Temel Britannica Cilt 15 Saga - Sos

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 350

TEMEL

BRITANNICA
TEM EL EĞ İT İM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ
Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago)
Robert P. Gwinn
Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. Norton
Başkan
Fred H. Figge, Jr.
Başkan Başyardımcısı

Ana Yayıncılık A .Ş. (.İstanbul)


Nazar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkanı
Sadun Sönmez
Genel Müdür
Dr. Cihan Belen
Genel Müdür Yardımcısı

Children’s Britannica (Londra)


James Somerville, Başeditör
Editörler
David Black, Jennifer M. Cox, William Gould, James Harrison,
Jessica Kuper, Jane Royce, Anne Wilkinson

Children’s Britannica
First Edition 1960
Second Edition 1969
Third Edition 1973
Fourth Edition 1988
© 1988,1989,1990,1991,1992 Encyclopaedia Britannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988,1989,1990,1991,1992,1993 A n a Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

Her hakkı saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler,


izin alınmadan, tümüyle ya da kısmen yayımlanamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y .0012.3

Ana Yayıncılık ve Sanat Ürünlerini Pazarlama Sanayi ve Ticaret A.Ş.


Büyükdere Caddesi, Üçyol Mevkii, 57, Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


Haziran 1993
TEMEL
BRİTANNİCA
T E M E L EĞİTİM VE K Ü LTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 15

HÜRRİYET İN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D İA b r i t a n n i c a , IN C .
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
Temel Britannica ARAŞTIRMA
Ana Yayıncılık A.Ş. Adına Sahibi Şöhret Baltaş, Münevver Doğru, Meliha Öztoprak,
Nazar Büyüm Yüksel Selek

DİL VE YAZIM DANIŞMANI


EDİTÖ RLER KURULU Vedat Günyol
Philip W. Goetz, Başkan
Encyclopcedia Britannica Genel Yayın Yönetmeni,
Chicago YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Çiğdem Karabağlı

Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı


Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul YÖNETİM SEKRETERLERİ
Özcan Akkan, Hüsniye Özdemir

Dr. Andrew Mango


BBC Fransa ve Güneydoğu Avrupa Yayınları Eski GÖRSEL MALZEME
Müdürü, Londra Şükran Ayyıldız, Ahmet Birsin, Ferda Erentürk,
Elif Erim, Nesrin Ertürk, Erol Taşkent

Prof. Dr. İlhan Tekeli


Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara ARŞİV
Yasemin Eray gen

Prof. Dr. Nur Yalman


Harvard Üniversitesi, Cambridge (ABD) BİLGİ İŞLEM
Derya Köroğlu, Danışman, Hakan Gönenli

DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Başkan TEKNİK KOORDİNATÖR
Doç. Dr. Murat Belge, Prof. Dr. Şerif Mardin, Sefa Esenyel
Prof. Dr. İlhan Tekeli
DİZGİ
G ENEL YAYIN YÖNETMENİ Mustafa Balaban, Saliha Bilginer, Demet Yılmaz
Dr. Gürel Tüzün
DÜZELTİ
YAYIN KOORDİNATÖRÜ Nurettin Pirim, Ecmel Tanyel, Eyüp Yıldırım
Prof. Dr. Oya Köymen
TİCARET MÜDÜRLÜĞÜ
YAYIN KURULU Nusret Şumlu, Müdür
Dr. Gürel Tüzün, Başkan Hülya Akdoğan, Mehmet Altuntaş, Zerin İçli,
Nuri Akbayar, Eray Canberk, Beril Eyüboğlu, Alaattin Okurcan, Gülten Sadef, Aliye Şimşek
Işıtan Gündüz, Prof. Dr. Oya Köymen,
Hilda Hülya Potuoğlu MUHASEBE MÜDÜRLÜĞÜ
Rana Rendantiyen, Müdür
REDAKSİYON Mustafa Yalçın Atalay, Nilgün Aydın, Olcay Işık
Yasemin Akbaş, Atilla Aksel, İpek Babacan,
Ömer Çendeoğlu, Kaya Ersoy,
Selahattin Özpalabıyıklar, Erim Süerkan, GENEL HİZM ETLER
Mahmut Temizyürek, Barış Tütün Filiz Erol, Mustafa Turan
TEMEL BRITANNICA’NIN
1993 BASKISINA İLİŞKİN NOT

TEMEL BRİTANNİCA Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi'nin 1993 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEMEL BRITANNICA'mn 20. cildindeki Dizin'in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica'mn 15. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Saint Christopher ve Nevis Federasyonu Sierra Leone


Saint Lucia Siirt
Saint Vincent ve Grenadinler Sinema
Sakarya Singapur
Samsun Sinop
San Marino Sivas
Sâo Tome ve Principe Slovenya
Senegal Solomon Adaları
Seyşeller Somali
VHVTADIHHATLaa J3M HT
t o h r tto g U i a m k i;h 8 a ü m ı

\z \A e d £ W J ı 'ir n v ^ ç \ < V a, -m V v /ft m ı- * ; ’$■ V v ıv v rî K *D ı ■ ••I S S & k A 3 . M 3 ".

T O t e r r r ç ü d g m i t ? s v e î ı o fcfn;v u d n a i r i n e ı n e l > h b f ? B İ f ! « J !£ ıiY . t e e f o ib g ij


9 t- h iü » ö d İ 9 itfs b n u n o g » ü b fr j o /is ie m e r i ç * n a i? 9 g i i ü i f i ğ s b v li ı s iig lid ifts y 9v

• iö \( 9 b t 9 İ 3İ 3 u d a b ı > ! 9 b .b e « i n i 9v R s n s fia 9 v ib 9 q o L ,i^ o A .ı h .:--,v ö İ . t i j - iıte tiftH ıı

fi9 fi9 İ> b :->iîibii■


- n h ll :"-. '-lîd r ıis ib ü iş d i \>ir.?î.jte iie b n jjf iO r : m ; , i n • , d t • ; ; A .ıb le

9 b n ' -49 f i i ’s i s i C I iiâ b f îû jli .Ö £ n i o ' I O \V M K Y \ H i 'r - A 'V T . •;9-iübJ m a .-v


.ib fl£ lq a î

a î b l ı > 19d , n i ? i v ?. ı3 >n î i (■ İ>m \i* e o y e I o >1 9i 9 (i s ! *f I i ı ?9 v n ■•=/ i • •>\ .i n r b 9q o ; >41■ ?A


- İ 9m i i i 9v e b m g e d o 'ib iio o n n s I s M m i î i ı ş u b f o i ü g ü ı ı n s l i g i i d n e l e * s y o b a iM

ı»fsfcfcf>M !iif;,t nv% .%>.=£ slp<A ı»Y- -/"i ı VmusT

i £ '; ‘ • 't , li i,- {U > * ‘

■ .

; "i rfitiT o-*-/!


:. h ’lsb : îo- tok® İf^9f!9?
HsmOll •îsllsfv^g
SAGU 7

SAGA, uzun ve serüvenlerle dolu bir kahra­ geçenleri anlatan Völsunga saga1da yer alan
manlık destanı ya da öyküler dizisidir. Bir bazı öğelere ise daha sonra kahram anının
düzyazı anlatı türü olarak saga çok eski Siegfried adını aldığı Nibelungenlied (“Nibe-
tarihlere dayanır. G ünüm üzde de, bir savaşta lunglar’ın Şarkısı”) adlı koşuk biçimindeki
geçen olayları işleyen ya da bir ailenin birey­ Eski Alman destanında da rastlanm aktadır.
lerinin kuşaklar boyu başlarından geçenleri Saga sözcüğü, İzlanda dilinde “söylem ek”
anlatan çağdaş sağalar vardır. ya da “anlatm ak” anlamına gelen segja’dan
İlk sağalar 12.-14. yüzyıllarda İzlanda’da türetilmiştir. Uzm anlar, sagaların 9. ve 10.
kaleme alınmıştır. Bu dönem deki saga yazar­ yüzyıllardan başlayarak kuşaklar boyu kulak­
ları aynı zam anda İzlanda’nın ilk tarihçileriy­ tan kulağa aktarılıp sonunda 12. yüzyılda
di. İzlanda dilinde yazılan ve bugüne ulaşan yazıya geçirildiğini düşünüyorlardı. Ne var ki,
en eski tarihsel belge, Ari Thorgilsson’un sonradan yapılan araştırm alar yazılı sagaların
(doğumu yaklaşık 1067-1148) 1125 dolayların­ eski geleneklerden esinlenen ve düş gücüne
da kaleme aldığı sağadır. Bu ve öbür tarihsel dayanarak kaleme alınan edebiyat yapıtları
sagalarda, 9. yüzyılın sonlarına doğru İskan­ olduğunu ortaya çıkardı.
dinavya’dan gelen kabilelerin İzlanda’ya yer­ Ayrıca bak. İz l a n d a .
leşmeleri konu alınır. Çoğu Norveç kralları­
nın tarihini anlatan ve “kral sağalan” olarak SAGU. Bazı palmiyelerin gövde ve dalların­
bilinen bu yapıtların en önemlisi, İzlandalı daki özden sagu denen nişastalı bir besin
kabile reisi, şair ve tarihçi Snorri Sturluson’un maddesi çıkarılır. Sagu en çok Doğu Hint
(1179-1241) yazmış olduğu Heimskringld*dır A daları’ndaki bataklıklar ile akarsu ve gölle­
(“Dünyanın G özü”). Sonradan çeşitli dillere rin kıyılarında yetişen sagu palmiyelerinden
çevrilen bu yapıtta, savaşçı ve büyücü İskan­ (M etroxylon) elde edilir. O rtalam a 10 m etre­
dinav tanrısı O din’in soyundan geldiği varsa­ ye kadar boylanabilen bu bitkilerin gövdeleri­
yılan Norveç krallarının tarihi şiirsel bir dille nin iç kesimlerinde beyaz bir öz bulunur.
anlatılır {bak. İSKANDİNAV EFSANELERİ). Sagu palmiyeleri yaşamları boyunca yalnız
Kral sagalarının yanı sıra, 13. yüzyılda, bir kez çiçek açar. Çiçeklendikten sonra
başlangıçta azizlerin yaşamını konu alan, da­ meyve ve tohum oluşturabilm ek için gövdele­
ha sonra çiftçilerin ve sıradan insanların rindeki özü kullanır. Bu yüzden de sagu
yaşamını yansıtan “aile sağalan” yazıldı. İz­ çıkarılmak istenen palmiyelerin çiçeklenme­
landa sagalarının en ünlüsü olan Njâls saga den önce kesilmesi gerekir. Kesilen gövdeler
(“N jâll’ın Sağası”) 13. yüzyıl İzlanda yaşamını küçük parçalara ayrıldıktan sonra kabukları
ayrıntılı biçimde yansıtır. Sağanın başlıca iki
Papua New Guirıea Hiuh Commission
kahram anından başka çeşitli karakterlerin de
yer aldığı bu yapıtta, insana özgü zayıflıklar
ve erdem ler işlenir. Sağanın baş kişisi Njâll
bir kan davasına sürüklenir. Öç almayı zorun­
lu kılan bu kan davası yüzünden evi yakılır.
İzlanda sagalarının birçoğunda kan davaları­
nın belirleyici bir rolü vardır. Sagalarda özve­
ri, yiğitlik ve sadakat işlenir. Snorri Sturlu­
son’un şiir sanatı üzerine bir el kitabı niteli­
ğinde olan Edda adlı önemli yapıtının ikinci
bölümü Eski İskandinav tanrılarına ve barın­
dıkları yer olan gizemli A sgardr’a ilişkin bir
efsane kitabıdır.
13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başında
İzlandalı yazarlar Avrupa edebiyatındaki şö­
Nişastalı bir besin maddesi olan sagu, bataklıklar ile
valye rom anlarından büyük ölçüde etkilendi­ akarsu ve göllerin kıyılarında yetişen sagu
ler. Sigurd adlı yiğit bir delikanlının başından palm iyesinden elde edilir.
8 SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ

soyulur, tahta teknelerin içinde dövülüp ezile­ mek hemen hemen olanaksız olduğu gibi,
rek lapa haline getirilir ve suyla birlikte sağlıklı olmanın ölçütü de ülkeden ülkeye
eleklerden geçirilerek sagu özütlenir. Bu yön­ değişir. Örneğin açlık tehlikesiyle karşı karşı­
temle tek bir palm iyeden 200 kilogramı aşkın ya olan azgelişmiş ülkelerde, ölmeyecek ka­
sagu elde edilir. dar yiyecek bulabilmek ve tifo, kolera gibi
Bir başka yöntem de ise öz öğütülüp toz ağır salgın hastalıklara yakalanmam ak sağlıklı
haline getirildikten sonra suyla yıkanır, elek­ sayılmak için yeterlidir. Bir ülke kalkındıkça,
lerden geçirilir ve kurutulur. Bazen de sagu insanların beslenme koşulları ve yararlandık­
suyla karıştırılıp ham ur haline getirilerek kal­ ları sağlık hizmetleri iyiye gideceği için, hal­
burlardan geçirilir; elde edilen taneler sıcak kın sağlığı da Dünya Sağlık Ö rgütü’nün stan­
metal levhalar üzerinde kurutulur. İnci sagu­ dartlarına daha çok yaklaşır. Bugün kalkın­
su denen bu yarısaydam ürün pişerken şişer. m akta olan birçok ülkede çocuklar ana baba­
Doğu H int A daları’nda çok değerli bir besin larından çok daha uzun boyludur. Örneğin
kaynağı olan sagudan en çok çörek ve çorba Güney K ore’de, 14 yaşındaki erkek çocukla­
yapılır. Ayrıca, dünyanın başka yerlerinde rının boy ortalaması 1965’ten 1988’e kadar
kıvam verici olarak çorba, kek ve pudinglere geçen süre içinde 11 cm artmıştı. Günümüzün
katılır. Sagunun bileşiminde yüzde 88 oranın­ gelişmiş ülkelerinde ise insan sağlığı için en
da nişasta, küçük bir m iktar da protein ve yağ büyük tehlike, yetersiz beslenme ve bulaşıcı
bulunur. hastalıklar değil, bazı doktorların tanımıyla
“refah h astalık larıd ır. D oktorlar bu toplum-
SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ. Çoğu larda yaygın olan kanser ve kalp hastalıkları­
insan sağlığı hasta olmamakla eşanlamlı ola­ nın sorumluluğunu genellikle yaşam düzeyi­
rak düşünür. Bu doğru, am a eksik bir tanım ­ nin yükselmesine bağlı olarak aşırı yağlı ve
dır. Çünkü bir insanın o anda hasta olmaması karbonhidratlı beslenmeye, hareketsizliğe ve
ya da kendini hasta hissetmemesi sağlıklı sigara içme alışkanlığına yüklerler.
olduğu anlamına gelmez. Örneğin bugün çok
sağlıklı görünen bir insan ertesi gün kalp krizi Sağlık Kuralları
geçirebilir. Doğaldır ki bu kriz, sağlıklı görü­ En eski toplum lardan bu yana hemen her
nümün altında yatan bir hastalığa ya da işlev dilde sağlıkla ilgili pek çok atasözü, deyim ve
bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkmıştır. özdeyiş vardır. Örneğin Rom alılar’dan günü­
Ö te yandan, o an iyi durum da olmayan bir müze kadar ulaşan “Sağlam kafa sağlam
insanın da sağlıksız olduğu söylenemez. Ö r­ vücutta bulunur” atasözü, akıl ve ruh sağlığı­
neğin, taşıt tuttuğu için midesi bulanan ve nın da vücut sağlığı kadar önemli olduğunu
kendini kötü hisseden bir insan elbette sağlı­ vurgular. Gerçekten de vücut ve zihin ayrıl­
ğını yitirmiş değildir. Taşıttan inip bir süre maz bir bütündür. Fiziksel rahatsızlıklar ruh
dinlendiğinde vücut işlevleri eski uyum ve sağlığını olumsuz yönde etkileyebileceği gibi,
dengesine yeniden kavuşacaktır. Demek ki çok ağır ruhsal gerginlikler de bedensel hasta­
sağlıklı olmak, kronik ya da süreğen bir lıklara yol açabilir.
hastalığı olm am akla aynı anlam dadır denebi­ İnsan vücudu, bildiğimiz bütün m akineler­
lir. Bütün dünyadaki sağlık sorunlarıyla ilgile­ den çok daha karmaşık bir sistemdir. Vücu­
nen, Birleşmiş M illetler’e bağlı Dünya Sağlık dumuzun yaptığı bütün işleri hiçbir makine
Örgütü ya da İngilizce adının (W orld Health tek başına yapamaz ve hiçbir makine gece
Organization) kısaltmasıyla W HO , sağlık için gündüz hiç durmaksızın 70 yıl ya da daha
daha kesin ve geniş kapsamlı bir tanım uzun süre çalışamaz. Çok değişik koşullara
yapmıştır. Bu tanım a göre sağlık, hasta ve insan vücudu gibi bir anda uyum sağlayabilen
sakat olmamanın ötesinde, fiziksel, ruhsal ve bir makine de henüz yapılamamıştır. Üstelik
toplumsal açıdan tam anlamıyla uyumlu ve bu kusursuz sistemin gerektirdiği günlük ba­
dengeli olmak demektir. kım herhangi bir m akineninkinden çok daha
Ne var ki, hiçbir hastalığa yakalanmam ak azdır.
ve her açıdan tam anlamıyla sağlıklı kalabil­ Vücudumuzun sağlıklı kalmak için bunca
SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ 9

çaba göstermesine karşılık bize düşen tek cek parasal gücü yoktur. Bu yüzden, dünya­
görev, bu harika makinenin nasıl çalıştığını nın gelişmiş ülkelerinde hemen hiç rastlanm a­
öğrenm ek ve tem el sağlık kurallarına uyarak yan birçok hastalığın azgelişmiş ülkelerde
vücudumuzun en iyi biçimde çalışmasına yar­ milyonlarca kişiyi etkilemesi doğaldır.
dın ^ olmaktır.
D oktorlar ve öbür sağlık görevlileri “H as­ Sağlık Hizmetleri
talıktan korunm ak tedavi olm aktan iyidir" İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne göre, her
sözünü sık sık yinelerler. Gerçekten de sağlı­ insanın sağlıklı yaşamaya, hastalandığında
ğın temeli budur; ama hastalıklardan korun­ devletten bakım istemeye, sağlık ve sosyal
mak için neler yapılacağını bilmek gerekir. yardım hizm etlerinden yararlanm aya hakkı
Aslında, çocuklara aile içinde ve okulda vardır. Bu nedenle, Birleşmiş M illetler’in bu
öğretilen “yaşam k u ra lla rın ın bir bölümü bildirisine imza atan bütün ülkelerde yurttaş­
hastalıktan korunmaya ya da hastalıkların ların sağlığını korum ak, bakım ve tedavisini
yayılmasını önlemeye yöneliktir. Örneğin her sağlamak devletin temel ödevlerinden biridir.
çocuk yemeklerden önce ve tuvaletten sonra T ürkiye’de devlete düşen sağlık hizmetleri
ellerini yıkaması, öksürür ya da hapşırırken Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nca yürü­
ağzını eliyle kapatması ve terliyken soğuk su tülür. Sağlık hizmetlerini ülke çapında örgüt­
içmemesi gerektiğini erkenden öğrenir. Bu lemek, sosyal sigortalar kurum lan oluştur­
temel bilgileri tamamlayan öbür sağlık kural­ mak, insan sağlığına zarar verecek bütün
larını da şöyle özetleyebiliriz: etkenlerle ve hastalıklarla savaşmak, toplum
• sigara içmemek sağlığını korum ak, aşı, tedavi ve rehabilitas­
• çok fazla şeker ve hayvansal yağlar yemek­ yon (fiziksel yeteneklerini, ruhsal ve toplum ­
ten kaçınıp dengeli beslenmeye özen gös­ sal uyumlarını yitirmiş kişileri yeniden iş
term ek görmeye ve toplum içinde yaşamaya alıştır­
• çiğ sebze ve meyveleri iyice yıkamadan ma) merkezleri kurmak bu bakanlığın sorum ­
yememek luluğundadır. Bakanlık bu hizmeti yürütebil­
• temiz olmayan suları içmemek ve mikroplu mek için devlet hastaneleri, dispanserler,
sularda yüzmemek sağlık ocakları, ana ve çocuk sağlığı m erkezle­
• bol bol egzersiz ve spor yapmak ri açar; illerde sağlık m üdürleri, ilçelerde
• düzenli olarak yıkanmak hüküm et doktorları, bucak ve köylerde sağlık
• giyeceklerin, kullanılan eşyanın ve yaşanan memurları ile ebeler eliyle bakım ve tedavi
yerin temizliğine özen göstermek hizmeti verir; ilaç ve aşı üretimini, özel
• kazaya yol açabilecek davranışlardan sa­ hastane, dispanser ve klinikleri denetler; sağ­
kınmak lık zabıtası aracılığıyla kentlerin, halka açık
• stresten kaçınmak yerlerin, yiyecek ve içecek m addelerinin te ­
• her yemekten sonra dişleri fırçalamak mizliğini denetim altında tutar.
• belirli aralıklarla diş ve göz doktoruna Devletin bütün bu hizmetleri yerine getire­
görünmek bilmesi için, ülkenin her yanını kapsayacak
• alışılmadık, olağandışı ya da rahatsız edici genişlikte bir sağlık örgütü kurması, bu ku­
herhangi bir belirtide hemen doktora baş­ rum lan gerekli araç gereçlerle donatm ası ve
vurmak elinin altında çok kalabalık bir sağlık ordusu
• bağımlılık yaratıcı ilaçlar ve alkol kullan­ bulundurm ası gerekir. Doğaldır ki bu örgüt­
mamak. lenmenin maliyeti son derece yüksektir. Bu
Ne yazık ki, azgelişmiş ülkelerin özellikle hizmetler için gerekli para birçok ülkede
kırsal kesimlerinde bu önerilerden bazılarını değişik kaynaklardan sağlanır.
yerine getirmek hiç de kolay değildir. Çünkü Türkiye’de, devletin bütün yurttaşlara pa­
bu ülkelerden çoğunun bütün halka temiz rasız ve yeterli sağlık hizmeti verebilmesi
içme ve kullanım suyu sağlayacak, en uzak amacıyla 1963’te sağlık hizmetlerini sosyalleş­
köyleri bile kanalizasyon ağlarıyla donatacak tirme çalışmalarına başlanmıştı. Bu program ,
ve ülkenin her yanına sağlık hizmeti götüre­ koruyucu hekimliğe ağırlık verilmesini ve
10 SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ

Sandığı ve Bağ-Kur gibi sosyal sigorta kurum ­


lan ise, bakım ve tedavi giderleri için yurttaş­
lardan primler dışında para almaz.
A B D 'de sağlık hizmetleri için gerekli para­
nın temel kaynağı, yurttaşların ödedikleri
özel sağlık sigortası primleridir. Am a sunulan
hizmetin düzeyi sigorta primiyle orantılı oldu­
ğundan, yüksek sigorta pirimi ödeyecek güçte
olmayan milyonlarca Amerikalı sağlık hiz­
m etlerinden yeterince yararlanamaz. Bu eşit­
sizliği bir ölçüde gidermek için 1965’te, sigor­
ta primi ödeyemeyen yoksullara ve yaşlılara
ücretsiz sağlık hizmeti vermek üzere iki ayrı
program yürürlüğe konmuştur.
Buna karşılık İngiltere ve İsveç gibi bazı
ülkelerde sağlık hizmetleri ücretsizdir. G ider­
ler devletçe karşılanır ve bu ülkelerde oturm a
P r o m o tio n A u stra lia . L o n d r a
izni olan herkes ücretsiz tedavi hakkından
A vustralya'nın kırsal kesimlerindeki yerleşmelerde yararlanabilir. Ama İngiltere’de devlet bütçe­
doktor bulunm adığı için, hastaların bakımını sinden sağlık hizmetlerine ayrılan para tıptaki
gerektiği anda uçakla yardıma giden "uçan gelişmelere paralel olarak artmadığı için,
doktorlar" üstlenir.
yurttaşlar sağlık hizmetlerinin yetersizliğin­
den yakınırlar. Birçok hastane, başvuranların
hizmetin tabana yayılmasını öngörüyordu. tedavi isteklerini karşılam akta güçlük çeker
Yani, çok önemli bir hastalığı olmayanların ve bazı ameliyatlar için çok uzun süre bekle­
bakım ve tedavisi sağlık ocaklarında, tıbbın mek gerekir.
belirli bir dalında uzmanlaşmamış olan pratis­ İsveç’teki sağlık hizmetleri ise yıllardır bü­
yen doktorlarca ya da aile doktorlarınca tün dünya ülkelerine örnek olarak gösterilir.
yapılacaktı. Ancak bu birinci basamak hiz­ Hastaneleri A vrupa’nın en ileri sağlık kurum ­
m etlerinin yetersiz kaldığı durum larda, örne­ landır; sağlık hizmetleri ücretsizdir ve gerek
ğin önemli bir hastalığı olanlar ya da kaza bu giderleri, gerek öbür sosyal yardım hiz­
geçirenler hastanelerde uzman doktorlar eliy­ metlerini karşılayabilmek için alınan vergi
le muayene ve tedavi edilecekti. Bu hizmetler bütün dünya ülkeleri içinde en yüksek düzey­
tümüyle parasız olacak ya da hastalardan dedir. Gene de, sistemin ideal olmasına karşı­
muayene ve tıbbi testler için para alınmayıp lık, son yıllarda İsveç’te bile sağlık kurum lan
yalnızca ilaç ve tedavi giderlerinin bir bölü­ yurttaşların beklentilerini karşılayamayacak
müne katılmaları istenecekti. Ne var ki, bazı durum a gelmiş ve ameliyat sırası bekleme
ülkelerde uygulanmakta olan bu ideal sistem listeleri giderek uzamaya başlamıştır.
gerçekleştirilemedi ve sağlık hizmetlerinde Avustralya’da bazı yerleşmeler hastanele­
özelleştirmeye doğru bir eğilim ağır bastı. rin ve doktorların bulunduğu yerlerden çok
Ülkemizde devletten başka kamu yönetimle­ uzakta olduğundan bu ülkenin daha özel
ri, üniversiteler, özel kuruluş ve dernekler de sorunları vardır. Bu uzak yerleşmelere doktor
sağlık hizmetinde bulunur. Devlet hastanele­ ve ilaç ulaştırmak ya da gerektiğinde hastaları
rinde bir zamanlar çok düşük olan muayene hastaneye taşımak için Krallık Uçan D oktor
ücretleri bugün hemen hemen üniversite has­ Servisi kurulm uştur. H astalara özel uçaklarıy­
tanelerinin ücretleriyle eşitlenmiştir ve özel la hizmet götürdükleri için “uçan doktorlar”
hastanelerin sayısı günden güne artm aktadır. olarak bilinen bu sağlık örgütünün giderle­
Y urttaşlarca ödenen prim ler ve kamu kurum- rinin bir bölümü devlet bütçesinden, bir
larının bütçelerinden ayrılan ödeneklerle hiz­ bölümü de halktan alman bağışlarla karşı­
met veren Sosyal Sigortalar Kurum u, Emekli lanır.
SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ 11

Halk Sağlığı ve Koruyucu Hekimlik rinden biri, bireylerin ve toplum un hastalık­


Günüm üzde hüküm etlerin çoğu, hastalıkları lardan korunmasını, hastalıklarla savaşarak
önlemenin tedaviden daha akılcı bir yol oldu­ ve çevre koşullarını iyileştirerek yaşam süresi­
ğunu ve devlete daha az parasal yük getirdiği­ nin uzatılmasını amaçlayan koruyucu hekim ­
ni kabul etmiş durum dadır. Bu da, etkili halk liktir. Bu alanda çalışan uzmanlar, toplum da
sağlığı programlarını uygulamakla yürütülebi­ yaygın olan bulaşıcı ve salgın hastalıkların
lir. Halk ya da kamu sağlığı uygulamaları, neden kaynaklandığını, nasıl yayıldığını ve bu
temiz su gereksiniminin karşılanmasından hastalıkların önünü almak için ne yapılması
dükkânlarda satılan yiyecek ve içeceklerin gerektiğini saptarlar. Temizlik koşullarına
denetlenm esine kadar çok geniş bir alanı özen göstermem enin ya da aşırı alkol ve
kapsar. Lokanta, otel, hastane, okul ve ben­ sigara içmek gibi belirli alışkanlıkların doğu­
zeri yerlerde m utfakların, pastane ve fırınla­ racağı sağlık sorunları konusunda halkı uyar­
rın, mezbahaların temiz ve sağlık koşullarına mak için eğitim program ları hazırlarlar. A yrı­
uygun olması, hava, su ve toprağın sanayi ca, düzenli sağlık taram ası yaparak, kanser
atıklarıyla kirlenmesini engelleyici önlem ler gibi bazı hastalıkları iyileşme şansının çok
alarak çevre sağlığının korunm ası, genel tuva­ daha yüksek olduğu başlangıç evresindeyken
letlerin temizliği, konutlar, fabrikalar, sinema saptam ak ve bulaşıcı hastalıklara karşı aşıla­
ve tiyatro salonları ile otobüs, tren, uçak, ma kampanyaları düzenlemek de koruyucu
gemi gibi toplu taşıma araçlarındaki sağlık ve hekimlerin görevidir.
güvenlik önlemlerinin denetlenm esi, sağlığa
zararlı ilaç üretimini engellemek amacıyla ilaç Azgelişmiş Ülkelerde Sağlık Hizmetleri
firmalarının sıkı gözetim altında tutulması bu Gelişmiş bir ülkede ortalam a 500 kişiye bir
uygulamaların yalnızca bir bölümüdür. Halk doktor düşerken azgelişmiş ülkelerde bu sayı
sağlığı çalışmaları hemen her ülkede devlet 50 bini bulur, hatta aşar. Üstelik bu ülkelerde
eliyle yürütülür. Bu alanda en büyük uluslar­ insanlar daha sık hastalandıkları için, ücretle­
arası kuruluş olan Dünya Sağlık Örgütü de ri genellikle uluslararası yardım kurum larınca
ülkeler arasında yardımlaşmayı, bilgi alışveri­ ödenen doktorların ve hemşirelerin işi çok
şini ve ortak kampanyaların yürütülmesini daha güçtür.
sağlar. Özellikle son 20 yıldır, gelişmekte olan
Halk sağlığı programlarının temel direkle­ ülkelerde yürütülen halk sağlığı kampanyaları

ZEFA

Bazı azgelişmiş ülkelerde


de çağdaş düzeyde sağlık
bakım hizmetleri
verilm ektedir. Ayakta
tedavi edilebilecek
hastaların bakımını
üstlenen bu dispanser
Liberya'daki Bong
Tovvn'dadır.
12 SAHRA ÇÖLÜ

çok başarılı sonuçlar vermiştir. Bunların en şilen bu savaşta başarıya giden yolun, öncelik­
önemlilerinden biri, ölümcül hastalıklardan le basit ve temel sorunların çözümünden
çoğunun mikroplu sulardan ve temizlik kural­ geçtiğini insanlık bir gün kavrayacaktır.
larına uym am aktan kaynaklandığı konusunda
halkı bilinçlendirmek olmuştur. G erçekten de SAHRA ÇÖLÜ ya da BÜYÜK SAHRA dün­
Dünya Sağlık Ö rgütü’nün temel hedeflerin­ yanın en büyük çölüdür. A frika’nın dörtte bi­
den biri, olanaklar elverdiğince bütün dünya­ rinden daha fazlasını kaplar ve kıtanın Atlas
daki insanlara temiz su ve sağlık kurallarına Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e kadar bütün ku­
uygun kanalizasyon sağlamaktır. Çünkü, has­ zey kesimi boyunca yayılır. Bu büyük çölün
talık nedenlerini ortadan kaldırmadıkça, has­ kuzeyinde Akdeniz ve Atlas Dağları, güne­
talara belki de parasını bile ödeyemeyecekleri yinde kurak Sahel bölgesi yer alır. Sahra Çölü
pahalı ilaçlar vermenin hiçbir anlamı yoktur. güneye doğru yayılarak ekvatora 1.500 km
Bu kampanyaların başarılı sonuçlarından kadar yaklaşır. Yüzölçümü 8.600.000 km2’
biri de çocukların özellikle çocuk felci, difteri, dir.
tetanos, kızamık ve boğmaca gibi bulaşıcı Batı Sahra, Fas, Cezayir, Tunus, Libya,
hastalıklara karşı aşılanması olmuştur. Geliş­ Mısır, M oritanya, Mali, Nijer, Çad ve Su­
miş ülkelerde bu aşılar düzenli olarak yapılır; dan’ın bazı bölümleri Sahra Çölü’nün içinde
ama azgelişmiş birçok ülkede milyonlarca kalır. Çölün yüzeyinin büyük bölüm ünü, ge­
çocuk ilk kez bu kam panyalar sırasında aşı­ niş sırtlarla birbirinden ayrılan alçak çukur­
lanmıştır. Çiçek hastalığının yeryüzünden tü­ luklar oluşturur. Yağmurun sıklığı ve miktarı
müyle silinmesini de bu yaygın aşılama prog­ mevsimden mevsime değişir. Sahra Çölü’nün
ram larına borçluyuz. orta kesimlerinde evleri yıkan şiddetli yağ­
Halkın en basit tedavi ve sağlık koruma m urlar bile görülm üştür. Bunun yanında yıl­
yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi bile larca yağmur almayan bölgeler de vardır.
milyonlarca kişinin yaşamını kurtarır. Ö rne­ Gündüz sıcaklığı oldukça yüksektir; 60°C’ye
ğin dizanteri, tifo ve kolera gibi hastalıklar ulaşır. G eceler serindir ve özellikle yüksek
çok şiddetli ishale yol açar. İshalle birlikte kesimlerde don ve buzlanma görülür. G ökyü­
vücut sıvıları ve kimyasal m addeler de dışarı zü çoğunlukla bulutsuzdur; havadaki nem
atıldığı için, bu su kaybı özellikle çocuklarda oranı çok düşüktür.
ölümle sonuçlanabilir. Oysa bu durum da alı­ Sahra Çölü bütünüyle kumdan oluşan bir
nacak basit bir önlem hiç umulmayacak kadar düzlük değildir. Kum çölleri arazinin ancak
etkilidir. İçine biraz tuz ve şeker karıştırılmış yüzde 20’sini kaplar. Oldukça yüksek dağlar,
bol su içirmekle her yıl dünyada binlerce geniş, çıplak yaylalar vardır. Güneş ve don
bebeğin ve çocuğun yaşamı kurtarılm aktadır. kayaları aşındırır, rüzgâr da aşınmış parçaları
D oktorları ve öbür sağlık görevlilerini, sürükler. İncecik kum taneleri büyük toz
çalışacakları bölgenin koşullarına uyum sağla­ bulutları halinde uzaklara taşınır. Kum çölle­
yacak biçimde yetiştirmek de çok önemlidir. rinin arasında “kum ul” adı verilen kum tepe­
Gelişmiş ülkelerin hastanelerinde en ileri leri bulunur (bak. K u m u l ). Bazı kum ullar 230
ameliyat yöntemleri ve gereçleriyle çalışan m etre yüksekliğe kadar ulaşır. Çölün büyük
doktor ve hemşireler azgelişmiş bir ülkede bölümünü kaplayan düzlüklerde bütün yü­
aynı olanakları bulam adıklarında hastalara zey, sürüklenen kumların aşındırarak yuvar­
yeterince yardımcı olamazlar. Oysa Hindis­ latıp parlattığı çakıl ve taş yığınlarıyla kap­
tan, Afrika, Güney Am erika ve bazı G üney­ lıdır.
doğu Asya ülkelerindeki “çıplak ayaklı dok­ Sahra Çölü’nde su kaynaklarının az oluşu
torlar” yaşadıkları yörenin sorunlarını yakın­ bitkilerin yetişmesini engellediği gibi, insanla­
dan tanıdıkları ve o koşullar altında ne rın ve çölde yaşayabilecek hayvanların sayısı­
yapılması gerektiğini iyi bildikleri için çok nı da kısıtlar. Bitkiler su kaybına karşı kendi­
başarılı olmuşlardır. lerini az sayıdaki yaprakları (bazılarında yap­
D aha sağlıklı bir dünya yaratm ak ve insan­ rak yerine diken vardır), kalın kabukları ve
ların yaşam düzeyini yükseltmek uğruna giri­ çok derine inen kökleriyle korurlar. Sahra
SAHTEKÂRLIK VE DOLANDIRICILIK 13

D r. G e o r g G e r ste r/H illelso n

Sahra Çölü'nde birvaha. Vahalar her zaman için rüzgârın sürüklediği kumlarla örtülm ek tehlikesiyle yüz
yüzedir.

Çölü’nde yaşayan hayvanlar da uzun süre bir dür. Dem ir, manganez ve bakır bulunur.
şey içmeden yaşayabilen, hızlı ve uzaklara Çıkartılan petrol ve doğal gaz borularla A k­
gidebilen ceylan, antilop, çakal ve tilki gibi deniz kıyısına iletilir.
hayvanlardır. En önemli ağaç, meyvesi insan­ Çok sayıda havayolu Sahra Ç ölü’nün üze­
larca yenen, kırılmış çekirdekleri de develeri rinden geçer. Çöl boyunca doğu-batı yönünde
beslem ekte kullanılan hurm a ağacıdır. Ayrıca düzenli otobüs servisleri vardır. Deve kervan­
buğdaygiller ile akasya ve ılgın türleri de ları çöl yerlilerine, tuz ve hurm a ile değişmek
bulunur. üzere, dışarıdan getirilen kumaş ve sanayi
Sahra Çölü bölgesinde yaşayanların sayısı ürünlerini taşırlar.
2 milyona yaklaşır. Bu sayının hemen hemen Sahel, Sahra Çölü’nü Batı A frika’nın tro ­
yarısını göçebeler oluşturur. Göçebeler deve, pik çayırlarından ayıran bir kuşak oluşturur.
keçi ve koyun besler; hayvanlarını sayısı Burası geniş bir fundalık ve otlak bölgesidir;
çok az olan otlaklara götürebilm ek için sürek­ sığır, koyun ve deve sürülerini otlatan göçe­
li yer değiştirirler. Başlıca yiyecekleri süt ve belerce kullanılır. Sahel’de yağmur, bazı ta­
hurm adır. Yerleşik kavimlerse tepelik kırlar­ hılların yetiştiği güneye doğru gidildikçe ar­
daki ırm aklar boyunca ya da suyun bulundu­ tar. Am a Sahel halkı kuraklık yüzünden
ğ a vahalarda yaşarlar (bak. V a h a ). Kuyular­ açlıkla karşı karşıyadır. Hayvanların otlatıl­
dan yeraltı suyu çıkarılır (bak. ARTEZYEN ması bitki örtüsünü büyük ölçüde yok etm ek­
K uyu su ). Hurm a ağaçlarının meyveleri yenir; te, çöl de kuzeyden güneye doğru yayılmak­
gövdelerinden kereste yapılır; yaprakları da tadır.
sepet yapımında kullanılır. Palmiyelerin göl­
gesinde meyve ağaçlan ve sebze yetiştirilir. SAHTEKÂRLIK VE DOLANDIRICILIK.
Ö bür tarım ürünleri arpa, buğday ve tütün­ Başkasını aldatm ak amacıyla sahte bir belge
14 SAHTEKÂRLIK VE DOLANDIRICILIK

düzenlemeye ya da bir sanat yapıtını taklit et­ dönemin modasına uymayan bir giysinin ya
meye sahtekârlık denir. Bile bile birini kandı­ da eşyanın bulunması, resmin sahteliğini kuş­
rarak parasını ya da malını ele geçirmek ise kuya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkarır.
dolandırıcılıktır. Sahtekârlık da, dolandırıcı­ Bir yapıtın yaşını belirleyici bilimsel yön­
lık da yasalarda suç sayılır ve cezası hapistir. tem ler arasında X ışınları, kızılötesi ve m or­
Sahte olduğu bilinen bir belgeyi kullanmak da ötesi ışınlarla fotoğraf çekmek ve kimyasal çö­
suç kapsam ına girer. zümlemeler sayılabilir. Sahtekârlık genellikle
bu gibi yöntem lerle kanıtlanır.
Sahtekârlık Sahte yapıtlar üretm ekle işe başlayan bazı
V asiyetname, sözleşme, çek, senet, pasaport, kişilerin sonradan dünya çapında değerli sa­
kimlik, makbuz türünden belgelerin ya da natçılar olarak kendilerini kanıtladıklarına da
bunların bazı bölümlerinin sahtesini düzenle­ tanık olunmuştur. Ünlü İtalyan ressam ve
m ek olanaklıdır. Bu gibi sahte belgeleri üret­ heykelci M ichelangelo’nun Eski Yunan üslu­
m ekte uzmanlaşmış kişiler m ühürleri, imzala­ bunda yaptığı aşk tanrısı Eros’un heykelini,
rı, el yazılarını taklit ederek gerçek belgenin eski süsü verm ek için toprağa gömdüğü, uz­
tıpkısını, çıplak gözle anlaşılamayacak bir manların heykeli gerçek bir Yunan yapıtı san­
benzerlikte yaparlar. ması üzerine de kendisinin yaptığını söyleye­
Kâğıt para olarak bilinen banknotun sahte­ rek, heykelcilikte ustalığını kanıtladığı anlatı­
sine kalp para, bunları basanlara da kalpazan lır. HollandalI ressam Han van M eegeren 20.
denir. Para basmak devletin yetki ve deneti- yüzyılda Jan V erm eer’in üslubunu taklit ede­
mindedir. Yapımı yüksek teknik beceri gerekti­ rek dinsel konulu resimler yaptı (bak. MlCHEL-
ren banknotlar özel bir kâğıda basılır; içinde, ANGELO; V e r m e e r , J a n ). Sahtekârlık II.
filigran denen ve ışığa tutulunca fark edilen bir Dünya Savaşı’ndan (1939-45) sonra, Nazi ön­
çizgi ya da resim bulunur. Taklit edilmesini ön­ derlerinin çalmış olduğu tablolar gerçek sa­
lemek için banknotlarda özellikle karmaşık de­ hiplerine geri verilirken ortaya çıktı. Bu re­
senler kullanılır. Bu desenler bazen, sahtesini simlerden birinin van M eegeren’e ait olduğu
yakalamak için bilerek yapılmış bir hatayı anlaşılmıştı. Van M eegeren, Hollanda ulusal
içerir. B anknotların özenli işçiliğini taklit et­ sanat yapıtlarını düşman bir ülkeye satmış ol­
m ek ve aynı nitelikte üretebilm ek kolay bir iş makla suçlandı. Bunun üzerine sözkonusu
değildir. Ne var ki, kalp para genellikle sıra­ “V erm eer”i kendinin yaptığını açıklayan van
dan insanları aldatm ak için yeterince inandırı­ M eegeren’in, içlerinden biri bir “Verm eer
cı bir görünüm de olur. En büyük kalpazanlık başyapıtı” olarak değerlendirilen 13 sahte re­
olaylarından biri Nazi gizli haber alma örgü­ sim daha yapmış olduğu anlaşıldı.
tünün II. Dünya Savaşı sırasında, 1940-41’de
piyasaya sürdüğü 150 milyon İngiliz Sterlini Dolandırıcılık
tutarındaki 5 sterlinlik kalp banknotlardı. Dolandırıcılık kendi başına suç sayıldığı gibi,
Sanat yapıtlarının kopyalarını, örneğin öz­ aldatmacayla para kazandıran türden başka
gün bir resmin tıpatıp aynısını yapm ak, eğer bir suçun parçası da olabilir. Dolandırıcılıkta
ressam özgün yapıt olduğu savında değilse, her zaman yalan söylemek gerekmez. Bir ger­
sahtekârlık sayılmaz. Sahte sanat yapıtlarını çeği saklayarak ya da birinin zayıf yanından
piyasaya sürenler genellikle ünlü bir ressamın yararlanarak da dolandırıcılık yapılır; bunun
üslubunda yapılmış bir tabloyu, sanatçının adı hilekârlık ya da aldatmacadır.
sanki o güne kadar ortaya çıkmamış bir yapı­ İşaretli oyun kartlarıyla oynanan hileli ku­
tını keşfetmiş gibi tanıtırlar. Bir resmin sahte m arda, kimi zaman kurban seçilen yeni bir
olduğunu ortaya çıkarmak sanıldığı kadar zor oyuncunun bir süre için azar azar kazanması­
değildir. Örneğin, sahte resim yapılırken yeni na fırsat verilir. Kurban üst üste kazanmanın
bir tuval ya da resmin yapılmış olduğu varsa­ verdiği güvenle büyük bir para ile oynamaya
yılan tarihte henüz bilinmeyen bir boya kulla­ kalkınca, bu kez taktik değiştirilerek tüm pa­
nılmış olabilir. Bazen de resimdeki bazı ayrın­ rası yutulur.
tılar sahtekârı ele verir. Tablonun ait olduğu Zim m etine para geçirme de bir dolandırıcı­
SAHTEKÂRLIK VE DOLANDIRICILIK 15

lık türüdür. Birine em anet edilen para ya da


değerli eşyanın kendi malıymış gibi kullanıl­
ması anlamına gelir. Hırsızlığa benzemekle
birlikte, suçu işleyen kimse çoğu zaman çalış­
tığı işyerinin güvenini kazanmış biridir.
G ünüm üzde bilgisayardan yararlanılarak
yapılan çağdaş dolandırıcılıklara da rastlan-
m aktadır. 1980’de California’da yakalanan
Stanley Rifkin, bu yolla Los Angeles’teki bir
bankadan zimmetine 10 milyon dolar geçir­
mişti.

Ünlü Sahtekârlıklar ve Dolandırıcılıklar


Tarih boyunca ortaya çıkarılan pek çok sahte­
kârlığın ve dolandırıcılığın yanı sıra kuşkusuz
bir o kadarı da hâlâ karanlıktadır.
Yakın zamanların en ilginç dolandırıcılık
olaylarından biri A B D ’li milyarder Howard
H ughes’un adı çevresinde gerçekleşti. Pek or­ H u lto n P ictu re L ib r u r y

talıkta görünm eyen, az konuşan, ayrıksı bir Sahte olduğu 1950'lerde ortaya çıkarılana kadar,
tip olan Howard Hughes, yıllarca tek başına İngiltere'de bulunm uş olan "Piltdovvn insanı"
kafatasının bir tarihöncesi insanına ait olduğu
yaşadıktan, sonra 1976’da öldü. Ölüm ünden sanıldı.
dört yıl önce Clifford Irving adında bir yazar
H ughes’un özyaşamöyküsünü elde ettiğini ustaca üzerinde oynanmış, günümüz insanına
açıkladı. Söylediğine göre, gizlice H ughes’la ait bir kafatası ile bir orangutan çenesi oldu­
buluşan Irving ona yaşamının öyküsünü anlat- ğu, dişlerinse yapay olarak aşındırıldığı anla­
tırmayı başarmıştı. Hughes tarafından yazıldı­ şıldı. Am a bu aldatmacayı kimin yaptığı öğre­
ğını söylediği birtakım sahte m ektupları nilemedi.
A B D ’nin önde gelen yayımcılarından birine Türkiye’de “hayali ihracat” olarak nitele­
gösteren Irving, milyarderle ilgili, basında yer nen büyük ölçekli sahtekârlık ve dolandırıcı­
almış bazı haberlerden ve düzmece ses bantla­ lıkların ilki 1970’lerin sonlarında ortaya çıktı.
rından derlem e bir kitabın telif hakkını alm a­ Bir işadamının dışarıya lüks mobilya yerine,
yı başardı. Buna karşılık yayınevi tarafından sıkıştırılmış talaş ve yongadan yapılan sunta
bir İsviçre bankasına Irving adına büyük bir sattığı müfettişlerce belirlenince hakkında da­
m iktar para yatırıldı. Ne var ki, bu dolandırı­ va açıldı. Bu türden olaylar 1980’lerin ortala--
cılık girişimi cezaevinde son buldu ve A B D ’ rında büyük yaygınlık kazandı.
nin ünlü Times dergisi Irving’i sayfalarında Burdur ilinin Hacılar köyünde 1957-60’ta
“yılın dolandırıcısı” olarak tanıttı. Hovvard bulunan Cilalı Taş ve Bakır çağlarına ait piş­
Hughes öldükten sonra da mirasından pay al­ miş toprak kapların ve heykelciklerin bundan
mak için türlü entrikalar düzenlendi; düzine­ bir süre sonra taklit edilerek bol m iktarda
lerle sahte vasiyetname ortaya çıktı. üretilmesi ve yurtdışına satılması da sahte sa­
“Piltdovvn insanı” olayı da bir başka sahte­ nat yapıtı üretm e ve eski eser kaçakçılığı ko­
kârlık örneğidir. Uzun yıllar, 1912’de İngilte­ nularında dünya çapında dikkati çeken bir
re’de Sussex’te, Lewes yakınlarındaki Pilt­ olay oldu. Y örede yaşayanların bu eski bulun­
dovvn Çayırı’nda bulunan çenekemiği ve kafa­ tuların biçimlerine alışık olması, toprağın ve
tası parçalarının bir tarihöncesi insanına ait boyaların niteliğinin binlerce yıldan beri bü­
olduğu sanıldı. Kemiklerin yaşını belirleyen yük bir değişime uğramayışı, benzerliğin ku­
yeni yöntem lerin geliştirilmesi sonucu 1954’te sursuz olmasında rol oynadı. Am a ısılışıldama
araştırm alar derinleştirildi ve “Piltdovvn insa­ (termolüminesans) yöntemiyle incelendikten
n ın d a n kaldığı sanılan kemiklerin gerçekte sonra buluntuların sahte oldukları anlaşıldı.
16 SAİNT CHRISTOPHER VE NEVIS

SAİNT CHRISTOPHER VE NEVIS FEDE­ şir. Tek kenti Charlestovvn’da 1.600 kişi
RASYONU, Karayib Denizi’ndeki Küçük yaşar.
A ntiller’de yer alan iki adadan oluşan, İngiliz Adaları 1493’te keşfeden Kristof Kolomb,
Uluslar Topluluğu üyesi bir federasyondur. en büyük olanına kendi koruyucu azizi Chris-
Aynı zamanda Saint Kitts ve Nevis olarak da topher’ın adını verdi. Bu ad, 17. yüzyılda ada­
bilinir. ya gelen İngiliz göçmenlerince Saint Kitts ola­
Saint C hristopher, 174 k n r ’lik bir alanı rak kısaltıldı. Kolomb küçük olan adanın bu­
kaplayan oval biçimli volkanik bir adadır. lutlarla örtülü tepelerini görünce buraya İs­
Ada topraklarının verimli kıyıları siyah ve al­ panyolca’da karlar anlam ına gelen Las Nieves
tın renkli volkanik kumlarla örtülüdür. En adını verdi. Bu ad daha sonra Nevis olarak
yüksek tepesi olan Misery Dağı volkanik bir değişti. Kolomb buraya ilk geldiğinde adada
kraterdir. En önemli kenti, derin bir limanı Karipler yaşıyordu. Bugün ada halkının ço­
olan başkent B asseterre’dir. Kentin nüfusu ğunluğu Afrikalı kölelerin torunlarıdır. 18.
18.500’dür (1985). Yurtdışına satılan başlıca yüzyılda İngiltere ile Fransa arasındaki sava­
ürünler şeker ve melastır. A dada ayrıca pa­ şın sonunda adalar İngiliz egemenliğine geçti.
muk da yetişir. Küçük bir demiryolu şekerka­ 1882’de İngiliz yönetimi Saint Kitts, Ne­
mışı tarlalarını fabrikaya ve limana; iki hava­ vis ve Anguilla adalarını birleştirdi. Adalar
alanı da adayı öbür adalar ile A BD ve Kana- 1967’de İngiltere’ye bağlı özerk bir devlet ol­
da’ya bağlar. A da ekonomisinde turizm de du. Aynı yıl Anguilla bağımsızlığını ilan ede­
önemlidir. H er yıl hemen hemen ada nüfusu rek birlikten ayrıldı. Bunun üzerine İngiltere
kadar turist adayı ziyaret eder. Anguilla’yı kendisine bağladı ve ada 1969-76
Nevis, Saint C hristopher’ın 3 km güneydo­ arasında doğrudan İngiltere’nin yönetiminde
ğusunda yer alır ve yüzölçümü 93 k n r ’dir. kaldı. Anguilla bugün özerktir. 1983’te ba­
Daire biçiminde ve çevresinde mercan resifle­ ğımsızlığına kavuşan Saint Christopher ve Ne­
ri bulunan olağanüstü güzel volkanik bir ada vis’te toplam 44.100 (1989) kişi yaşar.
olan Nevis’te koni biçimli bir tepe denizin üs­
tünde 985 m etre yükselir. Çok güzel kumsal­ SAINT-EXUPERY, Antoine de (1900-
ları vardır. A dada pamuk ve şekerkamışı yeti- 1944). II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’da
kitapları her kesimden insan tarafından bü­
P ic tu r e p o in t
yük bir hayranlıkla okunan A ntoine de Saint-
Exupery pilottu. Yoksul düşmüş soylu bir
aileden geliyordu. 1921’de askerliği sırasında
uçuş eğitimi görerek pilot oldu. 1926’da Afri­
ka’nın kuzeybatısına, Atlas Okyanusu’nun
güneyine ve Güney A frika’ya düzenlenen
posta seferlerinde pilotluk yaptı. Bu sırada ilk
kitabı Güney Postası’m (Courrier-Sud; 1929)
yazdı. 1931’de Gece Uçuşu ( Vol de nuit) adlı
yapıtıyla edebiyat çevrelerinde adını duyur­
du. Bu kitabını ilk pilotların başarılarına
adamıştı. Paris-Saygon (bugün Ho Şi Minh)
arası uçuş rekorunu kırm ak için çıktığı bir
seferde uçağı çöle düştü. İnsanların Dünyası
(Terre des hom m es; 1939) Saint-Exupery’nin
çöl serüvenini anlatır. Günlerce susuzluk çek­
tikten sonra yoksul bir Bedevi yaşamını kur­
tarır. Şiirsel bir dille yazılmış olan İnsanların
D ünyası, yazarın tüm um udunu yitirdiği bir
Saint Christopher'da Fort Brimstone yerleşmesi.
Arkada Hollanda'ya bağlı Saint Eustatius Adası anda en sıcak sevinci tadışının öyküsüdür.
görülm ektedir. II. Dünya Savaşı’nda keşif pilotu olarak
SAİNT HELENA 17

birlikte Saint H elena’nın toplam nüfusu


7.300’dür (1988).
Saint H elena 1502’de Portekizliler’ce keşfe­
dildi. D aha sonra da A sya’nın doğusuna mal
götürüp getiren İngiliz ve H ollanda gemileri­
nin uğradığı bir liman oldu. 1659'dan 1834’e
kadar Doğu Hint Kum panyası’mn yönetim in­
de kalan Saint H elena Adası şirketin gemile­
rince onarım yeri ve erzak deposu olarak
kullanıldı. Doğal bir kale konum unda olduğu
için, Napolyon Bonapart W aterloo Savaşı’n-
daki yenilgisinden sonra 1815-21 arasında bu­
rada sürgün olarak tutuldu. 1834’te ada İngi­
liz sömürgesi oldu.
Saint H elena, verimli toprakların ve pek
çok tatlı su kaynağının bulunduğu bir yerdir.
İç bölümlerde bam bu, muz, sarı çam, meşe ve
H a rlm ğ ııe - V io lle t
okaliptüs ağaçları ve güzel görünümlü zam ­
Ünlü Küçük Prens'\r\ yazarı A ntoine de baklar vardır. Adanın yerlisi olan hayvan türü
Saint-Exupery'nin asıl mesleği pilotluktu. yoktur. Ekilebilir alanlar adanın ancak dörtte
birini oluşturur. Sığır ve koyun yetiştirilir;
görev alan Saint-Exupery 1940’ta Fransa'nın keten, sebze ve üstün nitelikli kahve üretilir.
yenilmesi üzerine A B D ’ye uçtu. O rada, onu B arnabys
ölümle burun buruna getiren bir keşif uçuşu­
nun öyküsü olan Savaş Pilotu nu (Pilote de
guerre; 1942) yazdı. Gene A B D ’de bulundu­
ğu sırada yazdığı Küçük Prens (le Petit prince;
1943) sevginin, dostluğun, değerbilirliğin öy­
küsüdür. Pek çok dile çevrilmiş olan bu yapıt,
çocuklar kadar büyüklerin de severek okudu­
ğu duygulu bir masaldır. Antoine de Saint-
Exupery 31 Tem muz 1944’te uçağı ile birlikte
Akdeniz üzerinde kayboldu. “Gerçek sevgi,
yanında sevgiden başka bir şey sürüklem eden
gelir. O insan ve insanla ilgili her şeyde
vardır; tabii gören gözler için” , sözleri
Sönmüş bir yanardağ olan Saint Helena'da,
onundur. denizden dim dik yükselen sarp kayalıklar bulunur.

SAİNT HELENA, Atlas O kyanusu’nun gü­ Adalıların gereksinim duyduğu eşyaların ço­
ney kesiminde yer alan ve İngiltere’nin sö­ ğu gemilerle İngiltere ve Güney A frika’dan
mürgesi olan bir adadır. G ene Atlas O kyanu­ getirilir. Adaya uğrayan gemilerin yolcularına
su’nun güney kesiminde bulunan Ascension dantel işleri ve adanın posta pulları satılır.
Adası ile Tristan da Cünha Takım adaları da
yönetim açısından Saint H elena’ya bağlıdır. Ascension
Saint H elena A frika’dan 1.900 km uzaklık­ Ascension’un yüzölçümü 88 kmr’dir. Bu ada
ta ıssız bir adadır. Yaklaşık 17 km uzunluğun­ da volkanik kökenlidir; ortasında; 875 m etre
da, 10 km genişliğinde olan ada eskiden yüksekliğinde bir yanardağ krateri olan Yeşil
büyük bir yanardağdı. Saint H elena, yüksek­ Dağ yer alır. A dada, küçük koylara çıkan,
liği bazı yerlerde 800 metreyi bulan sarp kenarları lav kaplı dar ve derin vadiler vardır.
kayalıklarla çevrilidir. Bağlı olan adalarla Yerli bitkiler arasında eğreltiotları ve yaprak-
18 SAİNT LAVVRENCE IRMAĞI

yosunları sayılabilir. Saint H elena gibi burada yüksekliğinde bir yanardağ bulunan 10 km
da yerli hayvan yoktur. Dışarıdan getirilmiş çapında bir daire biçimindedir. Adadaki yer­
yaban eşeği, keçi, tavşan, kedi ve az sayıda leşmelerin yer aldığı kuzeybatıdaki küçük bir
keklik bulunur. Deniz kaplum bağaları yu­ yayla dışında, 600 m etre yüksekliğinde sarp
m urtlam ak için ocak ve mayıs arasında bura­ kayalarla çevrilidir. A dada eğreltiotu çeşitleri
ya gelirler. Sum rular da adada çoğalır. ve otsu bitkiler ile herdemyeşil küçük ağaçlar
Ascension Adası Saint H elena’yı keşfeden bulunur. Adanın don tutm ayan yağmurlu,
Portekizliler tarafından 1501’de, Hıristiyan­ nemli ve ılıman bir iklimi vardır. İngilizler
la rc a kutsal bir gün olan İsa’nın Göğe Yükse­ Ascension gibi Tristan da C unha’da da Na-
liş G ünü’nde keşfedildi; adı da bugünden polyon'u kurtarm ak için yapılacak bir saldırı­
gelir. 1815’te Napolyon’un Saint H elena’ya yı önlem ek amacıyla 1816’da bir garnizon
sürgün edilişine kadar adada hiç kimse yaşa­ kurdular. D aha sonra garnizon kaldırıldı;
mamıştı. Napolyon'un sürgünüyle birlikte ama küçük bir yerleşim bölgesi kaldı. Bugün
adaya İngiliz askerleri geldi ve kuzeybatı adada 300 dolayında insan yaşam aktadır.
kıyısında Georgetovvn kenti kuruldu. Bugün
A B D hava üssü ve İngiliz uydu haberleşm e SAİNT LAVVRENCE IRMAĞI, Kanada ve
istasyonu bulunan adada 1.200 kişi yaşar. A BD topraklarında yer alan Büyük Göller
Y öresi’ni denize bağlayan tek ırm aktır. St.
Tristan da Cünha Lawrence İrmağı (St. “Aziz” anlamına gelen
Tristan da Cünha dünyanın en ıssız yörelerin­ Saint sözcüğünün kısaltmasıdır) Ontario Gölü'
den biridir. En yakın anakara hemen hemen nün kuzeydoğusundan başlar ve 1.120 km bo­
3.000 km doğudaki Ümit B urnu’dur. Tristan yunca, St. Lawrence Körfezi'ne kadar uzanır.
da Cünha, yaklaşık 32 km güneybatısındaki Ontario'dan yaklaşık 185 km ötede ABD ile
ıssız Inaccesible ve Nightingale adaları, yakla­ Kanada arasındaki sınırı oluşturan St. Law-
şık 400 km güneydoğusundaki Gough Adası rence, Kanada’nın ikinci en uzun ırmağıdır.
ile birlikte küçük bir ada grubu oluşturur. St. Lawrence Irmağı ile birlikte Büyük
Tristan da Cünha, ortasında 2.060 metre G öller’i de içine alan St. Lawrence Suyolu,

A N T IC O S T I
ADASI

ST. LAVVRENCE
KÖRFEZİ

QU EBEC .

T ro is -R iv ie re s

S o re l

IO N R E A L
Huron
OTTAVVA
Gölü
K in g s to n Champlain Gölü
Ö g d e n s b u rg

Ontano Gölü

WELLAND KANALI
NIAGARA
ÇAVLANI
A TLAS
OKYANUSU

St. Lavvrence Irmağı, Büyük Göller Yöresi'nden St. Lavvrence Körfezi'ne kadar uzanır.
SAİNT LUCIA 19

Kuzey A m erika’nın en önemli suyoludur. Yapımı 1959’da tam am lanan St. Lavvrence
3.690 km boyunca uzanan suyolunun yaklaşık Suyolu’nda kanalların derinliği en az 8 metredir.
yarısını Büyük Göller oluşturur. Kanallar, Boyu 220 m etreye, eni ise 23 m etreye kadar
kanal-havuzlar, derinleştirilmiş akarsu yatak­ olan teknelerin yararlanabildiği bu suyolunu
ları ve doğal suyollarından oluşan bu sistem, kullanan gemiler bakım ve işletim giderlerini
büyük gemilerin O uebec ve M ontreal’e ulaşa­ karşılamak üzere bir ücret öder. Suyolu kış
bilmesini, daha küçük gemilerin ise Büyük aylarında kullanılamaz, çünkü Büyük Göller
G öller üzerindeki T oronto, Ham ilton, Buffa- ve ırmak limanları aralık ortalarında donar,
lo, D etroit, Chicago, Milvvaukee, Duluth ve St. Lavvrence Körfezi ise nisana kadar buzlar­
Superior gibi daha içerilerdeki göl limanlarına la örtülü kalır. K anada’da St. Lavvrence
kadar gidebilmesini sağlar (bak. BÜYÜK GÖL­ Irm ağı’riın büyük bölümü Q uebec eyaleti
LER YÖRESİ). sınırları içindedir. Irm ak hayvancılık, kâğıt
St. Lavvrence İrmağı, O ntario Gölü ile üretimi ve ahşap işlerinin yapıldığı, ülkenin
Atlas Okyanusu arasında eğimle akarak 75 önde gelen tarım ve sanayi bölgesi olan St.
m etre alçalır. Bu alçalmanın 69 metresi ırm a­ Lavvrence vadisi boyunca akar.
ğın M ontreal’e kadar olan 270 kilometrelik
oldukça kısa ve düz bölümünde yer alır. Bu SAİNT LUCIA, Karayib Denizi’nin doğu
nedenle bu bölgede ırmak çok hızlı akar. kesimindeki Küçük A ntiller’de yer alan, İngi­
Bu hızlı akışı engellemek ve gemilerin Mont­ liz Uluslar Topluluğu üyesi bir ada ülkesidir.
real’den sonra da ırmağı kullanabilmesini Rüzgârüstü A daları grubunda bulunan Saint
sağlamak için yapılan kanallar ve kanal-ha­ Lucia, M artinik A dası’nın 32 km güneyinde,
vuzlar 1908’de tam amlandı. Am a 4 m etre Saint Vincent A dası’nın ise 40 km kadar
derinliğinde açılan bu kanallar ve küçük kuzeydoğusundadır. Yüzölçümü 617 km2’dir.
kanal-havuzlar büyük gemiler için yeterli Saint Lucia volkanik kökenli bir adadır.
olamadı. 1954’te Kanada ve A BD daha derin Adanın güney batısında yer alan Qualibou
kanallar ve büyük havuzlar yapmak için Yanardağı 1776’daki son patlam asından sonra
birlikte çalışmaya başladılar. Ayrıca elektrik buhar ve gaz çıkarmayı sürdürm ektedir. Souf-
üretm ek için büyük barajlar da kurdular. riere kentinde kükürtlü sıcak su kaynakları

Saint Lucia Adası'nda


Castries limanı. Ada
olağanüstü güzellikteki
koyları ve kükürtlü
sularıyla ünlüdür.
20 SAINT-SAENS

bulunur (kentin adı da Fransızca’da “kükürt


ocağı” anlam ına gelir). İklim ılımandır; ku-
zey-güney doğrultusunda uzanan dağlardan
doğan akarsular bereketli vadilerden geçerek
denize ulaşır.
Saint Lucia halkının büyük bölümü şeker­
kamışı çiftliklerinde çalıştırılmak için getirilen
Afrikalı Siyahlar’ın soyundan gelir. Halkın
çoğu K atolik’tir. Çiftçilikle geçinen Saint
Lucialılar eskiden en çok şekerkamışı yetişti­
rirken, bugün daha çok muz üretm ektedir.
Ayrıca hindistancevizi, meyve, sebze, pirinç
ve pam uk da yetiştirilir. Dışarıya satılabilecek
ölçüde kâğıt, karton ve giysi üretilir. B arba­
dos’la köm ür ticareti yapılır. Tutulan deniz
ürünleri yerel pazarlarda satışa sunulur.
Rom , sigara ve m adensuyu üretilen adaya
özellikle A B D ’den her yıl giderek artan
sayıda turist gelm ektedir.
Kristof Kolom b’un gezi notlarında Saint
Lucia A dası’na ilişkin bilgi yoktur. Adanın
1500’lerde keşfedildiği sanılmaktadır. İngiliz
denizciler 1605’te ilk kez adaya ayak bastıkla­
rında adanın yerlisi olan K aripler’in güçlü
H a rlin g u e - V io lle î
direnişiyle karşılaştılar. Sonunda 1650’de
Fransız besteci Camille Saint-Saens günümüzde en
Fransızlar adada bir yerleşme kurdular ve çok Samson ve Dalila operasıyla tanınır.
K aripler’le antlaşma yaptılar. Saint Lucia 18.
yüzyıl boyunca İngiltere ve Fransa arasında
birkaç kez el değiştirdi. İngiltere ancak Na- yaşta, annesinin verdiği piyano dersleriyle
polyon Savaşlarından sonra, 1814’te adada başladı. Bir müzik parçasını ilk kez yazıya
kesin bir egemenlik kurabildi ve Saint Lucia geçirdiğinde dört yaşında bile değildi. 1848’de
bir İngiliz sömürgesi oldu (bak. N a p o ly o n girdiği Paris K onservatuvarf nda org ve kom­
SAVAŞLARI). pozisyon eğitimi gördü. 9 yıl sonra Paris’teki
1967’de içişlerinde özerklik kazanan Saint ünlü M adeleine Kilisesi’nin orgcusu oldu. 20
Lucia, 1979’da tam bağımsız bir İngiliz Ulus­ yıl süren bu görev sırasında bir yandan da
lar Topluluğu üyesi oldu. Saint Lucia’nın Niederm eyer O kulu’nda piyano öğretmenliği
başkenti Castries’tir. A da nüfusunun büyük yaptı. Öğrencileri arasında geleceğin ünlü
bölüm ünün toplandığı başkentin nüfusu 53 bestecilerinden Gabriel Faure de vardı. Aynı
bine yaklaşır (1986). dönemde tanıştığı Macar besteci Franz Liszt’
Saint Lucia’nın nüfusu 150.000’dir (1989). le güçlü bir dostluk kurdu. 1877’de Samson ve
Dalila operası Liszt’in önerisiyle W eim ar’
SAINT-SAENS, Charles Camille (1835- da sahnelendi.
1921). Günüm üzde en çok Samson ve Dalila Saint-Saens 1880’lerden sonra çıktığı ulus­
operasıyla tanınan Fransız besteci Charles lararası turnelerde orkestra şefliği de yaptı. 80
Camille Saint-Saens Paris’te doğdu. 300 dola­ yaşından sonra da beste yapmayı sürdüren
yında yapıtı bulunan Saint-Saens çok yönlü sanatçı Cezayir’de öldü.
bir sanatçıydı. İyi bir besteci olduğu kadar Son derece yetenekli bir piyanist olan
parlak bir piyanist ve orgcu, yetenekli bir Saint-Saens müzik yaşamı boyunca Liszt’in
öğretm en, şair ve oyun yazarıydı. etkisinde kalmış olm akla birlikte, M ozart’ın
Saint-Saens müzik eğitimine çok küçük müziğini çalışındaki ustalığıyla tanınırdı. Sa­
SAKALLIKUŞ 21

natçının öteki önemli yapıtları Om phale’in


Çıkrığı (1871), İskeletlerin Dansı (1874) ve
Cezayir Süiti (1879) adlı senfonik şiirleriyle
Hayvanlar Karnavalı (1886) adlı küçük orkes­
tra parçasıdır. O peranın yanı sıra öteki müzik
türlerinde de yapıtlar veren Saint-Saens to p ­
lam 13 opera, beş piyano konçertosu, üç
keman konçertosu, iki viyolonsel konçertosu,
dört senfonik şiir ve üç senfoni yazdı. En çok
tanınan senfonisi, içinde org için ayrı bir
bölümün de yer aldığı Üçüncü Senfoni'dir
(1886).
ZEFA

SAİNT VINCENT VE GRENADİNLER. Ka- Saint Vincent Adası'nda tarım başlıca gelir
kaynağıdır.
rayib D enizi’nde Küçük A ntiller’de yer alan
bu adalar, 1979’da bağımsız bir devlet olmuş­
tur. Saint Vincent, Rüzgârüstü Adaları gru­ ler. Saint Vincent 1969’dan bağımsızlığını
bunda ve Saint Lucia A dası’mn 40 km güney­ kazandığı 1979’a kadar İngiltere’ye bağlı
batısında yer alır. Kendisinden daha küçük özerk bir devlet oldu. Bugün İngiliz Uluslar
olan Grenadin Adaları ile birlikte toplam 389 Topluluğu’nun bağımsız bir üyesidir.
km2’lik bir alanı kaplar.
Saint Vincent ağaçlıklı volkanik bir adadır. SAKA bak. İSPİNOZGİLLER.
Son olarak 1979’da püsküren ve önemli zara­
ra neden olan Soufriere Dağı 1.234 metreyle SAKALLIKUŞ. Sakallıkuşlar adlarını kalın
adanın en yüksek noktasıdır. Tropik iklimli ve keskin gagalarının dibindeki kıllardan alır­
bu adalara kasırgalar da büyük zarar verm ek­ lar. D önenceler arasındaki bölgelere dağılmış
tedir. En önemli ürünler ararot (Saint Vin­ 75 dolayında türü bulunan bu kuşların çoğu
cent ararot üretiminde dünyada ilk sırayı alır) orm anlardaki ağaçların tepelerinde yaşar. Çe­
ve muzdur. Ö bür ürünler arasında hindistan­ şitli meyveler ve tohum lar başlıca besin kay­
cevizi, pam uk, m anyok, kakao, yerfıstığı ve naklarıdır. O rta A m erika’da yaşayan çatal
tatlıpatates sayılabilir. Orm anlık bölgelerde gagalı sakallıkuş (Semnornis frantzii) kuşlar
odunköm ürü üretilir. Ayrıca, ararot ve pa­ arasında alışılmadık bir davranış göstererek
muk işleyen fabrikalar da vardır. Rom , siga­ çiçekleri yer. G ene aynı bölgede yaşayan kızıl
ra, mobilya ve m adensuyu adada üretilen başlı sakallıkuş (Eubucco bourcierii) ise temel
öteki ürünlerdir. Ayrıca kıyı balıkçılığı da besini olan böcekleri yere düşmüş yaprakların
önemlidir. arasında arar,
A da halkının çoğunluğu, bir zam anlar şe­ Sakallıkuşlar yüksek perdeden ve sürekli
kerkam ışı plantasyonlarında (büyük çiftlik) ötüşleriyle ünlüdür. Bazen ötüşleri bitm ek
çalıştırılmak için getirilmiş Afrikalı kölelerin tükenm ek bilmez ve biri susunca öbürü baş­
torunlarıdır. Ü lkenin nüfusu yaklaşık 114 bin­ lar. Bu özellikleri yerel adlarına yansımıştır.
dir (1989). Bu nüfusun 25 bini, ülkenin başlı­ Örneğin kızıl gerdanlı sakallıkuş (Megalaima
ca limanı ve başkenti olan Saint Vincent Ada- haemacephala) ancak çekiçle bakır döverken
sı’ndaki Kingstovvn’da ve çevresinde yaşar. çıkabilecek tekdüze bir sese sahip olduğun­
Çok sayıda geminin uğradığı bu kentte bir ha­ dan Malaya bakırcı kuşu adıyla da tanınır.
vaalanı da vardır. Sakallıkuşlar seslerinden başka göz alıcı
Saint Vincent’in 1498’de Kristof Kolomb renkleriyle de dikkat çeker. A frika türleri
tarafından keşfedildiği sanılmaktadır. 1763’te kırmızı, mavi, sarı ya da siyah tüylü, büyük
Paris A ntlaşm ası’yla sürekli bir İngiliz ege­ ölçüde yeşil olan Asya türlerinin başı parlak
menliği sağlanıncaya kadar, Fransa ve İngilte­ kırmızı, mavi ya da sarı lekelerle bezelidir.
re ada üzerinde hakları olduğunu ileri sürdü- Sakallıkuşlar ağaçkakanlarla akrabadır.
22 SAKANGUR

Sakallıkuşlar
ağaçkakanlarla akrabadır.
Çürüyen yumuşak
odunları oyarak yuva
kovukları açmak için
gagalarını kullanırlar.
Ağaçkakanların
gagalarını bir keski gibi
kullanıp yongaları
çevreye saçmasına
karşılık, sakallıkuşlar
ısırıp kopardıkları odun
parçalarını uzağa taşırlar.
Fotoğrafta görülen
benekli sakallıkuş
yuvadaki yavrusuna bir
incirin ezip yumuşattığı
meyvesini veriyor.

NHPA/Peter Johnson

Ağaçlara tırm anırken sert ve kısa kuyruk nan yastıkçıklar düz yüzeylerde kolayca dola­
teleklerini onlar gibi gövdelerini desteklem ek şabilmelerini sağlar. Bu yastıkçıklarda bulu­
için kullanırlar. Erkek ve dişi yardım laşarak nan, çıplak gözle görülemeyecek incelikte
genellikle ağaçlarda bir yuva kovuğu açar. kıllar, düz yüzeylerdeki elle ayırt edilem eye­
Gagaları ağaçkakanlarınki kadar güçlü olm a­ cek ölçüde küçük pürüzleri kavrayabilir. Böy-
dığından çürüm ekte olan yumuşak odunları lece bu sakangurlar tavanda bile düşme tehli­
yeğlerler. Yıllarca kullanabildikleri yuvanın kesi olmadan koşabilirler.
bazen birkaç giriş deliği bulunur. Dişi yuvaya Sakangurlar insanlar için zararsız hayvan­
2-5 tane, bembeyaz yum urta bırakır. Yavrula­ lardır. İri gözleri, temel besinleri olan böcekle-
rın temel besini yüksek protein kaynağı olan
böceklerdir. Palazlanan yavrular kendi başla­ DUVAR
rının çaresine bakmakla birlikte geceleri yu­ SAKA NG URU

vaya geri dönerler. Yum urtadan çıkışlarının


altıncı haftasında yavrular kendi başlarına
yaşamaya başlarlar.

SAKANGUR. G eko adıyla da tanınan sakan-


gurlar kelerler grubundan, küçük yapılı sü­
rüngenlerdir. Sıcak ülkelerde ev içlerinde sık
görülen bu hayvanlar geceleyin yakılan ışıkla
birlikte saklandıkları yarıklardan ortaya çı­
karlar. Sakangurların 750 dolayında türü var­ SAÇAKLI SA K A N G U R
dır. Çoğunun yayvan parm akları altında bulu­
SAKARYA 23

ri çok az ışıkta bile görebilmelerini sağlar.


SAKARYA İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
Sakangurlar yeryüzünün sıcak bölgelerine ya­
yılmıştır. Yük taşıyan gemilere gizlice girerek YÜZÖLÇÜMÜ: 4.817 km2.
çok uzak yerlere giden ve oralarda da üreyen NÜFUS: 610.500 (1985).
birçok sakangur türü vardır. İL TRAFİK NO: 54.
Bazı sakangurlar öbür kelerlerden farklı İLÇELER: Adapazarı (merkez), Akyazı, Ferizli, Geyve,
Hendek, Karapürçek, Karasu, Kaynarca, Kocaali,
olarak, çıkardıkları güçlü seslerle dikkat çe­ Pamukova, Sapanca, Söğütlü, Taraklı.
kerler. Örneğin Güneydoğu Asya’ya özgü, 35 İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Sapanca Gölü kıyıları; Karasu ve
santim etreye kadar uzayabilen tokay sakan- Kocaali plajları; Haşan Dağı ve Poyrazlar Gölü
orman içi dinlenme yerleri; Orhan Gazi, Yunus Paşa
guru (G ekko gecko) adını çıkardığı sesten (Geyve Ulucamisi), Şeyh Müslihiddîn ve Rüstem
alır. Kelerlerin birçoğunda görüldüğü gibi Paşa camileri; Orhan Gazi Zaviyesi; Elvan Bey
kopan kuyruklarının yerine hemen yenisi İmareti; Sakarya Köprüsü ve Beşköprü (Jüstinyen
Köprüsü).
çıkar. Yeni Z elanda’da yaşayan ve doğurarak
üreyen iki tür dışında sakangurların tüm ü
yum urtlar. Ev sakangurları yum urtlam ak için larının doğu, güneydoğu ve güney kesim inde­
anahtar delikleri gibi garip yerleri seçerler. ki bazı bölümleri Karadeniz Bölgesi’nin sınır­
ları içindedir. Genellikle güneyden kuzeye
SAKARYA ili adını, ülkemizin üçüncü büyük doğru gidildikçe alçalan Sakarya ili toprakla­
akarsuyu olan ve sınırları içinde denize dökü­ rının güney kesimini Samanlı Dağları engebe-
len ırm aktan alır. Güneyde Göynük Suyu lendirir. İlin en yüksek noktası, bu dağ
vadisinden kuzeyde Karadeniz kıyısına kadar dizisinin doğu bölümünde 1.543 m etreye eri­
uzanan il topraklarının yüksekliği hiçbir ke­ şen Keremali Dağı’nın doruğudur. Gene Sa­
simde 1.600 metreyi aşmaz. manlı D ağlan’na bağlı olan Kapıorm an Dağı
İl sınırları içinde Sakarya Irmağı (bak. (1.467 m etre) G eyve’nin doğusunda yer alır.
Sa k a r y a I r m a ğ i ) ile kolları tarafından sulanan Sakarya ilindeki başlıca düzlükler Akova
verimli tarım alanları vardır. Eskiden bu da denen A dapazarı Ovası ile Pam ukova’dır.
alanların büyük bölümü yoğun bir orman Bu ovalar M arm ara Denizi’nin doğusunda
örtüsüyle kaplıydı. Bu orm anlardan elde edi­ İzmit Körfezi ile Sapanca G ölü’nü içeren,
len kerestelerin gemi yapımında kullanılmak Gemlik Körfezi ve İznik G ölü’yle de doğuya
üzere İzmit Körfezi’ndeki tersanelere taşın­ doğru uzanan çöküntü alanları dizisi içinde
ması ve yörede yetiştirilen tarımsal ürünlerin yer alır. Kuzeyi ile güneyindeki kırık (fay)
büyük tüketim m erkezlerine ulaştırılmasında çizgileri boyunca çökerek oluşan bu çukurluk­
güçlüklerle karşılaşılıyordu. İÖ 1. yüzyılda bu ların daha sonra alüvyonlarla dolması sonu­
güçlüğün üstesinden gelebilmek için Rom alı­ cunda bugünkü ovalar ortaya çıkmıştır. G ey­
lar Sakarya Irm ağı’nı Sapanca Gölü üzerin­ ve Boğazı’yla birbirine bağlanan bu ovalar, il
den İzmit Körfezi’ne bir kanalla bağlamayı ekonomisinde büyük değer taşıyan önemli
düşündüler. Bu düşüncenin gerçekleştirilmesi birer tarım alanıdır. Kuzeybatı kesimindeki
için Osmanlı dönem inde de birçok çalışmalar
yapıldı. Bu konuda Mimar Sinan’ın da çalış­
m alar yaptığı bilinmektedir. Am a 19. yüzyılın
ilk yarısına kadar sürdürülen bu girişimler her
defasında bir başka nedenle sonuçsuz kaldı.
D aha sonra da demiryolu ve karayolu ulaşım
olanaklarının gelişmesi, kanal açma gereksin­ Eflenı
mesini ortadan kaldırdı. .AKYAZI, Gölü

SAPANCA
KARAPÜRÇEK
BURSA GEYVE
Doğal Yapı ® (S)
.PAMUKOVA
Sakarya ili, Karadeniz ve M arm ara bölgeleri
arasındaki geçiş alanında yer alır. Büyük BİLECİK ANKARA
bölümü M arm ara Bölgesi’nde olan il toprak-
24 SAKARYA

ların alçak kesimleri gürgen, meşe ve kayın,


yüksek kesimleri ise köknar, kızıl çam ve kara
çam ormanlarıyla kaplıdır.

Tarih
İÖ 13. yüzyılda B ebrikler’in yurdu olduğun­
dan Bebrikya olarak adlandırılan bölgenin
sınırları içinde kalan yöre, İÖ 9. yüzyılda
Bitinler’in eline geçti. İÖ 6. yüzyılda Lidyalı-
lar’ın, daha sonra da Persler’in, M akedonyalI­
la rın , Selevkoslar’ın yönetimine giren bu
topraklar, İÖ 3. yüzyılda Bitinya Krallığı’na
bağlandı. İÖ 1. yüzyılda son Bitinya Kralı III.
Nikomedes tarafından Roma İm paratorluğu’
na bırakılan bu topraklar Bizans yönetimi
sırasında Optim aton Them ası’nın sınırları
içindeydi. 7. ve 8. yüzyılda birkaç kez Arap-
lar’ın saldırısına uğrayan yöreye 11. yüzyıl
E m in H a k a r a r
sonlarına doğru Türkm enler gelmeye başladı.
Doğal güzellikleriyle Sapanca Gölü kıyıları Sakarya
ilinin ilgi çekici yörelerindendir. 1072’de kısa bir süre için A rtuk Bey tarafın­
dan Selçuklu topraklarına katıldıysa da, sonra
d a lg a lı d ü z lü k le r , K o c a e li Y a r ım a d a s ı’n d a k i gene Bizanslılar’ın eline geçti. 1075’te A nado­
(bak. K o c a e l i ) te p e lik a la n la r ın d o ğ u u z a n tı­ lu Selçuklu D evleti’ne bağlanan yöre, 1097’de
sıd ır. Ö n e m li b ir g irin ti v e ç ık ın tıy a r a s tl a n ­ H açlılar’ın, 1204’te de İznik Rum İm parator-
m a y a n K a r a d e n iz k ıy ıs ın d a g e n iş d o ğ a l k u m ­ luğu’nun egemenliğine girdi. 13. yüzyılın ikin­
s a lla r v a r d ır . ci yarısında gene Bizans tarafından yönetil­
Sakarya ili topraklarından kaynaklanan su­ meye başlayan bu topraklar 1324’te tümüyle
ları D eğirm endere, Karacasu ve Büyük M e­ O sm anlılar’ın eline geçti. Kurtuluş Savaşı
len Çayı ile Sakarya Irmağı toplar. Sakarya (bak. K urtulu ş Sa va şi ) sırasında kısa bir süre,
Irm ağı’nın başlıca kolları Göynük Suyu, Çark İstanbul hüküm etine bağlı olan A nzavur Ah-
Suyu ve M udurnu Suyu’dur. Büyük Melen m ed (bak. A n za v u r A yak lanm asi) güçlerinin
Çayı kuzeydoğuda, Göynük Suyu güneyde, eline geçen ve Çerkeş Ethem tarafından
Değirm endere de kuzeybatıda doğal sınır kurtarılan yöre, 27 Mart 1921’de Yunanlılar’
oluşturur. İl sınırları içindeki başlıca doğal m işgaline uğradı. 21 Haziran 1921’de tü­
göller Küçükboğaz, A carlar, Akgöl ve Taşkı- müyle işgalden kurtarılan Sakarya ve çevresi
sık gölleri ile batıdaki küçük bir bölümü Ko­ cumhuriyetin ilanından sonra uzun bir süre
caeli ilinde kalan Sapanca G ölü’dür. Yüz­ Kocaeli iline bağlı olarak yönetildi ve 1954’te
ölçümü 47 km2 olan Sapanca G ölü’nün deniz Sakarya adıyla il yapıldı.
düzeyinden yüksekliği 32 m etre, en derin yeri
de 61 m etredir. Ekonomi
Sakarya ili, Karadeniz ve M arm ara bölgele­ Yarısından çoğu kırsal kesimde yaşayan il
rinde egemen olan iklimler arasında bir geçiş halkı geçimini genellikle tarım ile tarım a
alanında bulunur. İlin iç kesimleri kıyı kesimi­ dayalı sanayi ve ticaretten sağlar. Sakarya
ne göre daha fazla yağış alır. Şiddetli soğukla­ ilinde yetiştirilen başlıca tarla ürünleri şeker­
ra rastlanm ayan ilde yazlar da çok sıcak pancarı, mısır, buğday, patates, soğan ve
geçmez. Eskiden il sınırları içinde geniş alan­ ayçiçeği, en önemli bağ ve bahçe ürünleri ise
lar kaplayan orm anlar “ağaç denizi” olarak üzüm, elma, arm ut, fındık, dom ates, dolm a­
adlandırılırdı. A m a bu orm anlar kereste elde lık biber, kavun, karpuz ve lahanadır. Koyun
etm ek ve tarım alanı kazanm ak için büyük da yetiştirilen ilde sığır besiciliği, tavukçuluk
ölçüde yok edilmiş durum dadır. Dağlık alan­ ve ipekböcekçiliği yapılır. Sakarya Tarım
SAKARYA 25

sini izleyerek ve Geyve Boğazı’nı aşarak il


topraklarından geçer.
Yeraltı kaynakları açısından zengin olm a­
yan il topraklarında dem ir ve m erm er yatak­
ları vardır.

Toplum ve Kültür
11. yüzyıldan sonra yöreye gelmeye başlayan
ve M oğollar’ın A nadolu’yu istila etmesiyle
birlikte sayıları hızla artan Türkm enler yayla­
larda göçebe olarak yaşıyordu. D aha sonra
T ürkm enler’in göçebelikten vazgeçerek yer­
leşmeye başlamaları sonucunda yerli Rum lar
ve Türkm enler birlikte yaşamaya başladılar.
19. yüzyılda Kafkasya ile Balkanlar’dan gelen
göçmenler de bu yöreye yerleştirildiler. G ele­
neklerini kendi aralarında sürdüren göçmen­
ler tarımsal üretim in gelişmesine çalıştılar.
A dapazarı Ovası’nda patates yetiştirilmesine
Sakarya ilinde halkın yarısından çoğu tarım la öncülük eden göçmenlerdir. 1890’da dem ir­
uğraşır.
yolunun A dapazarı’na ulaşmasıyla ekonomik
ve toplumsal yaşamı daha da canlanan yörede
İşletmesi il tarımına katkıda bulunan başlıca ilk yerel banka 1913’te kuruldu. I. Dünya
kurum dur. Karadeniz kıyısında önemli bir Savaşı sırasında Karadeniz Bölgesi’nin doğu
balıkçılık etkinliğine rastlanmayan Sakarya kesiminden gelen bazı göçmenler de yöreye
ilinde yer alan göllerde tatlı su ürünleri yerleşti. Bu göçmenler patatesin yanı sıra
avcılığı yapılır. O rm an içi köylerde yaşayan
A n a d o l u Y a y ın c ılık A r ş iv i
halkın bir bölümü geçimini ormancılık işlerin­
de çalışarak sağlar.
Tarım a dayalı başlıca sanayi kuruluşları
şeker, un, unlu ürünler, patates işleme, süt ve
süt ürünleri, bitkisel yağ, yem, kemik unu,
tarım alet ve m akineleri, traktör ve treyler
fabrikalarıdır. Sakarya ilinde bunlardan baş­
ka orm an ürünleri, m etalürji, tel, tuğla,
kirem it, asit ve lastik fabrikaları da vardır.
Devlet Demiryolları İşletm esi’ne bağlı T ürki­
ye Vagon Sanayii AŞ ildeki en büyük sanayi
kuruluşlarından biridir. Elektrikli tren ve
vagon üretimi yapılan bu kuruluşta her tür Sakarya ilinin Karasu ilçesinde geleneksel bir ev.
bakım ve onarımın yanı sıra yedek parça
üretimi de yapılır.
Sakarya ilinin ülke ulaşımında önemli bir yörede mısır ve fındık yetiştirilmesine de ön
yeri vardır. E-5 Karayolu batı-doğu doğrultu­ ayak oldular. 1950’lerden sonra başlayan sa­
sunda ilin orta kesiminden geçer. Yapım nayileşme toplumsal yaşamın önemli ölçüde
aşamasında olan Kınalı-Sakarya O toyolu’nun değişmesine yol açtı.
Sapanca G ölü’nün güney kıyısı yakınından Yörenin geleneksel el sanatları kilim doku­
geçmesi tasarlanmıştır. Haydarpaşa-Eskişehir macılığı ve kaşıkçılıktır. Köylerde dokunan
Demiryolu ile İstanbul’u Bilecik ve Eskişe­ kilimler pazarlarda “Kandıra kilimi” adıyla
hir’e bağlayan karayolu Sakarya Irmağı vadi­ satılır. Kaşıkçılık ise gittikçe önemini ve
26 SAKARYA İRMAĞI

il merkezi yapılması A dapazarı’nda kentleş­


meyi başlattı. Kent 1970’ten sonra, güneyin­
den geçen E-5 Karayolu’nun kenarına kadar
gelişti. Kentte hızla yaygınlaşan sanayi kuru­
luşlarının atıkları Sakarya Irmağı ile Çark Su-
yu’nu önemli ölçüde kirletm ektedir.
K ent, Arifiye Istasyonu’nda ayrılan bir
hatla Haydarpaşa-Eskişehir Dem iryolu’na
bağlanır. A dapazarı ile Haydarpaşa arasında
her gün düzenli olarak tren seferleri yapılır.
Kentin nüfusu 152.291’dir (1985).

SAKARYA IRMAĞI, ülkemiz sınırları içinde­


ki Kızılırmak ve Fırat’tan sonra uzunluk
bakım ından üçüncü akarsudur. Eskişehir ili­
nin güney kesiminde yer alan Çifteler kenti­
nin güneyindeki, Sakarbaşı da denen Sakar-
Şem si G üner
yabaşı yöresinden kaynaklanan Sakarya Ir-
Adapazarı ile Haydarpaşa arasında her gün düzenli
mağı’nın uzunluğu 824 Kilometredir.
tren seferleri vardır. Kaynağından sıcak olarak çıkan ırmak sula­
rı kuzeydoğu yönünde aktıktan sonra Çifteler
geçerliliğini yitiren bir el sanatı durum un­ kenti yakınında doğuya döner. Bu kesimde
dadır. küçük bir tekneye binerek ırmağın geçtiği
Sakarya ilindeki başlıca kültür ve eğitim tüm akarsu yatağını izlemek olanağı olsaydı,
kurum lan İstanbul Teknik Üniversitesi’ne önce kuzeybatıdan gelen Şeydi Çayı’nın Sa­
bağlı Sakarya M ühendislik Fakültesi ile Sa­ karya’ya katıldığı; İç Anadolu Bölgesinin
karya Meslek Y üksekokulu’dur. bozkırları arasındaki fazla derin olmayan
yatağında akarken güneydoğuya, doğuya, ku­
İl Merkezi: Adapazarı zeydoğuya ve sonra da kuzeye dönerek kes­
İlk yerleşim yerinin 14. yüzyılda bu yöreyi kin sayılacak bir dirsek oluşturduğu görülür­
Osmanlı topraklarına katan Konur Alp tara­ dü. Sakarya Irmağı bu kesimde Eskişehir ile
fından, bugün kentin bulunduğu yerde kurul­ A nkara illeri arasında doğal bir sınır çizer.
duğu bilinmektedir. Tığcılar adıyla anılan bu A karsuyun yukarı çığırı, A nkara iline bağlı
köy, yörenin alışveriş merkezi olan bir pazar­ Polatlı ilçesinin Yassıhöyük köyü yakınındaki
yeri olarak gelişti. D aha sonra çevresinde yer G ordion (bak. GORDİON) kenti kalıntılarının
alan Yağcılar, Semerciler ve Hasırcılar adlı batısından geçtikten sonra ulaştığı Porsuk
köylerle bütünleşerek büyüyen yerleşme, 17. Çayı kavşağında sona erer.
yüzyılda A da ve A da nahiyesi, 19. yüzyıl Kütahya iline bağlı Dum lupınar ilçesinden
ortalarında A daköy, daha sonra da A dapaza­ kaynaklanan Porsuk Çayı, Sakarya Irm ağı’
rı adıyla anıldı. Bu biçimde adlandırılmasının nın en önemli koludur. A ltıntaş, Aslanapa ve
nedeni, kurulduğu yerin Sapanca G ölü’nün K ütahya ovalarını sulayan bu akarsuyun üze­
fazla sularını boşaltan Çark Suyu ile Sakarya rinde kullanma ve içme suyu elde etm e,
Irmağı arasında kalması nedeniyle bir adayı sulam a ve taşkın önleme amacıyla kurulmuş
andırmasıydı. 19. yüzyıl sonunda demiryoluy- olan Porsuk Barajı vardır. Kuzeydeki Sündi-
la ulaşım olanağına kavuşan A dapazarı, çev­ ken D ağları’ndan inen akarsularla beslenen
resindeki zengin tarımsal alandan gelen ürün­ Porsuk Çayı, neden olduğu taşkınlarla zaman
lerin pazarlandığı önemli bir ticaret merkezi zaman çevresine büyük zarar verir.
olmasına karşın, 20. yüzyılın başında da Sakarya Irmağı, orta çığırında önce doğu­
kasaba görünüm ünü korudu. dan gelen A nkara Çayı kolunu alır. Daha
1950’lerde sanayi tesislerinin kurulması ve sonra kuzeybatıya ve batıya dönen akarsu,
SAKARYA IRMAĞI 27

Sakarya Irmağı
Türkiye'nin üçüncü uzun
akarsuyudur.

H u r iy e G iirier

aşağı çığırında bir dirsekle başlayan geniş Sakarya Irmağı'nın suladığı A dapazarı
yayını tam amlar. Bu kesimde yatağını derin­ Ovası verimli bir tarım alanıdır. Taşıdığı
leştiren ırmağa kuzeydoğudan gelen Kirmir alüvyonlarla A dapazarı Ovası’nın kuzeyinde
Çayı ile kuzeyden gelen Aladağ Çayı katılır. fazla belirgin olmayan bir delta oluşturan
Doğu-batı doğrultusunda dar ve derin boğaz­ ırmak, Karasu kentinin batısında Sakaryaağzı
lardan geçtiği bu bölümde hidroelektrik ener­ olarak adlandırılan yörede Karadeniz’e dökü­
ji üretimi amacıyla kurulmuş Sarıyar ve Gök- lür. Bu deltanın Karadeniz kıyısına yakın
çekaya barajları yer alır. Eskişehir'i A nkara' bölümünde geniş bir şerit biçiminde kumullar
dan ayıran il sınırı, bu barajların ardında uzanır. Kumulların genişliği deltanın doğu
suların toplanmasıyla oluşan yapay göllerin kesiminde 100 metreyi bulur. Bu kumulların
orta bölümünden geçer. Sarıcakaya yöresinde ardında yer yer orm anlarla çevrili sulak ve
yemyeşil bağlık ve bahçelik alanlardan geçen bataklık alanlar vardır. Bu alanlarda Küçük-
akarsu, daha sonra kuzeybatıya ve kuzeye boğaz ve A carlar gölleri yer alır. Sakarya
yönelir. Irmağa bu kesimde güneybatıdan Irmağı, aşağı çığırı ile orta çığırının bir bölü­
gelen Karasu ve Göksu ile doğudan gelen münü sınırları içine alan ile adını verir.
Göynük Suyu katılır. Göksu kavşağından A karsu ilkçağda Sangarios adıyla anılıyor­
sonra kuzeydoğuya dönerek Canbaz Boğazı’ du. Bazı araştırm alar sonucunda ileri sürülen
na giren Sakarya, önemli bir tarım alanı olan görüşlere göre Sakarya Irmağı çok eskiden
Pam ukova’ya ulaşır. Bu ovadan Geyve Boğa- Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezi’ne
zı’yla çıkan Sakarya Irm ağı’nın orta çığırı, dökülüyordu. Körfeze doğru aktığı oluğun
Akova da denen A dapazarı Ovası’na girdiği alüvyonlarla tıkanm asından sonra kuzeye yö­
kesimde sona erer ve burada aşağı çığır neldiği sanılmaktadır. Sakarya Irmağı vadi­
başlar. Kirmir Çayı kavşağında deniz düze­ sinde aşağı çığırının zaman zaman yatak
yinden 500 m etre kadar yüksekte olan vadi değiştirdiğine ilişkin kanıtlara rastlanır. Irm a­
tabanı, Adapazarı Ovası’na girdiği kesimde ğın bu bölüm ünde çevre ilkçağdan 19. yüzyıla
35 m etreye düşer. A dapazarı Ovası’ndan kadar zengin bir orm an örtüsüyle kaplıydı.
sonra genellikle güney-kuzey doğrultusunda Eskiden “ağaç denizi” olarak adlandırılan bu
akan ırmağa güneyden gelen M udurnu Suyu yöreden kesilen tom ruklar ırm akta yüzdürü­
ile güneybatıdan gelen ve Sapanca G ölü’nün lerek Karadeniz kıyısına indirilirdi. Bu tom ­
(bak. Sa k a r y a ) gideğeni (gölayağı) olan Çark rukların tersanelerde gemi yapımında kulla­
Suyu katılır. nılması ve yöre ürünlerinin İstanbul’a taşın­
28 SAKSAĞAN

ması amacıyla ilkçağdan beri Sakarya Irm ağı’ lerle beslenm ekle birlikte, baharda bazen
m Sapanca G ölü’nün üzerinden İzmit Körfe- başka kuşların yuvalarını yağmalayıp yum ur­
zi’ne bağlayacak birçok girişimde bulunul­ talarını ve yavrularını çalarlar. Oldukça yavaş
muş, ama başarı sağlanamamıştır. uçar, bir yere konduklarında dengelerini sağ­
lam ak için kuyruklarını kaldırırlar.
SAKSAĞAN. Kargagillerden ( Corvidae fa­ Saksağanların yuvası ağaçların tepesinde ya
milyası) olan saksağanlar uzun kuyruklu, zeki da çalılar arasındadır. Çalı çırpıdan yaptıkları
kuşlardır. A vrasya’da ve Kuzey A m erika’da geniş yuvalarını toprak ve ince köklerle dö­
yaşayan bayağı saksağan (Pica pica) en iyi şerler. Kubbe biçimindeki yuvanın yandan bir
giriş deliği vardır. Dişi yuvaya kahverengi
desenli, yeşilimsi 5-8 yum urta bırakır. Palaz­
lanan yavrular soluk renkli ve kısa kuyruklu­
dur. Yavrular kolayca eğitilebilir.
Bazı saksağanların coğrafi dağılımı oldukça
ilginçtir. San gagalı Am erika saksağanı (Pica
nuttali) yalnız California eyaletinin yoğun
biçimde tarım yapılan orta kesimlerinde ya­
şar. Mavi kanatlı saksağan (Cyanopica cya-
nus) İspanya, Portekiz, Çin’in doğusu ve
Saksağan uzun kuyruğunu gövdesini dengelemek
Japonya’da yaşar. A m a Avrasya’nın bu iki
için kullanır. Bayağı saksağan tarım alanlarında, ucu arasında kalan hiçbir yerde bulunmaz.
ağaçlık ya da çalılık yerlerde yaşar. Sağlam yuvasını Saksağanların en renkli türleri dönenceler
bazen kentlerdeki yüksek ağaçların tepelerine yapar.
arasında kalan kuşakta yaşar. Bunlar arasında
Asya’nın güneydoğusunda yaşayan yeşil sak­
bilinen saksağan türüdür. Uzunluğu 45 cm sağan (Cissa chinensis) ve Sri Lanka’da yaşa­
olan bu türün başı, boynu, göğsü, sırtı ve yan mavi saksağan (Cissa ornata) sayılabilir.
kısmen kanatları siyah, uzun kuyruğu ışıkta
yeşil parıltılı, öbür bölümleri beyazdır. SAKSOFON. Bakır üflemeli bir çalgı olan
Saksağanlar kaba ve yüksek bir sesle öten saksofon, adını yaratıcısı Belçikalı çalgı ya­
gürültücü kuşlardır. Y erde genellikle böcek­ pımcısı Adolphe Sax’tan almıştır. Askeri ban­

D o w n B e a t {en s o ld a ),
A Pl W id e W o r ld P h o to s (s o ld a )

En solda: Bebop müziğin


babası sayılan ünlü
saksofoncu Charlie Parker.
Solda: 1960'larve 1970'lerde
free jazz (özgür caz) akımının
öncülerinden ünlü
saksofoncu John Coltrane.
SAKSONYA 29

dolar için sesi hem tahta üflemelilerle, hem de kralı seçildi. Alm an ordusunu güçlendiren,
bakır üflemelilerle kaynaşabilecek bir çalgı kentlerin gelişmesini destekleyen ve Alman
yapmak amacıyla işe başlayan Sax, 1846’ya sınırlarını putperest saldırılarına karşı koru­
kadar 14 değişik boyda saksofon üretti. Sak­ yan I. Heinrich, Slav topraklarını denetimi
sofonun, klarnete benzeyen tek kamışlı bir altına alarak Kuzey ve Doğu Sakson sınır
ağızlığı, obuaya benzeyen koni biçimli bir kontluklarını oluşturdu. Saksonya Düklüğü
gövdesi vardır (bak. K la rn et A İ les İ; O bua 961’de Billung ailesine geçti. Düklüğü güçlen­
AİLESİ). Gövdenin üst ucundaki boyun adı diren Billunglar Saksonya'yı Hıristiyanlık’m
verilen bölüm sökülüp takılabilir. Alt ucu çan önemli bir yayılma merkezi durum una getir­
biçimli bir kalakla son bulur. Gövdenin üze­ diler. Elbe Irm ağı’nın doğu kıyısını Slavlar’
rinde değişik notalara ayarlı delikler ve bu dan aldılar. Billunglar 1106’ya kadar düklüğü
delikleri açıp kapamaya yarayan bir anahtar yönettiler. Magnus Billung İmparator V. Hein-
düzeneği vardır. H er birinin farklı ses alanı rich’e karşı başkaldırıp yenilince Saksonya
olan beş çeşit saksofon vardır: Soprano (si D üklüğü’nün yönetimi Sup'plinburg Kontu
bem ol), alto (mi bemol), tenor (si bemol), Lothar’a verildi. 1125’te Alm an kralı, 1133’te
bariton (mi bemol) ve bas saksofon (si de Kutsal Rom a-G erm en im paratoru olan
bemol). Lothar ölünce Saksonya Düklüğü damadı
Yapımından kısa bir süre sonra Fransız Bavyera Dükü II. H einrich’e miras kaldı.
askeri bandolarında kullanılmaya başlanan Am a, Alman kralı seçilen III. Konrad aynı
saksofon, I. Dünya Savaşı sırasında A B D ’de kişinin iki ayrı düklükte egemen olamayacağı­
solo çalgısı olarak kullanıldı. Sonraki yıllarda nı öne sürerek Saksonya D üklüğü’nü ona
caz topluluklarının vazgeçilmez bir üyesi du­ verm ek istemedi. Heinrich kralın bu tutum u­
rum una geldi. Yerine göre güçlü, yerine göre na karşı çıkınca önce Saksonya, ardından
son derece yumuşak, derin ve hüzünlü sesiy­ Bavyera düklüğü elinden alındı. Bunun üzeri­
le, günümüzde de caz müziği topluluklarının ne iki düklükte de iç savaş başladı. Bavyera’yı
en çok sevilen ve kullanılan çalgılarından terk etm ek zorunda kalan II. Heinrich Sak­
biridir. Saksofon caz müziğindeki kadar ol­ sonya’ya egemen olmayı başardı. Yerine
masa bile, klasik müzikte de kullanılmıştır. 1142’de oğlu III. Heinrich geçti. Kutsal R o­
Claude Debussy saksofon için solo parçalar m a-Germ en İm paratoru I. Friedrich ile uzun
besteleyen ilk müzikçiler arasındadır (bak. süre iyi ilişkiler içinde yaşayan III. Heinrich
D ebussy , C l a u d e ). gücünü artırdı. Am a 1150’de bir grup Sakson
prensi birleşerek III. H einrich’e karşı çıktı.
SAKSONYA, adını İS 200-700 yılları arasın­ Anlaşmazlık İmparator I. Friedrich’in müda­
da Holstein’ı ve Elbe Irm ağfnın aşağı çığırı­ halesiyle çözümlendiyse de, daha sonra
nın batısında kalan yöreyi ele geçiren Sakson- prensler III. H einrich’i barışı bozmakla suçla­
lar’dan alan ve tarih boyunca sınırları zaman dılar. Bunun üzerine I. Friedrich 1180’de III.
zaman değişikliklere uğrayan bir bölgedir. Heinrich’in elindeki toprakları aldı, Saksonya
G ünüm üzde Alman D em okratik Cumhuriye- D üklüğü’nü parçaladı. Bunun sonucunda
ti’nin Cotthus, D resden, Halle, Karl-Marx- Saksonya adı, birbirinden uzak iki küçük
Stadt (eskiden Chem nita) ve Saksonya yöne­ toprak parçası için kullanılmaya başlandı:
tim birimlerini kapsar. H olstein’in güneydoğusundaki Saksonya-
Bir G erm en kabilesi olan Saksonlar yerleş­ Lauenburg ve O rta Elbe kıyısındaki Sakson-
tikleri bu topraklardan batıya doğru genişle­ ya-W ittenberg. Böylece Saksonya’da iki ayrı
yerek 5. yüzyılda Britanya’yı ele geçirdiler. hanedan ortaya çıktı. Lauenburg hanedanı
8. yüzyılın sonlannda Frank Kralı Şarlman’ın varlığını 1689’a kadar koruyabildi.
egemenliğine giren Saksonlar Hıristiyanlık’ı 1422’de W ittenberg hanedanından kimse
kabul ettiler. 843’te Alman Krallığı’na katılan kalmayınca Saksonya dükü ve elektörü unva­
Saksonya 10. yüzyılın başlarında Liudolfing nı W ettin hanedanından M eissen Kontu I.
hanedanının yönetiminde bir düklüğe dönüş­ Friedrich’e geçti. Bundan sonra bugünkü
tü. 919’da Saksonya Dükü Heinrich Alman Leipzig’in çevresindeki bölge ile Alman D e­
30 SALAMİS SAVAŞI

mokratik Cumhuriyeti’nin en güneydeki kesim­ yakılıp yıkıldı. 1.000 gemilik Pers donanması
lerinin büyük bölümünü kapsayan Wettin top­ geldiğinde, Atinalı devlet adamı Themistok-
raklarına Saksonya dendi. Wettin hanedanı les (bak. THEMİSTOKLES) bir köleyle Kserkses’e
üyeleri arasında anlaşmazlık çıkınca 1485’te bu mesaj gönderdi. Söylentiye göre Themistok-
topraklar kalıcı olarak ikiye bölündü. Doğudaki les bu m esajda, Kserkses’e Yunan donanm a­
topraklara Albrecht Saksonyası, batıdakilere de sını kuşatarak kaçmasını önlemeyi öğütlemiş-
Em st Saksonyası adı verildi. ti. Eğer bu doğru ise, savaşı bırakarak ken­
Napolyon Bonapart 1806’da ele geçirdiği di evlerini savunmaya gidecek Yunanlı-
Saksonya’yı bir krallık haline getirdi. Sakson­ lar’ı durdurm ayı amaçlamış olabilir. Ne olur­
ya Krallığı Napolyon devrilinceye kadar onun sa olsun, Pers gemileri savaştan önceki gece­
en yakın yandaşı oldu. Napolyon’dan sonra yi, Salamis çevresindeki kanalları ablukaya
Saksonya toprakları galip devletlerce topla­ alarak geçirdi.
nan Viyana Kongresi’nde (1814-15) önemli Gündoğum uyla birlikte Yunan borazanları
ölçüde daraltılarak büyük bölümü Prusya’ya saldırıyı haber verdi. Salamis’in karşısındaki
bağlı Saksonya ili durum una getirildi. Krallı­ anakara kıyısında Kserkses için bir taht kurul­
ğın geri kalan bölümü 1815’te Alm an Konfe­ du. Kserkses buradan savaşı izleyecekti. Pers
derasyonuna katıldı, 1871 ’de ise yeni Alm an gemileri saldırıya geçti, ama dar kanallarda
İm paratorluğu içinde yer aldı. Almanya düzgün bir biçimde savaşamayacak kadar çok
I. Dünya Savaşı’nda yenilince krallık kaldırıldı gemi vardı. Bu yüzden dağıldılar. Öte yandan
ve Saksonya 1933’e kadar Alman Cumhuriye­ Yunanlılar disiplinli durum larını korudular ve
tin e bağlı özerk bir eyalet oldu. H itler yalnızca 40 gemilerini kaybettiler. Pers do­
dönem inde Saksonya bir eyalet olarak varlığı­ nanması tümüyle bozguna uğratıldı. Pers do­
nı sürdürdü. A lm anya’nın ikiye bölünmesiyle nanmasına kom uta eden, Kserkses’in kardeşi
Alm an Dem okratik Cumhuriyeti sınırları savaşta öldü. Yenik düşen donanm a akşam­
içinde kalan Saksonya’nın eyalet statüsü üstü 200’den fazla kayıpla Hellespon-
1952’de kaldırıldı. tos’a geri çekildi ve savaşmaktan vazgeçti.
Yunan anakarasında kalan Pers güçleri ise
SALAMİS SAVAŞI. A tina’nın batısında, İÖ 479’da Plataya’da yenilgiye uğratıldı.
küçük bir ada olan Salamis, Eski Yunan
tarihindeki en önemli savaşlardan birine sah­ SALGIBEZİ. Vücuttaki çeşitli işlevler için
ne oldu. İÖ 480’de Yunanlılar saldırıya geçen gerekli maddeleri üreten özelleşmiş dokulara
Pers donanmasını burada geri püskürttü. salgıbezi denir. Başlıca iki tip salgıbezi vardır.
O yıl, Pers Kralı Kserkses’in orduları Hel- Dış salgıbezleri, ürettikleri maddeleri özel
lespontos’ta (Çanakkale Boğazı) kurulan iki kanallar aracılığıyla doğrudan bir organın iç
köprüden Y unanistan’ın kuzeyine geçti. Bu­ boşluğuna ya da vücut yüzeyine boşaltır.
nun üzerine Atm alılar ile Spartalılar araların­ Örneğin tükürük bezlerinin salgıladığı tükü­
daki eski anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak rük incecik kanallardan geçer ve çiğneme
işgalci Persler’e karşı birleştiler. Pers istilası sırasında besinlerin yumuşayıp parçalanm ası­
Sparta güçlerince Therm opilai’de geçici ola­ na yardımcı olmak üzere ağız boşluğuna akar.
rak durdurulduysa da (bak. T h e r m o p İlaî Sa v a - Midenin ve bağırsakların içini döşeyen zarın
Şl), A tina yolu henüz açıktı. Tanrı A pollon’un altında da çok küçük salgıbezleri bulunur;
kendisine tapanlara seslendiği kutsal Delfi bunların görevi, besinlerin sindirilmesine yar­
Tapınağı’ndaki kâhinlerden “Atinalılar tahta dımcı olan çok etkili sindirim salgılarını üretip
duvarlara güvenmeli” mesajı geldi. Y unan­ mideye ya da bağırsaklara boşaltmaktır. D eri­
lılar, “tahta duvar” sözünün gemiler anla­ altı dokusundaki ter bezlerince üretilen ve
mına geldiğini düşündüler. D onanm aları, vücut sıcaklığının düzenlenmesinde önemli
200’ünü A tina’nın sağladığı 380 gemiden olu­ rol oynayan ter, incecik kanallardan ve göze­
şuyordu. neklerden geçerek deriden dışarı atılır. Bur­
Tümüyle boşaltılan A tina ve az sayıda nun içini döşeyen zardaki salgı hücrelerinin
askerle savunulan A kropol, Pers ordusunca ürettiği sümüksü salgı ise burundan giren toz
SALGIBEZİ 31

parçacıklarını ve mikropları tutarak akciğer­ durduğu için bir adı da “kalkanbezi”dir.


lere giden havanın temizlenmesini sağlar. Kabaca bir H harfi oluşturan iki lopu (parça­
Gözyaşı dediğimiz tuzlu sıvıyı salgılayan göz­ sı) soluk borusunu iki yandan sarar. Bu bezin
yaşı bezleri ile kadınlarda doğum dan sonra salgıladığı tiroit horm onları kemiklerinin ge­
süt salgılamaya başlayan meme ya da süt lişmesinde ve genel olarak vücudun büyüm e­
bezleri de birer dış salgıbezidir. sinde çok önemli rol oynadığı gibi biyokimya­
İç salgıbezleri hormon denen kimyasal sal tepkim elerin ve hücrelerdeki enerji tüketi­
m addeleri üretir ve salgısını özel kanallar minin hızını da denetler.
aracılığıyla belirli bir organa iletm ek yerine Paratiroitler tiroit bezinin hemen yanında,
doğrudan kana boşaltır. Kan dolaşımıyla bü­ ikisi sağ, ikisi sol lopunun arka yüzüne yapışık
tün vücuda taşm an horm onlar gerekli organ dört küçük salgıbezidir. Bunların salgıladığı
ya da dokularca kandan emilir ve her biri paratiroit horm onu vücuttaki, özellikle ke­
değişik organlarda değişik etkiler yaratır m iklerdeki kalsiyum metabolizmasını düzen­
(bak. H o r m o n l a r ). ler. Başka bir deyişle, bu kimyasal m addenin
En önemli iç salgıbezleri tiroit, paratiroit- kandan ne kadar emilip kemiklerde ne kadar
ler, tim üs, epifiz, hipofiz, hipotalam us, böb­ kullanılacağını yönlendiren paratiroit bezle­
reküstü bezleri, eşey bezleri (kadındaki yu­ ridir.
m urtalıklar ile erkekteki erbezleri) ve pankre­ Timüs ya da timus denen iç salgıbezi
astaki Langerhans adacıklarıdır. göğüste, hem en hemen kalple aynı hizada
Tiroit bezi boynun ön bölüm ünde, âdemel- bulunur. Yeni doğmuş bebeklerde ve çocuk­
ması denen gırtlak çıkıntısının hem en altında larda timüs bezi çok büyüktür; ergenlik çağın­
yer alır. Gırtlağın önünde bir kalkan gibi dan sonra yavaş yavaş büzülüp küçülmeye
başlar ve erişkinlerde neredeyse bir kalıntıya
dönüşür. Bu yüzden yakın yıllara kadar bu
ERKEK KADIN bezin ergenlikteki cinsel gelişme ve büyüm ey­
le ilişkili olduğu sanılıyordu. Oysa bugün
gözyaşı
timüsün lenf sisteminin bir parçası olduğu ve
bezi bağışıklıkta önemli rol oynayan lenfositlerin
üretiminde görev aldığı biliniyor (bak. BAĞI­
ŞIKLIK). Timüste üretilen bu lenfositlere (özel­
paratiroitler leşmiş akyuvarlara), salgıbezinin ilk harfiyle
T lenfositleri denir. Timüsün dölüt evresinde
hızla büyüyüp ergenlikten sonra küçülmesi
timüs öbür memelilerde de aynıdır. Bu yüzden,
/ kasaplık hayvanların “uykuluk” adıyla bilinen
dalak
timüsü dana ve kuzu gibi genç hayvanlardan
m em e
bezleri alınır.
karaciğer Epifiz bezi beyinde bulunur ve görünüm ü
mide
böbreküstü çam kozalağını andırdığı için “kozalaksı bez”
onikiparmak adıyla da anılır. A m a, m elatonin ve serotonin
böbrek
bağırsağı
gibi bazı horm onları salgılayan bu bezin işlevi
pankreas ve henüz yeterince aydınlatılamamıştır.
Langerhans yum urtalık G ene kafatasının içine yerleşmiş bir başka
adacıkları
etene salgıbezi de beynin tabanında bulunan hipofiz
bezidir. İki bölüme ayrılan bu salgıbezinin ön
lopundan büyüm e horm onu ve ürem e organ­
larını uyaran iki ayrı horm on salgılanır. A rka
erbezi
lop, hipotalam usun ürettiği iki horm onun
depolanıp gerektiği zaman salgılandığı yerdir.
İnsan vücudundaki bazı iç ve dış salgıbezleri. Bu horm onlardan vazopresin hem atardam ar-
32 SALGIN HASTALIKLAR

lan daraltarak kan basıncını yükseltir, hem de ise doğrudan kana boşaltır (bak. Ş ek er HASTA­
böbrekleri uyararak ne kadar idrar yapmaları LIĞI). Bu nedenle pankreas hem iç, hem dış
gerektiğini bildirir. Ositosin denen öbür hor­ salgıbezidir. Bu iki tip salgı üretimine karaci­
m onun görevi ise özellikle doğum sırasında ğerde, böbreklerde ve eşey bezlerinde de
dölyatağının kasılmasını sağlayarak doğumu rastlanır.
kolaylaştırmak ve doğumdan sonra meme Özellikle boyunda, koltuk altlarında ve
bezlerini uyararak süt salgısını başlatm aktır. kasıklarda toplanmış olan lenf düğümlerine
Hipotalam us, beyin tabanının hemen hipo- günlük kullanımda çoğu kez “lenf bezi” de­
fizin üstünde kalan bölgesidir ve hipofizin nirse de bunlar gerçek bir salgıbezi değil, ba­
çalışmasını denetleyen çeşitli horm onlar üre­ ğışıklık sisteminin bir parçasıdır (bak. L enf
tir. Sıkı bir işbirliği içinde olan bu iki salgıbezi SİSTEMİ).
bir anlam da vücudun orkestra şefi sayılır.
Sinir sistemi ile iç salgı sistemi (horm onlar) Salgıbezi Hastalıkları
arasında doğrudan bağlantı kuran ve vücutta­ Bazen tiroit bezi şişerek büyür ve gereğinden
ki birçok önemli sürecin eşgüdüm ünü üstlene­ fazla tiroksin horm onu salgılamaya başlar. Bu
rek uyum içinde yürümesini sağlayan bu bez­ durum da çoğu zaman boyunda guatr denen
lerdir. bir şişkinlik belirir; hasta zayıflar, sinirlilik
Böbreküstü bezleri, adından da anlaşıldığı belirtileri gösterir ve gözleri yuvalarından
gibi, böbreklerin hemen üstünde yer alır. dışarı fırlayarak bu hastalığa özgü bir görü­
Birer şapka gibi her iki böbreğin tepesini nüm alır. Tiroksin horm onunun norm alden az
örten bu iki bezin kabuk ve öz bölgesinden iki salgılanması ise çocuklarda fiziksel ve zihinsel
ayrı hormon salgılanır. İçteki öz bölgesinde geriliğe yol açar. Bu salgı yetmezliğine erken­
üretilen adrenalin horm onunun salgılanması, den tanı konulabilirse, çocuklara ağızdan
sinir sisteminin istençdışı (insanının isteği ve tiroksin tabletleri verilerek durum un daha
iradesi dışında) çalışan bölümünce denetlenir. ağırlaşması önlenebilir.
Beklenm edik olaylara ya da korku ve heye­ Bazı insanlarda, böbreküstü bezlerinin ka­
can gibi tedirgin edici duygulara tepki olarak buk bölgesinde üretilen ve vücudun strese
salgılanan adrenalinin etkisiyle kan basıncı ve karşı tepkilerini yöneten steroit horm onları,
kandaki şeker miktarı hızla artar. Böbreküstü özellikle kortizon aşırı m iktarda salgılanır. Bu
bezlerinin kabuk bölgesinden salgılanan al- horm onun etkisiyle kaslar incelip güçsüzleşir,
dosteron horm onu ise vücuttaki tuz m etabo­ deride parça parça lekeler belirir ve insanın
lizmasını düzenler. yüzü şişmanlayıp genişleyerek “aydede sura­
Eşey bezleri doğrudan cinsellik ve eşeyle tı” denen tipik bir görünüm alır. Cushing
ilgili salgıbezleridir. Kadınlardaki eşey bezle­ sendrom u ya da hastalığı denen bu belirtiler,
rine yum urtalık, erkeklerdekine erbezi ya da başka hastalıkları tedavi amacıyla çok fazla
testis denir. Kadınlarda ve erkeklerde birer kortizonlu ilaç kullanıldığında da ortaya çıka­
çift eşey bezi bulunur. Bir bebeğin dünyaya bilir.
gelmesi, erkeğin ve kadının eşey bezlerince
üretilen ürem e hücrelerinin birleşmesiyle SALGIN HASTALIKLAR. Birçok hastalığın
olur. Eşey bezleri, insanda ve hayvanlarda nedeni insandan insana bulaşan bakteri ve
soyun sürmesini sağlayan bu ürem e hücreleri­ virüs gibi m ikroplardır (bak. MİKROPLAR). Bir
nin yapım ından başka, kadın ile erkek arasın­ hastalık bu yolla çok sayıda insana bulaşır ve
daki tem el farklılıklara yol açan ikincil eşeysel geniş bir bölgede birçok insan bu hastalıktan
özellikleri belirleyen horm onları da salgılar. ölürse bu bir salgın hastalıktır ya da o yörede
Pankreas denen salgıbezi midenin arkasın­ bir salgın (epidemi) söz konusudur. Buna
da, onikiparm akbağırsağına yapışık durum ­ karşılık belirli bir yörede her zaman karşılaşı­
dadır. Salgıladığı bazı sindirim enzimlerini lan, ama salgınlara yol açmayan hastalıklara
onikiparm ak bağırsağına, Langerhans adacık­ “yerleşik” ya da “endem ik” denir.
ları denen bölgesinde üretilen ve eksikliği Geçmişte en ağır salgınların nedeni, kent­
şeker hastalığına yol açan ensülin horm onunu lerde kanalizasyon olmadığı için idrar ve
SALYANGOZ 33

dışkıların içme suyuna karışmasıydı. Tarih Bazen bir bölgede çok ciddi sorunlar yarat­
boyunca, m ikroplu içme sularından kaynakla­ mayan bir hastalık, kişilerin o hastalığa karşı
nan çok ağır kolera salgınları görülm üştür. doğal bağışıklığının olmadığı bir başka yöreye
(bak. KOLERA). Ayrıca m ikroplu sütler, açıkta yayıldığında şiddetli salgınlara yol açarak
satılan ya da kirli ellerle tutulan yiyecekler ve birçok insanın ölümüne neden olabilir. Bu­
m ikrop taşıyan sinekler de hastalıkların yayıl­ nun yaşanan örneği, Kuzey A m erika’daki
m asında önemli bir etkendi. G ünüm üzde, Eskim olar ile Avustralya Yerlileri arasında
sağlık kurallarına uygun kanalizasyon ağları, tehlike yaratan grip salgınlarıdır.
temiz içme suları ve sütlerin pastörize edilm e­ Halk sağlığı ve koruyucu hekimlik çalışma­
si salgın hastalıkların sıklığını bir yüzyıl önce­ ları difteri, çocuk felci gibi tehlikeli hastalıkla­
sine oranla büyük ölçüde azaltmıştır. rın salgın boyutlarına varmasını büyük ölçüde
B a z ı h a s ta lık la r ın ta şıy ıc ısı d a b ö c e k le r d ir . azaltmıştır (bak. ÇOCUK FELCİ).
F a r e v e s ıç a n la r ın ü s tü n d e y a ş a y a n p ir e le r
v e b a n ın , b itle r tif ü s ü n , s iv r is in e k le r d e s ıtm a ­ Epidemiyoloji
n ın e t k e n i o la n m ik r o p la r ı ta ş ır (bak. SITMA; Tıbbın salgın hastalıklarla ilgili dalına epide­
TİFÜS; V e b a ). B irç o k ü lk e d e , in s a n la r ın te m iz ­ miyoloji denir. Bu dalda uzmanlaşmış doktor­
lik k u r a lla r ın a u y m a s ı, e v le r d e y a d a k e n tle r in lar salgınların nereden kaynaklandığını, top­
ç e v r e s in d e y a ş a y a n f a r e le r in y o k e d ilm e s i v e lumda nasıl yayıldığını ve ölüm nedenlerini
s iv r is in e k le rin ü r e d iğ i b a ta k lık la r ın k u r u t u l ­ araştırırlar. Günüm üzde epidemiyoloji uz­
m a s ıy la b u h a s ta lık la r ın ö n ü a lın a b ilm iş tir . m anları, salgın yapan bulaşıcı hastalıklar dı­
A m a b u ö n le m le r in a lın m a d ığ ı b a z ı ü lk e le r d e şında, kanser ve kalp krizi gibi çok sık
b u g ü n b ile b a z e n b ü y ü k s a lg ın la r g ö r ü lü r . karşılaşılan hastalıkların toplumsal özellikle­
Soluk alıp verirken, aksırır ya da öksürür­ riyle de ilgileniyorlar.
ken soluğumuzdaki buhar damlacıklarıyla bir­ Bu uzmanlar belirli bir hastalığı araştırır­
likte havaya karışan m ikroplar da bazı hasta­ ken hastalığın nerelerde görüldüğünü, hangi
lıkların hızla yayılmasına yol açar. Bu yolla yaş grubundan insanları etkilediğini, hastala­
yayılan en öldürücü hastalıklardan biri çiçek rın belirli bir m eslekten olup olmadığını,
hastalığıydı. Çağımızda çok geniş kapsamlı beslenm e alışkanlıklarını ve yararlı olabilecek
bir aşı kampanyasıyla çiçek hastalığı yeryü­ her tür bilgiyi derlerler. İstatistikleri gözden
zünden silinmiştir. Verem, grip ve soğuk geçirir ve eldeki ipuçlarını büyük bir titizlikle
algınlığı gibi hastalıklar da ağzımızdan saçılan değerlendirirler. Örneğin bir fabrikada her­
damlacıklarla bulaşır. Soğuk algınlığı gerçek­ hangi bir kimyasal maddeyle çalışan işçilerde
ten en yaygın salgın hastalıktır. Bir salgının ne belirli bir kanser tipi yaygınsa araştırmalarını
zaman bitip öbürünün ne zaman başladığını o kimyasal m adde üzerinde yoğunlaştırırlar.
söylemek bile güçtür. Suçiçeği, kızamık ve
kabakulak gibi çocukluk çağı hastalıkları da SALTUKLULAR bak. A nad olu b ey lik lerî .
okullarda ya da kentlerde zaman zaman
salgınlara yol açar. SALVADOR bak. E l S a l v a d o r .
Bazen bir tek kişi bile salgınlara neden
olabilir. 1900’lerde New Y ork’ta yaşayan SALYALIBİT bak. Ş ey ta n tü k ü rü OO.
Mary Mallon bir tifo taşıyıcısıydı; kendisi
hastalanm ıyor, am a hastalığın etkeni olan SALYANGOZ. Salyangozlar, gövdelerinin
bakterileri başkalarına bulaştırıyordu (bak. altındaki, güçlü kaslarla donanmış, bir çeşit
TİFO). En ağırı 1903’te olmak üzere dokuz tifo ayak sayılabilecek yassı uzantılardan ötürü
salgını başlatmıştı. karındanbacaklılar ya da karındanayaklılar
Kuşkusuz en yeni salgın A ID S’dir. Bu denen yum uşakçalardandır. Ayaklarının üs­
hastalığın etkeni olan virüs vücudun bağışık­ tünde sürünerek ilerlerken hemen sertleşen
lık sistemini yok ederek insanı bütün m ikrop­ sümüksü bir sıvı çıkarırlar. H areketlerini ko­
lu hastalıklara karşı savunmasız bırakır (bak. laylaştıran bu madde salyangozun arkasında
AIDS). parlak bir iz olarak kalır.
34 SALYANGOZ

Salyangoz ön ucunun (başının) biraz geri­


sinde yer alan kabuğunun içine tüm gövdesini
çekebilir. K abuk, örtenek (m anto) denen etli
bir yapının salgıladığı tebeşirimsi bir m adde­
den oluşur. Sarmal bir biçimde gelişen bu
kabuğun kıvrımları genellikle sağa doğru,
bazılarında ise sola doğrudur.
Kara salyangozları kabuğunun kenarına
yakın küçük bir delikten aldığı havayla solu­
num yapar. Ağzının içinde şeride benzeyen,
küçük diş sıralarıyla kaplı dilini (dişlidil ya da
radula) bir törpü gibi kullanarak yeşil ya da
çürüyen bitkileri koparıp yer. Ağzın gerisinde
iki çift dokunaç vardır. Salyangoz arkadaki
dokunaç çiftinin ucunda yer alan gözlerini
kullanmadığı zam an, bu dokunaçlarını kabu­
ğunun içine çeker. B ili W o o d /N H P A

Çoğu salyangoz nemli bölgelerde yaşar; Porselen salyangozu en güzel kabuklu deniz
daha kurak yerlerde yaşayanlar nem oranının salyangozlarındandır. Hareket ederken kabuğu
saran örtenek kabuğun pürüzsüz ve parlak olmasını
yükseldiği akşam saatlerinde ortaya çıkar. En da sağlar.
irileri dönenceler arasında yaşayan ve kabuk­
larının uzunluğu 15 santimetreyi bulan dev
kara salyangozlarıdır. Salyangozlar hem er­ tia) Türkiye’nin de dışarıya sattığı önemli
kek, hem de dişi ürem e organları taşıdıkları ürünler arasındadır.
Karaların yanı sıra akarsu ve göllerde su
bitkileriyle beslenen karındanbacaklıların bir­
çok türü vardır. Genel olarak tatlı su salyan­
gozları denen bu yumuşakçaların sarmal ka­
bukları bazen uzayarak sivrilmiş ya da yassı
bir biçim kazanmıştır.

Deniz Salyangozları
Salyangozların denizlerde yaşamaya uyarlan­
mış 20 bini aşkın türü vardır. Bunlar arasında

J a m e s C a r m ic h a e lIN H P A

Denizkulağı, kabuğundaki deliklerden gelen suyla


solunum yapar. Kısa dokunaçları duyu alıcıları
olarak işlev görür.

için erdişi hayvanlardır (bak. E r d İŞİ). Y u­


m urtlayarak ürerler. İri türlerin yum urtaları
sert kabukludur. Y um urtalar yığınlar halinde
yere bırakılır. Yavru salyangozlar erişkinlere
benzerler.
Salyangoz eti birçok ülkede sevilerek yenen
Denizkülahları güzel kabuklarıyla dikkat çeker. Bu
bir besindir. Günüm üzde A vrupa’da büyük salyangozlar avladıkları yum uşak gövdeli deniz
ölçüde tüketilen bağ salyangozu (Helix pom a- hayvanlarıyla beslenir.
SA M A N 35

büyük biçim farklılıkları göze çarpar. Ayrıca te kırmızı denizkulağı (Haliotis rufescens) 30 cm
yapılarında da önemli farklar vardır. Kara uzunluğa erişebilir. Denizkulağmın yassı­
salyangozlarına oldukça benzeyen birçok de­ laşmış ve az kıvrımlı olan kabuğunun ağzı çok
niz salyangozu geniş ve yassı ayaklarının büyük ve dış yüzeyi pütürlüdür. Am a bu
üstünde iri kabuklarını taşır. Bu salyangozla­ kabuğun iç yüzeyini renkli bir sedef katm anı
rın örteneklerinden dışarı uzanan bir sifon, örter. Denizkulağı güçlü ayağını kullanarak
solunum için gerekli suyu içeriye alır. Ö bür kayalara sıkıca tutunur. Kabuğun bir yanı
yumuşakçaların kabuğunu delip yumuşak do­ boyunca dizili 4-5 delik solunum için gerekli
kularını em erek beslenen dikenli salyangozla­ suyun girişini sağlar. Deniz yosunları başlıca
rın A kdeniz’de yaşayan bir türü (M urex besin kaynaklarıdır.
brandaris) eskiden çok değerli bir boyarmad- Denizkülahlarının koni biçimindeki kabu­
de olan Sur firfirinin kaynağıydı. ğunda çıkıntısız ve az sayıda sarmal bulunur.
Bazı deniz salyangozları kabuk koleksiyon­ D aha çok sıcak denizlerde yaşayan bu deniz
culuğunda büyük değer taşır. Örneğin Cyp- salyangozları dışarı uzattıkları hortum un
raea leucodon bilimsel adıyla tanınan porse­ ucundaki iğneden avlarını felce uğratan bir
len salyangozu çok değerlidir ve ender bulu­ zehir akıtırlar. İri denizkülahlarının zehri
nur. Filipinler’in çevresinde rastlanan bu tür insanı öldürebilir.
yalnız birkaç kabuk örneğinden tanınm akta­
dır. Porselen salyangozlarının dışında yumur- SAMAN. Hayvan yemi olarak kullanılan
S . C. B iss e r o tlB r ııc e C o le m a n
kurutulmuş bitki sap ve yapraklarına saman
denir. Saman en çok buğdaygiller ve baklagil­
ler familyalarındaki bitkilerden elde edilir.
Bunların başında yonca, üçgül (tirfil), yabani
otlar ile arpa, buğday ve yulaf gibi tahıl
bitkileri gelir.
Eskiden orak ya da tırpan yardımıyla elle
biçilen bitkiler güneşe serilip ara sıra tırmıkla
karıştırılarak kurutulurdu. Tarımsal uygula­
m alarda büyük değişiklik ve gelişmelerin kay­
dedildiği günümüzde ise traktörlerle çekilen
biçme m akineleri kullanılm aktadır.
Saman üretiminde en önemli evre kurutm a
işlemidir. Yeşilken genellikle yüzde 70-75
oranında su içeren yem bitkilerinin güvenilir
Gelgit kuşağında yaşayan bazı salyangozları sıkıca bir biçimde saklanabilmesi için bileşimindeki
tutundukları taşlardan en güçlü dalgalar bile
S vvift P ictu re L ib r a r y
koparamaz. Bu salyangozlar sular çekildiğinde
dolaşmaya başlayarak dişlidilleri sayesinde
yosunları ve bitkileri yerler.

ta biçiminde, çok kalın, düz ve parlak bir


kabuk vardır. Çok güzel renk ve desenlerle
bezeli olan bu kabuk içteki çok daha ince ve
sarmal biçimli kabuğu gizler. Kabuk ağzı
uzun ve dar bir yarık biçimindedir. Ö rtenek
buradan iki parçaya ayrılarak çıkıp tüm kabu­
ğu kaplayabilir ve hareketleriyle kabuğun
düzleşip parlak bir yüzey kazanmasını sağlar.
Denizkulakları, adlarını kabuk biçimlerin­
den alan deniz salyangozlarıdır. Çoğunun Balyalama işlem inden önce, düzgün ve çabuk
uzunluğu 15 santimetreyi geçmemekle birlik­ kuruması için saman yığınları tersyüz edilir.
36 SAM ANYO LU

SAMANYOLU. Bulutsuz gecelerde gökyü­


züne baktığımızda boydan boya uzanan geniş,
i# p f e ' ^ r§ t soluk ve buluta benzer bir ışık kuşağı görürüz;
bu Samanyolu G ökadası’dır. Kuşağın kenar
sınırları çok düzensizdir ve bazı kesimleri çok
daha aydınlıktır. G ökadanın Güneyhaçı ta­
kımyıldızına yakın kesimi o kadar karanlıktır
ki, bu bölgeye Kömürçuvalı adı verilmiştir
(bak. TAKIMYILDIZ).
1609’da İtalyan astronom Galileo Galilei, o
sırada yeni bulunmuş bir alet olan teleskopla
gökyüzünü incelemeye girişti ve sonunda
Sam anyolu’nun milyonlarca ayrı yıldızdan
oluştuğunu keşfetti. Bizim G üneş’imiz de bu
ZEFA yıldızlardan biridir. Çıplak gözle bakıldığında
Balya makinesi samanı toplar, eşit büyüklükte Samanyolu bir bulutm uş gibi gözükür, çünkü
balyalar haline g etirir ve sıkıca bağlar. gökadanın yıldızları çıplak gözle tek tek ayırt
edilemeyecek kadar uzaktadır.
su oranının kurutm a işlemiyle yüzde 20’ye M ilyonlarca, hatta milyarlarca yıldızın bir
düşürülmesi gerekir. İyi kurutulm adan depo­ araya toplandıkları büyük yıldız kümelerine
lanan saman küflenerek bozulur. Ayrıca am ­ gökada ya da galaksi denir (bak. GÖKADA).
barlarda fazla ısınarak kendiliğinden alev alıp Güneş sisteminin de içinde bulunduğu Sa­
yanabilir. manyolu, işte bu tür gökadalardan biridir.
Yonca ve üçgül gibi baklagil bitkilerini, Samanyolu, gökadaların “sarmal gökada” de­
yapraklarının dökülmesini önlem ek için dik­ nen sınıfına girer; çünkü bu gökadadaki
katlice kurutm ak gerekir. Çünkü yapraklar yıldızların dağılım düzeni, ortası şişkin (yani
bitkinin en besleyici ve lezzetli bölümleridir. dışbükey) bir disk ve bu diskten çıkan sarmal
Bunun için bitkiler kesildikten sonra yaklaşık kollar biçimindedir. Dünya’mızın da içinde
dört saat olduğu yerde bırakılır, daha sonra yer aldığı G üneş sistemi (bak. GÜNEŞ SİSTEMİ),
makineyle çevrilerek kurutulur. diskin kenarına yakın bir yerde bulunm akta­
G ünüm üzde saman otom atik balya maki­ dır. Buradan Sam anyolu’na baktığımızda, bu
neleriyle balyalanır. Balyalama işlemi sama­ diski kenarından görmüş oluruz; bu nedenle
nın saklanmasını ve taşınmasını kolaylaştırır. de Samanyolu bize bir ışık diski olarak değil,
M o u n i W ilso n a n d P a lo m u r O b e rvu to rie s

S am anyolu'nun bu genel görünüm ü, ABD'de California'daki Hale Gözlemevi'nden çekilen d ö rt fotoğrafın


yan yana getirilm esiyle elde edilm iştir. Resim, iki ufuk çizgisi arasındaki uzaklığın üçte ikisini, yani
gökyüzündeki yaklaşık 120°'lik bir yayı kapsamaktadır. Sam anyolu'nun ışıklı kesimi bizim Güneş'imize
benzeyen m ilyonlarca yıldızdan oluşm uştur. Karanlık alanlar, öteki yıldızların görülm esini engelleyen toz
ve gaz bulutlarıyla dolu olan alanlardır. Samanyolu, ortası tekerlek göbeği gibi şişkin bir disk biçim indedir,
SA M SO N 37

Solda: Sam anyolu'na yandan


ve üstten bakıldığında, bu
gökada çizimdeki gibi iki ayrı
biçim de gözükür. Beyaz benek
Güneş sistem inin yerini, eğrisel Y e r k e s O b s e rv a to r y
ok ise, genel görünüm ün
kapsadığı alanı gösterm ektedir.
Sağda: Gökkürenin Berenike'nin
Saçı takımyıldızı tarafında yer
alan (üstte) NGC 4565 gökadası
(yandan görünüşü) ile Büyükayı
takımyıldızı tarafında yer alan
(altta) M101 gökadası (üstten
görünüşü) Sam anyolu'na benzer
sarmal gökadalardır.

Y e r k e s O b s e rv a to r y

bir ışık kuşağıymış gibi gözükür. Kömürçuvalı birbirleriyle çekişiyor, bir yandan da güçlü
denen karanlık kesimler yıldızlar arasında düşmanları Filistiler’e karşı savaşıyorlardı.
kalan boşluklar değil, yıldızlar arası uzayda Eski A hit’e göre Sam son’un doğum undan
uzayıp giden dev toz ve gaz bulutlarıdır ve önce annesiyle babasına görünen bir m elek,
bunlar arkalarında kalan yıldızlardan gelen doğacak çocuklarının T anrı’ya adanmış bir
ışığı perdelerler. kutlu kişi olacağını bildirir. Bunun için saçını
Astronom lar Samanyolu G ökadası’nın 100 kesmem ek, şarap içmemek ve ölüye el sürm e­
milyarın üzerinde yıldız içerdiğini sanm akta­ mek üzere ant içmesi gerekm ektedir. Tanrı
dırlar. Bu çok büyük bir rakam dır ve Saman­ Sam son’a büyük güç verir. Filistiler’e karşı
yolu bilinen en büyük gökadalardan biridir. büyük bir mücadele yürüten Samson kısa
G ökadalar o kadar büyüktür ki, astronom lar sürede halkının en önde gelen savaşçısı olur.
bunların iki ucu arasındaki uzaklığı kilom et­ Bir aslanı silah kullanm adan öldürüp parçala­
reyle değil ışık yılıyla ölçerler. Bir ışık yılı, yan, Gazze kentinin kapılarını yerinden sö­
ışığın bir yılda alacağı yolun uzunluğudur ve ken Samson’un en büyük zaferi bir eşeğin
yaklaşık 10 trilyon kilometreye eşittir. Sa­ çene kemiğiyle 1.000 kadar Filisti’yi öldürm e­
manyolu bir uçtan öbürüne yaklaşık 100 bin sidir.
ışık yılıdır ve G üneş bu gökadanın m erkezin­ Ne var ki, Samson şarap içerek andını
den yaklaşık 30 bin ışık yılı uzaktadır. Saman­ bozar. D aha sonra Dalila (Delila) adında bir
yolu sistemi “yöresel küm e” ya da “yerel Filisti kıza âşık olur ve halkına sırt çevirir.
grup” denen bir gökadalar grubunda yer alır. Sam son’un gücünün hiç kesilmemiş olan uzun
Ayrıca bak. BULUTSU; YILDIZ. saçlarından kaynaklandığını öğrenen Dalila,
bu bilgiyi Filistiler’e aktarır ve Samson uyur­
SAMOA bak. B a tiS a m o a . ken onun saçlarını keser. Samson uyandığın­
da bütün gücünün kaybolmuş olduğunu gö­
SAMSON. Y ahudiler’in efsanevi savaşçı ön­ rür. Filistiler onu kolayca yakalar ve gözlerini
derlerinden biri olan Samson’un öyküsü K ut­ oyduktan sonra bir değirm ende köle olarak
sal K itap’ın Eski Ahit bölümünde anlatılır. çalıştırırlar.
Samson (İbranice Şimşon) İbraniler’in so­ Zayıflığı yüzünden T anrı’ya ve halkına
yundan gelen Danoğulları kabilesindendi. ihanet ettiğini anlayan Samson bağışlanması
Sam son’un yaşadığı dönem de (ÎÖ yaklaşık ve kendisine bir öç alma fırsatı verilmesi için
1100) İsrailoğulları’nın 12 kabilesi bir yandan durm adan dua eder. Filistiler tanrıları Da-
38 SA M SU N

gon’un onuruna büyük bir şenlik düzenleyip


SAM SUN İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
Sam son’u da kendilerini eğlendirmesi için
getirdiklerinde, beklediği fırsatı elde eder. YÜZÖLÇÜMÜ: 9.579 km2.
Saçları uzayan ve duaları kabul edilerek gücü NÜFUS: 1.108.710 (1985).
geri verilen Samson, şenliğin en coşkulu İL TRAFİK NO: 55.
anında büyük tapm ağın çatısını tutan iki ana İLÇELER: Samsun (merkez), Alaçam, Asarcık, Ayvacık,
Bafra, Çarşamba, Havza, Kavak, Lâdik, 19 Mayıs,
sütunun arasına girer ve bütün gücünü topla­ Salıpazarı, Tekkeköy, Terme, Vezirköprü, Yakakent.
yarak tapmağı Filistiler’in başına yıkar. K en­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Çakırlar Korusu, Çamgöl ve Vezir­
disi de yıkılan tapınağın altında kalarak ölür. köprü orman içi dinlenme yerleri; Havza ve Lâdik
kaplıcaları; Kale, Pazar (Samsun), Hacı Hatun, Yalı,
Sam son’un öyküsü sık sık edebiyat ve sanat Tayyar Paşa, Mustafa Paşa, Rıdvan Bey, Abdullah
yapıtlarına konu olmuştur. Kendisi de kör Paşa, Değirmenbaşı, Taceddin Paşa, Pazar (Terme)
olan İngiliz şair John M ilton bu öyküyü tem el Taşkale camileri; Büyükcami (Samsun); Şeyh Sey-
yid Kudbeddin ve İsa Baba camileri ile türbeleri,
alarak Sam son’un çektiği acıları ve son zaferi­ Büyükcami (Bafra), Fazıl Ahmed Paşa Medresesi;
ni anlatan “Samson A gonistes” adlı bir şiir Fazıl Ahmed Paşa Bedesten ve Arastası; Havza
İmareti; Kızgözü Aslanağzı Kaplıcası; Küçükhamam
yazmıştı. Fransız besteci Camille Saint- (Şifa Kaplıcası); Taşkale ve Şifa hamamları; Çifteha-
Saens’ın Samson ve Dalila adlı bir operası mam; Atatürk ve İlk Adım anıtları; Samsun Arkeoloji
vardır. Ayrıca pek çok ressam ve heykelci de ve Etnografya, Samsun 19 Mayıs ve Samsun Atatürk
müzeleri.
bu öykünün değişik bölümlerini işlemişlerdir.

SAMSUN. Karadeniz Bölgesi’ndeki en geliş­ Gençlik ve Spor Bayramı için A nkara’da


miş illerimizden biri olan Samsun aynı zam an­ düzenlenen törende atletler tarafından Sam­
da bölgenin en kalabalık ilidir. sun’dan başlayarak ilden ile taşm an bayrak ve
Güneyde Kuzey A nadolu D ağları'nm (bak. toprak cum hurbaşkanına verilir.
K u zey A na d o lu D a ğ l a r i ) kıyı dağlan ile iç
sıralarını birbirinden ayıran çukurluklardan, Doğal Yapı
kuzeyde Karadeniz kıyısına kadar uzanan il Samsun ili toprakları güney ve batı kesimdeki
toprakları fazla yüksek sayılmaz. Karadeniz’e dağlık alanlardan Karadeniz kıyısına doğru
kıyısı olan iller arasında düzlüklerin en çok gidildikçe alçalır. Güneybatıdaki küçük bir
bulunduğu il Samsun’dur. kesimi Batı Karadeniz Bölüm ü’nün sınırları
Samsun adı geçince, Kurtuluş Savaşı’nın içinde kalan Samsun ili topraklarının büyük
(bak. K urtulu ş S ava şi) başlangıcı sayılan, bölümü O rta Karadeniz Bölüm ü’nde yer alır.
M ustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun ilinin doğu ve güney kesimini
burada Anadolu kıyısına çıkışı akla gelir. H er Canik Dağları, batı kesimini de Küre (İsfen-
yıl 19 Mayıs’ta kutlanan A tatürk’ü A nm a, diyar) Dağları engebelendirir. Bu topraklar-

Liman
Bafra Burnu Gölü
KA RA DE Nİ Z
YAKAK EN T) Bank Gölü rt/O İncir Burnu
{JV/Uzungöl
SİNOP ALAÇAM
BAFRA ® l
19 MAYIS
Cıva Burnu

Simenlık <
SAMSUN Gölü
'altı Burnu

TE KKE KÖ Y® (5)\TERME

KAVAK ÇARŞAMBA
'EZİRKÖPRÜ ASARCIK SALIPAZARI
HAVZA ® A Y V A C IK Suat Uğurlu
B arajG plü
LÂDİK
ORDU

AMASYA
ÇORUM Samsun, Karadeniz
TOKAT Bölgesi'ndeki en gelişmiş
illerden biridir.
S A M SU N 39

Samsun ilinin doğu ve


güney kesimini Canik
Dağlan engebelendirir.

A n a d o l u Y a y ın c ılık A r ş iv i

daki en önemli yükselti, güneybatıda doruğu da İncir Burnu adıyla anılır. Bafra Ovası
1.791 m etreye erişen Kunduz Dağı’dır. Bu kıyılarında doğal kumsallar uzanır. Kumsalın
dağlar akarsular tarafından derin biçimde hemen ardında yer alan lagünlerin çevresi
parçalanmıştır. Ülkemizin en uzun akarsuyu sazlık ve bataklıktır. Bu ovadaki başlıca
olan Kızılırmak ile Yeşilırmak (bak. KIZILIR­ lagünler Karaboğaz, Liman ve Balık gölleri
MAK; YEŞİLIRMAK) Samsun ili sınırları içinde ile Uzungöl’dür. Çarşam ba Ovası’nın doğu
K aradeniz’e dökülür. İl topraklarından kay­ ucunda Çaltı Burnu, batı ucunda da Cıva
naklanan suları toplayan öteki akarsular T er­ Burnu yer alır. Bu ovadaki kumsalların geri­
me, A bdal, M ert ve Kürtün çaylarıdır. sinde bulunan başlıca lagünler ise Dumanlı-
Samsun ilindeki başlıca düzlükler, akarsu­ göl, Akgöl ve Simenlik G ölü’dür.
ların taşıdığı alüvyonların Karadeniz kıyısında Çevresinde ülkemizin en etkin deprem
yığılması sonucunda oluşmuş olan delta ova­ bölgelerinden biri bulunan Kuzey A nadolu
larıdır. Bunların başlıcaları Kızılırmak’ın del­ kırık kuşağı, Samsun ilinin güney kesiminden
tası olan Bafra Ovası ile Yeşilırmak ve Terme geçer. Tarih boyunca bu kesimde oluşan
Çayı’nın taşıdığı alüvyonlarla oluşan Çarşam ­ deprem lerin önemli ölçüde yıkıma ve can
ba Ovası’dır. Samsun kenti yakınındaki düz­ kaybına neden olduğu bilinmektedir.
lükler ise Kürtün ve M ert çaylarının getirdiği Samsun ili nemli ve ılıman bir iklimin etkisi
alüvyonlarla oluşmuş kıyı ovalarıdır. Bu ova­ altındadır. Yıllık ortalam a yağış miktarı 1.000
lar ilin başlıca tarım alanlarıdır. milimetreyi geçmeyen Samsun iline en çok
Samsun ilinde birçok doğal ve yapay göl sonbahar ve kış mevsimlerinde yağış düşer.
vardır. Başlıca doğal göller kıyı ovalarında Uzun yıllardır yapılan gözlemler sırasında
yer alan lagünler (denizkulağı) ile Lâdik hava sıcaklığının —10°C’nin altına düştüğü
G ölü’dür. Yapay göller ise Yeşilırmak üzerin­ görülmeyen Sam sun’da ölçülen en yüksek
de kurulmuş olan Suat Uğurlu ve Haşan hava sıcaklığı da 37°C’den azdır.
Uğurlu barajlarının ardında suların toplanm a­ Kıyıdan uzaklaştıkça yağış miktarı azaldı­
sıyla oluşan baraj gölleridir. ğından doğal bitki örtüsü dağılışında bazı
Kızılırmak ve Yeşilırmak deltası geniş ve farklılıklar görülür. Karadeniz’e bakan kıyı
küt birer yarımada gibi Karadeniz’e uzanır. dağlarındaki orm anlar daha çok kestane,
Bafra Ovası’nın kuzeyinde yer alan, Kızılır- meşe, gürgen ve kayın gibi genişyapraklı ve
m ak’ın Karadeniz’e ulaştığı kesimdeki çıkıntı kızıl çam gibi iğneyapraklı ağaçlardan oluşur;
Bafra Burnu, bu ovanın doğusundaki çıkıntı iç kesimdeki dağlık alanlarda daha az
40 SA M SU N

orm ana rastlanır. Iç kesimdeki orm anlarda


meşe ile kayınların yanı sıra soğuğa ve kurak­
lığa dayanıklı kara çamlarla sarı çamlar daha
yaygındır.

Tarih
Yapılan kazı ve araştırm a sonuçlarına göre
çok eski bir yerleşim alanı olduğu anlaşılan
Samsun yöresi, İÖ 8. yüzyıla kadar Kaşka-
lar’ın yurdu olan topraklar arasında yer alı­
yordu. İÖ 7. yüzyıldan sonra Miletli denizci­
lerin Karadeniz kıyısında bazı ticaret koloni­
leri kurmaya başlaması ve A nadolu’ya çeşitli
yönlerden göç dalgalarının gelmesine bağlı
olarak bu yöreye de başka halk toplulukları
yerleşti. İÖ 6. yüzyılda Persler’in denetim
kurmaya çalıştığı Samsun yöresi, İÖ 3. yüzyıl­
da Pontos K rallığına bağlandı. D aha sonra
B e k ir B . A k s u
Rom a İm paratorluğu’nun egemenliğine giren Tütün Samsun ilinin en önem li ürünlerindendir.
Samsun, 11. yüzyılda Bizans İm paratorluğu’
nun yerel yönetim birimlerinden A rm eniakon
Them ası’mn sınırları içindeydi. Bu sırada Meyve yetiştirilen bağ ve bahçelerin dışında,
A nadolu’ya doğudan girmeye başlayan T ürk­ il yüzölçümünün yüzde 37’si bitkisel üretim
m enler 11. yüzyıl sonlarına doğru Samsun yö­ yapılan tarım alanlarından oluşur. İlin en
resine kadar yayıldılar. Bir süre Bizanslılar ile önemli tarımsal ürünleri fındık, tütün ve
Anadolu Selçukluları arasında el değiştiren soyafasulyesidir. Ayrıca dom ates, şekerpan­
Samsun, 13. yüzyılda Komnenos hanedanı ta ­ carı, mısır, buğday, lahana, dolmalık biber,
rafından kurulan Trabzon Rum İm paratorlu­ taze fasulye, hıyar, patates ve arpa da yetişti­
ğuma bağlandı. Bazı girişimlerine karşın A na­ rilir.
dolu Selçukluları tarafından ele geçirilemeyen Sam sun’da hayvancılığın da ekonomik ya­
Samsun yöresi bir süre İlhanlılar’ın, Pervane- şamda önemli bir yeri vardır. İl tarımının
oğulları’nın, E retna Beyliği’nin, Kadı Burha- geliştirilmesi amacıyla kurulmuş olan Gele-
neddin D evleti’nin denetim inde kaldıktan men ve Karaköy tarım işletmelerinin hayvan
sonra 1398’de Osm anlılar’ca alındı. Am a Os­ soylarının ıslahı konusundaki katkıları hay­
manlIlar 1402’de Tim ur’a yenilince A nadolu’ vancılığın ileri bir düzeye ulaşmasına yardımcı
nun birçok bölgesi gibi Samsun yöresi de bazı olmuştur. Çeşitli küçükbaş ve büyükbaş hay­
yerel yöneticiler arasında paylaşıldı. Bir süre vanların yetiştirildiği ilde arıcılık ve tavukçu­
Candaroğulları, Kubadoğulları ve Taced- luk da yapılır. Am a bitkisel üretim alanların­
dinoğulları tarafından yönetilen Samsun ili da yaygın kimyasal ilaç kullanımı arıcılığın
toprakları 1428’de tümüyle Osmanlı Dev- gerilemesine neden olm aktadır. İlin gelir kay­
leti’ne katıldı. Kurtuluş Savaşı’nın baş­ naklarından biri de balıkçılıktır. K aradeniz’de
langıcında M ustafa Kem al’in Samsun’a çık­ son yıllarda görülen balık azalmasına bağlı
ması ve Samsun ile H avza’da bazı çalışmalar olarak deniz balıkçılığı eski önemini yitirmiş­
yapması ilin yakın tarihinde önemli bir yer tir. İldeki akarsu ve göllerde de tatlı su
tutar. balıkçılığı yapılmaktadır.
Samsun ilinde sanayi Karadeniz Bölgesi’
Ekonomi nin doğu kesimindeki başka illere göre daha
Yarısından fazlası kırsal kesimde yaşayan gelişmiş bir düzeydedir. İldeki en önemli
Samsun ili halkı geçimini tarım ile daha çok sanayi kuruluşları Etibank’a ait bakır cevheri
tarım a dayalı sanayi ve ticaretten sağlar. işleme fabrikalarıdır. Bundan başka un, salça,
SAM SUN 41

süt ürünleri, bitkisel yağ, şeker, sigara, yem, kültürlerini sürdürdükleri adacıklar oluştur­
orm an ürünleri, gübre, çimento ve plastik dular.
fabrikaları Samsun ilindeki başlıca sanayi 19. yüzyılın ikinci yarısında tütün tarım ve
kuruluşlarıdır. İlde oldukça canlı bir küçük ticaretinin gelişmesi Sam sun’un toplumsal ve
sanayi etkinliği vardır. kültürel yapısını önemli ölçüde etkiledi. Kent
Samsun ili yeraltı kaynakları açısından yok­ kısa sürede önemli bir ticaret m erkezi oldu.
sul sayılır. İl topraklarında linyit ve m erm er Doğu ticaretiyle uğraşan Fransızlar, Belçika­
yataklarıyla şifalı madensuyu kaynakları lılar, A B D ’liler ve Ruslar kentte ticari işlet­
vardır. meler ve bankalar kurdular. Bu gelişmeler
Halkın dinlenmesi ve eğlenmesi için birçok batı kültürünün bazı öğelerinin kent yaşamına
mesire yeri ve plaj bulunan ilde yabanıl girmesine yol açtı.
yaşamı korum ak amacıyla bazı alanlar da İlde bugün önemini yitiren halı ve bez
oluşturulm uştur. Bu alanlar Vezirköprü ilçe­ dokumacılığı en önemli el sanatlarıydı. Bafra
sindeki geyik üretm e istasyonu ile Terme ve Çarşam ba ilçelerinde keten dokumacılığı
ilçesinde sülün ve su kuşları için kurulmuş yaygındı. Kalın dokunan keten bezinden orak
olan korum a ve üretm e alanıdır. gömleği, dış giyimlik ve örtü yapılırdı. Halı
dokumacılığı ise Lâdik’te gelişmişti. G ünü­
Toplum ve Kültür müzde de sürdürülen bu el sanatı özellikle
A nadolu’da anlatılan bazı efsanelerde adı ge­ seccadeleriyle ilgi toplam aktadır.
çen A m azonlar’ın (bak. A m a zo n la r ) İÖ 20. Samsun ilinde konut mimarisi Doğu K ara­
yüzyıl ile İÖ 12. yüzyıl arasında Sam­ deniz ve O rta Anadolu etkisi altındadır.
sun yöresinde yaşadıkları ileri sürülür. Ya­ İldeki düz alanların varlığı Doğu Karadeniz’
şam larında erkeklere sürekli olarak yer ver­ deki dağınık yerleşimlerin tersine daha toplu
meyen savaşçı kadınlar topluluğu olduğu yerleşmelere olanak sağlamıştır.
sanılan Am azonlar, bu efsanelerden birine
göre Term e Çayı’nın K aradeniz’e döküldüğü İl Merkezi: Samsun
kesimde kurdukları bir kentte yaşıyorlardı. Bugünkü kent alanında yer alan ilk yerleşme,
Karadeniz’den gemilerle gelen bir denizci Miletli denizciler tarafından bir ticaret koloni­
halk, yüzyıllardan beri kıyıda yaşayan Ama- si olarak İÖ 7. yüzyılda kurulan Am isos’tur.
zonlar’ın egemenliğine son vermiş. Bunun D aha sonra kısa bir süre Peiraieus olarak
üzerine uzun saçlarıyla tanınan Am azonlar
B e k ir B . A k s u
yaşamlarını sürdürebilm ek için iç bölgelere
çekilmek zorunda kalmış ve buralarda gizlen­
mişler. A m azonlar, tanınm am ak için saçlarını
keserek toprağa gömmüşler. D aha sonra saç­
ların gömüldüğü topraklardan tütün filizleri
çıkmış. Kıyıldığında tütünlerin kadın saçını
andırır biçimde tel tel olmasının bu efsanenin
anlatılmasına neden olduğu sanılmaktadır.
Çeşitli kaynaklar verimli topraklara sahip
olan Samsun yöresinin tarih boyunca birçok
halk topluluğuna yurtluk ettiğini yazar. Kırım
ile yapılan ticarette önem taşıyan Samsun
limanı 11. yüzyılda bir Ceneviz kolonisiydi.
19. yüzyıl başlarında küçük bir kasaba olan
Sam sun’a Osmanlı D evleti’nin yitirdiği Kaf­
kasya ve daha sonra da Rum eli’den gelen
göçmenlerin bir bölümü yerleştirildi. Özellik­
le Kafkasya’dan göçen topluluklar yurt edin­
dikleri yerlerde eski toplumsal yaşamlarını ve Samsun, Karadeniz Bölgesi'nin en büyük kentidir.
42 SAM UR

anıldıysa da bu ad yerleşmedi ve kente gene


Amisos dendi. Kent Bizans dönem inde bir
piskoposluk merkeziydi. D aha sonra C ene­
vizlilerin eline geçen bu yöre günümüze
kadar çeşitli aşam alarda Hıristiyan Amisos,
Gâvur Amisos, G âvur Samsun ve Karasam-
sun adlarıyla anıldı. Türkm enler tarafından
kurulan yerleşme ise Yeni Amisos ve Müslü­
man Samsun olarak adlandırıldı. Eskiden bu
iki yerleşme arasında canlı bir ticaret ilişkisi
vardı. Osmanlı döneminde bütünleşen bu iki
yerleşme, 15. yüzyıla ait kayıtlarda Canik
adıyla geçer. 20. yüzyıl başında önemli bir
ticaret merkezi olan kent, I. Dünya Savaşı
sırasında birkaç kez Rus donanması tarafın­
dan topa tutuldu. Samur, kürkü çok değerli olan küçük ve oldukça
Günüm üzde Samsun Karadeniz Bölgesi’ yırtıcı bir hayvandır.
nin en büyük kentidir. M ert Çayı’nın K arade­
niz’e ulaştığı kesimde güneye, batıya ve kuze­ yıp yer. Kurbanları arasında tavşanlar, fare­
ye doğru gelişen kent, hızlı nüfus artışı ler, sıçanlar ve kuşlar sayılabilir. Avlanma
nedeniyle konut sorunuyla karşı karşıyadır. dürtüsü tıpkı gelincik ve sansarlarda olduğu
Hızlı gelişme sonucunda eski bir liman kenti gibi çok güçlüdür. Kurbanlarını yalnız aç
olan Samsun kent merkezinin denizle ilişkisi olduğu zaman değil, sık sık yalnızca öldürmüş
kesilmiş durum dadır. Bunun nedeni limanın olmak için öldürür ve tümüyle tüketm eden
yapılması sırasında denizin doldurulması ve bırakır.
fuar alanı için kıyı ile kent arasındaki geniş bir Sam urlar yalnız yaşarlar. Çiftleşmeden son­
kesimin seçilmiş olmasıdır. ra döllenmiş yum urtanın dölyatağı duvarına
Samsun kenti demir, deniz, hava ve kara- yuvalanması geciktiğinden gebelik dönemleri
yollarıyla Türkiye'nin öteki m erkezlerine 250-300 gün kadar sürer. Bir batında doğan
bağlanır. Kentteki başlıca eğitim ve kültür yavru sayısı 1-4 arasında değişir.
kurumu Ondokuz Mayıs Üniversitesi’dir. Bir
bölümü kent içinde yer alan fabrikalardan SAMURAY, Japonya’da 1871 ’de son bulan
K aradeniz’e akıtılan sanayi atıkları Samsun feodal dönemde Japon savaşçı kastının üyele­
kıyısında yoğun bir deniz kirliliğine yol aç­ rine verilen addır. 11. ve 12. yüzyıllarda ilk
m aktadır. samuraylar soylu sınıftan gelirdi. Daha sonra
Kentin nüfusu 240.674’tür (1985). tüm savaşçı sınıf samuray olarak kabul edildi.
İlk sam uraylar at sırtında savaşır, kılıç, ok ve
SAMUR. Kürk ticaretinde postu en değerli yay taşır, hafif bir zırh giyerlerdi. 12. yüzyıl­
sayılan hayvan sam urdur (Marîes zibellina). dan sonra yayan savaşmaya ve iki kılıç taşım a­
Sansargillerin (Mustelidae familyası) bir üyesi ya başladılar.
olan samur yalnız SSCB'nin kuzeyindeki so­ Samuray, buşido (savaşçının yolu) olarak
ğuk ve çok geniş Sibirya bölgesinde yaşar. bilinen katı davranış kurallarına uyardı. Bu
Uzunluğu, 13-18 santimetrelik kabarık tüylü kurallar yiğitlik, dürüstlük, basit yaşam ve
kuyruğu dışında 30-50 cm, ağırlığı 0,9-1,8 kg, onurun önemini vurgulardı. En önemli göre­
yüzü sivri, postu genel olarak parlak koyu vin efendiye sadakat ve kişisel bağlılık olduğu
kahverengidir. Son derece ince olan tüyleri Japon feodal toplum unun temelini de bu
sivri uçlu, boynunun altı bazen koyu esm er ya ilkeler oluştururdu (bak. FEODALİZM). Toku-
da sarımsı tüylüdür. gava dönemi (1603-1867) Japonya’nın barışçı
Sansargillerin öbür üyeleri gibi samur da dönem lerinden biri oldu. Şogun olarak bili­
ayrım gözetm eden çok çeşitli hayvanları avla- nen askeri şeflerin toplumsal değişmelere
SANAT 43

a y r ıc a lık la r ın ı y itir d ile r v e b ir s ın ıf o la r a k


r e s m e n o r ta d a n k a ld ır ıld ıla r . B a z ıla r ı y e n i
u lu s a l y ö n e tim e k a r ş ı b a ş a r ıs ız a y a k la n m a la r a
k a tıld ı, a m a ç o ğ u ç a ğ d a ş J a p o n y a ’n ın y a r a tılı­
ş ın d a ö n c ü b ir ro l o y n a d ı. (Ayrıca bak.
J a po n y a .)

SANAT, düş gücü, yaratıcılık ve yetenek


gerektiren bir insan etkinliğidir. İnsanların
çok eski zam anlardan beri duygularını, dü­
şüncelerini ya da amaçlarını ifade etm ek için
yaratmış oldukları resim, heykel, müzik tü ­
ründen ürünler sanat yapıtı olarak nitelendiri­
lir. Ne var ki, bir nesnenin sanat ürünü
sayılabilmesi için belirli özellikleri olması
gerekir. Bu özelliklerden en önemlisi onun
özgün ve tek oluşudur. Bir başka deyişle,

P eter N evv a rk’s I I is t o rical P ictures

Japon sam uraylarının bu resmi, Japonya'da


feodalizm in sona erm esinden bir yıl önce, 1870'te
çekilm iştir.

karşı çıktığı bu dönem de samuraylık kapalı


bir kasta dönüştürüldü. Dışarıdan herhangi
birinin içlerine girmesi neredeyse olanaksız­
laştı. Sam uraylar, kan bağıyla belirlenen sınıf­
lara bölünmüştü. Şogundan sonraki en yük­
sek sınıf daimyo ya da feodal beydi; en altta
ise piyade askerler bulunurdu. H er sınıf gelir
olarak belirli bir m iktar pirinç alırdı.
Bu barış dönem inde sam uraylar m em urluk,
tüccarlık, öğretm enlik ya da esnaflık gibi
T ru ste es o f the
işlerle uğraşmaya başladılar. A m a, her zaman N a tio n a l G a llery, L o n d r a

iyi ahlaklı olmaları ve kurallara uygun dav­


ranm aları beklendi. Görev aile sevgisinden,
hatta ülke yasalarından bile önce gelirdi.
Aşağılanan ya da onuru zedelenen bir samu- Üstte: Leonardo da
rayın harakiri yaparak, yani karnını bir ka­ V inci'nin M eryem ve
mayla deşerek canına kıyması beklenirdi. Çocuk İsa, Azize Arına
ve Vaftizci Yahya ile
Sam uraylar nüfusun yüzde 5’inden fazlasını Birlikte adlı tablosu
oluştururdu. Tokugava dönem inde samuray- için yaptığı bir
ların alt sınıfları yoksullaştı. Çoğu, Japonya’ çizimden ayrıntı.
Sağda: Pablo
da feodalizme son veren eylem lerde yer aldı. Picasso'nun Ağlayan
Şogunluk yönetimi ve feodal sistem yıkılınca Kadın adlı resmi. P e n ro se C o lle ctio n
44 SANAT GALERİLERİ

daha önce başkası tarafından yapılmış bir SANAT GALERİLERİ bak. M ü z e l e r ve Sa ­


ürünü taklit ederek ortaya çıkarılan bir nesne nat GALERİLERİ.
güzel olsa da, kişinin kendi duygularını ve
düşüncelerini yansıtmadığı, yoğun düşünsel SANAYİ DEVRİMİ. 200 yıl kadar önce,
yaratıcılık sürecinden geçmediği için sanat makineli üretim e dayanan sanayi zanaatçıla­
yapıtı sayılmaz. Fabrikada seri olarak çok rın el sanatlarına dayanan üretiminin yerine
sayıda üretilen birbirinin eşi ürünler de sanat geçmeye başladı. Sanayi Devrimi adı verilen
yapıtı değildir. bu büyük ekonom ik dönüşüm İngiltere’den
Müzik, heykel, resim, edebiyat ve mimarlık başlayarak dünyanın başka ülkelerine de ya­
başlıca sanat dallarıdır. Bunlardan başka düş yıldı.
gücü, yetenek ve yaratıcılık gerektiren çanak Sanayi Devrimi öncesinde üretim , basit
çömlek yapımcılığı, mobilyacılık, halı ve kilim aletlerle, bütün aile üyelerinin katılımıyla
dokumacılığı, metal işleme, fotoğrafçılık, si­ evlerde ya da atölyelerde gerçekleşirdi. Ü re­
nem a, tiyatro, bale ve grafik gibi etkinlikler tim de yalnızca elle ya da ayakla çalışan basit
de önemli birer sanat dalıdır. aletler kullanıldığı için evde çalışmak olanak­
İlk sanat etkinlikleri tarihöncesi dönem ler­ lıydı. 18. yüzyılda karmaşık m akineler yapıl­
de yaşamış insanların m ağaraların duvarlarına dı; daha sonra bu m akineler fabrikalarda
yaptıkları resimlerle başladı (bak. M a ğ a r a buhar gücüyle çalıştırıldı. Aile işletm eleri,
Sa n a t i ). Sonraki dönem lerde çağdan çağa ve fabrikalarda yapılan üretimle rekabet edem e­
toplum dan toplum a değişen biçimlerde geli­ di ve bunlar bir süre sonra yok oldular.
şerek çeşitlilik kazandı. Örneğin Avrupa re­ Fabrikalarda yapılan makineli üretim ve
sim sanatını 400 yıl öncesiyle karşılaştırmak sanayileşme insanların tüm yaşam ve çalışma
için R önesans’ın büyük ustası Leonardo da biçimlerini de değiştirdi. Aile üyeleri ücretli
Vinci’yle (1452-1519) Kübizm A kım ı’nın ön­ işçi olarak belirli saatler içinde fabrikalarda
cüsü Pablo Picasso’nun (1881-1973) resimleri­ çalışmaya ve eskiden ev içi üretimle karşıla­
ne bakm ak yeterlidir. Leonardo da Vinci, dıkları gereksinmelerini satın almaya başla­
“Meryem ile Çocuk İsa”yı konu alan yapıtların­ dılar.
da figürleri yumuşak çizgilerle, gerçeğe en ya­ B uhar makinesinin geliştirilmesinden önce
kın biçimiyle çizmiş, sevecen bir anlatım a alet ya da m akinelerin çalıştırılmasında yel
ulaşmıştır. Picasso ise, İspanya İç Savaşı değirmenleri ve su çarklarından yararlanılırdı
(1936-39) sırasında yapmış olduğu Ağlayan (bak. RÜZGÂR ENERJİSİ). 18. yüzyılın başında
Kadın adlı resm inde, biçimleri özellikle boza­ ilk buhar makineleri m adenlerden dışarıya su
rak, sert ve kırık çizgilerle savaşın yol açtığı pom palam akta kullanıldı. 1782’de James
acıyı, öfkeyi ve yıkımı yansıtmıştır. W att’m (bak. W a t t , J a m es ) fabrika m akinele­
rini işletebilecek bir buhar makinesini geliştir-
ANSİKLOPEDİNİN S A N A TLA İLGİLİ A n n R onan ibrary
ÖBÜR MADDELERİ

AĞAÇBASKI İLKEL SANATLAR


AĞAÇ OYMACILIĞI KARİKATÜR
ALTIN MERMER
CAM VE CAMCILIK MİMARLIK
ÇANAK ÇÖMLEK MİNYATÜR
ÇİZİM MOBİLYA
DEĞERLİ TAŞLAR MOZAİK
VE MÜCEVHERLER MÜZİK
DUVAR HALISI OYMABASKI
FİLDİŞİ VE FİLDİŞİ RESİM SANATI
OYMACILIĞI RÖNESANS
GRAFİK SANATLAR SİNEMA
GÜMÜŞ İŞÇİLİĞİ TÜRK RESİM VE HEYKEL
GÜNEYDOGU ASYA SANATI
SANATI TÜRK MÜZİĞİ
HEYKEL UZAKDOĞU SANATI Sanayi D evrim i'nden sonra, evlerde gerçekleştirilen
İÇ MİMARLIK VİTRAY üretim in yerini fabrika üretim i almıştır.
SANAYİ DEVRİMİ 45

hızla artması dokumacılık alanında yeni bu­


luşları zorladı. 1785’te Edm und Cartw right’ın
bulduğu su gücüyle çalışan dokum a tezgâhı
dokum a sanayisinin hızla gelişmesine yol açtı;
30 yıl içinde bu tezgâhlar hem pam uklu, hem
de yünlü dokum a sanayilerinde yaygın bir
biçimde kullanılmaya başlandı.
M akineleşmeyle birlikte işsiz kalan ya da
çok düşük ücretlerle çalıştırılan zanaatçılar
makineleşmeye karşı direnmeye başladılar.
18. yüzyılda dokum a tezgâhlarının kırılması­
A n n R o n a n P ictu re L ib r a r y
na öncülük eden Ned Ludd’dan adını alan
Pamuklu dokuma sanayisinde 1825'te kullanılan Luddit hareket 1811’de İngiltere’de Notting-
eğirme makineleri. ham yöresinde dokum a işkolunda başladı ve
öteki sanayi bölgelerine de yayıldı. Makine
meşinden sonra sanayide makine kullanımı kırıcıların ayaklanması şiddetle bastırıldı, ha­
hızla yaygınlaştı. Sanayi Devrim i’nin öncü reketin birçok önderi asıldı. Makineleşmeyi
sanayilerinden olan pamuklu dokum a sanayi­ ve işsizliği protesto eden başka ayaklanm alar
si, ilk makineleşen sanayilerden biri oldu. da sert bir biçimde bastırıldı.
1733’te İngiltere’de bir işçi olan John Kay, M akineleşme ve buhar gücünün daha fazla
çok hızlı hareket ettiği için “uçan m ekik” kullanılması tarım kesimi ile köm ür ve demir
denen bir düzenek yaptı. Bir makineye bağlı sanayilerinde de büyük değişmelere yol açtı.
olan bu mekik dokum a m akinelerinin hızını Köm ür ve demir sanayilerinin gelişmesi öteki
artırdı. Bu buluştan sonra dokum a m akinele­ alanların da sanayileşmesine yardımcı oldu.
rini işler halde tutabilm ek için daha fazla Sanayi Devrim i’yle birlikte büyük sanayi
dokum a ipliğine gereksinim duyuldu. James kentleri kuruldu. 18. yüzyılın sonu ile 19.
Hargreaves’in 1766’da yaptığı eğirme tezgâhı yüzyılın başında İngiltere'nin artan nüfusu­
birkaç ipliği aynı anda ve daha hızlı eğirebili­ nun önemli bir bölümü sanayide çalışmaya
yordu. Üç yıl sonra Richard Arkwright su başladı. Tarım alanında ileri teknolojiler kul­
gücüyle çalışan eğirme tezgâhını buldu. lanan büyük çiftliklerin yaygınlaşmasıyla kü­
1779’da Samuel Crom pton “eğirme katırı” çük çiftçilerin yaşam alanı daraldı; pek çoğu
denen, çok hızlı ve kullanışlı bir eğirme toprağını büyük çiftçilere satm ak ya da bırak­
makinesi yaptı (bak. A r k w r ig h t , Sir R ic h a r d ; mak zorunda kaldı ve kentlere göç ederek
C r o m pt o n . Sa m u e l ; D o k u m a cilik ; H a r g r e a v e s . sanayi kesiminde iş aradı.
J a m es ). Böylece dokum a ipliği üretiminin Kentlerin büyümesi çok sayıda sorunu da

A n n R o n a n P ic tu r e L ib r a r y

îanayi Devrim i sırasında


'aygın bir biçim de çocuk
şçiler kullanıldı. Özellikle
;öm ür madenlerinde
:alışan çocukların yaşam
'e çalışma koşulları çok
;ötüydü.
46 SANAYİ DEVRİMİ

T h e S cie n ce M u s e u m , L o n d r a

19. yüzyıl boyunca daha güçlü m akineler yapıldı. 1842'de James N asm yth'in geliştirdiği buharlı şahmerdan
(mekanik bir çekiç) İngiltere'de gemi yapım cılığında da kullanıldı.

birlikte getirdi. Evler kalabalıklaştı ve karan­ üretim yapabilecek durum a geldi. Bu da


lık, kasvetli sokaklarda bir araya sıkıştırılmış taşımacılık alanındaki gelişmelerin hızlanma­
ucuz evler yapıldı. Uzun yıllar insanlar içecek sına yol açtı. D aha iyi yollar, köprüler ve
temiz sudan ve doğru düzgün bir kanalizasyon kanallar yapıldı. 1800’e gelindiğinde, İngilte­
sisteminden yoksun kaldılar. Örneğin Man- re ’nin tüm önemli kentlerini birbirine bağla­
chester’da 1840’larda bir yerleşme yerindeki yan kanallar ağı kurulm aya başlanmıştı.
tuvaleti 212 kişi kullanıyordu. Bu nemli ve George Stephenson’ın rayların üzerinde
karanlık izbelerde pislikle birlikte bit, pire, hareket edebilen ve vagonları çekmede kulla­
fare ve öbür zararlı yaratıklar yüzünden nılabilen bir tür buhar makinesi yapmasıyla,
hastalık eksik olmuyordu. Tifo, tifüs, çiçek ve taşımacılıkta demiryollarından yararlanm ak
kolera salgınlarından başka verem de çok da olanaklı oldu. Stockton’dan D arlington’a
yaygındı. Sanayi kentlerinin park ve bahçele­ uzanan demiryolu, Stephenson’ın kullandığı ilk
re rastlanm ayan bu kesimlerinde hastane ve trenle 1825’te açıldı. 1829’da Stephenson’ın
okul yoktu. İşçi gettolarına (bak. G e t t o ) R o c k e fi o günler için şaşırtıcı olan, saatte 34
dönüşen bu bölgelerde insanca yaşam için kilometrelik bir hıza ulaşabiliyordu. R o ckef
verilen mücadeleler sonucu, 19. yüzyılın so­ in başarısından sonra demiryollarında bu­
nuna doğru çıkartılan yasalarla belli bir iyileş­ harlı lokomotiflerin kullanılması yaygınlaştı;
meye doğru adımlar atıldı. 20 yıl içerisinde İngiltere’nin bütün belli başlı
Sanayi Devrim i’yle birlikte İngiltere hem kentleri demiryollarıyla birbirine bağlandı
ülke çapında, hem de dünya pazarları için (bak. D e m ir y o l u v e T r e n ; Ste p h e n s o n . G eo r g e
SANAYİ DEVRİMİ 47

Sanayi Devrim i'nden önce çoğu nesne elle yapılırdı. 18. yüzyılda buhar makineleri kullanılmaya başlandı.
Örneğin, insanlar evlerinde çalışır, el tezgâhlarında Demir-çelik üretim inin daha iyi yöntem leri
kumaş dokurlardı. keşfedildi, köm ür önem li bir yakıt oldu.

İrrrrrfrrrrf
ta m ir

Buhar makinesiyle çalıştırılan dokuma tezgâhları el Daha iyi ulaşım olanakları gerekince kanallar ve
tezgâhlarından çok daha hızlıydılar. Yeni dem iryolları yapıldı; karayolları geliştirildi. Köyler
m akinelerin bir arada bulunduğu fabrikalar yapıldı. hızla gelişerek kentlere dönüştü.

