " Gözleri kör eden bir
şimşek çaktı. Nehiryeli ile yeniden görmeye başladığımızda So lace'ın dışındaki yolda bulduk kendimizi. Asa mavi

mav i parlıyordu, sonra ışık soldu ve şimdi gördüğün halini aldı. İşte o zaman Limana git meye ve tapınaktaki bilge

kişilere asa hakkında bir şeyler sormaya karar verdik."

"Nehiryeli," diye sordu Tanis, huzursuz olarak, "bu yıkık şehir hakkında neler hatırlıyorsun? Neredeydi?"

Nehiryeli cevap vermedi. Kara gözlerinin köşesiyle Tanis'e baktı; belli ki onun düşünceleri başka yerlerdeydi. Sonra

başını gölgeli ağaçlara çev irdi. "Tanis Yarımelf," dedi sonunda. "İsmin bu mu?"

"İnsanlar arasında beni böyle çağırırlar," diye cevap verdi Tan is. "Elfçe is mim, insanların telaffuz edemiyecekleri

kadar u zun ve zordur."

Nehiryeli kaşların ı çattı. "Neden sana," diye sordu, "yarımelf diyorlar da yarıminsan demiyorlar?"

Soru, Tanis'in yüzünde bir şamar g ibi patladı. Kendisini neredeyse toprak içinde uzan mış görebiliyordu; kızgın bir

karşılık vermemek için durup kendine hakim olması gerekti. Neh iryeli'n in bu soruyu maksatlı sorduğunu biliyordu.

Bunu bir hakaret anlamında söylememişti. Bunun bir sınav olduğunu hissetti Tanis. Sözlerin i dikkatle seçti.

"İnsanlar için, yarım bir elf, bütün bir varlığın yarısıdır. Yarın ı b ir insan ise, sakattır."

Nehiryeli bunu düşündü, sonunda birdenbire, tek bir kez başıyla onayladı ve Tanis'in sorusuna cevap verdi.

"Uzun yıllar dolaştım," d iye cevapladı. " Genellikle nerede olduğumu bilmiyordu m bile. Güneşi, ayları ve yıldızları

izled im. Son yolculuğum karanlık bir rüya gib i." Bir an için sessiz kald ı. Tekrar konuşmaya başladığında sanki uzak

bir yerden konuşuyor gibiydi. "Ak binaları mermerden uzun sütunlarla desteklenen, bir zaman lar ço k güzel o lan bir

şehirdi. Fakat art ık, sanki bir el almış da şehri bir dağdan aşağıya atmış gibiydi. Şehir artık ço k eski ve çok kötü."

"Kara kanatlı ö lü m," dedi Tan is yavaşça.

"O karan lıktan bir tanrı gibi yükseldi, yaratıkları çığ lıklar atarak, uluyarak tapıyordu ona." Bozkırlı'nın yüzü güneş

yanığının alt ında soldu. İnsanı ürperten sabah havasında o terliyordu. "Onun hakkında daha fazla konuşamam!"

Altınay elini adamın koluna koydu ve adamın yüzündeki gergin lik geçiverd i.

"Ve bu dehşet içinde bir kadın gelip sana bu asayı mı verd i?" diye pe

şini bırakmad ı Tanis.

"Beni iyileştirdi," dedi Nehiryeii sadece. "Ölüyordum." Tanis, Alt ınay'ın elindeki asaya dikkatle baktı. Asa,

söylenmese dikkat ini asla çekmeyecek türden sıradan ve basit bir asaydı. Tepesine garip bir işaret kazın mış ve

etrafına -barbarların sevdiği şekilde- tüyler bağlan mıştı. A ma y ine de asanın mav i mav i parladığın ı görmüştü! Onun

şifa veren gücünü hissetmişti. Bu kad im tanrıların bir armağanı mıydı -tam ihtiyaç anında onlara yard ımcı olmak için

mi yollan mıştı? Yo ksa körü bir şey miydi? Sonra bu iki barbar hakkında ne biliyordu ki? Tanis, Raistlin'in, asasının

sadece temiz kalp liler tarafından ellenebileceği hakkındaki sözlerini hatırlad ı. Başın ı sallad ı. Kulağa hoş geliyordu.
Buna inan mak istiyordu...

Düşünceler içinde kaybolmuş olan Tanis kolunda Altınay'ın temasını h issetti. Başını kald ırıp bakt ığında Sturm ile

Caramon'un işaret ettiklerini gördü. Yarımelf aniden, Bozkırlılarla birlikte çok geride kalmış olduklarını fark etti.

Koşmaya başladı.

"Ne var?"

Sturm işaret etti. "Öncü müz dönüyor," dedi inceden inceye alay ederek.

Tasslehoff yoldan onlara doğru koşuyordu. Kolların ı üç kez salladı.

"Çalıların içine!" diye emretti Tanis. Grup aceleyle yolu terk ederek yolun güney tarafında yetişen çalılıkların ve

fundalığın içine daldı - Sturm hariç hepsi.

"Haydi!" Tanis elini şövalyenin koluna koydu. Sturm, kendini yarımelf-ten kurtardı.

"Ben bir hendekte saklan mam!" diye beyan etti şövalye soğuk bir sesle. "Sturm..." diye başladı Tanis, art makta o lan

öfkesini kontrol altına almaya gayret göstererek. Bir işe yaramayacak ve belki de tamir ed ilemez bir zararı

dokunabilecek olan sert sözleri yuttu. Onun yerine, dudakların ı sıkı sıkı kapatarak şövalyeden ayrıld ı ve kasvetli bir

sessizlik içinde kenderi bekledi. Koşarken torbalan deliler gibi sallanan Tas hızla çıkageld i. "Papazlar!" dedi nefes

nefese. "Bir grup papaz. Sekiz tane."

Sturm burun büktü. "Ben de en azından bir tabur goblin muhafızd ır demiştim. Herhalde bir avuç papazla başa

çıkab iliriz."

"Bilmiyoru m," dedi Tasslehoff şüpheyle. "Ben Krynn'in her yanından papaz görmüşümdür ama böylelerin i h iç

görmemiştim." Yoldan aşağıya endişeyle baktı; sonra kahverengi gözlerinde alışılmamış bir ciddiyetle Tanis'e

döndü. "Tika'n ın Solace'taki garip adamlarla ilgili söylediklerin i hatırlıyor musun -Hederick ile gezenlerle ilglili?

Hani kuku letalı, ağ ır cüppeli olan lar? Eh, bu tanım bu papazlara tamı tamına uyuygr! Sonra Tanis, bunlar benim

tüylerimi ürpertt i." Kender t itredi. "Birazdan görünürler.'Tanis Sturm'e bakt ı. Şövalye kaşların ı kald ırdı. Her ikisi de

kenderlerin korku

76

duygusunu hissedemediklerini ama diğer yaratıkların doğalarına karşı aşırı hassas oldukların ı biliyordu. Tanis,

kenderle b irlikte oldu kça tedirg in edici duru mlarda bulunduğu halde Krynn üzerindeki b ir varlığın daha önce Tas'ın

"tüylerin i ürpettiğin i" hatırlamıyordu.

"İşte geliyorlar," dedi Tan is aniden. Sturm ve Tas ile birlikte sol taraftaki ağaçların gölgesine doğru çekild iler,

papazlann yoldaki bir dönemeçten ağır ağır dönmelerini seyrettiler. Oldukça u zaktaydılar, yarımelf yalnızca büy ük

bir el arabası çekerek ağır ağır ilerlediklerin i söyleyebilirdi.

"Belki onlarla konuşsan iyi olur Sturm," dedi Tan is yavaşça. "Yo lun iler -si hakkında bilgiye ihtiyacımız var. A ma
dikkatli ol dostum."

"Dikkatli o luru m." dedi Sturm gülü mseyerek. " Yaşamımı gereksiz yere çarçur et meye hiç niyetim yok."

Şövalye, sessiz bir ö zür o larak Tanis'in ko lunu tuttu bir an, sonra eli, antika kınındaki kılıcını serbest bırakmak için

kaydı. Karşı tarafa geçti, sanki b ir şey dinliyormuş gibi başı öne eğik, devrilmiş tahta bir parmaklığa yaslandı. Tan is

bir an için kararsız durduktan sonra döndü ve dibinden gelen Tasslehoff ile çalıların yolunu tuttu.

"Ne var?" diye homurdandı Caraınon, Tanis ile Tas belirince. Koca savaşçı, silahlarının tangırdamasına neden olarak

kemerini döndürdü. Geri kalanları bir arada, b ir çalı yığ ının ın arkasına gizlen mişti ama y ine de yolu rahatça

görebiliyorlard ı.

"Yavaş." Tanis, birkaç metre ötede solundaki çalıların içine çö melmiş olan Caramon ile Neh iryeli'n in arasına diz

çöktü. "Papazlar," diye fısıldadı. " Bir grup papaz yoldan geliyor. Sturm onları sorguya çekecek."

"Papazlar mı!" diye alay edercesine homurdanan Caramon rahat rahat topukları ü zerine bırakt ı kendini. Fakat

Raistlin huzursuzca kıpırdandı.

"Papazlar," diye fısıldadı düşünceli düşünceli. "Bunu sevmedim."

"Ne demek istiyorsun?" diye sordu Tanis.

Raistlin, yarımelfe ku kuletasının karanlık gölgeleri içinden baktı. Tanis'in bütün görebildiğ i büyücünün altından ku m

saati gözleri, kurnazlık ve zekanın dar ve u zun yarıklarıydı.

"Garip papazlar," diye konuştu Raistlin ince bir sabırla, bir çocuğa hitap edercesine. "Asanın şifa veren, tanrısal bazı

güçleri var -Afet'ten beri Krynn'de görülmeyen cinsten güçleri! Caramon ile ben bu cüppeli, ku kuletalı papazlann

bazılarını Solace'ta görmüştük. Asa ile bu papazlann aynı zamanda, aynı yerde ortaya çıkmalan, daha önce her ikisi

de görülmemişken, tuhaf değil mi dostum? Belki de bu asa gerçekten onlarındır -onlann hakkıd ır."

Tanis, Alt may'a bakt ı. Kadın ın yüzü endişeyle gölgelen mişti. Belli ki o da ay nı şeyi merak ediyordu. Yen iden yola

baktı. Cüppeli tip ler ad ım ad ım ilerliyor, arabayı çekiyorlardı. Sturm, çite oturmuş bıyıklarını sıvazlıyordu.

77

Yo larkadaşlan sessizlik içinde beklediler. Tepelerinde kurşun renkli j bulutlar toplaştı, gök karardı ve kısa bir süre

sonra ağaçların dallan arasından sular damlamaya başladı.

"Alın bakalım -yağ mur yağıyor," d iye söylendi Flint. "Sanki çalılar içine bir kurbağa gibi çö meld iğim yetmezmiş

gibi şimd i de iliklerime kadar..."

Tanis cüceye dik dik bakt ı. Flint mırıldanarak sustu. Kısa bir süre son-!

ra daha şimd iden ıslan mış olan yapraklara damlayan, kalkan ve miğferle
rinde davul çalan yağ murun sesinden başka bir şey duyulmaz oldu. Soğuk

ve hızlı bir yağ murdu, en kalın cüppeyi bile delip geçen cinsinden. Cara -

mon'un ejderha miğ ferinden süzülerek boynundan içeri damladı. Raistlin

titreyip öksürmeye başladı; herkes ona telaşla bakarken sesi azalt mak için

ağzın ı kapatıyordu

Tanis yola baktı. Krynn'de geçirdiği yüz y ıllık ö mrü boyunca o da Tas;

gibi, bu papazlar gibisin i hiç görmemişti. Uzun boyluydular, iki metre ka

dar. Uzun cüppeler bedenlerini örtüyor, kuku letalı pelerinleri de cüppele-

rin i gizliyordu. Elleri ve ayakları bile cüzzam yaralarını örten sargılar g ibi j

bezlerle sarılmıştı. Sturm'e yaklaşırken etrafa dikkat le bakt ılar. İçlerinden^

biri, doğrudan yolarkadaşların ın saklan makta olduğu çalılığa doğru baktı.1!

Ku maşlar arasından sadece parlak kara gö zlerini görebiliyorlardı. ;

"Selam olsun Solamn iya Şövalyesi," dedi lider konumundaki papaz Or

tak dilde. Sesi yankılı ve peltekt i -insan sesi değild i. Tan is ürperdi

"Selamlar b iraderler," d iye cevap verdi Sturm, yine Ortak dilde. " Bugün;! kaç mild ir yolculuk yapıyorum ilk tesadüf

ettiğim yolcular sizlersiniz. Garip söylentiler duydum, yolun ilerisi hakkında b ir şeyler öğrenmek ister-' d im.

Nereden geliyorsunuz?"

"Aslen doğudan geliyoruz," diye cevap verdi papaz. "Fakat bugün Li-man'dan çıktık yola. Yo lculuk yapmak için

soğuk ve kötü bir gün şövalye, belki de bu yüzden yolu boş bulmuşsundur. Eğer mecbur kalmasa ydık b izler böyle bir

yolculuğu göze almazdık. Yo lda sizi geçmed iğimize göre siz Solace'dan geliyor o lmalısın ız Şövalye Efendi."

Sturm başıyla onayladı. El arabasının arkasında bulunan birkaç papaz bir şeyler mırıldanarak birbirlerine bakt ılar.

Liderleri onlara garip, gırtlaktan gelen bir dilde konuştu. Tanis yolarkadaşlarına bakt ı. Diğerleri gib i Tasslehoff da

başını sallıyordu; daha önce hiçbiri bu dili duymamıştı. Papaz Ortak lisana döndü. "Sözünü ettiğin bu söylentileri

merak ettim şövalye."

"Kuzeyde toplanan ordulardan söz ediyorlar," diye cevap verdi Sturm. "Ben de o tarafa doğru gidiyoru m, yurdu ma

Solamniya'ya. Davet edilmed iğim bir savaşın ortasında bulmak istemem kendimi."

78

"Biz bu söylentileri h iç duymad ık," diye cevap verdi papaz. "Bizim bild iğimiz kadarıyla kuzeye g iden yol açık."

"Ah işte, sarhoşları d inlerse böyle oluyor insan," diye omuzların ı silkt i Sturm. "A ma sizi böyle kötü bir havada

yollara düşüren bu mecburiyet de


neyin nesi?"

"Bir asa arıyoru z," diye cevapladı papaz hemen. "Mavi kristalden bir asa. So lace'te görüldüğünü duyduk. Hiç

duymuşluğun var mı?"

"Evet," diye cevap verdi Sturm. "Solace'ta öyle b ir asadan söz edild iğini duydum. Aynı arkadaşlardan ku zeyde

toplanan orduların söylentisini de duymuştum. Bu öykülere inanayım mı, inan mayım mı?"

Bu, papazı b ir an için şaşırtır g ibi oldu. Nasıl cevap vereceğini bilemiyormuş gibi etrafına bakındı.

"Söylesenize," dedi Sturm parmaklığa iyice yaslanarak, "neden mavi kristalden bir asa arıyorsunuz? Sade, dayanıklı

tahta bir asa siz saygın biraderlere daha çok yaraşır aslında."

"Bu şifa veren kutsal bir asadır," diye cevapladı papaz temkinle."Biraderlerden biri çok hasta; bu mu kaddes

emanet ona değmezse ölecek.""Şifa veren mi?" diye kaldırd ı kaşlarını Sturm. "Şifa veren bir asa çok kıy met lio lmalı.

Böylesine nadir ve mü kemmel bir şeyi nasıl o ldu da yanlış ellere verd iniz?"

"Biz vermedik!" diye tersledi papaz. Tanis adamın sargılı ellerin in sinirle kasıld ığın ı gördü. "Obizim kutsal

tarikat ımızdan çalındı. Adi hırsızı Bo z-kırlardaki b ir barbar köyüne kadar izledik, sonra izin i kaybettik. A ma

Solace'ta garip şeyler olduğuna dair söylentiler var ve bizim de oraya git memiz gerek." El arabasının arkasını işaret

etti. "Bu kasvetli yolculu k, b iraderimizin çektiğ i acı ve ıstırap yanında bir h içtir." "Korkarım yard ımcı olamam..."

diye başladı Sturm. "Ben size yardımcı olabilirim!" diye çınladı bir ses Tanis'in yanı başında. Tanis uzandı ama ço k

geç kalmıştı. A ltınay çalılıkların arasından çıkmış, ağaç dalların ı ve çalıları yana doğru ittirerek kendinden emin

adımlarla yola doğru yürüyordu. Nehiryeli ayağa fırlayarak onun arkasından çalılıklara daldı.

"Altınay!" Tanis sessizliğ i yırtan bir fısılt ıyı gö ze almıştı. Bütün söylediği, " Bilmem gerek!" idi.

Altınay'ın sesini duyan papazlar, anlamlı anlamlı b irb irlerine bakarak, başlarını sallad ılar. Tanis bir sorun çıkacağını

hissetti fakat daha bir şey söy-leyemeden Caramon ayağa kalkmıştı bile.

"Bozkırlılar eğlenirken ben bir hendekte kalacak değilim!" dedi Caramon ve Nehiryeli'nin ard ından çalılara gird i.

79

"Herkes delird i mi?" diye ho murdandı Tanis. Tam Cnramon'un ard ından neşeyle fırlayan Tasslehoffu gömleğinin

yakasından yakaladı.. "Flint kendere göz ku lak ol. Raistlin..."

"Benim için endişelenmene gerek yok Tanis", diye fısıldadı büyücü. "Oraya gitmeye h iç niyetim yok."

"Tamam. Öy leyse burada kal". Tanis ayağa kalkarak her yanınında "tüy - j 'erini ü rperten" bir his karıncalanırken

yavaşça ilerledi.

80
8
Çerceği arayış.
cevaplar.

Ben size yardım edebilirim." Alt ınay'ın billur sesi saf gümüşten bir çıngırak gib i çınladı. Reisin Kızı, Sturm'ün

hayretler içinde kalmış yüzünü gördü; Tanis'in uyarısını anlad ı.

Fakat bu, aptal, isterik b ir kadın ın yapacağı bir hareket değildi. Alt ınay öyle olmaktan çok u zakt ı. Babasını, doğru

düzgün konuşmasını ve sağ kolu ile bacağını ku llan masın ı engelleyen o hastalık aniden vurduğundan beri, on yıldır

kabilesini ko mşu kabilelerle tutuşulan savaşlar ve barış sırasında o yönetmişti. Gücünü elinden almak için yapılan

girişimleri bozmuştu. O anda yap mış olduğu şeyin tehlikeli olduğunu biliyordu. Bu garip papazlar onu tiksintiyle

dolduruyordu. Ama belli ki asa hakkında bilgileri vardı ve kadın o cevabı b ilmek istiyordu.

"Ben mavi kristalden asanın taşıyıcısıyım," dedi A ltınay, başını gururla dimd ik tutup p apazların liderine yaklaşırken.

"Ama biz asayı çalmadık; asa bize verild i."

81

Nehiryeli bir yanında, Sturm öbür yanında yer aldılar kadının. Caramon da çalılardan saldırmasına çıkarak kadının
arkasında durdu, eli kılıcın ın kab zasında, yüzünde hevesli bir tebessümle.

"Siz öyle d iyorsunuz," dedi papaz alçak ve alaycı bir sesle. Sade, kahverengi asaya arzulu, kara, p ırıldıyan gözlerle
bakarak sarılı elini asayı almak için uzattı. Alt ınay hızla asayı bedenine yapıştırdı.

"Asa, büyük bir kötülüğün olduğu bir yerden taşınıp getirildi," dedi.

"Ölmekte olan biraderin iz için elimden geleni yaparım ama bu asayı, buna

hakkınız o lduğuna iyice emin olmad ıktan sonra ne si/.e, ne de bir başkası

na devretmem."

Papaz duraksadı, sonra arkadaşlarına baktı. Tanis bunların dökü k cüppelerinin beline doladıkları en li kuşaklarına
doğru gergin el hareket leri yaptıkların ı gördü. Bunların fazlasıyla kalın kuşaklar olduğunu fark etti Tanis; altlarında
garip şişlikler vard ı -bunların dua kitapları olmad ığına emindi. Sıkıntıy la söverek aynı şeyin Sturm ile Caramon'un
da dikkatini çekmiş olmasın ı diledi. Fakat Sturm gayet rahat görünüyordu; Caramon da sanki aralarındaki bir espriye
gülermiş gib i onu dürtüyordu. Tanis yayını dikkatle kaldırarak, bir o k yerleştirdi.
Papaz sonunda başını tevazu ile eğerek, ellerini cüppesinin kollan içine sokarak kavuşturdu. "Zavallı biraderimi/e
vereceğini/ her türlü yardıma razıyız," dedi, sesi boğulmuştu. "Sonra dostlarınızla birlikte Liman'a dönebiliriz
umarım. Asanın elinize tamamiy le yanlışlıkla geçtiğine ikna o lacağınıza yemin edebilirim."

"Biz nereye istersek oraya gideriz birader," diye ho murdandı Caramon.

Salak! d iye düşündü Tanis. Yarımelf onları uyarmak için seslenmeyi düşündü sonra korktuğu şeyin başlarına
gelmemesi için henüz ortaya çıkmamasının daha iyi o lacağına karar verdi. .

Altınay ile cüppeli adamların lideri el arabasının arkasına geçti, Nehiryeli yanlarındaydı. Caramon ile Sturm, onları
ilg iyle izleyerek arabanın ön tarafında kaldılar. Altınay ile papaz arabanın arkasına varınca papaz sargılı elin i
uzatarak kadın ı arabaya doğru çekti. Papazın temasından kaçınan kadın kendi başına ileri bir adım attı. Papaz tevazu
ile eğilerek arabanın arkasını örten örtüyü kaldırdı. Asayı önünde tutan Altınay içeriye bakt ı.

Tanis telaşlı b ir hareket gördü. Altınay çığlık attı. Mav i bir şimşek çaktı ve bir haykırış koptu. Altınay geriye
sıçrarken Nehiryeli kadının önüne fırladı. Papaz bir boruyu dudaklara götürerek u zun, uluyan notalar çald ı.

"Caramon! Sturm!" diye bağırdı Tanis yayını kald ırarak. "Bu bir tu za..." Yarımelfin üzerine tepeden büyük bir ağırlık
düşerek onu yere yapıştırdı.! Güçlü eller, yü zünü ıslak yapraklar ve çamura batırarak g ırt lağına uzandı.? Adamın
parmakları arad ığın ı bularak sıkmaya başladı. Tanis nefes almaya

82

uğraştı ama burnu ve ağzı çamurla dolmuştu. Yıldızlar görmeye başlayınca, nefesborusunu ezmeye çalışan elleri
deliler g ibi koparmaya çalıştı. Adamın elleri inanılmayacak kadar güçlüydü. Tanis şuurunu yitirmeye başladığını
hissetti. Kaslarını son ve ümitsiz bir çırp ınış için gerdi, sonra boğuk bir haykırış ile kemik çatırt ıları çıkartan bir
darbe sesi duydu. Eller gevşedi ve üzerindeki ağ ır yük sürüklenerek çekildi.

Tanis zorlukla dizleri ü zerinde doğruldu, nefesi acıy la geri gelmeye başlamıştı. Yüzündeki çamuru şilin ce elinde bir
kütükle duran Flint'i gördü. Fakat cücenin gözleri onun üzerinde değildi. Ayakların ın dibinde duran ce -sete
bakıyordu.

Tanis, hayretler içindeki cücenin bakışlarını takip ettiğinde dehşetle ir-kildi". Bu bir adam değildi! Sırtından deri
kanatlar çıkıyordu. Bir sürüngenin pullu derisine sahipti; iri elleri ayakları pençe gibiydi ama insanlar gib i iki ayağı
üzerinde yürüyordu. Yarat ık, kanatlarının kullanımın ı olanaklı kılan, karmaşık bir zırh g iyiyordu. Fakat onu asıl
ürperten yaratığın yüzü olmuştu -bu o güne kadar gördüğü, ister Krynn üzerinde olsun, ister en karan lık
kâbuslarında- bildiğ i hiçb ir canlın ın yüzüne benzemiyordu: Yaratığ ın yüzü insan yüzüydü ama sanki kötü niyetli b iri
onları b ir sürüngen haline döndürmüştü!

"Tanrılar adına," diye nefes ald ı Raistlin, Tanis'e doğru sessizce yaklaştı. " Bu da ne?"

Daha Tanis cevap veremeden, gözünün kenarıyla parlak mav i şimşeği gördü ve Altınay'ın çığ lığ ını duydu.

Tam o anda, Altınay arabaya bakarken, hangi korkunç hastalığın bir insanın derisin i bö yle pul pul yapacağını
düşünüyordu. Zavallı papaza asası ile dokunmak için ilerlemişti ki yaratık ona doğru sıçrayarak asayı pençeli eliy le
tutmaya çalışmıştı. Alt ınay geriye doğru tökezlendi ama yaratık h ızlıydı ve pençeli eli asayı kavramıştı b ile. Gö zle ri
kör eden mavi bir şimşek çakmıştı. Yaratık acı içinde viyaklayarak geriye düştü, kararmış elini ovarak. Neh iryeli ise
kılıcın ı çekerek Reisin Kızı'nın önüne sıçramıştı.

Fakat kız şimdi onun nefesinin tıkanarak, kılıcı tutan elin in gevşeyip indiğini görü yordu. Geri geri gitti adam,
kendini savunmak için hiçb ir çaba göstermeden. Kaba, sanlı eller kadın ı arkadan kavrad ılar. Korkunç, pullu bir el
ağzın ı kapattı. Kendini kurtarmak için çabalayan kadın Nehiryeli'ni gördü. Adam korkudan gözleri açılmış bir hald e
arabanın içindeki şeye bakıyordu, yüzü ölü gib i kireç kesilmişti; kesik kesik nefes alıyordu -uyanıp da gördüğü
kâbusun gerçek olduğunu fark eden bir adam gib i.

Savaşçı bir kav min güçlü bir evladı olan Alt ınay kendisini tutan papazın dizlerin i n işan alarak geriye doğru bir tekme
attı. Beceriyle attığ ı tekme rakibini gafil av layarak diz kapağını parçaladı. Papaz ellerini gevşetir gevşet -

83

mez Altınay hızla dönüp adama asası ile vurdu. Papazın yere, güçlü Cara-mon'u bile kıskandırabilecek b ir darbe
almış gibi çö kmesi kadını şaşırttı. Asasına hayretle baktı, asa artık parlak mav i renkle parlıyordu. Fakat hayrete
düşecek zaman yoktu -diğer yarat ıklar 'etrafın ı sarmıştı. Parıldayan asasını geniş bir yay çizerek savurdu, onları
ötede tutarak. Fakat ne kadarj dayanabilird i?

"Nehiryeli!"

Altınay'ın çığlığı Bo zkırh'yı içine düştüğü dehşetten uyandırdı. Dönünce kadının, cüppeli papazları asa ile kendinden
uzak tutarak ormana doğru gerilediğ ini gördü. Papazlardan birin i arkadan tutarak, bütün gücüyle yere savurdu. Biri
onun üzerine atlarken, b ir üçüncüsü de Altınay'a doğru sıçradı.

Gö zleri kör eden mav i bir şimşek çaktı.

Tam Tanis bağırmadan önce, Sturm papazların bir tuzak kurduklarını fark ederek kılıcın ı çekmişti. Eski arabanın
yarıkları arasından asaya uzanan pençemsi bir el görmüştü. İleri doğru bir hamle yaparak Nehiryeli'ne arka çıkmaya
gitti. Fakat şövalye, Bo zkırh'nın arabadaki yaratığın görüntüsü karşısında vereceği tepkiye tamamen hazırlıksız
yakalan mıştı. Sturm, sağlam eliyle b ir savaş baltasını kavrayan yaratığın Nehiryeli'nin ü zerine sıçradığ ını, adamın da
çaresizlikle gerilediğin i gördü. Neh iryeli kendini savunmak için hiçbir harekette bulunmamıştı. Silahı elinde öylece
bakıyordu.

Sturm kılıcın ı yaratığ ın sırt ına sapladı. Bu şey çığlık atarak saldırmak için döndüğünde, kılıcı şövalyenin elinden
söküldü. Can çekiş menin verdiğ i öfkeyle salyaları akıp gurultular çıkartan yaratık ko llarını hayretler içinde kalmış
şövalyeye dolayarak onu da çamurlu yola çekti. Sturm bedenini kavrayan şeyin ölmekte olduğunu biliyor; nemli ve
yapışkan derisinin temasından duyduğu dehşet ve şoku yenmeye çalışıyordu. Yarat ığın çığlıkları kesildi, Sturm
üzerindeki bedenin sertleştiğini hissetti. Şövalye ceseti ters döndürerek, h ızla kılıcını yaratığın sırtından çekmeye
başladı. Silah kıpırdamad ı bile! Gö zlerine inanamadan bakakaldı, sonra bütün gücüyle kılıca b ir daha asıldı, hatta
kuvvet almak için ayaklarından birini cesetin üzerine koydu. Silah sıkış mıştı. Hiddetle yarat ığa elleriyle vurmaya
başladı ama sonra korku ve t iksintiy le geri çekildi. Bu şey taşa dönüşmüştü!

"Caramon!" diye bağırd ı Sturm, garip papazlardan bir başkası, bir balta savurarak ü zerine sıçrarken. Sturm başını
eğdi, şimşek gib i bir acı duydu, sonra kan gözlerine dolunca göremez oldu. Hiçbir şey göremeden tökezle ndi; derken
üzerindeki ağırlıkla yere serildi.

Arabanın ön tarafında duran Caramon, Sturm'ün sesini duyduğunda Altmay'ın yardımına gid iyordu. Sonra
yaratıklardan ikisi ü zerine çullandı. Onları uzak tut mak için kısa kılıcın ı savuran Caramon sol eliy le hançe rini

çıkarttı. Papazlardan biri üzerine at ladı ve Caramon, kamasını tü m gücüyle ona sapladı. Bir leş ko kusu duydu ve
papazın cüppesinde iğrenç yeşil bir lekenin belirdiğin i gördü fakat görünüşe göre yara yaratığı daha da kızdırmıştı.
Ağzından, bir insan değil b ir sürüngeninkine benzeyen ağzından salyalar aka aka geliyordu. Bir an için paniğe
kapıldı Caramon. Devlerle, gob-lin lerle dövüşmüştü ama bu korkunç papazlar onu ürkütüyordu. Kendini kaybolmuş,
tek başına hissetmişti ki güven verici fısıltı duydu yanında.

"Ben buradayım, kardeşim." Raistlin'in serin kanlı sesi bütün aklınrdol -durdu.

"Tam zaman ı," diye nefesi t ıkandı Caramon'un, yaratığ ı kılıcı ile tehdit ederek. " Bunlar ne biçim yarat ıklar?"

"Onları şişleme!" diye uyardı onu Raistlin çabucak. "Taşa dönüşürler. Onlar papaz değil. Bunlar b ir çeşit sürüngen
adam. O cüppelerin ve kukuletaların nedeni de bu."

Işık ile gölge kadar birbirlerinden farklı da olsalar, ikizler dövüşürken iyi b ir takım o luşturuyordu. Dövüş sırasında
birbirleriy le çok az konuştular -düşünceleri dillerin tercü me edemeyeceği bir hızla b irleşiyordu. Caramon kılıcını ve
hançerini bırakarak iri kasların ı kastı. Caramon'un silahlanın b ıraktığın ı gören yaratıklar hücu ma geçtiler. Çö zülen
paçavraların ın ürkütücü bir görüntüsü vardı. Ca ramon pullu bedenler ve pençemsi eller karşısında yüzünü ekşitti.

"Hazırım," dedi kardeşine.

"Ast tasark simiralan krynavvi," dedi Raistlin yavaşça ve bir avuç ku mu havaya savurdu. Yaratıklar çılgın
taarruzlarını keserek büyülü uyku üzerlerine çökerken baş ların ı sersem sersem sallad ılar.-.ama sonra gözlerini
kırpıştırd ılar. Birkaç saniye içinde duyularına yeniden kavuşup yeniden ilerlemeye başladılar!

"Büyü dirençliler!" diye mırıldandı Raistlin ko rkuyla. Fakat onları uykuya yaklaştıran o kısa an Caramon iç in yeterli
olmuştu. Koca elleriyle onların zay ıf ve kuru sürüngen boyunlarını kavrayan savaşçı başlarım b irb irine çarptı.
Bedenleri cansız heykeller halinde yere yuvarlandı. Caramon başını kald ırdığ ında, sargılı ellerinde kıvrık kılıçları
parlayan iki papazın b iraderlerinin taşlaşmış cesetleri ü zerinden süründüğünü gördü.

"Arkamda dur," diye emretti Raistlin kaba bir fısıltıy la. Caramon uzanarak hançer ile kılıcını ald ı. Kardeşinin
arkasına sindi, onun emniyette olup olmadığ ından kuşku duyuyordu ama önünde durursa da Raistlin'in büyü
yapamayacağını biliyordu.

Büyü kullanan birini tanıyarak yavaşlayıp birbirlerine bakan, ilerleme konusunda tereddüt eden yaratıklara ısrarla
baktı Raistlin. Biri kendini ye-

re bırakarak arabanın alt ına emekled i. Diğeri, elinde kılıcı, büyüsünü yap- madan büyücüyü şişlemeyi veya en
azından büyüynpnnlar için gerekli olaı konsanstrasyonunu bozmayı düşünerek ileri atlad ı. Raistlin sanki hiçbiriı
görmüyor, duy muyordu. Parmaklarını b irleştirerek, ellerini yelpaze gib açtı ve şöyle kon uştu: "Kair tangus miopiar."
Büyü kuru bedeninde dolaşt ve yaratık alev ler içinde kaldı.

Tanis, ilk anda duyduğu şoktan kurtularak Sturm'ün haykırışını duydı ve çalıları ezerek yola koştu. Kılıcının keskin
olmayan tarafın ı bir sopa gibi kullanarak Sturm'ü yere yapıştırmış olan yaratığa vurdu. Papaz v iyaklayarak düştü
böylece Tanis yaralı şövalyeyi çalılıklara sürükleyebildi.

"Kılıcım," diye mırıldandı Sturm, baygın bir halde. Yü zünden kan boşalıp duruyor, o da kan lan boş yere silmeye
çalışıyordu.

"Alırım," d iye söz verdi Tan is, kendi de bu dediğinin nasıl o lacağını merak ederek. Yo la bakınca ormandan çıkarak
onlara doğru gelen yaratıklar gördü. Tanis'in ağ zı kuru muştu. Buradan kurtulmamız gerek diye düşündü, paniğini
yenmeye çalışarak. Durup derin bir nefes almak için kendin i zorladı. Sonra, peşinden koşup gelmiş olan Flint ile
Tasslehoff'a döndü.
"Burada kalıp Sturm'ü koruyun," diye talimat verdi. "Ben herkesi bir aral ya toplayacağım. Yen iden ormana
yollan mamız gerek."

Bir cevap beklemeden yola fırladı Tanis fakat tam o anda Raistlin 'in bul yüsünün alevleri yükselince kendini yere
atmak zorunda kaldı.

Yaratığ ın üzerinde yat makta o lduğu saman şilte alev alınca araba tütl meye başladı.

"Burada kalıp Sturm'ü koruyunmuş. Hıh!" diye ho murdandı Flint savaj baltasını sıkı sıkı kavrayarak. O an için
yoldan aşağıya doğru gelmekte olat yaratıklar ne cüceyi, ne kenderi, ne de ağaçların gölgeleri arasında yatan: valyeyi
görmemişlerd i sanki. Bütün dikkatleri dövüşmekte o lan savaşçıla-j nn küçük düğümündeydi. Ama Flint her şeyin bir
anlık bir mesele olduğu! nü biliyordu. Ayakların ı yere daha sıkı bastı. "Sturm için bir şeyler yap," de di Tas'a sinirli
sinirli. "Bir kerecik b ir işe yara."

"Deniyorum," diye cevap verdi Tasslehoff kırılmış bir ses tonuyla. "Amd kanamayı durduramıyoru m." Şövalyenin
gözlerini nispeten temiz bir meril d il ile siliyordu. "Evet, şimd i görebiliyor musun?" diye sordu endişeyle.

Sturm ho murdanarak oturmaya çalıştı ama başına saplanan acıyla tel rar yerine çöktü. "Kılıcım," dedi.

Tasslehoff etrafına bakınca Sturm'ün çift ağ ızlı silahın ın taş kesilmiş bij papazın sırt ına saplanmış durduğunu gördü.
"Bu harika!" dedi gözleri büı yu muş kender. "Bak Flint! Sturm'ün kılıcı..."

"Biliyoru m bulanık beyinli, geri zekalı kender!" diye kü kred i, kılıcır çekmiş onlara doğru gelen bir yaratığ ı gören
Flint.

"Ben gidip ahvereyim," dedi neşeyle, Sturm'ün yanında diz çö ken Tas. "Hemen gelirim."

"Hayır..." diye bağırd ı Flint, saldırıya geçmiş olan papazın Tas'ın görüş l sahasının dışında olduğunu fark ederek.
Yaratığ ın eğri, korkunç kılıcı cücenin boynunu hedef alarak geniş bir kavisle savruldu. Flint baltasını savurdu ama
tam o anda Tasslehoff -gözleri Sturm'ün kılıcında- ayağa kalktı. Kender'in hoopak asası cücenin dizlerinin arkasına
çarparak Flint'in dizlerinin bükülmes ine neden oldu. Flint şaşkınlık içinde bir çığlık at ıp sırt üstü Sturm'ün üzerine
düşerken, yaratığ ın kılıcı b ir zarar veremeden tepesinden

Cücenin bağırd ığını duyan Tasslehoff arkasına bakt ı ve gördüğü tuhaf görüntü karşısında hayretler içinde kaldı: Bir
papa?., her nedense> Flint'e saldırıyordu; cüce de kalkıp dövüşeceğine sırt üstü yatmış, bacaklarını harman döveni
gibi çırp ıyordu.

"Ne yapıyorsun Flint?" diye bağırdı Tas. Soğukkanlılıkla yaratığ ın göbe-I ğine hoopakı ile vurmuş, öne doğru iki
büklü m olduğunda bu kez başına l vurarak yaratık baygın bir şekilde yere yuvarlan ırken onu seyrediyordu.

"İşte!" dedi rahatsız olmuş bir halde Flint'e. "Senin yerine ben mi dövüşmek zorunda kalacağım?" Kender dönerek
Sturm'ün kılıcına doğru yollandı.

"Dövüşmek mi! Ben im için mi!" Hiddetle tükürü kler saçan cüce ayağa kalkmak için deliler g ibi uğraştı. M iğferi
gözlerinin ü zerine kay mış, görmesin i engelliyordu. Flint tam miğferin i geri it mişti ki başka bir papaz onu yere
düşürmek için saldırmış ve yine ayaklarını yerden kesmişti.
Tanis, Altınay ile Nehiryeli'ni sırt sırta buldu; Altınay yaratıkları asası ile geri tutuyordu. Üçü ayakların ın alt ında ölü
yatıyordu, taşlaşmış kalıntıları asanın mavi alev iyle kararmıştı. Nehiryeli'nin kılıcı, başka bir heykelin karn ında
sıkışıp kalmıştı. Bozkırlı kalan tek silah ını almıştı eline -kısa yayına ok takmış hazır tutuyordu. O an için yaratıklar
geri durmuş, alçak ve anlaşılmaz bir tonda saldırı p lanlarını tartışıyorlardı. Bo zkırlı'ya her an sald ıra -b ileceklerini
bilen Tanis onlara doğru sıçradı, yarat ıkların b irinin sırt ına bir darbe indirdi, sonra bir başkasına elinin tersiy le vurdu.

"Haydi!" diye bağırdı Bozkırlılara. "Bu taraftan!"

Yaratıkların bir kıs mı bu yeni saldırıya karşılık verdi; diğerleri tereddü t ettiler. Nehiryeli bir o k atarak birin i
devirdikten sonra Altınay'ın elini kavrayarak, taşlaşmış kurbanların ın üzerinden atlayarak birlikte Tanis'e doğru
koşmaya başladılar.

Tanis onların yanından geçmelerine izin vererek yaratıkları kılıcının dü z tarafıy la savuşturdu. "Buyur, al bu hançeri!"
diye bağırdı yanından koşarak geçen Nehiryeli'ne. Nehiryeli hançeri kavradı, ters çevird i ve yaratıklardan

87

birinin çenesine vurdu. Hançerin kabzasıy la boynunu yukarıya doğ iterek, kırdı. Alt ınay başka bir yarat ığı asasıyla
devirirken mav i b ir alevi parıltısı görüldü. Sonunda ormana g irmişlerd i.

Tahta araba artık tüm şiddetiyle yanıyordu. Du man ın içinden ba Tanis yolu bölük pörçük görebild i. Her iki yanlarına
doğru yarım mil kad uzakta kara kanatlı suretlerin havadan süzülüp yere indiklerini gördükı için i bir t itreme aldı. Yo l
her iki yana doğru da kesilmişti. Eğer hemen oı mana doğru kaçmazlarsa kapana kısacaklard ı.

Sturm'ü bırakmış olduğu yere vardı. Alt ınay ile Neh iryeli oradaydı Flint de. Diğerleri neredeydi? Koy u duman içinde
yaşaran gözlerini kırpış* tırarak arandı.

"Sturm'e yardım et," dedi Alt ınay'a. Sonra baltasını, taşlaşmış yaratıklardan birinin göğsünden çıkart maya çalışan
ama başaramayan Flint'e döndü "Caramon ile Raistlin nerede?Tas nerede? Ona burada ka lmasını söylemiş tim..."

"Lanet olasıca kender beni ö ldürüyordu neredeyse!" diye patladı Flint "İnşallah onu taşıyıp götürmüşlerdir! İnşatlar
onu köpeklere atarlar! İnşal lah..."

"Tanrılar adına!" diye söylendi öfkey le Tanis. Du manın içinde Caramon ile Raistlin'i en son gördüğü yere doğru
giderken, Sturm'ü : kılıcın ı arkasından yolda sürüye sürüye gelen kenderin üzerine çıkt ı. Kıllı neredeyse Tasslehoff
'un boyu kadardı ve Tas onu kaldıramıyor o yüzdeı çamu rların içinden sürüklüyordu.

"Nasıl aldın bunu?" diye sordu Tanis hayretle, etraflarında kaynayan yoğun dumanla ö ksürerek.

Tas, dumandan göz yaşları yanaklarından boşanırken sırıttı. " Yarat ık toza dönüştü," dedi mutlu mesut. "Ay Tanis
harika bir şeydi. Gittim kılıcı çektim gelmedi, sonra bir daha çekt im..."

"Şimdi sırası değil! Diğerlerinin yanına git !" Tanis kender! tutarak ileri doğru itti. "Caramon ile Raistlin'i gördün
mü?"

Fakat tam o anda savaşçının sesi dumanın içinden patladı. "Buradayız, dedi Caramon nefes nefese. Kolunu,
denetlenemez bir şekilde öksüren kar-] deşine dolamıştı. " Hepsini yok ettik mi?" diye sordu koca adam neşeyle.

"Hayır, edemed ik," diye cevap verdi Tanis asık bir yüzle. "Aslında, or -j manın içinden güneye doğru gitmemiz
gerekiyor." Raistlin'e sanldı ve birlikte, diğerlerinin yolun kenarında toplan mış du man içinde boğuldukla halde,
dumanın kendilerin i saran örtüsünden memnun durdukları yere g it tiler.

Sturm ayağa kalkmıştı, yüzü solgundu ama başındaki ağrı geçmiş yaranın kanaması durmuştu.

"Asa mı iyileştirdi onu?" diye sordu Tanis Altınay'a.

Kadın öksürdü. "Tam olarak değil. Yü rüyebileceği kadar iyileştirdi."

"Onun da...sınırı var," dedi Raistlin hırılt ıyla soluyarak.

"Evet..." diye kesti sözünü Tanis. "Evet, güneye, ormana doğru gidiyoru z."

Caramon başını salladı. "Orası Kararık Orman..." diye başladı.

"Biliyoru m, sen canlılarla savaşmayı tercih ederdin," diye kesti sözünü Tanis. "Ama bu konuda artık neler
düşünüyorsun?"

Savaşçı cevap vermedi.

"O yaratıklardan daha fazlası, hem de her taraftan geliyor. Başka b ir sald ırıya karşı koya mayız. A ma mecbur
kalmazsak Kararık Orman'a g irmeyiz. Buradan pek uzakta olmayan bir yerde Duacının Gö zü Tepesi'ne çıkan bir
avcı patikası var. Oradan yolun hem ku zeyin i, hem de her yönünü görebiliriz."

"Kuzeyden mağaraya kadar gidebiliriz. Kayık o rada saklı." diye önerdi Nehiryeli.

"Hayır!" diye bağırdı Flint boğulmuş bir sesle. Başka bir söz söylemeden dönen cüce kısa bacakların ın kendisin i
taşıyabildiği tü m h ızla ormana dald ı.

Kaçış

olarkadaşlan, ellerinden geldiğince hızlı hızlı sık ormanın içinde d ü: kalka ilerleyerek
sonunda avcıların izledikleri yola vardılar. Caramon elinde kılıç, bütün gölgeleri gözleriyle
kolaçan ederek önü çekiyordu. Onu kardeşi izliyordu, bir eli Caramon'un omzunda,
dudakları ciddi bir kararlılıkla mühürlenmiş. Diğerleri, silahlan ellerinde onların peşinden
gidiyordu.
Fakat bir daha yaratıklara rastlamamışlardı.

"Neden bizi takip etmiyorlar?" diye sordu Flint bir saat kadar ilerledikten sonra.

Tanis sakalını kaşıdı -o da aynı şeyi merak edip duruyordu. "Böyle bir şey yapmaya
ihtiyaçları yok da ondan," dedi sonunda. "Kapana kıstık. Büyük bir ihtimalle ormandan
çıkan bütün yollan tutmuşlardır. Kararık Orman'a giden hariç..."

"Kararık Orman!" diye tekrarladı Altınay sessizce. "O tarafa gitmemiz gerçekten gerekli
mî?"

"Gerekli olmayabilir," dedi Tanis. "Duacının Gözü Tepe'sine varınca bir bakarız."

Aniden önden yürümekte olan Caramon'un bağırdığını duydular. İleri koşan Tanis,
Raistlin'in yere yığılmış olduğunu gördü.

"Şimdi düzelirim," diye fısıldadı büyücü. "Ama dinlenmem gerek."

"Hepimize dinlenmek iyi gelebilir," dedi Tanis.

Kimse cevap vermedi. Hepsi yorgun argın, nefes nefese yere çöktüler. Sturm gözlerini
kapatarak yosun kaplı bir ağaç gövdesine yaslandı. Yüzü, kül renginin ölü tonunu almıştı.
Kan uzun bıyıklarını kaplamış, saçını katı-laştırmıştı. Yarası, yavaş yavaş morlaşan uzun ve
çentik çentik bir kesikti. Tanis, şövalyenin ölse bile tek bir şikayet sözü söylemeyeceğini
biliyordu.

"Sıkılma," dedi Sturm sertçe. "Beni biraz rahat bırakın." Tanis şövalyenin elini bir an için
sıkıp bıraktıktan sonra Nehiryeli'nin yanına oturmak için gitti.

Birkaç uzun dakika boyunca her ikisi de konuşmadı; sonunda Tanis sordu, "Sen o
yaratıklarla dövüşmüştün, öyle değil mi?"

"Yıkık şehirde." Nehiryeli titredi. "Arabanın içine bakıp da o şeyin bana yan gözle baktığını
görünce hepsini ha tırlay ı verdini! En azından..." Durdu, başını salladı. Sonra Tanis'e
gülümser gibi oldu. "En azından artık delirme-diğimi biliyorum. O korkunç yaratıklar
gerçekten de varlar -bazen şüphe ediyordum."

"Anlıyorum," diye mırıldandı Tanis. "Demek ki bu yaratıklar bütün Krynn üzerine


yayılıyorlar, tabii senin yıkık şehir buralarda bir yerlerdeyse başka."

"Hayır. Ben Que-shu'ya doğudan gelmiştim. Şehir Solace'tan uzakta, yurdumun


Bozkırlan'nın gerisindeydi."

"Sence o yaratıklar, seni köyüne kadar takip ettiklerini söylediklerinde neyi kastettiler?"
diye sordu Altınay yanağını adamın deri tuniğinin koluna yaslayıp, elini adamın kolunun
altından geçirerek.

"Endişelenme," dedi Nehiryeli, kadının elini eline alarak. "Köydeki savaşçılar onlarla başa
çıkar."

"Nehiryeli ne diyecektin hatırlıyor musun?" diye hatırlattı kadın.

"Evet haklısın," diye cevapladı Nehiryeli, kadının gümüşlü altın saçlarını okşayarak. Tanis'e
bakarak gülümsedi. Tanis bir an için duygusuz maskesi indiren adamın kahverengi
gözlerinin içindeki derin sıcaklığı görmüştü. "Sana yanmelf, ve hepinize teşekkürlerimi
bildirmek isterim." Bakışları herkesin üzerinde oynaştı. "Hayatımızı bir kereden fazla
kurtardınız ve ben size karşı nankörlük ettim. Fakat..." duraksadı, "her şey o kadar garip ki!"

"Daha da garipleşecek." Raistlin'in sesi uğursuzca geldi.

Yolarkadaşları Duacının Gözü Tepesi'ne yaklaşıyordu. Yoldan, ormanıı üzerinden


yükselen tepeyi görebiliyorlardı. İkiye yarılmış zirvesi, dua etmek için birleşmiş iki ele
benziyordu -ismi de buradan geliyordu zatenj Yağmur durmuştu. Ormana bir ölüm
sessizliği hakimdi. Yolcular, orman hayvanlarının ve kuşlarının bu topraklardan gittiğini ve
arkalarında ürpe-tici, boş bir sessizlik bıraktıklarını düşünmeye başlamıştı. Hepsi bir
huzursuzluk hissediyor -belki bir tek Tasslehoff hariç-, durmadan arkalarına bakıyor veya
gölgelere kılıçlarını çekiyorlardı.

Sturm artçı olarak yürümek konusunda ısrar etmişti ama başındaki ağrı artmaya başladıkça
geride kalmaya başladı. Başı dönmeye, midesi bulanmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra
nerede olduğu veya ne yaptığı ile ilgili bütün kavramlarını yitirdi. Sadece yürümeye devam
etmesi, bir ayağını diğerinin önüne atması, Tas'ın öyküsündeki otomatlar gibi ilerlemesi gı
rektiğini biliyordu.

Tas'in öyküsü nasıldı? Sturm bunu bir acı pusunun gerisinden hatırlama-j ya çalıştı. Bu
otomatlar, kenderi götürsün diye bir iblis çağıran bir büyücünün hizmetkarıydılar. Kenderin
öykülerinin çoğu gibi bu da anlamsızdı. Sturm bir adımını, diğerinin önüne attı. Anlamsız.
Aynı yaşlı adamın öyküleri gibi -Han'daki yaşlı adamın. Ak Geyik ve kadim tanrıların
-Paladine'in öyküleri. Huma'nın öyküleri. Sturm, ellerini zonklayan şakaklarında birleştirdi,
sanki çatlayıp dağılacak olan başını bir arada tutabilirmiş gibi. Huma...

Çocukken Sturm, Huma'nın öyküleriyle beslenmişti. Bir Solamniya Şö-valyesi'nin kızı ve


bir şövalye ile evli olan annesi oğluna anlatabilecek başka öyküler bilmiyordu. Sturm'ün
düşünceleri annesine kaydı; çektiği acı, hasta olduğu zamanlarda veya canı acırken
annesinin ona yaptıklarını getirmişti aklına. Sturm'ün babası karısı ile oğlunu yurt dışına
yollamıştı çünkü oğlu -tek varisi- Solamniya Şövalyelerini sonsuza kadar Krynn'in
yüzünden silmek isteyenler için bir boy hedefi olacaktı. Sturm ile annesi Sola-ce'a
sığınmışlardı. Sturm hemen yeni arkadaşlıklar kurmuştu; özellikle de a: keri konularda
onunla aynı şeylere ilgitiuyan Caramon adında bir oğlanla. Fakat Sturm'ün mağrur annesi
halkı kendisinden daha aşağıda görüyordu. O yüzden, ateşe teslim olduğu zaman, yanında
delikanlılığa yeni adım atmış oğlu hariç hiç kimse yoktu. Oğlunu da babasına emanet
etmişti -eğer babası hâlâ sağsa, ki Sturm'ün bu konuda artık kuşkusu vardı.

Annesinin ölümünden sonra genç adam, kendisi gibi Caramon ile Raist-lin'i gayri resmi
olarak evlat edinen Tanis ve Flint'in gözetimi altında tecrübeli bir savaşçı olmuştu. Seyahat
delisi kender Tasslehoff ve zaman zaman ikizlerin vahşi ve güzel üvey kardeşleri Kitiara ile
birlikte Sturm ve arkadaşları, Abanasinia topraklanna yolculuğa çıkan, demircilik işi yapan
Flint'e eşlik ederlerdi.

Halbuki beş yıl önce yolarkadaşlan ülkede artmakta olan kötülük söylentilerini araştırmak
için ayrılmaya karar vermişti. Yeniden Son Yuva Ha-nı'nda buluşmak üzere yemin
etmişlerdi.

Sturm kuzeye, babasını ve mirasını bulmaya karar vererek Solamniya'ya gitmişti. Hiçbir
şey bulamamış, hatta canını -ve babasının kılıcı ile zırhını-bile zor kurtarmıştı. Vatanına
yaptığı yolculuk eziyet verici bir deneyim olmuştu. Sturm şövalyeler hakkında kötü şeyler
söylendiğini biliyordu ama onlara karşı ne derin bir kızgınlık güdüldüğünü görünce
hayretler içinde kalmıştı. Solamniya Şövalyesi, Şavkgetiren Huma yıllar önce, Rüyalar
Ça-ğı'nda karanlığı sürmüştü ve böylelikle de Kudret Çağı başlamıştı. Sonra, -inanışlara
göre- tanrıların insanları bırakıp gittikleri Afet geldi. İnsanlar bu kez de şövalyelerden medet
umdular -eskiden Huma'dan medet umdukları gibi. Fakat Huma öleli çok oluyordu.
Şövalyeler, gökten dehşet yağıp Krynn paramparça olurken elleri kolları bağlı seyretmişti.
İnsanlar şövalyelere yalvardılar ama onlar hiçbir şey yapamıyorlardı ve insanlar bunu hiç
affetmediler. Sülalesinin yıkılmış şatosu önünde duran Sturm -bu işte canını verecek olsa
bile- Solamniya Şövalyelerinin onurlarını iade edeceğine and içmişti.

Fakat bunu bir avuç papazla savaşarak nasıl başaracağını merak etti acı acı, yol gözleri
önünde kararırken. Tökezlendi sonra çabucak toparlandı. Huma ejderhalarla savaşmıştı.
Karşıma ejderhaları çıkartın, diye hayal etti Sturm. Gözlerini kaldırdı. Yapraklar altından bir
pus içinde bulanıklaşınca bayılacağını anladı. Sonra gözlerini kırpıştırdı. Her şey son derece
belirgin hatlarıyla geri .geldi.

Duacının Gözü Tepesi tam önünde yükseliyordu. Eski, buzlu tepenin eteğine varmışlardı.
Ormanlarla kaplı yamacından yükselerek dönen, kıvrılan yollan görebiliyordu; bu yollan
Tepe'nin doğu tarafındaki piknik yerlerine varmak için Solace sakinleri kullanırlardı. Çok
kullanılan yolların birinin yanında ak bir geyik duruyordu. Sturm bakakaldı. Geyik,
şövalyenin gördüğü en görkemli hayvanlardan biriydi. Kocamandı, daha önce avlamış
olduğu diğer geyiklerin hepsinden birkaç karış daha yüksekti. Başını mağrur bir şekilde
tutuyordu, o mükemmel sırtı pırıl pırıl parlıyordu. Bembeyaz tüylerine karşılık gözleri derin
bir kahverengiydi ve şövalyeye, sanki onu tanıyormuş gibi ısrarla bakıyordu. Sonra, başını
belli belirsiz sallayan geyik güney batıya doğru yollandı.

"Durun!" diye bağırdı şövalye boğuk sesle.

Diğerleri silahlarını çekerek telaşla döndüler. Tanis koşarak onun yanına geldi. "Ne var
Sturm?"

Şövalye gayri ihtiyari elini ağrıyan başına götürdü.

93

"Özür dilerim Sturm," dedi Tanis. "Senin bu kadar hasta olduğunu fark etmemişim.
Dinlenebiliriz. Duacının Gözü Tcpesi'nin eteğine geldik. Ben dağa bir tırmanıp bakacağım
bakalım..."

"Hayır! Bak!" Şövalye Tanis'in omuzuna yapışarak onu çevirdi. İşaret etti. "Gördün mü?
Ak geyik!"

"Ak geyik mi?" Tanis şövalyenin işaret ettiği yöne baktı. "Nerede? Ben güremi..."

"Orada," dedi Sturm yavaşça. Durmuş onları bekler görünen hayvana doğru birkaç adım
ilerledi. Geyik başını onaylarcasma salladı. Yeniden, birkaç adım daha ileri sıçradı, sonra
yine şövalyeye bakmak için durdu. "Onu izlememizi istiyor," dedi Sturm nefesi kesilerek.
"Huma gibi!"

Diğerleri de şövalyenin etrafına toplanmışlardı; derin bir endişeden açık bir şüpheye varan
değişik ifadelerle ona bakıyorlardı.

"Ben herhangi bir renkte herhangi bir geyik görmüyorum," dedi Nehir-yeli, kara gözleri
ormanı tarayarak.

"Kafasındaki yara." Caramon şarlatan bir papaz gibi başını sallıyordu. "Hadi Sturm, biraz
yat da dinlen..."

"Seni zırvacı koca ahmak!" diye terslendi Sturm. "Aklını midende taşıdığın için geyiği
görmemen çok normal. Allah bilir onu vurup pişirmeyi bile düşünürsün! Sadece şu
kadarını söyleyeyim...onu izlememiz gerek!"

"Kafasındaki yaranın neden olduğu bir delilik bu," diye fısıldadı Nehir-yeli Tanis'e. "Buna
sık sık tanık oldum ben."

"Emin değilim," dedi Tanis. Biraz sessiz kaldı. Konuştuğunda, buna gönlü olmadığı
belliydi. "Ak geyiği kendim görmemiş olsam bile onu görmüş ve izlemiş olan birini
tanımıştım, aynı o yaşlı adamın öyküsündeki gibi." Eli, farkında olmadan sol eline takmış
olduğu dönen sarmaşık dallı yüzüğe, aklı da Qualinesti'yi terk ettiğinde arkasından ağlayan
altın saçlı elf kızına gitmişti.

"Hiç göremediğimiz bir hayvanı mı izlememizi öneriyorsun?" dedi Caramon ağzı bir karış
açılarak.
"Bu yaptığımız en garip şey olmayacaktır," diye yorumda bulundu Ra-istlin fısıltı halindeki
sesinde ince bir alayla. "Sonra unutmayın, Ak Geyik | öyküsünü anlatan da yaşlı adamdı,
bizi bu işe bulaştıran da..."

"Bizi bu işe sokan kendi seçimimizdi," diye söze atıldı Tanis. "İsteseydik asayı Yüksek
Teokrat'a verip, konuşarak bu beladan kendimizi kurtarırdık; konuşup daha kötüsünden
kurtulduk. Ben Sturm'ü izleyelim derim. Belli ki o seçildi; aynı Nehiryeli'nin asayı alması
için seçilmiş olduğu gibi..."

"Ama bizi doğru yöne bile götürmüyor!" diye tartışmaya devam etti Caramon. "Sen de en
az benim kadar ormanın batı tarafında yol olmadığını H-lirsin. Hiç kimse o tarafa gitmez."

"Daha iyi ya," dedi Altınay aniden. "Tanis o yaratıkların büyük bir ihtimalle yollan
kapatmış olacaklarını söyledi. Belki de bizim çıkış yolumuz burasıdır. Ben şövalyeyi
izleyelim derim." Dönerek -belli ki sözünün dinlenmesine alışık olduğundan- arkasına,
diğerlerine bakmadan Sturm ile birlikte gitmeye başladı. Nehiryeli omuzlarını silkerek
başını salladı, yüzünü huzursuzca asarak Altınay'ın peşinden gitti; diğerleri de onları izledi.

Şövalye, Duacının Gözü Tepesi'nin iyice çiğnenmiş yolunu geride bırakarak güney batı
yönünden yamaca doğru ilerledi. İlk başlarda Caramon haklı çıkmışa benziyordu -etrafta iz
miz yoktu. Sturm delirmiş gibi çalıların arasında cebelleşiyordu. Sonra, aniden, önlerinde
geniş ve düzgün bir yol açılıverdi. Tanis hayretle yola baktı.

"Ne veya kim açmış bu yolu?" diye sordu, kendi gibi aklı karışmış bir ifadeyle yolu
inceleyen Nehiryeli'ne.

"Bilmiyorum," dedi Bozkırlı. "Bu eski bir yol. Oradaki devrilmiş ağaç yarısına kadar
toprağa gömülecek kadar uzun süredir orada yatmış kalmış; üzeri de yosun ve
sarmaşıklarla kaplı. Ama yol üzerinde hiç iz yok -Sturm'ünkilerden başka. Buradan geçen
birine veya bir hayvana ait bir işaret yok. Ama o halde yol neden kapanmamış?"

Tanis bunun cevabını veremiyordu ve bu konuda düşünecek zamanı da yoktu. Sturm hızla
ilerliyordu; grubun bütün yapabildiği onu gözden kaçırmadan izlemekti.

"Goblinler, kayıklar, kertenkele adamlar, görünmez geyikler...sırada ne var acaba?" diye


dert yandı cüce kendere.

"Keşke ben de geyiği görebilseydim," dedi Tas arzuyla. "Git katanı bir yere vur." Cüce
homurdandı. "Gerçi sende bir fark olacağını da zannetmem ya."

Yolarkadaşları çılgın bir kıvançla acısını ve yarasını unutmuş olan Sturm'ü izlediler. Tan,is
şövalyeye yetişmekte zorluk çekiyordu. Yetiştiğinde Srurm'ün gözlerindeki ateşli pırıltıdan
ürktü. Ama belli ki şövalye bir şey tarafından yönlendiriliyordu. Yol onları Duacının Gözü
Tepesi'nin yamacından yukarı çıkartıyordu. Tanis yolun onları "ellerin" arasındaki yarığa,
bildiği kadarıyla daha önce kimsenin girmemiş olduğu yarığa, doğru götürdüğünü fark etti.

"Bir dakika," dedi nefes nefese, Sturm'e yetişmek için koşarak. Günün ortasını etmişizdir
diye düşündü, gerçi güneş hâlâ çentik çentik gri bulutlar arkasında gizliydi. "Biraz
dinlenelim. Oradan etraftaki topraklara bir bakacağım." Zirvenin yanından bir çıkıntı yapan
kayayı işaret etti.

"Dinlenelim..." diye tekrarladı Sturm belli belirsiz, durup bir soluklanarak. Bir an için ileriye
baktı sonra Tanis'e döndü. "Evet. Dinleneceğiz." Gözleri parıl parıldı.

95

"Sen iyi misin?"

"İyidir," dedi Sturm nkh başka yerlerde; bıyıklarını yavaş yavaş okşayarak ve düzelterek
otların etrafında yürümeye başladı. Tanis ona bir an kararsızlıkla baktı, sonra hafif bir
yokuşun kenarından çıkmaya başlayan diğerlerinin yanına gitti.

"Burada dinleneceğiz," dedi yarımelf. Raistlin rahat bir nefes alarak ıslak yapraklar üzerine
çöktü.

"Ben kuzeye bir bakacağım; bakalım Liman'a giden yol üzerinde neleri var," diye ekledi
Tanis.

"Ben de seninle geleyim," diye önerdi Nehiryeli.

Tanis başıyla onaylayınca ikisi yoldan ayrıldı ve çıkıntı yapan kayaya doğru yollandı.
Tanis, yürürlerken uzun boylu savaşçıya şöyle bir baktı. Bu asık suratlı, ciddi Bozkırh'nın
yanında kendini rahat hissetmeye başlamıştı. Kendisi de oldukça özel bir kişiliğe sahip
olduğu için Nehiryeli diğerlerinin özel yaşamlarını da saygıyla karşılıyordu ve Tanis'in
kendi ruhunun etrafına çizdiği sınırları ihlal etmeyi hiç düşünmüyordu. Bu yarımelf için,
deliksiz geçen bir gece uykusu kadar rahatlatıcı bir şeydi. Biliyordu ki arkadaşları -sadece
arkadaşı oldukları için ve onu yıllardır tanıdıkları için- Kitiara ile olan ilişkisi hakkında fikir
üretip duruyorlardı. Neden beş yıl önce birdenbire ilişkiyi koparma yolunu seçmişti? Ve
sonra neden Kitiara pnlara katılmayınca bu kadar üzülmüştü? Tabiidir ki Nehiryeli,
Kitiara'yı bilmi- l yordu ama Tanis'e öyle geliyordu ki eğer bilseydi bile bu Bozkırh için bir
fark yaratmazdı: Bu Tanis'in bir meselesiydi, onun değil.

Liman Yolu'nu görebilecekleri yere vardıklarında son birkaç metreyi milim milirn
sürünerek gittiler; ta ki kaya çıkıntısının ucuna varıncaya kadar. Aşağıya ve doğuya doğru
bakan Tanis yolun yamacında kaybolan eski piknik yollarını gördü. Nehiryeli işaret edince
Tanis piknik yollan üzerinde hareket eden yaratıkları fark etti! Bu orman içindeki esrarengiz
sessizliği açıklıyordu. Tanis asık bir yüzle dudaklarını sıktı. Belli ki yaratıklar onları pusuya
düşürmek için bekliyordu. Büyük bir ihtimalle Sturm ile ak geyiği hayatlarını kurtarmıştı.
Fakat bu yeni yolu bulmak yaratıkların fazla vaktini almazdı. Tanis altlarına bakınca
gözlerine inanamadı -hiç yol yoktu! Sık ve yol vermez ormandan başka bir şey yoktu. Yol
arkalarından kapanmıştı! Hayal görmeye başladım herhalde diye düşündü; gözlerini Liman
Yolu'na ve üzerinde haraket eden yaratıklara çevirdi. Örgütlenmeleri pek vakitlerini
almamış diye düşündü. Kuzeye, daha uzaklara baktı ve Kristalmir Gö-lü'nün sakin, huzur
dolu sularını gördü. Sonra bakışları ufka doğru seyirtti.

Kaşlarını çattı. Yanlış giden bir şeyler vardı. Ne olduğunu hemen bulamadığından
Nehiryeli'ne bir şey demedi ama ufuk çizgisine baktı. Kuzey-

de fırtına bulutlan her zamankinden daha yüklü toplanıyorlardı: Toprakları tırmık tırmık
tarayan uzun gri parmaklar. Ve bunlara uzanan...evet bulmuştu işte! Nehiryeli'nin kolunu
kavrayan.Tanis parmağını kuzeye doğru uzattı. Nehiryeli gözlerini kısarak baktı, ilk
başlarda hiçbir şey görmeden. Sonra o da gördü: Gökyüzüne doğru yükselen kara
dumanlar. Kalın, kara

kaşları çatıldı.

"Kamp ateşleri," dedi Tanis.


"Yüzlerce kamp ateşi," diye düzeltti Nehiryeli yavaşça. "Savaş ateşleri.

Bu bir ordugah."

"Böylece söylentiler doğrulandı," dedi Sturm geri döndüklerinde. "Kuzeyde bir ordu var."

"Ama ne ordusu? Kimin? Neden? Neye saldıracaklar?" diye güldü Cara-man kulaklarına
inanmayarak. "Kimse bu asanın peşine bir ordu yollamaz." Savaşçı durdu. "Yollarlar mı?"

"Asn bu işin bir parçası sadece," diye tısladı Raistlin. "Düşen yıldızları

düşünün!"

"Çocuk masalı bunlar!" diye burun büktü Flint. Boşalmış şarap tulumunu başaşağı tuttu,
salladı ve içini çekti.

"Benim öykülerim çocuklar için değil," dedi Raistlin hırçınlıkla, yapraklar arasından bir
yılan gibi kıvrılıp doğrularak. "Ve sen de benim sözlerime kulak asarsan fena olmaz cüce!"

"İşte orada! Geyik orada!" dedi Sturm aniden, dosdoğru iri bir kayaya bakıyordu -ya da
yolarkadaşlanna öyleymiş gibi görünüyordu. "Gitme zamanı geldi."

Şövalye yürümeye başladı. Diğerleri de aceleyle eşyalarını toplayıp onun peşine takıldılar.
Yol onlar ilerledikçe önlerinde beliriyor gibiydi. Yolu tırmandıkça rüzgar dönerek
güneyden esmeye başladı. Bu ılık bir esintiydi; güzün geç açan yabani çiçeklerinin
kokusunu taşıyordu. Rüzgar fırtına bulutlarını geri sürdü ve tam onlar Tepe'nin iki yarısının
arasındaki ayrığa geldiklerinde güneş bulutlar arasından kurtuldu.

Sturm'ün geçmeleri gerektiğini söylediği, Duacı'nın Gözü Tepesi'nin duvarları arasındaki


dar aralıktan tırmanmaya yeltenmeden önce kısa bir mola vermek için durduklarında
günün ortasını geçmişti. Sturm yolu geyiğin gösterdiği konusunda ısrar ediyordu.

"Akşam yemeğinin zamanı geldi sayılır," dedi Caramon. Ayaklanna bakarak ta derinden
bir ah çekti. "Çizmelerimi bile yiyebilirim!"

"Bana da güzel görünmeye başladılar," dedi Flint huysuzlukla. "Keşke o geyik etten
kemikten olsaydı. Bizi yolumuzdan şaşırtmak dışında bir işe yarardı bari!"
97

"Kapat çeneni!" Sturm ani bir hiddetle cüceye döndü, yumruklan sıkıhy-dı. Tanis hızla
yerinden kalkarak, onu engellemek için elini şövalyenin omuzuna koydu.

Sturm, titreyen bıyıklarla cüceye bakarak durdu, sonra kendini Tanis'ten kurtardı. "Haydi
gidelim," diye mırıldandı.

Yolarkadaşları tepenin arasındaki uzun ve dnr geçide girince, diğer taraftaki berrak mavi
gökyüzünü görebiliyorlardı. Güney rüzgârı, üzerlerin de yükselen tepenin dik ve beyaz
duvarları boyunca ıslık çalıyordu. Dikkatle ilerlediler, küçük taşlar ayaklarının birçok kez
kaymasına neden olmuştu. Şanslarına, yol çok dardı ve onlar da dik duvarlara tutunarak
yeniden dengelerini sağlayabiliyorlardı.

Aşağı yukarı otuz dakika kadar yürüdükten sonra Duacının Gözü Tepesi1 nin diğer
tarafından çıktılar. Durdukları yer bir vadiye bakıyordu. Bereketli, otlarla kaplı bir çayır,
uzakta güneyde bulunan açık yeşil renkli bir toz ağacı ormanının kıyılarını kucaklamak için
yeşil dalgalar halinde akıyordu. Fırtına bulutlan arkalanndaydı artık; güneş berrak masmavi
bir gökte parlıyordu.

İlk kez olarak pelerinleri onlara çok ağır geldi; kırmızı, kukuletalı pelerinine iyice sarınmış
olan Raistlin hariç. Flint bütün bir sabah boyunca yağmurdan şikayet edip durmuştu, şimdi
de güneşten şikayete başlamıştı -çok parlaktı ve gözlerini alıyordu. Çok sıcaktı, miğferini
yakıp duruyordu.

"Bence cüceyi dağdan aşağı atalım," diye homurdandı Caramon Tanis'e.

Tanis sınttı. "Aşağıya varıncaya kadar tangırdayıp yerimizi açık eder."

"Aşağıda onu duyacak kim var?" dedi Caramon, koca eliyle vadiyi işaret ederek. "Bu
vadiye bakan ilk canlılar biziz eminim."

"İlk canlılar," dedi Raistlin nefes nefese. "Bu konuda haklısın kardeşim. Çünkü Kararık
Orman'a bakıyorsunuz."

Kimse konuşmadı. Nehiryeli huzursuzca kıpırdandı: Gözleri açılmış, aşağıdaki yeşil


ağaçlara doğru bakan Altınay onun yanına süzüldü. Flint boğazını temizledikten sonra
sakalını sıvazlayarak sustu. Sturm ormana sakin gözlerle baktı. Tasslehoff da.

"Hiç de kötü görünmüyor," dedi kender neşeyle. Yere bağdaş kurup oturmuş, dizlerinin
üzerine bir deste parşömen açmıştı; haritalardan birini elindeki bir parça kömürle çiziyor,
Duacının Gözü Tepesi'ne giderken izledikleri yolu bulmaya çalışıyordu.

"Görünüş aldatıcıdır, eli çabuk kenderler gibi," diye fısıldadı Raistlin sertçe.

Tasslehoff kaşlarını çattı, tam cevap verecekken Tanis'in gözlerini görerek çizimine geri
döndü. Tanis Sturm'ün yanına gitti. Şövalye tam kıyıda duruyordu, güney rüzgan uzun
saçını savuruyor, yıpranmış pelerinini kırbaç gibi etrafında dolandırıyordu.

98

"Sturm, geyik nerede? Onu hâlâ görebiliyor musun?" "Evet," diye cevap verdi Sturm.
Aşağısını işaret etti. "Çayırdan aşağıya yürüdü; yüksek otlar arasındaki izini görebiliyorum.
Oradaki toz ağaçlan

arasına girdi."

"Kararık Orman'a girdi." Diye mırıldandı Tanis.

"Orasının Kararık Orman olduğunu kim söylüyor?" Sturm, Tanis'e bakmak için döndü.
"Raistlin." "Pöh!"

"O bir büyücü," dedi Tanis.

"O delirmiş," diye cevap verdi Sturm. Sonra omuzlarını silkti. "Ama eğer sen istiyorsan,
burada Tepe'nin yanında çakılı kal Tanis. Ben geyiği izleyeceğim, Huma gibi -beni
Kararamış Orman'a götürse bile." Pelerinine sarınan Sturm kaya çıkıntısından inerek, dağın
eteğine doğru dolana dolana inen yolu izlemeye başladı.
Tanis diğerlerine döndü. "Geyik dosdoğru Karank Orman'a götürüyor onu," dedi. "Bu
ormanın Karank Orman olduğuna ne kadar eminsin Raistlin?" "İnsan bir şey hakkında ne
kadar emin olabilir yarımelf?" diye cevapladı büyücü. "Ben bir sonraki nefesimi alıp
alamayacağıma bile emin değilim. Ama devam et. Şimdiye kadar canlı hiçbir adamın
çıkamamış olduğu ormana yürü. Ölüm insan yaşamının en büyük katiyetidir Tanis."

Yarımelf aniden Raistlin'i dağdan aşağıya fırlatmak istedi tüm benliğiyle. Neredeyse
vadinin ortasına varmış olan Sturm'e baktı.

"Ben Sturm ile gidiyorum," dedi aniden. "Fakat kimsenin vereceği karar için kendimi
sorumlu tutmuyorum. Kalanlarınız istediğini yapabilir."

"Ben de geliyorum!" Tasslehoff haritasını katlayarak parşömen kabına soktu. Ayağa kalktı
ve kayadan aşağıya kaydı.

"Hayaletlermiş!" Flint kaşlannı çatarak Raistlin'e baktı, alay edercesine parmaklarını


şıklattıktan sonra sert adımlarla yürüyerek yanmelfin yanına gitti. Altınay hiç tereddüt
etmeden onlan izledi, gerçi yüzü soluktu. Nehiryeli gruba daha yavaş katıldı, yüzü
düşünceliydi. Tanis rahatlamıştı -bar-barlann Kararık Orman ile ilgili birçok ürkünç
efsaneleri olduğunu biliyordu. Ve son olarak Raistlin o kadar çabuk hareket etti ki kardeşini
bile hayretler içinde bıraktı.

Tanis büyücüye belli belirsiz bir tebessümle baktı. "Neden geliyorsun?"

diye sormaktan kendini alamadı.

"Çünkü bana ihtiyacınız olacak yanmelf," diye tısladı büyücü. "Sonra, nereye gitmemizi
beklerdin? Bizi buraya kadar getirmelerine izin verdin -geriye dönüş yok. Bu senin
önerdiğine Umacı Seçim Hakkı denir Tanis -'Ya çabuk ölün, ya da yavaş yavaş.' " Tepenin
kenarından inmeye başladı. "Geliyor musun kardeşim?"

99

İki kardeş yanlarından geçerken diğerleri huzursuzca Tanis'e baktı. Yj rımelf kendini aptal
gibi hissetti. Raistlin haklıydı tabii ki. Her şeyin ko rolünden çıkıncaya kadar ilerlemesine
göz yummuş, sonra da bu sanki kerj dinin değil de onların seçimleriymiş, herkes kendi
iradesiyle ilerlemesini olanak sağlamış gibi davranmıştı. Hiddetle bir taş alarak dağa doğru
fırlat ti. Her şeyden önce niye bu onun sorumluluğu oluyordu? Tüm istedig Kitiara'yı bulup
ona kararını verdiğini -onu sevdiğini ve onu istediğini soy lemek olduğu halde neden bu işe
bulaşmıştı. Kendininkileri nasıl kabulleri diyse onun da insanca zayıflıklarını kabul
edebilirdi.

Fakat Kit ona dönmemişti. Onun yeni bir "beyi" vardı. Belki de bu yü: den o da...

"Hu, Tanis!" Kenderin sesi ona kadar yükseldi.

"Geliyorum," diye mırıldandı. 1

\ -j

Yolarkadaşları ormanın kıyısına vardıklarında güneş yeni yeni alçj maya başlamıştı. Tanis,
gün ışığının daha en az üç dört saat deva edeceğini hesapladı. Eğer geyik onları düzgün,
açık yollardan yönlendiı meye devam ederse hava kararmadan ormandan çıkabilirlerdi.

Sturm yapraklı, yeşil gölgede rahat rahat dinlenerek, toz ağaçlarının al tında onları
bekliyordu. Yolarkadaşları çayırı yavaş yavaş terk etti, hiçbiı ormana girmeye can
atmıyordu.

"Geyik buradan girdi," dedi Sturm ayağa kalkıp yüksek otları işare ederek.

Tanis iz miz görmüyordu. Hemen hemen boşalmış olan matarasında! bir yudum alarak
ormana baktı. Tasslehoff'un da söylemiş olduğu gibi ör man hiç de kötü görünmüyordu.
Aslında güz güneşinin sert parlaklığında] sonra serin ve davetkâr görünüyordu.

"Belki burada av hayvanları vardır," dedi Caramon topukları üzerindi bir ileri, bir geri
sallanarak. "Geyik değil tabii ki," diye ekledi aceleyle. "Tav şan falan belki."

"Hiçbir şeyi vurmayın. Hiçbir şey yemeyin. Hiçbir şey içmeyin Kararıl Orman'dan," diye
fısıldadı Raistlin.

Tanis, kum saati gözleri büyümüş olan büyücüye baktı. Madeni derisi güçlü güneş ışığında
sapsarı bir renkle parlıyordu. Raistlin asasına dayan mış, havadaki serinlikten titriyordu.

"Çocuk masalı," diye mırıldandı Hint ama cücenin sesinde kendinder emin bir tını yoktu.
Tanis, Raistlin'in oyunculuk yeteneğini bildiği hald< büyücüyü daha önce böyle etkilenmiş
bir halde görmemişti. "Neler hissediyorsun Raistlin?" diye sordu sessizce.

100

"Bu ormana büyük ve güçlü bir büyü yapılmış," diye fısıldadı Raistlin.

"Kötü mü?" diye sordu Tanis.

"Sadece kötülüğü beraberinde getirenler içjin," dedi büyücü.

"O halde bu ormandan tek korkması gereken sensin," dedi Sturm büyücüye soğuk bir
edayla.

Caramon'un yüzü çirkin bir kırmızıyla kızardı; eli kılıcına doğru seyirt-ti. Sturm'ün eli de
kılıcına gitti. Tanis Sturm'ün kolunu kavradı; Raistlin kardeşininkine dokundu. Büyücü
altın gözleri pmldtyarak şövalyeye baktı.

"Göreceğiz," dedi Raistlin, kelimeler dişleri arasından tıslayarak çıkan seslerden başka bir
şey değildi. "Göreceğiz." Sonra bütün yükünü asasına veren Raistlin kardeşine döndü.
"Geliyor musun?"

Caramon hiddetle Sturm'e baktıktan sonra, ikizinin yanında yürüyerek ormana girdi.
Diğerleri sadece Tanis ile Flint'i uzun dalgalı otlar arasında bırakarak onları izledi.

"Bu tür işler için yaşlanmaya başladım Tanis," dedi cüce birdenbire. "Saçmalama," diye
cevap verdi yarımelf gülümseyerek. "Sen öyle bir

dövüşüyorsun ki..."

"Hayır, benim kastettiğim kemiklerim, adelelerim değil" -cüce yamru yumru ellerine baktı-
"gerçi onlar da yeterince yaşlı. Ben ruhumu kastediyorum. Seneler önce, diğerleri daha
doğmadan, seninle birlikte bir an bile düşünmeden tılsımlı ormana dalıverirdik. Şimdi ise..."

"Neşelen," dedi Tanis. Cücenin alışılmamış sıkıntısı karşısında derinden rahatsız olduğu
halde neşeli görünmeye çalışıyordu. Onunla Solace dışında karşılaştıklarından beri Flint'i
ilk kez alıcıgözüyle inceliyordu. Cüce yaşlı görünüyordu ama Flint zaten hep yaşlı
görünmüştü. Ak sakallan, bıyıkları ve orman gibi kaşları arasından görülebilen yüzü eski
bir deri gibi bozlaş-mış, kırışmış ve çatlamıştı. Cüce homurdamp şikayet ediyordu ama
Flint zaten hep homurdamp şikayet ederdi. Değişiklik gözlerindeydi. O ateşli arzu gitmişti.

"Raistlin'in moralini bozmasına izin verme," dedi Tanis. "Bu gece ateşin etrafında oturup
onun hayalet masallarına güleriz."

"Her halde." Flint içini çekti. Bir an için sessiz kaldıktan sonra, "Günün birinde seni
yavaşlatacağım Tanis. Senin, bu mızmız ihtiyar cüceye neden katlanıyorum ki, demeni
istemem," dedi.

"Katlanıyorum çünkü sana ihtiyacım var mızmız ve ihtiyar cüce," dedi Tanis elini cücenin
cüsseli omuzuna koyarak. Diğerlerinin ardından ormana doğru ilerlemelerini işaret etti.
"Sana ihtiyacım var Flint. Onların hepsi çok...çok genç. Sen, kılıcımı kullanırken sırtımı
dayayabileceğim sağlam bir kaya gibisin."

101

Flint'in yüzü memnuniyetle kızardı. Sakalına asıldı sonra bon olduğu ıçm memnunum

%amnl^ Orman. ÖÛiferyürüyor. Raistfrn'in büyüsü

T nis'in ormana girdiğinde hissettiği tek duygu, güz güneşinin par


l
l aklığından çıktığı için duyduğu rahatlık hissiydi. Yarımelf Karank Orman hakkında
duymuş olduğu bütün efsaneleri hatırladı -gece ocak başında anlatılan hayalet hikayeleri-
sonra aklından Raistlin'in söylemiş olduğu sözler de çıkmıyordu. Fakat Tanis'in bütün
hissettiği ormanın, şimdiye kadar girdiği tüm ormanlardan daha canlı olduğuydu.

Daha önceki gibi ölümcül bir sessizlik yoktu. Minik hayvanlar çalılar içinde cıvıldaşıp
duruyordu. Üstlerindeki dallarda kuşlar kanatlarını çırpıyordu. Neşeli renklere sahip
kanatlarıyla böcekler dolaşıyorlardı. Yapraklar hışırdayıp, kıpırdıyor; hiç esinti olmadığı
halde çiçekler sallanıyordu -sanki çiçekler canlı oldukları için cümbüş ediyorlarmış gibi.
Bütün Yolarkadaşları ormana elleri silahlarında girdiler; dikkatli, tetikte ve şüpheciydiler.
Bir süre yaprakları ezmemeye çalışan Tas bunun biraz "aptalca" göründüğünü söyleyince
rahatladılar -Raistlin hariç hepsi

Düz,gün ve acık bir yoldan rahat ama hızlı adımlarla iki saat kadar yi rüdüler. Güneş
aşağıya doğru kayarken gölgeler uzadı. Tanis orman içinde." kendini huzurlu hissediyordu.
O korkunç, kanatlı yaratıkların onları bu da izleyebileceklerinden hiç korku duymuyordu.
Burada kötülük yok gj biydi, aynı Raistlin'in de söylemiş olduğu gibi, insan kendi
kötülüğünü " raberinde getirmediği sürece. Tanis büyücüye baktı. Raistlin tek başına, bal sı
önüne eğik yürüyordu. Ormanın gölgeleri, genç büyücünün etrafında yo ğunlaşır gibiydi.
Tanis titreyerek, güneş ağaç tepelerinden aşağıya düşer ken havanın serinlemeye
başladığını hissetti. Gece için bir ateş yakmayı dü şünmenin zamanı geliyordu.

Tanis, ışık gitmeden Tasslehoff'un haritasını bir kez daha incelemek için çekip çıkarttı.
Harita bir elf taslağıydı ve ormanın üzerinde akıcı bir yazıy la "Kararık Orman" yazıyordu.
Fakat ormanın sınırları belli belirsiz çizil mişti-ve Tanis harflerin bu ormana mı, yoksa daha
güneydeki ormana mı ait olduğunu tam anlayamadı. Herhalde Raistlin yanıldı, diye karar
verdi Ta niş en sonunda -burası Kararık Orman olamaz. Öyle olsa bile, kötülüğü tal
mamıyla büyücünün hayal gücünden kaynaklanıyordu. Yürümeye devam ettiler.

Kısa bir süre sonra alacakaranlık basmıştı; akşam vaktinin, ölen ışıktı her şeyi son derece
canlı ve belirgin yaptığı zamanıydı. Yolarkadaşları ayaklarını sürümeye başlamıştı. Raistlin
topallıyor, nefesi vızlayan solukla halinde çıkıyordu. Sturm'ün yüzü kül rengi olmuştu.
Yarımelf tam gece içi: mola vermek amacıyla onları durduracaktı ki -sanki dileklerini
önceden: sezmiş gibi- yol onları geniş, yeşil bir açıklığa çıkarıverdi. Yerden berrak bi su
köpürüyor, sığ bir dereden düzgün kayalar arasından akıyordu. Açıklı insanı dinlenmeye
davet eden sık otlarla kaplıydı; yüksek ağaçlar kenarla rında nöbet tutuyordu. Onlar açıklığı
gördüklerinde güneşin ışığı kızıllaştı sonra soldu ve ağaçların etrafına gecenin puslu
gölgeleri sokuldu.

"Yoldan ayrılmayın," dedi Raistlin tekdüze bir sesle, yolarkadaşları açı lığa girmeye
başlarken.

Tanis iç geçirdi. "Raistlin," dedi sabırla, "bir şey olmaz. Yol tam gözümü zün önünde -on
ayak bile uzakta değil. Haydi. Senin de dinlenmen lâzım Hepimizin dinlenmeye ihtiyacı
var. Bak- "-Tanis haritayı uzattı- "burasın: Kararık Orman olduğunu zannetmiyorum. Buna
göre..."
Raistlin, hor görerek haritayı görmemezlikten geldi. Diğerleri de büyü cüyü görmemezliğe
gelerek yoldan çıktılar ve kamp kurmaya başladıl, Caramon kaçışan minik gölgelere aç
gözlerle bakarken Sturm, gözleri ıs raptan kapanmış bir halde bir ağacın dibine çöktü.
Caramon'dan gelen bi işaretle Tasslehoff yakacak bir şeyler bulmak için ormana girdi.

1o4

Onları seyreden büyücünün yüzü alaycı bir tebessümle gerildi. "Aptalsınız siz. Burasının
Kararık Orman olduğunu siz de gece sona ermeden göreceksiniz." Omuzlarını silkti.
"Fakat dediğiniz gibi benim de dinlenmeye ihtiyacım var. Yalnız ben yoldan
ayrılmayacağım." Rnistlin asasını yanından ayırmadan yol üzerine oturdu.

Caramon, diğerlerinin tebessüm ederek bakıştıklarını görünce utanarak kızardı. "Aman


Raist," dedi koca adam, "bize katıl. Tas odun toplamaya gitti, belki ben de bir tavşan
vururum."

"Hiçbir şey vurma!" Raistlin bir fısıltıdan daha yüksek sesle konuşarak herkesi hayretler
içinde bıraktı. "Kararık Orman'da hiçbir şeye zarar vermeyin! Ne bir bitkiye, ne bir ağaca,
ne de bir kuşa veya hayvana!"

"Ben de Raistlin ile aynı fikirdeyim," dedi Tanis. "Geceyi burada geçirmek zorundayız ve
mecbur kalmadıkça bu ormanda hiçbir şey öldürmek istemiyorum."

"Elfler hiç öldürmek istemez," diye homurdandı Flint. "Büyücü korkudan ödümüzü
patlatıyor ve sen de açlıktan öldürüyorsun. Eh, eğer bu akşam bana saldıracak bir şey olursa
umarım yenebilecek cinsten bir şey

olur!"

"Hem sana, hem bana cüce." Caramon derin bir iç çekerek dereye gitti ve

açlığını suyla yatıştırmaya çalıştı.

Tasslehoff yakacakla geri döndü. "Kesmedim," diye ikna etti Raistlin'i.


"Topladım."

Fakat Nehiryeli bile odunları tutuşturamamıştı. "Odunlar ıslak," dedi sonunda ve kav
kutusunu yeniden torbasına attı.

"Işığa ihtiyacımız var," eledi Flint huzursuz huzursuz, akşam gölgeleri koyulaşarak
etraflarına yaklaştıkça. Gündüz vakti ormandan gelen sesler masumdu, şimdi ise uğursuz
ve tehtidkârdı.

"Herhalde çocuk masallarından korkmuyorsundur," diye tısladı Raistlin.

"Hayır!" diye kesip attı cüce. "Ben sadece karanlıkta kenderin torbalarımı talan
etmeyeceğinden emin olmak istiyorum."

"Pekala," dedi Raistlin alışılmadık bir nezaketle. Emir sözcüğünü söyledi: "Şirak."
Büyücünün asasının ucundaki kristalden beyaz, soluk bir ışık parladı. Bu hayalet gibi bir
ışıktı ve karanlığı pek aydınlattığı söylenemezdi. Aslında, sanki gecedeki tehlikeyi daha da
belirginleştiriyordu.

"Alın iste ışık," diye fısıldadı büyücü yavaşça. Asasının ucunu ıslak toprağa sapladı.

O zaman Tanis, ciflere özgü görme yeteneğini kaybettiğini fark etti. O, yolarkadaşlarının
sıcak, kızıl hatlarını görebilmeliydi ama açıklık alan

yıldızlı karanlığına karşı daha koyu gölgelerden başka bir şey görmüyor,. Yarımelf
diğerlerine bir şey söylemedi ancak daha önce hissettiği tüm huzur keskin bir korkuyla
dağılmıştı.

"Ben ilk nöbeti tutarım," dedi Sturm ağır bir şekilde. "Zaten başımda bu yarayla
uyumamam da gerekir. Bir zamanlar uyuyan bir adam görmüş tüm -hiç uyanmadı."

"İkişer ikişer nöbetleşiriz," dedi Tanis. "Ben ilk nöbeti seninle tutarım." Diğerleri
bohçalarını açarak otların üzerine yataklarını yapmaya başladılar; Raistlin hariç hepsi. O
yolda oturmaya devam ediyordu; asasında] ışık, eğik, kukuletalı başı üzerinde parlıyordu.
Sturm bir ağacın altına ye leşti. Tanis dereye giderek kana kana içti. Aniden arkasından
boğuk bir fiyat duydu. Tek bir hareketle kılıcını çekerek doğruldu. Diğerleri de silah
çekmişlerdi. Sadece Raistlin kıpırdamadan oturuyordu.
"Kılıçlarınızı kaldırın," dedi. "Size bir faydası olmaz. Sadece çok güçlü bir büyüye sahip bir
silah onlara zarar verebilir."

Etraflarını bir ordu dolusu savaşçı almıştı. Bu bile kendi başına inşa kanını dondurmaya
yeterdi. Ama yol arkadaşlan bununla başa çıkabilir Onların basa çıkamadıkları şey, onlara
hakim olan ve onları taş kesen kfi kuydu. Hepsi Caramon'un düşüncesizce söylenmiş
sözlerini hatırla "Canlılarla haftanın her günü dövüşebilirim, ölülerle değil." Bu savaşçılar
ölüydü. Bedenleri titrek, narin beyaz bir ışıktan başka bir şey belirlemiyord Sanki yaşarken
sahip oldukları insancıl sıcaklık öldükten sonra korkunç bi biçimde üzerlerine sinmişti.
Etleri çürümüş, bedenin görüntüsünü ruhu tarafından hatırlandığı biçiminde bırakmıştı.
Belli ki ruh başka şeyler de hatırlıyordu. Her savaşçı unutamadıkları kadim zırhlar
kuşanmıştı. Her savaşçı, hiç unutamadıkları ölüme sebep veren, unutamadıkları silahlar
taşıyordu. Ama yaşayan ölülerin silaha ihtiyacı yoktur. Sadece korkuyla veya
mezar-soğuğu ellerinin temasıyla öldürebilirler.

Bu şeylerle nasıl savaşırız? diye düşündü, böylesi bir korkuyu etten kemikten düşmanları
karşısında hiç yaşamamış olan Tanis deliler gibi. Her' yanını panik kapladı, diğerlerine
kaçmaları için bağırmayı düşündü.

Hiddetlenen yarımelf sakinleşmek, gerçekleri yeniden yakalayabilmek için kendi kendini


zorladı. Gerçekler! Bu ironi karşısında neredeyse güldü. Kaçmak yararsızdı; birbirlerinden
ayrılarak kaybolurlardı. Kalıp bununla başa çıkmalıydılar -bir şekilde. Hayalet savaşçıya
doğru yürümeye başladı. Ölü hiçbir şey söylemedi, hiçbir tehtidkâr harekette bulunmadı.
Sadece yolu kapayarak durmuştu. Sayılarını anlamak mümkün değildi çünkü kimisi
pırıldayarak var olurken, kimisi soluyor ancak arkadaşları kararınca yeni-

1O6

den beliriyordu. Bu pek bir fark yaratmıyor aslında, diye itiraf etti Tanis kendi kendine,
bedenindeki tatlı ürpertiyi hissederek. Bu yaşayan ölü savaşçılardan bir teki, sadece ellerini
kaldırarak hepimizi öldürebilir.

Yarımelf savaşçılara yaklaştıkça, bir ışık pırıltısı gördü: Raistlin'in asası. Asasına yaslanan
büyücü bir araya toplanmış yolarkadaşlarının önünde duruyordu. Tanis onun yanında
durmak için ilerledi. Soluk kristal ışığı büyücünün yüzünden yansıyor, onun yüzünü de en
az önündeki ölülerin yüzleri kadar hayaletimsi kılıyordu.

"Kararık Orman'a hoşgeldin Tanis," dedi büyücü.

"Raistlin..." diye boğulur gibi oldu Tanis. Kurumuş boğazından ses çı-kartıncaya kadar
birkaç kere uğraşması gerekti. "Bunlar ne..."

"Hayalet hizmetkârlar," diye fısıldadı büyücü gözlerini onlardan ayırmayarak. "Şanslıyız."

'Şanslı mıyız?" diye tekrarladı Tanis kulaklarına inanamayarak. "No-

den?"

"Bunlar bir görevi yerine getirmek için yemin etmiş adamların ruhları. Yeminlerini yerine
getirememişler; sonunda gerçek ölümde huzur buluncaya ve serbest bırakılmayı hak
edinceye kadar aynı görevi tekrar ve tekrar yapmakla lanetlenmişler."

"Cehennem adına, nasıl oluyor da bu bizi şanslı yapıyor?" diye fısıldadı Tanis sertçe,
korkusunu hiddetiyle serbest bırakarak. "Belki de yeminleri ormana giren herkesten
kurtulmaktı!"

"Olabilir" -Raistlin yarımelfe bir bakış fırlattı- "ama ben pek zannetmiyorum.
Öğreneceğiz."

Tanis bir harekette bulunamadan büyücü gruptan ayrılarak hayaletlerle

yüzleşti.

"Raist!" dedi Caramon boğulan bir sesle, ilerlemeye başlayarak.

"Tut onu Tanis," diye emretti Raistlin sert bir biçimde. "Yaşamlarımız buna bağlı."

Savaşçının kolunu kavrayan Tanis Raistlin'e sordu, "Ne yapacaksın?"

"Onlarla konuşmamızı sağlayacak bir büyü yapacağım. Onların düşüncelerini


algılayacağım. Onlar benim aracılığımla konuşacak."
Büyücü başını arkaya attı, kukuletası kayıp düştü. Kollarını uzatarak konuşmaya başladı.
"Ast bilak parbilakar. Şuh tangus moipar?" diye mırıldandıktan sonra aynı sözleri üç kez
tekrarladı. Raistlin konuşurken savaşçıların oluşturduğu kalabalıktan, diğerlerinden çok
daha korkunç ve dehşet verici başka bir suret belirdi. Bu hayalet diğerlerinden daha uzun
boyluydu ve pı-nltıh bir taç takıyordu. Solgun zırhı koyu renk taşlarla süslüydü. Yüzü
kederlerin ve ıstırapların en korkuncunu yansıtıyordu. Raistlin'e doğru ilerledi.

1O7

Caramon tıkanarak gözlerini başka yöne çevirdi. Tanis, büyücüyü rahat sız eder de büyüyü
bozar diye ne konuşmaya, ne de bağırmaya cesaret ede miyordu. Hayalet etsiz elini kaldırdı
ve genç büyücüye dokunmak iç uzattı. Tanis titredi -hayaletin teması kesin ölüm demekti.
Fakat trans halin de olan Raistlin hiç kıpırdamadı. Tanis, onun kalbine doğru uzanan buz gi
bi eli görüp görmediğini merak etti. Sonra Raistlin konuştu.

"Uzun zamandır ölüsünüz, sesimi kullanarak bu acı hüznünüzü anlatın Sonra bu ormandan
geçmemize izin verin çünkü amacımız kötü değil kalplerimizi okursanız bunu siz de
göreksiniz."

Hayaletin eli birdenbire durdu. Soluk gözler Raistlin'in yüzünü araştır, di. Sonra, karanlıkta
pırıldayarak büyücünün önünde eğildi hayalet. Tanis tıkandı; Raistlin'in gücünü hissetmişti
ama bu...!

Raistlin selama karşılık verdikten sonra hayaletin yanına gitti. Yüzü neredeyse yanındaki
hayalet kadar solgundu. Yaşayan ölü ve ölü yaşayan, diye düşündü Tanis, ürpererek.

Raistlin konuştuğunda sesi artık narin bir büyücünün zırlayan fısıltısı değildi. Derin,
hükmeden ve ormanda gürleyen bir sesti. Soğuktu, yankılıydı, yerin altından da geliyor
olabilirdi. "Kararık Orman'dan izinsiz olarak geçen sizler de kimin nesisiniz?"

Tanis cevap vermeye çalıştı ama boğazı tamamen kurumuştu. Yanında^ duran Caramon
başını bile kaldıramıyordu. Derken Tanis yanıbaşında bir hareket fark etti. Kender! Kendi
kendine sövüp sayarak Tasslehoff'u tutmak; için uzandı ama çok geç kalmıştı. Minik suret,
tepesindeki saç düğümü dans ederek Raistlin'in asasının ışığına girdi ve hayaletin önünde
durdu.

Tasslehoff saygıyla eğildi. "Ben Tasslehoff Burrfoot," dedi. "Arkadaşlarım" -minik elini
gruba doğru salladı- "bana Tas derler. Siz kimsiniz?"

"Bunun pek önemi yok," dedi monoton bir sesle hayalet sesi. "Sadece çok önce unutulmuş
bir zamanın savaşçıları olduğumuzu bilin yeter."

"Yemininizi bozduğunuz için buraya gelmiş olduğunuz doğru mu?" diye sordu Tas
merakla.

"Doğru. Bu topraklan korumaya yemin etmiştik. Sonra gökyüzünden için için yanan o dağ
geldi. Toprak parçalanıp açıldı. Dünyanın içinden kötü şeyler süzüldü; bizler de
kılıçlarımızı atarak zalim ölüm bize yetişinceye, kadar korku içinde kaçtık. Kötülük bir kez
daha bu topraklarda yürümeye] başladığı için sözümüzü tutmak için geri çağırıldık. Ve
kötülük tekrar geıi|yollanıncaya ve denge yeniden kuruluncaya kadar burada kalacağız."

Aniden Raistlin bir çığlık atarak başını arkaya savurdu; sonunda onu izleyen yolarkadaşları
sadece gözlerinin aklarını görünceye kadar kaydı göz-' leri. Sesi aynı anda bağıran sayısız
sese dönüştü. Bu, geriye bir adım atarak ne yapacağını bilemeden Tanis'e bakan kenderi
bile şaşırttı.

108

Hayalet, buyururcasına elini kaldırdı ve kargaşa karanlık tarafından yu-tulmuşçasına


kesildi. "Adamlarım sizin neden Kararık Orman'a girdiğinizi öğrenmek istiyor. Eğer
kötülük içinse, kötülüğü buraya kendinizin getirdiğini göreceksiniz çünkü o zaman bir daha
ayın doğduğunu görecek kadar yaşayamayacaksınız."

"Hayır, kötülük için değil. Tabii ki değil," dedi Tasslehoff aceleyle. "Şimdi bakın bu biraz
uzun bir hikaye ama tabii ki bizim bir acelemiz yok, eh sizin de yoktur ondan ben size
anlatayım.

"İşin başında Solace'taki Son Yuva Hanı'ndaydık. Büyük bir ihtimalle siz orasını
bilmezsiniz. Ne kadar zamandır var o han bilmiyorum ama Afet zamanında olmadığı kesin
ve anlaşıldığına göre siz o zamanlar vardınız. Evet, biz oradaydık, Huma hakkında konuşan
yaşlı adamı dinliyorduk, o Altı-nay'a -yani yaşlı adam, Huma değil- şarkısını söylemesini
söyledi; o da, ne şarkısı, dedi sonra şarkısını söyledi ve Arayıcı bir müzik eleştirmeni
olmaya karar verdi ve Nehiryeli -oradaki o uzun boylu adam- Arayıcı'yı ateşe itti. Aslında
bir kazaydı -onu ateşe itmek istememişti. Fakat Arayıcı bir meşale gibi tutuştu!
Görmeliydiniz! Her neyse, yaşlı adam bana asayı uzattı ve , ona vur dedi, ben de denileni
yaptım, asa mavi bir kristale dönüştü ve alevler söndü ve.."

"Mavi kristal!" Hayalet onlara doğru yürürken sesi Raistlin'in boğazından yankılanarak
çıkti. Tanis ile Sturnı ileri atlayarak Tas'ı tuttular ve yol üzerinden çektiler. Fakat görünüşe
göre hayaletin bütün amacı grubu incelemekti. Titreşen gözlen Altınay'da odaklandı. Soluk
elini kaldırarak kadını işaret etti.

"Hayır!" Nehiryeli kadının yanından ayrılmasını engellemeye çalıştı ama kadın onu kibarca
iterek elinde asasıyla hayaletin önünde durmaya gitti. Hayalet ordu onların etrafını aldı.

Aniden hayalet kılıcını soluk kınından çekti. Havaya kaldırdı ve kılıçtan mavi bir alevle
hafifçe renklenmiş beyaz bir ışık pırıldadı.

"Asaya bakın!" dedi Altınay nefesi kesilerek.

Asa, kılıca cevap verircesine soluk mavi bir ışıkla parlıyordu.

Hayalet kral Raistlin'e dönerek soluk elini trans halindeki büyücüye uzattı. Caramon
böğürerek Tanis'in ellerinden kurtuldu. Kılıcını çekerek ölmeyen savaşçıya daldı. Kılıcı
titrek ışıklı bedeni biçti ama acıyla bağıran Caramon oldu ve kıvranarak acı içinde yere
düştü. Tanis ile Sturm yanında diz çöktüler. Raistlin kıpırdamadan, ifadesiz bir yüzle ileri
bakıyordu.

"Caramon ne..." Tanis onu tuttu, deliler gibi nereden yaralandığını anlamaya çalışarak.

"Elim!" Caramon hıçkırıklar içinde bir ileri bir geri sallanıp duruyordu; sol elini -kılıcı tutan
elini- sıkı sıkı sağ koltuk altına kıstırmıştı.

109

"Ne var?" diye sordu Tanis. Sonra savaşçının yerde duran kılıcını görünce anladı:
Caramon'un kılıcı buz tutmuştu.

Tanis dehşetle bakarak hayaletin elinin Raistlin'in bileğini kavradığını gördü. Büyücünün
narin bedenini bir titreme tuttu; yüzü acıyla çarpıldı ama düşmedi. Büyücünün gözleri
kapandı; alaycı, acı çizgileri düzeldi ve üzerine ölümün huzuru çöktü. Tanis korkuyla
seyrediyordu, ara ara Caramon'un bağırtılarını duyar gibi oluyordu. Raistlin'in yüzünün
yeniden değiştiğini gördü, bu kez aşırı bir sevinçle renklenerek. Büyücünün güç aurası
sonunda neredeyse aşikar bir parlaklıkla parlayıncaya kadar şiddetle arttı.

"Bizi davet ediyorlar," dedi Raistlin. Sesi kendi sesiydi ama daha önce Tanis'in hiç
duymadığı bir haliydi. "Gitmemiz gerek."

Büyücü onlara sırtını döndü ve ormana doğru yürüdü, hayalet kralın etsiz eli hâlâ bileğini
tutuyordu. Ölmeyenlerin oluşturdukları halka o geçsin diye açıldı.

"Durdurun onları," diye inledi Caramon. Ayağa kalkmaya çalıştı.

"Durduramayız!" Tanis onu yatıştırmaya çalışıyordu ve sonunda koca adam bir çocuk gibi
ağlayarak yarımelfin kollarına yığıldı. "Onu izleyeceğiz. Hiçbir şey olmayacak. O bir
büyücü Caramon -biz anlayamayız. İzleyeceğiz..."

Yolarkadaşlarının ormana girmelerini izleyen ölmeyenlerin gözleri korkunç bir ışıkla


parlıyordu. Hayalet ordu, onların ardından kapandı.

Yolarkadaşları kanın gövdeyi götürdüğü bir savaş ortasında buldular kendilerini. Çelikler
sakırdadı; yaralı adamlar yardım dileniyordu. Karanlıktaki orduların sesi o kadar gerçekti ki
Sturm gayri ihtiyarı kılıcını çekti. Yaygara onu sağır etti; sonra kendisini hedef alan,
görünmeyen darbelerden sakınmak için başını eğerek sindi. Lanetlenmiş olduğunu ve
bundan bir kaçış olmadığını bildiği halde çaresizlik içinde kılıcını simsiyah havaya salladı.
Koşmaya başladı, sonra aniden ormandan çıplak, boş bir açıklığa fırladı savrulurcasına.
Raistlin tam önünde, tek başına duruyordu.

Büyücünün gözleri kapalıydı. Yavaşça içini çekti sonra yere yığıldı. Sturm ona doğru
koştu, sonra Caramon çıktı ortaya, neredeyse kardeşine ulaşıp onu tüm şefkatiyle kollarına
alabilmek için Sturm'ü deviriyordu. Birer birer diğerleri de açıklığa geldiler sanki birileri
tarafından itilmiş gibi. Raistlin hâlâ garip, bilmedik kelimeler mırıldanıp duruyordu.
Hayaletler yok olmuştu.

"Raist!" diye hıçkırdı Caramon kesik kesik.

Büyücünün göz kapakları titreyerek açıldı. "Büyü...beni tüketti..." diye fısıldadı.


"Dinlenmem gerek..."
"Ve dinleceksin de!" diye patladı bir ses -canlı bir ses!

110

Tanis, elini kılıcının üzerine koyarken rahat bir nefes aldı. Hemen diğerleri ile birlikte
korumak amacıyla Raistlin'in önüne sıçradı; dışa, karanlığa doğru bakıyordu. Derken
gümüş ay çıktı ortaya, aniden, sanki bir el onu siyah ipek bir eşarbın altından çekip
çıkartıvermiş gibi. Artık, ağaçlar arasında duran bir adamın başını ve omuzlarını
görebiliyorlardı. Çıplak omuzları en az Caramon'unki kadar geniş ve kaslıydı. Ensesi
boyunca uzun bir yele dalgalanıyordu; gözleri parlaktı ve soğuk soğuk parlıyordu.
Yolarkadaşları çalılar arasından bir hışırtı duydu ve Tanis'e yöneltilerek kaldırılan bir
mızrağın ucunun pırıltısını gördü.

"O çelimsiz silahlarınızı bırakın," diye uyardı adam. "Kuşatıldınız ve hiç şansınız yok."

"Bir numara," diye homurdandı Sturm ama tam konuşmuştu ki ezilen ve kırılan ağaç
dallarının sesi duyuldu. Daha çok sayıda adam çıktı ortaya, onları kuşatarak; hepsi de ay
ışığında pırıldayan silahlarla donanmıştı.

İlk adam onlara doğru ilerleyince Yolarkadaşları hayret içinde bakakal-dı, silahlanndaki
elleri boşalarak.

Adam bir insan değil, bir kentaurdu! Belden yukarısı insan, belden aşağısı da bir at
bedeniydi. Geniş göğsündeki güçlü adelelor dalga dalga hareket ederken o rahat bir
zarafetle ve hızla ilerledi. Onun bir işaretiyle diğer kentaurlar da açıklığa girdiler. Tanis
kılıcını kınına soktu. Flint hapşurdu.

"Bizimle gelmeniz gerek," diye emretti kentaur.

"Kardeşim hasta," diye homurdandı Caramon. "Bir yere gidemez."

"Onu sırtıma yerleştirin," dedi kentaur soğuk bir edayla. "Aslında aranızda yorgun olanlar
varsa, gideceğimiz yere kadar sırtımıza binebilirler."

"Bizi nereye götürüyorsunuz?" diye sordu Tanis.


"Soru soracak konumda değilsiniz." Kentaur uzanarak Caramon'un sırtını mızrağı ile
dürttü. "Uzaklara hızla gideriz. Binmenizi tavsiye ederim. Ama korkmayın." Altınay'ın
önünde eğilerek selam verdi; ön ayağını uzatıp eliyle kaba saçlarına dokundu. "Bu gece
size bir zarar gelmeyecek."

"Binebilir miyim, lütfen izin ver Tanis!" diye yalvardı Tasslehoff.

"Onlara güvenmeyin!" Flint şiddetle hapşurdu.

"Onlara güvenmiyorum," diye mırıldandı Tanis, "ama bu konuda çok fazla bir seçeneğimiz
olduğu söylenemez...Raistlin yürüyemez. Bin bakalım Tas. Sizler de."

Kaşlarını çatıp kuşkuyla kentaurlara bakan Caramon kardeşini kucaklayarak yarı insan, yarı
hayvanlardan birinin sırtına yerleştirdi. Raistlin çelimsizce öne doğru çöktü.

'Tırman," dedi kentaur Caramon'a. "İkinizi de taşıyabilirim. Kardeşinin senin yardımına


ihtiyacı olacak çünkü bu gece hızlı gideceğiz."

111

Utanarak kızaran koca savaşçı kentaurun geniş sırtına tırmandı, koca bacakları neredeyse
yerlere kadar sallanıyordu. Kentaur yoldan aşağıya giderken o da bir kolunu Raistlin'e
doladı. Heyecan ile kıkırdayan Tass-lehoff bir kentaura sıçrayarak öbür taraftan pat diye
çamurların içine kayıverdi. İçini çeken Sturm, kender! kaldırarak kentaurun sırtına
yerleştirdi. Sonra Flint daha itiraz edemeden şövalye cüceyi de Tas'ın arkasına kaldırıp
koydu. Flint konuşmaya çalıştı ama kentaur uzaklaşırken sadece hap-şuruyordu. Tanis,
lider olduğu anlaşılan ilk kentaur ile gitti.

"Bizi nereye götürüyorsunuz?" diye sordu Tanis yeniden.

"Ormanefendisi'ne," diye cevap verdi kentaur.

"Ormanefendisi mi?" diye tekrarladı Tanis. "Kim bu adam -sizlerden biri mi?"

"Ormanefendisi bir hanımefendidir," diye cevap verdi kentaur ve yoldan aşağı hızla
ilerlemeye başladı.

Tanis bir soru daha sormaya hazırlanmıştı ki kentaurun artan hızı onu sarstı ve sertçe
kentaurun sırtına çökerken neredeyse dilini ısıracaktı. Kentaur hızlandıkça geriye doğru
kaydığını hisseden Tanis kentaurun geniş gövdesine sarıldı.

"Hayır, beni sıkıp ikiye ayırmana gerek yok!" Kentaur geriye baktı, gözleri ay ışığında
pırıldıyordu. "Sırtımda kalmanı sağlamak benim görevim. Rahatla. Ellerini sırtıma, kendini
dengede tutabilmek için koy. Evet öyle. Bacaklarınla kavra."

Kentaur yoldan ayrılarak ormana daldı. Mehtap derhal sık ağaçlar tarafından yutulmuştu.
Tanis dalların, giysilerini yalayarak kırbaç gibi geçtiğini hissediyordu. Kentaur ise
tereddütsüzce, hızını azaltmadan ilerliyordu; Tanis'in bütün düşünebildiği kentaurun yolu,
yarımelfin göremediği bir yolu, çok iyi bildiğiydi.

Kısa bir süre sonra hızı azalmaya başladı ve kentaur sonunda durdu. Tanis boğucu
karanlıkta hiçbir şey göremiyordu. Arkadaşlarının yakında olduklarını, sadece Raistlin'in
ağır nefes alış verişinden, Caramon'un cıngıl-dayan zırhından, engelleyemediği
hapşuruğundan biliyordu. Raistlin'in asasından çıkan ışık bile sönmüştü.

"Bu ormanda çok güçlü bir büyü var," diye fısıldadı büyücü, Tanis bu konuda bir şeyler
sorunca. "Bu büyü tüm diğer büyüleri siliyor."

Tanis'in huzursuzluğu arttı. "Neden duruyoruz?"

"Çünkü geldiniz. İnin," diye emretti kentaur boğuk bir sesle.

"Burası, neresi?" Tanis kentaurun sırtından yere kaydı. Etrafına bakındı ama hiçbir şey
göremiyordu. Belli ki ağaçlar, aylardan ve yıldızlardan gelen en ufak pırıltının bile yola
sızmasını engelliyordu.

112

"Kararık Orman'ın tam ortasında duruyorsun," diye cevap verdi kentaur. "Ve şimdi; ya
hoşça kalın, ya da kötülükler içinde kalın -Ormanefendisi nasıl münasip görürse."
"Bir dakika!" diye bağırdı Caramon hiddetle. "Bizi burada, ormanın ortasında yeni doğmuş
kör kedi yavruları gibi bırakıp gidemezsin..."

"Durdurun onları!" diye emretti Tanis kılıcına davranarak. Ama silahı yoktu. Sturm'ün
patlattığı bir küfür, şövalyenin de aynı şeyi fark ettiğini gösteriyordu.

Kentaur kıkırdadı. Tanis, yumuşak toprağı döven nal seslerini duydu ve ağaç dalları
hışırdadı. Kentaurlar gitmişti.

"İyi ki kurtulduk!" diye hapşurdu Flint.

"Hepimiz burada mıyız?" diye sordu Tanis elini uzatarak Sturm'ün güçlü, güven veren elini
hissederek.

"Ben buradayım," diye öttü Tasslehoff. "Ay Tanis, ne mükemmeldi değil mi? Ben..."

"Sus Tas!" diye kesip attı Tanis. "Bozkırlılar?"

"Buradayız," dedi Nehiryeli ciddiyetle. "Silahsız olarak."

"Kimsenin silahı yok mu?" diye sordu Tanis. "Bu lanet olasıca karanlıkta bir işe
yarayacağından değil ya," diye düzeltti acı acı.

"Benim asam duruyor," dedi Altınay'ın sesi yavaşça.

"Ve o da korkunç bir silahtır Que-shu'nun kızı," diye duyuldu derin bir .ses. "İyilik için
kullanılan, hastalık, yara ve illetlerle savaşması amaçlanan bir silah." Görünmeyen ses
mahzunlaştı, "Bu zamanlarda, onu bulup dünya üzerinden silmeye çalışan kötü yaratıklara
karşı da kullanılabilecek bir silah."