İnsanlar artık fabrikalarda çalışmaya başladılar. Sanayi Devrim i İngiltere'den başka ülkelere de
Zamanla fabrikalardaki çalışma koşullarını iyileştirici yayıldı. Bugün artık bilgisayarlar ve robotlar çağına
yasal düzenlemelere gidildi. girmekteyiz.
48 SANAYİ TASARIMI

VEROBERT). 1850’ye gelindiğinde lokomotifle­ lişmiş ülkelerde daha çok dokum a, gıda ve
rin en hızlısı saatte 100 km hızla yol alabili­ giyim sanayileri gelişmiştir.
yordu. Bugün sanayileşmiş ülkelerin çoğu sanayi­
Bu sırada denizlerde de buharlı gemiler de ve öbür alanlarda elektronik robotların ve
çağı başlamaktaydı. A hşaptan yapılan ilk bilgisayarların kullanıldığı ileri bir teknoloji
buharlı gemilerin yerini kısa bir süre içinde aşamasının içindedir.
dem irden yapılan gemiler aldı. 1860’larda ve
1870lerde ise ucuz çelik kullanımı yaygınlaş­ SANAYİ TASARIMI. Bir şeyin tasarımını
tı. (Ayrıca bak. G em İ ve G em İ YAPIMI.) yapmak onu zihinde canlandırm ak ya da onun
Yeni m akineler su gücü ya da buhar m aki­ planını çizmektir. Sanayi tasarımı ise, sanayi­
nelerince çalıştırıldığı ve eskiden el emeğine nin üreteceği ürünleri hem yararlı, hem de
dayanan pek çok işi yapabildiği için bunların çekici olacak biçimde planlanma yöntemi
çalıştırılmasında, daha ucuz olan kadın ve anlamına gelir. Bu kavram ilk kez 19. yüzyıl­
çocuk işgücünden yararlanıldı. Çalışma saat­ da, el yapımı ürünlerin tasarımının yanı sıra,
lerini belirleyen yasalar parlam entodan geçin­ sanayinin kitlesel olarak ürettiği ürünlerin tasa­
ceye kadar fabrika işçileri ve çocuklar günde rımını da anlatmak amacıyla kullanılmıştır.
14-18 saat çalıştılar. Daha yeni ve karmaşık
m akineler keşfedilince ve m akinelerin m aki­ Sanayi Tasarımının Tarihçesi
neler tarafından yapılmaya başlanmasıyla bir­ İnsanların, gereksinmelerini karşılayacak çe­
likte çok sayıda makinist ve nitelikli işgücü şitli aygıt ve eşyaları yapması insanın tarihiyle
gereksinimi doğdu. A tlar hakkında her şeyi başlar. Dolayısıyla tasarım da bu kadar eski­
bilen arabacıların yerini de lokomotiflerden dir. Binlerce yıl boyunca her şey elle yapılmış
anlayan mühendisler aldı. Ne var ki, işçilerin ve bu nedenle de elle yapılacak biçimde
ve teknik adamların çalışma ve yaşam koşul­ tasarlanmıştır. İnsanlar yaklaşık 200 yıl önce,
larının iyileştirilmesi amacıyla sendikalarda gereksinim duyduğu şeyleri buhar enerjisi,
(bak. SENDİKA) örgütlenmesinin önüne 1871'e elektrik enerjisi gibi çeşitli enerjilerle çalıştır­
kadar büyük güçlükler çıkarıldı. dığı makineleri kullanarak yapmaya başlamış­
Sanayi Devrimi kapitalizmin (bak. KAPİTA­ tır (bak. S anayi DEVRİMİ). Böylece, makineyle
LİZM) dünya pazarlarına egemen olmasını yapılan ürünlerin tasarlanması için sanayi
sağladı. Kendi üretim araçlarıyla çalışan zana­ tasarımı denen yeni bir tasarım biçimi ortaya
atçıların büyük bir bölümü ücretli işçi, küçük çıkmıştır.
bir bölümü de fabrika sahibi oldu. Köylülerin 1800’den önceki yüzyıl güzel tasarım çağı­
bir bölümü de topraklarını satm ak zorunda dır. Am a gittikçe daha fazla şeyin makineyle
kalarak fabrika işçisi oldu. 20. yüzyılın kapita­ üretildiği 19. yüzyılda durum tam tersine
list toplum larındaki temel sınıfların oluşumu döndü. Elle üretim yöntem lerinden m akiney­
Sanayi Devrimi sırasında başladı. le üretim yöntem lerine geçiş, iyi tasarım dan
kötü tasarım a geçişi getirdi; çünkü üreticiler
Sanayi Devrimi'nin Yayılması artık yüksek kaliteli mal üretm ek yerine, çok
İngiltere Sanayi Devrim i’nin gerçekleştiği ilk ve ucuz mal üretm eyi düşünüyorlardı. Kötü
ülkeydi ve 19. yüzyılın ortalarına kadar bütün bir başlangıcı olan sanayi tasarımını iyileştir­
ülkelerden önde oldu. 19. yüzyılın son 30 mek için çok fazla çaba gösterilmesi gerekti.
yılında Almanya ve A BD kendi sanayi dev- İngiltere’nin dışarı sattığı cam, seram ik,
rimlerini geçirdiler; 20. yüzyılın başında da mobilya ve dokum a gibi ürünlerin tasarımını
SSCB ve Japonya sanayileşti. Günüm üzde geliştirmek için 1836’da L ondra’da bir tasarım
178 ülkeden yalnızca 30’u sanayileşmiş ülke okulu açıldı. 1851’deki I. Dünya Sergisi’nden
olarak tanım lanm aktadır. Azgelişmiş ülkele­ sonra L ondra’da yeni bir tasarım okuluyla
rin büyük bir bölümü özellikle II. Dünya birlikte bir de müze kuruldu. Sonunda bu
Savaşı’ndan sonra sanayileşme yönünde yo­ müze günümüzdeki Victoria ve A lbert Müze-
ğun çabalar harcamışsa da, sanayileşmiş ülke­ si'ne dönüştü. Çok geçmeden Fransa, A lm an­
lerle aralarındaki farkı azaltamamıştır. Azge­ ya ve A B D ’de de benzer okullar açıldı.
SANAYİ TASARIMI 49

İngiltere’de iyi tasarımın gelişmesinde en Meslek yaşamına tiyatroda sahne tasarım cı­
çok katkısı olanlardan biri ressam ve el sı olarak başlamış olan Norm an Bel Geddes,
sanatları ustası William M orris’dir. İyi tasar­ G eneral M otors Şirketi’nin 1939 Dünya Fua-
lanmış ürünlerin ancak elle yapılabileceğine rı’ndaki gösterisinin tasarımını yaptı. Sahne
inanan M orris, 1861’den sonra geleneksel tasarım ından sanayi tasarım ına geçen bir baş­
yapım yöntem lerini canlandırdı. Am a elle ka tasarımcı olan Henry Dreyfuss, A m erikan
yapılan bu ürünler az sayıda ve pahalıydı. Sanayi Tasarımcıları D erneği’nin kurucusu­
Sonraki tasarımcılar çelik, alüminyum ve dur. Dreyfuss telefonların, buzdolaplarının,
çimento gibi yeni m alzem eler kullanılarak elektrikli süpürgelerin, transatlantiklerin ve
m akineyle üretilecek ürünlerin tasarımını tarım makinelerinin biçiminde ve görünü­
yapmaya başladılar. Bunlardan Alm an Peter m ünde köktenci değişiklikler gerçekleştirmiş­
Behrens, A lm anya’da elektrikli aygıtlar üre­ tir. Sanayi tasarımının bir başka öncüsü de,
ten Allgem eine Elektrizitâts-Gesellschaft Kodak Baby Brovvnie fotoğraf makinesinin
(A E G ) şirketinin sanayi ve grafik tasarımcı- tasarımını yapan ve daha sonra demiryolu ve
sıydı. Birçok başka Alm an tasarımcı da el havayolu donanım ı, büro m akineleri ve eşya­
sanatçılarının ve ressamların kitlesel sanayi ları tasarımı üzerinde çalışan W alter Teague’
üretimiyle ilgilenmelerini yüreklendirmeye dir.
çalıştı. W eim ar’daki Bauhaus’un (yapı evi)
m üdürü W alter Gropius, sanayi tasarım ında İyi Tasarımın İlkeleri
günümüzde de geçerli olan ilkelerin belirlen­ Bir ürünün tasarımını değerlendirirken onun
mesine yardımcı oldu. yapıldığı dönemdeki yaşam ve çalışma biçim­
Bu hareketin etkileri 1920’lerde ve leri göz önünde tutulmalıdır. İster eski, ister
1930’larda A B D ’de de görüldü. Sanayi şirket­ yeni bir tasarımı değerlendirelim şu üç soru
leri günlük ev eşyalarının ve m akinelerin karar vermemize yardımcı olacaktır: İşini
yapımında yeni m alzemelerin en uygun biçim­ yapıyor mu? İyi yapılmış mı? Güzel görünü­
de kullanılabilmesini sağlamak için tasarımcı­ yor mu?
lar çalıştırdılar. Ö nce, işini yapıyor mu? Çayı dökerken ağzı

Ütünün basit ve kullanım


amacına yönelik bir biçimi
vardır; ama teknoloji
ilerledikçe ütü tasarımı da
değişm iştir.
O dunköm ürüyle ısıtılan j
ütüler (1863,1875) hantal
ve bazen kirliydi. İlk
ütülerden bazılarında
küçük bir depodaki alkol
yakılır (1890), bazıları da
sıcak suyla ısıtılırdı (1895).
İlk elektrikli ütülerin (1900,
1903) ısıtılmaları kolaydı;
ama bunlar hâlâ oldukça
ağırdı. Sonraki yıllarda
daha gü ven ilir ve daha
kullanışlı olması için
ütülere bazı yeni parçalar
eklendi. Böyiece daha hafif
ütüler yapıldı; sıcaklık,
denetim düğm eleriyle
ayarlandı; istendiğinde biH
düğm eye basılarak buhar ^
püskürtebilen ütüler ^
yapıldı. ^
W e s tin g h o u s e E lec tric C o r p .,
S u n b e a m A p p lia n c e C o m p a n y , M o u lin e x L td .
50 SAND

dam latan çaydanlıklar ya da ayakları dengesiz Kalem yazı yazmak, bardak bir şey içmek,
masalar tasarımcıların bu basit, ama temel bisiklet bir yerden bir yere gitmeyi kolaylaş­
soruya her zaman yeterince dikkat etm edikle­ tırm ak içindir. Bu biçimde düşünerek bir
rini gösteren ve günlük yaşamda sık sık ürünün hangi amaçla üretileceğini gözümüzde
karşılaştığımız can sıkıcı durum lardan yalnız­ canlandırırsak onun biçimi konusunda daha
ca ikisidir. Bu tür hatalar genelde tasarımcının, doğru bir karara varabiliriz. Am a bir ürünün
o ürünün yapması gereken işin yalnız bir bölü­ biçiminin belirlenmesinde göz önünde tutul­
münü düşünmüş olmasından kaynaklanır. ması gereken başka etkenler de vardır.
İkinci olarak, iyi yapılmış mı? Birkaç ay Bunlardan biri kullanılan malzemedir. Ö r­
kullanıldıktan sonra parçalanan sandalyenin neğin ham ur gibi yumuşak olan çömlekçi
kötü yapılmış olduğu çok açıktır; ama bu soru kilinden doğal olarak eğrisel biçimler ortaya
gerçekte daha kapsamlıdır. H er malzemenin çıkar; oysa meşeden yapılacak bir mobilya
kendine özgü nitelikleri vardır ve iyi bir genellikle düz çizgiler taşıyacak biçimde ta­
tasarımcı bir malzemeyi bir başkasına benzet­ sarlanır; çünkü meşe düz damarlı sert bir
meye çalışmaz. Örneğin bir plastik ürün malzemedir.
ahşap görünüm ünde olmamalıdır. Aynı bi­ Ü rünün biçimi, üretim biçimine de bağlı­
çimde, iyi bir tasarımcı herhangi bir ürüne dır. Örneğin tornada işlenen ağaç, çömlekçi
tümüyle bir başka amaçla yapılmış bir başka çarkı üzerinde biçimlendirilen kil ve üflene­
ürünün biçimini vermeye çalışmaz; örneğin rek yapılan cam şişe (bak. C am ve C a m cilik ),
bir televizyon kutusuna bir dizi kitap görünü­ üretimi sırasında kendi ekseni çevresinde
mü vermeye uğraşmaz. sürekli olarak döndürüldüğü için yuvarlak bir
Üçüncü olarak, güzel görünüyor mu? İyi biçim alacaktır.
tasarlanmış bir ürün biçimiyle, rengiyle ve
yüzeyinin görünümüyle gözü okşar; ama gü­ SAND, George (1804-1876). G eorge Sand,
zel bir tasarım o ürünün hangi amaçla tasar­ Fransız kadın romancı A rm andine Lucie Au-
landığına göre değişir. Bir dikiş makinesi ya rore D upin’in takm a adıdır. Paris’te doğdu.
da bir bisiklet pompası da düzgün ve hoş Y üksek rütbeli bir subay olan babası bir kaza
görünümlü olmalıdır; ama onların güzelliğin­ sonucu ölünce babaannesi tarafından büyü­
den çok, kullanışlı olmaları önemlidir. Öte tüldü. Bir m anastırda eğitim gördü. 18 yaşın­
yandan porselen fincanlar kullanışlı olduğu da Baron Casimir D udevant’la yaptığı evlilik­
kadar zarif de olmalıdır. Süssüz bir fincan da ten iki çocuğu oldu.
göze güzel gözükebilir; am a çoğu insan fincan Evlendikten 11 yıl sonra, tekdüze ve sıkıcı
seçerken bundan daha fazlasını bekler; fin­ bulduğu yaşamını değiştirmek üzere çocukla­
canların bezemeli olmasını ister. İyi bir tasa­ rıyla birlikte Paris’e gitti. Zam anının göre­
rım da doğru kullanılmış bir bezeme çok neklerine uymayan davranışlarıyla dikkati
önemlidir. çekti. Örneğin, o dönem de erkekler gibi
Ne yazık ki, insanlar hâlâ bezemeyi tasa­ pantolon giymesini ve puro içmesini hemen
rım dan ayrı olarak düşünme eğilimindedir ve herkes yadırgıyordu. Yazar Jules Sandeau ve
bezeme sanki sonradan akla gelmiş bir şey rom antik şair A lfred de M usset ile ilişkisi
gibi ürüne eklenir. Oysa iyi bir bezeme dedikodulara neden oldu. Jules Sandeau ile
ürünün bir parçası olarak düşünülmeli ve bir birlikte yazdığı ilk rom anında Jules Sand
bitkinin çiçekleri gibi ürünün doğal bir parçası adını kullandı. D aha sonraki romanı Indiana’
olmalıdır. Ü rünün yüzü ister bir halıdaki gibi yı (1832) G eorge Sand takm a adıyla yayımla­
düz, ister bir çaydanlıktaki gibi eğri olsun, dı. Bunu Valentine (1832), Lelia (1833) ve
bezeme ona uymalıdır. Eğer bir halı yaprak M auprat (1838) adlı yapıtları izledi. Polonya
ve dal desenleriyle filizlenmiş gibi gözüküyor­ asıllı ünlü besteci Frederic Chopin’le 10 yıl
sa bu bezem e kötü tasarlanmıştır. Çünkü bu süren ilişkisi her ikisinin de yapıtlarını etkiledi
tür bir desen halının doğal düzlüğüyle uyuş­ (bak. C h o pin , F r e d e r ic F rançois ).
maz. Bu durum da ürünün biçimi ve deseni Toplumsal kural ve geleneklere karşı çıka­
birbirini tamamlayacağına birbiriyle çelişir. rak özgür bir toplum u, özellikle kadın özgür­
SAN FRANCİSCO 51

lüğünü savunan George Sand, yazdığı 100


kadar rom anda, başlarda kendi yaşantısından
kaynaklanan olayları işledi. Sonraki rom anla­
rında ise karakterler sıradan, yoksul kırsal
kesim insanlarıydı. Köy ortam ında geçen
romanlarının en tanınmışları Şeytanlı Göl (la
Mare au diable; 1846), François le Champi
(1848) ve Küçük F adeftir (la Petite Fadette;
1849). 1854’te ise özyaşamöyküsü olan Haya­
tım ı (VHistoire de ma vie) yayımladı. Çok
fazla yazdığı ve romanlarının çoğu mutlu
sonla bittiği için, yaşamın gerçeklerini görm e­
yi reddetm ekle eleştirilen G eorge Sand öykü
Peter N e w a r k ’s W esterrı A m e r ic a n a
anlatm akta çok başarılıydı.
San Francisco'daki California Caddesi'nin Nisan
SAN FRANCİSCO. A B D ’nin Büyük O kya­ 1906'daki deprem ve yangından sonraki görünüm ü.
nus kıyısındaki en önemli limanı ve mali
merkezi olan San Francisco, California eyale­ m erkezinden batıya, Büyük Okyanus kıyısına
tinin kuzeyinde yer alır. Yaklaşık 5 km doğru uzanır.
uzunluğundaki Golden G ate Boğazı, San San Francisco’nun iklimi yumuşaktır; kışlar
Francisco Körfezi’ni Büyük O kyanus’a bağ­ ılık ve yağışlı, yazlar serin ve sislidir. O rtala­
lar. Genişliği 5-19 km arasında değişen, 97 km ma sıcaklık 17°C, ortalam a yıllık yağış 790
uzunluğundaki bu körfez dünyadaki en iyi milimetredir.
doğal lim anlardan biridir. Körfez kıyısı bo­ Kentin en önemli caddesi olan M arket
yunca San Francisco ve birçok başka kent yer Caddesi, liman bölgesi Em barcadero’dan baş­
alır. Körfez çevresindeki bu m etropoliten layarak güneybatıya doğru uzanır ve kentin
alanın nüfusu 5.514.000’dir (1982). m erkezindeki Twin Peaks’e ulaşır. Dünyanın
Golden G ate Boğazı’nın güneyindeki tepe­ en dik sokaklarından birkaçı M arket C adde­
lik yarım ada üzerinde kurulmuş olan San sin d e n başlayarak N ob, Russian ve Tele-
Francisco 120 km2,lik bir alanı kaplar; nüfusu graph tepelerine doğru çıkar. San Francisco’
753.930’dur (1988). Kentin üzerine kurulduğu nun 43 tepesinden en yükseği 280 m etre
dik tepelerin arasında birbirini kesen yollar yüksekliğindeki Davidson Tepesi’dir.
uzanır. San Francisco’daki çok sayıda güzel Kentin toplumsal yaşam ında önem taşıyan,
parktan biri olan Golden G ate Parkı kentin belediye binası, opera binası, konferans salo­
nu, konser salonu, kütüphane gibi birçok yapı
S a lly & R ic h a r d G r e e n h ill M arket Caddesi’nin üzerinde yer alır. San
Francisco’daki birçok önemli yapı arasında 48
katlı Transam erica Corporation binası da
vardır. Eski fabrikaların onarılarak lokanta­
lar, dükkânlar ve sanat galerilerine dönüştü­
rüldüğü Cannery ve Ghiradelli meydanları
hem kent halkının, hem de turistlerin sevdiği
buluşma yerleridir.
San Francisco Körfezi’ndeki 5 köprünün en
ünlüsü Golden G ate K öprüsü’dür. İki ayağı
arasındaki uzaklık 1.280 m etre olan bu asma
köprü 1937’de tam amlanmıştır. San Francisco
Uluslararası H avaalam ’mn yanı sıra daha
San Francisco caddelerinde hâlâ kullanılan küçük başka havaalanları, son derece gelişmiş
tram vaylar turistlerin ilgisini çeker. bir karayolu ağı ve bilgisayarlarla denetlenen
52 SAN MARİNO

bir m etro sistemi San Francisco m etropoliten yakında bir de köy kuruldu. O zaman Yerba
alanında ulaşımı sağlar. Buena adı verilen ve M eksika toprağı olan bu
Dünyanın her köşesinden gelerek San yerleşim 1846’da A B D ’nin denetim ine geçti
Francisco’ya yerleşmiş olan pek çok insan ve adı, kentin koruyucusu olarak kabul edilen
arasında İtalyanlar, İspanyollar, MeksikalI­ Assisili Aziz Francesco onuruna San Francis­
lar, Portekizliler, Ruslar, Japonlar, Filipinli­ co olarak değiştirildi. California’da altın bu­
ler, A lm anlar, Fransızlar, İngilizler ve İrlan­ lunduktan, kıtanın doğu ve batı kıyılarını bir­
dalIlar vardır. Çin dışındaki en kalabalık Çinli leştiren ilk demiryolu 1869’da tam am landık­
topluluğu San Francisco’nun Çin M ahallesin­ tan sonra kent hızla gelişti (bak. ALTINA HÜ­
de yaşar. CUM). Nisan 1906’daki deprem ve onu izleyen
San Francisco, A B D ’nin batı bölgesinin üç günlük yangın kentin büyük bir bölümünü
mali, ticari ve ulaşım m erkezidir. San Francis­ yok etmiş, ama kent hızla yeniden kurul­
co Borsası, New York Borsası’ndan sonra m uştur.
A B D ’deki ikinci büyük borsadır. Kentteki Birleşmiş M illetler Sözleşmesi’nin imzalan­
önemli bir ekonomik etkinlik de deniz taşım a­ dığı Birleşmiş M illetler Konferansı 1945’te
cılığıdır. San Francisco, körfez çevresindeki San Francisco’da toplanmıştır. 1951’de Ja­
öbür limanlarla birlikte A B D ’nin en çok mal p o n larla yapılan ve II. D ünya Savaşı’nm
yüklenen 10 limanı arasında yer alır. bitişini belirleyen barış antlaşması da San
K entteki öbür önemli ekonomik etkinlikler Francisco’da imzalanmıştır.
arasında bilgisayar sanayisi, reklamcılık, tica­
ret ve turizm sayılabilir. Büyük bölümü kör­ SAN MARİNO. M onako ve Vatikan Devle-
fez çevresindeki küçük kentlerde toplanmış ti’nden sonra A vrupa’daki üçüncü küçük ba­
olan öbür sanayi kuruluşları içinde birçok ğımsız devlet olan San M arino, N auru’nun
uzay ve elektronik sanayisi kuruluşu vardır. 1968’de bağımsızlığını kazanmasına kadar
San Francisco Körfezi’ne ilk ayak basan be­ dünyadaki en küçük cumhuriyetti. Yaklaşık
yaz, İspanyol kâşif Juan Manuel de Ay ala idi 14 km uzunluğunda ve 8 km genişliğinde olan
(1775). İspanyollar 1776’da yarım ada üzerin­ 61 km2’lik ülke topraklarının büyük bölümü
de bir kale ve misyonerlik kurdular. Zam anla O rta İtalya’da, A driya Denizi kıyısındaki

ZEFA

Küçük San Marino


Cum huriyeti, Titano
Dağı'nın yamaçlarında
kurulm uştur. San
Marino'daki yapılarda
birçok ortaçağ özellikleri
günümüze kadar
korunm uştur.
SANSÜR 53

Rimini kenti yakınlarında bulunan Titano


D ağinın yamaçlarında yer alır.
San M arino’nun tarihi, İS 4. yüzyılda bura­
ya sığınan Aziz M arinus’la başlar. 9. yüzyılda
Aziz M arinus M anastırı yapılmış ve daha
sonra m anastırın çevresinde bir cumhuriyet
kurulm uştur. Ortaçağ boyunca İtalyan prens­
likleri ve kent devletleri arasında sürüp giden
kavgaların dışında kalmayı başaran bu cum ­
huriyet, 1861’de bütün İtalya’nın bir krallık
olarak birleşmesinden sonra da bağımsızlığını
korum uştur.
San M arino’nun başlıca sanayi ürünleri
olan boya, vernik, kâğıt ve yapı gereçleri ile el
sanatı ürünleri ülke ekonomisinde önem taşır.
Sık sık çıkarılan posta pullarının yanı sıra,
turizm de büyük bir gelir kaynağıdır. San R e in h a r d lR e is e r — B a va ria - V erlag
M arino II. Dünya Savaşı’ndan sonra vergi Daha çok kayalık bölgelerde yaşayan kır sansarının
ödem ekten kaçınmak isteyen İtalyan işadam ­ göğsünde geniş, beyaz bir leke vardır.
ları için bir sığınak olmuştur.
San M arinolular İtalyan kökenlidir. Büyük
ve Genel Konsey adı verilen parlam entonun Ege bölgelerindeki orm anlar ile Güneydoğu
altı ayda bir seçilen iki başkanı (capitani Toroslar’da görülür.
reggenti) aynı zam anda devlet ve hüküm et Kır sansarı (Martes foina) Türkiye’yi de
başkanı yetkilerini de kullanır. içerecek biçimde A vrasya’nın az ağaçlı ve
San M arino nüfusunun 1989’da 22.900 ol­ kayalık birçok bölgesinde bulunur. Grimsi
duğu tahm in edilmiştir; 20 bin kadar San kahverengi postunun boyun altı ve göğüs
M arinolu da yurtdışında yaşam aktadır. bölümlerinde parçalı beyaz lekeler vardır.
Ö bür türler arasında, A sya’nın güney ke­
SANSAR. Sansargillerin (Mustelidae famil­ simlerinde yaşayan sarı boyunlu sansar (M ar­
yası) en tanınmış üyelerinden olan sansarlar tes flavigula), O rta A sya’dan Bulgaristan’a
postlarının güzelliğiyle tanınan yırtıcı memeli­ kadar uzanan bozkırlara yayılmış alaca sansar
lerdir. Yakın akrabaları arasında kokarca, (Vormela peregusrıa), Kuzey A m erika’da gö­
gelincik, kakım, mink ve samur sayılabilir. rülen Am erika sansarı (Martes americana) ile
Türlere göre boyut ve renkleri değişmekle oklukirpiyi öldürüp yiyebilme beceresiyle ün­
birlikte, genel olarak çevik yapılı, ince uzun lü balıkçı sansar (Martes pennarıti) sayılabilir.
gövdeli, kısa bacaklı, yuvarlak kulaklı hay­
vanlardır. Eskidünya’da A vrupa’dan G üney­ SANSÜR, siyasal iktidarların kamu yararı
doğu A sya’ya kadar uzanan bölgeye, Yeni- açısından sakıncalı bulduğu haber, yazı, ki­
dünya’da ise Kuzey A m erika’ya yayılmış olan tap, film, resim ya da oyunların önceden
bu hayvanlar genellikle orm anda yaşar ve incelenerek bazı bölümlerinin ya da tüm ünün
ağaçlara kolayca tırm anırlar. Besinleri leşler­ yasaklanmasıdır. Sansür sözcüğü, “hüküm
den küçük hayvanlara ve meyvelere kadar verm ek” ya da “fikir edinm ek” anlamına
büyük bir çeşitlilik gösterir. gelen Latince cerıcere'den türem iştir. Şiddet
İyi bilinen türlerinden ağaç sansarı (Martes içeren, açık saçık ya da gizli belgelerin yayı­
martes) A vrupa’dan A sya’nın orta kesimleri­ mını durdurm ak amacıyla başvurulduğu gibi
ne kadar uzanan bölgede yaşar. Postu koyu birçok ülkede sansür hüküm etin eleştirilmesi­
kahverengidir. Uzunluğu 22-27 santim etrelik ni engellem ek için de kullanılır.
kuyruğu dışında 42-52 cm, ağırlığı 1-2 kilo­ Sansür insanlık tarihinin çok eski zam anla­
gramdır. Türkiye’nin Karadeniz, M arm ara ve rından beri şu ya da bu ölçüde uygulanm akta­
54 SANTAL

dır. A m a, insanların kişisel hak ve özgürlük­ Teftiş ve M uayene’ye gazete, dergi ve kitapla­
lerinin bilincine vardığı, düşünce ve basın rı yayımlanmadan önce denetlem e yetkisi
özgürlüğünün yaygın kabul gördüğü çağdaş verildi. Bu dönem de birçok gazete ve dergi
toplum larda sansür bir baskı aracı olarak kapatıldı. Basılan her şey siyasal düzene
nitelenm ekte ve kapsamı giderek daralm ak­ uygunluk açısından denetlendi. G azeteler,
tadır. sansürce çıkarılan yerleri boş bırakılarak ya­
İÖ 213’te Eski Çin’de, Çin Seddi’ni yaptı­ yımlanmak zorunda kaldı.
ran İm parator Shi Huang Di bilimsel olanla­ II. M eşrutiyet (1908) ile birlikte basına
rın dışında kalan bütün kitapların yakılmasını uygulanan sansür kaldırıldı. Bu nedenle II.
em retti. R om a’da başlangıçta yalnızca vergi M eşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz, Cum ­
toplam ak amacıyla nüfus sayımı yapan san­ huriyet döneminde basın bayramı olarak kut­
sürcülerin yetkileri, daha sonra devlet güven­ lanmaya başlandı. M ütareke döneminde
liğini tehlikeye sokacağı düşünülen yazılı ya­ (1918-22) ise İstanbul’daki ve A nadolu’daki
pıtları ve duyuruları yasaklamayı da kapsaya­ işgalci güçler basma sıkı bir sansür uyguladı.
cak biçimde genişletildi. Hıristiyanlık'ta uzun Cum huriyet dönem inde Şeyh Said Ayak-
yıllar boyunca Katolik Kilisesi’nin Yasak Ki­ lanm ası’ndan sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn
taplar Listesi okunabilecek kitapları sınırladı. K anunu’yla (1925) basın yeniden denetim
Genellikle devletin, egemen din ve ahlakın altına alındı. II. D ünya Savaşı sırasında da
korunması adına uygulanan sansür, m atbaa­ basma sansür ve denetim uygulandı. 1961
nın bulunuşu ve kitap basımının artmasıyla Anayasası basma sansür konulmayacağını gü­
kurumlaşmıştır. Yönetim ler genel kamu yara­ vence altına almıştı. Am a sıkıyönetim dönem ­
rını korum ak gerekçesiyle yasal düzenlem ele­ lerindeki uygulamalar gizli sansür olarak de­
re giderek sansürü hukuksal bir tem ele o turt­ ğerlendirilebilir. 1982 A nayasası’nda da bası­
muş ve çağdaş anlamıyla sansür kurum unu nın sansür edilemeyeceği hükm ünün olmasına
yaratmıştır. İngiltere’de ilk sansür mem uru karşın, buna bazı istisnalar getirilmiştir. A na­
1531’de Kral V III. Henry tarafından atandı. yasanın, kamu düzeninin bozulmasına neden
A m erikan kolonilerinde sansür oldukça katı olabileceği düşünülen yayınların dağıtımının
bir biçimde uygulanırdı. Am a 17. ve 18. yetkili merciler tarafından engellenebileceği
yüzyıllarda İngiltere ve A B D ’de sansüre karşı hükm ü ile radyo, televizyon ve sinema gibi
başlatılan çalışmalar, sansürün kapsamını ba­ kitle iletişim araçlarıyla yapılan yayınların
sın ve konuşma özgürlüklerini güvence altına izne bağlanabileceği hükm ü, sansür uygula­
alacak bir biçimde daraltan bir yol izledi. m alarına yol açan önlem lerdir. 1986’da çıkarı­
Toplum ların dem okratikleşm e süreci ile lan Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu
sansür kapsamının sınırlandırılması birbirine ile oluşturulan D enetlem e K urulu’na ve vali,
paralel gitm ektedir. Baskıcı yönetimler günü­ kaymakam gibi yöneticilere bu tür yapıtların
müzde de sansürü toplum un denetlenm esinde denetlenm esinde geniş yetkiler verilmiştir.
bir baskı aracı olarak kullanmayı sürdürm ek­
tedir. Sosyalist ülkelerde uzun süredir var SANTAL Güneydoğu Asya’ya özgü bazı
olan katı sansür uygulamasına, 1989’da ortaya ağaçların hoş kokulu odunlarına verilen ad­
çıkan siyasal ve toplumsal değişimlerden son­ dır. Çok eskiçağlardan beri, neredeyse İÖ 5.
ra son verilmiştir. yüzyıldan bu yana, özellikle Çin ve Hindistan
O sm anlılar’da sansür alanındaki ilk resmi başta olmak üzere çeşitli doğu ülkelerinde
uygulama 1864’te çıkarılan M atbuat Nizam­ yaygın olarak kullanılan bu odunlardan dinsel
namesi (Basın Tüzüğü) ile başlamıştır. Bu törenlerden, kutu ve yelpaze gibi süs eşyaları
tüzükle gazete ve dergi çıkarmak izne bağlan­ yapımına kadar çok çeşitli amaçlar için yarar­
dı ve hüküm ete gerekli gördüğü durum larda lanılır. O dunların hoş kokusu bileşimindeki
yayın organlarını kapatm a yetkisi tanındı. uçucu yağdan gelir. Dam ıtılarak elde edilen
1878’den başlayarak II. A bdülham id yöneti­ bu yağ ilaç, parfüm , sabun, tütsü ve m umlara
mi sansürün en katı biçimiyle uygulandığı bir katılır.
dönem oldu. 1881’de kurulan Encümen-i Santal ağaçları dikildikten yaklaşık 20 yıl
SANTİAGO 55

sonra, gövde genişliği 25 santim etreye ulaştı­ rimli bir ovada kurulm uştur. Altın arayan İs­
ğında kesilir ve yere yatırılır. Toprağın üze­ panyol serüvenciler 1541 ’de A nd D ağlarinı
rinde bekletildiği sırada odunların işe yaram a­ aşarak bu düzlüğe ulaştılar. Y erliler’le yaptık­
yan diriodunu term itler tarafından kemirile­ ları zorlu bir savaştan sonra, İspanyol önder
rek yok edilir; geriye, kokusu nedeniyle Pedro de Valdivia bir tepede kale yaptırdı ve
yiyemedikleri özodun kalır. Bu beyaz ya da buraya Santiago del Nuevo Extrem o (Yeni Sı­
açık sarı odun küçük parçalar halinde kesilir nırların Santiago’su) adını verdi.
ve kokusunu yitirmeyecek bir biçimde yavaş­ Santiago bu tepenin çevresinde gelişti.
ça kurutulur. Kent ilk günlerde Yerliler ile sorunların
Santal başlıca, Sarıtalum cinsinde yer alan sürmesi ve gerekli erzağın olmayışı yüzünden
ağaç türlerinden elde edilir. Başka ağaçların hem en hemen terk edilmiş durumdaydı. Am a
kökleri üzerinde yarıasalak yaşayan bu ağaç­ burada kalmaya kararlı olan Valdivia, P eru ’
ların en yaygını beyaz santaldır (Santalum ya haberciler yollayarak bölgede altın bulun­
albüm). Yaz kış yeşil kalabilen, ufak boylu duğu yolunda yanlış söylentiler çıkardı. Bu
duyulunca başka serüvenciler yanlarında er­
zak ve gereçlerle geldiler. Santiago sık sık
S A N TA L
deprem , sel ve siyasal karışıklıklara sahne
çiçek
başağı oldu, ama var olmayı sürdürdü.
Santiago 4.858.342’ye ulaşan nüfusuyla G ü­
ney A m erika’nın en büyük kentlerinden biri­
dir. Kentte Eski İspanyol mimarisi ile modern
m imarinin çeşitli örnekleri vardır. Santiago’
da eski dönem den kalma birçok kamu yapısı
ve “Şili ulusunun babası” olarak bilinen Ber-
nardo O ’Higgins’in adını taşıyan bir bulvar
vardır. Kuzeydoğudaki dinlence alanı San
çiçek Cristöbal Tepesi’nde Hz. M eryem ’in 22 m etre
(büyütülmüş) meYve
boyunda bir heykeli bulunur.
Kentin arkasında, A nd D ağları’nm etekle­
beyaz santal ağacının mersin yapraklarını rindeki villalarda pek çok insan yaşar. Kentin
andıran yapraklan, salkımlar halinde açan yakınında kayak merkezleri vardır. Vadilerde
çiçekleri ve siyah meyveleri vardır. Çin’den üzüm ve şeftali yetişir.
Avustralya’ya kadar uzanan bölgelerde ve Santiago 1818’de Şili’nin başkenti olduktan
H indistan’ın güneyindeki dağlık yerlerde ya­ sonra ülkenin başlıca sanayi m erkezi konu-
bani olarak yetişir.
Santallarla hiçbir yakınlığı olmayan, ticari Hutchison Library

açıdan değerli, kokusuz bir ağaç türüne de


yaygın olarak kırmızı santal denir. Ö bürleri
gibi Santalaceae familyasında değil, baklagil­
ler familyasında yer alan bu türün (Pterocar-
pus santalinus) odunu kan kırmızı rengiyle
ayırt edilir. Sanayide boyarm adde kaynağı
olarak değerlendirilen bu odundan çıkarılan
özütler halk arasında ishal kesici ve kuvvet
verici ilaç olarak kullanılır.

SANTİAGO, Şili’nin başkentidir. A nd Dağ-


larin ın karla kaplı dorukları ile yaklaşık
80 km batıdaki Büyük Okyanus kıyısında yer Plaza d e A r m e s Ş ili'n in b a ş k e n ti S a n tia g o 'd a ç o k
alan daha alçak dağ sıralarının arasında, ve­ b ilin e n b ir b u lu ş m a y e rid ir.
56 SÂOPAULO

m una da gelmiştir. K entte gıda m addeleri, ye başladı. Kısa süre sonra da bir sanayi,
dokum a, ayakkabı ve giyim eşyası üretilir. ticaret ve bankacılık merkezine dönüştü.
Kültür ve eğitim alanında da önemli gelişme­ Kent ve çevresine İtalya, Portekiz, İspanya,
lerin görüldüğü kentte birçok müze, kütüpha­ Alm anya ve Japonya’dan pek çok göçmen
ne ve üç üniversite vardır. Şili’nin öteki kent­ geldi. Portekizce konuşulan Sâo Paulo’da
leriyle bağlantısı gelişmiş bir demiryolu ağı, halkın büyük bölümü Katolik’tir.
karayolu ve havayoluyla sağlanır. Dokum acılık ürünleri, m ekanik ve elek­
trikli gereçler, mobilya, gıda m addeleri ve
SÂO PAULO, Brezilya ’nın başlıca sanayi ilaçtan oluşan Brezilya sanayi ürünlerinin
m erkezlerinden biridir. 12,5 milyonu aşan üçte biri Sâo Paulo’da üretilir. Kentin yakın­
nüfusuyla G üney A m erika’nın en büyük ken­ larındaki C ubatâo’da Brezilya’nın en büyük
tidir. Sâo Paulo, Brezilya’nın güneydoğusun­ petrol rafinerisi bulunur. Sâo Paulo bölgesin­
da işlek bir liman olan Santos’tan 48 km de kahvenin yanı sıra şekerkamışı, pam uk,
uzakta, Serra do M ar tepeleri üzerinde kuru­ mısır, pirinç, fasulye ve meyve yetiştirilir.
ludur. Santos’a elektrikli tren hattı ve otoyol­ Sığır yetiştiriciliği de yaygınlaşmaktadır.
la bağlanmıştır. Bu tepelerden doğan Tiete K entte çok sayıda okul ve kitaplık bulunur.
ZEFA
Yılanlar ve yılan sokmaları üzerine araştırm a­
larıyla ünlü B utanta Enstitüsü de Sâo Paulo’
dadır.
Sâo Paulo’nun 19. yüzyıldan bu yana sürek­
li büyümesi gecekondulaşmayı da beraberin­
de getirdi. Milyonlarca insan kentin çevresin­
de, sağlıksız barınaklarda yaşamaya başladı.
Çevre kirliliği ciddi boyutlara ulaştı. Kent içi
ulaşım önemli bir sorun oldu. D urm adan yeni
yolların yapıldığı ve gökdelenlerin yükseldiği
Sâo Paulo, “Güney A m erika’nın Chicago’su”
olarak nitelendirilir.

SÂO TOME VE PRfNCIPE. Bu küçük ülke,


A frika’nın batı kıyılarının açığında, Gine
Körfezi içinde bulunan iki ada ve birkaç
küçük adacıktan oluşur. Toplam yüzölçümü
yalnızca 1.001 km2 olan ülkeye adını veren iki
adada da volkanik dağlar ve hızlı akışlı birçok
S â o P a u lo 'n u n m e rk e z in d e s o k a k re s s a m la rın ın akarsu vardır. İklim tropik ve bol yağışlıdır.
b u lu n d u ğ u , s a tıc ıla rın v e t u r is tle r in a lış v e riş e ttiğ i Başlıca kentleri, Sâo Tom e A dası’ndaki baş­
b ir a la n .
kent Sâo Tome ile Prfncipe Adası’ndaki Santo
A ntonio olan ülkenin nüfusu 118.000’dir
Irmağı kentin hemen doğusundan geçer. Sâo (1989).
Paulo bir dizi küçük kasabaya ve geniş tarım 1975’te bağımsız bir cumhuriyet olana ka­
alanlarıyla otlaklara tepeden bakar. Rio de dar ülkeyi yöneten Portekizliler’in çoğu ba­
Janeiro, Sâo Paulo’nun 355 km kuzeydoğu­ ğımsızlıktan sonra ülkeyi terk etti. Kalan
sunda yer alır. nüfusun büyük çoğunluğu plantasyonlarda
Sâo Paulo 1554’te Portekizli papazlarca bir çalışmak üzere Angola ve M ozambik’ten geti­
Yerli yerleşim merkezi olarak kuruldu. Y erle­ rilmiş olan A frikalılar’dır. Dışarı satılan ürün­
şim yeri üç patikanın kesiştiği 800 m etre lerin yüzde 90’ını oluşturan kakaonun yanı
yükseklikte bir tepedeydi. Kahve plantasyon­ sıra ülkede hindistancevizi, muz ve kahve
larının bölgenin başlıca zenginlik kaynağı yetiştirilir. A daların çevresinde orkinos ve
haline geldiği 19. yüzyılda Sâo Paulo gelişme­ köpekbalığı avlanır.
SARA 57

SARA ya da tıptaki adıyla epilepsi, genellikle kasları kasılır, ardından önlenem eyen çırpın­
kasılma, çırpınma ve bilinç yitimi nöbetleriyle m alar başlar. D aha nöbet başladığı anda
ortaya çıkan bir sinir sistemi hastalığıdır. hasta genellikle yere düşer; tükürüğünü yuta-
Beyin ile bütün organlar arasındaki bilgi madığı için ağzından köpükler gelir; solunum
alışverişi, sinirler boyunca ilerleyen ve bir geçici olarak durduğundan yüzü m orarabilir
sinir hücresinden öbürüne atlayan zayıf elek­ ve çene kemikleri kasıldığı için dilini ısırarak
trik akımlarıyla gerçekleşir (bak. SİNİRLER VE yaralayabilir. Bunu bir gevşeme ve yarım saat
SİNİR SİSTEMİ). Beyindeki sinir hücrelerinden, kadar süren çok derin bir uyku evresi izler.
tıpkı bir elektrik kaçağında olduğu gibi, bir­ Nöbet geçtiğinde hasta hiçbir şey hatırlamaz
denbire ve aynı anda elektrik boşalması bu ve neden uykuda olduğuna bir anlam ve­
sinir iletisinin kesilmesine yol açar. Saradaki remez.
bilinç yitimi ile şiddetli kas kasılmasının ve Genel nöbetler çok ani ve habersiz başlar;
çırpınma nöbetlerinin nedeni budur. oysa belirli bir odaktan bütün beyne yayılan,
Sara halk arasında bu en çarpıcı biçimiyle yani bölgeselden genele geçen nöbetlerde
bilinirse de, aslında hastalığın değişik belirti­ aura denen uyarıcı belirtiler vardır. Bu yüz­
ler veren birçok çeşidi vardır. Eğer elektrik den bu tip hastaların, nöbet sırasında yere
boşalımı beynin yalnızca belirli bir bölgesinde düşerken bir yere çarpıp yaralanm am ak için
odaklanıyorsa “bölgesel nöbetler”, eğer bey­ bu belirtileri tanımayı ve önceden yere uzana­
nin her iki yarım küresinde eşzamanlı bir rak nöbetleri hazırlıklı karşılamayı öğrenmesi
elektrik boşalımı söz konusuysa “genel nöbet­ gerekir.
ler” görülür. Sara nöbetlerine yol açan elektrik boşalm a­
Bölgesel nöbetlerde beynin hangi bölgesi sı bazen beyin dokusuna zarar verebilecek
etkilenmişse, belirtiler çoğu kez yalnızca o kadar güçlü çarpm a ve darbeler, doğum
merkezin denetim indeki işlev bozukluklarıyla sırasındaki kafatası örselenm eleri ya da beyin
ortaya çıkar. Örneğin konuşma m erkezindeki urları gibi organik nedenlere bağlıdır. Am a
ani elektrik boşalımı geçici konuşma yitimine çoğu zaman, özellikle büyük ve küçük nöbet­
ya da dil tutukluğuna, hareket m erkezlerinde­ ler biçiminde beliren saralarda hastalığın bili­
ki işlev bozukluğu da kol ve bacaklarda kas nen bir nedeni yoktur ve beyinde organik bir
seyirmesine, titrem elere ve istençdışı hareket­ bozukluğa rastlanmaz. Bu tip sara nöbetleri
lere yol açar. Beynin şakak lopundan kaynak­ genellikle ergenlik çağından önce başlar ve
lanan bölgesel nöbetlerde ise bellek bozuk­ kesin bir kural olmamakla birlikte çoğu kez
lukları, sanrılar ve duyu yanılsamaları (olma­ aile hastalığı niteliğindedir. Yani, kuşaklar
dık sesler işitmek, kokular duymak ya da boyunca aynı ailenin çeşitli bireylerinde orta­
hayaller görmek) gibi daha karmaşık ruhsal ya çıkabilir. Bu nedenle, büyük ve küçük
ve duygusal belirtiler görülebilir. Bölgesel nöbetlere yol açan sara tiplerinin kalıtsal
nöbetler genellikle bilinç yitimi noktasına olduğu sanılmaktadır.
varmaz; ama bazen bu belirtiler genel bir Sara tanısında tıbbın en büyük yardımcısı,
nöbetin habercisi de olabilir. beynin elektrik etkinliğini kaydetm eye daya­
Genel nöbetlerin, sinir sistemindeki geliş­ nan elektroansefalografi (E E G ) tekniğidir.
mesi aynı, ama belirtileri farklı olan iki tipi N öbet sırasında alman kayıtlarda, beyinden
vardır. “Küçük nöbet” genellikle çocukluk yayılan elektrik dalgalarının biçimi norm al­
çağında başlar ve ergenlik çağma doğru ya den farklı olarak diken gibi sivri, sık ve
tümüyle sona erer ya da “büyük nöbet” denen kısadır.
saraya dönüşür. Yüzde, kol ve bacaklarda tik Çok eskiçağlardan beri bilinen sara ilk kez
biçimindeki istençdışı hareketlerin eşlik ettiği Eski M ısırlılar’ca tanımlanmıştır. O rtaçağda
küçük nöbetlerde bilinç yitimi çok kısa süreli­ bütün sinir hastalıkları gibi sara da bir akıl ya
dir; en çok 5-10 saniye süren bu dalgınlık da ruh hastalığı sanılır, saralılara “deli” ya da
nöbetlerini hasta çoğu zaman ayakta atlatır. “cin çarpm ış” gözüyle bakılırdı. Am a yakın
Büyük nöbette ise, çok daha uzun süren bilinç yüzyıllarda hastalığın niteliği üstüne bilgi edi­
yitimi sırasında önce hastanın bütün vücut nildikçe bu yanlış kanı değişmeye başladı.
58 SARAY

G erçekten de, nöbetler arasındaki sürede işlev görmüştür. Bu özelliklere bağlı olarak ve
saralı insanların zihinsel ve duygusal süreçle­ uygarlığın gelişmesine koşut biçimde gittikçe
rinde hiçbir bozukluk yoktur. Çoğu normal büyümüş, ülkenin gücünün simgesi durum una
bir yaşam sürdürebilir, okula gidebilir, çalışa­ gelmiştir.
bilir ve evlenip çocuk sahibi olabilir. Çağdaş Tarihte bilinen ilk saraylar uygarlık tarihin­
tıp, sara nöbetlerini önleyebilecek, hiç değilse de önemli bir yeri olan M ezopotamya ve
denetim altına alabilecek pek çok yatıştırıcı M ısır’da yapılmıştır. Bunların en eskisi Suri­
ilaç geliştirmiştir. D oktorlar nöbet öncesi ye’de U garit’teki (Ras Şamra) saraydır (İÖ 2.
belirtilere, nöbetlerin gelişme biçimine ve binyıl). Onu Mısır firavunlarının Teb’deki sa­
elektroansefalografi kayıtlarına bakarak sara­ rayları (İÖ 1500-1400) izler. M ezopotam ya’
nın tipini belirledikten sonra hastaya genellik­ daki bütün uygarlıklar saray yapımına önem
le birkaç ilacı birlikte kullanmasını önerirler. vermişlerdi, ama saray mimarisindeki asıl ge­
Bu ilaç tedavisi uzun yıllar, hatta çoğu zaman lişme A surlular’ın en parlak dönem inde (İÖ
öm ür boyu sürer. Çünkü ilaçların etkisi teda­ 9.-7. yüzyıllar) görüldü. A surlular’ı izleyen
viye değil, belirtilerin bastırılmasına yönelik­ dönem de Yunanistan’daki kent devletleri ile
tir. Buna karşılık, organik bir bozukluğa bağlı İran ’daki Pers İm paratorluğu’nda da görkem ­
olan saralarda ameliyat etkili bir tedavi yönte­ li saraylar yapıldı. Rom a im paratorlarının en
midir. büyük sarayları ise Roma kentinin Palatium
(bugün Palatino) Tepesi’ndeydi ve 200 yıla
SARAY. Eskiden hüküm darların ve yüksek (İS 3-212) yayılan bir süre içinde yapılmıştı.
devlet görevlilerinin oturdukları büyük yapı­ Ortaçağın iki güçlü devletinden Bizans’ın
lara ya da yapı topluluklarına saray adı Konstantinopolis’te (bugün İstanbul), Sasani-
verilirken, günümüzde sözcük anlam değiştir­ ler’in de K tesiphon’da büyük sarayları vardı.
miş, çeşitli kam u hizm etlerinin görüldüğü Feodal bir yapının egemen olduğu ortaçağ
(örneğin Belediye Sarayı) ya da kültür-sanat A vrupa’sında prenslerin sarayları daha çok
etkinliklerinin yürütüldüğü (örneğin Kültür yüksek tepelere yapılmış, kale görünüm ünde­
Sarayı) büyük yapılar için de kullanılır ol­ ki korunaklı yapılardı. A vrupa’daki saraylar
muştur. ancak ortaçağdan sonra geniş bahçelerin orta­
Hüküm darların tanrı sayıldığı ya da kutsal sında, genellikle büyük tek yapılar biçiminde
bir soydan geldiğine inanıldığı dönem lerde inşa edilmeye başlandı.
saray dinsel bir merkez özelliği kazandığı gibi, Tarihöncesi dönem lerden ortaçağa uzanan
yüzyıllarca devletin yönetildiği yer olarak da zaman dilimi süresince birçok uygarlığın doğ­
duğu yer olma özelliği taşıyan A nadolu’da da
Ana Yayıncılık Arşivi
birçok saray kalıntısı vardır. En eskilerden
biri Truva kazılarında ortaya çıkarılmıştır.
Önemli bir saray kalıntısı da Beycesultan’da
(Denizli) bulunm aktadır. Ayrıca K ültepe’de
(Kayseri), H ititler’in başkenti H attuşaş (Bo­
ğazköy) ve A lacahöyük’te, Geç Hitit D evlet­
le rin in önemli merkezleri olan Karkamış,
Zincirli ve Sakçagözü’nde, Doğu A nadolu’da
büyük bir uygarlık yaratmış olan U rartular’ın
(İÖ 9.-6. yüzyıllar) mimarlıktaki ustalıklarını
gösteren Çavuştepe ve A ltıntepe ile Frigler’in
m erkezi G ordion’da da saray kalıntılarına
rastlanmıştır.
Türkler yüzyıllar boyu göçebe bir yaşam
sürdüklerinden hüküm darlar da büyük çadır­
larda yaşardı. Toprağa bağlandıkları ilk dö­
nem lerde de pek çok yapı gibi saraylar da
SARAY 59

A n to n M e llin g 'in İs ta n b u l'd a k i A y n a lık a v a k s a ra y la rı


(ü s tte ) ile H a tic e S u lta n S a ra y ı'n ı (a ltta ) g ö s te re n
o y m a b a s k ıla rı. Bu a h ş a p s a ra y la r g ü n ü m ü z e
u la ş m a m ış tır.
Solda: İs ta n b u l'd a B iza n s d ö n e m in d e y a p ılm ış
T e k fu r S a ra y ı'n ın k a lın tıla rı.

Fikret Adanır Ara Güler Arşivi


60 SARDALYE

ahşaptı. Bu yüzden hiçbiri günümüze ulaşa­ eğitimi için kullanılan bu saray zaman zaman
mamıştır. Türkler gibi göçebe bir Asya kavmi E dirne’ye gelen padişahların konaklam a yeri
olan M oğollar egemenliklerini Avrupa sınırı­ olduğu gibi, bazı padişahlar (örneğin IV.
na kadar yaydıkları dönem lerde bile sık sık M ehmed) uzun süre bu sarayda kaldı. II.
merkez değiştirmişler, bu yüzden kalıcı yapı­ M ustafa’nın tahttan indirilmesine yol açan
lar yapmamışlardı. M oğollar’da ilginç olan kanlı olaydan (1703) sonra terk edilen Edirne
özellik hüküm darın oturduğu kente Saray adı Sarayı zamanla yıkıma uğradı.
vermeleridir. Osm anlılar’ın İstanbul’u merkez edinm e­
İslam dünyasındaki en eski saray Em eviler’ sinden sonra Fatih Sultan M ehmed ilk sarayı
den (661-750) kalan M şatta Sarayidır. E m e­ bugün İstanbul Üniversitesi m erkez binasının
viler i izleyen Abbasiler de (750-1258) merkez bulunduğu Beyazıt’taki alanda yaptırmıştı.
edindikleri Bağdat’ı görkemli saraylarla do­ D aha sonra Bizans im paratorlarının sarayları­
natmışlardı. Yalnız hüküm darların değil, Ber- nın bulunduğu Sultanahmet M eydanindan
m ekiler gibi ünlü vezir ailelerinin de büyük Sarayburnu’na uzanan geniş alanda yeni bir
sarayları vardı. Buradaki yaşam Birbir Gece saray yaptırınca Beyazıt’taki saray Eski Saray
Mas alları' na konu olmuştur. Eyyubi (1171- olarak anıldı ve burası ölen ya da tahttan
1252) ve M emlûk (1250-1517) saraylarından indirilen padişahların ailesine ayrıldı. Osm an­
ise ancak küçük parçalar günümüze ulaşabil­ lılarca Yeni Saray, günümüzde ise Topkapı
miştir. İslam dünyasında özellikle bezem ele­ Sarayı olarak adlandırılan saray başlangıçta
riyle bugün bile hayranlık uyandıran en birkaç yapıdan oluşurken hem en her padişa­
önemli saray M üslüm anlar’ın İspanya’daki hın yaptırdığı ekler ya da yeni yapılarla
egemenliklerinin son dönemini oluşturan genişleyerek bugünkü durum unu aldı. Os­
Nasriler zamanından (1232-1492) kalma Gra- manlIlar dönem inde sadrazam lar da saray
nada’daki (G ırnata) Elham ra Sarayidır. olarak anılan büyük yapılarda oturdukları
İlk M üslüman Türk devleti olan Karahanlı- gibi (bunlardan yalnızca Sultanahm et’teki İb­
lar ile Gazneliler’den bazı saray kalıntıları rahim Paşa Sarayı’nın bir bölümü günümüze
günümüze ulaşmıştır. Büyük Selçuklular’ın gelmiştir) 18. yüzyılda Lale D evri’nden başla­
M erv’deki (İran’da) saraylarının ise oldukça yarak Boğaziçi ve Haliç kıyılarında padişah
büyük bir yapı olduğu bilinmektedir. A sya’da ailesi için birçok sahilsaray yapıldı. Bu saray­
daha sonra kurulmuş İslam devletlerinden ların hepsi ahşap olduklarından ortadan kalk­
Tim urlular’ın Keş kentinde, Safeviler’in İsfa­ mıştır. 19. yüzyılda bunların yerlerine yapılan
han’da ve H int-Türk İm paratorluğu’nun D el­ kâgir saraylardan bir bölümü (Beşiktaş-
hi başta olmak üzere H indistan’ın birçok O rtaköy arasındaki F er’iye sarayları, Çırağan
kentinde yaptırdıkları sarayların önemli bölü­ Sarayı, Beylerbeyi Sarayı) ayaktadır.
mü bugün de ayaktadır. 19. yüzyılda hız kazanan Batılılaşma hare­
T ürkler’in A nadolu’da kurdukları ilk bü­ ketine koşut olarak sarayın yönetim merkezi
yük devlet olan A nadolu Selçuklu D e v le tin ­ olma işlevini yavaş yavaş yitirmesi, mimarlık
den ancak merkez Konya’daki A laeddin Köş­ anlayışının ve yaşam biçiminin değişmeye
kü, Kayseri’deki Keykubadiye Sarayı ve Bey­ başlamasıyla Topkapı Sarayı’nın bu yenileş­
şehir’deki Kubadabad Sarayı’nın kalıntıları meye uyum sağlayacak bir yapı olmadığı da
günümüze ulaşmıştır. A nadolu Beylikleri dö­ belirgin biçimde ortaya çıktı. Abdülm ecid
neminden ise hemen hiçbir şey kalmamıştır. (1839-61) yeni yaptırdığı Dolm abahçe Sara-
Osm anlılar’ın ilk sarayı O rhan G azi’nin yı’nda oturm aya başladı. II. Abdülhamid
(1324-61) Bursa Kalesi’nde yaptırdığı Bey (1876-1909) ise birçok yapıdan oluşan Yıldız
Sarayı’ydı. I. M urad (1361-89) başkenti E dir­ Sarayı’nı yeğledi. (Ayrıca bak. B e y l e r b e y i S a ­
ne’ye taşıyınca burada Kavak Sarayı olarak r a Yi; D o l m a b a h ç e S a r a y i ; T o p k a p i S a r a y i .)
bilinen sarayı yaptırdı. II. M urad (1421-51)
ise Tunca Irmağı kıyısında yeni bir saray SARDALYE ya da SARDALYA adı altında
yaptırarak burada oturdu. Başkentin İstan­ toplanan birçok küçük yapılı balık türü, özel­
bul’a taşınmasından sonra acemi oğlanlarının likle ılıman bölgelerdeki denizlerin kıyıya
SARDİNYA 61

yakın yüzey sularında yaşar. Özelleşmiş so­ A frika kıyıları boyunca yayılmıştır. Bayağı
lungaçlarının yardımıyla sudan süzdükleri, sardalyede görüldüğü gibi kuyruk sapından
plankton denen çok küçük bitki ve hayvanlar­ kuyruk yüzgeçlerinin tabanına doğru, ala
la beslenirler. denen ikişer geniş pul uzanır. A kdeniz’in
Atlas Okyanusu’nun doğu kıyılarında geniş güney ve doğu kesim lerinde yaşayan benekli
bir dağılım gösteren bayağı sardalye (Sardina sardalyeye (Sardinella maderensis) Türkiye
pilchardus) Türkiye’yi çevreleyen tüm deniz­ sularında yalnız İskenderun ve Mersin körfez­
lerde de bulunur. Uzunluğu Atlas Okyanu- lerinde rastlanmıştır.
su’nda 25-30 santim etreye erişirken A kdeniz’ Pasifik sardalyesi (Sardinops sagax) 20.
yüzyılın ilk yarısında çok büyük bir gelişme
gösteren California balıkçılık sanayisinin te ­
mel dayanağı olmuş, ama 1944’ten sonra bu
sanayi toplum da derin ve sarsıcı izler bıraka­
rak çökmüştür. Ünlü A B D ’li yazar John
Steinbeck Sardalye Sokağı (Cannery R o w ;
1946) adlı rom anında balıkçılığın hızla gerile­
mesinin yarattığı sonuçları çarpıcı bir biçimde
gözler önüne serer. California’da balıkçılığın
bu çöküşü, aşırı avlanmanın yanı sıra iklim
S a rd a ly e A k d e n iz ile A v r u p a 'n ın A tla s O k y a n u s u değişikliğine de bağlanm aktadır.
k ıy ıla rı b o y u n c a b ü y ü k ö lç ü d e a v la n m a k ta , taze ya
d a iş le n e re k tü k e tim e s u n u lm a k ta d ır.
SARDİNYA. İtalya’ya bağlı bir ada olan
Sardinya, 23.813 km2’lik yüzölçümüyle Sicil­
de ortalam a 15 cm dolayındadır. İri pullu ve ya’dan sonra A kdeniz’in batısındaki ikinci
yuvarlak gövdeli bu balıkların eti yağlı oldu­ büyük adadır. -Doğusunda yer alan İtalya
ğundan kısa sürede bozulur. Avlanan sardal­ Yarım adası’ndan Tiren Denizi ile, hemen
yeler eskiden tuzlanıp fıçılara istifleniyordu. kuzeyindeki Fransa’ya bağlı Korsika A dası’n-
D aha sonra konserve yapılarak saklanan sar­ dan ise dar Bonifacio Boğazı ile ayrılır. Kuzey
dalyeler İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin Afrika kıyısından 193 km kadar kuzeydedir.
dışarıya sattığı önemli ürünler arasında yer Çok dağlık olması yüzünden yoksul bir
alır. adadır. Sardinya’daki tek geniş düzlük güney­
Konserve işlemi için sardalyeler önce tatlı batıdaki Cam pidano Ovası’dır. En yüksek
suyla dolu tanklara konarak yıkanır, ardından noktası G ennargentu Dağları’ndaki La Mar-
içleri ve pulları temizlenip başları çıkarılır. m ora D oruğu’dur (1.834 m etre). Sardinya’da
Çok tuzlu suya sokulduktan sonra fırınlana­ Akdeniz iklimi rüzgârların şiddeti ve yükselti
rak kurutulur ve kızgın yağda beş dakika nedeniyle değişikliğe uğramıştır. Yağış azdır.
kadar kızartılır. Bu işlemlerden geçen sardal­ Yazın Sahra Çölü’nün üzerinden gelen sıcak
yeler küçük ve yassı teneke kutulara sıkıca rüzgârlar yüzünden hava dayanüamayacak ka­
istiflenir. Ü zerlerine dökülen sıvı yağ nemli dar sıcak olur. A da bir zam anlar orm anlarla
kalmalarını sağlar. kaplıyken, bugün kesilen ağaçların yerini
Sardalye balıkyağı ve unu elde etm ek için dikenli bodur çalılar almıştır. Sardinya’da
de işlenmektedir. Sardalyeden yapılan balık kızıl geyik, yaban dom uzu ve yabankedisine
unu hayvan yemi olarak değerlendirilir. Sar­ rastlanır.
dalyenin yağı ise boya ve vernik yapımında Sardinya’da halkın çoğu denizden oldukça
kullanılm aktadır. yüksekteki küçük kasaba ve köylerde yaşar.
Karadeniz’de daha az, Ege Denizi ve A k­ Bu yaşam biçimini Sardinyalılar, Rom a İmpa-
deniz’de çok daha bol bulunan kulaklı sardal­ ratorluğu’ndan 19. yüzyıla kadar süren korsan
yenin (Sardinella aurita) solungaç kapakları­ akınlarm dan korunm ak ve sıtma hastalığına
nın kenarında siyah birer leke vardır. A kde­ yakalanm am ak için benimsemiştir. A dada
niz dışında Atlas Okyanusu’nun A m erika ve yalnızca iki büyük kent vardır; bunlar güney­
62 SARDUNYA

deki başkent Cagliari ile kuzeybatıdaki, gör­ sapın ucunda tek tek değil, bir arada açan
kemli katedrali ile tanınan Sassari’dir. çiçekler çeşide bağlı olarak irili ufaklı dem et­
Sardinyalılar’ın yarısından çoğu tarım kesi­ ler oluşturur. Yalınkatların yanı sıra katm erli­
minde çalışır. Ne var ki, çiftliklerin çoğu ilkel leri, alacalıları ya da fırfırlı yapraklıları da
ve küçüktür. Tarım aracı olarak en çok geliştirilmiştir. Bazı çeşitlerin yapraklarının
öküzlerin çektiği saban kullanılır. Çoğu çiftli­ sık tüylerle kaplı olmasına karşılık, bir bölü­
ğin büyük bölümü, koyun ve keçi sürülerinin mü derimsi ve parlaktır. Sakız sardunyası
yayıldığı taşlık otlaklardır. Küçük yapılı Sar­ U N İD İABAN K
dinya eşekleri yalnızca binek hayvanı olarak
değil, sulamaya ve mısır öğütmeye yarayan su
çarklarını döndürm ek için de kullanılır. G ü­
neybatıdaki Iglesiente bölgesinde değerli kur­
şun ve çinko m adenleriyle düşük nitelikte
köm ür bulunur. D ört yanı denizle çevrili
olmasına karşın ada halkı balıkçılıkla uğraş­
maz. A da sularında bulunan sardalye ve
orkinoslar komşu Sicilya’nın balıkçıları tara­
fından tutulur.
Cagliari ve Sassari’nin Rom a ile havayolu
bağlantısı vardır. Ayrıca, İtalya ile olan posta
ve yolcu trafiği için adanın ana demiryolu
üzerinde bulunan, kuzeydoğu kıyısındaki Ol- S a rd u n y a la r a te ş k ırm ızısı ç iç e k le riy le b ü tü n b ir yaz
bia limanından yararlanılır. Kocaman kırmızı b o y u n c a e v le rin b a h ç e le rin i v e b a lk o n la rı s ü s le r.
otobüslerle adanın eşsiz güzellikteki uzak
köşelerine gidilebilir. Sardinyalılar adalarının denen bu parlak yapraklı çeşitler, şarkıcı
doğal güzelliğinden övünç duyar. özelliği nedeniyle genellikle balkon çiçeklik­
Sardinya İtalya’ya bağlı özerk bir bölgedir; lerinde yetiştirilir.
kendi başkanı ve seçimle oluşturulan bir yerel Bol güneşli, iyi akaçlanmış, gevşek toprak­
meclisi vardır. Am a eğitim öğretim , adalet ları seven sardunyalar çoğunlukla gövdeden
sistemi, demiryolları ve posta gibi ulaştırma kesilen dal parçalarından, yani çelikleme yön­
hizmetleri ile savunma ve ulusal vergi sistemi temiyle çoğaltılır. Ayrıca tohum dan da üreti­
İtalya merkezi hüküm etinin denetim indedir. lebilir.
Sardinya’nın nüfusu 1.643.789’dur (1987).
SARIASMA. Ö tücükuşlarm biri Eskidünya’
SARDUNYA. Göz alıcı kırmızı ya da pem be ya, öbürü Y enidünya’ya yayılmış, yakın akra­
çiçekleriyle bahçeleri ve balkonları süsleyen ba olmayan iki grubu sarıasma adıyla tanınır.
sardunyalar en çok yetiştirilen süs bitkilerin- Bu kuşların erkekleri genellikle dikkat çekici
dendir. Turnagagasıgiller (Geraniaceae) fa­ bir zıtlık oluşturan siyah ve sarı ya da siyah ve
milyasının Pelargonium cinsinde yer alan bu turuncu tüylerle bezelidir. Sarıasmaların Es-
bitkilerin bilimsel adı “leylek” anlamındaki kidünya’da 24 türü vardır. Bunların güçlü
Yunanca pelargos sözcüğünden gelir. Çünkü gagaları hafifçe aşağı doğru kıvrıktır. Ağaç
sivri uçlu ince meyveleri bir leyleğin gagasını tepelerinde yaşar, dallar arasında hamak gibi
andırır. A frika’nın güney kesiminde yabani gerilmiş yuvalar yaparlar.
olarak yetişen bu bitkiler alımlı çiçeklerinden Bayağı sarıasma ( Oriolus oriolus) A vrupa’
ötürü dünyanın birçok ılıman ve sıcak bölgesi­ da bulunan tek sarıasma türüdür. Çok ürkek
ne yayılmış ve yüzlerce süs çeşidi geliştiril­ olduğundan pek görülmez. A m a flüt sesine
miştir. benzeyen coşkulu şakıması yerini belli eder.
Sardunyalar otsu ya da odunsu yapılı olup Ü rem e mevsiminde temel besinini böcekler
son derece dayanıklı bitkilerdir. Yaprakları oluşturur. Ürem e mevsimi dışında incir gibi
yuvarlak ya da loplu ve kalındır. Uzunca bir çeşitli meyveleri yer. Uzunluğu 25 santimetre-
SARI IRMAK 63

Sarıhummanın etkeni de sıtmada olduğu


gibi bir tür sivrisinekle taşınır. Gövdesinde
açık renk enine çizgiler olduğu için çizgili
sinek (Aedes aegypti) denen bu hayvan hasta
bir insanı sokup kanını em erken buradan
virüsleri de alır ve sağlıklı kişilere bulaştırarak
hastalığın hızla yayılmasına neden olur (bak.
SITMA). Sarıhummanın bu yolla bulaştığı, 20.
yüzyılın başlarında K üba’nın başkenti Hava-
na’da yapılan deneylerle kanıtlanmıştır. D ok­
torlar, kuşkulu görülen bu sivrisineklerin
kendilerini sokmasına ortam hazırlamışlar ve
içlerinden biri sarıhumm adan ölmüştür.
Hastalığın yayılmasında sivrisineklerin rolü
kanıtlandıktan sonra bu sineklerin ürediği
bataklıklar ve durgun su birikintileri kurutul­
muş, böylece 1901’den bu yana Havana çev­
Frank Lane Picture Agency resinde sarıhum m a salgınlarının önü alınabil­
B a ya ğ ı s a rıa s m a y u v a s ın ı b ir a ğ a c ın d a lla rı a ra sın a miştir.
y e rle ş tir ir . Bütün virüs hastalıklarında olduğu gibi
sarıhumm ada da ilaçla tedavi olanağı yoktur
dir. Türkiye’nin genişyapraklı orm anlarında, ve hastalığa yakalanan ortalam a her 10 kişi­
parklarında, meyve bahçelerinde ürer. den biri ölür. Bu nedenle sarıhummayla
Y enidünya’daki grubu oluşturan 30 kadar savaşta en büyük görev koruyucu hekimliğe
sarıasma türü biraz daha küçük yapılı ve daha düşer. Nitekim, eskiden çok büyük salgınların
kısa gagalıdır. E n iyi bilinen türlerinden görüldüğü birçok tropik ülkede sivrisineklerle
Baltimore sarıasmasının (Icterus galbula) er­ savaş ve aşılama kampanyaları sonucunda
keği turuncu siyah tüylü, dişisi kahverengi sarıhumma olayları önemsenm eyecek kadar
üstüne sarı ve beyaz desenlidir. Bu tür de azalmıştır. Hastalığın yeniden salgınlara dö­
ağaç tepelerine tüneyip güzel şakımasıyla nüşmemesi için, sarıhumm a tehlikesi taşıyan
tanınır. tropik ülkelere gidecek bütün yolcuların aşı­
Bahçe sarıasması (Icterus spurius) da Ku­ lanması zorunludur.
zey A m erika’da ürer. Erkeğin göğsü, karnı ve
kuyruksokumu kızıl kahverengi, öbür bölüm ­ SARI IRMAK ya da Huang H e, Çin’in
leri siyahtır. Seyrek ağaçlı tarım alanlarında Yangtze Irm ağı’ndan sonra ikinci uzun ırm a­
ve meyve bahçelerinde yaşar, hoş bir sesle ğıdır. Bu akarsuya verilen Sarı Irm ak adı,
şakır. taşıdığı ve yatağında biriktirdiği sarı renkli
ince topraktan kaynaklanır. 5.464 km uzunlu­
SARIHUM M A, A frika’nın batı kıyıları, Batı ğunda olan Sarı Irm ak, T ibet’te doğar ve Çin
Hint A daları, Güney A m erika’nın kuzey böl­ Halk Cum huriyeti’nin doğusundaki Sarı De-
geleri, A B D ’de M eksika Körfezi’nin çevresi niz’e dökülür.
ile Mississippi Irm ağinın aşağı vadisi gibi Dünyanın en çamurlu akarsuyu olan Sarı
tropik ve sıcak yörelerde görülen bulaşıcı bir Irm ak Çin’in büyük ırm aklarından en kuzey­
hastalıktır. Bir virüsten ileri gelen hastalık de olanıdır. Denizden 4.500 m etre yükseklik­
karaciğeri etkileyerek bir çeşit sarılığa yol teki dağlardan doğan Sarı Irm ak yaylaları
açtığı için bu adla anılır. Sarılığın dışındaki aşarak basam ak basamak alçalır. H er inişte
başlıca belirtileri yüksek ateş, titrem e nöbet­ dar boğazlardan geçer ve akışı sık sık kesinti­
leri, baş ve sırt ağrıları, şiddetli kusma, ayrıca ye uğrar. Bu sırada ırmağın akışı çok hızlı
çoğu zaman kusmayla birlikte ağızdan kan olduğundan ulaşıma elverişli değildir. Kuzey
gelmesidir. Çin Ovası’m geçerken sığlaştığından ancak
64 SARILICI BİTKİLER

SARILICI BİTKİLER bak. TIR M A N IC I B İTKİLER .

SARISALKIM. Adını salkım biçimindeki


parlak sarı çiçeklerinden alan sarısalkımlar
(Laburnum ) küçük ağaç ya da çalı yapısında
gösterişli bitkilerdir. M orsalkımlar gibi bakla­
giller (Leguminosae) familyasında yer alan
sarısalkımlar da süs bitkisi olarak yetiştirilir­
ler. Bunların sıklıkla park, bahçe ve yol
kenarlarına dikilen en yaygın türlerinden
birine (Laburnum anagyroides) altın renkli
çiçeklerinden ötürü “altınyağm uru” adı veril­
miştir.
Xinhua News Agency Sarısalkımların gövde ve dalları yeşilimsi
S arı Irm a k 'ın h a lic i y a k ın ın d a k i b u s u la m a s is te m i gridir ve düzgün bir kabukla örtülüdür. G ü­
7 .0 0 0 h e k ta rlık b ir a la n ı k a p sa r.
müş renkli ipeksi tüylerle kaplı kış tom urcuk­
ları baharda açılarak yapraklara dönüşür. Üç
küçük tekneler yol alabilir. Irmağın yalnızca yaprakçıktan oluşan bu bileşik yaprakların üst
son 40 kilometresi ulaşıma uygundur. Zheng- yüzü parlak, altı ipeksi tüylüdür. İçinde yer
zhou (Çöngçou) yakınındaki Halkın Zaferi aldığı familyanın öbür üyeleri gibi sarısalkım­
Kanalı ise Sarı Irm ak’ı kuzeyindeki Wei ların da kelebek biçiminde çiçekleri vardır.
Irm ağı’na bağlar. Bu kanal, çunke adı verilen Sarısalkım çiçekleri balözü almaya gelen
Çin’e özgü yelkenli teknelerin başka tekneler­ arılar aracılığıyla tozlaşır. Bir çiçeğe giren
le birlikte Wei Irmağı ve Büyük Kanal yoluyla arının üzerine dökülen çiçektozları bu böcek
kuzeydeki Tiençin (Tianjin) limanına ulaşm a­
larını sağlar.
Uzun yolculuğu boyunca çok m iktarda kum
ve toprak sürükleyen Sarı Irm ak’ın yatağı
gittikçe yükselm ektedir. Irmağın çevresindeki
topraklardan daha yüksekte akmasına neden
olan bu durum sulamayı kolaylaştırır, ama bir
yandan da büyük taşkınlara, dolayısıyla can
ve mal kaybına yol açar. Taşkınları önlemek
için setler ve barajlar yapılmıştır. Irmağın
taşıdığı ince sarı toprak pirinç ve darı yetiştir­
meye elverişli olduğundan, ovada nüfus çok
yoğundur. A m a, taşkın zam anlarında Sarı
Irm ak bentleri aşarak Kuzey Çin Ovası’m
sular altında bırakır. Binlerce insan boğulur­ aracılığıyla başka bir sarısalkım çiçeğine taşı­
ken, ürünlerin yok olması yüzünden binlerce- nırken, başka çiçekten gelen bir arı da bu
si de açlıkla karşı karşıya kalır. çiçeğin tepeciklerine çiçektozu getirir; böyle-
Taşkınlar Sarı Irm ak’ın pek çok kez yatağı­ ce çapraz tozlaşma sonucu döllenen çiçek
nı değiştirmesine de yol açmıştır. 1852’den bu meyveye döner. İçinde altı kadar tohum
yana ırmağın ağzı eski yerinin kuzeyine doğru barındıran badıç biçimindeki yassı meyveler
400 kilom etreden fazla kaymıştır. Taşkınları olgunlaştığında patlayarak tohumlarını çevre­
denetim altına almak ve elektrik enerjisi elde ye saçar.
etm ek için Zhengzhou’un batısında büyük Sarısalkımlar A vrupa’nın güney, Asya’nın
bir baraj ve hidroelektrik santral yapılmıştır. batı kesimlerinin yerli bitkisidir. Bu ağaçların
Bir başka büyük baraj ve hidroelektrik san­ koyu kahverengi özodunları müzik aleti ve
tral da Lanzhou’un (Lançou) batısındadır. çeşitli ahşap eşyanın yapımında kullanılır.
SARKAÇ 65

Son derece zehirli bitkiler olduklarından sığır, neğin, 200 cm uzunluğundaki bir sarkaç, 50 cm
koyun gibi süt veren hayvanlarda ölümlere uzunluğundaki sarkaca oranla iki kat daha
neden olan sarısalkımların en çok tohumları uzun bir sürede salınır.
zehirlidir. Sarkaçların salınım süresi D ünya’nın yüze­
yinden yüksekliğine ve kutup noktalarına
SARKAÇ. Eğer bir ağırlık serbestçe hareket olan uzaklığına da bağlıdır. D ünya’nın yerçe­
edebilecek biçimde asılır ve sonra itilirse kimi kuvveti her yerde aynı olmadığından,
ileri-geri salınmaya başlar. Bu tür bir düzene­ aynı sarkaç alçak kesimlerde ya da kutuplara
ğe sarkaç denir. (Sarkacın eski adı olan yakın bölgelerde, yüksek kesimlerde ya da
“pandül” dilimize Fransızca’dan geçmiştir. ekvatora yakın bölgelerde olduğundan daha
Fransızca’da ve öbür Avrupa dillerindeki bu hızlı salınır (bak. Y E R Ç E K İM İ).
sözcük, “asm ak” anlam ındaki Latince perıde- Guguklu saatlerde genellikle basit bir sar­
re sözcüğünden gelir.) 1583’te İtalyan bilim kaç bulunur. Eğer bu saat ileri gidiyorsa, yani
adamı Galileo Galilei, Pisa K atedrali’nde asılı gereğinden daha hızlı çalışıyorsa, topuzu sar­
bir lambanın bir tam salıntını her zaman aynı kaç kolu üzerinde biraz aşağı doğru kaydıra­
süre içinde yaptığını saptamıştı. Bu, sarkacın rak, yani sarkaç uzunluğunu artırarak bu
önemli bir özelliğidir ve bu özellikten saatle­
W. Barclay Stephens, H.D., Hon. Curator o f Horology,
rin çalıştırılmasında yararlanılır. Aslında sa­ California Academy o f Sciences
lınmaya başlayan bir cismin salınım süresi
cismin havayla sürtünm esi nedeniyle giderek
kısalır, ama bu etkinin üstesinden gelinebilir­
se salınım süresi hep aynı kalır. Galileo
buluşunu, lambanın salmımmı kendi nabzının
atışıyla karşılaştırarak gerçekleştirmiş, daha
sonra da başkalarının nabzını ölçmek için
sarkaçtan yararlanmıştı (tıpkı doktor ya da
hemşirelerin saatlerine bakarak nabız ölçme­
leri gibi). G alileo’nun sarkaçla çalışan bir saat
tasarımı da yapmış olduğu söylenir, ama
bilinen ilk sarkaçlı saati 1656’da HollandalI
bilim adamı Christiaan Huygens gerçekleştir­
miştir.
Basit bir sarkaç, ince bir iple asılmış ya da
üstten bir muyluya (muylu, çevresinde cisim­
lerin serbestçe dönebileceği yatay eksen mili­
dir) bağlı hafif bir çubuğa takılmış bir ağırlık­
tan oluşur (bu ağırlığa topuz da denir).
Sarkacın asılı olduğu nokta ile ağırlığın (topu­
zun) merkezi arasındaki uzaklığa sarkaç
uzunluğu denir; sarkaçların belirli bir yerdeki
salınım süresini belirleyen tek etm en sarkaç
uzunluğudur. Topuzun ağırlığı ya da yapıldığı
m addenin türü salınım süresini etkilemez.
Sarkaç ne kadar uzunsa, salmımı da o ölçüde
yavaş olur; yani, sarkaç ne kadar uzunsa, bir
tam salınım yapması için geçen süre de o
kadar uzun olur. Sarkacın bir tam salmımı
(ileri-geri hareketi) sırasında geçen süreye
S a a t sa rka cı. S a rka ç k o lu ve to p u z , sıca klık
periyot denir. Herhangi bir sarkacın periyo­ d e ğ iş m e le r in d e n fa zla e tk ile n m e y e n b ir m e ta ld e n
du, uzunluğunun kareköküyle orantılıdır. Ö r­ y a p ılır.
66 SARKIT VE DİKİT

durum düzeltilebilir. Sarkaç kolu çelik çubuk­ bir gösteride gerçekleştirdi. Pantheon’un
tan yapılmış saatler sıcak havalarda geri kalır; kubbesine 67 m etre uzunluğunda ve ucuna
çünkü çelik çubuk ısındığında genleşerek bağlı topuzu yaklaşık 28 kg çeken bir tel
uzar, bunun sonucunda sarkaç uzunluğu ar­ sarkaç astı. Zem ine ise, asılı sarkacın tam
tar. (Sıcaklıktaki 5°C’lik bir artış bu tür bir altına gelecek biçimde, kuzey-güney ve doğu-
saatin günde 2 Vs saniye geri kalmasına neden batı yönlerini gösteren büyük bir pusula
olur.) Bu nedenle saat sarkaçlarının sıcaklık kadranı yerleştirdi. D aha sonra sarkaç topu­
oynam alarından etkilenm eyecek biçimde ya­ zunu kuzey-güney doğrultusunda iterek salın-
pılması gerekir. Buna yönelik olarak geliştiril­ dırmaya başladı. Bir ya da iki saat sonra
miş olan yöntem lerden biri, sarkaç kolunun iç sarkacın salınım doğrultusunun belirgin bir
içe geçirilmiş, biri çelikten öbürü çinkodan biçimde saat ibresinin dönme yönünde doğrultu
yapılmış iki çubuktan hazırlanmasıdır; bu değiştirdiği görüldü. Aslında yön değiştiren sar­
çubuklar öyle yerleştirilir ki, çelik olanı yuka­ kaç değildi, o ilk doğrultusunda salınmaya de­
rı doğru uzarken çinko olanı eşit m iktarda, vam ediyordu; ama Dünya kendi ekseni çevre­
ama aşağı doğru uzar. sinde döndüğünden, zemindeki kadranın yönü
Esnek bir ipin ya da sarmal bir yayın ucuna değişmişti. Pusulayla karşılaştırıldığında sarka­
asılı bir ağırlık çekilip bırakılırsa, düzenli bir cın hâlâ kuzey-güney doğrultusunda salmımda
biçimde aşağı-yukarı doğru hareket eder. bulunduğu açıkça görülüyordu.
Buna benzer bir biçimde, ağır bir çarka Sarkaç topuzu gibi asılı bir cisim bir kez
dönmesini engelleyecek biçimde sarmal bir salmıma geçirildikten sonra, başka bir kuvve­
yay takılır ve çark, yayın kendi üzerine tin etkisi altında kalmadığı sürece, Y er’in
sarılmasını sağlayacak bir yönde iyice döndü­ dönm esinden etkilenmeksizin hep aynı doğ­
rüldükten sonra bir anda serbest bırakılırsa, rultu ya da düzlem üzerinde salmımda bulu­
çark çok düzenli bir tem poda bir sağa, bir sola nur. Bu, fiziğin tem el yasalarından biridir.
hareket eder. Burulm a sarkacı denilen bu tip Sarkacın asıldığı noktadaki dönm e salınım
sarkaç düzenekleri saatlerin balans çarkları doğrultusunu etkilemez.
ile zem bereklerinde kullanılır. Foucault sarkacının görünürdeki dönme
Saatlerdeki eşapmanın denetim inde her hızı, sarkacın bulunduğu konumun enlemine
türden sarkaç kullanılmıştır. Eşapm an düze­ bağlıdır. K utuplarda sarkacın salınım yönü
neğinde sarkaca, sürtünm enin üstesinden gel­ her 24 saatte bir tam tur döner; ekvatorda ise
mesine yetecek düzeyde hafif bir itme verilir; hiç dönmez. Kuzey yarıkürede bu dönme saat
böylece sarkaç, eşapm ana enerji sağlayan ibresiyle aynı yönde, güney yarıkürede ise
ağırlığın ya da yayın (zembereğin) kurgusu bunun tersi yönündedir.
bitinceye kadar salınım lannı sürdürebilir. B u­
na dayalı olarak da 24 saat, bir hafta, bir ay, SARKIT VE DİKİT, m ağaralarda oluşan mi­
hatta bir yıl hiç durm adan işleyen saatler neral çökellerinin iki farklı biçimidir. Sarkıt­
yapılabilir. (Ayrıca bak. SAAT.) lar m ağaraların tavanından ya da duvarların­
Sarkaç deyince aklımıza hem en saatler ya dan aşağı doğru sarkar. Buğday saplarına ya
da zaman ölçümü gelir. Oysa, Foucault sarka­ da ince m um lara benzeyen sarkıtların boy­
cı denen bir başka sarkaç türü daha vardır. Bu lan 30 santim etreye kadar, hatta daha da
sarkacın ne zaman ölçme işlevi vardır, ne de uzun olabilir. Tabandan tavana doğru yükse­
salınım hızı herhangi bir önem taşır. Foucault len dikitler ise eski tür arı kovanlarına ya da
sarkacının en önemli özelliği, salınım yönü ya bodur ağaç gövdelerine benzer. Uzunlukları
da salınım düzlemidir. 30 m etrenin üstünde olan dikitler bulunm uş­
Foucault sarkacının adı, Fransız fizikçi ve tur. Bir sarkıt ile bir dikit rastlaşır ve birlikte
astronom Jean B ernard Leon Foucault’dan büyürlerse bir sütun oluştururlar.
gelir. Foucault bu tür bir sarkaçtan yararlana­ M ağaraların çoğu, kireçtaşının temel mine­
rak D ünya’nın döndüğünü kanıtlamıştı. rali olan kalsitten (kalsiyum karbonat) oluşur.
Foucault bunu, 1851 ilkbaharında Paris’te Yağm ur suyu atm osferden geçerken biraz
düzenlediği ve bütün dünyanın ilgisini çeken karbon dioksit soğurur (em er) ve hafif asitli
SARMAŞIK 67

L ü b n a n 'd a k i J e e ita
M a ğ a ra s ı. S a rk ıtla r
(ta v a n d a n s a rk a n la r) v e
d ik itle r (y e rd e n
y ü k s e le n le r) bazı y e rle r d e
n e re d e y s e b ir b ir le r iy le
b ir le ş m iş d u ru m d a d ır .

Picturepoint

hale gelir; böylece, kireçtaşını çözündürm e lardan aşağı sızar ve aslında beyaz olan kalsite
(eritm e) özelliği kazanır. Bu su ve kireçtaşı farklı renkler kazandırabilir. En yaygın rastla­
çözeltisi mağara boşluğuna ulaştığında kireç­ nan katışkı maddesi dem irdir; demir, sarkıt
taşı yavaş yavaş, tane tane çökelmeye başlar; ve dikitlerin kırmızıya, sarıya, kahverengiye
bu süreç bazen binlerce yıl sürer. Sarkıtlar çalan renkler almasına neden olur.
suyun tavandan sızdığı noktada, dikitler ise T ürkiye’de sarkıt ve dikitleriyle ünlü pek
tabana damladığı yerde oluşur. Kayaçların çok mağara vardır. A ntalya’daki D am lataş
içerdiği katışkılar da suyla sürüklenip çatlak- M ağarası ile İçel’deki Narlıkuyu M ağarası en
iyi bilinen örneklerdir.
Anadolu Yayıncılık Arşivi

SARMAŞIK. D uvarlara ya da ağaçlara tutu­


narak büyüyen birçok tırmanıcı bitkiye sar­
maşık denir. Bunlardan en yaygını, “duvar-
sarmaşığı” ya da “orm ansarm aşığı” gibi adlar­
la da anılan adi sarm aşıklardır. Sarmaşıkgiller
(.Araliaceae) familyasının Heder a cinsini oluş­
turan bu bitkiler üç ya da beş lopludur;
derimsi ve parlak yapraklarıyla ayırt edilir.
Ö bür tırmanıcı bitkiler gibi sülük (sanlm aya
yarayan organ) taşımayan ve gövdeleriyle
desteğin çevresine sarılmayan adi sarm aşık­
lar, uzun gövdeleri boyunca geliştirdikleri
minik kökçüklerle destek yüzeye sıkıca tutu­
nup sık bir örtü oluştururlar.
A vrupa, Kuzey A frika ve A sya’da yabani
olarak yetişen adi sarmaşıkların yaklaşık beş
türü vardır. Bunlardan biri (Hedera helix)
A n ta ly a 'd a D a m la ta ş M a ğ a ra s ı'n d a s a rk ıt ve dünyanın birçok yerinde süs bitkisi olarak
d ik itle r in g ü z e l ö rn e k le ri v a rd ır. yetiştirilir. Y erden 30 m etre yükseğe kadar
68 SARMISAK

Soğanla yakın akraba olan bu bitki­


nin (A llium sativum) anayurdu O rta A sya’dır.
Am a anayurdu dışında başka birçok yerde,
özellikle de Akdeniz ülkelerinde soğansı top-
rakaltı organları için yaygın olarak tarımı
yapılır. Dünya sarmısak üretiminde ilk sırala­
rı İspanya, İtalya, Mısır ve Fransa alır.
Yurdum uzun da hem en her yerinde yetiştiri­
lir; yıllık taze sarmısak üretimi 25 bin ton,
kuru sarmısak üretimi ise 67 bin ton dolayın­
dadır.
Sarmısak ortalam a 1 m etreye kadar boy
atabilen çokyıllık otsu bir bitkidir. Birbiri
içinden çıkan ince, uzun yaprakları pırasayı
andırır. Toprakaltında oluşan soğansı organ­
ları, bir eksen çevresinde yan yana ve üst üste
yığılmış 5 ile 20 arasında minik soğancığı
içerir. Bu soğansı organlara “baş” , soğancık­
lara ise “diş” denir. Sarmısağm uzun bir sapın
A —Z Collection
ucunda açan dem et biçiminde çiçekleri var­
D u v a r s a rm a ş ığ ı y a d a o rm a n s a rm a ş ığ ı d a d e n e n
dır. Çiçekler öbür bitkilerin çiçekleri gibi
a d i s a rm a ş ık b ir a ğ a c ın ka b a y ü z e y in e k ö k ç ü k le rin in tohum bağlamaz, onun yerine minik soğan­
y a rd ım ıy la tu tu n a r a k tırm a n ır. cıklar oluşturur. Bu yüzden de bitki ya kök
soğancıklarıyla ya da çiçek soğancıklarıyla
tırm anabilen bu bitkiler sonbaharda açan ve çoğaltılır.
zengin bir balözü kaynağı olan sarımsı yeşil
çiçeklerinden ötürü başta arılar olmak üzere
pek çok böceği kendine çeker. Zehirli olduğu
için insanlar tarafından yenmeyen siyah
üzümsü meyveleri kuşlar için değerli bir
yiyecektir.
Sarmaşıklar hem üzerine tırm anıp gelişme­ fa m ily a s ın d a n b ir b itk i
sini engelledikleri, hem de toprağın besinini o la n s a rm ıs a ğ m
so ğ a n s ı to p ra k a ltı
bölüştükleri için ağaçlara zararlıdır. Güzel o rg a n la rı (b a ş la rı)
görünüm verm ek için bina ya da bahçe y e m e k le re çe şn i
duvarlarında süs bitkisi olarak yetiştirilirlerse o la ra k k a tılır. H e r b ir
baş b irç o k d iş te n
de, kökçükleriyle duvarın sıvasını bozup yıp­ o lu ş u r (a ltta ).
ranm asına neden olurlar. A ralarında yeşilimsi
sarı alacalı yapraklıların da yer aldığı birçok John H. Gerardl
National Audubon Society
süs çeşidi bulunan bu bitkilerin bazısı saksı
içinde yetiştirilir.
Adi sarm aşıklar dışında gene süs bitkisi
olarak yetiştirilen Amerikansarmaşığı (Part-
henocissus quinquefolia) ya da japonsarmaşı-
ğı (Parthenocissus tricuspidata) gibi başka pek
çok sarmaşık türü de vardır. Bunlar başka bit­
kilere sülükleri yardımıyla tırmanırlar.

SARMISAK, çok eskiçağlardan beri hem


yiyecek, hem de ilaç olarak kullanılan bir
SARTRE 69

Ilıman iklimi ve humusla karışık kumlu top­


rakları seven sarmısak ilkbahar başında diki­
lir. Sonbahar geldiğinde olgunlaşmasını ta­
mamlayan başlar sökülerek kurutulur. Keskin
kokusu ve yakıcı lezzetinden ötürü yemeklere
çeşni olarak katılan bu ürün kuru ya da taze
olarak tüketilir. Bazen tozu ya da özütleri sa­
tışa sunulur. Çok yararlı bir bitki olan sarmı-
sak antiseptik, idrar artırıcı, solucan düşürücü
ve kan dolaşımını düzenleyici etkilere sahip­
tir. Bu yüzden de eskiden beri tedavi amacıy­
la kullanılmaktadır.

SARTRE, Jean-Paul (1905-1980). Fransız


yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre, çeşitli
bilimsel ve edebi yapıtlarıyla, bireyin özgürlü­
ğü kavramına felsefe tem elinde açıklama geti­
ren Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) Akım ı’
nın sözcüsü olm uştur (bak. V a r o l u ş ç u l u k ) .
Paris’te doğan Sartre’ın öğrenimini babası­ French Cultural Services ofthe French Embassy
nın ölümü üzerine dedesi üstlendi. 1929’da Je a n -P a u l S a rtre , y a z a r S im o n e de B e a u v o ir ile iş ve
Yüksek Öğretm en O kulu’nun felsefe bölü­ y a ş a m a rk a d a ş ıy d ı.
münü bitirdikten sonra Le H avre, Laon ve
Paris’te öğretm enlik yaptı. Bu arada Berlin’e lanmayan la Derniere chance (“Son Şans”)
giderek bir yıl Alman felsefecilerini inceledi. adlı dört kitap olarak tasarladığı bu rom anda,
II. Dünya Savaşı çıkınca 1939’da askere alındı savaşın getirdiği olaylar arasında özgürlükle­
ve 1940’ta A lm anlar’a tutsak düştü. 1941’de rini benimseyen ya da yadsıyan insanları ele
serbest bırakıldıktan sonra kısa bir süre sür­ aldı.
dürdüğü öğretmenliği 1944’te bırakarak tüm Sartre daha sonra tiyatronun, bireyi davra­
zamanını felsefe ve edebiyat çalışmalarına nış içinde göstermesi bakım ından yazarın
ayırdı. amacına daha uygun bir edebiyat türü olduğu­
Öğretm enlik yaptığı yıllarda yayımlanan na karar vererek oyunlar yazdı. Bunlar ara­
Bulantı (la Nausee; 1938) adlı ilk romanı sında Sinekler (les M ouches; 1943), Gizli
yazarın felsefe ve sanat konusundaki düşün­ Oturum (Huis-clos; 1944), Kirli Eller (les
celerini içeriyordu. Sartre’a göre, evrendeki Mains sales; 1948) ve Altona Mahpusları (les
tüm varlıklar arasında yalnızca insan kendisi­ Sequestres d ’Altona; 1959) sayılabilir.
ni “var” eder. Yaşadığı sürece hep seçenek­ Sartre’ın öğrencilik yıllarında tanıştığı ve
lerle karşılaşan insan acı çekerek, mücadele ölünceye kadar yaşamını paylaştığı yazar Si-
ederek var olur. İnsan özgürdür ve dolayısıyla mone de Beauvoir ile birlikte kurup yönettik­
da yaptığı seçimlerden sorum ludur. Seçim leri aylık les Temps Modernes dergisinde
yaparak belli bir tutum ve davranışa yönelen yayımlanan yazıları sonradan Situations
insan başkalarına da bu seçimi salık vermiş (1947-76; “D urum lar”) başlığıyla birkaç ciltte
olduğu için yüklendiği sorumluluk evrensel toplandı. Bunların bir bölüm ünün Türkçe
düzeydedir. Sartre felsefe konusunda en ünlü çevirileri ise 1961’de Denemeler, 1982’de Ça­
kitabı olan TEtre et le neanf da (1943; “Varlık ğımızın Gerçekleri adıyla yayımlanmıştır.
ve Hiçlik”) bu görüşlerini açıklamıştır. Bireyin özgürlüğünü evrensel bağlam da dü­
1945’te uzun bir rom an yazmaya başlayan şünmesinin doğal sonucu olarak toplumsal
Sartre, üçü dilimize çevrilen Uyanış (l’Âge de sorumluluk konusuna yönelen Sartre, II.
raison\ 1945), Bekleyiş (le Sursis; 1945) ve Dünya Savaşı sırasında Fransız direniş hare­
Tükeniş (la M ort dans Vâme\ 1949) ile tam am ­ ketine katıldı. Faşizme karşı çıktı, Fransa’nın
70 SASANİLER

güncel siyasal olayları içinde etkin rol aldı, dönem de A rabistan Yarım adası’nda yeni bir
1967’de Stockholm ’de, A B D ’nin V ietnam ’da güç olarak beliren M üslüman A raplar Sasani
savaşmasına karşı çıkmak amacıyla toplanan egemenliğini tehdit etmeye başladılar. Halife
ve savaş suçlarını simgesel düzeyde yargılayan Hz. Ö m er’in gönderdiği bir A rap ordusu
Russel M ahkem esi’nin başkanlığını üstlendi 642’deki Nihavend Savaşı’nda Sasani ordusu­
(bak. R u s s e l l , B e r t r a n d ). nu bozguna uğrattı. Bundan sonraki 10 yıl
Gençlik anılarını kaleme aldığı Sözcükler içinde A rap orduları İran içlerine kadar yayıl­
(les M ots; 1964) adlı yapıtıyla 1964’te Nobel dılar ve son Sasani Hüküm darı Yezdigerd
Edebiyat Ö dülü’nü kazanan Sartre, ödülü 651’de M erv’de öldürülünce Sasani hanedanı
kendi görüşlerine ve yazar, düşünür kişiliğine son buldu. Sasaniler dönem inde edebiyat ve
aykırı bularak kabul etmedi. güzel sanatlar alanında önemli atılımlar ol­
İnsanın düşünceleriyle yaşayış biçimi ara­ m uştur (bak. İRAN EDEBİYATI; İRAN SANATI).
sında tutarlılık olması gerektiğine inanan
Sartre, 1970’lerde sık sık protesto gösterileri­ SATRANÇ, iki oyuncu arasında, eşit bü­
ne katıldı. Kendine ve içinde yaşadığı dünya­ yüklükte 64 küçük kareye bölünmüş bir oyun
ya karşı sorumluluk yüklenmek onun varoluş tahtası üstünde, özel taşlarla oynanan bir
nedeniydi. oyundur. Oyuncular tahtayı aralarına alıp
karşılıklı oturduklarında boyuna uzanan kare­
SASANİLER (224-651), İran ’da hüküm sür­ lere sütun, enine uzananlara ise sıra denir.
müş bir hanedandır. Egem enlik alanları za­ Böylece satranç tahtası üzerinde sekiz sütun
m anla kuzeyde Kafkasya, batıda M ezopotam ­ ve sekiz sıra vardır. Sütun ve sıralardaki
ya, doğuda İndus Irm ağı’na kadar genişleyen kareler sırayla bir açık ve bir koyu renklidir.
Sasaniler 7. yüzyılda M üslüman A rap ordula­ Bunlar siyah ve beyaz olarak tanımlanır.
rının akınları sonucunda yıkılmışlardır. Satranç tahtasında çaprazlamasına uzanan
Sasani adı, hanedanın kurucusu I. Ar- aynı renkteki karelere de çapraz denir. Açık
deşir’in (224-241) dedesi Sasan’dan gelir. ve koyu renkli olan satranç taşlarından beyaz­
I. Ardeşir Partlar’ın (Arsaldılar) egemenliğine ları bir oyuncu, siyahları ise öbürü alır. H er
son vererek başa geçtikten sonra konum unu oyuncunun, bir şah, bir vezir, iki kale, iki fil,
güçlendirmek için batı sınırındaki R om alılar’ iki at ve sekiz piyon olmak üzere 16’şar taşı
la uzun süren bir mücadeleye girişti. Oğlu vardır.
I. Şahpur (241-272) Romalılar’a karşı önemli
başarılar elde ettiyse de, Sasani-Roma çatış­ Oyun Tahtasının Yerleştirilmesi
ması 4. yüzyıl sonlarına kadar sürdü. Ancak Oyun başlamadan önce, tahta her iki oyuncu­
IV. Behram dönem inde (388-399) varılan bir nun da sağındaki köşeye beyaz kare gelecek
anlaşmayla batı sınırı güvence altına alındı. biçimde yerleştirilmelidir. Bundan sonra taş­
5. yüzyılda doğudaki A khunlar’ın gittikçe lar dizilir. Beyaz taşları alan oyuncuya en
artan baskısıyla bunalımlı bir dönem geçiren yakın sıranın en sağındaki köşeden başlaya­
Sasaniler, Afganistan ve H indistan’daki top­ rak sırayla kale, at, fil, şah, vezir, fil, at ve
raklarını yitirdiler (bak. A k h u n l a r ) . Am a kale yerleştirilir. Sekiz piyon ise bu taşların
I. Hüsrev döneminde (530-579) yeniden güç­ hem en önündeki sıraya dizilir. Siyah taşlar da
lenerek egemenliklerini Y em en’e ve M ısır’a öbür oyuncuya en yakın sıraya, siyah ve beyaz
kadar genişlettiler. I. Hüsrev, G öktürk H aka­ şah ve vezirler aynı sütunda olacak biçimde
nı İstemi H an’la işbirliği yaparak 562’de sıralanır. Oyuna her zaman beyaz başlar.
A khunlar’ı ortadan kaldırdı ve A khunlar’ın Bundan sonra, oyunculardan biri öbürünün
toprakları G öktürkler’le Sasaniler arasında şahını mat edene ya da oyun berabere bitene
paylaşıldı (bak. GÖKTÜRKLER). kadar sırayla oynanır.
II. Hüsrev (590-628) genişleme siyasetini
batıya doğru sürdürm ek istediyse de, Bizans Taşların Hareketi ve Rok
İm paratoru Herakleios (610-641) karşısında Şah her yönde (sütunlar ve sıralar üzerinde ya
birbiri ardına yenilgiye uğradı. G ene bu da çapraz) bir kare ilerleyebilir. Vezir ise her
SATRANÇ 71

yönde (sütunlar ve sıralar üzerinde ya da kendi renginden bir taşın bulunduğu bir
çapraz) istediği kadar çok kare ilerleyebilir. kareye gelemez. A m a, rakip taşlardan birinin
Kale sütun ve sıralar üzerinde istediği kadar bulunduğu kareye hareket edebiliyorsa onu
çok kare üzerinde ilerleyebilir, am a çapraz alıp yerine geçer. Alm an taş bir daha oyuna
hareket edemez. Fil ise çapraz olarak istediği dönm em ek üzere satranç tahtasından çıkarı­
kadar çok kare üzerinde ilerler, ama sütun ve lır. Piyon dışında tüm taşlar kendi hareket
sıralar yönünde hareket edemez. Atın hare­ yönlerindeki taşları alırlar. Piyon ise tam
keti düz değildir. Sütun ya da sıra üzerinde bir önündeki karede duran taşı alamaz (am a
kare, sonra çapraz yönde bir kare olmak boşsa bu kareye ilerleyebilir). Bunun yerine,
üzere ara verm eden iki bölüm halinde hare­ yalnızca bulunduğu karenin sağ ya da sol
ketini tam am lar. Piyon, öbür oyuncunun bir çaprazındaki komşu karelerden birinde duran
taşını almadığı sürece, yalnızca sütunlar üze­ bir taşı alabilir.
rinde öne doğru ilerleyebilir. İlk hareketinde H er taşın normal hareketlerinden başka,
bir ya da iki kare ilerleme tercihini yapma her oyunda yalnız bir kez olmak üzere şah ve
hakkına sahiptir, sonraki hareketlerinde yal­ kale birlikte hareket ettirilerek “rok” yapıla­
nızca bir kare ilerleyebilir. Satranç taşlarının bilir. Şah ilk sıra üzerinde sağa ya da sola iki
en güçsüzü olmasına karşın, eğer tahta üstün­ kare ilerletilir; kale de şahın öbür yanındaki
deki en uzak sıraya ulaşırsa, oyuncunun kareye geçirilir. R ok, at dışında hiçbir taşın
seçimine göre vezir, kale, fil ya da atın yerine öbürlerinin üstünden atlayamayacağı kuralı­
geçebilir. Satranç taşlarının birbirine göre nın dışında kalan ve şahın tek kareden fazla
değeri koşullara göre değişir. A m a genelde ilerlediği bir harekettir. Eğer şah ya da kale
şöyle değerlendirilebilir: Piyon 1, at ya da fil daha önce ilk yerlerinden oynatılmışsa, şah ve
3, kale 4Vı, vezir 9. Şah ise en değerli taştır, kale arasında başka bir taş varsa, şah bulun­
çünkü m at olduğu zaman oyun biter. Satranç duğu karede tehdit altındaysa, üstünden geçe­
taşlarının bu hareketlerine bazı sınırlandırm a­ ceği ya da konacağı karede tehdit altında
lar getirilmiştir. A t dışında hiçbir taş kendi olacaksa rok yapılmaz. Bir de piyonlar için
renginde ya da öbür renkte rakip taşlardan özel bir hareket vardır. Eğer bir piyon başlan­
birinin üzerinden atlayamaz. İki taş hiçbir gıç yerinden iki kare ilerleyerek çıkış yaptı­
zaman aynı karede duram az, yani bir taş ğında, geçtiği birinci kare rakip piyonun taş
SİYAH alma yerine rastlıyorsa, rakip piyon atlanan
kareye hareket ederek bu piyon sanki bir kare
ilerlemiş gibi onu alabilir. Geçerken alma
denen bu hak kullanılmadığında yitirilir.

Şahın Tehdit Altında Kalması ve Mat


Şah dışında tüm taşlar alınabilir. Eğer rakip
taşlardan biri şahı alabilecek konum a gelirse
şah tehdit altında dem ektir ve “şah” ya da
“kış” terimleriyle belirtilir. Bu durum da ya
şah ve rakip taş arasına başka bir taş getirilir
ya tehdit eden rakip taş alınır ya da şah tehdit
altında olmayan bir kareye ilerletilir. Bu
hareketlerden hiçbirine olanak yoksa şah
“m at” olur ve m at eden oyuncu oyunu kaza­
nır. Oyuncuların birbirlerini mat edem em ele­
ri, sürekli şah çekilmesi, bir oyuncunun aynı
hamleyi art arda üç kez yinelemesi, şahın
tehdit altında olmamasına karşın oyuncunun
S a tra n ç o y u n u b a ş la m a d a n ö n c e , ta ş la r 6 4 k a re lik hiçbir kurallı hareket yapamaması gibi du-
s a tra n ç ta h ta s ı ü z e rin e b u ş e k ild e d iz ilir. ium larda ise oyun berabere sonuçlanır.
72 SATRANÇ

Satrancın Tarihçesi G ünüm üzde satranç her ülkede oynanm ak­


Nerede ve ne zaman ortaya çıktığı bilinmeyen tadır. Satranca en çok önem verilen ülke ise
satranç çok eski bir oyundur. Eski İran ve SSCB’dir. Bu ülkede ve başka bazı Avrupa
H int kaynakları satrancın her iki ülkede de en ülkelerinde devlet yardımı sayesinde satranç
azından 7. yüzyılın ilk yarısından beri bilindi­ önemli ilerlemeler kaydetmiş ve birçok ünlü
ğini gösterm ektedir. Şah Farsça’da kral de­ satranç şampiyonu yetişmiştir. Uluslararası
m ektir, ama satrancın İran ’a asıl doğduğu yer Satranç Federasyonu’nca (FİD E ) 1886’dan
olan H indistan’dan geldiği sanılmaktadır. B u­ bu yana bireysel dünya şampiyonası, dünya
radan yavaş yavaş dünyaya yayılan satranç bayanlar şampiyonası ve 21 yaşın altındakiler
A vrupa’ya birkaç yüzyıl sonra gelmiştir. için dünya gençler şampiyonası düzenlenm ek­
Büyük bir olasılıkla Kral Canute zam anın­ tedir. Yakın geçmişte, A B D ’li Bobby Fischer
da (11. yüzyıl) İngiltere’ye ulaşmıştı. Kral dışında (1972-75) dünya şampiyonlarının hep­
Canute’un satranç yüzünden bir rakibini öl­ si SSCB’li oyunculardır.
dürttüğü kayıtlara geçmiştir. Satranç en eski Satranç, rakiplerin karşı karşıya oturup
zam anlardan beri ünlü insanların boş zam an­ oynamalarını gerektirm eyen birkaç oyundan
larını değerlendirdiği bir oyun olmuştur. Ö r­ biri olduğu için, satranç maçları telgraf, rad­
neğin, H arun Reşid, I. Richard (Aslan Y ü­ yo, telefon ve bilgisayar yardımıyla da yapıla­
rekli), Korkunç İvan ve Napolyon Bona- bilm ektedir. İlk kez 1896’da İngiltere ile
p art’m satranç oynamaya çok m eraklı olduk­ A B D arasında okyanusun altından geçen
ları bilinmektedir. telgraf kablosu aracılığıyla satranç maçı yapıl-
TAŞLARIN HAREKETİ

E
^ 4 ^

ŞAH: Her yönde b ir kare ilerler. Şekildeki VEZİR: Satranç taşlarının en güçlüsüdür. KALE: Düz bir çizgi üzerinde ilerler.
oklar şahın hareketini gösterir. İstediği yönde, istediği kadar çok kare İstediği uzaklığa gidebilm esine karşın,
boyunca ilerleyebilir. yalnızca yatay ya da dikey doğrultuda
ilerleyebilir.

y t
FİL: Çapraz olarak her yöne, istediği kadar A T : Sütun ya da sıra üzerinde b ir kare, PİYON: Her seferinde b ir kare, ama ilk
çok kare boyunca g ide bilir. Şekilde sonra çapraz olarak bir kare olm ak üzere iki hareketinde iki kare ileri gidebilir.
gö rüldü ğü gibi, hep aynı renkli kareler aşamalı b ir hareketle ilerleyerek taşların Başka b ir taşı almak için ise çapraz
üzerinde ilerler. üzerinden a tlayabilir. olarak b ir kare ilerler.
SATÜRN 73

dı. Radyo ile yapılan ilk maç ise 1946’da larda uzay araçlarıyla yapılan araştırm alar, bu
SSCB ile A B D arasında oldu. gezegeninki kadar görkemli olmamakla bir­
Satranç oyuncularının öbür oyunları oyna­ likte, Jüpiter ve U ranüs’ün de böylesi halka­
yanlara göre bir avantajı vardır. Önemli ları olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu halkalar
karşılaşm alarda yapılan ham leler kaydedile­ yandan bakıldığında çok zor fark edilir.
rek yayımlanır. U sta oyuncuların oyunları Satürn, G üneş sisteminde Jüpiter’den son­
kitap halinde basılır. Bunları öğrenm ek, yıl­ ra en büyük gezegendir. Kütlesi D ünya’nınki-
lardır en iyi satranç çalışma yolu olmuştur. nin 95 katı kadardır; hacmi ise D ünya’nın
Herhangi bir satranç oyuncusu bunlardan hacminin 750 katından daha büyüktür. Sa­
yararlanarak büyük oyuncuların yöntemlerini tü rn ’ün kutupları belirgin bir biçimde basık­
karşılaştırabilir. Bu öbür oyunların hiç birin­ tır. Bu nedenle de ekvatorunda ölçülen çapı,
de olanaklı değildir. Geleneksel satranç oyu­
NASA!Science Photo Library
nunda bazı kısaltm alardan ve işaretlerden
yararlanılır: Ş (şah), V (vezir), K (kale), F
(fil), A (at), P (piyon); 0 - 0 (şah tarafında
rok), 0 - 0 - 0 (vezir tarafında rok) anlamına
gelir.
1954’te kurulan ve bugün 16 kentteki sat­
ranç derneklerini bünyesinde toplayan Türki­
ye Satranç Federasyonu, bir “zihin sporu”
olan satrancı ülke çapında yaygınlaştırmak ve
T ürk satrancını uluslararası düzeyde tanıtm ak
amacıyla yurtiçinde ve dışında satranç turnu­
vaları düzenlemek gibi çeşitli etkinliklerde
bulunm aktadır.

SATÜRN, Güneş çevresinde dolanan dokuz


S a tü rn v e h a lk a la rın ın V o y a g e r 1 'd e n ç e k ilm iş
büyük gezegenden G üneş’e uzaklık bakım ın­ fo to ğ r a fı.
dan altıncı sırada yer alanıdır. Sekendiz ola­
rak da adlandırılan bu gezegenin adı, Eski kutuplarında ölçülen çapından yaklaşık yüzde
R om alılar’ca tarım tanrısı ve eski tanrıların 12 daha uzundur. D ünya’nınkinin neredeyse
ilk yöneticisi olarak kabul edilen Saturnus’ 9 Vı katı kadar olan ekvator çapı 120.660
tan gelir. Satürn eski astronomi bilginlerince kilom etredir. G üneş’e 1.472 milyon km uzak­
keşfedilen beşinci yıldız olmuş ve Güneş ta olan Satürn’ün G üneş çevresindeki dola­
sisteminin en dış gezegeni olarak kabul edil­ nım süresi yaklaşık 29 yıldır.
miştir. S atürn’ün yapısı Jüpiter’inkine çok benzer.
Satürn, D ünya’dan çıplak gözle bakıldığın­ Uzm anlar, bu gezegenin çeşitli kayaç türleri
da sarım tırak renkli ve yıldızların çoğundan ile dem irden oluşan bir çekirdeğinin bulundu­
daha parlak bir gökcismi olarak gözükür. ğunu ve bu çekirdeğin ince bir sıvı hidrojen
O rta çapta bir teleskopla bakıldığında ise, son katmanıyla çevrili olduğunu sanm aktadırlar.
derece ilginç halka sistemi seçilebilir. Bu Ayrıca, bu yapıyı çevreleyen ve tem el olarak
halkaları ilk gözlemleyen 1610’da Galileo hidrojen ve helyum dan oluşan binlerce kilo­
Galilei oldu, am a bunun gerçek bir halka m etre kalınlığında yoğun bir atm osfer bulun­
sistemi olarak kabul edilmesi ancak m aktadır. D ünya’dan bakıldığında Satürn’ün
1650’lerde HollandalI astronom Christiaan yüzeyi olarak görülen, bu derin atm osferin
H uygens’in yaptığı incelem elerden sonra ger­ bulut kuşakları ve burgaçlarla belirginleşen
çekleşti. O zam andan günümüze Satürn’ün en dıştaki yüzeyidir. Jüpiter gibi Satürn’ün de
halkaları gözlemcileri büyülem ektedir. m agnetik alanı ve ışınım kuşakları vardır;
1970’lere kadar, halkaları olan tek gezege­ ayrıca gezegenin yaydığı enerji, G üneş’ten
nin Satürn olduğu sanılırdı; ama son zam an­ aldığı enerjiden daha çoktur.
74 SATÜRN

sında oluştuklarını, ama bunların gezegene


SATÜRN'E İLİŞKİN BİLGİLER
çok yakın olmaları nedeniyle tam bir uydu
G ÜNEŞ'TEN O R T A LA M A UZAKLIK: 1.472 m ily o n km.
haline gelemediklerini düşünm ektedir. Bazı
YIL U Z U N L U Ğ U : 29,46 Dünya yılı. astronom lar ise bu halkaların oluşan bir
GÜN U Z U N LU Ğ U : 10 saat 39,4 dakika. uydunun Satürn'ün çekimiyle sürüklenerek
EKVA TO R U N D A ÇAPI: 120.660 km. parçalanması sonucunda ortaya çıkan kalıntı­
KUTU PLA R IN D A ÇAPI: 108.000 km. ları olduğunu sanmaktadır.
KÜTLE: 95,26 (D ü n y a = 1 ).
Ö ZG ÜL AĞ IRLIK: 0,7 (su = 1; S a tü rn su yu n ü stü nd e
y ü z e b ilir).
Satürn'ün Uyduları
DIŞ ATM OSFERİNDE O R T A LA M A SICAKLIK: -1 8 0 °C . Satürn’ün çevresinde dolanan en az 21 uydusu
UYDU SAYISI: En az 21. vardır. En küçüğünün çapı 80 km kadardır.
En büyükleri olan T itan'ın çapı ise yaklaşık
5.100 kilom etredir. Titan, M erkür gezegenin­
Satürn'ün Halkaları den daha büyüktür ve Güneş sisteminde
Satürn’ün ekvator düzleminde, gezegeni ku­ atmosferi olan tek uydudur. Atm osferi temel
şatan yedi ayrı yassı halka vardır. H alkalar olarak azottan, bir m iktar da m etan ve
çok küçük taneciklerden küçük gezegen iri­ siyanürden oluşur. T itan’ın yüzeyinin tüm üy­
liğine kadar değişen boyutlardaki toz ve le ya da bir bölümüyle sıvı m etan deniziy­
buz parçalarından oluşur (bak. KÜÇÜK GEZE­ le kaplı olduğu sanılmaktadır. T itan’ın Sa­
GEN). Satürn’ün çevresinde dolanan bu “uy- tü rn ’ün m erkezinden ortalam a uzaklığı
ducuklar”ın sayısı buz ve toz taneciklerinden 1.200.000 kilom etredir ve gezegenin çevresin­
daha azdır ve bunların kütleçekimi etkisiyle deki dolanm a süresi 16 gündür. S atürn’ün
daha küçük parçacıklar bir arada tutulur, bütün öbür uydularının gövdeleri buzlarla
halkalar dağılmaz. Bu nedenledir ki, bu kaplıdır ve bunların çoğu m eteoritlerin (gök­
uyducuklara genellikle “çoban” denir. taşlarının) çarpmasıyla açılmış kraterlerin iz­
Bazı bilginler halkaların Satürn ile birlikte leriyle doludur. En dışta kalan uydu olan
aynı buluttan, bu bulutun yoğunlaşması sıra­ Phoebe, öbürlerine göre ters yönde dolanır.

Halkası
F Halkası
Encke Bölümü
A Halkası
Cassini Bölümü
B Halkası
C Halkası Ç iz im d e , S a tü rn 'ü n
h a lk a la rı ve
ç e k ird e ğ in d e n g e çe n
ke s it g ö rü lm e k te d ir.
S a tü r n 'ü n m e rk e z in d e ,
Kayaç s ık ış m ış d e m ir ve
çekirdek k a y a ç la rd a n o lu ş a n ,
D ü n y a b ü y ü k lü ğ ü n d e b ir
ç e k ird e k , b u n u n
Metalik ç e v re s in d e ise in ce b ir
hidrojen m e ta lik h id ro je n
k a tm a n ın ın b u lu n d u ğ u
s a n ılm a k ta d ır. K a lın ve
D Halkası
y o ğ u n a tm o s fe r i ise d a h a
ç o k h id ro je n ve
h e ly u m d a n o lu ş u r. Bu
a tm o s fe r in d ış y ü z e y in d e
\ Bulut b u lu t k u ş a k la rı y e r a lır.
kuşağı S a tü r n 'ü n e ş m e rk e z li
y e d i h a lka sı katı
ta n e c ik le rd e n o lu ş u r.
SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI 75

Phoebe’nin Satürn’ün çekim alanına yakala­ yangına karşı koyamayarak yanıp kül olur.
nan bir küçük gezegen olduğu sanılmaktadır. Otsu bitkiler ise, yalnızca toprağın üstünde
(Ayrıca bak. UYDU.) kalan bölümleri yandığı için tümüyle yok
olmayıp yeniden yeşerir. Bunun sonucunda
SAUDİ ARABİSTAN bak. Suudî A ra b İs ta n ağaçlarını yitiren savanlar giderek yalnızca
otların yetiştiği alanlara dönüşür. Ağaçsız
SAVAN. Tropik bölgelerde, özellikle de savanların çoğunun yangınlar sonucunda
A frika’da binlerce kilom etre karelik alanlar oluştuğu sanılmaktadır.
savan denen çayırlarla kaplıdır. Ekvator or­
m anlarının çevresinde at nalına benzer bir SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI. D aha
kuşak oluşturan bu çayırlara Brezilya’nın öldürücü silahlar bulunup kullanıldıkça savaş
güneyinde ve A vustralya’da da rastlanır. Yer yöntemleri çağlar boyunca sürekli olarak de­
yer dağınık ağaç ve çalı grupları içeren savan­ ğişmiştir. Günüm üzdeki savaşlar eskiçağlar­
ları seyrek ağaçlıklardan ayırmak kolay değil­ daki savaşlardan, bir güdümlü füzenin mız­
dir. A m a, savanlarda genellikle ağaçlar çok raktan farklı olduğu kadar farklıdır. Bu deği­
aralıklı olarak bulunur. şikliğin yanı sıra, insanların savaş konusunda­
Çok çeşitli savan tipleri vardır. Savanlarda­ ki görüşleri de değişm ektedir. Eskiden bir
ki ağaçların boyları 5-20 m etre arasında deği­ yaşam biçimi ya da bir zorunluluk olarak
şir, otların uzunluğu ise 4 m etreye ulaşır. Bu görülen savaş, günümüzde uygar dünyada,
çayırlar kurak mevsimlerde, yangınların da kaçınılması gerekli büyük bir kötülük olarak
etkisiyle karararak kuru ve cansız görünür. kabul edilir.
Am a yağmurlarla birlikte doğa yeniden yeşil­ 14. yüzyılda barutun Ve ateşli silahların
lenip çiçeklenerek eski güzelliğine kavuşur. bulunup kullanılması savaş tarihinin en önem ­
A ralarında akasya türlerinin de yer aldığı, li kilom etre taşıdır. Ateşli silahların ortaya
dağınık gruplar halindeki savan ağaçları akar­ çıkışıyla savaş yöntem leri ve yönetimi tüm üy­
su kenarlarında daha sık topluluklar oluştu­ le değişmiştir. Eskiden ordular en az bir ok
rur. Savanlarda, antilop gibi sürüler halinde atışı uzaklığı kadar birbirlerine yaklaşmak
yaşayan otçul hayvanlar ile aslan ve sırtlan zorundayken artık genellikle daha uzaktan
gibi yırtıcı hayvanlara rastlanır. savaşılıyor ve en gelişmiş silahları kullanan
A frika’daki savanların çoğu kurak mevsim­ uluslar savaşı kazanıyordu. D aha gelişmiş
lerde yangınlarla yok olur. Yangınlar genel­ silah sistemlerinin bulunmasıyla, kullanılan
likle ya uzun otlarla kaplı bu alanlarda sakla­ silahın savaşın sonucunu belirlem ekteki etkisi
nan av hayvanlarını ürkütm ek ya da tarım de arttı. II. Dünya Savaşı’nda A B D ’nin atom
alanları açmak için çıkarılır. Kalın ve sert bombasını geliştirip kullanması sonucu Ja­
kabuklu bazı ağaçlar dışında ağaçların çoğu ponya hemen teslim olmak zorunda kaldı.

Nature Photographers Ltd. Silah Çeşitleri


Silahlar başlıca üç ana gruba ayrılabilir. İlk ve
en eski silah grubu, karşı karşıya gelen
askerlerin kullandığı, vurarak, delerek ya da
keserek düşmanın vücudunu yaralayan bıçak,
mızrak ve kılıç gibi silahlardır. İkinci silah
grubu, sapan taşı, ok, tabanca mermisi gibi
bir maddeyi düşm ana uzaktan fırlatan silah­
lardan oluşur. İlk örnekleri sapan, yay ve
mancınık olan bu silahların binlerce çeşidi
barutun bulunmasından sonra geliştirilmiştir.
Tabanca, tüfek, makineli tüfek, top, güdümlü
füze gibi tüm ateşli silahlar bu gruba girer.
Üçüncü silah grubu, düşm ana zarar verm ek
76 SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI

K ra liç e H a tş e p s u t'u n T e b
k e n tin d e b u lu n a n
m e z a rın d a k i b u d u v a r
k a b a rtm a s ın d a m ız ra k ve
ka lka n ta ş ıy a n M ıs ır
a s k e rle ri g ö rü lü y o r .

Michael Holford

için yolunun üzerine konan tuzak türü silah­ lak bir kalkan taşır, tunç miğfer giyerlerdi.
lardır. Bunların en eski örneklerinden biri, Asurlu okçular ise miğfer ve zırh giyer,
içine ucu sivri kazıklar yerleştirilip üzeri ince sazdan örülmüş uzun bir kalkan taşırlardı.
dallar ve otlarla kaplanan bir çukurdan oluşan Sonradan M ısırlılar’ın da savaş arabası kul­
basit tuzaktır. Bubi tuzağı ve mayın bu tür lanmaya başladığı bu en eski savaşlarda sava-
silahların günümüzde kullanılan örnekleridir.
Michael Holford

Eskidünya'da Savaşlar
Örgütlü savaşlarla ilgili ilk tarihsel bilgilere
Eski M ısır’da rastlıyoruz. Askerlerin özel bir
kast, bir toplum sal grup oluşturduğu Eski
M ısır’da önceleri savaş yalnızca yaya olarak
yapılırdı. Kullanılan silahlar tunç kılıç, tunç
uçlu mızrak ve tüm vücudu koruyabilecek
büyüklükte ahşap bir kalkandı. Sonraları
m etal kaplamalı kalkanlar yapıldı. Sapan ya
da ok kullanan hafif piyadelerin kalkanları ve
başka silahları yoktu.
A surlular, Eski M ısırlılar’a karşı ağır piya­
de ve süvari askerleriyle savaştılar. Asurlular’
m kullandığı savaş arabaları iki türdü: İki
atla çekilen iki kişilik hafif savaş arabaları ve
üç atla çekilen, dört kişi alabilen ağır savaş
arabaları. Zırhın yaygın olarak kullanılması
ve okçu süvari birlikleri de askerliğe Asurlu-
S a v a ş ta s ü v a ri b ir lik le r in i ilk kez A s u r lu la r k u lla n d ı.
lar’ın getirdiği yeniliklerdendir. Asurlu piya­ K a b a rtm a d a İÖ 7. y ü z y ıld a K ra l A s u r b a n ip a l'in
deler kılıç kullanmaz, kısa bir mızrak ve yuvar­ sa va şa g id iş i g ö rü lü y o r .
SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI 77

şa hazır olan ordu düz bir alanda geniş bir m etre arasında değişen bir m ızrak, iki ağızlı
cepheye dizilir, düşman ordusunun gelmesini bir kılıç ve yuvarlak bir kalkandı. Phalanksın
beklerdi. Daha uygun bir konum da savaşa ilk beş sırası mızraklarını ileri doğru uzatarak
girmek ya da düşmanı savaşa zorlamak için düşmanı mızrak uçlarından oluşan bir duvarla
bir çaba harcanm az, yedek birlikler bulundu- karşı karşıya bırakırdı.
rulmazdı.
Roma Lejyonları
Eski Yunan Savaşçıları Rom alılar, M akedonya phalankslarına benze­
Yunan kent devletlerinin sürekli olarak bir- yen, lejyon adı verdikleri bir askeri örgütlen­
birleriyle savaş durum unda olduğu İÖ 500- me biçimi geliştirdiler ve Rom a lejyonları
300 dönem inde sağlıklı erkeklerin tüm ü bu İÖ 197’de Kynoskephalai Savaşı’nda M ake­
savaşların birinde ya da birkaçında savaşırdı. donya phalankslarım yenilgiye uğrattı.
Askerliğe en fazla önem veren Yunan kenti Cum huriyet dönem inde Rom a ordusu R o­
Sparta’da her erkek çocuk yedi yaşından malı yurttaşlardan oluşurdu. Orduya katıl­
başlayarak savaş için eğitilir, 20 yaşına geldi­ m ak büyük bir onurdu ve bir yurttaşın bun­
ğinde tam bir asker olur ve sağlığı elverdiği dan yoksun bırakılması bir utanç nedeniydi.
sürece askerlik yapardı. Sparta’da sıradan Y urttaşlar zenginliklerine göre ordunun farklı
işleri helot denen köleler yapardı. sınıflarına katılırdı. En zengin yurttaşlar, beş
A tina’da ise 16-60 yaş arasındaki sağlıklı sınıftan oluşan piyadelerin en üst sınıfına ve
erkeklerin tümü gerekli olduğu zaman savaşa süvari birliklerine alınırdı. 17 yaşından büyük
katılırdı. Ö bür Yunan kentlerinde de benzer erkek çocuklar askerlik hizmetine çağrılır, 47
yasalar vardı. yaşma gelen askerler yedeğe ayrılırdı.
Önceleri Yunan ordularında atlara çok Savaşta, mızrak uçlarından bir duvar oluş­
seyrek rastlanırken İÖ 5. yüzyıldan sonra turm ak yerine kılıç ve mızrakların tek tek
süvari birlikleri yaygınlaştı. Am a bu dönem de kullanımına öncelik veren Rom a lejyonu,
eyer ve üzengi daha bulunmamıştı. Yaya phalanksa göre daha esnek bir savaş düzeni
askerler, ağır piyade (hoplites) ve hafif piyade oluşturuyordu. Lejyonun bu hareketliliği so­
(psiloi) olmak üzere ikiye ayrılırdı. Toplumun nunda phalanksa karşı zafer kazanmasını
üst sınıflarından gelen ağır piyadeler miğfer sağladı.
ve zırh giyer, kalkan taşırlardı. Zırh giymeyen R om alılar’ın başlıca silahı, gladius denen
hafif piyadeler sapan ve okla silahlanmıştı. çift ağızlı, 50 cm uzunluğunda düz bir kılıçtı.
Ağır piyadeler genellikle savaşa phalanks
denen bir savaş düzeniyle girerdi. H er pha- Michael Holford

lanksta, omuz omza duran ağır piyadelerden


oluşan sekiz sıra vardı. Hafif piyadeler pha-
lanksların önünde ve yanında yer alırdı. İÖ 4.
yüzyılda M akedonya Kralı II. Philippos ve
oğlu Büyük İskender dönem inde phalanks
düzeni yetkinleştirildi. Bu düzende en küçük
piyade birliği 16 ağır piyadeden oluşuyordu.
Bunlardan 16’sı arka arkaya dizilerek 256
kişilik kare biçiminde bir blok oluşturuyordu.
Bunların dördü bir araya gelerek 1.024 kişilik
bir blok oluşturuyor, onların dördü de bir
araya gelince 4.096 kişilik bir phalanks olu­
yordu. H er phalanksın çevresinde belirli sayı­
da hafif piyade ve süvari bulunurdu. Büyük İÖ 1 0 0 'le rd e R o m a C u m h u r iy e ti'n in a s k e rle ri. R o m a
İskender’in ordularında, özellikle ordunun o rd u s u n d a s ü v a rile r v a rd ı, a m a o rd u n u n e n ö n e m li
v e te m e l b ö lü m ü p iy a d e y d i. A s k e rle rin e lin d e k i
kanatlarında çok sayıda süvari de yer alırdı. b ü y ü k k a lk a n la r, kılıç, m ız ra k v e o k la rd a n k o ru n m a y ı
Ağır piyadelerin silahları, uzunluğu 2,5-7,5 s a ğ la rd ı.
78 SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI

lenmiş uzun, dikdörtgen biçimli, kıvrık yüzey­


li ahşap kalkanlar taşırlardı.

Ortaçağ
Rom a İm paratorluğum un çöküşünden sonra
İS 7. yüzyıldan 13. yüzyıl sonlarına kadar tüm
A vrupa’ya feodal sistem egemen oldu (bak.
F e o d a l iz m ) . Serf ya da toprak kölesi adı
verilen, şatolarda yaşayan soyluların (senyör)
egemenliği altında, işledikleri toprağa bağlı
olarak yaşayan insanlar yılda 40 gün soylu
şövalyeler yönetiminde askerlik yaparlardı.
Soylu çocukları yedi yaşındayken senyörün
yanında hizmete girer at uşaklığı, silahtarlık
gibi görevler üstlenir ve yeterince eğitildikten
sonra şövalye olurdu.
O rtaçağda atlı şövalyeler önceleri zincirden
yapılan zırhlar giyerdi; daha sonra metal
levhalardan yapılan zırhlar da kullanıldı (bak.
Mansell Collection ZIR H ). Serfler ata binmez ve zırh kullanmazdı.
1 4 1 5 'te y a p ıja n A g in c o u r t S a v a ş ı'n d a k u lla n d ık la rı Bir serfin zırhlı bir şövalye karşısında kullana­
u z u n y a y la r İn g iliz le r 'e ü s tü n lü k s a ğ la d ı.
bileceği tek silah uzun yaylardı. Bu yaylarla
atılan 1 m etre boyundaki oklar genellikle
İlk iki sıradaki askerler ayrıca kısa ve ağır bir zırhı delerdi. Am a okçu, bu okları kullanmak
mızrak (pilum) ile hafif bir mızrak (hasta) için gerekli güç ve becerinin yanı sıra, saldıran
taşırdı. Üçüncü sıradaki askerler ise 3-4,5 bir şövalyenin karş’ısında durarak ok menzili­
m etre boyunda uzun bir mızrak ve fırlatılarak ne girmesini bekleyebilmek için büyük bir ce­
kullanılan küçük mızraklar taşırdı. Hafif piya­ sarete de sahip olmalıydı. Bazen de okçular,
delerin silahlan ise hafif uzun bir mızrak ile kendilerini koruyacak bir dizi sivri uçlu kazı­
yedi küçük mızraktı. Birinci ve ikinci sıralar ğın gerisinde durarak ok atarlardı.
demirle desteklenm iş deri miğferler, deri ve
m etal göğüs zırhları ile demir baldır zırhları Barutun ve Ateşli Silahların Ortaya Çıkışı
giyer, deriyle kaplanmış ve demirle destek­ 14. yüzyıl başlarında barutun bulunması, da-

Mary Evans Picture Library

O tu z Y ıl S a v a ş la r ın d a
F a n k fu rt'a s a ld ıra n İsve ç
K ra lı G u s ta f A d o lf k e n ti
SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI 79

h a ö l d ü r ü c ü s i l a h l a r ı n g e l i ş t i r i l m e s i n e y o l a ç tı.
B a r u tta n y a r a r la n ıla r a k y a p ıla n a te ş li s ila h la ­
r ın t e m e l il k e s i , k ü ç ü k o k l a r ı b i r b o r u y a
k o y u p ü f l e y e r e k a t m a k iç in k u l l a n ı l a n ü f l e m e
b o r u s u y l a a y n ıd ı r . A m a a te ş li s i l a h l a r d a , b a ­
r u t u n y a n m a s ıy l a o l u ş a n y ü k s e k b a s ı n ç lı s ı c a k
g a z l a r s i la h ı n n a m l u s u iç i n d e k i m e r m i y i b ü ­
y ü k b ir h ız l a f ı r l a t ı r (bak. ATEŞLİ SİLAHLAR).
Ateşli silahların gelişmesiyle savaş yöntem ­
leri kökünden değişti. Top ateşiyle yıkılabilen
şatolar önemini yitirdi. Tüfek ateşiyle kolayca
delinebilen şövalye zırhları ortadan kalktı.
B u yeni dönemin savaş yöntem lerinin İsveç
Kralı G ustaf A dolf (1594-1632) dönem inde Mary Evans Picture Library
K u y ru k ta n d o ld u r u la n tü fe k le r g ib i g e liş tir ilm iş , hızlı
geliştiği söylenebilir. Süvari saldırısının vuru­
s ila h la r ilk kez A m e rik a n İç S a v a ş ı'n d a y a y g ın
cu etkisini anlayan ve bundan yararlanan b iç im d e k u lla n ıld ı.
Gustaf, gerçek anlam da bir sahra topçusu da
kurm uştur. Savaş düzeninde yedek piyade
birlikleri bulundurm ak da G u stafın savaş polyon, askerlerin yığın halinde hareket ettiği
yöntem lerindendir. eski savaş yöntemlerini kullanıyor, ama onları
çok güçlü bir topçu ateşiyle destekliyordu.
19. Yüzyıl Başlangıçta ilkel yöntem lerle yapılan ve
Savaş tarihine damgasını vuran kom utanlar­ kullanımı birçok soruna yol açan ateşli silah­
dan biri de 20 yıl süren savaşlarla A vrupa’yı lar, çeliğin geliştirilmesi ve yapım yöntem leri­
sarsan Napolyon B onapart’tır (bak. N a p o l y o n nin iyileştirilmesiyle daha etkili ve güvenilir
SAVAŞLARI). Piyade savaşında açık bir savaş oldu. Şarjör, top kaması, yiv, tapa gibi buluş­
düzenini benimseyen Napolyon’un piyadeleri ların uygulanmasıyla, daha hızlı kullanılan,
üç sıradan, süvarileri ise iki sıradan oluşuyor­ daha uzağa ve daha etkili atış yapabilen ateşli
du. Napolyon’un küçük gruplarla yapılan şa­ silahlar geliştirildi. D akikada binlerce mermi
şırtıcı m anevra ve saldırılara geniş yer veren atan makineli tüfekler, 120 km uzaklığa ateş
yeni savaş yöntemleri çok etkili oldu. Am a bu edebilen toplar yapıldı.
yöntem leri uygulayabilmek çok iyi eğitilmiş Çoğu, 19. yüzyılın ikinci yansında ortaya
deneyimli askerler gerektiriyordu. Acemi as­ çıkan bu yenilikler savaş yöntem lerine büyük
kerler kullanmak zorunda kaldığı zaman Na- etki yaptı. Savaşan ordular artık birbirlerin­
den çok uzakta durabiliyordu. Eskiden cep­
Mary Evans Picture Library
henin en önünde yer alan toplar artık cephe
gerisinden kullanılıyordu.

I. Dünya Savaşı
19. yüzyılın sonlarındaki teknik gelişmelerin
sonuçları I. Dünya Savaşı’nda (1914-18) orta­
ya çıktı. Basitleştirilen ve büyük ölçüde geliş­
tirilen makineli tüfekler büyük bir önem ka­
zandı. D aha fazla makineli tüfeği olan taraf
genellikle savaşı kazanıyordu. A teş gücünün
böylesine çok artm ası sonucunda açık savaş
düzeni, yerini siper savaşı denen yeni bir sa­
vaş düzenine bıraktı. A rtık her iki taraf da
N a p o ly o n B o n a p a rt hızlı, ş a ş ırtıc ı m a n e v ra la ra cephe boyunca kazılan yüzlerce kilom etre
d a y a lı s a v a ş y ö n te m le r i g e liş tir d i. uzunluğundaki siperlerin içinde korunarak sa­
80 SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI

Solda: F ra n s a 'n ın T o u l k e n tin d e I. D ü n y a S a v a ş ı'n ın tip ik b ir g ö rü n tü s ü : B ir A B D to p ç u b ir liğ i c e p h e y e


g id iy o r. Sağda: I. D ü n y a S a v a ş ı'n d a F ra n s a 'd a k i sa v a ş a la n la rın d a n b ir i o la n S o m m e Irm a ğ ı b ö lg e s in d e b ir
M ü tte fik a s k e ri s ip e rd e n ö b e t tu tu y o r .

yaşıyordu. Piyade saldırıları yoğun bir topçu dönüştü. U çaktan atılan bom balar çok etkili
ateşi sonrasında yapılıyordu. oldu. Önceleri yalnızca cephedeki askeri he­
İlk kez bu savaşta uçaklar önemli bir rol deflere karşı kullanılan uçak bom bardımanı
oynamaya başladı. İlkin keşif amacıyla kulla­ sonra sivil hedeflere de yöneldi, kentler de
nılan uçaklar kısa sürede bir saldırı silahına bom balandı. D aha büyük ve güçlü uçaklar ya­
Imperial W ar Museum

19. y ü z y ılın s o n la rın d a v e 20. y ü z y ılın b a ş la rın d a g e liş tir ile n y e n i s ila h la r, p a tla y ıc ı m a d d e le r ve sa va ş
y ö n te m le r i I. D ü n y a S a v a ş ı'n d a k u lla n ıld ı.
SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI 81

pılarak, daha büyük ve çok bom ba uzak yer­ II. Dünya Savaşı
lere atılabildi. Düşm an kuvvetlerince kuşatılmamak için,
Bu savaşta Alm anlar yeni ve çok korkunç düşman hatları içinde derinlem esine ilerleme-
bir silah olan zehirli gazı ilk kez kullandı (bak. meyi öngören eski savaş kuralı bu savaşta bo­
KİMYASAL S a v a ş ). Top mermileri içinde düş­ zuldu. Hızla hareket eden tanklar, m otorlu
man siperlerine atılan bu öldürücü gazlardan topçu birlikleri ve bindirilmiş piyade birlikle­
korunm ak için kısa sürede gaz m askeleri ge­ riyle, düşmanlarının savunma hatlarını yaran
liştirildi ve kullanıldı. A lm anlar, hızla ilerleyerek karşılarındaki di­
Engel tanım adan ilerleyen, zırhlı ve silahlı renişi çökerttiler. A rtık savaş alanlarında in­
bir taşıt aracı olan tank da ilk kez bu savaşta sanlardan çok m akineler egemendi. Bu geliş­
görüldü. Paletler üzerinde giden, hafif bir top me karşısında I. Dünya Savaşinın tipik savaş
ve makineli tüfeklerle donatılmış olan tank biçimi olan siper savaşı ortadan kalktı. Öte
çok güçlü bir silahtı (bak. T a n k ). Çok geçme­ yandan A lm anlar’ın Stalingrad’da yaptığı gi­
den tanka karşı kullanılabilen özel küçük bir bi, eski kuşatm a yöntem lerinin kullanılması
top, tanksavar topu yapıldı. Uzun kalın nam ­ bazen gerekli oldu. Hızla gelişen savaşın yö­
lusundan alev saçan alev m akineleri de netimi her yeni durum a uygun kararların bü­
I. Dünya Savaşı’nda kullanılan yeni piyade si­ yük bir esneklikle anında alınmasını gerektiri­
lahları arasında sayılabilir. yordu. Bu savaşta, ortak hareket eden kara,
I. Dünya Savaşı sona erince ordular ve do­ hava ve deniz kuvvetlerinin oluşturduğu, gö­
nanm alar azaltıldı; ama savaşta yenilmiş olan rülmemiş büyüklükte dev askeri güçler ortaya
ve yeni bir savaşa hazırlanan Alm anya başta çıktı.
olmak üzere bazı devletler daha gelişmiş si­ Çok sayıda bom ba taşıyabilen çok büyük
lahlar yapmak için çalışmaları sürdürdü. bom bardım an uçaklarının yapılması ve yan­
Ağırlığı 70 tona ulaşan ve zırhı top ateşine gın bombası gibi yeni ve çok etkili bombaların
dayanıklı olan büyük tanklar, saatte 650 kilo­ kullanılmasıyla, hava saldırılarının yol açtığı
m etreden daha hızlı uçan uçaklar yapıldı. A s­ yıkım çok büyük oldu. A lm anlar’ın geliştirip
keri amaçla kullanılabilecek paraşütler yapı­ İngiltere’ye karşı kullandığı VI ve V2 roketle­
larak, düşman hatlarının gerisine indirilebile­ ri büyük zarara ve korkuya neden oldu. V2
cek paraşütçü birlikleri kuruldu. Savaş araçla­ roketleri 1 ton ağırlığındaki bombayı 320 km
rındaki bütün bu gelişmeler II. D ünya Savaşı uzaklığa taşıyabiliyordu. K entlere yapılan ha­
(1939-45) çıktığında kullanılmaya hazırdı. va akınlarında, düşmanın savaş gücünü kır­

Dmitri Baltermanz/“Twelve Photographers"


Exhibition, Huntingdorı Hartford Collection

II. D ü n ya S a va şı'n da ku lla n ıla n


askeri y ö n te m le r siv ille re
ö n ce ki s a va şla rd a kin d e n çok
d a h a fazla zarar v e rd i. B urada,
A lm a n sa ld ırısın d a n so n ra
savaş ala n ınd a ya kın la rın ın
ö lü s ü n ü b u lm a y a çalışan Rus
ka d ınları g ö rü lü y o r.
82 SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI

1
Paramount UPI—Conıpvc
Solda: 1 9 3 9 'd a P o lo n y a 'y a g ire n H itle r 'in
o rd u la r ı, b ü y ü k k u v v e tle rle an sızın
s a ld ırıp hızla ile r le m e y e d a y a n a n
" y ıld ır ım s a v a ş ı" y ö n te m in i u y g u la d ı.
Üstte: B ir A lm a n askeri a rka d a şla rına saldırı
işa reti v e riy o r.

mak amacıyla fabrikalar ve öbür sivil hedefler liştirilmiş makineli tüfekleri, havan topları ve
de bom balandı. Stratejik bom bardım an de­ alev makineleriyle çok etkili bir güç oluştur­
nen bu savaş yöntemini her iki taraf da kul­ muştu. Çok hareketli yeni bir düzen içindeki
landı. piyade birlikleri, tankları ve öbür zırhlı araç­
Piyade birlikleri yarı otom atik tüfekleri, ge- ları izleyerek, savunması tanklarla çökertilen
US Army A A F Photo
bölgeleri ele geçiriyordu. Tam donanımlı pi­
yade birlikleri düşman hatlarının gerisine in­
dirilerek ikmal yollarını kesiyordu. U çaksa­
var topları ve obüsler kullanan hareketli top­
çu birlikleri piyadeleri destekliyordu.
Deniz kuvvetlerinde de özellikle denizaltı
ve uçak gemilerinin kullanımında önemli ge­
lişmeler oldu (bak. DENİZALTI; DENİZ KUVVETLE­
Rİ). Haziran 1944’teki Normandiya Çıkarma-
sinda M üttefiklerin savaş gemilerinin toplan
Alm an hatlarını döverken kıyıya yanaşan çı­
karm a gemileri tanklan, topları ve piyade bir­
liklerini karaya çıkarıyordu.
A B D , Alm anya teslim olduktan sonra sa­
vaşı sürdüren Japonya’ya karşı bilinen en bü­
yük yıkıcı güç olan atom bombasını kullandı.
6 Ağustos 1945’te Hiroşim a kenti bir atom
bombasıyla yok edildi. Üç gün sonra ikinci bir
atom bombası Nagasaki’ye atılınca Japonya
teslim oldu (bak. İKİNCİ DÜNYA S a v a ş i ).
II. Dünya Savaşı’ndan sonra önde gelen ül­
kelerin tüm ü, radyo dalgalarıyla hedefe yö­
neltilen güdümlü füzeler geliştirmek için araş­
tırmalarını hızlandırdı (bak. G Ü D Ü M LÜ FÜ ZE ­
II. D ü n ya S a va şı'n da p a ra şü t b irlik le ri, ye re in e r in m e z
LER; R o k e t ) . K aradan, havadan, yeraltından
sa va şa bile cek b iç im d e ta m te çh iza tlı o la ra k uçaktan
a tlıy o rd u . ve sualtından atılabilen birçok güdümlü füze
SAVAŞ VE SAVAŞ ARAÇLARI 83

geliştirildi. Nükleer savaş başlıklarını 8.000 km


uzaktaki hedefine taşıyabilen kıtalar arası ba­
listik füzeler yapıldı. Bu son derece güçlü si­
lahların geliştirilmesi önceki silahların önem i­
ni azalttı ve geleneksel kara, hava ve deniz
kuvvetleri küçüldü.
Am a geleneksel silahların geliştirilmesine
de devam edildi. II. Dünya Savaşı sonrasında
ortaya çıkan Kore Savaşı, Vietnam Savaşı gibi
bölgesel savaşlarda çok geliştirilmiş gelenek­
sel silahlar kullanıldı. Bunlar arasında jet
uçakları, zırhlı helikopterler, dev Pershing
tankları, güçlü bazukalar, 75 milimetrelik geri
tepmesiz toplar, napalm bom baları, otom atik
tüfekler ve makineli tüfekler sayılabilir.

İç Savaş, Bağımsızlık Savaşı ve


Gerilla Savaşı
Savaşlar genellikle devletler arasındaki silahlı
m ücadelelerdir ve düzenli ordularla yapılır.
A m a bazen bir ülke içindeki iki ya da daha
fazla grup birbiriyle silahlı mücadeleye girişe­
bilir. İç savaş denen bu silahlı m ücadele, ya
bir silahlı grup ile devlet arasında ya da iki
silahlı grup arasında olur. Bu savaşlar düzenli
ordularla değil, gerilla savaşı denen özel savaş
yöntemleriyle yapılır. Devletin kendi yurttaşı­ Brown Brothers
nı, babanın oğulu, kardeşin kardeşi öldürdü­ II. D ü n y a S a v a ş ı'n d a h e r ik i ta r a f da k o rk u n ç
ğü iç savaşlar, savaşların en korkuncudur. b o m b a la r g e liş tir d i. B u n la rd a n b ir ta n e s i b ü y ü k b ir
b in a y ı y ık a b iliy o rd u .
İngiltere’de 17. yüzyılda Kral I. Charles’ı
destekleyenler ile parlam entoyu destekleyen­
ler arasında çıkan iç savaşın sonunda kral asıl- mış, parlam ento orduları zafer kazanmıştı.
Signal Corps Photo Bu iç savaş kralın m utlak yetkilerinin sınırlan­
dırılmasını hızlandırmıştır.
A B D ’de, güneydeki köleci eyaletler ile kö­
leliği kaldırmak isteyen kuzey eyaletleri ara­
sındaki A m erikan İç Savaşı (1861-65); İspan-
ya’da cumhuriyet yönetimine karşı ayaklanan
faşist generaller ile Halk Cephesi hüküm eti
arasındaki İspanya İç Savaşı (1936-39); Y una­
nistan’da II. Dünya Savaşı sonrasında krallık
yönetimi ile kom ünistler arasındaki Yunan İç
Savaşı (1947-49); Çin’de milliyetçiler ile ko­
m ünistler arasında yapılan ve 1949’da Çin
Halk Cum huriyeti’nin kurulmasıyla sonuçla­
nan Çin İç Savaşı tarihin en kanlı iç savaşla-
rındandır. L übnan’da 10 yıldan uzun bir süre­
dir devam eden iç savaş, bu tür savaşların gü­
II. D ü n y a S a v a ş ı'n d a kara s a v a ş la rı d e n iz
k u v v e tle rin c e d e s te k le n d i. R e s im d e A B D b ir lik le ri nümüzdeki bir örneğidir.
F ilip in le r 'e ç ık a rm a y a p ıy o r. I. Dünya Savaşı sonrasında sömürge impa-
84 SAYDA

ratorluklarm ın çökmeye başlamasıyla bu im­


paratorlukların içindeki farklı uluslar bağım ­
sızlık için silaha sarıldı ve bağımsızlık savaşla­
rı denen savaşlar ortaya çıktı. 1918-23 arasın­
daki Türk Kurtuluş Savaşı; 1954-62 arasında
Fransa’ya karşı yürütülen Cezayir Bağımsızlık
Savaşı bu savaşların en önemlilerindendir.
I. Dünya Savaşı sonrasında V ietnam ’da
Fransız egemenliğine karşı başlayan direniş
de 1946’da, uzun sürecek bir bağımsızlık sava­
şma dönüştü. Fransızlar 1954’te Dien Bien
Phu’da yenilince Cenevre Anlaşmaları uya­
rınca ülkeyi terk ettiler. Am a bu anlaşmaların ARDEA

hüküm leri uygulanmadı ve ülkede farklı grup­ O rta A s y a 'd a y a ş a y a n sa y g a b o z k ırın s o ğ u k v e ku ru


lar arasında silahlı iktidar mücadelesi sürdü. h a v a s ın ı iri b u rn u n d a n c iğ e rle r in e çe ke rke n
n e m le n d ir ip ısıtır.
A B D ’nin kendi yandaşlarını desteklem ek için
1961’de V ietnam ’a asker göndermesiyle hızla­
nan savaş, 1975’te A B D ’nin yenilgisiyle so­ Sayga iyice şişirebildiği iri burnuyla tanınır.
nuçlandı ve Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti Burnun bu yapısı olasılıkla ciğerlere çekilen
ülke topraklarının bütününe egemen oldu. havanın ısınmasına ve nemlenmesine yarar.
İç savaşlarda ve kurtuluş savaşlarında ge­ Erkeklerin burnu aralık ayma rastlayan üre­
nellikle düzenli ordular ve onların savaş yön­me mevsiminde daha da irileşir. Dişiler için
birbirleriyle dövüşen erkeklerin en güçlü
tem leri yerine, küçük silahlı gruplar ve onla­
olanları 50’yi aşkın dişiden oluşan harem ler
rın uyguladığı gerilla savaşı yöntemleri kulla­
nılır. Büyük, düzenli ordulara karşı daha kü­ kurabilir. Yaklaşık dört ay sonra dişilerin
çük güçlerle m ücadele edebilmek için başvu­ dörtte üçü ikiz yavru doğurur. Yavrular bir­
kaç gün boyunca çalılar ya da uzun otların
rulan gerilla savaşında, küçük baskınlar ve sı­
arasında yatar. Bu süre içinde anneler toy­
nırlı saldırılar yapıp geri çekilerek düzenli or­
duyu yıpratm ak, tuzak ve sabotajlarla düşm a­naklarıyla çifteler atarak yavrularını düşm an­
nın savaş gücünü kırmak gibi yöntem ler kulla­lara karşı korusa bile, birçok yavru kurt, tilki
nılır. Çete savaşı da denen gerilla savaşı birve kartallara yem olur.
düzenli ordunun savaşını desteklem ek için de Saygalar sürüler halinde yaşar, ilkbaharda
kullanılabilir. kuzeye, sonbaharda güneye göç eder, çalılar
ve çeşitli otlarla beslenirler. Sürüler yılın
SAYDA bak. S u r v e S a y d a . belirli zam anlarında genişler ve ender olarak
100 bin kadar hayvanı kapsayabilir. Am a
SAYGA. A ntiloplar arasında garip görünüşlü saygalar kuraklığın yanı sıra, etleri ve Çin
burnuyla dikkat çeken sayga (Saiga tatarica), hekimliğinde kullanılan boynuzları için avlan­
SSCB’nin orta kesimleri, Moğolistan ve Çin’ maları sonucu iyice azalmıştı. 1930’da toplam
in batısında, sert kara ikliminin hüküm sayılarının 1.000 dolayında olduğu sanılmak­
sürdüğü bozkırlarda yaşar. Omuz yüksekliği taydı. Bunun üzerine doğal olarak yaşadıkları
75 cm, ağırlığı 40 kg dolayında, yünlü postu ülkelerde korum a altına alınarak yeniden
kum renginde, kuyruğu kısa, yarısaydam boy­ çoğalmaları sağlanmıştır. Günüm üzde sayga­
nuzları kehribar gibi koyu sarıdır. Boynuzlar lar eti ve postu için denetimli olarak avlana-
yalnız erkeklerde bulunur. Yaklaşık 25 cm bilm ektedir.
uzunluğunda olan bu az kıvrımlı boynuzların
alt bölümleri belirgin biçimde boğumludur. SAYI. Bir küm enin elem anlarını saymak ya
Saygaların genel görünüşleri antiloba benze­ da bir şeyin değerini söylemek istediğimizde
mekle birlikte, ceylanlarla daha yakın akraba sayılardan yararlanırız. Sayıları rakam denen
oldukları sanılmaktadır. simgelerle gösteririz. Hesap yaparken sayılar­
SAYI 85

dan nasıl yararlanıldığı A R İT M E TİK , T O P­ Görüldüğü gibi sonuçta tam kare sayılar elde
LA M A , Ç IK A R M A , Ç A R PM A , BÖ LM E, edilm ektedir. A lttaki şekil bu ilginç bağıntıyı
O N D A LIK SA Y ILA R ve K E SİR LER m ad­ açıklam aktadır.
delerinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Bu m addede, sayıların özelliklerini ve ara­
larındaki bağıntıları inceleyen ve m atem atik­
çilerin sayılar kuramı olarak adlandırdıkları
konu üzerinde durulacaktır. Sayılar m atem a­
tiğin en yararlı ve en kullanışlı araçları olarak
kabul edilir; ama insanlar sayılarla yalnızca
hesap açısından ilgilenmemiş, çok eskiçağlar­
dan başlayarak sayılar dünyasının son derece A m a şekiller her zaman işe yaramayabilir.
ilginç iç ilişkilerini de incelemeye çalışmışlardır. Örneğin, şu çizimde görülenler üçgenel sayı­
Hz. İsa’dan neredeyse 2.000 yıl önce yaşamış lara benzem ektedir.
olan Babilliler döneminde bile sayı bulmacaları­
nın hazırlanmış olduğu bilinmektedir.

Sayı Kümeleri
Sayıların en büyüleyici yanlarından biri, içle­ • # • m 0
rinden bazılarının belirli dizileri oluşturabil­
mesidir. Tam kare sayılar ve bunların tek
sayılarla olan bağıntılarına ilişkin bilgileri
M A TEM A TİK m addesinde bulabilirsiniz. m
Ayrıca üçgenel denen sayılar da vardır.
• • •
~~m • m m~
• • • m m
m % • • • •
• İ • • • t
• • • • A m a, noktaları sayarsanız bunların gerçekte
1________ 3___________ 6___________ 1 0 ______
tam kare sayılar olduğunu anlarsınız! (Eğer
Şekilden üçgenel sayıların nasıl kurulduğunu noktaların oluşturduğu satırlara bakarsanız,
görebilirsiniz. N oktalardan oluşan satırlara tek sayılarla ilgili olarak yukarıda değinilen
bakıldığında, üçgenel sayıların şu biçimde bağıntıyı da görürsünüz.)
yazılabileceği ortaya çıkar: Doğal sayılar (adi tamsayılar) da çiftler
halinde toplanabilir:
1 = 1
3=1+2 1+2=3
6=1+24-3 2+3=5
10=1+2+3+4. 3+4=7
Bu ilişkiden, 1, 3, 6 ve 10’dan sonra gelen 4+5=9.
üçgenel sayıların 15, 21, 28, 36, 45, 55 vb Sonuçta elde edilenler hep tek sayıdır. Bunun
biçiminde uzayıp gideceği hesaplanabilir. böyle olmasının nedeni, ardışık (birbiri ardına
Şimdi üçgenel sayı çiftleri'ni toplayalım: gelen) doğal sayıları topluyor olmamızdır. İki
ardışık doğal sayıdan kaçınılmaz olarak biri
1+3=4 tek, öbürü çift olacağından, bunların toplamı
3+6=9 tek sayı olmak zorundadır:
6+ 10= 16
tek + çift = tek.
10+15=25
15+21=36. Eğer üç ardışık doğal sayıyı toplarsak,
86 SAYI

l+2+3=6 birbiriyle çarpın: 7x9=63. Bu hep böyle mi


2+3+4=9 olur? Aynı şeyi tek sayılarla yapsaydınız ne
3+4+5=12 olurdu?
4 + 5+6=15,
Asal Sayılar
sonuçta elde edilen her zaman 3’ün katları, A sal s a y ı l a r l ’d e n v e k e n d i s i n d e n b a ş k a b ir
yani 3’e tam olarak bölünebilen sayılardır. s a y ı y a b ö l ü n e m e y e n s a y ı l a r d ı r (bak. B ö l m e ).
Siz, bunun nedenini açıklayabilir misiniz? Bu t a n ı m a g ö r e , ö r n e ğ i n 2, 17 v e 347 a s a l
Belki şu şekil işinize yarayabilir: s a y ı la r d ı r :

2 (bölenleri: 1,2)
17 (bölenleri) 1,17)
• • • • I 347 (bölenleri: 1,347).
A m a şu sayılar asal değildir:
1 (bölenleri: 1)
6 (bölenleri: 1, 2, 3, 6)
1.001 (bölenleri: 1, 7, 11, 13, 77, 91, 143,
D ört ardışık doğal sayıyı toplarsak ne olur
1.001).
dersiniz? Ya beşini toplarsak? Herhangi bir
sayı, ardışık doğal sayıların toplamı biçiminde l ’in asal sayı olmamasının nedeni tek bir
yazılabilir mi? Örneğin 4 için ne dersiniz? böleninin bulunmasıdır; ama bu öyle bir
Sayı dizileri çoğunlukla bu tür ilginç sorular bölendir ki, sonsuz kez yinelenebilir. Bütün
ortaya çıkarır. Y ukarıdaki soruların çözümü­ sayılar asal çarpanların bir çarpımı olarak
nü biz size bırakıyoruz. Bu m addede yeri yazılabilir. Örneğin;
geldikçe bunlara benzer birkaç soru daha
6=2x3
ortaya atacağız.
1.001=7x11x13
İlgi çekici sayı küm elerinden biri de, adını,
210=2x3x5x7.
13. yüzyılda İtalyan m atem atikçi Pisalı Leo­
nardo Fibonacci’nin bulduğu Fibonacci dizisi’ İşin ilginç yanı, bu asal çarpanları nasıl
dir. Dizi şöyle başlar: gruplandırırsanız gruplandırın hep aynı sonu­
cu verirler. Örneğin;
1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, ...
18=2x9=2x(3x3)
İkinciden sonra gelen her sayı önceki iki
ya da 18=3x6=3x(2x3).
sayının toplamıdır.
Fibonacci dizisindeki sayıların ilginç özel­ Eğer 1 bir asal çarpan olsaydı, o zaman
likleri vardır. Diziyi daha da sürdürürseniz,
her üçüncü sayının çift sayı, her dördüncü 18=2x3x3x1=2x3x3x1x1
sayının 3’ün katı, her beşinci sayının ise 5’in =2x3x3xlxlxl
katı olduğunu görürsünüz. Bu dizinin sizin de biçiminde yazabilir ve istediğimiz kadar 1 ko­
kendi kendinize bulup çıkarabileceğiniz pek yarak bunu daha da uzatabilirdik. Buradan da
çok başka ilginç özelliği daha vardır. l ’in asal sayı olmadığı kolayca söylenebilir.
Herhangi bir Fibonacci sayısını (örneğin Asal sayılar belki de en garip sayılardır,
8’i) ele alın ve bu sayının karesini bulun (64); çünkü bunlar öteki sayı küm elerinin tersine
sonra da iki yanında yer alan sayıları birbiriy- herhangi bir kurala uymaz. Ö rneğin, asal
le çarpın (5x13=65). A caba bu ilişki hep sayılar karşımıza herhangi bir sırayla değil,
böyle mi süregider? rasgele biçimde çıkar. Birbirini izleyen 10’ar
Aynı denemeyi doğal sayılarla yapacak sayılık küm elerdeki asal sayılara bakalım:
olursanız, sonucun pek benzer olmadığını
görürsünüz. G ene 8’in karesini alın; bu 64 0 ile 10 arasında: 2, 3, 5, 7
eder. Sonra da 8’in iki yanındaki sayıları 10 ile 20 arasında: 11, 13, 17, 19
SAYI 87

20 ile 30 arasında: 23, 29 n 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11


30 ile 40 arasında: 31, 37 n2+ n + 11 13 17 23 31 41 53 67 83 101 121 143.
40 ile 50 arasında: 41, 43, 47.
121 ve 143’ün dışındakilerin hepsi asal sayıdır.
Buradan 0 ile 50 arasında 15 asal sayının Böyle form üllere, çok sayıda asal sayı verdiği
bulunduğu görülebilir; ama 50 ile 100 ve 100 için “asal sayıca zengin” form üller denir.
ile 150 arasında yalnızca 10’ar, 150 ile 200 Bunlardan birini 18. yüzyılda İsviçreli m ate­
arasında ise 11 asal sayı vardır. Bazen 10 matikçi Leonhard Euler bulmuştur:
sayılık bir aralıkta herhangi bir asal sayının
n2 + n + 41.
bulunmadığı da görülür; örneğin 320 ile 330
arasında hiçbir asal sayı yoktur. 1.130 ile Bu formül n ’nin 39’a kadar olan değerleri için
1.150 arasında ya da 1.330 ile 1.360 arasında geçerlidir; ama n = 40 için bulunan sayı
da hiçbir asal sayı yoktur. 1.681’dir ve bu da 4 1 x 4 1 ’e eşittir, yani asal
Bazen asal sayılar sanki belirli bir kalıba sayı değildir.
uyuyormuş gibi gözükür. Eğer sayıları 6’lık Yüzyıllarca önce Eski Yunanlı matematikçi
satırlar halinde yazmaya başlarsak, ilk satır­ Ö klit’in kanıtlamış olduğu gibi, sonsuz sayıda
dan sonra bütün asal sayıların birinci ve asal sayı vardır. Asal sayıları aram ak için
beşinci sütunlarda toplandığı görülür. yüksek hızlı bilgisayarlardan yararlanılm akla
birlikte, her seferinde öncekinden daha bü­
yük bir asal sayı bulmak gene de oldukça güç
bir iştir. İki büyük asal sayının çarpımını
1 2 3 4 5 6 çarpanlarına ayırmak çok güç olduğundan,
gizli şifrelerin düzenlenmesinde asal sayıların
belirli bir önemi vardır. Bunun ne kadar güç
7 8 9 10 11 12 bir iş olduğunu anlam ak için, hesap m akineni­
zi kullanarak 189.911’in iki asal çarpanını
bulmayı deneyin.
13 14 15 16 17 18
...... . . .
Yinelenen Ondalıklar
Y inelenen ondalıklar, O N D A LIK SA Y I­
0
CN

19 21 22 23 24
-

LA R m addesinde açıklanmış, M A TE M A ­
=

TİK m addesinde de bunlara ilişkin bazı ör­


25 26 27 28 29 30 nekler verilmiştir. Burada yinelenen ondalık­
lar konusunda ilginç bir iki noktaya daha
değineceğiz.
İkinci, dördüncü ve altıncı sütunlar çift sa­ Hangi kesrin yinelenen, hangisinin yinelen­
yıları ve üçüncü sütun 3’ün katlarını içerdiği­ meyen türden olduğunu nasıl anlayacağız?
ne göre, 2 ve 3’ten sonraki bütün asal sayıla­ Ö rneğin, şunlar yinelenmeyen türdendir:
rın öbür iki sütunda bulunacağı çok açıktır;
Vı = 0,5 Via = 0,1
am a bu iki sütundaki sayıların hepsi asal sayı
Va = 0 y25 Vi6 = 0,0625
değildir.
Vs = 0,2 V20 = 0,05
Asal sayılar herhangi bir düzene uym adık­
Vs = 0,125 V25 = 0,04.
larından, bunları saptam aya yarayacak bir
formül bulma girişimleri de hep başarısızlıkla Eğer Viö’yı ele alırsak, bunun neden böyle
sonuçlanmıştır. Bunlardan bazıları başlangıç­ olduğu anlaşılabilir. 0,0625 sayısı 625/ıo.ooo
ta umut verici gözükmüştür. Örneğin, biçiminde de yazılabilir; bu kesir kısaltılırsa
Vi6 elde edilir. Bu olanaklıdır çünkü 16,
n2 + n + 11 10.000’in bölenidir, yani 10.000 sayısı 16’ya
form ülünü ele alalım ve ri'ye l ’den başlayarak tam olarak kalansız bölünebilir. Yukarıdaki
değişik değerler verelim: öbür kesirleri de gözden geçirirseniz, her
88 SAYI

birinin paydasının (altta yazılı sayının) 10’u ya Vi - 0,333333 ... = 0,3


da lOO’ü ya da l.OOO’i ya da 10’un bazı
katlarını böldüğünü görürsünüz. Eğer böyle olduğunu siz de bilebilirsiniz. A caba, hangi
olmasaydı ondalık basam akları yinelenen tür­ kesir 0,111111... sonucunu verir? Ne dersi­
den olurdu. niz? Size bir ipucu verelim: V3 = ¥ 9 olduğunu
Bir başka ilginç nokta da, yinelenen onda­ anımsayın. Periyodu 1 olan başka kesirler
lıkların periyodu’nu bulmaktır. Periyot, yine­ bulabilir misiniz?
lenen basam ak sayısıdır. Örneğin, Periyot konusunu genel olarak araştırabil-
m ek için çok sayıda farklı kesri ele alıp bunla­
ı/7 = 0,İ42857
rın periyotlarını bulmamız gerekir. Bu tür
V13 = 0,076923
araştırm alardan elde edilen ilginç sonuçlar­
kesirlerini ele alalım. H er ikisinin de periyodu dan biri M A TEM A TİK maddesinde verilmiş­
6’dır, çünkü her ikisinde de 6 basam ak tir; bu, Vöi kesrinin yinelenen basam ak sayısı­
yinelenmektedir. (Tepedeki noktaların yine­ nın, yani periyodunun 60 olduğudur. Ö te yan­
lenen grubun ilk ve son basam aklarını göster­ dan Vİ7’n i n periyodu 16, Vİ9’unki 18, Vb’ünki
diğini anımsayalım.) 22 ve V&’unki 28’dir. Görüldüğü gibi 17, 19,
7’ye bölme ilginç sonuçlar verir, çünkü bun­ 23 ve 29 sayılarının hepsi, tıpkı 61 sayısı gibi
larda yinelenen basam aklar hepsinde aynı ra­ asal sayılardır.
kam dizisinden oluşur; ama bu basam aklar A m a ne yazık ki, asal sayılara uygulanan
her birinde dizinin farklı bir noktasından kurallar her zaman geçerli değildir. Örneğin
başlar: V^ı’in periyodu 30 değil, 15’tir. Am a hemen
denebilir ki, 15 de tümüyle ilgisiz bir sayı de­
Vı = 0,İ42857 Vı = 0,571428 ğildir, çünkü 30’un yarısıdır. Öyleyse, payda­
2/7 = 0,285714 5/? = 0,714285 larında asal sayı bulunan öteki kesirlerin peri­
3 /7 - 0,42857İ 6/7 = 0,857142. yotlarına bakalım:
Aslında 7’ye bölme bu tür bir yinelenmeye
oldukça uygundur, çünkü Vı ile Vı arasında PA Y D A 37 41 43 47 53 59 67
hesaplanacak 6 farklı kesir ve yinelenen PE R İY O T 3 5 21 46 13 58 33.
dizinin başlayacağı 6 farklı rakam vardır 13’e
bölmede de buna oldukça benzeyen bir du­ Peki, şimdi saptanabilecek bir kural var mı?
rumla karşılaşılır; ama, V \3 ile 12/ i3 arasındaki Bu tür araştırm aların en zor yanlarından bi­
kesirleri ondalık kesirlere çevirirken, yinele­ ri uzun hesaplar yapma zorunluluğudur. H e­
nen basam akları 6 rakamlı bir diziden oluştu­ sap m akinelerinin çoğu ondalık virgülünden
ranlayız. Hesap makinenizden yararlanarak sonra gelen yedi basamağı gösterir; dem ek ki,
ne olacağını görebilirsiniz. sonraki basam akları elde etm ek için bir yol
Periyodu 6 olan başka kesirler de vardır; bulmak zorundasınız. Eğer okulunuzda yarar­
ama farklı bir biçimde. Örneğin: lanabileceğiniz bir bilgisayar varsa ve sorunu
çözebilecek uygun bir program yazabilir ya da
Vu = 0,0714285 V28 = 0,03571428
bulabilirseniz bunu başarabilirsiniz.
V21 = 0,047619 V35 = 0,0285714.
B urada, paydaların hepsinin 7’nin katları ve Sihirli Kareler
yinelenen basam akları oluşturan dizilerden Aşağıdaki şekilde en basit sihirli kare görül­
bazılarının 7’ye bölmedekinin aynı olduğu m ektedir. Eski Çinliler bu sihirli kareyi bili­
dikkatinizi çekmiştir. Bu saptam adan kalka­ yorlardı; efsaneye göre, bunu bir Çin im para­
rak, başka kesirlere de uygulanabilecek so­ toru bir kaplum bağanın kabuğu üzerinde ya­
nuçlar çıkarılabilir. Örneğin paydaları 13’ün zılı olarak bulmuş. Bu sihirli kare çoğu zaman
katları olan kesirlerde de benzeri bir durum la bir büyü olarak kullanılmıştır.
karşılaşılacağını söyleyebilir misiniz? Bunun özellikleri basittir, l ’den 9’a kadar
Olabilecek en kısa periyot çok açıktır ki olan sayıları içerir ve hangi satır ya da sütun-
l ’dir. dakileri toplarsanız toplayın ya da bu topla-
SAZ 89

8 3 - 4 1 8 13

1 5 9 14 11

6 7 2
mayı isterseniz çaprazlam asına yapın, hep ay­
nı sonucu bulursunuz.
Dahası, bu dokuz sayıyı karede başka türlü
15 10
düzenlemeyi denerseniz, yine aynı toplamı
bulursunuz; ama belki kareyi döndürm üş ya
da tepetaklak getirmiş olursunuz, hepsi o basam aktan ya da daha büyük sihirli kareler
kadar. için deneyebilirsiniz.
“Sihirli” toplam ın ne olması gerektiğini
bulmak için şöyle bir yol izleyebiliriz. Bütün SAZ bak. R a m iş v e S a z .
sayıların toplam ı l+ 2 + 3 + ...+ 9 ’dur. Bu top­
lamayı yapmanın bir yolu, bu sayı dizisinin SAZ, Türk halk müziğinde kullanılan ve bağ­
altına aynı diziyi tersten yazmaktır: lama da denen mızraplı bir çalgıdır. Ayrıca
saz, Türk halk müziğinde mızrap ile çalman
1 4 -2 + 3 + 4 + 5 + 6 + 7 + 8 + 9 müzik aletlerinin genel adıdır.
9+8+7+6+5+4+3+2+1. Boyutları değişik olm akla birlikte, biçimsel
Şimdi, eğer her düşey çifti toplarsak, hepsin­ olarak sazdan farksız olan divan sazı, tanbu-
de de elde edeceğimiz sayı 10’dur. Am a bu, ra, cura gibi çalgılarla birlikte bağlama ailesi­
her ikisi de aynı sayılardan oluşmuş iki küm e­ ni oluşturan çalgılardan biri olan saz, yarım
nin toplam ıdır; öyleyse 90’ı ikiye böler ve tek arm ut biçiminde bir tekne (gövde) ile ince
bir kümenin toplam ı olarak, 45 sayısını elde uzun bir saptan oluşur (bak. B a Gl a m a AİLESİ).
edebiliriz. Am a bu, l ’den 9’a kadar olan bü­ Yaklaşık 40 santimetresi gövde, 55 santim et­
tün sayıların toplamıdır. Oysa bizim bu sayıla­ resi sap olmak üzere, toplam boyu 95 cm do­
rı, her satırın toplamı aynı olacak biçimde, üç layındadır. Bu ölçüler A nadolu’nun çeşitli yö­
satıra paylaştırmamız gerekm ektedir. Dem ek relerinde az çok değişir. Tekne eskiden tek
ki, her satırın toplamı 45-^3 = 15 olmalıdır. bir ağaç parçasından oyularak yapılırdı. G ü­
Yukarıdaki sihirli karenin 3’üncü basamak’ nüm üzde, teknesi ud ve tanburunki gibi, hilal
tan olduğunu söyleyebiliriz, çünkü her satırın­ biçiminde tahta dilimler yan yana yapıştırıla­
da ya da sütununda 3’er sayı vardır. D aha bü­ rak yapılan sazlar gittikçe yaygınlaşmaktadır.
yük sihirli kareler de yapabiliriz. Bakalım siz Ü zerinde Türk halk müziğinin ses sistemine
şu 4’üncü basam aktan sihirli kareyi tam am la­ göre perde bağlarının bulunduğu sapın ucun­
yabilecek misiniz? Önce sihirli toplamın kaç da, sapla 15° kadar bir açı yapan burguluk
olması gerektiğine karar verm ek zorundası­ vardır. Burgulukta, her tel için bir burgu bu­
nız. Çaprazları da unutmayın. lunur. Ü zerindeki bir delikten geçen telin sa­
Eğer bunu tamamlayabildiyseniz, şimdi de rıldığı burgu, sağa ya da sola çevrilerek telin
gene 4’üncü basam aktan, am a daha farklı si­ gerginliği azaltılır ya da çoğaltılır. Böylece tel­
hirli kareler bulabilmeyi ya da aynı şeyi 5’inci ler istenen frekansa göre akortlanır.
90 SAZAN

kapsayan sazangillerin (Cyprinidae familyası)


üyesidir. A nayurdu Asya olmakla birlikte
A vrupa, Kuzey A m erika ve Avustralya’ya da
götürülm üştür.
Sazanın (Cyprinus carpio) uzunluğu ortala­
ma 30 cm, gövdesi kalın, pulları iri ve sırt
yüzgeci uzun, üst bölümleri sarımsı yeşil, alt
bölümleri sarımsıdır. Ü st çenesinin yanların­
da ikişer bıyık bulunur.
Sazan yalnız ya da küçük gruplar halinde,
dibi çamurlu, bitkice zengin göller ve durgun
sularda yaşamayı sever. Bıyıklarını ve kalın
dudaklarını dipteki çamuru eşelemek için
kullanır. Bulup hem en yuttuğu bitki ve hay­
vanların sindirilemeyen parçalarını geri püs­
kürtür. Sazanlar kışın beslenmez ve derin
Şemsi Güner sulara ya da dipteki korunaklı yerlere çekile­
Saz T ü rk ha lk m ü z iğ in in en y a y g ın çalgısıdır. rek dinlenme dönemine girer. Ürem e mev­
simleri genellikle bahar aylarıdır. Dişiler yu­
Teknenin üzeri, genellikle köknar ağacın­ m urtalarını su bitkilerinin üstüne döker. Dişi
dan yapılan ince bir levha ile kapatılır. Buna bir sazanın gövde ağırlığına göre artan yum ur­
göğüs adı verilir. Teller, sap ile burguluk ara­ ta sayısı kilo başına 130 bin dolayındadır.
sındaki üst eşikten geçerek sap boyunca iler­ Hızlı büyümesi ve kolay üretilebilmesi ne­
ler ve göğse basan orta eşikten de aşarak, deniyle sazan yaygın biçimde yetiştirilm ekte­
gövdenin kenarındaki, alt eşik de denen tel dir. En iri sazanlar 1 m etre uzunluğa ve 40 kg
takozuna bağlanır. Sazın ikişerli olarak akort- ağırlığa ulaşabilir. D oğada bulunan ve önemli
lanan altı teli vardır. Bunların dördü (alt ve bir değişikliğe uğratılm adan yetiştirilen pullu
üst çiftler) çelik, ikisi (ortadaki çift) ise pirinç­ sazanların yanı sıra, insanlarca geliştirilen
tendir. Bunlar, yukarıdan aşağıya doğru aynalı sazan ve pulsuz sazan soyları büyük bir
“mi” , “re” ve “la” sırasıyla akortlanır. Bazı önem kazanmıştır. Aynalı sazan, adını yalnız
ezgilerin çalınmasına elverişli olmayan bu yanlarında, sırt çizgisi boyunca kalmış çok
akort zaman zaman değiştirilir. parlak ve iri pullarından alır.

SAZAN, aralarında bıyıklıbalık, çamçak, gol- SAZTAVUGU bak. Y e lv e v e S a z ta v u ğ u .


yan, gördek, japonbalığı, kefal, kızılkanat
gibi balıkların yer aldığı 2.000’i aşkın türü SCARLATTI AİLESİ, 17. yüzyıl sonlarıyla
18. yüzyıl başlarında ünlü besteciler yetiştir­
miş bir İtalyan ailesidir. Ailenin en ünlü
üyeleri A lessandro ve oğlu D om enico’ydu.

Alessandro Scarlatti (1660-1725), Sicilya’


nın Palerm o kentinde doğdu. Tam adı Pietro
A lessandro G aspare Scarlatti’ydi. Ailesi eğiti­
miyle ilgilenemeyecek kadar yoksul olduğun­
dan 12 yaşındayken R om a’daki akrabalarının
yanına gönderildi. O rada müzik eğitimi gören
A lessandro, 19 yaşında ilk operasını yazdı.
Bu opera öyle beğenildi ki, İsveç Kraliçesi
Sa za n b e s in in i d ip ç a m u rla rı iç in d e , b ıy ık o la ra k Kristina genç besteciyi koruması altına aldı.
b ilin e n a ğ ız d o k u n a ç la rıy la a ra r. 1683’e kadar kraliçenin hizmetinde kalan
SCARLATTİ AİLESİ 91

yaşında Napoli Sarayı’nın orgcusu oldu.


1703’te bestelediği ilk operası aynı kentte
sahnelendi. 1705’te müzik öğrenimi görmek
amacıyla V enedik’e gitti. O rada ünlü opera
bestecisi Francesco G asparini’den ders aldı,
A ntonio Vivaldi’nin yapıtlarını inceledi ve
G eorg Friedrich H ândel’le ancak ölümüyle
sona erecek bir dostluk kurdu.
1709-19 arasında R om a’da çalıştı. Beş yıl
boyunca sürgündeki Polonya Kraliçesi M aria
Kazimiera’nın küçük tiyatrosunun müzik yö­
neticiliğini üstlendi ve bu tiyatroda sahnelen­
mek üzere operalar yazdı. Kraliçenin 1714’te
İtalya’dan ayrılmasından sonra San Pietro
Bazilikası’nda müzik yöneticiliği yaptı. Kilise
korosu için en iyi vokal yapıtı sayılan 10
bölümlük Stabat Mater’ı yazdı.
1719’da R om a’dan ayrıldı. Sonraki yıl Liz­
bon’a gitti ve orada Portekiz Kralı V. Jo âo ’
nun sarayında müzik yöneticiliğine atandı.
Editorial Photocolor Archives, Inc.
Aynı dönem de, sonradan İspanya kraliçesi
B a b a A le s s a n d r o S c a rla tti (16 6 0 -1 72 5 ).
olan Prenses M aria B arbara ile erkek kardeşi­
ne müzik dersleri verdi. Klavsen sonatlarının
A lessandro 1684’te İtalya’ya döndü ve Napoli çoğunu kusursuz bir klavsenci olan Prenses
Sarayı’nın müzik yöneticiliğine getirildi. O ra­ M aria için yazdı. 1729’da M aria B ârbara’nın
da kaldığı 18 yıl boyunca yaklaşık 40 opera ve İspanyol veliahtı (sonradan İspanya Kralı VI.
çeşitli müzik parçaları besteledi. Fernando) ile evlenmesi üzerine onunla bir-
1702-09 arasında Floransa ve R om a’da
önemli görevlerde bulundu. 1709’da N apoli’
deki işine geri döndü. Son yıllarını operaların
yanı sıra serenatlar (saraylarda akşam eğlen­
cesi olarak seslendirilen bir vokal müzik türü)
ve missalar yazarak geçirdi.
Alessandro Scarlatti en çok İtalyan tarzı üç
bölümlü uvertürleri ve aryalarıyla dikkat çe­
ken 115 operasıyla anımsanır. Özgürlüğün
Zaferi adlı yapıtı opera seria (ciddi opera)
türünün ilk örneğidir. Yüksek nitelikli oda
müziği parçaları da besteleyen sanatçının solo
sesler ve küçük çalgı toplulukları için bestele­
diği 600’ü aşkın kantatı vardır. Scarlatti klasik
arm oninin oluşum unda katkısı bulunan en
önemli bestecilerden biri olarak kabul edilir.

Domenico Scarlatti (1685-1757). Tam adı


Giuseppe Dom enico Scarlatti’dir. Alessandro
Scarlatti’nin en yetenekli çocuğuydu. En iyi
klavsen müziği bestecilerinden biri olarak
tanınır.
İlk yıllarında vokal müzik besteledi, 16 O ğ u l D o m e n ic o S c a rla tti (16 8 5 -1 75 7 ).
92 SCHILLER

likte Ispanya’ya gitti. Yaşamının sonuna ka­


dar İspanya’da kaldı.
M aria B arbara için klavsen alıştırması ola­
rak yazdığı parçalar, sonradan son derece
özgün ve pek çok teknik güçlükler içeren
sonatlara dönüştü. 550’den fazlası günümüze
ulaşabilen bu sonatlarda İspanyol müziğinin
etkileri sezilir.

SCHILLER, Johann Friedrich (1759-1805).


Alm an şair, oyun yazarı, tarihçi ve edebiyat
kuramcısı Johann Christoph Friedrich von
Schiller dünyanın önde gelen yazarlarından­
dır. Çağdaşı Johann Wolfgang von G oethe ile
birlikte çağdaş Alm an edebiyatının kurucula­
rından sayılır.
Schiller, W ürttem berg’deki M arbach’ta,
bir askeri cerrahın oğlu olarak doğdu. W ürt-
tem berg dükünün ısrarı üzerine, hukuk öğre­ Collection Viollet
nimi görmek üzere dükün Ludwigsburg yakı­ J o h a n n F rie d ric h S c h ille r ç a ğ d a ş A lm a n
nında kurduğu askeri akadem iye girdi. Okul e d e b iy a tın ın k u ru c u la rın d a n b ir id ir.
Stuttgart’a taşınınca Schiller’in tıp öğrenimine
geçmesine izin verildi. Bu sırada lirik şiirler oyunu Don Carlos (1787), beş perdelik tarih­
yazmaya başlamıştı. Bunların ilki 1776’da bir sel bir dram dır. İspanya’daki m utlak krallık
dergide yayımlandı. 1780’de öğrenimini ta­ ve engizisyona karşı, Aydınlanm a Çağı’nın
mamlayan Schiller yardımcı hekim olarak özgürlükçü düşüncesini ve cumhuriyet yöneti­
orduda göreve başladı. mini savunur.
Schiller ilk oyunu olan Haydutlar'ı (Die 1787’den 1789’a kadar W eim ar’da yaşayan
Rauber) 1781 ’de imzasız olarak yayımladı. Schiller bu arada tarih yazarlığına da yöneldi.
Düzyazıyla kalem e alınmış olan bu oyun H ollanda halkının İspanya yönetimine karşı
sonraki yıl M annheim ’da sahnelendi. Özünde ayaklanışım anlatan Geschichte des Abfalls
toplum sal bir eleştiri olan bu yapıt, baskı der vereinigten Niederlande von der spani-
yönetimine karşı çıktığı için büyük bir başarı schen Regierung (1788; “Birleşik H ollanda’
kazandı. Ne var ki, dük oyundaki başkaldırı nın İspanyol Yönetim inden Ayrılmasının T a­
ruhundan hoşlanmamıştı. Genç yazar dükün rihi”) adlı yapıtı kaleme aldı. Schiller aynı
baskısından kurtulm ak için Stuttgart’tan dönem de G oethe’yle tanıştı (bak. GOETHE,
kaçtı. J o h a n n W o l f g a n g V o n ).
1783’te Schiller maaşlı oyun yazarı olarak 1789’dan 1793’e kadar Jena Üniversitesi’n-
M annheim Tiyatrosu’na girdi. B urada yalnız­ de tarih profesörü olarak çalışan Schiller’in
ca bir yıl çalışabildi. Yazdığı oyun geri çevrilince Otuz Yıl Savaşı Tarihi (Geschichte des dreissig
görevi bıraktı. 1785’te Dresden’de yazmış oldu­ jahrigen Krieges; 1791-93) adlı iki ciltlik yapıtı
ğu “Ode an die Freude” (“Neşeye Övgü”) adlı b u dönem de yayımlandı (bak. OTUZ YIL SAVAŞ­
şiirini sonradan büyük Alman bestecisi Ludwig LARI).
van Beethoven, Dokuzuncu Senfoni'sinin so­ Schiller’in 1798-99 arasında yazdığı Wal-
nundaki koro bölümünde kullandı. lenstein adlı üçleme en ünlü oyunudur. Wal-
Felsefeye ilgi duyan Schiller’in estetik ko­ lenstein, O tuz Yıl Savaşları dönemindeki
nusundaki yazıları İnsanın Estetik Terbiyesi olayların üzerine kurulu üç bölümlük tarihsel
Üzerine M ektuplar (Briefe über die asthetische bir trajediydi. Schiller bu oyunla A lm anya’
Erziehung des M enschen; 1795) adlı kitapta nın en büyük oyun yazarlarından biri olduğu­
yer alır. Schiller’in koşukla yazılmış olan nu kanıtladı.
SCHÖNBERG 93

Schiller’in öbür oyunları arasında, İskoçya üç kazı daha yaptı. İlk Truva kazısını karısıyla
Kraliçesi Mary Stuart’ın yaşamını konu alan yürütm üştü; sonrakilerde ise m im ar ve bilim
Maria Stuart (1800), Jan D ark’ı konu alan adamlarıyla birlikte çalıştı. Böylece kazılar
Orleans Kızı (Die Jungfrau von Orleans; daha sistemli bir biçimde yürütüldü.
1801) ve Giy om Tel (Wilhelm Teli, 1804) var­ Schliemann, o güne kadar var olmadığı
dır. Schiller oyunları, denem eleri, öyküleri ve düşünülen T ruva’yı ve aynı yerde daha eski
m ektuplarının yanı sıra lirik, felsefi şiirleri ve
The Bettmann Archive
baladlarıyla da tanınır.

SCHLIEMANN, Heinrich (1822-1890). Hein­


rich Schliemann, H om eros destanlarında
adı geçen Eski Truva kentini ortaya çıkaran
Alm an arkeologdur. A lm anya’da yoksul bir
papazın oğlu olarak dünyaya geldi. Gençliğin­
de H ollanda’ya yerleşti. Yabancı dil öğren­
m ekte yetenekli olan Schliemann, kendi ça­
basıyla Türkçe, Çince ve A rapça’nın yanı sıra
Avrupa dillerinin birçoğunu öğrendi.
Bildiği dillerin de yardımıyla uluslararası
ticarette sivrildi. Bir süre Rusya’da kalarak
kendi işini kurdu. Kırım Savaşı sırasında
büyük bir servet edindi.
Schliemann daha sonra California’ya gitti.
Yeni girişimlerle zenginliğini artırdı ve A B D
yurttaşı oldu. Çocukluğundan beri Eski Yu­
nanlı ozan H om eros’un büyük destanı İlyada’
ya hayrandı ve kitapta sözü edilen Truva
kentinin gerçekten var olduğuna inanıyordu.
Truva’nm Ç anakkale’de olabileceği varsayı­
Eski T ru v a k e n tin i A lm a n a rk e o lo g H e in ric h
mıyla, Ç anakkale’nin Hisarlık Tepesi’nde ka­ S c h lie m a n n o rta y a ç ık a rm ış tır.
zıya başladı. Burada üst üste kurulmuş dört
kentin kalıntılarını buldu. Schliemann İlyada’ bir Tunç Çağı yerleşmesini keşfetti. M iken
da adı geçen T ruva’nm en altta olması gerek­ uygarlığını ortaya çıkaran da odur.
tiğini düşünüyordu. Bu yüzden üst katları Schliemann bir yandan kazılarında kullan­
özen gösterm eden kazdı ve en alt kata ulaşan dığı yöntem yüzünden eleştirilirken, öte yan­
büyük ve derin bir çukur açtı. 1873’te, çok dan arkeolojiye yaptığı katkılar nedeniyle
eskiden gömülmüş altın eşyalardan oluşan bir öncü kabul edilir. Schliemann 1868’den başla­
hazine buldu ve H om eros’un sözünü ettiği yarak arkeolojik bulguları üzerine çeşitli ki­
Truva’yı bulduğunu sandı. G erçekte, bulduğu taplar da yazdı. 1875’te yayımlanan Troja und
hazine çok daha eski bir uygarlığa aitti {bak. seine Ruinen (“Truva ve Kalıntıları”) en
T r u v a ). tanınmış kitabıdır.
Schliemann “Priam os’un Hâzinesi” adını
verdiği bu hâzineyi Türkiye dışına kaçırdı. SCHÖNBERG, Arnold (1874-1951). Avus­
Sonraki yıl Truva kazılarına yeniden başla­ turyalI besteci A rnold Franz W alter Schön-
mak istediyse de Osmanlı hüküm etinden izin berg bütünüyle yeni bir müzik bestelem e
alamadı. Ayrıca devletin payını verm eden yöntem i geliştirerek 20. yüzyıl müziğini köklü
eski eserleri yurtdışına çıkardığı için hakkında biçimde etkilemiştir. Geliştirdiği sistem, dizi­
dava açıldı. Bu yüzden Y unanistan’a geçerek sel sistem ve 12 ton (ya da 12 nota) sistemi
orada kazılara başladı. olarak bilinir. 12 notanın her birine eşit
Schliemann 1878’den başlayarak T ruva’da ağırlık tanıyan bu yöntem e verilen bir başka
94 SCHUBERT

ad da, Y unanca’dan türetilen dodekafonik 12 ton müziğinin ilk örneği olan Opus 25
sistemdir. Schönberg geliştirdiği bu yeni yön­ Piyano Süiti'ni 1921 ’de yazdı. O tarihten
temle geleneksel melodi ve arm oni anlayışını sonra bu yöntemi tüm konçertolarında ve
köklü bir şekilde değiştirerek müzikte bir başyapıtı sayılan, bitiremediği Musa ve Harun
devrim yaratmıştır, (bak. A R M O N İ). operasında da kullandı.
V iyana’da doğan Schönberg bir Yahudi Schönberg 1925’te Prusya Sanat Akadem i-
ailesinin en büyük oğluydu. Sekiz yaşında si’nde öğretm enlik yapmak üzere B erlin’e
kem an çalmaya, dokuz yaşma basmadan ke­ döndü. Ne var ki, Nazizm’in yükseldiği bu
man için küçük parçalar bestelem eye başladı. dönem de Yahudi olduğu gerekçesiyle göre­
Müzik kuram ını ansiklopedilerden ve kitap­ vinden uzaklaştırıldı. 1933’te A B D ’ye göç
lardan kendi kendine öğrendi. 20 yaşjnda etti. Müzik çalışmalarının yanı sıra Los Ange-
Viyanalı orkestra şefi A lexander von Zem- les’te California Üniversitesi’nde ders verdi.
linsky’den arm oni, kontrpuan ve kompozis­ Schönberg o zam ana kadar geçerliliğini
yon dersleri almaya başladı. koruyan geleneksel arm oni, melodi ve tonali­
Bestecinin yapıtları genellikle üç döneme te kurallarının yetersizliğini görmüş ve geliş­
ayrılır. Tonal dönem , atonal dönem , 12 ton tirdiği 12 ton sistemiyle yeni bir müzik dili
müziği dönemi. oluşturm uştu. A m a, müzik anlayışı yaşadığı
Schönberg’in ilk yapıtları Brahm s’ın ve dönem de pek anlaşılamadığı için yapıtları
W agner’in etkilerini taşıyordu. Bu dönem de­ oldukça sert eleştirilere uğradı.
ki yapıtlarının en önemlisi, 1899’da besteledi­ Schönberg müzik dünyasına, besteleriyle
ği Aydınlanan Gece adlı yaylı çalgılar altılısıy- olduğu kadar, başta 1911’de yazmış olduğu
dı. Bunu, 1900’de başladığı ama 1913’e kadar Harmonielehre (“A rm oni Kuram ı”) olmak
seslendirilmeyen, koro ve orkestra için yazdı­ üzere, müzik estetiği konusundaki kuramsal
ğı Gurrelieder adlı şarkılar, Pelleas ve Meli- yapıtlarıyla da önemli katkılarda bulundu.
sande (1902-03) adlı senfonik şiir; Re M inör Yazıldıkları dönem in müzik beğenisini zorla­
Birinci Yaylı Çalgılar Dörtlüsü (1904) ve M i yan birçok yapıtını çoğu zaman m akale ve
M ajör Oda Senfonisi (1906) izledi. m ektuplarıyla savunmak durum unda kaldı.
Besteciliğin yanı sıra müzik öğretmenliği de 12 ton tekniğini geniş biçimde uyguladığı
yapan Schönberg, 1904’te A lban Berg ve üçüncü dönem inde zaman zaman Yaylı Çalgı­
A nton von W ebern’e ders vermeye başladı. lar Orkestrası İçin Süit (1934), Opus 40 Org
Schönberg ilk yapıtlarını Geç R om antik dö­ İçin Bir Resitatif Üzerine Çeşitlemeler (1940)
nemin zengin tonal dilini kullanarak bestele­ ve Opus 43 Bando İçin Tema ve Çeşitlemeler
mişti. Tonal sistemle artık daha ileri gidileme­ (1943) gibi tonal besteler de yaptı. Müzik
yeceğini düşünen sanatçı, 1909’da tonaliteden dünyasında önemi ve büyüklüğü artık kabul
bütünüyle yoksun olan (atonal) ilk bestesi edilmiş olan Schönberg’in yapıtlarına dinleyi­
Opus 11 Piyano İçin Üç Parça'yı yazdı. cilerin büyük çoğunluğunun hâlâ alışma süre­
Schönberg 1911’den 1915’e kadar Berlin’de cinde olduğu söylenebilir.
çalıştı. I. Dünya Savaşı sırasında Viyana’ya
döndüğünde askere alındı. 1917’de sağlık SCHUBERT, Franz (1797-1828). Yazmış ol­
sorunları nedeniyle ordudan ayrıldı. Savaş duğu güzel şarkılarla tanınan AvusturyalI
yıllarında çok az beste yaptı. O dönemin besteci Franz Peter Schubert Viyana yakınla­
başlıca atonal besteleri soprano ve orkestra rındaki H im m elpfortgrund’da (bugünkü adı
için tek kişilik sahne oyunları Beklenti (1909), A lsergrund) doğdu. Babası yoksul ve müzik­
Uğurlu E l (1913) ve Pierrot Lunaire (1912) ile sever bir köy öğretm eniydi. Müzik yeteneğini
1917’de başlayıp bitiremediği Y a ku b ’un M er­ erken yaşta kanıtlayan Schubert, evde babası
diveni Oratoryosu' dur. ve erkek kardeşleriyle birlikte kurdukları
A tonal dönem yapıtlarının yapısal bir te ­ yaylı çalgılar dörtlüsünde viyola çalıyordu.
m elden yoksun oluşundan kaygı duyan Ayrıca piyano ve org çalm akta da son derece
Schönberg, üçüncü dönem yapıtlarına dam ga­ başarılıydı. Güzel şarkı söyleme yeteneği
sını vuran 12 ton tekniğini geliştirdi. sayesinde bir burs kazanarak, 11 yaşında hem
SCHUBERT 95

ethe, Heinrich H eine ve William Shakespeare


gibi ünlü şairlerin yapıtlarından alınmıştır. En
sevdiği konular doğa, aşk ve ölümdü. Şarkıla­
rın ritmini şiirin neşeli, kederli ya da coşkulu
oluşuna göre ayarlardı. Schubert 19 yaşma
geldiğinde 150 şarkı yazmıştı. Bunların a ra­
sında en çok tanınanlar bir çocuğun kötü
yürekli cinler kralıyla yaşadığı serüveni anla­
tan, balad türündeki Cinler Kralı, G oethe’nin
“G retchen am Spinnrade” adlı şiirinden uyar­
ladığı Greîchen Çıkrık Başında ve sonradan
piyano ile yaylı çalgılar için L a Majör A laba­
lık Beşlisi'nde (1819) kullandığı, Alabalık
şarkısıdır. Schubert aynı dönem de üç missa
ile üç operasını da tamamlamıştı.
Şarkılarından bazıları yayımlandığında 24
yaşındaydı. 1822’de, başlayıp da bitiremediği
pek çok yapıtından biri olan, ünlü Si M inör
Senfoni'ye (Bitmemiş Senfoni) başladı. Aynı
yıl Gezgin adlı şarkısı üzerine Do Majör Piya­
no Fantezisi'ni yazdı. Bu yapıt Schubert’in pi­
yano için yazdığı eşsiz güzellikteki besteler­
den biridir.
1823’te ağır bir hastalığa yakalanmasına
karşın, Schubert beste yapmayı sürdürdü. O
dönem de yazdığı en önemli yapıt, bir aşk
öyküsü olan 26 şarkılık G üzel Değirmenci Kız
adlı şarkı dizisidir. Bu yapıtı La M inör Yaylı
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Çalgılar Dörtlüsü ile Ö lüm ve Genç K ız
A v u s tu r y a lI m ü z ik ç i Franz S c h u b e rt şa rkı
b e s te le riy le ta n ın m ış tır.
Dörtlüsü olarak da bilinen Re M inör Yaylı
Çalgılar Dörtlüsü izledi. 1826’da Sol Majör
im paratorluk şapeli korosuna, hem de Viya­ Yaylı Çalgılar D örtlüsü'nü, 1827’de şarkı tü ­
na’da yatılı bir müzik okuluna girdi. İlk rünün başyapıtlarından sayılan Kış Yolculuğu
bestelerini okul yıllarında yaptı; zaman za­ dizisini, 1828’de Do M ajör D okuzuncu Senfo-
man okul orkestrasını yönetti. O kuldan ayrıl­ ni'yi (B üyük Senfoni) ve D o M ajör Yaylı Çal­
dıktan sonra, 1814’te babasının okulunda ders gılar Beşlisi'm yazdı.
vermeye başladı. 1818’de öğretmenliği bıra­ 1820’lerde Schubert’in oda müziği, dans
karak kendini bütünüyle beste yapmaya müziği ve şarkıları iyice yaygınlaşmıştı. Viya­
adadı. na’da yalnızca onun müziğinin çalındığı Schu-
Schubert’in müziğe en büyük katkısı lied bertiad adı verilen toplantılar düzenleniyor­
olarak bilinen şarkı besteleridir. Bir şiirden, du. O peraları sahnelenm ediğinden, yayımla­
şarkı olarak söylenmek üzere yapılan bu nan bestelerinden kazandığı parayla geçin­
besteler genellikle piyano eşliğinde seslendiri­ mek zorunda kalan sanatçı, bir yandan da
lir. İnsan sesinin olanaklarını değerlendirmeyi özel müzik dersleri veriyordu.
çok iyi bilen Schubert’in besteleri Alm an Yaşamının son yılında art arda başyapıtlar
dilinin ses tonları ve vurgularıyla uyum için­ yaratan Schubert tek konserini M art 1828’de
dedir. Bazı tanınmam ış şairlerin şiirlerini de verdi. Bu konserden kazandığı parayla sonun­
bestelem ekle birlikte, yazmış olduğu 600’ün da kendisine bir piyano alabildi. Ama sürekli
üstünde şarkının sözleri daha çok Johann çalışma yüzünden sağlığı iyice bozulmuştu.
Friedrich Schiller, Johann W olfgang von G o­ Aynı yılın ekim ayında tifoya yakalandı; 32.
96 SCHUMANN

doğum gününden iki ay önce, 19 Kasım


1828’de öldü.

SCHUM ANN, Robert (1810-1856). Alm an


besteci R obert A lexander Schumann 19. yüz­
yıl Alm an Rom antik müzik akımının önde
gelen tem silcilerindendir (bak. A lm a n S a n a t i
v e MÜZİĞİ; MÜZİK). Senfoni, oda müziği, vokal
müzik gibi çeşitli türlerde yapıtlar veren
sanatçı en çok piyano için yazdığı konçertola­
rıyla ve şarkılarıyla (lied) tanınır. Schumann’
ın müziğinde bazen alışılmamış konular yer
alır. Sözgelimi piyano için bestelediği Kreis-
leriana'da (1838) Kreisler adlı bir müzikçinin
ruhsal sorunlarını, Karnaval (1835) adlı piya­
no dizisinde ise bir maskeli baloda eğlenen
kişileri işler.
A lm anya’nın Saksonya bölgesinde, Zwic-
kau’da doğan Schum ann’ın babası kitapçıydı.
Sanatçının küçük yaşlarda felsefeye ve edebi­
The Marısell Collection
yata duyduğu ilgi yaşamı boyunca sürdü.
R o b e rt S c h u m a n n 'ın re s s a m B e n d e m a n n ta ra fın d a n
Gençlik yıllarında birçok şiir ve öykü yazdı. ç iz ilm iş b ir p o rtre s i.
Am a asıl ilgi alanı müzikti. Altı yaşında
piyano çalmaya, 12 yaşında beste yapmaya de en güzel ve yetkin konçertolarından sayı­
başladı. Babası öldükten sonra annesinin lan La M inör Piyano Konçertosu'mı o dö­
isteği üzerine bir süre hukuk öğrenimi gör- nemde besteledi. Piyano için bestelediği öteki
düyse de, ünlü müzik öğretm eni Friedrich önemli yapıtları Kelebekler (1832) adlı vals
W ieck’le tanışınca öğrenimini yarım bıraktı dizisi, Çocuk Sahneleri (1838). Alm an şair
ve kendini bütünüyle müziğe adadı. Schu­ Heinrich H eine’nin şiirleri üzerine bestelediği
mann 1834’te arkadaşlarıyla birlikte Neue Şairin A şkı (1840) adlı bir dizi şarkı, keman,
Zeitschrift fü r M usik ( “Yeni Müzik Dergisi”) viyola, viyolonsel ve piyano için yazdığı Mi
adlı bir dergi çıkarmaya başladı ve kısa sürede Bem ol M ajör Piyano Beşlisi (1842) ve İlkba­
A vrupa’nın önde gelen müzik eleştirm enle­ har Senfonisi adıyla da bilinen Si Bem ol
rinden biri oldu. Frederic Chopin’in dehasını Majör Birinci Senfonfdıv (1841). Schumann’
çok önceden fark eden ve genç Brahm s’ı ın müziği bazen coşkulu ve sert, bazen de
müzik dünyasına tanıtan odur (bak. B r a h m s , yumuşak ve son derece duyguludur. G elenek­
J o h a n n e s ; C h o p in . F r e d e r ic F r a n ç o is ). sel biçim anlayışının dışına çıkarak özellikle
Schumann 1829-32 arasında aralıklı olarak piyano müziğine önemli ifade yenilikleri ka­
Friedrich W ieck’ten ders aldı. Friedrich zandırmıştır.
W ieck’in kızı Clara yetenekli bir piyanistti. Schum ann’ın yaşamı çeşitli güçlükler ve
Beş yaşında piyanoya başlamış, 15-16 yaşla­ ruhsal sarsıntılar içinde geçti. 1833’te çok
rında üstün yeteneğini A vrupa’nın çeşitli sevdiği kız kardeşini yitirdi. M utlu başlayan
kentlerinde verdiği konserlerle kanıtlamıştı. evliliğinin dördüncü yılında ruhsal sıkıntılar
Clara’ya âşık olan Schumann onunla evlen­ baş gösterdi. Kendini öldürmeye kalkması
mek istedi. A m a, kızının yeteneğini körelt­ üzerine yaşamının son iki yılını Bonn yakınla­
mek istemeyen babası bir türlü razı olm uyor­ rındaki E ndenich’te bir akıl hastanesinde
du. Yıllarca süren bir m ücadeleden sonra geçirdi. Ölüm ünden sonra, o dönem de A vru­
1840’ta evlenebildiler. p a’nın en başarılı piyanistlerinden biri olan
Sanatçı 1840’tan sonra en verimli dönemini Clara Schumann sanatçının yapıtlarını sık sık
yaşadı. 19. yüzyılın olduğu kadar günümüzün resitallerinde seslendirdi.
SCOTT 97

SCHWEITZER, Albert (1875-1965). Alm an 1924’te yeniden Lam barene’ye dönerek yıkı­
düşünür, din bilgini, hekim ve müzikçi A lbert lan hastanenin yerine yenisini kurdu. H asta­
Schweitzer Alsace’da (bugün Fransa’da) Kay- neye cüzamlı hastalar için özel bir bölüm de
sersberg’de doğdu. Bulunduğu bölgenin özel­ ekleyen Schweitzer (bak. C ü z a m ) , yaşamının
liğinden dolayı hem Fransızca, hem Alm anca sonuna kadar hastaneyi geliştirmek ve insanlı­
öğrendi. Liseden sonra Strasbourg, Paris ve ğa hizmet etm ek için çaba gösterdi. Bir
Berlin üniversitelerinde öğrenim gördü. 30 yandan da din, müzik, barış ve kardeşlik gibi
yaşma geldiğinde din, felsefe ve müzik konu­ konularda çeşitli kitaplar yazdı. 1952’de No-
larında doktora yapmış ve Von Reimarus zu bel Barış Ö dülü’nü alan Schweitzer’in ödül
Wrede (1906; “R eim arus’tan W rede’ye”) ile törenindeki konuşması Das Problem des Frie-
J. S. Bach: le musicien-poete (1905; “J. S. dens in der heutigen Welt (1954; “Günüm üz
Bach: Müzikçi-Şair”) adlı iki kitap yazmıştı. D ünyasında Barış Sorunu”) adıyla yayım­
Aynı zam anda yetenekli bir orgcuydu. A m a, landı.
bütün bunlarla yetinm eyerek, A frika’daki in­
sanlara yardım amacıyla doktor olmak için SCOTT, Robert Falcon (1868-1912). Ünlü
yeniden üniversiteye başladı. İngiliz kutup kâşifi R obert Falcon Scott
1913’te tıp öğrenimini tam am ladıktan sonra 12 yaşındayken İngiliz donanm asına katıldı.
iyi öğrenim görmüş, bilgili bir kadın olan Küçüklüğünden beri G üney K utbu’nu keşfet­
karısıyla birlikte Fransız E kvator A frikası’na meyi çok isteyen Scott, 1897’de üsteğmen
gitti. G abon ilinde L am barene’ye yerleşti. olduktan sonra 1901-04 yıllarında Discovery
Kişisel çabaları ve yerli halkın desteğiyle gemisinin kom utanı olarak A ntarktika’ya bir
Ogove Irmağı kıyılarında bir hastane kurdu. keşif gezisine çıktı. Ocak 1902’de Ross Deni-
Sonraki yıllarda konferanslar ve org konserle­ zi’ne ulaştı. Bilim adamları gözlemlerde bulu­
ri vererek hastane için çeşitli ülkelerden bağış nurken, Scott büyük buz kütlelerinin üzerin­
ve yardım sağladı. I. Dünya Savaşı (1914-18) den güneye doğru uzun bir kızak yolculuğu
sırasında savaş tutsağı olarak Fransa’ya gön­ düzenledi (bak. ANTARKTİKA).
derildi. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra Scott’ın yol arkadaşları, daha sonra güney
m agnetik kutbunu keşfedecek olan Ernest
Erica Anderson Shackleton ile doktor, doğabilimci ve sanatçı
Edw ard W ilson’dı (bak. MAGNETİK KUTUPLAR).
Güney K utbu’nu çevreleyen büyük buzulu
keşfettikten sonra, kendilerinden önce gelen­
lerden biraz daha güneye indiler. Yiyecekleri
azalmaya başlayınca üslerine geri döndüler.
Scott ayrıca, yere bağlı bir araştırm a balonuy­
la ilk kez havadan gözlemlerde bulundu.
3.000 m etrelik F errar Buzulu’na çıktı; iki
denizciyle birlikte 59 günde kızakla 1.000
kilom etrenin üzerinde yol aldı. Başarılı geçen
seferde haritalar yapıldı ve keşiflerin yanı sıra
bilimsel çalışmalar yürütüldü.
Eylül 1904’te İngiltere’ye dönen Scott ulu­
sal bir kahram an olarak karşılandı ve rütbesi
yükseltildi. Tarihsel Discovery gemisi bugün
İskoçya’nın D undee lim anında görülebilir.
Scott ne zam andır tasarladığı yeni sefere
Terra Nova adlı bir balina gemisiyle çıktı ve
191 l ’in başlarında Ross Adası kıyısında 11
A lb e r t S c h v v e itz e r u lu s la ra ra s ı b a rış v e tıp a la n ın d a k i
ç a lış m a la rın ın y a m s ıra b a ş a rılı b ir o rg c u o la ra k da arkadaşıyla bir üs kurdu. A ntarktika’da kışın
ta n ın ıy o r d u . başlangıcı olan nisan gelmeden önce yiyecek
98 SCOTT

lar. Hava gittikçe kötüleşiyordu. Yiyecekleri


azalmıştı ve donm a tehlikesiyle karşı karşı-
yaydılar.
Bir ay sonra en yakın depoya bir günlük
yürüyüş uzaklığındaki bir yerde son kez kamp
kurdular. Korkunç bir tipi vardı. Yakıtları ve
yiyecekleri tükenm işti. 29 M art’ta gerçekleşe­
cek acı son yaklaşırken Scott günlüğüne
şunları yazıyordu: “D ört gündür çadırdan
dışarı çıkamadık. Fırtına çevremizde uğuldu-
yor. Güçsüzüz, yazmak zor, am a kendi adıma
bu sefere çıktığıma pişman değilim .”
Scott günlüğüne son satırları 29 M art günü
yazdı: “Sonuna kadar dayanacağız, ama gücü­
müz gittikçe tükeniyor, sonumuz yakın görü­
nüyor.. Ne yazık ki, daha fazla yazamaya­
cağım .”
12 Kasım günü üsten gelen bir araştırm a
grubu onların donmuş cesetlerini, Scott’ın
m ektuplarını ve günlüğünü buldu. Scott’ın ilk
kutup gezisini anlattığı The Voyage o f the
Royal Geographical Society “Discovery” (“Discovery’nin Yolculuğu”)
K a p ta n S c o tt, k e n d is in in ve a rk a d a ş la rın ın ö lü m ü y le 1905’te yayımlandı. Ö lüm ünden sonra yayım­
s o n u ç la n a n , 1 9 1 1 -1 2 'd e k i A n ta r k tik a 'n ın keşfi
g e z is in in ö n d e riy d i.
lanan Scott’s Last Expedition (“Scott’ın Son
Seferi”) ise günlüğünü ve gezi notlarını içeri­
yordu. Scott’ın anısını yaşatm ak için L ondra’
ve yakıt depoladılar. Kutup seferi 1 Kasım’da da Scott Kutup A raştırm aları Enstitüsü ku­
başladı. Ekipte köpeklerin çektiği kızaklar­ rulm uştur. (Ayrıca bak. KUTUPLARIN KEŞFİ.)
dan başka m otorlu kızaklar ve midilliler de
bulunuyordu. A m a birkaç gün sonra m otorlar SCOTT, Sir VValter (1771-1832). İskoç yazar
bozuldu. Hava koşullarına dayanam ayan mi­ ve şair Sir W alter Scott, İskoçya tarihini konu
dilliler öldü. Köpekleri de üsse geri gönder­ alan romanlarıyla tarihsel rom an türünün
mek zorunda kaldılar. Havanın aşırı soğuklu­ kurucusu sayılır. 20. yüzyılın başlarına kadar
ğu ve tipi yüzünden sefer birkaç kez ertelendi. Sir W alter Scott’ın rom anları büyük küçük
Ekipten yedi kişi üsse döndü. Scott, kalan herkesçe ilgiyle okunurdu. Günüm üzde eski
dört Arkadaşıyla birlikte çektiği kızakla, keş­ ilgiye rastlanm asa da, Scott İskoç edebiyatı
fin kutupta noktalanacak son aşamasını ger­ içindeki saygın yerini korum aktadır. Edin-
çekleştirm ek kararlılığıyla 4 Ocak 1912’de burgh’da doğan Scott çocukluğunda İskoç-
yeniden yola çıktı. Buz gibi soğuk rüzgâra lar’ın sınır serüvenlerine ilişkin öyküleri ve
karşı yürüdükleri için ilerlem ekte güçlük çeki­ destanları dinlemeyi çok severdi. D aha sonra
yorlardı. bu serüvenler kitaplarının konusu oldu. Kü­
16 Ocak günü kutba birkaç kilom etre kala çükken geçirdiği bir hastalık sonucu sağ ayağı
bir Norveç bayrağı ve köpek izleri gördüler, sakatlandı. A m a bu özrü kendini geliştirmesi­
sonraki gün de kutba ulaştılar. Ne var ki, ne ve güçlenmesine engel olmadı. Okulda
Norveçli Roald A m undsen kutba onlardan arkadaşlarına öyküler anlatm akta çok başarılı
bir aydan fazla bir zaman önce ulaşmıştı (bak. olan Scott, derslerde aynı başarıyı gösterem e­
A m u n d s e n , R o a l d ) . Düş kırıklığına uğrayarak di. Shakespeare’in oyunları da içinde olmak
geri döndüler; kuzeye doğru uzun ve zorlu bir üzere ne bulursa okuyordu. 15 yaşma gelince
yolculuk başladı. En yakın depodan yaklaşık avukat olan babasının yanında çalışmaya baş­
1.150 km , üslerinden ise 1.400 km uzaktaydı­ ladı. D aha sonra Edinburgh Üniversitesi’nde
SEBZELER 99

ği”), 1805’te ise The Lay o fth e Last MinstreTi


(“Son M instrelin Şarkısı”) yazdı. İskoç yaşa­
mını ve geleneklerini yansıtan koşuk biçimin­
deki bu rom anları M armion (1808) ve The
Lady o f the Lake (1810; “Göldeki K adın”)
izledi. 1814’te imzasız olarak yayımlanan ve
II. James yanlılarının 1745’teki ayaklanmasını
konu alan Waverley adlı romanı okurların
büyük ilgisini çekti. Yarattığı yürekli, dirençli
ve insancıl tipler, tarihsel bir tem ele oturttuğu
sağlam kurgusu ve kullandığı ustalıklı dille
geniş bir okur kitlesine ulaştı. Scott bunun
ardından Guy Mannering (1815), The Anti-
quary (1816; “Antikacı”), The Bride o f Lam-
mermoor (1819; “Lammermoor’lu Gelin”) gi­
bi bir dizi tarihsel rom an yayımladı. Bu
rom anlar “Waverley Rom anları” olarak anı­
lırken, yazarının adı yıllarca açıklanmadı.
D aha sonra Avrupa ve İngiltere tarihinden
konuları işleyen rom anlar da yazan Scott’ın
en sevilen yapıtlarından biri ülkemizde de
tanınan Ivanhoe'dur (1819). Ivanhoe T ürkçe’
Mansell Collection
ye çeşitli zam anlarda Ivanhoe (2 cilt; 1946-
S ir Edvvin L a n d s e e r'in k a le m in d e n S ir VV alter S c o tt.
49), Yağız A tlı Şövalye (1974), K orkusuz
Kahraman Ivanhoe (1974) ve Kara Şövalye
hukuk öğrenimi görerek avukat oldu. İyi (1986) adlarıyla çevrildi. Ayrıca 1942’de Salâ-
kazanç getiren bu meslek ona okum ak ve haddini E yyubî ve Aslan Yürekli Rişar ile
yazmak için zaman bırakm ıyordu. 1797’de 1965’te 12. Asırda Salip Muharebeleri adlarıy­
varlıklı bir kadınla evlendi. Bu evlilik ona la yayımlanmış Scott çevirileri vardır.
yazmak için uygun ortam ı sağladı. 1799’da 1827’de “W averley Rom anları”nm yazarı
karısıyla birlikte Tweed Irmağı kıyısındaki olarak kimliği açıklanan Scott, yaşamının son
Ashestiel’de bir çiftliğe yerleşti. 13 yıl sonra, yıllarında parasal sıkıntı içine düştü. Borçları­
M elrose yakınında aldığı bir çiftlikte yaptırdı­ nı ödeyebilmek için durm adan kitap yazmak
ğı ve A bbotsford adını verdiği m alikânesinde zorunda kaldı. Sağlığı bozulan yazar Abbots-
yaşamaya başladı. ford’da öldü.
Burada m utlu ve rahat bir yaşam süren
Scott, yörenin tarihiyle ilgili bilgi topladı. SEBZELER, çok eskiçağlardan beri tarımı
R om antik İtalyan ve Alm an şairlerinin yapıt­ yapılan değerli besin kaynaklarıdır. İnsanla­
larını okudu. Düzenli çalışmayı seven Scott rın beslenm esinde tahıl bitkileri kadar önemli
her sabah saat beşte kalkar, ocağı kendi bir paya sahip olmamakla birlikte hem sun­
yakar, giyindikten sonra ilk işi ahıra gidip dukları değişik lezzetlerden, hem de vitamin
atlarına bakm ak olurdu. A ltıda masasının (özellikle A ve C vitaminleri) ve mineralce
başında oturur, 10’a kadar hiç kalkm adan ça­ (kalsiyum ve dem ir gibi) zengin içeriklerinden
lışırdı. 10’da kahvaltı ettikten sonra iki saat ötürü yiyeceklerimiz arasında vazgeçilmez bir
daha çalışır, günün geri kalanını balık tu ta ­ yer tutarlar.
rak, avlanarak ya da dostlarını ziyaret ederek Bitkilerin çok çeşitli bölüm lerinden sebze
geçirirdi. olarak yararlanılır. Örneğin havuç, kereviz ve
Başlangıçta Alm an baladlarından çeviriler pancar bitkilerin besin depolayarak şişkinleş­
yapan Scott, 1803’te Minstrelsy o fth e Scottish miş kökleridir. Köklerde çoğunlukla nişasta
B order\ (“İskoç Sınırının M instrel G elene­ halinde depolanan besinler daha sonra bitki
100 SEBZELER

tarafından kullanılarak tüketilir. Bu yüzden su, yüzde 16 kadarı nişasta (karbonhidrat),


de kök tipi sebzeler belli bir olgunluğa erişin­ yüzde 2’si protein, yüzde l ’i m ineral, kalan
ce, besinlerini yitirm eden topraktan çıkarılır. yüzde l ’lik bölümü ise selüloz ve vitamindir;
Bazı bitkilerde besin biriktirm e işlevini çok az m iktarda yağ da içerir. Bu m addeler
kökler değil, köksap ya da yumru gibi toprak- vücudumuz için vazgeçilmez gereksinimler
altı gövdeleri üstlenmiştir. Bu tür sebzelerin en olduğundan, doğru ve dengeli bir beslenmede
tipik örneği patatestir. Patates yumrularının üs­ sebzelerin rolü büyüktür. Aslında vitaminle­
tünde gördüğümüz “göz” denen oluşumlar as­ rin çok az m iktarları yeterli olmakla birlikte,
lında bitkinin gelişmemiş tomurcuklandır; pata­ hiç bulunmamaları iskorbüt gibi bazı hastalık­
tes toprakta uzun süre bekletilirse bu gözlerden lara yol açar (bak. VİTAMİN). Sebzeler ayrıca,
filizlenerek yeni bitkilere dönüşür. selülozlu yapısıyla sindirim sisteminin düzenli
Bunların dışında bitkilerin etlenmiş çiçekle­ çalışmasına yardımcı olur.
ri (örneğin karnabahar), körpe sürgünleri Hem daha kolay sindirildiği, hem de daha
(örneğin kuşkonmaz) ve yaprakları (örneğin lezzetli hale geldiği için sebzeler çoğunlukla
lahana, ıspanak ve m arul) da sebze olarak pişirilerek tüketilir. A m a pişirme sırasında
kullanılır. Bazı bitkilerin ise meyve ve tohum- ısının etkisiyle yapısındaki m ineral ve vita­
lanna yaygın biçimde sebze denir. Örneğin, minlerin çoğunu yitirir. Bu yüzden de, besin
dom ates, patlıcan, kabak ve hıyar gerçekte değerini koruyabilmek için çok uzun süre
bir meyve, fasulye ve nohut gibi taneli, kuru değil, yumuşayıncaya kadar pişirilmesi gere­
sebzeler ise tohum dur. Fasulyede olduğu gibi, kir; en iyi yöntem olarak da buharda ya da
tanelerinden yararlanılan bazı bitkilerin badıç fırında pişirilmesi önerilir. Sebzelerden en
denen tohum kılıfları da taze sebze olarak çok çiğ ve taze olarak yendiğinde yararlanılır.
kullanılır. Sebzeleri uzun süre saklayabilmek ve koru­
B urada adı geçen sebzelere ilişkin ayrıntılı m ak için yapılan konservelem e işlemi sırasın­
bilgiyi kendi m addelerinde bulabilirsiniz. da da vitamin ve m inerallerin bir bölümü yok
olur; buna karşılık kurutulan ya da donduru­
Besin Değeri ve Pişirilmesi lan sebzeler içeriklerini korur.
Sebzelerin çoğu çok yüksek oranlarda su
içerir (marul gibi bazı bitkilerde bu oran Sebzecilik
yüzde 96’ya varır); bununla birlikte yapıların­ Sebzelerin büyük bir bölümü çok eskiçağlar­
da karbonhidrat, yağ, m ineral, protein ve dan beri yetiştirilmektedir; buna karşın uzun­
vitamin gibi değerli besin m addeleri de bulu­ ca bir süre sebzeler yalnızca doğal olarak
nur. Ö rneğin, bir patatesin kabaca yüzde 80’i yetiştikleri yörelerle sınırlı kalmış, dünyanın
başka yerlerine dağılmamıştır. Örneğin A m e­
A B C Ajansı
rika kökenli bitkiler olan patates, dom ates ve
biber 15. yüzyıl sonlarına kadar Eskidünya’da
bilinmiyordu. Oysa, soğan ve şalgam O rtado­
ğu ve A sya’da, havuç, lahana ve kereviz ise
A vrupa topraklarında binlerce yıldan beri
yetiştirilen sebzelerdir. Günüm üzde yetiştiri­
len sebzeler, yüzyıllardır sürdürülen seçme ve
ayıklama yöntemiyle elde edildikleri yabani
atalarına pek benzemezler.
Büyük sanayi kentlerinin kurulduğu 19.
yüzyıla kadar, insanlar sebzelerini ya kendile­
ri yetiştiriyor ya da yerel pazarlardan satın
alıyordu. O dönem lerde yörenin iklim koşul­
ları hangi sebzenin yetiştirilmesine uygunsa,
S e b z e le r v ita m in c e z e n g in d e ğ e rli b e s in pazarlarda yalnızca o çeşitler bulunuyordu.
k a y n a k la rıd ır. Genellikle ilkbahar ve yaz mevsimlerinde bol
SEÇİM 101

sa fabrikalar için yetiştirilenler işlenerek baş­


ka bir ürüne dönüştürüleceğinden bunun pek
fazla önemi yoktur.

SEÇİM. İnsanlar topluluklar biçiminde yaşa­


dıkları, birlikte hareket ettikleri ya da çalış­
tıkları zaman genellikle içlerinden bazılarının
tüm topluluk adına kuralları belirlemesi ve
işleri yürütmesi gerekmiştir. Yani yasa ya da
kuralları yapacak ve yürütmeyi ya da yöneti­
mi üstlenecek kişilere gerek duyulmuştur. Bu
topluluk bir işyeri, bir okul ya da bir ulus
olabilir.
Bireylerin yasa yapma ve uygulamasını
denetlem e gücünü elde etm elerinin çeşitli
yolları vardır. H üküm darlar bu gücü genellik­
le atalarından kendilerine geçen bir hak
olarak kazanırlardı (bak. K r a l l ik ). Bazen
ZEFA
F a s u ly e tırm a n ıc ı b ir b itk i o ld u ğ u n d a n s ırık la ra
iktidara el koyan askeri ya da başka bazı
s a rd ırıla ra k y e t iş t ir ilir . B itk ile r in a ra la rın d a çıkan güçler zor kullanarak ya da korku salarak
z a ra rlı o tla r ç a p a la n a ra k s ö k ü lü r. halkın kendilerine baş eğmesini sağlarlar. Bu
tür yönetim lere “diktatörlük” denir (bak. DİK­
taze sebze oluyor, kışın ise bozulm adan sakla­ TATÖR). D em okratik bir ülkede ise iktidarın
nabilen kök ve yumru sebzeler ile kurutula­ ve sorumluluğun kime verileceğini ulusun bi­
rak, turşu ve salam ura yapılarak bekletilebi- reyleri belirler (bak. DEMOKRASİ). İki ya da
len sebzelerden yararlanılıyordu. Kolayca ku­ daha fazla adaydan birini “seçm e” işlemine
rutularak uzun süre saklanabilen fasulye, no­ “seçim” denm ektedir.
hut ve mercimek gibi taneli sebzeler bugün de D em okrasi, seçilen yasa koyucuların halkı
hâlâ pek çok ülkenin kışlık temel besin kay- temsil etm elerini gerektirir. Bu da ancak adil
naklarındandır. seçimlerle gerçekleştirilebilir. Seçimler dürüst
Günüm üzde ise gelişen seracılık ve ülkeler ve yarışmalı, yani birden çok partinin ve
arasındaki ulaşım ağı sayesinde hem en hem en adayın katılımıyla yapılmalı; sonunda kaza­
bütün bir yıl boyunca her çeşit taze sebze nanlar, halkın çoğunluğunun seçmek istediği
bulunabilm ektedir. Ayrıca, uygun olmayan kişiler olmalıdır. Seçimlerde kimlerin oy vere­
mevsimlerde konserve ve dondurulm uş seb­ bileceğini, kimlerin aday olabileceğini, seçim­
zelerden de yararlanılm aktadır. lerin nasıl yapılacağını ve kimin kazandığının
Afrika, Asya ve O rta A m erika ülkeleri nasıl belirleneceğini gösteren kurallar anaya­
başta olm ak üzere dünyada pek çok ülkede sa ve seçim yasalarında belirtilmiştir (bak.
halkın büyük bir bölümü hâlâ kendi bahçesin­ A n a y a s a ).
de yetiştirdiği sebzelerle beslenm ekte, artan­
ları da yerel pazarlarda satm aktadır. Sanayi­ Oy Hakkı
leşmiş ülkelerde ise evlerin bahçelerinde seb­ Bir seçimde kimlerin oy kullanabileceğinin
ze yetiştirmek ekonom ik nedenlerden çok, yanıtı hiçbir zaman kolay olmamıştır. Bugün
zevk için yapılan bir uğraşa dönüşmüştür. dem okratik ülkelerde “genel oy hakkı” var­
Yetiştirilen sebzelerin bir bölüm ü taze ola­ dır. B una göre belirli bir yaşın üzerinde
rak tüketilm ek üzere satışa sunulurken bir (genellikle 18 ya da 21 yaş) olan her yurttaş oy
bölümü de fabrikalarda işlenerek çeşitli gıda kullanm a hakkına sahiptir. 19. yüzyılda ise
ürünlerine (turşu, salça, konserve gibi) dö­ yalnızca mülk sahibi ya da belli bir miktarın
nüştürülür. Taze sebzelerin yaralı bereli ol­ üzerinde vergi ödeyen erkeklerin oy kullan­
maması, görüntüsünün iyi olması istenir. Oy­ masına izin veren “sınırlı oy sistemi” yaygın­
102 SEÇİM

dı. Çeşitli ülkelerde ve zam anlarda yoksul yürütür. Seçimler genellikle, yasayla sapta­
erkekler, zengin ya da yoksul bütün kadınlar, nan bir takvime göre yapılır. Bazı ülkelerde
farklı ırkı ya da dinsel inancı olan kişiler oy kam panya sırasında harcanabilecek para mik­
verm e hakkından yararlandırılm azlardı {bak. tarını sınırlayan, adayların seçmenlere oyları
K a d i n HAKLARI; KÖLELİK). Bu durum bazı ülke­ karşılığında rüşvet vermesini ya da çıkar
lerde 20. yüzyıl başlarına kadar sürdü. sağlamasını engelleyen yasa hüküm leri de
Oy kullanma yaşma ek olarak, seçmenler vardır. Genellikle, adaylar seçimde kendisine
genellikle, seçimin yapıldığı ülkenin yurttaşı yardımcı olacak ve bağlı bulunduğu siyasal
olmak ve bir seçim bölgesinde belirli bir süre partinin öbür üyelerinin desteğini sağlayacak
oturm ak zorundadır. Seçimlerde oy verme
Topham
hakkı olan herkesin oy verebilmesini sağla­
mak için düzenli kayıtlar tutulur. Oy kullan­
ma hakkı olanlar “seçm en” olarak adlandırı­
lır. Çoğu ülkede halkın oy vermesi zorunlu
değildir; bu ülkelerde oy verm e bir görev
değil, bir haktır. Am a Avustralya ve İsviçre
gibi bazılarında ise oy kullanma yasal bir
görev olarak kabul edilir ve oyunu kullanm a­
yanlar para cezasına çarptırılabilir. 1983’ten
sonra Türkiye’de de böyle bir uygulama
başlatılmıştır.

Adayların Seçimi
Seçilmek için başvuran kişilere “aday” denir.
A daylarda da yaş ve yurttaşlık koşulları ara­
nır. Seçilmek için ciddi olarak çalışacak aday­
ların başvurmasını sağlamak amacıyla bazen
belirli bir m iktar para da istenir. Bu para,
aday seçimi kazanır ya da oyların belirli bir
bölüm ünü alırsa kendisine geri ödenir. G ünü­
müzde adaylık daha çok bir siyasal partinin A B D 'd e a d a y la rın s e ç ild iğ i p a rti k o n g re le ri b ir s p o r
listesinde yer almak biçiminde ortaya çıkar. k a rş ıla ş m a s ı g ib i g e çe r.
Bağımsız adayların oranı oldukça düşüktür.
Bir partiden aday olmak isteyenler genellikle
parti içi bir ön elem eden geçirilirler. İlke bir seçim bürosu ya da komitesi kurar. A day­
olarak, bu elemeyi siyasal partilerin yerel ların propaganda yöntem lerinin başlıcaları
örgütleri yapar (bak. SİYASAL PARTİLER). radyo ve televizyon konuşmaları, miting ve
Adaylık için çok kişinin başvurması durum un­ toplantılar, afiş ve el ilanları ile ev ve mahalle
da parti içinde bir önseçim yapılması gereke­ ziyaretleridir. Bayraklar, toplu yürüyüşler,
bilir. Partilerin genel m erkezleri de çoğu kez şarkılar ve bandolar bir seçim kampanyasında
merkez kontenjanından aday gösterme olana­ önemli rol oynar. Am a günümüzde asıl etkili
ğına sahiptir. Siyasal partilerin katılmadığı propaganda alanı adayların kendi kişiliklerini
bazı seçimler de vardır. Örneğin Türkiye’de ve görüşlerini seçmenlere yansıttıkları radyo
m uhtar seçimlerinde partiler aday göste­ ve televizyon yayınlarıdır. Çoğu ülkede, rad­
remez. yo ve televizyon yayınlarında adaylara eşit
süreler verilmesini öngören kurallar vardır.
Seçim Kampanyası Kam panya sırasında harcanacak paranın ya­
Oyların kullanılmasından kısa bir süre önce salarla sınırlandırılmadığı ülkelerde, gazete
her aday ya da siyasal parti, halkı kendisine ve televizyon reklam ları için çok büyük mik­
oy vermeye ikna etm ek için bir kampanya tarlarda para harcanır.
SEÇİM 103

Oy Pusulası
Oy verm ek için kullanılan kâğıt parçasına oy
pusulası denir. D aha önceleri oylar açıkta
kullanılır, böylece kimin kime oy verdiği
açıkça bilinirdi. Seçimlerin gizli oyla yapılma­
sının amacı, herkesin özgürce ve hiçbir baskı
altında kalm adan kişisel seçimini yapabilme­
sini sağlamaktır. Günüm üzde ülkelerin ço­
ğunda, oy pusulaları yerel ya da ulusal yöne­
tim tarafından ve seçim yapılacak bölgedeki
kayıtlı seçmen sayısı kadar bastırılır. Oy
pusulası üzerinde her aday ya da partiye
ayrılan yerin rengi, büyüklüğü, biçimi ve
tasarımı aynıdır.
Oy pusulaları değişik biçimlerde düzenle­
nebilir. Bazı oy pusulalarında çeşitli partiler­
den adaylar görev yerlerine göre aynı liste
içinde sıralanır ve adayların bağlı olduğu
parti, adayın adından sonra yazılır. Bazısında
ise her parti için ayrı bir sütun vardır ve
adayların adları kendi partilerinin altına liste
olarak yazılır.
Bazı ülkelerde oy pusulasının üzerinde
adayların adı bulunmaz ve seçmen istediği Barnaby’s

partiyi işaretler. “Tercihli oy” pusulası ise S e ç im le rd e o y la r o y s a n d ık la rın d a to p la n ır.


seçmene her görev yeri için birinci, ikinci ve
üçüncü tercihini belirleme olanağı verir. Bu Oy kullanma m akineleri oyun gizliliğini korur
tür oy pusulası Avrupa ve A vustralya’da çok ve birden fazla oy kullanmayı olanaksızlaş­
kullanılır. tırır.
Hangi oy pusulası türünün kullanılacağı
çoğunlukla o ülkedeki parti sistemine bağlı­ Seçim Sistemleri
dır. Partiler arasındaki farkların çok büyük Seçmenlerin kullandıkları oylarla kimlerin
olmadığı A B D ’de, adayların kimliği önemli­ seçileceği ve oyların nasıl değerlendirileceği­
dir ve seçm enler genellikle partiden çok ne ilişkin kurallar seçim sistemini oluşturur.
kişileri seçmeye yöneldiği için oy pusulaları Seçim sistemleri ilk olarak şu soruya yanıt
da buna uygun olarak düzenlenir. Birçok getirir: Bir seçim bölgesinde bir tek temsilci
A vrupa ülkesinde ise her partinin farklı prog­ mi, yoksa birden çok temsilci mi seçilecektir?
ramı vardır. Seçmenler de adayın kimliğinden Birinci yol seçildiğinde “tek adlı seçim yönte­
çok, programını beğendikleri parti için oy mi” ortaya çıkar. D ar bölge sistemi de denen
kullanırlar. bu sistemde ülke, her biri birer temsilci
Seçim gününün sonunda bütün oylar görev­ çıkaracak biçimde seçim bölgelerine ayrılır.
liler tarafından ve isteyen herkesin izleyebile­ Böylece çok sayıda küçük seçim bölgesi yara­
ceği bir biçimde sayılır. Dolayısıyla oy verm e­ tılır. Bu sistemin en tipik uygulama yeri A BD
de gizlilik, oyların döküm ve sayımında ise ve İngiltere’dir. Ö bür ülkelerde ise genellik­
açıklık ilkesi geçerlidir. le liste sistemi uygulanır ve seçim bölgeleri
A B D ’de oy kullanma m akinelerinden yay­ nüfuslarına göre değişen sayıda temsilci çı­
gın olarak yararlanılm aktadır. Bu m akineler, karır.
hızları ve hatasız çalışmaları nedeniyle başka Verilen oylarla kimin seçilmiş sayılacağı
ülkelerde de, özellikle çok fazla oy kullanılan konusu seçim sistemlerinin yanıtlayacağı ikin­
büyük kentlerde giderek yaygınlaşmaktadır. ci ana sorudur. Burada, biri “çoğunluk”,
104 SEÇİM

öbürü de “nispi tem sil” olmak üzere başlıca seçmen olabilm ek için mülk sahibi olmak
iki sistem vardır. Çoğunluk sisteminde, o ya da belli bir m iktar vergi ödem ek gereki­
bölgede oyların çoğunu alan liste bütün tem ­ yordu. Kadınların oy verme ve seçilme hakkı
silcilikleri kazanmış olur. Örneğin bir seçim yoktu.
bölgesinde yarışan üç partiden birincisi yüzde Kurtuluş Savaşı sırasında A nkara’da açılan
34, İkincisi yüzde 30, üçüncüsü de yüzde 36 oy Büyük Millet Meclisi (23 Nisan 1920) için ya­
almışsa, bütün milletvekilliklerini sonuncu pılan seçimler yeni bir devletin kuruluşuna da
parti kazanmış sayılır. Yüzde 30 ve yüzde 34 hizmet etti. Cum huriyet dönem indeki ilk se­
oy alan öbür iki parti ise hiç temsilci çıkara­ çim 1923’te yapıldı. Bundan sonra, 1924-45
maz. Görüldüğü gibi bu sistem adil değildir. arasındaki tek partili dönem de iki dereceli
Nispi temsil sistemi ise, partilerin aldıkları oy olarak yapılan seçimler (1927, 1931, 1935,
oranında temsilci çıkarabilmeleri kuralına da­ 1939, 1943) yarışmalı olmadığı için serbest ve
yanır. D aha adil sonuçlar yaratan bu sistemde dem okratik değildi. Bununla birlikte kadınla­
halk iradesi gerçeğe daha yakın bir biçimde ra seçme ve seçilme hakkı tanınması gibi
parlam entoya yansır. Ne var ki, çoğunluk (1934) çok önemli bir demokratikleşm e adımı
sisteminin uygulandığı ülkelerde partilerden bu dönem de atıldı. Çok partili yaşam başla­
birinin tek başına iktidar olma şansı daha dıktan sonra yapılan ilk seçimlere (1946) bir
fazladır. Nispi sistemi uygulayanlarda ise oy­ m uhalefet partisinin (D em okrat Parti) de ka­
ların değişik partiler arasında bölünmesi yü­ tılması ve tek dereceli seçim usulüne geçilme­
zünden tek partinin mecliste çoğunluğu ka­ si dem okratikleşm e sürecinin önemli adımla­
zanması daha zordur. Böylece tek parti yöne­ rıdır. Ne var ki, bu seçimde oylar açık veril­
timi yerine, birden çok partinin katıldığı miş, sayım ise gizli yapılmıştı. Gizli oy ve açık
koalisyon hüküm etleri kurm ak gerekm ek­ sayıma dayalı ilk seçim 1950’de yeni seçim ya­
tedir. sasının onaylanm asından sonra gerçekleşti.
Ayrıca, seçimler “tek dereceli” ya da “iki Sonuçta eskiden tek parti olan Cumhuriyet
dereceli” olarak yapılabilir. Tek dereceli se­ H alk Partisi m uhalefete düştü ve iktidar D e­
çim lerde, seçm enler temsilcilerini doğrudan m okrat P arti’ye geçti.
kendi oylarıyla seçerler. İki dereceli seçimde D em okrat Parti iktidarı dönem inde m uha­
ise, önce “ikinci seçm en” denen delegeler için lefet üzerindeki baskılar arttı. Hak ve özgür­
oy kullanılır. Seçilen bu delegeler asıl tem sil­ lükler giderek kısıldı. Bu koşullarda yapılan
cileri seçerler. Tek dereceli seçim daha de­ 1954 ve 1957 seçimleri de oldukça tartışmalı
m okratik bir uygulamadır. İki dereceli seçim­ bir ortam da geçti. 1954’te Yüksek Seçim Ku­
lerin en iyi bilinen örneği A B D ’de başkanlık rulu oluşturuldu. 1957 seçimlerinin ardından,
seçimidir. Başkan her eyaletten seçilmiş olan m uhalefetin üzerinde baskılar yoğunlaştı,
delegelerin oylarıyla belirlenir. Türkiye’de de radyo iktidar partisinin emrinde bir yayın or­
1946’ya kadar iki dereceli seçim sistemi uygu­ ganı gibi çalışmaya başladı. G erçekten özgür
lanmıştır. bir seçim ortam ının yaratılamamış olması da
27 Mayıs 1960’ta silahlı kuvvetlerden bir grup
Türkiye'de Seçimler subayca gerçekleştirilen askeri müdahaleyi
Osm anlılar’da daha önce yerel yönetimler hazırlayan nedenler arasındadır.
için yapılan seçimler dışında, ilk siyasal seçim Türkiye’de seçimlerin dem okratik bir yapı­
1876 Anayasası’nın kabul edilmesinden bir yıl ya kavuşması 27 Mayıs m üdahalesinden sonra
sonra gerçekleşti. İlk Osmanlı parlam entosu yapılan 1961 Anayasası’yla sağlandı. 1961
için iki kez seçime gidildikten sonra (1877-78) milletvekili seçimlerinden başlayarak uygula­
II. A bdülham id’in baskıcı yönetimi altında nan nispi temsil sistemi Türkiye için önemli
meclis dağıtıldı ve II. M eşrutiyet’in ilanına bir yenilikti. 1961, 1965, 1969, 1973, 1977 ge­
(1908) kadar bir daha toplanm adı. II. M eşru­ nel seçimleri, bazen nispi sistemin de etkisiyle
tiyetken sonra seçimlere siyasal partiler de oyların ve meclisteki sandalyelerin çok sayıda
katılm aya başladı. İki dereceli seçim yöntem i­ parti arasında dağılmasına ve koalisyon hükü­
nin uygulandığı Osmanlı seçim sisteminde, m etlerine yol açtı. A m a, seçmen oylarının
SEDAT 105

hüküm lüler oy kullanamazlar. Seçmen kütük­


leri oy verme hakkına sahip kişileri belirleyen
listelerdir ve belli süreler içinde bunlara itiraz
edilebilir.
Milletvekili seçilebilmek için, 30 yaşını dol­
durmuş olm ak, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı
olmak, en az ilkokulu bitirm ek, kamu hizm e­
tinden yasaklanmamış ya da belli suçlardan
dolayı hüküm giymemiş olmak gibi koşullar
aranm aktadır. Seçimlerde propaganda, yasa­
ların gösterdiği süreler ve koşullar içinde ser­
besttir. Seçim günü sandık kurulları oy verme
ve sayım işlemlerini tarafsızlık ve dürüstlük
kuralları içinde yürütürler. Bunların üstünde
ilçe ve il seçim kurulları görev yapar. Ülke
çapındaki en üst yetkili organ ise Yüksek Se­
çim K urulu’dur.
Bugün Türkiye’de uygulanan nispi temsil
sistemi çift barajlıdır. Birincisi, ülke düzeyin­
de geçerli oyların yüzde 10’unu alamayan par­
tiler hiçbir yerde milletvekili çıkaramaz. A yrı­
ca, ilk barajı aşan partiler seçime girdikleri
bölgedeki “yerel baraj ”ı da aşmak zorunda­
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi dır. “Yerel baraj ”ın altında oy alırlarsa gene
T ü r k iy e 'd e b ir s e ç im s ıra s ın d a o y k u lla n a n milletvekili çıkaramazlar. Bu “yerel b araj” ,
s e ç m e n le r.
bir seçim bölgesinde verilen geçerli oyların se­
çilecek milletvekili sayısına bölünmesiyle elde
meclise daha doğru bir biçimde yansımasını edilen sayıdır.
da sağladı.
12 Eylül 1980 askeri m üdahalesinden sonraSEDAT, Enver (1918-1981). Mısırlı bir subay
yapılan ilk genel seçimlere (1983) Milli G ü­ ve siyaset adamı olan M uhamm ed Enver Se­
venlik Konseyi’nin izin verdiği parti ve aday­ dat, 1970’ten ölüm üne kadar M ısır’ın cum-
ların katılabilmesi seçimlerin demokratikliği hurbaşkanıydı.
ve serbestliği ilkesini sarstı. Bu durum ancak Enver Sedat 1938’de Kahire Askeri A kade-
1987 genel seçimlerinde bir ölçüde giderilebil­ misi’ni bitirdi. II. Dünya Savaşı (1939-45) sı­
di. 1983-87 arasında iktidar partisinin seçim rasında M ısır’daki İngiliz egemenliğine karşı
yasalarında yaptığı değişiklikler yeni tartışm a çeşitli eylemlere katıldı. 1950’de, M ısır’da
ve eleştirilere neden oldu. krallığa ve İngiliz egemenliğine son verm ek
A rtık Türkiye’de ilk olarak 1961 A nayasa­ için kurulan Özgür Subaylar Ö rgütü’ne katıl­
sıy la oluşturulan dem okratik bir seçim siste­ dı. 1952’de Nâsır önderliğinde gerçekleştiri­
minin tem el kuralları yerleşmiştir. M illetveki­ len kansız darbenin başanyla sonuçlanmasın­
li ve yerel yönetim seçimleri serbest, eşit ve dan sonra N âsır’ın cumhurbaşkanlığını des­
tek derecelidir; genel oy ilkesi benimsenmiş­ tekledi (bak. NÂSIR). Nâsır dönem inde önemli
tir; oy verm ede gizlilik, oyların döküm ve sa­ devlet görevlerinde bulundu ve iki dönem
yımında ise açıklık kuralı geçerlidir. D aha da cumhurbaşkanı yardımcılığı yaptı. N âsır’ın
önemlisi seçimlerin dürüstlüğü yargı organı­ 1970’te ölmesi üzerine cum hurbaşkanı seçildi.
nın güvencesi altındadır. Sedat, M ısır’ın O rtadoğu siyasetini destek­
20 yaşından gün alan her Türk yurttaşı oy lemeyen SSCB’ye misilleme olarak 1972’de
verm e hakkına sahiptir. Askeri öğrenciler, er­ SSCB’li teknisyen ve danışm anları ülkeden çı­
ler, kam u hizmetinden yasaklılar, tutuklu ve kardı. Sonraki yıl ekim ayında da İsrail’e karşı
106 SEDİR

su kahverengi iri kozalakları en ayırt edici


özelliklerinden biridir.
Sedirlerin en iyi tanınan türü Lübnan sedi­
ridir ( Cedrus libani). Günüm üzde yalnızca
A nadolu’da ve çok sınırlı olarak da L übnan’
da kendiliğinden yetişen bu ağaçlar eskiçağ­
larda çok geniş orm anlar oluşturuyordu. Am a
o dönem lerde kerestesi saray ve gemi yapı­
m ında aranan değerli bir malzeme olduğun­
dan, Lübnan sedirleri bilinçsizce yapılan aşırı
kesimler sonucu giderek tükenm iş, buna kör­
pe fidanları yiyen keçilerin zararı da eklenin­
ce, neredeyse tümüyle yok olmuştur. A m a,
doğal çevrede çok azalmış olmakla birlikte,
günümüzde Lübnan sediri alımlı görünümü
Popperfoto nedeniyle birçok ülkede süs ağacı olarak ye­
E n v e r S e d a t 1970-81 a ra s ın d a M ıs ır'ın tiştirilmektedir. Hoş kokulu ve dayanıklı odu­
c u m h u rb a ş k a n ıy d ı.
nundan ise yapılarda ve mobilyacılıkta yarar­
Suriye ile ortak bir saldırı başlattı. İsrail bu lanılm aktadır. Ülkemizde özellikle Toros
sürpriz saldırıya başarıyla karşı koyarak geri D ağları’nda yoğunlaştığı için yaygın olarak
püskürttü. A m a Enver Sedat savaştan saygın­ “Toros sediri” de denen bu ağaçlar Toroslar’
lığı artm ış olarak çıktı. Bundan sonra bölge­ da 1.200-2.000 m etre yükseklikler arasında
de barışı sağlamak amacıyla diplom atik gö­ saf ya da köknar, çam, ardıç ve dişbudak
rüşm elere başladı. A rap dünyasının büyük
LÜBNAN
bölüm ünden ve SSCB’den gelen şiddetli tep­
kilere karşın barış planlarını sunmak üzere
1977’de İsrail’e gitti. 1978’de İsrail Başbakanı
M enahem Begin’le birlikte Nobel Barış Ödü-
lü’nü aldı. 1979’da ise iki ülke arasında bir
barış antlaşması imzalandı. Am a İsrail’le ant­
laşma imzalanması ve ülkede ekonom ik duru­
mun gittikçe kötüleşmesi yaygın protesto gös­
terilerine yol açtı. Bu gösterileri şiddetle bas­
tıran ve siyasal karşıtlarını sindirmeye çalışan
E nver Sedat, 6 Ekim 1981’de K ahire’de, Kozalaklar, yapraklar ve
erkek çiçekler
1973’teki A rap-İsrail Savaşı’nm yıldönümü
için düzenlenen bir askeri tören sırasında kur­ ağaçlarıyla karışık orm anlar oluşturur. Ayrıca
şunlanarak öldürüldü. O rta Karadeniz’in iç kesimlerinde de sedir
topluluklarına rastlanır.
SEDİR. Çamgiller (Pinaceae) familyasının Kuzey A frika’daki Atlas D ağları’nda or­
Cedrus cinsinde yer alan sedirler yaprakdök- m anlar oluşturan Atlas sediri (Cedrus adanti-
m eyen, hoş kokulu ağaçlardır. Yatay ve yay­ ca) kısa yaprakları ve küçük kozalaklarıyla
van konum lu dallarıyla görkemli bir görünüm Lübnan sedirinden ayrılır. Himalaya Dağla-
sergileyen bu ağaçların dört türü vardır. Üçü rı’nda yetişen Him alaya sediri ( Cedrus deoda-
Akdeniz Bölgesi’ne, biri Himalaya D ağları’na ra) ise sarıya çalan uzun yeşil yapraklı ve sar­
özgü olan bu türler dünyanın pek çok yerinde kık dallı bir ağaçtır.
süs ağacı olarak yetiştirilir. D allara sık dem et­
ler halinde dizilen iğne biçimli yaprakları sert SEFERİS, Yorgo (1900-1971). Asıl adı Ge-
ve üç köşelidir. Tümüyle olgunlaştığında pul­ orgios Seferiades olan Yorgo Seferis, çağdaş
larını dağıtan, fıçı biçimli, yeşil ya da m orum ­ Yunan edebiyatında Sembolizm (Simgeci­
SEFERİS 107

lik) A kım ı’mn önde gelen şairlerinden biridir.


Diplomatlık mesleğini seçmiş olan Seferis de­
memeleriyle de tanınır. Babası, şiirle uğraşan
bir hukukçuydu. Seferis 20. yüzyılın başların­
da oldukça geniş bir Rum topluluğunun otu r­
duğu İzm ir’de doğdu. 14 yaşına kadar bu
kentte yaşadı ve ilköğrenimini burada gördü.
Ailesiyle birlikte yaz tatillerini geçirdiği, İz­
m ir’in İskele diye anılan sayfiye yerinde Rum
balıkçıların ezbere okuduğu eski G irit destan­
larını dinleyerek büyüdü. I. Dünya Savaşı
(1914-18) çıkınca ailesiyle birlikte A tina’ya
göç etti.
Ortaöğrenim ini burada tam am layan Seferis
1918’de, babasının avukatlık yapm akta oldu­
ğu Paris’e hukuk okum ak üzere gitti. İlk şiir­
lerini de hukuk öğrencisi olduğu bu yıllarda
yazdı. 1924’te dil öğrenm ek amacıyla İngilte­
re’ye gitti. Bir yıl sonra A tina’ya dönerek dış­
işleri bakanlığında göreve başladı. Bu arada
şiir, eleştiri ve çeviri çalışmalarını sürdürü­
yordu. 1931’de Y unanistan’ın Londra konso­
losluğuna atandı. Dışişlerindeki hizmetini A r­ United Press International Photo

navutluk, Güney Afrika, Mısır ve Türkiye’de Y o r g o S e fe ris ç a ğ d a ş Y u n a n e d e b iy a tın d a


S e m b o liz m A k ım ı'n ın ö n d e g e le n ş a ir le rin d e n d ir.
m üsteşarlık ve konsolosluk görevlerinde bu­
lunarak sürdürdü. II. Dünya Savaşı (1939-45)
sırasında sürgündeki Yunan hüküm etinde gö­ uzun süren büyük bir çaba içine girmiştir. Se­
rev alan Seferis daha sonra Beyrut, ardından feris için geçmiş, bugünkü duyarlılığını yo­
da 1957-62 arasında L ondra’da büyükelçi ola­ ğunlaştıracak ve bütünleyecek bir araştırm a
rak görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldı. alanıdır. Şiirlerinde o yıllarda edebiyat dün­
Seferis’e 1963’te Nobel Edebiyat Ödülü ve­ yasında yaygınlık kazanan, ezgisel yanı ağır
rildi. basan, abartm alı nitelem elerle, benzetm eler­
Seferis’in yaşamını etkileyen en önemli le dolu coşkulu anlatım a ağırlık veren anlayı­
olay, 1922’de A nadolu’da Türk Kurtuluş Sa­ şa uzak kalır. I strofî (1931; “Dönüm Noktası”)
vaşı sırasında Yunan kuvvetlerinin bozguna adını taşıyan ilk kitabındaki uyaklı dörtlükler­
uğraması ve İzm ir’in yakılmasıdır. Doğduğu den oluşan aşk şiirlerinde o yıllardaki kalıpla­
ve çocukluğunu geçirdiği kentin bir yangın ye­ rı kullanmış, ama dile çok daha belirgin bir
ri haline gelmesi o yıllarda Paris’te yaşayan düzen kazandırm ış, kullanıla kullanıla etkisini
Seferis’in kendini geçmişinden, anılarından yitirmiş sıfatlar ile uyaklardan kurtulmayı ba­
birdenbire kopmuş ve sürgünde hissetmesine şarmıştır. Seferis’in bu yeniliği o günlerin tu ­
yol açmış, görevi gereği yurdundan sık sık tucu Yunan eleştirmenlerinin tepkisini çek­
uzaklaşması da sürgünlük duygusunu ayrıca miştir. 1932’de yayımladığı I sterna (“Sarnıç”)
yoğunlaştırmıştır. Doğduğu yerden zorunlu adlı yapıtta ölçülü uyaklı, ama daha yoğun bir
olarak uzak kalması, yaşamı boyunca sanatını şiir dilini deneyen şair, 1935’te yayımlanan
etkileyen önemli bir özellik olmuştur. Şiirle­ Destansı Ö y k ü ’de (Mithistörima) şiir dilini ve
rinde sıkça geçen “öteki kıyı” , “öteki dünya” , tekniğini tam bir olgunluğa eriştirmiştir. Y u­
“öteki yaşam” sözleri, yitirdiği anılarına düş nan şiirinin evriminde bir dönüm noktası ka­
gücüyle ulaşma çabalarını simgeleyen deyiş­ bul edilen bu yapıt 24 şiirden oluşur. Sefe­
lerdir. Şair yeni kökler bulm ak, yitirdiği ana­ ris’in özgür koşukla yazdığı bu şiirler içerikle
yurduna düş gücüyle yeniden erişmek için biçim arasındaki uyumla dikkati çeker.
108 SEINE IRMAĞI

Seferis, 1940-55 yıllan arasında üç kitap


olarak yayımlanan İmerolöyion kataströmâtos
(“Seyir D efteri”) ile K ikhli (1947; “Ardıç Ku­
şu”) gibi kitaplannın yanı sıra, Dokim.es (1944;
“D enem eler”) adı altında eleştiri ve denem e­
lerini de yayımladı. Seferis denem elerinde
yalnız edebiyatla değil, tarih, eğitim, felsefe
ve güzel sanatlann öbür kollarıyla ilgili görüş­
lerini de dile getirdi. Dilimize Destansı Ö ykü
adıyla çevrilen şiir kitabından başka şiirlerin­
den, denem elerinden ve anılarından yapılan
seçm elerden oluşan bir yapıt da Üç Kırmızı
Güvercin adıyla çevrildi.

SEINE IRMAĞI bak. S e n I r m a ğ i.

SEKOYA. Görkemli orm an ağaçları olan se­


koyalar dünyadaki canlılann en irisi ve en
yaşlısıdır. A dını, Kuzey A m erika Y erlileri’n-
den Ç erokiler’in ünlü reisi Sequoyah’dan alan
bu ağaçların günüm üzde yaşayan yalnızca iki
türü vardır. Bunlardan biri kıyı sekoyası (Se-
quoia sempervirens), öbürü mamutağacı ya da
deveağacıdır (Sequoia gigantea).
Bu her iki sekoya türü de A B D ’nin Califor­
nia eyaletinde yabani olarak yetişir; sayıları
çok azalmış olan m amutağaçları özellikle Si­
erra Nevada D ağlan’mn batı yamaçlarında,
hüküm et tarafından korum aya alınmış koru­
luklarda bulunur. Dünyanın en uzun boylu
ağaçları olan kıyı sekoyaları ise California’nın
kuzeyinden O regon’un güneyine kadar uza­
nan dağlık kıyılarda yetişir. Yüksekliği 90
m etreyi bulan kıyı sekoyalarının bu boya ula­
şabilmeleri yaklaşık 2.000 yıl alır. Oysa ma-
m utağaçlannın aynı yüksekliğe ulaşabilmesi
için çok daha uzun bir süre gerekir. Nitekim,
California’daki Sekoya Ulusal Parkı’nda bu­
lunan, yaklaşık 83 m etre yüksekliğindeki bir
mamutağacının 3.000-4.000 yıllık olduğu sa­
nılm aktadır. Eyalet halkının “G eneral Sher-
m an” adını taktığı bu en yaşlı sekoya örneği­
nin gövde çapı 9 m etreyi aşar; ağırlığının ise
2.500 ton dolayında olduğu saptanmıştır.
G erek kıyı sekoyası, gerek mamutağacı te­
peye doğru incelerek yükselen, dik gövdeli
ağaçlardır. Gövdeyi saran kızılımsı kabuk ka­
National Park Service
im, süngersi ve derin çatlaklıdır. H er iki türde
C a lifo r n ia 'd a k i Y o s e m ite U lu s a l P a rk ı'n d a b u lu n a n
de dallar yere doğru sarkıktır, ama değişik m a m u ta ğ a ç la rı d e v y a p ıla rıy la z iy a re tç ile ri şa şkın a
tipte yapraklarla donanmıştır. Kıyı sekoyala- ç e v ir ir.
SELANİK 109

nnın şerit biçimli, yassı ve küçük, koyu yeşil Selahaddin Eyyubi 1187’de Filistin’i istila
yaprakları vardır. M amutağaçlarının yaprak­ ederek aynı yılın ekim ayında H ıristiyanların
ları ise ince dalları kaplayan küçük, sivri uçlu elinde olan K udüs’e girdi. Bu zafer A vrupa’
pulcuklar biçimindedir. Kozalakları küçük, daki kralları telaşlandırdı ve III. Haçlı Seferi’
odunları hafif, sağlam ve dayanıklıdır. nin başlamasına yol açtı (bak. H a ç l i S e f e r l e -
R î). A m a Kudüs M üslüm anlar’ın elinde kal­
SEL bak. T a ş k in . maya devam etti. Aslan Yürekli R ichard’ın
başka yerlerdeki zaferlerine karşın, Selahad­
SELAHADDİN EYYUBİ (1138-1193), en çok din Eyyubi M üslüm anlar’ı birleştirerek Ku-
Haçlı Seferleri’nde oynadığı rol dolayısıyla düs’deki Hıristiyan kuvvetlerini bozguna uğ­
hatırlanm aktadır. Bir M üslüman olmasına ve rattı. Uzun süren savaşlar sırasında Selahad­
Filistin’i elde tutm ak için H ıristiyanlar’a karşı din Eyyubi’nin R ichard’a hediyelerle birlikte,
mücadele etmesine karşın, adilliği ve cesur­ hastayken tedavisi için hekimlerini de gönder­
luğu nedeniyle, aralarında İngiltere Kralı diği söylenir. Sonunda Selahaddin Eyyubi ile
I. Richard’ın (Aslan Yürekli) da bulunduğu Hı­ bir anlaşma yapıldı ve Hıristiyan hacılara K u­
ristiyan hükümdarlarca takdir edilirdi. düs yolu açıldı. (Ayrıca bak. EYYUBİLER.)
Selahaddin Eyyubi bugün Irak sınırları için­
de bulunan Tikrit’te doğdu. O zam anlar Müs- SELANİK. M akedonya’nın Kuzey Yunanis­
lüm anlar bölünm üştü, Kahire ve B ağdat’ta tan ’da kalan bölümünün en önemli kenti ve
birbirleriyle rekabet eden Fatımi ve Abbasi limanı olan Selanik, Y unanistan’ın A tina’dan
halifeleri vardı. Selahaddin Eyyubi babası ve sonra ikinci büyük kenti ve Pire’den sonra
amcasıyla birlikte M ısır’daki Fatımi egemenli­ ikinci büyük limanıdır. A tatü rk ’ün doğum
ğine son verdikten sonra 1174’te kendini Suri­ yeri olan kent, İÖ 316’da M akedonya bağım ­
ye ve Mısır hüküm darı ilan etti. sız bir devletken kurulm uştur. Selanik kenti­
nin o zamanki adı olan Thessalonike, M ake­
The Ancient A rt & Architecture Collection donya Kralı Büyük İskender’in kız kardeşinin
adından gelir. İÖ 146’da Rom alılar M akedon­
ya’yı ele geçirdikten sonra Rom a İm parator­
lu ğ unun M akedonya eyaletinin başkenti olan
Selanik, Rom a’yı Konstantinopolis’e (bugün İs­
tanbul) bağlayan askeri bir yol olan Via Egrıatia
üzerinde bir mola yeri ve ordu kampı olarak
önem kazandı. Kent kilisesini kuran Aziz Pau-
lus’un yazdığı ve Kutsal Kitap’ın bölümleri ara­
sında yer alan “Selanikliler’e M ektuplar” bu
kentin cemaatine seslenir.
The Greek Embassy

12. y ü z y ıl M ü s lü m a n lid e ri S e la h a d d in E y y u b i
III. H açlı S e fe r i'n d e H ıris tiy a n k u v v e tle rin e karşı
K u d ü s 'ü e lin d e tu ttu .
110 SELÇUK

Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’ni bitirdi, Kadı­


köy Sultanisi’ne yazıldı. Aynı yıl, Darülelhan’
m (sonradan İstanbul Belediye Konservatu-
van) ilk öğrencileri arasına katıldı. Burada,
başta Zekâi D ede’nin oğlu Ahm ed Irsoy
olmak üzere, dönemin ileri gelen müzikçile-
rinden ders aldı. Kadıköy’de etkinlik gösteren
ünlü Şark Musiki Cem iyeti’nin kuruluşuna
katıldı. Bu yıllarda, ünlü bir müzik öğretme­
ni olan Üsküdarlı Ziya Bey’den özel ders
aldı. 1923’ün ortalarında hanende (ses sanat­
çısı) olarak Muzıka-yı H üm ayun’a (Yeniçeri
Ocağı kaldırıldıktan sonra kapatılan askeri
müzik takımı M ehterhane’nin yerine kurulan
bando) girdi. İki ay sonra cumhuriyet ilan
edilince Riyaseticum hur İncesaz Heyeti üyesi
olarak A nkara’ya gitti. 1926’da istifa ederek
İstanbul’a döndü, serbest müzikçi olarak ça­
Hayat Yayınlan lışmaya başladı.
S e la n ik 'te A ta tü r k 'ü n d o ğ d u ğ u ev. Aynı yıl, ünlü Sahibinin Sesi plak firmasıyla
anlaşarak plak doldurm aya başlayan Münir
1430’da Osmanlı topraklarına katılan Sela­ N urettin, bağlı olduğu firmanın bursuyla Pa­
nik’te 500 yıla yakın süren Türk egemenliği­ ris'e giderek bir yıl süreyle şan (ses kullanma
nin izleri günümüzde de görülür. I. Balkan teknikleri), solfej ve piyano dersleri aldı.
Savaşı’nda (1912) Yunan ordusunun ele geçir­ 1930’da müzikçileri sahnede yeni bir anlayışla
diği kent, 1913 Bükreş Antlaşması ile Y una­ yerleştirerek ve kendisi de frak giyip ayakta
nistan Krallığı’na katıldı. 1917’de çıkan bir durarak verdiği konser, geleneksel Türk mü­
yangın kentin büyük bölümünü yok etti ziği tarihinde bir dönüm noktası oldu. D aha
Dıaha sonra m odern bir kent olarak tekrar sonra da pek çok kez bu tür konserler verdi.
kurulan Selanik, 1978’deki bir deprem de ye­ Hüseyin Saadettin A rel’in müdürlüğü döne­
niden yıkıma uğradı. minde (1943-48) İstanbul Belediye Konserva-
Selanik Körfezi’nin kuzey ucunda, koru­ tuvarı’na bağlı olarak kurulan Türk Musikisi
naklı bir koyda kurulmuş olan kenti çevrele­ İcra H eyeti’nde yer aldı. 1953’te konservatu-
yen çıplak alanlar, arkadaki dağlara doğru varm Türk Musikisi Bölüm ü’nde şarkı söyle­
yavaş yavaş yükselir. Dışarı satılan krom , me yöntem leri üzerine ders vermeye başladı.
manganez ve tarımsal ürünlerin yüklendiği Bir yıl sonra Türk Musikisi İcra H eyeti’nin
rıhtım larla çevrili olan lim anda bir de dalgakı­ şefliğine getirildi. M ünir N urettin Selçuk,
ran vardır. Büyük bir sanayi m erkezi olan 1976’ya kadar birinci şefi olduğu İcra Heyeti
Selanik’te petrol rafinerileri, petrokim ya ve ile 300 dolayında konser verdi. Sanatçı bu
demir-çelik fabrikalarının yanı sıra içki, doku­ konserlerde, şef kürsüsünde, dinleyiciye dö­
m a, halı, tuğla, kiremit ve sabun üreten nerek solo yapardı. İstanbul R adyosu’ndan
sanayi kuruluşları bulunur. naklen yayımlanan bu konserler geniş bir
Kent nüfusu 406.413’tür (1981). dinleyici kitlesinin ilgisini toplardı. M ünir
N urettin, İstanbul R adyosu’nda sık sık solo
SELÇUK, M ünir Nurettin (1900-1981). program lar da yaptı; ayrıca, radyonun staj­
Türk ses sanatçısı ve besteci M ünir N urettin, yer ses sanatçılarına ders verdi.
yüksek dereceli bir m em urun oğlu olarak Kendinden sonraki tüm ses sanatçıları üze­
İstanbul’da doğdu. Çok küçük yaşta müziğe rinde dolaylı ya da dolaysız etkileri görülen
olan yatkınlığı ortaya çıkan M ünir Nurettin Selçuk, yüzyıllarca değişmeden yaşayan gele­
özel müzik dersleri almaya başladı. 1917’de neksel şarkı söyleme yöntemini büyük ölçüde
SELİM 111

SELİM (Osmanlı Padişahları). Osmanlı


Devleti’nde Selim adlı üç padişah vardır.

Selim I (1470-1520). Y A V U Z SULTAN


SELİM m addesinde anlatılmıştır.

Selim II (1524-1574). 11. Osmanlı padişahı­


dır. Sarı Selim olarak da anılır. Kanuni Sultan
Süleyman’ın oğludur. İstanbul’da doğdu. Sa­
rayda eğitim gördükten sonra 1542’de Konya
sancakbeyliğine atandı. Ertesi yıl ağabeyi
M ehm ed’in ölümüyle boşalan Manisa sancak­
beyliğine gönderildi. Selim 1558’e kadar sü­
ren bu görevi sırasında babasının bazı seferle­
rine katıldı. 1558’de Kütahya sancakbeyi olan
kardeşi Bayezid’le aralarında anlaşmazlık baş
gösterince Kanuni Sultan Süleyman, Se-
lim’i Konya sancakbeyliğine, Bayezid’i de
Amasya sancakbeyliğine atadı. A m a Bayezid
bu karara uymayıp bir ayaklanma başlattı.
Selim kardeşini izleyerek iki kez yenilgiye
uğrattı. Bayezid 1559’da İran ’a sığındı ve
orada öldürüldü. Bundan sonra tek şehzade
olarak kalan Selim babasının Zigetvar K uşat­
ması sırasında ölmesi üzerine Belgrad’a gide­
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
rek tahta çıktı (1566).
T ü rk ses s a n a tç ıs ı v e b e s te c i M ü n ir N u r e ttin S e lçu k.
II. Selim, Kanuni Sultan Süleyman’ın son
sadrazamı Sokullu M ehm ed Paşa’yı görevin­
değiştirmiştir. M ünir N urettin’den önceki ses de bıraktı. Güçlü bir devlet adamı olan
sanatçıları, “anlatımı güçlendirmek için uy­ Sokullu M ehm ed Paşa, II. Selim’in hüküm ­
gun yerlerde sesin şiddetini artırm a ve azalt­ darlığı süresince devleti tek başına yönetti.
m a” diye tanımlayabileceğimiz “nüanslama” II. Selim dönem inde Avusturya ve İran ’la
yı ve “kafa sesini” bilmezlerdi. Anlatım barış antlaşmaları yapılarak büyük seferler­
gereği, sesin rengini değiştirme de, başvuru­ den kaçınıldı. Am a II. Selim, Sokullu M eh­
lan bir yol değildi. Tüm bunları, ilk kez büyük m ed Paşa’nın karşı çıkmasına aldırm ayarak
bir ustalıkla M ünir N urettin uygulamıştır. V enedik’in elindeki Kıbrıs’ın alınmasını iste­
M ünir N urettin Selçuk aynı zam anda, gele­ di. Lala M ustafa Paşa’nın kom utasındaki
neksel Türk müziği alanında 20. yüzyılın en ordu ve donanm anın 1570’te başlattığı Kıbrıs
büyük bestecilerindendir. Selçuk bazı yapıtla­ seferi 1 Ağustos 1571’de M agosa’nın alınm a­
rıyla yüzlerce yıllık geleneği sürdürm üş, bazı sıyla tam am landı. Kıbrıs’ın Osm anlılar’ın eli­
yapıtlarıyla da yaşadığı dönem deki yenilik ne geçmesi Avrupa devletlerini telaşlandırdı.
arayışlarına katılmıştır. H alk müziğinin etki­ A kdeniz’deki güçlerini gösterm ek amacıyla
sinde birkaç yapıtı da vardır. Çoğunun güfte­ papanın öncülüğüyle oluşturulan Haçlı do­
leri Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirlerinden nanması 7 Ekim 1571’de Osmanlı donanm ası­
oluşan en ünlü yapıtları arasında Rindlerin nı İnebahtı’da ağır bir yenilgiye uğrattı. Am a
Akşam ı, Rindlerin Ölümü, Kalamış, E ndülüs’ ertesi yıl Kılıç Ali Pâşa’nın kom utasında A k ­
te Raks ve A z iz İstanbul sayılabilir. deniz’e açılan Osmanlı donanması karşısında
Venedik bu kez papadan destek görmeyince
SELÇUKLULAR bak. A n a d o l u S e lç u k lu barış istemek zorunda kaldı. 1573’te imza­
D e v le tî; B ü y ü k S e lç u k lu D e v le tî. lanan antlaşmayla Venedik, Osmanlı D ev­
112 SELİMİYE CAMİSİ

(En s o ld a ) II. S e lim


(15 2 4 -7 4) v e (s o ld a )
III. S e lim (17 6 1 -1 80 8 ).

Hayati Tezel Koleksiyonu

leti’nin Kıbrıs üzerindeki egemenliğini kabul z a m -ı C e d id b ir lik le ri d e v a rd ı (bak. Cezzar


etti. A h m e d P a ş a ).
1574’te İstanbul’da ölen II. Selim, Selimi A m a bu yeniliklerden dolayı çıkarları tehli­
mahlasıyla şiirler de yazmıştır. Osmanlı mimar­ keye düşen yeniçeriler, ulem a ve bazı yüksek
lığının en görkemli yapıtlarından olan E dim e’ devlet görevlileri ile R um eli’deki âyanlar
deki Selimiye Camisi’ni de II. Selim yaptırmış­ tepkilerini açığa vurmaya başladılar. Bunların
tır. (.Ayrıca bak. KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN; SELİ­ kışkırtm alarıyla 1807’de İstanbul’da patlak
MİYE C a m îs İ; S o k u l l u M e h m e d P a ş a .) veren Kabakçı M ustafa Ayaklanması sonun­
da III. Selim tahttan indirildi ve Topkapı
Selim III (1761-1808). 28. Osmanlı padişa­ Sarayı’nda gözaltına alındı. Yeni Padişah IV.
hıdır. III. M ustafa’nın oğludur. Çocukluğu M ustafa’nın kısa süren padişahlığı sırasında,
babasının (1754-74), gençliği amcası I. Abdül- III. Selim’in başlattığı bütün yenileşme çaba­
ham id’in (1774-89) padişahlığı dönem inde larına son verildi, Nizam-ı Cedid birlikleri
geçti. III. Selim’in padişah olduğu yıl (1789) dağıtıldı. Bununla birlikte R um eli’ye kaçan
Fransa’da büyük devrim hareketi başlamıştı. Nizam-ı Cedid yanlıları Rusçuk âyam A lem ­
Osmanlı Devleti ise Avusturya ve Rusya’ya dar M ustafa Paşa’nın çevresinde toplanarak
karşı giriştiği savaşlarda yenilgi üstüne yenilgi bir güç oluşturdular. A lem dar M ustafa Paşa
alıyordu. III. Selim orduyu ve devleti yenile­ Tem muz 1808’de III. Selim’i yeniden tahta
mek gerektiğini görüyor, bu yolda babasının çıkarmak amacıyla İstanbul’a yürüdüyse de
ve amcasının padişahlıkları dönem inde atılan IV. M ustafa, III. Selim’i öldürttü. Alem dar
adımları daha ileri götürm ek istiyordu. Ağır M ustafa Paşa da IV. M ustafa’yı tahttan indi­
koşullarla 1791’de A vusturya, 1792’de de rip II. M ahm ud’u padişah yaptı (bak. M a h -
Rusya ile barış yapıldıktan sonra, hazırlanan MUD II).
planı uygulamaya başladı. Nizam-ı Cedid adı Sanatçı bir kişiliği olan III. Selim müzik ve
verilen bu plan öncelikle orduyu yenileştirm e­ edebiyatla yakından ilgilenmiştir. Ney ve
yi amaçlıyordu. (Ayrıntılı bilgi için bak. tanbur çalmış, klasik Türk müziği tarzında
NİZAM-l C e d İd .) 1806’ya kadar süren bu çaba­ besteler yapmıştır. İlhamı mahlasıyla yazdığı
ların küçük çaplı da olsa başarılı sonuçlar şiirleri de bir D ivan'da (1959) toplanmıştır.
verdiği görüldü. Örneğin 1798’de M ısır’a sal­
dıran Napolyon B onapart’ı A kkâ’da durdu­ SELİMİYE CAMİSİ, M imar Sinan’ın 80 ya­
ran Cezzar A hm ed Paşa’nın ordusunda Ni­ şında yarattığı ve “ustalık eserim ” diye nitele­
SELİMİYE CAMİSİ 113

diği yapıttır. Bu cami Osmanlı-Türk mimarlık yaklaşık 40 m etre boyunda, 60 m etre eninde
tarihinin olduğu kadar dünya mimarlık tarihi­ bir ibadet yeri ile buna kuzeyden bitişen,
nin de başyapıtlarındandır. II. Selim tarafın­ hem en hemen aynı ölçülerde bir şadırvanlı
dan E dirne’de yaptırılan bu anıtsal yapı 1569- avludan oluşur. Bu avlunun çevresi üstü
75 yılları arasında tamamlanmıştır. örtülü, önü açık olan ve revak ya da sundur­
E dirne’nin ve Osmanlı D evleti’nin simgesi ma denen yapılarla çevrilidir. İbadet yerine
olan cami, kentin m erkezinde, eskiden Sarı- bitişik olan revaklar caminin son cem aat
bayır ve Kavak M eydanı denilen yerdedir. yerini oluşturur. Bu revakları örten kubbeler
Burada daha önce Yıldırım Bayezid’in bir öbür revakları örtenlerden daha büyük ve
sarayı bulunmaktaydı. M imar Sinan camiye yüksektir. Avlunun ortasında 16 köşeli, üzeri
ilişkin yazdığı tezkerede yabancı mimarların açık bir şadırvan vardır.
Ayasofya’nın kubbesi kadar büyük bir kubbe­ Selimiye Camisi içeriden yüksekliği 41,25
nin İslam dünyasındaki yapılarda olmadığını m etre olan 31,22 m etre çapındaki kubbesiyle
öne sürerek öğündüklerini söyler. O büyük­ dikkati çeker. Bu büyük kubbe, 6 m etre
lükte bir kubbeyi oturtm anın çok güç olduğu­ genişliğindeki kem erlerle birbirine bağlanan
nu ileri sürm elerinin kendini etkilediğini ve ve fil ayağı denen dev sütunlar üzerine oturur.
çok üzdüğünü, ama sonunda Ayasofya’nın İki tanesi kıble duvarına bitişik olan fil
kubbesinden daha büyük bir kubbeyi gerçek­ ayaklarının öteki altı tanesi ikişer ikişer doğu,
leştirdiğinden söz eder. Bu özelliğinden başka kuzey ve batı duvarlarının önünde yer alır.
çok uzaklardan göze çarpan dört minaresiyle Böylece ibadet yerinin içinde tek ve büyük
de dikkati çeken bu yapı M imar Sinan’ın aynı kubbeyle birlikte görkemli bir bütünlük sağ­
zam anda şehircilikte de uzman olduğunu gös­ lanmıştır. Mihrabın yer aldığı çıkıntılı bölümün
terir. üzeri yarım kubbe ile örtülm üştür. Yapıyı
Mimarlık tarihine, kapladığı yer bakım ın­ kubbenin eteklerindeki 32 küçük pencere ile
dan en geniş cami diye geçen Selimiye Camisi caminin dört yüzünde yer alan ve üst üste
yapı olarak 1.575 m2’lik bir alanı kaplar. altı sıra oluşturan pencereler aydınlatır.
Duvarları kesme taştan yapılmıştır. D uvarlar­ Caminin 70,89 m etre yüksekliğinde, üçer
la çevrili bir avlunun ortasında yer alan cami, şerefeli dört minaresi vardır. Bu m inareler­
114 SELÜLOZ

den giriş yönünde bulunan iki tanesinde M arul, kereviz ve tahıl kepeği gibi pek çok
şerefelere tek merdivenle çıkılır. Ö bür iki yiyecek m addesinde çok m iktarlarda selüloz
m inarede ise üç şerefeye ayrı ayrı çıkan üç vardır. A t, inek, deve gibi otçul hayvanların
m erdiven vardır. m idelerinde selülozu sindirebilmelerini sağla­
Selimiye Camisi’nin mimari özellikleri ka­ yan bakteriler bulunur. Bu nedenle selüloz iyi
dar ilgi çeken bir başka yanı da taş, m erm er, bir hayvan yemidir. İnsan midesinde bu bak­
çini, ahşap, sedef gibi değişik malzemelerin teriler olmadığı için selülozu sindiremeyiz;
kullanıldığı süslemeleridir. Caminin mihrap ama yediğimiz yiyeceklerde bulunan selüloz
ve minberi m erm er işçiliğinin başyapıtların- sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağla­
dandır. İçeride, tam ortadaki müezzin mahfili dığı için yararlıdır.
12 m erm er sütun üzerine oturtulm uştur. A l­ D oğada çok bulunan bir m adde olan selü­
tında küçük bir m erm er havuz vardır. Kubbe loz yapay olarak yapılamaz; ama özellikle
ve yarım kubbeler ise son derece canlı, özgün kâğıt ve dokum a sanayisinde çok kullanılan
kalem işiyle bezenmiştir. M ihrap, m inber, değerli bir ham m addedir. Bir bitki öldükten
hünkâr mahfili, kadınlar mahfilinin duvarları ve bütün nemi kuruduktan sonra geriye selü­
ve öteki duvarlar İznik çinileriyle kaplanm ış­ loz kalır. İplik, kumaş yapılan pam uk ve
tır. Bu çiniler sır altı tekniğiyle yapılmıştır. keten liflerinin; halat, sicim yapılan başka
Selimiye Camisi cami, m edrese, ham am , bitkisel liflerin büyük bölümü selülozdur.
türbe, im aret gibi birçok binadan oluşan ve O dunun yüzde 50’sini, pamuğun yüzde 90’mı
külliye denen yapılar topluluğunun bir parça­ selüloz oluşturur.
sıdır. M imar Sinan külliyenin öbür yapılarının Pam uk, kumaş yapımının yanı sıra pam uk
boyutlarını küçük tutarak tüm dikkatlerin barutu adı verilen bir patlayıcının yapımında
cami üzerinde toplanmasını sağlamıştır. Bu­ da kullanılır. Pam uk barutu yapmak için
gün Edirne M üzesi’nin bir bölüm ünün yer pam uk, nitrik asit ve sülfürik asit karışımıyla
aldığı m edreseler dış avlunun güney kenarının işleme sokulur. Selülozun kimyasal işlemler­
köşelerinde ve caminin kıble duvarının önün­ den geçirilmesiyle başka birçok ürün de elde
dedir. Külliyenin son yapısı olan arasta (çarşı) edilir. Bu selüloz türevleri fotoğraf filmleri­
sonradan III. M urad dönem inde, Selimi­ nin, çeşitli boya ve cilaların, parşöm enin,
ye’ye gelir getirmesi amacıyla vakıf olarak çeşitli dokum a ürünlerinin, selofanın ve bir­
yaptırılmıştır. A rastada karşılıklı iki sıra ha­ çok plastiğin üretim inde kullanılır (bak. D O ­
linde dizilmiş 124 dükkân vardır. KUMACILIK; P l a s t i k l e r ) . Kullandığımız kâğıtla­
rın pek çoğu odun selülozundan yapılır (bak.
SELÜLOZ, hem en hem en bütün bitkilerde KÂĞIT VE KÂĞIT YAPIM I).
bulunan bir m addedir. İngilizce’de “hücreler­
den yapılmış” anlam ına gelen selüloz, bitki SEMBOLİZM ya da SİMGECİLİK, 19. yüzyı­
hücrelerinin çeperlerinde bulunur. Bitkilere lın sonlarında Fransız edebiyatında ortaya
esnekliğini veren, yapılarındaki bu selü­ çıkan ve Gerçekçilik A kım ı’nın etkisiyle olu­
lozdur. şan Parnasse (Parnas) hareketine tepki olarak
Selüloz da şeker gibi bir karbonhidrattır; gelişen bir akımdır. Önceleri şiir alanında
karbon, hidrojen ve oksijen elem entlerinden görülen bu akım daha sonra edebiyatın öteki
oluşmuştur. Bitkiler havadan ve sudan sağla­ dallarını etkilediği gibi, edebiyat dışında ka­
dıkları bu elem entleri yapraklarında gerçekle­ lan sanat alanlarını, özellikle de resmi etkile­
şen fotosentez süreciyle şekere dönüştürür ve di. Bu akımı benimseyen sanatçıları ve bu
bunu besisuyu olarak bütün öbür dokularına akım içinde verilen ürünleri nitelem ek için
taşır. Bitkiye enerji veren, bitkinin gelişmesi­ “Sembolist” ya da “Simgeci” sözcüğü kulla­
ni ve kendini onarm asını sağlayan besisuyun- nılır.
daki şekerin bir bölümü selüloza dönüşür. Bu Bir şairler topluluğunun başlattığı bu edebi­
selüloz yeni oluşan hücrelerin çeperlerinde ve yat akımını tanım lam ak için “symbolisme”
bitkinin zedelenen bölümlerinin onarım ında sözcüğünü ilk kez Yunan asıllı Fransız şair
kullanılır. Jean M oreas 1886’da, L e Figaro gazetesinin
SEMBOLİZM 115

edebiyat ekinde yayımladığı bildirgede kul­ Sem bolistler’e göre şiirin tem ası, tıpkı bir
landı. A dı konm am akla birlikte Sembolizm müzik parçasında olduğu gibi, özenle ve en
bir sanat anlayışı olarak 19. yüzyılın ortaların­ uyumlu ses etkileriyle iletilmelidir. Bunun
dan beri edebiyat yapıtlarında kendini belli için de sözcükler özenle seçilmeliydi. Dış
ediyordu. Toplumsal düzenin dışına çıkmak, dünyanın nesnel ve görünen yönünün ardında
gelenekselleşmiş sanat kurallarını hiçe say­ başka bir gerçeklik olduğunu düşünen Sem­
mak isteyen sanatçılar bu doğrultuda ürün bolistler bunun ancak şiirle anlatılabileceği
veriyorlardı. Özellikle Paul V erlaine’nin şiir­ kamsındaydılar. Bu nedenle şiiri öbür anlatım
lerinde kendini belli eden bu anlayış gene biçimlerinden daha üstün kabul ediyorlardı.
V erlaine’nin deyişiyle “çöküş” ( decadence) Şiirin doğasına ve özüne ilişkin öğelere ver­
olarak nitelendi. Böylece Sembolizm Akım ı’ dikleri önemin nedeni de buydu.
na öncülük eden ve “D ekandanlar” diye ad­ Sembolizm A kım ı’nın doğmasında, sözcük
landırılan bir şairler topluluğu oluştu. Bu dağarının zenginliği ve konularının çarpıcılı­
şairler daha sonra Sembolizm A kım ı’nın için­ ğıyla Charles Baudelaire’in şiir ve düşüncele­
de yer aldılar. rinin önemli bir yeri vardır. Özellikle Kötülük
Şiirin gerçeği değil, gerçeğin insanda bırak­ Çiçekleri (les Fleurs du m a l ; 1857) adlı şiir ki­
tığı etkileri anlatması gerektiğini savunan tabı Sembolizm A kım ı’na öncülük eden Paul
Sembolistler, bireyin duygusal yaşamının Verlaine ve A rthur Rim baud gibi şairleri bü­
doğrudan bir anlatım la dile getirilmesine kar­ yük ölçüde etkilemiştir. V erlaine’in Rom an-
şıydılar. Jean M oreas bildirgesinde Sembolist ces sans paroles (1874; “Sözsüz Şarkılar”) adlı
şiirin öğreticiliğe, sahte duyarlılığa, ağdalı şiir kitabı, Stephane M allarm e’nin “l’Apres-
anlatım a, gerçeği olduğu gibi yansıtmaya düş­ midi d ’un faune” (“Bir Faun’un Öğleden Son­
man olduğunu yazıyordu. rası”) adlı uzun şiiri o yıllarda egemen olan
Sembolistler sanat ve edebiyatta her türlü Parnasçı şiir anlayışından ayrı bir havadaydı
gerçekçiliğe ve bilimsel düşünceye de karşıy­ ve yeni bir sanat anlayışından yana olan Fran­
dılar. O nlar, insanın dış evreni olduğu gibi sız şairlerin başlattıkları akım giderek büyü­
değil duyumsadığı gibi yansıttığını, bu duyuş yen bir ilgi topluyordu. Sembolizm’i savunan
ve yansıtışın ise sanatçıdan sanatçıya farklılık­ birçok dergi çıkmaya başladı ve öbür edebiyat
lar gösterdiğini öne sürüyorlardı. Evrenin, akımlarıyla aralarında yoğun bir tartışm a or­
görüntülerin ya da görünenin ötesinde bir tamı doğdu.
anlamı olduğundan, evrende her şeyin duyarlı Sembolizm A kım ı’nın önderliğini yapan
olduğunu bilen ozanın bu görüntüleri aşmak, Stephane M allarme (1842-98) nesnenin an­
gerçeğe ulaşmak istemesinden yola çıkıyorlar­ cak duyumlar aracılığıyla kavrandığını, şiir
dı. Bu düşüncelerini “dış evrenin insan priz­ dilinin nesneyi değil, o nesnenin yarattığı
masından geçerek yansıması” biçiminde dile etkiyi anlatması gerektiğini savunuyordu. Bu
getiriyorlardı. nedenle şiiri oluşturacak sözcüklerin özenle
Fransız şiirinde Sembolizm Akımı hem seçilmesi gerekiyordu. Bu sözcükler çoğun­
teknik, hem de tem a açısından belirleyici olan lukla anlamı çok belirgin olmayan, değişik
kurallara bir tepki olarak doğmuştur. Şiirin yorum lara açık, bilmecemsi, çoğu kez de
kalıplaşmış biçimlerden arındırılmasını, işlev düşünsel alanda çağrışımlar yaratan sözcük­
yönünden açıklayıcılık yüklenmemesini iste­ lerdir. M allerme şiirlerinde kendi acılarını,
yen Sembolistler, insanın yaşantısındaki anlık sonsuzluk arayışını, m addeden sıyrılıp kurtul­
ve geçici duyguları betimlemeyi amaçladılar. mayı işlemiştir. M allerme ayrıca, kendisinden
Sembolist şairler sözcükleri, sözlük anlamları önce her şeyden üstün tutulan biçime önem
yerine simge değerleriyle yaşatmaya çalıştılar. verm edi; şiir kurallarıyla cümle kuruluşların­
Anlam yönünden açıklık şiirin değil, düzyazı­ dan oluştuğu varsayılan biçime karşı çıktı.
nın işiydi. Şiir düşünceyi, duyulara seslenen “Sone” adı verilen koşuk (nazım) biçiminin
bir biçim içinde anlatmalıydı. Bu da ancak, 16. yüzyıldan beri süregelen uyak düzenini
gerçeği değil gerçeğin insanda bıraktığı etkile­ bozdu (bak. SONE). Yalnızca sözcüğün gücüne
ri, izlenimi anlatm akla sağlanabilirdi. önem verdi; şiiri, özüne uygun düşmeyen her
116 SEMENDER

şeyin elinden kurtarm ak gerektiğini öne sür­ lenimcilik akımlarının yarattığı resim anlayışı­
dü. Ne duygu, ne düşünce ve ruhsal yapı, ne na karşı 19. yüzyılın sonlarına doğru resim
insan ve doğa betimlemesi, ne de öykü sanatında da Sembolizm ortaya çıktı. Ama
önemliydi. Önemli olan şiiri, şiirsellikle dolu resimde Sembolizm anlayışı Alm anya, İngil­
sözcüklerin sıralandığı bir anlatım biçimi ol­ tere, Belçika, İsviçre gibi ülkelerde bazı
m aktan çıkarmaktı. Divagations (1897; “Sa­ sanatçıların yapıtlarında 19. yüzyılın başından
yıklamalar”) M allerm e’nin edebiyat anlayışı­ beri kendini gösteriyordu. Fransa’da Geç
nı en iyi dile getiren yapıtıydı. İzlenimcilik Akımı içinde yer alan Paul Gau-
Fransız şiirinde Sembolizm Akımı hızla guin aynı zam anda Sembolizm A kım ı’nın
yayıldı. Birçok şair bu akımla başlayan ser­ önderi kabul edilir. Pierre Puvis de Chavan-
best koşuk türünde şiirler yazmaya başladı. nes ile Gustave M oreau bu akımın en dikkate
1890’larda en parlak dönemini yaşayan bu değer ressamlarıdır. Sembolist ressamlar düş
akım 1898’de M allerme’nin ölümüyle etkisini gücüne dayalı bir anlatım dan yanaydılar. İn­
yitirmeye başladı. Guillaume Apollinaire, Paul sanın içsel yaşantısını resme dökm eyi, buna
Claudel gibi şairlerin Sembolizm ile olan görsel bir anlatım kazandırmayı amaçlıyor­
bağlarını sürdürm eleri akımın ayakta kalması lardı.
için yeterli olmadı. Paul Valery ise bu akımın
içinden yetişmiş bir şair olarak kaldı. İngilte­ SEMENDER. Çörel adıyla da tanınan semen­
re ’de Oscar Wilde bu akımın temsilcisi sayılır. derler, bir efsaneye göre ateşten zarar görme­
Sembolizm daha sonra öteki A vrupa ülkeleri­ yen hayvanlardır. Am a yanmama özellikleri
nin, ardından A m erika ülkelerinin edebiyat­ efsaneden öteye geçmez. Kuyruklu amfib­
larını da etkiledi. İngiltere’de William Butler yumlar grubunda yer alan bu hayvanlar öbür
Yeats ve T. S. Eliot şiirde, Jam es Joyce ve amfibyumların çoğu gibi serin ve nemli yerler­
Virginia W oolf düzyazıda bu akım dan etki­ de yaşarlar. İnce uzun yapıları, uca doğru
lendiler. (A yrıca bak. AMERİKAN EDEBİYATI; sivrilen uzun kuyrukları ve bacaklarının ko­
BORGES, JORGE LUIS; NERUDA, PABLO; RUS EDEBİ­ num u bakım ından kertenkeleleri andırırlar.
YATI; S e f e r î s , Y o r g o .) A m a gövdeleri pulla değil, pürüzsüz ve parlak
T ürk edebiyatında ise Sembolizm A kım ı’ bir deriyle kaplıdır. Gündüzleri nemli ve
nın etkileri 19. yüzyılın sonlarında görülür. korunaklı yerlerde saklanır, geceleri dolaşm a­
Batı edebiyatından etkilenen Edebiyat-ı Ce­ ya çıkıp toprak solucanlarını ve böcekleri
dide yazarları dilde ve edebiyat anlayışında yerler. Çoğu kuzey yarıküreye dağılmış yakla­
yenilik peşindeydiler. Servet-i Fürıurı dergisi şık 320 türü vardır. Bunların büyük bölümü
çevresinde toplanan bu yenilikçi yazarlar çe­ Kuzey A m erika’da yaşar.
şitli tepkilerle karşılaştılar. A hm ed M idhat Alp semenderi ya da kara sem ender (Sala­
Efendi de bu konuda tepki gösterenlerden m andra atra) yalnızca İsviçre A lpleri’nde
biriydi. Edebiyat-ı Cedide yazarlarını eleşti­ ARDEA
ren ve 1897’de yayımlanan “D ekadanlar” adlı
bir yazı yazdı (bak. S e r v e t -İ F ü n u n ) . Edebi-
yat-ı Cedide yazarlarını etkileyen bu akımın
izleri Cenab Şahabeddin’in şiirlerinde açıkça
görülür. Fecr-i Ati şairlerinden A hm ed Ha-
şim ise Türkiye’de Sembolizm’in temsilcisi
sayılır. Sembolizm bu akımın şairlerinden
çoğunu etkilemiştir. Yahya Kemal Beyatlı,
A hm et Ham di Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı,
A hm et Muhip D ıranas gibi şairlerde de Sem ­
bolizm’in etkisi görülür (bak. AHMED H a ş İM;
B e y a t l i, Y a h y a K e m a l ; C e n a b Şa h a b e d d in ; Şü r
SANATI; TANPINAR, AHMET H A M D İ). Avrupa'da yaygın olan, Türkiye'de de rastlanan
Pozivitizm (Olguculuk), Gerçekçilik ve İz­ pürtüklü semender.
SEMERKANT 117

Erişkin lekeli semender


nem li yerlerde yaşar ve
derisi güçlü zehir
bezleriyle donanmıştır.
Göze çarpan siyah ve
sarı renkleri
düşmanlarının uzak
durm aları konusunda
uyarı işlevi görür.

Frank Lane Picture Agency

bulunur. Dişiler yum urtlayarak değil, her Dev sem enderin yakın akrabası olan çamur-
ürem e dönem inde yalnız iki yavru doğurarak şeytanı ( Cryptobrarıchus alleganiensis) gibi
ürer. Yavrular doğm adan önce dişinin içinde bazı Kuzey A m erika semenderleri yaşam ları­
gelişirken, beslenm ek için henüz çatlamamış nın tümünü suyun içinde geçirir. Türkiye’de de
yum urtaları ve kısmen gelişmiş kardeşlerini bulunan örneklerden lekeli semender {Sala­
tüketir. Bu grubun en iri üyesi olan ve mandra salamandra) ve küçük semender (Tri-
Japonya’da yaşayan dev sem enderin (.Andrias turus vulgaris) gibi türler ise yaşamlarına
japonicus) uzunluğu 1,8 m etreye ulaşır. Yaşa­ suyun içinde başlar, sonradan karaya çıkarlar.
mını büyük ölçüde suyun içinde geçiren dev Sem enderlerin yakın bir akrabası olan aksolot
sem enderin hem akciğerleri, hem de solun­ (.A m bystom a mexicanum) ilginç bir türdür.
gaçları vardır. Bazı koşullar altında solungaçları kaybolup
karada yaşayan bir erişkine dönüşürken baş­
Üreme Davranışları ka koşullar altında larva evresinde kalıp
Sem enderlerin değişik türleri su yaşamından sudan hiç ayrılmaz ( b a k . AKSOLOT).
kara yaşamına geçişin bir yolunu gösterir. Bayağı A m erika sem enderi ( Diem ictylius
Frank Lane Picture Agency viridescens) de başka bir çeşit gelişimin tem ­
silcisidir. Bu türün larvası suya bırakılan bir
yum urtadan çıkar. Sonra turuncum su kırmızı
bir sem endere dönüşerek, 2-3 yıl boyunca
karada kalır. A m a rengi zeytin yeşiline dönü­
şüp kuyruğu boyunca bir kabartı belirdiğinde
yeniden suya dönerek yaşamını tam amlar.
Kızıl sırtlı sem enderlerin ( Plethodon cinere-
us) yaşam çevriminde ise suda geçen hiçbir
evre yoktur. Dişiler yum urtalarını öbekler
halinde nemli yerlere bırakır. Larva evresi
yum urta içinde geçer ve yum urtadan erişkine
benzeyen yavrular çıkar.

SEMERKANT kenti Özbekistan Sovyet Sos­


yalist Cum huriyeti’ndeki Sem erkant yönetim
biriminin m erkezidir. Kent Zerefşan Vaha-
Lekeli semenderin suda yaşayan larvası, dışarı
sı’nda, T aşkent’in güneybatısında yer alır.
doğru gelişm iş saçaklı solungaçlarıyla solunum O rta A sya’nın en eski kentlerinden biri
yapar. olan Sem erkant İÖ 4. yüzyılda Sogdiane’nin
118 SENDAK

başkentiydi. O dönem lerdeki adı M arakanda arasındaki ticaret yolları üzerinde önemli bir
olan Sem erkant, Çin ile batı arasındaki İpek konaklam a yeri olan kent çok canlı bir tica­
Yolu üzerinde, gelişmiş büyük bir kentti. İÖ ret merkeziydi. Günüm üzde O rta A sya’
329’da kenti ele geçiren Büyük İskender’ce nın bir tarım merkezi olan kentte çırçırcılık,
yakılıp yıkılan kent daha sonra Selevkoslar’ın ipek eğirme ve dokum a, meyve konserveciliği
yönetimine girdi. A rdından uzun süre O rta ile şarap, giyim eşyası, deri, ayakkabı ve
Asya T ürkleri’nin elinde kaldı. Kent 712’de sigara üretimi gibi tarım a dayalı sanayiler
A raplar’ın eline geçti ve O rta A sya’da İslam- gelişmiştir. Ayrıca traktör ve otomobil parça­
lık’ın yayılması için bir üs olarak kullanılmaya larıyla sinema araçları üretimi de kentin
başlandı. ekonom ik yaşamında önemli bir yere sahiptir.
Abbasi halifesi M emun kentin yönetimini Bir üniversite ile çeşitli yüksekokulların bu­
819’da, kendisine bağlılıkla hizmet eden İran lunduğu kentin nüfusu 588.000’dir (1987).
kökenli Samani ailesine verdi. Sam aniler dö­
neminde Sem erkant gelişip zenginleşti, kâğıt SENDAK, Maurice (doğumu 1928). Çocuk
yapımında önemli bir m erkez oldu. Kent kitapları için yaptığı resimlerle tanınan A B D ’
Sam aniler’den sonra K arahanlılar’m, ardın­ li sanatçı ve yazar M aurice Sendak, engin bir
dan da Selçuklular’m eline geçti. Selçuklu­ düş gücüyle kaleme aldığı çocuk öyküleriyle
la rın dağılmasından sonra H arezm şahlar’ın uluslararası bir üne kavuşmuştur. Resimlediği
yönetimine giren kent, 1220’de M oğollar’ca çocuk kitapları 20. yüzyılın önemli sanat
alınınca bir kez daha yıkıma uğradı. yapıtları arasında yer almıştır.
Kent 14. yüzyılda Tim ur’un kurduğu im pa­ New Y ork’ta, Brooklyn’de doğan Sendak
ratorluğun başkenti oldu. Bu dönem de Se­ Yahudi asıllı yoksul bir göçmen terzinin
m erkant O rta A sya’nın en önemli ekonomik oğluydu. Okulu bırakarak New York kentin­
ve kültürel merkezi durum una geldi. 1500’de deki bir oyuncak mağazasının vitrin düzenle­
Ö zbekler’ce alman ve B uhara Hanlığı’na bağ­ me işinde çalıştı. Boş zam anlarında resimler
lanan kent eski önemini yavaş yavaş yitirdi. ve çizimler yaparken, çocuk kitaplarının re-
1720-70 yılları arasında terk edilmiş olarak simlendirilmesi Sendak’ın ilgisini çekti.
kaldı. 19. yüzyılın ikinci yarısında R uslar’ın 1951’de onun resim ve çizimlerini gören bir
eline geçen Sem erkant 1887’de il merkezi ve yayımcı, Marcel A ym e’nin yazdığı The Won-
demiryolu kavşağı olunca yeniden canlanm a­ derful Farm (“H arika Çiftlik”) adlı kitabın
ya başladı. resimlenmesi işini ona verdi. İlk önemli çalış­
Sem erkant tarihi eserler yönünden oldukça ması olan, R uth K raus’un derlediği A H ole is
zengin bir kenttir. Moğol istilalarıyla kent to D ig (“Kazılacak D elik”) ise 1952’de yayım­
ağır bir yıkıma uğramışsa da Tim ur dönem in­ landı.
de im paratorluğun m erkezi olması yeniden Sendak 1956’da öyküsünü de kendi yazdığı
görkemli yapılarla donanm asına yol açmıştır. K en n y’s Wirıdow (“Kenny’nin Penceresi”)
Ayrıca Tim ur’un büyük astronom ve m atem a­ adlı ilk resimli kitabını yayımladı. Gördüğü
tikçi torunu Uluğ Bey zam anında kent önemli bir düşte kendisine yapması söylenen birta­
bir bilim merkezi haline de geldi. kım olanaksız görevleri yerine getirmeye çalı­
Tim ur’un, Bağı Dilküşa adı verilen bir şan bir çocuğu konu alan bu kitap Sendak’ın
bahçe içinde yaptırdığı sarayın duvarları H in­ düşler ve korkularla dolu çocukluk dünyasını
distan savaşlarını betimleyen resimlerle be­ dile getirdiği öykülerden ilkiydi.
zenmiştir. Kentin bir başka önemli yapısı da Başyapıtı sayılan Canavarlar Ülkesinin
camisi, çifte minareli taç kapısı, revaklı avlu­ Kralı (Where the W ild Things A re) 1963’te ya­
su, mavi ve beyaz sırlı tuğlalarla bezeli duvar­ yımlandı. Bu kitapta, öykünün kahram anı
larıyla Bibihanım M edresesi’dir. K entte bir­ Max giysisini giyerken huysuzluk ettiği için
çok türbe de bulunm aktadır. Bunlar arasında akşam yemeği yemesine izin verilmeden yat­
Tim ur’un anıtmezarı Gûr-i Em ir son derece maya gider. O dasında, canavarlar ülkesine
görkemli bir yapıdır. yolculuk yaptığını ve onların kralı olduğunu
İlk ve ortaçağlarda batı ile Çin ve Hindistan düşler. Sonunda bu yaratıklardan bıkarak,
SENDİKA 119

Maurice Sendak'ın Canavarlar Ülke­


sin in Kralı adlı kitabında yer alan bir
resim.

Harper & Row, Publishers

“ birisinin en çok sevdiği kişi” olabileceği bir Sendikalar, ücret artışları başta olmak üze­
yere dönm e özlemi duyar. Odasına döndü­ re, üyelerinin çeşitli hakları için işverenlerle
ğünde, masaya yemesi için akşam yemeğinin belirli dönemleri kapsayan sözleşmeler im­
bırakıldığını görür. Sendak bu kitapla A B D ’ zalar. Buna toplusözleşme denir. Bu sözleş­
de en iyi resimli çocuk kitabına verilen Calde- m eler imzalanmadan önce işverenle ücret
cott Ö dülü’nü kazandı. düzeyleri ve öbür haklar için görüşm eler ve
Canavarlar Ülkesinin K ralı9nın ardından, pazarlıklar yapılır. Eğer bu görüşmeler sıra­
in the N ight Kitchen (1970; “Gece M utfakta”) sında taraflar arasındaki anlaşmazlıklar gide­
ve O utside Ö ver There (1981; “Dışarıda Bir rilemezse sendika grev kararı alır. Grev sen­
Y erde”) yayımlandı. Sendak bunların yanı sı­ dikaya üye işçilerin çalışmaması anlamına
ra birçok resimli kitap daha hazırladı ve Su­ gelir ve işçilerin işverenleri anlaşmaya zorla­
sam Sokağı adlı televizyon dizisi için çizimler mak için sahip oldukları en önemli araçlardan
yaptı. Canavarlar Ülkesinin Kralı ile Higglety biridir (bak. G r e v ) .
Pigglety P op\ (1967) adlı başka bir öyküsü Sendikaların görevi toplusözleşmenin imza­
opera haline getirilerek televizyonda göste­ lanmasıyla bitmez. Anlaşmaya varılan konu­
rildi. ların işverence uygulanmasını da denetler.
Sendikalar bu amaçla her işyerinde işçilerin
SENDİKA, işçilerin ortak ekonom ik ve top­ kendi aralarında seçtikleri bir ya da daha fazla
lumsal çıkarlarını korum ak ve iyileştirmek işyeri temsilcisi atar. İşyeri temsilcileri toplu­
amacıyla bir araya gelerek kurdukları örgüt­ sözleşmeyle belirlenen koşulları işverenin
tür. H er ne kadar işverenler de belirli işkolla­ sağlayıp sağlamadığını denetler ve işveren
rında aynı amaçlarla kurdukları örgütlere karşısında tüm üye işçileri sendika adına
“sendika” adı veriyorlarsa da, bu sözcük asıl temsil eder. Gelişmeleri sendikaya bildirir.
işçi örgütlerini kapsar. Sendikalar ayrıca üyelerinin tek tek çıkarları­
D aha fazla ücret, daha iyi çalışma koşulları nı da savunurlar. Örneğin yasaya aykırı ola­
ve daha geniş toplumsal haklar için işveren­ rak ve haksız yere işten atılan bir işçinin yasal
lerle mücadele eden işçiler bu taleplerini haklarını korum ak için dava açar ve avukatla­
ancak bir araya gelip örgütlendikleri zaman rını görevlendirir ya da işverenin ihmali sonu­
sağlayabilirler. İşverenlere karşı bu m ücade­ cu gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle iş
leyi işçilerin tek tek yürütm eleri onların pa­ kazası geçiren üyesinin yasal haklarını savu­
zarlık güçlerini çok azaltır. Sendikalar işçile­ nur, onları almak için dava açar, tüm olanak­
rin bu nedenle bir araya gelerek kurdukları larını kullanır.
örgütlerdir ve işverenler karşısında, üye olan Sendikalar bu hizmetleri üyelerinden topla­
işçilerin tüm ünü temsil ederler. dığı ödentilerle yerine getirir. Ö denti dışında
120 SENDİKA

lerin yerini çok sayıda işçinin çalıştığı fabrika­


lar almaya başladı (bak. FABRİKA; SANAYİ DEV­
RİMİ). Sanayi Devrim i’nden önce insan ve
hayvan gücüne dayalı aletlerle üretim gerçek­
leştirildiği için üretim düşüktü. Am a fabrika
sisteminde m akinelerle çalışılması ve işbölü­
mü üretim de büyük bir artış sağlamıştı. Ayrı­
ca fabrika sisteminde çok daha fazla sayıda
işçiye gereksinim duyulmaktaydı. Böylece
toplum içinde işçilerin sayısı giderek artm aya
başladı. Bu ise sanayinin geliştiği kentlerin
çevrelerinde büyük işçi yerleşimlerinin doğ­
Camera Press
masına yol açtı.
Çağdaş sendikacılıkta sendika yöneticileri seçimle
işbaşına gelir.
İşçiler son derece ağır koşullar altında
çalışmakta, buna karşılık çok düşük ücret
alm aktaydılar. Günlük iş süresi 12 ile 16 saat
bazı toplumsal etkinliklerden gelir elde eder­ arasında değişiyordu. Örneğin M anchester
se de asıl dayandığı parasal güç üye ödentile­ yakınındaki bir fabrikada dokumacılar 30°C-
ridir. 35°C sıcaklıkta ve su içme izni olmaksızın, 14
İşçilerin ekonomik çıkarlarını korum ak ve saat çalışmaktaydılar. Ama işçinin eline kendini
çalışma koşullarını iyileştirmek amacıyla ör­ ve ailesini geçindirecek para geçmiyordu. Bu­
gütlenmelerinin tarihi ortaçağa kadar uzanır. nun sonucu olarak kadın ve çocuklar da fab­
O günlerdeki örgütler çağdaş sendikalara rikalarda çalışmaya başladılar. Ayrıca ka­
benzemiyordu. Am a günümüzdeki işçi sendi­ dın ve çocuklara ödenen ücretler çok düşük
kalarının ataları denebilecek bu örgütlerin de olduğu için özellikle çalışan çocuk sayısı son
ana kuruluş amaçları benzer tem el isteklere derece arttı. 7 ile 15 yaş arasındaki bu
dayanıyordu: D aha çok ücret, daha iyi çalış­ çocuklar sabah beşten akşam sekize kadar 15
ma koşulu, daha iyi yaşam. Bu ilk örgütler, saat çalıştırılmaktaydılar.
lonca (bak. L o n c a ) sistemi içinde kendi işyeri­ Sanayi Devrimi işverenler ile işçiler arasın­
ni açacak parası olmadığı için ustasının yanın­ daki kutuplaşmanın daha da artm asına yol
da kalarak ücret karşılığı çalışan kalfalarca açtı. D aha çok para kazanm ak için işverenler
oluşturulm uştu. ücretleri düşük tutm akta, çalışma saatlerini
Bunlar, içlerinden biri haksızlığa uğradığın­ uzatm akta ve ucuz olduğu için çocukları
da işi bırakm aya yemin etmiş kalfaların oluş­ çalıştırmaktaydılar. Fabrika sahipleri için bel­
turduğu bir örgüttü. 16. yüzyüda Lyon matbaa­ li bir sermayeyi temsil eden m akineler boş
larında bir anda bütün çalışmanın kesilmesi durm am alı, çalışmalıydı. Ayrıca yeni m akine­
için tek bir kalfanın bir ustadan şikayetçi ler bulunm adan, var olan m akinelerden sonu­
olması yetebiliyordu. Ö rgütün bir adı, belli na kadar yararlanm ak istiyorlardı. Bu neden­
önderleri ve herkesin katıldığı ortak kasası le de çalışma saatlerini uzun tutuyorlardı.
vardı. Genel eğilim işi bırakm a eylemine M akinelerin bakım ına insanlarınkinden daha
katılm ayanlara karşı zor kullanm aktan yanay­ fazla önem veriliyordu.
dı, am a bu hiçbir zaman gerçekleşmedi, Bu koşullar altında İngiltere’de işçiler daha
çünkü tüm çalışanlar işi bırakm aktaydı. fazla ücret alm ak, daha kısa çalışmak ve
Sendikacılığın beşiği sayılan İngiltere’deyse çalışma koşullarını iyileştirmek için 17. yüzyı­
ilk işçi örgütleri birlikler ve dayanışma örgüt­ lın sonlarında başladıkları mücadeleyi 18.
leri biçiminde, Sanayi D evrim i’nin ürünü yüzyıl boyunca sürdürdüler. İşçiler önceleri
olarak 18. yüzyılda ortaya çıktı. Sanayi Devri- geçici birleşmelerle çıkarlarını korum aya ça­
mi’yle buhar gücü insanın kullanımına sunul­ lıştılar. D aha sonra sürekliliği olan birlikler,
du. Böylece m akineler buhar gücüyle çalıştı­ dernekler kurm aya başladılar. İşçiler işyerle-
rılmaya ve sınırlı sayıda işçinin çalıştığı atölye­ riyle ilgili sorunlarını bu örgütlere getirirlerdi.
SENDİKA 121

Am a 18. yüzyılın başında çıkartılan bir yasay­ lığını ve eylemlerini yasadışı bulan m ahkem e­
la önce işçiler arasındaki her tür güç birliği, ler bunları 19. yüzyılın başında kapattılar.
yüzyılın sonunda ise her türlü işçi örgütü 1842’de Massachusetts Yüksek M ahkem esin­
yasaklandı. Am a işçiler bu yasağa karşın de alman bir kararla sendikalar yasal örgütler
örgütlerini korudular ve örgütlenm elerini sür­ olarak kabul edildiyse de, bu konudaki anlaş­
dürdüler. 19. yüzyılın başında işçilerin ser­ mazlık 19. yüzyıl boyunca sürdü. İç savaşı
bestçe örgütlenebilm eleri doğrultusunda baş­ izleyen yıllarda A B D ’de hem sendikal örgüt­
latılan mücadele sonunda 1824’te işçilere de lenme, hem de sendikal haklar doğrultusunda
örgüt kurabilme özgürlüğünü veren yasa çıka­ büyük m ücadeleler verildi ve çok önemli
rıldı. Ne var ki, bu yasaya karşın işçilerin haklar elde edildi. Örneğin 1 Mayıs 1886’da
örgütlenmeleri ve etkinlikte bulunmaları zor­ A m erikan İşçi Federasyonu (AFL) sekiz saat­
du. Örneğin 1834’te Dorset’e bağlı Tolpuddle lik işgünü için genel grev ilan etti. Chicago
köyünde, Tolpuddle Kurbanları olarak anı­ kenti genel grevin odak noktasıydı. Bu kentte
lan altı işçi bu tür çalışmalarından ötürü gösteri yapan işçilere polisin ateş açması
üzerine kanlı olaylar çıktı. Am a polis olayla­
Trades Union Congress Library
rın sorumlusu olarak işçileri suçladı. Tutukla­
nan sekiz işçinin dördü idam edildi, dördü ise
ağır hapis cezasına çarptırıldı. A m erikan İşçi
Federasyonu 1890’dan başlayarak sekiz saat­
lik işgünü kabul edilinceye kadar her yıl 1
Mayıs’ta gösteri yapılmasını kararlaştırdı.
1889’da A B D ’li işçilerin aldığı bu kararın
uluslararası düzeyde uygulanması benim sen­
di. Böylece 1 Mayıs A B D ’li işçilerin yanı sıra
Avrupalı işçilerin de eylem günü oldu. D aha
sonraki yıllarda sekiz saatlik işgünü birçok
ülkede resm en kabul edildi. Am a işçilerin
birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram
niteliği kazanan 1 Mayıs günümüzde de pek
1834'teTolpuddle'da sendika kurmaya çalıştıkları çok ülkede kutlanm aktadır.
için mahkûm edilen altı işçiyi gösteren çağdaş bir
resim.
Türkiye'de Sendikalar
Türkiye’de işçilerin ekonom ik ve toplumsal
A vustralya’da yedi yıl sürgün cezasına çarptı­ çıkarlarını korum ak amacıyla örgütlenmeleri
rılmıştı. Bütün baskılara karşın işçi birlikleri 19. yüzyılın sonlarında başlar. Osmanlı İm pa­
büyük gelişme gösterdiler. Ulusal federasyon­ ratorluğum un sanayileşme sürecine geç gir­
lar kuruldu. İngiltere’de sendika kurabilme mesi işçilerin sayısının sınırlı kalmasına yol
ve sendikal etkinliklerde bulunabilm e hakla­ açmıştı. Am a özellikle İstanbul’da yabancı
rını işçiler 1871 ve 1875 yıllarında çıkartılan şirketlere bağlı işyerlerinde gittikçe artan
yasalarla elde edebildiler. sayıda işçi çalışmaktaydı. 18. yüzyılın ortala­
Ö bür ülkelerde de işçiler sendika kurabil­ rında bu işçiler tıpkı İngiltere ve A B D ’de
me hakkını elde edebilmek için uzun ve zor olduğu gibi daha fazla ücret, daha iyi çalışma
bir m ücadele verdiler. A B D ’de sendikalar 18. koşulları için grevlere başvurdular. 1872 Ocak
yüzyılın ikinci yarısında kurulabilm e olanağı ayında tersane işçilerince gerçekleştirilen ilk
buldu. A m a işçiler birlikte m ücadele etmeye grevi bir grev dalgası izledi. H enüz sendika
başlayıp genel grev gibi çeşitli etkinliklerle biçiminde örgütlenm e olmadığı için işçiler
ücret zammı isteklerini yoğunlaştırınca işve­ gezici birlikler, grev kom iteleri ya da dernek­
renler işçi eylemlerinin yasadışı olduğunu lerde bir araya geliyorlardı. 1866’da batının
iddia ederek sendikaların kapatılması için etkisinde kalan aydınlarca Am eleperver C e­
m ahkem elere başvurdular. Sendikaların var­ miyeti kurulm uştu, ama bu örgüt yoksul
122 SENDİKA

işçilere yardım etmeyi, işsizlere iş bulmayı D erneği’nin bu işçi örgütlerinin bir “birlik”
amaçlayan hayırsever bir dernek olm aktan oluşturmasına yönelik girişimi başarılı ola­
öteye geçemedi. Ayrıca o günlerde Abdülha- madı.
mid döneminin baskıcı yönetimi her türlü Kurtuluş Savaşı sırasında yalnızca Türkiye
örgütlenmeyi yasaklamıştı. Buna karşın, İşçi Derneği ile Beynelmilel İşçi İttihadı adlı
1894’te Tophane’deki fabrikalarda çalışan iş­ örgütler varlıklarını koruyabildiler. Cum huri­
çiler gizlice Osmanlı Am ele Cem iyeti’ni kur­ yetin ilanından sonra yürürlüğe giren 1924
dular. Am a derneğin yöneticileri bir yıl sonra Anayasası toplanm a ve dernek kurabilme
yakalanarak sürgüne gönderildiler. hakkı kapsam ında sendika kurabilme hakkını
İşçilerin örgütlenmeleri, demek kurma hak­ da öngörmekteydi. Bu arada İstanbul Amele
kının tanındığı 1908’de II. M eşrutiyet’in ila­ Birliği gibi örgütler kurularak siyasi iktidarla
nıyla birden hızlandı. Aynı yılın ağustos ve uyumlu bir işçi hareketi yaratılmaya çalışıldı.
eylül aylarında işçilerin yoğun olduğu büyük 1923’te Türkiye İşçi Birliği’nin kapatılması
kentlerde bir grev dalgası yükseldi. Bu durum üzerine aynı yıl Am ele Teali Cemiyeti adıyla
karşısında kârlarında düşme olan ve işçileri yeni bir örgüt kuruldu. Bu arada, Türkiye
kendi belirledikleri koşullarda çalıştırmaya ölçeğinde bir örgüt oluşturm ak için, İstanbul
alışmış yabancı şirketler Osmanlı yöneticileri­ Am ele Birliği A nadolu’daki birkaç örgütle
ne başvurarak acele önlem alınmasını istedi­ birleştirilerek Türkiye Am ele Birliği kuruldu.
ler. Sonunda ekim ayında bir geçici yasa, 1909 Bu dönemin önemli olaylarından biri
ortalarında ise Tatil-i Eşgal Kanunu ile işçile­ 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’ydi.
rin örgütlenm elerine önemli kısıtlamalar geti­ Bu kongrede öbür toplumsal kesimlerle bir­
rildi. Bu arada, 1908’de kurulan Osmanlı likte işçiler de temsil edilmişti. Kongrede
Terakki-i Sanayi Cem iyeti’nin yanı sıra tram ­ işçilerle ilgili olarak 1 Mayıs’ın işçi bayramı
vay, basım, demiryolu, tütün, m aden gibi kabul edilmesi, amele yerine işçi sözcüğünün
değişik işkollarındaki işçiler sendikalarda ya kullanılması, çalışma yaşamıyla ilgili çeşitli
da sendika dışı işçi kuruluşlarında örgütlen­ yasaların çıkartılması ve sendika hakkının
mişlerdi. Tatil-i Eşgal Kanunu işçilerin örgüt­ tanınması gibi kararlar alındı. Am a sendikal
lenm elerine ve etkinliklerine büyük sınırla­ örgütlenmeye ve etkinliklere olanak tanıyan
m alar getirmekle birlikte tümüyle engel ola­ bu ortam uzun sürmedi. 1925’te çıkartılan
madı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile sendikal etkinlik­
I. Dünya Savaşı (1914-18) süresince işçi ler yasaklandı. 1928’de Am ele Teali Cemiye­
hareketlerinde bir gerileme ve işçi örgütlerin­ ti’nin de kapatılmasıyla Türkiye’de sendikal
de bir dağılma yaşandıysa da savaş sonrasında yaşama uzunca bir süre ara verildi. 1933’te
yeniden bir hareketlenm e gözlendi. Savaş Ceza Yasası’nda yapılan bir değişiklikle grev
süresince yaşamlarını sürdürebilen işçi örgüt­ suç olarak kabul edildi. 1938’de yürürlüğe
leri eylem ve etkinliklerini canlandırırken giren Cem iyetler Kanunu ise işçilerin sendi­
yeni işçi örgütleri de kuruldu. 1913’te kurulan kalarda örgütlenmesini tümüyle yasakladı.
Türkiye İşçi Derneği, Şefik H üsnü’nün (Dey- II. Dünya Savaşı (1939-45) sonrasında
mer) başkanı olduğu Türkiye İşçi ve Çiftçi 1946’da çok partili yaşama geçilmesiyle bazı
Sosyalist Fırkası’nın paralelinde hareket et­ yasalarda yapılan değişiklikler sendikal hare­
mekteydi. D aha çok devlet fabrikalarında ketin yeniden canlanmasına yol açtı. Bu dö­
örgütlenmiş olan bu derneğin yanı sıra, İstan­ nem de uluslararası alanda her yönden de­
bul’da Beynelmilel İşçi İttihadı adı altında m okratik bir ülke görünüm ü kazanmaya özen
birleşen deniz işçileri, m arangozlar ve yapı gösterilmekteydi. Türkiye Birleşmiş Millet-
işçilerinin örgütlerinden başka M ürettibin-i ler’e ve bundan ötürü Uluslararası Çalışma Ör-
Osmani Cemiyeti, Tütün Rejisi İşçileri Cemi­ gütü’ne (ILO ) üye olunca sendikal örgütlen­
yeti gibi örgütler de çalışmalarını sürdürm ek­ meyi yasaklayan yasalar da değiştirildi. Bu
teydi. Ayrıca İzmir, E dirne, Zonguldak, Es­ gelişmenin sonunda kısa sürede Türkiye İşçi­
kişehir, A dana, Konya ve B ursa’da da değişik ler D erneği, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği
işkollarında örgütler kurulm uştu. Türkiye İşçi gibi sendikaların da içinde bulunduğu 100’e
SENDİKA 123

yakın sendika kuruldu. Am a Aralık 1946’da guldak köm ür ocaklarında çalışan işçilerin
Sıkıyönetim Komutanlığı, siyasetle uğraştık­ gerçekleştirdikleri direnişler kamuoyu üzerin­
ları gerekçesiyle birçok sendikayı kapattı. de de etkili olunca 274 sayılı Sendika Kanunu
1947’de, içinde toplusözleşme, grev gibi hak­ ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve
ların yer almadığı ve sendikaların siyasetle uğ­ Lokavt Kanunu 1963’te yürürlüğe girdi. Bu
raşmasını yasaklayan Sendikalar Kanunu çı­ yasalarla işçilere grev hakkı tanınıyor, sendi­
kartıldı. “ 1947 Sendikacılığı” olarak anılan bu kal ödentilerin işverence kaynaktan kesilerek
sendikacılık anlayışına karşı çıkan işçiler H ür işçi sendikalarına aktarılması sağlanıyordu.
İşçi Sendikaları Birliği’ni kurdular. Bu yeni Böylece sendikalar, grev hakkına sahip ol­
örgüt, iktidara geldiğinde grev ve toplusözleş­ dukları için, toplu pazarlık sürecinde işveren
me hakkını tanıyacağını açıklayan m uhalefet­ karşısında daha güçlü bir konuma gelirken,
teki D em okrat Parti’yi desteklem ekteydi. üye ödentisi toplam ak gibi güç bir parasal so­
Am a 1950 seçimlerini kazanm asına karşın runu da kökünden çözmüş oluyorlardı. Bu,
D em okrat Parti bu hakkı tanımadı. 1952’de sendikaların güçlenerek bir baskı grubu duru­
ilk işçi konfederasyonu olan Türkiye İşçi Sen­ muna gelmesine yol açtı. Ö te yandan 1965’te
dikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) kurul­ m em urlara da sendika kurm a hakkının tanın­
du. O günkü yasal koşullar ve kamu kesimin­ masıyla Türkiye Ö ğretm en Sendikaları K on­
de örgütlenm eye izin verilmemesi sendikal federasyonu (TÖS) gibi güçlü örgütler doğdu.
hareketin cılız kalmasına yol açtı. Sendikaların grev hakkına sahip, toplusöz­
27 Mayıs 1960 askeri m üdahalesinden sonra leşme yapan örgütler durum una gelmesi sen­
hazırlanan ve tem el hak ve özgürlükleri gü­ dikalı işçilerin daha yüksek ücret almalarına
vence altına alan 1961 Anayasası Türkiye sen­ ve daha iyi koşullarda çalışmalarına yol açtı.
dikal hareketi için bir dönüm noktası oldu. Bunun sonucu olarak da işçilerin sendikalaş­
Yeni anayasa tüm çalışanlar için sendika kur­ ması hızlandı. Bu dönem de TÜ RK-İŞ hızla
ma özgürlüğü, işçilere toplu pazarlık ve grev gelişen bir örgüt durum undaydı. A m a, içinde
hakkı getiriyordu. Ne var ki, yürürlükteki İş belirli görüş ayrılıklarını da taşımaktaydı.
K anunu’nda grev yasağı sürm ekteydi ve ana­ TÜ RK-İŞ yönetimi çalışma yaşamında daha
yasaya uygun yeni iş yasasının hazırlanması uzlaşmacı bir tutum takınm aktan yanaydı. İş­
geciktirilmekteydi. Bu nedenle işçiler yeni bir çilerin dem okratik haklarının sağlanmasını
yasanın hazırlanması için girişim ve eylemlere geri plana atm akta, 1947 sendikacılığını be­
başladılar. Bunlardan, Kavel işçileriyle Z o n ­ nimsemekteydi. Ayrıca 1965’ten sonra yöne­

Ara Güler

1961 Anayasası
yürürlüğe girmeden
önce 31 Aralık 1960'ta
İstanbul'da
Saraçhanebaşı'nda çok
büyük bir katılımla
gerçekleşen m itingde,
işçiler başta grev hakkı
olm ak üzere siyasal ve
ekonomik haklartalep
ettiler.
124 SENEGAL

tim A B D hüküm etinin çeşitli organlarıyla ve İŞ’e bağlı Genel-İş Sendikası DİSK saflarına
sendikalarıyla yoğun bir ilişki içine girmişti. geçti. Bu dönem de Milliyetçi İşçi Sendikaları
Bir yandan bazı sendika yöneticileri eğitim Konfederasyonu (MİSK) ile Hak İşçi Sendi­
için A B D ’ye gönderilirken, öte yandan sendi­ kaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) adıyla iki
ka çok büyük tutarlarda A BD yardımı alm ak­ yeni konfederasyon daha kuruldu.
taydı. TÜ RK-İŞ üzerindeki bu A BD etkisi 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin ardın­
TÜ RK -İŞ yönetiminin partiler üstü bir politi­ dan sendikal yaşam tam bir durgunluk içine
ka izleme kararı almasına yol açtı. Bunun an­ girdi. DİSK ve MİSK kapatıldı. DİSK yöneti­
lamı sendikaların siyasal bir güç ya da baskı cileri tutuklandı ve m allarına el kondu. Grev
grubu olmasının engellenmesiydi. Oysa 1961 ve toplusözleşme haklarının kullanılması dur­
Anayasası sendikaların siyasal alanda etkin duruldu. Toplu iş uyuşmazlıklarını çözme yet­
bir dem okratik güç olarak işlev görmelerine kisi yönetimce Yüksek Hakem Kurulu’na ve­
olanak sağlamaktaydı. 1966’da toplanan rildi. Bu dönem de TÜ RK-İŞ yönetimi askeri
TÜ RK-İŞ 6. G enel K urulu’nda yönetimin bu yönetimi destekleyerek oluşturulan hüküm e­
görüşlerini paylaşmayan bir grup TÜRK-İŞ te Sosyal Güvenlik bakanı olarak TÜ RK-İŞ
üyesi sendika yöneticisi bu örgütten ayrılarak genel sekreteri Sadık Şide’yi verdi.
bağımsız sendikalarla birlikte 1967’de Türki­ 1982 Anayasası ve ona uygun olarak çıkarı­
ye Devrimci İşçi Sendikalan Konfederasyo­ lan 2821 ve 2822 sayılı yasalar sendikal örgüt­
num u (DİSK) kurdular. lenm e ve sendikal etkinlik alanlarını önemli
DİSK kurulmasını izleyen günlerde hızlı bir ölçüde kısıtladı. 1961 A nayasası’nın sağladığı
gelişme gösterdi. Özellikle TÜ R K -İŞ’e bağlı birçok hak geri alındı. Sendikalara genel
sendikalardan kitlesel katılımlar oldu. H ükü­ grev, siyasal grev, dayanışma grevi, hak gretfi
m et 1970’te D İSK ’in bu gelişmesini önlemek yapma yasakları getirildi. H üküm etin grev er­
için 274 ve 275 sayılı yasalarda değişiklikler telem e yetkisi genişletildi. Grevlerin yasak­
yaparak sendikal örgütlenm eler konusunda lanması durum undaki anlaşmazlığı çözmede
birtakım kısıtlamalar getirdi. Örgütlenm e Yüksek H akem Kurulu yetkili kılındı. Sendi­
haklarına getirilen bu kısıtlamalar işçiler tara­ kaların siyasetle ilgilenmesi yasaklandı. Kısa­
fından tepkiyle karşılandı; İstanbul ve Koca- ca, 1982 A nayasası’nın getirdiği yeni yapı
eli’de 15-16 Haziran 1970’te on binlerce işçi­ içinde sendikaların işlevleri kısıtlandı.
nin katıldığı büyük protesto gösterileri düzen­
lendi. Ayrıca hüküm etin yaptığı değişiklikler SENEGAL, A frika’nın batı kıyısında yer alan
m uhalefet partilerinin başvurusu üzerine bir cumhuriyettir. Kuzeyinde M oritanya, gü­
A nayasa M ahkem esi’nce iptal edildi. Bu ara­ neyinde Gine-Bissau ve G ine, doğusunda ise
da TÜ RK-İŞ içinde sendika yönetimine karşı Mali bulunur. Senegal, kıyıdan içerilere doğ­
bir sosyal dem okrat m uhalefet de başlamıştı. ru ince bir şerit gibi uzanan G am bia’yı bütü­
12 M art 1971 askeri müdahalesinin grevleri nüyle çevreler (bak. Gambİa).
yasaklaması ve toplusözleşme düzenini askıya Güneydoğusu dışında, Senegal oldukça düz
alması sendikal örgütlenm ede bir duraklam a ve alçak bir ülkedir. İklimi çok sıcaktır.
yarattı. Ayrıca bu dönem de anayasada yapı­ Kuzeyde sakızağacı ve mimoza, Senegal Ir­
lan değişiklikle sendika hakkının “çalışanla­ mağı vadisinde de arapzamkı çıkarılan akasya
ra” değil de “işçilere” tanınması, m em urların ağaçları yetişir. O rta kesimi çöl gibi kumluk
sendika kurm a hakkını ortadan kaldırıldı. bir alandır. Güneyi ise tropik bitki örtüsüyle
1973 seçimlerinden sonra sendikal yaşamda kaplıdır. Ü lkede yaşayan yabanıl hayvanlar
yeniden bir canlanma başladı. Bazı işyerlerin­ arasında en önemlileri maym un, antilop, as­
de T Ü R K -İŞ’ten D İSK ’e doğru kayışın do­ lan ve sırtlandır. A karsularda tim sah, suaygırı
ğurduğu yetki anlaşmazlıkları üzerine, DİSK ve kaplum bağa bulunur.
işçilerin diledikleri sendikayı özgürce seçebil­ Senegal’de ekili alanların önemli bir bölü­
meleri için referandum hakkının alınması yo­ mü yerfıstığma ayrılmıştır. Bundan başka
lunda bir m ücadele başlattı. 1976’da bağımsız darı, pirinç, pam uk ve şekerkamışı yetiştirilir.
Tekstil ve Bank-Sen sendikalarıyla TÜ RK - Bol m iktarda balık avlanır. En gelişmiş sana-
SENFONİ 125

SENEGAL'E İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 196.722 km2.


NÜFUS: 7.400.000 (1989).
YÖNETİM: Cumhuriyet.
BAŞKENT: Dakar.
DOĞAL YAPI: Kuru çöllerin ve yağışlı ormanların yer
aldığı düz bir ülkedir. En yüksek noktası yalnızca 500
metredir.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Fosfat, yerfıstığı yağı, balık kon­
servesi.
ÖNEMLİ KENTLER: Dakar, Thies, Kaolack, St. Louis.
EĞİTİM: 6-12 yaş arasında zorunludur, ama çocukların
ancak yüzde 40'ı okula gidebilmektedir.

yileri yerfıstığı yağı işleme ve balık konserve­


ciliğidir. Başkent D akar’da bir tersane vardır.
Dışarıya fosfat ve deri satılır.
Başlıca kentleri, Batı A frika’nın en işlek
lim anlarından biri olan D akar, St. Louis ve
Thies’dir {bak. D a k a r ) . Kara ve demiryolları
iyi durum dadır; D akar’da uluslararası seferle­
B a m a b y ’s
re açık bir havalimanı vardır.
Senegal'in başkenti Dakar'da bir pazaryeri.
Senegal halkı çeşitli diller konuşan Siyah
topluluklardan oluşur. Nüfusun yüzde
90’ından çoğu Müslüman olan ülkede resmi nu’nu kurdular. Senegal 1960’ta federasyon­
dil Fransızca’dır. dan ayrılarak bağımsız bir cumhuriyet oldu.
A frika’nın batı kıyılarını ilk kez Portekizli­ Senegal’in, kıyıdan doğuya doğru uzanan ve
ler 1444’te keşfetti. D aha sonra Fransızlar’ın üç yanı Senegal’le çevrili olan G am bia’yla
köle ve sakız ticaretine başlamasıyla Senegal, yakın ilişkileri vardır. 1982’de iki ülke Sene-
Fransız Batı A frikası’nın bir bölgesi durum u­ gambia adıyla bir konfederasyon oluşturdu­
na geldi. Senegal ve Fransız Sudanı (bugün lar. A m a bu birlik anlaşmazlıklar sonucu
Mali Cumhuriyeti) 1959’da Mali Federasyo- 1989’da bozuldu. Senegal’in en büyük önderi
olan Leopold Sedar Senghor, devlet adamlı­
ğıyla olduğu kadar şairliğiyle de ünlüdür
(bak. S e n g h o r . L e o p o l d S e d a r ) . A frika’nın en
ünlü yazar ve sinemacıları arasında yer alan
Sembene Ousm ane de Senegalli’dir (bak.
O u s m a n e , S e m b e n e ).

SENFONİ, orkestra için bestelenmiş uzun


müzik parçasıdır. Senfoni sözcüğü Y unanca’
da “bir arada uyumlu sesler çıkarm ak” anla­
mına gelen sym phonia sözcüğünden türetil­
miş, dilimize Fransızca sym phorıie sözcüğün­
den geçmiştir. Sinfonia sözcüğü ilk kez İtalya’
da, çalgı için bestelenmiş parçaları tanım la­
m akta kullanıldı; 17. yüzyıl başlarında kantat,
oratoryo ve operalarda orkestra tarafından
çalman giriş parçasının adı oldu. Jacopo Peri,
126 SENFONİ

Claudio M onteverdi ve Fransız asıllı İtalyan la birleştirerek orkestraya uyguladılar. Duy­


besteci Jean-Baptiste Lully operalarında ku­ gulardan çok kulağa seslenen bu senfoniler
sursuz güzellikteki uvertür ve ara müziği par­ küçük orkestralar için bestelenmişti.
çalarıyla klasik senfoninin tem ellerini hazırla­ Beethoven ise klasik senfoni anlayışına
dılar. Çok sevilen bu müzik parçaları sonra­ bağlı kalmakla birlikte onu genişletti, bölüm ­
dan bağımsız konser parçaları olarak çalınma­ lerin sırasını değiştirdi ve orkestraya üflemeli
ya başlandı. 18. yüzyılın başlarında Antonio çalgıları ekledi. Klasik dönemi Rom antik
Vivaldi konçertolarıyla senfoninin ilk örnek­ dönem e bağlayan Beethoven, senfonilerinde
lerini verdi. 18. yüzyılda A lm anya’da Mann- o zam ana kadar müzikle anlatılabileceği akla
heim ’de Johann Stamitz ve onun çevresinde gelmeyen duyguları, olağanüstü bir duyarlılık
toplanan besteciler üç bölümlü senfoniye üç ve coşkuyla iletmeyi başardı. Sanatçının do­
zamanlı bir dans müziği olan m en uef i ekledi­ kuz senfonisi içinde Eroica (Kahram anlık)
ler. Ayrıca crescendo ve decrescendo (ses şid­ Senfonisi olarak da bilinen Üçüncü Senfoni ,
detinin giderek yükselmesi ve alçalması) gibi kırların ve doğanın güzelliğini anlatan Pasto­
öğelerden yararlanarak senfoniyi klasik anla­ ral Senfoni ya da Altıncı Senfoni ve tüm
yışa en yakın biçimine kavuşturdular. Senfo­ insanlığa seslenen büyük bir koronun yer
ni aynı yüzyılın sonlarına doğru, Viyana Kla­ aldığı D okuzuncu Senfoni en sevilenleridir.
sikleri olarak anılan Franz Joseph H aydn, 19. yüzyılda birçok besteci B eethoven’den
Wolfgang Am adeus M ozart ve Ludwig van etkilenerek onun bağımsız ve özgür üslubunu
B eethoven’in besteleriyle klasik biçimine benimsedi (bak. M Ü ZİK ). Schubert’in dokuz
ulaştı. senfonisi, B eethoven’in senfonileriyle aynı
Senfoninin yapısı sonata benzer (bak. SO­ dönem de yazılmıştır. Bununla birlikte Seki­
NAT). Tek fark, sonatın solo çalgılar için, zinci Senfoni olarak bilinen Si M inör Senfoni
senfoninin orkestra için yazılmış olmasıdır. (Bitm em iş Senfoni) yalnızca iki bölümden
H aydn, M ozart ve Beethoven senfoniyi dört oluşm aktadır (bak. S c h u b e r t , F r a n z ) .
bölümlük klasik biçimine kavuşturdular. İki Fransız besteci H ector Berlioz, Fantastik
tondan oluşan giriş bölümü genellikle basit Senfoni adlı yapıtında kendi yaşamından bir
tem alar ve az sayıda nota içerir. Bunu, kesiti müzikle anlatarak yeni bir senfoni
tem aların ayrıntılı biçimde ve dönüşümlü üslubu yarattı. Felix M endelssohn, İskoçya ve
olarak işlenip geliştirildiği, çoğu kez sonat İtalya’ya yaptığı gezilerin ardından İskoç Sen­
biçiminde yazılmış gelişme bölümü izler. Bu fon isi ve İtalyan Senfonisi' ni, Franz Liszt
bölüm ağır tem poludur. Üçüncü bölüm me- erkek seslerinden oluşan bir koronun bulun­
nuet biçimindedir. D ördüncü ve son bölüm duğu Faust Senfonisi' yle, kadın seslerinden
sonat biçiminde olmakla birlikte, neşeli ve oluşan bir koronun bulunduğu Dante Senfoni­
hızlı tem posuyla daha çok rondo' ya yakındır. si' ni yazdı. R obert Schumann ve Johannes
Beethoven senfonilerinde m enuet yerine, ge­ Brahms dörder senfoni bestelediler. Özellikle
ne canlı ve neşeli bir ritmi olan seherzo' yu Brahm s, B eethoven’in geliştirdiği biçime bağ­
(skertso) kullanmıştır. lı kaldı. A nton Bruckner güçlü tem aları işle­
diği senfonilerini görkemli bir sonla bitirir­
Senfoninin Gelişmesi ken, 20. yüzyılın önde gelen bestecilerinden
“Senfoninin babası” olarak tanınan Haydn Gustav M ahler büyük bir orkestra gerektiren
1809’da öldüğünde, ardında 108 senfoni bı­ senfonilerinde solo ya da koro halinde insan
raktı. Bestecinin en ünlü senfonileri L on dra , sesine yer veriyordu.
O xford , Saat , Süpriz ve V eda’’dır. B esteleri­ Rusya’da senfoninin en güzel örneklerini
nin kusursuzluğuyla tanınan M ozart’ın 41 Peter İliç Çaykovski verdi. Çaykovski’nin altı
senfonisinden en güzel son üç tanesi M i senfonisinden, Patetik olarak da bilinen Si
B em ol M ajör , S ol M inör ve Jüpiter adıyla da M inör Altıncı Senfoni alışılmamış bir biçimde
bilinen D o M ajör senfonileridir. Haydn ve hüzünlü, yumuşak ve yavaş bir bölümle son
M ozart, senfonilerinde uyum, kıvraklık ve bulur. Çek besteci A ntonm D vofâk’ın dokuz
dram atik kurgu gibi öğeleri büyük bir ustalık­ senfonisinden en çok tanınanı, sanatçının
SENGHOR 127

A BD gezileri sırasında Siyahlar’ca kilise ayin­


lerinde söylenen ilahilerden esinlenerek yaz­
dığı, Yenidünya dan olarak da bilinen D oku ­
zuncu Senfoni1dir. Yedi güçlü senfonisiyle
senfoninin yapısına önemli değişiklikler geti­
ren bir başka müzikçi de FinlandiyalI besteci
Jean Sibelius’tur. 20. yüzyıl İngiliz bestecileri
arasında en çok tanınan Sir Edw ard Elgar’ın
iki senfonisi vardır. Senfonilerinde koroya
geniş yer veren Vaughan Williams’ın D eniz
Senfonisi' nde koro her bölümde yer alır.
Benjam in Britten ise İlkbahar Senfonisi' nde
hem yetişkin, hem de çocuk korosu kullanır.
20. yüzyılın önde gelen SSCB’li bestecilerin­
den Dm itri Şostakoviç Leningrad Senfonisi
olarak da bilinen Yedinci Senfoni de içinde
olmak üzere 15 senfoni yazmıştır. A B D ’de
senfonileriyle tanınan en önemli besteciler
Roy Harris, Elliot C arter ve A aron Cop-
A B C Ajansı
land’dır.
Şair Leopold Sedar Senghor (ortada) Senegal'in ilk
Senfoni yaklaşık 200 yıldır köklü değişiklik­ devlet başkanıydı.
ler geçirmiş ve önemli ölçüde gelişmiştir.
Bestecinin duygu ve düşüncelerini en etkili
biçimde dile getirmesine olanak veren bir dereceden öğretmenliğe hak kazanarak Fran­
yapısı vardır. Senfoninin anlatım zenginliğini sızca öğretm eni oldu. Bu, o güne kadar Siyah
oluşturan başlıca öğeler arm oni, m elodi, ritim bir Afrikalı’nın ulaştığı en yüksek öğretm en­
ve tonalitedir (bak. ARM ONİ). lik aşamasıydı.
II. Dünya Savaşı’nın başında askere alman
SENGHOR, Leopold Sedar (doğumu Senghor 1940’ta tutsak düştü. İki yıl kaldığı
1906). Senegal’in ilk devlet başkanı olan ve Nazi kam plarında tutsaklar arasındaki direni­
bu görevini 1960-80 yılları arasında kesintisiz şe öncülük etti. Şiirlerinin büyük bir bölüm ü­
sürdüren Leopold Sedar Senghor aynı zam an­ nü de bu yıllarda yazdı. Serbest bırakıldıktan
da “N egritude” (Zencilik) adı verilen kültür sonra Fransız Direniş H areketi’ne katılarak
hareketinin önde gelen temsilcilerinden şair Fransa’nın A lm an işgalinden kurtulması için
ve denem e yazarıdır (bak. AFRİKA EDEBİYATI). savaştı.
Senghor Joal’da doğdu. Babası Serer kabi­ Savaştan sonra Fransız Kurucu Meclisi’ne
lesinden zengin bir Katolik tüccardı. Eğitimi­ giren Senghor’un bundan sonraki yaşamı
ne yöredeki misyoner okulunda başladı. D a­ Fransa’da ve Senegal’de siyasal m ücadelelerle
ha sonra D akar’da gittiği bir lisede ortaöğre­ geçti. 1951’de Fransız Ulusal Meclisi’ne seçil­
nimini tam amladı. 1928’de kazandığı bir burs­ di. 1956’dan sonra A frika’daki sömürgelerin
la Paris’teki ünlü Louis-le-Grand Lisesi’ne yönetimleriyle ilgili değişikliklere karşı çıka­
giren Senghor, Sorbonne Üniversitesi’nde rak A frika ülkelerinin birliğini savundu. Aynı
yükseköğrenim gördü. Bu yıllarda Siyah ay­ yıllarda Senegal’in demiryolları merkezi olan
dınların başlattığı bir kültür hareketi oluş­ Thies’nin belediye başkanlığını yaptı. 1960’ta
m aktaydı. A frika kültürünün zenginliğini ve Senegal bağımsızlığını kazanınca ilk devlet
kendine özgülüğünü savunan ve “N egritude” başkanlığına seçildi. 1962’de kendisine karşı
adı verilen bu harekete iki arkadaşıyla birlikte başarısız bir darbe girişimi oldu. Senghor
çıkardığı bir gazete ile katıldı. Bu hareketin 1976’da ülkesinin çok partili düzene geçmesi­
edebiyat alanındaki ürünlerini vermeye başla­ ni sağladı. Başkanlığı sırasında ülkesinin eko­
dı. 1935’te Fransız eğitim sisteminde en üst nomik ve toplum sal yönden ileri bir ülke
128 SEN IRMAĞI

olması için çalıştı. Sosyalizmi benimsemekle be, M arne ve Oise ırm aklarıdır. Bu kollardan
birlikte ülkesinin ve A frika’nın gerçeklerine birkaçı Sen’e Paris yakınlarında katılır. Yük
uygun bir yönetim biçimi seçti. 1980’de baş­ taşımacılığına elverişli olan bu ırm aklarda
kanlığı bıraktı. işleyen m avnalarla ırmak havzasından elde
Senghor, Siyah A frika kültürünün yeniden edilen ürünler kente ulaştırılır. Yapı gereçleri
değerlendirilmesini savunan Afrikalı aydın­ ve petrol de ırm ak yoluyla taşınır. Sen havzası
lardan biri olarak sanat anlayışını oluşturm uş­ çoğu kez Paris havzası diye adlandırılır.
tur. Bu düşünce doğrultusunda 1976’da ilk Fransa’nın m erkezini oluşturan Sen havzası
Siyah Sanatları Dünya Festivali’nin düzenlen­ zengin ve tarihsel bir bölgedir; çeşitli nitelik­
mesini sağladı. Edebiyat ve siyasal çalışmala­ teki topraklarından ötürü de Batı A vrupa’nın
rından ötürü sayısız ödüller, ayrıca birçok en verimli tarım alanıdır. Yılda 10-11 kez
üniversiteden onursal doktorluk unvanları ürün alman bu bölgede üzüm bağları için
alan Senghor 1969’da Fransız Ahlaki ve Siya­ elverişli kireçli topraklar, koyunlar için kuru
sal Bilimler A kadem isi’ne, 1984’te de Fransız otlaklar, süt sığırları için akarsu kıyılarında
Akadem isi’ne seçildi. Senghor bu akadem ile­ yemyeşil çayırlar, buğday tarım ına elverişli
re seçilen ilk Siyah üyeydi. Şiirlerini Chants killi ve yalnızca iğneyapraklılara uygun olan
d ’om bre (1945; “Gölge Şarkıları”), H osties kumlu topraklar bulunur.
noires (1948; “Siyah K urbanlar”) adlı kitapla­ Açık deniz gemileri Sen’in aşağı çığırı
rında, denem elerini ise Liberte I (1964; “Öz­ üzerindeki R ouen’e kadar yol alabilmektedir.
gürlük I”), Liberte II (1971), Liberte III Sen Irmağı Meuse (M aaş), Schelde, Ren ve
(1977) adlı bir dizi kitapta topladı. R höne gibi A vrupa’nın öteki önemli ırm akla­
rına çeşitli kanallarla bağlanmıştır. Bu yüzden
SEN IRMAĞI, Fransa’nın kuzeyindeki en de Fransa’nın en önemli suyoludur.
önemli akarsudur. Loire’dan sonra Fransa’
nın ikinci uzun ırmağı olan Sen, D ijon yakın­ SENTAKS b a k . SÖZDİZİMİ.
larındaki Langres Yaylası’ndan doğar, kuzey­
batıya doğru 780 km uzunluğunda dolambaçlı SEPET, kamış ve saz gibi bitkisel ya da
bir yol çizerek Le Havre limanında Manş plastik gibi yapay gereçleri örerek ya da
Denizi’ne dökülür. Çeşitli yönlerden gelerek birbiri çevresine sararak yapılan kapların
ırmağa katılan kollarından en önemlileri Au- genel adıdır. Sepetler sağlam ve kırılmaz
kaplar olduğu için başta yiyecek olmak üzere
French Government Tourist Office çeşitli eşyaların taşınmasında kullanılır.
Sepet örm e en eski el sanatlarından biridir.
Dünyanın birçok yöresinde tarihöncesi dö­
nem lerden kalma örnekleri bulunm uştur. Es­
ki M ısırlılar’m ve B ritonlar’ın sepet örme
tekniğiyle yapıp kille sıvadıkları kulübeler,
Avustralya ve A frika’nın bazı yörelerinde
hâlâ yapılan evlerle büyük bir benzerlik gös­
terir. Türkiye’de de Karadeniz Bölgesi’nde
havalandırm anın zorunlu olduğu bazı depola­
rın duvarları sepet örgüsüdür. M ısırlılar’ın
sazdan yapılmış kayıkları da Fırat ve Dicle ile
H indistan’ın birçok bölgesindeki ırm aklarda
kullanılan kayıkların benzeridir. Norveçli bi­
lim adamı ve kâşif T hor H eyerdahl 1970’te
A tlas Okyanusu’nu Ra adlı kamıştan örülme
bir tekneyle geçmişti (bak. HEY ERD A H L.T h o r ) .
Kuzeydoğu Fransa'da Sen Irmağı üzerinde mavna Sepet yapımı için kullanılan gerecin bükü-
trafiği. lebilir, esnek, dayanıklı ve kolay örülebilir
SEPET 129

İMP

Sepetler ya örm e ya da sarma


tekniğiyle hazırlanır. Üstte beş
tem el örgü biçim i, altta ise beş
tem el sarma biçim i görülm ektedir.

olması önemlidir. Sepetin ne amaçla kullanı­ Ayrıca dikey sert çubukların arasından görece
lacağı büyük ölçüde onun malzemesini ve yumuşak şeritler geçirilerek sepet örülür.
örm e tekniğini de belirler. Çok çeşitli sepet Sepet örgüsüyle şapka, çanta, zembil, san­
örm e tekniği varsa da, bunlar kabaca ikiye dalet, yer yaygısı, sandık, sandalye, tabut,
aynlır. Başlıca fark, sarmal sepet yapma kepçe, çay süzgeci, şişe kılıfı gibi birbirinden
tekniğiyle sarmal olmayan örgü teknikleri değişik şeyler yapılır. Balık ve ıstakoz gibi
arasındadır. deniz canlılarını avlamak için iç bölümü huni
Sarmal sepetler tek bir şeridin kesintisiz biçimli sepetler kullanılır. Akıntı yönünden
olarak kendi çevresinde dolandırılmasıyla el­ gelen balık sepete girince tekrar çıkamaz.
de edilir. H er halka iğne ya da bize geçirilmiş Sepetler toplum sal ve dinsel törenlerde de
bir saz ya da iplikle, çeşitli sarm a teknikleriyle sıkça kullanılm aktadır. Bazı Mikronezyalı ka­
birbirine tutturulur. Sarmal olmayan teknik­ bileler sepet örgüsüyle hazırlanmış tören m as­
ler dokumayı andırır. Kafes örgü, hasır örgü, keleri ve kalkanlar kullanır.
çubuk örgü gibi çeşitleri vardır. Örneğin hasır California’daki H upa Yerlileri vazoya ben­
yer yaygıları, boydan boya gerilmiş iplikler zeyen, sugeçirmez sepetler üretir, ince lifli
arasından sazların bir üstten, bir alttan ya da bir bitki kökünden yapılan ve denizkabukları,
iki üstten, bir alttan geçirilmesiyle yapılır. kuştüyleri ya da boyanmış oklukirpi dikenle­
130 SEPET

Cumhuriyet Gazetesi Arşivi


Türkiye'de çeşitli yörelere özgü ağaçların dallarından değişik biçim lerde sepetler yapılır.

riyle süslenen bu kaplar yemek pişirmek ve su dallarından örülür. A B D ’de New England
taşımak için kullanılırdı. Eski efsanelerin çiftçileri meşe ve dişbudak sürgünlerinden
büyülü simgeleri ve figürleri de sepet örgüle­ çok güzel sepetler yaparlar. Çok ince sürgün­
rinde kullanılan desenler arasındaydı. A kar­ lerin kabukları soyulur ve ağaç, örülmeye
suları ve kuşların uçuşunu simgeleyen ya da uygun uzun ve lifli şeritler haline gelinceye
hayvanların ayak izlerini andıran ve çoğun­ kadar dövülür. New England’da ve New York
lukla Y erliler’in doğaya yönelik sevgisini yan­ eyaletinin kuzeyinde yaşayan Yerliler gele­
sıtan desenler çok sık kullanılırdı. neksel, hoş kokulu sepetler yapar ve genellik­
Japonlar ve Çinliler çok ince şeritler halin­ le turistlere satarlar.
de kesilmiş bam bu kamışlarla küçük ve kar­ Sepet yapım tekniği binlerce yıl boyunca
maşık desenli zarif sepetler örerler. D aha çok az değişiklik göstermiştir. Bu sanat hâlâ
dayanıklı m alzem elerden sandalye ve masa el becerisine dayanır, sepet yapan m akineler
gibi hasır mobilyalar yaparlar. Ayrıca bu yoktur. A ncak kaba sebze ve meyve sepetleri
ülkelerde taşınacak eşyaların paketlenm esi makinelerle üretilebilir. Sepetçinin büyük bir
için de kaba sepetler kullanılır. ustalıkla ördüğü sepeti hiçbir makine ürete­
Tropik bölgelerde palm iyelerden sepet örü­ mez. İnsanlar dokunm a duyusunu kullanarak
lür. M alezya’da rafyaya benzer bir palmiye sepet yapımını öğrenebilir; bu yöntemle pek
türünün kullanımı çok yaygındır. D aha soğuk çok görme özürlü sepet örerek yaşamını
bölgelerde sepet yapmak için kamış ve sazlar­ kazanm aktadır.
dan yararlanılır. Türkiye’de çeşitli yörelere özgü ağaçların
A B D , Avrupa ve Türkiye’de sepetler, ço­ dallarından ve sazdan değişik boy ve biçimler­
ğunlukla sepetçi söğüdünün ince sürgün ve de sepetler üretilir. Örneğin Karadeniz Böl-
SERA 131

Çeşitli ısıtıcılar kullanılarak seranın içinde­


ki sıcaklık daha iyi denetlenebilir. Bu amaçla
sıcak su borularından, gaz sobaları ve elek­
trikli ısıtıcılardan ya da güneş panolarından
yararlanılabilir (bak. ISITMA VE KlİMa).
Seraya girecek temiz hava, seranın kapı ve
pencereleri açılıp kapanarak denetlenir. Çok
sıcak günlerde seradaki hava hareketi vantila­
törlerle sağlanabilir. Eğer hava sıcaklığı sera­
daki bitkileri solduracak ya da kavuracak
kadar artarsa seranın camlarına güneş ışınları­
nı geçirmeyen örtüler örtülür, boyalı camlar
takılır ya da istenince kolayca tem izlenebile­
cek bir m addeyle, örneğin kireçle camlar
boyanır. Serada özel bir sulama sistemi olabi­
leceği gibi, elle sulama da yapılabilir. Büyük
seralarda ısıtma, havalandırm a, sulama ve
The Hutchison Library
ışık denetimi tümüyle otom atik olarak yapılır.
Sepetçilik A frika'da yaygın bir el sanatıdır. Burada, Seracılığın çeşitli yararları vardır. Seralar
Nijerya'da bir pazaryerinde satışa sunulan sepetler
görülüyor. çiçek, sebze ve meyveleri doğal koşullar
altında yetiştikleri mevsimlerin dışında da
gesi’nde fındık dallarından, kurutulm uş mısır yetiştirme olanağı sağlar. Seraların ikinci bir
yapraklarından sepet örülür. Çay ve fındık yararı ancak daha sıcak iklimlerde yetişebilen
taşımaya yarayan ve toka adı verilen sepetler bitkilerin yetiştirilebilmesidir. Ayrıca seralar,
sapsız olup bele takılır. Trabzon yöresinde hava yeterince ısındığı zaman açık havada
garnal denen sepetler ise kola takılarak taşı­ yetiştirilebilecek olan bitkilerin fidelerinin
nır. O rtası boğumlu olarak örülür. Bu boğum önceden yetiştirilebilmesini, böylece daha er­
kalçaya hafifçe dayanır ve yürürken zorluk ken ürün alınmasını sağlar. Bütün bu yararla­
çekilmez. Garnal büyüdükçe yayvanlaşır, kü­ rın yanı sıra, serada yetiştirilen bitkiler rüz­
çüldükçe derinleşir. Konya’nın kölem en se­ gâr, dolu, kar, don gibi doğal olayların
petleri, Ege Bölgesi’nin incir sepetleri, Koca­ zararlarından ve bitkileri yiyen tavşan, kuş ve
eli yöresinin ufacık sevimli sepetleri hem başka hayvanlardan da korunmuş olur.
kullanışlı, hem de hoş görünüm lüdür. Ü lke­ E n basit seralar bir çukurun üzerini camlı
mizde sepetçilik gezgin Çingeneler’in başlıca bir çerçeveyle kapatarak yapılır. Çok alçak
geçim kaynağıdır. olan bu tür seralar ya toprakta bulunan
gübrenin çürürken verdiği ısıyla ya da to p ra­
SERA. Bitkileri sıcaklık, nem, hava ve ışık ğın içinden geçen sıcak su borularıyla ısıtılır.
koşulları denetlenebilen bir ortam da yetiştir­ Bu tür seraları genellikle bahçıvanlar baharda
m ek için yapılan, büyük bölümü cam ya da çiçek fideleri yetiştirmek için kullanır.
saydam plastik örtülerden oluşan yapılara se­ Seralarda yetiştirilen fideleri bahçe ve bos-
ra denir. Seraya, limonluk ve ser adları da tanlardaki yerlerine dikm eden önce, düşük
verilir. sıcaklığa alıştırmak ve güçlendirm ek için so­
Basit bir sera, güneş ışınlarının sıcaklığın­ ğuk seralara aktarm ak yararlıdır. Bir ısıtma
dan daha fazla yararlanm ayı sağlar. Cam ya sistemi bulunmayan bu seralar gerçekte soğuk
da plastik örtüden geçen güneş ışınları sera değildir; güneş ışınlarıyla ısınır. B ahar ilerle­
içindeki bitkileri, toprağı ve havayı ısıtır; ama yip havalar ısındıkça fide yetiştirm ek için de
ısınan toprak ve bitkilerin yayımladığı kızıl­ soğuk seralar kullanılabilir. Y erlerine ekilmiş
ötesi ışınlar cam ya da plastik örtüden dışarıya olan körpe fideleri soğuktan korum anın yolu
çıkamadığı için (bak. IŞINIM) sera içinde kalan da üstlerini geçici olarak plastik çadırlarla
ısı güneşsiz günlerde bile serayı sıcak tutar. örtm ektir.
132 SERAMİK

Crowrı Copyright!Her Majesty’s Stationery Office ve the Royal Botarıic Gardens, Kew
Londra'da Kew Krallık Botanik Bahçesi'nde bir sera

Botanik bahçelerinde, değişik iklim koşul­ tanımlamaya göre, seramik yalnızca fırınlan­
larında doğal olarak yetişen bitkileri topluca mış kilden yapılmış ürünler değildir; yapılar­
sergileyebilmek için sıcaklık ve nem koşulları da kullanılan beton, yerkabuğunda doğal
birbirinden farklı bir dizi sera vardır. B unlar­ olarak bulunan birçok kayaç ve cam da
dan bazıları m im arlar tarafından özel olarak seram iktir.
tasarlanmış son derece güzel yapılardır. Geleneksel seram ikler ya da çanak çömlek­
A yrıca bak. BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI; ler büyük bir baskıyla karşılaşmayacakları
BOTANİK BAHÇELERİ; TARIM VE HAYVANCILIK. işlerde kullanılabilir. Seramik tabak ve çöm­
leklerin kolayca kırıldığını biliriz. Yeni sanayi
SERAMİK. Eskiden, fırınlanmış kilden yapı­ seramikleri ise çok daha dayanıklı olmalarını
lan kiremit ve tuğlalar ile çanak çömlek gibi sağlayan yöntem lerle yapılır. Bunun başlıca
eşyalarla benzerliği olan bir grup m adde iki yolu vardır. Biri, seramiğin çok yoğun
seram ik olarak adlandırılırdı. Eski Yunanlılar olmasını sağlamaktır. Bir m adde ne kadar
çömlekçi toprağına keram os adını vermişti. yoğunsa, yapısında ne kadar az boşluk varsa,
Günüm üzde seramikle ilgili olarak farklı bir o kadar zor kırılır. Dayanıklı seramik yapm a­
anlayış ortaya çıktı. Seramik yapımı öylesine nın öbür yolu küçük çatlakların daha büyük
ilerledi ki, artık traktörle çekilen pullukların kırıklara dönüşmesini önlem ektir. Bu da sera­
bıçakları ve hemen hem en elmas kadar sert miği başka bir maddeyle destekleyerek yapı­
olan başka kesici aletler seram ikten yapılabi­ lır. Örneğin, yapılarda betonu desteklem ek
liyor; uzay mekiğinin dışı, uzaydan dönerken için çelik çubuklar kullanılır. Bir başka yol da
Dünya atm osferine girince sürtünm eyle olu­ seramiğin içine özel parçacıklar katm aktır.
şan yüksek sıcaklığa dayanabilecek özel sera­ Bu parçacıklar seram ik eşyanın biçiminin
mik plakalarla kaplanabiliyor. herhangi bir çarpmayla değişmesini önler.
Bir m addenin seramik olup olmadığına Çarpm anın enerjisi bu parçacıkların biçimini
karar verm ek için bazı temel kurallar vardır. değiştirirken soğurulur ve eşyanın biçimini
Birincisi, seram ik bir am etaldir. İkincisi, sera­ değiştiremez. Küçük parçacıkların çıplak göz­
mik inorganik bir m addedir; karbon atomları le görülemeyen bu değişimi seramiğe daya­
içermez. Sanayide kullanılan bu çok geniş nıklılık verir. Bu yöntemle yapılan dayanıklı
SERAP 133

seram ikler çelik kadar sağlamdır. Bunlar yük­ A yrıca bak. ÇANAK ÇÖMLEK; ELEKTRONİK; K İ­
sek sıcaklıklardan da etkilenmediği için araba REMİT; T u ğ l a .
m otorlarının ve uçaklardaki türbin kanatları­
nın yapımında kullanılır. SERAP. Çölde ilerleyen bir yolcu uzakta,
Kimyasal olarak da çok kararlı m addeler titreyen bir göl izlenimini uyandıran bir gö­
olan seram ikler atm osferdeki oksijen ve suyla rüntü görür, am a yaklaştıkça bu parıltı gide­
tepkimeye girmez. Oysa m etallerin çoğu kim ­ rek kaybolur; yolcunun gördüğü gerçek değil,
yasal ve fiziksel yapılarını tümüyle değiştire­ serap ya da ılgım denen yanıltıcı bir görüntü­
cek biçimde kimyasal tepkimeye girerek pas­ dür. Çöle gitm eden de, çok sıcak bir havada
lanır ve bir noktadan sonra yararlılığını yitirir. karayolunda yolculuk ederken, yolun kuru
Günüm üzde paslanm adan korum ak için bazı olması gerektiğini bildiğimiz bir kesimini san­
m etaller seramikle kaplanır. A m a, seram ikler ki orada bir su birikintisi varmış gibi görebili­
aynı amaçla kullanılan boyalar gibi m etallerin riz. U zaktaki cisimlerin çarpılmış, biçimi bo­
üzerine ince bir katm an olarak sürülmez. Bu zulmuş ya da tepetaklak olmuş gibi gözüktüğü
başka serap türleri de vardır.
B ütün seraplara, bir saydam ortam dan bir
başka saydam ortam a geçerken kırılmaya
uğrayan ışık neden olur (bak. YANSIMA v e
K i r i l m a ) . Işık ışınlarının havada kırılması
havanın yoğunluğuna bağlıdır. Güneşli bir
günde atm osferin yere yakın kesimlerinde
hava çok ısınır ve genleşir (hacmi büyür), bu
nedenle de yoğunluğu azalır. Bu katm ana
giren ışık ışınları kırılmaya uğrar ve D ünya’
nın yüzeyinden öteye doğru yönelir; çöldeki
yolcunun gördüğü (ya da karayolunda bizim
gördüğümüz) bu kırılmış ışınlardır ve bu da
gerçekte, gökyüzünün parlaklığından başka
bir şey değildir. Sıcak hava katm anı hiçbir
zaman tam anlamıyla durağan olmadığı için,
bu katm andan geçen ışık da hafifçe titrer ve
bu da suyun yüzeyinde oluşan hafif dalgalan­
maya benzer bir görünüm yaratır.
Kutup bölgelerinde çok yaygın görülen bir
başka serap türüne ise deniz yüzeyinin hemen
üzerindeki çok soğuk (ve bu yüzden yoğun)
hava katm anı neden olur. Bu katm ana giren
S e ra m ik b ir y ü z e y e y e r le ş tirilm iş tr a n s is tö r le r d e n
o lu ş a n b ir s ilis y u m çipi. ışık ışınları D ünya’nın yüzeyine doğru kırıl­
maya uğrar ve bu nedenle uzak cisimler,
yöntem de, seram ikler m etallere atom lar dü­ örneğin ufuk çizgisinin ötesindeki gemiler
zeyinde öylesine güçlü bir biçimde bağlanır görünür durum a gelir. Bu olaya yüksek serap
ki, bütünüyle ne seramik ne de metal olan denir. Soğuk hava katm anları sıcak hava
yeni bir m adde oluşur. Bu m addeler seram i­ katm anlarından daha kararlı ya da durağan
ğin ısıya dayanaklılığını m etallerin sertliği ile olduğu için görüntüler kusursuz ve belirgin­
birleştirir. Uzay mekiğinde kullanılan, sera­ dir. Soğuk katm anın üzerindeki daha sıcak
mik ve silis tellerinden oluşan yalıtım plakala­ hava katm anları bazen ışık ışınlarını, uzaktaki
rı böyle yapılmıştır. Karbon ve silisin yüksek gemi ya da cismin tepetaklak gözükmesine
sıcaklıkta ısıtılmasıyla elde edilen silisyumdan neden olacak biçimde bükebilir.
yapılan silisyum çipleri bütün elektronik alet­ K araların havayı ısıtması, denizlerin ise
lerin vazgeçilmez bir parçasıdır. soğutmasıyla ortaya çıkan iki ayrı etki bazen
134 SERÇE

Işık ışınları sıcak havayla


soğuk havanın birleştiği
kesimlerden geçerken
kırılmaya uğrar. Sıcak
havanın üzerinde soğuk
hava yer aldığı zaman
gökyüzünün görüntüsü
yerin üstünde görülebilir.
Soğuk havanın üzerinde
Y üksek serap
sıcak hava yer aldığında
da Dünya yüzeyindeki
cisim ler gökyüzünde
yüzüyorm uş gibi
Sıcak gözükebilir.

birleşebilir. Bir zam anlar İtalya ile Sicilya gerdan ve göğsünde genişçe siyah bir leke
arasındaki Messina Boğazı’nda görülen ve bulunur. Yüzünün yanları ve alt bölümleri
uzaklardaki kulübelerin, havada duran, şaşı­ beyazdır. G erdan ve göğsü lekesiz olan dişiler
lacak güzellikteki perili şatolar görünüm ünü daha soluk ve düz renkleriyle de erkeklerden
aldığı garip serap da bu tür bir etki birleşm e­ ayırt edilebilir.
siyle açıklanabilir. Bu serap, bir zamanlar Bayağı serçe çalı çırpıdan yaptığı geniş ve
büyücü olduğuna inanılan M organ Le Fay’ın oldukça özensiz yuvasını kuştüyü, yün ve
adıyla, Fata M organa (Perili M organa) olarak kıllarla döşer. Yuva duvardaki bir oyukta,
anılm aktadır. Bir başka ünlü serap da Tem ­ sarm aşıkların arasında, boruların içinde, ağaç
muz 1798’de, denizin oldukça serin olduğu ve çalılarda bulunabilir. Bayağı serçeler başka
sıcak ve durgun bir öğleden sonra, Fransa’nın kuşların yuvalarını da kullanır. Dişi, yuvaya
Calais’den D ieppe’e kadar olan 100 kilom et­ kirli beyaz üstüne boz ve kahverengi benekli
relik kıyı şeridinin üç saat boyunca ve bütün 3-5 yum urta bırakır.
ayrıntılarıyla İngiltere’deki Hastings’ten gö­ Bayağı serçe Kuzey A m erika’ya ilk kez 19.
rülmesidir. yüzyılın ortalarında götürülmüş, bir yüzyıl
geçmeden tüm kıtaya yayılmıştır. Tahıl tane­
SERÇE. Serçeler 30 kadar türden oluşan, leri ve tom urcuklar besin kaynaklarının
küçük ve tıknaz yapılı, kalın gagalı, kısa
A ivin E. StaffanlNational Audubon Society
bacaklı, kahverengi, boz ve siyah tüylü kuş­
lardır. E n iyi bilinen ve en yaygın türü olan
bayağı serçe (Passer dom esticus) büyük küçük
tüm yerleşim birim lerinde, tarlalarda ve bah­
çelerde küçük sürüler halinde yaşar. Önceleri
A vrasya’da bulunurken zamanla yeryüzünün
hem en her yerine yayılmıştır. Cıvıltıları gün
boyunca duyulabilir. Üstelik oldukça kavgacı­
dırlar ve ara sıra kuyruklarını yelpaze gibi
açarak dövüşürler. Yazın yerde kum ve toz
banyosu yapan serçelere adım başı rastlanabi­
lir. Bayağı serçe hem en her zaman kentlerin
tozuna toprağına bulanmış olarak görüldü­
ğünden soluk renkli sanılır. Am a erkeği
özellikle ürem e mevsiminde canlı renklerle
Bayağı serçe en yaygın ve en iyi bilinen kuşlar
bezenir. Üst bölümleri kızıl kahverengi üstü­ arasında yer alır. Büyük küçük hemen her yerleşim
ne siyah çizgilidir. Tepesinde boz bir bölge, alanında yaşarlar.
SERGİ, FUAR VE PANAYIRLAR 135

önemli bir bölüm ünü oluşturduğundan yalnız ya’da ilk uygarlıklarla birlikte görülm üştür. O
Kuzey A m erika’da değil, sonradan götürül­ dönem de geniş çölleri aşarak malları bir
dükleri Avustralya ve Yeni Z elanda’da da yerden başka bir yere taşıyabilmek için yal­
zararlı kuşlar arasında sayılırlar. nızca deve kervanlarından yararlanılıyordu.
Bayağı serçenin yakın akrabalarından or­ Bazen bu yolculuklar aylarca sürerdi. Tüccar­
man serçesi ( Passer montanus) Avrasya, Ku­ lar kentlere, büyük kalabalıkların toplandığı
zey A frika ve Kuzey A m erika’da yaşar. Birbi­ şenlik ve bayram günlerinde giderdi. M alları­
rine benzeyen erkek ve dişinin tepesi ve nı takas etm ek ya da satm ak için değişik
ensesi kızıl kahverengi, göğsündeki siyah leke yörelerden satıcılar gelir, çadırlar kurarak
küçüktür. Ayrıca yüzlerinde birer siyah be­ ürünlerini sergilerlerdi. Ayrıca büyücü ve
nek bulunur. Bayağı serçe kadar yerleşim gözbağcılar da halkı eğlendirm ek için bu
birimlerine bağlı olmayan bu tür Türkiye’nin şenliklere katılırdı.
kuzey kesim lerinde ürer. Eski Yunanlılar dinsel şenliklerinde, R o­
Asya ve A frika’da geniş bir dağılım göste­ malılar ise bayram günlerinde panayırlar dü­
ren söğüt serçesi ( Passer hispaniolensis) A v­ zenlerdi.
rupa’da yalnız İber Y arım adası’nda ve Bal­ Panayır A vrupa’da ortaçağda yaşamın bir
kanlar’da bulunur. Kaya serçesi ( Peîrorıia parçası oldu. İnsanlar genellikle Paskalya ve
petronia) A vrupa ve A sya’nın güney kesim le­ Mikâil Yortusu gibi bayram larda düzenlenen
ri ile Kuzey A frika’da yaşar. T ürkiye’de panayırları heyecanla beklerdi. Panayırlar ço­
yaygın olan bu türün yaşama ortam ı genellik­ ğunlukla kentlerin hem en dışında kurulurdu.
le kayalık yerlerdir. B urada hayvan terbiyecilerinin, oyuncuların,
Çöl serçesi ( Petronia brachydactyla) yazın müzikçilerin ve palyaçoların katıldığı çeşitli
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu gösteriler de yapılırdı. Panayırlar tüccar, çiftçi
bölgelerinde kuluçkaya yatan göçmen kuşlar ve öbür üreticilere kısa zam anda fazla mal
arasında yer alır. Bayağı serçenin dişisine Oxford Mail
benzeyen bu türün kuyruk ucunda beyaz
lekeler vardır.
Ötücükuşların ayrı bir familyasını ( Prunel -
lidae) oluşturan çit serçeleri gerçek serçelere
benzem ekle birlikte, ince uzun gagalarıyla
ayırt edilebilir. Bu kuşlar çalılık, ağaçlık ve
dağlık yörelerde yaşar.