113

Ormanefendisi.
Kims in sen?" diye seslendi Tanis. "Kendini göster "Sana bir zarar vermeyiz," diye atıldı Caramon.
"Elbette vermezsiniz." Derin ses eğleniyordu şimdi. "Hiç silah ınız yok. Uygun bir zamanda onları size geri
vereceğim. Kimse Karan k Orman'a silah sokamaz, Solamn iya Şövalyeleri bile. Korkma soylu şövalye. Senin
kı-lıcının kadim ve çok kıy metli o lduğunu gördüm! Onu iy i muhafaza edeceğim. Bu aşikâ r güvensizlikten' dolayı
özür dilerim ama koca Hu ma bile Ej-derhamızrağı'n ı ayaklarımın dib ine bırakmıştı."

"Huma!" Srurm'ün nefesi tıkandı. "Kims in sen?"

"Ben Ormanefendisi'yim." Daha o derin ses konuşurken karan lık aralandı. İleriye bakan grubu bahar rü zgan kadar
hafif bir'ko rku ve hayranlık rü zgan okşadı. Gü müş mehtap bir kaya çıkıntısı ü zerinde canlı canlı parlıyordu. Kaya
çıkıntısının ü zerinde tek boynuzlu b ir at duruyordu. On lan serinkanlılıkla seyrediyor, zeki gözleri sonsuz bir irfan la
pırıld ıyordu.

Unico m'un güzelliğ i insanın kalb ini parçalıyordu. Altınay gözlerinin h ızla yaşardığın ı hissetti; ve hayvanın
muhteşem aydın lığ ı karşısında gözlerin i kapatmak zorunda kaldı. Unicorn'un tüyleri mehtabın gü müşü, boynuzu
parlak bir inci, yelesi deniz köpüğü gibiydi. Başı pırılt ılı b ir mermerden de oyulmuş olabilird i fakat hiçb ir insan eli,
hatta hiçbir cüce eli, o güçlü boynun ve kaslı döşün ince çizgilerini yakalayamazdı. Bacakları kuvvetli ama narindi;
toynakları küçük ama keçinin kiler gib i yarıkt ı. Daha s onraki günlerde, Alt ınay karan lık yollarda yürü mek zorunda
kalıp da gönlü ü mitsizlik ve yeisle darald ığında rahatlamak için gözlerini yu mması ve tek-boynuzu hatırlaması
yeterli o lmuştu.

Unicorn başını salladı sonra buyur dercesine ağırbaşlı bir hareketle eğdi. Kendilerin i kaba ve sakar hisseden, kafaları
karışan yolarkadaşlan da karşılık olarak eğ ild iler. Unicorn an iden dönerek kaya çıkıntısından aynl-dı ve onlara doğru
hızla indi.

Tanis, üzerinden bir büyünün kalkt ığın ı hissederek etrafına bakındı. Parlak gümüş rengi mehtap orman içindeki bir
açıklığı aydın latıyordu. Uzun ağaçlar onları devler gib i, lütufkâr muhafızlar gib i sarmıştı. Yarımelf buradaki derin ve
sarsılmaz huzur h issini fark etti. A ma burada etrafa sin miş bir hüzün de vardı.

"Dinlenin," dedi Ormanefendisi aralarına g irerek. "Hem açsınız, hem yorgun. Yiyecek ve yıkanman ız için taze su
getirilecek. Burada, bu geceliğine huzursuzluğunuzu ve korku larınızı b ir yana bırakab ilirsiniz. Eğer bu gece yer
üzerinde emniyet diye bir şey varsa o da bumda mevcuttur."

Gö zleri yemeğ in bahsiyle parlayan Caramon kardeşini hafifçe yere bırakt ı. Raistlin, b ir ağacın gövdesine yaslanarak
yere çöktü. Yü zü gü müş mehtapta ölü yüzü gibi görünüyordu ama nefesi rahatlamıştı. Korkunç bir şekilde yorgun
göründüğü halde o kadar hasta görünmüyordu. Caramon onun yanına oturarak etrafta y iyecek aradı. Sonra için i
geçirdi.

"Zaten böğürtlen falan olacakt ır herhalde," dedi savaşçı mutsuzca Tanis'e. "Can ım öy le et -kızarmış geyik butu,
cızırdayan bir parça tavşan- falan çekiyor ki..."

"Sus," diye payladı onu Sturm, Ormanefendisi'ne bakarak. "Önce seni kızart may ı düşünmeye başlayabilir!"

Kentaurlar ormandan, otların üzerine serdikleri temiz, beyaz bir bez taşıyarak çıkt ılar. Diğerleri örtünün üzerine
bütün orman ı aydınlatan billurdan yuvarlak ışıklar yerleştirdiler.

Tasslehoff ışıklara merakla baktı. "Bunlar ateşböceklerin in ışıklan!"

Billur kürelerin içinde, sırtlarında iki parlak noktacığı olan bin lerce min ik böcek vardı. Kürenin içinde dolanıp
duruyorlardı, belli ki etrafların ı keşfetmeye çalışıyorlardı.

115

Daha sonra kentaurlar, ellerini ve yüzlerini y ıkamaları için büyük kaseler içinde serin sular, temiz beyaz bezler
getirdi. Su, savaş lekelerin i y ıkay ıp temizlediğ i gib i bedenlerini ve akıllanın da ferahlattı. Diğ er kentaurlar
Caramon'un şüpheyle baktığı sandalyeler yerleştirdiler. Sandalyeler, insanın bedeninin etrafında kıvrılan tek bir
parça tahtadan yapılmıştı. Rahat görünüyorlardı ama tek kusurları tek ayaklan olmalarıydı!

"Lütfen oturun," dedi Ormanefendisi zerafetle.

"Ben ona oturamam!" d iye karşı çıktı savaşçı. "Devrilir." Yemek örtüsünün kenarında durdu. "Sonra yemek örtüsü
otların ü zerine serilmiş. Ben de yanına, yere otururu m."

"Yemeğe daha yakın," diye mırıldandı Flint sakalın ın alt ından. Diğerleri huzursuz hu zursuz sandalyelere, garip,
billurdan böcek lambalarına ve kentaurlara bakt ılar. Öte yandan Reisin Kızı konuklardan ne beklendiğini biliyordu.
Dış dünya onun halkın ı barbar olarak n itelendirse bile A ltınay'ın kabilesinin d insel bir açıdan gözlemlen me si gereken
katı nezaket kuralları vardı. Alt ınay ev sahibini beklet menin hem ev sahibine, hem de cö mertliğ ine bir hakaret
olacağını b iliyordu. Bir kraliçe zarafet iyle oturdu. Tek ayaklı sandalye hafifçe sallandı, kadın ın ağırlığına göre
ayarlanarak, onun bedenine göre biçimlendi.

^'Sağ yanıma otur savaşçı," dedi kadın resmi b ir edayla, ü zerlerindeki gözlerin farkında olarak. Nehiryeli'n in
yüzünde hiçbir ifade yoktu ama o u zun bedenini, görünüşe göre narin olan sandalyeye oturmak için eğip bükerken
görüntüsü çok gülünçtü. Fakat -bir kez oturduktan sonra- rahatça arkaya doğru kaykıld ı, hayret içinde bir takd irle
neredeyse gülümsüyordu.

"Ben oturuncaya kadar beklediğin iz için hepin ize teşekkür ederim," dedi Alt ınay çabucak, diğerlerinin tereddütünü
örtmek için. "Artık oturabilirsin iz."

"A, bir şey değil," diye başladı Caramon ellerini kavuşturarak. "Ben beklemiyordu m zaten. O tuhaf sandalyelere
oturacak değilim..." Sturm'ün dirseği savaşçının kaburgalarını deşti.

"Hanımefendi hazret leri," diye eğilerek şövalyelere yakışan bir vakarla oturdu Sru rm. "Eh o yapabiliyorsa, ben de
yapabilirim," diye mırıldandı Caramon, karan kentaurların yemek getirmeye başlamaları gerçeğiyle h ızlan mıştı.
Kardeşinin bir sandalyeye oturmasına yardım ettikten sonra sandalyenin ağırlığın ı taşıyabileceğ inden emin olmaya
çalışarak iht iyatla oturdu.

Dört kentaur yere serilmiş olan koca beyaz örtünün dört köşesine gittiler. Örtüyü bir masa hizasına kaldırıp
bırakt ılar. İnce nakışlarla süslenmiş örtü en az Son Yuva Hanı'ndaki masalar kadar sert ve dayanıklı, o lduğu yerde
asılı kaldı.

116

"Ne mükemmel! Bunu nasıl yapıyorlar?" diye bağırd ı Tasslehoff örtünün altına bakarak. "Altında hiçb ir şey yok!"
diye bild ird i, gö zleri hayretle açılarak. Kentnurlar kahkahalarla güldüler, hatta Ormanefendisi b ile gülü msedi. Daha
sonra kentaurlar çok büyük bir ustalıkla kesilip cilalan mış ahşap tabaklar yerleştird iler. Her konuğa geyik
boynuzundan yapılmış çatal ve bıçaklar verildi. Tabaklar dolusu kızarmış sıcak et kokusu havayı insanın ağzın ı
sulandıran dumanlı bir kokuyla doldurdu. M is koku lu ekmek somunları ve kocaman tahta çanaklar içindeki meyveler
yumuşak lamba ışığında pırıld ıyordu.

Kendini sandalyesinde emniyette hisseden Caramon ellerin i birbirine sürttü. Sonra ağzı yayılarak gülü msedi ve
çatalını eline ald ı. "Ahhhh!" Kentaurlardan biri önüne bir tabak kızarmış geyik eti b ırakırken takdirle ah etti.
Gn ramon çatalını batırdı, etten tüten buharı ve fışkıran suyu kendinden geçercesine koklayarak. Aniden herkesin
kendisine baktığ ını fark etti. Durdu ve etrafına bakındı.

"Ne..?" diye sordu göz atarak. Sonra gözleri Ormanefendisi'ne kayarak kızard ı ve aceley le çatalını çekti. "Ben...ben
çok özür dilerim. Herhalde bu geyik sizin tanıd ığınız biriydi -yani- sizin tebaanızdan biri."

Ormanefendisi kibarca gülü msedi. " Rahat et savaşçı," dedi. " Geyik yaşamdaki amacın ı avcıya -bu ister kurt o lsun,
ister insan- yem olmakla yerine getirir. A maçların ı yerine getirerek ölenler için ü zülmemize gerek yok."

Tanis'e öyle geldi ki, sanki konuşurken Ormanefendisi'n in kara gözleri Sturm'e doğru kay mıştı ve sesinde yarımelfin
gönlünü soğuk bir korkuyla dolduran derin bir hüzün vardı. Fakat yeniden Ormanefendisi'ne bakt ığında, o muazzam
hayvanın yine gülümsemekte olduğunu gördü. "Öyle hayal ettim herhalde," diye düşündü.

"Bir varlığ ın, Efendim," diye sordu Tanis tereddütle, "amacına ulaşıp ulaş madığın ı nasıl an lıyorsunuz acaba? Ço k
yaşlı kişilerin acı ve yeis içinde öldüklerin i gördü m. Küçücük çocukların vakitsizce öldüklerin i gördüm ama
gerilerinde bir sevgi ve mutlu luk mirası bırakt ıkların ı da gördüm çünkü onların kısacık yaşamlarının diğerlerine çok
şey vermiş olduğunu bilmek göçüp gitmelerini hafifletiyordu."

"Kendi sorunun cevabını kendin verdin Tan is Yarımelf, benim yapabileceğimden çok daha güzel b ir şekilde," dedi
Ormanefendisi vakarla. " Yaşamlarımız almakla değil de vermekle ölçülür diyelim."

Tam yarımelf cevap vermeye başlamıştı ki Ormanefendisi sözünü kesti. "Şimd ilik endişelerin izi bir kenara bırakın.
Elinizde fırsatınız varken ormanımın huzurunu yaşayın. Zaman geçiyor."

Tanis Ormanefendisi'ne dikkat le bakt ı ama koca hayvanın dikkati başka yöne çevrilmiş, gözleri hüzün le puslu
ormanda u zaklara bakıyordu. Yarım-

117

elf ne demek istediğini merak etti ve narin bir el eline dokununcaya kadar kara düşünceler içinde kaybolmuş bir
halde oturdu.

"Yemek yemen lâzım," dedi A ltınay. " Endişelerin yemekle geçmez -gerçi geçseler daha iyi ya."

Tanis kadına gülü mseyerek iştahla yemeğe başladı. Ormanefendisi'n in öğüdünü tutarak bir süre için endişelerini
aklının arka bir köşesine attı. Alt ınay haklıydı: Bir yere kaybolacakları yoktu.

Grubun geri kalan ları da aynı şeyi yaptı, etraflarındaki garip likleri, yıllarını yollarda geçirmiş gezgin lerin
soğukkanlılığıy la kabullenerek. Sudan başka bir içki o lmadığ ı halde -bu Flint'i b iraz ü zmüştü- serin, berrak sıvı,
gönüllerinden dehşeti ve kuşkuyu silmişti aynı ellerindeki kanı ve kiri temizlemiş olduğu gibi. Birb irlerinin
dostluğundan memnun mesut güldüler, konuştular, yediler. Ormanefendisi bir daha onlarla konuşmadı ama sırayla
hepsine baktı.

Sturm'ün soluk yüzü b iraz renk kazan mıştı. Nezaket ve asalet ile yiyordu yemeğini. Tasslehoffun yanında
oturduğundan kenderin, ülkesi hakkındaki bit mek tüken mek bilmeyen sorularını cevaplandırıyordu. Aynı zamanda,
bu gerçeğe gereksiz b ir d ikkat çekmeden Tasslehoff'un torbasından, oraya nasıl girdikleri belli o lmayan bir bıçak ile
çatal çıkarttı. Şövalye elinden geldiğince Caramon'dan uzağa oturarak mü mkün olduğunca onu görmemezliğe
geliyordu.

Belli ki koca savaşçı yemeğ inin tadını çıkart ıyordu. Herkesten üç kez fazla, üç kez hızlı ve üç kez gürültülü yedi.
Yemek yemediği zamanlarda Flint'e bir trol ile nasıl dövüştüğünü, hamlelerini ve karşılamalarını göstermek için
elindeki kemiği bir kılıç gib i kullanarak, anlat ıyordu. Flint iştahla yerken Caramon'a Krynn üzerindeki en büyük
yalancının o olduğunu söylüyordu.

Kardeşinin yanında oturan Raistlin çok az, etin en yu muşak yerinden minicik lo kmalar alarak, birkaç ü zü m tanesi ve
önce suya sokup ıslattığı bir parça ekmek yedi. Hiçbir şey anlat madı ama herkesi dikkat le, daha ileride başvurmak
veya kullan mak için söylenen her şeyi ruhuna kazıyarak din ledi.

Altınay yemeğ ini kibarca ve alışık olduğu bir rahatlıkla yedi. Que-shu prensesi halk önünde yemek yemeğe alışıktı
ve rahatça sohbet de edebiliyordu. Elf toprakların ı ve ziyaret et miş olduğu diğer yerleri an lat ması için onu
yüreklendirerek Tanis ile çene çaldı. Yan ında oturan Nehiryeli son derece rahatsız ve sıkılgandı. Caramon kadar
gürültülü yememekle birlikte belli ki Bozkırlı, soylu saraylardan çok kamp ateşleri ya nında, kabile arkadaşlarıyla
yemek yemeğe alışıktı. Çatal b ıçakları sakar bir beceriksizlikle kullanıyor ve Alhnay'ın yanında kaba durduğunu fark
ediyordu. Hiçb ir şey söylemedi, belli ki arka p landa solup gitmeyi arzuluyordu.

118

Sonunda, yemeklerini tartaletlerle b itiren herkes tabakların ı irmeye ve garip, tahta sandalyelerinde gerin meye
başladı. Tas, kentaurlan mest ederek kender yol şarkısın ı söylemeye başladı. Sonra an iden Raistlin konuştu. Fısıltı
halindeki yu muşak sesi gülüşmeler ve yüksek sesli sohbet arasında kaydı.

"Ormanefendisi" -diye t ısladı büyücü ismi- "bugün, daha önce Krynn üzerinde hiç rastlamamış olduğumuz iğrenç
bazı yaratıklarla dövüştük. Bunlar hakkında bize bir şeyler anlatabilir misin iz?"

O rahat, şölenimsi hava, bir kefenle örtü lmüş gibi boğulmuştu. Herkes ciddileşip b irbirine4 bakt ı.

"Bu yaratıklar insan gibi yürüyor," diye ekled i Caramon, "ama sürüngenlere benziyorlar. Pençe gibi elleri, ayakları
ve kanatlan var; ve" -sesi kısıldı- "öldüklerinde taşlaşıyorlar."

Ormanefendisi ayağa kalkarken onlara hüzünle bakt ı. Belli ki bu soruyu bekliyordu.

"Bu yaratıkları b iliyoru m," d iye cevap vedi. "Bir hafta kadar önce bazıları b ir grup goblin ile b irlikte Liman
tarafından Kararık Orman'a g irdi. Cüppeleri, kuku letaları vard ı, kuşkusuz o korkun ç görüntülerini g izlemek için.
Kentaurlar, hayalet hizmekarlar onlarla ilg ilen inceye kadar b ir zarar vermesinler diye onları g izlice izledi. Kentaurlar
yaratıkların kendilerine 'ejderan' dediklerini ve 'Ejder Tarikatı'na mensup olduklarından söz ettiklerin i b ild ird iler."

Raistlin'in kaşları çatıld ı. "Ejder," diye fısıldadı, aklı karışarak. "Ama kim bunlar? Hangi ırktan, hangi soydan?"
"Bilmiyoru m. Size sadece şunu .söyleyebilirim: Hayvan aleminden değiller. Krynn ırklarından hiçbirine ait değiller."

Bunu hepsinin hazmet mesi biraz zaman aldı. Caramon gözlerini kırp ıştırdı. "Ben pek..." d iye başladı.

"Diyor ki, kardeşim, onlar bu dünyaya ait değiller," diye açıklad ı Raistlin sabırsızca.

"Öyleyse nereden geldiler?"diye sordu Caramon hayretle.

"Sorun da bu zaten, değil mi," dedi Raistlin soğuk soğuk. "Nereden geldiler...ve neden?"

"Bunun cevabını veremem." Ormanefendisi başını salladı. "Fakat hayalet h izmetkarlar bu ejderan ların işin i
bitirmeden önce onlar 'ku zeydeki ordulardan' söz ediyorlarmış."

"Ben onları gördüm." Tanis ayağa kalktı. "Kamp ateşleri..." Ormanefendisi'n in tam söylemek ü zere olduğu şeyleri
fark edince kelimeler boğazında düğümlendi. "Ordular! Bu ejderan ların ordulan mı? Binlerce olmalı!" Art ık herkes
ayaklan mış, aynı anda konuşmaya başlamıştı.

119

"İmkansız!" dedi şövalye kaşlarını çatarak.

"Kim var bunların arkasında? Arayıcılar mı? Tanrılar adına," diye böğürdü Caramon, "Liman'a gidip b ir cü mbüş
çıkartayım da..."

"Solamniya'ya git, Liman'a değil," diye tavsiyede bulundu Sturm yüksek sesle.

"Qualinost'a gitmeliyiz," d iye gîrd i söze Tanis. " Elfler..."

"Elflerin kendi sorunları var," dedi Ormanefendisi, serinkan lı sesinin onları yatıştıran b ir etkisi olmuştu. "Liman'daki
Yücearayanlar gib i. Hiçbir yer emn iyetli değil. Fakat sorularınızın cevabını b ulmanız için nereye git men iz
gerektiğin i söyleyeyim size."

"Nereye gideceğinizi söyleyeyim size de ne demek?" Hareket ettikçe cüppesi etrafında dalgalanan Raistlin yavaşça
yürüdü. "Bizim hakkımızda ne b iliyorsunuz?" Büyücü duraksadı, gözleri an i bir düşünc eyle kısılarak.

"Evet, sizi bekliyordu m," diye cevap verdi Ormanefendisi, Raistlin'in düşüncelerine cevaben. "Bugün, orman içinde
büyük ve parlak b ir varlık belird i önümde. Bu gece Kararık Orman'a mav i kristalden asayı taşıyan birinin geleceğin i
söyledi. Hayalet hizmetkârlar, Afet'ten bu yana ne bir insan, ne bir elf, ne bir cüce, ne bir kender, kimsenin
geçmesine izin vermed ikleri halde asa taşıyıcısı ile arkadaşlarını bırakacaklar. Asanın taşıyıcısına şu mesajı
verecektim: 'Hemen Doğusur Dağları'na uçman gerek. İki gün içerisinde asataşıyıcısı Xak Tsaroth'ta olmalı. Orada,
layık olduğunu ispat edebilirsen, dünyadaki en büyük armağ mı alacaksın.'"

"Doğusur Dağları!" Cücenin ağzı açık kald ı. "Xak Tsaroth'a iki gün içinde varabilmemiz için gerçekten de uçmamı z
gerekir. Parlak bir varlıkmış! Hıh!" Parmaklarını şıklattı.

Diğerleri hu zursuzca birbirlerine bakt ılar. Sonunda Tanis tereddütle, "Korkarım cüce haklı, Ormanefendisi. Xak
Tsaroth'a yapılacak bir yolculu k hem ço k u zun sürer, hem de tehlikelid ir. Gob lin ler in ve bu ejderanların yaşadıkları
topraklardan geçmemiz gerekir," dedi.
"Sonra Bozkırlardan da geçmek zorunda kalırız," dedi Nehiryeli, Ormanefendisi ile karşılaştıklarından beri ilk kez
konuşarak. "Bizim orada yaşamlarımız tehlikede." Alt ınay'ı işaret etti. " Que-shular hiddetli dövüşçülerdir ve
toprakları çok iy i tanırlar. Bekliyorlar. Bizim oradan emniyet içinde geçmemiz mü mkün değil." Tanis'e baktı. "Sonra
halkım cifleri de hiç sevmez."

"Sonra neden Xak Tsaroth'a gidecekmisiz?" d iye homurdandı Caramon. "Armağanların en büyüğü...ne olabilir ki?
Güçlü bir kılıç mı? Bir sandık dolusu madeni para mı? Bu işe yarardı ama belli ki ku zeyde bir savaş çıkacak.
Kaçırmayı hiç istemem."

120

Ormanefendisi ciddi bir yüzle başını salladı. "İçinde bulunduğunuz ikilemi an lıyorum," dedi. "Size gücüm
dahilindeki bütün yardımları sunuyorum. İki gün içinde Xak Tsaroth'a varman ızı sağlayacağım. So ru şu, gidecek
misiniz?"

Tanis diğerlerine döndü. Sturm'ün yüzü asıktı. Tanis'in bakışların ı görerek için i çekti. " Geyik bizi buraya getirdi,"
dedi yavaşça, "belki de bu öğüdü almamız için. A ma benim gönlü m kuzeyde, yurdu mda. Eğer bu ejde -ran orduları
saldırmak için hazırlanıyorsa benim yerim, bu kötülüğe karşı dövüşmek için mut laka b ir araya gelecek olan
şövalyelerin yanıdır. Yine de, ne seni Tanis ne de sizi hanımefendi, terk et mek istemiyoru m." Alt ı-nay'a doğru bir
baş işareti yaptıktan sonra ağrıyan başı elleri arasında yerine çöktü.

Caramon o mu zlarını silkti. "Ben her yere gider, her şeyle savaşırım Ta -nis\ Bunu biliyorsun. Sen ne dersin
kardeşim?"

Fakat karanlığa doğru bakan Raistlin cevap vermed i.

Altınay ile Nehiryeli alçak sesle konuşuyorlardı. Birbirlerine başlarıyla onaylarcasına işaret ettikten sonra Altınay
Tanis'e, " Xak Tsaroth'a gideceğiz. Bizim için yaptığın ız her şeye mü teşekkiriz..." dedi.

"Fakat artık h iç kimsenin yardımın ı istemiyoruz," diye belirtti Neh iryeli gururla. " Bu bizim maceramızın sonu. Bu
işe yalnız başladığımız için, yalnız b itireceğ iz."

"Ve yalnız başınıza ö leceksiniz!" dedi Raistlin yavaşça.

Tanis titredi. "Raistlin," dedi, "seninle bir şey.konuşmak istiyoru m."

Büyücü itiatla dönerek, yarımelfle b irlikte eğri büğrü bodur ağaçların o lduğu küçük bir çalılığa yürüdü. Karanlık
etrafların ı sardı.

"Aynı eski günlerdeki gibi," dedi Caramon, gö zleri kardeşini huzursuzca izleyerek.

"Ve o zaman lar başımıza açt ığımız belalara bak," d iye hatırlattı Flint ona, otların üzerine çökerek.

"Acaba ne hakkında konuşuyorlar?" dedi Tasslehoff. Uzun zaman önce kender, büyücü ile yarımelf arasındaki bu
özel konuşmalara kulak misafiri olmaya kalkış mıştı ama Tanis onu hep yakalamış ve kovalamıştı. "Neden hep
birlikte tartış mıyoruz?"

"Çünkü büyük bir ihtimalle biz Raistlin'in kalb ini çıkart ırız da ondan," diye cevap verdi Sturm, alçak ve acı dolu bir
sesle. "Senin ne dediğin u muru mda değil Caramon, kardeşinin karanlık bir tarafı var ve Tanis bunu gördü. Bu
yüzden de çok müteşekkirim. O, bununla başa çıkabiliyor. Ben yapamam."

Caramon ilk defa bir şey söylemedi. Sturm tedirgin likle savaşçıya baktı. Eski günlerde olsaydı, dövüşçü, karde şini
savunmak için fırlard ı. Sim-

121

di ise sessiz sessiz oturuyordu, aklı başka yerlerde, yü zü huzursuzdu. Ra-istlin'in karanlık bir yönü vardı ve art ık
Caramon da bunu biliyordu. Sturm beş sene içinde bu neşeli savaşçının üzerine böylesine kara b ir gölge düşürecek
ne olduğunu merak ederek ürperd i.

Raistlin Tanis'e yaklaş mıştı. Büyücünün kolları cübbesinin kolları içinde kavuşmuş, başı düşünceler içinde eğilmişti.
Tanis, Raistlin'in bedeninin ısısının kızıl cüppesini geçerek yayıldığın ı h issedebiliyordu; sanki içten gelen bir ateşle
için için yanıyormuş gibi. Her zamanki g ibi Tanis genç büyücünün yanında kendini huzursuz hissediyordu. Yine de
tam o anda, öğüt almak için ondan başka danışabileceği biri yoktu. "Xak Tsaroth hakkında ne biliyorsun?" diye
sordu Tanis.

"Orada bir tapınak vard ı...kad im tanrıların b ir tapınağı," diye fısıldadı Raistlin. Gözleri kızıl ayın ürperti veren
ışığıyla pırıldadı. "Afet sırasında yok olmuştu; tanrıların kendilerini b ıraktığ ına emin olan insanları kaçtı. Unutuldu
gitti. Hâlâ durduğunu bilmiyordum."

"Ne gördün Raistlin?" diye sordu Tanis hafifçe u zun bir duraksamadan sonra. "Uzaklara daldın...ne gördün?"

"Ben bir büyücüyüm Tanis, bir kahin değil."

"Bana böyle cevaplar verme," diye patlad ı Tanis. "Uzun zaman o ldu ama o kadar uzun değil. Senin bir kahin
olmadığın ı b iliyoru m. Düşünüyordun, uzaktan görmeye çalış mıyordun. Ve bir cevap buldun. Ben o cevapları
istiyorum. Sen in hepimizin toplamından daha çok aklın var, hatta..." sustu.

"Hatta çarpılmış olsam da." Raistlin'in sesi sert bir kibirle yükseld i. " Evet sizden -hepin izden- daha akıllıyım. Ve
günün birinde bunu kanıtlayacağım da! Günün birinde siz -bütün gücünüz kuvvetinizle, çekiciliğ inizle,
yakışıklılığ ınızla- hepin iz bana efendi d iyeceksiniz!" Elleri cüppesi içinde kasıld ı, gö zleri al mehtap altında kırmızı
kırmızı alev lendi. Bu t irada alışkın olan Tan is sabırla bekledi. Büyücü gevşedi, elleri açıld ı. "Fakat şimdilik sana
öğüt vereyim. Ne gördü m? Bu ordular Tanis, ejderan orduları Solace'ı da, Liman'ı da, ataların ızın bütün t opraklarını
silip geçecekler. İşte bu yüzden Xak Tsaroth'a ulaşmamız gerekiyor. Orada bulacağımız şey bu ordunun sonu
olacak."

"Ama bu ordular ne için?" diye sordu Tanis. "Kim So lace'ı, Liman 'ı veya doğudaki Bo zkırları denetimi alt ında
tutmak ister ki? Aray ıcılar mı?"

"Arayıcılar! Hıh!" diye burun büktü Raistlin. " Gö zlerini aç yarımelf. Bu yarat ıkları, bu ejderanlan güçlü b iri veya bir
şey yaratmış. Ahmak Aray ıcılar değil. Ve kimse iki çiftçi kasabasını veya mavi kristaldan bir asayı ele geçirmek için
o kadar zah mete kat lan maz. Bu bir fetih savaşı

122

Tanis. Birileri Ansalon'u fethetmek istiyor! İki gün içinde, Krynn üzerinde bizim bildiğ imiz haliyle yaşam sona
erecek. Bu düşen yıldızların bir işi. Karan lıklar Kraliçesi geri döndü. En iyi ihtimalle b izi esir et meye ya da belki de
tamamen ortadan silmeye çalışan bir düşmanla karşı karşıyayız."
"Öğüdün nedir?" diye sordu Tanis gönülsüzce. Bir değişimin yaklaş makta o lduğunu biliyordu ve bütün elfler g ibi
değişimlerden korkuyor ve nefret ediyordu.

Raistlin çarpık ve acı tebessümüyle güldü, üstünlüğünün tadını çıkartıyordu. "Hemen Xak Tsaroth'a git memizi. Eğer
mü mkünse, bu Or-manefendisi'nin hazırladığı yardım neyse onunla bu gece ayrılmay ı. Eğer bu armağanı iki gün
içinde ele geçiremezsek -ejderan orduları geçirecek."

"Sence bu armağan ne olabilir?" diye merakını yüksek sesle dile get irdi Tanis. "Caramon'un dediği gib i b ir kılıç veya
para mı?"

"Benim kardeşim bir ah makt ır," d iye bildird i Raistlin soğukça. "Sen de böyle bir şeye inan mıyorsun , ben de."

"O halde ne?" diye ısrar etti Tanis.

Raistlin'in gözleri kısıldı. "Sana öğüdümü verdim. İstediğin gib i davran. Benim git mek için kendi nedenlerim var.
Gel, bunu burada bırakalım yarımelf. Fakat tehlikeli olacak. Xak Tsaroth üç yüzyıl önce terk e d ilmişti. Uzun süre
terk edilmiş olarak b ırakılacağın ı zannetmiyoru m."

"Bu doğru," diye düşüncelere daldı Tanis. Uzun süre sessiz sessiz durdu. Büyücü tek bir kez, yavaşça öksürdü.
"Bizim seçilmiş olabileceğimize inanıyor musun Raistlin?" diye sordu Tanis.

Büyücü tereddüt etmedi. "Evet. Büyü Ku lelerinde verilmişti bu bilg i bana. Böyle söylemişti Par-Salian:"

"Ama neden?" diye sordu Tanis sabırsızca. "Biz pek öyle kahraman sayılmay ız -şey belki Sturm..."

"Hah," dedi Raistlin. "A ma bizi kim seçti? Ve ne amaçla? Bunu düşün Tanis Yarımelf!"

Büyücü alay edercesine Tanis'in önünde eğilerek, çalılar arasından gruba doğru yürümeye başladı.

123

12

'Kanatlı uyku. 'Doğudaki du man.

Karanlık huıtıralar.

Xak Tsaroth," dedi Tanis. "Benim kararım bu."

"Büyücü bunu mu tavsiye etti?" diye sordu Sturm somurtarak.


"Evet," diye cevap verdi Tanis, "ve ben tavsiyesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Eğer Xak Tsaroth'a iki gün
içinde varamazsak d iğerleri gidecek; o zaman da 'armağanların en büyüğü' sonsuza kadara kaybolabilir."

"Armağanların en büyüğü!" Dedi Tasslehoff gözleri parlayarak. "Düşünsene Flint! Paha b içilemeyen mücevherler!
Veya belki de..."

"Bir fıçı bira ile Ot ik'in kızarmış patatesleri," diye mırıldandı cüce. " Ve hoş, sıcak b ir ateş. A ma yo...Xak Tsaroth!"

; "Demek ki hepimiz aynı fikirdeyiz," dedi Tanis. "Ku zeyde sana ihtiyaç olduğunu düşünüyorsan Sturm, elbette
ki sen..."

"Ben sizinle Xak Tsaroth'a gideceğim," diye iç geçirdi Sturm. "Ben im iç in ku zeyde hiçbir şey yok. Kendi kendimi
kandırıyordum. Benim tarikat ımın şövalyeleri dağılmış, y ıkılan kalelerde bir deliğe girip borçlarını almaya gelenlerle
savaşıyorlar."

Şövalyenin yüzü ıstırap la çarp ıld ı, başını eğdi. Tan is aniden kendini yorgun hissetti. Boynu ağrıyor, o mu zlan, sırtı
sızlıyor, bacak kasları seyiri-yorıiu. Bir şey daha söyleyecekti ki o mu zunda bir elin kibar temasın ı hissetti. Başın ı
kald ırıp Alt ınay'ın yüzünü gördü> mehtapta serin ve sakin.

"Yorgunsun dostum," dedi kad ın. "Hepimiz de yorgunuz. A ma Nehir-yeli ile, geld iğine çok memnun olduk; ."
Kadının eli güçlüydü. Bakışların ı kald ırd ı, berrak bakışları bütün grubu içine alıyordu. "Hepinizin bizimle gelmesine
çok seviniyoruz."

Nehiryeli'ne bakan Tanis uzun boylu Bozkırh'n m kad ınla aynı fikirde o lup olmad ığı konusunda kuşkulan vardı.

"Başka bir macera," dedi Caramon, utanıp kızararak. "Değil mi Raist?" Kardeşini d irseğiyle dürttü. İkizini
duymamazlıktan gelen Raistlin Ormanefendisi'ne bakt ı.

"Hemen ayrılmamız gerek," dedi büyücü soğuk soğuk. "Dağlan aşarken b ize yardımcı o lacağınızdan söz et miştiniz."

"Elbette," diye cevapladı Ormanefendisi başını vakarla sallayarak. " Ben de bu karara vardığ ınız için memnun oldu m.
İnşallah benim yard ımımdan memnun kalırsınız."

Ormanefendisi başını kaldırarak gökyüzüne bakt ı. Yolarkadaşları da onun bakışların ı izledi. Yü ksek ağaçların
kubbesi arasından görünen gece göğü yıldızlarla pırıl pırıl parlıyordu. Az sonra yolarkadaşları oralarda uçan,
geçerken yıldızların göz kırp malarına sebep olan bir şeylerin farkına vardılar.

"Lağım cücesi olayım," dedi Flint ciddiyetle. "Uçan atlar. Sırada ne var?"

"Oooo!" Tasslehoff derin bir nefes aldı. Üzerlerinde halka çizerken her halkada g itgide alçalan, tüyleri mehtapta
mav i-beyaz parlayan o güzelim hayvanları seyreden kender hayranlıkla o lduğu yere mıh lanıp kalmıştı. Tas ellerini
birleştirdi. En çılgın kender hayallerinde bile uçmayı tahayyül et memişti. Bu Krynn'deki bütün ejderanlarla
dövüşmeye değerdi.

Tüylü kanatlan ağaç dallarını savuran ve otları düzleştiren b ir rü zgâr yaratan pegasuslar yere süzüldü. Yürürken
kanatları yere değen koca bir pegasus eğilerek Ormanefendisi'ne saygıyla selam verdi. Gö rünüşü mağrur ve
soyluydu. Bütün güzel yaratıklar sırayla selam verdiler.
"Siz mi çağırdın ız bizi?" diye.sordu liderleri Ormanefendisi'ne.

"Bu konuklarımın doğuda acil bir işleri var. On ları bir rüzgar hızıyla Do -ğusur Dağları'ndan aşırman ızı
buyuruyorum."

Pegasus gruba hayretle baktı. Azamet li yelesiyle ilerleyerek her b irine teker teker baktı. Tas, küheylanın burnunu
okşamak için elin i kald ırd ığında hayvan kulaklarını ileri doğru döndürerek koca başını geri çekt i. Flint'e

125

geldiğinde küçü msemey le Ormanefendisi'ne döndü. "Bir kender? İnsanlar? Ve bir de c üce mi?"

"Beni kayırmaya kalkma at!" Flint hapşurdu.

Ormanefendisi sadece başını sallayarak gülü msedi. Pegasus gönülsüz bir n za ile başını eğdi. "Pekala Efendi," diye
cevap verdi. Güçlü b ir nezaket ile A ltınay'a doğru gidip ön ayağını kırarak, kadının b in mesini kolay laştır-. mak için
önünde alçaldı.

"Hayır, d iz çökme soylu hayvan," dedi kadın. "Daha yürümeden ata bin meyi öğrendim ben. Bu tür b ir desteğe
ihtiyacım yok." Asasını Nehiryeli'ne veren Alt ınay kolunu pegasusun boynuna doluyarak kendini hayvanın geniş
sırtına çekt i. Gü müşlü alt ın saçları mehtapta tüyümsü bir beyazlıkla dalgalanıyor, yüzü b ir mermer kadar saf ve
soğuk görünüyordu. Şimd i kelimen in tam anlamıy la barbar kabilenin prensesi gibi duruyordu.

Asasını Nehiryeli'nden aldı. Asayı havaya kaldırarak şarkı söylemeye başladı. Nehiryeli, gözlen hayranlık ile
ışıldayarak, kanatlı atın sırtına, onun arkasına sıçrad ı. Kollarını kad ına dolayarak derin bariton sesiyle kadına eşlik
etti.

Tanis'in, söyledikleri şarkı hakkında hiçb ir fikri yoktu ama bu bir zafer şarkısına benziyordu. Şarkı kan ını kaynattı, o
da şarkıya seve seve katılmak isterdi. Pegasuslardan biri ona doğru ilerledi. Kendini yukarı çekerek hayvanın geniş
sırtına, kanatların tam önüne yerleşti.

Artık bütün yolarkadaşları, o an ın kıvancıyla atlara bindiler; nasıl pega-suslar koca kanatlarını gererek rü zgarın
akımların ı yakalıyorsa, Altınay'ın şarkısı da onların ruhların ı kanatlandırıyordu. Ormanın ü zerinde döne döne
yükseldiler, yükseldiler. Gü müş ay ile kızıl ay altlarındaki vadiy i ve üstlerindeki bulutlan tüylerin i ürperten, güzel,
gitgide gecenin koyu morluğunda kaybolan moru msu bir panlt ıyla y ıkıyordu. Orman altlarında uzaklaşırken
yolarkadaşlarının son gördükleri şey, gökyüzünden düşmüş bir yıldız g ibi p ırıldayan, kararan topraklar ü zerinde
kaybolmuş ve yalnız bir biçimde parlayan Ormanefendisi oldu.

Yo larkadaşlanna birer b irer bir ağırlıktır çöktü.

Büyünün yarattığı bu uykuya en uzun süre karşı koyan Tasslehoff olmuştu. Yü zünde esen rüzgarın hızıyla
büyülenen, normalde ü zerinde yükselen koca ağaçlann çocuk oyuncaklan gibi min icik kalmalanyla çarp ılan Tas
herkes uyuduktan sonra uzun süre uyanık kalmaya uğraştı. Flint'in ba-Şi sırt ına dayanmıştı; cüce yüksek sesle
horluyordu. Altınay Nehiryeli'nin ko llarında beşikte gib iydi. Nehiryeli'n in başı İcadının o mu zuna düşmüştü.
Uykusunda bile kadın ı himaye edercesine tutuyordu. Caramon kendi atın ın boynuna yığılmış gürlercesine nefes
alıyordu. Kardeşi, ikizinin koca sır-tına dayanmıştı. Srurm huzur içinde uyuyordu, acının çizgileri yü zünden

126

silin mişti. Hatta Tanis'in sakallı yü zü bile endişe, sıkıntı ve sorumlu luktan kurtulmuştu.

Tas esnedi. "Hayır," d iye mırıldandı, gözlerini kırp ıştmp durarak ve kendi kendi çimdirerek.

"Dinlen art ık minik kender," dedi pegasus neşeyle. "Ölü mlüler uçamaz-lar. Bu uyku seni koru mak için. Pan iğe
kapılıp düşmen i istemeyiz."

"Düşmem," diye karşı çıktı Tas yeniden esneyerek. Başı öne doğru düştü. Pegasus'un boynu sıcak ve rahat, tüyleri
mis ko kulu ve yu muşaktı. " Ben paniğe kapılmam," diye fısıldadı Tas uykulu uyku lu. "Hiç paniğe kap ıl_" Uyudu.

Yarımelf irkilerek uyanınca çimen lerle kaplı bir çayırda yat makta olduğunu gördü. Pegasuslann lideri başında
durmuş, doğuya doğru bakıyordu. Tanis doğruldu.

"Neredeyiz?" diye söze başladı. "Burası b ir şehir değil." Etrafına bakındı. "Baksanıza -daha dağlan bile aş mamışız!"

"Üzgünüm." Pegasus ona doğru döndü. "Sizi Doğusur Dağlan'na kadar götüremeyeceğiz. Doğuda yoğunlaşmakta
olan büyük bir sorun var. Havayı karanlık kap lamış, şimdiye kadar Krynn'de hiç görmemiş olduğum bir karanlık,
sayısız yıl..." Durdu, başını eğerek toprağı hu zursuzca eşti. "Daha ileriye g it meyi gö ze alamam."

"Neredeyiz?" diye sordu aklı karışan yarımelf yine. " Ve diğer pegasusiar nerede?"

"Onlan geri yo llad ım. Ben de sizin uykunuzu ko ru mak için kald ım. Artık uyandığınıza göre benim de geri dönmem
gerek." Pegasus Tanis'e sertçe baktı. "Krynn'deki bu büyük kötülüğü kimin uyandırdığın ı b ilmiyoru m. Bunların sen
ve arkadaşların o lmadığ ına inanıyoru m."

Koca kanatların ı gerdi.

"Bekle!" Tanis ayağa fırlad ı. " Ne..."

Pegasus havaya sıçradı, iki kere döndü ve hızla batıya uçarak gözden kayboldu.

"Ne kötülüğü?" diye sordu Tanis suratını asarak. İçini çekerek etrafına bakındı. Arkadaşlan, etrafında değişik uyku
pozisyonlarında yere yat mış uyuyorlardı. Ufku kolaçan etti gözleriyle yerini saptamaya çalışarak Şafağın at mak
üzere o lduğunu fark etti. Güneşin ışığı ancak doğu tarafın ı aydınlat maya başlamıştı. Dü z b ir ovada duruyordu.
Etrafta hiç ağaç yoktu; gözün erebildiğ i yere kadar u zayıp giden çayır çimenden başka bir şey yo ktu.

Pegasusun doğudaki sorunla neyi kastettiğini merak eden Tanis, o turup günün doğuşunu seyrederek arkadaşların ın
uyanmasını bekledi. Pek öyle

127
nerede olduğu onu endişelendirmiyordu çünkü Nehiryeli'nin bu toprakları en küçük yaprağına kadar tanıdığ ından
emindi. Böylece yere u zandı, yü zü doğuya dönük, kaç gecedir uyku suz kaldıktan sonra o garip uykuyla kendin i daha
rahatlamış hissediyordu.

Aniden dikleşti, rahatlık hissi üzerinden gitti, görünmeyen bir el boğazın ı sıkıyormuş gibi boğazı kasıldı. Çünkü
orada, parlak sabah güneşini karşılamak için kıvrılan üç kalın, bü kü k, yağlı, kara du man sütunu vardı. Tanis ayağa
fırlad ı. Koşup Nehiryeli'n i yavaşça sarstı, Altınay'ı rahatsız et meden Bo zkırh'y ı uyandırmaya çalışıyordu,

"Sus," diye fısıldadı, Nehiryeli gö zlerin i kırpıştırırken uyarmak için parmağını dudağına götürüp uyumakta olan
kadını başıyla işaret etti. Tanis'in; yüzündeki karanlık ifadeyi gören barbar hemen uyandı. Yavaşça kalktı, et -; rafına,
bakınarak Tanis ile birlikte g itti.

"Neler o luyor?" diye fıslıdadı. "Abanasiniya Ovalan'ndayız. Doğusur Dağlan'na daha yarım gün var. Köyüm doğu
tarafına düşü..."

Tanis sessizce doğuyu işaret edince durdu. Sonra, gökyüzüne doğru, kıvrılan du manı görünce alçak sesli, kaba bir
çığlık attı. A ltınay sıçrayarak uyandı. Oturdu, önce uykulu gözlerle, sonra artan bir telaşla Nch iryeli'n e baktı.
Dönerek adamın dehşet dolu bakışların ı gözleriyle izledi.

"Hayır," diye mırıldandı. " Hayır!" diye bağırd ı, y ine. Çabucak kalkarak eşyalarını toparlamaya başladı. Diğerleri de
onun haykırışıyla uyandı.

"Neler o luyor?" diye sıçradı Caramon.

"Köyleri," dedi Tanis yavaşça, eliyle işaret ederek. " Yanıyor. Belli ki ordular bizim tah min ettiğimizden daha hızlı
hareket ediyor."

"Hayır," dedi Raistlin. "Hat ırlasana -ejderan papazları asayı Ovalardaki köye kadar izlediklerini söylemişlerdi."

"Halkım," diye mırıldandı Alt ınay, bütün gücü kuvveti boşalmıştı. Nehiryeli'nin ko luna yaslanmış du manı
seyrediyordu. "Babam.."

"Hemen yola koyubak iyi o lacak." Caramon et rafına huzursuzca bakındı. "Çingene bir dansözün göbeğindeki parlak
taş gibi göze batıyoruz."

"Evet," dedi Tanis. "Buradan mutlaka ayrılmamız lâzım. A ma nereye gideceğiz?" diye sordu Nehiryeli'ne.

"Que-shu," Altınay'ın ses tonu, hiç it iraz kabul et miyordu. "Tam yolu mu zun üzeri. Doğusur Dağları tam köyü mün
ardındadır." Yü ksek otlar arasından yürümeye başladı.

Tanis Nehiryeli'ne baktı.

"Marulina!" diye seslendi Bo zkırlı kadına. İleri koşarak Alt ınay'ın kolunu yakalad ı. "Nikh pat -takh merilar!" dedi
sertçe.

Kadın sabah göğü kadar mavi ve soğuk gözlerle ona baktı. "Hayır," dedi kararla, "köyümü ze g idiyoru m. Eğ er bir şey
olduysa bu bizim hatamız.
128

O canavarlardan bin tane bile bekliyor o lsa umuru mda değil. Kendi halkımla ö leceğim, daha önce de yapmam
gerektiği gibi." Sesi kısıld ı. Onu izleyen Tanis kalbinin parçalandığın ı hissetti.

Nehiryeli ko llarını kadına doladı ve birlikte doğmakta olan güneşe doğru yürümeye başladılar.

Caramon boğazını temizledi. "İnşallah o şeylerden bin tanesine rastla

rım," diye mırıldandı hem kendi, hem de kardeşinin eşyalarını sırt larken.

"Hey," dedi hayretle. "Bunlar dolu." Torbas ının içine bakt ı. " Erzak. Birkaç

günlük. Kılıcım da kınında!" ,

"En azından bu konuda sıkılmamıza gerek o lmayacak," dedi Tanis ciddi ciddi. "Sen iy i misin Sturm?"

"Evet," diye cevap verdi şövalye. "Uykudan sonra kendimi çok daha iyi h issediyorum."

"Tamam o halde. Haydi gidelim. Flint, Tas nerede?" Arkasını dönen Tanis, neredeyse tam arkasında durmakta olan
kenderin ü zerine düşüyordu.

"Zavallı Altınay," dedi Tas yavaşça. Tanis onun omuzüna vurdu yavaşça. "Belki de korktuğumu z kadar kötü
değildir," dedi yarımelf, dalgalanan otlar arasından Bo zkırh ları izleyerek. "Belki de savaşçılar onları geri
püs-kürtmüşlerdir ve onlar da zafer ateşleridir." -

Tasslehoff içini çekerek Tanis'e kaldırdı bakışlarını, kahve rengi gözleri

açılmıştı. "Sen kokuş muş bir yalancısın Tanis," dedi kender. O günün çok

uzun olacağını h issediyordu. ,: /

Alacakaranlık. Kavuşan soluk güneş. San ve ten renkli çubuklar batı göğüne çizg iler çektikten sonra korkunç bir
geceye soldular. Yo larkadaşları Krynn üzerinde, ruhlarındaki ü rpertiyi kovacak b ir ateş bulunamayacağından hiç ısı
vermeyen bir ateşin etrafında birbirlerine sokuldular. Birbirleriy le konuşmadılar ama her biri, görmüş oldukları
şeyden, bu anlamsızlıktan bir anlam çıkarmaya çalışarak ateşe bakıyordu.

Tanis ömrü boyunca çok korkunç şeyler yaşamıştı. A ma Que-shu köyünün talanı, savaşın dehşetinin bir sembolü
olarak hep hatırasında canlı kalacakt ı.

Öyle b ile olsa, Que-shu'yu hatırladığ ı zaman lar, aklı o korkunç manzaran ın hepsini birden istemediğ i için sadece
kaçışan birkaç görüntü yakalayabiliyordu. Garip bir şekilde Que-shu'nun erimiş taşlarını hatırlayıp duruyordu. Onları
çok net hatırlıyordu. Sadece uykularında, du manları tüten taşlar arasında yatan, eğrilip büğrülmüş, kararmış cesetleri
hatırlıyordu.
Taştan koca duvarlar, taştan koca tapınaklar ve yapılar, taştan avluları ve heykel koleksiyonları olan geniş taştan
binalar, taştan koca arena -hepsi,

129

yaz günündeki tereyağı gib i erimişti. Köye en az bir önceki şafaktan önce saldırılmış olmalıydı ama taşlar hâlâ için
için yanıyordu. Sanki akkor halin de, ortalığı kasıp kavuran bir alev bütün köyü yutmuştu. Ama Krynn'dı hangi ateş
taşlan eritebilird i?

Bir g ıcırtı sesi hatırlıyordu; bu sesi duyduğunu ve bu yüzden aklının ka rıştığın ı ve kafasında sabit bir fikir halin i
alan, o ölü mcü l sessizlik içindek kasabada duyulan tek sesin kaynağını buluncaya kadar onu merak içindi bırakt ığın ı
hatırlıyordu. Sesin kaynağını buluncaya kadar bütün köyü koşa rak geçmişti. Diğerleri gelinceye kadar onlara da
bağırdığın ı hatırlıyordu Hepsi erimiş arenaya bakakalmışlardı.

Çanak şeklindeki bir yapının kenarlanndan koca taş blokları akmış, ça nağın d ibinde eriyik taştan dalgacıklar
oluşturmuştu. Tam ortasında -yan mış ve kararmış olan otların ü zerinde- kaba bir darağacı duruyordu. Yan mı toprağa
iki koca direk, tarifsiz b ir güç tarafından kakılmış, d ireklerin kaide leri darbelerden kıy mık kıy mık o lmuştu. Yerden
on ayak yukarda iki direği en lemesine bir direk daha bağlanmıştı. Tahtalar kö mü rleş miş ve fiske fışkı o lmuştu. Leşçi
kuşlar tepesine tünemişti. Eriyip de birbirine karışmadan ön ce demir o ldukları anlaşılan bir metalden yapılmış olan
üç zincir bir ileri, bi geri sallan ıyordu. Gıcırtı sesinin nedeni buydu. Her zincirden aşağıya, cese oldukları
ayaklarından anlaşılan birer ceset sallanıyordu. Cesetler insan ce seti değildi; bunlar hobgoblindiler. Bu dehşetli
yapının tam tepesinde, enle meşine duran direğe kırık b ir kılıç ile saplan mış bir kalkan duruyordu. Vu ru klarla dolu
kalkanın ü zerine kaba Ortak yazıy la kazın mış sözler vardı.

"Benim emirlerime karşı gelip rehin alanlara işte bu olur. Ya ö lürler, ya öldürürler." Verminaard, d iye imzalan mıştı
yazı.

Verminaard. Bu isim Tanis'e hiçb ir şey ifade etmiyordu.

Diğer görüntüler. Alt ınay'ın babasının evinin y ıkıntıları ortasında duruj kırılmış bir vazoyu bi r araya getirmeye
çahşışıru hatırlıyordu. Bir köpek ha tırlıyordu -bütün köyde rastladıkları tek canlı- ölü b ir çocuğun bedeni yanı na
kıvrılmış bir köpek. Caramon küçük köpeği okşamak için durmuştu Hayvan önce sindikten sonra koca adamın elini
yalamıştı. Sonra çocuğuı soğuk yüzünü yaladı, savaşçıya ümitle bakıyordu, bu insanın her şeyi dü zelt mesin i, min ik
oyun arkadaşının yeniden koşup gülmesini sağlamasın bekleyerek. Caramon'un koca elleriy le köpeğin yumuşak
tüylerini okşad ğını hatırlıyordu.

Nehiryeli'nin yart mış ve yıkılmış köyüne bakarken b ir taş alıp, amaçsı: ca elinde tuttuğunu hatırlıyordu.

Sturm'ün darağacının önünde mıhlan mış gibi durup yazıya bakt ığ: hatırlıyordu; sonra şövalyenin dudakların ın dua
eder veya sessiz b ir a: içercesine kıp ırdadığ ını da hatırlıyordu.

130

Harabeye dönmüş köyün ortasında durup, bir köşede ağlarken bulduğu Tasslehoff 'un sırtına avutmak için hafif hafif
vuran, o uzun ömrü boyunca birçok trajediye tanık olmuş o cücenin hüzünle çizgilen miş yüzünü hatırlıyordu.

Altınay'ın ç ılg ınlar gib i hayatta kalanları aray ışını hatırlıyordu. Kad ın, sonunda sesi kısılmcaya kadar isimlerini
seslenip sonra çağrılarına derinden bir cevap bekleyerek etrafı din leye dinleye kararmış mo lozlar arasında emeklemiş
ve Nehiryeli sonunda onu hiç umut o lmadığ ı konusunda ikna etmişti. Eğer kurtulanlar olduysa bile çoktan kaçmış
olmalıydı.
Tek başına, kasabanın ortasında durup içinde ok başların ın bulunduğu toz yığınlarına bakıp, onların ejderan cesetleri
olduğunu fark edişini hatırlıyordu.

Soğuk bir elin kolundaki temasını ve büyücünün hsıltıh sesini hatırlıyordu.

"Tanis ayrılmamız lâzım. Yapabilecek hiçbir şeyimiz yok ve Xak Tsar-toh'a varmamız gerek. O zaman öcümü zü
alırız."

Böylece Que-shu'dan ayrılmışlardı. Geceye doğru yolculuk ettiler, hiçbiri durmak istemiyor, hepsi artık
yorgunluktan, sonunda uyuduklarında hiç kâbus görmeyecekleri şekilde güçleri rü keninceye kadar kendini zorlamak
istiyordu.

Ama kâbuslar yine de geld i. r

131

13

Asma Köprüler. Karan lık su.

anis pençe biçiminde ellerin boğazım s ıkt ığını hissetti. Mücadele

ederek dövüştü; uyandığında Nehiryeli'n in karanlıkta ü zerine eğil-

mis onu sertçe sarsmakta olduğunu gördü. • '

"Ne...?" Tanis doğrulup oturdu.

"Rüya görüyordun," dedi Bozkırh asık bir yüzle. "Sen i uyand ırmak zo-runda kaldım. Bağ ırt ıların koca bir orduyu
üzerimize çekeb ilirdi."

Kâbu-

"Evet, teşekkür ederim," d iye mırıldandı Tanis. "Özür d ilerim." Kabu -sun etkisinden kurtulmaya çalışarak doğruldu.
"Saat kaç?"

"Şafak vakt ine daha birkaç saat var," dedi Nehiryeli yorgun bir sesle.
Oturmakta o lduğu yere döndü, sırtını bükük b ir ağacın gövdesine dayadı.

Altınay yanında, yerde uyuyordu. Kad ın mırıldanmaya, başını sağa sola

sallamaya, yaralı bir hayvan gibi küçük hafif iniltili çığlıklar at maya başla-

di. Nehiryeli kad ının gü müşlü altın saçların ı okşayınca sakinleşti.

"Beni daha önce uyandırmalıyd ın," dedi Tanis. Omu zların ı ve boynunu ovuşturarak ayağa kalktı. "Nöbet sırası
bende."

132

"Uyuyabilir miyim zannediyorsun?" diye sordu Nehiryeli acı bir tonda.

"Uyumak zorundasın," diye cevap verdi Tanis. "Eğer uyu mazsan bizi yavaşlatırsın."

"Benim kabilemdeki insanlar uyu madan günlerce yolculuk yapabilirler," dedi Nehiryeli. Gö zleri donuk v e cam
gibiydi, sanki bir hiçliğe bakıyordu.

Tanis tam tart ışmaya başlayacaktı ki içini çekip sessizleşti. Bo zkırh'n m çektiğ i ıstırabı h içbir zaman tam anlamıy la
anlayamayacağını biliyordu. İnsanın bütün yaşamı boyunca sahip olduğu dostları ve ailesinin tamamen yok o lması
öyle harap edici bir şey olmalıydı ki insan bunu hayal etmekten bile çekin iyordu. Tanis ondan ayrılarak, oturmuş bir
parça odunu yontmakta olan Flint'in yanına doğru yürüdü.

"Sen biraz uyuyabilirsin," dedi Tanis cüceye. "Ben bir süre nöbet tutarım."

Flint başıyla onayladı. ."Seni bağırırken duydum." Hançerin i kın ına koydu ve tahta parçasını torbasına soktu.
"Que-shu'yu mu müdafaa ed iyordun?"

Tanis hatırladıkları karşısında kaşların ı çattı. Bu z g ibi gecede titreyerek pelerinine iyice sarındı, kuku letasını başına
geçirdi. "Nerede olduğumu za dair b ir fikrin var mı?" diye sordu Flint'e.

"Bozkırh, Doğu Hikmetyolu d iye bir yolda olduğumu zu söylüyor," diye cevap verdi cüce. Omu zlarına b ir battaniye
çekerek soğuk toprak üzerine u zandı. " Eski bir ana yol. A fet'ten önce de buralardaymış." .

"Herhalde yol bizi Xak Tsaroth'a götürecek kadar şanslı değilizd ir?"

"Nehiryeli öyle o lacağını zannetmiyor," diye mırıldandı cüce uykulu uykulu. "Bu yolu kısa bir süre izlediğ ini
söyledi. Ama en azından bizi dağlardan aşırıyormuş." Gü zelce bir esnedi, döndü, başını pelerinine dayadı.

Tanis derin derin nefes aldı. Gece yeterince huzur dolu görünüyordu. Que-shu'dan çılgınca kaçarken ne ejderanlara,
ne de goblinlere rastlamışlard ı. Raistlin'in de söylemiş olduğu gibi ejderanların Que -shu'ya bir savaş hazırlığ ı olarak
değil de asayı aramak için saldırmış oldukları aşikard ı. Vurup sonra çekilmişlerd i. Ormanefendisi'nin zaman sın ırının
-iki gün içinde Xak Tsaroth'ta olmaları- hâlâ geçerli o lduğunu tahmin etti Tanis. Bir gün geçmişti b ile.

Titreyen yarımelf Nehiryeli'nin yanına yürüdü tekrar. "Han gi yönde ve ne kadar daha gideceğimiz konusunda bir
fikrin var mı?" Tan is Bo zkırh'n m yanına çö meşti.
"Evet," diye başını olu mlu bir şekilde sallad ı Nehiryeli, yanan gözlerin i ovuşturarak. "Kuzey doğuya, Yenideniz'e
doğru gitmemiz gerek. Şehrin orada olduğu söylenirdi. Ben oraya hiç g it medim..." Kaşlarım çattıktan sonra başını
salladı. " Oraya hiç g it medim," diye tekrarladı.

133

"Yarına kadar varabilir miyiz?" diye sordu Tanis.

"Yenideniz'in Que-shu'dan iki günlük mesafede olduğu söylenir." Barbar içini çekti. "Eğer Xak Tsnroth diye bir yer
varsa oraya bir gün içinde varmamız gerekiyor, gerçi Yenideniz'e giden yolun bataklık ve zorlu b ir yol olduğunu
duymuştum."

Gö zlerini yumdu, elleri gayri ihtiyarı Alt ınay'ın saçlarını o kşuyordu. Tanis Bozkırlı'nın uyuyaca ğını umarak
sessizleşti. Yarımelf bir ağacın alt ına oturup geceyi seyretmek için sessizce ilerled i. Sabah Tasslehoff a bir haritası
olup olmadığın ı sormayı aklının bir köşesine yazdı.

Kenderin bir haritası vardı ama Afet'ten öncesine dayandığı için pek bir işe yaramıyordu. Yen ideniz, toprak
yarıld ıktan sonra Turbidus Okyanu-su'nun sularının bu yarığa dolmasıyla meydana geldiğinden haritada yoktu. Yine
de haritada Xak Tsaroth, Doğu Hikmetyolu d iye işaretlen miş yoldan gidilince kısa bir mesafe ileride bulunuy ordu.
Eğer geçmeleri gereken topraklar yo l verecek olursa o akşamüstü varmaları gerekird i.

Yo larkadaşları neşesiz bir kahvaltı ettiler, çoğu yiyecekleri ihşahsızcn zorla yutuyordu. Raistlin min ik bir ateş
üzerinde kötü koku lu ot içeceğin i yap mıştı; garip gözleri Alt ınay'ın asası üzerinde oynaşıyordu.

"Ne kadar da kıy mete bindi," diye söyledi fikrin i yavaşça, "özellikle de şimdi masumların kan larıyla satın alın maya
kalkıld ığı için."

"Buna değer miydi? Halkımın hayatlarına değer miydi?" diye sordu Al-tınay özelliksiz kahverengi asaya donuk
donuk bakarak. Bir gecede yaşlanmıştı sanki. Gözlerin in alt ı gri halkalarla lekelen mişti.

Yo larkadaşlarının hiçb iri cevap vermedi, münasebetsiz bir sessizlik içinde hepsi uzaklara baktı. Nehiryeli birdenbire
ayağa kalkarak tek başına orman lara doğru yürüdü. Altınay gözlerin i kald ırarak onun peşinden baktı; sonra başı
elleri arasında çökerek, sessizce ağlamaya başladı. "Kendini suçluyor." Kadın başını salladı. "Ben de ona yardım
etmiyoru m. Bu onun suçu değildi."

"Bu kimsenin suçu değil/' dedi Tanis yavaşça, ona doğru yürüyerek. Elini kad ının o mzuna koyarak sertleşmiş boyun
kaslarında hissettiği gerginliğ i ovdu. "Biz anlayamayız. Sadece yolu muza devam edip Xak Tsaroth'da bir cevap
bulmay ı ü mit edebiliriz."

Kadın evet anlamında başını sallayarak gözlerini sild i, derin b ir nefes ald ı, Tasslehoff un vermiş olduğu bir mendile
sümkürdü.

"Haklısın," dedi yutkunarak. "Babarn benden utanırdı. Unutmamam lâzım -ben Reisin Kızı'yım."

"Hayır," diye geldi Nehiryeli'nin derin sesi, kad ının arkasında ağaçların gölgesinde durduğu yerden. "Sen Reissin."
Altınay'ın nefesi kesildi. Ayaklan ü zerinde Nehiryeli'ne döndü, gözleri hayretle açılmıştı. " Belki de öyleyimd ir," diye
kekeledi, "ama bunun bir anlamı yok. Halkımız öldü..."

"İzlere rastladım," diye cevap verdi Nehiryeli. "Kimisi kaçmay ı başarmış. Büyük bir ihtimalle dağlara kaçmışlard ır.
Geri döneceklerdir ve sen onların hükü mdarı olacaksın."

"Halkımız...hâlâ hayatta!" Altınay'ın yüzü ışıl ısıldı.

"Çok fazla yok. Belki de art ık hiç kalmamıştır. Bu, ejderanların onları dağlarda izley ip izlemediklerine bağlı."
Nehiryeli o muzlarını silkt i. " Yine de, artık sen onların hükü mdarısın" -sesine bir burukluk süzü lmüştü- "ve ben
Reisin kocası olacağım."

Altınay, adam ona vurmuş gibi sindi. Gö zlerini kırpıştırdıktan sonra başını salladı. "Hayır, Neh iryeli," dedi yavaşça.
"Ben...konuşmuştuk..."

"Öyle mi?" diye kesti kadın ın sözünü adam. "Dün gece bu konuda düşündüm. Uzun yıllar yoktu m. Hayallerimde hep
sen vardın -kadın olarak. Hiç farkına varmamıştım ki..." Yutkunarak derin bir nefes aldı. "Altınay'ı bırakmıştım.
Döndüğümde Reisin 'Kızı'm buldu m."

"Benim b ir seçeneğim var mıydı?" diye bağırdı Alt ınay hiddetle. "Babam iyi değild i. Ya ben yönetecektim ya da
Arifler kab iley i ele geçirecekti. Bunun neye benzediğini biliyor musun...Reisin Kızı o lmanın? Yemek yerken her
lokmada, acaba zeh irli lo kma bu mu d iye düşünmenin? Ariflere yönetime el koy maları için b ir bahane olmasın d iye
her gün hazineden askerlere ödemek için para bulmaya çalış mak! Ve her zaman babam oturmu ş saçma sapan
konuşur, mırmırlan ırken ben Reisin Kızı gib i davran mak zorundaydım." Sesi hıçkırıklarla boğuldu.

Nehiryeli dinled i, yü zü ciddi ve hissizdi. Kadının başının ü zerindeki bir noktaya bakıyordu. "Hareket et memiz
lâzım," dedi soğuk bir edayla. "Neredeyse şafak atacak."

Yo larkadaşları eski, engebeli yoldan birkaç mil git mişlerd i ki yol, kelimenin gerçek anlamıy la bir bataklığa daldı.
Zemin in sünger gibi olmaya başladığım fark et mişlerdi ve dağ kanyonu ormanının yüksek ve dayanıklı ağaçlan
giderek aza lmaya başlamıştı. Ön lerinde garip, eğri büğrü ağaçlar yükseliyordu. Pis ve zehirli b ir hava güneşi
karart ıyordu; hava nefes alınamayacak kadar kötüleşmişti. Raistlin ö ksürmeye başlayarak ağzını b ir mendil ile
kapattı. Eski yolun kınk dökük taşları ü zerinden gidiyorlar yolun kenarındaki ıslak, bataklıkımsı zeminden
sakınıyorlardı.

Flint Tasslehoff ile birlikte önden yürüyordu ki cüce aniden büyük bir çığ lık atarak bataklık çamuru içinde yok o ldu.
Sadece başını görebiliyorlardı.

135

"İmdat!" Cüce!" diye bağırd ı Tas; diğerleri koşup geldi. "Aşağıdaıv çekiyor beni!" Flint siyah, sulu çamur içinde
paniğe kapılmış tepinip duruyordu.

"Rahat dur," diye ikaz etti Nehiryeli. "Ölü mkasveri'ne düştün. Peşinden gitmeyin!" ileriye atlayan Sturm'ü uyard ı.
"İkin iz de ölürsünüz. Bir dal bulun."

Caramon körpe bir fidanı yakalayarak derin bir nefes ald ı, ho murdanarak çekt i. Koca savaşçı fidanı köklerken,
köklerin gıcırd ıyarak koptuğunu duyabiliyorlardı. Neh iryeli yere yatarak dalı cüceye uzattı. Yapış yapış çamura
neredeyse burnuna kadar batan Flint dönerek sonunda dalı yakaladı. Savaşçı, ağacı ve ağaca tutunmuş olan cüceyi
ölümkasvetinden çekti.

'Tanis!" Kender yarımelfin ko luna yapışarak işaret etti. Caramon'un ko lu kadar kalın bir yılan, tam cücenin debelenip
durduğu sulu çamura doğru kayıyordu.

"Buradan geçemeyiz!" Tan is bataklığ ı işaret etti. "Belki de geri dönsek daha iyi."

"Vakit yok," diye fısıldadı Raistlin, ku msaati gözleri pırıld ıyarak.

"Başka yol da yok," dedi Nehiryeli: Sesi garip geliyordu. "Üstelik geçebiliriz... Ben b ir yol biliyoru m..."

"Ne?" Tanis ona döndü. "Ben de senin..."

"Buraya gelmiştim," dedi Bo zkırlı boğuk bir sesle. "Ne zaman olduğunu bilmiyoru m ama buraya gelmiştim.
Bataklıktan geçen yolu biliyoru m. Ve yo l..." dudaklarını ıslattı.

"Kötülüğün harabe şehrine mi gid iyor?" diye sordu Tanis tüm ciddiyetiy le Bozkırlı sözünü bitirmeyince.

"Xak Tsaröth!" diye tısladı Raistlin.

'Tabii ya," dedi Tanis yavaşça. "Şimdi b ir şey ifade et meye b'aşladı. Asa ile ilgili soruların cevabın ı bulmak için
asanın sana verilmiş olduğu yerden başka nereye gidilir?"

"Ve hemen g it memiz gerek!" dedi Raistlin ısrarla. "Bu akşam geceyarı-sına kadar oraya varmamız gerek!"

Bozkırlı öne geçti. Siyah suyun etrafında, basacak sağlam zemin buldu, hepsini bir sıra halinde yürütü yordu; onları
yoldan uzaklaştırarak bataklığın derin liklerine götürdü. Demirpençe adını verd iği ağaçlar sudan yükseliyor, kö kleri
ortalıkta durarak çamura doğru bükülüyorlardı. Dallardan sarmaşıklar sallanıyor; belirsiz patika boyunca
uzanıyorlardı. Pus etrafı kap lamıştı ve kısa bir süre sonra kimse birkaç adım ötesini göremez o lmuş - > tu.
Yavaş gitmek, attıkları her adıma dikkat et mek zorunda kalmışlardı, j Yan lış bir adımda, dört bir yanlarını saran
pis kokulu, ko kuşmuş bataklığa gö mülüverirlerd i.

137

Yo l an iden karan lık, bataklık suların içinde bitiverd i.

"Şimdi ne olacak?" diye sordu Caramon ü mitsizce.

"Bu," dedi Nehiryeli, işaret ederek. Sarmaşıkların bükü lerek halat g ibi kullanılmalarıy la yapılmış kaba bir köprü, bir
ağaca tutturulmuştu. Suyun üzerinden örü mcek ağı g ibi geçiyordu.

"Kim yap mış bunu?" diye sordu Tanis.

"Bilmiyoru m," dedi Nehiryeli. "Fakat patikan ın geçit vermediğ i her yerde bunlardan var."
"Size Xak Tsaroth'un terk ed ilmiş kalmayacağın ı söylemiştim," d iye fısıldadı Raistlin.

"Evet, şey -tanrılardan verilmiş armağana taş atmasak fena olmaz her halde," diye cevap verdi Tanis. " En azından
yüzmek zo runda kalmad ık."

Sarmaşık köprüden geçmek hoş olmamıştı. Sarmaşıklar, yürü meyi tehlikeli b ir hale sokan kaygan yosunlarla
kaplan mıştı. Dokunulduğunda yapı insanın tehlikeli bir b içimde sallan masına neden oluyor, üzerinden kim geçerse
hareketi dü zensizleşiyordu. Sağ salim diğer tarafa geçmişlerd i ama b iraz ilerlemişlerd i ki yeniden bir köprüden
geçmek zorunda kald ılar. Ve altlarında ve etraflarında, hep o, içinden garip gö zlerin onları aç aç izlediği kara su
vardı. Sonunda sert zeminin son'bulduğu ve asma köprülerin de olmad ığı b ir yere geldiler. Önlerinde o yapış yapış
sudan başka bir şey yoktu.

"Çok derin değil," diye mırıldandı Neh iryeli. "Beni izleyin. Sadece benim bastığım yerlere basın."

Nehiryeli bastığı yeri iy ice yoklayarak önce bir ad ım, sonra bir adım daha attı; geri kalanlar tam onun arkasında suya
basıyorlardı. Bilin meyen ve görünmeyen şeyler bacakları arasından kayıp geçerken t iksinti ve telaşla suyun içine
bakıyorlardı. Yen iden sert toprağa vardıklarında bacakları balçıkla sıvanmıştı; hepsi kokudan öğürüyordu. Bu son
yolculuk belki de hepsinden kötüydü. Orman ın dokusu o kadar sık değildi, yeşil pusun arasından güneşin pırılt ıların ı
bile görebiliyorlardı.

Kuzeye gitt ikçe, toprak da sertleş meye başladı. Gün ortacına vardıklarında, eski bir meşe ağacının alt ında sert bir
zemin bulan Tanis bir mo la verdi. Yo larkadaşları yere çö küp öğlen yemeklerin i yemeğe ve bataklığ ı geri
bırakacaklarını u mutla konuşmaya başladılar. A ltınay ve Neh iryeli hariç hepsi. Onlar hiç konuşmadılar.

Flint'in g iysileri sırılsıklam olmuştu. Soğuktan titremeye başlayarak, eklem yerlerindeki ağrılardan şikayet etmeye
başladı. Tanis endişelenmişti. Cücenin ro mat izma larının azabileceğin! ve onları yavaşlatacağı konusunda söylemiş
oldukların ı hatırladı. Tanis kenderin o mzuna dokunarak onu bir kenara çekti.

138

"Torbalarının b irinde cücenin kemiklerindeki ü rpertiyi alacak b ir şey olduğunu biliyoru m, b ilmem anlatabild im mi,"
dedi Tanis yavaşça.

"A, elbette-Tanis," dedi Tas yüzü aydınlanarak. Önce bir torbasını, sonra öbürünü kurcaladıktan sonra parlak, gü müş
renkli b ir matara çıkarttı. "Brendi. Otik'in en iyisi."

"Bunun parasını vermed in herhalde?" diye sordu Tanis sırıtarak.

"Ödeyeceğim," diye cevap verdi kender gücenerek. "Qraya bir daha gittiğim sefer."

"Tabii." Tanis onun omuzunu okşadı. " Birazım Flint ile paylaş. Çok fazla değil ama," diye uyardı. "Biraz içini ısıtsın
diye."

"Tamam. Ve biz önden gideriz-biz kudretli savaşçılar." Tanis diğerlerinin yanına dönerken Tas gülerek cüceye doğru
sıçradı. Diğerleri sessizce öğlen yemeğinden kalanları toplayarak hareket et meye hazırlanıyordu. Hepimiz Otik'in en
iyi b rendisinden biraz istifade edebiliriz, d iye düşündü Tanis. Altınay ile Nehiryeli bütün bir sabah boyunca
birbirlerine konuşma-mışlard ı. Onların bu halet i ruhiyesi herkesin üzerine bir tatsızlık yay mıştı. Tanis, o ikisinin
yaşamakta olduğu işkenceye son verebilecek hiçbir şey dü -şünemiyordu. Bütün umudu zamanın yaraları
sarmasındaydı.
Öğle yemeğ inden sonra Yolarkadaşları, ormanın sık kıs mı gerilerinde kald ığı için yol boyunca daha büyük'bir hızla,
bir saat kadar ilerlediler. Tam bataklıktan çıkt ıkların ı düşünüyorlardı ki sert toprak aniden bit iverd i. Yorgun argın,
kokudan mideleri ağızlarına gelmiş bir halde o lan yolarka- . daşları bir kez daha kendilerini bataklık çamuru içinden
geçerken buldular. Sadece Flint ile Tasslehoff bataklığın tekrar başlamasından etkilen memişti. Bu ikisi diğerlerinin
çok önüne geçmişti. Kısa bir süre sonra Tasslehoff, Tanis'in brendiden biraz içmeleri konusundaki uyarısın ı "unuttu".
Sıv ı kanlarını ısıt mış, kasvetli havayı dağıt mıştı; böylece kender ile cüce bo -şalıncaya kadar matarayı birb irlerine
geçirmişlerdi ve yolda ejderan larla karşılaşırlarsa neler yapacakları hakkında şakalar yaparak yürüyorlard ı.

"Taş keserim onları hemen," dedi cüce, hayali bir savaş baltasını savurarak. " Vuuu! -tam kertenkelenin midesine."

"Bence Raistlin bir bakışıyla bile onları taş eder!" Tas büyücünün ciddi yüzünü ve aksi ifadesini taklit etti. İkisi de
önce yüksek sesle gülerek sonra kıkırdayıp, Tanis onları duydu mu duy madı mı diye arkalarına bakarak sustular.

"Eminim Caramon birini çatalına geçirerek yerdi!" dedi Flint.

Tas gülmekten katılarak gözlerindeki yaşı sildi. Cüce kükredi. İkili an iden süngerimsi toprağın sonuna vardı.
Tasslehoff, Flint'i tam kafa üstü bataklık suyuna dalacakken yakalad ı. Bataklık asma bir köprünün aşamayacağı
kadar genişti. Geniş gövdesi iki kişin in üzerinde yan yana yürüyebile-

138

ceği kadar geniş bir köprü oluşturan, koca bir demirpençe ağacı suyun üzerinde duruyordu.

"Bak şimd i bu bir köprü!" dedi Flint bir ad ım gerileyerek kütüğü tam o rtalamak için. "Artık o acaip yeşil ağlar
üzerinde örümcekcilik oynamak yok. Haydi gidelim."

"Diğerlerini beklesek mi?" diye sordu Tasslehoff hafifçe. "Tanis ayrılmamızı istemez."

"Tanis mi? Hıh!" Cüce dudak büktü. "Ona gösteririz."

"Tamam," diye kabul etti Tasslehoff neşeyle. Devrik ağacın tepesine sıç-rayıverdi. "Dikkat et," dedi biraz kaydıktan
sonra hemen dengesini yemden sağlayarak. "Kaygan." Kollarını açarak birkaç adım attı; ayakların ı bir yaz
panayırında gördüğü bir ip cambazı gibi dışa gelecek şekilde aça aça

yürüyordu.

Cüce kenderin ardından tırmandı; ağır çizmeleri kütüğü hantal hantal çiğniyordu. Flint'in aklının b rendisiz kıs mı ona,
bunu ayıkken yapamayacağını söylüyordu. Bu kısım aynı zamanda diğerlerin i beklemeden köprüden geçtikleri için
bir ah mak oldukların ı da söylüyordu, ama o din lemedi. Kendini yeniden gence cik hissediyordu.

Kendini Muhteşem M irgo olman ın büyüsüne kaptıran Tasslehoff başını kald ırıp bakt ığında gerçekten de izleyicileri
olduğunu gördü -ejderan denen şeylerden biri kütükte önüne atlamıştı. Görüntü Tas'ı hemen ayılttı. Kender korkudan
etkilen mezdi ama çok şaşırdığ ı kesindi. İki şeyi yapacak kadar aklı kalmıştı. İlk önce yüksek sesle bağırdı, "Tanis,
pusu!" diye. Sonra hoopak asasını kaldırıp, koca bir yay çizerek savurdu. . Bu hareket ejderanı gafil avlad ı. Yarat ığın
nefesi kesilerek kütükten geriye, su kenarına atlad ı. Bir an dengesi bozulan Tas hemen dengesini sağlayarak ne
yapması gerekt iğin i düşündü. Etrafına bakmarak kıy ıda başka ejderanların da o lduğunu gördü. Silahlı olmadıklarını
görünce aklı karıştı. Daha bu gariplik üzerinde düşünemeden arkasından bir kükreme sesi duydu. Cüceyi unutmuştu.
"Ne oluyor?" diye bağırdı Flint.

"Ejder-oğlu-ejder-belaları," dedi Tas hoopakını kavray ıp pusa doğru bakarak. "Önde iki tane var! Bak geliyorlar!"

"Haydi kahrolasıca, yolu mdan çekil!" diye hırlad ı Flint. Sırtına uzanarak baltasını arad ı.

"Nereye gidebilirim ki?" diye bağırdı Tas deliler g ibi. "Eğ il!" diye seslendi cüce.

Kender, o ejderanlardan biri pençeli elleri u zan mış üzerine doğru gelirken kendini kütüğün üzerine atarak eğildi.
Flint, yakınlarda bir ejderan o l-

139

saydı kellesin i uçurabilecek şekilde bütün gücüyle baltasını savurdu. Ama ne yazık ki hesabını yanlış tutmuştu ve
baltanın keskin ağ zı, ellerini havada sallayıp garip sözcükler mırıldanan ejderanın önünden ıslık çalarak geçti.

Flint'in baltasını savurmasından doğan hareket cücenin kendi etrafında dönmesine neden olmuştu. Ayağı kaygan
kütük üzerinden kaydı ve yüksek sesle bağırarak sırt üstü suya düştü.

Raistlin ile yıllarca beraber o lmuş olan Tasslehoff ejderanın bir büyü yapmakta o lduğunu fa rk etti. Hoopak asası
elinde, kütüğe yüzü koyun yatan kender ne yapması gerektiğ i hakkında bir karara varıncaya kadar b ir buçuk saniyesi
olduğunu biliyordu. Cüce altındaki suda nefes almaya çalışıyor, çırpın ıyordu. Birkaç metre ilerde, ejderan belli ki
şeytani büyüsünün sonuna yaklaşıyordu. En kötü şeyin bile büyülenmekten daha iyi o lacağı kararına varan Tas derin
bir nefes alarak kütükten aşağı daldı.

"Tanis! Pusu!"

"Lanet olasıca!" diye küfretti Caramon kenderin sesi, sisin içinden, ileriden bir yerlerden onlara doğru gelirken.

Yo llarını kapatan sarmaşıklara ve ağaç dallarına söverek hepsi sesin geldiği yere doğru koşmaya başladılar. Orman
içinden ağaç dalların ı ezerek çıktıklarında devrilmiş derriirpençe ağacından köprüyü görd üler. Gö lgelerden dört
ejderan çıkarak yollarını kesti.

Aniden yolarkadaşlan kendi ellerin i dahi pek seçemed ikleri, arkadaşla-;rın ınkini ise hiç göremed ikleri yoğun bir
karanlığa dald ılar.

"Büyü!" d iye'tısladığın ı duydu Raistlin 'in Tan is. "Bunlar büyü kullan ıcıları. Yana çekilin. Onlarla dövüşemezsiniz."

Sonra Tanis büyücünün şiddetli bir ıstırapla bağırdığın ı duydu. "Raist!" diye bağırdı Caramon. "Nerede...ah..."
Bir inilt i ve ard ından ağır bir bedenin yere çarp ışı duyudu.

Tanis ejderanların konuşmalarını duydu. Elin i kılıcına atarken aniden

burnunu ve ağzını tıkayan yoğun, yapış yapış bir maddeyle baştan aşağı

sıvanıverdi. Kurtulmaya çalıştıkça daha beter yapışıyordu. Yanında


Sturm'ün sövüp saydığını duydu, Altınay bağırdı ama Nehiryeli'nin sesi

boğulmuştu, sonra Tanis'in üzerine b ir sersemlik geld i. Dizleri üzerine çök

tü, hâlâ ko lların ı yanlarına yapıştıran örü mcek ağı gibi şeyle cebelleşerek.

Sonra yüzükoyun düşerek doğal olmayan bir uykuya dald ı. i

14O

14

Ejderanfahn tutsaktan
Y

attığı yerde nefes almaya çalışan Tasslehoff ejderanlann baygın yatan arkadaşlarını götürmeye hazırlan ışlarını izledi.
Kender, bataklığ ın yanındaki bir çalılığ ın alt ına güzelce gizlen mişti. Cüce yanına serilmiş, kendinden geçmiş
yatıyordu. Tas ona vicdan azabıyla baktı. Başka hiç çaresi yoktu. Pan ik içindeki Flint kenderi de soğuk sular içine
çekmişti. Eğer cücenin başına hoopak asası ile vurmasaydı ne o, ne öbürü sağ salim suyun üzerine çıkamazdı. Yarı
baygın cüceyi sudan çıkartarak bir çalılığın altına

gizledi.

Tasslehoff daha sonra ejderanlar arkadaşlarını, anladığ ı kadanyla büyülü ömrü mcek ağıms ı şeylerle bağlarken
çaresizce seyretmek zorunda kalmıştı. Hepsinin baygın -belki de ölü- olduklarını görmüştü çünkü bir çaba
sarfetmiyorlar, dövüşmeye kalkmıyorlard ı.

Kender, ejderanlann Alhnay'ın asasını almaya çalışmasını izlerken acı bir zevk ald ı. Belli ki asayı tanımışlard ı çünkü
asanın başında, gırtlaktan ge-

len dilleriy le karga gib i konuşuyor, coşku dolu el hareket leri yapıyorlardı. İçlerinden biri -büyük bir ihtimalle
liderleri- asayı tutmak için u zandı. Mavi ışıktan bir şimşek çakt ı. Tiz b ir çığlık atan ejderan asayı elinden düşürerek,
Tas'ın pek kibar sözcükler o lmadığ ını tah min ettiği sözler mırıldanarak bataklık kıyısı boyunca hoplamaya başladı.
En sonunda lider zekice b ir yol buldu. Altınay'ın torbasından kürkten bir battaniye çekerek battaniyeyi yere serdi.
Yaratık eline bir sopa alarak bununla asayı battaniyenin üzerine itti. Sonra asayı ihtiyatla kürke sararak, paket i
zaferle kaldırdı. Ejderanlar, Kenderin arkadaşların ın ağlara sarılı bedenlerin i kald ırarak taşıdılar. Diğer ejderanlar
peşlerinden izliyor, yolarkadaşlarıfun torbaların ı ve silah larını taşıyorlardı.

Ejderanlar gizlen miş kenderin çok yakınından ilerlerken Flint aniden

homurdanarak kıpırdadı. Tas elin i cücenin ağzına yapıştırdı. Ejderanlar;


duymuş gibi görünmüyor, yürü meye devam ediyordu. Tas, onlar geçerken

solmakta olan akşamüstü ışığında arkadaşlarını açıkça gördü. Derin b ir uy

kuda gibi görünüyorlardı. Caramon horluyordu bile. Kender Raistlin'in uy

ku büyüsünü hatırladı ve ejderan ların arkadaşları ü zerine uyguladığı şeyin

bu olduğuna karar verd i. j

Flint'yine inledi. Sıranın sonlarındaki ejderanlardan biri durarak çalılığa '. doğru baktı. Tas hoopak asasını eline
alarak cücenin başının üzerinde tuttu -gerekirse diye. A ma gerek kalmamıştı. Ejderan o mu zların ı silkip kendi
kendine mırıldanarak gruba yetişmek için aceleyle seyirtti. Sonunda rahat bir nefes alan Tas elin i cücenin ağ zından
çekti. Flint gözlerin i kırpıştırarak açt ı.

"Ne oldu?" diye inledi cüce, eli başında.

"Köprüden düşüp başını bir kütüğe çarptın," dedi Tas aceleyle.

"Öyle mi?" Flint kuşku duyarmış gibi bakıyordu. "Bunu hiç hatırlamıyo

rum. O ejderan denen şeylerden birinin ü zerime doğru geldiğini hatırlıyo

rum; sonra suya düştüğümü hatırlıyoru m..." .\

"Evet düştün işte, o yüzden boşu boşuna itiraz edip durma," dedi Tas | aceley le ayağa kalkarak. " Yürüyebilir misin?"

"Elbette yürüyebilirim," dedi cüce hemen. Ayağa kalkt ığında biraz sal-landıysa da durmayı başardı. "Millet nerede?"

"Ejderan lar onları tutsak aldı ve götürdü."

"Hepsini mi?" Flint'in ağ zı bir karış açık kald ı. "Öy lece alıp görürdüler ha?"

"Bu ejderanlar büyü kullanıcıydı," dedi Tas sabırsızca, bir an önce yola çıkmak için acele ediyordu. "Büyü yapıyorlar
galiba. Onların can ını ya kma--dılar, Raistlin hariç. Galiba ona korkunç bir şey yaptılar. Geçerlerken onu'

142

gördüm. Berbat görünüyordu. Ama öyle o lan bir tek o var." Kender, cücenin ıslak giysisinin koluna asıldı. "Haydi
gidelim -onları izlememiz gerek." "Evet, elbette," diye söylendi Flint etrafına bakınarak. Sonra elin i yeniden başına
götürdü. "Miğferim nerede?"

"Bataklığın d ibinde," dedi Tas sinirle. " Gid ip almak ister misin? Cüce kasvetli suya korkunç bir bakış attı, içi t itredi
ve çabucak sırtını döndü. Elini yeniden başına koydu, büyük bir şişlik hissediyordu. "Başımı çarptığımı hiç
hatırlamıyoru m gerçekten de," diye mırıldandı. Sonra an iden bir şey hatırladı. Deliler gib i sırt ını araştırdı. "Baltam!"
diye bağırdı.

"Sus!" diye azarladı onu Tas. "Hiç olmazsa hayattasın. Şimd i diğerlerin i kurtarmamız lâzım."

"Peki h iç silahımız o lmadan, irice bir sapan ile bunu nasıl başarmayı düşünüyorsun?" diye homurdandı Flint, hızla
ilerleyen kenderin ard ından ayaklarını yere sert sert basarak gidiyordu.

"Bir şeyler düşünürüz," dedi Tas kendinden emin; gerçi mo rali o kadar düşmüştü ki, neredeyse ayaklarına
dolaşacaktı.

Kender ejderan ların izini hiç zorlan madan buldu. Yo lun eski ve çok ku llan ılmış olduğu belliydi; sanki yüzlerce
ejderan ayağı burayı çiğnemişti. İzleri inceleyen Tasslehoff aniden, dosdoğru bu canavarların kurduğu büyük bir
kampa giriyor olabileceklerini fark etti. Omu zlarını silkti. Böyle önemsiz ayrıntılara ü zülmeye gerek yoktu.

Ne yazık ki Flint aynı felsefeye sahip değildi. " Burada koca b ir ordu var!" dedi nefesi kesilen cüce, kenderi
omu zundan yakalayarak.

"Evet, şey..." Tas durumu mütalaa et mek için b ir durdu. Sonra yüzü aydınlandı. "Bu ço k daha iy i. Onlardan ne kadar
çok olursa, bizi görme ihtimalleri o kadar az olur." Tekrar yola koyuldu. Flint kaşlarını çattı. Bu mant ıkta yanlış olan
bir şeyler vard ı ama o anda ne olduğunu bir türlü bu lamıyordu; çok ıslaktı ve tart ışamayacak kadar da üşümüşrü.
Sonra o da kenderin düşündüğü şeyi düşünüyordu: Bunun dışında ellerindeki tek seçenek tek başlarına bataklığa
kaçmak ve arkadaşların ı ejderanların elinde bırakmakt ı. Bu da b ir seçenek bile sayılmazdı.

Bir yarım saat daha yürüdüler. Güneş puslan kan kırmızısı bir renge bulayarak battı; ve bu kasvetli bataklığa gece
hızla çö ktü.

Kısa bir süre sonra önlerinde alevlenen bir ışık gördüler. Yo ldan ayrılarak çalılıklara süzüldüler. Kender b ir fare
kadar sessiz hareket ediyordu; cüce ayakların ın alt ında çatırdayan dallara basıyor, ağaçlara çarpıyor, çalılıklar
arasında dikkatsizce hareket ediyordu. Neyse ki ejderan kamp ında kutlamalar vard ı ve bir ordu dolusu cüce
yaklaşacak olsaydı bile duymazlard ı. Flint ile Tas tam ateş ışığının dışında bir yere d iz çöküp seyrettiler.

143

Cüce aniden kendere öyle büyük b ir şiddetle asılmıştı ki neredeyse onu deviriyordu.

"Koca Reorx!" diye sövdü Flint iş aret ederek. " Bir ejderha!" Tas hiçbir şey söyleyemeyecek kadar afallamıştı.
Ejderanlar dev gibi siyah bir ejderhanın önünde dans edip, secdeye varırken kender ile cüce şaşkınlık dolu bir dehşet
içinde seyrediyordu. Yarat ık yıkık dökü k, kubbeli bir yapının içine gizlen mişti. Başı ağaçların tepelerinden daha
yüksekti, kanatlarının u zunluğu ise muazzam. Cüppeler giyen bir ejderan, ejderhanın önünde eğilerek, yerde, ele
geçirdikleri silah ların yanındaki asayı işaret etti.

"Bu ejderhada garip b ir şeyler var," diye fısıldadı Tas birkaç dakika seyrettikten sonra.

"Yani ejderha d iye bir şeyin olmaması lâzım geldiği gib i mi?"

"Evet, tam üstüne bastın," dedi Tas. "Baksana şuna. Yarat ık ne kıpırdıyor, ne de bir şeye tepki veriyor. Öylece
oturuyor. Ben hep ejderhaların daha hareket li olacakların ı düşünmüştüm, sen ne dersin?"

"Git de ayaklarını g ıdıkla o zaman!" diye ho murdandı Flint. "O zaman hareket ney miş görürsün!"
"Galiba bunu yapacağım," dedi kender. Daha cüce bir şey söyleyemeden Tasslehoff çalılıktan emekleyip çıkarak,
gölgeden gölgeye kaçıp kampa doğru yaklaştı. Flint sıkıntıdan saçını sakalını yolab ilird i ama kenderi durdurmaya
çalış mak art ık korkunç sonuçlar doğururdu. Cüce izlemekten başka bir şey yapamadı.

"Tanis!"

Yarımelf b irinin koca bir boşluktan kendisine seslendiğini duydu. Cevap vermeye çalıştı ama ağ zı yapışkan bir
maddeyle doluydu. Başın ı salladı. Sonra o mu zlarında bir el hisseti, oturmasına yardımcı o lmuştu. Gö zlerini açtı.
Geceydi. Oynaşan ışıktan bir yerlerde koca bir ateşin yandığını tah min edebil iyordu. Sturm'ün endişeli görünen yüzü
yakınlarda bir yerdeydi. Tan is için i çekip şövalyenin o muzunu tutmak için u zandı. Konuşmaya çalıştı ama yüzüne ve
ağzına yapış mış olan örü mcek ağ ı gib i yapışkan şeyin parçacıkların ı çekiştirmek zorunda kaldı.

"Ben iyiy im," dedi Tanis konuşabildiği zaman. "Neredeyiz?" Etrafına bakındı. "Herkes burada mı? Yaralı var mı?"

"Bir ejderan kamp ındayız," dedi Sturm yarımelfin ayağa kalkmasına yard ım ederek. "Flint ile Tasslehoff yok ve
Raistlin de yaralı."

"Kötü mü?" diye sordu Tanis, Sturm'ün yüzündeki ciddi ifadeden telaşlanarak.

"lPek iy i değil," diye cevap verdi şövalye.

"Zehirli ok," dedi Neh iryeli. Tanis Bozkırlı'ya döndü ve hapishanelerini ilk kez açıkça gördü. Bambudan yapılmış bir
kafes içindeydiler. Ejderan muhafızlar dışarıda duruyor, u zun kıvrık kılıçları çekilmiş, hazır bekliyorlardı. Kafesin
gerisinde yüzlerce ejderan b ir kamp ateşinin etrafın ı almışlardı. Ve kamp ateşinin üzerinde...

"Evet," dedi Sturm Tan is'in hayretler içindeki ifadesini görerek. "Bir ejderha. Biraz daha çocuk masalı. Raistlin
zevkten bayılab ilir."

"Raistlin..." Tanis kafesin bir köşesinde, pelerin i ile örtünerek yatan büyücünün üzerine eğildi. Genç büyücü ateşler
içinde.tir t ir t itriyordu. Altınay yanına diz çö kmüştü; kadının eli büyücünün alnındaydı, ak saçlarını geriye doğru
okşuyordu. Büyücü baygındı. Başı nöbetler içinde savruluyor, garip sözler mırıldanıyor, bazen yüksek sesle
anlaşılmaz emirler veriyordu. Yü zü neredeyse kardeşininki kadar soluk o lan Caramon yanında oturuyordu. Altınny,
Tanis'in soru dolu bakışını yakalayıp başını ü zgün üzgün salladı; gözleri yansıttıkları ateş ışığında iri ve parılt ılı
görünüyordu. Nehir yeli Tanis'in yanına g idip durdu.

"Altınay bunu boynunda bulmuş," dedi, başparmağıy la işaret parmağı arasında tüylü bir o kucunu tutuyordu.
Büyücüye sevgiyle olmasa da belli b ir acıma duygusuyla baktı. "Kanında hangi zehirin yan makta o lduğunu kim
bilebilir?"

"Eğer asamız o lsaydı..." dedi Alt ınay.

"Doğru," dedi Tanis. "Nerede asa?"

"Orada," dedi Sturm, ağzında kay ık bir tebess ümle. İşaret etti. Tan is'in bakışları, yüzlerce ejderciğ i geçtikten sonra
tam siyah ejderhanın önünde, Altınay'ın kürk battaniyesi üzerinde duran asaya ulaştı.

Uzanarak kafesin parmaklığını tuttu Tanis. "Kırabiliriz," dedi Sturm'e. "Caramon bunu incecik b ir dal g ibi kırar."
"Eğer burada olsaydı Tasslehoff da bunu ince bir dal g ibi kırıverird i," dedi Sturm. "Tabii o zaman ejderha bir yana,
bu yaratıklardan başa çıkmamız gereken birkaç yüz tane olurdu sadece."

"Tamam. Büyütme." Tanis için i geçirdi. "Flint ile Tas'a ne olduğu ile ilgili bir fikrin var mı?"

"Nehiryeli, tam Tas pusuya düştük diye bağırd ıktan sonra suya düşen bir şeyin sesini duymuş. Eğer şansları varsa
kütüğün altına dalarak bataklığa doğru kaçmışlard ır. Eğer yoksa..." Sturm sözünü bitirmedi.

Tanis ateşin ışığını görmemek için gözlerini kapattı. Kendin i yorgun hissediyordu; dövüşmekten yorulmuştu,
öldürmekten yorulmuştu, çamu rlar 'Cinde yürümekten yorulmuştu. Yeniden uzanıp, uykuy a dalmak için can

atıyordu. Onun yerine gözlerini açtı, kafesin iç inde gezindi, parmaklıkları sarstı. Ejderanlardan bir muhafız geri
dönerek kılıcını kaldırdı.

"Ortak d ili konuşabiliyor musun?" diye sordu Tanis Krynn'de kullanılan Ortak d illerin en basit, en kaba olanıyla.

"Konuşabiliyoru m. Ve belli ki senden çok daha güzel elf p isliğ i," diye alay etti ejderan. "Ne istiyorsun?"

"Grubumuzdan biri yaralandı. Onu tedavi etmen izi istiyoruz. Bu zehirli o ka iyi gelecek b ir panzehir verin ona."

"Zehir mi?" Ejderan kafese baktı. "Ah, evet büyü kullanıcısı." Yaratık gır-tnğının derin lerinden gurultu sesleri
çıkardı, belli ki kahkaha o lması gereken bir sesti bu. "Hasta öyle mi? Evet, zehir çabuk işler. Büyü kullanıcısı
istemiyoruz etrafta. Parmaklıkların ardında bile ço k tehlikeli. A ma endişelenmey in yalnız kalmayacak -yakında siz
de ona katılacaksınız. Aslında onu kıskan malısın ız. Sizin ölü mleriniz o kadar çabuk olmayacak."

Ejderan sırt ını dönerek nöbet arkadaşına bir şey söyleyip pençe gibi parmaklarıyla kafesin olduğu tarafı işaret etti.
Her ikisi de gurultulu kah kahalarla öttüler. İçinde tiksinti ve hiddetin kabarmakta o lduğunu hisseden Tanis yeniden
Raistlin'e bakt ı.

Büyücü gitgide kötüleşiyordu. Altınay elini Raistlin 'in boynuna koydu, nabzını h issedebilmek için ve sonra başını
salladı. Caramon'dan bir in ilt i sesi çıktı. Sonra bakışları dışarıda kahkahalar atıp konuşan ejderanlara kaydı.

"Dur....Caramon!" diye bağırd ı Tan is ama çok geç kalmıştı.

Yaralı bir hayvan gibi kü kreyen koca savaşçı ejderanlara doğru sıçradı. Bambu önünde dayanamadı; paramparça
olan kıy mıkları et lerine battı. Öldürme arzusuyla gözü dönen Caramon hiç farkct medi b ile. Tam savaşçı yanından
geçerken Tanis sırtına atlad ıysa da Caramon onu üzerindeki sineği kovan bir ay ı gib i silkel ey iverdi.

"Caramon, seni ah mak..." d iye homurdandı Sturm ve Nehiryeli ile birlikte kendilerini savaşçının üzerine attılar.
Fakat Caramon'u sevkeden hiddetiydi.

Arkasını dönen ejderanlardan biri kılıcın ı kald ırd ı ama Caramon silah ı havaya uçurdu. Yaratık koca adamın b ir
yumruğuyla kendinden geçerek yere serildi. Birkaç saniye içinde ellerinde okları ve yayları alt ı ejderan peydahlanıp
savaşçıyı çevirdi. Sturm ile Nehiryeli boğuşararak Caramon'u yere yatırdılar. Üzerine oturan Sturm, altında
Caramon'un gevşediğini ve boğulacak gib i hıçkırdığ ını hissedinceye kadar başını çamu rda tuttu.

Tam o anda, son derece tiz ve ince bir ses çınladı. "Savaşçıyı bana getirin!" dedi ejderha.
Tanis ensesindeki tüylerin d iken d iken o lduğunu hissetti. Ejderan lar silahların ı indirerek ejderhaya bakmak için
döndüler; hayretle birbirlerine

bakarak arılarında mırıldandılar. Nehiryeli ile Sturm ayağa kalktı. Caramon yerde, hıçkırıklarla boğulmuş yatıyordu.
Ejderhanın yakınındaki ejderanlar çabucak geri çekilerek etrafında yarımdaire oluştururken muhafızlar birbirlerine
huzursuzca bakıyordu.

Tanis'in, silahlan ü zerindeki nişanlardan bir çeşit ko mutan olduğunu tahmin ettiğ i b ir yarat ık siyah ejderhaya aval
aval bakmakta olan ejderanlara doğru yürüdü.

"Neler o luyor?" diye bir cevap istedi ko mutan. Ejderan Ortak dilde konuştu. Yakından dinleyen Tanis bunların
değişik türler olduğunu fark etti -belli ki cüppeli ejderan lar büyü ku llan ıcıları ve rahiplerdi. Büyük bir iht imalle bu
ikisi kendi d illerinde anlaşamıyorlardı. Asker ejderciğın canın ın sıkkın o lduğu belliydi.

"Sizin şu Bo zak rah ibiniz nerede? O b ize ne yapma mız gerekt iğini söyler!"

"Tarikat ımın büyüğü burada değil." Cüppeli ejderan hızla kendini toparlad ı. "On lardan biri buraya uçtu ve onu
Hükü mdar Verminaard ile asa konusunda konuşmak için götürdü."

"Ama ejderha, rahip burada olmadığı zaman hiç konuşmazdı." Ko mutan sesini alçalttı. "Benim oğlanlar bundan
hoşlanmadı. Bir an önce bir şeyler yapsanız fena olmayacak!"

"Neden gecikiliyor?" Ejderhanın sesi uluyan bir rüzgâr g ibi feryat ediyordu. "Bana savaşçıyı getirin!"

"Ejderhanın dediğ ini yapın." Cüppeli ejderan pençeli eliy le işaret etti. Birkaç ejderan öne atılıp Tanis'i, Nehiryeli'ni
ve Sturm'ü parçalanmış kafese itekledi ve kan revan içinde kalmış Caramon'u kald ırd ı. Onu ejderhanın önüne
sürüklediler, sırtı parlayan ateşe dönmüştü. Yakınında mav i kristalden asayla Raistlin'in asası silahları ve torbaları
duruyordu.

Caramon canavarla yüzleşmek için başını kaldırdı, gözleri yaştan ve yüzünü kesen bambu parçalarından akan kanla
bulanmıştı. Kamp ateşinden yükselen dumandan belli belirsiz görebildiği ejderha tam ön ünde yükseliyordu.

"Adaletimiz hızlı ve kesin işler insan pisliği," diye tıslad ı ejderha. Konuşurken koca kanatlarını çırp ıyor, onları yavaş
yavaş yayıyordu. Ejde-ranların nefesi t ıkanarak gerilemeye başladılar; canavarın yolundan çekilmeye çalışırken
birbirleri üzerine devrilen ler de o luyordu. Belli ki neyin geleceğ ini b iliyorlardı.

Caramon yarat ığa korkmadan bakıyordu. "Kardeşim ö lüyor," diye bağırdı. "Bana ne istersen yap. Senden sadece tek
bir şey istiyorum. Kılıcımı bana geri ver ki dövüşerek öleyim!"

Ejderha tiz b ir sesle kahkaha attı; ejderan lar de korkunç bir biçimde gu -ruldayıp gaklayarak ona katıldı. Ejderhanın
kanatları havayı dövdü, bir ile-

147
h bir geri sallan maya başladı, hani sanki savaşçının üzerine sıçrayıp onu yutuverecekmiş gib i;

"Bu çok eğlenceli o lacak. Silahını verin ona," diye emretti ejderha. Çırptığ ı kanatları kampı kırbaçlayan rüzgarlar
yaratıyor, ateşten kıvılcımlar saç masına neden oluyordu.

Caramon ejderan muhafızları kenara itti. Eliyle gözlerin i sildikten som silah y ığınına g iderek kendi kılıcını çekt i.
Sonra ejderhayla yü zleş mek iç döndü; bir teslimiyet ve hüzün kazın mıştı yüzüne. Kılıcını kaldırd ı.

"Orada tek başına ölmesine izin veremey iz!" dedi Sturm sertçe ve o aradan kurtulup Caramon'un yanma g irmek
için hazırlanarak ileri doğru bir adım attı.

Aniden, arkalarındaki gölgeler arasından bir ses geldi.

"Şışşşt...Tanis!"

Yarımelf arkasına döndü. "Flint!" diye bağırdıktan sonra endişelenen ejderan muhafızlara baktı ama onlar Caramon
ile ejderhanın gösterisine dalmışlardı. Tan is hızla cücenin durduğu yere, kafesin arkasına doğru gitti.

"Çabuk buradan git!" diye emretti yarımelf. " Yapabileceğin h içbir

yok. Raistlin ölüyor ve ejderha...".

"O Tasslehoff," dedi Flint kısaca. ;

"Ne?" Tanis cüceye bakakaldı. "Saçmalama."

"Ejderha, Tasslehoff," diye tekrarladı Flint sabırla.

Tanis ilk kez söyleyecek söz bulamıyordu. Cüceye bakkaldı.

"Ejderha sazlardan örülmüş," diye fısıldadı cüce aceley le. "Tasslehoff ar kasına geçerek baktı. İçinde donanımı var.
Ejderhanın içine oturan herke kanatların ı çırpıp, bir boru içinden konuşabilir. Herhalde rahipler buralar da asayişi
böyle sağlıyor. Her neyse, kanatları çırpan ve Caramon'u yemek le tehdit eden Tasslehoff."

Tanis'in ağzı b ir karış açık kaldı. "Ama ne yapacağız? Yine de etrafta yü z kadar ejderan var. En inde sonunda ne
olduğunu anlayacaklardır."

"Sen, Nehiryeli ve Sturm, Caramon'un yanına gid in. Silahların ızı, torbaları ve asayı kapın. Ben A ltınay'm Raistlin'i
ormana taşımasına yardım ederim. Tasslehoff un aklında bir şeyler var. Siz hazır o lun yeter."

Tanis homurdandı.

"Ben de en az senin kadar memnunum halimden," diye söylendi cüce "Yaşamlarımızı sıçan beyin li bir kenderin eline
bırakıyoruz. A ma...sonu olarak ejderha olan o."

"Gerçekten de öyle," dedi Tanis tiz çığ lıklar atan, u luyan, kanatlarını çırpan, bir ileri-bir geri sallanan ejderhaya
bakarak. Ejderanlar ejderhaya ağızları b ir karış açık, hayretle bakıyorlardı. Tanis, Sturm ve Nehiryeli'ni kollarından
tutarak, Raistlin'in yanından ayrılmamış olan A ltay’ın yanına ge

türdü. Yarımelf o lanları an lattı. Sturm ona, sanki Raistlin kadar akü m kaçırmış gib i bakt ı. Nehiryeli başım salladı.

"Eh, sizin daha iyi b ir planın ız var mı?" diye s ordu Tanis.

Her ikisi birden, önce ejderhaya sonra Tanis'e bakarak o mu zlarını kaldırd ılar.

"Altınay cüceyle gidecek," dedi Neh iryeli.

Kadın karşı koy maya kalkıştı. Adam kadına bakt ı, gözlerinde bir mânâ yoktu; kadın sözünü yutarak sessizleşti.

"Evet," dedi Tanis. "Raistlin ile kalın hanımefendi, lütfen. Asayı size ge

tiririz." ' .

"Çabuk olun o zaman," dedi bembeyaz dudaklarının arasından kadın. "Onu kaybetmek ü zerey iz."

"Acele ederiz," dedi Tanis cidd iyetle. "İçimde öyle b ir h is var ki, bir kez orada hareket başlayınca her şey çok çabuk
gelişecek!" Kad ının elin i o kşadı. "Haydi." Ayağa kalktı ve derin b ir nefes aldı.

Nehiryeli'nin gözleri hâlâ Alt ınay'm ü zerindeydi. Konuşmaya yeltendi, sonra başını tedirgince sallayarak Tanis'in
yanında durmak için tek bir söz söylemeden döndü. Sturm de onlara kat ıld ı. Üçü ejderan muhafızların arkasına
süzüldü.

Caramon kılıcını kaldırd ı. Kılıç ateş ışığında parladı. Ejderha adeta kudurdu; bütün Ejderan lar, anırarak ve kılıçlarını
kalkanlarına vurarak geriledi. Ejderhanın kanatlarından çıkan yel, ateşten küller ve kıvılcımlar savurarak
yakınlardaki bazı bambu kulübeleri tutuşturdu. Ejderan lar buna dikkat et med i, onlar av için sabırsızlanıyorlardı.
Ejderha çığ lık atıp uludu; Caramon ağzının kuruduğunu ve karın kasların ın kasıldığın ı h issetti. İlk kez yanında
kardeşi olmadan bir dövüşe girecekti; bu düşünce kalb inin acıy la sızlamasına neden oldu. Tam ileri sıçrayıp
saldıracaktı ki Tanis, Sturm ve Neh iryeli an iden yanında beliriverdiler.

"Arkadaşımızın tek başına ölmesine izin vermeyiz!" diye bağırdı yarımelf ejderhaya küstahça. Ejderan lar deliler gib i
tezahürat ediyordu.

"Gidin burdan Tanis!" diye azarladı Caramon; yüzü kızarmış, göz yaşla-rıyla iz iz o lmuştu. "Bu benim dövüşüm."

"Kapa çeneni de dinle!" diye emretti Tan is. "Hem kendi kılıcını, hem de benimkini al Sturm. Neh iryeli, sen de
silahlarını, torbaları ve kaybettiklerinizin yerine birkaç da ejderan silah ı kap. Caramon, sen iki asayı al."

Caramon ona bakt ı. "Ne..."

"Ejderha Tasslehoff," dedi Tanis. "Açıklayacak zaman yok. Sen dediğimi yap! Asayı al ve ormana götür. A ltınay
bekliyor." Elin i savaşçının omu-
149

148

zuna koydu. Tanis onu ittirdi. " Git! Raistlin neredeyse bitti! Bu onun tek. şansı."

Söylenenler Caramon'un kafasına girdi. Bir yandan ejderanlar bağırır ken o silah yığın ına koşarak hem mavi
kristalden asayı, hem de Raistlin'i Magius'un Asası'nı kaptı. Sturm ile Nehiryeli silah landılar; Sturm Tanis'e kılıcın ı
getirdi.

"Ve şimd i ö lmeye hazırlan ın insanlar!" diye çığlık attı ejderha. Kanatlar silkindi ve havada kanat çırp maya başlayan
yaratık an iden uçmaya başla mıştı. Ejderanlar telaşla gaklay ıp bağırd ılar, kimi ormana kaçıyor kimi ken dişin i yüzü
koyun yere atıyordu.

"Şimdi!" diye bağırd ı Tanis. "Koş Caramon!"

Koca savaşçı ormana, Alt ınay ile Flint'in kendisini beklediğin i gördüğü yere doğru hızla koş maya başladı. Önünde
bir ejderan belird i, ama Caramon koca ko lunun bir hareket iyle onu savuruverdi. Arkasında çılgın b ir gürü ltü
duyuyordu, Sturm Solamnca b ir savaş çığlığ ı atıyor, ejderanlar bağırıyordu. Başka ejderanlar de atlad ı Caramon'un
üzerine. O da mavi kristalden asayı, Alt ınay'ın kullandığı g ibi ku llan ıyor, asayı koca sağ elinde geniş bir yay çizerek
savuruyordu. Asadan mavi ışıklar fırlamıştı; ejderanlar geri çekildi.

Caramon ormana varınca Raistlin'in Alt ınay'ın ayaklarının d ibinde yat tığını gördü; anca nefes alıyordu. Altınay
asayı Caramon'un elinden kaparak büyücünün hareketsiz bedeni üzerine koydu. Flint başını sallayarak' seyrediyordu.
"İşe yaramayacak," diye mırıldandı cüce. "Bitti."

"Çalışması lâzım," dedi A ltınay ciddiyetle. " Lütfen," diye mırıldandı, "bu asanın efendisi her kimse, lütfen b u adamı
iyileştirsin. Lütfen." Bilmeden bunu tekrarlayıp durdu kadın. Caramon bir süre gözlerini kırp ıştırarak izled i. Sonra
etrafındaki ağaçlar muazzam b ir alevle parlad ı.

"Cehennem adına!" dedi b ir nefeste Flint. "Şuna bak!"

Caramon tam dönmüştü ki sazdan ejderhanın kafa üstü alev alev yanan, ateşe düştüğünü gördü. Alev içindeki
kütükler havaya fırladı, kıvılcımlar yağ mur gib i kamp ın üzerine indi. Ejderan ların bambu ku lübelerinin bazısı,
tutuşmuş, bazıları ise çoktan alev alev yanıyordu. Sazdan ejderha so n kez korkunç bir çığlık attıktan sonra tutuştu.

"Tasslehoff!" diye sövdü Flint. "O kahro lasıca kender...o onun içinde!" Caramon onu durduramadan cüce alev ler
içindeki ejderan kampına doğru koş maya başladı.

"Caramon..." d iye mırıldandı Raistlin. Koca savaş çı kardeşinin yanına diz çö ktü. Raistlin hâlâ solgundu ama gözleri
açılmış, p ırıl pırıldı. Kardeşine güçsüzce yaslanarak oturdu ve kuduran ateşe doğru baktı. "Neler o lu yor?"

"Emin değilim," dedi Caramon. "Tasslehoff bir ejderha o lduktan sonra her şey birbirine karıştı. Sen dinlen yeter."
Savaşçı dumana doğru baktı, kılıcı elinde, saldırabilecek ejderanlara karşı hazır bekliyordu.
Fakat ejderanların o anda tutsakları pek u mursadıkları söylenemezd i. Koca tanrı -ejderhaları tutuştuktan sonra daha
küçük olan c ins panik içinde ormana kaçıyordu. Daha büyük ve belli ki d iğer cinsten daha akıllı o lan birkaç cüppeli
ejderan etraflarında şiddetlenen bu korkunç kargaşayı bir hale yola sokabilmek için boşu boşuna uğraşıp duruyordu.

Sturm, dü zenli bir karşılıkla karşılaşmadan ejderan lar arasından dövüşerek yolunu açıyordu. Tam ağaçlar arasındaki
açıklığın kenarına, bambu kafesin yanına gelmişti ki Flint yanından geçti, kampa doğru koş uyordu!

"Hey! Nereye..." diye bağırd ı Sturm cüceye.

"Tas...ejderhanın içinde!" Cüce durmadı.

Sturm dönerek siyah sazdan ejderhanın göğe yükselen alevler içinde yanmakta olduğunu gördü. Yoğun bir du man
yukarı doğru kaynıyor, kampı örtüyordu; nemli ve ağır bataklık havası duman ın daha fazla yükselmesini ve dağılıp
gitmesin i önlüyordu. Ejderhanın alev almış parçalarından biri kampa doğru infilak ed ince her yana kıvılcımlar
yağmaya başladı. Sturm başını eğerek pelerin i ü zerine düşen kıvılcımları kovalad ıktan sonra kısa bacaklı Flint'in
peşinden koşarak hemen yetişti.

"Flint," dedi nefes nefese, cücenin kolunu yakalayarak. "Bir yararı yok. O fırının içinde kimse can lı kalamaz!
Diğerlerin in yanına dönmeliy iz..."

"Beni bırak!" Rint o kadar hiddetle kükredi ki Sturm hayret içinde onu bırakt ı. Cüce yeniden yanan ejderhaya doğru
koştu. Sturm içini geçire rek onun peşinden koştu, gözleri du mandan sulanmaya başlamıştı.

"Tasslehoff Burrfoot!" diye bağırdı Rint. "Seni gerzek kender seni! Neredesin?"