SERGİ, FUAR VE PANAYIRLAR. Sergi,


insanların görmesi için uygun biçimde yerleş­
tirilmiş ürünlerin bulunduğu yerdir. Sergiler
resim gibi sanat yapıtlarının gösterilmesi için
düzenlenebileceği gibi, yalnızca bilgi vermeye
ve eğitime yönelik de olabilir. Panayır ve
fuarlar ise mal ticaretinde yaygın olarak
başvurulan en eski yollardan biridir. Fuar ve
panayırlar ortaçağda A vrupa’da düzenlenen
büyük pazarlardan gelişmiştir, ama kökenleri
çok daha eskilere dayanır. G ünüm üzde, dün­
yanın hem en her ülkesinde, her yıl belirli
tarihler arasında ticaret fuarları, dünya fuar­
ları ya da sergiler açılmaktadır.
İngiltere'de O xford'da her yıl açılan St. Giles Fuarı,
İlk Panayırlar başlangıçta bir ortaçağ pazarıyken bugün bir
Panayırlar ilk kez Eski Mısır ve M ezopotam ­ karnavala dönüşm üştür.
136 SERGİ, FUAR VE PANAYIRLAR

satm a olanağı verirken, eğlence ve haberleş­


menin hem en hiç olmadığı bir dönem de
insanların hoşça zaman geçirmelerini ve dış
dünyayla ilişki kurmalarını da sağlardı.
Bu panayırların bazıları çok büyük olur ve
iki ya da üç hafta sürerdi. Böyle panayırların
en ünlü örneklerinden biri de 13. yüzyılda
Rusya’da Nijni Novgorod’da (bugün Gorki)
düzenlenirdi. Bu, ocakta kereste, tem muzda
at, ağustos-eylül arasında Aziz Petro ve Aziz
Pavel panayırları olmak üzere üç panayırı
içerirdi. K entte 1817’de açılan ticaret fuarı bu
büyük panayırlardan gelişti ve 1917 Ekim
D evrim i’ne kadar her yıl yapıldı. Promotion Australia, Londra
1880-81 Uluslararası Fuarı Avustralya'da,
Uluslararası Fuarlar M elbourne'daki bu yapıda açıldı.
M odern sergi ve fuarlar, bazen mal satm a
amacından çok, belirli bir ülkenin ya da sonra L ondra’nın güneyinde yeniden kurulan
dönemin sanayi ya da sanat alanındaki gelişi­ bu yapı 1936’daki yangında yandı. A B D ’nin
mini ortaya koymak için düzenlenm ektedir. ilk büyük fuarı, 1876’da Philadelphia’da dü­
Bugün, fuarlarda sergilenen ürünler büyük zenlenen 100. Yıl Fuarı’dır. A m erikan Ba­
çeşitlilik gösterir. Bir fuarda değişik işkolları- ğımsızlık Bildirgesi’nin imzalanışının 100. yı­
nın her türlü ürünü sergilenebileceği gibi, tek lında açılan bu fuarda, A lexander Graham
bir işkolunun, hatta bir işkolunun özel bir Bell yeni bir buluş olan telefonu ilk kez
dalının ürünlerini kapsayan fuarlar da açıla­ sergilemiştir (bak. B e l l , A l e x a n d e r G r a h a m ).
bilm ektedir. Örneğin, dünyanın birçok ülke­ Paris’teki Eiffel Kulesi başka bir fuardan,
sinde ulusal ya da uluslararası düzeyde kitap, 1889 Paris Sergisi’nden kalm a bir yapıdır.
bilgisayar, giyim, mobilya, hediyelik eşya, Sergi, o tarihten 100 yıl önce gerçekleşmiş
otom otiv fuarları düzenlenm ektedir. olan Fransız Devrim i’nin anısına düzenlendi
G ünüm üzde ulaşım çok .kolaylaştığından ve 32 milyon ziyaretçisiyle o zam ana kadarki
büyük bir fuar milyonlarca insan tarafından tüm fuarları gölgede bıraktı. Kristof Ko-
gezilir. Bu fuarlara gelen kişilerin harcadığı lom b’un A m erika’yı keşfinin 400. yıl dönü­
para ülke ekonomisine de destek olur. m ünü kutlam ak üzere 1893’te Chicago’da,
İlk uluslararası fuar 1851’de L ondra’da Michigan G ölü kıyısında açılan Columbia
açıldı. Hyde P ark’ta bu fuar için cam ve Fuarı, elektrikle aydınlatılan ilk fuar olma
dem irden dev bir sera görünüm ünde yapılan özelliğini taşıyordu ve 21 milyon kişi tarafın­
Kristal Saray’da, dünyanın her yanından ge­ dan gezildi.
len 19 binden fazla mal sergilendi. D aha 1928’de büyük fuarların açılmasına ilişkin

Culver Pictures, Inc.

İlk uluslararası fuar


1851'de Londra'da Hyde
Park'ta açıldı. Bu fuar için
dem ir ve camdan, Kristal
Saray adı verilen dev bir
yapı kuruldu.
SERGİ, FUAR VE PANAYIRLAR 137

Culver Puctire Inc. Culver Pictures, Inc.


Solda: Eiffel Kulesi 1889 Paris Sergisi'nin bir parçasıdır. Sağda: 1904 St. Louis Fuarı'nda Louisiana'nın
satın alınışının 100. yıldönüm ü kutlandı.

uluslararası bir toplantı düzenlendi ve bir dizi 1970’te Japonya’nın O saka kentinde açıldı.
karar alındı. Buna göre, her ülkenin kendi Expo 85 fuarı da Japonya’da düzenlendi.
mallarını sergileyeceği bir pavyonun yer aldığı Sonraki yıl Kanada yeniden bir dünya fuarı­
fuarlar birinci sınıf olarak nitelendi. Aynı na, Expo 86’ya ev sahipliği yaptı. Vancouver’
yerde çok sık fuar açılmasını önlem ek amacıy­ de açılan bu fuarı 20 milyondan fazla insan
la fuarların belirli zaman aralıklarıyla düzen­ gezdi.
lenmesi zorunlu oldu. Büyük sergi ve fuarla­ Büyük sergi ve fuarların çoğu, mimarlık
rın düzenlenmesini denetlem ek üzere Ulus­ alanındaki gelişmeleri önemli ölçüde etkile­
lararası Fuarlar Bürosu oluşturuldu. miştir. Örneğin 1900 Paris Fuarı’nın yapıları,
A vrupa’da, II. Dünya Savaşı’ndan (1939- A vrupa’da süsleme sanatlarını yeniden öne
45) önceki son büyük fuar 1937’de Paris’te çıkaran A rt Nouveau (Yeni Sanat) A kım ı’nın
açıldı ve 34 milyon kişi tarafından gezildi. 150 yaygınlık kazanm asına yol açtı. Önyüzü kla­
yıl önce A B D ’nin ilk başkanı olan George sik üslupta yapılmış büyük sütunlu yapıların
W ashington’un anısına açılan 1938-40 New yer aldığı 1898 Chicago Fuarı, A B D ’de yakla­
York Dünya Fuarı’nı 45 milyon kişi gezdi; bu, şık 50 yıl süren sütun modasını başlattı. Expo
o zaman için bir rekordu. 67’nin önemli bir özelliği ise, kutu biçiminde
1958’de savaştan sonra bilimdeki başlıca beton birim lerden oluşan 158 konutluk Habi-
ilerlemeleri sergilemek amacıyla Brüksel E v­ tat adlı apartm andır.
rensel Fuarı açıldı. Fuarın ortasında A tom ium T ürkiye’de ülkenin hem en her bölgesinde
adı verilen ve atom un yapısını gösteren büyük, kurulan panayırların ve açık pazaryerlerinin
gümüş renkli bir yapı bulunuyordu. Aynı tarihi çok eskilere dayanır. Ulusal nitelik
biçimde 1964-65 New York Dünya Fuarı’nda, taşıyan ilk büyük panayır ise 1923’te İzm ir’de
D ünya’nın çelik şeritlerden yapılmış bir mo­ açılan 9 Eylül Yerli M allar Sergisi’dir. 1933’te
deli olan Unisphere sergilendi. Uluslararası 9 Eylül Panayırı adını alan sergi, İzmir Enter­
Fuarlar B ürosu’nun onayını alamayan bu fuar nasyonal F uan’nın ilk adımıdır. Bu fuara ya­
50 milyon kişi tarafından gezilmesine karşın bancı devletler ilk kez 1936’da katıldı. Aynı yıl
büyük zarar etti. Kültürpark’a taşman ve hâlâ ülkenin tek ulus­
1967’de açılan uluslararası fuar Expo 67, lararası fuan olan İzmir Enternasyonal Fuarı
K anada’nm 100. yıl kutlam alarının bir parça­ her yıl 26 Ağustos-20 Eylül arasında açıktır.
sıydı. M ontreal’de düzenlenen bu fuar için 61 1960’larda Samsun, Bursa, G aziantep, E r­
ülke pavyon yaptırdı. 50 milyon kişinin dolaş­ zurum , Kocaeli gibi bazı illerde bölgesel
tığı bu fuar alanı daha sonra M ontreal kenti­ nitelikli fuarlar kurulm aya başlandı.
nin özgün bir parçası oldu. 1980’lerde ise başta İstanbul olmak üzere,
Bir başka uluslararası fuar olan Expo 70, büyük kentlerde belirli bir işkolunu kapsayan
138 SERVET-İ FÜNUN

Türkiye'nin tek
uluslararası fuarı olan
İzmir Enternasyonal
Fuarı her yıl 26 Ağustos-
20 Eylül arasında açıktır.

Şemsi Güner

fuarlar önem kazandı. Örneğin Tüyap Kitap nin, R. M. E krem ’in M ekteb-i Sultani’den
Fuarı İstanbul’da 1982’den bu yana her yıl (G alatasaray Lisesi) öğrencisi olan Tevfik
açılmaktadır. Ayrıca telekom ünikasyon ve Fikret’in 1896’da Servet-i Fünun dergisinin
bilgisayar fuarı, mobilya fuarı, kimya fuarı, edebiyat bölümü yöneticiliğine getirilmesiyle
matbaacılık fuarı gibi değişik işkollannm başladığı kabul edilir. Bir edebiyat dergisine
ürünlerine ilişkin sergi ve fuarlar düzenlen­ dönüştürülm ek istenen derginin yöneticiliğine
m ektedir. getirilen Tevfik Fikret’in çevresinde kısa süre­
de, M ektep dergisinde yazan yenilikçi yazar­
SERVET-İ FÜNUN, Türk edebiyatında hem lar da yer aldı. Böylece Servet-i Fünuncular
bir dergi, hem bir edebiyat hareketi olarak edebi bir topluluk haline geldi.
yer alır. Servet-i Fünun (fenlerin zenginliği) Servet-i Fünun edebiyatı Tanzim at edebi­
başlangıçta fen alanındaki konularda bilgi yatına tepki olarak doğdu. Tanzim at edebiya­
verm ek için kurulmuş, çeşitli nedenlerle yayı­ tını oluşturan yazarlar da Divan edebiyatına
mına zaman zaman ara verm ekle birlikte, karşı tavır almışlardı. Am a eski kültürle
1891-1944 arasında yayımlanmış bir dergidir. yetiştikleri için batı edebiyatından etkilenm e­
1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun der­ leri ve yararlanm alan sınırlı kaldı. Edebiyatta
gisi çevresinde toplanan genç edebiyatçıların istedikleri değişimi sağlayamadılar. Bu duru­
oluşturduğu edebiyat hareketine de “Servet-i mu kavrayıp değerlendiren Servet-i Fünuncu­
Fünun edebiyatı” adı verilir. Batı edebiyatı lar batı bilim ve sanatında gördükleri yenilik­
etkisinde gelişen, kısa sürmesine karşın çok leri kendi ülkelerine taşırken yeni denem elere
etkili olan bu hareketi gerçekleştiren yazar­ girişmekten de geri kalmadılar. Sözgelimi
lar, yapıtlarını “Edebiyat-ı Cedide K ütüpha­ Fransız edebiyatındaki Parnasse (Parnas) ha­
nesi” adı altında yayımladıkları için bu toplu­ reketini örnek aldılar ve bu hareketten etki­
luk “Edebiyat-ı Cedide” (yeni edebiyat) ola­ lendiler. Parnasse hareketini başlatanlar da
rak da adlandırılır {bak. EDEBİYAT I C E D İD E ). 1860’ta Parnasse adlı derginin çevresinde
Servet-i Fünun edebiyatının oluşum unda toplanmışlardı. Servet-i Fünuncular ayrıca
Tanzim at dönem i yazarlarından Recaizade batı bilim, kültür ve sanatının tem el yapıtları­
M ahmud E krem ’in büyük payı vardır. R. M. nı çevirmişler, Osm anlıca’da “hikmet-i beda-
E krem ’in “Kafiye göz için değil kulak içindir” yi” diye adlandırılan “estetik”ten ilk kez söz
görüşünün tartışılması, bu topluluğun doğm a­ etm işlerdir. Servet-i Fünuncular’ın batı edebi­
sına ortam hazırladı. Servet-i Fünun dönem i­ yatını, özellikle de Fransız edebiyatını örnek
SERVET İ FÜNUN 139

alarak şiirler, öyküler ve rom anlar yazmaları “Teslim-i H akikat” adlı yazısında Servet-i
yenilik yanlılarınca büyük bir ilgiyle karşıla­ Fünuncular’m Türk edebiyatının yenileşme­
nırken, tutucu ve gelenekçi çevrelerin tepkile­ sindeki katkılarını kabul etm ek zorunda kal­
rine yol açtı. Bu çevreler Servet-i Fünuncu- mıştı.
lar’ı Fransız edebiyatını örnek aldıkları için Servet-i Fünuncular bir yandan bu eleştiri­
eleştiriyorlardı. G ene bu çevrelere göre Ser­ lere yanıt veriyor, öte yandan da kendi
vet-i Fünuncular yapay, anlaşılmaz bir dil bütünselliklerini korum aya çalışıyorlardı. Ne
oluşturuyor, yeni imge ve simgelerle örülü, var ki, kendi içlerindeki anlaşmazlıkların gi­
kapalı bir şiir yaratıyorlardı. Tanzim atçılar da derilmemesi, Tevfik Fikret’in yönetimle ilgili
Servet-i Fünuncular’ı eleştirm ekte gecikmedi­ bir sorun yüzünden dergiden 1901’de ayrılma­
ler. Ahm ed Midhat Efendi 14 Mart 1897’de sı çözülmeyi hızlandırdı. Hüseyin Cahit Yalçın’
Sabah gazetesinde yayımladığı “D ekadanlar” m Fransızca’dan çevirdiği “Edebiyat ve H u­
başlıklı yazısında, Servet-i Fünuncular için, kuk” başlıklı yazı yüzünden dergi 16 Ekim
Fransa’da Sembolist (Simgeci) yazar ve şairle­ 1901’de kapatılınca, topluluk dağılma süreci­
re uygun görülen, giderek onları suçlamak ne girdi. II. A bdülham id yönetiminin bazı ya­
için kullanılan “dekadan” nitelemesini kulla­ zarları İstanbul dışına gönderm esi ile topluluk
nıyordu (bak. S e m b o l iz m ) . Servet-i Fünuncu- tümüyle dağıldı ve böylece Servet-i Fünun dö­
lar’ın özellikle şiirlerindeki anlam kapanıklı­ nemi kapanmış oldu. Servet-i Fünun dergisi
ğını eleştiriyordu. Zam anla “dekadan” sözü de eskiden olduğu gibi fen konularını işleyen
öylesine kabul gördü ki, gülmece yazarları bir dergi olarak yayımını sürdürdü.
dekadan sözcüğünü “içkici, içki içen” anla­ Servet-i Fünun dönem inde “sanat sanat
mında “tek atan” olarak değiştirmişlerdi. içindir” ilkesi benimsenmişti. Servet-i Fünun-
Ama çok kısa bir süre sonra, Ahmed Midhat cular’a göre her şey şiire konu olabilirdi. Am a
Efendi 4 A ralık 1898’de Tarik gazetesindeki bu dönem şiirlerinde aşk, doğa, aile yaşamı

Servet-i Fünuncular dönem in öbür edebiyatçılarıyla bir arada (1911). Soldan sağa: (İlk sıra)
Süleymanpaşazade Sami, Ahm ed Hikmet (M üftüoğlu), Hüseyin Siret (Özsever), İsmail Müştak (Mayakon),
Ahm ed Reşid (Rey), Cavid Bey (M aliye Nazırı), Abdülhak Hamid (Tarhan), Ahmed İhsan (Tokgöz) (Servet-i
Fünun dergisinin kurucusu), Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Hüseyin Cahit (Yalçın), Cenab Şahabeddin; (orta sıra)
Süleym an Saib, Mehmed Fuad (Köprülü), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu),
Neyyir, Tahsin Nahid, İsmail Suphi (Soysallıoğlu), Celal Sahir (Erozan), Mustafa Suphi, Fazıl A hm et
(Aykaç), Süleym an Fehmi, Hüseyin Dâniş (Pedram); (arka sıra) Şahabeddin Süleyman, M üfid Ratib,
Mehmed Sadi, İzzet M elih (Devrim), Hüseyin Suat (Yalçın), Refik Halit (Karay).
140 SERVET-İ FÜNUN

gibi konular ağır basmıştır. Bu dönem şairleri yazarları Gerçekçilik (Realizm) ve Doğalcılık
aşkı rom antik açıdan değerlendirmiş, doğayı (Natüralizm) akım larından oldukça etkilen­
da kendi duygu ve düşünceleriyle özdeşleşti­ mişlerdir. Y apıtlarında bu akımların genel
rerek ele almışlardır. Toplumsal sorunlara özellikleri kolaylıkla görülebilir. Bu dönem de
pek yer veremeyişleri bir yandan siyasal artık Tanzim atçıların rom an tekniğindeki
baskıyla, öte yandan da kendi içe dönük acemilikleri aşılmıştır. Servet-i Fünuncular
mizaçlarıyla yakından ilgilidir. G erçek m utlu­ tekniği sağlam, kurgusu eksiksiz rom anlar
luğu doğada ve düş dünyasında aram aya yazmada ustalaşm ışlardır. Gereksiz betim le­
koyulmuşlardır. Bir ara M anisa yakınlarında m eler yapmıyor, ayrıntıda boğulmuyor, konu
bir çiftliğe çekilmeyi ya da Yeni Z elanda’ya dışı bilgiler verm e bilgiçliğinden de kurtulu­
gidip orada yaşamayı düşledikleri de bilin­ yorlardı. E n önemlisi de, rom anlarında kendi
m ektedir. Şiirlerinde hüznün yoğunluğu, kişiliklerini gizlemesini bilmeleri, rom an kah­
m utlu olam adıklarının göstergesidir. Servet-i ram anlarını da doğal ve toplum sal çevreleriy­
Fünuncular şiirlerinde Fransız şiirinde görü­ le vermeye çalışmalarıdır. Rom an kişileri
len “sone”yi, Divan şiirindeki müstezadın kendi kişilikleriyle, kimlikleriyle rom anda
farklı bir biçimi olan “serbest m üstezat”ı ve yerlerini alıyorlardı.
kendi buldukları nazım biçimlerini kullanmış­ Servet-i Fünuncular’m rom an ve öyküleri­
lardır (bak. DİVAN EDEBİYATI; SO NE). nin konularını çoğunlukla İstanbul’un günlük
Servet-i Fünuncular’m şiirlerinde sözcükle­ yaşam ından seçmeleri nedensiz değildir. Bu
rin kullanılış biçimi alışılmışın dışındaydı. nedenlerden biri bu yazarların İstanbul dışın­
Başka türlü söylersek, şiirin kendine özgü bir daki Osmanlı kentlerini hem en hiç tanım am a­
sözlüğü olmalıydı. İmgeleme biçimi konusun­ larıdır. Gezi özgürlüğünün oldukça kısıtlı
da da Fransız şiirinden esinledikleri için, yeni olması da başka kentleri tanım alarına bir
bir şiir dili yaratm aya çalıştılar. Bu arada engeldi. Bu yazarlardan bazıları öteki Os-
T ürkçe’ye yeni A rapça ve Farsça sözcükler manlı kentlerini sürgündeyken görmüşlerdir.
soktular. “Şegap” (çılgınca sevgi), “tiraje” Bir başka neden ise seçkinci bir edebiyat
(gökkuşağı) gibi sözcükler buna örnek verile­ oluşturm aya çalışmalarıdır. Kendi deyişlerine
bilir. “Saat-ı sem en-fam ” (yasemin renkli göre Servet-i Fünun edebiyatı “herkes için,
saatler), “lerze-i ruşen” (parlak titreyiş) gibi halk için değil, seçkinler içindir” . Rom an ve
yadırgatıcı, alışılmadık tam lam alar türettiler. öykülerin çoğunda İstanbul’un soylu çevreleri
A ruz ölçüsünün değişik kalıplarını kullandı­ ve aydınlar yaşama biçimleri, gelenekleri,
lar; anlamın beyitte tam amlanması kuralını yozlaşmışlıkları, ahlak anlayışları ile sergilen­
ortadan kaldırdılar; cümleleri sonraki dizeler­ miş; halktan olan kimseler ise bunlarla ilişki­
de de devam ettirdiler; yüklemsiz cümleler leri oranında rom anlarda yer alabilmiştir.
kurdular; uzun cümleler arasına küçük cümle­ Servet-i Fünun rom an ve öykülerinde sanatsal
li dizeler eklediler; karşılıklı konuşm alara yer bir üslup kullanılmıştır. Çoğu yapıtta konuş­
verdiler (bak. ŞİİR SANATI). Servet-i Fünun ma dilinin yalınlığından, duruluğundan uzak­
şiirine damgasını vuran şairler arasında özel­ laşılmış, yeni söyleyiş olanakları aranm ış,
likle Tevfik Fikret (1867-1915), Cenab Şaha- A rapça ve Farsça sözcük ve tam lam alara
beddin (1870-1934), Hüseyin Siret (Özsever) yaslanılmış, bazı Fransızca sözcükler, deyim ­
(1872-1959), Hüseyin Suat (Yalçın) (1867- ler kullanılmıştır. A nlatım da tekdüzeliği orta­
1942), Ali Ekrem (Bolayır) (1867-1937), Sü­ dan kaldırm ak için cümle kuruluşunda da
leyman Nazif (1869-1927) ile Süleyman Nesip değişikliğe gidilmiş, Türkçe’nin sözdizimine
takm a adını kullanan Süleymanpaşazade Sa­ yeni olanaklar sağlanmıştır. Servet-i Fünun
mi (1866-1917) anılabilir. rom an ve öyküsünü kuran yazarlar arasında
Türk rom an ve öyküsünün Servet-i Fünun da Halid Ziya Uşaklıgil (1866-1945), M eh­
dönem inde gerçek kimliğini yetkin yazarların m et R auf (1875-1931), Hüseyin Cahit Yal­
yapıtlarıyla bulduğu söylenebilir. Özellikle çın (1874-1957), A hm ed Hikm et Müftüoğlu
Fransız romancılarını yakından tanıyan, iyi (1870-1927) ve Safveti Ziya (1875-1929) sayı­
okuyan ve bazen de çeviren Servet-i Fünun labilir.
SES 141

Servet-i Fünun dönem inde siyasal baskı rastlanırsa da, türlerin çoğu piramitsi bir
özellikle tiyatro etkinliklerine darbe vurdu. görünüm sunan, 25 m etre yüksekliğinde ağaç­
Tiyatro topluluklarının yerli oyunlar, özellik­lardır. Bunların bir bölüm ü yaşlandıkça yassı­
le siyasal içerikli yerli oyunlar konusunda laşıp yayvanlaşarak ilk görünüm ünden uzak­
istekli olmaması, Servet-i Fünun yazarlarını laşır. Y aprakları dallara sıkıca yapışmış, kü­
“okunm ak için oyunlar” yazmaya yönelt­ çük pul biçimindedir, ama genç sürgünlerin
miştir. üzerinde iğnemsi yapraklar da bulunur. Üç ya
“Düzyazı şiir” ya da “m ensur şiir” tarzı ilk
da altı çift puldan oluşan kozalakları yuvarlak
kez Servet-i Fünun dönem inde kullanılmıştır. ve 2 cm çapındadır.
Halid Ziya Uşaklıgil ve M ehm et R auf’un bu Akdeniz kıyılarında ve ülkemizde yaygın
alanda ürünleri vardır. Özellikle kendilerine olan adi servi ya da Akdeniz servisi ( Cupres­
karşıt olanlara yanıt verm ek için kaleme sus sem pervirens) 20-30 m etre yüksekliğinde,
aldıkları yazılarıyla da Tevfik Fikret, Cenab koyu yeşil yapraklı bir türdür. Yaygın biçim­
Şahabeddin, Hüseyin Cahit Yalçın eleştiri de süs bitkisi olarak yetiştirilen bu türü
ve denem e türünün başarılı örneklerini verdi­ T ürkiye’de özellikle m ezarlıklarda, cami ve
ler. Bu arada A hm ed Şuayb’ın bazı Fransız türbelerin bahçelerinde görebilirsiniz. Ö bür
yazarları üzerine yazdığı incelemeleri ise H a­servi türleri ise Asya ve Kuzey A m erika’da
ya t ve K itaplar (1901) adıyla yayımlandı. yetişir. Bunların en tanınm ışlarından biri olan
Cenab Şahabeddin’in hekim olarak Hicaz’a California kökenli M onterey servisi (C upres­
giderken m ektup biçiminde kaleme aldığı yol sus m acrocarpa) Avustralya ve İngiltere’de çit
ağacı olarak yetiştirilir.
izlenimleri H ac Yolunda (1909) ise gezi tü rü ­
nün başarılı örnekleri arasında yer alır (bak. Serviler güzel görünüm lerinin yanı sıra hoş
TANZİMAT EDEBİYATI; TEVFİK FİKRET; UŞAKLIGİL, kokulu odunlarından da yararlanılan değerli
HALİD Z İY A ). ağaçlardır. Açık kahverengi, hafif ve dayanık­
lı odunları en çok mobilyacılık ve inşaatçılıkta
SERVİ. Özellikle kuzey yarıkürenin sıcak ve kullanılır.
ılıman bölgelerine dağılmış olan serviler yap- Servilerle aynı familyada yer alan bazı ağaç
rakdökm eyen hoş kokulu ağaç ya da çalılar­ türlerine yalancıservi denir. Bazı uzm anlar
dır. Yaklaşık 20 kadar türü bulunan bu tarafından servilerle birlikte sınıflandılırsa da,
genellikle ayrı bir cins (Cham aecyparis) ola­
rak kabul edilen bu ağaçların Kuzey A m eri­
ka, Japonya ve Tayvan’da kendiliğinden yeti­
şen altı türü vardır. Yalancıserviler iğneyap-
raklılar arasındaki en değerli süs ağaçların-
dandır. Kuzey A m erika’nın bataklık alanla­
rında yetişen bazı ağaç türlerine ise, serviyle
hiçbir akrabalığı olmadığı halde bataklıkservi-
si adı verilir. Taxodiaceae familyasının Taxo-
dium cinsinde yer alan bu ağaçların bazısı
öbür iğneyapraklılardan farklı olarak sonba­
harda yapraklarını döker; kökleri destek sağ­
lam ak üzere suyun üzerine doğru dirsek
biçimli çıkıntılar oluşturur. Bunlar genellikle
değerli keresteleri için yetiştirilir.
kozalaklı ağaçlar servigiller (Cupressaceae)
familyasının Cupressus cinsini oluşturur. Ser­ SES. Kuş cıvıltıları, trafik gürültüsü, kıyıya
viler en çok süs, çit ve kereste ağacı olarak çarpan dalgaların çıkardığı sesler, fabrika ve
yetiştirilir, bazen de rüzgâr kesm ek amacıyla bürolardaki m akinelerin gürültüsü, banttan
tarlaların kenarına dikilir. yayımlanan ya da “canlı” müzik, bütün bu
Servi türleri arasında alçak boylu çalılara olgular ve daha pek çoğu bizim bir sesler
142 SES

dünyasında yaşadığımızın açık kanıtlarıdır. trikli zil yerleştirilir; zil teller aracılığıyla
Peki am a ses nedir? kavanozun dışındaki bir pile bağlanır. Zil
İşitilebilen herhangi bir şey, şu ya da bu sürekli çalınmaya başlanır ve bu arada bir
türden bir sestir. Am a bütün seslerde ortak pom panın yardımıyla kavanozdaki hava bo­
olan önemli bir özellik vardır. Seslerin hepsi şaltılır. Hava dışarı atıldıkça zilin sesi giderek
titreşen bir cisim tarafından üretilir. G itar zayıflar; ama eğer kavanoza tekrar hava
çalarken tellerinin, arı vızıldarken kanatları­ sızdırılırsa, zilin sesi yeniden şiddetlenir ve
nın titreştiği çıplak gözle görülebilir. Üflemeli belirginleşir. Bu durum sesin boşlukta, yani
çalgılarda ses, çalgının içindeki hava sütunu havasız ortam da yol almadığını kanıtlar.
titreştirilerek çıkartılır. Telefon kulaklığında İşittiğimiz seslerin pek çoğu havada ilerler;
ve radyo hoparlöründe sesi, titreşen bir diyaf­ am a ses, katı ve sıvı m addelerde de yol
ram (zar) üretir. İnsanın konuşurken çıkardı­ alabilir. Kuzey A m erika Yerlileri kulaklarını
ğı sesin nasıl oluştuğu K O N U ŞM A m addesin­ yere dayayarak hayvanların ya da düşm anları­
de anlatılmıştır. nın yaklaştığını saptayabilirlerdi. H atta bazı­
ları birbirleriyle uzaktan yere vurarak işaret-
Ses nedir? leşirlerdi. Sualtında çıkartılan seslerin de ku­
Ses bir enerji biçimidir. H erhangi bir m adde­ lağımıza ulaştığına tanık olmuşsunuzdur. İçi­
yi, örneğin davulun derisini ya da flütün nizde, iki kibrit kutusunun arasına gerilmiş
içindeki hava sütununu titreştirm ek istediği­ bir ipten oluşan bir oyuncak telefon aracılığıy­
mizde o m addeye belirli bir m iktarda m eka­ la konuşanlar da olmuştur. Bütün bunlar,
nik enerji veririz (bak. E N E R Jİ). Bu enerji, yani toprak, su, ip hepsi sesi iletebilir.
tıpkı ışık ya da radyo dalgaları gibi dalgalar Kem an teli, davul derisi ya da titreşen
halinde bir noktadan bir başka noktaya ilerle­ başka bir cisim küçük hava tanecikleriyle
yebilir. A m a, ışık ve radyo dalgalarının boş­ çevrilidir. Cisim ileri geri titreşirken bitişiğin­
lukta da yol alabilmesine karşılık, ses dalgala­ deki hava taneciklerini dışa doğru iter; bu
rının ilerleyebilmesi için m utlaka başka bir tanecikler de kendilerine komşu olan tanecik­
m addenin aracılığına gereksinimi vardır. leri iter ve bu böylece sürüp gider. Titreşen
Titreşen bir cisimden yayılan ses dalgaları­ cisim, örneğin keman teli, her hareketinde
nın kulağa ulaşabilmesi için arada başka bir havaya yeni bir vuru, yani bir darbe verir.
m addenin bulunması gerektiği, çok bilinen H er saniye bu tür yüzlerce vuru oluşur ve iki
bir deneyden yararlanılarak gösterilebilir. vuru arasında tel geriye doğru hareket eder.
Ağzı sıkıca kapatılmış bir kavanoza bir elek- Sonuçta, titreşen telle birlikte hava tanecikle­
ri de ileri geri hareket etmeye başlar.
Tanecikler telin itmesiyle bir araya toplan­
dıklarında hava basıncı hafifçe artar. Tel
geriye doğru hareket ettiğinde tanecikler tek­
rar yayılır ve o zaman da basınç düşer. Bu
hareketlerin oluşturduğu ses dalgaları, havu­
za atılan taşın oluşturduğu dalgaların çevreye
yayılması gibi, giderek daha uzaklardaki par­
ELEKTRİKLİ
çacıkları da etkileyerek telden dışa doğru ve
. .
ZİL ZIL
KAVANOZUNDAKİ her yönde yayılır. Dalgaların doğurduğu ba­
KISMI HAVA ANAHTAR;
V BOŞLUĞU sınç değişimleri kulak zarlarına çarpar ve bu
zarların da uyumlu bir biçimde titreşmesine
neden olur. Beyin bu titreşim leri çözer ve
böylece sesin işitilmesini ve tanınmasını
Sızdırmaz bir kavanozun içindeki zilin sesi, sağlar.
kavanozun havası boşaltıldıkça zayıflar. Ses boşlukta H ava tanecikleri yalnızca ileri geri hareket
yol alamaz; sesin ilerleyebilm esi için, içinden
geçeceği bir maddeye ve m oleküllerinin yardımına eder, ama ses dalgaları havanın içinde ilerler.
gereksinim i vardır. Sesin kaynağından uzaklaştıkça hava tanecik-
SES 143

de 340 m etrenin üzerinde bir hızla yol alıyorsa


(yani havada ses dalgalarından daha hızlı
gidiyorsa), bu cismin hızı süpersonik olarak
nitelenir. Ses su içinde havada olduğundan
daha hızlı yol alır (saniyede yaklaşık 1.450
m etre); çelikteki hızı daha da yüksektir (sani­
yede yaklaşık 5.000 m etre). M addenin sıkıştı-
rılabilirliği ve ağırlığı ne kadar büyükse, ses
de o m adde içinde o kadar yavaş hareket
eder. Çelik havadan daha ağırdır, ama ondan
çok daha az sıkıştırılabilir olduğu için, ses
çelikte daha hızlı yol alır.

Gürlük, Perde ve Tını


Sesler üç önemli özelliğe göre ayırt edilir;
Titreşim de bulunan bir diyapazon her darbesiyle bunlar, sesin gürlüğü, perdesi ve tınısıdır.
yakınındaki hava taneciklerini sıkıştırır. Darbeler
arasında hava tekrar genleşir. Ses bir dalga halinde
Sesin gürlüğü ya da şiddeti, titreşm ekte olan
dışa doğru yol alır. cismin titreşim şiddetine (ileri geri gidip
geldiği uzaklığa) yani yeğinliğine bağlıdır;
lerinin titreşimi de zayıflar ve ses giderek titreşim şiddeti ne kadar büyükse ses de o
işitilemeyecek ölçüde zayıflar. Ses dalgaları ölçüde gür olur. İşitilen sesin gürlüğü, titre­
katiların ve sıvıların içinde de aynı biçimde şen cisim ile sesin işitildiği nokta arasındaki
yol alır. uzaklığa göre değişir. Bilim adamları ses
Şimşek çaktığında çıkan çatırtının ya da gürlüğünü ölçmek için desibel, fon ve son gibi
gök gürültüsünün, şimşeğin görülmesinden çeşitli birimlerden yararlanırlar.
belirli bir süre sonra işitildiğini herkes bilir. Sesin perde' si, onu doğuran cismin titreşim
Bunun nedeni, ışık 1 saniyede yaklaşık 300 hızına bağlıdır. Saniyedeki titreşim (ya da
milyon m etre yol alırken, aynı süre içinde çevrim) sayısına frekans denir ve frekans
sesin havada yalnızca yaklaşık 340 m etre yol hertz birimiyle ölçülür (simgesi Hz). Sesin
almasıdır. Bu nedenle gök gürültüsünün, frekansı ne kadar yüksekse perdesi de o kadar
örneğin 1 km uzaktan bize ulaşması hemen yüksektir ve ses daha ince ya da tiz bir
hem en 3 saniye sürer. Eğer gök gürültüsü biçimde işitilir. B ütün dalga hareketlerinde
şimşeğin görülm esinden 6 saniye sonra işitili- olduğu gibi sesin dalga boyu da, yayılma
yorsa, bu durum şimşeğin 2 km ötede çakmış hızının frekansına bölünmesi yoluyla bulunur.
olduğu anlam ına gelir. Buna göre piyanoda çıkartılan ve frekansı
Uçak ya da benzeri bir cisim havada saniye­ saniyede 264 titreşim (264 Hz) olan do sesinin

HAVA 344 m e t r e /s a n iy e

SU 1 .4 6 1 m e t r e /s a n iy e

jı^fjr TAHTA 3 .7 8 6 m e t r e /s a n iy e

DEMİR 5 .1 2 7 m e t r e /s a n iy e

TAŞ 6 .0 0 0 m e t r e /s a n iy e

İşittiğim iz sesler bize genellikle havadan gelir. Ama bu grafikten de görüldüğü gibi ses, sıvı ve katı
maddelerde daha hızlı yol alır. M addenin m olekülleri ne kadar sıkışık durum daysa ses de o ölçüde hızlı
ilerler.
144 SES

tün olarak telin frekansından daha büyüktür.

/\A A /\A A A / a Bütün bir telin çıkardığı notaya temel ses ,


telin çeşitli bölümlerinin çıkardığı daha yük­
sek notalara ise kısm i sesler ya da doğal
arm onikler denir. İşte bu tem el ses ile kısmi
sesler üst üste biner, birbiriyle bir karışım
oluşturur. Tını ya da ses rengi denen özellik
de bu doğal arm oniklere bağlıdır; her müzik
Hemen hemen özdeş frekanslardaki iki nota aynı aletinin doğal arm onikleri yalnızca kendisine
anda çalındıklarında, bunların ses dalgaları bazen özgüdür. Bir trom pet, piyanonunkinden ta­
birbirini güçlendirecek, bazen de yok edecek m am en farklı bir dizi doğal arm onik üretir;
biçim de birbiriyle girişim de bulunur. Sonuçta ortaya
çıkan ses, vurular biçim inde işitilir. Çizimdeki siyah dinleyici bu doğal arm oniklerden yararlana­
ve beyaz çizgiler (üstte) iki ayrı notayı, alttaki siyah rak çalgıları ve farklı müzik seslerini birbirin­
çizgi ise sonuçta ortaya çıkan sesi ve vuruları den ayırt edebilir.
göstermektedir.
H er notanın frekansı farklıdır. Örneğin
orta perdeden do sesinin üzerindeki la sesinin
frekansı 440 H z’dir. A ralarında bir oktav, ya­
havadaki dalga boyu 340/264, yani yaklaşık ni sekiz notalık aralık olan iki notadan, daha
1,3 m etredir. Bu, hava taneciklerinin basıncı­ yüksek perdeden olanınkinin frekansı öteki­
nın en yüksek olduğu kesim de, taneciklerin nin frekansının iki katıdır.
ileri geri titreştiği iki nokta arasındaki uzak­ K a y n a ğ ı d in le y ic iy e d o ğ r u y a k la ş a n y a d a
lığın yaklaşık 1,3 m etre olduğu anlamına d in le y ic id e n u z a k la ş a n b ir s e s in f r e k a n s ı, k a y ­
gelir. n a k h a r e k e ts i z k e n g e le n a y n ı s e s in f r e k a n s ın ­
İnsan kulağının işitebileceği en alçak perde­ d a n fa r k lıy m ış iz le n im in i v e r ir . K a y n a ğ ı y a k ­
den, yani en kalın sesin frekansı yaklaşık la ş a n se s g e r ç e k te k in d e n d a h a y ü k s e k , u z a k ­
16 H z, en yüksek perdeden, yani en ince sesin la ş a n is e d a h a d ü ş ü k f r e k a n s ta y m ış g ib i g e lir.
frekansı ise yaklaşık 20.000 H z’dir. İnsanlar B u o lg u y a D o p p le r e tk is i d e n i r (bak. D oppler
yaşlandıkça bu frekans aralığının üst ucunda ETKİSİ).
bulunan sesleri daha zor duymaya başlarlar.
Yarasaların çığlığı pek çok insanın işitebilece­ Rezonans
ğinden daha yüksek perdedendir. Köpekler Nasıl saat sarkaçları kendi doğal ritim lerinde
insanların işitemeyecekleri kadar yüksek fre­ salmıyorlarsa, titreşim de bulunan her cisin
kanslardaki sesleri duyabilirler ve bazı kimse­ de kendine özgü doğal bir frekansta titreşir
ler köpeklerini çağırmak için, çıkardığı sesin Eğer bir piyanoya yakın bir noktada belirli biı
frekansı insanların işitebileceklerinden daha müzik sesi çıkartılırsa piyanodaki tellerin biı
yüksek olan özel bir düdük kullanırlar. F re­ ya da birkaçının (am a hepsinin değil) titreşim ­
kansı 20.000 H z’den daha yüksek olan seslere de bulunduğu görülür. Titreşen teller, çıkartı­
sesüstü ya da ültrasorıik ses denir. lan sesle ve onun doğal arm onikleriyle aynı
Aynı gürlükte ve aynı perdeden olan iki frekansta olanlardır. Bu etkilenm e sonucunda
müzik ssesi kulağa tümüyle değişik gelebilir. ortaya çıkan titreşim e rezonans denir.
Eğer bunlardan biri bir kem andan, öteki ise Rezonans olgusu, titreşim e geçirilen bir
piyanodan geliyorsa, bu iki ses birbirinden diyapazon (ses çatalı), içine yavaş yavaş su
tını ’larına göre ayırt edilebilir. A ralarındaki doldurulan yüksekçe bir kavanozun üstünde
fark, gerçekte bir ses karışımı olm alarından tutularak gösterilebilir. Kavanozdaki hava
kaynaklanır. Bu karışım her alete göre deği­ sütununun yüksekliği, doğal frekansı diyapa-
şir. Bir kem an teli, yalnızca uzun tek bir tel zonunkiyle aynı olan bir sütun yüksekliğine
halinde titreşmez; telin parçaları da, örneğin geldiğinde, diyapazonun çıkardığı ses şiddet­
her bir yarısı ya da üçte birlik bölümü lenir. Bu, hava sütununun diyapazon ile
bağımsız olarak titreşim de bulunur. Telin rezonansta titreşim e geçmiş olm asından kay­
çeşitli bölümlerinin titreşim frekansı, bir bü­ naklanır.
SES 145

Konser salonlarında olduğu kadar açık


hava tiyatrolarında da iyi bir akustiğin
bulunması gerekir. Düzeyi
değişmeyen düz bir alanda (A) sesin
bir bölüm ünü, arkalarda oturan
dinleyicilere ulaşmadan önce, önde
oturanların kafaları ve elbiseleri emer.
Yanları giderek yükselen bir açık hava
tiyatrosunda ise (B), önde oturanlarca
daha az ses e m ilir ve arkadakilere daha
çok ses ulaşır.

Akustik ma filmlerindeki ses kuşakları bunun örnekle­


A kustik ses bilimidir. Müzik aletlerinin ve ridir.
konser salonlarının yapımında akustik bilgisin­ Gem iler su derinliğini bulmak için sese da­
den yararlanılır. Sahnedeki seslerin her yerden yalı bir aygıttan yararlanırlar. Gem inin dibin­
duru bir biçimde işitilemediği, rahatsız edici deki bir vericiden sesüstü frekanslardan olu­
yankılanmaların olduğu konser salonlarının şan ses vuruları gönderilir. Bu vurular suyun
akustik özelliklerinin zayıf olduğu söylenir. içinde yol alarak deniz dibine kadar ulaşır ve
Yankıya, ses dalgalarının duvar ve tavan oradan geri yansırlar. Geri dönen ses dalgala­
gibi geniş ve düz yüzeylerden yansıması ne­ rı, genellikle gemi dibinin ters yanma takılmış
den olur (bak. Yanki). Eğer salonun içinde bir alıcıyla yakalanır, yükseltilir ve kalemli bir
geniş ve kesintisiz yüzeyler yoksa, güçlü kaydediciye aktarılır. Kaydedicinin hareketli
yankılar dinleyicileri rahatsız etm eyecek bi­ bir kâğıt şeridi vardır.
çimde kırılmaya uğrar. A m a gene de küçük Vuru gönderildiğinde ve bunun yankısı alın­
yankılanmalar kalabilir. Bu küçük yankılar da dığında kalem, kâğıt üzerine belli işaretler ko­
duvarların ve tavanın ağır perdelik kum aş, yar. Bu işaretler arasındaki uzaklık iki olay ara­
keçe, gözenekli sıva ya da yapısı lifli karo gibi sındaki zamana bağlıdır. Bu zamana ve sesin su­
sesi em en malzemelerle kaplanmasıyla önle­ daki hızına göre yapılan bir hesaplamayla ge­
nebilir. Halı ya da öteki yer kaplamaları minin seyri sırasında, verili herhangi bir nok­
binanın katları arasında ses geçişini en aza tadaki deniz dibi derinliği bulunabilir. Eğer
indirir. Yayım ve plak kayıt stüdyolarında bu vurunun gönderilmesi ile yankının alınması
yöntem uygulanır. arasında geçen süre 1,8 saniyeyse, sesin suda­

Sesten Yararlanma
Ses bir enerji biçimi olduğu için başka enerji
biçimlerine dönüştürülebilir ve böylece çeşitli
alanlarda kullanıma konabilir. Ses sinyalleri
telefon aracılığıyla çok uzaklara gönderilebi­
lir, ama konuşan iki kişi arasındaki telden ge­
çen ses dalgaları değil, değişken bir elektrik
akımıdır. Vericideki mikrofon ses dalgalarını
l|
SES V U R U S U ___
bir elektrik akımına dönüştürür ve bu akım
bu kez alıcıdaki elektrom ıknatıs aracılığıyla
tekrar sese çevrilir. Benzer biçimde, elektrik
akım ına dönüştürülm üş konuşm alar radyo
dalgalarına “bindirilerek” kısa ve uzun mesa­
felere gönderilebilir (bak. RADYO;TELEKOM ÜNİ­
KASYON).
Gemilerden gönderilen ses vuruları deniz dibinden
Ses, ileride kullanılmak üzere “saklanabi­ yansıtılıp geri alınır ve bunların geri dönüş zamanları
lir” . Plaklar, magnetik bant kayıtları ve sine­ saptanarak denizin derinliği bulunur.
146 SES KAYDI

ki hızı saniyede yaklaşık 1.450 m etre olduğun­ ğ i9nde ya da genişliği9nde değişikliklere yol
dan, vurunun gemiden deniz dibine gidip o ra­ açması sağlanır; birinci yöntem e düşey kayıt,
dan tekrar gemiye dönüşünde aldığı yol İkincisine ise yanal ya da enine kayıt denir.
1,8x1.450=2.610 m etre olarak bulunur. Su­ İkinci yöntem , sesli filmler için kullanılan
yun derinliği bunun yarısı kadar, yani 1.305 tekniktir. Bu yöntem de ses titreşim leri, filmin
m etre dem ektir. Kaydedici, su derinliğinin bir kenarı boyunca uzanan ve ses kuşağı
doğrudan okunabileceği biçimde ölçeklendiri- denen dar bir bant üzerine fotoğrafik değişim­
lebilir. Bu türden aygıtlara yankılı iskandil ler halinde aktarılır. İki tür ses kuşağı vardır.
denir. Bu aygıtlar, derinlik bulmanın dışında Bunlardan birinde kuşağın genişliği hep aynı­
balık sürülerinin ya da batık gemilerin yerleri­ dır, ama koyuluğu, açıklığı değişir (buna
nin belirlenmesinde de kullanılabilir. değişir yoğunluklu kayıt denir); ötekinde ise
Eğer sesüstü vurular suyun altında her yöne kuşak bütünüyle siyahtır, ama genişliği deği­
yayılacak biçimde gönderilebilirse, savaş ge­ şir (buna da değişir alanlı kayıt denir).
mileri denizaltıların varlığını, yönlerini ve Üçüncü ana yöntem m agnetik k a y ıfiu . Bu
uzaklıklarını saptayabilir. İşte bu tür aygıtlara sistemde ses titreşim leri bir bandın yüzeyine
sonar denir. m agnetik değişimler biçiminde aktarılır. Ban­
Sonar, insanın keşfettiği bir olgu değildir. dın yüzeyi kolayca mıknatıslanabilen bir m ad­
Bazı hayvanlar çevrelerini bu olgudan yarar­ deyle kaplıdır. Teyplerde ve diktafonlarda
lanarak algılar. Örneğin yarasalar kesikli magnetik kayıt yöntemi uygulanır; bu yön­
sesüstü vurular göndererek uçuş halindeki bö­ tem den bilgisayar verilerinin saklanması ve
ceklerin varlığını ve türünü saptayabilirler. televizyon görüntülerinin kayıt edilmesinde
Yarasaların görme yetenekleri çok iyi olm a­ de yararlanılır (bak. BİLGİSAYAR; VİDEO). Mag­
makla birlikte, sonarları insanı şaşırtacak ka­ netik sistemin en önemli üstünlüğü, istendi­
dar doğru çalışır. Yunuslar da balık bulmak ğinde kaydın m agnetik olarak silinebilmesi ve
için yankıyla yer belirleme tekniğini kullanır­ bandın yeniden kullanılabilir durum a getirile­
lar. Ayrıca birbirleriyle, sesüstü vurularla ve bilmesidir.
başka değişik seslerle iletişim kurdukları da D ördüncü bir ses kayıt yöntemi daha var­
bilinm ektedir (bak. Y a r a s a ; Y u n u s). dır; bu yöntem de sesler m agnetik bant üzeri­
ne sayısal , yani dijital olarak kaydedilir ve
SES KAYDI. Seslerin az çok kalıcı biçimde laserle “okunabilen” , özel olarak hazırlanmış
saklanm asına ses kaydı denir. Kaydedilen plastik bir diske aktarılır.
sesin dinlenmesi için yeniden üretilm esi, yani
kaydın okunm ası gerekir. Plağa Kayıt
SES m addesinde, seslerin titreşim ler yayan Sesleri kaydedip tekrarlayabilen ilk makineyi
bir enerji biçimi olduğu açıklanm aktadır. Bu 1877’de Thom as A. Edison yapmıştı. O dö­
titreşim lere ses kaynağının yakınındaki hava­ nemde “fonograf” denen bu ilk gramofonun
nın sıkışması ve genleşmesi yol açar. Titreşim ­ bulunmasından bu yana, sesin plaklara kayıt
ler havada bir dalga hareketi biçiminde yayı­ edilmesi ve oradan yeniden üretilmesi teknik­
lır. Titreşim ne kadar hızlıysa sesin p erd e9si de lerinde birçok değişiklik olmuştur. Edison’ın
o ölçüde yüksek, yani ses o ölçüde ince (tiz) m akinesinde, huni biçimindeki bir borunun
olur. dar ucuna bir zar gerilmiş, bu zara da bir iğne
Sesleri kayıt edebilm ek için, ses titreşim le­ takılmıştı. Edison borunun içine doğru konuş­
rinin bazı m addelerde kalıcı fiziksel değişim­ tuğu zaman sesi zarı titreştiriyordu. Bu titre­
ler yaratmasını sağlamak gerekir. Bunu yap­ şimler iğneyi hareketlendiriyor, iğne de döner
manın üç ana yolu vardır. İlk uygulanan ve en bir tam burun üzerine geçirilmiş bir kalay yap­
yaygın kullanılan yöntem plak yapımıdır; bu rağında ufak çentikler açıyordu. Tam bur dön­
yöntem de ses titreşim leri, plağın yüzeyine düğünden, iğnenin kalay yaprağı üzerindeki
açılmış sarmal biçimli bir oyuğa derinlik ya da izi sarmal bir çizgi biçiminde oluyor ve
genişlik farkları halinde aktarılır. Plağa kayıt iğne ileri geri titreştiğinden bu izin derinliği
yapılırken titreşim lerin bu oyuğun ya derinli­ hat boyunca değişiyordu. Bu işlem tersine
SES KAYDI 147

ların çoğaltılması (kopyalarının çıkarılması),


tam burların çoğaltılmasından daha kolaydı.
B erliner’in geliştirdiği yanal iz açma yöntem i,
Edison’ın inişli çıkışlı iz oluşturm a (düşey
kayıt) tekniğinden epeyce farklıydı.
Edison m akinesine “fonograf” adını ver­
mişti. Bell’ler ve Tainter ise aygıtlarına “gra-
fofon” adını taktılar. Berliner de çoğaltılmış
plakları çalabilen buluşunu “gram ofon” ola­
rak adlandırdı.
1923-27 arasında sistem değiştirildi. T ele­
fon ağızlıklarındaki m ikrofonlara benzer tü r­
den, ses titreşimlerini değişken elektrik akı­
mına dönüştüren m ikrofonlar kullanılmaya
başlandı (bak. M îk r o f o n v e H o p a r l ö r ). B u
akım, radyolardaki gibi lambalı bir yükselteç­
le (am plifikatör) güçlendirildikten sonra
(bak. R a d y o ) , elektrom agnetik bir kayıt aygı­
tına (bugün buna “pikap” deniyor) iletiliyor­
du. Kayıt aygıtı gelen akım la uyumlu bir
biçimde titreşim de bulunuyor ve bu titreşim ­
leri sivri uçlu bir iğneye aktarıyordu. Böylece
iğneyi hareketlendiren kuvvet yalnızca ses
Mary Evans Picture Library titreşim lerinin gücüyle sınırlı olmuyor ve ses
Thomas A. Edison'ın fonografı 1889 Paris daha net bir biçimde kaydedilebiliyordu. A y­
Sergisi'nde halka sunulm uştu.
rıca plak çalınırken aygıtın ses gürlüğü (şidde­
ti) istenilen biçimde yükseltilip alçaltılabili-
çevrildiğinde, yani iğne sarm al ize yerleştirilip yordu.
tam bur çevrilmeye başlandığında, kalay yap­ 1947’den sonra sistem yeniden değiştirildi.
rağı üzerindeki çentikler iğneyi, iğne de zarı Kayıt önce bir m agnetik bant üzerine yapılı­
titreştiriyor ve böylece boruda ses yeniden yordu. D aha sonra bu kayıt yeniden okunu­
üretiliyordu. Edison bu ilk deneyinde gram o­ yor ve buradan elde edilen elektriksel titre­
fonuna “M ary’nin küçük bir kuzusu vardı” şimler güçlendirildikten sonra plak üzerine
şiirini okum uş ve daha sonra kendi sesini kayıt aygıtına iletiliyordu. Hem en hem en aynı
cızırtılı da olsa dinlemişti. tarihlerde, m umdan yapılmış plakların yeri­
1883’te A lexander Graham Bell, kuzeni ne, yüzeyi bir tür özel reçineli vernikle
Chichester Bell ve Charles T ainter kalay kaplanm ış m etal plaklar kullanım a girdi. 1950
yaprağı yerine m umdan bir tam bur, iğne dolaylarında, plakların üzerindeki oyukları
yerine de keski biçiminde bir kalem kullan­ açmak üzere özel olarak hazırlanmış ve ke­
maya başladılar. A rdından 1887’de Emile narları duyarlı bir biçimde perdahlanm ış d e­
Berliner, tam bur yerine bir döner tabla üzeri­ ğerli taşlardan oluşan iğneler kullanılmaya
ne yerleştirilen yassı plaklardan yararlanm aya başlandı. Bu tür iğneler günüm üzde de yaygın
başladı (bunu daha önce Edison da düşün­ olarak kullanılm aktadır.
m üştü); kalemi de, plağın yüzeyinde değişen Ses kaydı yapıldıktan sonra plağın yüzeyine
derinlikli bir oyuk açmak yerine, genişliği ince bir gümüş çözeltisi püskürtülür; bu m ad­
değişen bir iz oluşturacak biçimde düzenledi. de elektriği iyi ilettiğinden, plağın elektrikli
Bu gelişmeler kaydedilen sesin daha net kaplam a yöntemiyle kaplanabilm esini ola­
biçimde yeniden üretilebilmesini sağladı. Ber- naklı kılar (bak. ELEKTROLİZ). Elektrikli kap­
liner’in plaklarında izler plağın her iki yüzeyi­ lama işlemiyle plağın yüzeyine ince bir nikel
ne de preslenerek basılabildiğinden, bu plak­ katm anı çökeltilir. Bu kaplam a, yani nikel
148 SES KAYDI

kılıf sıyrılıp çıkarıldığında, üzerinde plağın plaklar üretildi. Bu “45’likler”in ilk ortaya
yüzeyindeki ize uygun çıkıntılar kalmış olur. çıkış yılı 1949’dur.
Bu kılıf daha sonra metal bir plakanın üzerine İlk uzunçalar plak 1933’te görme özürlüler
yapıştırılır ve böylece ana kalıp elde edilmiş için üretilen “konuşan kitaplar”dı. Bunlar
olur. Bu kalıpla bazı yumuşak m addelerden dakikada 24 devirlik bir hızla dönen plaklar­
yapılmış levhaların üzerine baskı yapılarak dı. Bir kitabı kaydetm ek için sekiz plağa
plak üretilebilir, ama bunun sonucunda ana gerek vardı. Günüm üzde ise konuşan kitaplar
kalıp da çabucak aşınır. Bu nedenle yeni bir m agnetik bantlara kaydedilm ektedir.
elektrikli kaplam a işlemiyle, istenilen sayıda
m etal baskı matrisi elde edilir. Bu baskı Magnetik Banda Kayıt
m atrisleri preslerin ağır baskı kalıplarına takı­ İlk m agnetik kayıt yöntem inin patentini
lır ve böylece bu preslerde plaklar üretilm eye 1898’de Danim arkalI V aldem ar Poulsen al­
başlanır. Plaklar plastik bir m addeden yapılır; mıştı. Poulsen’in sisteminde elektrik sinyalleri
ısıtılarak yumuşatılan plastik m adde biri alta, çelik bir telin mıknatıslanmış bölümlerinde
öbürü üste gelecek biçimde konumlandırılmış saklanabiliyordu. Bu buluşun ardından mag­
iki baskı levhası arasına yerleştirilir ve sıkıştı­ netik telli kayıt aygıtları geliştirildi; ama tel
rılır. Bu işlem güçlü hidrolik preslerle gerçek­ okunduğunda yeniden üretilen ses çok bozuk
leştirilir. İlk plaklar, doğal bir plastik türü çıkıyordu ve bir türlü bu sorunun üstesinden
olan gom alaktan yapılırdı. Günüm üzde ise, gelinemedi. 1927’de, istenmeyen elektriksel
yapay (sentetik) plastikler kullanılm aktadır. girişimlerin yol açtığı gürültüleri temizleyerek
Uzunçalar Plaklar. 1949’a kadar plaklar asıl istenen sinyalleri kayıt edebilen daha ge­
dakikada 78 ya da 80 devirlik bir hızla lişkin bir sistem bulundu. Aynı yıl A B D ’de ilk
çalınırdı. Bu plakların yarıçapı boyunca her teyp bandı geliştirildi; bu bant, m ıknatıslan­
santim etrede yaklaşık 40 oyuk bulunurdu. mış parçacıklar içeren bir sıvıyla kaplanarak
Yaklaşık 30 cm çapındaki plaklarda izler kurutulm uş bir kâğıt şeritten oluşuyordu.
m erkezden 5 cm kadar sonra başlardı ve bu 1930’larda özellikle İngiltere, Almanya ve
hesaba göre plağın üzerinde 400 oyuk bulu­ A B D ’de gerçekleştirilen çalışmalar sonucun­
nurdu; bu da kabaca 5 dakikalık bir çalma da magnetik bant ve kayıt donanım larında
süresi verirdi. Bu süre kısa müzik parçaları önemli gelişmeler sağlandı. 1936’da ilk kez bir
için uygundu, am a örneğin senfoni gibi uzun konser magnetik banda kaydedildi.
parçalar için yeterli değildi. M agnetik bantlara kayıt yapmak için, m ik­
O sıralarda plak yapımı için yeni bir m adde rofondan alman elektrik titreşim leri bir yük­
keşfedildi. Bu m adde, eski gomalak karışı­ selteçte güçlendirildikten sonra, kayıt kafası
mından çok daha pürüzsüz bir plastik türü denen bir elektrom ıknatısa iletilir. Bu elek­
olan vin ilif ti. 1948’den sonra vinilitin kulla­ trom ıknatısın yarattığı m agnetik alan, akım
nılmasıyla oyuk genişliğinin azaltılarak yarı­ büyüdükçe kuvvetlenir, azaldıkça zayıflar
çapın her santim etresine yaklaşık 100 oyuğun (bak. ELEKTROMIKNATIS). M agnetik bir m ad­
sıkıştırılabilmesi ve ayrıca da çalma hızının deyle kaplanmış olan plastik bant, bu m ıkna­
dakikada 33 devre düşürülebilmesi olanaklı tısın iki kutup başı arasında kalan ve m agne­
durum a geldi. Bu tür 36 santim etrelik uzunça­ tik kuvvetin en büyük olduğu ince bir aralık­
lar plakların her bir yüzünün çalınması 20 tan geçirilir. Elektrom ıknatısın gücü, m ikro­
dakikadan çok sürer. U zunçalar plaklar safir fonun topladığı seslere göre değişir; dolayısıy­
ya da elmas iğnelerle ve hafif pikaplarla la da, kutup başları arasından sabit bir hızla
çalınır. Pikap, iğnenin m ekanik titreşim lerini geçirilmekte olan bandın yüzey kaplam asında
elektrik vurularına dönüştüren bir düze­ bu değişimlere uygun yeni bir magnetik düzen
nektir. oluşur. Bandın yüzeyindeki m agnetik katm an
36 santim etrelik plakların 20 dakikayı aşan genellikle dem ir oksit parçacıkları ile bunları
çalma süresi şarkı ve benzeri parçalar için çok birbirine tutturan bir bağlayıcı m adde karışı­
uzundu ve bu nedenle gene vinilitten yapıl­ mından oluşur. İşte bu demir oksit parçacıkla­
mış, am a çalma hızı dakikada 45 devir olan rı, m agnetik alanın etkisiyle yeni yönelimler
SES KAYDI 149

kazanır ve ses sinyallerine uygun bir düzen müzde plak şirketleri kaset üretimi de yap­
oluşur. 1960’larda ses kaydının ve yeniden m aktadır. Küçük kasetçalarlar pille de çalıştı­
üretimin niteliğini yükseltmek için demir ok­ ra b ilm e k te , ayrıca otom obillere yerleştirile-
sit yerine krom dioksit kullanıldı. 1978’de ise bilmektedir. D aha da küçükleri cepte taşına­
dem ir monoksitli bantlar geliştirildi. rak kulaklıkla dinlenebilir.
Bant kaydını okum ak için, dolu bant bu kez Kasetli bantlara rakip olarak ortaya çıkan,
okum a kafası denilen bir başka elektrom ıkna­ özellikle de otom obillerde kullanılmaya elve­
tısın kutup başları arasından aynı hızla geçiri­ rişli 8 kuşaklı kartuş sisteminde, bant kutusu
lir. Bandın değişken m agnetik düzeni, okuma daha büyüktür ve bunlarda standart 6,3 mili­
kafasındaki elektrom ıknatısın bobin sargıla­ m etrelik bantlar kullanılır. Sonsuz bir ilmek
rında değişken bir akım indükler (yaratır). Bu biçiminde m akaraya sarılmış olan bant, arada
akım güçlendirilir ve bir hoparlöre iletilir. kartuşun konum unu değiştirmeye gerek kal­
B ant, kayıt kafasına ulaşm adan önce silm e maksızın sürekli olarak çalınabilmektedir.
kafası denen bir başka elektrom ıknatıstan
geçirilir. Silme kafasından geçirilen yüksek Stereofonik Kayıt
frekanslı bir akım (sesüstü frekansta titreşim Konser platform una ya da opera sahnesine
yapan bir akım ), banttaki magnetizmanın yayılmış durum da bulunan bir orkestranın,
giderilmesini sağlar ve böylece kayıtlar silinir. koronun ve başka yorumcuların ses kaydı,
Bazen kayıt ve okum a kafaları tek bir kafa birden çok m ikrofonla yapılmadıkça ve bu ka­
halinde düzenlenir. yıt gene birden çok hoparlörden dinlenm edik­
M akaralı Bantlar. M akaralı bantlar daha çe, salondaki dinleyicilerin yaşadığı genişlik
çok eski büyük teyplerde kullanılırdı; bugün ve derinlik duygusunu verem ez. İki mikrofon
ise daha çok profesyonel kayıt işlemlerinde bile, tıpkı iki kulak gibi, sese belirli boyut ka­
uygulanm aktadır. Bunlar, sinema filmlerinin zandırabilir.
sarıldığı m akaralara benzeyen, ama onlardan G ünüm üzdeki müzik kayıt yöntem lerinde,
daha küçük boyutlu m akaralara sarılmış, 6,3 her biri denetim masasındaki ayrı bir yüksel­
mm genişliğindeki bantlar biçimindedir. B an­ tece bağlı 20 kadar m ikrofon kullanılır. D ene­
dın boştaki ucu kayıt ve okum a kafalarının tim m asasında sesler ya karıştırılarak ya da
arasından geçirilerek ikinci bir sargı m akara­ ayrı olarak m agnetik bant üzerine kaydedilir.
sına takılır. Bu tür m akinelerde, bandın Stereofonik ya da kısaca stereo kayıt denen bu
kafalar arasından geçiş hızı saniyede 5 cm ile kayıt düzeninde, derinliğin, genişliğin, yük­
76 cm arasında değişir. Bu hız esnekliği açık sekliğin ve hareketin yarattığı farklılıklar aslı­
m akaralı kaydedicileri profesyonel ses kayıt- na uygun olarak yeniden üretilebilir.
çıları için kullanışlı bir makine haline getir­ M agnetik bant kaydı iki ya da daha çok ka­
miştir. D aha yüksek hızlarda daha iyi sonuç­ nalın bir arada kaydını ve yeniden üretimini
lar alınır, ama daha uzun bantların kullanıl­ kolaylaştırır. Stereo kayıtlı bantlar ilk olarak
ması gerekir. 1955’te piyasaya sürüldü. Bu tür kayıtlarda
Kasetli Bantlar. Kasetli bantlar da açık sesin yeniden üretim i için özel bir aygıtın kul­
m akaralı bantlara benzer; ama bunlarda ban­ lanılması gerekir. Bu aygıtın okum a kafası iki
dın takılı olduğu iki m akara, “kaset” denen, parçalıdır; bunlardan biri bandın üst yarısın­
dikdörtgen biçimli yassı bir kutu içine yerleş­ daki, ötekisi ise alt yarısındaki sesleri toplar.
tirilmiştir. Teypteki (kasetçalar) bir yuvaya H er parçanın kendi yükselteci ve hoparlörü
yerleştirilerek çalman kaset rahatlıkla bir ce­ vardır.
be sığar; bant genişliği ise yalnızca 3,8 mili­ Stereo plaklar 1958’de yaygınlaştı. G ünü­
m etredir. Bant hızı saniyede 4,75 santim etre­ müzde ise klasik ve pop müzik için olağanlaştı
dir; çalma süresi, her bir yüz için 30, 45 ya da ve eski “m ono” plakların yerini, neredeyse
60 dakika olabilir. bütünüyle bu stereo plaklar aldı. Stereo plak­
Kasetler evlerde kayıt yapmak için olduğu larda iki bağımsız kanalın her ikisi de bir oyu­
kadar önceden kayda alınmış müziğin dinlen­ ğa kaydedilir ve kayıtlı ses, özel olarak biçim­
mesi için de son derece elverişlidir. G ünü­ lendirilmiş safir ya da elmas bir iğneyle okunur.
150 SES KAYDI

Sayısal ses kaydı, son zamanlarda geliştirilm iş bir


ses alma ve saklama yöntem idir. Ü s tte : M ikrofon
herhangi bir ses sinyalini bütün bileşenleriyle
birlikte toplar ve bir dizi değişken elektrik gerilim ine
ya da vurusuna dönüştürür. Buna örneksel kayıt
denir. Vurular daha sonra bir ön yükselteçten ve
kaydı bozacak karm aşıkfrekansları ayıklayan bir
filtreden geçer. Vurular buradan örnekselden
sayısala dönüştürm e aygıtına gider; burada ses
örnekleri çok kısa ve düzenli aralıklarla alınıp
çözüm lenir ve bunların sonuçları kodlanmış ayrı
bilgi birim lerine çevrilir. Sonra bu bilgi birim leri
kayıt kafasına geçer. Böylece sayısal kayıtta yalnızca
bütün ses sinyalleri kaydedilmekle kalmaz, sesin
gürlüğüne ve içerdiği farklı frekanslara ilişkin ek
b ilg ile r de kayda alınır. Sayısal kayıtların örneksel
kayıtlardan daha pürüzsüz ve daha doğru olmasının
nedeni budur. A ltta : Kayıtlı sesin yeniden üretilmesi
sırasında bant ya da disk üzerine "yazılı" sayısal
kodlar "o k u n u r" ve bu b ilg ile r sayısaldan örneksele
dönüştürm e aygıtına aktarılır; bunun sonucunda da
hoparlörden işitilen sürekli ses akışı elde edilir.

Pikap iğnesi elmas bile olsa, plağın üzerin­ da dinlediğimizde yalnızca müzik seslerini de­
deki tozları toplayabileceği için aşınır ve bir ğil, hangi çalgıların çalınmakta olduğunu ayırt
süre sonra biçimi bozulabilir. Elmas iğnelerin edebilmemize yarayan doğal armoniklerdi
çalışma süresi yaklaşık 500 saattir. (bak. MÜZİK; S e s ) ve ayrıca müziğin çalındığı
Stereofonik kayıtta ilk denenen yöntem bir salondan kaynaklanan yankılanmaları ve
kanal için düşey kayıt, öteki kanal için ise ya­ öbür etkileri de işitiriz. Kayda alman bir mü­
nal (enine) kayıt yapmaktı. Bu tekniğin yerini zik parçasını dinlediğimizde, bu ek ses öğele­
1957’de, V biçimindeki bir oyuğun içte kalan rini işitebilmemiz için üstün niteliklerdeki ka­
çeperine bir kanalı, dış çeperine de öteki ka­ yıt aygıtlarının çıkan seslerin bütün frekans
nalı kaydetm e yöntemi aldı. Stereofonik plak aralığını kaydedebilm esi ve gene duyarlı ay­
kaydını okum ak için pikap kolunun ucuna ta ­ gıtların bütün bu sesleri asıllarına “sadık” bi­
kılı bir okum a kafası kullanılır. Pikap, hem çimde yeniden üretebilm esi gerekir. Elbette
tek bir iğneyle kayıtları okuyup onları ayırır, yeniden üretilen sesin m utlak olarak aslının
hem de saptadığı sinyalleri yükselteçlere ve tıpkısı olması olanaksızdır, çünkü bu kayıtları
hoparlörlere aktarır. dinlediğimiz yerlerdeki, örneğin evlerimizde­
ki oda hacimleri sınırlıdır. Kayıtlı sesin aslına
Hi-Fi Ses Sistemleri uygun olarak üretilebilm esine olanak veren
Kayıtlı ses yeniden üretildiğinde elde edilen bu aygıtlar ve bu tür aygıtlarda yeniden üreti­
sesin aslına uygunluğu, “sadakat” terimiyle len sesin kendisi hi-fi olarak tanımlanır; bu
anlatılır. Bir müzik parçasını konser salonun- tanım , “yüksek sadakat” anlamına gelen İngi­
lizce high fidelity sözcüklerinin kısaltmasıdır.

Sayısal Kayıt
1970’lerde ve 1980’lerde sayısal kaydın ortaya
çıkması önemli bir gelişme oldu. Bütün nor­
mal kayıt sistem lerinde, kayıt ve yeniden
üretm e yöntem lerinin tasarım ında, sesin ola­
bildiğince aslına uygun bir örneği çıkartılm a­
ya çalışılır. Buraya kadar anlatılan bütün ses
kayıt ve üretim teknikleri işte bu örneklerin
Ustaca tasarım lanm ış bir kompakt disk çalar ve oluşturulm asına yönelik örneksel ya da analog
uzaktan denetim birim i. sistemlerdir.
SESÜSTÜ DALGALAR 151

Sayısal ya da dijital denen kayıt yöntemleri deki titreşim sayısına titreşim frekansı denir.
örneksel sistem lerden farklıdır; çünkü, sayısal H ertz (simgesi Hz) bir frekans birimidir; bir
kayıtta hiçbir biçimde sesin tam bir örneği çı­ cisim saniyede bir tam titreşim yapıyorsa
kartılmaz. Bunun yerine, aygıt sesi izler ve titreşim frekansı 1 Hz dem ektir. 16 H z’nin
belirli anlarda sesin elektrik gerilimi düzeyini altındaki frekanslar insan kulağının işitem e­
ölçer. H er bir ölçüm sayısal bir değere dönüş­ yeceği kadar zayıftır ve bunlara sesaltı ya da
türülür ve bu değerler bir bandın üzerinde, enfrasonik frekanslar denir; 20.000 H z’nin
ikili sayı sistemine göre düzenlenmiş bir vuru­ (insan kulağı için üst sınır) üzerindeki fre­
lar dizisi biçiminde saklanır. (İkili sayı sistemi kanslar ise sesüstü ya da ültrasonik frekanslar
2 tabanına dayanır ve bu sisteme göre yazılan olarak tanımlanır. Sesaltı ve sesüstü frekans­
sayılar yalnızca O ve l ’lerden oluşur; bak. İKİLİ lar birlikte sesötesi frekansları oluşturur.
SAYI SİSTEM İ.) B ant üzerinde bir vurunun varlı­ Doğada sesüstü dalgalara rastlanabilir; ya­
ğı l ’le temsil edilir; vurunun yokluğu 0 de­ rasalar frekansları 40.000 Hz ile 100.000 Hz
mektir. Sayısal kayıt yöntemi bir müzik p ar­ arasında değişen çığlıklar çıkarırlar. Bu sesler
çasının en yumuşak ve en şiddetli bölüm leri­ bir cisimden yansıyıp yarasanın oldukça bü­
nin aslına uygun olarak yeniden üretilebilm e­ yük olan kulaklarına geri gelir ve yarasa,
sini olanaklı kılar. çığlığı ile yankısı arasında geçen süreden
Kom pakt disklerin hazırlanması, sayısal ka­ cismin uzaklığını belirler. Bu uzaklık ölçme
yıt yönteminin en önemli uygulama alanıdır. yöntem ine, “yankıyla yer belirlem e” ya da
Kom pakt diskler koruyucu bir kılıf içine yer­ “sonar” denir. Yarasa bu yöntemi uçmakta
leştirilmiş, 12 cm çapında, ince, plastik disk­ olan böcekleri izlemek için kullanır ve bu
lerdir ve özel olarak tasarımlanmış kapalı böceklerle beslenir. Yunuslar da beslenecek­
disk çalarda çalınabilirler. H er diske75 dakika leri balıkları izlemek için aynı yöntem den
uzunluğunda stereofonik müzik kaydı yapıla­ yararlanır. Sesüstü vurular (darbeler) ince bir
bilir. Kayıt, disk yüzeyinde yer alan mikros­ dem et halinde gönderilebilir ve böylece bir
kobik çukurluklar biçiminde sayısal olarak cismin hem hareket yönü, hem de üzaklığı
kodlanmış durum dadır. Diskin çalınması sıra­ bulunabilir (bak. YANKI).
sında, disk çaların iç yanında bulunan bir laser İnsanlar sesüstü dalgaları sanayiye uygula­
dem eti disk yüzeyindeki bilgiyi “okur” . O ku­ mışlardır. Frekansı 20.000 H z’nin üzerindeki
nan bilgi frekans hataları ya da “parazit” de­ sesler iki yoldan üretilebilir: Birinci yol, bir
netiminden geçirilir ve sonuçta elektrik sin­ kuvars kristalinden yüksek frekanslı alternatif
yallerine dönüştürülerek yükselteçte ve ho­ akım geçirerek kristalin titreşmesini sağla­
parlörde işlenir; böylece kayıtlı ses son derece m aktır (buna piezoelektrik yöntem denir);
üstün niteliklerde yeniden üretilmiş olur. ikinci yol ise, metal bir çubuğun çevresine
Kom pakt diskler, plakların tersine, yüzeydeki ZEFA
çiziklerden etkilenm ez, çünkü bunlar m eka­
nik olarak değil ışıkla okunur, toza karşı ko­
runaklıdır ve aşınmazlar; magnetik bantlarda­
ki gibi hışırtı da çıkarmazlar. Kom pakt disk­
lerle müzik sesleri herhangi bir bozunmaya
uğramaksızın, son derece pürüzsüz bir biçim­
de kayda alınabilir; üstelik bu aygıtla sonunda
mutlak sessizlik de kayıt edilebilmiştir.

SESÜSTÜ DALGALAR. Ses, bir cismin


yakın çevresindeki hava taneciklerini hareket
ettirecek biçimde titreşmesi sonucunda olu­
Ana rahm indeki bir bebeğin gelişme düzeyi bir
şur. Katı ve sıvı cisimler de sesi iletir; ama
sesüstü tarayıcının ekranında (katot ışınlı lamba)
hava boşluğunda, yani vakumda ses dalgaları görülebilir. Sesüstü dalgalar röntgen ışınlarından
oluşmaz ve yol almaz (bak. S e s ) . Bir saniye­ daha güvenlidir.
152 SEUL

sarılı bir bobinden geçirilen alternatif akımın cerrahisinde, artrit (eklem iltihabı) ve rom a­
yönünü tersine çevirerek sesüstü vurular üret­ tizma tedavisinde kullanılabilir.
m ektir (buna da m agnetik büzülm e yöntemi M etallerin yüzeyi, bunların yüksek güçlü
denir). Bu yöntemleri uygulamak için kullanı­ sesüstü titreşim lerin etkisi altındaki bir sıvının
lan düzeneklere transdüktör denir; bir trans- içine daldırılmasıyla temizlenebilir. Benzer
düktör elektrik akımını sese, sesi de elektrik bir yöntem le, bir sıvının bir başka sıvı içinde
akım ına çevirebilir. küçük damlacıklar halinde dağılması sağlana­
Sesüstü dalgalar çeşitli biçimlerde kullanı­ rak (buna sıvı asıltı ya da emülsiyon denir)
labilir. Sonar denen yankıyla yer belirleme sıvı karışımları elde edilebilir (bak. ÇÖZELTİ VE
aygıtıyla sualtına sesüstü vurular gönderilebi­ A SILTI). Sesüstü dalgalar havadaki toz ve nem
lir ve bu vuruların yankılarından yararlanarak taneciklerinin birbirine yapışmasını sağlaya­
derinde seyreden denizaltılar izlenebilir. Aynı rak sisi ve dumanı temizleyebilir. G ene ben­
yöntem den balık sürülerinin yerini belirle­ zer bir yöntem le, içindeki katı parçacıkların
m ek, denizlerin ve göllerin derinliğini sapta­ kabın dibine çökmesi sağlanarak şarap duru-
m akta da yararlanılır. laştırılabilir.
Herhangi bir katı cismin içinde çatlak ya da Sesüstü bir m atkapla dört köşe bir delik
delik bulunup bulunmadığı transdüktörlerden delinebilir. Bu tür bir m atkap ucu, alıştırma
yararlanılarak saptanabilir. Sesüstü vurular macunu sürülmüş bir yüzeye tutulur ve sesüs­
bir m addenin içindeki çatlakları ortaya çıka­ tü frekanslarda titreştirilirse malzemeyi hiç
rabilir; bu vurularla çelik levhaların ya da boru­ dönm eden deler. İki metal parça, düz bir
ların kalınlığı ölçülerek paslanma ya da çürüme destek ile yuvarlak bir basınç kafası arasında
sonucu ne kadar aşındıkları belirlenebilir. sıkıştırılarak sesüstü kaynağıyla birbirine kay-
Sesüstü dalgalar insan etinde ve yumuşak naştırılabilir. Bir transdüktör yardımıyla tit­
dokularda da yol alabilir ve hekim lerce iç reştirilen basınç kafası iki metalin birbirine
organların ve dokuların görüntüsünü elde yüksek hızda sürtünmesini sağlar. Ortaya
etm ekte kullanılabilir. Bu amaçla kullanılan çıkan sürtünm e ısısı metali eriterek parçaları
transdüktörler piezoelektrik tiptendir ve 1 birbirine kaynaştırır. Sesüstü delme ve kay­
milyon H z’lik frekanslarda çalışır. Sonuç, bir nak için m agnetik büzülmeli transdüktörler
ekranın (katot ışınlı lamba) üzerinde görüle­ kullanılır.
bilir (bak. E l e k t r o n ik ) . Düşük güçlerdeki
sesüstü dalgaların vücut üzerinde herhangi bir SEUL, Kore C um huriyetinin başkenti ve en
zararlı etkisi olmaz, bu nedenle muayene büyük kentidir. Kore Y arım adasının orta
(inceleme) ve teşhiste (tanıda) rahatlıkla kul­ bölüm ünde, Sarı D eniz’den 60 km içeride,
lanılabilirler. Urların ve kandaki pıhtılaşm a­ H an Irmağı üzerinde kurulm uştur. Büyük
ların varlığını saptam aya yarayan ve tarayıcı Barnaby's
adıyla anılan aygıtlarda da (bunlarla bütün bir
vücut taranabilir) sesüstü dalgalar kullanılır.
Bebek bekleyen anneler, bebeklerinin sağlıklı
bir gelişme gösterdiğinden emin olabilmek
için ültrason denen sesüstü tarayıcılarla m ua­
yene edilir. Hekim ler son zam anlarda gelişti­
rilen aygıtlardan yararlanarak, vücut içinde
yer alan süreçlerin hareketli görüntülerini
elde edebilm ektedirler.
Transdüktörün çıkış gücü artırılarak sesüs­
tü dalga demeti bir laser demeti gibi yoğunlaş­
tırılabilir (bak. LA SER). B u biçimdeki sesüstü
dalgalar cerrahide kullanılabilir. Sesüstü dal­
galar yumuşak dokulardaki urları ve hücre yı-
ğışmalarını yok edebildiği için özellikle beyin S e u l 'd e , e sk i k e n tin o n a r ılm ış g ü n e y k a p ısı.
SEURAT 153

bölümü tepeler ve dağlarla çevrilmiş çanak fabrikaları vardır. Gelişmiş bir basım ve
biçiminde bir havzada yer alan Seul, 1394’te yayım sanayisi de kurulm uştur. Seul Ulusal
K ore’nin başkenti oldu. Kenti korum ak am a­ Üniversitesi’nde ve öbür yükseköğrenim ku­
cıyla çevresine, çok büyük kapıları olan yük­ m rularında çok sayıda öğrenci eğitim görür.
sek surlar örüldü. Yi hanedanı dönem inde, Ne var ki, hızlı ekonomik gelişme sonucu Seul
bazıları günüm üzde de kenti süsleyen saraylar dünyanın en büyük nüfus yoğunluğuna sahip
yapıldı. kentlerinden biri durum una gelmiş, kentte
Kent surları zamanla yıkıldıysa da, büyük ağır trafik sorunları, su ve hava kirliliği baş
giriş kapılarından bazıları hâlâ ayaktadır. göstermiştir. 1988 Olimpiyat Oyunları Seul’
1894-95 Çin-Japon Savaşı’nın sonuna kadar de yapılmıştır.
kent alanı fazla genişlememişti. Savaşı kaza­ Kentin nüfusu 9.639.110’dur (1985).
nıp Seul’ü işgal eden Japonlar, kentin güne­
yinde, güney kapısıyla H an Irmağı arasında SEURAT, Georges (1859-1891). Fransız
bir demiryolu merkezi kurdular. Japonlar’ın ressam Georges Pierre Seurat, 19. yüzyıl
yerleştiği bu bölge, kurulan demiryolu atölye­ sonlarında gelişen Geç İzlenimcilik A kım ı’nın
leri, elektrik santralı ve fabrikalarla bir sanayi öncüsüdür. Resim lerinde, saf renklerin birbi­
merkezi oldu. Kore II. D ünya Savaşı sonun­ rine karıştırılmadan tuvale küçük noktalar
da, 1945’te Japon egemenliğinden kurtuldu. halinde sürüldüğü noktacılık (pointilizm) tek ­
1948’de ülke, Kore D em okratik Halk Cum ­ niğini uyguladı.
huriyeti (Kuzey Kore) ve Kore Cumhuriyeti Seurat Paris’te, Güzel Sanatlar Yüksek-
(Güney Kore) olarak ikiye bölündü. okulu’nda resim öğrenimi gördü. 1883’te ilk
Haziran 1950’de iki Kore devleti arasında kez desenlerini sergiledi. İzlenimci ressamla­
başlayan savaşın üçüncü günü Güney K ore’ rın tablolarında parlak renkler ve kısa fırça
nin başkenti Seul işgal edildi. Savaşa Birleş­ darbeleriyle yarattıkları titreşen gün ışığı izle­
miş M illetler kuvvetlerinin katılmasıyla kent niminden çok etkilendi (bak. İZLENİMCİLİK).
birkaç kez el değiştirdi ve büyük yıkıma 1886’da İzlenimciler’in son sergisine katıldıy­
uğradı {bak. KORE CUMHURİYETİ). sa da, onların resim anlayışını tam olarak
1953’teki ateşkesten sonra kentin yeniden benimsemedi. H erm ann von Helm holtz ve
onarım ı başladı. Günüm üzde gelişmiş bir M ichel-Eugene Chevreul gibi bilim adam ları­
sanayi m erkezi olan kentte, gıda sanayisinin nın ileri sürdüğü renk kuram larıyla ilgilendi,
yanı sıra dokum a, lastik, makine ve kimya deneylerini inceledi. Bir resme başlam adan

Rizzoli International Publications, Inc.

Seurat 1884'te en ünlü


yapıtlarından
Asnieres'de Banyo adlı
tablosunu Salon
Sergisi'ne gönderdi.
Sergi jürisince geri
çevrilen bu yapıt, aynı yıl
Bağımsız Sanatçılar
Derneği'nin Salon des
Independants
sergisinde yer aldı.
154 SEVİLLA

önce çok sayıda karakalem , suluboya ya da


yağlıboya desen ve taslak üzerinde çalıştı.
Dikkatle seçtiği renkleri küçük noktalar biçi­
minde yan yana getirerek yaptığı deneylerle,
yaratabileceği etkileri araştırmaya başladı.
Seurat 32 yaşında öldüğünde ardında hepsi
de birer başyapıt olan 7 tablo 40 küçük resim
ve desen, yaklaşık 500 çizim ve birkaç taslak
defteri bıraktı. En çok tanınan yapıtlarından
Grande Jatte A d a sı’nda Bir Pazar Günü,
Öğleden Sonra (1884-86) Chicago Sanat Ens-
titüsü’nde, A snieres’de Banyo (1883-84) Lon­
dra’da Ulusal G aleri’dedir.

SEVİLLA, Ispanya’nın güneyindeki Endülüs


bölgesinin en önemli kentidir. Atlas Okyanu-
su’na 80 km uzaklıktaki Guadalquivir Irm ağı’
nın halicinde kuruludur. Vadinin alçak kesim ­
lerinde yer alan Sevilla’nın yazları çok sıcak
geçen ılıman bir iklimi vardır.
Sevilla’nın her bölgesinde İspanya tarihin­
den izler görülür İşbiliye adıyla M üslüman
İspanya’nm başkenti olan Sevilla, daha sonra
Ispanya’nın Y enidünya’ya açılan keşif seferle­ Burton HolmesiEwirıg Gal!oway
rinin de başlangıç noktası oldu. Sevilla bir Sevilia'da, M agripliler'ce minare olarak yapılan ve
zam anlar Hispalis adında bir Rom a kentiydi. sonradan çan kulesine dönüştürülen Giralda, adını
tepesinde bulunan G ira ld illo 'ö a n ("küçük rüzgâr
Bu dönem den kalma Rom a yapılarının kalın­ g ü lü ") alır.
tıları kentin dışında hâlâ görülebilir. D aha
sonra Rom a İm paratorluğu’nun çöküşünü iz­ suna düşen bu minare 1190’larda yapıldı. 16.
leyen uzun bir süre boyunca Vizigotlar’ın yüzyılda bir çan kulesine dönüştürüldü. A dı­
kurduğu krallığın başkenti oldu. Kuzey A fri­ nı, tepesindeki rüzgârgülünden alır. Dış yüzü
ka’dan gelen M üslüman A raplar’ın 711’de sarı tuğla ve taş kaplam adır. Ulu Cami 15.
başlayan egemenliği, Kral III. F ernando’nun yüzyılda yıkılarak yerine gotik üslupta Sevilla
1248’de kenti fethederek Hıristiyanlaştırması- Katedrali yapıldı. Büyük bölümü 1506’da
na kadar sürdü (bak. E n d ü l ü s E m e v İl e r î ; bitirilen bu katedral gotik kiliselerin en bü­
MAGRİPLİLER). yüklerindendir. M ihrabının arkasındaki pa­
D ar ve dolambaçlı sokakların, küçük no, ağaç oymacılığının en güzel örneklerin­
alanların bulunduğu kentin eski kesiminde dendir. Katedralin yan şapelleri işlemeli de­
Magrip mimarlığının güzel örneklerine rastla­ mir bölm elerle çevrilidir. K atedralde, arala­
nır. Beyaz, düz çatılı ve cumbalı evlerin, rında Sevilla doğumlu ressam Bartolom e Mu-
ortasında genellikle fıskiyeli bir havuz bulu­ rillo’nun (1617-82) tablolarının da bulunduğu
nan avluları vardır. K entteki önemli Magrip birçok değerli yapıt vardır. Büyük İspanyol
yapıları arasında, güzel salonları ve avlularıy­ ressam larından Diego Velazquez ve Francis­
la gösterişli Alcâzar Genil Sarayı, eskiden co de Z urbarân da (1598-1664) Sevilla do­
surların bir parçası olan ve bugün müze ğum ludur (bak. M u r il l o , B a r t o l o m e ; V e l a z -
olarak kullanılan, ırmak kıyısındaki 13. yüz­ QUEZ).
yıldan kalma Altın Kule sayılabilir. Sevilla’ Sevilla 16. yüzyılda İspanya’nın A m erika’
nın en ilgi çekici yapılarından olan Giralda, da kurduğu sömürgelerle yapılan ticaretin
bugün yıkılmış bulunan eski Ulu Cam i’nin başlıca merkezi durum una geldi. Ne var ki,
minaresiydi. Sevilla K atedrali’nin kuzeydoğu­ bir süre sonra yerini kıyıda bir liman olan
SEVR ANTLAŞMASI 155

Câdiz’e bırakm ak zorunda kaldı. Buna karşın amaçlarını gerçekleştirm ek için çaba harca­
Sevilla gene de İspanyol ürünlerinin önemli mayı sürdürdüler.
bir bölümünün yurtdışına satış noktasıdır. İtilaf Devletleri, M ondros M ütarekesi’nin
Buradan denizaşırı ülkelere şarap, turunçgil­ (30 Ekim 1918) imzalanmasından sonra A na­
ler, zeytin, can simidi ve şişe tapası olarak dolu ve T rakya’da giriştikleri işgal eylemleri­
kullanılan m antarlardan başka cıva, kurşun ne karşı oluşan direnişin güçlenemeyeceğini,
ve demir gibi m ineraller gönderilir. Sevil- paylaşma yolundaki amaçlarına ulaşmayı en­
la’da kenevir, jüt, tütün ve tarım m akineleri gelleyemeyeceğini düşünüyorlardı. Am a ulu­
üretilir, gemi yapılır. Kent eskiden beri çanak sal güçlerin birleşmesi ve etkili olmaya başla­
çömlek, porselen ve çinileriyle ünlüdür. ması işgal altında tuttukları İstanbul’daki
Sevilla’nın nüfusu 651.299’dur (1986). Osmanlı yönetimiyle bir an önce bir barış
antlaşması imzalanması yolundaki çalışmalara
SEVR ANTLAŞMASI (10 Ağustos 1920), I. hız kazandırdı.
Dünya Savaşı’nm galipleri olan İtilaf D evlet­ İtilaf Devletleri 19-26 Nisan 1920’de İtalya’
leri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmış­ nın San Rem o kentinde düzenledikleri bir
tır. Osmanlı Devleti topraklarının galip dev­ toplantıda Osmanlı topraklarının nasıl payla­
letler arasında resmen paylaşılması niteliğin­ şılacağı konusunda anlaşmaya vardılar ve
deki bu antlaşmayı Türkiye Büyük Millet bunu 11 Mayıs 1920’de Osmanlı yönetimine
Meclisi (TBMM) tanımam ış, Kurtuluş Savaşı’ bildirdiler. Ayrıca bu tasarının A nkara’da
nın başarıya ulaşmasıyla da uygulanma ola­ yeni toplanan TBMM tarafından da kabul
nağı kalmamıştır. edilmesi için girişimde bulundular. TBM M ’
İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı’nm biti­ nin böylesi bir tasarıyı görüşmeye bile yanaş­
m inden sonra toplanan Paris Barış Konfe­ madan reddetm esi karşısında baskılarını İs­
ran sın d a (1919) savaşta yenik düşen A lm an­ tanbul hüküm eti üstünde yoğunlaştırdılar.
ya, Avusturya-M acaristan ve Bulgaristan’a Hiçbir şey yapamayacak durum daki İstanbul
ağır koşullar içeren barış antlaşmaları imza­ hüküm eti ise küçük birkaç değişiklik önerisin­
latmışlardı. İngiltere, Fransa ve Rusya daha I. de bulundu.
Dünya Savaşı sürerken Osmanlı D evleti’nin Bu arada A nadolu’daki Yunan birlikleri de
topraklarını paylaşmayı öngören gizli antlaş­ Ege Bölgesi’ndeki işgallerini genişlettiler,
malar yapmışlardı. Rusya’da 1917 Ekim Dev- Trakya’yı da denetim leri altına aldılar. B u­
rim i’nden sonra işbaşına gelen yeni yönetim nunla güçlerini gösterm ek, direnişin sürmesi
savaştan çekilmiş ve gizli antlaşmaları da durum unda A nadolu’yu tümüyle işgal edebi­
açıklamıştı. Buna karşın İngiltere ve Fransa, leceklerini hatırlatm ak istiyorlardı. İstanbul
Yunanistan ile İtalya’yı da yanlarına alarak hüküm eti gelişmeler karşısında kendisine bı­

Beyazıt Devlet Kütüphanesi

Sevr
Antlaşması'nın
Osmanlı delegesi
tarafından
imzalanması,
10 Ağustos 1920;
Fransa.
156 ŞEYDİ ALİ REİS

rakılanlarla yetinm ekten başka bir şey yapa­ İstanbullu olan Şeydi Ali Reis babası gibi
mayacağını kesinkes anlayınca 10 Ağustos tersanede yetişti. 1522’deki Rodos seferine
1920’de Paris yakınlarındaki Sevres’de antlaş­ katıldı. Preveze Deniz Savaşı’nda (1538) Os­
mayı imzaladı. manlI donanmasının sol kanadına kom uta
Sevr A ntlaşm ası’na göre Osmanlı D evleti’ etti. 1551’de Trablusgarp’m alınmasında bu­
ne başkent İstanbul ve çevresi ile Trakya ve lundu. 1553’te M urad Reis’in yerine M ısır’da­
A nadolu’da küçük bir toprak parçası bırakılı­ ki Osmanlı donanmasının komutanlığına
yordu. İzmir merkez olmak üzere Ege Bölge- atandı. 1554’te donanm anın B asra’daki gemi­
si’nin kıyı kesimi ile M idye-Büyükçekmece lerini Süveyş’e götürm ek üzere Um m an Deni-
çizgisinin batısında kalan Trakya toprakları zi’ne açılan Şeydi Ali Reis fırtınaya tutularak
Yunanistan’a, Batı Akdeniz ile İçbatı A nado­ doğuya doğru sürüklendi ve H indistan’ın batı­
lu Bölgesi İtalya’ya, Güneydoğu A nadolu’ sında G ucerat kıyılarındaki D am âo (bugün
nun batısı ile Çukurova Fransa’ya veriliyor­ Dam an) limanına sığınmak zorunda kaldı.
du. Güneydoğu A nadolu’nun doğusunu da Gem ilerin geri dönem eyecek ölçüde yıpran­
içine alan Irak ile Filistin’de İngiltere’nin, ması, adam larının çoğunun da G ucerat sulta­
Suriye ve L übnan’da da Fransa’nın denetimi nının hizm etine girmesi yüzünden karadan
altında m anda yönetim leri oluşturuluyordu. yola çıkıp H indistan, Afganistan ve İra n ’ı
Doğu A nadolu’da ise bağımsız bir Erm eni geçerek İstanbul’a vardı. D ört yıla yakın
devleti ile özerk bir Kürt devleti kuruluyordu. süren bu yolculuğu sırasında gördüklerini
Boğazlar her türlü geminin geçişine açık M iratü’l-M em alik (“Ülkelerin A ynası”) adlı
durum a getiriliyor, denetimi de uluslararası yapıtında anlattı. 1558’de D iyarbakır tım ar
bir kurula bırakılıyordu. Osmanlı D evleti’nin defterdarlığına atanan Şeydi Ali Reis bu
I. Dünya Savaşı’nın başında kaldırdığı kapitü­ görevdeyken öldü.
lasyonlar yeniden tanınıyordu. Osmanlı D ev­ Kâtibi mahlasıyla şiirler de yazmış olan
leti’nin askeri gücü sınırlandırılıyor, İstanbul Şeydi Ali Reis ünlü astronom i bilgini Ali
ise bütünüyle silahsızlandırılıyordu. Aynı gün Kuşçu’nun Risâletü’l Fethiyye adlı yapıtını
İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanan birçok ek yaparak T ürkçe’ye çevirmiş, ayrıca
üçlü bir sözleşmeyle de A nadolu’da Osmanlı denizciler için ayrıntılı bir kılavuz niteliğinde
D evleti’ne bırakılan topraklar üzerinde eko­ olan M uhit adlı bir kitap kaleme almıştır.
nomik çıkar bölgeleri saptanıyor, dolayısıyla
bu yerler için tanınan egemenlik hakkı da SEYİR, bir gemi ya da uçağın bir yerden
fiilen ortadan kaldırılıyordu. başka bir yere giderken izlemesi gereken yolu
Sevr Antlaşması ilgili devletlerin onayından belirlem ek için kullanılan yöntem leri konu
sonra yürürlüğe girecekti. A m a Osmanlı D ev­ alan bilim dalıdır. Genellikle ırm ak, kanal ve
leti’nin parlam entosu olan Meclis-i M ebusan liman gibi dar ya da zor sularda seyreden bir
18 M art 1920’de dağıldığı için antlaşmayı gemiye yol gösterm ek anlam ına gelen kıla­
onaylam a olanağı yoktu. TBM M de böyle bir vuzluk deyimi bazen bir geminin kara görüş
antlaşmaya baştan karşı çıkmıştı. Antlaşm a alanı içindeki seyri için de kullanılır.
öbür devletlerin parlam entolarında da çeşitli Seyir görevlisi, izlemeyi tasarladığı rotayı
nedenlerle onaylanmadı. Yalnız Yunanistan norm al olarak harita üzerinde işaretler. R ota
antlaşmayı onayladı. Hiçbir zam an geçerlik doğrultusu, haritadaki rota çizgisiyle gerçek
kazanm ayan Sevr Antlaşması Kurtuluş Sava- kuzey ya da m agnetik kuzey doğrultusu ara­
şı’nın başarıya ulaşmasıyla anlamını yitirdi. sında kalan açıyla belirtilir. R ota üzerindeki
(.Ayrıca bak. KURTULUŞ SAVAŞI; LOZAN BARIŞ uzaklıklar genellikle deniz miliyle ölçülür; bir
ANTLAŞMASI; MONDROS M ÜTAREKESİ.) deniz mili 1.852 m etredir; 60 deniz mili bir
enlem derecesi oluşturur (bak. E n l e m v e
ŞEYDİ ALİ REİS (1 4 9 8 -1 5 6 2 ), ü n lü b ir O s ­ B o y l a m ).
m a n lI d e n iz c is id ir . B ir ç o k d e n iz s a v a ş m a k a ­ Bir gemi ya da uçağın rota açısı , o gemi ya
tılm ış , d e n iz c ilik a la n ın d a ilg in ç y a p ıtla r k a l e ­ da uçağın eksen doğrultusu ile cayropusulanın
m e a lm ış tır. gösterdiği gerçek kuzey ya da m agnetik pusu-
SEYİR 157

US
Ç izim deki sekstant kesitin d e, yıld ızd a n gelen b ir ışık
İlk kez 18. y ü z y ıld a İn g ilte re 'd e g e liş tirilm iş o lan kro n o m e tre , g em i
ışınının ön ce ö lçekli a y n a y a , o ra d a n y an sıyıp ufuk
s ey ir g ö re v lis in in b o y la m b e lirle m e k için k u llandığı ve z a m a n ı son
ayn a s ın a v e o ra d a n da g ö zlem cin in g özün e gelişi
d ere ce d o ğ ru g ö ste re n b ir sa a ttir. K ro n o m e tre n in ü zerine o tu rtu ld u ğ u
g ö rü lü y o r. G ö zle m c in in , ufku v e y ıld ızın yan sıyan
iki pirinç h alka, g e m i n e kad ar s a lla n ırsa s allan sın , kro n o m e tre y i yatay
g ö rü n tü sü n ü nasıl g ö rd ü ğ ü ise sağdaki d aire içinde
k o n u m d a tu ta r. gö sterilm iştir.

ölçekli ayna

u fuk aynası

Seyir görevlisi gem inin bulunduğu noktanın Sekstant, seyir görevlisinin Güneş ya da yıldızların
boylam ını hesaplayabilmek için, Güneş'in konumuna yüksekliğini ölçerek gem isinin bulunduğu enlemi
göre belirlediği gerçek saatle İngiltere'deki belirlem esine yardımcı olur. Güneş'in öğle
Greenvvich'ten geçen başlangıç m eridyenine (0°) konum uyla ufuk arasında kalan açıya meridyen
göre ayarlanmış olan kronom etrenin gösterdiği yüksekliği denir. A noktasındaki seyir görevlisinin
saati karşılaştırır. Başlangıç m eridyeninden doğuya ölçtüğü m eridyen yüksekliği (a açısı), bu seyir
ya da batıya doğru giderken geçilen her 15 boylam görevlisi B noktasında olduğunda ölçeceği
derecesi (15°) bir saatlik bir zaman d ilim in i tem sil m eridyen yüksekliğinden (b açısından) daha büyük
eder. Bu durum da seyir görevlisinin ölçeceği saat olacaktır. Bu açılar kullanılarak gem inin bulunduğu
farkının her saati başlangıç m eridyeninden 15° enlem hesaplanabilir.
uzaklığı gösterecektir.

la n ın g ö s te rd iğ i m a g n e tik k u z e y d o ğ r u ltu s u nir. Bunun için, düzenli aralıklarla aracın


a r a s ın d a k a la n a ç ıd ır. G e n e l o la r a k b u a ç ı, konum u “belirlenir” . Aracın konum unu be­
g e m ile r in a k ın tı v e r ü z g â r e tk is iy le , u ç a k la rın lirlemenin bir yolu, bilinen bir başlangıç
d a r ü z g â r e tk is iy le s ü r ü k le n m e s i h e s a b a k a t ı­ noktasından sonra alınan yol ve aracın rota
la r a k , r o t a d o ğ r u ltu s u n d a n f a r k lı o la r a k b e lir ­ açısı kullanılarak yapılan hesaplamadır. Bu
le n ir (bak. P u s u la ) . yöntem e parakete hesabı denir. Parakete ge­
A r a c ın ta s a r la n a n r o ta y a e n y a k ın o la r a k milerde belirli bir sürede alman yolu hesapla­
s e y r e d e b ilm e s i iç in s e y ir s ü r e k li b iç im d e iz le ­ mak için kullanılan bir aygıttır. Bazı gemiler­
158 SEYİR

de, alınan yolun ölçüm ünde deniz yatağından çizelgelerin yardımıyla bulunur. Konum belir­
yansıtılan ses dalgalarındaki D oppler etkisin­ lemek için yeryüzündeki iki seyir işaret nokta­
den yararlanılır {bak. D o p p l e r E TK İSİ). Gidilen sı kullanılabildiği gibi, böyle iki gözlem de
uzaklığı bulmak için, uçaklarda hava hız kullanılabilir.
göstergeleri kullanılır; ama uçağın kara üze­ Gem iciler, deniz trafiğinin yoğun olduğu
rinde aldığı yol, yerden yansıtılan radyo sığ kıyı sularında çarpışmaları önlem ek için
dalgalarındaki D oppler etkisinden yararlanı­ olduğu gibi, seyir amacıyla da radar kullanır­
larak da bulunabilir. lar (bak. R a d a r ) . Radarla seyir, gemideki bir
Konum belirlemek için kullanılan bir başka döner tarayıcıdan gönderilen radyo dalgaları­
yol, eylem sizlikle seyir sistem i' dir. Cayroskop nın çevredeki engellerden yansıyıp geri dön­
ve ivmeölçer kullanılarak uygulanan bu yön­ mesi için geçen zamanın ölçülmesine dayanır.
tem de, belirli bir başlangıç noktasından hare­ D öner tarayıcıdan gönderilen dalga dem etle­
ket ettikten sonra aracı etkileyen bütün ivme­ riyle gemi çevresinin bir görüntüsü elde edilir.
ler kaydedilir. İvmeler bilindiği zaman aracın Bu görüntü bir göstericide izlenebilir. R adar
hızı ve oradan da aracın konum u hesaplanabi­ göstericisinde televizyonda olduğu gibi bir
lir. Birçok ticari uçakta, birinin arızalanma ekran (katot ışınlı lam ba) vardır. Yansıyan
olasılığına karşı, birbirinden bağımsız iki ya dalgaların göstericinin ekranı üzerinde oluş­
da üç tane eylemsizlikle seyir sistemi bulunur. turduğu ışıklı noktalar hemen kaybolmaz ve
Konum belirlemek için araç dışındaki seyir taranan çevrenin tam bir görüntüsü ekranda
işaret noktalarından da yararlanılabilir. Ö rn e­ oluşur. Bu sisteme Plan Konum Göstergesi
ğin, gemi seyir görevlisi pusula yardımıyla, (PPI) denir.
deniz feneri ya da benzeri iki ya da daha çok Uçaklardaki radarlar askeri amaçların yanı
işaret noktasına göre kerteriz alır. Gemi ile o sıra, pilotların hava burgaçlarından sakınabil-
nokta arasında alman kerteriz harita üzerinde m elerine de yardımcı olur. Am a işlek havali­
bir çizgi olarak işaretlenir. İki kerteriz çizgisi­ manları çevresindeki hava trafiğini denetle­
nin kesiştiği nokta geminin bulunduğu konu­ mek için büyük ve güçlü yer radarları kullanı­
mu verir. Benzer bir biçimde, sürekli olarak lır. Yerleri titizlikle seçilmiş tarayıcılardan
radyo sinyalleri yayan vericiler olan radyobiy- sağlanan bilgi, hava trafiği denetim görevlile­
kınlar kullanılarak da konum belirlenebilir. rinin, sorumlu oldukları bölgede bulunan her
Bu yöntem gemilerde olduğu gibi uçaklarda uçakla radyo bağlantısını sürdürdükleri kont­
da kullanılabilir. rol kulesine aktarılır. Böylece uçaklar belir­
D aha gelişmiş ve karm aşık konum belirle­ lenmiş havayolu ağı içinde güvenli olarak
me sistemleri de vardır. Bu sistemlerde, yönlendirilir.
belirli zamanlarda bir çift radyo istasyonundan
gönderilen radyo sinyallerinin ne kadar za­ Seyir Yasaları
man farkıyla alındığı saptanarak konum belir­ Seyir güvenliğinin sağlanması, özellikle de
lenir. Uzaydaki seyir uydularının gönderdiği hava ve deniz ulaşımında çarpışmaların ön­
radyo sinyalleri de aynı biçimde kullanılabilir. lenmesi ve hava trafiğinin denetlenm esi am a­
Eskiden denizciler yollarını yıldızlara baka­ cıyla konulmuş olan, seyirle ilgili her konuyu
rak bulurlardı. Günüm üzde de yıldızlardan kapsayan seyir yasaları vardır.
yararlanarak seyir yöntemi yaygın olarak Denizlerde seyreden değişik tür gemilerin
kullanılır. Bu yöntem , bir gökcismiyle ufuk geceleri taşıyacağı ışıkların türü ve çarpışma
arasındaki açının bir sekstant (bak. DUYARLI tehlikesi karşısında nasıl hareket edeceği,
ÖLÇÜ ALETLERİ) kullanılarak ölçülmesine da­ D enizlerdeki Çarpışmaları Ö nlem ek İçin
yanır. “Yükseklik” olarak bilinen bu açıdan Uluslararası Kurallar’da ayrıntılı olarak belir­
yararlanarak gözlemcinin bu gökcisminin yer- lenmiştir. Bu kurallar denizyolu kuralları
yüzündeki izdüşümünden (tam altına düşen olarak bilinir. Eğer buharlı ya da m otorlu iki
yeryüzü noktasından) ne kadar uzakta olduğu gemi kafa kafaya ya da buna yakın bir
hesaplanabilir. Bu noktanın yeri gözlemin konum da karşılaşırsa her iki gemi de rotasını
yapıldığı zam ana bağlı olarak bir alm anaktaki sancağa (sağa) doğru değiştirmelidir. Birbiri-
SEYİR 159

nin yolunu kesecek biçimde yol alan buharlı


DENİZDE ya da m otorlu iki gemiden, ötekini sancak
(sağ) pruva (baş) yanında gören gemi yol
KARŞILAŞAN GEMİLER
ROTALARINI SANCAK YÖNÜNE vermek ve böylece öbür geminin önünü kes­
ÇEVİRİR V
mem ek zorundadır. Liman girişleri ya da
ırm aklar gibi dar suyollarında seyreden bütün
gemiler kıyı şeridini sancak yanma almalıdır.
Buharlı ya da m otorlu bir gemi, yelkenli
gemilerle karşılaştığında eğer yelkenli gemi
onu geçmiyorsa yelkenli gemiye yol verm eli­
dir. Eğer yelkenli1gemi m otorlu gemiyi geçe­
DAR KANALDA SEYREDERKEN
KIYI, SANCAK YÖNÜNE
cekse, başka bir gemiyi geçen her gemi gibi,
ALINIR bunu o geminin açığından yol alarak yapmak
zorundadır. îki yelkenli gemi birbiriyle karşı­
laşınca nasıl davranılacağı rüzgârın yönüne
göre belirlenir. Eğer gemiler rüzgârı farklı
GEMİLERİN ROIALARL BU GEMİ YOL VERİR yanlarından alıyorsa, rüzgârı iskele (sol) ya­
KESİŞİYÖR ^
nından alan gemi ötekine yol verir. İki gemi
BUHARLI GEMİ
YELKENLİ GEMİYE de rüzgârı aynı yandan alıyorsa, rüzgâra karşı
YOL VERİR
giden gemi rüzgâr yönünde gidene yol verir.
Manş Denizi’ndeki D over Boğazı gibi deniz
trafiğinin yoğun olduğu belirli yerlerde gidiş
yönlerini ayıran bir sistem uygulanır. Bu tür
yerlerde seyreden gemilerin karşı yönden
RÜZGÂRA KARŞI
gelenlerle karşılaşmasını önleyecek biçimde
GİDEN YELKENLİ düzenlenmiş tek yönlü rotalar belirlenmiştir.
RÜZGÂR YÖNÜNDE
GİDEN YELKENLİYE Bu tek yönlü rotaları kesmek zorunda olan
YOL VERİR
gemiler, geçişi olabildiği kadar dik bir açıyla
yapmak zorundadır.
Seyir durum undaki bütün gemiler (dem ir
RÜZGÂRI
atmamış, iskeleye bağlanmamış ya da karaya
SANCAKYÖNÜNDEN
ALANI YELKENLİYE
oturm amış olan gemiler), geceleri sancak
YOL VERİR yanında yeşil bir ışık, iskele yanında kırmızı
RÜZGAR bir ışık taşımak zorundadır. Bu ışıklar 5 km
öteden görülebilmelidir. Buharlı ya da m otor­
lu bir gemi pruva direğinin üzerinde ya da
önünde bir beyaz ışık taşır; eğer tekne 50
HAVADA m etreden uzunsa, ötekinden en az 4,5 m etre
yüksekte ve genellikle grandi direği üzerinde
aynı tür bir beyaz ışık daha taşır. Buharlı gemi
ışıkları denen bu ışıklar 10 km uzaktan
KARŞILAŞAN UÇAKLAR SAĞA DÖNER
görülebilmelidir. Bu ışıklar, uzaktan bakınca
tekne rotasının yaklaşık olarak anlaşılmasına
İNİŞE GEÇEN UÇAĞIN HEM YERDEKİ olanak vererek çarpışmaları önlemeye yar­
HEM DE HAVADAKİ ÖBÜR UÇAKLARA
GÖRE ÖNCELİĞİ VARDIR dımcı olur. Başka bir geminin çektiği gemiler
ya da denetim den çıkmış olan gemiler gibi
özel durum daki gemiler, kurallarda belirtilen
özel ışıklar kullanır. Açık havada ve sisli
havada kullanılacak ses işaretleri de kurallar­
la belirlenmiştir.
160 SEYİR

göre her uçuş, ya görerek uçuş (gündüz ve


açık havada uçuş) kurallarına ya da “kör”
uçuş (gece ya da görüşün zayıf olduğu koşul­
larda uçuş) kurallarına göre yapılmak zorun­
dadır. H er iki kural dizisi de uçuş yüksekliği,
iniş ya da kalkış izni ve havalimanına yakla­
şım gibi konularda nasıl davranılacağını belir­
leyen düzenlem eler getirmiştir.

Kılavuzluk
Kılavuzluk, genellikle liman girişleriyle ırmak
ve kanallar gibi zor sularda seyreden gemilere
yol gösterm ek dem ektir. Kılavuzun çalıştığı
sulara ilişkin özel bilgisi ve kılavuzluk izni
olması gerekir; küçük lim anlarda yerel balıkçı
ve kayıkçılar da kılavuzluk yapabilir. Am a
İstanbul, Southam pton, New York gibi büyük
lim anlarda ya da İstanbul Boğazı gibi önemli
suyollarında görev yapan kılavuzların yabancı
bir gemiye kaptanlık yapabileceklerini göste­
ren belgeleri olmalıdır. Kılavuzluk belgesi
alabilmek için deneyimli bir kılavuzun yanın­
da üç ile altı ay arasında çalışarak kılavuzluğu
öğrenm ek gerekir.
Kılavuz genellikle dümeni kendisi almaz;
ama kom utlar vererek izlenmesi gereken ro­
tayı belirler. Kılavuzluk hizmetinden yararla­
Quadrant Picture Library
nan geminin büyüklük ve türüne göre kılavuz­
Günümüzde m ikroelektroniğe dayalı teknolojinin
gelişmesi, önceleri yalnızca büyük gemilerde
luk ücreti belirlenir. Eğer kılavuz yönetimin­
kullanılan elektronik seyir donanım ının yatlarda da deki gemi karaya oturur ya da bir kazaya
kullanılabilm esini olanaklı kılmıştır. neden olursa geminin kaptanı sorum ludur;
ama bu durum a kılavuzun hatası yol açmışsa
Hava seyir yasaları da havacılığın bütün durum a göre kılavuz görevden alınabilir ya da
alanlarını kapsar; alçak uçuş, uçağın yüklen­ kılavuzluk belgesini kaybedebilir.
mesi, uçağın çalışması, m ürettebatın nitelikle­ Kılavuz, limanını avucunun içi gibi bilmeli­
ri, uçakta ve havalimanında bulunması gere­ dir. Gelgit durum unu, bir iskeleye, şamandı­
ken donanım , uçuş öncesinde ve uçuş sırasın­ raya ya da kayaya bakar bakmaz ya da belli
da gerekli olan belgeler gibi konuları dü­ bir yerdeki suyun renginden geminin bulun­
zenler. duğu yerin özelliklerini hem en söyleyebilme-
Çarpışm aları önlemeye yönelik uçuş kural­ lidir. Kılavuz, yüzünde hissettiği rüzgârdan,
larının ilkeleri denizcilikteki kuralların ilkele­ gemiyi götürdüğü palam ar yerinde suların geç
rine benzer. G enel olarak, iki uçak karşılaştı­ mi yoksa erken mi yükseleceğini anlar; şa­
ğında çarpışmayı önlem ek için, her ikisi de m andıraların ya da sudaki başka hareketsiz
rotasını sağa doğru değiştirir; arkadan yetişen cisimlerin çevresinde oluşan anafor ve dalga­
uçak öndekinin açığından geçer; rotaları kesi­ lanm alardan akıntının şiddetini bilir.
şen iki uçaktan, ötekini sağ yanında gören Kılavuz, yolu üzerindeki bir dizi işaretten
uçak yol verm ek zorundadır. İnişe geçen yararlanır ve gemiyi bir işaretten öbürüne
uçağın, ister havada ister yerde bulunsun, götürerek yol alır. D ar bir suyolunda seyre­
öbür uçaklar üzerinde öncelik hakkı vardır. den gemiyi yöneten kılavuzun en büyük
Uluslararası sivil havacılık anlaşm alarına yardımcıları deniz fenerleri, fener gemileri,
SEYŞELLER 161

şam andıralar ve kıyı boyundaki m inare, kilise


SEYŞELLER'E İLİŞKİN BİLGİLER
kulesi ya da fabrika bacası gibi yol gösterici
belirgin “işaretler”dir. Bu işaretlerden yarar­ YÜZÖLÇÜMÜ: 453 km2.
lanamayacağı sisli havalarda kıyıdan gelen NÜFUS: 67.100 (1989).
sesler ve hatta kıyı boyundaki fabrikaların YÖNETİM: İngiliz Uluslar Topluluğu'na bağlı, tek mec­
yaydığı değişik kokular kılavuza yardımcı lisli, tek partili cumhuriyet.
olabilir. Bu gibi koşullarda radar kılavuz için BAŞKENT: Victoria (Mahe Adası üzerindeki tek kent).
DOĞAL YAPI: Mercanadalarıyla birlikte toplam 89 ada­
büyük bir önem taşır. Gem inin radarından dan oluşur. En büyük ada Mahe'dir. Adaların üçte
gönderilen radyo dalgaları çevredeki kayalık­ biri dağlıktır.
lar, şam andıralar, kuleler ve başka gemiler­ BAŞLICA ÜRÜNLER: Kopra (kurutulmuş hindistancevizi
içi), tarçın yapraklarından çıkartılan yağ, tarçın,
den yansıyarak geri döner ve radar ekranının patchouli (parfüm yapımında kullanılır), vanilya,
üzerinde ışık lekeleri biçiminde görünür. guano (deniz kuşu gübresi).
Büyük limanlardaki kılavuzlar, kılavuz ge­ EĞİTİM: Dokuz yıllık ilköğretim parasız ve zorunludur.
misi adı verilen buharlı ya da m otorlu tekne­
lerde yaşarlar ve liman girişinin dışında bazen
haftalarca beklerler. Limana gelen geminin de yalnızca Praslin ve Curieuse adalarında
kaptanı eğer kılavuz istiyorsa, bunu radyo yetişir. Boyu 30 m etreye ulaşan ve meyveleri­
bağlantısıyla haber verir ya da özel bayraklar nin her biri 20 kg ağırlığında olan bu ağacın en
çekerek, belli ışıklar yakarak kılavuz gemisi­ ilginç özelliği, yakınında başka hiçbir ağacın
ne bildirir. O zaman kılavuz gemisi kılavuz yetişmemesidir.
isteyen gemiye yaklaşır ve denize indirilen Seyşeller’in 1500’lerde Portekizliler tarafın­
m otorlu küçük bir tekne, durup bir ip m erdi­ dan keşfedildiği sanılmaktadır. A m a Fransız-
ven sarkıtmış olan gemiye kılavuzu götürür. lar 1744’te adaları ele geçirerek sömürgeleşti-
Genellikle günlük gazeteleri ve gemi postasını rinceye kadar buralara yerleşen olmadı. A da­
da götüren kılavuz, gemiye çıkınca hem en lara, Fransa Kralı XV. Louis’nin maliye
kaptan köprüsüne gider ve geminin “kılavuz
kaptan” yönetiminde olduğunu gösteren kır-
mızı-beyaz kılavuzluk bayrağının direğe çekil­
mesini ister.
Dünyanın en eski kılavuzluk kurum u, L o n ­
d ra’daki Trinity H ouse’dır.

SEYŞELLER, ekvatorun güneyinde, A frika’


nın doğu kıyılarına 1.600 km uzaklıkta, Hint
O kyanusu’nda küçük bir adalar topluluğudur.
E n yüksek noktası 910 m etre olan M ahe,
Seyşeller’in en büyük adasıdır. Tüm adaların
toplam yüzölçümünün üçte birini kapsar.
D aha sonra büyüklük sırasıyla Praslin, Sil-
houette, La Digue ve açıklardaki mercanadalan
gelir. M ercanadalan düz olup deniz düzeyinden
ancak birkaç metre yüksekliktedir. Seyşeller’in
yıl boyunca fazla değişim göstermeyen yumuşak
ve sağlıklı bir iklimi vardır. Adalar kasırgaların
etki alanının dışındadır.
M ahe ve Silhouette adalarının tropik ağaç­
lardan ve çiçeklerden oluşan zengin bir bitki
örtüsü vardır. Kıyı kesimleri hindistancevizi
ağaçlarıyla kaplıdır. Hindistancevizi ağacının
özel bir türü olan coco de m er , dünya üzerin-
162 SEZAR

bakanı olan M oreau de Sechelles’in adı veril­


di. Napolyon Savaşlarından (1804-15) son­
ra Paris A ntlaşm ası’yla adaları ele geçiren İn-
gilizler, adını da Seychelles olarak değiştirdi­
ler. A dalar 1976’da İngiliz Uluslar Topluluğu’
na bağlanarak Seyşeller Cumhuriyeti adını
aldı.
A dalarda nüfusun büyük çoğunluğunu
Fransızlar ile onların M auritius ve Doğu
A frika’dan getirdiği kölelerin soyundan ge­
lenler oluşturur. A ynca İngiliz, Çinli ve Hintli
azınlıklar vardır. Bunlar daha çok ticaretle
uğraşır. Resmi dil Fransızca, İngilizce ve
Kreol dili olmakla birlikte, halkın büyük Mayıstan kasıma kadar alize rüzgârlarıyla serinleyen
bölümü Kreol dili konuşur. Nüfusun yüzde tro p ik iklim li kıyılar ve hindistancevizi ağaçları.
90’ı K atolik’tir. A dalarda yetişen başlıca
ürünler ekmekağacı, muz, sebze, şekerkam ı­ balık satılır. Nüfusun yaklaşık dörtte biri
şı, mısır ve kahvedir. A ynca dışarıya satm ak başkent Victoria’da yaşar. 1971’de M ahe’de
amacıyla hindistancevizi, kopra, tarçın ve uluslararası bir havaalanı açılmasından bu
vanilya üretilir (bak. HİNDİSTANCEVİZİ). Doğu yana gelişmekte olan turizm önemli bir gelir
A frika ülkelerine ve Sri L anka’ya tuzlanmış kaynağıdır. A ldabra M ercanadası’nda yaşa­
yan az sayıdaki dev kara kaplumbağası, yeşil
Seychelles Tourist Office kaplum bağa ve firkateyn kuşu, İngiliz Krali­
yet D erneği’nce korum a altına alınmıştır.

SEZAR bak. J ül Se z a r .

SFENKS, Eski Mısır ve Yunan mitolojisinde


insan başlı, gövdesi aslan biçiminde olan
gerçekdışı bir yaratıktır. Eski Mısır m itoloji­
sinde sfenksin insanları kötülüklere ve saldırı­
lara karşı koruyan güçlü bir yaratık olduğuna
inanılır, tapm aklara kralları ve tanrıları sim­
geleyen sfenks heykelleri yapılırdı. M ısır’daki
en ünlü sfenks heykeli G ize’de, Nil Irmağı
kıyısmdadır. Eski Krallık dönem inden (İÖ
3000-2180) kalma aslan gövdeli bu sfenksin
yüzü Kral K efren’in yüzüne benzetilmiştir.
Bir bölümü dev bir kaya kütlesinden yontul­
muş, bir bölümü de kesme taştan yapılmış,
yaklaşık 21 m etre yüksekliğinde ve 73 m etre
boyundadır. Doğuya, Nil Irmağı üzerinden
K ahire’ye doğru bakar.
G ize’deki Büyük Sfenks’in ayakları arasın­
da, doğan güneşe adanmış bir tapm ak ve
üzerinde 18. hanedandan genç Prens Tutmo-
sis’in başından geçen serüvenin kazılı olduğu
granit bir yazıt vardır. Yazılanlara göre prens
avlanırken yorgun düşer ve sfenksin gölgesin­
Mahe Adası'ndaki başkent V ictoria'da kent merkezi de uykuya dalar. Sfenks düşünde onunla
SHAKESPEARE 163

Eski Yunan mitolojisinde Thebai kentinin


dişi canavarı olarak anlatılan sfenks, ejderha
soyundan Ekhidna ve Typhon’dan doğan
O rthos adlı bir köpeğin kızıdır. Sorduğu
bilmeceleri bilemeyenleri öldüren bu sfenks,
sonunda Eski Y unan’ın ünlü kahram anı Oidi-
pus’un doğru yanıtı vermesi üzerine kendini
öldürür (bak. OİD İPUS).

SHAKESPEARE, VVilliam (15 4-1616). En


büyük oyun yazarlarından biri olarak değer­
lendirilen İngiliz şair William Shakespeare,
yarattığı karakterlerde insan doğasının en
değişmez özelliklerini benzersiz bir şiir diliyle
yansıtması dolayısıyla, yaşadığı yüzyıldan bu
yana her çağda ve her ülkede en sık sahnele­
nen oyunların yazarıdır. W arwickshire’da
Stratford-upon-A von’da doğan Shakespeare’
in bunca ününe karşın, yaşamına ilişkin bilgi­
ler çok azdır.
Babası ticaretle uğraşan bir işadamıydı.
Shakespeare büyük bir olasılıkla Stratford’da-
ki ortaokulda öğrenim gördü. 18 yaşınday­
ken, kendisinden yaklaşık sekiz yaş büyük
olan A nne Hathaway ile evlendi ve bu evlilik­
ten önce bir kızı, sonra biri oğlan öbürü kız
Büyük Sfenks Mısır'da, Kahire'nin 13 km ikizleri dünyaya geldi. Bu sıralarda Strat-
güneybatısında, Gize piram itlerinin yakınındadır. ford’u terk eden Shakespeare’in bundan sonra
1592’ye kadarki yaşamına ilişkin bilgi yok­
tur. Bu tarihte bir oyun yazarının yazdığı
konuşur, kum lara göm ülm ekte olan heykelini bir kitapçıkta Shakespeare’e değinilmesi, hat­
ve tapmağı kurtarırsa, krallığı prense verece­ ta onun başkalarının oyunlarını çalmakla suç­
ğini söyler. Prens uyanır uyanmaz işe koyulur lanması dolayısıyla, Shakespeare’in bu sırada
ve sfenksi örten kum lan temizletir. İÖ bir tiyatro topluluğunda yazar ve oyuncu
1425’te IV. Tutmosis adıyla kral olur. G ünü­ olarak çalıştığı bilinmektedir. Yılda ortalam a
müzde sfenks onu kum dan koruyan bir du­ iki oyun yazan Shakespeare kendi oyunların­
varla çevrilmiştir. da da küçük roller alıyordu. 1594’e gelindiğin­
Mısır’da kral başlı, aslan gövdeli daha de Cham berlain Topluluğu’nun önde gelen
birçok sfenks heykeli vardır. Luksor yakınla­ bir oyuncusuydu. Aynı yıl oyunlan yayımlan­
rında K arnak’ta yer alan Am on Tapınağı’na, maya başladı. Yazdığı oyunların başarısı üze­
tanrı A m on’u simgeleyen koç başlı sfenksle­ rine kazancı gittikçe artan Shakespeare’in
rin sıralandığı bir caddeyle ulaşılır. Kraliçe I. Elizabeth dönem inin sonlarında
Eski M ısır’daki sfenkslerin tüm ü erkekti. varlıklı bir yaşam sürdüğü, kendi oyuncu
Oysa İÖ 2000-1300 arasında A nadolu’da hü­ topluluğu için 1599’da L ondra’da yaptırılan
küm süren Hititler ve Eski Yunanlılar sfenks­ Globe Tiyatrosu’nun hisselerinin bir bölüm ü­
leri dişi yaratıklar olarak betimlediler. Kalın­ nü satın aldığı bilinm ektedir. L ondra’da bir­
tılardan anlaşıldığına göre A lacahöyük’te yer kaç yıl daha kalan Shakespeare, daha sonra
alan bir Hitit kentine kadın başlı, aslan S tratford’a dönerek burada yaşamaya başladı
gövdeli sfenkslerin beklediği bir kapıdan giri­ ve büyük bir olasılıkla son oyunlarını da
liyordu (bak. A l a c a h ö YÜ k ) . burada yazdı.
164 SHAKESPEARE

karakterleri” gibi gözükmemesiydi. Tersine,


bu karakterler bir oyunda değil de yaşamda
karşılaşıldığında görür görmez tanınacak ka­
dar gerçek kişilerdir. Aslında Shakespeare’in
kahram anlarından bazıları, o kahram anın yer
aldığı oyunu görmeyen kişilerce bile bilinir.
İriyarı, hoşsohbet, cana yakın bir adam olan,
eğlenceyi ve şarabı seven Sir John Falstaff
bunlardan biridir. Yazarın H enry IV (1597-
98) adlı oyununun birinci ve ikinci bölümle­
rinde genç Prens H al’in arkadaşıdır. Shakes­
peare H enry V’te (1598-99) Falstaff’ın nasıl
öldüğünü anlatan bir sahneye yer vermiş, ama
Kraliçe I. E lizabeth’in bu karakteri başka bir
oyunda gene görmek istemesi üzerine de
W indsoru n Şen Kadınları (The M erry Wives
o f W indsor\ 1600-01) adlı komedisinde Fals­
taff yeniden ortaya çıkmıştır. Shakespeare’in
karakterleri arasında özellikle ünlü olanlar­
dan biri de, tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi,
hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayan, her
Hulton Picture Library çağda yorum a açık bir kişiliği olan D anim arka
Shakespeare'in birçok portresi bulunm aktadır. Prensi H am let’tir. Acı çekmek ya da kendini
Ama bunlardan "D roeshout baskısı" aslına en
öldürerek bu acıyı dindirm ek arasında bocala­
uygun olanlarından sayılmaktadır.
yan H am let’in ikilemini, Shakespeare ünlü
“Olm ak ya da olmamak! İşte bütün sorun
Shakespeare’in, bir bölümü soylu bir genci bu!” dizesiyle dile getirmiştir.
öven, bir bölümü de bir kadına duyduğu Shakespeare’in H am let (1600-01), Macbeth
sevgiyi dile getiren Soneler9i (The Sonnets ; (1605-06) ve K ral L ear (K ing L ear ; 1605-06)
1609) son derece duyarlı ve zengin bir dille gibi trajedilerinde kahram anların asıl sorunu
kaleme alınmış şiirlerdir. kendi kusurları ya da zayıflıklarıdır. Bunlar
Shakespeare her biri birbirinden değişik çoğunlukla acımasızlık, hırs, kıskançlık, ben­
kom edi ve trajediler kaleme aldı. B ir Y az cillik gibi hoş olmayan özelliklerdir. Öte
Gecesi Rüyası (A M idsum m er N ight’s Dream ; yandan Shakespeare gene de öyle canlı karak­
1595-96) adlı kom edisinde, bazı kendi halinde terler yaratır, onların iç dünyasını ve acılarını
kişilerin dükü eğlendirm ek için bir oyun Associated. Press
sahnelemeye kalktıktan sonra iki lafı bir
araya getirem em eleri Shakespeare’in benzer­
siz güldürü yeteneğini ortaya koyar: T rajedi­
lerinde ise izleyicilerin tüylerini diken diken
eden bir gerilim yaratabilmiştir. Birçok başka
yazar ince esprili kom ediler, rom antik oyun­
lar, ürkütücü cinayet ve öç alma trajedileri,
büyü öyküleri yazmakta ustaydı. Am a hiçbiri
bunların tüm ünde birden Shakespeare kadar
başarılı olamadı.
Bu olağanüstü çeşitliliğin yanı sıra, izleyici­
lerin ve okuyucuların Shakespeare’in oyunla­
rında en çok hayranlık duydukları şeylerden S tratford-upon-A von'da Henley Caddesi'nde
biri, onun yapıtlarındaki karakterlerin “kitap Shakespeare'in doğduğu ev.
SHAKESPEARE 165

öylesine sevecenlikle sergiler ki, izleyiciler sahne işçilerin D ük Theseus’un düğün şöle­
onlara yakınlık duyar, başlarına gelenlere ninde oyunlarını oynadıkları sahnedir.
üzülür. Shakespeare’in böyle canlı karakter­ On İkinci Gece ( Twelfth N ight ; 1599-1600)
ler yaratm ası, oyunun öyküsü gerçekdışı bile de bir yanlışlıklar komedisidir. Kadın kahra­
olsa, kişilerin inandırıcı olduğu anlam ına ge­ man Viola’nın gemisi yabancı bir ülkenin
lir. K arakterlerin şiir diliyle konuşmaları bile açıklarında batar. E rkek kılığına giren ve
onların inandırıcılığını zedelemez. “C esario” adını alan Viola, ülkenin yöneticisi
D ük O rsino’nun hizm etine girer. E rkek kılı-
Komediler ğındayken D ük’e âşık olur. O rsino’nun âşık
Bir Y a z Gecesi Rüyası bir büyü ve yanlışlıklar olduğu zengin Kontes Olivia da “Cesario”ya
komedisidir. A tina yakınlarındaki bir koruda tutulunca durum karışır. G ene en komik
yollarını şaşıran dört sevgili, Periler Kralı sahneler, neşeli Sir Tobby Belch ve arkadaş­
O beron ile kavgacı hizm etkârı Puck’ın büyü­ larının Olivia’nın kendini beğenmiş ve süslü
süne kapılırlar. K entten bir grup işçi de, uşağı M alvolio’yu kandırm ak için oyun oyna­
gözden uzak bir yerde oyunlarını prova etm ek dıkları sahnedir.
için koruya gelir. O nlar da perilere katılırlar Venedik Taciri ( The M erchant o f Venice;
ve ortaya bir sürü karışıklık ve komik durum 1596-97) de bir komedi olmakla birlikte ciddi
çıkar. Sonunda her şey düzelirse de, en komik bölüm ler de içerir. Oyundaki kötü adam

1590'ların İngiltere'sinde tiyatrolarda izleyenlerin ayakta durdukları yerler 1 peni, oturacak yerlerin olduğu
bölüm ler 2 peni, soylulara ayrılan localar ise 1 şilindi. Bugün 1 şilin ile ancak bir telefon konuşması
yapılabilir.
166 SHAKESPEARE

açıklamaması üzerine, öfkeye kapılarak onu


sürgüne gönderir ve tüm servetini öbür kızları
G oneril ve Regan arasında paylaştırır. Oysa
iltifat dolu sözlerine karşın bu iki kardeş zalim
ve haindir. Çok geçmeden Lear onların ger­
çek yüzlerini görür. Fırtınalı bir gecede soka­
ğa atılan L ear, Cordelia’ya yaptığı haksızlığın
acısıyla çıldırmaya başlar. Sonunda onu kur­
tarm ak için geri dönen Cordelia da düşm anla­
rı tarafından öldürülür. Üzüntüden perişan
olan kral kızının ölüsüne sarılarak son nefesi­
ni verir.

Tarihsel Oyunlar
Shakespeare konularını İngiliz tarihindeki
Joseph Quincy Adams: "A L ifeofW illam Shakespeare ”. 1923 olaylardan alan birkaç oyun da yazdı. Bunlar­
Shakespeare'in birçok oyununun sahnelendiği dan ilki, rakiplerine ve düşm anlarına acımasız
Londra'daki Globe Tiyatrosu ortada sahnenin yer davranan kötü ruhlu ve kam bur Kral III.
aldığı bir açık hava tiyatrosuydu.
R ichard’ı anlatan K ral Üçüncü Richard'ın
Tragedyası’dır (The Tragedy o f K ing Richard
Yahudi tefeci Shylock’tur. Borç aldığı parayı III ; 1592-93). Kurbanları arasında Londra
ödeyemeyen tüccar A ntonio’dan, kendi vücu­ Kulesi’nde öldürülen iki genç prens de vardır.
dundan kesilecek yarım kilogram et ister. Yaşamını yitirdiği Bosworth Field Çarpışm a­
Shylock’un açgözlülükle bıçağını bilediği geri­ sın d a n bir gece önce prenslerin ve öteki
limli bir duruşm adan sonra A ntonio kendisini kurbanlarının hayaletleri uykusunda Rich-
savunan genç bir avukatın (bu aslında kılık ard ’a görünür.
değiştirmiş olan kadın kahram an Portia’dır) National Broadcasting Co.
zekâsı sayesinde kurtulur.

Trajediler
Shakespeare’in tüm oyunları arasında en çok
sahnelenen Rom eo ile Julieftir (Romeo and
Juliet; 1594-95). İtalya’nın V erona kentinde
yaşayan birbirlerine düşman ailelerin çocuk­
ları olan Rom eo ile Juliet’in, aileler arasında­
ki nefret yüzünden ölümle son bulan aşkları
anlatılır.
H a m lef te, babası öldükten sonra annesiyle
evlenen amcasının aslında babasının katili
olduğunu öğrenen D anim arka Prensi Ham let
derin bir acıya kapılarak öç almaya karar
verirse de, bunu bir türlü gerçekleştiremez.
Oyun, yalnızca amcası Claudius’un değil,
kraliçe ve H am let’in de öldükleri bir sahneyle
biter.
K ral Lear Shakespeare trajedilerinin en
korkuncu, ama belki de en önemlisidir. G u­
rurlu ve bencil olan yaşlı Kral Lear, sadık ve
sevgili kızı Cordelia’nın kendisini ne kadar Ünlü aktör Sir Laurence Olivier, Kral III. Richard
sevdiğini ablaları gibi abartm alı bir dille rolünde.
SHAW 167

Tarihsel oyunlarından bazıları bir dizi hileyle düklüğü ele geçiren Prospero’nun
oluşturur: The Tragedy o f King Richard II kardeşi A ntonio, adanın yakınında bir deniz
(1595-96; “Kral II. R ichard’ın Tragedyası”), kazası geçirir. Prospero büyü gücüyle kendisi­
H enry I V ü n iki bölümü ile H enry V. The Tra­ ne haksızlık edenleri cezalandırır. A m a daha
gedy o f Richard İT de güçsüz kral tahtından sonra onları bağışlar ve kızı M iranda’nm
vazgeçerek tacını IV. H enry adını alan Henry A ntonio’nun oğlu Prens Ferdinand ile evlen­
Bolingbroke’a bırakır. Ö bür iki oyunda, yeni mesine izin verir. Oyun Prospero’nun büyülü
kralın yönetimi sırasında sorunlar ve ayaklan­ değneğini kırması, büyü kitabını denize atm a­
m alar baş gösterir; bu sırada kralın öz oğlu sı ve tüm grubun düşmanlıkları geride bırakıp
Prens H al avare ve savurgan bir yaşam sürer. büyüyle onarılmış gemiyle İtalya’ya yelken
A m a babasının ölümüyle tahta geçerek açmasıyla sona erer.
V. H enry adını alan Prens H al’in dönem inde Shakespeare’in dilimize çevrilen öbür
düzen yeniden kurulur. V. H enry’nin orduları oyunları Yanlışlıklar K om edyası ( The Co-
Fransa’da büyük zaferler kazanır. H enry’nin m edy o f E rrors\ 1592-93), Hırçın K ız (The
Fransız prensesiyle evlenmesi her iki ülkeye Taming o f the Shrew\ 1593-94), Veronalı İki
de barış getirir. Centilmen (T w o Gentlemen o f Verona ; 1594-
Shakespeare’in, konularını Eski Yunan ve 95), Kuru Gürültü (M uch A d o A b o u t N o-
Rom a tarihinden alan oyunlarından en ünlüsü thing; 1598-99), Beğendiğiniz G ibi (As You
ise Julius Caesar' dır (1599-1600). Bu oyunda L ike It; 1599-1600), Troilos ile Kressida (Troi-
dürüst ve erdem li bir kişiliği olan Brutus, Jül lus and Cressida ; 1601-02), İyi Biten H er Şey
Sezar’ın kendisini Rom a im paratoru ilan et­ İyidir ( A l i s W eli That Ends Well; 1602-03),
mesini önlem ek amacıyla, arkadaşlarıyla bir­ Kısasa Kısas (M easure fo r Measure; 1604-05),
lik olup çok sevdiği Jül Sezar’ı özgürlük adına Othello (1604-05), A ntonius ile Kleopatra
öldürür. A m a bunun cumhuriyetin yok olm a­ (A ntony and Cleopatra; 1606-07), Coriolanus
sını önleyememesi üzerine de kendi canına (1607-08), Atinalı Timon (Tim on o f Athens;
kıyar. 1607-08) ve VIII. H enry' dir (H enry V III ;
1612-13).
"Mutlu Son"la Biten Oyunlar
Shakespeare yaşamının sonlarına doğru kötü­ SHAW, George Bernard (1856-1950). İr­
lük ve acıyı içerdikleri için tam olarak birer landa’nın Dublin kentinde, yoksul düşmüş bir
kom edi sayılmayan, ama ölümle değil de ailenin oğlu olarak doğan G eorge B ernard
bağışlama ve m utlu sonla bittikleri için trajedi Shaw, yazdığı kom ediler, denem eler ve eleşti­
de sayılmayan birkaç oyun yazdı. Bu oyunlar­ rilerle çağdaş edebiyat ve siyasete büyük
dan biri olan Kış M asalı' nda ( The W inter,s katkılarda bulunm uştur. Çocukluğunda aile­
Tale; 1610-11), Leontes adlı bir kral hiçbir sinin yakın çevresinde bulunan müzik öğret­
neden yokken karısı H erm ione’yi kıskanır, m eni, ona müzik sevgisini aşılayarak daha
karısıyla tüm ilişkisini keser ve bebek yaşın­ sonra başarılı bir müzik eleştirm eni olmasını
daki Perdita adlı kızının yabani hayvanlara sağladı. 16 yaşında okulu yarım bırakarak bir
yem olsun diye ıssız bir yere bırakılmasını emlak komisyoncusunun yanında çalışmaya
em reder. Perdita’yı bir çoban kurtarır ve başlayan Shaw, yaşamını yazar olarak kazan­
büyütür. Sonunda kız, babasına geri döner. mak için 1876’da annesiyle birlikte D ublin’
Kralın uzun yıllar boyunca pişmanlıkla andığı den L ondra’ya gitti. B urada, yarım kalan
ve öldü diye yas tuttuğu H erm ione de geri eğitimini British M useum ’un kütüphanesin­
döner, böylece sonunda geçmişin hataları den yararlanarak kendi çabasıyla tam am la­
bağışlanır. maya çalıştı. Bu dönem de yazdığı rom anlar
Fırtına'da ( The Tem pest ; 1611-12) ise olay, başarısız oldu.
düklüğü elinden alman Prospero’nun yöneti­ 1880’lerde siyasetle ilgilenmeye başlayan
mindeki bir adada geçer. Büyü gücüne sahip Shaw, yönetim de değişimin ve reform un ge­
Prospero, hava perisi A riel’i ve yarı insan yarı rekliliğine inanarak sosyalist oldu. Bu düşün­
canavar C aliban’ı yönetm ektedir. Yıllar önce celerin geniş kitlelere ulaşmasını ve daha iyi
168 SHELLEY

anlaşılmasını sağlamaya çalışan Fabian Der- ve A m erika sahnelerinde de büyük başarılar


neği’ne katıldı. 1880’lerin başında İngiltere’de elde etti. Türkçe’ye de çevrilen önemli yapıt­
kurulan Fabian Derneği günüm üzde de etkin­ ları arasında, Silahlar ve Kahram an (A rm s
liğini sürdürm ektedir. D em okratik bir sosya­ and the Man; 1894), Kandida ( C andida ,
lizmi amaçlayan dernek, bu hedefe ulaşmada 1897), H iç Belli O lm az ( You N ever Can Teli;
eğitimin önemine inanır. K onferanslar, tartış­ 1899), Caesar’la Kleopatra ( Caesar and Cleo-
m alar ve toplantılarla görüşlerini yaymaya patra; 1901); İnsan, Üstün İnsan (Man and
çalışır. Superman; 1903) ve B ir K adın Yarattım
Shaw’un ilgi alanı yalnızca siyasetle sınırlı (Pygm alion; 1913) sayılabilir. Shaw’un, daha
değildi. Güzel sanatları, müziği, tiyatroyu sonra özgün adıyla da Türkçe’ye çevrilen Bir
seviyordu. 1885’ten sonra birçok gazete ile K adın Yarattım adlı komedisi 1938’de sinem a­
dergiye kitap, resim, müzik ve tiyatro eleştiri­ ya uyarlandı ve Shaw bu filmle senaryo
leri yazmaya başladı. Çeşitli konularda çok dalında Oscar kazandı. Oyun 1964’te M y Fair
net ve açık düşünceler üretebilm e yeteneği L ady adıyla müzikal olarak yeniden filme
olan Shaw, başka insanların da olayları aynı çekildi. Ülkemizde de Benim Tatlı M eleğim
biçimde görebilmesini sağlamaya çalıştı. Bu­ adıyla gösterildi.
nu yapabilmenin en iyi yolunun oyun yazarlığı I. D ünya Savaşı’nda (1914-18) savaş karşıtı
olduğu düşüncesiyle kom ediler yazmaya baş­ görüşleri yüzünden eleştirilere hedef olan
ladı. İlk oyunu 1892’de sahnelendi. Toplum ­ Shaw, bu dönem de İngiltere ile yandaşlarının
sal içerikli ve insanların gerçekleri açıklıkla da Alm anlar kadar suçlu olduklarını, banş
görebilmesini sağlayacak oyunlar yazan konusunda hızla çalışmalara başlam ak gerek­
Shaw, bunları ağır bir dille değil, eğlenceli tiğini savundu. Savaşın ardından daha iyi bir
Topham
dünya kurabilm ek için eski düşünce ve yön­
tem lerin değiştirilmesi gerektiği düşüncesi
toplum içinde de ağırlık kazanmaya başladı.
Böylece, Shaw’un insanları düşünmeye yönel­
ten oyunları güncellik kazandı. Başyapıtların­
dan biri olan Jan D ark (Saint J o an; 1923) ilk
kez 1924’te sahnelendi. Zam anının en iyi oyu­
nu olarak kabul edilen bu yapıtta Shaw, ken­
dine özgü anlatımıyla Jan D ark ’ın kahram an­
ca yaşamını ve ölüm ünü öyküleştirmiştir.
Oyunun kazandığı başarı üzerine-, 1925’te No-
bel Edebiyat Ödülü Shaw’a verildi, ama o bu
ödülü geri çevirdi.
B ernard Shaw 94 yıllık yaşamının sonuna
kadar yazmayı, düşünsel ve siyasal yaşama
katkıda bulunmayı sürdürdü. Shaw’un Türk­
Bernard Shaw ABD 'li sinema oyuncusu ve çe’de yayımlanmış öbür yapıtları arasında
komedyen Danny Kaye ile bir sohbet sırasında. şunlar sayılabilir: A ndrocles ile A slan (An-
drocles and the Lion; 1912), Kırgınlar E vi
kom ediler biçiminde sundu. Shaw, oyunların­ (H eartbreak House; 1920), Bir Çuval İncir
da bir öykü anlatm anın yanı sıra, kendi (A pple Cart; 1929), Kara K ız (The A dventu-
görüşlerini de kanıtlamayı amaçladı. Bu gö­ res o f the Black Girl in H er Search fo r G od;
rüşler insanların inançlarını altüst ediyor, 1932), M ilyoner Kadın (The Millionairess;
rahatsız ve tedirgin olm alarına yol açıyordu. 1936).
Bu yüzden kısa sürede birçok eleştiriye hedef
oldu, am a çarpıcı bir dille ve akıllıca yazılmış SHELLEY, Percy Bysshe (1792-1822). İn­
bu oyunlar izleyicilerce beğenilmekte gecik­ giltere’de Rom antizm A kım ı’nın tanınmış şa­
medi. Birçoğu İngiltere’nin yanı sıra Avrupa irlerinden Percy Bysshe Shelley, dünyada
SHELLEY 169

celerini paylaştığı insanlardan biri de, yazar


ve düşünür William G odw in’di. Bir süredir
karısından uzaklaşmış olan genç şair, Godwin’
in ve ünlü kadın hakları savunucusu Mary
W ollstonecraft’ın 16 yaşındaki kızı M ary’ye
âşık oldu. M ary’yle süren ilişkisi yüzünden
kansı H arriet 1816’da canına kıydı. Bu olay
Shelley’nin büyük bir bunalım geçirmesine
yol açtı. Bundan bir süre sonra Mary ile
evlendi.
Bu sırada Shelley 24 yaşındaydı. En güzel
şiirlerini, karısı M ary ve çocuklarıyla 1818
ilkbahannda gittiği İtalya’da yazdı. O rada
çok m utlu oldu. Büyük bir istekle okuyor,
yazıyor ve yeni dostlar ediniyordu. Bunlardan
biri de gene bir şair ve özgürlük âşığı olan
Lord Byron’dı. Shelley aralarındaki dostluğu
anlatan “Julian and M addalo” adlı bir de şiir
yazdı. İtalya’da yazdığı uzun şiirlerin en
ünlüsü ise Prom etheus U nbound'dm (1820;
“Zincirleri Çözülmüş Prom etheus”). Shelley
National Portrait Gallery, Londra
bu şiirde, göklerden çaldığı ateşi insanlara
Percy Bysshe Shelley, İngiltere'de Romantizm
Akım ı'nın tanınmış şairlerindendir. getiren Prom ete’nin öyküsünü anlatan Yunan
efsanesini yeniden ele alıyor, böylece insanlı­
kötü olan ne varsa hepsinin değişeceği, böyle­ ğın geleceğine duyduğu um udu ve sevinci bu
ce insanların kötülüğün ve bencilliğin pençe­ eski öyküyü kullanarak dile getiriyordu.
sinden kurtularak özgürlük ve sevgi içinde “A donais” adlı şiiri ise 1821’de ölen şair John
yaşayacağı günlere özlem duyuyordu. Kendi Keats için yazılmış bir ağıttır (bak. K e a t s ,
deyimiyle, şiirinin “geleceği haber verm esini” J o h n ; L o r d B y r o n ) .
ve insanlığı bekleyen güzel günleri m üjdele­ Shelley daha çok kısa şiirleriyle tanınır.
mesini istiyordu. “To a Skylark” (“Tarlakuşuna”) adlı şiirde,
Soylu ve varlıklı bir toprak sahibinin oğlu bir yaz günü masmavi gökyüzünde uçan bir
olan Shelley, E ton College’da öğrenim görür­ tarlakuşunun coşkulu cıvıltısını betimler. Dili­
ken kurallara uymaması yüzünden başı epey­ mize “Karayele G azel” adıyla çevrilen “Ode
ce derde girdi. Bu okuldan sonra Oxford to the W est W ind”de ise şair güçlü ve azgın
Ü niversitesine girdi. Din konusundaki aykırı karayele seslenir:
düşünceleri yüzünden, orada da beş aydan
Sen ey azgın Karayel, Güzatının soluğu,
fazla kalam adı ve atıldı. Hışım, haberin senin kurumuş yapraklara
Bütün bunlardan sonra Shelley’nin babası Tut ki tayfı yıldıran büyücünün buyruğu,
Önün sıra koşarlar bu sarı, sayrı, kara,
ona para vermeyi reddetti. Shelley, dört kız Bu alhummalı sürü; şeytan arabasıyla
kardeşinin onun için biriktirdiği cep harçlığıy­ Şensin kapıp kaçıran karakış yataklara
la geçinmek zorunda kaldı. Parayı ona kız Uçarı tohumları, düğüne kırk gün kala
kardeşlerinin okul arkadaşı H arriet West- Sen ey azgın Ecinni, baskın çıkan Ecele,
brook getiriyordu. Harriet zamanla Shelley’ye Yıkan da sen, kuran da; beni n'olur bir dinle!
âşık oldu ve iki genç çok geçmeden birlikte Çeviri: Can Yücel
kaçarak İskoçya’da evlendiler. Bir süre her Keats gibi, Shelley de öldüğünde oldukça
şey yolunda gitti; biri kız öbürü oğlan iki genç yaştaydı. 30. doğum gününden hem en
çocukları oldu. Okul günlerinden beri şiir önce, İtalya’daki Livorno açıklarında yaka­
yazan Shelley’nin bu dönem de ilk uzun şiiri landığı bir fırtınada teknesinin batması sonu­
yayımlandı. O yıllarda en beğendiği ve düşün­ cu boğularak yaşamını yitirdi.
170 SHENYANG

SHENYANG, Ç in’in kuzeydoğusunda, Man- yazar Sir A rthur Conan Doyle’un düş ürünü
çurya olarak bilinen bölgedeki Liaoning ilinin bir kahram anıdır. Bir bakıma Doyle, Holmes
başkentidir. 3.412.000 (1988) nüfuslu Shen- tipini tıp eğitimi gördüğü yıllarda tanıdığı
yang ya da Şenyang, M ançurya’nın en büyük D oktor Joseph Bell’i örnek alarak yaratmıştı.
kentidir. D oktor Bell, keskin gözlemciliği ve elindeki
Bir demiryolu merkezi ve büyük bir sanayi bilgilerden yararlanarak doğru sonuçlara
kenti olan Shenyang’da uçak, m akine, m etal, ulaşma yeteneği ile tanınıyordu. Sherlock
dokum a ve besin sanayileri vardır. M ançurya’ Holmes da akıl yürüterek doğru sonuca ulaş­
nın önde gelen kültür ve eğitim merkezi olan m akta gösterdiği başarıyla dedektif rom anla­
kentte birçok güzel müze bulunur. rının en ünlü kahram anlarından biri oldu
Shenyang’ın dar sokaklı eski iç kentinde (bak. D e d e k t if ).
bulunan birçok tarihi yapı arasında, 1625-37 Örneğin, ilk Holmes öyküsü olan Sherlock
dönem inde yapılmış olan im paratorluk sarayı H olmes: İntikam Tutkusu 9nda (A Study in
da vardır. Ö bür ünlü anıtlar arasında, Mançu Scarlet; 1887) H olm es’un D oktor W atson’la
im paratorlanna ait im paratorluk mezarları ilk kez karşılaşmaları ve Baker Caddesi
bulunur. Kentte R uslar’ın yaptığı bir bölüm
Hulton Picture Library
ile Japonlar’m yaptığı m odern sanayi ve
yerleşim bölgeleri vardır. Shenyang bölgesin­
de yazlar ılık geçer, tem muz ayı sıcaklık
ortalam ası 24°C’dir. Kışlar soğuktur; ocak ayı
sıcaklık ortalam ası —13°C’dir. Yıllık ortalam a
yağışın 660 mm olduğu bölge genellikle yazın
yağış alır.
2.000 yıl önce kurulmuş olan kent 10.
yüzyılda Shen adlı işlek bir ticaret merkezi
olmuş, daha sonra Shenyang adını almıştır.
17. yüzyıl başlarında M ukden adıyla Mançu-
lar’ın başkenti olan kent, 1644’te M ançular’ın
başkenti Pekin’e ( Beijing ) taşımasından sonra
da 250 yıl süreyle ikinci başkent olarak
kalmıştır.
M ukden bölgedeki Rus-Japon rekabetin­ S tra n d M ag azine dergisinde yer alan bir resimde
VVatson ve Sherlock Holmes karşı karşıya.
den büyük zarar görmüştür. 1890’larda bir
Rus askeri üssü olan kent 1904-05 Rus-Japon
Savaşı’nda büyük bir çarpışmaya sahne oldu. 22İB ’de ki, gerçekte olmayan ünlü evi paylaş­
1920’lerde Çinliler’in denetim ine giren kent maları anlatılır. W atson, Afganistan Savaşı’n-
1931-45 arasında yeniden Japonlar’m eline da yaralandığı için izinle L ondra’ya dönmüş
geçti. Ç in’de komünistlerin yönetime gelme­ askeri bir cerrahtır. Holm es, “sanırım Afga­
sinden sonra 1950’de kentin adı yeniden nistan’dan yeni geldiniz” deyince, W atson
Shenyang olarak değiştirildi. epeyce şaşırır. Birkaç hafta sonra Holmes bu
gözlemi nasıl yaptığını açıklar. “Akıl yürütm e
SHERLOCK HOLMES. Bir zamanlar Sher- süreci şöyle başladı: İşte, tipinden doktor
lock Holm es’un gerçek bir kişi olduğunu olduğunu sandığım bir bey, ama havasında
sanan pek çok kimse adresine m ektuplar askerce bir yan var. Öyleyse askeri doktor
gönderirdi. Bir keresinde, L ondra’ya gezme­ olmalı. Güneşli, sıcak bir ülkeden geldiği
ye gelen bir grup Fransız öğrenci ilk önce yüzünün yanıklığından belli. Bilekleriyse da­
nereyi görmek istedikleri sorulduğunda, hep ha açık. Dem ek ki derisinin doğal rengi koyu
bir ağızdan, “Baker Caddesi’nde Sherlock değil. Bitkin görünüşünden de anlaşıldığı gibi
Holm es’un evini” yanıtını vermişlerdi. G er­ büyük güçlüklerle karşılaşmış, hatta hastalan­
çekte ise ünlü dedektif Sherlock Holm es, mış olmalı. Sol kolundan yaralanmış. Bu
SICAKLIK 171

kolunu rahat kullanamıyor, tutuşu da doğal noktası ise 212 derecedir. Fahrenheit sıcaklık
değil. Pekâlâ, bir İngiliz doktor hangi sıcak ölçeği için °F simgesi kullanılır. K simgesi ise,
iklimli ülkede bu kadar sıkıntı çekmiş ve bilim adam larının kullandığı m utlak sıcaklık
kolundan yaralanmış olabilir? Kesinlikle A f­ ya da Kelvin ölçeği birimi olan kelvini gösterir
ganistan’da. Bütün bu düşünceler kafam dan (bak. L o r d K e l v in ) .
bir anda geçti.” Bir cismin sıcaklığı moleküllerinin titreşim
Conan D oyle’un tüm ü Strand M agazine hızına bağlıdır. M olekülleri ne kadar hızlı tit­
adlı dergide yayımlanmış dört uzun ve 56 kısa reşirse cisim o ölçüde sıcak, molekülleri ne
Sherlock Holmes öyküsü vardır. Bunlardan kadar yavaş titreşirse o ölçüde de soğuk olur
ilki 1891’de, sonuncusu ise 1925’te yayımlan­ (bak. Isı). M oleküller hareket halinde olduk­
dı. Öykülerin çoğu pek de zeki olmayan larından kinetik enerjiye sahiptir (bak. ENER­
D oktor W atson’un ağzından anlatılır ve her Jİ). Bir cismin sıcaklığı moleküllerinin ortala­
öyküde büyük dedektif Holm es, ustaca çö­ ma enerjisini gösterir. Eğer herhangi bir ci­
zümlerini W atson’a açıklamak zorunda kalır. sim, moleküllerinin tam am en hareketsiz hale
Öyküler birbirini izledikçe Sherlock H ol­ geleceği ve tüm hareket enerjilerini yitireceği
mes da halk arasında giderek daha çok bir noktaya kadar soğutulabilseydi, böyle bir
ünlendi. Holmes üzerine tek bir satır yazama­ noktada artık hiçbir iç enerjisi bulunmaz­
yacak kadar bu işten bıkan Conan Doyle, dı. Hiçbir cisim bundan daha soğuk olamaz.
öykülerinden birinde onu öldürm eye karar M utlak sıfır denen bu sıcaklık yaklaşık
verdi. Am a okurlarının büyük tepkisiyle kar­ —273°C’dir. M utlak sıfıra ulaşmak olanaksız­
şılaşınca, Sherlock H olm es’u büyük bir usta­ dır; am a bilim adamları bu noktanın derece­
lıkla yeniden yaşama döndürm ek zorunda nin milyonda biri kadar yakınma ulaşabilmeyi
kaldı. Sherlock H olm es’un Türkçe yayımlan­ başarm ışlardır (bak. DÜŞÜK SICAKLIKLAR Fİ­
mış öyküleri arasında Şerlok H olm es’in M ace­ ZİĞİ).
raları ; Dörtlerin Esrarı ( The Sign o f F our ; Aşağıda bazı olguların yaklaşık sıcaklıkları
1890), Şerlok H olm es’in A nıları ( The M em o- verilmiştir.
ries o f Sherlock H olm es ; 1893) ve Baskerviller’ °C
in Köpeği (The H ound o fth e Baskervilles ; 1902) Güneş'in yüzeyi 6.000
sayılabilir. Oksiasetilen alevi 4.000
Elektrik arkı 3.500
Tungstenin erime noktası 3.380
SICAKLIK, bir cismin ne kadar sıcak olduğu­ Elektrik ampulünün teli 2.500
Demir ve çeliğin erime noktası 1.500
nun ölçüsüdür. D erideki duyu alıcılarının Akkor sıcaklığı (metallerde) 1.300
yardımıyla bir cismin sıcaklığı konusunda Altının erime noktası 1.063
kabaca da olsa bir izlenim edinilebilir. Am a Kızıl sıcaklığı (metallerde) 900
Mat kırmızı sıcaklığı (metallerde) 700
sıcaklığın tam olarak bilinmesinin gerektiği Parlak kömür ateşi 600
işlerde ya da derinin dayanabileceğinden da­ Kurşunun erime noktası 327
Şekerin erime noktası 160
ha sıcak ve daha soğuk cisimlerin sıcaklığının Suyun kaynama noktası 100
ölçüm ünde term om etre kullanılır. Sanayi fı­ Tereyağın erime noktası 31
Buzun erime noktası 0
rınlarındaki gibi çok yüksek sıcaklıkların öl­ Cıvanın katılaşma noktası -3 9
çümünde ise pirom etrelerden yararlanılır Kuru buzun p.aza dönüşme noktası -7 8
(bak. PİROMETRE; TERMOMETRE). Havanın sıvılaşma nolctası -1 9 5
Sıvı oksijenin donma noktası -219
Term om etrenin üzerinde bir sıcaklık ölçeği Sıvı helyumun donma noktası —271
vardır. Pek çok ülkede kullanılan Celsius Mutlak sıfır -2 7 3
ölçeğine göre, buzun erim e noktası 0 derece,
suyun kaynam a noktası ise 100 derecedir. Ö bür bütün m em eliler ve kuşlarda olduğu
Santigrat olarak da adlandırılan Celsius sıcak­ gibi, insan vücudu da çevre sıcaklığından
lık ölçeği için °C simgesi kullanılır (bak. bağımsız olarak belirli bir sıcaklığı korur ve
C e l s i u s , A n d e r s ) . Bugün A B D ’de kullanıl­ bu sıcaklık pek az değişim gösterir. İnsanın
m akta olan Fahrenheit ölçeğine göre buzun norm al vücut sıcaklığı 36,9°C’dir. Norm al
erim e noktası 32 derece, suyun kaynama vücut sıcaklığı insandan insana ve ölçümün
172 SIÇAN

yapıldığı vücut bölgesine (ağız, kasık, koltuk­ gün ağırlıklarına yakın tohum , kök ve yaprak­
altı vb) göre çok hafif bir değişim gösterir. la beslendiklerinden tarım alanlarına bü­
İnsanlarda ve bazı hayvanlarda derinin yük zarar verebilirler. Aşırı çoğaldıklarında
altında yer alan yağ katm anları ya da gene neden oldukları zararlar da iyice artar. Kulak
bazı hayvanlardaki kıl ya da tüy örtüsü hızlı ısı tırm alayan tiz sesleri vardır.
kaybını önler. Vücut soğursa derideki kan Türkiye’de yaşayan sıçanlardan bayağı tar­
dam arları büzülür ve böylece kanın yüzeye la sıçanı (M icrotus arvalis) Ege Denizi ve
akışı kısıtlanır. Eğer vücut çok ısınırsa kan da­ Akdeniz kıyıları dışında yaygın ve iyi tanınan
marları genişler; kan, ışıma ve iletim yoluyla bir türdür. Bayağı orm an sıçanı ( Clethrio -
hızla ısı kaybedebilir. Terin buharlaşması da nom ys glareoulus) A nadolu’nun kuzey ve
deriyi soğutur. Birçok hayvan üşüdüğünde kuzeydoğu kesimlerindeki genişyapraklı ya
kıllarını ya da tüylerini kabartarak, tüyleri ile da karışık orm anlarda 2.000 m etre yüksekliğe
derisi arasında daha kalın bir sıcak hava kadar bulunur.
katm anının kalmasını sağlar. Üşüdüğüm üzde Avrupa ve A sya’ya özgü bir tür olan su
bizim de tüylerimiz aynı şeyi sağlamak için sıçanı (A rvicola terrestris) akarsu ve göl kıyı­
diken diken olur, ama bizimkiler çok kısa ve larının yanı sıra bataklıklarda ve tarım alanla­
seyrek olduğundan bunun bir yararı olmaz. rında da görülür. Uzunluğu, kuyruğu dışında
15-23 cm arasında değişir. Kalın ve koyu
SIÇAN. Sıçanlar keme ve farelerle akraba kahverengi postu suda uzun süre kalmasını
küçük kemirici m emelilerdir. Küt burunları, sağlayacak yapıdadır.
oldukça kısa kuyrukları, küçük göz ve kulak­ A yrıca bak. KEMİRİCİLER.
ları ayırt edilmelerini kolaylaştırır. Sıçanların
Avrasya, Kuzey A frika ve Kuzey A m erika’da SIFAT, varlıkların niteliğini gösteren ya da
bataklıklardan çayırlara, orm anlardan çöllere onu belirten sözcüklerdir.
kadar uzanan çeşitli yaşama ortam larına da­ Türkçe’de sıfatlar söz diziminde kesinlikle
ğılmış 80’i aşkın türü vardır. İçlerinden misk bulunması gereken bir nitelik taşımaz. Cüm ­
sıçanı (bak. MİSK S i ç a n i ) ticari değeri yüksek le örgüsü içinde isim türü sözcüklerin çeşit­
postuyla ünlüdür. Sıçanlar keme ve fareler­ li niteliklerini göstermek ya da belirtm ek
den farklı olarak genellikle yerleşim birimleri­ için yer alır. Bu amaçla da isimlerin önüne
nin dışında yaşarlar. Çayır otlarıyla kaplı getirilir. T ürkçe’de sıfatlar yapılarına göre
alanlarda açtıkları üstü kapalı yollarda dola­ üçe ayrılır: Yalın sıfatlar, türem iş sıfatlar
şır, fazla derin olmayan oyuklar kazarlar. H er ve bileşik sıfatlar. Herhangi bir yapım eki
almamış ya da başka bir sözcükle bileşmemiş
olan sıfatlara “yalın sıfat” denir (az, ç o k , iyi ,
b ir). İsim ya da eylem kök ve gövdelerinden
sıfat yapma ekleriyle türetilmiş olan sıfatlar
“türem iş sıfat”tır: Çiçek-li (bahçe), şeker-siz
(çay), ulus-al (dil), yap-ay (m adde), sevil-en
(insanlar), beş-inci (sınıf) bunlara örnektir.
“Bileşik sıfatlar” bileşik sözcük yapısındadır;
iki ya da daha çok sıfat ya da başka sözcük
türleriyle kurulur: A ğ ır+ başlı (insan),
açık-\-yürekli (insan), kara+ biberli (yem ek),
bir 4- kaç (gün), elden + dü şm e (araba),
gü n + görm üş (insan).

Sıfatların İşlevleri ve Anlamları


Tarla sıçanlarının genellikle üst bölüm leri kızıl Nitelem e sıfatları isimlerin biçimlerini, renkle­
kahverengi, alt bölüm leri beyazdır. Bitkisel
maddelerle beslendiklerinden tarım ürünlerine rini, durum larını, yerlerini, bağıntılarını ve
önem li ölçüde zarar verebilirler. buna benzer durum larını belirtir: Yuvarlak
SIĞ AÇ 173

(m asa), eğri (çizgi), m avi (deniz), kırm ızı -cık, -cak, -rak ekleridir: Ufacık, küçücük,
(şapka), gerçekçi (yaklaşım), kim yasal, fiz ik ­ yum uşacık, büyücek, ufarak.
sel (özellikler). Sıfatların ilk hecelerinin sonundaki ünsüz
Belirtme sıfatları , isimleri sayı belirterek, p , m, r, s ünsüzlerinden biriyle değiştirilerek
soru sorarak, gösterme yoluyla ya da belgisiz ya da ilk hecenin sonuna bu ünsüzlerden biri
olarak belirten sıfatlardır. Belirtm e sıfatları eklenerek pekiştirme yapılabilir: K ırm ızı/
da anlam ve işlevlerine göre dörde ayrılır: kıpkırm ızı, kara/kapkara, boş/bom boş, be­
G österm e sıfatları, soru sıfatları, belgisiz sı­ yaz/bem beyaz, temiz! tertem iz, çıplak!çır-
fatlar ve sayı sıfatları. çıplak, bütün!büsbütün, mavi!masmavi.
G österm e sıfatları (işaret sıfatları), isimleri
göstererek belirten sıfatlardır. Genellikle SIGAÇ. Pek çok değişik sığaç türü vardır;
isimlerden önce b u , şu, o sıfatları getirilerek ama bu m addede yalnızca elektrik sığaçları
gösterme olayı gerçekleştirilir: Bu (kitap), şu anlatılm aktadır. Elektrik sığaçlarına kapasi-
(araba), o (ağaç). tör ya da kondansatör de denir. Hava ya da
Soru sıfatları , isimleri soru yoluyla belirtir­ başka bir yalıtkanla birbirinden ayrılmış, ge­
ler: H angi (filmi seyrettiniz?), kaç (liranız nellikle m etal levha biçimindeki iki iletken­
var?), nasıl (bir insan?), kaçıncı (durakta ine­ den (buna dielektrik denir) oluşan sığaç,
cekler?), kaçar (elm a veriyor?). elektrik yükü depolam ak ya da saklam ak için
Belgisiz sıfatlar , isimleri belgisiz olarak kullanılır. (İletkenler, üzerinden kolayca
belirtirler: B azı (insanlar), bir (gün), bütün elektrik akımı geçebilen m addelerdir; yalıt­
(hayaller), birkaç (kilogram ), nice (yıllar), kanlar ise akım geçişine izin verm ez.)
fa zla (telaş), çoğu (zaman) gibi. Eğer metal levhalardan biri pilin bir ucu­
Sayı sıfatları , sayı isimleriyle kurulan ve na, öbürü de ikinci ucuna bağlanırsa, pil
ismin sayısını çeşitli biçimlerde belirten sıfat­ çok kısa bir süre için kendi üzerinden bir
lardır. Sayı sıfatları asıl sayı sıfatları, üleştir­ levhadan öbürüne elektron akışına (elektrik
me sayı sıfatları, kesir sayı sıfatları ve sıra sayı akımı) yol açar. Böylece bir levhada elektron
sıfatları olarak dörde ayrılır. fazlalığı, öteki levhada ise elektron eksikliği
A sıl sayı sıfatları isimlerin kesin sayısını ortaya çıkar ve sığaç yüklenmiş olur. Elektron
belirtir: B ir (lira), y ü z (gün), bin (asker), on fazlası olan levhadaki bu fazla elektronlar
m ilyon (buzdolabı). Üleştirme sayı sıfatları öbür levhaya atlamaya çalışır; ama iki levha
isimlerin sayılarını bölüştürülmüş biçimde be­ arasındaki yalıtkan bunu engeller. Bu neden­
lirtir: Birer (hafta), beşer (ceviz). K esir sayı le yüklü sığaçlar, kurulu saat zem berekleri
sıfatları , isimlerin sayılarını kesirli olarak be­ gibi, harcanmaya hazır belirli bir enerjiye
lirtir: Y ü zde kırk (faiz), y ü zd e iki y ü z (zam), sahiptir. Tıpkı kurulu yayın açılmaya çalışma­
dörtte bir (ekm ek). Sıra sayı sıfatları da sı gibi, yüklü sığaç da bir levhadan ötekine
isimlerin sıralam a ve bölümlem edeki yerlerini elektron akmasına izin vererek boşalmaya ya
belirtir: Birinci (sıra), onuncu (araba), ellinci A S E A Capacitors Ltd.
(yıldönümü).
Sıfatların çeşitli karşılaştırma dereceleri de
vardır. Bu “daha, çok, pek, en, kadar” gibi
belirteç ve ilgeçlerle oluşturulur: Yılan kadar
sinsi, tilki gibi kurnaz (eşitlik derecesi); en
güzel, çok çalışkan, daha sıcak, p e k kibar
(üstünlük derecesi).
Sıfatlar bazı eklerle anlam yönünden de
birtakım değişikliklere uğram aktadır. Sözge­
limi -ca , -m sı, -m tırak ekleri sıfatlarda yakın­
lık, benzerlik belirtir: G ü zelce, hınzırca, y a ­
Sanayide çok değişik tipten sığaçlar kullanılır.
vaşça, tenhaca , insanca, acım sı , tatlım sı, yeşi- Resimde görülenler elektronik aygıtlarda
limtrak. Sıfatlarda küçüklük belirten ekler ise kullanılm ak üzere tasarımlanmıştır.
174 SIĞIN

(M LEIDEN ŞİŞESİ
PİRİNÇ ÇÜBUK

KAPAK.