Hiç cevap yoktu.

"Tasslehoff!" diye bağırdı Flint çığlık çığ lığa. "Eğer kaçışımızı rezil edersen seni gebertirim. Ondan bana yardım
et..." Sıkıntı, üzüntü, hiddet ve dumandan yaşlar in meye başladı cücenin yanağından.

Sıcaklık katlanılacak gib i değildi. Sturm'ün ciğerlerini kavurmuştu; şövalye burada daha fazla nefes
alamayacaklarını, alırlarsa kendilerin in de yok o lacağını b iliyordu. Cüceyi, gerekirse bayılt maya karar vererek sıkı
sıkı tutmuştu ki alevlerin kenarında bir hareket gördü. Gö zlerini ovuşturarak daha yakından baktı.

Ejderha yerde yatıyordu, başı hâlâ alevler içindeki bedene, sazdan uzun bir boyun ile bağlıydı. Başı henüz alev
almamıştı ama alevler sazdan boynu yemeye başlamışlardı. Kısa bir süre sonra başı da alev alacakt ı. Sturm kıpır -tıy ı
bir daha gördü.

151

150

"Flint! Bak!" Sturm kelleye doğru koşmaya başladı, peşinde cüce güçlükle yürüyerek g idiyord u. Ejderhanın
ağzından deliler gib i tepinen, canlı mav i pantolonu içinde iki min ik bacak çıkıyordu.

"Tas!" diye seslendi Sturm. "Çık! Kafa alev almak ü zere!"


"Çıkamıyoru m! Sıkıştım!" diye geldi boğuk bir ses.

Flint Tas'ın bacaklarını yakalamış çekerken, telaşla kenderi nasıl serbest bırakabileceğini düşününen Sturm
ejderhanın başına baktı.

"Üff! Kes şunu!" diye bağırdı Tas.

"Bir işe yaramıyor," diye pufladı cüce. " Çok kötü sıkışmış."

Cehennem ateşi ejderhanın boğazından yukarı tırman ıyordu.

Sturm kılıcın ı çekti. "Kellesini kopartabilirim," diye mırıldandı Flint'e doğru, "ama bu onun tek şansı." Kenderin
boyunu göz kararıyla ölçüp, başının nerede olabileceğin i tah min ve ellerinin başının ü zerine uzan mamış olduğunu
ümit eden Sturm kılıcını ejderhanın boynu üzerine kaldırd ı.

Rint gözlerin i kapadı.

Şövalye derin bir nefes alarak kılıcını, gövdesi ile başını birbirinden ayıracak şekilde ejderhaya indird i. İçindeki
kenderden bir bağırt ı koptu ama can acısından mıdır, yoksa hayretten midir Sturm an layamad ı.

"Çek!" d iye bağırdı cüce.

Flint sazdan kafay ı tutmuş, alev almış boyundan ayırıyordu. Aniden dumanların içinden uzun boylu, kara bir suret
belird i. Sturm elinde kılıcı hazır dön müştü ki bunun Nehiryeli o lduğunu gördü.

"Siz ne yap..." Bozkırlı ejderhanın kafasına bakakaldım. Belki de Rint ile Sturm delirmişti.

"Kender oraya sıkıştı!" diye seslendi Sturm. "Kafay ı burada parçalaya-mayız, et rafımızda ejderan larla! Yap mamız
gereken..."

Sesi ateşin gürültüsünde boğuldu ama Neh iryeli sonunda ejderhanın ağzından çı kan mavi bacakları gördü. Ellerini
göz deliklerinden birinden sokarak ejderhanın başının bir yanını yakaladı. Sturm de diğer yandan tur tunca birlikte,
-içindeki kenderle- başı kaldırd ılar ve kampın içinden koş turmaya başladılar. Karşılaştıkları b irkaç ejderan bu
korkunç görüntüye bakarak kaçmıştı zaten.

"Haydi Raist," dedi Caramon endişeyle, ko lu kardeşinin omu zunda| "Ayağa kalkmaya çalış malısın, bunu
başarmalısın. Buradan ayrılmak için hazır olmamız gerek. Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Ben kendimi nasıl hissederim?" diye fısıldadı Raistlin acı acı. "Beni tut Evet! Şimd i b ir an için beni rahat bırak." Bir
ağaca yaslandı; titriyordu ar ayaktaydı.

152

"Elbette Raist," dedi Caramon incin miş bir halde gerileyerek. Alt ınay tiksintiy le Raistlin'e bakt ı, kardeşinin ölmekte
olduğunu düşünen Caramon'un hüznünü hatırlayarak. Diğerlerine bakmak için yoğunlaşan dumana doğru başını
Çevirdi.
Önce Tanis belirdi, o kadar hızlı koşuyordu ki Caramon'a çarptı. Koca savaşçı yarım-elfin hızını kesip, onu koca
kollarıyla yakalad ı.

"Teşekkürler!" dedi Tanis nefesi kesilerek. Elleri dizlerinde eğilerek ne-feslendi. "Diğerleri nerede?"

"Seninle değiller miydi?" dedi Caramon kaşlarım çatarak. "Ayrıld ık." Tanis derin derin nefes aldıktan sonra duman
ciğerlerin i kaplamış gibi öksürdü.

"SuTorakh!" diye söze karıştı A ltınay korku dolu b ir sesle. Tanis ile Caramon telaşla arkalarına dönüp duman dolu
kampa doğru bakınca, acay ip bir görüntünün dönmekte olan du manlar arasından belird iğin i gördüler. Çatallı mavi
bir d ili o lan bir ejderha kafası onlara doğru saldırıya geçmişti. Tanis gözlerine inanamayarak kırpıştırdı; sonra
arkasından öyle bir ses duydu ki paniğe kapılıp ağacın tepesine fırlayacakt ı neredeyse. Midesi ağzında, kılıcı elinde
arkasına döndü. Raistlin gülüyordu.

Tanis büyücünün güldüğünü daha önce hiç duymamıştı -Raistlin b ir çocukken bile- ve bir daha da hiç duymamay ı
ümit etti. Bu garip, t iz, alaycı bir kah kahaydı. Caramon kardeşine hayret, Altınay dehşetle baktı. Sonunda Raistlin'in
kahkahası geçti, büyücü sessiz sessiz gülmeye başladı, alt ın gözleri alev alev yanan ejderan kamp ın ı yansıtıyordu bir
yandan.

Tanis'in tüyleri ürpererek geriye dönüp baktığında gerçekten de ejderhanın başının Sturm ve Neh iryeli tarafından
taşındığını gördü. Flint başında bir ejderan miğferi önden ko şturuyordu. Tanis onları karşılamak için koştu.

"Neler o luyor..."

"Kender buraya sıkıştı!" dedi Sturm. Nehiryeli ile birlikte kafayı yere bıraktılar, her ikisi de nefes nefese kalmıştı.
"Onu çıkart mamız lâzım." Sturm gülmekte o lan Raistlin'i ihtiyatla gözledi. "Nesi var onun? Hâlâ zehi-rin etkisi
geçmedi mi?"

"Hayır, daha iyi," dedi Tanis, ejderhanın başım inceleyerek. "Çok acı," diye mırıldandı Sturm yarım-elfin yanına diz
çökerek. "Tas, sen iyi misin?" diye seslendi Tanis, koca ağzı içine bakmak için kald ırarak.

"Galiba Sturm saçlarımı biçti!" diye hayıflandı kender. "Kelleni b içmediğ ine şükret!" diye homurdandı Rint.

-153

"Onu tutan ne?" diye eğildi Nehiryeli ejderhanın ağ zına bakmak içi:

"Emin değilim," dedi Tanis, yavaşça küfrederek. "Bu kahro lasıca d umanda bir şey göremiyoru m." Ağaya kalkıp
sıkıntıy la için i çekti. " Ve bir a: önce buradan gitmemiz gerek! Yakında ejderanlar örgütlenirler. Caramon buraya gel.
Bak bakalım tepesini kopartabilecek misin."

Koca savaşçı gelip sazdan ejderhanın başının önünde durdu. Ayakla rını sıkı sıkı bastıktan sonra derin bir nefes aldı
ve homurdanıp göğsünü şi şirdi. Bir an için bir şey olmadı. Tanis koca adamın ko llarındaki kasların şiş tiğin i,
bacaklarındaki kasların gerg inliği içine çekt iğin i gördü. Caramon'un yüzüne ka n hücum etti. Sonra parçalan makta
olan tahtanın sesleri duyu! maya başlandı. Ejderhanın başı keskin bir çatırtıyla ayrıldı. Ejderhanın b, elleri arasında
aniden ikiye ayrılınca Caramon geriye doğru tökezledi.
Tanis uzandı, Tas'ın elini yakaladığı gibi çekip onu kurtardı. "İyi mi sin?" diye sordu. Kender ayaklarının üzerinde
duramıyor gib iydi ama yü zündeki tebessüm her zaman ki gibi kocamandı.

"Ben iyiy im," dedi Tas yüzü aydınlanarak. "Sadece biraz ku lakların çınlıyor." Sonra yüzü karardı. "Tanis," dedi,
yüzü pek de olağan olmayan bir endişeyle kırışarak. Tepesindeki uzun kuyruğunu elledi. "Saçım?"

"Hepsi yerinde," dedi Tanis gülümseyerek.

Tas rahat bir nefes aldı. Sonra konuşmaya başladı. "Tanis bu olabile çek en mü kemmel şeydi...öyle uçmak. Sonra
Caramon'un yüzündeki ifa de..."

"Hikayen bekleyebilir," dedi Tan is sertçe. "Buradan ayrılmamız lâzım Caramon? Kardeşinle bunu başarabilir
misiniz?"

"Tabii, siz yürüyün," dedi Caramon.

Raistlin ileri doğru tökezleyip, kardeşinin güçlü kollarının yard ımın kabul etti. Büyücü bölünmüş ejderha kafasını
görerek hırılt ılı b ir ses çıkar d i, o mu zları suratsız b ir zevkle sessiz sessiz sarsılıyordu.

154

'Kaçış,Kuyu Kara

anan ejderan kampından yükselen duman kara bataklık arazinin ü zerine çökmüş, yol arkadaşların ı garip ve kötü
yaratıklardan koru muştu. Du man hayaletler gib i bataklıkların üzerinde yüzüyor, gü müş ayın önünden süzülüyor,
yıldızları ö rtüyordu. Yo l arkadaşları bir ışık yakmay ı göze alamad ılar -Raistlin'in asasından çıkacak o lan ışığ ı bile -
çünkü her yandan yeniden düzeni sağlamaya çalışan ejderan ko mutanlarının öttürdükleri boru ları duyabiliyorlard ı.

Onları Nehiryeli yönlendiriyordu. Tanis her zaman orman bilgisiyle gurur duyduğu halde bu kara sisli bataklık içinde
bütün yön duyularını y itirmişti. Du man lar aralandığ ı zaman b ir görünüp bir kaçan yıldızlar ona kuzeye g ittiklerin i
gösteriyordu.

Daha pek ilerlememişlerdi ki Nehiryeli yanlış bir adım atarak dizlerine kadar çamu ra gö müldü. Tan is ile Caramon
Bozkırlı'yı sudan çekip çıkarttık

155

154

tan sonra Tasslehoff önden ilerleyerek zemini.hoopak asasıyla yoklamaya başladı. Her seferinde batıyordu asa.

"Yürüyerek geçmekten başka çare yok," dedi Neh iryeli ciddi b ir yü zle.
Suyun en sığ olduğunu tahmin ettikleri b ir yol bulan grup sert toprağı bırakarak çamu run içine dald ı. İlk başlarda
ancak bilek derin liğ indeydi, daha sonra dizlere kadar çıkt ı. Kısa bir süre sonra daha da derinleşmeye başlayınca
Tanis Tasslehoff u taşımak zorunda kaldı; kıkırdayan kender Tanis'in boynuna sarıldı. Flint sebatla bütün yardım
tekliflerini reddetti; hatta sakalının ucu ıslandığ ında bile. Sonra yok oluverdi. Onu izlemekte o lan Caramon cüceyi
sudan çıkart ıp, ıslak b ir çuval gib i o mzuna alıverdi; cüce ho murdana-mayacak kadar yorgundu ve korkmuştu.
Raistlin suyun içinden tökezleyere k gid iyor; ıslan mış cübbesi onu aşağıya çekiyordu. Zehir yü zünden hâlâ yorgun ve
hasta olan büyücü sonunda yere yığıld ı. Sturm onu yakalayarak bataklık içinden kâh sürükleyip kâh taşıyarak
ilerlemesini sağladı.

Buz gib i suda bir saat kadar bata çıka yürüdükten sonra sonunda sert toprağa vardılar ve soğuktan tir tir titreyerek
dinlen mek için yere çö ktüler.

Ağaçlar gıcırdayıp, ho murdan maya; dallan ku zeyden aniden kopup gelen bir rü zgarla eğilmeye başladı. Rü zgar sisi
tutam tutam yamalar halinde savuruyordu. Yerde yatmakta olan Raistlin başını kald ırıp bakt ı. Büyücünün nefesi
tıkandı. Telaşla doğruldu.

"Fırtına bulutları." Öksürmekten katıldı; konuşmak için uğraştı. "Kuzeyden geliyorlar. Hiç vaktimiz yok. Hiç vakit
yok! Hemen Xak Tsaroth'a varmalıy ız. Çabuk o lun! Ay batmadan önce!"

Herkes başını kaldırıp bakt ı. Yoğunlaşan bir karanlık geliyordu kuzey -' den, y ıld ızları yutarak. Tan is de büyücüyü
harekete geçiren aynı aciliyet hissini paylaşıyordu. Yorgun arg ın ayağa kalktı. Tek b ir söz söylemeyen grubun geri
kalan ları da ayağa kalkarak, başlarında Nehiryeli, tökezleyerek ilerlediler. Fakat karanlık bataklık suyu bir kez daha
yollarına çıktı.

"Bir daha mı!" diye ho murdandı Flint.

"Hayır artık sudan geçmemize gerek yok. Gelin bakın," dedi Nehiryeli. Suyun kenarına g ötürdü onları. Orada, ıslak
zeminden dışarı fırlayan diğer yıkınt ıların yanı sıra b ir d ikili taş, bataklığın diğer kıy ısına köprü olsun di-ye ya
devrilmiş ya da buraya özellikle sürüklen mişti.

"Önce ben geçeyim," diye gönüllü o ldu Tas, büyük bir enerjiy le u zun taşın üzerine sıçrayarak. "Hey, bu şeyin
üzerinde yazılar var. Bir çeşit rün."

"Bir göreyim!" diye fısıldadı Raistlin, o tarafa doğru aceleyle seyirterek. Emir sözcüğünü söyledi, "Şirak," ve asanın
ucundaki kristal, ışık içinde kaldı.

"Çabuk ol!" d iye homurdandı Sturm. " Yirmi mil içindeki herkese burada olduğumuzu duyurduk."

Fakat Raistlin aceleye getirilemiyordu. Işığı, örü mcek ağı gib i rünlerin ü zerinde tuttu, dikkatle inceleyerek. Tan is ile
diğerleri de dikili taşın üzerine çıkarak büyücüye katıldı.

Kender eğilerek rünlere minik eliyle dokundu. "Ne diyor Raistlin? Okuyabiliyor musun? Lisan çok eskiye benziyor."

"Çok eski," diye fısıldadı büyücü. "Afet'ten daha öncelere dayanıyor. Ründe şöyle diyor, 'Etrafın ızı saran Büyük Xak
Tsaroth Şehri'nin güze lliğ i, insanların ın güzelliğin i ve cö mert hareketlerin i yansıtır. Tanrılar rahmet le-riy le evimizi
ödüllendirsin.'
"Ne korkunç!" diye içi t itredi A lhnay'ın, etrafındaki harabeye, viraneye bakarken.

"Tanrılar onları ödüllendirmiş ler hakikatten de," dedi Raistlin dudakları alaycı b ir tebessümle aralanarak. Kimse
konuşmadı. Sonra Raistlin fısıldadı, "Dulak," ve yok o ldu ışık. Aniden gece çok daha karanlık göründü gözlerine.
"Yolu mu za devam et memiz gerek," dedi büyücü. "Mutlaka bu yerin b ir zaman lar ne olduğunu gösterecek, bu devrik
taştan başka şeyler de vardır."

Dikili taştan geçerek sık ormana girdiler. İlk başlarda hiç yol yok g ibiydi, daha sonra Nehiryeli dikkatle araştırınca
sarmaşıklar ve ağaçlar arasından kesilip açılmış bir yol buldu. Yolu incelemek için eğildi. Doğrulduğun-da yüzü
ciddiydi.

"Ejderan lar mı?" diye sordu Tanis.

"Evet," dedi ağır ağ ır. "Pençeli bir sürü ayak. Ve kuzeye, doğruca şehre gidiyorlar."

Tanis fısıltıy la, "Bu rası o yıkık şehir mi -sana asayı verdikleri şehir?" diye sordu.

"Ve ö lü mün kara kanatları olduğu şehir," diye ekledi Nehiryeli. Gö zlerin i kapattı, elleriyle yüzünü sıvazlayarak.
Sonra derin, kesik kesik bir nefes aldı. "Bilmiyorum. Hatırlayamıyoru m -ama neden böyle olduğunu da bilmiyoru m."

Tanis elin i Nehiryeli'nin koluna koydu. "Elflerin b ir lafı vardır: 'Sadece ölü ler korkmaz.' "

Nehiryeli'nin elin i kendi eliyle kavraması Tan is'i şaşırttı. "Şimd iye kadar hiç elf tanımamıştım," dedi Bozkırlı
"Halkım elflere güvenmezdi, ciflerin Krynn ve insanları hiç düşünmediğini söylüyorlardı. Sanırım halkım
yanıl-rnıştı. Seni tanıd ığıma çok memnun oldum Qualinostlu Tanis. Seni dostum addediyorum."

Tanis Bozkırlılar hakkında, bu sözle Nehiryeli'nin her şeyini, hatta hayatını bile yarımelf içiıı feda edeceğini
kastettiğini bilecek kadar b ilgiye sahip-

156

ti. Arkadaşlık sözü, Bo zkırh lnr arasında kutsal bir sözdü. "Sen de benim dostumsun Nehiryeli/' dedi Tanis sadece.
"Hem sen, hem A ltınay benim dostlarımsınız."

Nehiryeli, yakınlarında asasına dayanmış duran, gözleri kapalı, yüzü acı ve yorgunlukla gerilmiş Alt ınay'a çevird i
bakışlarını. Nehiryeli'nin yüzü kadına bakarken şefkatle yu muşadı. Sonra yeniden sertleşti, gurur yeniden sertlik
maskesini çekt i yüzüne.

"Xak Tsaroth uzakta değil," dedi soğukça. " Ve bu izler eski." Ormana giden yolda başı çekti. Kısa bir mesafe
yürüdükten sonra kuzey patikası an iden kaldırım taşlarına dönüştü.

"Bir cadde!" diye nida etti Tasslehoff. : "Xak Tsaroth'un dış mahalleleri!" diye nefes aldı Raistlin.

"Tam zaman ı!" Flint etrafına bezgin likle bakındı. "Ne düzensizlik! Eğer insanlığa verilebilecek en büyük armağan
buradaysa iyi gizlen miş demektir!"
Tanis de aynı fikirdeydi. Yürüdükçe, geniş cadde onları yeri taş döşeli açık bir avluya götürdü. Doğuda, dört uzun
sütun vardı; sütunların bir zamanlar destekledikleri bina yıkıntı halinde duruyordu. Yerden dört ayak kadar yükselen
koca, yıkılmamış yuvarlak taştan bir duvar vardı. Ne olduğuna bakmak için oraya g iden Caramon bunun bir kuyu
olduğunu söyledi.

"Çok derin," dedi. İyice eğild i, içine baktı. "Ço k da kötü ko kuyor."

Kuyunun kuzeyinde, Afet'ten yıkılmadan kurtulmuş tek yapı olduğu anlaşılan bir b ina vardı. Bembeyaz taştan son
derece güzel b ir biçimde inşa edilmişti; uzun, ince sütunlarla desteklen iyordu. Kocaman alt ın kap ıları ay ışığında
pırıld ıyordu.

"Bu eski tanrıların b ir tapınağıydı," dedi Raistlin, başkasından çok kendine. Fakat yanında duran Altınay alçak sesli
fısıltısını duydu.

"Bir tapınak mı?" d iye tekrarlad ı binaya bakarak. "Ne kadar güzel." Garip bir şekilde büyülenerek b inaya do ğru
yürüdü.

Tanis ile diğerleri etrafı araştırdılar, yakınlarda başka sağlam bina yoktu. Yiv lerle süslü sütunlar yerlerde yatıyordu;
kırık parçaları eski gü zelliklerini göstermek istercesine bir h izaya dizilmişti. Hey keller kırılmış yatıyordu; bazılarının
da yüzleri korkunç biçin jde tahrip edilmişti. Her şey eskiydi, o kadar eskiydi ki cüce bile kendin i genç hissetti.

Hint bir sütunun üzerine oturdu. "Evet, geldik işte." Raistlin'e göz kırparak esnedi. "Şimdi ne yapacağız büyücü?"

Raistlin'in ince dudakları aralandı ama daha bir cevap veremeden Tasslehoff bağırdı, "Ejderan!"

Hepsi ellerinde silahlarıy la döndü. Bir ejderan hareket et meye hazır b ir vaziyette kuyunun ağzından onlara
bakıyordu.

"Durdurun şunu!" diye bağırdı Tanis. "Diğerlerin i uyaracak!"

Fakat kimse yetişemeden ejderan kanatların ı açarak kuyunun içine uçtu. Gözleri mehtapta pınldıyan Raistlin kuyuya
koştu ve kenarından içeri baktı. Ellerini sanki bir büyü yapacakmış gibi kaldırdı, tereddüt etti, sonra kollan iki yanına
düştü. "Yapamam," dedi. "Düşünemiyoru m. Konsantre olamıyoru m. Uyu mam gerek!"

"Hepimiz çok yorgunuz," dedi Tan is bezginlikle. " Eğer orada, aşağıda bir şeyler varsa, onu uyarmış olmalı. Art ık
yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Din len memiz lâzım."

"Bir şeyi uyarmak için gitti," diye fısıldadı Raistlin. Cüppesine sıkı sıkı sarınarak gözlerin i dört açıp etrafına bakındı.
"Hissedemiyor musunuz? Hiçbiriniz mi? Yarımelf? Kötülük uyanıp ortaya çıkmak ü zere."

Sessizlik çöktü.

Sonra Tasslehoff taş duvara tırmanarak aşağıya baktı. "Bakın! Ejderan aşağıya doğru tıpkı b ir yaprak gib i süzülüyor.
Kanat çırp mıyor..."

"Sus!" diye sözünü kesti Tanis.


Tasslehoff yarımelfe hayretle baktı -Tanis'in sesi gergindi ve hiç de doğal çıkmıyordu. Yarımelf sinirle yu mruklarını
sıkarak kuyuya bakıyordu. Her şey sakindi. Çok sakin. Fırtına bulutlan kuzeye doğru toplanıyordu ama hiç rü zgâr
yoktu. Hiçb ir dal gıcırdamıyor, hiçbir yaprak kıp ırdamıyordu. Gü müş ay ile kızıl ay, insanın gözünün ucuyla
baktığında gerçek dışı ve eğri büğrü görünen ikiz gölgeler düşürüyordu.

Sonra, Raistlin yavaş yavaş kuyunun yanından geriledi, sandi korkunç bir tehlikeyi önünden savmak istercesine
ellerin i kald ırmıştı..

"Ben de hissediyorum." Tanis yutkundu. "Nedir o?"

"Evet, nedir o?" Eğilen Tasslehoff merakla kuyunun içine bakt ı. Kuyu en az büyücünün kum saati gözleri kadar
derin ve karanlıkt ı.

"Oradan uzaklaş!" diye bağırdı Raistlin.

Büyücünün korkusu ve bir şeylerin ko rkunç bir biçimde yanlış gittiği hissinin art masından etkilenen Tanis, Tas'a
doğru koşmaya başladı. Fakat o ancak hareket et meye başlamıştı ki alt ındaki yerin sarsılmaya başladığını hissetti.
Kender, altındaki taş duvar çatırdayıp çökerken hayret içinde bir çığlık attı. Tas, alt ındaki ko rkunç siyahlığa doğru
kay maya başladığını h issetti. Elleri ve ayaklarıyla deliler gibi çırpınarak, ufalanan taşlara tutunmaya çalıştı. Tan is
çaresizlik içinde bir hamlede bulundu ama çok u zaktaydı.

Nehiryeli, Raistlin'in çığ lığ ını duyduğunda hareket etmeye başlamıştı; uzun boylu adamın hızlı ve uzun adamları onu
hemen kuyunun kenarına ulaştırmıştı. Tas'ı yakasından yakalayan Bo zkırh, tam taşlar ile harçlar aşağıdaki karan lığa
yuvarlanırken onu çekip çıkarttı.

158

159

Yer yeniden sarsıldı. Tan is, uyuşmuş aklın ı ne olup bittiğ ini an lama için zorlad ı. Sonra kuyudan soğuk bir hava
yukarı uğradı. Rü zgar avluda ki pislikleri ve yapraklan havaya savurarak yüzüne ve gözlerine batırdı.

- "Kaçın !" diye bağırmaya çalıştı Tanis ama kuyudan püskürüp çıkan kötü kokuy la tıkandı.

Afet'ten sonra ayakta kalmış olan sütunlar sallan maya başladı. Yolarkadaşları korkuyla kuyuya bakmaya başladılar.
Sonra Nehiyeli bakışlarını başka yöne çevirdi. "Altınay..." dedi etrafına bakarak. Tas'ı yere bıraktı. "Al-t ınay!"
Kuyunun derinliklerinden yüksek, tiz bir çığ lık yükselirken olduğu yerde kalakaldı. Ses o kadar yüksek ve o kadar
tizd i ki ku lakların ı yırttı. Nehiryeli deliler gibi Altınay'ı arıyor, adını sesleniyordu.

Tanis sesle sersemlemişti. Hareket edemezken Sturm'ü gördü, eli kılıcında yavaş yavaş kuyudan geriliyordu.
Raistlin'i gördü -büyücünün hayale-timsi yüzü meta lik b ir sarı ile pırıldıyor, alt ın gözleri kızıl ay ın ışığ ıyda al al
görünüyor, Tanis'in duyamad ığı b ir şeyler haykırıyordu. Tasslehoff'un kuyuya doğru gözleri patlamış, hayretle
baktığını gördü. Sturm avludan koşup, keneleri bir koltuğunun altına alarak ağaçlara doğru kaçtı. Caramon yorgun
kardeşine doğru koştu, onu yakaladı ve saklan mak için yola koyuldu. Tanis kuyudan kötü bir canavarın çıkmakta
olduğunu biliyordu ama bir türlü hareket edemiyordu. "Kaç, aptal, kaç" sözleri aklının içinde çığ lıklar atıyordu.

Nehiryeli de kuyunun yakınında duruyor, içinde büyümekte olan korkuyla savaşıyordu: Altmay'ı bulamıyordu!
Kenderi kuyuya yuvarlanmasın diye kurtarırken dikkat i dağılınca A ltınay'ın y ıkılmamış tapınağa doğru gittiğini
görmemişti. Ayağının altındaki zemin sallanırken o dengesini sağlayabilmek için gayret sarf ederek deliler gibi
etrafına bakındı. Yü ksek ve tiz çığlık sesi, yerin zon klaması ve titremesi korkunç, kâbusumsu hatıraları yeniden
canlandırmıştı. "Kara kanatlı ö lü m." Terleyip t itremeye başladı; s onra düşüncelerini A ltınay üzerinde toplamak için
kendini zorladı. Kadının ona ihtiyacı vard ı; onun o güç gösterisinin sadece korkusunu, kuşkusunu, tereddüdünü
gizleyen bir maske olduğunu biliyordu -bunu bir tek o b ileb ilirdi. Ço k korkacaktı ve onu hemen bulması
gerekiyordu.

Kuyunun taşlan kaymaya başlayınca Nehiryeli u zaklaşırken gözüne Tanis ilişti. Yarımelf bağırıyor ve Nehiryeli'nin
arkasını, tap mağı işaret ediyordu. Nehiryeli, Tanis'in b ir şeyler söylediğini b iliyordu ama o tiz çığ lıktan hiçbir şey
duyamıyordu. Sonra an ladı! Altınay! Nehiryeli kadının yan ma g it mek için döndü ama dengesini kaybederek dizleri
üzerine düştü. Tanis'in ona doğru koşmaya başladığını gördü.

Derken kuyudan dehşet fışkırd ı -ateşli kâbuslarının dehşeti. Neh iryeli gözlerini kapattı ve bir daha bir şey görmedi.
Bu ejderhaydı.

Tanis, kanın ın damarlarından çekilip de onu kıp ırt ısız ve cansız b ıraktığın ı h issettiği o ilk anlarda ejderhanın
kuyudan fırlayışını seyrederken şöyle düşündü: "Ne şahane... ne şahane..."

Tüm kayganlığ ı ve siyahlığıyla yükseldi ejderha, p ırılt ılı kanatları kat lanmış duruyor, pulları parıld ıyordu. Gö zleri
erimiş kayaların renginde, kızıl-kara parlıyordu. Ağzı bir hırılt ıyla açıldı; dişleri haince, bembeyaz parlıyordu. Uzun,
kırmızı dili, gece havasını teneffüs ettikçe kıv rılıyordu. Kuyunun sınırından kurtulan ejderha, yıldızları söndürüp
mehtabı silerek kanatlarını gerdi. Her kanadın ucunda Lunitari'nin ışığında kan kırmızısı gib i parlayan safi beyaz
pençeler vardı.

Tanis'in o güne kadar hiç hayal et mediğ i bir korku midesini buruyordu. Kalb i acıyla atıyordu; nefesine hakim
değildi. Sadece dehşet, korku ve hayretle yarat ığın ölü mcü l güzelliğ ini seyredebiliyordu. Ejderha gece göğünde
gitgide yükselerek halkalar çizd i. Tanis felç eden korkunun geçmeye başladığını h issetti, tam elin i yayı ve o klarına
uzatıyordu ki ejderha konuştu.

Tek bir söz söyledi -büyü dilinde bir söz- ve gökten yoğun, korkunç bir karanlık indi hepsini kör ederek. Tanis
anında nerede olduğunu şaşırdı. Tek bild iği tepesinde, saldırmak ü zere o lan bir ejderhanın bulunduğuydu. Kendini
savunamayacak kadar güçsüzdü. Bütün yapabildiği yere çö melmek, döküntüler arasından emeklemek ve çaresizce
saklanmaya çalışmaktı.

Gö rme duyusundan mahru m kalan yarımelf bütün dikkatin i işit me duyusuna verdi. Karanl ık çökerken çığlık sesi de
kesilmişti. Tanis ejderhanın kayış gibi kanatların ın hafif çırp ınışını duyabiliyor ve yavaş yavaş yükselmekte
olduğunu biliyordu. Sonunda artık çırp ma sesini de duyamaz oldu; ejderha kanat çırp may ı bırakmıştı. Kocaman, kara
bir alıcı kuşun tek başına havada dolanıp beklediğ ini gözlerinde canlandırabiliyordu.

sonra hafif bir hışırtı sesi geldi, aynı fırtınadan önce çıkan rüzgârda t itreyen yaprakların sesi gib i. Ses, fırtına
patladığında kuvvetle esen rüzgâr halini alıncaya kadar yü kseld i yükseldi, sonra da bir tayfunun çığlıkları başladı.
Tanis bedenini ufalan mış kuyuya iyice dayayıp başını elleriy le örttü.

Ejderha saldırıyordu.

Kendi yarattığı karanlıkta kendi de göremiyordu ama Khisanth davetsiz misafirlerin aşağıdaki avluda bir y erlerde
olduğunu biliyordu, Dişi ejderha-
161

nın buyruğu altındaki ejderanlar bir grubun ülkeye girdiğ i ve mav i kristalden asayı taşıdığı konusunda onu
uyarmışlardı. Hükü mdar Verminaard o asayı istiyordu, asanın onun yanında emniyette kalmasını, insanla rın
toprakları ü zerinde hiç görülmemesini istiyordu. Fakat o, asayı kaybet mişti ve Hükü mdar Verminaard bu işe pek
memnun olmamıştı. Asayı geri alması gerekiyordu. O yüzden Kh isanth karanlık büyüsünü yapmadan önce bir an
beklemiş, davetsiz misafirleri dikkat lice inceleyip asayı araştırmıştı. Asanın onun görüş sahasından çıkmış olduğunu
bilmed iği için halinden memnundu. Sadece yok et mesi gerekiyordu.

Saldırıya geçen ejderha gökyüzünden hızla in meye başladı; kayış gib i kanatlan, kara b ir hançerin keskin ağzı g ibi
geriye doğru kıv rılıyordu. Dosdoğru, davetsiz misafirlerin can larını kurtarmak için koştukların ı gördüğü kuyuya
doğru daldı. Ejderha korkusuyla felç olacaklarım bildiğ inden tek bir kere geçmekle hepsini ö ldürebileceğ inden
emindi. Yılan dişli ağ zın ı açtı.

Tanis ejderhanın yaklaştığını duydu. Muazzam b ir h ışırtı sesi durmadan yükseliyordu, sonra aniden durdu. Koca
tendonların, dev kanatlan açıp yayarken g ıcırdadığını duyabiliyordu. Sonra açılmış bir gırtlağa çekilen koca b ir nefes
sesi duydu, sonra da ona kaynayan bir çaydanlıktan çıkan buharı hatırlatan garip b ir ses. Yakın ına sıvı b ir şeyler
sıçradı. Taşların ufalandığın ı, çat ırdadığın ı, fokurdadığ ını duyuyordu. Ellerine sıvının damlaları sıçradı; bütün
varlığ ını parçlayan bir acıy la nefesi kesild i.

Sonra Tanis, bir çığlık duydu. Bu derin sesli b ir çığ lıktı, bir erkek çığlığı -Nehiryeli. Çığlık o kadar korkunç, o kadar
ıstırap vericiydi ki Tan is, o korkunç ulu ma sesine kendi sesini de kat ıp, yerini ejderhaya belli et memek için
tırnaklarını avuç içlerine batırdı. Çığlık sanki durmadan devam ediyor, ed iyordu; sonra bir iniltiye dönüştü. Tanis,
koca bir bedenin karan lık içinde ' yanından sürünerek geçtiğini hissetti. Bedenin i yapıştırmış olduğu taşlar sallandı.
Sonra ejderhanın geçişin in sarsıntısı gitgide kuyunun derinliklerine doğru indi. Sonunda yerin titremesi geçti.

Sessizlik vardı.

Tanis acı dolu bir nefes alarak gö zlerin i açtı. Karanlık g it mişti. Yıldızlar ; parladı; ay lar gökyü zünde ışık saçıyordu.
Bir an için yarımelf, t itreyen bede- ; nini sakin leştirebilmek için nefes alıp vermekten başka bir şey yapamadı. Sonra
ayağa kalkarak taştan avluda yerde yatan kara bir surete doğru koştu.

Bozkırh'n ın bedenine ilk varan Tanis olmuştu. Bir bakıştan sonra tıkanarak sırtın ı döndü.

Nehiryeli'nden geriye kalanlar art ık insana hiç benzemiyordu. Adamın etleri dağlanıp bedeninden ayrılmıştı.
Kollarında, deri ve kasların erid iği

yerlerde, kemiklerin in beyazı açık açık görünüyordu. Gö zleri etsiz, kadavra görünüşlü yanaklarına doğru pelte gibi
akmıştı. Ağzı sessiz bir çığ lıkla açılmıştı. Göğüs kafesi gözler önüne serilmiş, et parçalan ve kö mürleşmiş giyecekler
kemiklere yapışmıştı. Fakat -en korkuncu- gövdesindeki bütün etler yan mış, gösterişli kırmızı ay ışığının alt ında
kırmızı kırmızı seyiren organlarını o lduğu gibi gözler önüne sermişti.

Tanis kusmaya başlayarak çöktü. Yarımelf kılıcında insanların öldüğünü görmüştü. Devler tarafından parçalara
ayrıld ıkların ı da görmüştü. Ama bu...bu dehşet derecesinde farklı b ir şeydi ve Tanis bunun hatırasının kendisini
sonsuza kndar rahat bırakmayacağını b iliyordu. Güçlü bir el onu o muzundan kavradı, sessiz b ir avuntu, sempati ve
anlayış sunuyordu. Mide bulantısı geçmişti. Tanis dikelerek nefes aldı. Ağzını, burnunu silip, acı içinde ağ zın ı
kapatarak yutkun maya çalıştı.

"iyi misin?" diye sordu Caramon endişeyle.

Tanis konuşamayarak başıyla onayladı. Sonra Sturm'ün sesine doğru dondu.

"Gerçek tanrılar b ize acısın! Tanis, hâlâ can lı! Elinin kıp ırdadığ ını gördü m!" Sturm tıkandı. Daha fazla b ir ş ey
söyleyemedi.

Tanis ayağa kalkarak titreyerek bedene doğru yürüdü. Kö mürleşmiş, kara ellerden biri taşların üzerinden kalkmış,
korkunç bir görüntüyle havayı dövüyordu.

"Bitir şunu!" dedi Tanis boğuk bir sesle, gırt lağı hâlâ safradan tahriş olmuştu. "Bitir şunu! Sturm..."

Şövalye kılıcını çekmişti bile. Kab zasını öperek kılıcı havaya kaldırdı ve Nehiryeli'n in bedeninin önünde durdu.
Gö zlerini kapatarak manada, savaşta ölümün şerefli ve iy i olduğu bir zamanlardaki eski bir dünyaya çekild i. Yavaş
yavaş, vakarla eski b ir Solamn iya Ölü m Türküsü okumaya başladı. Savaşçının ruhunu tutup onu ötedeki huzu r
diyarlarına götüren sözcükleri söyledikçe kılıcın ı döndürdü ve Nehiryeli'nin göğsü üzerinde tuttu.

"Bu adamı Hu ma'n ın bağrına geri götürün

Vahşi, tarafsız göklerin ardına; Ona savaşçıların hu zurunu bahşedin

Ve gözlerinin son kıvılcımların ı

Savaşların yıldızların meşaleleri ü zerinde duran

Boğucu bulutlarından azat ediu.

163

162

Bırakın kabaran son nefesi

Korunaklı havaya sığınsın

Kuzgunların hayallerinin ü zerindeki ve

Sadece atmacanın ö lü mü hatırladığ ı.

Sonra bırakın gölgesi Hu ma'ya yükselsin,

Vahşi ve tarafsız gökler ötesindeki.


Şövalyenin sesi kesildi.

Tanis tanrıların huzu runun, kederin i hafifletip, dehşeti boğarak üzerinden her şeyi temizleyen serin b ir su gibi
aktığın ı hissetti. Yanında Caramon sessiz sessiz ağ lıyordu. Onlar seyrederken ay ışığı Sturm'ün kılıcında parladı.

Derken net bir ses konuştu. "Durun. Onu bana getirin."

Tanis ile Caramon aynı anda eziyet içindeki adamın bedeni önünde durmak için yerinden fırladı: A ltınay'ın bu
korkunç görüntüden alıkon ması gerektiğin i b iliyorlardı. Gelenekler içinde kaybolmuş olan Sturm irkilerek i gerçeğe
geri geld i ve öldürmek için tuttuğu kılıcın ı geri çekti. Altınay, u zun i boylu ve ince bir gölge gib i duruyordu
tapınağın mehtap ışıklarıyla aydın- j lan mış alt ın kap ılan önünde. Tanis konuşmaya yeltendi ama aniden büyücünün
soğuk elinin temasını kolunda hissetti. Urpererek Raistlin 'in temasından sakındı.

"Dediğini yapın," d iye tısladı büyücü. "Onu kadına taşıyın."

Tanis'in yüzü, Raistlin'in duygusuz yüzü ve u mursamaz gö zlerin in görüntüsü karşısında buruldu.

"Onu kadına götürün," dedi Raistlin bu z gib i. " Bu adam için ö lü mü seçmek bize düşmüyor. Bu tanrıların bir seçimi."

Acı Bir seçim Enbüyükarmağn

anis Raistlin'e bakt ı. Gö zkapaklannda bir seyirme dahi duyguların ı açığa çıkarmıyordu -sanki büyücünün hiç
duygusu yokmuş gibi. Gö zgöze geldiler ve her zamanki g ibi Tan is büyücünün, kendisine görünenden daha fazla
şeyler görebildiğ ini h issetti. Aniden Tanis Raistlin'den nefret etti; kendisini şok eden bir tutkuyla nefret etti ondan;
bu acıyı hissetmediği için nefret etti; hem nefret etti, hem kıskandı onu.

"Bir şey yapmamız gerekiyor!" dedi Sturm haşince. "Daha ölmedi ve ejderha her an geri dönebilir!"

"Pekala," dedi Tanis, sesi boğazına takılmıştı. "Onu bir battaniyeye sarın—A ma önce Altınay'la konuşmam için biraz
zaman tanıy ın."

Yan melf yavaş yavaş avludan yürüdü. Mermer merd ivenlerden Alt ı-nay'm parlak altın kapılar önünde durmakta
olduğu geniş sundurmaya doğru yürürken ayak ses leri gecenin sakinliğinde yankılanıyordu. Arkasına bakan
Tanis'arkadaşlarımn torbalarından çıkarttıkları battaniyeleri ağaç

164

165

dallarına sararak savaşta kullan ılan sedyelerden yaptıklarını gördü. Adamın bedeni methapta kara, biçimsiz bir
kütleden başka bir şey değildi.
, "Onu bana getirin Tan is," diye tekrarladı Altınay, yarımelf ona yaklaşırken. Yarımelf kadının elini tuttu.

"Altınay," dedi Tanis, "Nehiryeli korkunç biçimde yaralan mış. Ölüyor. Yapabileceğin hiçbir şey yok -asa bile..."

"Sus Tanis," dedi Altınay kibarca.

Yarımelf sessizleşti, kadın ı ilk kez o lduğu gibi görüyordu. Bo zkırh kadın ın sakin, durgun ve yücelmiş olduğunu
hayretle farketti. Mehtapta yüzü, dayanıksız b ir kayık içinde fırtınalı denizlerle boğuştuktan sonra en sonunda sakin
sulara sürüklen miş bir denizcin in yüzüydü.

"Tapınağın içine gel dostum," dedi Altınay, güzel gö zleri ısrarla Ta-nis'inkilere bakarken. "İçeri gel ve Nehiryeli'ni
bana getir."

Altınay ejderhanın yaklaştığını duymamış, Neh iryeli'ne saldırışını görmemişti. Xak Tsa roth'un yıkık dökük avlusuna
girdiklerinde Altınay garip ve kuvvetli b ir gücün kendisini tapmağa doğru çekt iğini hissetmişti. Gü -müş-al mehtapta
pırıldayan altın kapılar hariç her şeyden habersiz, yıkınt ılar arasından yürüyüp merdivenlerden çıkmıştı. Kap ılara
yaklaşıp bir an için önlerinde durdu. Sonra arkasındaki karışıklığı fark etti ve Nehiryeli'n in adını seslendiğini duydu.
"Altınay..." Nehiryeli ve arkadaşların ı bırakmaya pek gönüllü o lmadığ ından ve kuyudan korkunç bir kötülüğün
yükselmekte olduğunu bildiğinden duraksadı.

"İçeri g ir çocuk," diye seslendi kibar bir ses ona.

Altınay başını kaldırarak kapılara baktı. Gö zlerine yaşlar doldu. Ses annesinin sesiydi. Que -shu rahibesi
Gö zyaşınağmesi uzun yıllar önce ölmüştü, Altınay daha çok küçükken.

"Gö zyaşınağmesi?" diye tıkandı Alt ınay. "Anne..."

"Yıllar senin için uzun ve hüzünlü o lmuş kızım," -annesinin sesi kalb inin içinde hissettiği güçle gelmiyordu
kulaklarına- "ve korkarım yükün pek yakında da geçmeyecek. Aslında, devam edecek o lursan bu karanlıktan çı kıp
çok daha büyük bir karanlığa dalacaksın. Yo lunu, gerçek aydın latacak kızım; gerçi önündeki engin ve korkunç gece
içinde ışığının hafifçe parlad ı-ğ ını göreceksin. Gerçek olmazsa her şey yok olup, kaybolacak. Benimle birlikte
tapınağa gir kızım. Aradığın şeyi bulacaksın."

"Fakat arkadaşlarım; Nehiryeli." Alt ınay dönüp kuyuya bakarak Nehiryeli'nin sarsılan taşlar ü zerinde tökezlendiğ ini
gördü. "Bu kötülükle savaşa-mazlar. Ben olmazsam ö lürler. Asanın yardımı dokunabilir! Terk edemem!" Karanlık
çökerken geri g it mek için dönmeye başlamıştı.

"Onları göremiyorum!...Nehiryeli!...Anne bana yardım et," diye haykırdı ıstırapla.

Ama h iç cevap yoktu. Bu haksızlık! A ltınay yumruklarını sıkarak sessizce çığ lık attı. Bunu istememiştik! Biz sadece
birbirimizi sev mek istemiştik ama şimd i...şimd i aşkımızı kaybedebiliriz! Ço k şeyleri feda ettik ama hiçb ir şey fark
etmedi. Ben otuz yaşındayım anne! Otuz yaşında ve çocuğum yok. Gençliğimi aldılar elimden ve halkımı aldılar. Ve
bunlara karşılık olarak gösterebileceğim hiçbir şey yok. Hiç... bundan başka! Asayı salladı. Ve şimd i b ir kez daha
benden daha çok vermem bekleniyor.

Hiddeti yatıştı. Neh iryeli -cevapları arad ığı o u zun yıllar boyunca hiç hiddetlenmiş miydi acaba? Bütün bulabildiği
bu asaydı ve o da daha çok sorular doğurmuştu. Yo, o hiddetlen memiştir, diye düşündü. Onun inancı güçlüdür. Zayıf
olan benim. O inancı için ölmeye razıydı. Gö rünüşe göre ben yaşamaya hevesliyim -hatta bu onsuz yaşamak
anlamına gelse bile.

Altınay başını alt ın kap ılara dayadı, kapıların metal yüzeyi tenine serin serin geliyordu. İsteksizce acı kararını verdi.
İleri gideceğim anne- gerçi eğer Neh iryeli ö lürse benim de kalb im ö lür. Sadece tek b ir şey rica ediyoru m: Eğer
ölecek o lursa, nasıl yaparsanız yapın onun arayışını devam ettireceğimi b ilmes ini sağlayın.

Asasına dayanan Que-shu Reisinin Kızı iterek alt ın kap ıları açtı ve tapınağa girdi. Kap ılar tam kara ejderha kuyudan
dışarı fırlarken kapanmıştı.

Altınay insanı kuşatan yumuşak karanlığ ın içine adım attı. Önceleri hiçbir şey görmüyordu ama an nesinin sıcak
bağrına sıkı sıkı sarılmış olmanın h issi aklının içinde oynaşıyordu. Etrafında soluk bir ışık parlamaya başladı. A ltınay
karışık bir düzenle döşenmiş karo ların üzerinde yükselen geniş bir kubbenin alt ında olduğunu gördü. Kubbenin
altında, odanın ortasında eşsiz zarafet ve güzellikte mermer b ir heykel duruyordu. Odadaki ışık heykelden
yayılıyordu. Büyülenen Altınay heykele doğru git meye başladı. Hey kel, dökük elb iseler içinde bir kadın heykeliydi.
Mermer yü zü hüzünle karışmış aydınlık bir u mut taşıyordu. Boynunda garip bir tılsım vardı.

"Bu Mishakal, hizmet inde bulunduğum şifa tanrıçası," dedi annesinin sesi. "Onun sözlerin i din le kızım."

Altınay heykelin tam önünde durup, güzelliğini hayranlıkla seyretti. Fakat heykel bit memiş, tamamlan mamış gibi
duruyordu. Heykelin b ir bölü münün olmad ığın ı fark etti Alt ınay. Mermer kadının elleri sanki ince b ir sopa
tutuyorlarmış gibi kıvrılmıştı ama elleri boştu. Farkına b ile varmadan, sadece böylesine muhteşem b ir gü zelliği
tamamlama dürtüsüyle Altınay asasını mermer ellere koyuverdi.

167

166

Asa yumuşak mavi bir ışıkla parlamaya başladı. A ltınay şaşırarak geri-led i. Asanın ışığı gözleri kör eden bir
parlaklığa ulaştı. A ltınay elini gözlerine siper ederek diz çö ktü. Kalbin i büyük ve sevgi dolu bir güç doldurdu. Az
önceki öfkesinden pişman oldu.

"Sorularından utanma sevgili mü rit. Seni bize getiren sorularınd ı ve önündeki birçok sınavda seni dimdik tutacak
olan da öfkendir. Sen gerçeği arayarak geldin ve gerçeğe kavuşacaksın.

"Tanrılar insanlardan yüz çevirmedi -gerçek tanrılara yüz çeviren insanlardı. Krynn en büyük sınavını vermek ü zere.
İnsanlar gerçeğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacak şimdi. Sen mü rid im, tanrıların gerçeğin i ve gücünü
insanlara geri vermelisin. Artık evrenin dengesini sağlamanın zamanı geldi. Kötülük, terazi-. n in gözünü bir yana
yatırdı. A rtık iyilik tanrıları da insanlara geri döndüğü iç m,1 kötü tanrılar da döndü -durmadan insanların ruhlarıy la
uğraşıyorlar. Karanlıklar Kraliçesi geri döndü, bir kez daha yeryüzünde özgürce yürümesine olanak sağlaya-^ çak
şeyi arıyor, Bir zamanlar ölü ler d iyarına kovulan ejderhalar artık toprak üze -İ rinde yürüyor."

Ejderhalar, d iye düşündü Altınay rüyada gibi. Bir türlü konsantre olamıyor, aklından akıp geçen kelimeleri
kavrayamıyordu. Verilen mesajı tam anlamıy la anlaması ancak dalın sonra mü mkün olacaktı. Ondan sonra sözleri
sonsuza kadar hatırlayacaktı.

"Onları yenebilecek gücü kazanabilmen için tanrıların gerçeğine ihtiyacın o lacak -sana vaat edilen en büyük armağan
budur işte. Bu tapınağın alt ında, geçmiş çağların haşmeti tarafından korunan Mishakal Diskleri vardır; parlak
pintinden yuvarlak diskler. Diskleri bul, benim g iicü mii çağırıp ku llanabilirsin çünkü den şifa tanrıçası Mishakal'ım.

"Yolun kolay bir yol değil. Kötülük tanrıları gerçeğin gücünü biliyorlar ve kor-kuyorlar. İnsanların Oniks diye
tanıdığı kadim ve güçlü kara ejderha Kh isanth,* Diskleri koruyor. Yuvası altımızdaki Xak Tsaroth şehrinin
harabeleri arasında. Eğer d iskleri ele geçirme yolunu seçersen önünde tehlike u zanıyor demektir. O yüzden bu asayı
kutsııyorum işte. Korkmadan, tereddüt etmeden nişan al; o zaman başarırsın."

Ses kesildi. O zaman işte, Altınay Neh iryeli'nin ölü m çığ lığ ını duy muştu.

Tanis tapınağa girdiğinde sanki hatıralarında geriye dönmüş gibi o ldu. Güneş, Qualinost'taki ağaçlar arasından
ışıld ıyordu. O, Laurana ve Laura-na'n ın ağabeyi Gilthanas nehir kıyısına u zan mış gülüyorlar, çocuksu bir oyunun
hayallerini paylaşıyorlardı. Tan is için mut lu çocuklu k günleri kısa sürmüştü -yarımelf d iğerlerinden farklı olduğunu
çok erken öğrenmişti. Fakat nehir kıy ısındaki o gün, güneşin altın ışıklarıy la ve sıcacık dostlukla

dolu bir gündü. Hatırasında canlanan o huzur, hüzün ve dehşetini rahatlatarak içini kaplad ı.

Sessizce yanında durmakta olan Alt may 'a döndü. "Neresi burası?" "Bu anlatılması sonraya bırakılması gereken bir
öykü," diye cevap verdi Alt may. Tanis'in ko luna hafifçe dokunarak onu pırıltılı karolardan yürütüp Mishakal'ıfı
mermer heykeli önüne götürdü. Mavi kristalden asa odanın için i parlak bir ışıkla aydın lat ıyordu.

Fakat tam Tan is'in dudakları hayretle aralan mıştı ki b ir gölge odayı kararttı. Tanis ile A ltınay kap ıya doğru döndüler.
İğreti b ir sedye içinde Nehiryeli'nin bedenini taşıyan Caramon ve Sturm gird i içeri. Flint ile Tassle -hoff -cüce çok
yaşlı ve yorgun, kender ise her zaman ki neşeli halinin tersine, boynu bükük görünüyordu - sedyenin iki yanında
duruyorlardı; garip b irer şeref muhafızı gib i. Kasvetli alay yavaş yavaş içeri g irdi. Arkalarından Raistlin geliyordu,
kukuletası başına çekilmiş, elleri cüppesi içinde kavuş-muş,-kendisi de ölü m hayalet iydi.

Bütün dikkatleri taşıdıkları yük ü zerinde mermer zeminde ilerled iler ve Tan is ile Alt ınay'ın önüne gelince durdular.
Altınay'ın ayaklarının d ibindeki bedene bakan Tanis gözlerin i kapattı. Kalın battaniye kan içinde kalmış, kan ku maş
üzerinde kara lekeler b ırakarak yayılmıştı.

"Battaniyeyi açın," diye emretti Alt ınay. Caramon yalvaran bakışlarla Tanis'e baktı.

"Altınay..." diye başladı Tanis kibarca.

Aniden, kimse durduramadan Raistlin eğ ilerek kan içinde kalmış battaniyeyi bedenin üzerinden sıyırıverdi.

Altınay Nehiryeli'n in işkence içindeki bedeninin görüntüsü karşısında boğulur gibi b ir ses çıkarttı ve rengi öyle bir
attı ki bayılacağından korkan Tanis, onu avutmak için elin i uzattı. Fakat Alt ınay güçlü ve mağrur insanların
evladıydı. Yutkundu, derin bir nefes ald ı -t itreyen bir nefes. Sonra dönerek mermer heykele doğru yürüdü. Dikkatlice
mav i kristalden asayı tanrıçanın ellerinden alarak Nehiryeli'nin bedeninin yanında diz çökmek için geri döndü.

"Kan-tokah," dedi yavaşça. "Sevgilim." Titreyen elini u zatarak can çekişen Bo zkırh'n ın aln ına dokundu. Görme
kabiliyetinden yoksun yüz, sanki kadını duymuş gibi ona doğru dönd Kararmış ellerden biri hafifçe seyirdi sanki
kadına dokun mak istiyormuş gibi. Sonra ş iddetle sarsılarak hareketsiz yattı. Asayı Neh iryeli'n in bedeni üzerine
koyarken Alt may'ın yanaklarından gözyaşları akıp g idiyordu. Odayı yu muşak mavi b ir ışık doldurdu. Işığ ın
dokunduğu herkes kendini din len miş ve tazelen miş hissetti. Günlerin zah met inden kaynaklanan ısdırap ları ve
yorgunlukları bedenleri-
169

168

ni bırakıp gitti. Ejderhanın saldırısının dehşeti akıllarından kalktı, aynı sisleri yakan güneş gibi. Sonra asanın ışığı
kararak söndü. Mermer heykelden yayılan ışıkla aydınlanan tapınağa gece çöktü.

Tanis gözlerini kırpıştırdı, gözlerini bir kez daha karan lığa alıştırmaya çalışarak. Sonra derin bir ses duydu.

"Kan-tokah neh sirakan."

Altmay'ın neşeyle haykırdığın ı işitti. Tanis, Neh iryeli'n in. cesedi olması gereken şeye baktı. A ma Bozkırlı'nın
doğrulup oturduğunu ve kollarını Al- , tınay'a doğru uzattığın ı gördü. Kadın adama sarıldı sıkı sıkı, hem gülüyor •]
hem de ağ lıyordu.

"Yani," dedi onlara A ltınay, öyküsünün sonuna gelerek, "tapınağın alt ında bir yerlerde bulunan yıkık şehire inen bir
yol bulmalı ve d iskleri ejderhanın ininden çıkart malıyız."

Tapınağın ana odasının zeminine oturmuşlar sade bir akşam yemeği y iyorlardı. Çabucak yapılan b ir inceleme
binanın boş olduğunu ortaya çıkarmıştı; gerçi Caramon merdivenlerde ejderan larla ne olduğunu an layamadığı bir
şeylerin izlerine rastladığ ını söylemişti.

Tapınak büyük sayılmazd ı. Tap ın ma odaları, heykelin bulunduğu ana odaya giden holün iki tarafında bulunuyordu.
Ana odadan kuzeye ve güneye doğru iki yuvarlak oda ayrılıyordu. Duvarlar artık yosunlarla kaplan mış,
tanınmayacak b içimde solmuş fresklerle doluydu. Çifte kanatlı iki altın kapı doğuya doğru açılıyordu. Caramon
buradan aşağıdaki yıkık kente inen merdivenler bulduğunu bildirmişti. Kıyıya vuran dalgaların belli belirsiz sesleri
duyulabiliyor, bu sesler onlara Yen ideniz'e bakan büyük bir uçuru mun üzerinde tünemiş durduklarını hatırlatıyordu.

Yo larkadaşları, her biri kendi düşüncelerine dalmış, Alt may'ın verd iği haberleri hazmet meye çalışarak oturuyordu.
Bir tek Tasslehoff odalara g irip çıkmaya, karanlık köşelere gö z at maya devam ediyordu. Pek ilgi çekici bir şey
bulamayan kender sıkılarak, elinde bir miğferle grubun yanına döndü. Miğfer kender için çok büyüktü; zaten
kenderler son derece rahatsız edici ve kısıtlay ıcı buldukları için h iç miğfer giy mezlerdi. M iğferi cüceye attı.

"Nedir bu?" diye sordu Flint kuşkuyla, miğferi Raistlin'in asasından çıkan ışığa doğru tutarak. M iğferin kadim bir
tasarımı vard ı; hünerli bir demirci tarafından çok hoş işlen mişti. Mutlaka b ir cücedir diye karar verd i Flint, elini
miğferin ü zerinde sevgiyle gezdirerek. M iğferin tepesini uzun bir hayvan kuyruğu süslüyordu. Flint giy mekte olduğu
ejderan miğferini yere fırlattı. Sonra yeni bulunan miğferi başına taktı. Tamı tamına uydu

miğfer. Gülü mseyerek miğ feri çıka rttı, b ir kez daha işçiliğine hayran oldu. Tan is onu zevkle seyrediyordu.

"O, atkuyruğu," dedi, miğferin tepesindeki kuyruğu işaret ederek.

"Hnyır, değil!" d iye karşı çıktı cüce kaşlarını çatıp. M iğferi kokladı, burnunu kırıştırdı. Hapşurmay ınca Tanis'e
zaferle baktı. "Bu b ir g rifon yelesi."
Caramon kahkahalarla gürledi. " Grifon!" Burun kıv ırd ı. "Krynn'de ne kadar grifon varsa o kadar da..."

"Ejderha vard ır," d iye söze karıştı Raistlin.

Sohbet hemen bitiverdi.

Sturm boğazını temizledi. "Biraz uyusak iyi olacak," dedi. "İlk nöbeti ben alıyoru m."

"Kimsenin bu gece nöbet tutmasına gerek yok," dedi Altınay yavaşça. Nehiryeli'nin yanında oturuyordu. Bozkırlı
ölümün temasından sonra pek konuşmamıştı. Uzun süre Mishakal'ın heykeline baktıktan sonra, ona asayı veren mav i
ışıklar içindeki kadını hatırlamıştı ama bütün soruları cevaplandırmayı ve bu konuda tartışmayı reddetmişti.

"Burada emniyetteyiz," diye beyan etti Altınny heykele doğru bakarak.

Caramon kaşlarını kaldırdı. Sturm yüzünü asarak bıyıklarını sıvazladı. Her iki adam da, Alt may'ın sözüne
güveniyordu ama Tan is her iki savaşçının da eğer bir nöbetçi bırakılmazsa rahat edemeyeceklerini biliyordu. Öte
yandan şafak vaktine pek bir zaman kalmamıştı ve hepsinin din len meye ihtiyacı vardı. Raistlin cüppesine bürünmüş
odanın karanlık bir köşesinde uyumuştu bile.

"Bence Altınay haklı," dedi Tasslehoff. " Görünüşte onları bulduğumu za göre gelin eski tanrılara güvenelim."

"Elfler onları hiç kaybetmemişti; cüceler de," diye karşı çıkt ı Flint kaşlarını çatarak. "Bütün bunların h içbirini
anlayamıyoru m! Belli ki Reorx eski tanrılardan biri. Afet'ten önce de ona tapıyorduk."

"Tapmak mı?" d iye sordu Tanis. "Yoksa halkın ız Krallıktan uzaklaştırılıp Dağ'm alt ına kapatıldığ ı için yeis içinde
bağırmanızı mı kastediyorsun. Hayır, köpürme..." Tanis cücenin yüzünün çirkin bir al ile kızard ığın ı görünce elini
kald ırdı. " Elflerin duru mu daha iyi değil. Biz de tanrılara ana vatanımız çoraklaşınca seslendik. Bütün tanrıları
biliyoruz ve an ılarına saygı duyuyoruz -aynı ölü lere saygı göstermemiz gerektiğ i gib i. Elf papazlar ço ktan yok oldu,
aynı cüce papazlar gibi. Şifacı M ishakal'ı hatırlıyoru m. Küçükken onun hakkında anlatılan hikayeleri hatırlıyoru m.
Ejderhalarla ilgili öyküleri de hatırlıyorum. Çocuk masalları, derdi Raistlin. Sanki çocuk luğumu z hort ladı önü müze
çıkt ı -belki de kurtarmak içindir, bilmiyoru m. Bu akşam iki mucizeye tanık oldu m b iri kötü, biri iy i. A ma eğer
duyularımın

171

170

*verilerine güvenmem gerekiyorsa, her ikisine de inanmam lâzım. Yine de..." Yarımelf içini çekti. "Bence bu gece
nöbet tutmalıyız. Üzgünüm hanımefendi. İnancımın sizinki kadar güçlü o lmasını isterdim."

İlk nöbeti Sturm ald ı. Diğerleri battaniyelerine sarınarak, karoların üzerine yattılar. Şövalye mehtapla aydınlanan
tapınak içinde yürüdü, sessiz odaları, b ir tehdit hissettiğinden değil de daha çok alışkanlıktan kontrol etti. Dışarıda
rüzgarın, kuzeyden savrulup gelerek soğuk soğuk ve hiddetle estiğini duyabiliyordu. Fakat içerisi garip bir biçimde
sıcak ve rahattı -çok rahat.

Heykelin kaidesine oturan Sturm tatlı b ir huzurun içine süzüldüğünü hissetti. Hayret ederek d ikildi ve üzüntüyle
neredeyse nöbet sırasında uykuya dalmış olduğunu fark etti. Bu olacak şey değildi! Kendisini acımasızca azarlayan
şövalye nöbeti boyunca yürümeye karar verdi; -iki saat ceza olarak. Kalkmaya başlamıştı ki durdu. Bir şarkı sesi, bir
kadının şarkı söyleyen sesini duydu. Sturm deliler g ibi etrafına bakındı, eli kabzasında. Sonra eli kabzasından kaydı.
Hem sesi, hem de şarkıyı hatırlıyordu. Annesinin sesiydi. Sturm b ir kez dah a annesinin yanındaydı. Solamn ia'dan
kaçıyorlar,

-Solace'a varmadan ölecek olan- tek bir güvenilir hizmet li haricinde, tek başlarına yolcu luk ed iyorlard ı. Şarkı,
ejderhalardan da eski olan o sözsüz ninnilerden biriyd i. Sturm'ün annesi çocuğuna sıkı sıkı sa rılmış, bu hoş, insanı
rahatlatan şarkıyı söyleyerek korkusunu yenmeye çalışıyordu. Sturm'ün gözleri kapandı. Uy ku onu da, bütün
yolarkadaşlarını kutsadığı gibi kutsadı.

Raistlin'in asasından çıkan ışık bütün parlaklığıy la parıldıyor, karan lığ ı u zaklaştıny ordu.

172
17

Ölülerin yolu. 'Raistlin'in yeni arkadaşları

Karolu zemin ü zerine çarpan metal sesi Tanis'i uykusundan sıçrata-ak uyandırdı. Telaşla doğrulup otururken eliyle
kılıcın ı arandı.

"Özür d ilerim," dedi Caramon mahcup bir yü zle sırıtarak. " Göğüs zırhımı düşürdüm."

Tanis esnemeye dönüşen derin bir nefes aldı, gerind i ve yeniden battaniyesi üzerine u zandı. Tassİehoff un yardımıyla
zırhlarını g iyen Cara -mon'un görüntüsü o gün neyle yüzyüze olduklarını hatırlattı yarımelfe. Neh iryeli almış oldağu
bir kılıcı parlatırken Sturm'ün de zırhını ilikled iğini gördü. Tanis, o gün neler olab ileceğ i düşüncesini sebatla
aklından uzaklaştırdı.

Bu kolay bir iş değildi özellikle de Tanis'in elf tarafı için -cifler yasama saygı gösterirler ve her ne kadar ölü mün
sadece varlığ ın daha yüksek kat manlarına b ir geçiş olduğunu düşünseler de herhangi bir yarat ığın ö lü mü yaşamın bu
kat manında bir eksilme olarak görülürdü. Tanis o gün, insan

173

yarısının baskın çıkması için kendini zorlad ı. Öldürmek zorunda kalab ilirdi, hatta belki de bu sevdiği kişilerin b irden
fazlasının ö lü münü kabullen mek zorunda da kalabilirdi. Bir gün önce, Nehiryeli'n i kaybettiklerin i zan -netiklet i
zaman neler h issettiğini hatırladı. Yarımelf kaşların ı çatarak aniden oturdu sanki kötü bir rüyadan uyanmış gibi
hissediyordu kendini. "Herkes kalktı mı?" d iye sordu, sakalını sıvazlayarak. Flint sert adımlarla ona doğru gidip iri
bir d ilim ekmek ile b iraz kuru geyik eti verdi. "Kalkıp kahvalt ılarını ettiler bile," diye mırıldandı cüce. "Bütün bir
Afet boyunca uyuyabilird in Yarımelf."

Tanis iştahsız iştahsız bir lokma geyik et i ısırd ı. Sonra burnunu kırıştırarak kokladı. "Bu ko mik ko ku da ne?"

"Büyücünün bir terkibi." Cüce yüzünü buruşturdu Tanis'in yanına çökerken. Flint bir tahta bloğu çıkartarak oy maya,
hiddetle yontmaya, yongaları etrafta uçuşturmaya başladı. "Bir kupada bir şeyler dövüp sonra su ekledi. Karıştırıp
içti ama o lağım ko kusunu yaydıktan sonra. İçinde neler olduğunu bilmed iğim için çok mutluyum."

Tanis de cücenin fikrine kat ıld ı. Geyik et ini çiğnedi. Raistlin art ık büyü kitabın ı okuyor ve aklına iyice kazıy mcaya
kadar sözcükleri tekrar edip duruyordu. Tanis, Raistlin'in bir ejderhaya karşı etkili o labilecek ne gibi bir büyüsü
olduğunu merak etti. Seneler önce bir elf halk ozan ı olan Quivalen Soth'tan duymuş olduğu- ejderha irfanından
hatırlayabildiği kadarıy la, sadece kendilerine has büyüler yapabilen en büyük büyücülerin büyülerinin ejderhaları
etkileme ihtimali vard ı.

Tanis büyü kitaplarına dalmış başını sallayan narin yapılı genç adama baktı. Raistlin yaşma göre güçlü o labilirdi ve
mutlaka hem kurnaz hem de zeki biriydi. Fakat ejderhalar kadimd i. Onlar ilk ciflerden önce de Krynn'de bulunuyor
-ırkların en eski olanıyd ılar- topraklar üzerinde gezin iyorlardı. Tabii ki yolarkadaşların ın bir gece önce konuştukları
planlan bir işe yararsa, ejderha ile karşılaşmak zorunda kalmazlard ı. Onlar sadece ini bulup disklerle b irlikte kaçmayı
planlıyorlard ı. Gü zel b ir plan, d iye düşündü Tanis; aslında büyük bir iht imalle rü zgardaki du man kadar da kıy meti
vardır. Ümitsizlik rutubetli bir sis gibi ü zerine çökmeye başladı.

"Evet, ben hazırım," diye beyan etti Caramon neşeyle. Koca savaşçı zırh ı içinde kendin i anlat ılamayacak kadar iyi
hissediyordu. Ejderha bu sabah pek de önemsiz b ir rahatsızlık g ibi geliyordu ona. Çamur içinde kalmış giysilerini
torbasına tıkıştırırken eski bir marşı yalan yanlış çalıyordu ıslığ ıyla. Zırhın ı ö zenle giy miş, gözleri kapalı duran
Sturm yolarkadaşlanndan ayrı oturuyor, kendisini zihinsel olarak dövüşe hazırlayarak şövalyelerin gizli ola rak
yaptıkları b ir ayini icra ediyordu. Tanis gergin b ir halde üşüyerek

ayağa kalkt ı, kan dolaşımını hızlandırmak ve kaslarındaki tutukluğu gidermek için et rafta hareket et meye başladı.
Elfler, alacakları canlar için ö zür d ilemekten başka savaştan önce b ir şey yapmazlardı.

"Biz de hazırız," dedi Alt ınay. Kenarları kürklü, yu muşak deriden ağır, gri b ir tunik g iy mişti. Gü müşsü altın rengi
saçlarını örerek başına toplamıştı -düşman lar saçlarından tutamasınlar diye önlem olarak.

"Evet, şu işi bitirelim art ık." Tanis Nehiryeli'n in ejderan kamp ından aldığı yayını ve sadağını o mu zuna astı. Buna
ilaveten Tanis bir hançer ve kılıçla da kuşanmıştı. Sturm'ün çift elli kılıcı vardı. Caramon kalkanını, kılıcını ve
Nehiryeli'nin yürüttüğü iki hançeri taşıyordu. Flint kaybetmiş olduğu savaş baltasının yerine ejderan kamp ında
bulduğu bir baltayı almıştı. Tasslehoff'un hoopakı ile bulduğu küçük b ir hançeri vardı. Hançeriy le büyük bir gurur
duyuyordu ve Caramon'un, hiddetli b irkaç tavşana rastgelirlerse Tas'ın hançerin in çok işe yarayacağını söylemesine
çok bozulmuştu. Nehiryeli kılıcını sırtına kuşanmıştı ve hâlâ Tanis'in hançerini taşıyordu. Altınay asadan başka silah
taşımıyordu. Başımızdan tırnağımıza kadar silah landık, diye düşündü Tanis karamsarca. Ne işimize yarayacaks a.

Yo larkadaşları Mishakal'ın dairesinden ayrıldı, en son Altınay çıkmıştı. Tn m geçerken heykele eliyle kibarca
dokunarak içinden sessiz bir dua okudu.

Başı Tas çekiyordu, mutlu mesut zıplayarak; tepekuyruğu arkasında zıplay ıp duruyordu. Hakiki, canlı b ir ejderha
görecekti! Kender daha heyecan verici b ir şey düşünemezdi.

Caramon'un yönlendirmesiy le çifte kanatlı bir çift alt ın kapıdan daha geçerek doğuya yöneldiler ve daire biçiminde
bir odaya vardılar. Tam ortada yüksek kaygan bir tabakayla sıvanmış bir heykel kaidesi vardı -o kadar yüksekti ki,
üzerinde bir şey vardıysa bile Nehiryeli dahi göremiyordu. Tas tam altında durmuş, özlemle yukarı bakıyordu.

"Dün akşam t ırman maya çalıştım," dedi, "ama çok kaygan. Acaba yukarıda ne var?"

"Eh, her ne var ise orada, sonsuza kadar kenderlerden uzak kalmak zorunda," diye kesti sözünü Tanis huzursuzca.
Döne döne karanlığa doğru inen merdivenleri incelemek için ilerledi. Basamaklar kırılmış, çürü müş otlar ve
mantarlarla kaplan mıştı.

"Ölülerin Yolu," dedi Raistlin aniden.

"Ne?" diye irkild i Tanis.

"Ölülerin Yolu," diye tekrarladı büyücü. "Bu merdivenin adı budur."

"Reorx ad ına, sen nereden biliyorsun?" diye homurdandı Flint.

"Bu şehir hakkında bir şeyler o kudum," diye cevapladı Raistlin fısılt ılı sesiyle.

175

"İlk defa böyle bir yer duyduk," dedi Sturm soğuk soğuk. "Bize söylemed iğin daha neler b iliyorsun?"

"Birço k şey şövalye," diye cevap verdi Raistlin kaşlarını çatarak. "Sen ve kardeşim tahta kılıçlarla oynarken ben
bütün'zamanımı çalışarak geçiriyordum."

"Evet, karanlık ve gizemli şeyleri çalışıyordun," diye dudak büktü şövalye. "Yü ksek Büyü Kulelerinde gerçekten de
neler olup bitt i Raistlin? Bu harika güçlerin i karşılıksız kazan mış olamazsın. O Ku le'de neleri feda ettin? Sağlığ ını
mı...ruhunu mu!"

"Ben Kule'de kardeşimin yanındaydım," dedi Caramon, genellikle neşeli o lan yüzü şimdi bitkindi. "Onun güçlü
büyücülerle ve sih irbazlarla b irkaç basit büyüyle dövüşüşüne tanık oldum. Onlar bedenini paramparça etseler J de,
onları yendi. O ko rkunç yerden taşıdım onu, ölürken. Ve ben..." Koca adam tereddüt etti.

Raistlin hemen ileri bir adım atarak soğuk, ince elini ikizin in koluna koydu.

"Söylediğin şeye dikkat et," diye t ısladı.

Caramon kesik kesik b ir nefes ald ı ve yutkundu. "Ben neyi feda ettiğin i b iliyoru m," dedi savaşçı güçlü bir sesle.
Sonra başını gururla kaldırdı. "Bu konuda konuşmamız yasaklandı. Fakat sen beni uzun yıllardır tanırsın Sturm
Brightblade ve sana şeref sözü veriyoru m -kardeşime bana güvendiğin gibi güvenebilirsin. Eğer bunun doğru
olmadığı bir zaman gelirse hem benim hem de onun ölü mü tez o lsun."

Bu yeminle b irlikte Raistlin'in gözleri kısıldı. Kardeşini düşünceli, kasvetli bir bakışla süzdü. Sonra Tanis büyücünün
dudakların ın kıvrıldığın ı gördü, o ciddi suratı, her zamanki iğneleyici ifadesiyle silindi. Bu hayret verici bir
değişimd i. Bir an için ikizlerin birbirlerine olan ben zerlikleri dikkat çekmişti. Şimd i ise bir madalyonun iki yüzü gib i
birbirlerinden farklıydılar.

Sturm ileri bir adım atarak Caramon'un elin i kavradı; elin i sıkı sıkı, hiçbir şey söylemeden sıktı. Sonra Raistlin'e
bakmak için döndü, ona aşikar.bir tiksinti ile bakmaktan kendin i alamıyordu. "Özür dilerim Raistlin," dedi şövalye
gergin bir biçimde. " Bu kadar sadık bir kardeşin olduğu için minnettar olmalısın."
"A, öyleyimd ir," diye fısıldadı Raistlin.

Tanis büyücüye sertçe baktı, büyücünün tıslayan sesindeki alayı kendisin in hayal edip et memiş olduğunu merak
ederek. Yan melf kuru dudakların ı yalad ı, an i acı bir tat vardı ağ zında. "Bize burada rehberlik eder misin?" diye
sordu'birden bire.

"Edebilird im," diye cevap verdi Raistlin, "eğer Afet'ten önce gelmiş ol- /1| saydık buraya. Ben im çalıştığım kitaplar
yüzlerce yıl öncesine aitti. Afet sı-

rasında, Ateşten dağlar Krynn'e çarptığında Xak Tsaroth şehri bir uçuru mun kenarından yuvarlanmıştı. Bu merdiveni
tanıdım çünkü merdiven hâlâ ayakta. Gerisindekilere gelince..." Omu zlarını silkti.

"Merdivenler nereye çıkıyor?"

"Atalar Sarayı diye bilinen bir yere. Xak Tsaroth rahipleri ve kralları oradaki yeraltı kemerleri arasına
gömülmüşlerd i."

"Haydi harekete geçelim," dedi Caramon terslikle. " Burada bütün yaptığımız kendi kendimizi korkut mak."

"Evet." Raistlin başıyla onayladı. " Git memiz, hem de h ızla git memiz gerek. Hava kararmcaya kadar vaktimiz var.
Yarın şehir kuzeyden gelen ordular tarafından istila edilecek."

"Hah!" Sturm kaşların ı çattı. "Sen bildiğin i iddia ettiğin birço k şeyi biliyor olabilirsin büyücü, ama bunu bilemezsin!
Gerçi Caramon haklı -burada çok oyalandık. Ben önden gideyim."

Merdivenlerden in meye başladı, kaygan zemin ü zerinde kay ma mak için dikkatlice hareket ed iyordu. Tanis
Raistlin'in gözlerini -husumet dolu dar; alt ından o dar yarıkları- Sturm'ü izlerken gördü.

"Raistlin onunla gid ip yolu aydınlat," diye emretti Tan is, Sturm'ün ona yönelen kızgın bakışlarını görmemezlikten
gelerek. "Caramon, Alt ınay ile yürü. Nehiryeli ile ben artçılık ederiz."

"O zaman biz nerede oluyoruz?" Flint kendere doğru homu rdandı Altınay ile Caramon'un arkasından takip ederken.
"Her zamanki g ibi ortada. Sadece gereksiz bohçalar..."

"Orada her şey olabilir," dedi Tas geride kalan heykel kaidesine bir bakarak. Belli ki söylenenlerin bir kelimesini b ile
duymamıştı. "Uzakları gören kristal bir küre, b ir zamanlar bende olan yüzük gib i sihirli bir yüzük. Sana h iç sihirli
yüzüğümden söz etmiş miydim?" Flint homurdandı. Tanis, ikisi merdivenlerde gözden kayboluncaya kadar kenderin
gevezelik eden sesini duyabiliyordu.

Yarımelf, Neh iryeli'ne döndü. "Sen buradaydın... burada olmuş olman gerek. Sana asayı veren tanrıçayı gördük.
Buradan aşağıya indin mi?"

"Bilmiyoru m," dedi Nehiryeli bezg in bezg in. "Bu konuda hiçbir şey hatırlamıyorum. Ejderhadan başka hiçbir şey."

Tanis sustu. Ejderha. Her şey ejderhada kilitleniyordu. Yaratık herkesin kafasında büyüyordu. Ve Krynn'in en
karanlık efsanelerinden tüm haşmet iyle fırlayıp gelmiş bir canavar karşında bu minik g rup ne kadar da zayıf
görünüyordu. Ama neden? diye düşündü Tanis acı acı. Acaba bu kadar olmayacak bir grup kahraman daha
düşünülebilir miydi -didişen, ho murdanan, tartışan-; bir yarısı, d iğer yarısına güvenmiyordu. " Biz seçilmiştik." Bu
düşünce onu biraz rahatlattı. Tanis, Raistlin'in sözlerini hatırladı: "Kim seçti bizi -ve neden!" Yan melf düşünmeye
başlamıştı.

177

176

Tepe yamacının derinliklerine durmadan döne döne inen dik merdivenden aşağıya sessizce ilerliyorlardı. İlk
başlarda, döne döne inerlerken her yer çok karan lıktı. Sonra yolları, sonunda Raistlin'in asasının ışığını
söndü-rebileceği kadar aydın landı. Kısa bir süre sonra Sturm elin i kald ırarak yanındakileri durdurdu. Ötelerinde
birkaç ayaktan daha uzun olmayan bir koridor u zanıyordu. Bu da, gerisindeki geniş açıklık bir sahayı gözler önüne
seren büyük kemerli b ir kapıya çıkıyordu. Soluk gri bir ışık süzü ldü koridora, rutubet ve çürümüş bir şeylerin
kokusuyla birlikte.

Yo larkadaşları uzun süre, dikkatle etrafı din leyerek durdular. A kıp g iden suyun sesi, hemen hemen bütün diğer
sesleri bastırarak aşağılarından, kapının gerisinden biryerden geliyor gib iydi. Yine de Tanis'e başka bir ses daha
duymuş gibi geldi.-keskin b ir şaklama sesi- ve yerdeki gümbürtüleri ve zonklamaları duy maktan çok hissediyordu.
Fakat bu uzun sürmedi ve keskin şaklama sesi bir daha tekrarlamad ı. Sonra, akıllarını daha da karıştı-rırcasına ara
sıra tiz b ir g ıcırtın ın kestiği metalik bir sürtünme sesi geldi. Tanis Tasslehoff'a baktı, sual edercesine.

Kender o muzlarını kaldırdı. "Hiçbir fikrim yok," dedi başını u zatıp da-] ha yakından dinleyerek. "Hiç böyle bir şey
duymadım Tanis, sadece bir resinde..." Durdu, sonra başını salladı. " Gidip bakmamı ister misin?" diye! sordu büyük
bir istekle.

"Git."

Tasslehoff kısa koridordan süzüldü, bir gölgeden bir gölgeye kaçarak. Dikkat çekmek istemediğ i zaman b ir kender,
halı ü zerinde koşan bir fare-j den daha az ses çıkartır. Kapıya vararak dışarıya b ir gö z attı. Önünde bir f zaman lar b ir
tören salonu olması gereken büyük bir alan uzan ıyordu. Ata-, lar Sarayı, demişti Raistlin buraya. Art ık Yıkıntılar
Sarayı idi. Doğu tarafın-j daki zeminin bir kısmı kötü bir kokunun sis ile birlikte kaynayıp çıktığ ı bir çuku r içine
çökmüştü. Tas, yerde başka kocaman çukurların da açılmış olduğunu fark etti; bu arada koca taş karolar mezar taşlan
gibi dikilmişti., Ayağının altındaki zemin i dikkatle kontrol ederek salona çıktı kender. Sisin içinde, güney
duvarındaki karanlık bir kapıy ı anca fark etti...ve ku zeyde de başka bir tane vardı. O garip gacırtı sesi güneyden
geliyordu. Tas dönerekı o tarafa doğru yürümeye başladı.

Aniden kuzeyden, tam arkasından o gümbürdeyen, zonklayan sesi duy -i dü ve yerin sallan maya başladığını h issetti.
Kender aceleyle kuyu merd ivene geri koştu. Arkadaşları da sesi duymuş, silah lan ellerinde duvara yapı: mışlard ı.
Zonklama sesi yüksek bir "şuuuş" sesine dönüşmüştü. Sonra on on beş bodur karaltı kemerli kap ının önünden geçip
gittiler aceley le. Y sarsıld ı. Ağır b ir nefes sesi ile arada bir mın ldanan bazı sözler duydular,

Sonra suretler sis içinde kayboldu, güneye doğru. Keskin çatırtı tekrarlandıktan sonra sessizlik oldu.

"Cehennem adına, neydi bu?" diye nida etti Caramon. "Onlar ejderan değild i; tabii kısa ve tıknaz b ir cins
geliştirdilerse o başka. Nereden geldiler öyle?"
"Salonun kuzey ucundan geldiler," dedi Tas. "Orada bir kapı var, bir de güneyde. O garip gacırt ı sesleri güneyden
geliyor, o şeylerin gitt ikleri yönden."

"Doğuda ne var?" diye sordu Tanis.

"Duyduğum dökülen sudan tahmin ettiğime göre üç yüz metre kadar b ir uçuru m var," diye cevap verdi kender.
"Zeminde bir çu kur oluş muş. Orada yürü menizi tavsiye etmem."

Flint havayı kokladı. "Bir koku alıyoru m...tanıd ık bir ko ku. Ne olduğunu çıkartamıyoru m."

"Ben ölü mün kokusunu alıyoru m," dedi A ltınay titreyip asasına sarılarak.

"Hayır, bu daha kötü bir şey," diye mırıldandı Flint. Sonra gö zleri açıldı, yüzü h iddet ve öfkeyle kızardı. "Bu ldum!",
diye gürledi. "Lağ ım cüceleri!" Savaş baltasını açtı. "O sefil min ik şeyler onlard ı iş te. Evet, artık lağım cücesi
olmaya devam edemeyecekler. Kokuşan birer ceset olacaklar!"

İleri fırladı. Tanis, Sturm ve Caramon onun peşinden koşup koridorun sonunda yakalaya rak geri çekt iler.

"Sessiz o l!" diye emretti Tan is tükürükler saçan cüceye. "Şirndi, bunların lağım cücesi olduğuna ne kadar eminsin?"

Cüce kendisin i Caramon'un elinden hiddetle kurtardı. "Emin o lmak mı!" diye başladı gürleyerek, sonra yüksek bir
fısıltıya indi. "Beni üç y ıl hapsetmemişler miydi?"

"Öyle mi o lmuştu?" diye sordu Tanis hayretle.

"İşte o yüzden son beş yıldır nerede olduğumu size anlat mamıştım," dedi cüce utançtan kızararak. Yü zü karard ı.
"Ama öcümü alacağıma yemin ettim. Karşılaştığım her lağım cücesini öldüreceğim."

"Bir dakika," diye söze karıştı Sturm. "Lağ ım cüceleri kötü değildir -en azından goblinler gibi değild ir. Burada
ejderanlarla yaşayıp da ne yapıyorlar?"

"Esirler," diye cevap verdi Raistlin soğuk bir sesle. "Belli ki lağım cüceleri burada yıllardır yaşıyorlarmış, belki de
şehir terk ed ild iğinden beri. Ejderanlar diskleri koru mak için yollandığında, belki de lağım cücelerini burada bularak
onları işlerinde ku llan mak için esir et mişlerd ir."

"O zaman bize yard ım edebilirler," d iye mınldandı Tanis.

178

179

"Lağım cüceleri!" diye patlad ı Flint. " Güvenecek misiniz o min ik, pis..."

"Hayır," dedi Tan is. "Onlara güvenemeyiz elbette ki. Fakat hemen hemen bütün esirler efendilerine ihanet etmeye
hazırdır ve lağ ım cüceleri de; -cücelerin çoğu gibi- kendi reisleri d ışındakilere pek sadık olmazlar. Eğeri kendi p is
derilerini tehlikeye sokacakları bir şey istemezsek onların bize yard ım et melerin i sağlayabiliriz belki."

"Eh bir u macın ın gerisi olayım!" dedi Flint tiksintiyle. Baltasını yere fırlat -, ti, torbasını hızla çıkartıp duvara
fırlatarak kollarını kavuşturdu. "Gid in siz. Gid in dostlarınızdan yardım isteyin. Ben si/in le olmayacağım! Size
yardım ederler mutlaka! Size yardım ederler tam ejderhanın burnuna gidesiniz diye!"

Tanis ile Sturm kay ıkta o lanları hatırlayarak endişeyle bakıştılar. Flintj

inanılmayacak kadar inatçı olab ilirdi ve Tan is'e, bu kez cüceyi kıpırdatma -j

nın imkânsız olması hiç de u zak bir ihtimal g ibi gelmiyordu.

"Bilmiyoru m." Caramon için i çekerek başını salladı. "Cücenin gelmeme-;

si hiç de iy i o lmayacak. Eğer lağım cücelerinin b ize yardım et melerini sağ -;

lasak bile bu pislikleri kim hizaya sokacak?"

Caramon'un bu kadar kurnaz o labilmesine hayret eden Tanis gülümse-j

yerek savaşçının oyununu sürdürdü. "Sturm herhalde."

"Sturm!" Cüce birden bire ayaklandı. "Düşman ı sırt ından bıçaklamayan; şövalye mi? Sizin bu kötü yaratıkları
tanıyan birine ihtiyacınız var..."

"Haklısın Rint," dedi Tanis ciddiyetle. " Galiba senin de bizimle gelme: lâzım."

"Hiç kuşkun olmasın," diye homurdandı Rint. Eşyalarını alıp ko ridoı boyunca sert adımlarla yürüdü. Arkasını döndü.
"Geliyor musunuz?"

Tebessümlerini gizleyen yolarkadaşlan cüceyi izleyerek Atalar Saray ı'n çıkt ı. Duvara yakın yürüyorlar, o güvenilmez
zeminden sakınıyorlardı. Güneye yollandılar, lağım cücelerin i izleyerek ve önce güneye doğru bir yüz metre g ittikten
sonra sert bir kavisle doğuya dönen, pek aydınlatılma^ mış bir geçide girdiler. Bir kez daha şaklama sesini duydular.
Metalik sürj tün me sesi durmuştu. Aniden arkalarından ayak sesleri gelmeye başladı.

"Lağım cüceleri!" diye ho murdandı Flint.

"Dönün!" diye emretti Tanis. "Üzerlerine atlamaya hazır o lun. Ortalı ayağa kaldırmalarına izin veremey iz!"

Herkes kılıçlan ellerinde hazır, duvara yapıştı. Flint savaş baltasını tutu -yordu, yüzünde onları bekleyen bir ifadeyle.
Geniş salona geri bakara kendilerine doğru koş makta olan b ir grup bodur şişman suret gördüler.

Aniden, lağım cücelerinin lideri başını kald ırarak onları gördü. Caramon koş makta o lan minik suretlerin önüne
atlayarak, koca kolunu emre -dercesine kaldırd ı. "Du run!" Lağ ım cüceleri başların ı kald ırıp ona baktılar,
etrafın ı ald ılar ve b irdenbire doğudaki dönemeçte gözden kayboluverdiler. Caramon arkalarından hayretle bakmak
için döndü.

"Durun..." dedi gönülsüzce.

Bir lağım cücesi başını dönemeçten geri çıkartt ı, Caramon'a dik d ik baktı ve kirli parmağ ını dudaklarına götürdü.
"Şnışşşt!" Sonra bu bodur suret de gözden kayboldu. Şaklama ve gacırtı sesinin yeniden başladığını duydular.

"Sizce neler oluyor?" diye sordu Tanis hafifçe.

"Hepsi böyle midir?" dedi Alt ınay gözleri hayret le açılarak. "Öyle p is ve pej mürdeler ki; sonra bütün vücutları yara
bere içinde."

"Ayrıca bir kapı ku lpu kadar beyin leri vardır," diye ho murdandı Flint.

Grup elleri silahlarında, d ikkatle köşeden döndü. Boğucu hava içinde titreşen ve tüten meşalelerin aydın lattığı u zun
dar bir koridor doğuya doğru uzanıyordu. Işık, yoğunlaşmış nemle ıslan mış duvarlardan yansıyordu. Sadece bir
karanlığı gözler önüne seren kemerli kapılar açılıyordu koridor boyunca.

"Yeraltı kemerleri," diye fısıldadı Raistlin.

Tanis ürperdi. Tavandan üzerine su damladı. Metalik gacırtı sesi daha yüksek ve daha yakındı artık. Altınay
yarımelfin koluna dokunarak işaret etti. Tan is, koridorun diğer tarafında bir kapı gördü. Açıklığ ın gerisinde başka bir
koridor, bu koridor ile T şeklinde birleşecek biçimde uzan ıyordu. Bu koridor lağım cüceleriyle doluydu.

"Acaba ufaklıklar niye sıra olmuşlar," dedi Caramon.

"Bu, öğrenebilmek için tek şansımız," dedi Tanis. Tam ileri doğru atılıyordu ki büyüc ünün elini kolunda hissetti.

"Bu işi bana bırak," diye fısıldadı Raistlin.

"Biz de seninle gelsek fena olmaz," diye beyan etti Sturm ciddiyetle, "tabii ki seni koru mak için."

"Tabii," diye burun büktü Raistlin. "Pekala ama beni rahatsız et mey in."

Tanis başıyla onayladı. "Flint sen Nehiryeli ile koridorun bu ucunu koru." Rint karşı çıkmak içini ağzını açt ı sonra
yüzünü asıp Bozkırlı'nın arkasında durmak için geri bir adım attı.

"Benim iyice arkamda durun," diye emretti Raistlin sonra koridor boyunca ilerledi; kırmızı cüppesi bileklerinde
hışırdıyor, her adımında Magius'un Asası yerde hafifçe takırdıyordu. Tanis ile Sturm ü zerinden sular akan duvarların
kenarından giderek onu izliyordu. Yeraltı kemerlerinden soğuk hava akıyordu dışarı. Bir tanesinin içine bakan Tanis
su yüzünden çatırdayarak yanan meşalenin ışığında bir lahitin kara hatlarının yansıdığını görebiliyordu. Tabut
dikkatle oyulmuş ve artık parlaklığın ı y itirmiş altınla süslenmişti. Yeraltı kemerleri ü zerinde boğucu bir hava asılı
kalmış-

181
18O

ti. Mezarlardan bazıları kırılmış ve yağ malan mış gibi görünüyordu. Karan| lık içinden sırıtan bir kelleye takıldı
Tanis'in gözleri. Bu kadim ölü ler, hul zurları rahatsız edild i diye öç almayı düşünüp düşünmüyorlar mı acnbal diye
merak etti. Tanis gerçeğe dönmek için kendin i zorladı. Gerçek de yete rince kasvetliydi zaten.

Raistlin koridorun sonuna yaklaşınca durdu. Lağım cüceleri onu ilgiy le inceliyor, arkasındakileri u mu rsamıyorlardı
bile. Büyücü konuşmadı. Ke merindeki bir torbaya uzandı, birkaç altın sikke çıkardı. Lağım cücelerini! gözleri
ışıldadı. Sıranın başındaki b irkaç tanesi daha iyi görebilmek için Ra-istlin'e yaklaştılar. Büyücü sikkelerden birini
hepsinin görebileceği şekilde tuttu. Sonra bunu havaya fırlattı...ve paralar yok oldu!

Lağım cücelerin in nefesleri kesild i. Raistlin sikkey i göstermek için bü -J yük bir gösterişle avcunu açtı. Tek tuk alkış
sesi duyuldu. Lağım cüceleri b i-j raz daha yaklaştılar, ağızları hayretle b ir karış açık.

Lağım cüceleri -ya da soyların ın bilinen ismiyle Agharlar- gerçekten sefil b ir toplu luktu. Cüce cemiyetinin en alt
sınıfı olan Agharlara bütür Krynn'de, hayvanlar da dahil olmak ü zere can lı yaratıkların çoğu tarafındar terk
edilmiş, pislik ve sefalet içindeki yerlerde rastlanırdı. Bütün cüceler gi-| bi klanlar halinde yaşarlar, reislerin in ya da
geçekten güçlü bir klan liderin ir kurallarına uyarlard ı. Kak Tsaroth'ta üç klan bulunuyordu -Sludlar, Bu lplar ve
Gluplar. O anda, bu üç klana mensup cüceler Raistlin'in etrafın ı çevirmiş ti. Hem erkekler, hem kadın lar vardı; gerçi
her iki cinsiyeti b irb irinden ayır-mak b iraz güç oluyordu. Kad ınların çenelerinde sakalları yoktu ama yanaklarında
vardı. Kemikli d izlerine kadar inen, bellerine doladıkları yırtık pırtık b ir etek giy iyorlardı. Yo ksa en az erkek eşleri
kadar çirkindiler. Bu sefil rünüşleri b ir yana lağım cüceleri genellikle neşeli b ir yaşam sürerdi.

Raistlin mü kemmel b ir elçabukluğuyla sikkey i parmaklan üzerinde oynattı, bir içeri bir dışarı döndürdü. Sonra
parayı yok etti ama büyücüye hayretle bakan ürkmüş lağım cücelerinden birinin kulağından tekrar çıkart mak üzere.
Bu son numara, Aghar'ın arkadaşlan onu tutup kulağına baktığ ı hat-j ta bir tanesi parmağını ku lağına sokup daha
fazla sikke var mı yok mu d i ye yokladığı için anlık bir kesintiye neden oldu. Gerçi Raistlin u zanıp baş| ka bir
keseden küçük bir rulo parşömen çıkartınca bu ilg inç faaliyet de ge ti. Parşömeni uzun ince parmaklarıy la açan
büyücü parşömenden bir şej ler oku maya başladı, yavaş yavaş mırıldanarak, "Şuh tangus moipar, as akular kalipar."
Lağım cüceleri tam bir hayranlıkla seyrediyordu.

Büyücü okumay ı bit irince parşömenin ü zerindeki örü mcek görünüş kelimeler yan maya başladı. Alev alıp arkalarında
yeşil duman izleri bıral rak yok o ldular.

"Neydi bütün bunlar?" diye sordu Sturm kuşkuyla.

"Artık hepsi büyüyle bağlandı," diye cevap verdi Raistlin. " Onların ü zerine bir dostluk büy üsü yaptım."

Lağım cüceleri büyülenmişlerdi ve Tanis yüzlerindeki ifadenin meraktan, büyücüye duydukları açık ve gizlen mez bir
hayranlığa dönüşmüş olduğunu fark etti, Pis elleriy le u zanıp onu okşuyorlar, biçimsiz lisanlarıy la çabuk çabuk
konuşuyorlardı. Sturm Tanis'e telaşla bakt ı. Tanis şövalyenin ne düşündüğünü biliyordu: Raistlin her an, içlerinden
herhangi birine aynı büyüyü yapabilirdi.

Koşuşan ayak seslerini duyan Tanis çabucak Nehiryeli'n in nöbet tuttuğu yere baktı. Bo zkırlı, lağım cücelerini işaret
ettikten sonra parmakları açık o larak ellerin i havaya kald ırd ı. On cüce daha onlara doğru geliyordu. Kısa bir süre
sonra yeni Agharlar göründü; Nehiryeli'ne bakmadan geçip gittiler bile. Büyücünün etrafındaki gürü ltüyü görünce
hemen durdular.
"Neler o luyor?" dedi bir tanesi Raistlin'e bakakalarak. Büyülen miş lağım cüceleri büyücünün etrafına toplan mış
eteklerinden çekiştiriyorlar onu holden aşağı doğru götürüyorlardı.

"Arkadaş. Bu bizim arkadaş," diye cıvıldaştı hepsi deliler g ibi Ortak d ilin kaba bir şekliyle.

"Evet," dedi Raistlin yu muşak ve kibar b ir sesle; sesi o kadar pürüzsüz ve o kadar gönülleri fetheden bir sesti ki
Tanis bir an şaşaladı. "Siz hepiniz benim arkadaşımsınız," d iye devam etti büyücü. "Şimdi, söyleyin bana dostlarım
-bu koridor nereye açılır?" Raistlin doğuyu işaret etti. Derhal her ağızdan bir sürü cevap çıktı.

"Koridor o tarafa çıkar," dedi biri doğuyu işaret ederek.

"Hayır o tarafa çıkar!" dedi bir başkası batıyı işaret ederek.Bir itiş me kakışmad ır başladı, lağım cüceleri b irbirlerini
itip dürtüyordu. Kısa bir zaman sonra yumruklar uçuşuyor, bir lağım cücesi bir başkasını yere yatırıyor, tekmeliyor,
bağırıyordu, "O taraf! O taraf!"

Sturm Tanis'e döndü. "Bu maskaralıkl Buradaki bütün ejderanları başımıza toplayacaklar. O deli büyücü ne.y aptı
bilmiyoru m ama onu durdur-san fena olmayacak."

Daha Tanis müdahale edemeden dişi bir lağım cücesi işe el attı. Meydan kavgasının ortasına dalarak iki dövüşçüğü
tutup kafaların ı b ir gü zel birb irine tokuşturdu ve yere bıraktı. Onları kışkırtan diğerleri hemen sustular; sonra yeni
gelen Raistlin'e döndü. Kalın, elma gib i bir burnu vardı ve saçları tepesinde darmadağınık toplan mıştı. Yamalı,
pejmürde bir elb ise, kaba ayakkabılar ve bileklerine düşmüş çoraplar g iyiyordu. A ma lağım cüceleri arasında bir
lidere benziyordu çünkü hepsi ona saygıyla bakıyordu. Bu bel-

182

183

ki de bir o muzuna at mış olduğu ağır bir torbadan ileri geliyordu. Yürüdükçe torba da yerde sürükleniyor, zaman
zaman ayaklarına takılıyordu. Faka( belli ki torba onun için çok önemliydi. Lağ ım cücelerinden biri buna dokunmak
istediğinde savrularak arkasına dönüp, yüzüne bir şaplak indird i.

"Koridor büyük patronlara çıkıyor," dedi başıyla doğu tarafını işaı ederek.

"Çok teşekkür ederim şekerim," dedi Raistlin lağım cücesinin yanağına] dokunmak için uzanarak. Birkaç kelime
söyledi, "Tan-tago, musalah."

Dişi lağ ım cücesi, Raistlin konuştukça hayranlıkla onu seyrediyordı Sonra içini çekerek ona taparcasına bakmaya
başladı.

"Anlat bana ufaklık," dedi Raistlin. "Kaç tane patron?"

Lağım cücesi kaşların ı çattı, konsantre olmaya çalışarak. Kirli elin i kal dırdı. "Bir," dedi bir parmağın ı kald ırarak.
"Ve b ir ve b ir ve bir." Raistlin'| mu zafferane b ir bakış fırlat ıp dört parmağın ı kald ırdı ve şöyle dedi: "İki."

"Flint'e hak vermeye başladım," diye homu rdandı Sturm.


"Şışşt," dedi Tanis. Tam o anda o gıcırt ı sesi kesild i. Lağım cüceleri kori| dordan huzursuzca bakın ırken o sert
şaklama sesi bir kez daha duyuldu.

"O gürültü ne?" diye sordu Raistlin büyülenmiş hayranına.

"Kırbaç," dedi d işi lağ ım cücesi duygusuzca. Pis elini u zatıp Raistlin'il cüppesine asılarak onu koridorun doğu ucuna
doğru çekiştirmeye başladı "Patronlar kızar. Biz gider."

"Siz patronlara ne yapıyorsunuz?" diye sordu Raistlin gerileyerek.

"Gidelim. Sen gör." Lağ ım cücesi onu çekiştirip duruyordu. "Biz aşağıy; Onlar yukarıya. Aşağıya. Yukarıya.
Aşağıya. Yukarıya. Gel. Sen git. Biz aşağıya gideceğiz."

Agharların akıntısına kapılan Raistlin dönüp Tanis'e eliyle işaret etti. Tanis de Nehiryeli ve Flint'e işaret etti ve
herkes lağım cücelerinin ardından koridor boyunca yürümeye başladı. Raistlin'in büyülemiş oldukları etrafında bir
öbek halinde duruyor, diğerleri kırbaç bir kere daha saklad ığında koridordan aşağıya koşmaya başladığı halde onlar
mü mkün olduğu kadar ona yakın durmaya çalışıyorlardı. Yo larkadaşları Raistlin 'i ve lağım cücelerin i, sürtünme
sesinin bir kez daha ama bu kez daha yüksek sesle başladığı dirseğe kadar izledi.

Dişi lağ ım cücesi sesi duyunca yüzü aydınlandı. Diğer lağ ım cüceleriyle b irlikte durdular. Kimisi pislik kap lı
duvarlara yaslanıp yere çökerken kimi de boş torbalar gibi çö ktüler. Dişi Raistlin'e yakın duruyor, cüppesinin kolunu
minik elinde tutuyordu. "Ne oldu?" diye sordu Raistlin. "Neden durduk?"

"Biz bekler. Daha bizim sıra değil," diye açıkladı.

"Sıramız gelince ne yapacağız?" diye sordu sabırla.

"Aşağı incez," dedi Raistlin'e hayranlıkla bakarak.

Raistlin, Tan is'e bakıp başını salladı. Büyücü yeni bir yaklaşımda bulunmay ı denemeye karar verdi.

"İsmin ne min iğim?" diye sordu.

"Bupu."

Caramon b ir kahkaha atarak hemen ellerin i ağızının ü zerine bastırdı.

"Şimdi Bupu," dedi Rasitlin tatlı bir sesle, "ejderhanın in i nerede biliyor musun?"

"Ejderha mı?" diye tekrarladı Bupu hayretle. "Ejderhayı mı istiyorsun?"

"Hayır," dedi Raistlin aceleyle, "biz ejderhayı istemiyoruz -ejderhanın inini istiyoruz, ejderhanın yaşadığı yeri."

"A, ben brlmez onu." Bupu başını salladı. Sonra Raistlin'in yüzündeki hayal kırıklığını görerek Raistlin'in eline
yapıştı. "Ama ben sana büyük Yü-cebulp'a götüreyim. O her şeyi bilir."
Raistlin kaşların ı kald ırd ı. "Peki Yücebulp'a nasıl gideceğiz?"

"Aşağı!" dedi mut lulukla sırıtarak. Gıcırtı sesi kesild i. Bir kırbaç sakladı. "Şimd i bizim aşağı in me sırası. Gid ip
Yüccbulp'u görmek."

"Bir dakika." Raistlin kendini lağ ım cücesinin elinden kurtard ı. "Arkadaşlarımla konuşmam gerek." Tan is ve
Sturm'ün yanma gitti. "Bu Yücebulp büyük ihtimalle klanın, belki de birkaç klanın birden reisidir."

"Eğer bunlar kadar zeki biriyse, bırakın ejderhanın in ini, ellerin i yıkadığ ı leğenin bile nerede olduğunu bilme z," diye
homurdandı Sturm.

"Büyük bir ihtimalle b iliyordur," diye konuştu Flint istemeye istemeye. "Akıllı değillerdir ama lağım cüceleri
gördükleri ya da duydukları her şeyi hatırlarlar tabii eğer onları, bir heceden fazla kelimelerle konuşturmayı
başarabilirseniz söyletirsiniz de."

"O zaman gidip Yücebulp'u görmekte yarar var," dedi Tanis acınacak b ir halde. "Şimdi, keşke şu yukarı aşağı denen
şey neymiş bir öğrenebilseydik veya o gıcırtı sesi nedenmiş..."

"Ben biliyoru m!" dedi b ir ses.

Tanis etrafına bakındı. Tasslehoff u tamamıy la unutmuştu. Kender dönemeçten koşarak geld i; tepe saçı oynuyor,
gözleri neşeyle parıld ıyordu. Bu b ir asansör Tanis," dedi.

"Cüce madenlerindeki g ibi. Bir zaman lar bir madene git miştim. O kadar nefis bir şeydi ki. Taşlan yukarı aşağı
taşıyan bir asansörleri vard ı. Bu da aynen öyle. Yani, hemen hemen öyle. Şimd i bakın..." Aniden kıkırdamaktan
konuşamadı. Diğerleri ona bakarken kender kendine hakim o labilmek için elinden geleni yapıyordu.

"Dev bir do muz yağı erit me kazanı ku llan ıyorlar! Burada sırada bekleyen lağım cüceleri, ne zaman o
ejder-zımbırtıları o koca kırbacı şaklatsa koş -

185

184

maya başlıyor. Sonra her biri, zincirin halkalarına denk gelen dişli b ir tekerleğe sarılmış koca bir zincire bağlı duran
kazana atlıyorlar -gıcırt ıyı çıkartan! da bu! Tekerlek dörüyor ve onlar aşağıya in iyor ve hemen başka bir kazanj
beliriyor..."

"Büyük patronlar. Büyük patronlarla dolu kazan," dedi Bupu.

"Ejderan larla dolu!" diye tekrarladı Tanis telaşla.

"Burada gelmiyor," dedi Bupu. "Oraya git mek..." Elin i belli belirsiz salladı.

Tanis'in huzursuzluğu devam ediyordu. "Demek ki patronlar o rada. Kazan ın içinde kaç ejderan vardı?"
"İki," dedi Bupu, Raistlin'in koluna yapışıp kendini eminiyete alarak. "İkiden fazla yok."

"Aslında dört tane var," dedi Tas, lağım cücesine karşı çıktığı için yüzünde özür diler b ir ifadeyle. "Küçük
olanlardan, büyü yapabilen kocamanlardan değil."

"Dört." Caramon koca ko llarının kaslarını kasarak büktü. "Dö rt tanesiyle başa çıkabiliriz."

"Evet, ama öyle ayarlamalıyız ki on beş tanesinin daha gelmeyeceğinden emin olalım," Tanis işaret etti.

Kırbaç yeniden sakladı.

"Gel!" Bupu aceleyle Raistlin'in ko luna asıldı. "Biz g it mek. Pat ronlar de-liriyor."

"Bence şu an, herhangi bir zamandan farksız," dedi Sturm o muzların ı silkerek. "Bırakın lağ ım cüceleri her zaman ki
gibi koşuşsun. Bu kargaşalıkta patronları izleyip onların hakkından geliriz. Eğer kazanlardan biri burada lağ ım
fareleriyle dolmak için bekliyorsa, diğeri zeminde olmalı."

"Sanırım öyledir," dedi Tan is. Lağım cücelerine döndü. "Asansöre yani kazana varınca içine atlamay ın. Sadece
kenara kaçarak ayak altından çekilin. Tamam mı?"

Lağım cüceleri derin b ir kuşkuyla Tan is'e baktılar. Yarımelf içini çekerek Raistlin'e baktı. Hafif b ir tebessümle
büyücü Tanis'in ko mutların ı tekrarladı. Lağım cüceleri hemen gülü mseyerek heyecanla başlarını o lu mlu anlamda
sallamaya başladı.

Kırbaç bir kez daha sakladı ve yolarkadaşları kaba bir ses duydu. "Aylaklık et meyi bırakın pislikler, yoksa o pis
ayaklarınızı b içiveririm o zaman geç kalmak için bir bahaneniz o lur!"

"Kimin ayakları b içilecek göreceğiz," dedi Caramon.

"Bu eğlenceli olacak!" dedi lağım cücelerinden biri ciddi ciddi. Agharlar koridordan aşağıya koşmaya başladı.

186

Asansördeki dövüş.

'Bupu'nun öksürük tedavisi

Yerdeki deliklerden sıcak du manlar yükseliyor ve yakınında her ne varsa etrafında dönüyordu. İki deliğin arasında,
etrafından dev bir zincirin geçtiğ i büyük bir çark vardı. Deliklerin b ir tanesinin üzerinde zincirle koskocaman demir
bir kazan sallanıyordu. Zincirin diğer ucu diğer delikten inip gözden kayboluyordu. İkisi kırbaçlarını şaklatan,
zırhlara bürün müş dört ejderan kazanın etrafında duruyordu. Biraz göründükten sonra sis onları gözlerden
gizleyiveriyordu. Tanis kırbacın şaklamasını duyabiliyor, g ırt laktan gelen seslerin böğürdüğünü duyabiliyordu.

"Sizi bitten bozma cüce haşaratları sizi! Orada durmuş da ne yapıyorsunuz. O pis etlerinizi, o iğ renç kemiklerin izden
yüzmeden hemen kazana at-!ay m bakay ım! Ben...a!"
Savaş çığlığ ını böğüren Caramon sisin içinden belirirken sürüngen kafasındaki gözleri hayretten dışarı uğrayan
ejderan lafın ın ortasında kalakald ı. Ejderan, Caramon onu, kemikleri çıkmış boğazından sıkıp da pençeli ayak-

187

larım yerdert kesip duvara fırlattığında boğulma gurultusuna dönüşen bir çığlı k attı. Ejderanin bedeni duvara
kemikleri kıran b ir gü mbürtüyle çarparken lağ ım cüceleri dağıldılar.

Tam Caramon saldırırken Sturm -çift elli kulemi savurarak- şövalyelerin düşmanlarıyla karşılaştıklarında verdikleri
selamı bağırdıktan sonra, daha neyin gelmekte olduğunu dahi göremeyen ejderanın kellesini uçurdu. Kopan kelle,
taşa dönüştükçe çatırtılı bir ses çıkartarak yuvarlandı.

Hiçb ir strateji gözet meden veya hiç düşünmeden saldıran goblinlerin tersine ejderanlar hem akıllıydı, hem de seri
düşünebiliyordu. Kazanın yanında duran iki tanesi, beş hünerli ve silah lı savaşçıyla karşılaşmaya hiç n iyetli değildi.
Bir tanesi hemen kazana atlad ı, arkadaşına o gırtlaktan dillerinde ko mutlar vererek. Diğer ejderan çarka koşarak
mekanizmay ı serbest bıraktı. Kazan delikten aşağıya in meye başladı.

"Durdurun!" diye bağırdı Tanis. " Yardım almaya gidiyor!"

"Yanlış!" diye bağırd ı Tasslehoff diğer deliğ in kenarından bakarak. " Yardım, diğer kazanda yolun yansına varmış
bile. Belki yirmi tane varlar!"

Caramon asansörü hareket ettiren ejderanı durdurmak için koştu ama çok geç kalmıştı. Yaratık mekanizmay ı
döndürdükten sonra kazana doğru koştu. Uzun bir sıçrayışla arkadaşının yanına atladı. Düşmanın kaçmasına izin
vermemek lâzım gelir ilkesiy le Caramon onun peşinden kazanın içine atlay ıverdi! Lağım cüceleri tezahürat ederek
bağırıştılar, kimi daha iy i görebilmek için çukurun kenarına koştu.

"O koca salak!" diye sövdü Sturm. Lağ ım cücelerini geri iterek aşağıya baktı; Caramon ile ejderanlar birbirlerin i
harman larken sallanan yumrukları ve parlayan zırhları görebiliyordu. Caramon'un eklenen ağırlığı, kazanın daha
hızlı in mesine neden olmuştu.

"Aşağıda ahmağı lime lime edecekler," diye mırıldandı Sturm. "Onun peşinden gidiyorum," diye bağırd ı Tan is'e.
Kendisini boşluğa bıraka rak zincire turundu ve tam kazanın içine kaydı.

"Şimdi ikisini b irden kaybettik!" diye ho murdandı Tanis. "Flint, benimle gel Nehiryeli, sen burada Raistlin ve
Altınay ile kal. Bakın bakalım o lanet olasıca çarkı geri döndürebilecek misiniz! Hay ır Tas, sen değil!"

Çok geç kalmıştı. Heyecanla çığ lıklar atan kender zincire at ladı ve aşağıya in meye başladı. Tanis ile Flint de deliğe
atladılar. Tanis kol ve bacaklarını zincire doladı tam kenderin tepesinde sallanarak fakat cüce tutunamadı ve miğfer
üstü kazana kondu. Caramon da hemen onun üzerine bastı.

Kazan ın içindeki ejderanlar savaşçıyı köşeye sıkıştırmıştı. Birini yu m-ruklayıp d iğer tarafa yapıştıran Caramon,
diğeri kılıcını çekmeye çalışırken ona da hançerini çekt i. Ejderan kılıcını açamadan Caramon, onu şişledi ama

savaşçının hançeri yaratığın zırh ını sıy ırıp geçerek, tit reşmeye başladı ve elinden çıktı. Ejderan onun yüzüne saldırdı,
pençeli elleriy le gözlerini çıkart maya çalışarak. Ejderanin b ileklerini ezercesine yakalayan Caramon onun ellerini
yüzünden uzaklaştırmay ı başarmıştı. İki güçlü yaratık -b ir insan ve bir ejderan- kazanın kenarına yaslan mış
boğuşuyordu.

Diğer ejderan Caramon'un darbesinden sonra toparlanarak kılıcını kavradı. Fakat tam savaşçıya dalacakken,
zincirden aşağıya kayan Sturm'ün, yüzüne indirdiği ağır çizmeli darbesiyle hareketi yarı yolda kalakald ı. Ejderan
kılıcı elinden uçarak geriye doğru döndü. Sturm at layarak yaratığa kılıcın ın düz kısmıyla vurmaya çalıştı ama
ejderan kılıcı elleriyle kenara itti.

"Üzerimden kalk!" d iye gürledi Flint kazanın dib inden. Miğferi yü zünden önünü göremeyen Flint Caramon'un koca
ayaklan alt ında yavaş yavaş ezilmeye başlamıştı. Kan beynine sıçrayan cüce, ani bir hareketle miğferin i geri ittikten
sonra Caramon'un dengesinin bozlu masına ve ejderana doğru d üşmesine neden olarak ayağa kalktı. Caramon koca
zincire doğru sendelerken yaratık kenara çekild i. Ejdernn kılıcın ı deliler g ibi savurdu. Caramon başını eğince kılıç
hamlesi bir işe yaramadan zincire denk geld i ve kılıcı çentik çentik yaptı. Flint ejderana saldırarak, tam.karn ından
tosladı. İkisi b irden kazan ın kenarına yuvarlandılar.

Kazan hareketlenerek etrafındaki kötü koku lu sisi dalgalandırdı.

Gö zlerini aşağıdaki hareketlilikten ayırmayan Tanis zincirden aşağıya inmeye başladı. " Yerinden kımıldama!" diye
hırladı Tasslehoff'a. Ellerini bırakan Tan is aşağıya, meydan kavgasının tam ortasına düştü. Hayal kırıklı gına uğrayan
ama Tanis'in söylediklerine riayet et memey i de göze alamayan Tas bir eliyle zincire tutunurken bir eliyle torbasından
bir taş çıkarttı, bunu aşağıya bırakmaya hazırlanarak -b ir düşman kafasına düşeceğini ü mit ed iyordu.