CAM ŞİŞE M U M LU

İÇ YÜZDEKİ
K ALAY YAPRAK
BAĞLANTI UCU

DIŞ YÜZDEKİ
K ALAY YAPRAK SABİT LEVHALAR

HAREKETLİ LEVHALAR
ZİNCİR SILINDIRIK YAPRAK SIGAÇ
Üç tü r elektrik sığacı vardır. Leiden şişesiyle saklanan elektriği boşaltmak için dış yüzdeki kalay yaprak
toprağa bağlanır ve pirinç çubuk, zincirin ucu iç yüzdeki kalay yaprağa değinceye kadar içeri doğru itilir.

da bir başka deyişle elektrik yükünden kurtul­ rınca toplanan sinyallerle girişimde bulunm a­
maya çalışır. Eğer bir iletken aynı anda her iki sını ve parazit yapmasını engeller.
levhaya birden değdirilirse, elektronlar yük Radyolarda, verici istasyonların yayınını
dengesini yeniden kurm ak üzere hızla sıçrar­ bulmak için değişken sığalı sığaçlar kullanılır.
lar, bu da bir kıvılcım oluşturur. Bir sığacın Değişken sığaç denen bu aygıtta iki dizi metal
saklayabileceği elektrik yükü m iktarına o levha vardır; bu dizilerden biri sabittir ve
sığacın sığası ya da kapasitansı denir ve farad öteki dizi döndürüldüğünde, levhaları sabit
denen bir birimle ölçülür. olanların arasına girer. H er iki dizideki levha­
Sığa ölçme birimi olan farad, İngiliz fizikçi lar birbirlerini tam am en örttüklerinde sığa en
Michael Faraday’dan gelir (bak. FARADAY, büyük değerini alır; hareketli levhalar sabit
M ic h a e l ) . Bir sığacın sığası, sığaçtaki yük olanların arasından çekildiğinde ise sığa en
m iktarının (coulomb birimiyle ölçülür) sığa­ düşük değerindedir. Sığaç levhaları birbirleri­
cın iki levhası arasındaki gerilime bölünm e­ ne göre doğru bir konum aldığında, sığa,
siyle bulunur. akortlu devrenin (rezonans devresinin) seçi­
E n eski sığaç tipi, 1745’te gerçekleştirilen len radyo istasyonunun frekansıyla rezonansa
ve 1748’de daha da geliştirilen Leiden şişesi­ gelmesini (seçilen radyo istasyonunun frekan­
dir. Bu sığaç, iç ve dış yüzeyi m etal kaplan­ sıyla uyumlu olarak titreşmesini) sağlayacak
mış bir şişe ya da kavanoz biçimindedir; bir değer alır.
şişenin camı yalıtkan işlevi görür.
E n yaygın kullanılan sığaçlar, 50 mm geniş­ SIĞIN, varlığını sürdüren en iri geyik türü­
liğinde ve birkaç m etre uzunluğundaki iki dür. G ünüm üzde Kuzey A m erika’nın ve Av­
ince m etal şerit ile bunların arasına yerleştiril­ rupa’nın kuzey kesimlerinde yaşayan ve mus
miş mumlu kâğıttan ya da benzeri bir yalıt­ olarak da bilinen bu türün erkekleri yaklaşık
kandan oluşur. Sandviç biçimindeki bu m al­ 2 m etre omuz yüksekliğine ve 800 kilogramı
zeme kendi üzerinde yuvarlanarak sıkıca sarı­ aşan ağırlığa erişebilir. H er yıl düşüp yenisi
lır ve küçük bir kutunun içine yerleştirilir; iki çıkan yayvan boynuzlarının uçları arasındaki
m etal şeritten her biri dışarıdaki bir elektrik açıklık 1,5 m etreye yaklaşır. Dişiler ve yavru­
kaynağı term inaline bağlanır. Küçük bir ha­ larda boynuzların yerine küçük tüm sekler
cim içinde büyük bir sığa sağlayabilen bu tip bulunur. Sığınların gövdelerini kaba ve kah­
sığaçlar, radyo ve televizyon alıcılarında, pi­ verengimsi kıllar örter. Başları dikdörtgen
kaplarda, radarlarda, örneksel (analog) bilgi­ biçiminde, sırtlan kam burdur.
sayarlarda ve başka pek çok elektronik aygıt­ Sığın (Alces alces) yaz boyunca yaşadığı sık
ta kullanılan yükselteçlerin (am plifikatör) en bitki örtüsüyle kaplı nemli orm anlarda sağlam
önemli elektronik devre elem anlarından biri­ yapısı sayesinde güçlük çekm eden dolaşır.
dir. Ö te yandan bu tür sığaçlar otomobil ve Yaşadığı ortam da en hızlı atlardan bile daha
elektrik m otorlarına takılarak bu m otorların hızlıdır. Y aprakları, ağaç kabuklarını, taze
yaydığı dalgaların radyo ve televizyon alıcıla­ sürgünleri ve su bitkilerini yer, kalın ve sarkık
SIĞIR 175

“buzağı” , kesim için ayrılmışsa “süt danası” ,


altı aylıktan bir yaşma kadar “dana” denir.
Bir yaşını geçen sığır dişiyse “düve”, kısırlaş­
tırılmışsa “tosun” adını alır. Damızlık olarak
ayrılan erkek sığıra “boğa”, yavrulayan dişi
sığıra “inek” , işe koşulan tosuna “öküz”
denir. Burma ya da eneme olarak bilinen
kısırlaştırma işlemi erkek sığırların daha uysal
hale gelmesini sağlayarak beslenmesini ve işe
koşulmasını kolaylaştırm akta, ayrıca daha iyi
semirmesine yol açmaktadır. Öküzler tarla
sürm eye, araba çekmeye, yük taşımaya yarar.
NHPAlStepherı Krasemann M otorlu tarım araçları yaygınlaştıkça çeki ve
Boynuzlarını örten, kan damarlarıyla kaplı kadifemsi yük hayvanı olarak eski önemlerini yitirm ek­
ölü deriyi atan bir sığın.
le birlikte, azgelişmiş birçok ülke ve yörede
hâlâ bu hayvanların gücünden yararlanılm ak­
üst dudaklarıyla yosunları ustaca toplar. Yaz tadır.
sonlarında dişileri elde etm ek için erkekler
arasında amansız savaşlar olur. Avcılar huş- Tarih Boyunca Sığır
ağacının kabuğundan yaptıkları borularla er­ İnsanlar uygarlığın başlangıcından bu yana
keklerin böğürme sesini taklit ederek bu sığır yetiştirmiş ve ülkelerinden göç ederler­
hayvanları tuzağa düşürürler. ken genellikle kendi geliştirdikleri sığır soyla­
Sığın yazın yalnız ya da küçük gruplar rını da gittikleri yerlere götürm üşlerdir. Eski
halinde yaşar, kışın daha geniş sürüler oluştu­ Mısırlılar daha İÖ 3500'de sığır yetiştiriyorlar­
dı. Eski M ezopotamya uygarlıklarında ise
rarak karları iyice ezip sıkıştırdıkları alanlar­
da toplanırlar. Dişi bahar aylarında 1-3 çelim­ sığırın kullanılması olasılıkla daha da eskiye
siz yavru doğurur. Yavrular üç yaşma kadar dayanm aktadır.
annelerinin yanında kalabilir. A vrupa’da yetiştirilen küçük yapılı ve çok
kısa boynuzlu ilk sığırların İÖ 2000’lerde
SIĞIR denince, dar anlamıyla, çok eskiçağ­ A sya'dan getirildiği sanılmaktadır. Zam anla
larda evcilleştirilerek özellikle etinden, sü­ A vrupa’nın çeşitli yörelerinde ayrı sığır soyla­
tünden, derisinden ya da gücünden yarar­ rı ortaya çıktı ve bu sığırlar yeni soyların
lanılan çifttoynaklı bir memeli türü olan geliştirilmesini sağladı. Örneğin İngiltere’yi
B os taurus anlaşılır. Am a sığır adı bazen yak İS 1. yüzyılda istila eden Rom alılar iri yapılı,
ve zebu gibi Bos cinsinin öbür üyelerini de beyaz postlu ve uzun boynuzlu sığırlarını,
kapsayacak genişlikte kullanılm aktadır. Sığır­ ardından Vikingler boynuzsuz sığırlarını ve
ların tümü gevişgetiren hayvanlar arasında 11. yüzyıldan sonra N orm anlar uzun boynuz­
yer alır (bak. GEVİŞGETİRENLER). Bu m addede, lu kırmızı sığırlarını yanlarında getirdiler. Bu
en iyi bilinen ve büyük ekonom ik önem soylar giderek birbirleriyle karıştı ve çeşitli
taşıyan B os taurus ile H int sığırı olarak da İngiliz sığır soylarının oluşmasına yol açtı.
tanınan zebuya (B os indicus) yer verilmiştir. Uzun bir süre A vrupa’ya egemen olan sığır
Aynı cins içinde sınıflandırılan tümüyle yaba­ yetiştirme anlayışına göre, yazın otlağa çıkarı­
nıl sığırlardan gaur (B os gaurus) ve kupro lan sığırların önemli bir bölümü sonbaharda
(B os sauveli) Güney A sya’da yaşar. taze otlar azalmaya başlayınca kesiliyordu.
G ünüm üzde sığır yeryüzünün hem en her Böylece çiftçiler ilkbahara, kışın besin azlığın­
yerinde bulunur. Sığır eti üretiminde ön dan zayıflamış az sayıda sığırla girmek zorun­
sıralarda yer alan A B D , A rjantin ve Avus­ da kalıyorlardı. Kış için yem üretm e ve
tralya’da sığırların yıl boyunca otlayabilecek­ saklama yöntemleri öğrenildikçe sığırlar yıl
leri çok geniş çayırlar vardır. boyunca yetiştirilmeye başlandı. Böylece ya­
Sığırın yavrusuna altı aylık olana kadar zın olduğu kadar kışın da iyi süt ve et veren
176 SIĞIR

soyların yetiştirilmesi sağlandı. (A yrıca bak. Zebunun kökeni ineğin kutsal bir hayvan
TARIM TARİHİ; TARIM VE HAYVANCILIK.) sayıldığı H indistan’a dayanır. Sarkık kulaklı
Kuzey A m erika, Avustralya ve Yeni Z e­ bu hayvanlar omuz ve boyunları üstünde
landa’da yerli yabanıl sığır yoktu. Buralara yükselen bir hörgüç sayesinde kolayca ayırt
yerleşen AvrupalIlar kendi sığırlarını yanla­ edilirler. Zebudan yararlanılarak geliştirilmiş
rında götürdüler. birçok melez sığır soyu vardır. Örneğin A B D ’
Kristof Kolomb tarafından 1493’te Batı nin Texas eyaletinden Latin A m erika, Avus­
H int A d a la n ’na, H ernân Cortes tarafından tralya, bazı A vrupa ve A frika ülkelerine
1519’da M eksika’ya götürülen ilk sığırlar yayılan ünlü Santa Gertrudis soyu zebu kanı
A B D ’nin yanı sıra G üney A m erika’da da taşır.
görülen iri yapılı ve uzun boynuzlu sığırların
ataları oldular. Sığır tarih boyunca insan Yapay Döllenme
yaşamına değişik biçimlerde katıldı. Örneğin Sığır doğal biçimde boğa ve inekleri çiftleşti­
geniş halk kitlelerini arenalarda toplamayı rerek üretilebileceği gibi, boğanın sperm ası­
sürdüren boğa güreşi, Eski Rom alılar döne­ nın yapay yollarla ineğe aşılanmasıyla da
m inde de yaygın bir gösteri biçimiydi (bak. üretilebilir. Bu ikinci yola yapay döllenme adı
Boğa GÜREŞİ). Öküzlerin çektiği arabalar G ü­ verilir. Bu biçimde doğan buzağılar normal
ney A frika’ya ilk gelen HollandalIlar ve İngi- yoldan doğan buzağılar kadar sağlıklı ve
lizler’in koloniler kurmasında çok büyük bir verimlidirler. Yapay döllenme sayesinde bir
rol oynadı. Kap Kolonisi’nden ayrılan Boer- boğanın çok sayıda ineği döllemesi, böylece
ler de büyük göçleri sırasında öküzlerden yüksek nitelikli boğalardan en iyi biçimde
yararlandı. yararlanılması sağlanır.
A nadolu’nun geleneksel öküz arabası olan
kağnılar yüzyıllar boyunca gıcırtılarıyla yolları Et Sığırı Soyları
doldurdu. Bu arabalar Kurtuluş Savaşı sıra­ Sırt ve butları iyi gelişmiş sığırların seçilerek
sında cepheye silah ve cephane taşırken top üretilmesi sonucunda et verimi yüksek sığır
arabalarına katırların yanı sıra gene öküzler soyları elde edilmiştir. Sırt ve but etleri sığırın
koşuldu. hızlı pişmeye uygun en değerli bölümüdür. Et
sığırlarının ortaya çıkmasını, büyüme sırasın­
Zebu da gövde oranlarının değişikliğe uğraması
Öküz gibi iyi bir yük hayvanı olan zebu sağlamıştır. Yeni doğan buzağının başı iri,
H indistan’ın yanı sıra birçok sıcak ülkede bacakları uzundur. Am a büyüdükçe gövdesi
yetiştirilmekte, sıcağa dayanıklı yeni sığır uzamaya ve kalınlaşmaya başlar. Böylece
soylarının elde edilmesinde kullanılm aktadır. başın ve bacakların gövdeye oranı küçülür.
Buzağının kemik oranı yüksektir. Büyüdükçe
ARDEA önce kas, ardından yağ dokusu gelişir. Sığırla­
rın et verimini yükseltmek için bu değişiklik­
lerin hızlanması sağlanır. Böylece hayvanlar
kısa sürede kesilecek ölçüde çabuk semirirler.
Günüm üzde eti az yağlı sığır soyları yeğlen-
m ektedir. Yeryüzünde tanımlanmış 280’e ya­
kın sığır soyundan 30 kadarı et sığırı olarak
sınıflandırılmaktadır. Bunların en iyi bilinen­
leri aşağıda belirtilmiştir.
Shorthorn. 18. yüzyılda İngiltere’nin kuze­
yindeki D urham ilinde geliştirilen bu soy
D u r ham adıyla da tanınır. Boynuzları kısa
(İngilizce short “kısa” ve horn “boynuz”
dem ektir), postu kırmızı, beyaz ya da bu iki
Zebu Hindistan kökenli bir sığır türüdür. rengin karışımıdır. Çabuk büyür, kolay yağla­
SIĞIR 177

nır ve iyi otlağa gereksinim duyar. A rjantin’ Lim ousin de Fransa kökenlidir ve İsviçre
deki büyük sürülerin birçoğu bu soydan olu­ kökenli Sim m ental gibi 1970’lerden başlaya­
şur. Ayrıca K anada, Avustralya ve Yeni rak çeşitli ülkelerdeki melezleme çalışmala­
Z elanda’ya götürülen ilk sığır soyudur. A B D ’ rında önemli bir yer edinmiştir.
de üretilen boynuzsuz bir tipi de vardır. Santa Gertrudis, Shorthorn ile zebunun
A n g u s , İskoçya kökenli siyah ve boynuzsuz melezi olan bir A B D soyudur.
bir soydur. Shorthorn’dan daha küçük yapılı
olmakla birlikte kötü beslenme koşullarına Süt Sığırı Soyları
daha iyi dayanır. Süt sığırlarının geliştirilmesi süt veriminin
H ereford. İngiltere’nin Hereford-W or- yükseltilmesine bağlıdır. İnekler ilk buzağıla­
cester ilinde üretilmiştir. Boynuzları iri, başı rını doğurduktan sonra sağılmaya başlar. İne­
beyaz, gövdesi kızıl üstüne beyaz lekelidir. ğin süt vermesi yeni buzağının doğum undan
Renginin hep aynı oluşu, hızlı gelişmesi ve birkaç hafta öncesine kadar sürer. Süt ineği­
olumsuz koşullara dayanıklılığıyla dikkat çe­ nin bir süt sağım dönemi normal olarak
ker. A B D ’de geliştirilen boynuzsuz bir tipi de 250-320 gün sürer. İyi koşullar altında çok iyi
vardır. Ayrıca Avustralya, Yeni Zelanda ve bir süt ineğinin süt sağım dönemindeki top­
Güney Am erika çayırlarında yaygın biçimde lam süt verimi 9.000 litreye ulaşabilir. Sağılan
yetiştirilmektedir. inek başına süt veriminin dünya ortalaması
G allow ay , adını üretildiği yer olan İskoç- 2.000 litre dolayında gerçekleşirken, Türkiye’
ya’nın güneybatısındaki yönetim bölgesinden de elde edilen ortalam a değerler ilgili kuru­
alır. Postu genellikle siyah, bazen esmer ya da luşlara göre 600-900 litre arasında değişmek­
beyaz lekelidir. Kalın postu soğuk ve nemli tedir.
yerlerde yaşamasını kolaylaştırır. A m a olduk­ Süt ineklerinin doğurduğu erkek buzağıla­
ça yavaş büyür. rın birkaçı ıslah çalışmaları için ayrılır. Bunlar
Charolais. Fransa kökenli bu soy 1960’ iyi süt ineği vermiş boğalarla iyi süt veren
lardan beri sığır yetiştiren hem en her ülkede ineklerin yavruları arasından seçilir. Böylece
yaygınlaşmıştır. İri yapılı ve beyaz postludur. iyi niteliklerin yavrulara geçme olasılığı artar.
Tüyleri oldukça kıvırcıktır. Yerli soyların et Bir yılda boğadan olacak yavru sayısı inekten
verimini yükseltmek için geniş ölçüde kulla­ doğana göre çok yüksektir. Bu nedenle süt
nılmaktadır. ineği yetiştirmenin en iyi yolu boğa seçmektir.
Farmers Weekl\: Srock Breeder

Üç ünlü et sığırı soyu (boğalar üstte, inekler altta): Fransa kökenli Charolais, İngiltere kökenli Hereford,
İskoçya kökenli Angus.
178 SIĞIR

Shorthorn sığırı
günümüzde yaygın
olarak Arjantin,
Avustralya, Kanada ve
ABD'de ye tiştirilir. Uzun
tüylü West Highland
sığırlarının da eti
değerlidir (boğalar üstte,
inekler altta).

IA /es t H ighland Shorthorn Farmer and Stock Breeder

Süt sığırı olarak sınıflandırılan 50 kadar soyun verimi en yüksek soydur. Am a sütünde kay­
en iyi bilinenleri aşağıda belirtilmiştir. m ak (yüzde 3,7) ve protein (yüzde 3,23) oranı
Jersey , adını Manş Denizi’ndeki Channel görece düşüktür. A B D ’de sayıları tüm öbür
A dalan’mn en büyüğü olan Jersey A dası’n- süt sığırlarından daha çoktur ve süt veriminin
dan alır. Küçük yapılı ve kısa boynuzludur. onda dokuzu bu hayvanlardan sağlanır. Ayrı­
Kulakları, burnu, bacakları ve kuyruğu daha ca saf kan olarak ya da m elezlenerek sığır eti
koyu renktir. Sütü çok yağlıdır ve sütünden üretim inde de önemli bir yer edinmiştir.
yapılan tereyağı genellikle oldukça koyu sarı İsviçre Esmeri. Asya kökenli sığırlardan
olur. Bu sarı renk yeşillikle beslenmeyen İsviçre’de geliştirilen bu soy Türkiye’de, ilk
ineğin sütünde bulunmaz. 18. yüzyılın sonla­ kez A vusturya’dan gelen m elezlerinden ötürü
rında Jersey A dası’na kesim amacı dışında M ontafon adıyla tanınmıştır.
sığır girişinin yasaklanması bu soyun geliştiri­
lebilmesini sağlamış, 1811’de ilk Jersey sürü­ Çok Amaçlı Sığır Soyları
lerinden biri İngiltere’ye satılmıştır. G ünü­ Gücünden yararlanılan 18 kadar soy dışında
müzde Jersey ineklerine birçok ülkede rast- kalan öbür sığır soyları et ve süt, et ve yük,
lanm aktadır. süt ve yük ya da et, süt ve yük sığırlarından
Guernsey de Channel A daları’ndan birinde oluşur. Bunlar arasında et ve süt sığırları
(G uernsey Adası) üretilmiştir. Jersey’den da­ günüm üzde daha büyük bir ekonomik değer
ha iri olan bu soyun da sütü sarı, et verimi taşım akta, daha yaygın biçimde tanınm akta­
düşüktür. Geniş ölçüde tereyağı üretimi yapı­ dır. E t ve süt sığırları nüfusun yoğun olduğu,
lan hemen her yerde yetiştirilir. hem süt hem de et sığırı sürülerine yetecek
A yrshire 18. yüzyılın sonlarında İskoçya’ otlakların bulunmadığı yörelerde yeğlenmek-
nın A yr ilinde üretilmiştir. Postu süt beyazın­ tedir. Bu soyların dişi buzağıları verecekleri
dan kiraz kırmızısına ve kahverengiye kadar süt için, erkek buzağılar eti için beslenm ekte­
değişir ya da bu renklerle alacalanır. Boynuz­ dir. Sürü içinde sütü öbürlerinden az olan
ları uzun ve kıvrıktır. Mandıracılığın geliştiği inekler genellikle iyi et sığırı verdiği bilinen
ülkelerde yaygın biçimde yetiştirilir. Sütü boğalarla çiftleştirilir; doğan erkek ve dişi bu­
peynir yapımına çok uygundur. zağılar eti için beslenir.
Holstein-Friesiarı , Holştayn ve siyah alaca Holstein-Friesian gibi süt, Shorthorn gibi et
adlarıyla da tanınır. H ollanda kökenli bu soy sığırlarının başka soylarla melezlenmesi sonu­
iri yapısı ve birbirinden keskin biçimde ayrıl­ cunda tanınmış et ve süt sığırları elde edil­
mış siyah beyaz renk lekeleriyle tanınır. Süt miştir.
SIĞIRCIK 179

A yrsh ire G uernsey İngiliz Friesian'ı


Farmer and Stock Breeder
Ayrshire ve Guernsey soyları süt sığırlarıdır. Guernsey soyu Jersey soyuna benzer. İngiliz Friesian'ı ise et
ve süt sığırı olarak değerlendirilen çift amaçlı bir soydur (boğalar üstte, inekler altta).

Türkiye'de Sığır (Sturnus vulgaris ) görmüştür. Sürü halinde


T ürkiye’de başlıca dört yerli sığır soyu vardır. yaşayan bu gürültücü kuş türü anayurdu
Bu soylar toplam sığır varlığı içindeki payları­ A vrasya’dan yeryüzünün birçok yerine götü­
na göre sırasıyla yerlikara (yüzde 33), Doğu rülmüş, günümüzde Kuzey A m erika’da yaşa­
A nadolu kırmızısı (yüzde 14), Güney A nado­ yan milyonlarcası 1890-91’de doğaya bırakı­
lu kırmızısı (yüzde 4) ve bozdur (yüzde 4). lan 100 kadar kuştan türem iştir. Bayağı sığır­
Sığır varlığının yüzde 15’ini, ayrı bir soy cık ilk bakışta siyah tüylü bir kuş olarak
sayılamayacak ölçüde birbirleriyle karışmış görülür. Am a parlak gün ışığında tüyleri
sığırlar, yüzde 30 kadarını İsviçre esmeri, mavi, yeşil ve m or renklerde parıldar. U zun­
siyah alaca ve bu soyların melezleri ile az luğu yaklaşık 20 cm, bacakları sarımsı kahve­
sayıda öbür kültür soyları ve melezleri oluş­ rengidir. Çıtırtılardan hırıltılara, şakımadan
turur. ıslıklara kadar değişen çok çeşitli sesler çıka­
Et ve süt verimini yükseltmek için 1925’te rır. Ö bür kuşların ötüşlerini, bazı hayvanların
Avusturya ve M acaristan’dan satın alman bağırtılarını taklit edebilirler. Gece olduğun­
Montafonlar ile 1958’de A B D ’den satın alı­ da nemli ve bataklık yerlerdeki sazlara, ağaç­
nan siyah alacalar oldukça geniş ilgi görmüş­ lara ya da çatılara toplu halde tünerler.
tür. 1958’de siyah alacaların yanı sıra Jersey, Sığırcıklar bahçelere gelen birçok kuştan iri
Angus ve H ereford soyları da Türkiye’ye olduklarından onları kaçırıp besinleri kendi
getirilmiştir. Özellikle Jersey soyu Karadeniz aralarında paylaşırlar. Toprağı gagalarıyla
Bölgesi’nde, 1970’te getirilen Simmental soyu eşeleyerek çıkardıkları telkurdu gibi zararlı
Doğu Anadolu Bölgesi’nde başarılı sonuçlar böcekleri yemeleri nedeniyle yararlı, tohum
vermiştir. Am a kültür soylarının ancak çok iyi ve meyvelerle de beslenmeleri nedeniyle za­
bakım ve beslenme koşullarında yüksek ve­ rarlıdırlar.
rimli olması, ekonom ik güçlükler içindeki Sığırcıklar genellikle ağaç kovuklarına yuva
yetiştiriciler arasında yaygınlık kazanmasını yapar. Am a kuş tüyüyle döşeli özensiz yuva­
engellem ektedir. larına taşların arasında, ot yığınları ve sarm a­
şıkların içinde de rastlanabilir. Bazen kov­
SIĞIRCIK. Kentte ya da kent dışında kuşlara dukları öbür kuşların yuvalarına da yerleşir­
dikkat eden hemen herkes bir bayağı sığırcık ler. Dişi, yuvaya uçuk mavi 5-7 yum urta
180 SIĞLA

larının tedavisinde kullanılır. Sığla yağının


çok eskiçağlarda M ısırlılar’ca mumyalama iş­
lem lerinde de kullanıldığı biliniyor. Bu yağın
bileşiminde, parfüm eri sanayisinde yararlanı­
lan bazı değerli uçucu bileşikler de vardır.
Ağacın gövdesinden kabukla birlikte kazına­
rak alman yağ ayrıldıktan sonra, geriye kalan
kabuk parçaları “günlük” ya da “buhur”
adıyla dinsel yapılarda tütsü olarak yakılır.
Bu yüzden ağaca yaygın olarak “günlük ağa­
cı” da denir.
Sığla en çok 20 m etreye kadar boylanabilen
ve çoğunlukla ilk bakışta çınarı andıran sık
Bayağı sığırcık genellikle ağaç kovuklarına yuva
yapar. Sık sık ağaçkakanların kovuklarına da yerleşir. dallı bir ağaçtır. Ağacın gövdesini ve dallarını
saran kabuk yaşlandıkça koyu renkli ve derin
çatlaklı bir görünüm alır. Yaprakları çok uzun
bırakır. Yavrular kahverengi tüylü, erişkinler saplı, beş loplu ve kenarları ince dişlidir;
kışın belirgin biçimde beyaz beneklidir. sonbaharda sarararak albenili renklere bürü­
T ürkiye’nin iç kesimlerinde üreyen, göç nür. E rkek ve dişi çiçekleri aynı ağacın
mevsiminde kıyı bölgelerinde de az sayıda üzerinde, ama ayrı küm eler halinde bulunur;
rastlanan ala sığırcık (Sturnus roseus) Asya erkek çiçekler dik başaklar, dişi çiçekler ise
bozkırlarında yaygın biçimde yaşar. Erişkin­ uzun saplı yuvarlak küm eler oluşturur.
lerin başı, boynu, gerdanı, kuyruğu ve kanat­
ları siyah, öbür bölümleri pembemsi be­ SIKIYÖNETİM, tem el hak ve özgürlüklerin
yazdır. geçici bir süre için sınırlandırıldığı ya da
A frika sığırcıkları genellikle parlak renkli­ tümüyle kaldırıldığı, kolluk görev ve yetkile­
dir. Örneğin görkemli sığırcığın ( Spreo super- rinin sivil yönetim den askeri görevlilere geçti­
bus) üst bölümleri parlak turkuvaz, karnı ği olağanüstü bir yönetim biçimidir. Sıkıyöne­
beyaz ve kızıl kahverengidir. İbikli sığırcık tim uygulaması sırasında bazı suçların sanıkla­
( C osm opsarus cinerea) ise kahverengi, boz ve rı askeri m ahkem elerce yargılanır. Sıkıyöneti­
beyaz tüylerle bezenmiştir. Bu türün erkeği min ilanı için ülkenin iç ya da dış güvenliğinin
ürem e mevsiminde başındaki tüylerini döke­ ciddi biçimde tehlikeye girmesi gerekir.
rek parlak sarı derisini ortaya çıkarır. Ayrıca Türkiye’de sıkıyönetim 1876 A nayasasın­
tepesinde ve gerdanında ibiksi deri uzantıları dan (Kanun-ı Esasi) bu yana tüm anayasalar­
oluşur. da yer alan askeri bir yönetim biçimidir.
Z am an içinde tanımı birçok değişikliğe uğ­
SIĞLA, dünyada yalnızca A nadolu’da doğal ramıştır. 1876 Anayasası ülkenin herhangi
olarak bulunan değerli bir orm an ağacıdır. bir yerinde isyan olasılığının belirmesi duru­
Ülkemizin başlıca Köyceğiz, Fethiye, M arm a­ m unda hüküm ete o bölgede sıkıyönetim ilan
ris ve Milas yörelerinde saf ya da kızıl çam, etm e hakkını veriyordu. 1924 Anayasası buna
kızılağaç, karaağaç ve çınar ağaçlarıyla karı­ savaş hali ile yurda ve cumhuriyete karşı
şık orm anlar oluşturan bu ağaç ( Liquidam bar kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın kesin
orientalis) yeryüzünde ilk kez Üçüncü (Tersi­ belirtilerini ekledi. Bu anayasaya göre hükü­
yer) D önem ’de (yaklaşık 65-2,5 milyon yıl m et, süresi bir ayı geçmemek üzere ülkenin
önce) ortaya çıkmıştır. bir bölüm ünde ya da tüm ünde sıkıyönetim
Sığla ağacının gövdesinden bal kıvamında, ilan edebilecek ve bunu vakit geçirmeksizin
grimsi esmer renkli, acımsı bir sıvı çıkarılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM)
Sığla yağı denen bu m adde antiseptik, asalak onayına sunacaktı. Sıkıyönetimi uzatm ak
öldürücü ve yara iyi edici etkisinden ötürü TBM M ’nin yetkisindeydi. 1961 A nayasasın­
merhem ya da yakı halinde bazı deri hastalık­ da da benzer bir düzenleme vardı.
SIKIYÖNETİM 181

12 M art 1971 askeri müdahalesini izleyen TBM M ’nin onayına sunulur. Eğer TBMM
günlerde kabul edilen 1402 sayılı Sıkıyönetim tatildeyse hem en toplantıya çağrılır. TBMM
K anunu, sıkıyönetimin uygulanma biçimini gerek görürse sıkıyönetimin süresinde deği­
ayrıntılı biçimde belirledi. Aynı yıl anayasada şiklik yapabileceği gibi tümüyle de kaldırabi­
yapılan bir değişiklikle sıkıyönetim ilanının lir. Sıkıyönetimin uzatılması da her defasında
nedenleri artırıldı. Bu değişikliğe göre hür dört ayı geçmemek üzere TBM M ’nin kararı­
dem okratik düzeni ya da tem el hak ve özgür­ na bağlıdır. Bu dört aylık süre bir tek savaş
lükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan şiddet durum unda aranm az.
hareketlerinin yaygınlaşması da sıkıyönetimin Sıkıyönetim süresince Bakanlar Kurulu
ilanına yol açabilecekti. Ayrıca sıkıyönetim cumhurbaşkanının başkanlığında toplanarak,
kaldırıldıktan sonra da sıkıyönetim m ahke­ sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konularda
meleri ellerindeki davalar sonuçlanıncaya ka­ kanun hükm ünde kararnam e çıkarabilir. R es­
dar görev ve yetkilerini sürdürecekti. 1982 m i Gazetemde yayımlanan bu kararnam elere
Anayasası’nda ise sıkıyönetimi gerektirecek karşı A nayasa M ahkem esi’nde dava açıla­
nedenlerin kapsamı daha da genişletildi. B u­ maz. Böylece sıkıyönetim, yürütm enin (hü­
na göre anayasanın güvencesi altındaki hür küm etin) yetkilerinin genişlemesine yol açar.
dem okratik düzeni ya da tem el hak ve özgür­ Sıkıyönetimin bir sonucu da kolluk görev ve
lükleri ortadan kaldırm aya yönelik şiddet yetkilerinin sivil m akam lardan askeri makam-,
hareketlerinin yaygınlaşması, savaş hali, is­ lara geçmesidir. Sıkıyönetimin ilan edildiği
yan, ülkenin bölünmezliğini içten ve dıştan bölgeye en az kolordu ya da aynı düzeyde kıta
tehlikeye düşürecek şiddet hareketlerinin komutanlığı görevini yapmış ya da yapm akta
yaygınlaşması durum unda sıkıyönetim ilan olan bir kom utan sıkıyönetim kom utanı ola­
edilebilm ektedir. 1982 A nayasası’na göre rak atanır.
cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan G enelkurm ay Başkanlığı’na bağlı olarak
Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik K urulu’nun görev yapan sıkıyönetim kom utanları yasa
da görüşünü aldıktan sonra sıkıyönetime ka­ tarafından kendilerine verilen yetki ve görev­
rar verir. Sıkıyönetim süresi altı ayı aşmamak leri bölgelerindeki güvenlik güçleri ve askeri
üzere yurdun bir ya da birden fazla bölgesin­ birliklerle yürütür. Ayrıca Milli İstihbarat
de ya da tüm ünde ilan edilebilir. Sıkıyönetim Teşkilatı (M İT) da sıkıyönetim komutanlığıy­
ilanı kararın alınmasından hem en sonra R es­ la işbirliği yapmak zorundadır. Sıkıyönetim
m i G azete’de yayımlanır ve aynı gün kom utanları yurttaşların tem el hak ve özgür-

12 Eylül 1980 sabahı


Beyoğlu, İstanbul.
182 SIRTLAN

lüklerini sınırlayabilir; bazı özgürlüklerin kul­ askeri m üdahalesinden sonra yapılan değişik­
lanılmasını izne bağlayabilir, hatta tüm den liklerle sanıkların gözaltında tutulm a süresi 90
durdurabilir. G erek görüldüğünde konutlar güne çıkarıldı. Ayrıca sıkıyönetim kom utan­
ve siyasal parti binaları da içinde olmak üzere larına, bölgelerindeki kamu görevlilerinden
her türlü binada izne bağlı olmaksızın aram a sakıncalı olduklarına inandıklarını görevden
yapm ak, m ektupları okum ak, telefonları din­ alma, bölgelerinde kalmasında sakınca gör­
lem ek sıkıyönetim komutanlığının yetkisi dükleri kişileri bölge dışına sürebilme yetkisi
içindedir. Sıkıyönetim kom utanlarına bağlı ve sıkıyönetim süresince sıkıyönetim kom u­
güçler yasalarca saptanmış olan durum larda tanlarının aldığı kararlara karşı iptal davası
silah kullanma yetkisine de sahiptirler. Sıkı­ açılamaması hüküm lerini de getirdi. Sıkıyö­
yönetim kom utanlarının tüm iletişim araçları­ netimin yargı alanında ortaya çıkardığı sonuç
nı denetlem e, sansür koyma ya da çalışmadan ise, sıkıyönetim bölgesi içinde gerektiğinde
men etm e hakları da vardır. Grev hakkının sıkıyönetim m ahkemesinin kurulmasıdır. Bu
kullanılmasını da engelleyebilirler. m ahkem elerde yasada belirtilen suçları işle­
Sıkıyönetim K anunu’nda 12 Eylül 1980 yenler yargılanır. Sıkıyönetim kalksa da,
m ahkem eler görevlerini davalar sonuçlanın­
caya kadar sürdürürler.
Türkiye'de Sıkıyönetim Uygulamaları Cum huriyet tarihimizde sıkıyönetim uygu­
lam alarına sık sık başvurulmuştur. Ülkenin
24.02.1925- Doğu Anadolu'da Şeyh Said Ayak­
23.12.1927 lanması üzerine ilan edildi. Muş, değişik yerlerinde uygulanan sıkıyönetimlerin
Genç (Bingöl), Elaziz (Elazığ), Siirt, toplam ı yaklaşık 26 yılı bulm aktadır. Bu süre
Diyarbakır, Mardin, Dersim (Tunce­
li),Urfa, Van, Hakkâri, Malatya, Erzu­
tüm cumhuriyet tarihinin yüzde 40’ını kapsa­
rum illerini kapsadı. m aktadır.
01.01.1931- Menemen'de Kubilay'ın öldürülmesi
09.03.1931 üzerine ilan edildi. Manisa, Mene­
men, Balıkesir'i kapsadı, SIRTLAN. Sırtlanlar iri bir köpeği andıran
20.11.1940- jl. Dünya Savaşı'nm çıkması üzerine oldukça hantal ve çirkin görünümlü etçil
23.12.1947 İstanbul, Edirne, Kırklareli, Çanakka­
le, Tekirdağ, Kocaeli'de ilan edildi. hayvanlardır. Ö n bacakları daha uzun ve
07.09.1955- 6-7 Eylül ojayları üzerine İstanbul, güçlü olduğundan sırtları geriye doğru alçalır.
07.06.1956 Ankara ve İzmir'de ilan edildi. Böcekle beslenen bir türü dışında, sırtlanlar
08.04.1960- Öğrenci olayları üzerine Demokrat
01.12.1961 Parti tarafından ilan edildi. 27 Mayıs leş yiyerek beslenirler. Sevilmemelerine kar­
askeri müdahalesinden sonra sürdü. şılık, leşleri tüketip ortadan kaldırdıklarından
İstanbul ve Ankara'da uygulandı.
21.05.1963- 20/21 Mayıs'ta Talat Aydemir'in dar­ yararlıdırlar. Yiyecek leş bulam adıklarında
20.07.1964 be girişimi üzerine İstanbul, Ankara gözlerine kestirdikleri hayvanlara saldırdıkla­
ve İzmir'de ilan edildi. rı da bilinmektedir.
16.06.1970- 15-16 Haziran'da işçi gösterileri üze­
16.09.1970 rine İstanbul ili ile Kocaeli'nin İzmit Sırtlanlar genellikle gündüzleri m ağaralar­
ve Gebze ilçelerini kapsadı. da ve oyuklarda barınır, geceleri dolaşmaya
26.04.1971- 12 Mart askeri müdahalesinin ardın­
26.09.1973 dan İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Zon­ çıkar, yalnız ya da gruplar halinde avlanırlar.
guldak, İzmir, Eskişehir, Ankara, Gerçek ya da leş yiyen sırtlanlar genel kanının
Adana, Hatay, Diyarbakır ve Siirt tersine gözü pek ve oldukça saldırgan
illerinde ilan edildi.
20.07.1974- Kıbrıs çıkarması üzerine İstanbul, hayvanlardır. Bazen aslanları bile kovalayıp
02.09.1975 Ankara, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, onların öldürdüğü avları yerler. Güçlü çenele­
Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir,
Aydın, Antalya, Muğla, Adana, İçel, ri en sert kemikleri bile kırabilmelerini sağlar.
Hatay illerinde ilan edildi. İnsanlar ürkütücü bağırışlarından, kötü koku­
26.12,1978- Yaygınlaşan şiddet hareketleri nede­ larından ve m ezarları kazmalarından ötürü
12.09.1980 niyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ,
Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstan­ sırtlanlardan korkm uşlardır. Am a bu hayvan­
bul, Kahramanmaraş, Kars, Malatya, lar ender olarak insanlar için tehlike oluş­
Sivas, Urfa, Adıyaman, Hakkâri, Di­
yarbakır, Mardin, Siirt, Tunceli, İz­ turur.
mir, Hatay, Ağrı illerinde ilan edildi. Gerçek sırtlanların üç türü vardır. A frika’
12.09.1980- 12 Eylül askeri müdahalesi üzerine
19.07.1987 tüm yurtta ilan edildi.
da Sahra Çölü’nün güneyinde kalan açık
alanlarda yaygın biçimde görülen benekli
SITMA 183

sırtlan ( Crocuta crocuto) en iri ve yırtıcı ile bütün Akdeniz ülkelerinde, salgınlara yol
sırtlan türüdür. Kirli sarı postunda koyu açmayan yerleşik bir hastalık olarak her
benekler bulunur. Kahkahayı andıran uzun zaman bulunur. Bu hastalığın en tipik belirti­
ve garip avlanma çığlığı nedeniyle gülen si, genellikle iki, üç ya da dört günde bir
düzenli aralıklarla yinelenen nöbetlerdir. Sıt­
ma nöbetine tutulan hastalarda önce şiddetli
bir üşüme ve titrem e, hem en ardından yüksek
ateş ve terlem e evresi görülür. Bu belirtilere
çoğu zaman genel halsizlik, ağrılar, kansızlık
ve dalak büyümesi gibi belirtiler eşlik eder.
Eskiçağlarda sıtmanın nedeni bataklıkların
çevresindeki pis kokulu havaya bağlanırdı.
Sıtmayla eşanlamlı olarak kullanılan malarya
terimi de “kötü ya da pis hava” anlamındaki
İtalyanca m al aria sözcüklerinden gelmedir.
Oysa bu hastalığın etkeni Plasm odium cinsin­
den tekhücreli hayvansal asalaklar, taşıyıcısı
da anofel denen sıtma sivrisinekleridir. Sıtma­
nın sulak ve bataklık yerlerde çok yaygın
olması, durgun sularda üreyen ve insanları
Benekli sırtlan dört sırtlan türünün en iri ve yırtıcı
olanıdır.
sokarak hastalığı bulaştıran anofellerin varlı­
ğına bağlıdır.
B ütün sivrisinekler gibi anofellerin de yal­
sırtlan adıyla da tanınır. Bayağı ya da çizgili nızca dişisi kan em er, erkekleri bitki özsula-
sırtlan ( H yaena hyaena) A sya’nın güneybatısı rıyla beslenir. Dişi anofel sıtmalı bir hastayı
ile A frika’nın kuzey ve doğu kesimlerinde sokup kanını emdiğinde, hastanın kanındaki
yaşar. Grimsi postunda kahverengi ya da m ikroskobik asalaklar da sivrisineğin midesi­
siyah çizgiler bulunur. Boynu ve sırtı boyun­ ne geçer. O anda yaşam çevriminin herhangi
ca, dikleşebilen bir yele uzanır. T ürkiye’de bir evresinde olabilen sıtma asalağı sivrisine­
A nadolu’nun batı, güney ve güneydoğu ke­ ğin midesinde gelişmesini tam am lar ve yakla­
simlerinde bulunur. A frika’nın güneyinde ya­ şık 10 gün sonra hayvanın tükürük bezlerine
şayan kahverengi sırtlanın ( H yaena brunnea) yerleşir. A rtık hastalığı bulaştırabilecek duru­
postu genel olarak kızıl kahverengi, bacakları ma gelmiş olan sivrisinek başka bir insanı
çizgilidir. Bazen evcil hayvanlara saldırdığın­ soktuğunda, tükürüğündeki asalakları o insa­
dan büyük ölçüde yok edilen bu tür günümüz­ nın kanm a aktarır. Bu yeni konağın vücudun­
de hem en hemen yalnız av hayvanlarını koru­ da kan dolaşımıyla karaciğere taşman asalak­
ma ve üretm e alanlarında yaşar. lar burada çoğalırken henüz hastalık belirtile­
A frika’nın güneyinde ve doğusunda yaşa­ ri başlamamıştır. Genellikle 15 gün, bazen
yan böcekçil sırtlan ( Proteles cristatus) bayağı daha uzun süren bu kuluçka dönem inden
sırtlana çok benzemekle birlikte, daha küçük sonra sıtma asalakları yeniden kana karışarak
yapılıdır. Çeneleri ve dişleri güçsüz olan bu alyuvarlara yerleşir ve bu hücrelerde hızla
sırtlanın tem el besin kaynağını term itler oluş­ çoğalmaya başlar. A salakları barındıran alyu­
turur. Böcekçil sırtlan ürkek ve zararsız bir varlar kısa sürede parçalanır ve serbest kalan
hayvandır. Tehlike karşısında anüs bezlerinin m ikroplar öbür alyuvarlara saldırır. Çok sayı­
salgıladığı çok kötü kokulu bir sıvı çıkararak da alyuvar aynı anda parçalanıp içlerindeki
kendini savunmaya çalışır. asalak ordusu kana yayıldığı anda sıtma nöbe­
ti başlar. Bu ateşli nöbetin süresi bir saat ile
SITMA, dünyadaki en yaygın bulaşıcı hasta­ bir gün arasında değişir ve sıtma asalakları
lıklardan biridir. Özellikle Afrika, Am erika yerleştikleri yeni alyuvarları parçalayıp ikinci
ve A sya’nın tropik bölgelerindeki su kıyıları bir nöbeti başlatıncaya kadar hastalık belirti­
184 SIVA

leri yok olur. N öbetler birbirini izledikçe, her Bunlardan yalnızca biri öldürücüdür; ama
nöbette daha çok sayıda alyuvar yıkıma uğra­ öbür türler de insanın karaciğerinde bazen
dığından, kansızlık giderek daha ağır boyutla­ yıllarca kuluçkaya yatıp uzun bir aradan sonra
ra ulaşır. Bu arada hastayı sokan bir anofel yeniden nöbetlere yol açabileceği için hastalık
kanındaki asalaklan alıp başka bir insana taşır kronikleşir.
ve hastalık böylece hızla yayılır. Sıtmanın en eski ve en etkili ilacı kinindir.
Sıtma asalağını ilk kez 1880’de Fransız D aha hastalık etkeninin bulunmasından önce­
doktor A lphonse Laveran sıtmalı hastaların ki yüzyıllarda bu m addenin sıtmalı hastaları
kanında saptamıştı. Sonradan İngiliz doktor iyileştirdiği biliniyordu. Ne var ki, hem kini­
Ronald Ross sıtmanın doğrudan insandan nin zehirli olması, hem de sıtma asalaklarının
insana bulaşmadığını fark etti ve bu asalakla- yeni soylarının bu ilaca karşı direnç kazanm a­
n n anofellerle taşınabileceğini düşündü. Bu sı nedeniyle bugün sıtma tedavisinde daha'
düşüncesini doğrulam ak için, anofellerin çok çok bireşim yoluyla hazırlanmış yeni ilaçlar
bol bulunduğu Rom a çevresindeki sulak ova­ kullanılır. A m a sıtmayla savaşta en etkili yol,
larda deneylere girişti. Sağlıklı denekler gün toplum daki bütün hastaları iyileştirip taşıyıcı
boyunca sıtmalı hastalarla bir arada bulunu­ sivrisinekleri yok ederek hastalığın yayılması­
yor, geceleri ise sivrisineklerin girmemesi için nı önlem ektir.
önlem alınmış olan evlerine dönüyorlardı. Sivrisineklerin üremesini denetim altına
G erçekten de içlerinden hiçbirisi sıtmaya almak için, dişi anofellerin yum urtalarını bı­
yakalanmadı. Sonunda, İngiltere’de yaşayan raktıkları bataklıkları ve durgun su birikintile­
iki gönüllü, sıtmalı hastaların kanını emmiş rini kurutm ak gerekir. Böcek ilaçlarının da bu
olan anofellerin kendilerini de sokmasına izin savaşta çok büyük yararı olmuştur; ayrıca
verdiler ve ikisi de sıtmaya yakalandılar. uzmanlar sıtma sivrisineklerini kısırlaştırarak
Böylece hastalığın anofeller aracılığıyla insa­ ürem elerini engelleyecek yöntem ler üzerinde
na bulaştığı kesinlikle kanıtlanmış oldu. A yrı­ çalışıyorlar. Ne var ki, bütün bataklıkların
ca bu deneyler sırasında yalnızca dişi anofelle­ kurutulm ası ve sivrisineklerin üremesini tü ­
rin sıtma asalaklarını taşıdığı anlaşıldı ve müyle durduracak önlem ler alınması çok
sonradan, hepsi de Plasm odium cinsinden masraflı bir yoldur. Bu yüzden birçok ülkede
olan dört tür sıtma asalağının varlığı saptandı. sıtmalı hastaları zaman yitirmeden tedavi
etm e ilkesi benimsenmiştir. Örneğin A vrupa’
WHO
nın birçok yerinde sıtma sivrisinekleri çok bol
olduğu halde, sıtmalı hasta olmadığı için bu
taşıyıcı hayvanlar halk sağlığına zarar vere­
mez. Dışarıdan gelen hastaların başlattığı
küçük salgınlar da kolayca denetim altına
alınabilir. Üstelik son yıllarda, sıtma asalakla­
rını laboratuvar koşullarında üreterek sıtm a­
ya karşı koruyucu aşı hazırlama çalışmalarına
da başlanmıştır. A m a, bütün bu önlem lere
karşın, dünyada her yıl yaklaşık 50 milyon
kişinin sıtmaya yakalandığı ve içlerinden
1 milyonunun öldüğü sanılıyor.

SIVA bak. SIVA VE A lç i.

SIVACIKUŞU adıyla tanınan ötücükuşlar


uzunluğu 15 cm dolayında olan, küt ve köşeli
kuyruklu, oldukça uzun ve sivri gagalı yakla­
Sıtma asalağının, sivrisinek ve insan gibi ıkı değişik şık 20 türden oluşur. Kuyruklarından destek
konakta tam am ladığı yaşam çevrimi. alm adan, yalnız ayakları ve güçlü tırnaklarıy­
SIVA VE ALÇI 185

la sıkıca tutundukları ağaç gövdelerinde baş­ siyah tüylüdür. A vrupa’da en yaygın tür olan
ları aşağı gelecek biçimde hareket etmeleriyle bayağı sıvacıkuşu (Sitta europaea) Türkiye’
dikkat çekerler. nin özellikle batı ve güneyindeki orm anlarda
Sıvacıkuşları uzun süreli ve çok notalı ıslığa ya da bahçelerde oldukça az sayıda bulunur.
benzer ötüşleri sırasında art arda, hızlı ve
vurgulu sesler de çıkarırlar. Y erde ender SIVA VE ALÇI. Yapıların duvarlarını ve
olarak görülen bu kuşlar zamanlarının büyük tavanlarını kaplam akta en çok kullanılan yön­
bölüm ünü ağaç gövdelerinde yukarı aşağı tem lerden biri, sıva adı verilen, ıslakken
ham ur kıvamında olan, kuruyunca sertleşen
bir karışımla bu yüzeyleri sıvamaktır. Sıva,
tuğla ya da taş yüzeyler üzerine doğrudan
sürülebildiği gibi, bazen ahşap ya da m etal
kafes biçimindeki yüzeylerin üzerine de kap­
lanabilir.
Sıva yapımında geleneksel olarak kullanı­
lan m adde kireçtir. En az üç kat olarak
yapılan kireç sıva, her kat sıva bir önceki kat
kuruduktan sonra yapıldığı için çok zaman
alır. Özellikle kafes biçimindeki yüzeylerin
üzerine kireç sıva yapılırken, yüzeye sıkıca
yapışması için ilk kat sıvanın içine sığır tüyü
ya da başka lifler karıştırılır. G ünüm üzde sıva
yapımında genellikle alçı ya da Portland
çimentosu kullanılır (bak. ÇİM ENTO). Alçı sıva
Sıvacıkuşları ağaç gövdelerinde başları aşağı hazırlanırken, sıvaya yalıtkanlık özelliği ka­
gelecek biçim de koşabilir. Buldukları kabuklu
yem işleri ağaç gövdelerindeki uygun kabuk zandırmak için içine vermikülit ya da perlit
yarıklarına yerleştirip gagalarıyla vura vura kırmaya gibi m addeler karıştırılır. Bunun dışında ge­
çalışırlar. nellikle alçıya yalnızca su katılarak sıva hazır­
lanır.
koşuşturup böcek arayarak geçirirler. K abuk­ Değişik oranlarda çim ento, kum ve suyun
lu yemişler de çok sevdikleri besinler arasın­ karıştırılmasıyla yapılan çimento sıva, sıvana-
dadır. Bulduğu bir meşe palam udunu ağaç
gövdesindeki uygun bir yarığa yerleştiren Cephas Picture LibraryIMick Rock

sıvacıkuşu sert kabuğu kırm ak için, gövdesi­


nin tüm gücünü çekiç gibi kullandığı gagasın­
da toplam aya çalışır.
Sıvacıkuşlarının yuvası genellikle ağaç ko­
vuklarında ya da duvar girintilerinde bulunur.
Eskidünya’da yaşayan türler yuva girişini
çam urla sıvayarak kısmen örterken bu ilginç
davranış Yenidünya’da yaşayan türler arasın­
da görülmez. Yalnız Kuzey A m erika’nın ku­
zey kesim lerinde yaşayan Kanada sıvacıkuşu
(Sitta canadensis) yuva girişinin çevresini
çamsakızıyla sıvar. Yuvanın içi kurumuş yap­
raklar, kabuk parçaları, ot ya da tüyle döşe­
lidir.
Çoğu sıvacıkuşunun üst bölümü mavim­
Resimdeki sıvacı bir tuğla duvarı sıvıyor; sıva
si, alt bölümü beyaz ya da kırmızımsı, tepesi kuruduktan sonra bezenmeye uygun düzgün bir
ya da ince bir bant halinde başının yanları yüzey oluşacaktır.
186 SIVA VE ALÇI

(Solda üstte) John H. Gerard; (solda altta) Benjamin M. Shaub; (sağda) James Sawders
ABD'nin New Mexico eyaletindeki Beyaz Kum Ulusal Parkı 48 km uzunluğunda, 15 km genişliğindedir ve
dünyada eşi bulunm ayan çok büyük bir alçıtaşı yatağından oluşm uştur. Meksika'da Naica'da bulunm uş olan
prizma kristalli selenit (solda üstte) ve İngiltere'de East B ridgford'da bulunm uş olan atlas taşı (solda altta)
değişik alçıtaşı örnekleridir.

cak yüzeyin ve hazırlanmış olan sıvanın özel­ kullanmayı bilen Eski Mısırlılar sıvacılıkta
liklerine göre bir ya da birkaç kat olarak çok ileriydi. 5.000 yıl önce yapılmış olan
uygulanır. Sert, pürüzsüz, güzel bir yüzey piram itlerin içindeki bazı sıvalar günümüzde
oluşturması için son kat sıva ince kumla hazır­ hâlâ iyi durum dadır.
lanır ve ince bir katm an olarak sürülür.
Kalıplara dökülerek çeşitli biçim ve desen­ Alçı
lerde yapılan bir sıva türü de dekorasyon Sıva yapımında çok kullanılan bir m adde olan
amacıyla kullanılır. İçine katılan çuval parça­ alçı, ayrıca çanak çömlek yapım ında, kalıp
lan ya da tahta şeritlerle güçlendirilmiş olarak hazırlam akta ve bir dolgu maddesi olarak
yapılan büyük sıva levhaları, kuruduktan boya, kâğıt ve dokum a sanayisinde de kulla­
sonra kaplanacağı yere götürülerek yerleşti­ nılır.
rilir. Alçı, çok bulunan bir mineral olan ve alçı-
Yapıların dış yüzeylerine de sıva yapılabi­ taşı da denen jips'm (hidratlı kalsiyum sülfat)
lir. Hem yalıtım, hem de süsleme amacıyla öğütülüp yapısındaki suyun yüzde 75’i buhar­
yapılan bir tür dış sıvaya alçı işi denir. laşana kadar ısıtılmasıyla elde edilir. Kullanı-
Boyaııabilen yüzeyler ve kabartm a desenler­
den oluşan alçı işi, Eski Yunan mimarisinden ZEFA
beri her yerde ve her dönem de örnekleri
görülen bir yöntem dir. Eskiden kireç, alçıtaşı
ve kum kullanılarak yapılan bu sıva türü
günümüzde Portland çimentosu, kireç ve
kumla yapılır. Yapının yüzeyine sıvanın sıkıca
yapışması için karışım malayla yayılmadan
önce sıvanacağı yüzeye kuvvetle savrularak
yapıştırılır.
Sıvacılık yapılarda en eskiçağlardan beri
kullanılan bir yöntem dir. İçine çeşitli lifler Kırılan kemiklerin düzgün kaynaması için kırığın
çevresi sarıldıktan sonra alçıyla sıvanarak
katarak sıvayı güçlendirmeyi, sıvanacak duva­ sabitleştirilir. Resimde böyle bir alçılı sargının
ra yatay kamışlar yerleştirmeyi ve alçı sıva kesilerek çıkarılışı görülüyor.
SIVI 187

lacağı zaman suyla karıştırılarak ham ur haline Sıvının içinde, m oleküllerin arasındaki çe­
getirilen alçı, ısıtılırken kaybetmiş olduğu kim kuvveti her yönde aynıdır. Ö te yandan
suyla kimyasal olarak birleşip hızla sertleşir. yüzeydeki m oleküller alttaki m oleküllerin e t­
Alçıya katılan çeşitli katkı m addeleri sertleş­ kisiyle aşağı, sıvının içine doğru çekilir ve sıvı
me süresini kısaltır ya da uzatır. Alçıtaşı, arıy­ sanki ince, esnek bir kabukla örtülüymüş gibi
ken renksiz ya da beyaz ve tırnakla çizilebile- hareket eder. Sıvıların bu özelliğine yüzey
cek kadar yumuşak bir m ineraldir. Saydam gerilimi denir. Böceklerin suyun üstünde yü­
levhalar halinde bulunan kristal yapı­ rümesini ya da bir iğnenin çanaktaki suyun
lı selenit; ipek gibi parlak, lifli bir yapıdaki yüzeyinde batm adan durmasını olanaklı kılan
atlas taşı; ince taneli ve bazıları saydam olan da bu özelliktir (bak. KILCALLIK).
albatr; topraksı bir görünüm ü olan jipsit gibi Günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız sıvı­
türleri vardır. ların pek çoğu katışkısız, yani arı m addeler
Genellikle eski okyanuslarda çökelen deniz değil karışım lardır; örneğin, tuzlu su ya da
tuzunun oluşturduğu alçıtaşı, tortul kay açlar şekerli su bu tür karışımlardır. Bir gaz ya da
içinde geniş yataklar halinde bulunur. bir katı m adde bir sıvının içinde çözündürüle­
Genellikle alçı yapımında kullanılan bu m ine­ cek, yani eritilecek olursa, bu sıvıya çözücü ,
ral ayrıca toz haline getirilip Portland çimen­ eriyen katı ya da gaza çözünür m adde ya da
tosuna katılınca çim entonun katılaşmasını ge­ çözünen, ortaya çıkan yeni sıvıya da çözelti
ciktirir. Toz haline getirilmiş alçıtaşı gübre denir (bak. ÇÖZELTİ VE A s i l t i ) . O da sıcaklığın­
olarak da kullanılır. Bir alçıtaşı türü olan ve da ve normal atm osfer basıncı altında sıvı
sumermeri ya da kaymaktaşı olarak da bilinen halde bulunan pek çok kimyasal bileşik var­
albatr ise yontularak heykel ve süs eşyası dır, ama yalın elem ent olarak bu koşullarda
yapımında kullanılır. yalnızca cıva ve brom sıvı halde bulunur.
Yer yüzeyinin yaklaşık yüzde 70’i suyla
SIVI. M addenin üç temel hali vardır: Katı, kaplıdır. Okyanusların başlıca bileşeni sudur;
sıvı ve gaz. B ütün m addeler bu üç halden öte yandan D ünya’nın çekirdek bölümünün
birinde bulunur ve herhangi bir m adde olağan sıvı dem ir ve nikelden oluştuğu sanılm akta­
koşullarda yalnızca o haliyle bilinir. Sıvılar dır. İnsan vücudunun yaklaşık yüzde 65’i
ısıtılarak gaz haline getirilebilir ya da soğutu­ sudur.
larak katılaştırılabilir. G azlar gibi sıvılar da
içinde bulundukları kabın biçimini alır; ama Akışkan Olarak Sıvılar
gazlardan farklı olarak, sıvılar kabı tümüyle Sıvılar ile gazların pek çok ortak özelliği
doldurm ak için hacimlerini değiştiremez vardır; bunların her ikisi de akm a özelliğine
(bak. G a z ; K a t i ; M a d d e ) . sahip olduklarından akışkan olarak tanım la­
Bir sıvı ile öbür iki halden birinde bulunan nır. Bazı sıvılar öbürlerine oranla daha zor
bir m adde, yani bir katı ya da gaz temasa akar. Fizikçiler ve kimyacılar, akmaya karşı
geçtiğinde, bu iki m adde arasında belirgin bir gösterilen bu dirence ağdalılık ya da batı
ara yüzey oluşur; bu yüzeyin biçimi, sıvının ve dillerinden aktarılan biçimiyle viskozite d er­
temas halinde olduğu m addenin özelliklerine ler. Kolayca akm ayan sıvılar ağdalı olarak
bağlıdır. Üstü açık cam bir kaptaki, örneğin tanımlanır. K atran ağdalı bir sıvıdır, am a süt
bir bardaktaki suyun yüzeyi, cama değdiği öyle değildir.
yerlerde yukarı doğru çekilir ve böylece orta G azlar gibi sıvılar da, eskiçağın büyük
bölümü çukurlaşır. Bunun nedeni, su ve cam bilginlerinden A rşim et’in ortaya koyduğu bir
molekülleri arasındaki yapışma kuvvetlerinin, kurala uyar. Arşim et ilkesi denen bu kurala
su moleküllerinin kendi aralarındaki bağlan­ göre, herhangi bir katı cisim kısmen ya da
ma kuvvetlerinden daha büyük olmasıdır. tümüyle suya daldırıldığında, cismin ağırlığın­
A m a öte yandan, benzer bir kaba cıva doldu­ da ortaya çıkan azalma, taşırmış olduğu suyun
rulursa, cıvanın cama değen kenar bölümleri ağırlığına eşittir (bak. ARŞİM ET). Sıvıya daldı­
aşağı doğru kıvrılır, çünkü cıvanın bağlanma rılan cismi yukarı doğru iten kuvvete sıvının
kuvveti suyunkinden daha büyüktür. kaldırm a kuvveti denir; sıvının kaldırm a kuv-
188 SIVI

bütün sıvı buharlaşır, yani gaz haline dönü­


şür. Bir sıvının kaynama noktası genellikle
norm al atm osfer basıncında saptanır. Düşük
basınçlarda, sıvının kaynam a noktası daha
düşüktür. Çünkü düşük basınçlarda yüzeyde­
ki moleküllerin üzerindeki basınç da düşük
olur ve bunun sonucunda m oleküller yüzey­
den daha kolay kurtulup havaya karışır. Sıvı­
ların daha düşük basınçlarda daha kolay kay­
nayıp buharlaşmasının, yani kaynama nok­
talarının daha düşük olmasının nedeni bu-
dur. Örneğin, Everest Dağı’nm tepesinde
yum urta kaynatm ak isteseydiniz, suyun yu­
murtayı tam anlamıyla pişirecek kadar ısın­
Bardaktaki suyun yüzeyi kenarlarda yukarı doğru m adan buharlaştığını görürdünüz. Buna kar­
çekilir (solda); cıvada ise bunun tersi o lu r (sağda). şılık sıvıların üzerindeki basınç arttıkça kay­
nam a noktası da yükselir. M utfaklarda kulla­
nılan basınçlı (düdüklü) tencerelerde suyun
veti, cismin sıvı içindeki ağırlık kaybına kaynam a noktası 120°C’ye kadar yükseltilebi­
eşittir. lir. Bu tür tencerelerde yemeklerin geleneksel
F ra n s ız m a te m a tik ç i P a s c a l d a a k ış k a n la r a tencerelerdekine göre daha çabuk pişirilebil-
iliş k in b ir k u r a l g e liş tirm iş tir . P a s c a l y a s a s ı mesinin nedeni budur.
d e n e n b u k u r a la g ö r e , h e r h a n g i b ir s ıv ın ın Bir sıvının donm a noktası, katı hale geldiği
iç in d e b a s ın ç h e r y ö n d e e ş it o la r a k y a y ılır. sıcaklıktır. Bu sıcaklıkta sıvı m olekülleri o
H id r o lik f re n v e h id r o lik p r e s g ib i p e k ç o k kadar çok enerji kaybeder ki, bağlanma
a y g ıt b u y a s a y a d a y a lı o la r a k ç a lış ır (bak. kuvveti onları sıvı haldekine göre çok daha
HİDROLİK; PASCAL, BLAISE). yakın bir konum da birbirine bağlar. D onm a
Sıvılar ile gazların bazı ortak özelliklerinin noktası da basınçtan etkilenir. D onduğunda
bulunm asına karşılık, sıvı m olekülleri gaz büzülen sıvıların üzerindeki basınç arttıkça bu
molekülleri kadar serbest değildir. Sıvı için­ sıvıların donm a noktası da yükselir; am a öte
deki m oleküller de sürekli hareket halindedir,
ama sözü edilen bağlanm a kuvveti nedeniyle
birbirlerine göre olan konum larını korurlar.
Ö te yandan, sıvının yüzeyindeki m oleküller
yüzeyden kurtularak gaz molekülleri haline
gelir. Bu sürece buharlaşma denir. B U H A R ­
LAŞM A maddesinde de anlatıldığı gibi, daha
büyük enerjiye sahip olan m oleküller sıvıdan
ayrılıp gider ve kalan sıvı, önceki durum una
göre daha soğuk olur. Bütün soğutm a aygıtla­
rında bu etkiden yararlanılır (bak. S o ğ u tm a ).
Buharlaşm a hızı sıvıdan sıvıya değişir, ama
hangisi olursa olsun bir sıvının sıcaklığı ne
kadar yüksekse buharlaşm a hızı da o ölçüde
yüksek olur. Sıcaklık, sıvı moleküllerinin
Bir sıvının kaldırma kuvveti Arşım et ilkesiyle
sahip oldukları enerjinin bir ölçüsüdür. Bu gösterilebilir. Bir akışkan içindeki katı cisim taşırdığı
enerjinin kendisi de, m oleküllerin onları yer­ akışkanın ağırlığına eşit bir kuvvetle yukarı doğru
lerinde tutan bağlanma kuvvetini yenebilme itilir. Ünlü bir deneyde Arşim et, aynı ağırlıktaki altın
bir taç ile bir altın külçesinin taşıracakları su
yeteneklerinin bir ölçüsüdür. Sıvının kayna­ miktarlarının aynı olması gerektiğini ileri sürm üş ve
ma noktası olarak adlandırılan bir sıcaklıkta dediği çıkmayınca tacın altın olmadığını anlamıştı.
SIBELIUS 189

yandan, donduklarında genleşen sıvıların üze­


rindeki basınç arttıkça bunların donm a nokta­
sı düşer. Sıvıların çoğu donduğunda, yani
katılaştığında büzülür. Am a su donduğunda
genleşir.
Bir sıvı hem kaynam a noktasında, hem de
donm a noktasında, değişimin yönüne bağlı
olarak ya dışarı enerji verir ya da dışarıdan
enerji alır. D O N M A V E E R İM E m addesin­
de, erim e noktasındaki bir katının sıvı hale
dönüşürken nasıl dışarıdan ısı biçiminde ener­
ji soğurduğu açıklanmıştır. Bu ek enerjiye
g izli erime ısısı denir. Katının erimesi için
aldığı bu ek enerjinin m iktarı, donm a nokta­
sındaki sıvının katı hale geçerken dışarı saldı­ Camera Press
ğı enerji m iktarına eşittir. Bu saatin ekranında görülen harf ve rakamlar küçük
Kaynama noktasındaki bir sıvının gaz hali­ bir elektrik akımıyla denetlenen sıvı kristallerce
ne dönüşürken dışarıdan aldığı ek enerjiye oluşturulur.
gizli buharlaşma ısısı denir; bu enerjinin
m iktarı daha da büyüktür. Gaz sıvı hale m agnetik ya da elektriksel bir alanın etkisi
dönüşürken ise aynı m iktarda enerjiyi dışarı altına sokulursa, ilginç davranış özellikleri
salar. Herhangi bir sıvının gizli buharlaşm a gösterebilir. Ö rneğin, bu tür yöntem lerle bazı
ısısı, her zaman gizli erim e ısısından çok daha m addelerdeki m olekül düzenleri değiştirilebi­
fazladır; çünkü m oleküllerin bir gaz oluştur­ lir ve m adde daha önce saydamsa, bazı
mak üzere bir sıvıdan kurtulabilm eleri için alanları matlaşarak görülebilir hale getirilebi­
gerekli olan enerji, katidan sıvıya geçişte lir. Böylece bu tür sıvı kristallerin üzerinde
gereksindikleri enerjiden çok daha fazladır görüntüler oluşturulabilir. Örneğin, sayısal
{bak. Isı). saat, hesap makinesi ya da başka elektronik
Bir m etal olan cıva dışında, sıvıların ısı ve aygıtların ekranlarında görünen rakam lar bu
elektrik iletkenlikleri zayıftır. Sıvılarda ısı tür bir sıvı kristalin yardımıyla oluşur. Bazı
aktarım ında tem el süreç konveksiyondur; bu sıvı kristaller ise sıcaklık yükseldikçe renk
gazlar için de geçerlidir. Bu olgu K O N V EK ­ değiştirir. Bu tür sıvı kristaller de term om et­
SİYON m addesinde ayrıntılı olarak anlatıl­ relerde kullanılmaya son derece elverişlidir.
mıştır. Sıvı kristaller ilk kez 1888’de incelenmiş,
ama o sıralarda bundan nasıl yararlanılabile­
SIVI KRİSTAL, sıvı ile katı arasındaki bir tür ceği anlaşılamamıştı. Bugün ise sıvı kristallere
“ara hal” olarak kabul edilebilir. Sıvı kristal­ her yerde yaygın olarak rastlanm aktadır.
ler sıradan sıvılar gibi akar, ama molekülleri
gerçek kristallerde olduğu gibi düzenli bir SIBELIUS, Jean (1865-1957). FinlandiyalI
biçimde yerleşmiştir. Sıvı kristaller bazı kris­ besteci Jean Julius Christian Sibelius, Hâm e-
tal yapılı katiların ısıtılmasıyla ortaya çıkar. enlinna’da (Tavastehus) doğdu. Kısa bir süre
Bu tür katilar doğrudan erim ek yerine kısmen hukuk öğrenimi gördüyse de müzik uğruna
sıvı biçimine dönüşür. Isının, bir elektriksel okulu bıraktı. Müzik öğrenimi için önce
ya da m agnetik kuvvetin etkisiyle, katının Helsinki’ye, daha sonra yurtdışına, Berlin ve
içindeki molekül düzeni değişir ve “katı” Viyana’ya gitti. Finlandiya’ya döndükten kısa
kristal “sıvı” kristale dönüşür. Bir sıvı kristal bir süre sonra üstün yeteneği anlaşıldı. 32
belirli bir sıcaklığın üzerinde ısıtılırsa, gerçek yaşındayken, parasal zorluklarla karşılaşm a­
bir sıvı halini alır. dan rahatça beste yapabilmesi için Finlandiya
Eğer sıvı kristaller gerçek bir sıvıya dönüşe­ hüküm etince kendisine öm ür boyu maaş bağ­
cekleri nokta geçilmemek koşuluyla ısıtılır, landı. 1900’den sonra uluslararası ünü arttı.
190 SİBERNETİK

Sibelius’un num aralandırdığı yedi senfoni­


sinden 2. ve 5. senfoniler ile Re M ajör Keman
Konçertosu en sevilen parçalarındandır. Sibe­
lius oda müziği ve şarkılar da bestelemiştir.

SİBERNETİK, 20. yüzyılın ikinci yarısında


doğan ve canlı ya da cansız bütün karmaşık
sistemlerin denetlenip yönetilmesini incele­
yen bir bilim dalıdır. Sibernetik terim i, “yö­
netm ek” anlamındaki Eski Yunanca bir söz­
cükten kaynaklanmıştır. Eski Yunan toplu-
m unun günlük konuşm a dilinde bu sözcük,
düm en tutarak bir gemiyi ya da dizginleri ele
alarak bir at arabasını yönetm ek anlamında
kullanılırdı. D aha o çağda Platon, bir toplu­
mun ya da ülkenin yönetimini de bu sözcüğün
kapsam ına alarak terim e ilk kez “yönetimbi-
lim” ya da “güdümbilim” anlamını kazandır­
mıştı. A m a, 1948’de yayımladığı bir kitabının
başlığında sibernetik sözcüğünü kullanarak
terimi bugünkü anlam da ortaya atan A B D ’li
m atem atikçi N orbert W iener oldu. Bu kitabın
yayım tarihi, sibernetiğin bağımsız bir bilim
dalı olarak doğuşu kabul edilir. W iener bu
yapıtında sibernetiği “canlılarda ve m akine­
lerde denetim ve iletişimin incelenmesi” ola­
Avrupa ve A B D ’ye gitti. Yaklaşık 30 yıl rak tanımlamıştı. Bu tanım dan da anlaşıldığı
boyunca aralıksız beste yaptı. 1926’da, 61. gibi, sibernetik bilimi her şeyden önce otom a­
doğum gününde beste yapmaya son vererek tik denetim kuramıyla ve canlıların fizyoloji­
Helsinki yakınlarında Jârvenpââ’daki evine siyle, özellikle de sinir sistemi fizyolojisiyle
çekildi. Burada karısı ve kızlarıyla birlikte yakından bağlantılıdır.
yaşadı. Hayvan ya da insan vücudu ile makinelerin
Sibelius’un hem en tüm müziği, büyük göl­ çalışması arasındaki benzerliklere dikkati çe­
ler ve ıssız orm anlar ülkesi Finlandiya’nın ken W iener’a göre, bu karm aşık doğal ve
güzel ve gizemli kır yaşamını dile getirir. yapay sistemlerin en önemli ortak özelliği
Finlandiya ve Karelya adlı orkestra çalışmala­ geribeslem e ya da geribildirim sürecidir. İngi­
rında bu görünümleri çok etkileyici müziğiyle lizce’deki feedback terim inden dilimize akta­
dinleyicinin gözleri önüne serer. (Bir zam an­ rılan geribesleme, bir sistemin kendi işleyişini
lar doğu Finlandiya’nın bir bölgesi olan Ka- otom atik olarak denetleyebilmesi için, çıktıla­
relya’nm büyük bölümü günüm üzde SSCB rın girdi olarak yeniden sisteme verilmesi
toprakları içindedir.) Sibelius 1892’de ilk bü­ dem ektir. D aha basit bir anlatım la, herhangi
yük senfonik yapıtı olan K ullervo Senfonisi ile bir sistemin denetlem e organı, o anda yapılan
müzik çevrelerinde olay yarattı. G ene aynı yıl işin sonucuna ilişkin bilgileri almadıkça ne
Finlandiya’nın ulusal destanı K alevala’daki yapılan işteki yanlışları bilebilir, ne de bunları
eski öykülerle ilgilenerek besteler yaptı. En engelleyecek önlem ler alabilir. Gözlerinizi
Saga , D ört Efsane ve P oh jolan ın K ızı bu kapatıp, ellerinizle çevreyi yoklam adan bir
türdeki ünlü çalışmalarındandır. Sanatçının odada yürümeye çalışırsanız geribeslemenin
en tanınmış orkestra yapıtlarından biri olan önemini kolayca anlayabilirsiniz. Göz ve el
Tapiola' da doğa ve m itoloji dünyaları birbi- gibi duyu organlarından ya da alıcılardan
riyle iç içedir. kendisine bilgi aktarılmadığı için beyniniz
SİBİRYA 191

gerekli kom utları verem ez; örneğin sağa ya nılan term ostatların çalışma ilkesi de geribes-
da sola dönm eniz gerektiğini bildiremeyeceği lemeye dayanır. Bu aygıtlardaki sıcaklığa
için odadaki eşyalara çarpmanızı engelleye­ duyarlı alıcı, biri az, öbürü çok genleşen iki
mez. Oysa gözlerimiz açıkken, örneğin yolu­ ayrı m etalden yapılmış çift metalli bir çubuk­
muzun üzerindeki bir hendeği atlayarak aş­ tur. Örneğin kalorifer term ostatlarında, oda
mamız gerektiğinde, hendeğin genişliğini göz­ sıcaklığı belirli bir derecenin üstüne çıktığında
lerimizle “ölçeriz” . Bu bilgi duyu sinirleri bu m etallerden biri genleşerek uzadığı için
aracılığıyla beyne iletilir; beyin de, hendeği çubuk bükülür ve kalorifer kazanını ateşleyen
aşacak kadar uzağa atlayabilmemiz için, han­ brülörün çalışmasını durdurur. O da sıcaklığı
gi kaslarımızın ne zaman ve ne kadar kasılıp tanım lanan değerin alt sınırına düştüğünde
gevşemesi gerektiğini hareket sinirleri aracılı­ m etal çubuk yeniden düzleşir ve brülörü
ğıyla ilgili kaslara bildirir. Y arasaların yankıy­ devreye sokarak kazanın yanmasını sağlar
la yön bulmasında ise beyne geri beslenen (bak. T erm o sta t ).
bilgi, bir engele çarparak geri dönen ve o Geribeslemenin en iyi bilinen örneklerinden
engelin uzaklığını belirten ses dalgalarıdır. biri de, kaydedilen ve üretilen sesin nitelikle­
Canlılarda duyu organları, beyin-sinir sistemi rini hiç değiştirmedikleri için “aslına çok
ve kaslar arasında gerçekleşen bu geribesleme sadık” anlam ındaki İngilizce high-fidelity söz­
ve bilgi akışı, bir uçaktaki otom atik pilotun cüklerinin kısaltmasıyla “hi-fi” olarak adlan­
m ekanik ve elektronik sistemleri arasındaki dırılan üstün nitelikli ses aygıtlarındaki elek­
iletişimle aynı tem ele dayanır. tron lambaları ya da transistörlerdir. E lektron
Canlılarda ve otom atik denetimli m akine­ lambaları ya da transistörler yükselteçlerde
lerde geribeslemenin sayısız örneği vardır. tek başına kullanıldığında sesin niteliklerinde
Sözgelimi, sıcakkanlı hayvanlarda vücut sı­ istenmeyen bozulm alara (distorsiyona) yol
caklığının, insanda ve gelişmiş hayvanlarda açar. Oysa bu aygıtlar geribeslemeli bir dene­
horm on salgılarının ya da kandaki karbon tim sisteminin içine yerleştirildiğinde, sesin
dioksit oranının belirli bir düzeyde tutulm a­ niteliklerinin olabildiğince bozulm adan kal­
sında geribesleme süreçlerine büyük görevler ması sağlanabilir.
düşer. Canlılardaki biyokimyasal tepkim ele­ Birçok bilim adam ına göre sibernetik ikinci
rin geribeslemeyle denetlenm esinde sisteme bir sanayi devrimini başlatmıştır. Çünkü, veri
girdi olarak yüklenen çıktı, belirli bir tepki­ çözümlemesi yaparak ve koşullara uygun
m enin son ürününe ilişkin bilgilerdir. Tepki­ “kararlar vererek” insanın yapabileceği işle­
me ürünü belirli bir m adde olabileceği gibi ısı rin birçoğunu üstlenen bilgisayarlar ve robot­
da olabilir. Böyle bir m adde, örneğin pankre­ lar gibi karm aşık m akineler bu gelişmenin
asta üretilen ensülin horm onu olağan düzeyi ürünüdür. Bunun dışında, jet uçaklarının
aştığında, hücredeki ribozom lar ensülin üre­ yönetilmesi, bir uzay aracının fırlatılması,
tim tepkimesini katalizleyen enzimin yapımı­ fabrikalarda otom asyona geçilmesi, bir enerji
na ara verir (bak. ENZİM; HÜCRE). Böylece santralının, bir petrol rafinerisinin ya da bir
tepkim e gerçekleşemez ve ensülin üretimi kimya fabrikasının 24 saat aralıksız çalışabil­
durur. Şeker m etabolizmasında kullanılan en­ mesi, büyük bir havaalanı çevresindeki yoğun
sülin yavaş yavaş tükenerek olağan düzeyin hava trafiğinin denetlenm esi sibernetiğin ba­
altına düştüğünde enzim yeniden üretilir ve şarılarından yalnızca birkaçıdır. Üstelik siber­
ensülin bireşimi başlar. Aynı biçimde, vücut netik modelleri 1950’lerden bu yana yalnızca
sıcaklığı olağandan yüksek ya da düşük oldu­ sanayi ve teknolojiyi değil biyoloji, psikoloji,
ğunda bu bilgi özel alıcılarla beyne aktarılır. ekonomi ve öbür toplum bilimleri gibi çok
Beyin de vücuttaki ısı üretim i ile ısı kaybının değişik alanları da derinden etkilemiştir.
azaltılmasına ya da çoğaltılmasına ilişkin ko­
m utları gerekli organlara ileterek vücut sıcak­ SİBİRYA. A sya’nın kuzeyinde yer alan Sibir­
lığının belirli sınırlar içinde kalmasını sağlar. ya, 12.800.000 k n r ’lik yüzölçümüyle SSCB'
Kalorifer, şofben gibi ısıtma aygıtlarında, nin yüzde 60’tan fazlasını kaplar. Batıda Ural
elektrikli ütülerde ve buzdolaplarında kulla­ Dağları’ndan doğuda Büyük O kyanus’a ka­
192 SİBİRYA

dar uzanır. Kuzeyinde Kuzey Buz Denizi var­ mü deniz düzeyinden 450 metre yüksektedir.
dır. Sibirya’nın güneyinde, batıdan doğuya Güneyde Moğolistan sınınna doğru yüzey enge­
doğru, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cum huri­ belidir. Bu bölgede yer alan Baykal Gölü, Asya
yeti, M oğolistan ve Çin Halk Cum huriyeti yer ve Avrupa’daki tatlı su göllerinin hepsinden
alır. Sibirya’nın nüfusu yaklaşık 40 mil­ daha büyük ve daha derindir (1.620 metre).
yondur. “Sovyet U zakdoğusu” adıyla bilinen Doğu
Sık orm anları, büyük ırm akları, buzlarla Sibirya Yaylası’nda ise dağlar, sıradağlar,
kaplı ovalarıyla ünlü bu bölge, doğa koşulları yaylalar ve kuzeye doğru uzanan vadiler bu­
yüzünden yüzyıllar boyunca gelişememiş ve lunur. Sibirya’daki bütün büyük ırm aklar
nüfusu artmamıştır. Sibirya’da kışlar uzun ve kuzeye doğru akar (bak. L e n a I r m a GI; YENİSEY
çok soğuk, yazlar ise kısa ve çok sıcak geçer. I r m a G i ).
D ünyanın en soğuk yerlerinden biri olarak
bilinen A ntarktika kıtasında kışları sıcaklık Tarım ve Sanayi
—78,3°C’ye, Sibirya’nın kuzeydoğusundaki Sibirya’nın yalnızca güney bölümlerinde çift­
Verhoyansk ve Oym yakon’da ise —67,7°C’ye çilik yapılır. Özellikle güneybatıda tahıl üreti­
düşer. mi yapılan büyük devlet çiftlikleri vardır.
Sibirya’nın en kuzeyinde tundralar yer alır. Patates, keten ve çeşitli sebzelerin yanı sıra
Buralarda kış dokuz ay sürer ve yazın yalnızca buğday, mısır, çavdar, yulaf ve arpa üretilir.
toprağın üzerindeki buzlar erir (bak. T u n ­ A t, sığır, domuz ve kümes hayvanları besle­
d r a ) . D aha güneyde iğneyapraklı ağaçlardan nir. Yenisey otlaklarında koyun sürüleri yayı­
oluşan ve tayga adı verilen geniş orm an lır. Ne var ki, bu hayvanların çoğunu yılın
kuşağına rastlanır (bak. T a y g a ) . hem en hem en yarısında kapalı yerlerde tu t­
Sibirya doğal yapısına göre batıdan doğuya m ak gerekir. Kuzeyde rengeyiği beslenir ve
doğru üç ana bölüme ayrılır. Ural D ağları’nın samur gibi kürklü hayvanlar avlanır. Büyük
doğusundan başlayan Batı Sibirya Ovası geniş Okyanus kıyısı boyunca önemli balıkçılık
bataklıklarla kaplıdır. Obi Irmağı ve kolları merkezleri bulunur.
bu ovadan geçer (bak. OBİ I r m a ğ i ) . O rta Sibirya dünyanın en zengin kerestelik or­
Sibirya Yaylası batıda Yenisey Irmağı’ndan do­ man bölgesidir; birçok yerinde bıçkı atölyele­
ğuda Lena Irmağı’na kadar uzanır. Büyük bölü- ri ve kereste dağıtım depolan bulunur. A na
ürün kereste olmakla birlikte Sibirya’da de­
ğerli m aden kaynakları da vardır. Tom sk’un
güneyindeki Kuznetsk sanayi bölgesi kömür
üretimine dayalıdır. SSCB’de çıkarılan altının
çoğu Sibirya ırmakları dolaylarından elde
edilir. En kuzeyde yer alan Norilsk’te nikel,
Kuzey Buz Denizi kıyısındaki Kolima’da ka­
lay, en doğudaki A m ur bölgesinde demir,
kurşun ve başka m etaller ile köm ür çıkarılır.
Sahalin A dası’nda köm ür ve petrol, Batı
Sibirya Ovası’nda da petrol ve doğal gaz
yatakları vardır.
Sibirya’da son 40 yıl içinde birçok büyük
madencilik ve sanayi yerleşim bölgesi kurul­
m uştur. Bu bölgelere elektrik enerjisi sağla­
mak için Sibirya’daki ırmakların yukarı çığır­
ları üzerinde barajlar yapılmıştır. Yenisey Ir­
mağı üzerindeki K rasnoyarsk’ta ve daha do­
ğuda yer alan A ngara Irmağı üzerindeki
Baykal Gölü yakınındaki Listvyanka'da küçük bir B ratsk’ta dünyanın en büyük hidroelektrik
balıkçı limanı ve tersane vardır. santralları kuruludur.
SİCİLYA 193

dönem lerde Sibirya pek çok tarihöncesi kül­


türün doğum yeri oldu. Sibirya’da İÖ 24000-
22000 arasına tarihlenen ve dünyanın en eski
sanat yapıtları kabul edilen, m am ut dişinden
ya da rengeyiği boynuzundan yapılmış hey­
kelcikler bulunmuştur.
D aha sonraki yüzyıllarda Sibirya’nın deği­
şik kesim lerinde H unlar, Kırgızlar, M oğollar
ve başka halklar egemenlik kurdu. İS 13.
yüzyılda ise Sibirya’nın güneyi bütünüyle
Cengiz H an’ın kurduğu Moğol İm paratorlu­
ğ u n u n yönetimine girdi. 13.-16. yüzyıllarda
Sibirya’nın batısında A ltınordu Devleti bulu­
nuyordu (bak. A ltin o r d u D e v let î ). B u devle­
tin yıkılışıyla birlikte ortaya bağımsız hanlık­
lar çıktı. T atarca’da “uyuyan toprak” anla­
mındaki Sibirya adı, T atarlar’ın A ltınordu
Picturepoint topraklarında kurduğu Sibir (Sibirya) Han-
Sibirya gittikçe değişmekle birlikte, büyük bölüm ü lığı’ndan gelir. Bu sırada doğuya doğru yayıl­
hâlâ doğal görünüm ünü korumaktadır. Baykal Gölü
maya başlayan Ruslar 1582’de Yerm ak Timo-
benzersiz yabanıl yaşamı ile tanınır; dünyada tatlı su
fokları yalnız bu gölde yaşar. feyeviç adlı bir Kazak’ın önderliğinde Tatar-
lar’ı yenilgiye uğrattılar. Y erm ak’ın ölümü
üzerine Ruslar Sibirya’yı terk ettilerse de
Sibirya’nın başlıca kentleri U rallar’da Nijni çarlıktan destek alan avcılar ve kâşifler Ural-
Tagil, Sverdlovsk ve Çelyabinsk ile Omsk, lar’ı aşarak iç kesimlere yöneldiler. Doğuya
Novosibirsk, Krasnoyarsk, İrkutsk, Barnaul, doğru ilerlerken kaleler yaptılar ve 1630’da
K em erovo, Novokuznetsk, Çita, Habarovsk Lena Irm ağı’na vardılar. 1639’da Büyük O k­
ve Vladivostok’tur. Bu kentlerin çoğu yanus kıyısına ulaştılar. Çok geçmeden Bay­
SSCB’nin A vrupa bölüm ünü Büyük Okyanus kal Gölü çevresinde yaşayan ve Rus egem en­
kıyılarına bağlayan Trans-Sibirva Demiryolu liğine direnen Moğol kökenli B uryatlar’a
üzerindedir (bak. T rans -SİBİrya D em İr y o lu ). boyun eğdirdiler. Rus Çarı I. P etro ’nun
Bu ana hattın uzağındaki bölgeler, bir bölü­ (1672-1725) yönetim e gelmesinden sonra,
mü elektrikli olan yeni hatlarla desteklen­ devletin tehlikeli bulduğu adi ve siyasal suçlu­
m ektedir. Büyük Okyanus kıyısındaki başlıca lar sürgün ve kürek cezalarını çekmek üzere
lim an, buzkıran gemilerinin yıl boyu açık Sibirya’ya gönderildiler. Serflikten kurtulm ak
tuttuğu Vladivostok’tur. SSCB’nin Büyük isteyen pek çok köylü ise Batı Sibirya’ya
Okyanus filosunun da karargâhı olan Vladi- yerleşti. 1891-1904 arasında tam am lanan
vostok yabancı gemilere kapalıdır. Dış ticaret Trans-Sibirya Dem iryolu bölgeye yerleşimi
Vladivostok yakınlarındaki N ahodka üzerin­ hızlandırdı. 1900’den sonra sürgünlerin sayısı
den yürütülür. Yaz ayları boyunca, Kuzey azalırken, nüfusta artış görüldü. Sibirya
Deniz Y olu’nu kullanan gemiler Kuzey Buz 1922’de Rus Sovyet Federe Sosyalist Cum hu­
Denizi kıyılarında ve Sibirya ırm aklarının riyeti sınırları içine alındı. Bu tarihten sonra
ağızlarına yakın yerlerde kurulmuş yerleşim sanayinin gelişmesi ve doğal kaynakların de­
bölgeleri arasında mal taşır. ğerlendirilmesi için özel çaba gösterildi. Tüm
bu çabalara karşın Sibirya’da hâlâ el değm e­
Tarih miş zengin m aden kaynaklan vardır.
Sibirya tarihöncesi çağlarda uzun bir dönem
boyunca buzlar altında kaldı. Bölgede, don­ SİCİLYA, A kdeniz’in en büyük adasıdır.
duğu için bozulm adan olduğu gibi kalmış Bağlı olduğu İtalya’nın en güney ucundan
m am ut ölüleri bulunm uştur. D aha sonraki 16 km genişliğindeki M essina Boğazı ile
194 SİCİLYA

ayrılır. Kuzeyindeki birkaç küçük adayla bir­ başka zeytin, badem , üzüm ve çeşitli sebzeler
likte özerk bir yönetim bölgesi oluşturur. yetiştirilir. Sicilya’nın kuzey kıyısında yer alan
Sicilya kabaca üçgen biçiminde, doğal gü­ Palerm o’nun gerisindeki vadi, tadına doyul­
zelliğiyle ünlü bir adadır. Yüzölçümü 25.460 maz portakallarından ötürü “Conca d ’O ro”
k n r ’dir. Kuzey kıyısında yükselen sarp dağ­ (altın kabuk) adıyla anılır. Batıdaki Marsala
lar, İtalya anakarasındaki Apennin D ağlan’ Ovası şarabıyla ünlüdür.
nın uzantısıdır. Doğu kıyısı yakınlarındaki Sicilya’nın engebeli iç kesimleri, 1950’lere
E tna, 3.323 m etre ile A vrupa’nın en yüksek kadar çok düşük ücretle işçi çalıştırılan büyük
etkin yanardağıdır. Adanın büyük bölümü çiftliklere bölünmüştü. 1950’den bu yana dev­
kuzeyden güneye doğru alçalan engebeli bir let bu toprakları kam ulaştırarak köylüler ara­
yayladır. Özellikle kuzeyinde dar kıyı ovaları sında paylaştırdı. A dada en çok buğday ekilir­
yer alır. se de, üretim düşüktür. Engebeli çayırlar
Sicilya’da yazlar sıcak ve kuru, kışlar ılık koyun ve keçi otlatm aya elverişlidir. Bundan
geçer. Yağış oranı düşüktür. A danın başlıca başka az sayıda sığır beslenir. A da halkının
sorunlanndan biri susuzluktur. Yamaçları ör­ büyük bölümü tepelerde kurulu kasaba ve
ten doğal orm an örtüsü tarım için toprak köylerde yaşar.
kazanm ak amacıyla neredeyse bütünüyle yok İtalya balıkçılık filosunun yaklaşık dörtte
edilmiştir. birini Sicilya’nın balıkçı tekneleri oluşturur.
Sicilya İtalya’nın yoksul bir bölgesidir. Bir En çok orkinos avlanır. A dada balık, meyve
ada oluşu ve ülkenin en güney ucunda yer ve sebze konserveciliği yapılır. Oldukça katı­
alışı yüzünden İtalya’nın öteki kesimleriyle şıksız halde kükürt elde edilir. Başlıca sanayi­
ilişkisi kesik gibidir. Halkın büyük bölümü leri petrol çıkarımı ve arıtımı, kimyasal m ad­
çiftçilikle geçinir. A dada, anakarada yaşayan de, plastik eşya, çim ento ve gübre üretimidir.
İtalyanlar’ın bile anlam akta güçlük çektiği bir Kuzey kıyısında doğal bir liman olan Paler­
lehçe konuşulur. İtalya’da yetişen limon ve mo adanın yönetim m erkezidir. Başlıca bü­
portakalların çoğu Sicilya’da üretilir. Alçak yük kentler Catania ve M essina’dır. M essina’
yamaçlarda ve kıyı ovalarında turunçgillerden da 28 Aralık 1908 günü tarihin en büyük
Picturepoirıt deprem lerinden biri oldu. Bu deprem de 83
bin kişi, yani kent nüfusunun yarısından çoğu
yaşamını yitirdi.
İtalya ve Sicilya’daki demiryolları Messina
ile anakara arasında işleyen bir feribotla
birbirine bağlanır. Adanın karayolları iyidir.
A m a, köyler arasındaki yollar taşlık ve dar
olduğu için yükler ancak eşek sırtında taşına-
bilm ektedir.

Tarih
Sicilya’da ilk yerleşim ler 10 bin yıl kadar önce
kurulm uştu. A dada İÖ 8. yüzyılda Fenikeliler
ve Yunanlılar yerleşim merkezleri kurdular.
Özellikle güneydoğudaki liman kenti Siracu-
sa’da Eski Y unanlılar’dan kalma pek çok
kalıntıya rastlanır. İÖ 3. yüzyılda R om a’nın
ilk eyaleti olan Sicilya, ortaçağ başlarında
V andallar, O strogotlar, Bizanslılar ve Arap-
lar’ca istila edildi. 11. yüzyılda ise İtalya’nın
güneyi ile birlikte Norm an egemenliğine gir­
di. 13. yüzyıl sonunda İspanyollar’ın eline
Palermo'da kalabalık bir sokak. geçti.
SİDE 195

1443’te İspanyollar İtalya’nın güneyi ile SİDE, ilkçağda A nadolu’nun Akdeniz kıyısın­
Sicilya’yı birleştirdikten sonra bölge İki Sicil­ da kurulmuş olan en eski ve önemli bir liman
ya Krallığı adıyla anılmaya başlandı. Am a bu kentidir. İÖ 7. yüzyıldan İS 6. yüzyıla kadar
birlik 16.-19. yüzyıllar arasında zaman zaman ticaretten elde ettiği zenginliklerle parlak
kesintiye uğradı. 1815’te resmen İki Sicilya dönem ler yaşayan bu ilkçağ kentinin yerinde
Krallığı adını aldı. 1860’ta Giuseppe Garibal- bugün bir köy vardır. Akdeniz Bölgesi’nde
di 1.000 gönüllüsüyle Sicilya’ya çıktı {bak. yer alan, 1985’teki nüfusu 3.376 olan ve
G a r ib a l d i , G iuseppe ). A da ertesi yıl, yeni Selimiye adıyla anılan bu köy, Antalya ilinin
kurulan birleşik İtalya Krallığı’nın bir parçası M anavgat (bak. M a n a v g a t) ilçesine bağlıdır.
oldu. 1947’de ise bölgesel özerklik kazandı. Selimiye köyü turizmle zenginleşmiş, gittikçe
Sicilya’nın kendi parlam entosu vardır. R om a’ büyüyen bir köydür.
daki İtalyan hüküm eti de adaya her türlü yar­ Y örede yapılan kazı ve araştırm alarda kent
dımda bulunm aktadır. kalıntıları arasında elde edilen en eski bulun­
Sicilya, dünya çapında yaygın bir suç örgü­ tunun İÖ 7. yüzyıldan kalma olduğu saptan­
tü olan M afya 'nın doğum yeri olarak da mıştır. Bazı eski kaynaklar Side’nin, Yunanis­
ünlüdür. A dada ortaçağın sonlarında istilacı tan’dan İzmir yöresindeki Kyme’ye gelen
N orm an, İspanyol ve A rap yönetimlerini A ioller tarafından bir ticaret kolonisi olarak
devirmek amacıyla mafie adı verilen gizli kurulduğunu yazar. A m a Side adının Y unan­
silahlı gruplar örgütlenmişti. 1820-48 yılları ca olmaması, kentin daha eskiden kurulmuş
arasında, çiftliklerinde çok az oturan toprak olduğu izlenimini verir. Kentin adı, yörede
sahiplerinin mülklerini haydutlara karşı koru­ çok eskiden konuşulan ve günümüzde tam
mak amacıyla kiraladığı bu gruplar giderek olarak çözülememiş, “Side dili” olarak tanım ­
bağımsızlaştı ve başına buyruk bir güç oldu. lanan bir H int-A vrupa dilinde “nar” anlamına
II. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Paler­ gelir. Bu bulgular kentin A ioller’in gelişinden
m o’da yuvalanarak rüşvet, şantaj, kaçakçılık önce de var olduğu görüşünü güçlendirmekte-
işlerine girdi. Kan davası gütme, sır saklama dir. Bir eski kaynak Side’nin İÖ 15. yüzyıl
ve hiçbir koşulda adalet için resmi m akam lara sonlarında kurulduğunu belirtir. İÖ 6. yüzyılda
başvurm ama ilkesinden hareket eden mafya Persler’in eline geçen Side, İÖ 334’te Büyük
üyelerinin bir bölüm ü A B D ’ye göç ettikten İskender’e teslim oldu. D aha sonra Mısırlılar
sonra bu ülkede 20. yüzyılın en büyük suç ve Selevkoslar tarafından yönetilen Side, B er­
örgütünü kurdular. gama Krallığı dönem inde bağımsız bir kentti.
Nüfusu 5.051.413’tür (1985). Rom a İm paratorluğu’na bağlandığı İÖ 78’den
N ezih Başgelen

Side'deki A pollon
Tapınağı.
196 SİERRA LEONE

Ahm et Kuzik
Solda: Side'de 2. yüzyıldan kalma
Agora'nın çevresi tanrı heykelleriyle
süslenm iştir. Üstte: Adalet tanrıçası
İsa Çelik Nemesis'in heykeli.

sonra da iç işlerinde bağımsız olan Side, özel­ Selimiye köyü kıyıları boyunca doğal kum ­
likle köle ticaretinden büyük bir zenginliğe sallar uzanır. Yazın aylarca deniz suyu sıcaklı­
kavuştu. Bu dönem de Pamfilya’nın en büyük ğı 20°C’nin altına düşmeyen ve günlük güneş­
ticaret, bilim ve kültür merkeziydi. lenm e süresi 12 saatin altına inmeyen bu
D aha sonra Toroslar’da yaşayan dağlı halk­ kıyılar, A vrupa’nın serin ve soğuk ülkelerin­
ların saldırısına uğrayan Side, İS 4. yüzyılda den gelen turistler için çok çekici alanlardır.
oldukça yoksul düştü. Bizans yönetim indey­ Eşsiz doğal ve tarihsel zenginliklere sahip
ken yeniden zenginleşerek parlak bir dönem olan Selimiye köyü yazın yerli ve yabancı
yaşayan Side’nin 9. ve 10. yüzyıllarda saldırı­ turistlerin büyük ilgi gösterdiği önemli bir
larını yoğunlaştıran A raplar tarafından yakı­ turizm m erkezi haline gelmiştir. Selimiye
larak yerle bir edildiği sanılmaktadır. Bugün­ köyü çevresi kam u kuruluşları ile özel kesime
kü köy ise 19. yüzyılda G irit’ten gelen göç­ ait çok sayıda otel, m otel, tatil köyü ve
m enler tarafından Side kalıntıları üstünde ve sitelerle dolmuş durum dadır.
eski kentin yapılarından kalm a taşlar kullanı­ Selimiye köyü karayoluyla ilçe merkezi
larak kuruldu. B urada yeni bir yerleşim yeri­ M anavgat’a 10 km, il merkezi A ntalya’ya da
nin kurulmuş olması, arkeolojik çalışma ya­ yaklaşık 70 km uzaklıktadır.
pılmasını ve kent kalıntılarının korunmasını
zorlaştırm aktadır. SİERRA LEONE, Batı A frika kıyısında Gine
Küçük bir yarım adanın üstünde kurulmuş ve Liberya arasında yer alan, İngiliz Uluslar
olan Side kentinden günümüze iyi durum da Topluluğu üyesi bağımsız bir cumhuriyet­
ulaşan başlıca yapılar kara surları ile bu tir.
surlardaki ana kapının iki yanında bulunan Başkent Freetow n, 40 km uzunluğunda, sık
kuleler, caddeler, sarnıçlar, sukem eri, anıt­ orm anlarla kaplı dağlık bir yarım adanın üze­
m ezarlar, tapm ak, bazilika, hamam ve tiyat­ rindedir. Bu topraklara “Aslan D ağları” anla­
rodur. Bunlardan başka çeşitli yapıların duvar mına gelen Sierra Leona adını 1462’de bölgeyi
ve tem el kalıntıları ile büyük yapıtaşları ve keşfeden Portekizli Pedro de Sintra vermiştir.
sütunlara rastlanır. Bataklık kıyı şeridi iç kesimlere doğru yerini
İÖ 2. yüzyılda yapılmış olan hamam düzen­ çayırlara, engebeli orm an alanlarına ve yük­
lenerek 1963’te Side Müzesi olarak ziyarete sekliği 900 m etreyi bulan yaylalara bırakır.
açılmıştır. Bu müzede kent kalıntıları arasın­ Ü lkenin kuzeydoğusunda 2.000 m etreye yak­
da bulunan çeşitli heykeller, büstler, kabart­ laşan dağlar vardır. Irm akların çoğu yaylalık
m alar, sütun başlıkları ve lahitler ile öteki bölgeden güneybatıya doğru akar. En önemli
arkeolojik buluntular sergilenir. ırmağı Sewa’dır.
SİERRA LEONE 197

Sierra Leone’nin iklimi sıcak ve nemlidir.


SİERRA LEONE'YE İLİŞKİN BİLGİLER
Mayıs-ekim ayları arasında yoğun yağış görü­
lür. Bir zam anlar, bölgede sıtm adan ölen YÜZÖLÇÜMÜ: 71.740 km2.
İngiliz tüccar ve askerlerden ötürü, ülkeye NÜFUS: 3.803.000 (1987).
“beyaz adam mezarlığı” denirdi. YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet; İngiliz Uluslar Toplu­
Orm anların çoğu ekim alanı açmak için luğu üyesi.
BAŞKENT: Freetovvn.
kesildiyse de, iç kesim lerde hâlâ kerestesi çok
DOĞAL YAPI: Alçak, bataklık bir kıyı şeridi; iç kesimle­
değerli ağaçlar vardır. Ü lkede yaşayan yaba­ rinde yaylalar ve dağlar olan sulak bir ülkedir.
nıl hayvanlar arasında fil, leopar, antilop, BAŞLICA ÜRÜNLER: Palmiye çekirdeği ve yağı, kakao,
maymun ve az sayıda aslan sayılabilir. Irm ak­ kahve, zencefil; elmas, demir cevheri, krom cevheri.
larda suaygırı, timsah ve ırmak haliçlerinde BAŞLICA KENTLER: Freetovvn, Bo, Makeni, Kenema.
EĞİTİM: Zorunlu değildir.
köpekbalıkları vardır. O tlakların çoğunda,
özellikle doğudakilerde yoğun olan çeçe sine­
ği sığır besiciliğine olanak vermez (bak. Ç eçe
SİNEĞİ). yararlanılan kromit çıkartılır. Önemli bir dış
Freetovvn’da ve kıyı bölgelerde yaşayan ticaret ürünü olan elmas, Sewa ve Bafi
halkın çoğu, özgürlüğüne kavuşmuş kölelerin ırm akları dolaylarındaki sarı taşlık alandan
soyundan gelen ve “K reol” olarak adlandırı­ elde edilir. M okanji T epeleri’nde boksit bu­
lan, İngilizce konuşan H ıristiyanlar’dır. B un­ lunmuştur. Sierra L eone’de dünyanın en zen­
lar toplam nüfusun sadece yüzde 2’sini oluştu­ gin rutil (titan dioksit) yatakları vardır ve her
rur. Ülkenin geri kalan kesim lerinde çeşitli yıl dışarıya 100 bin ton rutil satılır.
etnik gruplardan insanlar yaşar. Sayıları 18’i Çok güzel bir doğal liman olan başkent
bulan bu etnik gruplardan bazıları M üslüman Freetow n ile iç ticaretin başlıca m erkezi olan
ve Hıristiyan olmakla birlikte, çoğu gizli Bo, Sierra L eone’nin en önemli kentleridir.
topluluklarca yönetilen geleneksel A frika
dinlerine bağlıdır. Tarih
Halkın çoğunluğunu çiftçilikle geçinen köy­ Bölgeye yerleşen ilk halk B ulom lar’dı. 14. ve
lüler oluşturur. Ekilebilen topraklarda pirinç, 15. yüzyıllarda bölgeye öbür A frika halkları
m anyok, yam ve başka ürünler yetiştirilir. En da geldi. Portekizliler 1495’te Freetovvn’da bir
önemli ürün, meyvesi ve çekirdekleri sabun, kale yaptılar. Kıyı 15. yüzyıl sonlarından
m argarin ve mum yapımında kullanılan yağ başlayarak Avrupalı köle ve fildişi tüccarları­
palmiyesidir. Kahve, kakao ve zencefil de nın uğrak yeri oldu.
üretilir. Dış ülkelere kauçuk satılır. İngilizler Sierra L eone’yi sömürgeleştirmek
M aram pa’da büyük m iktarda dem ir çıkartı­ istedilerse de başarılı olam adılar. 1787’de,
lır ve özel bir demiryolu ile Pepel limanına özgürlüğüne kavuşmuş olan ya da sahibinden
taşınır. G üneydoğuda, krom cevheri olarak kaçan köleler, köleliğe karşı olan bir grup
İngiliz’in desteğiyle bugünkü Freetovvn bölge­
sine yerleşti. İlk yerleşenler 400 özgür köle ve
60 beyazdı. Afrikalı bir kabile reisinden
yarım adada bir parça toprak satın alındı ve
göçmenler çiftçilik yapmaya başladı. Bununla
birlikte, bu ilk göçm enlerden çoğu öldü,
kalanları da bir başka kabile reisince toprak­
larından sürüldü. Bölgeye 1792’de yeni göç­
m enler geldi.
İkinci göçmen grubu, A m erika’daki pam uk
tarlalarında köle olarak çalışan ve A m erikan
Bağımsızlık Savaşı sonrasında İngilizler’ce,
bugün K anada’nın bir bölgesi olan Nova
Scotia’ya götürülmüş Siyahlar’dı. Y arım ada­
198 SİERRA NEVADA

N evada’da ayrıca, A vrupa’nın en güneyinde


olm a özelliği taşıyan küçük bir buzul vardır.
California eyaletinde bulunan Sierra Neva­
da ise A B D ’nin en yüksek sıradağlarındandır.
W hitney Dağı’nm yüksekliği 4.418 m etredir,
öbür doruklar da genellikle 4.000 m etrenin
üstündedir. Sierra Nevada yaklaşık 645 km
uzunluğunda ve 65-130 km genişliğindedir.
Batısında Sacram ento ve San Joaquin ırm ak­
larının suladığı bereketli bir vadi, doğusunda
ise kıraç Büyük Havza vardır. Sıradağların en
yüksek dorukları doğudadır. Dağların güney
ucunda M ojave Çölü yer alır. Kuzeyinde ise
Kaskad Dağları uzanır.
Sierra N evada’nın batısında, Sacramento-
San Joaquin vadisine akarak bu iki ırmağa
katılan akarsuların aşındırdığı derin kanyon­
lar bulunur. Kuzey A m erika’nın en derin
vadisi olan 2.400 m etre derinlikteki Kings
Kanyonu bunlardan biridir. G ranit yamaçlı
sarp Yosemite vadisi 1.200-1.800 m etre derin­
liktedir. Yosemite Çağlayanı, Bridalveil Çağ­
layanı ve başka ünlü çağlayanlar bu kanyonla­
rın yamaçlarından dökülür. Güzel görünümlü
Tahoe G ölü’nün bir bölümü Sierra N evada’
A B C Ajansı nın içinde kalır.
Sierra Leoneli bir köylü Sierra Nevada çok az geçit verir. Bunlardan
ikisi deniz düzeyinin 2.000 m etre üzerindedir.
Kıyıdaki San Francisco’dan doğuya, iç kesim­
da yerleştikleri bölgeye Freetown adını verdi­ lere giden demiryolları bu geçitlerden geçer.
ler. 1794’te Fransızlar burayı yağmaladıysa Ayrıca karayollarıyla aşılan birkaç yüksek
da, bölge çok geçmeden eski durum una ka­ geçit vardır.
vuştu. 1808’de kıyıdaki yerleşme İngiliz sö­ Sierra N evada’nın batı yamaçlarında Se-
mürgesi oldu. 1896’da iç bölgeler de İngiltere’
nin koruması altına alındı. Bu durum da
sömürgeci devlet, yani İngiltere uluslararası
yetkileri kendinde topluyor ve Sierra L eone’
yi iç işlerinde özgür bırakıyordu. 1961’de
İngiliz Uluslar Topluluğu içinde bağımsız bir
ülke durum una gelen Sierra L eone’de
1971’de cumhuriyet ilan edildi.

SİERRA NEVADA, İspanyolca’da “karlı sıra­


dağlar” anlamına gelir. Hem İspanya’da, hem
A B D ’de bu adla bilinen dağlar vardır. İspan­
yol Sierra N evada’sı A kdeniz kıyısı yakının­
da, G ranada ilindedir ve denizden görülebilir.
Bu sıradağlar arasında, İspanya anakarasının
en yüksek tepesi olan 3.478 m etre yüksekli­
ğindeki Cerro de M ulhacen yer alır. Sierra California'da Sierra Nevada'dan bir görünüm
SİFON 199

quoia, Kings Kanyonu ve Yosemite adlı üç suya daldırılan lastik bir borunun öbür ucunu
ulusal park yer alır. Bu üç parkta da dünyanın bardağın kenarından aşırıp dışarı sarkıtırız.
en büyük ve en yaşlı canlılarından sayılan Bu durum da suyun borudan akmayacağını
sekoya ağaçlarının bulunduğu korular vardır biliyoruz. A m a borunun ucunu ağzımıza alıp
(bak. S ek o y a ). su gelinceye kadar em dikten sonra, içine hava
Yosemite vadisinde Avrupalı kâşiflerin ge­ girmemesi için sıkıca kapatıp bardaktaki su
lişinden önce Y erliler’in yaşadığı 40 kadar düzeyinden daha alçakta tutarak yeniden
köy vardı. Buradaki Y erliler’e M ivoklar deni­ açtığımız zaman bardaktaki suyun borudan
yordu. Yosemite adı M ivoklar’ın Am erika boşaldığını görürüz. Borunun ucu bardaktaki
boz ayısına verdikleri uyum ati adından gelir. su düzeyinden alçakta olduğu sürece bardak­
Buzul Çağı boyunca yoğun kar yağışı Sierra taki su boru içinde yükselerek bardağın kena­
N evada’nın yüksek bölümlerinin buzla örtül­ rını aşıp akmayı sürdürecektir.
mesine yol açtı. Büyük buzullar vadilerden Sifonun nasıl çalıştığını anlam ak için başka
geçerek batıya doğru yol alırken onları daha bir deneyden yararlanabiliriz. Rulo halinde
da derinleştirdi. G ünüm üzde yalnızca dağla­ duran bir zincirin bir ucunu, zincirin durduğu
rın yüksek kesimlerinde küçük buzullar bu­ yerden daha yüksekte bulunan ve serbestçe
lunm aktadır. dönebilecek biçimde yerleştirilmiş olan bir
Çok uzun zaman önce akarsularca taşm an m akaradan geçirerek zincir rulosundan daha
ve bir ölçüde lav akıntılarıyla örtülen altınlı alçaktaki bir noktaya kadar indirdiğimizi dü­
çakıllar, 1849’da yaşanan “A ltına H ücum ” şünelim. M akaradan geçen zincirin rulodan
sırasında pek çok insanın bölgeye akın etm e­ alçakta kalan bölümü, rulodan yüksekteki
sine yol açmıştı. bölüm ünden uzun olduğu zaman bu bölümün
ağırlığı da daha fazla olacak ve zinciri aşağı
SİFON. Bir sıvıyı bulunduğu yerden daha doğru çekecektir. (Rulo halinde duran zinci­
alçak bir yere doğru akıtm ak için özel bir rin ağırlığının bir etkisi olmaz. Çünkü o
aygıta gerek yoktur; önündeki engel kaldırıl­ ağırlığı zincir rulosunun üzerinde bulunduğu
dığında su kendiliğinden akar. A m a, bu sıvı yer taşım aktadır.) Bu durum da zincirin m aka­
alçaktaki yeni yerine doğru akarken akış radan geçişi bütün rulo “boşalıncaya” kadar
yolunun belli bir bölüm ünde başlangıç nokta­ sürer. Sifonda gördüğümüz olay da bu deney-
sından daha yüksekte bulunan bir noktayı dekinin tümüyle aynıdır. Sudaki m oleküller
aşmak zorundaysa, bunun için sifon denen bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.
özel bir düzenek kullanılması gerekir. Sifon Sifon borusu içinde oluşan kesintisiz bir su
olarak genellikle, içindeki hava boşaltılmış “zinciri” borunun daha uzun olan tarafına
olan U biçiminde kıvrık bir boru kullanılır. doğru akar gider. Sifonun çalışması için U
Örneğin bir bardaktaki suyu, bardağı yerin­ biçimindeki borunun uzun kolu, suyun akm a­
den kım ıldatm adan bir sifonun yardımıyla sı istenen yönde olmalıdır. Sifon kullanılarak
boşaltabiliriz. Bunun için bir ucu bardaktaki su 11 m etreye yakın bir yüksekliğe çıkarılabi­

Uzun sütundaki
suyun ağırlığı
ı daha fazla
ı olduğundan, su
V gösterilen
t doğrultuda
[ akmaya devam
> eder.
200 SİGORTA

lir. Akaçlam a sistem lerinde, petrol boruhat- m ak için alm an borç ödenm ezdi. Geminin
lannda ve su dağıtım sistemlerinde sifon kendisi için de sigorta yapılıyordu. Fenikeli-
kullanılır. ler’in bu konuda hazırlamış oldukları belgeler
en eski sigorta kayıtlarını oluşturm aktadır.
SİGORTA, insanları beklenm edik zararlara Y unanlılar’ın ve R om alılar’ın da kullandığı
karşı korum anın bir yoludur. Bir yangının ya bu sigorta türü deniz taşımacılığıyla ilgili
da benzeri bir yıkımın vereceği zarar tek bir olduğu için deniz sigortası olarak bilinirdi. 12.
kişinin karşılayamayacağı kadar büyük olabi­ yüzyılda, İtalyan tüccarlar deniz sigortasını
lir; oysa çok sayıda insan bir araya gelerek İngiltere’ye götürdüler. 17. yüzyıl boyunca
bunu kolaylıkla karşılayabilir. İşte sigorta İngiltere’de gemi sahipleri, denizciler ve tüc­
kurum unun tem elindeki düşünce budur. Bu carların bir araya geldikleri en gözde yerler­
tür bir toplu korunm a sistemine katılarak den biri Edw ard Lloyd’un L ondra’daki kah-
beklenm edik zararlara karşı kendini korum ak vehanesiydi. Birçok sigorta anlaşması Lloyd’s
isteyen herkes, sigortacılıkta prim adı verilen adlı bu kahvehanede yapılırdı. 1688’de
belirli bir m iktar parayı düzenli olarak öder. Lloyd’s deniz kazalarına karşı sigorta yapan
Sisteme katılanların ödediği bütün prim ler, işadam larının buluştukları bir tür kulüp ol­
günüm üzde çeşitli sigorta şirketlerinin deneti­ m uştu. Denize açılmak üzere olan bir geminin
minde bulunan bir fonda toplanır. Böyle bir kaptanının adını, geminin gideceği yeri ve
fona prim ödeyen, bir başka deyişle bir taşıdığı yükü belirten bir belge burada elden
sigorta şirketince sigortalanmış olan kimse bir ele dolaşırdı. Bu belgeyi inceleyerek yolculu­
zarara uğradığı zam an, bu zararı karşılam ak ğun başarılı olacağına ve onu sigorta etm enin
için gerekli olan para bu fondan çekilerek uygun olacağına inanan işadamları belgenin
zarara uğramış olan kişiye verilir. altına adlarını ve bir kayıp durum unda ne
Sigorta, bir sigorta şirketince ve yazılı bir kadar ödem e yapacaklarını yazardı. İngilizce’
anlaşmayla yapılır. Bu anlaşmaya sigorta p o li­ de, “sigorta etm ek” karşılığında kullanılan ve
çesi ya da sözleşm esi denir. Poliçe, sigortala­ “altına yazm ak” anlam ına gelen undervvriting
nan kişiye sigortanın hangi konuda ve nasıl sözcüğü bu uygulam adan kaynaklanır. 18.
bir korum a sağlayacağını belirtir. Çok sayıda yüzyıldan başlayarak deniz sigortacılığında ün
poliçe türü vardır. Yaşam , sağlık, yangın, kazanan Lloyd’s, günüm üzde dünyanın dört
kaza ve m otorlu taşıt sigortaları en çok bir yanından gelen denizcilikle ilgili haberle­
bilinen poliçe türlerindendir. Sigortalı bir kişi rin toplandığı bir merkez durum una gelmiştir.
sigorta kapsam ındaki bir konuda zarara uğra­ O kyanuslarda çalışan 18 binden fazla geminin
yınca, kendisine en fazla poliçede yazılı m ik­ hareketi sürekli olarak burada izlenmekte ve
tar kadar bir ödem e yapılır. Tazm inat denen akla gelebilecek her türlü sigortacılık işlemi
bu ödem e, çok ender olarak uğranan kayıp­ yapılmaktadır.
tan daha fazla olabilir. Halley kuyrukluyıldızının yörüngesini ilk
kez hesaplamış olan İngiliz m atem atikçi ve
Sigortacılık Tarihi astrom i bilgini Edm ond Flalley, 1693’te Krali­
İlk sigortayı 5-6 bin yıl kadar önce Babilli yet D erneği’ne sunduğu yaşam tablolarıyla,
tüccarların kullandığı sanılm aktadır. Bu sis­ yaşam sigortası alanında büyük bir katkıyı
tem de tüccara yükün ve taşıyan aracın değeri­ gerçekleştirmiştir. Belirli yaş gruplarındaki
nin yüzde 25’ine yakın bir faizle borç verilirdi. insanların kaç yıl daha yaşamalarının bekle­
Eğer bir kaza sonucu mallar zarar görürse nebileceğini gösteren bu tablolar yaşam sigor­
tüccar borcu ödemezdi. Bu sistemdeki yüksek tası yapan sigortacılara değişik yaşlardaki
faiz, bir anlam da tüccarın sigorta karşılığı insanların ne kadar sigorta primi ödemesi
olarak yaptığı ödemeydi. gerektiğini hesaplam akta yardımcı olur (bak.
A kdeniz’de gemicilik yapan Fenikeliler bu H a l l e y , E d m o n d ).
sigorta uygulamasını deniz ticaretine aktardı. Yalnızca yaşam sigortası yapan ilk sigorta
Korsanlık ya da bir kaza sonucu yolculuk şirketinin 1706’da L ondra’da kurulduğu sanıl­
başarısızlığa uğrarsa, yol giderlerini karşıla­ m aktadır. 1759’da Pennsylvania’da kurulan
SİGORTA 201

Presbyterian M inister’s Fund of Philadelphia tacı da zararı ödeyecek olan kurum dur. Sigor­
(Philadelphia Presbiteryen Papazlar Fonu) ta yaptıranın sigorta karşılığında sigortacıya
A B D ’deki ilk sigortacılık şirketidir. Bu şirket ödediği paraya prim denir. Prim, sigorta be­
yaşlı Presbiteryen papazların bakımı amacıyla delinin belirli bir oranı kadardır. Z ararın ger­
kurulm uştu. çekleşmesi durum unda kendisine ödeme ya­
İlk yangın sigortası şirketleri 1666’daki pılacak olan kişiye hak sahibi denir. Hak sahi­
Büyük Londra Yangım’ndan sonra ortaya çık­ bi, sigorta yaptıran kişi olabileceği gibi, söz­
tı. Kendi itfaiye bölümleri de olan bu şirketler leşmede belirtilmiş olan başka bir kişi de ola­
yangın sigortası yaptıkları kişilere sigorta bilir. Sigortalı ile sigortacı arasında yapılan,
edilen yapının dışına asılmak üzere yangın sigortanın konusunu ve koşullarını belirleyen
plakası denen m etal amblemler verirlerdi. yazılı sözleşmeye poliçe denir.
Yangın plakası olmayan bir yapıda yangın Yaşam sigortası değişik biçimlerde yapılabi­
çıktığı zaman, gelen itfaiyecilerin ateşi sön­ lir. Sigortalının ölümü durum unda sigorta
dürm eye çalışacaklarına durup yangını seyret­ bedeli hak sahibine ödenebilir. Böylece bek­
tikleri söylenir. lenm eyen bir ölümün yol açtığı gelir kaybı
İlk A m erikan sigorta grubunu, ahşap yapı­ karşılanmış olur. Bu durum da hak sahibi
larını yok edebilecek bir yangının yol açacağı genellikle ölenin eşidir. Birçok yaşam sigorta­
kaybı paylaşmak isteyen dükkân sahipleri sı poliçesi para gibi değer taşır. Çok çeşitli
1735’te kurdu. A B D ’deki ilk yangın sigortası türleri olan yaşam sigortasının üç ana türü,
şirketi olan Philadelphia Contributorship’i ise genel yaşam sigortası, süreli yaşam sigortası
1752’de Benjam in Franklin kurm uştur. Çok ve karm a yaşam sigortasıdır. Genel yaşam
sayıda sigorta şirketinin kurulmuş olduğu sigortasının koruması bütün yaşam süresini
Connecticut eyaletinin H artford kenti günü­ kapsar. Sigortalı ne zaman ölürse ölsün sigor­
müzde A B D ’nin sigortacılık m erkezi olarak tacı tazm inatı öder. Süreli yaşam sigortası,
tanınır. sigortalıya yalnızca beş ya da 10 yıl gibi belirli
bir süre için korunm a sağlar. Süre sonunda
Sigorta Türleri poliçe yenilenebilir ve her yenilenmede daha
Sigortacılıkta, poliçe sahibi ya da sigortalı bir yaşlanmış olan sigortalının ölüm olasılığı art­
zarara karşı korunmayı isteyen kişidir; sigor­ mış olduğu için ödenecek olan prim yükselir.

Popperfoto

1978'de Bretanya
kıyılarının açığında
batan Am oco Cad iz
tankeri dünyadaki en
ciddi petrol
kirlenm elerinden birine
ve çok büyük bir sigorta
tazminatı ödenmesine
neden oldu.
202 SİGORTA

nu karşılayan sağlık sigortası türleri vardır.


Sakatlık sigortası da hastalık ya da yaralanm a
nedeniyle kaybedilen gelirin karşılanmasına
yardımcı olur.
M al sigortası, ilk sigorta şirketlerince yapı­
lan eski yangın sigortalarının günümüzdeki
biçimidir. Yapılar ve içindeki eşyalar yangının
yanı sıra birçok başka tehlikeye karşı da
sigorta edildiği için bu sigorta türünün adı
değişmiştir. Fırtına, su baskını, deprem , hır­
sızlık, mala saldın gibi tehlikeler mal sigorta­
sının kapsam ına girer. Burada sigorta bedeli,
sigortalı malın yeniden sağlanması ve yapıla­
rın yeniden yapılması için gereken giderler
S. & O. Matthews
Resimde görülen yangın plakası, eskiden
kadardır.
itfaiyecilere yapının sigortalanm ış olduğunu Yapıları ve yapıların içindeki mobilya, m ü­
gösteriyordu. cevher, para, elektronik aygıt ve antika gibi
eşyaları birlikte sigorta eden karm a sigorta
Karma yaşam sigortası tasarruf amaçlı bir poliçeleri de vardır.
sigortadır. Sigorta süresi içinde sigortalı ölür­ M otorlu kara taşıtları sigortası en karmaşık
se hak sahibine sigorta bedeli ödenir. Sigorta­ görünen sigorta türüdür. Taşıtı ve sürücüsünü
lı bu süre sonunda hâlâ yaşıyorsa sigorta her tür kazanın yol açabileceği zarara karşı
bedeli sigortalıya ödenir. koruyan bir sigorta yaptırılabileceği gibi, ara­
Sınırlı ödemeli yaşam sigortasında, belirli cı yalnızca yangın ve hırsızlığa karşı koruyan
bir süre prim ödeyen sigortalılar yaşamlarının bir sigorta da yaptırılabilir. Birçok ülkede
geri kalan bölümü için sigortalanır. Yıllık bütün taşıtların en azından başka bir sürücü
ödemeli yaşam sigortası ise genel yaşam ya da araca verilen zararı karşılayacak bir
sigortasının tersidir. Bu sigorta türünde sigor­ taşıt sigortası bulunması yasal bir zorunluluk­
talı öldüğünde tazm inat ödenmesi yerine, tur. Sigorta primi aracın türüne, sürücünün
sigortalıya yaşadığı sürece bir gelir sağlanır. yaşma, mesleğine ve önceki sürücülük kayıt­
Sigortalı ya büyük bir prim yatırır ve hem en larına (daha önce kaza yapıp yapmadığına)
gelir elde etm eye başlar ya da gelir almaya göre belirlenir.
başlam adan önce belirli bir süre prim ödemesi Çok değişik ve özel tehlikeleri karşılamak
gerekir. üzere yapılan birçok başka sigorta türü de
Sağlık sigortası çok yaygın sigorta türlerin­ vardır: İş kazaları sigortası, bir alacağın sigor­
den biridir. Tek kişilik sözleşmeyle sağlık ta ettirilm esi, rehin verilen bir malın sigortası,
sigortası yapılabileceği gibi bazı işyerlerinde bir organın sigortası bunlardan birkaçıdır.
düzenlenen grup sigortalarına katılarak da Çalışanlara sağlık ve yaşlılık sigortası gibi
sağlık sigortası yaptırılabilir. Birçok Avrupa haklar sağlayan ve bütün çalışanları kapsayan
ülkesinde belirli bir gelir düzeyinin altındaki sosyal sigorta da bir sigorta türüdür. İşçileri
insanlar için parasız sağlık hizmetleri sağlan­ kapsam ına alan Sosyal Sigortalar Kurum u ve
m aktadır. İngiltere gibi bu sistemin herkesi kam u görevlilerini kapsam ına alan Emekli
kapsadığı ülkelerde ayrıca bir sağlık sigortası­ Sandığı gibi kuruluşların yanı sıra bazı şirket­
na gerek yoktur. Gene de birçok kişi ve ler ve bankaların kendi çalışanları için kurdu­
şirket, ek bir yardım dan yararlanm ak amacıy­ ğu özel emekli sandıkları da vardır (bak.
la özel sağlık sigortası yaptırm aktadır. H asta­ EMEKLİLİK).
ne ve ameliyat giderlerini, düzenli hekim D eprem , kasırga, sel gibi çok büyük yıkım­
kontrolü giderlerini, büyük sağlık harcam ala­ lara yol açan doğal olaylar ve büyük petrol
rını, ciddi ve uzun süreli hastalık ya da tankerlerinin batması gibi çok geniş bir alanı
sakatlık sırasında yapılan harcam aların çoğu­ etkileyen kazalar bu olayın gerçekleştiği yer­
SİHLER 203

deki birkaç sigorta şirketinin karşılayamaya­ ğ ın d an izin alması zorunluluğu getirildi.


cağı kadar büyük bir zarara yol açabilir. 1929’da çıkarılan bir yasayla da T ürkiye’de
Böyle bir durum la karşılaşm a olasılığını düşü­ reasürans sözleşmesi yapma hakkı, İş Banka-
nen sigortacılar, sigorta konusu olan zarar sı’nın kuracağı bir şirkete bırakıldı. İş Bankası
doğunca sigortalılara yapacakları ödemenin bu amaçla Milli Reasürans Türk A Ş ’yi kurdu.
şirkete vereceği zararı bir başka sigorta şirke­ Süm erbank’ın kurduğu Güven Sigorta 1935’te
tine sigorta ettirebilirler. İşte sigorta şirketle­ çalışmaya başladı.
rinin yüklenmiş oldukları sorumluluğun bir II. Dünya Savaşı (1939-45) dönem inde
bölüm ünü ya da tamamını bu yolla bir başka savaş dışında kalmış olan T ürkiye’de sigorta­
sigorta şirketine devretm esine reasürans cılık gelişti. Doğan Sigorta, Halk Sigorta,
denir. Genel Sigorta, Şeker Sigorta, G üneş Sigorta,
Ray Sigorta, Başak Sigorta gibi birçok sigorta
Türkiye'de Sigortacılık şirketi savaş yıllarında ya da savaş sonrasında
Türkiye’de sigortacılığın başlaması A vrupa’ya kuruldu. 1960’ta Türkiye Sigorta ve R easü­
göre oldukça geç olmuştur. 1870 Beyoğlu rans Şirketleri Birliği oluşturuldu. 1989’da si­
yangınında, A vrupa’daki sigorta şirketlerine gorta şirketlerinin denetimi Hazine ve Dış Ti­
sigorta yaptırmış olanların zararlarını sigorta­ caret M üsteşarlığına verildi. 1989’da T ürki­
nın ödem esi toplum da sigortaya karşı bir ilgi ye’de sigortacılık alanında 24 yerli, 17 yabancı
uyandırdı. Bu ortam ı değerlendiren üç İngiliz sigorta şirketi ve üç reasürans şirketi çalış­
sigorta şirketi İstanbul’da çalışmaya başladı. maktaydı. Son yıllarda görülen hızlı gelişme­
Bunu başka yabancı sigorta şirketlerinin gelişi ye karşın, T ürkiye’de sigortacılık Avrupa ül­
izledi. 1893’te Osmanlı Umumi Sigorta Kum ­ kelerindeki sigortacılığa göre oldukça geridir.
panyası adıyla ilk Osmanlı sigorta şirketi 1984’te 85 milyar Türk Lirası olan toplam si­
kuruldu. Şirketin ortakları arasında Düyun-ı gorta prim leri, 1989’da 1.056 milyar Türk Li-
Um um iye, Osmanlı Bankası, R eji İdaresi rası’na çıkmıştır. Son yıllarda toplam sigorta
vardı. Büyük İstanbul yangınlarının da etki­ işlemleri içinde yaşam sigortasının payı da art­
siyle 19. yüzyıl sonlarında sigorta şirketleri m aktadır. 1984’te toplam primlerin yüzde
hızla çoğaldı. 1900’de 44 sigorta acentesi l ’ini biraz geçen yaşam sigortası primleri
İstanbul’da toplanarak bir dernek kurdu. 1989’da yüzde 15’e yaklaşmıştır.
Sigortacılıktaki bu gelişmelere karşın bu alan­ Türkiye’deki sigortacılığın ilginç bir yönü
daki ilk yasal düzenleme ancak 1906’da ger­ de A vrupa ülkelerinde görülen gelişimin te r­
çekleşti. Bu tarihte çıkarılan Deniz Ticaret sine, Türkiye’de sigorta şirketlerinin banka­
K anunu’na sigortacılıkla ilgili bir bölüm ko­ lardan kaynaklanmış olmasıdır. Oysa A vru­
narak sigortacılığın tanımı, tarafların hak ve pa’da sigortacılık bankacılıktan bağımsız ola­
yükümlülükleri gibi konular düzenlendi. D a­ rak gelişmiş ve zamanla biriken sigorta fonları
ha sonra II. M eşrutiyet (1908) dönem inde bu bankaların kurulm asında kullanılmıştır.
alanda yeni yasal düzenlem eler yapıldı. I.
Dünya Savaşı sırasında yabancı sigorta şirket­ SİHLER, H indistan’ın kuzeyindeki Pencap
lerinin çalışmaları aksayınca İttihad-ı Milli eyaletinde yaşayan bir halktır. Bu halk, La-
Osmanlı Sigorta Şirketi kuruldu. Yabancı hor’da kast düzenine ve puta tapınm a gibi
sermayeyle kurulan bu şirketi, gene yabancı Hindu geleneklerine karşı çıkan yeni bir dinin
sigorta şirketlerinin girişimiyle kurulan Şark temellerini atan N anak’ın (1469-1538) izleyi­
Sigorta (1922) ve Milli Sigorta (1924) şirketle­ cileridir (bak. KAST; HİNDULAR VE HİNDU DİNİ).
ri izledi. Cum huriyet dönem inde çıkarılan bir Sihler’in guru adı verilen 10 dinsel önderin­
yasayla (1924) sigorta işlemlerinin Türkçe den ilki de N anak’tır. Sihler tüm evrenin
yapılması kabul edildi. 1925’te İş Bankası ve yaratıcısı olan tek bir tanrıya inanırlar ve
Ziraat Bankası’nın ortaklığıyla ilk ulusal si­ tanrılarının adını sürekli tekrarlayarak ona
gorta şirketi olan A nadolu Sigorta kuruldu. ibadet ederler
1927’de çıkarılan bir yasayla Türkiye’de çalı­ G uru öğretileri Sihler’in kutsal kitabı olan
şacak sigorta şirketlerinin Ticaret Bakanlı­ A d i Granth'ta yer alır. Bu kitap A m ritsar’da,
204 SİHLİD

Hint-Türk İm paratoru E kber’in bağışladığı uyguladı. H int askerleri Sihler’in kutsal hac
bir bölgede Sihler’in 1579’da yaptıkları Altın yeri olan A m ritsar’daki Altın T apınak’ı bastı.
T apınak’ta korunuyordu. D aha sonra gelen Bu olayda 500’e yakın Sih yaşamını yitirdi.
im paratorlar Sihler’i sindirmek istediler. Şiddet olayları tırm anırken, Hindistan başba­
Onuncu ve son guru Gobind Rai (1666-1708), kanı İndira G andhi iki Sih militanı tarafından
Müslüman yönetimi devirmeyi amaçlayan öldürüldü (1984). Başbakan Raciv Gandhi
Khalsa adlı savaşçı kardeşlik örgütünü kur­ Sihler’in yurttaşlık haklarına getirilen bazı
duktan sonra, adına aslan anlam ına gelen kısıtlamaların kaldırılacağına söz verdi ve
Singh sözcüğünü ekleyerek Gobind Singh H indular ile Sihler arasındaki gerginlik göre­
adını aldı. ce azaldı.
Sihler İngilizler’e karşı iki kez savaştı. Sih erkekleri, K halsa’nın simgesi olan 5 “k”
1845-46’daki ilk savaşın sonunda İngilizler ile tanınır. B unlar, kesa (türbanla sarılı uzun
Pencap’ı ele geçirdi. İkinci savaştan (1848-49) saç ve sakal), kaçç (kısa pantolon), kara
sonra ise, H indistan’ın bağımsızlığına kavuş­ (çelik bilezik), kirpan (kısa bir hançer) ve
masına kadar Pencap İngiliz egemenliğinde kangha*dır (tarak).
kaldı. İngilizler Sih tapınaklarına el koydu. H indistan’da 14 milyonun üzerinde Sih
yaşar. İngiltere, K anada, A B D , Malezya ve
ZEFA
D oğu A frika’da da Sih topluluklarına rast­
lanır.

SİHLİD. Yaklaşık 700 türüyle balıkların en


geniş grubunu oluşturan sihlidler Cichlidae
familyasının üyeleridir. A karsularda ve göl­
lerde çok geniş bir coğrafi dağılım gösteren bu
tatlı su balıkları O rta ve Güney A m erika’dan
A sya’nın güney kesimleri ile A frika ve M ada­
gaskar’a kadar uzanan tropik bölgelerde ya­
şarlar.
Sihlidlerin arasında büyük biçim, boyut ve
renk farkları vardır. A m a önemli bir bölümü
küçük yapılıdır ve 30 cm uzunluğu aşmaz.
Çeneleri iri, yanlardan iyice yassılaşarak lev­
ha biçimini almış gövdeleri parlak pullarla
örtülüdür. A frika göllerine yayılmış Tilapia
gibi bazı sihlid cinslerinin üyeleri çok daha iri
Sihler'in kutsal saydığı A ltın Tapınak, Hindistan'ın
yapılıdır ve önemli bir besin kaynağını oluş­
kuzeybatısında, Pencap'taki A m ritsar'da bir havuzun turur.
ortasında yer alır. Görece kolay yetiştirilmeleri, küçük yapılı
ve göz alıcı desenlerle bezeli olmaları nede­
Sihler Hindistan bağımsızlık m ücadelesinde niyle, sihlidlerin birçok türü gözde akvaryum
H int halkının yanında, İngilizler’e karşı dö­ balıkları olarak ünlenmiştir. Bunlar arasında
vüştü. 15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakis­ kızılağız ( Cichlasoma m eeki), akvaryum me-
tan olmak üzere iki ayrı devletin ortaya lekbalığı ( Pterophyllum scalare ve yakın akra­
çıkmasıyla Pakistan’da, Pencap’ın batı kesi­ baları), mavi arka ( Pelm atochrom is pulcher)
minde yaşayan 2,5 milyon Sih Pencap’ın ve cüce sihlid (Nannacara anom ala) sayıla­
doğusuna göç etti. Sihler bu tarihten sonra, bilir.
Hindistan federasyonu içinde Khalistan
(Khalsa toprakları) adını verdikleri özerk bir Üreme Davranışları
devlet kurm ak için mücadeleye giriştiler. Sihlidler arasındaki törensel ürem e davranış­
Hindistan yönetimi Sihler’e karşı baskı ları hem çok karm aşık, hem de son derece
SİİRT 205

ilginçtir. Bu davranışlar genellikle kur yapma,


yuvayı hazırlayıp savunma ve yavruların ko­
runması biçiminde ortaya çıkar. K ur yapma
evresi erkek sihlidin göl yatağında (ya da
akvaryum dibinde) kendine küçük bir yer
seçmesiyle başlar. Sihlid seçtiği bu bölgeyi
aynı türün öbür erkeklerine karşı savunur.
Rengi daha parlaklaşır ve yüzgeçlerini kabar­
tıp solungaç kapaklarını açarak rakiplerine
meydan okur. Rakip erkekler uç uca dizilip
halkalar halinde yüzebilir, başları aşağı gele­
cek biçimde karşılıklı dans edebilir ya da
birbirlerinin yüzgeçlerini ve kuyruklarını ısı­
rabilirler. Tüm bu gösteriler dişinin dikkatini
ARDEA
çekm ek, onu taşlar ya da bitkiler arasında Kızılağız, anayurdu Orta Am erika olan ve
korunaklı bir yere yönelterek yumurtlamasını akvaryum larda yaygın biçim de beslenen bir sihlid
sağlamak için yapılır. türüdür.
Dişi ve erkek seçilen yum urtlam a yerini
tem izler. A rdından erkek dişinin döktüğü birlerini tanırlar. Yaklaşan tehlikeyi ilk sezen
yum urtaları döller ve her ikisi hem yum urta­ balık sürüdeki arkadaşlarını uyanr ve sürü tek
ların, hem de olgunlaşan yum urtalardan çıkan bir balık gibi hareket ederek düşmanını şa­
yavruların korunmasını üstlenir. Bazı türler şırtır.
yum urtaları yüzgeçleriyle yelpazeler ve böyle­ Bazı sihlid grupları bilim adam lannın ayrın­
ce suyun sürekli tazelenm esini sağlar. Y um ur­ tılı araştırm alanna konu olmuştur. Örneğin
talarını yapışkan bir m addeyle taşlara ve su A frika’daki Victoria G ölü’nde yaşayan 200’ü
bitkilerine tutturan ya da kum a göm dükten aşkın sihlid türü birbirlerine çok benzem ekle
sonra ağızlarıyla düzenli biçimde kum u açıp birlikte, biraz değişik ağız yapılan ve değişik
temizlik yapan türler de vardır. besinleri almalarıyla dikkat çeker. Bu durum
Sihlidlerin bazı türleri kuluçka yeri olarak aynı çevreyi paylaşan türler arasında besin
ağızlarını kullanır. Erkeğin döllediği yum ur­ sağlamak için doğabilecek rekabeti ortadan
taları dişi toplar ve olgunlaşıp çatlayana kadar kaldırır. Benzer konularda yapılan öbür araş­
ağzında taşır. Y um urtalardan çıkan yavrular tırm alar da evrim sürecinde türlerin uğradığı
annelerinin yakın çevresinden ayrılmaz ve değişikliklerin anlaşılmasına yardımcı olm ak­
tehlike karşısında hızla güvenli sığınakları tadır (bak. E v r î m ).
olan ağza yönelirler.
SİİRT ilinin yarısı Doğu A nadolu Bölgesi’
Beslenme Davranışları nin, öteki yarısı da Güneydoğu A nadolu
Sihlidler su bitkileri, planktonlar, küçük su Bölgesi’nin sınırları içindedir. Doğuda H a k ­
omurgasızları, öbür balıklar, bitki ve hayvan kâri dağlık yöresinden batıda Batm an Çayı
artıkları gibi akla gelebilecek hem en her şeyi kıyısına, kuzeyde Güneydoğu Toroslar’a bağ­
yerler. lı dağlık alandan güneyde Dicle Irm ağı’na
Ağzı papağan gagasını andıran bazı türler kadar uzanan Siirt ilinin sınırlan, yakın za­
taşlardan ve kayalardan suyosunlannı kazır. m anda yapılan yeni yönetsel düzenlemeyle
Ö bür balıklara benzer görünüşte birkaç sihlid büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Bunun
ise bu özelliğini kullanarak rahatça yaklaştığı sonucunda Siirt, ülkemizde en çok ham petrol
benzerlerinden ilk fırsatta hatırı sayılır bir üretim i yapılan il olma özelliğini Batm an
parça koparır. iliyle paylaşır durum a gelmiştir.
H aplochrom is cinsinin üyeleri gibi bazı 16 Mayıs 1990’da çıkanlan bir yasayla ilin
sihlidler sürüler halinde yüzer. Bu balıklar batı kesiminde yer alan Batm an, Beşiri,
gövdelerindeki benek sıralan sayesinde bir- Kozluk ve Sason ilçeleri yeni kurulan B atm an
206 SİİRT

SİİRT İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ : 11.003 km2 (1989).


NÜFUS: 524.741 (1985).
İL TRAFİK NO: 56.
İLÇELER: Siirt (merkez), Aydınlar, Baykan, Eruh, Kurt­
alan, Pervari, Şirvan.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Billoris ve Hista kaplıcaları; Derzin
Kalesi; Siirt Ulucamisi; Çarşı (Asakir) ve Cumhuriyet
camileri; Nasreddin ve Çarpiran (Dört Ulular) köprü­
leri; İbrahim Hakkı, Sultan Memduh ve Veysel
Karani türbeleri.

iline, güneydoğu kesimindeki G üçlükonak ve


Şırnak ilçeleri de gene aynı yasayla kurulan
Şırnak iline (bak. Şir n a k ) bağlanmıştır. G ü­
nüm üzde Siirt ili kuzeyde Bitlis, doğuda Van
ve Şırnak, güneyde gene Şırnak, güneybatıda Şemsi Güner
M ardin ve Batm an, batıda da gene Batman S iirt kenti Botan Çayı'nın vadisinde kurulm uştur.
illeriyle çevrilidir. Eskiden H akkâri, D iyarba­
kır ve M uş’la komşu olan Siirt’in bu illerle doğu kesimini İncebel Dağı ve H erakol (Yaz­
hiçbir ortak sının kalmamış, çok uzun olan lıca) Dağı, güney kesimini Cudi, Çerrand
M ardin sının da yok denecek ölçüde küçül­ (Yassıdağ) ve Ram an dağları engebelendirir.
m üştür. Bu düzenleme sonucunda eskiden İlin en yüksek noktası eski sınırları içinde Sa­
11.000 km2’yi aşan il topraklan yan yarıya son (Aydınlık) Dağları’ndaki M alato Tepe-
azalmıştır. si’yken (2.973 m etre), yeni sınırlar içinde Per­
vari’nin güneyinde yer alan Herakol D ağı’nın
Doğal Yapı 2.953 m etreye erişen doruğudur. Bu dağlık
A karsu vadileriyle derin biçimde parçalanm ış alanların yüksek kesim lerinde rastlanan sulak
olan Siirt ili topraklannın yükseltisi genellikle çayırlar hayvancılık açısından büyük önem ta­
doğudan batıya doğru gidildikçe azalır. İlin şır. Bu çok dağlık ve engebeli topraklarda ova
eski sınırlan içinde kalan topraklarının kuzey denecek ölçüde geniş bir düzlük görülmez.
kesimini Güneydoğu Toroslar’a bağlı dağlar, Siirt ilinden kaynaklanan suların tüm ü Dic­
le Irmağı aracılığıyla Basra Körfezi’ne ulaşır.
Y örede bu ırmağa katılan en önemli akarsular
B atm an Çayı, G arzan (Yanarsu) Çayı ve
Botan Çayı’dır (Uluçay). Bunlardan suları en
DİYARBAKIR
BİTLİS bol olanı B otan Çayı’dır. Bu çayın taşıdığı
ortalam a su m iktarı, ülkemizdeki birçok bü­
yük akarsudan daha çoktur.
BAYKAN
Siirt ili yazların sıcak ve kurak, kışlann da
® ŞİRVAN
soğuk ve yağışlı geçtiği bir kara ikliminin
KURTALAN - ı ® AYDINLAR
etkisi altında kalır. Yazın 43°C’ye kadar
PERVARİ
BATMAI yükselebilen hava sıcaklığı kışın —20°C’nin
altına düşmez. Oysa benzeri bir iklimin ege­
m en olduğu, yaklaşık 190 km batıdaki D iyar­
ŞIRNAK bakır’da bazı kışlar hava sıcaklığı —24°C’ye
kadar düşer. Siirt’te yıllık yağışın ortalam a
MARDİN yüzde 42’si kış aylarında görülür.
Orman varlığı açısından Siirt ülkemizin en
^ S U R İY E jT IRAK yoksul illerinden biridir. Dağlık alanların bazı
SİİRT 207

kesimlerinde cılız çalı ve meşe topluluklarına


rastlanır. Siirt ilinde doğal bitki örtüsü genel­
likle bozkırlardan oluşur.

Tarih
Siirt yöresi, İÖ 3000’lerde H urriler’in yur­
duydu. İÖ 13. yüzyılda eski kaynakların Nairi
ülkesi adıyla andığı topraklar arasında yer
alan Siirt, daha sonra Asurlular tarafından
Şupria ülkesi olarak adlandırıldı. A sur, Med
ve Pers egemenliği altında kalan yöre, İÖ 4.
yüzyılda M akedonyalılar’ın yönetimine girdi.
İÖ 2. yüzyılda P artlar’a, İÖ 1. yüzyılda Rom a Şemsi Güner

İm paratorluğu’na bağlanan Siirt, İS 5. yüzyıl­ S iirt'te İbrahim Hakkı Türbesi.


da Sasaniler’in, 7. yüzyılda da A raplar’ın
eline geçti. Siirt yöresi uzun yıllar A raplar’ın da önemli bir gelir kaynağıdır. Pervari balı
etkisinde kaldı. D aha sonra bir süre Bizans Türkiye çapında ünlüdür.
yönetiminde kalan yöreye 12. yüzyılda Artuk- Siirt ilinde yetiştirilen başlıca bitkisel ürün­
lular yerleşti. A rtuklular ile Eyyubiler arasın­ ler buğday, arpa, mercimek ve üzümdür.
da el değiştiren yöre, 13. yüzyılda M oğollar Sebze ve meyve yetiştiriciliğinin de yapıldığı
tarafından yağmalandı ve teslim olm alarına ilde, kısa adı G A P olan Güneydoğu A nadolu
karşılık 20 bin kişi kılıçtan geçirildi. Karako- Projesi (bak. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ)
yunlular ve A kkoyunlular tarafından da yöne­ kapsam ındaki sulama tesislerinin tam am lan­
tilen Siirt, bir süre Safeviler’in denetim inde masından sonra önemli m iktarda üretim ve
kaldıktan sonra, 1514’te Çaldıran Savaşı’nı verim artışı olması beklenm ektedir. Siirt yö­
kazanan Yavuz Sultan Selim tarafından Os- resinin tanıtıcı ürünlerinden biri de G azian­
manlı topraklarına katıldı. 19. yüzyıl sonların­ tep’te yetişenden daha iri taneli olan antepfıs-
da kuzeydeki küçük bir bölümü Bitlis vilayeti­ tığıdır.
nin Muş sancağına, büyük bölümü ise aynı Ülkemizdeki en önemli ham petrol yatakla­
vilayetin Siirt sancağına bağlı olan yöre, rından bir bölümü B atm an ve Siirt illerinde-
cumhuriyetin ilanından sonra il yapıldı. dir. Bu yataklardan çıkarılan ham petrol
Batm an Rafinerisi’nde arıtılarak çeşitli petrol
Ekonomi ürünleri elde edilir. Çıkarılan ham petrolün
1985’te il halkının yüzde 55’i kırsal kesimde fazlası, öteki rafinerilerde işlenmek üzere Bat-
yaşam aktayken, Batm an ve Şırnak’ın ayrı man-Dörtyol boruhattıyla Akdeniz kıyısına
birer il olmasından sonra bu oran 1985’teki pompalanır. 1968’de kalkınmada öncelikli il­
nüfus sayımı verilerine göre yüzde 65 olarak ler kapsam ına alınmasına karşın Siirt, sanayisi
saptanm ıştır. Bu iki ilin kurulm asından önce gelişmemiş ve yoksul sayılacak illerimizden-
Siirt ili ekonom isinde sanayi önemli bir paya dir. Tarım a dayalı bir sanayi de oluşmamıştır.
sahipken günümüzde tarım daha ağırlık ka­ İlde yem fabrikası ile dokum a tezgâhları
zanmıştır. vardır. Topraklarında bakır-pirit cevheri ya­
Siirt ilinde yaşayanlar için hayvancılık takları olan Siirt ilinin bazı yörelerinde yer
önemli bir gelir kaynağıdır. G öçer aşiretler alan tuzlalar zaman zaman işletilerek tuz elde
çok sayıda koyun ve A nkara keçisi yetiştirir. edilmektedir.
Kışı fazla soğuk olmayan kuytu vadilerde Siirt ilinin bölgesel ulaşımda önemli bir yeri
geçiren bu aşiretler yazın sürülerini dağlık vardır. Bitlis ve H akkâri’yi batıdaki D iyarba­
alanlardaki yüksek yaylalara çıkararak otla­ kır’a ve güneydeki H abur sınır kapısına bağla­
tırlar. Elde edilen süt peynir üretim inde yan yollar il topraklarından geçer. Türkiye’nin
kullanılır. Süt dışında öteki hayvansal ürünler öteki merkezleriyle yöre arasında ulaşımı sağla­
yün, kıl, tiftik ve deridir. Siirt ilinde arıcılık yan demiryolu hattı Kurtalan’da sona erer.
208 SİKAS

Toplum ve Kültür gereçleri alm aktadır. Yörenin başlıca doku­


Osmanlı dönem inde halkı K ürtler, Ermeni- macılık ürünü Siirt battaniyesidir. Bu battani­
ler, A raplar, Süryaniler ve Yezidiler’den olu­ yeler, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin doğu
şan Siirt, tarihsel nedenlerle A rap kültürün­ kesiminde yetiştirilen kahverengi ve siyah
den oldukça etkilenmiş bir yöredir. 19. yüzyı­ A nkara keçilerinden elde edilen tiftiklerden
lın sonlarında yörede m edreseler olduğu gibi dokunur. Basit el tezgâhlarında dokunan bol
Hıristiyan okulları da vardı. G ünüm üzde ise tüylü Siirt battaniyelerinde daha çok şerit
birçok ilk ve ortaöğretim kurum u bulunan biçiminde ya da geometrik m otifler egem en­
yörede Dicle Üniversitesi’ne bağlı Siirt Eği­ dir. Bu battaniyeler günüm üzde halı ve kilim
tim Fakültesi’nde yükseköğretim yapılmak­ gibi yer yaygısı olarak kullanıldığı kadar
tadır. çeşitli giyim eşyalarının yapımında da değer­
1944’te demiryolunun K urtalan’a gelişi ve lendirilir. Yaygın bir kullanım alanı olan bu
1940’ta yörede petrole rastlanıp 1956’da B at­ battaniyeler son yıllarda turistik açıdan da
man Rafinerisi’nin tam kapasiteyle çalışmaya değer kazanarak dışarıya satılan ürünlerimiz
başlam asından sonra kentleşme yaygınlaştı. arasına katılmıştır.
Am a toplum sal yaşam da aşiret ve şeyhlik
ilişkileri hâlâ ağırlığını korum aktadır. İl Merkezi: Siirt
Siirt yöresine özgü başlıca geleneksel el Kuruluş tarihine ilişkin yeterli bilgiye rastlan­
sanatları bakırcılık ve dokumacılıktır. G ü­ mayan kent, eskiden Keldaniler tarafından
ğüm, tencere, kazan ve tas gibi bakır eşya K eert, Süryaniler tarafından Seerd, A raplar
yapımı giderek azalm akta, bunlann yerini tarafından Saird ve Siird, 19. yüzyılda Os­
alüminyum, çelik ve plastik mutfak ve banyo manlIlar tarafından da Söört ve Seerd olarak
Anadolu Yayıncılık Arşivi
adlandırıldı. Bu ad zamanla Siirt’e dönüştü.
Botan Çayı vadisinin kuzey kesiminde kurul­
muş olan kent, fazla gelişmemiş bir yerleşme
yeridir. Yerleşim alanındaki m ahallelerin bü­
yük bölüm ünde yöreye özgü yapı gereçleriyle
yapılmış, küçük birer kaleyi andıran konutlar
yer alır.
Kent eskiden önemli ulaşım yollarının dı­
şında kalıyordu. G ünüm üzde H akkâri ile
Şırnak’ı B atm an üzerinden D iyarbakır’a bağ­
layan karayolu kentten geçer.
Kentin nüfusu 53.884’tür (1985).

SİKAS. Düz ve dik bir gövdenin tepesinde


dem etler oluşturan iri tüysü yapraklarıyla
sikaslar, ilk bakışta palmiyeleri andıran odun­
su bitkilerdir. Görsel benzerliği dışında pal­
miyelerle hiçbir akrabalığı olmayan bu bitki­
ler, aslında iğneyapraklılar (kozalaklılar) ve
m abetağacıyla birlikte açıktohum lular sınıfın­
da yer alır. Açıktohum lularm öbür üyeleri
gibi sikaslar da çiçekli bitkilerin tersine,
meyvenin içinde saklı olmayan, yani açıkta
bulunan tohum larla ürerler (bak. ÇİÇ E K ).
Sikasların açıktohum lular sınıfının en ilkel
üyeleri olduğu düşünülür. Çok eskiçağlardan
Siirt battaniyesi yörenin başlıca dokumacılık kalma fosil örneklerinden bunların atalarının
ürünüdür. 200-150 milyon yıl önce yeryüzünde çok bol
SİKAS 209

olarak yetiştiği anlaşılmıştır. Soyunu sürdüre­ bölgelerde rastlanır. Sikasların A vustralya’


rek günümüze kadar gelebilen bu bitkiler o da, özellikle Q ueensland’in kuzeyindeki kıyı
zam andan bugüne biçimsel açıdan çok az orm anlarında yetişen 20 kadar türü vardır;
değişikliğe uğramış, ama sayıca çok azalmış­ bunların başında da Cycas m edia gelir. A B D ’
tır. G ünüm üzde yalnızca 100 türü bulunan nin Florida eyaletinde bulunan bir tür ( M ic -
sikaslara dünyada başlıca Avustralya, Afrika, rocycas türü) ise yok olma tehlikesiyle karşı
Güney ve O rta A m erika, Güneydoğu Asya karşıyadır. Ö bür bitkilere göre sınırlı bir yayı­
ve bazı Pasifik Adaları gibi tropik ve astropik lımı olan sikasları pek çok kişi yalnızca bota-

Heather Angel

Sikaslar, akraba
olm am alarına karşın
palm iye ağaçlarına çok
benzerler. Resimde
görülen Güney Afrika'ya
özgü sikas türünün
benzerlerine dünyanın
öbür tropik ve ılıman
bölgelerinde de
rastlanır. 100 m ilyon yıl
öncesinden günümüze
çok az değişikliklerle
ulaşmış olan bu
ağaçlara "yaşayan
fo s ille r" de
denmektedir.
210 SİKLAMEN

nik bahçelerinin tropik seralarında gör­ O rta ve Güney A vrupa ile Yakındoğu’nun
müştür. yerli bitkilerinden olan siklamenlerin (Cycla-
Sikaslar çok yavaş büyüyen ve en çok 20 merı) bir bölümü yurdumuzda da çalı diplerin­
metreye ulaşabilen uzun öm ürlü bitkilerdir; de, orm anlarda ve kaya gölgeliklerinde ken­
öyle ki, bazı türlerinin 500 yıl yaşadığı düşü­ diliğinden yetişir. Bunların birinden ( C ycla -
nülür. Ö bür iğneyapraklılar gibi erkek ve dişi men persicum ) pem be, kırmızı, m or ve beyaz
organlarını kozalaklarda taşıyan bu bitkilerin tonlarında pek çok süs çeşidi geliştirilmiştir.
bazısı parlak kırmızı ya da sarı, aşırı büyük D oğada siklamenlerin çoğu ilkbaharın he­
kozalaklarıyla tanınır. Gövdenin tepesinde m en başlarında ya da sonbaharda çiçeklenir.
bulunan ve ağırlıkları 30 kilograma ulaşabilen Y aprakları, toprakaltındaki yum rulardan çı­
bu kozalaklar karşıdan dev bir yumurtayı karak toprağın hem en yüzeyinde öbekler
andırır. oluşturur. D am arlarının çevresi genellikle be­
Sikaslar ekonomik açıdan pek fazla değerli yaz lekeli olan bu yürek biçimli ve derimsi
değildir. Odunları yumuşak ve süngersi, öbür yaprakların arasından, taçyaprakları geriye
bölümleri ise zehirlidir. Bu yüzden de bazı kıvrılmış, uzun saplı çiçekler uzanır. Çiçekler
organlarının yenm eden önce çok iyi işlenmesi döllendikten ve meyve oluşumu başladıktan
ve zehrinin giderilmesi gerekir. Örneğin, bir sonra sapları kıvrılıp bükülerek yere doğru
sikas türünün tohum ları Fiji A dası’nda, yap­ eğilir ve toprağa ulaşır. Böylece toprakla
rakları ise Sri L anka’da yiyecek olarak tüketi­ karışan tohum lar çim lenerek yeni bitkiler
lir; bazılarının gövdesinden ise sagu denen oluşur.
nişastalı bir yiyecek çıkarılır (bak. Sa g u ). B u E n çok gölgelik yerleri seven siklamenler
yüzden de sikasların bazı türlerine “yalancı tohum dan ya da yum rulardan üretilir. Park ve
sagupalmiyesi” denir. bahçelerde ya da saksı bitkisi olarak evlerde
yetiştirilir.
SİKLAMEN. Göz alıcı renklere bürünmüş Siklamen yum ruları doğada bazı hayvanlar,
alımlı çiçekleriyle sevilen süs bitkilerinden özellikle de yaban domuzları için iyi bir
olan siklamenlerin doğada 16 türü vardır. yiyecek kaynağıdır. Nitekim, yum ruları do-
Çuhaçiçekleriyle aynı familyada (Primula- muzlarca topraktan kazılarak çıkarıldığı için
ceae) yer alan bu türlerin hepsi de çokyıllıktır. bu bitkilere halk arasında “dom uzturpu” ,
“dom uzekm eği” ya da “dom uzelması” gibi
adlar da verilmiştir.

SİLAH bak. ATEŞLİ SİLAHLAR; SAVAŞ VE SAVAŞ


ARAÇLARI.

SİLAHLI KUVVETLER bak. D e n îz K u v v e t l e


Ri ; H a v a K u v v e t l e r i ; K a r a K u v v e t l e r i .

SİLAHSIZLANMA, ülkelerin sahip olduğu


silahların savaş tehlikesini azaltmak amacıyla
ve uluslararası anlaşm alar yoluyla sınırlandı­
rm a s ıd ır.
Genel ve tam bir silahsızlanma yoluyla
barışçı bir dünya düzeni kurm ak düşüncesi
yeni değildir. Am a, günüm üzde silah teknolo­
jisinin ulaştığı düzey ile nükleer, biyolojik ve
kimyasal silahların bir genel kıyıma yol açabi­
lecek olağanüstü büyük gücü silahsızlanmayı
Siklam enler doğada kendiliğinden yetişen, bir
bölüm ü de evlerim izi süsleyen pembe, beyaz ya da çağımızın en önemli konularından biri duru­
kırmızı çiçekli bitkilerdir. m una getirmiştir.
SİLİSYUM 211

Silahsızlanmanın uluslararası düzeyde ilk nunun yeniden görüşülmesini istemesiyle so­


kez tartışıldığı 1899 ve 1907 Lahey barış nuçlandı. 1982’de C enevre’de yeniden görüş­
konferanslarında bu konuda genellikle insani m eler başladı. Zam an zaman kesilen bu
amaçlı öneriler yapıldı, ama bu öneriler kabul görüşm eler 1985’te Ronald Reagan ile Mihail
edilen sözleşmelere girmedi. I. Dünya Savaşı’ G orbaçov’un C enevre’de yaptığı görüşmeyle
nın (1914-18) yol açtığı büyük yıkımın etkisiy­ olumlu bir yola girdi. Stratejik Silahların
le bu savaştan sonra silahsızlanma konusunda Azaltılması Görüşm eleri (START) olarak bi­
daha etkin çalışmalar başlatıldı. 1922 Was- linen bu görüşm elerde 1990 W ashington zir­
hington, 1930 ve 1936 Londra antlaşm aların­ vesiyle bir ön anlaşma sağlandı.
da savaş gemileriyle ilgili bazı sınırlamalar Uluslararası ilişkilerde 1990’larda ortaya
kabul edildi. A m a, büyük denizci ülkeler çıkan genel yumuşama ve güven ortam ı silah­
arasındaki yarışma nedeniyle bu kararlar uy­ sızlanma çalışmalarının daha verimli olacağı
gulanamadı. 1925 Cenevre Protokolü ile biyo­ um udunu güçlendirmiştir. A m a, tam ve genel
lojik ve kimyasal silahlarla ilgili bazı sınırla­ bir silahsızlanmayla sürekli bir barış hedefine
m alar kabul edildi. M illetler Cem iyeti’nin ulaşmak için yenilmesi gereken birçok güçlük
girişimiyle 1932’de toplanan silahsızlanma vardır. Çok büyük kaynaklar hâlâ silahlanma
konferansının çalışmaları başarısızlıkla sonuç­ amacıyla kullanılm aktadır ve dünyamız hâlâ
landı. 1933’te A lm anya’nın M illetler Cemiye- nükleer bir savaşla yok olma tehdidi altın­
ti’ni ve silahsızlanma konferansını terk etm e­ dadır.
sinden sonra II. Dünya Savaşı’na kadar süren
bir silahlanma yarışı başladı. SİLİSYUM bir am etal, yani m etal özellikleri
İnsanlığın o güne kadar yaşadığı en büyük taşımayan bir elem enttir. Kimyasal simgesi
yıkım olan II. Dünya Savaşı (1939-45) sonra­ Si, atom num arası 14, atom ağırlığı ise
sında kurulan Birleşmiş M iletler Ö rgütü silah­ 28,086’dır. Silisyumun 1824’te İsveçli kimyacı
sızlanma konusunda yeni bir um ut doğurdu Jöns Jacob Berzelius tarafından keşfedildiği
(bak. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER). A m a, doğu ile sanılmaktadır. D ünya’da oksijenden sonra en
batı arasındaki “soğuk savaş” ortam ının yol yaygın bulunan elem ent silisyumdur. Y erka­
açtığı güvensizlik bu konudaki ilk çabaların buğunun yaklaşık yüzde 28’ini oluşturan silis­
başarısızlığına yol açtı. A tom ve hidrojen yum, doğada kum, kuvars, çakmaktaşı gibi
bom balarının geliştirilmesi ve yaygınlaşması, çeşitli biçimlerde silis , yani silisyum dioksit
insanlığın geleceği için yeni ve çok büyük bir
Ferranri Ltd.
tehlike ortaya çıkardı.
1960’larda A B D ile SSCB arasında başla­
yan yumuşama süreciyle birlikte silahsızlanma
konusunda yeni adımlar atılmaya başlandı.
1963’te atm osferde, sualtında ve uzayda nük­
leer denem eleri yasaklayan bir antlaşm a im­
zalandı. Am a Fransa ve Çin antlaşmaya
katılmadı. 1968’de nükleer silahların yayılma­
sını önleyen yeni bir antlaşma yapıldı. 1969’da
A BD ile SSCB stratejik silahları sınırlamak
amacıyla görüşm elere başladı. Tarafların sa­
hip olabileceği balistik füzelere sınırlamalar
getiren Stratejik Silahların Sınırlandırılması
Antlaşması (SALT I) 1972’de M oskova’da
imzalandı. 1972’de yeniden başlayan ve yedi
yıl süren görüşm eler sonunda da 1979’da
Vivana’da SALT II imzalandı. Çok teknik ve
farklı yorum lara elverişli bir antlaşma olan Üzerinde binlerce elektronik devre elemanı bulunan
SA LT H’yi izleyen tartışm alar A B D ’nin ko­ bir silisyum çipi iğne deliğinden bile geçebilir.
212 SİLO

halinde bulunur. Silisyumun başka m etal ok­ Bunlar tahta, çelik ya da betondan yapılmış
sitlerle birlikte oluşturduğu silikatlar’a. ise küçük yapılardır. Tahıllar bu silolara kamyon
hemen hem en bütün kayaç ve toprak türlerin­ ya da yük vagonlarıyla getirilir. Yüklü araçlar
de rastlanır.
Silisyum katışkısız haldeyken sert yapılı ve
koyu gri renklidir. Kristalleri elmas kristalle­
rine benzer; silisyum ayrıca birçok bakım dan
karbona benzer (bak. E l m a s ; K a r b o n ) . Silis­
yum ve oksijen atom larının zincirler ya da
halkalar halinde birbirine eklenmesiyle oluş­
turulan yapay silisler ve silikatlar beton, cam,
çanak çömlek, sabun, boya, yağlayıcı, suge­
çirmez m adde ve yapay kauçuk yapımında
kullanılır.
Çoğu kimse “silisyum çipi” sözcüğünü duy­
muştur. Katışkısız silisyum bir yaniletkendir
ve bu özelliği nedeniyle elektronik sanayisin­
de tümleşik devreleri taşıyan çiplerin yapı­
mında kullanılır. Küçük bir silisyum çipinin
üzerine binlerce transistor yerleştirilebilir.
Silisyum ucuz ve bol olduğu için bu tarzda
kullanıma son derece elverişlidir. Bugün bir
tek silisyum çipi geçmişteki bir oda dolusu
elektronik devrenin yaptığı işi yerine geti­
rir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgileri B İL G İ­
SA Y A R, EL E K T R O N İK , İLETK EN LİK ,
M İK RO İŞLEM Cİ m addelerinde bulabilir­ Tahıl yüklü vagonlar siloya gelince vagonun
siniz. altından boşalan tahıl bir hareketli bantla silonun
üstüne çıkarılır. Burada otom atik olaraktem izlenip
tartılan tahıl, başka bir hareketli bantla büyük
SİLO. Binlerce yıl önce Mısırlılar yetiştirdik­ depolam a tanklarına taşınır. Gerektiği zaman
leri tahılın bir bölüm ünü ayırıp, ürünün kötü tankların altındaki kapaklar açılarak depolanm ış
olduğu yıllarda kullanm ak üzere saklıyorlar­ olan tahıl birkaç dakikada boşaltılabilir.
dı. Toprağa kazılıp içi samanla döşenmiş
büyük çukurlara doldurulan tahıl, M ısır’ın boşaltılmadan önce ve sonra tartılarak gelen
kuru iklim koşullarında yıllarca bozulmadan tahılın ağırlığı bulunur. Sonra yük asansörleri
kalıyordu. ya da hareketli bir bantla yapının tepesine
Benzer amaçlarla kullanılan günümüzün çıkarılan tahıl, oradan silo içinde bulunan
siloları yere kazılan bu çukurlardan çok fark­ depolam a tanklarına boşaltılır.
lıdır. Bazıları 30 m etreden yüksek olan bu Bu küçük silolarda toplanan tahıl, yük
büyük yapılar birçok m odern gereçle donatıl­ vagonları ya da büyük m avnalarla ana silolara
mıştır. Tahıllar bu silolarda temizlenip kuru­ taşınır. Bunlar çok büyük, penceresiz, yüksek
tularak gerekince kullanılmak üzere depola­ yapılardır. Yapının alt bölümünde tahılın
nır. Kam yonlar, yük vagonları ya da gemiler­ depolandığı silindir biçimli tanklar vardır. Üç
le silolara getirilen tahıl, genellikle bir tür yük katlı üst bölümde de yükleme boşaltm a sis­
asansörüyle silonun içine taşınır. Bazı silolar­ temlerini çalıştıran m akineler ve başka dona­
da ise vakumla çalışan (bak. V a k u m ) ve nımlar bulunur. Bazı silolarda m akineler ayrı
elektrikli süpürgenin tozları emmesi gibi tahılı bir binaya yerleştirilmiştir. Genellikle silonun
em erek siloya dolduran borular kullanılır. en üst katında, tahılı taşıyan asansör ya da
E n basit silolar tahıl üretim bölgelerindeki hareketli bantları çalıştıran m akineler bulu­
demiryolu istasyonlarının yakınında bulunur. nur. Tahılın silo içinde dağılımını düzenleyen
SİLO 213

musluk sistemi de buradadır. O rta katta, rın havayla oluşturduğu patlayıcı karışım silo­
tahılın içinde temizlendiği küçük tanklar, en larda çok tehlikeli patlam alara yol açabilir.
alt katta ise tahılı tem izlemekte kullanılan Betonarm e silolar bu tür patlam alara karşı da
m akineler ve tartı donanımı vardır. daha güvenlidir.
A vrupa ve A B D ’deki çiftliklerde kışlık
Tahılın Yüklenip Boşaltılması hayvan yemlerinin saklandığı yeşil ot siloları
Buğday yüklü bir yük treni böyle bir tahıl vardır. Genellikle silindir biçimli, hava geçir­
silosuna gelince vagonlardaki buğday ya bü­ mez yüksek yapılar olan bu silolara koyulan
yük m ekanik kürekler ya da özel boşaltma yeşil otların basınç altında mayalanmasıyla
makineleriyle boşaltılır. M ontreal’deki siloda hayvanların sevdiği besleyici bir yem oluşur.
bulunan bu tür büyük bir boşaltma makinesi Uzun süre bozulm adan kalan bu yem genel­
54 tonluk bir vagonu yedi dakikada boşalta- likle kışın kullanılır; am a otlak mevsiminin
bilm ektedir. Boşalan buğday hareketli bant­ kısa olduğu zam anlarda ya da kuraklık duru­
lar ya da emme borularıyla silonun üstüne m unda da kullanılabilir.
taşınır; buradaki özel tanklarda tartıldıktan Biçilen otlar ve başka yem bitkileri, arala­
ve gerekiyorsa temizlenip kurutulduktan son­ rında hava kalmayacak biçimde sıkıştırılarak
ra depolam a tanklarına boşaltılır. bu silolara doldurulur. Silo içindeki basınçlı
Lim anlardaki silolarda, yüklenecek ya da ortam da gerçekleşen tepkimeyle bitkilerden
boşaltılacak olan gemilerin am barına kadar karbon dioksit çıkar ve asit oluşur. Bitkiler­
uzanan hareketli bantlar kullanılır. Büyük den çıkan suyun içinde çoğalan bakteriler
lim anlardaki silolarda en büyük gemiyi üç mayalanmaya yol açar (bak. M a y a l a n m a ). B u
saatten az bir zam anda boşaltabilen boşaltma
Holstein-Friesian Associatiorı o f America
sistemleri vardır. Silodan gemilere yükleme
yapılırken de silodaki tahıl borularla geminin
am barına boşaltılır.
Başlangıçta silolar ahşaptı. D aha sonra silo
yapımında çelik ve betonarm e kullanılmaya
başlandı. Betonarm e siloların sağlam ve ucuz
olmasının yanı sıra, tahıla zarar verebilecek
fare, böcek gibi zararlılara ve yangına karşı da
dayanıklı olduğu görüldü. Silo içindeki tozla­

H. Armstrong Roberts

S ilonun altından çıkan kıyılm ış yem i doğrudan


S ilonun önündeki rıhtıma yanaşmış olan gemiye hayvanların önüne getiren dağıtım sistemi çiftlik
tahıl yükleniyor. çalışmalarında kolaylık sağlar.
214 SİMAVİ

lerinden olan Yedigün'ü yayımladı. Ayrıca


1935-50 arasında, 1908’den beri çıkan K ara­
g ö z dergisinin yayımını üstlendi. 1936-48 ara­
sında da birçok genç karikatürcü için okul
işlevi gören Karikatür dergisini çıkardı.
1946’da Gazeteciler Cem iyeti’nin kurucuları
arasında yer alan ve ilk başkanlığına getirilen
Sedat Simavi 1 Mayıs 1948’de H ürriyet gaze­
tesini yayımlamaya başladı. Kısa sürede en
çok satan gazete durum una gelen H ürriyet
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Ahmet Kuzik

Toprak M ahsulleri O fisi'nin İstanbul'da


Haydarpaşa'daki siloları.

silolara konan ot, mısır ve başka ürünlere


bazen koruyucu olarak melas gibi m addeler
de katılır.
İlk kez 1800’lerde A lm anya’da kullanılan
bu silolar 1875’te A B D ’de kullanılmaya baş­
landıktan sonra daha da geliştirilmiştir. İlk
yeşil ot siloları yeraltında kazılmış olan çukur­
lar biçimindeydi ve üzerleri kalın bir toprak
katm anıyla kaplıydı. Yerüstünde yapılan ilk
silolar ise dörtgen tabanlı yapılardı ve çoğu
zaman silonun içindeki basınca dayanam ıyor­
du. 1900’lerde metal ya da betonarm e, daire
tabanlı silolar yapılmaya başlandı. Bu m odern
silolarda, yemin silonun altından alınmasını
sağlayan elektrikli boşaltıcılar vardır.

SİM AVİ, Sedat (1896-1953). Tanınmış bir


gazeteci olan Sedat Simavi İstanbul’da doğdu.
Gazeteci Sedat Simavi.
G alatasaray Lisesi’nde öğrenim gördü. Basın
yaşamına karikatür çizerek başladı. 1916-
17’de H ande adlı mizah dergisini çıkardı. Bu habere ve magazine önem veren gazete türü­
arada sinemayla da ilgilendi. Pençe , Casus ve nün öncülüğünü yaptı. Sedat Simavi ölünce
A lem dar V ak’ası adlı filmleri yönetti. 1918’de gazetenin yayımını oğulları sürdürdü.
yeniden basın yaşamına dönerek D iken adlı Teknik ve içerik olarak Türk basınında
mizah dergisini yayımlamaya başladı. Bunu birçok yeniliği ilk kez deneyen Sedat Simavi’
1919’da İnci adlı magazin dergisi ile kısa süreli nin çeşitli konularda kitapları, karikatür al­
Dersaadet (1920) ve Payitaht (1921) adlı büm leri, tiyatro oyunları ve Fuji Yama (1934)
günlük gazeteler izledi. 1921-23 arasında da adlı bir de romanı vardır.
Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen G üleryüz adlı
mizah dergisini çıkardı. Cum huriyet döne­ SİMBİYOZ bak. O r ta k y a şa m a .
minde daha çok magazin dergiciliğine ağırlık
verdi. 1923-29 arasında haftalık R esim li G a ze­ SİMGECİLİK bak. SEMBOLİZM.
te' yi, 1924-26 arasında Y ıldız dergisini,
1926’da haftalık M eraklı G azete' yi çıkardı. s i m y a , cıva ve kurşun gibi m etalleri altın ve
1933-50 arasında dönemin en beğenilen dergi­ gümüşe dönüştürm eyi amaçlayan eski bir
SİMYA 215

zanaatın adıdır. 1.000 yıllık bir efsanede, altın


yapma umuduyla tuhaf bir karışımı kaynatan
bir simyacıdan söz edilir. Kazanın üzerine
eğilmiş, içindeki sıvıyı karıştıran simyacı bir
ara başını kaldırır ve pencerede şeytanı görür.
Hızla dışarı fırlar. Şeytanı kuyruğundan yaka­
lar ve kuyruğunu çekip koparır. Şeytan haykı­
rırken simyacı kuyruğu sihirli kaba atar ve
karışım altına dönüşür. Bugün bu öykü bize
çok saçma geliyor, ama eski zam anlarda
insanlar bu tür masallara inanacak kadar
bilgisizdiler.
Aslında, simya bundan yaklaşık 5.000-
Trustees o f the British Museum
6.000 yıl önce Mısırlı rahiplerin, bakır, kalay,
Flaman ressam David Teniers'nin bir simyacı ile
kurşun, gümüş ve altın gibi çeşitli metalleri yardımcısını çalışırken gösteren resminden yapılm ış
cevherlerinden (toprak ve kayaçlardan) ayıra­ bir oymabaskı.
rak katışkısız halde elde etmeye yönelik
uğraşıları biçiminde ortaya çıkmıştı. Mısırlı “asal” ya da “soylu” metal olarak kabul
rahipler cam, sabun, boya, ilaç ve zehir edilen altına çevireceğini sandıkları bu taşı
yapmayı da biliyordu ve daha pek çok konuda yüzlerce yıl arayıp durdular. Bunların birçoğu
deneyim sahibiydiler. Simyayı A vrupa’ya ta ­ düzenbaz ve dolandırıcıydı, ama bazıları da
şıyanlar, İspanya’yı fethederek ünlü Toledo dikkate değer pek çok keşifte bulunmuş,
ve Cordoba üniversitelerini kuran Müslüman- Roger Bacon ve A lbertus Magnus gibi dürüst
lar oldu. 1144’te C hester’lı R obert adlı bir deneycilerdi. Am a ne yazık ki, bu deneycile­
İngiliz birçok Eski A rap elyazmasını Latince' rin buluşlarını nasıl yaptıklarını bilemiyoruz;
ye çevirdi. Bu elyazmaları pek çok Eski çünkü, bıraktıkları yazmalar tuhaf çizimler ve
Yunan ve Mısırlı simyacının çalışmalarına anlaşılmaz büyülü sözlerle doludur. “Filozof
ilişkin bilgileri de içeriyordu. taşı”nı keşfettiklerini ileri süren bazı simyacı­
lar da olm uştur, ama bunlar da ötekilerden
Filozof Taşı daha uzun yaşamamıştır. Bazıları da, büyük
Ortaçağda insanlar hâlâ, İÖ 3. yüzyılda yaşa­ kazançlar elde etm ek um uduyla, kazanların
mış olan Eski Yunanlı filozof A risto’nun başında büyülü sözler m ırıldanarak yürüttük­
dünyadaki her şeyin, toprak, hava, ateş ve su leri çalışmalarını saklı tutm uştur. Bu simyacı­
olmak üzere dört ana m addeden oluştuğu lardan bazıları, yalnızca kurşun ya da cıvadan
yolundaki görüşünün doğru olduğuna inanı­ altın yapmaya uğraşmış, bazıları da deneyleri
yorlardı. Bu nedenle de bir metalin içindeki için cıva ile kükürt, arsenik ve amonyağı
bu m adde m iktarlarının değiştirilmesi duru­ (amonyum klorür) karıştırmıştır. Altın yap­
m unda bir başka m etalin elde edilebileceğini manın yolunu keşfettiklerini ileri süren bazı
sanıyorlardı. Simyacıların bir başka inancı da, dolandırıcılar, bu iddialarını kanıtlam ak için,
sıradan m etalleri altına dönüştürebilecek ve içinde az bir m iktar altın çözünmüş kurşun
hatta, bazılarının ileri sürdüğüne göre, bütün kullanırdı; kurşunu yakıp uçurduklarında da
hastalıkları iyileştirebilecek ve insanları ölüm ­ geriye altın kalırdı. Bazıları da, muma gizlice
süz kılacak bir “filozof taşı” ya da “iksir”in bir m iktar altın tozu katar, sonra da erimiş
var olduğuydu. kurşunu, içini bu mumla doldurdukları demir
Simyacılar, kurşun gibi “tem el” metalleri bir boruyla karıştırırlardı. Bir m etalin dışının
sarı bir renk almasını ya da sarım tırak metal
3 $ O S % karışımları elde etmeyi başaran bazı simyacı­
lar da düzmece iddialar ileri sürerdi.
Ortaçağ simyacıları çalışmalarını gizli tutm ak için Birçok soylu aile yanlarında simyacı çalış­
madde adları yerine çeşitli sim geler kullanırlardı. tırmıştır. I. Elizabeth bile L ondra’daki So-
216 SİNAGOG

m erset H ouse’da kendisi için altın yapacak


birini tutm uş, sonra da bunu başaramadı diye
o kişiyi Londra Kulesi’ne hapsettirmişti. K ur­
şunu altına çevirdiğini iddia eden Richt-
hausen adlı bir simyacı da, 1648'de Avusturya
İm paratoru III. Ferdinand’ı bir süre için
aldatabilmişti. H atta 1929 gibi yakın bir tarih­
te bile pek çok zengin Alm an, altın yapmayı
başardığı yolunda düzmece iddialar ileri süren
bir tesisatçıya çok büyük paralar kaptırmıştı.

Simyadan Kimyaya
16. yüzyılda Paracelsus (1493-1541) adında
bir İsviçreli hekim ve simyacı, Basel'de daha
önceki bilginlerin elyazmalarını halkın önün­
de yaktı ve simyacıların artık “filozof taşı”nı
aram aktan vazgeçtiklerini, yalnızca ilaç geliş­
tirmeye uğraşacaklarını ilan etti. İngiliz R o­
bert Böyle (1627-91) daha da ileri gitti ve
kimya üzerindeki çalışmaların, yalnızca bu
bilim uğruna yapılması gerektiğini söyledi.
Kimya 200 yılı aşkın bir süre önce bir bilim
haline gelmiştir. O günden bugüne gerçekleş­
tirilen buluşlar, yüzyıllarca süren bütün simya
buluşlarından daha zengindir. Günüm üzde
artık hiç kimse “filozof taşı”nın varlığına
inanmıyor. Am a öte yandan, m addenin atom İsrail'de ortaçağdan beri kullanılm akta olan bir
yapısına ilişkin buluşlar ilginç bir gerçeği sinagog.
ortaya çıkarmıştır: Bazı katışkısız m addeler,
nükleer tepkim eler ya da radyoaktif bozunum süslenmiş olarak saklanır. Önünde sürekli
yoluyla başka m addelere dönüştürülebilm ek­ yanan bir lam banın asılı olduğu bu dolaba
tedir (bak. RADYOAKTİFLİK). Kutsal Sandık adı verilir. Kutsal Sandık’m
önünde ya da sinagogun ortasında ayinlerin
SİNAGOG ya da öbür adıyla havra, Yahudi- yönetildiği yüksekçe bir yer bulunur.
ler’in ibadet etm ek amacıyla toplandıkları Sinagogda her gün ayin yapılabilmesi için
yerdir (bak. YAHUDİLER v e MUSEVİLİK). Sina­ en az 10 erkeğin bulunması gerekir. Ayinler
gog, İbranice’de “toplantı evi” anlam ına ge­ genellikle kutsal dinlenme günleri sayılan
len Yunanca kökenli bir sözcüktür. Sinagog­ cuma, cumartesi sabahları ve akşamları ile
ların çok eski bir geçmişi olduğu, en az 2.000 bayram larda düzenlenir. Ayinleri bilgi ve
yıl önce ortaya çıktığı ya da önem kazandığı görgü sahibi herhangi bir Musevi erkek yöne­
bilinmektedir. tebilir. Törenlerin önemli bir bölümünde
Sinagoglarda, On E m ir’in “Kendin için ilahiler söylendiği için, birçok sinagogda özel
oyma put yapmayacaksın” diye başlayan ikin­ olarak eğitilmiş şarkıcılar görevlendirilir. H a­
ci em rindeki yasağa uygun olarak, put sayılan ham , bir rahipten çok bir öğretm endir ve
heykel ya da resimler bulunmaz. Sinagogların başlıca görevi ayinlerde dinsel öğütler ver­
genellikle doğuya bakan duvarında küçük bir m ektir. Bu öğütler genellikle Tevrat ve Kutsal
dolap vardır. Bu dolapta parşöm en tom arlar K itap’ta yer alan m etinlere dayanır.
üzerine yazılmış Tevrat bulunur. Parşöm en­ Sinagogların çoğunda erkekler başlarını
lerde Hz. M usa’nın beş kitabı İbranice yazılı­ örtm ek zorundadır. Sabah ayinlerinde om uz­
dır ve işli bir örtüye sarılarak, gümüş eşyalarla larına dua şalı alırlar. Bu şalı Kutsal Sandık’ı
SİNCAP 217

açmak, kutsal m etinlerden birini okum ak ya burnundan kuyruğuna kadar yaklaşık 45 san­
da ayinin bir bölüm ünü yönetm ek için çağrıl­ tim etredir. Kulak püskülleri yoktur. Meyve­
dıklarında da kullanırlar. Tevrat 9a sıkı sıkıya leri, tahıl tanelerini, öbür tohum ları ve kuş
bağlı gelenekçi sinagoglarda kadınlar erkek­ yavrularını yer. Ağaçlara da zarar verdiğin­
lerden ayrı otururlar. Çağdaş ve daha hoşgö­ den birçok bölgede zararlı hayvanlar arasında
rülü sinagoglarda ise ayinlere kadın erkek bir sayılmış, özellikle eskiden postu için aşırı öl­
arada katılır. çüde avlanmıştır.
H er sinagogda, ibadet edilen bölüm dışın­ Avrasya kızıl sincapları biraz daha küçük
da, çocuklara dinsel bilgilerin verildiği sınıflar yapılıdır. Postları genellikle kızıl kahverengi
ve toplantı odası da bulunur. olmakla birlikte yılda iki kez tüy değiştiren bu
sincapların renkleri de bir ölçüde değişikliğe
SİNAN (M İM A R ) bak. M îm a r Sİn a n . ZEFA

SİNCAP. Sincaplar hem en herkesin iyi bildiği


kemirici m emelilerdir. A vrupa, Asya ve Ku­
zey A m erika orm anlarına yayılmış birkaç tür
özellikle çok tanınmıştır. Am a gerçekte sin­
capların 180’i aşkın türü vardır. M arm otları
ve gelengileri de kapsayan sincapgiller ( Sciu -
ridae) familyasında yalnız ağaç sincapları
değil, yer sincapları ve bazı uçan sincaplar
da yer alır (bak. G e l e n g İ; M a r m o t ). Büyük
renk, boyut ve davranış çeşitliliği gösteren bu
hayvanlara Avustralya ve kutup bölgeleri
dışında yeryüzünün hemen her yerinde rastla­
nır. Çoğunun postu yumuşak, sık ve kabarık
tüylü kuyruğu en az gövdesi kadar uzundur.
Tüm kemiriciler gibi büyük ölçüde kabuklu
yemişler ve öbür bitkisel m addelerle beslenir.
Am a içlerinde böcekleri ya da kuş yum urtala­
rını yeğleyen türler de vardır.
A ğaç sincapları genellikle orm anlarda bulu­
nur ve üstünde yaşadıkları ağaçlardan sık sık
yere inerek kabuklu yemiş arar ya da bulduğu Avrasya kızıl sincabı genişyapraklı ve iğneyapraklı
besinleri toprağa gizler. Uzunlukları kuyruk­ ağaçların birlikte görüldüğü karışık orm anlarda
ları dışında yaklaşık 20-30 santim etredir. yaşamayı yeğler. Sayıları birçok yerde önemli
ölçüde azalmıştır.
Kuyrukları da yaklaşık aynı uzunluğa erişir.
Üst bölümleri genellikle boz, koyu ya da kızıl
kahverengi, alt bölümleri beyazdan kızıl kah­ uğrar. Kışın kulaklarından çıkan püsküller
verengiye kadar değişen renklerdedir. Avras­ yaz geldiğinde dökülür. Eskiden İngiltere'de
ya kızıl sincabı (Sciurus vulgaris ) gibi bazı yaygın olan Avrasya kızıl sincapları hem
türlerin kulaklarında püskül biçiminde tüy orm anların azalması, hem de A m erika’dan
dem etleri bulunur. A vrupa’da çok yaygın getirilen boz sincapların rekabetine direnç
olan bu tür Türkiye’de Karadeniz Bölgesi’nin gösteremeyişleri nedeniyle birçok bölgede
doğu ve batı uçları ile T rakya’da yaşar. yok olmuştur.
Bayağı sincaba (Sciurus anomalis) ise A nado­ Büyük Am erika sincabı (Sciurus niger)
lu’nun bütün ormanlık yörelerinde rastlana­ Yenidünya’da yaşayan en iri sincap türüdür.
bilir. Kuyruğu gövdesine yakın uzunlukta, toplam
Kuzey A m erika türlerinden Am erika boz uzunluğu 60 cm dolayındadır. Am erika kızıl
sincabının (Sciurus carolinensis) uzunluğu sincapları (Tamiasciurus cinsi) gürültücü ve
218 SİNDİRİM

kızıl kahverengi tüylüdür. Genellikle iğne- da yaşar. M arm ot ve gelengiler gibi yerde
yapraklı orm anlarda yaşar, kışın yemek üzere dolaşan bu sincapların A frika’da yaşayan bir
kozalak biriktirirler. grubu, sert kıllı postlarından ötürü dikenli yer
Ağaç sincapları gündüzleri etkinlik göste­ sincapları olarak bilinir. Güneydoğu A sya’da
ren ürkek hayvanlardır. Biraz üstlerine gidilse yaşayan çizgili yer sincapları ( Lariscus cinsi)
genellikle en yakın ağaç gövdesine koşup kısa kuyruklarıyla dikkat çeker. G ene aynı
birden sıçrayarak gözden kaybolurlar. Am a bölgede yaşayan uzun burunlu yer sincabının
parklarda yaşayan sincaplar yiyecek uzatan (Rhinosciurus laticaudatus) kesicidişleri kö­
insanlara yaklaşacak ölçüde sokulgan olabilir­ relmiş, buna karşın dili böceklerle beslenm e­
ler. Ağaç sincapları yavruları için ince dallar, sini sağlayacak ölçüde uzamıştır.
ağaç kabukları ve yapraklardan bir yuva Tropik bölge sincapları arasında büyük bir
hazırlar. Kış aylarında uzun dönem ler boyun­ çeşitlilik gözlenir. Bazıları orm andaki ağaçla­
ca uykuya yatan bu hayvanlar görece sıcak rın altında, bazıları pek yüksek olmayan
günlerde beslenmek için dışarıya çıkarlar. ağaçlarda, bazıları ise dev palmiyelerin içinde
Uçan sincaplar , yarasalar dışındaki öbür yaşar. A frika cüce sincabının (M yosciurus
uçan m em eliler gibi, ön ve arka bacakları pu m ilio) uzunluğu 10 santimetreyi geçmez­
arasında gerili uçma derileri sayesinde havada ken, Hindistan dev sincabı ( Ratufa indica) 90
süzülerek ağaçtan ağaca geçerler. Uçan sin­ cm uzunluğa ulaşabilir.
capların birbirine akraba olmayan iki grubu
ZEFA
SİNDİRİM. Vücudum uzdaki bütün yaşamsal
etkinliklerin sürmesi, organlarımızın çalışma­
sı ve hücrelerimizin yenilenmesi için gerekli
olan temel m addeleri çeşitli yiyecek ve içe­
ceklerden sağlarız. Am a yediğimiz her yiyece­
ğin, örneğin etin, ekmeğin, sebze ya da
meyvenin bu temel maddelere ayrışması ve
vücutta kullanılabilecek durum a gelmesi için
çok köklü değişikliklerden geçmesi gerekir.
Sindirim denen bu dönüşüm süreci yiyecekle­
rin parçalanmasıyla başlar; karbonhidratlar,
proteinler ve yağlar gibi karmaşık yapılı
besinlerin çok daha küçük moleküllü kimya­
Asya'da yaşayan bu dev uçan sincap havada sal bileşiklere dönüşüp kana karışmasıyla
süzülerek uçarken,ön ve arka bacakları arasındaki sürer ve gerekli m addelerin hücrelerce kan­
deri kıvrımları düşüşü yavaşlatan bir paraşüt işlevi dan emilip işe yaram ayan bölümlerin vücut­
görür.
tan dışarı atılmasıyla sonuçlanır.
Bir dizi m ekanik ve kimyasal olaya daya­
vardır. G erçek uçan sincaplar Kuzey A m eri­ nan sindirim temel olarak sindirim kanalı’nda
ka ve A vrasya’nın çeşitli bölgelerine yayılmış­ gerçekleşir. Ağızdan başlayıp gövdeyi boydan
tır. Yalnız geceleri etkinlik gösteren bu 35’i boya geçen ve yetişkin bir insanda uzunluğu
aşkın sincap türünden biri A vrupa’da, ikisi 8-10 metreyi bulan bu kapalı kanal başlıca beş
yalnız Kuzey A m erika’da yaşar. bölümden oluşur: Ağız, yemek borusu, mide,
Pullu kuyruklu uçan sincaplar olarak bili­ incebağırsak ve kalınbağırsak. Yiyecekler bu
nen ikinci grup ayrı bir familya (Anom aluri- beş bölümden sırayla geçerken, bir yandan
dae) oluşturur. A frika’nın orta ve batı kesim­ öğütm e, yoğurma ve çalkalama gibi mekanik
lerinde yaşayan bu sekiz tür de geceleri hareketlerle, bir yandan da çeşitli salgıbezle-
etkinlik gösterir. İçlerinde en irisi, kuyruğu rinin bu kanala boşalttıkları özsuların kimya­
dışında 35 cm uzunluğa erişir. Bu türün sal etkisiyle sindirilir. Tükürük bezleri, kara­
kuyruğu da yaklaşık aynı uzunluktadır. ciğer, pankreas, mide ve bağırsak bezleri gibi
Yer sincapları genellikle Güneydoğu A sya’ sindirime yardımcı organlar ile sindirim kana­
SİNDİRİM 219

lından oluşan bu bütüne sindirim sistemi


denir. Ağızda başlayıp midede ve incebağır-
sakta süren sindirim sırasında, besinlerdeki
yararlı m addelerin kan damarlarıyla emilip
dolaşıma karışması incebağırsakta gerçekle­
şir; kalınbağırsak ise sindirilemeyen yararsız T U KU R U K BEZLERİ

m addelerdeki suyun emilip, geri kalan posa­


nın dışkı biçiminde vücuttan dışarı atıldığı
yerdir.

Ağız ve Yemek Borusu


Ağzımıza attığımız her lokma yiyecek, dişler­
le çiğnenip öğütüldükten ve tükürükle ıslatılıp
yumuşatıldıktan sonra yutulmaya hazır duru­
ma gelir. Katı yiyeceklerin kolay yutulabilir
bir ham ura dönüşmesini sağlayan tükürük,
kulak, dil ve çene altındaki küçük salgıbezle-
rinin ürettiği su gibi bir sıvıdır. Bir yiyeceği SAFRAKESESİ YEMEK BORUSU
görmek, kokusunu duymak, hatta yalnızca
düşünm ek bile ağzımızı “sulandırır” ; çünkü KARACİĞE
tükürük bezleri bu uyarılarla her zam ankin­
den çok tükürük salgılamaya başlar.
MİDE
Bu sıvının tek işlevi yiyecekleri yum uşat­
mak değildir. Yiyeceklerdeki nişastanın vü­
cutta kullanılabilecek şekere dönüşmek üzere
parçalanmasını da tükürükteki pityalin enzimi
sağlar. Bu enzimin ağzımızdaki lokmayla
iyice karışıp etkisini gösterebilmesi için, yiye­
cekleri ağızda bir iki kere döndürüp hemen
O NIKIPAR M AK
BAĞIRSAĞI ,
yutmak yerine iyice çiğnemek gerekir.
Bu arada dil de yiyecekleri ağızda çevirip
dişlerin arasına doğru iterek ve tükürükle
karışması için altüst ederek sindirimin bu ilk
aşamasına yardımcı olur. Böylece yutulmaya
hazır durum a gelen lokma dille ağzın gerisine ıPANKREAS
doğru itilerek önce yutağa, sonra yemek
borusuna girer. Yemek borusundaki kasların
hareketiyle de aşağıya doğru ilerleyip en
sonunda mideye iner. Sıvıların ağızdan m ide­
ye ulaşması 6 saniye kadar sürerken, çiğnene-
cek katı yiyeceklerde bu süre yaklaşık 15
saniyeyi bulur.
KALIN BAĞ IRSAK INCEBAGIRSAK

Mide APAND İS GÖDENBAĞIRSAĞI


Karın boşluğunun üst* bölümünde yer alan
Dişler yiyecekleri parçalayıp öğütür, dil yoğurur,
mide torbaya benzeyen bir organdır. Bu tükürük bezlerinin salgısı da ıslatarak yum uşatır.
organın içini döşeyen zarın altında çok küçük, Mide, besinleri m ide özsuyuyla karıştırarak çalkalar;
milyonlarca salgıbezi bulunur. Bu salgıbezleri karaciğer, pankreas ve incebağırsaktaki
salgıbezlerinin özsuları da sindirim e yardımcı olur.
“mide özsuyu” denen salgılarını besinlerin Kalınbağırsak ise sindirilm eyen yararsız maddeleri
üzerine boşaltırken, mide de bir yayık gibi vücuttan dışarı atar.
220 SİNDİRİM

çalkalanarak besinlerin duvarlara çarpa çarpa mamış olan besinlerin sindirilmesinde önemli
yoğrulmasını ve bu özsuyla iyice karışmasını rol oynar. Böylece, karbonhidratlar basit
sağlar. şekerlere, proteinler am inoasitlere, yağlar da
Sindirimin bu aşamasında en önemli rolü gliserol ile yağ asitlerine ayrışarak emilmeye
oynayan, mide özsuyunun bileşimindeki hid- hazır durum a gelir.
roklorik asit ile çeşitli enzimlerdir. En önemli Kimusun incebağırsağı boydan boya geçe­
mide enzim lerinden biri olan pepsin, yiyecek­ rek kalınbağırsağa doğru ilerlemesini sağla­
lerdeki proteinlerin sindirilmesine yardımcı yan, incebağırsağın duvarlarındaki kasların
olur. Su, saf bal ve bazı meyve şekerleri bu birbiri ardına düzenli olarak kasılıp gevşeme­
sindirim sürecinden geçmeksizin hemen he­ sidir. Sığamsal hareket (ya da peristaltik
men tümüyle m ideden emilip doğrudan kan hareket) denen bu kasılmalar, bir yılanın
dolaşımına karışır. Bu arada öbür besinler yerde sürünerek ilerleyişine benzetilebilir:
midede uzun süre çalkalanıp mide özsuyuyla Kimusun arkasındaki bağırsak bölümü kası-
karıştıkça, bulamaç gibi koyu kıvamlı bir lırken öndeki bölüm gevşer ve böylece dalga­
sıvıya dönüşm üştür. Kim us ya da kim üs de­ lar halinde bütün bağırsağa yayılan bir ötele­
nen bu bulamaç yeterince sulandığında yavaş me hareketi başlar.
yavaş m ideden incebağırsağa geçmeye başlar. İncebağırsağın mukozası, tıpkı bir kumaşın
M idedeki sindirimin süresi, her öğünde yenen pililerini andıran incecik, parm ak biçiminde
yemeğin m iktarına ve özelliğine bağlı olarak, kıvrımlarla kaplıdır. Bağırsak duvarlarının
1 ile 5 saat arasında değişir. (.Ayrıca bak. alanını genişleterek besinlerin daha geniş bir
MİDE.) yüzeyden emilmesini sağlayan bu kıvrımların
her birinde kılcal dam arlar ile lenf damarları
İncebağırsak bulunur. Kimusun içindeki yağlar lenf dam ar­
U z u n lu ğ u y a k la ş ık 6-7 m e tr e o la n , ç a p ı d a y e r larıyla, öbür besin m addeleri de kılcal dam ar­
y e r 25 ile 50 m m a r a s ın d a d e ğ iş e n in c e b a ğ ır- larla emilir ve kan dolaşımı yoluyla vücudun
s a k , k e n d i ü s tü n e k a t la n a r a k p e k ç o k k ıv rım bütün dokularına dağıtılır.
y a p a n b o r u b iç im in d e b ir k a n a ld ır (bak.
Kalınbağırsak
B a Gir sa k ). K a lın b a ğ ır s a k ta n d a h a d a r , a m a
İncebağırsağın alt ucu, yaklaşık 1,8 m etre
ç o k d a h a u z u n o la n b u s in d irim y o lu n u n
uzunluğunda ve incebağırsağın hemen hemen
m id e d e n h e m e n s o n r a k i ilk b ö lü m ü n e o n ik i-
iki katı genişliğinde olan kalınbağırsağa açılır.
p a r m a k b a ğ ır s a ğ ı d e n ir. K a r a c iğ e r v e p a n k r e ­
İncebağırsakta emilmemiş olan sindirim artık­
as g ib i ik i ö n e m li s a lg ıb e z i o n ik ip a r m a k b a ğ ır -
ları 20 saat kadar kalınbağırsakta tutulduktan
s a ğ ın a a ç ılır v e s a lg ıla rın ı m id e d e n g e le n
k im u s u n ü z e r in e b o ş a ltır . sonra, sindirim kanalının son bölümü olan
Karaciğer, sarımsı yeşil renkte, acı bir sıvı gödenbağırsağma geçer. (Kalınbağırsaktaki
salgılar. Safra (ya da öd) denen bu salgı, bu uzun beklem e süresi içinde, sindirim artık­
karaciğerin alt yüzündeki çukur bölüme yer­ larında kalmış olan su bağırsakların duvarla­
leşmiş olan safrakesesinde depolanır ve m ide­ rından emilip yeniden kan dolaşımına verilir.
den gelen yarı sindirilmiş besinler onikipar- Çünkü yediğimiz yiyeceklerin yaklaşık üçte
makbağırsağına ulaştığında buraya akıtılır ikisini oluşturan su, vücut için son derece
(bak. KARACİĞER). Safranın görevi, kimustaki gereklidir. Alm an suyun fazlası böbrekler
yağları (lipitleri) bir ön işlemden geçirerek yardımıyla kandan süzülür ve idrar olarak
pankreas salgısının etkisini artırm aktır. İçinde vücuttan boşaltılır.) Suyu yeterince emilmiş
çeşitli enzimler bulunan pankreas özsuyu olan yarı katı haldeki atıklar biriktiğinde,
yağların yanı sıra nişasta ve proteinlerin gödenbağırsağının ucundaki kas halkası
sindirilmesine de yardımcı olur. (anüs) gevşer ve dışkı denen bu atık kütlesini
İncebağırsağın iç yüzünü döşeyen m ukoza­ vücuttan dışarı atar.
da da çok sayıda küçük salgıbezi vardır. Bu
bezlerin salgıladığı bağırsak özsuyundaki çe­ Sindirim Sistemi Hastalıkları
şitli enzim ler, o ana kadar yeterince parçalan­ Sindirim sistemindeki bozukluk ve hastalık­
SİNEK 221

lar, genellikle bu sistemin hangi bölümünü e t­ sık sık sindirim güçlüğünden yakınanların bir
kiledikleri göz önüne alınarak gruplandırılır. doktora görünmesi yerinde olur.
Ağız ve yemek borusunda önemli hastalık­ Sindirim sisteminin en ağrılı hastalıkların­
lara pek sık rastlanmaz. Ağzın içinde zaman dan biri ülserdir. Bu m ukoza yaraları yalnız
zaman aft denen küçük, ağrı verici yaralar be­ midede (mide ülseri), yalnız onikiparm akba-
lirirse de, bu yaralar A ID S, şeker hastalığı ya ğırsağında (onikiparmakbağırsağı ülseri) ya
da Behçet hastalığı gibi önemli bir hastalığın da her ikisinde birden bulunabilir (peptik ül­
belirtisi olmadıkça kısa sürede iyileşir. ser). Ülserin nedenleri henüz tam olarak açık­
Bazen yemek borusunun mideye açılan alt lanamıyor; am a çalışmaktan dinlenmeye za­
ucundaki kas zayıflayıp güçsüz düşer. Bu du­ man ayıramayan ve çok gerilimli yaşayan kişi­
rum da, özellikle insan yatarken ya da öne lerde daha sık görüldüğü biliniyor. Bu yaralar
doğru eğildiğinde, mide asidiyle karışmış ve ilaç tedavisiyle kapanırsa da, yaşam biçimleri­
yarı sindirilmiş besinler yemek borusuna geri ni değiştirmeyen ve doktorun önerdiği beslen­
dönebilir. Boğazda bir ekşime ve yanma duy­ me rejimine uymayan hastalarda yeniden or­
gusuna yol açan bu bozukluk (“hiatus fıtığı”) taya çıkar.
ilaçlarla yatıştırılabilirse de çoğu zaman en iyi İncebağırsak çok çeşitli hastalıklara açık
çare fazla kiloları atm aktır. olan bir organdır. Nedeni bilinmeyen Crohn
Bazı m ikroplu hastalıklar, özellikle kolera hastalığı inatçı bir karın ağrısı, ishal ve halsiz­
ve tifo, sindirim kanalının büyük bölümüne likle kendini belli eder. D oktorlar yalnızca
yayılır {bak. K O LE R A ;T İFO ). Bazıları ise yalnız­ bazı yiyecekleri yasaklayarak ve ilaç tedavisi
ca bir bölgeyi etkiler; örneğin yalnız kalınba­ uygulayarak belirtileri gidermeye çalışırlar.
ğırsağı tutan dizanteride bu bölümün m uko­ Ayrıca bağırsaklarda yaşayan kancalıkurt ve
zası iltihaplanarak kızarır ve şişer. tenya gibi asalaklar da insanın besinine ortak
G astroenterit denen mide-bağırsak m uko­ olarak kansızlık, iştahsızlık, halsizlik ve sürekli
zası iltihapları ise çoğu zaman temizlik kural­ zayıflama gibi rahatsızlıklara yol açabilir.
larına uyulmamasından ileri gelir. Y em ekten D aha çok çocuklarda görülen çölyak hasta­
önce elleri yıkam amak ya da iyice tem izlen­ lığı, glüten denen proteinin incebağırsakta
memiş çiğ sebze ve meyveleri yemek, pis sula­ sindirilememesinden kaynaklanan bir emilme
rı içmek gibi nedenlerle vücuda bulaşan m ik­ bozukluğudur. Buğday, çavdar gibi tahıllarda
roplar, özellikle mide ve incebağırsak m uko­ ve buğdaydan yapılmış ekm ek, m akarna gibi
zasının iltihaplanm asına yol açar. Bulantı, yiyeceklerde bulunan bu proteine karşı ince-
kusma, mide ağrısı, halsizlik ve ishal gibi be­ bağırsağın tepkisinden doğan hastalık, dokto­
lirtiler veren bu hastalıklar genellikle bir-iki run önereceği glütensiz yiyeceklerden oluşan
gün içinde geçer; eğer daha uzun sürerse, vü­ bir beslenme rejimiyle önlenebilir.
cuttaki su kaybı ağır sonuçlara yol açacağın­ Kalınbağırsak spazmı ve ülserli kolit (kalın­
dan, m utlaka doktora başvurm ak gerekir. bağırsak iltihabı), şiddetli ağrılara yol açan
“Sindirim güçlüğü” ya da “hazımsızlık” , çe­ kalınbağırsak hastalıklarıdır. Kalınbağırsağın
şitli mide ve bağırsak rahatsızlarını tanım la­ hem en başlangıcında, parm ak gibi bir uza ıtı
mak için kullanılan oldukça belirsiz bir terim ­ olan apandisin iltihaplanması (apandisit) se
dir. M idede yanma ya da ekşime, karın ağrısı, çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu uza tı­
bulantı, geğirme, kabızlık ya da ishal gibi ya­ nın patlayarak yarılması, iltihabın bütün kaıin
kınm alar bazen mikroplu bir hastalığın belir­ boşluğuna yayılmasına yol açacağı için ölümle
tisidir. Bazen de fasulye ya da salatalık gibi sonuçlanabilir. Bu yüzden, apandisit olasılığı­
güç sindirilen yiyecekler nedeniyle bağırsak­ nı akla getiren sağ kasık bölgesinde ağrı ve
larda aşın gaz birikmesinden ileri gelir. Gast­ bulantı gibi belirtilerde hiç zaman yitirm eden
rit denen mide mukozası iltihabı da genellikle ameliyata başvurm ak gerekir.
aynı belirtileri verir. H atta, çok ender ol­
m akla birlikte, midedeki ya da kalınbağırsak­ SİNEK. Bilim adamlarının çiftkanatlılar
taki urlar da sindirim güçlüğüne yol açabilir. {D iptera) takımı içinde sınıflandırdığı sinekler
Bu yüzden, belirli bir nedene bağlı olmaksızın en geniş böcek gruplarından birini oluşturur.
222 SİNEK

Uzun yıllardan beri sürdürülen araştırm alar karasinek ve etsineği gibi türlerde ise çok
sonucu belirlenen 85 bini aşkın sinek türüne kısadır (bak. B ostan Sİn e Gİ; K a r a s İn e k ; SİVRİ­
her geçen gün yenileri eklenm ektedir. Bir SİNEK).
sineği arılar ve kınkanatlılar gibi uçabilen Tüm sineklerin ağzı emmeye ya da yalam a­
küçük böceklerden ayırt etm ek oldukça ko­ ya uygun yapıdadır. Deriyi kamaya benzeyen
laydır. Çünkü gerçek sineklerin yalnız iki bir ağız parçasıyla deler, kanı boru biçiminde­
kanadı vardır. Oysa bütün öbür uçucu böcek­ ki başka bir ağız parçasıyla em erler. Altı
lerin, hatta günsinekleri ve gagalısinekler gibi yapışkan yastıkçıklarla donanmış tırnakları­
sinek adı taşıyan, ama gerçek sineklerle aynı nın üstünde yürüdüklerinden camda ya da
takım da yer almayan böceklerin iki çift kana­ tavanda bile dolaşmaları güç değildir.
dı bulunur. Gerçek sineklerin uçmayı sağla­ En küçük sineklerin uzunluğu 0,5 milimet­
yan kanat çiftinin gerisinde, ikinci bir kanat reye bile ulaşmaz. En iri türlerin ise kanatları
çifti yerine, uçuşta denge işlevi gören tokm ak bir uçtan öbür uca 5 santim etreye yaklaşır. Bu
biçimli yapılar oluşmuştur. Sinek bu denge boyut farkı çok çarpıcı görünmeyebilir. Ama
tokm aklarından yoksun kaldığında istediği aralarındaki oran bozulmadan bu boyutları
yöne gitme yeteneğini yitirmekle kalmaz, çok büyütürsek fil ile fare arasındaki büyük farka
hızlı kanat hareketlerinin vücutta yarattığı ulaşırız.
gerinimi karşılayamadığından neredeyse hiç
uçamaz. Bazı sineklerin ne kanatları ne de Sineklerin Yaşamı
denge tokm akları vardır. Bu sinekler genel­ Sineklerin yaşam çevrimi kelebeklerin, kınka­
likle başka canlıların üstünde yaşayan asalak­ natlıların ve arılarınkiyle aynıdır. Bu çevrim
lardır. D aha küçük bir bölümü ise rüzgârların temel olarak yum urta, larva ya da kurtçuk,
çok güçlü olduğu ve uçabilseler ancak sü­ pupa ve erişkin evrelerini içerir. Yum urtadan
rüklenm ek zorunda kalacakları yerlerde çıkan larvalar pupa evresinde başkalaşmaya
yaşar. uğrayarak ürem e yeteneği kazanmış erişkinle­
Sürü sinekleri gibi çok küçük sinekler son re dönüşürler.
derece kötü uçuculardır. Ö bürleri kolibri Larvaların kolayca besin bulabilecekleri
kadar iyi uçsalar bile saatte 50 kilometreyi yerlere tek ya da küm eler halinde bırakılan
aşacak bir hıza ulaşamazlar. yum urtalar yuvarlak, oval, yassı ve kıvrık
Çoğu sineğin göğüs bölümü bacak ve ka­ biçimde olabilir. Bazı sivrisinek türlerinin,
natları hareket ettiren güçlü kasların bulun­ yum urtaların suda yüzmesini sağlayan, sala
ması nedeniyle kalınlaşmıştır. Yüzlerce küçük benzer yapıları vardır. Larvalar yum urtadan
merceği içeren iri bileşik gözleri ise başın en çıktıktan sonra bu salların üzerinde yaşar.
dikkat çekici bölgesini oluşturur. Gene başta Bazı yum urtalar kuru ortam larda aylar bo­
yer alan duyargalar dokunm a değil, koku yunca bir değişikliğe uğram adan canlılığını
alma organlarıdır. D okunaçlar sivrisinek ve korur ve yağmurla ıslandıktan kısa bir süre
bostan sineği gibi birçok türde oldukça uzun, sonra larvalar ortaya çıkar. Genellikle larva­

ARISİNEEĞİ

anatlar

PUPA
SİNEK 223

larda başın gerisinde bulunan bir çıkıntı, b ir e r e tç ild ir. Ö r n e ğ in b ir ç o k s ü p r ü n tü s in e ğ i-


civcivlerin gagasındaki yum urta dişi gibi, yu­ n in la rv a s ı y a p r a k b itle r in i {bak. Y a pra k b İTİ)
m urta kabuğunun kırılmasında kullanılır. t ü k e t e r e k ta r ı m la u ğ r a ş a n la r a y a rd ım c ı o lu r .
Karasineğin kurtçukları en iyi bilinen sinek Y a ss ı v e y e ş ilim s i o la n b u la r v a la r b itk ile r in
larvaları arasındadır. Bazı sürü sineklerinin ü s tü n d e k i y a p r a k b itle r i n e s a ld ır a r a k o b u r c a
larvaları lağımlarda ve pis sularda yaşar. Bu b e s le n ir le r . B a z ı tü r le r in la r v a la r ı ise a rı
larvaların kuyruğa benzer uzantısı gerçekte k o v a n la r ın d a “ m e z a r lık ” o la r a k k u lla n ıla n
yüzeyden hava almalarını sağlayan bir solu- b ö lm e le r e y e r le ş e r e k b u r a la r a b ır a k ıla n ö l­
m ü ş a r ıla r la b e s le n ir.
Süprüntüsineklerinin erişkinleri görülem e­
yecek ölçüde hızlı çırptıkları kanatları saye­
sinde havada asılı kalmışçasına durabilir, her
yöne doğru uçabilirler. Birçoğu sarı ve siyah
çizgili gövdesinden ötürü arılara benzerse de,
iğnesi olmadığından zararsızdır. Kanatlarını
hem en hemen hiç ses çıkartm adan çırpmaları
da arılardan kolayca ayırt edilmelerini sağlar.
Am a hayvanların çoğu bu ayrımları belirleye­
mez ve arıların uyarı renkleri zararsız süprün­
tüsineklerinin de yırtıcılardan korunm asına
yol açar {bak. KORUYUCU RENKLENME).
Süprüntüsineklerinden ayrı bir familya
{B om byliidae) altında toplanan bir grup sine­
ğe, gene arılara benzem eleri ve genellikle
çiçeklerden balözü toplayarak beslenmeleri
Bir sürü sineğinin larvası (altta) ve kanatlı erişkini. nedeniyle arısineği adı verilmiştir. Sinekler
arasında asalak yaşayan birçok tür vardır.
Kelebek koleksiyoncuları pupa evresinde to p ­
num borusudur. Sürü sineklerinin yumuşak ladıkları kelebeklerin pupa kılıflarından kele­
ve genellikle kırmızı gövdeli larvaları su bek yerine karasineğe benzer iri ve tüylü bir
birikintilerinde yaşar. Kıvrıla kıvrıla yüzen bu sineğin çıkmasıyla düş kırıklığına uğram ışlar­
larvalar ince ve küçük yapılı bir solucanı dır. Bu şaşırtıcı durum un açıklaması oldukça
andırır. basittir. Asalak bir sinek tırtılın üzerine yu­
Soğan ve lahana sinekleri gibi bazı türlerin murtasını bırakır. Y um urtadan çıkan larva
larvaları bitkilerin köklerine üşüşerek, meyve tırtılı öldürm eden içine yerleşir, gelişimini
sinekleri {bak. MEYVE SİNEĞİ) çeşitli meyveleri sürdürür ve tırtılla birlikte pupa evresine
kurtlandırarak, mazı sinekleri tahıl bitkileri­ girer.
nin özsuyunu em erek büyük zararlara yol N okra sineği olarak da bilinen büvelekler
açar. U r sineklerinin larvaları hem tarım {H ypoderm a cinsinin üyeleri ve akrabaları)
bitkileri, hem de orm an ağaçlarının yaprak, ile mide sinekleri {Gasterophilus cinsinin üye­
çiçek, dal gibi çeşitli bölüm lerinde doku leri ve akrabaları) en zararlı asalak sinekler
şişkinlikleri yaratır. Sinek larvaları karada, arasındadır. Büveleklerin larvaları koyun ve
suda ve hatta denizde yaşayabilir. Am a içle­ sığırların derileri altına geçerek nokra denen
rinde belki de en ilginci, yaşama ortam ı yum rular oluşturur. Y um rular üstünde larva­
olarak petrol sızıntılarını seçen petrol sineği­ ların soluk almasına yarayan delikler bu
dir. Ham petrol gölcüklerinde yaşayan bu derilerin ticari değerini düşürür. Özellikle
sineklerin larvaları yüzeye uzattıkları bir bo- atlara zarar verdiği bilinen mide sinekleri
rucukla nefes alır ve gölcüğe düşen öbür yum urta evresinde ağızdan sindirim kanalına
böceklerle beslenir. girer. Y um urtadan çıkan larvalar mide ve
Birçok sinek türünün larvası böcek yiyen bağırsak duvarlarına tutunarak tüm besin ve
224 SİNEK

oksijen gereksinimlerini atın sindirim kana­ Kuşların telekleri ve memelilerin kılları


lından alır. Erişkinleri kasapsinek, halka biçi­ arasında yaşayan kan emici bir asalak sinek
minde dizilmiş kısa dikenler taşıyan larvaları grubu daha vardır. Bunların bazıları kısa
vidalıkurt ya da burgukurdu adıyla tanınan süreli uçabilmekle birlikte, birçoğu kanatsız­
etsinekleri (C ochliom yia ve Callitroga cinsle­ dır ve güçlü tırnaklarıyla üstünde yaşadıkları
rinin üyeleri) evcil hayvanların ve insanların hayvanlara tutunur. Bu sineklerin ilginç bir
açık yaralarına üşüşür. Aşırı kurtlanan yara­ özelliği de yum urta bırakm adan ürem eleridir.
lar hayvanın ölümüne yol açabilir. Etsinekleri Larvalar dişinin içinde gelişir ve pupa evresi­
yum urtalarını genellikle türlere göre değişen ne yakın bir dönem de ortaya çıkarlar.
hayvanların üstüne bırakır. Örneğin Protocal- A ralarında sığırsineklerinin de bulunduğu
liphora cinsinin larvaları yum urtadan yeni kan emici sinekler aynı zam anda insandan
çıkmış kuşların kanını em er. A vrasya’da yaşa­ insana ya da hayvanlardan insana birçok
yan solucan etsineğinin ( Pollenia rudis) larva­ tehlikeli hastalığı taşır. Örneğin çeçe sineği
ları yersolucanlarıyla beslenir. ölüm lere yol açan uyku hastalığının yayılma­
Tırtıllar pupa evresine girerken son larva sından sorum ludur (bak. Ç eçe SİNEĞİ; U y k u
derilerini atm akla birlikte, birçok sinek larva­ HASTALIĞI). Sıtma ve sarıhumm a sivrisinekle­
sı pupa evresine son larva derisiyle girer. Bu rin bulaştırdığı başlıca hastalıklardır. Larvala­
deri daha sonra şişip sertleşerek pupa için rı bataklıklarda ya da pis sularda yaşayan
koruyucu bir kılıf oluşturur. Başkalaşımını tatarcıklar (Phlebotom idae familyasının üye­
tam amlayan sinek sert pupa kılıfını çatlatana leri) sivrisineğe benzer çok zararlı böcekler­
kadar başından çıkan, balona benzer zarsı dir. Tatarcık hum ması, şark çıbanı ve kala-
yapıyı şişirir. Pupa evresinde sinekler hare­ azar gibi hastalıkları bulaştırırlar. Etsinekleri
ketsizdir; ama toprağa, gübre ya da çöp ise dizanteri, şarbon ve sarılık gibi hastalıkla­
yığınlarına gömülü olduklarından yırtıcılara rın taşıyıcısıdır. Sinekler pis yerlerde beslene­
karşı önemli ölçüde korunm uşlardır. rek ağız parçalarına ve tüylü bacaklarına
Sinek pupa kılıfından ve bir yere gömülüy­ bulaşan mikropları yayarlar. Bunlar arasında
se bulunduğu yerden çıktıktan sonra balon kolera ve dizanteriye yol açan m ikroplar
gibi şişirdiği zarsı yapı sönerek içeri çekilir. sayılabilir. Bu nedenle sineklerin besinlerden
Sineğin başında bu balondan geriye yalnız bir uzak tutulması büyük önem taşır.
iz kalır. Sinekleri tümüyle zararlı böcekler arasında

NHPAiStephen Dalton

Karasinek sıvı hale


getirdiği ekmeği süngere
benzer ağız parçalarıyla
yalayıp yutar.
SİNEKKAPAN 225

1 leri havada avlayan ötücükuşlardır. İki ayrı


familya altında toplanan bu kuşlar Eskidünya
sinekkapanları ( M uscicapidae ) ile Am erika
ya da Yenidünya sinekkapanlarından ( Tyran-
nidae) oluşur.
Eskidünya sinekkapanlarının iyi bilinen
üyelerinden benekli sinekkapan (M uscicapa
striata) tüm A vrupa’ya yayılmıştır. Uzunluğu
yaklaşık 15 cm, üst bölümleri grimsi kahve­
rengi, alt bölümleri beyazımsıdır. Başında ve
göğsünde sıralar halinde dizilmiş soluk benek­
ler bulunur. Mayıs ayının ortalarından başla­
ARDEA
yarak parklarda, bahçelerde ve seyrek ağaçlı
Gök etsineği yum urtalarını yeni kesilen etlerin
üstüne ya da açık yaraların yakınlarına bırakır. orm anlarda kulak tırmalayıcı tiz ötüşü duyu­
Erişkinler yalnız sıvı besinleri alabilir. labilir. Türkiye orm anlarında, park ve bahçe­
lerinde de yaygın biçimde ürer. Yosun, kıl ve
yünü örüm cek ağlarıyla bağlayıp oluşturduk­
saymak yanlıştır. Üstelik yararları da bazı ları yuvalarına ağaçların üstünde ya da duvar
zararlı böcekleri yemekle sınırlı kalmaz. Sirke ve kaya oyuklarında rastlanabilir. Dişi, yuva­
sineği kalıtımın anlaşılmasına yardımcı olmuş­ ya mayıs ayının sonlarında kırmızımsı lekeli,
tur (bak. SİRKE SİNEĞİ). Birçok sinek bitkiler yeşilimsi boz 4-5 yum urta bırakır. Sinekka­
arasında mekik dokuyarak çiçektozlarını taşır panlar kışı A frika’da ve A sya’nın güneybatı­
(bak. T o z la ş m a ) . Ayrıca öbür hayvanlara av sında geçirir.
olarak beslenme ağında yer alır (bak. BESLEN­ Japonya’da yaşayan bir tür (M uscicapa
ME AĞI), gübre ve çürüyen etle beslenerek bu narcissina) siyah ve beyazın yanı sıra parlak
m addelerin aşırı birikmesini engellerler. sarı tüylerinden ötürü nergis sinekkapanı
adıyla tanınır. Bu tür güzel ötüşüyle de dikkat
SİNEKKAPAN. Sinekkapanlar tünedikleri çeker.
gözetlem e yerlerinden birden fırlayarak ya­ A sya’nın güneyinden Yeni Z elanda’ya ka­
kından geçen sinekleri ve öbür uçucu böcek- dar uzanan bölgeye yayılmış 40 kadar tür
Eric Hosking

Orta Am erika'da
yaşayan bir kralkuş.
Bu tü r de çoğu
sinekkapan gibi
tüneğinden fırlayıp
böcekleri havada avlar
ve öbür kralkuşlar
gibi, çok daha iri
kuşlara korkusuzca
saldırabilir.
226 SİNEMA

ri hareket ediyormuş gibi algılar. Bunun


nedeni beynin, gözün ağtabakası üzerine dü­
şen görüntüyü, görüntü yok olduktan sonra
kısa bir süre daha saklamasıdır. A ğtabakada-
ki yansıma gerçekte göründüğü süreden daha
uzun bir süre algılandığından, bir cismin
görüntüsü kaybolm adan öbür cismin görüntü­
sü ağtabakaya düşerse, film karelerinden
göze yansıyan her görüntü birbirinin devamı
olarak, yani hareket ediyormuş gibi görünür.
Bu beynin yarattığı görsel bir hareket yanılsa­
masıdır. Sinema, bir olayı ya da öyküyü bu
A vrupa'da üreyen kara ve benekli sinekkapanlar kışı yöntemle anlatmaya dayanan görsel bir sanat
A frika'da geçirir. dalıdır.
G örüntülerin kaydedildiği film şeridi say­
yelpaze kuyruklu sinekkapanlar olarak bili­ dam bir m adde olan selüloitten yapılmıştır
nir. Bu kuşlar adlarını uzun ve yuvarlak uçlu (bak. FOTOĞRAFÇILIK). G örüntüler filmin üze­
kuyruklarını sık sık yelpaze gibi açmalarından rine sinema kamerasıyla (film çekme m akine­
alır. si) kaydedilir. Gösterim sırasında bunlar pro­
jeksiyon makinesiyle hareketli görüntüler bi­
Yenidünya Sinekkapanları çiminde perdenin üzerine yansıtılır. Filmi
Kralkuşları ( Tyrannus cinsi) da içeren Yeni­ çekilecek cisimden yansıyan ışık kameranın
dünya sinekkapanları 300’ü aşkın türü kapsar. merceğinden geçerek, filmin ışığa duyarlı
Am a bu kuşların yalnız üçte biri Eskidünya yüzeyindeki kimyasal maddeleri değişikliğe
sinekkapanları gibi tüneklerinden fırlayıp si­ uğratır ve görüntü oluşturur. Hazırlanan film
nekleri havada yakalar. Çoğu soluk renkli ve laboratuvarda çeşitli işlemlerden geçirildikten
kırmızı ya da sarı tepelidir: Kuzey A m erika’ sonra gösterime hazır durum a gelir. Bir film
da yaşayan yaklaşık 30 türü bulunur. Makas m akarasına sarılarak projeksiyon makinesine
kuyruklu sinekkapan (M uscivora forficata) takılır. M akara belirli bir hızla dönerken,
uzun ve şerit biçiminde uzamış derin çatallı projeksiyon makinesinden çıkan ışık filmi
kuyruğuyla kolaylıkla tanınabilir. A B D ’nin aydınlatarak, hareketli görüntüler biçiminde
güneyindeki kurak düzlüklerde ve çayırlarda perdenin üzerine yansıtır.
üreyen bu tür kışın O rta A m erika’ya göç Selüloit sağlam ve esnek bir madde olduğu
eder. için m akaralara ve m akinelere kolaylıkla sarı­
Kralkuşlar kavgacılıklarıyla ünlüdür. Uzun­ lıp takılabilir. Çekim sonrasında birleştirme
luklarının 20 cm dolayında olmasına karşın, (m ontaj) aşamasında istenmeyen görüntüler
karga ya da atm aca iriliğindeki yırtıcı kuşları kesilip çıkarılarak, kalan bölümler özel bir
bile yıldırırlar. Bazen iri kuşların sırtına çıka­ tutkalla ya da yapıştırıcı saydam bir bantla
rak başlarını gagalarlar. birleştirilebilir. Aynı zam anda ışığa son dere­
ce duyarlı olduğundan üzerindeki görüntüler
SİNEMA. Sinema sanatı 20. yüzyılda geliş­ net bir biçimde ve istendiği kadar büyütüle­
miş, kendinden önce yaygınlık kazanmış bu­ bilir.
lunan resim, heykel, müzik, mimarlık gibi Sinemada, 7,5-300 m etre uzunluğunda, 70,
çeşitli sanat dallarına dayalı, büyük teknik 35, 16 ve 8 mm eninde film şeritleri kul­
beceri gerektiren karmaşık bir sanattır. İzleyi­ lanılır. Film şeridinin kenarlarında düzgün
ciyi, karartılmış bir salonda perdeden yansı­ aralıklarla sıralanmış delikler vardır. Bu de­
yan kendi somut gerçekliğiyle etkiler. likler film şeridinin kam era m akarasına ya da
Saydam bir film şeridi üzerindeki görüntü­ projeksiyon makinesinin dişlilerine sağlam bir
ler ışığın yardımıyla bir perdenin üzerine art biçimde sarılmasını, kaymadan dönmesini ve
arda düşürüldüğünde, gözümüz bu görüntüle­ görüntülerin eşit aralıklarla yansımasını sağ­
SİNEMA 227

lar. H areketli görüntüler elde etm ek için lik kam eralar am atörlerce kullanılır. Sinema
gösterim sırasında filmin belirli ve değişmez filmleri genellikle 35 milimetrelik kam eralarla
bir hızla ilerlemesi gerekir. 35 milimetrelik çekilir.
profesyonel filmler her görüntü karesi için Lumiere K ardeşler’in hem alıcı, hem de
dört delik, 16 milimetrelik ve am atör filmler gösterici olan sinem atograf ından bu yana
bir delik ilerler. Sesli filmlerde ekrandan kam eralar önemli değişiklikler geçirdi. G ös­
saniyede 24, sessiz filmlerde 16 görüntü karesi terici ve alıcı birbirinden ayrıldı, boyutları
geçer. Sessiz filmler bugünkü gelişmiş aygıt­ küçültüldü ve daha kullanışlı durum a getiril­
larla gösterildiğinde figürlerin çok hızlı hare­ di. Elle çalışan kam eraların yerini m otorla
ket etm eleri bu yüzdendir. çalışan kam eralar aldı.
Film çekme aygıtı olan kam era, fotoğraf M otor gürültüsünü önleyen bir sistem ekle­
makinesi ile aynı ilkelere dayanarak çalışır. nerek görüntüyle birlikte sesi de kaydeden
Am a fotoğraf m akinesinden en önemli farkı sesli kam eralar geliştirildi. Bugün kullanılan
görüntüleri belli zaman aralıklarıyla ve son 35 milimetrelik kam era hareketli görüntü için
derece hızlı bir biçimde film şeridinin üzerine saniyede 24 kare çeker. Bu hız artırılarak ya
kaydetm esidir. Kullanılan film şeridine göre da azaltılarak hareketin hızlı ya da yavaş
sinema kameralarının başlıca 70 milimetrelik, olması sağlanır.
35 milimetrelik, 16 milimetrelik ve 8 milimet­ Gösterim sırasında projeksiyon makinesi­
relik türleri vardır. 70 milimetrelik kam eralar nin obtüratörü film karelerinin arasında kapa­
büyük ve görkemli görüntüler elde etmek nır ve ışığı keser. Am a bu o kadar hızlı bir
için, 16 milimetrelik hafif kam eralar bazı özel biçimde olur ki, gözümüz hareketlerin aslında
çekim lerde ve belgesel filmlerde, 8 m ilim etre­ kesintili olduğunu ayırt edemez.

o b tü ra tö r
(açık)— o b tü ra tö r
(kapalı)

tırn a k

1. O b tü ra tö r a çılır ve 2. O b tü ra tö r kap anm a ya 3. O b tü ra tö r kap anır ve 4. O b tü ra tö r y e n id e n


karşısındaki film , karesine başlar. film şe rid i b ir d iş atlar. açıld ığınd a,
b ir g ö rü n tü k a y d e d ilir. b ir s o n ra ki kareye
y e n i b ir g ö rü n tü
ç e k ilm e m iş film ka yd e d ilir.
y ö n le n d iric i m a ka ra la r

m ercek

tırn a k
tırn a ğ ı ha reket e ttire n çark (b e lirli ara lıkla rla film i b ir
d iş ile rle tir)
228 SİNEMA

Film Başlıyor The Museum o f


Modern Art Film Library
Beynin yarattığı görsel hareket yanılsaması
fotoğrafın bulunmasından daha önce de bili­
niyordu. 1824’te İngiliz fizikçi Peter M ark
Roget’m yayımladığı “The Persistence of Visi­
on With Regard To Moving Objects” (“Hare­
ketli Cisimlere İlişkin O larak G örüntünün
Sürekliliği”) adlı kuramsal çalışma, birçok
mucidin ilgisini çekti. H er sayfasına resim
çizilmiş bir kitabın sayfaları hızla çevrildiğin­
de görüntülerin kesintisiz bir biçimde hareket
ediyormuş gibi görünmesi ve buna benzer
birçok basit deney R oget’m kuramını doğru­
luyordu. Çeşitli ülkelerde birçok mucit bu
kuram dan hareketle birbirine yakın zam an­
larda benzer aygıtlar geliştirmişti. Bu bakım ­
dan sinema kamerası ve projeksiyon makinesi
gibi aygıtların ilk önce nerede ve nasıl ortaya
çıktığını kesin olarak söylemek güçtür.
1830’lardan başlayarak zootrop, taum atrop ,
fasm atrop, fenakistiskop ve praksinoskop ad­
larıyla bilinen çeşitli aygıtlar geliştirildi.
1882’de Fransız fizyolog Etienne-Jules M arey
kuşların uçuşunu saptam ak amacıyla saniyede
12 fotoğraf çekebilen, “fotoğraf tüfeği” adını
verdiği bir aygıt geliştirdi. 1887’de A B D ’li
H annibal Goodwin fotoğraf çekiminde ilk kez
selüloit film kullandı. A rdından New Y ork’ta
G eorge Eastm an m akaraya sanlı selüloit film
üretim ine başladı. 1888’de Thomas Alva Edi­
son üzerine ses kaydedilen mum silindirli
fo n o g ra f ı, daha sonra da ses ve görüntüyü
birleştirm ek amacıyla yardımcısı William
Dickson’la birlikte kam eranın ilk biçimi sayı­
lan kinetograf ı geliştirdi {bak. EDISON, THOMAS
A lv a ) . Film şeridi üzerine saniyede 40 görün­
tü kaydeden kinetograf, A B D ’de ve A vrupa’
da hızla yaygınlık kazandı. Edison 1896’da,
kinetoskop adını verdiği bir gösterim aygıtıyla
15 m etrelik bir film şeridinin üzerindeki
görüntüleri kesintisiz olarak art arda yansıt­
mayı başardı. Ne var ki, bu aygıt gözlerini iki
deliğe dayayan tek bir izleyici tarafından
kullanılabiliyordu. Kinetoskopla filmin üze­
rindeki görüntüler art arda izlenebilmekle
Edison'ın 7 Ocak
birlikte, hareketler kesintiliydi. Bunun nede­ 1894'te
ni her görüntü karesinin yeterince uzun bir kinetoskopuyla
süre ışıklandırılamamasıydı. çektiği bir hapşırığın
öyküsü, ABD'de te lif
Paris’te kinetoskopu gören Fransız Louis hakkı alınan ilk
(1864-1948) ve Auguste (1862-1954) Lum iere sinema film iyd i.
SİNEMA 229

kardeşler geliştirdikleri sinematograf adlı ay­ (1861-1938) başladı. Bilimkurgu sinemasının


gıtla ilk kez hareketli görüntü elde ettiler. Bu da öncüsü sayılan Melies, aynı zam anda “film
olay sinemanın doğuşunu m üjdeleyen en hileleri” kullanan ilk sinemacıydı. M elies’nin
önemli gelişmeydi. Sinematograf elle çalıştırı­ filmlerinde kam era aynı noktada duruyor ve
labiliyor ve yaklaşık 10 kilogramlık ağırlığı öyküyü tiyatro sahnesindeymiş gibi görüntü­
sayesinde istenen yere taşınabiliyordu. Filmin lüyordu. Melies 1900’lerin başlarında arala-
düzenli ve kesikli ilerleyişini sağlayan ve rında A y ’a Seyahat (le Voyage dans la L u n e ;
bugün de hâlâ kullanılm akta olan tırnaklı bir 1902), Uzayda Yolculuk (le Voyage â travers
düzeneği vardı. Lum iere Kardeşler halka açık l’impossible; 1904) gibi bilimkurgu filmlerinin
ilk film gösterimlerini 1895’te Paris’te, Capu- de bulunduğu yaklaşık 1.500 kısa film çek­
cines Bulvarı’ndaki G rand Cafe’de gerçekleş­ mişti.
tirdiler. Sinematograf hem film çeken, hem
de gösteren bir aygıt olduğu için ancak 15 İlk Sinemalar
metrelik film şeridi alabiliyordu. Bu yüzden Sinema başlangıçta ilginç bir deney ya da
ilk filmleri oldukça kısaydı (yaklaşık 45 sani­ basit bir eğlence türü olarak görülüyordu. İlk
ye). Filmler iskambil oynayanlar, bir demirci­ film gösterimleri genellikle laboratuvarlarda
nin çalışması, askerlerin yürüyüşü ya da bir ya da evlerde, birkaç kişilik toplantılarda
bebeğin beslenmesi gibi günlük yaşamdan yapılıyordu. Hızla artan ilgi karşısında daha
alınmış görüntülerden oluşuyordu. Lum iere geniş salonlarda halka açık paralı gösteriler
Kardeşler Lum iere Fabrikası ’ndan Çıkan İşçi­ düzenlenmeye başlandı. Kısa zam anda yaygın
ler (la Sortie des ouvriers de Vusine Lumiere) bir eğlence aracına dönüşen sinema, 20.
adlı filmlerini Lyon’daki fabrikalarında, bir öğle yüzyılın başlarında önemli bir ticaret ve sana­
tatili sırasında çekmişlerdi. Bir söylentiye göre yi dalı durum una geldi. Film pazarı önceleri
Ciotat Garına Bir Trenin Girişi (l’Arri- Fransızlar’ın elindeydi. Sonradan A B D ’de
vee d ’un train en gare de la Ciotat) adlı filmin kurulan yapımcı şirketlerin eline geçti. H alka
gösterimi sırasında, kam eraya doğru hızla açık ilk kısa filmler İngiltere’de ve A B D ’de
yaklaşan tren görüntüsü izleyicileri dehşete müzikli tiyatro oyunları sırasında gösteriliyor­
düşürm üştü. Sonraları kısa kom ediler, haber du. Sonraki yıllarda özellikle A B D ’de, nikel­
filmleri ve belgeseller de çektiler. den yapılmış 5 sent gibi çok küçük bir parayla
girilen ve yalnızca film gösterilerinin yapıldı­
The Museum o f Modern A rt Film Library
ğı, nickelodeon adı verilen sinema salonları
hızla yaygınlaştı. O dönem de, teknik aksak­
lıklar yüzünden filmler sık sık kesintiye uğrar,
izleyicileri oyalamak ve salonda tutm ak için
büyük çaba harcanırdı.

Sinema Sanayisinin Gelişimi


İlk yıllarda sesi ve görüntüyü birlikte kayde­
den bir aygıt yoktu, bu yüzden filmler sessiz­
di. 1912’de Fransa’da film gösterileri, pikap
ve yükselteç (am plifikatör) kullanılarak m ü­
*f *** « jpjp zik eşliğinde yapılmaya başlandı. Bu yenilik­
5 ^ • J 1v -v * : . ** ler izleyicilerin sesli görüntüye daha çok ilgi
Georges Melies’nin A y ’a S e y a h a t (1902) adlı duyduğunu ortaya koydu. Aynı dönem de
bilimkurgu filminden bir sahne. Bilimkurgu sinemasının A B D ’li sinemacı Edwin S. P o rter’ın öncülü­
öncüsü sayılan Melies, aynı zamanda film hilelerini ğünde, bir öyküsü olan, “konuşm alı” uzun
ilk kez kullanan sinemacıdır.
filmler yapılmaya başlandı. P orter’ın B üyük
Tren Soygunu (The Great Train Robbery\
Sinema yoluyla belirli bir öykü anlatma 1903) adlı filmi soygun, kovalama ve silahlı
dönemi Fransız yönetm en Georges Melies ile çatışma sahneleriyle dolu, tipik bir western’di
230 SİNEMA

(kovboy filmi). Porter bu filmde çeşitli çekim da kullanılm aktaydı. Oysa, aynı dönemde
teknikleri kullandı. Bazen kamerayı hareket A BD sineması önemli gelişmelere sahne ol­
ettirerek, bazen de uzak ve uzun ya da yakın du. Bir Milletin Doğuşu (The Birth o f a Nati-
ve kısa çekimlerle gerçek bir canlılık ve on; 1915) ve Hoşgörüsüzlük (Intolerance;
hareketlilik sağlamayı başardı. Öyle ki, filmin 1916) gibi filmlerle adını duyuran A B D ’li yö­
bir sahnesinde kam eraya • doğru ateş eden netm en David Griffith sinemada klasik anla­
kovboyun görüntüsü salonda büyük bir korku tım üslubunun öncüsü sayılır. Yeni film tek­
yarattı. niklerini sağduyuyla kullanan Griffith, sine­
Konuşmalı filmlerde ses, görüntüyle eşle­ mayı salt bir eğlence aracı olm aktan çıkarıp
nen bir plağın üzerine kaydediliyordu. H er izleyiciyi aynı zam anda düşünmeye de yönel­
ülke için başka dilde yeni bir plak yapmak ve ten, çok yönlü bir anlatım aracına dönüştür­
sesi görüntüye yeniden eşlemek gerektiğin­ dü. O yıllarda A B D ’de sinema alanında bü­
den bu filmlerin maliyeti oldukça yüksekti. yük bir patlam a yaşandı, uzun ve yüksek m a­
Bununla birlikte izleyicinin konuşmalı filmle­ liyetli filmler art arda çekilmeye başlandı. Ya­
re gösterdiği olağanüstü ilgi, yapımcıları bu lın ve doğal oyunculuğuyla uluslararası ün ka­
alana çekmeye yetti. Yaklaşık 1912’ye kadar zanan Mary Pickford, 1928’de imzaladığı yak­
6-10 dakika süren, tek m akaralık kısa filmler laşık 1 milyon dolarlık anlaşmayla “star” (yıl­
çekilir, izleyici komedi türündeki bu filmler­ dız) sisteminin başlamasına yol açtı. “Şarlo”
den 6-7 tanesini peş peşe izlerdi. Sonraki tipinin yaratıcısı Charlie Chaplin (bak. C h a p -
yıllarda birkaç m akaralık uzun filmler yapıl­ l in , C h a r l ie ) gibi unutulm az sinema sanatçıla­
maya başlandı. İtalyan yönetm en Luigi Mag- rı doğdu.
gi, P om peınin Son Günleri (Gli ultimi giom i­ I. Dünya Savaşı sonrasında sinem ada en
di P om pei; 1908) adlı filmiyle Eski R om a’nın önemli gelişme A lm anya’da gerçekleşti. 1919-
görkemli görüntüsünü ekrana getirdi. Bir 33 arasında Alm an sineması altın çağını yaşa­
başka İtalyan yönetm enin, Enrico G uazzoni’ dı. Zengin dekorlu ve kostümlü tarihsel film­
nin çok sayıda oyuncu ve zengin dekorlarla lerin yanı sıra Ernst Lubitsch (1892-1947),
çektiği Quo Vadisi (1912) adlı konulu, uzun R obert W iene (1881-1938), Fritz Lang (1890-
filmi dünyada büyük bir hayranlık yarattı. Bu 1976) ve Friedrich W. M urnau’nun (1889-
filmin hemen ardından A B D ’li yapımcılar 1931) öncülüğünde “Alm an Dışavurum culu­
sinema izleyicisinin seveceği türden rom an ve ğu” olarak bilinen bir akım başladı. Bu yönet­
öyküleri art arda filme çekmeye, filmlerini m enler karakter oyuncusu yaratmayı başar­
daha yüksek fiyatlarla göstermeye başladılar. dıktan başka, ışık ve dekor kullanımındaki us­
Bu filmler yaklaşık 90 dakika sürüyordu. talıklarıyla da dünya sinemasını önemli ölçü­
Sinemadaki bu hızlı gelişme daha büyük ve de etkilediler. R obert W iene’nin yönetmiş ol­
daha rahat gösteri salonlarını gerektirdi. A v­ duğu D oktor Caligarınin Odası (Das Kabi-
rupa’da ve A B D ’de halk arasında “düş saray­ nett des Dr. Caligari; 1919) ve Fritz Lang’ın
ları” adı verilen lüks ve gösterişli sinema bilimkurgunun öncüsü M etropolis'i (1926) ya­
salonları yapıldı. pıldıkları tarihten bu yana sinema sanatını et­
I. Dünya Savaşı’ndan önceki dönem de baş­ kilemiş yapıtlardır.
ta Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa ülke­ Aynı dönem de bir başka önemli gelişme
leri sinema alanında oldukça ileriydi. Korku, de, SSCB’de dünyanın ilk sinema okulu olan
cinayet ve komedi filmleri ilk kez gene bu ül­ Devlet Sinema Enstitüsü’nün 1919’da kurul­
kelerde çekildi. Oyuncularda fiziksel özellik­ masıdır. 1917 Ekim D evrim i’nden önce Rus­
lerin yanı sıra oyunculuk gücü de aranm aya ya’da film sanayisi yoktu. 100’den fazla dilin
başlandı. Aynı yıllarda efsanevi kişilikleriyle konuşulduğu ve halkın büyük çoğunluğunun
milyonlarca insanın hayranlığını kazanan si­ okuryazar olmadığı SSCB’de 1920’lerde 160
nema yıldızları doğdu. Ne var ki, I. Dünya milyon insan yaşıyordu. Ülkenin yeni yöneti­
Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Avrupa sine­ cileri, sinemayı bu büyük ülkede insanları or­
ması neredeyse çöküntüye uğradı, çünkü fil­ tak bir amaç doğrultusunda bir araya getire­
min ana maddesi olan selüloit barut yapımın­ cek bir araç olarak görüyorlardı. Bu nedenle
SİNEMA 231

sinemaya büyük bir öncelik tanıdılar. Teknik bazı büyük sinema salonlarında belli bir film
araçların yetersizliğine karşın çok sayıda nite­ için özel olarak bestelenmiş müzik parçasını
likli film yapıldı. Griffith’le birlikte çağdaş si­ çalan 40 kişilik büyük orkestralar bulunuyor­
nemanın öncüsü sayılan Sergey Ayzenştayn’ du. Film seslendirme çalışmaları ise 1906’dan
m Potemkin Zırhlısı (1925) bunların en gü­ beri sürüyordu. İlk sesli film 1927’de çekilen,
zellerinden biridir (bak. AYZENŞTAYN, Se r g e y ). şarkıcı Al Jolson’un oynadığı Caz Şarkıcısı'dır
Bir Yunan trajedisi gibi gelişen bu film etkile­ (The Jazz Singer). Sesli sinemanın ortaya çı­
yici çekimleri ve kurgusuyla izleyicinin solu­ kışıyla birlikte izleyici sayısında büyük bir ar­
ğunu keser. Dönem in önde gelen yönetm en­ tış oldu. A B D ’de sinema sanayisi kısa sürede
lerinden Vsevolod İ. Pudovkin’in bir Maksim sesli sinema teknolojisine geçti. Yapımcılar
Gorki uyarlaması olan A na (1926) filmi sessiz stüdyolarını elektronik ses kayıt aygıtlarıyla
sinemanın başyapıtlarındandır. donattılar, sinema salonlarına büyük hopar­
I. Dünya Savaşı’ndan sonra 1920-27 arasın­lörler yerleştirildi. 1930’lardan başlayarak
da Fransa’da ilgi çekici filmler yapıldı. D öne­ tüm filmler sesli olarak çekilmeye başlandı.
min önde gelen yönetm enlerinden Rene Clair Sanatçıların kendi sesini kullanması bazı zor­
(1898-1981) İtalyan Hasır Şapkası (Un cha- luklar getirdi. Bazı oyuncular ezberlem ekte
peau de paille d ’Italie; 1927) adlı komedi fil­ güçlük çekiyor, A B D ’li olmayan oyuncular
miyle adını duyurdu. İngilizce’yi aksanla konuşuyor ya da sesle gö­
1920’lerde sinema A B D ’nin en büyük sana­ rüntü arasında uyum sağlanamadığı oluyordu.
yi dallarından biri durum una geldi. Yıldızla­ Bu nedenlerden ötürü sinemada bu dönemde
rın ücretleri astronomik rakam lara ulaştı. ağırlıklı olarak tiyatro oyuncuları yer aldı.
M etro-Goldwyn-M ayer, Param ount, United Japonya’da filmlerdeki konuşmalar benşi
Artists gibi dev film şirketleri o dönem de ku­ adı verilen anlatıcılarca iletilirdi. Bazı anlatı­
ruldu. Yumuşak iklimiyle açık hava çekimle­ cılar öylesine başarılıydı ki, adları oyuncularla
rine uygun olan Los-Angeles kentinde Holly- birlikte yazılırdı. 1940’lara kadar sürdürülen
wood, ABD sinema sanayisinin merkezi du­ anlatıcı geleneği Japonya’da sesli sinemaya
rum una geldi. H er çeşit filmin yapıldığı bu geçişi geciktiren başlıca nedenlerden biri
dönem de gag türünde kavgalı dövüşlü kom e­ oldu.
diler başta geliyordu. Charlie Chaplin, Buster Sesli sinemanın ilk yıllarında yönetm enle­
K eaton, Stan Laurel ve Oliver Hardy rin çoğu konuşm alara gereğinden çok ağırlık
1920’lerde parladı. Bu yıllarda yarısı 20 yaşın vererek, görüntüyü ikinci plana attılar. Oysa
altında olan 40 milyon A B D ’li düzenli olarak ses ve konuşmaların asıl işlevi görsel anlatı­
her hafta sinemaya gidiyordu. Sinema tarihi­ mın etkisini artırm aktı. Ses öğesini görsel an­
ne adı geçen filmlerden Cecil B. de M ille’in latımın tamamlayıcı ve güçlendirici bir parçası
yönettiği On Em ir (The Ten C om m andm ents; olarak kullanmayı başaran ilk yönetm en
1923), Douglas Fairbanks’in her ikisinde de Fransız Rene Clair oldu. Clair’in Milyon (le
başrolü oynadığı Robin H ood (1922) ve Bağ­ Million; 1931) adlı filmi bu uygulamanın en
dat Hırsızı (The Thief o f Bagdad; 1924) bu yetkin örneklerinden biriydi. Sesli sinema
dönem de yapıldı. oyunculuk alanında önemli değişikliklere yol
İngiltere’de sessiz sinemanın önde gelen açtı. Sessiz sinemanın abartılı el kol hareket­
yönetm eni John G rierson, 1929’da sinema ta ­ lerine dayanan üslubu tümüyle anlamını yitir­
rihinin ilk uzun belgesel filmi olan Balıkçı di. Sesin görüntüye uygunluğu, oyunculukta
Tekneleri'm (Drifters) çekti. doğallık ve yalınlık önem kazandı. Sonuçta
sesli sinema kendi yıldızlarını yarattı. Holly-
Sesli Sinemanın Doğuşu wood filmlerinde rol alan Clark G able, Ja­
1927’ye kadar filmler bütünüyle sessizdi. Ko­ mes Cagney, daha önce Alm an sinemasında
nuşmalar filmin akışını kısa aralıklarla kesin­ adını duyuran M arlene Dietrich, çocuk oyun­
tiye uğratan yazılarla veriliyor, film piyano, cu Shirley Temple ve sinema tarihinin efsane
kem an ya da bir pikaptan çalman müzik eşli­ kadını İsveçli G reta G arbo gibi yıldızlar ün
ğinde gösteriliyordu. Yaklaşık 6.000 kişi alan kazandı. Aynı dönem de çocukların severek
232 SİNEMA

okuduğu ve izlediği Miki F are’nin (Mickey ne\ 1940) ve John Ford’un Gazap Üzümleri
M ouse) yaratıcısı Walt Disney ilk sesli çizgi (The Grapes o f Wrath\ 1940) ile Tay G arnett’in
filmlerini gerçekleştirdi (bak. ÇİZGİ FİLM; D IS­ Postacı Kapıyı İki Defa Çalar (The Postman
NEY. W a l t ) . Dönem in önde gelen yönetm enle­ Always Rings Twice\ 1946) adlı yapıtlarıydı.
ri John Ford, Howard Hawks, Frank Capra, İngiltere’de aynı dönem de Noel Covvard’ın
George Cukor ve Orson Welles özgün üslup­ senaryosunu yazdığı Kısa Görüşme (B rief En-
larıyla sinema sanatına önemli katkılarda bu­ counter; 1946) ve Denizler H âkim i (In Which
lundular. W e Serve; 1942) gösterime girdi.
1930’larda İngiltere'nin yetiştirdiği önemli SSCB’de Ayzenştayn, Aleksandr Nev ski
yönetm enler A nthony Asquith ve gerilim (1938) ve Korkunç İv a n \ (1944-46), Sergey ve
filmlerinin babası sayılan Alfred Hitchcock’ Georgi Vasiliyev Çapayev’’i (1934) çektiler.
tu. 1933’te Alexander Korda ünlü aktör C har­
les Laughton’un oynadığı Kadınlar Celladı Savaş Sonrası Dönem
(The Private L ife o f Henry VIII) filmiyle ta ­A B D . 1950’lerde A B D ’nin önemli filmleri
rihsel konulu film geleneğini başlattı. arasında G eorge Stevens’ın Vadiler Aslanı
Fransa’da sesli sinema Rene Clair, Jean Vi- (Shane\ 1953) ile Elia Kazan’ın New Y ork’ta
go ve Jean R enoir’ın filmleriyle doruğa ulaştı.yoksul işçi çevrelerinin ve rıhtım gangsterleri­
Vigo, Hal ve Gidiş Sıfır (Zero de conduite; nin yaşamını anlatan Rıhtımlar Üzerinde’si
1933) ve TAtalante (1934) gibi şiirsel üslubu (On the Waterfront; 1954) ve Vincente Min-
ağır basan filmler yaptı. Gerçekçiliği ve güçlü nelli’nin Paris’te Bir Amerikalımı (A n A m eri­
anlatımıyla dikkati çeken Jean R enoir’ın can in Paris; 1951) sayılabilir. Ünlü yönetmen
1937’de tamamladığı B üyük Aldanış (la Gran- A lfred Hitchcock özellikle banyodaki soluk
de illusion) savaş karşıtı bir filmdi. Bundan kesici cinayet sahnesiyle tanınan Sapık
başka Hayvanlaşan İnsan (la Bete hum aine; (Psycho; 1960) adlı gerilim filmini aynı dö­
1938) ve Oyunun Kuralı (la Regle du je u ; nem de çekti. Ne var ki, savaşın sonunda
1939) gibi önemli yapıtları da vardır. A lm an­ A B D sinemasını köstekleyen, tutucu hükü­
ya’da sinemacılar 1930’ların başlarında bazı m etin filmlere uyguladığı yoğun sansürle bir­
güzel filmler çektiler. Ne var ki, N aziler’in likte “Hollywood 10’ları” olarak anılan sekiz
yönetime gelmesi birçok sinemacının çalışma senaryo yazarı ve iki yönetm enin kara listeye
olanağını yok etti. alınması oldu. Bir ihbar salgını başlamıştı.
1930’lar aynı zamanda renkli sinemaya ge­ Pek çok sanatçı A B D ’ye karşı yıkıcı etkinlik­
çiş dönemi oldu. Üç temel renk kullanımına lerde bulunmak ve kom ünist olmakla suçlan­
dayanan ve technicolor adıyla bilinen renklen­ dı. Suçlananlar arasında bulunan Charlie
dirme yöntemi ilk kez W alt Disney’in Üç K ü ­ Chaplin, büyük bir beğeni kazanan Sahne
çük D om uz (The Three Little Pigs; 1933) adlı Işıklarım (Lim elight; 1952) yaptığı yıl ülkeyi
çizgi filminde kullanıldı. Disney’in ilk uzun terk etti.
m etrajlı renkli filmi 1937’de tamamladığı Pa­ Yapımcılar izleyiciyi yeniden sinema salon­
m uk Prenses ve Yedi C ücelerdir (Snow White larına çekebilmek için teknolojik yenilikler­
and the Seven Dwarfs). den yararlanm aya çalıştılar. Özel gözlüklerle
izlendiğinde üçboyutlu görüntü etkisi yaratan
II. Dünya Savaşı Yılları filmler ilk kez o dönem de ortaya çıktı. Bu bu­
Savaş yıllarında sinema dünyası büyük bir luşun beklenen başarıyı sağlayamaması üzeri­
durgunluk yaşadı. Genellikle savaşı değişik ne, sinemaskop adı verilen büyük görüntü uy­
yönleriyle tanıtmayı ve cephedeki ordulara gulamasına geçildi. G örüntünün enini, boyu­
moral vermeyi amaçlayan filmler çekildi. D ö­ nun 2,5 katı olarak verebilen sinemaskop
nemin başlıca önemli filmleri A B D ’de Frank filmler izleyicileri yeniden salonlara çekmekte
C apra’nın Neden Savaşıyoruz (W hy W e Fight; başarılı oldu. A B D ’de art arda Oklahoma
1942-45) adlı belgesel propaganda dizisi, O r­ (1955), yeniden çekilen On Em ir (The Ten
son W elles’in bir basın kralının yaşamı üzeri­ Commandments; 1956) ve Ben H ur (1959) gi­
ne kurulu başyapıtı Yurttaş Kane (Citizen Ka- bi tarihsel ve dinsel konulu filmler, müzikal-
SİNEMA 233

National Film Archive, Londra


Unutulm az film lerden görüntüler: Ü stte: Akira Kurosava'nın
R a ş o m o n (1950) film in den bir sahne. Sağda: Gerçeküstücü bir Kobal Collection
anlatım la çekilen A vustralya film i Ç ılg ın M a x ( 1981).

National Film Archive, Londra


Ü stte: İtalyan yönetm en Franco Z effirelli'nin
Giuseppe V erdi'nin operasından uyarladığı La
T ra v ia ta (1983). Sağda ortada: Geleceğin yaşamını
konu alan bilim kurgu film i Y ıld ız S a v a ş la rı (1977).
Sağda a ltta : 50-60 yıl önce ABD 'nin Güney
eyaletlerinde yaşayan Siyahlar'ın yaşamını anlatan
M o r Y ılla r ( 1985).
234 SİNEMA

ler, western ler çekilmeye başlandı. Bunlar


çok sayıda oyuncunun ve gösterişli dekorların
kullanıldığı masraflı yapımlardı.
Sinemacıların bu çabalarına karşın, 1950-60
arasında televizyonun hızla yaygınlık kazan­
ması, sinema izleyicisinin önemli ölçüde azal­
masına ve büyük film şirketlerinin çökmesine
neden oldu. Bu durum sinemacıları büyük bir
arayışa yöneltti. 1960’ların sonlarına doğru
A B D ’de A rthur Penn, Sam Peckinpah, R o­
bert A ltm an, Dennis H opper, Stanley Kub-
rick gibi yönetm enler Hollywood’un cinsellik,
National Film Archive, Londra
şiddet, milliyetçilik gibi konulardaki kalıplaş­
S a v a ş O y u n u (1966), İngiltere'de televizyon için
mış sinema anlayışının dışına çıkan filmler
hazırlanan ve nükleer savaşın tehlikelerini işleyen
yaptılar. Yeni, değişik üsluplar ve teknikler belgesel bir film d ir.
kullandılar. Gençliğe yönelik bu filmler sine­
maya gençleri kazandırdı. Sydney Pollack’ın 1978), Scorsese’nin A B D ’de şiddete yönelik
1929 Büyük Dünya Bunalım ı’nın insanların eğilimi ele alan Taksi Şoförü (Taxi Driver;
üstündeki etkisini çok çarpıcı bir biçimde yan­ 1976), Coppola’nın Baba (The Godfather;
sıtan Atları da Vururlar ( They Shoot Horses, 1972) ve Kıyamet (Apocalypse N o w ; 1979),
D on’t They?; 1969), A rthur P enn’in Bonrıie Form an’ın G uguk Kuşu (One Flew Över the
ve Clyde (1967), Stanley K ubrick’in 2001: C uckoo’s Nest; 1975) adlı filmleri anmaya de­
Uzay Yolu Macerası (2001: A Space Odyssey ; ğer yapıtlardır.
1968), Sam Peckinpah’ın Kahraman Binbaşı İtalya. Savaştan sonra İtalya’da ülkenin uğ­
(Majör Dundee; 1965) ile Vahşi Belde (The radığı yıkımı ve toplumsal sorunları konu alan
Wild Bunch; 1969) gibi etkileyici filmleri ek­ önemli filmler çekildi. İlk Yeni Gerçekçi film
rana geldi. Luchino Visconti’nin T u tk ü su (Ossessione;
1970’lerde ve 1980’lerin başlarında son de­ 1942) idi. Ne var ki, faşist İtalyan yönetimince
rece etkileyici ses ve görüntü efektlerinin kul­ gösterimi engellendiği için, uluslararası izleyi­
lanıldığı heyecan dolu serüven ve bilimkurgu ci Yeni Gerçekçi sinemayla, İtalya II. Dünya
filmleri çekildi. George Lucas’ın Yıldız Savaş­ Savaşı’nın sonunda teslim olduktan iki hafta
ları (Star Wars; 1977) ile Steven Spielberg’in sonra Rom a sokaklarında çekilen R oberto
insanlara saldıran dev bir köpekbalığının ko­ Rossellini’nin Roma, A çık Şehir (Rom a cittâ
valanmasını konu alan gerilim filmi Jaws aperta; 1945) adlı filmiyle tanıştı. Ardından
(1975), Kutsal Hazine Avcıları (Raiders o fth e Visconti’nin Sicilya’nın bir balıkçı köyündeki
Lost A rk; 1981) ve dünya dışından bir yara­ yaşamı anlatan destansı filmi Yer Sarsılıyor
tıkla çocukların kurduğu dostça ilişkiyi anla­ (La Terra trema; 1948) geldi. Vittorio de Sica’
tan E. T. (E. T. The Extraterrestrial; 1982) adlı nın, bisikleti çalman bir işçinin hırsızı bulabil­
filmleri gişe rekorları kırdı ve olumlu eleştiri­ mek için oğluyla birlikte başına gelenlerin tra­
ler aldı. A B D ’de o dönem de çekilen filmlerin jik öyküsü olan Bisiklet Hırsızları (Ladri di
maliyeti inanılmaz boyutlara ulaştı. Sözgelimi biciclette; 1948) gösterildiği yerlerde büyük
1987’de bir filmin ortalam a maliyeti yaklaşık yankı uyandırdı. Başlangıçta Rossellini ile
18 milyon dolardı. Bu tür filmlerin yanı sıra birlikte çalışan Federico Fellini ilk kez Sonsuz
R obert A ltm an, Michael Cimino, Francis Sokaklar (La strada; 1954) filmiyle adını du­
Ford Coppola, M artin Scorsese ve Milos For­ yurdu. D aha sonra gerçek ile gerçeküstünün
man gibi yönetm enler toplumsal sorunları ko­ birbirine karıştığı bir dille birbirinden güzel
nu alan filmler çektiler. Bunlardan A ltm an’ filmler yaptı (bak. FELLINI, FEDERİCO). Fellini
ın savaş karşıtı komedisi Cephede Eğlence gibi sinema yaşamına Rossellini ile çalışarak
(M* A* S* H; 1970), Cim ino’nun Vietnam başlayan M ichelangelo Antonioni önceleri
Savaşı’nı konu alan A vcı (The Deer Hunter; Yeni Gerçekçi belgesel kısa filmler yaptı. D a­
SİNEMA 235

ha sonra çağdaş kent yaşamının getirdiği ya­ demine geldi. Yönetm enler filmlerinde kur­
bancılaşmayı vurgulayan Macera (L'avventu- gudan çok görüntü düzenine (mizansen)
ra; 1959), Gece (la N otte; 1960), K ızıl Çöl (II önem verdiler, çekimlerini elde taşınır kam e­
deşerto rosso; 1964) ve bir kimlik arayışı olan ralarla yaptılar.
Yolcu (The Passenger; 1974) gibi filmleriyle Claude C habrol’un senaryosunu yazdığı ve
dünya çapında yankı uyandırdı. İtalya’nın sa­ yapımını üstlendiği ilk filmi Yakışıklı Serge (le
vaştan sonraki ikinci kuşak yönetm enlerinden Beau Serge; 1958) Yeni Dalga Akım ı’nın ilk
E ttore Scola Özel Bir Gün (Una giornata par- uzun m etrajlı filmidir. Bu akımın 1950’lerin
ticolare; 1977), Erm anno Olmi Nalın Ağacı sonuna doğru ilk yapıtlarını veren başlıca
( L ’albero degli zoccoli; 1978) ve Ermiş Ayyaş temsilcileri Serseri Aşıklar (Â bout de souffle;
Destanı (La leggenda del santo bevitore; 1988) 1959) ile Jean-Luc G odard, Hiroşima, Sevgi­
gibi filmlerle Yeni Gerçekçi A kım ’ı sürdürdü. lim (Hiroshima, m on am our; 1959) ile Alain
Pier Paolo Pasolini ve Bernardo Bertolucci Resnais, Âşıklar (les A m a n ts; 1958) ile Louis
siyaset, tarih ve cinselliğin iç içe geçtiği filmler Maile ve Dört Yüz Darbe (les Quatre cents
yaptılar. Bertolucci’nin 1900 (Novecento\ coups; 1959) ile François T ruffaut’dur.
1976) adlı filmi altı saate yarım yüzyıllık İtal­ 1970’lerde Yunan asıllı Fransız yönetm en
yan tarihini sığdıran görkemli bir gösteridir. Costa-Gavras siyasal filmleriyle ilgi çekti.
Gillo Pontecorvo’nun Cezayir Savaşı (La bat- Bunlardan İtiraf (VAveu\ 1970), Sıkıyönetim
taglia di Algeri; 1965) ise, kent gerilla savaşını (VEtat de siege; 1972) ve Kayıp (M issing;
anlatan, belgesel film üslubunda, propaganda 1982) güncel siyasal olayların karanlıkta kalan
amacı gütmeyen etkileyici bir siyasal sinema yanlarına eğilerek pek çok tartışm aya yol açtı.
örneğidir. İngiltere. Savaş sonrasında İngiltere’de si­
Fransa. Fransa’da savaştan sonra sinemaya nema önemli bir gelişme gösterdi. Yönetm en
damgasını vuran en önemli olay Yeni Dalga Carol R eed, bir rom an uyarlaması olan
hareketiydi. Fransa’da işgal sırasında ve sa­ Ölümden Kuvvetli (O dd Man O ut; 1947) ve
vaştan sonra senaryoya dayalı çok iyi filmler konusu savaş sonrasında Viyana’da geçen
yapılmıştı. Fransız sinemasının önde gelen ad­ Üçüncü A dam (The Third M an; 1949) adlı
larından oyuncu ve yönetm en Jacques Tati, filmleriyle dikkati çekti. David Lean, İngiliz
sıradan insanların yaşamını özgün bir mizah yazar Charles Dickens’tan 1946’da Büyük
anlayışıyla perdeye aktardı. Tati Bayram G ü­ Umutlardı (Great Expectations) ve 1948’de de
nü (Jour de fe te ; 1947) ve Bay H ulot’un Tatili Oliver T w isfi sinemaya uyarladı. Ünlü sine­
(les Vacances de Monsieur Hulot; 1953) adlı ma ve tiyatro oyuncusu Laurence Olivier,
filmleriyle, Jean Cocteau G üzel ve Hayvan (la William Shakespeare'den uyarlanan Henry V
Belle et la bete; 1946), Rene Clem ent Yasak (1944) ve Hamlet (1948) filmleriyle büyük ba­
Oyunlar (Jeux interdits; 1952) adlı filmleriyle şarı kazandı. Aynı dönem de adını duyuran bir
tanındılar. G ene bu yıllarda sürdürülen belge­ başka oyuncu da Taçlar ve Kalpler (Kind He-
sel çalışmalar, genç yönetm enlere sinema sa­ arts and Coronets; 1949) ve Altın Hırsızları
nayisi kalıplarının dışına çıkma ve bağımsız (The Lavender Hill M ob; 1951) gibi komedi
çalışma cesareti verdi. A ndre Bazin’in filmlerinde olağanüstü oyunculuk yeteneğini
1951’de yayımlamaya başladığı Cahiers du Ci- gösteren Sir Alec Guinness’di. Bu filmlerin
nema adlı dergide Yeni Dalga A kım ı’nın ku­ senaryoları büyük ölçüde klasik edebiyat ya­
ramsal tartışm aları yer aldı. Genç yönetm en­ pıtlarına dayanıyordu.
ler film kamerasını bir kalem gibi kullanmayı 1950’lerin sonlarında ve 1960’larda Fransız
savunuyordu. Film, yönetm eninin imzasını Yeni Dalga filmlerinin etkisiyle İngiltere’de,
taşımalı, onun özgün, kişisel anlatım aracı ol­ çalışan insanların günlük yaşamlarını konu
malıydı. Bu yönetm enler öyküyü, baştan sona alan gerçekçi filmler yaygınlık kazandı. Tony
düz bir biçimde anlatm ak yerine, daha çok Richardson'ın Ö fke (L o o k Back in Anger\
geriye dönüşlere (flash-back) ve düşlere yer 1958), Jack Clayton’ın Tepedeki Oda (Room
vererek aktardılar. Sinemanın ayrı bir sanat at the T op; 1958) ve Karel Reisz’ın Cumartesi
dalı olduğu ilk kez bu dönem de tartışm a gün­ Gecesi ve Pazar Sabahı (Saturday Night and
236 SİNEMA

Sunday Morrıing; 1960) adlı filmleri uluslar­ başarı kazanan yaklaşık 400 film çekildi.
arası düzeyde ün kazandı. Sean Connery’nin 1980’lerin en başarılı filmleri şiddet ve gerilim
James Bond tipini canlandırdığı ünlü casus öğesinin usta bir biçimde kullanıldığı Çılgın
filmleri de aynı dönem de yapıldı. M ax (Mad Max; 1981) ve Peter W eir’ın
İngiltere 1960’larda Avrupa sinema sanayi­ I. Dünya Savaşı sırasında biri Ç anakkale’de
sinin m erkezi durum una geldi. O dönemde ölen iki arkadaşın öyküsünü anlattığı Gelibo­
art arda birbirinden güzel filmler çekildi. lu'dur (Gallipoli; 1981).
Tony Richardson’ın Henry Fielding’in rom a­ SSCB. II. Dünya Savaşı’ndan önce Sovyet
nından uyarladığı Tom Jones (1963), John sinemasında gözlenen durgunluk savaştan
Schlesinger’ın Thom as H ardy’nin rom anın­ sonra da sürdü. İlgi uyandıran az sayıda filmin
dan uyarladığı Bir A ş k Yetmez (Far From the arasında Grigori Çukray’ın 1959 yapımı A ske­
Madding Crowd; 1967) ile Gece Yarısı K ov­ rin Türküsü, Sergey Bondarçuk’un görkemli
boyu (M idnight Cowboy\ 1969) ve Lindsay Savaş ve Barış (1966-67) uyarlamasıyla, Niki-
A nderson’ın Eğer (I f ; 1968) adlı filmleri dö­ ta M ihalkov’un O blom ov'u (1980) vardı.
nemin unutulm az yapıtları arasındaydı. Ne D ünya sinemasını etkilemeyi başaran ve özel­
var ki, bir süre sonra İngiliz ekonomisinde baş likle 1980’lerde adını en çok duyuran yönet­
gösteren durgunluk birçok yönetm enin, başta m en ise A ndrey Tarkovski oldu. Tarkovski,
A BD olmak üzere öteki ülkelere göç etm esi­ İva n ın Çocukluğu (1962), A ndrey Rublev
ne yol açtı. (1966), Solaris (1971), A yna (1974), Nostal-
Alm anya. II. Dünya Savaşı’ndan sonra A l­ ghia (1983) ve son filmi K urban'da (1986), de­
m anya’nın uğradığı yenilgi ve daha önce Nazi- rinliği ve simgesel çağrışımlarıyla izleyicilerin
ler’ce sinemaya uygulanan baskılar yüzünden üzerinde kalıcı bir etki yaratm aktaki ustalığını
bu ülkede uzun bir süre sinema önemli bir gösterdi. SSCB’de 1980’lerin ortalarında, da­
varlık gösteremedi. 1960’larda Genç Alm an ha önce yasaklanmış filmler de gösterilmeye
Sineması adı altında federal hüküm etten öde­ başlandı. Y önetm en Gleb Pantilov’un,
nek alan bağımsız bir yapım ve dağıtım kuru­ 1976’da çekilmesine karşın ancak 1986’da
luşu kuruldu. Alm an sinemasının önde gelen gösterilebilen Tema adlı filmi geçmişle bir he­
adları, savaş yıllarını ya da savaş sonrası top­ saplaşmaydı. Gürcü yönetm en Tengiz Abu-
lumu konu alan Maria Braun’un Evliliği (Die ladze ise Yakarış (1968), Dilek Ağacı (1977)
Ehe der Maria Braun; 1979), Lola (1981) ve ve Nedam et'ten (1986) oluşan üçlüsünde ken­
Veronika Voss’un Tutkusu (Die Sehnsucht der dine özgü bir üslupla geçmişteki baskıyı eleş­
Veronica Voss; 1982) gibi filmleriyle Rainer tirdi.
W erner Fassbinder, Berlin Üzerindeki G ök­ Doğu Avrupa. Film sanayisinin devletleşti-
yü zü (Der H im m el über Berlin; 1987) ile Wim rildiği Doğu Avrupa ülkelerinde II. Dünya
W enders ve Stroszek (1977) gibi doğal ve ca­ Savaşı’ndan sonra sinema okulları açıldı. Po­
na yakın bir mizah içeren filmleriyle W erner lonya’da 1953’ten sonra Andrzej Munk Yolcu
H erzog’dur. Volker Schlöndorff ile Alexan- (1961), Rom an Polanski Sudaki Bıçak (1962),
der Kluge, Fransız Yeni Dalga A kım ı’ndan A ndrzej W ajda Kanal (1956), Küller ve El­
büyük ölçüde etkilendiler. Devletin sinema mas (1958), M ermer A dam (1977) ve Demir
sanayisine destek olması kadın yönetm enleri A dam (1981) gibi filmleriyle toplumsal sorun­
ve azınlıkları da yüreklendirdi. Devrim m üca­ ları büyük bir duyarlılıkla beyaz perdeye yan­
delesinin önde gelen kadınlarından Rosa sıttılar.
Luxem burg’un yaşamını, kadın yönetm en Genç kuşak yönetm enlerinden Krzysztof
M argarethe von T rotta sinemaya uyarladı Kieslovvski 1988 yapımı 10 Em ir'le (Dekalog)
(1986). evrensel sorunlara parm ak bastı. Yeni D alga’
Avustralya. 1970’lerden önce varlık göste­ dan ve Polonya sinemasından etkilenen Çe­
rem eyen Avustralya sineması, o yıllarda hü­ koslovak yönetm enler de duyarlı ve özgün
küm etçe kurulan Avustralya Film Komisyo- filmler yaptılar. Jânos K adâr’ın A na Cadde­
nu’nun desteğiyle şaşırtıcı bir gelişme göster­ deki D ükkân'ı (1965) buna örnektir.
di. 1985’e kadar, bazıları uluslararası düzeyde M acaristan’da Budapeşte Film A kadem i­
SİNEMA 237

si’nde yetişen Istvân Szâbo’nun M efisto’su Japonya. Japon sineması II. Dünya Savaşı
(1981) uluslararası düzeyde başarı kazandı. sonrasında büyük bir canlanma dönem ine gir­
Miklös Jancsö’nun birbirini izleyen U m utsuz­ di ve önemli yönetm enler yetişti. 1950’lerde
lar (1965), K ızıl İlahi (1971) ve Macar Rapso­ A kira Kurosava Raşomon (1950), Yedi Samu-
disi (1978) M acar halkının yüzyılın başından ray (Şiçinin no samurai; 1954), İngiliz yazar
bu yana sevinçlerinin ve acılarının destanıydı. Shakespeare’in Macbeth adlı oyunundan
Yugoslavya’da Emir Kusturica, Çingene uyarladığı Kanlı Taht (Kumonosu-co; 1957)
çocuklarının başından geçenleri anlattığı Çin­ adlı filmleriyle uluslararası düzeyde ün kazan­
geneler Zamanı (1989) ile evrensel boyutlu bir dı. 1960’lardan sonra da başarısını sürdüren
film yarattı. Japon sineması 1980’lerde televizyonun reka­
Ispanya ve Yunanistan. Film sanayisinin beti karşısında durakladı. O dönem de şiddet
güçlü olmadığı Ispanya’da Luis Bunuel yaratı­ filmleri yaygınlık kazandı. Yaratıcı yönet­
cı kişiliğiyle sinemada Gerçeküstücülük Akı- m enlerin çoğu ülke dışında olanaklar aram a­
mı’nın ilk örneğini verdi (bak. BUNUEL, Luis). ya başladılar. Bugün Japonya dünyanın en
1950’lerde yerleştiği M eksika’da da film ya­ çok film üreten ülkelerinden biri olmakla bir­
pımcılığını sürdürdü ve M eksika sinemasını likte, yapımların çoğu televizyon filmidir.
etkiledi. M adrid’deki Sinema Araştırm aları Güney Am erika ve A frika. 1960’larda ulu­
ve Deneyleri Enstitüsü’nü bitiren Carlos Sau- sal m otiflerden yararlanılarak, halkları söm ü­
ra A v (La caza; 1966) ve Kanlı Düğün (Bodas rüye ve baskıya karşı bilinçlendirmeye yöne­
de Sangre; 1981) gibi filmleriyle dikkati çekti. lik, şiirsel başkaldırı filmleri yapıldı. Dansı ve
Yunanlı yönetm en Theo Angelopulos, müziği, ülkesinde cunta yönetimi sırasında çe­
Kum panya (1975), Avcılar (1977), Kitera’ya kilen acıları dile getirm ekte kullanan A rjan­
Yolculuk (1984), Arıcı (1986) ve Puslu M an­ tinli yönetm en Fernando Ezequiel Solanas’ın
zaralarda şiirsel bir anlatımla Yunan tarihini Tangolar (Tangos, el exilio de Gardel; 1985)
ve savaş yıllarını irdeledi. Angelopulos bu ve Güney (Sur; 1988) adlı filmleri buna ör­
filmlerde insan ilişkilerini olağanüstü bir du­ nektir.
yarlılıkla işlemeyi başardı.
Sinema Türleri
İsveç. D e v le tç e d e s te k l e n e n İ s v e ç s in e m a s ı
g ü ç lü d e ğ ils e d e II. D ü n y a S a v a ş ı’n d a n s o n r a Bir sanat dalı olan sinema konulu, belgesel,
y a r a tıc ı y ö n e tm e n I n g m a r B e r g m a n ’ın y a p ıt­ deneysel ve canlandırm a olmak üzere dört
la rıy la d ü n y a ç a p ın d a a d ın ı d u y u r d u (bak. bölüme ayrılabilir. Konulu filmler de ayrıca
B e r g m a n , I n g m a r ). konularının içeriğine göre tarihsel, müzikal,
Hindistan. Bu ülke dünyanın en çok film kom edi, korku, polisiye, gangster, western,
çeken sinema sanayisine sahip olmakla birlik­ bilimkurgu gibi türlere ayrılır.
te, filmler genellikle kendi izleyicisine yönelik Belgesel filmler olayların ve nesnelerin ger­
olduğundan uluslararası düzeyde varlık göste­ çekte olduğu gibi gösterilmesine dayanır. 20.
rememiştir. Sinema sanayisinin devlet deste­ yüzyılın en önemli belgesel film yönetm enle­
ğiyle yürütüldüğü H indistan’da 16 değişik dil­ rinden HollandalI Joris Ivens, İspanyol Top­
de olmak üzere yılda toplam 700 film çekilir. rağı (The Spanish Earth; 1937) ve Dört Yüz
Hindistan’da televizyon yaygın olmadığından M ilyon (The Four H undred Million; 1939) gi­
sinema başlıca eğlence aracıdır. Köylerde bi belgesel filmlerle İspanya İç Savaşı ile Çin-
açık havada film gösterisi yapan gezgin sine­ Japon Savaşı’na tanıklık etti. Bir Rüzgâr Ö y­
macılar oldukça yaygındır. küsü (A Tale o f the Wind; 1989), kamerasıyla
Hint sinemasının uluslararası düzeyde adın­ birlikte her zaman olayların içinde olan bu
dan söz ettiren ünlü yönetm eni Satyacit Ray, yürekli sanatçının ölmeden önceki son fil­
filmlerinde köylülerin günlük yaşamını seve­ midir.
cen ve mizah dolu bir yaklaşımla görüntüler. Fransız yönetm en Claude Lanzm ann’ın 9,5
En çok tanınan filmlerinden Pather Pançali saat süren belgesel yapıtı Shoah (1986), II.
(1955) öksüz bir çocuk ile annesinin öykü­ D ünya Savaşı’nda toplam a kamplarındaki
südür. Yahudi kıyımını anlatır.
238 SİNEMA

di. Sonraki yıllarda sinema sanayisi geliştikçe


Ü n lü s u a ltı a r a ş tır m a c ıs ı J a c q u e s -Y v e s
kendi başına çalışan çok sayıda bağımsız film
C o u s te a u ’n u n s u a ltın ı k o n u a la n b e lg e s e l
şirketi kuruldu. Stüdyolar ise yalnızca filmin
film le r i, iz le y ic ile rin d e n iz c a n lıla r ın ın s u la rın
maliyeti ve dağıtımı gibi işlerle ilgilenmeye
k ir le n m e s i n e d e n iy le y o k o lm a s ı g ib i k o n u la r a
başladı. Bir film önce bir tasarıdır. Bu daha
ilg i d u y m a s ın ı s a ğ la r k e n , o n la r ı b a m b a ş k a b ir
d ü n y a y la da ta n ış tı r ır sonra senaryoya dönüşür. Senaryo, oyuncular
(bak. COUSTEAU.
Ja c q u e s -Y v e s ). ve çekim ekibiyle birlikte bir “paket” oluştu­
rur. Film çekimi oldukça güç ve karmaşık bir
D e n e y s e l s in e m a te k n ik v e e s te tik s ın ırla rı
süreçtir. Az sayıda oyuncuyla birkaç değişik
z o r la r , y e n i a n la tım b iç im le ri d e n e r . C a n la n ­
m ekânda çekilen filmler olduğu gibi, yüzlerce
d ır m a s in e m a s ın d a ise çizili d e s e n le r y a d a
oyuncu ve birbirinden değişik çok sayıda me­
c a n sız m a k e tl e r h a r e k e tle n d ir ile r e k p e r d e y e
y a n s ıtılır (bak. ÇİZGİ FİLM). kân gerektiren filmler de vardır. Filmin öykü­
sünü (senaryo) yazan kişiye senarist ya da se­
Film Nasıl Çekilir naryo yazarı denir. Senarist, yönetm en başta
1920-50 arasında A B D ’de ve A vrupa’da film olmak üzere film ekibiyle konuşup tartışarak
çekiminin tüm denetimi stüdyoların elindey­ bir öykü yazar. Öykü senaristin seçtiği sahne-

The Ronald Grarıt Arhive Columbia Pictures

Ü stte solda: Çekimden sonra iaboratuvarda film şeridi üzerinde çalışan kurgucu. Ü stte sağda: İtalyan
yönetm en Franco Zeffirelli Ş a m p iy o n (1979) film in in çekiminde. A ltta solda: Makyaj uzmanı, oyuncuya
rolüne en uygun makyajı yapmaya çalışır. A ltta sağda: İngiliz film i A r a b is ta n lI L a w re n c e (1962) için çölde
çekim hazırlıkları.
SİNEMA 239

lerde, belirli bir olay örgüsü içinde gelişir. Di­ tuvardan dönmesini beklem eden, bir sahne­
yaloglar olayların geçtiği yere ve zam ana, ki­ nin çekiminden hemen sonra sonucu görmeyi
şilerin karakterlerine uygun olarak yazılır. sağlayan bu yöntem film çekimlerine büyük
Yapımcı (prodüktör) oyuncuları, yönetm eni bir hız ve kolaylık kazandırdı. Sözgelimi
ve çekim ekibini seçen, filmin maliyetini üst­ A B D ’li yönetm en Francis Ford Coppola’nın
lenen kişidir. A B D gibi sinema sanayisinin Yürekten Biri (One From the Heart; 1982) fil­
çok gelişmiş olduğu ülkelerde sorumlu yapım­ m inde, stüdyoda kurulan kent görüntüsü ve
cı (executive producer) aynı stüdyoda çekilen renkler videoların yardımıyla anında belirle­
birkaç filmi ve yapımcıyı denetler. nebilmişti.
Film çekiminde aynı m ekânda geçen sahne­ Çekimden sonra görüntülerin kaydedildiği
ler bir arada çekilir. Çekim sırasının belirlen­ film şeridi çeşitli işlemlerden geçer. Sahneler
m esinden, çekim gereçlerinin sağlanmasına öyküdeki olaylara göre sırayla çekilmediğin­
kadar hem en her türlü düzenleme yapım am i­ den, görüntüler film şeridinin üzerine karışık
rinin görevidir. Yönetm en filmi ortaya koyan, biçimde kaydedilmiştir. Kurgucu, “iş kopya­
bir anlam da yaratan kişidir. Çekim ekibi ve sı” denilen film şeridini sahne sırasıyla kurgu­
oyuncular bütünüyle onun denetim indedir. layarak birleştirir. Bu işlem sırasında hoşa git­
Çekimi yardımcılarıyla birlikte gerçekleştirir. meyen sahneler ayıklanarak yeniden çekilir.
Her sahnenin nasıl çekileceğine, birden çok Filmdeki konuşm alar çekim sırasında canlı
çekilen sahneden en uygun olanının seçimine, olarak ya da çekimden sonra seslendirme
oyuncuların nasıl oynaması gerektiğine yönet­ (dublaj) aşamasında kaydedilir. Müzik, gök
men karar verir. gürültüsü ve ayak sesleri gibi efektler de son­
Filmlerdeki görsel efektler görüntü yönet­ radan eklenir. Ses kayıt işlemi ses teknisyen­
meni, kam eram an ve yardımcıları tarafından lerince ayrı bir ses bandının üzerine yapılır.
sağlanır. Film ekibinde yer alan öteki görevli­ Kurgucu ayrı bantlarla çalışır: Üzerinde gö­
ler ışık teknisyeni ve yardımcıları, dekorların rüntülerin yer aldığı görüntü bandı ve seslerin
tasarımını hazırlayan sanat yönetm eni, dekor­ kaydedildiği m agnetik ses bandı vardır. G ö­
ları kuran sahne tasarımcısı, teknisyenler, rüntü ve ses bantları arasında eşleme (senkro­
marangozlar, giysileri hazırlayan kostümcü ve nizasyon) yapıldıktan sonra, eşlenmiş seslerin
makyaj uzmanıdır. tüm ü “ses kuşağı” denilen tek bir banda akta­
Sahnelerin çekimi bittikten sonra laboratu- rılır. A rdından görüntü bandı ses kuşağıyla
varda filmin üzerinde çalışmalar başlar. Özel birlikte perdeye yansıtılan son kopyada bir­
görüntü efektleri elde etm ek için ayrı ayrı çe­ leştirilir. Son kopya, optik ses bandı ve pozitif
kilen filmler özel yöntem lerle birleştirilir. film şeridinden oluşur. Ses titreşimleri film şe­
Sözgelimi bir canavarla çarpışm akta olan biri­ ridinin üzerinde, görüntü karesi ile film delik­
nin görüntüsü aslında ayrı ayrı çekilmiş sah­ leri arasına yerleştirilen, 2,5 mm eninde bir
nelerin üst üste kaydedilmesiyle elde edilir. ses yoluna (optik ses kuşağı) kaydedilir. G ös­
Bu işlemler günümüzde elektronik aygıtlarla terim sırasında ses yoluna düşen değişken ışık
yapılmaktadır. Örneğin Yıldız Savaşları fil­ elektrik akımına dönüştürülerek sisteme bağlı
mindeki uzay savaşları sahnesi, tek tek çekil­ yükselteçlere ve hoparlörlere aktarılır. Böyle­
miş 20 değişik görüntünün birleştirilmesiyle ce izleyici görüntü ile sesi aynı anda algılar.
oluşturulm uştur.
Sinemada genellikle 35 milimetrelik film Film Şenlikleri ve Ödüller
kullanılır. Ben H ur (1959) ve E . T. (1982) gibi H er yıl dünyanın birçok ülkesinde ulusal ya
büyük perdeye yansıtılan sinemaskop filmler da uluslararası nitelikte film şenlikleri düzen­
70 m ilim etreliktir. Belgesel ve am atör filmler lenm ekte, başarılı bulunan filmlere, yönet­
16 ya da 8 milimetrelik filmle çekilir. Filmin men ve oyunculara ödüller verilmektedir.
ölçüsü yansıtılacağı perdenin boyutlarına göre Şenlikler sinema sanatıyla ilgili herkese ve her
saptanır. kuruluşa yeni gelişmeleri tanım a, görüş alış­
1980’lerin başlarında film çekimlerinde vi­ verişi ve tartışm a ortam ı sağlama açısından
deolar kullanılmaya başlandı. Filmin labora- son derece önemli etkinliklerdir.
240 SİNEMA

Sinema Sanat ve B ilim leri Akadem isi Ödülleri

Yıl En İyi Film En İyi Erkek Oyuncu En İyi Kadın Oyuncu En İyi Yönetm en

1927-28 Kanatlar (Wings) Emil Jannings Janet G aynor Frank Borzage


1928-29 Broadw ay M e lo d isi (The VVarner Baxter M ary Pickford Frank Lloyd
Broadvvay M elody)
1929-30 Batı Cephesinde Yeni Bir George Arliss Norma Shearer Levvis M ilestone
Şey Yok (A li Quiet on
the VVestern Front)
1930-31 Cim arron Lionel Barrym ore M arie Dressler Norm an Taurog
1931-32 Büyük Otel (G rand Fredric M arch ve Helen Hayes Frank Borzage
Hotel) VVallace Beery
1932-33 Cavalcade Charles Laughton Katherine Hepburn Frank Lloyd
1934 B ir Gecede Oldu (İt Clark Gable Claudette Colbert Frank Capra
H appened One Night)
1935 G em ide İsyan (M u tin y V ictor McLaglen Bette Davis John Ford
on the Bounty)
1936 Büyük Z ieg fe ld (The Paul M uni Luise Rainer Frank Capra
G reat Ziegfeld)
1937 E m ile Z ola'nın Hayatı Spencer Tracy Luise Rainer Leo McCarey
(The Life o f Em ile Zola)
1938 Para Beraber Gitmez Spencer Tracy Bette Davis Frank Capra
(You C an't Take İt with
You)
1939 Rüzgâr G ibi Geçti (Gone Robert Donat Vivien Leigh V ictor Fleming
w ith the Wind)
1940 Re beka (Rebecca) Jam es Stevvart G inger Rogers John Ford
1941 Vadim 0 Kadar Yeşildi ki Gary Cooper Joan Fontaine John Ford
(H o w Green Was M y
Valley)
1942 Bayan M in iv e r (Mrs. James Cagney Greer Garson VVilliam VVyler
M iniver)
1943 Kazablanka (Casablanca) PaulLukas Je n n ifer Jones Michael Curtiz
1944 Benim Yolum (G oing M y Bing Crosby Ingrid Bergman Leo McCarey
W ay)
1945 Yaratılan Adam (The Ray M illand Joan Cravvford Billy VVilder
Lost VVeekend)
1946 Hayatımızın En Güzel Fredric March O livia de Havilland VVilliam VVyler
Yılları (The Best Years
o f O ur Lives)
1947 C e n tilm enler Anlaşm ası Ronald Colm an Loretta Young Elia Kazan
(G entlem an's
Agreem ent)
1948 Ham let Laurence O livier Jane VVyman John Huston
1949 S altanat Hırsı (A li the Broderick Cravvford Olivia de Havilland Joseph L. Mankievvicz
K ing's Men)
1950 Perde A ç ılıy o r (A li A b o u t Jose Ferrer Judy H olliday Joseph L. Mankievvicz
Eve)
1951 Paris'te B ir A m erikalı H um phrey Bogart Vivien Leigh George Stevens
(An Am erican in Paris)
1952 Harikalar S irki ( The Gary Cooper Shirley Booth John Ford
G reatest S h o w on
Earth)
1953 İnsanlar Yaşadıkça VVilliam Holden Audrey Hepburn Fred Zinnem ann
(From Here to Eternity)
1954 R ıhtım lar Üzerinde (On M arlon Brando Grace Kelly Elia Kazan
the VVaterfront)
1955 M arty Ernest Borgnine Anna M agnani Delbert Mann
SİNEMA 241

1956 Seksen G ünde Devrialem Yul Brynner Ingrid Bergman George Stevens
(A rou n d the VVorld in
80 Days)
1957 K w ai Köprüsü (The Alec Guinness Joanne VVoodvvard David Lean
Bridge on the River
Kwai)
1958 G igi David Niven Susan Hayvvard Vincente M innelli
1959 Ben H ur Charlton Heston Sim one Signoret VVilliam VVyler
1960 G arsoniyer (The Burt Lancaster Elizabeth Taylor Billy VVilder
A partm ent)
1961 Batı Ya kası'nın Hikâyesi M axim ilian Schell Sophia Loren Robert Wise ve Jerom e
(W est Side Story) Robbins
1962 A ra b ista nlI Lavvrence G regory Peck Anne Bancroft David Lean
(Lavvrence o f Arabia)
1963 Tom Jones Sidney Poitier Patricia Neal Tony Richardson
1964 Benim Tatlı M eleğim Rex Harrison Ju lie Andrevvs George Cukor
(M y FaİrLady)
1965 Neşeli G ünler (The Lee M arvin Ju lie Christie Robert VVise
S ound o f Music)
1966 Her D evrin Adam ı (A Paul Scofield Elizabeth Taylor Fred Zinnem ann
M an fo rA II Seasons)
1967 Gecenin Sıcağında (İn Rod Steiger Katherine Hepburn Mike Nichols
the Heat o f the Night)
1968 O liver! C liff Robertson Katherine Hepburn ve Carol Reed
Barbara Streisand
1969 Geceyarısı Kovboyu John VVayne M aggie Sm ith John Schlesinger
(M id n ig h t Covvboy)
1970 General Patton (Patton) George C. Scott Glenda Jackson Franklin J. Schaffner
1971 Kanunun K uvveti (The Gene Hackman Jane Fonda VVilliam Friedkin
French Connection)
1972 Baba (The G odfather) M arlon Brando Liza M innelli Robert Fosse
1973 B elalılar (The S tin g ) Jack Lemm on Glenda Jackson George Roy Hill
1974 Baba II (The G odfather A rt Carney Ellen Burstyn Francis Ford Coppola
Part II)
1975 Guguk Kuşu (One Flew Jack Nicholson Louise Fletcher M ilos Forman
Ö ver the Cuckoo's
Nest)
1976 Rocky Peter Finch Faye Dunavvay John G. Avildsen
1977 A n n ie Hail Richard Dreyfuss Diane Keaton VVoody Ailen
1978 Avcı (The Deer Hunter) Jon Voight Jane Fonda Michael C im ino
1979 K ram er Kram er'e Karşı Dustin Hoffm an Sally Field Robert Benton
(K ram ervs. Kramer)
1980 Sıradan İnsanlar Robert De Niro Sissy Spacek Robert Redford
(O rdinary People)
1981 A teş Arabaları (Chariots Henry Fonda Katherine Hepburn VVarren Beatty
o f Fire)
1982 G andhi Ben Kingsley M eryl Streep Richard A ttenborough
1983 S evgi Sözcükleri (Terms Robert Duvall Shirley MacLaine James L. Brooks
o f Endearm ent)
1984 Am adeus F. M urray Abraham Sally Field M ilos Forman
1985 Benim A frika m (O ut o f VVilliam Hurt Geraldine Page Sydney Pollack
A f rica)
1986 M üfreze (Platoon) Paul Nevvman Marlee M atlin O liver Stone
1987 Son İm pa ra tor (The Last M ichel Douglas Gher Bernardo Bertolucci
Em peror)
1988 Y ağm ur A dam (Rain Dustin Hoffm an Jodie Foster Barry Levinson
Man)
1989 M iss Daisy ve Şoförü Daniel Day Lewis Jessica Tandy O liver Stone
(D riving M iss Daisy)
242 SİNGAPUR

Bugün yapılmakta olan yüzlerce film şenliği


S İN G A P U R 'A İLİŞKİN BİLGİLER
içinde en çok tanınmış olanları Venedik Film
Şenliği (İtalya), Cannes Film Şenliği (Fran­ YÜZÖLÇÜMÜ: 618 km2.
sa), Berlin Film Şenliği (A lm anya), M oskova NÜFUS: 2.674.000 (1989).
Film Şenliği (SSCB) ve A m erikan Sanat Film­ YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet, İngiliz Uluslar Toplu­
leri Şenliği’dir (W oodstock, New York, luğu üyesi.
BAŞKENT: Singapur.
A BD ). Türkiye’de ise, ilk kez 1984’te düzen­
DOĞAL YAPI: Alçak tepelikli ada.
lenen Uluslararası İstanbul Sinema Günleri
DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Petrol ürünle­
1989’da Uluslararası İstanbul Film Festivali ri, makine, kauçuk ve kimyasal maddeler.
adını almıştır.
G ünüm üzde en çok tanınan sinema ödülü,
A B D ’de her yıl Sinema Sanat ve Bilimleri rov bataklıkları vardır. İç kesimler engebeli­
A kadem isi’nin verdiği “O skar” adlı küçük bir dir. Ekvatorun sadece 145 km kuzeyinde oldu­
heykelcikle simgelenen A kadem i Ö dülü’dür. ğu için iklimi sıcak ve nemlidir. Buna karşılık
Bu m addede A kadem i Ö dülü’nün ilk veril­ denizden esen rüzgârlar havayı serinletir.
meye başlandığı yıldan günümüze kadar veri­ Adanın tüm ünde uygulanan planlı bir ba­
len ödüllerin listesi de yer almaktadır. yındırlık hareketi kapsam ında, eski m ahalle­
A yrıca bak. TİYATRO VE SİNEMA OYUNCULUĞU; ler ortadan kaldırılarak çok katlı konutlar,
T ü r k S İn e m a s i. okullar, sağlık kurum lan ve alışveriş m erkez­
lerinin yer aldığı m odern siteler yapılmıştır.
SİNGAPUR, M alakka Yarım adası’nın güney B edok, Toa Payoh, Queenstown ve Wood-
ucunda, 50 adacıktan oluşan bağımsız bir ada lands yeni kurulan kentlerden bazılarıdır.
cumhuriyetidir. Başkent Singapur’un anakent Ü lkenin eskiden beri çiftçilik yapılan toprak­
alanı Singapur A dası’yla örtüştüğünden, bir ları giderek azalırken bazı yerlerde hâlâ bos-
kent devleti olarak anılır. Johor Boğazı üze­ tanlara ve domuz çiftliklerine rastlanmak-
rindeki bir kara ve demiryolu köprüsüyle tadır.
anakaraya bağlanır. Adanın uzunluğu 42 km, Singapur’da yaşayan Çinliler nüfusun yüz­
genişliği ise 22,5 kilom etredir. Kıyıda mang- de 77’sini oluşturur. M alaylar yüzde 15, Hint-
Picturepoint

S ingapur'un iş merkezi ve arkada kalan lim andan bir görüntü.


SİNGAPUR 243

Jah or
Baharu
MALEZYA
ımbavvang,
MALEZYA causevvay

Bukit Changi
P&rçe Göleti S erangoon
Panjang

Jurong h avalim an ı
Bukit MacRitchie
Tim ah Göleti
S İN G A P U R
■Pandan Göleti

Güney Çin Denizi


tele fe rik

Keppel
0 Lim anı
S E N TO SA
Picturepoint
ALEZYA
Söm ürge dönemi yapılarının INGAPUR
\ Borheo
bulunduğu Raffles Meydanı.

liler yüzde 6 ve öteki azınlıklar yüzde 2’dir. dörtte birinden daha fazlası 15 yaşın altında
Budacılık, Konfüçyüsçülük, Taoculuk, M üs­ olduğu için eğitime özel bir önem verilir.
lümanlık, Hıristiyanlık ve Hindu dininden
başka çeşitli inançlar da yaygınlık kazan­ Tarih
mıştır. “Aslanlar K enti” anlam ına gelen Singapur,
Turizmin giderek geliştiği Singapur’da ya­ Şrivicaya Krallığı (7.-14. yüzyıl) zam anında
kın zam anda çok sayıda m odern otel yapıl­ Tumasik adında bir limandı. H intliler’in, Ca-
mıştır. valılar’ın ve Siyamlı korsanların saldırısına
Başkent Singapur Güneydoğu A sya’nın en uğrayan ada, daha sonra Johor Sultanlığının
büyük limanı ve doğu ile batı ticaretinin mülkü oldu. 16. yüzyılda Portekizliler’in, 17.
başlıca birleşme noktalarından biridir. Singa­ yüzyılda da H ollandalılar’ın egemenliğine gir­
pur lim anında yüklenen başlıca m allar petrol, di. İngiliz Doğu H int Kumpanyası yöneticile­
kauçuk, kereste ve baharattır. Dışarıdan ise rinden Sir Thom as Stam ford Raffles 1819’da
m akine, dokum a ve pirinç satın alınır. Dünya Johor Sultam ’ndan Singapur limanında bir
çapında bir ulaşım ve iletişim merkezi olan yerleşme kurm ak için yetki aldı. Singapur
Singapur, bankacılık merkezi olarak da önem 1867’de Penang, M alakka ve L abuan’ın da
kazanm aktadır. Çok sayıda Çinli’nin yaşadığı içinde bulunduğu Boğaz Kolonileri’nin yöne­
Çin Mahallesi yüksek yapıların ve otellerin tim m erkezi oldu. Çok geçmeden de
bulunduğu kent m erkezinden çok uzakta de­ İngiliz sömürgeciliğinin Güneydoğu A sya’da­
ğildir. Buradaki dar sokaklarda yer alan ve ki ana m erkezi durum una geldi. 1920’lerde
altı dükkân, üstü ev olan yapılar, uzun ve M alezya’yı da korum ak amacıyla kuzeyinde
dikey reklam panoları, üst katların pencerele­ büyük bir deniz üssü kuruldu. Japonlar II.
rinden sopalarla dışarı sarkıtılan çamaşırlarıy­ D ünya Savaşı sırasında, A ralık 1941’de Mala-
la ilgi çekicidir. ya’ya kuzeyden girdiler ve Singapur’u işgal
D okların dışındaki fabrikalarda kumaş, ettiler. 1945’te İngiltere’ye geri verilen Singa­
mobilya, tuğla, yiyecek m addeleri, petrokim- pur, Boğaz Kolonileri’nin 1946’da dağılması
ya ürünleri, plastik eşya, çelik çubuk ve boru üzerine yeniden İngiltere’nin sömürgesi duru­
üretilir. Gemi yapım ve onarım tesisleri geliş­ m una geldi. 1959’da içişlerinde bağımsızlık
m ektedir. Bunun yanında konut yapımı, eği­ kazandıysa da, 1963’te yeni kurulan Malezya
tim , sağlık ve çevre hizm etlerini geliştirici Federasyonu’na katılarak M alezya’nın bir
çalışmalar sürdürülm ektedir. Ülke nüfusunun parçası oldu. Ne var ki, bu birlik M alaylar ve
244 SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ

Çinliler arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden İnsanda sinir sisteminin denetim merkezi


başarılı olamadı. Singapur 1965’te federas­ beyin ve om uriliktir (bak. B e y Î n ) . B u iki yapı
yondan ayrılarak tam bağımsızlığına kavuştu. birlikte m erkez sinir sistem i'm oluşturur. Be­
1970’lerde başbakan Lee Kuan Yew’in yinden ve om urilikten çıkan sinirlerin oluştur­
önderliğinde gelişen bu küçük ülke öteki duğu çevrel sinir sistem i de bu merkezin bütün
Asya devletlerinin tersine çok az ham m adde­ vücutla bağlantısını sağlar. Başka bir deyişle
ye sahiptir ve bu yüzden ekonom ik etkinlikle­ çevrel sinir sistemi, duyu organları aracılığıyla
ri serbest limanına bağlı olarak gelişmektedir. alman bütün dış uyarıları ve iç organların
çalışmasına ilişkin bütün bilgileri merkez sinir
SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ. Çevredeki sistemine iletir; m erkezin bu m esajlara yanıt
değişikliklere ve dış uyaranlara tepki göster­ olarak verdiği bütün kom utları da ilgili organ­
mek canlıları cansız varlıklardan ayıran tem el lara götürür. İnsan dışındaki öbür m em eliler­
özelliklerden biridir. H er canlı, dışarıdan de de sinir sisteminin çalışması aynı temele
gelebilecek tehlikelere karşı kendisini koru­ dayanır. A radaki tek fark insan beyninde
mak ve çevresindeki değişikliklere uyum sağ­ düşünm e, akıl yürütm e, bellek, duygular gibi
layabilmek için dış dünyada olup bitenleri insan kişiliğini ve zekâsını oluşturan bütün
algılamak zorundadır. Örneğin hava sıcaklığı­ özelliklerin yönetildiği özel m erkezlerin çok
nın değiştiğini fark edemezse, soğuktan ya da gelişmiş olmasıdır.
sıcaktan korunm ak için gerekli önlemleri Sinir sistemi bir yandan vücudun dış dün­
alamaz. İnsanın ve bütün gelişmiş hayvanların yayla ilişkisini yönlendirirken, bir yandan da
sinir sistemi bu tür değişiklikleri duyularıyla bu kapalı sistemin iç işleyişini denetler. Ö rne­
algılar ve vücudun o andaki koşullara uygun ğin kalp atımlarının hızını, soluk alıp verme
bir yanıt vermesini sağlar. D uyum sam a denen ritmini, bağırsakların ya da idrar kesesinin
bu sürecin yanı sıra, bütün organların çalış­ çalışmasını düzenleyen de beyindir. Ne var ki,
masını denetlem ek, yaşamsal etkinliklerin dışarıdan gelen uyarıları ve sinir sistemimizin
uyum ve eşgüdüm içinde sürmesini sağlamak bunlara verdiği yanıtları, örneğin havanın
da sinir sisteminin tem el görevidir. soğuduğunu ve üşümeye başladığımızı fark
En basit canlılarda, örneğin amip gibi ettiğimiz halde bu iç işleyişin nasıl yönetildiği­
tekhücrelilerde bile dış uyaranlara yanıt ver­ ni fark edemeyiz. Çünkü bu denetim özel bir
me özelliği vardır. Am a sinir sistemi denebile­ sinir sisteminin sorum luluğunda, tümüyle is-
cek özelleşmiş bir yapıya yalnızca çokhücreli tençdışı olarak gerçekleşir. Çalışması beynin
hayvanlarda, süngerlerden daha üst basam ak­ bilinç düzeyinin dışında ve bağımsız gibi
lardaki gruplarda rastlanır. (Bu sınıflandırma­ göründüğü için bu sisteme “özerk” anlamında
yı H A Y V A N m addesindeki “Hayvanlar  le­ otonom sinir sistem i denir. Ö zetle, sinir siste­
mi” tablosunda bulabilirsiniz.) Örneğin, sün­ mi, ayrı görevleri üstlenen, am a birbirleriyle
gerlerden daha gelişmiş bir bölüm olan knitli- bağlantılı olarak çalışan üç tem el bölümden
lerin üyelerinden denizanalarında bütün vü­ oluşur: M erkez sinir sistemi, çevrel sinir
cuda yayılmış bir sinir ağı bulunur. Bu yüzden sistemi ve otonom sinir sistemi.
hayvanın herhangi bir yerine dokunulduğun­
da vücudu o noktada büzülerek tepki verir. Merkez Sinir Sistemi
Am a denizanalarında bütün sinir hücrelerinin Bu sistemi oluşturan beyin ile omurilik yumu­
toplandığı bir “denetlem e m erkezi” ya da şak ve çok kolay örselenebilen organlardır.
beyin yoktur. Buna karşılık halkalısolucanla- Bu nedenle beyin kafatasının, omurilik de
rın üyelerinde, örneğin yersolucanlarında si­ om urganın içine yerleşerek bütün iç ve dış
nir hücreleri baştaki duyu organlarına yakın etkenlerden korunm uştur. Ayrıca bu yapıla­
yerlerde küm elenerek beyni andıran çok sayı­ rın içinde, her iki organın üstünü örten
da sinir düğümü (gangliyon) oluşturm uştur. sağlam bir zar ve bu zarla beyin ya da
Böceklerde ise vücudun her yanından gelen omurilik arasındaki boşluğu dolduran beyin-
sinirlerin ulaştığı, oldukça belirgin bir beyin omurilik sıvısı bulunur. G erek zar, gerek sıvı,
vardır. beyin ile omuriliğin dıştaki kemik yapıya
SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ 245

sürtünerek örselenmesini ve dıştan gelecek


sarsıntıların bu organlara ulaşmasını engel­
ler.
Sinir sisteminin tem el birimi nöron denen
sinir hücresidir. Bir sinir hücresi, yaşamı ve
işleviyle ilgili bütün kimyasal tepkim elerin
denetlendiği bir gövde bölümü ile bu gövde­
den çıkan ipliksi uzantılardan oluşur. Dendrit
denen kısa ve dallanmış uzantılar dışarıdan
gelen uyaranları hücre gövdesine iletir. A k ­
son denen tek ve uzun bir sinir lifi de hücre
gövdesinden aldığı uyaranı dışarıya, örneğin
başka bir sinir hücresine ya da doğrudan kas,
salgıbezi gibi ilgili organlara taşır.
Vücudum uzun her yanı sinirlerle örülü
olduğu halde, sinir hücrelerinin gövdeleri
yalnızca beyinde ve om urilikte bulunur. Baş­
ka bir deyişle, kol ve bacaklarımızdaki, par­
mak uçlarımızdaki ya da iç organlarımızdaki
bütün sinirlerin ana gövdeleri m utlaka sinir
m erkezlerinden birindedir. O rtasında bir çe­
kirdek bulunan ve rengi griye çalan hücre
gövdeleri bir araya küm elenerek, beyindeki
ve om urilikteki bozm adde'yi oluşturur. Sinir
liflerinin oluşturduğu dokuya ise beyazımsı
rengi nedeniyle akmadde denir. Bu dokunun
beyaz gözükmesinin nedeni, her lifin miyelin
denen beyaz ve yalıtkan bir kılıfla sarılı
olmasıdır. Beyinde ve om urilikte sinir hücre­
lerinin hem gövdeleri, hem uzantıları bulun­
duğu için bozmadde ile akm adde bir aradadır.
A m a bu m erkezlerden vücuda dağılan sinirler
yalnızca akm addeden oluşur.

Çevrei Sinir Sistemi


Beyin ve omurilikteki milyonlarca sinir hücre­
sinin aksonları, işlevlerine göre bir araya
toplanarak, sinir dediğimiz beyazımsı kordon­
ları oluşturur. Kısacası, vücuttaki en ince sinir
bile tek bir akson değil, özel bir bağdokuyla
bir arada tutulan sinir lifleri demetidir. Sinir­
lerin bu yapısı, her biri yalıtkan bir kılıfla
sarılı binlerce iletken telden oluşan telefon
kablolarına çok benzer. Bu iletken tellerden
bir bölümü getirici, bir bölümü de götürücü­
dür. Getirici olan duyu siniri lifleri, iç organ­
lardan gelen bilgileri ve duyu organlarından
gelen duyumları beyne ya da omuriliğe geti­
rir; götürücü olan hareket siniri lifleri ise bu
m erkezlerden aldıkları yanıtı ilgili organa
246 SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ

götürür. Hem en hemen bütün sinirlerde hem yelinli kalın liflerde ilerleyen her vuru saniye­
duyu, hem hareket siniri lifleri vardır. de 50 m etre yol alırken, bazı miyelinsiz lifle­
B ütün vücuda dağılmış milyonlarca sinire rin ileti hızı saniyede ancak 1 metreyi bulur.
karşılık beyinden ve om urilikten yalnızca 43 Elektrik vuruları sinir lifinin sonuna vardığın­
çift sinir çıkar. Yani bu m erkezlerdeki her da oradan başka bir hücreye atlam ak zorun­
çekirdekten (aynı özellikteki sinir hücresi dadır. Bunu sağlamak için, bütün sinir hücre­
gövdelerinin kümelendiği bozmadde öbekle­ leri arasında sinaps denen özel bağlantılar
rinden) aynı işlevi gören iki sinir birden vardır. Bu bağlantıya ulaşan elektrik vurusu,
doğar; bunlardan biri sağa, öbürü sola yöne­ sinir lifinin ucundaki kimyasal “iletici”yi açığa
lerek vücudun o yanma ilişkin mesajları taşır. çıkarır; bu madde de iletim zincirindeki başka
Hücre gövdeleri beyinde olan sinirlere kafata­ bir sinir hücresini uyararak mesajın hücreden
sı sinirleri, omurilikte olanlara da omurilik hücreye atlamasını sağlar. İletici işlevini gö­
sinirleri denir. Bunlar m erkezden ayrıldıktan ren kimyasal madde bazı sinir hücrelerinde
sonra gitgide dallanarak vücudun her yanma asetilkolin, bazılarında noradrenalindir. Böy­
yayılır ve çevrel sinir sistemini oluşturur. lece bir dizi nöron m esajların uzun bir yol bo­
Beynin alt yüzünden ve beyin sapından yunca taşınmasını sağlar. Üstelik sinapslarda
doğan 12 çift kafatası siniri özellikle baştaki bazen çok sayıda sinir hücresi birbiriyle bağ­
duyu organları ile baş ve boyun bölgesindeki lantı kurduğu için, sistem sanıldığından daha
kasların çalışmasını denetler. Bunların bir da karmaşıktır.
çifti görme, bir çifti koku, bir çifti işitme
siniridir; öbürleri de göz kaslarının, yüzün, Refleks Hareketler
çenenin ve dilin hareketlerini yönetir. Ö rne­ Çevrel sinir sistemi, sinir hücrelerinden olu­
ğin gözbebeklerinin fazla ışıkta daralıp az şan karmaşık sinir ağı aracılığıyla merkez sinir
ışıkta genişlemesi gibi bazı refleks hareketler sistemine sürekli bir bilgi akışı sağlar. Böylece
bu kafa çiftlerinin denetim indedir. İşlevi baş beyin ya da omurilik kaslara kom utlar gönde­
ve boyun bölgesiyle sınırlı kalmayan tek rerek vücudun hareketlerini denetler. Sinir
kafatası siniri ise, yutak, gırtlak, yemek boru­ sisteminin işleyişini yansıtan en basit örnek
su, kalp, akciğerler ve mide gibi iç organlara çizimde gösterilen refleks harekettir. Parm a­
ilişkin bilgileri taşıyan X. kafa çifti ya da özel ğınıza bir diken battığında, derideki duyu si­
adıyla vagus siniridir. nirleri bunu saptayarak omuriliğe ve ağrı du­
Vagus dışındaki kafatası sinirlerinin kısa ol­ yum unun algılanacağı beyne gönderir. Daha
masına karşılık, om urilikten çıkan bazı sinir­ siz parm ağınızdaki ağrıyı duym adan, beyin
lerin uzunluğu 1 m etreyi aşar. Çünkü bu sinir­ hem en elinizi çekmeniz için gerekli kom utu
ler vücudun en uzak noktalarına, sözgelimi kol kasma göndermiş ve vücudun daha fazla
ayak parm aklarının ucuna kadar ulaşır. O m u­ zarar görmesini önlemiştir. Sinirlerin ileti hızı
rilik sinirlerinden her çiftin kökü ayrı bir çok yüksek olduğu için bütün bunlar saniye­
om urun içindedir; bu sinirler om urlar arasın­ den daha kısa bir sürede olup biter.
daki yarıklardan çıkar ve om urganın iki ya­ Bir sandalyeye rahatça oturup bacak bacak
nından aşağıya doğru uzanır. üstüne atar ve dizkapağının hem en altına sert­
Sinir hücreleri her m esajı, sinir lifi boyunca çe vurursanız bacağınız ileriye doğru fırlar.
ilerleyen zayıf bir elektrik akımıyla iletir. M e­ Bu reflekste de baldır kaslarındaki duyu sinir­
sajlar, elektronik aygıtların çoğunda olduğu leri kaslara hafif bir basınç uygulandığını
gibi vurular ya da elektrik darbeleri halinde omuriliğe iletir; omurilik ise bu basınca daya­
kodlanmıştır; başka bir deyişle, elektrik akı­ nabilmesi için kasların kasılması gerektiğini
mındaki ani ve kısa süreli değişiklikler, hücre­ bildirir. Beynin denetim inden geçmeksizin
nin yorumlayabileceği özel anlam lar taşır. doğrudan omuriliğin kom utlarıyla gerçekle­
(Bu konuda ayrıntılı bilgiyi E L E K TR O N İK şen bu tip reflekslere omurilik refleksi denir.
maddesinde bulabilirsiniz.) Dizkapağı refleksinin sınanması, özellikle
Liflerin üzerindeki miyelin kılıfı elektrik omuriliğin işleyişi konusunda bilgi veren
akımının yavaşlamasını engellediğinden, mi- önemli bir tanı yöntemidir.
SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ 247

İstemli Hareket Sinir hücrelerinin çoğunda, vücut hücreleri


Bizim bilgimiz ve isteğimiz dışında gelişen bu gibi kendini yenileme ve onarm a özelliği yok­
refleks hareketlerin yanı sıra beynimiz, istedi­ tur. Bu yüzden özellikle beyin ve om urilikteki
ğimiz her hareketi yapmamız için gereken si­ sinir dokusunun örselenmesi çoğu zaman kalı­
nir iletisini de düzenler. Ö rneğin, yere düşen cıdır.
bir kalemi almak istediğimizde ya da odanın Yaygın skleroz denen hastalıkta, sinir lifle­
öbür ucuna yürümeyi düşündüğüm üzde, bu rini saran miyelin kılıfı sertleştiği için içeride­
hareketleri yapmak için gereken bütün kas ki life basınç yaparak örselenmesine neden
hareketlerini beyin yönetir. olur. Bu durum da hasta güçsüz, uyuşuk ve
Basit bir hareketm iş gibi görünmesine kar­ “hissiz”dir; ya da her yanma “iğneler” batı-
şılık yürümek bile bir dizi kasın görev aldığı yormuş gibi olur ve durum u giderek ağırlaşır.
çok karm aşık bir harekettir. Bebekler yürü­ Bazen bütün kasları denetim den çıktığı için
meyi yeni yeni öğrenirlerken beyinleri de bu yürümesi, konuşması, hatta yemek yemesi bi­
kas kasılmalarını nasıl denetleyeceğini öğre­ le iyice güçleşir. Bu hastalığın bugün için te ­
nir (bak. Kas). davisi yoktur.
Sinir dokusu yozlaşması denen ve daha sey­
Otonom Sinir Sistemi rek rastlanan bir grup hastalıkta da sinir hüc­
Otonom sinir sistemi beynin tabanındaki özel releri işlevini yitirerek ölmeye başlar. H asta
bir bölgenin yönetimindedir. Hipotalamus de­ önceleri denetleyemediği istençdışı hareket­
nen bu bölge, kalbe, akciğerlere, böbreklere, lerle sarsılır ve sonunda bütün zihinsel etkin­
bağırsaklara ve öbür iç organlara gönderdiği liklerini yitirir. H er ikisi de kalıtsal hastalıklar
kom utlarla vücuttaki bütün yaşamsal işlevle­ olan Friedreich ataksisi ile Huntington koresi
rin aksam adan sürmesini sağlar. Otonom sinir bu gruptandır.
sistemi bu denetim i, birbirine karşıt etki yara­ Parkinson hastalığında, m esajların sinaps-
tan sempatik ve parasempatik sinirler aracılı­ tan atlamasını sağlayan kimyasal ileticiler gö­
ğıyla yürütür. Genel olarak sempatik sinirler revini yerine getiremediği için, vücudun bazı
organların çalışmasını hızlandırır; parasem pa­ bölümlerinde denetlenem eyen titrem e ya da
tik sinirler ise yavaşlatır. Hem en her organa sarsılmalar görülür. İlaçlar bu belirtileri bastı­
bu iki sinir grubundan birer kol ayrıldığı için rarak hastanın yaşamını kolaylaştırabilir.
bunların karşıt etkileri dengelenir ve organın Çevrel sinir sistemi hastalıkları çoğu zaman
düzenli çalışması sağlanmış olur. H ipotala­ şeker hastalığı, cüzam gibi başka hastalıkların
mus ayrıca birçok önemli horm onun yapımını ya da uzun süren vitamin eksikliği, alkol ve
da denetler (bak. HORMONLAR). ilaç bağımlılığı gibi etkilerin sonucudur. Duyu
Sinir sisteminin en güç kavranan özelliği sinirlerindeki bozukluklar vücutta karıncalan­
duyguların ve kişilik özelliklerinin denetlen­ maya ya da duyu yitimine, kasları denetleyen
mesidir. İnsan beyninin bu karm aşık üst dü­ hareket sinirlerindeki bozukluklar ise kasların
zey işlevi, insanın bazen kendi çıkarlarını ya zayıflamasına ve yağlanmasına yol açar. Bu
da güvenliğini bile tehlikeye atarak içgüdüle­ sinir sisteminin en sık karşılaşılan hastalığı
rini ve reflekslerini bastırmasını sağlar. Ö rne­ ise, om urlardaki disk kayması sonucunda
ğin insanlar çok güçlü bir inanç uğruna ölümü omurilik sinirlerinin ezilerek örselenmesidir.
bile göze alabilirler. Bu durum en çok bel ve sağrı bölgesindeki
om urlarda görülür; bel om urlarının arasından
Sinir Sistemi Hastalıkları çıkan sinirlerin ezilmesi lumbago ağrılarına,
Sinir sistemindeki, özellikle beyindeki bazı daha aşağıdaki siyatik sinirinin ezilmesi de si­
bozukluklar insanın düşünce ve davranışlarını yatik ağrısına neden olur.
etkiler. Beyindeki üst düzey işlevlerin aksa­ Beyin ve sinir sistemiyle ilgili hastalıklar
masına yol açarak kişinin ruhsal yapısında nörolojinin konusudur. Bu alanda uzmanlaş­
beklenm edik değişikliklere yol açan bu hasta­ mış bir doktor (nörolog), basit birkaç testle
lıklar R U H H A STA LIK LA R I maddesinde sinir sisteminin işleyişine ilişkin pek çok bilgi
anlatılmıştır. edinebilir. Örneğin deriye dokunarak duyarlı
248 SİNOP

olup olmadığını araştırır; göze ışık tutarak ya


SİN O P İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
da dizkapağının altına vurarak refleks hare­
ketleri inceler; hastanın, gözlerini kapatıp tek YÜZÖLÇÜMÜ: 5.862 km2.
ayağı üzerinde durmasını isteyerek denge du­ NÜFUS: 280.140 (1985).
yusunu denetler. Bu basit testler bile, son de­ İL TRAFİK NO: 57.
rece karmaşık olan sinir sistemindeki bozuk­ İLÇELER: Sinop (merkez), Ayancık, Boyabat, Dikmen,
Durağan, Erfelek, Gerze, Saraydüzü, Türkeli.
luklar konusunda çok değerli ipuçları vere­
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Akliman, Gazi, Ayancık Çamlık,
bilir. Bürnük, Kuztepe ve Türkeli Çamlık orman içi dinlen­
me yerleri; Karagöl Kumluğu ve Bahçeler Plajı; Ba-
latlar Kilisesi; Sinop ve Boyabat kaleleri; Muineddin
SİNOP ili Karadeniz Bölgesi’nde, Batı K ara­ Süleyman Pervane (Alaeddin) Medresesi; Alaeddin,
deniz B ölüm ü’nün en doğu kesiminde yer Saray, Cezayirli Ali Paşa, Meydankapı, Kefevi, Cu-
maköy ve Yazıköy camileri; Fethi Baba Mescidi ye
alır. En önemli özelliği, A nadolu Yarım adası’ Akmescit; Durak Han; Seyyid Bilal, Gazi Çelebi, İs-
nın kuzeyde K aradeniz’e doğru en fazla fendiyaroğulları, Sultan Hatun ve Hatunlar türbeleri;
sokulduğu kesimin Sinop ili sınırları içinde Aslan Çeşmesi; 1853 Sinop Deniz Savaşı Şehitliği;
Sinop Müzesi.
olmasıdır. Sinop Yarım adası’nm batı ucunda­
ki İnceburun, A nadolu’nun en kuzey noktası­
nı oluşturur. dağlık alanı birbirinden ayırır. Sinop ilinin en
Sinop en az gelişmiş illerimizdendir. E ko­ yüksek noktası, Küre Dağları dizisi içinde yer
nomik olanakların yetersizliği nedeniyle il alan Zindan Dağı’nın 1.717 m etreye erişen
halkının bir bölümü yaşadığı yöreleri terk doruğudur. Bu dağlık alanların Gökırm ak ve
ederek yurtdışma ya da ülkemizin büyük Kızılırmak vadileri ile Karadeniz kıyısına
kentlerine göç etm ektedir. doğru gidildikçe yüksekliğini yitirdiği kesim­
lerde dalgalı düzlüklerden oluşan yaylalara
Doğal Yapı rastlanır.
Güneyde Kızılırmak vadisinden kuzeyde K a­ Sinop ili topraklarından doğan suları, doğ­
radeniz kıyısına kadar uzanan Sinop ili top­ rudan Karadeniz’e dökülen küçük bazı akar­
rakları oldukça engebelidir. D aha çok orta sular ile güney ve güneydoğuda doğal sınır
yükseklikteki alanlardan oluşan bu toprakları çizen Kızılırmak (bak. KIZILIRMAK) toplar.
Kuzey A nadolu Dağları (bak. KUZEY ANADO­ Kastam onu ili topraklarından çıkarak Boya­
LU DAĞLARI) engebelendirir. Küre (İsfendi- bat Ovası’m sulayan G ökırm ak, D urağan’ın
yar) Dağları ilin orta kesiminde, kıyıya para­ hem en doğusunda Kızılırmak’a katılır. İl sı­
lel bir yay biçiminde batıdan güneydoğuya nırları içinde Karadeniz’e ulaşan öteki önemli
doğru uzanır. İlgaz Dağı’nın kuzeydoğu uzan­ akarsular Kanlıdere, Karasu ve Ayancık Ça-
tıları da güney kesimde il sınırları içine yı’dır. Sinop ilinde bazıları sazlık ve bataklık
sokulur. A radaki Gökırm ak vadisi bu iki durum unda olan birkaç küçük göl vardır.
Bunların başlıcaları Sinop Yarım adası’nın ku­
zeydoğusundaki Sülük Gölü ile batısındaki
Sarıkum G ölü’dür.
Sinop’ta alçak düzlükler Doğu Karadeniz
Bölüm ü’ndeki illerde görüldüğü kadar az yer
tutm az. Gökırm ak vadi tabanının genişlediği
kesimde yer alan düzlüklerden oluşan Boya­
bat Ovası’nm toprakları çok verimlidir. K ara­
su vadisinde ve Karadeniz kıyısında bir şerit
biçiminde uzanan ovalarda bitkisel üretim
yapılır.
Karadeniz kıyısı, orta kesim dışında olduk­
ça düzdür. Bu kıyının bazı kesim lerinde yazın
turizm açısından önem taşıyan kum sallar uza­
nır. O rta kesimde K aradeniz’e doğru küt bir
SİNOP 249

Sinop'ta turizm
açısından önem
taşıyan kumsallar
vardır.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

biçimde uzanan çıkıntı Sinop Yarımadası derlenen bilgiler, günümüzden 5.500 yıl önce
adıyla anılır. Akarsu vadileriyle parçalanmış başlayan Erken Tunç Çağı’nda Sinop ilinde
dalgalı düzlüklerden oluşan yarım ada kabaca bazı yerleşim yerlerinin kurulmuş olduğunu
bir kareyi andırır. En yüksek noktası kuzey­ gösterir. İÖ 14. yüzyıldan kalm a Hitit kay­
doğu kesimindeki Boztepe’dir (207 m etre). naklarından öğrenildiğine göre, Sinop yöresi
Bu kesimde yer alan küçük çıkıntı Boztepe K aşkalar’m yaşadığı topraklar arasında yer
Yarımadası olarak adlandırılır. Boztepe Yarım­ alıyordu. Eski kaynakların yarı göçebe ve
adasının doğu ucunda Sinop Burnu yer alır. savaşçı bir halk olarak tanımladığı Kaşkalar
Sinop Yarım adası’nm batı kesimine de, ucun­ uzun süre H ititler için tehlike oluşturdu.
da İnceburun’un yer alması nedeniyle İncebu- H ititler’in en güçlü dönem lerinde bile, zaman
run Yarımadası denir. Dolin de denen bir zaman A nadolu’nun iç kesimlerine kadar
çöküntü olan Sülük Gölü Boztepe Yarım ada­ saldırılar düzenleyen K aşkalar’ı denetim altı­
sın d a , Sarıkum Gölü ise Sinop Yarım adası’ na alamadığı bilinmektedir. Buna karşılık,
nın batı kıyısı yakınında yer alır. Kaşkalar İÖ 7. yüzyılda yörenin Karadeniz
Sinop ili, Karadeniz Bölgesi’nin nemli ve kıyısına yerleşmeye başlayan Miletliler ile iyi
yumuşak ikliminin etki alanı içindedir. K ara­ ilişkiler kurdular. Kimmer ve İskit saldırıla­
deniz kıyısında yer alan ve doğusu ile batısın­ rından etkilenm eyen Sinop, Lidya, Pers ve
daki m erkezlerden daha az yağış alan Sinop’ M akedonya denetim inde kaldığı süre içinde
ta —10°C’nin altına düşen soğuklara ve yarı bağımsız bir konumdaydı. İÖ 4. yüzyıl
35°C’yi aşan sıcaklara rastlanmaz. sonunda İlgaz Dağı yöresinde kurulan Pontos
Sinop, doğal bitki örtüsü açısından en Krallığı İÖ 183’te tüm Sinop topraklarını
zengin olan illerimizden biridir. Dağlık alan­ egemenliği altına aldı. İlkçağda Paflagonya
ların alçak kesimleri gürgen, meşe ve kayın, adıyla anılan bölgenin kuzeydoğu kesiminde
yüksek kesimleri ise kara çam ve sarı çam yer alan Sinop yöresi İÖ 1. yüzyılda Rom a
orm anlarıyla kaplıdır. Bu orm anlarda birçok İm paratorluğu’na, daha sonra da Bizans İm-
yabanıl hayvan yaşar. Bunların başlıcaları paratorluğu’na bağlandı. 11. yüzyıl başlarında
çakal, yaban dom uzu, sansar, sincap, ayı ve doğu ve batı kesimleri ayrı them aların (yerel
kurttur. yönetim birimi) sınırları içindeydi. Sinop yö­
resi bu yüzyıl sonlarında kısa bir süre A nado­
Tarih lu Selçuklularının eline geçtiyse de, sonra
Yapılan kazı ve araştırm aların sonucunda gene Bizans yönetimine girdi. Latinler
250 SİNOP

de 20’si ekime ayrılmıştır. Yetiştirilen başlıca


bitkisel ürünler buğday, mısır, şekerpancarı,
patates, arpa, pirinç ve dom atestir. Sinop
ilinin ovalık kesimlerinde daha çok sığır ve
m anda, yayla alanlarında da koyun yetiştiri­
lir. Kıyı halkının geleneksel uğraşlarından biri
de balıkçılıktır. Sinop kentinde bir balıkçı
barınağı vardır. Am a son yıllarda K arade­
niz’in balık açısından yoksullaşması, balıkçı­
lıkla geçinenleri güç bir durum la karşı karşıya
bırakm aktadır.
Sinop ilinin yaklaşık yüzde 53’ü ormanlarla
kaplıdır. Kırsal kesimde yaşayan halkın bir
bölümü geçimini ormancılık işlerinde çalışa­
rak sağlar. Bu orm anlardan yakacak ve keres­
telik odundan başka reçine de elde edilir.
Sinop’ta, orm anlarda yaşarken soyunun tü ­
kenmesi tehlikesi baş gösteren karacalar için
bir korum a ve üretm e alanı kurulm uştur.
Doğal güzellikleriyle ünlü Sarıkum Gölü çev­
resi de korum a altına alınmıştır.
Sanayisi gelişmemiş illerimizden olan Si­
Ahm et Kuzik nop’ta başlıca sanayi kuruluşları un, çeltik,
Sinop'taki Balatlar Kilisesi. süt ürünleri, deniz ürünleri, orm an ürünleri,
dokum a, cam, tuğla ve kiremit fabrikalarıdır.
1204’te Konstantinopolis’i (bugün İstanbul) Yeraltı kaynakları açısından yoksul olan ilde­
işgal edince kentten kaçan Komnenos hane­ ki bazı yataklardan çıkarılan kum lar cam
danı Gürcü Kraliçesi T am ara’nm yardımıyla fabrikasında ham m adde olarak değerlendi­
Trapezus’ta (bugün Trabzon) bir devlet kur­ rilir.
du. Trabzon Rum İm paratorluğu adıyla anı­
lan bu devletin yönetimine giren Sinop, kısa Toplum ve Kültür
bir süre için yaşadığı bağımsızlık dönem inden Hitit kaynaklarından öğrenildiğine göre, yö­
sonra 1214’te Anadolu Selçuklularına bağ­ renin en eski halkı olan Kaşkalar’ın konuştu­
landı. A nadolu’daki İlhanlı denetimi sırasın­ ğu dil ile H ititler’in dili benzerlikler göster­
da Trabzon Rum İm paratorluğu ile Anadolu mekteydi. Pontos Krallığı’nın egemenliğine
Selçukluları arasında el değiştiren Sinop, girdiği İÖ 2. yüzyıl başlarına kadar özgürlüğü­
1277’den 1322’ye kadar Pervaneoğulları tara­ nü koruyan Sinop kenti, bu dönem de bayın­
fından yönetildi. D aha sonra C andaroğulları’ dır bir liman ve balıkçılık merkeziydi. Eski
nın (bak. ANADOLU BEYLİKLERİ) eline geçen kaynaklarda, lim anda kurulmuş olan dalyan­
yöre, 1461’de Osmanlı topraklarına katıldı. larda avlanan palam utlardan bir bölümünün
16. ve 17. yüzyıllarda Celali A yaklanm aların­büyük havuzlarda canlı olarak korunduğu
da zarar gören yöre halkının bir bölümü konusunda bilgiler vardır. Rom a döneminde
Rum lar’dan oluşuyordu. 19. yüzyıl sonlarında yaptırılan uzun sukemerleriyle kente su geti­
Kastam onu’ya bağlı bir sancak olarak yöneti­ rildi. Bizans döneminde önemli bir liman ve
len Sinop, cum huriyetten sonra il yapıldı. askeri üs konum unda olan Sinop, Candar-
oğullan yönetimi sırasında tersanesiyle ün ka­
Ekonomi zandı. Bu sırada Sinop tersanesinde yapılan
Halkının büyük bölümü kırsal yerleşim yerle­ büyük bir tekne, Osmanlı donanm asına örnek
rinde yaşayan Sinop ilinin ekonomisi tarım ve olması amacıyla İstanbul’a götürüldü. O s­
ormancılığa dayanır. İl alanının yaklaşık yüz­ manlI dönem inde kentte yaşayan Rum lar
SİNOP 251

Erdal Yazıcı

Şemsi Güner

Solda: Sinop kentinde b ir balıkçı barınağı.


Üstte: Sinop Kalesi ve çevresinden bir görünüm .

daha çok küçük üretim ve ticaretle uğraşırdı. yat ve siyaset alanında ün kazanmış ve çeşitli
19. yüzyılda A nadolu’nun iç kesimleriyle da­ nedenlerle yargılanıp hapse m ahkûm edilmiş
ha kolay ulaşım sağlayan Samsun ve Trabzon birçok kişi bu cezaevinde yatmıştır. Bu kişi­
limanlarının önem kazanm asından sonra Si­ lerden biri de ünlü öykü ve rom an yazarımız
nop eski canlılığını yitirmeye başladı. Ticare­ Sabahattin A li’dir (bak. SABAHATTİN ALİ).
tin gelişme gösterdiği 19. yüzyıl sonlarında İlkçağ düşünürlerinden Diyojen (bak. Dİ-
kent surların dışına taştı. YOJEN) Sinop doğum ludur. D arphane sorum ­
Sinop’ta doğan şair A hm et M uhip D ıranas, lusu olan babasıyla birlikte sahte para bas­
1940’ta yayımlanan bir yazısında çocukluğu­ m akla suçlanan D iyojen’in Sinop’tan sürgün
nun geçtiği kenti şöyle anlatır: “Misafir olaca­ edildiği bilinir.
ğım eve varm ak için yıkık kale duvarları
arasından geçiyordum. Oysa ki 30 yıl önce İl Merkezi: Sinop
şehrin bütün surları sağlamdı. Biz çocuklar Efsaneye göre kente adını veren kişi, güzel ve
bir taraftan çıktık mı bu surların üstüne, yiğit Am azon (bak. A m a zo n la r ) Kraliçesi
bütün kasabanın etrafını fırdolayı dönerdik. Sinova ya da Sinope’dir. Bir başka efsanede
Şimdi kala kala birkaç burçla şehrin ortasına ise Y unanistan’daki ırmak tanrısı A sopos’un
doğru düşen ve saat kulesi hizmetini gören kızı Sinope’nin kente adını verdiğinden söz
Rom a üslubunda bir kale kalmış. D aha eski­ edilir. İÖ 5. yüzyıldan İÖ 3. yüzyıla kadar
den burada Rum lar varken gece oldu mu, kentte basılmış olan sikkelerin üstünde, bir su
surun kapıları kapanır, dışardakiler dışarda, perisi olarak tanım lanan Sinope’nin kabart­
içerdekiler içerde kalırmış. Canlı ve hareketli maları vardır. Kentin bilinen en eski adı
olan R um lar, yarım adaya doğru olan kısımda Sinope’dir. Efsanelerden birine göre kent
ve kale dışındaydılar. K enar boyunca kahve­ A nadolu kökenli bir halk tarafından, bir
leri, çalgılı gazinoları, m eyhaneleri vardı... başkasına göre ise Y unanistan’dan gelenlerce
Yaz gecelerinde liman, gezi sandalları ve kurulm uştur. Eski kaynaklardan birinde A r­
balıkçı kayıklarının meşaleleriyle lale tarlası­ go Gem icileri’nin (bak. A ltin P ost ) kenti ele
na benzerdi. Şarkılar, kahkahalar. Bütün o geçirmesinden söz edilir.
yangınlardan ve harp felaketlerinden sonra, İÖ 7. yüzyılda Miletli denizciler tarafından
hepsi bir hayal oldu.” bir ticaret kolonisi kurulm asından sonra geli­
Sinop Kalesi daha çok cezaevi olarak ün şen ve zenginleşen kent, bir süre Pontos
kazanmış bir tarihsel yapıdır. Özellikle edebi- Krallığı’nm merkezi oldu. Rom a ve Bizans
252 SİRENLER

Sinop sakin, küçük bir


kıyı kentidir.

Erdal Yazıcı

dönem lerinde Kırım ile A nadolu arasında nen bir baskınla Sinop limanında yakılması­
yapılan deniz taşımacılığı nedeniyle önemli dır. Bu baskın sırasında şehit düşen Osmanlı
bir ticaret merkeziydi. Kent bu özelliğini denizcilerinin üzerinden çıkan paralarla yaptı­
yüzyıllarca korudu. A nadolu Selçukluları dö­ rılan çeşme, liman yakınındaki Tersane Mes-
neminde Çepniler’in yerleştiği kentte bayın­ cidi’nin bahçesindedir. 19. yüzyıl sonlarında
dırlık çalışmaları yapıldı ve bir tersane kurul­ Kafkasya’dan gelen göçm enlerden bir bölü­
du. Pervaneoğulları ve Candaroğulları dö­ m ünün yerleştirildiği kentin 10 bine yakın
nem lerinde kentte bir Ceneviz kolonisi vardı. olan nüfusunun yüzde 40’ı R um lar’dan oluşu­
Osmanlı dönemi başlarında kent bazı ayak­ yordu. 1950’de ise kentin nüfusu 6 bini bile
lanmacılar tarafından haraca bağlandı. bulmuyordu.
1614’te kaleyi ele geçirip kenti yaktıktan Sinop sakin ve sessiz, küçük bir kıyı kenti­
sonra kadınlan ve çocuklan kaçıran Kazaklar’ dir. Bunun başlıca nedeni, yörenin ekonomik
m saldınları sonraki yıllarda da yinelendi. geriliğinin yanı sıra sanayi tesislerinin kentten
Sinop kenti yüzyıllar boyunca karadan sur­ uzakta kurulmuş olmasıdır. Kent halkının bir
lar, denizden de yarımadayı çevreleyen uçu­ bölüm ü de B oztepe’deki A BD radar üssünde
rum larla korunan, A nadolu’nun Karadeniz çalışır. Samsun ve K astam onu’yla karayolu
kıyısındaki tek doğal limandı. Kent halkı tara­ bağlantısı olan kentin limanı pek hareketli de­
fından fırtınalardan etkilenm eyen iç lim ana ğildir. İstanbul ile Trabzon arasında her hafta
“A kdeniz”, kuzey rüzgârlarına açık olan ve sefer yapan feribot gidiş ve dönüşte Sinop li­
denizcilik açısından değer taşımayan dış lima­ m anına uğrar. K entte yer alan başlıca eğitim
na da “K aradeniz” dendi. Eskiden yapılmış kurum u, Ondokuz Mayıs Üniversitesi’ne bağ­
olan ve Boztepe Yanmadası’yla Sinop Yanm- lı Sinop Su Ü rünleri Yüksekokulu’dur.
adası’nı birbirinden ayırarak iki limanı bir­ Kentin nüfusu 23.148’dir (1985).
birine bağlayan kanal A nadolu Selçukluları
tarafından kapatıldı. Kenti ve tersaneyi koru­ SİRENLER. Eski Yunan efsanelerinde, şarkı­
yan surlar 19. yüzyılın sonlarına doğru önem i­ larıyla gemicileri büyüleyip ölüme sürükleyen
ni yitirdikten sonra bakımsızlıktan yıkılmaya güzel sesli “sirenler”den söz edilir. Anlatıldı­
başladı. Kentin tarihindeki önemli olaylardan ğına göre sirenlerin şarkıları öylesine büyüle­
biri, İstanbul’dan B atum ’a giden ticaret gemi­ yicidir ki, bu ezgileri duyan nereye gittiğini
lerini koruyan Osmanlı savaş gemilerinin unutur, işini gücünü, yemeyi içmeyi bırakıp
1853’te Rus donanması tarafından düzenle­ kulak kesilir, böylece sonunda gemisi batar,
SİRK 253

kendisi de açlıktan ölür. Yarı kuş, yarı kadın Eski R om a’nın en ünlü sirki, Rom a kentinde­
yaratıklar olarak düşünülen sirenler bazı öy­ ki Circus Maximus"tu. Bu dev yapı, bir araba
külere göre iki, bazılarına göre ise üç tanedir.yolunun çevresinde binlerce kişinin oturabile­
A kdeniz’in batısında yaşadıkları söylendiği ceği basamaklı sıralardan oluşuyordu. Rom a
sirklerinde çeşitli yarışlardan başka yabanıl
gibi, İtalya kıyılarında ya da İtalya ile Sicilya
arasındaki boğazlarda yaşadıkları da ileri hayvanlar, hokkabazlar ve ip cambazları da
sürülm üştür. gösteri yapardı. İki, dört ya da daha çok
Ünlü mitoloji kahram anlarının sirenlerin sayıda at koşulan arabaların yarışları üzerine
büyüsünden kurtulmayı nasıl başardıklarını halk bahse tutuşur, H ıristiyanların yabanıl
anlatan çeşitli öyküler vardır. Örneğin Eski hayvanlara atıldığı, kölelerin birbirleriyle öle­
Y unan’da şair H om eros’un destan kahram anı siye dövüştürüldüğü kanlı ve acımasız gösteri­
Odysseus, hem sirenlerin şarkılarını dinle­ ler eksik olmazdı.
m ek, hem de yaşamını tehlikeye atm amak Günüm üzdeki anlamıyla ilk sirk 1770’te
için gemicilerine kulaklarını balmumuyla tı­ L ondra’da, usta bir binici olan Philip Astley
kamalarını ve kendisinin bundan böyle yapa­ tarafından kuruldu. Astley, “am fitiyatro” ya
cağı hiçbir şeye aldırış etm em elerini buyurur.da “binicilik okulu” olarak adlandırdığı bu
Sonra kendini geminin seren direğine bağla­ yerde öğrencileriyle birlikte müzik eşliğinde
tır. Gem i sirenlerin adasından geçerken onla­ gösteriler düzenledi. Bu cambazlık gösterile­
rinde, m erkezkaç gücünün etkisiyle, daire
rın şarkısını yalnızca Odysseus işitebilir. Şarkı
onu öyle etkiler ki, iplerden kurtulm ak için çizerek dörtnala giden bir atın sırtında düşm e­
çırpınır ve tayfaların duymasını sağlamak için den durmayı başarıyordu. A stley’e rakip olan
elinden geleni yapar. Ne var ki, önceki Charles Hughes 1782’de L ondra’nın hem en
buyruğa uyan ve kulakları tıkalı olan tayfalar dışında Kraliyet Sirki’ni kurdu. Binicilerin,
ona aldırış etm ezler. Sirenlerden uzaklaşınca­ akrobatların ve palyaçoların yer aldığı bu
ya kadar yollarına devam ederler. gösteriyi ilk kez “sirk” olarak adlandırdı. Sirk
Argo Gemicileri sirenlerin yakınından ge­ adıyla bilinen bu türden gösteriler A vrupa’da
çerken Orfeus kendi güçlü ve güzel müziğiyle ve Kuzey A m erika’da da yaygınlaştı.
sirenlerden baskın çıkarak onları tehlikeden Astley ve oğlu, İtalyan A ntonio Franconi
kurtarır (bak. A ltin P ost ). ile birlikte 1770’lerde ilk Fransız sirkini kur­
dular. Sirk gösterilerine Lyon’da aslan terbi­
A lm an m itolojisinde ise Lorelei adlı bir su
perisi vardır. Ren Irm ağı’nın kıyısına oturur yecisi olarak başlayan Franconi, eğitilmiş
ve güzel sesiyle denizcileri büyüler. Alman, kanaryalarla Fransa ve İspanya’da yaptığı
şair H einrich H eine’nin bu efsaneyi konu alan gösterilerle ün kazandı. Yaşamı boyunca pek
bir şiiri vardır. çok ülkeyi dolaşan Astley, A vrupa’da 19 sirk
kurdu. Rusya’ya sirki tanıştıran ise Charles
SİRK, müzik eşliğinde binicilik, hayvan terbi- Hughes oldu. 1793’te Rus Çariçesi II. Kateri-
yeciliği, palyaçoluk, cambazlık, güç ve denge na’nın onuruna bir at cambazlığı gösterisi
num aralarından oluşan görkemli ve canlı bir düzenledi.
gösteridir. Sirkler büyüklük, içerik ve sunuş 19. yüzyılda A vrupa’da kuşaktan kuşağa
bakım ından birbirinden farklıdır. Bununla binici, akrobat ya da hayvan terbiyecisi yetiş­
birlikte başlıca ortak yanları, her yaştan tiren “sirk aileleri” yaşıyordu. Bu aileler
izleyiciyi eğlendirirken onlara heyecanlı daki­ arasındaki evlilikler sonucunda sirkler daha
kalar yaşatm aktır. da genişledi.
A B D ’de ilk sirk 1785’te Philadelphia’da,
Sirkin Tarihçesi John Bili Ricketts tarafından kuruldu. Kapalı
Eski R om a’da araba yarışlarının ve gladyatör bir yerde gösteri yapan Ricketts Sirki daha
dövüşlerinin yapıldığı daire ya da elips biçi­ öncekiler gibi atlar, biniciler, akrobatlar ve
m indeki amfitiyatro ve stadyum lara circus bir de palyaçodan oluşuyordu. Ricketts, Phi-
denirdi. Sirk adı, Latince’de çem ber ya da ladelphia’yı merkez edinerek zaman zaman
daire anlamına gelen bu sözcükten türem iştir. çevre kent ve kasabalarda gösteriler düzenle­
254 SİRK

di. Böylece ilk gezici sirk ortaya çıkmış oldu. gerekiyordu. Ünlü Barnum-Bailey-Ringling
İlk sirklerde baş gösteriyi atlar ve at cambaz­ Sirki’ndeki Büyük G argantua adlı dev goril
ları oluşturuyordu. A tlar günümüz sirklerinin ise, doğal ortam ına yakın koşullarda, hava­
de önemli bir öğesidir. Eğersiz ata binm ekte landırm a sistemi bulunan camdan bir vagonda
usta olan biniciler, müzik eşliğinde ringi yaşardı. Bu önlem lerle hayvanların doğal or­
dolaşan atların sırtında çeşitli akrobasi num a­ tam larından çok değişik olan yeni çevrelerin­
ralan yaparlar. Ayrıca binicisiz atlara kom ut de sağlıklı ve güvenlik içinde yaşam alarına ça­
vererek de onlara önceden öğretilmiş belli lışılırdı.
hareketler yaptırılır. A aron T urner Sirki A B D ’nin ilk gezici
18. yüzyılın sonlarında atlardan başka hay­sirklerinden biriydi. 1830’larda ilk kez büyük
vanlar da sirk gösterilerinde yer almaya başla­ bir çadırda gösteri yapmaya başladı. Turner’
dı. Paris’teki Olimpik Sirk’te H enri M artin m çadırının çapı 28 m etreydi. G österi pisti­
fil, aslan ve boa yılanıyla gösteri yaptı. 19. nin çevresine, sökülerek bir at arabasıyla
yüzyılın ilk yarısında yırtıcı hayvanlarla göste­ taşınabilen birkaç yüz iskemle konabiliyordu.
riler yapan A B D ’li hayvan terbiyecisi Isaac 1871’de Phineas Taylor B arnum , “D ünya­
Van Am burgh, bir aslanın ağzına başını nın En Büyük G österisi” olarak ilan ettiği bir
sokarak cesaretiyle dünya çapında ün ka­ sirk kurdu (bak. B a r n u m . P hin ea s T a y l o r ).
zandı. Barnum daha önce New Y ork’ta birbirine
1830’larda sirklere çeşitli hayvanlar katıldı. yapışık Siyamlı ikizlerin, 82 cm boyundaki bir
1870’lere gelindiğinde artık her sirkin hayvan­ cücenin, sonradan göz boyamak için yapıldığı
lara ayrılmış bir bölümü vardı. D aha sonra anlaşılan, gövdesi balık, başı insan bir deniz-
gösteriler, birinde sirk num aralarının, ötekin­ kızının sergilendiği bir “m üze” kurmuştu.
de hayvanların becerilerinin sergilendiği iki 1881’de rakibi James Bailey ile bir araya
ayn çadırda sunulmaya başlandı. Yabanıl gelerek sirki dev bir kuruluşa dönüştürdü;
hayvanlar demir kafeslerde tutulurken, bazı unutulm az gösteriler sergiledi.
hayvanlar için özel kafesler gerekiyordu. Ö r­ 1870’lerden sonra A B D ’de demiryollarının
neğin zürafalar, uzun boyunlarının yolculuk gelişmesiyle gezici sirkler büyük bir hızla
sırasında incinmemesi için yumuşak bir m al­ yayıldı. Bu yıllarda sirk sahipleri tren vagon­
zemeyle kaplanmış yüksek tavanlı arabalarda ları alarak bir yerden bir yere eşyalarını trenle
taşınıyordu. Suaygınnın arabasında ise onu taşımaya başlamıştı. 1884’te Alm an asıllı
alacak büyüklükte bir havuzun bulunması John, Charles, A lbert, O tto ve Alfred adında
Sue McCartney/Photo Researchers
beş kardeş Ringling Sirki’ni kurdu. 1908’e
gelindiğinde Ringling adamakılı büyümüştü.
Bundan bir süre sonra Barnum ve Bailey’nin
Dünyanın En Büyük G österisi’ni satın alan
Ringling Kardeşler, sahibi bulundukları baş­
ka sirklerle birlikte A B D ’deki sirklerinin
sayısını l l ’e çıkarttılar. Barnum-Bailey-
Ringling Sirki ününün doruğundayken A B D ’
de 20’şer m etrelik 107 vagondan oluşan dört
trenle dolaşıyordu.
G österiler iki futbol alanını kaplayacak
büyüklükte ve 20 m etre yükseklikteki büyük
bir çadırda yapılıyordu. Bu çadırda yedi
gösteri pisti vardı ve 12 bin izleyici alabiliyor­
du. Aynı anda birkaç gösterinin yer aldığı bir
de sahnesi vardı. Ayrıca soluk kesici trapez
gösterileri yapılıyor, gösteri çadırın içindeki
İlk kez 1874'te gösteriye çıkan filler, o zamandan bu görkemli bir geçit töreniyle son buluyordu.
yana sirklerin vazgeçilmez hayvanlarındandır. A krobatlar, palyaçolar, hayvanlar, hayvan
SİRK 255

Keystone
Paris'teki en eski sirklerden biri olan Cirque d'H iver'de (Kış Sirki) soluk kesici bir trapez gösterisi. Trapez
1859'da sirk program larına girm iştir.

terbiyecileri, yemek ve temizlik işlerinde çalı­ kurulan Cirque d ’Hiver (Kış Sirki), L ondra’
şanlardan ve teknisyenlerden oluşan böylesi- daki Bertram Mills ve K openhag’daki Schu­
ne dev bir kadronun sorunları da, giderleri de mann kalıcı sirklere örnektir.
büyüktü. İzleyici sayısının milyonları bulması­ Sirk gösterilerinin sanatsal bir düzeye ulaş­
na karşın, giderler gelirleri aşmaya başlamıştı. tığı SSCB’de sirklere elem an yetiştiren okul­
A B D ’de 1930’larda yaşanan büyük ekonomik lar vardır. Bu ülkede kalıcı sirklerin yanı sıra,
bunalım Ringling’e ağır bir darbe indirdi. yüzlerce gezginci çadır sirki bulunm aktadır.
1944’te çadırda 168 kişinin ölüm üne yol açan Sirkler uluslararası bir niteliğe sahiptir. A B D ,
büyük bir yangın çıktı. 1950’lerde sinemanın, İngiltere ya da herhangi bir ülkedeki büyük
daha sonra da televizyonun rekabeti karşısın­ sirklerde çeşitli ülkelerden akrobatlar, palya­
da, Ringling büyük çadır gösterilerini bıraka­ çolar ya da hayvan terbiyecileri çalışır. Çin ve
rak artık spor salonlarında gösterilerini sürdü­ Japonya’da çok yetenekli akrobatlar, İngilte­
receğini açıkladı. re, SSCB, Belçika ve İtalya’da biniciler,
A vrupa’daki sirkler hiçbir zaman A B D ’de- Alm anya ve A B D ’de hayvan eğiticileri, M ek­
kiler gibi büyük olmadı. Bunların genellikle sika’da trapezciler sirk geleneğini kuşaktan
tek gösteri alanı vardı. Çalışanlar çevredeki bi­ kuşağa sürdürm ektedir.
nalarda yaşıyordu. Avrupa’daki sirk aileleri ge­
zici kumpanyalarla İran’a, Hindistan’a, Af­ Sirkte Neler Var
rika’ya, Güney Am erika’ya ve Avustralya’ya Sirkler 18. yüzyıldan bu yana değişime uğra-
kadar gittiler. I. Dünya Savaşı’ndan sonra dıysa da, 13 m etre çapındaki pist her zaman
gümrük ve pasaport engelleriyle gezi özgürlü­ ve her yerde aynı büyüklüktedir. Ayrıca sirk
ğünün kısıtlanması sirklerin bir ülkeden öte­ program ları da genellikle birbirine benzer.
kine geçmesini zorlaştırdı. 1852’de Paris’te H er sirkte palyaçolar, hokkabazlar, at cam ­
256 SİRK

Bir kente sirkin gelişi


duvarlara yapıştırılan
renkli afişlerle
duyurulurdu.
"D ünyanın En Büyük
S irki" Barnum ve
Bailey'nin, eğitilm iş
yabanıl hayvanları ve
dans eden aslanları
içeren olağanüstü
gösterilerini
m üjdeleyen bir afişi
görülüyor.

Circus World Museum,


Baraboo, Wisconsin ve Ringling
Bros, and Barnum & Bailey
Combined
Shows, Inc.

bazları, akrobatlar, trapezciler ve yabanıl canlı anlarını oluşturur. A B D ’li hayvan eğiti­
hayvanların gösterileri yer alır. D örtnala gi­ cisi Clyde Beatty, 40 A frika aslanını ve Ben-
den eğersiz atların sırtında akrobasi num ara­ gal kaplanını aynı anda başarıyla yönetmesiy­
ları yapan biniciler vardır. Eğiticisinin uyarı­ le ünlüdür.
larıyla yönlendirilen atlar binicisiz ve dizginsiz 20. yüzyılın ortalarında yedi kişilik Alm an
gösteriler yapar. Bir atlam a, cambazlık ve W allenda ailesi telin üzerinde gösteriler yapa­
denge sanatı olan akrobasi sirklerin vazgeçil­ rak yetenek ve cesaretleriyle seyircileri büyü­
mez gösterileri arasındadır. Önceleri sırık, lemişlerdi. Bu akrobatlar yerden 12 m etre
tek tekerlekli bisiklet, top, ip gibi gereçlerle yükseklikte gerili bir telin üzerinde bisiklet­
yapılırken, 1859’da Fransız akrobat Jules lerle bir piram it oluşturuyorlardı. Bohem ya’
L eotard’ın trapezi buluşu ile akrobasi sirkler­ da doğan ve bir A lm an sirkçi aileden gelen
de olağanüstü bir ilgi görmeye başladı. T ra­ Lillian Leitzel fiziksel dayanıklılığıyla ünlüy­
pez, uçlarından iki düşey ipe tutturulm uş dü. Leitzel çadırın tepesinden aşağı doğru
silindir biçiminde bir çubuktan oluşur. A kro­ sarkan bir ipe tek eliyle tutunarak akrobasi
batlar çadırın tepesinden sarkıtılan trapezle­ num araları yapardı.
rin birinden öbürüne atlar, izleyiciyi büyüle­ Sirklerin ilk kurulduğu günden bu yana
yen taklalar atarlar. Bu num aralar yapılırken palyaçolar gösteriye renk ve neşe katarak her
genellikle güvenlik için çadıra bir ağ gerilir. zaman büyük ilgi uyandırm ıştır (bak. PALYA­
Heyecanı yükseltmek için ağsız gösteri yapan Ç O ). Sirk çadırlarının küçük olduğu dönem ler­
trapezciler de vardır. de, palyaçolar konuşmaya ve şarkıya dayalı
Ayrıca, büyük sirklerin hepsinde eğiticile­ kom iklikler yaparak insanları eğlendirirdi.
rin yönetiminde yırtıcı hayvanların gösterileri 1870’lere gelindiğinde artık sirk çadırları pal­
yer alır. Bu num aralardan birçoğu eğiticilerin yaçoların seslerinin seyircilere ulaşamayacağı
olağanüstü yetenek ve cesarete sahip olmasını kadar büyümüştü. O zamandan beri palyaçola­
gerektirir. Ü stün beceri isteyen her işte oldu­ rın çoğu, pantomim gösterileri yapar. Emmett
ğu gibi sirkin de yıldızları vardır. Van Am- Kelly ve O tto Griebling bu yüzyılın en ünlü
burgh’un bir aslan ve kaplan kafesine girerek iki palyaçosudur. M oskova Sirki’nde gösteri
izleyicileri şaşırttığı 1830’lardan beri, yabanıl yapan Oleg Popov, sirkteki oyuncuların nu­
hayvan gösterileri sirk gösterilerinin en heye­ m aralarını beceriksizce taklit etm eye çalışır-
SİRKE 257

yaptığı zam anlar geride kaldı. Ne var ki,


W isconsin’in Milvvaukee bölgesinde her yıl 4
Tem m uz’da hâlâ bu türden bir geçit töreni
düzenlenir. A tların çektiği çok sayıda güzel
ve eski sirk arabası W isconsin’deki B araboo’
da bulunan Dünya Sirk Müzesi’nden Mil-
w aukee’ye getirilir.