Dövüşenler kazan ın kenarlarına savruldukça, durmadan aşağıya in mekte ve dolay ısıyla -içi çığlık çığlığa bağırıp
söven ejderanlarla dolu- d iğer kazan ın yükselmesine neden olan kazan sallan maya başlamıştı.

Deliğin başında lağım cüceleriy le duran Neh iryeli sisten çok az şey görebiliyordu. Öte yandan arkadaşların ı taşıyan
kazandan patırtılar, küfürler, inlemeler duyabiliyordu. Derken sisler içinden diğer kazan belird i. Ejderan lar kılıçları
ellerinde, ağ ızlan b ir karış açık ona bakarak duruyorlar, u zun kırmızı d illeri sarkmış umut la bekliyorlard ı. Birkaç
saniye sonra Altınay, Raistlin ve on beş lağım cücesi yirmi kızgın ejderanla burun buruna gelecekti!

Arkasına dönüp lağım cücelerinin arasından çıkt ıktan sonra yeniden dengesini sağladı ve çarka doğru koştu. Ne
yapıp edip kazanın yükselme -

189

188

sini önlemeliydi. Koca çark yavaş yavaş dönüyor, zincir dişler arasından geçerken gıcırd ıyordu. Nehiryeli zinciri
çıplak elleriy le tutmay ı düşünerek zincire bakt ı. A l bir fırtına onu yana itiverdi. Raistlin bir an için çarkı şeyi retti,
sonra dönüşünü hesaplayarak Magius'un Asası'nı çark ile zemin ara sına sıkıştırıverdi. Asa bir an titred i; Neh iryeli
asanın kırılacağından korkarak nefesini tuttu. Ama asa çarkı tuttu! Mekanizma titreyerek durdu.

"Nehiryeli!" diye seslendi Altınay, çu kurun yanında durduğu yerden

Arkasında Raistlin ile Bozkırlı çukurun kenarına doğru seyirtti. Çuku run

etrafına sıralan mış olan lağ ım cüceleri çok iyi vakit geçiriyor, yaşamları bo
yunca meydana gelmiş olan en ilg inç şeyin tadını çıkart ıyorlardı. Sadece

Bupu çukurun kenarından ayrıld ı -her fırsatta cüppesine tutunduğu Raistt

lin'in peşinden gitti. İH

"Khark-u mat!" diye nefes verdi Neh iryeli aşağıda dönen sise bakarken

Caramon dövüşmekte olduğu ejderanı aşağıya atmıştı. Yaratık Çiğlık

atarak sise doğru düştü. Koca savaşçının yüzünde pençe izleri ve sağ ko

lunda bir kılıç kesiği vard ı. Sturm, Tanis ve Flint, hâlâ ne olursa olsun Öl

dürmekten başka bir şey düşünmediği belli olan ikinci ejderan ile dövüşü

yorlardı. Vu rmanın yeterli olmad ığın ı sonunda anlayan Tanis yaratığı han

çerledi. Yaratık, Tanis'in hançerini de taştan cesetinde sıkıştırarak hemen ta

şa dönüşerek yere yığ ıld ı.

Sonra kazan herkesi sarsarak aniden durdu.

"Dikkat edin! Ko mşular!" diye bağırd ı Tasslchoff zincirden atlayarak.

Tanis yirmi ayak kadar uzakta sallanan, ejderanlarla do lu diğer kazana bak-l

ti. Tepeden tırnağa silah lı ejderan lar b ir çıkarma yapmak için hazırlanıyor

dü. İki tanesi kazanın kenarına çıkmış, sisli boşluğa atlamaya hazır bekli

yordu. Caramon kazanın kenarından uzanarak, çıkart ma yap maya hazırla

nanlardan bir tanesini biçmeye çalışarak kılıcını deliler gibi şiddetle savur;

dü. Iska geçti ve savurma hareketin in etkisiyle kazan zincir ucunda sallan

• maya başladı.

Caramon dengesini kaybederek ileri doğru düştü; ağırlığı kazanın tehli

keli b ir b içimde eğilmesine neden olmuştu. Kendisini tam altında, yere ba|

karken buldu. Sturm Caramon'un yakasına yapışarak onu geri çektiğ inde
kazanın yine düzensizce sallan masına neden oldu. Tanis kazan ın dibine l

yarak elleri ve dizleri ü zerine düştüğünde, taşlaşmış ejderanın toza dönüş

tuğunu fark edip hançerini geri ald ı.

"İşte geliyorlar!" diye bağırdı Flint, Tanis'in ayağa kalkmasına yardım j

ederek.

Ejderanlardan biri kendisini onlara doğru bıraktı ve kazanın kenarını

pençeli elleriy le kavradı. Kazan bir kez daha tehlikeli bir şekilde eğildi.

"O tarafa geçin Tan is, Caramon'u diğer tarafa savurdu, savaşçının ağır-jjğın ın kazanı dengeleyeceğini u muyordu.
Sturm ejderhanın ellerini biçti, ellerin i b ırakmasını sağlamaya çalışarak. Derken başka bir ejderan onun üzerinden
uçtu, aradaki mesafeyi birincisinden daha iyi tartarak. Kazana Sturm'ün yanına kondu.

"Kıpırdama!" diye bağırd ı Tan is, Caramon'a, koca savaşçı gayri ihtiyari dövüşmek ü zere ileri atılmıştı. Kazan y ine
eğildi. Koca adam hızla eski yerine döndü. Kazan yine düzeldi. Parmaklarından yeşil yeşil bir şeyler sızarak kenarda
asılı duran ejderan ellerin i bırakt ı, kanatların ı gerdi ve sisin içinde yüzerek süzüldü.

Tanis, kazanın içine konan ejderan ile karşılaş mak' için dönen Flint'in ayaklarını yerden kesercesine devirerek,
üzerine devrildi. Yarımelf kenara doğru sendeledi. Kazan sallandıkça aşağısını görü yordu. Sis dağıldı ve aşağıda Xak
Tsaroth harabelerini gördü. Midesi bulan ıp, başı dönerek kendini geriye çektiğinde Tasslehoff'un ejderanla
dövüştüğünü gördü. Minik kender ejderan ın sırtına t ırman mış kafasına bir taşla vuruyordu. Kazanın d ibinde
Caramon'un düşürmüş olduğu hançerini alan Flint yaratığı bacağından bıçaklad ı. Bıçak derine saplanınca ejderan bir
çığlık attı. Daha fazla sayıda ejderan ın uçup geleceğini bilen Tanis ü mitsizlikle yukarı baktı. Fakat Nehiryeli ile
Altınay'ın sis arasından aşağıya baktıkların ı görünce ü mitsizlik ü mide dönüştü.

"Bizi yukarı çekin!" diye bağırd ı Tanis deliler g ibi, sonra başına bir şey vurdu. Acı dayanılacak gib i değildi. Kendini
düşüyor, düşüyor, düşüyormuş gibi hissetti.

Raistlin Tanis'in sesini duymadı -büyücü harekete geçmişti b ile.

"Buraya gelin dostarım," dedi Raistlin çabucak. Büyülenmiş lağım cüceleri büyük bir istekle etrafını ald ılar. "Orada,
aşağıdaki patronlar canımı acıt mak istiyor," dedi yavaşça.

Lağım cüceleri hırlad ılar. Birkaç tanesi hiddetle kaşların ı çattı. Bir ikisi kazan dolusu ejderana yumruğunu salladı

"Ama siz bana yardım edebilirsin iz dedi Raistlin. "On ları durdurabilirsiniz."

Lağım cüceleri büyücüye şüpheyle baktı. Dostluk - b ir yere kadard ı.

"Bütün yapmanız gereken," dedi Raistlin sabırla, "koş turup zincire at lamak." Ejderanların kazan ının bağlı o lduğu
zinciri gösterdi.
Lağım cücelerin in yüzü aydınlandı. Bu kulağa hiç de fena gelmiyordu. Aslında, bu kazanı kaçırd ıklarında her gün
yaptıkları b ir şeydi.

Raistlin kolunu salladı. " Gidin!" diye emretti.

Lağım cüceleri -Bupu hariç hepsi- b irb irlerine baktılar sonra deliğin kenarına koşup, çılg ınlar gib i bağırarak
kendilerin i ejderanlann tepesindeki zincire attılar; zincire mü kemmel bir hünerle yapıştılar.

191

190

Büyücü, arkasında seyirten Bupu ile birlikte çarka doğru koştu i Magius'un Asası'nı tutarak, yerinden kurtard ı. Çark
titreyerek, lağ ım cücelerinin ağırlığ ı ejderanların kazan ını geriye sisler içine düşürdükçe gitgide daha hızla
dönmesine neden olarak bir kez daha hareket et meye başladı Diğer kazana atlamak için kazanın kenarına tünemiş
olan ejderanların" birkaçı ani hareket le gafil avlandı. Dengelerin i yit irerek düştüler. Kanatları düşüşlerini durdurduğu
halde yere doğru süzülürken hiddetle ciyakladı lar; çığlıkları lağım cücelerinin neşeli ba ğırt ılarıy la bir tezat
oluşturuyordu.

Nehiryeli deliğin kenarından uzanarak çarka yaklaşan arkadaşlarının kazanını yakaladı.

"İyi misiniz?" diye sordu Altınay endişeyle, Caramon'un çıkmasına yar-dım et mek için u zanarak.

"Tanis yaralandı," dedi Caramon, yarımelfe yardım ederek.

"Sadece bir şişlik," diye itiraz etti Tanis sersem sersem. Başın ın arkasında koca bir şişin kabarmakta olduğunu
hissetti. "O şeyden düşüyorum zannetmiştim." Hat ırlayınca ürperdi.

"O taraftan aşağıya inemey iz!" dedi Sturm, kazandan dış arı t ırman ırken. " Ve burada da oyalanamayız. Bu asansörü
harekete geçirmeleri pek zaman larını almaz, ondan sonra da peşimize düşerler. Geri dön memiz gerek."

"Hayır! Git me!" Bupu Raistlin'e sarıldı. "Ben Yücebulp'a g iden bir yo l biliyorum!" Bupu kuzey i işaret ederek
büyücünün koluna asıldı. " Güzel yo l! Gizli yol! Patron yok," dedi yavaşça, büyücünün elini o kşayarak. "Patronların
seni almasına izin yap mam. Sen cici."

"Fazla seçeneğimiz yok g ibi. Oraya in memiz gerekiyor," dedi Tan is, Al-t ınay'ın asası ona değince irkilerek. Sonra
asanın şifa gücü bütün bedenim yayıldı. Acı azaldıkça rahatlayarak içini çekti. "Söylemiş olduğun gibi, bu -i rada
yıllard ır yaşıyorlarmış."

Flint, Bupu koridordan aşağıya, kuzeye doğru git meye başlayınca ho -murdanarak başını salladı.

"Durun! Dinleyin!" d iye seslendi Tasslehoff yavaşça. Yaklaşan pençeli ayak seslerini duyabiliyorlardı.

"Ejderan lar!" dedi Sturm. "Buradan hemen uzaklaşmamız gerek! Batıya.

"Biliyordu m," diye mırmırlandı Flint kaşlarını çatarak. " Lağım cü cele b izi kertenkelelerin kucağına attı!"
"Bekle!" Alt ınay, Tanis'in koluna yapıştı. "Şuna bak!"

Yarımelf dönüp Bupu'nun omzunda taşıdığı torbadan gevşek ve biçim siz bir şey çıkarttığın gördü. Duvara doğru bir
adım atarak nesneyi taş çı kınt ın m önünde salladı ve birkaç söz mırıldandı. Duvar t itredi ve birkaç sa niye içinde
karanlığa açılan b ir kapı belirdi.

Yo larkadaşları huzursuzca bakıştılar.

"Başka çare yok," diye mırıldandı Tan is. Koridor boyunca onlara doğru uygun adım gelen zırhlı ejderanların
takırt ıları nrtık net b ir b içimde duyu-labiliyordu. "Raistlin ışık," diye buyurdu Tanis.

Büyücü konuştu ve asa üzerindeki kristal parladı. Raistlin, Bupu ve Tanis gizli kapıdan çabucak gird iler. Kalanlar
onları izledi ve kapı arkalarından kayarak kapandı. Büyücünün asası, oymalı duvarları yeşil, kaygan balçıkla kap lı
kare b ir odayı gö zler önüne serdi. Ejderanların koridordan geçişlerini dinlerken kıpırdanmadan durdular.

"Kavgayı duymuş olmalılar," diye fısıldadı Sturm. "Asansörü harekete geçirmek pek vakitlerin i almaz; o zaman
bütün bir ejderan ordusu peşimize düşecek!"

"Aşağıya yol biliyorum." Bupu elin i itiraz ederek salladı. " Endişe yok."

"Kapıyı nasıl açtın miniğ im?" diye sordu Raistlin merakla Bupu'nun yanına çömelerek.

"Büyü," dedi Bupu mahcup mahcup ve elin i u zattı. Lağ ım cücesinin pis elinde, dişleri ebedi b ir sırıt mayla
kenetlen miş ölü b ir sıçan vardı. Raistlin kaşlarını kaldırd ı; derken Tassheloff büyücünün koluna dokundu.

"Bu büyü değil Raistlin," diye fısıldadı kender. " Bu sıradan bir gizli zemin kilid i. Duvarı işaret ettiğinde görmüştüm;
tam b ir şeyler söyleyecektim ki bu büyücülük numaralarına başladı. Kapıyn yaklaşınca kilid in üzerine basıyor ve o
şeyi sallıyor." Kender kıkırdadı. " Belki de bir keresinde elinde sıçanı taşırken yanlışlıkla bas mıştı. "

Bupu kendere sert sert baktı. " Büyü!" diye ısrar etti somurtup sıçanı sevgiyle okşayarak. Sıçan ı tekrar torbasına
koydu ve "Haydi sen git," dedi. Onları ku zeye doğru, kırık dökük,,balçık sıvalı odalardan geçirdi. Sonunda toz toprak
dolu bir odaya gelince d iurdu. Tavanın bir kıs mı yıkılmıştı ve zemin de kırık karolarla dü zensizieşmişti. Lağ ım
cücesi odanın kuzey doğu tarafında bir şeyi işaret etti.

"Aşağı iner!" dedi.

Tanis ile Raistlin incelemek için o tarafa doğru ilerledi. Bu rada, bir ucu ufalan mış zeminden dışarı çıkan dört ayak
genişliğinde bir boru buldular. Belli ki boru tavandan düşmüş, odanın kuzey doğu kısmını göçertmişti. Raistlin
asasını boruya sokarak içine bakt ı.

"Hadi, sen git!" dedi Bupu işaret edip Raistlin'in koluna asılarak. "Patronlar izleyemez."

"Muhtemelen bu doğru," dedi Tanis. "O kanatlarıyla en azından."

"Ama kılıç sallayacak kadar yer yok," dedi Sturm kaşlarını çatarak. Bundan hoşlanmadım..."
193

192

Aniden herkes konuşmayı kesti. Yeniden çarkın gıcırdadığın ı ve zincirin i tiz bir ses çıkartığ ını duydular.
Yo larkadaşları birbirleriy le bakıştılar.

"Önce ben!" diye sırıttı Tasslehoff. Başını borudan içeri sokarak elleri ve i

dizleri ü zerinde emeklemeye başladı

"Benim sığacağıma emin misiniz?" diye sordu Caramon açıklığa endişeyle baka rak.

"Endişelenme." Tas'ın sesi dışarı doğru çıkmıştı. " Balçıkla o kadar kay -g ınlaşmış ki yağlan mış bir domu z g ibi
kayarsın."

Bu neşe dolu beyan Caramon'u pek etkilemişe benzemiyordu. Bupu tarafından yönlendirilen Raistlin cüppesini
toparlayarak, yolu aydın latan asasıyla içeri kayıncaya kadar boruya karamsar karamsar bakt ı. Raist -lin'den sonra Rint
gitti. Onu Altınay izledi, elleri yoğun, yeşil balçıkta kaydıkça t iksintiyle yüzünü buruşturarak. Onun arkasından
Nehiryeli kaydı.

"Bu delilik -u marım bunu biliyorsunuzdur!" Sturm tiksintiyle mırıldanıyordu.

Tanis cevap vermedi. Caramon'un sırt ına vurdu. "Senin sıran," dedi, gitt ikçe h ızlanan çarkın sesini dinlerken.

Caramon ho murdandı. Elleri ve d izleri üzerine çö ken koca savaşçı borunun ağıına doğru emekledi. Kılıcının kabzası
kenara takıldı. Geri geri çıkarak, kılıcını düzelt mek için uğraştıktan sonra yeniden denedi. Bu kez de kıçı çok
yukarda kaldığından sırtı borunun tepesine sürttü. Tanis ayağını güzelce Caramon 'un kıçına yerleştirerek onu
ittiriverdi.

"Kendini yere yapıştır!" diye emretti yarımelf.

Caramon b ir kez daha homu rdanarak ıslak bir çuval gib i kendini b ıraktı. Kafası önde kıvranarak içeri girdi, kalkanını
önüne iterek; zırh ı metal boru içinde, Tan is'in tüylerini d iken d iken eden tiz bir g ıcırt ıyla sürtünüyor-du.

Yarımelf u zanarak borunun tepesini tuttu. Önce bacaklarını sokarak körü koku lu balçığın içinden kay maya başladı.
En arkadan gelen Sturm'e bakab ilmek için başını çev irdi.

"Son Yuva Han ı'nda Tika'nın peşinden mutfağa gittiğ imiz an ak lıselim de bit mişti zaten," dedi.

"Oldukça doğru," diye ona katıldı şövalye içini çekerek.

Borudan aşağıya sürünme deneyimiyle zevkten dört köşe olmuş Tasslehoff aniden borunun ucunda karart ılar
olduğunu fark etti. Tutunacak bir yer bulmak için boruyu tırmalayan Tas sonunda kayarak durdu.
"Raistlin!" d iye fısıldadı kender. " Borudan yukarıya b ir şeyler geliyor!"

"Ne?" diye sormaya başladı büyücü fakat çürümüş, nemli hava boğazına takılınca öksürmeye başladı. Nefesine
yeniden hakim o lmaya çalışarak, kimin yaklaştığın ı görebilmek için asanın ışığ ını borunun aşağısına tuttu.

Bupu bakarak burun kıvırd ı. " Gu lp-pulpherlar!" diye mın ldadı. Elini sallayarak bağırdı. " Geri dönün! Geri dönün!"

"Biz yukarı çık -asansöre bin! Büyük patronlar ço k kızmak!" diye bağırdı biri.

"Biz aşağı in. Yücebulp'u gör!" dedi Bupu büyük bir ciddiyetle.

Bunun üzerine diğer lağım cüceleri söylenip küfrederek gerilemeye başladı.

Fakat Raistlin bir an kıp ırdayamadı. Kuru kuru öksürerek göğsünü tuttu, ses dar borunun sessizliği boyunca te hlikeli
bir b içimde yankılandı. Bupu ona endişeyle baktıktan sonra min ik elini torbasına soktu, biraz arandı, sonunda ışığa
tuttuğu bir şey bulup çıkarttı. Buna gözlerini kısarak baktı sonra için i çekip başını salladı. "Ben im istedik bu değil,"
diye mırmırlandı.

Parlak ve renkli ışık p ırıltısını yakalayan Tasslehoff yaklaştı. "Nedir o?" diye sordu, cevabı bild iği halde. Raistlin de
büyümüş pırılt ılı gözlerlerle aynı nesneye bakıyordu.

Bupu omu zlarını silkti. " Güzel taş," dedi pek ilgilen meyerek, torbayı bir kez daha aramaya başlayarak.

"Bir zü mrüt!" diye h ırılt ıyla soludu Raistlin.

Bupu ona baktı. " Beğendin?" diye sordu Raistlin'e.

"Hem de nasıl!" diye nefesin i tuttu büyücü.

"Sende kalsın," Bupu taşı büyücünün eline bıraktı. Sonra b ir memnuniyet çığlığ ı atarak aradığ ı şeyi bulup çıkarttı.
Yeni harikayı görebilmek için yaklaşan Tas iğrenerek geri çekildi. Bu ölmüş -son derece ölmüş- bir kertenkeleydi.
Kertenkelenin kuyruğuna çiğnenerek yumuşatılmış deri b ir sicim takılmıştı. Bupu bunu Raistlin'e doğru tuttu.

"Boynun as," dedi. "Öksürük iy i eder."

Bundan çok daha nahoş şeyleri tut maya alışık olan büyücü Bupu'ya gülümseyerek teşekkür edip, ö ksürüğünün çok
daha iyi olduğu konusunda teminat vererek tedaviyi geri çevird i. Bupu ona kuşkuyla baktı ama büyücü gerçekten
daha iyi görünüyordu - nöbet geçmişti. Bir süre sonra omu zların ı silkerek kertenkeley i çantasına geri koydu.
Zümrütü bir u zman gözüyle inceleyen Raistlin buz gibi gözlerle Tasslehoff'a bakt ı. İçin i çeken kender sırt ını dönerek
borudan aşağıya inmeye devam etti. Raistlin taşı, cüppesine dikilmiş gizli cep lerden birine kaydırıverdi.

Boru bir başka boruyla birleştiğinde Tas ne yapacağını öğrenmek istercesine lağım cücesine baktı. Bupu tereddüt
ederek güneyi, yeni boruyu işa-
195

ret etti. Tas yavaş yavaş boruya girdi. " Burası çok di..." diyordu ki nefesi aşağı doğru hızla kayarken kesild i. İnişini
yavaşlatmaya çalıştı ama balçık çok derindi. Caramon'un arkasında biryerlerde boruda yankılanarak patlayan küfürü
kendere yolarkadaşlarının da aynı dertten mustarip olduğunu anlatmaya yetti. Tas aniden önünde bir ışığ ın belirdiğ ini
gördü. Tünel bitiyordu -ama nereye açılıyordu? Tas'ın gözünde, yerden yüz elli metre yukarıda b ir yerlere fırlayıp
çıkmak belirmişti bütün canlılığıy la. A ma kendin i durdurmasına yardımcı olacak bir şey yoktu. Işık g ittikçe
parlaklaştı ve Tasslehoff ufak b ir çığ lıkla borunun ucundan dışan fırladı.

Raistlin neredeyse Bupu'nun üzerine düşerek borudan kaydı. Etrafına bakman büyücü, bir an için b ir ateşin içine
düştüğünü düşündü. Odanın içinde koca ak bulutlar dalgalanıyordu. Raistlin öksürerek, nefes almaya çalıştı.

"Ne...?" Flint borunun ucundan uçarak elleri ve dizleri üzerine düştü. Bulurun arasından baktı. "Zehir mi?"
Büyücünün üzerinden sürünürken nefes almaya çalıştı. Raistlin başını s alladı ama cevap veremed i. Bupu büyücüye
yapışarak onu kapıya doğru çekti. Altınay karın üstü kayınca nefesi kesildi. Neh iryeli, Altınay'a çarp mamak için
bedenini eğip büküp yuvarlanarak çıktı,. Caramon'un zırhı borudan fırlarken takırt ıh bir gü mbürtü kopa rdı.
Caramon'un çivili zırhı ve geniş kuşağı onu yavaşlattığı için borudan emekleyerek çıkab ilmişti. Fakat her yanı
ezilmiş, h ırpalan mış ve yeşil pislik ile sıvanmıştı. Tan is geldiğinde herkes bu tozlu at mosferde ağzın ı burnunu
tıkamıştı.

"Cehennem adına nedir bu?" dedi Tanis şaşırarak, sonra o beyaz şeyden ciğerlerine çeker çekmez boğulur gibi oldu.
"Buradan çıkın," diye gakladı. " Lağım cücesi nerede?"

Bupu kapıda belirdi. Raistlin 'i odadan çıkart mıştı, şimd i de diğerlerine işaret ediyordu. Minnettarlıkla bulutsuz bir
odaya girdiler ve bir caddenin yıkıntıları arasına kendilerini bırakarak d inlen meye başladılar. Tan is için -ı den, bir
ordu dolusu ejderanı bekliyor olmad ıkların ı u mdu. Aniden başı kaldırdı. "Tas nerede?" diye sordu telaşla, ayağa
kalkmaya çalışarak.

"Buradayım," dedi boğulmuş, zavallı b ir ses.

Tanis arkasını döndü.

Tasslehoff -en azından Tanis onun Tasslehoff olduğunu varsayıyord önünde duruyordu. Kender, tepe saçından
tırnağına kadar kalın, bey macunumsu bir şeyle sıvanmıştı. Tanis'in bütün gö rebildiği beyaz bir ma keden kırp ışarak
bakan iki kahverengi göz idi.

"Ne oldu?" diye sordu yarımelf. Tanis o güne kadar üstü başı batıp mış kender kadar zavallı bir görüntüyle
karşılaşmamıştı.

Tasslehoff cevap vermed i. Sadece arkayı, içerisin i işaret etti.

Bir felaketten korkan Tanis koşarak, yıkılmış kapıdan içeri baktı. Beyaz bu lut çöktüğü için art ık etrafı görebiliyordu.
Bir köşede -tam borunun açıl-yerin karşısında- birkaç tane kocaman, şişkin çuval duruyordu. İki tanesi yırtılıp
açılmıştı, yere kütle halinde beyaz bir şeyler yayılmıştı.

O zaman Tan is anladı. Eliyle yüzünü kapatarak tebessümünü gizlemeye çalıştı- "Un," diye mırıldandı.
196

197
şehir. Muhteşem 1.yücebulp Phudge.

fet gecesi, Xak Tsaroth kenti için b ir dehşet gecesi olmuştu. Ateş - li dağ Krynn'e çarptığında yer

yarılmıştı. Kad im ve gü zel şehir | Xak Tsaroth, uçurumun kenarından, yerde açılan muazzam

yırtıklardan birinde oluşan mağaranın içine kay mıştı. Böylece, yer altında insanların gözlerinden

ıraklaş mış; çoğunluk da Yen ideniz tarafından yutulan şehrin tamamen yok o lduğuna inanmıştı.

Fakat hâlâ, mağaranın kaba duvarlarına asılı kalmış ve zemin ine yayılmış bir halde ayaktaydı;

değişik birçok katta, harabe duru mda binalar vardı. Yo larkadaşlannın içine düştükleri ve

Tanis'in bir fırın o lduğunu tahmin ettiğ i bina orta kattaydı ve kayalara takılmış, dik b ir

uçurumun kenarında duruyordu. Yeralt ı nehirlerin in sulan kayanın her iki tarafından aşağıya

doğru akıp caddeden ilerliyor, yıkıntılar arasından döne döne gidiyordu.

Tanis'in bakışları suyun yolunu takip etti. Sular, çatlamış, taşlarla döşeı mis bir caddenin

ortasından, bir zamanlar insanların yaşamış olduğu evli

ve çalıştıkları minik dükkanlar arasından akıp g idiyordu. Şeh ir y ıkıldığ ın

da, bir zamanlar cadde boyunca uzanan yüksek binalar b irbiri üzerine dev

rilmiş, sokak taşları ü zerinde kınk mermer parçalarından kaba kemerler

oluşturmuşlardı. Kapılar ve kırılmış vitrinler caddeye doğru açıyorlardı

ağızlarını. Damlayan su sesinden başka her şey sakin ve sessizdi. Hava çü

rümüşlük ko kusuyla ağırdı. İnsanın ruhunun üzerine çöküyordu. Hava,

yukarıya nazaran yer altında daha sıcak olmasına rağ men, bu kasvetli at

mosfer insanın kanın ı donduruyordu. Kimse konuşmuyordu. Balçığ ı (ve

Tas'ın üzerindeki unu) ellerinden geldiğ ince yıkay ıp çıkarttılar ve su tulum

larını do ldurdular. Sturm ile Caramon etrafı araştırdı ama h iç ejderana rast

lamadılar. Biraz d inlendikten sonra Yo larkadaşları ayağa kalkarak yollarına

devam etti.
Bupu onları güneye doğru götürüyordu, caddeden aşağıya, yıkılmış binaların kemerleri altından.

Cadde bir meydana açılmıştı -burada caddeden akan su bir nehir halini almış, batıya doğru

akıyordu.

"Nehri izle," Bupu işaret etti.

Nehrin sesinin üzerinde başka bir ses, büyük bir şelalenin patlayan ve gürleyen sesini duyan

Tanis kaşlarını çattı. Fakat Bupu ısrar ediyordu, böylece kahramanlarımız arada sırada

bileklerine kadar sulara girerek yollarına meydan nehrinin kıyısı boyunca devam ettiler.

Caddenin sonuna vara-ran Yolarkadaşları şelaleyi gördüler. Cadde havaya açılıyor, ve su

mağaran ın dibine, neredeyse yüz elli metre aşağıya, kırılmış sütunlar arasından dökülüyordu.

Burada Xak Tsaroth şehrinden artakalanlar bulunuyordu.

Çok yukarılarda, kadim şehrin merkezinin değişik yıkım safhalarında dağılarak yattığı

mağaran ın tavanındaki yarıklardan sızan loş ışığı görebiliyorlardı. Binaların bazıları neredeyse

hiç yıkılmamıştı. Öte yandan, diğerleri bir y ığıntıdan başka bir şey değild i. Mağaraya doğru

boşalan birçok şelaleden oluşan, tüyleri ürperten bir sis şehrin üzerine çökmüştü. Caddelerin

çoğu dere olmuş, kuzeydeki derin çukura akmak için toplanıyorlard ı. Puslar arasından bakan

Yo larkadaşları, koca zincirin birkaç yü z metre uzakta ve bulundukları yerin biraz kuzey inde

sallandığını gördüler. O zaman, asansörün insanları üç yüz elli metre kadar b ir mesafeye

çıkartıp indird iğini fark ettiler.

"Yücebulp nerede yaşıyor?" diye sordu Tanis, aşağıdaki ölü şehre bakarak.

"Bupu orada yaşadığını söylüyor" -Raistlin eliyle işaret etti- "mağaran ın batı yanındaki o

binalarda."

"Peki tam alt ımızda bulunan yenilen miş binalarda kimler oturuyor?" diye sordu Tanis.

"Patronlar," diye cevâp verdi Bupu kaşlarım çatarak.

198

199

"Kaç patron?"

"Bir ve bir ve bir." Bupu bütün parmaklarını kullanıncaya kadar saydı.

"İki," dedi. "İkiden fazla değil."

"Bu ikiyü z ile ikibin arasında herhangi bir sayı olab ilir," diye ho murdandı Sturm. " Yücebut'u

nasıl göreceğiz?"
"Yücebulp!" Bupu ona dik dik bakt ı. "I. Yücebulp Phudge. Muhteşem." "Patronlar bizi

yakalamadan onun yanına nasıl g ideceğiz?" Cevap olarak Bupu yükselmekte olan, içi ejderanlar

dolu kazanı gösterdi. Tanis boş boş baktı, sonra bakışlarını bezg inlikle o mu zlarını silken

Sturm'e çevirdi. Bupu öfkeyle içini çekt i ve Raistlin'e döndü; belli ki diğerlerin i anlaşılmaz

şeyler olarak alg ılıyordu. "Patronlar yukarı g idiyor. Biz aşağı," dedi.

Raistlin sisin içinden asansöre baktı ve sonra anlayışla başını salladı. " Ejderan lar büyük bir

ihtimalle, aşağıya inecek başka bir yolu mu z o lmadığ ı için yukarıda sıkışıp kaldığ ımızı

düşünüyorlar. Eğer ejderan ların çoğu yukarıda is e, o zaman biz aşağıda daha emn iyette

olacağız."

"Pekala," dedi Sturm. "Fakat İstar adına, aşağıya nasıl ineceğiz? Çoğu -, mu z uçamıyoru z!"

Bupu kollarını açtı. "Sarmaşıklar!" dedi. Herkesin aklın ın karıştığın ı gören lağ ım cücesi,

şelalenin kenarına giderek aşağısını işaret etti. Kalın, yeşil sarmaşıklar kayalık uçurumun

kenarından dev yılan lar g ibi sarkıyordu. Sarmaşıkların yaprakları parçalan mış, kopmuştu ve

bazı yerlerde tamamen sıyrılmıştı fakat sarmaşıkların kendileri kalın ve sağlam görünüyordu,

kaygan olsalar bile.

Normalden çok daha solgun görünen Altınay uçurumun kenarına doğru emekled i, aşağıya baktı

ve hemen geri döndü. Moloz kaplı taş döşeli bir caddeye inen dümdüz yüz elli, iki yüz metrelik

bir uçuru mdu. Nehiryeli kad ını, rahatlat mak için kolunu kad ına doladı.

"Ben çok daha kötülerine tırmandım," dedi Caramon rahat rahat. " Eh ben bu işten

hoşlanmadım," dedi Flint. "Fakat her şey bir lağımın içinden kay maktan daha iyid ir." Sarmaşığ ı

tutarak kendini kaya çıkıntısından aşağıya bırakt ı ve yavaş yavaş, sarmaşığa önce bir eli sonra

diğeriyle tutuna tutuna inmeye başladı. "O kadar kötü değil," diye bağırdı yukarıya. Flint'in

ardından Tasslehoff kaydı sarmaşıktan aşağıya; bunu öyle büyük bir beceriy le yaptı ki Bupu'dan

bir takd ir nidası ald ı.

Lağım cücesi Raistlin'e bakmak için döndü; büyücünün uzun, yerleri süpüren giysisini işaret

edip, kaşların ı çatarak. Büyücü onu ikna edercesine gülümsedi. Uçuru mun kenarında durarak

yavaşça şöyle dedi, "Pveathr-fall."* Asasının tepesindeki kristal top alevlendi ve Rais tlin

uçurumun kena-

*Feather-fall (tüy-düşiişü) kelimesinden bir büyü sözcüğü olan Pventhr-fall türetilmiş.

200
rn

rından sıçradı ve aşağıdaki sis içinde kayboldu. Bupu bir çığlık attı. Tanis onu yakaladı,

Raistlin'in hayranı lağım cücesinin kendisini boşluğa atmasından korkarak.

"Ona bir şey olmaz," diye teminat verdi yarımelf, cücenin yüzündeki gerçek endişeyi görünce

ona acıyarak. " O bir büyücü," dedi. "Büyü. Biliyorsun ya."

Belli ki Bupu bilmiyordu, çünkü Tan is'e kuşkuyla bakt ıktan sonra torbasını b oynuna geçirdi, bir

sarmaşığı yakalad ı ve kaygan kayadan aşağıya in meye başladı. Yo larkadaşlarmın geri kalanları

Altınay zay ıf b ir sesle şöyle fısıldadığında onları izlemeye hazırlan ıyordu : "Ben yapamam,"

Nehiryeli kad ının elin i tuttu. "Kan-toka," dedi yavaşça, "bir şey olmaz. Cücenin ne dediğ ini

duydun. Aşağıya bakma yeter."

Altınay çenesi titreyerek başını salladı. "Başka bir yol daha olmalı," dedi inatla. " Biz onu

ararız!"

"Sorun nedir?" diye sordu Tanis. "Acele etmemiz gerek..."

"Altınay yüksekten korkar," dedi Nehiryeli.

Altınay adamı yanından itti. "Bunu ona söylemeye nasıl cesaret edebilirsin! " diye bağırd ı, yüzü

hiddetle kızararak.

Nehiryeli onu soğukkanlılıkla süzdü. "Neden söylemeyeyim?" dedi, sesi sinirliydi. "O senin

teban değil. Ona b ir insan olduğunu, insani zayıflıkların olduğunu söyleyebilirsin. Artık

etkilemen gereken tek bir teban kaldı

Reis, o da benim!"

Eğer Nehiryeli, kad ını hançerlemiş olsaydı, daha fazla acı veremezdi. Alt may 'ın dudaklarındaki

renk çekildi. Gö zleri büyüdü, patladı aynı bir cesedin gözleri gib i. " Lütfen asayı sırtıma sıkı sıkı

bağla," dedi Tanis'e.

"Altınay, Nehiryeli'nin kastettiği..." diye başladı Tanis.

"Ne emrediyorsam onu yap!" diye emretti kadın tersçe, mav i gözleri h iddetle alev len mişti.

İçini çeken Tan is bir parça ip le asayı kad ının arkasına bağladı. Altınay Nehiryeli'ne bakmıyordu

bile. Asa sıkı sıkı bağlandıktan sonra uçurumun kenarına doğru git meye başladı. Sturm kadın ın

önüne atladı.

"Sarmaşıklarda sizin önünüzden inmeme müsade edin," dedi. "Eğer kayarsanız..."

"Eğer kayıp düşersem sen de benimle düşersin. O zaman bütün becere-bild iğimiz b irlikte ö lmek
olur," diye kesti sözünü. Aşağıya eğilerek sarmaşıklardan birini sıkı sıkı tuttu ve kendini kaya

çıkıntısından aşağıya salladı. Sallanır sallan maz terleyen elleri kaydı. Tanis'in nefesi kesildi.

Sturm ileri doğru bir hamlede bulundu, gerçi h içbir şey yapamayacağını kendi de gayet iyi

biliyordu. Neh iryeli durmuş, yüzünde hiçbir ifade olmadan seyre-

201

diyordu. Altınay deliler gib i sarmaşıklara ve kalın yapraklara yapıştı. Sar maşığı yakalay ıp sıkı

sıkı yapıştı, nefes bile alamadan; kıp ırdan maya hiç ı yeti yok gib iydi. Yü zünü ıslak yapraklara

bastırdı, titred i, gözleri aşağıy inen o korkunç uçurumu görmemek için kapalıydı. Sturm

uçurumun kena rından, kad ının yanına indi.

"Beni rahat bırak," dedi Alt ınay adama, kenetlen miş dişleri arasındaı Tit rek bir nefes aldı,

Nehiryeli'ne mağrur ve küstah bir bakış fırlattı ve sar maşıktan aşağıya inmeye başladı.

Sturm ona yakın duruyor, bir yandan büyük bir beceriyle uçuru mdan

inerken b ir yandan da onu gözlüyordu. Nehiryeli'nin yanında duran Tan

Bozkırlı'ya bir şey söylemeye yeltendi ama işleri daha da karıştırmaktan

korkarak sustu. O yüzden bir şey söylemeden uçuru mun kenarına gitti. N<

hiryeli sessizce izledi.

Yarımelf aşağıya inişi kolay buldu ama son birkaç adımda elleri kayıp

birkaç parmak derinliğinde suya düşmüştü. Raistlin'in soğuktan tir tir titre

diğini gördü, bu nemli havada öksürüğü de kötüleşiyordu. Birkaç lağ ım cü -

cesi büyücünün etrafını almış, hayran hayran ona bakıyorlardı. Tanis bu

hayranlık büyüsünün ne kadar süreceğini merak etti.

Altınay bir duvara dayanmış titriyordu. Yü zü hâlâ bir ifadeden yoksunj

yere inip kadından uzak b ir yere giden Nehiryeli'ne bakmadı bile."Neredeyiz?"diye bağırd ı

Tanis şelalenin sesi arasında. Pus o kadar yo-

ğundu ki ü zerleri sarmaşık ve mantarlarla kaplan mış kırık dökük sütunlar-]

dan başka bir şey göremiyordu.

"Büyük Meydan o taraf." Bupu ısrarla pis parmağıy la batıyı işaret edH

yordu. "Gel. İzle. Gid ip Yücebulp'u gör!"

Yü rü meye başladı. Tan is uzanarak onu yakaladı ve sürükleyerek durdurdu. Bupu derinden

incinerek ona baktı. Yarımelf elini çekti. " Lütfen. Bir dakika din le! Ejderha'ya ne o ldu? Ejderha

nerede?"
Bupu'nun gözleri açıld ı. " Ejderha'yı mı istiyorsunuz?" diye sordu. "Hayır!" diye bağırdı Tanis.

"Biz ejderhayı istemiyoruz. A ma ejderhanın şehrin bu bölü müne gelip gelmediğin i b ilmek

istiyoruz..." Sturm'ün elin i o mu zunda hissederek'vaz geçti. " Boş ver gitsin. Boşver," dedi

bezginlikle. "Sen devam et."

Bupu, Raistlin'e bu deli insanlara katlan mak zorunda olduğu için derin bir sempatiyle

bakıyordu; sonra büyücünün elini tutarak batıya doğru se-yirt meye başladı caddeden; diğer

lağım cüceleri de onun peşine düşmüşlerdi. Şelaleden gelen sesle yarı yarıya sağırlaşan

yolarkadaşlan onun peşinde su içinden ilerlediler, etraflarına huzursuz hu zursuz bakınarak;

üzerlerinde kara kara pencereler yükseliyor, karanlık kap ılar onları tehdit ediyordu. Her an

pullu, zırh lı bir ejderan ın karşılarına çıkıvermesini bekliyor-/

lardı. Fakat lağım cüceleri pek u mursuyor gibi görün müyordu. Onlar şapa-dak şupadak yol

boyunca yürüyor, Raistlin'e mü mkün olduğunca yakın durmaya çılışıyor ve o an laşılmaz

dillerinde gevezelik edip duruyorlard ı.

Zaman la şelalen in sesi geride kaldı. Pus hâlâ etraflarında dönmeye devam ediyordu ve ölü

şehrin sessizliğ i bunaltıcıydı. Ayaklan arasından akıp eiden karanlık su, kaldırım taşından

dereyatağında coşkuyla fokurduyor-du- Aniden binalar b itiverd i ve cadde kocaman yuvarlak bir

meydana açıldı. Meydanın kalan kısmında, suyun arasından yerdeki taşların karmaşık bir güneş

ışığı mot ifiyle süslendiği görünüyordu. Meydanın ortasında nehir kuzeyden gelen başka bir dere

ile birleşiyordu. Su ların birlikte başka bir takım yıkık dökük bina arasından batıya doğru

yollarına devam et meden birleştiği yerde minik b ir g irdap oluşuyor, sular burada dönüyordu.

Burada, mağaranın yüzlerce metre yüksekteki tavanında bulunan çatlaklardan içeriye ışık

süzülüyor, bu hayaletimsi pusu aydınlatıyor ve onun ayrıldığı her yerde su yüzeyinde

oynaşıyordu.

"Büyük Meydan öbür taraf," diye işaret etti Bupu.

Yo larkadaşlan yıkılmış binaların gölgesinde bir mola verdi. Hepsinin aklında aynı şey vardı:

Meydan boydan boya, hiç gizlenecek b ir yer olmaksızın otuz- otuz beş metre kadar vard ı. Bir

kez buraya çıkmaya cesaret edecek olsalar, saklanacak yer bulamayacaklardı.

Hiç u mursamadan yürü meye devam eden Bupu, aniden kendisini lağ ım cücelerinden başka

kimsenin izlemediğ ini fark etti. Bu gecikmeden rahatsız o larak arkasına baktı. "Sen

geL.Yücebulp bu taraf."
"Bak!" Alt ınay Tanis'in kolunu kavard ı.

Yeri taşlarla döşeli büyük meydanın karşı tarafında taştan bir çatıyı taşıyan uzun mermer

sütunlar vardı. Sütunlar çatlamış, parçalan mış; çatının bel vermesine neden olmuştu. Pus

aralanınca Tan is sütunların gerisindeki av luyu görebildi. Avlunun gerisinde kubbeli, yüksek

binaların kara suretleri seçilebiliyordu. Sonra et raflarındaki pus yeniden kapandı. Artık

bozulmuş ve harap olmuş olsa da, bunların Xak Tsaroth'un en muazzam yapıları olduğu hemen

anlaşıyordu.

"Krallık Saray ı," diye teyit etti Raistlin ö ksürerek.

"Şışşşt!" Altınay Tanis'in kolunu sarstı. "Gö rmüyor musun? Hayır, bekle..."

Pus sütunların önüne aktı. Bir an için yolarkadaşları h içbir şey göremediler. Sonra sis dönerek

uzaklaştı. Yo larkadaşlan karan lık kapı aralığ ına büzüştüler. Lağım cüceleri meydanda kayarak

durdular, dönüp Raistlin'in arkasına saklan mak için koştular.

Bupu Tanis'e büyücünün kolu altından baktı. "O ejderha," dedi. "Sen istiyor?"

Bu ejderhaydı.

203

202

Kay ış gibi kanatları katlan mış durumda, yanlarında duran parlak siyah renkli kaygan

Khisanth, çatının alt ından kayarcasına çıkt ı; bel vermiş taştan cephesinden sığabilmek için

başını eğerek. Durup etrafında yüzüşen pusa parlak kırmızı gözlerle bakarken pençeli ön

ayakları mermer basamaklarda takırd ıyordu. Arka ayakları ve ağır sürüngen kuyruğu

görünmüyor, ejderhanın bedeni avluya doğru en az on metre kadar u zanıyordu. Yan ında

yaltaklanan bir ejderan yürüyordu, belli ki ikisi derin bir muhabbet içindeydi.

Khisanth kızgındı. Ejderan ona rahatsız edici b ir haber getirmişti -kuyu başındaki saldırısından

yabancıların kurtulmuş olması mü mkün değildi! A ma şimd i muhafız ko mutanı, şehirde

yabancıların o lduğunu söylüyordu! Onun güçlerine büyük bir hüner ve cüretle saldıran

yabancılar; Ansalon kıtasının bu tarafında hizmet veren her ejderan tarafından çok iy i bilinen

kahverengi bir asa taşıyan yabancılar.

"Bu rapora inan mam mü mkün değil! Kimse benden kurtulmuş olamaz." Khisanth'ın sesi

yumuşaktı, neredeyse mırıltı gibi; y ine de sesi duydukça ejderan titriyordu. " Asa yanlarında

değildi. Onun varlığ ını h issederdim. Bu davetsiz misafirlerin hâlâ yukarıda, üst odalarda
olduğunu mu söylüyorsun? Emin misin?"

Ejderan yutkunarak başıyla onayladı. "Aşağıya asansörden başka bir yol

yok soylu efendim.

"Başka yollar da var kertenkele," diye dudak büktü Kh isanth. "Şu sefil | lağım cüceleri etrafta

parazitler gibi dolanıp duruyor. İzinsiz giren bu in- [ sanların asası var ve şehire in meye

çalışıyorlar. Bunun tek bir an lamı var - [ disklerin peşindeler! Bunların varlığın ı nasıl öğrenmiş

olabilirler?" Ejderha ? boynunu yılan gibi kıvırıp çev irerek bakındı, sanki planların ı tehdit

edenleri bu kör edici pus içinden görebilecekmiş gibi. Fakat pus, her zamankinden daha da

yoğun bir biçimde dönüp geçiyordu.

Khisanth huzursuzlukla hırladı. "Asa! O sefil asa! Verminaard bunu önceden görmüş olmalıyd ı,

o atıp tuttuğu marifet leri varsa hakikaten; o zaman asayı yok et miş olurduk. A ma hayır, ben

burada bu rutubetli mezardan şehir içinde çürüyüp giderken o savaşıyla ilgileniy or." Khisanth

bir yandan düşünürken, bir yandan da pençesini kemiriyordu.

"Diskleri yok edebilirsiniz," d iye önerdi ejderan, büyük bir cüretle.

"Aptal, denemed ik mi zannediyorsun?" diye mırıldandı Kh isanth. Başı-ş nı kald ırdı. "Hay ır,

artık burada daha fazla kalmamız tehlikeli. Eğer buraya gelenler bu sırrı b iliyorsa, diğerleri de

biliyor demekt ir. Diskler daha emn i yetli b ir yerlere götürülmeli. Lord Verminaard'ı Xak

Tsaroth'u terk ettiğir konusunda bilgilendirin. Ona Pax Tharkas'ta katılırım ve buraya gelenle de

yanımda, sorgulamak için götürürüm."

"Hükümdar Verminaard't bilgilendirin mi?" diye sordu ejderan şok

olarak.

"Pekala," diye cevap verdi Kh isanth alayla. "Madem bu maskarılığa devam et mek istiyorsun, o

halde Hükü mdarım'ın iznin i isteyin. Herhalde birliklerin çoğunu yukarıya yollamışsındır?"

"Evet, soylu efendim." Ejdercan eğilerek selam verd i. Khisanth meseleyi b ir tarttı. " Belki o

kadar da aptal değilsindir," diye düşündü. "Ben aşağıdaki işlerle başa çıkabilirim. Sen şehrin üst

kademelerindeki aramalara konsantre ol. Buraya izinsiz gelenleri bulunca dosdoğru bana getir.

Onlara boyun eğdirdikten sonra gereğinden fazla can larını yakma. Ve o asaya dikkat et!"

Ejderan, alayla burnunu kıvırıp, çıkmış olduğu karanlık gölgelere doğru sürünen ejderhanın

önünde diz çöktü.

Ejderan merdivenlerden koşaradım inerek, pustan çıkan birkaç yaratıkla buluştu. Kendi
dillerinde, boğuk sesle kısa bir görüşmeden sonra ejder-ranlar kuzey caddesinden tırman maya

başladı. Kayıtsız b ir halde, kendi aralarındaki bir şakaya gülerek yürüyüp, kısa bir süre sonra

pus içinde kayboldular.

"Hiç endişeli değiller, öyle değil mi?" dedi Sturm. "Hayır," dedi Tan is ciddiyetle. " Bizi çantada

keklik görüyorlar." "Kabul et mek lâzım Tanis. Haklılar," dedi Sturm. "Bizim p lanımızın önemli

bir aksaklığı var. Eğer ejderha hissetmeden içeri süzülsek ve eğer d iskleri alab ilsek b ile yine de

bu Allahın-terkettiği şehirden, üst katlarda kaynaşan ejderanların arasından kurtulmamız lâzım."

"Sana daha önce sana sormuştum, yine sorayım," dedi Tanis. "Daha iy i

bir p lanın var mı?"

"Benim daha iyi b ir p lanım var," dedi Caramon boğuk bir sesle. "Bu saygısızlık değil Tanis,

ama hepimiz ciflerin dövüşmek konusunda neler hisse-tiğini biliriz." Koca adam sarayı işaret

etti. "Belli ki ejderha burada yaşıyor. Daha önce planlamış olduğumu z gib i onu ininden dışarıya

çıkartalım, ama bu kez ininde hırsızlar gibi saklanacağımıza onunla dövüşelim. Ejderhanın işini

hallettikten sonra diskleri alabiliriz."

"Benim can ım kardeşim," diye fısıldadı Raistlin, "senin gücün bileğinde, aklında değil. Bu

minik maceraya atıldığ ımızda şövalyenin de söylemiş olduğu gibi, Tan is akıllıdır. Ona ku lak

assan iyi olur. Sen ejderhalar hakkında ne biliyorsun, kardeşim? Onun o ölümcü l nefesinin

sonuçlarını gördün." Raistlin b ir öksürük nöbetine yenik düşmüştü. Cüppesinin kolundan

yumuşak bir ku maş parçası çıkarttı. Tanis ku maşın kanla lekelen miş olduğunu gördü.

20?

Bir süre sonra Raistlin devam etti. "Kendini buna karşı koruyabilirsin] belki, hatta keskin

pençelerine, d işlerine ve salladığ ında sütunları b ile y ıkar kırbaç gib i kuyruğuna karşı

koruyabilirsin. İyi ama, onun büyüsüne karşı ne kullanacaksın, canım kardeşim? Ejderhalar en

eski büyü kullanıcılarıd ır. Seni, benim minik arkadaşımı büyülediğim gib i büyüler. Tek bir

sözle seni uyutur ve rüyalar görürken seni öldürür."

"Tamam," dedi Caramon, u mudu kırılarak. " Bunları h iç bilmiyordu m. A llah kahretsin, kim bu

yaratıklar hakkında bir şeyler biliyor!"

"Solamniya'da ejderhalar hakkında oldukça fazla bilgi vard ır," dedij Sturm yavaş ça.

O da ejderhayla dövüşmek istiyor, diye fark etti Tan is. Ejderha felaketij denilen mü kemmel

şövalye Hu ma'yı düşünüyor olmalı.


Bupu Raistlin'in koluna asıldı. "Haydi. Sen g it. Başka patron yok. Başkaî ejderha yok." Diğer

lağım cüceleriyle birlikte taşlarla döşenmiş meydandan^ suları sıçrata sıçrata yürü meye başladı.

"Ee?" dedi Tanis, iki savaşçıya bakarak.

"Görünüşe göre başka şansımız yok," dedi Sturm dimd ik. "Düş manla yüzleş miyoru z da lağım

cücelerin in arkasına saklanıyoru z! En inde sonunda bu canavarlarla yü zleş memiz gereken bir

zaman o lacak!" Topuklarında | dönerek, sırt ı dimdik, bıyıkları kabarmış yürümeye başladı.

Yo larkadaşları onları izledi.

"Belki de gereksiz yere endişeleniyoruzdur." Tanis sakalını kaşıd ı, pus tarafından gözlerden

saklanan saraya dönüp bakarak. "Belki de Krynn'de kalan tek ejderha budur -Rüyalar Çağı'ndan

kurtulabilmiş olan tek ejderha."

Raistlin'in dudakları kasıldı. " Yıldızları hatırla Tanis," diye mırlıdandı. "Karanlıklar Kraliçesi

geri geld i. İlahi'n in sözlerin i hatırla: 'feryat eden ordularının yığ ınları1. Orduları ejderhalard ı,

kadim olanlara göre. O geri döndü ve orduları da onunla birlikte geld i."

"Bu taraftan!" Bupu Raistlin'e yapıştı, kuzeye doğru ayrılan yolu göste- J rerek. " Ev burası!"

"En azından kuru," diye ho murdandı Flint. Sağa dönerek dereyi arkala-> rında bırakt ılar.

Yıkıntılardan başka bir yuvaya girer girmez pus, yolarka - | daşlannın etrafında yoğunlaşıverdi.

Bu bölge, Xak Tsaroth'un -en şaşaalı günlerinde bile - en fakir mahallesi olmalıydı; binalar

yıkılmışlığ ın ve hara-biyetin son katresini yaşıyordu. Lağım cüceleri caddeden aşağıya koşarken

çığlıklar atıp haykırmaya başlamışlard ı. Gürültü karşısında Tanis telaşla» Sturm'e baktı.

"Onların biraz sessiz olmaların ı sağlayamaz mısın?" diye sordu Tanis Bupu'ya. "Hiç olmazsa

ejderanlar -n... şey!- patronlar yerimizi bulmasınlar."

"Hıh!" Bupu omu zların ı silkt i. "Patronlar yok. Buraya gelmezler. Korkarlar Yüceb ulp'dan."

Tanis'in bu konuda şüpheleri vard ı ama, etrafına bakınınca h iç ejderan izine rastlamadı.

Gö rdüğü kadarıyla kertenkele adamlar, düzen li ve askeri bir yaşam tarzı sürüyorlardı. Bu

yaşamın tersine, şehrin bu kıs mı çöpler ve p isliklerle doluydu. Bu rezil b inalardan lağım

cüceleri fırlayıp duruyordu. Erkekler, dişiler, pejmü rde çocuklar, onlar caddeden geçerken

merakla seyrediyorlardı. Bupu ve diğer büyülenmiş lağım cüceleri Raistlin'in etrafın ı almışlardı,

neredeyse onu taşıyorlardı.

Ejderanların akıllı olduğu inkar edilemez, diye düşündü Tanis. Esirlerin in, herhangi bir sorun

yaratmadıkça, kendilerine ait huzur dolu b ir yaşantısı olmasına izin veriyorlardı. Özellikle lağım
cücelerin in ejderan lardan on kez daha kalabalık oldukları düşünülecek olursa bu, iyi bir fikirdi.

Esasen korkak olan lağım cüceleri, köşeye sıkışınca çok iy i dövüşçüler olmakla ünlüydüler.

Bupu, Tanis'in o güne kadar görmüş olduğu en karanlık, en kirli paslı sokaklardan birinin

önünde durdu. Sokaktan pis koku lu bir sis geliyordu. Binalar bel vermiş, meyhaneden çıkan

sarhoşlar gibi birb irlerine o mu z vermiş duruyorlardı. O seyrederken sokaktan min ik minik lağım

cücesi çocukları çıkarak, bir takım karaltıların peşinden koşturmaya başladı. "Akşam yemeği,"

diye viyakladı b irisi dudakların ı yalayarak. "Bunlar sıçan!" diye bağırdı Alt ınay dehşetle.

"Oraya girmek zo runda mıyız?" diye ho murdandı Sturm devrik b inalara bakarak.

"Koku bile koca b ir devi devirmeye yeter," d iye ekledi Caramon. "Ayrıca bir lağım cücesi ahırı

tepeme ineceğine, bir ejderhanın pençesi alt ında can vereyim daha iy i."

Bupu sokağı işaret etti. " Yücebulp!" dedi, bloktaki en harap binayı işaret

ederek.

"Sen burada kalıp nöbet tut istiyorsan," dedi Tanis Sturm'e. "Ben gid ip

• Yücebulp ile konuşacağım."

"Hayır." Şövalye kaşlarım çattı, eliy le yarımelfe sokağa girmesini işaret ederek. "Bu işte

birlikteyiz."

Sokak yüz metre kadar doğuya doğru uzanıyor sonra kuzeye dönüyoı ve bir çıkmazda

bitiveriyordu. Önlerinde yıkık dökük tuğladan bir duvaı vardı ve hiç çıkışı yoktu. Arkalarındaki

çıkış yolu da peşlerinden koşup gelen lağım cüceleri tarafından tıkanmıştı.

"Tuzak!" diye t ısladı Sturm ve kılıcını çekti. Caramon'un boğazından gurultular yükselmeye

başladı. Soğuk çeliğ in ışıltısın ı gören lağ ım cüceleri pa-

207

206

niğe kapıldı. Birbirlerinin ü zerine çıkarak döndüler ve sokaktan aşağıya kaçmaya başladılar.

Bupu, Sturm ile Caramon'a tiksintiyle baktı. Raistlin'e döndü. "Onları durdur!" diye rica etti

savaşçıları işaret ederek. " Yoksa ben Yücebulp'a götürmek yok."

"Silah ını kaldır şövalye," diye tısladı Raistlin, "eğer kendine denk bir düşman bulduğunu

düşünüyorsan, o başka."

Sturm Raistlin'e kaşlarını çattı ve bir an için Tanis, Sturm büyücüye saldıracak zannetti ama

şövalye silahını kaldırdı. "Oyununun ne olduğunu anlamak isterdim büyücü," dedi buz gibi bir
sesle Sturm. "Bu şehre gelmek için pek bir can atıyordun, daha disklerin varlığını bile bilmeden

önce. Neden? Neyin peşindesin?"

Raistlin cevap vermedi. Şövalyeye o garip altın gö zleriy le, kötü kötü baktıktan sonra Bupu'ya

döndü. "Seni daha fazla rahatsız et meyecekler miniğim," diye fısıldadı.

Bupu etrafına, onların yeterince yılıp yılmad ıklarına bakt ıktan sonra ilerleyerek p is yumruğuyla

duvarı çaldı. " Gizli kapı," dedi önemseyerek.

Bupu'nunkini iki tdk tak sesi cevaplandırdı.

"Bu parola," dedi Bupu. "Üç kere vurmak. Şimd i içeri bırakırlar."

"Ama sadece iki kere çaldı..." diye başladı Tas kıkırdayarak.

Bupu ona baktı.

"Şışşşşt!" diye dürttü kenderi Tan is.

Hiçb ir şey olmad ı. Kaşlarını çatan Bupu iki kere daha çaldı duvarı. İki tak tak karşılık verd i

yine. Bekledi. Gö zleri sokağın girişinde olan Caramon huzursuzca ayak değiştirmeye başladı.

Bupu iki kere daha vurdu. İki tak tak cevapladı.

Sonunda Bupu duvara bağırdı. " Gizli kod la vuruyom. İçeri alın!"

"Gizli vuruş beş vuruş," diye cevapladı içeriden boğuk bir ses.

"Ben beş vuruş vurdum!" diye beyan etti Bupu hiddetle. "İçeri al!"

"Sen altı vuruş vurdun."

"Ben sekiz vuruş saydım," diye atıldı başka bir ses.

Bupu aniden iki eliyle birden duvarı itti. Kap ı hemencicik açılıverdi. İçeri baktı. "Ben dört vuruş

vurdum. İçeri al!" diye bağırd ı yu mru k yaptığı elini sallayarak.

"Tamam," diye homurdandı ses .

Bupu kapıy ı kapatarak iki kere çald ı. Daha fazla bir o lay yaşanmasından ve geç kalın masından

korkan Tanis kahkahalarını bastırmaya çalışan kendere sert sert baktı.

Kapı açıldı -yine. "İçeri girin," dedi muhafız terslenerek. "A ma o dört vuruş değridi," diye

fısıldadı Bupu'ya yüksek sesle. Bupu, torbasını yerlerde

sürüyüp muhafızın yanından küçümseyerek geçerken onu duymamazlığa geld i.

"Biz Yücebulp görecek," diye ilan etti.

"Bunları Yücebulp'a mı götürüyorsun?" Muhafızlardan biri hayretler içinde kald ı, dev gib i

Caramon'la, uzun boylu Neh iryeli'ne ağ zı bir karış açık bakarken. Arkadaşı gerilemeye
başlamıştı.

"Yücebulp'u görecek," dedi Bupu gururla.

Lağım cücesi muhafız, gözlerin i korkunç görünüşlü gruptan hiç ayırmadan leş gibi kokan, pis

bir hola doğru geriled i ve koşturmaya başladı. Avazı çıkt ığı kadar bağırmaya başladı. "Ordu!

İçeri zorla bir ordu girdi!" Bağırtılarının koridorda yankılandığın ı duyabiliyorlard ı.

"Pof!" Bupu burun kıv ırdı. " Glup enciği! Gel. Yücebulp gör."

Torbasını göğsüne bastırarak holde ilerlemeye başladı. Yolarkadaşları hâlâ lağ ım cücesinin

koridor boyunca yankılanan sesini duyabiliyorlard ı.

"Ordu! Bir dev ordusu! Yücebulp'u koruyun!"

Yücebulp I.Phudge lağım cüceleri arasında bir lağ ım cücesiydi. Neredeyse akıllıydı, dillere

destan bir serveti ve adı çıkmış bir korkak o lduğu söyleniyordu. Bulp lar, Nu lph Bu lp sarhoş

kafayla bir havalandırma deliğinden içeri düşüp şehiri keşfettiğinden beri, uzun bir zamandır

Xak Tsa-roth'un -ya da onların değimiy le "Th"nın- seçkin bir klan ı sayılıyordu. Ertesi sabah

ayıldığ ında burnsınmın kendi klanına ait olduğunu iddia etmişti. Bu lplar derhal buraya taşınarak

daha sonraki yıllarda büyük bir lütufkarlıkla Slud ve Glup klan larının da şehire yerleş melerine

izin vermişlerdi.

Harabe halindeki bir şehirde yaşam ço k hoştu -lağım cücesi standartlarına göre, en azından. Dış

dünya onları rahatsız et miyordu (dış dünyanın onların orada olduklarına dair en ufak bir fikirleri

yoktu ve olsaydı bile kimse u mursamazdı). Bulp lar d iğer klan lara karşı hakimiyetlerini

kolaylıkla muhafaza, edebiliyordu, bunun nedeni de (Slud klan ına ait bazı kıskanç kişilerce

annesinin bir yercücesi olduğu fısıldanan) bir Bu lp'un (Glung -gu'nun), bilimsel bir akıl yapısına

sahip olması dolay ısıyla şehrin eski sakinleri tarafından domu z yağı erit mek için kullanılan

kocaman iki kazam kullanarak 6ir çeşit asansör geliştirmiş olmasıydı. Asansör lağım

cüceleri-nin çöp karıştırma işlerini bat mış şehrin tepesindeki ormanda da sürdürmelerine o lanak

sağlamıştı -bu da yaşam standartlannı büyük ölçüde yükseltiyordu. Glunggu Bulp bir kahraman

olmuş ve ortak kararla Yücebulp ilan edilrnişti. O zaman bu zaman, klan lar arasındaki reislik

hep Bulp ailesinde kalmıştı.

2O8

2O9

Yıllar geçmiş, dış dünya ansızın Kak Tsaroth'a merak sarmıştı. Ejderha ve ejderanlar ın gelişi,
lağım cücesi yaşam biçimine hüzünlü bir dalga getir-misti. Ejderanlar ilk başta bu pis min ik

başağnlannı tamamen temizlemeyi düşünmüşlerse de muhteşem Phudge tarafından ko muta

edilen- lağım cü-çeleri o kadar yaltaklandılar, sindiler, zırlad ılar, ağladılar, ayaklarına

ka-pandılar, ki ejderanlar insafa gelip onları sadece esir etti.

Ve böylece lağ ım cüceleri, Kak Tsaroth'ta birkaç yüzyıl yaşadıktan son

ra, ilk kez- çalış mak zo runda kalıyordu. Ejderan lar b inaları onardılar, her

şeyi askeri bir d isiplin içinde ele aldılar ve genel olarak yemek p işirmek, te-

mizlik yap mak ve onarım işlerinde çalışmak zorunda kalan lağ ım cüceleri

için yaşamı çekilmez bir hale soktular. .

Muhşetem Phudge'ın, işlerin bu durumundan, memnun olmad ığını soy -lemeye gerek yok.

Ejderhayı yerinden etmek için yo llar bulmak amacıyla saatlerce düşünmüştü. Ejderhanın in inin

yerini b iliyordu elbette ve buraya giden gizli b ir yol bile bulmuştu. Hatta bir keresinde ejderha

yokken gizli gizli buraya git mişti de. Yer altındaki koca odada b irikmiş olan güzel taşla rın ve

parlak sikkelerin çokluğu karşısında dili tutulmuştu. Muhteşem Yü -cebulp delikanlılığında biraz

seyahat etmişti ve dış dünyada bu taşlara gıp ta edecek halkların olduğunu ve bunların

karşılığ ında bir sürü renkli ve ci çil bicili ku maş verebileceklerini (Phudge'ın güzel ku maşlara

Karşı zaafı vardı) biliyordu. Ejderhanın ininde, kalem kağıdın ı çıkartıp hazinenin yeri -ni

unutmasın diye bir haritasını çizmişti. Hatta birkaç küçük taş yürütmeyi akıl da et mişti.

Phudge bunu izleyen aylar boyunca bu zenginliğ i hayal et mişti amab ir kez daha oraya geri

dönecek fırsatı bulamamıştı. Bunun iki nedeni vardı: Bir, ejderha bir daha hiç ayrılmamıştı,

ikincisi Phudge haritanın içinden çı kamamıştı.

Ejderha bir tamamen ayrılsa veya kahramanın biri gelip de onu kılıçan geçirse diye

düşünüyordu! Bunlar Yücebulp'un güzel rüyalarıydı ve müha-fızları, bir ordunun saldırmakta

olduğunu söylediklerinde de bu duru»-daydı Phudge.

İşte böylece Bupu, sonunda muhteşem Phudge'ı yatağının altından çe-kip çıkartıp, bir devler

ordusu ile karşı karşıya olmadığ ı konusunda ona ga ranti verince, Yücebulp I.Phudge

rüyaların ın gerçek olabileceğine inan maya-ya başladı.

"Demek buraya ejderhayı öldürmeye geldiniz," dedi Yücebulp I.Phudger Tanis Yarımelfe.

"Hayır," dedi Tan is sabırla, "o niyetle gelmedik."

Yo larkadaşları lağım cücesi Bupu'nun muhteşem Yücebulp o larak takd im ettiğ i Aghar'ın
tahtının önünde duruyorlardı. Bupu yan gözle taht odasına giren arkadaşlan sabırsızca süzdü

huşu içinde hayretlere düşmelerini bekleyerek. Bupu hayal kırıklığına uğramamıştı. Girerlerken

arkadaşların yüzleri hayret içinde kaldı, diye ifade edilebilird i gerçekten de.

Kak Tsaroth şehrinin süsleri, hükü mdarların ın taht odasını süslemek jçiıt daha önceki Bu lplar

tarafından sökülmüştü. Eğer bir rnetre alt ın ku maş güzelse kırk met resi daha da güzeldir

felsefesiyle ve zevkten tamamen yoksun olan lağım cüceleri muhşetem Yücebulp'un odasını tam

bir kargaşa şaheserine dönüştürmüşlerdi. Duvardaki her milimden ağır, yıp ranmış alt ın ku maşlar

sarkıyordu. Tavandan koca duvar halıları (kimisi başaşağı) sallanıyordu. Belli ki duvar halıları

bir zaman lar ço k güzeldi; narin ren kli ip likler şehir yaşamın ı ya da geçmişin öykü ve

efsanelerini gözler önüne sermek için b irb irine karışıyordu. Fakat onları can landırmak isteyen

lağım cüceleri, ku maşların ü zerlerini cafcaflı, zıt ren klerle boyamışlardı. Böylece Sturm, zü mrüt

yeşili b ir gök alt ında mor noktalı bir ejderha ile dövüşen parlak kırmızı b ir Hu ma ile

karşılaşınca hayatının şokunu yaşamış oldu.

Zarif, çıplak heykeller, hepsi yanlış yerlerde o lmak ü zere odayı süs -lüyorlardı. Bunları da lağım

cüceleri abart mışlardı, safi beyaz mermeri son derece renksiz ve kasvetli bulduklarından.

Heykelleri o kadar gerçeğe uygun, ayrıntılara sadık kalarak boyamışlardı ki, mahcu p mahcup

Altınay'a yan gözle bakan Caramon, kıpkırmızı kesilerek bakışlarını yere indirdi.

Aslında yolarkadaşları, bu sanatsal dehşetler galerisine davet edild iklerinde, ciddi tavırların ı

koru makta zorlan mışlardı. İçlerinden biri tamamen kendin i kaybetti: Tasslehoff hiç vakit

kaybetmeden o kadar ço k kıkırdamaya başlamıştı ki, Tanis kenderi kendisine hakim oluncaya

kadar avlunun dışındaki Bekleme Yeri'ne yollamak zorunda kalmıştı. Grubun geri kalanları

ciddi bir edayla muhteşem Phudge'ın önünde eğildiler; elleri savaş baltasında, o yaşlı yüzünde

tebessümün izi bile bulun madan dimd ik duran Flint hariç.

Yücebulp'un huzuruna çıkmadan önce cüce, elini Tanis'in ko luna koy muştu. "Bu aptallıklar seni

kandırmasın Tan is," diye uyarmıştı Flint. "Bu yarat ıklar son derece hain olabilirler."

Yücebulp arkadaşlar g irince biraz telaşa düşmüştü, özellikle de u zun b°ylu savaşçıları görünce.

Fakat Raistlin, Yücebulp'u yatıştırıcı ve temin edici (b iraz ü zücü de olsa) özen le seçilmiş birkaç

söz söylemişti.

Öksürük nöbetleriyle sözü kesilen büyücü, sorun yaratmaya niyetleri ol-^adığ ıru, sadece

ejderhanın in inden onlar için din i kıy meti o lan bir şey *"P/ mü mkünse ejderhayı h iç rahatsız

etmeden git meyi planlad ıklarını söy-lemişti.


210

211

Bu tabii ki Phudge'ın planlarına uymamıştı. O yü zden, söylenenleri doğ. m duymamış olduğunu

kabul etti. Cicili bicili ku maşlara sarılıp sarmalan-mış bir halde alt ın yapraklarla kaplı tahtına

yaslandı ve sakin bir edayla tekrarlad ı, "Siz burada. Kılıçlarınız var. Ejderhayı öldürün."

"Hayır," dedi Tan is yine. "Arkadaşımız Raistlin'in de açıklamış olduğy gibi ejderha, b izim

tanrılarımıza ait b ir eşyayı koruyor. Biz o eşyayı alıp, ejderha bunun kaybolduğunu

anlayamadan şehirden kaçmak istiyoruz."

Yücebulp kaşlarını çattı. "Bütün hazineyi almadığ ını sizin ve Yücebulp'u delirmiş bir ejderhayla

bırakmadığın ı, ben nereden bildimcem? Orda çok hazine var...güzel taşlar."

Raistlin gözleri p ırıldayarak dik d ik baktı. Kılıcı ile oynayan Sturm tik sintiy le büyücüyü süzdü.

"Sana güzel taşlar getiririz," diye garanti verd i Tanis Yücebulp'a. "Bize yardım edersen bütün

hazine senin olur. Bizim bütün istediğimiz tanrılarımıza ait bu yadigarı bulmak."

Sonunda Yücebulp öyle u mduğu gibi kahramanlarla değil de h ırsızlar ve yalancılarla uğraştığını

anladı. Belli ki bu grup en az kendi kadar ejderhadan korkuyordu ve bu da Yücebulp'un aklına

bir şey getirdi. "Siz Yücebulp'tan ne istiyor?" diye sordu, neşesini denetim altında tutup kurnaz

görünmeye çalışarak.

Tanis rahatlayarak derin bir nefes ald ı. En azından bir yer lere varıyor gibiydiler. "Bupu"

-Raistlin'in koluna yapışmış lağım cücesini işaret etti-"şehirde bizi ejderhanın inine

götürebilecek tek kişinin siz o lduğunuzu söyledi."

"Götürmek!" Muhteşem Phudge bir an için kendine olan hakimiyetini kaybederek cüppesine

sarındı. " Götürmek yok! Yücebulp harcanamaz. Halkın bana ihtiyacı var!"

"Yo, yo. Ben götürmenizi kastetmedim," diye düzeltti Tanis aceley le " Eğer bir haritanız varsa,

veya yolu göstermesi için birini yollayabilirseniz."

"Harita!" Phudge alnındaki teri cübbesinin ko luyla sildi. "Baştan desene Harita. Evet. Haritayı

getirteyim. Bu arada siz ye. Yücebulp'un konukları-Muhafızlar sizi yemek salonuna götür."

"Hayır, teşekkür ederiz," dedi Tanis kibarca, diğerlerine bakmaya fırsat bulamadan. Yücebulp'u

görmeye gelirken lağım cüceleri yemek salonun' dan geçmişlerdi. Sadece koku, Caramon'un

bile iştahını kapatmaya yeterdi-

"Bizim kendi y iyeceklerimiz var," diye devam etti. "Kendi aramızda biraz dinlen ip, plan
yapmak için zamana ihtiyacımız var."

"Elbette." Yücebulp tahtın önüne doğru koşmaya başladı. Muhafız ların ın iki tanesi gelerek ona

yardım et meye başladı, çünkü ayakları yere

212

değiniyordu. "Bekleme Yeri'ne geri g it. Otur. Ye. Konuş. Ben haritayı yolla, gelki Phudge'a

planlarınızı anlat ırsınız mı?"

Tanis aceleyle lağım cücesine bakınca, Yücebulp'un gözlerinin şeytan cibi p ırıldadığ ını gördü.

Yarımelf bu z gib i o ldu, aniden lağım cücesinin hiç de soytarı olmadığın ı fark ederek. Tan is,

Flint ile daha çok konuşmuş olmayı d iled i. "Daha pek bir plan yap madık majest eleri," dedi

yarımelf.

Yücebulp daha açıkgözdü. Uzun zaman önce Bekleme Yeri diye b ilinen odanın duvarına bir

delik deld irmişti, böylece hu zuruna çıkmayı bekleyen tebaanın konuşmalarına kulak misafiri

olabiliyor ve onu ne sebeple rahatsız edeceklerinden haberdar oluyordu. Böylelikle

yolarkadaşlarının plan lan konusunda oldukça fazla b ilgisi vard ı, o yü zden işin üzerine daha

fazla g it medi. "Majesteleri" deyiminin kullanımın ın bununla bir ilgisi o labilirdi; Yücebulp

bundan daha uygun bir şey duymamıştı.

"Majesteleri," diye tekrarladı Phudge, mest olup iç geçirerek. Muhafızlarının b irini sırtından

dürttü. "Sen hatırla. Art ık bana 'Majesteleri' denecek."

"E-e-evet m... Majesteleri," diye kekeledi lağ ım cücesi. Muhteşem Phudge pis elini zerafetle

salladı ve yolarkadaşları eğilip selam vererek çıktılar. Yücebulp I.Phudge bir an tahtının yanında

durdu, kendince çekici b ir üslupla gülü mseyerek, bütün konuklan çıkıncaya kadar. Sonra ifadesi

değişti; son derece zeki ve şeytanca bir tebessüme dönüştü; muhafızları sabırsız bir beklentiyle

etrafın ı ald ılar.

"Sen," dedi bir tanesine. "Mahalleye git. Harita getir. Yan odadaki ah maklara ver."

Muhafız selam vererek koştu. Diğer muhafız ağzını açmış, beklemeye devnm ediyordu. Phudge

etrafına bakındıktan sonra muhafızı daha da yaklaştırdı kendine, b ir sonraki emrini nasıl sözlere

dökse diye düşünerek. Onun kahraman lara ihtiyacı vardı ve kendiliklerinden çıkagelen bu

pisliklerden birer kahraman çıkacaksa, yaratacakt ı. Eğer ölürlerse bu büyük bir kayıp

olmayacaktı. Eğer ejderhayı ö ldürmeyi başarırlarsa, çok daha iy i. Lağım cüceleri -onlar için-

Krynn'deki bütün güzel taşlardan daha değerli olan şeyi elde edeceklerdi: Hürriyetin tatlı ve
sakin günleri! Art ık bu etrafta gizli gizli gezmenin bir sonu gelmeliydi.

Phudge eğilerek muhafızının kulağ ına fısıldadı. "Sen ejderhaya git. Majesteleri Yücebulp

I.Phudge'dan selam götür ve de ki..."

213

20

"O;

Yücebulp' un haritası, fistandantitus 'un büyü Içitabı.

\ bızd ık piçe en fazla kokusu kadar dayanabiliyoru m," diye hc murdandı Caramon.

"Aynı fikirdeyim," dedi Tan is sessizce. "Ama başka çaremiz var mı? Ona hazineyi getirmey i

kabul ettik. Eğer bizi ele verirse, kaybedecek çok şeyi var ama buna karşılık kazanacağı hiçb ir

şey yok."

Taht odasının dışında, leş gibi bir antre olan Bekleme Yeri'nde yere oturdular. Bu odadaki

dekorasyon en az saraydaki kadar kabaydı. Yolarkadaşları sinirli ve gergindi; çok az konuşuyor,

yemek yemeğe çalışıyorlardı.

Raistlin yemek istemedi. Diğerlerinden uzakta, yere kıvrılarak, ö ksürüğüne iyi gelen o otlu

karışımı hazırlay ıp içt i. Sonra cüppesine sannarak gözleri kapalı yere uzandı. Bupu onun

yakınında bir yere kıvrıld ı ve torbasından çıkard ığı b ir şeyleri kemirmeye başladı. Kardeşine

bakmaya giden Caramon, bir kuyruğun şapırtıyla Bupu'nun ağzından kaybolduğunu gördü.

Nehiryeli tek başına oturuyordu. Arkadaşlar alçak sesle bir kez daha planlarını gö zden

geçirirken, o kat ılmadı. Bozkırlı karamsarca yere bakıyordu. Kolundaki yumuşak teması

hissettiğinden, başını kald ırmad ı bile. Yü zü solgun bir halde A ltınay, yanına diz çö ktü.

Konuşmaya yeltendi, beceremedi sonra boğazını temizled i.

"Konuşmamız gerek," dedi sertçe kendi d illerinde.

"Bu bir emir mi?" diye sordu acı acı.

Kadın yutkundu. "Evet," diye cevap verdi, belli belirsiz.

Nehiryeli ayağa kalkarak cafcaflı duvar halıs ın ın önünde durdu. Ne Alt ınay'a bakıyordu, ne de

konuşuyordu. Yü zünde ciddi bir maske vard ı ama alt ında, Altınay, adamın ruhundaki kızgın

acıyı h issedebiliyordu. Kadın kibarca elini adamın koluna bırakt ı.


"Affet beni," dedi yavaşça.

Nehiryeli ona hayretle baktı. Kadın, boynu bükük önünde duruyordu; yüzünde neredeyse

çocuksu bir utançla. Yaşamaktan bile daha çok sevdiği varlığ ın gü müşî altın saçın ı okşamak için

uzandı adam. A lt may'm onun temasıyla tit rediğin i hissetti ve kalb i sevgiyle buruldu. Elini

saçlarından boynuna indirerek son derece kibar bir şekilde, şefkat le sevgilisini göğsüne doğru

çekti ve'sonra birden bire onu sardı.

"Bu sözleri daha önce söylediğini hiç duymamıştım," dedi kendi kendine tebessüm ederek, onun

görmediğ ini biliyordu.

"Bu sözleri h iç söylemed im," d iye yutkundu kadın, yanağını adamın deri gö mleğine dayayarak.

"Ah sevgilim, geri döndüğünde Altınay'a değil de Reisin Kızı'na dön müş olduğum için

kelimelerle an latamayacak kadar üzgünü m. A ma ço k korkuyordu m."

"Hayır," diye fısıldadı, "özür dilemesi gereken b iri varsa o da benim." Kadının göz yaşların ı

silmek için elini kaldırd ı. " Neler yaşadığını bilmiyordu m. Bütün düşünebildiğim kendim ve

kendi karşılaştığım zorluklard ı. Keşke bana anlatsaydın, kalb imin kıy met lisi."

"Senin sormuş olmanı isterdim," d iye cevap verdi kad ın, adama içtenlikle bakarak. "O kadar

uzun zamandır Reisin Kızıydım ki, bütün bild iğim şey buydu. Bu benim gücü mdür. Korktuğum

zaman bana güç verir. Bırakabileceğimi zannetmiyoru m."

"Ben senin bırakman ı istemiyoru m." Kad ına gülü msedi, kadının yüzüne düşmüş saçlarını eliyle

düzelterek. "İlk gördüğümde Reisin Kızı'na aşık o lmuştum. Hatırlıyor musun? Senin şerefine

tertip edilen turnuvalarda."

"Benim takdisimi almak için eğilmeyi reddetmiştin," dedi. "Babamın liderliğin i kabul et miş ama

benim tanrıça o lduğumu reddetmiştin. İnsanların insanları tanrı yapamayacakların ı söylemiştin."

Gö zleri y ıllarca, yıl-

•215

larca geriye git mişti. "Ne kadar boylu poslu, yakışıklıydın; o zamanlar be

nim için var olmayan kadim tanrılardan söz ediyordun." '

"Ve sen ne kadar h iddetliydin," diye hatırlad ı adam, "ve ne kadar güzel! Senin güzelliğin bile

beni kutsamaya yeterdi. Başkasına ihtiyacım yoktq. Ben im turnuvalardan atılmamı istemiştin."

Altınay hüzünle gülü msedi. "Sen de beni halkımın önünde küçük dü sürdün diye sana

hiddetlendiğimi düşünmüştün, ama işin aslı o değild i.'


"Değil iniyd i? Neydi o zaman Reisin Kızı?"

Kadının yü zü koyu bir gül g ibi kızardı ama berrak mavi gözlerini ad ma yöneltti.

"Hiddetlenmiştim, çünkü seni orada önümde diz çö kmeyi red-dederek dururken gördüğüm an,

kendimden bir parçayı kaybettiğimi ve sen sahip çıkmad ıkça da b ir daha bir bütün

olmayacağımı biliyordum."

Cevap olarak Bo zkırlı, kadın ı iyice sıkarak saçından kibarca öptü.

"Nehiryeli," dedi yutkunarak. "Reisin Kızı hâlâ burada. Onun tamamen ayrılacağın ı hiç

zannetmiyoru m. A ma, onun altında Altınay'ın bulunduğu nü bilmen i isterim ve eğer bu yolculuk

bir son bulup da biz hu zura erişir sek, o zaman A ltınay sonsuza kadar sende kalacak ve Reisin

Kızı'n ı rüzgar-lara savuracağız."

Yücebulp'un kapısındaki bir gü mbürtü ile içeri giren lağ ım cücesi mu -hafız, herkesin sin irle

irkilmesine neden oldu. "Harita," dedi, buruşuk bir parça kağıdı Tanis'e u zatarak.

"Teşekkür ederim," dedi yarımelf ağ ırbaşlılıkla. "Şükran larımızı Yüce b ulp'a iletin."

"Majesteleri Yücebulp'a," diye dü zeltti muhafız, halı kaplı duvara telaşlı b ir bakış atarak.

Beceriksizce eğ ilirek geri geri Yücebulp'un odasına çekildi

Tanis haritayı açtı. Herkes haritanın etrafına toplandı, Flint bile. Fakat bir kez baktı ktan sonra

cüce, alay edercesine homurdanıp kanepesine geri döndü.

Tanis esefle güldü. "Bunu beklemeliydik. Acaba muhteşem Phudge 'bü -yük gizli oda'nın nerede

olduğunu hatırlıyor mu?"

'Tabii ki hatırlamıyor." Raistlin garip, alt ın gözlerini açıp, yarı kapalı gö z kapaklan arasından

onlara bakarak doğruldu. "Hazineye bir daha hiç dön-memesinin nedeni bu. Öte yandan

aramızda ejderhanın ininin nerede o ldu-ğunu bilen biri var." Herkes büyücünün bakışlarını

izled i.

Bupu onlara küstahça baktı. "Sen haklı. Ben b iliyor," dedi asık suratla."ben gizli yeri biliyor.

Ben oraya gider, güzel taşlar. A ma Yücebulp'a söyleme!"

"Bize söyleyecek misin?" diye sordu Tanis. Bupu Raistlin'e bakt ı. Raist lin başıyla onayladı.

"Ben söyle," diye mırıldandı. "Harita ver."

Raistlin diğerlerinin haritaya bakmaya dald ıkların ı görerek kardeşini başıyla çağ ırdı.

"Plan hâlâ aynı mı?" d iye fısıldadı büyücü.

"Evet." Caramon kaşlarını çattı. "Planı h iç beğenmedim. Ben de seninle «Telmeliyim."


"Saçmalama," diye t ısladı Raistlin. "Sadece ayak bağı olursun!" Sonra daha kibarca ekledi, "Ben

tehlikede o lmam, emin ol." Ellerini ikizin in koluna koydu ve onu kendine yaklaştırdı. "Sonra"

-büyücü etrafına bakındı- "benim için yap man gereken bir şey var kardeşim. Ejderhanın in inden

bana getirmen gereken bir şey."

Raistlin'in teması normalin ü zerinde sıcaktı, gözleri yanıyordu. Caramon rahatsız o larak kendini

çekmeye başladı, kardeşinin gözlerinde Yü ksek Büyücülüğün Kulesi'nden beri görmediği bir

şeyi görerek, ama Raistlin'in elleri onu sıkı sıkı kavramıştı.

"Nedir o?" diye sordu Caramon gönülsüzce.

"Bir büyü kitabı!" diye fısıldadı Raistlin.

"Demek o yü zden Xak Tsaroth'a gelmek istiyordun!" dedi Caramon. "Bu büyü kitabının burada

olacağını b iliyordun."

"Seneler önce, bu konuda bir şeyler o ku muştum. Afetten önce kitabın Xak Tsaroth'ta olduğunu

biliyordum, bütün tarikat bunu bilir ama, kitabın şuhir ile birlikte yok olduğunu var sayardık.

Sonra Xak Tsaroth'un yıkımdan kurtulduğunu öğrendim, kitabın da kurtulmuş olma ihtimali

vardı!"

"Kitabın ejderhanın in inde olduğunu nereden biliyorsun?"

"Bilmiyoru m. Sadece tahmin ediyoru m. Büyü kullanıcıları için bu kitap, Xak Tsaroth'un en

büyük hazinesidir. Eğer ejderha bu kitabı bulduysa kullanıyor olduğuna emin olab ilirsin!"

"Sen de bunu senin için almamı istiyorsun," dedi Caramon yavaşça. "Neye benziyor?"

"Benim büyü kitabıma elbette ki, sadece kemik beyaz parşö meni gece mav isi deri ile ciltli ve

üzeri gü müş rünlerle damgalan mış. Ellediğ inde, buza dokun muş gibi o lursun."

"Rünlerde ne yazıyor?"

"Bilmesen daha iyi..." diye fısıldadı Raistlin.

"Kimin kitabıy mış?" diye sordu Caramon kuşkuyla.

Raistlin sessizleşti, alt ın ren kli gö zleri sanki b ir iç muhasebe yapıyor-ttıuş, unutulmuş bir şeyi

hatırlamaya çalışıyormuş gibi dalg ınlaştı. "Sen onu hiç duymad ın kardeşim," dedi sonunda,

Caramon'un daha da çok yaklaş -masına neden olan bir fısıltıy la. " Yine de tarikatımın en

büyüklerinden biriydi. Adı Fistandanrilus idi."

217

216
"Büyü kitabını tarif ed işin..." Caramon duraksadı, Raistlin'in vereceğ i cevap tan korkarak.

Yut kundu ve baştan başladı. "Bu Fistandantilus..KariV Cüppe mi giyiyordu?" Kardeşinin

parçalayan bakışlarına karşılık veremiyordu.

"Başka bir şey sorma!" diye tısladı Raistlin. "Sen de en az diğerleri kadar körüsün! İçinizden

hanginiz an layabilirsin iz beni!" İkizin in yüzündeki acı dolu ifadeyi gören büyücü iç geçirdi.

"Güven bana Caramon. Bu aslında çok güçlü bir büyü kitabı değil -aslında büyücünün ilk

kitaplanndan biri. Ço k gençken, gerçekten çok gençken ku llandığ ı kitaplardan biri," diye

mırıldandı Raistlin uzaklara dalarak. Sonra gözlerini kırp ıştırarak daha canlı bir şekilde şöyle

dedi: "Ama yine de benim için çok değerli. A lman lâzım! A lman..." Öksürmeye başladı.

"Tabii Raist," diye söz verdi Caramon, kardeşini sakinleştirerek. "Kendini y ıprat ma. Ben onu

bulurum."

"İyi kalpli Caramon. Mükemmel Caramon," diye fısıldadı Raistlin konuşabildiğ inde. Köşesine

çekilip gözlerini kapattı. "Şimd i bırak biraz din leneyim. Hazır o lmam gerek."

Caramon ayağa kalktı, bir an için kardeşine baktı sonra döndü ve neredeyse tam arkasında

durmuş ona kocaman kuşku dolu gözlerle bakan Bu-1 pu'nun üzerine çıkt ı.

"Ne hakkında konuştunuz öyle?" diye sordu Sturm terslikle, Caramon grubun yanına dönerken.

"Şey, hiç," diye mırıldandı koca adam, suçlu suçlu kızararak. Sturm Tanis'e telaşlı bir bakış

fırlattı.

"Ne var Caramon?" diye sordu Tanis, rulo edilmiş haritayı beline sokup savaşçıya dönerek.

"Yanlış giden bir şeyler mi var?"

"Y-yo..." diye kekeledi Caramon. "Bir şey yok. Ben..şey..Raistlin'i beni yanına alması için biraz

zorladım. Benim ayak bağı olacağımı söyledi."

Tanis Caramon'a baktı dikkat lice. Koca adamın doğru söylediğini biliyordu Tanis, ama

savaşçının bütün doğruları söylemed iğini de biliyordu. Caramon seve seve gruptaki herkes için

kanını akıtabilirdi ama Tan is onun, Raistlin'in emriy le hepsini ele vereceğinden kuşkulanıyordu.

Dev Tanis'e bakt ı, sessizce daha fazla soru sormaması için yalvararak.

"Haklı, biliyor musun Caramon," dedi Tanis sonunda, koca adamın koluna vurarak. "Raistlin

tehlikede o lmayacak. Bupu onun yanında olacak. Onu buraya gizlen mesi için geri getirecek. O
fişeklerle ilg ili süslü numaralarından birini yapması lâzım, ejderhayı in inden çıkarmak için b ir

oyun olsun diye. Ejderha oraya varıncaya kadar, o çoktan git miş olur."

"Tabii ki bunu biliyoru m/' dedi Caramon gülmemek için kendini zor tutarak. "Zaten sizin bana

ihtiyacınız var."

"Evet var," dedi Tanis ciddi ciddi. "Şimdi, herkes hazır mı?"

Sessizce, cidd iyetle kalktılar ayağa. Raistlin de ayağa kalkarak ileri doğ ru geldi, kuku letası

yüzüne çekilmiş, elleri cüppesinin ko lunda kavuşmuş. Büyücünün etrafında açıklanamaz ve de

korkunç bir aura vardı -içinden kaynaklanan ve yükselen bir gücün aurası. Tanis boğazını

temizled i.

"Beş yüze kadar sayacağız," dedi Tanis Raistlin'e. "Sonra harekete geçeceğiz. Min ik

arkadaşımıza göre 'g izli yer' diye işaretlen miş yer, buradan pek uzakta olmayan bir b inanımn

altındaki kapak şeklinde bir kapıy mış. Bu kapak ejderhanın bugün onu gördüğümüz yerin

yakınlarındaki inine açılan, şehrin alt ında bir tünele açılıyormuş. Gösterini meydanda hazırla,

sonra buraya geri gel. Burada buluşur Yücebulp'a hazinesini verir ve gece çökünceye kadar

saklanırız. Hava kararınca da kaçarız."

"Anlıyorum," dedi Raistlin sakin bir halde.

Keşke ben de anlayabilseydim, d iye düşündü Tanis acı acı. Keşke o kafanın içinde neler

döndüğünü ben de anlayabilseydim büyücü. Fakat yarımelf hiçb ir şey söylemedi.

"Şimdi gidiyoru z?" diye sordu Bupu Tanis'e endişeyle bakarak.

"Şimdi gidiyoru z," dedi Tan is.

Raistlin gölgelerle dolu sokaktan süzülüp çıkt ı ve güneydeki caddeye doğru hızla ilerled i. Hiç

yaşam izine rastlamadı. San ki bütün lağım cüceleri pus tarafından yutulmuştu. Bu düşünce onu

rahatsız etti ve gölgelerden çıkmadan ilerledi. Eğer ihtiyaç o lursa narin büyücü sessizce

ilerleyebilird i. Sadece öksürüğünü denetim altında tutabilmeyi u muyordu. Göğsündeki ağrı ve

tıkanıklık, tarifi genç büyücünün maru z kald ığı sarsıntıya karşı bir Çeşit özü r dileme

mah iyetinde büyük büyücü Par-Salian tarafından verilen Şifalı ot lar karışımını içt iğinde

rahatlıyordu. Fakat bu karışımın et kisi de kısa bir süre sonra geçiyordu.

Bupu onun cüppesinin ardından bakıyordu, min ik, kara boncuk gözleri doğudan Büyük

Meydan'a doğru giden caddede oynaşıyordu. "Hiç kimse," dedi ve büyücünün cüppesine asıldı.

"Şimdi gidelim."
Hiç kimse...d iye düşündü Raistlin, endişeyle. Bu ço k anlams ızd ı. O ka-'abalık lağım cücelerine

ne olmuştu? Bir şeylerin ters gittiğ ine dair bir his vardı içinde ama geriye dönecek kadar vakit

de yoktu -Tanis ile diğerleri 8'zli tünelin g irişine yönelmişlerdi b ile. Büyücü acı acı gülü msedi.

Ne biçim "lr ahmak macerasına dönüşüyordu bu iş böyle. Belki de hepsi bu sefil şehirde

ölecekti.

218

219

-4

Bupu yeniden onun cüppesine asıldı. Omu zların ı silkerek ku kuletası^ başına geçird i ve lağı m

cücesi ile b irlikte pus kaplı caddeye doğru gittiler.]

Zırh lara bürün müş iki suret kara bir kapıdan çıkarak Raistlin ve Bu pu'nun arkasından sıvıştılar.

"Söylenen yer burası," dedi Tanis yavaşça. Çürüyen bir kapıyı açara; içeri bakt ı. " Burası

karanlık. Işığa ihtiyacımız olacak."

Metale sürten bir çakmaktaşı sesi duyuldu ve Caramon Yücebulp'dan aldığ ı meşaleyi yakarken

bir kıvılcım çıkt ı. Savaşçı birini Tanis'e verdikten; sonra bir tane kendi ve b ir tane de Neh iryeli

için yaktı. Tanis binanın içine ad ımını atar at maz kendini b ileklerine kadar suyun içinde buldu.

Meşaleyi yukarı kaldırarak, b irikintin in kasvetli odanın duvarlarından sürekli dökü len sulardan

meydana geldiğ ini gördü. Su lar odanın orta yerinde dönüyor sonra kenarlanndaki çat laklardan

kaçıp g idiyordu. Tanis odanın ortasına kadar su içinde yurdu, meşalesini suya yakın tutuyordu.

"İşte burada. Görebiliyoru m," dedi diğerleri su içinden ilerlerken. Yerdeki bir kapağı gösterdi.

Tam ortasında demirden bir halka belli belirsiz görünüyordu.

"Caramon?" Tanis geriye çekildi.

"Hıh!" diye burun büktü Flint. " Eğer bir lağım cücesi bunu açabiliyorsa ben de açarım. Kenara

çekil." Cüce herkesi dirsekliye dirsekliye yana iterek elini suya soktu ve asılmaya başladı. Bir an

bir sessizlik oldu. Flint homurdandı, sonra yüzü kızardı. Durdu, nefesini kontrol ederek

doğruldu, sonra eğilip yeniden denedi. Bir çıtırt ı b ife çıkmıyordu. Kapak kapalı kaldı.

Tanis elin i cücenin o muzuna koydu. "Flint, Bupu sadece kuru mevsimde aşağıya indiğini

söylüyor. Sen kapakla birlikte Yenideniz'in yansını da kald ırmaya çalışıyorsun."

"Şey" -cüce nefes almaya çalıştı- "neden daha önce söylemediydin? Bırakalım koca ökü z

denesin."
• Caramon ileri bir ad ım attı. Suya doğru eğilerek çekmeye başladı. Sırt kaslan şişti, boynundaki

damarlar fırladı. Bir emilme sesi duyuldu ve sonra kapak kendini öyle aniden koyuverdi ki koca

savaşçı neredeyse geri düşecekti. Caramon kalın tahta kapağı geriye yatınrken odadaki bütün su

akıp g irmişti. Tanis görebilmek için meşalesini tuttu. Yerde bir buçuk metrekareli k b ir delik

belirmişti ve delikten aşağıya dar demir bir merdiven in i' yordu.

"Kaçtayız?" diye sordu Tanis, kuru bir boğazla.

"Dört yüz üç." diye cevap verdi Sturm derin bir sesle. "Dört yüz dört.'

Yo larkadaşları yerdeki kapağın etrafında durmuş serin havada tir tir titriyor ve kapaktan aşağıya

akan suyun sesinden başka bir şey duymuyorlardı.

"Dört yüz elli b ir," dedi şövalye sakince.

Tanis sakalını kaşıd ı. Caramon iki kez öksürdü, sanki kardeşinin yanlarında olmay ışını onlara

hatırlat mak istercesine. Yerinde duramayan Flint baltasını suya düşürdü. Tas, ne yaptığının

farkına bile varmadan tepe saçını çiğniyordu. So luk görünen fakat sakin olan Alt ınay

Nehiryeli'ne yaklaştı, özelliksiz kahverengi asası elinde. Adam kolunu Alt ınay'a doladı.

Beklemekten daha kötü bir şey daha yoktu.

"Beş yüz," dedi Sturm sonunda.

"Tam zaman ı!" Tasslehoff kendin i merdivenlere attı. Sonra Tanis gitti, arkasından gelen

Altınay'a yolu aydınlat mak için meşaleyi yüksek tutarak. Diğerleri yavaş yavaş şehrin lağım

sisteminin havalandırma borusundan aşağıya inerek onları izled i. Boru yedi sekiz metre kadar

aşağıya indikten sonra kuzeyden güneye uzanan bir buçuk met re genişliğ inde bir tünele

açılıyordu.

"Suyun derinliğini kontrol et," diye uyardı Tan is tam kender Tas merd iveni bı rakacağ ı sırada.

Merdivenin son çubuğuna bir eliyle tutunan kender, altında döne döne giden karanlık suya

hoopak asasını indird i. Asa yarısına kadar gö müldü.

"Altmış beş santim," dedi Tas neşeyle. Şaplayarak suya atladı, su kalçasına kadar yükseliyordu.

Ne yapacağını sorarcasına Tanis'e baktı.

"O taraf," diye işaret etti Tanis. " Güney."

Asasını havada tutan Tasslehoff akıntın ın kendisini sürüklemesin e izin verdi.

"O ayırım nerede?" diye sordu Sturm sesi yankılanarak.

Tanis de bunu merak ediyordu. "Büyük bir ihtimalle burada bir şey duyamayacağız." Bunun
doğru olmasını u muyordu.

"Raist başarır. Merak et mey in," dedi Caramon ü mitsizce.

Tanis!" Tasslehoff yanmelfe doğru geriled i. " Burada aşağıda bir şeyler var! Ayağımın üzerinden

geçtiğini hissettim."

"Hareket et meye devam edin," diye mırıldandı Tanis, "ve aç olmadığım u malım..."

Sessizlik içinde sularda ilerlemeye devam ettiler; meşale ışığ ı duvarlarda °ynaşıyor, insanın

aklının içinde hayaller oluşturuyordu. Kaç kere Tan is bir §eyin kendisine doğru uzandığın ı

hissetmiş ve bunun Caramon'un miğferi Veya Tas'ın hoopakının gölgesinden başka bir şey

olmadığın ı görmüştü.

Tünel güneye doğru altmış metre kadar g ittikten sonra doğuya dönüyordu. Yolarkadaşları

durdu. Lağımın doğu kolunda, yukandan

221

220

süzülüp gelen loş bir ışık sütunu pırıldıyordu. Bu -Bupu'ya göre- ejc hanın ininin işaretiydi.

"Meşaleleri suda söndürün!" diye tısladı Tanis kendi meşalesini su daldırarak. Kaygan duvarları

elleyerek keneleri izledi Tanis -Tas'ın kırmızı silueti elf gö zlerinde net bir biçimde

görünüyordu- tünel boyunca. Ardın da, Flint'in ro matizmaları hakkında şikayet edişini

duyuyordu.

•"Şıısşşt!" diye fısıldadı Tanis ışığa doğru yaklaştıkça. Takırdayan zırh larına rağ men sessiz

olmaya çalışarak, demir bir ızgaraya doğru tırmana ince merdivenin yanında durdular.

"Kimse yere inen parmaklıkları kitlemek için uğraşmaz." Tas, kulağına fısıldamak için Tan is'i

yanına çekti. "A ma eğer kilit liyse bile eminim ben açabilirim."

Tanis başıyla onayladı. Bupu'nun bile bunu açabileceğini eklemedi bile Sturm'ün bıyıkları

şövalye için nasıl bir gurur kaynağıysa, kilitleri açrnak da kender için öyleydi. Tas merd ivenden

tırman ırken, hepsi dizlerine kadar gelen suda durup ona baktılar.

"Hâlâ dışarıdan bir ses duyamıyoru m," diye mırıldandı Sturm.

"Şıısşşt!" diye horumdandı Caramon, kabaca.

Izgaran ın bir kilidi vard ı, Tas'ın birkaç saniyede açabild iği basit bir kilit Sonra ızgarayı yavaşça

kald ırarak etrafına bakındı. Üzerine ani b ir karanli çöktü; karanlık o kadar yoğun ve aşılmazdı ki

ona kurşun gibi ağır gelmiş ti, neredeyse parmaklığ ı elinden düşürecekti. Çabucak ızgarayı yerin
bırakarak hiç ses çıkarmadan merd ivenden aşağıya kaydı ve Tanis'e çarptı

"Tas?" diye tuttu yarımelf onu. "Sen misin? Göremiyoru m. Neler olu -yor?"

"Bilmiyoru m. Aniden her yer karanverdi."

"Ne demek göremiyoru m?" diye fısıldadı Sturm Tanis'e. " Elf yeteneğin ne oldu?"

"Gitti," dedi Tan is ümitsizlikle, "aynı Kararık Orman'daki-ve kuyunu yanındaki gib i..."

Tünelde birbirlerine yaklaş mış dururlarken kimse konuşmadı. Butun -.)uyabildikle ri kendi

nefesleri ve duvarlardan damlayan suların sesiydi..

Ejderha orada, yukarıda onları bekliyordu.

222

21

'Kurban. Çifte, ö lü mlü şehir.

•^ aranlıktan da daha kara bir ü mitsizlik kör et mişti Tan is'i. Bu be-

-L Xjıim p lanımd ı, buradan canlı kurtulmamızın tek yoluydu, diye

^üşündü. Gayet güzeldi, işe yaramış olması gerekirdi! Yanlış giden ne ol-

nuştu? Raistlin -o b izi ele vermiş olabilir mi? Hayır! Tanis yumruklarını

tı. Hayır, lanet olsun hayır. Büyücü soğuktu, sevilebilecek g ibi biri değil-

anlaşılması imkânsızdı doğru, ama onlara sadıkt ı, Tanis buna yemin

ebilird i. Raistlin neredeydi? Belki de ölmüştü. Şu anda u murunda oldu -

-mdan değil. Hepsi ö lecekti zaten.

"Tanis" -yarımelf ko lunun sıkıca kavrandığın ı hissetti ve Sturm'in derin -aen gelen sesini tanıdı*

^ne düşündüğünü biliyoru m. Hiç çaremiz yok. Za-mız azahyor. Diskleri almamızın tek yolu bu.

Başka bir şans daha ^kalayamay ız."

Ben bir bakacağım," dedi Tan is. Kenderin yanından geçip tırmandı ve 28aranın arasından baktı.

Karanlıktı, bir büyü karanlığı. Tanis başını elleri

223

arasına alarak düşünmeye çalıştı. üSturm haklıydı: zaman damlıyordu. Yine de şövalyenin

kararına nasıl güvenebilird i? Sturm ejderhayla dövüşmek is tiyordu! Tanis merd ivenden aşağıya

indi. " Gid iyoruz!" dedi. O anda bütün istediği her şeyin olup bit mesiydi, ondan sonra eve

dönebilirlerd i. Eve, so-lace'a. " Hayır Tas." Kenderi tutarak onu merdivenden aşağıya sürükledi

"Önce savaşçılar gidecek -Sturm ve Caramon. Sonra geri kalan lar."


Ama zaten şövalye onu itmiş, kılıcı kalçasında takırdayarak ilerlemeye başlamıştı bile.

"Biz hep son oluyoruz!" diye burun büktü Tasslehoff, cüceyi sürükleye rek. Flint merd ivenleri

yavaş yavaş çıkıyor, dizleri g ıcırdıyordu. "Çabuk ol| dedi Tas. "İnşallah biz git meden bir şey

olmaz. Şimd iye kadar bir ejderhay. la hiç konuşmamıştım."

"Eminim ejderha da b ir kenderle konuşmamıştır!" d iye uflay ıp pufladı cüce. "Büyük b ir

ihtimalle ölecek olduğunun farkındasın değil mi, tavşan kafalı? Tanis bunu biliyor, sesinden

anladım."

Tas duraksadı, Srtırm yavaş yavaş ızgarayı açarken merdivene yapıştı "Biliyor musun Flint,"

dedi kender ciddi ciddi, "benim halkım ölmda korkmaz. Bir yerde, ö lü me sabırsızlıkla bakarız

-en son büyük macera ola rak. Fakat sanırım ben, bu yaşamı b ıraktığım için kendimi iy i

hissetmez dim. Eşyalarımı ö zlerd im" -torbaların ı okşadı- "ve haritalarımı ve seni ve Tanis'i.

Tabii eğer," diye ekledi yüzü aydınlanarak, "öldüğümü/de hepimiz aynı yere gideceksek o

başka."

Aniden Flint, gö zünde kaygısız kentleri ölmüş buz g ibi yatarken canlan dınverdi. Göğsünün

sıkıştığın ı hissetti ve her şeyi gizleyen karanlığa şük retti. Boğazını temizleyerek boğuk sesle

konuştu. 'Eğer sonraki yaşamımı bir avuç kenderle paylaşacağımı düşünüyorsan, Raistlin'den

daha delisin demektir. Haydi!"

Sturm dikkatlice ızgarayı kald ırd ı ve bir tarafa itt i. Zemine sürtünen iz gara, d işlerini sıkmasına

neden oldu. Kendini kolaylıkla yukarı çekt i. Dö-nüp, delikten bedenini ve takırdayan teçhizatın ı

geçirmekte zorlanan Cara-•mon'a yardım et mek için eğildi.

"İstar adına, yavaş ol!" diye tısladı Sturm.

"Gayret ediyoru m," diye mırıldandı Caramon, sonunda deliğin kenarın dan tırmanarak. Sturm

elin i Alt ınay'a uzattı. En son Tas geldi, yokluğunda kimse bir şey yapmamış olduğu için son

derece mutlu.

"Işığa ihtiyacımız var," dedi Sturm.

"Işık mı?" diye cevap verdi zemheri gecesi gib i soğuk ve karan lık b ir ses -"Evet, haydi ışığ ı

yakalım." •

Anında karanlık yok oldu. Yolarkadaşları yüzlerce metre yükselen koca kubbeli bir salonda

oldukların ı gördüler. Tavandaki b ir çatlaktan odaya so-

224
ğuk, gri bir ışık süzülüyor, yuvarlak salonun ortasındaki büyük bir sunağın üzerine parlıyordu.

Yerde, sunağın etrafına değerli taşlar, sikkeler ve ölü şehrin diğer değerli eşyaları yığ ılmıştı.

Taşlar parıldamıyordu. Altın p ırıldamıyordu. Loş ışık hiçb ir şeyi aydın lat mıyo rdu -koca

kaidenin ü zerine, kocaman, yırtıcı b ir hayvan gibi tünemiş olan kara ejderhadan başka bir şeyi

aydınlatmıyordu.

"Kendinizi ihanete uğramış gibi mi hissediyorsunuz?" diye sordu ejderha muhabbet havasında.

"Büyücü bize ihanet etti! Nerede? Sana hizmet mi ediyor?" diye bağırd ı Sturm, h iddetle kılıcını

çekip ileri doğru bir adım atarak.

"Geri çekil So lamniya'n ın kötü şövalyesi. Geri çekil, yoksa büyü kullanıcınız artık h iç büyü

kullanamaz!" Ejderha koca boynunu yılan gibi yere doğru kıv ırdı ve pırıltı lı kırmızı gözlerle

onlara baktı. Sonra yavaşça ve özenle, pençeli ayaklarından birini kaldırdı. Ayağının alt ında,

kaide ü zerinde Raistlin yatıyordu.

"Raist!" diye kükredi Caramon ve sunağa doğru atıldı.

"Dur ahmak!" diye tısladı ejderha. Pençesinin tek b ir t ırnağın ı büyücünün karnına koydu

hafifçe. Büyük bir çabayla Raistlin, kardeşine o garip altın gözleriy le bakabilmek için başını

kımıldattı. Zayıf bir hareket yaptı ve Caramon durdu. Tanis, sunağın altında, yerde bir şeyin

hareket ettiğini gördü. Bu Bupu'ydu, hazinenin parçaları arasına büzüşmüş, sızlamaya b ile

cesaret edemiyordu. Magius'un Asası onun yanında duruyordu.

"Bir adım daha atarsan bu buruşuk insanı pençemle sunağa yapıştırırım."

Caramon'un yüzü koyu, çirkin bir kırmızıyla kızardı. "Onu bırak!" diye bağırd ı. "Senin kavgan

benimle."

"Benim h içbirin izle kavgam yok," dedi ejderha, tembel tembel kanatların ı hareket ettirerek.

Ejderhanın pençesi biraz kıpırdayıp mu zurluk olsun diye büyücünün etine hafifçe batınca

Raistlin biraz büzüştü. Büyücünün metalik derisi terle parlıyordu. Derin, parça, parça b ir nefes

aldı. "Kılını bile kıp ırdat ma büyücü," diye alay etti ejderha. "Biz aynı d ilden konuşuyoruz

hatırlıyor musun? Tek bir büyü sözcüğüyle arkadaşların lağım cücelerinin karınların ı doyuracak

leşler ha lin i alıverirler!"

Raistlin'in gözleri sanki yorgunluktan mış gibi kapandı. Fakat Tan is, büyücünün ellerinin bir

açılıp bir kapandığını göreb iliyor ve Raistlin'in son bir büyü için hazırlandığ ını b iliyordu. Bu

onun son büyüsü olacaktı -o büyüyü yapıncaya kadar ejderha onu öldürecekti. Fakat bu,

Nehiryeli'ne disklere utaşmak ve Alt ınay'la can lı olarak kaçmak için b ir fırsat yaratabilird i.
Tanis "ozkırlı'ya doğru yanaştı.

Dediğim gib i," diye devam etti ejderha telâşsızca. "Hiçbirinizle savaş -^ak benim seçimim değil.

Bu noktaya kadar benim gazabımdan nasıl kaça-

225

bildin iz, an layamıyoru m. Yine de, işte karşımdasınız. Ve bana çalın mış olan b ir şeyi getirdiniz.

Evet Que-shu hanımefendisi, görüyorum ki kristalden mavi asayı taşıyorsunuz. Bana getirin

onu."

Tanis tek bir söz fısıldadı Alt may'a, " Vakit kazan!" Fakat kad ının soğuk mermer gib i yüzüne

bakarak kendisini, hatta ejderhayı b ile duyup duymamış olduğunu merak etti. Sanki o, başka

sözleri, başka sesleri d inliyor gib iydi.

"Sözü mü dinle." Ejderha başını tehdit edercesine alçalttı. "Sözü mü din le yoksa büyücü ölür. Ve

ondan sonra -şövalye. Sonra yarımelf. Ve böylece devam eder -birb iri ardı sıra, ta ki sen

Que-shu hanımefendisi, bir sen kalıncaya kadar. O zaman asayı bana getirip, merhamet

dileneceksin."

Altınay itaatle başını eğdi. Nehiryeli'ni kibarca eliyle iterek Tanis'e döndü ve yarımelfe sevgi

dolu bir edayla sarıld ı. "Hoşçakal dostum," dedi yüksek sesle, yanağını onun yanağına

dayayarak. Sonra sesi bir fısılt ıya düştü. "Ne yapmam gerekt iğini biliyorum. Asayı ejderhaya

götürüp..."

"Hayır!" dedi Tan is hiddetle. "Bir işe yaramaz. Ejderha zaten bizi ö ldürmeyi düşünüyor."

"Beni din le!" Alt ınay'ın tırnaklan Tanis'in ko luna battı. "Nehiyeli'y le kal Tanis. Onun beni

engellemesini önle."

"Peki ya ben seni engellemeye çalışırsam?" diye sordu Tanis yavaşça, Al-tınay'ı kollarında sıkı

sıkı tutarak.

"Çalışmazsın," dedi tatlı b ir sesle kad ın ve gülü msedi. "Hepimizin yerine getirmemiz gereken

bir alınyazısı var -Ormanefendisi'nin de söylemiş olduğu gibi. Nehiryeli'nin sana ihtiyacı olacak.

Hoşçakal dostum."

Altınay, sanki her detayı sonsuza kadar saklamak için ezberlemek istercesine, berrak mavi

gözleri Nehiryeli'nde, geriye bir adım attı. Kad ının veda ettiğini fark eden adam, kadına doğru

yöneldi.

"Nehiryeli," dedi Tan is yavaşça. "Ona güven. Bütün o yıllar boyunca q sana güvenmişti. Sen

savaşırken o seni bekled i. Şimdi bekleme sırası sende. Bu onun savaşı."


Nehiryeli titred ikten sonra durdu. Tanis adamın boynundaki damarların kabardığın ı, çene

kemiğinin kasıldığın ı görebiliyordu. Yarımelf Bozkır-lı'n ın ko lunu kavradı. Uzun boylu adam

ona bakmad ı bile. Onun gözleri Alt ınay'daydı.

"Neden oyalanıyorsun?" diye sordu ejderha. "Canım sıkıld ı. İleri gel."

Altınay, Neh iryeli'ne arkasın ı döndü. Flint ve Tasslehoffu geçti. Cüc başını ön üne eğdi. Tas

koca gözlerle ve vakur b ir edayla izledi. Her nede; se bu, tahmin ettiğ i kadar eğlenceli

olmamıştı. Hayatında ilk kez kend kendin i ufacık, çaresiz ve yalnız h issetti. Bu korkunç,

zevksiz b ir h isti; ki de ö lü m daha iy idir diye düşündü.

Altınay Caramon'un yakın ında durdu, elin i.koluna koydu. "Sıkılma," dedi kardeşine ıstırap la

bakan koca savaşçıya, "kurtulacak." Caramon tıkanarak başını evet anlamında salladı. Sonra

Altınay Sturm'e yaklaştı. Aniden, sanki ejderhanın dehşeti çok ağırmış gib i ileri doğru çöktü.

Şövalye kadın ı yakalayarak, ayakta tuttu.

"Benimle gel Sturm," diye fısıldadı Altınay, adam ko luyla kadına sarılırken. "Ne o lursa olsun

benim söylediklerimi yap maya and içmelisin. Bir Solamn iya şövalyesi olarak şerefin üzerine

and iç."

Sturm tereddüt etti. Altınay'ın soğuk ve berrak gö zleri onunkiyle b irleşti. "And iç," dedi kadın,

"yoksa tek başıma giderim."

"And içerim hanımefendi," dedi Sturm saygıyla. "Sö zlerinize itaat edeceğim."

Altınay şükranla bir iç geçirdi. "Benimle yürü. Hiçbir tehditkar harekette bulunma."

Bozkırların barbar kadın ıyla şövalye, birlikte ejderhaya doğru yürüdüler.

Gö zleri kapalı, son büyüsüne kendini zihinsel olarak hazırlayan Raistlin ejderhanın pençesi

altında yatıyordu. Fakat büyünün sözleri, kafasındaki kargaşa yüzünden bir türlü o luşmuyordu.

Yeniden kendin i denetim altına alabilmek için uğraşıyordu.

Kendimi yabana atıyorum -ve ne için? d iye düşündü Raistlin acı acı. Bu ah makları bulaştıkları

bu müşkül duru mdan kurtarmak için. Ben i öldürmek korkusuyla snldıramazlar -benden korkup,

beni hakir görseler b ile. Hiçb ir an lam ifade etmiyor -aynı benim kurban olmamın bir anlamı

olmadığı gib i. Onlardan daha çok yaşamayı hak ettiğim halde neden onlar için ö lüyorum?

Bunu onlar için yap mıyorsun, diye cevap verdi bir ses ona. Raistlin konsantre olmaya çalışarak

bu sesi yakalamay ı başarmıştı. Bu gerçek bir sesti, tanıdık bir ses, fakat kimin olduğunu veya

nerede duymuş olduğunu çıkart mıyordu. Bütün bild iği, ona en gergin zamanında konuşmuş
olduğuydu. Ölü m yaklaştıkça, ses de yükseliyordu.

Bu fedakarlığ ı onlar için yap mıyorsun, diye tekrarladı ses. Bunu yenil-meye tahammü lün

olmadığı için yapıyorsun! Şimd iye kadar hiçb ir şey, hatta ölü mün kendisi bile seni yenemedi...

Raistlin derin bir nefes alarak gevşedi. Sö zleri tam olarak anlayamıyor-du< sesi tam olarak

çıkartamadığı gibi. A ma artık büyü kolaycacık aklına 8elivermişti. "Astol arakh kh u m..." diye

mırıldandı büyünün narin bedeninde harekete geçtiğini h issederek. Sonra başka bir ses

konsantrasyonunu

227

bozdu; bu ses onun aklına konuşan canlı bir sesti. Gö zlerin i açtı, başını ya| vaş yavaş çevirerek

odaya, arkadaşlarına bakt ı.

Ses bir kadından geliyordu -ö lü bir kab ilen in barbar prensesinden, istlin Altınay'a bakt ı, kadın

Sturm'un ko luna yaslanmış ona doğru yüriiı ken. Kadın ın aklındaki sözler Raistlin'in aklına*

değmişti. Kad ına soğuk ğuk, dalgın dalg ın baktı. Bo zulmuş görüş açısı, büyücünün insan bedeni

baktığında duyabileceği her türlü isteği öldürmüştü. Tanis'i ve kardeşini bı kadar etkileyen

güzelliğ i göremiyordu. Ku msaati gözleri, kad ının buruşu| öldüğünü görüyordu. Kadına karşı

hiçbir yakın lık, bir merhamet hissetmi* yordu. Kadının ona acıd ığın ı biliyordu -ve bu yüzden

kadından nefret edji yordu- ama kadın aynı zamanda ondan korkuyordu da. Madem öyleydf

neden onunla konuşuyordu?

Kadın ona beklemesini söylüyordu.

Raistlin anladı. Kadın onun yapmaya çalıştığı şeyi anlamış, buna gere| o lmadığ ını söylüyordu.

Kadın seçilmişti. Kurban olacak o lan oydu.

Kadın gözleri ejderhanın ü zerinde, gitgide yaklaştıkça ona o garip alt ı gö zleriyle baktı. Sturm'un

vakarla yanından yürüdüğünü gördü, en az H ma'n ın kendisi kadar kadim ve soylu görünüyordu.

Sturm ne kadar kola b ir lokma gib i görünüyordu, Altınay'ın ku rbanındaki ideal iştirakçi. A

neden Nehiryeli kadının g it mesine izin vermişti? Olayların g idişatını an i yamamış mıydı acaba?

Raistlin hızla Nehiryeli'ne baktı. A, elbette! Yarime! yanında durmuştu; son derece acı içinde,

kederli görünüyor ve kuşkusu? kan döker gibi bilgece sözler döküyordu. Barbar da en az

Caramon kada ah maklaş maya başlamıştı. Raistlin gözlerini tekrar Alt ınay'a çevird i.

Artık ejderhanın önünde duruyordu kadın, soluk çehresi kararlıydı. Ya» n ında çelişkisi içini

kemiren Sturm asık yüzle, işkence çekiyordu. Belli kj Altınay şövalyeye şerefi üzerine b ir söz
verdirmişti. Raistlin'in dudakları alaycı bir şekilde kıvrıldı.

Ejderha konuştu ve büyücü harekete geçmek için hazırlandı. "Asayı in* sanlığın ah maklığ ının

diğer kalıntılarıyla yere bırak," diye emretti ejderhâ Alt ınay'a, parlak pullu başıyla sunağın

altındaki hazineyi işaret ederek.

Ejderha ko rkusuna yenilen Altınay kıpırdıyamıyordu. Titreyerek cana4 var g ibi yaratığa

bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Yan ında dural Sturm ejderha korkusunu denetim alt ına

almaya çalışıp, M ishakal Disklef rini arayarak hazine y ığının ı gözleriyle ko laçan etti. Sturm

hayatında bit şeyden bu kadar korkabileceğin i tah min et mezd i. Düsturunu içinden tek| rarlad ı,

"Şerefim yaşamımd ır," diye tekrar ve tekrar; kaçmasını engelleyeş tek şeyin gururu olduğunu

biliyordu.

Altınay Sturm'un elin in titred iğini, yüzünün terle parladığ ını gördü. SeV| g ili tanrıça, d iye

haykırdı ruhuyla, bana cesaret ver! Sonra Sturm onu dürttüf Bir şey söylemesi gerekt iğini fark

etti. Çok u zun bir süredir sessiz kalmıştı.

"Bu mucizevi asanın karşılığ ında bize ne vereceksin?" diye sordu Altı-nay/ serinkanlı

konuşabilmek için kendin i zorlayarak; gerçi boğazı kuru-^ ve dili şişmişti.

Ejderha güldü -tiz, çirkin b ir kah kahayla. "Size ne mi vereceğim?" Ejder -j,a Alt ınay'a bakmak

için boynunu yılan gibi kıvırdı. "Hiç! Hiçbir ş ey. Ben hırsızlarla pazarlık yapmam. Yine de..."

Ejderha başını geri çekti, gözleri bir çizgi halin i alıncaya kadar kapandı. Oyun yapar gibi

pençesini Raistlin'in et ine batırdı; büyücü büzüştü ama acısına hiç ses çıkarmadan kat landı.

Ejderha pençesini kaldırarak, ucundan kan damladığ ını herkesin görmesini sağlayacak bir

yükseklikte tuttu. "Senin asayı teslim ettiğin i Hükü mdar Verminaard -yani Ejderha

Yüceefendisi- neden zev kle seyret mesin? Belki merhamete b ile gelir -kendisi bir din adamıdır

ve onların garip değerleri var. Fakat şunu bil Que-shu hanımefendisi, Hükü mdar Verminaard'ın

senin arkadaşlarına ihtiyacı yok. Asayı şimdi verirsen arkadaşların ı kurtarırsın. Eğer beni

almaya zorlarsan -ölürler. Hepsinden önce de büyücü!"

Moralin in bozulduğu belli o lan Altınay, yenilgiy le çöktü. Sturm ona yaklaşarak sözü m yabana

teselliye yeltendi.

"Diskleri buldu m," diye fısıldadı sertçe. Kad ının kolunu kavrayınca korkuyla tit rediğin i hissetti.

"Bu şekilde davranmak konusunda kararlı mısın ız hanımım?" diye sordu yavaşça.

Altınay başını eğdi. Ölü gibi bembeyazdı ama kararlı ve sakindi. Toplad ığı saçların ın kaçan
birkaç teli yüzüne düşüyor, yüzündeki ifadeyi ejderhadan gizliyordu. Yenilmiş gibi görünse de,

Sturm'e bakarak gülü msedi. Tebessümünde hem huzur, hem de hüzün vard ı; t ıpkı mermer

tanrıçadaki gibi. Hiç konuşmadı, ama Sturm cevabın ı almıştı. Boyun eğerek selam verdi.

"inşallah benim cesaretim de sizinkine eşit olur hanımefendi," dedi. " Güveninizi boşa

çıkart mayacağım."

"Hoşçakal şövalye. Nehiryeli'ne de ki..." Altınay kekeledi, yaşlar birikirken gözlerini

kırpıştırarak. Kararlılığın ı y itirir korkusuyla sözleri yuttu ve duasına cevap veren Mishakal'ın

sesi benliğin i doldururken, yüzleşmek 'Çin ejderhaya döndü. Asayı korkmadan uzat! İçten gelen

bir güçle dolan A ltınay mavi kristalden asayı kaldırdı!

'Teslim olmay ı kabul et miyoruz!" diye bağırd ı Alt ınay sesi bütün odada Anlarken. Hayret içinde

kalan ejderha kıp ırdanamadan hızla harekete ge-9en Reisin Kızı asasını son bir kez daha

savurdu ve Raistlin'in ü zerinde duran pençesine indird i.

Asa ejderhaya vururken alçak b ir çınlama sesi çıkarttı -sonra parçalandı, kırılan asadan saf ve

parlak mavi bir ışık yayıldı. Işık g ittikçe parlaklaştı, Merkezden yayılan dalgalar halinde

ejderhayı yuttu.

228

229

Khisanth hiddetle çığlık attı. Ejderha korkunç, ö lü mcül b ir biçimde ya. ralan mıştı. Kuyruğunu

kamçı gib i vuruyor, başını döndürüp duruyor, y; kan mavi alevden kurtulmaya çalışıyordu. Bu

kadar büyük acı veren heı kimse onları öldürmekten başka bir şey istemiyordu ama yoğun mavi

ya gın amansızca onu yutuyordu -aynı Alt may'ı yuttuğu gibi.

Reisin Kızı, asa parçalandığında onu elinden bırakmamıştı. Kalan parç<i yi sıkı sıkı tutmuş,

ışığın art masın ı izlemişti, ejderhaya mü mkün olduğu kq dar yakın durmaya çalışarak. Mavi ışık

ellerine değdiğinde yoğun, yak»! bir acı hissetti. Sarsılarak dizleri ü zerine düştü, hâlâ asayı sıkı

sıkı tutaralj Ejderhanın tepesinde çığlıklar attığın ı, kü krediğ ini duyabiliyordu; sonri asanın

çınlama sesinden başka bir şey duyamamaya başladı. Acı o kada) art maya b aşlamıştı ki artık

onun bir parçası sayılmazdı ve kadın büyük bi; yorgunluğa boyun eğmişti. Uyuyacağım, diye

düşündü. Uyuyacağım v ı uyandığımda gerçekten ait olduğum yerde olacağım...

Sturm mav i ışığın yavaş yavaş ejderhayı yok edişini, sonra da Altınay' asası boyunca yayılışını
seyretti. Çınlaman ın gittikçe yükseldiğin i, hatta so nunda ölmekte o lan ejderhanın çığlığın ı bile

bastırdığın ı duydu. Sturm Al tınay'a doğru bir adım attı, kadın ın elinde kalan asa parçasını

elinden dü] sürtmeyi ve onu mav i alevin içinden çekip çıkarmayı düşünerek..ama yak-laşırken

bile onu kurtaramayacağını b iliyordu.

Işıkla yarı yarıya kör, sesle de sağır olan şövalye, yeminin i yerine getir -i menin, yani diskleri ele

geçirmeye çalış manın bütün gücünü ve cesaretini harcayacak olduğu nu fark etti. Bakışların ı

yüzü ıstırapla kasılmış ve etlenj ateşle kuruyan Altınay'dan ayırdı. Başındaki ağ rıy la dişlerin i

sıkarak -teli bir halkayla tepesinden birbirine bağlan mış yüzlerce ince p latin levha olan*;

diskleri görmüş olduğu hazine y ığınına doğru tökezlendi. Uzanarak bunla n kaldırdı,

hafifliklerinden dolayı hayretler içinde kalarak. Sonra kanlı bit 1 el hazine y ığının ın içinden

çıkıp onun bileğin i kavradığında, kalbi neredeyse duracaktı.

"Yard ım et bana!"

Düşünceyi sezebild iği kadar iy i duyamıyordu sesi. Raistlin'in elini kavrayarak onu ayağa

kald ırdı. Kan Raistlin'in cübbesinin kırmızısının arasından da fark ed iliyordu, fakat ciddi bir

yara almışa benzemiyordu -en azın' dan ayakta durabiliyordu. Ama yürüyebilecek miydi?

Sturm'ün yardıma iht iyacı vardı. Diğerlerin in nerede olduklarını merak etti; bu parlaklık

içerisinde onları göremiyordu. Aniden Caramon yanında beliriverdi, zırhı mavi ışıkta

parlıyordu.

Raistlin ona yapıştı. "Büyü kitabını bu lmama yard ım et!" diye tısladı.

"Bu kimin u murunda?" diye gürledi Caramon kardeşine uzanarak. "Seni "buradan dışarı

çıkartacağım!"

Raistlin'in ağzı h iddet ve sıkıntıdan öyle bir çarp ıldı ki, konuşamadı. Kendini dizleri ü zerine

bırakarak deliler gib i hazine y ığınlarının arasını araştırmaya başladı. Caramon onu çekip

uzaklaştırmaya çalıştı fakat Raist-ljn onu narin eliyle geri itt i.

Ve çınlama sesi hâlâ kulaklarını sağır ediyordu. Sturm yanaklarından aşağıya acı gözyaşları

süzüldüğünü hissetti. Aniden şövalyenin önünde, yere bir şey devrild i. Salonun tav anı

çöküyordu! Bütün bina etraflarında sarsılıyordu, çın lama sesi sütunları t itretiyor, duvarları

çatlatıyordu.

Sonra çınlama sesi kayboldu -ve ejderha da b irlikte. Khisanth bir avuç, du manı tüten külden

başka bir şey bırakmayarak yok olmuştu.


Sturm rahatlayarak içini geçirdi ama bu pek u zun sürmed i. Çınlama sesi sona erer ermez sarayın

yıkılma sesini, tavanın çatırt ısını, yere çarpan koca taş parçaların ın gümbürdeyip patlayarak

çıkarttıkları sesi duymaya başladı. Sonra gürültü ve toz du man içinden Tanis be lird i önünde.

Yarımelfin yanağındaki kesikten kan damlıyordu. Tavandan bir parça daha yanlarına düşerken,

Sturm arkadaşını tutarak sunağın üzerine çekt i.

"Bütün şehir çöküyor!" diye bağırd ı Sturm. "Nasıl çıkacağız dışarıya?"

Tanis başını salladı. "Benim tek bildiğim yol, geld iğimiz yol, tünelin içinden^' diye bağırd ı.

Başka bir tavan parçası boş sunağa düşerken başını eğdi.

"Bu tam bir ölü m tuzağı olur! Başka bir yol daha olmalı!"

"Bulacağız," dedi Tan is ciddiyetle. Dalgalar halinde yükselen tozun içinden b aktı. "Diğerleri

nerede?" diye sordu. Sonra dönerek Raistlin ile Caramon'u gördü. Tan is dehşet ve tiksintiyle

yerdeki hazine içinde eşinen büyücüye baktı. Sonra minik b ir suretin Raistlin'in ko luna

asıldığın ı gördü. Bu-PU! Tanis lağ ım cücesine doğru bir ha mlede bulunarak neredeyse

Bu-pu'nun aklını başından aldı. Şaşırıp bir çığ lık atarak Raistlin'in arkasına sindi lağım cücesi.

"Buradan çıkmalıyız!" diye gürled i Tanis. Raistlin'in cübbesini yakalayıp zay ıf büyücüyü ayağa

kald ırdı. " Eşelen meyi b ırak da şu lağım cücene yolu göstermesini sağla yoksa elimde

kalacaksın!"

Tanis onu sunağa doğru savururken Raistlin'in ince dudakları korkunç °ir tebessümle aralandı.

Bupu çığlık attı. "Haydi! Biz g it! Yolu b iliyoru m!"

"Raist!" diye yalvardı Caramon, "bulamazsın! Eğer buradan çıkamazsan öleceksin!"

"Pekala," diye h ırladı büyücü. Magius'un Asası'nı sunaktan kaldırarak ayağa kalktı; elini kardeşi

yardım etsin diye u zatarak. "Bupu, bize yolu göster," diye emretti.

'Raistlin asanı yak da seni izleyebilelim." Diye emretti Tanis. "Ben diğerin i bulacağım."

230

231

"Oradalar," dedi Caramon suratsızca. "Bo zkırh konusunda yardıma i

yacın olacak." ,

BiFtaş düşerken Tanis yüzünü koluyla kapattıktan sonra enkazın uf


rinden atladı. Neh iryeli'n i A ltınay'ın durmakta olduğu yere yığ ılmış ha

buldu; Flint ile Tasslehoff Bo zkırlı'y ı ayağa kaldırmaya çalışıyorlardı. C

da artık taş üzerinde kararmış bir lekeden başka şey yoktu. Altınay tar

men alevler tarafından yutulmuştu.

"Yaşıyor mu?" diye bağırd ı Tan is.

"Evet!" diye cevap verdi Tas, sesi tiz bir tınıy la gürültüyü bastırıyor "Ama yerinden

kıp ırdamıyor!"

"Ben onunla konuşurum," dedi Tanis. "Siz d iğerlerini izleyin. Hemen j liriz. Haydi devam

edin!"

Tasslehoff tereddüt etti, fakat Rint Tanis'in yü züne bir ba ktıktan sor. elini kenderin ko luna

koydu. Tas burnunu çekerek döndü ve cüceyle birli te y ıkıntı arasından koşmaya başladı.

Tanis Nehiryeli'nin yanına diz çöktü; derken Sturm karanlığın içind çıkıp gelirken ona bakt ı.

"Devam et," dedi Tan is. "Artık ko muta s ende."

Sturm tereddüt etti. Bir sütun onlan toz yağmuruna tutarak yanlan devrildi. Tanis kendin i

Nehiryeli'nin ü zerine attı. " Haydi!" diye bağ| Sturm'e. "Seni soru mlu kılıyoru m!" Sturm derin

bir nefes ald ı, b ir elini nis'in o mu zuna koydu ve Raistlin'in asasının ışığına doğru koşmaya

başli-Şövalye diğerlerin i dar b ir holde, bir arada buldu. Tepelerindeki kerrij li tavan dayanıyor

gibi görünüyordu, fakat Sturm tepeden gümbürtü se ri geldiğ ini duyabiliyordu. Ayaklarının

altındaki z.emin sarsıld ı ve d m larda açılan yeni çatlaklardan sular sızmaya başladı.

'Tanis nerede?" diye sordu Caramon. ,

"Şimdi gelecek," dedi Sturm kabaca. " Bekleyeceğiz...biraz en azındaı

Beklemek ö lü me dönüşünceye kadar bekleyeceğinden söz etmedi.

Büyük bir çatırtı sesi duyuldu. Duvardan s ular gürlemeye başladı,

leri basarak. Sturm tam diğerlerine odadan çıkmalannı söyleyecekti ki j, -

mekte plan kapıdan bir suret belirdi. Bu Tanis'in hareketsiz bedenini kol|

rında taşıyan Nehiryeli'ydi. _

"Ne oldu?" Sturm ileri doğru sıçradı, boğazı düğümlen mişti. " Yoksa...|

"Benimle kald ı," dedi Nehiryeli yavaşça. '.'Beni b ırakmasını söyledim. <

mek istiyordum -orada, onunla. Sonra -bir taş parçası. Gö remedi b ile..."

"Onu ben taşınm," dedi Caramon.

"Hayır!" Nehiryeli koca savaşçıya ateş saçan gözlerle bakt ı. Kollan nis'in bedenine daha da bir
sıkı sarıldı. "Onu taşırım. Git memiz gerek." ;

232

"Evet! Bu taraftan! Biz gid iyor şimdi!" diye acele etti lağım cücesi. İkinci kez ölmekte o lan

şehirden dışarı çıkarttı onları. Ejderhanın ininden, Yen ideniz ufalanan mağalara döküldükçe

batmaya başlayan meydana çıkt ılar. Yolarkadaşları suda ilerlemeye başladı; şiddetli akınt ıya

kapılmamak için birb irlerine tutunuyorlardı. Çılg ın bir kargaşa içindeki lağım cüceleri, feryat

fi-ean her yandan çıkıyorlar, akınt ıya kapılıyorlardı; kimisi sarsılan binaların üst katlarına

tırman ırken kimisi de caddelerden aşağıya koşuyordu.

Sturm'ün aklında dışarıya çıkmak için tek b ir yol vardı. "Doğuya gidin!" diye bağırd ı, şelaleye

doğru giden geniş caddeyi işaret ederek. Endişeyle Nehiryeli'ne bakıyordu. Rüyada gezer gib i

giden Bozkırh, etrafında olup bitenden habersiz g ibiydi. Tanis baygındı -belki de ö lü. Korku

Sturm'ün kan ım dondurdu fakat kendini zorlayarak bütün duygularını bastırdı. Şövalye önden

koşup ikizlere yetişti.

"Tek şansımız asansör!" diye bağırdı.

Caramon yavaşça başını salladı evet anlamında. "Bu dövüşmek an lamına gelecek."

"Öyle allah kahretsin!" dedi Sturm öfkeyle , bu çarpılmış şehri terk et meye çalışan bütün o

ejderanlar! gözünde canlandırarak. "Dövüşmek an lamına gelecek! Daha iy i bir fikrin var mı?"

Caramon başını salladı.

Bir köşede Sturm aksayan, yorgun grubunu bir araya toplayıp doğru yönde yönlendirmek için

bekledi. To z ve pusun arasından bakarak, ön lerindeki asansörü görebiliyordu. Tah min et miş

olduğu gibi asansörün etrafı debelenen kara ejderan yığ ınıyla doluydu. Allahtan hepsinin aklı

fikri kaçmaktaydı. Hızla vurmaları gerekt iğini biliyordu Sturm, yarat ıkları gafil avlayabilmek

için. Zamanlama çok önemliydi. Tas tam geçerken Sturm ken -deri yakalad ı.

"Tas!" diye bağırdı. "Asansörle çıkacağız!"

Tasslehoff anladığ ını belirt mek için başım salladı, ejderan ların mimiklerin i taklit etti ve elini

bıçak g ibi göstererek boğazına götürdü.

"Yaklaştığımızda," diye bağırdı Sturm, "kazanın indiğini görebileceğin bir yere süzül. Kazan

aşağıya gelmeye başlayınca bana işaret et. Yere vardığ ında saldıralım."

Tasslehoff un tepesaçı oynadı.

"Flint'e söyle!" diye bit ird i Sturm, sesi bağırmaktan neredeyse kısılmıştı. *as yine başıyla
onayladı ve cüceyi bulmak için koştu. Sturm iç ini geçirerek a|nyan sırtım doğrulttu ve caddeden

aşağıya gitmeye devam etti. Avluda i beş kadar ejderan m toplan mış ve onlan emniyete

çıkartacak

233

olan asansörü seyretmekte olduğunu görebiliyordu. Sturm yukarıda kargaşayı düşündü

-ejderanlar panikten deliye dön müş lağım cücelı kırbaçlıyorlar, onları korkutuyor, asansöre

binmeye zorluyorlardı her de. Bu kargaşanın biraz daha devam et mesini diledi.

Sturm ikizleri avlunun kenarındaki gölgeler içinde gördü. Onlara di, tam arkalarında bir taş

kütlesi yere çarparken sinirleri gergin b ir seki başını kaldırıp bakarak onlan izled i. Nehiryeli pus

ve tozdan tökezley ı çıkarken Sturm ona yardım et meye yeltendi ama Bozkırlı ona sanki İ -tında

onu ilk kez görüyormuş gibi baktı.

"Tanis'i buraya getir," dedi Sturm. "Onu yere yatırıp biraz d inlen rsin. Asansör ile çıkacağız ve

ellerimizle dövüşmek zo runda kalacağız rada bekle. İşaret verdiğimizde..."

"Ne yapmanız gerekiyorsa yapın," diye sözünü kesti Nehiryeli buz bir edayla. Tanis'in bedenini

kibarca yere uzatt ı, yüzünü ellerine gö m yanına çöktü.

Sturm tereddüt etti. Flint gelip yanında dururken o da Tan is'in yan; diz çöktü.

"Sen devam et. Ben ona gözku lak oluru m," diye teklif etti cüce.

Sturm şükranla başım salladı. Tasslehoff'un avluyu aceleyle geçtiğ ini! kap ıya vardığın ı gördü.

Asansöre doğru bakınca ejderanların sanki kaza in mesini hızlandıracaklarmış gibi pusun içine

doğru küfredip bağırd ı, fark etti.

Flint Sturm'ün kaburgalarını dürttü. "Hepsiyle nasıl dövüşeceğiz?" bağırdı.

"Hepimiz dövüşmeyeceğiz. Sen Neh iryeli ve Tan is ile kalacaksın," Sturm. "Caramon ile ben bu

işi hallederiz," diye ekled i, kendi söyledi ne kendi de inanmış olmayı dileyerek.

"Ve ben," diye fısıldadı büyücü. "Benim hâlâ büyülerim var." Şövalye vap vermedi. Büyüye ve

büyücüye güvenmiyordu. Yine de başka çaresi yoktu -Caramon yanında kardeşi olmazsa dövüşe

katılmazdı. Bıyıklan ın çekiştiren Sturm huzursuzca kılıcını gevşetti. Caramon ko lların ı gerd i,

koca ellerini bir açıp b ir kapayarak. Gö zleri kapalı o lan Raistlin, konsantrasyonu içinde

kaybolmuştu. Onun arkasındaki duvardaki bir oyuğa gizlen miş olafl Bupu her şeyi kocaman,

korku do lu gözlerle seyrediyordu.


Kenarlarından lağ ım cücelerinin sallandığ ı kazan görüş sahalarına girdi' Sturm'ün ü mit et miş

olduğu gibi, yerdeki ejderanlar birbirleriy le kavga meye başlamışlardı, hiçb iri geride kalmak

istemiyordu. Koca yarıklar boyunca onlara doğru ilerledikçe panikleri de artıyordu.

Çatlaklardan yükseliyordu. Kısa bir süre sonra Xak Tsaroth şehri, Yen ideniz'in dü boylayacaktı.

234

Kazan yere değerken lağım cüceleri yanlarından atlayarak kaçt ılar. Ejderan lar b irbirlerine

çarpıp, birbirlerin i ittirerek içeri tırmanıyorlardı. "Şimdi!" diye bağırd ı şövalye.

"Yolu mdan çekilin!" diye tıslad ı büyücü. Torbalarından birinden bir avuç ku m alarak yere

serpiştirdi ve fısıldadı, "Ast tasark sinuralan krynaw," sağ eliy le ejderanların bulundukları tarafa

doğru bir yay çizdi. Önce b iri, derken diğerleri gözlerini kırp ıştırarak uyuyup yere yığıldılar,

fakat kalan kısmı korkuyla etraflarına bakındı. Büyücü yeniden kapının arkasına eğilip saklandı,

bir şey göremeyen ejderanlar deliler gib i acele ederken arkadaşlarının uyuyan bedenlerine basa

basa asansöre geri döndü. Raistlin duvara dayanarak gözlerini yorgunlukla kapattı. "Kaç tane?"

diye sordu.

"Sadece altı tane kadar." Caramon kılıcını kınından çıkarttı. "O kahro lasıca kazana atlay ın!"

diye bağırdı Sturm. -"Kavga bit ince Tanis'i almaya geri geliriz."

Pusun örtüsü altında iki savaşçı -kılıçların ı çekmiş-, arkalarından yetişmeye çalışan Raistlin ile

birkaç ka lp atışında ejderan larla aralarındaki mesafeyi katettiler. Sturm savaş çığlığını attı. Ses

karşısında ejderanlar telaşla arkalarına döndüler.

Nehiryeli başını kald ırdı.

Savaş sesi, Nehiryeli'nin ü mitsizlik sisini dağıt mıştı. Nehiryeli A ltınay'ı gözlerinin önünde

gördü, mavi bir alevin içinde ölürken. Yüzündeki ölü hali gitti ve yerine öylesine hayvanca ve

korkunç bir ifade belirdi ki hâlâ kap ının orada saklan makta olan Bupu, ko rkuyla bir çığ lık attı.

Nehiryeli ayağa sıçradı. Kılıcını b ile çekmedi ama ileri doğru saldırdı, çıp lak ellerle. Açlıktan

deliye dönmüş bir panter gibi dağılan ejderanların arasına dalarak, öldürmeye başladı. Çıplak

elleriy le bükerek, boğarak, g ırt laklayarak öldürüyordu. Ejderan lar kılıçlarını ona saplıyorlardı;

kısa bir süre sonra deri tü-niği kan içinde kalmıştı. Yine de durduramadılar onu, öldürmesini

engelle-yemediler. Yü zü delirmiş bir adamın yüzüydü. Neh iryeli'n in yoluna çıkan ejderan lar,

ölümü onun gözlerinde görmüşlerd i; aynı zamanda silah larının da bir işe yaramadığın ı

anlamışlardı. Önce biri kaçtı, derken d iğerleri de.


Kendi rakibiyle işin i bit iren Sturm ciddi bir yü zle başını kaldırdı, alt ı ta-nesinin daha

saldırmasını bekleyerek. Onun yerine düşman larının canlan -n ı kurtarmn k için sise doğru

kaçtıkların ı gördü. Kanlarla kaplı Nehiryeli ye-re kapaklandı.

"Asansör!" Büyücü işaret etti. Yerden yarım met re kadar yukarda sallanıyor ve yukarı doğru

çıkmaya başlıyordu. Yukardaki kazanda lağım cüce-er' aŞ»ğı doğru in meye başlamıştı.

235

"Durdurun şunu!" diye bağırdı Sturm. Tasslehoff saklandığı yerden k< şarak kazanın kenanna

sıçradı. Ayaklan sallanarak kazana asılı kald ı, elj) den geldiğince boş kazan ın çıkmasın ı

engellemeye çalışarak. "Cararnoı Kazana asıl!" diye emretti Sturm savaşçıya. "Ben Tanis'i

alırım!"

"Kazanı tutabilirim ama çok u zun süreli değil." Kazanın kenanna yap

şıp ayaklannı yere iyice yapıştıran koca adam ho murdandı. Asansörü dü

durdu. Tasslehoff kendi min ik bedeninin de bir ağırlık edeceğini u mara

kazanın içine tırmandı. i

Sturm aceley le Tanis'in yanına döndü. Flint yanındaydı, baltası elinde|

"Canlı!" diye seslendi cüce şövalye ona yaklaşırken.

Sturm bir an için b iryerlerdeki tanrının b irine şükret mek için durdu soı ra Flint ile b irlikte

baygın olan yarımelf! kald ırıp kazana taşıdılar. Onu iç< ri yerleştirdikten sonra Nehiryeli'ne

koştular. Neh iryeli'n in kan lar içindel bedenini kazana taşımak için dört kişi uğraştı. Tas,

mendillerinden biriyi yaralardan akan kanı boşu boşuna durdurmaya çalıkt ı.

"Çabuk!" dedi Caramon nefesi t ıkanarak. Bütün gayretine rağ men kaza| yavaş yavaş

yükselmeye başlamıştı.

"İçeri at la!" diye emretti Sturm Raistlin'e.

Büyücü ona soğuk soğuk baktıktan sonra sise doğru koşmaya başla

Birkaç saniye içinde kollannda Bupu ile geri geld i. Şövalye tir tir t itreyen

ğım cücesini kavradığ ı gib i kazana fırlattı. Titreyen Bupu kazanın dib i.

büzüşmüştü, torbasını göğsüne bastırarak. Rasit lin kazanın kenarından ti.

mandı. Kazan yükselmeye devam etti; Caramon'un kollan neredeyse yerir

den çıkacakt ı. l

"Atla," diye emretti Sturm Caramon'a, her zaman ki gibi savaş alanını eŞ
son o terk ediyordu. Caramon tart ışman ın fayda vermeyeceğini b iliyordu!

Caramon neredeyse kazan ı devirerek kendin i yukan çekti. Flint ile RaistliJ|

onu içeri çekti. Caramon tut mayınca kazan h ızla yukan çıkmaya başladu

. Sturm her iki eliyle kazanın kenanna yapışarak, havaya yükselen kazan!

asılı kaldı. İki üç kez denedikten sonra bacaklanndan birini kazan ın kenarı

na atmayı başardı ve Caramon'un yardımıyla içeri t ırmandı. î

Şövalye Tanis'in yanına diz çöktü ve yanmelfin inleyip kıpırdadığ ını g rünc e anlatılamayacak

kadar rahatlad ı. Sturm yan melfe sanlarak onu ken dine çekti. " Geri döndüğün için ne kadar

mutlu o lduğumu tah min edeme? sin!" dedi şövalye; sesi güçlüydü.

"Nehiryeli.-.." diye mın ldandı Tanis sersem sersem.

"Burada. Hayatın ı o kurtardı. Hep imizin hayatını ku rtardı." Sturm ç» bük çabuk, neredeyse

anlaşılmaz b ir şekilde konuşuyordu. "Asansördeyi yukan çıkıyoru z. Şehir yıkıld ı. Nerenden

yaralandın?"

"Kaburgalarım kırıldı galiba." Acıyla bü züşen Tanis, yaralanna rağmen lıâlâ kendinde olan

Nehiryeli'ne baktı. "Zavallı adam," dedi Tanis yavaşça. "Altmay. Onun öldüğünü gördüm

Sturm. Yapabileceğim h içbir şey yoktu."

Sturm yan melfin ayağa kalkmasına yardımcı oldu. "Diskleri ald ık," dedi şövalye ciddiyetle.

"Onun istediği, uğruna savaştığı buydu. Diskler torbamda. Sen ayakta durabileceğine emin

misin?"

"Evet," dedi Tanis. Parça parça, acı dolu bir nefes ald ı. "Diskler b izde, ne işimize yarayacaksa."

İkinci kazan içi bayrak g ibi uçuşan lağım cüceleriyle dplu çığlık çığlığa inerken sesleri onlann

konuşmasını kesti. Lağım cüceleri yu mru klannı sallayarak onlara küfrettiler. Bupu güldü sonra

Raistlin'e endişeyle bakt ı. Büyücü kazanın kenanna bitmiş bir halde dayanmış, dudaklannı

sessizce kıpırdatıyor, başka bir büyüyü hatırına getirmeye çalışıyordu.

Sturm pusun içinden baktı. "Acaba yukarıda kaç kişi vard ır?" diye sordu.

Tanis de yukan baktı. "Uman m çoğu kaçmıştır," dedi. Nefesi kesildi,

bağrını tuttu.

Derken aniden bir sarsıntı oldu. Kazan y irmi beş-otuz santim kadar düştü ve sarsılarak durdu

sonra yeniden yavaş yavaş yükselmeye başladı. Yo larkadaşları telaşla birbirlerine baktılar.

"Mekanizma..."
"Ya bo zulmaya başladı ya da ejderanlar bizi fark ettiler ve asansörü bozmaya çalışıyorlar," dedi

Tanis.

"Yapabileceğimiz h içbir şey yok," dedi Sturm acı bir sıkıntıy la. Ayaklarının dibindeki, içinde

diskler bulunan torbaya baktı. "Tanrılara yakarmaktan başka..."

Kazan sarsılıp düştü yine. Bir süre olduğu yerde asılı kald ı, pusla kaplı havada sallanarak. Sonra

yeniden yavaş yavaş, sarsıla sarsıla ilerleyerek hareket et meye başladı. Yolarakadaşlan kaya

çıkıntısının ucunu ye tepelerindeki açıklığı görebiliyorlardı. Kazan milim milim, çıtırdaya

çıtırdaya yükselmeye başladı; içindekilerin hepsi zihinsel olarak zincirin her halkasına kat kıda

bulunuyorlardı...

"Ejderan lar!" d iye bağırdı Tas tiz bir sesle, işaret ederek.

İki ejderan onlara bakıyordu. Kazan gitgide yukan yaklaştıkça Tan is ejderanların sıçramak için

çömeldiklerin i fark etti.

"Tam buraya gelecekler! Kazan kald ırmaz!" diye homu rdandı Flint. "Aşağıya düşeceğiz!"

"Bunu amaçlıyor o labilirler," dedi Tanis. "Onlann kanatlan var."

"Geri çekilin," dedi Raistlin sallana sallana ayağa kalkarak.

237

236

naard bütün elflerin kö künü kazımaya yemin et miş" -Gilthanas TaniJ tepkisine bakt ı- "yoksa

bilmiyor muydun?"

"Hayır!" dedi Tan is tokat yemiş gibi. "Bilmiyordum. Nasıl b ilebilirdi^

Gilthanas uzun süre sessizce Tanis'i inceledi. "Affet beni," dedi sonun

"Belli ki senin için yanlış şeyler düşünmüşüm. Belki de bu yüzden sak

rın ı uzat mışsındır diye düşünmüştüm."

"Hiçbir za man yap mam bunu!" diye sıçradı yerinden Tanis. "Sen beni suçlamaya kalkarsın..."

"Tanis," diye uyardı Sturm.

Yarımelf dönünce okların ı tam kalb ine doğru nişan alarak toplanr başlayan goblin muhafızlarını

gördü. Ellerin i havaya kaldırarak, tam goblin bölüğü uzun boylu, iri yapılı b ir adamı görüş

alanlarına sürül ken, eski yerine döndü.

"Theros'un ihbar edild iğini duymuştum," dedi Gilthanas yavaşça. "C uyarmak için geri

dönmüştüm. O olmasaydı ben Solace'tan hiçb ir zar canlı kaçamazdım. Dün akşam Han'da
onunla karşılaş mayı unuıyordi Gelmey ince korkmuştum..."

Seçkinamir Toede yolarkadaşların ın kafesinin kapısını açıp hobgoblil re tutsaklarını getirmeleri

için acele et melerini işaret ederek bağırdı. Gc ler silahların ı diğer tutsaklara yöneltirken,

hobgoblinler Theros'u kafes tiler.

Seçkinamir Toede kap ıyı çabucak çarparak kapattı. "Tamam işte!" bağırdı. "Hayvanları

bağlayın. Hareket ediyoru z."

Gob lin bölü kleri koca geyikleri meydanlığa getirerek bunları araba! bağlamaya başladı. Bağırış

ve çığırışları, Tanis'in sadece aklın ın bir koş ğinde kalmıştı. O an için hayretler içinde bütün

dikkatini demirciye ver

Theros Ironfeld kafesin saman kaplı zemininde baygın yatıyordu! güçlü sağ kolunun olması

gereken yerde ezilerek parçalan mış kolunun kü vardı. Belli ki ko lu kör bi r silahla tam o mzunun

altından biçilmişti, kunç yaradan kan boşalıyor, kafesin zemininde birikiyordu.

"Bu ciflere yardım eden herkese ders olsun!" Kırmızı, do mu z gözleri; torbalan içinde şaşı duran

Seçkinamir kafese bakıyordu. " Bir daha şey dövemeyecek -yeni bir kol bulursa başka, hıh-"

Koca bir geyik Seçk mir'e doğru hantal hantal yürüyünce canını kurtarmak için kaçmak zor da

kald ı.

Teode koca geyiği çeken yarat ığa döndü. "Sestun! S^ni budala seni!"| ede minik yarat ığı yere

yapıştırdı.

Tasslehoff bir goblin için boyunun çok kısa olduğunu düşündüğü ; tığa baktı. Sonra bunun

goblin zırh ları g iy miş bir lağım cücesi olduğ

fark etti. Lağım cücesi doğruldu, kafasına büyük gelen miğferin i geriye it ip pervanın önüne

doğru paytak paytak yürüyen Seçkinajn ir'in arkasından jile dik bakt ı. Yü zünü asan lağım cücesi

çamurları onun tarafına doğru tek-melemeye başladı. Belli ki bu için i rahatlat mıştı çünkü kısa

bir süre sonra akin leşerek ağır kanlı geyiği hizaya sokmak için dürt meye başladı.

"Benim sadık dostum," diye mırıldandı Theros'un üzerine eğilen ve demircinin güçlü kara elini

eline alan Gilthanas. "Sadakatini canınla ödedin."

Theros ona boş gözlerle bakt ı, belli ki elfin sesini duymuyordu. Gilthanas korkunç yaranın

kanını durdurmaya çalıştı ama kan arabanın zeminine po mpalan maya devam ediyordu.

Demircinin yaşamı gözleri önünde boşalıyordu.

"Hayır," dedi A ltınay, demircinin yanında diz çökmek için ilerleyerek. "Ölmesine gerek yok.
Ben bir şifacıyım."

"Hanımefendi," dedi Gilthanas sabırsızca, "Krynn üzerinde bu adama y ard ım edebilecek bir

şifacı yok. Cücenin bütün vücudunda olan kandan fazla kan kaybetti! Nabzı o kadar zayıfladı ki,

zorlukla hissedebiliyoru m. En iy isi, onu sizin o barbar merasimlerin ize muhattap kılmadan,

huzur içinde ölmeye b ırakmaktır!"

Altınay onu duymamazlığa geldi. Elin i Theros'un alnına koyarak gözlerini kapattı.

"Mishakal," diye dua etti, "şifa veren aziz tanrıça, bu adamı kutsa. Eğer zamanı dolmadıysa onu

iyileştir ki gerçeğe hizmet et mek için yaşasın."

Gilthanas Altınay'ı u zaklaştırmak için u zanarak bir kez daha it iraz et meye başladı. Sonra hayret

içinde bakakalarak duraksadı. Demircinin yarasından akan kan durdu; elf bakarken ü zeri et

bağlamaya başladı. Demircin in koyu esmer tenine sıcaklık gelmeye başladı; nefesi rahatlayıp

huzur doldu ve sağlıklı, rahat bir uykuya geçti. Yakındaki kafeslerde bulunan diğer

mah kû mlardan hayret mırıltıları ve n idaları duyuldu. Tanis korkuyla goblinler veya

ejderanlardan gören olup olmad ığına bakt ı ama belli ki onlar inatçı geyikleri arabalara

bağlamakla meşguldü. Gilthanas köşesine çekildi, gözleri A ltınay üzerindeydi ve yüzünde

düşünceli bir ifade vardı.

"Tasslehoff, o samanların b ir kısmını yığ ın yap," diye ko mut verdi Tanis. Caramon, Sturm ile

sen bana yardım et de onu köşeye taşıyalım.

"Alın." Nehiryeli pelerin ini u zattı. "Onu soğuktan korumak için bunun-la örtün."

Altınay, Theros'un rahat olup olmadığına iyice emin o lduktan sonra kendi yerine, Neh iryeli'n in

yanına döndü. Yüzünden öyle bir huzur ve sü-KUrvet yayılıyordu ki sanki asıl tutsak olanlar

kafesin dışında kalan sürünün yaratıklarmış gib i görünüyordu.

269

268

Kervanın yola koyulması neredeyse öğleni bulmuştu. Gob lin ler gelel kafeslere yiyecek

fırlattılar; et ve ekmek parçalan. Kimse, hatta Caramon] le kokuş muş etleri yiyemediğ inden

yeniden dışarı attılar. Fakat b ir onca akşamdan beri hiçbir şey yememiş oldukları için ekmeğ i

iştahla yiyip yi tular. Kısa bir süre sonra Toede her şeyi yola koy muştu ve tüylü mid ill| ne

binerek hareket emri verdi. Lağım cücesi Scstun, Toede'nin ardından! yirt iyordu. Et parçasının
kafesin dışındaki çamur ve pisliğin içinde durc ğunu göreren lağım cücesi eti şevkle kaparak

ağzına t ıkt ı.

Bütün tekerlekli kafesler dört geyik tarafından çekiliyordu. Kaba nhş

platformlar ü zerinde iki hobgoblin oturuyor, biri geyiklerin d izginlerin i, ı

geri de kırbaç ile b ir kılıç tutuyordu. Toede sıranın başındaki yerini al

onu zırh lı ve tepeden tırnağa silahlı elli kadar ejderan izliyordu. Neredej

iki misli b ir hobgoblin bölüğü de kafeslerin gerisine düşmüştü.1

Epey bir kargaşa ve küfürleş meden sonra, sonunda kervan ilerlemt

başladı. Solace'ın kalan sakinlerinden bir kıs mı ayrılışlarını seyrediyorc

' Tutuklu lar arasından tanıdıkları olsa bile vedalaş mak için hiçbir hareke,

bulunmuyorlar, hiç seslerini çıkarmıyorlardı. Kafeslerin hem içinde h em|

dışındaki yü zler art ık bir acı duyamaynn yüzlerdi. Tika g ibi, bir daha ağ|

mamaya yemin et mişlerd i.

Kervan Kap ıyolu Geçidi'nden geçen eski yoldan aşağıya, Solace'dan ^ neye yolculuğa başladı.

Hobgoblinler ile ejderanlar günün sıcağında yok luk ettikleri için ho murdanıp duruyorlard ı ama

Geçit kanyonunun yüks duvarları arasındaki gölgeye girince canlanıp daha hızlı ilerlemeye

başla*] lar. Tutsaklar kanyonda üşüseler bile, onların da minnettar olmak için bepleri vard ı

-artık yağ malan mış yurtlarını görmek zorunda kalmıyorlar Kanyonun dolambaçlı yollarından

çıkıp Kapıyolu'na vardıklarında < sam olmuştu. Tutuklular parmaklıklar arasından zengin t icaret

kasabası] görebilmeye çalışıyordu. Fakat art ık, bir zaman lar kasabanın duruyor ması gereken

yeri erimiş ve ka rarmış iki alçak taş duvar belirtiyordu sac, ce. Hiç kıpırdayan canlı yoktu.

Tutuklular ıstırap içinde yerlerine çöktüle Bir kez daha açık alana çıktıktan sonra ejderanlar

gece, güneş ışığı oln d ığı zaman yo lculuk yapmayı tercih ett iklerini beyan ettiler. Sonuç olar

kervan şafağa kadar kısa mo lalar vererek ilerledi. Yo ldaki her tekerlek izijj le sarsılıp sallanan

pis kafesler içerisinde uyumak imkânsızdı. Tutuklv açlık ve susuzluk çekiyordu. Ejderanların

attıkları yiyecekleri zar zor y b ilen ler de ço k geçmeden bunları kusarak çıkartıyordu. Günde iki

üç ufak bardaklarla su veriyorlardı.

Altınay yaralı demircinin yanında kalmıştı. Theros Ironfeld art ık ölj eşiğinde olmasa bile hâlâ

çok hastaydı. Ateşi çok yükselmişti ve kendifl|

bir halde Solace'ın yağ malan masını sayıklıyordu. Theros, öldükten sonra bedenleri asit gölüne
dönüşerek kurbanlarının et ini yakan veya ölü mlerinden sonra kemikleri patlayarak etrafındaki

geniş çaplı bir yeri yok eden ejderanlardan söz ediyordu. Tanis kendisini kötü hissedinceye

kadar demircinin dehşet üstüne dehşet sahnelerin i anlat masını din ledi. İlk Icez o larak duru mun

ne kadar korkunç olduğunu fark ett i Tanis. Nefesleri ö lü m saçan,(büyüleri gelmiş geçmiş en

büyük büyü kullan ıcıların ı bile gecen ejderhalarla dövüşebilmeyi nasıl hayal edebilirlerd i?

Leşlerinin b ile öldürme gücü olan bu koca ejderan ordularını nasıl mağlup edeceklerdi?

Elimizdeki tek şey, diye düşündü Tanis acı acı, Mishakal'ın Diskleri -iyi de onlar ne işe yarıyor?

Xak Tsaroth'tan Solnce'a gelirlerken yolda d iskleri incelemişti. Fakat ü zerine yazılı o lanların

çok azın ı okuyabilmişti. Alt ınay şifa sanatına ait kelimeleri anlayabilse bile, diğerlerin in ancak

bir kısmını yorumlayabiliyordu.

"Her şey halklarm liderine açıklanacak," dedi kadın kesin bir inançla. "Ben im çağrı m artık onu

bulmak."

Tanis kadının inancını paylaşıyor olmak istedi ama tahrip ed ilmiş kırlık n landan geçerken

Hükü mdar Verminaard'ın kudretine üstün gelebilecek herhangi b ir lider o labileceğinden kuşku

duymaya başlamıştı.

Bu kuşkular yarımelfin diğer sorunların ı art ırmakla kalıyordu. İlacından yoksun kalan Raistlin

neredeyse Theros kadar kötülcşinceye öksürdü; böylece Altmay'ın iki hastası olmuş oldu.

Allahtan Tika, büyücünün tedavisinde Bozkırlı kadına yardım ediyordu. Kendi babası da bir

nevi büyücü olan Tika, büyü kullanan herkese saygı ve.korkuyla yaklaşırdı.

Aslında Raistlin'i istemeden bu işe çeken de o olmuştu. Raistlin'in babası ikiz oğullan ile üvey

kızı Kitiara'yı, yöresel Yıl Sonu festivaline, Muhteşem VVaylan'in gözbağı numaraların ı

seyrettirmeye götürmüştü. Sekiz yaşındaki Caramon kısa bir süre sonra sıkılarak üvey kız

kardeşine, kızın dikkatini çeken başka bir olaya, b ir kılıç oyununa giderken refakat et mey i seve

seve kabul etmişti. O zamanlar b ile zay ıf ve narin b ir çocuk olan Raistlin o Wr hareketli

sporlarla hiç ilgilen mezdi. Bütün bir günü Gözbağcı VVaylan'ı seyrederek geçirmişti. A ile o

akşam eve döndüklerinde Raistlin, hiç takılmadan bütün numaralan tekrarlayarak herkesi

hayretler içinde bırakmıştı, ertesi gün babası oğlanı, büyü sanatlarının büyük ustalarının b irinin

yanı-na götürmüştü öğrenim görmesi için.

Tika her zaman Raistlin'den etkilenmişti ve onun meşhur Yü ksek Büyüklük Ku leleri'ne yaptığı

gizemli yolcu luk hakkında duyduğu hikayelerden e Çok müteessir olmuştu. Şimd i de ona

duyduğu saygıdan ve kendinden aha zayıf o lanlara yardım et me tabiatından dolayı büyücünün
tedavisine

271

27O

yardıma oluyordu. Onn aynı zamanda, (kendi kendine it iraf ettiği gibi), yaptığı işler Raistlin'in

yakışıklı ikiz kardeşinden bir minnettarlık ve takd ir, gülücüğü kazandığ ı için bakıyordu.

Tanis en çok hangisi için endişeleneceğini bilemiyordu: Büyücünün Kö -, tüleşen durumuna mı

üzülsündü, yoksa yaşça büyük, deneyimli asker ile, aksine söylenenlere rağ men Tanis'in

inandığı kadarıy la- tecrübesiz ve Ko. layca incinebilecek genç barmen kız arasında geliş meye

başlayan duygusal-lığa mı.

Başka bir sonınu daha vardı. Tutsak edilip, salhaneye götürülen bir hayvan gibi kafese

konulmaktan utanç duyan Sturm, Tanis'in belki de hiç ku r-tutamayacağını düşündüğü bir

ümitsizliğe saplanmıştı. Sturm bütün gün boyunca ya oturup parmaklıkların arasından dışarı

bakıyor, ya da -daha da kötüsü- bir türlü uyandırılamadığı derin b ir uykuya dalıyordu.

Sonunda Tanis, fiziksel olarak, kafesin karşı köşesinde oturmakta o lan ciften kaynaklanan kendi

iç çalkantılarıyla karsı karşıya geldi. Gilthanns'a her bakışında, Qualinesti'deki ev inin hatıraları

geliyordu aklına. Vatanına yaklaştıkça çok önceleri gö müp unuttuğunu düşündüğü hatıraları

yeniden aklına üşüşmeye başladı; bunların düşüncesi en az Kararık Orman'daki öl-meyenlerin

temasları kadar ürpert iciydi.

Çocukluk arkadaşı olan Gilthnnas -arkadaştan da öte, bir kardeşti. Aynı evde yetiştirilen iki

çocuk, yaşları yakın o lduğundan hep birlikte oynar, kavga eder, gülerlerd i. Gilthanas'ın küçük

kız kardeşi yeterince büyüyünce; oğlanlar büyüleyici sarışın kızın da onlarla b irlikte

oynamasına izin vermişlerdi. Bu üçlünün en büyük zevklerinden biri, en büyük kardeşleri,

halkının sorumluluğunu ve üzüntülerin i genç bir yaşta üstlenmiş, güçlü ve ciddi genç olan

Porthios'u kızd ırmaktı. Gilthanas, Laurana ve Porthios, Güneşle-rin Sözcüsü'nün, yani

Cjualinesti yöneticisinin çocuklarıydı; babalarının ö lü müyle Porthios bu mevkiye yüks elecekt i.

Elf krallığında bazıları, Sözcü'nün rah met li kardeşinin insan bir savaşçı tarafından tecavüze

uğrayan karısının p için i evine almasını garip karşılıyordu. Kad ın melez çocuğunu doğurduktan

kısa bir süre sonra kahrından ölmüştü. Fakat sorumlu luk konusunda kesin görüşlere sahip olan

Sözcü hiç tereddüt etmeden çocuğu alıkoydu. Ancak yıllar sonra biricik kızı ile p iç yarımelf

arasında bir ilişki geliş meye başlayınca verdiği karara piş man ol-maya başlamıştı. Bu duru m
Tanis'in de aklını karıştırmıştı. Ya.n insan oldu-ğu için, daHa yavaş gelişen elf kızın ın

anlayamadığ ı b ir ergenlik sürecine ih-tiyacı vardı. Tanis birlikte olmaların ın, o kadar sevdiği

ailey i ne kadar üzeceğ ini görebiliyordu. Aynı zamanda, onu yaşamı boyunca rahatsız edecek

olan iç kargaşası kendisine aman vermiyordu: İçindeki elf yarısı ile insan

yarısıın ın bit mek tüken mek bilmeyen kavgası. Seksen yaşında -insanlara gö-\ic yirmi

yaşlarındayken- Qualinost'u terk etti. Sö zcü Tanis'in g idişine üzü lmedi. Hislerin i genç

yarımelften gizlemeye çalıştı ama her ikisi de bunu bi-

ıjyordu.

Gilthanas o kadar ince düşünceli davranmamıştı. Lau rana hakkında ara-arında acı sözler

sarfedilmişti. O iğneleyici sözlerin acısın ın din mesi için lirkaç y ıl geçmesi gerekmişti ve Tan is

gerçekten unutup affedip et mediği-Ji düşündü. Belli ki Gilthanas ikisin i de yap mamıştı.

Bu ikisi için, yolculu k çok uzun olmuştu. Tanis birkaç kere.havadan su -c an konuşmaya

çalış mıştı ama hemen Gilthanas'ın değişmiş olduğunu fark t mişti. Genç elf efendisi her zaman

açık kalpli ve dürüst biri olmuştu; eğ-»nceye bayılan kaygısız b iri. Tahta varis olduğu için

ağabeyinin üstlendiği Dru mlulukları h içbir zaman kıskan mamıştı. Gilthanas bir alim, eğlence

kabilinden büyü sanatları ile uğraşan biri id i ama h içbir zaman bunları Ra-istlin g ibi ciddiye

almamıştı. Bütün cifler gibi dövüşmeyi sevmediğ i halde mü kemmel b ir savaşçıydı. Ailesine,

özellikle de kı/kardeşine çok düşkündü. Ama şimd i sessizlik ve sıkıntı içinde oturuyordu; bu elf

kişiliğine ters bir şeydi. Tek ilgi gösterdiği şey Caramon'un kaçış planı o lmuştu. Cara -mon'a

kesin olarak bunu unutmasını, bunun her şeyi mahvedeceğini söylemişti. Açıklaması için

sıkışt mld ığında elf sessizleşmiş, "eşitsizliğin dengesizliği" hakkında bir şeyler mırıldan mıştı.

Üçüncü günün şafak vaktinde ejderan ordusu gece boyunca süren uzun yürüyüşten kuvveti

kesilerek d inlenecek yer aramaya başlamıştı. Yolarkadaşları uykusuz bir gece daha

geçirmişlerdi; serin ve kasvetli b ir günden başka bir şey beklemiyorlardı. Fakat kafesler aniden

durdu. Bu olağandışı değişiklikten aklı karışan Tanis başını kaldırıp baktı. Diğer tutsaklar da

doğrularak parmaklıklar arasından baktılar. Bir zamanlar beyaz o lduğu anlaşılan uzun, eski

püskü cüppeler giy miş, sivri uçlu bir şapka takmış yaşlı bir adam duruyordu. Görünüşe göre

adam b ir ağaçla konuşuyordu.

"Beni duyuyor musun, diyorum" Yaşlı adam yıpran mış bir bastonu meşeye sallıyordu. "Sana

çekil, dediğimde bu konuda ciddiydim! Ben o kayada oturmuş" -devrilmiş bir kayayı işaret etti-
"doğan güneşin yaşlı kemiklerimi ısıt masının zevkini çıkart ıyordum ki, sen kayanın üzerine

gölgeni düşürerek beni üşütme cesareti gösterdin! Hemen şimdi çekil diyoru m sana!"

Ağaç bir tepki vermedi. Kıp ırdamadı da.

"Senin bu terbiyesizliğine daha fazla tahammü l edemeyeceğim!" Yaşlı adarn ağacı bastonuyla

dövmeye başladı. "Çekil yoksa....yoksa...."

"Birisi şu kaçığı bir kafese tıksın!" diye bağırdı Seçkinamir Toede, midil-kervanın başından

arkaya doğru sürerek.

272

273

"Çekin ellerinizi ü zerimden!" diye v iyakladı yaşlı adam ona doğru koş, turan ejderanlara.

Onlar bastonu elinden alıncaya kadar ejderanlara güçsüz darbeler indirdi durdu. "Ağacı

tutuklayın!" diye ısrar etti. " Güneş ışığın mani o luyor! Asıl sald ırı o!"

Ejderanlar yaşlı adamı yolarkadaşlarının kafesine kabaca ittiler. Cüb -besinin eteklerine basarak

yere düştü.

"İyi misin Yaşlı Kişi?" diye sordu Nehiryeli yaşlı adamı b ir sıraya oturturken.

Altınay Theros'un yanından ayrıld ı. " Evet, Yaşlı Kişi," dedi yu muşak bir sesle. "Canın yandı

mı? Ben b ir ermişim.."

"Mishakal!" dedi adam kadının boynundaki tılsıma bakarak. "Ne kadar ilginç. Hayret." Kad ına

hayret içinde baktı. "Hiç üç yüz yaşında göster-miyorsun!"

Altınay nasıl tepki vereceğini bilemeyerek gözlerini kırpıştırdı. "Nasıl bildin? Tanıdın mı...?

Ben üç yüz yaşında değilim..." Kafası karışmaya başlamıştı.

"Elbette ki değilsin. Çok özür dilerim şekerim." Yaşlı adam kad ının elin i okşadı. "Herkesin

içinde hanımların yaşını açık et memeli. Affedersin. Bir daha olmaz. Bu bizim minik sırrımız,"

dedi herkesin işiteceği bir fısıltıyla. Tas ile Tika kıkırdamaya başladı. Yaşlı adam etrafına

bakındı. "Durup beni almanız büyük incelik. Qualinost'a giden yol uzundur."

"Qualinost'a gitmiyoru z," dedi Gilthanas sertçe. "Bizler tutukluyuz, Pax Tharkas'taki köle

madenlerine g idiyoruz."

"Ya?" yaşlı adam et rafa şöyle bir baktı. "O halde bu yakın larda, buraya gelecek başka bir grup

daha var mıydı? Bekled iğimin siz o lduğuna yemin edebilirdim."

"Adın nedir Yaşlı Kişi," diye sordu Tika.


"Adım mı?" Yaşlı adam kaşların ı çatarak tereddüt etti. "Fizban mıydı? Evet, öyleydi. Fizban."

"Fizban!" diye tekrarladı Tasslehoff kafes sarsılarak hareket et meye başlarken. "Bu bir ad değil

ki!"

"Değil mi?" d iye sordu yaşlı adam dalgın dalg ın. "Ço k kötü. Ben de tam alışmıştım."

"Bence bu harika b ir isim," dedi Tika, Tas'a dik d ik bakarak. Kender b ir köşeye çekildi, gözleri

yaşlı adamın o mzundan sallanan torbalardaydı.

Aniden Raistlin ö ksürmeye başladı ve hepsinin dikkati o tarafa yöneldi. Öksürük nöbetleri

gittikçe kötüleşiyordu. Yorulmuştu ve acı çektiğ i belliydi; ateş içinde cayır cayır yanıyordu.

Altınay ona yardım edemiyordu. Büyücüyü içten içe kavuran her neyse, ermiş kadın ın bir

faydası olmuyordu caramon yanına diz çöktü, kardeşinin dudaklarını lekeleyen kanlı tükürüğü

sildi.

―çtiği o şeye ihtiyacı var!" Caramon endişe ile bakt ı. "Onu hiç bu kadar kötü görmemiştim. Eğer

adam g ibi d inlemeyeceklerse" koca adam kaşlarını çattı- "kafaların ı kırarım! Kaç tane olurlarsa

olsunlar!"

"Gece için mola verdiğimizde konuşuruz," diye söz verdi Tan is, gerçi seçkinamir in cevabını

tahmin edebiliyordu.

“özür dilerim‖ dedi yaşlı adam. ―müsaade edermisiniz?‖ Fizban Raistli’n in yanına oturdu. Elini

büyücünün başına koyarak, ciddiyetle birkaç söz söyledi. Yakından dinleyen caramon

―Fistandan...‖ ve ―zamanı değil...‖ sözlerin i duydu. Belli ki bu, altınay’ ın denemiş olduğu gibi

bir şifa duası değildi ama koca adam kardeşinin tepki vermeye başladığın ı gördü. Gerçi tepkisi

biraz hayret vericiydi. Raistlin’ in gözleri kıp rışarak açıldı. Yaşlı adama ko rkudan çıldırmış gibi

bakarak Fizban’ın bileğin i ince narin eliyle kavradı. Bir an için Raistlin yaşlı adamı tanıyormuş

gibi göründü, sonra Fizban ellleriy le büyücünün yüzünü siler g ibi yaptı. Ko rku ifadesi silindi;

onun yerine aklı karışmış gibi görünüyordu.

―Hey‖ diye yüzü aydınlkandı Fzban’ın. ―Adım –111- Fizban.‖ Tasslehoff’a ciddi ciddi baktı,

kenderin gülüşüne meydan okuyarak.

―Sen bir...büyücüsün!‖ diye fısıltadı Raistlin.

275

Kurtuluş
Fizban’ın büyüsü

1^ aistlin sıkınt ısı bedenseldi, Sturm unkü ruhsal; ama belki de yolar-X Vkadaşlannın bu dört

günlük tutuklulukları sırasında en çok acı çeken Tasslehoff olmuş tu.

Bir kendere uygulanabilecek en acımasız işkence, onu hapse tıkmakt ır. Tabii aynı zamanda,

herhangi bir cinse uygulanabilecek en acımasız işkencenin de onu bir kenderle birlikte

hapsetmek o lduğu düşüncesi de oldukça yaygındır. Tasslehoff'un üç gün boyun ca bitmek

tükenmek bilmeyen çenesinden, kaba eşek şakalarından sonra yolarkadaşlan seve seve kenderi

verip karşılığında işkence aletinde gerilerek huzurlu bir saat geçirmeye bile razı bir duru ma

gelmişlerdi -en azından Flint öyle d iyordu. Sonunda Altınay bile sin irlerine hakim o lamayarak

neredeyse ona tokat atacak duruma gelmişti ki Tanis, Tasslehoffu arabanın arkasına yolladı.

Bacaklarını kenardan aşağıya sallayarak yüzünü demir parmaklıklara yaslayan kendere

ıstıraptan ölecekmiş gibi geliyordu. Bütün yaşamı boyunca hiç böyle sıkılmamıştı.

Fizban'ın bulun masıyla işler biraz ilg inç olmaya başlamıştı ama Tan is, vaşlı adamın torbalarını

geri vermesi için Tas'ı zorlay ınca işin eğlencesi zalmaya başlamıştı. Ve böylece, ü mitsizlik

noktasına kadar gelen Tasslehoff vakit geçirecek başka bir şeylere takılmaya başlamıştı.

Lağım cücesi Sestun.

Yo larkadaşları genelde Sestun'a hem gülüp, hem acıyorlardı. Lağım cücesi Toede'nin sürekli

aşağıladığı, kötü ku llandığ ı samaroğlanıydı. Bütün ece boyunca Seçkinamir'in ayak işlerine

koşuyor, kervanın başındaki To-ede'den gerideki hobgoblin ko mutanına mesaj taşıyor, erzak

arabasından Seckinamir'e y iyecek taşıyor, Seçkinamir'in mid illisini doyurarak suluyor ve

Seçkinamir'in icat ettiği bütün pis işleri yerine getiriyordu. Toede on u günde en azından üç kez

yere yapıştırıyor, ejderanlar ona eziyet ediyor, hobgob-linler yiyeceklerini aşırıyordu. Hatta

geyikler bile yanlarından geçerken ona bir çifte atıyorlardı. Lağ ım cücesi tü m bunlara o kndar

ciddi bir küstahlıkla tahammül ediyordu ki yolarkadaşlan mn sempatisini kazan mıştı.

İşi olmad ığı zamanlar Sestun yolarkadaşlanmn yanında durmaya başlamıştı. Pax Tharkas'tan

haber almaya can atan Tanis ona yurdunu ve nasıl oldu da Seçkinamir'in hizmet ine girdiğin i

sordu. Hikâyesini an lat mak Ses -tun'ın bir gününü aldı; hikayenin ortasından başlayıp,

cumburlop başına daldığ ı için yolarkadaşları b ir gün boyunca da bu söylenenleri b ir araya

getirmekle geçirdi.
Yavaş yavaş ortaya çıkan pek de bir şeye yaramamıştı. Hü kü mdar Ver-minaard ile ejderanları,

bölüklerin in çelik silah ları için ihtiyaç duydukları demir madenlerini ellerine geçirdiklerinde

Sestun büyük bir lağ ım cücesi grubuyla birlikte Pax Tharkas'ın civarındaki dağlarda

yaşıyormuş.

"Büyük yangın...bütün gün, bütün gece. Kötü koku." Sestun burnunu kı-rıştırmıştı. "Kayaları

döv. Bütün gün, bütün gece. Ben mutfakta iy i iş bul" -yüzü bir an için aydın lan mıştı- "sıcak

çorba yap. Çok sıcak." Yü zü asıldı. "Çorbayı dök. Sıcak çorba zırlan hemen ısıt ıyor. Hükü mdar

Verminaard sırt üstü uyu bir hafta." İçin i çekti. "Ben Seçkinamir ile git. Ben iste."

"Belki de madenleri kapatabiliriz," diye önerdi Caramon.

"Fena fikir değil," diye düşündü Tanis yüksek sesle. "Hükü mdar Verminaard'in madenleri

koruyan kaç ejderanı var?"

"İki!" dedi Sestun, on pis parmağın ı kald ırarak.

Tanis için i çekti, bunu daha önce de duydukları zamanı hatırlayarak.

Sestun ona ümit le bakt ı. "Sadece iki tane de ejderha var." , ;

"İki ejderha mı!" dedi Tanis inan mayarak.

"İkiden fazla yok."

Caramon ho murdanarak yerine oturdu. Savaşçı Xak Tsaroth'tan bu ya-n» ejderhalarla

dövüşmeyi ciddiye almaya başlamıştı. Sturm ile birlikte şö -

276

277

valyenin bild iği tek ejderha dövüşçüsü Hunin hakkındaki bütün öyküleri gö/dcn geçirmişlerdi.

Ne yazık ki hiç kimse Hu ma'nın efsanelerini o güne kadar ciddiy e almamıştı (bu konuda alaya

alınan So lamniya Şövalyeleri hariç); bu yüzden de Hu ma'nın öykü lerinin b irçoğu zaman la

değişmiş ya da unutulmuştu.

"Bir şövalye, hem güçlü, hem hakikatli, aşağı çağıran tanrıların kendilerin i ve kudretli

Ejderhamızrağı'nı döven," diye mırıldandı Caramon hapishanelerinin saman kaplı zemin ine

yatmış uyuyan Sturm'e bakarak.

"Ejderhamızrağ ı mı?" diye mırıldandı Fizban horlayarak uyanıp. " Ejder -hamızrağı mı? Kim

Ejderhamızrağı hakkında konuştu?"

"Kardeşim," diye fısıldadı Raistlin acı acı gülü mseyerek. "İlah iden alıntı yapıyor. Belli ki
şövalyeyle birlikte hatırlarına gelen çocuk masallarına merak saldılar."

"Gü zel bir öyküdür Hu ma ve Ejderhamızrağ ı," dedi yaşlı adanı sakallarını sıvazlayarak.

"Masal canım alt tarafı." Caramon esneyerek göğsünü kaşıdı. "Kim bunun veya

Ejderhamızrağı'nın ve hatta Hu ma'n ın bile hakikat olduğunu bilebilir'?"

"Ejderhaların hakikat o lduğunu biliyoruz," diye mırıldandı Raistlin.

"Huma da hakikatti," dedi Fizban yavaşça. "Ejderhamızrağ ı da." Yaşlı adamın yüzü hü/.ünlendi.

"Öyle miydi?" Caramon doğrulup oturdu. "Tarif edebilir misin?"

"Elbette!" diye burun büktü Fizban tepeden bakarak.

Artık hepsi din liyordu. Aslında Fizban'ın h ikayelerini dinleyenler yüzünden biraz canı

sıkılmıştı.

"Bu... şeye benzeyen bir silahtı -yok yok değildi. Aslında bu silah -yok, öyle de değildi. Daha

çok neye benziyordu biliyor musunuz....hani ayni şey gibi...daha doğrusu bir -mızrak, evet

tamam! Bir mızrakt ı!" Ciddi ciddi başını salladı. " Ve ejderhalara karşı da çok etkiliydi."

"Ben biraz kestireceğim," diye ho murdandı Caramon.

Tanis gülümseyerek başını salladı. Parmaklıklara dayanarak yorgun argın gözlerini kapadı. Kısa

bir süre sonra Raistlin ile Tasslehoff hariç herkes düzensiz b ir uykuya dalmıştı. Gö zünde bir

damla uyku olmayan ve canı çok sıkılan kender ü mitle Raistlin'e baktı. Bazen, eğer Raistlin'in

keyfi yerindeyse, eskinin büyü kullanıcılarıyla ilgili hikayeler anlatırdı. Fakat kırmızı cüppesine

sarınmış büyücü merakla Fizban'ı izliyordu. Yaşlı adam bir sıran ın üzerinde oturmuş hafifçe

horluyor, araba yolda sarsıldıkça onun da başı yukarı aşağıya oynuyordu. Raistlin'in alt ın

gözleri, sanki aklına huzu rsuz edici yeni b ir düşünce gelmiş gibi p ırıltılı birer çizik halini

alıncaya kadar

278

kısıldı. Bir süre sonra kuku letasını baş ına çekerek arkasına dayandı ve yüzü g°'Se'er arasında

yitip gitti.

Tasslehoff içini çekt i. Sonra, etrafına bakınarak kafesin yakınında yürüyen Sestun'ı gördü.

Kenderin yüzü aydın landı. Burada, h ikayelerini d inleyecek kad irşinas biri vardı işte.

Onu yakına çağıran Tasslehoff en çok sevdiği hikayelerden birini an lat-rnaya başladı. İki ay

battı. Tutuklular uyudu. Hobgoblinler arkalarından geliyordu, yarı uyku lu; bir an önce kamp

kurmaktan söz ediyorlardı. Seçkina-jnir Toede midillisin i önden sürüyordu, ödülünü hayal
ederek. Seçkina-mir'in gerisinde ejderan lar kendi kaba dillerinde mırıldanıyor, bakmad ığı

zaman larda Toede'ye meşum bakışlar fırlat ıyorlard ı.

Tasslehoff kafesin kenanndan bacakların ı aşağıya sallayarak oturup Ses -tun ile konuşmaya

başladı. Kender, Giltanas'ın uyuyor numarası yaptığın ı fark etti. Tas, kimsenin bakmad ığını

tahmin ettiğ i zaman larda elfin gözlerinin açılarak etrafı kolaçan ettiğin i anlad ı. Bu Tas'ı son

derece şaşırttı. Sanki Gilthanas bir şeyleri gözlüyor veya bir şeyler bekliyordu. Ken der

hikayesini şaşırdı.

"Ve böylece...m... torbamdan bir taş aldığ ım g ibi attım ve -küt- büyücünün tam kafasından

vurdum," diye hikayeyi bağlamaya başladı Tas çabuk çabuk. "İblis büyücüğü ayağından çekerek

onu Cehennemin derinliklerine sürükledi."

"Ama ib lis önce sana teşekkür et," diye söze karıştı Tas'ın bu öyküsünü -farklı şekillerde- daha

önce iki kez din lemiş olan Sestun. "Sen unuttun."

"Öyle mi?" diye sordu Tas, bir gözü Gilthanas üzerinde. "Şey evet,.iblis bana teşekkür etti ve

vermiş olduğu yüzüğü geri ald ı. Eğer karanlık olmasaydı, yüzüğün parmağımı yakan izin i

görebilirdin."

"Güneş çıkıyor. Birazdan sabah. O zaman görürü m," dedi lağım cücesi şevkle. Et raf hala

karanlıktı ama doğudaki soluk ışık yakında güneşin, yolculuklarının dördüncü gününe

doğacağını belirt iyordu.

Aniden Tas ormanda öten bir kuş sesi duydu. Birkaç kuş da ona cevap verdi. Ne tuhaf -sesli

kuşlar diye düşündü Tas. Daha önce hiç bunlardan duymamıştım. A ma daha önce hiç bu kadar

güneye gelmemişti. Nerede olduklarını haritalarının birinden biliyordu. Aköfke Nehri

üzerindeki tek köprüden geçmişler, kenderin haritalarında ünlü Thadarkan demir madenlerin in

yanında işaretlenmiş olan güneydeki Pax Tharkas'a doğru ilerliyorlardı. Arazi yükselmeye, batı

taraflarında da sık toz ağacı orman ları belirmeye başlamıştı. Ejderan lar ile hobgoblinler o rmanı

gözleyip duruyorlardı; adımları da sıklaşmıştı. Bu ormanların içinde kadim elf yurdu Qualinesti

gizliydi.

279

Bir kuş daha öttü, bu kez çok daha yakından. Aynı kuş tam arkasında^ cevap verince

Tasslehoff'un ensesindeki tüyler d iken d iken o ldu. Kender döndüğünde Gilthanas'ı ayakta

gördü; parmakları ağ zmdaydı, tüyler ürperten bir ıslık havayı yarıyordu.

"Tanis!" diye bağırdı Tas ama yarımelf uyan mıştı zaten. Arabadaki herkes gibi.
Fizban doğrularak esnedi ve etrafına bakındı. "A, iy i," dedi kibarca, "elf-ler burada."

"Ne elfleri...nerede?" Tanis doğruldu.

Aniden bir bıldırcın sürüsü havalanırmış gibi bir vızıltı sesi duyuldu. Önlerindeki erzak

arabasından bir çatırtı sesi işitildi; art ık sürücüsüz kalan araba bir tekerlek izine doğru yan

yatarak devrildi. Kafesli arabayı kullanan sürücü tüm gücüyle dizg inlere asıld ı ve enkaz

halindeki erzak arabasına çarpmadan arabayı durdurdu. Kafes, tehlikeli bir biçimde yan yatarak

tutsakların darmadağın olmasına neden oldu. Sürücü geyiği yeniden harekete geçirerek, onları

enkazın etrafından dolandırdı.

Sürücü aniden bir çığlık atarak boynununu tuttu; yolarkadaşları belli belirsiz aydın lan mış sabah

göğüne karşı sürücünün boynunda tüylü bir ok sapı durduğunu gördüler. Sü rcünün bedeni

oturduğu yerden devrild i. Diğer muhafız elinde kılıcı ayaklandıktan sonra o da göğsünde bir

okla ileri devrild i. Dizginlerin gevşediğini h isseden geyik, sonunda kafes duruncaya kadar

yavaşladı. Etrafta oklar ıslık çalarken kervanın her yanından haykırışlar ve çığlıklar

yükseliyordu.

Yo larkadaşları, yüzü koyun yere kapaklandılar o klardan korun mak için.

"Nedir bu? Neler oluyor?" diye sordu Tanis, Gilthanas'a.

Fakat ona ku lak asmayan elf orman ın içine alacakaran lığa doğru baktı. "Porthios!" diye

seslendi.

"Tanis neler oluyor?" Sturm doğrularak dört gün zarfında ilk sözlerin i sarf etti.

"Porthios, Gilthanas'ın ağabeyidir. Galiba bu bir kurtarma operasyonu," dedi Tanis. Bir ok

vızlayarak geld i, şövalyeyi teğet geçerek arabanın tahta kısmına saplandı.

"Ölecek olursak buna pek kurtuluş denemez herhalde!" Sturm kendini yere bıraktı. "Ben ciflerin

mü kemmel b irer nişancı oldukların ı zannederdim!"

"Yere yapışın," diye emretti Gilthanas. "Oklar kaçışımız için bir araç. BU vur -kaç sald ırısı.

Halkım büyük bir kuvvete doğrudan saldıracak güçte değil. Ormana doğru kaçmaya hazır

olmalıyız."

"Peki kafeslerden nasıl çıkacağız?" diye sordu Sturm.

"Her şeyi sizin için b iz yapamayız!" diye cevap verdi Gilthanas soğuk bir

yla. "Büyü ku llan ıcıları var..."

"Büyü araçlarım o lmazsa ben çahşamam!"'diye tıslad ı Raistlin bir sıranın alt ından - "Eğil, Yaşlı
Kişi," dedi başını dikmiş etrafa ilgiyle bakman Fiz-ban'a.

"Belki ben yardım edebilirim," dedi yaşlı büyücü gözleri parlayarak. "Şimdi dumn b ir

düşüneyim..."

"Cehennem adına, neler o luyor?" diye gürledi b ir ses karanlığ ın içinden. Seçkinamir Toede,

midillisiyle dört nala belirdi. "Neden durduk?"

"Saldırıya uğradık!" diye bağırdı Sestun, saklandığı kafesin alt ından

ekleyerek çıkarken.

"Saldırı mı? Bly xtshok! Bu arabayı haraket ettirin!" diye bağırd ı Toede. Seçkinamir'in eyerine

bir ok saplandı. Toede'nin kırmızı gözleri fal taşı gibi açılarak ormana doğru korkuyla baktı.

"Saldırıya uğradık! Elfler! Tutsakları kurtarmaya çalışıyorlar!"

"Sürücü ile muhafız ö lü!" diye bağırd ı Sestun, başka bir ok tam burnunun dibinden geçerken

kendini iyice arabaya yapıştırmıştı. "Ben ne yap-

sın r

Bir o k da Toede'nin başının ü zerinden geçti. Eğilerek, düşmemek için midillisin in boynuna

sarıldı. "Başka b ir sürücü bulurum," dedi aceleyle. "Sen burada kal. Canın pahasına tutsaklara

göz ku lak ol! Eğer kaçarlarsa seni sorumlu tutarım."

Seçkinamir mid illisini mah muzlayınca kızg ınlıktan delirmiş hayvan ileri doğru fırladı.

"Muhafızlarım! Hobgoblinler! Bana!" diye bağırdı Seçkinamir mid illisini sıranın arkasına doğru

dört nala sürerken. Bağırtıları yankılandı. " Yü zlerce elf! Etrafımız sarıldı. Ku zey'e saldırın !

Bunu Hükü mdar Verminaard'a bildirmem gerek." Toede ejderan ko mutanını görünce dizginlere

asıldı. "Siz ejderanlar, tutsaklara dikkat ed in!" Hala bağırarak bineğini mah mu zlad ı ve yüz

hobgoblin, yürekli liderlerinin ardında dört nala savaş alanını terk etti. Kısa bir süre sonra

tamamen gözden kaybolmuşlardı b ile.

"Evet, böylece hobgoblinler halloldu," dedi Sturm, yü zü tebessümle gevşeyerek. "Artık

düşünmek zorunda olduğumuz elli kadar ejderan kaldı. Bu arada, orada yüz kadar elf yoktur,

değil mi?"

Gilthanas başını hayır an lamında salladı. "Daha çok y irmi kadar var."

Yere yapış mış yatan Tika dikkatle başını kaldırarak güneye doğru bak-u- Solu k sabah ışığında,

elf o kçular onların saflarına doğru ilerledikçe saklan mak için yolun her iki yanına sıçrayan

ejderanların bir mil kadar ileride-1 lfi suretlerini seçebiliyordu. Tanis'in ko luna dokunarak işaret

etti.
280

281

"Bu kafesten kurtulmamız gerek," dedi Tanis arkasına bakarak. "Seci namir g ittiğinden

ejderanlar bizi Pax Tharkas'a götürme zah metine katli mayabilir. Bizi buracıkta kafesler içinde

katlederler. Caramon?"

"Bir deneyeyim," diye gürled i savaşçı. Ayağa kalkarak kafesin parr lıklarını koca eliyle kavradı.

Gö zlerini kapayarak derin bir nefes aldı ve ] maklıkları ay ırmaya çalıştı. Yü zü kızardı,

kollarındaki kaslar kabardı, el| rin in eklem yerleri beyazlaştı. Faydasızd ı. Soluksuz kalan

Caramon yere j rild i.

"Sestun!" diye bağırdı Tasslehoff. "Baltan! Kilid i kır!"

Lağım cücesinin gözleri açıld ı. Önce yolarkadaşlarına sonra Seçkir mir'in tuttuğu yola baktı.

Yü zü kararsızlıkla çarpıldı.

"Sestun..." diye başladı Tasslehoff. Kenderi bir ok sıy ırıp geçti. Ark rmdaki ejderan lar

ilerlemeye başlamışlar, kafeslere ok at ıyorlard ı. Tas ! din i yere yapıştırd ı. "Sestun," diye başladı

yine, "eğer bizim serbest kal miza yard ım edersen sen de bizimle geleb ilirsin!"

Keskin b ir kararlılık ifadesi Sestun'ın yüz hatlarını sertleştird i. A rk bağlamış olduğu ba ltasına

uzandı. Sestun sırtının tam ortasında duran l tasını el yordamıy la ararken yolardaşları

tırnaklarını kemirerek onu izle ler. Sonunda ellerinden biri baltasın sapına denk geldi ve baltayı

çekip s karttı. Baltanın keskin ağ zı şafağın kurşuni ışığında pırıldadı.

Flint bunu görerek homurdandı. "Balta benden yaşlı! Afetten kalma ofj

gerek! Kilit b ir yana, b ir kenderin beynini bile çıkartamaz büyük bir irj

maile!" >

"Sus!" diye emretti Tanis, gerçi lağ ım cücesinin silahı karşısında kejj ü mitleri de yıkılmıştı. Bu

bir savaş batlası değil, sadece küçük, yıp ranr paslı b ir odun baltasıydı; belli ki lağım cücesi

bunun bir silah o lduğunu ı şünerek bir yerlerden almıştı. Sestun baltayı dizlerin in arasına

kıstırarak! lerine tükürdü.

Oklar kafesin parmaklıkları arasında takırdayıp duruyordu. Bir Caramon'un kalkanına saplandı.

Başka bir tanesi Tika'n ın ko lunu sıyırıp j çerek blu zunu kafesin kenarına tutturdu. Tika o güne

kadar hayatında bu kadar ko rktuğunu hatırlamıyordu -ejderhalar Solace'a saldırd ıklanr b ile bu

kadar korkmamıştı. İçinden çığlık at mak gelmiş, Caramon'un : masını istemişti. Fakat Caramon
kıp ırdamaya cesaret edecek duru mda•* ğildi.

Tika'nın gözüne Alt ınay çarptı; kendi bedenini yaralı Theros'a siper t yordu; yüzü solgun ama

sakindi. Tika dudakların ı sıkarak derin bir : ald ı. Ko lundaki yakıcı acıyı yok sayarak oku

gaddarca tahtadan çıkar yere fırlattı. Güneye doğru bakınca, ani sald ın ve Toede'nin ortadan

.uşUyla anhk bir karışıklık yaşayan ejderanların yeniden toparlandıklarını, yaklanıp kafeslere

doğru koşmaya başladıkların ı gördü. Okları havayı jolduruyordu. Göğüs kalkanları, koşarken

dişleri arasına*kıstırdıkları uzun Alıçlarının parlak çeliği gibi sabahın soluk gri ışığında

parlıyordu.

"Ejderan lar sıkıştırıyor," d iye haber verdi Tan is, elinden geldiğince sesini titret memeyc

çalışıyordu.

"Çabuk ol Sestun!" diye bağırdı Tanis.

Lağım cücesi baltayı kavrayarak bütün gücüyle savurdu, kilidi ıskaladı ve neredeyse elindeki

baltanın uçup gitmesine neden olacak şekilde demir parmaklıklara indird i. Özür d ilercesine

omu zların ı silkt ikten sonra bir kez daha savurdu. Bu kez kilide vurdu.

"Bükemedi bile," diye rapor etti Sturm.

"Tanis," diye titredi sesi Tika'nın, işaret ederken. Birkaç ejderan onlardan üç met re kadar ileriye

gelmiş, b irkaç elf o kçu tarafından vurulmuştu ama kurtu luş ümit leri y ine de neredeyse yok

gibiydi.

Sestun kilide bir kere daha vurdu.

"Çentti," dedi Sturm çileden çıkarak. " Bu gidişle üç gün içinde kafesten çıkarız! O elfler ne

yapıyorlar zaten öyle? Neden gizleneceklerine adam gib i saldır mıyorlar!"

"Bu büyüklükte bir güce saldıracak adamımız yok!" diye cevap verdi şövalyenin yanına

emekleyen Gilthanas hiddetle. "Mümkün olduğunda yanımıza gelecekler! Biz sıranın

başındayız. Bak, diğerleri kaçıyor."

Elf arkalarındaki iki arabayı işaret etti. Elfler kilitleri kırmışlar, h ızla or-mnna kaçan tutsakları

ağaçların arasından fırlattıkları ölü mcül oklarla koruyorlardı. Fakat tutsaklar emniyette olunca

elfler yeniden ağaçların arasına çekiliyordu.

Ejderanların onların peşinden elf ormanına g irmeye h iç niyetleri yoktu. On ların gözleri son

tutsak kafesindeydi; tutsakların eşyalarını taşıyan arabada. Yolarkadaşları ejderan

ko mutanların ın bağırışlarını duyabiliyordu. Anlamları açıktı: "Tutsakları öldürün. Ganimet i


bölüşün."

Herkes ejderanların onlara, ciflerden daha önce varabileceğini açık açık görüyordu. Tanis sıkıntı

içinde küfretti. Her şey boşuna görünüyordu. Yanında bir kıpırtı fark etti. Yaşlı büyücü Fizban

ayağa kalkıyordu.

"Yo Yaşlı Kişi!" Raistlin Fizban'ın eteklerine asıldı. "Saklan!" ,

Havadan vızıldayarak gelen b ir o k yaşlı adamın eğrilmiş ve yıpran mış a saplandı. Kendi

kendine söylenen Fizban fark et memiş gibiydi, ^i ışıkta mü kemmel bir nişan tahtası olmuştu.

Ejderanların o kları etrafın-a yaban arıları gibi vızıld ıyor, ama sanki pek bir etkisi o lmuyordu;

gerçi aır> elin i bir torbanın içine soktuğunda torbaya bir ok isabet edince biraz can» sıkılır gibi

olmuştu.

282

"Ne büyüsü yapıyor?" diye sordu Tanis Raistlin'e. "Anlayabiliyor mu -sun?"

Genç büyücü dikkatle d inledi, kaşlarını çattı. Aniden Raistlin 'in gözleri fal taşı gib i açıld ı.

"HAYIR!" diye cıyakladı, yaşlı büyücünün konsantrasyonunu bozmak için cübbesini

çekiştirerek. A ma çok geç kalmıştı. Fizban son sözü söyleyerek kafesin arka kap ısının kilidin i

işaret etti.

"Yere yatın!" Raistlin kendini bir sıran ın alt ına attı. Yaşlı büyücünün kafes kapısjnı -ve kap ının

diğer tarafında durduğu için kendisin i- işaret ettiğini gören Sestun yüzü koyun yere yattı. Kafes

kapısına ulaşan, silahlarından salyaları akan üç ejderan kayarak durdu ve tedirginlikle kafese

baktı.

"Ne oluyor?" diye bağırdı Tan is.

"Ateştopu!" dedi Raistlin nefesi kesilerek ve tam o anda yaşlı büyücünün parmak uçlanndan

fırlayan kavuniçi-sarı renkli devasa bir top infilak ederek kafesin kapısına çarptı. Alev ler bütün

etrafına dalgalar halinde yayılıp çıtırdarken Tanis ellerini yüzüne kapattı. Bir sıcaklık dalgası

ciğerlerin i kurutarak üzerin i yalad ı geçti. Ejderan ların acı içinde çığ lıklar attığ ını duydu ve

burnuna yanmış sürüngen kokusu geldi. Sonra du man boğazına doldu.

"Yer tutuştu!" diye bağırdı Caramon.

Tanis gözlerini açıp sendeleyerek ayağa kalktı. Yaşlı büyücünün bedenini de, aynı

ejderanlarınki g ibi b ir yığın kül halinde görmeyi u muyordu. Fakat Fizban durmuş kap ıya

bakıyor, tütsülenmiş sakalın ı kederle sıvazlıyordu. Kapı hala kapalıydı.


"Bunun işe yaramış olması gerekirdi," dedi.

"Kilitten ne haber?" diye seslendi Tanis, duman arasından görebilmeye çalışarak. Hücre

kapısının demir parmaklıkları daha şimdiden kor halindeydi.

"Kımıldamadı b ile!" diğe bağırdı Sturm. Tekmeleyerek açmak için kapıya yaklaş maya çalıştı

ama parmaklıklardan yayılan ısı bunu imkansız kılıyordu. "Kilit kırıtabilecek kadar ısın mış

olabilir!" Du man içinde öksürdü.

"Sestun!" Tasslehoff'ın tiz sesi alev lerin çatırt ısı arasından yükseldi. " Bif

daha dene! Çabuk!" '

l Lağım cücesi sendeleyerek ayağa kalktı, baltasını savurdu, ıskalad ı, b ir

in ' Hıha savurdu ve kilide vurdu. Haddinden fazla ısınmış metal parçalan ınca f k^esin kapısı

sonuna kadar açıld ı.

'Tanis, bize yard ım et!" d iye bağırdı Altınay, Nehiryeli ile birlikte yaralı Thcros'u tütmekte olan

otların ü zerinden kald ırmaya çalışırken.

"Sturm, diğerlerini!" diye bağırd ı Tanis, sonra duman içinde öksürmeye başla J1- Diğerleri

aşağıya atlarken o arabanın önüne doğru sendeledi; Sturm, hala üzgün üzgü n kapıya doğru

bakmakta o lan Fizban'ı tuttu.

"Haydi Yaşlı Kişi!" diye seslendi; Fizban'ın kolunu yakalarken kibar hareketleri, kaba sözlerini

yalancı çıkartır gibiydi. Caramon, Raistlin ve Tika, alev ler içindeki enkazdan atlayan Fizban'ı

yakaladı. Tanis, ile Neh iryeli Theros'u omu zlarından kaldırarak sürükleyerek çıkarttılar; A ltınay

tökezlenerek on ları izled i. Tam tavan çökerken Sturm ile birlikte arabadan aşağıya atladılar.

"Caramon! Silahlarımızı erzak arabasından getir!" diye bağırdı Tanis. "Onunla git Sturm. Flint,

Tasslehoff eşyaları alın. Raistlin..."

"Ben kendi torbamı kendim alırım," dedi büyücü, dumanda boğularak. " Ve asamı. Onlara başka

kimse dokunamaz."

"Tamam," dedi Tanis, çabucak düşünerek. " Gilthanas..."

"Ben senin emirler vereceğin biri değilim Tanthalas," diye kestirip attı elf ve arkasına bakmadan

ormana doğru koş maya başladı.

Tanis daha bir cevap veremeden Sturm ile Caramon koşarak geri gelmişti. Caramon'un el

eklemleri yarılmış, kanıyordu. Erzak arabasını yağmalayan iki ejderan vardı.

"Harekete geçin!" diye bağırdı Sturm. "Dahası geliyor! Elf arkadaşın nerede?" diye sordu

Tanis'e kuşkuyla.
"Önden ormana daldı," dedi Tanis. "Unut ma, o ve halkı hayatımızı ku r

tardı." ,.

"Öyle mi yaptılar?" dedi Sturm gözleri kısılarak. "Ejderhayı say mazs ak, bana en çok ölü me

yaklaştığımız zaman ciflerle yaşlı adam arasında kald ığımız zaman mış gib i geld i!"

li

Tam o anda altı ejderan du manın içinden fırlayarak savaşçıları görünce zor durdu.

"Ormana kaçın!" diye bağırdı Tan is, Neh iryeli'n in Theros'u taşımasına yardım et mek için

eğilirken. Caramon ve Sturm yan yana durmuş geri çekilişlerinde onları korurken, demirciyi

emn iyetli bir yere taşıdılar, ikisi de hemen, yü zyüze oldukları yaratıkların daha önce

dövüştükleri ej-deranlardan farklı olduğunu fark etti. Zırh ları ve ren kleri değişikt i; yay ve Uzun

kılıç taşıyorlard ı; kılıçlarından korkunç bir şey damlıyordu. Her iki am da asite dönüşen veya

öldükten sonra kemikleri in filak eden ejde-ran larla ilgili öyküleri hatırlayıverdi.

285

284

Caramon ileri doğru saldırdı, çıld ırmış bir hayvan gibi bağırıyor,

kılıcın ı savrularak yaylar çeviriyordu. İki ejderan, daha neyin saldırdığ ını bili. anlayamadan

düştü. Sturm diğer dört tanesini kılıcı ile selamladı ve kılıcın ı geri savururicen bir t anesinin

başını uçurdu. Diğerlerine doğru atıld ı ama onlar durup onun vuruş alanından geriye çekildiler

ve sırıt maya başladılar' belli ki b ir şeyler-bekliyorlard ı.

Sturm ile Caramon huzursuzca etrafa bakındı, neler olduğunu merak ediyorlardı. Sonra

anladılar. Öldürülmüş ejderanların bedenleri yola doğru erimeye başladı. Etleri, tavadaki içyağ -

gibi eriyor ve fokurduyordu. Üzerlerinde sarımsı b ir buhu oluşmuş, tüten arabanın incelmeye

başlayan dumanına karışıyordu. Her iki adam da sarı buğu etraflarını alırken öğürmeye başladı.

Başları dön meye başlayınca, zeh irlendiklerini anladılar.

"Haydi! Geri dönün!" diye seslendi Tanis ormandan.

Kasırga gib i kafesin etrafına yayılan, hiddet içinde acı çığlıklar atan kırk -elli kişilik bir ejderan

kuvvetinin yağmur g ibi yağan okları arasında tökezleyerek geri döndü. Ejderan lar peşlerine

takıldı ama ormandan açık seçik bir ses duyulunca durdular: "Hai! Ulsain!"; başlarında

Gilthanas, on cif ormandan dışarı fırlamışlardı.

"Quen talaş uvenelei!" diye bağırdı Gilthanas. Caramon ile Sturm sendeleyerek onun yanından
geçtiler; elfler onların geri çekilişlerin i koruyordu sonra elfler geri kaldı.

"Beni izley in," dedi Gilthanas yolarkadaşlarına, Yü ksek Ortak dile dönerek. Gilthanas'tan gelen

bir işaretle, dört el f savaşçı Theros'u kaldırıp ormana doğru taşıdılar.

Tanis dönüp kafese baktı. Ejderan lar durmuşlar ormanı ko rkuyla gözlüyordu.

"Çabuk olun!" diye acele ettirdi Gilthanas. "Adamlarım sizi koruyacak."

Ormandan, yaklaşan ejderanlar! tahrik eden, onları ok menziline çekmeye çalışan elf sesleri

yükseldi. Yo larkadaşları tereddüt ederek birb irlerine bakt ılar.

"Ben Elformanı'na girmek istemiyoru m," dedi Neh iryeli kabaca.

"Bunda bir şey yok," dedi Tanis elini Nehiryeli'nin ko luna koyarak. "Ben sana söz veriyoru m."

Nehiryeli bir an için ona baktı sonra yanında yürüyen diğer arkadaşlarıyla o rmana daldı. En son

girenler Fizban'a yardım eden Caramon ile Raislin o lmuştu. Yaşlı adam, artık bir kül ve eğri

büğrü demir yığ ınından başka bir şeyi kalmayan arabaya baktı.

"Nefis bir büyüydü. Teşekkür eden bir allanın ku lu oldu mu?" diye sordu dalgır, dalgın.

*****

Elfler onları h ızla doğanın içinden götürdüler. Eğer onlar rehberlik yap -nıyor o lsalardı grup

çoktan kaybolmuş olurdu. Arkalarında savaş sesleri J,zmı kaybetti.

"Ejderan lar artık bizi o rmanda izlemeyeceklerini anladılar," dedi Giltha-nas acımasız bir

gülüşle. Silahlı elf savaşçılarının ağaçların yapraklan arasına gizlen miş olduklarını gören Tanis

izlenecekleri konusunda pek endişe duymadı. Kısa bir süre sonra da bütün dövüş sesleri

kayboldu.

Yeri kalın bir ö lü yaprak örtüsü kaplamıştı. Sabahın erken saatlerinin serin rü zgarıy la çıplak

ağaçların dallan g ıcırdıyordu. Günlerce kafesin içinde j,cr yanlan tutularak yaptıkları

yolculuktan sonra yolarkadaşları yavaş yavaş , tutuk tutuk ilerliyordu ama kanlarını ısıtan

hareketten dolayı da memnun olmuşlard ı. Sabah güneşi ormanı soluk bir ışıkla aydınlat ırken

Gilthanas onları ağaçlar arasında geniş bir açıklık alana çıkarttı.

Burası serbest kalmış tutsaklarla doluydu. Tasslehoff ümit le grubu inceledi sonra üzgün üzgün

başını salladı.

"Acaba Sestun'a ne oldu?" dedi Tanis'e. "Kaçarken görmüştüm sanki

"Endişelenme." Yarımelf Tas'ın otuzunu okşadı. "O kendin i kurtarır. Elfler lağım cücelerine

bayılmasalar da onu öldürmezler."


Tasslehoff başını sallad ı. Onu endişelendiren elfler değildi.

Ağaçlar arasındaki açıklığa g iren yolarkadaşları, normalden çok u zun boylu ve yapılı bir cifin

bir grup mü lteciyle konuştuğunu gördü. Sesi soğuk, davranışları ciddi ve sertti.

"Artık ö zgürsünüz, istediğiniz yere g idebilirsin iz, tabii artık bu ülkede özgürlük diye bir şey

varsa. Pax Tharkas'ın güneyindeki toprakların Ejderha Yüceefendisi'nin denetimi altında

olmadığına dair dedikodular duyduk. O yüzden güneye doğru gitmenizi tavsiye ederim. Bugün

gidebildiğ iniz kadar h ızlı g idin. Yo lculuğunuz için gerekli erzak ve gereç tedarik ettik,

elimizden geld iğince. Sizin için daha fazla bir şey yapamayız."

Ani özgürlü kleriyle aptallaşan Solace'lı mülteciler etraflarına boş ve çaresiz b ir halde

bakmıyordu. Bunlar So lace civanndaki çiftçilerdi; ev leri yanarken veya ürünleri Ejderha

Yüceefendisi'nin orduları için yağ malan ırken seyretmek zorunda kalmışlardı. Çoğu en fazla

Solace'tan Liman'a kadar git -mişlerdi. Ejderhalar ve elfler efsanelerden fırlama yaratıklardı.

Şimd i çocuk ^asalları canlanıvermişti.

Altınay'm berrak mavi gözleri pırıldadı. On ların neler hissettiğini biliyordu. "Nasıl bu kadar

zalim olab ilirsin iz?" diye bağırdı uzun boylu elfe '«detle. "Şu insanlara b ir bak. Hayatlan

boyunca Solace'tan aynlmamışla r-1 ve sen onlara büyük bir soğukkanlılıkla düşman la dolu

topraklardan ge-Î'P g it melerini söylüyorsun...

287

"Ne yapmamı isterdin insan?" diye kesti sözünü elf. "On ları güneye ken dim mi götüreyim?

Onları kurtarmış olmamız yeter de artar bile. Halkımın kendi sorunları var. İnsanlarınkiyle

ilg ilenemem." Gö zlerini mülteci grubu. ' na çev irdi. "Sizi uyarıyoru m. Zaman boşa geçiyor.

Hemen yola koyulun!"

Altmay destek ararcasına Tan is'e döndü ama yüzü gölgelen miş ve ka rnrmış Tanis sadece basını

sallamakla yetindi.

Elflere bezg in bir ifadeyle bakan adamlardan biri, vahşi doğa içinden güneye doğru ilerleyen yol

üzerinden düşe kalka git meye başladı. Diğer adamlar kaba silahların ı o mu zlad ı, kadın lar

çocuklarını kaptılar ve aileler ilerlemeye başladı.

Altmay elfle yü zleş mek için iri ad ımlarla ilerled i. " Neden bu kadar az u mursuyorsun...?"

"İnsanları mı?" Elf ona soğuk bir edayla bakt ı. "Afet'e sebep verenler insanlar olmuşlardı.

Tanrıları arayan onlard ı; Hu ma'ya alçakgönüllülü kle bahşedilen gücü arıyorlardı kib irle.
Tanrıların yüzlerini b izden çevirmelerine neden olan insanlar olmuştu..."

"Öyle olmad ı!" diye bağırdı A lt may. "Tanrılar aramızda!"

Porthios'un gözleri hiddetle alevlendi. Tam arkasını dönecekti ki Giltha-nas ağabeyine doğru bir

adım attı ve onunla elf d ilinde hızlı hızlı konuştu.

"Ne diyorlar?" diye sordu Nehiryeli Tan is'e kuşkulu kuşkulu.

"Gilthanas, Alt may'ın Theros'u nasıl iyileştirdiğ ini anlatıyor," dedi Tanis yavaşça. Elf dilinde

birkaç kelimeden fazla konuşmayah veya bu dili duy-mayalı yıllar o lmuştu. Bu dilin ne kadar

güzel o lduğunu unutmuştu; o kadar güzeld i ki içine işleyerek yarasın ı deşti. Porthios'un gözleri

hayretle açılırken onu seyretti.

Sonra Gilthanas Tanis'i işaret etti. Dokunaklı elf hatları sertleşen her iki kardeş de onla

yüzleşmek için döndü. Nehiryeli yan gözle Tan is'e şöyle bir bakarak yarımelfin bu tetkik

sırasında solgun ama sakin durduğun gördü.

"Doğduğun topraklara geri dönüyorsun değil mi?" diye sordu Nehiryeli. "Seni pek hoş

karşıladıkları söylenemez."

"Evet," dedi Tanis ciddi ciddi, Bozkırlı'nın ne düşündüğünün farkındaydı. Nehiryeli'nin ö zel

konulara merakından burnunu sokmadığ ını b iliyor du. Birço k yönden, Seçkinamir'le birlikte

oldukları zamandan daha çok tehlike içindeydiler.

"Bizi Qualinost'a götürecekler," dedi Tanis yavaş yavaş; belli ki sözler ona derin bir acı

veriyordu. "Uzun zamandır oraya g it memiştim. Flint'in de anlatabileceğ i gib i oradan ayrılmaya

zorlan mıştım ama benim ayrıld ığıma üzü len çok az kişi olmuştu. Bir keresinde bana söylemiş

olduğun gibi Ne hiryeli -insanlar için ben bir yarımelfim. Elfler için de yarıminsan."

"O halde ayrılıp, d iğerleriy le birlikte güneye gidelim," dedi

"Buradan canlı ayrılamazsın," diye mırıldandı Flint.

Tanis başıyla onayladı. "Etrafına bak," dedi.

Etrafına bakman Neh iryeli elf savaşçıların ın ağaçlar arasında gölgeler g ibi dolandığ ını gördü;

kahverengi giysileri, yurtları olan bu vahşi doğayla kaynaşıyordu, iki elf konuşmalarını

bitirirken Po rthios bakışlarını Tanis'ten tekrar Altınay'a kaydırd ı.

"Araştırma yapan kardeşimden garip hikayeler dinled im. O yüzden size, yıllardır elflerin hiçb ir

insana uzatmadığ ı bir şey uzatacağım...dostluğumuzu. Sizler bizim şeref konuğumu z

olacaksınız. Lütfen beni izleyin ."


Porthios işaret etti. Hemen hemen iki düzüne elf savaşçısı ormandan çıkarak yolarkadaşlarmın

etrafın ı ald ı.

"Daha çok şerefli tutsaklar. Bu sana zor gelecek oğlu m," dedi Flint alçak ve kibar b ir sesle.

"Biliyoru m eski dostum." Tanis elin i cücenin o muzuna koydu. "Biliyoru m."

289

Böylesine bir güzelliğ in olabileceğini bile tahayyül edemezdim," dedi A ltınay yavaşça. Gün

boyunca süren yürüyüşleri zorlu olmuştu ama sonunda elde ettikleri ödül rüyaların ın çok

ötesindeydi. Yolar-kadaşlan efsanevi Qualinost şehrine bakan bir zirvede duruyorlardı.

Şehrin köşelerinden parlak b irer kirmen gib i dört ince sivri ku le yükseliyordu; parlak beyaz

taşları pırılt ılı gü müş ile harelen mişti. Ku leden kuleye u zanan zarif kemerler havada

süzülüyordu. Kadim zaman ların cüce demircileri tarafından yapılan ku leler koca bir ordunun

ağırlığ ını kaldıracak kadar güçlüydüler ama o kadar narin görünüyorlardı ki sanki tepelerine

konacak bir kuş dengelerini bozab ilirdi. Bu p ırıltılı kemerler şehrin yegane sınırını teşgil

ediyordu; Qualinost'un etrafında sur yoktu. Elf şehri kucağın ı sevgiyle doğaya açıyordu.

Oualinost'un binaları doğayı ört mekten çok zenginleştiriyordu. Evler ve dükkân lar gül renkli

kuartzlardan oyulmuştu. Aynı toz ağaçları g ibi u zun

ve ince olan binalar, iki yanlı quartz caddeler boyunca akıllara durgunluk veren helezonlar

halinde kubbeler oluşturuyordu. Tam ortada parlat ılmış altından, güneş ışıklarını yakalayıp

kuleye hayat vererek dönen, parılt ılı desenlerle geri yansıtan koca bir kule duruyordu. Yu kardan

şehire bakınca insanda, asırlar boyunca değişmeyen bir huzur ve güzelliğin - eğer Krynn'dc

böyle bir yer var ise- burada varlığını koruduğu hissi uyanıyordu.

"Burada dinlenin," dedi Gilthanas, onları toz ağaçları arasındaki bir açık alanda bırakarak.

"Yolcu luk b iraz u zun sürdü, bu yüzden sizden özür dilerim. Yo rgun ve aç olduğunuzu

biliyoru m..."

Caramon u mutla başını kaldırdı.

"Fakat sizden biraz daha müsamaha göstermenizi rica edeceğim. Lütfen beni mazu r görün."

Gilthanas eğilerek selam verd i ve kardeşinin yanına ilerledi. İçin i çeken Caramon, belki

gözünden kaçan bir lo kma kalmıştır ü midiy le beşinci kez torbasını karıştırmaya başladı. Raistlin

büyü kitabını okuyor, dudakları söylenmesi zor sözcükleri tekrarlıyor, anlamların ı yakalamaya,
kanını alev lendirecek doğru çekim veya ifadelerini bulmaya çalışıyordu ki sonunda büyünün

artık kendisine ait olduğunu anlasın.

Diğerleri, alt larında uzanan şehrin güzelliğin i ve üzerine sinmiş olan kadim sükun aurasını

içlerine çekiyorlard ı. Nehiryeli b ile et kilen mişe benziyordu; yüzü yumuşadı ve Alt may'ı kendine

doğru çekti. Kısa bir an için sıkıntıları ve üzüntüleri hafifledi, birbirlerin in yakınlığıy la

avundular. Tika uzakta oturmuş onları dalgın dalg ın seyrediyordu. Tasslehoff, Tanis ona dört

kez bu yolun gizli o lduğunu ve elflerin haritayı götürmesine izin vermeyeceklerini söylediği

halde Kapıyolu'ndan Qualinost'a olan yolu harita ü zerinde çıkarmaya çalışıyordu. Yaşlı büyücü

Fizban uyumuştu. Sturm ile Flint, Tanis'i endişeyle izliyorlardı; Flint, yarımelfin neler çektiğ ini

tahmin edebilen tek kişi o lduğu için; Sturm ise istenilmediği halde yurduna dönmenin ne demek

olduğunu bildiğ i için.

Şövalye elini Tanis'in koluna koydu. " Yurduna dönmek ko lay değil, değil mi dostum?" diye

sordu.

"Değil," d iye cevap verdi Tanis yavaşça. "Uzun süre önce her şeyi geride b ıraktığımı

düşünmüştüm fakat şimd i, hiçbir zaman burayı tam manasıyla b ırakmamış olduğumu fark ettim.

Qualinesti benim bir parçam, bunu ne kadar inkar et meye çalışırsam çalışayım."

"Sus...Gilthanas," diye uyardı Flint.

Elf Tanis'in yan ma geldi. "Önden ulaklar yollamıştık, geri geld iler," dedi elf dilinde. " Babam

sizi -hepin izi- Güneş Kulesi'nde görmek istiyor. Bir Şeyler yiy ip içmek için vakit ayıramam. Bu

kaba ve terbiyesizce görünebilir ama..."'

291

290

"Gilthanas," diye sözünü kesti Tanis Ortak d ilde. "Arkadaşlarımla birlik-te akıl almaz

tehlikelerden geçtik. Sadece ölülerin -gerçek an lamda ölü lerin- j yürüdükleri yollarda yürüdük.

Açlıktan bayılacak değiliz," -Caramon'a b ir J baktı- "en azından hepimiz bayılacak değiliz."

Tanis'i duyan savaşçı için i geçirerek kemerini sıkt ı.

"Teşekkür ederim' dedi Gilthanas gergin bir edayla. "Anlayış gösterdi-ğiniz için çok memnun

oldum. Şimd i, lütfen elinizden geld iğince hızlı bir şekilde izleyin bizi."

Yo larkadaşları hızla eşyalarını toplayıp Fizban'ı uyandırdılar. Ayağa kalkan Fizban bir ağacın

köküne takılarak düştü. "Koca ahmak" dedi kö klere asasıyla vurarak. "Bak...gördün mü? Bana
çelme takmaya çalıştı!" dedi Raistlin'e.

Büyücü kıy met li kitabını heybesine geri koydu. "Evet, Yaşlı Kişi." Raist -i lin gülü mseyerek

Fizban'ın ayağa kalkmasına yardım etti. Diğerlerinin ar dından giderken yaşlı büyücü gencinin

omu zuna yaslandı. Tanis hayreti içerisinde onlan seyretti. Belli ki yaşlı büyücü bunağın tekiydi.

Fakat yine de Tan is, Raistlin'in uyandığında üzerine eğilmiş Fizban'a ne büyük bir dehşet

ifadesiyle bakmış olduğunu unutmamıştı. Büyücü ne görmüştü aça-ba? Bu yaşlı adam hakkında

neler biliyordu? Tanis, bunu ona sorması gerektiğin i tekrarladı kendi kendine. Öte yandan o

anda aklını meşgul eder daha önemli meseleler vardı. İleri doğru yürüyerek elfe ye tişti.

"Söyle bana Gilthanas," dedi Tanis elf lisanında, yabancı gelen kelimeleıi bölü k pörçük

geliyordu aklına. "Meler o luyor? Bilmeye hakkım var."

"Öyle mi?" diye sordu Gilthanas sertçe, Tanis'e badem şekilli gözünün ucuyla bakarak. "Artık

elflere ne o lup olmadığ ı seni ilg ilendiriyor mu? Di-limizi b ile doğru dürüst konuşamıyorsun!"

"Elbette ilgileniyoru m," dedi Tanis hiddetle. "Siz de benim halkıms ınız!"

"O halde neden insanlık mirasınla böbürleniyorsun?" Gilthanas Tanis'in sakallı yüzünü işaret

etti. "Ben de utanırsın zannetmiştim..." Sustu; dudaklarını ısırd ı, yü zü kızard ı.

Tanis asık bir yüzle başını salladı. "Evet, utan mıştım; ay rılmamın nedeni de buydu. Ama ben

utanmış olsam bile...beni utandıran kim olmuştu?"

"Affet beni Tanthalas," dedi Giltanas başını sallayarak. "Söylediğ im şey çok acımasızdı ve

gerçekten de söylediğimi kastetmiyordum. Sadece...içinde bulunduğumuz tehlikey i bir anlamış

olabilseydin!"

"Anlat!" Tanis sıkıntısından bağırmışta. "Anlamak istiyoru m!"

"Qualinesti'yi terk ed iyoruz," dedi Gilthanas.

Tanis olduğu yerde kalarak elfe bakt ı. "Qualinesti'yi terk mi ed iyorsunuz?" diye tekrarlad ı,

hayretle Ortak lisana dönerek. Onu duyan yolarkadaş -lan birbirlerine baktılar. Sakalın ı

çekiştiren yaşlı büyücünün yüzü karardı.

"Ciddi o lamazsın!" dedi Tanis yavaşça. "Qualinesti'yi terk et mek! Ne -den? İşler bu kadar da

kötü olamaz..."

"Daha da kötü," dedi Gilthanas hüzünle. "Etrafına bir bak Tanthalas. Qu -aliııost'u son

günlerinde görüyorsun."

Şehrin ilk sokaklarına g irmişlerdi. Tanis, ilk bakışta her şeyin elli yıl önce terk ettiği haliy le
durduğunu gördü. Pırıltılı taşların ezilmesiyle meydana gelmiş caddeler de kenarlarındaki toz

ağaçları da değişmemişti; tertemiz caddeler güneş ışığında ışıl ışıl parlıyorlardı; to z ağaçlan ya

büyümüş, ya büyümemişti. Sabahın ilerleyen saatlerinin ışığında ağaçların yapraklan parıld ıyor,

altın ve gü müş kakılmış dalları hışırdayıp şakıyordu. Cadde boyunca uzanan evler de

değişmemişti. Quart zlarla süslenmiş evler güneş ışığında titreşiyor, gözün alabildiğine min ik

gökkuşakları o luşturuyordu. Her şey ciflerin sevdiği gib i görünüyordu: Güzel, dü zenli,

değişmez...

Hayır hiç de öyle değil, diye fark etti Tanis. Ağaçların şarkısı art ık hüzünlüydü, yas içindeydi,

Tanis'in hatırladığ ı gib i huzur dolu, neşeli şarkılar değildi. Qualinost değişmiş id i ve bu değişim,

değişimin kendisiydi. Ruhunun bu kayıpla çekt iğini hissetse bile bu duyguğu yakalamaya,

anlamaya çalıştı. Değişim binalarda değild i, ağaçlarda değild i; hatta yapraklar üzerine vuran

güneşte de değildi. Değ işim havadaydı. Aynı bir fırtına öncesindeki gib i gergin likle

çıtırd ıyordu. Ve Tanis Qualinost caddelerinde yürürken yurdunda daha önce hiç görmed iği

şeyler gördü. Acelecilik gördü. Kararsızlık gördü. Panik gördü, ü mitsizlik ve yeis gördü.

Arkadaşlarıy la karşılaşan kadın lar birb irlerine sarılıp ağlıyor sonra ayrılarak ayrı yönlere

ilerliyorlardı. Çocuklar tek başlarına, olup biteni anlayamadan sadece oyun oynamanın sırası

olmadığın ı b ilerek oturuyorlardı. Erkekler elleri kılıçlarında, gözleri aileleri üzerinde, gruplar

halinde toplanmıştı. Orada burada ateşler yakılmış, cifler sevdikleri ve yanlarında

götüre-meyecekleri şeyleri karanlığa bırakmaktansa yakıyorlardı.

Tanis Solace'in yıkımına ço k ü zülmüştü ama Qualinost'un başına gelenler ruhuna saplanan kör

bir b ıçak g ibiydi. Burasının kendisi için bu kadar önemli o lduğunu hiç fark et memişti. Kalbin in

derinliklerinde bir yerlerde, geri dönecek o lursa Qualinesti'nin hep oralarda b ir yerlerde

olduğunu biliyordu. Ama hayır, onu bile kaybediyordu. Qualinesti yok olacaktı.

Tanis garip bir ses duydu; dönüp baktığında yaşlı büyücünün ağladığını gördü.

"Ne yapmayı planlad ınız? Nereye gideceksin iz? Kaçabilecek misin iz?" diye sordu Tanis,

Gilthanas'a kasvetli bir biçimde.

"Hem bu sorularına hem de daha başkalarına çok yakında cevap bula-Caksın, çok yakında,"

diye mırıldandı Gilthanas.