SİRKE. Bazı yiyeceklere, özellikle salatalara


çeşni katm ak için kullanılan sirke, m ayalan­
mış ve ekşimiş meyve suyundan başka bir şey
değildir. Sirkenin kendine özgü ekşi tadı,
“sirke asidi” de denen asetik asitten ileri gelir.
Bu asit doğal olarak meyvelerde bulunmaz;
Ringling Bros, and Barnum & Bailey Combined Shows, Inc.
ama m ayalar ve bakteriler gibi m ikroskobik
Sirk palyaçoları izleyicilere eğlenceli dakikalar
canlıların rol oynadığı iki basamaklı bir süreç­
yaşatır. le meyve suyu sirkeye dönüşebilir. Bu sürecin
ilk basamağı meyve, örneğin üzüm suyundaki
ken izleyicileri kahkahaya boğar. Sirklerde şekerin m ayaların etkisiyle alkol ve karbon
bazı oyuncular da alışılmamış gösteriler ya­ diokside ayrışmasıdır (bak. M a y a la n m a ) .
parlar. 1897’de Barnum ve Bailey Sirki’ndeki İkinci basam akta ise, artık şarap denen bu
A lar, ilk kez dev bir arbaletten “ok” gibi mayalanmış üzüm suyundaki alkol, Acetobac-
havaya fırlatıldı. Büyük Peters, boynunda bir ter cinsinden bazı bakterilerin etkisiyle hava­
cellat ilmeğiyle sirk çadırının tepesinden atla­ daki oksijenle birleşip bu kez asetik asit ve
dı. Zacchini ailesinden bir akrobat bir toptan, suya dönüşür. Nitekim insanlar sirkeleşme
gülle gibi fırlatılarak ağa düşünce, izleyiciler denen bu süreci ilk kez, ağzı açık bırakılmış
neye uğradığını şaşırdı. 1950’lerde işaretpar- ya da şişe m antarları iyi kapatılmamış şarapla­
mağının üzerinde dengede durarak gösteri rın hava alarak ekşimesi sonucunda rastlan­
yapan U nus’un becerileri de herkesin hayran­ tıyla fark etmişlerdir.
lığına yol açtı. G ünüm üzde de, özellikle üzüm ve şarap
Sirk oyuncuları gibi başarılı sirk hayvanları üreten ülkelerde, sirke daha çok şaraptan
da vardı. Bunların en ünlülerinden biri Jumbo yapılır. A m a, bu m ayalanm a ve sirkeleşme
adlı, yaklaşık 6,5 ton ağırlığında ve 3,5 metre yalnızca üzüm suyuna özgü değildir. Elm a,
boyunda bir fildi. 1882’den bir lokomotifin hurm a gibi şekerli meyve sularından, hatta
çarpması sonucu yaşamını yitirdiği 1885’e maltlaşmış arpadan ve pirinçten de sirke
kadar Barnum ve Bailey Sirki’nin ilgi odağı üretilebilir. Örneğin şarapçılığın gelişmiş ol­
oldu. Bugünün jum bo jetleri gibi büyük olan duğu Akdeniz ülkelerinde ve Türkiye’de en
herhangi bir şeyi tanım lam ak için kullanılan çok üzüm sirkesi, daha küçük ölçekte elma
“jum bo” adı bu filden kalmadır. sirkesi üretilirken İngiltere’de arpa sirkesi
yaygındır. Ayrıca bazı ülkelerde sirkenin içi­
Geçit Törenleri ne tarhun gibi koku ve tat verici otlar da
Eskiden A B D ’de sirkler m utlaka bir geçit katılır.
töreniyle kente girerdi. Bayraklar ve çiçekler­ Sirke yapım ında kullanılacak alkollü çözelti
le donatılmış arabalarda bandolar, kafesleri­ çok büyük teknelere pom palanır; ama alko­
nin içinde yabanıl hayvanlar, hortum larıyla lün sirkeye dönüşmesi için havayla temas
birbirinin kuyruğuna tutunarak ilerleyen filler etmesi gerektiğinden, tekne ancak yarı yarıya
kent sokaklarında yol alır, bu renkli kalabalı­ doldurulur. Bu tekneler, boydan boya uzanan
ğın en arkasında, köm ür ateşiyle elde edilen bir bölmeyle iki kata ayrılmıştır. Bu bölmenin
buharla çalışan koskocam an bir org sevilen üstüne ince huşağacı dalları yayılır; bölmenin
marşları çalardı. Sirklerin sokaklarda gösteri altında da havalandırm a delikleri bulunur.
258 SİRKE SİNEĞİ

Alkollü çözelti, bahçe sulama fıskiyelerine yaşamı boyunca yüzlerce yum urta bırakır.
benzeyen bir püskürtm e aletiyle dalların üze­ Böylesine çok sayıda ve hızlı ürem eleri sonu­
rine akıtılır. Böylece alkollü çözeltinin havay­ cu birçok kuşağın kısa bir sürede gelişmesi,
la olabildiğince çok tem as etmesi sağlanır. Bu bilim adam larına kalıtsal özelliklerin incelen­
işlem yaklaşık altı gün sürer; ama alkolün mesinde önemli kolaylıklar sağlar.
sirke tadını alabilmesi için büyük depolam a Sirke sineklerinin üremesi bir yılda art
tanklarında birkaç ay kadar bekletilmesi ge­ arda 30 kuşağın incelenmesini olanaklı kıla­
rekir. cak ölçüde hızlıdır. Aynı sayıda insan kuşağı­
Sirke, zeytinyağıyla ya da başka bitkisel nın incelenmesi için geçecek süre çoğu kez
yağlarla karıştırılarak salatalarda sos olarak 500 yılı bile aşar. Çiftleşecek sinekler araştır­
kullanıldığı gibi, salatalık, lahana, yeşil biber m alara en uygun bireyler arasından seçilebi­
gibi sebzelerden turşu yapılmasında da çok lir. Şişenin içine alman birkaç dişi çok kısa bir
kullanılır. Bunun dışında, gene çeşni verm ek sürede binlerce sineğin üremesini sağlayacak
için bazı yemeklere katılır. A yrıca, sirkede ölçüde yum urta bırakır ve bu yum urtalar aynı
bekletilen etler pişirildiğinde daha yumuşak gün çatlar. Bir raf ile birkaç şişe, bilim
olur. Arı sokm alarında da, iğnenin battığı adamlarının incelemesi için gerekli tüm sinek­
yere sürülen sirke hem ağrıyı dindirir, hem de leri barındırabilir.
çevredeki dokuların fazla şişmesini engeller. Sirke sineklerinin bilim adam larına sağladı­
ğı başka kolaylıklar da vardır. H er şeyden
SİRKE SİNEĞİ. Drosophila cinsinin üyeleri önce çıplak gözle incelenebilecek ölçüde iri­
olan sirke sinekleri en çok yazın manav dirler. M ikroskop altında içleri açılıp incele­
dükkânlarının çevresinde ve süprüntü yığınla­ nebilir. Kuşaklar arasında aktarılan kalıtsal
rının üstünde sürüler halinde uçuşurken görü­ özellikler görece basittir. H er hücrede tüm
lür. Çünkü bu küçük sinekler larva evresinde kalıtsal bilgiyi taşıyan kromozom lar çok iridir
maya m antarlarıyla beslendiğinden yum urta­ ve yalnız dört çiftten oluşur. Am a sayıları kaç
larını yalnız çürüyen ya da mayalanmaya olursa olsun, krom ozom lar tüm canlılarda
başlayan meyvelere bırakır. Sirke sinekleri aynı değişmez kalıtım yasalarına uygun biçim­
yaygın biçimde bilimsel araştırm alara konu de davranır.
olmuş zararsız böceklerdir. Sirke sinekleri arasında kuşaktan kuşağa
Drosophila üyeleri kalıtımla (bak. KALITIM geçen birçok görünüş ve yapı farklılıkları
v e G e n e t i k ) ilgili araştırm alar için çok uygun vardır. Örneğin bazılarının gözleri, çoğunda
bir deney hayvanı olarak 1906’dan beri kulla­ olduğu gibi kırmızı değil beyazdır. Bazılarının
nılm aktadır. Bu sinekler laboratuvarda genel­ kanatları güdük ya da alışılmadık biçim ve
likle mısır unu, melas, agaragar (bir çeşit boyutlardadır. Bazılarının gövdesi boz yerine
jelatinimsi m adde) ve maya karışımından siyah ya da sarıdır. Kalıtımla aktarılan bu tür
oluşan besi ortam ında üretilir. Yum urtadan farklılaşmaya değişinim ya da mutasyon
çıkan, solucana benzer çok küçük ve beyaz denir.
larvalar (kurtçuklar) besi ortam ında oyuklar Kalıtım yasalarının anlaşılabilmesi için yal­
açarak dört beş gün gelişimlerini sürdürürler. nız bayağı sirke sineğinde 500’ü aşkın farklı
D aha sonra besi ortam ından çıkan kurtçukla­ değişinim incelenmiştir.
rın derisi sertleşip kahverengileşerek bir pupa
kılıfına dönüşür. Bu kılıfın içinde pupa evresi­ SİS. Nemli hava yeterince soğuduğu zaman
ni geçiren kurtçuk genellikle üç dört gün içindeki su buharının bir bölümü yoğunlaşa­
boyunca başkalaşmaya uğrar ve yaklaşık 6 mm rak küçük su damlacıklarına dönüşür. Hava­
uzunluğunda erişkin bir sineğe dönüşür. daki nemin yoğunlaşmaya başladığı sıcaklığa
Sirke sineği pupa evresinin ardından 24 saat çiy noktası denir. Çiy noktası havadaki nem
geçmeden çiftleşmeye hazır hale gelir. Bu m iktarına bağlı olarak değişir (bak. ÇİY, KlRA-
sineklerin çiftleşmesi ile yeni kuşağın ürem e Gl VE D o n ) . Bulutlar, yükseklerdeki hava kat­
olgunluğuna erişmesi arasında geçen süre m anlarında bulunan nemin yoğunlaşması so­
yalnız 10-14 gündür. Dişi sirke sineği kısa nucunda oluşur. Eğer havadaki nemin yoğun-
SİSAL 259

adlandırılan bu koyu renkli sis, özellikle solu­


num sistemi hastalıkları olanlara çok zararlı­
dır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde 1940’
lardan beri alınan önlem lerle bu tür sis büyük
ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Am a taşıtlar­
dan çıkan egzoz gazları da sanayi kentlerinde
eskiden görülenden farklı bir tür sm og'.a yol
açmaktadır. A B D ’nin Los Angeles kenti
özellikle yazın bu tür sm og’dan çok zarar
görür.
Sis artık geçmişte olduğu gibi ulaşım için
önemli bir sorun değildir. Radar ve elektro­
nik işaretleşm e sistemleri uçakların en yoğun
siste bile inişine olanak sağlam aktadır. Sis
olduğu zaman deniz ulaşımı radar yardımıyla
sürdürülür ve özel bir dikkat gerektirir (bak.
R a d a r ). Demiryolu ulaşımında da, lokom o­
tiflerinde sis düdükleri olan trenler sisten çok
Mehmet Akgül
az etkilenir. Am a karayolu ulaşımını sis ciddi
Soğuk bir kara parçası ya da denizin soğuk yüzeyi,
üzerindeki nemli havayı soğutunca havadaki nemin olarak engeller. Sisli havalarda karayolu yol­
b ir bölüm ü yoğunlaşır ve sis oluşur. Resimde sisle culuğu çok tehlikelidir; hızla giden araçlar
kaplı M udurnu vadisi görülüyor. kolayca zincirleme kazalara yol açabilir.
M eteorologlara göre sis ve pus farklı şeyler
laşması yere ya da deniz yüzeyine yakın olan değildir. Eğer görüş uzaklığı çok kısaysa
hava katm anlarında gerçekleşirse yoğunlaşan sisten, fazla kısa değilse pustan söz edilir.
su damlacıkları sis ya da pus oluşturur. Hava Am a içinde toz gibi katı parçacıklar bulunan
yeterince nemliyken geceleyin toprağın çok smog sisten farklıdır.
soğumasıyla ve nemli havanın hareket ederek
denizlerdeki soğuk su akıntılarından birinin SİSAL, yapraklarından lif çıkarılan çokyıllık
üzerine ya da soğuk bir kara parçasının otsu bir bitkidir. Anayurdunun O rta Am erika
üzerine gelmesiyle sis oluşabilir. Karaların iç olduğu sanılan bitkinin (Agave sisalana) lifle­
kesim lerinde, açık ve durgun gecelerde top­ rinden Kolomb öncesi dönem lerden beri ya­
rak ışınım yoluyla ısı kaybeder ve alçak bir sis rarlanıldığı bilinmektedir. Günüm üzde en
oluşur. Rüzgâr olmadığı zam anlar soğuk hava çok Tanzanya, Brezilya ve H aiti’de üretilen
alçalarak vadiler gibi alçak yerlere doğru
hareket eder. Bu nedenle vadilerde sık sık
sabah sisi görülür. Bazen bir tepenin etekleri
çepeçevre sisle kaplanır ve yukarıdan bakınca
tepenin sisin ortasında bir ada gibi kaldığı
görülür. Bulutlar geceleyin toprağın ışıma
yoluyla ısı kaybetmesini önler. Bu nedenle
bulutlu gecelerde sis oluşması olasılığı azdır.
Rüzgâr sisi dağıttığı için rüzgârlı yerlerde de
çok az sis olur.
Büyük kentler ve sanayi merkezlerinin
içinde ve çevresinde oluşan sis, denizin üze­
rinde oluşan sis gibi beyaz değil koyu renkli­
dir. Çünkü sisi oluşturan küçük su damlacık­
ları havadaki toz ve dum an parçacıklarını Sisal bitkisinin kalın bir gövdesi ve sivri uçlu, batıcı
toplayarak koyu bir renk alır. Sm og olarak yaprakları vardır.
260 SİSLEY

sisal liflerinden halat, sicim ve çuval yapılır; rildiyse de, asıl istediği resim yapmaktı.
ayrıca yerel olarak yer yaygısı, şapka ve çanta 1862’de Paris’teki bir atölyede Claude M onet,
gibi bazı eşyaların yapımında da kullanılır. Pierre-A uguste Renoir ve Frederic Ba-
Bitkinin kısa, kalın bir gövdenin üzerinde zille’le tanıştı (bak. M o n e t , C l a u d e ; R e n o ir ,
rozetsi dem etler halinde büyüyen iri ve etli Pie r r e A u g u s te ). B u sanatçılarla kurduğu
yaprakları vardır. Uzunluğu 2 m etreye ulaşa­ dostluk geleceğinin biçimlenmesine yol açtı.
bilen bu dev yapraklar mavimsi yeşil, sert 1860’larda daha çok köy ve orm an resimleri
yapılı ve sivri uçludur. Dikildikten 6 yılı aşkın yaptı. 1866’da yapmış olduğu M arlotte’ta Bir
bir süre sonra yaprakların tam ortasından, Köy Sokağı, A B D ’de Buffalo’daki Albright-
ucunda sarı çiçekler taşıyan 6 m etre boyunda Knox Sanat Galerisi’ndedir. D aha sonraki
dik bir çiçek sapı çıkar. Çiçeklenmenin ardın­ tuvallerinde Paris’ten görünümlere yer vermeye
dan bitki ölür ve yerine yenileri dikilir. başladı. Bu resimler gerek teknik, gerek
Sisal en iyi, akaçlaması uygun ve yeterince yarattıkları etki açısından İzlenimciler’in re­
besin içeren topraklarda yetişir. Bitkiler üç simleriyle benzerlik gösterir. Saint-Martin
beş yaşına geldiğinde yapraklar kesilmeye K analından G örünüm (1870) bu dönem re­
başlanır ve kesim işlemi bitkiler çiçeklenene simlerine örnektir. Paris’in kuzeybatısındaki
kadar sürer. Kesilip dem etler halinde işleme Sen vadisi öteki İzlenimci ressamlar gibi
tesislerine getirilen yapraklar dikenleri tem iz­ Sisley’in de resmini yapm aktan hoşlandığı bir
lendikten sonra ezilir ve m akinelerde lifleri yöreydi. Önceleri az sayıda pastel renkle
sıyrılır. Elde edilen lifler yıkanır, kurutulur, çalışan sanatçı daha sonraları kullandığı renk­
niteliklerine göre gruplandırılarak balyalanır. leri çoğalttı. Koyu ve açık renkler arasında
dengeli bir uyum sağladığı resimlerinde, özel­
SİSLEY, Alfred (1839-1899). İngiliz ressam likle mavi ve yeşilin tonlarını kullanm akta çok
A lfred Sisley, İzlenimcilik Akım ı’nın başlıca başarılı oldu.
temsilcilerindendir (bak. İZLENİMCİLİK). Paris’e 1870’lerin başında babası servetini yitirin­
yerleşmiş bir İngiliz tüccarın oğlu olan ce, Sisley yoksullukla mücadele etm ek, yaptı­
Sisley, Fransa’da doğup büyüdü. 1857-61 ğı resimlerle geçimini sağlamak zorunda kal­
arasında ailesinin isteği üzerine, ticaret konu­ dı. Bu yüzden sürekli para sıkıntısı çekti.
sunda öğrenim görmek için L ondra’ya gönde­ Değeri ölüm ünden sonra anlaşıldı. 1874’te

Anadolu Yayıncılık Arşivi

S isley'ninP orf
M o s ly 'd e k i S e l
B a skın ı (1876)
adlı tablosu.
SİVAS 261

altı tablosuyla İzlenim ciler’in Salon des Refu-


SİVAS İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
ses’deki (reddedilenler salonu) ünlü sergisine
katıldı. İlk kişisel sergisini 1881’de açan sanat­ YÜZÖLÇÜMÜ: 28.488 km2.
çı, kesik fırça darbelerindeki hafiflik, ağaç, NÜFUS: 772.209 (1985).
su, bulut ve çiçekleri resim lem ekteki ustalı­ İL TRAFİK NO: 58.
ğıyla ünlüdür. Özellikle gümüş rengi tonların­ İLÇELER: Sivas (merkez), Akıncılar, Altınyayla, Divriği,
Doğanşar, Gemerek, Gölova, Gürün, Hafik, İmranlı,
daki kar m anzaraları çok güzeldir. Kangal, Koyulhisar, Suşehri, Şarkışla, Ulaş, Yıldızeli,
1899’da atölyesini satan Sisley’in tabloları­ Zara.
nın değeri ölüm ünden sonra yükselmeye baş­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Fidanlık ve Eğriçimen orman içi
dinlenme yerleri; Sıcakçermik, Soğukçermik-ve Ba-
ladı. Taşkın ve K ayık (1876) sanatçı öldükten lıklıçermik; Divriği Kalesi; Sivas Ulucamisi, Divriği
hem en sonra yüksek bir fiyatla satın alınarak Ulucamisi ve Darüşşifası; İzzeddin Keykâvus Darüş-
Louvre M üzesi’ne arm ağan edilmişti. şifası; Gök Medrese (Sahibiye Medresesi), Buruciye
Medresesi ve Çifte Minareli Medrese; Meydan, Kale
(Sivas), Ali Ağa, Ali Baba ve Kale (Divriği) camileri;
SİVAS ili toprakları A nadolu’nun orta kesi­ Ahi Emir Ahmed, Kadı Burhaneddin ve Abdülvahap
Gazi türbeleri, Güdük Minare (Şeyh Haşan Bey
m inde, dağlık ve engebeli bir alanda yer alır. Türbesi); Sitte Melik ve Kameriddin kümbetleri;
Büyük bölümü İç Anadolu Bölgesi’nde olan Boğazköprü, Eğriköprü, Kesikköprü ve Şahruh Köp­
ilin daha küçük bölümleri Karadeniz ve Doğu rüsü; Behram Paşa Hanı; Meydan Hamamı; Sivas
Müzesi, Sivas 4 Eylül Atatürk Müzesi.
Anadolu bölgelerinin sınırları içinde kalır.
İlin ve il m erkezi kentin adı bazı haritalar ile
kaynaklarda Sivas olarak da geçer. gelip yerleşmesi ve Danişm endliler’in yörede
Tarihinin çok eskilere dayandığı bilinen bir etkili olması kentteki toplumsal ve kültürel
yörede başlıca yerleşim yeri olan Sivas kenti yapıda bazı değişimlere neden oldu. Anadolu
eskiden beri bir ulaşım ve konaklam a m erke­ Selçuklularının güçlenmesi, tarım ve ticaret
zidir. A nadolu’nun çeşitli yörelerini birbirine etkinliklerinin gelişme göstererek A nadolu’
bağlayan yollar burada kesişir. 11. yüzyılın nun zenginleşmesine yol açtı. Bundan en çok
ortalarından sonra doğudan T ürkm enler’in yararlanan kentlerden biri de Sivas’tı. Bu

Sivas ili A nadolu'nun


en dağlık ve engebeli
kesim lerinden birinde
yer alır.
262 SİVAS

dönem de Sivas kenti Ceneviz, Rus ve A rap akarsu vadilerinde 1.000 m etreden alçak alan­
tüccarların buluştuğu önemli bir ticaret m er­ lara rastlanır. Sivas ili topraklarının yaklaşık
keziydi. Zenginleşmesi, bilim ve kültür yaşa­ yarısı dağlık alanlardan, öteki yarısı da yük­
mı açısından da gelişmesine yol açtı. 1217’de sek yaylalardan oluşur. Yükseltisi fazla olm a­
yaptırılan İzzeddin Keykâvus Darüşşifası, bir yan, ova denebilecek düzlüklerin kapladığı
sağlık kurumu olmasının yanı sıra tıp dersleri­ alan ise çok azdır.
nin verildiği bir yüksekokuldu. K entte yeni Sivas ilinin kuzey kesimini Kuzey A nadolu
cami, misafirhane ve hanlar yapıldı; m edrese, Dağları (bak. K u zey A na d o lu Da Gl a r i ) , doğu
kitaplık, zaviye ve im aretler kuruldu. 13. kesimini Doğu Toroslar (bak. TOROSLAR),
yüzyılda başlayan Moğol saldırılarından ka­ güney kesimini de O rta Toroslar engebelendi-
çan dönemin bazı ünlü bilim adamlarının rir. Karadeniz Bölgesi sınırlarının içinde ka­
sığındığı Anadolu kentlerinden biri de Sivas’ lan kuzey kesimdeki başlıca yükselti, doruğu
tı. M evlana’nın (bak. M ev la n a ) babası Baha- 2.812 m etreye erişen Köse Dağı’dır. Sivas
eddin V eled’in Konya’ya yerleşmeden önce ilinin güney ve güneydoğusunda yer alan bazı
bir süre Sivas’ta kaldığı bilinir. E retna Beyli- toprakları Doğu Anadolu Bölgesi’nin sınırları
ği’ne bir süre başkentlik yapan kent, Kadı içinde kalır. Bu kesimdeki başlıca yükselti
Burhaneddin D evleti’nin de merkeziydi. Yama Dağı’dır (2.735 m etre). Bu kütle,
Osmanlı dönem inde yöre halkı Erm eni, Karasu-Aras Dağları adıyla tanınan Doğu
Rum , Kürt ve T ürkm enler’den oluşuyordu. Toroslar’ın bir parçasıdır. İlin batı kesimini
19. yüzyıl sonlarına doğru Kafkasya’dan gelen engebelendiren başlıca dağ dizileri Çamlıbel
Çerkez göçmenlerin bir bölümü Uzunyayla’ ve İncebel dağları ile A kdağlar’dır. Tecer
ya yerleştirildi. Y örede yaşayan Müslüman Dağları ilin orta kesiminde, güneybatı-
halkın bir bölümü günümüzde de olduğu gibi kuzeydoğu doğrultusunda uzanır. Sivas ilinin
Alevi’ydi (bak. ALEVİLİK). Eskiden Aleviler en yüksek noktası, Kızıldağ’da 3.025 metreye
başlarına “taç” denen kırmızı bir sarık giydik­ erişen Peynirlitepe’dir. Kızıldağ, İç Anadolu
lerinden, halkın öteki kesimleri tarafından Bölgesi’nin en doğudaki topraklarını oluştu­
“kızılbaş” adıyla anılırlardı. rur. İlin önemli bir bölümünde yükselti yakla­
şık 1.500 m etre dolayında olduğundan dağla­
Doğal Yapı rın çoğu fazla yüksekmiş gibi görünmez.
Sivas ili A nadolu’nun en dağlık ve engebeli Kuzey kesimde ise bu görüntü bozulur. D o­
kesim lerinden birinde yer alır. Yalnızca bazı rukları 2.800 ve 3.000 metreyi aşan yükseltile­

İsa Çelik

Sivas kenti Kızılırmak


vadisinin kuzey
kesiminde
SİVAS 263

rin yer aldığı bu kesimdeki dağlık alanlardan alan Sivas’ta il m erkezine düşen yağışın yıllık
biraz kuzeye doğru gidilince 800 m etre yük­ ortalam a miktarı 500 milimetreyi bulmaz.
seklikteki Kelkit vadisine inilir. Sivas ili en az yağışı yazın alır. Karla örtülü
Sivas ilinde hayvancılık açısından büyük olduğu süre yılda ortalam a iki ayı geçen
önem taşıyan yüksek düzlükler geniş alanları Sivas’ta kışın —30°C’nin altına düşen soğukla­
kaplar. Bu dalgalı düzlüklerin başlıcaları, ra, yazın da 35°C’yi aşan sıcaklara rastlanır.
doğu kesimi il sınırları içinde yer alan Uzun- Sivas orm an açısından ülkemizin en yoksul
yayla ile Sivas kentinin kuzeyindeki M eraküm illeri arasında yer alır. Orm anları büyük
Yaylası’dır. Orm an örtüsünden yoksun oldu­ ölçüde yok edilmiş olan Sivas ilinde doğal
ğundan şiddetli bir aşınıma uğrayan bu yayla­ bitki örtüsü bozkır (step) görünüm ündedir.
ların deniz düzeyinden yüksekliği yaklaşık Kuzey ve batı kesimindeki dağlık alanlarda
1.500 m etre kadardır. Üstünde bazı dağlar yer yer sarı çam ve ardıç topluluklarına,
yükselen Uzunyayla ile M eraküm Y aylasın­ akarsu boylarında da kavaklara rastlanır.
daki akarsu vadilerinde yükselti daha azdır.
Sivas ili topraklarından kaynaklanan sular Tarih
büyük akarsulara katılarak Karadeniz, Basra Bu topraklardaki ilk yerleşim yerlerinin günü­
Körfezi ve A kdeniz’e ulaşır. Kuzey kesimin­ müzden 7.500 yıl önce başlayan Bakır Çağı’n-
den doğan suları Karadeniz’e taşıyan başlıca da (Kalkolitik Çağ) kurulduğu bilinmektedir.
akarsu Yeşilırmak ve bu kesimden aşağı İÖ 2000’li yılların ortalarında H attiler’in yur­
yukarı doğu-batı doğrultusunda geçen Kelkit du olan topraklar arasında yer alan Sivas, İÖ
Irm ağı’dır. Bu ırmağın genel olarak Çoruh- 17. yüzyılda Eski Hitit D evleti’ne (bak. HİTİT'­
Kelkit Vadi Oluğu adıyla bilinen vadisi, Doğu LER) bağlıydı. İÖ 7. yüzyıla kadar H ititler’in
Karadeniz Sıradağlarının bir bölümü il sınır­ hüküm sürdüğü yöre, daha sonra Kim merler
ları içinde kalan kıyı dağları ile iç sıralarını ile İskitler’in saldırısına uğradı. İÖ 6. yüzyılda
birbirinden ayırır. Karadeniz’e dökülen M elet Lidy ahlar Ta bir antlaşma yapan Medler, Kızıl-
Çayı’nın başlangıç kolları da bu kesimden ırm ak’ın doğusundaki toprakları egemenlik­
çıkar. Tüm çığırı ülkemiz topraklarında olan leri altına aldılar. Pers yönetimi sırasında
Kızılırmak (bak. KIZILIRM AK), Kızıldağ’ın ya­ Kapadokya Satraplığı’nın sınırları içinde yer
m açlarından kaynaklanarak Sivas ilinde aşağı alan Sivas yöresi, Büyük İskender’in A nado­
yukarı kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda lu’yu M akedonya Krallığı’na bağladığı sırada
akar. Kızılırmak’a il sınırları içinde katılan kurulan Kapadokya Krallığı’nın (bak. K a p a -
başlıca akarsular Tavra ve Tecer sularıdır. DOKYA) yönetimine girdi. D aha sonra Pontos
Fırat Irm ağı’nın (bak. FIRAT I r m a ğ i ) önemli Krallığı ve bir süre de II. D ikran’ın deneti­
kollarından biri olan Karasu Irm ağı’na katılan minde kalan yöre, İS 17’de Rom a İm parator­
Çaltı ve Tohm a suları ile Kuruçay il toprakla­ lu ğ u n a bağlandı. Yöre bir süre Rom alılar ile
rından kaynaklanır. A kdeniz’e dökülen Cey­ Partlar arasında el değiştirdi. 11. yüzyılda
han ve Seyhan ırm aklarının bazı başlangıç D İA T E K
kolları da il topraklarından çıkar. Sivas ilinde
yer alan başlıca göller Kızılırmak vadisinin
kuzeyinde, Zara ile Hafik arasında yer alır.
Genellikle Hafik Gölleri adıyla anılan ve
alçıtaşından (jips) oluşan arazide yer alan
çukurlukların içinde suların birikmesi sonu­
cunda ortaya çıkan bu göllerin suları tuz­
ludur.
Kuzey ve güney kesimdeki bazı kuytu
alanlarda Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinin
yumuşak ikliminin etkileri duyulursa da, Si­
vas ili genel olarak sert bir kara ikliminin
etkisi altında kalır. En çok ilkbaharda yağış Sivas'taki Gök Medrese.
264 SİVAS

Çifte Minareli
Medrese (solda); Kale
Camisi (arkada);
İzzeddin Keykâvus
Darüşşifası (önde).

Melih Akgül

Bizans İm paratorluğum un Seoasteia Thema- Savaşı tarihinde önemli bir yeri vardır (bak.
sı’nın (yerel yönetim birimi) sınırlan içinde E rzurum ve S îvas K o n g r e l e r î ).
yer alan yöreye bu yüzyılın ortalarında T ürk­
m enler gelmeye başladı. 1071’den sonra doğu Ekonomi
kesimi M engücükler, öteki kesimleri Daniş- Kışları kar yağışlı, sert ve uzun geçen, bunun
m endliler tarafından yönetilen yöre, 12. yüz­ yanı sıra topraklarının engebeli olması ve
yılda Anadolu Selçuklu D evleti’nin egemenli­ şiddetle aşınıma uğraması nedeniyle ekime
ğine girdi. A nadolu Selçukluları yönetiminde elverişli alanları kısıtlı olan Sivas ilinde halkın
önemli bir bölümü bayındır bir yöre haline önemli bir bölümü geçimini hayvancılıktan
gelen Sivas, İlhanlı, E retna Beyliği ve Kadı sağlar. Çok m iktarda koyun yetiştirilen Sivas’
Burhaneddin Devleti yönetiminden sonra Ti­ ta sığırcılık da yapılır. Elde edilen başlıca
mur tarafından büyük bir yıkıma uğratıldı; hayvansal ürünler et, süt, yün ve deridir. Bu
Moğol askerleri binlerce SivaslI’yı kılıçtan ürünler yöredeki bazı işletmelerde işlenerek
geçirdi. 15. yüzyıl başlarında Osmanlı Devle­ değerlendirilir. Yaygın olarak arıcılık da yapı­
ti’nin topraklanna katılan Sivas yöresi, lan Sivas ilinde önemli m iktarda bal elde
1472’de bu kez Akkoyunlular tarafından yağ­ edilir.
malandı. 16. yüzyıl başlarında yöreyi de Yetiştirilen başlıca bitkisel ürünler buğday,
etkileyen bir ayaklanma Yavuz Sultan Selim şekerpancarı, arpa, patates, çavdar, yulaf,
tarafından, çoğu Sivaslı olmak üzere 40 bin kavun ve karpuzdur. Yüzölçümü açısından
Alevi’nin katledilmesiyle bastırıldı. Celali Konya ve A nkara’dan sonra ülkemizin üçün­
Ayaklanm aları (bak. CELALİ AYAKLANMALARI) cü büyük ili olan Sivas’ta toplam ekili alanlar
ve kıtlıklardan Osmanlı dönem inde en çok 1985 verilerine göre il topraklarının yüzde
zarar gören yörelerden biri de Sivas’tı. B u­ 16’sını kaplar. Oysa bu oran Konya ilinde
günkü il toprakları 19. yüzyıl sonunda Sivas yaklaşık yüzde 40, A nkara ilinde de yüzde
vilayetinin sınırları içindeydi. O zamanlar 38’dir. 1987’de üretilen buğday miktarı ise
Amasya, Tokat ve günüm üzde G iresun’a K onya’da 1,8 milyon ton, A nkara’da 1,7
bağlı olan Şebinkarahisar (Karahisar-ı Şarki) milyon tonken, Sivas’ta 460 bin tonu bile
bu vilayetin sancaklarıydı. I. Dünya Savaşı’n- bulmuyordu. Başlıca tarımsal kuruluşlar olan
dan sonra başlayan işgallere karşı ulusal Hafik ve Ulaş tarım işletmelerinin yaptığı
direnişin ilk adım larından birinin atıldığı yer çalışmalara karşın hayvansal ve bitkisel üre­
olması bakım ından Sivas kentinin Kurtuluş timde yeterli gelişme sağlanamamıştır. Bunun
SİVAS 265

yanı sıra sanayi kuruluşlarının da yeterli günümüzde de canlılığını koruyan Alevi kül­
düzeyde olmaması nedeniyle Sivas ilinde nü­ türünün başlıca ürünlerindendir. Cum huri­
fus artış hızı genel olarak çok düşüktür. yetten sonra laikliğin (bak. L a İkl İk ) benim ­
Sivaslılar’ın bir bölümü yeni iş olanakları senmesi, Aleviler’in üzerindeki baskıların ha­
bulmak um uduyla ya yurtdışına gider ya da fiflemesi açısından da büyük önem taşır.
büyük kentlerimize göç eder. 19. yüzyıl sonlarında Sivas yöresinde birçok
Sivas ilindeki en önemli sanayi kuruluşu, Müslüman ve Hıristiyan okulu vardı. Bu
Devlet Dem iryolları İşletm esi’ne (TCD D) okullarda 20 binden fazla çocuk eğitim görü­
bağlı olan ve vagon üretiminin yanı sıra çeşitli yordu. Bunlardan başka Sivas’ta Amerikalılar’
döküm ler yapan, beton travers üreten fabri­ m ve Fransızlar’ın okulları da vardı. G ünü­
kalardır. Bundan başka et ve süt ürünleri, un müzde Sivas ilinde yüksek düzeyde başlıca
ve unlu ürünler, dokumacılık ürünleri, yem, eğitim ve kültür kurum u Cum huriyet Üniver-
yedek parça, m etal eşya, çim ento, tuğla ve sitesi’dir.
kiremit üreten fabrikalar da vardır. Küçük Sivas ilinin geleneksel el sanatları dokum a­
sanayi etkinliği ise oldukça yaygın ve canlıdır. cılık, bakırcılık, çubukçuluk ve bıçakçılıktır.
Sivas ili yeraltı kaynakları açısından olduk­ Sivas’ta halı ve kilim dokumacılığının geçmişi
ça zengindir. İl topraklarında gümüş, demir, Selçuklular’a dayanır. Sivas halılarının başlıca
linyit ve manganez cevheri yatakları vardır. özelliği sık dokulu ve tümüyle yün olmasıdır.
Ülkemizin demir cevheri gereksiniminin E n az 12 rengin kullanıldığı bu halılar günü­
önemli bir bölümü Divriği’deki yataklardan müzde de Selçuklu motifleriyle süslenir. D a­
karşılanır. ha çok siyah ve kırmızı renklerin egemen
Sivas ülke ulaşımında önemli bir konum u olduğu Sivas kilimlerinde geom etrik desenler
olan illerimizdendir. Başlıca yerleşme m er­ kullanılır. Eskiden özellikle G ürün’de geliş­
kezlerini birbirine bağlayan kara ve demiryol­ me göstermiş olan çorap örücülüğü yaygınlığı­
ları il topraklarından geçer. nı yitirm ektedir. Bu çoraplarda kullanılan
başlıca m otifler “yârimi eller aldı” , “eli m ek­
Toplum ve Kültür tuplu” , “âşık kirpiği” ve “gönül kilidi” adla­
Eskiden beri ulaşım ve ticaret açısından rıyla anılır. Bakırcılık eski önemini yitirmiş
önemli bir konum da olmasının yanı sıra tarihi durum dadır. Sigara ağızlığı yapımcılığına “çu­
boyunca birçok yönden gelen değişik halkla­ bukçuluk” denir. Çubukçuluk günümüzde
rın kültüründen etkilenen bir yöre olan Sivas, turistik açıdan değer taşır. Eskiden kılıççılığın
güçlü devletlerin ele geçirmek için savaştığı yaygın olduğu yörede daha sonraları çakı ve
başlıca alanlardandı. Birçok kez yağmalana­ bıçak yapımcılığı gelişmiştir. Sivas’ın siyah
rak yıkıma uğramasına karşılık sonradan gene kemik saplı bıçakları ünlüdür.
kendisini toparlayan Sivas, Osmanlı döne­ Ünlü halk şairi Âşık Veysel (bak. ÂŞIK
m inde önce eyalet, sonra da vilayet merkezi V ey sel ) ile tanınmış şairlerden Haşan H üse­
olarak önemini korudu. A m a gerek devletin, yin (Korkmazgil) Sivas ili doğumludur.
gerek yerel yöneticilerin halkı ağır bir vergi
yükü altında bıraktığı Sivas’ta zaman zaman İl Merkezi: Sivas
tüm A nadolu’yu da etkileyen ayaklanmalar Kentin bilinen en eski adı K aberia ya da
çıktı. Bazı dönem lerde görülen kıtlıklar nede­ K abeira’dır. D aha sonra “tanrı Z eus’un ken­
niyle büyük güçlükler çeken Sivaslılar din ve ti” anlam ında Diopolis ve “büyük ken t”
m ezhep ayrımcılığı nedeniyle uygulanan bas­ anlam ında Megalopolis adlarıyla anıldı. R o­
kılardan da çok zarar gördü. Aleviler kendile­ ma dönem inde verilen Sebasteia adının anla­
rine özgü bir yaşama biçimi içinde kaldılar ve mı “im paratorun kenti”ydi. Megalopolis-
kendilerine özgü bir kültür geliştirdiler. Bu Sebasteia olarak da adlandırılan kentin bu­
baskılardan çok zarar gören yörenin en günkü adının Sebasteia’dan kaynaklandığı
acılı günlerinin yaşandığı 16. yüzyılda bu sanılmaktadır.
kesimin sözcülüğünü üstlenmiş olan Pir Sul­ Stratejik açıdan önemli bir konum a sahip
tan A bdal’ın (bak. PİR Sulta n A b d a l ) şiirleri, olması nedeniyle eskiden devlet, eyalet ve
266 SİVAS KONGRESİ

Nezih Başgelen
Üstte: Divriği Ulucamisi ve Darüşşifası.
Solda: Divriği Kalesi ve çevresinden bir görünüm .

Ara Güler

vilayet merkezi olarak seçilmiş olan Sivas 1939’da II. Dünya Savaşı çıktığında daha
kenti, ilin orta kesiminde yer alır. İç Anadolu etkili savunma önlem leri alındı. Özel sivil
Bölgesi’nin doğu kesimindeki önemli bir tica­ savunma birlikleri oluşturuldu. Sivil savun­
ret, hizmet ve kültür merkezi olma özelliğini macılar hava saldırılarında halka yardım,
koruyan kent, Kızılırmak vadisinin kuzey kurtarm a, ilkyardım ve bom bardım an sonucu
kesiminde, Tavra Suyu’nun iki kıyısında geliş­ çıkan yangınların saptanm ası ve söndürülmesi
miştir. Karadeniz, Doğu A nadolu, G üneydo­ konularında eğitildi. Çocuklar bom balanan
ğu A nadolu, Akdeniz ve İç A nadolu bölgele­ kentlerden alınarak kırsal yörelere götürüldü.
rindeki başlıca m erkezleri birbirine bağlayan Kesin karartm a zorunlu kılındı; zehirli gazla­
kara ve demiryolları kentten geçer. Ulaşım ra karşı korunm a için gaz maskeleri dağıtıldı;
açısından en önemli yol, doğuda G ürbulak sı­ hüküm etçe hazırlanan filmler ve ilanlar aracı­
nır kapısından gelip batıda A nkara’da E-5 lığıyla halka hava saldırısı sırasında ne yapıla­
Karayolu’yla kesişen E-23 Karayolu’dur. Ken­ cağı öğretildi.
tin kuzeybatısında bir havaalanı da vardır. II. Dünya Savaşı’nda kullanılan bom balara
Kentin nüfusu 198.553’tür (1985). karşı yeraltında, özel olarak yapılmış yeraltı
sığınaklarında, m etro istasyonlarında ve bina­
SİVAS KONGRESİ bak. E r z u r u m v e S îvas ların bodrum larında korunm ak olanaklıydı.
K o n g r e le r i. A m a daha sonra çıkan nükleer savaş tehdidi
büyük bir sorun oluşturdu. Tek bir atom
SİVİL SAVU NM A. Savaş zam anında, silahlı bombasının yıkıcı etkisi binlerce güçlü bom ­
kuvvetlerde görevi olmayan yurttaşları koru­ badan çok daha fazlaydı. Üstelik, böyle bir
m ak için önlem alınması gereklidir. 20. yüzyı­ patlam a yalnızca çok büyük sıcaklık ve şok
la ve savaş uçaklarının ortaya çıkışına kadar, dalgası yaymakla kalmaz, radyoaktif toz bu­
savaşan ülkelerin yurttaşları genellikle ülkeleri lutları oluşturur, bu da rüzgârla taşınarak çok
işgal edilmedikçe savaştan zarar görmezlerdi. büyük bir alanda insanların ölümüne yol
I. Dünya Savaşı’nda kasabaların ve kentlerin açabilirdi. Bir nükleer saldırıda kentler bütü­
üzerinde ilk bom bardım an uçakları belirdi­ nüyle yok olabilirdi. Bu durum da II. Dünya
ğinde ise durum değişti ve sivil savunma Savaşı’nda başarıyla uygulanan sivil savunma
önlem lerinin gerekli olduğu görüldü. Am a ilk önlem lerinin çok az yararı olacaktı. Kentlerin
sivil savunma önlem leri sınırlıydı. H alka hava karartılm ası da bir saatte binlerce kilometre
saldırılarına karşı uyarıda bulunularak sığı­ yol alabilen uzun menzilli güdümlü füzelere
naklara girmeleri bildirilir ve kısmi karartm a karşı yeterli bir savunma sağlayamıyordu.
uygulanırdı (karartm a, düşman uçaklarının Böyle bir sorunla karşılaşılınca, bazı hükü­
hedefini bulmasını güçleştirmek için geceleri m etler sivil savunmaya para harcamanın hiç­
yapı, cadde ve araçların bütün ışıklarının bir yararı olmadığı kararm a vardı. Örneğin
söndürülmesi ya da gizlenmesidir). İngiltere’de hüküm eti ve çeşitli bölgesel ka­
SİVRİSİNEK 267

rargâhları korum a planları bulunmasına kar­


şın sivil savunma birlikleri 1968’de dağıtıldı.
Ö bür ülkelerde halkın korunması için daha
geniş kapsamlı önlem ler alınması yoluna gi­
dildi; hava saldırısına karşı sığınaklar yapıldı.
İnsanlar bu sığınaklara girdikten sonra dı­
şarıda güvenlik sağlanıncaya kadar günlerce
ya da haftalarca buralarda yaşamak zorunda
kalacağı için sığınaklarda temiz hava dolaşı­
mının sağlanması, bol m iktarda yiyecek, su ve
yakıtın bulunması gerekm ektedir.
Türkiye’de sivil savunma önlemlerinin ge­
rekliliği ilk kez II. Dünya Savaşı’nda fark
edildi ve savaşa girilmediği halde bazı kentler­
de karartm a uygulandı. 1958’de ise Sivil
M üdafaa Kanunu çıkarılarak yasal düzenle­
m eler yapıldı. İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir
Sivil Savunma G enel M üdürlüğü kurularak Jane Burton!Bruce Coleman
sivil savunma hizmetlerinin örgütlenmesi, S ivrifareler orm anlık yerlerde yaşayan, çok hareketli
planlanması, personelin eğitimi ve halkın sivil ve kavgacı hayvanlardır.
savunma konusunda bilgilendirilmesi bu ku­
ruluşun yetki ve sorum luluğuna verildi. Akdeniz çevresindeki ülkelerde rastlanan
T ürkiye’de yasa uyarınca askerlikle ilgili bir
cüce sivrifare (Suncus etruscus) yeryüzünün
görevi olmayan 15-65 yaşları arasındaki bütün en küçük memeli türüdür. Uzunluğu kuyru­
yurttaşlar sivil savunma hizm etlerinde görev­ ğuyla birlikte 6 cm, ağırlığı yalnız 2 gramdır.
lendirilebilir. Sivil savunma görevlileri barış Sivrifarelerin kuzey yarıkürede ve Güney
zamanı düzenlenen bütün eğitim ve uygula­ A m erika’nın kuzeybatısındaki dağlarda yaşa­
m alara katılmak zorundadır. Sivil savunma yan yaklaşık 300 türü vardır. Bunların çoğu
görevlileri, başka bazı ülkelerde de olduğu yerde, yaprak döküntüleri arasında, bazıları
gibi yalnızca savaş zam anında değil deprem kazdıkları oyuklarda yaşar. Kuzey A m erika’
gibi doğal afetler sırasında da göreve çağırılır.da görülen Kuzey su sivrifaresi (Sorex palus-
tris) gibi pek azı suya da girer. Suyun altında
SIVRIFARE. Soreks adıyla da tanınan sivrifa- iyi yüzebilen bu hayvan, postunun kılları
reler uzun burunları dışında farelere oldukça arasında kalan hava nedeniyle, durduğu an
benzer. Am a birer kemirici memeli olan m antar gibi yüzeye çıkar.
farelerle takım düzeyinde bile akraba olm a­ Küçük yapılı olm alarına karşın sivrifareler
yan bu hayvanlar memelilerin böcekçiller çok yırtıcı ve kavgacıdır. Kavga sırasında kes­
( Insectivora) takım ında yer alır. kin dişlerini kullanır, başka fare ya da sivrifa-
Sivrifarelerin küçük gözleri, sık tüylü post­ releri görmesiyle saldırması bir olur.
ları ve oldukça kısa kuyrukları vardır. G enel­ Ağaç sivrifareleri Güneydoğu A sya’daki
likle güçlü bir kötü koku yaymaları sayesinde sık orm anlarda yaşayan, sincaba benzer hay­
memelileri kendilerinden uzak tutsalar bile, vanlardır. Bazı bilim adamları ağaç sivrifare-
yılanlara ve yırtıcı kuşlara yem olurlar. Sivri- lerini gerçek sivrifarelerle birlikte böcekçiller
fareler böceklerin yanı sıra solucanları da yer arasında sınıflandırırken öbürleri m aym unla­
ve zamanlarının çoğunu beslenm ekle geçirir­ ra daha yakın olduklarını düşünm ektedirler.
ler. Y eteri kadar yiyebilecekleri besin buluna­ Ağaç sivrifareleri yerde de yaşar, böcek ve
m adığından, bakım altında yaşatılmaları he­ meyvelerle beslenirler.
men hem en olanaksızdır. Bazıları kurbanları­
nı hareketsiz bırakacak zehirli bir tükürük SİVRİSİNEK. Sivrisinekler çiftkanatlılar
salgılar. (Diptera) takımının kan emici üyeleri arasın­
268 SİVRİSİNEK

da yer alır. Erişkin sivrisineğin, pullarla kaplı kanlarını emer. Dişi sivrisineğin hortum de­
gövdesi gibi duyargaları, bacakları ve ağız nen uzun ağız parçası bir emme borucuğunu
parçalarını saran hortum u da ince ve uzun çevreleyen delici organları taşır. Sivrisinek
yapılıdır. Büyük bölümünün kanatlarındaki ısırdığında, kana emmesini kolaylaştırıcı bir
dam arların üstünde kilsi pul saçaklar bulunur. sıvı karıştırır. Bu sıvı m ikropların da kana
Dişilerin uzun duyargalarında kıllı halkalar girmesine ve sıtma gibi hastalıkların bulaşm a­
vardır. Erkeklerin duyargaları ise tüysü bir sına yol açar. Erkek sivrisinekler ve bazen de
yapı kazanmıştır. dişiler bitki özsularıyla beslenir.
Sivrisinekler Kuzey Kutup Bölgesi’ne ka­ Anofel ya da sıtma sivrisineği adlarıyla
dar yeryüzünün hemen her yerinde yaşar. tanınan Anopheles cinsinin birçok türü salgın
Uzun yıllar sivrisineklerle ilgili olarak, insan­ halinde ortaya çıkabilen sıtma hastalığının
ları ısırdıkları ve deride kaşıntılı kabarcıklara yayılmasından sorum ludur. Anofelin kanatla­
yol açtıkları dışında pek az şey biliniyordu. rında siyah benekler vardır. Dinlenm e konu­
İskoçyalı doktor Patrick M anşon 1878’de m unda hortum , baş ve gövdeleri aynı doğ­
bazı sivrisinek türlerinin sıcak ülkelerde fil rultuda, ama kondukları yüzeyle açı yapacak
hastalığına neden olan küçük solucanları biçimdedir. Sarıhum ma hastalığını bulaştıran
taşıdıklarını ortaya çıkardı. Aynı yüz­ Aedes cinsi sivrisineklerin bacaklarının çevre­
yılın sonlarına doğru Ingiliz Ronald Ross ve sinde ve sırtında beyaz çizgiler vardır.
İtalyan Giovanni Grassi sıtma denen hastalı­ Yeryüzünün neresinde olursa olsun, sivrisi­
ğın m ikroplarını da sivrisineklerin taşıdığını nekler yaşamlarına genellikle tatlı sularda
kanıtladılar. D aha sonra W alter Reed yöneti­ başlar. Dişi, sayıları 40-400 arasında değişen
minde A B D ’li bir araştırmacılar grubu sarı- yum urtalarını bazen tek tek, bazen de küm e­
hum ma hastalığını bulaştıran bazı sivrisinek ler halinde durgun sulara ya da kurak yerler­
türlerini saptadı. (.Ayrıca bak. SARIHUMMA; deki su birikintilerine bırakır. Bir hafta içinde
SITM A.) yum urtadan çıkan küçük, bacaksız larvalar
Sivrisineklerin yalnız dişileri insanları ısırıp solucan gibi kıvrıla kıvrıla hareket eder.
Yalnız birkaç türün larvası suyun içinde soluk
CULEX Su Yüzeyi
alabilir. Ö bürleri yüzeyde kalarak arka uçla­
Solunum rında bulunan solunum boruları sayesinde
Boruları
soluk alırlar. Bazı larvaların başında bulunan
ve fırçayı andıran tüysü yapılar besin tanecik­
lerini ağza yöneltme işlevi görür. Bazı larvalar
Larva Larva ise öbür larvaları yiyen yırtıcılardır. Larvalar
Su Yüzeyi
büyüdükçe deri değiştirir ve yeterli olgunluğa
Solunum
Boruları
ulaşınca, başkalaşmaya uğrayıp erişkinlere
dönüşm ek üzere pupa evresine girerler.
Sivrisinek pupaları soluk alabilmek için
suyun yüzeyine yakın dururlar. Hareketli
olm akla birlikte beslenmezler. Birkaç gün
sonra yarılan pupa derisinden erişkin biçimini
Dinlenme Konumundaki
Erişkinler almış sivrisinekler çıkar. Erişkinler üreme
işlevini yerine getirir ve genellikle birkaç
haftada ölürler.
Sivrisineklerin bol olduğu yerlerde uyuyan
insanlar yataklarının çevresini cibinlik denen
Sivrisineklerin yaşam çevrim indeki larva ve pupa
evreleri suda geçer. Pupa evresinde başkalaşmaya tül perdelerle örterek korunurlar. Ürem e
uğrayarak kanatlı erişkinlere dönüşen sivrisinekler ortam larının kurutulm ası, çevre temizliğine
kanla ya da bitki özsularıyla beslenir. Çizimde önem verilmesi de sivrisineklerin azalmasını,
değişik gelişim evrelerindeki C u le x ile sıtma
hastalığını bulaştıran A n o p h e le s cinslerinden yerleşim birimleri çevresinde giderek yok
sivrisinekler gösterilm iştir. olmasını sağlam aktadır. Ayrıca sivrisinek
SİYAH AMERİKALILAR 269

öldürücü böcek ilaçları ve sivrisinek uzaklaştı­


rıcı kimyasal m addeler sivrisineklere karşı
yaygın biçimde kullanılmaktadır.

SİYAH AMERİKALILAR, Afrika kökenli


ABD yurttaşlarıdır. Beyazlar 15. yüzyılın
sonunda Am erika kıtasına ayak bastığında bu
topraklarda hiç Siyah insan yoktu. Günüm üz­
de A BD nüfusunun yaklaşık 26,5 milyonunu,
yani yüzde 12’sini Siyahlar oluşturur.
1980’lerin başlarında Siyahlar’ın neredeyse
yarısı Güney eyaletlerinde yaşıyordu ve do­
kuz büyük kentte Siyah nüfus çoğunluktaydı
Mary Evans Picture Library
(bak. A m erik a B irleşik D e v l e t l e r î ).
ABD'de Siyah köleler en çok Güney'e yerleştirildi ve
1619’da bir Felem enk gemisiyle Kuzey pam uktarlalarında çalıştırıldı.
A m erika’ya getirilen ilk Afrikalı köleler Vir-
ginia’daki İngiliz kolonisine satıldı. Başlangıç­
ta ev hizmetleri gören kölelerin büyük çoğun­ köle emeğinin tarım ürünlerine katkısının
luğu çok geçmeden tütün ve pam uk tarlaların­ 136.505.000 doları bulduğu sanılmaktadır. Bu
da çalıştırılmaya başlandı (bak. KÖLELİK). m iktarın en büyük bölüm ünü yaklaşık 98 bin
Kölelere gereksinim arttıkça köle tüccarları dolarla pam uk oluşturuyordu.
işi büyüttü. 1681’de Virginia’da yaklaşık
2.000 köle varken, 19. yüzyılın ortalarında bu Özgürlük Koşulları
sayı 4 milyonu aşmıştı. Bir kölenin özgürlüğünü kazanm a olasılığı
Bir köle alınıp satılabilir, borç karşılığı büsbütün yok sayılamazdı. Ö rneğin, olağan­
başkasına devredilebilir, ailesinden k o p a rta ­ üstü bir özveride ya da hizmette bulunmuş
bilir, karısı ve çocukları başkasına satılabilir­ bazı kölelerin azat edildiği görülürdü. Ölüm
di. Köleler mülk edinem ezdi, seçme ve seçil­ döşeğindeki bazı köle sahiplerinin kölelerine
me hakları yoktu, okum a yazma öğrenm eleri özgürlüklerini bağışladığı da görülürdü. Bazı
yasaktı, beyazlarla ilgili davalarda tanıklık köleler çalışarak artırdıkları parayla kendile­
edemez, devlet m em uru olamaz, kısaca insan rinin ya da karılarıyla çocuklarının özgürlüğü­
yerine konmazlardı. nü satın alabilirdi. Bir başka seçenek de
ölümü göze alarak kaçmaktı. Bu yollarla
Tarım Emekçisi Siyahlar özgürlüğe kavuşan Siyahlar’ın sayısı 1790’da
1793’te Eli W hitney’nin çırçır makinesini bul­ 59.311’i, yani toplam Siyah nüfusun yüzde
ması pam uk üretiminin hızlanmasına yol açtı, 8’ini bulmuştu.
öteki tarım ürünleri arka plana itilerek, köle­ Ne var ki, bu Siyah insanlar özgür olsalar
cilik G üney’de iyiden iyiye kurumsallık ka­ bile gene de beyazların yararlandığı haklara
zandı. Köleliğin merkezi, Virginia ve öbür sahip değildi. Oy kullanamaz, beyazların da­
eyaletlerdeki tütün tarlalarından Güney Ca- valarında tanıklık edemez, beyazlarla evlene-
rolina, G eorgia, A labam a ve Mississippi’deki mezdi. Parası varsa kendi işini kurm akta
pam uk tarlalarına kaydı. Kölelerin çocukları özgürdü ve ev sahibi olabilirdi. A B D ’de
da köle olarak doğuyordu. Siyah nüfus 1787’de Ohio Irm ağı’nın kuzeyindeki kesim­
1830’da 2.300.000 iken 1860’ta 4.400.000’e de köleliğe son verilmiş, 1804’teyse bütün
ulaştı. Kuzey eyaletlerinde kölelik kaldırılmıştı.
G üney’deki pam uk, tütün, pirinç ve şeker­ 1808’de Başkan Thom as Jefferson’ın önerisiy­
pancarı üretim inde çok sayıda tarım işçisine le köle ticareti yasaklandı. Oysa tarımın köle
gereksinim vardı. Bu ürünlerin en önemlisi ve emeğine dayandığı Güney eyaletlerinde du­
en çok özen isteyeni pam uktu. Ö teki ürünler rum böyle değildi. Köle ticareti bu yasaktan
daha az bakım la yetiştirilebiliyordu. 1850’de sonra da sürdü.
270 SİYAH AMERİKALILAR

ABD postaları her yıl "Black Heritage" (Siyah Miras) dizisinden bir pul çıkarır. Bu dizide anılan büyük Siyah
A m erikalılar arasında (soldan sağa) Yeraltı D em iryolu Ö rgütü'nün kahramanı Harriet Tubman, astronom i
bilgini ve m atematikçi Benjamin Banneker, yurttaşlık hakları öncüsü VVhitney Moore Young, beyzbol
oyuncusu Jackie Robinson, besteci Scott Joplin, tarihçi Carter Godvvin VVoodson, öğretm en Mary McLeod
Bethune, yurttaşlık ve kadın hakları savaşçısı S ojourner Truth da bulunur.

Kuzey’de yaşayan özgür Siyahlar da çeşitli ney C arolina’da pam uk tarlalarında ve evler­
kısıtlamalarla karşı karşıyaydı. Beyazlar ile de çalışan tüm köleleri özgürleştirmek am a­
Siyahlar’ın okulları aynydı. Siyah çocukların cıyla 1822’de bir ayaklanma örgütledi. Sayılar
gittiği okullar gerekli donanım dan yoksun, kesin olm am akla birlikte, bu ayaklanmaya
eğitim olanakları sınırlıydı. Birçok meslek 9.000 Siyah’ın katıldığı sanılmaktadır. Ne var
dalı da Siyahlar’a kapalıydı. Eğlence yerleri, ki, bir ihbar üzerine olay daha başlamadan
kiliseler, lokantalar, parklar, hatta m ezarlık­ sorum luları tutuklandı. Vesey de içinde ol­
lar ayrı ayrıydı. Beyazların olduğu hem en mak üzere 35 kişi asıldı, 32 kişi sürgüne
hiçbir toplantı yerine Siyahlar giremezdi. gönderildi. Siyahlar’a yardım ettikleri gerek­
Özgür kölelerin sayısının artması G üney’de çesiyle dört beyaz da çeşitli hapis cezaları
ve Kuzey’de tartışm alara neden oluyordu. aldı.
A frika kökenli A m erikalılar’ın A frika’da Li­ Virginia’da varlıklı bir plantasyon sahibinin
berya’ya yerleştirilmesi gibi tasarıların da kölesi olarak doğan N at Turner (1800-31) da
sonuç vermeyeceği anlaşılmıştı (bak. Lİ­ Vesey gibi kendi kendini yetiştirmişti. 20
BERYA). yaşındayken bir başka toprak sahibine satıldı.
1831’de bir kez daha satılarak bir zanaatkârın
İlk Ayaklanmalar kölesi oldu. T anrı’nın onu Siyahlar’ı kurtar­
A BD tarihinde ilk büyük köle ayaklanmasına m akla görevlendirdiği inancında olan T urner,
önderlik eden Gabriel Prosser (yaklaşık 1775- 1831 Ağustos’unda güvendiği yedi köleyle
1800) ikinci kuşaktan köle olarak dünyaya birlikte önce sahibini ve ailesini, sonra 51
gelmişti. Virginia’da bağımsız bir Siyah devle­ beyazı daha öldürdü. Sayıları 75’i aşmayan
ti kurm ak amacıyla silahlandırdığı 1.000’den ayaklanmacılar oldukça disiplinsizdi. Beyaz­
fazla köleyle Ağustos 1800’de harekete geçti. ların gücü karşısında çok geçmeden dağıldı­
Fırtınalı bir gecede başlayan ayaklanmayı lar. Sonuçta ayaklanmaya katılmamış pek çok
haber alan vali çok geçmeden Gabriel ve köle beyazlarca öldürüldü, yakalanan Turner
yandaşlarını yakalattı. Yargı önüne çıkartılan idam edildi. Bu ayaklanma A B D ’nin Güney
Gabriel ve 34 arkadaşı idam edildi. Şiddetle eyaletlerinde kölelerin öğrenim , seyahat ve
bastırılmasına karşın bu ayaklanma G üney’de toplantılarını yasaklayan baskıcı yasaların çı­
beyazların Siyahlar’dan duyduğu korkunun karılmasına ve Siyahlar’a karşı şiddetin art­
körüklenm esine yol açtı. masına yol açtı.
A B D tarihindeki en yaygın köle ayaklan­
masını örgütleyen D enm ark Vesey (1767- Köleler Özgürlüklerini Kazanıyor
1822), çocukken köle tüccarı bir kaptana G azeteci William Lloyd G arrison (1805-79)
satılmıştı. Vesey kendi kendine okum a yazma önderliğinde kurulan ve köleliğin kaldırılm a­
öğrendi ve köleliğe karşı olan yayınları oku­ sına yönelik eylem lerde bulunan Am erika
yarak bilinçlendi. 1800’de piyangodan kazan­ Kölelikle M ücadele D erneği’nin üyeleri ço­
dığı 600 dolarla özgürlüğünü satın aldı. G ü­ ğunlukla din adam ları, aydınlar ve özgür
SİYAH AMERİKALILAR 271

Siyahlar’dı. Düşüncelerini yayınlar aracılığıy­


la yaymaya çalışan, toplantılar, imza kam pan­
yaları düzenleyen dernek üyeleri sık sık saldı­
rılara uğradı. G arrison’un 1831’de çıkardığı
The Liberator (“K urtarıcı”) adlı haftalık gaze­
te köleliğe karşı yürütülen kampanyanın ba­
şarıya ulaşmasında önemli rol oynadı. Illinois’
lu gazeteci Elij ah Lovejoy (1802-37) köleliğe
karşı yazılarıyla tanındı. M atbaası birkaç kez
saldırıya uğradı. Kasım 1837’deki saldırı ise
ölümüyle sonuçlandı. Ateşli bir konuşmacı
olan W endell Phillips, Theodore Parker,
John G reenleaf W hittier ve Lydia M aria
Child köleliğe ve ırkçılığa karşı m ücadelenin 1869-80 yılları arasında ABD Kongresi'nde 16 Siyah
.. , , ıı j y-, j • , t'v i görev yaptı. Bunlardan ikisi senatördü,
önde gelen adlarıydı. Frederıck Douglass,
William W elds Brown gibi eski köleler, d er­
neğin halka açık toplantılarında etkileyici Kulübesi (Uncle T o m s Cabin; 1852) ülkede
konuşm alar yaptılar. A B D ’nin kendi kendini büyük yankı uyandırdı,
yetiştirmiş Siyah aydınlarından m atem atikçi, Kasım 1860’ta A braham Lincoln’ın baş-
astronom i bilgini, mucit ve yazar Benjam in kanlığa seçilmesi kölelik karşıtlarını umutlan-
Banneker (1731-1806) yazdığı denem elerle ve dırdı (bak. LINCOLN, A b r a h a m ). A m erikan İç
kitaplarla köleliğe karşı çıktı. David W alker, Savaşı (1861-65) sırasında 1863’te yayımladığı
Prince Hail, Richard Ailen, Charles Lenox, Özgürlük Bildirgesi ile Lincoln, G üney’de
Siyahlar’ın hakları kadar kadın hakları için de işgal ettiği topraklardaki kölelere özgürlük
m ücadele veren Sojourner Truth özgürlük sözü verdi. Savaş kölelik karşıtlarının zaferiy-
hareketinin başarıya ulaşmasında büyük kat- le sonuçlanınca da 4 milyon Siyah özgürlüğü-
kısı olan Siyahlar’dan sadece birkaçıdır. ne kavuştu.
Aydınlardan destek gören köleliğe karşı
mücadele hareketi, halktan aynı desteği bula- Yeni Sorunlar
mamıştı. G ene de “Yeraltı Dem iryolu Örgü- Kişisel özgürlüğe kavuşan kölelerin ne topra-
tü ” olarak bilinen gizli örgüt aracılığıyla ğı, ne tarım araçları ne de hayvanları vardı.
Kuzeyliler binlerce Siyah’ın Kuzey’e ya da Siyahlar gene beyaz toprak sahiplerine eko-
K anada’ya sığınmasına yardımcı oldu. H arri- nomik açıdan bağlı olmak zorundaydı. Top-
et Beecher Stowe’un tam bu yıllarda yayımla- rak sahibi araç ve tohum veriyor, karşılığında
nan kölelik karşıtı romanı Tom A m ca ’nın toprağı işleyen kiracı ya da ortakçı Siyah’ın

Mary Evans Picture Library

Harriet Beecher Stovve'un


T o m A m c a 'n m K u lü b e s i
adlı romanı kölelerin
yaşamını anlatıyordu. Bu
roman pek çok kimseyi
derinden etkilem iştir.
272 SİYAH AMERİKALILAR

yetiştirdiği üründen pay alıyordu. Kiracı, top­ sırasında fabrikalarda çalışmaya başladı. İşçi
rak sahibine borcunu ödem edikçe çiftliği terk gereksinimi çok fazla olduğu için 1915-18
edemiyordu. arasında yaklaşık 500 bin Siyah Kuzey’deki
1866’da azat edilmiş Siyahlar’a şiddet ve bas­ fabrikalarda iş buldu. Ne var ki, 1930’ların
kı uygulayarak beyazların üstünlüğünü kanıtla­ Büyük Dünya Bunalımı sırasında Siyahlar,
maya yönelik Ku Klux Klan örgütü kuruldu. özellikle nitelikli işleri beyazlara kaptırdı. II.
Örgüt üyeleri gece baskınları düzenliyor, azat Dünya Savaşı (1939-45) sırasında yeniden
edilmiş Siyahlar’ı ve onları koruyan beyazlan benzer bir durum la karşılaşıldı. Bu kez daha
kırbaçlayarak öldürüyordu (bak. IRKÇILIK). önce Siyahlar’ın alınmadığı demir-çelik fabri­
Siyahlar’ın yurttaşlık hakkı kazanması yo­ kalarına, gemi ve uçak yapımı gibi işlere 300
lundaki ilk adım 1865-70 arasında anayasada binin üstünde Siyah işçi yerleştirildi.
yapılan değişikliklerle atılmıştı. Böylece Si­ Siyah işçilerin sanayi kuruluşlarında sayıla­
yahlar oy hakkı kazandı. 1875’te renginden rının giderek artması beyaz işçilerle araların­
ötürü Siyahlar’a uygulanan ayrımcılık kaldı­ da sorunlara neden oldu. İşçi sendikaları
rıldı. A m a, eşitliği sağlayan bu yasa 1883’te Siyahlar’ı sendika üyeliğine kabul etmiyordu.
geri alındı. Sonraki yıllarda kuzey ve batıdaki Bazı Siyah işçiler bağımsız sendikalar kurm ak
eyaletlerde çıkarılan yasalarla ırk ayrımcılığı­ zorunda kaldı. Oysa bu tür sendikaların güç
na son verilmesine karşın, G üney’de Siyah- kazanm a olasılığı çok zayıftı. Aynı alanda
lar’ın haklanm daha da kısıtlayıcı uygulamalar beyaz işçilerle m ücadele etm ek zorunda kal­
baş gösterdi. Okullar, otobüsler, lokantalar, maları Siyahlar'ı sendikalardan soğuttu. D aha
hastaneler, hapishaneler, m ezarlıklar, oteller, sonraları sendikaların kitleselleşmesiyle Siyah
kitaplıklar, tiyatrolar ve kiliselerde ırk ayrım ­ işçiler de işçi hakları mücadelesinde beyazla­
cılığı sürdü. Beyazlar ile Siyahlar’ın evlenmesi rın yanında yer aldı ve işçiler arasındaki
birçok eyalette yasaklandı. 1890’larda G üney’ ayrımcılık bir ölçüde azaldı.
deki Siyahlar’ın oy hakkını yasal yollardan
engellemek için harekete geçildi. Buna göre Askerlik
A m erikan Bağımsızlık Savaşı’nda ve iç savaş­
okuryazar olmayan, 300 dolar vergi verilmesi­
ta gönüllü olarak çarpışan Siyahlar askerlikte
ni gerektiren bir malı bulunm ayan, baş vergi­
de ayrımcılığa uğruyordu. Iow a’da Siyahlar
sini ödeyem eyen, sürekli bir işi bulunmayan,
askerlik görevini yapmamış olan, anayasadan için özel bir askeri okulun kurulduğu I. Dünya
seçilmiş bir cümlenin içeriğini anlayamayan Savaşı’na kadar A BD kara kuvvetlerinde bir
ya da kendisine okunduğunda açıklayama- albay ve bir tuğgeneral dışında Siyah subay
yanlar oy kullanamayacaktı. K uşaklar boyun­yoktu.
ca işten, güçten, paradan, eğitimden yoksun II. Dünya Savaşı’nda Siyahlar ve beyazlar
ortak düşmana karşı ayrı birlikler halinde
bırakılmış Siyahlar’ın bu koşulları yerine ge­
dövüştüler. Yaklaşık 900 bin Siyah’ın katıldığı
tirmesi olanak dışıydı. Yasaya göre hırsızlık,
dolandırıcılık gibi adi suçlardan dolayı da bu savaşta, Siyah nüfusla orantılı sayıda
Siyahlar’ın oy vermesi engelleniyordu. Bu askerin görevlendirilmesi öngörülmüştü.
sırada Ku Klux Klan’ın şiddet eylemlerini 1949’da, savaşın bitm esinden dört yıl sonra
önlem ek için ağır cezalar öngören yasalar silahlı kuvvetlerde ayrımcılığa son verildi.
M edeni haklarda hâlâ sağlanamayan eşitlik
çıkarılmıştı. 1882’de A B D Yüksek M ahkem e­
askerlik konusunda sağlanmıştı. Beyazlar ve
si Ku Klux K lan’ın anayasaya aykırı bir örgüt
olduğuna karar verdi. G üney’de beyazların Siyahlar bundan böyle savaşta, eşit koşullarda
üstünlüğünü sağlama amacı gerçekleşmiş olan ölebilirdi. 1950-53 Kore Savaşı’nda beyazlar
örgütün varlığına zaten gerek kalmamıştı. ve Siyahlar ilk kez karm a birliklerde omuz
Böylece birinci Ku Klux Klan 19. yüzyılın omza çarpıştılar. 1953’te ordudaki Siyahlar’ın
sonlarına doğru eylem lerine son verdi. yaklaşık yüzde 90’ı beyazlarla aynı yerlerde
yaşayıp çalışıyordu. 1954’te askeri akadem i­
Sanayi İşçisi Siyahlar lere öğrenci yetiştiren ilk ve ortaöğrenim
Siyahlar ilk kez I. D ünya Savaşı (1914-18) kurum larm da ayrımcılık kaldırıldı. 1975’te
SİYAH AMERİKALILAR 273

A B D 'de ilk kez bir Siyah, Daniel James Jr. zandırmayı amaçlayan insanlığı Kurtarm ak
hava kuvvetlerinde generalliğe yükseltildi. İçin Birleşenler (PUSH) hareketini örgütle­
yen Jesse Jackson (doğumu 1941), 1988’de
Medeni Haklar Hareketi D em okrat Parti başkan adayı seçimini kaza-
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Siyahlar’ı Geliş­ namadıysa da, Siyahlar ve ırk ayrımına karşı
tirme Ulusal Derneği (N A A CP) Siyahlar’la olan beyazlar arasında geniş bir destek buldu.
ilgili çeşitli davaları ABD Yüksek M ahkeme-
si’ne götürerek yasalardaki ayrımcılığa dikka­ Irkçılıkla Mücadele Eden Örgütler
ti çekmeye çalıştı. M ahkemenin bir davada, M artin Luther King’in kurmuş olduğu Mont-
Siyahlar için ayrı okullar bulunmasının anaya­ gom ery’yi Geliştirme Derneği kamu ulaşım
saya aykırı olduğu kararm a varması Medeni araçlarındaki ayrımcılığı kaldırm akta etkili ol­
H aklar H areketi için bir dönüm noktası oldu. du. Bundan başka gene King’in 1957’de kur­
Aralık 1955’te Alabama’daki Montgomery’de muş olduğu Güney Hıristiyan Önderliği K on­
Rosa Parks adında Siyah bir kadın otobüste feransı (SCLC), Siyah ve beyaz gençlerin yer
Siyahlar’a ayrılmış bölümde oturm ayı reddet­ aldığı Şiddet Karşıtı Öğrenci Koordinasyon
ti ve tutuklandı. Bunun üzerine kitlesel boy­ Komitesi (SNCC) ile Irk Eşitliği Kongresi
kotlar başladı. Siyah önderlerden M artin Lut- (C O R E) pasif direnişten yana örgütlerdi.
her King ayrımcılığı çeşitli boyutlarıyla gün­ Kökeni 1920’lerde kurulan Dünya Siyah-
deme getirdi ve ülke çapında destek sağlama­ ları’nı Geliştirme Birliği’ne (U N IA ) dayanan
yı başardı (bak. KlNG, MARTIN L u t h e r ). Boy­ Siyah milliyetçi hareketi 1960-70 arasında e t­
kotlar ve direnişler barışçıl bir havada gerçek­ kili oldu. Bu örgüt Siyahların ekonomik gü­
leştiriliyor, genellikle protesto yürüyüşü ve cünü artırmayı ve aralarındaki birlik duygusu­
oturm a eylemleri biçiminde sürüyordu. Çok nu pekiştirmeyi amaçlıyordu. Siyahlar'ın ken­
geçmeden G üney’de büyük m ağazalarda, kü­ dilerini geliştirmelerini ve kimliklerini koru­
tüphanelerde ve sinem alarda ırk ayrımına son malarını savundu. Siyah A m erikalılar’ın onur
verildi. Ne var ki, istenen eşitlik henüz sağla­ ve özgüvenlerini güçlendirmek için “Siyah
namamıştı. Eyaletler arası ulaşımdaki ayrımcı G üç” ve “Siyah G üzeldir” sloganlarının yay­
yasaları kaldırmak amacıyla Mayıs 1961'de gınlık kazanm asına çalıştı. Bu hareketin çok
“Özgürlük Yolcuları” adıyla 70 binden fazla sayıda yandaşı ayrı bir Siyah ulusun yaratıl­
öğrenci G üney’e doğru yola çıktı. Bunlardan masını öngörüyordu.
3.600’ü tutuklandı. Pek çoğu şiddet olaylarıy­ D aha önce de varlığı bilinen, beyazların
la karşılaştı. ırkçılığına karşı Siyah milliyetçiliği benim se­
Başkan John F. Kennedy 1961-63’te bir yen Siyah M üslüm anlar H areketi, önderleri
M edeni H aklar Yasası hazırladı (bak. K e n ­ Malcolm X ’in kişiliği sayesinde 1960’larda ül­
n e d y , J o h n ). Bu yasa 1964’te, Başkan Lyndon ke çapında sesini duyurdu. Malcolm X etkile­
B. Johnson dönem inde Kongre’den geçti. yici konuşmalarıyla genç Siyahlar arasında
Ku Klux Klan örgütü M edeni H aklar Yasa- pek çok yandaş buldu. Örgüt üyeleri T anrı’
sı’nın G üney’de uygulanmasına tepki olarak nın Siyahlar’ı dünyaya egemen olacak üstün
yeniden ortaya çıktı. Güney eyaletlerinde çok bir ırk olarak yarattığına inanıyordu. Çok
sayıda bom balam a, kırbaçlam a, yakma, linç geçmeden hareket içinde anlaşmazlıklar ve
etm e, öldürm e eylemlerinde bulundu. Örgüt şiddetli çatışmalar baş gösterdi. Malcolm X
sonraki yıllarda Siyahlar’a karşı hoşgörünün 1965’te öldürüldü. Devrimci Siyah milliyetçi­
giderek yaygınlaşması üzerine etkinliğini bü­ lerin kurmuş olduğu Kara Panter Partisi
yük ölçüde yitirdi ve üye sayısı düştü. (1966) bütün Siyahlar'ın silahlanmasını, as­
Siyahlar arasındaki farklı eğilimleri birleş­ kerlik de içinde olmak üzere, “beyaz” A m eri­
tirmeye yönelik M edeni H aklar H areketi, ka’ya karşı hiçbir yükümlülüğün yerine geti­
1968’de M artin Luther King’in öldürülm esin­ rilmemesini, hapisteki tüm Siyahlar'ın salıve­
den sonra bölünm elere uğradı. rilmesini istiyordu. Kara Panterler’le polis
1972’de ırk ayrımına karşı mücadeleyi ve arasında 1960’larda şiddetli çatışmalar çıktı.
kentlerdeki Siyah gençlere yeni değerler ka­ 1970’lerden sonra önderlerinin çoğunun öldü­
274 SİYAH AMERİKALILAR

M artin Luther King 1963'te


VVashington kentinde,
Siyah ya da beyaz bütün
yurttaşlar için eşit haklar
isteyen barışçı bir
yürüyüşe öncülük etti.

ZEFA

rülmesi ya da sürgüne gönderilmesi yüzünden meye zorlandı. Siyah öğrenciler beyazların,


parti etkisini yitirdi. beyaz öğrenciler Siyahlar’ın okullarına taşın­
dı. Bu karar çok sayıda öğrenci velisinin tep­
Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Mücadele kisine yol açtı. Boston, D etroit ve Chicago
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Siyahlar arasın­ gibi kentlerde şiddetli çatışmalar çıktı. O ta­
da okuryazar oranı önemli ölçüde artış göster­ rihten sonra karm a okulları özendirici, daha
di. A B D Yüksek M ahkemesi 1954’te okullar­ ılımlı yöntem ler uygulandı. 1970’lerin sonun­
da Siyah öğrencilere ayrımcılık uygulanmasını da ve 1980’lerde bu gibi çabalar yoğunluğunu
anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle yasakla­ yitirdi.
dı. Beyazlarla Siyahlar’ın “birbirinden ayrı,
ama eşit biçimde” gelişmelerine dayalı ırk ay­ Gelenekler, Kültür, Sanat ve Spor
rımcı uygulamaya kuramsal olarak son veril­ 15. yüzyıldan başlayarak A frika’daki toprak­
di. Ne var ki, G üney’deki okullarda ayrımcı­ larından koparılan Siyah kölelerin her şeyleri
lık hem en son bulmadı. Yasalara karşın, özel­ ellerinden alınmış olsa da, türküleri ve dans­
likle Mississippi bu konuda direndi. ları vardı. Nieuw Am sterdam (bugün New
Ayrımcılıkta direnen yalnızca Güney eya­ York) sokaklarında dinsel bayram günlerinde
letleri değildi. Kuzey’de yaşayan binlerce ai­ üç telli çalgıları ve tencerelere koyun derisi
le, Siyahlar’la bir arada olmalarını engelle­ gererek yaptıkları davullarıyla dans edip şarkı
mek için, anakentlerdeki okullarda okuyan söylerlerdi. O zam anlar Hollandalılar’ın yaşa­
çocuklarını alarak banliyölerdeki okullara dığı bu kent İngilizler’in eline geçince beyaz­
kaydettirdi. New York, Chicago, W ashington larla Siyahlar’ın birlikte dans etmesi yasaklan­
ve D etroit gibi kentlerin göbeğindeki pek çok dı. 20. yüzyılda yeni dansların hep Am erika
okul Siyah öğrencilere kaldı. kıtasından çıkmasında Siyahların büyük payı
1970’lerde eyalet m ahkem elerinin kararıy­ vardır. Siyahlar’ın ilahi ve türkülerinden do­
la, öğrenciler ayrımcılık yapılan okullara git­ ğan caz müziği kısa zam anda önce A B D ’de,
SİYAH AMERİKALILAR 275

daha sonra tüm batı dünyasında yaygınlık ka­ G erek seslerinin güzelliği, gerek müzik ale­
zandı. Katı kurallara uymadan dans etm e ola­ ti çalm aktaki ustalıklarıyla ünlü Siyah sanatçı­
nağı sağlayan bu müzik doğaçlamaya açıktı. ları bir bir saymak olanaksızsa da, caz müziği­
Caz müziği eşliğinde dans edenler, ilk melodi­ nin ünlü trompetçisi Louis A rm strong’u
lerle önceden bilinen birkaç adım attıktan (1900-71) anm adan geçemeyiz. A rm strong
sonra, kendilerini müziğin ritmine bırakır, iç­ 1930’larda caz müziğinin yanı sıra, orkestra
lerinden geldiği gibi yeni dans figürleri yara­ şefliği, film oyunculuğu ve komedyenlik
tırlardı. yaptı. Elia Fitzgerald (doğumu 1918) ses ala­
Özgün bir müzik türü olan blues A B D ’nin nının genişliği ve sesinin yumuşaklığıyla ün
Güney eyaletlerinin kırsal alanlarında ortaya kazandı. Bir plantasyonda doğan Joseph King
çıktı. Kökeninin A frika’da olduğu düşünülen Oliver (1885-1938) cazın bütün Am erika kıta­
bu müzik çok geçmeden Kuzey’e de yayıldı. sına ve sonuçta dünyaya yayılmasına katkıda
Blues Siyahlar’ın sıla özlemini yansıtıyor, bulundu. “Ragtime kralı” olarak tanınan
yoksulluk, baskı, karşılıksız aşk gibi konuları Scott Joplin (1868-1917) Siyahlar’a eğitim ve­
işliyordu. En büyük blues şarkıcılarından biri ren Smith College’da müzik öğrenimi gördü.
olan Bessie Smith (1898-1937) yıllarca şarkı Bu ünlü besteci ve piyanist, The School o f
söyleyerek Güney eyaletlerini dolaştı, 150’nin Ragtime (1908; “Ragtim e O kulu”) adlı bir de
üstünde plak doldurdu. B. Smith’in, gerçekçi­ kitap yazdı. Çok iyi bir caz piyanisti olan N at
liği nedeniyle yasaklanan ve günümüzde New King Cole (1919-65) asıl ününü kadife gibi yu­
York kentindeki M odern Sanat M üzesi’nde muşak, pürüzsüz sesiyle kazandı. Sarah Va-
korunan St. Louis Blues (1929) adlı bir de kı­ ughan (1924-90) 1940’larda caz şarkıcısı ola­
sa filmi vardır. rak uluslararası üne kavuştu. Doğaçlamala-

ZEFA

Caz müziği ABD'deki


Siyahlar'a kendilerini
gösterme ve geliştirm e
olanağı verm iştir.
276 SİYAH AMERİKALILAR

son, Siyahlar’ın özgürlüğü yararına çalışmala­


rıyla da ünlüdür. Anderson 1955’te, New
York M etropolitan O perası’nda şarkı söyle­
yen ilk Siyah oldu.
Lirik soprano Leontyne Price (doğumu
1927) New Y ork’ta Juilliard Müzik O kulu’n-
da eğitim gördü. Dünyanın önde gelen opera­
larında sahneye çıkan sanatçı, Tosça opera­
sındaki başrolüyle, A B D ’de televizyonda
opera söyleyen ilk Siyah şarkıcıdır. Zengin tı-
nılı sesiyle dünyanın en beğenilen dram atik
sopranoları arasında yer alan Jessye Norm an
(doğumu 1945), kazandığı bir bursla Was-
hington’da How ard Üniversitesi’nde şan eği­
timi gördü. M arian A nderson’un yaşamını ör­
nek alan sanatçı, ülkesinde Siyahlar’a karşı
uygulanan ayrımcılığa karşı çıkmaktan geri
kalmadı.
A B D ’deki Siyah topluluğun durum una iliş­
kin ilk inceleme olan The Philadelphia Negro;
ZEFA

Topham
Sinema oyuncusu Sidney Poitier 1964'te, en iyi aktör
dalında Akademi (Oskar) Ö dülü'nü kazanan ilk Siyah
oldu.

n y l a h e r h a n g i b ir şa rk ıy ı d ile d iğ i b iç im d e y o ­
r u m la m a k ta u s ta y d ı (bak. CAZ; P op MÜZİK).
Bir kölenin oğlu olan şarkıcı ve tiyatro
oyuncusu Paul Robeson (1898-1976) Colum-
bia Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü.
Üstün nitelikleri olan bir öğrenciydi. Am a Si­
yahlar’a hukuk alanında çalışma olanağı ta­
nınmadığı için tiyatroya yöneldi. 1930’larda,
ender rastlanan basbariton sesiyle A vrupa’da
yankı uyandıran konserler verdi. K onserlerin­
de faşizm tehlikesine karşı uyarıcı konuşm a­
larda bulundu. A B D ’ye döndüğünde A m eri­
ka’ya Karşı Etkinlikleri Soruşturm a Komite-
si’nce sorguya çekildi. 1950’de A B D ’deki e t­
kinlikleri engellendi. Çağının en iyi kontralto­
larından biri olan Marian A nderson (doğumu
1902) olağanüstü güzellikte bir sese sahipti.
1925-35 arasında A vrupa’da verdiği konser­
lerde büyük başarı kazandı. Siyah olduğu ge­
Siyahlar sporda çok ileridir. Berlin'deki 1936
rekçesiyle W ashington’da, Constitution H ail’ O lim piyat O yunları'nda Jesse Ovvens dört altın
da şarkı söylemesi engellenen M arian A nder­ madalya kazandı.
SİYAH AMERİKALILAR 277

A Social Study'yi (1899; “Philadelphialı Z en­ (1908-60) özyaşamöyküsel yapıtları Vatan E v­


ci; Toplumsal Bir İncelem e”) William Ed- ladı (Native Son; 1940) ve Kara Ç ocuk'la
ward Burghardt D u Bois (1868-1963) yayım­ ( Black Boy; 1945) tanındı. Lorraine Hans-
ladı. D u Bois başlangıçta sosyal bilimlerin ırk berry (1930-65) Raisin in the Sun (1959; “G ü­
sorununu çözeceğine inanıyordu. Ne var ki, neşteki Üzüm ler”) adlı yapıtıyla Broadway’de
linçlerin, ayrımcı yasaların bulunduğu, yurt­ oyunu sahnelenen ilk Siyah kadın yazar oldu.
taşlık haklarından yoksun bırakılmanın ve ça­ Tarihsel rom anlarında ve röportajlarında
tışmaların eksik olmadığı bir ortam da, to p ­ Am erikalı Siyahlar’ın mücadelesini konu alan
lumsal değişmenin ancak protesto ve uyarı Alex Palmer Haley (doğumu 1921) ünlü kita­
gösterileriyle gerçekleşebileceği sonucuna bı Kökler' de (Roots: The Saga o f an American
vardı. Siyahları Geliştirme Ulusal D erneği’ Family; 1976) Afrikalı atalarının köleleştiril-
nin (N A A PC ) kurulm asında etkin rol oyna­ mesinden bu yana yedi kuşak Siyah Am erika-
yan Du Bois, derneğin araştırm a m üdürü ve lı’yı inceledi. Bir soybilim araştırması olan bu
yayımladığı Crisis (1909; “B uhran”) dergisi­ kitaptan sonra Haley 1972’de, Siyah soybilim
nin yayın yönetm eni oldu. Okurlarını Siyah araştırm alarına yardımcı olacak Kinte V akfı’
edebiyatın ve sanatın gelişmesine özendiren m kurdu. Kadın yazarlardan Alice W alker
yazar, onları “Siyahtaki Güzellik”i görmeye (doğumu 1944), üç ciltte toplanan şiirleri, iki
çağırdı. Çok sayıda yayını arasında The Souls öykü kitabı ve dört romanıyla çağdaş dünya
o f Black Folk (1903; “Siyah İnsanların R uhla­ edebiyatında önemli bir yere sahiptir. M edeni
rı”) ve D usk o f Dawn (1940; “Şafağın A laca­ Haklar H areketi’nde yer alan yazar, Siyahlar’
karanlığı”) adlı çalışmaları Siyah-beyaz çatış­ m tarihine ilişkin çalışmalarıyla da tanınır.
masının karm aşık yanlarına dikkati çekmesi Renklerden M oru ( The Color Purple; 1982)
bakımından önemlidir. Siyahlar ilk yazılı kısa zam anda pek çok dile çevrilmiştir. Felse­
ürünlerini 19. yüzyılın sonlarında vermeye fe profesörü Angela Davis (doğumu 1941) Şa­
başladı. O kum a yazmanın engellenmesi yazılı fakta Gelirlerse ( / / They Come in the Mor-
edebiyatın ortaya çıkmasını uzun yıllar gecik­ ning; 1973), W omen, Race and Class (1982;
tirmişti. “Kadınlar, Irk ve Sınıf”) gibi kitaplarıyla ol­
Rom ancı, denemeci ve oyun yazarı James duğu kadar, mücadeleci kişiliğiyle de tanındı.
Baldwin (1924-87) A B D ’deki ırkçılığı işleye­ Siyahlar’ın m ücadelesinde yer aldığı için
rek Siyahlar’ın sözcülüğünü yaptı. 1960’larda 1970’te tutuklanarak yargılandı. Sonuçta,
A B D ’de yükselen eşit haklar mücadelesine hakkm daki bütün suçlam alardan, tümüyle
katıldı. Nobody Knows M y Nam e (1961; beyazlardan oluşan bir jürinin kararıyla
“Kimse Bilmez A dım ı”) ve Kara Yabancı 1972’de beraat etti.
(Another Country; 1962) cinsel ve ırksal so­
ZEFA
runları işlediği yapıtlarının yalnızca ikisidir.
Kadın şair Gwendolyn Brooks (doğumu 1917)
kentlerde yaşayan Siyahlar’ın gündelik yaşa­
mını konu alan yapıtlarıyla tanındı. Brooks,
Pulitzer Ö dülü’nü kazanan ilk Siyah şair­
dir. O na bu ödülü kazandıran “Annie A ilen”
(1949) adlı şiiri, Chicago’da yaşayan Siyah bir
kızı konu alır. Kitaplarının bazıları T ürkçe’de
M em leket Ö zlem i (1961), Seçme Şiirler
(1971), Ö zgürlük Gibi Sözler (1985) ve A la ­
bama'da Şafak (1985) adlarıyla yayımlanan
Langston Hughes (1902-67) çok verimli bir
yazardı. A B D ’de Siyahlar’ın yaşantılarını an­
latan kitaplarıyla tanınır. Şiir, öykü, rom an ve
I. Dünya Savaşı'nda bir grup Siyah görevli. Siyahlar,
oyunlarından başka tarih ve folklor kitapları, Bağımsızlık Savaşı da içinde olmak üzere ABD'nin
opera librettoları yazdı. Richard W right bütün savaşlarına katıldılar.
278 SİYAH KALEM

dan önce, A B D ’deki ırk ayrımcılığı yüzünden


ülkesinde sivrilme olanağı bulamamıştı. Ağır
sıklette dünya şampiyonluğu sanını en uzun
süre elinde tutan Joe Louis (1914-81), gene
ağır sıklette üç kez dünya şampiyonu olan
M uham m ed Ali (doğumu 1942) de A B D ’li Si­
yah boksörlerdendir. Uzun süre basketbol ta­
kımlarına alınmayan Siyah sporcular bugün
başlıca kulüplere başarı üstüne başarı kazan­
dırm aktadır (bak. Louis. Jo e ; M u h a m m e d Au).

Siyasette Siyahlar
Siyaset alanındaki m ücadele, oy hakkı elde
etm ekle kalmayıp doğal olarak seçilmeyi de
içeriyordu. Jesse Jackson 1983’te Siyah seç­
m enlerin tüm ünün oy verm ek üzere kütükle­
re kaydolması için çalışarak, Chicago beledi­
ye başkanlığına ilk kez bir Siyah’ın seçilmesini
sağladı. 1988 seçimlerinde büyük kentlerde
Siyah adaylar değişen ölçülerde başarı kazan­
dılar.

SİYAH KALEM, yaşamına ilişkin hiçbir şey


bilinmeyen bir Osmanlı nakkaşıdır. Tam adı
Topham M uhamm ed (M ehm ed) Siyah Kalem ’dir.
Ö nem li bir önder olan M alcolm X 1964'te Siyah Topkapı Sarayı Müzesi K ütüphanesinin H a­
M üslüm anlar hareketinden ayrıldı; ertesi yıl da zine Bölüm ü’nde bulunan iki albümde 64
öldürüldü.
resmi vardır. Bir tanesinde Fatih Sultan Meh-
m ed’in resmi bulunduğu için, bu yapıtlar
Geçmişte pek çok meslek dalında engellere Fatih Albüm leri adıyla anılırlar.
uğrayan Siyahlar, büyük m ücadeleler sonucu Fatih A lbüm leri’nin nerede ve hangi tarihte
hem en her alanda kendilerine yer açmayı ba­ düzenlendiği belli değildir. İçindeki çok de­
şardılar. Tiyatro ve sinema sanatçısı Sidney ğerli m inyatürler, desenler, kâğıt oyma ve hat
Poitier (doğumu 1924) ABD sinemasındaki örnekleri bu albümlere sıra gözetilmeden,
ırkçı bakışı kırarak, başka Siyah oyuncuların gelişigüzel bir biçimde yerleştirilmiştir. Al­
önünü açan bir sanatçıdır. 1958’de Berlin büm lerdeki resimlerin büyük çoğunluğu Teb­
Film Şenliği’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü riz Sarayı’nda 14. ve 15. yüzyıllarda ortaya
alan Poitier, Çayırdaki Zam baklar (Lilies o f çıkan çeşitli m inyatür okullarının ürünleridir.
the Field; 1963) ile Oskar Ö dülü’nü de ka­ Bu, albüm lerin Tebriz’de hazırlandığı olasılı­
zandı. ğını doğrulam aktadır. Am a albümlerin Top-
Bugün uluslararası yarışmalarda A B D ’nin kapı Sarayı’na nasıl geldiği bilinmem ektedir.
onuru olan Siyah sporcular ayrımcı engeller Siyah K alem ’in Fatih A lbüm leri’ndeki 64
yüzünden ancak 20. yüzyılın ortalarında ken­ resmi arasında bir üslup birliği yoktur. Ayrıca
dilerini gösterebildiler. 1936 Berlin Olimpiyat Siyah Kalem imzası da farklı biçimlerde
O yunları’nda dört altın madalya kazanan Jes- yazılmıştır. Tüm bunlar, söz konusu resimle­
se Owens’ın (1913-80) uzun atlam ada kırdığı rin değişik ellerden çıktığını ve daha sonra
dünya rekoru 25 yıl boyunca geçilemedi. üzerlerine Siyah Kalem yazıldığını düşündür­
1908’de Sydney’de ağır sıklette dünya şampi­ m ektedir. Siyah Kalem ’in bir nakkaşın değil
yonu olan ilk Siyah boksör Jack Johnson de bir resim üslubunun adı olduğunu öne
(1878-1946), A vustralya’daki bu karşılaşm a­ sürenler de vardır.
SİYASAL PARTİLER 279

:atih A lbüm leri'ndeki bir


îiyah Kalem resmi.

ra Güler Arşivi

Fatih A lbüm leri’ndeki Siyah Kalem resim­ doğrultusunda karar alınması için siyasal ya­
leri daha büyük bir yüzeyden gelişigüzel şama dolaylı olarak katılmak da değildir.
kesilerek yapıştırılmıştır. G enelde siyah ve gri Siyasal partiler daha önceden belirledikleri ve
tonlarıyla çizilmiş bu resimlerde yer yer kır­ kamuoyuna açıkladıkları siyasal program ları­
mızı, sarı, mavi, nefti gibi renklerin mat nı yaşama geçirmek için seçimleri kazan­
tonları kullanılmıştır. Bu resimler konuları mayı ve hüküm eti kurmayı amaçlar. Bu ne­
bakım ından iki grupta toplanabilir. Bir grup denle siyasal partiler siyasal yaşama doğrudan
resimde dans eden, içki içen, güreşen, at katılır. Siyasal partileri bazı ortak çıkarları
kaçıran insan ve hayvan karışımı dev yaratık­ savunan ve hüküm etin üzerinde etkili olmaya
lar betimlenmiştir. Ö bür grupta ise bozkırlar­ çalışan öbür örgütlerden ayıran temel fark,
daki göçebelerin günlük yaşam larından çeşitli siyasal iktidarı elinde tutsa da tutm asa da,
kesitler canlandırılmıştır. Göçebe kökenli ve devleti yönetm e program ına ve iddiasına sa­
Şamanlık ile ilgili olan Siyah Kalem resimleri­ hip olmalarıdır.
nin O rta Asya ve Çin uygarlıklarının etkisin­ Partilerin siyasal iktidarı ele geçirmelerinin
deki bir bozkır kültürü çerçevesinde yapıldığı yolu kural olarak seçimdir. Am a siyasal ikti­
sanılmaktadır. darı şiddete dayanan yöntem lerle ele geçir­
meyi amaçlayan partiler de olabilir. Belirli bir
SİYASAL PARTİLER, belirli bir siyasal prog­ siyasal program a sahip olan ve gizli çalışan bu
ram üzerinde birleşmiş kişilerin bu programı örgütler de siyasal parti tanım ına girer. Am a
gerçekleştirmek için siyasal iktidarı ele geçir­ silahlı kuvvetler içinden zora başvurarak siya­
mek amacıyla bir araya gelerek kurdukları sal iktidara el koyan bir grup siyasal parti
örgütlerdir. Siyasal partinin bir örgüt olması olarak kabul edilmez.
onu öbür siyasal katılım biçimlerinden, siya­ G ünüm üzde siyasal partiler siyasal sürecin
sal iktidarı ele geçirme amacıysa öbür örgüt doğal bir parçası durum undadır. Onların ku­
türlerinden ayırmamızı sağlar. G erçekten bir ruluşlarını, bu kuruluşa ilişkin kuram larını ve
bilimsel araştırm a örgütü, bir meslek örgütü pogram larını, iç ve dış örgütlenm elerini, pa­
ya da sendika ile siyasal parti arasında örgüt­ rasal durum larını, disiplin bağlarını, iç etkin­
lenme ve siyasete katılm a açısından çok bü­ liklerini, genel etkinliklerini ve kurullarını
yük farklar vardır. Siyasal parti, hüküm eti belirleyen, biçimlendirip koşullandıran sisteme
propaganda, ikna, grev, direniş gibi yollar ve siyasal parti rejimi adı verilir. Siyasal iktidar de­
araçlarla etkilemeye çalışmaz. O nun amacı yiminin günlük dildeki anlamı hükümet ve
üyelerinin ekonom ik ve toplumsal çıkarları onun karar verm e gücü ile olanağıdır (bak.
280 SİYASAL PARTİLER

HÜKÜMET). Ü lk e n in s o r u n la r ın ı, g e r e k s in m e ­ geldikleri kulüpler de çağdaş anlam da birer


le rin i s a p ta y ıp ç ö z e c e k v e y u r tta ş la r a ç e ş itli parti değildi. Örneğin Fransız Devrim i’nde
h iz m e tle r in v e r ilm e s in i s a ğ la y a c a k o la n siy a ­ Versailles’da toplanan Etats-Generaux’ya (ulu­
sa l ik tid a r ı h a lk ın e tk ile m e s in in e n a k ılc ı v e sal meclis) seçilen B reton milletvekilleri yöre­
d e m o k r a tik y o lu b ir s iy a sa l p a r tiy e ü y e o la r a k sel çıkarlarını savunmak üzere bir kahve
o n u n e tk in lik le r in e k a tılm a s ıd ır . tutarak bir araya gelmeye başlamışlardı. Bir
Siyasal partiler hem bir seçmenler grubun­ süre sonra ulusal sorunlarda da anlaştıklarını
ca doğrudan oluşturulan örgütlerdir, hem de gören bu temsilcilere öbür illerden gelen ve
bu örgütlerde yer almayan seçmenlerin genel onlarla aynı görüşleri paylaşan milletvekilleri
sorunlar ve hizm etlere ilişkin dilek ve istekle­ de katılm aya başladı. Böylece belli görüşler
rini ilettikleri kuruluşlardır. D oğrudan siyasal etrafında bir araya gelen “B reton Kulübü”
partilerde yer almayan seçm enler de, seçim­ ortaya çıktı. Etats-Generaux Paris’e taşınınca
lerde kendi görüş, istek ve dileklerine en bu kulübün önde gelenleri toplanm ak için bir
yakın gördükleri partiye oy vererek onun m anastırın yemekhanesini kiraladılar ve tari­
siyasal iktidarı ele geçirmesini sağlamaya çalı­ he de o m anastırın adıyla, Jakobenler olarak
şır. Böylece halk siyasal partiler aracılığıyla geçtiler (bak. F ra nsiz D ev r İMİ). Am a Jako­
siyasal iktidarın oluşturulm asına ve kullanıl­ benler de çağdaş anlam da bir parti değildi.
masına doğrudan katılma olanağı bulur. Çağdaş partilerin doğuşu parlam entonun
yetkilerinin ve oy hakkının genişletilmesiyle
Siyasal Partilerin Doğuşu gerçekleşti. İşlevleri ve bağımsızlıkları geniş­
Günüm üzdeki anlam ve görünüm ünden ol­ leyen siyasal meclislerin üyeleri etkinliklerin­
dukça farklı olmasına karşın, siyasal partilerin de uyum sağlayabilmek için ortak nitelikleri­
köklerini çok eskilere kadar uzatm ak olasıdır. ne göre gruplaştılar. Oy hakkı yaygınlaştıkça
İnsanların değişik toplumsal sınıflara ayrılma­ seçmen sayısı da artıp genişledi. Bu durum
sıyla aralarında düşünce ve çıkar çatışmaları karşısında adayları seçmenlere tanıtacak ve
başlamış, böylece çıkarları farklı olan kişiler oyları yönlendirecek kom iteler oluşturulmaya
bir araya gelerek devlet yönetimini ele geçir­ ve bu yolla seçmenler örgütlenmeye başlandı.
meye ya da kendi çıkarları doğrultusunda Bu iki olgu çağdaş siyasal partilerin oluşması­
etkilem eye çalışmışlardır. Örneğin A tina’da nın ilk adımlarıydı. Parlam ento grubu, millet­
Solon dönem inde toplum sal konum ları ve vekillerinin etkinlikleri arasında eşgüdümü
ekonom ik çıkarları farklı üç grup çatışma sağlamaktaydı. Am a her milletvekili yeniden
halindeydi. Bunlardan, en verimli ve büyük seçilebilmek için kendi seçim komitesiyle de
toprakların sahibi olan doğuştan soylular A ti­ ilişkilerini geliştirmek zorundaydı. Böylece,
n a’nın yönetimini ellerinde tutm aktaydı. temsilcileri parlam ento grubu içinde işbirliği
Bunların dışında, yoksul köylüler ile yöneti­ yapan çeşitli kom iteler dolaylı bir birlik oluş­
min dışında tutulan ve karar alma süreçlerine turdular. Ne var ki, bu yapının partileşebil­
katılam adıkları için kendi çıkarlarını yeterin­ mesi için ilişkilerin kişisellikten çıkıp kurumlaş­
ce gözetemeyen çiftçiler, zanaatkârlar, tüccar ması gerekiyordu. Parlam ento grupları ile
ve gemiciler vardı. Bu üç toplumsal sınıf seçim kom iteleri arasında sağlanan sürekli
yönetimi almak amacıyla çetin bir çatışma eşgüdüm ve ikisini birbirine bağlayan düzenli
içine girmişti. Eski Rom a’da yurttaşlar, patrici- ilişkilerin kurulması siyasal partileri doğurdu.
ler ve plebler olarak birbirine düşman iki gruba Bazı partiler bu genel oluşumun, seçim ve
ayrılmıştı. parlam ento çevresinin dışında doğmuştur.
Çağdaş parti kavramı içine girebilecek ör­ Birçok sosyalist parti doğrudan doğruya sen-
gütlerin ortaya çıkışı ise çok yenidir. Yazılış dikalarca yaratılmış, hatta bir süre sendikala­
tarihi çok eski olmayan birçok ülkenin anaya­ rın seçim ve parlam ento işlerindeki siyasal
sasında bile partilerden söz edilmem ektedir. kolu olarak çalışmıştır. Örneğin İngiliz İşçi
1850’lerde A B D dışında dünyanın hiçbir ül­ Partisi, 1899 Sendikalar Kongresi’nde bir se­
kesinde çağdaş anlam da siyasal partiler yok­ çim ve parlam ento örgütü kurm a kararının
tu. Devrim meclisleri, üyelerin bir araya alınmasıyla doğmuştur. A vrupa’daki birçok
SİYASAL PARTİLER 281

Hıristiyan dem okrat partinin ortaya çıkışında yansında ortaya çıktı. Bu dönem de sosyalist
kilisenin ve Katolik din örgütlerinin doğrudan partiler kitle partisi olarak kuruldu. Bu parti­
rolü vardır. lerin amacı işçi sınıfını siyasal bakım dan
eğitm ek, bu sınıf içinden ülkeyi yönetebilecek
Siyasal Parti Tipleri kişileri yetiştirm ekti. Ayrıca sosyalist partiler
Siyasal partiler iç yapılarına göre iki gruba savundukları ilkeler ve siyasal program ları
ayrılır: Kadro partileri ve kitle partileri. nedeniyle iş çevrelerinden ve büyük toprak
Az sayıda üyeden oluşan kadro partilerinin sahiplerinden destek alma şansına da sahip
amacı üye sayısını artırm ak değildir. Bunlar değildi. Bu nedenle parasal açıdan üyeleri­
seçimden seçime adını duyuran, seçim arala­ nin aidatlanna dayanm ak zorundaydı. Kit­
rında etkinlikleri pek görülmeyen örgütlerdir. le partileri öbür etkinliklerinin yanında, bü­
Kadro partilerine özellikle A B D ’de ve İngil­ yük paralar gerektiren seçim kam panyaları­
tere ’de rastlanır. Bu ülkelerde partiler, parla­ nın giderlerini de işte bu kaynaktan karşılar.
m ento grupları ile seçim kom iteleri arasında Böylece seçilen adaylann onları parasal yön­
sağlanan eşgüdümün sonucunda doğmuştur. den destekleyen birkaç kişiye bağımlı kılın­
H er ne kadar gruplar ile kom iteler birleşmiş­ ması da önlenmiş olur.
lerse de, seçim kom itelerinin ülke ölçeğinde Komünist partiler de sosyalist partiler gibi
birleşmesi sağlanamamıştır. Bu nedenle iç kitle partisi olmakla birlikte daha disiplinli bir
yapıları zayıftır. Kadro partilerinde seçimlere örgüt yapısına dayanır. H er komünist parti
hazırlanm ak, kampanyayı yürütm ek ve aday­ üyesinin parti örgütü içinde aktif olarak çalış­
larla ilişkileri korum ak için seçkinler bir araya ması kuraldır. Ayrıca kom ünist partilerde üye
getirilir. yazılımı da sıkı bir denetim altındadır. Üyeler
Bu seçkinleri, saygınlığı ve ilişkileriyle ada­ karar süreçlerine, aşağıdan yukarıya doğru,
ya güç sağlayabilecek kişiler, seçim kam pan­ etkinlikte bulunduklan örgütler kanalıyla ka­
yasını yürütecek, seçm enlere yön verecek tılırlar. K arar alma süreci tam amlanıp belirli
uzm anlar ve kam panyanın giderlerini karşıla­ kararlar alındıktan sonra tüm üyeler koşulsuz
yacak zenginler oluşturur. olarak bu kararlann gerçekleşmesi için çalı­
Rex Features şırlar.
Faşist partiler ise kitle partilerinin ayrı bir
türünü oluşturur. Bunlar otoriter bir öğreti
doğrultusunda askeri tipte bir örgüt yapısına
sahiptir. Ö nderin m utlak egemenliğine bağlı
olarak katı bir disiplin uygular.
Siyasal partileri yöneticilerinin üyeleri ve
milletvekilleri üzerindeki otoriteleri yönün­
den de ikiye ayırabiliriz: Serbest partiler,
disiplinli partiler.
Serbest partilerde üye ve parlam enterler
siyasal sorunlar karşısında belirli bir yönde
birlikte davranm ak zorunda değillerdir. D i­
siplinli partilerde ise üye ve parlam enterler
parti yönetiminin aldığı kararlarla partinin tü ­
zük ve program ına uym ak zorundadırlar.
ABD'de bir siyasal partinin delegeleri başkan adayı
seçiminde. Siyasal Parti Sistemleri
Siyasal parti sistemleri başlıca iki gruba ayrı­
Kitle partileri ise üye ve sempatizan sayısını lır: Çok partili sistem ve tek partili sistem.
sürekli artırm ak isteyen örgütlerdir. Kitle Çok partili sistem çoğulcu, liberal ve reka­
partileri işçi sınıfının gelişmesi ve genel oy betin var olduğu siyasal yapılarda ortaya
hakkının elde edilmesiyle 19. yüzyılın ikinci çıkar. Bu sistemi iki partili sistem ve ikiden
282 SİYASAL PARTİLER

fazla partili sistem olarak ikiye ayırabiliriz. tanbul’da kurulan partiler A nadolu’da ulusal
Gerçek örneklerine İngiltere ve A B D ’de rast­ kurtuluş mücadelesini sürdüren örgütlerce
ladığımız iki partili sistem bir ülkede yalnızca benimsenmedi. Bu örgütlerin oluşturduğu
iki parti olmalıdır anlamına gelmez. Bu siste­ Anadolu ve Rumeli M üdafaa-i H ukuk Cemi­
min uygulandığı ülkelerde ikiden çok parti yeti, Kurtuluş Savaşı’nın merkezi örgütü ko­
vardır. Am a bu ülkelerin toplum sal ve siyasal numundaydı. Bu örgüt Halk Fırkası’na dönü­
koşullan iki büyük partinin siyasal yaşama şerek (9 Eylül 1923) Türkiye Cum huriyeti’nin
egemen olmasını olanaklı kılm akta, öbür ilk siyasal partisini oluşturdu. Partinin adı 10
partiler çok zayıf bir durum da varlıklarını Kasım 1924’te Cum huriyet Halk Fırkası ola­
sürdürm ektedir. Bir büyük parti daha doğdu­ rak değiştirildi. G ene 1924’te cumhuriyetin
ğunda iki büyük partiden birinin yerini al­ ilanına ve halifeliğin kaldırılmasına karşı çı­
m akta, eski büyük parti küçülüp önemini kan bir grup Cum huriyet Halk Fırkası’ndan
yitirm ektedir. İki partili sistemin doğmasında istifa ederek Terakkiperver Cum huriyet Fır-
en önemli etm en seçimlerin tek turlu ve kası’nı kurdu. Am a bu yeni parti cumhuriye­
özellikle dar bölge sistemine göre yapılması­ te karşı çıkan hilafetçi çevrelerin kümelendiği
dır. Tek adlı seçim yöntemi olarak da adlandı­ bir odak olunca 1925’te kapatıldı. 1930’un
rılan bu sistemde, parlam enterler ABD ve İn­ ortalannda A tatürk’ün görevlendirmesi üze­
giltere’de olduğu gibi birer temsilci çıkartan rine Fethi O kyar tarafından kurulan Serbest
seçim bölgelerinde seçilirler. En fazla oyu Cum huriyet Fırkası da aynı yılın sonunda
alan aday seçimi kazanır. Bu, iki büyük parti­ kapatıldı. Böylece, Cum huriyet Halk Fırkası
den birinin adayının kazanması anlamına (1935’te adı Cum huriyet Halk Partisi olarak
gelir. değiştirildi) varlığını sürdüren tek siyasal parti
İkiden fazla partili sistem ülkenin siyasal olarak kaldı.
yaşamında ikiden çok partinin söz sahibi 1923’te cumhuriyetin ilanını izleyen günler­
olması anlam ına gelir. İkiden fazla partili de Cem iyetler K anunu’nda yapılan değişiklik­
sistemi, ülkedeki siyasal azınlıkların güçleri le hüküm ete tüm örgütler üzerinde geniş bir
oranında temsil edilmelerine olanak sağlayan denetlem e yetkisi verilmişti. 1926’da Türk
nispi temsil sistemi doğurmuştur. Bu sistemde M edeni Kanunu ile ülkede örgütlenm e hakkı­
genellikle partilerden hiçbiri tek başına ço­ na serbestlik getirildiyse de, 1923-45 arasında
ğunluğu elde edemez ve koalisyon hüküm et­ yürürlükte olan tek partili sistem ortam ın­
leri oluşur. Parlam entoda, içinde çeşitli parti­ da parti özgürlüğü yoktu. Yeni siyasal parti
lerin bulunduğu ve sürekli yer değiştirdiği kurulm asına yönelik iki girişim de kısa sürede
iktidar ve m uhalefet grupları oluşur. başarısızlığa uğramıştı. 1946’da Cemiyetler
Tek partili sistemde siyasal iktidar sürekli K anunu’nda yapılan değişiklikle farklı siyasal
olarak tek partinin elindedir ve seçimler bu eğilimlerde partilerin kurulmasına olanak ta­
partinin adayları arasında yapılır. Bu sistem­ nındı. 1946’da kurulan D em okrat Parti 1950
de partiler arasında ve partiler kanalıyla seçimlerini kazanarak siyasal iktidarı ele ge­
yürütülen bir siyasal iktidar savaşı söz konusu çirdi. 1946-60 arasında ülkede iki partili sis­
değildir. M uhalefet aynı partinin içinde bi­ tem egemen oldu.
çimlenir. 1961 A nayasası’nın getirdiği göreli özgürlük
ortam ında ilk kez siyasal partiler anayasal
Türkiye'de Siyasal Partiler güvence altına alındılar. 1965’te Siyasal Parti­
Türkiye’de çağdaş anlam da siyasal partiler ler Kanunu çıkarılarak siyasal partilerin çalış­
1876 Anayasası’nda (Kanun-ı Esasi) 1909’da ma ilkeleri ve biçimleri belirlendi. Uygulan­
yapılan köklü değişikliklerle ortaya çıktı m akta olan nispi temsil sisteminin de etkisiyle
(bak. BİRİNCİ VE İKİNCİ MEŞRUTİYET; İTTİHAT VE yeni partiler kuruldu, gerçek anlam da çok
TerakkİCEM İY ETİ). 1913’te Babıâli Baskım ’yla partili sisteme geçildi. Bu siyasal yapı 12 Mart
tek parti durum una gelen İttihat ve Terakki 1971 askeri müdahalesini izleyen birkaç yıl
Fırkası 1918’e kadar bu konum unu sürdürdü. dışında, 1960’lar ve 1970’ler boyunca varlığını
M ondros M ütarekesi’ni izleyen günlerde İs­ sürdürdü. Am a 12 Eylül 1980 askeri müdaha-
SİYASAL VE YEREL YÖNETİM 283

Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

Solda: Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin bir m itingi.


Üstte: Anavatan Partisi'nin bir gösterisi.

leşinin ardından önce siyasal partilerin etkin­ rın yapılanışım ve birbirleriyle ilişkilerini be­
likleri durduruldu, 16 Ekim 1981’de de tüm lirleyen tüm sisteme siyasal yönetim denir.
siyasal partiler feshedildi. Başbakan ya da başkan, parlam ento, hükü­
Bugün ülkemizde uygulanm akta olan siya­ m et, m ahkem eler, kam u hizm etleri, silahlı
sal parti rejimi 1982 Anayasası ile 1983’te kuvvetler, polis gibi tüm bir yönetim sistemi,
çıkarılan yeni Siyasal Partiler Kanunu tarafın­ siyasal yönetim kapsamındadır.
dan düzenlendi. O ldukça otoriter bir nitelik Bir topluluk içinde yaşarken, bireylerin
taşıyan bu düzenlemeye göre, siyasal yaşamın ortak gereksinimlerini karşılayacak kam u hiz­
vazgeçilmez öğeleri olarak kabul edilen parti­ m etlerinin de sağlanması gerekir. Bu hizm et­
ler, seçimler yoluyla milli iradenin oluşmasını leri sağlamak kamu yönetiminin görevidir.
sağlamak, ülke çapında etkinlik gösterm ek, Kamu hizmetleri siyasal yönetimin bir parçası
ülkenin bütünlüğünü ve laiklik ilkelerini gö­ olarak m erkezden yönlendirilebileceği gibi,
zetm ek gibi genel ve özel kurallara uymak zo­ bir bölgede yaşayan halkın bazı gereksinim le­
rundadır. Ayrıca, siyasal partilerin kadın ve rini o bölge içerisinde yerel olarak karşılam ak
gençlik kolları ile köy örgütü kurması, sendi­ da olanaklıdır. Yerel yönetim ler, merkezi
ka ve derneklerle işbirliği yapması da yasak­ yönetimin dışında, belirli bir bölgede kamu
lanmıştır. hizmetlerini yerine getirir.
A yrıca bak. TÜRKİYE. Yönetim sözcüğü ayrıca, “yönetim bugün
yeni ekonom ik önlemleri açıkladı” haberinde
SİYASAL VE YEREL YÖNETİM. Bir ülke­ olduğu gibi hüküm et anlam ında ya da “Baş­
de, eyalette, kentte ya da köyde birlikte bakan A .’nın yönetim i” biçiminde, ülkenin o
yaşayan insanlar bütün ülke ya da topluluğun dönem deki siyasal önderine gönderi yapıla­
yararı için konulmuş bazı kural ve düzenlem e­ rak da kullanılabilir. (Yönetim in özel anlam ­
ler içinde yaşamak zorundadır. Böyle bir larına ilişkin ek bilgileri B A K A N LA R K U ­
topluluğu bu kural ve düzenlem elere göre R U L U , SİYA SAL P A R T İL E R , SİYASET
yönlendirme işi yönetimdir. m addelerinde bulabilirsiniz.)
Yönetim kavramı iki farklı düzeyde açıkla­ Yönetim biçimleri ülkeden ülkeye değişir.
nabilir. Bir ülkede siyasal iktidar ile kurumla- Değişik ülkelerin siyasal yönetimlerini tanım ­
284 SİYASAL VE YEREL YÖNETİM

lam ak için dem okrasi, kom ünizm, diktatör­ sıra büyük bir m em ur ve yönetici ağının
lük, faşizm, cumhuriyet, krallık ya da monarşi yardımına gereksinim duydular. Devlet gö­
gibi çeşitli kavram lar kullanılm aktadır. (Bu revlileri ve m em urlardan oluşan bu topluluğa
terim lere ilişkin ayrı m addelerde bu siyasal bürokrasi denildi. (Sözcük, işyeri anlamına
sistemlerin ülke yönetimlerini nasıl etkilediği gelen Fransızca bureau ve iktidar anlamına
anlatılm ıştır.) H er ülkenin yönetimi, o ülke­ gelen Yunanca kratos' dan türem iştir.) Her
nin tarihsel gelişiminin ve siyasal ideallerinin yönetimin bir bürokrasisi vardır.
bir yansımasıdır. Aynı siyasal sisteme sahip Bazen bir ülkede halk yönetim biçimini
iki ülkenin yönetim leri, gelişimlerini farklı onaylamaz ve kurulu düzeni değiştirmek için
tarihsel ve toplumsal koşullarda sürdürdükle­ başkaldırır. Böyle halk ayaklanm alarına dev­
ri için birbirinden farklı olabilir. rim denir. İngiliz baronlarının 1215’te krala
karşı ayaklanması ülkenin yönetiminde dö­
Yönetimin Gelişimi nüm noktası oldu. Kral, uyruklarının bireysel
İlkel kabilelerde, en güçlü savaşçının zora haklarını tanıyan Magna C arta (bak. M a g n a
başvurarak yönetimi ele geçirdiği ilkel yöne­ C a r t a ) adındaki belgeyi imzalamak zorunda
tim biçimleri uygulanırdı. Başka kabileleri kaldı. 17. yüzyılda, ülkeyi kimin yöneteceği
yenen ve yeni topraklar kazanan başarılı sorunundan kaynaklanan İngiliz İç Savaşı
savaşçılar, iktidarı ordularının gücü ve yan­ (1642-51) kral ve parlam ento arasındaki güç
daşlarının desteğiyle ele geçirerek ilk krallar dengesinde bir başka önemli değişmeye yol
oldular. Bu krallıkları yönetm ek için yasalar açtı. A m erikan, Fransız, Rus, Çin ve Küba
konuldu. Yönetim in temel görevi ordu kur­ devrimleri yönetim biçimlerinde büyük deği­
mak ve vergi toplam aktı. Eski Mısır, Babil ve şikliklere neden oldu.
A sur’da din, kralın iktidar kaynağının tanrısal
olduğu inancını yerleştirerek, kralın yöneti­ Siyasal Yönetim Sınıflandırmaları
mini pekiştirm ekte yaşamsal bir rol oynadı. Siyasal yönetim ler çeşitli biçimlerde sınıflan­
İÖ 6. yüzyıldan başlayarak Eski Y unan’da dırılabilir. Bunlardan biri egemenliğin kayn a­
Aristo ve Platon gibi siyasal düşünürler mo­ ğına. göre yapılan sınıflandırmadır. Buna
dern yönetim kavramını ortaya koydular göre yönetim, dinsel ve laik olarak ikiye
(bak. ARİSTO; ESKİ Y u n a n ; P l a t o n ) . Yunanlı ayrılır. Dinsel ya da teokratik yönetimde
düşünürler, yurttaşların ülkenin yönetiminde yerleşik hukuk düzeninin Tanrı tarafından
söz sahibi olm alanna olanak sağlayan dem ok­ konulmuş olduğuna inanılır. Bu yönetimde
ratik yönetim kuramını da geliştirdiler. Am a siyasal otoritenin T a n n ’mn yeryüzündeki
bu dönem de uygulanan demokrasi günüm üz­ temsilcisi olduğu varsayılır. Bu nedenle de,
deki anlam ından farklıydı. Eski Y unan kent var olan düzen ve otoriteye karşı çıkılamaz ve
devletlerinde halkın yönetim de söz sahibi eleştirilemez.
olması yalnızca yurttaşlarla sınırlıydı. Kent Laik yönetimde ise egemenliğin kaynağı
nüfusunun çoğunu oluşturan kölelerin yöneti­ dünyasaldır. Laik yönetimler ülkenin siyasal
me katılm a haklan yoktu. G ene de, A tina sistemine göre çok farklı biçimler alabilir.
gibi kent devletlerinde “halk yönetim i” oldu­ Ö rneğin, halkın işbaşına getirdiği dem okratik
ğu söylenebilir. Halkın temsilcileri yasalar yönetimler gibi, kaba güce dayanan bir önder
yapm ak, vergileri kararlaştırm ak ve anlaş- ya da grubun egemenliği de laik olabilir.
m azlıklan zor ile değil oylama ile çözmek Siyasal yönetimlerin en eski sınıflandırılma
üzere düzenli olarak toplanırlardı. biçimlerinden biri de egemenliği kullanan kişi
Ülkelerin, özellikle Akdeniz çevresindeki­ sayı' sına göre yapılandır. Bu ayrımda tek
lerin yasalan, kültürleri ile bilimleri geliştikçe kişinin yönetimine monarşi, soylu azınlığın
ve nüfusları arttıkça, yönetime ilişkin düşünce yönetimine aristokrasi, halk çoğunluğunun
ve çalışmaları çok daha karmaşıklaştı ve yönetimine de dem okrasi denmiştir. Bu sınıf­
ayrıntılandı. 16.-18. yüzyıllar arasında A vru­ landırm a Eski Y unan’dan yakınçağlara kadar
p a’da hüküm süren m utlak krallar, krallıkları­ bazı terim farklılaşmalarıyla geçerli olmuştur.
nı yönetebilm ek için ordular beslemenin yanı Toplum biçim lerine, göre yapılan sınıflan­
SİYASAL VE YEREL YÖNETİM 285

dırm ada, siyasal iktidarın toplumsal ve eko­ temel haklar ve özgürlükler başka yönetim
nomik yapı tarafından belirlendiği düşünülür. biçimlerinde güvence altına alınmamıştır.
Y önetim ler feodal, kapitalist, sosyalist top­ D em okratik yönetimin örgütlenmesi ülke­
lum biçimlerine göre farklılaşır. nin siyasal ve tarihsel geleneklerine göre
Siyasal yönetimlerin bireyin ve birey özgü r­ değişir. A m a tem elde iki ayrı yönetim m ode­
lüğünün tem el alınması'na göre sınıflandırıl­ linden söz etm ek olanaklıdır. Bunlar başkan­
masında, yönetim liberal ve liberal olmayan lık sistemi ve parlam enter sistemdir (bak.
biçiminde ikiye ayrılır. Liberal yönetim ler, P a rla m e n to ).
halkın tercihlerini yansıtan çoğulcu dem okra­ Başkanlık sistemi ilk kez A B D ’de ortaya
tik yönetimlerdir. Liberal olmayan yönetim ­ çıkmıştır. Yürütm e gücü olarak başkanın
ler ise, otoriter ve faşist yönetim ler gibi birey doğrudan seçimle işbaşına geldiği başkanlık
karşısında devletin üstünlüğünü savunan yö­ sistemi A B D ’nin yanı sıra Latin Am erika ve
netim ler ya da toplum un üstünlüğünü savu­ başka bazı ülkelerde de uygulanm aktadır.
nan sosyalist yönetim ler olarak farklılaşabilir. A m a toplumsal ve tarihsel koşulları nedeniyle
ABD dışındaki ülkelerde bu sistemin otoriter
Siyasal Yönetim Biçimleri yönetime dönüşme tehlikesi vardır.
D em okratik Yönetim . Bu, pek çok batılı Parlam enter sistemin ilk örneği ise İngilte­
ulusun benimsediği yönetim biçimidir ve hal­ re’de görülm üştür. Bu yönetim biçimi seçimle
kın yönetime katılmasını kapsar. Dem okrasi işbaşına gelen parlam entoya dayanır. Farklı
sözcüğü, halk ve iktidar anlamına gelen Yu­ siyasal partiler iktidara gelmek için genel
nanca dem os ve kratos' dan gelir. H alk, birbi­ seçimlere katılır. Bu seçimler sonunda meclis­
rinden farklı iki ya da daha çok siyasal parti te çoğunluğu kazanan parti iktidar olur.
arasından hangisinin ülkeyi yöneteceğine ka­ Genellikle bu partinin önderi başbakan ola­
rar verm ek için düzenli olarak yapılan seçim­ rak bakanlar kurulunu oluşturur. Avam Ka­
lerde oy verir (bak. SEÇİM; SİYASAL PARTİLER). marası ve Lordlar Kamarası olarak iki meclis­
Seçilen yönetim, bireylerin haklarını güvence ten oluşan İngiliz Parlam entosu’nda yalnızca
altına alan anayasa ve yasalar çerçevesinde Avam Kamarası için seçim yapılır. İngiltere’
(bak. A n a y a s a ) davranm ak zorundadır. ABD de devlet başkanı kral ya da kraliçe olmakla
Başkanı A braham Lincoln’ın sözleriyle, de­ birlikte, gerçek siyasal iktidar seçimle işbaşı­
m okratik yönetim “halkın, halk tarafından, na gelen parlam entonun elindedir.
halk için yönetim i”dir. Sosyalist Yönetim. Bu yönetim biçimi
D em okratik yönetim lerde kuvvetler ayrılı­ SSCB, Çin, Küba ve Doğu Avrupa ülkelerin­
ğı ilkesi benimsenmiştir. Kuvvetler ayrılığı de yürürlüktedir. 1989’daki siyasal ve toplum ­
ilkesi, yönetim organlarının birbirinden ayrıl­ sal değişikliklere kadar, sosyalist yönetim ler­
masını öngörür. Buna göre, yürütm e (başkan de halk yalnızca tek partinin, yani komünist
ya da bakanlar kurulu) yasaları uygular, partisinin adayları için oy kullanabilirdi. Bu
yasam a (parlam ento) yasaları yapar ve yargı nedenle de, seçimler “serbest” değildi. Birey­
(m ahkem eler) yasalara uygun davranılmasım lerin ve basının yönetimi eleştirmesi hoş
sağlar. Bu sistemle, yasama, yürütm e ve yargı karşılanmazdı. Bu uygulamalarıyla dem okra­
güçleri birbirinden ayrılmış ve böylece karşı­ tik yönetim den ayrılan sosyalist ülkeler,
lıklı olarak birbirlerini denetlem eleri sağlan­ 1989’da başlayan bir dizi değişim içine girdi­
mıştır. Oysa otoriter yönetim ler, yönetim ler. Bireysel özgürlükler, basın özgürlüğü,
organlarının ve yetkilerinin tek elde toplan­ çok partili yaşam, serbest seçim gibi daha
ması dem ek olan kuvvetler birliği ilkesini önce yalnızca dem okratik yönetimlere özgü
kabul eder. birçok hak ve özgürlük sosyalist yönetimlerce
D em okratik yönetimi başka yönetim biçim­ de benimsenmeye başlandı.
lerinden ayıran temel özelliklerden biri de O toriter Yönetim . O toriter yönetim ler çağı­
bireysel özgürlükler, yönetimi eleştirme öz­ mızda, genellikle askeri bir darbe ya da iç
gürlüğü, basın özgürlüğü, seçme ve seçilme savaş sonucu bir kişi ya da bir grubun
özgürlüğü gibi özgürlükleri tanımasıdır. Bu yönetimi zorla ele geçirmesiyle ortaya çık­
286 SİYASAL VE YEREL YÖNETİM

m aktadır. Bazı Latin A m erika ve A frika runlarla karşılaştıklarında, güçlü bir merkezi
ülkelerinde olduğu gibi, bazen de yürürlükte­ yönetim oluşturm aya karar verdiler. 1789’da
ki başkanlık sistemi dem okratik m ekanizm a­ onaylanan ABD A nayasası’yla eyaletler bazı
ların işletilememesi nedeniyle otoriter yöne­ yetkilerini korudu; federal yönetim lere, sa­
timlere dönüşebilm ektedir. vunm a gibi bütün ülkeyi ilgilendiren sorunla­
İktidarı zor yoluyla ele geçirenler daha ra ilişkin denetim yetkisi de verildi.
sonra yeni kurdukları sisteme uygun yasal
düzenlem eleri de yaparlar. Bu yönetim lerde Yerel Yönetimler
yasama, yürütm e ve yargı gücü doğrudan Yerel kamu hizmetlerinin o bölgenin toplum ­
iktidarın denetim indedir. Bireysel hak ve sal, ekonom ik, coğrafi gereklerine uygun
özgürlükler, basın ve eleştiri özgürlüğü yok­ olarak yerine getirilebilmesi için oluşturulan
tur ya da çok kısıtlanmıştır. Seçimler ya yerel yönetim ler genellikle m erkezden yöne­
ertelenir ya da serbest seçim ilkelerine tim ve yerinden yönetim olmak üzere iki ayrı
uyulmaz. örgütlenm e biçimi gösterir. Yasama organı­
nın çıkardığı yasalar, hüküm etin ve bakanlık­
Yönetim Kademeleri ların aldıkları kararlar, m erkezde ve taşrada
Ü lkelerin tüm ünde ulusal yönetimin altında siyasal yönetimin bir parçası olan yönetim
çeşitli yönetim kadem eleri vardır. Yönetim birimleri tarafından ülkenin en uzak köşele­
birimleri, büyüklük ve önem lerine göre, ör­ rinde bile uygulanır. Buna m erkezden yöne­
neğin A B D ile K anada’da eyaletlerden, tim denir. Bu yönetim türünde kamu hizm et­
SSCB’de cum huriyetlerden, Türkiye, İngilte­ leri, yukarıdan aşağıya hiyerarşik biçimde
re ve Fransa’da illerden oluşur; daha küçük düzenlenen yetki ve sorum luluklar çerçeve­
bölgesel ya da yerel birimler, belediye yöne­ sinde yerine getirilir.
tim leri, kent, ilçe ve köy yönetimleri de Ö te yandan, belirli bir bölge içinde bir
vardır. Yerel yönetim birimleri okul, hastane, arada yaşayan insanların ortak gereksinm ele­
sosyal yardım hizm etleri, yol, im ar planları, rini karşılam ak üzere, genellikle o yörede
doğum kayıtları gibi yerel işlere bakar. Bölge­ yaşayan halk tarafından seçilen, belediye gibi
sel yönetim ler yerel gereksinimlerin karşılan­ yerel yönetim birimleri oluşturulm uştur.
masına çalışır. Kentleşm enin getirdiği sorunlar bu tip yerin­
D em okrasilerde küçük yönetim birimleri den yönetim birimlerinin önemini artırmıştır.
merkezi ya da federal sistem içinde örgütlen­ Merkezi yönetim, ülkede ulusal birlik ve bü­
miştir. M erkezi sistemde iktidar, bölge yöne­ tünlük sağlandığı ölçüde yerel yönetimlerin
timlerine ne kadar yetki tanınacağına karar güçlenmesine izin vermiştir.
verir. İngiltere, Fransa, Japonya ve Türkiye Yerel yönetimlerin yetki, sorumluluk ve
merkezi sistem içinde örgütlenmiş ülkelere kuruluş biçimleri ülkeden ülkeye önemli fark­
örnektir. lılıklar gösterir. A vrupa’da başlıca üç tip yerel
Federal sistemde ise eyaletler, kendi istek­ yönetim uygulaması görülür. Bunlardan İngi­
leri dışında ellerinden alınamayacak belirli liz sistemi, İngiliz Uluslar Topluluğu ülkeleri­
yetkilerle donatılmıştır. Federal sistemin uy­ nin çoğunda yürürlüktedir. Bu sistemde m er­
gulandığı ülkeler arasında K anada, A vustral­ kezi yönetim yerel birimlere belirli görev ve
ya, M eksika, İsviçre ve A BD sayılabilir. yetkiler vermiştir ve seçilmiş kurullar ulusal
Federal sistem A B D ’de gelişmiştir. 1776’da yönetimin gözetimi altında yerel düzeyde iş
İngiltere’den kopan 13 eyalet, başlangıçta görür.
kendi bağımsız yönetimlerini oluşturdu. İkincisi Fransız sistemidir. Bu sistemde
1781’de de gevşek bir konfederasyon (yani, ulusal yönetim yerel birimler üzerinde güçlü
eyaletler birliği) kuruldu, ama her eyalet bir denetim kurar. Fransa 90 ile bölünmüştür.
kendini bir ulus gibi görmeyi sürdürdü. K on­ H er il, ulusal yönetimin atadığı bir vali
federasyonun büyük sorunları çözümleme tarafından yönetilir. Kentlerde ya da bucak­
yetkisi yoktu. Ö nderler bütün eyaletlerin larda, seçm enler belediye başkanlarım ve
ancak birlikte davranarak çözebilecekleri so­ belediye meclislerini seçerler. Bunlar yıllık
SİYASAL VE YEREL YÖNETİM 287

bütçeyi onaylam ak ve yalnızca yerel sorunla­ başbakan önderliğindeki bakanlar kurulu ile
rı ele almak üzere yılda dört kez toplanır. yargı görevini yürüten bağımsız m ahkem eler­
Am a m erkezi yönetim, içişleri bakanı ve vali dir (bak. B a k a n l a r K u r u l u ; B a ş b a k a n ; C u m -
aracılığıyla polis, eğitim ve maliye gibi önemli HURBAŞKANl). Anayasa M ahkemesi en üst yar­
konuları doğrudan denetler. Pek çok ülke gı organıdır (bak. A n a y a s a M a h k e m e s i ) . A yrı­
Fransız sistemini benimsemiştir. ca Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet D enet­
Üçüncüsü ise sovyet sistemidir. Bu sistem­ leme Kurulu, Danıştay, Sayıştay gibi çeşitli
de sovyetler, her yönetim düzeyinde asıl kurum ve kuruluşlar da bulunm aktadır.
yönetim organı olarak çalışır. Kent sovyeti Merkezi yönetim, yönetsel görev ve uygu­
ulusal sovyetin temsilcisidir. Bu yönetim biçi­ lamaları yaygınlaştırabilmek için tüm ülke ça­
mi sosyalist ülkelerin çoğunda yürürlüktedir. pında örgütlenmiştir. Türkiye’de siyasal yö­
netim kadem eleri, sırasıyla iller, ilçeler, bu­
Türkiye'de Siyasal ve Yerel Yönetim caklar ve köyler olarak coğrafi bölümlere ay­
Türk siyasal yönetim modeline Batı Avrupa rılmıştır. En büyük yönetsel birimler olan 73
dem okratik yönetimleri kaynaklık etmiştir. ilin başında devletin, hüküm etin ve bütün
19. yüzyılın ilk yarısında Tanzim at ile başla­ bakanlıkların temsilcisi durum unda olan vali­
yan, siyasal yönetim kurumlarm ı güçlendirme ler bulunur. İlçelerin başındaki kaym akam la­
çabası, 1876’da ilk anayasanın onaylanm asıy­ rın ise devleti temsil etm e yetkisi yoktur. Kay­
la sonuçlandı. Padişahın yetkilerini belirleyen m akam , bir devlet m em uru olarak valinin de-
ve “din devleti” yapısını güçlendiren bu ana­ netimindedir. Bucakların başında bulunan
yasa, daha dem okratik bir yönetime yönelm e­ bucak m üdürleri de kaymakam gibi devlet
de başarılı olamadı. 1908’de II. M eşrutiyet’in m em uru olarak görev yaparlar.
ilanından ve anayasanın yeniden düzenlenm e­ Türkiye’de yerel kamu hizmetlerinin yerine
sinden (1909) sonra, egemenliğin padişah ile getirilmesiyle görevli yerel yönetim kuruluşla­
halk arasında, bir ölçüde paylaşıldığı yeni bir rı, il özel idareleri, belediyeler ve köyler ola­
dönem başladı. rak üçe ayrılır. İl özel idareleri, il sınırları
Kurtuluş Savaşı sırasında ilan edilen 1921 içinde merkezi yönetimce yürütülen tarım ,
Anayasası’nda egemenliğin kayıtsız şartsız bayındırlık ve sağlık gibi hizmetleri yerine ge­
ulusa ait olduğu düşüncesi yer aldı. Bu anaya­ tirm ekle görevlidir. İl özel idaresinin başı ve
sa ile yasama yetkisi meclise geçti. D aha son­ yürütm e organı validir.
ra 1924 Anayasası ile Türkiye Cum huriyeti’n- Belediyeler, yörelerinde yaşayan halkın ge­
de yasama ve yürütm e yetkisi Türkiye Büyük reksinmelerini karşılam ak amacıyla kurulmuş
Millet Meclisi’ne bırakıldı. A rdından laiklik yerel yönetimlerdir. Belediyeler Kurtuluş Sa­
ilkesi de benimsendi. A m a 1946’da çok partili vaşı sırasında zarar gören yerleşim birimleri­
sisteme geçilinceye kadar ülkede parlamen­ nin onarılması ve o yöredeki insanların en te ­
ter dem okrasinin yerleştiği söylenemez. Bu mel gereksinimlerini karşılamak üzere kurul­
tek partili dönem de, dem okratik yönetimin muştu. Günüm üzde bazı büyük kentlerde
temel ilkelerinden olan, birden çok siyasal kent sorunlarının çözümü için, anakent bele­
partinin katıldığı serbest seçim ilkesi uygulan­ diyeleri oluşturulm uştur. Belediyelerin yöne­
madı. timi her beş yılda bir seçilen başkan ve beledi­
1961 Anayasası Türkiye’de parlam enter yö­ ye meclisinin elindedir. Ayrıca, hizmet türüne
netimin tüm kural ve kurumlarıyla yerleşme­ göre kurulmuş sürekli birimleri de vardır. Be­
sini sağladı. Bu anayasada Türkiye Cum huri­ lediyelerin başlıca etkinlikleri imar, temizlik,
yeti insan haklarına dayalı, milli, dem okratik su, kanalizasyon, sağlık, zabıta, kent içi toplu
ve laik bir devlet olarak tanımlandı. taşım a, kültür, dinlenme ve itfaiye hizmetleri
Günüm üzde Türkiye’de egemenlik ulusun­ gibi alanlardadır (bak. BELEDİYE).
dur. Ulus bu egemenliği anayasanın belirledi­ Başka bir yerel yönetim kuruluşu da köy­
ği yetkili organlar aracılığı ile kullanır. Bu lerdir. Köydeki yönetim organları köy derne­
yetkili organlar, yasama görevini yürüten ği, köy ihtiyar meclisi ve m uhtardır. M erkezi
meclis, yürütmeyle görevli cumhurbaşkanı ve yönetimin köydeki temsilcisi ve yürütm e or-
288 SİYASET

gam m uhtar, karar organı da ihtiyar meclisi­


dir (bak. KÖY).

SİYASET ya da POLİTİKA sözcüğü, Eski


Yunan dilinde kent devleti anlamındaki polis
sözcüğünden gelir. Kent devletleri kendi yap­
tıkları yasaları uygulayan ve ekonomik olarak
kendine yeten özgür küçük devletlerdi. En
geniş anlamıyla siyaset, Eski Yunanlı düşünür
A risto’nun Politika adlı yapıtında belirttiği gi­
bi, yurttaşların toplum u ilgilendiren işlerle il­
gili olarak yaptığı her şeydir.
Siyaset, krallık, cumhuriyet gibi değişik
devlet biçimlerinde yasaların yapılış yollarıyla
ve bir devlet biçiminden bir başkasına dev­
Rex Features
rimci ya da barışçı yollardan hangisiyle geçil­ S iya se tçile r kam p an yala rın ı çok çe şitli b iç im le rd e
diğiyle ilgilenir. Siyaset ayrıca, siyasal partile­ y ü rü tü rle r.
rin birbirleri ile olan ilişkilerini de içerir.
G ünüm üzde siyaset için çok daha sınırlı bir sında doğrudan siyaset, iki seçim arasında
tanım kullanıyoruz. Bir ülkedeki anayasa, seçm enler üzerinde olumlu etkiler bırakabil­
hüküm et kuruluşu, halkla ilişkiler gibi sorun­ menin yollarını ararken de dolaylı siyaset
lar, genellikle, siyasetten çok anayasal, yasal biçimim alır (bak. SEÇİM). Böylece, siyaset,
ve yönetimsel çalışma alanlarını kapsar. D ev­ siyasal partilerin örgütlenmesini, çalışmasını
letlerarası ilişkiler ise uluslararası yasalar, an­ (bak. SİYASAL P a r t İl e r ) ve seçmenlere ulaşa­
laşmalar ve örgütlerle yürütülür. bilmesinin değişik yollarını içerir. Halk top­
Bugün siyaset, bireylerin ve grupların bir lumsal konulardaki bilinç düzeyine ve kendi
ülke ya da kuruluşta kazandıkları gücü ve yaşamına ilişkin taleplerine bağlı olarak ka­
bunu rakiplerine karşı kullanabilme yollarını rarlarını seçimlerde kullandıkları oylarla gös­
açıklamak için kullanılır. tererek siyasete katılır.
Siyasetin dem okratik seçimler yoluyla güç Günüm üzdeki seçimlerde siyasetçilerin hal­
kazanm a ve bunu korum a yolları ile sınırlan­ kı kazanm ak için yapmak zorunda oldukları
dırılmış olduğu düşünülür. Bu durum da siya­ şeyler oldukça değişmiştir. 18. yüzyılda İngil­
seti dem okratik bir sistemin dışında tanım la­ tere ve A B D ’de seçmen sayısının çok sınırlı
maya çalışmak çok güçtür. Sözgelimi Kral olduğu zam anlarda, broşürlere ve basılmış
X III. Louis’in egemenliği altındaki Fransa’da başka gereçlere duyulan güven çok fazlaydı.
olduğu gibi m utlak bir m onarşide ya da H itler 19. yüzyılda açık hava mitingleri büyük kala­
boyunduruğundaki faşist A lm anya’da siyase­ balıkları coşturmaya başladı. Sonraları siya­
te hiç yer olmadığı görülür. A m a bu tam setçiler, seslerinin hoparlörlerle yükseltilme­
anlamı ile doğru değildir. Hüküm darların sine ve kalabalıkla kolayca kaynaşabilme
danışm anlara ve buyruklarını yerine getirecek yeteneğine gereksinim duymaya başladılar.
insanlara gereksinimleri vardır. Bu, diktatör­ A m a giderek evlerdeki radyo mitinglerin
lükler için de geçerlidir. Yönetimi elinde tutan yerini almaya başladı. Yaklaşık 1950’lerden
diktatörün siyasetten ayrılmasından sonra, beri de televizyon tüm dem okrasilerde seçim
onun yerine kimin geçeceği çevresindekiler ara­ kampanyasının en etkili aracı oldu.
sında bir siyasal çatışma konusu olabilir. A y n c a bak. DEMOKRASİ; DİKTATÖR; FAŞİZM;
KOMÜNİZM.
Demokrasilerde Siyaset
Dem okrasilerde siyaset en çok, seçimleri SİYONİZM, Y ahudiler’in bir yurdu olmasını
kazanm a amacıyla gerçekleştirilen etkinlikleri öngören ve İsrail D evleti’nin kurulmasıyla
açıklamak için kullanılır. Bu, bir seçim sıra- sonuçlanan milliyetçi Yahudi hareketidir.
SİYONİZM 289

İsviçre’nin Basel kentinde bir Siyonist kongre


toplayan H erzl, Siyonizm’in dünya çapında
siyasal bir hareket olmasını sağladı. Bu kon­
grede Dünya Siyonist Örgütü kuruldu; örgü­
tün m erkezinin Viyana olmasına karar veril­
di. 1901’e kadar her yıl toplanan kongre, bu
tarihten sonra iki yılda bir yapıldı. Yahudiler
“İsrail Ülkesi” diye adlandırdıkları Filistin’e
toplu olarak yerleşmek için Osmanlı D evleti’
ne başvuruda bulundularsa da, bir sonuç
alamadılar.
1905’te Rusya’da baş gösteren büyük ayak­
lanm anın bastırılmasının ardından çarlık güç­
lerince başlatılan Yahudi kıyımı, bu ülkeden
birçok kişinin Filistin’e göç etm esine yol açtı.
D aha sonra Chaim W eizm ann’ın (1874-1952)
önderliğinde İngiltere’den destek arayan Si-
yonistler, 1917’de İngiliz yönetiminin Balfour
Bildirisi’ni yayımlamasını sağladılar. Bu bildi­
riyle İngiltere, Filistin’de bir Yahudi devleti
kurulm asına yardım edeceğine söz veriyordu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra M illetler Cem i­
yeti Filistin topraklarında İngiliz m anda yöne­
timini onaylayınca (1922) birçok Yahudi bu­
raya göç etmeye başladı. 1925’te Filistin’de
Hulton Picture Library yaşayan Yahudi sayısı 108 bin iken, 1933’te
D o kto r C haim VVeizmann (ortada) 1924'te, Dünya 238 bine ulaşarak Filistin nüfusunun yüzde
S iy o n is t Ö rg ü tü 'n ü n başkanı o la ra k İn g iliz m andası 20’sini oluşturdular. Filistin’de yaşayan A rap­
altın daki g e liş m e le ri izlem ek am acıyla g ittiğ i
Kudüs'te. lar kendi topraklarında bir Yahudi devletinin
kurulm asına karşı çıktılar ve iki topluluk ara­
Adını Eski Kudüs’teki Siyon adlı tepeden sında önemli çarpışm alar oldu.
alır. Gelenekçi Yahudiler öteden beri eski II. D ünya Savaşı’nda N aziler’in Yahudi-
yurtları Filistin’deki Siyon’a geri dönm ek için ler’e uyguladığı soykırım Filistin’e göçü hızlan­
her gün dua ederlerdi (bak. FİLİSTİN; Y a h u d İ- dırdı. Bu dönem de, Yahudiler ile A raplar
LER VE MUSEVİLİK). arasındaki gerginlik de giderek arttı ve sonun­
Yüzyıllar boyunca yurtları olmayan ve baş­ da İngiltere sorunu Birleşmiş M illetler’e gö­
ka ülkelerde azınlık olarak yaşayan Y ahudi­ türdü. Birleşmiş M illetler 1947’de bölgede
ler, dinlerine ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı biri A rap, öbürü Yahudi olmak üzere iki devlet
kalarak, içinde bulundukları toplum larla kay­ kurulmasına ve Kudüs’ün uluslararası bir
naşmadılar. Bu dönem de azınlıklara yönelik statüsünün olmasına karar verdi. A raplar bu
önyargılar nedeniyle çeşitli baskı ve kıyımlara karara karşı çıktıysa da, bir yıl sonra İngiliz
uğradılar (bak. ÖNYARGI). mandası sona erdi ve Yahudiler 14 Mayıs
16. ve 17. yüzyıllarda bazı din adamları 1948’de İsrail D evleti’nin kurulduğunu ilan
Y ahudiler’i eski topraklarına dönm eleri için etti.
ikna etm eye çalıştıysa da, asıl Yahudi milli­ Böylece Siyonistler am açlarına ulaşmış,
yetçiliği 19. yüzyılda, A vrupa’da milliyetçilik 2.000 yıldan sonra ilk kez bir Yahudi devleti
düşüncesinin yaygınlaşmasıyla ortaya çıktı. kurulmuş oldu. A m a bölgede sorunlar bitm e­
Yahudiler arasında ortak bir yurt edinme di. İsrail D evleti’nin kurulmasının ardından
düşüncesinin önderliğini AvusturyalI gazeteci çıkan 1948-49 Arap-İsrail Savaşı’nın sonunda
Theodor Herzl (1860-1904) yaptı. 1897’de Birleşmiş M illetler’in belirlediğinden daha ge­
290 SKOLASTİK FELSEFE

niş bir alanı işgal eden İsrail, burada yaşayan zandırması, temel bir eğitimde gerekli olan
500 binden fazla Filistinli A rap ’ı yaşadıkları aşamalardı.
bölgeden göçe zorladı. D aha sonra da Arap- Skolastik filozoflar eğitimin amacı ve yön­
lar ile İsrailliler arasındaki çatışmalar sürdü. temi konusunda genellikle aynı görüşteydiler,
(A ynca bak. ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI; FİLİSTİN; İS­ ama öğretiye ilişkin olarak ayrıldıkları bazı
RAİL; O r t a d o ğ u .) noktalar vardı. 11. yüzyılda Skolastik felsefe­
de Fransız din bilgini ve filozof Pierre Abelard’
SKOLASTİK FELSEFE, dinsel inançların fel­ m (1079-1142) m antık yöntem leri etkili oldu.
sefi bilgi ile temellendirilmeye çalışıldığı bir Bu arada A rap filozoflardan İbn Rüşd ve İbn
düşünce sistemidir. “Skolastik” teriminin kö­ Sina’nın yapıtları A vrupa’da A risto’nun gö­
keni Latince’de “okul” anlamına gelen schola rüşlerinin yaygınlaşmasına yol açtı. Avrupalı-
sözcüğüdür. lar’ın ikinci elden öğrendiği bu görüşler batı
Felsefe tarihinde dinlerin, özellikle de Hı- felsefesinin gelişimini etkiledi. Aynı dönem ­
ristiyanlık’ın düşünce sistemleri ve filozoflar lerde A quino’lu Aziz Tom m aso’nun (1224-
üzerinde derin etkisi oldu. O rtaçağda Hıristi­ 74) görüşleri de Skolastik felsefe üzerinde et­
yan inançları ile felsefe sorunları arasında kili oldu. A kla dayalı çıkarım lar ve mantıksal
ilişki kuruldu. Bu çağın başlarında büyük tutarlılık önem kazandı. Hıristiyan ilahiyatı
piskoposlar ve Hıristiyan bilginleri hem dinsel vaaz ve Kutsal Kitap yorumları yerine, bilim­
hem de düşünsel alanda etkiliydiler. “Kilise sel savlarla tem ellendirilmeye çalışıldı.
Babaları” olarak adlandırılan bu kişilerin yanı Tom m aso’nun öğrencileri öğretm enlerinin
sıra, 11. yüzyıldan başlayarak, felsefe eğitimi başyapıtı olarak kabul edilen Summ a Theolo-
almış ilahiyatçı ve filozoflar da etkili olmaya gica'yı (1265-73; “İlahiyat Toplu Yapıtı”) ön
başladı. Eski Yunan ve Rom a felsefesinden plana çıkardılar. Bundan sonra uzunca bir
aktarılan düşünce ve yöntem ler dinsel inanç­ süre bu yapıt üzerine yazılan yorum lar Sko­
ları tem ellendirm ek için kullanıldı. lastik felsefe geleneği içinde önemli bir yer
Skolastik felsefede filozoflar eğitim için tuttu.
gerekli gördükleri bazı temel araçlar geliştir­ 15. ve 16. yüzyıllarda Hıristiyanlık içinde
diler. Ö ğretm enin düşüncelerini öğrencilere gelişen karşıt görüşler Skolastik felsefeyi de
aktarm ak için ders (lectio) vermesi, karşılıklı etkiledi. Önce A lm anya’da etkili olmaya baş­
tartışm a (disputatio) ve onlara gerçekliğe layan Protestanlık için Skolastik felsefe, felse­
ilişkin kapsamlı bir bakış açısı (sum ma) ka­ fi bilgiye katkısı olmayan bir oyundu. Am a

Photo-Hachette

İtalyan ressam Benozzo


Gozzoli'nin A q u in o 'lu Aziz
T om m aso 'yu (ortada)
gösteren b ir tablosundan
ayrıntı.
SMETANA 291

K atolikler getirdikleri yeni yorumlarla bu lar’ın göçleri, G otlar gibi akınlar düzenleyen
felsefeye sıkı sıkıya bağlı kaldılar. birçok G erm en kabilesine oranla daha yavaş
Skolastik felsefe 17. yüzyılda da bazı ilahi­ gerçekleşti. Slavlar 9. yüzyılda batıda Elbe
yatçıların yapıtlarıyla etkisini sürdürebildi. Irmağı ve Bohemya içlerine, güneyde Balkan
18. ve 19. yüzyılda gerilemeye başladı. Yeni­ Yarım adası’na ve doğuda Ural D ağları’na
çağ felsefesinin önemli düşünürleri bu tür doğru yayıldılar. Bir yüzyıl sonra Batı Slavla-
felsefenin felsefi bilginin gelişimi açısından rı’nın bir bölümü Polonya ve B ohem ya’ya
zararlı olduğunu ileri sürdüler. Skolastik fel­ yerleşerek küçük devletçikler kurdular. Doğu
sefe eğitimi vermeyi sürdüren okullar kendi Slavları ise daha sonra büyük Rus İm parator-
içlerine kapalıydı. Bu okullarda Latince ola­ luğu’nu kurdular.
rak yapılan öğretim , ezberciliğe dayanan bir Slavlar ortaçağda Hıristiyan oldu. Lehler,
eğitim sisteminin gelişmesine yol açtı. Çekler, M oravyalılar, Slovenler ve H ırvatlar
19. yüzyılda yeni yorumlarla Yeni Skolastik Katolik, geri kalanları da O rtodoks m ezhebi­
felsefe adı altında bir sistem gelişti. Am a ni benimsedi.
çağdaş felsefe ile bağlar kurm aya çalışan bu Bağımsız bir yapısı olan Slav halkları ara­
girişim Skolastik felsefeyi canlandırm aya ye­ sında dış düşm anlara karşı hiçbir zaman birlik
terli olmadı. sağlanamadı. Başlangıçta G otlar’ın, sonra
20. yüzyılda bazı düşünürlerin çabalarıyla H unlar’m egemenliği altına giren Balkan
Skolastik felsefenin felsefe tarihi içindeki yeri Slavları, 14.-19. yüzyıllar arasında Osmanlı
belirlenmeye çalışıldı. Bir anlam da bu çaba­ egemenliği altında yaşadı. Bohem ya bu tarih­
larla Skolastik felsefe yeniden saygınlık ka­ ten sonra H absburg hanedanından hüküm ­
zandı. darlara, Sloven ve H ırvatlar ise M acaristan’a
Felsefi bilgiyi dine bağımlı kıldığı ve dinsel bağlandı. R uslar’ın büyük bir bölümü uzun
açıklamaları felsefi tem ellere dayandırdığı süre Moğol ve T atarlar’m yönetiminde kaldı.
için, Skolastik felsefe felsefi bilginin gelişme­ 19. yüzyılda çeşitli ülkelerdeki Slavlar’ı
sini olumsuz yönde etkilemiştir. Ama, rasyo­ ulusal bağımsızlıklarına ve özgün Slav kültü­
nel ve m antıksal kesinliği düşünmenin aracı rüne kavuşturm ak için bazı girişimlerde bulu­
haline getirmesi olumlu bir yanı olarak görü­ nuldu. Slavlar’ı yabancı yönetim lerden kurta­
lebilir. rıp tek bir Slav ulusu oluşturm ak amacıyla
örgütler kuruldu. Ne var ki, Slavlar kendi
SLAVLAR, O rta ve Doğu Avrupa ile A sya’ aralarında anlaşam adıklarından bu türden gi­
nın Büyük O kyanus’a kadar uzanan kuzey rişimler başarılı olamadı.
kesiminde yaşayan kalabalık bir halk toplulu­ Sırbistan ve Bulgaristan 1913’te Osmanlı
ğudur. Slavlar’ın anayurdu, bugün SSCB’nin İm paratorluğu’ndan bağımsızlığını kazandı.
güneybatısındaki Karpat D ağları’nın kuzey­ I. Dünya Savaşı’ndan sonra (1914-18) iki bağım­
doğusunda yer alan Vistül, Pripet ve Dinyes- sız ülke daha kuruldu: Çekler ve Slovaklar’
ter ırm aklarının havzalarıydı. Günüm üzde dan oluşan Çekoslovakya ile Slovenler, Sup­
sayıları 200 milyonu aşan Slavlar, A vrupa’da lar, H ırvatlar ve K aradağlılar’dan oluşan
birbirine yakın diller konuşan en büyük etnik Yugoslavya. 18. yüzyıl sonlarında kom şula­
gruptur. rınca paylaşılmış bulunan Polonya da yeniden
Slav dilleri H int-A vrupa dil ailesine girer. bağımsızlığına kavuştu. (Ayrıca bak. AVUS­
Slavlar üç alt gruba ayrılır: R uslar’ı, Ukrayna- TURYA İMPARATORLUĞU; BALKANLAR; ÇEKOSLO­
lılar’ı ve Beyaz R uslar’ı kapsayan Doğu Slav­ VAKYA; POLONYA; SOVYET SOSYALİST CUMHURİYET­
ları; L ehler’i, V endler’i, Ç ekler’i, Moravyalı- LERİ BİRLİĞİ; Y u g o s l a v y a .)
lar’ı ve Slovaklar’ı kapsayan Batı Slavları ve
Slovenler, Sırplar, H ırvatlar ve M akedonyalı- SMETANA, Bedrich (1824-1884). Ülkesin­
lar’dan oluşan Güney Slavları. Slavlar fiziksel de ulusal bir müzik okulunun kurulmasına
görünüş bakım ından büyük farklılıklar gös­ öncülük etmiş Çek besteci Bedrich Sm etana,
terir. yurt ve ulus konularını işlediği opera ve
Çiftçilikle uğraşan bir topluluk olan Slav- senfonik şiirleriyle tanınır.
292 SMİTH

B ohem ya’da doğan Sm etana’nın müziğe Bu arada yakalandığı bir hastalık yüzünden
olan eğilimi küçük yaşlarda ortaya çıktı. İlk işitme duyusunu yitiren sanatçı 1874’te Prag
müzik derslerini babasından aldı. Altı yaşında O perası orkestra şefliğinden ayrılmak zorun­
ilk piyano resitalini verdi. Sonraki yıllarda da kaldı. Hastalığına karşın müzik çalışmala­
Prag’a yerleşerek orada Thun Kontu Leopold’ rını sürdürdü. 1874-79 arasında Vatanım adıy­
un ailesine müzik dersleri vermeye başladı. la anılan altı senfonik şiirin yanı sıra, Yaşa­
Aynı yıllarda dönemin ünlü bestecilerinden m ım dan adını verdiği ünlü yaylı çalgılar dört­
Franz Liszt’le tanıştı. Liszt’in özendirmesi ve lüsünü besteledi. 1882’de bestelediği son ope­
desteğiyle Prag’da bir piyano okulu açtı. rası Şeytan Duvarı'nın ardından geçirdiği ruh­
Ertesi yıl ünlü piyanist K aterina Kolârovâ ile sal bozukluk nedeniyle Prag’da bir akıl hasta­
Bildarchiv
nesine yerleştirildi ve bir süre sonra orada
öldü.
Çek ulusal operasının ve Çek bestecilik
geleneğinin gelişmesine öncülük eden Sm eta­
na, müziğinde halk müziği ezgilerini ve yerel
ritimleri A vrupa müzik geleneğiyle ustaca
kaynaştırarak kendine özgü bir güzellik yarat­
mıştır. Sanatçının öteki önemli yapıtları İki
D ul (1874) ve Ö pücük (1876) operaları ile Sol
M inör Piyano Üçlüsü'dür (1856).

SM İTH, Adam (1723-1790). İskoç iktisatçı


ve düşünür Adam Smith çağdaş ekonomi
biliminin babası olarak bilinir (bak. EKONO­
Mİ). Ünlü kitabı Ulusların Zenginliği (An
Inquiry into the Nature and Causes o f the
Wealth o f Nations; 1776) tümüyle ekonomiyle
ilgili ilk kapsamlı incelemedir.
İskoçya’da Kirkcaldy’de doğan Adam
Smith, dört yaşındayken bir grup Çingene
tarafından kaçırıldı, ama amcası onu kurtar­
mayı başardı. Smith okula Kirkcaldy’de baş­
ladı ve 1737’de Glasgow Üniversitesi’ne girdi.
D aha sonra bir burs kazanarak, çalışmalarını
birkaç yıl O xford’da sürdürdü. A rdından
Çek besteci Bedrich Smetana.
İskoçya’ya dönen Smith, Edinburgh’da felse­
fe, tarih ve ekonomi dallarında konferanslar
verdi. 1752’de Glasgovv’da felsefe profesörü
evlendi. 1856’da görevinden ayrılarak İsveç’e oldu (bak. FELSEFE); 1758’de fakülte dekanı
gitti. O rada G öteborg Filarmoni D erneği’nin seçildi. 1763’te özel öğretm eni olduğu Buc-
konserlerini yönetti. 1861’de yeniden Prag’a cleuch dükü ile birlikte Fransa’ya giden Smith,
döndü. İlk operası Brandenburglular B ohem ­ burada Aydınlanm a hareketinin önderleri,
y a ’da 1866’da Prag’da sahnelendi. Aynı yıl dönemin ünlü iktisatçı ve düşünürleriyle ta­
Çek ulusal operasını oluşturm a çabasına giri­ nıştı (bak. AYDINLANMA Çaği). 1766’da İngilte­
şen Sm etana, bu alanda başyapıtı sayılan re ’ye geri döndü ve bir yıl sonra Kirkcaldy’e
Satılmış Nişanlı adlı ikinci operasını besteledi. giderek Ulusların Zenginliği kitabı üzerinde
Sanatçının ünü kısa sürede ülke sınırlarını çalışmaya başladı. Kirkcaldy’de altı yıl, Lon­
aştı. Richard W agner’in etkisiyle bestelediği d ra ’da da üç yıl bu kitap için çalıştı.
Dalibor operası 1868’de sahnelendi, ama ilk Smith, insan doğasının bir yandan bireyle­
operaları kadar başarılı olmadı. rin davranışlarına, öbür yandan da toplumsal
SOARES 293

kurum lara yön verdiğini, insanların kendi b irço k k işin in h a y ra n lığ ın ı k a za n m ıştır. D ü ­
çıkarları peşinde koşarken, aynı zam anda, şü n c ele ri S a n a y i D e v r im i d ö n e m in in b irço k
istem eden de olsa toplum un yararını geliştir­ işa d a m ı v e fa b rik a sa h ib in e o ld u k ça ç e k ic i
diğini ileri sürm üştür. Sm ith’e göre bir ülke­ g elm iştir (bak. SANAYİ D evr ÎMÎ). Y a şa m ın ın
nin başarılı olabilmesi, o ülkede yaşayan so n d ö n e m in d e E d in b u r g h ’a y e r le şe n S m ith ,
bireylerin yalnızca kendine ve kendi gücüne to p lu m sa l y a şa m d a n u za k la ştı v e se rv e tin in
dayanmasıyla olanaklıdır. Eğer herkes kendi ç o ğ u n u h ayır işler in e ayırdı.
özel yeteneğini geliştirir, istediği ve başarılı Çağdaş iktisatçılar, Sm ith’in bütün düşün­
olduğu işi yaparsa, ticaret çeşitlenir ve ülke celerini onaylam am akla birlikte, ekonominin
zenginleşir. Bireyler kendi istekleri doğrultu­ önemli sorunlarını açığa çıkardığını kabul
sunda ekonomik durum larını iyileştirmek için ederler.
çalışırken birbirleriyle de kıyasıya bir rekabe­
te girişirler. İşte bu rekabet toplum için SOARES, Mârio (doğumu 1924). Bir siyaset
yararlı sonuçlar verir. Örneğin, üreticiler ve devlet adamı olan M ârio A lberto Nobre
arasındaki rekabet nedeniyle fiyatlar aşırı Lopes Soares, Portekiz’de 1926’da yapılan as­
kârlar doğuracak kadar yükselemez. R ekabe­ keri darbeden 60 yıl sonra, seçimle işbaşına
te dayanan piyasa mekanizması “görünmez gelen ilk sivil cum hurbaşkanıdır (bak. POR­
bir el” gibi toplum un işleyişini de düzenler; TEKİZ).
Soares Lizbon’da doğdu. Babası Cum huri­
Scottish National Portrait Gallery, Edinburgh
yet dönem indeki ilk hüküm ette bakanlık yap­
mış, askeri yönetime karşı olan cumhuriyet
yanlısı bir eğitimciydi. 1942’de girdiği Lizbon
Üniversitesi’nde önce edebiyat, sonra hukuk
öğrenimi gören Soares, ardından Paris’teki
Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk doktorasını
tam amladı. Öğrenciliği sırasında siyasetle ve
sosyalist düşünceyle yakından ilgilendi.
1958’de Lizbon’da avukatlık yapmaya başla­
yan Soares, daha çok diktatör Antönio de
Oliveira Salazâr karşıtlarının savunmalarını
üstlendi.
1964’te oluşturulan gizli Portekiz Sosyalist
Eylem Ö rgütü’nün kurucularından biri oldu.
Siyasal etkinlikleri nedeniyle birçok kez tu ­
tuklanan Soares, 1968’de Sâo Tome A dası’na
sürüldü. 1970-74 arasında ise Paris’te sürgün­
de yaşadı. 1973’te Portekiz Sosyalist Eylem
Jam e s T a ssie 'n in 1787'de yap tığ ı b ir A d a m S m ith
Ö rgütü yerine kurulan Portekiz Sosyalist Par-
m a d a lyo n u . tisi’nin genel sekreterliğine getirildi.
1974’te diktatörlüğün askeri darbe sonucu
böylece bireyler kendi çıkarları doğrultusun­ devrilmesinin ardından Portekiz’e dönen Soa­
da özgürce davrandıkları sürece ulusal zen­ res, kurulan geçici hüküm ette dışişleri bakan­
ginlik de sürekli artar. Smith ekonomiye lığı görevini üstlendi. Bakanlığı sırasında M o­
devletin karışmamasını önerir. Çünkü piyasa zambik ve Portekiz Ginesi (bugün Gine-
m ekanizm asına yapılacak her türlü m üdahale Bissau) gibi A frika’daki Portekiz sömürgele­
ekonom inin doğal işleyişini bozar ve toplum rinde bağımsızlık mücadelesi veren örgütlerin
yararının en yüksek düzeye çıkmasını en ­ önderleriyle görüşm eler yaptı ve imzalanan
geller. bağımsızlık antlaşm alarına katkıda bulundu.
Smith yazdığı bu kitapla gerek üniversite 1975’te başka bazı bakanlarla birlikte hükü­
çevresinde, gerek öbür düşünürler arasında m etten ayrıldı.
294 SOBA

mı giderek yaygınlaştı. Başlangıçta sobalarda


odun yakılıyordu; ama Zonguldak’ta taşkö­
m ürü yataklarının bulunup işletilmeye başlan­
ması ve linyit üretiminin artmasıyla T ürkiye’
de köm ür sobası kullanımı yaygınlaştı.
Yapımında kullanılan m addelere ve yakıtı­
nın türüne göre birçok çeşidi olan sobalar
genel olarak, içinde yanan yakıtın dumanı
soba borusuyla bacaya verilen kapalı aygıtlar­
dır. Türüne göre değişen oranlarda ışıma ve
konveksiyon yoluyla ısı verir (bak. KONVEKSİ­
YON). O caklardan farklı olarak, yapının iste­
nen yerine kurulur ve gerektiği zaman kurul­
duğu yer değiştirilebilir. Kullanılan yakıt tü­
rüne göre, katı yakıtlı sobalar, sıvı yakıtlı
sobalar, gaz yakıtlı sobalar olarak üç ana
gruba ayrılır.

Katı Yakıtlı Sobalar


O dun, köm ür, tezek gibi katı yakıt yakan bu
sobalarda yakıtın içinde yandığı gövde, bir
ızgara ile iki ana bölüme ayrılmıştır. Izgaranın
üstündeki bölüme konulan yakıt alttan gelip
s^urnnurıyeı
ızgaradan geçerek yukarı çıkan havayla ya­
Portekiz cum h u rb a şka n ı M â rio Soares. nar. Yanmayla oluşan sıcak gazlar sac boru­
lardan geçerek bacaya ulaşır. Izgaradan dö­
1976 seçimlerinde en çok oyu alan Portekiz külerek alt bölüme inen küller de biriktikçe
Sosyalist Partisi’nin önderi olarak başbakan­ bu bölümün altındaki kapaktan alınır. Bu
lık görevine atandı. D aha sonra, 1977-78 ve kapağın üzerindeki ayarlanabilir hava giriş
1983-85 arasında iki dönem daha başbakan deliği ve borulara giden dum anı denetleyen
oldu. 1985’te görevinden istifa eden Soares, kapak açılıp kapatılarak sobadan geçen hava
1986’da cum hurbaşkanı seçildi ve 60 yıllık bir m iktarı ve buna bağlı olarak yanma hızı iste­
aradan sonra Portekiz’in ilk sivil cum hurbaş­ nen biçimde ayarlanabilir.
kanı oldu. Birçok çeşidi olan katı yakıtlı sobaların en
basiti, oldukça hafif ve kullanışlı olan sac
SOBA. Yapıların ısıtılmasında kullanılan ge­ sobalardır. Bu sobalar köm ürün yanmasıyla
leneksel ısıtma araçlarından biri olan soba, oluşacak yüksek sıcaklığa dayanamayacağı
Türkiye’ye A vrupa’dan gelmiş ve Tanzimat için yalnız odun yakmak amacıyla kullanılır.
dönem inde yaygınlaşmıştır. Önceleri Türki­ Genellikle silindir biçiminde olan ve sac
ye’de ısınma amacıyla, yapıların duvarlarına levhalardan oluşan gövde, içindeki sıcaklığı
gömülü olarak yapılan ocaklardan yararlanı­ hem en dışarı verir, ama bu tür sobalarla elde
lırdı. O cakta yakılan odunun közleri daha edilen ısıtma kalıcı değildir. İnce sacdan
sonra m angallara alınarak içinde ocak bulun­ yapılmış olan gövde, içindeki ateş sönünce
mayan odaları ısıtmakta kullanılırdı. Avrupa hem en soğur.
ile ilişkiler arttıkça İstanbul, İzmir gibi büyük O dun yakmak amacıyla kullanılan başka
kentlerde A vrupa’dan getirilen sobalar kulla­ bir soba çeşidi çini sobadır. Eskiden saraylar­
nılmaya başlandı. Karadeniz ve Doğu A nado­ da ve konaklarda kullanılan çok güzel görü­
lu bölgelerinden Rusya’ya çalışmaya gidenler nümlü çini sobalar günümüzün değerli antika
de dönüşlerinde peçka denen Rus sobaların­ eşyaları arasında yer alır. Çini sobalarda, çini
dan getirdiler ve bu yörelerde de soba kullanı­ karolarla kaplı, genellikle dikdörtgenler priz-
SOBA 295

A B C Ajansı

A B C Ajansı

D İATEK

Çeşitli so b a la r: Isınm anın yanı sıra yem e k p iş irm e k için


de ku lla n ıla n kuzine (üstte); d ö km e d e m ird e n odun
sobası (sağda üstte); güzel g ö rü n ü m lü b ir ç in i soba
(sağda o rtad a) ve gaz sobası (sağda altta).
296 SODDY

ması biçimindeki gövde, dökme dem irden oluşan bir yastıkta gerçekleşen yanma yüksek
ayaklar üzerinde duran, gene dökm e dem ir­ verimlidir ve hiç koku çıkmaz.
den yapılmış bir tabla üzerine oturtulm uştur. Genellikle küçük hacimlerin ısıtılmasında
Gövdenin önünde, altta bulunan metal kül kullanılan bir soba türü de elektrikli sobalar­
kapağı da çini gövdenin güzelliğini tam am la­ dır. Yüksek dirençli tellerden geçirilen elek­
yacak biçimde oyma desenlerle süslüdür. trik akımının telleri ısıtmasından yararlanarak
Köm ür sobalarında sacdan ya da dökme yapılan elektrikli sobaları daha çok ışıma
dem irden yapılmış olan gövdenin içi ateş yoluyla ısı yayar.
tuğlalarıyla döşelidir. Isıyı soğuran bu tuğlalar Son yıllarda büyük kentlerde, özellikle
hem m etal gövdenin aşırı ısınmasını önler, büyük yapıları ısıtmakta sobaların yerini kalo­
hem de soğurduğu ısıyı yavaş yavaş vererek rifer almıştır, ama Türkiye’de hâlâ en yaygın
ısınmanın sürekliliğini sağlar. O dun sobala­ ısınma aracı sobadır. Genellikle lüks yapılar­
rında olduğu gibi köm ür sobalarında da, da bulunan ve eski ocakların çağdaş örnekleri
biriken kül gövdenin önünde, altta bulunan olan şömineler, ısıtıcı olm alarından çok deko­
kapaktan alınır. Üstteki kapak sobaya köm ür ratif özellikleriyle sevilen ısıtma araçlarıdır.
koym ak içindir. Dökm e dem irden yapılan A ynca bak. ISITMA VE Klİm a .
sobalann dışı emaye olabilir. K apaklar genel­
likle dem irdir. Kovalı soba denen bazı kö­ SODDY, Frederick (1877-1956). Nükleer
m ür sobalarında köm ür, kova denen özel fiziğe “izotop” kavramını kazandıran İngiliz
bir m etal kap içinde üstten sobaya konur ve kimyacı Frederick Soddy, Sussex’deki East-
yandıktan sonra da külü aynı kapla sobadan bourne’da doğdu. Oxford Üniversitesi’ne
alınır. Balkan ülkelerinden gelen göçmenlerin bağlı M erton College’ı 1898’de birincilikle
T ürkiye’ye getirdiği bir soba türü olan kuzine bitirdikten sonra K anada’ya geçti. 1900’de
genellikle mutfağa kurulur ve ısınmanın yanı M ontreal’deki McGill Üniversitesi’nde ünlü
sıra yemek pişirmek için de kullanılır. fizikçi Sir Ernest R utherford’un asistanı oldu.
Üç yıl sonra L ondra’ya döndü ve kimyacı Sir
Sıvı Yakıtlı Sobalar William Ramsay’nin laboratuvannda sürdürü­
Genellikle gaz sobası denen bu tü r sobalarda len araştırmalara katıldı. Bir süre İskoçya’da
gazyağı ve m azot gibi sıvı petrol ürünleri ders verdikten sonra 1919-36 arasında Oxford
yakılır. Bu sobalarda bir gövde, bir ya da Üniversitesi’nde kimya profesörü olarak çalıştı.
daha çok brülör, yakıt ateşlem e, hava ve Soddy, K anada’da R utherford ile birlikte
güvenlik düzenekleri vardır. Borudan gelen uranyum ve toryum gibi radyoaktif maddeleri
sıvı yakıt brülörde buharlaştıktan sonra ya­ (bak. RADYOAKTİFLİK) inceledi. İki bilim ada­
nar. Brülöre gerekenden fazla yakıt gelme­ mı bu çalışmaları sonucunda, bu tür m addele­
mesi güvenlik düzeneğiyle sağlanır. Yakıtın rin çeşitli parçacıklar (ya da ışınlar) salarak
buharlaşması genellikle ısıtılmış bir levhayla parçalandıktan sonra başka elem entlere dö­
sağlanır. Pek çok çeşidi olan bu sobalar, nüştüklerini belirlediler. Bu, fizik ve kimya
verimli bir yanma sağlamak için filtreler, alanında çığır açıcı bir buluştu (bak. NÜKLEER
m ekanik ve elektrom agnetik vanalarla dona­ E N E R Jİ).
tılmıştır. A m a Soddy’nin fiziğe asıl büyük katkısı,
1913’te izotop kavramını geliştirmiş olması­
Gaz Yakıtlı Sobalar dır. O dönem de çeşitli bilim adam ları, radyo­
Sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG ), havagazı ve aktif bozunum sonucunda ortaya çıkan ürün­
doğal gazla çalışan bu sobalarda genellikle bir leri incelemişler ve bunlardan 40 kadarının
yakıt besleme borusu, hava giriş düzeneği, bir yeni birer elem ent olduğunu sanmışlardı
brülör ya da ayarlam a düzeneği vardır. Ba­ (bak. K İ m y a s a l E l e m e n t l e r ) . Oysa Soddy,
cayla ya da bacasız kullanılabilen türleri bunların aslında bilinen elem entlerin yalnızca
yapılmıştır. Sıvılaştırılmış petrol gazıyla çalı­ atom ağırlığı farklı değişik biçimleri olduğunu
şan katalitik sobalarda, özel kimyasal m adde­ belirledi (bak. A t o m ) . Asıl elem entin bütün
ler emdirilmiş kuvars ya da seram ik liflerden kimyasal özelliklerini taşıyan, ama çekirde-
SODYUM VE SODA 297

dadır ve kolayca kesilebilir. Beyaz renklidir


ve gümüşsü bir parlaklığa sahiptir, ama nemli
havayla temas ettiğinde hızla karararak m at­
laşır. Erim e noktası düşük (98°C), kaynam a
sıcaklığı ise oldukça yüksektir (892°C). Gaz
halindeyken, m iktarı azsa renksizdir; bol m ik­
tarda olduğunda ise eflatun renk kazanır ve
gözle görülür durum a gelir.
Sodyum çok etkin bir elem enttir. Oksijenle
çok çabuk birleştiği için, gazyağı ve nafta gibi
bileşiminde oksijen bulunmayan m addelerin
altında saklanması gerekir. Sodyumu katışık­
sız halde tutabilm enin tek yolu budur. Sod­
yum, metal olmayan pek çok elem entle ko­
layca birleşir. Suyla şiddetle tepkimeye girer
ve sudaki hidrojen atom larından birinin yeri­
ni alır; eğer su sıcaklığı 71°C’nin üzerindeyse,
açığa çıkan hidrojen gazı alev alır, hatta patla­
maya yol açabilir. Sodyum ayrıca iyi bir elek­
trik ve ısı iletkenidir. Bütün bu özellikleri ne­
deniyle, sodyum çeşitli kimyasal m addelerin
ve ilaçların üretim inde; sokakların ve cadde­
Godfrey Argent, Londra
lerin aydınlatılmasında yararlanılan sodyum
İn g iliz kim yacı F rederick S o d d y nü kle er fiziğ e
buharlı lam balarda; bazı nükleer reaktörlerin
" iz o to p " kavram ını kazandırm ıştır. soğutulm asında kullanılır.

ğ in d e k i n ö tr o n sayısı (bak. N ötron ) farklı Sodyum Bileşikleri


o la n bu a to m la ra iz o to p ad ın ı verd i. D oğada en yaygın bulunan sodyum bileşiği
Bu buluşu nedeniyle Soddy’ye 1921’de No- sodyum klorür, yani sofra tuzudur. Bu bileşik
bel Kimya Ödülü verildi. deniz suyunda ve kara çökellerinde yer alır.
Sodyum klorür çözeltisinden elektroliz yoluy­
SODYUM VE SODA. D oğada en yaygın la katışıksız sodyum elde edilebilir. Oldukça
bulunan elem entlerden biri olan sodyum bir ucuz olan bu yöntem le büyük m iktarlarda
alkali m etaldir. Kimyasal simgesi Na, atom sodyum üretilebilir.
num arası 11, atom ağırlığı 22,9898’dir. Y er­ Soda, yani sodyum karbonat genellikle
kabuğunun yüzde 2,8’ini oluşturan sodyum m adensulannda bulunur. Cam ve sabun
doğada her zaman başka bir maddeyle birleş­ üretim inde kullanılan sodadan ayrıca dezen­
miş halde bulunur. Çünkü sodyum, başka fektan ve temizlik maddesi olarak da yararla­
m addelerle çok kolay bileşik oluşturan ele­ nılır. Sodyum karbonatın bu yararları çok
m entlerden biridir. En sık rastlanan sodyum öncelerden beri bilindiğinden, sodyum klo-
bileşiklerinden biri olan sodyum karbonat ise rürden elde edilebilmesine yönelik araştırm a­
soda ya da çamaşır sodası adıyla bilinir. lar da çok erken başlatılmıştır. Nitekim
Sodyum bileşikleri çok eski zam anlardan 1791’de, yani daha henüz sodyumun kendisi
beri bilinm ektedir. Sodyumu yalın halinde ilk bile yalın halde elde edilmeden önce Fransız
kez 1807’de İngiliz kimyacı Sir Hum phry kimyacı Nicolas Leblanc, tuz ve sülfürik asidi
Davy elde etm iştir. Sir Davy sodyum hidrok­ birlikte ısıtarak sodyum karbonat üretm eyi
sitten elektrik akımı geçirmiş ve böylece katı­ başarmıştır. A m a daha sonraları Leblanc’ın
şıksız sodyumun eksi uçta toplanmasını sağla­ bu işleminin yerini Solvay yöntemi almıştır.
mıştır (bak. E lektroliz ). Solvay yöntem inde tuzlu su çözeltisinden
Olağan sıcaklıklarda sodyum mum yapısın­ amonyak gazı geçirilir. D aha sonra bu bileşim
298 SOFOKLES

karbon dioksit gazıyla tepkim eye sokulur. Bu y a z a rın d a n b irid ir. Ö bür ik is i, S o f o k l e s ’in
işlem sodyum bikarbonatın dibe çökmesine ç a ğ d a ş ı o l a n A i s k h y l o s v e Ö r i p i d e s ’t i r {bak.
yol açar. Sodyum bikarbonat ısıtıldığında ise AİSKHYLOS; ÖRİPİDES).
sodyum karbonat elde edilir. Sofokles, Y unanistan’ın A ttika adlı bölge­
Sodyum hidrojen karbonat yapısındaki sinde, A tina yakınlarındaki Kolonos’ta doğ­
sodyum bikarbonattan ayrıca alkolsüz içecek­ du. Varlıklı bir silah yapımcısı olan babası,
lerde, kabartm a tozlarında ve yangın söndür­ Sofokles’in iyi bir eğitim görmesini sağladı.
me aygıtlarında karbon dioksit kaynağı olarak Yaşamöyküsünü yazmış olan adı bilinmeyen
da yararlanılır. eski bir yazara göre Sofokles yakışıklı, her­
Sodyum hidroksit bileşiğine sudkostik de­ kesçe sevilen, yumuşak huylu, dans, müzik ve
nir. Sudkostik sanayide en yaygın kullanılan güreşte yetenekli bir gençti. O rta yaşta iki kez
alkali m adde, yani bazdır. Reyon denen ordu kom utanlığına atandı. Yaşamının son
yapay ipeğin ve başka dokum a m adde­ yıllarında A tina adına diplom atik gezilere
lerinin, kâğıt, deterjan ve birçok kimyasal çıktığı, A tina’da bir edebiyat ve kültür derne­
m addenin üretim inde sodyum hidroksitten ği kurduğu bilinmektedir.
yararlanılır. Sofokles, yaşadığı günlerde yazdığı tiyatro
Şili güherçilesi denen sodyum nitrat önemli oyunlarıyla büyük bir saygınlık kazanmıştı.
bir gübre ve nitrik asit kaynağıdır. Ucuz A tina’da düzenlenen oyun yarışm alarında, 27
cam lann yapım ında, sodyum karbonat yerine yaşından başlayarak 20 kez birincilik ödülü
bir başka sodyum bileşiği olan sodyum sülfat­ aldı. Ö bür oyunlarında da ikincilikten aşağı
tan yararlanılabilir. Sodyum sülfat ayrıca bazı hiç düşmedi. 120’den fazla oyun yazan Sofok­
ilaçların yapımında da kullanılır. Sodyum les’in oyunlarından yalnız yedi tanesi tam
sülfit ise koruyucu bir m adde ve kükürt olarak günümüze ulaştı. Bunların hangi tarih­
dioksit kaynağıdır. Sodyum tiyosülfattan fotoğ­ lerde sahnelendiği kesin olarak saptanamamış-
rafçılıkta yararlanılır. Altının cevherinden ayrıl­
masında ise sodyum siyanür kullandır.
Sodyum silikat bileşikleri arasında en
önemlisi, kolayca çözünen (eriyen) bir m adde
olan su camıdır. Renksiz, saydam bir cam
kütlesi görünüm ünde olan su camı kaynar
suda çözünerek ağdalı bir sıvı oluşturur; bu
sıvı bazı baskı işlemlerinde kullanılır. Bu
m addeden, kırılan cam ve porselen eşyaların
onarım ında yapıştırıcı olarak da yararlanılır.
Sodyum flüorür güçlü bir böcek ilacı, sodyum
peroksit ise etkili bir ağartm a m addesidir.
Sodyum brom ür bazı sinir hastalıklarının te ­
davisinde kullanılır. Sodyum sülfürden ise
yapay ipek üretim inde yararlanılır.
Sodyum bileşiklerinden her biri farklı bir
yöntem le hazırlanır. Am a bu yöntem lerin
hem en hepsinde ham m adde olarak, çok yay­
gın bulunan bir bileşik olan sodyum klorür
kullanılır. Sodyum bileşikleri aleve tutularak
tanınabilir. Buharlaşabilen herhangi bir sod­
yum tuzu, gaz alevinde yakıldığında aleve
parlak san bir renk kazandırır.

SOFOKLES ya da SOPHOKLES (yaklaşık S ofo kles Eski Y u n a n 'ın üç b ü y ü k tra je d i yazarından


İÖ 496-406), Eski Y unan’ın üç büyük trajedi b irid ir.
SOFYA 299

gelişmeye başladı. I. Constantinus’un im para­


torluğu sırasında en parlak dönemini yaşadı.
4. yüzyılın sonlarında Bizans İm paratorluğu’
nun parçası durum una geldi. 5. yüzyılın or­
talarında H unlar’ca yağmalanan kent, 9.
yüzyılda Bulgar D evleti’ne bağlandı ve Sre-
dets âdını aldı. 1018’den 1185’e kadar yeniden
Bizans egemenliğine girdi. 1185’te, bağımsız­
lığını kazanan Bulgar D evleti’nin bir parçası
oldu. 1382’de Osm anlılar’ın eline geçti. 500
yıllık Osmanlı egemenliği sırasında bir Müslü-
m an-Türk kenti özelliği kazandı ve Rumeli
eyaletinin merkezi oldu. 1878’de Rus ordula­
rınca O sm anlılar’dan alındı ve bir yıl sonra
Sonia Halliday Photographs Bulgaristan’ın başkenti oldu. II. Dünya Sava-
Sofokles'in oyunları eski Yunan'dan kalma Epidaurus şı’nda A lm anlar’ın işgal ettiği Sofya büyük
T iyatrosu'nda gü nüm üzde de sahnelenm ektedir.
yıkıma uğradı. 1944’te SSCB birlikleri tarafın­
dan kurtarıldı.
tır. En iyi bilinenleri, Kral Oidipus’un korkunç Bulgarlar, birkaç cami dışında Osmanlı
yazgısıyla ilgili Kral Oidipus, Oidipus Kolo- dönem inden kalma tüm yapıları yıktığı için
rıos’ta ve Antigone'dir (bak. O İD İPU S). Sofok- Sofya’da o dönem e ait çok az yapıya rastlanır.
les’in bize ulaşan öbür oyunları ise Aias, K entteki eski yapılar arasında Bizans üslu­
Elektra, Philoktetes ve Trakhis Kadınları’d ır. bunda birkaç kilise sayılabilir. Kentin bugün­
Tıpkı Aiskhylos ve Öripides gibi, Sofokles kü adı, 6. yüzyılda I. Jüstinyen tarafından
de oyunlarının konularını Eski Yunan efsane­ yaptırılan ve sonradan birkaç kez onarılan
lerinden almıştır. T rajedi olarak nitelendiri­ Sveta Sofiya Kilisesi’nden gelir. Kilise 1925’te
len bu oyunlar, insan tutkularını ve bu tutku­ bir bombalı saldırıda büyük zarar görmüş,
ların kaçınılmaz sonu olan yıkımları işler. H er sonra yeniden yapılmıştır. 1878’de Osmanlı
konuşm a, her yeni olay izleyicinin soluğunu egemenliğine son veren Rus ordularının anısı­
kesen bir gerilim yaratır. Sofokles’in trajedi­ na yapılmış olan A leksandr Nevski K atedrali’
lerinde, Eski Yunan şiirinin en güzel örnekle­ nin yanında krallık sarayı (bugün müze) ve
rine rastlanan korolar yer alır. Bulgarian Tourist Office
Sofokles tiyatroya, sahnedeki oyuncu sayı­
sını ikiden üçe çıkarma ve öbür trajedi yazar­
larının birbirine bağlı üçlemeleri yerine, olayı
tek bir oyun içinde işleme gibi bazı önemli
yenilikler getirmiştir. H er şeyden önemlisi
ise, kahram anlarının bireysel çatışmalarını
öne çıkararak oyunlarında çağdaş anlam da
bir evrenselliği gerçekleştirebilmiş olmasıdır.
Ayrıca bak. TRAJEDİ.

SOFYA, bir Doğu Avrupa ülkesi olan Bulga­


ristan’ın başkentidir. Ülkenin batısında, Bal­
kan ve Rodop dağları arasındaki verimli
düzlükte kurulm uştur.
Bugünkü Sofya’nın yerindeki ilk önemli
yerleşme İÖ 8. yüzyılda, bir Trak kabilesi
olan Serdiler’ce kurulm uştu. İÖ 1. yüzyılda B u lg a ris ta n 'ın başkenti ve en b ü yü k kenti olan
Rom alılar’ın eline geçen kent İS 2. yüzyılda S o fya 'n ın m erkezi.
300 SOĞAN

parlam ento yer alır. Bulgar devlet adamı


Georgi D im itrov’un anıtmezarı da Sofya’da­
dır.
Sofya II. D ünya Savaşı’nda M üttefik hava
kuvvetlerince bombalanmıştı. Sonradan sos­
yalist yönetim kenti yeniden kurdu. Sofya’nın
m erkezinde, geniş caddeler boyunca sırala­
nan yüksek yapılar, geniş parklar ve alanlar
vardır. Kentin dış m ahallelerinde işçilerin
oturduğu büyük blok apartm anlar yer alır.
Toplu taşımacılık tram vay ve troleybüslerle
yapılır. Kent yakınındaki Vitoşa D ağı’na tele­
ferikle çıkılabilir. Sofya’da çok sayıda müze
vardır. Kent aynca kaplıcalarıyla da ünlüdür.
Sofya sebze, meyve bahçeleri ve m andıra­
larla çevrilidir. Batısındaki köm ür m adenleri,
m akine, dokum a, deri, kauçuk ve kimyasal
m adde fabrikalanyla birlikte, kentin önemli
bir sanayi merkezi durum una gelmesine yar­
dımcı olmuştur. Bulgaristan hava ve demiryo­
lu ulaşımının merkezi Sofya’dır. J. Horace McFarland
Sofya’nın nüfusu 1.128.859’dur (1988). Soğan ta rih ö n ce si çağ la rdan bu yana y e tiş tirile n
d e ğ e rli b ir ta rım b itk is id ir.
SOĞAN, özellikle şişkin toprakaltı organları
için yetiştirilen değerli bir tarım bitkisidir. ise ilkbaharın başlarında ekilir. E n iyi biçim­
Sarmısak ve pırasayla birlikte zambakgiller de, fazla nem tutm ayan, güneşli ve besince
(Liliaceae) familyasında yer alan bu bitkinin zengin topraklarda yetişen bu bitki tohum la,
(Allium cepa) anayurdu A sya’dır. E n eski fideyle ya da “arpacık” denen küçük soğan­
tanm bitkilerinden olan soğan çok eskiçağlar­ larla üretilir. Soğan başta külleme olmak
da bile Çin, Hindistan ve O rtadoğu’da bilini­ üzere çeşitli m antar hastalıklarından etki­
yordu. H atta, yuvarlak soğanlar Eski Mısırlı- lenir.
lar’ca evrenin simgesi kabul ediliyordu. Soğan taze, yani yeşil haliyle tüketilecekse
Soğan ikiyıllık bir bitki olmakla birlikte, henüz toprakaltı organları gelişmeden, kör­
biryıllık bir bitki gibi yetiştirilir. Eğer ilk yıl peyken sökülür. Oysa, kuru soğan elde etm ek
hasat edilmeyip tarlada bırakılırsa ertesi yıl için yetiştirilen ürün genellikle yeşil yaprakla­
ince uzun bir sapın ucunda topsu küm eler rı solup kuruduğu zaman toplanır. Baş denen
oluşturan beyaz çiçekler açar. Soğanın hem bu toprakaltı gövdeleri sökülerek topraktan
toprakaltı organlan (kuru soğan), hem de çıkarılır ve bir süre güneşte kurum aya bırakı­
henüz körpeyken yeşil yaprakları (taze soğan) lır. Toprakaltında büyüyerek baş oluşturan
yenir. Kuru soğan genellikle başka yiyecekle­ soğanların biçimi, büyüklüğü, rengi ve tadı
re lezzet verici olarak katılır; taze soğan ise yetiştirilen çeşide göre değişir. Biçimi yuvar­
salatalarda kullanılır. Soğan da aynı pırasa ve lak, silindirik, konik ya da topaç gibi, rengi
sarmısak gibi, bileşiminde kükürt bulunan ise kahverengi, beyaz, kırmızı ya da mor
keskin kokulu bir uçucu yağ içerir. Soğanın olabilir. Başların büyüklükleri ise toprağın
keskin, acımsı kokusundan ve göz yaşartıcı besin yapısına, tarlanın az ya da çok su
etkisinden bu yağ sorum ludur. almasına ve ekimin sıklık ya da seyrekliğine
göre değişir. Soğanlar serin, nemsiz ve iyi
Soğanın Yetiştirilmesi havalandırm alı depolarda saklanmalıdır.
Soğan bir serin iklim bitkisidir; bu yüzden Soğan üreten ülkeler arasında Çin, A B D ,
ılıman yörelerde kışın, daha soğuk yörelerde SSCB, Japonya, İspanya ve Türkiye ilk sırala­
SOĞANLI BİTKİLER 301

rı alır. Soğan tarımının özellikle büyük kent­


lerin çevresi ile O rta Karadeniz Bölüm ü’nün
iç kesim lerinde yoğunlaştığı Türkiye’de yıllık
kuru soğan üretimi 1.300.000 ton, taze soğan
üretim i ise 150.000 ton dolayındadır. Ü reti­
min çoğu Bursa, Çorum , H atay ve Tokat
illerinde yapılır.