*****

292
293

Güneş Kulesi, Qualinost'ta diğer binalardan daha yükseye tırman ırdı Alt ın yüzeyinden yansıyan

güneş ışınlan dönmekte o lan bir hareket lilik hissi verirdi. Yo larkadaşları Ku le'ye sessizlik

içerisinde girmişler ve bu ka-d im b inanın güzelliği ve ihtişamı karşısında dilleri tutulmuştu.

Sadece Ra-istlin h iç etkilen meden etrafına bakmıyordu. Onun gözlerinde hiçb ir gü zellik yoktu;

sadece ölüm vardı.

Gilthanas yolarkadaşlannı küçük b ir kameriyeye aldı. "Burası tam ana odanın dışındadır," dedi.

"Babam, tahliye planların ı Hanedan'ın başlarıyla konuşuyor. Kardeşim, gelişimizi haber vermek

için yanına g itti. İşleri b ittiğinde sizi çağ ıracaklar." Bir hareketiyle içeri, içinde serin sular

bulunan leğenler ve ibrikler taşıyan elfler girdi. "Zaman elverdiğ ince dinlen in."

Yo larkadaşları su içtikten sonra yolculuklarının to zunu yüzlerinden, ellerinden yıkad ılar. Sturm

pelerin ini çıkartarak, Tasslehoff'un mendillerinden biriy le elinden geldiğ ince zırhını parlatt ı.

Altınay parlak saçlarını tarıyarak pelerinini boynundan sıkr sıkı tutturdu. Tanis ile birlikte

zaman ı gelinceye kadar boynundaki madalyonun gizli tutulmasına karar vermişlerdi; çünkü

bunu tanıyanlar olabilird i. Fizban, pek başarılı o lamasa da eğilmiş bü külmüş şapkasını

düzelt meye çalıştı. Caramon yiyecek b ir şeyler bulmak için etrafa bakındı. Yü zü solgun ve asık

olan Gilt lyınas onlardan ayrı duruyordu.

Biraz sonra Porthios kemerli kapıda belirdi. "Sizi çağırıyorlar," dedi ciddi bir ifadeyle.

Yo larkadaşları Güneşlerin Sö zcüsü'nün salonuna girdiler. Yü zlerce yıld ır bu binanın içini gören

insan olmamıştı h iç. Burayı gören bir kender ise hiç olmamıştı. Burayı son gören cüceler,

yapımında çalışan cüceler olmuştu, yüzlerce yıl önce.

"Ah, işçilik d iye buna derim," dedi Flint yavaşça, gözleri buğulanarak.

Oda yuvarlakt ı ve o incecik Ku le'nin barındıramayacağı kadar da geniş görünüyordu. Tamamen

beyaz mermerden yapılan odanın ne bir kirişi, ne bir sütunu vardı. Oda yüzlerce met re

yükseliyor ve tam kulenin tepesinde, bir gökkuşağı ile ayrılarak, b ir yarısı güneş ile mavi bir

gökyüzünü, diğer yarısı gümüş ile al ay ve yıld ızları tasvir eden mo zayikli bir kubbe

oluşturuyordu.

Odada ışık yoktu. Büyük bir zekay la yerleştirilmiş pencereler ve aynalar güneş gökyüzünün

neresinde olursa olsun güneş ışığını odaya odaklıyordu. Güneş ışığından ırmaklar odanın

ortasında birleşiyorlar bir platformu aydınlat ıyorlard ı.


Kule'de oturacak yer yoktu. Elfler -ister kadın, ister erkek olsun- ayakta duruyorlardı; sadece

Hanedan Başı olarak seçilenler bu toplantıda bulunmaya hak kazan mışlardı. Tanis'in

hatırladığ ından daha çok sayıda kadın vardı; çoğu, yas rengi olan koyu mor rengine

bürünmüşlerdi. Elflerin evli"

jileleri hayat boyu sürerdi ve eşlerden biri ö lünce yeniden evlenmezlerdi. gö ylece dullar da

Hanedan Başı mevkiini ölünceye kadar taşırlardı.

Yo larkadaşları odanın önüne doğru yönlendirild iler. Elfler hürmet içinde, sessizce onlara yol

verdi ama garip ve sert bir biçimde bakıyorlardı -ö zellikle de cüceye, kendere ve bu topraklara

yakış mayan kürkieriy le garip görünen iki barbara. Mağrur ve soylu Solamn iya Şövalyesi

karşısında hayret mırıltıları duyuldu. Ayrıca Raistlin'in kırmızı cüppesi karşısında da orada

burada mırıltılar duyulmuştu. Elf büyü kullan ıcıları iy iliğin simgesi o lan beyaz cüppeler

giyerlerd i, nötrlüğü açığa vuran kırmızı değil. Elfler için bu kara cüppeden bir adım öteydi

sadece o kadar. Kalabalık yerini ald ıktan sonra Güneşlerin Sözcüsü platforma ilerledi.

Tanis yıllardır görmemişti Sözcüyü -üvey babasını daha doğrusu. Ve onda da bir değişiklik

görmüştü. Adam hâlâ uzundu, oğlu Porthios'tan da uzundu. Mevkiin in san, pırıltılı cüppesini

giymişti. Yü zü sert ve.acımasızdı, davranışları haşin. O, Güneşlerin Sözcüsü'ydü; ona Sözcü

derlerdi; yüzyıldan uzun bir zamandır Sö zcü'ydü. Adını b ilen ler b ile hiç teleffu z et mezlerd i

-kendi çocukları da dahil o lmak ü zere. Fakat Tanis saçlarında, daha önce bulunmayan gümüşün

izin i görmüştü; daha önce zaman tarafından etkilen memiş görünen yüzünde de endişe ve

hüznün çizg ileri vardı.

Elfler tarafından içeriye alınan yolarkadaşları ilerlerken Po rthios kardeşine katıldı. Sö zcü

kollarım uzatarak onlara isimleriy le seslendi. On lar da babaların ın açık kollarına doğru

yürüdüler.

"Oğullarım," dedi Sö zcü kesik kesik; Tan is bu duygu gösterisi karşısın da şaşırmıştı. " Bir daha

sizleri hayatta görebileceğimi zannetmiyordu m. Bana hücumdan söz et.." dedi Gilthanas'a

dönerek.

"Zamanı gelince Sözcü," dedi Gilthanas. "Önce sizden konuklarımızı selamlamanızı rica

edeceğim."

"Evet, özür dilerim." Sözcü t itreyen eliyle yüzünü sıvazladı ve Tanis'e, orada gözleri önünde
dururken bile, Sözcü yaşlanıyormuş gibi geldi. "Affedin beni konuklar. Hoşgeldiniz; yıllardır

kimsenin g iremed iği bu krallığa hoş geldiniz."

Gilthanas birkaç kelime bir şeyler söyledikten sonra Sözcü Tan is'e keskin keskin baktı ve sonra

yanmelfe ilerlemesini işaret etti. Sözleri soğuk, hali tavrı kibar ama gerg indi. " Gerçekten de sen

misin Tanthalas, kardeşimin karısının oğlu? Uzun yıllar geçti ve sen kaderin in peşinde dolaştın.

Yu rduna hoş geldin ama korkarım onu son günlerini görmeye geld in. Kızım, ö zellikle, seni

gördüğüne memnun olacak. Çocuklu k arkadaşını ço k özlemişti."

Bu sözler ü zerine Gilthanas gerginleşti, Tanis'e bakarken yüzü karard ı. Varımelf kendi yüzünün

de kızardığın ı hissetti. Sö zcünün önünde eğilerek tek bir söz b ile söyleyemedi.

294

295

"Geri kalan herkesi de selamlıyoru m ve ilerde sizlerden daha çok şeyler öğrenmey i u muyoru m.

Sizi çok alıkoymayacağız fakat bu odada dünyada neler olup bittiğ ini öğren menizin doğru

olacağını düşünüyorum. Ondan sonra dinlenmeniz ve kendin ize gelmen iz için izin verilecek.

Şimd i, oğulla-n m," -Sö zcü Gilthanas'a döndü, belli ki formalitelerin bit mesinden memnundu.

"Pax Tharkas saldırısı?"

Gilthanas ileri doğru bir adım atarak başını eğdi. "Başarılı ola madım Gü-neşlerin Sö zcüsü."

Toz ağaçlan arasındaki rüzgâr gibi bir fısıltı dolaştı elfler arasında. Sö z-cü'nün yüzünde hiç

ifade yoktu. Sadece için i geçirdi ve görmeyen gözlerle yüksek bir pencereye doğru bakmaya

başladı. "Hikayeni anlat," dedi sessizce.

Gilthanas yutkunduktan sonra konuştu; sesi o kadar alçakt ı ki odanın arkasındakilerin çoğu

duyabilmek için uzan mak zorunda kaldı.

"Savaşçılarımla b irlikte g izlice güneye doğru yolculuk ettim, p lanlan mış olduğu gibi. Her şey

yolundaydı. Bir grup direnişçi insanla karşılaştık; Ka-pıyo lu'ndan gelen mü lteciler, onlar da bize

katılarak sayımızı arttırd ı. Sonra kötü bir kadersizlikle ejderha ordusunun öncü bölüklerinden

birine denk geldik, insanlar ile birlikte yiğ itçe dövüştük ama boşunaydı. Başıma vurmuşlar,

başka bir şey hatırlamıyoru m. Uyandığım zaman b ir koyakta yatıyordum ve etrafımda


arkadaşlarımın cesetleri vard ı. Belli ki kötü ejdera -damlar yaralıları uçuru mdan aşağı it miş, bizi

de öldü zannetmiş." Gilthanas boğazını temizleyerek durdu. "Ormandaki druit ler yaralarımı

iyileştirdi. On lardan savaşçılarımın çoğunun hayatta olduğunu ve tutsak edild iklerini öğrendim.

Ölü leri gö mme işini druit lere b ırakarak ejderha ordusunun izini takip ettim ve zamanla So lace'a

vardım."

Gilthanas durdu. Yüzü terle pırıl pırıl parıldıyor, elleri sinirli sinirli se-yirip duruyordu. Yeniden

boğazını temizledi, konuşmaya çalıştı ama beceremedi. Babası onu gittikçe artan bir endişeyle

izliyordu.

Gilthanas konuştu. "Solace mahvedild i."

Din leyenlerin nefesleri kesilmişti.

"O ulu vallenağaçları kesild i ve yakıld ı -artık ço k azı ayakta."

Elfler keder ve hiddetle feryat figan ettiler. Sö zcü asayişin sağlanması için elin i kald ırd ı. " Bu

çok elem verici bir haber," dedi ciddiyetle. "Bizim için bile eski sayılan ağaçların göçmelerine

çok üzü ldük. Fakat devam et -ya insanlar?"

"Adamlarımın, kasabanın meydanında bize yardım eden insanlarla birlikte kazıklara bağlan mış

oldukların ı gördüm," dedi Gilthanas, sesi titriyordu. " Etraflarını muhafızlar almıştı. Gece

onları serbest bırakab ilmeyi u muyordum. Sonra..." Sesi tamamen kesilmişti; başını önüne eğdi,

ağa'

beyi gelerek elin i onun omu zuna koydu. Gilthanas dikleşti. " Gökyüzünde al bir ejderha belirdi."

Toplanmış olan elfler arasından hayret ve korku nidaları duyuldu. Sözcü hüzünle başını sallad ı.

"Evet Sözcü," dedi Gilthanas yüksek sesle, sesi normalin d ışında yüksek ve titrekt i. " Bu gerçek.

Bu canavarlar Krynn'e geri döndüler. Al ejderha So-lace'ın ü zerinde döndü ve onu gören herkes

dehşetle kaçtı. Gitgide alçalarak uçtu sonra kasabanın meydanına ko ndu. Koca, parlak, kırmızı

sürüngen bedeni bütün açıklığ ı kaplıyor, kanatlan yıkıyor, kuyruğu ağaçlan deviriyordu. Sarı

dişleri parlıyor, koca ağ zından yeşil yeşil salyaları akıyor, Icoca pençeleri toprağı

parçalıyordu...ve sırtında bir insan, bir adam vardı.

"Yapılı olan adam Karanlıklar Kraliçesi'n in ermişleri g ibi siyah cüppelere bürün müştü.

Etrafında siyah ve altın renkli bir pelerin uçuşuyordu. Yü zü, bir ejderhanın yüzüne benzetilmiş

siyah ve altınla şekillendirilmiş korkunç, boynuzlu bir maskeyle gizlen mişti. Ejderadamlar,

ejderha yere inerken tapın ır g ibi d iz çöktüler. Goblinler, hobgoblinler ve ejderhadamlarla


birlikte dövüşen kötü adamlar korkuy la sindiler, b irçoğu da kaçtı. Sadece halkımın verdiğ i

örnek sayesinde ben kalabilecek cesareti gösterebildim."

Artık konuşabildiği için Gilthanas öyküsünü anlatma konusunda sabırsızdı. "Kazıklara bağlı

insanların bir kıs mı korkudan çıld ırdı, iç parçalayan çığlıklar at maya başladı. Fakat benim

savaşçılarım, hepsi canavarın yaydığı ejderha korkusuyla etkilen miş olsalar da sakin ve

cüretkardı. Ejderhaya binen bunu pek hoş bulmadı. Onlara dik dik baktıktan sonra cehennemin

derinliklerinden gelen bir sesle konuştu. Sözleri hala aklımda yanıp duruyor.

" 'Ben Kuzey'in Erderha Yüceefendisi Verminaard. Bu toprakları ve bu insanları, kendilerine

Arayıcı d iyenlerin yaydığı yanlış inanışlardan ku rtarmak için savaştım. Birçoğu benim adıma

çalış mak için geld i, Ejderha

büyük amaçlarını ilerlet mekten memnun mesut. Onlara merhamet imi gösterdim ve onları

tanrıçamın bana bahşetmiş olduğu kutsiyetle kutsadım. Bu topraklar ü zerinde başka kimsenin

sahip olmad ığı iyileştirme büyülerine sahibim, o yüzden benim gerçek tanrıların bir elçisi

olduğumu anlayabilirsin iz. Fakat, şu anda önümde duran siz insanlar, bana karşı geldiniz. Bana

karşı savaşmayı seçtiniz ve size verilen ceza, aklın yolunu değü de ahmaklığı seçenlere b ir

örnek olacak.'"

"Sonra elflere dönerek şöyle dedi, 'Bu girişimle bilinsin ki ben, Vermina-ard, tanrıçamın

hükmünce sizin soyunuzu tamamen yok edeceğim. İnsan -kra yaptıklan hatalar öğretileb ilir ama

elflere...asla!' Adamın sesi, rü zgardan daha yüksek esinceye kadar yükseldi. 'Bu size son ikazım

olsun...size, "ütün izleyenlere! Köz, yok et!'"

297

296

"Ve bununla birlikte koca ejderha, kazıklara bağlı o lanlara doğru ateş kustu. Çaresizlik içinde

büzüşüp ku mdular, korkunç bir ıstırapla ölünceye kadar yandılar..."

Odada çıt bile çıkmıyordu. Yaşanan şok ve dehşet kelimelere sığacak gi b i değildi.

"Üzerime bir delilik geldi," diye devam etti Gilthanas, gözleri adeta gör müş olduklarını

yansıtırcasına alev alev yanıyordu. "Kendi halkımla birlik te ö lmek için ileriye doğru

koşturmaya başlamıştım ki koca bir el beni ya-kalay ıp geri çekt i. Bu, Solace'ın demircisi Theros

Ironfeld idi. 'Şimdi ölmen in sırası değil elf,' dedi bana. 'Şimd i öç almanın zamanı.' Ben....ben o

zaman y ığılıvermişim; hayatı pahasına da olsa berii evine götürdü. Ve eğer bu kadın onu
iyileştirmemiş olsaydı, bu iy iliğin i hayatıyla ödeyecekti!"

Gilthanas grubun gerisinde durmakta olan yüzü kürk pelerin inin başlığ ıyla g izlen miş Altınay'ı

işaret etti. Sö zcü, odadaki diğer elfler gib i kadına bakmak için döndü; ciflerin mırıltıları karanlık

ve meşumdu.

"Theros bugün buraya getirilen adamdır Sö zcü," dedi Po rthios. "Tek ko llu adam. Şifacılarımız

yaşayacağını söylüyor. Fakat canının bağışlan mış olmasının büyük bir mucize olduğunu ifade

ediyorlar, yaraları o kadar kor-kunçmuş ki."

"İleri doğru gel Bo zkırların kadın ı," diye emretti Sö zcü sertçe. Alt ınay, yanında Nehiryeli ile

platforma doğru bir adım attı. Derhal iki elf muhafızı Neh iryeli'n in yolunu kesmek için harekete

geçti. Neh iryeli onlara sert sert baktı ama yerinde kald ı.

Reisin Kızı, başını gururla dimdik tutarak ilerledi. Tam kukuletasını açarken güneş, omu zlarına

dökülen gümüş-altın saçları üzerine parladı. Elfler onun güzelliğine hayran oldular.

"Bu adamı -Theros İronfeld'i- iyileştirmiş olduğunu mu iddia ed iyorsun?" diye sordu Sözcü

kadına, hor gören bir edayla.

"Ben hiçbir şey iddia et miyorum," diye cevap verdi Alt ınay soğukkanlılıkla. "Oğ lunuz onu

iyileştirdiğ imi gördü. Onun sözlerinden kuşkunuz mu var?"

"Hayır ama çok çalıştı, hasta ve aklı karışık. Cadılık ile şifacılığ ı birbirine karıştırmış olabilir."

"Şuna bir bakın," dedi Altınay kibarca pelerinin i çö züp, boynundan kayıp düşmesine izin

vererek. Madalyon güneş ışığında parıldadı.

Sözcü platformdan ayrılarak ilerledi, gözleri hayretle fal taşı gibi açılmıştı. Sonra yüzü hiddetle

çarpıld ı. " Günahkâr!" diye bağırd ı. Madalyonu Altınay'ın boğazından çekip koparmak için

uzandı.

Mavi bir şimşek çaktı. Sö zcü büyük bir acıyla bağırarak yere sindi. Elfler korku içinde bağırışıp

kılıçların ı çekerken, yolarkadaşları da kendi kılıçların ı çekt iler. Elf savaşçılar etrafların ı almak

için koşuştu.

"Kesin bu saçmalığ ı!" dedi yaşlı büyücü güçlü ve sert bir sesle. Fizban platforma doğru kılıçları

ve mızrakları toz ağacının incecik dallarıy mış gibi yana doğru iterek yalpalaya yalpalaya

ilerled i. Elfler, belli ki ona engel olamadıklarından hayret içinde bakıyorlard ı. Fizbnn kendi

kendine söylenerek şaşkınlıktan yerde kalakalan Sözcü'nün yanına geldi. Yaşlı adam elfin ayağa

kalkmasına yardım etti.


"Sen kaşındın, biliyorsun değil mi," diye azarladı Fizban; elf ağzı açık ona bakarken o elfin

üstünü başını silkiyordu.

"Kimsin sen?" diye sordu Sözcü nefesi kesilerek.

"Mmmm. Neydi şimd i benim adım?" Yaşıl büyücü etrafta Tasslehoffu aradı.

"Fizban," dedi kender yardımına koşarak.

"Evet, Fizban. Ben buyum işte." Yaşlı büyücü ak sakalını sıvazlad ı. "Şimd i So lostaran, sana

muhafızların ı u zaklaştırıp halkına da sakinleş mesini söylemeni öneririm. Ben şahsen bu genç

hanımın macerasını d inlemek için sabırsızlanıyoru m, ve sen de dinlesen fena olmaz. Sonra ö zür

dilersen de bir şey kaybetmezsin."

Fizban parmağın ı Sö zcü'ye doğru sallarken yamru yu mru olmuş şapkası kayarak gözlerini

kapattı. "İmdat! Kör o ldum!" Muhafızlara güvensiz bir bakış fırlatan Raistlin aceleyle ilerledi.

Yaşlı adamın kolunu tutarak şapkasını düzeltti.

"Ay, gerçek tanrılara şükürler olsun," dedi büyücü gözlerini kırpıştırıp ayaklarını sürüyerek.

Aklının karıştığı yüzünden belli o lan Sö zcü yaşlı büyücüyü seyretti. Sonra sanki rüyadnymış

gibi Alt may 'a bakmak için döndü.

"Özür d ilerim Bo zkırların hanımı," dedi yavaşça. "Elf rah ipler yok olalı ve M ishakal'ın sembolü

bu topraklarda en son görüleli üç yü zyıldan fazla b ir zaman oldu. Bu nişanın hürmetsizce

kullanıldığ ını zannetmiştim ve bunu görmek kalbimi yaraladı. Affedersiniz. O kadar u zun

zamandır ü mitsizlik içindeyiz ki bir ü mid in gelişini göremed im. Eğer yorgun değilseniz, rica

etsem bize öykünüzü anlat ır mısın ız?"

Altınay, Neh iryeli'nden, taşlan malarından, yolarkadaşlarıy la Han'da

karşılaşmalarından Xak Tsaroth'a yaptıkları yolculuğa kadar madalyonun

hikâyesini anlatt ı. Ejderhanın yok ed ilmesini ve M ishakal madalyonunu

nasıl ald ığını da anlattı. Fakat disklerden söz et medi. . •

O konuşurken güneş ışınları u zadı, alacakaran lık yaklaşırken rengi değişti. Öykü b ittiğinde

Sözcü u zun süre sessiz kaldı.

"Bütün bunları ve bizim için ne an lama geldiğin i düşünmem lâzım," dedi sonunda.

Yo larkadaşlarına döndü. "Yorgunsunuz. Görüyoru m ki kimin iz sadece cesaretiniz sayesinde

ayakta durabiliyorsunuz. Aslında" -bir sü-

298
299

tuna dayanmış yavaş yavaş horlayan Fizban'a bakarak gülü msedi- "kiminiz ayakta uyuyorsunuz.

Kızım Laurana sizi korkuların ızı unutabileceğiniz b jr yere götürecek. Bu gece, bize ü mit getiren

kişiler olarak sizin adın ıza bir şölen verilecek. Gerçek tanrıların barışı ü zerinize o lsun."

Elfler ayrıld ılar ve aralarından Sözcü'nün yanında durmak için ilerleyen bir elf kızı ayrıldı.

Kızın görüntüsü karşısında Caramon'un ağ zı bir karış açıld ı. Nehiryeli'nin gö zleri fal taşı g ibi

oldu. Hatta sonunda gözleri güzel-ligi gören Raistlin bile bakt ı çünkü elf kızına henüz hiçbir

yıpranmıştık değmemişti. Saçı sürahiden akan bal g ibiydi; kollarından sırtına akıyor, belini

geçiyor, elleri yanında dururken ayak bileklerine değiyordu. Ten i pürüzsüz ve orman

kahverengiydi. Elflerin narin ve kibar hatlarına sahipti ama bunlar dolgun dudaklar ve güneş

ışığında kırp ışan yapraklar gibi durmadan renk değiştiren iri, berrak gö zlerle birleş mişti.

"Şövalyelik haysiyetim üzerine," dedi Sturm sesi titreyerek, "hayatımda bu kadar gü zel bir

kadın görmedim."

- "Bu dünyada da bir daha göremezsin," diye mırıldandı Tan is.

Bütün yolarkadaşları dikkatle Tan is^e baktı konuşurken ama y arımelf onları fark et med i bile.

Onun gözleri elf kızındaydı. Sturm kaşlannı kaldırdı ve gözüy le kardeşini işaret eden

Caramon'la gö z göze geldi. Flint başını salladı, ta derinlerden gelen b ir ah çekti.

"Şimdi çok şey anlaşıld ı," dedi Alt ınay Nehiryeli'ne.

"Ben bir şey anlamadım," dedi Tasslehoff. "Sen neler döndüğünü biliyor musun Tika?"

Tika'nın bütün bildiğ i Laurana'ya bakarken kendini bodur ve çıplak, çilli ve kızıl saçlı

hissettiğiydi. Her şeyi bu kadar ortada bırakmamış veya gizleyecek bu kadar şeyi o lmamış

olmasını arzulayarak blu zunu çekiştird i.

"Neler o luyor, anlat bana," diye fısıldadı Tasslehoff, diğerlerinin b irb iı lerine b ir şeyler

biliyormuşçasına baktıklarını görerek.

"Bilmiyoru m!" diye kestirip attı Tika. "Caramon kendin i rezil ediyor î kadar. Şu koca ökü ze

bak. Ömründe kad ın görmemiş zannedersin."

"Çok güzel," dedi Tas. "Senden farklı Tika. Daha ince ve rü zgarda nan bir dal gib i yürüyor..."

"Aman kapa çeneni!" diye kesti lafını Tika sinirle, Tas'ı öyle bir ittirmiş ti ki neredeyse yere

devirecekti.

Tasselhoff ona incin miş bir edayla baktı sonra Tanis'in yanına ilerledi; ne ler olup bittiğ ini

anlayıncaya kadar yan melfin yanında kalmaya niyetliydi


"Qualinost'a hoş geldiniz şerefli konuklar," dedi Laurana utanarak ağaçlar arasından akan bir

ırmak g ibi duru bir sesle. " Lütfen beni izleyin Yol uzun değil ve sonunda yiyecek, içecek ve

istirahat var."

Çocuksu bir zarafetle hareket eden kız, cifler gib i yana çekilen ve onu hayranlıkla seyreden

yolarkadaşları arasından yürüdü. Laurana genç kızlara has bir alçak gönüllülü k ve utangaçlıkla

gözlerini yere indirerek kızard ı. Sadece bir kez kaldırd ı bakışlarını, o da Tan is'in yanından

geçerken ...gö zünün ucuyla şöyle bir baktı ve bunu sadece Tanis gördü. Tanis'in yüzü

huzursuzdu, gözleri kararmıştı.

Yo larkadaşları çıkarken Fizban'ı da uyandırarak Güneş Kulesi den ayrıld ılar.

301

300

Tanis ile Laurana.

aurana onları tam şehrin ortasında, güneşle beneklen miş toz ağaçlarından geniş bir ko ruya

götürdü. Burada, etrafları binalar ve caddelerle çevrili bile olsa, sanki orman ın tam

kalb indeydiler. Sükuneti sadece yakın lardaki b ir pınarın mırıltıları bozuyordu. Laurana toz

ağaçlan arasındaki meyve ağaçların ı işaret ederek yolarkadaşlarına bunları kopart ıp doyuncaya

kadar yemelerini söyedi. Elf kızla rı sepetler dolusu mis koku lu, taptaze ekmekler getird iler.

Yo larkadaşları pınarda y ıkandıktan sonra etraflarını saran sükunetin tadını çıkarmak için

yumuşak yosun kaplı yatakların ü zerlerine u zandılar.

Tanis hariç hepsi. Yemek yemeği reddeden yanmelf düşünceler içinde koru lukta dolanıyordu.

Tasslehoff onu yakından izliyor, meraktan içi içini y iyordu.

Laurana mü kemmel, cana yakın b ir ev sahibesiydi. Herkesi oturtup rahat ettirdikten sonra her

biriyle "bir iki kelime konuştu.

302

"Rint Fireforge değil mi?" dedi. Cüce mutlu lukla kızardı. "Bana yap mış olduğunuz birkaç

harika oyuncağı hâlâ saklıyorum. Bütün bu yıllar boyunca sizi özledik."

Telaşından konuşamayan Flint plo f diye yere çökerek koca bir maşrapa su içti.
"Siz Tika mısınız?" diye sordu Laurann barmen kızın yanında durarak.

"Tika VVay lan," dedi kız boğuk bir sesle.

"Tika, ne kadar hoş bir isim. Ne kadar güzel saçlarınız var," dedi Laura -na, kızın yaylanan kızıl

bukleleri ellemek için hayranlıkla u zanırken.

"Öyle mi düşünüyorsun?" dedi Tjka kızararak, Caramon'un bakışlarını üzerinde hissetmişti.

"Elbette! Alev in rengi. Mutlaka ona uygun da ruhunuz vardır. Han'da ağabeyimin hayatını nasıl

kurtardığ ınızı duydum Tika. Size ço k şey borçluyum."

"Teşekkür ederim," diye cevap verdi Tika yavaşça. "Senin de saçın çok güzel."

Laurana gülü mseyerek yoluna devam etti. Fakat Tasslehoff gözlerinin sürekli olarak Tanis'e

kaydığını fark etti. Yan melf an iden bir elmay ı fırlat ıp atarak ağaçlar arasında gözden

kaybolunca Laurana izin isteyerek onu izled i.

"Hıh, şimd i neler olup b ittiğini anlayacağım!" dedi Tas kendi kendine. Etrafına bakındıktan

sonra Tanis'in ardından süzüldü.

Tas ağaçlar arasından dolanan patikadan yavaş yavaş ilerledi ve aniden köpüklü pınarın

kenarında tek başına durmuş ölü yaprakları suya atıp duran yarımelfle karşılaştı. So l yanında bir

kıp ırt ı gören Tas, Laurana bir başka patikadan belirirken aceley le bir çalılığın altına çö meşti.

"Tahthalas Quisif nan-Pah!" d iye seslendi kız.

Elf is mini duyan Tanis dönerken kız kollarını onun boynuna dolayarak onu öptü. "Uf," dedi kız

alayla geri çekilirken. "O korkunç sakalını traş et. Bat ıyor! Sonra Tanthalas'a benzer yerin

kalmamış."

Tanis ellerin i kızın beline koyarak onu kibarca ittirdi. "Laurana..." diye başladı.

"Hayır, sakalın için bu kadar hiddetlen me. Eğer ısrar edersen onu sevmeyi de öğrenirim," diye

yalvardı Laurana suratını asarak. "Sen de beni öp. Hayır mı? O zaman ben de seni karşı

koyamay ıncaya kadar öperim." Sonunda Tanis kendini kızın kollarından kurtarıncaya kadar

yeniden öpmeye başladı kız.

"Kes şunu Laurana," dedi Tanis sertçe, arkasını dönerek.

"Neden, ne oldu?" diye sordu kız, onun elini tutarak. "Uzun yıllardır yoktun. Ve art ık geri

döndün. Bu kadar soğuk ve iç karartıcı o lma. Nişan-lımsın unuttun mu? Bir kızın nişanlısın ı

öpmesi son derece uygun bir şey."

303
"Dediğin çok önceleriydi," dedi Tanis. "O zamanlar çocuktuk, b ir oyun oynuyorduk o kadar. Bu

romantik b ir şeydi, paylaştığımız bir sır. Eğer baban öğrcnseydi neler o labileceğini biliyorsun.

Gilthanas öğrenmişti, değil mi?"

"Elbette! Ona ben söyledim," dedi Laurana, boynunu eğip uzun kirp ikleri arasından Tanis'e

bakarak. "Ben Gilthanas'a her şeyi anlatırım, bunu biliyorsun. O şekilde tepkide bulunacağını

tahmin et memiştim! Sana neler söylediğin i biliyoru m. Sonradan bana anlattı. Kendin i çok köt ü

hissetmişti."

"Eminim öyledir." Tanis kızın bileklerini kav rayarak ellerini kıpırtısız tuttu. "Söylediği şeyler

doğruydu Laurana! Ben melez bir piçim. Baban beni öldürse yerid ir! Annem ve benim için

yaptıklarından sonra onu nasıl rezil ederim? Ayrılmamın b ir nedeni buydu -bu ve kim ve nereye

ait olduğumu öğren mek istemem."

"Sen benim b ir tanemsin, Tanthalas'sın ve buraya aitsin!" diye bağırdı Laurana. Kendini adamın

elinden kurtararak, onun ellerin i kendi elleriyle kavradı. "Bak! Hâlâ benim yüzüğümü

takıyorsun. Neden ayrıldığım biliyoru m. Çünkü beni sevmeye korkuyordun ama artık korkmana

gerek yok. Her şey değişti. Babamı ü zen çok şey var, bunu umursamaz. Sonra, sen artık bir

kahramansın. Lütfen, gel evlenelim. Bu yüzden geri gelmed in mi?"

"Laurana," Tanis kibarca ama sert bir biçimde konuşuyordu, "benim dö-nüjü m bir kaza

eseriydi..."

"Yo!" diye haykırd ı kız onu ittirerek. "Sana inan mıyoru m." " Gilthanas'ın öyküsünü işitmiş

olmalısın. Eğer Porthios bizi kurtarma -saydı şimd iye Pax Thârkas'da olurduk!"

"O bunları uydurdu. Bana doğruyu söylemek istemedi. Sen beni sevdiğin için geri geld in. Başka

bir şey dinlemeyeceğim."

"Bunu sana anlatmayı istemiyordu m ama görüyorum ki başka çarem yok," dedi Tanîs

öfkelenerek. "Laurana ben bir başkasını seviyorum -insan bir kad ını. Adı Kit iara. Bu seni de

sevmediğim anlamına gelmez. Sev iyorum..." Tanis kekeledi.

Yü zündeki bütün renk giden Laurana ona bakakaldı.

"Seni seviyorum Laurana. A ma görmüyor musun, seninle evlenemem çünkü onu da seviyorum.

Kalb im ikiye ayrıldı, aynı kanım gib i." Altın sarmaşık yapraklarından yapılmış yüzüğünü

çıkartarak kıza verd i. "Seni vermiş olduğun bütün sözlerden serbest bırakıyoru m Laurana. Ve

senden de beni serbest bırakmanı istiyoru m."


Laurana yüzüğü ald ı, d ili tutulmuştu. Yalvarırcasına Tanis'e baktı; sonra adamın yüzünde

sadece acıma hissini görünce, çığ lık atarak yü züğü ken-

uzaklara fırlattı. Yü zük Tas'ın ayağına düştü. Tas yüzüğü alarak torbasına attı.

"Laurana," dedi Tanis hüzünle, kız deliler g ibi hıçkırırken ona sarıldı. "Ço k ü zgünüm. Bö yle

olmasını..."

Tam burada Tasslehoff çalıların içinden süzülerek, patikadan geri yollan mıştı.

"Eh," dedi kender kendi kendine, rahat bir nefes alarak, "en azından şimdi neler o lup bittiğin i

biliyoru m."

Tanis aniden uyandığında Gilthanas'ın yanıbaşında ay akta durduğunu gördü. "Laurana?" diye

sordu ayağa kalkarak.

"O gayet iyi," dedi Gilthanas sessizce. "Hizmetçileri onu eve getirdiler. Söylediklerini an lattı

bana. Sadece anladığımı söylemek istemiştim. Hep bundan korkmuştum: İnsan yarın, diğer

insanları çağırıyor kendine. Bunu anlatmaya çalış mıştım ona, incin mesini önlerim u muduyla.

Artık beni din ler. Teşekkür ederim Tanthalas. Bunun kolay o lmadığ ını b iliyoru m."

"Kolay olmadı," dedi Tanis yutkunarak. " Dürüst olacağım Gilthanas -onu seviyorum, gerçekten

seviyorum. Sadece..."

"Lütfen, başka bir şey söyleme. Her şeyi böylece bırakalım ve belki de, dost olamasak bile,

birbirimizi say mayı başarabiliriz." Gilthanas'ın yüzü kavuşmakta olan güneş altında asık ve

solgundu. "Arkadaşların la birlikte hazırlan man gerek. Gü müş ay doğduğunda bir şölen

yapılacak, sonra da Yüce Divan toplanacak. Artık karar verme zamanı geldi."

Ayrıld ı. Tan is bir an için onun ardından baktıktan sonra için i çekerek diğerlerini uyandırmaya

gitti.

304

ualinost'taki şölen Altınay'a annesinin cenaze yemeğin i hatırlat mıştı. Şölenin de, cenaze

merasimi gib i mut lu bir vesile o lması ge~ ; -sonuç olarak Gö zyaşınağmesi b ir tanrıça olmuştu.

Fakat insanlar bu güzel kadın ın ölü münü kabullen mekte zorluk çekiyordu. Böylece Que -shu,
onun göçüp girmesine dinsizliğe yaklaşan bir hü zünle yas tuttu. Gözyaşınağmesi'nin cenaze

şöleni, Que-shu tarihin in en ihtimamla hazırlan mış şöleni olmuştu. Yeis içindeki kocası hiçb ir

masraftan kaçın mamıştı. Aynı o gece Qualinost'ta olduğu gibi çok az kişinin y iyebilecek

durumda olduğu dünyalar kadar yiyecek vardı. Kimse konuşmak istemed iğinden, bir muhabbet

yaratmak için yarım ağız bazı girişimler olmuştu. Zaman zaman b irileri, ü züntüsüne

dayanamayarak masadan kalkmak zorunda kalıyordu.

Anısı o kadar canlıydı ki A ltınay çok az yemek y iyebild i; ağzındaki lokmaların tadı tu zu yoktu.

Nehiryeli onu endişeyle izliyordu. Adamın eli,

masanın alt ından kadının kin i buldu; adamın gücü kadın ın bedenine akarken gülü mseyerek sıkı

sıkı tuttu adamın elin i.

Elf şöleni, büyük alt ın kulenin tam güneyindeki avluda yapılmıştı. Qu -alinost'un en yüksek

tepesinin üzerindeki kristal ve mermerden platformun etrafında hiç duvar yoktu; böylece

aşağıdaki pırıl p ırıl şehrin, arkasındaki koyu orman ın man zarası, hatta güneyde uzaklardaki

Tharkadan Dağla rın ın koyu mor kenarları b ile hiç engellen meden gözler önüne seriliyordu.

Fakat orada bulunanlar için güzellik art ık yit ip git miş, ya da yakında sonsuza kadar yo k

olacağının bilinciyle daha elem verici olmuştu.

Altınay Sözcü'nün sağ tarafında oturuyordu. Sözcü kibar b ir sohbet açmak istemiş ama zaman la

endişeleri ve düşüncelerine yenik düşerek sessiz-leşmişti.

Sözcü'nün sol yanında kızı ü mrana oturuyordu. O yemek y iyor gib i bile yap mıyor, sadece uzun

saçları yüzüne gelecek şekilde başını önüne eğmiş oturuyo rdu. Başını sadece Tanis'e bakmak

için kaldırıyordu, kalb i sanki gö zlerindeydi.

Kırık kalpli bakışlar kadar Gilthanas'ın kendisini soğuk soğuk süzdüğünün de farkında olan

yarımelf, gözleri tabağında iştahsızca yemeğini yiyordu. Yan ında oturan Sturm Gjualin esti'nin

savunması için aklından planlar yapıyordu.

Flint, ciflerin yanında kendisini rahatsız, bulunduğu yere yakışmıyor-mus biri g ibi h isseden tüm

cüceler gib i kendini rahatsız hissediyordu. Zaten elf yiyeceklerin i sevmediğ inden her şeyi

reddetmişti. Raistlin, alt ın gözleri Fizban'ın üzerinde, aklı başka yerlerde yemeklerinden

çimleniyordu. Kendin i garip ve zarif elf kadınları arasında yakışıksız h isseden Tika b ir lokma

bile y iyememişti. Caramon elflerin neden bu kadar ince olduklarını an ladığına karar ve rdi:

bütün yiyecekleri yanında ekmek, peynirler ve son derece hafif baharatlı şarapla servis yapılan
leziz soslarla piş miş meyve ve sebzelerden ibaretti. Bir kafesin içinde dört gün aç kald ıktan

sonra, bu yiyecekler koca savaşçıyı doyurmaktan çok u zakt ı.

Bütün Cjualinost şehrinde şölenin tadına varan iki kişi Tasslehoff ile Fiz-ban idi. Tasslehoff her

şeyin keyfine varırken yaşlı büyücü bir toz ağacıyla tek taraflı bir tart ışmaya g irmişti. Tasslehoff

daha sonra -hayretler içindedeniz kabuğundan bir tereyağı tabağı, iki altın kaşık ve bir gü müş

bıçağın torbalarından birine girmiş olduğunu fark et mişti.

Kızıl ay görünmüyordu. Gö kyüzünde ince gü müş bir şerit şeklindeki Solinari küçülmeye

başlamıştı. İlk yıldızlar çıkarken Güneşlerin Sö zcüsü oğullanna hüzünle başını salladı. Gilthanas

ayağa kalkarak ilerledi ve babasının sandalyesi yanında durdu.

3O6

307

Gilthanas şarkı söylemeye başlamıştı. Elf sözcükleri narin ve gü zel biri melodi halinde

dökülmeye başladı. Şarkısını söylerken Gilthanas iki eli ara-! sında küçük kristal b ir lamba

tutuyor, içindeki mu m ışığı mermere benze -1 yen hatlarını aydın latıyordu. Tanis şarkıyı d inledi,

gözlerini yumdu; başı' elleri arasına gö müldü.

"Ne var? Sö zlerin an lamı ne?" diye sordu Sturm hafifçe. Tanis başını kald ırd ı. Titreyen

sesiyle fısıldadı:

Güneş

O şahane gözü

Tüm göklerimizin Günden batıyor,

Ve bırakıyor

Ateş böcekleriy le pullan mış,

Griler içinde koyulaşarak

Uyuklayan gökyüzünü.

Masanın etrafındaki cifler şimd i sessizce duruyor, şarkıya katıldıkça kendi lambaların ı ellerine

alıyorlard ı. Sonsuz bir hü zün şarkısı dokuyan sesleri birbirine karıştı.

Artık Uyku,

En eski dostumuz,

Ağaçları sakinleştiriyor
Ve çağırıyor

Bizi içeri.

Yapraklar

Soğuk bir ateş çıkart ıyor,

Yanıp kül oluyor

Yılın sonunda.

Ve kuşlar

Rü zgârda süzülüyor,

Ve Ku zey 'e dönüyor

Gü z bitiminde.

Gün kararıyor,

Mevsimler çıplak,

A ma b iz-

Bekliyoruz güneş

Yeşil ateşini Ağaçlar ü zerinde.

Titreşen lambaların noktacıkları av ludan, sakin ve durgun bir su birikintisinde yayılan

halkacıklar gibi sokaklardan geçerek ormana ve gerisine dağıldı. Ve sonunda sanki orman ın

kendisi hüzünle şarkı söylüyormuş gibi oluncaya kadar yanan her lambayla şarkıda başka bir ses

yükseldi.

Rüzgar '

Gün lerin arasından dalıyor.

Mevsiminde, ay ın yanından

Büyük krallık yükseliyor.

Nefesi

Ateşböceğinin, kuşun, Ağaçların, insanların Tek bir sözle soluyor.

Artık Uyku,

En eski dostumuz,

Ağaçlan sakinleştiriyor

Ve çağırıyor

Bizi içeri.
Çağ, Öykü leriyle b inlerce canı

İnsanlann Mezarlarına gid iyor.

Fakat Bizler,

Şiir ve ihtişam içinde

Bulunan bizler u zun zamandır

Şarkıdan soluyoruz.

Gilthanas'ın sesi kesildi. Yavaşça üfleyerek lambayı söndürdü. Masanın etrafındakiler birer

birer, şarkıyı başladıkları gib i b itirerek mu mlannı üfle-d iler. Bütün Qualinost'ta sonunda sanki

toprakların üzerine bir sessizlik ve karanlık yayılmış gibi sesler sustu ve alevler söndürüldü. En

sonunda, sadece en uzaktaki dağlardan şarkın ın son akordu geri geld i, aynı yere düşen

yaprakların fısıltısı g ibi.

Sözcü ayağa kalkt ı.

"Ve şimd i," dedi ağ ır b ir edayla, " Yüce Divan'ın toplanma zamanı geldi. Gö k Salonu'nda

toplanılacak; Tanthalas yolarkadaşlarını oraya getirirsin."

Gö k Salonu'nun meşalelerle aydın latılmış kare şeklinde geniş bir yer o lduğunu gördüler.

Yıldızlarla p ırıl pırıl olan kocaman gök kubbe, üzerinde

309

308

bir kavis oluşturuyordu. Fakat ufkunda şimşeklerin oynaştığı ku zey kısmı karan lıkt ı. Sözcü,

Tanis'e yolarkadaşlarını yakınında durmaları için getiı meşin i işaret etti; sonra bütün Qualinost

ahalisi etraflarında toplandı. Sus -1 maların ı söylemeye gerek kalmamıştı. Sözcü başladığında,

rüzgar b ile susmuştu.

"Burada durumu mu zu görüyorsunuz." Yerdeki bir şeyi işaret etti. Yolar-kadaşları ayaklarının

altında devasa bir harita olduğunu gördüler. Abana-sinia Bo zkırları ü zerinde duran Tasslehoff

derin bir iç geçirdi. Bu kadar mü kemmel bir şey daha gördüğünü hatırlamıyordu.

"İşte Solace!" diye bağırdı heyecanla işaret ederek.

"Evet kendergil," diye cevap verdi Sözcü. " Burası da ejderha-ordusunun toplandığı yer.

Solace'ta" -haritadaki noktaya bir asa ile dokundu- "ve Li-man'da. Hükü mdar Verminaard

Qualinesti'yi istila et me p lanların ı hiç gizlemedi. Güçlerini bir araya getirip, malzemelerin

taşındığı yollan emn iyete alıncaya kadar bekliyor. O kadar büyük bir orduya karşı koy mayı
hayal bile edemey iz."

"Qualinost kolayca savunulabilir mut laka," diye konuştu Sturm. "Karadan doğruca buraya gelen

bir yol yok. Koyaklar ü zerine ku rulmuş öyle köprü lerden geçip geldik ki, bu köprüler yıkılacak

olsa oralardan geçebilecek hiçbir ordu bulun maz. Neden onlara karşı koy muyorsunuz?"

"Eğer söz konusu olan sadece bir ordu olsaydı Qualinesti'yi savunabilird ik," diye cevap verdi

Sözcü. "A ma ejderhalar karşıs ında ne yapabiliriz?" Sö zcü çaresizlikle ellerin i açmıştı. "Hiç!

Efsanelere göre, kudretli Hu ma sadece Ejderhamızrağı ile onları yenebilmişti. Artık o büyük

silahın sırrın ı bilen kimse yok -en azından bizim bildiğimiz kadarıyla yok."

Fizban konuşmaya yeltendi ama Raistlin onu susturdu.

"Evet," diye devam etti Sö zcü, "bu şehri ve bu orman ları terk et mek zorundayız. Halkımız için

yeni bir yurt bulmak u muduyla batıya, oradaki bilin meyen topraklara doğru git meyi p lanlıyoruz

-ya da belki Silvanesti'ye, yani en kad im elfyurduna da gidebiliriz. Bir hafta öncesine kadar

planlarımız gayet güzel ilerliyordu. Ejderha Yüceefendisinin orduların ı saldırı konu muna

getirmesi üç gün alırdı; ayrıca casuslar onların So lace'ı terk ettikleri zamanı bize haber

verirlerd i. Bat ıya kaçmak için zamanımız o lurdu. Fakat sonra, bir günden daha kısa mesafede

bulunan Pax Tharkas'ta üçüncü bir ejderha-ordusu olduğunu öğrendik. Eğer o ordu

durdurulamazsa, mahvolacağız."

"Peki o orduyu durdurmanın bir yolunu biliyor musunuz?" diye sordu Tanis .

"Evet." Sözcü küçük oğluna baktı. "Sizin de bildiğ iniz g ibi Kapıyo lu, So lace ve civar yerlerden

toplanan adamlar Pax Tharkas'taki kalede Ejderha Yü-

ceefendisi'nin kölesi olarak çalıştırılıyor. Verminaard zekidir. Kölelerin isyan çıkarmaması iç in

bu erkeklerin, kadın ları ve çocuklarını elinde rehin tutuyor; adamların hareketlerine karşı garanti

olarak. Bizim inancımıza göre eğer bu tutsaklar serbest bırakılab ilirse adamlar kendilerini tutsak

edenlere dönerek onları yok ederler. Rehineleri serbes t bırakarak isyanı yönetmek Gilthanas'ın

göreviydi. İnsanları güneye ormanlara götürecek, ordularını onların peşine takacak böylece bize

de kaçacak kadar zaman kazandıracaktı."

"Peki ya insanlara ne olacak o zaman?" diye sordu Nehiryeli sertçe. " Bana öyle geldi ki on ları

ejderha-ordularının önüne, başı sıkışmış bir adamın kurtların önüne bir parça et attığı gibi

atacaksınız."

"Hükümdar Verminaard onları ço k u zun süre hayatta tutmaz korkarım. Maden cevheri
neredeyse bitti. Son kalan bütün zerrecikleri toplatıyor, sonra esirlerin de işi bit miş olacak.

Dağlardaki vadilerde insanların yaşayıp ej-derha-ordularını kendilerinden uzak tutabilecekleri

mağaralar var. Dağ geçit lerini rahatlıkla denetimleri altında tutabilirler, özellikle de şimd i, kış

çökerken. Kabul et mek gerekir ki b ir kısmı ö lebilir ama bu ödenmesi gereken bir bedel. Eğer

sana bir seçenek sunsalardı Bo zkırların adamı, kö le olarak mı ölmek isterdin, dövüşerek mi?"

Cevap vermeyen Nehiryeli yüzü karararak haritaya baktı.

"Gilthanas görevini yerine getiremedi," dedi Tanis, "şimdi bizim b ir isyan çıkart mayı

denememizi mi istiyorsunuz?"

"Evet Tanthalas," diye cevap verdi Sözcü. " Gilthanas Pax Tharkas'a giden bir yol b iliyor:

Sla-Mori. Sizi kaleye sokabilir. Sadece kendi ırkınıza serbest kalmaları için bir ş ans tanımış

olmayacaksınız, elflere de kaçmaları için fırsat vermiş olacaksın ız" -Sö zcü'nün sesi sertleşti-

"insanlar Afet'i başımıza musallat ettiklerinde birço k elfe tanın mamış bir fırsat bu!"

Nehiryeli kaşların ı çatarak baktı. Sturm'ün bile ifadesi kararmıştı. Sö zcü derin bir nefes aldıktan

sonra içini çekti. "Lütfen beni affed in," dedi. "Niyetim sizi geçmişin kamçılarıy la kamçılamak

değil. İnsanların içine düştükleri körü duru ma kayıtsız değiliz. Oğ lu m Gilthanas'ı seve seve ve

-eğer ayrılacak olursak- belki bir daha birb irimizi hiç göremeyebileceğ imiz halde sizinle

yolluyorum. Bu fedakarlığ ı hem halkımın, hem de sizin halkınızın yaşayabilmesi için

yapıyorum."

"Düşünmek için zamana ihtiyacımız var," dedi Tanis, gerçi kararın ne olması gerektiğin i

biliyordu. Sö zcü başıyla onayladı ve elf savaşçılar kalabalık içinden yol açarak yo larkadaşlarını

bir koruluğa götürdüler. Burada onları yalnız b ıraktılar.

Arkadaşları Tanis'Ln önünde durdu; ciddi yüzleri yıldızların altında ışık ve gölgeden maskeler

gibiydi. Bütün bu zaman zarfında, diye düşündü Ta-

311

310

niş, hepinizi bir arada tutmak için uğraştım. A ma şimd i görüyoru m ki ayrılmamız gerek.

Disklerin Pax Tharkas'a git mesin i göze alamay ız; Altınay bunları bırakmaz da.

"Ben Pax Tharkas'a g ideceğim," dedi Tan is yavaşça. "Ama sanırım art ık ayrılmamızın zamanı

geldi dostlarım. Durun siz konuşmadan önce şunu da söyleyeyim. Tika, Alt may, Nehiryeli,

Caramon, Raistlin ve sen Fizban, sizleri d iskleri emniyetli b ir yere götürebilirsiniz u muduyla
elflerle yollamak istiyorum. Diskler Pax Tharkas'taki bir akında riske atılamayacak kadar

değerli."

"Öyle olabilir yarımelf," diye fısıldadı Raistlin cüppesinin kuku letasının derin liklerinden, "fakat

Altmay aradığın ı Qualinesti cifleri arasında bula-

maz.

"Nereden biliyorsun?" diye sordu Tanis hayretle.

"Hiçbir şey bildiğ i yok Tanis," diye söze karıştı Sturm buruk bir ifadeyle. " Laf..."

"Raistlin?" diye tekrarladı Tanis, Sturm'ü duymamazhğa gelerek.

"Şövalyeyi duydun!" diye tısladı büyücü. "Ben bir şey bilmem!"

Tanis için i çekerek işin ucunu bıraktı, etrafına bakındı. "Beni lideriniz seçmiştiniz..."

"Tabii ya, öyle yaptık oğul," dedi Flint aniden. "Fakat bu karar senin aklından geliyor

-gönlünden değil. Derin lerde bir yerlerde sen de ayrılmamamız gerektiğ ini biliyorsun."

"Evet, ben bu ciflerle kalacak değilim," dedi Tika kollarını göğsünde kavuşturarak. "Ben de

seninle birlikte geliyoru m Tan is. Ben de Kitiara gibi kılıç ku llanan bjr kadın olmayı

planlıyoru m."

Tanis irkild i. Kitiara'nın ismini işit mek fiziks el bir darbe gib iydi.

"Ben ciflerle b irlikte g izlen mem," dedi Nehiryeli, "özellikle de kendi ırkımı, adıma savaşmak

için geride bırakarak."

"Biz ikimiz biriz," dedi Alt may, elini adamın koluna koyarak. "Sonra," dedi daha yumuşak, "her

nasılsa büyücünün doğruyu söylediğini biliyoru m -lider elfler arasında değil. Onlar dünyadan

kaçmak istiyorlar, dünya için savaşmak değil."

"Hepimiz gidiyoru z Tan is," dedi Flint kat iyetle.

Yarımelf çaresizlik içinde gruba baktıktan sonra gülümseyerek başını salladı. "Haklısınız.

Ayrılacağımıza gerçek an lamda hiç inan mamıştım zaten. Ayrılmak sağduyulu, mantıklı bir şey

olurdu elbette ki, zaten böyle yapmamamızın nedenini de bu."

"Şimdi artık b iraz uyuyabiliriz belki." Fizban esnedi.

"Bir dakika Yaşlı Kişi," dedi Tanis cidd iyetle. "Sen içimizden biri değilsin. Sen, kesinlikle

elflerle birlikte gid iyorsun."

"Öyle mi?" diye sordu yaşlı büyücü gözleri belirsiz bakışlarını yitirmişti. Tan is'e o kadar keskin

bir bakışla -hatta neredeyse gözdağı verircesine-bakt ı ki yarımelf an iden yaşlı adamı çevreleyen
aşikâr b ir güç aurası olduğunu hissederek gayri ihtiyari bir ad ım geriledi. Sesi yu muşak ve

güçlüydü. "Bu dünyada dilediğim yere giderim ve sizle g it meyi diliyoru m, Tanis Yarımelf."

Raistlin, Tan is'e adeta, Şimd i an ladın mı! dercesine baktı. Karars ız kalan Tanis onun bakışına

karşılık verd i. Bu konuyu Raistlin ile konuşmayı erteleyip durmuş olduğuna pişman oldu; yaşlı

adamın onların yanından ayrılmayacağım b ild iğinden o anda konuşmanın yolların ı düşündü.

"Sana şunu konuşayım Raistlin," dedi aniden Tanis, Krynn'deki karışık ırktan paralı askerler

arasında geliştirilmiş Ortak dilin son derece bozuk b ir formu o lan Adikonuşma'y ı kullanarak.

Zaman ında ikizler -yolarkadaşları-n m çoğu gibi- karınlarını doyurmak için biraz paralı askerlik

yapmışlardı. Tanis Raistlin 'in an layacağını biliyordu. Yaşlı adamın anlamayacağından hemen

hemen emindi.

"İstersen biz konuş," diye cevap verdi Raistlin aynı dilde, "ama az şey bilirim."

"Korkuyorsun. Neden?"

Yavaş yavaş cevap verirken Raistlin 'in garip gözleri u zaklara dald ı. " Bilmiyoru m Tan is. Ama

-sen haklı. Yaşlı Kişi içinde güç var. Büyük bir güç hissediyorum. Korkuyorum." Gö zleri

panldadı. " Ve çok arzuluyoru m!" Büyücü içini çekerek, her nerede idiyse oradan döndü. "Ama

haklı. Onu durdurmak mı? Çok tehlikeli."

"Sanki yeterince sıkıntı yokmuş gibi," dedi Tanis acı acı Ortak d ile dönerek. " Başımıza bir de

titrek yaşlı bir büyücü alıyoruz."

"Belki çok daha tehlikeli olan başkaları da var," dedi Raistlin kardeşine anlamlı anlamlı

bakarak. Büyücü Ortak d ile döndü. "Yorgunum. Uyu mam gerek. Sen kalıyor musun kardeşim?"

"Evet," diye cevap verdi Caramon, Sturm ile göz gö ze gelerek. "Tanis ile konuşacağız."

Raistlin başıyla onaylayarak Fizban'ın koluna gird i. Yaşlı büyücü ile genç olanı ayrıld ılar; yaşlı

büyücü ağacın tekini asasıyla kırbaçlayarak ağacı, kendisine sinsice yanaşmakla suçladı.

"Bir tane deli büyücü yetmezmiş gibi," diye mırıldandı Flint. " Ben yatıyoru m."

Sonunda Tanis, Caramon ve Srurm ile kalıncaya kadar hepsi teker teker ayrıld ı. Tan is yorgun

argın onlara döndü. Konuşmanın ne ile ilgili olduğunu hissedebiliyordu. Caramon'un yüzü

kızararak ayaklarına bakt ı. Srurm bıy ıklarını sıvazlayarak Tanis'e düşünceli bakışlarla süzdü.

312

313

"Eee?" diye sordu Tanis.


"Gilthanas," diye cevap verdi Sturm.

Tanis kaşlarını çatarak sakalan ı kaşıdı. "Bu benim işim, sizin değil," di kısaca.

"Bu hepimizin işi Tanis," diye ısrar etti Sturm, "eğer bizi Pax Tharkas'a ö götürecekse.

Burnu muzu sokmak istemiyoruz ama belli ki ikiniz arasında hallo lmamış bir mesele var. Sana

bakarken gözlerin in nasıl o lduğunu gör-' dü m Tanis; ve eğer senin yerinde olsaydım arkamı

sağlam bir dosta dayamadan hiçbir yere git mezdim."

Caramon Tan is'e ciddi ciddi baktı, kaşların ı çatarak. "Onun bir elf o ldu ğunu falan biliyoru m,"

dedi koca adam yavaş yavaş. "Fakat, Sturm'ün de söylediği gibi bazen bakışları b ir garipleşiyor.

Şu Sla-Mori'ye giden yolu sen bilmiyor musun? Kendi başımıza bulamaz mıy ız? Ona

güvenmiyoru m. Sturm ile Raist de güvenmiyorlar."

"Dinle Tanis," dedi Sturm, yarımelfin yüzünün hiddetten kızardığın ı görerek. " Eğer Gilthanas,

Solace'ta söylediği g ibi b ir tehlike içinde olmuş olsaydı, neden Han'da öyle rahat rahat

oturuyordu? Sonra savaşçıların ın 'yanlışlıkla' lanet olasıca koca bir orduyla karşılaş ması

meselesi var! Tan is -başını hemen sallama öyle. Kötü olmayabilir ama baştan çıkmış. Ya

Vermi-naard onu etkisi altına almışsa? Belki de Ejderha Yüceefendisi bizi ele verirse

-karşılığında- halkına dokun mayacağı konusunda onu ikna etmiştir! Belki de bu yüzden

Solace'taydı, b izi bekliyordu."

"Bu çok saçma!" diye kestirip attı Tanis. "Bizim geleceğimizi nereden bilecekti?"

"Xak Tsaroth'tan Solace'a olan yolcu luğumu zu saklamış sayılmay ız," diye cevapladı Sturm

soğuk bir edayla. "Bütün yol boyunca ejderanlara rastladık ve Xak Tsaroth'tan kaçanlar diskler

için oraya g ittiğimizi an lamışlardır. Büyük b ir ihtimalle Verminaard bizim tarifimizi

anasınınkinden daha iyi biliyordur."

"Hayır! Buna inanmıyoru m!" dedi Tanis hiddetle Sturm ile Caramon'a bakarak. "Siz ikiniz de

yanılıyorsunuz! Bu konuda kendi hayatımı tehlikeye atabilirim. Ben Gilthanas ile b irlikte

büyüdüm, onu tanırım! Evet aramızda hallet memiz gereken bir şey vardı ama bunu konuştuk ve

mesele kapan-, d i. Senin ve Caramon'un hain o lduğunuza inandığım gün onun da halkına karşı

bir hain o lduğuna inanırım. Ve hayır, Pax Tharkas'a g iden bir yol bilmiyoru m. Oraya h iç

gitmed im. Ve bir şey daha," diye bağırdı Tanis, art ı büyük bir hiddetle, "eğer bu grupta

güvenmediğim b irileri varsa o da seni: o kardeşin ve o yaşlı adamdır!" Suçlarcasına Caramon'a

baktı.

Koca adamın yüzü solarak gözlerin i yere indird i. Dön meye başlamış' Tan is aklını başına
toplayarak aniden ne demiş olduğunu fark etti. "Ço k ü z

günüm Caramon." Elini savaşçının ko luna koydu. "Bunu kastetmedim aslında. Bu çılgın

yolculukta Raistlin b ir kereden fazla kurtard ı yaşamlarımızı. Bütün mesele Gilthanas'ın bir hain

olduğuna inanmamamdan kaynaklanıyor!"

"Biliyoru z Tan is," dedi Sturm sessizce. " Ve b iz de senin kararına güveniyoruz. Fakat -halkımın

deyimiyle gece, gözlerin kapalı yürüyemeyeceğin kadar karanlık."

Tanis için i çekerek başıyla onayladı. Elini Sturm'ün ko luna koydu. Şövalye ona sarıldı, üç adam

sessizce durdular; sonra koruyu terk ederek Gö kyüzü Salonu'na doğru yürüdüler. Sözcü'nün

hala savaşçılarıyla konuştuğunu duyabiliyorlard ı.

"Sla-Mori ne demek?" d iye sordu Caramon.

"Gizli Yol," diye cevap verdi Tan is.

Tanis sıçrayarak uyandı; eli kemerindeki hançerine gitti. Kara bir suret, tepedeki y ıld ızları

engelleyecek şekilde ü zerine eğilmişti. Aceleyle uzanarak, üzerine eğilen kişiy i yakaladı ve

hançerini boğazına dayayarak kendi üzerine çekip yatırdı.

"Tanthalas!" Yıldız ışığında pırıldayan çelik karşısında hafif b ir çığ lık sesi duyuldu.

"Laurana!" Tanis'in nefesi kesild i.

Kızın bedeni Tanis'inkine dayanmıştı. Kızın titred iğini hissedebiliyordu; artık t amamen

uyanmış, saçlarının salın mış o mu zlarına dökü ldüğünü görebiliyordu. Kız seyrek dokulu b ir

gecelik giy mişti sadece. Bu kısa dövüş sırasında pelerin i kayıp düşmüştü.

İçinden gelen bir dürtüyle hareket eden Laurana yatağından kalkmış, soğuktan korunmak için

omu zlarına b ir pelerin atarak gecenin içine süzülmüştü. Şimd i Tanis'in göğsünde, kıp ırdamaya

bile cesaret edemeden yatıyordu. Bu, Tan is'in, varlığını bilmed iği b ir tarafıydı. Aniden, eğer b ir

düşman olsa idi şimd iye kadar boğazı kesilmiş -ölmüş olacağın ı fark etti.

"Laurana..." diye tekrarladı Tanis, tit reyen bir elle hançeri kemerine geri koyarak. Kızı iterek

oturdu; onu bu kadar korkuttuğu için kendine, derinlerde g izled iği b ir şeyi uyandırdığı için de

kıza kızıyordu. Bir an için, kız ü zerinde uzan mış yatarken, sadece saçının kokusunu, ince

bedeninin sıcaklığın ı, bacak kasların ın hareket ini, minik göğüslerinin yu muşaklığını hissetmişti

şiddetle. Ayrıld ığında Laurana bir kızd ı. Döndüğünde onu bir erişkin olarak bulmuştu -çok

güzel, çekici bir kadın ola rak.

"Gecenin bu vakt inde burada ne arıyorsun Cehennem adına?"


"Tanthalas," dedi kız, pelerinine sıkı sıkı sarınırken h ıçkırarak. "Fikrin i değiştirmen i istemek

için gelmiştim. Bırak arkadaşların Pax Tharkas'taki in- sanları serbest bırakmaya gitsin. Sen

bizimle gelmelisin! Hayatın ı yabana [ at ma. Babam çok ü zgün. Bunun işe yarayacağına

inanmıyor -biliyoru m inan mıyor. A ma başka bir çaresi yok! Sanki Gilthanas ölmüş gibi onun

ya- sını tutuyor. Ağabeyimi kaybedeceğim. Seni de kaybedemem!" Kız h ıçkırık- lara

boğulmuştu. Tanis, aceleyle etrafına bakındı. Etrafta elf muhafızların ın l olduğu kesindi. Eğer

elfler on ları şereflerini tehlikeye atan bu durumda bulurlarsa...

"Laurana," dedi kızın o muzlarından tutup sarsarak. "Artık b ir çocuk de-ğilsin. Büyümen lâzım,

hem de hemen büyümen lâzım. Arkadaşlarımın be-nim yokluğumda tehlikeye atılmaların ı kabul

edemem! Gö ze aldığ ımız risklerin farkındayım; kör değilim! Fakat eğer insanları Verminaard'ın

elin-den kurtanrsak sana ve halkına kaçmanız için vakit kazandırmış olacağ ız, bu göze almamız

gereken bir şey! Hayatını inandığın şeyler için riske at man gereken zamanlar vardır Laurana

-yaşamın kendisinden daha çok manası olan bir şey için. Anlıyor musun?"

Kız, altın rengi saçlarının arasından ona baktı. Hıçkırıkları kesilmişti ve art ık titremiyordu. Ona

dikkatle baktı.

"Anlıyor müsün Laurana?" diye tekrar etti yarımelf.

"Evet Tanthalas," diye cevap verdi kız hafifçe. "Anlıyoru m."

"Gü zel!" Tanis içini geçird i. "Şimd i yatağına geri dön. Çabuk çabuk. Be-ni tehlikeye attın. Eğer

Gilthanas bizi böyle görecek o lursa..."

Laurana ayağa kalkarak aceleyle ko rudan uzaklaştı, caddeler ve b inalar; arasından toz ağaçlan

arasındaki rüzgar gibi süzüldü. Babasının oturduğu l eve girmek için muhafızlar arasından

geçmek basitti -çocukluklarından be- ri Gilthanas ile bunu hep yaparlardı. Sessizce odasına

dönen elf kızı bir an annesi ve babasının odası önünde durup dinledi. İçeride ışık vardı.

Hışırdı-yan parşömen lerin sesini duyabiliyor, bir yanık ko kusu alabiliyordu. Baba- sı kağıt ları

yakıyordu. Annesinin, babasını yatağa çağıran yumuşak mırılt ı-sim duydu. Laurana gözlerini b ir

an için sessiz bir ıstırapla yu mdu, sonra dudakları cidd i bir kararla b irb irine kenetlendi; karan lık,

soğuk holden kendi odasına doğru koştu.

Kuşkular Pusu yeni Bir dost.


E

lfler şafaktan önce yolarkadaşlanm uyandırdılar. Ku zey ufkunda fırt ına bulutları alçalmış, kavramak için bükülmüş
parmaklar g ibi Qualinesti'ye uzan mıştı. Gilthanas kahvaltıdan sonra geldi; mavi ku maştan bir tunik ve zincir b ir zırh

giymişti.

"Erzağımız var," dedi ellerinde paket ler taşıyan savaşçıları işaret ederek. "Eğer ihtiyacın ız varsa silah ve zırh da

buluruz."

"Tika'n ın zırha, kalkana ve kılıca ihtiyacı var," dedi Caramon.

"Elimizden geleni yaparız," dedi Gilthanas, "gerçi o kadar küçük zırh ımız var mı bilemiyoru m."

"Theros Ironfeld bu sabah nasıl?" diye sordu Altınay.

"Huzur içinde din leniyor M ishakal'ın ermişi." Gilthanas saygıyla Altınay önünde eğildi. "Halkım ay rıldıklarında onu

da yanlarına alacaklar elbette ki. Onunla vedalaşabilirsiniz."

317

316

Kısa bir süre sonra elfler Tika için, her çeşidinden zırh ve elf kad ınların ın tercih ettikleri cinsten kısa, hafif kılıçlarla

döndü. Miğfer ile kalkanı gören Tika'n ın gözleri panldadı. Her ikisi de elf tasarımıydı ve değerli taşlarla süslenmişti.

Gilthanas miğfer ile kalkanı elfin elinden aldı. "Henüz, Han'da hayatımı kurtardığ ınız için size teşekkür

edememiştim," dedi Tika'ya. " Bunları kabul edin iz. Bunlar annemin merasim zırhları; Soykıy ımı savaşları

zaman ından kalmad ır. Bunlar kardeşime geçecekti fakat Lau rana ile ben bunların asıl sahibin in siz olduğunuza

inanıyoruz."

"Ne kadar gü zel," diye mırıldandı Tika kızararak. Miğferi ald ıktan sonra, zırhın geri kalan kısmına aklı karışarak

baktı. "Ney in nereye takılacağın ı b ilemiyoru m," d iye it iraf etti.

"Ben yardım edeyim," diye önerdi Caramon canla başla.

"Bu işi ben yapayım," eledi A ltınay sert bir şekilde. Zırhı alarak Tika'yi korunun ağaçlan arasına götürdü.

"O zırhtan ne anlar?" diye ho murdandı Cara mon.

Nehiryeli savaşçıya bakarak gülü msedi; yüzünde sert ifadesini yumuşatan nadir tebessümlerden biri vardı.

"Unutuyorsun," dedi, "o Reisin Kızı. Babası olmadığında kabileyi savaşa götürmek onun göreviydi. Zırhlar

konusunda oldukça bilgilidir savaşçı -ve zırhın altında atan kalp hakkında daha da bilgilid ir."

Caramon kızardı. Sinirle bir torba erzak alarak içine bakt ı. " Bu süprün -tüler de neyin nesi?"

"Quith-pa," dedi Gilthanas. "Dilimizde demir tayın anlamına gelir. İht iyaç anında haftalarca dayanır."

"Kurutulmuş meyveye benziyor!" dedi Caramon t iksinerek.

"Zaten öyle," diye cevap verdi Tanis sırıtarak.

Caramon ho murdandı.

Şafak vakti ince fırtına bulutlarına solgun, soğuk bir ışıkla renk vermeye başlamıştı ki Gilthanas grubu Qualinesti'den
çıkarttı. Tanis gözlerin i ileri dikmiş bakmay ı reddediyordu. Buraya yap tığı son yolculuğun daha mutlu geçmesini

isterdi. Bütün bir sabah boyunca Laurana'yı görmemişti, gerçi gözyaşlarıy la dolu vedalaşmadan kurtulduğu için

rahatlamıştı ama gizli gizli neden gelip ona veda etmed iğini merak et mişti.

Yo l güneye doğru ilerliyor; yavaş yavaş ama durmadan alçalıyordu. Yo lu çalı çırpı bürü müştü ama Gilthanas önden

yolladığı bir grup savaşçı yolu açtığından yürümek o ldukça ko laylaş mıştı. Caramon, ü zerine tam otur-

mayan zırhıy la göz alıcı görünen Tika'mn yanından yürüyor kılıcın ı nas lı ku llanacağını anlatıyordu. Ne yazık ki

öğretmen zor anlar yaşıyordu.

Altınay Tika'n ın kırmızı renkli barmen eteğine, daha rahat hareket et mesi için derin bir yırt maç açmıştı. Tika'nın

kürkle b iyelen miş iç g iysilerinin kabarık beyazlıkları yırt maçların arasından baştan çıkartırcasına görünüyordu.

Yü rürken ortaya çıkan bacakları tam Caramon'un her zaman hayal ettiği g ibiydi: Yuvarlak hatlı ve dolgun. O yüzden

Caramon dersine konsantre olmakta zorlan ıyordu. Öğrencisine o kadar dalmıştı ki kardeşinin kayb olduğunu fark

etmedi.

"Genç büyücü nerede?" diye sordu Gilthanas kabaca.

"Belki başına bir şey gelmiştir," dedi Caramon endişeyle, kardeşini unuttuğu için kendi kendine söverek. Savaşçı

kılıcın ı çekerek yoldan geri git meye başladı.

"Saçmalık!" diye durdurdu onu Gilthanas. "Ona ne olmuş olabilir ki? M illerce uzanan bir mesafede hiç düşman yok.

Bir yerlere git miş olmalı -belli b ir amaçla."

"Ne diyorsun sen?" diye sordu Caramon dik dik bakarak.

"Belki de ayrılmasın ın sebebi..."

"Büyü yapmak için gerekli şeylerimi toplamaktı elf," diye fısıldadı Raist-lin çalıların arasından belirerek. " Ve

öksürüğüme iyi gelen şifalı otların eksilen leri yerine yenilerin i koymak."

"Raist!" Caramon neredeyse memnuniyetinden onu kucaklayacaktı. "Bir başına git memeliydin...tehlikeli."

"Benim büyü unsurlarım g izlid ir," d iye fısıldadı Raistlin sin irli bir şekilde kardeşini yana iterek. Magius'un Asası'na

dayanan büyücü Fizban'ın yanında sıraya gird i.

Gilthanas, omuzların ı silkerek başını sallayan Tanis'e dik d ik baktı. Grup yoluna deva m ettikçe, toz ağaçlarından

daha aşağıdaki çam ağaçlarına doğru ilerleyen yol gittikçe dikleşmeye başladı. On lar güneye doğru ilerledikçe yol,

kısa bir süre sonra coşkuyla akan bir dere halin i alan berrak b ir akar suyla birleşti.

Aceleyle yenen bir öğlen yemeği için mo la verdiklerinde Fizban gid ip Tanis'in yanına çöktü. "Biri b izi izliyor," dedi

etkili bir fısıltıyla.

"Ne?" diye sordu Tanis, kulaklarına inanamayarak, ani bir hareketle başını kaldırıp yaşlı adama baktı.

"Evet, elbette," diye başını sallad ı yaşlı adam ciddiyetle. " Gördü m onu -ağaçlar arasına girip çıkarken."
Sturm Tanis'in yüzündeki endişeyi gördü. "Sorun nedir?"

"Yaşlı Kişi birinin b izi izlediğ ini söylüyor."

318

319

"Pöh!" Gilthanas son lokma quith-pasmı bezginlikle ağzına attıktan ı ra ayağa kalkt ı. "Bu delilik. Haydi gidelim

artık. Sla -Mori'ye daha bir : mil var ve güneş kavuşuncaya kadar orada olmamız gerek."

"Ben arkadan gelip, geriyi koruyayım," dedi Sturm Tanis'e yavaşça.

Birkaç saat daha düzensiz çam ağaçlan arasından ilerlediler. Grup at den ağaçlar arasında bir açıklığa çıkıverdiğinde

güneş gökyüzünde alçal maya, yola düşen gölgeleri uzat maya'başladı.

"Şışşt!" diye uyardı Tanis, telaşla geriye dönerek.

Hemen tehlike işaretini alan Caramon, boşta olan eliyle kardeşi Sturm'u işaret ederek kılıcını çekt i.

"Ne var?" diye konuştu Tasslehoff, "göremiyoru m!"

"Şışşt!" Tanis sert sert kendere baktı; Tas, Tanis'i zah metten kurtarr için kendi ağ zını kendi eliyle kapattı.

Açıklık alan, kısa bir süre önce kanlı b ir dövüşün yaşanmış olduğu yerdi. İnsan ve hobgoblin cesetleri vahşi ölü mün

tiksindirici duruş biçil leriyle etrafa dağılmıştı. Yolarkadaşları korkuyla etraflarına bakınar u zun süre etrafı dinled iler

ama suyun gümbürtüsünden başka bir ses d| yamadılar.

"Yakın larda hiç düşman yok!" Sturm, Gilthanas'a dik d ik baktıktan son ra açık alana doğru ilerlemeye başladı.

"Bekle!" dedi Tan is. "Ben bir şeyin hareket ettiğin i görür g ibi o ldum!"

"Belki aralarında hala hayatta olan vardır," dedi Sturm soğuk bir edayla ve ileri doğru yürüd ü. Geri kalanlar daha

yavaş izlediler onu. Hobgoblin cesetlerin in alt ından bir inilti sesi geliyordu. Savaşçılar, kılıçlan ellerine katliamın

olduğu yere doğru yürüdüler.

"Caramon..." d iye işaret etti başıyla Tan is.

Koca savaşçı cesetleri yana savurdu. Altında inleyen biri vard ı.

"İnsan," diye bildirdi Caramon. " Ve kan içinde kalmış. Kendinde de| sanırım."

Geri kalan lar yerdeki adama bakmak için ilerledi. Alt ınay diz çökmeye başladı ama Caramon onu durdurdu.

"Hayır hanımefendi," dedi kibarca. "Onu bir daha öldürmek zorunda i lacaksak, iyileştirmek anlams ız olur. Unutma

-Solace'ta da insanlar Ejderi" Yüceefendisi için savaşıyordu."

Grup adamı incelemek için etrafın ı aldı. Adam biraz kararmış da ols zincirden iyi kalite bir zırh giy mişti. Giysileri,

yer yer yıpran mış olsa zengindi. Otu zlu yaşlarının sonlannda görünüyordu. Saçı gür ve siyah, ı nesi sert, yapısı

orantılıydı. Yabancı gözlerini açarak yolarkadaşlarına ma| mur gözlerle baktı.


"Arayanların tanrılarına şükürler olsun!" dedi boğuk bir sesle. "Arkadaş -, larım ...hepsi öldü mü?"

"Sen önce kendini düşün," dedi Sturm sertçe. "Bize arkadaşların ın kim olduğunu söyle...insan mıydılar, hobgoblin

mi?"

"İnsanlar...ejderhadamlarla savaşanlar." Adam gö zleri fal taşı gib i açılarak sustu. "Gilthanas?"

"Eben," dedi Gilthanas sakin bir hayretle. "Koyaktaki dövüşten nasıl oldu da kurtuldun?"

"Peki ama sen nasıl kurtu ldun?" Eben ismindeki adam ayağa kalkmaya yeltendi. Tam Caramon ona yardım et mek

için elini u zat mıştı ki an inden Eben bir şeyi işaret etti. "Dikkat! Ejde.. ."

Caramon, bir homu rtuyla geri düşen Eben'i bırakarak hemen arkasına döndü. Diğerleri, silahlarını çekmiş on iki

ejderamn açıklık alan ın kenarında durduklarını gördü.

"Bu topraklardaki bütün yabancılar sorgulan mak için Ejderha Yüceefen -d isi'ne gideceklerd ir," diye seslendi biri.

"Paşa paşa bizimle gelmen izi emred iyoruz."

"Hani kimse Sla-Mori'ye g iden yolu bilmeyecekti," diye fısıldadı Sturm, Tan is'e; Gilthanas'a anlamlı an lamlı

bakarak. " Yani elfe göre demek istiyorum."

"Biz Hükü mdar Verminaard'dan emir almıyoruz!" diye bağırd ı Tanis, Sturm'e ku lak as mayarak.

"Yakında alırsınız," dedi ejderan ve kolunu salladı. Yaratıklar saldırmak için harekete geçti.

Orman ın kenarında durmakta o lan Fizban torbasından bir şey çekip çıkartı ve birkaç söz mırıldan maya başlad ı.

"Ateştopu olmaz!" diye tıslad ı Raistlin yaşlı adamın kolunu tutarak. "Oradaki herkesi yakıp kü l edeceksin!"

"Ya, öyle mi? Galiba haklısın," Yaşlı büyücü hayal kırıklığ ıyla içini çekti; sonra yüzü aydınlanıverdi. "Dur b ir

dakika -galiba başka bir şeyim daha var."

"Sen burada kal, g izlen yeter!" d iye emretti Raistlin. "Ben kardeşimin yanına gideceğim."

"Şimdi, şu ağ büyüsü nasıldı?" diye düşünmeye başladı yaşlı adam. Yen i kılıcını çekmiş hazır bekleyen Tika korku

ve heyecanla tir tir tit riyordu. Ejderanlardan biri ona doğru atıldı; Tika kılıcını savurdu. Kılıç ejderamn b ir mil,

Caramon'un kafasının ise birkaç santim ötesinden geçti. Ti-ka'y ı arkasına çeken Caramon, ejderan ı kılıcın ın

kabzasıyla yere serdi. Daha ayağa kalkamadan, boynunu kırarak gırtlağına b astı.

321

320

"Benim arkamda dur," dedi Tika'ya, sonra gözü kızın hâlâ hiddetle sa-

vurduğu kılıca gitti. "Bir daha düşündüm de," diye düzeltti sinirle, "yaşlı adam ve Altınay'la birlikte o ağaçların

oraya koş. Aferin gü zel kızıma."

"Git meyeceğim!" dedi Tika kızarak. " Ben ona gösteririm," diye mırıldan-! di, terleyen elleri kılıcın kabzasından
kaydı. İki ejderan daha Caramon'a sal-d ırd ı ama artık kardeşi arkasındaydı -büyü ve çeliğ i birleştiren ikisi

düşmanların ı yok etti. Tika sadece ayak altında olduğunu biliyordu ve ejdc-: ranlardan çok Raistlin'in h iddetinden

korkuyordu. Onun yardımına ihtiyacı olan biri var mı diye etrafına bakındı. Sturm ile Tan is yan yana dövüşüyor-;

lardı. Hoopakı yere sağlamca saplanmış olan Tasslehoff açık alan ı öldürü cü, vızır v ızır bir taş yağmuruna tutarken

Gilthanas, Flint ile uygunsuz birî çift o luşturmuştu. Altınay ağaçların altında durmuştu, Nehiryeli de onun yakınında

duruyordu. Yaşlı büyücü bir büyü kitabı çıkart mış sayfalarını karıştırıyordu.

"Ağ...ağ...nasıldı şimd i o?" diye mırıldandı. "Haaayytttttt!" Arkasındifn gelen bir nara neredeyse Tika'mn d ilin i

yutmasına neden olacaktı. Korkunç bir kahkahayla gü len bir ejderan ona doğru havalanmışken hızla dönen kız

kılıcın ı elinden düşürdü. Paniğe kapılan Tika kalkan ını iki eliy le tutarak ejderamn iğrenç, sürüngen yüzüne vurdu.

Darbe neredeyse kalkanı kızın elinden söküp almıştı ama yarat ığı bayıltarak sırt üstü düşürmüştü. Kılıcın ı alan Tika,

tiksintiyle yüzünü buruşturarak yaratığ ı tam kalbinden şişledi. Ceset, kızın kılıcını hapsederek derhal taşlaştı. Tika

bütün gücüyle kılıcına asıld ı ama kılıç o rada sıkışıp kalmıştı. "Tika, solunda!" diye bağırdı Tasslehoff tiz b ir sesle.

Tökezleyerek dönen Tika başka bir ejderan gördü. Kalkanını savurarak! ejderamn b ıçak hamlesini durdurdu. Sonra,

dehşetten kaynaklanan bir güç-le yarat ığa kalkanıyla tekrar ve tekrar vurdu; tek bild iği onu öldürmesi ge--rektiğ iydi.

Kolunda bir el h issedinceye kadar hızla vurmaya devam etti Elinde kanlar içinde kalmış kalkanı hazır, savrulurcasına

dönünce karşısır da Caramon'u gördü.

"Tamam!" dedi koca savaşçı onu yatıştırırcasına. " Geçti Tika. Hepsi öldü

Çok iy i becerdin, çok iyi." ı

Tika gözlerini kırp ıştırdı. Bir an için savaşçıyı tanıyamadı. Sonra, t itreye-

rek kalkan ını indirdi.

"Kılıç konusunda pek iyi değild im," dedi o korkunç yaratığın ü zerine saldırışının hatırası ve korkusuna bir tepki

olarak titremeye başlayarak.

Caramon onun titremeye başladığını gördü. Uzanıp terle nemlen miş kı-zil buklelerin i okşayarak ona sarıldı.

"Görmüş olduğum birço k erkekten -deneyimli savaşçılardan- daha surdun," dedi koca adam derinden gelen bir sesle.

Tika Caramon'un gözlerinin içine baktı. Ko rkusu erid i gitti, yerini övünce bıraktı. Caramon'a yaslandı. Adamın sert

kaslarının hissi, deriyle karış mış ter kokusu heyecanını artırdı. Tika kolların ı adamın boynuna dolayarak onu öyle

büyük bir şiddetle öptü ki d işleri adamın dudağına battı. Kızın ağ zına kan tadı geldi.

Şaşırıp kalan Caramon, kızın dudaklarının yu muşaklığına tezat b ir sızı duy muş, her yanını b ir arzudu r kap lamıştı. Bu

kadını, bütün kadınlardan daha çok arzu luyordu -ve hayatında birçok kadın olmuştu. Nerede olduğunu, etrafında

kimlerin bulunduğunu unutuverdi. Aklı da, kanı da tutuşmuştu ve arzusunun ıstırabıyla her yanı sızlıyordu. Tika'y ı

göğsüne yapıştırarak sarıldı ve hırpalayan bir şiddetle kızı öptü.


Adamın onu kucaklay ışının verdiğ i acı Tika'ya çok tatlı gelmişti. Bu acın ın art ıp, her yanın ı kaplamasını arzulad ı;

ama aynı zamanda birdenbire buz kesilerek ko rkuyla doldu. Diğer barmen kızların anlattı kları, erkek ile kadın

arasında olan o korkunç ve harika şeylerle ilgili hikayeleri hatırlayarak paniğe kap ılmaya başladı.

Caramon kendini tamamen kaybet mişti. Onu ormana taşıma düşüncesiyle Tika'yı kollarına almıştı ki o mzunda

bildik, soğuk bir el hissetti.

Koca adam kardeşine baktı; nefesi kesilerek kendine geld i. Kibarca Tika'yı yere bırakt ı. Başı dönen ve yönünü

şaşırmış olan Tika gözlerin i açtığ ında Raistlin'in kardeşinin yanında durmuş onu garip, pırılt ılı b ir ifadeyle

süzdüğünü gördü.

Tika'mn yüzü yanıyordu. Geriledi, ejderamn cesetine takıldı, sonra kalkanın ı alarak koşturmaya başladı.

Caramon yutkundu, boğazını temizledi ve bir şeyler söylemeye başladı ama Raistlin ona tiksintiy le bakmakla

yetinerek Fizban'ın yanına g itti. Yeni doğmuş bir sıpa g ibi t itreyen Caramon içi t itreyerek bir ah ettikten sonra Eben

ile konuşan Sturm, Tanis ve Gilthanas'ın yanına doğru ilerledi.

"Yo, ben iyiyim," diye garanti verdi adam onlara. "O yaratıkları görünce kendimi biraz kötü hissettim o kadar.

Gerçekten aranızda bir ermiş mi var? Bu harika bir şey ama onun şifa verme hünerlerin i benim üzerimde boşa

harcamay ın. Biraz çizik var o kadar. Bu benimkinden çok onların kan ı. Arkadaşlarımla birlikte bu ejderanları

izliyorduk ki en aşağı kırk hobgoblinin

saldırısına uğradık."

"Ve o lanları an latacak bir sen varsın hayatta," dedi Gilthanas.

"Evet," diye cevap verdi Eben, elfin kuşku dolu bakışlarına cevaben^ "Ben usta bir silahşorum -senin de bildiğ in

gibi. Bunları ben öldürdüm" -et rafında yatan altı hobgoblini işaret etti- "sonra kabarık sayıları karşısında düştüm.

Diğerleri beni öldü zannedip git miş olmalı. A ma benim kahra -

3'23

man lıklarım hakkında bu kadar konuşmak yeter. Sizler de kılıçlarınızı çok iy i kullanıyorsunuz. Ne tarafa

gidiyorsunuz?"

"Gittiğimiz yerin ad ı Sla-..." d iye başladı Car'amon ama Gilthanas onun

sözünü kesti.

"Bizim yolcu luğumu z gizli," dedi Gilthanas. Sonra öylesine bir ekledi.

"Usta bir kılıçkullanıcısı işimize yarayabilir." j

"Ejderan larla savaştığınız sürece, sizin savaşınız benim savaşım demekt ir," dedi Eben neşeyle. Torbasını bir

hobgoblinin cesedinin alt ından çeke-rek o mzuna attı.

"Benim ad ım Eben Taşkıran. Kapıyolu'ndan geliyoru m. Belki ailemin! ad ını duy muşsunuzdur," dedi. "Batı tarafında
en güzel malikânelerden bi-rine sahiptik..."

'Tama m işte!" diye bağırdı Fizban. "Hatırladım!"

Aniden her yer, havada uçuşan yapışkan örümcek ağları ile dolmuştu

Güneş kavuşurken grup, yüksek dağ zirveleriyle çevrili açık bir alana

varmıştı. Aşağıdaki toprakların hakimiyeti konusunda dağlara kafa tutan,

dağlar arasındaki geçidi ko ruyan koca kale, Pax Tharkas diye b iliniyordu.

Yo larkadaşları kaleye korku do lu bir sessizlikle bakt ılar.

Gö kyüzüne doğru süzülen ikiz masif ku lenin karşısında Tika'n ın gözle-ri yerinden uğradı. "Hayatımda hiç bu kadar

büyük bir şey görmemiştim! Kim inşa etti bunu? Çok güçlü insanlar o lsa gerek."

"İnsan değillerd i," dedi Flint hüzünle. Pax Tharkas'a dalgın dalgın bakan cücenin sakalı t itredi. "Bunu birlikte çalışan

elfler ile cüceler yap mıştı. Bir zamanlar, çok önceleri, her yerde barış varken."

"Cüce doğru söylüyor," dedi Gilthanas. "Çok yıllar önce Kith -Kanan babasının kalbini kadim yuvası Silvanesti'den

ayrılmıştı. Halkıy la birlikte, Ergoth İmparatoru tarafından, Soykıy ımı savaşlarını bitiren Kılıçkab -zası Parşömeni'ne

göre onlara verilen bu güzel orman lara gelmişti. Elfler Qjualinesti'de Kith -Kanan'm ölü münden beri barış içinde

yaşamıştır. Fakat onun en büyük başansı Pax Tharkas'ın inşası olmuştu. Elf ve cücelerin krallıkları arasında duran

yapı, o zamandan sonra Krynn üzerinden silinen j dostluk ruhuyla yapılmıştı. Şimd i bunu, kudretli bir savaş makinesi

halinde bir tabya olarak görmek beni hüzünlendiriyor."

Daha Gilthanas konuşmasını sürdürürken yolarkadaşları Pax Tharkas'ın önündeki kocaman kapın ın ardına kadar

açıld ığını gördüler. Bir ordu -ejde- ranlar, hobgoblinler ve goblinlerin u zun safları- ovalara doğru yürüyüşe j geçti.

Üflenen boruların sesleri dağların tepelerinden geri yankılandı. Onlan yukandan büyük kırmızı bir ejderha

seyrediyordu. Yolarkadaşları çalıların

ve ağaçların arasına saklandılar. Ejderha onları göremeyecek kadar u zakta o lduğu halde, bu mesafeden bile ejderha

korkusu her yanlarını sarmıştı.

"Qualinesti'ye doğru gidiyorlar," dedi-Gilthanas, sesi titreyerek. "İçeriye girip tutsakları serbest bırakmamız gerek. O

zaman Verminaard orduyu geri çağ ırmak zorunda kalır."

"Pax Tharkas'a mı gireceksiniz!" Eben'in nefesi kesilmişti. "Evet," diye cevap verdi Gilthanas gönülsüzce, belli ki bu

kadar konuşmuş olmaktan memnun değildi.

"Uf be!" Eben içinde tuttuğu nefesini saldı. " Gerçekten cesursunuz, söyleyeyim. Demek öyle -peki içeriye nasıl

gireceğiz? Ordu gid inceye kadar bekleyecek miy iz? Büyük bir ihtimalle ön kapıda b irkaç nöbetçi bırakırlar. Onlarla

kolayca başa çıkabiliriz, değil mi koca adam?" Caramon'u d irseğiy -le dürttü.

"Elbette," diye sırıttı Caramon.


"Planımız bu değil," dedi Gilthanas soğuk bir edayla. Elf, azalmakta olan ışıkta ancak seçilebilen, dağlara doğru

uzanan dar bir vadiyi işaret etti. " Bizim yolu muz oradan. Gecenin örtüsü altında geçeceğiz."

Ayağa kalkarak yürü meye başladı. Tanis ona yetişmek için aceley le ilerled i. " Bu Eben hakkında ne biliyorsun?" diye

sordu yarımelf elfçe, Tika ile çene çalan adama doğru bakarak.

Gilthanas omuzlarını silkti. "Bizimle birlikte koyakta savaşan adamlarla birlikteydi. Hayatta kalan lar Solace'a

götürülmüş ve orada ölmüştü. Demek ki kaçmış. Sonuç olarak ben de kaçabildim," dedi Gilthanas yan gözle Ta -nis'e

bakarak. "Babası ve ondan önce.onun babasının zengin birer tacir o lduğu Kapıyolu'ndan geliyor. Bizi işitemeyeceği

bir yere g ittiğinde diğerleri ailesinin bütün parasını kaybettiğini ve o gün, bugündür hayatını kılıcıyla kazandığ ını

söylediler."

"Ben de bu kadarın ı tah min et miştim zaten," dedi Tanis. " Giysileri zengin giysiler ama daha güzel günleri o lduğu

belli. Onu yanımıza almakla iy i bir karar verdin."

"Onu geride bırakmay ı göze alamazdım," diye cevap verdi Gilthanas ciddiyetle. "İçimizden birinin gözünü ondan

ayırmaması gerek." "Evet." Tanis sessizleşti.

"Ve benim ü zerimden de ayırmamanız gerekt iğini düşünüyors un," dedi Gilthanas gergin bir sesle. "Diğerlerin in ne

söylediklerini biliyoru m -ö zellikle de şövalyenin. A ma sana yemin ederim ki Tanis ben bir hain değilim! Tek b ir şey

istiyorum!" Elfin gö zleri solan ışıkta alev alev yandı. "Ben Ver -minaard'ı yok et mek istiyorum. Ejderha halkımı yok

ederken onu görmeliydin ! Kendi yaşamımı seve seve feda ederdim..." Gilthanas aniden durdu.

325

324

"Ve yanı sıra b izim yaşamlarımızı da mı?" diye sordu Tanis.

Gilthanas onunla yüzleş mek için döndüğünde badem biçimli gözler i Tİ n is'e içten duygularla bakıyordu. " Eğer

merak ediyorsan Tanis, senin yaşa' min in benim için anlamı..." Parmakların ı şıklattı. "Ama halkımın yaşamı be -nim

için her şeydir. Bütün umursadığım bu." Sturm onlara yetişirken ilerle -meye devam etti.

"Tanis," dedi Sturm. " Yaşlı adam haklı. İzlen iyoruz."

kuşku Büyüyor.
Dar yol ovalardan, tepelerin eteklerindeki orman kaplı vadilere doğrudikleşerek tırmanıyordu. Dereyi dağa doğru

izlerlerken akşamın gölgeleripeşlerinde toplaşıyordu. Biraz daha ilerlemişlerd i ki Gilthanas yoldanayrılıp çalıların

içinde kayboldu. Yolarkadaşları birbirlerine kuşkuylabakarak durdular.

"Bu delilik," diye fısıldadı Eben, Tanis'e. "Bu vadide troller yaşar...bu yolu kim açhydı sanıyorsunuz?" Kara saçlı
adam Tan is'in kolunu, yanmelfi şaşırtan soğuk bir tanıdıktık edasıyla tut muştu. "Yaln ız itiraf et meliyim ki ben

buralarda yeniyim; tanrıların hakkı için bana güvenmemekte haklısınız ama bu Gilthanas hakkında neler

biliyorsunuz?"

"Ben biliyoru m..." diye başladı Tan is ama Eben ona kulak asmad ı. "İçimizde ejderan o rdusunun üzerimize kazara

saldırdığına inan mayanlar vard ı, b ilmem an latabiliyor muyu m. Çocuklarla b irlikte tepelerde saklanıyor, Kap ıyolu'na

saldırdıklarından beri ejderan larla savaşıyorduk. Ge-

327

çen hafta bu elfler birdenbire beliri verdiler. Bize Ejderha Yüceefendisinin kalelerinden birine saldıracaklarını,

onlarla g idip yard ım et mek isteyip iste- mediğimizi sordular. Biz de, tabii neden olmasın dedik; Ejderha Yüce

Adam'm işin i bozacak her şeye vanz.

"Tepelere tırmandıkça sin irlerimiz gerilmeye başladı. Her yerde ejderan izleri vard ı! A ma bu elfleri rahatsız

etmiyordu. Gilthanas izlerin eski olduğunu söyledi. O gece kamp kurduk ve nöbetçi dikt ik. Bu pek işimize

yaramad ı; ejderan lar sald ırmadan yirmi saniye kadar önce bizi uyardı o ka dar. Ve..." Eben etrafına bakın ıp daha da

yakına geld i -"uyanıp silahları mızı kavramaya ve o kötü yaratıklarla savaşmaya çalışırken ciflerin seslen diklerini

duydum, sanki biri kaybolmuş gibi. Ve bil bakalım kime sesleni yorlard ı?"

Eben Tanis'e dikkatle baktı. Yarımelf kaşlarını çatarak başını salladı, bu tiyatro gösterisinden rahatsız olmuştu.

"Gilthanas!" diye tısladı Eben. " Git mişti! Ona seslenip durdular...liderlerine!" Adam o mu zlarını silkti. "Bir daha

geldi mi gelmedi mi b ilmiyoru m. Beni yakalad ılar. Solace'a götürdüler b izi, oradan kaçt ım. Her neyse, ben olsaydım

o elfi izleme konusunda iki kere düşünürdüm. Ejderanlar saldırdığında ortalıklarda bulun mamak için geçerli bir

nedeni vardı belki ama..."

"Gilthanas'ı çok uzun za,mandır tanıyoru m," diye sözünü kesti Tan is ters bir edayla; belli ettiğinden daha çok

rahatsız olmuştu.

"Tabii. Ben busen fena olmaz diye düşünmüştüm," dedi Eben sevimli sevimli gülü mseyerek. Tanis'in sırtına dostça

bir vurup, Tika'nın yanına geriledi.

Tanis'in, Caramon ve Sturm'ün anlat ılan ların hepsini duymuş olduğunu anlaması için arkasına bakmasına gerek

yoktu. Ama ikisi de bir şey söylemed i, ve daha Tanis onlarla konuşamadan Gilthanas ağaçların arasından süzülerek

ortaya çıktı.

"Çok u zakta değil," dedi elf. "İleride çalılıklar seyreliyor, o zaman yürü mek daha ko lay olacak."

"Ben ön kapıdan girelim derd im," dedi Eben.

"Ben de ayra fikirdeyim," dedi Caramon. Koca adam, bir ağacın altına kendini b ırakmış oturan kardeşine baktı.

Altınay yorgunluktan solmuştu. Tasslehoff un başı bile yorgun argın bükülmüştü.


"Bu gecelik burada kamp ku rar, sabah şafakla kapıdan gireriz," diye önerdi Sturm.

"İlk plana sadık kalacağız," dedi Tan is sert bir biçimde. "Sla-Mori'ye varınca kamp kurarız."

Bunun üzerine Flint konuştu. "İstersen gidip kapının zilin i çal ve Hükü mdar Verminaard'dan bizi içeri almasın ı iste

Sturm Brightblade. Eminim çok memnun olacakt ır. Haydi Tanis." Cüce ayakların ı yere vura vura yoldan ilerled i.

"En azından," dedi Tanis, Sturm'e alçak bir sesle, "belki bu bizi izleyeni caydırır."

"Her kim veya her neyse," diye cevap verdi Sturm. "Ormandan iyi anlıyor, bunu söyleyebilirim. Ne zaman gözü me

takılsa ve onu bulmak için geriye dönsem yok oluyor. Onu pusuya düşürmeyi düşünmüştüm ama vakit yok,"

Çalılar arasından çıkıp rahat bir nefes alan grup, g ranit bir uçuru mun altına vard ı. Gilthanas birkaç yüz met re bu

uçurum boyunca yürüdü, elleriy le kaya üzerinde bir şey arıyordu. Aniden durdu.

"Geldik," diye fısıldadı. Tuniğine u zanarak, yu muşak boğuk sarı bir ışıkla parlamaya başlayan ufak bir taş çıkarttı.

Elini kaya yüzeyinde gezd iren elf aradığ ı şeyi buldu - gran it içinde küçük bir oyuk. Tnşı oyuğa koydu ve gece

havasında görünmeyen bazı sembollerin işaretlerin i yaparak kadim bazı sözler tekrarlamaya başladı.

"Pek etkiley ici," diye fısıldadı Fizban. "Onun da bizden biri olduğunu bilmiyordum," dedi Raistlin'e.

"Bir amatör o kadar," diye cevap verdi büyücü. Öte yandan yorgun argın asasına dayanarak Gilthanas'ı dikkatle

izled i.

Aniden ve sessizce koca b ir taş blok uçurumun yüzünden ayrılarak yavaş yavaş bir yana doğru hareket etmeye

başladı. Kayada açılan kocaman delikten serin ve nemli b ir hava dışarıya akarken yolarkadaşları geri çekildiler.

"Orada ne var?" diye sordu Caramon kuşkuyla.

"Artık orada ne olduğunu bilmiyoru m," diye cevap verdi Gilthanas. Hiç girmedim. Buranın yerin i, halkımın irfan

bilgilerinden biliyoru m."

"Tamam," diye homurdandı Caramon. "Orada ne var imiş?"

Gilthanas duraksadıktan sonra konuştu. "Burası Kith-Kanan'ın mezar odası."

"Biraz daha hortlak," diye ho murdandı Flint, karanlığa doğru bakarak. Önce büyücüyü yollayın da içeri geldiğ imiz

konusunda onları uyarsın."

"Cüceyi atın içeri," diye karşılık verd i Raistlin. "On lar karan lık, rutubetli mağaralarda yaşamaya alışıkt ır."

"Sen dağ cücelerinden söz ediyorsun!" dedi Flint sakalı diken diken olarak. "Tepelerin cüceleri Thorbardin

krallığ ında yeraltında yaşamayah çok oldu."

328

"Kovuldunuz diye o da!" diye t ısladı Raistlin.

"Kesin şunu, ikiniz de!" dedi Tanis çileden çıkarak. " Raistlin bu yer hak. kında neler seziyorsun?"

"Kötülük. Büyük bir kötülük," diye cevap verdi büyücü.


"Ama ben büyük bir iyilik de hissediyorum," diye konuştu Fizban hiç

umulmadık bir anda. " Yerlerine hükü m sürmek için kötü şeyler gelmiş ol --

sa da içerideki elfler tamamen unutulmamış."

"Bu delilik!" diye bağırd ı Eben. Ses, tekin o lmayan bir halde kayaların arasında yankılandı; diğerleri irkilerek telaşla

ona döndüler. "Özür d ile rim," dedi sesini alçaltarak. "Ama sizin oraya gireceğinize inanamıyoru m! O deliğin içinde

kötülük olduğunu söylemek için büyücü olmaya gerek! yok. Bunu ben de hissedebiliyoru m! Dönüp öne dolaşalım,"

diye ısrar etti. "Mutlaka en fazla b ir iki nöbetçi olacakt ır -ama bu, şu karanlığın gerisinde dolanan şey her neyse

ondan daha iyidir!"

"Bir açıdan hakli Tanis," dedi Caramon. "Ölü lerle dövüşülmez. Bunu Kararık Orman'da öğrendik."

"Burası tek yol!" dedi Gilthanas hiddetle. "Eğer bu kadar korkaksanız..."

"Korkaklık ile tedbir arasında fark vardır Gilthanas," dedi Tanis, sesi ciddi ve sakindi. Yarımelf bir an için düş ündü.

"Ön kapıdaki muhafızları haklayabiliriz ama bu arada başkaların ı uyaracaklard ır. Ben, en azından bura -' dan girip bir

bakalım derim. Flint, sen önü çek.Rasitlin senin ışığ ına ihtiyacımız olacak."

"Shirak," dedi büyücü yavaşça ve asasının üzerindeki kristal parlamaya başladı. Flint ile birlikte mağaraya dald ılar,

diğerleri hemen arkalarından izliyordu.Girdikleri tünelin kadim zamanlardan kalma o lduğu belliydi ama doğal mı

yapay mıydı, bunu söylemek imkansızdı.

"Bizi izleyene ne yapacağız?" diye sordu Sturm alçak sesle. " Girişi açık mı b ırakacağız?"

"İyi bir tuzak," diye aynı fikirde o lduğunu beyan etti Tanis. "Biraz açık bırak Gilthanas; bizi izleyen her kimse bizim

buraya girmiş olduğumuzu anlamasını ama bunun bir tuzak olduğunu tahmin et memesini sağla yacak kadar."

Gilthanas taşı çıkartarak, g irişin iç kıs mındaki b ir oyuğa koydu ve bir-kaç söz söyledi. Kaya sessizce yerine

oturmaya başladı. Son anda, kapan-madan on beş-yirmi santim önce Gilthanas çabucak kıy metli taşı yerinden; aldı.

Kaya sarsılarak durdu; şövalye, elf ve yanmelf yolarkadaşlarıy la Sla -Mori'nin girişinde buluştu.

"Çok toz var," diye fapor etti Raistlin öksürerek, "ama hiç iz yok, en azından mağaran ın bu kısmında."

"Kırk metre kadar sonra bir kavşak var," diye ekled i Flint. "Orada ayak izlerine rastladık ama ne olduklarını

çıkartamadık. Ne ejderan, ne de hob-

goblin izlerine benzemiyorlar ve bu tarafa doğru gelmiyorlar. Büyücü kötülüğün yolun sağ tarafından geldiğini

söylüyor."

"Bu gecelik burada geceleyeceğiz," dedi Tanis, "girişin yakın ında. İki nöbetçi bırakacağız -b iri kapın ın yanında biri

koridorda. Sturm, sen Cara -monla ilk nöbeti al. Gilthanas ile ben, Eben ile Nehiryeli, Flint ile Tassle-

hoff."

"Ve ben," dedi Tika büyük bir cesaretle; gerçi hayatı boyunca bu kadar yorulmuş olduğun u hiç hatırlamıyordu. "Ben
de kendi sıram gelince nöbet tutacağım."

Tanis, karan lığ ın tebessümünü gizlediğine memnundu. "Tamam," dedi. "Sen de Flint ve Tasslehoff ile b irlikte nöbet

tutarsın."

"Gü zel!" diye cevap verdi Tika. Bohçasını açıp b ir battaniyeyi silkeledi, yere serdi; bu arada Caramon'un gözlerin in

üzerinde olduğunun hep farkındaydı. Eben'in de kendisini seyrettiğini fark etti. Bu u murunda değildi. Kendisine

hayran hayran bakan adamlara alışkındı zaten ve Eben, Cara-mon'dan bile yakışıklıydı. Koca savaşçıdan daha zeki

ve daha çekici olduğu da bir gerçekti. Yine de, Caramon'un onu saran kolları hatırlad ıkça son derece nefis bir

korkuyla titriyordu, l latıray ı aklından uzaklaştırarak rahat etmeye çalıştı. Zincirden zırh soğuktu ve bluzunu delip

etine batıyordu. Yine de d iğerlerin in kendi zırhların ı çıkart madıkların ı görmüştü. Sonra, levhalardan yapılma bir zırh

giyiyor olsaydı dahi uyuyabilecek kadar yorgundu. Uykuya dalarken Tika'nın son hatırlad ığı, Caramon ile yalnız

olmadıkları tçin şükret mesiydi.

Altınay savaşçının gözlerin in Tika'nın üzerinde oynaştığını gördü. Gü lü mseyip başıyla onaylayan Nehiryeli'ne bir

şeyler fısıldadıktan sonra onun yanından ayrılarak Caramon'a doğru yürüdü. Koluna dokunarak, onu diğerlerinin

yanından uzaklaştırıp mağaranın gölgeleri arasına götürdü.

"Tanis bana bir ablanız olduğunu söyledi," diye söze başladı.

"Evet," diye cevap verdi Caramon şaşırarak. "Kitiara. Gerçi üvey ablam sayihr."

Altınay gülümseyerek elini kibarca Caramon'un koluna koydu. "Seninle bir abla g ibi konu şacağım."

Caramon sırıttı. "Kitiara gib i konuşamazsın Que-shu hanımı. Kitbana, duyduğum her kü frün anlamını öğretmişti,

birkaç tane de hiç duymadığ ım küfrün. Bana kılıç ku llan masını, turnuvalarda şerefimle dövüşmesini öğ -retti ama

hakemler bakmadığında bir adamın kasıklarına nasıl vurulur, onu da öğretti. Hay ır hanımefendi, sen benim ablama

hiç benzemiyorsun."

331

330

Altınay'ın gözleri, yanmelfin aşık olduğunu düşündüğü bu kadının portresi karşısında fal taşı gibi açılmıştı. "A ma

ben onun Tanis ile, yani on. ların..."

Caramon göz kırptı. "Öy leydiler!" dedi.

Altınay derin bir nefes ald ı. Konuşmanın buralara geleceğin i hiç tahmin et memişti ama yine de sonunda istediği

konuya gelmişti. "Madem laf açıl. di, ben de seninle o konuda konuşmak istiyordum. Yaln ız, burada söz konusu olan

Tika."

"Tika mı?" Caramon kızardı. "O koca bir kız. Affedersin ama seni neden ilg ilendirdiğ ini an layamad ım."

"O bir kız Caramon," dedi Altınay kibarca. "Anlamıyor musun?"


Caramon boş boş baktı. Tika'mn bir kız o lduğunu biliyordu. Altınay ne demek istiyordu acaba? Sonra aniden

anlayarak gözlerin i kırpıştırd ı ve ho murdandı. " Yo, o..."

"Evet." Altınay içini çekti. "Öyle. Daha önce hiç kimseyle b irlikte olmamış. Bana anlattı, koruda onun zırhın ı

takarken. Korkuyor Caramon. Birço k hikaye duymuş. Onun üzerine varma. Senin takd irini kazan mayı çok istiyor,

bunu kazanmak için her şeyi yapabilir. Fakat bunu, ileride piş man olacağı b ir şeyi yaptırmak için b ir bahane olarak

kullan ma. Eğer onu gerçekten seviyorsan zaman bunu kanıtlayacak ve bu anın tatlılığını arttıracakt ır."

"Galiba sen bunu iyi biliyorsun hn?" dedi Caramon, A ltınay'a bakarak.

"Evet," dedi,kadın yavaşça gözleri Nehiryeli'ne kayarak. "Biz çok uzun süredir bekled ik ve bazen bunun acısı

katlanılmaz oluyor. Fakat halkımın ku ralları katıd ır. Gerçi art ık bir anlamı kaldığın ı zannetmiyoru m," bir fısıltı

halinde konuşuyordu, Caramon'dan çok kendi kendine, "sadece ikimiz kald ığımıza göre. A ma bir yandan bu, işi daha

da önemli kılıyor. Birbirimize sözü mü zü verdiğ imizde karı koca olacağ ız. O zamandan önce değil."

"Anlıyorum. Bana Tika hakkında söylediklerin için teşekkür ederim," dedi Caramon. Beceriksizce Alt may'ın

omzunu sıvazlad ı ve nöbet yerine geri döndü.

Gece sessizce ilerledi, on ları izleyenden bir iz yoktu. Nöbet değiş ince Tanis, Eben'in hikayesini Gilthanas ile konuştu

ve onu hiç tatmin et meyen bir cevap aldı. Evet, adamın anlattıkları doğruydu. Ejderanlar saldırd ıklarında Gilthanas

yokmuş. O druit leri yard ım et meleri için ikna et meye çalışıyormuş. Savaş sesi duyup da döndüğünde de biri başına

vurmuş. Bütün bunları Tanis'e alçak ve acı b ir sesle anlat mıştı.

Yo larkadaşları sabahın solgun ışığı kapıdan süzülünce uyanmışlardı. Hızla yenen bir kahvaltıdan sonra eşyalarını

toplayarak Sla-Mori'ye doğru koridorda ilerled iler.

Kavşağa varınca her iki yönü de tetkik ettiler -yani hem sağa, hem sola g iden yolu. Neh iryeli izleri incelemek için

diz çöktü; sonra yüzünde kafası karış mış bir ifade ile ayağa kalktı.

"Bunlar insan," dedi, "ama insan değiller. -Hayvan izleri de var-büyük bir ihtimalle fareler. Cüce haklıydı. Ejderan

ve goblin izi göremiyoru m. Fakat tuhaf olan ı, yolların kavuştuğu bu noktada hayvan izleri yok oluyor. Sağ taraftaki

koridora doğru ilerlemiyor. Diğer garip izler de sola doğru git miyor."

"Evet, biz hangi tara ftan gideceğiz yani?" diye sordu Tanis.

"Ben hiçbirinden git meyelim derin i!" diye beyan etti Eben. " Giriş hala açık. Haydi, geri dönelim."

"Geri dön mek gib i bir seçenek yok art ık," dedi Tanis soğuk bir edayla. " Git men için bir tek sana izin verebilirim,

ama..."

"Ama bana güvenmiyorsun," diye bitirdi Eben. "Seni suçlamıyorum Tanis Yarımelf. Tamam, yardım edeceğimi

söylemiştim ve söylediğim şeyi de kastediyorum. Hangi taraf -sol mu , sağ mı?"

"Kötülük sağdan geliyor," diye fısıldadı Raistlin.


"Gilthanas?" diye sordu Tanis. "Ne taraftan gideceğimiz konusunda bir fikrin var mı?"

"Hayır Tanthalas," diye cevapladı elf. "Efsaneye göre Sla-Mori'den Pax Tharkas'a bir sürü geçit varmış -hepsi de

gizli. Sadece elf rah iplerin buraya git melerine izin verilirmiş, ölülere g örevlerin i yerine getirsinler diye. Her yol b ir

diğeri kadar iyi."

"Ya da kötü," diye fısıldadı Tasslehoff Tika'ya. Yut kunan kız, Caramon'a yaklaştı.

"Sola gideceğiz," dedi Tanis, " Raistlin sağ taraftan huzursuz olduğuna göre."

Büyücünün asasının ışığında yürüyen yolarkadaşları tozlu, taşlarla kaplan mış koridorda birkaç yüz metre ilerledikten

sonra, içinden sadece karanlığın göründüğü bir delik olan kadim bir taş duvara vardılar. Raistlin'in min ik ışığı, büyük

bir salonun uzaktaki duvarlarını anca aydınlat ıyordu.

Önce, asasını yukarda tutan büyücünün yanından savaşçılar gird i. Devasa salon belli ki b ir zamanlar muhteşemdi

ama artık öyle bir harabiyet yaşıyordu ki solmuş şaşaası acıklı ve ko rkunç görünüyordu. Salon boyunca iki sıra

halinde yedişer sütun uzanıyordu, gerçi b ir kısmı yere devrilmişti. Uzaktaki duvarın bir kıs mı içeri doğru çökmüştü;

bu Afet'in yıkıcı gücünün bir göstergesiydi. Odanın en arkasında bronzdan iki tane çift li kapı duruyordu.

Raistlin ilerlerken, diğerleri ellerinde kılıçlan yayıld ılar. Aniden salonun ön tarafında bulunan Caramon boğulur gibi

bir çığlık attı. Büyücü, Cara-mon'un t itreyen parmağıyla işaret ettiği yeri aydınlat mak için aceleyle ilerledi.

333

332

Önlerinde, granitten işlenerek oyulmuş yekpare bir taht vardı. İki kocaman mermer heykel tahtın yanlarında duruyor,

kör gözleri karanlığa doğru bakıyordu. Korunan taht boş değildi. Üzerinde bir zaman lar bir erkek olduğu anlaşılan

bir iskelet kalıntısı vardı -ölü mün her şeyi eşitleyen vasfı nedeniyle adamın hangi ırktan olduğunu kimse bilemezd i.

Bu şekil, solup gitmiş olsa da hala zenginliklerin in izlerin i taşıyan bir krallık g iysisi giy miş ti. Kuru o mu zlarını b ir

pelerin örtüyordu. Et leri kalmamış kafasında bir taç parlıyordu. Kemikli elleri, ölü m içinde zarafet le u zanan

parmaklan nındaki bir kılıcın üzerinde duruyordu.

Gilthanas dizleri üzerine düştü. "Kith-Kanan," dedi bir fısılt ı halinde "Kadimler Salonu'nda duruyoruz, onun

gömülü mezarında. Elf dinadam lan Afet'te kaybolduğundan bu yana kimse bunu görmedi."

Yavaş yavaş, ne olduğunu kendisinin de anlayamad ığı h islerine yenilerek dizleri ü zerine çökünceye kadar Tanis de

tahta baktı durdu. "Fealan thalos, im mu rquanethi. Sai Kith -Kananoth Murtari Larion," diye mırıldandı, elf

krallarının en büyüğüne takdirle.

"Ne kadar gü zel bir kılıç," dedi Tasslehoff, saygın sessizliğ i bozan cırt lak sesiyle. Tanis ona sert sert baktı. "Onu

alacak değilim," d iye it iraz etti kender, incin miş görünüyordu. "Sadece söyledim, ilginç b ir eşya olması dolay ısıyla."