SOĞANLI BİTKİLER. Bazı otsu bitkiler top­


rağın altında, saçak köklerin yanı sıra, soğan
denen etli ve kalın bir organ da oluşturur.
A ralarında yemeklik soğan gibi sebzeler ile
lale, sümbül, nergis ve zambak gibi çiçeklerin The Huıchison Library
de yer aldığı bu bitkilere yaygın olarak soğanlı Lale ta rım ı H o lla n d a 'n ın başlıca g e lir kaynaklarından
bitkiler denir (b a k . LALE; N e r g İS; Z a m b a k ) . Bir b irid ir. Çok g e niş alanları kaplayan ta rla la r baharla
yemeklik soğanı ya da sümbül soğanını uzun­ b irlik te b ir renk cü m b ü şü n e d ö nü şür.

lamasına ortadan ikiye kesecek olursanız yas­


sı bir tabandan çıkan, üst üste kapanmış etli depolandığı yapraklardır. Soğanların en orta
katm anlar görürsünüz. Yassılarak tabla biçi­ kesiminde de, büyüyüp geliştiklerinde yaprak
mini almış bu taban aslında bir gövde, pul ve çiçeklere dönüşen tom urcuklar yer alır.
denen etli katm anlar ise besin m addelerinin Pul yaprakların arasında ise, gelecek yıl yeni
bitkiler verecek olan tom urcuk ya da yavru
Dış pul yapraklar
soğanlar oluşur. Soğanlı bitkilerin çoğunda
Etli pul yapraklar soğanların etli yaprakları kâğıtsı bir kılıfla
örtülüdür. Oysa, başta zambak türleri olmak
__- Çiçek sapı
üzere bazı bitkilerin soğanlarında koruyucu
Yaprak taslakları bir örtüye rastlanmaz.
D oğada yaygın olarak yetişen bu bitkiler
uygun koşullar sağlandığında hem evde, hem
Yavru soğan de bahçede kolaylıkla yetiştirilebilir. Çoğu,
baharın ilk günlerinde erkenden çiçeklenir.
— Yassı gövde Dışarıda yetiştirilenlerin soğanları çiçeklenme
sona erdikten sonra topraktan sökülerek,
— Kökler
ertesi yıl yeniden dikilmek üzere kuru ve serin
yerlerde saklanır.
Soğanlı bitkiler evde saksılarda yetiştirilir;
suyun akışını sağlamak için, bu saksıların
dibinin delik olması gerekir. Soğanlar genel­
likle sonbaharda, tepelerinde yeşil uçlar gö­
rülmeye başladığında dikilir. Soğanların bir­
birine ya da saksının kenarına değdirilmeden
dikilmesi gerekir. Hazırlanan saksılar ilk altı
Soğanlı bitkilerin hafta m ahzen ya da kiler gibi karanlık bir
soğanları suyun yerde bekletilir. Soğanların ucunda sürgünler
içinde yetişebilir.
iyice belirmeye başlayınca saksılar aydınlık ve
S oğanlar her
büyüm e düşük ısılı bir yere çıkarılır. Bu dönem de
m evsim inde, bir bitkiye fazla su verilmemeli ve aşın sıcaktan
önceki yıl
korunmalıdır.
depolanm ış besinler
sayesinde kök, gövde Soğanlar kendi depoladıkları besinlerle
ve çiçek verir. beslenebildikleri için yalnızca toprakta değil,
302 SOĞUK ALGINLIĞI

yeterli su eşliğinde, odunköm ürüyle karışık ğurm a” sözcüğü bazı önemli süreçleri tanım ­
çakılların içinde de yetiştirilebilir. H atta doğ­ lam ak için kullanılır.
rudan suyun içinde bile üretilebilir. Nitekim, Güneş ışığı gibi sıradan bir beyaz ışık,
içi su dolu ince boyunlu bir kavanozun ağzına gerçekte değişik renklerin ya da dalga boyla-
bir soğan yerleştirecek olursanız soğanın kısa nnın bir karışımıdır (bak. T a y f ) . Cisimler
sürede suyun içine doğru ince, beyaz kökler üzerlerine düşen ışıktaki bazı renkleri soğu­
uzattığını, üst ucundan da yukarıya doğru rur, öteki renkleri ise yansıtır, bu nedenle
sürgün verdiğini gözleyebilirsiniz. de renkli görünür. Kırmızı bir yüzeyin bu
Dünyada soğanlı bitkilerden en çok süs renkte görünmesinin nedeni, üzerine dü­
amacıyla yararlanılm aktadır. G ünüm üzde en şen mavi ve yeşil ışığı soğurması ve yalnızca
önde gelen soğanlı bitki üreticisi H ollanda’ kırmızı ışığı yansıtmasıdır. Üzerine düşen
dır; 16. yüzyıldan beri dış ülkelere lale soğanı bütün ışığı yansıtan yüzeyler beyaz, soğuran­
satan bu ülkede aynca nergis ve sümbül gibi lar ise siyah görünür. Kırmızı bir yüzeye mavi
öbür soğanlı bitkiler de yetiştirilmektedir. Bu ya da yeşil ışık altında bakılacak olursa,
ülkedeki soğanlı bitki tanm ı yaklaşık 6.000 yansıtacağı kırmızı ışık bulunmadığından yü­
hektarlık bir alana yayılmıştır. zey siyah görünür. Güneş ışığında, çıplak
gözle görülem eyen, uzun dalga boylu kızılöte­
SOĞUK ALGINLIĞI bak. G r îp ve So ğ u k si ışınlar da vardır; bu ışınları soğuran bütün
ALGINLIĞI. yüzeyler ısınır. Sıcak ülkelerde, G üneş’ten
gelen ışınımı yansıtmak için çoğu kez beyaz
SOĞURMA, genellikle bir katının bir sıvıyı elbise giyilir.
içine çekmesi ya da emmesi anlamında kulla­ Konser salonlarındaki ya da hoparlörlerde­
nılan bir terim dir. Sünger suyu, kurutm a ki istenmeyen yankıları önlem ek için ses
kâğıdı m ürekkebi “soğurur” . Bilimde, “so- dalgalannı soğuran m alzem elerden yararlanı­
lır. Tıp biliminin önemli bir dalı olan radyo­
grafi, kemiklerin röntgen ışını da denen X
ışınlarını belli ölçüde soğurmasına dayanır
(bak. X İŞINLARI).
Hayvanlarda, sindirilmiş besinin bağırsak
duvarlanndan kan damarlanna geçişini tanım­
lamak için de soğurma terimi kullanılır (bak.
SİNDİRİM). Bitkiler topraktan, hücre duvarları
çok ince olan kök tüylerinin yardımıyla su ve
m ineral tuzlannı soğururlar.

SOĞUTMA. M addelerin ya da ortam ların


sıcaklığının düşürülmesi ya da düşük sıcaklık­
larda tutulması işlemine soğutm a, bu amaçla
kullanılan aygıtlara da soğutucu denir. İçe­
cekleri serin tutm ak için kullanılan buz kutu­
larından evlerimizdeki buzdolaplarm a; soğuk
hava depolarından, m utlak sıfıra ( —273°C)
yakın çok düşük sıcaklıkların elde edilebildiği
aygıtlara kadar değişen çok çeşitli soğutucular
vardır.
Soğutmanın en yaygın bilinen ve uygulanan
H avucun tep esin e b ir d e lik açılır. Delik b ir m ik ta r biçimi, besinlerin buzdolaplarm da soğutula­
şeker ve bo yalı suyla d o ld u ru lu r. Sonra bu de liğ e, rak bozulm adan korunmasıdır. Soğutma tek­
içinde n bo ru g e ç irilm iş b ir m a n ta r ta kılır. Havuç, içi
su d o lu cam b ir kaba ko n u r; havuç kaptaki suyu niğinden tıp ve eczacılık alanlarında, aşı,
soğurdukça boyalı suyun boruda yükseldiği görülür. serum ve antibiyotik gibi m addelerin hazır­
SOĞUTMA 303

lanması ve korunm asında; fotoğraf filmleri­ yararlanılır. Ö rneğin, avucumuza bir m iktar
nin, derilerin ve kürklerin saklanmasında; metil alkol döksek avucumuz hemen soğur;
çeşitli dam ıtm a işlemlerinde, bira, şarap gibi çünkü metil alkol hızla buharlaşırken avucu­
içkilerin m ayalanm asında ve daha başka bir­ m uzdan ısı emer. İşte soğutucularda da,
çok alanda da yararlanılır. uygun bir sıcaklıkta sıvı halden buhar (yani
Soğutulmuş besinlerin uzun süre bozulm a­ gaz) haline geçebilen ve sonra tekrar gaz
dan saklanabilmesinin nedeni, bunların için­ halinden sıvı hale dönüşen benzer soğutucu
deki, bozulmaya yol açan bakterilerin {bak. m addelerden yararlanılır. Soğutma sistemle­
B a k t e r i ) düşük sıcaklıklarda çok yavaş üre­ rinde en yaygın kullanılan soğutucu m adde,
mesi ya da hiç üreyememesidir. 10°C’nin -33°C ’de buharlaşan amonyaktır. Günümüz­
üzerinde bakteriler hızla ürer ve besinin de başka soğutucu m addeler de kullanılır.
bozulmasına, çürümesine neden olur. K ükürt dioksit, metil klorür, karbon dioksit
Yapay soğutma yöntem lerinin bilinmediği ve m etanın klor ve flüor gazlarıyla oluşturdu­
zam anlarda, insanlar dağlardan getirilen kar ğu bileşikler olan freonlar bunlardan bazıları­
ve buzu ısıya karşı yalıtılmış özel bölmelerde dır. Ö te yandan, iyi karıştırıldıkları zaman ısı
saklar ve soğutma için gerektikçe onlardan soğuran bazı m addeler de vardır. Örneğin su
yararlanırlardı. Besinleri soğukta saklamak ile amonyum nitratın karıştırılmasıyla -15°C;
için, buz kutusu denen ve üst bölümüne buz, buz üe sodyum klorürün (tuz) karıştırılmasıyla
alt bölüm üne besinlerin konduğu, ısıya karşı —21°C; sodyum nitrat ile seyreltik nitrik asit ka­
yalıtılmış kutular kullanılırdı. Kutuya konan rıştırılarak -25°C ve buz ile kalsiyum klorür ka­
besinlerden ısı soğurarak (em erek) ısınan rıştırılarak —55°C sıcaklık elde edilebilir.
hava yükselerek buz bölmesine çıkarken, 1748’de Glasgow Üniversitesi’nde William
üstte buzun çevresinde soğuyan hava da ağır Cullen, kapalı bir kapta vakum oluşturup etil
olduğu için aşağıya, besinlerin bulunduğu eteri buharlaştırarak ilk yapay soğutmayı
bölmeye inerdi. Böylece kutudaki buz bütü­ gerçekleştirmişti. 1823’te ise M ichael Faraday
nüyle eriyene kadar besinler soğuk bir ortam ­ amonyağı basınç altında sıvılaştırmayı başar­
da korunm uş olurdu. A m a bu yöntemle mış ve böylece soğutucu yapımı için büyük bir
0°C’nin altındaki sıcaklıklara inilemezdi. olanak yaratmıştı. Am a bu tür ilk soğutucuyu
Soğutucuların çoğunda, bir sıvının buharla­ 1834’te Jacob Perkins yaptı. İlk m odern
şırken çevresinden ısı soğurması olgusundan soğutucular 19. yüzyılın ikinci yarısında orta­
ya çıktı; ama bunlar ancak 20. yüzyılın başla­
General Motors Corporation
rında yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
SOĞUTUCU MADDE SIVI HALDEN
BUHARA DÖNÜŞÜR Soğutucular, uygulanan yöntem e bağlı ola­
rak başlıca iki gruba ayrılır: Sikıştırmalı soğu­
BUHARLAŞM A BORUSU-
tucular ve soğurmalı soğutucular.

Sikıştırmalı Soğutucular
^ .S O Ğ U T U C U B uhar sikıştırmalı soğutucular en basit soğu­
MADDENİN
BUHAR HALİNDE1 tucu türleridir. Evlerde kullanılan buzdolap­
^ T A Ş IN D IĞ I BORU
ları da genellikle bu tipten soğutuculardır.
1870’lerde A lm an bilim adamı Cari von Lin-
SOĞUTUCU 1
de’nin geliştirdiği bu sistem aynı zam anda en
■ M A D D E N İN -------- ►
▼SIVI HALİNDE ▲
eski soğutm a sistemidir.
TAŞINDIĞI B O R U* Küçük bir sikıştırmalı soğutucuda, örneğin
^ YOĞUNLAŞTIRICI
evlerde kullanılan buzdolaplarında, besinle­
rin konduğu bölüm ün dışındaki bir bölüme
KOMPRESÖR
yerleştirilmiş bir elektrik m otoru ile onun
çalıştırdığı bir kom presör vardır. Kom presör
SOĞUTUCU MADDE
BUHARDAN SIVIYA DÖNÜŞÜR soğutucu madde olarak kullanılan gazı, örneğin
Bir buzdolabının çalışma biçim i. amonyağı, tıpkı bir bisiklet pompası gibi
304 SOĞUTMA

karsa anahtar kapanır ve m otor çalışmaya


başlar. Buzluktaki sıcaklık term ostatın ayar­
landığı sıcaklığın altına düşünce anahtar açılır
ve m otor durur. Böylece soğutucu içindeki
sıcaklık istenen düzeyde kalır.

Soğurmalı Soğutucular
Soğurmalı soğutucuların yapısı sıkıştırmalı
soğutucularınkinden çok farklıdır. Bu soğutu­
cularda da amonyak kullanılır, ama gazı emen
bir kom presör yoktur. Onun yerine, suyun
amonyağı soğurma (emme) özelliğinden ya­
rarlanılır. 1 litre suda 1.000 litre amonyak gazı
Çuadrant Photo Library çözünebilir. Soğurmalı soğutucularda so­
M eyve , sebze g ib i kolay bozulan yiye cekle r, uzun ğutucu m adde olarak amonyağın sudaki çö­
mesafelere soğutm alı büyük kam yonlarla taşınır. zeltisi kullanılır. Bu çözelti elektrikle ya da
bir yakıtla ısıtılır. Isınan çözeltiden çıkan
em er ve sıkıştırır. Kom presör gazı sıkıştırır­ amonyak gazı yoğunlaştıncıda sıvı hale gelir.
ken, gene bisiklet pom pasında olduğu gibi Sıvı amonyak buharlaşm a borusuna gider.
ısınır. Böylece ısınan gaz, kom presörden buz­ O rada genleşerek buharlaşır ve buharlaşırken
dolabının arkasındaki yoğunlaştıncıya gönde­ çevreden ısı söğurur. D aha sonra oradan
rilir; yoğunlaştırıcı, sarm al biçimli ya da çok çıkan amonyağı su tekrar soğurur ve bu
kıvrımlı bir borudan oluşur. Yoğunlaştırıcı çözeltinin ısıtma kazanm a gitmesiyle başlan­
açıkta olduğundan, içindeki gazın ısısı havaya gıç noktasına dönülmüş olunur. Aynı olayın
geçer ve böylece borunun içindeki gaz soğur yinelenmesiyle yeterli sıcaklık düzeyi sağlana­
ve yoğunlaşarak tekrar sıvı hale dönüşür. na kadar soğutma sürer.
Bazen yoğunlaştırıcınm yanma konulan bir M otoru, kom presörü, hareketli bir parçası
pervane, borunun kıvrımları arasından sü­ olmadığı için soğurmalı soğutucular sessiz
rekli olarak hava üfleyerek soğumayı hız­ çalışır. Ayrıca, elektrik enerjisinin bulunm a­
landırır. dığı yerlerde de bu tür soğutucular kullanıla­
Y oğunlaştıncıda sıvı hale gelen soğutucu bilir. Soğurmalı sistemin bu üstünlüklerine
m adde küçük bir m em eden buharlaşm a boru­ karşılık, sıkıştırmalı sistemin üstünlüğü daha
suna püskürtülür. Buharlaşm a borusu, buz­ yüksek verimli olmasıdır.
dolabının buzluğunun çevresinde yer alan çok
kıvrımlı, geniş bir borudur. Buharlaşm a boru­ Derin Dondurma
su daha geniş olduğundan, içindeki basınç da Besinleri birkaç gün taze olarak saklam ak için
daha düşüktür; bu nedenle buraya püskürtü­ serin bir ortam yeterlidir. Buzdolabının için­
len sıvı soğutucu madde genleşir ve buharla­ deki 1°C ile 7°C arasındaki sıcaklık buna
şarak tekrar gaz haline dönüşür. A m a buhar­ uygundur. A m a daha uzun süre saklanacak
laşma sırasında da çevresinden ısı soğurarak besinleri dondurm ak gerekir. —12°C ile
buharlaşm a borusunu ve buzluğu soğutur. —23°C arasında dondurulm uş olan besinler
K om presör, buharlaşm a borusundaki gazı altı ay ya da daha uzun bir süre bozulmadan
em erek tekrar sıkıştırır ve gene yoğunlaştırıcı- saklanabilir. Bu tür çok düşük sıcaklıklarda
ya gönderir; bu çevrim böylece sürer gider. saklamaya derin dondurm a denir. (Bazen
Soğutucularda sıcaklığın belirli bir düzeyde kullanılan “dipfriz” sözcüğü de dilimize, “de­
tutulabilmesi için genellikle bir term ostattan rin dondurucu” anlamına gelen İngilizce deep-
yararlanılır. T erm ostat, istenen herhangi bir freeze sözcüğünden aktarılm ıştır.) Besinlerin
sıcaklıkta çalışacak biçimde ayarlanabilen bir dondurulm ası sırasında dikkat edilmesi gere­
anahtardır (şalter). Buzluğun içindeki sıcaklık ken nokta, dondurm a işleminin hızla yapılma­
term ostatın ayarlandığı sıcaklığın üstüne çı­ sıdır. Yavaş yavaş dondurulan bir besin m ad­
SOKRAT 305

0°C’nin çok altındadır. Bu özellikleri nedeniy­


le kuru buz soğutm ada kullanılmaya çok
uygun bir m addedir. D ondurulm uş besin
m addelerinin taşınması sırasında kuru buz
kullanıldığı zam an, soğutm anın yanı sıra kuru
buzun süblimleşmesiyle oluşan karbon dioksit
gazı da besinlerin çevresini sararak onları
havadaki bakterilerden korur. Kuru buzla
korunan yum urtalar da gene aynı nedenle
başka soğutucularda saklananlara oranla çok
uzun bir süre taze kalır. Çiçekçiler de kuru
buz kullanarak oluşturdukları karbon dioksit
atm osferinde gül tom urcuklarının açmasını üç
Science Photo Library gün geciktirebilirler.
B ilim se l ara ştırm a am a cıyla ku lla n ıla n a n tik o rla r
seru m ba nka larınd a -7 0 °C 'd e saklanır.
Dondurarak Kurutma
Besin m addelerinin korunm asında uygulanan
desinin içinde oluşan büyük buz kristalleri, et, bir başka yöntem de dondurarak kurutm adır.
balık, meyve, sebze gibi m addelerin yapısını Bu işlem besinlerin vakum ortam ında hızla
bozar. Hızlı dondurm a sırasında ise buz kris­ dondurulm ası yoluyla gerçekleştirilir. Bu or­
talleri büyüyemez; oluşan küçük kristalleri de tam da oluşan küçük buz kristalleri süblimleşir
çözülme sırasında besin maddesi soğurur. Bu ve çıkan su buharı alındığı zaman, besin
nedenle derin dondurm a yapabilen soğutucu­ maddesinin suyu alınmış olur. Hızla soğutul­
larda hızlı soğutm a için özel bir bölüm vardır. duğu için iri buz kristalleriyle yapısı bozulm a­
Erimiş bir parça dondurmayı buzdolabının mış olan besin m addesi, tüketileceği zaman
buzluğunda yeniden dondurarak hızlı ve ya­ yeniden sulandırılır. Bu yöntem ilk kez, taze
vaş dondurm anın farkını görebiliriz. Yeniden kahve çekirdeği tadı hiç bozulm adan kurutu­
donan dondurm a, içinde oluşan iri buz kris­ larak, içileceği zaman sıcak suda kolayca eri­
talleriyle, pürüzlü bir yapı kazanır. Bu, don­ yebilen kahvenin yapımında kullanıldı. D aha
durm anın başlangıçtaki pürüzsüz, kaygan, sonra, derin dondurucuya gerek olm adan do­
kadifemsi yapısından tümüyle farklıdır. lapta ambalajı içinde saklanabilen hazır yiye­
Ü retim aşamasında dondurularak pazarla­ ceklerin üretim inde kullanıldı (bak. G i d a TEK ­
nan besinler, taşıma ve pazarlam a aşamasında NOLOJİSİ).
ve tüketileceği zam ana kadar donm uş olarak
kalmalıdır. Çünkü, dondurulm uş bir besin Klimalar
maddesi bir kez çözüldüğünde çok çabuk Evlerin ya da taşıt araçlarının içini serinleten
bozulur. Ayrıca dondurularak pazarlanan be­ klima aygıtlarında da soğutuculardan yararla­
sinlerin am balajları buz kristallerinin süblim ­ nılır. Dışarıdaki havadan aldığı ısıyla yapıla­
leşmezsim (yani katı halden doğrudan doğruya rın içini ısıtan ısı pom paları da soğutucularla
gaz haline geçmesini) önleyecek kadar kalın aynı ilkelere dayalı olarak çalışır. Am a soğu­
olmalıdır. Bu yapılmazsa dondurulm uş besin­ tucuların tersine, bu kez ısının alındığı yer
ler suyunu kaybedip kuruyabilir. açık hava, ısının verildiği yer ise kapalı bir
bölm edir (bak. İSITMA VE KLİMA).
Kuru Buz
G ünüm üzde soğutm a amacıyla çok kullanılan SOKRAT ya da SOKRATES (yaklaşık İÖ
kuru buz, amonyak üretimi sırasında bir yan 470-399), Eski Yunanlı büyük bir düşünür­
ürün olarak elde edilen katı karbon dioksittir. dür. A sker olarak çeşitli savaşlara katılmış ve
Katı karbon dioksit sıvı hale geçmeden süb­ yiğitliğiyle öne çıkmış olmasının dışında, ya­
limleşir, böylece ardında herhangi bir atık şamının ilk yıllarına ilişkin bilgiler çok azdır.
bırakm az; ayrıca sıcaklığı —78,5°C’dir, yani Sokrat A tina’da doğdu. A tina o dönem de
306 SOKRAT

önemli bir edebiyat ve sanat merkeziydi. mine “sokratik” ya da “diyalektik” yöntem


Zam anının bütün ünlü yazarlarını ve devlet denir (bak. FELSEFE; PLATON).
adamlarını tanıyan Sokrat’ın ünde gözü yok­ Anlatıldığına göre, bir gün Delfi kâhinleri­
tu. Tek amacı insanlara bilgece ve mutlu ne (bak. DELFİ KÂHİNLERİ) “Y unanistan’daki
yaşamanın yolunu gösterm ek, onları bilgelik­ en bilge kişi kim dir?” diye sorarlar. Kâhinin
le dürüstlüğün servet ve ünden daha değerli yanıtı “Sokrat” olur. Sokrat buna çok şaşırır.
olduğuna inandırm aktı, “kendini tanı” ilke­ Çünkü soru sormasının nedeni bilmediği şey­
sinden hareket eden Sokrat için felsefenin leri öğrenm ek içindir. Bu nedenle bilge gö­
temeli insanı tanımaktı. züyle bakılan kişilerle konuşur. Çok geçme­
Öğretisini hiçbir zaman yazıya dökm em ek­ den onların kendilerine bilge süsü verdikleri­
le birlikte, Sokrat’ın gençler arasında birçok ni, gerçekte hiçbir şey bilmediklerini anlar.
öğrencisi vardı. H er rastladığı yerde onlarla Sonunda da, kendi bilgisizliğini bildiği için, en
konuşuyor ve doğru yolu seçmeleri için onları bilge kişinin kendisi olduğu sonucuna varır.
yeniden düşünmeye yöneltiyordu. Sonradan Ne var ki, düşmanları Sokrat’ı Atinalı
yazar olan bu gençlerden bazıları Sokrat’ın gençlere yanlış şeyler öğreterek onları doğru
düşüncelerini kâğıda geçirdi. En ünlü öğren­ yoldan saptırm akla ve tanrılara karşı saygısız
cisi olan Platon, Sokrat’ın gençlerle karşılıklı davranm akla suçlar, onu dava ederler. Sokrat
konuşmalarını yazıya dönüştürdü. “Sokratik da karşılık olarak, bildiği yolda yürüyeceğini,
diyaloglar” olarak bilinen bu yazılarda Sokrat yaptıklarının doğru olduğunu ve cezalandırıl­
gençlerle birtakım sorunları tartışır. İçlerin­ m aktan çok ödüllendirilmesi gerektiğini söy­
den birine belli bir konudaki görüşünü sorar ler. Bu sözler m ahkem e üyelerini kızdırır ve
ve konuyu açmak için birtakım sorular yönel­ Sokrat ölüm cezasına çarptırılır. Yasalara
tir. Çoğunlukla soru sorulan kişinin o konuyu göre baldıran zehri içerek yaşamına son ver­
daha önce derinlemesine düşünmediği ve mesi gerekm ektedir. H apishanede öleceği gü­
belirttiği görüşün sağlam bir tem ele dayanm a­ nü beklerken dostlarıyla konuşmalarını eskisi
dığı ortaya çıkar. Bunun üzerine yeni sorular gibi sürdüren Sokrat’a bir dostu kaçmasını
sorarak hep birlikte gerçek yanıtı bulmaya önerirse de, Sokrat yaşadığı sürece karşı
çalışırlar. Soru sorarak gerçeğe ulaşma yönte­ çıkmadığı A tina yasalarına uymazsa kendi
Metropolitan Museum o f Art, New York

Jacq ue s-Lou is D a v id 'in S o k ra t'ın Ö lü m ü adlı ta b lo su


SOKULLU MEHMED PAŞA 307

kendisiyle çelişkiye düşeceğini söyleyerek bu çocuğu olarak veliahtlığa getirilen Selim’in


öneriyi kabul etmez. kızı İsmihan G evher Sultan’la evlendi (1562).
Semiz Ali Paşa’nın sadrazam olmasıyla ikinci
SOKULLU MEHMED PAŞA (1505-1579), vezirliğe yükselen Sokullu M ehmed Paşa
ünlü bir Osmanlı sadrazamıdır. Hıristiyan bir onun 1565’te ölmesi üzerine sadrazamlığa
ailenin çocuğu olarak B osna’ya (bugün Yu­ getirildi.
goslavya’da) bağlı Sokol kasabasında doğdu. Yaşı hayli ilerlemiş olan Kanuni Sultan
1519’da devşirme usulünce ailesinden alına­ Süleyman çok güvendiği Sokullu M ehmed
rak E dirn e’ye getirildi ve M üslüman olup Paşa’ya geniş yetkiler verdi. Bu arada A vus­
M ehm ed adını aldı. Edirne Sarayı’nda eğitim turya İm paratoru I. Ferdinand ölmüş (1564),
gördükten sonra İstanbul’a gönderildi. Top- yerine geçen oğlu II. Maximilian 1562’de
kapı Sarayı’nın Enderun bölüm ünde çeşitli imzalanan barış antlaşmasını çiğneyen giri­
görevlerde bulundu. 1541’de kapıcıbaşılığa şimlerde bulunmuştu. A vusturya’ya karşı ye­
yükseldi. 1546’da saray hizm etlerinde başarılı ni bir seferin gereğine inanan Sokullu M eh­
olanların dış göreve atanm aları yolundaki med Paşa yaşlı padişahı da buna inandırarak
gelenek uyarınca kaptan-ı deryalığa getirildi. 1566’da Zigetvar Seferi’ni başlattı. Yolda
Bu görevde iken Trablusgarp seferine katıldı, hastalanan Kanuni Sultan Süleyman Zigetvar’
İstanbul Tersanesi’ni genişletti ve yeniledi. m alınmasından bir gün önce öldü. Sokullu
1549’da vezirliğe yükselerek Rumeli Beyler­ M ehm ed Paşa padişahın ölüm ünü Şehzade
beyliğine atandı. Selim gelinceye kadar askerlerden gizledi.
Avusturya ile 1547’de imzalanan barış ant­ Orduyu Belgrad’da karşılayan Selim burada
laşmasının bozulması üzerine Sokullu M eh­ padişah ilan edildi.
med Paşa 1551’de Erdel üzerine yapılacak II. Selim, Sokullu M ehm ed Paşa’yı babası­
seferin kom utanlığına getirildi. 80 bin kişilik nın verdiği geniş yetkilerle sadrazam lıkta
bir orduyla E rdel’e giren Sokullu M ehmed bıraktı ve devlet işlerine fazla kanşm adı.
Paşa bazı önemli kaleleri aldı. A m a, Temeş- Sokullu M ehm ed Paşa 1568’de Avusturya ile
var kuşatm asında başarılı olam ayarak geri sekiz yıl süreli bir barış antlaşması im zaladık­
çekildi. Tem eşvar 1552’de, M acaristan ser- tan sonra doğuya yöneldi. Am acı Osmanlı
darlığına atanan K ara A hm ed Paşa ile birlikte egemenliğini A sya’da ve doğu denizlerinde de
düzenlediği yeni bir seferle alınabildi. Sokullu güçlendirmekti. Portekiz’in H int Okyanu-
M ehm ed Paşa aynı yıl Rumeli Beylerbeyli­ su’nda gittikçe artan etkinliğine karşı Kızılde-
ğ in d en ayrılarak İstanbul’a döndü. niz, Um m an Denizi ve Basra K örfezindeki
Kanuni Sultan Süleyman 1553’te Sokullu Osmanlı gemilerinin sayısını artırdı. Bir yan­
M ehmed Paşa’yı Rumeli askerinin başında dan da Hindistan ve Endonezya’daki M üslü­
A nadolu’ya gönderdi. Aynı yıl başlayan Nah- man hüküm darlarla dostluk ilişkisi kurmaya
civan Seferi’nde Sokullu M ehmed Paşa’nın çalıştı. Ayrıca D on ve Volga ırm aklarını bir­
kom utasındaki Rumeli askerleri büyük başarı leştirecek bir kanal açma girişiminde bulun­
gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokullu M eh­ du. Böylece Karadeniz ile Hazar Denizi ara­
med Paşa üçüncü vezirliğe yükselerek kubbe- sındaki ulaşım sağlanabilecek, Kafkasya daha
altı vezirleri arasına katıldı. kolay denetim altına alınacak, O rta A sya’da­
Sokullu M ehm ed Paşa 1559’da Kanuni ki T ürk hanlıklarıyla ilişki kurulabilecekti.
Sultan Süleyman’ın oğulları Selim ile Bayezid Am a bu proje R uslar’ın saldırıları ve Kırım
arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkta babasının hanının gerekli yardımı yapmaması yüzünden
buyruklarını dinlemeyen Bayezid’e karşı Selim’ gerçekleşemedi.
in yanında yer aldı. İki kardeşin Konya Sokullu M ehm ed Paşa A kdeniz’deki Haçlı
Ovası’nda yaptıkları savaşa katılarak Selim’in egemenliğine karşı İspanyollar’ın eline geçen
galip gelmesinde önemli rol oynadı. Bayezid Tunus’u geri alarak Kuzey A frika’yı denetle­
İran’a sığınmak zorunda kaldı ve orada öldü­ yebilecek bir üs elde etm ek istiyordu. Uzun
rüldü (1561). Sokullu M ehmed Paşa da Kanu­ vadede ise A kdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayacak
ni Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek erkek bir kanal açarak Osmanlı donanm asına hızla
308 SOKULLU MEHMED PAŞA

ise bizim donanmamızı yenmekle yalnızca


sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir
daha yerine gelmez, ama sakal eskisinden de
gür çıkar” sözleri ünlüdür. Sokullu M ehmed
Paşa’nın hem en yeni bir donanm a hazırlan­
ması buyruğuna karşılık bunun kolay bir iş
olmadığını söyleyen kaptan-ı derya Kılıç Ali
Paşa’ya verdiği “Paşa, paşa bu devlet öyle bir
devlettir ki, isterse gemilerini güm üşten, ha­
latlarını ipekten, yelkenlerini de atlastan ya­
p ar” yolundaki yanıtı da tarihe geçmiştir.
G erçekten de bir kış içinde yenilenen do­
nanm a baharla birlikte A kdeniz’e açılarak
Haçlılar’a ağır kayıplar verdirdi. İspanya ile
anlaşmazlığa düşerek Haçlı ittifakından ayrı­
lan Venedik papanın desteğini de yitirince
Osmanlı D evleti’nden barış istemek zorunda
kaldı. Sokullu M ehm ed Paşa’nın önerdiği
koşullarla imzalanan antlaşmanın ardından
Osmanlı ordusu ve donanması ortak bir hare­
kâtla Tunus’u İspanyollar’dan geri aldı
(1574).
Arkeoloji ve Sanat Dergisi Arşivi Sokullu M ehm ed Paşa, 1574’te ölen II.
S o ku llu M eh m e d Paşa O sm anlı D e vle ti'n d e 14 yıl Selim’in yerine geçen III. M urad döneminde
sadrazam lık ya p m ıştır.
de sadrazamlığını sürdürdü. A m a artık eski
hareket etm e olanağı sağlamayı, Hint Okya- gücü yoktu. Padişah da Sokullu M ehmed
nusu’ndaki Portekiz egemenliğine son verm e­ Paşa’nın karşıtlarıyla işbirliği içindeydi. So­
yi amaçlıyordu. A m a Piyale Paşa, Lala Mus­ kullu M ehm ed Paşa’ya yakınlığıyla tanınanlar
tafa Paşa gibi karşıtlarının etkisiyle Divan-ı birer birer İstanbul’dan uzaklaştırılıyor, Di-
Hüm ayun 1570’te V enedik’in elindeki Kıb­ van-ı H üm ayun’daki etkisi de gitgide azalı­
rıs’a karşı bir sefer yapılmasını kararlaştırdı. yordu. B ütün bu gelişmelere karşın Sokullu
Sokullu M ehm ed Paşa bu karara V enedik’le M ehmed Paşa gene de bazı siyasal ve askeri
var olan barışın bozulmasının H açlılar’ı bir­ başarılar elde etti. 1577’de boşalan Lehistan
leştireceği ve uzun sürecek bir savaşa yol (Polonya) tahtına Erdel Voyvodası Stefan
açacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Böylesi B atory’nin seçilmesini sağlayarak A vusturya’
bir savaşın Osmanlı D evleti’ne yarar getirm e­ nın oyununu bozdu. 1578’de Fas’ta Portekiz
yeceğini ve uzun vadeli projelerin gerçekleş­ ordusu yenilgiye uğratılarak bölgedeki Os­
mesini engelleyeceğini düşünüyordu. Am a manlI egemenliği pekiştirildi. Am a Divan-ı
Divan-ı H üm ayun’un karanna uyarak Kıbrıs H üm ayun’un 1578’de İran ’a sefer açılması
Seferi’nin başarıya ulaşması için sonuna kadar kararını engelleyemedi. Böylece 1590’a kadar
çalıştı. Seferin kom utanlığına getirilen Lala sürecek yeni bir Osm anlı-İran Savaşı başladı.
M ustafa Paşa Ağustos 1571’de Kıbrıs’ın fethi­ Sarayda ise Sokullu M ehmed Paşa’ya karşı
ni tam am ladı. Buna karşılık V enedik’in baş­ olanlar etkinliklerini iyice artırm ışlar, hatta
vurusu üzerine papanın çağrısıyla oluşturulan sudan bir nedenle amcasının oğlu Budin
Haçlı donanması 7 Ekim 1571’de İnebahtı’da Beylerbeyi M ustafa Paşa’yı idam ettirm işler­
Osmanlı donanmasını ağır bir yenilgiye uğrat­ di. Sokullu M ehm ed Paşa sadrazamlık gücü
tı. Sokullu M ehmed Paşa’nın, bu olaydan tükenm iş bir durum da iken, 1579’da konağın­
sonra Osmanlı D evleti’nin barış isteyeceğin­ da topladığı bir ikindi divanı sırasında, tımarı
den emin olan Venedik elçisine söylediği “Biz azaltıldığı için şikâyete geldiğini söyleyen bir
sizden Kıbrıs’ı alarak bir kolunuzu kestik, siz Boşnak tarafından hançerlenerek öldürüldü.
SOLJENİTSİN 309

Sokullu M ehmed Paşa 14 yıl süren sadra­ gösterir. Dolayısıyla d o , do m ajör ya da do


zamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne m inör tonunda do 'yu, buna karşılık sol m ajör
çıkmış, birçok siyasal ve askeri başarının elde ya da sol m inör tonunda soVu, la bemol m ajör
edilmesinde birinci derecede rol oynamıştır. ya da la bemol minör tonunda la bemolü
60 yıllık devlet hizmeti sırasında hiçbir göre­ gösterir.
vinden alınmamış, daim a bir üst göreve atan­ İngiltere’de 19. yüzyılda şan eğitiminde
mış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokullu yaygın olarak kullanılan tonik sol-fa sistemi
M ehmed Paşa’nın iki tanesi İstanbul’da, de bir solmizasyon türüdür. Bu yöntem de
öbürleri Lüleburgaz (K ırklareli), Havsa değişken do yöntem ine dayanır. Sarah Ann
(Edirne) ve Payas’ta (Hatay) bulunan beş G lover adlı bir İngiliz öğretm enin bulduğu bu
külliyesi, im paratorluğun hem en her yanma yöntem , norm al m ajör dizinin yedi notasını
dağılmış birçok hayır eseri vardır. temel olarak alır. Tonik sol-fa sisteminde doh
(okunuşu do), ray (re), me (mi), / ah (fa), soh
SOLFEJ, bir müzik parçasının notalarını, d o , (so), lah (la) ve te (ti) heceleri kullanılır.
re, m i gibi tek sesli adlarla okuyarak seslen­ Yazılı biçiminde bu heceler d, r, m, f, s, i v e t
dirmeye denir. Bu anlamıyla solfej, bir müzik harfleriyle kısaltılır. Diyezli notalarda bu
parçasının notalarını okum ak ya da çalmak ile hecelerde e (i) ünlüsü, bemollü notalarda ise
özdeştir. Müzik öğretiminde bu amaçla yapı­ a (e) ünlüsü kullanılır. Bugün eskisi kadar
lan çalışma ve alıştırm alara da solfej denir. yaygın olarak kullanılmayan tonik sol-fa siste­
Bu çalışma a, o, u gibi ünlülerle yapılırsa mi G aller’de ve İngiltere’nin kuzey kesimle­
buna vokaliz adı verilir. rinde kullanılm aktadır.
Solfej çalışmasında öğrenciler anahtarları,
ses aralıklarını, ritim leri, tonalite ve değiştir­ SOLJENİTSİN, Aleksandr (doğumu 1918).
me işaretlerini, özetle müzik yazımının bütün SSCB’li romancı A leksandr İsayeviç Soljenit-
öğelerini tanımayı ve bunları gerçek seslere sin, aydın bir ailenin oğlu olarak Kafkasya’da,
dönüştürm eyi öğrenirler. Bu bakım dan solfej Kislovodsk’ta dünyaya geldi. Annesi öğret­
müzik öğreniminde önemli bir yer tutar. mendi. Rostov Devlet Üniversitesi’nin m ate­
Yalnızca şan öğrencileri değil, çalgı öğrencile­ m atik ve fizik bölümlerini bitirdikten sonra
ri de solfej öğrenimi görürler. M oskova Devlet Üniversitesi’nde m ektupla
Solmizasyon ise, bir ses dizisindeki notaları edebiyat öğrenimi gördü. II. Dünya Savaşı’n-
hecelerle adlandırm a yöntem ine verilen ad­
dır. Eski Yunan, Hint ve Çin müziklerinde de Rex Features
solmizasyon yöntemleri vardır. A vrupa müzi­
ğinde en çok kullanılan ve günüm üzde de
yaygın olan solmizasyon yöntem ini ortaçağda
İtalyan öğretm en ve müzik bilgini Arezzolu
G uido (990-1050) bulmuştur.
Altı notalı ses dizisini (heksakord) temel
dizi olarak alan G uido, her notaya bir hecenin
adını verdi. Bu heceleri, dizeleri bu notalarla
başlayan çok tanınmış Latince bir ilahiden
aldı.
Yöntem in adı sol ve m i hecelerinden gelir.
Temel iki solmizasyon yöntemi vardır. Değiş­
meyen do adı verilen yöntem de her hece belli
bir notanın adıdır ve başka bir nota için
kullanılmaz. Do her tonalitede do, sol her tona­
litede sol notasının adıdır. Değişken do adı
verilen öbür sistemde ise, bütün tonalitelerde SSCB'li yazar A le ksa n d r S o lje n its in (solda) İsveç
do birinci, re ikinci, m i üçüncü notanın adını Kralı Cari G u sta f'ta n N obel O d ü lü 'n ü alırken.
310 SOLOMON ADALARI

da topçu yüzbaşısı olarak görevlendirildi ve İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi bağımsız,


iki kez madalya aldı. parlam enter bir devlettir.
1945’te bir dostuna yazdığı m ektupta SSCB Solomon Adaları zincirinin uzunluğu 1.450
başkanı Josef Stalin’e (bak. Stal İN, Josef ) kilometreyi bulur; toplam yüzölçümü ise
hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanarak, 27.566 km2’dir. G ruptaki en büyük ada olan
m ahkem e önüne çıkarılmaksızın sekiz yıl Bougainville, küçük bir ada olan Buka ile
hapse m ahkûm edildi ve bir çalışma kampına birlikte Papua Yeni G ine’ye bağlıdır.
gönderildi. D aha sonra üç yıl da Sibirya’da Solomon A daları’nın başlıcaları Choiseul,
sürgün cezası çekti. 1956’da O rta Rusya’da Santa Izabel, M alaita, Vella Lavella, Kolom-
Ryazan’a yerleşmesine izin verildi. 1957’de bangara, New G eorgia, Guadalcanal ve San
resmi olarak aklandı. Aynı yıl, yaşamını Cristobal adalarıdır. Büyük adalarda yüksek­
kazanm ak için m atem atik öğretmenliği yapar­ liği 3.000 m etreyi aşan yanardağlar vardır.
ken bir yandan da yazmaya başladı. Çoğu sık orm anlarla kaplıdır. Yaban dom u­
İlk romanı olan İvan Denisoviç’in Hayatın­ zu, büyük kem eler, uçantilki denen dev
da Bir Gün (1962) SSCB’de, çalışma kam pla­ yarasalar, kakadu ve güvercin gibi kuşlar,
rındaki bir tutsağın günlük yaşamını tüm kelebekler ve böcekler dışında hayvan varlığı
ayrıntısıyla ele alır. 1962’de, SSCB Başkanı azdır. İklim sıcak ve çok yağışlıdır.
Nikita Kruşçev dönem inde yayımlanan bu Solomon A daları’nda yaşayan insanların
romanıyla Soljenitsin Sovyet Yazarlar Birliği’ büyük bölümü M elanezyalı’dır; m ercanada-
ne kabul edildi. Stalin dönemini konu alan ilk larda az sayıda Polinezyalı vardır (bak. POLİ-
kitaplardan biri olması dolayısıyla ülke içinde nezyalilar ). Solomon A daları’nda ilk yerleş­
ve dışında büyük yankı uyandıran rom an, m eler, 1568’de İspanyol kâşif Âlvaro de
Kruşçev’in 1964’te görevden alınmasından M endana de N eira bu adaları keşfetmeden
sonra, düzene karşı bir saldırı niteliği taşıdığı 3.500 yıl önce kurulm uştu. N eira, büyük
gerekçesiyle yasaklandı. Yazarın sonraki ya­ bir doğal zenginliğe sahip olduğunu umduğu
pıtları gizlice basıldı ve yurtdışında yayım­ bu adalara zenginliğiyle ünlü Hz. Süleyman’ın
landı. adını (Solomon) verdi.
1970 Nobel Edebiyat Ö dülü’nü kazanan Adalılar yemek için gölevez ve yam gibi
Soljenitsin, 1974’te ülkesine ihanet etm ekle bitkiler yetiştirir, domuz avlayıp meyve top-
suçlanarak SSCB yurttaşlığından çıkarıldı.
Önce İsviçre’ye sığındıktan sonra ailesiyle bir­
likte A B D ’ye yerleşti.
Ö bür rom anları arasında Kanser Koğuşu
(1968), İlk Çember (1968), Ağustos 1914
(1971), Gulag Takım Adaları 1918-1956
(1973) ve Lenin Z ürih'te (1976) sayılabilir.
Yazarın son yapıtlarında Hıristiyanlık değer­
leri yüceltilmektedir. Ayrıca, A leksandr Sol-
jenitsin’in yayımlanmış üç oyunu, kısa öykü­
leri ve bir ciltlik özyaşamöyküsü vardır. G ü­
nüm üzde SSCB’de kitapları üzerindeki yayım
yasağı kaldırılmıştır.

SOLOMON ADALARI, Büyük Okyanus un


güneybatısında, A vustralya’nın kuzeydoğu
kıyılarından 1.600 km uzaklıkta yer alan bir
takımadadır. Volkanik adalardan ve mercan-
adalardan oluşan Solomon A daları’nın ku­
zeybatısında Papua Yeni G ine, güneydoğu­ G u a d a lca n a l'd a ki e v le rin çoğ u, y a ğ ışla r sırasındaki
sunda ise V anuatu yer alır. Solomon Adaları, se llerd en k o ru n m a k için d ire k le rin üzerine ku ru lu r.
SOLON 311

larlar. Ayrıca ağaçtan oyulmuş zarif kanola­ A tinalılar’ın cesaretini kırmış ve moralini
rıyla balık avlarlar. A dada konuşulan değişik bozmuştu. Solon A tinalılar’a okuduğu bir şi­
diller arasında en yaygını pidgin adı verilen, irle onları yüreklendirerek savaşın kazanılm a­
İngilizce-M elanezya dili karışımı karm a dil­ sını sağladı.
dir. Solomon A d alarin ın bitkisel ürünler Savaşın ardından üne kavuşan Solon, daha
dışındaki başlıca ürünleri kereste ve kopradır. sonra arkhon (yargıç yönetici) seçilerek eko­
Balık sanayisi de önemli bir gelir kaynağıdır. nom ik, siyasal ve hukuksal reform lar gerçek­
En çok orkinos avlanır. Ayrıca altın ve gümüş leştirdi. Önce çiftçilere, borçlan nedeniyle el
çıkartılır. konulmuş topraklannı geri verdi ve köleleşti­
1850’lerden başlayarak Solomon A daları’ rilmiş olanlan serbest bıraktı. Borçlunun bor­
na gelen sömürgeciler ada Y erliler’ini Que- cu karşılığında kendisini rehin göstermesi
ensland ve Fiji’deki şekerkamışı plantasyon­ uygulamasını sona erdirdi. Yeni iş olanakları
larında çalışmaya götürdüler. Bu dönemde yaratm ak için ticareti ve zanaatları özendirdi.
Hıristiyan misyonerler de adalarda Hıristi- Solon dönem inde standartlara uygun, m etal
yanlık’ı yaymaya çalıştı. Kuzeydeki adalar
1885’te A lm anya’nın koruması altına alındı.
Güney Solomon A daları da 1893’te İngiliz ko­
ruması altına girdi. Buka ve Bougainville dı­
şındaki adalar ise, Batı Sam oa üzerindeki A l­
man egemenliğinin tanınması koşuluyla,
1898-99’da İngiltere’ye bırakıldı.
II. D ünya Savaşı’nda Japonlar Solomon
A d a la rin a saldırdı. Guadalcanal ve çevresin­
deki sularda şiddetli savaşlar oldu. II. Dünya
Savaşı sonrasında Solomon A d a la rin d a ba­
ğımsızlık hareketleri gelişmeye başladı.
1974’te yeni bir anayasa kabul edildi ve
yasama meclisi ile valilik kurum u oluşturuldu.
Sonraki yıl içişlerinde özerklik tanınan Solo­
mon A daları, 1978’de bağımsızlığını kazandı.
Solomon A d alarin ın başkenti, Guadalca-
nal’ın kuzey kıyısındaki H oniara’dır. Kuzey­
de Tulagi bir başka önemli limandır.
Solomon A dalarin ın nüfusu 308.000’dir
(1989).

SOLON (İÖ 630-560). Atinalı bir devlet


adamı ve şair olan Solon, kendi adını taşıyan A tin a lı d e vle t adam ı S olon kendi adını taşıyan
yasaları ile ünlüdür. Solon, Eski Y unan’ın yasa la rla ü n lü d ü r.
Yedi Bilgesi’nden biri olarak kabul edilir.
Yedi Bilge, İÖ 7.-6. yüzyıllarda yaşamış, A tina parası bastırıldı; yeni ağırlık ve ölçü
aralarında Thales, Pittakos gibi bilgelerin sistemleri geliştirildi. Bu dönem A tina’nın
bulunduğu, Sokrat öncesi ünlü Y unan filozof­ geliştiği ve zenginleştiği yıllan kapsar.
ları ve devlet adamları için kullanılan bir Solon siyasal alanda yaptığı reform larla
terimdir. soyluların yönetimdeki tekeline son verdi.
Solon’un doğum yeri bilinm em ektedir. O r­ D ört gelir grubuna ayırdığı yurttaşların siya­
ta halli soylu bir aileden geldiği, denizaşırı sal hak ve yetkilerini, kökenlerine bakm aksı­
ticaretle uğraştığı sanılmaktadır. İÖ 600 dola­ zın, bu gelir gruplarına göre belirledi. Tüm
yında Salamis A dası’m ele geçirmek için yurttaşlara, en üst yönetim organı olan ekkle-
M egaralılar’la yapılan savaşın kötü gitmesi sia’ya (halk meclisi) katılm a hakkı tanıdı. Bu
312 SOLUCAN

meclisin yasa yapma, kararlar alm a, görevlile­ Bazen ufak solucanlara kurt denir. Am a
ri seçme ve önemli temyiz davalarına bakm a özellikle larva evresinde tarım ürünlerine
gibi yetkileri vardı. Ayrıca, ekklesia’nın onay­ zarar veren birçok böcek türü de kurt adıyla
layacağı yasa taşanlarını hazırlam akla görevli tanınır.
Dört Yüzler Meclisi’ni de kuran Solon, en üst En küçük solucanlar, bazen sirkede bulu­
üç gelir grubundan yurttaşlara bu mecliste nan sirke solucanları gibi ancak mikroskop
birer yıl görev hakkı tanıdı. Yüksek yönetici­ altında görülebilir. En irileri ise 12 m etre
ler ise yalnızca üst iki gruptan seçilebiliyordu. uzunluğa erişebilen yassısolucanlardır.
Böylece A tina’da daha sonra gelişen dem ok­ En önemli ve en iyi bilinen solucanlar üç
rasinin tem elleri Solon dönem inde atıldı. büyük grup altında toplanır. Bu gruplar iplik-
Solon yaptığı düzenlemelerle tüm yurttaşla­ solucanları da içeren yuvarlaksolucanlar; yas-
ra yasalar önünde eşitlik sağladı. O dönemde sısolucanlar ve yersolucanları ile denizsolu-
yürürlükte olan ve hem en her suça ölüm canlarını da içeren halkalısolucanlardır.
cezası öngören katı D rakon Y asalan’nı göz­
den geçirerek yumuşattı ve hukuk sistemini Yassısolucanlar
daha insancıl bir yapıya kavuşturdu. Y urttaş­ Yassısolucanlann gövdesi yassı ve şerit ya da
lara, yöneticilerin kararlanna karşı m ahke­ yaprak biçimindedir. Ö n uçlarında küçük bir
meye başvurm a ve dava açma hakkını tanıdı. çift göz bulunur. Bazıları asalaktır ve öbür
Bazı değişiklikler geçirmesine karşın, Solon hayvanların içinde yaşayarak büyük zarar­
Y asalan çok uzun bir süre A tina’nın hukuksal lara yol açar. Örneğin, yapraksolucanlardan
yapısının temelini oluşturdu. karaciğer kelebekleri koyun ve keçi gibi
100 yıl süreyle geçerli olmasına karar veri­ evcil hayvanların safrakanallarm a yerleşerek
len bu yasalar, herkesin görebileceği bir ölümle sonuçlanabilen hastalıklara neden
biçimde, döner ahşap tabletler üzerine yazüdı. olur.
Bu düzenlemeleri yaptıktan sonra, yasalann uy­ Tenyalar balık, domuz ve köpek gibi hay­
gulanması sırasında müdahale etmek istemeyen vanlann yanı sıra insanların da bağırsakların­
Solon kendi isteğiyle, 10 yıl süren bir geziye da yaşayan asalak yassısolucanlardır. Başla-
çıktı. Döndüğünde A tina’nın siyasal ortamı çok nndaki çekmenle (vantuz) bağırsak duvarına
kanşıktı. Soylulardan Pisistratus’un tiran olmak yapışan bu solucanlar yarı sindirilmiş yiyecek­
için çaba harcadığını gören Solon, Atmalılar’ı lerle beslenir ve bağırsağa zehirli m addeler
uyarmaya çalıştıysa da sözünü dinletemedi. boşaltır. Tenya larvalan bağırsak duvannı
Am a İÖ 560’ta Pisistratus tiran olunca haklılığı oyup kan dam arlarına geçerek ulaştığı kas
ortaya çıktı. dokulanna yuvalanır. Böylece, onlan öldür­
Devlet adamlığının yanı sıra A tina’nın ilk meye yetmeyecek kadar az pişmiş ya da çiğ
şairi de olan Solon, şiirleriyle halkı bilinçlen­ sığır, domuz ve balık etlerini yiyen insanlara
dirmeye çalıştı. Toplum da düzenin bütün kolayca bulaşabilirler (bak. Tenya).
yurttaşlann yasalann üstünlüğüne inanmasıy­
la sağlanabileceğini, kargaşaya açgözlülüğün Yuvarlaksolucanlar
ve adaletsizliğin neden olduğunu savundu. Yuvarlaksolucanlar nemli toprakta, yosunlar
ve çürüyen m addeler arasında, tatlı ya da
SOLUCAN. T oprakta, akarsularda, deniz tuzlu sularda yaşar. A m a büyük bölümü
kıyılannda, denizde ya da öbür hayvanlann hayvan ve bitki asalağıdır. Bunların birçoğu
içinde yaşayan 20 bini aşkın solucan türü tehlikeli hastalıklara yol açar.
vardır. Bu omurgasız hayvanlann çoğu sürü­ İpliksolucanlar yuvarlaksolucanların geniş
nerek, geriye kalanlan sürüklenerek ya da bir grubudur. Sirke solucanları ancak m ikros­
sıvılann içinde gövdelerini kıvıra kıvıra yer kop altında görülürken balina asalağı olan
değiştirir. Büyük bölümü göze hoş görünm e­ bazı türlerin uzunluğu 7 m etreye ulaşır. Kula­
yen, itici yaratıklardır. A m a bazı denizsolu- ğakaçanların içinde yaşayan bir tür, sağanak
canları güzel renkler ve ince uzantılarla be­ yağışlardan sonra bu böceklerden ayrılarak
zenmiştir. bitkilerin, özellikle de güllerin saplarına üşü­
SOLUCAN 313

Sülük

Tenya
Yuvarlaksolucan

şür. M edinekurdu (Dracunculus medirıensis) m unda bile 1 m etre uzunluğunda ve 5 cm ka-


sıcak ülkelerde yaşayan insanların bacak ve lmlığmdadır. E n uzun konum da ise 3,5 m etre­
ayak derilerinin altına yerleşir. ye ulaşabilir.
G ene sıcak ülkelerde yaşayan kancalıkurt- Y er solucanları hem erkek, hem de dişi
lar insanların bağırsaklarına girerek kanlannı
em er. Uzun süre çok sayıda solucanın kan NH PAllvan Polunin

emmesi zayıflamaya yol açar ve her türlü


hastalığın bulaşmasını kolaylaştırır.

Halkalısolucanlar
Adlarını halkalar halinde bölütlenmiş gövde­
lerinden alan bu solucanların, üç büyük grup
altında toplanan 9.000 dolayında türü bilin­
m ektedir.
Yersolucanları tem el olarak toprakta yaşa­
yan oyucu solucanlardır. Açtıkları yollarla
gevşetip altüst ettikleri ve yutup sindirim ka­
nallarından geçirdikleri toprağı bitkilerin bes­
lenmesi için elverişli bir yapıya kavuştururlar.
Bir saksı toprağında bile bolca rastlanabilen
bu solucanların 1.800’ü aşkın türü vardır. En
yaygın ve en iyi bilinen türlerinden bayağı
yersolucanı ya da topraksolucanı (Lumbricus
terrestris) öbür yersolucanlarına benzer yapı,
biçim ve davranış özellikleri gösterir. Bu tü ­
rün kırmızımsı gövdesi art arda dizili halka
biçimindeki bölütlerden oluşm uştur. Gövde
her iki uca, özellikle başın bulunduğu ön uca
doğru incelir. G örünürde gözleri ve kulakları
olm am akla birlikte, ışığa ve yerdeki titreşim ­
lere karşı son derece duy arlıdır. Kaslarının
yardımıyla bölütlerini büzüp uzatarak hareket A k v a ry u m m e ra klıla rın ın yakın dan tan ıd ığ ı
kızılku rtla r ku yru k b ö lü m le rin i da lg a la n d ıra ra k
eder. Uzunluğu 25 santim etreye ulaşabilir. sudaki o ksije n i o la b ild iğ in c e çok alır ve kanındaki
Dev Avustralya yersolucanı büzülme konu­ h e m o g lo b in p ig m e n tle rin e bağlar.
314 SOLUNUM

g ır tla k

b e y in

Y erso lu canın ın en ö n e m li o rg a n la rı g ö v d e le rin in ön


ucu nd aki küçük b ir bö lg e d e to p la n m ış tır. G eriye
kalan b ö lü m le rin d e ise çok uzun b ir bağırsak uzanır.
Y em ek b o ru su beş ç ift kalple çe vre le n m iştir. T üm
ye rso lu ca n la rın d a hem erkek, hem de dişi ürem e
ü r e m e o r g a n la r ı o rg a n la rı b u lu n u r.

ürem e organları taşıyan erdişi hayvanlardır. bir halkalısolucanlar grubudur. Bu solucanla­


A m a kendilerini dölleyerek değil, çiftleşerek rın bazıları taşlar arasında yüzen küçük hay­
ürerler. G övdelerindeki, semer (klitellum) vanlarla beslenirken, öbürleri ya tüpler içinde
denen şişkin bölgenin salgısıyla çiftleşmenin dibe bağlı kalarak uzattıkları dokunaçlarla
ardından bir yum urta kılıfı oluşur. Y um urta­ planktonları yakalar ya da çamur ve kum lar­
ları koruyan bu kılıf kasılma hareketiyle öne dan küçük hayvanları süzerek yaşamlarını
doğru kaydırılarak dışarıya atılır. sürdürür.
Yersolucanları genellikle geceleri ortaya Denizsolucanlarının uzunluğu birkaç mili­
çıkar ve ayak seslerinin yarattığı titreşim leri m etre ile 3 m etre arasında değişir. Gövde
hem en duyarak toprağın içlerine doğru girer­ bölütlerinin yanlarında bulunan birer çift kıl
ler. Yağm ur sonrası toprak yüzeyinde çok dem eti yürüme ve yüzme işlevlerinde kullanı­
sayıda görülm elerinin nedeni yuvalarının suy­ lır. Renkleri kırmızı, kahverengi ya da yeşil
la dolmasıdır. Charles D anvin 1 hektarlık olabilir. D ipte açtıkları oyuklar U biçiminde­
bahçe toprağında ortalam a 130 bin, tarla to p ­ dir. Bu oyukları rakiplerine karşı keskin
rağında ise bunun yarısı kadar solucan bulun­ dişlerini kullanarak korurlar.
duğunu belirtmiş, her yıl hektar başına 17-45 Palolo solucanları son derece ilginç ürem e
ton toprağın solucanlarca altüst edildiğini öne davranışlarıyla dikkat çeker. H er yılın aynı
sürm üştür. Bilim adamları artık D arw in’in dönemine rastlayan ürem e dönem inde gövde­
verdiği sayıları düşük bulm akta ve çayırlık leri ikiye ayrılır ve ürem e organlarını içeren
alanlardaki 1 hektarlık toprakta yaklaşık 7,5 kuyruk bölümleri yüzerek yüzeye çıkar. Bu­
milyon solucanın yaşadığını belirtm ekte­ rada sperm a ve yum urtalar suya bırakılır. Ön
dirler. uçları ise yeni birer kuyruk bölümü geliştirir.
Yaygın kanının tersine, ikiye bölünen bir G üney Pasifik palolo solucanı (Palolo sicili-
solucanın her parçası ayrı birer solucan olarak ensis) m ercan resiflerindeki oyuklarda yaşar.
gelişimini sürdüremez. Am a yersolucanları, Bu solucanların ürem e mevsiminde suya yayı­
gövdelerinin kısa bir parçasını yitirdiklerinde lan kuyruk bölümleri Yerliler tarafından top­
yeni bir “baş” ya da “kuyruk” üretebilirler. lanarak yenm ektedir.
Çam urlar içinde barınan ve akvaryum ba­ Sülükler halkalısolucanların ayrı bir grubu­
lıklarının canlı yem gereksinimini karşılamak nu oluşturur. Bilinen 300 türü de kanla
için yaygın biçimde kullanılan kızılkurtlar beslenir (bak. SÜLÜK).
( Tubifex cinsi) yersolucanlarının tatlı sularda
rastlanan üyeleri arasında yer alır. SO LUNUM , en basit tanımıyla, bir canlının
Derıizsolucanları, tümüyle denizlerde yaşa­ oksijen alıp karbon dioksit vermesidir. Bitki­
maya uyarlanmış 5.400 kadar türden oluşan ler ve hayvanlar oksijen olmadan yaşayamaz.
SOLUNUM 315

Çünkü yaşamın temeli olan bütün biyokimya­ oksijenini alm adan ve dışarıya karbon dioksit
sal süreçler için enerji gerekir; bu enerjinin verm eden de solunum yapabilirler. Bu ayrıca­
kaynağı da hücrelerde depolanmış olan besin­ lığın nedeni bitkilerin fotosentez yeteneğidir.
lerin yanması, yani oksijenle birleşerek parça­ Bilindiği gibi bitkiler, havadan aldıkları kar­
lanmasıdır. Bu parçalanm a sırasında, besin bon dioksit ile topraktan aldıkları suyu birleş­
m oleküllerinde bağlı olan kimyasal enerji tirerek şeker ve nişasta gibi karbonhidratlar
serbest kalarak açığa çıkar. Bu olay, tıpkı ile oksijene dönüştürürler. Fotosentez denen
yanan bir odun parçasının ısı ve ışık yayması bu özümseme sürecinde oluşan yüksek enerji­
gibi enerji veren bir tepkim edir. D em ek ki, li besinler dokularda depolanırken oksijen
solunumu yalnızca oksijen-karbon dioksit dışarı atılır (bak. F o t o s e n t e z ) . Solunum ise
alışverişi olarak değil, bitkilerin ve hayvanla­ fotosentezle tam ters yönde gelişen bir m eta­
rın tem el enerji kaynağı olan daha karmaşık bolizma olayıdır. Bu kez karbonhidratlar
bir süreç olarak düşünm ek gerekir. Canlı ile oksijenle birleşerek su ve karbon diokside
dış ortam arasında gaz alışverişini sağlayan parçalanır. D em ek ki solunum tepkim elerinin
soluma ya da soluk alıp verm e bu sürecin son ürünleri fotosentezin ilk m addeleridir. Bu
yalnızca bir aşamasıdır; öbür aşaması ise nedenle bitkiler, solunum artığı olan karbon
alman oksijenin bütün hücrelere taşınmasını dioksidin büyük bölüm ünü fotosentezde kul­
ve hücrelerdeki bir dizi tepkim e sonucunda, lanırlar. Am a bu olay yalnız gündüzleri geçer-
besinlerde depolanmış olan enerjinin açığa lidir; çünkü ışık enerjisine bağımlı olan foto­
çıkmasını içerir. Vücuttaki her hücre yaşam sentez karanlıkta gerçekleşmez. Gündüz solu­
süreçlerinde bu enerjiyi kullanacağından, ok­ num unda karbon dioksidin az bir bölümü
sijensiz kalan hücreler hem en ölür. dışarıya atıldığından, geçen yüzyıla kadar
K arbonhidratlar, yağlar ve proteinler gibi bitkilerin yalnızca geceleri solunum yaptığı
besin m addeleri karbon ve hidrojen atom ları sanılıyordu. Oysa hayvanlarda olduğu gibi
içerdiği için, bu bileşikler ile oksijen arasında­ bitkilerde de solunum gece ve gündüz hiç
ki tepkim e sonucunda su ve karbon dioksit durm adan sürer. Üstelik, serbest oksijenin
oluşur. Su bütün canlılar için gereklidir; ama bulunmadığı ya da yeterince alınamadığı du­
karbon dioksidin dokularda birikerek belirli rum larda bile bitkiler, fotosentez sonucunda
bir düzeyi aşması zehirlenm eye yol açabilir. açığa çıkan oksijeni kendi dokularından ala­
Bu yüzden solunumun son aşam asında, hüc­ rak havasız ortam da da bir süre solunumlarını
relerde oluşan karbon dioksidin vücuttan sürdürebilirler. Yeşil bitkilerin zorunlu olm a­
dışarı atılması gerekir. dıkça başvurm adıkları bu yöntem , bakteriler
En basit canlılarda bile solunuma rastlanır; ve m antarlar gibi bitkilere yakın olan daha
ama bu işleve uyarlanmış özel solunum siste­ basit yapılı canlılarda olağan bir süreçtir.
mi yalnızca insana ve gelişmiş hayvanlara
özgüdür. Örneğin insanın solunum sistemi, Basit Hayvanlarda Solunum
akciğerler gibi solunum organları ile temiz Küçük ve basit yapılı hayvanlarda solunum
havanın akciğerlere dolmasını ve kirlenmiş organları olmadığı için, dış ortam ile canlı
havanın aynı yoldan dışarı atılmasını sağlayan arasındaki gaz alışverişi doğrudan deri yoluy­
burun, boğaz ve soluk borusu gibi solunum la yapılır. Ö rneğin, tekhücreli hayvanların en
yollarından oluşur. basit üyesi olan ve minicik bir pelte damlasını
andıran amip suda yaşar. Suda çözünmüş olan
Bitkilerde Solunum oksijen incecik hücre zarından içeriye gire­
Bitkilerin solunum u da tem el olarak insanın rek, hücrenin gereken bölümlerine kendili­
ve bütün gelişmiş hayvanların solunum una ğinden ulaşır. Yanm a sonucunda oluşan kar­
benzer. Bu canlılarda da solunum un amacı bon dioksit de aynı yoldan dışarı atılır. Deri
.oksijeni dokulara alıp, besin m addelerini solunum u denen bu basit solunum biçimine
yakarak gerekli enerjiyi sağladıktan sonra süngerlerde, denizanalarında ve bazı solucan
karbon dioksidi dışarı atm aktır. Ne var ki türlerinde de rastlanır.
bitkiler, hayvanlardan farklı olarak, havanın Oysa daha büyük hayvanlarda, genellikle
316 SOLUNUM

bu kadar ince olmayan deriden oksijen yete­


rince emilemez; emilse bile, büyük boyut­
lardaki gövdenin her yanma kendi kendine
ulaşması olanaksızdır. Bu yüzden, oksijeni
solunum organlarından alıp vücudun bütün
hücrelerine taşıma görevini kan dediğimiz
özel bir sıvı üstlenir. Örneğin yersolucanların-
da, deri yoluyla alman oksijen kana karışarak
bütün öbür hücrelere taşınır; hücrelerden
alman karbon dioksit de gene kan aracılığıyla
deriye ulaştırılarak buradan dışarı atılır.
Böceklerin ve örüm ceklerin gövdesi ise
oldukça sert ve sağlam bir kabukla örtülüdür. NHPAlHaroldo Palo Jr.
Bu koruyucu örtü tehlikelere ya da saldırılara K u rb a ğ a la rın boğazındaki ince deri kesecik balon
karşı bir kalkan ödevi görür, am a ne yazık ki g ib i şişerek havayı akciğe rlere d o ğ ru ite r; kullan ılan
oksijenin deri yoluyla vücuda girmesini de hava aynı y ö n te m le dışarı atılır.

engeller. Bu nedenle gövdelerinin her yanın­


da, özellikle karın bölgesinde çok sayıda Gelişmiş Hayvanlarda Solunum
soluk deliği bulunur. Bu küçük deliklerden Kuşların ve bütün m em elilerin solunum siste­
her biri trake denen bir soluk borusunun mi insanınkiyle hem en hemen aynıdır. Hava
dışarıya açılan penceresidir. Bu borular göv­ genellikle burundan girer, boğazın üst bölü­
denin içinde dallanarak bütün dokulara uza­ m ündeki yutaktan geçip soluk borusuna iner
nır. Böylece, deliklerden giren hava trakeler­ ve akciğerlere ulaşır. Havadaki oksijenin
den geçerken, içindeki oksijen bu borunun kana geçip, kandaki karbon dioksidin havaya
duvarlarından emilerek dokulara alınır; kar­ geri verilmesi akciğerlerde gerçekleşir. Böyle­
bon dioksit de ters yönü izleyerek dışarı atılır. ce, karbon dioksit yüklenmiş olan hava aynı
Balıklar, yum uşakçalar ve kabuklular gibi yollardan geçerek dışarı atılır.
suda yaşayan hayvanlarda solungaç denen Soluk alırken akciğerlere dolan havada
özel solunum organları bulunur. Balıkların yaklaşık yüzde 20 oksijen ve çok düşük
solungaçları genellikle iki yay arasına gerilmiş oranda karbon dioksit vardır. Verdiğimiz
saçak saçak ipliklerden ve kan dam arlarından solukta ise oksijen oranı yüzde 16’ya düşmüş,
oluşan, sık dişli bir tarağı andırır. Bu bir çift buna karşılık karbon dioksit oranı yüzde 4’ü
organ hayvanın yutak boşluğuna yerleşmiş ve bulm uştur. Ayrıca, akciğerlerin nemli o rta­
başın iki yanındaki solungaç kapaklarıyla m ından geçerken bol m iktarda su buharı
dıştan gizlenmiştir. Balık suyu ağzıyla alır ve yüklenmiştir. Soğuk havalarda, soluğum uzda­
solungaçlarından geçirerek dışarı atar. Solun­ ki bu su buharı havayla karşılaştığı anda
gaçlardaki kan dam arları, suda çözünmüş yoğunlaşarak minik su damlacıklarına dönü­
olan oksijeni emip kandaki karbon dioksidi şür. Kışın soluk verirken ağzımızdan “buhar”
suya verir. Böylece kan bütün vücuda pom pa­ çıkmasının nedeni budur.
lanırken, taşıdığı oksijeni de dokulara bırakır. B ütün bu solunum süreci, dış ve iç solunum
K urbağalar ise hem deri, hem akciğer olarak iki ayrı bölümde incelenebilir.
solunum u yapabilen ilginç hayvanlardır. O k­
sijenin deri yoluyla alınabilmesi için derinin Dış Solunum
sürekli nemli olması gerekir; bu yüzden kur­ Dış solunum tam anlamıyla “solum a” dediği­
bağalar daha çok su kıyılarında yaşarlar. Oysa miz olaydır ve iki aşam ada gerçekleşir. Bu
akciğerleri de oldukça gelişmiştir. Soluk alır­ aşam alardan ilki soluk alma ya da havanın
ken çenelerinin altındaki kesecik balon gibi akciğerlere çekilmesi, öbürü de soluk verme
şişerek içindeki havayı akciğerlere gönderir; ya da akciğerlerdeki havanın dışarı atılm a­
soluk verirken de bu kez akciğerlerden gelen sıdır.
hava keseye dolarak dışarı atılır. H em ağzımızdan, hem burnum uzdan soluk
SOLUNUM 317

na kaçması boğulma tehlikesi yaratabilir. Bu


nedenle, gırtlak kapağı (epiglot) denen kü­
çük, kıkırdaksı bir doku parçası yutkunduğu­
muz zaman soluk borusunun üst ucunu örte­
rek bu tehlikeyi önler. Burnunuzu kapatıp
ağzınızdan soluk alırken yutkunm aya başlar­
sanız, soluk borunuzun tepesinin kapandığını
ve yutkunduğunuz sürece solunumun bir iki
saniye kadar kesintiye uğradığını hissedebilir­
siniz.
Soluk borusunun üst bölümü, gırtlak denen
önemli bir ses organıdır. Konuşm ada önemli
rol oynayan bu organ daha ileride ayrıntılı
olarak anlatılacaktır.
Soluk borusu, boğazdan göğse doğru inen,
kıkırdaktan yapılmış bir borudur. Üst üste
alabiliriz; ama burun bu iş için daha uygun­ eklenmiş C biçimindeki bu kıkırdak parçalan
dur. Çünkü, burnun içini döşeyen zarın soluk borusunun hem sürekli açık kalmasını,
(mukozanın) hem en altındaki kan dam arları hem de kolayca bükülmesini sağlar. Borunun
içeri giren havanın ısınmasını sağlar. Burnun içini döşeyen zar da toz parçacıklarını ve
içindeki küçük salgıbezlerince üretilen ve bu m ikropları tutan özel bir sümüksü m adde
zarı kaplayan sümüksü salgı da hem soludu­ salgılar. Bu salgı, zann üzerindeki incecik
ğumuz havayı nem lendirir, hem de havayla tüycüklerin hareketiyle yukarıya, gırtlağa
birlikte giren m ikropları tutar. Ayrıca burnun doğru itilir ve öksürükle gırtlaktan atılıp
içinde, havaya karışmış ince toz ve kum yemek borusuna gönderilerek yutulur. Sesi­
parçacıklarını engelleyen ince kıllar vardır. mizi netleştirm ek için yaptığımız “boğaz te­
Kısacası, burundan geçen hava ısınmış, nem ­ mizleme” hareketinin amacı işte budur.
lenmiş ve süzülmüş olarak akciğerlere ulaşa­ Soluk borusu, göğüs boşluğunun üst bölü­
cağından bu organların sağlığını tehlikeye m ünde bronş denen iki kola ayrılır. Bu
atmaz. (A yrıca bak. BURUN.) kollardan biri sağ, öbürü sol akciğerlere girer.
Ağız, solunum sisteminin bir parçası olma­ Burada yeniden birçok kez dallandığı için
dığı için, bütün bu görevleri yerine getiremez. giderek incelir ve sonunda kıl kadar ince
Gene de, grip ya da soğuk algınlığı nedeniyle kanalcıklara (bronşçuklara) dönüşür. Bu ka­
burnum uz tıkalı olduğu zaman ağzımızdan nalcıklar da alveol denen son derece küçük
soluk alm ak zorunda kalırız. U yurken ağız­ hava keseciklerine açılır. Akciğerlerin sün-
dan soluk alıp verm enin bir sakıncası da gersi yapısını oluşturan işte bu hava kesecikle­
horlam adır; bu gürültülü ses, küçükdilin ve ri, bronşçuklar, kan dam arları ağı ve hepsini
yumuşak damağın havayla titreşm esinden bir arada tutan bağdokudur.
kaynaklanır. K alpten çıkan akciğer atardam arı da tıpkı
soluk borusu gibi önce iki kola ayrılır. Bu
İç Solunum kollardan her biri akciğerlerden birine girer
B urundan ya da ağızdan giren hava, boğazın ve kıl gibi incelinceye kadar dallanır. Ancak
hemen başlangıcındaki yutak denen bölüme mikroskopla görülebilen bu kılcal dam arlar
gelir. Y utak, boyuna doğru inerken iki boru­ akciğerdeki bütün alveollerin çevresini bir ağ
ya ayrılır. B unlardan biri akciğerlere giden gibi kuşatır. Bronşçuklardan gelip alveollerin
soluk borusu , öbürü de mideye giden yem ek içine dolan havanın oksijeni, bu keseciklerin
boru sü du r. son derece ince ve nemli olan zarını aşıp kılcal
Yiyecekler de başlangıçta havayla aynı yolu dam arlara geçer. Bu arada kandaki karbon
izleyerek yutaktan geçtiği için, lokmaların dioksit de kılcal dam arlardan alveollere geçe­
yemek borusu yerine yanlışlıkla soluk borusu­ rek bu keseciklerin içindeki havaya karışmış­
318 SOLUNUM

tır. B ö y le c e o k s ije n le n e n kan ak ciğ er to p la r ­ kasların yardım ına hiç gerek yoktur. Diyaf­
d am arları aracılığ ıy la k a lb e d ö n ü p b u rad an ram ve göğüs kasları gevşediği anda, süngersi
b ü tü n v ü cu d a p o m p a la n ır k e n , a lv e o lle r d e k i ve esnek yapıları sayesinde hemen büzülen
h a v a d a so lu k v er m e sırasın d a ö n c e b ro n şçu k ­ akciğerler normal boyutlarına döner. Böylece
lara, so n ra b ron şlara v e so lu k b o ru su n a d o la ­ içeride sıkışan hava kendiliğinden dışarı
rak d ışarı atılır. (Ayrıca bak. AKCİĞER.) çıkar.
Bebekler doğm adan önce annelerinin ka­
Nasıl Soluk Alıp Veririz nındaki oksijenden yararlandıkları için akci­
S o lu k a lıp v e r m e k , ç e şitli k asların rol o y n a d ı­ ğerleri büzüşmüş, düzenli solunum hareketle­
ğı m e k a n ik bir o la y d ır. A m a b u o la y d a en ri de başlamamıştır (bak. D oğum ). Doğum dan
b ü y ü k g ö r e v , a k ciğ e rle rin h e m e n altın d a k u b ­ hem en sonra ilk soluğunu alan bebeğin akci­
b e b iç im in d e bir b ö lm e o lu ştu r a n d iyafram a ğerleri, içlerine dolan havayla açılıp genişler;
d ü şer. B u g ü çlü k as so lu k a ld ığ ım ız za m a n bu arada kan dolaşımı da anneden bağımsız
k a sıla ra k d ü z leşir v e a k ciğ erlerin tab an ların ı durum a geldiği için, bol m iktarda kan oksijen
a şa ğ ıy a d oğ ru çe k e r. B ö y le c e a k ciğ e rle r so lu k yüklenm ek üzere akciğerlere pom palanır.
b o ru su n d a n g e le n h a v a y ı iç in e alır. A y n ı an d a Solunum, ölüm anma kadar aralıksız süren
bir yaşam sürecidir. Nitekim solunum un dur­
ması bir ölüm belirtisi olarak kabul edilir.
Oysa vücut oksijen alm adan da bir iki dakika
kadar yaşayabilir. Bu nedenle, suda boğulan­
lara ya da soluk borusu tıkandığı için solunu­
m u duranlara uygulanacak yapay solunum,
ölmek üzere olan kişinin yaşamını kurtarabi­
lir. “H ayat öpücüğü” denen ağızdan ağza
yapay solunum da, ilk yardımı yapan kişi kaza
geçiren kişinin ağzına kendi soluğunu üfler.
Gerçi akciğerlerden dışarı atılan bu havada
ancak yüzde 16 oranında oksijen vardır, ama
bu bile ölmek üzere olan kişinin kendi solunu­
mu başlayıncaya kadar yaşamını sürdürm esi­
ne yeterli olur.

Alınan Oksijen Miktarı


O rtalam a yaş ve kilodaki sağlıklı bir insan de­
rin bir soluk aldığında her iki akciğerindeki
havanın toplam hacmi 6.000 cm3’ü bulur. So­
luk verildiğinde akciğerlerdeki havanın tü­
müyle boşaldığı sanılır. Oysa sakin ve rahat
bir biçimde oturan, dinlenme halindeki bir in­
san akciğerlerine yaklaşık 500 cm3hava alır ve
soluk verdiğinde aynı hacimde havayı dışarı
O ksijen solukla içeri a lın ır ve a kciğe rlerd e kana atar. Am a akciğerlerde gene de 3.000 cm3 ka­
karışır. Daha sonra kan d a m a rla rıyla b ü tü n v ü cu t
d o ku la rın a taşınır. D o kula rda oluşa n karbon d io k s it
dar hava kalır. İnsan kendini ne kadar zorlar­
de kandan akciğe rlere geçer ve solukla dışarı atılır. sa zorlasın, akciğerlerinde kalan havayı 1.500
cm3’ün altına düşüremez.
göğüs kasları da kaburgaları yukarıya ve Bir insanın derin bir soluk vererek dışarı
dışarıya doğru çektiğinden, göğüs kafesinin atabileceği en fazla hava hacmi “yaşam kapa­
içinde daha çok genişleme olanağı bulan sitesi” olarak adlandırılır ve spirom etre denen
akciğerlerin hava emme kapasitesi artar. bir aygıtla ölçülür. Çocukların yaşam kapasi­
Oysa olağan bir tem poyla soluk verirken bu tesi genellikle 2.000 cm3 dolayında, yetişkinle­
SOLUNUM 319

rinki ise 3.000-4.000 cm3 kadardır. Bu değer Solunumda görev alan bütün organların ve
erkeklerde kadınlardakinden biraz daha faz­ bütün bu sürecin eşgüdümü, beyin sapındaki
ladır. Yaşam kapasitesinin ölçülmesi çeşitli solunum m erkezi’nin denetim indedir (bak.
akciğer ve solunum hastalıklarının tanısında BEY İN ). B u m erkez, kandaki oksijen ve kar­
doktorlara çok yardımcı olur. bon dioksit oranını sürekli olarak denetler.
Karbon dioksit oranının artm ası çok daha cid­
Solunum Hızı di bir tehlike yaratacağı için, böyle durum lar­
Yeni doğmuş bir bebek dakikada 60 kez soluk da solunum merkezi, birikmiş karbon dioksit
alıp verir. D aha büyük bebeklerde solunum akciğerlerden atılıncaya kadar diyaframı ve
ritmi dakikada 40’a, yetişkinlerde ise yaklaşık göğüs kaslarını her an uyararak çalışmalannı
15-20’ye düşer. Uykudayken vücuttaki bütün düzenler.
yaşam süreçleri yavaşladığı için hücrelerin ok­ Genellikle soluk alıp verm ek için düşünm e­
sijen gereksinimi de daha azdır. Bu nedenle miz gerekm ez; her şey solunum m erkezinin
uyuyan bir insanın soluk alıp verişi daha yavaş denetim inde kendiliğinden olup biter. Am a
ve düzenli olmaya başlar. istediğimiz anda, örneğin ıslık çalarken ya da
Değişik türden hayvanların solunum hızı balon şişirirken solunum ritmimizi değiştire­
farklı olmakla birlikte, genel olarak küçük ya­ biliriz. Üstelik kısa bir süre, hatta bu konuda
pılı hayvanlar iri hayvanlardan daha sık solur­ çalışarak deneyim kazandıktan sonra birkaç
lar. Örneğin, dinlenme halindeki bir fare da­ dakika kadar soluğumuzu tutabiliriz. Am a
kikada 100-200, serçe 90, kedi 20-30, köpek vücudun korunm a mekanizması uzun süre so­
15-20, at ve fil ise 5-6 kez soluk alıp verir. luksuz kalmamıza kesinlikle izin vermez. A na
Vücut hareket halindeyken oksijen gereksi­ babalar bazen katılıncaya kadar ağlayan be­
nimi arttığı için, soluk alıp verme ritmi de bu­ beklerinin soluksuz kalıp boğulacağını sana­
na bağlı olarak hızlanır. Örneğin yarışa katı­ rak kaygılanırlar. Oysa bir insan bütün irade­
lan bir atlet koşunun başlangıcında daha derin sini zorlayarak m oranncaya kadar soluğunu
soluk alır. Bir süre sonra solukları giderek tutsa bile boğulmaz; yalnızca bayılır ve hem en
sıklaşır ve burundan giren hava artık kendisi­ o anda solunum yeniden başlar.
ne yetmediği için ağzından da soluk almaya
başlar. Yarışın sonlarında iyice soluk soluğa Solunum ve Konuşma
kalmış ve dakikadaki solunum sayısı 30’a, Soluk alıp verm ek, bu tem el ve yaşamsal
hatta 40’a yükselmiştir. amacın ötesinde, konuşmaya da yardımcı
Sporcular, karşılaşmaların ya da yarışların olur.
yapılacağı yeni bir mevsime hazırlanırken Soluk borusunun üst bölüm ünde yer alan
antrenm anlara başladıkları için vücutları gi­ gırtlak insanın en önemli ses organıdır. İçi boş
derek daha az oksijenle daha çok hareket bir silindiri andıran bu organın ön duvarında­
yapmaya alışır. Bu nedenle, düzenli çalışan ki küçük ve sert kıkırdak çıkıntısı, boynun
bir sporcuda soluk soluğa kalmak ya da soluk önünde dıştan bile fark edilen “âdemelma-
darlığı çekmek gibi sorunlara daha az rast­ s i ’m oluşturur. Adem elm asının hem en arka­
lanır. sında, soluk borusunun üst bölüm ünde karşı­
Buna benzer sorunlar dağcılar için de söz lıklı olarak yerleşmiş iki tane doku kıvrımı
konusudur. Yaklaşık 1.500 m etrenin üstünde­ vardır. Lastik şeritleri andıran bu kıvrımlara
ki yükseltilerde havanın yoğunluğu ve oksijen ses telleri denir. Akciğerlerden gelen hava ses
oranı azaldığı için, böyle bir tırm anışta ağır tellerinin arasından geçer; ama norm al ko­
ağır yürüm ek bile insanı soluksuz bırakabilir. num dayken gevşek duran bu telleri titreştir­
A m a bu yükseklikte yaşayan ya da uzun süre mediği için, soluk alıp verirken gırtlıktan ses
kalan kişiler zamanla ortam ın koşullarına çıkmaz. Ses tellerini gererek titreşebilir duru­
.uyum sağlayarak seyreltik havayla solunum m a getiren boğazımızdaki kaslardır. Konuş­
yapmaya alışırlar. Örneğin daha çok oksijen m ak ya da şarkı söylemek istediğimizde bu
yüklenip dokulara taşıyabilmek için kandaki kaslar ses tellerini belirli aralıklarla gerip ser­
alyuvarların sayısı artar (bak. K a n ) . best bırakır; gerili durum dayken havanın
320 SOLUNUM

ça rp m a sıy la d eğ işik b içim le rd e titr eşen t e lle ­ için sümüksü salgıyı sulandıran ilaçlar kullanı­
rin çık a rd ığı bu se sle r k o n u şm a n ın te m e l s e s ­ larak sinüslerin boşalması sağlanır.
lerin i o lu ştu ru r. Boğazın gerisinde, yutak duvarına yerleş­
Ses tellerinin çıkardığı sesler oldukça zayıf miş olan bademciklerin iltihaplanması özellik­
ve tekdüzedir. Bu seslerin “biçimlenmesi”nde le çocukluk çağında çok sık görülen bir solu­
ağız hareketlerine önemli görevler düşer. Bir num yolu hastalığıdır. Ö bür solunum yolları­
aynanın önünde durup yavaş yavaş konuşur­ nın iltihaplanması da larenjit (gırtlak iltihabı)
sanız, değişik sesleri çıkarmak için dudakla­ ve farenjit (yutak iltihabı) gibi hastalıklara yol
rın, dilin, dişlerin ve yanakların nasıl değişik açar. Bu hastalıkların hepsi genellikle bakte­
konum lar aldığını gözleyebilirsiniz. Örneğin rilerden ileri gelir ve boğaz ağrısı, ses kısıklı­
yalnızca dudaklarınızın arasındaki açıklığı ge­ ğı, konuşma ve yutkunm a güçlüğü gibi belirti­
nişletip daraltm akla bile “aaaa” ya da “oooo” ler verir.
gibi iki ayrı sesi çıkarabilirsiniz. Bronşit de akciğerlerdeki hava kanallarını
Bunlardan başka, kafatasının içindeki hava tutan, genellikle m ikrobik bir hastalıktır.
dolu boşluklar (sinüsler) ve burun da konuş­ Bronşların içini döşeyen mukoza iltihaplanıp
maya yardımcı olur. Burun boşluğundaki ve şiştiği için bu hava kanalları daralır ve süm ük­
sinüslerdeki hava konuşma sırasında titreşe­ sü salgıyla dolarak tıkanır. Bu da öksürüğe ve
rek hem sesin şiddetini artırır, hem de sese solunum güçlüğüne yol açar. Sigara alışkanlı­
kendine özgü tınısını kazandırır. Parm akları­ ğı da inatçı öksürük nöbetlerinin, hatta bazen
nızla iki yandan bastırarak burnunuzu kapatıp akciğer kanserinin başlıca sorum lusudur
konuşursanız, sesiniz neredeyse tanınm aya­ (bak. K anser ).
cak kadar değişik çıkar. Soğuk algınlığı nede­ A stım d a da a k ciğ e rle rd ek i h a v a b o ru cu k la -
niyle burun ve sinüsler tıkalı olduğu zaman da rı d ara ld ığ ı için h a sta so lu k d a rlığ ın d a n y a k ı­
aynı şey olur. nır; a m a bu h a sta lığ ın n e d e n i m ik ro p la r d e ğ il,
v ü cu d u n b a zı m a d d e le r e karşı g ö ster d iğ i a le r­
Solunum Sistemi Hastalıkları ji tep k iler id ir (bak. ALERJİ).
G ö r e v le r i n e d e n iy le h er an h a v a d a k i m ik r o p ­ Zatülcenp, akciğerlerin dış yüzünü saran
larla k arşı k arşıya o la n so lu n u m organ ların ın zarın (plevranın) iltihaplanm asıdır ve soluk
b azı b u la şıcı h a sta lık la ra y a k a la n m a o la sılığ ı alıp verirken göğse bıçak gibi saplanan çok
ç o k y ü k se k tir . K u şk u su z bu h a stalık ların b a ­ keskin bir ağrıyla tanınır. Çok değişik mik­
şın d a v irü slerin y o l açtığı so ğ u k a lg ın lığ ı gelir. roplardan ileri gelen ve hastalık etkenine bağ­
S o lu n u m y o lla r ın a y e r le şe n virü slerin e tk isiy ­ lı olarak değişik belirtiler veren zatürree ise,
le , b u rn u n v e b o ğ a zın iç y ü z e y le r in i k ap layan başka bir hastalığın varlığı sırasında ortaya çı­
m u k o z a şişer v e h e r z a m a n k in d e n ç o k sü m ü k karsa öldürücü olabilir (bak. ZATÜRREE).
sa lg ıla d ığ ı için b urun tıkan ır. G rip d e so ğ u k Solunum sisteminin en önemli hastalıkla­
a lg ın lığ ıy la h e m e n h e m e n ayn ı b elir tiler i v e ­ rından biri de verem dir. Bir zam anlar en yay­
rir, a m a ço k d a h a ağır v e sarsıcı bir h a sta lık ­ gın ölüm nedenlerinden biri olan bu hastalık,
tır. Y ü k se k a te ş, h a lsiz lik , ö k sü r ü k , b a ş v e bugün gelişmiş ülkelerde erken tanı koymak
k as ağ rılarıyla k e n d in i g ö ste r e n şid d e tli bir koşuluyla akciğerlere çok büyük zarar verm e­
gribin ta m a n la m ıy la g e ç m e si b a zen h a fta la r­ den tedavi edilebiliyor. Am a yoksul ülkelerde
ca sü reb ilir (bak. GRİP VE SOĞUK ALGINLIĞI). hâlâ çok yaygın ve ölümcül bir hastalıktır
Bazen solunum yollarını tutan mikropların (bak. V erem ).
sinüslere de bulaşmasıyla, bu boşlukların içini
döşeyen mukoza iltihaplanarak şişer. Sinüzit Günlük Sorunlar
denen bu hastalık genellikle bir soğuk algınlı­ Vücut, olağan koşullarda solunum yollarını tı­
ğından sonra başlar. Sümüksü salgı alında, kayan küçük engellerle başa çıkabilir. Burun
yanaklarda, burnun üstünde ve arkasında bu­ tıkalı olduğunda, akciğerlerden büyük bir ba­
lunan sinüslerin içinde birikir. Sinüslerin bu sınçla gelen hava bu tıkanıklığı açmak için ak­
koyu kıvamlı salgıyla dolarak tıkanması çok sırık ya da hapşırık biçiminde burundan dışarı
ağrı verici bir durum dur. Hastayı rahatlatm ak püskürtülür. Boğazda bir tıkanıklık söz konu­
SOMALİ 321

su olduğunda da basınçlı hava bu kez öksürük


SO M ALİ'YE İLİŞKİN BİLGİLER
biçiminde ağızdan dışarı çıkar.
Bazen çocukların soluk borusuna, hatta ak­ YÜZÖLÇÜMÜ: 637.000. km 2.
ciğerlerindeki hava borucuklanna yabana bir NÜFUS: 7.339.000 (1989).
cisim kaçabilir. Özellikle küçük çocuklar, pa­ YÖNETİM: Askeri yönetim altında, tek m eclisli, tek
ra, düğme, fıstık, bilye gibi sert ve küçük ci­ partili cum huriyet.
BAŞKENT: Mogadişu.
simleri ağızlarına götürm e alışkanlığındadır-
DOĞAL YAPI: Seyrek bitki örtüsü; kuzeyde dağlar,
lar. Eğer soluk borusuna kaçan cisim büyükse güneyde ovalar ve yaylalar vardır.
havanın geçişini engelleyerek boğulmaya ne­ BAŞLICA ÜRÜNLER: Şekerkamışı, kocadan, muz ve
den olabilir. Yutulan cisim küçükse, soluk bo­ hayvancılık ürünleri.
rusundan geçerek akciğerlere ineceği için bu ÖNEMLİ KENTLER: Mogadişu, Berbera, Hargeisa, Kis-
maayo, Marca.
organda iltihaplanm aya yol açabilir. Bu yüz­ EĞİTİM: Zorunlu değildir.
den, solunum yollarına kaçan yabancı cisimle­
rin m utlaka çıkarılması gerekir. Cismin bu­
lunduğu yer X ışınlarıyla (röntgenle) saptan­ dallan gelişmeye başlamıştır. A ynca balıkçı­
dıktan sonra, sonda denen ince, uzun ve es­ lık sanayisi de gelişmektedir.
nek bir boru ağızdan sokularak akciğerlere Ülkenin başkenti, güneydoğu kıyısında bir
kadar itilir. Bir ışık kaynağı eklenmiş olan bu liman olan M ogadişu’dur. Ö bür büyük kent­
borunun ucunda küçücük, pense gibi bir kıs­ ler kuzeybatıda Hargeisa ve A den Körfezi’n-
kaç vardır. Bronşları tıkayan yabancı cisim bu de bir liman olan B erbera’dır.
kıskaçla tutulur ve dokuları örselem eden ya­ Somali bir zam anlar Hıristiyan EtiyopyalI­
vaşça çekip çıkarılır. lar ile M üslüman tüccarlar arasındaki savaşla­
ra sahne oldu. D aha sonra Somali halkı
SOMALİ. Resmi adı Somali D em okratik egemenliği ele geçirdi. Ne var ki, 19. yüzyılın
Cumhuriyeti olan Somali, A frika’nın doğu ortalarında İngiliz Somalisi ve İtalyan Somali-
kıyısı boyunca, Kızıldeniz kıyısındaki Cibuti’ si olm ak üzere ikiye bölünerek sömürgeleşti­
den A den Körfezi’ndeki Guardafui B urnu’ rildi. İngiliz Somalisi’nde 1899’da başlayan
na, oradan da güneye doğru, ekvatorda K en­ ayaklanma ancak 1920’de denetim altına alı­
ya sınırına kadar uzanan bir ülkedir. Batıda nabildi. İtalyan Somalisi ise, İtalya’dan göç­
Etiyopya ile komşudur. m enler getirtilerek ve verimli topraklarda
Ülke kuzeyde sıcak, kumluk bir kıyı şeri­ meyve plantasyonlan oluşturularak yoğun bir
dinden, iç kesimlerdeki sıradağlara doğru sömürüyle karşı karşıya bırakıldı. 1926’da
yükselir. Bu dağların gerisinde de kurak bir İngiliz Somalisi’nin bir bölümü İtalyan sömür-
yayla yer alır. Alçak güney bölgesi kuzeye
göre daha fazla yağmur alır. Etiyopya’da
CIBUTI
doğduktan sonra doğuya doğru akarak Som a­
li’den geçen Juba ve Vebbi Cebeli (Şebeli)
ırm aklarının verimli vadilerinde şekerkamışı, „ ° H a r g e is a

muz ve pam uk yetiştirilir. Yabanıl hayvanlar­


dan fil, aslan, pars, zürafa, zebra ve antilopla­
ra rastlanır. ETİYO PYA

Halkın çoğu M üslüm an’dır. Hayvancılıkla


geçinen göçebeler ve yan göçebeler nüfusun
üçte ikisini oluşturur. Sulak yerlerde toplanan
göçebeler genellikle ülkenin kuzey kesiminde
yaşar. D eve, koyun ve keçi sürüleri kıyı
ovalarındaki çayırlara yayılır. Güneydeki K EN YA
halk ise daha çok tarım la uğraşır. Ü lkede
büyük m iktarda alçıtaşı ve uranyum elde
edilir. Dış yardımla küçük ölçekli bazı sanayi
322 SOMBALIĞI

Y um urtadan çıkan sombalığının alt bölü­


* m ünde içi besin dolu bir kese vardır. Yavru
balık yaşamının başladığı çevreden ayrılana
kadar büyük ölçüde bu kesedeki besin m ad­
delerini kullanır. Uzunluğu yaklaşık 7 santi­
m etreye ulaşanların yanlarında, parm ak izini
andıran 10 kadar siyah leke belirir. Uzunluğu
yaklaşık 15 cm olduğunda bu lekeler
kaybolur. Bahar sonları ve yaz başlarında
genç sombalıkları sürüler halinde akarsular­
dan denizlere doğru göç etmeye başlar. Ku­
The Hutchison Library zey K utbu’na daha yakın soğuk sularda yaşa­
S o m a li'n in H int O kyanusu kıyısındaki başkenti yan sombalıkları denizlere göç etm eden önce
M o g a d iş u 'd a s ö m ü rg e d ö n e m in d e n kalm a İtalyan 4-5 yıl, bazen daha uzun bir süre akarsularda
yap ıları göze çarpar.
kalır.
ge yönetimine bağlandı. 1936’da faşist İtalya,
Etiyopya’yı ve İtalyan Somalisi’ni işgal etti. Üreme Davranışları
II. D ünya Savaşı’ndan sonra bölgede gelişen Som balıklan denizde hızla büyür ve 1-2 yıl
ulusalcı hareket yaygınlık kazandı ve 1960’ta sonra ürem ek için yeniden akarsulara döner.
İngiliz ve İtalyan bölgelerinin birleşmesiyle Bazıları dört yılı aşkın bir süre denizde
bağımsız Somali Cumhuriyeti ilan edildi. kalabilir. Sombalıklarmm çoğu yum urtadan
1969’daki bir darbeyle parlam enter düzene çıktıkları akarsulara döner. Yola çıktıkları
son verilerek “İslamcı sosyalizm”e dayalı yeni yeri yıllar sonra bulabilme becerisinin büyük
bir hüküm et kuruldu. Ü lkenin adı Somali ölçüde koku alma duyularına bağlı olduğu
D em okratik Cumhuriyeti oldu. Guardafui sanılmaktadır. Sombalıkları denizlerden
B urnu’nun 200 km doğusunda bulunan So- akarsulara girdikten sonra beslenmez ve akar­
kotra Adası Somali’ye değil, Yem en D em ok­ sularda kaldıkları sürece gövdelerinde birik­
ratik Halk Cum huriyeti’ne bağlıdır. miş yağlan kullanırlar.
Başlıca geçim kaynaklan tan m ve hayvan­ A karsulann kaynağına doğru yaptıkları
cılık olan Somali’de yavaş bir kalkınm a görül­ Frank Lane Picture Agency

m ektedir. Açlığa ve hastalığa neden olan


kuraklık önemli bir sorundur. E nerji kaynak­
lan ve sağlık hizmetleri yetersizdir. Yaşamını
kazanm ak um uduyla birçok insan kentlere
göç etm ektedir. Ü lkenin başkenti ve en bü­
yük kenti olan M ogadişu’nun nüfusu
500.000’dir (1981). A ynca, 1977-78’de Somali
ile Etiyopya arasındaki savaştan sonra 750 bin
EtiyopyalI Som ali’ye sığınmıştır.

SOMBALIĞI. Sombalıkları, yakın akrabaları


olan göçmen alabalıklar gibi yaşamlarının ilk
dönemlerini akarsularda tam am ladıktan son­
ra denize doğru göç eder ve ürem ek için
yeniden akarsulara dönerler. İçlerinde göller­
de yaşamaya uyarlanmış olanlar bile ürem ek
için akarsulara girm ektedir. A tlantik somu
(Salmo salar) A tlas O kyanusu’nun kuzeyinde
yaşar. Pasifik somları (Orıcorhynchus cinsi) S om b alıkları ü re m e b ö lg e le rin e u la şa b ilm e k için
ise birkaç türden oluşur. çağ la yanları sıçrayarak aşm ak zoru nd a kalır.
SONAT 323

ri genellikle beş kez, bazen daha çok yineler.


Dişinin oyuğa döktüğü yum urta sayısı 1.000
dolayındadır.
Som balıklan ürem e evresinin sonunda iyice
bitkin düşer. Erkeklerin pek azı, dişilerin de
ancak yirmide biri ikinci bir ürem e mevsimine
kadar yaşayabilir. Binlerce Pasifik somu çift­
leşm eden sonra ürem e bölgelerinde ölür.
Sombalıkları ticari olarak avlanan lezzetli
balıklardır. A m a insanlar aşırı avlanmayla bu
balıklan kırıma uğratırken barajlar kurarak
ve suları kirleterek de doğal ortam larından
Frank Lane Picture Agency
sürüp önemli ölçüde yok etmişlerdir.
Kızıl so m la rın d iş ile ri g ö v d e le rin in yan la rın ı ve
ku yru k yüzg e çle rin i kullan ara k y u m u rta la rın ı
dökecekleri yu va la rı hazırlar. SONAT, bir solo çalgı ya da çalgılar toplulu­
ğu için yapılmış, üç ya da daha çok bölümden
yolculuk sırasında yalnız ters akıntıyla değil, oluşan bir bestedir. Piyano ve org gibi klavye­
irili ufaklı çağlayanlarla da karşılaşırlar. Am a li bir çalgı için bestelenen sonatlar olduğu
bunların hiçbiri yolculuklarını engellemez. gibi, kem an, viyolonsel, obua ya da flüt gibi
Güçlü akıntılara karşı hızla yüzebildikleri çalgılar için bestelenm iş, eşliksiz ya da piyano
gibi, sıçraya sıçraya çağlayanları da aşabilir, eşlikli sonatlar da vardır. Biçimi ve yapısı
suların durgunlaştığı yerlerde bir süre dinle­ daha sonra konçerto ve senfoni gibi yapıtlar­
nirler. da kullanıldığından, klasik müzikte sonatın
Sombalıkları akıntının güçlü olduğu, dibi önemli bir yeri olmuştur.
taşlık bölüm lerde ürer. Ürem e mevsiminde Sonat sözcüğü İtalyanca’da, bir çalgıyla
erkeklerin rengi kırmızılaşır ve yolculuk bo­ seslendirilen ya da çalman anlam ında kullanı­
yunca çeneleri uzamayı sürdürüp çirkin bir lan sonare sözcüğünden gelir. Bu terim İtal-
görünüm alır. Üstçenedeki oyuğa uygun ola­ yanlar’ca 17. yüzyılın başlannda, ilk barok
rak altçene ucunun kıvrılıp yukarıya doğru bestelerin yapılmaya başlandığı dönem de,
dönmesi Pasifik somlarının erkeklerinde çok çalgıyla çalman bir parçayı insan sesi için
belirgindir. Bu dönem de koyu bir renk alan bestelenmiş vokal m üzikten ayırmak için kul­
dişiler, akarsulara girerken görülen parlak lanılmıştır (bak. MÜZİK). Bu dönem de adlarını
gümüşsü renklerini yitirirler. çalındıkları yerlerden alan iki tür sonat yay­
Erkek sombalığı dişinin çevresinde dolaşa­ gınlaşmıştı: Kilise sonatı ve oda sonatı. K e­
rak kur yapar. Dişi daha sonra dip çakılları man ya da klavyeli çalgılar için bestelenmiş ve
arasında yum urtalarını dökeceği uygun bir yaylı çalgılar eşliğinde seslendirilen bu sonat-
yer seçer. Bulduğu yeri geniş kuyruk yüzgeci­ lann her ikisi de birkaç bölüm den oluşuyor­
ni kullanarak temizleyip oyarken erkek kur du. D aha ağır bir havası olması nedeniyle,
gösterisini sürdürür. Açtığı oyuğa giren dişi kilise sonatı dinsel törenler için çoksesli m ü­
ağzını iyice açar. Bu hareket yum urta dökm e­ zikten daha uygun düşüyor ve genellikle orgla
ye hazır olduğunu erkeğe bildiren bir işaret­ seslendiriliyordu. Henry Purcell, Johann Se-
tir. İşareti alan erkek oyuğa girer ve süt bastian Bach ve Georg Friedrich H ândel bu
bulutunu andıran sperm alarını salarken dişi çeşit sonatlar yazdılar. O da sonatı ise döne­
de yum urtalarını dökmeye başlar. Böylelikle min modası olan dans ritimlerine dayanarak
yum urtaların döllenme olasılığı iyice yükselir­ besteleniyor ve genellikle klavsen eşliğinde
ken sperm aların tümüyle akıntıya kapılıp çalınıyordu. Bu iki üslubu birleştiren Arcan-
sürüklenm e tehlikesi önlenmiş olur. gelo Corelli (1653-1713) oldu. Sonatlarını
Yum urtalarını döken dişi hem en oyuğun birbirini izleyen canlı ve ağır dört bölüm
üst yanma geçer ve akıntının yardımıyla, açtığı üzerine kurdu.
oyuğu kolayca örter. E rkek ve dişi bu işlemle­ 17. yüzyılın sonlannda, Alm an besteci Jo-
324 SONE

hann Kuhnau (1660-1722) solo klavsen için olarak nitelenen bir dizi figürden oluşur.
sonatlar yazan ilk bestecidir. Sonat form unun N akarat her epizottan sonra m utlaka tekrar­
gelişmesi için örnek olan bu sonatlar birkaç lanır ve böylece sonat gittikçe hızlanan bir
bölüm den oluşuyordu. 18. yüzyılın sonlannda tem poyla biter. Bazen sonda gene bir koda
piyanonun bulunmasıyla, bugün bildiğimiz bulunabilir.
biçimde sonatlar bestelenm eye başlandı. So­
natın gelişmesinde Cari Philipp Em anuel SONE, batı edebiyatı kökenli ve 14 dizeden
Bach ve kardeşi Johann Christian B ach’ın oluşan bir koşuk (nazım) biçimidir. İtalyanca
bestelerinin rolü büyüktür. “sonetto” sözcüğünden gelen sone gerçekte,
Fransızca’da “şiir” anlamına gelen “son” söz­
Sonatın Yapısı cüğünden türetilmiştir. Sonenin ilkin kimler­
Klasik sonat çoğunlukla dört bölüm den olu­ ce kullanıldığı kesin olarak bilinmiyor. Fran­
şur. Bölüm ler kendi aralarında, hız ve konu sa’da troubadour (trubadur) adı verilen ve
bakım ından karşıtlık oluşturur. Sonat bölüm ­ 12.-13. yüzyıllarda görülen lirik şairlerin sone
lerinin alışılagelmiş düzeni, hızlı-yavaş-hızlı- biçimini buldukları ileri sürülür. Sone 14. ve
h ız ti dır. Ne var ki, bu genel kalıptan uzakla­ 15. yüzyıllarda İtalya’da yaygınlaştı. Frances-
şan birçok sonat vardır. co Petrarca soneyi çok kullandı ve kendince
Genellikle “allegro” olarak belirtilen birin­ bir uyak düzeni oluşturdu. 16. yüzyıldan
ci bölüm sonat form u ya da birinci bölüm başlayarak sone hemen bütün Avrupa edebi­
form u olarak da adlandırılır ve belli bir yatlarında kullanılmaya başlandı. İngiltere’de
yapıdadır. Sonat başlarken iki karşıt tem a Sir Thomas W yat, Shakespeare, M ilton, Ke­
sunulur. Tem alann tonalite bakım ından da ats, William W ordsw orth, Fransa’da Clement
farklı olduğu bu girişe sergi adı verilir. Bunu M arot ve Pierre de Ronsard bu türün başarılı
izleyen gelişmemde tem alar işlenerek geliştiri­ örneklerini vermişlerdir.
lir. D aha sonra serginin tekrarı ile asıl tona ve Sone iki dörtlük ile bir altılıktan oluşur.
tem aya dönülür. Birinci bölüm çoğu zaman Uyak düzeni İtalyan şiirinde abba/abba/cdc-
koda (İtalyanca’da “kuyruk”) adı verilen kısa dcd (ya da cdecde ), Fransız şiirinde abba/abba/
bir melodiyle biter. cedede (ya da ccdced !), İngiliz şiirinde
Birinci bölümden daha serbest bir yapısı abab/cdcd/efef/gg biçimindedir. İngiliz şiirin­
olan ikinci bölüm yavaştır ve “andante” , de dize sayısının değişmemesine karşılık, kü­
“adagio” , “lento” , “largo” gibi adlar alır. Bu m elendirme ve uyak düzeni hayli değişmiştir.
bölümde de genellikle iki karşıt tem a sunulur. Bu tür soneye “Shakespeare sonesi” de denir.
B unu, “allegro” ya da “presto” olarak adlan­ Türk edebiyatında sone biçimindeki ilk
dırılan bir başka hızlı bölüm izler. Bazı sonat­ şiirleri Fransız şiirinin çok etkisinde kalan
lar dans benzeri ek bir bölüm içerir. Bu, son Servet-i Fünuncular yazmıştır. Tevfik Fikret
bölümün önüne eklenir. Haydn ve M ozart’ın ve Cenab Şahabeddin’in soneleri vardır. D a­
sonatlarında, hızlı tem polu, her ölçüde üç vu­ ha sonraki dönem lerde Celal Sahir (Erozan),
ruş içeren bir menuet yer alır. Çoğu zaman Faik Ali (Ozansoy) gibi Fecr-i Aticiler ve
farklı bir tonalite ya da hızda olan trio ise me- Ziya Osman Saba, İlhan Berk, Oktay Rifat
nueti bölerek araya girer. (Bu bölm eler baş­ gibi bazı şairler de sone biçiminde şiirler
langıçta üç ses partisi için yazıldığından trio yazmışlardır.
adını taşır.) B eethoven’dan başlayarak, m e­
nuet ve trionun yerini giderek scherzo (skert- SOPHOKLES bak. S ofokles
so) ve trio aldı. Scherzo İtalyanca’da “şaka”
anlam ına gelir ve eski scherzolar çoğunlukla SOREKS bak. Sİvrîfare .
neşeli ezgilerdir. Gene de, hoyrat ya da hü­
t
zünlü olanları da vardır. SOSYALİZM, en genel anlamıyla, toplum
Final adı verilen son bölüm genellikle çok çıkarlarını birey çıkarlarına üstün tutan, top­
‘hızlıdır ve birçok klasik sonatta rondo biçimi­ rakta, üretim araçları mülkiyetinde ve gelir
ni alır; nakarat adı verilen bir tema ile epizot dağılımında kamu denetimini öngören bir
SOSYALİZM 325

toplum sal örgütlenme biçimidir. Dünyada sınıfı, çoğalan fabrikalar ve artan üretimle
farklı sosyalizm anlayışları ve uygulamaları birlikte giderek büyüdü. Yeni kurulan fabri­
vardır. A m a tem elde tüm çağdaş sosyalizm kalarda üretimi gerçekleştiren bu sınıf, kapi­
anlayışları, kapitalist toplum ve ekonominin talistlerin en fazla kârı elde etm e ilkesi
örgütlenm e biçiminin insanın gerçek refah ve uğruna, ancak yaşamını sürdürebileceği bir
mutluluğunu sağlayamayacağı düşüncesinden ücret karşılığında, günde 14-16 saat çalıştırıl­
yola çıkar (bak. K a p it a l i z m ) . Sosyalizm, kapi­ dı. Kırsal bölgelerden kentlere göçle daha da
talist toplum da üretim araçları ile toprak büyüyen bir “işsizler ordusu” ortaya çıktı.
üzerinde var olan sınırsız mülkiyet hakkına ve İşçilerin ve çalışacak iş bulamayan işsizlerin
bu sistemin işleyiş biçiminin yarattığı adil içinde bulundukları koşullar “insanca yaşa­
olmayan gelir dağılımına karşı, ortak ya da m a c a olanak vermiyordu. Beslenmeleri çok
toplumsal mülkiyeti, üretim ve gelir dağılı­ kötü, sağlık ve eğitim olanakları hem en hiç
m ında toplum un denetimini savunur. Top­ yoktu. Çoğu oy hakkından yoksundu ve ülke
lumsal denetimin hangi düzeyde gerçekleşe­ yönetimine herhangi bir biçimde katılamıyor-
ceğine ilişkin farklı düşünceler, farklı sosya­ lardı.
lizm anlayışlarını doğurmuştur. Bir sosyalizm 19. yüzyılda bu yoksulluğa ve sefalete
anlayışı, üretim araçlarının üzerinde sıkı bir kapitalist sistemin işleyiş kurallarının neden
devlet denetim ine ya da işletm elerde üretimin olduğunu ileri süren bazı düşünürler, toplu­
en ayrıntılı biçimde planlanmasına yönelebi­ mun farklı bir biçimde örgütlenmesi gerekti­
lir. Bir başka anlayış ise, yalnızca büyük ğini savundular. Fransa’da Claude de Saint-
kuruluşların (bankalar, büyük enerji tesisleri Simon ve Charles Fourier, İngiltere’de ise
gibi) kamulaştırılmasını ya da ekonominin R obert Owen çağdaş sosyalizmin kurucula­
gevşek bir planlamayla yönlendirilmesini sa­ rındandır. Düşünceleri, daha sonra “bilimsel
vunabilir. sosyalizm” ya da M arksizm ’e kaynaklık e t­
miştir. Bu düşünürler daha eşitlikçi ve adil
Sosyalizmin Gelişimi olan, insanların kendilerini geliştirerek yete­
Çok eski dönem lerden beri, içinde yaşadıkları neklerini en iyi biçimde değerlendireceklerine
toplum düzeninden rahatsızlık duyan birçok inandıkları toplum biçimlerini ayrıntılarıyla
kişi, zenginlikleri daha adil bir biçimde pay­ tasarladılar. R obert Ow en, kapitalizmin sınır­
laştıracak ve insanlar arasında eşitliği sağlaya­ sız rekabet ortam ına karşı çıkan, kooperatif­
cak toplumsal değişikliklerin gerekli olduğu­ leşmeyi savunan, eğitime önem veren düşün­
nu savunmuştur. Bunlar genellikle, gelecek­ celeriyle; Saint-Simon ve Fourier ise insanca
te, zengin-yoksul, yöneten-yönetilen ayrımla­ yaşamaya verdikleri değer, planlı bir ekono­
rının olmadığı ideal bir toplum un nasıl örgüt­ mik büyüme ve devletin ortadan kalktığı
lenmesi gerektiğini ayrıntılı bir biçimde açık­ sınıfsız bir toplum yaratm a istekleriyle daha
lamışlardır. İlkçağlarda, Eski Yunan düşünürü sonraki sosyalist düşünürleri etkilediler.
Platon, Devlet adlı yapıtında tüm zenginlikle­ G ene 19. yüzyılın ortalarında, Fransa’da
rin paylaşıldığı ideal bir toplum modeli kur­ kapitalizmin yerini kooperatiflerin alması ge­
muştur. Sosyalist düşünce tarih boyunca, rektiğini savunan Louis-Auguste Blanqui, dü­
gerek kitaplarda, gerek yaşamlarını belirle­ şüncelerine “kom ünizm ” adını verdi. Louis
dikleri sosyalist ilkelere göre sürdürm eye Blanc özerk, işçilerin kendi kendilerini yö­
çalışan deneysel topluluklar içinde var oldu. nettikleri ulusal atölyeler kurulm asından ya­
Sir Thomas M ore 1516’da yazdığı Utopia adlı naydı. Pierre-Joseph Proudhon özel mülkiye­
yapıtında gene düşsel bir toplum daki ideal te kesinlikle karşı çıkarak, sömürü düzeninin
yaşamdan söz ediyordu. Sosyalist düşünceler yerini insanca ilişkilerin alacağı bir toplum
Fransız Devrimi sırasında da tartışıldı. Am a önerdi.
Çağdaş sosyalizm gerçek anlamıyla Sanayi Dev- B ütün bu düşünceler sosyalizmin A vrupa’
rimi’nden sonra, kapitalizmin hızla gelişti­ da giderek yaygınlaşmasına yol açtı. 19. yüz­
ği 19. yüzyılda ortaya çıktı (bak. SANAYİ yılın ikinci yarısında Kari Marx ve Friedrich
DEVRİM İ). Gelişen kapitalizmin yarattığı işçi Engels sosyalizmi düşünürlerin özlem lerinden
326 SOSYALİZM

bağımsız, tarihsel sürecin bir sonucu olarak Fransa’da M arksist bir sosyalist parti olan
değerlendirdiler (bak. ENGELS, FRIEDRICH; İşçi Partisi’nin yanı sıra, Blanqui ve Proudhon
M a r x , K a r l ) . M arx, köleci, feodal ve kapita­ gibi daha önceki sosyalist düşünürlerin izleyi­
list olarak adlandırdığı sınıflı toplum ların cilerince kurulmuş partiler de vardı. 1905’te
gelişim çizgilerini, bu toplum biçimlerindeki bu akımlar tek partide birleşti, ama araların­
sömürü mekanizmalarını inceledi ve toplum- daki görüş ayrılıkları sürdü. Hızla güçlenen
lann genel gelişme yasalarını ortaya koydu. sosyalistlerin 1914’te parlam entoda 100’den
Bu yasalar çerçevesinde kapitalizmin içinden çok üyesi vardı.
doğan işçi sınıfının, sömürü mekanizmasını İngiltere’de ise Marksizm işçi hareketi için­
sona erdirm ek için vereceği mücadeleyle ka­ de fazla güçlenemedi. 1880’lerde Sidney ve
pitalizmi yıkarak komünist bir sistem kurm a­ Beatrice W ebb, G eorge Bernard Shaw gibi
sının kaçınılmaz olduğunu söyledi. gençlerin kurduğu, ılımlı ve evrimci bir sosya­
M arx’a göre kapitalist sistemde iki temel lizmi savunan Fabian Derneği çok daha etkili
sınıf olan burjuvazi ve işçi sınıfı arasında oldu.
uzlaşmaz bir çelişki vardır. Bu sistemde üre­ Farklı sosyalist akımların varlığına karşın,
tim araçları mülkiyetine sahip olan bur­ 19. yüzyılın sonları İngiltere dışında kalan
juvazi ile üretim i sürdüren işçi sınıfı ara­ ülkelerde M arx’ın çizgisini izleyen sosyal de­
sındaki bu çelişki, üretim araçları mülkiye­ m okrat partilerin hızla yayıldığı bir dönem
tini toplum sallaştıracak ve üretimi planlaya­ oldu. D anim arka’da 1870’te, Belçika’da
rak yürütecek olan işçi sınıfının iktidara gel­ 1885’te, Norveç’te 1887’de, A vusturya’da
mesiyle sonuçlanacaktır. İşçi sınıfının iktidar­ 1888’de, İsveç’te 1889’da, H ollanda’da
da olduğu belirli bir sürenin sonunda, sınıfla­ 1894’te sosyal dem okrat ya da işçi partisi
rın ve devletin yok olduğu kom ünist toplum adıyla M arksist partiler kuruldu ve siyasal
kurulacaktır (bak. KOMÜNİZM). Kapitalizmin yaşamda önem kazandı. İtalya’da 1892’de
ayrıntılı bir çözümlemesini yapan ve toplum ­ kurulan Sosyalist Parti, 1914’te A vrupa’nın
sal gelişmenin yasalarını ortaya koyan Marx en güçlü sosyalist partisi durumundaydı.
ve Engels, kendilerinden önceki sosyalistleri I. E nternasyonal’in kurulmasıyla güçlenen
“ütopyacı sosyalistler” olarak nitelediler ve sosyalist hareket, her ülkenin farklı toplumsal
kurdukları düşünce sistemine “bilimsel sosya­ ve siyasal koşulları nedeniyle tek m erkezden
lizm” adını verdiler. yönetilemez durum a geldi ve I. Enternasyo­
nal 1876’da dağıldı. Sosyalist partilerin çoğu
Avrupa'da Sosyalizm kendi ülkelerinde parlam entoya temsilci so­
A vrupa’da ortaya çıkan çeşitli sosyalist akım ­ karak ülkenin siyasal yaşamına daha fazla
ların içindeki insanlar, 1864’te L ondra’da girdikçe, M arx’m devrimci çizgisini yavaş
düzenledikleri bir toplantıda Uluslararası yavaş terk ettiler. Sosyalizmin barışçı ve
Em ekçiler Birliği’ni yani I. Enternasyonal’i parlam enter yoldan kurulabileceği düşüncesi
kurdular. Bu birlik içinde Marksizm önemli ağır basmaya başladı. Bu koşullarda toplanan
bir ağırlığa sahipti. I. Enternasyonal’den son­ II. Enternasyonal (1889) birleşik ve aynı
ra sosyalist akımlar tüm A vrupa’da giderek amacı güden bir örgüt olm aktan çok, ayrı
yaygınlaştı ve Avrupa işçi hareketiyle birleşe­ düşünceleri savunan üyelerin bir araya geldiği
rek önemli bir siyasal güç oldu. gevşek bir birlik görünümündeydi. Alman
1869’da M arx’ın izleyicileri Alm anya Sos­ sosyalistlerinin daha etkin olduğu II. E nter­
yal D em okrat İşçi Partisi’ni (daha sonra nasyonal I. Dünya Savaşı öncesinde, savaş
Alm anya Sosyal D em okrat Partisi) kurdular. karşıtı bildiriler yayımladı, am a savaş başladı­
1877’de A lm anya’da 500 bin oy alan sosyalist­ ğında üye partilerin çoğu kendi hüküm etleri­
ler, parlam entoya temsilcilerini soktular. nin yanında yer aldı. Rusya ise bu gelişmenin
A m a parti üyeleri arasında, sosyalizmin ku­ dışında kaldı.
rulma yöntemi ve M arx’ın öğretisinin yeniden
gözden geçirilmesi konusunda görüş ayrılıkla­ Rusya'da Sosyalizm
rı baş gösterdi. Rusya’da 19. yüzyılda koşullar A vrupa’dan
SOSYALİZM 327

farklıydı (bak. SOVYET SOSYALİST CUMHURİYET­ gelebileceğini gösteriyordu. III. Enternasyo-


LERİ BİRLİĞ İ). Sanayi gelişimi daha yavaş olan,nal’e katılan ve M oskova’nın çizgisini izleyen
serflik kurum unun varlığını koruduğu Rusya’ partilerin bir bölümü, Rus Kom ünist Partisi’
da, işçi sınıfı henüz yeterince güçlü değildi nin (Bolşevikler) ardından komünist parti
(bak. FEODALİZM ). Bu nedenle ilk başlarda sol adını benimsedi. Genelde Rus Kom ünist Par-
hareket daha çok köylülere yöneldi. Rusya’ tisi’nin önderliğini kabul eden bu partiler,
da sosyalizmin kapitalizm aşaması atlanarak SSCB’yi de dünya devriminin merkezi olarak
kurulabileceğini düşünen Narodnikler, kırsal gördüler. Oysa 1920’lerin ortalarına doğru
alanlara giderek köylüleri örgütlemeye çalıştı­ A vrupa’da olaylar durulm uştu. Bazı sosyalist
lar. Bunlardan bir bölümü köylüleri ayaklan­ partiler SSCB’nin çizgisine karşı çıkarak E n ­
dırmayı başaramayınca, devleti zayıflatmak ternasyonalden ayrıldı. Sosyalistler kom ü­
ve reform yapmaya zorlamak amacıyla şiddet nistleri diktatörlükle ve dem okrasi gelene­
eylemlerine yöneldiler ve 1881’de düzenledik­ ğini yıkmakla suçlarken, kom ünistler de sos­
leri bir suikast sonunda Çar II. A leksandr’ı yalistleri I. Dünya Savaşı’ndan bu yana ka­
öldürdüler. pitalizmin hizmetinde olmakla suçladılar.
Rusya’da ilk M arksist örgüt, Georgi Pleha- Böylece A vrupa’da sosyalist hareket ikiye bö­
nov’un kurduğu Emeğin Kurtuluşu oldu. Na- lündü.
rodnikler’i eleştiren Plehanov, sosyalist hare­ II. Dünya Savaşı sırasında sosyalistler ve
ketin giderek gelişen işçi sınıfına dayanması kom ünistler birbirleriyle dayanışma içine
gerektiğini savundu. Rus Sosyal D em okrat girdilerse de, savaşı izleyen dönem de bu ay­
İşçi Partisi 1898’de M insk’te toplanan rışma daha da belirginleşti. Savaş sonunda
I. Kongre’de kuruldu, am a delegelerin ço­ Doğu A vrupa ülkelerinde SSCB denetim inde
ğu kongreden sonra tutuklandığı için gerçek ve genellikle kom ünist partilerin yönetimde
bir parti oluşu 1903’te L ondra’da gerçek­ olduğu “halk cum huriyetleri” kuruldu.
leşti. Bu kongrede, daha sonra Ekim Devri- Bu ülkelerdeki partiler Sovyetler Birliği
mi’nin önderi olan Vladimir İlyiç Lenin’in Kom ünist Partisi’nin önderliğini kabul etti.
sosyalist devrimi gerçekleştirecek partinin sıkıBatı A vrupa ülkeleri ise N A T O ’nun
disiplinli ve merkezi bir yapıda olması gerekli­kuruluşuyla A B D ’nin etki alanına girdi. D ün­
liği düşüncesi parti içinde Bolşevikler (çoğun­ ya üzerindeki ABD-SSCB kamplaşmasıyla
luk) ve M enşevikler (azınlık) olarak iki gru­ birlikte sosyalist-komünist bölünmesi de ke­
bun doğmasına yol açtı (bak. L e n İn , VLADİMİRsinlik kazandı.
İLYİç ) . L enin’in önderliğindeki Bolşevikler ile Bu arada Ç in’de II. Dünya Savaşı’m izle­
daha kitlesel ve gevşek bir parti örgütünü yen iç savaş sonucunda M ao Çe-Tung önderli­
savunan M enşevikler arasındaki görüş ayrılık­ ğinde gerçekleşen halk devrimi, dünya sosya­
ları 1912’de partinin ikiye bölünmesine yol list hareketi bakım ından bir başka dönüm
açtı. noktası oldu (bak. ÇİN H a l k CUMHURİYETİ; MAO
1917’de gerçekleştirilen Şubat Devrimi ve Ç e -T u n g ) . G erek 1917 Ekim Devrimi, gerek
ardından Bolşevikler’in önderliğinde yapılan 1949 Çin Devrimi, ilk M arksistler’in sosyalist
Ekim Devrimi ile Rusya’da dünyanın ilk devrimin önce sanayileşmiş ülkelerde ortaya
sosyalist devleti kuruldu (bak. EkİmD EVRİM İ). çıkacağı düşünceleriyle bağdaşmıyordu. Ayrı­
ca, 1950’lerden sonra batılı ülkelerin söm ür­
III. Enternasyonal ve Savaş Sonrası geleri olan azgelişmiş ülkelerde görülen ulusal
II. Enternasyonal, I. Dünya Savaşı öncesinde bağımsızlık savaşlarının bazıları sosyalist eği­
her ülkenin sosyalist partisinin kendi hükü­ limli aydınlarca yönetiliyordu. Bu önderlerin
metini desteklemesiyle dağılmıştı. Lenin dev­ “sosyalizm” olarak adlandırdıkları düşünce ve
rim den sonra, 1919’da, sosyalist partileri bir uygulamalar A vrupa’da gelişen sosyalizm an­
araya getirmek amacıyla M oskova’da III. layışından oldukça farklıydı. Bunların çoğu,
Enternasyonal’i (Kom intern) topladı. Bu dö­ Doğu A vrupa ülkelerinde hızlı sanayileşmeyi
nem de A vrupa’da yaşanan olaylar Rusya sağlayan, devlet denetiminde ve merkezi plan­
dışındaki ülkelerde de devrimlerin gündeme lamaya dayalı ekonom ik gelişmeyi örnek aldı.
328 SOSYAL YARDIM HİZMETLERİ

Böylece bu ülkelerde “sosyalizm” , bazen tek lerin ç o ğ u n u sa ğ lıy o rd u . L o n ca la r d a bu


partili bir yönetimin uyguladığı sanayileşme k o n u d a h iz m e t verird i (bak. Lonca ).
politikalarına dönüştü. Bu sistem bazı A vrupa ülkelerinde ve İngil­
A vrupa’da ise 1950’lerden sonra sosyalist te re ’de 16. yüzyılda etkisini yitirdi. 1601’de,
partiler kapitalist sistem içinde çözüm araya­ Kraliçe I. Elizabeth dönem inde İngiliz Par­
rak, devletin ekonomiye, daha çok yön göste­ lam entosu, Yoksullara Yardım Yasası’m
rici yumuşak bir planlamayla m üdahale etm e­ çıkardı. Bu yasanın amacı yaşlılara, yetim ­
si görüşünü benimsedi. Bu partiler, dem okra­ lere, işsizlere yardım da bulunmaktı. Ne var
tikleşmeye ağırlık vererek, zaman zaman ki, insanların yoksulluklarından kendilerinin
sosyalist olmayan partilerle yönetimi paylaşan sorumlu olduğunun düşünüldüğü bu dönem ­
kitle örgütleri durum una geldi. A vrupa’daki de yardım lar gönülsüzce yapılır ve yetkililer
kom ünist partiler de yavaş yavaş SSCB’nin yoksullara kötü davranırdı. Ayrıca yaşayabil­
uyguladığı siyasetten bağımsızlaştı, içinde bu­ m ek için para yardımı almak da utanılacak bir
lundukları ülkenin koşullarında dem okratik şey sayılırdı. Sosyal yardım hizmetleri ancak
yoldan iktidara gelmeyi hedefleyerek devlet­ 19. yüzyılın sonlarında, o da ancak sayılı bazı
leştirme ve dış politika konularında daha ülkelerde yaygınlaştı.
ılımlı bir yol izledi. 18. yüzyılda birey hakları önem kazanmaya
1985’te SSCB’de Mihail Gorbaçov’un yö­ başlamıştı. İngiltere’de Sanayi D evrim i’nin
netim e gelmesiyle dünya sosyalizmi farklı bir yol açtığı kötü yaşam koşulları yüzünden
dönem e girdi. Siyasette demokratikleşmeyi insanlar sosyal reformların geciktirilmeden
ve açıklığı, ekonom ide merkezi planlam adan uygulanması gerektiği düşüncesindeydi (bak.
piyasa ekonomisine geçişi öneren Gorbaçov, SANAYÎ DEVRİMİ). Elizabeth Fry (1780-1845) ve
uluslararası düzeyde de Doğu Avrupa ülkele­ Lord Shaftesbury (1801-85) başta olmak üze­
ri üzerinden SSCB denetimini kaldırdı (bak. re, İngiltere’de sağlık sisteminin geliştirilme­
G orbaçov , Mİhaîl ). Bunu izleyen dönemde si, hapishanelerin yaşanır durum a getirilmesi,
bazı Doğu A vrupa ülkelerindeki komünist kimsesiz çocukların eğitilmesi gibi konularla
parti yönetimleri iktidardan uzaklaştı. Kom ü­ ilgilenen birçok önemli sosyal reformcu vardı.
nist partiler adlarını sosyalist ya da sosyal Başarılı bir işadamı olan Charles Booth
dem okrat olarak değiştirdi. Yapılan çok par­ (1840-1916) aynı zam anda toplumsal sorunla­
tili seçimlerde başka partilerle koalisyonlar ra da ilgi duyuyordu. İnsanların nasıl yaşadı­
kuran eski kom ünist partiler, kendi içlerinde ğını, beklentilerinin neler olduğunu ve bunla­
de daha dem okratik işleyiş m ekanizm alarına rın nasıl karşılanabileceğini anlam ak amacıyla
yöneldi. Bu gelişmeler, dünyada sosyalizm- yaptığı araştırm a şaşırtıcı bazı olguları ortaya
komünizm farklılaşmasını bir ölçüde giderir­ çıkardı. L ife and Labour o f the People in
ken, sosyalizm üzerine yeni tartışm aları baş­ London (1889-91, 1892-97, 1902, 17 cilt;
lattı. “L ondra’da Halkın Yaşamı ve Çalışması”)
adlı bu büyük araştırmayı yaparken kendi
SOSYAL YARDIM HİZMETLERİ, kamu ku- gözlemlerinin yanı sıra bölgedeki din adam la­
ruluşlannın ya da özel kuruluşların yardıma rının, okulların ve hayır kuruluşlarının belge­
gereksinimi olan yoksullara, işsizlere, hasta lerinden yararlandı. B ooth’un araştırmasına
ve özürlülere ya da yaşlılara sağladığı hizm et­ göre, L ondra’da yaşayan ailelerin yüzde
lerdir. Bu gibi hizm etler birçok ülkede 20. 30’undan çoğu umutsuz bir yoksulluk içindey­
yüzyılda gelişmiştir. di. Yoksulluklarının nedeni ise suç işleme,
içki ya da tem bellik değildi, yani o günlerde
Sosyal Hizmetlerin Gelişimi birçok insanın düşündüğü gibi yoksullukları­
Ortaçağ A vrupa’sında, yoksullara yardım na kendileri neden olmamışlardı. Çalışacak iş
edebilecek başlıca kuruluş kiliseydi. Kilise bulam am ak, kocanın ya da ailenin geçimini
daha çok m anastırlar kanalıyla, özellikle eği­ sağlayan kişinin ölmesi, iflas, yaşlılık ve has­
tim , yoksulların ve hastaların bakımı gibi, talık yüzünden yoksul düşmüşlerdi. B ooth’un
bugün sosyal yardım adını verdiğimiz hizm et­ araştırm ası, o sırada koşulları iyileştirmek
SOSYAL YARDIM HİZMETLERİ 329

amacıyla yeni yeni kurulmaya başlayan çeşitli latıldı. Başka bir öncü ülke de, 1890’larda
sosyal yardım örgütlerinin gereksindiği bilgi­ yaşlılara emekli maaşı bağlanmasını öngören
lerin çoğunu sağladı. çeşitli yasalar çıkaran Yeni Z elanda’dır.
Yoksullar da birbirlerine yardım için kur­ 1930’larda Yeni Zelanda’da hastalara, işsizle­
dukları bazı dernekler ve kurum larda bir re, iş kazasına uğrayanlara ve yaşlılara yardım
araya geldiler. Bu tür kuruluşlardan biri için kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemi
sendikalardı. Asıl amaçları daha iyi ücret ve geliştirildi ve hem en hem en parasız bir ulusal
çalışma koşulları sağlamak olsa da, sendikalar sağlık hizmeti sağlandı.
üyelerine çeşitli sosyal yardım larda bulundu­ A B D ’de devlet fonundan sağlanan sosyal
lar (bak. Sendika ). yardım ve hizm etler, İngiltere, Avrupa ve
L ondra’da olduğu gibi, A B D ’de Boston ve Yeni Z elanda’dan biraz daha geç başlatıldı.
New Y ork’ta da özel yardım girişimlerini 1930’larda, Büyük Dünya Bunalımı dönem in­
örgütlem ek için çaba gösterildi. Hızla gelişen de Başkan Franklin D. Roosevelt, 13 milyon
bu kurum ların yararlı işlevlerinden biri de işsiz ve 5 milyon yoksul aileye yardım için
sosyal yardım ve hizmet alanında çalışmak “Yeni D üzen” adını verdiği ekonomik ve
isteyen gönüllüleri eğitmek oldu. Bu çabala­ toplumsal reform program ını başlattı. R oose­
rın doğrudan sonucu olarak ilk sosyal hizmet velt, özel sektörün iş sağlayamadığı durum lar­
okulları kuruldu. Sosyal hizm ette bulunmak, da hüküm etin ülke ekonomisine karışması
sosyal koşulları düzeltmeye ve kötü dürüm da­ gerektiğine inanıyordu. 1935 Sosyal Güvenlik
kilerin yararına bazı sosyal değişiklikler getir­ Yasası, işsiz kalan işçilere yardım etm ek ve 65
meye yönelik bir meslek ortaya çıktı. Yavaş yaşından sonra emekliye ayrılan işçilere
yavaş dünyanın çeşitli ülkelerinde devlet ku­ emeklilik aylığı bağlayabilmek için fon sağla­
ruluşları bu gibi hizmetlerin sorumluluğunu mak amacıyla çıkarıldı (bak. ROOSEVELT,
üstlendi. F r a n k l in D.).
Günüm üzde sosyal hizmet alanında çalışan Bugün A B D ’de sosyal yardım ve hizmetle­
ve belli bir konuda yardım için gerekli beceri rin kapsamı genişletilerek aşırı yoksulluk için­
ve anlayışa sahip kimseye sosyal hizmet ya da de yaşayan ailelere acil yardım, özürlülere ve
sosyal çalışma uzmanı denir. Bazı acil durum ­ ailelerine yardım, konut yardımı, yaşlılar için
larda gönüllülerden de yardım istenebilir. sağlık sigortası, yiyecek kuponları, okullarda
öğle yemeği, vergi bağışıklığı, çocuklar için
20. Yüzyılda Sosyal Hizmetler gündüz bakımı ve bakıcı aile olanakları,
Sosyal hizmetler 20. yüzyılda yaygınlaştı. uyuşturucu ve alkol bağımlılarının tedavisi
Yüzyılın başlarında İngiltere’de hüküm et bir gibi hizm etler sağlanmaktadır. 1980’lerin baş-
sağlık sigortası programını yürürlüğe koyma­
Hulton Picture Library
nın yanı sıra, yaşlılar için emeklilik, işsizler
için sigorta ödeneği ve bunun gibi bazı yar­
dımlar sağladı. I. D ünya Savaşı’ndan sonra
dünya çapındaki Büyük Dünya Bunalımı yeni
sorunlar doğurdu; milyonlarca insan birden­
bire işsiz kalmıştı. II. Dünya Savaşı sırasında
yeni bir sosyal hizmet program ı yürürlüğe
kondu. Buna göre çocukların giderlerini kar­
şılamaya yönelik aile yardımı, herkesi kapsa­
yan ulusal sigorta program ı, eski ve artık
işlevini yitirmiş Yoksullara Yardım Yasası’nın
yerine bir ulusal yardım programı ve çocuklar
İçin yeni bir parasız eğitim sistemi geliştirildi.
A lm anya’da 1880’lerde Bismarck (bak. BlS-
marck , O tto von ) dönem inde devlet fonundan
1920'lerde İn g ilte re 'd e yo ksu lla ra çorba dağıtan b ir
karşılanan bazı sosyal yardım hizmetleri baş­ aşevi.
330 SOSYAL YARDIM HİZMETLERİ

Küçük çocu kla rın e ğ itim i


için 1960'ların
o rta la rın d a y ü rü rlü ğ e
konan Head S tart
P rogram ı, A B D 'deki
başlıca sosyal ya rd ım
p ro g ra m la rın d a n b irid ir.
Federal hü kü m e tin
d e ste ğ iyle özürlü
çocuklara ve yoksul
aile le rin çocuklarına
e ğ itim in yanı sıra çeşitli
h izm e tle r v e rilir.

William Sauro/New York Times

lannda yaklaşık 42 milyon A B D ’li (her altı rında sosyal güvenlikten yararlanırlar. Sosyal
kişiden biri) federal yardım program larından sigorta tüm çalışanların ve ailelerinin sağlık
yararlanıyordu. Ne var ki, 1988’de Sayım harcam alarını, doğum sonrası izinli oldukları
B ürosu’nca yapılan bir araştırmaya göre nüfu­ sürece ücretlerini ve iş değiştiren kişilerin
sun yüzde 13,1’i (31,9 milyon) yoksulluk yeni iş bulununcaya kadar geçimini sağlaya­
düzeyindeydi ve bunların 12 milyonu 17 yaşın cak ödem eleri karşılar. Sosyalist ülkelerde
altındaydı. Eskiden ulusal gelirin yüzde çalışma hem bir hak, hem de görev olarak
8,2’sini kapsayan sosyal yardım harcamaları kabul edildiğinden işsizlik günümüze kadar
1986’da yüzde 18,4’ü bulduysa da, bu oran önemli bir sorun olmamıştır. Bu nedenle
sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin bu konudaki işsizlik ödenekleri sosyal güvenlik sistemi
harcamalarının altındadır. 1980’lerde A B D ’ içinde önemli bir yer tutmaz.
de hüküm etin sosyal yardımları azaltma çaba­ Okulöncesi çocukların bakım ve eğitimi de
sı büyük bir tepkiyle karşılaştı. sosyal güvenlik kapsam ındadır. Ayrıca tüm
Günüm üzde H ollanda, Fransa, Almanya okullarda eğitim parasızdır. Bekâr yaşlı kadın
ve İskandinav ülkelerinde bu konuda önemli ve erkeklerin bakımı ve sağlık hizmetleri de
kazanımlar sağlanmıştır. sosyal güvenlik kapsam ındadır. Bu kişiler
Genel olarak bütün sosyalist ülkelerde sos­ devlete ait bakımevlerinde parasız bakılırlar.
yal yardım hizmetlerinin yürütülmesi hükü­ SSCB’de sosyal güvenlik ve yardım hizm et­
m etin sorumluluğundadır. Başta parasız sağ­ leri için gereken harcam alar sosyal tüketim
lık hizmetleri ve her düzeyde parasız eğitim fonundan karşılanır. Bu fon SSCB’de kirala­
olmak üzere her türlü sosyal güvenceyi sağla­ rın düşük tutulmasını da sağlamakta, fondan
mak devletin görevidir. sağlanan yardımla kiralar üçte iki oranında
1920’lerin başında, dünyada sağlık hizmet­ düşürülm ektedir.
lerini parasız olarak sağlayan ilk ülke SSCB Sosyal hizmetlerin görece sınırlı olduğu
olmuştur. Bugün SSCB’de tüm yurttaşlar, A ngola, M ozambik, G ana gibi bazı A frika
yaşlılık, hastalık, işgörmezlik ya da evin ülkelerinde 1980’lerde yasal düzenlem eler ya­
geçimini sağlayan kişinin yitirilmesi durum la­ pılarak, aşamalı bir sosyal güvenlik sistemi
SOSYAL YARDIM HİZMETLERİ 331

E v k a f N e z a r e ti’n e (V a k ıfla r B a k a n lığ ı) v e r i­


lerek d a h a e tk ili ça lışm a la rı sa ğ la n m ış, ayrıca
sa v a şta v e b arışta f e la k e te u ğray a n la ra y ar­
dım a m a cıy la K ızıla y k u ru lm u ştu r (bak. KI­
ZILAY). B u g irişim so sy a l yard ım a m a cın a y ö ­
n elik y e r e l y a d a b ö lg e s e l etk in lik g ö ste r e n
b irço k b a şk a d ern eğ in d e k u ru lm a sın a y o l a ç­
m ıştır.
Cum huriyet dönem inde sosyal yardım et­
kinlikleri devlet örgütlenmesi içine alınarak
bu görev Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’
na verilmiştir. Kızılay’ın yanı sıra yeni kuru­
lan ve ülke çapında örgütlenen Çocuk Esirge­
Community Service Volunteers
me K urum u, Yardım sevenler Derneği gibi
B irçok ülkede d e vle t y a şlıla r için hu zure vleri
ku rm u ştu r.
kuruluşlar da bu yolda etkinlik göstermeye
başlamışlardır. Ayrıca çeşitli kamu kurumla-
rı, belediyeler ve özel kuruluşlarla vakıflar da
kuruldu. H onduras, Venezuela gibi O rta ve yerel ya da bölgesel olarak birçok sosyal
Güney Am erika ülkelerinde de yeni yasalarla yardım hizmetini üstlenmişlerdir. Devletin
sosyal yardım ve hizmetlerin kapsamı genişle­ sosyal yardım alanındaki örgütü 1983’te çıka­
tildi. rılan bir yasayla yeniden düzenlenmiş, Çocuk
Esirgeme Kurum u da devlet örgütü içine
Türkler'de Sosyal Yardım Hizmetleri alınarak başbakanlığa bağlı Sosyal Hizmetler
Türkler yüzyıllar boyunca, kan bağıyla birbirine ve Çocuk Esirgeme Kurum u G enel M üdürlü­
bağlı küçük topluluklar halinde yaşadıkların­ ğü kurulm uştur. Bu alandaki son girişim
dan aralarındaki sosyal yardımlaşma da güç- 1986’da kabul edilen bir yasayla oluşturulan
lüydü. İslam dinini kabul etm elerinden sonra Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik
Türkler arasında sosyal yardım etkinliği daha F onu’dur. Fonun amacı yasada, “sosyal ada­
çok vakıflar eliyle yürütülmeye başlandı. Va­ leti pekiştirme ve adaletli gelir dağılımını
kıflar sağlık ve eğitim gibi sonraları büyük sağlama” olarak belirtilmiştir. Fona her yıl
ölçüde devletin üstleneceği görevleri yerine devlet bütçesinden ödenek ayrılmakta, ayrıca
getirmenin yanı sıra, sosyal yardım kapsam ı­ çeşitli vergilerden, mal ve hizmet karşılığı
na giren pek çok gereksinimi de karşılamaya elde edilen gelirden belirli paylar aktarılm ak­
çalıştılar. Örneğin yoksulların barınm a, yeme tadır. Fonda biriken paralar her il ve ilçede
içme gereksinimleri için im arethaneler, yolcu­ kurulan vakıflar aracılığıyla ihtiyaç sahipleri­
ların konaklaması için kervansaraylar gibi ne geçici ya da sürekli yardım biçiminde
yapılar vakıflarca kurulmuş ve işletilmiş, bun­ dağıtılm aktadır. Bütün bunlara karşın T ürki­
dan başka günümüzde belediyelerin yürüttü­ ye’de sosyal yardım etkinlikleri henüz çok
ğü hizmetlerin çoğu hep vakıflar eliyle karşı­ yetersiz durum dadır. Örneğin Devlet İstatis­
lanmıştır. Ayrıca birçok küçük vakıf da m a­ tik E nstitüsü’nün verilerine göre 1988’de Sos­
halle, köy, kasaba gibi belirli bir çevrenin yal Hizm etler ve Çocuk Esirgeme K urum u’na
çeşitli sosyal yardım gereksinimlerini karşıla­ bağlı 62 çocuk yuvası, 85 yetiştirme yurdu, 3
maya yönelik etkinliklerde bulunmuştur. rehabilitasyon merkezi bulunmaktaydı. B ura­
Am a vakıf kurum u vakfı yapanın isteği doğ­ larda hizmet verilen insan sayısı 20 bin dola­
rultusunda çalıştığı için sosyal yardım a gerek yındaydı. Oysa aynı yıl Türkiye’de 1 milyon­
duyulan pek çok alan açıkta kaldığı gibi, dan çok özürlünün ve 4 milyonu aşkın korun­
■zaman içerisinde çeşitli nedenlerle geliri aza­ maya muhtaç çocuğun bulunduğu saptanmıştı.
lan ya da tükenen birçok vakıf da hizmetine Gene aynı yıl 60 ve daha yukarı yaş grubunda­
son verm ek zorunda kalmıştır. Tanzim at dö­ ki bakım a m uhtaç insan sayısı 3 milyon
neminde vakıfların denetim i yeni kurulan dolayında iken kamu kurum lan, belediyeler,
332 SOSYOLOJİ

kadar bir dizi gençlik sorunuyla ilgilenen


sosyal hizmet kurum lan da vardır. G öçm enle­
re, etnik gruplara, özürlülere, yaşlılara yöne­
lik sosyal hizmetlerin önemi giderek artm ak­
tadır.
Bunlar çoğu zaman bireylerin özel gereksi­
nimlerine göre yardım sağlamak durum unda­
dır. Ö rneğin, bedensel özürlü kişilere sağla­
nacak yardım bir insandan öbürüne çok deği­
şir. Dolayısıyla kişinin özel durum una uygun
hizmetlerin yerine getirilmesi gerekir. Y ar­
dım çoğu zaman bu konuda yetiştirilmiş bir
kişi tarafından sağlanır. Z or durum da olan bir
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
insanın öğüde, rehberliğe, sevecenliğe, anla­
T ü rk iy e 'd e , Sosyal H izm e tle r ve Çocuk Esirgem e
K u ru m u ko ru n m a ya m u h ta ç ç ocu kla rın çok küçük b ir yışa ve güvene gereksinimi vardır. Bir kazada
b ö lü m ü n e hizm et g ö tü re b ilm e k te d ir. görme yetisini yitiren kimsenin yeni yaşamına
uyum sağlayabilmesi için Braille alfabesi­
vakıflar ve derneklerin elindeki toplam 60 ni öğrenm ek, sokakta yürümeyi başarm ak,
huzurevinde ancak 7.083 kişiye hizmet verile­ yeni bir iş bulmak gibi sorunları olacaktır.
bilmekteydi. Sosyal hizmet görevlisinin işi, ona bu konular­
da tüm yetilerini kullanarak yardımcı ol­
Sosyal Hizmet Fonları maktır.
Yardım hizmetlerinin sosyalleştirilmesi ilkesi Sosyal yardım program ları birkaç nedenle
çoğu ülkede, çalışan herkesin gelirlerinin bir eleştirilere uğramıştır. Bu program ların çok
bölüm ünün toplanarak bir fonda biriktirilme­ pahalıya mal olduğu ve kötüye kullanılabile­
si ilkesine dayanır. Eğer biri işsiz kalmışsa ya ceği öne sürülm üştür. Eleştirenler, bazı insan-
da çalışamayacak kadar hastaysa bu fondan lann çalışmaktansa yardımla geçinmeyi yeğle­
yardım alabilir. Bunlar, işsiz kişinin ve ailesi­ dikleri, bu nedenle de işsiz kalmalarının kendi
nin tem el gereksinimlerinin çoğunu karşılaya­ suçları olduğu kanısındadır. Oysa, özellikle
cak olan parasal ödem elerdir. Kişi emeklilik işsizliğin yoğun olduğu dönem lerde insanların
yaşma geldiğinde fondan emeklilik maaşı sosyal yardıma gerçekten gereksinmesi var­
almaya hak kazanır. dır.
H alkın, merkezi bir fona katkıda bulunm a­
sının bir yolu da vergilendirm edir. Vergi SOSYOLOJİ. İnsanlar eskiçağlardan bu yana
gelirlerinin bir bölümü, yoksullara para yardı­küçük ya da büyük topluluklar içinde yaşar.
mı için ayrılır. A ynca yardım kurum lan da Aile, kabile, köy, kent, okul, iş çevresi, ordu
parasal destek sağlar (bak. Y ardim Kurum - birer topluluktur. İnsan ailesinden, okuldan
lari ). ve içinde bulunduğu çevreden etkilenerek,
A na ve çocuk sağlığı, aile planlaması gibi birtakım davranışlar, düşünce ve inançlar
ailelere; kötü davranılan ya da terk edilen edinir. Çevrede gelişen toplumsal olaylar
çocuklann korunm ası gibi çocuklara yönelik kişiyi farkına varmaksızın etkiler. Sosyoloji
hizm etler de sosyal yardım kapsam ına girer. ya da toplumbilim, insan toplumlarının yapı­
Ö rneğin, bazı çocuklar ana babalarından da­ sını, toplum lararası ilişkileri, toplumsal grup­
yak yedikleri için kendi evlerinde normal bir ların örgütleniş biçimlerini ve bu grupların
yaşam sürdürem ezler. Bu gibi çocukların bireysel davranışlar üzerindeki etkisini incele­
bakıcı ailelerin evlerine ya da çocuk yuvaları yen bir bilimdir. Toplumbilimci olarak da
türünden kurum lara, belki de geçici bir süre bilinen sosyologlar, toplumsal gruplarla ilgili
için yerleştirilmeleri gerekir. Gençlerin boş araştırm aları yürütür, sonuçlar çıkarır ve bu
zamanlarını değerlendirm ekten, suç işlemiş sonuçlardan kalkarak, bazı toplumsal sorun­
gençlerin yeniden toplum a kazandırılmasına lara çözüm önerileri getirir. Sosyologların
SOSYOLOJİ 333

S o syo lo ji t e i n i n i ilk
kez kullan an A u g u ste
C om te (solda); Fransız
s o s y o lo ji o ku lu n u n
kurucusu Em ile
D u rkhe im (ortada);
d in s o s y o lo jis i ve
y ö n te m b ilim
çalışm a la rıyla tan ın an
M ax W e b e r (sağda).

incelediği bu gruplar aile gibi küçük, siyasal limsel gerçekçilik açısından son derece başarı­
örgütler ya da sendikalar gibi büyük kurumlar lıydı.
olabilir. Gene aynı dönem de İngiliz sosyolog ve
işadamı Charles Booth (1840-1916), Life and
Sosyolojinin Tarihi Labour o f the People in London (1889-91,
Sosyolojinin bir bilim olarak doğuşunda etkili 1892-97, 1902; “L ondra’da Halkın Yaşamı ve
olan düşünceler 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya Çalışması”) adlı 17 ciltlik yapıtında toplumsal
çıktı. Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi sorunlara ilişkin pek çok bilgi toplamıştı.
A vrupa’da büyük sarsıntılara neden olmuş, İngiliz sosyolog Benjamin Seebohm Rown-
önemli toplumsal ve ekonomik değişimlere tree’nin (1871-1954) Y ork’ta işçi konutları
yol açmıştı (bak. F r ANSIZ DEVRİMİ; SANAYİ DEV­ konusundaki araştırması Poverty; A Study o f
RİM İ). Toplumların bilimsel olarak incelenm e­ Town Life (1901; “Yoksulluk; Kent Yaşamı
si ve sorunlara çözüm arayışları 19. yüzyılda, Üzerine Bir İncelem e”) deneysel sosyolojinin
felsefe ile bilim arasında kesin bir ayrıma yol temel kitapları arasına girdi.
açtı. İlk sosyologlar biyoloji ve evrim kuram ­ 19. yüzyılda, genellikle gözlem yoluyla
larından etkilendi (bak. D a r w i n , C h a r l e s -, E v ­ yapılan ve sistemli bir yöntem izlemeyen
r im ) . Sosyoloji terimini ilk kez kullanan Fran­ sosyoloji araştırm aları çok sayıda olgunun
sız düşünür Auguste Comte (1798-1857), top­ toplanmasına dayanıyordu. 20. yüzyılın başın­
lumun yapısını ve toplumsal değişmenin tari­ da A B D ’de Chicago Üniversitesi’nde ilk kez
hini inceledi. Nesnel araştırmayla kazanılmış alan araştırması’’m. girişildi. (Günüm üzde de
bilgi dışındaki bilginin değeri olmayacağını uygulanan alan araştırm ası, çeşitli toplumsal
savunan Com te, bir bilimler sıralaması yapa­ olguların örneklem e yoluyla seçilen somut
rak, en yeni bilim olan sosyolojinin tüm bilim örnekler üzerinde incelenmesi yöntemidir.
dallarını birleştirici niteliğini vurguladı. Com- Buna göre, incelenmek istenen bir birey, olay
te ’a göre sosyoloji, toplum sal olaylara özgü ya da toplumsal grup içinden sınırlı sayıda
tem el yasaların olgulardan yararlanılarak in­ birim, yığını temsil edebilecek biçimde, rast-
celenmesine dayanıyordu. gele ya da başka yollarla seçilir.) Yüzlerce
Fransız sosyolog Emile Durkheim (1858- öğrencinin katıldığı bu çalışmalarda, edinil­
1917) Toplum bilim sel Yöntemin KurallarV n- miş bilgilerden yararlanm ak yerine, inceleme
da (Regles de la m ethode sociologique ; 1895) konusu olan yerdeki insanlarla ilişki kurula­
kuramsal sosyolojiyi deneysel araştırmayla rak bilgi ediniliyordu. A raştırm anın niteliğine
birleştiren yöntemini açıkladı. Fransız sosyo­ göre, suçluların genel olarak barındığı yerlere
loji okulunun kurucusu olarak kabul edilen ya da intihar oranının yüksek olduğu bölgele­
D urkheim ’la birlikte sosyoloji, hukuk, ikti­ re gidiliyor, terk edilmiş çocuklar ya da
s a t, sanat tarihi gibi alanlardaki araştırm ala­ boşanmış çiftlerle ilgili bilgi toplanıyor, çevre­
rın ufkunu genişletici tem el bir bilim dalı deki toplumsal hareketlilik inceleniyordu.
haline geldi. Emile D urkheim ’ın İntihar (le 1920’lerde A B D ’de, Chicago Üniversitesi’n­
Suicide ; 1897) adlı araştırması yöntem ve bi­ de öğretim üyesi olan R obert E. Park (1864-
334 SOSYOLOJİ

1944) etnik azınlıklar, özellikle de Siyahlar Araştırma Yöntemleri


üzerindeki çalışmalarıyla tanındı. Ernest W. Toplumsal olaylar çok yönlüdür; durmadan
Burgess (1886-1966) ile birlikte, sosyolojinin değişir, zaman ve çevreye göre nitelik değişti­
klasiklerinden sayılan Introduction to the Sci­ rir. Bu nedenle sosyolojide kullanılan gözlem
ence o f Sociology (1921; “Sosyoloji Bilimine ve deneyler dolaylı ve sınırlıdır. Sosyoloji,
Giriş”) adlı ders kitabını yazdı. Burgess ise tarih ve antropoloji gibi bilimlerden ve istatis­
özellikle ailenin doğası ve yaşlılar konusunda­ tik gibi inceleme yöntem lerinden yararlanır
ki araştırmalarıyla tanındı. (bak. ANTROPOLOJİ; İSTATİSTİK; TARİH). Toplu­
Alm an sosyolog Georg Simmel (1858-1918) mun bugünkü durum una ilişkin bilgi edin­
kullanılacak araştırm a yöntemleriyle ilgili m ek, çeşitli toplumsal olayların değişimini
önemli çalışmalar gerçekleştirdi. Din sosyolo­ incelemek için istatistiklere başvurulur. Sağ­
jisi ve yöntembilim üzerine araştırmalarıyla lıklı istatistikler, bir toplum un genel durum u­
tanınan Max W eber (1864-1920) ise sosyoloji­ na ilişkin grafikler ve rakam larla kesin bilgi
nin, insanları davrandıkları ve düşündükleri verir. Örneğin istatistiklerde işsizlik, cina­
gibi yansıtmaya çalışması gerektiğini vurgu­ yet ve intiharların arttığı görülüyorsa, söz
ladı. konusu toplum un bir bunalım içinde olduğu
İş sosyolojisi, toplumsal sınıflar sosyolojisi, anlaşılır.
din sosyolojisi, hukuk sosyolojisi, bilgi sosyo­ Bir başka gözlem yöntemi de m onografi ’
lojisi gibi alanlara yayılan ve giderek kapsamı dir. M onografi özel bir toplumsal olaya ya da
genişleyen sosyoloji, 20. yüzyılın ikinci yarı­ gruba ilişkin olarak hazırlanan ayrıntılı bir
sında sanat, edebiyat, m oda, şehircilik, din­ incelemedir. Bir monografide öğrenilmek is­
lenme, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, kitle tenen bilgileri saptayan çizelgeye soru çizelge­
iletişim araçları, uluslararası ilişkiler gibi si dendiği gibi anket ya da soruşturma da
alanlarda da araştırm alara yöneldi. denir.
Temel Britannica
Ek Bilgiler
fi3 İfiıiü ir t& hm^l
SAMSUN 15.1

SAİNT CHRISTOPHER VE NEVIS Bağımsızlık sonrasında kalkınma yönündeki


FEDERASYONU büyük yatırımlara karşın, 1980’lerde ortaya çı­
kan dış ticaret açığı, yüksek dış borç yükü ve iş­
RESMİ ADI: Saint Christopher ve Nevis Federasyonu. sizlik gibi sorunlar aşılamadı. Temmuz 1989’da
YÖNETİM BİÇİMİ: İngiliz Uluslar T opluluğu üyesi, tek başkent Kingstovvn’daki bir yangın büyük hasa­
m eclisli m eşruti monarşi.
ra yol açtı. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde ik­
YÜZÖLÇÜMÜ: 269,4 km2.
NÜFUS (1992): 43.100.
tidar partisi parlamentodaki bütün sandalyeleri
BAŞKENT: Basseterre.
aldı.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Basseterre
(18.500), Charlestovvn (1.700). SAKARYA

Bağımsızlık döneminde ülkenin başlıca gelir YÜZÖLÇÜMÜ: 4.817 km2.


kaynakları olan turizm ve şeker üretimi hızla NÜFUSU (1990): 683.061.
gelişti. Eyül 1989’da yaklaşık 2.000 kişiyi evsiz İL MERKEZİ: Adapazarı.
bırakan kasırga şeker üretiminde geçici bir geri­ İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (316.307),
Akyazı (63.884), Ferizli (16.086), Geyve (41.331),
leme yarattı. Ekonomik büyümeyle ortaya çı­ Hendek (60.268), Karapürçek (13.473), Karasu
kan işgücü açığı dışarıdan işçi getirilmesini zo­ (47.973), Kaynarca (24.435), Kocaali (28.405), Pa­
runlu kıldı. Öte yandan yatırımlara kaynak sağ­ m ukova (21.023), Sapanca (25.167), Söğütlü
(13.610), Taraklı (11.099).
lamak için yabancılara yurttaşlık hakkı verme BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Adapazarı
yoluna gidildi. Turizmde büyük bir atılım yapan (171.225), Hendek (23.397).
Nevis’te 1990’ların başlarında federasyondan BAŞLICA YÜKSELTİLER: Keremali Dağı (1.543 metre),
ayrılma yönünde bir akım gelişti. Kapıorman Dağı (1.467 metre).
SICAKLIK: Adapazarı kentinde en düşük -14,5°C
(22.1.1961), en yüksek 41,8°C (22.8.1977), ortalam a
SAİNT LUCİA 14,1°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Adapazarı kentinde yıllık ortalama
RESMİ ADI: Saint Lucia. 823,8 mm.
YÖNETİM BİÇİMİ: Ingiliz Uluslar T opluluğu üyesi, iki
m eclisli m eşruti monarşi.
SAM SUN
YÜZÖLÇÜMÜ: 617 km 2.
NÜFUS (1992): 135.000.
YÜZÖLÇÜMÜ: 9.579 km2.
BAŞKENT: Castries.
NÜFUSU (1990): 1.158.400
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1991): Castries
(11.147). İL MERKEZİ: Samsun.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (368.574),
Alaçam (43.162), Asarcık (16.342), Ayvacık (28.112),
Muz ihracatı ve turizmden sağlanan gelirler Bafra (153.701), Çarşamba (124.270), Havza
1980’lerden başlayarak geniş çaplı altyapı yatı­ (62.564), Kavak (32.949), Lâdik (26.697), 19 Mayıs
rımlarına olanak verdi. Bu arada ülkede gelişen (28.947), Salıpazarı (29.561), Tekkeköy (48.730), Ter­
me (81.668), Vezirköprü (102.503), Yakakent
uyuşturucu kaçakçılığına karşı sert önlemler (10.620).
alındı. Hızlı nüfus artışı üzerine 1991’de aile
planlamasına yönelik bir eğitim programı başla­ Liman Gölü
tıldı. 1992’deki genel seçimlerde komşu ada
devletleriyle birleşme önerisi önemli bir tartış­
ma konusu olarak gündeme geldi.
Çaltı
Burnu
SAİNT VİNCENT VE GRENADİNLER

RESMİ ADI: Saint Vincent ve Grenadinler.


YÖNETİM BİÇİMİ: Ingiliz Uluslar T opluluğu üyesi, tek
m eclisli m eşruti monarşi,
Lâdik
YÜZÖLÇÜMÜ: 389,3 km2. Gölü
'NÜFUS (1992): 109.000.
BAŞKENT: Kingstovvn. AMASYA

BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Kingstovvn ÇORUM TOKAT


(15.670).
15.2 SAN MARİNO

BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Samsun ratik yapılanmanın bir sonucu olarak, Nisan
(303.979), Bafra (65.600), Çarşamba (38.863). 1992’deki kitle gösterileri başbakanın görevden
BAŞLICA YÜKSELTİ: Kunduz Dağı (1.791 metre).
alınmasını ve çoğunluk partisinin hükümeti
SICAKLIK: Samsun kentinde en düşük -9,8°C
(9.2.1929), en yüksek 39°C (15.8.1938), ortalama kurmasına yol açtı.
14,3°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Samsun kentinde yıllık ortalama SENEGAL
723,9 mm.

RESMİ ADI: Senegal Cum huriyeti.


SAN MARİNO YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 196.712 km2.
RESMİ ADI: San M arino Cum huriyeti. NÜFUS (1992): 7.691.000.
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet. BAŞKENT: Dakar.
YÜZÖLÇÜMÜ: 61,2 km2. BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1992): Dakar
NÜFUS (1992): 23.600. (1.792.823), Thiâs (201.350), Kaolack (179.894), Zigu-
inchor (148.831), Saint-Louis (125.717).
BAŞKENT: San Marino.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Serravalle/
Dogano (4.643), San M arino (2.339). Senegal 1980’ler boyunca istikrarsızlık yaratan
iç ve dış sorunlarla karşı karşıya geldi. Ama
Dünyanın en eski cumhuriyeti San Marino 1991’de iktidar ile muhalefet arasında sağlanan
1988’de Avrupa Konseyi, 1992’de de Birleşmiş işbirliği siyasal gerilimi azaltarak köklü reform­
Milletler üyeliğine alındı. Uluslararası planda ların önünü açtı. Bu arada komşu ülkelerle de
etkin bir rol oynamaya başlamasını yansıtan bu ilişkiyi düzelten Senegal 1992’de çeşitli toplan­
gelişmelere, birçok ülkeyle diplomatik ilişkiler tılara ev sahipliği ederek Afrika’daki gelişme­
kurması da eşlik etti. Öte yandan İtalya’yla ma­ lerde önemli rol oynadı. İstikrarsızlığın öteki
li ve parasal ilişkilerini yeniden düzenleyerek kaynaklarından biri olan ekonomideki yapısal
bu alanlarda daha fazla özerklik kazandı. San sorunları çözme yönünde ise pek ilerleme sağ­
M arino’nun son yıllarda içeride attığı önemli lanamadı. Ülkenin güneyindeki Casamance
adımlar ise özerk bir idare mahkemesinin oluş­ bölgesinde gelişen ayrılıkçı hareketi sona erdir­
turulması, zorunlu öğrenim yaşının 14’ten 16’ya mek için varılan ateşkes 1992 sonlarında bozul­
çıkarılması ve bir devlet televizyonunun kurul­ du.
masıydı. Avrupa Kupası’na ilk kez 1990’da ka­
tılan San Marino futbol takımı ilk puanını SEYŞELLER
1993’te Türkiye’yle berabere kalarak aldı.
RESMİ ADI: Seyşeller Cum huriyeti.
SÂO TOME VE PRINCİPE YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli cum huriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 453 km2.
RESMİ ADI: Sâo Tom e ve Prıncipe Demokratik Cum hu­
NÜFUS (1992): 71.000.
riyeti.
BAŞKENT: Victoria.
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet.
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1987): Victoria
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.001 km2. (24.325).
NÜFUS (1992): 126.000.
BAŞKENT: Sâo Tome.
Seyşeller’de 1977’deki askeri darbeyi izleyen
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1984): Sâo Tome
(34.997). tek parti yönetimi ekonomik sorunların ve Batı
dünyasına açılma gereğinin baskısıyla 1991’de
Bağımsızlıktan sonra tek parti sistemiyle yöne­ demokrasiye geçiş hedefini benimsedi. Tem­
tilen Sâo Tome ve Prıncipe 1991’deki ilk çok muz 1992’de anayasa taslağını hazırlayacak ko­
partili seçimlerle demokratik parlamenter siste­ misyonu belirlemek üzere ilk çok partili seçim­
me geçti. Bu arada 1980’lerin sonlarından baş­ ler yapıldı. İktidar partisinin ağırlıkta olduğu
layarak ülkenin zayıf ekonomisini düzeltmek komisyonca hazırlanan anayasa taslağı Kasım
. amacıyla dış yardımlara dayalı çeşitli program­ 1992’deki halkoylamasında gerekli yüzde 60
lar uygulamaya kondu. Seçimlerden sonra eski oyu alamadı. Ekonomisi büyük ölçüde balıkçı­
siyasetçilerin ağırlıkta olduğu bir geçici hükü­ lık ve turizme dayanan Seyşeller 1980’lerden
met oluşturuldu. Ama yeni dönemdeki demok­ başlayarak çeşitli alanlarda yaptığı atılımlarla
SİNOP 15.3

orta düzeyde gelişmiş ülkeler arasında yer alı­ SICAKLIK: S iirt kentinde en düşük -19,3°C (16.1.1950),
en yüksek 46°C (6.8.1973), ortalam a 15,4°C.
yordu.
YAĞIŞ MİKTARI: S iirt kentinde yıllık ortalama 740,9
mm.
SİERRA LEONE
SİNGAPUR
RESMİ ADI: Sierra Leone Cum huriyeti.
YÖNETİM BİÇİMİ: Askeri yönetim .
RESMİ ADI: Singapur Cum huriyeti.
YÜZÖLÇÜMÜ: 71.740 km2.
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, tek m eclisli cum huriyet.
NÜFUS (1992): 4.373.000.
YÜZÖLÇÜMÜ: 622 km2.
BAŞKENT: Freetovvn.
NÜFUS (1992): 2.792.000.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Freetovvn
(469.776), Koidu-Nevv Sembehun (80.000), Bo BAŞKENT: Singapur.
(26.000), Kenema (13.000), Makeni (12.000). BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI: Singapur'da sınır­
ları belirlenm iş bir kent yoktur.
Sierra Leone’nin 1978’de başlayan tek parti yö­
netimi altında yaşadığı ekonomik bunalım Başbakan olarak 1969’dan sonra ülkeye damga­
1980’lerin sonlarında daha da derinleşti. Eko­ sını vuran Lee Kuan Yew Kasım 1990’da göre­
nomiyi canlandırmak amacıyla Şubat 1990’da vinden ayrılarak yerini Goh Chok Tong’a bı­
yeni bir program açıklandı. Bu programa çeşitli raktı. Ocak 1991’de cumhurbaşkanının yetkile­
dış yardım anlaşmaları da eşlik etti. Muhalefe­ rini genişleten ve 1993’ten başlayarak doğrudan
tin çok partili sisteme dönüş yönündeki baskıla­ halkoyuyla seçilmesini öngören bir anayasa de­
rı sonunda hazırlanan yeni anayasa Ağustos ğişikliği yapıldı. Başbakanlıktan ayrılan Lee’nin
1991’deki halkoylamasıyla kabul edildi. Ayrıca yeni cumhurbaşkanı olması bekleniyordu, ama
1992’de seçimlere gitmeyi sağlayacak bir geçici Lee adaylığını koymayacağını açıkladı.
hükümet kuruldu. Ama Liberya’daki iç savaş­ Ağustos 1991’deki erken seçimlerde iktidar
tan kaçmış ayaklanmacı kuvvetlerin yol açtığı partisi çoğunluğunu korumakla birlikte oy ora­
kanlı çatışmalar ülkedeki toplumsal huzursuzlu­ nı bakımından önemli bir gerileme gösterdi. Bu
ğu tırmandırarak demokrasiye geçiş sürecini durum yeni başbakanı liberal çizgisinden geri
kesintiye uğrattı. Nisan 1992’de askeri darbenin adım atmaya yöneltti. Hükümetin partizan ve
ardından yeni bir yönetim kuruldu, parlamento baskıcı politikaları yeniden gündeme geldi.
dağıtıldı ve bütün siyasal etkinlikler askıya alın­ Milli gelir düzeyi ve tasarruf oranı oldukça
dı. Yeni yönetim sınırdaki savaşı sona erdirme­ yüksek bir ülke olan Singapur’un ekonomik bü­
ye öncelik verdi. yümesi 1980’lerde durgunlaşan ihracata bağ­
lı olarak bir ölçüde yavaşladı. Ama kamu iş­
SİİRT letmelerini özelleştirme programıyla birlikte
kaynakların dış yatırımlara yöneltilmesi 1990’
YÜZÖLÇÜMÜ: 5.406 km2. larm başlarında ekonomiye yeniden canlılık ge­
NÜFUSU (19901:243.435. tirdi.
İL MERKEZİ: Siirt.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (82.075), SİNOP
Aydınlar (5.203), Baykan (27.387), Eruh (28.726),
Kurtalan (47.035), Pervari (26.871), Şirvan (26.138).
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): S iirt (68.320). YÜZÖLÇÜMÜ: 5.862 km2.
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Herakol Dağı (2.953 metre), NÜFUSU (1990): 265.153.
Çerrand Dağı (2.280 metre). İL MERKEZİ: Sinop.

SİNEMA
SİN EM A S A N A T VE BİLİMLERİ AKADEMİSİ ÖDÜLLERİ (1990-1992)
Yıl En İyi Film En İyi Erkek Oyuncu En İyi Kadın Oyuncu En İyi Yönetm en

1990 Kurtlarla Dans Jerem y Irons Kathy Bates Kevin Costner


(Dances w ith VVolves)
1991 Kuzuların Sessizliği A nthony Hopkins Jodie Foster Jonathan Demme
(Silence o fth e Lambs )
1992 A ffedilm eyen Al Pacino Emma Thom pson Clint Eastvvood
(Unforgiven)
15.4 SİVAS

İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (49.844), Balkan Yarımadası’nın kuzeybatısında yer alan
Ayancık (36.543), Boyabat (50.648), Dikmen
(14.872), Durağan (34.131), Erfelek (19.288), Gerze
Slovenya, bağımsızlığını kazandığı 1992’ye de­
(28.215), Saraydüzü (9.065), Türkeli (22.547). ğin Yugoslavya’yı oluşturan altı federe cumhu­
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Sinop (25.537). riyetten biriydi. Yeni sınırlarıyla batıda İtalya,
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Zindan Dağı (1.717 metre), kuzeyde Avusturya, kuzeydoğuda Macaristan,
Çangal Dağı (1.586 metre). güneydoğuda da Hırvatistan ile çevrilidir. Gü­
SICAKLIK: Sinop kentinde en düşük -8,4°C (7.3.1942),
en yüksek 34,5°C (17.7.1940), ortalama 14°C.
neybatıda Adriya Denizi’ne bakan küçük bir
YAĞIŞ MİKTARI: Sinop kentinde yıllık ortalam a 655,2 kıyı şeridi vardır. Ülkenin büyük bölümünü or­
mm. manlık dağlar kaplar. Kuzeybatıdaki sarp ve
güzel manzaralı Julia Alpleri’nde bulunan Trig-
SİVAS lav Doruğu (2.684 metre) ülkenin en yüksek
noktasıdır. Avusturya sınırı boyunca Karawan-
YÜZÖLÇÜMÜ: 28.488. km2. ke Dağları uzanır. Daha güneyde ve güneydo­
NÜFUSU (1990): 767.481. ğuda Kamnik Dağları başlar. Güneydoğu yö­
İL MERKEZİ: Sivas. nünde akarak ülkeyi boydan boya geçen Sava
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (270.329), Irmağı başkent Ljubljana’dan sonra tepelik bir
Akıncılar (11.085), A ltınyayla (15.739), Divriği bölgeye girer. Bu tepeler daha doğuda yerini
(33.105), Doğanşar (8.324), Gemerek (48.453), Göl-
ova (6.699), Gürün (31.038), Hafik (28.280), İmranlı verimli ovaların bulunduğu Pannonia Havza-
(21.530), Kangal (48.068), Koyulhisar (21.894), Su­ sı’na bırakır.
şehri (46.843), Şarkışla (49.116), Ulaş (13.801), Yıl-
dızeli (74.902), Zara (38.275). Ülke ekonomisinde tarım ağırlıklı bir yer tu­
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Sivas (221.512). tar. Başlıca ürünler tahıl, patates ve çeşitli mey­
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kızıldağ (3.025 metre), Köse velerdir. Ormancılık ve hayvancılık da önemli
Dağı (2.812 metre), Çalgan Tepesi (2.735 metre), gelir kaynaklarıdır. Ülke topraklarında başta
Göktepe (2.719 metre).
kömür ve cıva olmak üzere çeşitli mineraller çı­
SICAKLIK: Sivas kentinde en düşük -34,6°C
(20.1.1972), en yüksek 38,3 (19.7.1962), ortalama karılır. En gelişkin sanayi dalları metalürji ve
8,6°C. dokumacılıktır.
YAĞIŞ MİKTARI: Sivas kentinde yıllık ortalama 419,9 Slovenya öbür eski Yugoslav cumhuriyetleri­
mm.
ne göre daha türdeş bir nüfusu barındırır. Slo-
SLOVENYA venler bir Güney Slav halkı olmakla birlikte ay­
rı bir dil konuşurlar. Halkın büyük çoğunluğu
RESMİ ADI: Slovenya Cum huriyeti. Katolik’tir. Geçmişte Avusturya yönetiminin
YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili, iki m eclisli cum huriyet. “Almanlaştırma” yönünde uyguladığı yoğun
YÜZÖLÇÜMÜ: 20.256 km2. baskılara karşın, Slovenler ulusal kimliklerini
NÜFUS (1992): 1.985.000. koruyarak Alp kültür alanı içinde kalmışlardır.
BAŞKENT: Ljubljana. Slovenler’in 6. yüzyılda yerleştiği bölge Ka-
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Ljubljana rolenj egemenliğinin ardından 9. yüzyılda Al­
(323.291), M aribor (153.053), Kranj (72.814), Ptuj man yönetimine girdi. Bölgede 15. ve 16. yüz­
(68.846), Celje (66.443).
yıllarda yaygın köylü ayaklanmaları patlak ver­
di. Avusturya hükümdarlarının 18. yüzyıldaki
reformları bölge halkının durumunu bir ölçüde
düzeltti. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Sırp, Hır­
vat ve Sloven milliyetçilerinin işbirliği 1918’de
Güney Slavları’nı birleştiren bir krallığın kurul­
masını sağladı. Bu arada bazı Sloven toprakları
İtalya ve Avusturya’ya bırakıldı. Sırp, Hırvat ve
Sloven Krallığı 1929’da Yugoslavya adını aldı.
II. Dünya Savaşı sırasında Slovenya’nm gü­
neybatısı İtalyan, kuzeydoğusu da Alman işgali
altına girdi. Çok geçmeden bölgede komünist­
lerin öncülük ettiği etkili bir direniş hareketi
başladı. Yugoslavya’nın işgalden kurtulmasının
SOMALİ 15.5

ardından Ocak 1946’da oluşturulan yeni federal NÜFUS (1992): 339.000.


cumhuriyet içinde Slovenya da yer aldı. Batıda BAŞKENT: Honiara.
Gorizia dışındaki eski Sloven toprakları İtal­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1986): Honiara
(1990; 35.288), Gizo (3.727), Auki (3.262), Kira Kira
ya’dan alındı. Trieste’nin bir bölümü de 1954’te (2.585).
Slovenya’ya bağlandı.
Yugoslavya 1990’da Doğu Avrupa’daki geliş­ Bağımsızlıktan sonra siyasal ve ekonomik istik­
melerin etkisiyle komünizmden uzaklaşma yo­ rarsızlıktan kurtulamayan Solomon Adaları çe­
luna girdi. Federasyon içinde demokrasiye ge­ şitli hükümet değişiklikleri yaşadı. Şubat
çiş yönünde ilk adımı atan Slovenya’da Nisan 1989’daki genel seçimlerden sonra kurulan yeni
1990’da çok partili serbest seçimler yapıldı. Se­ hükümet ekonomide liberalleşme yolunu seçe­
çimlerin ardından cumhurbaşkanlığına reform­ rek dış ticareti geliştirmeye ve sanayiyi özelleş­
cu komünistlerin önderi Milan Kucan getirildi tirmeye yöneldi. Bu dönüşümde birlikte gelişen
ve yeni partilerin ağırlıkta olduğu bir koalisyon muhalefet, 1991’de hükümetteki değişikliklere
hükümeti kuruldu. Aralık 1990’da düzenlenen yansıyan yeni siyasal saflaşmalara yol açtı. Par­
halkoylamasında Slovenler ezici bir çoğunlukla tisinden ayrılan Başbakan Solomon Mamalo-
bağımsızlıktan yana oy kullandılar. ni’nin değişik partilerden bakanlar alarak oluş­
Merkezi yönetim ile federe cumhuriyetler turduğu yeni hükümet güvenoyu almayı başar­
arasında barışçı bir çözüm için yürütülen görüş­ dı. Solomon Adaları 1992’de, coğrafi ve kültü­
melerin sonuç vermemesi, Yugoslavya’yı rel bir parçası olan Bougainville Adası’ndaki
1991’de bir iç savaş ve ekonomik çöküntüye sü­ ayrılıkçı hareket yüzünden komşusu Papua Ye­
rükledi. Hırvatistan’la birlikte 25 Temmuz’da ni Gine’yle çatışmaya girdi. Adadaki bakır ma­
bağımsızlığını ilan eden Slovenya’da federal or­ denlerinin Papua Yeni Gine hükümetince ka­
du birlikleriyle çatışmalar başladı. Batı Avrupa patılmasından sonra ayrılıkçı gruplar bağımsız­
ülkelerinin çabalarıyla ateşkesin sağlanmasın­ lık ilan ettiler. Bunun üzerine Bougainville’e
dan sonra Ocak 1992’de Slovenya’nın bağımsız­ karşı başlatılan ambargo, Solomon A dalan’mn
lığı uluslararası planda tanındı. desteğiyle kırıldı. Ardından iki ülkenin güven­
Hırvatistan’la birlikte Ocak 1992’de Avrupa lik kuvvetleri arasında çatışmalar çıktı.
Toplulukları (AT) tarafından resmen tanı­
nan Slovenya, 22 Mayıs’ta da Birleşmiş Millet- SOMALİ
ler’e (BM) kabul edildi. Yılın sonlarında AT ile
imzalanan ekonomik ve ticari işbirliği anlaşma­ RESMİ ADI: Somali Demokratik Cum huriyeti.
sı Slovenya’nın Batı dünyasındaki yeni konu­ YÖNETİM BİÇİMİ: Cum huriyet.
munu daha da pekiştirdi. YÜZÖLÇÜMÜ: 637.000 km2.
1992’nin ilk yarasındaki hükümet bunalımı­ NÜFUS (1992): 7.872.000.
nın ardından 6 Aralık’ta genel seçimlere gidildi. BAŞKENT: M ogadişu.
Milan Kucan oyların yaklaşık üçte ikisini alarak BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1981): M ogadişu
(500.000), Hargeysa (70.000), Kismaayo (70.000),
beş yıl süreyle yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Berbera (65.000), Marka (60.000).
En çok sandalyeyi kazanan Liberal Demokrat
Parti’nin öncülüğünde yeni bir koalisyon hükü­ Somali’yi 1969’dan sonra tek adam olarak yö­
meti oluşturuldu. neten General Muhammed Siyad Barre, ülke­
Slovenya sıkı para politikası sayesinde enf­ nin ekonomik ve toplumsal sorunlarının derin­
lasyonu öbür eski sosyalist ülkelere göre düşük leşmesiyle 1980’lerin sonlarında otoritesini yi­
düzeyde tutmayı başardı. Ama sanayi üretimin­ tirdi. Çeşitli kabilelere dayanan grupların mu­
de yüzde 30, istihdamda da yüzde 20 gerileme halefeti 1988’de ülkeyi parçalanmaya doğru sü­
oldu. rükleyen bir iç savaşa dönüştü. Demokrasiye
geçiş yönündeki sözlerini yerine getirmeyen
SOLOMON ADALARI Barre, çatışmaların başkent Mogadişu’ya sıçra­
masından sonra, Ocak 1991’de başkentten kaç­
flESM İ ADI: Solom on Adaları. mak zorunda kaldı. Geride büyük bir yıkıntı,
YÖNETİM BİÇİMİ: Ingiliz Uluslar Topluluğu üyesi, tek ekonomik kargaşa ve kanlı bir iç savaş bırakan
m eclisli m eşruti monarşi. tek adam rejiminin yıkılması üzerine, Ali Meh­
YÜZÖLÇÜMÜ: 28.370 km 2. di Muhammed’in başkanlığında geçici bir hükü­
15.6 SOMALİ

met kuruldu. Ama yeni hükümet çatışan silahlı yağma olayları nedeniyle bu çabalar yetersiz
gruplara kendisini kabul ettiremediği gibi, baş­ kaldı.
kentte düzeni de sağlayamadı. Sonunda BM Güvenlik Konseyi’nin kararıy­
Somali fiilen bağımsız güç odaklarının denet­ la yardım malzemelerinin dağıtımını sağlamak
lediği bölgelere ayrılırken, uzlaşma sağlamaya ve iç çatışmaları durdurmak üzere A B D ’nin ön­
yönelik çeşitli toplantılar tarafların anlaşmaz­ cülüğünde Aralık 1992’de Somali’ye askeri bir­
lıkları nedeniyle sonuçsuz kaldı. Bu arada ülke­ likler gönderildi. “Umut Operasyonu” adı veri­
deki kuraklığın yol açtığı kıtlık yaygın şiddet len bu girişime aralarında Türkiye’nin de bu­
ortamında korkutucu boyutlara vardı. Yaklaşık lunduğu birçok ülke asker göndererek ya da
1,5 milyon kişiyi açlıktan ölme tehlikesiyle karşı parasal destek sağlayarak katkıda bulundu. Si­
karşıya getiren ve komşu ülkelere büyük bir lahlı grupların operasyona karşı çıkması, 1993
mülteci akınına yol açan gelişmeler üzerine, başlarında, ülkede düzenin sağlanmasına değin
başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere çe­ birliklerin çekilmemesini gündeme getirdi. Bu
şitli uluslararası kuruluşlar insancıl yardım ça­ arada gruplar arasında uzlaşmaya varma yö­
lışmalarına girişti. Ama ülkedeki karışıklık ve nünde yeni görüşmeler başladı.

You might also like