Tanis ayağa kalkt ı. " Dokun ma," dedi sertçe kendere, sonra odanın diğer taraflarını incelemek için u zaklaştı.
Tas kılıcı incelemek için yaklaştığında, Raistlin de onunla ilerledi. Büyücü mırıldan maya başlamıştı. "Tsaran

korilath ith hakon," ve elini kılıcın ü zerinde belli b ir biçimde hızlı hızlı hareket ettiriyordu. Kılıç hafif kırmızı bir

parlaklıkla parlamaya başladı. Raistlin gülü mseyerek yavaşça, "tılsım lı," dedi.

Tas'ın nefesi kesilmişti. "İyi bir tılsım mı? Kötü bir t ılsım mı?"

"Bilmem mü mkün değil," diye fısıldadı büyücü. "Fakat bu kadar uzun sû-' red ir h iç ellen meden kald ığına göre, ben

buna dokunmayı göze almazdım!"

Tas'ı, Tanis'in sözünden çıkıp, garip bir şeye dönüşmeyi göze almaya cesareti var mı yok mu diye düşünceler içinde

bırakıp dönerek ayrıldı.

Kender aklını çelen şeylerle savaşırken d iğerleri duvarları g izli b ir g iriş bulmak için araştırdı. Flint onlara, cüce

yapımı g izli kapılar ile ilgili ayrıntılı ve uzun bilgiler vererek yardımcı oluyordu. Gilthanas, Kith -Kanan'ın tahtın ın

öte yanında bulunan bronzdan koca çifte kapının yan ma g itti. Üzerinde Pax Tharkas'ın ana hatlarıyla bir haritası

bulunan kapılardan biri aralıkt ı. Işık isteyen Gilthanas, Raistlin ile birlikte haritayı incelemeye koyuldu.

Caramon, çok önceleri ö lüp git miş kralın iskeletine son bir bakış fırlattıktan sonra gizli kapı aramada Sturm ve

Flint'e katıldı. Sonunda Flint ses -

lendi, "Tasslehoff, seni beş para etmez kender seni, bu senin uzmanlık dalın. En azından hazine odalarına açılan,

yüzlerce yıldır gizli kalmış kap ıları nasıl bulduğun konusunda atar tutarsın."

"Böyle bir yerdeydi üstelik," dedi Tas, kılıca olan merakını unutuvermiş -ti. Yardım et mek için zıplayarak g iderken

aniden durdu.

"O ne?" diye sordu kulak kabartarak.

"Ne ne?" dedi Flint bir yandan duvarlara vururken aklı başka yerde.

"Bir sürtünme sesi var," dedi kender aklı karışarak. "O kap ılardan geliyor."

Tanis başını kald ırarak baktı, daha önce Tasslehoff'un duyduklarına saygı göstermeyi öğren mişti. Gilthanas ile

Raistlin'in haritaya dalıp git miş oldukları kapılara doğru ilerled i. Aniden Raistlin bir adım geriled i. Açık kap ıdan

odaya kötü kokulu bir hava dolmuştu. Artık herkes sürtünme sesini ve hafif, ezilme gürültüsünü duyabiliyordu.

"Kapıyı kapatın!" diye fısıldadı Raistlin aceley le.

"Caramon!" diye bağırd ı Tanis. "Sturm!" İkisi birden Eben ile b irlikte kapıya doğru koşturmaya başlamışlardı. Hepsi

kapıya dayandı ama bronz kap ılar savrularak açılıp büyük bir gümbürtüyle duvarlara çarparken geriye savruldular.

Bir canavar kayarak salona girdi.

"Mishakal bize yardım et!" dedi b ir nefeste tanrıçanın adın ı anan Altınay duvar dib ine çökerek. O kocaman şey

odaya, koca gövdesine rağmen büyük bir hızla girdi. Duy muş oldukları sürtünme sesi onun devasa, şiş bedeninin

yerde kay masından kaynaklanıyordu.


"Bir sümüklüböcek!" dedi onu incelemek için koş up giden Tas büyük bir merakla. "A ma şunun cüssesine bir bakın!

Acaba nasıl oldu da böyle büyüdü? Acaba neyle besleniyor..."

"Bizimle budala!" diye bağırdı Flint kenderi tutup, kocaman sümüklüböcek tükürürken onu yana savurarak.

Canavarın başındaki ince, dönüp duran sapların üzerindeki gözleri pek bir işe yaramıyordu ve bunlara pek bir

ihtiyacı da yoktu. Karan lıkta sadece kokuyla sıçanları bulup yutuyordu sümüklüböcek. Şimd i ise çok daha büyük

avların o lduğunu fark et miş ve felç eden tükrüğünü deliler g ibi arzulad ığı canlı ete doğru fışkırt mıştı.

Ölü mcü l sıvı, yuvarlanarak kaçan kender ile cüceyi ıska geçmişti. Sturm ile Caramon, saldırarak kılıçlarını yaratığa

sapladılar. Caramon'un kılıcı kalın, lastikimsi derisine girmemişti bile. Sturm'ün çift ağızlı kıl ıcı biraz işlemiş,

sümüklüböceğin acıyla gerilemesine neden olmuştu. Sümü klüböceğin başı şövalyeye doğru dönerken Tanis ileri

doğru saldırdı...

"Tanthalas!"

Çığlık Tanis'in konsantrasyonunu bozdu; yarımelf şaşkınlıkla salonun girişine bakarak durdu.

"Laurana!" .

334.

335

Tam o anda sümüklüböcek yarımelfi hissederek kemirici tükürüğü m ona doğru fırlattı. Tü krük yanmelfin kılıcına

isabet ederek metalin köpü rüp tütmesine ve elinde eriyip g it mesine neden oldu. Yakan sıv ı kolunda] aşağıya

süzülerek et ini yaktı. Acıyla haykıran Tanis dizleri ü zerine düştü

"Tanthalas!" diye tekrar haykırd ı ü mrana ona doğru koşarken.

"Durdurun onu!" dedi nefesi kesilen Tanis, acıdan iki büklü m o lmuş; aniden karararak ku llan ılmaz bir hale gelen

kılıç kullandığı elini ve kolun tutuyordu.

Başarılı olduğunu hisseden sümüklüböcek zonk zonk atan gri bedenini ka -pılardan çekerek ileriye kaydı. Alt ınay

devasa canavara korku dolu bir bakış fırlattı ve Tan is'e doğru koştu. Nehiryeli onların ü zerine korurcasına dikildi.

"Uzaklaş!" dedi Tanis kenetlenmiş dişleri arasından.

Altmay onun yaralı elin i kendi elleri arasına aldı ve tanrıçaya dua etmeye başladı. Nehiryeli yayına bir ok

yerleştirerek sümü klüböceğe fırlattı. Ok, pek bir zarar vermeden ama Tan is'in ü zerindeki dikkat ini dağıtarak ya

ratığın boynuna saplandı.

Yarımelf, Alt may'in elin in kendi eline değdiğini gördü ama acıdan başka bir şey hissetmiyordu. Sonra acı geçti ve

eline h issi geri geld i. Daha ne ler o luyor diye bakmak için başını kald ırırken, Alt ınay'a gülü mseyerek ka din in

iyileştirme gücüne hayret etti.

Diğerleri yaratığa artan bir hiddetle saldırıyor, onu Tanis'ten uzaklaştır maya çalışıyorlard ı ama kılıçların ı kalın,
lastik g ibi b ir duvara saplamak gib i bir şeydi bu.

Tanis sallanarak ayağa kalktı. Eli iy ileşmişti ama kılıcı yerde yatıyordu! erimiş bir metal yığın ı olarak. Yayı hariç b ir

silahı kalmadığ ından, sümük-lüböcek odaya kayarken A lt may'ı da çekerek geri çekild i.

Raistlin Fizban'ın yanına koştu. "Şimdi ateştopunu atmanın zamanı Yaşlı Kişi," dedi nefes nefese.

"Öyle mi?" Fizban'ın yüzü mut lulukla dolmuştu. "Harika! Nasıl yapılıyordu?"

"Hatırlamıyor musun!" Raistlin, sümüklüböcek başka bir tükürük kurt-ceğ ini yere yollarken büyücüyü bir sütunun

arkasına çekerken en i konu ci-y aklamış ti.

"Ben genellikle...dur bakay ım." Fizban konsantre oldukça kaşları çat ıl "Sen yapamaz mısın?"

"Benim daha o gücüm yok Yaşlı Kişi! O büyü hâlâ gücümün dışında Raistlin gözlerini kapatarak bildiği büyülere

konsantre olmaya başladı.

"Geriye! Bu radan çıkın!" diye bağırdı Tanis, bir yandan ok ve yay ını karmaya çalışırken, bir yandan da elinden

geldiğince Laurana ve Alt ına kalkan o lmaya çalışıyordu.

"Arkamızdan gelecek!" diye bağırd ı Sturm, b ir kez daha kılıcın ı saplayarak. Fakat Caramon ile bütün başarabildikleri

canavarı daha da hiddetlendirmek olmuştu.

Aniden Raistlin ellerini kaldırdı. "Kalith Icaran, tobanis -kar!" diye bağırdı ve parmaklarından alevli o klar fırlay ıp

yaratığın kafasına isabet etti. Sü müklüböcek sessiz bir ızd ırapla geri çekilerek başını salladı ama avına tekrar geri

döndü. Aniden, Tanis'in, Alt may ile Laurana'y ı koru maya çalıştığı yerde, odanın gerisinde bazı kurbanlann olduğunu

hissederek ileri doğru bir hamlede bulundu. Acı ile deliren, kan ko kusuyla çıldıran sümüklüböcek inanılmaz bir hızla

saldırıyordu. Tan is'in okları lastik gibi derisinden geri sekiyordu; yaratık ona doğru saldırırken ağ zın ı açtı. Yarımelf

işe yaramayan yayını düşürerek gerilemeye başladı ve neredeyse Kith -Kanan'ın tahtına giden basamaklara takılıp

düşecekti.

"Tahtın arkasına!" diye bağırdı Alt may ile Laurana saklan mak için kaçarken canavarın dikkatin i üzerine çekmeye

çalışarak. El yordamıyla yarat ığa fırlatabileceği kocaman bir taş, herhangi bir şey aramaya başlamıştı ki parmaklan

bir kılıcın metal kab/asını kavradı.

Tanis neredeyse hayretten silahı düşürecekti. Metal o kadar soğuktu ki elini yakmıştı. ! Kılıcın keskin y ü/ü

büyücünün asasının dalgalanan ışığıyla parıl parıl parlıyordu. Ama düşünecek zaman yo ktu. Tanis kılıcın ucunu, tam

öldürmek için çullanırken sümü klüböceğin açılmış ağzına soktu.

"Kaçın!" diye bağırd ı Tanis. Laurana'y ı elinden tuttuğu gibi, deliğe doğ1, ru çekt i. Kızı delikten iterek geri döndü,

diğerleri kaçarken sümü klüböceği tutabilmek için. Fakat sümüklüböceğin iştahı kaçmıştı. Istırapla kıvrılan yarat ık

yavaş yavaş döndü ve yuvasına sürünmeye başladı. Yaralanndan berrak, yapışkan bir sıvı akıyordu.

Yo larkadaşları tünele doluştular ve kalp atışlarını sakin leştirmek, nefes -len mek için biraz durdular. Hırıltıy la soluyan
Raistlin kardeşine dayandı. Tanis etrafına bakındı. "Tasslehoff nerede?" diye sordu asabiyetle. Salona git mek için

geri döndüğünde neredeyse kenderin üzerine çıkıyordu.

"Sana kının ı getirdim," dedi Tas uzatarak. "Kılıç için."

"Tünele geri," dedi Tanis sertçe, herkesin sorularını durdurarak.

Kavşağa vardıklarında, din lemek için to zlu zemine çöken Tanis elf kızına döndü. "Cehennem adına, burada ne işin

var Laurana? Qalinost'ta bir şey mi oldu?"

"Hiçbir şey olmadı," dedi Laurana, sümüklüböcekle olan karşılaşmadan sonra titreyerek. "Ben...ben...sadece geldim

işte."

"O zaman hemen geri gidiyorsun!" diye bağırdı Gilthanas hiddetle, La -urana'yı sertçe tutarak. Kız kendini onun

elinden kurtard ı. •

337

336

"Geriye meriye git miyorum," dedi kız terslenerek. "Seninle, Tanis'le ve diğerleriyle geliyorum."

"Laurana bu delilik," diye söze karıştı Tanis. "Biz gezmeye git miyoruz. Bu bir oyun değil. Orada neler o lduğunu

gördün -neredeyse ölüyorduk!"

"Biliyoru m Tanthalas," dedi Laurana yalvarırcasına. Sesi tit reyerek kekeled i. " Bana, inandığın bir şey için hayatını

tehlikeye at man ın bir zamanı olduğunu söylemiştin. Seni izleyen benim."

"Olebilirdin..." diye başladı Gilthanas.

"Ama ölmed im!" diye bağırdı Laurana küstahça. "Ben bir savaşçı olarak eğit ildim -bütün elf kadın ları öyle,

yurdumuzu koru mak için erkeklerimiz-/ le birlikte savaşmak zorunda kaldığımız zamanların an ısına."

"Bu ciddi b ir eğitim değildi..." diye başladı Tan is hiddetle.

"Sizi izledim, değil mi?" diye sordu Laurana, Sturm'e bir bakış atarak. "Becereb ild im mi?" d iye sordu şövalyeye.

"Evet," diye itiraf etti adam.

"Yine de bu demek değil ki..." ,

Raistlin onun sözünü kesti. "Zaman kaybediyoruz," diye fısıldadı büyücü. "Ben, en azından bu rutubetli ve küflü

tünelde gerektiğinden fazla kalmak istemiyoru m." Hırıl h ırıl soluyor, zorlu kla nefes alabiliyordu. "Kız kararın ı

vermiş. Onunla geri göndermek için kimseyi veremey iz; onun tek başına gitmesine de güvenemeyiz. Yakalan ıp,

planlarımızı açığa çıkartabilir. Onu yanımıza almak zorundayız."

Tanis, büyücünün soğuk, hissiz mant ığından ve haklı o lmasından nefret ederek ona sert sert baktı. Yarımclf ayağa

kalkarak, Laurana'yı sertçe çekip kald ırd ı. Neredeyse, nedenini anlamadan, sadece zor o lan bir işi daha da

zorlaştırdığı için ondan da nefret edecekti.


"Kendi başına buyruksun," dedi kıza sessizce, diğerleri de kalkıp eşyaların ı toplarken. "Ben etrafında durup seni

koruyamam. Gilthanas da. Şımarık bir velet gib i davrandın. Sana daha önce bir kere -söylemiştim -büyüsen fena

olmayacak. Şimdi, eğer büyümezsen hem kendin ö leceksin hem de b izim ölü mü mü ze neden olacaksın!"

"Üzgünüm Tanthalas," dedi Laurana, onun kızg ın bakışlarından gözlerini kaçırarak. "Ama seni bir kez daha

kaybedemezdim. Seni seviyorum." Dudakları gerildi ve yavaşça, "benimle gurur duy manı sağlayacağım," dedi.

Tanis dönerek uzaklaştı. Caramon'un sırıtan yüzünü görüp, Tika'n ın kıkırdamasını duyunca kızardı. On lara kulak

asmayarak Sturm ve Giltha-nas'a yaklaştı. "Sonuç olarak sağdaki koridoru seçmek zorundayız gibi, Ra-istlin'in

kötülük hakkındaki hisleri doğru olsun olmasın." Yeni kılıcı kemerin i ve kınını bağlarken Ra istlin'in gözlerin in silah

üzerinde oynaştığını gördü.

"Simdi ne var?" dedi huzursuzca.

"Kılıç büyülü," dedi Raistlin yavaşça, öksürerek. Nasıl aldın?

Tanis şaşırdı. Sanki aniden yılana dönüşüverecekmiş gibi elini, ü zerinde gezdirerek kılıca bakt ı. Hat ırlamaya

çalışarak kaşların ı çattı. "Elf kralın ın cesedinin yanındaydım, sümüklüböceğe atabilecek bir şeyler arıyordu m. aniden

kılıç elime geliverdi. Kın ından çıkmıştı ve..." Tanış yutkunarak duraksadı

Ee?diye peşini b ırakmad ı Raistlin, gözleri şevkle pırıldıyordu.

"O, onu bana verdi," dedi Tanis yavaşça. "Elin in bana değdiğini hatır

lıyoru m. Kın ından çekip çıkarttı."

"Kim?" diye sordu Gilthanas. "Hiçbirimiz sana yakın değild ik.

"Kith-Kanan..."

339

338

10

Kraliyet Muhafızı. Zincir Odası. .

elki de bu sadece bir hayal ürünüydü ama tünelden aşağıya indikçe karan lık daha da yoğunlaşıyor, hava daha da

soğuyor gibiydi. Isın ın hep sabit olması gereken bir yerde, bunun doğal olmadığ ını an lamak için kimsenin cüceye

ihtiyacı yoktu. Tünelde bir yol ayrımına vardılar; fakat h içbirinin, yol onları Kad im Salona -ve yaralı
sümüklüböceğe- çıkart ır d iye sola git meye gönlü yoktu.

"Elf neredeyse bizi sümü klüböceğe öldürtecekti," dedi Eben suçlayarak. "Acaba burada bizi ne bekliyor?"

Kimse cevap vermedi. Artık herkes art makta olan ve Raistlin'in on ları uyarmış olduğu kötülük hissini yaşamaya

başlamıştı. Adımları yavaşladı; ancak grup iradesiyle ilerlemeye devam ediyorlardı. Laurana korkunun ellerini

ayaklarım şiddetle sarstığını hissetti ve destek almak için duvara yaslandı. Tan is'in onu avutmasını, onu koru masını

arzu luyordu, tıpkı daha gençken hayali düşmanlarla karşılaştıklarında yaptığı g ibi ama o, sıranın

başında ağabeyi ile yürüyordu. Herkesin başa çıkması gereken kendi korkusu vardı. Tam o anda Laurnna'y a sanki

daha onların yardımın ı isteyeme-den ölecekmiş gibi geldi. O zaman, Tanis'e, kendisiyle gurur duymasını istediğim

söylediğinde gerçekten ciddi olduğunu anlayıverdi. Kendini u falanan tünelin duvarından ayırarak d işlerini sıktı ve

ilerlemeye devam etti.

Tünel aniden sona erdi. Kaya duvarın içindeki b ir deliğin altında ufalan mış taşlar ve molo z vard ı. Deliğ in gerisindeki

karanlıktan akan hain b ir kötülük h issinin neredeyse, görünmeyen parmakların teması g ibi ten ü zerinden ürpertip

geçtiği hissediliyordu. Yo larkadaşlan durdu, hiçbiri -serinkan lı kender b ile - içeri girmeye cesaret edemiyordu.

"Korktuğumdan değil," diye açıklamada bulundu Tas bir fısılt ı halinde Flint'e. "Sadece başka bir yerde o lmayı tercih

ederdim."

Sessizlik ezici o lmaya başlamıştı. Herkes kendi kalp atışların ı ve diğerlerin in nefes seslerini duyabiliyordu. Işık,

büyücünün titreyen elinde sarsılıyor, dalgalanıyordu.

"Evet, burada sonsuza kadar duramayız," dedi Eben boğuk bir sesle. "Bırakın elf girsin. Bizi buraya getiren o!"

"Girerim," diye cevap verdi Gilthanas. "Anın ışığa ihtiyacım olacak."

"Asaya benden başka kimse dokunamaz," diye tısladı Raistlin. Durakladı, sonra gönülsüzce ekledi, "seninle gelirim."

"Raist..." diye başladı Caramon fakat kardeşi ona soğuk soğuk baktı. "Ben de gideceğim," diye mırıldandı koca

adam.

"Hayır," dedi Tan is. "Sen burada kal ve diğerlerini koru. Gilthanas, Raistlin ve ben gideceğiz."

Gilthanas ardında büyücü ve Tanis ile duvardaki delikten. g irdi; yarımeff Raistlin'e yardım ediyordu. Işık, asanın

ulaşamadığı karanlıklara doğru gözden kaybolan dar bir odayı gözler önüne serdi. Her iki yanda da sıra sıra,

doğrudan kaya duvara raptedilmiş devasa demir menteşelerin taşıdığı, kocaman taş kapılar vardı.' Raistlin asayı

yüksekte tutuyor, gölgeli odaya doğru parlamasını sağlıyordu. Hepsi kötülüğün burada odaklandığını biliyordu.

"Kapıların ü zerinde kabart malar var," diye mırıldandı Tanis. Asanın ışığı taş figürleri yüksek kabart malar gib i

gösteriyordu.

Gilthanas bunlara baktı. "Kraliyet Tacı!" dedi sesi boğulur gibi olarak.

"Ne anlama geliyor?" diye sordu Tanis, elfin korkusunun bulaşıcı bir hastalık g ibi kendisini de etkilediğ ini fark
ederek.

"Bunlar Kraliyet Muhafızlarının yeralt ı lahitleri," diye fısıldadı Gilthanas. "Onlar, öldü kten sonra bile görevlerini

yapma -yani kralı koru ma - andı vermiştir; böyle der efsaneler."

340

341

"Ve efsaneler de böyle canlanır işte!" dedi nefesinin arasından Raistlin, Tanis'in ko luna yapışarak. Tan is muazzam

taş blokların hareket ettiklerini, paslanmış demir menteşelerin g ıcırdadığı m duydu. Başını çev irince, bütün taş

kapıların açılmakta olduğunu gördü! Koridor öylesine buz kes mişti ki Tanis parmaklarının h issini kaybettiğini fark

etti. Taş kapıların ard ında bir şeyler hareket ed iyordu.

"Kraliyet Muhafızları! İzleri yapan onlardı!" diye fısıldadı Raistlin deliler gibi. "Hem insan, hem insan değil. Hiç

kaçış yok!" dedi Tan is'i daha da sıkı kavrayarak. "Kararık Orman'daki hayaletlerin tersine bunların sadece tek bir

düşünceleri vardır -kralın istirahatını bo zma saygısızlığını gösteren herkesi yok etmek!"

"Denememiz gerek!" dedi Tanis, büyücünün kolunu ısıran parmakların ı açarak. Geri geri tökezlenerek, girişe vardı

ama bunun da iki suret tarafından kapatılmış olduğunu gördü.

"Geri g idin!" dedi Tanis nefesi tıkanarak. "Koşun! Kim ...Fizban? Hayır seni çılg ın yaşlı adam! Kaçmamız gerek!

Ölü muhafızlar..."

"Aman sakinleş," diye mırıldandı yaşlı adam. " Gençler. Telaşe müdürleri." Dönerek b ir başkasının da içeri girmesine

yardım etti. Bu saçı ışıkta pırıldayan Altınay idi.

"Merak et me Tanis," diye seslendi yavaşça. "Bak!" Pelerin ini yana attı: Üzerindeki madalyon mavi ışıkla parlıyordu.

"Fizban, eğer madalyonu görürlerse geçmemize izin vereceklerin i söyledi Tanis. Ve bunu söylediğinde....madalyon

parlamaya başladı!"

"Hayır!" Tanis onu geri göndermeye hazırlanıyordu ama Fizban onun göğsüne uzun, kemikli parmağıy la vurdu.

"Sen iyi b ir adamsın Tan is Yarımelf," dedi yaşlı büyücü yavaşça, "ama her şeye endişeleniyorsun. Şimdi rahatla ve

bu zavallı ruhları uyku larına geri yollamamıza izin ver. Diğerle rin i de getir, tamam mı?"

Konuşamayacak kadar hayretler içinde kalan Tan is, Altınay ile Fizban, peşlerinde Neh iryeli ile yürüyüp geçerken

yana çekild i. Tanis onları seyrederken, onlar açılmakta olan taş kapılar arasından yavaş yavaş yürüdüler. Kadının

önünden geçtiği her taş kapı ardındaki hareket kesild i. O u zaklıktan bile haince kötülüklerin kayıp g ittiğini

hissedebiliyordu.

Diğerleri u falanan geçite vardıklarında onlann geçmelerine yardım etti, onların fısılt ı halindeki sorularına o muzlarını

silkerek cevap verdi. Laura -na girerken ona tek bir söz bile söylemedi; eli de buz g ibiydi ve Tan is hayret içinde kızın

dudağında kan olduğunu gördü. Bağırmamak için dudağını ısırırken kanattığını anlayan Tanis piş man olarak ona bir
şeyler söylemeye yeltendi. Fakat elf kızı başını dik tutarak ona bakmayı reddetti.

Diğerleri aceleyle Altınay'ın peşinden gittiler ama kemerlerden birin in içine bakmak için duraksayan Tasslehoff,

harika bir zırh içinde taştan bir tabutun üzerine u zan mış olan uzun boylu bir suret gördü. İskelet eller, bedeninin

üzerine uzat ılmış uzun bir kılıcın kab zasını kavramıştı. Tas merakla Kraliyet Tacına bakt ı ve üzerindeki sözleri

seslendirdi.

"Sothi Nuinqua Tsalarioth," dedi Tanis, kenderin peşinden gelerek.

"Ne demek bu?" diye sordu Tas.

"Ölü mün ötesinde de sadık," dedi Tanis yavaşça.

Kemerlerin batı ucunda bir çift , ikili bronz kapı buldular. Alt ınay bunları rahatlıkla iterek açtı ve üçgen biçimli geniş

bir salona geçti. Bu odada ya-şc\dıkları en büyük zorluk, cüceyi buradan çıkart mak olmuştu. Salon hemen hemen hiç

bozulmamıştı -burası o ana kadar Sla -Mori'de gördükleri, Afet'ten hiç zarar almadan ku rtulmuş tek odaydı. Bunun da

nedeni, Flint'in dinleyen herkese anlattığı gib i o harika cüce işçiliğ i -özellikle de tavanı taşıyan yirmi üç sütün idi.

Buradan tek çıkış yolu, odanın öte ucunda batıya doğru açılan, birbirin in aynı iki bronz kapı id i. Kendini sütunlardan

zorla ayırabilen Flint, her iki kapıy ı da inceleyerek bunların gerisinde ne olduğu veya nereye açıldıkları hakkında bir

fikri o lmadığ ını geveled i. Kısa bir tart ışmadan sonra Tanis sağ taraftaki kapıyı ku llan maya karar verdi.

Kapı onları temiz ve dar bir koridordan on metre kadar sonra başka bir tekli b ronz kapıya götürüyordu. Öte yandan

bu kapı kilitliydi. Caramon ittirdi, çekti, manivelayla açmaya çalıştı -ama boşunaydı.

"Faydası yok," diye homu rdandı koca adam. "Kıp ırdamıyor bile."

Flint birkaç dakika Caramon'u seyretti; en sonunuda sağlam ad ımlarla ilerled i. Kapıy ı inceleyerek ho murdandı ve

başını salladı. "Bu sahte bir kapı!"

"Bana gerçek gib i görünüyor!" dedi Caramon, kap ıya kuşkuyla bakarak. "Menteşeleri bile var!"

"Elbette ki o lacak," d iye homurdandı Flint. " Biz sahte kapıları sahte gibi dursunlar diye yap mayız...bir lağım cücesi

bile b ilir bunu."

"Yani bir çıkmazdayız!" dedi Eben zalimce.

"Geri çekilin," diye fısıldadı Raistlin, d ikkatlice asasını bir duvara dayayarak. Her iki elin i de kapıya koydu sadece

parmak uçlanyla dokunarak ve sonra şöyle dedi: "Khetsaram paklio l!" Kavuniçi renkli bir ışık p ırıldadı ama ışık

kapıdan değil -duvardan gelmişti!

"Çekilin!" Raistlin kardeşini tutarak tam bütün duvar, bronz kapı falar hepsi birden ekseni etrafında dönerek açılırken

onu hızla geriye çekti.

"Çabuk, kapanmadan," dedi Tanis ve herkes aceley le kapıdan geçti, Caramon kardeş i Raistlin sendelerken, onu

yakalamıştı.
343

"iyi misin?" diye sordu Caramon duvar arkalarından gümbürtüyle kapanırken.

"Evet, bu zayıflık hali geçici," diye fısıldadı Raistlin. "Bu Fistandanti- lus'un büyü kitabından yaptığım ilk büyü idi.

Açma büyüsü işe yaradı ama f beni bu .biçimde ku rutacağını tah min et memişim."

Kapı onları, dosdoğru batıya doğru on iki metre kadar götürdükten son -ra dik bir dönemeçle önce güneye, sonra

doğuya, sonra yine güneye doğ-ru döndüren başka bir ko ridora çıkarmıştı. Burada yol başka bir tekli kapıyla

kesilmişti.

Raistlin başını salladı. "Büyüyü ancak bir kere kullanabilirim. Aklım-dan çıkt ı gitti."

"Bir ateştopu kapıyı açabilir," dedi Fizban. " Galiba o büyüyü şimdi hatırladım..."

"Yo Yaşlı Kişi," dedi Tan is aceleyle. "Bizi bu dar geçitte kızart ır. Tas..."

Kapıya varan kender kapıy ı itti. "Acıkmış mübarek," dedi, kilidi açmak zorunda kalmadığı için hayal kırıklığına

uğrayarak. İçeriye b ir göz attı. "Başka b ir oda daha o kadar."

Dikkatle g irdiler, Raistlin odayı asasının ışığıy la aydınlattı. Oda yusyuvarlak, çap ı yirmi beş metre kadardı. Tam

karşılarında, güneyde bronz bir kapı ve odanın da tam ortasında...

"Eğri büğrü bir sütun," dedi Tas kıkırdayarak. " Bak Flint. Cüceler eğri sütunlar dikmiş."

"Eğer diktilerse geçerli bir nedenleri vardır," diye sözünü kesti cüce, ince u zun sütunu incelemek için kenderi yana

iteleyip. Gerçekten de sütun yana yatıyordu.

"Hımmmm," dedi Flint aklı karışarak. Sonra... "Bu sütun değil, seni kapı ku lbu akıllı seni!" diye patladı Flint. "Bu

kocaman, muazzam b ir zincir! Bak, burada yerde demir bir kenete tutturulmuş olduğunu görebilirsin."

"O halde Zincir Odası'ndayız!" dedi Gilthanas heyecanla. "Bu Pax Thar -kas'ın ünlü savunma mekanizması. Hemen

hemen kaleye girdik sayılır."

Yo larkadaşları etrafını sardılar, bu devasa zincire hayretle bakarak. Her bir halka Caramon kadar u zun ve bir meşe

gövdesi kadar kalındı.

"Bu mekan izma ne işe yarıyor?" diye sordu Tasslehoff, koca zincire tırman mak için can at ıyordu. "Nereye gidiyor?"

"Zincir mekan izmanın kendisine gidiyor," diye cevap verdi Gilthanas. "Nasıl çalıştığına gelince, bunu cüceye

sormanız gerek, ben mühendislik konularını pek b ilmem. Fakat eğer bu zincir raptedildiğ i yerden bırakılacak o lsa"

yerdeki demir keneti işaret etti- "kalen in kap ıları ard ına masif granit blo klar düşer. Ondan sonra da Krynn üzerinde

hiçbir güç onları açamaz."

Kenderi, boşu boşuna bu harika mekanizmayı görmeye çalışarak gölgeli karanlığa doğru bakarken bırakan Gilthanas,

odayı araştıran diğerlerine katılmaya g itti.


"Şuna bir bakın!" diye bağırd ı sonunda, kuzey duvarındaki taşın üzerindeki soluk kap ı şeklin i işaret ederek. " Gizli

bir yol! Burası g iriş olmalı!"

"Bakın bir kilit dili," dedi zinciri incelemey i bırakan Tasslehoff, aşağıdaki yontulmuş bir parça taşı işaret ederek.

"Cüceler bu işi atlamış," dedi Rint'e sırıtarak. "Bu sahte kapıya benzeyen, sahte bir kap ı."

"O yüzden de güvenmemek gerekir," dedi Flint açıkça.

"Pah, cücelerin de herkes gibi körü günleri o lmuş," dedi Eben eğilerek kilit d iliyle uğraşırken.

"Sakın açma" dedi Ra istlin an iden.

"Nedenmiş?" diye sordu Sturm. "Pax Tharkas'a g irmeden önce birini uyarmak istiyorsun da ondan mı?"

"Eğer sizi ele vermek isteseydim şövalye, şimd iye kadar b in kere yapardım bunu!" diye tısladı Raistlin gizli yola

bakarak. "Bu kapın ın ardında o kadar büyük bir güç hissediyorum ki şimd iye kadar böylesine bir gücü sadece..."

Titreyerek durdu.

"Sadece ne zaman?" diye suflörlük etti kardeşi kibarca.

"Yüce Büyücülük Ku lelerinde his setmiştim!" diye fısıldadı Raistlin. "Si-:d uyarıyoru m, o kapıyı açmayın!"

"Bakalım güneye giden kapı nereye açılıyor," dedi Tan is cüceye.

Flint sert adımlarla güney duvarına gitti ve kap ıyı ittirerek açtı. " Görebildiğ im kadarıyla aynı diğerleri g ibi b ir geçide

açılıyor," diye b ild irdi asık bir yüzle.

"Pax Tharkas'a giden yol gizli bir kapıdan geçiyor," diye tekrarladı Gilthanas. Daha kimse onu durduramadan

eğilerek, çentilmiş taşı çekt i. Kapı titreyerek sessizce içeri doğru açılmaya başladı.

"Buna pişman olacaksınız!" dedi Raistlin boğulurcasına.

Kapı san, tuğla benzeri nesnelerle hemen hemen dolu, geniş bir odayı gözler önüne serecek şekilde yana kayarak

açıld ı. Kalın b ir to z tabakası arasından, hafif san bir renk görülebiliyordu.

• "Bir hazine odası!" diye haykırdı Eben. "Kith-Kanan'ın hazinesini bulduk!"

"Hepsi altın," dedi Sturm soğuk bir edayla^ "Bugünlerde bir değeri yok, tek değerli şey çelik olduğuna göre..." Sesi

kesild i, gö zleri dehşetle açıldı.

"Ne var?" diye bağırdı Caramon, kılıcın ı çekerek.

"Bilmiyoru m!" dedi Sturm, kelimelerden çok boğulur gib i bir ses çıkara-rak."Ben b iliyoru m!" d iye verdi nefesin i

Raistlin bu şey gözleri önünde bi-

345

çim alırken. "Bu b ir kara elfin ruhu! Sizi kapıyı açmamanız konusunda uyarmıştım."

"Bir şeyler yap!" dedi Eben, geri geri tökezlenirken.

"Silah larınızı kald ırın ah maklar!" dedi Raistlin ku lakları yırtan bir fısıltıy la. "Onunla dövüşemezsin iz! Onun teması
ölüm demekt ir ve eğer bu duvarlar içindeyken çığlık atacak o lursa, mahvoluruz. Sadece figan eden sesiyle bile

öldürebilir. Kaçın, hepiniz kaçın! Çabuk! Güney kapısından!"

Daha geri çekilirlerken hazine odasındaki karanlık, biçim ald ı; soğuk bir güzelliğe ve eğ ilip bükülen hatlara sahip

pustan bir dişi -asırlar önce yaşamış, yaptığı ağza alın maz suçların cezası o larak idam edilen kötü bir elf. O zamanlar

güçlü elf büyü kullanıcıları ruhunu zincire vurmuş ve onu sonsuza kadar kralın hazinesini muhafaza et meye

zorlamışlardı. Bu canlı varlıkların karşısında bu dişi ruh ellerin i u zat mıştı; canlı et in ısısı için yanıp tutuşuyordu;

hüznünü ve canlı olan her şeye karşı nefretin i haykırmak için ağzını açmıştı.

Yo larkadaşları dönüp, telaşla birbirlerinin ü zerine çıkarak bron z kapılardan kaçt ılar. Caramon kardeşinin üzerine

düşerek Raistlin'in elinden asasını düşürdü. Asa yerde takırdadı, durduğu yerde hala işiyordu, çünkü sadece ejderh a

alevi büyülü kristali yok edebilirdi. Fakat artık ışığı yeri aydın latıyor, odanın geri kalan kısmını karanlıklara gark

ediyordu.

Avının kaçtığ ını gören dişi ruh Zincir Odası'na geçti, uzanan eli Eben'in yanağını yaladı geçti. Eben ruhun buz gibi,

yakan teması ile bağırarak bayıld ı. Sturm onu yakaladı ve tam Raistlin asasını alıp, Caramon ile birlikte kapıdan

geçerken o da Eben'i sürükledi.

"Herkes geçti mi?" diye sordu Tanis, kapıy ı kapatmaya gönülsüzce. Sonra alçak bir figan sesi duydu; o kadar

korkunçtu ki b ir an için kalbi at mayı durdurdu. Her yanını ko rku kaplad ı. Nefes alamıyordu. Çığlık azald ı ve kalb i

acıyla, güçle çarptı Ruh yeniden bir çığ lık atabilmek için derin b ir nefes aldı.

"Bakacak zaman yok!" dedi Raistlin nefes nefese. "Kapıyı kapat kardeş im!"

Caramon bütün gücün'" , bronz kap ıya verdi. Kap ıyı, yankısı bütün odada çınlayan bir şekilde çarparak kapattı.

"Bu onu durdurmaz!" diye bağırd ı Eben, panik içinde.

"Durdurmaz," dedi Raistlin yavaşça. "Büyüsü çok güçlü, benimkinden çok güçlü. Kap ıya bir büyü yapabilirim ama

bu benim gücü mü çok azaltır. Bence kaçabilecekken kaçalım. Eğer başaramazsak belki onu durdurabilirim."

"Nehiryeli d iğerlerin i al götür," diye emretti Tanis. "Sturm ile ben, Raistlin ve Caramon ile kalacağız."

Diğerleri karanlık koridorda ilerlediler yavaş yavaş, dehşetle büyülenmiş gibi arkalarına bakıp duruyorlard ı. Raistlin

onlara ku lak asmayarak asayı kardeşine uzattı. Asadaki ışık, tanımadık temas nedeniyle söndü.

Büyücü ellerin i kapıya koydu, her iki ayasını da kap ıya yapıştırmıştı. Gö zlerini kapatarak, büyü dışında her şeyi

aklından çıkart maya çalıştı. "Kalis -an budrunin-" Korkunç bir ürperti hissederek konsantrasyonunu kaybetti.

Kara elf! Onun büyüsünü tanımış, onu bitirmek istiyordu! Yüce Büyücülük Ku leleri'ndeki başka b ir kara elf ile

yaptığı dövüşün görüntüleri geldi aklına. Bedenini b ir en kaza çeviren ve aklın ı yok et me sınırına getiren savaşın kötü

hatırasını aklından çıkarmaya çalıştı ama denetimi yit irdiğ ini hissediyordu. Kelimeleri unutmuştu! Kapı t itredi. Elf

içinden geçmek ü zereydi!


Sonra büyücünün içinden bir yerlerden, daha önce sadece iki kere varlığın ı hissettiği bir güç geldi: Bir kez Kulelerde

gelmişti, bir de Xak Tsaroth'ta siyah ejderhanın kaidesinde. Zihninde açık seçik duyduğu ama hiçbir zaman kim

olduğunu anlayamadığ ı tanıdık b ir ses ona konuşuyor, bir büyünün sözlerin i tekrarlıyordu. Raistlin bu sözcükleri

kendine ait o lmayan, güçlü ve net bir sesle haykırdı. "Kalis -an budrunin kara -emarath!"

Kapının öbür yanından hayal kırıklığ ıyla dolu yenilgi nidası yükseldi. Kap ı dayandı. Büyücü yere yığıld ı.

Caramon asayı Eben'e u zatarak kardeşini kucaklad ı ve yollarını karan lık koridorda el yordamıyla bulmaya çalışan

diğerlerin i izled i. Bir dizi kısa, enkaz dolu koridora açılan başka gizli bir kapı geliverdi Flint' in eline. Korkudan tir tir

titreyen yolarkadaşları, bu engellerden aşarak ilerled i. Sonunda tavandan tabana kadar tahta sandıklarla dolu geniş,

açık bir odaya çıkt ılar. Nehiryeli duvardaki meşalelerden birini yaktı. Sandıklar çivilerle kapan mıştı. Kimisind e

SOLA CE, kimisinde KAPIYOLU etiketleri vardı.

'Tamam işte. Kalenin içine gird ik," dedi Gilthanas, sert bir galib iyet edasıyla. "Pax Tharkas'ın mahzen indeyiz."

"Gerçek tanrılara şükürler olsun!" diye rahat bir nefes aldı Tanis ve yere çöktü; diğerleri de kendilerin in onun yanına

bırakt ı. Ancak o zaman Fizban ile Tasslehoff un aralarında bulun madığ ını fark ettiler.

346

347

Kayıplar. Plan. İhaneti


T

asslehoff daha sonraları Zincir Odası'ndaki panik dolu o sön anlan hiç hatırlayamayacakt ı. "Kara bir elf mi?

Nerede?" dediğini ve aniden parıldayan asa yere düştüğünde parmak uçlarında durmuş umutsuzca görmeye

çalıştığın ı hatırlıyordu. Tanis'in bağırdığ ını duy muştu ve -bunun da ötesinde- nerede olduğu ve ne yaptığını

unutmasına neden olan bir figan duymuştu. Sonra güçlü eller onu belinden kavramış, havaya kaldırmıştı.

'Tırman!" demişti alt ındaki ses.

Tasslehoff ellerini uzatarak zincirin serin metalini hissetti ve tırman maya başladı. Aşağılarda b ir yerde bir kap ının

gümleyerek kapandığını ve kara elfin feryadın ı bir kez daha duydu. Bu kez ö lü mcül gelmemişti, daha çok h iddet ve

öfke çığlığına benziyordu. Tas bunun arkadaşlarının kaçtığı anlamına geldiğ ini u mdu.

"Acaba onlan bir daha nasıl buluru m," diye sordu kendi kendine yavaşça, Jbir an için cesaretini kaybederek. Sonra

kendi kendine mırıldanan Fizban'ı duydu ve neşesi yerine geldi. Tek başına değild i.

Yoğun, ağır bir karan lık sarılmıştı kenderin etrafına. Sadece el yordamıy la tırman maktan son derece yorulmuştu ki

serin bir havanın sağ ynnağım okşadığın ı hissetti. Zincir ile mekanizmanın bağlandığı yere geld iğini görmekten

ziyade tahmin etti. A K bir de görebilseydi. Sonra hatırladı. Sonuç olarak yanında bir büyücü vardı.
"Işık ku llanabiliriz," diye seslendi Tas.

"Aşık mı at ıyorlar? Nerede?" Fizban neredeyse zinciri bırakıyordu.

"Aşık değil! Işık!" dedi Tas sabırla, bir halkaya yapışarak. " Galiba bu şeyin tepesine yaklaştık; etrafa bakınsak fena

olmayacak."

"A, tabii. Dur bakalım, ışık..." Tas büyücünün torbalannı karıştırd ığım duyabiliyordu. Belli ki aradığın ı bul muştu

çünkü kısa bir süre sonra bir zafer nidası attı, birkaç kelime söyledi ve büyücünün şapkası etrafında havada asılı

duran minik, mavi-sarı ışıklı b ir alev ponponu belirdi.

Parlayan ponponcuk vızıldayarak, sanki kenderi incelemek istercesine Tasslehoff un etrafında dans ettikten sonra

mağru r büyücüye geri döndü. Tas büyülenmişti. Bu harika alev li ponpon hakkında bir sürü sorusu vardı ama kollan

titremeye başlamıştı ve yaşlı büyücü de neredeyse tükenmişti. Bu zincirden kurtu lmak için b ir yol bulmaları

gerektiğin i biliyordu.

Başını kaldırınca, tah min et miş olduğu gibi kalenin tepesinde olduklarını gördü. Zincir, kaya içine raptedilmiş demir

bir d ingile oturtulmuş kocaman tahtadan bir dişli çarkın tepesinden dolanıyordu. Zincirin halkaları, her b iri b ir ağa ç

gövdesi iriliğindeki d işlere geçiyor, sonra geniş bir şafttan aşarak kenderin sağındaki bir tünelden yok oluyordu.

"Şu dişlinin ü zerinden tırman ıp zincirle birlikte tünele emekleyebiliriz," dedi kender işaret ederek. "Işığı buraya

yollayabilir misin?"

"Işık...çarka," diye emrett i Fizban.

Işık b ir an için havada dalgalandı sonra sanki "hayır" diyormuş gibi olduğu yerde bir ileri b ir geri dans etti.

Fizban kaşların ı çattı. "Işık...çarka!" diye tekrarlad ı sertçe.

Ponpon ışık, büyücünün şapkasının arkasına saklan mak için ok g ibi hareket etti. Onu yakalamak için çılgınca u zanan

Fizban neredeyse düşüyordu; her iki koluy la zincire yapıştı. Ponpon ışık, sanki bu oyundan zevk alıyormuş gibi onun

arkasında dans ediyordu.

"Ah, sanırım yeterince ışığımız var aslında," dedi Tas.

"Yeni neslin hiç disiplini yok," diye ho murdandı Fizban. "Onun babası...nerede şimd i bu ponpon..." Yen iden

tırman maya başlayınca yaşlı büyücünün sesi kesild i; ponpon alev yıpranmış şapkasının ucunda uçup duruyordu.

Tas kısa bir süre sonra çarkın ilk d işlisine vard ı. Dişlerin kabaca oyulmuş olduğunu, kolayca tırman ıld ığın ı keşfeden

Tas tepeye varıncaya kadar

349

348

birinden birine geçti. Cüppesinin eteklerini bacaklarına toplamış Fizban onu hayret verici bir çeviklikle izliyordu.

"Işıktan tünelde ışımasını isteyebilir misin?" diye sordu Tas.


"Işık...tünele," d iye emretti Fizban; kemikli bacakları zincirin halkalarına! sarılmıştı.

Ponpon emri düşünüyor gibiydi. Yavaş yavaş tünelin kenarııv kaydı ve

sonra durdu.

"Tünelin içine!" diye buyurdu büyücü.

Ponpon alev reddetti.

"Galiba karan lıktan korkuyor," dedi Fizban özür dilercesine.

"Ne ilginç, ne tuhaf!" dedi kender hayretle. "Şey," bir an için düşündü, "eğer olduğu yerde kalmayı sürdürürse,

sanırım zincirden ilerleyebilmem için yeterince aydınlık s ağlar bana. Tünel anca beş metre kadar gib i görünüyor."

Altımızda birkaç yü z metre karanlıktan ve havadan başka bir şey olmad ığına göre, aşağıdaki taş zemin i düşünmesem

de olur, diye düşündü Tas.

"Birisi çıkıp bu şeyi bir yağlasın," dedi Fizban, dingili eleştirel bir gözle inceleyerek. "Artık ö zensiz işçilikten başka

bir şeye rastlayamıyor insan."

"Ben öyle olduğuna oldukça memnunu m," dedi Tas kibarca, zincirde ilerlemeye devam ederken. Aşağı yukarı

açıklığın yarısına geldiğ inde kender bu yükseklikten düşmenin nasıl bir şey olabileceğ ini düşündü; havada taklalar

ata ata düşüp, düşüp, düşüp sonra aşağıdaki taş zemine çarp mak. Patlay ıp yere yayılmanın nasıl bir his olab ileceğin i

merak etti...

"Kımılda!" diye bağırdı, kenderin peşinde zincirden ilerleyen Fiban.

Tas aceleyle ponpon alevin beklediğ i tünelin g irişine doğru emeklediği sonra bir buçuk metre kadar alt ında olan taş

zemine atladı. Ponpon alev onun peşinden ok gibi fırladı; sonunda Fizban da tünelin girişine ulaştı. Son l anda düştü

ama Tas onu cüppesinden yakalayarak, emniyetli b ir yere çekt i.

Tam yere oturmuş dinleniyorlardı ki yaşlı adamın başı aniden dikleşti.

"Asam," dedi.

"Ne olmuş asana?" diye esnedi Tas, zaman ı merak ederek.

Yaşlı adam ağaya kalkt ı. "Aşağıda unuttum," diye mırıldandı zincire doğ ru ilerleyip.

"Bekle! Geri dönemezsin!" Tasslehoff telaşla ayağa fırladı.

"Kim demiş?" diye sordu yaşlı adam huysuzca, sakalı diken diken

olmuştu.

"Yani d-demek istiyoru m ki..." diye kekeledi Tas, "bu çok tehlikeli olurdu. A ma senin neler hissettiğini

biliyoru m...benim hoopakım da orada."

"Hmmmm," dedi Fizban, memnuniyetsizce yerine oturarak. l

; :!
"Büyülü müydü?" diye sordu Tas biraz sonra.

"Hiçbir zaman tam o larak emin ola madım," dedi Fizban özlemle.

"Şey," dedi sonunda Tas, "belki maceramız sona erince gider alırız. Şimdi dinlenebileceğimiz b ir yerler arayalım."

Bir baştan bir başa tünele baktı. Tabandan tavana iki- iki buçuk metre kadardı. Koca zincir yukarıdan, ona

tutturulmuş bir sürü küçük zincirle uzanıyor, tünel zeminin in gerisindeki engin, karan lık bir çukura doğru ilerliyordu.

Eğ ilerek çukura bakan Tas, devasa kayaların hatlarını belli belirsiz çıkarır g ibi oldu.

"Sence saat kaçtır?" diye sordu Tas.

"Öğlen vakti," dedi yaşlı adam. " Ve tam burada da din len memiz uygun olabilir. Burası da herhangi bir yer kadar

emn iyetli." Yeniden yerine çöktü. Bir avuç quith-pa çıkartarak, şapur şupur bunları yemeye başladı. Ponpon alev

etrafta dolandıktan sonra büyücünün şapkasının kenarına yerleşti.

Tas da büyücünün yanına oturarak kendi ku ru yemişlerin i kemirmey e başladı. Sonra havayı kokladı. Aniden tanıdık

bir koku gelmişti burnuna, yanan eski çorap kokusu gibi bir koku. Başını kaldırıp bakınca içini çekerek yaşlı

büyücünün cüppesini çekiştird i.

"Hey Fizban," dedi. "Şapkan tutuşmuş."

"Flint," dedi Tan is sert bir şekilde, "son kez söylüyorum -Tas'ı kaybettiğimize ben de en az senin kadar ü zülüyoru m

ama geri dönemeyiz! Fizban ile b irlikte -o ikisini de b ild iğim için- hangi belaya bulaştılarsa başların ın çaresine

bakacakların ı b iliyoru m."

"Tabii eğer bütün kaley i başımıza yıkmazlarsa," diye mırıldandı Sturm.

Cüce eliyle gözlerini sildi, Tan is'e baktı, topuklarının ü zerinde döndü, somurtarak kendisini yere b ıraktığ ı bir köşeye

gitti.

Tanis yeniden oturdu. Flint'in kendini nasıl h issettiğini biliyordu. Tuhaf geliyordu -kenderi boğabileceği zamanlar

çok olmuştu ama şimd i g idince Tan is onu özlemeye başlamıştı - ve tamamen aynı nedenlerden dolayı. Tasslehoff'un,

onu pahabiçilmez bir yolarkadaşı yapan doğuştan, bitmek tüken mek bilmeyen bir neşesi vardı. Hiçbir tehlike kend eri

korkutamazdı, o yüzden Tas hiç vazgeçmezd i. Sıkışıklık anında yapılması gereken şeyler konusunda hiç tutukluluk

yaşamazdı. Bu her zaman doğru şey olmazdı an ın en azından hep bir şeyler yap maya hazırd ı. Tanis, hüzünle

gülümsedi, inşallah bu sıkışıklık anı onun son deneyimi o lmaz, diye düşündü.

Yo lnrkadaşlnrı quith-palarını y iyip, buldukları derin b ir kuyudan su 'çıp, bir saat kadar d inlendiler. Raistlin yeniden

kendine gelmişti ama h içbir şey yiycmiyordu. Biraz su içti, sonra kendini bırakarak yattı. Caramon,

350

Fizban ile ilgili haberi tereddütle açtı ona, kardeşinin yaşlı büyücünün kayboluşuna çok üzüleceğinden korkuyordu.

Fakat Raistlin sadece omuzlarını silkt i, gözlerin i kapattı ve derin b ir uykuya dald ı.
Tanis gücünün geri geldiğin i hissettikten s onra ayağa kalkarak, elfin d ikkatle bir harita incelemekte o lduğunu

görerek Gilthanns'a doğru gitti. Tek başına oturan Laurana'y ı geçerken kıza gülü msedi. Kız selamını kabul et med i.

Tanis için i çekti. Daha şimd iden Sla -Mori'de onunla öyle kaba konuştuğu için pişman o lmuştu bile. Kızın bu dehşet

verici ortamlarda kendine son derece hakim olduğunu kabul et mek zorundaydı. Yap ması gereken şeyler, kendisine

söylendiğinde büyük bir hızla, sorgu sual etmeden yapıyordu. Tanis özür dilemesi gerekeceğini düşündü ama önce

Gilthanas ile konuşmalıydı.

"Planın ne?" diye sordu bir sandığın üzerine oturarak.

"Evet, neredeyiz?" diye sordu Sturm. Kısa bir süre sonra, uyuyor gibi görünen Raistlin hariç herkes haritanın etrafına

toplanmıştı; gerçi Tan is büyücünün kapalı olması gereken göz kapakların ın arasından bir altın 1 ışılt ısını görür gibi

olduğunu düşünmüştü.

Gilthanas haritasını iy ice yaydı.

"İşte Pax Tharkas kalesi ve etrafındaki maden," dedi işaret ederek. "Biz burada, en aşağı kattaki mah zenlerdeyiz. Bu

holün sonunda, buradan beş metre kadar ileride kadın ların tutsak tutulduğu odalar var. Burası nöbetçi odası,

kadınların tam karşısında ve bu" - haritaya hafifçe vurdu "kırmızı ejderhalardan Hükü mdar Verminaard'ın Kö z

dediği ejderhanın ini. Elbette ejderha öyle büyük ki, bu bölü m zemin kat ından yükseliyor,' Hükü mdar Vefminaard'ın

ikinci kattaki odasıyla bağlanıp, ikinci kattaki galeriden geçerek gökyüzüne ulaşıyor."

Gilthanas acı acı güldü. "İlk katta, Verminaard'ın odaların ın gerisinde 1 çocuklar tutuluyor. Ejderha Yüceefendisi

akıllı. Kadınların çocuklarını | bırakıp git meyeceklerin i ve erkeklerin de ailelerin i bırakmayacakların ı b ild iğinden

rehineleri ayrı ayrı tutuyor. Çocuklar bu odadaki başka bin kırmızı ejderha tarafından korunuyor. Adamlar -üç yüz

kadar adam- dağ j mağaralarındaki madenlerde çalışıyor. Madenlerde çalışan birkaç yü z lağım cücesi de var."

"Pax Tharkas hakkında çok şeyler biliyor gib isin," dedi Eben.

Gilthanas hızla başını kald ırıp baktı. "Ne ima ediyorsun?"

"Hiçbir şey ima et miyoru m," diye cevap verdi Eben. "Sadece buraya hiç gelmemiş olduğun halde, burayla ilgili çok

şey biliyorsun! Ve Sla-Mori'de b izi neredeyse öldüren lanetli b ir sürü yaratığa rastgelmemiz biraz ilg inç değil mi."

"Eben," Tanis sakin sakin konuşuyordu, "senin kuşkularını yeterince d in ledik. Aramızda kimsenin hain olduğunu

zannetmiyoru m. Raistlin'in de söylemiş olduğu gibi, hain şimdiye kadar b izi çoktan ele verirdi. Bu kadar ilerlemen in

anlamı ne olurdu?"

"Beni ve diskleri Hükü mdar Verminaard'a teslim et mek," dedi Alt ınay yavaşça. "Benim burada olduğumu biliyor

Tanis. Onunla benim kaderim birb irine bağlandı."

"Bu çok saçma!" dedi Sturm burnunu bükerek.

"Hayır, değil," dedi Altınay. "Unut ma, iki takını y ıldız eksild i. Bir tanesi Karan lıklar Kraliçesi'ydi. Mishakal'ın
Disklerinden anlayabild iğim kadarıyla, bu Kraliçe de eski tanrıçalardan biriydi. İyilik tanrıları, kötülük tanrılarıyla

eşleşmiş; yansız tanrılar arada dengeyi koru mak için uğraşıp duruyorlard ı. Ben nasıl Mishakal'a tapıyorsam,

Verminaard da Karanlıklar Kraliçesi'ne tapıyor: Dengeyi sağlayacağımızı söylediğinde Mishakal'm kastettiği buydu.

Benim getird iğim iyilik u mudu onun korktuğu bir şey ve beni bulmak için bütün benliğin i ortaya koyuyor. Burada ne

kadar oyalanırsam..." Kadının sesi kesildi.

"Çekişmey i bırakmak için başka bir sebep daha," diye beyan etti Tanis, bakışlarını Ebene çevirerek.

Savaşçı omu zların ı silkt i. " Yeterince konuşuldu. Sizin le birlikteyim."

"Planın ne Gilthanas?" diye sordu Tanis, Sturm, Caramon ve Eben'in b irbirleriyle bakıştıkların ı huzursuzca fark

ederek -elflere karşı birleşen üç insan, diye düşündüğünü fark ediverdi. A ma belki ben de bir o kadar kötüyümdür,

bir elf olduğu için Gilthanas'n inandığım için.

Gilthanas da bakışları fark et mişti. Bir an için onlara yoğun bir biçimde, gözlerin i bile kırp mad an baktı, sonra ölçülü

bir tonda, sanki gerekenden fazlasını açıklamaya gönülsüzmüş gibi kullandığı kelimeleri düşünüp seçerek konuştu.

"Her akşam on, on iki kadın ın hücrelerinden ayrılmasına ve madenlerdeki adamlara yemek götürmesine izin verilir.

Böylelikle Yüceefendi pazarlığın kendi ü zerine düşen bölümünü yerine getirmiş olduğunu göstermiş olur. Aynı

nedenle kadınların da günde bir kez çocukları ziyaret et mesine izin veriliyor. Savaşçılarımla b irlikte kadın kılığına

girmeyi, madenlerdeki adamlann yanına git meyi ve harekete geçmeleri için tetikte olmalarını söylemey i

planlamıştık. Bundan sonrasını pek düşünmedik, ö zellikle de çocukların serbest bırakılmasıyla ilgili bir şey

düşünmemiştik. A janlarımız çocuklara muhafızlık eden ejderha ile ilgili garip bir şeyler olduğunu belirttiler ama

bunun ne olduğunu belirleyemed ik."

352

"Ne aj..." diye sormaya başladı Caramon; Tanis'in bakışlarır., yakalayınca, sorusunu kendine sakladı, "Ne zaman

saldıracağız? Sonra ejderha Köz ne olacak?"

"Yarın sabah saldıracağız. Hükü mdar Verminaard ve Kö z büyük bii ihtimalle yarın Qunlinesti'nin eteklerine varacak

olan orduya katılacak! lardır. Bu istila için uzun zamandır uğraşıyordu. Bu fırsatı kaçıracağım zan -net miyoru m."

Grup planı birkaç dakika tart ıştı; bazı şeyler eklendi, düzelt mele. yapıldı ve genelde tutarlı göründüğü konusunda

hemfikir o lundu.J Caramon kardeşini uyandırırken eşyalarını topladılar. Sturm ile Eben hole açılan kapıyı iterek açt ı.

Hol boştu; gerçi tam karşılarındaki b ir odadan] gelen kaba, sarhoş kahkahaları duyabiliyorlard ı. Ejderan lar.

Yo larkadaşlar yavaşça karanlık ve kirli koridora süzüldüler.

Tasslehoff Mekanizma Odası adını verd iği yerin tam ortasında duruyor,

ppnponla loş bir biçimde aydın lan mış tünele bakıyordu. Kenderin cesareti kırılmaya başlamıştı. Bu pek sık

hissetmediği ve bir ko mşusundan alıp yediği bir bütün yeşil do mates böreğinden sonra hissettiklerine benzeyen bir
şeydi. Bugüne kadar onrf kusturan iki şey olmuştu: yılgın lık ve yeşil do matesten yapılmış börek.

"Buradan bir çıkış yolu olmalı," dedi kender. "Mutlaka mekan izmayı zaman zaman gözden geçiriyorlar veya

hayranlıkla seyret meye geliyorlar veya buraya turlar düzen liyorlar veya bir şeyler yapıyorlardır işte!"

Fizban ile b irlikte b ir saattir tünel boyunca bir aşağı bir yukarı yürüyorlar, o sayısız zincir arasında içeri d ışarı

emekleyip duruyorlard ı. Hiçbir" şey bulamamışlardı. Mekân soğuk, çıp lak ve toz doluydu.

"Işık dedim de," dedi yaşlı büyücü aniden, ışık hakkında konuşmadıkları halde. "Şuraya bak."

Tasslehoff baktı. Dar tünelin giriş ine yakın bir yerdeki duvann altındaki bir çat laktan gümüşten bir tel gib i bir ışık

görülebiliyordu. Sesler de duyabiliyorlardı; alt larındaki odadaki meşaleler yakıld ıkça ışık daha da parlak-laştı.

"Belki de bir çıkış yolu vardır," dedi yaşlı adam.

Tünelin aşağısına doğru hafifçe koşturan Tas diz çö kerek çatlaktan baktı. "Buraya gel!"

İkisi birden, son derece lüks döşenmiş olan geniş bir odaya bakıyorlardı. Verminaard'ın denetimi altındaki bütün

ülkelerdeki gü zel, zarif, narin veya kıy metli şeyler getirilerek Ejderha Yüceefendisi'nin ö zel odalarını döşemek için

kullanılmıştı. Odanın bir ucunda süslemeli b ir taht duruyordu.!

354

puvarda nadir ve paha biçilmez gümüş aynalar asılıyd ı ve bunlar o kadar zekice yerleştirilmişti ki, tir tir t itreyen bir

tutsak nerede durursa dursun görebildiğ i tek şey kendisine doğru dik dik bakan Ejderha Yüceefendisi'n in ürkütücü,

boynuzlu başıydı.

"Bu o olmalı!" diye fısıldadı Tas Fizban'a. "Bu Hükü mdar Verminaard olmalı!" Kenderin korkudan nefesi kesildi.

"Bu da ejderhası -Köz- o lmalı. Gilthanası'ın anlattığ ı, Solace'taki bütün elfleri ö ldüren ejderha."

Köz ya da diğer adıy la Pyros (bu onun ejderanlar ve diğer ejderhalardan başka herkesten saklanan gerçek ad ıydı

-ölü mlüler arasında kesinlikle bilin mezd i) yaşlı ve çok büyük kırmızı bir ejderhaydı. Pyros, Karan lıklar Kraliçe'sinin

rahibine, görünüşte verdiği bir armağandı. Aslında Pyros, gerçek tanrıların ortaya çıkarılmasına dair garip korkuya

kapılmış olan Verminaard'ı gözlemek için yollan mıştı. Gerçi Krynn'deki bütün Ejderha Yüc eefendilerin in ejderhaları

vardı -ama hepsi bu kadar güçlü ve akıllı olmayabilirdi. Çünkü Pyros hepsinden farklıydı, Ejderha Yüceefendisi'nden

bile g izlenen başka, çok daha önemli b ir görev verilmişti ona Karan lıklar Kraliçesi tarafından; bu sadece onun ve

kötü ejderhaları tarafından biliniyordu.

Pyros'un görevi Ansalon'un bu kısmında bir adamı, birçok isme sahip bir adamı aramaktı. Karanlıklar Kraliçesi ona

Hepadam d iyordu. Ejderhalar ona Yeşil Tnş Adam diyorlardı. İnsan adı Berem idi. İşte bu insan Berem' i b it mek

tükenmek bilmeyen aray ışları yüzünden bulunuyordu Pyros Verminaard'ın odasında bu akşamüstü, kendi in inde

kestirmeyi tercih edeceği halde.

Pyros, Seçkinamir Toede'nin sorguya çekilmek ü zere iki tutuklu getird iğini söylemişti. Her zaman iç in bunlardan
birinin Berem olma ihtimali vardı. O yüzden ejderha, genellikle son derece sıkılmış görünse de her zaman sorgulama

sırasında bulunurdu. Sorgulamaların ilg inçleştiği tek zaman -Pyros'un ilg isini çeken tek zaman - Verminaard'ın

tutukluların .ejderhaya yedirilmeleri zaman ıydı.

Pyros devasa taht odasının bir tarafına uzan mış, odayı tamamıyla ^o lduruyordu. Koca kanatları yanlarına kat lanmıştı,

her nefes alışverişinde göğsü koca bir gno m makinası gibi in ip kalkıyordu Kestirirken horlayarak, biraz kıp ırdandı.

Nadir bir vazo yere devrilerek kırıld ı. Masa başında Qualinesti'nin b ir haritasını incelemekte o lan Verminaard başını

kald ırdı.

"Her yanı harabeye çevirmeden önce kendini dönüştür," diye hırladı.

Pyros bir gözünü açtı, b ir an Verminaard'a soğuk soğuk baktıktan sonra tek bir büyü sözcüğü mırıldandı.

355

Devasa kızıl ejderha b ir serap gib i tit reşmeye başladı, canavanmsı ejder

ha sureti ince yapılı, kara saçlı, ince yüzlü, çekik kırmızı gözlü erkek bir insan

suretine yoğunlaştı. Kırmızı cüppeler giyen insan Pyros, Verminaard 'ın

tahtının yakınındaki masaya yürüdü. Oturarak kollarını kavuşturdu ve

Verminaard'm geniş, adaleli sırtına g izlemed iği bir nefretle baktı.

Kapının t ırmalandığ ı duyuldu.

"Gir," diye emretti Verminaard aklı başka yerlerde.

Bir ejderan muhafız kapıyı savurarak açtı, Seçkinamir Toede ile tutsak ların ı içeri aldı, sonra koca bronz ve altın

kapıları çarp ıp kapatarak çekild Verminaard, savaş planların ı incelemeye devam ederek Seçkinamir'i birkaç uzun

dakika daha bekletti. Sonra Toede'ye küçü mseyerek bir bakıp o tarafa yürüdü, tahtının merdivenlerinden aşağıya

indi. Bunlar, b ilhassa ağzını açmış bir ejderhanın çenesine benzetilerek yapılmıştı.

Verminaard heybetli b iriydi. Uzun boylu, yapılıydı; kenarı altınla çevri] mis koyu mavi ejderh a pullarından bir zırh

giyiyordu. Ejderha Yüceefendisinin korkunç maskesi yüzünü gizliyordu. O kadar iri bir adama göre kaydadeğer bir

zarafetle yürüyerek rahat bir edayla arkasına dayandı deri kaplı eli gayrı iht iyari, yanına astığı altın kenarlı siyah bir

topuzu okşuyordu.

Verminaard Toede ile iki tutsağına, Toede'nin bu ikisin i zorla bularak neden olduğu kayba karşılık olarak d in

adamına getirdiğ ini b ilerek, tedir gince bakt ı. Verminaard ejderanlanndan tariflerine uygun bir kadının Solace'ta

tutsak edild iğini ve sonra kaçmasına izin verild iğini öğrenince gösterdiği hiddet dehşet vericiydi. Toede hatasını

neredeyse hayatıyla ödüyordu ama hobgoblin zırlamak ve yaltaklan mak konusunda inanılmayacak kadar

yetenekliydi. Bunu bilen Verminaard o gün Toede'yi kabu et memey i bile düşünmüştü ama ülkesinde her-şeyin
yolunda olmadığ ına dair garip ve rahatsız ed ici b ir his vardı içinde.

Bunun nedeni o baş belası ermiş kadın! diye düşündü Verminaard Gücün gitgide kendisine doğru yaklaştığını, onu

sinirli ve hu zursuz yaptığını hissedebiliyordu.' Toede'nin odaya getirdiği iki tutsağı dikkatle inceled i. Sonra

hiçbirinin Xak Tsaroth'a saldıranların tariflerine uy madığın ı gören Verminaard maskesinin ardından kaşlarını çattı.

Pyros, tutsaklar karşısında farklı tepki verdi. Dönüş müş ejderha, ince parmaklarıyla masanın abanoz yüzünü, tahta

üzerinde iz b ırakacak kadar vahşi bir güçle kavrarken yarı yarıya doğruldu. Heyecanla tit reyen Pyros serinkanlılıkla

yeniden yerine oturabilmek için büyük bir güç harcamak zorunda kalmıştı. Sadec e yakıp kül eden alevlerle tutuşmuş

gözleri, tutuklu lulara bakarken iç mutlu luğu hakkında bir ipucu veriyordu.

Tutsaklardan biri lağım cücesiydi -Sestun'dı işin aslı. Elleri, ayakları zin -cirlen mişti (Toede işini şansa bırakmıyordu)

ve zar zo r yürüyebiliyordu. İleri doğru dehşet içinde tökezlenerek, Ejderha Yüceefendisi'n in önünde dizleri üzerine

düştü. Diğer tutsak -Pyros'un izlemekte olduğu diğer tutsak- durmuş yere bakan, paçavralar içinde bir erkek insandı.

"Neden bu sefiller için beni rahatsız ettin Seçkinamir?" diye hırlad ı Verminaard.

Titreyen bir kütleye dönüşen Toede yutkunduktan hemen sonra konuşmasına daldı. "Bu tutsak" -hobgoblin Sestun'a

bir tekme savurdu-"Solace'tan gelen tutsakları serbest bırakan tutsak; ve bu tutsak da" -yüzünde aklı karışmış bir

ifadeyle başını kaldıran adamı kastediyordu-"sınırlan sivil halka kapalı olduğu beyan edilen Kap ıyolu civarında

dolanırken bulun muştur."

"Öyleyse neden bana getirdin onları?" diye sordu Hükü mdar Verminaard huzursuzca. "Diğer ayaktakımı ile birlikt e

onları da madenlere

atın.

Toede kekeledi. "Ben insanın b-b-bir a -a-ajan olabileceğin i

düşünmüştüm..."

Ejderha Yüceefendisi insanı dikkat le inceledi. Uzun boylu, elli insan yaşlarında görünüyordu. Saçları aktı, tertemiz

tıraşlı yüzü esmer, güneş kavruğuydu ve yılların çizg ileriyle doluydu. Bir dilenci gibi giyin mişti, büyük bir ihtimalle

de bir dilencid ir, diye düşündü Verminaard tiksintiyle. Adamda kesinlikle bir garip lik yo ktu; gerçi bir tek gözleri

parlak ve genç görünüyordu. Elleri de olgun bir insanın elleriydi. Belki de elf kanı taşıyordu...

"Adam geri zekâlı," dedi sonunda Verminaard. "Baksana şuna -sudan çıkmış balık g ibi ağzını açık tutuyor."

"S-s-sanırım hem sağır, hem d ilsiz hükü mdanrım dedi Toede terleyerek.

Verminaard burnunu kıv ırdı. Ejderhabaşlığı b ile ter içindeki hobgoblin-in kötü ko kusunu uzak tutamıyordu.

"Demek ki bir lağım cücesi ile, sağır ve dilsiz bir ajan yakaladın," dedi Verminaard alayla. "Aferin sana Toede.

Şimd i de belki çıkıp bana bir demet çiçek toplayıverirs in."

"Efendimiz öyle arzu ediyorlarsa," diye cevap verdi Toede ciddi ciddi,
eğilip selam vererek.

Verminaard her şeye rağ men eğlenerek miğferin in alt ında gülmeye başladı. Toede öyle ko mik b ir yaratıktı ki -ona

yıkan masını öğretememek ne kötüydü. Verminaard elin i sallad ı. " Götür şunları -sen de git."

'Tutsaklara ne yapayım efendim?"

356

357

"Bırak lağım cücesi bu gece Köz'ü beslesin. Ve ajanın ı madenlere götür. Gerçi bir nöbetçi dikin basına -çok tehlikeli

görünüyor!" Ejderha Yüceefendisi kahkahalar attı.

Pyros dişlerini sıkarak, Verminaard'a b ir ah mak o lduğu için lanet etti.

Toede bir kez daha eğilerek selam verdi. "Haydi,, sen," diye hırladı kelepçeleri an iden çekerek; adam onun

arkasından tökezledi. "Sen de!" Scstun'ı ayağıyla dürttü. Faydasızdı. Ejderhaya yem olacağını duyan lağım cücesi

bayılmıştı. Onu götürmesi için b ir ejderan çağırıld ı.

Verminaard tahtından ayrılarak masasına doğru yürüdü. Haritalarını büyük bir rulo halinde katladı. " VVyvern'i acele

gönder," diye emretti Pyros'a. " Yarın sabah Qjualinesti'yi yok et mek için uçacağız. Çağ ırdığ ımda hazır ol."

Bron z ve alt ın kapılar Ejderha Yüceefendisi'nin ardından kapanınca hala insan kılığ ındaki Py'ros masadan kalkarak,

odada hiddetle bir aşağı bir yukarı yürü meye başladı. Kapıda bir t ırmık sesi duyuld u.

"Hükümdar Verminaard odalarına çekildi!" diye bağırdı Pyros, rahatsız edildiği için'rahatsız olarak.

Kapı azıcık açıldı.

"Görmek istediğim sizsin iz soylu efendim," diye fısıldadı ejderan.

"Gir," dedi Pyros. "Ama acele et."

"Hain başarılı o lmuş soylu efendim," dedi ejderan yavaşça. "Kuşkulanmasınlar diye sadece bir an için süzülüp

ayrılmayı başarmış. A ma ermişi getirmiş..."

"Ermişin canı Cehenneme!" diye hırladı Pyros. "Bu haber sadece Verminaard'ı ilgilendirir. Haberi ona ver. Yok,

dur." Ejderha durakladı.

"Buyurmuş olduğunuz gibi önce size geldim," dedi ejderan özür dileyerek, aceleyle ayrılmaya hazırlanarak.

"Git me," diye emretti ejderha elin i kald ırarak. "Bu haber benim için de kıy met li aslında. Ermiş değil. Tehlikede

bulunan daha çok şey var... Şu hain arkadaşımızla bir görüşeyim. Onu bu gece bana getir, in ime. Bundan Hükümdar

Verminaard'a haber verme -henüz verme. İşleri karıştırabilir." Pyros artık hızla düşünüyordu; planları yerli yerine

oturuyordu. "Verminaard 'ın aklında Qualinesti var şimd i." *

Ejderan eğilerek selam verip taht odasından ayrılırken Pyros yeniden volta atmaya başladı bir ileri b ir geri, bir ileri

bir geri, ellerini ovuşturup gülümseyerek.


Ziynetin Hain ortaya çıkıyor. Tas 'ın ikilemi.

Kes şunu küstah herif!" d iye sınttı Sturm, Caramon elin i eteğin-den gizlice sokarken, onun eline vurarak.Odadaki

kadınlar iki savaşçının soytarılıklarına o kadar içten kah kahalarla güldüler ki Tanis huzursuzca hücrenin kapısına

baktı, muhafızların dikkatini çekeceklerinden korkarak.

Maritta onun huzursuz bakışlarını fark etti. "Muhafızları düşünme!" dedi o muzlarım silkerek. "Bu katta sadece iki

muhafız var, onlar da çoğu zaman sarhoştur; özellikle de şimd i, orduları gittiğ i için sarhoşturlar." Dikişten başını

kald ırarak kadın lara baktı ve başını salladı. "Onların güldüklerin i duymak içimi rahatlatıyor, zavallılar," dedi

yavaşça. "Bu son günlerde gülecekleri pek b ir şeyleri o lmamıştı."

Otuz dört kadın, artık katılaşmış yolarkadaşlannı bile şaşkına çevirip dehşete düşüren koşullar altın da bir hücreye

sıkıştırılmıştı -Maritta yakınlarda başka bir hücrede alt mış kad ının daha yaşadığını söylemişti. Yerler

359

358

kaba, ot şiltelerle- kaplıydı. Kad ınların birkaç giysi dışında hiç eşyaları yo,

tu. Her sabah kısa bir süre için, b iraz id man yap maları için dışarı bırakılı

yorlardı. Geri kalan zamanda ejderan üniformaları d ikmeye zorlan ıyorlar

di. Sadece b irkaç haftadır tutsak olmalarına rağ men, gıdasız, yemekler yü

zünden yüzleri solgun ve sarı, bedenleri ince ve kuruydu.

Taniş rahatladı. Maritta'yı tanıyalı daha birkaç saat olmasına rağ men onun verdiği kararlara güveniyordu.

Yo larkadaşları odalarına daldıkların da korkudan deliren kadınları yatıştıran o olmuştu. Onların p lanların ı

dinledikten sonra, başarılı olma ihtimali o lduğunu söyleyen de oydu.

"Bizim erkeklerimiz de size katılırlar," dedi Tanis'e. "Size sorun çıkaracak o lanlar Yücearayanlar olacaktır."

"Yücearayanlar Divanı mı?" diye sordu Tanis hayretle. "Buradalar mı? Tutsak mı oldular?"

Maritta kaşların ı çatarak başıyla onayladı. " Bu ka ra din adamına olan; inançlarını böyle ödediler. A ma buradan

ayrılmak istemiyorlar, neden istesinler ki? Onlar madenlerde çalışmaya zorlan mıyorlar ki -Ejderha Yüce-efendisi bu

işi halletti! A ma bix si/ in yanınızdayız." Başlarını onaylamışımı kesin bir biçi mde sallayan diğerlerine baktı. "Tek b ir

şartla -çocukları tehli keden uzaklaştıracaksınız."

"Bu konuda bir garanti veremem," dedi Tanis. "Kabalık et mek istemci ama onlara ulaşabilmek için ejderha ile

savaşmak zorunda kalabiliriz ve..

"Bir ejderhayla savaşmak mı? A levçarpan'la mı?" Maritta ona hayreti baktı. "Pof! O zavallı mahlukla savaşmaya hiç
gerek yok. Hatta, eğer onu, canın ı acıtacak olsanız, çocukların yarısı sizi parçalar; ondan o kadar hoşla nıyorlar."

"Ejderhadan mı?" diye sordu Altınay. "Ne yaptı, onları büyüledi mi?"

"Hayır. A levçarpar'ın art ık büyü müyü yapabileceğini zannet miyoru m.' Maritta hüzünle tebessüm etti. "Zavallı

mah luk yarı yarıya delirmiş. Kendi yavruları büyük bir savaşta ölmüş; şimdi de b izim çocukların kendi çocukları

olduğunu tutturmuş. Efendisi onu nereden buldu çıkardı b ilemiyoru m ama bunu yapması çok acı; u marım bunu

günün birinde öder!" İp liğ i hırçın lıkla koparttı.

"Çocukları serbest bırakmak zo r olmaz," diye ekledi, Tan is'in yüzündeki endişeli ifadeyi görerek. "Alevçarpar hep

sabahları geç vakit lere kadar uyur. Çocuklara kahvalt ılarım ettiririz, pnlan dışarıya id mana çıkartırız; o kıpırdan maz

bile. Uyanıncaya kadar onlann git miş oldukların ı bile an lamaz, zavallıcık."

Kadınlar ilk kez u mutla dolmuşlar, eski g iysileri adamlara uydurma başlamışlard ı. Her şey yolunda gitmişti; iş

bunları onlara giydirmeye geli ceye kadar.

"Tıraş olmak mı!" Stıırm öyle b ir gürledi ki kadınlar telaşla şövalyeden uzaklaştılar. Sturm, kılık değiştirme

düşüncesine zaten pek parlak bakmıyordu ama bu iş e katlan maya razı olmuştu. Bu, kale ile madenler arasındaki açık

araziyi geçmenin en iy i yolu g ibi görünüyordu. Ama, d iye beyan etti, bıyıklarını kes mektense bin kere Ejderha

Yüceefendisi elinden ölmeye razıydı. Tanis, yüzünü bir eşarpla ört mesini önerince sakin leşebildi ancak.

Tam bu iş de halledilmişti ki başka bir sorun patlak verd i. Nehiryeli açık nçık, kadın kıyafet ine girmeyeceğini

söyledi ve ne derlerse desinler onu ik-nn edemediler. Sonunda Altınay Tanis'i bir kenara çekerek, onların

kabilelerinde savaş sırasında korkaklık yapan bir savaşçının cezasını çekinceye kadar kad ın kıyafetleriy le dolaş mak

zorunda bırakıldığ ını anlattı. Tanis bunun karşısında pes etmişti. Fakat Maritta hala bu uzun boylu adama nasıl elbise

uyduracakların ı düşünüyordu.

Uzun tartışmalardan sonra Nehiryeli'nin u zun bir pelerine sarılmasına, kamburunu çıkartarak yaşlı bir kocakarı gib i

bastonuna yaslanmasına karar verd iler. Bundan sonra her şey pürüzsüz ilerledi -en azından bir süre.

Laurana, odanın bir köşesinde yüzünü eşarpla örten Tanis'in yanına yürüdü.

"Sen niye tıraş olmuyorsun?" diye sordu Laurana Tanis'in sakalına bakarak. " Yoksa Giltlıanas'ın söylediği gib i insan

tarafın la kib irlen mek hoşuna mı gid iyor?"

"Bununla kib irlen miyorum," diye cevap verdi Tanis hemen. "A ma art ık o nu inkar et meye çalışmaktan bıktım

usandım o kadar." Derin bir nefes ald ı. " Laurana, seninle Sla -Mori'de öyle konuştuğum için özür dilerim. Hiç

hakkım yoktu..."

"Bal g ibi de hakkın vardı," diye müdahale etti Lau rana. "Benim yaptığını aşka susamış küçük b ir kızın yapacağı bir

şeydi. Aptalca sizin hayatlarınızı da tehlikeye soktu m." Sesi t itredi, sonra yeniden kendini dizg inledi. "Bir daha

olmayacak. Grup için yararlı olacağımı kan ıtlayacağım."


Tam olarak bunu nasıl becereceğini kendi de bilmiyordu. Dövüş kon usunda hünerli olduğunu atıp tuttuğu halde, bir

tavşan bile öldürmüşlüğü yoktu. O anda o kadar korkuyordu ki, ellerinin t itrediğin i Tan is'ten gizleyebilmek için

arkasında kavuşturmuştu. Kendini açık et mekten; zay ıflığına yenilerek onun kollarında teselli a ramaktan korkuyordu

bu yüzden yanından ayrılarak kılık değiştirmekte o lan Gilthanas'm yanına gitti.

Tanis kendi kendine, Laurana'mn sonunda büyüdüğüne dair bejirtiler gösterdiğine sevindiğini söylüyordu. İnatla,

kızın iri, parlak gözlerine bakt ıkça nefessiz kald ığını kabul et meyi reddediyordu.

Akşamüstü hızla gelip geçti ve kısa bir süre sonra akşam bastı; bu kadınların madenlere akşam yemeği götürme

zaman ıydı. Yolarkadaşları muhafızları gergin b ir sessizlikle beklemeye başladı; kah kahalar unutulmuştu.

360

Sonuç olarak son ve tek bir kriz kalmıştı. Yorgunluktan bit inceye kadar ö k süren Raistlin, kendini onlara

katılamayacak kadar zay ıf h issettiğini söyle, di. Kardeşi onunla kalmay ı önerdi ama Raistlin ona sinirli sinirli bakıp,

ap. tal olmamasını söyledi.

"Bu gece bana ihtiyacın yok," diye fısıldadı büyücü. "Beni yaln ız bırak. Uyumam gerek."

"Onu burada bırakmak hoşuma git miyor..." diye başladı Gilthanas fakat daha sözüne devanı edemeden hücrenin

dışında pençeli ayakların ve takır-dayan kazanların sesi duyuldu. Hücrenin kapısı savrularak açıldı ve her ikisi de leş

gibi şarap ko kan iki ejderan muhafız içeriye adım attı. Biri ka-dın lara doğru mah mur gözlerle bakarken sendeledi.

"Hadi kıpırdayın," dedi kabaca.

"Kadınlar" dizilip d ışarı çıkarken, ne idiği belirs iz b ir türlünün bulundu-ğu koca kazanları güçlü kle taşıyan altı lağım

cücesinin koridorda durmak-ta olduğunu gördüler. Caramon havayı iştahla kokladıktan sonra iğrenerek burnunu

büktü. Ejderanlar hücre kapısını arkalarından çarparak kapattılar. Geriye bakan Caramon ikiz kardeşinin,

battaniyelerle örtünmüş karanlık ve gölgeli bir köşede yattığını gördü.

Fizban ellerini çırptı. "Aferin oğlu m!" dedi yaşlı büyücü, Mekanizma Odası'nın duvarının bir kıs mı açılınca.

"Teşekkürler," d iye cevap verdi Tas tevazu ile. "Aslında gizli kap ıyı bu lmak açmaktan daha zordu. Bunu nasıl

becerdiğini b ilemiyoru m. Her yere baktığ ımı zannediyordum."

Kapıdan çok yavaş yürüyerek geçmeye başladı sonra aklına b ir şey gel-mis gib i durdu. "Fizban, şu ışığına arkada

durmasını söyleyebilmenin b ir yolu var mı? En azından burada birileri var mı d iye görebilinceye kadar? Yoksa tam

bir n işan tahtası olacağım; üstelik Verminaard'ın odaların ın pek u zağında da değiliz."

"Pek zannetmiyoru m." Fizban başını salladı. "Karan lık yerlerde yalnız b ırakı lmaktan hoşlanmıyor."

Tasslehoff başıyla onayladı -böyle b ir cevap bekliyordu zaten. Bu konu-da endişelenmenin faydası yoktu. Süt

dökülürse, kedi yalayacaktır, annesi-nin hep dediği gibi. Şansına, g irdiğ i dar ho l boş görünüyordu. Alev omzunun

yanında hareket edip duruyordu. Fizban'ın geçmesine yardım ettikten sonra etrafını araştırdı. Ön metre sonra aniden,
karanlığa doğru inen merd ivenlerle son bulan küçük bir holdeydiler. Doğu duvarındaki çifte bronz kapılar, geri kalan

tek çıkış yeriydi.

"Şimdi," diye mırıldandı Tas, "taht odasının tepesindeyiz. Bu merdivenler büyük bir iht imalle oraya in iyordur.

Emin im merdivenleri ko ruyan bir

362

milyon ejderan vardır! Yani bunu unutalım." Kulağın ı kapıya dayadı. "Hiç ses yok. Etrafa bir bakmalım." Yavaşça

ittirerek ko laycacık açtı çifte kapıları. Dinlemek için duraksayan Tas, onu yakından izleyen Fizban ve ponpon alevle

birlikte dikkatle g irdi içeri.

"Bir çeşit sanat galerisi," dedi, ü zeri to z ve kir kaplı resimlerin duvarlara asılı durduğu devasa odayı kolaçan ederek.

Duvarlardaki yarık şeklindeki yüksek pencereler Tas'ın yıldızlara ve yüksek dağların tepelerine bir göz at masın ı

sağladı. Artık nerede olduğunu iyice anlayarak, kafasında kaba taslak bir harita çizd i.

"Eğer hesaplarım doğru ise taht odası batıda kalıyor ve ejderhanın yuvası da onun batısında. En azından bu

akşamüstü Verminaard ayrıld ığında gittiği yer orasıydı. Ejderhanın bu binadan havalanabileceği bir yer o lmalı, yani

yuva gökyüzüne açılıyor o lmalı; yani bir çeşit havalandırma deliği g ibi b ir yer veya o lanları görebileceğimiz bir

çatlak daha olmalı."

Tas planlarına o kadar kapılmıştı ki Fizban'a hiç d ikkat et miyordu. Yaşlı büyücü belli bir amaçla odanın etrafında

dolanıyor ve sanki belli bir resmi ararmış gibi bütün resimler arasında dolaşıyordu.

"Ah, işte burada," diye mırıldandı Fizban, sonra dönerek fısıldadı: "Tasslehoff!"

Kender başını kaldırarak resmin aniden yumuşak b ir ışıkla parlamaya başladığını gördü. "Şuna bakın hele!" dedi

Tasslehoff büyülenmiscesine. "Vay be, bu ejderhaların bir res mi -Kö z gib i al ejderhaların- Pax Thnrkas'a

saldırışların ın res mi ve..."

Kenderin sesi kesildi. Adamlar -So lamniya Şövalyeleri- başka ejderhalara b in mişler onlarla savaşıyorlardı!

Şövalyelerin bindikleri ejderhalar, -altın ve gü müş renkli- çok güzel ejderhalard ı ve adamlar parıl parıl parlayan,

parlak silah lar taşıyorlardı. Tasslehoff aniden anladı! Dünyada kötü ejderhalarla dövüşebilecek iyi ejderhalar da

vardı -tabii eğer bulunabilirlerse- ve ayrıca...

"Ejderhamızrağ ı!" diye mırıldandı Tas.

Yaşlı büyücü kendi kendine başıyla onayladı. " Evet miniğim," diye fısıldadı. "Anladın. Sen cevabı görüyorsun. Ve

bunu hatırlayacaksın. A ma şimdi sırası değil. Şimdi değil." Uzanarak, kenderin saçlannı eğri büğrü eliy le karıştırdı.

"Ejderhalar. Ne diyordum ben?" Tas hatırlayamad ı. Sonra burada, üzeri toz toprak dolu, ne idiğ i belirsiz bu resmin

karşısında ne anyordu zaten. Kender başını salladı. Fizban onu kızdırıyor o lmalıydı. "A evet. Ejderhanın yuvası.

Hesaplarım doğruymuş, tam burada." Yürüyerek uzaklaştı.


Yaşlı büyücü yüzünde bir tebessümle peşinden ayaklarını sürüye sürüye gitti.

*****

363

Yo larkadaşlarının madenlere yaptıkları yolcu luk o laysız geçti. Sadece

birkaç ejderan muhafız görmüşlerd i; onlar da sıkıntıdan yarı uyanık, yarı

uyur haldeydi. Yanlarından geçip giden kadınlara hiç kimse önem vermi

yordu. Bitap düşmüş lağım cücelerinden oluşan karışık b ir y ığının, durma

dan besledikleri kızarmış ocağın yanından geçtiler.

O kasvetli yerden aceleyle geçen yolarkadaşları ejderan muhafızlarını

adamları koca mağara odalara kilit ledikten sonra lağım cücelerini gö z altın

da tuttukları yere vard ılar. Zaten insanlara muhafızlık et mek büyük bir za

man kaybı, diye düşünüyordu Verminaard -insanların b ir yere gittikleri!

yoktu.

Ve bir an için Tan is, bunun gerçekliğ ini bütün dehşetiyle gö rmüştü, ü Adamların bir yerlere g ittikleri yoktu. Kad ın

konuşurken ikna olmamış bir| halde A ltınay'a bakıyorlardı. Sonuç olarak o bir barbard ı -aksanı bir tuhaf, elbisesi

ondan yani aksanından da tuhaftı. Kendisinin kurtulmuş olduğu mavi bir alevde bir ejd erhanın ölmüş olduğuyla ilgili

garip bir masal an latıyordu. Ve bütün gösterebildiği de bir takım parlnk p latin disklerden ibaretti.

Solace'ın Teokratı Hederick bütün hararetiyle Que-shulu kadın ın bir cadı, bir şarlatan, bir kafir olduğunu beyan edip

duruyordu. Onlara Han'da-ki manzaray ı hatırlat ıyor, yaralı elini de delil diye gösteriyordu. Aslında adamların l

loderick'e pek kulak astıkları da yoktu ya. Sonuç olarak A rayan tanrıları ejderhaları So lace'tan uzak tutamamıştı.

Aslında birçoğu kaçış ü mid ine ilg i duyuyordu. Hemen hemen hepsi kötü koşulların izini taşıyordu -kırbaç darbeleri,

yaralı yüzler. Çok kötü besleniyorlar, pislik ve sefalet içinde yaşamaya zo rlan ıyorlard ı ve herkes tepelerin altındaki

demir b ittiğinde Hükü mdar Verminaard'ın bir işine yaramayacaklarını biliyordu. Fakat - hapishanede bile yönetici

bünyeyi oluşturan-Yücearayanlar böylesine cüretkar bir p lana karşı çıkıyordu.

Tartışmalar başladı. Adamlar b irbirlerine bağırıp çağırıp duruyorlard ı. Tanis, muhafızların bu kargaşıyı duyup geri

gelmesinden korkarak aceleyle Caramon, Flint, Eben, Sturm ve Gilthanas'ı kapılara dikti. Yarımelf bunu

beklemiyordu -tartış ma günlerce sürebilirdi! Alt ınay ümitsizce, sanki her an ağlamaya başlayacakmış gibi adamların

önüne oturdu. Yeni bulduğu inancı ile dopdolu, bilgisini dünyaya yaymak için ço k hevesli olan kadın, inancından

kuşku duyulunca ümitsizlikle y ıkılmıştı.

"Bu insanlar ah mak!" dedi Laurana yavaşça, Tanis'in yanına giderek.

"Hayır," diye cevap verdi Tanis iç geçirerek. "Eğer ah mak o lsalardı her şey daha kolay olurdu. Onlara elle tutulur

hiçbir şey vaat edemiyoruz ama onlardan ellerindeki tek şeyi -hayatlarını- tehlikeye at malarını istiyoruz. Ve
364

ne için? Dağlara kaçsınlar, bütün yol boyunca savaşa savaşa kaçsınlar diye.En azından burada hayattala r -şu an

için."

"Ama bu şekilde yaşadıktan sonra hayatın anlamı ne?" diye sordu Laurana.

"Bu çok güzel b ir soru genç bayan," dedi dermansız bir ses. Döndüklerinde hücrenin bir köşesinde kaba bir döşekte

yatan bir adamın yanında diz çökmüş Maritta'yı gördüler. Hastalık ve yoklukla bit miş adamın yaşı bile

anlaşılmıyordu. Oturmaya çalıştı, ince, solgun bir eli Tanis ile Laurana'ya doğru uzat maya çalışarak. Nefes ald ıkça

göğsü hırlıyordu. Maritta onu susturmaya çalıştı anın o kad ına huzursuzca bakt ı. "Öldüğümü b iliyoru m kadın! A ma

bu önce sıkınt ıdan ölmem gerekt iği an lamına gelmez. O barbar kadını bana getirin."

Tanis, sorgularcasına baktı Maritta'ya. Kad ın ayağa kalktı, Tanis'i b ir kenara çekti. "Bu Elistan," dedi, sanki Tanis'in

bu ismi bilmesi gerekirmiş gib i. Tanis bir tepkide bulun mayınca, açıklad ı. " Elistan -Liman'dan gelen

Yüce-arayanlardan biri. Halk tarafından çok sevilir sayılırd ı; şu Hükü mdar Ver -minaard'a karşı konuşan bir tek o

olmuştu. Ama kimse onu dinlemed i -duymak istemiyorlard ı tabii ki."

"Ondan ölüp gitmiş gibi konuşuyorsun," dedi Tanis. "Daha ölmemiş."

"Hayır ama pek vakti kalmadı." Maritta göz yaşını sild i. " Bu göçürten hastalığı daha önce de görmüştüm. Kendi

babam da bu illetten öldü. içinde bir şey var, onu diri d iri y iyor. Şu son günlerde a cıdan delirdi ama artık geçti. Sonu

çok yaklaştı."

"Belki de yaklaşmamıştır." Tan is gülümsedi. "Alt ınay bir ermiş. Onu iyileşti rebilir."

"Belki iy ileştirir, belki îyileştiremez," dedi Maritta şüpheyle. "İşi şansa bırakmak istemem. Elistan'ı boşuna

umutlandırmak istemeyiz. Bırakın huzur içinde ölsün."

"Altınay," dedi Tanis, Reisin Kızı yanlarına yaklaşırken. "Bu bey seninle tanış mak istiyor." Maritta'ya kulak

asmayan yarımelf Altınay'ı Elistan'ın yanma götürdü. Hayal kırıklığıy la ve sıkıntıy la sertleşmiş ve asılmış olan

Al-nnay'm yüzü adamın acınacak duru munu görünce yumuşadı.

Elistan bakışların ı kadına kald ırmıştı. " Genç hanım," dedi sertçe, sesi zayıf çıkt ığı halde, "kad im tannlardan haber

getirdiğin i iddia ediyorsun. Eğer, bizim zannetiğimiz gib i tanrılar bize yü z çevirmedi de, insanlar tannlardan yüz

çevirdiyseler neden varlıkların ı belli et mek için bu kadar beklediler?"

Altınay ölmekte olan adamın yanına sessizce oturdu, cevabını sözcüklere nasıl dökebileceğim düşünerek. Sonunda

şöyle dedi, "Bir ormandan geç-tiğin izi hayal edin, yanınızda da en kıy metli şeyiniz olsun -nadir ve çok gü-

zel bir ziynet. Aniden korkunç bir hayvan size saldırmış olsun. Ziynetini zi düşürüp, kaçmaya başlarsınız. Ziynetinizi

kaybettiğinizi fark ett iğinizede de geri gid ip orman ı aramaya korkarsın ız. Sonra biri elinde başka bir ziy. netle

çıkagelir. Aslında gönlünüz bunun kaybetmiş olduğunuz ziynet ka dar değerli o lmadığ ını b ilir ama hala diğerin i
aramaya gidemeyecek kadar korkuyorsunuzdur. Bunun anlamı, ziynetin orman ı terk et miş olması mı dır; yoksa hala

orada, yaprakların altında sizin dönüşünüzü bekleyerek p ı rıl pırıl parlıyor o lması mıd ır?"

Elistan gözlerin i kapattı içini çekerek; yü zü kederle dolmuştu. "Elbette ki ziynet bizim geri dön memizi bekliyor. Ne

kadar ah makmışız! Keşke si zin tanrılarınızı öğrenecek vaktim olsaydı," dedi elini uzatarak.

Altınay nefesini tuttu, yüzündeki kan neredeyse döşekte ölmekte olan adam kadar soluncaya kadar çekildi. "Sana

zaman verilecek," dedi yavaş ça, adamın elini kendi elleri arasına alarak.

Önünde yaşananlara dalmış olan Tan is, koluna birinin dokunduğunu

hissedince sıçradı. Eli kılıcında geri döndüğünde Sturm ile Caramon'un ar

kasında durduğunu gördü. :

"Ne var?" diye sordu çabuk çabuk. "Muhafızlar mı?"

"Henüz değil," dedi Sturm sertçe. "Fakat art ık her an gelebilirler. Eben, hem de Gilthanas gitmiş."

Gece Pax Tharkas üzerinde çökmüştü.

Al ejderha Pyros'un yuvasında volta atacak yeri yoktu; bu insan şeklin

den kalan bir alışkanlığ ıydı. Bu bölü mde ancak kanatların ı açacak kadar

yeri vardı; ki burası kaledeki en büyük odaydı ve onun yerleşmesi için da

ha da büyütülmüştü. Fakat zemin kattaki bölü m o kadar dardı ki koca ej

derhanın bütün yapabildiği koca bedeni döndürmekten ibaretti.

Rahatlamaya çalış mak için kendini zorlayan ejderha zemin ü zerine yatarak, gözleri kapıda beklemeye başladı.

Üzerinde ta yukarlarda, üçüncü katır! balkonunun parmaklıkları arasından çıkmış kendini gözleyen iki kafayı

görmedi bile.

Birinin kapıyı tırmaladığı duyuldu. Pyros büyük bir beklentiyle başını kaldırdı, s onra içeriye aralarında sefil

görünüşlü birin i sürükleyen iki gob-lin girince bir hırıltıy la yeniden başını indirdi.

"Lağım cücesi!" diye burun büktü Pyros, astlarıyla Ortak dilde konuşarak. "Ben im o lağım cücesini y iyeceğimi

zannediyorsa Verminaard aklını kaçırmış demekt ir. Onu bir köşeye âtın ve dışarı çıkın!" diye hırıldadı, emirlerin i

yerine getirmek için acele eden ejderanlara. Sesrun bir köşeciğç :n miş, zırlayıp duruyordu.

366

" Kapat çeneni!" diye emretti Pyros sinirli sinirli. " Belki de sadece üzerine alev kusup şu zırıltıy ı kessem daha iyi..."

Kapıda başka bir ses daha duyuldu, ejderhanın hemen tanıdığ ı hafif b ir tak tak sesi. Gö zleri al al yandı. " Gir!"

Ejderhanın yuvasına bir suret süzüldü. Uzun bir cüppe giymiş, başına bir kuku leta geçirmişti.

"Emir buyurduğun gibi geldim Kö z," dedi suret yavaşça.

"Evet," diye cevap verdi Pyros, pençeleri yeri tırmalıyordu. "Ku kuletam aç. Muhattap olduğum kiş ilerin yüzünü
görmeleyim."

Adam kukuletasını geri attı. Ejderhanın tepesinden, üçüncü kattan birin in boğu lur gibi nefesin in tıkandığı duyuldu.

Pyros kararmış balkona baktı. Uçup bir göz at mayı düşündü ama gelen suret düşüncelerini böldü.

"Çok sınırlı b ir zamanım var soylu efendim. On lar kuşku duymadan geri dönmem gerek. Ve Hükü mdar

Verminaard'a da rapor verme m..."

"Zamanla, zamanla," diye kesti sözünü Pyros sinirli sin irli. " Refakat ettiğin o ah maklar neler plan lıyor?"

"Tutsakları serbest bırakarak onların isyan etmelerin i sağlamayı ve Ver -minaard'ı Qualinesti üzerindeki ordusunu

geri çağırmaya zorlamayı."

"Hepsi bu mu?"

"Evet soylu efendim. Şimd i gid ip Ejderha Yüceefendisi'n i uyarmam gerek."

"Pöh! Ne işe yarayacaksa? Eğer isyan edecek olurlarsa esirlerle başa çıkacak o lan benim. Yo ksa benim için bir

planları var mı?"

"Hayir, soylu efendim. Olması gerektiği gibi sizden çok ko rkuyorlar," diye ekledi suret. "Sizin Lord Verminaard ile

birlikte Qualinesti'ye uçmanızı bekleyecekler. Sonra çocukları serbest bırakacaklar ve siz geri dön meden önce

dağlara kaçacaklar."

"Bu tam onların akıllarının yettiğince bir plan. Ver minaard konusunda üzülme. Öğ ren mesi gerekt iğini düşündüğüm

zaman bunu ona anlatırım. Ço k daha önemli konular mayalan makta. Ço k daha büyük. Şimd i dikkatle d inle. Bugün

bir tutsak getirild i, o embesil Toede..." Pyros durdu, gözleri parlıyordu. Sesi tıslayan bir fısıltıya dönüştü. "Gelen o!

Aradığımız!"

Suret, hayretle bakakaldı. "Emin misin iz?"

"Elbette!" diye hırlad ı Pyros hırçınlıkla. "Bu adamı rüyalarımda gördü m hep. Burada...elimi atsam tutabileceğim!

Bütün Krynn bu adamı ararken ben onu buldum!"

"Majesteleri Karanlık Han ım'a haber verecek misiniz?"

"Hayır. Bir ulağa güvenemem. Bu adamı bizzat benim götürmem lazım ama şu anda ayrılamam. Verminaard bir

başına Qualinesti ile başa çıkamaz.

367

Savaş bir hile bile o lsa, sergilediğ imiz görüntüye önem vermemiz gerekir zaten ciflerden arın mış bir dünya daha iyi

olacaktır. Zaman müsade ettiğini de bu Hepadam'ı Kraliçe'yc götürürüm."

"O halde neden bana söylüyorsunuz bunu?" diye sordu suret sesinde bij endişeyle.

"Çünkü ona göz ku lak olman lazım!" Py ros koca gövdesini daha raha bir po zisyona değiştirdi. Artık aklındaki

planlar h ızla yerli yerine oturmayJ başlamıştı. "Mishakal'ın ermişi ile bu yeşil ziynetli adamın aynı anda elimi in
altına gelmeleri Majesteleri Karanlık Hanım'ın b ir takdirid ir! Ver minaard'a bu ermiş ve arkadaşları ile başa çıkma

ayrıcalığın ı yanı vereceğ im. Aslında" -Pyros'un gözlen ışıldadı- "bu iş çok da hoş olabilir Kargaşalık içinde Yeşil

Ziynetli Adam'ı ortadan kaldırıveririz ve Ver minaard'm h içbir şeyden haberi olmaz! Köleler saldırd ığında senin

Yeşi| Ziynetli Adam'ı bulman gerek. Onu buraya getir ve alt kattaki odalardar b irinde sakla. Bütün insanlar yok

edildikten ve ordu Quelinesti'yi silif süpürdükten sonra ben onu Karanlıklar Kraliçesi'ne götürürüm."

"Anlıyorum." Suret yeniden eğilerek selam verdi. " Ya benim ödülü m?"?

"l lak ettiğ in olacakt ır. Şimd i beni yalnız b ırak."

Adam kukuletasını başına geçirerek çekildi. Pyros kanatların ı kati layarak, koca bedenini, kuyruğu burnuna gelecek

şekilde kıv ırıp yattı v<j karan lığ ı seyretmeye başladı. Duyulabilen tek ses Sestun'un içler parçlayar ağlama sesiydi.

\ " Baban ne demişti?" diye sordu Fizban kibarca.

"Kenderlcrin, küçük şeyleri başarabilmek için küçük yarat ıld ıkların ı söyledi. 'Eğer dünyadaki büyük şeylere

yakından bakacak o lursan/ demişti, 'bunların bir araya gelmiş ufak şeylerden oluştuğunu görürsün.' O aşağıdaki koca

ejderha, kan damlalarından başka-bir şey değildir belki de. Ve bütün fnrkı yaratan da küçük değişikliklerd ir."

"Baban çok erdemliy miş."

"Evet." Tas, elin i gözlerinin ü zerinden geçirdi. "Uzun zamandır görmüyorum onu." Kenderin sivri çenesi ileri doğru

çıkt ı, dudakları gerildi. Babası, eğer onu görecek olsa bu küçük ve yiğ it kişin in oğlu olduğunu anlayamazd ı.

"Büyük şeyleri d iğerlerine b ırakalım," diye beyan etti sonunda Tas. "Onlarla Tanis, Sturm, Altınay uğraşsın. Biz

küçük şeyleri hallederiz, çok önemli görün meseler bile. Biz Sestun'ı kurtaralım."

369

"İyi misin?" diye sordu Fizban Tasslehoff'la balkonda, kıp ırdan maya bil| korkarak büzüşmüş yatarlarken. Zifir

zindandı, Fizban çok hiddetlen miş ponpon alevin üzerine bir vazoyu ters çevirip kapatmıştı.

"Evet," dedi Tas durgunca. "Öyle boğulacak gibi ses çıkartt ığım için çok üzgününv Kendime hakim o lamadım. Bunu

bekliyor da olsam -yani bir an-j lamda- tanıd ığın birinin seni ele vermesini kabullen mek çok zor. Sence derha beni

duymuş mudur?"

"Bilemem," diye iç geçird i Fizban. "Sorun şu, şimdi ne yapacağız?"

"Bilmiyoru m," dedi Tas perişan bir halde. "Düşünmesi gereken ben olmamalıydım. Ben eğlence olsun diye

katılmıştım bu yolculuğa. Tan is'i vej diğerlerini uyaramayız çünkü nerede oldukların ı bilmiyoruz. Ve etraft ı dolaşıp

onları aramaya başlarsak yakalanıp işleri daha da berbat bir sokabiliriz!" Elin i çenesine koydu. "Biliyor musun," dedi

olağandışı bir cic d iyetle, "bir keresinde'babama kenderlerin neden küçük o ldukların ı, nede bizim insanlar ve elfler

gibi büyük olmad ığımızı sormuştum. Gerçekte hep büyük olmak istemişimid ir," dedi yavaşça ve bir an için
sessizleşti.

13

Sorular. Olmayan cevaplar fizban’ ın şapkası.

ir şeyler duydum Tanis ve bakmaya gitt im," dedi Eben, ağ zı sımsıkıydı. "Nöbet tuttuğum hücre kapısının d ışına

baktım ve b ir ejderanın o raya süzülmüş dinlediğ ini gördü m. Dışarı süzü lüp onun: gırtlağına çö ktüm, derken bir

ikincisi üzerime çullandı. Onu bıçaklad ıktan sonra ilkinin peşine düştüm. Onu da yakalayıp işini bitirdim; sonra

tekrar buraya gelmemin fena olmayacağını düşündüm."

Yo larkadaşlan hücrelere döndüklerinde Gilthanas ile Eben'i onları beklerken buldular. Tan is, bu ikisin i yoklukları

hakkında sorguya çekerken Maritta'nın kadın ları oyalamasın ı sağlamıştı. Eben'in anlattıkları doğru çıkmış sayılırdı

-Tanis hücrelere geri dönerken ejderanlann cesetlerin i görmüştü - ve Eben'in dövüşe girmiş olduğu da kesindi.

Giysileri yırtılmıştı, yanağ mdaki bir çizikten kan damlıyordu.

Tika kad ınlardan birinden nispeten temiz bir ku maş parçası alarak adamın yarasını temizlemeye başladı. "Hayatımızı

kurtardı Tanis," diye söze

karıştı. "Bence, en iyi arkadaşını sırt ından bıçaklamış gibi onu haşlayacağına minnettar olman gerek."

"Hayır Tika," dedi Eben kibarca. "Tanis'in sorgulamaya hakkı var. İt iraf et meliy im ki kuşku uyandırıyor. A ma benim

gizleyecek h içbir şeyim yok." Kızın elin i tutarak, parmak uçlarını öptü. Tika kızararak ku maşı suya soktu, yeniden

bezi adamın yanağına götürdü. Olanları izlemekte olan Cara-mon kaşlarını çattı.

"Peki ya sen Gilthanas?" diye sordu savaşçı birdenbire. "Sen neden ayrıld ın?"

"Beni sorgulamaya kalkma," dedi elf aniden. "Bilmesen daha iyi."

"Neyi bilmesem?" dedi Tanis setrçe. "Neden ayrıld ın?"

"Onu rahat bırakın!" diye haykırd ı Laurana, ağabeyinin yanına giderek.

Onlara bakarken Gilthanas'ın badem biçimli gözlerinde şimşekler çaktı; yüzü asılmış, bembeyazdı.

"Bu önemli Laurana," dedi Tanis. "Nereye git miştin Gilthanas?"

"Unutma -seni uyarmıştım." Gilthanas'ın gözlen Raistlin'e kaydı. "Büyü-cümizün gerçekten de söylemiş olduğu

kadar yorgun olup olmadığ ına bakmaya geld im. Pek yorgun değilmiş. Yo ktu."

Cnramon ayağa kalkt ı, elleri yu mru k olmuş, yü zü hiddetle çarp ılmıştı. Sturm onu tuttu, Nehiry eli Gilthanas'ın önüne

çıkarken onu geri çekt i.

"Herkesin konuşmaya hakkı var ve herkesin kendin i savunmaya da hakkı var," dedi Neh iryeli derin b ir sesle. " Elf

konuştu. Şimd i de kardeşini b ir d inleyelim."


"Neden konuşacakmışım?" diye fısıldadı Raistlin kabaca; sesi nefretle yumuşak ve ölü mcü l çıkıyordu. "Hiçbirin iz

bana güvenmiyorsunuz, neden manasınız ki? Ben cevap vermeyi reddediyorum, ne isterseniz onu düşünün. Eğer

benim bir hain o lduğumu düşünüyorsanız - beni şimdi öldürün! Sizi durdurmam..." Öksürmeye başladı.

"Beni de öldürmen iz gerekir," dedi Cnramon boğuk bir sesle. Kardeşini yatağına geri götürdü. • Tanis kendini kötü

hissediyordu.

"Gece boyunca iki nöbetçi dikelim. Hayır, sen değil Eben. Sturm, sen ve Flint ilk nöbeti alın, ikincisin i Nehiryeli i le

ben alacağız." Tanis kendini yere bırakt ı, başını ko lları arasına almıştı. Bizi ele verd iler, diye düşündü. C üçünden

biri hain ve hep, bir haind i. Muhafızlar her an geleb ilirler. Ya da belki de Verminaard daha kurnazdır, hepimizi

yakalayacak b ir tu zak...

Sonra Tanis içini bu landıran bir netlikle her şeyi gördü. Tabii ya! Verminaard isyanı rehineleri ve ermişi ö ldürmek

için b ir bahane olarak kullanacaktı. Her zaman esir bulab ilird i; daha önce ona itiaat etmeyenlere neler ol-

371

370

düğünün dehşetli örneğini görmüş olan yeni esirler. Bu plan -Gilthanas'ın planı- onlan tam Verminaard'ın avcunun

içine düşürüyordu!

Plandan vazgeçmeliyiz, diye düşündü Tanis deliler g ibi, sonra sakinleşmek için kendin i zorladı. Hayır, insanlar çok

heyecanlıydı. Elistan'ın mucizevi iyileşmesin i ve bu kad im tanrıları araştıracağı sözlerin i izleyen insanların içinde

ümit vardı. Tanrıların gerçekten kendilerine geri dön müş olduğuna inandılar. Fakat Tanis diğer Yüceamyanlarm

Elistan'a kıskançlıkla baktığ ını görmüştü. Yeni liderlerini koruyor gib i yaptıkları halde, ellerine fırsat geçerse onu

devirmek için uğraşacaklannı b iliyordu. Belki daha şimdiden insanlar arasında dolaşarak kuşku tohumları ekiyorlard ı

bile.

Eğer şimdi geri adım atacak olursak bir daha bize hiç güvenmezler, diy e düşündü Tanis. Devam et meliy iz - risk ne

kadar büyük olursa olsun. Sonra belki de yamlıyordu. Belki de hain main yoktu. Umutla, huzursuz b ir uykuya daldı.

Gece sessizlik içinde geçti.

Şafak, kale kulesin in açık deliğinden içeri süzüldü. Tas gözlerini kırpıştırarak oturdu; gözlerini ovuşturarak bir an

için merakla nerede olduğunu düşündü. Büyük bir odadayım, d iye düşündü, ejderhanın dışarı çıkabilmesi için b ir

delik açılmış olan yüksek tavana bakarak. İki kapı daha var, dün gece Fizban ile geldiğim kapıdan başka.

Fizban! Ejderha!

Tas, her şeyi hatırlayarak ho murdandı. Uyu maması gerekiyordu! Fizban ile birlikte, Sestun'ı kurtarmak için

ejderhanın uyumasını bekliyorlardı. Art ık sabah olmuştu! Belki de ço k geç kalmışlard ı! Kender korku içinde balkon a
emekledi ve kenarından aşağıya baktı. Hayır! Rahat bir nefes ald ı. Ejderha uyuyordu. Sestun da uyuyordu, korkudan

bitmişti.

İşte şimdi bir şansları vardı! Tasslehoff büyücüye doğru emekledi.

"Yaşlı kişi!" diye fısıldadı. "Uyan!" Onu sarstı.

"Ne? Kim? Yangın mı?" Büyücü etrafa mahmu r mah mur bakarak oturdu. "Nerede? Canın ı seven kaçsın!"

"Hayır, yangın yok," d iye çekti için i Tas. "Sabah oldu. Bak şapkan burada..." Elleriy le şapkasını aranan büyücüye

şapkasını uzatarak. "Ponpon ışığa ne oldu?"

"Hıh!" diye burun büktü Fizban. " Geri yollad ım onu. Gö zü me gözü me ışıldayarak bana uyku uyutmadı."

"Uyanık kalmamız gerekiyordu, hatırlıyor musun?" dedi Tas sinirline-rek. "Sestun'ı ejderhadan kurtaracaktık?"

"Nasıl yapacaktık bunu?" diye sordu Fizban merakla.

"Planı o lan sendin!"

"Ben miydim? Deme ya." Yaşlı büyücü gözlerini kırptı. "İy i bir plan mıyd ı?"

"Bana anlatmamıştın ki!" Tas bağırmıştı neredeyse, sonra sakinleşti. "Kahvaltıdan önce Sestun'ı kurtarmamız

gerektiğin i söylemiştin bir tek; çünkü lağım cücesinin on iki saattir yemek yemeyen ejderhaya daha iştah açıcı

görünebileceğini söylemiştin."

"Akla yatkın," d iye kabul etti Fizban. "Bunu benim söylediğime emin misin?"

"Bak," dedi Tasslehoff sabırla, "bütün ihtiyacımız olan ona atabileceğimiz uzun bir ip. Böyle b ir ip peydahlayamaz

mısın?"

"İp!" Fizban ona hiddetle baktı. "Bu kadar alçalabilirmişim gib i! Bu benim hünerlerime sahip biri için bir hakarettir.

Yardım et de ayağa kalkay ım."

Tas, büyücünün ayağa kalkmasına yardım etti. "Sana hakaret et mek istememiştim," dedi kender, " ipin bir marifeti

olmadığın ı b iliyoru m ve sen çok yeteneklisin...Sadece...aman tamam işte!" Tas balkonu işaret etti. "Git hadi. İnşallah

hepimiz hayatta kalırız," diye mırıldandı kendi kendine.

"Ne seni ne de Sestun'ı açık edecek değilim," diye söz verd i Fizban sevinçle. İkisi birden balkonun tepesine

dikild iler. Her şey eskisi gibiyd i. Sestun bir köşeciktc yatıyordu. Ejderha derin derin uyuyordu. Fizban gözlerini

kapattı. Konsantre olduktan sonra tekin olmayan sözcükler mırıldandı, sonra ince elin i balkonun parmaklığı

arasından uzatarak, kaldırır gib i bir hareket yapmaya başladı.

Olan ları seyreden Tasslehoff yüreğinin ağzına geld iğini hissetti. "Dur!" dedi, boğulur g ibi. " Yanlış şeyi

kald ırıyorsun!"

Fizban'ın gö zleri açılınca al ejderha Pyros'un yavaş yavaş yerden kalktığın ı gördü; ejderhanın bedeni hala uyku

halindeki gib i kıv rılmıştı. "Hay al-lah!" diye tuttu nefesini büyücü; çabucak kelimelerini değiştirdi, ejderhayı yere
indirerek büyüyü ters çevirdi. "Hedefimi şaşırmışım," dedi büyücü. "Şimd i sıfırlad ık. Bir daha deneyelim bakalım."

Tas yeniden o tekin olmayan sözcükleri duydu. Bu kez Sestun yerden yükselmeye başladı, milim milim balkonla

aynı seviyeye geldi. Fizban'ın yüzü gayretle kıpkırmızı olmuştu.

"Hemen hemen geld i! Devam et!" dedi Tas, heyecanla yerinde zıp zıp zıp layarak. Fizban'ın eliyle yön bulan Sestun,

büyük bir huzur içinde balkona doğru süzüldü. Gelip, tozlu zemin üzerine kondu, hala uyuyordu.

"Sestun!" die fısıldadı Tas, bağırırsa diye eliyle lağım cücesinin ağzını kapatarak. "Sestun! Bak benim, Tasslehoff.

Uyan."

373

372

Lağım cücesi gözlerini açtı. İlk düşüncesi Verminaard'ın onu ejderhaya değil, huysuz bir kendere yedirmeye karar

vermiş olduğuydu. Sonra lağım cücesi arkadaşını tanıy ıp rahatlayınca eli ayağı boşaldı.

"Emniyettesin ama hiç sesini çıkart ma," diye uyardı onu keneler. "Ejderha hala bizi duyabilir..." Aşağıdan gelen

yüksek bir bo m sesiyle sözü kesilmişti. Lağ ım cücesi telaşla doğruldu.

"Şışşt," dedi Tas, "büyük bir ihtimalle ejderhanın yuvasının kapısıdır." Fizban'm parmaklıklardan aşağıya baktığı

balkona geri döndü. "Ne oldu?"

"Ejderha Yüceefendisi," Fizban, Verminaard'ın ejderhaya yukarıdan baktığı, ikinci kattaki b ir çıkıntıyı işaret etti.

"Köz, uyan!" diye bağırd ı Verminaard uyuyan ejderhaya. "Davetsiz misafirler hakkında bazı raporlar aldım! Ermiş

burada, tutsakları isyan ettirmek için kışkırtıyor!"

Pyros kıpırdandı, lağım cücesinin uçtuğunu gördüğü rahatsız ed ici bir rüyadan uyanarak yavaş yavaş gözlerini açt ı,

uykudan kurtulmak için başını sallarken Verminaard 'ın ermişler hakkında atıp tuttuğunu duydu. Esnedi. Demek ki

Ejderha Yüceefendisi ermişin kalede olduğunu öğrenmişti. Pyros, artık bununla ilgilen mesi gerektiğ ini düşündü.

"Kendinizi sıkmay ın efendim..." diye başladı Pyros sonra aniden, çok garip b ir şeye bakarak aniden sustu.

"Kendimi sıkmak mı!" diye öfkelendi Verminaard. "Neden ben..." O da durdu. İkisinin de baktıkları nesne, bir tüy

misali hafifçecik yukardan aşağıya süzülüyordu.

Fizban'ın şapkası.

Tanis herkesi şafaktan önceki en karan lık saatte uyandırdı.

"Evet," dedi Sturm, "ilerliyor muyu z?"

"Başka şansımız yok," dedi Tanis ciddiyetle, gruba bakarak. "Eğer içinizden biri bizi ele verdiyse, masumların

ölümüne neden olduğunu bilerek yaşamak zorunda kalacak. Verminaard sadece bizi ö ldürmekle kalmayacak,

rehinleri de öldürecek. Bir hain o lmadığ ına dua edip, plan ımıza sadık kalıyoru m."

Kimse b ir şey demed i ama hepsi yan yan birbirlerine baktı, hepsini kuşku kemirip duruyordu.
Kadınlar uyandıklarında Tanis bir kez daha plan ın üzerinden geçti.

"Arkadaşlarım ile ben Maritta ile birlikte çocukların odasına süzüleceğiz; çocuklara kahvaltılarını götüren kadın lar

kılığında. Onları avluya çıkartacağız," dedi Tan is yavaşça. "Siz her sabah yaptığınız işlere devam edin. İd man

yapılan yere git men ize izin verildiğinde çocukları alıp hemen madenlere

374

doğru yola koyulun. Erkekleriniz o radaki muhafızlarla basa çıkacakt ır ve sonra güvenlik içinde güneydeki ormanlara

kaçabilirsiniz. Anladınız mı?"

Yaklaşmakta olan muhafızların sesini duyan kadınlar, sessizce başlarıyla an ladıkların ı belirtt i.

"İşte bu kadar," dedi Tanis yavaşça. "Şimdi işimize geri dönelim."

Kadınlar dağıldı. Tanis, Tika ile Laurana'yı başıyla çağ ırdı. " Eğer bizi ele veren o lduysa, kadınları koruyor

olduğunuz için her ikin iz de büyük bir tehlike içinde olacaksınız..." d iye başladı.

"Hepimiz büyük bir tehlike içinde olacağız," diye düzeltti Laurana soğuk bir edayla. O gece uyumamıştı. Ruhunun

etrafına sardığı gergin bağları gevşetecek olsa korkunun tüm benliğ ini kaplayacağın ı biliyordu.

Tanis bu iç çalkantılarının hiçb irini göremiyordu. Bu sabah kızın normalin d ışında solgun ve benzersiz bir güzellikte

göründüğünü düşünüyordu. Uzun süreli bir gönüllü o lduğundan ve aklında da bir sürü başka şeyler olduğu için ilk

savaşın dehşetini unutmuştu.

Boğazını temizleyerek boğuk sesle şöyle dedi, "Tika sözü mü din le. Kılıcını kınında tut. Bu şekilde daha az tehlikeli

olursun." Tika kıkırdayıp, sin irli sinirli başıyla onayladı. " Git Caramon ile vedalaş," dedi Tanis.

Tika mosmo r olarak Tanis ile Laurana'ya anlamlı bir bakış fırlattıktan sonra koşarak uzaklaştı.

Tanis bir an için Lnurana'ya gözlerin i ayırmadan baktı ve -ilk kez o larak-çene kemiklerini sımsıkı kastığından,

boynundaki tendonların gergin durduğunu gördü. Kıza sarılmak üzere uzandı fakat kız b ir ejdera n ceseti kadar soğuk

ve sertti.

"Bunu yapmana gerek yok," dedi Tanis kızı bırakarak. "Bu senin savaşın değil. Diğer kadın larla bi rlikte madene

gidebilirsin."

Laurana sesini denetim altına aldığına emin o luncaya kadar konuşmadan başını sallad ı. "Tika dövüş mek için bir

eğitim almamış. Ben aldım. İstediği kadar 'merasim' için olmuş olsun." Tanis'in huzursuz görünüşü karşısında acı acı

tebessüm etti. "Kendime düşeni yapacağım Tanis." Tanis'in insan ismi kızın dudaklarına garip gelmişti. " Yoksa

benim bir hain o lduğumu düşünürsün."

"Laurana lütfen bana inan!" diye çekt i içini Tan is. "Ben de en az senin kadar Gilthanas'ın bir hain olmadığına

inanıyoru m! Sadece -lanet olsun, o kadar insanın hayatı tehlike altında ki Lau rana! Bunu anlayamıyor musun?"

Kollarındaki ellerin in diremeye başladığını h isseden kız başını kaldırıp


baktı ve yarımelfin yüzünde keder ve korku gördü -kızın içinde hissettiği

korkuyu yansıtıyordu. Yaln ız ondaki korku kendisi için değildi, diğerleri

adına korkuyordu. j

375Î

Kız derin b ir nefes aldı. "Üzgünüm Tanis," dedi. " Haklısın. Bak. Muhafızlar geldi. Git me zamanı."

Döndü ve arkasına bakmadan yürüdü. İş işten geçinceye kadar, belki del Tanis'in kendisin in avutulmaya ihtiyacı

olduğunu fark et medi.

Maritta ile A ltınay, yolarkadaşlarını ilk kala g iden dar bir merd ivenden j götürdüler. Ejderan muhafızlar "özel bir

görev"den söz ederek onlara refa kat et mediler. Tanis, Maritta'ya bunun normal olup olmad ığını sordu; kadın başını

hayır anlamında salladı, yüzü endişeliydi. Devam et mekten bas -ka çareleri yoktu. A ltı lağım cücesi arkalarından

geliyor, yu laf ezmesi gibi ko kan bir şeyle dolu ağır kazanları taşıyorlard ı. Caramon merd ivenleri çı-karken eteklerine

takılıp d izleri üzerine düştüğünde pek de hanımvari o l- j mayan bir küfür savuruncaya kadar kad ınlara pek d ikkat

etmemişlerd i. Ca - ramon düşünce lağım cücelerin in gözleri açıld ı.

"Zırlayayım demeyin!" dedi Flint, savrularak dönüp onlara baktı, elinde bir bıçak şimşekler çakmıştı.

Lağım cüceleri duvara doğru sindiler, başlarını deli gib i sallıyorlard ı; el-lerindeki kazanlar da takırd ıyordu.

Yo larakadaşları merdivenlerin başına ulaşarak durdu.

"Bu holden geçip kapıya gideceğiz..." diye işaret etti Maritta. " Yo, hayır!" Tanis'in ko luna yapıştı. "Kapıda bir

muhafız var. iliç korun mazd ı!"

"Sus, tesadüf olabilir," dedi Tan is ikna ederek, öyle olmadığın ı biliyordu. "Plan ladığımız gibi devam edin." Maritta

korkuyla başını sallayarak holü geçti.

"Muhafızlar!" Tanis Sturm'e döndü. "Hazır ol. Unut ma -h ızla ve öldüre-1 siye. Sessiz!"

Gilthanas'ın haritasına göre, oyun odası ile çocukların yatak odası iki31 oda ile ayrılıyordu. İlk oda, Maritta'n m

söylediğine göre oyuncak, giyecek ve diğer eşyaların durduğu raflarla doluydu. Bu odadan diğer odaya bir tünel

uzanıyordu -bu, ejderhayı, Alevçarpan'ı barındıran odaydı.

"Zavallıcık," demişti Maritta plan ı Tanis ile gö zden geçirirken. "O da en az bizim kadar tutsak. Ejderha Yüceefendisi

onun dışan çıkmasına hiç izin vermez. Galiba onun gidip gelmeyeceğinden korkuyorlar. Erzak odasından onun

geçemeyeceği kadar dar b ir tünel inşa ettiler. Dışan çıkmak istediğinden değil ama bence çocuklar oyun oynarken

onlan seyretmek hoşVma giderd i."

Tanis Maritta'ya kuşkuyla bakt ı, kadın ın tarif ettiğ i d,eli, takatsiz yarat ıktan çok değişik b ir ejderha ile

karşılaşabilirler mi diye.

Ejderhanın yuvasının ardında çocukların uyuduklan oda vardı. Çocukları uyandırarak onları dışarı çıkartabilmeleri
için g irmeleri gereken oda buydu. Oyun odası, koca meşe bir direk ile kilit len miş büyük bir kap ıyla doğrudan avluya

bağlanıyordu.

"Bizden çok ejderhayı içeride tutmak için," d iye anlattı Maritta.

Şa/ak ancak at ıyördur, diye düşündü Tanis, tam merd iven boşluğundan çıkıp oyun odasına doğru dönerlerken.

Meşale ışığı gölgelerini önlerine düşürüyordu. Pay Tharkas sessizdi; ölü mcül bir sessizlik vard ı. Ço k se ssizdi -savaşa

hazırlanan bir kale için çok sessiz. Dört ejderan bir araya gelmiş oyun odasının önünde hep birlikte konuşuyordu.

Kadınların geldiğin i gördüklerinde muhabbetleri bölündü.

Altınay ie Maritta önde yürüyordu; Altmay'ın başlığı açılmış saçı meşale ışığında pırıldıyordu. Alt may 'ın tam

arkasından Nehiryeli geliyordu. Bir asaya dayanıp iki büklü m olmuş Bozkırlı aslında dizleri üzerinde yürüyordu.

Onları Caramon ile Raistlin izliyordu, büyücü kardeşine yakın duruyordu; sonra Eben ile Gilthanas geliyo rdu. Bütün

hainler b ir arada, diye fark etti Raistlin, alay la. Rint arkayı koruyor, zaman zaman paniğe kapılmış lağ ım cücelerine

dik d ik bakmak için geri dönüyordu.

"Bu sabah erkencisiniz," diye ho murdandı ejderan.

Kadınlar ejderanların etrafında gıdaklayan tavuklar gibi yarım halka o luşturdu; içeriye girmelerine izin verilmesi için

sabırla beklemeye başladı.

"Havada fırt ına kokusu var," dedi Maritta sert sert. "Fırtına patlamadan çocukların id mana çıkmalarını istiyoru m. Ya

siz ne arıyorsunuz burada? Bu kapı h iç ko runmazdı. Çocukları korkutacaksınız."

Ejderanlardan biri kendi kaba dillerinde bir şeyler söyledi, d iğer ikisi sırıttı, sıra sıra sivri dişlerini gözler önüne

sererek. Sözcü sadece hırıldadı.

"Hükümdar Verminaard'ın emri. Kö z ile birlikte bu sabah ciflerin işini b itirmeye gittiler. Girmeden önce sizi

aramamızı emrettiler." Ejderan ların gözleri açgözlülü kle Alt may'ın üzerine k ilit lendi. " Bence bu bir zevk olacak."

"Sizin için olabilir," d iye mırıldandı başka bir muhafız t iksintiy le Sturm'e

doğru bakarak. " Ben hayatımda bundan daha çirkin bir d işi görmemiştim -

ağğ-" Kaburgalan arasın» derinlemesine bir. bıçak saplanan yaratık ö ne

devrildi. Diğer üç ejderan de b irkaç saniye içinde öldü. Caramon bir tanesi

nin boynuna kolunu dolamıştı. Eben karn ına bir yumruk attı ve Flint de ya

ratık düşerken kellesini baltasıyla savurdu. Tanis liderlerin in tam kalb ine

kılıcın ı soktu. Kılıcının yarat ığın taşlaşan bedenine sıkışıp kalacağını u ma

rak kılıcı elinden bırakmaya hazırlanıyordu. A ma hayret içinde bu yeni kı

lıcının yaratağın leşinden, bir goblinin kinden çıkar gib i kolaylıkla çıktığ ını

fark etti. •
Bu garip olay hakkında durup düşünecek vakti yoktu. Parlak çeliği gören lağım cüceleri ellerindeki kazanları

bırakt ıkları gibi, delliler misali koridordan kaçmaya baş lamışlard ı.

377

376

"Onları boş verin!" dedi Tanis Flint'e. "Oyun odasına. Çabuk!" Cesetlerin ü zerine basa basa kapıyı savurarak

açtı."Birileri bu cesetleri bulacak o lsa, her şey biter," dedi Caramun.

"Her şey daha biz başlamadan bit mişti!" diye mırıldandı Sturm h iddetle. " Ele verild ik zaten, o yü zden her şey bir

zaman meselesi."

"Devam ed in!" dedi Tanis kesin b ir edayla, kapıyı arkasından kapatarak.

"Çok sessiz olun," diye fısıldadı Marittn. "Alevçarpan genellikle çok derin uyur. Eğer uyanacak olursa kadın gib i

davranın. Sizi tanımaz. Gö zlerinden biri kördür."

Yerden çok yukardaki küçük pencerelerden süzülen ürpert ici şafak ışığı çirkin, keyifsiz bir oyun odasını

aydınlatıyordu. Birkaç tane kullanılmış oyuncak etrafa dağılmıştı. Hiç mob ilya yoktu. Caramon, dışarıdaki avluya

açılan çifte kapıları kapalı tutan koca tahta kütüğü incelemek için ilerled i.

"Bunu halledebilirim," dedi. Koca adam kütüğü hiç zah met çekmeden kaldırd ı adeta ve sonra bir duvara dayadı;

sonra da kapıları itti. "Dışardan kilit len memiş," diye rapor etti. " Galiba bizim bu noktaya kadar gelebileceğimizi

tahmin et memişler."

Ya da Hü kü mdar Verminaard b izim oraya, d ışarı çıkmamızı bekliyor, diye düşündü Tanis. Ejderanın söylediğin in

doğru olup olmad ığını düşündü. Ejderha Yüceefendisi ile ejderha hakikatten git mişler miydi acaba? Yo ksa

...hiddetlenerek aklını başka şeylere çevirdi. Bunun hiç önemi yok, dedi kendi kendine. Başka çaremiz yok. Devam

etmek zourndayız.

"Flint burada kal," dedi. "Eğer biri gelecek olursa önce bizi uyar, sonra dövüş."

Flint başıyla onaylayarak, koridora açılan kapın ın içinde yerin i aldı, dışarıy ı görmek için önce kapıyı azıcık

aralamıştı. Ejderan cesetleri yerde toza dönüşmüştü.

Maritta duvardan bir meşale aldı. Yakarak, yolarkadaşlannı karan lık b ir kemerden geç irerek ejderhanın yuvasına

çıkan tünele görürdü.

"Fizban! Şapkan!" diye fısıldamayı göze almıştı Tas.

Çok geçti. Yaşlı büyücü tutmak için bir hamle yaptıysa da yetişemedi.

"Ajanlar!" diye bağırd ı Verminaard h iddetle balkonu işaret ederek. " Yakala onlan Kö z! On ları canlı istiyoru m!"
t' Can lı mı? diye tekrarladı ejderha kendi kendine. Hayır, bu olamazd Pyros bir gece önce duymuş olduğu garip sesi

hatırlamıştı ve bu adamlar onun Yeşil Ziynet Adam hakkında konuştuğunu duyduğundan hiç kuşk su yoktu! Bu

korkunç, bu büyük sırrı, dünyayı Karan lıklar Kraliçesi adıı ele geçirecek o lan bu sırrı sadece birkaç ayrıcalıklı kişi

biliyordu sadece. Bu casuslar ve onlarla birlikte bu sırlar da ö lmeliydi.

378

Pyros kanatların ı gerd i, güçlü arka ayakların ı kendini yerden kald ır mak amacıy la kuvvet kazan mak için kullanarak

büyük bir hızla kendini havaya kaldırdı.

Hıh işte! diye düşündü Tasslehoff. Şimdi halt ettik. Bu kez kaçacak zaman yok.

Tam ejderha tarafından pişirilmey i kabullen mişti ki büyücünün tek bir emir sözü sarfettiğin i duydu; sonra kalın ve

olağan dışı bir karanlık neredeyse kenderi devirecekti.

"Kaç!" dedi Fizban soluk soluğa, kenderin elinden tutarak Tas'ı ayağa kald ırıp.

"Sestun..."

"Onu da aldım! Koş!"

Tasslehoff koştu. Kapıdan uçarcasına geçip galeriye girdiler, s onra nereye gittiğini kendi de b ilmiyordu. Sadece yaşlı

adama tutunmuş koşuyordu. Arkasından ejderhanın yuvasından hışırdayarak yükseldiğ ini duyabiliyordu; sonra

ejderhanın sesini işitti.

"Demek ki bir büyücüsün, öyle mi ajan?" diye bağırdı Pyros. "Senin karanlıkta kaçmana izin veremeyiz. Yo lunu

kaybedebilirsin. Dur, yolunu ay-dın lattvereyim!"

Tasslehoff devasa bir bedene çekilen koca bir nefes sesi duydu sonra etrafında alevler çatırdayarak tutuştu. Ateşin

parlayan ışığıy la karanlık yok o ldu ama Tas hayret içinde alevden etkilen mediğin i gördü. Yan ında koşan Fizban'a

-şapkasız Fizban'a bakt ı. Hala galeride çifte kapılara doğru koşuyorlardı.

Kender başını çevird i. A rkasında ejderha yükseliyordu; o güne kadar hayal edebileceği her şeyden daha dehşet

verici, Xak Tsaroth'daki kara ejderhadan daha korkunçtu. Ejderha b ir kez daha üzerlerine ateş kustu ve bir kez daha

Tas'ı alev ler kaplad ı. Duvarlardaki resimler tutuştu, mobilyalar yandı, perdeler meşaleler gib i alevlendi, odayı duman

kapladı. A ma bunların hiçb iri ne ona, ne Sestun'a, ne de Fizban'a dokun muyordu. Tasslehoff takdirle büyücüye baktı,

gerçekten çok etkilen mişti.

"Bunu daha ne kadar tutabilirsin böyle?" diye bağırd ı Fizban'a bir köşeden dönerlerken, çifte bronz kapı artık

önlerindeydi.

Yaşlı adamın gözleri fal taşı gibi açılmış, etrafı ko laçan ediyordu. "Hiçbir fikrim yok!" dedi nefes nefese. "Bunu

yapabildiğimi b ile bilmiyordum."

Etraflarında başka bir alev yumağı patladı. Bu kez Tasslehoff sıcağı hissetti ve telaşla Fizban'a bakt ı. Büyücü başıyla

onayladı. "Kaybetmeye başladım!" d iye seslendi.


"Dayan," dedi Tasslehoff nefes nefese. "Hemen hemen kap ılara vardık! Kapılardan geçemez."

379

Tam Fizban'ın büyüsü etkisini kaybettiğinde çifte bronz kapıy ı itip açarak galeriden hole çıktılar. Önlerinde

Mekanizma Odası'na açılan gizli kapı duruyordu ve halâ açıktı. Tasslehoff bronz kapılan savururarak kapattı ve bir

an için soluklan mak iç in durdu.

Fakat tam, "Başardık!" diyecekt i ki ejderhanın pençe gibi ayaklarından biri duvan tam kenderin başının ü zerinden

deldi.

Ciyaklayan Sestun merdivenlere doğru koştu.

"Hayır!" Tasslehoff onu yakaladı. ".On lar Verminaard'ın bölü mlerine gid iyor!" .

"Mekanizma Odası'na geri g idin!" diye bağırdı Fizban. Tam taş duvar korkunç bir gürültüyle çö kerken onlar g izli

kapıdan geçmişlerd i. A ma kap ıyı kapatamadılar.

"Belli ki ejderhalar hakkında öğrenmem gereken ço k şey var," diye mırıldandı Tas. "Acaba bu konuda iyi birkaç

kitap var mıd ır?"

"Demek ki siz farecikleri deliğ inize kadar kovaladım ve art ık kapana kıstınız," diye patlad ı Py ros'un sesi dışarıdan.

"Gidecek h içbir yerin iz yok ve taş duvarlar beni durduramaz."

Korkunç bir sürtünme ve ezilme sesi duyuldu. Mekanizma Odası'nın duvarları t itredi ve çatlamaya başladı.

Ejderha tarafından öldürülmeye değecek kadar güzel."

"Öldürülmek mi!" Fizban birden uyanmıştı sanki. " Ejderha tarafından mı? Hayır efendim! Hiç bu kadar hakarete

uğramamıştım. Bir çıkış yolu olmalı..." Gö zleri parlamaya başladı. "Zincirden aşağıya!" "Zincir mi?" d iye tekrarlad ı

Tas, etrafında duvarlar çat larken, ejderha kü krerken falan yanlış anlamış olduğunu düşünerek.

"Zincirden aşağıya ineceğiz! Haydi!" Zevkle kıkırdayan yaşlı büyücü döndü ve tünelden aşağıya koşmaya başladı.

Sestun kuşkuyla Tasslehoof a baktı ama tam o anda ejderhanın koca pençesi duvardan çıktı. Kend er ile lağım cücesi

dönerek yaşlı büyücünün peşinden koştular.

Koca çarka vardıklarında Fizban tünele uzanan zincire doğru emeklemeye başlamış ve çarkın ağaç gövdesinden

oluşma ilk d işine varmıştı bile. Cüppesinin eteklerin i bacaklarına dolayarak, çarkın d işinden koca zincirin ilk

halkasına bırakt ı kendini. Kender ile lağım cücesi onun peşinden zincire atladılar. Tas tam -ö zellikle de eğer

aşağıdaki kara elf günlük izne çıkmışsa- buradan canlı kurtulab ileceklerin i düşünmeye başlamıştı ki Pyros aniden

büyük zincirin asılı durduğu şafta ateş kustu.

Etraflarında taş tünelin bölü mleri çöktü, yere yankılı bir gü mbürtüyle çarptı. Duvarlar sarsıld ı ve zincir titremeye

başladı. Üzerlerinde ejderh î


havada asılı duruyordu. Konuşmadı, sadece al gözleriyle onlara bakt ı. Sonra, bütün vadinin havasını yutmuş gibi bir

nefes çekti. Tas gayri ihtiyari 1 gö zlerin i kapattı sonra sonuna kadar açtı. Hiç ateş kusan bir ejderha seyret -memişri

ve bunu şimd i kaçırmaya hiç n iyeti yoktu...özellikle de bu onun ••' son şansı olacağına göre.

Ejderhanın burnundan ve ağzından alevler fışkırd ı. Isının o luşturduğu hava akımı bile tek başına Tasslehoff u

zincirden düşürebilirdi. Fakat bir kez daha alevler etrafındaki her şeyi yakt ığı halde ona dokunmamıştı. Fizban

zevkle kıkırdadı.

"Oldukça zekice yaşlı adam," dedi ejderha hiddetle. "A ma ben de bir büyükullan ıcısıyım ve senin zay ıflamaya

başladığını hissediyorum. Umarım açıkgö zlü lüğün seni ta sonuna kadar eğlendirir!"

Alevler b ir kez daha parladı ama bu kez ejderhanın alevi zincire yapışmış titreyen suretlere doğru değildi. Alev ler

zincirin kendisine isabet etti ve demir halkalar daha ejderhaateşinin ilk temasıyla kor renginde parlamaya başladı.

Pyros bir kez daha ateş kustu ve halkalar bembeyaz kesild iler. Ejderha b ir üçüncü kez ateş kustu. Ha lkalar erid i.

Devasa zincir şiddetle t itredi, kırıldı ve aşağıdaki karan lığa doğru boşaldı.

Zincir aşağı doğru dökülürken Pyros seyretti. Sonra, casuslann hikâyelerin i anlatacak kadar yaşayamayacaklarına

ikna o larak, ona seslenen Verminaard 'ın sesini duyduğu yuvasına geri döndü.

Ejderhadan sonraki karanlıkta -yüzyıllard ır onu yerinde tutan zincirden kurtulmuş olan- koca çark ho murdanarak

dönmeye başladı.

381

380

14

Mataffeur. Sihirli kılıç. 'Beyaz tüyler.

aritta'mn meşalesinden çıkan ışık geniş, çıplak, penceresiz bir odayı aydınlat ıyordu. Hiç mob ilya yoktu. Soğuk, taş

odadaki tek eşya koca bir leğen su, çürümüş et gibi kokan bir şeyle dolu olan b ir kova ve bir ejderhaydı.

Tanis nefesini tuttu. Xak Tsaroth'taki kara ejderhanın korkunç olduğunu

düşünmüştü. Bu al ejderhanın cüssesinden gerçekten de korkmuştu. Yuva

sı muazzamd ı; büyük bir ihtimalle çap ı 35 metreden büyüktü ve ejderha

boylu boyunca yatmış kuyruğu uzaktaki duvara dayalı u zanıyordu. Yo lar - ;

kadaşlan; gözlerinde, yaratığın dev basanı kaldırarak onlan, al ejderhaların .

kustukları yakıcı bir nefesle, Solace'ı yok et miş olan alevlerle tutuşturacağı- j j

nı gözlerinde canlandırarak b ir an için taş kesilerek durdular. j *


Öte yandan Maritta hiç sıkılmış görünmüyordu. O, hiç durmadan oda-da ilerledi ve bir anlık tereddütten sonra

yolarkadaşlan da onun peşinden seyirttiler. Yarahğa yaklaştıkça Maritta'mn haklı olduğunu gördüler -ejder-

ha gerçekten de acınacak bir duru mdaydı. Soğuk taş zeminde yatan koca başı ilerleyen yaşıyla çizgi çizgi olmuş,

kırışmıştı; parlak kırmızı derisi grimsi b ir renk almış beneklen mişti. Ağ zından hırıltılı nefes alıyor; çenesi bir

zaman lar kılıç g ibi keskin olan ama artık sararmış ve kırılmış dişlerini gü zler önüne serecek biçimde açılmış

duruyordu. Yanında uzun yaralar vard ı; deri kaplı kanatlan kuru ve çatlak dolu b ir halde uzan ıyordu.

Tanis artık Maritta'mn tutumunu anlayabiliyordu. Belli ki ejderhaya kötü davranılmıştı; tetikteliğin i gevşeterek

ejderhaya karşı merhamet duyduğunu fark etti. Ejderha -meşale ışığ ıyla tedirgin olarak- uykusunda kıpırdadığ ında

bunun ne kadar tehlikeli olduğunu anladı. Pençeleri Krynn'deki herhangi b ir al ejderha kadar keskin, ateşi de bir o

kadar mahvedici, d iye hatırlattı Tanis kendi kendine sertçe.

Ejderhanın gözleri açıld ı; meşale ışığında al al parlayan yarıklar olarak. Yo larkadaşlan durdular, elleri silah larında.

"Kahvaltı zamanı oldu mu bile Maritta?" dedi Matafleur (Alevçarpan onun ölümlüler arasındaki ismiydi) uykulu

uykulu, kısık bir sesle.

"Evet, bugün biraz erkenciy iz şekerim," dedi Maritta ikna edici bir sesle. "Bir fırt ına toplanıyor, ben de çocuklar

fırtına kopmadan önce id manların ı yapsınlar istedim. Sen uyumana bak. Çıkarlarken seni uyandırmamalarına dikkat

ederim."

"Benim için önemli değil." Ejderha esneyerek gözlerin i bira z daha açtı. Tanis artık, gözlerinin bir tanesinde süt beyaz

bir perde olduğunu gördü; o gözü kördü.

"Umarım onunla savaşmak zorunda kalmayız Tanis," diye fısıldadı Sturm. "Bu b irinin büyükannesiyle savaşmak gibi

bir şey."

Tanis yüzünü asmaya çalıştı. "Tehlikeli b ir büyük anne Sturm. Bunu unutma."

"Minikler hu zur dolu b ir gece geçirdiler," diye mırıldandı ejderha; belli ki tekrar uykuya dalıyordu. "Dikkat et de

eğer fırtına koparsa ıslan masınlar Maritta. Özellikle de küçük Erik. Geçen hafta hastalandıydı." Gö zleri kapandı.

Maritta dönerek eliy le diğerlerini yanına çağırd ı, parmağını dudaklarına götürerek. En son Sturm ile Tanis geldi;

silahlan ve zırhları pelerinler ve eteklerle örtülmüştü. Tanis ejderhanın başından on metre kadar ilerdeydi ki gürültü

başladı.

İlk önce bunun kendi hayal gücü olduğunu düşünmüş; sinirleri gergin olduğu için kafasının içinde bir vızıltı duyuyor

zannetmişti. Fakat ses gitgide kuvvetlendi ve Sturm telaşla ona döndü. Vızıltı sesi, sonunda binlerce çekirgenin

çıkardığı bir ses gibi yükselinceye kadar art maya devam etti. A r-

383
382

tık d iğerleri de arkalarına bakıyordu -hepsi ona bakıyordu! Tan is de arkadaşlarına çaresizce bakıyordu; yüzünde

neredeyse komik bir afallama ifadesi vardı.

Ejderha ho murdanarak huzu rsuzca kıpırdandı, sanki ses kulaklarını ağ-rıt ıyormus gibi basını salladı.

Aniden Raistlin g ruptan ayrılarak Tan is'e doğru koştu. "Kılıç!" diye t ısladı. Yan meflin cüppesini yakalad ığı g ibi

bıçağı ortaya çıkartacak şekilde savurdu.

Tanis antika kabzasıyla kılıcına bakt ı. Büyücü haklıydı. Kılıç sanki alarm verirmiş gibi vınlıyordu. Artık Rn istlin

dikkatini ona yoğunlaştırmış olduğu için yanmelf titreşimi dahi hissedebilmeye başlamıştı.

"Büyü," dedi büyücü kılıcı ilgiyle incelerken.

"Sustumbilir misin?" diye bağırdı Tanis garip sesin üzerinden.

"Hayır," dedi Raistlin. "Şimd i hatırlad ım. Bu Ejderb içer, Kith-Kanan'mJ meşhur büyülü kılıcı. Ejderhanın varlığ ına

karşı b ir tepkide bulunuyor."

"Bu, bunu hatırlamak için en korkunç zaman!" dedi Tanis hiddetle.

"Ya da en uygun zamnn," diye ho murdandı Sturm.

Ejderha yavaş yavaş başını kaldırdı, gözlerini kırp ıştırarak, burun delik -j lerinden ince bir duman süzülüyordu.

Mahmur gö/.lerin i Tan is'e odakladı; bakışlarında ızdırap ve hu zursuzluk vardı.

"Kimi getirdin Maritta?" Matafletır'un sesi tehdit doluydu. "Yü zyıllardır! duy madığım bir ses duyuyor, çeliğ in kötü

kokusunu alıyorum! Bunlar ka -| din değil! Bunlar savaşçı!"

"Sakın canın ı acıt mayın!" diye u ludu Maritta.

"Başka bir seçeneğim o lmayabilir!" dedi Tan is hırçınlıkla, Ejderbiçer'i ki-j nından çekerek. "Neh iryeli, Alt ınay;

Maritta'yi buradan çıkart ın!" Kılıç git-1 g ide parlak beyaz bir ışıkla parlamaya ve vızılt ı daha da yükselip şiddetlen -]

meye başladı. Matafleur yerine bü züştü. Işık sağlam gözüne de acı vererek! saplanıyordu; korkunç ses başını bir

bıçak g ibi deşiyordu. Sızlayarak Ta - j nis'den uzaklaşıp büzüştü.

"Koşun, çocukları alın!" d iye bağırdı Tanis, -en azından şimd ilik- savaş- j mak zo runda olmadıkların ı fark ederek.

Parlayan kılıcı havaya kald ırıp za-j vallı ejderhayı duvara doğru sürerek ileriye doğru dikkat le ilerled i.

Maritta Tanis'e korku dolu b ir bakış fırlattıktan sonra Altınay'ı çocukla-j nn odasına yönlendirdi. Yüz kadar çocuk,

odalarının d ışındaki garip sesli telaşlan mış gözlerini dört açmışlardı. Marit ta ve Altınay'ın görüntüsü kar sında

yüzlerinde bir rahatlama göründü ve birkaç küçük çocuk etekleri zırb h bacakları arasında uçuşarak içeri dalan

Caramon'u görünce kıkırdadı bileJ| Fakat savaşçılar ve çekilmiş silah lan karşısında çocuklar hemen ciddileşt i.

"Nedir bunlar?" diye sordu en büyük kız. "Neler o luyor? Yine mi dövüş var?"

"Bir dövüş olmayacağını u muyoruz tatlım," dedi Maritta yavaşça. ^Ama safta yalan söyleyemem -iş oraya da
varabilir. Şimd i eşyalarınızı toplamanızı istiyorum, ö zellikle de kalın pelerinlerihizî falan ve b izimle gelin.

Büyüklerin iz küçükleri taşıyabilir, aynı dlişanya id mana giderken yaptığın ız gib i."

Sturrh, bir kargaşalık, zırılt ılar, sorular olmasın ı bekliyordu. Ama çocuklar hızla kendilerinden istenileni yerine

getirdi, kalın g iysilerine bürüherek küçüklerin de giy in mesine yardımcı o ldular. Biraz solgun ölsalai' da sessiz ve

sakindiler. Bunların savaş çocukları o lduklarını hatırladı Sturm.

"Ejderhanın yuvasından çok hızlı geçip hemen oyun odasına girmen izi istiyoru m. Oraya vardığın ızda koca adam"

-Stürm Cârarhori'u işaret etti-zi avluya çıkartacak. Anneleriniz sizi orada bekliyor. Dışarı çıkt ığın ızda'annenizi aray ıp

doğru onun yanına gidin. Herkes anladı mı?" Kuşkuyla küçük çocuklara bakt ı ama sıranın başındaki kız başını evet

anlamında sallad ı

"Anlıyoruz bayım," dedi.

"Tamam," deyip döndü Sturm. " Carâmon?

Yü z çift göz ona bakmak için dönünce kızaran savaşçı ejderhanın yuva

sına giden yolda başı, çekti, Altınay yeni yürü meye başlamış bir çocuğu,

Maritta bir başka bir tanesini kapıp kollarına aldılar .-Daha büyük oğlanlar

ve kızlar daha küçüklerini sırtlarında taşıdılar. Tan is'i, parlayan kılıcı ve

dehşete düşmüş ejderhay görünceye kadar hiçbir şey söylemeden munta

zam bir sıra halinde hızla kapıdan dışarı çıktılar.

"Hey sen! Sakın ejderhanın canın ı yakma!" diye bağırd ı küçük b ir çocuk

Sıradaki yerinden ayrılan çocuk Tanis'e koştu; elini yumruk yapıp kaldır

mış, yüzü de h ırlar g ibi çat ılmıştı.

"Dougl" diye bağırdı en büyük kız, şaşkınlık içinde. 'Derhal,sıradaki yen ripe gir!" Fakat art ık çocukların b irkıs mı

ağlamaya başlamıştı.

Kılıcı hala elinde duçan Taniş -ejderhayı geri tutan tek şeyin bu olduğu

nu bilerek- bağırdı, "Onları hemen buradan çıkartın'". " Çocuklar, lütfen!" Reisin Kızı'n ın sert ve emreden sesi

kargaşaya bir dü-zen getirdi. "Mecbur kalmadıkça Tanis ejderhanın canını yakmaz, o iyi b ir

adamdır. Şimdi ayrılman ız lazım. Annelerinizin size ihtiyacı var.

Altınay'ın sesinde bir korku t ınısı vard ı, en küçük çocuğu bile et kileyen

bir aciliyet hissi. Çabucak sıra o ldular.

"Hoşçakal Alevçarpan," diye seslendi birkaç çocuk istekle, Caramon'u izlerken ellerini sallayarak. Dougl, Tanîs'e son

bir tehditkar bakış fırlattıktan sonra sıraya geri döndü, pis yumruklarıyla gö zlerin i silerek.

"Hayır!" diye ayaklad ı Matafleur iç parçalayan bir sesle. "Hayır! Çocuk

larımla dövüşmeyin. Lütfen! Sizin istediğiniz benim! Benimle dovüşun Ço


cuklarıma bir zarar vermey in!"

385

384

Tanis ejderhanın geçmişine gitt iğini, onu çocuklarından her ne ayırd ıysa onu yeniden yaşamaya başladığını fark e tti.

Stunh Tanis'in yakın ında duruyordu. "Çocuklar emn iyetli bir yere g ider git mez seni öldürecek b iliyorsun değil mi."

"Evet," dedi Tanis ciddiyetle. Daha şimd iden ejderhanın gözü -kötü gö zü b ile - kıp kırmızı yanıyordu. Açık duran

koca ağzından salyalar akıyordu ve pençeleri yeri tırmalıyordu.

"Çocuklarıma değil!" dedi hiddetle. . • " Yan ındayını..." diye başladıSrurm kılıcını çekerek.

"Bizi bırak şövalye," diye fısıldadı Raistlin yavaşça gölgelerin içinden. "Senin silah ın bir işe yaramaz. Ben Tanis ile

birlikte kalacağım." . Yarımelf büyücüye hayretle baktı. Raistliri'in garip altın gö zleriy le bakış - • ları birleşti; ne

düşündüğünü biliyordu: Ona güveniyor muyum acaba? Raistlin ona hiç yard ımcı olmadı, neredeyse onu

reddettirmek istiyor gib iydi.

''Dışarı çık," dedi Tanis, Sturm'e.

"Ne?." diye bağırdı Sturm. "Delirdin mi sen? Güveniyor musun bu..."

"Dışarı çık!" diye tekrarladı Tanis. Tam o anda Flint'in yüksek sesle bağırdığın ı duydu. "Git Sturm, orada sana

ihtiyaçları var!"

Şövalye bir an için kararsız kaldı ama ko mutanı addettiği birinden, ald ığı açık buyruğa karşı gelmeyi gururuna

yediremezdi. Raistlin 'e meşum bir bakış fırlatan Sturm topukları üzerinde dönerek tünele girdi.

"Bu al ejderhaya karşı yapabileceğim çok az bir büyü var," diye fısıldadı

Raistlin çabucak. • .

"Bize zaman kazandırab ilir misin?" diye sordu Tanis. :

Raistlin, ö lü me, ö lü mden korkmayacak kadar yaklaş mış birinin tebessümüyle gülü msedi. "Kazandırab ilirim," diye

fısıldadı. "Tünele doğru hareket i et. Ben im konuşmaya başladığımı duyd uğunda koşmaya başla."

Tanis, kılıcını havada tutmaya devam ederek geriledi. Fakat ejderha ar-

tık kılıcın büyüsünden korkmuyordu. O sadece çocukların g it miş oldukların ı ve bundan sorumlu olanları öldürmesi

gerektiğin i biliyordu o kadar." Doğrudan elinde kılıç olan ve tünele doğru kaçmaya başlayan savaşçıya daldı. Sonra

üzerine bir karanlık ind i; öyle bir karanlıktı ki Matafleur bir an

için d iğer gözünün de kör o lduğunu zannetti. Büyü sözlerinin mırıldandığın ı duydu v.e cüppeli adamın bir büyü

yaptığını anladı.

"Onları kavuracağım," diye u ludu, tünel boyunca çeliğin kokusunu alarak. "Kaçamayacaklar!" Fakat tam derin b ir

nefes almıştı ki başka bir ses


duydu -çocukların sesini. "Hayır," diye fark etti kahrolarak. "Bunu göze ala-

mam. Çocuklarım! Çocuklarıma zarar vereb ilirim..." Başı soğuk taş Zemine

eğildi. '

386

Tanis ile Raistlin tünelden aşağıya koştular; yarımelf zayıf düşmüş büyücüyü yanı sıra sürüklüyordu. Arkalarından

keder verici, iç parçalayıcı bir ho murtu duydular.

"Çocuklarıma değil! Lütfen benimle dövüşün! Çocuklarımın canın ı yakmay ın!"

Tanis tünelden oyun odasına çıktı ve. Caramon doğmakta olan güneşe doğru bakan koca kapıları açarken parlak

ışıkta kamaşan gözlerin i kırpıştırd ı. Çocuklar kapıdan çıkıp avluya koştular. Tanis, kılıçların ı çekmiş duran ve onlara

doğru endişeyle bakan Tika ile Laurana'yı görebiliyordu. Oyun odasının yerinde bir ejderan ufalan mış yatıyordu,

sırtından da Flint'in savaş baltası yükseliyordu.

"Hepiniz, d ışarı!" d iye bağırdı Tanis. Savaş baltasına yeniden kavuşan Flin t, oyun odasından en son çıkan Tanis'e

katıldı. Tam çıkarlarken dehşet verici bir kükreme duydular, b ir ejderha kükremesi ama zavallı Matafleur'ınkinden

çok daha değişik bir kükremeydi bu. Pyros casusları bulmuştu. Taş. duvarlar tit remeye başladı - ejderha yuvasından

yükselmeye başlamıştı.

"Köz!" diye sövdü içinden Tanis acı acı. " Git memiş!"

Cüce başını sallad ı. "Sakalım ü zerine yemin ederim ki," dedi içi sıkılarak, "bu işin içinde Tasslehoff var."

Düşmekte o lan üç küçük suret ile birlikte kırılan zincir, S la-Mori'deki .Zincir Odası'n ın taş zeminine boşalmıştı.

Boşu boşuna zincire yapışan Tasslehoff karan lık içinde taklalar atıp duruyor ve ölmek dedikleri buymuş demek d iye

düşünüyordu. Bu ilginç bir histi ve bunu daha fazla sürdüremediği için üzü lüyordu. Üze rinde Ses-tun'ın dehşetle

ayakladığ ını duyuyordu. Altında, yaşlı büyücünün kendi kendine mırıldandığım duydu, belki de son bir büyü

yapmaya çalışıyordu. Derken Fizban sesini yükseltti: "Pveatherf..."* Kelime bir çığlıkla kesilmişti. Yaşlı büyücü

yere çarparken kemiklerin in kırıldığ ını belirten bir gümbürtü oldu. Sıranın kendisinde olduğunu bildiği halde

Tasslehoff üzü ldü. Taş zemin yaklaşıyordu. Birkaç saniye içinde o da ölmüş olacaktı...

Sonra kar yağmaya başladı.

En azından kender böyle düşünmüştü. Sonra büyük bir şokla milyonlarca, milyonlarca tüyle kuşatılmış olduğunu

fark etti -sanki bir sürü tavuk infilak, et mişti! Peşinde Sestun tombalaklar atarak derin, engin, ak b ir tüy yığın ına

gömüldü.

"Zavallı Fizban," dedi Tas, ak tavuk tüylerinden bir o kyanusta debelenirken gözlerindeki yaşlan kırp ıştırarak

uzaklaştırdı. "Son büyüsü, Raist-

"Tamamı Pveathr-fall şeklinde olan büyü sözcüğü, Feaiher-fall (tüy-düşüşü) kelimesinden türetilmiş
387

lin'in de kulandığ ı tüydüşüşü olsa gerekti. Kimin aklına gelirdi ki? Bir sür tüyü oldu."

Tepesinde çark gitgide artan bir Kızla dönüp duruyordu; boşalan zinci sanki bağlarından kurtu lduğu için sevinçle

akıp duruyordu

Dışarıda, avluda bir kargaşa hüküm sürüyordu. " Buraya!" diye bağırd ı Tanis kapılardan dışarı fırlayarak;

pek bir şansla-rı o lmadığ ını b iliyordu ama pes etmey i reddediyordu. Yo larkadaşlan onun etrafını aldılar; silahlarını

çekmişler endişeyle ona bakıyorlard ı. "Madenle. re koşun! Bir yerlere sığ ın mak için koşun! Verminaa rd ile al

ejderha git memiş. Bu bir tuzak. Her an üzerimize çökebilirler."

Yü zleri asılmış olan diğerleri başlarını salladılar, evet anlamında. Hep u mut olmadığ ını b iliyorlardı -alt mış yetmiş

metre kadar tabak gib i dü m düz, açık bir alandan geçip emniyete a labilirlerdi kendilerini ancak.

Kadın lar ile çocukları ellerinden geldiğ ince büyük bir h ızla sürmeye ça-

lıştılar ama pek başarılı o ldukları söylenemezdi. Bütün analar ve çocukların

bir araya toplanması gerekiyordu. Derken Tanis madenlere bir bakış fırla-

tarak, artan bir sıkıntıyla yüksek sesle küfretti.

Ailelerinin serbest kaldığ ını gören madendeki adamlar çabucak muha

fızları alt ederek avluya doğru koşmaya başlamışlardı! Planları bu değildi]

Elistan ne düşünüyordu acaba? Biraz sonra sekiz yüz deliye dönmüş insan

bir saçak altı b ile olmayan bo mboş bir alanda koru masız kalakalacaktı! On -

lan güneye, dağlara doğru yönlendirebilimeliydi. " Eben nerede?" diye seslendi Sturm'e

"Son gördüğümde madenlere doğru koşuyordu. Neden olduğunu anla

-yamad ım.Şövalye ile yarımelf aniden her şey anlayarak nefessiz kaldılaı 'Tabii yâ Tanis yavaşça sesi karkaşalık

içinde kaybolmuştu

Şimd i her şey yerli yerine oturdu

Eben madenlere doğru koşarken tek düşüncesi Pyros'un emirlerine uy

maktı. Bir şekilde bu keşmekeşin ortasında Yeşil Ziynet Adam'ı bulması ge

rekiyordu. Verminaard ile Pyros'un bu zavallı sefillere ne yapacağını bili

yordu. Eben bir an için bir acuna duygusu hissetti -ne olursa olsun zalim ve

kötü biri sayılmazd ı. Sadece çok önceleri hangi tarafın kazanab ileceğini tah

min et miş ve bir kez o lsun kazanan tarafta olmak istemişti.

Ailesinin serveti silin ip süprüldüğü zaman Eben'in satabileceği tek l

şeyi kalmıştı: Kendisi. Akıllıydı, kılıç sallamada hünerliydi ve parayla.'


kadar sadık o lunabilirse o kadar da sadıktı. Kuzeye doğru, hizmet ini satabileceği birilerini aramak için yaptığı bir

yolculukta karşılaş mıştı Verminaard ile Eben. Eben, Verminaard'ın gücünden etkilen miş ve kötü din adamın ın

takdirini kazan mak için kurnazlıkla ona sokulmuştu. Fakat hepsinden önemlisi Py ros'un hizmet ine girmişti. Ejderha

Eben'i canayakm, zeki, becerikli ve -birkaç denemeden sonra- güvenilir bulmuştu.

Eben tam ejderan orduları saldırmadan yurduna, Kapıyolu'na yollan mıştı. Bir yolunu bularak "kaçabilmiş" ve

direnişçiler grubunu kurmuştu. İlk kez Pax Tharkas'a sızmaya çalışırlarken Gifthanas'ın elf grubuyla karşılaş maları

Eben'in hem Pyros hem de Verminaard ile ilişkilerini geliştiren büyük bir şansa. Sonunda ermiş bizzat Eben'in

ellerine düştüğünde, şansına inanamamıştı. Bunun, Karanlık Kraliçe'nin onu ne kadar çok sevdiğini gösterdiğini

düşünüyordu.

Karanlık Kraliçe'nin onu kayırmaya devam et mesi için dualar ediyordu. Yeşil Ziynet Adam'ı bu kargaşa içinde

bulması demek ilahi güçlerin araya girmesi demekti. Yü zlerce adam ne yaptığım b ilmeden dönüp duruyordu. Eben

Verminaard'a b ir yardımda bulun mak için b ir fırsat daha bulmuştu. "Tanis sizi av luda bekliyor," diye bağırd ı. " Gid ip

ailelerinize kat ılın."

"Hayır! Planımız bu değildi!" diye haykırdı Elistan onları durdurmaya çalışarak. A ma ço k geç kalmıştı. A ilelerin in

serbest kaldığın ı gören adamlar ileri atıldı. Birkaç yüz lağ ım cücesi de, belki de bu bir bayramdır diye eğ lencelere

katılabilmek için neşe içinde madenlerden çıkıyor, bu kargaşaya katılıyordu.

Eben huzursuzca Yeşil Ziynet Adam'ı bulmak için kalabalığı tarıyordu;

sonra hapishane hücrelerin in içine bakmaya kadar verd i. Tabii ki adamı tek

başına oturmuş etrafına belli belirsiz bakın ırken bulmuştu. Eben hemen

onun yanında diz çöktü, adamın ismini hatırlamaya çalışarak hafızasın ı

zorluyordu. Garip, eski moda bir şeydi... . ,..

"Berem," dedi Eben b ir süre sonra. "Berem?"

Haftalar boyunca ilk kez yüzünde bir ilgi ışıltısı beliren adam başını kaldırd ı. Adam Toede'nin zannettiği gibi sağır

ve dilsiz değildi. Daha ziyade, tamamen kendi gizli macerası içine hapsolmuş biriydi. A ma insandı ne de? olsa ve

kendi ismini seslendiren bir insan sesi duymak aşın derecede hoştu.

"Berem," dedi Eben b ir kez daha dudaklarını sinirli sin irli yalayarak. Şimd i onu ele geç ird ikten sonra ne yapması

gerektiğin i tam o larak b ilemiyordu. Dışarıdaki zavallı sefillerin, ejderha saldırıya geçer geçmez madenlerin emn iyeti

altına girmek için koşacakların ı biliyordu. Tanis onlan yakalamadan Berem'i buradan çıkarması gerekiyordu. A ma

nereye? Adamı iPyros'un emret miş olduğu gibi Pax Tharkas'ın içine götürebilirdi ama Eben

389
bu fikirden hoşlanmıyordu. Verminaard mutlaka bulurdu onları ve kuşku:

duyacak olursa Eben'in cevaplandıramayacağı sorular sorabilirdi.

Hayır, Eben'in onu götürebileceği emin bir yer vardı -Pax Tharkas'ın ; surlarının gerisi. Kargaşa yatışıncaya kadar

orada gizlenip, sonra da gece kaleye süzülebilirlerdi. Karannı verd ikten sonra Eben, Berem'in koluna girerek adamın

ayağa kalkmasına yardımcı o ldu.

"Dövüş olacak," dedi. "Seni uzaklaştıracağım, her şey bitinceye kadar se- n i emn iyetli bir yere götüreceğim. Ben

senin dostunum. Anlıyor musun?"

Adam onu nüfuz edici b ir b ilgelik ve zekayla süzdü. Bu ciflerin yaşsız _ bakışı g ibi değil de sayısız yıllarının

ızdırab ıyla b irlikte yaşamış bir insanın J bakışıydı. Berem hafifçe bir iç geçirdikten sonra-başıyla onayladı..

Verminaard deriden, zırhlı eldivenlerin i hızla çekiştirerek büyük bir hiddetle odasından çıktı, koca koca adımlarla.

Bir ejderan peşi sıra seyirt i-yor, Yüceefendi'nin topuzu Geceçöktüren'i taşıyordu. Diğer ejderanlar etraflarında

dönüyorlar, Pyros'un yuvasına geri dönmek için koridora adımını atan Verminaard'ın emirlerin i yer ine getiriyordu.

"Hayır ah maklar, o rduyu geri çağırmayın! Bu benim ancak b ir anımı alacak. Akşam çökene kadar Qualinesti alevler

içinde kalacak. Kö z!" diye bağırd ı ejderhanın yuvasına açılan kap ıları savurarak açarken. Çıkıntın ın ucuna kadar

gitti. Balkona doğru bakınca du man ve alev ler gördü; ve ileriden gelen ejderhanın kükremesini duydu.

"Köz!" Hiç cevap yoktu. "Bir avuç casusu yakalamak ne ka'dar zaman alab ilir?" diye sordu hiddete. Geri

döndüğünde neredeyse ejderan komutanın ü zerine çıkıyordu.

"Ejderhasemerin i kullanacak mısın ız efendim?"

"Hayır, zaman yok. Sonra onu sadece savaşırken ku llan ıyoru m; burada, •b ir savaş olmayacak, sadece birkaç yüz esiri

yakacağız."

"Fakat esirler madenlerdeki muhafızları haklamışlar ve av luda aileleriy

le birleş mişler." '

"Gücünüz ne kadar?"

"Onlarla başa çıkabilecek kadar değil efendim," dedi ejderan ko mu tanı, gözleri parlayarak. Ko mutan garnizonun

boşaltılmasını h iç akıllıca bulmamıştı zaten. "Üç yüz erkek ve b ir o kadar kadına karşı kırk elli kişi kadarız.

Kuşkusuz ki kad ınlar da adamlarla birlikte savaşacaklardır soylu efendim ve organize o lup bir de da ğlara doğru

kaçacak o lsalar..."

"Pöh! Köz!" diye bağırd ı Verminaard. Kalen in başka bir yerinden tok, metalik bir gü mbürtü duydu. Sonra başka bir

ses daha duydu; koca .çark -bu vüzlerce y ıld ır alışılmış bir şey olmadığ ından- çalışmaya zorlandığı için

karşı koyarcasına gıcırdıyordu. Verminaard bu garip seslerin hangi uğursuz şeyi haber yerdiğ ini merak ediyordu ki
Pyros uçarak yuvasına ğ«ri

döndü.

Ejderha Yüceefendisi Pyros yanından alçalırken çıkıntıya, doğru koştu.

Verminaard hızla ve büyük bir hünerle ejderhanın sırt ına bindi. Karşılıklı

bir güvensizlikleri olduğu halde ikisi birlikte iy i dövüşüyorlardı. Fethetmek

için yanıp tutuştukları önemsiz ırklara duydukları nefret, güce duydukları

arzuyla birleşiyor ve her ikisin in de it iraf et mek istemediği kadar g üçlü bir

bağla birbirlerine bağlıyordu. .•

"Uç!" diye kü kredi Verminaard ve Pyros havaya yükseldi.

"Boşuna dostum," dedi Tanis Sturm'e, yavaşça elini, deliler g ibi insanları düzene sokmaya çalışarak bağıran

şövalyenin omu zu'na koyarak. "Nefesini boşu boşuna harcıyorsun. Dövüşe sakla."

"Dövüş olmayacak." Sturm sesi bağırmaktan kısıldığ ı için ö ksürdü. "Kapana kısmış sıçanlar g ibi ö leceğiz. Neden bu

ahmaklar din lemiyor?"

Tanis ile birlikte avlunun kuzey ucunda, Pax Tharkas'ın ön kapılarının altı yedi met re öt esinde durmuşlardı. Güneye

bakınca dağları ve ü midi görebiliyorlardı. Gerilerinde, kalenin her an açılarak koca b ir ejderan ordusunu içine

alabilecek koca kapıları vardı; ve bu surların içinde bir yerlerde Verminaard ile al ejderha bulunuyordu.

Elistan boşu boşuna insanları sakinleştirmeye, onları güneye yönlendirmeye çalışıyordu. Ama erkekler kad ınlarını

bulmakta ısrarlıydı, kad ınlar da çocukların ı. Yeniden birleşen birkaç aile güneye doğru hareket etmeye başlamıştı

ama çok geç kalmışlardı ve ço k yavaştılar.

Sonra alevler içindeki kuyrukluyıldız Pyros, kan kırmızısı rengiyle Pax Tharkas kalesinden süzüldü; kaygan kanatlan

iki yanında katlan mıştı. Uzun kuyruğu peşi sıra geliyordu. Havada hız kazandıkça pençeli ön ayakları bedenine yakın

büzüşmüş duruyordu. Arkasına Ejderha Yüceefendisi bin mişti; ko rkunç ejderhamaskesihin altın kaplı "boynuzları

sabah güneşin-, de pırıld ıyordu. Güneşle aydınlan mış gökyüzüne doğru fırlayıp, aşağıdaki avluya gecenin

gölgesini.düşürürlerken Verminaard her iki eliyle ejderhanın dikenli yelesine tutunmuştu.

Bütün insanların gönüllerine ejderha korkusu düşmüştü. Çığ lık at maya veya kaçmaya bile yeltenemeyen insanlar bu

korkunç görüntü karşısında sadece birbirlerine sarılıp, ölü mün kaçınılmaz o lduğunu .bilerek sinebiliyorlardı ancak.

Verminaard'm emriy le Pyros kale kulelerinin b irine kondu. Verminaard j

boynuzlu ejderhamaskesinin ardından sessizce, h iddetle bakıyordu. '

390

Tanis çaresizlik dolu b ir sıkıntıyla seyrederken Sturm'ün elin i kolunda

hissetti. "Bak!" Şövalye kuzeyi; kâpıları işaret ediyordu.


Tanis gönülsüzce bakışların ı Ejderha Yüceefendisi'nden indirerek kale-

nih kapılarına doğru koşturan iki suret gördü. "Eben!" diye bağırdı gözleri

ne inariamayarak. "Ama yanındaki kimin nesi? '"Kaçamayacak!" diye bağırd ı Srurm. Tanis onu durduramadan

şövalye

ikisinin peşine düştü. Tanis onu izlerken, gö zünün ucuyla kırmızı b ir şim

şek gördü: Raistlin ile ikiz kardeşiydi bunlar.

"Benim de o adamla hallet mem gereken b ir işim var," diye t ısladı büyücü. Üçü, tam şövalye Eben'in yakasına

yapışıp onu yere yapıştırırken Sturm'e yetişti.

"Hain!" diye haykırdı Sturm yüksek sesle;,"Bugüri ölecek bile olsam önce seni cehennem çukuruna

yollayacağım"Kılıcım çekerek Eben'in başını geriye kan ırttı. Aniden Eben'in yolarkadaşi! geri döndü, geri geldi ve

Sturm'ün kılıç tutan kolunu kavradı.

Sturm'ün nefesi kesildi. Şövalye önündeki görüntüye hayret içinde ba-

karken Eben'i kavrayan eli gevşedi

II Madenlerden çılg ınca kaçarken adamın gömleği yırt ılmıştı. Tam göğsü

nün ortasında, adamın etinde yeşil bir ziynet vardı! Bir yumruk kadar bü

yük ve yuvarlak o lan ziynetten güneş'ışınları sıçrıyor, parlak ve ko rkunç bir

ışıkla-berbat bir ışıkla -parıldamasına neden oluyordu.

"Böyle bir büyü ne duydum, ne gördü m!" diye fısıldadı Raistlin korkuy

la, d iğerleriy le birlikte Sturm'ün yanında donup kalınca.

Faltaşı gib i açılmış gözlerin bedeninde yoğunlaştığını gören Berem gay -

ri ihtiyari gö mleğini kavuşturdu. Sonra Sturrn'ün ko lunu bırakarak kap ilâ -

ra doğru döndü ve koşmaya başladı. Tökezlenerek ayağa kalkan Eben onun

peşinden gitti

Sturm ileri sıçradı ama Tan is onu durdurdu.

"Hayır," dedi. "Çok geç. Düşünmemiz gereken başka şeyler var

Tanis bak!" diye bağırd ı Caramon, koca kapıların tepesini işaret ederek.

Kalen in koca ön kap ıları üzerindeki taş duvarların bir bölü mü bel yer

miş, kocaman bir çatlak şeklinde açılmaya başlamışa. Önce yavaş yavaş,

sonra gittikçe artan bir hızla yekpare granit kayalar bu çatlaktan dökülme

ye başlamış ve zemindeki taşlan çatlacak b ir güçle bulutlar kaldırarak yere

çarpmıştı. Bu gü mbürtünün arasından mekanizmay ı boşaltani zincirinkoca

sesi ancak duyuluyordu.


Tam Eben ile Berem kapılara vard ıklarında kayalar devrilmeye başlamıştı. Dehşetle ciyâklayan Eben içgüdüsel

olarak, acınacak bir halde koluy-a başını siper etti. Yan ındaki adam yukarı bakt ı -ve göründüğü kadanyla-

hafifçe içini çekti. Sonra ikisi birlikte Pax Tharkas kapılarını sıkı sıkı kapatan kadim savunma mekanizmasının

çağüdayarak akan tonlarca taşı altına gö müldü ler.

"Bu sizin sön meydan oku manız!" d iye kükredi Verminaard. Sö zleri dökülen kayalarla bölünmüş ve onu daha çok

hiddetlendiren bir şey olmuştu. "Size kraliçemin şanını arttırmanız için çalış ma şansı tanımıştım. A ma siz inatçı ve

ahmaksınız. Bunu hayatınızla ödeyeceksiniz!" Ejderha Yüceefendi-si Geceçökrüren'i havalara kald ırd ı. " Erkekleri

yok edeceğim. Kadınları yok edeceğim! Çocukları yok edeceğim!"

Ejderha Yüceefendisi'nin elin in temasıyla Pyros koca kanatlarını gererek havaya fırlad ı. Ejderha aşağıda korunaksız

avluda dehşet içinde bağrışan insanların üzerine çu llan maya ve onları ateşli nefesiyle kızart maya hazırlanarak derin

bir nefes ald ı.

Fakat ejderhanın ölü mcül dalışı yarıda kalmıştı.

Kaleden duvarları parçalayıp çıkarken o luşan döküntü arasından Mata-feur dosdoğru Pyros'a doğru uçtu.

Kadim ejderha İyice delirmişti artık. Bir kez daha çocukların ı kaybetmenin kabusunu yaşıyordu. Gü müş ve altın

ejderhaların ü zerindeki şövalyeleri, güneş ışığında parlayan kötü ejderhamızraklarmı görüyordu. Boşu boşuna

yalvarmıştı çocuklarına bu ü mitsiz savaşa katılmamaları için; boşu boşuna onları savaşın artık b ittiğine ikna et meye

çalış mıştı. Çok gençtiler, sözünü dinlemediler. Uçup gittiler, onu yuvasında göz yaşları içinde bırakarak. Aklında o

kanlı son doğuşu canlandırırken çocuklarının ejderhamız-ijaklarıyla ö ldüklerin i görüyordu ki Verminaar'ın sesini

duydu. "Çocukları yok edeceğim!"

Ve yüzlerce y ıl önce yaptığı gibi Matafleur onları koru mak için uçtu. Bu beklen medik saldırı karşısında dona kalan

Pyros, yaşlı ejderhanın onun koru masız kanatlarına doğru hedeflediği kırık ama yine de tehlikeli dişlerinden son

anda kurtulacak şekilde dön müştü. Matafleur onu sıyırıp geçmiş, devasa kanatlarını kontrol eden ağır kaslarının

birini tü m acısıyla y ırt ınıştı. Havada yuvarlanan Pyros, Matafleur'a pençeli ayağıyla bir çe lme takmış, d işi ejderhanın

yumuşak karnında uzun ve derin b ir yara açmıştı.

Delirmiş haldeki Matafleur acıyı hissetmemişti bile ama daha iri ve daha genç erkek ejderhanın darbesi onu

gökyüzünde geriye fırlat mıştı.

Top halinde kıvrılıp saldırmak erkek ejderhanın içgüdüsel olarak yaptığı bir savunma hareketiydi. Hem irtifa

kazanmış hem de saldırısın ı plan layacak zamanı olmuştu. Ama bu arada binicisini unutmuştu. Savaş sırasında

kullandığı ejderha semerini, ku llan mamış olan,Verminaard ,ejderhan ın

393
392

boynuna tutunamayarak aşağıdaki avluya düşmüştü. Bu uzun bir düşüş ol-|

mamıştı ve yara almadan ama bir an afallayarak, biraz sıyrıklarla yere in -|

misti.

Ayağa kalkt ığını gören insanların çoğu dehşetle kaçışmışlard ı ama -etra-

fına hızla b ir gö z gezdirince- av lunun kuzey tarafında kaçmayan dört kişi

olduğunu fark etti. O dördü ile yü zleş mek için döndü.

Matafleur'un ortaya çıkışı ve aniden Pyros'a saldışı, tutsakları panik halinden çekip çıkart mıştı. Bunlar,

Verminaard'ın ko rkunç bir tanrın ın düşüşü gibi düşüşüyle de birleşince Elistan ile d iğerlerin in başaramadığ ı şeyi

ba-sarmıştı. İnsanlar silkelenerek korku larını üzerlerinden at mışlar, akılları başlanna gelmiş ve güneye, dağların

emn iyeti içine doğru kaçmaya başlamışlard ı. Bu görüntü karşısında ejderan ko mutanı güçlerini akıp giden kalabalığa

doğru yollamıştı. Başka b ir haberciyi, bir Wyvern'i o rduyu geri çağırsın d iye kaleden uçurmuştu.

Ejderanlar tutsaklara doğru daldılar ama b ir.panik yarat may ı düşünü -yorlardıysa, yanılmışlardı. İnsanlar yeterince

çekmişlerdi. Bir kez, barış ve •emn iyet sözüne karşılık o larak ö zgürlüklerin in ellerinden alın masına göz

yummuşlardı.' A rtık bu canavarlar Krynn üzerinde dolandıkça hiçb ir barışın o lamayacağını an lamışlardı. So lace ve

Kapıyolu ahalisi -kad ın, erkek, çolu k çocuk- ellerine geçirdikleri,' her türlü acınacak haldeki silahla -ister taş olsun,

ister kaya, ister elleri, dişleri, tırnakları- karşı koydular.

Kalabalıkta yolarkadaşları birbirlerinden ayrılmışlard ı. Laurana herkesten ayrı kalmıştı. Gilthanas onun yanında

kalmaya gayret göstermiş ama kalabalık 'tarafından sürüklenmişti. Tah min dahi edemeyeceği kadar ço k korkan ve

saklanmak için bir yerler arayan elf kızı elinde kılıcıy la kale surlarının yanına düşmüştü. Tüm h iddetiyle devam eden

savaşı dehşet içinde seyrederken tam önünde bir adam yere düştü, eliyle karn ını tutuyordu, kendi elleri kendi kan ıyla

kıp kırmızı olmuştu. Gö zleri ölü me kilit len miş, kanı kızın ayakları dib inde birikirken sanki kıza bakıyordu. Laurana

korkunç bir büyüyle büyülenmiş gibi kana baktı, sonra önünde bir ses duydu. Silkelenerek bakışlarını kaldırd ı

-dosdoğru adamın katilin in ko rkunç, sürüngen yüzüne.

Dehşet içinde olduğu besbelli olan bir elf kızın ı önünde gören ejderan, bunun kolay bir av olacağ ını hesaplamıştı.

Kan kap lı kılıcını uzun diliyle yalayan'yaratık kurbanın ın cesedi üzerinden atlayarak Laurana'ya saldırd ı. Boğazı,

içinde bulunduğu dehşet nedeniyle kuruyup acıyan Laurana kılıcına yapışarak sadece kendini koru ma içgüdüsüyle

hareket etti. Körükö-rüne, kılıcın ı yukarı doğru kald ırarak sapladı. Ejderan tamamıyla gafil av-

394

lan mıştı. Laurana silah ını ejderanın bedenine sokmuş, keskin elf kılıcın ın hem zırhı hem eti deştiğini hissetmiş,
kemiklerinin kırıldığın ı ve yaratığ ın sqn gurultulu çığlığını duymuştu. Yaratık taşa dönüştü, kızın silahın ı elinden

koparıp alırcasına. Fakat Laurana kendi kendini hayrete düşüren soğukkanlı b ir tarafsızlıkla savaşçıların daha önceki

konuşmalarından, biraz beklerse taşlaşmış bedenin toza dönüşüp silahın ı serbest bırakacağını hatırlamıştı.

Etrafında savaşın sesleri kol geziyordu: Çığ lıklar, ölü m haykırışları, gü mbürtüler, in ilt iler, çeliğin şakırt ısı -ama o

bunların hiçbirini duy muyordu.

O serin kanlılıkla cesedin toz olmasın ı bekledi. Sonra eğ ilerek, tozu eliyle silkeledi, kılıcın ın kab zas ını kavrayarak

havaya kaldırd ı. Kan kap lan mış kılıcın ağ zında güneş parladı, düşman ı ayaklarının d ibinde ölü yatıyordu. Etrafına

bakındı ama Tanis'i göremedi. Diğerlerin in hiçbirin i göremedi. Belki de hepsi ölmüşlerd i. Belki de kendisi de biraz

sonra ölecekti. ' Laurana güneşle yıkan mış mavi göğe baktı. Belki de biraz sonra ayrılmak zorunda kalacağı dünya

yepyeni yapılmış gib i görünüyordu -her nesne, Her taş, her yaprak insana acı veren bir berraklıkla duruyordu.

Güneyden ılık, ko kulu bir meltem yükseldi, yurdunun üzerinde asılı duran fırtına bulutlarını kuzeye doğru sürdü.

Laurana'n m korku hapsinden kurtulan ruhu bulutlardan da yukarı çıktı ve kılıcı sabah güneşinde şimşekler çakt ı.

395

15

'Ejderha yüce efendisti Mataflaur un çocukları

Verminaard, yaklaşan dört adamı d ikkatle süzdü. Bunların esirlerden V o lmadığ ını fark etti. Sonfa bunların altın

renkli saçı olan ermiş ile gezenler olduğunu anladı. Demek ki bunlar Xak Tsaroth'daki Oniks'i alt edip esir

kervanından kaçarak Pax Tharkas'a sızanlardı. Sanki onları tanıyormuş gibi h issetti kendini: Geçmiş ihtişamın

yıkılmış ülkesinin şövalyesi- kendine insan süsü vermeye çalışan bir yanmelf; defo rme o lmuş hastalıklı b ir

büyücü-ve büyücünün ikizi -büyük bir ihtimalle kuş kadar beyni o lan dev bir insan '

ilg inç bir savaş olacak, diye düşündü. Neredeyse boğaz boğaza yapacakları bu dövüş hoşuna gitmişti -böyle

dövüşmeydi çok o luyordu. Bir ejderhanın sırt ından ordulara ko mut vermekten bıkmıştı art ık. Aklına Kö z gelince

bakışlarını hayaya kaldırdı, onun yardım çağ mp çağırmadığrn, merak ederek.

Ama belli ki al ejderhanın kendi sorunu vardı şimd i başında. Pyros daha yumurtadayken Matafleur savaşlara

katılmıştı; tek eksiği gücüydü, onu da kurnazlık ve zekasıyla kapatıyordu

Omu zların ı silkerek kendisine doğru dikkat le yaklaşan dört kişiye bakt ı. Büyücünün yolarkadaşlanna, Verminaard 'ın

Karanlıklar Kraliçesi'nin bir ermişi olduğunu -istese onu yardıma çağ ırabilecek bir ermişi olduğunu- hatırlattığın ı

duyuyordu. Verminaard casuslarından bu büyücünün gençliğj-ne rağmen garip b ir güçle donanmış olduğunu ve çok

tehlikeli addedilmesi gerekt iğin i biliyordu.

Dördü de konuşmadı. Bu adamlar aralarında konuşmaya ihtiyaç duy muyordu; düşmanla konuşmanın da b ir gereğ i
yoktu. İstemeyerek de olsa her iki tarafta da bir saygı söz konusuydu. Savaş coşkusuna gelince, bu gereksizdi. Bu

dövüş soğukkanlılıkla olabilird i. En büyük galip ö lü m olacaktı.

Dördü ilerledi, Verminaard'ın sırtın ı vereceği bir şey olmadığı için, yayılarak arkasına dolanıyorlard ı. İyice eğ ilen

Verminaard bir yandan planlarını hazırlarken, b ir yandan onları yanına yaklaştırmayacak şekilde Geceçök-türen'i b jr

yay çizerek savurdu. Hemen b ir eşit lik sağlamalıydı. Geceçöktü -ren'i sağ eline alan kötü ermiş çömelmiş

durumundan güçlü bacaklarının tü m kuvvetiyle ileri doğru fırlad ı. Ani hareket i rakiplerini şaşırtmıştı. Topuzunu

kald ırmad ı. Şimdi bütün yapması gereken, o ölü mcü l temasıydu Rasitlin'in önünde durup elini u zatarak büyücüyü

omzundan tuttu ve Kara Kraliçe'sine bir dua fısıldamaya başladı.

Raistlin bir çığlık attı. Bedeni görünmeyen, tekin olamayan silahlar tara

fından deşildi, acılar içinde yere çöktü. Caramon böğürürcesine haykırarak

Verminaard'a doğru fırladı arha ermiş hazırlıklıydı. Topuzu Geceçöktüren'i

savurdu ve darbesi savaşçıyı sıyırıp geçti. " Geceyansı," diye fısıldadı Ver

minaard ve büyülü topuz savaşçıyı kör edince Caramon'un haykırışı panik

içinde bir çığlığa dönüştü. , .

"Göremiyoru m! Tanis bana yardım et!" d iye haykırdı koca savaşçı, etrafta tökezlenerek. Gaddarca gülen

Verminaard, tam kafasının ü zerine doğrudan indirdi topuzunu. Caramon kesilmiş bir boğa gibi yere devrild i.

Verminaard göz ucuyla yanmelfin ü zerine fırladığın ı gördü/elinde çiff ağızlı kad im b ir elf kılıcı vardı. Verminaard

dönerek Tanis'in kılıcın ı, Gece-çö ktüren'in yekpare, meşe sapıyla durdurdu. Bir an için iki dövüşçü birbir^ lerine

kilitlendiler ama Verminaard'ın daha büyük olan gücü kazandı Ve Tanis'i yere savurdu.

Solamniya Şövalyesi kılıcını selam verircesine kald ırd ı -bu pahalıya mal olan b ir hataydı. Verminaard'a gizli

cebinden minik, demir bir iğne çıkartacak kadar b ir zaman kazandırmıştı. Bunu havaya kaldırarak Karanlıklar

Krâliçesi'ni, ermişine yardıma çağırdı Verminaard. İleri doğru iri adımlarla giden Sturm an iden bedeninin sonunda

yürüyemeyecek şekilde gitgide; ağırlaştığın ı fark etti.

396

397

Yerde yatan Tanis görünmeyen bir elin üzerine bastırdığ ını h issediyor du. Hareket edemedi. Başını döndüremed i.

Dili, konuşamıyacağı kadar şiş -misti sanki.. Raistlin'in acı içindeki çığlıklarını duyabiliyordu. Vermina-ard'ın

güldüğünü, Kara Kraliçe'ye ilahiler okuduğunu duyabiliyordu. Ta-niş sadece çaresizlik içinde Ejderha

Yüceefendisi'nin topuzunu kald ırarak, şövalyenin yaşamına son verecek darbeyi indirmek için Sturm'e doğru

yürüdüğünü seyrediyordu.
"Baravais, Kharas!" dedi Verminaard Solamn iya dilinde. Bunun -düşmanın merhametine kalarak ö lmenin - bir

şövalye için en işkence verici ö lü m şekli olduğunu bile bile topuzunu şövalyenin selamının iğrenç bir taklidiy le

kald ırdı.

Aniden bir el Verminaard'ın bileğini kavrad ı. Hayretle bu ele b akakaldı; bir kadın ın eliydi. Kendin inkine eş bir güç

hissetti; onun günahkarlığına karşı b ir kutsiyet. Bu temasla Verminaard'ın konsantrasyonu dalgalandı. Kara

Kraliçe'ye yaptığı dualar tekledi.

O anda baktığ ında Kara Kraliçe, beyaz ve parlak b ir zırha bürünmüş, planların ın ufkunda karşısına çıkan bu pırıltılı

tanrıyı gördü. Bu tanrı ile dövüşmeye hazır değildi; onun geri dönüşüne hazır değildi; o yüzden -ilk kez olarak-

yenilme ihtimalini görerek elindeki seçenekleri yeniden gözden geçirmek ve savaşını ye niden yapılandırmak için

kaçtı. Karanlıklar Kraliçesi çekilerek d in adamın ı kendi kaderine terk etti.

Sturm büyünün bedenini terk ettiğ ini, kasların ın bir kez daha kendi em

rinde olduğunu hissetti. Verminaard'ın tü m öfkesini Alt may'a döndürdüğü

ve ona vahşice vurduğunu gördü. Elf kılıcı güneş ışığında şimşekler çakar

ken Tanis'in de kalkt ığını gören şövalye ileri doğru fırladı.

Her iki adam da Alt may'a doğru koşuyordu fakat Neh iryeli onlardan l

önce vardı. Kad ını yoldan çeken Bo zkırlı adam, kötü ermişin A ltınay'ın ba

şını parçalamak için nişan alın mış topuzunu kılıç kullandığı koluna yemiş - l

ti. Nehiryeli kötü ermişin " Geceyansı!" diye bağırd ığını duydu ve görme l

duyusu Caramon'un da dünyasını karartan karanlıkla kap landı.

Fakat zaten bunu bekleyen Que-shu savaşçısı paniğe kapılmamıştı. Nehiryeli hala düşmanını duyabiliyordu.

Yarasının acısını azimle yok sayan adam kılıcını sol eline alarak, düşmanın ağ ır nefes sesinin geldiği yöne doğ - ru

batırdı. Ejderha Yüceefendisi'nin güçlü zırhı tarafından yana savrulan ki- hç Neh iryeli'nin elinden çıkmıştL Nehiryeli

el yordamıy la hançerin i aramaya ko luydu, gerçi bunun boşuna, ölümünün kesin olduğunu biliyordu. Tam o

anda Verminaard, ruhani yard ımından yoksun, tek başına kalmış o lduğunu fark etti. Ümitsizliğ in iskeletimsi soğuk

elin in kendisine u zandı- ğını hissetti, Kara Kraliçe'sini çağırd ı. A ma o yüz çevirmişti, kendi mücadelesine dalmıştı.

Verminaard ejderhamaskesinin alt ında terlemeye başladı. Adeta onu boğmaya başlayan miğ ferine lanetler yağdırdı;

nefesine hakim o lamıyordu. İlk kez maskesinin yüz yüze bir dövüşte ne kadar kullanışsız o lduğunu fark etti -maske

çevresini görmesini engelliyordu. Yaralı ve kör olan Bo zkırlı'y ı tam önünde gördü -zevk için onu öldürebilird i. Fakat

yakınlarda iki suret daha vardı. Yarımelf ile şövalye yapmış olduğu kötü büyüden kurtulmuşlar, yaklaşıyorlard ı.

Onları duyabiliyordu. Gö zünün ucuyla bir hareket yakaladıktan sonra hemen döndü ve üzerine koşturmakta olan, elf

kılıcı pırıl p ırıl pırıldayan yanmelfi gördü. A ma şövalye neredeydi? Verminaard dönerek geriledi ve onları kendinden
uzak tutmak için b ir yandan topuzunu sallarken, boştaki eliy le de başındaki ejderhamaskesini çıkart maya çalışıyordu.

Çok geç kalmıştı. Tam Verminaard'ın eli miğ ferinin siperliğ ini kavramıştı ki Kith-Kanan'ın büyülü ağzı zırhın ı

delerek sırtına saplandı. Ejderha Yü-ceefendisi b ir çığ lık kopartarak hiddetle geri döndü ama sadece kanla kararmış

görüş sahasında Solamn iya Sövalyesi'nin belirdiğin i gördü. Srurm'un atalarının kadim kılıcı karnına saplandı.

Verminaard dizleri ü zerine çöktü. Yine de miğferi çıkart maya çalışıyordu -nefes alamıyordu, göremiyordu. Başka b ir

kılıç darbesi hissetti, sonra her yanını karanlık kap ladı.

Yu karılarda -kan kaybından ve bir sürü yaradan zayıflayarak- ölmekte olan Matafleur, kendisine seslenen

çocuklarının sesini duydu. Kafası karışmış, yönünü şaşırmıştı: Sanki Py ros aynı anda her yandan saldırıyordu.

Derken büyük al ejderha önünde, dağ duvarının berisinde belird i. Matafleur eline geçen fırsatı fark etti. Çocuklarını

kurtarabilirdi.

Pyros tam yaşlı, al ejderhanın yüzüne doğru ateş kustu. Önündeki ejderhanın kafası bü züştükçe, gözler eridikçe

zevkle seyrediyordu.

Fakat Matafleur gözlerini sürmeleyen, sonsuza kadar görme yetisini yok eden alevleri hiçe sayarak Pyros'a doğru

uçtu.

Aklı hiddet ve acıy la buğulanmış koca erkek ejderha, düşmanının işini bit irdiğ ini düşünürken gafil avlan mıştı. Bir

kez daha ateş kustuğunda, dehşetle içinde bulunduğu durumu fark etti -Matafleur'un onu, kendisi ile dağ arasında

sıkıştırmasına izin vermişti. Gidebileceği, kıp ırdanabileceğ i bir yeri yoktu.

Matafleur, b ir zamanlar güçlü olan bedeninin tü m gücüyle saldırd ı, tanrıların fırlattığı b ir mızrak gib i ona çarptı. İki

ejderha birden dağa çarptı. Dağın yü zü alev ler içinde infilak ederken zirvesi titreyerek yarıldı.

Daha sonraki yıllarda A levçarpan'ın Ölü mü destanında, ejderhanın sesinin güz rü zgârında bir du man gibi şöyle

fısıldayarak yok olduğunu rivayet edenler olmuştur:

"Çocuklarım..."

398

399

Gü zün Son şafağı berrak ve parlak attı. Hava ılıkt ı -güneyden ge-

len, tutsaklar ejderha ordularının h iddeti yüzünden sadece ellerine geçirebildikleri şeylerle Pax Tharkas'dan

kaçtıklarından beri hiç durmadan esen rahiyalı havadan etkilen mişti.

Ejderan ordusunun, kapıları devrilen kayalarla kapanmış, kuleleri de la-

hım cüceleri tarafından korunuyor olduğundan, Pah Tharkas surların ı tır-

man ıp aşmalar u zun günler almıştı. Sestun başkanlığındaki lağım cücele


ri surların tepesinde durarak aşağıda kahrolan ejderan ların üzerine taş, ölü

fare ve arada sırada da birb irlerini at ıyorlardı. Bu tutsaklara dağlara kaça

cak kadar zaman kazandırmıştı; gerçi dağlarda da küçük ejderan güçleriy

le çarp ışmalar oluyordu ama bunlar ciddi bir tehlike arz et miyordu.

Hint, kışı atlatabilecekleri bir yer bularak, bir grup insanı dağlardan ge-çirmeye gönüllü o lmuştu. Dağ cücelerinin

yurtlan güneyde, pek uzak olmayan bir yerlerde olduğu için bu dağlar Flint'e tanıd ık geliyordu. Flint'in grubu,

güvenilmez geçitleri kış boyunca kar içinde boğulan engin ve sarp zirveler arasına yuvalanmış bir vadi bulmuştu.

Geçit ler rahatlıkla ejderha ordularının gücüne karşı korunabilirdi; ayrıca ejderhaların hiddetinden ka -çıp sığılabilecek

mağaraları vard ı.

Tehlikeli b ir yol izleyen tutsaklar dağlara kaçarak bu vadiye girdiler.Kı-

sa bir süre sonra arkalarındaki yolu b ir çığ tıkamış ve bütün izlerini ört müş --|

tü. Onların yerini bulmak ejder anların ay larını alırd ı. i

Dağ zirvelerinin ço k altında uzanan vadi ılıktı; sert kışın rüzgarlarından! ve karından korunuyordu. Ormanlar av

hayvanlarıyla doluydu. Dağ lar-1 dan berrak p ınarlar akıyordu. İnsanlar ölü leri için yaslıydılar ama kendi

kurtuluşlarına seviniyorlard ı; korunaklar kurarak bir düğün kutladılar. ,j

Gü zün son günü, güneş dağlann arkasından batıp da karlarla taçlanmış

zirvelerin i ö lmekte o lan ejderhaların rengindeki alevlere bururken Nehir-

yeli ile Alt ınay evlen mişlerdi

Birlikte Elbistan'a giderek birbirlerine verecekleri sözlere nezaret et mesi-ni rica ettiklerinde Elistan son derece gurur

duymuş ve halkların ın âdetle-rini kendisine açıklamaların ı istemişti. Her ikisi birden halklarının ö lmüş olduğunu

bildirdiler. Que-shü yok olmuştu, artık adetleri yoktu.

"Bu bizim törenimiz olacak," dedi Neh iryeli. " Yeni b ir şeyin başlangıcı

geçip giden bir şeyin devamı değil.

"Halkımızın anısını yüreklerimizde saklasak b ile," diye ekledi Altınay hafifçe, "geriye değil, ileriye bakmalıyız.

Geçmişi, b izi b iz yapan iyi ve hü-zünlü şeyleri alarak onurlandıracağız. A ma bizi art ık geçmiş yönetemez."

Q yüzden Elistan kadim tanrıların evlilik hakkında neler öğrettiğini bulmak amacıyla M ishakal'ın Disklerin i inceledi.

Altınay ve Nehiryeli'ne, kendi gönüllerindeki aşkın gerçek anlamını araştırarak b irb irlerine verecekleri sözleri

kendilerin in yazmaların ı söyledi -çünkü bu yeminler tanrılar önünde verilecek ve ö lü mden sonra da geçerli o lacaktı.

Çift, Que-shu'mm bir adetin i saklad ı. Gelin ve damad ın birb irlerine verecekleri armağanlar alınıp satılamazdı. Aşkın

bu sembolleri sadece sevgililerin kendi elleriyle yapılab ilird i. Ve armağanlar yemin sözleriyle birb irlerine

verilecekti. Güneşin ışıkları gökyüzüne yayılırken, Elistan hafif bir yokuşun üzerinde yerin i aldı. İnsanlar sessizce
tepenin eteğine toplandılar. Doğudan ellerinde meşalelerle Tika ile Laurana geldi. Ar kalarından Reisin Kızı A ltınay

yürüyordu. Saçları o muzlarına, içine gümüşler karış mış eriy ik alt ın gibi dökülüyordu. Başına güz yapraklarından bir

taç yapılmıştı. Üzerinde, maceraları süresince giymiş olduğu geyik derisinden sade, püsküllü bir tunik vardı.

Boğazında Mishakal madalyonu pırıld ıyordu. Kendi düğün hediyesini bir örü mcek ağ ı kadar ince olan bir ku maşa

sarmıştı, çünkü bu armağana ilk kez sevgilisinin gözleri bakmalıydı.

Tika önünde bütün ciddiyetiyle, buğulu gözlerle merak içinde yürüyordu; genç kızın gönlü kendine ait hülyalara

daldı, kadın ile erkeğin paylaştığı bu büyük gizemin belki de korktuğu kadar korkunç bir deneyim olmadığın ı, çok

tatlı ve güzel b ir şey olabileceğini düşünmeye başladı.

Tika'nın yanında Laurana meşalesini yükseklere kaldırıyor, günün ölen ışığını parlaklaştırıyordu. İnsanlar A ltınay ın

güzelliğ i karşısında fısıldaştı-lar; Laurana geçerken sessizleştiler. Altınay bir insandı, onun güzelliği ağaçların,

dağların, göklerin güzelliğ iydi. Laurana'nın güzelliğ i elfçeydi, diğer dün yaya ait, gizemli.

İki kadın gelin i Eliştan'a götürdüler, sonra batıya dönerek damad ı beklemeye başladılar.

Alevlenen meşaleler Neh iryeli'n in yolunu aydınlattılar. Ciddi yü zleri dalgın ve kibar duran Tanis ile Sturm önü

çekiyorlardı. Arkalarında, her ikisinden daha uzun duran, yüzü her zamanki gib i ciddi Nehiryeli yürüyordu. Fakat

meşalelerden daha parlak, canlı b ir neşe gözlerini tutuşturuyordu. Kara saçlar gü z yapraklarıyla taçlandınlmıştı,

damatlık hediyesi Tasslehoff un mendillerinden biriyle örtü lüydü. Arkasından Flint ile ken-der geliyordu. En son

Caramon ile Raistlin vardı, büyücü bir meşale yerine yakmış olduğu Magius'un Asası'nı taşıyordu.

Erkekler damad ı Eliştan'a götürdükten sonra kadınlara kat ılmak için geriye çekild iler. Tika, Caramon'un yanında

durduğunu fark etti. Ürkek ürkek u zanarak Caramon'un eline dokundu. Ona kibarca gülü mseyen Caramon kızın

minik elini kendi koca eliy le kavradı

4OO

Elistan, Nehiryeli ve A ltınay'a bakarken, yüzleşmiş oldukları o ko rku acı, korku ve tehlikeleri; yaşamlarının

çetinliğ ini düşündü. Gelecekleri da ha farklı b ir şey vaat ediyor muydu? Bir an için bu düşüncelere dalarak

konuşamadı. Elistan'ın duygulandığını gören çift, belki de onun hüznünü anlayarak ona doğru avuturcasına

uzandılar. Elistan onları kendine çekt i, sadece onlar için sözcükler fısıldadı.

"Dünyaya umut getiren sizin aşkınız ve birb irinize olan bağlılığın ızda Her ikinizde bu ü mit vaadi için hayatınızı feda

etmeye razıydınız; her ikiniz de b irbirinizin hayatını kurtardınız. Art ık güneş parlıyor ama dah a şimdiden ışınlan

kararmaya başladı, önümü zde gece var. Bu sizin için de geçerli dostlarım. Sabah gelmeden daha çok karanlıktan

geçmeniz gerek. Fakat aşkın ız, yolunuzu aydınlatacak bir meşale o lacak."

Bunun üzerine Elistan geriye bir adım atarak toplanan herkese konuş-maya başladı. İlk başta kısık o lan sesi tanrıların

huzurunun etrafını sardığ ını ve bu çifti kutsadığını h issettikçe gitgide yükseld i.


"Sol el, kalb in elidir," dedi Alt ınay'ın sol elin i, Nehiryeli'n in sol eli ü zeri-ne koyup kendi sol elin i de onların elleri

üzerinde tutarak. "İki çayın birleşip kudretli bir nehir oluşturmaları g ibi bu kadın ve erkeğin gönüllerinde aşkın da

birleşip daha büyük bir şeyler oluşturması için sol ellerini birleştiriyoru m. Nehir karadan akar, kollara ay rılır, yeni

yollar arar ama hep ölü msüz denize doğru yönelir. Onların aşklarını kabul et Paladine -tanrıların en büyüğü; onları

kutsa, bu parçalanmış gönüllerine en azından huzur bahşet."

O mübarek sessizlikte karı-kocalar birbirlerine sarıld ılar. Dostlar birbirine yaklaştı, çocuklar sessizleşerek

evebeynlerin in yanına sokuldular. Yasla dolu gönüller teselli bulmuştu. Hu zur bahşedilmişti.

"Şimdi birb irinize söz verin," dedi Elistan, "gönlünüzden kopan, elleri-nizle yaptığın ız armağanları değişin."

Altınay Nehiryeli'n in gözlerine bakarak yu muşak bir sesle konuşmaya| başladı.

Savaşlar yerleşti Kuzey'e,

ejderhalar uçuyor göklerde,

"Artık irfan zamanı,"

diyor veliler ve arifler.

"Burada, mücadelenin göbeğinde cesur olma zamanı geldi.

Artık b irço k şey çok daha büyük sözden kadının verdiği adama..'

Fakat sen ve ben, yanan bozkırlardan,

toprağın karanlığından geçip,

kabul ediyoru z bu dünyayı, insanların ı

onları doğuran gökleri,

aramızdan geçen nefesi,

durduğumuz bu mihrabı,

ve kadın ile adamın b irbirlerine verdikleri

söz ile büyüyen her şeyi.

Sonra Nehiryeli konuştu:

Artık kışın göbeğinde,

yer ile gök kurşuniyken,

burada, uyuyan karın ortasında,

artık zamanı geldi demenin

evet, yeşil kırlarda,

filiz veren vallenağaçlarına,

çünkü bunlar çok daha büyüktür,


sözden kadının verdiğ i adama.

Bu sözleri tutsak dahi

esneyen gecenin şekillendirdiğ i,

kahramanlar şahitliğinde kan ıtlanan

ve bahar ışığının ü midiy le, çocuklar aylar ve yıldızlar görecektir şimdi ejderhaların gezd iğ i yerlerde,küçük şeylerin

büyüyeceğini, bir adamın karısına verdiğ i sözün sayesinde.

Yeminler edildikten sonra birbirlerine hediyelerin i verdiler. Alt ınay utanarak armağanın ı u zattı Nehiryeli'ne. O da

titreyen ellerle açtı armağanını. Kendi saçlarından ördüğü, ve sardıkları saçlar kadar ince gü müş ve altın tellerle

bağlanmış olan bir yüzüktü. A ltınay Flint'e annesinin mücevherin i vermişti; cücenin yaşlı elleri hünerini

kaybetmemişti daha.

Solace'ın yıkınt ıları arasından Nehiryeli ejderha ateşinden kurtulmuş bir vallenağacı dalı bulmuş ve bunu torbasının

içinde taşımıştı. Şimd i bu dal, Neh iryeli'n in Alt ınay'a verdiği armağan olmuştu -son derece muntazam, sade bir

yüzük. Cilalandığ ı zaman ahşap en pastel kahverengi çizg i ve helezonlara sahip zengin bir altın rengi alıyordu. Bunu

eline alan Alt ınay ko-

402

ca vallenağaçlannı ilk gördüğü geceyi hatırladı; -sori derece yorgun korkmuş bir halde- mav i kristalden asayı

taşıyarak Solace'a girişlerin i hatır-lad ı. Hafifçe ağlayarak gözyaşlannı Tas'ın mendiliy le sild i.

"Bu armağanları kutsal Paladine," dedi Elistan, "bu aşk ve fedakârlık sembollerini. En derin karanlıkta b ile bu

ikisinin armağanlarına bakt ı rmda yollarının aşk ile aydınlandığın ı görmelerini sağla. Büyük ve parlak tanrı elflerin

ve insanların tanrısı, kenderlerin ve cücelerin tanrısı, bunları, çocuklarımızı kutsa. Bugün kalp lerine ekt ikleri aşk

ruhlanyla gelişsin ve bir yaşam ağacına dönüşsün ve yayılan dallan alt ına sığın mak isteyen herkese bir sığınak ve

korunak olsun. Elleri birleştikten, sözleri ve armağanları verildikten sonra siz ikiniz hem insanların, hem de tanrıların

gözünde -Gezg in'in torunu Nehiryeli ve Resin Kızı A ltınay- artık tek oldunuz."

Nehiryeli kendi yüzüğünü Altınay'dan alarak kad ının ince parmağına geçirdi. Alt ınay da yüzüğünü Nehiryeli'nden

aldı. Adam kad ının önünde diz çöktü -Que-shu gelenekleri uyarınca. A ma Altınay başını salladı.

"Ayağa kalk savaşçı," dedi, gözyaşları arasından gülümseyerek.

"Bu bir emir mi?" diye sordu adam yavaşça.

"Bu Reisin Kızı'n ın son emri," diye fısıldadı kadın. î

Nehiryeli ayağa kalkt ı. Kadın ko llarım adama dolad ı. Dudakları birleşti, bedenleri birlikte erid i, ruhları kavuştu.

İnsanlar haykırd ılar, meşaleler , alev lendi. Güneş, kısa bir süre sonra'gecenin safirine doğru koyulaşan gökyüzünü

mor ve uçuk kırmızıların sedefimsi rengine boyayarak dağların ard ından battı.
Gelin ile damat neşe içindeki kalabalık tarafından tepeden aşağıya götü

rüldü ve şölen ile eğlence başladı. Orman ın çam âğaçlanndan oyulan koca

masalar çimenler üzerine yerleştirilmişti. Sonunda merasimin ürkütücü

saygınlığ ından kurtulan çocuklar koşuyor, bağırıyor, ejderha kıyımı oynu

yorlardı. O gece endişe akıllarından silin mişti. Erkekler Pax Tarkas'tan kur -

tardıkları koca bira fıçıların ı açmışlar, gelin ve damada kadeh kald ırıyorlar

dı. Kadınlar koca tabaklar dolusu yemekler getiriyorlardı: ormandan top

ladıkları meyveler, vurdukları hayvanlar ve Pax Tharkas'daki erzak depo -

larından yanlarına aldıkları yiyecekler.

"Yolu mdan çekilin, kalabalık et mey in," dedi Caramon masaya oturur-

ken. Yo larkadaşlan gülerek, koca adama yer açmak için yana çekildiler

Mâritta île iki kad ın gelerek, koca savaşçının Önüne koca bir tabak dolusu

geyik eti koydular

"Gerçek yemek," diye iç geçirdi savaşçı

"Hop," diye gürledi Fİint, Caramon'un tabağında cızırdayan et parçaları rından bîrine çatalım batırarak, "bunu

yiyecek misin?

Caramon h iç vakit kaybetmeden sessizce -tek bir damlasını kaçırmadan bir sürahi dolusu birayı cücenin başından

aşağıya boşalttı.

Tanis ile Sturm yan yana oturmuş, sessiz sessiz konuşuyorlardı. Ta-nis'in gözü zaman zaman Laurana'ya kayıyordu.

O başka bir masaya oturmuş, büyük bir samimiyetle Elistan ile konuşuyordu. Tanis kızın o gece ne kadar güzel

göründüğünü düşünerek, Qualinesti'deki inatçı, sevgiye susamış kızdan ne kadar değişik olduğunu fark etti. Kendi

kendine ondaki bu değişiklikten hoşlandığını it iraf etti. Fakat an iden, Elistan ile Laurana'nın neyi bu kadar ilg i çekici

bulduklarını merak et mekte olduğunu da fark etti.

Sturm onun koluna dokundu. Tanis irkild i. Muhabbetlerini unutmuştu. Kızararak, Sturm'ün yüzündeki ifadeyi

görünce özür dilemeye başladı.

"Ne var?" dedi Tanis telaşla, yerinden yarı yarıya kalkarak.

"Sus, kıpırdama!" diye emretti Sturm. "Sadece bak -oraya- tek başına oturana."

Tanis, Sturm'ün ima ettiğ i yere baktı, aklı karıştı, sonra adamı gördü: Kamburunu çıkarmış tek başına oturuyor, sanki

yediği şeyin ne olduğunun farkında değilmiş gibi dalgın dalgın yemeğin i yiyordu. Biri yaklaşacak olsa adam olduğu

yere siniyor, geçip g idinceye kadar hu zursuzca seyrediyordu. Aniden, belki de Tanis'in bakışlarını h issederek başını

kald ırdı ve dosdoğru onlara doğru baktı. Ağzı b ir kanş açılan yarımelf elinden çatalın! düşürdü.
"Ama bu imkansız!" dedi, boğulur g ibi o larak. "Onun öldüğünü görmüştük! Eben ile birlikte! Kimse ku rtulamazd ı..."

"O halde haklıy ım," dedi Sturm ciddiyetle. "Sen de onu tanıdın. Deliriyorum zannetmiştim. Gel gid ip konuşalım

onunla."

Fakat bir kez daha baktıklarında adam g it mişti. Hızla kalabalığ ı taradılar gözleriyle ama art ık onu bulmak

imkansızd ı.

Gü müş ve al ay gökyüzünde yükselirken evli çift ler, gelin ile damad ın etrafında bir halka oluşturarak düğün sarkılan

söylemeye başladı. Çocuklar yat ma zaman ını geçirmiş olman ın şerefine hoplayıp zıplarken evli o lmayan çiftler

halkanın d ışında dans ediyorlardı. Büyük ateşler bütün canlılığ ıyla yanıyor, insan ve mü zik sesleri gece havasını

dolduruyordu; gümüş ve al ay gökyüzünü aydınlatarak yükseldi. Alt ınay ile Nehiryeli birbirlerine sarılmış

duruyorlardı; gözleri aylardan ve canlı ateşlerden daha parlaktı.

Tanis halkanın d ışlarında gezin ip arkadaşların ı seyrediyordu. Laurana "e Gilthanas kadim, Zarif ve güzel bir elf

dansı yapıyorlar, birlikte bir neşe ilah isi seslendiriyorlardı. Sturm île Elistan, sonunda savaştan bitap düşmüş

msanları buradan uzaklaştıracak gemiler bulab ilecekleri efsanevi liman

4O5

şehri Güzel Tarsis'i aramak için güneye yapacakları yolculu k hakkında koyu bir sohbete dalmışlard ı." Caramon'un

yemek yemesini seyret mekten bı- kan Tika, sonunda cüce sakalın ın alt ında pancar gibi kızararak kızla dans etmeyi

kabul edinceye kadar ona rahat vermemişti.

Raistlin nerede? diye merak etti Tanis. Yarımelf onu şölende gördüğünü hatırlıyordu. Büyücü çok az yiyip, şifalı -

ot-çaymdan biraz içmişti. Her. zamankinden daha solgun ve sessiz duruyordu. Tanis onu aramaya karar verdi. O

gece, büyücünün karanlık ruhlu, alaycı arkadaşlığı mü zik ve kahkahadan daha uygun gelmişti ona.

Tanis ayların mehtaplarının aydınlattığ ı karan lık içinde, her nasılsa doğ

ru yöne yöneldiğini hissederek dolanmaya başladı. Yıldırımın parçalayıp,

kararmış kalıntılarını etrafa yaydığı yaşlı b ir ağacın gövdesinde oturur bul

du Raistlin'i. Yarımelf sessiz büyücünün yanına oturdu.

. Yarımelfin gerisinde, ağaçlar arasına minik bir suret yerleşti. Sonunda

Tas bu ikisin in neler konuştuğunu duyabilecekt i!

Raisflin'in garip gözleri, yüksek dağların arasındaki açıklıktan belli be

lirsiz görünen güney topraklarına dalmıştı. Rü zgar hala güneyden esiyor

du ama yeniden yön değiştirmeye başlamıştı. Isı düşüyordu. Tanis, Raist -

lin'in narin bedeninin titred iğini hissetti. Mehtapta ona bakan Tanis büyü

cünün üvey kızkardeşi Kitiara'ya ne kadar çok benzed iğini hayretle fark et
ti. Bu anlık bir görüntüydü ve geldiği gibi g it mişti ama kadını Tanis'in ak

lına getirmiş, huzursuz ve tedirgin duygularını arttırmıştı. Huzursuzca ka-.

rarmış bir ağaç parçasını bir elinden bir eline atıp, tutmaya başladı.

"Güneyde neler görüyorsun?" diye sordu Tanis aniden.

Raistlin ona baktı. "Bu. gö zlerimle ne görürü m hep Yarımeff?" diye fısı|

dadı büyücü acı acı. "Ölü m; ölü m ve y ıkım görüyorum. Savaş görüyo

rum." Yu karları işaret etti. "Takım yıldız geri dön medi. Karanlıklar Krali

çesi alt edilmedi."

"Bütün savaşı kazan mamış olabiliriz," diye başladı Tanis, "ama mut laka en önemli muharebelerden birini

kazandık..." Raistlin öksürerek başını hüzünle salladı. "Hiç ü mit görmüyor musun?"

"Ümit, gerçeği reddetmekt ir. Bu atın önünde sallanan, boşu boşuna atı ona ulaşmasına neden olan havuç gibidir."

"Yani vazgeçelim mi d iyorsun?" diye sordu Tanis, tedirginlikle elindi

tahta parçasını atarak.

"Ben, havucu atıp, ileriye gözlerimizi açarak gidelim derim," diye cevap

verdi Raistlin. Öksürerek cübbesine daha sıkı sıkı sarınd ı. " Ejderhalarla r

sil dövüşeceksiniz Tanis? Çünkü daha fazlası da o lacak! Hayal edemeye

ceğin kadar çok! Ve Hu ma nerede şimdi? Ejderhamızrağı nerede? Yo, Yarımelf. Bana ü mitten söz etme."

Tanis cevap vermedi; büyücü de konuşmadı bir daha. Her ikisi de, b iri güneye, diğeri parlak, yıldızlı gökteki koca

boşluklara bakmaya devam ederek sessizce oturdular.

Tasslehoff çarn ağaçların ın alt ındaki yumuşak çimlerin içine gö müldü iyice. " Hiç ü mit yok!" diye tekrarladı kender

canı sıkılarak, yarımelfi izlediğine p işman o lup. "Ben inanmıyoru m," dedi ama gözleri yıld ızlara bakan Tanis'e

kaydı. Kender, Tan is'in inandığını ve bu düşüncenin onu çok korkuttuğunu fark etti.

Yaşlı büyücünün ölümünden beri kenderin üzerine, gö zden kaçan bir değişiklik gelmişti. Tasslehoff bu maceran ın

boşuna, insanların yaşamlarına b ir an lam kazandırmak için yapılan b ir şey olduğuna inanmaya başlamıştı. Neden bu

işe karışmış olduğunu düşündü kendi kendine ve belki de cevabı Fizban'a vermiş olduğunu düşündü -yapmak istediği

minik şeyler her nasılsa olayların büyük düzen inde önemliydi.

Fakat o ana kadar bütün bunların bir h iç uğruna olabileceği, hiçbir fark

yaratmayacağı, Fizban gib i sevdiği insanların acı çekip ölmelerine neden

olabileceğ i ve sonunda yine de ejderhaların kazanabileceği h iç gelmemişti

kenderin aklına.

"Yine de," dedi kender yavaşça, "denemeye ve ümit et meye devam et


meliyiz. Önemli olan bu -denemek ve ü mit et mek. Belki de en önemlisi bu

dur."

Bir şey gökyüzünden hafifçe süzülüp gelmiş, kenderin burnunu süpü

rüp geçmişti. Tas uzanarak yakaladı.

. Bu minik, beyaz bir tavuk tüyüydü.

4O6

4O7

"Huma'n m Türküsü, elf o zan Quivalen Soth'un sonuncu, eseriydi - ve

birçokları da bunun en iyisi olduğunu düşünür. Afet'ten sonra bu eserin sa

dece belirli bölü mleri kalmıştır, Bu eseri gayretle inceleyenlerin dönen

dünyanın.geleceği ile.ilgili ipuçları bulabileceği söylen ir

HUMA'NIN TÜRKÜSÜ

Köyün dışında; saman damlı, derli toplu sancakların dışında,

Dışına mezarla karığ ın, karıkla mezarın, Kılıcı ilk denendiğinde

Çocukluğun son zalim oyunlarında ve uyandığında sancaklara

Durmadan gerileyen, tüm ulu luğu bir bataklık aleviy ken,

Yalıçapkmı'nın daireler çizen uçuşu hep onun üzerindeyken,

Yü rüdü artık Hu ma Gü ller ü zerinde,

Gül Nu ru seviyesinde.

Ve rahatsız olarak ejderhalardan, toprakların ucuna çevird i uğrunu

Bütün duyu ve duyguların kenarına,

Yabanellerine, Paladine'ın yüzünü çevirmesini söylediği yerelere, Ve orda bıçakların gürültülü tünelinde

Lekelen memiş bir sertlikle, bir has retle büyüdü

Kulakları sağır eden binlerce ses arasında afallayıp kendi içine döndü

İşte o zaman ve orada buldu onu ak geyik,

Yaradılış'ın kıy ılarından tasarlanan bir yolculuğun sonunda;

Ve durmadan orman kıy ısında sendeleyen

Hu ma hayalet gib i, açlıkla burada Yay ını gerd i, tannlara bollu k ve bereketleri için şükrederek,

Sonra düzensiz o rmanda gördü, İlk sessizlikte, büyülenmiş gönlünün sembolünü,


Gö zalıcı boynuzların çıkıntıların ı.

Yayını indirdi/dünyaya yeniden kavuştu.

Sonra Hu ma, dolaşık boynuzlan uzaklaşan Geyik'i izledi

Genç bir ışığ ın hatırası, alçalan kuşların pençeleri misali.

Dağlar önlerinden süzülüyordu. Artık hiçb ir şey değişemezdi,

Gö kteki üç ay durmuştu, Ve u zun gece gölgelerde yuvarlandı.

4O8

' Koruluğa, geyiğin ondan ayrıldığ ı yere,

Dağların kucağına vardıklarında sabah olmuştu,

Yo lculuğunun sonunun o yeşil; karşısında gördüğü kadının

Gö zlerindeki yeşilin vaadi olduğunu anlayan

Hu ma da izlememişti onu. Ona yaklaşırken geçen günler ne kutsaldı, hava ne kutsaldı

Sevgi sözlerin i, unutulan şarkılarını taşıyan hava;

Mest olmuş aylar. Ulu Dağ'ın ü zerinde diz çökmüştü.

Yine de b ir bataklık alev i kadar parlak ve ürkek, isimsiz ve sevimli

Ve isimsiz olduğu için daha da sevimli kız onun gözünden kaçındı,

Öğrenirken dünyanın, havadaki göz kamaştıran kat manların

Ve Yabanellerin kendisinin,

Gön lün çalılıklanndaki yalın ve azalan şeyler o lduğunu birlikte. Günlerin sonunda, kız ona sırrını açıkladı.

Çünkü kız ne bir kad ın, ne bir ölü mlüydü,

Bir Ejderha soyunun kızı ve varisiydi.

Hu ma için ay ların yığıldığ ı o gökler lakayt oldu,

Otların kısa ö mürleri onu küçük gördü, atalarını küçük gördü

Ve dikenli ışık süzülen Dağ üzerinde öfkeyle dikeldi.

Fakat isimsiz kız kendi himayesinde olmayan bir u mut büyüttü içinde,

Sadece Paladine'ln cevabını bulabileceği, sadece onun dayanıklı irfanıy la

Sonsuza kadar dışarı çıkabilird i ve orada kızın gümüş ko llarında

Koruluğun vaadi yükselip, serpilebilirdi.

Bu irfan için yakard ı Hu ma ve Geyik .geri döndü,

Ve doğuya, harap tarlalardan, kü llerden geçerek,

Geçerek kü l ve kandan, ejderhaların haşatından,


Gü müş Ejderhanın hülyasıyla büyüyen Humalı yolculuğunu yaptı,

409

Onüde Geyik, daimi bir işaret olarak.

Sonunda, zamanın getird iği limana, doğunun bittiği yere kadar • Uzaktaki doğu mabedine vardı.

Burada Paladine çıkt ı ortaya

Yıldızlardan ve nurdan bir havuz ortasında, Hu ma'ya

Seçimler arasındaki en zor o lanının ona düştüğünü söyleyerek.

Çünkü Paladine gönlün, arzu ların yuvası olduğunu biliyordu,

Biliyordu uğrumu zun hep ışığa, hiçb ir zaman

Olamayacağımıza doğru olduğunu.

.'Çünkü Hu ma'n m gelini her şeyi yutan güneşe adım atabilirdi, Birlikte saz damlı sancaklara dönebilirler ve

Mızrak'ın gizini geride bırakab ilirlerdi; dünya

İnsansız karanlıkta, ejderhalara verilird i.

Ya da Hu ma Ejderhamızrağı'm alıp bütün Krynn'i

Sevgilisinin yeşil yollarındaki ö lü m ve istilalardan temizleyebilirdi

Seçimlerin en zoru; Hu ma hiç unutmamıştı Yabanelleri'nin ayrılarak ilk düşüncelerini dolduruşunu

Korunaklı güneşin altında; şimdi ise

Kara ay dönüp, ekseninde dolanırken, havayı ve

Krynn üzerindeki ö zü çekerken Krynn'deki nesnelerden,

Koruluktan, Dağ'dan, terk edilmiş olan sancaklardan,

O uyuyabilir, bütün bunları u zaklaştırabilird i,

Çünkü en sancılısı seçmekti ve bu seçim de

Kol haşin olunca avuç içinde bir ısıydı. Fakat ağlayarak, p ırılt ılar içinde geldi kız ona, •

Rüyaların man zarasında, burada Hu ma,

Dünyanın çöktüğünü ve Mızrak'ın p ırılt ısıyla yenilendiğin i gördü

Kızın vedasında yatıyordu çöküş ve yenileniş.

Hu mamn damarlarının zevalinden bir şafak attı.

410

Ejderhamızrağı'm kabul etti, öykuyü kabul etti, Havaya kalkan kolundan aşağıya soluk bir sıcaklık alet i; Harikalar

bekleyen güneş ile üç ay.


Gö kte birlikte sallan ıyordu. Bat ı'ya doğru git mişti Hu ma, Yüce Ermiş Kulesi'ne

Gü müş Ejderha'nın sırt ında, Uçuşları, terk edilmiş ülken in üzerinden geçmişti

Sadece ölülerin yürüdüğü ve ejderhaların isimlerini ağızlarına ald ıkları.

Ve Kule'deki adanı, delik deşik edilmiş ve ejderhalarla çevrelen'miş olan,

Çevrelen miş olan ölen lerin çığ liklarıyla, yırtıcı havadaki kü kremey le

Sözsüz sessizliği bekliyordu, Daha kötüsünü de bekliyordu, duyuların ın çarpış masının

Hiçlik anında.son bulmasını, Aklın kayıp larıyla b irlikte karan lıkta yattığı yerde son bulmasını.

Fakat Hu ma'n m. borusunun uzaktan gelen sesi • Kale burçlarında oynaştı. Bütün Solamn iya kald ırdı Yü zünü

doğu göklerine doğru ve ejderhalar En yükseklere uçtular dönerek, korkunç

Bir değişimin geldiğinden korkarak. Kanatların kargaşasından, ejderhaların yarattığı kaostan,

Hiçliğin kalb inden Gece'nin Anası,

Renklerin siyahlığından savrularak döndü,

Doğu'ya doğru çullandı, tam güneşin bakışlarına doğru

Ve gökyüzü gü müşe ve boşluğa çöktü. Yerde Hu ma yatıyordu, yanında da bir kadın

Gü müş teni kırılmış ve bir yeşil vaadi

Gö zlerinin ihsanından serbest kalıvermişti. Kadın ismin i fısıldadı Tam Karanlıklar Kraliç esi Hu ma'n m tepesinde

göklere demir atarken.

Aşağı indi, Gecenin Anası,

Ve burçların tepesinden, adamlar gölgeleri gördü

Gecenin Anası'nın kanatlarında ren ksizce kaynayan:

Sazdan ve samandan bir ağıl, Yaban ellerin yüreği,

Kaybolmuş gümüş bir ışık korkunç bir kızılla serpildi,

Sonra gölgelerin tam merkezinden,

Bir derinlik çıkageldi, karanlığın kendisinin yayıldığ ı,

Bütün havayı, bütün ışığı ve bütün gölgeleri inkar ederek

Ve mızrağ ını boşluğa saplayan Huma ,

Ölü mün tatlılığ ına gömü ldü, sabit güneş ışığına.

Mızrak'ın içinden aziz kudretinden ve kardeşliğ inden

Nefesin ve duyuların sonuna kadar yürümek zorunda olanların

Ejderhaları geriye, hiçliğ in çekirdeğine sürgün etti, Ve u zun topraklar denge ve müzik içinde çiçekler açt ı.

Yeni ö zgürlü kle afallayarak, afallayarak parlaklık ve ren klerle,


Kutsal rüzgarların çınlayan kutsiyetleriyle Taşıd ılar şövalyeler Hu ma'yi, taşıdılar Ejderha mızrağını Dağ'ın

kucağındaki koru luğa. Ziyaret için, hürmet için koru luğa geri döndüklerinde,

Mızrak, zırh, Ejderhafelaketi'n in kendisi Günün gözünden uzaklaş mıştı.

Fakat kızıl ve gü müş dolunayların gecesi Tepelerin üzerine, kad ın ve erkeklerin suretleri ü zerine parlıyordu

Titreyerek çelik ve gü müş; gümüş ve çelik gib i Köyün üzerinde, ü zerinde sazlı, bakımlı sancakların üzerinden.

You might also like